Merhaba - Atılım Üniversitesi
Transkript
Merhaba - Atılım Üniversitesi
Merhaba Her sayısında desteklerinizle daha iyi ve daha başarılı olmaya çalıştığıAtılım Üniversitesi Adına Sahibi Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu Genel Yayın Yönetmeni Prof.Dr. İsmail Bircan Yazı İşleri Müdürü Eftal Erel Yayın Koordinatörü Meral Şahin Editör Kurulu Meral Şahin ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar ● Öğr. Gör. Doğa Elçin Aydoğan Yayın Kurulu Yrd.Doç.Dr. Cenk Güray ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk Yrd.Doç.Dr. Evrim Doğan ● Yrd.Doç.Dr Hayal Zülfikar ● Dr. Poyraz Gürson Öğr.Gör. Doğa Elçin Aydoğan ● Öğr.Gör. Uluç Gürkan ● Özgür Kalın ● Mustafa Kömürcü Danışma Kurulu Prof.Dr. Nami Çağan ● Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker ● Prof.Dr. Oya Batum Menteşe Prof.Dr. Gülhan Özbayoğlu ● Prof.Dr. Ramazan Aydın ATILIM ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ Kızılcaşar Mahallesi - İncek 06836 Ankara Tel: 0312 586 80 00 ● Faks: 0312 586 80 90 - 91 www.atilim.edu.tr ● [email protected] Tasarım REMARK Hilal Mah. Aleksander Dupçek Cad. 28/9 Yıldız - Çankaya / Ankara Tel: 0312 436 27 28 ● Faks: 0312 436 27 00 www.remarkreklam.com ● [email protected] Baskı SİNCAN MATBAASI Zübeyde Hanım Mah. Büyük San. 1.Cad Elif Sok. Sütçü Kemal İş Merkezi No. 7/241 İskitler / Ankara ● Tel: 0312 384 56 88 ● Fax. 0312 384 53 37 www.sincanmatbaasi.com Haziran, 2011 mız İz Dergisi’nin 13. sayısına ulaştık. Bu sayımızda da Üniversitemizin içerisinde ve dışında gerçekleştirilen çok sayıda etkinliği ve geniş bir içeriği bulabileceksiniz. Yoğun geçen etkinlikleri sayfalarımız arasında okuyabileceksiniz. Bu sayımızın Dosya konusu, “Politika da Üslup ve Dil”, gündem konusu ise “Çevre ve Enerji” olarak belirlendi. Dosya ve Gündem konularında Akademisyenlerimizin hazırladığı yazıları dergimizde okuyabileceksiniz. Yazıları ile Dergimize katkı veren Hocalarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Değişen dünyada Türk Yükseköğretiminin özerklik temelli yeniden yapılandırılması ve uluslararasılaşması büyük önem taşımaktadır. Sayıları 21 bine ulaşan üniversitelerimizde ki yabancı öğrenci sayısının gelecek 5 yıl içinde 75 bine çıkarılarak bu potansiyelin Türk ekonomisine daha fazla katkı sağlaması hedeflenmektedir. Bu bağlamda Üniversitemizden bazı öğretim üyelerinin de bildiri sunarak katıldığı “Uluslararası Yükseköğretim Kongresi: Yeni Yönelişler ve Sorunlar” kongresi ve sonuçlarını da dergimizde özet olarak izleyebileceksiniz. 4 ayda bir yayımlanır. Dergide yayımlanan yazılar kaynak gösterilerek kullanılabilir. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Bilim – Felsefe, Çevreciyiz, Yereliz, Sektöriz, Nokta-i Nazar, Kültür Sanat başlıklı köşelerimize Beşeri Sohbetler’i de ekledik. İlginizi çekeceğine inandığımız konularla dolu bu sayımızı beğenilerinize sunuyoruz. Gelecek sayılarımızda görüşmek ümidi ile her şeyin gönlünüzce olmasını dilerim. Prof. Dr. İsmail. BİRCAN Rektör Yardımcısı KISA KISA 3 12 Haziran Seçimleri Sonrasında Nasıl Bir Türkiye ? 5 Abbas Güçlü ile “Genç Bakış” Atılım Üniversitesi’ndeydi 8 Afet ve Tasarım: Deneyim Paylaşımı NÜKLEER ENERJİYE İHTİYATLI YAKLAŞMAK ZORUNLUDUR Prof. Dr. Nükhet Yılmaz Turgut ÖĞRENCİ KONSEYİ 60 İÇİMİZDEN 10 15 Hayata Aılım Ekibi İşbaşında BEŞERİ SOHBETLER 62 Savunma Tekonolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (SaVTAM) HABERLER 18 20 4. Ağaç Dikim Şöleni 26 Beyin Gücü ile Beden Gücü Buluştu 38 Atılım Üniversitesi’nde Mimar Sinan Haftası Etkinlikleri NOKTA-İ NAZAR 63 Atılım Desteğiyle İTÜ’de Uluslararası NDT Sempozyumu ERASMUS 64 KARİYER 66 DOSYA 41 KULÜPLER 68 SİYASET KÜLTÜRÜ VE SİYASET ÜSLUBU Öğr. Gör. Kemal Utku SektörİZ 73 GÜNDEM 44 ÇEVRECİ PROTESTO HAREKETLERİ Yrd. Doç. Dr. Hayriye Özen 46 DUYARLILAŞTIRILMIŞ BOYA GÜNEŞ PANELİ (DBGP) EĞLENCELİ BİLİM 74 Yrd. Doç. Dr. Jongee Park ÇevreciyİZ 76 Neşe Kaya 48 56 ENERJİ ÜRETİMİNDE KÖMÜRÜN GELECEĞİ VE TÜRKİYE’DE DURUM Prof. Dr. Gülhan Özbayoğlu 50 ENERJİ VE ÇEVRE Yrd. Doç. Dr. Şaziye Balku 53 UNESCO DÜNYA MİRASINA ANKARA’DAN BİR ÖNERİ Timur Özkan YerelİZ 78 2 KÜLTÜR SANAT 80 KISA KISA 12 Haziran Seçimleri Sonrasında Nasıl Bir Türkiye ? Atılım Üniversitesi 22. Ankara Uluslararası Film Festivali’ne hizmet sponsoru oldu Atılım Üniversitesi’nin de sponsorlar arasında yer aldığı ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 22. Ankara Uluslararası Film Festivali, 17 – 27 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi. İşletme Fakültesi tarafından “12 Haziran Seçimleri Sonrasında Nasıl Bir Türkiye?” konulu bir panel düzenlendi. İşletme Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker Başkanlığında gerçekleştirilen panele Korkut Boratav, Bilsay Kuruç, Hasan Ünal ve Galip Yalman’ın konuşmacı olarak katılar. Panelde Prof. Dr. Halil İbrahim Ülker, tarihin hızlandığını, siyasal kültürel ve ekonomik dönüşümler olduğunu, Hükümetin ve dış dinamiklerin de etkisiyle 12 Haziran seçimlerinin bir dönüm noktası olarak değişim beklentisinde olduklarını söyleyerek konuşmacılara sözü bıraktı. Ankara Uluslararası Film Festivali bu yıl da dolu dolu bir programla sinemaseverlerin karşısına çıktı. Dünyanın belli başlı festivallerinde gösterilmiş, ülkemizde de merakla beklenen pek çok film Ankara Uluslararası Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Her yıl olduğu gibi yurtiçinden ve yurtdışından katılacak sinemacılarla paneller, söyleşiler ve atölyeler gerçekleşti. Festival, Jerzy Skolimowski, Jan Svankmajer, Werner Herzog, Xavier Dolan, Bong Joon-ho, Tony Gatlif, Alain Corneau gibi yönetmenlerin son filmlerinden, Kazakistan ve İtalyan sinemasıyla ilgili özel bölümlere, “Doğaya Karşı İnsan” başlıklı etkileyici bir seçkiden Bertrand Tavernier, Takeshi Kitano ve Ken Loach gibi ustaların filmlerine uzanan zengin programla izleyiciye sinema şöleni sundu. Atılım Üniversitesi, festivale hizmet sponsoru olarak destek verdi. “ Critical Thinking ” ( Eleştirel Düşünme ) Hazırlık Okulu tarafından düzenlenen “Critical Thinking” (Eleştirel Düşünme) konulu sunum Longman Yayınevi öğretmen eğiticisi Kristina Smith tarafından 2 Mart 2011 tarihinde gerçekKonuşmacılar Türkiye ekonomisinin son 10 yılleştirilmiştir. Seminere tüm Hazırlık Okulu okutmanları ve Yabancı Diller Bölümünden bazı lık geçmişine bakarak günümüze yansımalarını, okutmanlar da katılmıştır. Kristina Smith sunumuna, “Eski yıllarda insanlar ne tür beceriler 1998 – 2009 yılları arasındaki büyüme bilançosu öğrenirlerdi ve ne tür meslekler seçerlerdi?” sorularıyla başlayarak günümüzde eğitimde çok ve bu dönemlerde yaşanan iniş ve çıkışları belirleyaygın olan “Eleştirel Düşünme” sistemi ile bağlantı kurarak sınıflarda bu tür düşünmenin nasıl yen aşamaları ele aldılar. uygulanabileceği ve desteklenebileceği konusunda açıklamalar getirdi. Grup çalışmasının, ikili çalışmanın, müşterek çalışmanın önemine değindi ve ayrıca, günümüzde öğretmen odaklı eğitimden çok öğrenci odaklı eğitime önem verilmesi gerektiğine ve Feng Shui İle Hayatınızı Kolaylaştırmanın Yolları “Eleştirel Düşünmenin” öğrenmedeki katkısına olan Atılım Üniversitesi İnsan Kaynakları Koordinatörlüğü önemine yer verdi. Atılım’da Sohbet Etkinlikleri çerçevesinde 2011 yılı süreSunum sırasında yapılan çalıştaylarda eleştirel düşünsinde bir dizi etkinlik gerçekleştirmeyi planlıyor. me bağlamında katılımcılara kavram haritaları ( mind Kurum içi ve kurum dışı konuklarımızla birlikte gerçek– maps ) kullandırarak sınıflarımızda uygulanabilecek leştirilecek olan etkinliklerde amaç çalışanlarımızın birkelime / sözcük pekiştirici faydalı aktiviteler yaptırdı. likte güzel vakit geçirirken bilgilenmelerini sağlamak. Ayrıca, bir okuma metnini ele almadan önce, öğrencilere metin ile ilgili “Neden”? “Niçin”? “Nasıl?” gibi soruEtkinliğin ilk konuğu Dilek Demirci “Feng Shui ile Hayatılar sordurarak öğrencilerin yaratıcılıklarını, ilgilerini ve nızı Kolaylaştırmanın Yolları”nı bizlerle paylaştı. eleştirel düşünme yetilerini harekete geçirmelerinde İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Eğitimi alan Dilek Demirci hobi olarak ilgilendiği feng bu tür soruların önemli rol oynadığını vurguladı. Böyshui’nin hayatında olumlu sonuçlar vermesi üzerine ilgisini profesyonel düzeye taşıyalece hiç ilgi duymadıkları bir konuda bile, öğrencilerde rak Klasik Feng Shui üzerine merkezi Malezya’da bulunan Mastery Academy of Chinese okuma parçasına ilgi uyandırmanın mümkün olacaMetaphysics’den diploma aldı. ğını ifade etti. Etkinlikte, Dilek Demirci, Atılım Üniversitesinin Akademik ve İdari personeline “Feng Shui Sunum ünlü düşünür ve bilim adamı Einstein’ın eleşnedir?, Ne değildir?, Feng Shui hayatımızda ne kadar olmalıdır?,Ne zaman kullanılır?, Ektirel düşünme ile ilgili ünlü söylemlerine yer verilerek sikliğini hissedebilir miyiz? İşyerinde ve evde uygulayabileceğimiz genel prensipler” gibi kosonlandırıldı. nularda bilgiler aktardı. 3 KISA KISA İletişim Özgürlüğü Paneli “21.yy’da Eğitime Koçluk Bakış Açısı ile Yaklaşım” Konferansı “Koçluk, bireyin içinde ki dehayı ortaya çıkarmak ve onurlandırmaktır.” “21. Yüzyılda Eğitime Koçluk Bakış Açısı ile Yaklaşım” konferansı, ICF certifikasına sahip ve Erickson Koçluk Okulu Türkiye temsilcisi Doktor Zerrin Başer tarafından gerçekleştirildi. Yaşamın oldukça hızlı değiştiğini ve geliştiğini, kendimizi bu değişime ve gelişime ne kadar hızlı adapte edebildiğimizi düşündürterek başladığı konuşmasında Zerrin Başer, öncelikle Koçluğun ne olmadığını dinleyiciler ile paylaştı. 21. yüzyıl mesleklerinden ve gereksinimlerinden bahseden Başer, tüm bu değişim süreçlerinde Koçluğun bir yol arkadaşlığı olduğunu belirterek aynı zamanda bireyin içindeki dehayı ortaya çıkarmak ve onurlandırmak olduğunu söyledi. 1 Mart 2011 Salı günü Hukuk Fakültesi Orhan Zaim Konferans Salonu’nda başkanlığını Kamu Hukuku Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tunçer Karamustafaoğlu’nun yaptığı panele Ankara Barosu Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu ve RTÜK emekli hukuk müşaviri ve fakültemizin öğretim görevlilerinden Av. Müjde Avcıoğlu konuşmacı olarak katıldı. Panelin açış konuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Nami Çağan, fakülte olarak hazırlanan “Prof. Dr. Tunçer Karamustafaoğlu’na Armağan” adlı yapıtı sundu. Daha sonra fakültemiz için çok sayıda kitap bağışı toplayan ve çeşitli çalışmalarda bulunan Atılımcı Hukukçular Topluluğu Başkanı Görkem Alyanak ve diğer yedi üyeye çalışmalarından dolayı plaket ve sertifika verildi. Temel Koçluk yetkinliklerine değinirek devam eden konuşmasında Doktor Zeynep Başer Koçluğun kullanım alanlarını dinleyicelere aktardı. 18 Mart Çanakale Şehitlerini Anma Töreni Çok sayıda öğrencinin katıldığı panelde ülkemizde iletişim özgürlüğünün olmadığına vurgu yapıldı. Av. Prof. Dr. Feyzioğlu, iletişim özgürlüğünün olması için düşünce özgürlüğünün olması gerektiğini, ifade özgürlüğünden önce düşünce özgürlüğünün dahi tanınmadığını güncel olaylarla bağlantı kurarak anlattı. 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Töreni, Hukuk Fakültesi Orhan Zaim Konferans Salonunda düzenlenen bir etkinlikle gerçekleştirildi. Apatiden Atılıma, Duygu Dünyasında Ehliyet Sahibi Olmak Dünyamızda giderek daha önemli hale gelen duygu kontrolü ve beş alanıyla ilgili bilgi, beceri ve yüksek farkındalık kazandırmak; her alandaki duygu temelli sorunlara çözüm getiren bakış açıları konusunda paylaşımda bulunmak amacı ile Apatiden Atılıma Duygu Dünyasında Ehliyet Sahibi Olmak Konulu bir konferans gerçekleştirildi. Yrd.Doç.Dr. Reşat Öztürk’ün günün anlam ve önemine değindiği konuşmasının ardından, sahnedeki yerini alan Atılım Şiir İlgi Grubu, “Şiirlerle Çanakkale” ile duygu dolu kahramanlık şiirlerini öyküleştirerek dinleyiciler ile paylaştı. Mustafa Kömürcü yönetiminde, çeşitli fakültelerde okuyan öğrencilerden oluşan Üniversite Korosu, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşınını anlatan Türküleri seslendirdi. Atılım Üniversitesi’nin idari akademik tüm personelin kişisel gelişimlerine katkı sağlamak, özel ve iş hayatındaki ilişkilere yol göstermek amacı ile Ferda Binatlı Gümüş tarafında verilen konferansa duyguların gücü ve duygularda ehil sahibi olmanın önemi anlatılarak başlandı. Törenin ardından Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsmail Bircan, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülhan Özbayoğlu ve Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Aydın koro elemanları ve Şiir İlgi Grubuna çiçeklerini takdim ettiler. 11 Nisan tarihinde gerçekleştirilen konferansta, kişisel duygusal zekanın anlatılmasının ardından, duygusal zekanın beş alanı olan özbilinç, özyönetim, özmotivasyon, sosyal bilinç, sosyal beceriler konuları ele alınarak hayata dair örnekler üzerinden dinleyiciler ile paylaşıldı. 4 KISA KISA Abbas Güçlü ile “Genç Bakış” Atılım Üniversitesi’ndeydi Ele aldığı güncel konuları ve konukları ile gerçekleştiren Abbas Güçlü ile Genç Bakış programı Atılım Üniversitesi’ndeydi. İdam cezası, Zekeriya Öz’ün görev değişikliği, TÜSİAD’ın Anayasa raporu... Gündemin en sıcak konuları Abbas Güçlü ile Genç Bakış’ta tartışıldı. Yargıtay Eski Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Süheyl Batum’un konuk olduğu Genç Bakış Ankara Atılım Üniversitesi’nden Kanal D ekranlarına taşındı. Atılım Üniversitesi öğrenci ve akademisyenlerinin de geniş katılımıyla sabaha kadar süren bir program gerçekleştirildi. Kırsal Turizm İlkeleri Eğitimi Atılım Üniversitesinden Çek Cumhuriyeti’ne Ziyaret Atılım Üniversitesi Endüstri Mühendisliği öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr Turan Erman Erkan ve Yrd. Doç. Dr. Babek Erdebilli, bölüm öğrencileri Tansu Aksu, Ahmet Maraşlıgil, Murat Can Urhan ve Fatih Bal Çek Cumhuriyetinin Malenovice ilinde gerçekleştirilen ISCAMI 2011 Uluslararası Uygulamalı Matematik ve Enformatik konferansına katıldı. Daha önce de Nallıhan’ın turizm gelişimi konusunda bilinçlendirme çalışmalarına destek veren İşletme Fakültesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölüm Başkanı Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş, NALTUD (Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği)’un daveti ile Nallıhan’da bulunan esnaf ve kadınlara “Kırsal Turizm İlkeleri” konusunda eğitim verdi. Bu kongrede; adı geçen öğretim üyeleri, çalışmaları öğrencilerinin sunmalarını sağlayarak onların uluslararası bir konferasta hem sunum tecrübesi yaşama hem de şimdiden uluslararası yayın sahibi olma imkanı verdiler. T.C. Ankara Kalkınma Ajansı doğrudan faaliyet destek programı kapsamında hibe almaya hak kazanan projelerden biri olan -Nallıhan’da Kırsal Turizm Potansiyelinin Değerlendirilmesi Projesi- kapsamında gerçekleştirilen eğitimde Güneş; kırsal turizmin dünyada ve ülkemizde giderek artan önemine değindi ve Nallıhan’ın turizm gelişiminin sürdürülebilir kılınması için yapılması gerekenleri vurguladı. Yrd.Doç.Dr.Gül Güneş’e vermiş olduğu destek nedeniyle eğitimler sonrasında NALTUD tarafından bir de teşekkür plaketi takdim edildi. Kongrede sunulan bildirilerin isimleri ve yazarları aşağıdaki gibidir: B.D Rouyendeg, T. E. Erkan, T. Aksu, Measurement of Shopping Mall Performance; a Pilot Study in Turkey by Using Fuzzy AHP Method, ISCAMI 2011 Malenovice, Czech Republic T. E.Erkan, F. Bal, B. D Rouyendeg, “A Study of the Relative Efficiency of Hospitals; A Pilot Application in Turkey Using AHP‐DEA Hybrid Model” ISCAMI 2011 Malenovice, Czech Republic “Ortadoğu’da Son Gelişmeler ve Musul Kerkük Sorunu” B. D Rouyendegh, M. Can Urhan, T. E. Erkan, ERP System Selection by Fuzzy AHP: A pilot Case Study From Turkey, ISCAMI 2011 Malenovice, Czech Republic Hukuk Fakültesi Orhan Zaim Konferans Salonu’nda Atılım Üniversitesi öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirilen “Ortadoğu’da Son Gelişmeler ve Musul Kerkük Sorunu” panelde Ortadoğu’da yaşanan son olaylar, Musul-Kerkük sorunları, Irak devletinde yaşanan gelişmeler tartışıldı. Kongrede aynı zamanda Performans Yönetimi ve Uygulamaları Araştırma Merkezi başkanı Yrd. Doç. Dr. Turan Erman Erkan ve merkez üyesi Yrd. Doç. Dr. Babek Erdebilli, kongre başkanı ve düzenleyicileri Prof Dr Vilém Novák (University of Ostrava) ve Prof Dr Radko Mesiar (Slovak University of Technology) ile işbirliği anlaşmaları imzalamak ve kongreyi 2013’de Atılım Üniversitesinde gerçekleştirmek üzere sözleştiler. 23 Mayıs 2011 tarihinde İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Ulvi Keser’in kısa açılış konuşmasıyla başlayan panele Habib Hürmüzlü (ORSAM Danışmanı), Bilgay Duman (ORSAM Ortadoğu Uzmanı) ve Bahadır Selim Dilek (Cumhuriyet Gazetesi) konuk olarak katıldılar. Konuşmalarda, bölge halklarının demokratik hak ve özgürlük talebinden, Irakta yaşananlardan, ABD nin taleplerinden ve bölge halkının sağlık, elektirik, su gibi temel ihtiyaçlarının karşılanamamasından bahsedildi. Ostrava ve Bratislava Üniversiteleri ile ortak çalışma alanlarında anlaşıldıktıktan sonra yurda dönüşte Yrd. Doç. Dr Turan Erman Erkan ve Yrd. Doç. Dr. Babek Erdebilli’nin ortak yürüttüğü Atılım Üniversitesi LAP (Lisans Araştırma Projesi) olan Ankara’daki Alışveriş Merkezlerinin (AVM) Etkinliklerini Analitik Hiyerarşi Süreci Veri Zarflama ve Bulanık Mantık ile Ölçülmesi, isimli projenin de LAP Şenliklerinde 2.’lik kazanması ekipte sevinç yarattı. 5 KISA KISA Atılım Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nün öğrencilerinden oluşan 37 kişilik bir grup, Yrd. Doç. Dr. Halit Cenan Mertol’un koordinatörlüğünde, 18-22 Mayıs 2011 tarihleri arasında, Hatay, Adana, Karaman ve Konya’ya teknik teknik gezi gerçekleştirdi. Bu gezide, tarihi kayıtlara göre, “dünyanın ilk tüneli” olarak tanımlanan Hatay’daki “Titus Tüneli”, deneme işletmesine yeni başlayan “Adana Metro Projesi”, Karaman’da bulunan 218 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek barajı olan “Ermenek Barajı” ve Konya Ovası’nın su ihtiyacını karşılamak üzere halen yapımı süren “Bağbaşı Barajı ve Mavi Tünel Projesi” ziyaret edildi. Atılım Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğrencilerinin Hatay, Adana, Karaman ve Konya Teknik Gezisi “Hukuk Devletinin Geleceği” Paneli Titus Tüneli Gezisi kapsamında, tünel baştan sona gezilerek ve tünel yakınında bulunan kaya mezarları ziyaret edildi. Adana Metro Projesi’nde, trenlerin depo sahası gezilmiş, güzergah boyunca metro treni ile seyahat edilmiş ve belirli istasyonlarda inceleme çalışmaları gerçekleştirildi. Ermenek Barajı’nda, elektrik üretiminin gerçekleşeceği santral binası ziyaret edilmiş, baraj şantiyesi görülmüş ve barajın yakından incelenme fırsatı bulundu. Bağbaşı Barajı ve Mavi Tünel Projesi kapsamında, halen yapım aşamasında bulunan baraj incelenmiş, bu barajdan Konya Ovası’na su götürmek için yapılmakta olan Mavi Tünel Şantiyesi ziyaret edilmiş, Tünel Delme Makinesi hakkında bilgi alınmış ve tünelde kullanılan betonarme segmanların üretildiği tesis gezilmiştir. Dört günde toplam 2100 km yol yapılarak gerçekleştirilen gezide Atılım Üniversitesi Yapı Topluluğu, organizasyonun büyük bir kısmınında görev aldı. İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyeleri’nden Yrd. Doç. Dr. Eray Baran, Yrd. Doç. Dr. Oğuz Güneş, Yrd. Doç. Dr. Burcu Güneş ve Yrd. Doç. Dr. Cumhur Aydın gezinin bir kısmına dahil oldu. “Hukuk Sisteminde Yargının ve Yargıcın Rolü” Atılımcı Hukukçular Topluluğu’nun düzenlemiş olduğu “Hukuk Devletinin Geleceği” konulu panel 9 Mayıs 2011 Pazartesi günü Hukuk Fakültesi Orhan Zaim Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Eski YARSAV Başkanı, CHP Ankara milletvekili adayı Emine Ülker Tarhan ile CHP Ankara milletvekili adayı Avukat Emre Doğan’ın konuşmacı olarak katıldıkları panelin başkanlığını Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Özge Yücel yaptı. Av. Emre Doğan, bugün hâlâ darbe anayasasıyla yönetildiğimize dikkat çekerek basın özgürlüğü ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olmadıklarını söyledi CHP Ankara Milletvekili adayı Emine Ülker Tarhan Referandum sonuçlarına ilişkin, Anayasa Mahkemesi ve HSYK ya ilişkin görüşlerini izleyiciler ile paylaştı. Konuşmaların ardından Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nami Çağan, konuklara plaketlerini sundu. Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak önem verilen konulardan birisi de verilen eğitimde öğrencinin sadece pasif bir suje olarak dinleyici konumunda değil, aynı zamanda aktif, katılımcı, düşünen, araştıran bir birey olmasını sağlamaktır. Bu nedenle her yıl giderek artan bir şekilde öğrencilerin katılımıyla konferanslar düzenlenmektedir. Bu amaç çerçevesinde geçen yıl düzenlenen makale yarışmasına katılan öğrencilerimizden Neslihan Özkök ve Asım Kayanın hazırladıkları çalışmaların bir kısmı ile oluşturulan “Hukuk Sisteminde Yargının ve Yargıcın Rolü” başlıklı konferans 20 Nisan 2011 tarihinde gerçekleştirildi. Yargıcın konumunun ve işlevinin bir yandan hukuk kuramı bakımından eskisinden daha büyük öneme sahip bir konu haline gelmesi, diğer yandan da uygulamada hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde yargı ve yargıcın konumuna ilişkin önemli eleştiri ve tartışmaların gündemde olması sebebi ile makale yarışmasında bu konu ele alındı. Konferansta, hukuk eğitiminde genelde yasakoyucunun işlevi ve onun yürürlüğe koyduğu normlar temel inceleme alanını oluşturmakla birlikte, uygulamaya bakıldığında, yasalar kadar bu yasaların yargıçlar tarafından nasıl uygulandığı, anlamlandırıldığı ve yorumlandığı, bunu yaparken de kullanılan araçların taşıdığı önem ele alındı. 6 KISA KISA Türkiye’de Kadının Statüsü ve Kadın - Erkek EşitliğiKonferansı Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Kadının Ekonomik Statüsünü Güçlendirme Daire Başkanı Gülsün Büker, “Türkiye’de Kadının Statüsü ve Kadın-Erkek Eşitliği” konulu bir konferans verdi. Atılım Üniversitesi Kadın Sorunları ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen konferans Merkez başkanı ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğretim Elemanı Doç Dr. Azade Lerzan Gültekin’in açılış konuşması ile başladı. Gülsün Büker, Başkanlığında bulunduğu genel müdürlüğün tarihçesini anlatarak başladığı konuşmasında, Müdürlüğün çalışma alanlarından bahsetti. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını tanımlayan Büker, 1985 yılında imzalanarak 1986 yılında yürülüğe giren Türkiye Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’ı, ve kazanımlarını dinleyiciler ile paylaştı. Ailenin korunmasına ilişkin yürürlüğe giren kanunları ele alan Gülsün Büker, 2009 yılında TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonundan ve görevlerinden bahsetti Kadının eğitim durumuna, istihdamına, sağlığa ilişkin ve aile içi şiddete yönelik araştırma sonuçlarına dayanan istatistiki rakamların verilmesinin ardından kadına yönelik şiddet ve şiddetle mücadele amacıyla imzalanan eğitim protokolleri ve ulusal eylem planı dinleyicilere aktarıldı. Öğretim Üyelerimiz Proje Yarışmasında Birinci Oldu Yazılım Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Yazıcı, ve Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Turhan ve ile Bilişim Sistemleri Mühendisliği Bölümünden Yrd. Doç. Dr. F. Cemile Serçe’nin hazırladığı, ayrıca Y. Lisans Öğrencimiz Akın Özer’in de araştırmacı olarak yer aldığı “Açık Ders Malzemeleri Arama ve Otomatik Müfredat Hazırlamak için Ontoloji Tabanlı Arama Moturu Tasarımı ve Geliştirilmesi” başlıklı proje, 2011 Yılı Eğitim Araştırmaları Birliği Derneği Ödüllü Proje Yarışmasında 41 proje arasında birinci oldu. Sıralama Proje Yöneticisi Proje Adı 1 Prof. Dr. Ali YAZICI Açık Ders Malzemeleri Arama ve Otomatik Müfredat Hazırlamak için Ontoloji Tabanlı Arama Moturu Tasarımı ve Geliştirilmesi 2 Yrd. Doç. Dr. Hakan UŞAKLI Sinop İl Merkezinde Parçalanmış Ailelere Mensup İlk ve Orta Öğrenim Öğrencilerinin Sorunlarının Belirlenmesi ve Bu Öğrencilerde Davranışa Dönük Sorunlar İçin Bir Psiko-Eğitim Programının Hazırlanması. 3 Yrd. Doç. Dr. Muzaffer ÖZDEMİR “Çocuğum ile birlikte öğreniyorum” temalı, Sosyal ağ tabanlı bir Öğrenme Nesnesi Üstveri Platformu Mansiyon Yrd. Doç. Dr. Şerife YÜCESOY ÖZKAN Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Öğrencilere İşlevsel Günlük Yaşam Becerilerinin Öğretiminde Bilgisayar Destekli Öğretimin Etkililiği Mansiyon Prof. Dr. Melda YARDIMOĞLU YILMAZ Sağlık Bilimleri Enstitüleri Lisansüstü Programlarında Yaşamboyu Öğrenme LOGO Business Solutions Yazılım Firması’na Yazılım Destekleri Nedeniyle Üniversitemiz Tarafından Teşekkür Plaketi Verildi Üniversitemiz İşletme Fakültesi’nde eğitim amaçlı olarak 2003 yılından bugüne değin kullanmakta olduğu LOGO ERP Bilgisayar Yazılımını yeniledi. LOGO yazılım firması İşletme Fakültemize bu yıl piyasaya sürmüş olduğu en güncel yazılım olan LOGO Tiger Enterprise ERP yazılımını yapılan anlaşma ile hibe etti. Rektörümüz Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nun evsahipliğinde, Provost Prof. Dr. Hasan U. Akay, LOGO Yazılım Tic. A.Ş. adına Anadolu Bölge Müdürü Hakan Alpaslan ve Proje Müdürü Rana Toral, İşletme Fakültemizi temsilen Dekan Prof. Dr. Halil Ülker ve Öğretim Görevlisi Dr. Vedat Acar’ın katılımlarıyla yapılan törende, Üniversitemiz ile LOGO Yazılım Tic. A.Ş. arasında yapılan işbirliğinin daha da geliştirilmesi konusunda fikir birliğine varıldı. Rektörümüz Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, yazılım firmasına Üniversitemize olan katkılarından dolayı teşekkür plaketleri sundu. 7 KISA KISA Panel: “Lojistik Sektöründe Yeni Yapılanmalar ve Ankara Lojistik Üssü” Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencileri Anayasa Mahkemesi’ni Ziyaret Etti Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri Anayasa Mahkemesi’ne gezi düzenlediler. Öğrencilerimizi Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri Mehmet Oğuz Kaya, Anayasa Mahkemesi Raportöleri Dr. Selami Er ile Cüneyt Durmaz karşılayarak Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine ilişkin bir sunum yaptılar. Sunumda, Anayasa’da 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylaması ile gerçekleştirilen değişiklik sonrası, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkileri hakkında da bilgiler ve ayrıca öğrencilerimizin sorularına yanıt verdi. Anayasa Mahkemesi’nin yeni binası hakkında bilgi edinen öğrencilerimiz Mahkeme’nin Yüce Divan sıfatıyla yargılama yaptığı bölüm ve müzakere odaları gezerek buralar hakkında da bilgi edindiler. Bu gezide, öğrencilerimize Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlilerinden; Abbas Kılıç, Çağıl Süt ve Duygu Merki eşlik etti. Afet ve Tasarım: Deneyim Paylaşımı Dış Ticaret ve Lojistik Topluluğu tarafından “Lo- Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi deneyimlerini paylaşan Çameli sunumunda jistik Sektöründe Yeni Yapılanmalar ve Ankara İç Mimarlık Bölümü’nün düzenlediği “Afet ve deprem sonrası ihtiyaçlar, mevcut durum ve Lojistik Üssü” konulu bir panel düzenlendi. Tasarım: Deneyim Paylaşımı” başlıklı konfe- hedef grup olarak depremzedelerin beklentile11 Mayıs Çarşamba günü Prof. Dr. Halil Ülker rans 22 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirildi. rine değindi. Katılımcılar 12 yıl önce gerçekleBaşkanlığında gerçekleştirilen panelin konuş- Konferansın konusu, Amerika- IUPUI Üniver- şen ve tüm Türkiye’yi yasa boğan günleri, olaymacıları, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölüm sitesi ile yapılan işbirliği çerçevesinde İÇT302 ları adeta yeniden yaşadı. Başkanı Yrd. Doç.Dr. Tunay Köksal, Ankara Lojis- Proje dersinin “afet bölgesinde yük konteynır- Dikkatle izlenen konferansa öğrencilerimiz tik Üssü Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Gündüz larından sağlık ünitesi projesi” kapsamında idi. aktif olarak katılım gösterdi ve katkı verdi. Suve Ankara Lojistik Üssü Yönetim Kurulu Başkan 17 Ağustos 1999 depreminde, 4 ay afet bölge- numun ardından öğrenciler stüdyoda konuk Vekili Avukat Hakan Bezginli oldu. sinde gönüllü olarak çalışan gazeteci-iletişim konuşmacı ile projelerini tartıştılar. Öğrenciler tasarımcısı Tuba Çameli deneyimlerini görsel- sunumun etkileyici ve projeleri açısından çok İlk konuşmacı Yrd. Doç.Dr. Tunay Köksal, Uluslalerle destekleyerek öğrencilere aktardı. Alan yararlı olduğunu belirtti. rarası Lojistik Sektörüyle uyumlu olabilmek için sisteme ait kavramları yerine oturtmak gerektiğini söyleyerek dünya lojistik sektörüne ait kav- Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Türkiye Turizmi ramlardan bazılarına değindi. Ankara Lojistik Üssü Yönetim Kurulu, başkanı Erhan Gündüz konuşmasında, Türk lojistik sektöründe küresel boyutta markalaşabilmek, bilgiye hakim olabilmek, iyi bir donanım ile katma değer yaratabilmek ve daha verimli olabilmek amacı ile güçbirliği yaptıklarını ve bu anlayışla Ankara Lojistik Üssü’nün ortaya çıktığını söyledi. Gündüz, Ankara Lojistik Üssü olarak hedeflerinin Anadolu’nun iç liman haline dönüştürülmesi olduğunu belirtti. Ankara Lojistik Üssü Yönetim Kurulu Başkan Vekili Avukat Hakan Bezginli Türkiye’nin Lojistik Üs olma sürecini anlatarak başladığı konuşmasında, transit geçiş noktası olan Türkiye’nin Jeolojik konumuna değindi. 2010 yılı verilerine göre lojistik sektöründe Türk ve dünya ülkerini kıyaslayan Hakan Bezginli gelişmiş ülkelerin önemli yatırımlarının lojistik sektöründe olduğuna dikkati çekti ve dış ticaretin artmasına paralel olarak lojistik operasyonların hacminin de arttığını vurguladı. İşletme Fakültesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’nün organize ettiği “Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Türkiye Turizmi” konulu konferans, 8 Nisan 2011 tarihinde İşletme Fakültesi Cengiz Yenerim Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Konferansa TURSAB Yönetim Kurulu Üyesi Alper Maçkan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler ve AB Koordinasyon Dairesi Başkanı Onur Gözet konuşmacı olarak katıldı. Konferansta ilk olarak söz alan Onur Gözet; sayılarla Dünya ve Türk turizmini karşılaştırdı; turizm ile barış ilişkisine; Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin Türk turizmine olan etkilerine ve Türkiye-Ortadoğu arasındaki siyasi gelişmeler ile turizm ilişkilerine değindi. Konferansta ikinci olarak söz alan Alper Maçkan, Ortadoğudaki gelişmelerin tur operatörlerinin fiyatlandırmasına olan etkisine değindi; dış politikanın ve görsel medyanın turizme olan etkisine ilişkin örnekler verdi. Maçkan ayrıca, turizmin cinsiyetinin kadın olduğunu ve turizm eğilimlerinin belirlenmesinde kadınların önemli bir role sahip olduklarını belirtti. Soru-cevap bölümün ardından panelin kapanış konuşmasını yapan Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Gül Güneş, Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümünde verilen eğitimin güncel gelişmelerle bağlantılı yürütülmesinin önemini vurguladı ve değerli katkıları nedeniyle Alper Bezginli konuşmasında lojistik sektörünün ula- Maçkan ve Onur Gözet’e teşekkür etti. Konferans sonunda konuşmacılara plaketleri takdim şıma ve yaşam standardına etkilerinden bahsetti. edildi ve kokteyle geçildi. 8 KISA KISA Öğrencilerin Nallıhan Arazi Çalışması İş Yerinde Örgütlü Yıldırma ve Kadın Kadın Sorunları Araştırma Uygulama Merkezi tarafından, “İş yerinde Örgütlü Yıldırma ve Kadın” konulu bir panel gerçekleştirildi. İÇT 492 Peyzaj Mimarlığına Giriş, TOUR 106 Basics of Tourism Industry ve TOUR 432 World Tourism Geography derslerini almakta olan; Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi ile İşletme Fakültesinden bir grup öğrenci, derslerin Öğretim Elemanı Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş eşliğinde Nallıhan’da günübirlik bir arazi çalışması gerçekleştirdi. 11 Mayıs 2011 tarihinde yapılan arazi çalışması kapsamında; Ankara‘ya 160 km. uzaklıkta ve tarihi İpekyolu üzerinde yer alan Nallıhan ilçesinin sahip olduğu doğal, tarihi ve kültürel kaynak değerlerinin tanınması ve kırsal kalkınmada sürdürülebilir yaklaşımın rolü ve önemi konusunda bilgi edinilmesi amaçlandı. NALTUD (Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği) üyesi ve Ayhan Sümer Kültür Merkezi Müdürü Mücehher Gür tarafından gönüllü rehberlik hizmetinin de verildiği arazi çalışmasında öğrenciler; 179’dan fazla kuş türünün yaşadığı Nallıhan Davutoğlan Kuş Cenneti ile anıt ağaçların da yer aldığı Hoşebe Mesire Yeri (Ardıç Ormanı)nı gezdikten sonra, yöresel yemek kültürüne ilişkin örneklerden oluşan öğle yemeğini Akdere Köyündeki Köy Sofrası’nda yediler. Öğleden sonra Nallıhan merkezdeki Kocahanı; 1890 yılında yapılan tarihi belediye binasını; 1945 yılında tamamlanan eski halkevi binası ve İL-ÇE Kültür ve Sanat Vakfını gezen öğrenciler, ilçedeki el sanatlarının en önemli bölümünü oluşturan ve Türk Patent Enstitüsünden tescillenmiş ipek iğne oyalarınının yanı sıra el dokuma kumaşlarınının da yapımlarını atölyelerde gözlemleme olanağı buldular. Ankara Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Hamit Hancı ve Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı, 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr Mustafa Çakır, Yrd.Doç.Dr. Gaye Burcu Yıldız ve Mobbingle Mücadele Derneği Başkanı Hüseyin Gün’ün konuşmacı olarak katıldıkları panel 25 Nisan Pazartesi günü Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Panel başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı’nın, Mobbing konusunda bilgilendirici sunumunun ardından, Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı, insanın çalışma gereksinimi ve çalışmanın iki cinsi eşitlemesi konusunu ele aldı. Yıldırım konuşmasında toplumsal cinsiyet ayrımcılığından ve bunun iş hayatına etkilerinden bahsetti. Yrd. Doç.Dr. Mustafa Çakır, üniversitelerde yaşanan mobbing olaylarından örnekler vererek başladığı konuşmasında, örgütlü yıldırma uygulamalarında örgüt içerisinde yalnızlaştırma, ağır iş yükü verilmesi ya da hiç iş verilmeyerek kenara itilme gibi durumlar yaşandığını söyledi. Çakır konuşmasına, dava süreçlerinde yaşanan yanlı davranışları, yapılan yanlışları ve adaletsizlikleri aktararak devam etti. Yrd. Doç.Dr. Gaye Burcu Yıldız, Türk Hukukunda, Anayasa ve İş Hukukunda cinsiyet ayrımcılığının yapılamayacağının kesin olarak belirtildiğini söyleyerek başladığı konuşmasında, mevcut İş Yasasında ayrımcılık konularında madde olduğunu yeni çalışmalar ile bu maddeye iş yerlerinin gereken tedbirleri almaları konusunda düzenleme getirildiğini söyledi. Ermeni Soykırımı İddiaları ve Gerçekleri 13 Nisan 2011 Çarşamba günü Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun düzenlediği Ermeni Soykırımı İddiaları ve Gerçekleri konulu konferansı Üniversitemiz öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Reşat Öztürk tarafından verildi. Toplu iş sözleşmeleri ile işçi sendikalarına önemli görevler düştüğünü belirten Yıldız, işci temsilciliklerinin oluşturulmasının, mobbingin iş ve ceza kanunun da ayrı bir suç olarak ele alınmasının faydalı olacağını vurguladı. Ermeni olaylarının tarihsel gelişimini gösteren CD’yi izleten Öztürk Ermeni olaylarına değinerek Osmanlı Devleti’nin Millet-i Sadıka (Sadık Millet) adını verdiği Ermeniler, 1890-1915 tarihleri arasında devlet otoritesini sarsan sayısız ihanetlerde bulunduklarını, günümüzde birtakım devletlerin bu tarihsel gerçeği görmezden gelerek Türkleri soykırımcı olarak tanımlayıp; parlamentolarında siyasal nitelikli kararlar aldıklarını söyledi. Mobbinge karşı örgütlenmenin öneminden bahseden Mobbingle Mücadele Derneği Başkanı Hüseyin Gür, kelime anlamı olararak gücü elinde bulunduranın sarldırması olarak açıkladığı mobbinge maruz kalanları koruma altına almak gerektiğini söyledi. Derneklerinin bu konudaki çalışmalarından bahseden Gür, Sivil Toplum Kuruluşlarının önemine değindi. Tarihsel olayların, siyasal kararlarla değerlendirilemeyeceğini vurgulayan Öztürk Türkleri soykırımcı olarak siyasal kararlar ile suçlayanların tarihsel belgelere dayanmayan yanlı davranışlarından bahsetti. 