dosya v - Eastern Mediterranean University
Transkript
dosya v - Eastern Mediterranean University
+ -> Sayfa 3 Kapalı Yerleşmeler-1: Toplum Mu? Topluluk Mu? Naciye Doratlı -> Sayfa 4 DOSYA V: 21. YÜZYILDA KENTLERİN YENİ-DEĞİŞEN YÜZÜ Ceren BOğAç- Şebnem Önal Hoşkara- Beril Özmen Mayer- MÜGE Riza Hera-C KONUT VE YAŞAM Uğur Dağlı Europa Nostra Ödüllerinin Düşündürdüğü: HENDEK - Gazimağusa GELENEKTEN EVRENSELE BİR MİMAR - BİR BİNA Futbol - Dünya Kupası ve Stadyumlar GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 20 HAZİRAN 2010/ SAYI 9 -> Sayfa 5 Geleneksel Kahvehanelerimiz... Kağan Günçe -> Sayfa 6 Madrid Retiro Parkı’nın Büyüsü AL GÖZÜM SEYREYLE KENTİN TADI TUZU Şebnem Hoşkara konuk yazar: MUKADDES Fasli -> Sayfa 11 ‘Yapay’lığın ve ‘Para’ Gücünün Simgesi Dubai Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Kağan Günçe -> Sayfa 12 FABRICAS: Fabrikalar – Tiyatro Alma Rosé Dünya kentleri hızla değişiyor, dönüşüyor. Kentler, kendi yenileşme ve dönüşme modellerini, kendi iç dinamiklerini kullanarak kendileri yaratıyorlar. Tüm aktörler devrede. Herkes işin bir ucundan tutuyor. İyi-kötü sorumluluk almaya çalışıyor. Yönetimlere katılım artıyor. Halklar kendi güçlerini birleştirerek kentlerine, yerleşimlerine, mahallelerine, sokaklarına sahip çıkıyor. Kentler yüz değiştiriyor, kişiler anlayışlarını, bakış açılarını… PEKİ BİZ NE YAPIYORUZ? -> S 7-8-9-10 GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi + -> Sayfa 13 Yerel Yönetimler Ercan Hoşkara SORULAR-CEVAPLAR DOSYA V: kapak resmi: Ceren Boğaç PROVO-ETKİNLİK Beril Özmen Mayer CMYK -> Sayfa 14 + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 02 EDİTÖR Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] EDİTÖR’DEN... Herkese Merhaba, Geçen sayımızdaki editör yazımda Girne Belediyesi’nin önemli bir projeyi, yurt dışında hazırlatmış olmasından hareketle, proje ve danışmanlık konularında yurtdışında uzman aranması/ uzmanlara iş verilmesi konusunu eleştirmiş ve kendi Üniversitemiz/ Fakültemizin potansiyelinden ve Fakültemiz öğretim üyeleri tarafından gerçekleştirilen projeler ve katıldıkları etkinliklerin ilk anda hatırlayabildiklerimden söz etmiştim. Fakültemizde neler yapılmakta olduğuna dair daha detaylı bilgileri sizlerle paylaşmanın, hem isimlerini dillendirmediğim arkadaşlarımıza karşı bir sorumluluk olduğu, hem de bizim özelimizde Üniversitelerimizin potansiyelini bir daha hatırlatma adına yararlı olacağı inancı ile bugün geçtiğimiz birkaç yılın proje ve etkinliklerine değineceğim. Umarım editör sayfasına sığdırabilirim. Nelerden söz edeceğimi özetleyerek işe başlamakta yarar görüyorum. Sırasıyla, Fakültemiz/Rektörlük çatısı altında faaliyet göstermekte olan Merkezler, Devlet Kurumlarındaki üyelikler/verilen danışmanlık hizmetleri, düzenlenen Sempozyumlar, ve öğretim üyelerimizin yürüttükleri projelere değineceğim. kurulu üyeleri olarak katkı koydukları HERA-C (Konut Araştırma, Eğitim ve Danışmanlık) Merkezi, Rektörlüğe bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmekte olan Derya Oktay’ın başkanlığındaki KENT-AG (Kent Araştırma ve Geliştirme) Merkezi’miz var. Bu merkezler altında her türlü danışmanlık ve projelendirme hizmetleri verilmektedir. Bu Merkezler, gerek Merkezi gerek Yerel Yönetim birimleri tarafından talep edilmesi durumunda Türkiye’deki Üniversitelerin benzer Merkezleri tarafından verilen hizmetlere eşdeğer hizmet verebilecek potansiyele sahiptirler. Bu sempozyumlarda sunulan ve Bildiri kitapçıklarında yer alan bildirilerden kentlerimizdeki yapılaşma ve yaşam kalitesinin artırılması konusunda alınacak o kadar çok dersler var ki. Keşke Belediye Başkan adayları bu önerileri de dikkate alarak programlarını hazırlasalar. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen iddia ediyorum ki, bildirilerdeki değerli bilgiler hala daha güncelliğini koruyor ve ne yazık ki tümüne yakını ilgili ve yetkililer tarafından dikkate alınmamış. Devlet Kurumlarındaki üyelikler/verilen danışmanlık hizmetleri: • • Beser Oktay Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Anıtlar Yüksek Kuruluüyesidir. Özlem Olgaç Türker ve Hıfsiye Pulhan, Girne Kaymakamlığı’nın talebi ile Anıtlar Yüksek Kurulu’na bağlı olarak ‘Girne Bölgesi Tehlikeli Binalar Tesbit Komisyonu’nda görev yaptılar. Öğretim üyelerimizin gerçekleştirdikleri/ katkı koydukları projeler: • Sempozyumlar: • Merkezlerimiz: Fakültemiz çatısı altında faaliyetlerini sürdürmekte olan Uğur Dağlı’nın başkanlığındaki TASAR (Tasarım ve Araştırma Merkezi), Nesil Baytin, Beril Özmen Mayer, Türkan Uraz, Hıfsiye Pulhan ve Resmiye Alpar Atun’un yönetim Kentler ve Yerel Yönetimler Sempozyumu (6-8Şubat 2002) ve Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Doğu Akdeniz Üniversitesi, İçişleri Bakanlığı -Çağdaş Yaşam ve Trafik Sempozyumu (2-4 Mart 2005). • • Gazimağusa Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen ikisi Uluslararası olmak üzere Uğur Dağlı - Şebnem Hoşkara ve Uğur Dağlı – Mukaddes Faslı koordinatörlüğünde beş kez düzenlenen Gazi Mağusa Sempozyumları; Uğur Dağlı’nın koordinatörlüğünde gerçekleştirilen Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği- Çağdaş • • • Banu T. Çavuşoğlu, Afet Çeliker ve