9 İÇİMİZDEN HAYATA ATILIM EKİBİ İŞBAŞINDA Üniversitemizin tüm mecralarda tanıtımına katkı sağlamak ve aynı zamanda örencilerimizin sosyal hayata dair beceri ve deneyimlerinin arttırılması amacı ile kurulan Hayata Atılım Grubu çalışmalarına başladı. İlk dönem itibari ile grubun oluşturulmasına yönelik çalışmalar Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından projelendirilerek Üniversite Rektörlüğü ve Üst Yönetimi ile paylaşıldı ve ekibin oluşturulması için başvuru ve gereken koşullara yönelik bilgi web sayfasından duyruldu. Başvuruda bulunan öğrenciler ile günler süren görüşmeler ve zorlu bir eleme sürecinin ardından elli kişilik hayata atılım ekibi oluşturuldu. Gruba katılan öğrenciler öncelikle bölüm ve sınıf durumlarına göre beş gruba ayrıldı ve her grup Halkla İlişkiler biriminden bir kişiye bağlandı. Gruplar kendi içlerinde düzenli olarak iletişim sağlayacak ve en az ayda bir defa bir araya gelerek bilgi ve paylaşım yapabilecekleri bir sis- 10 İÇİMİZDEN tem oluşturuldu. Grup üyelerinin güncel iletişim bilgileri ile düzenli olarak bilgilendirilmesi sağlandı. Tüm bu çalışmalar ödüllendirme sistemi ile beslendi. Yapılan bu çalışmalar kapsamında, Cengiz Yenerim Konferans Salonunda organize edilen bir toplantı ile Halkla İlişkiler Müdürlüğü çalışanları ve Hayata Atılım Ekibi bir araya geldi ve proje, öğrencilerle paylaşıldı. Konferansta önce tanıtım sunumu gerçekleştirilerek Halkla İlişkiler Müdürlüğü olarak dönem başından itibaren yapılan tanıtım çalışmaları öğrencilere aktarıldı. Bu grubun oluşturulmasındaki temel amaç ve çalışma prensipleri öğrencilere anlatılarak seçilen öğrenciler ile bir beyin fırtınası yapıldı ve kuruma ait beklentiler ve geliştirilmeye açık alanlar tartışıldı. Hayata Atılım Grubu, Üniversitemizin geliştirilmeye açık olan alanların tespiti konusunda görüş-öneri ve çözüm bildirerek gelişime ve değişime katkı sağlıyorlar. Grup üyelerinin tüm bilgilerinin yer aldığı formların doldurulmasının ardından Program İşletme kantininde yenilen yemekle sona erdi. Atılım Üniversitesinde okumaktan ve üniversitenin mensubu olmaktan onur duyan öğrencilerden oluşan Grup, Atılım Üniversitesi dahili ve haricinde, mensubu olduğu Üniversitesinin etik duruşuna sadık kalan ve bu konuda özen gösteren, hiçbir radikal grup sempatisi taşımayan ve çevresinde bilgi-görgü ve yönlendirmeleriyle rehberlik yapabilecek kadar sosyal ve iletişim odaklı olmak gibi temel ölçüleri yerine getirmek durumunda. Elli öğrenci ile başlayan çalışmalarda öğrenciler Üniversite içi tanıtımlarda sorumluluk alarak etkili bir şekilde faaliyet gösteriyorlar. Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından Üniversite tanıtımına yönelik olarak düzenlenene tüm etkinliklerde; panel, seminer, bugün atılımlıyım, mesleğimi seçiyorum, tercih dönemi danışmanlığı gibi çalışmalarda çeşitli görevler alarak katkı sağlıyorlar. Üniversiteye aidiyet duygusunu yaptığı tüm faaliyetlerde taşıyacak kadar işe sahip çıkacak yetkinlik ve iş yapabilme becerisine sahip olmak, takım çalışmasına uyumlu, bu alanda yapılan tüm eğitim ve toplantılara katılan, ve grup arkadaşlarıyla paylaşım ve iletişim halinde olabilen öğrencilerden seçilen grup üyeleri, aday öğrenciler ile konuşup gönüllü görevlerini yerlerine getirirken diğer Hayata Atılım Grubundaki öğrenciler ile de kaynaşarak yeni dostlar ediniyorlar. Böylece; hem çevrelerini hem de vizyonlarını geliştiriyorlar. Tanıtımlar sadece Üniversite içi ile sınırlı kalmadığı için Hayata Atılım Grubu öğrencileri, Üniversite dışı tanıtımlarda etkin olarak sorumluluk alıyorlar. Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından lise ve dershanelerde gerçekleştirilen tanıtım çalışmalarında meslek tanıtımına ve üniversite tanıtımına etkin olarak katılıyor ve yıl içinde düzenlenen fuarlarda görev alıyorlar. 11 Üniversite adayları seçecekleri bölümleri yakından tanımak için Atılım Üniversitesi’ndeydi!.. ÜNİVERSİTEYE HAZIRLANAN GENÇLERE ATILIM ÜNİVERSİTESİ MORALİ!.. Üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler ve onlara yol gösteren öğretmenleri için yıllardan beri mesleki yönlendirmeyle ilgili etkinlikler düzenleyen Atılım Üniversitesi, meslek seçimi konusundaki çalışmalara “Bugün Atılımlıyım” ve “Mesleğimi Seçiyorum Atölye Çalışmaları” ile yepyeni bir boyut kazandırdı. Etkinliklere Ankara ve çevre illerden birçok öğrenci katılırken bir gün boyunca üniversite yaşantısıyla ilgili gözlem yapma fırsatını da yakalayan gençler, Atılım Üniversitesi’nde öğrenim gören öğrencilerin deneyimlerini paylaşarak bölüm tercihi konusunda kafalarındaki soru işaretlerinden kurtuldular. Atölye çalışmaları ile psikoloji, hukuk, reklamcılık, mühendislik gibi alanlarda üniversite eğitimi almak isteyen öğrenciler, farklı laboratuarlarda gerçekleştirilen uygulamalarla seçecekleri meslekleri yakından tanıma şansı buluyor. Birden fazla duyuyu kullanarak öğrenmenin en iyi sonucu verdiği konusunda fikir birliğine varılan günümüzde, öğrencilerin çeşitli deneylerle meslek dalları konusunda kalıcı bilgiler edinmesi, akademik ve profesyonel anlamda daha mutlu ve başarılı bireyler yetişmesi açısından önem taşıyor. SİZLERLEYDİK... 26 Ocak 2011 Sokullu Mehmet Paşa Lisesi Mesleğimi Seçiyorum Atölye Çalışmaları 70 öğrenci ile mekatronik, hukuk ve mimarlık atolyesi gerçekleştirildi. 12 İÇİMİZDEN 21 Ocak 2011 Öncü Koleji öğrencileri İmalat ve Mekatronik Atölyelerine katıldı. 17 Mart 2011 Bodrum Anadolu Lisesi’den 95 öğrenci İşletme Bölümü, Hukuk Fakültesi, Psikoloji Bölümü, Mekatronik Bölümü ve Mimarlık Bölümlerinde atolye çalışmalarına katıldı. 24 Şubat 2011 Seviye Dershanesi Aydınlıkevler Şubesinden 70 öğrenci Bilgisayar Mühendisliği “Web Tasarımı”, Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği “Mutfak Atölyesi” ve Hukuk Fakültesi “Hukuk” Meslek Atölyelerine katıldı. 27 Ocak 2011 Polatlı Uğur Dershanesinden 47 öğrenci psikoloji bölümü, mekatronik, elektirik elektronik, inşaat mühendisliği atolyelerine katıldı. 22 Şubat 2011 Alparslan Anadolu Lisesinin 30 öğrencisi, Yazılım Mühendisliği Bölümü Bilgisayar Ağ Laboratuvarı’ndaki “Oyun programlama Atölyesi”ne katıldı. 7 Nisan 2011 Alparslan Anadolu Lisesinden 35 öğrenci Hukuk Cezaları Konulu atolye Çalışmalarına katıldı. 18 Mart 2011 Sınav Dergisi Dershaneleri Kırıkkale Şubesi’nden 150 Öğrenci “Robot ve Robot Teknolojisi” ve “Hukukçu Nasıl Olunur, Hukuk Eğitimi Nedir?” atölyelerine katıldı. 12 Nisan 2011 Çankaya Lisesi’nden dil alanında eğitim gören 25 öğrenci Simultane Çeviri atolyesi ve İngiliz Dili ve Edebiyatı atolyelerine katıldı. 19 Mart 2011 İMKB Turizm ve Otelcilik Lisesi nde eğitim gören 50 öğrenci Mutfak Atolyesine katılarak çalışma ortamı olarak mutfağı gözlemleme fırsatı buldu. 13 İÇİMİZDEN 14 Nisan 2011 Kaya Bayazıtoğlu Lisesi’nden 70 öğrenci Mütercim Tercümanlık Bölümünün hazırladığı “Simultane Çeviri”, Mekatronik Mühendisliğinin hazırladığı “Robot” ve Elektrik Elektronik Bölümünün hazırladığı atolyelere katıldı. 13 Nisan 2011 Tınaztepe Lisesi’nden 35 dil öğrencisi Mütercim Tercümanlık ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinin hazırladığı atolyelere katıldı. 19 Nisan 2011 Tınaztepe Lisesinden 75 öğrenci Hukuk Fakültesince düzenlenen “Hukukçu Nasıl Olunur”, Mimarlık Bölümünce düzenlenen atolye ve Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünce gerçekleştirilen “Kamusal Akıl” atolyelerine katıldı. 27 Nisan 2011 Mobil Lisesinden 50 öğrenci İmalat Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği ve Hukuk Fakültesinde düzenlenen Atölye Çalışmaları’na katıldı. 21 Nisan 2011TED Ankara Kolejinden 15 öğrenci İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü ve Mütercim Tercümanlık Bölümünün düzenlediği atolyeleri takip etti 19 Nisan 2011 Özcan Sabancı Kız Teknik ve Meslek Lisesinden 44 Hazır Giyim ve Moda Tasarımı öğrencisi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümünün düzenlediği atolye çalışmasına katıldı. 20 Nisan 2011 Kılıçarslan Lisesinden 48 öğrenci İnşaat Mühendisliği Yapı Mekaniği Laboratuarı, Hukuk Fakültesi Duruşma Salonu ve Mimarlık Bölümü’nde gerçekleştirilen atölye çalışmalarına katıldı. 20 Nisan 2011, Beypazarı Nurettin Karaoğuz Vakfı Anadolu Lisesinden 80 öğrenci, Hukuk Fakültesi Duruşma Salonu, Bilgisayar Mühendisliği Network Laboratuvarı, İmalat Mühendisliği İmalat Teknolojileri Laboratuvarı, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Engin Uzmen Salonu ve Mütercim Tercümanlık Bölümü Simultane Çeviri Laboratuarında eş zamanlı gerçekleştirilen atolye çalışmalarına katıldı 21 Nisan 2011 Tınaztepe Lisesinden 50 öğrenci Mekatronik ve ElektrikElektronik ve Psikoloji atolyelerini takip etti. 14 İÇİMİZDEN Savunma Tekonolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (SaVTAM) Ülkelerin, ulusal önceliklerine paralel, teknolojik gelişmeler doğrultusunda, tasarımlarını gerçekleştirdiği harp silah ve araçlarının tedariki ile Silahlı Kuvvetlerini yurt dışından bağımsız olarak modernize etmesi arzu edilmektedir. Bu husus ülkemizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Sanayileşmek en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayiyi kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve mutlu Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur.” sözleri ile ifade edilmiştir. Savunma sanayii ülke güvenliğine katkısı ve Silahlı Kuvvetlerin caydırıcı gücünün artarak devamını sağlamaya yönelik altyapı tesislerini sağlaması nedenleri günümüzde önemli bir güç çarpanı, stratejik bir yetenek olarak görülmektedir. Modern savunma sanayinin geliştirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonun sağlanması amacı ile 07 Kasım 1985 tarihinde çıkarılan 3238 sayılı kanunla “Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı(SaGeB)” kurulmuş, daha sonra Başkanlık, 1989 yılında 390 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Savunma Sanayii Müsteşarlığı olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu kapsamda yerli sanayi altyapısından azami ölçüde yararlanma, ileri teknoloji yatırımları yönlendirme ve teşvik etme, yabancı teknoloji ile işbirliği ve sermaye katkısını sağlama, araştırma-geliştirme faaliyetlerini teşvik etmek suretiyle gerekli her türlü silah, araç ve gerecin mümkün olduğunca Türkiye’de üretimini sağlama temel politi- kalar olarak belirlenmiştir. 1 SSM’nin kuruluşunu takiben gerçekleştirilen yatırımlarla kara, hava, deniz sistemleri ve platform bazında çeşitli alanlarda yurt içi imkan ve kabiliyet kazanılmıştır. Ülkemizin savunma sistem tedariki konusunda uzman bir kuruluşu olarak Savunma Sanayii Müsteşarlığı bu stratejik yeteneğin geleceğe taşınmasına yönelik gayretlerin, somut amaç ve hedeflere dayalı, performans odaklı bir yaklaşım içinde ele alınması amacıyla, ileriye dönük planlamaların temelini teşkil etmek üzere bir stratejik plan hazırlamıştır. Anılan plan kapsamında icra edilen paydaş analizinde Üniversite ve Araştırma Kuruluşları önemi dış paydaşlardan biri olarak yer almıştır.2 Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin değişen ana sistem ihtiyaçlarının herhangi bir yabancı ülke kısıtlamasına tabi olmaksızın yurt içinden özgün tasarımlarla karşılanması ve savunma sanayii alanında uluslar arası pazarda rekabet edebilir bir yapıya kavuşulabilmesi için; TSK, sanayii ve üniversite bütünlüğünde gerekli analizlerin icra edilmesi ve savunma sistemlerinin milli olarak geliştirilmesi büyük önem taşıdığı kıymetlendirilmiş, bu bağlamda savunma sistemlerine ilişkin ihtiyaç duyulacak temel, teknolojik altyapı ve sistem geliştirme teknolojilerini geliştirerek kullanıma sunmak amacı ile Yüksek Öğretim Kurumu’nun 10 Ocak 2011 gün ve B.30.0.EÖB-101.04-117 sayılı kararı ile Atılım Üniversitesi Savunma Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (SaVTAM) kurulmuştur. SavTAM’ın vizyonu; Türk Savunma Sanayii bünyesinde yürütülen faaliyetlere ilişkin analiz, model- leme ve simülasyon, teknoloji izleme ve değerlendirme ve geliştirme konularında öncü bir araştırma merkezi olmaktır. Silahlı Kuvvetlerin ihtiyaçlarının şekillenerek sisteme dönüştürülme süreci olan Savunma Planlama Süreci’nde, modelleme, analiz, simülasyon, tasarım, imalat, teknoloji izleme ve değerlendirme, teknoloji öngörüsünde bulunma, ön fizibilite ve fizibiliteleri gerçekleştirme, proje yönetimi, sistem mühendisliği, ömür devri maliyet yönetimi, maliyet etkinlik analizleri, sistemlerin gerçekleştirilmesine ilişkin temel araştırmaların yapılması, temel ve teknolojik altyapıya yönelik teknolojilerin geliştirilmesi ve gösterimi konularında başarılı çalışmalar gerçekleştirmesi planlanan SaVTAM Müdürlüğü’ne Endüstri Mühendisliği öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Altan Özkil, merkezin yönetim kurulu üyeliklerine Elektrik ve Elektronik Müh.liği öğretim üyesi Doç.Dr. Elif Uray Aydın, Matematik Bölümü öğretim görevlisi Ahmet Turan Aral, Bilgisayar Müh. liği öğretim görevlisi Ziya Karakaya ve Endüstri Müh.liği öğretim görevlisi Hande Eryılmaz atanmıştır. SaVTAM Danışma Kurulu’nda; Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sanayii ve Ticaret Bakanlığı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu, Tübitak, Savunma Sanayicileri Derneği, Ortadoğu Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, Aselsan A.Ş., Havelsan A.Ş., Roketsan A.Ş., TAİ, FNSS A.Ş., TEKİM A.Ş., OSTİM Bşk.lığı, Atılım Üniversitesi Mekatronik, İmalat, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği temsilcileri görev yapacaktır. 1 T.C. MSB SSM.lığı 2009 Yılı Performans Programı 2 T.C. MSB SSM.lığı 2007-2011 Stratejik Planı 15 Yrd. Doç. Dr. Altan ÖZKİL İÇİMİZDEN Moda Tasarımı Eğitimi ve Atılım Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü 1. Moda Gösterisi Yrd. Doç. Dr. Sıdıka ARLI Fred Davis (1997) moda kavramını açıklarken, moda döngüsü ifadesini kullanarak, bir modanın ortaya çıkışından yerini yeni bir modaya bırakmasına kadar evreler halinde geçen zaman şeklinde tanımlamıştır. Moda olgusunu ortaya çıkaran dinamik etkenlerden ilki, insanın yeni biçimler ortaya koyma tutkusudur. İnsanlar yaşamın tek düze ve zor akışından kurtulmak için modanın sürekli değişen görüntüsünde kendilerini yenilerler. Geçmişte insanları kendi dayattığı görüntülerle kabul eden ve tüketimi körüklemekle suçlanan moda günümüzde kişisel beğenilere göre kendini yenilemekte, kendini ifade etme yollarından biri olarak kabul edilmektedir. Moda sektöründe üretime dünya standartlarına uygun bir nitelik kazandırma çalışmaları, bu alandaki nitelikli insan gücü gereksinimini ve dolayısıyla eğitim sorununu gündeme getirmektedir. Moda tasarımı programının amacı, moda sektöründe gereksinim duyulan, buluş ve yaratıcılık gücüne sahip, nitelikli insan gücünü yetiştirmektir. Moda Tasarımı programında yüksek öğrenimi başarı ile tamamlayanlara “Moda Tasarımcı” unvanı verilmektedir. Moda tasarımcı giysi, tekstil, örgü giyim, deri giyim, kostüm, takı, ayakkabı ve çanta, aksesuar, vb. ürünlerin tasarım sürecini planlar ve yürütür. Moda tasarımcılar, moda sektöründe (giyim, tekstil, triko, takı, aksesuar, ayakkabı, çanta, vb.) atölye ve fabrikalarda, tasarım stüdyolarında, sahne sanatları ile ilgili resmi ve özel kurumlarda, görsel yayın yapan resmi ve özel kurumlarda çalışabildikleri gibi kendi tasarım stüdyolarını kurarak iç ve dış pazarlar için ürün geliştirebilir, koleksiyon hazırlayabilirler. Moda tasarımı işkollarının kariyer odaklı dağılımı: Moda Tasarımı Moda Tasarımcı, Modelist, Asistan Tasarımcı, Yaratıcı Yönetmen, Moda Stilisti, Trend Araştırmacı, Moda Danışmanı, Moda İllüstratörü, Ürün Geliştirici, Moda Koordinatörü, Aksesuar Tasarımcı. Tekstil Tasarımı Tekstil Tasarımcı, Tahminci (Forecast). Örme Giysi Tasarımı Örme Giyim Tasarımcı, Örme Aksesuar Tasarımcı. Moda Pazarlama Satın Almacı (Buyer), Mağaza Müdürü, Mağaza ve Vitrin Tasarımcı. Moda Yazarlığı Moda Yazarı. Günümüzde moda tasarımı iş kollarının kariyer odaklı dağılımı aşağıdaki tabloda 5 ana başlık altında toplanmaktadır. Moda sektöründe tasarımcı olarak çalışmak isteyen kişilerin tasarım eğitimi alırken ya da aldıktan sonra kariyerlerini bu işkollarına göre planlamaları, lisans düzeyinde alacakları mesleki seçmeli ve seçmeli derslerle, yüksek lisans programlarıyla işkollarına hazırlanmaları gerekmektedir. Atılım Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü olarak misyonumuz; öğrencinin kendini ve sahip olduğu özgün ve yaratıcı güçleri tanımasını sağlamak, moda sektörünün gereksinimlerine uygun bilgi ve beceri kazandırmak, kendini geliştiren, ifade edebilen, özgün, çağdaş, üretken, katılımcı, kendine güvenen ve mutlu bireyler yetiştirmektir. Kurulduğu 2007 yılından bugüne 16 İÇİMİZDEN kadar tüm çabalar ve araştırmalar moda tasarımı eğitiminin gereklerini yerine getirmek ve öğrencileri en iyi şekilde mesleki yaşamlarına hazırlamak amacıyla planlanmaktadır. Bölümün bakış açısı tasarımın düşüncede yada herhangi bir yüzeyde soyut olarak değil üç boyutlu somut bir ürün olarak varolacağı yönündedir. Ürün haline dönüşmemiş fikirler sadece önerme olarak kalırken, gerçekleşmiş nesneler olarak ürünler tasarımcının eserleridir. Bu nedenle tasarımcı kimliği tasarım sürecinin soyuttan somuta, fikirden ürüne kadar tüm aşamalarını organize edebilme yetilerini taşımak zorundadır. ması, hikaye panosu ve tasarım paftalarının hazırlanması, kalıp geliştirme ve örnek ürün üretimi aşamalarından oluşmaktadır. Her dönemin başında hazırlanan çalışma takvimine uygun olarak yürütülen projeler belirlenen tarihlerde jüri üyeleri (bölüm öğretim elemanları, konuk öğretim elemanları, sektör yetkilileri) ve tüm öğrencilere sunulur. Projeler; araştırma, yaratım gücü, teknik, uygulama ve sunum kriterlerine göre değerlendirilmektedir. Proje dersleri İkinci yıldan başlayarak dördüncü yıl mezuniyet projesiyle tamamlanmakta, içeriklerinde hazır giyim ve sipariş giyime yönelik kadın, erkek ve çocuk gruplarından oluşan farklı konular yer almaktadır. Her proje farklı bir amaç doğrultusunda verilmekte böylece öğrencinin moda sektörünün farklı alanlarında kendini geliştirmesine olanak sağlanmaktadır. Bölümle bağlantısı olan ve önceden anlaşma yapılan firmalar için marka geliştirme ve firmanın profiline uygun koleksiyon geliştirme çalışmaları da projelerin kapsamındadır. Mesleki seçmeli derslerde (takı tasarımı, aksesuar tasarımı, moda fotoğrafçılığı, batik, vitrin tasarımı ) moda tasarımının farklı iş kollarına göre çalışmalar yapılmaktadır. Üçüncü yıl, iki ve üç boyutlu tasarım ve kalıp programları ile öğrencilerin tasarımlarını bilgisayar ortamında hazırlamaları sağlanmaktadır. Dördüncü yıl programında öğrencinin moda sektörüne hazırlanması ve tanıtımı amacıyla mezuniyet projesi, portfolyo tasarım, deneysel tasarım gibi dersler yer almaktadır. Mezuniyet projesi için hazırlanan koleksiyonlar ön değerlendirme jürisi tarafından değerlendirilerek sunum için uygun bulunanlar mezuniyet defilesine kabul edilir. Bu projede öğrenciler diğer projelerden farklı olarak hazırladıkları koleksiyondaki tüm giysilerin üretimini yapmaktadır. Defile için kabul edilen öğrenciler koleksiyon konseptine uygun olarak sunum için gerekli hazırlıkları (müzik seçimi, koreografinin hazırlanması, mankenlerin organizasyonu, ses, ışık ve dekor) tamamlar, belirlenen tarihte davetlilere ve jüriye hazırladıkları gösteriyi sunarlar. Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü 2007 yılında 30 öğrenciyle öğretime başlamıştır, bugün toplam öğrenci sayısı 56 dır. Bölüme yetenek sınavıyla, öğrencilerin tercihleri doğrultusunda, her yıl 20 öğrenci kabul edilmektedir. 4 yıllık lisans programını ve 50 iş gününden oluşan stajı tamamlayan öğrenciler “Moda Tasarımcı” unvanı alarak mezun olurlar. Lisans programının birinci yılında öğrencilerin plastik becerilerini geliştirmek, görsel algılarını ve yaratıcılıklarını kuvvetlendirmek amacıyla iki ve üç boyutlu çalışmalar yapılmakta, tasarım disiplinin genel prensiplerine dayalı olarak teorik ve uygulamalı derslerde tasarımsal bir görüş kazandırılmaktadır. İkinci yıl başlayan proje dersleri kalıp ve dikiş uygulamalarıyla desteklenmekte, tematik yaklaşımlarla koleksiyon ve projeler hazırlanmaktadır. Danışman öğretim elemanlarının denetiminde yapılan projeler; araştırma, eskizlerle genel konseptin oluşturulması, ön jüri değerlendirmesi, koleksiyonu oluşturan giysilerin seçimi, teknik ve artistik çizimlerin hazırlan- Atılım Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü bu yıl ilk mezunlarını 1. Moda Gösterisiyle uğurladı. 19 öğrencinin, son öğretim yılında aldıkları mezuniyet projesi kapsamında, danışman öğretim elemanlarının denetiminde hazırladıkları koleksiyonlar 16 Haziran 2011 tarihinde Cer Modern’de izleyenlere sunuldu. Farklı temalarda toplam 114 giysiden oluşan defile 19 öğrenci tarafından hazırlandı. İzleyenlerin beğenisini kazanan defilenin bir bölümü moda fuar ve festivalleri kapsamında sergilenecektir. Bu etkinlik kapsamında Genç Tasarımcıların moda sektörüne tanıtılması ve özgün tasarımlarıyla tasarımcı olmak isteyen gençlere yol göstermesi hedeflenmiştir. Atılım Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü moda sektörüne genç tasarımcılar yetiştirmektedir, vizyonu ve misyonu doğrultusunda üreteceği projelerle sektörel beklentilere cevap vermeye, mezunlarının istihdamıyla moda sektörünün gelişimine katkı sağlamaya devam edecektir. 17 HABERLER Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü ile Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin işbirliği ile Ağaç Dikim Şöleni Geçekleştirildi. Üniversitemizde bu yıl 4.’sü gerçekleştirilen Ağaç Dikim Şöleninde öğrenciler hocaları ile birlikte fidanları toprak ile buluşturdu. Etkinlik Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nun konuşması ile başladı. Ardından tüm katılımcılar kapmüs alanı içerisinde belirlenen bölgelere ağaç dikimi gerçekleştirdi. 2011 yılının uluslararası orman yılı olması sebebi ile Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Üniversitelerimizi Ağaçlandırıyoruz Projesi çerçevesinde Üniversitemize 100 fidan bağışlayarak etkinliğimize katkı sağladı. Bu katılım dolayısı ile Rektörümüz Dernek yetkililerine plaket takdim etti. 18 Hukuk ve Edebiyat Çalışmaları Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri ve akademisyenlerinin katılımıyla gerçekleşen panelin ilk oturumunda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yürütülen Hukuk Felsefesi dersi altında kurulmuş olan Hukuk ve Edebiyat Grubu tarafından sunumlar yapıldı ve Pınar Kür’ün “Asılacak Kadın” adlı kitabının yasaklanması ile ilgili olarak Yaratıcı Drama Topluluğu üç perdelik drama gösterisiyle oturum devam etti. Yine Hukuk ve Edebiyat Grubu tarafından, kitap üzerinden hâkimlik etiği konusu tartışıldı; kitapta geçen hâkim Faik İrfan Elverir’in nasıl bir portre çizdiği değerlendirildi. Yine kitaptaki avukat üzerinden avukatlık etiği konusu üzerinde duruldu. 13 Nisan 2011 Çarşamba günü Hukuk Fakültesi Orhan Zaim Konferans Salonu’nda başkanlığını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr.Gülriz Uygur’un yaptığı Hukuk ve Edebiyat konulu bir panel gerçekleştirildi. Panele, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Saim Üye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi İrem Akı, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Araştırma Görevlisi Bilge Bingöl, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Çiğdem Sever ve Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Araştırma Görevlisi Aslı Şimşek konuşmacı olarak katıldı. Panelin ikinci oturumunda Doç Dr. Gülriz Uygur başkanlığında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Saim Üye, Arş. Gör. Bilge Bingöl, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim elemanlarında Öğr. Gör. Çiğdem Sever, Arş. Gör. Aslı Şimşek ve Arş. Gör. İrem Akının katılımları ile bir panel gerçekleştirildi. Panelin açış konuşmalarını Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nami Çağan ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Akkaya gerçekleştirdi. 19 Atılım Desteğiyle İTÜ’de Uluslararası NDT Sempozyumu Yrd. Doç. Dr. Oğuz GÜNEŞ Malzeme ve Yapıların Hasarsız İncelenmesi Uluslararası Sempozyumu (NDTMS-2011) ilk kez 15-18 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul Teknik Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde toplandı. Organizasyonu Uluslararası İnşaat Malzeme, Sistem ve Yapı Laboratuvarları ve Uzmanları Birliği (RILEM) ile ortak yapılan ve Amerikan Hasarsız Test Birliği (ASNT) tarafından sponsor desteği verilen sempozyum, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT, A.B.D.), BAM (Almanya), Edinburgh Üniversitesi (B.K.), Stuttgart Üniversitesi (Almanya), Münih Teknik Üniversitesi (Almanya), Milan Politeknik (İtalya) gibi birçok prestijli akademik ve araştırma kurumunun bilimsel desteği ile gerçekleşti. Ülkemizden başta Atılım Üniversitesi olmak üzere birçok üniversite sempozyuma bilimsel ve sponsor desteği verdi. Dünyanın dört bir yanından uzman, araştırmacı ve uygulamacıların geniş katılım sergilediği NDTMS-2011, hasarsız muayene konusunda en ileri araştırma ve uygulamaların yansıtıldığı bir zemin oldu. Hasarsız inceleme (NDT) ve değerlendirme (NDE) genel anlamda malzeme veya yapıya kaydadeğer bir hasar vermeyen teknikler kullanarak bazı fiziksel malzeme özelliklerinin belirlenmesi veya malzeme/yapı içindeki bazı aykırılıkların varlığının ve yerinin tespit edilmesi olarak tanımlanabilir. Tüm dünyada mevcut mühendislik yapılarında görülen dayanıklılık problemlerinin verdiği kaygılar ve yapı malzeme ve sistemlerinin durum tespitine duyulan gereksinim, hasarsız test ve inceleme tekniklerinin geliştirilmesi ve uygulanmasını bir gereklilik haline getirmektedir. NDT metotlarının mühendislik uygulamaları ile ilgili araştırma etkinliklerinin 60 yılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen ilk zamanlardaki araştırmalar genellikle metal malzeme ve elemanlar üzerine yoğunlaşmıştır. NDT ile ilgili alanlarda kaydedilen teknolojik gelişmeler ve buna paralel olarak mühendislik yapılarındaki sayısal artış üzerine yapıların onarımı ve güçlendirilmesi kararlarına dayanak teşkil etmek üzere kalite kontrolü ve durum tespiti için NDT metotlarının kullanılmasını istenir hale gelmiştir. Metalürji, tıbbı tanılama, havacılık ve uzay endüstrisi ile jeofizik uygulamalarında kullanılagelen birçok NDT teknikleri uyarlanıp daha da geliştirilerek inşaat malzeme ve yapılarının durum tespitinde kullanılmaya başlanmıştır. Yapı ve malzemeler için kullanılan NDT tekniklerinde kaydedilen gelişmelere ek olarak Betoscan Multisensor Platform (sol) ultrason kalınlık ölçümü ve sonuçları (sağ) (www. betoscan.bam.de) 20 bilgisayarların hız ve hafızalarındaki artış ve etkin görüntüleme algoritmalarının geliştirilmesiyle, NDT’den elde edilen sinyallerin işlenmesi yoluyla malzemelerin daha etkin karakterizasyonu ve malzeme içindeki aykırılıkların yer ve niteliklerini iki ve üç boyutlu olarak belirleyen görüntüleme uygulamaları mümkün olmuştur. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde yeni fikirlerin ve etkin uygulama tekniklerinin geliştirilmesi gereği doğrultusunda NDTMS-2011 organizasyonu İTÜ’de yapılmıştır. Sempozyum inşaat ve diğer devamının gerekliliğini kanıtlamaktadır. Sempozyumda 36 ülkeden toplam 473 yazarın katkı verdiği 175 makale yeralmıştır. İki ciltlik sympozyum bildiri kitabı RILEM Bookseries olarak Springer tarafından yayımlanmaktadır. Böylesine çok uluslu ve geniş katılımlı bir sempozyumun derin tarihi, zengin kültürü ve Avrupa ile Asya’yı bağlayan eşsiz konumu ile bir Dünya şehri olan İstanbul’da gerçekleşmesi yerinde görülmüştür. Sempozyum konuları şu şekilde organize edilmiştir: Yapı ve malzeme karakterizasyonu için NDT metotları; malzeme ve özelliklerinin belirlenmesi için NDT; metalik malzemelerin nitelendirilmesi için NDT; metal ve kompozitlerin hasarsız incelenmesi; NDT amaçlı teorik modelleme ve simülasyon çalışmaları; inşaat mühendisliği yapılarında NDT uygulamaları; geoteknik ve jeofizik NDT uygulamaları; yapı sağlığı izleme; tarihi yapı ve anıtların NDT ve değerlendirmesi; NDT planlama, uygulama, güvenirlik, standart ve yönetmelikler. NDTMS-2011 düzenleme çalışmaları Prof. Dr. Oral Büyüköztürk (MIT, Başkan), Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir (İTÜ), Doç. Dr. Yılmaz Akkaya (İTÜ) ve Y. Doç. Dr. Oğuz Güneş (Atılım Üniversitesi) yönetiminde yürütülmüştür. Sempozyum, malzeme bilimi ve sürekli ortamlar mekaniğine katkıları yanında malzeme ve yapılar için hasarsız inceleme metotları geliştirilmesine dayanak teşkil eden temel çalışmaları nedeniyle Prof. Dr. M. Cengiz Dökmeci’ye (İTÜ) ithaf edilmiştir. Sempozyum sırasında Prof. Dr. Oral Büyüköztürk’e İnşaat Mühendisliği alanındaki katkıları nedeniyle İsviçre EMPA Laboratuvarlarını temsilen Prof. Dr. Urs Meier tarafından “Mirko Ros Altın Madalyası” takdim edilmiştir. Spacetec tünel inceleme: lazer tarayıcı prensibi (sol) lazerli tünel tarama sonuçları (orta) lazer ve termografik görüntü üstüste (sağ) (www.spacetec.de) Sempozyuma Atılım Üniversitesi’nin sponsor desteği ve Dr. Oğuz Güneş’in Yerel Düzenleme Kurulu Eşbaşkanı ve bildiri kitabı editörü olarak yaptığı önemli katkılar yanında Atılım Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Burcu Güneş, Dr. Ayhan Gürbüz, Dr. Seda Yeşilmen ve Dr. Belgin İşgör makaleleri, katılımları ve oturum başkanlıkları ile katkılarda bulunmuş, öğrencilerimiz Halil İbrahim Andiç, Tutku Gözde Eren ve Burak Çakır sempozyum sırasında yaptıkları özverili yardımlarla göz doldurmuştur. Sempozyum açılışında Prof. Dr. Oral Büyüköztürk tarafından Provostumuz Prof. Dr. Hasan U. Akay’a Atılım Üniversitesi’nin verdiği kurumsal destek nedeniyle bir plaket takdim edilmiştir. mühendislik alanlarında etkinlik gösteren mühendisler, araştırmacılar ve profesyoneller arasında NDT ile ilgili bilgi ve fikir alışverişine olanak veren bir forum oluşturmuştur. Bu sempozyumun ayırt edici bir özelliği yapı ve malzemelerin hasarsız incelenmesi konusunda en ileri gelişmeleri önde gelen uzmanlar tarafından sunulan makalelerle kayda geçmesinin yanısıra devam etmekte olan araştırma-geliştirme çalışmalarını ve uygulamacıların saha gözlemlerini bilgilendirici şekilde yansıtmış olmasıdır. NDT/NDE çok çeşitli bilimsel disiplinleri, yaratıcı teorik ve deneysel teknikleri ve ileri sayısal modelleme ve görüntüleme uygulamalarını içeren disiplinlerarası bir alandır. Bu nedenle hem ilgili alanlar, hem de ar-ge ve uygulama arasındaki mevcut boşlukların doldurulması gerekmektedir. NDTMS-2011 bu boşlukların bir miktar kapanmasına katkı veren birleştirici bir tema teşkil etmiştir. Sempozyumda sunulmak üzere gönderilen özet ve bildiri sayısının fazlalığı, konunun önemini ve araştırmaların NDTMS-2011 organizasyonuna katkıda bulunan herkesin emeklerinin meyvelerini alacağına ve bu sempozyum ve bildiri kitabının uzun yıllar NDT bilimi, mühendisliği ve uygulamalarına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Kaynak Büyüköztürk, O., Taşdemir, M.A., Güneş, O. and Akkaya, Y. (Eds.) (2011), Proceedings of the International Symposium on Nondestructive Testing of Materials and Structures, NDTMS-2011, 15-18 May 2011, Istanbul Technical University, Istanbul, Turkey, RILEM Bookseries, Springer, Dordrecht, The Netherlands. 21 UNESCO’nun ‘Dünya Miras Alanı’ adaylığına Atılım Üniversitesi öncülüğünde Başkent Ankara önerilecek UNESCO’nun ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi’ kapsamında, Miras Alanı Listesi için Başkent Ankara aday oluyor. Atılım Üniversitesi öncülüğünde yürütülen çalışma kapsamında, 20’inci yüzyılda bağımsızlık mücadelesi sonucunda yaratılan Türkiye’nin başkenti Ankara, ‘Cumhuriyet Ankarası’ olarak öneriliyor. Türkiye’nin önde gelen eğitim kurumu Atılım Üniversitesi, Ankara’nın ‘Dünya Miras Listesi’ne dahil olması için fizibilite çalışmaları yürütüyor. UNESCO’nun 1972 yılında yürürlüğe koyduğu ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’ çerçevesinde oluşturulan Dünya Miras Listesi’ne dahil olan ülkeler ve şehirler ‘Dünya Miras Alanı’ olarak kabul ediliyor. Tüm dünyanın bu listeye girmek üzere çeşitli projeler hazırladığı sözleşme kapsamında, Atılım Üniversitesi Türkiye’nin başkenti Ankara’nın da listeye dahil olması için hazırladığı fizibilite raporunu paylaşmak üzere 4 Mayıs 2011 tarihinde ‘ortak akıl toplantısı’ düzenledi. lu Uygarlıklarının birikimine sahip eski kent ile Avrupa ve Türk Mimarlığının deha ürünü denebilecek düzeyde çağdaş örneklerini bir araya getiren modern başkent planlaması olarak lanse edildi. Atılım Üniversitesi’nin ev sahipliğinde ve Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı’nın katılımı ile gerçekleşen toplantıda, Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin’in hazırladığı “Ankara’nın Dünya Miras Alanlığına Önerilmesi Fizibilite Projesi’nin nasıl yürürlüğe konacağı, Ankara’nın hangi varlıkları ile dünya miras alanlığına aday gösterileceği ve sürecin nasıl yürütüleceği konularındaki öngörü ve stratejiler paylaşıldı. Hazırlanan proje Ankara kenti için, dünya miras alanı adaylığı çerçevesinde hangi süreçlerden geçmesi gerektiği konusunda da tüm detayları içeriyor. 4 Mayıs 2011 tarihinde gerçekleşen ortak akıl toplantısının ardından; Cumhuriyet Ankarası için bilimsel kurul, alan yönetimi, adaylık dosyası ve yönetim planı oluşturulacak. Tüm süreçlerin ardında geçici liste başvurularının 2012 Şubat ayında, asıl listeye başvurunun ise 2013 Şubat ayında yapılması plananlan adaylık maratonun, 2014 yılının içinde tamamlanması bekleniyor. Toplantıda ayrıca Atılım Üniversitesi’nin bu sürecin tamamında tüm kadrosu ile desteğini sürdüreceğini, ancak sürece Ankara’daki kent yönetiminin sahip çıkmasının önemli olduğu bildirildi. Türkiye’nin 1982 yılında kabul ettiği, ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’ kapsamında ‘Dünya Miras Listesi’ne dahil olmak, ülkeler adına gösterilen büyük bir başarı kaynağı olarak ifade ediliyor. Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin de projesinde; dünya miras alanlığı için 20’inci yüzyılda bağımsızlık mücadelesi sonucunda yaratılan Türkiye’nin başkenti Ankara’yı ‘Cumhuriyet Ankarası’ olarak önerdi. Başkent, Anado- 22 “Türk Tarafı, Yerleşik BM Parametlerinden Taviz Vermez” Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi ile Üniversitemizde birçok bilimsel toplantıların yapılmasına ön ayak olan Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Topluluğu’nun “2011 Türkiye’de Kuzey Kıbrıs Yılı” çerçevesinde ortaklaşa düzenledikleri “Kıbrıs’ta Müzakere Süreci, Son Gelişmeler ve Kıbrıs” başlıklı konferans 27 Mayıs 2011 Cuma günü İşletme Fakültesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Vekili Doç. Dr. Ulvi Keser, Makina Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan U. Akay, Topluluk Başkanı Hakan Sezer, pek çok akademisyen ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ve diğer bölüm öğrencileri ve okul dışından dinleyiciler konferansa iştirak etti. Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi ile Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Topluluğu’nun “Kıbrıs Konuşmaları” konferanslarının son faaliyetine konuşmacı olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün katılırken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Mustafa Lakadamyalı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yöneticileri, Kuzey Kıbrıs Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün, müzakarelerde Kıbrıs Türk tarafının yerleşik Birleşmiş Milletler (BM) parametrelerinden ve bu bağlamda siyasi eşitlikten, iki kesimlilikten ve Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinden taviz verilmesinin asla söz konusu olmadığını söyledi. Konferansın genelinde müzakereler ve Kıbrıs Sorunu konusuna eğilen Bakan Özgürgün, BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu çerçevesinde kırk yılı aşkın bir süredir devam etmekte olan müzakere sürecinde Kıbrıs konusunun tüm yönlerinin çok detaylı bir şekilde ele alındığını ve tarafların pozisyonlarını birçok kez ortaya koyduklarını hatırlattı. Bu müzakereler sonucunda çözümün ana çerçevesinin ortaya çıktığını belirten Özgürgün: Kıbrıs Türk tarafının, ortaya çıkan bu çözüm çerçevesini her zaman desteklediğini ve bugün de desteklemeye devam ettiğini söyledi. Bakan Özgürgün, Kıbrıs Rum tarafının bu tarz yaklaşımlarının sadece müzakereleri zora sokmadığını, gerek Kıbrıs Türk tarafı gerekse uluslararası camiada Rum tarafının BM parametreleri çerçevesinde bir çözüm konusundaki samimiyetine ilişkin olarak ciddi soru işaretleri de taşıdığını vurguladı. Yaklaşık olarak bir saat süren konferansın ardından Bakan Özgürgün kendisine yöneltilen soruları cevaplandırdı. Soruların ardından ise Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ulvi Keser Bakan Hüseyin Özgürgün’e teşriflerinden dolayı şilt ve çiçek takdim etti. Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yöneticileri de Bakan Özgürgün’e kitap hediye ettiler. Konferans çekilen hatıra fotoğraflarının ardından son buldu. 23 Atılım Üniversitesi’nde Gençler Bahar Şenliğinde Murat Boz ve Ziynet Sali ile Eğlenceye Doydu Öğretim yılının yorgunluğunu atmak ve baharı karşılamak için her yıl düzenlenen Atılım Üniversitesi Bahar Şenliği bu yıl 25-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. Öğrenciler iki gün boyunca dans, tiyatro, yarışmalar, oyunlar ve pek çok gösteri ile eğlenceye doydu. Pop müziğin yıldızları Murat Boz ve Ziynet Sali verdikleri konserlerle Ankara’da bahar havası estirdiler. 24 25 Mayıs akşamı konser veren Murat Boz en beğenilen şarkıları ve dançıları eşliğinde gerçekleştirilen muhteşem sahne şovları ile Atılım Üniversitesi’nin Amfisini dolduran binlerce izleyiciyi coşturdu. 