Didem Çelik’in Kıbrıs Türk Tabipler Birliği Sosyal tesisi için danışmanlık; Özgür Dinçyürek, Hıfsiye Pulhan, Nevter Zafer’in Fakültemizin Tasarım ve Araştırma Merkezi çatısı altında hazırladıkları Mehmetçik Köyü Ekolojik ve Sosyal Tesis Projesi; Saim Nalkaya’nın TASAR çatısı altında K.K.T.C Sağlık Bakanlığı için hazırladığı Lapta Huzur Evi Projesi; Derya Oktay’ın TÜBİTAK araştırma projesi: Gazimağusa’da Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi; Resmiye Alpar Atun, Pınar Uluçay ve Vedat Yorucu’nun Lefkoşa İmar Planı’nın Sur-içine Etkisinin Değerlendirilmesi projesi; Özetlemeye çalıştığım bütün bu etkinliklerin yanı sıra Fakültemizde K.K.T.C Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı, Üniversitemiz tarafından desteklenmekte olan birçok araştırma projesi yürütülmekte, Türkiye ve Avrupa’daki Üniversiteler veya Kurumlarla ortak etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Her ne kadar, ülkemizde Üniversitelerimizin potansiyeli pek fazla dikkate alınmasa da, bizler bilimsel dergilerde makaleler yayınlayıp, konferanslarda bildiriler sunup hem bilime katkı yaparak, hem de önemli projelere imza atarak yolumuza devam ediyoruz. Keşke ülkemizde bu değerlerin farkına varılsa ve çağdaş yaşam alanlarının oluşturulması, kent kimliklerin oluşturulması/iyileştirilmesi, kültür varlıklarının korunması vb. konularda sadece bizim üniversitemizdekiler değil, Kuzey Kıbrıs’taki tüm Üniversitelerimizdeki bilim insanlarına proje üretme, katkı koyma fırsatı verilse. Daha yaşanabilir kentler, çevreler dileklerimle..... Naciye Doratlı Bu Sayımızdaki Konuk Yazarlar: Mukaddes Faslı Kağan Günçe (Ekibimizden ama aynı zamanda konuk) Müge Riza Değerli arkadaşlarımıza katkıları için çok teşekkür ediyoruz. Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı, Türkan Ulusu Uraz. MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 03 Uğur Dağlı “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] FUTBOL - DÜNYA KUPASI VE STADYUMLAR.. Londra - Wembley Stadyumu Wembley Stadyumu oldu. Bilindiği gibi 80 yıllık tarihi boyunca eski Stadyum, 1948 Olimpiyatları, 1966 Dünya Kupası ve 1985’de düzenelenen Live Aid konseri gibi organizasyonlarla İngiltere’nin en ünlü spor ve eğlence mekanıydı. İnsanların kalplerinde ve hafızalarında derin izler bırakmış bir stadyumdu. 90 bin kişilik kapasitesiyle 2007’de hizmete giren yeni Wembley, mirasçısı olduğu stadyumun ünü üzerine dünyanın en dinamik stadyumu olma iddiasıyla planlandı. Konsepti, eski stadyumun ünlü ikiz beyaz kulelerinin yerini alan ve Londra’nın siluetine yaptığı ikonik katkısıyla öne çıkan 133 metre yüksekliğindeki çelik kemerin yarattığı simgesel etkidir. Bu kemer aynı zamanda 7 bin tonluk çelik çatının kolonlara gereksinim duyulmadan taşınmasına da hizmet ediyor. Daha önceleri farklı gazetelere futbol ve stadyumlarla ilgili yazılar yazdım. Futbol tutkunu bir eş ve iki erkek çocuğuna ait bir ailenin ferdi olarak bunun gayet doğal bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Ailenin ana gündemini transferler, güzel gol pozisyonları, hakemin verdiği doğru/ yanlış kararlar ve futbolun içinde taşıdığı derin felsefik yaklaşımlar oluşturmaktadır. Ve ben ailemden öğrendiğim bilgi birikimi ile futbolun salt bir oyun olmadığı içinde taşıdığı derin anlamları ve bununla birlikte dördüncü ve beşinci boyutu içinde taşıyan estetik bir sanat olduğunu yorumlamaya başladım. Küçüklüğümden beri tek kanal empozesi yapıldığı dönemde, herkesin her programı izlemek sorunda olduğu TRT ekranlarından takip ettiğim dünya kupası maçlarından birçok enstantane ve isim hala daha aklımdadır. Ve benimle birlikte birçok yaşıtımında... Nadia Commaneciyi hatırladığımız gibi, Maradona, Gullit, Rummenige’leride hatırlıyoruz. Londra’nın merkezinden Wembley stadyumuna doğru giderken stadyuma yaklaştığınızda artık üst trenden gitmeye başlıyorsun. Trenin camlarından tutucu Londra mimarisi arasından aniden beyaz bir kemer yer yer algılanmaya başlıyor. Katı, tutucu kent silueti yanında bu kemerin yükselişi beni çok heyecanlandırmıştı. Trenden indiğimizde tek hedef vardı; adımlarımızla bize yavaş yavaş yaklaşan o kemere ulaşmak. Stadyum eski kent dokusuna binanın özelliğini taşıyan bir köprü ile bağlanmıştı. Köprünü önündeki toplanma teraslarının kot farklarının yarattığı dinamik etki kentin tek boyutlu kurgusuna yine bir tezat imaj yaratmıştı. Dağlı Ailesi Wembley Stadyumu Önünde Beş Kıtanın Ortak Tutkusu Futbol, beş kıtayı ortak bir tutkuda buluşturan en can alıcı sahnedir. Geçtiğimiz yüzyılda Dünya Kupası’nda, milyarlarca kişi ekranı başında geçirdi ve XX. yüzyılın en kapsamlı ortak şölenini paylaştılar: Bisikletiyle işinden dönen Pekinli bir işçi, Perulu bir işadamı, Norveçli bir ilkokul öğrencisi, Ganalı bir ev kadını... Onlar o dönemde hep birlikte gözlerini topa dikmişlerdi bir ay boyunca. XXI. yüzyılın 2002’ye denk gelen ilk Dünya Kupası’nın Asya’da düzenlenmiş olması da gösteriyor ki futbol’un, Avrupa’dan Güney Amerika’ya, oradan Afrika’ya ve Asya’ya bulaşmakta gecikmemiş bir salgın tutku olduğunu. Futbol, çocuk-yaşlı, erkekkadın, fakir-zengin ayrımı tanımayan bir heyecan kaynağıdır. Futbol’un çok boyutu Futbol maç yapmanın ötesinde