26 Mayıs akşamı sahne alan Ziynet Sali gençlerle birlikte baharın gelişini müzik dolu bir geceye dönüştürüdü. Ziynet Sali’nin şarkılarına eşlik eden öğrenciler doyumsuz bir gece geçirdi. Şenlik alanında tüm gün boyunca oyunlar, ödüllü yarışmalar ve çekilişler düzenlendi. Profesyonel ve amatör müzik grupları iki gün boyunca sahne alırken, dans ve tiyatro gösterileri ile sahne renklendi. Şenliğin iletişim sponsoru Max Fm ise iki gün boyunca gençleri müzikle ve eğlenceyle buluşturdu. 25 Beyin Gücü ile Beden Gücü Buluştu Atılım Üniversitesi ile Anadolu OSB arasında üniversite- sanayi işbirliğini öngören protokol imzalandı. Anadolu OSB ile Atılım Üniversitesi arasında, üniversite-sanayi işbirliğini öngören bir protokol imzalandı. Crown Plaza’daki imza töreni öncesinde konuşan Anadolu OSB Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay, OSB’lerin Türkiye’nin önemli bir gerçeği olduğunu belirterek, Anadolu OSB’nin de Türkiye’deki 263 OSB’den biri olduğunu söyledi. Türkiye’de 148 OSB’de altyapının bittiğini, üstyapıya geçildiğini ve üretim yapıldığını, 980 bin kişiye istihdam sağlandığını anlatan Tuncay, diğer OSB’lerin ise boş olduğunu ve buralarda dünyanın kaynağının heba edildiğini ifade etti. Afyonkarahisar’da 7 OSB bulunduğunu, bunlardan da sadece birinin dolu olduğunu belirten Tuncay, her milletvekilinin kendi bölgesine bir OSB kurdurduğunu kaydetti. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasına da değinen Tuncay, Ankara’da sanayi yapılanmasının ağırlığının otomotiv, makine, makine imalat sektörüne yedek parça üretimi olduğunu belirterek, söz konusu anlaşmanın imzalanması ve Uzakdoğu faktörleriyle Avrupa ile rekabet şansının zorlaştığını dile getirdi. Anadolu OSB’deki çalışmalar hakkında bilgi veren Tuncay, 410 hektar büyüklüğündeki OSB’de 110 hektarlık alanda altyapının bitirildiğini, Ağustos ayında üst yapıya hazır parsellerin yatırımcılara teslim edileceğini bildirdi. Türkiye’de bir sanayi bölgesi üretime geçmeden üniversite- sanayi işbirliğini gerçekleştirdi. Malıköy’de, tamamlandığında 15 bin kişiye istihdam sağlayacak olan Anadolu OSB, Atılım Üniversitesi ile üniversite- sanayi işbirliği protokolü imzaladı. Organize Sanayi Bölgeleri Derneği ve Anadolu Organize Sanayi Bölgesi (OSB) Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay, ‘’devlet kurumlarının ödediği vergi, şehrin ödediği vergilerin kapsamı dışına çıkarılmalı’’ dedi. Ankara’nın avantajları olduğunu, ancak dezavantajlarda yaşadıklarını kaydeden Tuncay, kamu vergisini, Ankara’daki vergi daire- 26 lerine ödediği için, Ankara’nın kalkınmada öncelikli yöre kapsamından çıkarıldığını, bu nedenle şehrin sadece genel teşviklerden yararlandığını, özel teşviklerden yararlanamadığını söyledi. Ankara’da çoğunlukla mikro ve küçük ölçekli işletmeler bulunduğu için bu işletmelerin genel teşviklerden yararlanamadığına dikkati çeken Tuncay, ‘’İsteğimiz devlet kurumlarının ödediği vergilerin şehrin ödediği vergilerin kapsamı dışına çıkarılması. Gerçek değer çıksın, o şehrin kalkınmışlık durumu belirlenebilsin’’ dedi. Tuncay, OSB’lerin mutlaka desteklenmesi, OSB yatırımcılarına mutlaka pozitif ayrımcılık yapılması gerektiğini de dile getirdi. Ostim ve İvedik OSB Yapılanmasına Örnek Gösterilemez Konuşmasında Ostim ve İvedik OSB’lerin OSB yapılanmasına örnek gösterilemeyeceğine de belirten Tuncay, ‘’Çünkü hiçbir OSB’de duvarlar komşu olmaz. Parseller komşu olur, bir parseldeki olay, diğer parseli etkilemez’’ diye konuştu. Özgenoğlu: İşbirliği Türkiye İçin Model Olacak Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu da Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin istenilen düzeyde olmadığına dikkati çekti. Bu sorunun aşılması için Türkiye’ye özgü kavram ve süreçlere dayalı yeni modellerin, deneyimlerin ortaya konmasının önemini vurgulayan Özgenoğlu, Atılım Üniversitesi’nin sanayi ile işbirliği yönünde çalışmalar yaptığını anlattı. Bu çerçevede Anadolu OSB ile görüştüklerini ve bir işbirliği oluşturduklarını belirten Özgenoğlu, ‘’Bu işbirliğinin üniversite-sanayi işbirliği konusunda yeni bir model olacağı umudunu taşıyoruz’’ dedi. Anadolu OSB’nin Ostim’deki olaylardan ders çıkardığını da kaydeden Tuncay, olaylardan etkilenen iki işletmeye yardımcı olmaları gerektiğini düşündüklerini ve söz konusu işletmelere Anadolu OSB’de yatırım yapabilmeleri için 2 yıl ödemesiz 4 yıl vadeli kamulaştırma değeri üzerinden arsa rezervasyonu yaptıklarını sözlerine ekledi. Özgenoğlu, bu işbirliği çerçevesinde üniversite olarak başta Anadolu OSB’nin kurumsal gelişimine katkıda bulunmayı, üniversitenin laboratuvarlarını paylaşmayı, birlikte bilimsel araştırma ve sanayi kapasite geliştirme çalışmaları yapmak istediklerini kaydetti. Özgenoğlu, Anadolu OSB’nin de bu süreçte öğrencilerinin yetişmesi ve gelişiminde iş bulma ve istihdam olanaklarının artırılmasına katkıda bulunacağını düşündüklerini ifade etti. Daha sonra, Anadolu OSB Başkanı Tuncay ile Atılım Üniversitesi Rektörü Özgenoğlu üniversite-sanayi işbirliğini öngören protokolü imzaladı. Protokol imza töreninden sonra Prof. Dr. Tamer Müftüoğlu, “Organize Sanayi Bölgelerinin KOBİ’lerin Gelişimindeki Rolü” konulu bir sunum yaptı. 27 lerin aralarındaki arkadaşlık bağlarını ve iletişimi güçlendirmelerini sağlamayı amaç edinmiş Türkiye’nin en büyük öğrenci organizasyonlarından biridir. Ankara EM’yi Kimler, Ne Zaman ve Nasıl Düzenler? Ankara EM Yılda bir kez düzenlenen Ankara EM organizasyonuna her sene Ankara’daki Endüstri Mühendisliği Öğrenci Kulüplerinden birisi ev sahipliği yapmaktadır. Ankara EM’nin bir sonraki dönem çalışmaları, son düzenlenen Ankara EM platformundan hemen sonra kulüpler arası toplantıda üniversite temsilcilerinin ortak kararı ile belirlenir. (Endüstri Mühendisliği) Platformu Ankara EM’nin Önemi Ankara EM Platformu, Ankara’daki altı üniversitenin (Atılım, Başkent, Bilkent, Çankaya, Gazi, ODTÜ, TOBB ETÜ, Hacettepe) Endüstri Mühendisliği Öğrenci Kulüpleri’nin ortaklaşa düzenlediği bu organizasyonla Türkiye’deki Endüstri Mühendisliği eğitimi alan öğrencileri ortak bir platformda bir araya getirerek; Ankara EM, Türkiye’nin en büyük öğrenci organizasyonlarından biridir. Akademik ve profesyonel çevrelerce ilgi ile izlenmekte ve takdir edilmekte olan bu platformda, iş dünyası ve akademik dünyanın başarılı isimleri, belirlenen konu çerçevesinde katılımcılarla bilgi ve deneyimlerini paylaşırlar. Paneller, proje yarışmaları, vaka analizi çalışmaları, sempozyumlar, eğitim seminerleri ve teknik gezilerle Endüstri Mühendisliği öğrencilerine vizyon kazandırmayı, Mesleki ve akademik alanlarda Türkiye ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olmalarını, İş hayatı ile ilgili pratik bilgiler edinmelerini, Ankara’daki altı üniversitenin öğrenci kulüpleri tarafından düzenlenen ortak bir organizasyon olmanın sağladığı güçle; kalkınmanın iki temel unsuru olan üniversite ve sanayinin işbirliğini, Öğrencilerin Türkiye’nin sorunlarına grup bakış açısıyla çözümler üretmelerini, kendilerinin bu sorunların çözümünde nasıl rol oynayacaklarını tartışmalarını, Sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif aktivitelerle de öğrenci- Ankara EM’nin sponsorluğunu üstlenen Türkiye’nin önde gelen kuruluşları, ev sahibi ve katılımcı üniversiteleri daha yakından tanıma imkanı bulmaktadır. Üniversite- Sanayi işbirliğinin güçlendirilmesinde de Ankara EM çok büyük bir rol oynamaktadır. Ayrıca bu buluşmalarda bir araya gelen Endüstri Mühendisi adayları, yani ileride iş arkadaşları olarak karşılaşabilecek kişiler, birbirlerini ve üniversitelerini yakından tanıma ve kendilerini geliştirme imkanı bulmaktadır. Organizasyonun öğrenciler tarafından hazırlanması da, öğrencilerin iş hayatını tanımalarını, kişisel becerilerinin gelişimini ve kendilerine olan özgüvenlerinin artmasını sağlamaktadır. 28 Atılım Üniversitesi ll. Matematik Yarışması “Atılım Üniversitesi Yeni Cahit Arf’lar Yetiştirmek İçin Kolları Sıvadı” Atılım Üniversitesi Matematik Bölümü ve Arf Matematik Kulübü’nün, ortaöğretim öğrencilerine yönelik olarak düzenlediği Matematik Yarışması’nın ikincisi Ankara’nın Çankaya ve Gölbaşı ilçelerindeki 17 okulun katılımı ile yapıldı. İki bölümden oluşan yarışmanın eleme bölümü 2 Mart 2011 Çarşamba günü, final bölümü ise 16 Mart 2011 Çarşamba günü Atılım Üniversitesi Orhan Zaim Konferans Salonu’nda izleyicilere açık olarak gerçekleştirildi. Çekişmeli, heyecanlı ve coşkulu geçen yarışmanın sonunda Ankara Fen Lisesi birinci, Ankara Atatürk Lisesi ikinci oldu. Yarışmaya, eşit puanlı takımlar arasında, yarışma kuralları gereği, yedek sorularla devam edilmiş ve üçüncü yedek soru sonunda Jale Tezer Koleji Fen Lisesi üçüncü, Ankara TED Koleji de dördüncü sırayı aldı. Bahçelievler Anadolu Lisesi yarışmayı beşinci olarak tamamladı. Matematiğin eğlenceli dünyasından örnekler ile renklendirilen yarışmada ortaöğretim kurumları öğrencilerine matematik sevgisinin aşılanması amaçlanıyor. Atılım Üniversitesi Matematik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanıl Ergenç, Matematik Bölümü olarak, Arf Matematik Kulübü ile birlikte ikinci defa düzenlenen yarışmada, öğrencilerin yarışmacı kimliklerini ön plana çıkartarak bilgilerini değerlendirmelerini, böylelikle özgüvenlerinin artmasını hedeflediklerini söyledi. Bunun yanında yarışma öğrencilerin üniversite ortamını tanımasına, yarışmaya katılan okullar arasında sosyal bir ortam oluşmasına ve Atılım Üniversitesi ile ortaöğretim öğrencileri arasında bir köprü oluşmasına da katkı sağladığını belirten Ergenç, yarışmanın, matematiğin keyifli yanlarını gençlere gösterme imkanı yaratarak yeni Cahit Arf’ları ülkemize ve matematik dünyasına kazandıracağını söyledi. Ankara’nın önde gelen okullarının öğrencilerinin katıldığı yarışmada birinci olan okula bir “notebook” ve ilk üçe giren okulların öğrencilerinin her birine sırasıyla fotoğraf makinesi, i-pod ve “netbook” ve finaldeki tüm okullara katılım plaketi verildi. Ayrıca, yarışmaya katılan tüm yarışmacılara Atılım Üniversitesi tarafından bilim kitapları ve özel bastırılmış t-shirt hediye edildi. 29 Atılım Üniversitesi’nden Ostim’le İşbirliği Atılımı Üniversite – Sanayi işbirliğini geliştirme çalışmaları çerçevesinde bir araya gelen Ostim yönetimi ve Atılım Üniversitesi Rektörü olası işbirlikleri hakkında görüş alışverişinde bulundular. Aydın’ın ardından söz alan Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu da Ostim’le işbirliği içinde projeler üretmeye hazır olduklarını söyledi. Bundan sonra yapılacak çalışmalarla arayı kapatmayı istediklerini söyleyen Özgenoğlu şöyle devam etti: “Aslında birkaç proje çerçevesinde daha önce Ostim’e gelmiştik. Ostim’de Endüstriyel ilişkiler ofisi açmıştık. Bu ofis yaklaşık 2 yıl kadar burada çalışmalarını sürdürdü ve endüstri ile olan ilişkileri kurmaya çalıştık. Tabi o yıllardan bu yana, görüyorum ki Ostim’de bir hayli gelişme olmuş. Bunlardan beni en çok etkileyen de üniversite sanayi işbirliğine verdiğiniz önem ve vizyoner görüşünüz oldu.” Zaman içinde Ostim’de olduğu gibi Atılım Üniversitesi’nin de oldukça büyük gelişmeler kat ettiğini söyleyen Özgenoğlu; “Bizim o yıllarda mühendislik fakültesinde 6-7 bölümümüz varken şu anda bu sayıyı ikiye katlamış durumdayız. Diğer fakültelerimizdeki bölüm sayılarımız da arttı. Burada sadece teknik konular değil, onun dışında da birtakım çalışmalar yapılıyor. İhracat, finansman, lojistik vb. o bakımdan bundan sonra mühendislik fakültemiz yanında diğer fakülte ve bölümlerimizle de işbirlikleri yapılabileceğini düşünüyorum. Üniversite olarak bize çok önemli görevler düşüyor. Ben bu görevleri geç de olsa yerine getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ostim’deki 4 küme alanı ile ilgili ortak çalışma alanları bulabileceğimizi düşünüyorum. Mutlaka bu kümelerin içinde yer almamız gerektiğini düşünüyorum” dedi. Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülhan Özbayoğlu da, özellikle son sınıf öğrencilerinin bitirme ödevi projelerinde Ostim’in çok iyi bir çalışma alanı olabileceğini, teoride öğrenilen bilgilerin gerçek hayatta uygulama alanı olarak Ostim’in öğrencilere çok şey katabileceğini söyledi. Ostim yönetim binasında gerçekleşen buluşmaya Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu ve Atılım Üniversitesi’nden öğretim görevlilerinin yanı sıra Ostim adına Ostim Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın, Ostim Vakfı Genel Sekreteri Gülnaz Karaosmanoğlu, Ostim Küme yetkilileri ve Ostim’den bazı firmaların yetkilileri katıldı. Geçmişten bugüne Ostim’in gelişiminin, kümelenme çalışmalarının ve üniversitelerle ortaklaşa yürütülen projelerin genel bir tanıtımının yapıldığı toplantıda, Atılım Üniversitesi ve Ostim arasında ortak çalışma alanlarının ne olabileceği sorusu cevaplandırılmaya çalışıldı. Üniversitelerle yapılan işbirliklerine son derece büyük önem verdiklerinin özellikle altını çizen Ostim Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın; “Birlikte yapacak işimiz, işbirliği konusunda ortak konu başlıklarımız oldukça fazla. Tabi ki üniversitelerimiz bize bu projelerde çok şeyler katıyorlar. Bizim Ostim olarak aklımızın yettiği, yapabildiğimiz projeler bunlar ama sizler de bizimle birlikte olursanız, destek verirseniz daha çok şeyler yapacağımızı düşünüyoruz” dedi. Toplantının ardından Ostim’de bulunan bazı firmaları ve Ostim ODTÜ Teknokent’i de ziyaret eden heyet, firmaların imalatlarını yerinde inceleme fırsatı buldu. 30 “Dünya’da ve Türkiye’de Şarapçılık” Konulu Etkinlik belirterek, gastronomi kültürü için şarabın önemli olduğuna değindi. Kavaklıdere Şarapları Ankara Müşteri İlişkileri Sorumlusu Serpil Sulugöz ise şarabın tarihinin 8000 yıl öncesine dayandığını ve asıl kökeninin Anadolu olduğunu, ayrıca Hititlerin şarap konusunda çok iyi olduklarını söyleyerek, daha sonra şarabın yapım aşamaları üzerinde durdu. Kavaklıdere Şarapları Ankara Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörü Elif Erol ise, önceleri şarabın basında haber edilmediğine, fakat tüketimi arttıkça Dünya çapında yaygınlaştığına değinerek, bu durumun şarap konusunda gurme yazarlık kapısını da açtığını belirtmiştir. Bu kapsamda, turizm girdisi bakımından Türk Şarapçılığını Dünya’ya anlatmanın önemine Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü, Turizm Haftası Etkinlikleri kapsamında Nisan ayı içinde “Dünya’da ve Türkiye’de Şarapçılık” konulu bir dizi etkinlik düzenledi. 21-25 Nisan 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen etkinlik üç aşamalı olarak programlandı. Tüm öğrencilerimize ve diğer katılımcılara açık olan etkinlik kapsamında, her üç aşamaya da katılım gösteren öğrencilerimize ve katılımcılara sertifika da verildi. Etkinliğin ilk aşamasında 21 Nisan 2011 Perşembe günü, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertan Anlı, Vinkara Şarapları Türkiye Satış Koordinatörü Serkan Uslu, Vinkara Şarapları Ankara Bölge Satış Sorumlusu Eyüp Demirel, Kavaklıdere Şarapları Ankara Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörü Elif Erol ve Kavaklıdere Şarapları Ankara Müşteri İlişkileri Sorumlusu Serpil Sulugöz’ün konuşmacı olarak katıldığı “Dünya’da ve Türkiye’de Şarapçılık” konulu bir panel düzenlendi. Panelin açılış konuşmasını yapan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertan Anlı, şarabın bir kültür içkisi ve Avrupa mutfak kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu 31 değinen Erol, haber kapsamında alkolizme sürüklememenin de gerekliliğini belirtmiştir. Vinkara Şarapları Türkiye Satış Koordinatörü Serkan Uslu, Türkiye’de şarap tüketiminin 90 milyon litreye yakın olduğunu fakat bu tüketimin 18-19 milyon litersinin turistler tarafından yapıldığını belirtti. Şarabın yılda bir kez yapıldığına ve miktarın sınırlı olduğuna değinen Uslu, iyi harmanlamanın şarabın kalitesi açısından önemli olduğunu da söyledi. Panel kapsamında son olarak söz alan Vinkara Şarapları Ankara Bölge Satış Sorumlusu Eyüp Demirel, gelen sorular doğrultusunda degustasyonu, neden degustasyon yapıldığını, şarabın saklama koşullarını ve tüketimini açıkladı. Panel sonunda, Üniversite Rektör Yardımcımız Prof. Dr. İsmail Bircan, İşletme Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Halil İ. Ülker, Bölüm Başkanımız Yrd. Doç. Dr. Gül Güneş, Bölüm Başkan Yardımcımız Dr. Gonca Güzel Şahin, panelistelerimize günün anısaına hazırlanan plaketleri takdim ettiler. “Bağdan Kadehe Şarabın Yolculuğu” konulu eğitim Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ertan Anlı tarafından verildi. Tüm gün devam eden eğitimde; şarabın tarihçesi, üzüm çeşitleri, yetiştirilen bölgeler, dünyada ve Türkiye’de şarap, şarap üretim süreci, şarap çeşitleri, şarap tadımının özellikleri, şarabın faydaları, şarap kadehleri, kavlar, şarabın nasıl saklanacağı, iyi bir şarapta olması gereken özellikler, şarap etiketlerinin nasıl okunduğu gibi konular anlatılmış, eğitim, kırmızı, beyaz ve rose şarapların tadımı ile sona ermiştir. “Dünyada ve Türkiye’de Şarapçılık” konulu etkinliğin üçüncü gününde Vinkara Şarap Fabrikası’nın Ankara Kalecik’te bulunan kavına bir gezi düzenlendi. Bak Şarapçılık Genel Müdürü Çağlar Gök ve ziraat mühendisleri tarafından verilen eğitimde öğrencilere bağların özellikleri, Kalecik Bölgesi’nde bağcılık, yetiştirilen üzüm çeşitleri ve özellikleri, bağ bozumu, şarap çeşitleri, fermantasyon işlemi, tanklarda bekletme, fıçılama, şişeleme, etiketleme, kutulama, satış, Türkiye’de ve Dünya’da şarapçılık gibi konular anlatıldıktan sonra öğrenciler Vinkara’nın Avrupa’da birçok yarışmada ödül alan beyaz, kırmızı ve rose şaraplarını güzel bir yemek eşliğinde tatmışlar, ayrıca şarapla ilgili tüm sorularının yanıtlarını uzmanlardan aldılar. 32 Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümünden Doğa Koruma Eğitimi İşletme Fakültesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Gül Güneş, Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı (ÖÇKKB)’nın daveti ile 3 Mayıs 2011 tarihinde Akyaka-Muğla’da Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında; diğer üniversitelerden öğretim üyeleri ve ÖÇKKB’nin yönetim kadrosundan eğitmenlerle birlikte eğitim verdi. ekosistemlerin, dünyanın yaşam destek sistemleri olduğu ve bunların geleceği ile ilgili büyük kaygılar yaşandığını vurguladı. Doğa koruma çalışmalarının günümüzde romantik tabanlı çevreci bir girişim olmanın çok ötesine geçtiğine ve adeta bir zorunluluk haline geldiğine değinen Güneş, bu alanda çalışan uluslararası kuruluşlar ve doğa korumaya ilişkin sözleşmeler hakkında da bilgi verdi. Altı proje uygulama alanındaki paydaş ve ilgili kamu kurumlarının yetkilileri ile yerel yöneticilerini biyolojik çeşitlilik, korunan alanlar, deniz koruma alanları ve yönetimi konularında bilgilendirmek amacıyla tamamı 1-5 Mayıs 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitimde katılımcılara; her gün sabah teorik öğleden sonraları da Dalyan Özel Çevre Koruma Alanı, İztuzu Plajı, Muğla, Akyaka ve yakın çevresinde uygulamalı eğitim verildi. Eğitim kapsamında “Dünyada Doğa Koruma Çalışmaları” konusunu anlatan Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş; biyolojik çeşitlilik ve doğal 33 Liseliler için “Matematikten Esintiler” Atılım Üniversitesi Matematik Bölümü; Mart ayında yapılan matematik yarışmasından sonra 2011 yılından başlayarak yine ortaöğretim kurumları öğrencilerine yönelik “Matematikten Esintiler” başlıklı bir seminer dizisi başlattı. Her yıl bahar ve güz dönemlerinde yapılması planlanan seminerlerde geçmişten günümüze matematiğin gelişimi, matematiğin doğa ve diğer bilimlerle ilişkisi, matematikteki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan yeni uygulama alanlarının yanı sıra bazı matematiksel kavram ve yöntemlerle birlikte oluşmalarında etken olan temel düşünce yapısı ve yaklaşımlar ele alınacak. Böylece hayatımızın hemen hemen her alanında ihtiyaç duyduğumuz matematiğin zevkli yanlarını orta öğretim düzeyindeki öğrencilere göstererek matematiğe ilgi duyan ve seven genç sayısını artırmak amaçlanıyor. Ayrıca henüz orta öğretim düzeyindeyken öğrencilerin üniversitede akademik bir etkinliğe katılmaları bir yandan motivasyonlarını arttırırken diğer yandan da üniversite ortamını tanımalarına olanak sağlanacak. “Matematikten Esintiler “ seminer dizisinin ilki 20 Nisan 2011 Çarşamba günü gerçekleştirildi. Ankara Fen Lisesi, Dr. Rıdvan Ege- Dr. Binnaz Ege Anadolu Lisesi, Özel Aziziye Lisesi ve Mobil Anadolu Lisesin’den 200 civarında öğrencinin katıldığı ilk seminerde Yrd. Doç. Dr. Erdal Karapınar “Babil’de Matematik” konulu bir konuşma yaptı. Katılan okulların öğretmen ve öğrencilerinin olumlu tepkilerini alan seminer dizisi Ankara’daki diğer orta öğretim kurumlarının katılımlarıyla önümüzdeki yıllarda da sürdürülecek. 34 Çocuk İstismarı ve İhmali: Temel Konular ve Türkiye’deki Uygulamalar Panelde, çocuk istismarının, çocukluğun değişen tanımıyla dünyada 60’lı, ülkemizde ise 80’li yıllarda gündeme gelmeye başladığı belirtilerek bugün kabul edilen dört farklı istismar türü (fiziksel istismar, duygusal istismar, cinsel istismar, ihmal) tanımlanmış olsa da çoğunlukla bunların aynı anda görülebildiğine dikkat çekildi. İstismarın önleme, tanı, müdahale/tedavi süreçlerine ve konuyla ilgili yasal düzenlemelere değinilen panelde, istismarın ruh sağlığı üzerindeki etkileri ele alındı. İstismara uğramış olmanın ruh sağlığını her durumda etkilediğini belirten konuşmacılar, bu etkinin istismarın türüne, süresine, istismar edenin istismar mağduruna olan yakınlığına ve istismar mağduru bireyin yaşına bağlı olarak değiştiğine ve çocukluk döneminde yaşanmış olan istismarın etkileri yıllar sonra da ortaya çıkabildiğini söylediler. Çocuk istismar ve ihmali konusunda Türk yasalarındaki düzenlemeler Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine dayandığı ve özellikle son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedildiği belirtildi. Hem istismar mağduru hem de istismar eden bireylerin hak ve gereksinimlerinin gözetildiği adil bir sistemin kurulabilmesinin önemi vurgulanarak buna yönelik ülkemizde ve dünyada yapılmakta olan çalışmalara yer verildi. Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü tarafından “Çocuk İstismarı ve İhmali: Temel Konular ve Türkiye’deki Uygulamalar” başlıklı bir panel düzenlendi. 25 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirilen Panele Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu üyelerinden Sosyal Hizmet Uzmanı Tülin Kuşgözoğlu, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Runa İdil Uslu ve Avukat Hatice Kaynak konuşmacı olarak katıldı. Panel, Psikoloji bölümü öğrencileri ve öğretim elemanları başta olmak üzere Üniversitemiz personeli ve öğrencilerinin çocuk istismarı ve ihmaline yönelik temel konular ve Türkiye'deki uygulamalar hakkında bilgilendirilmesini sağlamıştır. Konuşmacılar, çok boyutlu olması sebebiyle disiplinler arası bir yaklaşım gerektiren çocuk istismarı ve ihmali konusunu ruh sağlığı, toplum yapısı ve yasalar bağlamında ele alarak tartıştılar. Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu’na, panelimize vermiş oldukları destek ve bu alandaki özverili çalışmaları için teşekkürlerimizi sunuyoruz. 35 Geçmişten Geleceğe Türkiye’nin Anayasa Sorunu: Anayasa Yapım Süreci ve Kurumsal Sorunlar Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen “Geçmişten Geleceğe Anayasa Sorunu: Anayasa Yapım Süreci ve Kurumsal Sorunlar” konulu Panel, 29 Nisan 2011 tarihinde Orhan Zaim Konferans Salonun da gerçekleştirildi. da tartışma sonucu gelişebileceğini böylece normal siyasetten, anayasal siyasete geçiş sağlanabileceğini; ikinci olarak 82 Anayasası’nın üzerine düşen 12 Eylül gölgesinin kaldırılmasının toplumsal psikolojisi açısından gerekli olabileceğini, son olarak da, dünyada ki Anayasal gelişmelerin Türkiyeye getirilmesi açısından gerekli olabileceğini söyledi. Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından başlayan Panelin açılış konuşması Rektör Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu ve Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nami Çağan tarafından yapıldı. Yrd. Doç. Dr. Nur Uluşahin konuşmasında öncelikle yeni bir Anayasa değişikliği mi yoksa kapsamlı kısmi Anayasa değişikliği mi yapılmasının gerekliğine kararverilmesi gerektiğini söyledi. Yeni Anayasa’nın halk iradesi ile olması gerektiğini vurgulayan Uluşahin, tasarının geniş bir zamana yayılması gerektiğini tedirginlik yaşanmaması için de ne şekilde, kim tarafından, hangi süre zarfında yapılacağının da önceden belirlenmesi gerektiğini ve tüm siyasi partilerin katılımı ile geniş koalisyon ile yapılmasının etkili ve sağlıklı olacağını söyledi. Oturum başkanlığını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof.Dr. Mustafa Akkaya’nın yaptığı Panel’e, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof.Dr. Mehmet Turhan, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof.Dr. Levent Köker, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doç.Dr. Levent Gönenç ve Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yrd.Doç.Dr. Nur Uluşahin’in konuşmacı olarak katıldı. Panelde ilk sözü alan Prof.Dr. Mehmet Turhan Hans Kelsen’in Temel Norm Kavramı ve En Üst Tanıma kavramlarından bahsederek, etkililik ve kabulün Anayasayı Anayasa haline getiren olgu olduğunu, bir toplum Anayasa değişikliğinden korkuyorsa değişikliği Anayasa maddeleri ile sınırlayabileceğini söyledi. Doç. Dr. Levent Gönenç konuşmasında Türkiye de halkın önemli bir kesiminin Anayasa’nın değişmesini istediğini, bunun üç gerekçesi olabileceğini söyledi ve ilk gerekçe olarak yeni bir Anayasa ile yıllardır tartışılan sorunlara ilişkin meşru bir platform- Doç. Dr. Levent Köker ise asıl sorunun yeni Anayasanın ulusal ve homojen kimlik yaratma konusunda ısrarcı olup olmaması olduğunu, yeni Anayasa da Ulusal Kimlik ve Laiklik gibi anlaşılamayan konuların Anayasa dışı bırakılarak bu konuların gelecekte Anayasaya alınabileceğinin kabul edilebileceğini söyledi. Panelde Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası küçük bir konser verdi. 36 Manyetik Alan Dersleri Artık Daha Kolay Öğreniliyor Dr. Filiz KORKMAZ ÖZKAN Dr. Erhan GÖKÇAY Fizik dersi (PHYS 102) kapsamında öğretilen “Manyetik Alan” kavramı üniversite öğrencilerinin öğrenmekte ve hayal etmekte en çok zorlandıkları konudur. Bunun başlıca sebebi, Manyetik Alan’ın ve etkilerinin günlük hayatta gözlemlenmesinin, hissedebilmesinin kolay olmamasıdır. etkili ve daha kalıcı. Manyetik Alan etkisinin görselleştirilmesi ile konunun daha kolay anlaşılır hale getirilmesi amacıyla Üniversitemiz Yazılım Mühendisliği Bölümü Öğretim Elemanlarından Dr. Erhan Gökçay tarafından, Fizik dersi öğrencileri için manyetik alanı daha anlaşılır hale getiren bir deney uygulanıyor. Ayrıca, mühendislik öğrencilerine, bölüm derslerinde gördükleri, ne işe yaradığını kestiremeyip bazen sıkıcı buldukları devreleri, temel devre elemanlarını kullanarak (direnç, foto-transistor, kondansatör, diyot, gerilim kuvvetlendirici, lazer işaretleyici, bobin, güç transistoru), farklı bir düzenek kurup gösterilebiliyor. Öğrencilerin gösterdikleri ilgi, bizler için, iki hedefimizin de başarıyla sonuçlandığının bir göstergesidir. Fizik temel bilimi kapsamında işlenen bir diğer konu olan Elektrik Alan ise günlük hayatımızın neredeyse her anında kullanılması ve etkilerinin rahatlıkla gözlenmesi nedeniyle çok daha kolay anlaşılabilir bir konudur. Elektrik ve Elektrik Alan uygulamaları sayesinde yaşadığımız mekanları aydınlatıyoruz, asansör ile zahmetsizce katları tırmanıyoruz, telefonlarımızı cebimizde taşıyabiliyoruz, mikrodalga fırında çabucak yemek ısıtıyoruz ve lunaparklarda Elektrik Alan uygulamaları sayesinde eğleniyoruz. Manyetik kaldırma aslında yeni bir buluş değildir. Bu prensibi kullanarak üretilen basit gece lambaları veya küresel dünya maketleri olduğu gibi çok önemli endüstriyel uygulamaları da mevcuttur. Örneğin; Şangay, Çin’de faaliyette olan MAGLEV adlı hızlı tren, manyetik kaldırmayı sürtünmeyi yok etmek için kullanarak, 431 km/h hıza çıkabilmektedir. Burada, Fizik Laboratuvarı’nda yapılan ise, manyetik kaldırma prensibinin piyasada bulunabilen çeşitli malzemelerle uygulanmasıdır. Manyetik Alan aslında en az Elektrik Alan kadar önemli ve hatta farkında olmasak da günlük hayatımız içerisinde örneğin hızlı tren, mikrodalga fırın, asansör, telsiz gibi pekçok alanda yaygınca kullanıyoruz. Eğitim bilimlerince yürütülen çalışmaların gösterdiği gibi deneyerek öğrenme, görerek ya da duyarak öğrenmeye göre daha Manyetik Havalandırma (Magnetic Levitation), Manyetik kuvvet kullanılarak, yaklaşık 3 cm boyunda ve kalem kalınlığındaki bir mıknatısın, kendisine hiçbir şey bağlı olmadan, havada tutularak, Manyetik kuvvetin varlığının ve etkisinin görselleştirilmesidir. Ayarlı kıskaçlar sayesinde, havada duran cismin boyu ve ağırlığına göre ayarlama yapma imkanı da mevcut. Bu şekilde farklı cisimleri havada tutmak da mümkün. Sistem, bir ışık engeli (lazer) sayesinde havada duran cismin düşüp düşmediğini anlayarak, Manyetik Alan’ın gücünü doğru şekilde değiştiriyor ve dengeyi sağlayacak şekilde çalışıyor. Bir cismin havada nasıl durduğunu merak eden öğrencilerimizi Mühendislik Fakültesi A-2 Blok, -2.Katta bulunan Fizik-Elektrik ve Manyetizma Laboratuvarı’na bekliyoruz. 37 Atılım Üniversitesi’nde Mimar Sinan Haftası Etkinlikleri Üç Büyük Camide Akustik Tasarım Mimar Sinan Haftası sebebi ile Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesince düzenlenen etkinlikler kapsamında Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mutbul Kayılı, “Üç Büyük Camide Akustik Tasarım” konulu bir konferans verdi. Mutbul Kayılı, Konferansta asya, avrupa ve afrika kıtalarına yayılmış Osmanlı İmparatorluğunu Osmanlı yapan gücün ve sistemin günümüzde kimsenin farkında olmadığını söyleyerek bu çalışmaları yaptığını belirtti. Mimar Sinan’ın eserlerinde akustik tasarım denemeleri yapan kayıtlı ilk mimar olduğunu belirterek Sinan’ın üç büyük eserinden örnekler verdi. Cami mimarisinin akustik anlamda özel önem taşıdığını söyleyen Kayılı, 50 bin metre küpün üzerinde alanlarda insan sesinin yeterli gelmediğini, örneğin Süleymaniye Cami’nin 80 bin metreküp olduğunu Büyük Mimarın da buna yönelik çeşitli çalışmaları olduğunu belirtti. 38 Bu nedenle Mimar Sinan’ın üç büyük üç küçük camisinde incelemeler yaptığını küçük camilerde insan faktörü de eklenince akustiğin ideal seviyede olduğunu ancak Süleymaniye ve Şehzade Camilerinde bu seviyenin yakalanamadığını belirten Kayılı, Sinan’ın bu sebeple Selimiye Cami’nde yansımayı sağlamak yeni yöntemler geliştirdiğini ve planı değiştirdiğini söyledi. Camiye ait mimari planların da dinleyiciler ile paylaşıldığı konferansta Selimiye Cami’nin mimarisinin diğer camilerden farklı olduğu, sekiz ayaklı bir plan oluşturularak müezzin yerinin ortaya alındığını ve yapı içerisine ağzı açık küpler yerleştirildiğini böylece sesin homojen bir şekilde her noktaya ulaşmasının sağlanabildiği ortaya konuldu. Prof. Dr. Mutbul Kayılı, dünyada akustik sistemlerin 19. yüzyıl amprik yöntemlerin kullanılması ile başladığı halde Mimar Sinan’ın 16. yüzyılda bu çalışmaları yaptığını söyleyerek bu muhteşem bilgi birikiminin nesillere aktarılması gerektiğinin altını çizdi. Sinan Hakkında Birkaç Söz Mimar Sinan Haftası sebebi ile Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesince düzenlenen etkinlikler kapsamında Mimarlık Bölümü Öğretim Üyelerinden Yrd.Doç. Dr. Emel Akın, “Sinan Hakkında Birkaç Söz” konulu bir konferans verdi. Doğumu hakkında bir bilgi bulunmayan Büyük Mimarın dört padişah görmüş uzun ömüründe 300 ila 477 arasında eser verdiğinin değişik kayıtlarda yer aldığının belirterek konuşmasına başlayan Akın, Mimar Sinan’ın mimar başı olarak 50 yıl görev yaptığını ve Kanuni dönemine gelen sürede en büyük eserlerini verdiğini söyledi. Belli başlı eserlerinin hem mimari boyutu hem de hikayeleri ile ele alındığı konferansta, Şehzade Mehmet Camin’in iç özelliklerinin dışa yansıtıldığı, merkezi planın ve geometrik düzenin ön plana çıkartıldığı klasik mimarinin özelliklerini taşıyan, İznik Çinileri ile döşenmiş muhteşem bir yapı olduğu ortaya konuldu. Mimar Sinan ve Eserleri Konulu Sergi Nisan ayının ikinci haftasının Mimar Sinan haftası olması sebebiyle Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi bir dizi etkinlik gerçekleştirildi. Mimar Sinan, yaşı ilerleyen Kanuni’nin kendisi için istediği camiyi, kalfalık döneminin muhteşem eserlerinden biri olarak yine yenilik arayışı ile ortaya koyuyor. Bunardan ilki yüksek lisans Mimarlık Bölümü öğrencileri tarafından hazırlanan ve sergilenen Mimar Sinan ve Eserleri konulu sergi oldu. Konferansta, Mihrimah Caminin zarif mimarisi ve romantik öyküsünün ardından Rüstem Paşa Cami ele alınarak, diğer camilerden farklı olarak kubbeye kadar çini olması ve altında dükkanların bulunmasının Sinan’ın eserlerini ortaya koyaraken kişilerin karakter özelliklerini de gözardı etmediği iddia edildi. Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi 4. katında sergi bir hafta süreyle devam etti. Diğer pek çok eserin ele alınmasının ardından Emel Akın, toplumsal yapıyı analiz, araştıma, teknolojiyi iyi kullanma, gözlem ve sentez gücü ve kültürel donanımın Sinan’ı Mimar Sinan yapan özellikler olduğunu vurgulayarak, “Sinan’ı anlamak sadece yapıları inceleyerek betimlemek değil onu anlamak ve aşmak olmalıdır” dedi. Yrd.Doç.Dr. Emel Akın konuşmasını “bugünün toplumlarını çözümleyebilen yaratıcı, estetiği dışlamayan, bilgiyi öğrenen, taklitten kaçınan, köşeyi dönme değil yarınlara iz bırakmayı hedef seçen bir mimar Sinan’ı gerçekten anlamıştır” diyerek bitirdi. 39 YÜKSEKÖĞRETİMDE ULUSLARARASILAŞMA VE MARKALAŞMA Prof. Dr. İsmail Bircan Rektör Yardımcısı Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki (BİT) hızlı gelişmeler, küresel rekabet, Pittsburg’da (ABD) yapılan G-20 ler zirvesi sonucunda kabul edilen, finansal sistem için gerekli dengeli bir küresel büyüme stratejisi, teknolojide görüen başdöndürücü gelişmeler, sürdürülebilir kalkınma politikaları, işsizlik, v.b çok sayıda değişken eğitim politikalarını ve eğitim arz-talebini etkilemektedir. Günümüzde ulusal, bölgesel ve küresel sorunlara artık sürdürülebilir çözümler üretmek gerekmektedir. Yoksulluğun azaltılması, yolsuzluklarla mücadele, vizyon sahibi, toplum refahını önde tutan, özgürlükçü, nitelikli liderlerle mümkün olacaktır. Kısaca daha nitelikli, konusuna hakim, sorun çözebilen ve geleceği öngörebilen insan kaynaklarının nitelik ve niceliğinin artması ile küresel sorunların üstesinden gelmek kolaylaşacaktır. O nedenle 1990’lı yıllardan bu yana, dünyada yükseköğretime olan talep giderek artmaktadır. Nitekim günümüzde dünyada yaklaşık 18.000 üniversitede 130 milyondan fazla öğrenci yükseköğretim görmektedir. Diğer yandan 2.7 milyon öğrenci kendi ülkelerinin dışındaki başka bir üniversitede eğitim görmektedir. Üniversitelerin sayısının artması, onların rekabetçi ortqamda daha kaliteli eğitim yapmalarını ve Ar-Ge’ye daha fazla kaynak ayırmalarını da beraberinde getirmiştir. Yükseköğretimli insan kaynağı ihtiyacı tarih boyunca gelişme göstermiştir. Nitekim antik çağda, sanayi öncesi toplumda ve sanayi toplumunda bu oranlar sırasıyla yüzde 0.01,yüzde 0.05 ve yüzde 3.0 olmuştur. Sanayi sonrası toplumda yükseköğretim ihtiyacı yüzde 20’ye ulaşmış, bilgi toplumunda bu oranın ise yüzde 60.0 olacağı tahmin edilmektedir. (M.P. Karpenko, 2010). Günümüzde yükseköğretim görenlerin oranı Rusya’da yüzde 27.8, İsviçre’de yüzde 29.9, Hollanda’da yüzde 30.2, Norveç’te yüzde 32.9, G.Kore’de yüzde 32.8, Avustralya’da yüzde 33.0, Finlandiya’da yüzde 35.1, ABD’de yüzde 40.0, Japonya’da yüzde 40.5, Kanada’da - araştırma tabanlı yükseköğretim sunma, ise yüzde 47.0’dir. Görüldüğü gibi gelecek dö- - üniversitenin yerel sorunların çözümüne nemde yükseköğretime olan talep artmaya daha fazla katkı vermesi( yerelden evrensel devam edecektir. üniversiteye yönelmesi) Üniversiteler bireye, bilgi, beceri, yetkinlik ka- - yabancı öğrenci sayısındaki artış, zandırır, yaratıcılık becerilerini ve motivasyonlarını geliştirir. Onlara iş hayatlarında fırsatlar ve - araştırma fonlarının büyüklüğü ile de değerlendirilecektir. Bu göstergeler uluslararasılaşolanaklar tanırlar. ma ve markalaşmayı hızlandıracaktır. MarkaÜçüncü binyıla girdiğimiz bu dönemde üniver- laşmada ise, öğrenci odaklı eğitim yapma, staj siteler de değişmeye devam etmektedirler. Bu olanakları, mezunların istihdam edilebilirlik bağlamda, bilim odaklı 1.kuşak üniversiteler, eğitim ve araştırma odaklı 2.kuşak üniversi- yüzdesi, potansiyel yerli ve yabancı öğrenci telere dönüşmüşlerdir. Ancak bu hızlı değişme çekme düzeyi gibi değişkenler söz konusu olave gelişmeler karşısında, girişimci, yenilikçi, caktır. Uluslararasılaşma önemli bir kriter olarekabetçi ve toplumla bütünleşen, ayrıca üre- rak karşımıza çıkacaktır: Yapılan araştırmalartim yapabilen 3.kuşak üniversitelere yönelim da, mezunların analiz yeteneğinin geliştirilmesi başlamıştır. ilk sırada, istihdam edilebilirlik 2.sırada ve etkin 3.kuşak üniversiteler temelde araştırma üni- mesleki eğitim 3.sırada en fazla üniversitelerversiteleri olmaları, araştırmaları disiplinler den beklenen işlevler olarak ortaya çıkmıştır. arası yapmaları, tasarım ve yaratıcılıkta önde (Fransa, Bologna Araştırması 2004) olmaları, finansman kaynakları bakımından Sonuç olarak, üniversiteler; iyi yetişmiş, sorgudevlete bağımlı olmamaları, çok kültürlü (çok layan, katılımcı, amaç odaklı, sorumluluk sahifarklı ülkeden öğrenci çekmeleri) ve uluslarabi, mesleki bilgilerle teknoloji odaklı donatılmış, rasılaşmaları ile öne çıkmaktadırlar. değişime ve yeniliğe açık, istihdam edilebilir Günümüzde, modern üniversitelerin işlevle- insan kaynakları yetiştirdiklerinde ve bunu ri arasında, araştırma, eğitim-öğretim, proje evrensel ölçülerde yaptıklarında uluslararasıyapma, bilgiyi pazarlama ve nitelikli insan gücü laşmaları ve markalaşmaları artacaktır. Diğer yetiştirme bulunmaktadır. Kamu kaynaklarıyandan sayıları 170’e ulaşan Türk üniversitelenın yükseköğretime tahsisinde yetersizliklerinin daha fazla yabancı öğrenci çekmeleri ve rin olması, teknopark sayılarının artması ve teknoloji üreten firmaların üniversitelerle sıkı dışa açılmaları ile yakın gelecekte toplam yaişbirliğine gitmeleri, interdisipliner araştırma- bancı öğrenci sayısıları 19.000’den 75.000’lere ların ve yükseköğretimde uluslararasılaşma- çıkabilecektir. nın artması 3.kuşak üniversitelere dönüşümü Kaynakça hızlandırmıştır. Diğer yandan yükseköğretimde kalite güvencesi, akreditasyon, tanılırlık ve öğrenci ve öğretim üyesi değişimi de uluslararasılaşmayı olumlu yönde etkilemiştir. Geleceğin üniversiteleri ayrıca markalaşmada önemli atılımlar yapmak zorundadırlar. Zira üniversiteler ayrıca; - iş piyasası ile sıkı işbirliği yapma, 40 Bircan, İ (2010) Üçüncü Bin Yılda Üniversitelerin Yeni Tanımı ve İşlevleri. Dünya Üniversiteler Kongresi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Karpenko, M.P. (2010) Yükseköğretim, Uluslararası Uzaktan Eğitim Kongresi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Karpenko, (2008). The Emergence and Development of Distance Education, Russian and Society. DOSYA SİYASET KÜLTÜRÜ VE SİYASET ÜSLUBU Öğr. Gör. Kemal Utku İşletme Fakültesi Anafartalar Caddesi, eski Ankara’nın en büyük caddelerinden birisidir. Samanpazarında Müzikli Esentepe Aile Gazinosunun önünden başlar, tarihi Adliye binasına varır ve biraz daha aşağıda Ankara Kalesine bir göz attıktan sonra Ulus Meydanındaki heykelin önünde biter. Ulus Meydanı benim çocukluğumda, Ankara’nın merkeziydi; Kızılay’dan daha önemliydi. Partilerin seçim öncesi mitingleri, grevler, yürüyüşler hep Ulus’ta yapılırdı. Biz mahalle çocukları, dört gözle bu gibi toplantıları bekler, günün sonunda renkli seçim afişlerini ve elden dağıtılan propaganda bildirilerini toplayıp mahallenin eskicisine satardık. Bir keresinde hiç unutmam yerde İsmet İnönü’nün (Sovyetler Birliğinden olduğunu daha sonra babamdan öğrendiğim birisiyle) el sıkışırken çekilmiş kart postal büyüklüğünde bir resmini buldum. Bir heyecanla eve getirdim, babama resmin ve altındaki yazıların anlamını sordum . Resmin altında, ‘Memleketi komünistlere satacak bu adama mı oyunuzu vereceksiniz ; bu vatan hainine ortak olmayın’ yazıyormuş. ‘Peki, İnönü bizi kurtarmak için savaşanlardan değil miydi?’ diye sorduğumda, babam ‘haklısın ama bunlar kirli siyaset oyunları, büyüyünce daha iyi anlarsın’ diyerek savmıştı beni başından. İşte benim Türk siyasetiyle ilk tanışmam böyle oldu... Bu arada şunu da ekleyeyim; o, benim bulup eve getirdiğim resmin Anadolu’nun hemen her köyüne, kasabasına bir siyasi parti tarafından dağıtıldığını da daha sonra başka bir vesileyle lıklı olarak şehirli, ileri decede sanayileşmiş öğrendim. bir toplumdur. Eğitim düzeyi yüksektir. Diğer önemli bir faktör olan toplumsal türdeşlik ve Geçenlerde İsveçli bir arkadaşımla konuşuyorfarklı olma açısından incelendiğinde hatırı saduk. Kendisi otuz yılı aşkın bir süredir İsveç’in yılır bir göçmen nüfusa ve kuzeyde yaşayan en yuksek tirajlı gazetelerinden Expressen’ etnik azınlığa rağmen hala homojen bir toplum de çalışır; İsveç’te talebeliğim zamanında taözelliği gösterir. nışmıştık. Türkiye’ yi iyi bilir. Laf döndü dolaştı son zamanlarda hepimizi rahatsız eden Türk iç Siyasal sistemin temel amaçları ve bu amaçsiyasetindeki gerginliklere ve yakışıksız siyaset lara ulaşma araçları üzerinde önemli bir uzlaşüslubuna geldi. Her ikimizin de ortak gözlemi, ma vardır İsveç’te. Normal olarak var olan çıkar ülkemizde siyasetin , özellikle Referandum ve siyasal görüş farklılıklarından kaynaklanan süreciyle başlayan erozyonunun yakında yapı- rekabet ve tartışmaların belli kurallar ve sınırlı lacak genel seçimlere doğru gittikçe hız kazan- araçlarla karara bağlandığı bir düzendir bu. Gamakta olacağı, yerini arzu edilmeyen olaylara zeteci dostumun vurguladığı üzere ülkesinde bırakabileceği ve siyaset sahnesinde yaşanan siyasi seçimlerin katı bir kutuplaşma ve kanlı bu gerilimin kademe kademe tabana doğru bir hesaplaşma haline dönmesi düşünülemez. yansıyabileceği yönündeydi. Siyasetçiler, uygar Siyasal üslubun seviyesizleşmesi ve tehditkar bir üslupla tartışarak çözebilecekleri sorunbir tutum takınması olasılığı da keza .Şiddet, ları söz düellosuna çevirdikleri ve birbirlerine İsveç siyasal kültüründen dışlanmıştır. Seçimolmadık hakaretler ve suçlamalar getirdikleri leri hangi partinin kazandığı çok önemli değildir içindir ki, gerilim sokaklara taşmıştı . Bundan zira bütün partiler benzer vaatlerde bulunurlar. oluşan faturayı da milletçe hepimiz ödemek Seçim günü adeta bir karnaval günüdür. Ailedurumundaydık. ler çocuklarının ellerinden tutarak oy vermeğe Arkadaşımla sohbetimiz daha sonra, biraz da giderler, daha sonra da ya dondurmacıya ya da kendisinin İsveçli olması nedeniyle, o ülkenin bir parka mı ‘diyecektim ki, arkadaşım bana; ya siyasal kültür birikimi ve özellikleri üzerinde da bir kadeh Schnapps devirmeye’ diye ekledi. odaklandı . Dolayısıyla siyaset kültürünü ve üslubunu geİsveç , siyasal kültürü etkileyen bir faktör olan lişmiş ülkeler düzeyine çıkarmak yine siyasetsosyo -ekonomik açıdan baktığımızda ağır- çilere düşüyor. 41 DOSYA NE KADAR GERÇEK O KADAR GERÇEK! Ar. Gör. H. Serdar Hoş Hukuk Fakültesi “Politika” Türk Dil Derneği’nin sözlüğünde “devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı” olarak tanımlanmış. Sözlükten gerçek hayata uzanan patika yola adım attığımızda politikanın yani devleti yönetme sanatının nasıl şekillendiği ve bunu icra edenlerin nasıl bir üslup kullandıkları seçim döneminde biz seçmenler açısından büyük önem taşımaktadır. Kendi yorumumla gördüğüm kadarıyla ülkemizde bu sanat zanaatla sınırlı kalıyor. İzlenen stratejinin (eğer bir strateji varsa) politik söyleme yansıması ya da siyasilerimizin politika üslubu ne derece sanatçı özeni taşıyor? Bu yazı biraz daha genel çerçevede kalarak siyasetin üslubu ve genel sistemin üslubunu paralel değerlendirmeye tabii tutmayı amaçlıyor. Kadrajın dışında kalanlarla içinde kalanlar arasındaki bağ kopmadan bir tablo sunmak zor olsa da bunun için uğraşmaya değerdir ve bu yazıda bu bulanık tablonun biraz daha netleşmesi için çabalayacağım. Üslüp bir yapış biçimidir ve bir yapışın sadece bir biçimini oluşturur. Buradan yola çıkarak ulaşacağımız sonuç bir yapışın onlarca biçimi olabilir ve doğal olarak onlarca üslüpla gerçekleştirilebilir. Asıl olan o biçimlerden hangisini seçtiğiniz ve o seçtiğiniz biçimin oluşturduğu üslubunuzdur. Doğa bilimlerinde bu biçimler nettir, tartışma götürmez bir sınırlılıkta ve sayıdadır. Fakat hukuk gibi normatif bir bilimde ya da siyaset bilimi alanında bu netlik daha bulanıklaşır. Kendine has bir üslup ancak bu tarz bilimlerde oluşabilir. Üslübu oluşturan unsurlardan en önemlisi kavramları nasıl tanımladığınızdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki kavram dilinin oluşumunda başrolü felsefe oynar ve aslında Deleuze’nin de dediği gibi felsefe, kavramı yaratmaktır. Tabii ki bu felsefenin içeriği açısından da dil çok büyük önem taşır. Kavramlara yaklaşımınız ve kavramları nasıl tanımladığınız genel üslubunuzu belirler. Çünkü kavramlar nesnenin, bir duygunun ya da düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımıdır ve siz onu somutlaştırmaya çalışırken bir yöntem belirlersiniz. Bu yöntem belirleme işi bizi günümüz değerlendirmesinde “imgeye” ve daha sonraki aşamada “simgeye” götürür. Siyasilerde bu imge oluşturma daha sonra bunu bir simgeyle somutlaştırmak üzerine bilerek ya da bilmeyerek kendiliğinden yoğunlaşırlar. Peki, kavramları imgeleştirmek daha sonrada simgeye indirgemek bizi nereye götürür? Tarihsel süreçte kavramlara dair söylenmemiş ve yazılmamış pek bir şey kalmamıştır aslında fakat her yeni koşul aynı sorulara başka cevaplar yaratma çabasını birlikte getirir. Belli bir kavrama her yüzyıl, kendi bakış açısıyla farklı içerikler belirler ve bu kavramlara yönelen her yeni soruyu farklı cevaplar. Bu cevaplarsa kavram merkezlidir. Örneğin mutluluk, özgürlük, aşk, sevgi vb. kavramlara her yüzyıl farklı bakmış ve bu kavramlara yönelik sorulara farklı cevaplar vermiştir. Kavramları resmetmek, somutlaştırmak imkânsıza yakın bir çabadır ki Nazım Hikmet Abidin Dino’ya “mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye sorarken bunun ne kadar imkânsıza yakın bir eylem olduğunu yansıtıyordu ve işin kolayına kaçmamasını, imgelerle ve simgelerle resmetmemesini istiyordu. Kavramın resmi çizmek ya da bir başka yolla somutlaştırılması imkânsıza yakın olduğu için içeriği hakkındaki tartışma, yeni görünen fakat aslında farklı biçimde yorumlanmış cevaplardan ibarettir. Kavram üzerine düşünceler geliştirebilirsiniz ama imge hakkında düşünceler değil ancak yorumlar geliştirebilirsiniz. Daha sonra bu imgeyi de simgeleştirdiğinizde yorumlar da gittikçe daralacaktır. Bu noktada tartışmanın kısırlaşması da başla- 42 DOSYA yacaktır. İmge ve simge, somutlaştırırken bizi kavramdan uzaklaştırır. Özellikle günümüzde bu sadece siyasi açıdan değil “büyük makine” açısından da bizi sarmalamıştır. Ben de zor bir işe girişip anlatımımı daha anlaşılır kılmaya çalışacak olursam en iyi örnekleri reklamcılık alanından verebilirim diye düşünüyorum. Kavramların bize reklam yoluyla imgeleri sunulur, sonra simgeleştirilir ve bunları elde edersek o kavrama ulaşacağımız bilinçaltımıza işlenir. Mesela bu eşleştirmelerden bazıları; “dondurma-aşk”, “kola-mutluluk”, “araba-huzur ve yaşam tarzı”, “beyaz eşya-kadın olmak”, “telefon hatları-genç olmak” gibi örnekler çoğaltılabilir. Aslında bu ürünlerin kavramlarla bire bir ilişkisi yoktur ama siz bunu böyle algıladığınız sürece bu döngü devam edecektir. Amaç gerçekleşmiş yani tanıtım-satış gerçekleşmiş olduktan sonra sizin âşık, mutlu ya da huzurlu olup olmadığınız imgeyi size sunanları ilgilendirmez. Siz bunları parayla elde edebileceğinizi düşündüğünüzde amaç gerçekleşmiştir ve bu gerçekleştiğinde kavramdan olabildiğince uzakta bulursunuz kendinizi. gelmiyorsa bunlar, imgesel düşünüyor, simgesel boyutta yaşıyor ve hareket ediyorsunuz demektir. Çünkü imgeler ve onun uzantısı simgeler kanamaz, yaralanmaz ve ölmez. Ama kavramların içlerini boşaltıp, tartışmaya kapatırsanız kavramlar yıpranır, yaralanır, ölür ve ya kendi gerçeğinden uzaklaşıp başkalaşır. İşte o zaman bir Kızılderili atasözüne benzer şekilde sistemin yani “büyük makinenin” su yerine içilemeyecek, yemek yerine yenilemeyecek ve düşünmek için kullanılamayacak bir insan tasarımı imge olduğunu anlayacağız. Söz konusu sistemin adına ister kapitokrasi ister politokrasi diyelim kavramlar üzerine tartışmayı ve bir kavram dili oluşturmayı başaramadığımız sürece siyasetin yapılış biçiminin insan kavramına hizmet etmeyeceği açık bir şekilde ortadadır. Siyasette kavramların imgeleştirilerek düşündürülme ve simgesel boyutuna değinilecek olursa; türban-özgürlük, oy-demokrasi, anayasa-kimlik, para-refah, bayrak-vatanseverlik, Atatürk rozeti-Atatürkçülük, Che fotoğrafı-sosyalistlik vb. örneklerle karşılaşmaktayız. Türban üzerinden özgürlük, anayasa üzerinden kimlikler, sadece oy kullanarak demokrasi, paranın çokluğuyla refah, bayrakla vatanseverlik ancak imgesel bir düşünce ve simgesel boyutta tasavvur edilebilir ki günümüzde bu durum böyledir. İmgelerin kavramları karşılamadığı için ve medeni tartışmalarda olduğu gibi kavramlar üzerine tartışılmadığı için siyasi üslupta kavramsal değil imgesel düşünce ve simgesel boyutta kalmaktadır. Bu nedenledir ki ne kadar çılgın projeniz olursa olsun gerçeğe dokunamazsınız, gerçek bir kavramın belki ne olduğu konusunda net bir uzlaşma olmayacaktır ama o kavramın ne olmadığı konusunda net bir uzlaşma asgari olarak doğabilir. Ancak bu şekilde kavram diliyle konuşulabilir ve gerçeğe bir adım daha yaklaşılabilir. İmgesel düşünerek simge boyutuna indirgenmiş siyasi üslupla ancak imgesel tasarımlı simgesel bir dünyada kavramdan ve gerçeklikten uzak bir siyasi dünya yaratılır ki bu da siyaset kavramından uzak imgesel bir siyasi dünya yaratır. Bu nedenledir ki hep denir; Türkiye’nin gerçek sorunları bunlar değil çünkü sorun diye bize sunulanlar imgesel ve simgeseldir, gerçek değil. İmgesel düşünme ve simgesel boyut sizi kavramdan uzaklaştırdığı ölçüde tehlikelidir. Simgesel boyut, kavramı rafa kaldırıp size sunulanı kabul edişi içerdiği için bireyleşmenin önüne geçer, dolayısıyla farklılaşmayı engeller. Toplumsal yaşamda çelişki gibi görünen şeyler farklılıklardır. 20. Yüzyılda bu çelişkileri hata olarak gören ve bu çelişkileri ortadan kaldırmaya çalışan Nazizm gibi hareketlerin insanlığa yaşattıkları facialar ortadadır. Farklılıkların giderilmesinden çok korunması gerekmektedir ve bu koruma da kavramları merkeze alarak yapabileceğimiz bir korumadır. Ancak bu şekilde makineleşmeden insancıl olana ulaşabiliriz. Belli bir formda bize sunulanı hemen kabul ediş bizi sistemin bir parçası haline getirir. Bu durum da mevcut sistemin devamını sağlar ki insanın makineleşmesi açısından istenen de budur. Makineler siyaset yapamaz ancak verilen komutlar bağlamında hareket ederler ve bu mevcut sistem açısından bazı çıkar mekanizmalarının işine gelir. Çünkü aslında insan da bir kavramdır ve bir makineyle simgeleştirilmek istenmektedir. Bu makine parayla çalışır, çıkarlarıyla yaşar, çatışmayla düşünür, kanla beslenir. Okurken ne kadar garip gelirse gelsin yaşarken bu kadar garip 43 GÜNDEM ÇEVRECİ PROTESTO HAREKETLERİ Yar. Doç. Dr. Hayriye Özen İşletme Fakültesi Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de son yirmi yılda çevreci protesto hareketlerinde dikkate değer bir artış yaşanıyor. Türkiye’deki çevreci protesto hareketleri, ulusal düzlemde faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşlarının desteğini almakla birlikte, genellikle yerel düzlemde doğmakta ve yerel bağlamda çevreye ilişkin olarak deneyimlenen çeşitli sorunlara dikkat çekmekteler. Daha spesifik olarak vermek gerekirse, bu hareketler genellikle birtakım büyük ölçekli yatırımların yol açtığı veya açabileceği çevresel tehditlere dikkat çekerek bu yatırımlara ve bu yatırımlara yön veren politikalara muhalefet etmektedirler. 1990’ların hemen başında doğan ve dikkate değer çevresel tehditler içeren altın madenciliğine ilişkin bir itirazı dile getiren Bergama hareketi, Türkiye’deki çevreci protesto hareketlerinin ilk ve oldukça etkili örneklerindendir ve hem ilklerden olması hem de etkili olması nedeniyle daha sonra doğan protesto hareketlerinin taleplerinin ve pratiklerinin şekillenmesinde kritik bir rol oynamıştır. Tıpkı Bergama hareketi gibi Artvin, Uşak, İzmir, Çanakkale, Balıkesir ve Niğde gibi şehirlerde de altın madenciliğine muhalefet eden protesto hareketleri doğmuş ve çeşitli biçimlerde seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Altın madenciliğine karşı çıkan bu hareketlerin yanısıra Mersin ve Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santrallere, Allianoi ve Hasankeyf gibi tarihi-kültürel alanları tahrip edecek baraj projelerine ve son yıllarda Karadeniz bölgesi başta olmak üzere pek çok bölgede ve çok sayıda alanda yapılan veya yapılması planlanan hidroelektrik santrallerine (HES) karşı da irili-ufaklı protesto hareketleri doğmuştur. Neden çevreci protesto hareketleri son yıllarda dikkat çekici bir oranda artmıştır? Bu soruyu tatmin edici bir biçimde cevaplamak için sorunun içeriğini biraz daha netleştirmek gerekiyor zira bu soru kendi içinde iki farklı soru barındırıyor. Bunlardan birincisi, neden ‘çevreye yönelik talepler’ dile getiren hareketlerde önemli bir artış gözlemleniyor, ikincisi ise neden çevreye ilişkin talepler ‘protesto hareketleri’ yoluyla dile getiriliyor sorularıdır. Bu soruları Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kurumlarını şekillendiren hakim yapıları dikkate almadan cevaplamak pek mümkün değildir. Türkiye ekonomisinin 1980’lerden bu yana dünya kapitalizminin geçirdiği değişiklikler paralelinde neoliberal bir şekil alması, ‘çevreye yönelik talepler’in artmasının gerisindeki en önemli nedendir. Neoliberal dönüşüm doğrultusunda özellikle Türkiye gibi geç sanayileşen ülkelerde genelde sermayeye özelde yabancı sermayeye neredeyse mutlak bir öncelik verilmesi eğilimine girilmiş ve bu çerçevede sermayenin bir yandan hemen her istediği yerde faaliyetlerini sürdürmesine izin verilmiş, diğer yandan ise düşük maliyetli cazip yatırım fırsatları sunma güdüsüyle doğal çevreye ilişkin tedbirler gözardı edilmiştir. 44 Yukarıdaki ikinci sorunun, yani çevreye yönelik taleplerin neden protesto hareketleri yoluyla ifade edildiği sorusunun, cevabını ise Türkiye’nin oldukça dar bir şekilde yapılandırılmış kurumsal siyasetinde aramak lazım. Protesto hareketlerine odaklanan akademik yazında da altı kalınca çizildiği üzere protesto hareketlerinin veya daha genel olarak toplumsal hareketlerin doğmasında mevcut kurumsal siyasetin bazı toplumsal taleplere ve bu talepleri dile getiren toplumsal gruplara kapalı olması oldukça kritik bir rol oynar. Türkiye’nin kurumsal siyaseti, pek çok başka talep için olduğu gibi, yerel toplumsal grupların çevreye ilşikin taleplerini aktarabilecekleri siyasi kanalları içermiyor. Bu durumda, yerel toplumsal gruplar kurumsallaşmamış siyaset yapma biçimlerinden biri olan protes- gün süren yürüyüşlerin yapılması gibi) etkili olmaktadır. Protestocuların taleplerini duyurmadaki tüm başarılarına karşın, taleplerinin karşılanması yönündeki kazanımları sınırlıdır. Özellikle siyasi erkin çevreci protestolara yönelik tutumu bir yandan bu protestoların dile getirdikleri talepleri tamamen gözardı etmek diğer yandan da protestocuları çeşitli ithamlarla itibarsızlaştırmak, stigmatize etmek ve böylece ‘hasım’ olarak ilan etmek yönündedir. Siyasi iktidarın neoliberal ilkelere son derece bağlı olduğu dikkate alındığında çevreci protesto hareketlerinin taleplerine yönelik tutumu çok şaşırtıcı değildir zira çevreci protesto hareketlerinin seslendirdikleri talepler günümüzde neoliberal hegemonyaya karşı yükseltilen en önemli itirazlardan birini oluşturmaktadır. Diğer yandan, siyasi er- tolara yöneliyorlar ve bu yolla taleplerini hem kamuoyuna hem de çeşitli siyasi aktörlere ve siyasi erke duyurmaya çalışıyorlar. Peki, taleplerini protestolar yoluyla iletmeye çalışan çevreci hareketler amaçlarına ne ölçüde ulaşıyorlar? Ya da, çevreci hareketlerin talepleri siyasi erk tarafından dikkate alınıyor mu? Türkiye’deki çevreci hareketlerin başlangıçtan bu yana medyanın ve kamuoyunun dikkatini çekmekte kayda değer bir başarılarının olduğu söylenebilir. Bu başarıda protestocuların dikkat çektiği çevresel sorun ve tehditlerin boyutu (Artvin’de doğal yaşlı orman alanı ve Kazdağları gibi alanlarda madencilik yapılmasının ve Karadeniz bölgesinde Fırtına Vadisi gibi alanlarda hidroelektrik santrallerinin kurulmasının doğuracağı çevresel tehditler gibi) ve protestocuların belli bir yaratıcılık ve ciddi bir fedakarlık isteyen eylemleri (protestolarda kefen giyilmesi, köylülerin rap yapması ve çeşitli yörelerden Ankara’ya 40 kin protestocuları itibarsızlaştırarak ve stigmatize ederek hasım ilan etme çabaları, yine çok da şaşırtıcı olmamakla birlikte, demokratik siyaset açısından kaygılandırıcı niteliktedir. Siyasi erk, protestoculara yönelik bu tutumu ile, izlediği politikalara muhalefet edenleri meşru siyasetin dışına itmek ve böylece kendi politikalarına muhalif taleplerin dile getirilemeyeceği bir siyasi alan yaratmak, ya da diğer bir deyişle, otoriter ve dayatmacı bir siyaset yürütmek isteğini sergilemektedir. Ancak, karşılanmayan fakat bastırılan toplumsal talepler kaybolup yokolmaz, tam tersine karşılanmayan birtakım başka toplumsal taleplerle biraraya gelerek daha güçlü bir itiraz yükseltme ve muhalefet etme potansiyelini her zaman barındırırlar. Aslında Türkiye’deki çevreci protesto hareketlerinin gerek taleplerinin gerekse sayılarının giderek artıyor olması da bu duruma gayet net bir örnek teşkil etmektedir. 45 GÜNDEM DUYARLILAŞTIRILMIŞ BOYA GÜNEŞ PANELİ (DBGP) geçmesiyle bir akım oluşmaktadır. Oluşan tipik silikon hücresinin iki çeşit silikon katmanı vardır. Bunlardan birisi, güneş ışığından fosfor yardımıyla negatif yüklenir diğeri ise bor yardımıyla pozitif yüklenir. Bu iki katmanın sınırlarında ki boşluktan kaynaklanan yük iletimi sorunu vardır. Bunu çözmek için hücrenin ön ve arka taraflarına metal malzeme temas ettirilerek gücün hücre dışına çıkması sağlanır. Fotovoltaik teknolojisindeki önemli sorunlardan biride p-katkılı alandan atılan yeni elektronun diğer p-katkılı kristalin bu elektronu kapmasıdır. Bu yüzden hücrenin verimi düşmektedir. Silikon pahalı bir malzeme olduğundan maliyeti düşürmek için birçok pratik engelle karşılaşılmaktadır. Silikon güneş hücrelerinin verimleri şöyledir: tek kristalli silikon hücre %18, çok kristalli silikon hücre %15 ve kristal olmayan silikon hücre %10 verimliliktedir [2]. Yrd. Doç. Dr. Jongee Park Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü Neşe Kaya Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü 4.sınıf öğrencisi Duyarlılaştırılmış boya güneş paneli (DBGP), silikon güneş piline nazaran daha düşük fiyatta üretim sağlamaktadır. Üretim birim fiyatı yaklaşık 1/5 oranındadır. Düşük fiyat özelliğine rağmen yüksek verimliliğe sahiptir. Aynı zamanda da çeşitli renk ve saydamlık özelliğiyle kullanım alanları oldukça geniştir. 1991 yılında, ilk DBGP verimi %7,1 olarak ilan edilmiştir. DBGP sistemi fotosentez enerji formunu taklit etmektedir. 2005 yılında verimi %11’e çıkmıştır. Dünyanın en görkemli ve temiz enerji kaynağı Güneş enerjisidir. Güneş enerjisi hem bol, hem sürekli ve yenilenebilir hem de bedava bir enerji kaynağıdır. Yakıt sorununun olmaması, işletme kolaylığı, mekanik yıpranma olmaması, modüler olması, çok kısa zamanda devreye alınabilmesi (azami bir yıl) gibi nedenlerle dünya genelinde güneş enerjisi kullanımı sürekli artmaktadır. Dünya’nın tüm yüzeyine bir yıl boyunca düşen güneş enerjisi, dünyanın bilinen kömür rezervinin 157, petrol rezervinin 516 katıdır [1]. Güneş enerjisi, fotovoltaik piller olarak da anılan güneş pilleri vasıtasıyla elektrik elde etmede kullanılabilmektedir. Güneş pilleri, elektrik enerjisinin gerekli olduğu her uygulamada kullanılabilir. Birçok güneş pili çeşitleri ve uygulamaları dünyanın enerji sorununa çözüm bulmak için vardır. En çok tercih edilen güneş hücre tipi da fotovoltaik (PV) olarak bilinen geleneksel silisyum güneş hücresidir. Kristallerin geleneksel silisyum güneş hücreleri, iki tip kullanılır. Biri n-katkılı; serbest elektrona sahip olan diğeri ise p-katkılı; elektron eksikliği olan kristallerdir. Bu iki kristal birleştirildiğinde, n- katkılı kristaldeki serbest elektron p-katkılı kristalde bulunan elektron boşluğuna doğru hareket ederek bir döngüyü başlatır. Güneş ışınlarının hücre yüzeyine çarpmasıyla oluşan serbest elektronun n-katkılı kristalden p-katkılı kristale Bu hücrede kullanılan en önemli malzeme ise nanotitanya’dır (TiO2). Nano boyutlu TiO2 yüzey alanını arttırmak için kullanılmaktadır böylelikle boyanın yüzeye tutunmasıyla daha fazla güneş ışığını emmesi sağlanır. TiO2 anodu (-) ve katodu (+) flor katkılı kalay oksit (FKO/ F:SnO2) camına baskı yöntemiyle hazırlanır. FKO camının özelliği iletken olmasıdır. Anodun (-) hazırlanması için, TiO2, kaplamalı geçirgen iletken oksit (TCO) üzerine tav edilir ve sonrasında boya (TCO yüzeyine fırça yardımıyla uygulanmaktadır), tav edilmiş olan TiO2 üzerine emilimi sağlanmaktadır (tav edilme koşullarının değiştirilmesi katot(+) yüzeyin morfolojisini değiştirmektedir.). TCO üzerine ısıl parçalanma (yaklaşık 400oC sıcaklıkta tutularak hazırlanmaktadır) yolu kullanılarak DBGP’nin katodu hazırlanmaktadır. ODTÜ’de yapılan araştırmanın sonucunda DBGP verimi 2.36% 46 GÜNDEM olarak ölçülmüştür. Katodun tavlanma sıcaklığının yüzey morfolojisini değiştirmesi sonucunda ise en yüksek verimin 550oC sıcaklıkta 2.89% olarak belirlenmiştir. Tipik bir DBGP (Şekil 1) geniş bant aralığı yarı iletken oksit, elektrolit, duyarlaştırılmış boyadan ve elektrot sayacından oluşmaktadır. Hücrenin anot (-) kısmında, şeffaf iletken oksit (ŞİO/TCO) cam üstüne sinterlenmiş TiO2 tozları ile boya emilimi sağlanmaktadır. Bu emilim işlemi ışığın ve nemin olmadığı bir ortamda yaklaşık 4-8 saat bekletilerek gerçekleşmektedir. Katot (+) kısmında ise ikinci bir TCO vardır ve üstü katalizatör ile kaplanmıştır. Bu iki cam arasındaki kalan boşluğu elektrolit (elektrolit çiftleri: I-/ I3-) ile doldurulmuştur. Çalışma prensibi (Şekil 2) şöyledir; boya güneş ışınından gelen elektronları emer. Boya uyarıldıktan sonra üzerindeki elektronu iletken bant üstüne enjekte eder. Uyarılmış boya elektron tarafından tekrar oluşturulur bunu da tipik elektrolit organik çözücü içinde yapar. Oksitlenmiş boya elektrolitten alınan elektronla tekrar oluşturulur. Elektron döngüsü şekilde de görüldüğü gibi anottan katoda doğrudur. Bir DBGP verimliliği kesinlikle tercih edilen boyaya bağlıdır. Boyanın özellikleri oldukça önemlidir. Boya iyi emilimli olmalı çünkü güneş ışığını ne kadar iyi emerse o kadar elektron ile iş yaparak verimi arttırır. Elektron transferinin iyi olması için boya elektrolit ve TiO2 özellikleri mutlaka kontrol edilmelidir. 20 yıl boyunca doğal ışığa maruz kalarak bozulmaması ekonomik yönden etkili olmasını sağlar. Bu durumu bugüne kadar en iyi Rutenyum (Ru) ve Osmiyum (Os) bazlı boyalar sağlamaktadır [3]. Şekil 2- DBGP çalışma prensibi EİE’nin (Elektrik işleri etüt idaresinin) yaptığı çalışmalara göre geçtiğimiz son beş yılda dünya genelinde PV üretimi yıllık % 30 civarında bir büyüme oranına sahip olarak, 2006' da dünya genelindeki toplam kurulu güç kapasitesi 2000 MW'a yaklaşmıştır. Türkiye'de ise 1 MW civarındadır. Güneş enerjisi teknik potansiyelimiz 76 Milyon Ton Eşdeğer Petrol (TEP) büyüklüğündedir. Bu potansiyelin ısı enerjisi olarak kullanımı kapsamında, 12 milyon m2 alanlı güneş kolektörleri ile 420 Bin TEP’lik bölümünü değerlendiriyoruz. Diğer ülkelerde ulaşılan en büyük kolektör kullanım değerinin kişi başına 0.5 m2 olduğu düşünüldüğünde, yaklaşık 850 Bin TEP'lik potansiyeli de kullanabilmemiz sözkonusudur [4]. Bazı Avrupa ülkelerinde, ilk yatırım maliyetinin yüksek olmasına çözüm olarak; geri ödeme dönemi uzun, düşük faizli kredi imkanları oluşturulmakta ve maliyetin belli bir kısmına sübvansiyon uygulanmaktadır. Ülkemizdeki yasal düzenlemeleri tekrar yapılandırılarak, üretici ve tüketicilerin teşvik edilmesi sağlanabilecek ve diğer ülkelerdeki gibi ülkemizde de güneş pillerinin kullanımı yaygınlaşabilecektir. Referanslar 1. www.fotonas.com/faydali-bilgiler/4535194477 2. www.solarnenergy.com/eng/info/show.php?c_id=3830 3. H. B. Giray, METU, The effects of platinum particle size to the efficiency of a dye sensitized solar cell . 4. http://www.eie.gov.tr/turkce/yek/gunes/tgunes.html Şekil 1-DBGP bant aralığı 47 GÜNDEM ENERJİ ÜRETİMİNDE KÖMÜRÜN GELECEĞİ VE TÜRKİYE’DE DURUM Polonya’da %92, Avustralya’da %77 , Çin ve Kazakistan’da %70, Hindistan’da %69 , İsrail’de % 63, Çek Cumhuriyeti’nde % 60, Fas ‘ta %55, Yunanistan’da %52, A.B.D.’de % 49, Almanya’da % 46’dır. Afşin-Elbistan kalitesinde küçük bir rezerve sahip olan Yunanistan’da bile kömürün elektrik üretimindeki kullanım oranı %52 iken toplam 13,8 milyar ton kömür rezervine sahip Türkiye’nin oranı sadece % 29,5’tur ve bunun %18’i linyit kullanımına aittir. Prof.Dr. Gülhan ÖZBAYOĞLU Mühendislik Fakültesi Dekanı Dünyada fosil yakıtların kullanımı karbondioksit salınımına, dolayısiyle iklim değişmesine ve küresel ısınmaya neden olmakta ve dünyanın ekolojik dengesini bozmaktadır. Kyoto Protokolu gereği ülkelerin karbondioksit kısıtlaması ve azaltması öngörülmüştür. AB, 2010 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 8 altına indirmeyi hedeflerken Yunanistan AB’den 2010 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 25 üstüne çıkartma ayrıcalığını elde etmiştir.. Ülkemizin karbondioksit, kükürt dioksit ve azot oksit emisyonları sanayileşmiş ülkelere kıyasla çok düşüktür. Türkiye 35 OECD ülkesi arasında kişi başına elektrik tüketimi ve karbondioksit emisyonunda son sırada yer almaktadır. Kümülatif sera gazı salınımına ise ABD %30, AB %27, Rusya %8 oranında katkıda bulunurken Türkiye’nin katkısı sadece % 0,4’tür . Dünyanın en önemli enerji kaynakları karbon bazlı yakıtlardır. Bunlardan petrol ve doğalgaz rezervleri yerkabuğunun belirli coğrafi bölgelerinde yoğunlaştığı halde yaklaşık 50 farklı ülkede çıkarılmakta olan kömür çok yaygın bir dağılım göstermektedir. Kömürün dünyadaki toplam rezervi 826 milyar tondur. Dünyanın en büyük kömür rezervleri A.B.D., Rusya, Çin, Avustralya ve Hindistan’dadır. Dünya kömür üretimi 2010 yılında 6,94 milyar ton olarak gerçekleşmiş olup bugünkü üretim hızıyla kömürün 119 yıl daha dünya enerji talebini karşılayacağı görülmektedir. Önemli kömür üreticileri Çin, A.B.D., Hindistan, Avustralya, Rusya, Endonezya, ve Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. En büyük tüketici ise Çin olup 2009’da 3,28 milyar ton olan dünya kömür tüketiminin yaklaşık %50’sini sarfetmiştir. Diğer önemli tüketici ülkeler A.B.D., Hindistan, Rusya, Almanya, Güney Afrika ve Japonya’dır. IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) gelecek 25 yılda dünya kömür tüketiminin %25 artacağını tahmin etmektedir. Günümüzde çevreye uyumlu ve sıfır emisyon hedefli temiz kömür teknolojileri, karbondioksit tutma ve depolama teknolojileri dünyanın birçok ülkesinde hızla geliştirilmektedir. Kömür yakan santrallarda yeni yakma teknolojileri uygulanarak santral verimi arttırılmakta, kömürle birlikte biyokütle ve organik atıklar yakılarak birim maliyet düşürülmekte ve CO2, NO, SOx emisyonları azaltılmaktadır. Örneğin OECD’de ortalama %38 olan elektrik üretimi verimi, basınçlı akışkan yatak uygulamasıyla %45’e ulaşmaktadır. Kömürün sıvılaştırılması ve gazlaştırılması yoluyla temiz yakıt üretimi de temiz kömür teknolojileri kapsamındadır. Kömürden gaz üretimi 150 yıllık, sıvı yakıt üretimi ise 65 yıllık teknolojiler olup, dünyada melez (hibrid) santraller geliştirilmiş ve kömürden sıvı ve gaz yakıt ve hidrojen üretiminin ticarileştirilmesi hızlandırılmıştır. Hibrid sistemlerde, elektrik üretim verimi %55’e kadar yükselmektedir . Dünya kömür ihracatının %80’i 6 ülke tarafından gerçekleştirilmektedir; bunlar Avustralya, Endonezya, Rusya, Güney Afrika, Çin ve Kolombiya’dır . Kömür ithalatında ise Asya-Pasifik bölgesindeki 3 ülke (Japonya, Güney Kore ve Tayvan) %40 ile en büyük payı almaktadır. Dünya kömür ticaretinin yaklaşık tamamı taşkömürüne ilişkindir. Linyit kömürünün ülkeler arasında taşınması, ya da ticareti günümüzde ekonomik olmamakta, bu nedenle ülkelerde genellikle elektrik üretiminde tüketilmektedir. Küresel ölçekte ticareti yapılan taşkömürünün buhar kömürü cinsi elektrik üretiminde, koklaşabilir kömür cinsi ise demir çelik endüstrisinde kullanılmaktadır. Petrol, gaz ve uranyum rezervlerinin tükenmeye yüz tutması ve karbondioksit salınımı nedeniyle enerji sektörü karbon bazlı yakıtlardan nükleer, güneş ve diğer çevre dostu enerji kaynaklarına yönelmiştir. Buna rağmen kömür hala dünyanın en güvenilir ve yaygın enerji kaynağı olma özelliğini korumakta ve dünya primer enerji üretiminin % 27’sini, elektrik üretiminin ise %41’ini sağlamaktadır. Türkiye’de enerji tüketimi Batı Avrupa ülkelerine kıyasla düşük seviyededir. Türkiye’nin primer enerji ihtiyacı 2008 yılında 108 MTEP iken 2011 için ihtiyacın 114,3 MTEP dolayında olacağı beklenmektedir. Halen primer enerji üretiminin %72,4’ü ithal petrol ve doğal gazdan sağlanmaktadır. 2011’de primer enerjinin sadece 31,6 MTEP’inin yerli kaynaklardan, bunun ise % 58’i kömürden karşılanacaktır AB ülkelerinin birçoğunda ve dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde elektrik üretimi kömüre dayanmaktadır. Elektrik üretiminde kömürün kullanım oranları Güney Afrika Cumhuriyeti’nde %93, Yurdumuzda 1,32 milyar ton taşkömürü rezervi bulunmaktadır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 2009 yılı taşkömürü üretimi 48 GÜNDEM 1,88 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Üretim talebi karşılamaktan uzak olduğu için sorun 21,6 milyon ton taşkömürü ithalatı ile çözülmüştür. Buna karşın ülkemiz zengin linyit yataklarına sahiptir. 11,55 milyar ton rezervi olan linyitlerimizle ilgili başlıca sorun rezervin %70’inin 2000 kcal/kg’dan düşük ısıl değere sahip olmasıdır. Düşük kaliteli kömürler için en uygun değerlendirme yolu elektrik üretimidir. Buna rağmen yurdumuzda yerli kömürün elektrik üretimindeki payı sadece % 18’dir. Ucuz olan kömürün yerini elektrik üretiminde ithal doğalgaz almıştır. Doğalgazdan üretilen elektrik ise çok pahalıdır. tükenmiş olan Fransa’da elektriğin % 77,1’i nükleer santrallardan elde etmektedir. Dünyada ise nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payı %13,5’tir. Almanya’da, özellikle Japonya’daki santral olayından sonra nükleer enerjiye olumsuz görüşler artmıştır. Almanya, Avrupa Birliği’nin emisyon pazarlama sistemi veya planı çerçevesinde ekstra izinler vererek yeni kömür santrallarına sübvansiyon veya mali destek sağlamaktadır; bu şekilde yaklaşık 40 kadar kömürle çalışan termik santralin kurulması planlanmıştır. Güneşten elektrik üretimi diğer elektrik kaynaklarıyla karşılaştırıldığında daha pahalıdır. ABD ve Avrupa’da binalara yerleştirilen fotovoltaik (PV) panellerle elektrik üretimi teşvik edilmektedir. Güneş enerjisi temiz enerji olup, CO2 ve sera gazları üretmemekte, küresel ısınma sorunu için çözümlerden birisi olarak düşünülmektedir. Güneşten üretilen elektriğinin yaklaşık 10-15 yıl sonra ekonomik duruma geleceği söylenmektedir Linyitten elde edilebilir elektrik enerjisi üretim potansiyeli 120 milyar kWh/yıl olarak hesaplanmıştır. ETKB yatırımlarıyla bu potansiyelin % 44’ünü değerlendirmiştir. Sözkonusu potansiyelin tamamının kullanılabilmesi için yılda 190 milyon ton kadar linyit üretilmesi gerekmektedir. Bu ise, 2008’de gerçekleşen 84 milyon tonluk yıllık üretimin iki katından daha yüksek bir yıllık üretimin yapılmasını gerektirmektedir. 