kültürleri, coğrafyaları, ülkeleri, şehirleri, mahalleleri, cinsiyetleri, yaşları birleştiren bir heyecanın dışa vurumdaki mutluluğu ve coşkunun ifadesidir. Futbol sadece bir maç değil, kendini bir şeye ait hissetmek duygusudur.. Birlikte davranmanın cazibesi gibi duygulardır. Maç bir sonuçtur ve sonuca giden süreç ise uzun bir yolculuktur. Aidiyet duygusu ile sonuca ulaşma yolculuğu içinde birçok detayı taşımaktadır. Giydiğiniz formadan, dinlediğiniz müziğe, taşıdığınız çantadan, okuduğunuz dergilere, sohbetlere, içtiğiniz biradan, sevdiğiniz renge ve daha birçok detaya... Detaylar futbolun kurgusunu oluşturmakta ve bu kurgu stadyumun oluşumunu sağlamaktadır. Bu anlamda değerlendirildiğinde STADYUMLAR SADECE SAHA DEĞİLDİR... Hatta futbolun ülkelerin kimliği durumuna geldiği göz önünde bulundurulursa (Brezilya - Geniş kumsalları, kahvesi, sambası, ve futbolu, Arjantin - Askeri Wembley Stadyumu darbeleri, ekonomik krizleri ve futbolu, Afrika - Yağmur ormanları, safarisi, yoksulluğu ve futbolu, Japonya Samurayları, gelenekleri, teknolojisi ve futbolu, Almanya - Endüstrisi, birası, ve futbolu ile anılmakta) stadyumlar da ülkeler ve kentler için birer kimlik elemanı durumuna gelmektedir. kulelerinden yeni Wembley stadyumuna, Kazakistan’daki Barış ve Uzlaşı sarayından (bir Türk şirketiyle ortak proje), Hong Kong ve Londra havaalanlarına kadar yüzlerce önemli işe imza atan mimar ve mimarlık şirketinin en önemli özellikleri yüksek teknolojili yapı elemanlarıyla, iç mekanları kolonlarla bölmeden ferah, aydınlık ve çevre dostu tasarımları. Bunlardan biri Wembley Stadyumu. Stadyumlar Mimari değerdir... Norman Foster Bugün 75 yaşında olan ama yüksek teknoloji gerektiren modern yapıların ruhu genç İngiliz mimarı Norman Foster ve şirketi Foster&Partners. 1983′den itibaren topladığı ödüllerle 1990′da Sör unvanını, 1999 yılında da mimarlığın Oskarı sayılan Pritzker ödülünü kazanmıştır. Londra, Berlin ve Singapur ofislerinde 500 den fazla çalışanıyla, New York’un yeni ikiz Dünya Mimarlık Literatürüne girmiş bir Eser: Wembley Stadyumu + Yaşamımda birçok şehirde birçok stadyum ziyaretim oldu. En son durağım ise 2009 Chelsea – Manchester United arasındaki FA Community Shield kupa maçı ve Yeni CMYK İçe girildiğinde ise çatı panellerinin bazılarının hareketli olması; seyirci oturma alanlarının genişliği ve kalitesi; tekerlekli sandalyeler için ayrılmış yerin genişletilmesi; ayrı dört tribün yerine bütüncül bir form içinde tasarlanan 3 katlı tribün geometrisiyle engelsiz seyir olanağı ve görüş açısı sağlaması, seyircilerin konforunun tasarımda oldukça ağırlıklı bir şekilde düşünüldüğü algılanmaktadır. Etkili bir maç atmosferi yaratmak için seyircilerden çıkacak ses düzeyini artırıcı akustik düzenlemelerin özellikle önemsendiği hemen farkedilmektedir. (Kupayı alırken “Blue is the colour” şarkısını söylerken kendimizi koroda şarkı söyleyen birer eleman olarak hissetmiştik.) Kısacası dışardan algılanan mimari formunun güzelliğine içteki detaylarla yaratılan seyir keyfi eklenince anlaşılıyor ki stadyum mimarisi salt bir saha yaratmanın ötesindedir. Ve bu anlamda Wembley, “Efsanelerin Mekanı” olma ismini uzun süre daha korumayı başaracak gibi görünüyor. Son söz... Bu bağlamda bakıldığında bu kadar anlam ve önemi olan stadyumların ve mimari bir değer olan Wembley stadyumu bu dönem öğrencilerimiz ile yapacağımız teknik gezinin Londra ayağındaki mekanlar arasında yer almasına dikkat ettik. Belki bir gün bizi de heyecanlandıracak bir stadyumumuz olur ve bir dünya kupasına ev sahipliği yapar. Adı ölümle değil sanatla-mimariyle anılan bir stadyum. Uğur Dağlı + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] SEÇİM ZAMANLARINDA AKLA GELEN HENDEK Geçen hafta katıldığım Europa Nostra Kongresi İstanbul 2010’da, her yıl kültür varlıklarının korunmasına yönelik olarak dört dalda verilmekte olan European Union Prize for Cultural Heritage / Europa Nostra Awards, kısaca Kültür Mirası Ödülleri, sahiplerini buldu. Koruma ve canlandırma kategorisinde ödül alan uygulanmış projelerden biri olan ‘The Fortifications and City Walls of s-Hertogenbosh, Den Bosh- Hollanda’ projesinin tanıtımını izlerken ister istemez Gazimağusa’nın yıllardır atıl durumda olan Hendeği aklıma geldi. Çünkü ödül alan Den Bosh- Hollanda projesi, aynen Hendek gibi tarihi önemine karşın atıl durumda olan bir alanın koruma ve canlandırılması projesiydi. çok daha büyük bir potansiyeli olduğunu gördüm ve koruma alanında Avrupalıların korudukları değerlere saygılı, ters düşmeyen ama son derecede çağdaş çözümleri getirerek, atıl durumdaki değerleri kent yaşamına katmış olmalarına şahit olmaktan büyük üzüntü duydum. Deyim yerindeyse onları kıskandım. Yıllardan beri, her yerel seçimler propaganda döneminde hemen hemen tüm Gazimağusa Belediye Başkan adaylarının proje portföyünde ‘Hendek’ yer alır, ama ne yazık ki seçimler bittikten sonra Hendeği kazanmak, ona hayat vermek için hiç bir şey yapılmaz. 1999 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığı ve DAÜ arasında imzalanan protokol çerçevesinde Mimarlık Fakültesi’nde Hendek için çok ifade ettiğimiz gibi Kültür Varlıklarının korunması konusunda kat etmemiz gereken daha çok yolumuz var. Öncelikle merkezi ve yerel yönetimler başta olmak üzere tüm kurumların, ortak hedefe ulaşmak amacıyla birlikte hareket etmesi çok önemli. Ancak, günümüzde bu bile yeterli olmayabilir. Koruma ve restorasyon konusunda uluslararası sözleşmelerin öngördüğü koşullara uymak kaydı ile, çağdaş ve esnek çözümleri reddetmeyen bir tavır sergilenmesi belki de daha önemli. Yukarıda sözünü ettiğim Avrupa Birliği/ Europa Nostra ödülü almış tüm projelerde, farklı ülkelerin kendi koşulları ve korunması öngörülen yapıların özellik ve durumlarına göre farklı ama çağdaş çözümler hep ön plandaydı. Hiç birisinde, Den Bosh Hollanda - Hendekte Yeni Yapı Bunun Hendekle ne ilgili var diyebilirsiniz. Temel çalışmasında ortaya çıkan sarnıç, arkeolojik bir bulgu olmasına rağmen projeyi engellememiş ve bence değerine değer katmış. Hendekte yukarıda sözünü ettiğim proje veya herhangi bir proje kapsamında yapılacak herhangi bir uygulamada ortaya herhangi bir bulgu çıkarsa, bu bir engel değil, belki de o alanın daha da zenginleşmesine, bulguların sergilenebileceği şekilde yapılacak düzenlemelerle daha da cazip bir alan halini almasına neden olabilir. Hendek örneği üzerinden vurgulamaya çalıştığım eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi için, kültür varlıklarının korunması konusunda çalışan veya korunmasını önemseyen herkesin ilgili Hendek, Gazimağusa 15-16. yüzyıllarda Venedikliler tarafından inşa edilmiş ve Gazimağusa surlarının ayrılmaz bir parçası olan Hendek, 1960’lı yıllarda Mağusa halkının yaşamında önemli bir yer tutarken sonraları ve özellikle günümüzde sanki de hiç var olmamış, bir çöküntü alanı durumundadır. İki açıdan bu durumun kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Birincisi, UNESCO’nun ‘Doğal ve Kültür Varlıklarının Korunması Sözleşmesi’ndeki tanım ve kıstaslara göre bir dünya mirası olan bir alanın bu derecede atıl tutulması; ikincisi de genç bir nüfus yapısı olan Gazimağusa’nın, yürüyüş, eğlence ve dinlencenin tarihle iç içe yer alabileceği bir alandan mahrum edilmesidir. güzel bir proje hazırlanmıştı. Moskova’da düzenlenen bir yarışmada mansiyon ödülü kazanan bu proje, proje hiç bir yapılaşma öngörmediği halde, Hendeğin arkeolojik sit alanı olduğu gerekçesi ile Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından reddedilmiş ve rafa kalkmıştı. Böyle bir proje varken, Gazimağusa Belediyesi tarafından Avrupa Birliği finansmanı ile 2005 yılında hazırlanan ‘Sur-içi Canlandırma Planı’nda Hendek’le ilgili peyzaj projesi hazırlanması öngörülmekte. Tabii bu konuda şimdiye dek bir şey yapılmamış. Ödül almış olan Hollanda’daki proje alanı ile kıyasladığımda bizim Hendeğimizin Sayfamda şimdiye kadar gerek benim, gerekse konuk yazar arkadaşlarımın da Tüm bunları niye ifade ediyorum? ‘koruma amacı ile kullandırmama’ şeklinde bir yaklaşım yoktu. Çünkü artık koruma ve kullanma, bir kültür varlığının yaşaması için ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmekte. mercilerin doğru ve birlikte hareket etmelerini, katı tutumlarını bir daha gözden geçirmelerini teşvik etmek için ellerinden geleni yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ve bunu yürekten diliyorum. İstanbul’daki toplantıda katıldığım oturumların gerçekleştirildiği Kadir Has Üniversitesi de neler yapılabileceğini gözlemlemek açısından iyi bir örnek oldu benim için. Bu üniversite, eski Cibali Tütün Fabrikasının restore edilmesi ile yaratılmış. Yaratılmış diyorum, çünkü koruduğu değerleri büyük bir zarafetle vurgulaması, yapılan yeni eklemelerin korunana saygılı ama çağdaş dili ve en önemlisi temel güçlendirme çalışmalarında ortaya çıkan Bizans sarnıcının projeye müze olarak eklenmesi ile gerçekten çok iyi bir iş çıkarılmış. Son söz olarak, Hendeğin önemi üzerinde durmak, acil olarak önlem alınması gereken Surların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Ancak, Surların restorasyonu yerel kaynaklarla altından kalkılamayacak kadar büyük bir iş. Bunu ancak uluslararası toplumun desteği ile başarabiliriz. Oysaki Hendekle ilgili olarak eğer niyet ve kararlılık varsa canlandırılmasını bizler gerçekleştirebiliriz. + CMYK Naciye Doratlı + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. KONUT VE YAŞAM Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 05 Hera-C SAYFA [email protected] KAPALI YERLEŞMELER-1: TOPLUM MU? TOPLULUK MU? Giriş Yaşantımızı her yönüyle sürdürdüğümüz kentsel mekanları şekillendiren en önemli ve yaygın bina türü ‘Konut’. Tek başına olsun, toplu halde olsun konut, her dönemde dünyadaki fiziksel, sosyo-kültürel, ekonomik ve politik değişim süreçlerine koşut olarak gelişim ve dönüşüm sergileyen; kimin tarafından tasarlandığı / yapıldığı, içinde yaşayanların yaşam biçimleri, değer yargıları vbg. konular hakkında bilgi yansıtan bir olgudur. Bu, tüm toplumlar için geçerlidir. Bu nedenledir ki konut, mimarlık, sosyal bilimler (toplum bilim), siyaset bilimi, mühendislik, çevre bilimleri, insani bilimler (beşeri bilim) gibi pek çok bilim dalının araştırmalarında odak olan bir mekan birimi olmaktadır. Bazı Latin Amerika ülkelerinde 1950`li yılların başından, genelde ise 1980`li yıllardan başlayarak dünyanın çeşitli