11 milyar kWh/yıl potansiyele sahip taşkömürünün ise % 32’lik kısmı üretime kazandırılmıştır Sonuç: Kömür yaygın ve ucuz bir enerji kaynağı olarak hayati önem taşımakta ve enerji arzında güvenirliğini korumaktadır. Bugün dünyanın primer enerji üretiminin % 25-28’i ve elektrik üretiminin %41’i kömürden sağlanmaktadır. Tahminlere göre 2030 yılında kömürden elektrik üretim oranı %44’e ulaşacaktır. Türkiye 2023 yılında bugün tüketilen elektrik enerjisinin en az iki katını tüketecektir. Bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik geçen sene Yüksek Planlama Kurulu Kararı’yla uygulamaya konulan ETKB’nın hazırladığı Enerji ve Stratejik Plan 2023 yılına kadar tüm yerli kömür ve 130 milyar kWh/yıl enerji üretim potansiyeline sahip hidrolik potansiyelimizin ekonomiye kazandırılmasını, rüzgar enerjisi kurulu gücünün 20 bin MW, jeotermal enerji kurulu gücümüzün 600 MW seviyesine ulaştırılmasını ve ayrıca elektrik enerjisi üretimimizin % 5’inin nükleer enerjiden sağlanmasını hedeflemektedir. Bunun yanında İran, Irak, Azerbaycan, Rusya Federasyonu ve Türkmenistan gibi ülkelerle işbirliğine gidilerek hammadde temininde farklı seçeneklerin yaratılmasına çalışılmaktadır. Dünyada kömür yakan santrallarda yeni yakma teknolojileri uygulanarak santral verimi arttırılmaya çalışılmakta ve kömüre biyokütle ve organik atıklar ilave edilerek birlikte yakılmaktadır. Böylece birim enerji maliyeti düşürülmekte ve CO2, NO, SOx emisyonları azaltılmaktadır. Ayrıca günümüzde karbondioksit tutma ve depolama teknolojileri ile çevreye uyumlu ve sıfır emisyon hedefli temiz kömür teknolojileri hızla geliştirilmektedir. Bu bağlamda melez (hibrid) santraller geliştirilmiş ve kömürden sıvı ve gaz yakıt ve hidrojen üretiminin ticarileştirilmesi hızlandırılmıştır. Elektrikte kaynaklarının çeşitlendirilmesi, ülkelerin enerji güvenliği için gereklidir. Türkiye’nin önemli birincil enerji kaynaklarından olan hidrolik ve kömürden elde edilen elektrik enerjisinin maliyeti doğalgaz, rüzgar gibidiğer seçeneklere göre düşüktür. Diğer taraftan, elektrik üretiminde farklı enerji üretim yöntemlerinin çalışma süreleri aynı değildir. Termik santraller yılda 6.000 ile 8.000 saat çalışmakta, ayrıca 760 saat de bakım yapılmaktadır. Hidrolik santrallar su rejimine bağlı olarak yılda en fazla 4.000 saat , rüzgâr santralları ise yılda 2.000-2.500 saat çalışmaktadır. Enerjide sürekliliğin sağlanması için güneş ve rüzgardan enerji elde edilmediği zamanlar ihtiyaç duyulan enerjinin termik, hidrolik, ya da nükleer santrallardan karşılanması zorunludur. Enerjide % 72,4 dışa bağımlı olan Türkiye’nin geleceği, arz güvenliği yönünden birincil enerji kaynakları olan kömür ve hidrolik enerjisine bağlıdır. Her iki kaynağın potansiyellerinin tümünün kullanılması için gerekli yatırımlar yapılmalı, bu sürede doğalgazın elektrik üretimindeki payı düşürülmelidir. Ayrıca enerji açığının kapatılması yönünde yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgar, jeotermal, dalga , biyokütle, güneş ve nükleer enerjileriyle kaynak çeşitlendirmesine gidilmeli ve Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı en az düzeye indirilmelidir. Son yıllarda Türkiyede düşük kaliteli linyitlerden SOx , NOx, ,CO2 ve toz emisyonları düşük, ısıl değeri yüksek temiz yakıt elde edilmesi yönünde çalışmalar yürütülmektedir. Linyitlerin gazlaştırılarak sentez gazı, IGCC, sıvı yakıt ve muhtelif kimyasalların üretim olasılıklarını incelemek amacıyla Tunçbilek’te 250kg/saat kapasiteli bir pilot tesis kurulmaktadır. Kaynaklar: ECOAL- 2011, World Coal Association-Coal Statistics Dill, B.,2010, Türkiye’nin 2023 Enerji Hedefleri ve Strateji Belgesinin Değerlendirilmesi, 16. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı( ICCI-2010), 11-13 Mayıs, İstanbul Çerçi, 2010, İşte enerjinin 5 yıllık haritası, GÜNCEL 12 Kasım 2010 http://www.internethaber.com/turkiyenin-2023teki-enerji-hedefi-344687h. htm#ixzz1LSr7civm http://www.ekotrent.com/haber/20101102/Elektrik-tuketimi-rekorunu-kiracak.php IEA-2010 Yurdumuzda nükleer santral kurma çabaları sonuçlandırılmış ve Ruslarla anlaşmaya gidilmiştir. Kurulacak santralın nükleer atık sorunu daha az olan yeni bir teknolojiye dayandırılması beklenmektedir. AB ülkeleri arasında olan ve hidrolik ve fosil kaynakları 49 GÜNDEM Söz konusu enerji tüketiminin karşılanmasında kullanılan kaynaklar; fosil, yenilenebilir ve nükleer kaynaklar olarak sınıflandırılabilir. Fosil kaynaklar arasında kömür, sıvı yakıtlar (fuel oil vb.) ve doğal gaz yer almaktadır. Sıvı yakıtlar en çok kullanılan enerji hammaddesi olma özelliğini sürdürmekle birlikte, 2007 yılında % 35 olan pazar payının 2035 yılında % 30’a düşmesi beklenmektedir. Enerji kaynağı kullanımında en büyük artışın yenilenebilir kaynaklarda olması beklenmektedir. Toplam enerji kaynakları arasında 2007 yılında %10 olan yenilenebilir payı, 2035 yılında % 14’e ulaşacaktır (Şekil 2 ve 3). ENERJİ VE ÇEVRE Şekil 2: Yakıt türüne göre 2007 yılı Dünya Enerji Kullanımı Yrd. Doç. Dr. Şaziye BALKU Mühendislik Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Yenilenebilir %10 Nükleer %5 Çağımızda, insanların ekonomik ve sosyal gelişimi ile kaliteli bir yaşam sürdürebilmeleri enerji gereksinmelerinin karşılanmasına bağlıdır. Hem yaşam kalitesinin yükselmesi hem nüfus artışı göz önüne alındığında dünya enerji tüketimi sürekli olarak artmaktadır. 21. yüzyılda insanlığın çözmesi gereken en önemli sorunlardan biri, artan enerji gereksinimini ekonomik, güvenli, temiz ve sürdürülebilir kaynaklardan karşılamaktır. Kömür %27 Doğal gaz %23 Yapılan tahminlere göre (1) dünya enerji tüketiminin 2007 yılından 2035 yılına kadar % 49 oranında artışla 739 katrilyon Btu değerine ulaşması beklenmektedir (Şekil 1). Bu tahminlerde 2007 yılı verileri gerçek değerler, 2035 verileri kestirim sonuçlarıdır. Şekil 3: Yakıt türüne göre 2035 yılı Dünya Enerji Kullanımı Öngörüsü Yenilenebilir %14 Şekil 1: Yıllar İtibarıyla Dünya Enerji Tüketimi Nükleer %6 Dünya Enerji Tüketimi (Katrilyon Btu) Sıvı yakıt % 35 800 Sıvı yakıt %30 Kömür %28 700 Doğal gaz; %22 600 500 400 300 Yenilenebilir birincil enerji kaynakları arasında güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, su enerjisi, jeotermal enerjisi ve biyokütle (tarım yan ürünleri, atık çamur, hayvan gübresi) bulunmaktadır. Bu kaynaklar enerji üretiminde kullanıldığı halde tükenmesi mümkün olmayan ve çevre dostu yani enerji üretimi sürecinde çevreyi kirletici emisyonlara neden olmayan kaynaklardır. Nükleer kaynaklar arasında toryum ve uranyum önemli yer tutmakta 2007 200 100 0 2007 2015 2020 2025 2030 2035 Yıllar 50 GÜNDEM yılında 27,10 katrilyon Btu olan kullanımının 2035 yılında 47,08 katrilyon Btu olması beklenmektedir. Toplam kaynak kullanımında payı % 5’den % 6’ya çıkması söz konusudur. Çağımızda dünyanın en önemli sorunları arasında küresel ısınma ve iklim değişikliği yer almaktadır. Küresel ısınma, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Son yüzyılda normal değerlerinin üzerine çıktığı belirlenmiş ve önlem alınmaması durumunda daha da yükselmesi endişesi oluşmuştur. Sıcaklık artmasının sonuçlarından biri de buğday ve benzeri ana gıda hammaddelerinin üretiminin olumsuz etkilenmesidir ve açlık sorununun büyümesi anlamına gelmektedir. İklim değişikliği ise hava koşullarının istatistiksel dağılımında uzun dönemli değişiklikler, meteorolojik olaylardaki farklılıklar olarak adlandırılabilir. Dünya net elektrik üretiminin aynı dönemde % 87 artışla 18,8 trilyon kilovat saatten 35,2 trilyon kilovat saate çıkacağı tahmin edilmektedir. Elektrik üretiminde en büyük pay kömüre aittir. Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretiminde su ve rüzgar enerjisinin kullanımı artış göstermekte ve ekonomik olarak fosil yakıtlarla rekabet edebilmektedir. Aynı dönemlerde 57 milyar kilovat saat olan dünya jeotermal enerjiden elde edilen elektrik enerjisinin 160 milyar kilovat saate çıkması diğer bir deyişle 2007 - 2035 yılları arasında % 180 oranında artması beklenmektedir. Bu da elektrik enerjisi üretiminde jeotermal enerjisi payının yıllar içinde artacağı anlamına gelmektedir. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinden atmosferdeki sera gazlarının düzeyinin artması sorumlu tutulmaktadır. Sera gazları arasında yer alan karbon dioksit (CO2), metan (CH4), nitrus oksit (N2O), hidroflorokarbonlar (HFC), perflorokarbonlar (PFC) ve 51 GÜNDEM kükürt hegzaflorid (SF6) güneşten gelen radyasyonun yansımasını engellemekte ve ısısını tutarak yerkürenin normalden fazla ısınmasına neden olmaktadır. Bu gazların arasında nicelik olarak en büyük pay karbondioksite aittir. Sanayi devriminden bu yana emisyonların çok fazla oranda artması nedeniyle doğal mekanizmalar CO2 uzaklaştırmasına yetmemekte ve bu gazın oranı atmosferde gittikçe artmaktadır. İnsan kaynaklı CO2 emisyonunun başlıca nedeni enerji üretmek için kullanılan fosil kaynaklardır ve iklim değişikliğinin baş sorumlusu olarak gösterilmektedir. Enerji fiyatlarındaki artış ve sera gazı emisyonlarının çevresel etkileri, alternatif enerji kaynak kullanımını özendirmiş ve özellikle nükleer ve yenilenebilir kaynaklara doğru eğilimi artırmıştır. Nükleer enerji; enerji çeşitliliği, enerji temin güvenliği ve düşük karbon açısından fosil yakıtlara alternatif olarak cazip görünmektedir. Ancak tesis güvenirliği, radyoaktif atıklar, yapım masraflarının yükselmesi, yatırım riski ve nükleer güce sahibi ülke sayısının çoğalması gibi nedenler nükleer gücün çoğalmasını yavaşlatmaktadır. Ayrıca yenilenebilir kaynak olmadığından sürdürülebilirlik açısından da uygun görülmemektedir. Yenilenebilir enerji kaynakları (kaynağı tükenmeyen) arasında yer alan rüzgar enerjisi temizdir (atmosfere kirletici gazlar yaymamaktadır), kurulumu ve işletilmesi kolaydır, kaynağı (rüzgar) ücretsizdir. Ancak rüzgar hızı sabit olmadığı için enerji üretimi sabit değildir. Çok düşük rüzgar hızında çalışması ekonomik açıdan, çok yüksekte çalışması güvenlik açısından uygun değildir. Enerji verimi fosil kaynaklara göre düşüktür. Gürültü açısından yerleşim yerlerinin uzağında olmasında yarar vardır. Bunlara rağmen diğer enerji kaynaklarına göre birçok yönden avantajlıdır ve sakıncalarının da zaman içinde azalması beklenmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarından olan jeotermal enerjinin, yanma süreci olmadığı için hava kirliliğine neden olmaması, nükleer kaynaklara göre daha ucuz olması, güvenlik açısından risk faktörü taşımaması, rüzgar ve güneş gibi diğer yenilenebilir kaynaklara göre de meteorolojik şartlara bağımlı olmaması gibi çok önemli avantajları bulunmaktadır. Güneş enerjisinin kaynağı (güneş) ücretsiz ve tükenmeyen enerji kaynaklarından biridir ve CO2 emisyonuna neden olmayan bir enerji çeşididir. Atmosferde sera gazlarının gittikçe yükselmesi Birleşmiş Milletleri harekete geçirmiş, 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kabul edilmiş ve 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 194 Tarafı bulunan Sözleşme, neredeyse evrensel bir katılıma ulaşmıştır. Sözleşmenin nihai amacı, atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmaktır (2). 1997’de Kyoto’da gerçekleştirilen BMİDÇS 3. Taraflar Konferansı’nda da Kyoto Protokolü kabul edilmiştir. BMİDÇ Sözleşmesinde sanayileşmiş ülkelerin sera gazı salımlarını stabilize etmeleri yönünde bağlayıcı olmayan bir yükümlülük tanımlamışken, Kyoto Protokolünde sanayileşmiş ülke taraflarına bağlayıcı sera gazı salım sınırlama ve azaltım yükümlülükleri getirmiştir. Kyoto Protokolü’ne Mayıs 2010 itibariyle 191 ülke ve Avrupa Birliği taraftır (3). Bu protokol sonucunda karbon tutma ve depolama teknolojileri geliştirilmekte ve devlet destekli projeler yürütülmektedir. Ayrıca karbon ticaretine de yol açılmıştır. CO2 emisyonu (milyar metrik ton) 2007 yılında 29.7 milyar metrik ton olan enerji kaynaklı CO2 salınımının 2035 yılında 42.4 milyar metrik tona ulaşması beklenmektedir (1). Enerji tüketiminin % 49 oranında artmasına karşın CO2 salınımındaki artış beklentisinin % 43 olması alınması planlanan önlemlerin bir sonucudur. Yıllar itibarıyla karbon dioksit salınımındaki artış Şekil 4’de izlenebilir. Enerji kaynaklı karbon dioksit salınımında birinci sırada kömür, ikinci sırada sıvı yakıtlar, üçüncü sırada ise doğal gaz yer almaktadır. 30 Fosil kaynakların oluşması, ölen canlı organizmaların oksijensiz ortamda milyonlarca yıl boyunca ayrışması sonucunda mümkün olmaktadır. Günümüzde kullanılan kaynakların % 80’den fazlası fosil kökenlidir. Bu nedenle gelecek nesillere kalmaması söz konusu olmakta ve sürdürülebilirlik açısından bu hızla tüketimi uygun bulunmamaktadır. Ayrıca CO2 salınımında başrolü oynamaktadır. Bu nedenlerle yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına giderek önem verilmesi, araştırılması ve desteklenmesi sonucunda ekonomik duruma getirilmesi, enerji sorununun temiz, güvenilir ve sürdürülebilir çözümü için en uygun yol olarak gözükmektedir. 20 Kaynakça: 50 40 10 1. International Energy Outlook, 2010 (http://www.eia.doe.gov/oiaf/ieo/ highlights.html) 2. Kyoto Protokolu, http://iklim.cob.gov. tr/iklim/AnaSayfa/Kyoto. aspx?sflang=tr 3. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, http://iklim.cob. gov.t r/iklim/AnaSayfa/BMIDCS.aspx?sflang=tr (Kaynaklara erişim tarihi: 27.05.2011) 0 2007 2015 2020 2025 2030 2035 Yıllar Şekil 4: Dünya Enerji Kaynaklı Karbon Dioksit Emisyonları, 2007-2035 52 GÜNDEM UNESCO DÜNYA MİRASINA ANKARA’DAN BİR ÖNERİ Timur Özkan UNESCO Dünya Mirası Merkezi Paris’te bulunan ve 1946 yılında kurulan UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitimsel, Bilimsel ve Kültürel Organizasyonu (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization), bütün insanlığın ortak mirası kabul ettiği kültürel ve doğal sitleri tanıtmak ve toplumda bu mirasa sahip çıkacak bir bilinç oluşturmak amacıyla ve 1972’da aldığı bir kararla “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”yi kabul etmiştir. Zamanla 175’ten fazla ülkenin katıldığı bu sözleşmenin esası; dünyadaki kültürel ve doğal miras alanlarının belirlenerek önce Dünya Mirası olarak ilan edilmesi ve gelecek nesillere bırakılmak üzere sorumluluğunun ev sahibi ülkelere verilmesidir. Bu amaçla, taraf ülkelerden gelen başvurular, 21 ülkenin temsilcilerden oluşan bir komite tarafından değerlendirilmekte ve uygun görülenler Dünya Mirası Alanı olarak ilan edilmektedir. Listesine dahil edilen İstanbul’un Tarihi Alanları, Göreme ve Kapadokya Milli Parkı (Nevşehir) ile Divriği Ulu Cami ve Hastanesi (Sivas) ülkemizin ilk dünya mirası yerleri olmuşlardır. 1986’da Hattuşaş’ın (Boğazköy/Çorum) katıldığı listeye, 1987’de Nemrut Dağı (Adıyaman), 1988’de ise Xanthos-Letoon Antik Kenti (Antalya) ve Pamukkale-Hierapolis (Denizli) dahil edilmiştir. Son olarak ise 1998’de dünya mirası ilan edilen Safranbolu (Karabük) ve Truva Arkeolojik Kenti (Çanakkale) ile birlikte Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’nde yer alan kültürel ve doğal varlıkların sayısı dokuza ulaşmıştır. Bu varlıklardan Göreme ve Kapadokya ile Pamukkale-Hierapolis doğal ve kültürel kategoride, diğerleri doğal dünya mirası kategorisinde yer almaktadır. 2010 yılı itibariyle, dünyada 151 ülkeden; 704 kültürel, 180 doğal ve 27 kültürel/doğal kategoriden olmak üzere toplam 911 kültürel ve doğal varlık UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almayı başarmıştır. Halen 44 doğal ve kültürel varlıkla İtalya’nın birinci durumda olduğu bu listede, İtalya’yı 41 varlıkla İspanya izlerken 40 varlığa sahip Çin üçüncü sırada bulunmaktadır. Şimdiye kadar, komşularımızdan Yunanistan’ın 17, İran’ın ise 13 varlığı Dünya Mirası ilan edilmiştir. Türkiye’deki UNESCO Dünya Mirası İlan edildikten 10 yıl sonra, 1982’de Türkiye tarafından da imzalanan UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesi 1983 yılında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye, çeşitli tarihlerde tescil edilmiş 7’si kültürel ve 2’si doğal/kültürel olmak üzere 9 varlığa sahip olup 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Öte yandan Türkiye’den 27 kültürel ve doğal varlık UNESCO’nun geçici (endikatif) listelerinde bulunmaktadır. Dünya Mirası ilan edilmesi için çalışmalar sürdürülen ve geçici listede bulunan 53 GÜNDEM Ankara’dan UNESCO Dünya Mirası’na Bir Öneri Uluslararası Arkeoloji literatüründe “Monumentum Ancyranum” (Ankara Anıtı) olarak geçen Augustus Tapınağı, Ankara’da günümüze kadar ulaşmış üç Roma eserinden biri ve en eskisidir (Diğerleri Roma Hamamı ve Kale eteğindeki Roma Tiyatrosu) Hacı Bayram Camii’nin bitişiğindeki tapınak; burada daha önceleri yer alan Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele ve Ay Tanrısı Men için yapılan bir başka tapınağın yerinde inşa edildiği için her zaman kutsal sayılmış, çok özel bir mevkide bulunmaktadır. MÖ. 25-20 yılları arasında yapılan Augustus Tapınağı tarihe, Roma eseri olarak geçmiştir ama yapanlar Romalılar değil, Ankara’nın bir önceki sahibi olan Galatlardır. Galatlar bu görkemli tapınağı, ülkelerinin Roma’ya katılmasının şerefine ve tanrı statüsündeki tek Roma İmparatoru olan Augustus’a bağlılıklarını göstermek için yapmışlardır. Tapınak önceleri, Galatların Koinon adı verilen din esaslı meclislerinin toplantı yeri olarak kullanılmıştır. Roma ve Bizans’ın ilk zamanlarında tapınak olarak kullanılan yapı daha sonra bölgede Hıristiyanlığın yayılması üzerine bazı tadilatlar yapılarak ve yan duvarına pencereler açılarak kiliseye çevrilmiştir. yerler şunlardır; Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşmeleri, Konya Selçuklu Başkenti, Alanya Kalesi ve Tersanesi (Antalya), Selçuklu Kervansarayları (Denizli-Doğubayazıt arasında bulunan 33 han, 2 kervansaray ve 1 cami), İshak Paşa Sarayı (Doğubayazıt/Ağrı), Harran ve Şanlıurfa Yerleşmeleri, Diyarbakır Kalesi ve Surları, Mardin, Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Van Gölü kenarı, Bitlis), Sümela Manastırı (Trabzon), Alahan Manastırı (Mut/Mersin), St.Nicholos Kilisesi (Demre/Antalya), St.Paul Kilisesi, Kuyusu ve Çeşmesi (Tarsus), Kekova Adası (Antalya), Güllük Dağı ve Termessos Milli Parkı (Antalya), Karain Mağarası (Antalya), Efes Ören Yeri (İzmir), Aphrodisias Antik Kenti (Aydın), Sagalassos Antik Kenti (Burdur), Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), Perge Antik Kenti (Antalya), Antik Likya Uyarlığı Kentleri, Bergama (İzmir), St. Pierre Kilisesi (Hatay), Eşrefoğlu Camii (Beyşehir/Konya) ve Göbeklitepe Arkeolojik Alanı (Şanlıurfa) Görüldüğü gibi hem asıl hem de geçici listede Ankara’dan bir varlık bulunmaması dikkat çekicidir. Ve gene dikkatlice incelendiğinde görüleceği gibi daha çok tarihi ve kültürel değerlerin ön plana çıktığı bu listeye, tarihi binlerce yıl öncesine uzanan Ankara’dan bir yer önerilmemiş olması, başkentimizi için önemli bir eksikliktir. 54 GÜNDEM “Tanrılaşmış Augustus’un Yaptığı İşler” (Res Gestae Divi Augustus) olarak adlandırılan ve “Ondokuz yaşımda kendi teşebbüsüm ve paramla bir ordu kurdum...” diye başlayan ve de bir anlamda tarihe hesap veren Augustus’un son belgesi (enteresandır!) Anadolu’nun üç ayrı yerinde bulunmuştur. Augustus Tapınağı’nın duvarlarına Latince ve Yunanca olmak üzere iki dilde yazılan bu metinlerin, Yalvaç’ta (Antiocheia) bulunan Latince ve Uluborlu’da (Apollania) bulunan Yunanca versiyonları ise halen Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde görülebilir. “Tanrılaşmış Augustus’un Yaptığı İşler” 35 maddeden ve daha sonra eklenen dört ek maddeden oluşur. Tapınağın içine girmediğimiz için yakından görmediğimiz bu metinlerin; Latince olanın giriş (Pronaos) bölümündeki duvarların iki iç yüzünde, Yunancasının ise ana tapınağın (Naos) dış yüzünde bulunduğunu ancak kaynaklardan öğreniyoruz. “ Mimari açıdan plan ve cephe özellikleri dikkate alındığında Augustus Tapınağı, tipik Roma tapınaklarına benzetilebilir. Dört tarafını çeviren kolanlardan hiçbiri günümüze kadar gelememişse de ayakta kalan iki yan duvarı ve ana giriş kapısı, tapınağın büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir. Bu konudaki kaynaklar, tapınağın iki metre yüksekliğinde bir platform üzerine inşa edildiğini, dar kenarında sekizer ve uzun kenarlarında 15’er olmak üzere etrafının kolonlarla çevrili olduğunu ve üç bölüm halinde olmak üzere, 360 metrekaresi kapalı, 2 bin metrekare bir alanı kapsadığını yazmaktadır. Dünya Anıtlar Fonu’nun iki yılda bir yayımladığı mutlaka kurtarılması gereken 100 eser listelerine 2002 ve 2004 yıllarında olmak üzere iki kez giren Agustus Tapınağı, bitişiğindeki tarihi camiye yaslanan bir duvarı nedeniyle, sanki bu duvar yıkılsa diğerine vereceği zararı düşünerek, zamana karşı direnmektedir. Halen yıkılma tehlikesi altındaki, “2 bin yıllık tarih hazinesi” Augustus Tapınağı’nın içine girilemiyor ama dışarıdan görülebildiği kadarıyla bile Ankara’nın köklü tarihinden görkemli bir kesiti yansıtmaya devam ediyor. Augustus Tapınağı bütün bu özellikleriyle ve duvarlarında, Roma’daki orijinali dahil başka bir kopyası günümüze kadar gelemeyen Augustus’un vasiyetnamesini bulundurduğu için UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kuvvetli bir aday olabilir. Kanaatimize göre Augustus Tapınağı, UNESCO’nun bu konudaki altı ölçütünden birincisini kısmen, diğerlerini tamamen karşılamaktadır. Augustus Tapınağı’nın çok önemli bir özelliği daha vardır. İmparator Augustus’un ölümünden kısa bir süre önce bıraktığı dört önemli belgeden, sadece bu tapınağın duvarlarına da aktarılan sonuncusu günümüze kadar gelebilmiştir. Augustus’un, tüm servetini varisleriyle birlikte Roma halkına bıraktığı vasiyetnamesinin (1) yanı sıra, kendisi için düzenlenecek cenaze töreni hakkındaki buyruklarını (2), imparatorluğun askeri ve mali durumu hakkındaki bilgileri (3) ve de yaşamı boyunca yaptığı işleri (4) anlatan bu belgelerden ilk üçü zaman içinde kaybolmuştur. Bu adaylık ayrıca dünyada birçok kutsal yapının kaderi olan; mevcut bir tapınağın yıkılarak yerine yeni bir dinin tapınağının inşası geleneğinin aksine ve hatta bu tapınağın kendisi de daha önce onun yerinde bulunan bir başka kutsal mekanın üzerine inşa edildiği halde, burada yapılan Hacıbayram Camii için Augustus Tapınağı’nı yıkmayarak camiyi, hemen bitişiğine inşa den Türk hoşgörüsünü de dünyaya tanıtacaktır. Dünyadaki ve Türkiye’deki diğer Dünya Mirası yerlerde olduğu gibi, UNESCO Dünya Mirası Logosunun, Tapınağın önüne yerleştirilmesi Ankara’ya çok önemli bir kültürel değer katacağı gibi, uluslararası literatürde Ankara Anıtı olarak anılan Augustus Tapınağı’nın adaylığı dahi Ankara’nın adının bir kez daha dünya turizm çevrelerince tanınmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak Augustus Tapınağı, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde Ankara’yı temsil edecek gerçekçi ve kuvvetli bir adaydır ve de kapsamlı bir hazırlık prosedürü gerektiren bu adaylık için gerekli işlemlere hiç vakit kaybetmeden başlanmalıdır. 55 GÜNDEM NÜKLEER ENERJİYE İHTİYATLI YAKLAŞMAK ZORUNLUDUR mıştır. Nükleer rüya ifadesi bu enerjinin refah toplumu kapsamındaki olumlu yüzüne yönelik olup onun 1950lerde keşfedildiği ve sevinçle karşılandığı döneme özgüdür. Bu yüzde bugün de geçerli olan en temel gerçek bu enerjinin, fosil yakıtların aksine, sera gazı emisyonlarına yol açmaması, dolayısıyla ülkelerin Kyoto Protokolü kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmelerine yardımcı olmasıdır. Ancak nükleer santrallere ilişkin kimi başarısız yönetim, sızıntı ve patlama olayları (Three Mile Island nükleer tesindeki kaza-ABD-1979, Çernobil santralindeki patlama -Ukrayna 1986 ve Fukuşima santralindeki sızıntı-Japonya- 2011)4 ve bunların felaket boyutundaki olumsuz sonuçları toplumlarda ciddi kaygılar yaratmış; bilimsel düzeylerde de nükleer enerjinin risklerinin belirlenmesi ve güvenli şekilde yönetilmesi çabalarına ağırlık verilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı da, nükleer silahlar koonusunda kendisinden istenilen görüşte, nükleer patlama halinde radyasyonun gelecek kuşaklar ve ve çevrenin geleceği için çok ciddi olası zarar yaratacağını vurgulamıştır5. Fukuşima felaketinden sonra ise nükleer enerjinin geleceği bizzat enerjiyi kullanan ülkelerce sorgulanmaya başlanmıştır. Günümüzde de geçerli olduğu vurgulanan, insan dahil çevre üzerindeki, önemli riskler •reaktörün güvenliği- bu bağlamda bir sızıntı ya da patlama olasılığı-, •kullanılmış nükleer yakıt ve bu yakıtın içinde tutulduğu likit havuzlar, •radyoaktif atıkların berterafı, •radyoaktif atıkların taşınması, •santrallerin sökülmesi süreci ve bu sırada santralin kendisi dahil oluşan yeni radyoaktif atıklar konularındadır6. Prof. Dr. Nükhet Yılmaz Turgut Hukuk Fakültesi Çevre Hukuku Öğretim Üyesi Giriş Teknolik Gelişmeler ve Risk Toplumu Kapitalizmin sanayi devrimleri ve teknolojik gelişmelere koşut olarak günümüzdeki gelişim düzeyine erişmesinin insan yaşamındaki somut sonuçları refah toplumu kavramı etrafında belirginleşmiştir. Bu toplumun bireylere sağladığı nimetler nedeniyle bireysel mutluluğu da yansıtan bir sözcük olarak yaşam kalitesi bilimsel alanda olduğu kadar güncel yaşamda da sıkça kullanılır olmuştur. Ne var ki teknolojik gelişmelerle gelen bu rahatlığın mutlak olmadığı, bu gelişmelerin, çoğunlukla çevre sorunsalıyla ilişkili olan, olumsuz sonuçlarının –risklerinin- ortaya çıkmasıyla anlaşılmış1, yaşam kalitesinden söz edebilmek için bu sonuçların önlenmesinin gerekliliği gündeme gelmiştir. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki teknolojilerin sonuçlarının, çoğu kez bilimsel belirsizlik olgusu nedeniyle, kolayca kontrol edilememesi yüzünden insan yaşamındaki riskler artmıştır. Sosyolojik alanda risk toplumu teorisi2 ile risk iletişimi ve risk yönetimi konularına ilişkin incelemeler de konunun önemini ve tartışmaları bilimsel gündeme taşımış3, bu bağlamda Batılı toplumlarda ihtiyatlılık kültürü gelişmiştir. Bunun anlamı insanların, yeni teknolojilerle gelen, risklere refah uğruna göz yummaması, bu risklerin yaşam kalitesi bir yana doğrudan yaşamı tehdit ettiğinin algılanması, bunlara karşı önlemler alınmasının istenmesi ve bu önlemlerin belirlenmesine ilişkin karar sürecinin küreselleşmenin etkisindeki politikacılarla sanayicilere bırakılmamasıdır. İşte böyle bir algılama içinde de toplumlar risklere karşı ihtiyata yönelir olmuş ve faaliyet ve ürünlerin özellikle uzun dönemde insan ve çevre sağlığına hiçbir risk oluşturmayacağını önceden gösteren kanıtlar aramaya başlamışlardır. Sonuçta günümüz gelişmiş toplumlarının, ihtiyatlılık kültürü çerçevesindeki, beklentisi güvenlik ön plana alındığı ve bu risklere karşı güvence sağlandığı ölçüde nükleer santrallere izin verilmesidir. Böyle bir güvencenin varlığı ise aşağıda değinilecek türde bütünsel bir değerlendirmeyle anlaşılabilmektedir. Nükleer Enerjinin Riskleri Nükleer santrallerin çalışmasından doğan ve hayli zehirli oldukları kabul edilen radyoaktif atıkların ne yapılacağı konusunda hiçbir ülke henüz etkili bir sistem geliştirememiştir. Ömrünü tamamladığında ki bu ömür en fazla 60 yıl olarak öngörülmektedir nükleer santralin kendisi de radyoaktif nitelikli atık haline gelmekte olup sökülmesinde de aynı risk söz konusudur. Bütün bu risk alanlarında en son teknolojiyle önlemler alınmaya çalışılsa da bilimsel belirsizlikler karşısında emniyet güvencesi garanti edilememektedir. Aynı saptamalar sızıntı veya patlama durumunda olumsuz sonuçların tahmini, alınacak önlemler ve sonuçların giderilebilmesi konuları için de geçerlidir. Üstelik gerek atıkların yaratabileceği gerek bir sızıntı veya patlama durumunda oluşacak felaketin olumsuz sonuçlarının giderilememesi ve çok uzun yıllara yayılması riskin ciddiyetini arttırmaktadır. Örneğin aradan yirmi beş yıl geçmesine karşın Çernobil felaketinin olumsuz sonuçları ciddiyetini korumakta olup hâlâ belirlenemeyen etkilere işaret edilmektedir.7 Risk toplumu gerçeklerinin nükleer enerji alanındaki yansıması “nükleer rüyalardan nükleer kabusa” söylemlerini gündeme taşı- •Nükleer santralin normal işletilmesi sürecinde de çevreye radyoaktif gaz ve sıvı verilmektedir. Günümüzde bu konuda Uluslararası 56 GÜNDEM hem de olası felaketlerin sonuçları açısından çevreye ve gelecek kuşaklara, onların temel gereksinimlerini sağlıklı bir çevrede karşılamalarını tehlikeye sokan, büyük bir külfet yüklenmektedir. Öte yandan SK kavramının vurguladığı temel gereksinimler olgusu ve bunun hem şimdiki toplumların hepsi için hem de gelecek nesiller için karşılanması zorunluluğu, sosyal adaletin sağlanmasını ve şimdiki kuşakların “mevcut üretim ve tüketim kalıplarını değiştirmesini” zorunlu kılmaktadır. Çevre konusundaki Birleşmiş Milletler toplantılarında ve uluslararası metinlerde açıkça belirtilen bu zorunluluğun, bir yandan yenilenebilir enerjinin öte yandan “daha az enerjiye gereksinim duyan yaşam sitillerinin geliştirilmesi”ni kaçınılmaz kıldığı da yine aynı metinlerde vurgulanmıştır. Böylece SK bütünsel bir analizle, enerji gereksinimi açısından geleceğe yönelik alternatif yolların önemini ortaya koyarak nükleer enerjiye gerek olup olmadığının sorgulanmasını gerekli kılar. Atom Enerjisi tarafından da belirlenen “sınır değeri” esas alınmakta olup bunun sağlık açısından kabul edilebilir olduğu yine bu kuruluşlarca söylenmektedir. Ancak, aynen baz istasyonlarında olduğu gibi, burada bilimsel bir belirsizlik olup bu değere sürekli maruziyet durumunun uzun vadede sağlık açısından risk yaratmayacağı konusunda güvence verilememektedir. Kısacası nükleer santral teknolojisine geçileli yarım yüzyıl olduğu halde radyasyona maruziyetin kabul edilebilir ve kabul edilemez risklerinin ne olduğu teknik bilimlerin verileri çerçevesinde hâlâ net değildir. •Öte yandan nükleer enerji alanında toplumlara-ülkelere göre farklılık gösterecek sosyo-ekonomik nitelikli riskler ve soru işaretleri de söz konusudur. Bunlar karar alım sürecine, felaketin -sızıntı ya da patlama- gerçekleşmesi durumunda bunun yönetilmesi sürecine, ulusal ve uluslararası boyuttaki hukuki sonuçlarına, katlanılacak ekonomik külfetine ve nükleer enerjiden vazgeçilmesi durumuna yöneliktir. B. Çevresel Etki Değerlendirmesi SKnın gerçekleştirilme yollarından birisi ve çevre hukukunun temel aracı olan ÇED ana amaç çevrede yaratılan çoğu olumsuz etkilerin sonuçlarının giderilemeyeceği ve kalıcı olacağı gerçeği karşısında bu tür etkilerin gerçekleşmesini önlemektir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı, çevre alanındaki zararın giderilemez niteliği ve bu alandaki giderme yöntemlerinin sınırlılığı nedeniyle önleyiciliğin esas alındığını belirttikten sonra bu bağlamda geliştirilen yeni normların uygulanması gerekliliğine dikkat çekmiştir10. •Terörizm tehlikesi de, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde İkiz Kuleler ile Pentagon’a yapılan 11 Eylül saldırısından sonra, nükleer enerji alanında üzerinde önemle durulan riskler arasındadır. III. Nükleer Santral Kurulması Kararının Verilmesinde Uyulacak Çevre Hukuku Kavram, İlke ve Araçları Teknik bilimlerin bilimsel belirsizlikler kapsamında nükleer enerji alanındaki riskler için net sonuçlar ortaya koyamaması nedeniyle bir nükleer santralden maruz kalacağımız radyasyonun ölçüsü karar alım sürecini kontrol edenlere ve bu süreçte kimin menfaatinin ağır bastığına bağlı olmaktadır. Bu kapsamda nükleer sektörün yetkili ulusal birimlerin kararını kendi menfaatlerine göre yönlendirmedeki ağırlığı ve daha fazla güvenlik yükümlülüğüne, bunların nükleer endüstriyi yokedebileceği savıyla, karşı çıkması da günümüzün gerçeklerindendir8. İşte çevre hukukunun esasları bu geleneksel yaklaşımı kıracak niteliktedir. Sürdürülebilir kalkınma (SK), ihtiyat ve katılım ilkeleri ile Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) ve çevre hakkı, karar sürecinin sınırlı kesimler tarafından ve belli grupların menfaatine göre kontrol edilmesini önleyip, bütün toplumun ve gelecek kuşakların güvenliğini hesaba katan bütünsel bir yaklaşımla kararlar alınmasını sağlayabilir9. ÇED nükleer santralden sosyo-ekonomik açıdan sağlanacak yararlar ile onun insan sağlığı dahil çevre üzerinde yapacağı olası bütün olumsuz etkilerinin-risklerinin- belirlenip objektif, tarafsız ve bilimsel bir şekilde tartılması, riskleri önleyecek ve/veya bunları en aza indirecek önlemlerin saptanması ve sonuçta yararların risklere üstün geldiğinin anlaşılması durumunda nükleer santrale izin verilmesini sağlayan bir süreçtir. Dolayısıyla böyle bir değerlendirmede riskler ağırlıklı kalıyorsa nükleer santrale izin verilmemesi gerekir. Bu süreçte idari birimlerin, katılım ilkesi çerçevesinde, halka kaygı, görüş ve önerilerini belirtme olanağı vermesi ve bunları dikkate alması da zorunludur. Böylece bu değerlendirme objektif, tarafsız ve uzmanlığa dayanarak ve halkın görüşlerine de gereken önem verilerek yapıldığında toplumsal yapıdaki kaygıları azaltmaya da elverişlidir. Bu durumda nükleer santral için verilecek onay kararına da itiraz söz konusu olmayabilecektir. Aslında bu yaklaşımın, proje düzeyinde bir nükleer santral kararından çok önce ve daha genelde, nükleer enerjiye enerji politikası ya da enerji planlaması içinde yer vermenin gerekliliğinin kararlaştırılması sırasında uygulanması gerekir. “Stratejik çevresel değerlendirme” denilen bu süreç çevreye önem veren ülkelerce, bu konuda özel bir hukuki düzenlemeleri olmasa da, esas alındığı gibi Avrupa Birliği’nin sadece bununla ilgili bir yönergesi de vardır. A. Sürdürülebilir Kalkınma Bu kavram sosyal ve ekonomik faaliyetlerin (yatırımların) uzun vadeyi- gelecek kuşakları da- dikkate alarak çevre faktörüyle bütünleştirilmesini zorunlu kılar. Bunun anlamı kalkınma faaliyetlerinin çevreye yapacağı baskının-olumsuz etkilerin- faaliyetler gerçekleştirilmeden önce hesaba katılmasıdır. Kalkınmada kullanılan çevresel kaynakların sınırlılığı-tükenebilirliği- böyle bir bütünleştirmeyi zorunlu kılmıştır. Aksi halde kalkınmanın sürdürülebilmesi mümkün değildir. Bu kavram şimdiki kuşaklara gelecek kuşakların ‘temel gereksinimlerini’ karşılamalarını sağlayacak kaynakları onlara bırakma sorumluluğunu getirir. Böylece şimdiki kuşakların çevresel varlıkları, en azından, kendi devraldıklarından daha kötü bir hale getirmemeleri gerekir. Bu yüzden SK kararların, kısa dönemli menfaatler değil, uzun vadedeki olası olumsuzluklar düşünülerek alınmasını gerektirir. Oysa nükleer enerji ile hem atıklar C. İhtiyat İlkesi Bu ilke yukarıda değinilen ihtiyatlılık kültürüyle birlikte, birbirlerini besleyici şekilde, gelişmiştir. Özellikle, deli dana hastalığı, baz istasyonları, genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve nükleer santraller gibi insan da dahil çevre sağlığını yakından ilgilendiren konularda olası olumsuz sonuçlarla bunların nedenleri arasında net bilimsel veriler bulunamadığı durumlarda risklere karşı ön- 57 GÜNDEM lem alma zorunluluğunu esas alır. Böylece bu ilke bilimsel veri olmaması gerekçesine dayanarak önlemler almama ya da onları erteleme şeklindeki geleneksel kamu yönetimi yaklaşımını ortadan kaldırmıştır. İlkenin nükleer santraller açısından odak noktası, riskin- sızıntı ya da patlama- gerçekleşme olasılığının önlemlerle azaltılmasına rağmen, bu olasılığın gerçekleşmesi halinde çok büyük bir felaket ortaya çıkabilecekse tercihin ihtiyattan yana yapılmasını gerektirmesidir. Avrupa Birliği’nin stratejik ÇED yönergesi henüz hukukumuza aktarılmadığından bu alandaki mevzuat ve uygulama halen proje düzeyindeki ÇED yönetmeliğiyle sınırlıdır. Ancak nükleer santral için objektif, politik etkiden uzak bilimselliğe ve halkın kaygılarına yanıt verebilen, çevre güvenliğini sağlayıcı bir ÇED yapılabilmesinin mümkün olmayacağını gösteren şu belirtiler vardır. •Somut uygulamalar ÇEDnin özünün benimsenmediğini göstermektedir. Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliği ÇED sürecinden geçilmesini ve buna ait kararın alınmasını ön koşul olarak kabul etmekte ve böyle bir karar alınmadıkça ilgili yatırımlar için herhangi bir izin, onay, ruhsat v.s. verilemeyeceğini belirtmektedir. Ancak adı geçen yönetmeliğin geçici 3. maddesi ile bu olumlu hükmün etkisi azaltılmış ve hükümete bazı konularda bu yönetmeliği uygulamama olanağı verilmiştir. Bu madde 1993 tarihinden önce haklarında bazı kararlar alınmış olan projeler yanı sıra yatırım programına alınmış projelere de yönetmelik hükümlerinin uygulanmayacağını düzenlemiştir ki böyle bir hüküm esasen Anayasaya (çevre hakkını düzenleyen 56. maddeye) ve Çevre Kanununa aykırıdır. İşte böyle bir anlayış çerçevesinde Rusya ile antlaşma yapılmıştır. Antlaşmada Türk hükümetinin proje katılımcılarının Türk mevzuatı uyarınca ihtiyaç duydukları tüm izinleri kolaylaştırmak için gerekli önlemleri alacağı da belirtilmiştir. Böyle bir çerçevede nükleer santral için yapılacak ÇEDnin ne ölçüde ciddi olacağı kuşkuludur. Nihayet çevre hakkının anayasalarda genellikle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı olarak belirlenmesi de nükleer enerjinin yaratacağı risklerin bu olanağı önlememesi gerektiğini gösterir. Bu hak bu önemi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesindeki kimi temel haklarla bağlantı kurulmak suretiyle, dolaylı şekilde kabul edilmiştir11. III. Türkiye’de Nükleer Santral Konusundaki Karar Nasıl Olmalı? Hükümet Türkiye’de ilk nükleer santralin kurulması için Rusya ile antlaşma12 yaptığı gibi başka santrallerin kurulması konusunda da kararlı olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Oysa böyle bir karar politik bir tercih konusu olarak görülemeyeceği gibi “başka ülkelerde, hatta sınır komşularımızda var bizde niye olmasın” şeklinde sığ bir gerekçeye de dayandırılamaz. Böyle bir karar konuya ilişkin hem çevre hukuku alanında doğrudan nükleer santralin risklerine yönelik genel hem de, aşağıda belirtilen, ülkemizin siyasal- toplumsal bazı özelliklerinin bu alanda yaratacağı özel soru işaretlerinin ya da kaygıların giderilebilmesi halinde verilebilir. •Çevre ve Orman Bakanlığının şimdiye kadar izlediği politika genelde yatırımcı bir bakanlığın yaklaşımından pek farklı olmamıştır. •ÇEDne tabi tutulan yatırım faaliyetlerinin hemen hepsine izin verilmekte, böylece ÇED şekli bir araca indirgenmektedir. •ÇED için yetkili komisyona yatırımcılarla ilgili kamu kuruluşlarının yetkilileri hakimdir. •Halkın katılımı yatırımcıların izlediği çeşitli taktikler ve kimi idarecilerin tutumu yüzünden gerektiği gibi yapılamamakta, görüşler ÇED sürecinin sonucuna ait kararın verilmesinde gerektiği gibi dikkate alınmamaktadır. •Teknik nitelikli bilimsel değerlendirmelerde bile uzmanlık ve objektifliğin sağlanmasında sorunlar vardır. •ÇED sadece kararın verilmesiyle bitmemektedir. Yatırımcının kararda belirtilen önlemlere uygun olarak santrali yapıp yapmadığının, yine bu önlemlere göre santrali çalıştırıp çalıştırmadığının sürekli şekilde ve titizlikle denetlenmesi gereklidir. Aynı durum yatırımın sona erdirilmesi- santralin sökülmesi ve atıkların yönetimi- aşaması için de geçerlidir. Böyle bir denetimin doğal sonucu ihlal halinde gerekli yaptırımların da derhal uygulanmasıdır. İşte tüm bu konuların gereğini yerine getirme açısından ülkemizde görülen tablo yetkililerin karnesinin iyi olmadığıdır. •ÇED ihtiyat ilkesinin de uygulanmasını gerektirir. Oysa kamu yöneticilerimiz buna tamamıyla yabancıdır. A. Çevre Sorunsalı ve Çevre Hukuku Kapsamındaki Kaygılar-Soru İşaretleri 1. Bütünsel yaklaşım ve sürdürülebilir kalkınma algılanmış mı? Günümüzdeki algılanışıyla SK kapitalist sistemi dışlayan bir kavram olmayıp onun bünyesi içinde geliştirilmiştir. Buna karşın ülkemiz kamu yönetiminde bunun önemi gerektiği gibi algılanmamıştır ki bu durum çevre sorunsalının ciddiyetinin de algılanmadığının işaretidir. Bunun somut anlamı yaşamın sürdürülebilirliği için gerekli çevresel varlıkları sürekli azaltan klasik kalkınma anlayışının devam ettirilmesidir. Hükümet düzeyindeki açıklamalarda sıkça dile getirilen “her aile en az üç çocuk sahibi olmalı” söylemi bunun genel bir kanıtıdır. Çünkü bu söylem çevre sorunsalının doğal kaynaklara yapılan baskı yüzünden ortaya çıktığı ve bu bağlamda nüfus artışının bu baskıyı örneğin enerji gereksinimini artırdığı gerçeğini gözardı etmektedir. Nükleer santral kurma kararının verilmesi SKnın gerektirdiği bütünsel bir çerçevede disiplinlerarası bir analizin yapılmasını gerektirir. Bunun için, enerji kaçakları, yenilenebilir enerjiyi geliştirme ve bunun kapasitesi, enerji tasarrufu-buna ait yaşam şekillerinin geliştirilmesi- ve enerji gereksinimi birlikte değerlendirilmelidir. Geleceğe ait enerji gereksiniminin hesaplanması ise nüfus planlamasından ayrı düşünülemez. Bu konuların her birinin aşağıdaki esaslara göre ve ilgili tüm bilim alanlarından uzmanlarla oluşturulacak komisyonların objektif ve tarafsız çalışmalarıyla resmi verilere dökülmesi şarttır. Ayrıca aşağıdaki saptamalar da SKnın algılanmadığının diğer kanıtlarıdır. 3. İhtiyatlılık esas alınıyor mu? Kamu yönetimimizin bu ilkeye yabancı olduğunun örneği Biyogüvenlik Kanunu kapsamında görülebilir. Rusya ile yapılan antlaşmada da güvenlikle ilgili hükümlerin ihtiyatlı bir yaklaşımı yansıttığı söylenemez. Bu hükümler genel ifadeler (radyoaktif atıklarla kullanılmış nükleer yakıtın emniyetli yönetimi, santralin emniyetli ve güvenli işletilmesi ve modernize edilmesi) şeklinde olup yeterince net ve ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş; bazı konulara hiç değinilmemiştir. Proje şirketinin santralin sökülmesi ve atık yönetiminden sorumlu olduğu belirtilmiş ama bu sorumluluk Türk 2. Çevresel etki değerlendirilmesi özüne uygun şekilde yapılıyor mu? 58 GÜNDEM mevzuatı uyarınca ilgili fonlara gerekli ödemeleri yapmak çerçevesinde belirlenmiştir. Proje şirketinin riskleri sigortalama sorumluluğu sadece yatırım ve işletme dönemleri için düzenlenmiş santralin sökülmesi aşaması kapsam dışında bırakılmıştır. Olası bir kaza halinde yükümlülüklere ait özel düzenlemelere ise hiç yer verilmemiştir. suz nükleer enerjinin henüz evrensel olarak çözümlenemeyen risklerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye için ise bu genel risklere ek olarak siyasi - toplumsal yapıya özgü ve ihtiyatlılık kültürünün olmayışıyla da ilgili giderilemeyen soru işaretleri vardır. Bu tablo karşısında, nükleer santral kurulması kararı sürdürülebilir bir yaşam için tehdit oluşturacağından ekonomik alanda elde edilecek rakamsal menfaatlerin da anlamı kalmayacaktır. B. Çevre Sorunsalı Dışındaki Kaygılar- Soru İşaretleri (Endnotes) 1 Dipnotlar ve kaynakça Bu saptamalar için bkz. Nükhet Turgut, “Teknolojik Gelişmelerin Geleneksel Hukuka Etkisi: Çevre Hukukunun Doğuşu”, Bilişim Toplumuna Giderken Psikoloji, Sosyoloji ve Hukukta Etkiler Sempozyumu, Ankara, 2001, s. 273-74. 2 Bkz.Ulrick Beck, “Global Risk Politics” in Greening the Millenium, Michael Jacobs (ed.), 1997, s. 18-33. Dirk Matten, “Editorial: The Risk Society Thesis in Environmental Politics and Management-A Global Perspective”, 7 (4) Journal of Risk Research June 2004, s.371-76. 3 Bkz. J.C Hanekamp-R. Pieterman, “Risk Communication in a Precautionary Culturethe Precautionary Coalition”, 28 Human and Experimental Toxicology 2009, s.15-20; Asa Boholm, “Editorial: New Perspectives on Risk Communication: Uncertainty in a Complex Society”, 11(1-2) Journal of Risk Research January-March 2008, s.1-3. 4 Bunlar tanınmış örnekler olmakla birlikte nükleer alandaki radyason bulaşmasının örnekleri daha eskiye uzanır. Örneğin Puerto Rico’da 1965’de tam kapasitede çalıştırılan bir reaktör üç yıl sonra, sızıntı nedeniyle, kapatılmak zorunda kalınmış ve söküm sürecinden yıllar sonra da radyoaktif bulaşmalar saptanmıştır. Bu konuda bilgi için bkz. Luis E. Rodriguez-Rivera, “The Human Right to Environment and the Peaceful Use of Nuclear Energy”, 35 Denv. J. Int’l L. & Pol’y 2006-2007, s.177-78. 5 Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, Advisory opinion, 1996 I.C.J. 226, 241-44July 8 1996. 6 Bu konularda bkz. Franco Romerio, “Nüclear Energy Between Past and Future An Assessment Based on the Concept of Risk”, 8 Competition & Reg. Network Indust. 2007, s. 39-43; Rodriguez-Rivera, yuk.dn.4, s. 174-80; P. Abbott-C. Wallace- M.Beck, “Chernobyl: Living With Risk and Uncartainty”, 8(2) Health, Risk and Society 2006, s. 105-21; Mark Chernaik, “Japan Disaster is Opening of New Chapter on Nuclear Safety”, http://www.registerguard.com/web/opinion/26038358-47/nuclear-fuel.30 Mart 2011de bakıldı.. 7 Bu konuda bkz. Abbott-Wallace- Beck, yuk. dn.5, s. 105-15. 8 Bu konuda Amerika Birleşik Devletleri ile ilgili saptama için bkz. Frank N. Von Hippel, “It Could Happen Here”, The New York Times, 24 March 2011. 9 Burada değinilecek bütün bu kavram, ilke ve araçlar konusunda bkz. Nükhet Yılmaz Turgut, Çevre Politikası ve Hukuku, İmaj Yayınevi. Ankara 2009. 10 Gabeikovo-Nagymaros Project (Hung. V. Slovak.), 1997 I.C.J 7, 78 (Sept. 25) (aktaran Rodriguez-Rivera, yuk. dn.4, s.187-88). 11 Bu konuda bkz. Nükhet Yılmaz Turgut, “The European Court of Human Rights and the Right to the Environment”, 4/1 Ankara Law Review 2007, s.1-24. 12 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma. Resmi Gazete. 6.10.2010. 13 Bkz. Douglas John Steding, “Russian Floating Nuclear Reactors: Lacunae in Cuurent International Environmental Law and Maritime Law and the Need for Proactive International Corporation in the Development of Sustanable Energy Sources”,13 Pac. Rim L.& Pol’y J. 2004, s. 718-21. 14 Bkz. Romerio, yuk. dn.5, s. 33, 51. Nükleer santralin riskleri teknik nitelikli olduğu için evrensel normlara tabi olup herkes için geçerlidir. Ancak nükleer santral kurma kararının bütünsel bir çerçevede verilmesi zorunluluğu sadece bu risklerin teknik olarak hesaba katılmasının bir güvence oluşturmayacağını bunlar dışında kalan ancak bunları da yakından etkileyen, ülkemizin sosyo-politik yapısına ilişkin bazı kaygıların da giderilmesini gerektirir. Bir kere en üstün teknoloji esas alınsa bile bunu kullanacak ve sonuçta nükleer santrali çalıştıracak olan insandır. Nitekim nükleer felaketlerin dünyada yaşanan kimi örneklerinde insan hataları söz konusu olmuştur. Nükleer santralle ilgili tüm işlemler (kurma, çalıştırma, atıkları taşıma, atıkları depolama, sökme ve kaza durumu) en yüksek düzeyde tedbirin sürekli şekilde alınmasını gerektirir. Bu da, yöneticiler dahil, herkesin, yukarıda değindiğimiz anlamda, ihtiyatlılık kültürüne sahip olmasını zorunlu kılar. Oysa Türkiye’de böyle bir kültür siyasal-toplumsal boyut bir yana kişisel yaşam düzeylerinde bile yoktur. Öte yandan Rusya nükleer enerji ajansının da çevre korunması açısından, radyoaktif bulaşma ve nükleer atıkların idaresine ait bazı somut olayları halletme açısından zayıf bir geçmişe sahip olduğu, çevresel güvenliğin bu ülkede öncelik oluşturmadığı ve çevre politikalarının da zayıf olduğu Rusya’nın çeşitli az gelişmiş ülkelerde kurmak istediği nükleer santraller açısından güvenlik sorununu konu alan çalışmalarda vurgulanmıştır13. Herhangi bir sızıntı ya da patlama felaketi olduğunda bunun olumsuz etkilerinin başta sınırdaş ülkeler olmak üzere uluslararası boyut taşıyacağı kuşkusuzdur. Üstelik bu olumsuz etkilerin katlanılması gerekecek sonuçları acil önlemlerin hemen alınmasından uzun vadeli etkilerin yokedilmesine ve gelecekte de ortaya çıkacak tüm mağduriyet durumlarının tazminine uzanan çok geniş bir yelpazeyi kapsayacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin uluslararası olası baskıları, güçlü bir devlet olan Rusya karşısında, kendi menfaatleri yönünde yönlendirebilmesi mümkün olacak mı? Nihayet, terörizm riski, yıllardır teröre karşı mücadele veren, Türkiye’de kurulacak bir nükleer santral açısından geçerli olmayacak mı? Nükleer santrali savunanların, onun yararları arasında değindikleri ‘doğalgaza, dolayısıyla dışa bağımlılığı azaltacağı’ savı da geçersizdir. Çünkü, Antlaşma uyarınca, nükleer santrali kurup işletecek ve nükleer santralin yanı sıra üretilecek elektriğin de sahibi olacak proje şirketinde Rus yetkili kuruluşlarının toplam payının hiçbir zaman yüzde elli birden az olamayacağı kararlaştırılmış olup teknolojinin yanısıra kullanılacak yakıt da dışarıdan sağlanacaktır. SONUÇ olarak, nükleer enerjinin yimiikinci yüzyıl için geçerli olmayabileceği ve onun, yenilenebilir enerjinin gelişmesini ve daha az enerji gerektiren yaşam şekillerinin yerleşmesini beklerken, sadece geçici bir teknoloji olarak kabullenilmesi gerektiği bu enerjiyi savunanlarca bile vurgulanmaktadır14. Bu vurgulama kuşku- 59 ÖĞRENCİ KONSEYİ Mehmet Çürüksu Atılım Üniversitesi Öğrenci Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Bir Akademik Yılı Daha Geride Bırakırken Öğrenci Konseyi olarak; bizlere ayrılan köşemizden, herkese, bir kez daha merhabalar. muza inandığımı ve bunu öğrenci arkadaşlarımızdan gelen olumlu taleplerden açıkça gördüğümü belirtmek isterim. İnanıyorum ki; başarılı çalışmalarımız her yıl artarak devam edecektir, görev üstlenen şahıslar değişse dahi… Dersler, sınavlar, projeler, kültürel-sosyal ve sanatsal çalışmalarla dolu bir dönemin sonuna gelirken; bir akademik yılı daha geride bırakıyoruz. Umut ediyorum ki; geride bıraktığımız dönem, tüm öğrenci arkadaşlarım adına verimli geçmiş olsun. Öğrenci Konseyi olarak; yoğun bir gündemle geçen son birkaç ay içerisindeki gelişmeler hakkında sizleri bilgilendirirken, aynı zamanda, gündemle alakalı konulardaki görüşlerimizi de naçizane ifade etmeye çalışacağım. Bu vesile ile son söz olarak; benimle birlikte yola çıkmış, her türlü çalışmada üstün özveri gösteren, ve başarıya ortak olan yakın çalışma arkadaşlarım; Konsey Başkan Yardımcısı Murat Sivri, Konsey Genel Sekreteri Muhammed Dilmen, Denetleme Kurulu Başkanı Zeynep Özdemir’ e ve öğrenci temsilci sıfatıyla her bölümde konseyi temsil noktasında bulunan birbirinden değerli diğer 29 Öğrenci Temsilcisi arkadaşıma teşekkürlerimi sunarım. Türk gençliğinin her kulvarda daha etkin ve yetkin şekilde örgütlenerek ülke gündemine ve geleceğine yön verecek şekilde organize olması, kitlesel hareket kabiliyetini artırması yönünde oluşan bilinç her geçen gün daha da artarak devam etmektedir. Gençliğin siyaset, ekonomi, sosyal yaşam, sanat, spor ve akademik alanlarda daha önde ve aktif çalışmasının; artık, küresel manada saniyelerle ölçülen devletlerarası rekabet içerisinde ülkemizin de elini güçlendirecek bir gerçek olduğunu kanıksamak olağandır. Bu vesile biz gençliğe ve dahası ileri derecede sorumluluklara talip olan genç liderlere daha çok çalışmak, üretmek, anlatmak, sorgulamak ve mücadele etmek düşmektedir. Hayatın her alanında, hayata “İZ” bırakanlara selamlar, sevgiler, saygılar… Çanakkale Şehitlikleri Ziyaretimiz ve Bursa Gezintisi Bu bağlamda Türkiye sathında faaliyet göstermekte olan Genç Liderler Derneği; başta üniversiteler olmak üzere genç nüfusun yoğun olarak bulunduğu ortamlarda örgütlenir, çalışmalarını genç liderler eli ile yürütür, herhangi bir siyasi parti ya da gruba bağlı değildir, dinisosyal cemaate tabi değildir, hiçbir ideolojik tavrı benimsememektedir. Tek gayesi Cumhuriyet değerleri, vatanseverlik, demokrasi ve insan haklarının üstünlüğü ile hukukun ve millet iradesinin egemenliğine dayanan ilkeler vasıtası ile yarınların inşasında rol oynamaktır. Genç Girişimciler Grubu ve Türk Tarih Platformu ortak çatısı altında, 2004 yılından bugüne, geleneksel bir boyut kazanmış Çanakkale Şehitlikleri ziyaretlerimizin 7.’ sini bu yıl, 22-24 Nisan 2011 tarihleri arasında gerçekleştirdik. Ülkemizde parlamentoya seçilme alt yaşının 25’e düşürüldüğü bu ve sonraki dönemde ülke için daha çok söz sahibi olacak genç nesillerin inşa edeceği güçlü yarınlarda, bugünden yer almak bilinci ile her genç arkadaşımı çalışmalarımıza katılmaya ve destek olmaya davet ediyorum. Gezimiz, Öğrenci Konseyi ve Türk Tarih Platformu işbirliği ve Yrd. Doç. Dr. Reşat Öztük’ün danışma ve rehberliğinde; Mütevelli Heyetimizce tahsis edilen 2 otobüs ve bunun dışında 2 hususi araç eşliğinde toplamda 103 arkadaşımızın katılımı ile amacı doğrultusunda tamamlanmıştır. Ardımızda bıraktığımız akademik yıl da gösterdiğimiz gayret ve özveri ile Öğrenci Konseyi kurumsal kimliği altında başarılı olduğu- 60 Geziden kısa notlar; 22 Nisan Cuma gecesi 2 otobüs ile çıktığımız Ankara – Çanakkale yolculuğumuz keyifle geçti, Cumartesi sabah Çanakkale’ye vardığımızda, bizleri güzel bir bahar sabahı karşıladı, Otelde kahvaltı ve odalara yerleşme sonrasında, Çanakkale boğazında eşsiz bir feribot yolculuğu ile Gelibolu’ya geçtik ve gün boyunca sırası ile; Yüzbaşı Mehmet Şehitliği, Gelibolu Tabyaları, Seyit Onbaşı Anıtı, Yahya Çavuş Şehitlik Anıtı, Kesikdere Şehitliği, Mehmetçik- Gelibolu Şehitler Abidesi, Conkbayırı Siperleri, Conkbayırı Gözetleme Yeri, Conkbayırı Atatürk Anıtı, Kanlı Sırt, Arı Burnu, Anzak Koyu ve Gelibolu Tarihe Saygı Parkı gibi Çanakkale Ruhu’nu ölümsüz kılan bu özel yerleri Reşat Hocamızın tarifsiz anlatımı ve saygıyla gezdik, Son olarak bahsetmekte önem gördüğüm diğer bir husus ise; Rektörümüz Prf. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, üniversitemiz Hukuk Müşaviri Av. Zerlin Zaim Hanım ve Öğrenci Konseyimizin Yönetim Kurulu Üyelerinin katılımı ile gerçekleştirdiğimiz istişare toplantısında; geride bıraktığımız akademik yılın genel bir değerlendirmesini yaparak, mevcut sorunlar ve çözüm yolları hakkında karşılıklı görüş alış verişinde bulunduk.Her türlü görüşümüzü ve önerimizi, öğrenci arkadaşlarımızdan gelen istek ve şikayetleri açıkça ve detaylıca ortaya koymamıza imkan tanınan söz konusu toplantıda, görevimizin gereği olan öğrenci ve yönetim arasındaki köprü misyonunu yerine getirmiş olduk. Aynı günün gecesi ise; Çanakkale merkezde konakladığımız ve her şeyi ile iyi olarak nitelenebilecek otelimizde akşam yemeği ardından serbest zaman olarak Çanakkale merkezde bulunan eğlence mekanlarında günün yorgunluğunu attık, Pazar sabahı, Çanakkale merkezde bulunan Çanakkale Deniz Müzesi ve temsili Truva Atı’ nın görülmesi ardından Bursa yolculuğumuza başladık, Memnuniyetle belirtmek isterim ki; söz konusu istişare toplantısının amacına uyacak şekilde bizler açısından olumlu geçmiş olmakla birlikte, Öğrenci Konseyi’ ne ve onun yüklendiği demokratik misyona da büyük katkılar sağlamıştır.Buradan, Rektör Hocamız Sayın Özgenoğlu ve Zerlin Hanım’a bir kez daha teşekkür ederim. Güzel bir yolculuğun ardından vardığımız tarihi Başkentlerimizin en güzellerinden biri olan ecdat toprağı Bursa’da bizleri Osmanlı Türkİslam Devleti’nin kurucusu Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi Beylerin türbeleri karşıladı, Sonuç olarak; ardımızda bıraktığımız akademik yıl da gösterdiğimiz gayret ve özveri ile Öğrenci Konseyi kurumsal kimliği altında başarılı olduğumuza inandığımı ve bunu öğrenci arkadaşlarımızdan gelen olumlu taleplerden açıkça gördüğümü belirtmek isterim.İnanıyorum ki; başarılı çalışmalarımız her yıl artarak devam edecektir, görev üstlenen şahıslar değişse dahi… Ardından, Yeşil Medrese, Kapalı Çarşı ve Ulu Camii Şerifi’ nin gezilmesinin ardından yemek molası ve ardından Ankara’ ya dönüş yolculuğu. Tüm güzellikleri, tarih şuurumuza olan büyük katkıları ve birçok öğrenci arkadaşımızın tanışmasına, kaynaşmasına vesile olan sıcak ortamı ile Çanakkale ve Bursa gezilerimiz her açıdan amacına ulaşmış ve Atılımlı kimliğimize yaraşır şekilde tamamlanarak güzel anılarla üniversite hayatımızdaki güzellikler içinde yerini almıştır. Bu vesile ile son söz olarak; benimle birlikte yola çıkmış, her türlü çalışmada üstün özveri gösteren, ve başarıya ortak olan yakın çalışma arkadaşlarım; Konsey Başkan Yardımcısı Murat Sivri, Konsey Genel Sekreteri Muhammed Dilmen, Denetleme Kurulu Başkanı Zeynep Özdemir’ e ve öğrenci temsilci sıfatıyla her bölümde konseyi temsil noktasında bulunan birbirinden değerli diğer 29 Öğrenci Temsilcisi arkadaşıma teşekkürlerimi sunarım. Bu vesile ile, başta, her zaman olduğu gibi bu gezimizde de bizlere her türlü maddi desteği veren, kolaylığı gösteren Mütevelli Heyetimize, Rektör Hocamız Sayın Özgenoğlu’ na, her gezimizde bizlere rehberlik ve öncülük eden Reşat Hocamıza, Cihan Turizmin sıcak kanlı şoförlerine ve elbet tabii ki gezimize iştirak ederek tüm güzellikleri birlikte yaşadığımız kıymetli arkadaşlarımıza Konseyim ve şahsım adına teşekkürlerimi sunarım. Hayatın her alanında, hayata “İZ” bırakanlara selamlar, sevgiler, saygılar… 61 BEŞERİ SOHBETLER SOSYAL ZEKA İŞ BAŞINDA “ Toksik insanların zihinleri genellikle kendi kişisel mücadeleleriyle o kadar meşguldür ki, başkaları üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarının farkına varmazlar. Kendilerini başkalarının gördüğü gibi görebilmeleri için yardıma ihtiyaçları vardır.” Karl Albrecht 0-10 yaşlar arası) söylüyor. Yaşamımızın önemli bir kısmını, diğer insanlarla birlikte çalışarak ve iletişim kurarak geçirdiğimize göre sosyalzeka’nın önemi giderek artmaktadır. Özellikle de kooperatif nitelikteki eğitim ve iş ortamları, sosyal zeka/yetenek’in çok önemli hale geldiği yerler olmaktadır. Bu nedenle sosyal zekanın, spesifik olarak belirli durumlarda/ortamlarda incelenmesinde yarar vardır. İş Dünyasında Sosyal Zeka : Örgütlerde formal(resmi) yapının işliyor olması asla yeterli değildir; informal (resmi olmayan) yapının da işlemesi gerekir. Bunlardan birincisi kurum, ikincisi ise birey boyutunu yansıtır. Kurum kültürü, kimliği, aidiyet duygusu, dedikodu gibi kavramlar hep resmi olmayan örgüt yapısına aittir. Aynı konudan olmak üzere, sosyal zeka/beceri eksikliği olan örgütlerde bir dizi verimlilik ve etkililik sorunu yaşanır. Nitekim başarınız kurumların/şirketlerin çoğu rakipler tarafından yenilgiye uğratılan değil, kendi kendisini başarısızlığa uğratan kuruluşlardır. Albrecht, (Karl Albrecht, Sosyal Zeka, Tst. 2008) örgütlerin işlev bozukluklarına ait on sendrom teşhis etmiştir. Bunlar sırasıyla: Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker 1. Dikkat Eksikliği: Yöneticilerin bir tek konu üzerinde yoğunlaşamaması, bir işten bir diğerine koşma. Çok işte çırak olma sendromu, Eşyönlü ve bütüncül olmayan girişimler. 2. Anarşi; Bölünmüş ya da senkronizasyonunu kaybetmiş yönetim kadrosu. Klikleşme ve örgütten kopmalar. 3. Kansızlık: Çeşitli olumsuz nedenlerle, piyasası olan yetenekli elemanlar, alternatif kurumlara geçerler. Yerlerini başarısız ve yeteneksizler alır. Çünkü bu ikinci sınıf personelin gidecek yeri yoktur ve zor koşullara daha çok katlanabilirler. Ancak bu artçılar asla kurumu iyileştirme için cesaret, beceri ve bilgiye sahip değildir. 4. Kast Sistemi ve Dokunulmazlar: Kimi örgütlerde resmi olmayan bir “gölge” yapı vardır. Bunu herkes bilir ama dile getiremez. Kurumun çıkarına olmayan bu yapı, üyelerinin ihtiyaçlarını çok iyi kollar. 5. İç savaş: Örgütlerde birden çok kampın oluştuğu durumlarda ortaya çıkar. Ancak bu kamplar çıkar, amaç, alt kültür, ideoloji açısından farklılıklara sahipse, savaş su yüzeyine çıkar. 6. Despotizm: Tarafların sıcak savaşa başladığı ve bireylerin kaçınma tavrına sığınma durumudur. 7. Genel Depresyon: Üst yönetim ile personelin herhangi bir empatik bağ kuramaması halidir. 8. Yaşlılık Dönem Liderliği: Bir CEO nun psikolojik, biyolojik ya da mesleki anlamda demode hale gelmesi onun mesleki hayatının sonu demektir. Ancak bu kişiler yeni insanları redderek, dümene yapışmaya devam etmek isterler. Bu sendrom bir kişide başlayıp, tüm yaştaşlara yayılabilir. 9. Tekelci Zihniyet: Bir örgüt, çeşitli nedenlerle kendi alanında uzun süreli başarılı olursa, yöneticiler tekelci düşünmeye/davranmaya başlar. Rekabeti unutur, rakiplere açık hedef olurlar. 10. Tek Kişilik Takım: Otomatik bir yapıda en tepe noktanın karar alıp uygulamasıdır. Personel özgüvenini kaybeder. İşletme Fakültesi Dekanı İçinde bulunulan durumun farkında olunmaması, insan ilişkilerindeki duyarsız ve sorumsuz davranışlar, sadece duyguların tatmin edilip, öfke kontrolsüzlüğü ile ortaya çıkan ilişki bozuklukları v.b. sıkça karşılaşılan patolojik vakalardır. Bu durum cehaletle, farkındalığın eksikliğiyle, kabul edilmiş davranış kalıplarına karşı saygısızlıkla açıklanabilir. Trafikte, restoranda, iş ortamında, okulda bu tür narsist, egosantrik, bencil, sosyopat insanlarla karşılaşmak çok mümkündür. Bu tür toksik davranışların ortak nedeni hep aynıdır: Aşırı şişirilmiş ego, tarafsız algılama eksikliği, sosyal sorumsuzluk, gerçekçi olmayan benlik algısı, empati yeteneğinin yokluğu/yetersizliği, iletişim becerisinin eksikliği ve nihayet patavatsız davranışlarının başkaları üzerinde bıraktığı etkiyi umursamama. Pre-natal (doğum öncesi) koşul ve özellikler bir yana, insanlığın IQ su yükselirken, EQ su düşüyor. Batı toplumlarının işlemekte olan sosyalizasyon süreci, (örgün eğitim dahil) nasıl rekabetçi ve dayanıklı bir insan olunur teması üzerinde kurulmuştur. Oysa insanların sosyal beceri kazanacakları ya da bu konunun eğitimini alacakları fırsatlar çok fazla değildir. Ayrıca günümüzde sosyal sorumluluğun, ilişkisel zerafetin, empatinin, anlayış göstermenin, anonim mutlulukların pek de önemi yok gibidir. Diğer taraftan Gardner’in işaret ettiği gibi, (Self-Renewal: The Individual and the Innovative Society, New York : W.W. Norton, 1964.) Olgunluk ve yaşlılık bu konuda önemli bir faktör görevi alabilmektedir. Şöyle ki: insanlar yaşlandıkça hayatlarındaki çeşitliliği azaltır. İlgi duyduğu konuların ve ilişki kurduğu insanların sayısı düşer; öğrenme ve girişim çabası azalır, riske girme ve hata yapma korkusu artar. Dolayısıyla insanlar yaşlandıkça, sosyal ilişkilerde daha çok sorun yaratan, (Kendileri zor değiştiği için) başkalarının değişmesini / fedakarlığını isteyen, gizli benciller haline dönüşürler. Kısaca yaş, cinsiyet, statü, toplum değerleri, rekabet, ego gibi faktörler sosyal ilişkileri gittikçe zora sokmaktadır. Yukarıda anılan sorunların çoğu bir yeniden yapılanma ve sosyal zeka/ yetenek eğitimiyle çözümlenebilecek sorunlara örnek teşkil etmektedir. Literatür, sosyal zeka’nın ölçüleceğini ve geliştirilebileceğini (özellikle 62 NOKTA-İ NAZAR ADALETİN ÖZÜ İYİLİKTE BİRLİK mada birliği sağlayan ve biçimlendiren güç (yeti)’ anlamının ‘biçim’ kelimesine yüklenmesi ise üzerinde düşünmeye değer niteliktedir. Sözlükte ‘öz’e yüklenen manalar arasında ise ‘bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü’, ‘güç, dayanıklılık’, ‘gönül’, ‘nefis, zat, kendisi, benlik’, ‘bir kimsenin benliği, manevi varlığı’, ‘bir şeyin temel öğesi’, ‘bir şeyin içi’, ‘katıksız, arı’, ‘kaynak, pınar’ gibi anlamlar yer almaktadır. Yrd.Doç.Dr. Fatma Ülkü Selçuk İşletme Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü İncitmeden, sevgiyle yaşamak, iyilikte birliğin belki de en önemli malzemesidir. “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre’nin söylediklerine kulak vermek, belki de pek çoğumuzu çıkmazdan kurtarmaya yarar. Açıktır ki insan, iyilikte kümelenerek insanlaşır. Adaleti, eşitlikten ziyade, iyilikte kümelenmek olarak görmekte fayda vardır. Yanlışa yanlışla cevap vermekten uzak durmalı, ne kanı kanla temizlemeye kalkışmalı, ne de intikam hissinin esiri olmalıdır. Acımasızlığı ve riyayı önlemeye çalışırken, merhamette ve hakikatte birleşmelidir. Nefret, öfke, kin ayrıştıran duygulardır. Sevgi ise birleştiren. Yoğunlaşma ve dağılma beraberce işleyen süreçlerdir. Merhamet yoğunlaşırken, kin ve öfke dağılır. Hikmetse sevgide bütünleşmektir. Birlik, önemlidir. Bu anlamları göz önünde bulundurduğumuzda, anlaşılmaktadır ki biçim ve öz, insana dair her etkinlikte belirebilir. Denilebilir ki canlının ve cansızın kaynağı, esası, en kuvvetli yapıtaşı öz ise, özün dıştan görünüşü, hali, nasıl düzenlenmiş olduğu biçimle alakalıdır. Öz, biçimle vücut bulur; biçim, belli bir ölçüde özdekileri yansıtır. Adap, yol yordamla ilgili olduğu için şekille yakından ilişkilidir. Yine de şekil, özün bir hali olduğuna göre özden bağımsız değildir. Edebe dair tutumumuz da hem biçim hem de özle ilgilidir; ahlak ve terbiyeyi, inceliği nasıl tanımladığımızla ilgilidir. Birçok insan ahlak dediğinde, orta yolu ve aşırılıklardan uzak durmayı anlar. Pek çok kişinin yolu, topluluğundaki değer yargıları ışığında şekillenir. Bazısı için ise orta yol, her zaman ideal yol değildir. Onlara göre ideal olana ne kadar yakınlaşırsak, o kadar ahlaklıyız demektir. İdeal olana yönelim, yani niyet, yolun önemli bir adımıdır. Niyet edilen ideali mümkün mertebe gerçekleştirmek ise ana gayedir. İdeallerin ne olduğu, ideallerin nasıl olabildiğince gerçekleştirilebileceği yaşamsal sorulardır. Birliğin ne olduğu, nasıl gerçekleştiği derinlemesine düşünülmesi gereken konulardır. Her ilişkili olma durumu birlik olarak mı adlandırılmalıdır? İlişkili olan her varlık birbirinin eşi midir? Her hal eşdeğer midir? Binlerce yıl gündemde kalan bu sorulara verilen pek çok cevapta hikmet vardır. Daha sonra değişebileceğini kabul etmekle beraber birlik konusunda bana en azından şimdilik hâkim olan görüşü sizlerle paylaşmak isterim. Görüşüm odur ki incelediğimiz varlıkların yapı taşlarının aynı olması halinde bile her bir hal zorunlu olarak diğeri ile bir ve aynı değildir. İlişkili olma durumu ‘bir’in parçası olma durumu olarak adlandırılabilse bile, ne oksijen hidrojenle bir ve aynıdır, ne de zalimlik merhametle. Bu ve benzeri hallerin yapıtaşları aynı olsa bile bu aynılık, parçacıkların/enerjinin yoğunlaşma ve bir araya geliş şekillerinin aynı olması anlamına gelmeyebilir. Ayrıca her bileşenin ve yönelimin aynı olmayabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Birin parçası olmak, herbir insan faaliyetinin ve yöneliminin eşdeğer doğrulukta olduğu anlamına gelmez. Örneğin hak yemek ve iftira atmak ile bunların tersi bir ve aynı değildir. İnsanın iradesi olmadığını varsayacak olursak insana sorumluluk yüklemek zorlaşır. Yine de bu durum, doğruya, iyiye, güzele yönelen insan eylemini aksi yönelime yeğ tutmaya engel olmaz. O halde konu, iyilikte kümelenmenin yolunun ne olduğudur. Uygun, güzel davranış nedir; düşünce, duygu ve davranışlarımızı olumlu yönde dönüştürmek için ne yapmalıyız? Ne yapmalıyız ki biçim, özün; usul, esasın önüne geçmesin… Örneğin ideal olan, esenlik ve barış hali ise, bu hale nasıl, yani hangi usul veya usullerle ulaşılacağı temel meseledir. Usul, pek çok durumda esasa götüren araçtır. Usulü, kimi zaman esasın parçası olarak da değerlendirmek mümkündür. Kendi içinde amaç olmadığı ve olabildiğince farkındalıkla kullanıldığı müddetçe, uygun usul, esasa yaklaştırır. Esasa yaklaşmak üzere uygun usulleri benimsemekte, gerektiğinde birini bırakarak başka bir usule başvurmakta veya daha önce kullanılan eski bir usule dönmekte tereddüt etmemek lâzımdır. Adaleti, yani iyilikte kümelenmeyi kuvvetlendirmek için de kullanılabilecek usuller farklı farklıdır. Örneğin kimi zaman adaletsiz durumu gözler önüne sermek, kimi zaman sadece haksızlık yapan kişiye yaptığının yanlış olduğunu ifade etmek ve kişinin empati kurması için çabalamak, kimi zaman ise nispeten doğru davranışı sergileyerek örnek olmak benimsenebilecek usullerden olabilir. Kişi, kimi zaman içsel bir dürtüyle adaletli olmaya yönelir, kimi zaman ise dışarıdan müdahale ile. Önemli olan, insanın, nispeten iyiye yönelmesidir. Bir insanı intikam duygusuyla kırmaktan, öfke ile teşhir etmekten veya ona kin ile acı vermekten uzak durmalıdır. Kırmak, incitmek, acı vermek gibi davranışlar yaşamımızın parçasıdır ve bazen kaçınılmazdır. Yine de öfke, intikam, kin ve nefret gibi duygulardan kaçarak, olabildiğince sevgiyle ve dinginlikle doğruya yönelmek esas olmalıdır. Daha adaletli bir dünya için hoş görerek, affederek, haksızlıklarıysa olabildiğince önlemeye çalışarak kısasa kısastan uzaklaşmak lâzımdır. Nispeten doğruyu arayarak, öğütleyerek ve yaşayarak yola devam etmek, iyilikte birliğin ana yolu gibi görünmektedir. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde, birkaç kelimeye hangi anlamların atfedildiğine bakarak konuya odaklanmak mümkündür. Sözlüğe göre ‘adap’; töre veya yol yordam demektir. ‘Edep’ ise toplum töresine uygun davranma, iyi ahlak, incelik, terbiye gibi anlamlara sahiptir. ‘Biçim’ kelimesine de atfedilen pek çok anlam söz konusudur. ‘Dıştan görünüş’ ve ‘yakışık alan veya uygun olan şekil’ anlamlarının yanısıra, ‘içeriğin karşıtı’, ‘ne olandan ziyade nasıl olan’, ‘düzenlenmiş olan’, ‘değişmez olan’ anlamları bunlardan birkaçıdır. Doğa felsefesinde ‘organiz- 63 ERASMUS ERASMUS PERSONEL HAREKETLİLİĞİ PROGRAMI Hale Şen AB&Uluslararası İlişkiler Ofis Koordinatörü ERASMUS PERSONEL HAREKETLİLİĞİ PROGRAMI Erasmus Programı sadece Üniversitemiz öğrencileri için değil, öğretim elemanlarımız ve personelimiz için de önemli bir fırsattır. Erasmus Personel Hareketliliği kendi içinde iki faaliyete ayrılmaktadır; ders verme ve eğitim alma faaliyetleri. Bunlardan eğitim alma faaliyetinden hem öğretim elemanlarımız hem de Üniversitemiz personeli faydalanabilmektedir. Bu sayımızda, Erasmus eğitim alma faaliyeti programıyla, ikili anlaşmalı üniversitelerimizden University of Ljubljana, Slovenya’ya gitmiş olan kütüphane personelimiz Üstün Berk Sezgin ve Berrak Tamer’in yazısına yer vermek istedik. Üstün Berk Sezgin- Berrak Tamer Atılım Üniversitesi Kütüphanesi Erasmus Personel Hareketliliği kapsamında kütüphanecilik alanında eğitim almak ve incelemelerde bulunmak üzere 28 Ocak-6 Şubat 2011 tarihleri arasında Slovenya’daki Ljubljana Üniversitesi’ni ziyaret etmek için Üniversitemiz tarafından görevlendirildik. Slovenya, 1 Milli Kütüphane, 60 halk kütüphanesi, 58’i devlet 11’i özel destekli yükseköğretim kütüphanesi, 124 özel kütüphane ve 648 okul kütüphanesine sahip. Biz de Ljubljana Üniversitesi’nin 5 fakülte kütüphanesi ile şehirde çok özel bir yere sahip olan Kilise Kütüphanesi’ni inceleme fırsatı bulduk. LJUBLJANA ÜNİVERSİTESİ KÜTÜPHANELERİ Ljubjana Üniversitesi, 1919 yılında kurulmuş ve 56.570 öğrencisi, 3.988 öğretim üyesine sahip. Üniversite, 39 kütüphanesi ile (National and University Library ve Central Technological Library hariç) 169 kütüphaneci ve bilgi uzmanı dahil olmak üzere toplam 184 çalışandan oluşmakta. Bu gezimiz sayesinde ülkemizde kütüphanecilik alanındaki artı ve eksileri görme fırsatı bulduk. Genel olarak kütüphane hizmetleri açısından benzer yönlere sahip olmamızın yanında yer, bütçe gibi sorunlar açısından da benzerlikler olduğunu gördük. Üniversite Merkez Kütüphane projesi 1987 yılında oluşturulmuştur ancak bazı politik sorunlar ve bütçe yetersizlikleri nedeniyle askıya alınmış ve şu an Merkez Kütüphane’nin yapılması planlanan yer bir park alanı. Milli Kütüphane ve Üniversite Kütüphanesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Kütüphaneleri (Sloven ve Slovak Bölümü Kütüphanesi, Coğrafya Kütüphanesi, İngiliz Edebiyatı Kütüphanesi, Sanat Tarihi Kütüphanesi, Kütüphanecilik Bölümü Kütüphanesi, Afrika, Asya Kütüphanesi, Roma Kütüphanesi, Genel Dil Bilim Kütüphanesi, Psikoloji Kütüphanesi), Merkez Teknoloji Kütüphanesi, Merkez Tıp Fakültesi Kütüphanesi. Ancak bu kütüphaneler Ljubljana Üniversitesi’ne bağlı kütüphaneler olmasına rağmen her birinin ayrı bir kütüphane politikası ve bütçesi var. Bu durum her kütüphanenin farklı ihtiyaçlarını karşılaması açısından olumlu olmakla beraber, bir standart getirilememesi ise büyük bir sorun teşkil ediyor. “Milli Kütüphane ve Üniversite Kütüphanesi” adından anlaşılacağı gibi hem Ljubljana Üniversitesi Kütüphanesi hem de Milli Kütüphane misyonunu üstlenmiş. Ancak bu Dağınık yerleşkeye sahip Üniversitede her durum kütüphanenin sadece ulusal kütüpfakülteye ait ayrı kütüphaneler bulunmak- hane olarak görevini yürütmesini de zorlaşta; Sosyal Bilimler Fakültesi Kütüphanesi, tırmakta. 64 ERASMUS Bizim ülkemizde kullanılan birden fazla kütüphane otomasyon sistemi olmasına karşın Slovenya’daki tüm kütüphaneler COBISS Kütüphane Otomasyon Sistemini kullanmakta. Bu durumun en büyük avantajı tüm ülke çapında kataloglamada standartın oluşmasıdır. Ayrıca sistem tüm ülkedeki kütüphane kataloğunu tarayabildiği için başka bir programa da ihtiyaç duyulmuyor. Kütüphanelerin yanı sıra Slovenya’da yaşadıklarımız ve ülke hakkında genel izlenimlerimizden bahsetmek istiyoruz. İlk gün kendimizi yorgunlukla otele attığımızdan dolayı otelimizin yerinin kıymetini ilk başta bilemedik. Neden mi? Çünkü genelde uygun fiyatlara sahip oteller ana merkeze biraz uzak, bir otobüs veya bir metro mesafesi kadar olabilir. Dünyanın her şehrinde olduğu gibi, genellikle de “Old Town” denilen ana meydanın bulunduğu, tarihi ve turistik yerlerin olduğu, yani asıl gezilmesi gereken yerler vardır. Kaldığımız yerin Old Town’da olduğunu -uyku sersemliğinden olsa gerekilk başta anlayamadım. İlk gördüğümde “burası da gerçekten güzelmiş acaba şehrin ana meydanı nasıl?” diye sormuştum yol arkadaşım Berrak’a. Şehir bize göre çok küçük olduğundan 2 günde neredeyse her yeri öğrenmiştik. Bilmediğiniz bir yer oldu mu ya resepsiyona ya da otele 20 saniye yürüme mesafesindeki Turist Danışma’ya gidip soruyorduk. Her gittiğimizde de yeni bir harita ediniyorduk. Bu yüzden pek çok haritamız oldu ve hepsinin ayrı bir görevi vardı. Haritalarımızı restoranlar haritası, marketler haritası gibi kategorilere ayırdık. En garip bulduğumuz da cumartesileri pek çok dükkan ve marketin en geç 15:00’te kapanıyor olmasıydı, Pazar günleri ise hiçbir yer açık değildi. Şehirdeki yemek yenilecek yerleri öğrenmek ilk görevimizdi. Ertesi gün Ljubljana Üniversitesi’nden bizi karşılayan ve bize çok yardımcı olan Mojca Kotar, Sloven yemeklerinin yapıldığı “Sokol” adlı yere götürdü. Menüye baktığımızda bildiğimiz et türlerinin yanı sıra vahşi hayvanların olduğunu gördük ama biz gene de riske girmemeyi tercih et- tik. Yemeklerin tatlarını hiç yadırgamamıştık. Yemekler gayet lezzetli ve oldukça da bol servis edilmişti. Bol servis deyince pizzasını anlatmadan geçemeyeceğim, bir restorandaki en büyük yemek tabağını ve pizza yüzünden tabağın hiçbir yerinin görünmediğini düşünün, sanki pizza havada duruyordu. İçme kültüründe ise çoğunluk bira tüketmesine karşın (her yerde olduğu gibi) asıl şarapları meşhurdu ve bir o kadar güzeldi. Yeme içme kültür farklılığından dolayı da birkaç değişik bakışa da maruz kaldım. Ekşi olduğunu düşündüğüm limonatama şeker ilave edince garsonun şaşırması komikti. bestçe geziyorlardı. Gölün ortasında bir kilise vardı. Kiliseye ziyaretçiler dilek dilemek için giderlermiş, ne yazık ki biz gidemedik. Ama şatoya biraz benim zorumla da olsa çıkmayı başardık. Ljubljana’ya dönmek için otobüs durağına (aslında tam bir yazıhane) gittik. Otobüs saatlerini kontrol ettik. Yarım saat sonra bir otobüs vardı. Biz de bekledik ama o yarım saat oldu 1 saat. Bir sürü otobüs geldi ama hiç biri gideceğimiz yere gitmiyordu. Hava soğukluğundan hiç bahsetmedim. Ama burada bahsetmek zorundayım, çünkü otobüsü beklerken Berrak ve ben ayaklarımızı hissetmiyorduk. Hala otobüs yoktu. Bizle aynı durumda olan bir de Avustralyalı vardı. Avustralyalı gelen otobüslerden birinin şoförüne bir şeyler sordu. Avustralyalı buraya trenle gelmiş, göle ulaşmak için otobüse binmişti. Aynı şekilde dönmeye karar verdik. Önce otobüse bindik, sonra trene. İki şehir arası 1,5 saatti ama o otobüsün geç kalması yüzünden o 1,5 saat biraz burnumuzdan gelmişti. Gördüğümüz üçüncü şehir de Postojna. Aslında burası tam bir şehir değil daha çok kasabaya benziyordu. Buranın özelliği ise devasa bir mağaraya sahip olmasıydı. Adı da tabii Postojna Mağarası. Biz mağaraya gitmeden önce Mojca Kotar bize bazı bilgiler vermişti. Mağarayı gezmek için mağara girişinde bir tren alıyor ve mağaranın içine Yeme ve içme demişken, St Nicholas kadar götürüyordu. Oradan da sizi rehberler Katedrali’nin önünde kurulan bu pazarda alıyor ve mağara turu böyle başlıyordu. aynen bizdeki gibi meyve sebze ve diğer gereçlerin satılmasının yanı sıra çeşitli yemek- Ülkemize dönüş tarihinden bir gün önce gitlerin yapılıyor ve Slovenya’nın meşhur balını miştik. Yanlış günün otobüs saatine baktığımızdan dolayı trene bindik. 