bölgelerinde, farklı gelişmişlik düzeylerindeki ülkelerde, yerel özelliklerin asla düşünülmeden tasarlandığı,birbirine tıpatıp benzer biçimde yeni bir konut yerleşim biçimi kent yapısı üzerinde hakimiyet kurar oldu. Bu yeni konut alanları ‘Dışa Kapalı Konut Yerleşmeleri`‘ (Gated Housing)’, bir başka ad ile ‘‘Dışa Kapalı Topluluklar (Gated Communities)’, önceleri yadırganmamış, hatta belirli yönlerden yararlı bile görülmüşse de, günümüzde, ilk örneklerinin kullanılmaya başlamasından yarım asır geçtikten sonra, gerek mimarlık ve toplum bilim, gerekse insani ve çevre bilimleri tarafından sorgulanmaya başlamıştır. Tanım ‘Dışa Kapalı Konut Yerleşmeleri’, ülkeler ve amaçlara göre farklı adlar alabilmesine karşın genelde: “… duvarlar, parmaklıklar veya bariyerlerle çevrelenmiş, kamuya açık olmayan, güvenlik sistemleriyle korunan, denetimli bir girişe sahip, kendi özel yönetimi tarafından idare edilen yerleşmeler” olarak tanımlanmaktadır. (1) Tarihçe Dışa kapalı konut yerleşmeleri, yeni bir olgu değildir, aslında: Kentsel planlamanın tarihsel gelişimi, kentlerin ve konutların, özellikleri günümüzdeki kapalı konut yerleşmelerin temelini oluşturan, duvarlarla çevrili-yalnızca belirli ve korunmuş kapılar ile dış/kentsel çevreye açılan yerleşmelerin örneklerini sergiler: Yabancı işgalcilerden korunma amacına yönelik olarak yüksek duvarlarla çevrilmiş antik şehir devletleri ya da Ortaçağ kentleri yanısıra, “…. konutlardaki dışa kapalı oluş…” benzer bir korunma amacı taşıyor. Bu hemen hemen bütün tarımsal toplumların geleneksel konut yapılarında gözlenebilen bir olgu… Yeryüzündeki ilk yerleşmelerden biri olan Çatalhöyük’deki – Anadolu- yapıların dışa açılan pencere ve kapıları yok; girişler yapıların düz çatılarında yer alıyor. Geleneksel Çin evlerinin de penceleri az ve boyutları küçük. Bu konutlar ayrıca bir dış duvarla da çevrili oluyor… Aralarında Eski Yunan, Roma, Bizans ve İslam kültürüne bağlı olanlar da olmak üzere, Yakın Doğu ve Akdeniz bölgesi evleri genellikle dışa kapalı oluyor. Onun için hepsinin büyük ya da küçük iç avluları, bahçeleri oluyor.’’ (2) Tarih boyunca, insanlığın kaderini değiştiren, geleceğine damga vuran pek çok olaydan biri, belki de en önemli ve etkilisi, ‘Endüstri Devrimi’ olmuştur. Geçmişten kapalı yerleşke örneği Özünde, üretimde kullanılan enerji türünün farklılaşmasını taşıyan bu devrim sonucunda, ilkel ve geleneksel teknolojiler kullanılarak yalnızca insan gücüyle yapılan küçük ölçekte üretimin yerini giderek, durmadan gelişen yüksek teknolojilerle ve makineler (ve şimdilerde robotlarla) yapılan çok miktarda / toplu üretim almış; bunun etkisiyle ortaya çıkan yeni üretim ekonomileri / tüketim eğilimlerindeki değişim ve dönüşüm kitleleri, sürekli olarak etkileyerek toplumlarda radikal (kökten) sosyo-politik ve kültürel değişimlere yol açmıştır. Bu, yaklaşık iki asırlık süreçte, önce kırsaldan kentsel/endüstri alanlarına olan insan hareketleri, daha sonraları ulaşım ve iletişim alanındaki hızlı gelişmeler sonucu, bölgeler-ülkeler-kıtalar arası hale gelmiş, zaten bir değişim girdabı içine girmiş olan toplumlarda sosyal/kültürel/ekonomik yapının daha da farklılaşmasına neden olmuştur. Bu arada, ülkeler arasında gelişmiş-gelişmekte olan-gelişmemiş olarak ortaya çıkan belirgin farklılıklar, özellikle gelişmiş ülkelerin, daha da ileri teknolojiler geliştirebilmek için gereksinme duydukları farklı /yeni enerji kaynaklarını elde etme amacıyla, diğer ülkelerle soğuk/sıcak savaş yapmaları ve bunları, insanoğlunun çektiği tüm ızdıraba karşın, bilinçli olarak sürdürmelerine yol açmıştır. ivme kazanan ve artık yerel tüm değerlerin kaybına ve kimliksiz toplumlar oluşturmaya yönelik gelinen son aşaması olarak rahatlıkla nitelendirebilecek ‘Küreselleşme’ ile, bireysel ve toplumsal olarak insanoğlunun geçirdiği tüm değişimlerin konuta ve kentsel yapıya yansımış olması açıktır. Bu bağlamda, Endüstri Devrimi’nin getirdiği iç göçler, endüstri alanları yakınında işçi mahalleleri doğmasına, daha sonraları kentin içlerine olan göçler, kent çeperlerinde ve/veya içlerinde insani yaşamın gerektirdiği minimum standartların çok altında yerleşimlere yol açmış, giderek, değişen üretim ilişkileri nedeniyle ortaya çıkan zengin/elit grubunun kentteki nüfusun farklılaşmasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle oluşturduğu kent dışı banliyöler ortaya çıkmıştır. Böylece, sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan farklılık taşıyan nüfus grupları/sınıfların konut yerleşmeleri, çok farklı ortamlarda yer alarak kentsel mekanlarda farklılaşma oluşturmuşlardır. Bununla birlikte, herkesin / tüm sınıfların kullanımına açık olan kapalı, açık, yarıaçık kamusal mekanlar - pazar yerleri, mesire yerleri, sinema,vbg. kentsel ögeler, topluma ait olma-toplumdan biri olma, paylaşma kültürünü ayakta tutabiliyordu. Çok kısa özetlenen bu süreç boyunca ve onun, 1970`li yıllardan başlayarak Küreselleşme ile birlikte ivme ve yoğunluk kazanan ekonomik ve sosyal Bugün Günümüz kapalı yerleşke örneği (fotoğraf: Şebnem Önal Hoşkara) + CMYK ayrışma, kentsel parçalanmayı da en üst düzeye çekmiş, kent alanlarının yeniden düzenlenmesi/değişimi bu ayrışmanın aynası olmuştur. Toplumun çeşitli kesimlerini biribirinden tamamen ayrı tutan kapalı konut yerleşmeleri, hele hele duvarları arasında alışveriş merkezleri, boş zaman değerlendirme ile ilgili açık ve kapalı mekanlar, eğlence merkezleri içeriyorlarsa da, toplumun geri kalanıyla iletişimi, paylaşımı sıfıra indirgemekte, ‘toplum bilinci’ yerine ‘topluluk’ bilinci oluşturmakta, dolayısıyla ‘DİĞER TOPLULUKLAR’a ve ‘TOPLUM’a yabancılaşmayı getirmektedir. Mimarlık dünyasının üstadlarından biri, Louis Kahn, mekanla insan arasındaki kopmaz bağı şöyle açıklamıştır: ‘’ Biz mekanları tasarlarız, sonra da mekanlar bizi değiştirir.’’ Mekansal ayrışmanın taçlandırıldığı dışa kapalı konut yerleşmelerinin, zaman içerisinde, toplumsal yaşantıyı da parçalaması ve yıpratması uzak bir olasılık gibi görünmemektedir. Bu nedenle, bizlerin, bu tür yerleşmeleri talep ederken toplumsal yaşam adına çok kez düşünmemiz gerektiğini hatırlatmak, biz öğretim üyelerinin topluma karşı bir görevidir inancındayım. Nesil Baytin + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ Kağan GünÇe Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] KÜLTÜREL VE SOSYAL MERKEZLER OLARAK NİTELENDİRİLEBİLECEK GELENEKSEL KAHVEHANELERİMİZ... “Biz bizim olduğumuzu geçmişimiz olmadan nasıl bileceğiz.” John Steinbeck (2005) Geleneksel yerleşimlerin vazgeçilmez mimari değerlerinden bir tanesi de hiç kuşkusuz geleneksel kahvehanelerdir. Yaşamın önemli bir kesitinin sürdüğü meydan civarında bulunan ve yol üstü yaşantısının olmazsa olmazlarından biri olan kahvehaneler, boş zaman geçirme yeri olmasının yanı sıra, sosyo – kültürel mekanlar olarak da nitelendirilebilirler. Ne yazık ki bu mekanlar değişen konjonktürle birlikte yaklaşık son çeyrek yüzyılda ya kapanmışlar, ya da kısmen ve/veya tamamen işlev değiştirmişlerdir. Geleneksel kahvehanelerin içerisinde bulunmak, sosyo - kültürel yaşamla yüzyüze gelmek anlamına gelmektedir. Ada’da yaşayanların günlük hayatının vazgeçilmez mekanlarından olan geleneksel kahvehaneler üzerine çok çeşitli bakış açıları ile yapılmış birçok çalışma vardır. Bu çalışmaların her birinde gizli tarihin korlarından ve belki de küllerinden toplumsal kimliğimizin tasfirlerini ortaya çıkartmak mümkündür. Kahve ve Kahvehane Mekanlarının Ada’ya Ulaşma Serüveni ‘Yemen’ kahvenin anavatanı olarak bilinmiş ve uzun yıllar dünyada var olan kahve ihtiyacının önemli bir bölümü Yemen’den karşılanmıştır. Günümüzde Asya, Afrika ve Amerika’da kahve yetiştirilmekte, üretilmekte ve dünyada var olan kahve ihtiyacının önemli bir yüzdesi buralardan karşılanmaktadır. 16. yüzyıl başlarında, Habeşistan valisi Özdemir Paşa tarafından kahve Yemenden Anadoluya getirilmiştir. Önceleri saray ve konaklarda içimi başlamış; kısa bir zaman sonra da halk arasında tüketimi yaygınlaşmaya başlamış ve ‘kahvehane’ olarak bilinen toplu kahve içilen mekanlar açılmıştır. Belirtilen yüzyılın sonlarında Osmanlılar aracılığıyla Avrupa’ya ulaştırılan ve tanıtılan kahve, bu nedenle yaygın olarak ‘Türk Kahvesi’ olarak bilindiği varsayılmaktadır. 1571 yılında Osmanlılar tarafından feth edilen Ada, aynı yıllarda kahve ve daha sonra da kahve içilen mekanlarla yani kahvehanelerle tanışır. Kahvehaneler, kahve içilen yerler olmanın çok ötesinde, Ada’da kültürün bir parçası olmuşlardır. Şehirlerde ve özellikle de kırsal yerleşimlerde barındırdıkları sosyo – kültürel içerikler açısından Geleneksel Kıbrıs Türk kahvehanelerinin toplumumuzda değeri yadsınamayacak kadar büyüktür. Geleneksel Kıbrıs Türk Kahvehanelerinde Mekanlar Sosyal ve kültürel belirleyicilerin yanısıra, iklim verileri de kahvehanelerin tasarlanması ve inşaasında önemli bir Vadili Köyü, Hasan Hüseyin’in kahvehanesi olarak bilinen köy kahvehanesi fotografı (Günçe, K. & İlkin, F., 2005). veri olarak kullanılmıştır. Geleneksel kahvehanelerin hemen hemen tümü, yaşamın gün boyu sürdüğü meydan civarında konumlandırılmış; müdaimlerine kapalı – yarı açık ve özellikle de açık mekanları ile yol üstü günün hemen hemen her saatinde hizmet vermişlerdir. Son yirmi - yirmibeş yıla kadar, erkeklerin yaşantısının vazgeçilmez bir parçası olmuşlardır. Geleneksel kahvehaneler şehirdekiler ve köydekiler şeklinde ele alınıp incelenebilir. Şehirdekiler sıklıkla cami, hamam, çarşı gibi sosyal merkezlere yakın yerlere konumlandırılırken; köydekiler köy merkezlerinde konumlandırılmışlardır. Konumları itibarı ile birçok sosyal, kültürel ve politik paylaşımlar bu mekanlarda yaşanırken, günün yorgunluğu da buralarda giderilmektedir. Aynı zamanda buralar erkekler müşteriler için, küçük konutların yoğun ve kalabalık ortamından kaçış mekanları olarak da değerlendirilebilmektedirler. Triptik bütünün parçaları olarak tanımladığım kapalı – yarı açık ve özellikle de açık mekanlar, onu kullanacak olan kişilerin (kullanıcıların) gereksinimlerini karşılamak amacı ile, gerekli çevresel koşullara uygun olarak tasarlanmışlardır. Kullanıcı gereksinmelerini karşılayan mekanlar, benimsenen ve kullanılan mekanlar olmaktadır. İnsanların mekanları, mekanların da insanları inşa ettiği yaklaşımı ile; geleneksel Kıbrıs Türk kahvehanelerinin hem konum ve mekan, hem de işlev olarak bahsedilen yaklaşımla şekillendiği söylenebilir. Kahvehanenin