1 saatlik yolcuda buradan alabilirsiniz. luk sonrası saat 14:45 gibi Postojna’daydık. Slovenya’da gezdiğimiz üç şehirden birisi Tren istasyonundan mağaraya yürüdük. Bu olan Bled’e gitmeye bir anda karar verdik. arada saat 15:00 olmuştu. Mağaraya yakÇünkü hafta içiydi ve eğitim vardı. Ama her laştığımızda çevre bize biraz sessiz geldi. eğitime gittiğimizde bize “Bled’i görmelisi- Sonuçta turistik bir yerdi. Ama biz mağaraya niz” diyorlardı. Biz de tavsiyelere uyduk ve giriş bileti almak için gişeye yöneldiğimizatladık otobüse. Eğitimden sonra gittiğimiz de gişelerin kapalı olduğunu hatta bir kafe için havanın kararmasına yalnızca 2 saat hariç her yerin kapalı olduğunu görünce vardı. bakakaldık. Çünkü mağara 15:00’de kapaBled, gölü ve şatosuyla gerçekten harika bir nıyormuş. Mağaranın görebildiğimiz tek yeri manzaraya sahipti. Gölde yüzen ördekler ve girişi oldu. Ertesi gün de Türkiye’ye dönme kuğular insanların gezdiği yerlerde de ser- vakti gelmişti. 65 KARİYER İŞ ARAMA SÜRECINDE İK DANIŞMANLIK FIRMALARI Simge Atamer Kariyer Planlama ve Mezunlarla İletişim Koordinatörü Teknolojideki gelişmeler ile firmalar eleman arama süreçlerini zaman ve nakit tasarrufu sağlayabilecekleri web tabanlı kariyer portallarına kaydırdılar. Eskiden gazetelerin İnsan Kaynakları eklerinde çıkan sayfa sayfa iş ilanlarının yerini her gün güncellenen ilanlar aldı. İş arama süreci içerisindeki adayların danışmanlık firmaları ile cv’lerini paylaşmaları nitelikleri ile uygun bir pozisyonun çıkması durumunda danışmanlık firmalarının kendilerine geri dönüşünü sağlayacaktır. Danışmanlık firmaları işe yerleştirdikleri adayın maaşı üzerinden belirli bir komisyonu işverenden alırlar bu nedenle adaylarını en yüksek maaşlı işlere yerleştirmek için gayret gösterirler. Kariyerinin 3 yılını geride bırakan profesyonellerin iş arama süreçlerini hızlandıran kariyer portalları yeni mezunlar için ise maalesef aynı başarıyı gösterememektedir. Yapılan araştırmaya göre yeni mezunların web tabanlı kariyer portallarından iş bulma oranı %20 ile sınırlı kalmaktadır. İş arama sürecinde en fazla destek alabileceğiniz kuruluşlar arasında ilk sırayı profesyonel personel seçme ve yerleştirme hizmeti veren danışmanlık firmaları alacaktır. Bu konuda faaliyet gösteren firmalara özgeçmişinizi göndermeden önce, bilgi almak amacıyla kısa bir telefon görüşmesi yapmanızda ve yüz yüze görüşme yapabilmek için zaman talep etmenizde fayda vardır. Çoğu danışmanlık firması maalesef adaylara genel görüşme imkanı yaratamamakta ve sadece uygun olduğunu düşündükleri bir pozisyon oluştuğunda adayları ön görüşmeye davet etmektedirler. Ancak pozisyon oluşmadan önce danışman ile bir görüşme ayarlayabilirseniz ilgili bir pozisyon doğduğunda ilk akıllarına gelen %80 siz olursunuz. Peki gazete ilanlarının var olmadığı, tanıdık vasıtası ile işe girme oranlarının düştüğü günümüzde yeni mezunlar nasıl iş bulacaklar? Cevabı çok basit: İnsan Kaynakları Danışmanlığı Firmaları… Firmalar gün geçtikçe sahip oldukları en etkin kaynağın “insan” olduğunu fark etmekte, insana yapılan yatırımın firmanın nihai ürün veya hizmetine sağladığı katma değeri, o ürün veya hizmetin etkinliğini veya kalitesini artırdığını gözlemlemektedir. Danışmanlım firmaları tarafından yeni mezunlara ücretsiz olarak sunulan bir diğer hizmet ise etkin özgeçmiş hazırlanması ve kariyer danışmanlığı hizmetlerinin verilmesidir. Profesyonel hayata yeni başlayacak olan gençlerin büyük bir çoğunluğu hangi sektörde/ meslek grubunda çalışmak istediğini bilememektedir. Bu noktada danışmanlar devreye girerek bir takım testler uygularlar, bu testler sonucunda adayın güçlü ve zayıf yönlerini belirleyerek aday için en uygun pozisyonların listesini çıkarırlar. Daha sonra bu listedeki tüm meslekler ile ilgili ayrıntılı bilgiler vererek kariyerlerinin başındaki gençlere ışık tutarak onları kendileri için doğru mesleğe yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu durumda insan kaynağının seçimi son derece kritik bir önem kazanmakta, eleman alımlarının büyük bir titizlikle yapılması zorunluluk haline gelmektedir. Bu noktada danışmanlık şirketleri, firmalara ihtiyaç duydukları profesyonelliği sağlamakta, firmanın ihtiyaç duyduğu bir çok pozisyonda destek olmaktadır. Özellikle başlangıç pozisyonları ve üst düzey pozisyonlarda sıklıkla başvurulan danışmanlık ve head hunting şirketleri, firmaların temel yeteneklerine yönelme ve İK alanındaki birçok alt fonksiyonda outsource yöntemini seçme eğilimi nedeniyle gelecekte daha fazla önem kazanacaktır. 66 KARİYER İnsan kaynakları danışmanlık firmalarına sormanız gereken sorular: •Danışmanlığını yaptığınız bu kuruluşla kaç senedir çalışıyorsunuz? •Danışmanlığını yaptığınız firma ile ilgili detaylı bilgi verebilir misiniz? •Mülakat öncesi firma hakkında daha detaylı bilgi alabileceğim kaynakları söyler misiniz? •Yazılı bir iş tanımı var mı? Varsa bir kopyasını alabilir miyim? •Pozisyon kime raporlama yapıyor? •Danışmanlığını yaptığınız firmada beni kim iş görüşmesine alacak? (Pozisyonu, yönetim tarzı, kişiliği ile ilgili bazı temel bilgiler) •İşe alma kararını kim verecek? •Pozisyonun maddi olanakları ile ilgili bilgi alabilir miyim? (Ücret, prim sistemi, firma arabası, performans değerlendirmeleri, sağlık veya hayat sigortası vs.) •Bu pozisyon neden boş? •Ne kadar süredir doldurulamıyor? •Gizliliğe dikkat ediyor musunuz? •Benim onayımı almadan özgeçmişimi herhangi bir firmaya gönderecek misiniz? •Aynı konuda sizden başka çalışan danışmanlık firması var mı? (Belirli bir firmanın belirli bir pozisyon arayışı ile ilgili) •Ön elem ve mülakat prosedürünüz hakkında bilgi verebilir misiniz? Sektörde tanınmış danışmanlık firmalarının isimleri ve web adresleri; - Adecco : www.adecco.com.tr - Nicholson International : www.nicholsoninternational.com - Ernst&Young : www.ey.com/TR/EN/ - Data Expert Executive Search & Recruitment Solutions : www.dataexpert.com.tr - Randstad : www.randstad.com.tr - MRI /EIC : www.mrinetwork.com - Profil International: www.profilinternational.com - Human Resources Managemenet: www.hrm.com.tr - Manpower : www.manpower.com.tr - NMT İnsan Kaynakları : www.nmt.com.tr - ICC Uluslararası Danışmanlık : www.iccdanismanlik.com.tr - Ethic HR Management: www.ethichr.com - Yordam İnsan Kaynakları ve Yönetim Danışmanlığı : www.yordamhrc.com - Alanyalı ve Alanyalı Executive Search and Selection : www.alanyali. net - KRM Yönetim Danışmanlık : www.krm.com.tr - Fortune Danışmanlık : www.fortune.com.tr - PricewaterhouseCoopers : www.pwc.com/tr 67 KULÜPLER HUKUK ve SANAT TOPLULUĞU Atılım Üniversitesi Hukuk ve Sanat Topluluğu, Hukuk Fakültesi öğrencilerinin katılımıyla amaçlarını ve faaliyet planlarını belirlemiş; bu kapsamda Ar.Gör. Damla G. Songur danışmanlığında “Fotoğrafçılık”, Ar.Gör. Altın Aslı Şimşek danışmanlığında “Resim, Edebiyat ve Drama”, Ar. Gör. H. Serdar Hoş danışmanlığında “Sinema ve Tiyatro” atölyeleri oluşturulmuştur. başlıklarda kendi farkındalığımızı yaratırken başkalarının da dikkatini çekmeyi planlıyoruz. Resim, Edebiyat ve Drama Atölyesi olarak da resimlerde simge ve işaretlerin okunmasını, edebiyat eserlerinin hukukçu bakış açısıyla değerlendirilmesi ve alt metin okumaları, hukuk dersleri kapsamında öğrenilenlerin edebiyat eserlerinde somutlaştırılması ve drama çalışması yaparak kendi düşüncelerimizi nasıl en etkili şekilde aktaracağımızı öğrenmeyi amaçlıyoruz. Bunları gerçekleştirmek için; okumalar yapacak, tümüyle kendi hazırladığımız dramaları sahneleyecek ve hukukun ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca ressam ve yazarlarla söyleşiler düzenleyecek, belirlediğimiz konular altındaki çalışmalarımızla hukuku somutlaştıracağız. Resim, Edebiyat ve Drama Atölyesi olarak çalışmayı planladığımız başlıklar: “İktidar”, “Adalet”, “Demokrasi Kültürü”, ”Etik” ve “İnsan Hakları”. Ayrıca karikatür üzerine çalışan arkadaşlarımızla “Türkiye’de Farklı Dönemlerde Karikatür” başlığı altında bu dönemlerin eleştirisini yapmayı, muhalefet etme özgürlüğü ve buna getirilen kısıtlamaları incelemeyi ve çalışmalarımızı paylaşmayı planlıyoruz. Topluluğumuzun amacı, sanatsever hukukçular yetiştirmenin yanında, esasen, sanatın hukuka ulaşmak için kullanılması, sanat aracılığıyla hukukun temel kavramlarının öğrenciler tarafından iç- Sinema ve tiyatro atölyesi olarak diğer atölyelerle koordineli şekilde belirlenen başlıklarda film ve tiyatro oyunları izlemeyi, izlediklerimizi eleştirirken tartışma sanatını öğrenmeyi, sinema ve tiyatroda alt metinleri okumayı, hukukun temel kavramlarını somutlaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun için film gösterimleri düzenleyip, kısa film atölyesi oluşturmayı, oyuncu ve yönetmenlerle söyleşiler yapmayı ve yılsonunda “Kısa Film” ve “Yılın En İyileri” yarışması düzenlemeyi planlıyoruz. selleştirilmesi ve sanatın hukukçu bakış açısıyla değerlendirilmesinin sağlanmasıdır. Bu amaçlara ulaşmak için atölyeler altında çeşitli çalışma ve faaliyetler yürütmeyi, etkinlikler düzenlemeyi planlıyoruz. Fotoğraf Atölyesi olarak amaçlarımız; Farkındalık yaratılması, fotoğrafta simge ve işaretlerin okunması, fotoğrafçılığın sosyal fonksiyonunun kullanılması ve geleceğin hukukçularına delil toplamasunma- değerlendirme yeteneği edindirilmesidir. Bu kapsamda belirlenen başlıklar altında hem kendimiz fotoğraf çekmekte, hem başkalarının çekmiş olduğu fotoğrafı değerlendirmekte hem de fotoğraflar için metinler hazırlayarak fotoğrafa isimler bulmaktayız. Şimdiye kadar belirlemiş olduğumuz ve yaz dönemi için çalışmayı planladığımız başlıklar şunlardır: “Finali Gören Atılımlı”, “Çocuk İşçiler”, “Kadın Hakları” ve “Havyan Hakları”. Önümüzdeki güz dönemi ile birlikte ise, temel fotoğrafçılık eğitimi almayı, sergi gezileri düzenlemeyi, dönem sonunda çalışmalarımızı sergilemeyi ve belirlediğimiz Çalışmalarımızı, http://hukukvesanat.blog.com/ adresinden ve Facebook Atılım Üniversitesi Hukuk ve Sanat Topluluğu sayfamızdan takip edebilir, her zaman çalışmalarımızda bize katılabilirsiniz. Bize katılmak isteyen tüm arkadaşlarımızı aramızda görmekten mutluluk duyarız. Ar. Gör. Damla G. Songur Hukuk Fakültesi 68 KULÜPLER ATILIMCI HUKUKÇULAR TOPLULUĞU Atılımcı Hukukçular Topluluğu olarak 2010-2011 döneminde topluluktaki tüm arkadaşlarımızın özverisiyle bir çok faaliyet düzenledik ve Fakültemizde düzenlenen organizasyonlarda yer aldık. 2010-2011 dönemifaaliyetlerimizi sıralayacak olursak, sene başında topluluk danışmanımız Prof. Dr. Nükhet Turgut, Topluluk başkanı Görkem Alyanak ve diğer topluluk üyeleri henüz hazırlığa devam eden hukuk öğrencileri ile tanışma ve sohbet toplantısı düzenledik. Öğrenci arkadaşlarımızı Topluluğumuzun faaliyetleri hakkında bilgilendirdik. Tüm geliri kütüphanesiz okul kalmasın kampanyası için ayrılmış olan Hukukçular buluşuyor-2 adlı 200 kişilik müzikli yemek organizasyonu yaptık. Daha sonra sırasıyla Hukuk Fakültemizle işbirliği içerisinde Ankara Baro Başkanı’nında katıldığı İletişim Özgürlüğü Konulu Panel Organizasyonu, hemen arkasına Hukuk ve Edebiyat konulu panel, daha sonra Geçmişten Geleceğe Türkiye’nin Anayasa Sorunu konulu panel etkinliklerinin koordinasyonunda yer aldık. rinde sıfır kitabın bağışlanmasını gerçekleştirdik daha sonrada 4. Kütüphanemiz olarak Şanlıurfa Yeşilözen İ.O.’na 8000 kitaplık dev bir kütüphane oluşturduk. Atılımcı Hukukçular olarak kurulduğumuz günden beri okulumuz,arkadaşlarımız ve ülkemiz için faydalı ve başarılı birer hukukçu olmayı ilke edindik. Bizlerle birlikte bu yolda yürümek isteyen bütün arkdaşlarımızı yanımızda görmek daha kalabalık kitlelere ulaşmamız bizleri mutlu edecektir. Son olarakta Emine Ülker Tarhan ve Emre Doğan’ın katıldığı Hukuk Devletinin Geleceği konulu bir panel düzenledik. Gelenekselleşen kitap kampanyamız doğrultusunda önce kendi üniversitemize tamamı hukuk kitaplarından oluşan 20.000 TL değe- Topluluk başkanı Görkem ALYANAK İŞLETME TOPLULUĞU E-TİCARET İşletme Fakültesi öğrenci ve mezunlarının bir araya gelmelerini sağlamak, ortak bir işletme fakültesi kültür ve bilinci oluşturmaya çalışmak amacıyla çalışan AİT (Atılım İşletme Topluluğu), Bilge Adam'la yaptığı işbirliği çerçevesinde E-Ticaret adlı konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansta E-Ticaretin geleceği ve yarattığı istihdam esprili bir dille tartışıldı.150 kişinin katılımıyla gerçekleşen konferans sonunda yapılan çekilişte 15 öğrenci Bilge Adam tarafından ücretsiz Workshop eğitimi alma hakkı kazandı. Ayrıca konferansa katılan herkese katılım sertifikası verildi. GENÇ DÜŞÜNCE TOPLULUĞU ATLANT – DANISH ATLANTIC YOUTH SEMINAR Okulumuz Hukuk Fakültesi öğrencilerinden, Genç Düşünce Topluluğu Başkanı Baran Güneş, Temmuz ayında Danimarka’da NATO’ya bağlı bir gençlik örgütünün düzenlediği Seminere katılacak. Tüm dünyadan genç katılımcıların yer alacağı Atlant - Danish Atlantic Youth Seminar kapsamında yapılacak seminerde Türkiye’yi Baran Güneş temsil edecek. Yalnızca Türkiye’nin tanıtımının yapılacağı programda Güneş Türkiye’nin jeopolitik konumunun öneminden ve güvenlik sorunundan bahsedeceği bir konuşma yapacak. Türkiye’yi böyle bir etkinlikte temsil edecek olan öğrencimizi tebrik ediyor, başarılar diliyoruz. 69 KULÜPLER ATILIM ÜNİVERSİTESİ OTOMOTİV KULUBÜ Atılım Üniversitesi otomotiv kulubü 2010-2011 egitim ögretim yılının başında kendine büyük bir hedef belirleyerek kuruldu. Bu hedeflerin başlangıcı ve en büyüğü olarak her yıl çeşitli dünya üniversitelerinin katılımıyla birkaç ayakta gerçekleşen FORMULAHYBRID-RACE yarışlarıdır. Bizler Atılım Üniversitesi öğrencileri olarak, hocalarımızın ve diğer bölümlerdeki arkadaşlarımızın desteğini alarak bu yarışa katılmayı hedef haline getirmiş bulunmaktayız. Kulubümüzün misyonu, sanayi ve hizmet kuruluşları ile ortak çalışarak,uluslararası platformda yaratıcı projeler yapmayı amaçlamaktadır. Bizler bu yarışla Üniversitemizi bir kez daha uluslararası bir marka yapmayı hedefliyoruz. ATILIM KARADENIZ KÜLTÜRÜNÜ TANITMA VE ARAŞTIRMA TOPLULUĞU Bu etkinliklerde sizlerida aramiza görmak istiyruk ! Kulubümüzün diğer en önemli özelliği ise sadece belli bölüm öğrencilerine değil, bütün Atılım Üniversitesi öğrencelerine hitap etmesidir. Gerek halkla ilişkiler, gerekse hukuk bölümü öğrencilerinin dahi yanımızda olmasını bekliyoruz. Tabi ki sadece bu bölüm öğrencileri ile sınırlı kalmak istemiyoruz. Çünkü sponsorluk anlaşmaları ve yarışın prosedürü dahilinde zorlu bir takvim bizleri beklemektedir.Bizler bu işe gönül verecek arkadaşlarımızla büyük bir topluluk olup grup çalışmasının ne derece önemli olduğunu göstermek için hazırız.Mayıs ayının 3. haftası Atılım Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Abdurrahim Özgenoğlu, Atılım Üniversitesi Rektör Yardıncısı Prof.Dr. Hasan U. Akay, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof.Dr Gülhan Özbayoğlu ve Atılım Üniversitesi Otomotiv Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Demir Bayka hocalarımızın katılımıyla kulüp ve proje tanıtımımızı gerçekleştirdik. Projemiz için aldığımız destekle yolumuza devam edeceğiz ve bu zorlu takvimde siz değerli Atılım Üniversitesi öğrencilerini de aramızda görmekten ayrı bir mutluluk duyacağız. Bizlere ulaşabileceğiniz mevcut bir internet sitemiz bulunmakta. Ayrıca mail yoluyla da bizlere ulaşıp, her türlü bilgi alışverişinde bulunabilirsiniz. Teşekkürler.. Eda ŞENGÜL, Başkan Yardımcısı Mehmet DEMİR, Otomotiv Mühendisliği 1.sınıf Öğrencisi ATILIM ŞİİR İLGİ GRUBU sel Koçkuzu, Nilkan Er, Bilge Kartal tarafından; Yaşama Dair, Tahir ile Zühre Meselesi, Güzel Günler Göreceğiz, Yürümek, Bir Fotoğrafa, Karlı Kayın Ormanı, Bir Acayip Duygu, Herkes Gibisin, Bir Ayrılış Hikayesi, Cevap Numara Dört şiirleri seslendirildi. Cem Karaca yorumu ile Ben Bir Ceviz Ağacıyım “Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.” İzleyiciler ile birlikte söylenerek program son buldu. Topluluğumuz Eylül 2010 tarihinde yaklaşık yüz kurucu üyeyle kuruldu. Şubat 2011 itibari ile yaklaşık üç yüz üyeye ulaştı. Topluluk olarak amacımız Karadeniz kültürünü anlatmak, bölgenin sorunlarını tartışmak ve çözüm bulmaya çalışmaktır. Okulumuz 2010 bahar şenliklerinde kırk beş kişilik Akçaabat horon ekibiyle sizlerle birlikteydik. 28 Şubat 2011 tarihinde ise mühendislik fakültemiz de çok renkli bir stand ile topluluğumuzu ve karadenizi tanıtıp sizlerle tanışma fırsatı bulduk. Benzer aktivitelerimizi bu sene de planlıyoruz. Bu aktiviteler arasında bahar şenliğiklerimizde çeşitli etkinlikler düzenlemek, Karadenizin, problemlerinin tartışılacağı toplantılar organize etmek ve topluluğumuz üyeleri ile çeşitli sosyal etkinliklerde buluşmak yer almaktadır. NAZIM HİKMET ŞİİRLERİ GENÇ SESLERDE YANKILANDI Atılım Şiir İlgi Grubu olarak 14 mart tarihinde Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonunda Nazım Hikmet konulu konferans ve Nazım Hikmet şiirleri dinletisi gerçekleştirdik. Türk Dili Koordinatörlüğü Başkanı ve Atılım Şiir İlgi Grubu Akademik Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar’ın Nazım Hikmet konulu Konferansı ile başlayan Program, Sine vizyon gösterimi ile devam etti. Programın son bölümünde ise Nazım Hikmet Şiirleri yer aldı. Ali Can Gözcü, Fatma Takıl, Medine Ceylan, Cansu Erenler, Ayşen Öğüt, Vey- 70 Alican GÖZCÜ, Topluluk Başkanı KULÜPLER ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR TOPLULUĞU (USAT) FAALİYETE GEÇTİ... Üniversitemiz bünyesinde kurulmuş olan Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Topluluğu kuruluş felsefesinde Türkiye’nin bugün ve geleceğe yönelik politikalar üretmesine katkıda bulunmak iradesiyle yazılı, görsel ve işitsel verilerden yararlanarak, Türk Dış Politikası’nın sağlam temellere oturtulması ve uluslararası alan- da istikrarlı bir yol takip edilmesi doğrultu- araştırma alanlarıyla USAT, Türkiye’nin içersunda bir istek ve heyecan taşımaktadır. sinde bulunduğu coğrafyadaki güçlü ve zayıf yanları, karşı karşıya bulunduğu fırsat ve USAT, Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik riskleri tartışma, yeni fikirler, yeni bakış açıkonular üzerine stratejiler üreterek, bunlaları geliştirme ve karar alıcılara farklı strarı çeşitli toplantılar aracılığı ile paylaşmayı hedeflemektedir. Temel ilke olarak, ideo- teji seçenekleri sunma hedefi içerisindedir. lojik tutum ve önyargılı yaklaşımdan uzak Bu yüzden USAT, Türkiye ile ilgili, her yeni bir çizgiyi benimseyerek; bilimsel teorik analitik fikir ve her türlü bakış açısına açık temelli, gerçekçi stratejik açılımları, somut bir anlayışa sahiptir.Topluluğumuz stratejik bilgiye dayanan değişik karar seçenekleri araştırma konularına meraklı tüm taze beve etkili çözümleri hedeflemektedir. Çeşitli yinlere açıktır.. X. EGE ÜNIVERSITESI ULUSLARARASI İLIŞKİLER ÖĞRENCİLERİ KONGRESİ Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Topluluğu Ege Üniversitesi’nde artık geleneksel bir boyut kazanan ve bu yıl onuncusu düzenlenen “ Türk-Yunan İlişkileri, Adalar Denizi ve Kıbrıs” başlıklı Uluslararası İlişkiler Öğrencileri Kongresine katıldı. Topluluk Başkanı Hakan Sezer ve Topluluk üyelerinden Burcu Zini, Aslıhan Uzun, Yasin Baş, Nuri Kesin, Cansu Fil, Hazal Şen ile Yüksek Lisans öğrencileri olan Kutay Tevfik Karagöz, Çağatay Çakmakçı 16-17-18 Mayıs 2011 tarihlerinde bu yıl onuncusu düzenlenen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğrencileri Kongresine dört ayrı bildiri ile katılarak üniversitemizi başarı ile temsil ettiler. Topluluk Üyeleri yanında, üniversitemiz öğrencilerinden Zeynep Özge Özen, Ezgi Tatar, Ceyhun Pervan ve Hatice Yavaş’ta Kongre’ye katılımcı olarak katıldılar. Topluluk Üyeleri ve Başkanı “Türk-Yunan İlişkileri, Adalar Denizi ve Kıbrıs” başlıklı kongrede Türk Yunan ilişkilerine yönelik hazırlamış oldukları bildirileri sundu. III. ULUSLARARASI İLİŞKİLER ÖĞRENCİLERİ KONGRESİ KKTC ANKARA BÜYÜKELÇİLİĞİ ZİYARETİ Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Vekili Doç. Dr. Ulvi Keser, Topluluk Başkanı Hakan Sezer ve topluluk üyeleri olan Aslıhan Uzun, Hazal Şen, Semra Atay, Kübra Çakmak, Ezgi Tatar ve Nuri Kesin üniversitemizde 28 Mart 2011 günü yapılan “Kıbrıs’ta Müzakere Süreci, Son gelişmeler ve Kıbrıs” başlıklı konferansta Üniversitemiz Topluluk Başkanı Hakan Sezer ve Topluluk öğrencileriyle buluşan KKTC Ankara Büyüüyeleri olan Burcu Zini, Tunca Şahin, Aslıhan kelçisi Mustafa Lakadamyalı’ya 20 Nisan Uzun 28-29 Nisan tarihlerinde bu yıl üçün- 2011 tarihinde iade-i ziyarette bulundular. cüsü yapılan Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğrencileri “Dünya Politikasında Küresel Kriz ve Devrimler” başlıklı Kongrede Üniversitemizi temsil ettiler. Hakan SEZER, Topluluk Başkanı Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Topluluğu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde artık geleneksel bir boyut kazanan ve bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Dünya Politikasında Küresel Kriz ve Devrimler” başlıklı Uluslararası İlişkiler Öğrencileri Kongresine katıldılar. 71 KULÜPLER TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI TOPLULUĞU adlı Toplantıya Topluluğumuz katıldı ve Türk dünyasından ülkemize eğitim amacı ile gelmiş öğrencileri ile tanışma fırsatı bulduk. - 14 Türk Devletinin kültür bakanlıklarının nezdinde oluşturulan Türksoy-Uluslararası Türk kültürü teşkilatının katkıları ile Üniversitemizde Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu(TÜDAT) olarak bir resim sergisi düzenledik. Açılışı Hukuk fakültesi dekanı Nami Çağan tarafından yapılan sergide Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Tataristan, Çuvaşistan, Kırım, Tuva, Saha-Yakut, Başkurdistan, Gagavuzya' dan ressamların çalışmaları yer aldı. - 23-24 nisan İzmir Çeşme Altınyunus Otelde Türkiye'de Yaşayan Azerbaycan Türkleri 1. Kurultayı yapıldı. Kurultaya 25'i pofesor 35 akademisyen 18 dernek, Azerbaycan'dan, Türkiye'den bazı milletvekilleri ve bakanlar ile 400'e yakın katılımcı ile gerçekleştirilen kurultayda Üniversitemiz Hukuk fakültesi öğrencisi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Atacan Bozyel'de katıldı. Türk Dünyası araştırmaları topluluğu 2010 yılında kurulmuş olup,amacı Türk Dünyasına ilişkin kültürel faaliyetler düzenleyerek Atılım Üniversitesinde Türk Dünyasına ilişkin kamuoyu yaratmak ve kültürel,tarihi sosyal birlikteliğimiz bulunan Türk devletleri ve topluluklarını Üniversitemiz öğrencilerine tanıtmak ve Türk dünyasına ilişkin önemli konuları gündeme getirmektir. Kısaca maksadımızı Türk Dünyasının tanıtımını yapmak suretiyle tarihi ve kültürel kökleri bulunan ilişkilerimizi geliştirmek olarak özetleyebiliriz. - Topluluğumuzun tanıtmak için TRT Ankara Radyosuna konuk olduk. Kurulatayda yapmış olduğu konuşmada Atacan Bozyel Azerbaycan'ın Ermenilerin işgali altında bulunan Karabağ bölgesinin uluslararası hukuk yolları vasıtası ile de gündeme getirilmesi için gerekli girişimlerde bulunulması gerektiğine dikkat çekti. Ayrıca İran Sınırları içerisinde yaşayan 35 milyonu aşkın Azerbaycan Türkünün kültürel ve içtimai alanda bulunan sıkıntılarının gündeme getirilmesi, Güney Azerbaycan Türklerinin insan hakları mücadelelerinin ulusal medya ve dünya kamuoyuna duyurulması gerekliliğini gündeme getirdi. Atacan Bozyel konuşmasında yine Urmiye gölünün kasıtlı şekilde kurumasına sessiz kalınmasının yalnızca Güney Azerbaycan için değil Bölgemiz için büyük sıkıntılar doğuracağına değindi. Son olarak güçlü bir Türkiye’nin, güçlü bir Azerbaycan ve bununda güçlü bir Türk Dünyası anlamına geldiğini belirtti. - Gazi Üniversitesi ve Türk Dünyası Araştırmaları Topluluklarınca yapılan Türk Dünyası Öğrencileri Aynı Sofrada Buluşuyor Atacan AZADE, Topluluk Başkanı Topluluk olarak gerçekleştirdiğimiz çalışmalar şöyledir, - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebeti ile ve Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Müzik Topluluğunun katılımı ile bir konser organize ettik. TİYATRO TOPLULUĞU DİKKAT EĞLENCE VAR'DA SAHNE ALDI…" Atılım Üniversitesi Tiyatro Topluluğu 3 Nisan 2011 günü TRT Okul tarafından yayınlanan “Dikkat Eğlence Var” adlı programa konuk oldu. Doğaçlama tiyatro sanatı üzerine, hem seyirciler hem de oyuncuların yer aldığı enteraktif bir program olan Dikkat Eğlence Var’a Atılım Üniversitesi Tiyatro Topluluğu Başkanı Can Taşpınar tarafından Üniversitemiz adına plaket takdim edildi. Programa; Can Taşpınar, Seray Güleç, Emre Ulutunçel, Veysel Koçkuzu, Cansu Tolungüç, Nihan Alp, İrem Ersoy, Ekin Uyar, Yeşim Baysal, Kemal Çağrı Derekaya Tiyatro Topluluğunu temsilen katıldılar. 72 SektörİZ 4. SAVUNMA SEKTÖRÜ lardır. Savunma Sanayi Derneği (2008)’in verilerine göre 2008 yılında sektörün cirosu (iç/dış) %15, ihracatı ise %37 oranında artmış durumdadır. Bu rakamlara göre sektörün toplam cirosu 2,317 milyar usd, ihracatı ise 576 milyon usd’dir. Sasad(2008)’e göre, sektörün ihtiyaçlarının yerli üretim ile karşılanma oranında da son yıllarda belirgin bir artış gözlenmekte olup, 2006 yılında %36,7 olan oran, 2007 yılında %41,6, 2008 yılında ise %44, 2 olarak tespit edilmiştir. Dünya genelinde ise savunma harcamaları 2008 yılında krize rağmen %4 oranında, son 10 yılda ise %45 oranında artmıştır. Ülkemizin savunma harcamaları kriz döneminde %6,6 oranında artmış olmasına rağmen, harcamalar oransal olarak GSMH’ya kıyasla son yıllarda düşmeye devam etmektedir. Sasad (2009)’a göre 2008’de dünya üzerindeki harcama gerçekleşme oranı %2,4 iken ülkemizde %1,85 olarak gerçekleşmiş, 2009 yılında ise gerçekleşme oranı %1,3’e kadar gerilemiş durumdadır. Dr. Anıl Çekiç Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü 2008 yılının 2. yarısından başlayarak dünya ekonomisindeki küresel krizin etkileri oldukça güçlü bir şekilde ülkemizde de hissedilmiştir. Özellikle sözkonusu dönem içerisinde, savunma sanayi dışındaki hemen tüm sektörler bu krizden çok ciddi bir şekilde etkilenmişlerdir. Kriz dönemi ve sonrasında savunma sektörünün durumu ise ikili bir yapı göstermektedir. Bu sektörde borcu olmayan ve nakit sıkıntısı fazla olmayan büyük ölçekli üretici ve müteahhit firmalar krizin doğrudan sebep olduğu herhangi bir sıkıntı çekmezken, taşeron konumundaki firmalar benzer çözümleri sunan alternatif sayısının çok olmasından dolayı rekabet nedeniyle giderek zayıflamış ve borç batağına düşmüşlerdir. Bu dönem sonrasında finansman maliyetlerinin artması ve banka komisyonları taşeron firmaların teminat almalarını dahi iyice zorlaştırmış ve bu durum ister istemez büyük müteahhitlerin taşeron bulamamalarına ve dolayısıyla aldıkları işlerin gecikmesine neden olmuştur. Savunma stratejik planına göre 2011 yılı için sektörel ciro hedefinin 3 milyar usd olarak gerçekleşmesi beklenen ülkemizde, Sasad(2008) verilerine göre, altsektörler arasında %28 oranla lider olan elektronik sektörünü, %20 oranla silah/mühimmet sektörü, %19 ve %12lik oranlarla kara ve hava araçları sektörleri izlemektedir. İhracat tarafında ise dağılım bir miktar daha farklılık göstermektedir. Buna göre hava araçları alt sektörü %33, kara araçları %29, elektronik ise %13 düzeyindedir. Savunma sanayi sektörü ülkemizde istihdam alanında da halen cazibesini sürdürmektedir. ASELSAN, HAVELSAN, TAİ, ROKETSAN gibi savunma sanayinin önde gelen taahhüt firmaları son yılları güçlenerek geçirmekte ve personel sayılarını halen artırmaktadırlar. Bu firmaların yanı sıra birçok yerli ve yabancı ortaklı firma da düşen oranlarla da olsa halen büyümekte olan sektör dahilinde ar/ge ve üretim düzeyinde yatırımlarını sürdürmekte ve istihdam imkanlarını artırmaktadırlar. Savunma sektörünün GSMH içerisindeki payı azalsa da önümüzdeki dönemde kısa ve orta vadede sektörün cazibesini sürdüreceği yönünde bir varsayımda bulunmak bu göstergeler ışığında çok da hatalı olmayacaktır. Bu durumun yanı sıra, sektördeki birçok büyük firma askeri ve sivil çözümler için sunmakta oldukları ürünlere yönelik üretim hatlarını birlikte çalıştırmakta olduklarından dolayı, kriz dönemi savunma tarafını çok fazla etkilememiş olsa bile, sivil sektördeki talep daralması firmaların gelirlerinin düşmesine ve birçok firmanın özellikle sivil çözümler için çalışan çok sayıda elemanı işten çıkartmasına neden olmuştur. Diğer yandan savunma tarafındaki sektörel talepte bir azalma oluşmadığından dolayı, birçok firma sivil üretimde kullandığı elemanların önemli bölümlerini askeri üretime artırarak bu alandaki arzı da bir miktar artırmış- 73 EĞLENCELİ BİLİM Topaklı Köyü: ASEL 351 dersi kapsamında Atılım Üniversitesi öğrencileri ihtiyacı olan okullara yardım götürmeye devam ediyor. 22 Nisan 2011 tarihinde Atılım Üniversitesi öğrencilerinden Sevda Özgiray, Umut Doğuışıker, M. Baldan Kavaklı, Begüm Ekmekçi, Melis Yılmazyiğit, İzgü Baykal, Ziya Sarper Baykara, Ecem İşeri, Ender Sancı, Mert Hakan Özlü, Eda Şengül, Gizem Oğuztürk ve Eğlenceli Bilim Merkezi ekibi olarak Topaklı Köyü İlköğretim Okulunu ziyaret ettik Öğrenciler aralarında topladıkları paralarla okula kıryasiye malzemeleri, pano, askılık, yazıcı, harita; öğrencilere hikaye kitapları, ayakkabı, pantalon, eşofman aldılar. Bunların dışında, sponsor yardımıyla okulun akan çatısını tamir edilip, boyası yenilenecek. Bu yardımlar bir yana, köy halkı bize karşı çok misafirperverdi. Çocuklarla okul bahçede oyun oynadık ve teyzelerin yaptıkları gözlemelerden yedik, ayranlardan içtik. Bizim için çok güzel bir deneyimdi, tekrarını dört gözle bekliyoruz. 74 EĞLENCELİ BİLİM Sincan İMKB İÖO- Öğretmen Eğitimi: 6 Nisan - 25 Mayıs tarihleri arasında her hafta Çarşamba günlerimizi Sincan İMKB İlköğretim okulunun eğlenceli bilimi seven öğretmenlerine ayırdık. 30 öğretmen her Çarşamba bizimle Eğlenceli Bilim Merkezinde buluştu ve okul yıllarında yaşayamadıkları bir çok deneyimi tattılar. Öğretmenlerimizle, lehim yaptık, sihirli sıvılarla t-shirt boyadık, müzik aletleri yaptık, daha neler neler... Sınıf öğretmeninden, resim öğretmenine, matematik öğretmeninden beden eğitimi öğretmenine kadar herkes etkinlere birebir katıldı ve projelerini bitirdi. Haziran ayı içerisinde bu eğitime yakışır bir sergi ve mezuniyet planlıyoruz. Öğretmenlerimizin burada öğrendiklerini geliştirerek öğrencileriyle uygulamaları dileğiyle... Maya Koleji: Maya Kolejinin seçkin öğrencilerinden oluşan “Keşf-i Alem” grubu 13 Ocak 2011’den bu yana her Perşembe Eğlenceli Bilim Merkezinin konuğuydular. Yaptığımız etkinliklere başta Fen ve Teknoloji Öğretmenleri Derya Öğretmen ve öğrencileri oldukça severek ve eğlenerek katıldılar. 2,3,4,5. sınıflardan gelen öğrencilerimiz zekasıyla el becerisini burada birliştirerek çok güzel ürünler ortaya çıkardı. Eğlenceli Bilim Merkezi Projeleri öğrencilerimizin yıl sonu sergilerini şenlendirecek ve süsleyecek gibi görünüyor. Mekanik Bulmacalar: ASEL 351 dersi kapsamında öğrencilerimizden Onur Saraç, Mehmet Can Baran, Uğur Bulduk, Funda Balat mekanik bulmacaya merak saldılar ve üç boyutlu düşünme yeteneklerini geliştirdiler. Kendilerini geliştirmekle kalmadılar bir de Ziraat Mühendisleri İlköğretim Okulu matematik kulübü öğrencilerini de mekanik bulmacayla tanıştıdılar. Hem büyük hem de küçük öğrencilerin mekanik bulmacaya olan ilgisi görülmeye değerdi doğrusu. 75 ÇevreciyİZ ormanlarda depolanmıştır. Ayrıca, çok uzun ömürlü odun ürünleri (ahşap binalar, mobilya vb.) çürüyüp yanmadıkları sürece karbon depoları olarak kalmaktadır. 2011 ULUSLARARASI ORMANLAR YILI VE ENERJİ ORMANLARI • Başta temiz suya erişim, toprak koruma, sel kontrolü, iklim düzenleme gibi birçok konuda yaşam destek hizmeti sağlarlar. • Su kaynaklarının korunması, doğal kaynakların muhafazası, biyolojik çeşitliliğin korunması ve iyileştirilmesini desteklerler. • Dünya genelinde insanların geçim şartlarını iyileştirme, sosyal kalkınma ve yoksullukla mücadelede de etkin rol oynarlar. • Özellikle başta su, sağlık ve çevresel sürekliliğinin sağlanması olmak üzere Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılmasında çok önemli katkılar sunarlar. Dünya ormanlarının % 13’ü yasalarla koruma altına (Milli park, tabiatı koruma alanı gibi) alınmış durumda. Ancak ormansızlaşma ve orman bozulmasının dünya genelinde en önemli etkeni, ormanlık alanlarının tarım alanlarına dönüştürülmesi. Diğer etkenler ise orman yangınları, böcek zararları ve hastalıklar, doğal felaketler ve istilacı türler. Her yıl 13 milyon hektar doğal orman alanı başka amaçlarla kullanılmak üzere kaybedilmekte. Her yıl orman yangınlarında tüm ormanların % 1’inin ciddi boyutta etkilendiği rapor ediliyor. Dünyada orman zararlısı böcekler yüzünden her yıl 35 milyon hektar orman zarar görüyor. Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölüm Başkanı Uluslararası Ormanlar Yılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, “İnsanlar İçin Ormanlar” ana sloganı ile 2011’i Uluslararası Ormanlar Yılı olarak ilan etti. Birleşmiş Milletlerin amacı, sürdürülebilir kalkınma ve Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne ulaşma yolunda ormanların sürdürülebilir yönetimi ve korunmasının önemini vurgulamak ve ormanlarla ilgili farkındalığı artırmak. Ormanlar ve Sıcak Nokta Kavramı İngiliz ekolog Norman Myers, 1988 yılında “Sıcak Nokta”ların yani doğa korumada öncelikli bölgelerin belirlenmesi için ilk adımın atılmasında öncülük etmiştir. Bu kapsamda Myers ve Uluslararası Doğa Koruma Örgütü (Conservation International-CI), dünya üzerindeki bitki türlerinin yüzde 44’ü ile kuş, memeli, sürüngen ve çiftyaşarların yüzde 35’ini içeren, buna karşılık dünya yüzeyinin yüzde 1.4’ünü kaplayan 25 sıcak nokta belirlemişlerdir. Günümüzde ise bu sayı 34’e ulaşmıştır. Uluslararası Doğa Koruma Örgütü’nün “Küresel Biyoçeşitlilik Sıcak Noktaları” haritasında, Türkiye’nin de özel bir konumu bulunmaktadır. Çünkü Türkiye toprakları, bu 34 önemli alandan üçü olan İran-Anadolu, Akdeniz Havzası ve Kafkasya’nın bir bölümünü içine almaktadır. Ormanlar yeryüzünün % 31’ini (4 milyar hektarın üzerinde bir alan) kaplamakta. Orman alanlarının % 30’u, odun ve odun dışı ürünlerin üretimi için kullanılmakta. Yine bu alanların % 36’sı; gen bankaları olarak tarihe ışık tutan ve orman ürünleri sanayinin başlıca hammadde kaynağı olan doğal yaşlı ormanları içermekte. Yeryüzünde 1.6 milyar insanın geçim kaynağı ormanlar. Çoğunluğu yerel topluluklar olmak üzere 300 milyon insan ormanda yaşamakta. Ormanlar ayrıca, karasal biyoçeşitliliğin % 80’nine ev sahipliği yapmakta. Dünya üzerinde endemizm düzeyi yüksek olmasının yanı sıra biyoçeşitlilik bakımından zengin, dolayısıyla doğa koruma çalışmaları bakımından önemli olan alanlar; “Sıcak Nokta” olarak adlandırılmaktadır. Örneğin; dünyadaki bitkilerin % 20 ‘si, dünya yüzeyinin % 0.5’lik bir alanında yer almaktadırlar. Genetik, tür, habitat çeşitliliği içeren bu alanlar; nadir ve nesli tehlike altındaki türler ile ekosistemin yaşlılığı ve olgunluğu ile dış etkilere karşı duyarlılığı gibi bir alanın doğa koruma açısından önemini ortaya koyan etkenlere de sahiptirler. Sıcak noktaların tümü, insan aktiviteleri nedeniyle tehdit altındadırlar ve hızla habitat kaybına uğramaktadırlar. Geçmişte sadece ekonomik açıdan değerlendirilen ormanlar, son dönemde daha çok ekolojik ve sosyal fonksiyonları açısından ele alınmakta. Çünkü ormanlar: • Yaşam ve ekonomik kalkınma için elzem sayılan çeşitli ürün ve hizmetler sağlarlar. • Yeşil ekonomiler oluştururken, bir yandan da ana karbon yutakları olarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltırlar. Ormanlar, gerek atmosfere bırakılan sera gazı yayılımlarının azaltılmasında, gerekse atmosferden sera gazı emme yoluyla ‘karbon yutağı’ oluşturulmasında önemli roller oynamaktadır. Nitekim tortul kayaçlar dışında, karalarda tutulan karbonun yaklaşık % 67’si orman ekosistemlerinde depolanmış durumdadır. Bitki örtüsü tarafından tutulan karbonun % 75’i de 1999 yılında Dünya Koruma İzleme Merkezi (WCMC), Uluslararası Doğayı Koruma Vakfı (WWF-International) ve çok sayıda uzman, çoğunluğu Avrupa ve çevresindeki ekolojik bölgeler içinde yer 76 ÇevreciyİZ yapılmaktadır. İdari ömrüne uygun bölümler halinde her yıl kesilerek enerji, ısınma ve pişirme amaçlı ham madde olarak kullanılırlar. İdari ömrü sonunda her yıl kesilen ağaçlar tekrar büyüyüp kesilebilir hale geldiklerinden sürdürülebilir ve çok amaçlıdırlar. alan ve acil olarak korunması gereken 100’ü aşkın orman alanı belirlemiştir. Bu alanlar, biyolojik zenginlik, Avrupa’ya özgü orman tiplerinin temsil edilmesi ve alansal büyüklük (parçalanmamışlık) gibi özellikler dikkate alınarak seçilmiştir. “Avrupa Ormanlarının Sıcak Noktaları” olarak adlandırılan bu alanların ise 9 tanesi yüzölçümünün % 27.2’si ormanlarla kaplı olan ve 7 milyonun üzerinde orman köylüsü bulunan Türkiye’de bulunmaktadır. Bunlar; Bartın-Kastamonu Küre Dağları Milli Parkı, Amanos DağlarıHatay, Babadağ-Fethiye, Datça Yarımadası ve Bozburun, Fırtına Vadisi-Rize, İstanbul Ormanları, Karçal Dağları-Artvin, Yenice Ormanları-Zonguldak ve İbradi Ormanları-Antalya’dır. Enerji ormanlarının kullanım amaçları: Biyokütle enerji üretimi, Biyodizel ve biyoetanol üretimi, Isınma, Pişirme, Kağıt üretimi, Enerji sağlama, Elektrik üretimi ve Küresel ısınmaya karşı karbon dönüşümünün şeklinde sıralanmaktadır. Enerji ormancılığı için yapılacak ağaçlandırma çalışmaları boş arazilerde yapılmalı; yeni ve sürdürülebilir ormanlar sıfırdan tesis edilmelidir. Yani orman varlığımızın arttırılması, koruma ve kullanım dengesi içinde üreterek tüketilmesi, planlı kesim ve yakıt elde edilmesi prensiplerine uyulmalıdır. Unutulmamalıdır ki enerji ormanları ülkemiz koşullarında tamamen ulusal kaynaklara dayalı olarak gerçekleştirilebilecek yani yerel imkanlarla yapılabilecek önemli bir çalışmadır. Enerji Ormanları Günümüzde tüm dünya; karbon salınımını azaltmak için tasarruf ve yalıtım konularına önem vermenin yanı sıra yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmektedir. Yapay ve doğal ormanların içerdiği odun ve odunsu biyokütleler de yenilebilir enerji kaynaklarından sayılmaktadır. Bu nedenle gelişmiş teknolojilerin daha etkin kullanımı ile orman biyokütlesinden enerji üretimini gerçekleştirilmektedir. Fotosentez ile enerji biçiminde depolanan enerji miktarı, dünyanın yıllık enerji gereksiniminin yaklaşık on katına eşdeğerdir. Bu biyokütlenin büyük miktarını orman ağaçları oluşturmaktadır. Gelecek nesillere “Daha yeşil, daha temiz ve daha sağlıklı” bir çevre bırakabilmek ümidiyle herkesin “Uluslararası Ormanlar Yılını” kutlarım. YARARLANILAN KAYNAKLAR Conservation International, 2011. Biodiversity Hotspots. http://www.biodiversityhotspots.org/ Cömert, A., 2010. Enerji Ormanları ve Biyokütleler. En yeşil Ankara Derneği. http://www. enyesilankara.org/enerjiormanlari.html Kalem, S., 2005. Doğa Korumada Sıcak Noktalar. National Geographic Türkiye, Şubat 2005, s.24-36, İstanbul. Orman Genel Müdürlüğü1. 