Kapalı mekan olarak tanımlanan bölümü, iki ana işlev grubu altında incelenebilir. Bunlardan biri, kahvehanelerin kalbi olarak nitelendirilebilecek kahvenin piştiği, ocağın bulunduğu ve kahvehane mutfağı olarak isimlendirilebilecek bölümdür. Kahve dışındaki içecekler de burada hazırlanmakta (çay, limonata gibi) ve buradan servis edilmektedir. Bu bölümde bulaşıkların yıkandığı tekne adı verilen taş veya mozaik eviye ve küçük bir de depo bulunmaktadır. İkinci ana işlev grubu ise kahvehane müşterilerinin ağırlandığı bölümdür. Özellikle kış aylarında kullanılan bu bölümde kahvehane yaşamı tüm renkliliği ile burada yaşanmaktadır. Çekirdek halindeki kahvenin dövülüp un haline getirilmesi işleminin yapıldığı dibek de bu mekanda bulunmaktadır. Kahvehanenin Yarı-açık mekan olarak tanımlanan bölümü, genellikle arkadlı olarak ve güneye yönlendirilerek inşa edilmekte olduğu söylenebilir. Yaz aylarında sıklıkla kullanılan bu mekan meydana olan hakimiyeti nedeni ile kış aylarında da tercih edilmektedir. Aynı zamanda, yılın her mevsiminde iklimsel konfor şartlarına sahip olan bu mekan, birçok aktivite için de her mevsim yoğun olarak kullanılmaktadır. Geleneksel yaşamın vazgeçilmezlerinden olan bu mekanda, gün burada başlamakta, yaşanmakta ve sonlanmaktadır. Açık mekan olarak tanımlanan alanlar genellikle ön cephenin baktığı köy meydanıdır. Kahvehane müşterileri, kahvehaneden sandalyelerini alıp zaman zaman açık mekanlara yani köy meydanına çıkmakta ve kahve servisini buraya almaktadırlar. Bu durum Kıbrıs halkının tutkunu olduğu ‘ayak üstü’ veya ‘yol üstü’ sohbetlerine de olanak tanımaktadır. Geleneksel Kahvehaneden Cafeé Mekanına Dört yüzyıllık geçmişe sahip olan kahve, hala bütün dünyanın en önemli, en gözde içeceği olma özelliğini sürdürmektedir. Elbette ki bazı değişim ve dönüşümlere uğrayarak... Türk kahvesine alternatif farklı adlarla ve tatlarla çeşitli kahveler üretilmekte ve müşterilerine sunulmaktadır. Buna rağmen çekilmesi, pişirilmesi, ve törensel sunumuyla geleneksel Türk kahvesi Kıbrıs’ta hala geçmişteki gibi popülaritesini, değerini ve önemini sürdürmektedir. Buna karşın, geleneksel kahvehaneler geçmişteki popülaritesini sürdürememektedir. Sözkonusu Lefkoşa Büyük Han’dan bir kahvehane görüntüsü kahvehaneler çeşitli nedenlerle işlevsel olarak eskimiştirler. Ada’daki geleneksel kahvehaneler en parlak dönemlerini 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamışlardır. Daha sonraları, yaşanan teknolojik, politik, sosyal, kültürel ve ekonomik etkenler, toplumdaki birçok değerin değişim ve dönüşümüne vesile olmuştur. Bu süreçte geleneksel kahvehaneler de paylarına düşeni alarak; ya kapanmışlar, ya işlev değiştirmişler, ya da eski değer ve önemlerini yitirmişlerdir. Son yıllarda, yaşanan değişim ve dönüşümlerle geleneksel kahvehaneler yerine ‘daha çağdaş!’ olarak tanımlanan ‘cafeé’ler toplumumuzda kabul görmeye başlamıştır. Totaliter dünya düzeninin dayattıklarına karşı koyabilmek ve uzak kalmak elbette ki çok zor; hatta mümkün değildir. Bu anlayışla bizelere sunulan ‘çağdaş’ kahvehaneleri benimsememekle ilgili bir sorun yaşamadık. Ancak unutulmamalıdır ki kapitalizmin bu yeni mabedleri, herşeyiyle ‘biz’ olan, ancak rağbet edilmeyen geleneksel kahvehanelerin yerini tutamamıştır. ‘Biz’e ait olan yeniyi yaratmak için ‘bizimki’ni geliştirmemiz gerekmektedir. Kağan Günçe Kaynakça: • • • Cahit, N. (2001). Eski Lefkoşa Kahveleri ve Kahve Kültürü. Lefkoşa: Şadi Kültür ve Sanat Yayınları. Günçe, K. & İlkin, F. (2005). “Geleneksel Yerleşimlerde Birer Kültürel ve Sosyal Merkez Olan Kahvehaneler: Kıbrıs – Mesarya Örneklemeleri” 5’inci Kıbrıs Araştırmaları Kongresi – DAÜ, p: 305-319. Mağusa: DAÜ Yayınları. Steinbeck, J. (2005). Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath). çev. Gülen Fındıklı. İstanbul: Remzi Kitapevi. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 07 Ceren Boğaç- Şebnem Önal HoŞKARA- Beril Özmen Mayer- MÜGE Riza [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] DOSYA V: 21. YÜZYILDA KENTLERİN YENİ-DEĞİŞEN YÜZÜ Giriş Yerine... Kentlerin oluşması, tasarlanması ve gelişmesi konusunda politikacılar, avukatlar, müteahhitler, mühendisler, ekonomistler, sosyologlar, planlamacılar, mimarlar, kentsel tasarımcılar, özel iş ve meslek sahipleri, iş adamları, ev / arsa sahipleri, ve daha pek çok aktör sorumluluk almaktadır. . Her grup aktör, kente ve yapılaşmış çevreye, kendi bulunduğu noktadan, kendi doğruları, kendi çıkarları, sosyal/ kültürel/ekonomik yapısı yönünden bakmakta ve çevreyi kendine göre biçimlendirmeye çalışmaktadır. Ancak, kentsel ve mimari çevreye biçim vermeye yönelik bireysel yaklaşımlar, kente pozitif sonuçlar getirmenin yanında, Değişim Işığında Ortaya Çıkan Kavramlar Ceren Boğaç Gerek Batı, gerekse dünyada gelişmekte olan diğer kentlere bakıldığında, bugün ‘Klasik Kent’ yapılanmasının söz konusu olmadığı ve kent kavramının çeşitli evrimlerden geçtiği gözlenmektedir. ‘Klasik Kent’ dediğimiz kavram, yersel değerlerin her daim ön planda olduğu ve merkezi bir örgütleme temeline dayanan bir yapıya sahip yerleşim biçimidir. 