2006. Orman Varlığımız. Ankara. Orman Genel Müdürlüğü2. 2011. Ülkemiz Ormancılığında Uygulanan Silvikültür Teknikleri. http://www.ogm.gov.tr/bilgi/silvi_tek.htm Sivrikaya, F., Yolasığmaz, HA., Başken, EZ, 2004. Doğal Yaşlı Ormanlar ve Coğrafi Bilgi Sistemleri Yardımıyla Belirlenmesi. KSÜ Fen ve Mühendislik Dergisi 7(1)-2004: 45-52. Tarık, A. 2004. Küresel Isınma ve Ormanlar. Sızıntı, Yıl:26, Sayı:306. UNDP Türkiye. 2011 Orman Yılı: İnsanlar İçin Ormanlar. Yeni Ufuklar. Sayı:62, Şubat 2011. http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?WebSayfaNo=2866 United Nations. 2011. Celebrating Forestes for People. http://www.un.org/en/events/ iyof2011/ Kyoto Protokolü küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçevedir ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Türkiye’nin de, Kyoto Protokolüne katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı 05.02.2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Orman Genel Müdürlüğü enerji ormanını; “Toplumun yakacak odun gereksinimlerini karşılamak üzere, sürgün verme özelliği bulunan ve kısa idare süreleri ile işletilen ormanlar” şeklinde tanımlamaktadır. Bunlar enerji amaçlı yakacak odun elde edilmesine uygun ağaç türlerinden, kısa dönüş süreleri ile üretimi yapılan ve kendisini genel anlamda kök ve kütük sürgünleriyle yenileyen orman kaynaklarıdır. Enerji ormanları, tarım yapılmayan topraklarda yöresel, hızlı büyüyen, kuraklığa dayanıklı ağaçlarla yakacak odunu elde etmek için yapılan idare ömrü belirli ve planlı ağaç toplulukları - plantasyonlardır. Bazı ülkelerde bir çeşit odun tarımı olarak 77 YerelİZ KENTLER ve OTOPARK KRİZİ kent merkezlerine ilişkin alt stratejiler hazırlanması öngörüldüğü halde bu çalışmalar ne yazık ki gerçekleştirilmemektedir. Kent içinde otopark ihtiyacının nerede ve nasıl karşılanacağına ilişkin bu çalışmalar yapıladığından otopark yönetimi günü birlik politikalarla yönlendirilmektedir. Otomobil Odaklı Ulaşım Politikaları Sürekli Artan Otopark İhtiyacı Yaratıyor Son yıllarda uygulanan otomobil ağırlıklı ulaşım politikaları var olan otopark sayısının yetersiz kalmasına, uygulanan otopark politikalarının da etkisizleşmesine sebep olmaktadır. Toplu taşım olanaklarının geliştirilmesi yerine otomobillerin sayısının artması kent içerisinde bireysel hareketliliği arttırmakta, hiç beklenmeyen yerlerde beklenmedik otopark ihtiyaçları yaratmaktadır. Özellikle bazı ana bulvar, arter ve caddelerin önemli bir kısmının gün içerisinde iki hatta üç sıra park edilir hale gelmesi ve tıkanması bu durumun somut göstergesidir. Dr. Savaş Zafer Şahin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Var olan toplu taşım olanaklarının geliştirilmemesi, farklı ulaşım biçimlerinin bütünleşik hale getirilmemesi de bu durumda etkili olmaktadır. Kent içerisinde toplu taşım ile çok daha hızlı ve güvenilir biçimde ulaşılabilme olanağı bulunan her noktaya otomobil ile ulaşılmaya çalışılmaktadır. Otomobil sayısı arttıkça bu eğilim güçlenmekte, kentin farklı bölgelerinde anlık otopark ihtiyacı artışları meydana gelmektedir. Otopark sorunu son yıllarda kentlerin en temel sorun alanlarından birisini oluşturmaktadır. Her yıl trafiğe çıkan yüz binlerce aracın kent içerisindeki hareketinin sonuçlarından birisi olan otopark sorunu, aynı zamanda uygulanan ulaşım politikalarının da doğrudan bir sonucudur. Uygulanan otomobil odaklı ulaşım politikaları sonucunda kent içerisinde konut alanlarında ve merkezi iş alanlarında ciddi bir otopark krizi yaşanmaktadır. Otopark sorunu noktasal bir sorun olmaktan da uzaktır. Otopark sorunu kent içerisinde araçların ve yayaların ulaşım ve dolaşımını, toplu taşımı engelleyecek duruma gelmiştir. İmar Planı Değişiklikleri ve Kaçak Kullanımlar Otopark Sorununu Çözümsüz Kılıyor Otopark sorununun diğer bir sebebini de imar kanununa ve otopark yönetmeliğine aykırı yapılaşmalar ve imar planı değişiklikleri oluşturmaktadır. İmar planı değişiklikleri ile gerçekleştirilen kullanım kararı değişiklikleri ile ulaşım altyapısı üzerinden üst ölçekli planlarda öngörülmeyen baskılar oluşmaktadır. Plan değişiklikleri sonucunda konut bölgesi olarak belirlenen ve kısıtlı otopark kapasitesine sahip alanlar iş merkezlerine, ticari bölgelere dönüşebilmekte, var olan otoparklar yetersiz kalmaktadır. Özellikle zaman içerisinde konut bölgelerinin alt merkezlere dönüşmesi otopark açısından çok önemli bir sorundur. Kent yönetimi bu sorunu “kendi haline bırakarak”, “işlek caddelerdeki araçları ara sıra parka çekerek” ya da taşeron firmalar aracılığıyla oluşturulan resmi değnekçiler yoluyla çözmeye çalışmaktadır. Ancak bu tür anlık çözümler özellikle kent merkezindeki otopark krizini çözmek bir yana daha da ağırlaştırmaktadır. Otopark sorununun kökeninde uygulanmayan ve artık ihtiyaca cevap vermeyen mevzuat, ulaşım politikaları, imar planı değişiklikleri, kaçak ve kullanım kararı dışında kullanılan yapılar, merkezi iş alanlarının denetim eksikliği ve uygulanan otopark politikaları yatmaktadır. Diğer sorun alanları da kaçak yapılaşmalar ve eski konut alanlarıdır. Araç sayısının artmasına karşın hiç otopark alanı bulunmayan konut parselleri ile yasal olarak ayırması gereken otopark alanını ayırmadan inşa edilen ya da ayrılan otopark alanlarını daha sonra farklı amaçlarla kullanan kaçak ve iskânsız yapılar sebebiyle ciddi otopark sorunu yaşanabilmektedir. Otopark Sorununun Başlangıcı: Üst Ölçek Planların Hakkıyla Uygulanmaması Küçük ölçekte ve ayrıntıda gibi görünen otopark sorununun en temelinde kentin gelişimini yönlendirecek olan üst ölçekli planların uygulanmasında yaşanan sorunlar yatmaktadır. Üst ölçekli planlarda yer alan özellikle konut alanlarının düzenlenmesi, kent merkezleri ve ulaşım politikalarına ilişkin kararları gerektiği gibi uygulanmadığında otopark gibi konular krize dönüşmektedir. Eğitim ve Sağlık Politikasındaki Değişiklikler Otopark Sorununu Büyütüyor Son yıllarda eğitim ve sağlık alanında yapılan bazı düzenlemeler de otopark sorununu büyütmektedir. Sağlık alanında özel sağlık Üst ölçekli planlar kentlerde için bir ulaşım planı hazırlanması ve 78 YerelİZ konut için bir otopark alanının ayrılmasını yeterli görmektedir. kuruluşlarının sayılarının arttırılması ve bu kuruluşların özellikle konut alanları içerisinde plansız ve standartlara uymaksızın yer seçmeleri konut alanlarında otopark sorununu derinleştirmektedir. Bu kuruluşların bulundukları bölgede giderek genişlemeye ve büyümeye çalışmaları sorunu daha da ciddileştirmektedir. Diğer bir konu da otoparkın bina parselinde karşılanması meselesidir. Otopark yönetmeliği otoparkın parselinde karşılanmasını esas almaktadır. Yeni yapılacak binalarda otopark ihtiyacının karşılaşması için doğru olan bu düzenleme araçların kent içinde hareketliliğini göz ardı etmektedir. Apartmanlarda otopark kavgalarının yaşanmasının temel sebebi bu durumdur. Bir binada oturanların araçları dışında da otoparka ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca araçlar kişilerin meskenlerinde durmadığından, kişilerin işyerlerinde ve gittikleri her yerde otopark ihtiyacı doğurduklarından otoparkın parselinde karşılanması yetersiz bir uygulamadır. Diğer bir sorun alanı da dershaneler ve özel eğitim kurumlarıdır. Özel sağlık kuruluşları gibi kent içerisinde rastgele yer seçen bu kuruluşlar özellikle orta ve üst gelir gurubunun yaşadığı bölgelerde sabah ve akşam saatlerinde ciddi bir otopark sorunu yaratmaktadırlar. Ailelerin öğrencileri almak için otomobilleri ile eğitim kurumlarının ve dershanelerin bulundukları yere akması çok ciddi otopark sorunları yaratabilmektedir. Son olarak otopark yönetmeliği kamu ya da özel sektör eliyle işletilen otopark alanlarını ve çağdaş otopark yönetim politikalarını da içermemektedir. Otopark krizi kent içinde otopark alanlarının ciddi bir rant alanına dönüşmesine, değnekçiliğe ve fırsatçılığa sebep olmaktadır. Apartman ve Site Altı Dükkânlar Otopark Sorununu Yaygınlaştırıyor Otopark açısından yaşanan yaygın sorunlardan birisi de apartman ve site altlarındaki işyerleri için yeterli otoparkın ayrılmaması, konut için ayrılan binalarda işyeri sayısının artması ile ortaya çıkan geçiş bölgeleridir. Birçok yerde plan kararlarına ve projelerine aykırı olarak zemin katlar dükkân olarak kullanılmaktadır. Bu özellikle ana cadde ve işlek sokaklarda otopark sorunu yaşanmasına ve tıkanıklıklara sebep olmaktadır. Zemin katların kafe ve restoran olarak kullanıldığı bölgelerde otopark sorunu tüm bölgeye yayılmaktadır. Müşterilerin araçlarını sokak sokak gezdirerek otopark yeri arayan valelere çok sık rastlanır olmuştur. Kamu Eliyle Değnekçilik Otopark Krizini Büyütüyor Son yıllarda ana bulvar ve caddelerde belediye eliyle taşeron otopark işletmeciliği yaptırılmaya başlanması da otopark krizini derinleştirmektedir. Otopark rantından pay almak için yapılan bu uygulama sistematik ve planlı bir şekilde uygulanmadığından ana arterleri tıkayıcı, kent merkezine araç gelişini özendirerek otopark krizini derinleştirici bir uygulamaya dönüşmüştür. Oysaki çağdaş dünyada otopark yönetimi çok ciddi bir işletme süreci olarak ele alınmaktadır. Kent merkezine girişlerde dolu ve boş otopark sayısı bildirilmekte, kent merkezinde otoparkı bulunmayanlara işyeri açma izni verilmemekte, gelişen teknolojinin olanakları kullanılarak otoparkların verimli kullanılması sağlanmaktadır. Diğer bir sorun da konut bölgelerinde işyerlerinin sayısının artmasıdır. Konut yapılarında iş yeri sayısı arttıkça otopark ihtiyacı da büyümektedir. Var olan otopark sayısı konut kullanımlarına göre ayrıldığından yetersiz kalmaktadır. Otopark Yönetmeliği Gerektiği Gibi Uygulanmıyor Otopark Yönetiminde Çağdaş Politikalara Geçilmeli Kentlerimizdeki otopark düzenlemeleri 1990’lı yıllarda çıkarılan Otopark Yönetmeliği ile gerçekleştirilmektedir. Ancak otopark yönetmeliği ile ilgili ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Öncelikle birçok küçük orta büyüklükte belediye otopark yönetmeliğini kısmen ya da hiç uygulamamaktadır. Bu belediyelerin bir kısmı Büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunduğundan otopark sorunu yaşanmaktadır. Kentlerde Otopark Krizinin Çözümü için: • Öncelikle kentin ulaşım ana planı bir an önce yapılmalı, ulaşım ana planında otopark sistemine ilişkin sistematik ve planlı bir strateji oluşturularak yaşama geçirilmelidir. • Otopark yönetmeliği artan araç sayısı ve araç hareketliliği dikkate alınarak yeniden gözden geçirilmeli, güncellenmelidir. • İmar planı değişikliklerinden sonra oluşan kullanım ve yapılaşma kararı değişikliklerinin yaratacağı otopark ihtiyacı hesaplanmalı ve etki değerlendirmesi yapılmalıdır. • Eğitim, sağlık ve konut dışı diğer kullanımlara konut alanları içerisinde izin verilirken otopark ihtiyacının karşılanmasının sağlanması şartı aranmalıdır. • Toplu taşım ile bütünleştirilmiş park-et-devam-et türü bütünleşik otopark kullanımı uygulamalarına başlanmalıdır. • Kent içindeki tüm otoparkların kapsayan teknolojik olanakların kullanıldığı bütünleşik bir otopark işletmeciliği modeline geçilmelidir. Otopark yönetmeliği ile ilgili en önemli sorun ise bölgesel otoparklarla ilgilidir. Sit alanlarında ve parselinde otopark ayrılması mümkün olmayan yerlerde inşa edilecek yapılardan belli bir otopark bedeli belediyesince alınmaktadır. Toplanan kaynakla ihtiyaç duyulan yerlerde bölgesel otoparkların inşa edilmesi hükmü düzenlenmiştir. Ancak otopark yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana geçen yaklaşık yirmi yılda otopark bedelleri toplanmış olsa da bölgesel otoparklar yeteri kadar inşa edilmemiştir. Otopark Yönetmeliği Çağın Gerisinde Kalıyor Otopark yönetmeliği çağdaş ulaşım politikalarının gerisinde kalmaktadır. Örneğin otomobil odaklı ulaşım politikalarının uygulandığı kentlerde otopark yönetmeliği standartları artık yetersizdir. Kimi zaman bir evde iki araç bulunurken otopark yönetmeliği 3 Aksi takdirde kentlerimiz giderek bir yatakhane-otopark kent halini alacaktır. 79 KÜLTÜR SANAT Bütün okurlar merhaba, Hepimiz yine bir dönemin sonuna geldik ve öyle ya da böyle bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bunca çalışmanın bunca yorgunluğun ardından bütün hepimiz dinlenebileceğimiz, eğlenebilceğimiz muhteşem bir tatili hak ettik. Sizlere de bu sayfada benim beğendiğim izlemekten, okumaktan, dinlemekten zevk aldığım tiyatro oyunlarından, filmlerden, albümlerden, kitaplardan bahsedeceğim. Bunları şiddetle bütün yaz tatili boyunca uygulamanızı, izlemenizi, dinlemenizi öneririm. Can TAŞPINAR, Tiyatro Kulübü Başkanı İzlemeli, Filmin resmi web sitesi: http://www.blackswanmovie.co.uk/ Birinci olmak için ne kadar acımasız olabilirsin? İşte bu sorunun cevabı kesinlikle bu filmde! İzlenmesi kesin gereken, hatta Oscar Ödülü kazanan filmler sıkıcıdır klişesini tamamen yıkan ve kendini o filmin içinde hissettiren bir filmden bahsetmek istiyorum. Film ilk dakikasından son anına kadar ilginçliğini ve gerilimini beni filmin içinde tuttu. Tabi ki hiç kuşkusuz ki Black Swan (Siyah Kuğu)’dan bahsediyorum. Dünyanın takip ettiği interaktif internet sitesi IMDB’den 10 üzerinden 8,4 alan bu film, ciddi anlamda beni izlerken kendisine hapsetti. Aslında filmle ilgili ilk dikkatimi çeken şey adı oldu, sonuçta herkes bir ya da iki kere mutlaka ki Kuğu Gölü Balesi’ni duymuştur. İkinci olarak filmin afişini ciddi anlamda başarılı buldum. Çünkü, afiş tam anlamıyla filmin net bir özeti. Natalie Portman tam olarak afişteki bakışlarıyla bana hissettirdi en başta yaşayacağımız muhtemel gerilimi. Filmin başından sonuna kadar sürekli bir gerilim, sürekli ha oldu ha olacak derken sürekli yaşanan bir hayal kırıklığı hissettim. Filmin gönderme yaptığı psikolojik sorunları abartılmamış, hatta bir o kadar normal ve herkesin başına gelebilecek bir şekilde sentezlendiğini buldum. Filmin müziklerini ise bir o kadar etkileyici ve o psikolojik havayı yansıtan şekilde kullanıldığı düşünüyorum. Filmin sonunda yaşadığım o küçük hayal kırıklığı ve keşke böyle bitmeseydi dememin dışında filmi ciddi anlamda başarılı ve sürükleyici buldum. Ayrıca film de her alanda olduğu gibi insanların egolarının ne kadar önemli olduğu ve başarıların insanları nasıl değiştirebileceğini çok başarılı ve göze batırmadan gösterilen bir mesaj olarak verilmesi de filmin bence en büyük artısıdır. Filmin konusu ise kısaca şöyle; Nina (Portman), New York’ta yaşayan çok yetenekli bir balerindir ve hayatında çoğu balerin için de olduğu gibi dansetmekten başka bir şey yoktur. Eski bir balerin olan ve bu konuda çok hırslı olan annesi Erica (Hershey) ile yaşamaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy (Cassel) KUĞU GÖLÜ’nün baş balerini Beth MacIntyre (Ryder) yeni sezonda değiştrimeye karar verir ve ilk tercihi de Nina’dır. Balenin saf ve zarif Beyaz Kuğu ile şehvetin temsilcisi Siyah Kuğuyu aynı anda canlandırabilecek birine ihtiyacı vardır. Fakat Nina’yı bekleyen bir yeni bir rakip vardır, ve o da Leroy’u etkilemeyi başarmıştır. Nina Beyaz Kuğu rolüne her ne kadar uysa da Lily de Siyah Kuğu’nun tam karşılığıdır. İki genç dansçı arasındaki rekabet garip bir arkadaşlığa dönüşürken Nina da kendi karanlık tarafıyla haşır neşir olmaya başlamıştır – onu mahvedebilecek türden bir kayıtsızlık... Film 108 dakika süren ve Natalie Portman, Mila Kunis ve Vincent Cassel’ın başrolleri üstelendiği film; korku, gerilim, dram türlerinde muhteşem bir baş yapıt! Mutlaka izlenmeli, izlettirilmeli. Benim puanım soracak olursanız bu filme 10 üzerinden 9 verir, 1 puanı filmin finalinden dolayı kırarım. 80 Sınırsız Beyin Gücüne Ne Dersiniz? Kesinlikle izlenmeli dediğim bir diğer film ise Limitless (Limit Yok). Filmin fragmanını gördüğüm anda ekrandan bana yöneltilen şu soru dikkatimi çekti “Sınırsız beyin gücüne ne dersiniz?”. Film vizyona girer girmez gittim ve izledim. Filmin ilk başlarında Bradley Cooper’ın canlandırdığı Eddie karakterinin kendi ses tonuyla filmin gidişatını beğenmiştim ama bir süre sonra zaten gördüğün ve dikkat ettiğin şeylerin tekrardan söylenerek dikkat çekilmeye çalışılması bence hoş olmadı. Bunun dışında filmin başladığı sahnenin son sahneyle aynı olması ve yönetmenin çok farklı ve tutarsız noktalara çekilebilecek bu senaryoyu sonucuna bağlama biçimini sevdim. Filmde ciddi olarak sevdiğim bir diğer konu ise kullanılan efektlerdi. Uzun zamandan sonra dış çekimlerde bu kadar ciddi ve güzel efektler izlememiştim. Efektlerin en etkili olanı, ki izleyenler de benimle aynı düşünüyorlardır, bitmek bilmeyen ve sürekli yapılan bir zoom efekti veren yakınlaştırma efektiydi. Filmde konuşmalar normal derece de günlük ve alışılagelmişti. Filmde olayların birbirine bağlanmasına birden bire bir çıkmaza sürüklenmesine ve tam çözülmeyecek derken aslında filmin başından beri tahmin edildiği gibi çözülmesini beğendim. Filme 27.000.000$ harcanıldığını düşünürsek, ciddi olarak hakkını vermemiz gerekir ki dediğim gibi uzun zamandır bu kadar doğal duran efektler ve sahne geçişleri görmemiştim. Film 2011 yapımı ve gösterime girdiği haftada Amerika’da 2756 salonda 18,907,302 $ hasıla yaptı. Filmin konusundan bahsedecek olursak ,filmde Eddie (Bradley Cooper) perişan halde yaşayan New York lu bir yazar vardır. Ancak günün birinde bu yazar beyninin tüm kapasitesini kullanabileceği bir ilaçla tanışır. Bu sayede paraya, akla, çekiciliğe sahip olur. Fakat Eddie(Cooper) kısa bir süre sonra sonsuz güce bedelsiz sahip olunamayacağını anlar ve olaylar o zaman kör düğüm olmaya başlar. Filmin başrol oyuncuları ise kendi alanlarında ciddi başarılara imza atmış Robert De Niro, Bradley Cooper, Abbie Cornish, Anna Friel, Johnny Whitworth, T.V. Carpio, Patricia Kalember, Robert John Burke gibi isimler. Film IMDB’den 10 üzerinden 7,3 puan almış ve benimde puanım bu filme 10 üzerinden 8’dir. Ama son zamanlardan izlediğim en iyi aksiyon, macera filmlerinden biri oluğunu da kabul etmeden geçemem. Filmin resmi web sitesi: http://www.iamrogue.com/limitless 81 KÜLTÜR SANAT İzlemeli, Hem özel merakımdan dolayı, hem de oyunculuğum ve okulumuzdaki tiyatro kulübünde başkan olarak görev yapmamdan dolayı sürekli olarak tiyatro oyunları izlemeye gitmekteyim. Tiyatro oyunlarını izlerken film veya dizi izlediğimden çok daha yüksek doyum alıyorum. Çünkü herkesin çok iyi bildiği ve klişeleşen bir gerçek var ki, aynı oyunu iki kez seyredemezsin. Bir kere yüz yüze iletişimin yani oyuncuyla seyircinin arasında gerçekleşen bu iletişim çok doğal ve katkısız olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bir kere tiyatro oyunu izleyenin bunu bir daha bırakamayacağını düşünüyorum. Ve eğer okurlarımın arasında hiç tiyatro oyunu izlemeyen varsa buna muhteşem “Fosforlu Cevriye” adlı oyunla başlamalarını öneririm. Oyun ortalama 3 saat kadar sürmesine rağmen sahneye aldığı konu ve oyuncularının muhteşem yetenekleri sayesinde sanki bir saatmiş gibi geçip gidiyor zaman. Oyunun muhteşem dekoru dikkatleri topluyor en başta. Hatta bu dekorun bir döner dekor( yani oyuncular sahnedeyken, sahnenin dönerek değişmesi) apayrı bir realite katıyor izlerken. Müzikal olmasından dolayı hiç düşmeyen bir ritmi yakalamış olan bu oyun yaklaşık 6 senedir sahneleniyor. Oyunun başında Cevriye adlı karakterin hayata tutunma çabaları, yaptığı meslekten dolayı yaşadığı bıkkınlık ve aşık olduğu adama ulaşamaması iyice içine çekiyor seyircileri. Oyunun bence en güçlü karakterlerinden biri de Güllü adlı hayat kadını ve Sümbül adlı randevu evi sahibidir. Ciddi anlamda rollerini bu kadar iyi sentezlemiş, hatta böyle bir karakterde küfürsüz güldürüyü yakalamış başka bir oyuncu Fosforlu Cevriye’den önce izlememiştim. Ayrıca oyunda kullanılan kostüm ve makyajları çok başarılı, ortamını ve dönemini yansıtan bir şekilde kullanıldığını düşünüyorum. Oyunun konusuna kısaca değinecek olursak; oyun “kah güldürüp kah hüzünlendirerek, karakol, mahkeme, hapishane, Barba’nın meyhanesi, eski kantocu yeni randevucu bilge Sümbül Dudu’nun evinde, geçen olayları müzikal formatında” anlatıyor. Hayata sonsuz derecede bağlı olan Fosforlu Cevriye yıldızını, kaymasın diye gökyüzüne çakmak isterken, hayat ona ne sürpriz hazırlıyor? Mutlaka izlenmesi gereken, eğlenceli, hüzünlü bir o kadar da heyecanlı bir oyun “Fosforlu Cevriye”. Ayrıca oyun, 08 - 2009 Sanat Kurumu En İyi Kadın Oyuncu Ödülü (Nermin Uğur),2008 - 2009 Sanat Kurumu En İyi Sahne Müziği Ödülü,(Attila Özdemiroğlu) Oyuna sonuç olarak puanım 10 üzerinden 10’dur. -2008 - 2009 Sanat Kurumu En İyi Hareket Tasarımı ve Dans Düzeni Ödülü,(Özden Aktürk)de kazanmıştır. Dinlenmeli; Nil Karaibrahimgil ve Hakkında Her Şeyi Duymak İstiyorum adlı single’ı bu yaz bütün kumsallarda, radyolarda ve gece kulüplerinde çalacak gibi gözüküyor. Albümde aynı şarkının sadece enstrüman ve teknik ritimlerini değiştirerek versiyonlanmış dört şarkı bulunuyor. Bunlar ise ritmine göre “sade”, “şekerli”, “az şekerli” ve “orta” olarak adlandırılmış. Yani herkes ruh haline göre bir tarzı bu albümde bulacağa benziyor. Albümün en başarılı tarafı ise bana göre aynı sözleri kullanarak yapılan ritim değişiklikleriyle şarkılara bambaşka bir hava katılmış olması. Uzun zamandır Türk pop dünyasında müzikalite alanında ciddi işler başarmaya başlamışken ve pop dünyası bu düzeye yaklaşmışken Nil Karaibrahimgil muhteşem şarkısıyla Türk Pop dünyasını bir adım ileri taşıyacağa benziyor. Ayrıca şarkının bir İskender Paydaş, bir Bülent Uludağ, iki Alper Erinç imzalı dört ayrı versiyonunu dinleyicileriyle paylaşacak olan Nil, “Dinleyen kendi hakkında her şeyi duymak istediği kişisine ve onunla olan müziğine göre seçim yapsın istedim” diyor. 82 KÜLTÜR SANAT Okunmalı; Nil Karaibrahimgil Bu yaz kumsalda yanınıza alıp okuyabileceğiniz en eğlenceli bir o kadar da düşündürücü bir kitap var o da “Uydurukçu”. Kitabın yazarı Hürriyet Kelebek yazarlarından Onur Baştürk. Yazar ilk roman denemesinde bence ciddi anlamda başarılı ve bir o kadar da eğlenceli olmuş. Kitapta sıkıldığı tüm boş vakitlerinde gözüne kestirdiği insanlar hakkında hikâyeler uyduran bir UYDURUKÇU, gece hayatının bildik diyalogları eşliğinde yaşanan TEK GECELİK bir ilişki, EŞ DEĞİŞTİRME fantezisi sonrası iç dünyasını yeniden inşa eden bir kariyer kadını, Alaçatı'ya "kaçan" karı-koca arasında kalmış bir ARZU NESNESİ, sadece gece yaşanmış/geceye bulanmış çok OYUNLU bir ilişki, iki ünlü şarkıcı arasında kalmış bir MENAJER, FOTOĞRAFI çekilmediği zaman kendini kötü hisseden bir sosyete kadını, arabesk bir müzikal gibi de okunabilecek üç kişilik bir YOLCULUK, gay barlarda çalışan dansçı ile bir keman virtüözü arasında yaşanan imkansız AŞK, perdeleri açıkken sevişen genç bir çiftle onları RÖNTGENLEYEN karşı apartmandakiler, ve tüm bu karakterlerin birbirlerinden habersiz uğradığı o TUHAF ev partisi’nden bahsediliyor. Hikaye hikaye anlatılan bu kitabın en beğendiğim tarafı ise sonunda olayların birleştirilmesi oldu. Şehir ve şehir hayatının biraz arka ve karanlık taraflarını ve bunların insanların hayatını ne yönlerde etkilediğini inceleyen hatta bunlara hafiften gönderme yapan bu kitabı herkesin okumasını tavsiye ederim. Metropol insanlarının ne kadar farklı açılardan hayat baktıklarını ve onların kalabalık bir ortamda görünselerde bile bir o kadar da yalnız ve izole oldukları yazar ince bir dille hikâyeler içinde sentezlemiş. Kitabın fiyatı 13 TL ve neredeyse her kitabevinde bulunuyor. Kitaba puanım 10 üzerinden 10’dur. 83 KÜLTÜR SANAT YENİ ÇIKAN ALBÜMLER TULUM: A Sound From the North Sea Felmay Music-Torino, Italya, 2011 Doğu Karadeniz müzik kültürünün karakteristik çalgısı tulum üzerinde yapılan müzikoloji temelli ilk çalışmalardan birini ilginçtir ki bir İtalyan firması üretti. Rize’li tulum ve kemençe ustası Emin Yağcı bu albümde Doğu Karadeniz müziğinin değişik tür, biçim ve üslupları üzerinde yoğunlaşırken aynı zamanda dans, edebiyat ve müzik kültürlerinin bu bölgede nasıl da iç içe geçtiğini özetliyor. Çalışmanın müzik yönetmenliği ve danışmanlığı ise Cenk Güray ve Erdem Şimşek tarafından yapılmış. GİRİFT: Süleyman Erguner İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş, İstanbul, 2011. Gerek kuramsal gerekse de icra birikimi dolayısıyla Osmanlı Müzik Geleneği ile günümüz arasında yaşayan en önemli bağlardan birini temsil eden Neyzen Süleyman Erguner, müzik tarihimizin unutulmuş ya da üzerine yeterli derecede yoğunlaşılmamış yönlerine dair çalışmaları ile çok önemli bir kültürel görev üstleniyor. Erguner’in bu çalışmalarının son halkasnı teşkil eden Girift isimli CD ise XVII. Yüzyıldan itibaren müzik dünyamızda etkin bir rolü olmasına rağmen, XX. Yüzyılla beraber unutulan Girift Sazı’nı tekrar sesler dünyamıza sokarak bir anlamda toplumsal hafızamızı tazeliyor. DİLİ YOK KALBİMİN: Mehmet Akif Şiirinden Besteler T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2011 Ölümünden önce ve sonra sanatsal tartışmalardan ziyade hep politik tartışmaların odağı olmuş, yıllarca “kırgın” bir şekilde “ebedi yurdundan” uzak yaşamış, “üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i hederi” mahzun” bir şekilde noktalanmış, bize dair bir inceliği, bir kederi içinde barındırmış Akif, hak ettiği oranda anlaşılabilmiş midir acaba? Murat Salim Tokaç’ın sanat yönetmenliğinde İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu tarafından yapılan bu çalışma Şairin duygu dünyasının “ön yargısız” bir şekilde değerlendirilebilmesi için bir zemin oluşturuyor. 84 KÜLTÜR SANAT Dünya Bir Oyunluk HAZİRAN AYINDA ANKARA’DAKİ MÜZİK ETKİNLİKLERİNDEN SEÇMELER… ODTÜ-THBT Bağlama Orkestrası ve Saz Solistleri 13 Haziran 2011, Pazartesi, Saat: 19.30 Yer: Türk-Amerikan Kültür Derneği Coşkan Daş Salonu, Cinnah Cad. No.20. Tellerden Dökülen Nağmeler Program Canlı Yayın 22 Haziran 2011, Çarşamba, Saat: 18.05, TRT 4, TRT Nağme Canlı Yayın Hazırlayan: Tahir Aydoğdu Konuklar: Ali Fuat Aydın, Cenk Güray ABAT-Atılım Bağlama Topluluğu-Ankara Türküleri Solist: Celal Sezer Gramofon Kafe Dinletileri 24 Haziran 2011, Cuma, Saat: 19.00 Yer: Gramfon Kafe, Koyunpazarı Yokuşu, No.28, Samanpazarı, Kale, Ankara Kaç perde kapandı açıldı bu güne kadar, Bilmiyorum, Seyircilerde bir azalıp bir çoğalıyor, Anlamıyorum, Gereğine göre mi oynamalı bu oyunu? Yoksa dilediğince mi? Arada kalıyorum, Dilediğince oynadığımda, ben mutlu, dekor mutsuz Gereğine göre oynadığımda, dekor coşar ben susarım Son perde ne zaman oynanacak, oyuncu karar vermez ama Galiba en güzel kapanış dilediğince inmesidir perdenin Dekor sensiz kaldığında anlar yalnızlığını belki Ama yeni oyuncular elbette çıkacaktır sahneye Onları da zorlayacaktır dekor gereğince, Seyirciler de değişecektir ama onlarda zaten seyircidir En sonunda daimi gece iner sahneye, Dekorlar hissetmiştir sonlarının geldiğini Ama bu son onlar dilediğince değil, gereğince olacaktır… Cenk GÜRAY Hasan Serdar HOŞ 85 KÜLTÜR SANAT ANKARA’NIN İLKLERİ Bilinen en eski Ankara Resmi… Dünyanın en tarihi kentlerinden biri olan Ankara’nın geçmiş yıllarına ait resim, gravür, fotoğraf vb görsel dokümanların sayısı fazla değil. Bilinen en eski resimler, bazı batılı seyyahların kitaplarında gördüğümüz siyah beyaz resimler. Örneğin Fransız Seyyah Paul Lucas’ın seyahatnamesindeki 1705 tarihli Ankara Gravürü, sadece kale içini resmetmektedir. Bugün tamamen kaybolan üçüncü sur (Osmanlı Suru) dahil Ankara Kalesi’ni bütünüyle görebildiğimiz bu resimde, birkaç cami, hamam veya kervansaray olduğunu tahmin ettiğimiz bir bina ile az sayıda ev bulunuyor. Ankara hakkındaki bir diğer resmi ise gene bir Fransız olan Tournefort Seyahatnamesi’nde görüyoruz. Stefanos Yerasimos tarafından yayına hazırlanan Fransız bilim adamı ve sayyah Joseph Pitoen de Tournefort’un iki ciltlik seyahatnamesinin ikinci kitabında Anadolu’yu anlatır. Tournefort’un İstanbul’dan başladığı ve Karadeniz boyunca devam ederek Gürcistan ve Ermenistan’ı gezdikten sonra Erzurum, Ankara, Bursa üzerinden İzmir’de tamamladığı gezisini anlattığı kitabında sadece dört resme yer verilmiş; Ankara, Trabzon, Tiflis ve Erzurum. Tournefort’un, “Ankara şu anda Anadolu’nun en iyi kentlerinden biri ve eski görkemli, döneminin izlerini taşımakta…” diye anlattığı 1701 Ankara’sı, kitaptaki gravür tekniğinde çizilen resimde, kalenin surları içinden ibaret bir kent olarak görünmektedir. Bunlara bir de Alman Seyyah Dernschwam’ın seyahatnamesindeki 1555 tarihli eskiz eklenebilir. Kendisinin de “ben iyi çizemedim ama” diyerek yayımladığı bu çizim diğerlerine göre çok basit kalmakla birlikte en eski tarihli Ankara görseli olarak önemlidir. Öte yandan her üç çizimin ortak özelliği kitap sayfalarından gelmiş olmasıdır. Ankara’nın resim niteliğindeki ilk görüntüsünün Denschwam’dan yaklaşık 200, Lucas ve Tournefort’tan ise 25-30 yıl sonrasına ait olduğu anlaşılıyor. Ankara’nın bilinen en eski resmi olarak kabul edilen ve yapılış tarihi ile ressamı bilinmeyen yağlı boya bir tablo halen Amsterdam’daki Rijkmuseum’da bulunuyor. Kesin olmamakla birlikte 1730’larda yapıldığı tahmin edilen ve yaklaşık 300 yıl öncesinin Ankara panoraması olan bu resim 117 x 198 cm ebadında olup müze kayıtlarında “Ankara Manzarası” olarak ge- 86 çiyor. Yakın zamana kadar Halep’e ait olduğu zannedilen bu resmin Ankara’ya ait olduğu 1970 yılında Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından kanıtlanmış. Ankara Manzarası’nın üst tarafında; o zamanlar kentin merkezi olan Ankara Kalesi, alt tarafında ise 18. yy Ankara’sının ticaret hayatının esasını teşkil eden tiftik dokumacılığından sahneler görülüyor. Ankara manzarası üzerinde kapsamalı bir çalışma yapan, Ankara araştırmacısı Erman Tamur, Kebikeç’in 25. sayısında yayımlanan yazısına; bu resimde yer alan 25 binayı numaralayarak her binanın ne olduğunun listesini eklemiştir. Üç surun belirgin şekilde göründüğü resimde, tarihi kentin önemli yapıları Ankara Kalesi’nin Dış Suru ile Osmanlı Suru arasında yoğunlaşmaktadır. 87 KÜLTÜR SANAT Aynı müzede bulunan ve aynı teknikle yapılan bir İzmir resmi de Ankara ile birlikte Hollandalı bir tüccarın koleksiyonu arasında müzeye intikal etmiş. Her iki resmin de o dönemde Osmanlı ile sof ticareti yapan bir Hollandalı tüccar tarafından yaptırılmış olması akla yatkın bir olasılıktır. Ankara’da aldığı sofu, İzmir’den nakleden tüccarın iş yaptığı bu iki Anadolu kentinin resimlerini yaptırdığını ve bir dönem işyerinde sergiledikten sonra müzeye sattığını veya bağışladığını düşünmek yanlış olmaz. Zaten, Tamur’un müze yetkililerinden aldığı bilgiler de bu yöndedir. Yutkeviç’in Türkiye ile birlikte kendi ülkesini de anlattığı film 1934 yılında tamamlanır. Böylece ortaya çıkan ve 8 mm olarak kaydedilen 135 dakikalık filmin orijinal adı “Ankara: Serdce Tureckii” yani “Ankara, Türkiye’nin Kalbi” olur. Dönemin teknolojisiyle siyah beyaz olarak çekilen film, Ankara’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk filmi olarak tarihe geçecektir… Kitaplardaki çizimlerden farklı olarak, bugüne kadar gelmeyi başarmış bu resmin sanat değeri biraz tartışmalı olmakla birlikte belgesel değeri çok açık. Eğer belediyelerimiz, sivil toplum kuruşlarımız veya büyük firmalarımız öncü ve destek olurlarsa; bu resmin geçici bir süre için de olsa Ankara’ya getirilerek sergilenmesi, kentimizin yüzyıllar öncesi halini görmek ve bugünkü Ankara’yla karşılaştırmak açısından güzel bir ortam yaratacaktır. İki bölüm halindeki filmin birinci bölümünde Sovyetler Birliği Savunma Bakanı Voroşilov başkanlığındaki kalabalık Rus heyetinin Türkiye’yi ziyareti ve 10.yıl kutlama törenleri, ikinci bölümde Ankara görüntüleri eşliğinde genç cumhuriyetin kalkınma çabaları ve geçmişten o güne kaydettiği gelişmeler anlatılır. Filmin sonunda ise Atatürk’ün “...az zamanda çok ve büyük işler yaptık...” diye başlayan “...yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz...” diye devam eden ve “...Türk milleti çalışkandır...” diye biten ünlü nutku kendi sesinden yer alır. Ankara’nın ilk filmi… Cumhuriyetin kuruluşunun 10. yıl kutlamaları, zamanın sınırlı olanaklarına rağmen görkemli törenlere sahne olur. Bu törenler için Ankara’ya özel olarak gelen Sovyetler Birliği heyeti içinde iki genç sinemacı da vardır; Sergey Yutkeviç ve yardımcısı Lev Oskaroviç. Atatürk konuklardan eski ve yeni Türkiye’yi anlatan bir film çekmelerini ister. Filmde, başrol sayılabilecek yaşlı askeri, zamanın ünlü bir tiyatrocusu olan İbnürrefik Ahmet Nuri canlandırırken Ankara erkek ve Gazi liselerinin öğrencileri de rol alırlar. Film çalışmalarına Reşat Nuri Güntekin ve Fikret Adil de yardımcı olurlar. Atatürk’ün isteğiyle yapılan film, yine Atatürk’ün isteğiyle okullarda ve meydanlarda halka gösterilir. “Ankara, Türkiye’nin Kalbi” filmi yıllar sonra, 10 Kasım 1969’da Atatürk’ün ölüm yıldönümü nedeniyle TRT’de gösterildiği esnada, içinde (İstiklal ve 10.Yıl Marşlarının yanı sıra) Enternasyonal Marşı çaldığı için dönemin genel müdürünün gece baskınıyla yayını durdurularak bir kez daha tarihe geçer. Filmin 55 dakikalık özet versiyonu http://www.tccb.gov.tr/sayfa/ ata_ozel/video adresinden izlenebileceği gibi aşağıdaki adreslerden indirilebilir. http://rapidshare.com/files/140011437/ankara.part1.rar http://rapidshare.com/files/140015394/ankara.part2.rar http://rapidshare.com/files/140016511/ankara.part3.rar “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmi son zamanlarda; önce İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün 2010 Ocak ayında İstanbul’da düzenlediği ve aynı yıl Ekim ayında Ankara’da tekrar edilen “Ankara, Kara Kalpaklı Kent” sergisi için ve ayrıca NTV Tarih dergisinin Ağustos 2010 tarihli sayısı ekinde olmak üzere iki defa çoğaltılmış olmakla birlikte, önümüzdeki yıllarda 29 Ekim törenleri veya üniversitelerimiz gibi önemli Cumhuriyet kurumlarımızın kuruluş yıldönümleri vb vesilelerle yeniden yayımlanması, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının heyecanın ve dönemin Ankara’sının tanıtılması bakımından çok faydalı olacaktır. Timur ÖZKAN 88
Benzer belgeler
Ayakta Başlayan Açılış Ayakta Bitti
Atılım Üniversitesi’nin idari akademik tüm personelin kişisel gelişimlerine katkı sağlamak, özel ve iş hayatındaki ilişkilere yol göstermek
amacı ile Ferda Binatlı Gümüş tarafında verilen konferans...