21. Yüzyılda artık insan yaşamı büyük ölçüde ‘yer’ ve ‘zaman’ kavramlarını yitirmiş ve bundan ‘kent’ olgusu da nasibini almıştır. İnsan yaşamına egemen olan yeni yerleşme düzeni, ‘parçalı’, ‘dağınık’, ‘moleküler’ bir yapıya sahiptir ve bu da, 19. yüzyıl sonlarında başlayan `merkezden uzaklaşma`, başka bir deyişle `banliyöleşme` hareketinin son halkasıdır. Yüzyıl gibi kısa bir zamanda, tahmin edileyemeyen bir hızda gelişen ulaşım ve iletişim teknolojileri, geçmiştekinin aksine, insanın kent merkezlerine bağımlılığını azaltmıştır. Bunun sonucu olarak, 80’li yılların sonlarında, kurumların kırsala taşınmasına olanak veren iletişim teknolojileri, kentleşmede klasik yapılanmanın ortadan kalkmasına zemin hazırlamış ve genellikle ‘boşluksal’ düzen olarak tanımlanan yapılanma, kent evriminin dönüm noktalarından biri haline gelmiştir. toplum/ toplumsallık olgusunun yok olması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Bu görüşler ışığında, bu sayımızdaki Dosya’mızı, ‘yeni’ kavramı üzerinden kentleri okumaya ayırdık. Ancak kentsel değişimler, dönüşümler ve sonucunda ortaya çıkan “yeni yüzlü eski-kentler” ve “yeni kentler” konusu öylesine derin, çok boyutlu ve karmaşık ki, biz konuları biraz daha anlaşılabilir kılmak adına bölüp-parçalayarak sizlere aktarmayı yeğledik ve daha çok “kentlerin değişen-yeni yüzü” konusuna odaklandık. Bu bağlamda çeşitli kavramlar üzerinde yoğunlaştık: Klasik Kent, Boşluksal Kent, Post-Modern Kent... Marka Kent... Meta Kent... Tüm bu yeni düzen içinde, küreselleşmenin de etkisiyle, kentlerimiz planlı ya da – çoğu kez – plansız bir dönüşüm süreci içindedir. Bir başka deyişle, kentlerin tarihsel ve geleneksel alışılagelmiş dokusuna eklemlenen, yeni ve farklı betimlemelerle çeşitlenen insan yerleşmeleri, değişim ve dönüşümlerle şekillenmektedir. Bu değişim ve dönüşümler sonucunda, eski kentler ‘yeni’ görünümlere bürünürken, bir yandan da, ‘Yeni Kentler’ diyebileceğimiz alanlar ortaya çıkmaktadır. Peki bu dönüşüm sırasında insan yaşamı nasıl etkilenmiş, kazanımları ve kayıpları neler olmuştur? Klasik Kent Kentlerin tarihi kimliklerinden kaynaklanan özelliklerinin, yalnızca geçmişte değil bugün de insanlığın ortak geleceği için ne denli önemli bir esin kaynağı olduğu, Aldo Rossi’nin 1982 yılında yazmış olduğu ‘Kent Mimarisi’ (The Architecture of the City) adlı kitabında net bir şekilde ortaya konmuştur (1). Bu bağlamda bakıldığında ‘klasik kent’, toplumlar için ortak hafıza ve mimari kültür mirasi kavramlarının vücut bulduğu bir ‘ortak tarih bilinci’ açısından yaşama önemi göz ardı edilemez bir katkı koymaktadır. Klasik kent mimarisinin ‘yer’ ve ‘zaman’ eksenli tanımını yapacak olursak, hiç şüphesiz kentsel yapının oluşumunda etki sağlamış coğrafi ve kültürel özelliklerden; tarih öncesi ve sonrası dönemlere ait ve kent sürecinde belirleyici rol oynamış anıtsal oluşumlardan; yine o yöreye ait doku karakterlerinden; protoik yapılardan ve planlamadan (2) söz etmemiz gerekir ki, tüm bu etkenler insanların psikososyal duyumsamalarına dair davranış mekanizmalarını tetikleyen ve Rossi’nin bahsettiği toplumun ortak hafızasının oluşumuna katkı koyan değerledir. Elbetteki, teknolojinin yaşamı kolaylaştırdığı ve böylelikle insan yaşamının tek bir merkeze bağımlılıktan kurtulduğu bir yapılaşmanın kazanımları olmuştur. Ancak bunun yanında, klasik kent yaşamından soyutlanan yeni yapılaşmanın sebep olduğu bazı kayıplar da vardır. Mimari ve psikoloji arasında köprü kuran “Çevresel Psikoloji” bilimi, insanın davranış mekanizmalarını etkilediğine inanılan, ‘mahremiyet’, ‘egemenlik sınırı’ ve ‘kişisel/sosyal mekan’ gibi kavramların, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre için önemini ortaya koymuştur. Geleneksel kent olarak da adlandırabileceğimiz ‘klasik kent’, şüphesiz insan yaşamı açısından çok önemli olan bu davranış mekanizmaları için olanak sunmakta ve sakinlerine ‘yersel psikoloji’, ‘yersel kimlik’, ve ‘yersel duyum’ gibi psiko-sosyal duyumsamalar konusunda avantajlar tanımaktadır. Bu kavramlar çerçevesinden bakıldığında, ‘boşluksal’ veya ‘moleküler’ diye anılan yeni kent modeli, insan davranışlarını desteklemekten çok uzaktır. Boşluksal/Moleküler Kent (Yer-ötesi Kent) Bu bağlamda yakın geçmişimizden bugüne kentlerin geçirdiği değişimlere bakarak, kentle ilgili bazı kavramları kısaca irdelemekte fayda görüyoruz: Ne yazık ki ‘boşluksal kent’ olarak tanımladığımız yeni düzende, yukarıda bahsettiğimiz değerlerin çoğu + CMYK Ancak yine bu sayımızdaki Al Gözüm Seyreyle – Gezi Notları sayfasında, Kağan Günçe’nin kaleme aldığı, “..Son yüzyıla damgasını vuran, yapaylığın ve para gücünün simgesi Dubai kenti...”, Dosya’mızın “yeni kentler” konusunu bütünler nitelikte... Aynı zamanda, Konut ve Yaşam sayfasında Nesil Baytin’in kaleminden okuyacağınız “Kapalı Yerleşimler” konusu da, kentlerin değişen yüzlerine bir örnek teşkil ediyor. Aslında bu sayfalarda aktarılabilenler, ilgili konuların çok azı ve belki de çok yüzeyseli... Bu yüzden okuyacaklarınızı, konuları tartışmak adına bir başlangıç olarak değerlendirirseniz, daha doğru olacaktır. İyi okumalar dileriz... kaybolmuştur. Önce lokomotif, sonra telefon ve faksın, sonra otoyolun ve nihayet internetin ortaya çıkışıyla oluşan bu yeni kent modelleri, ‘yersel bağımlılık’, ‘yer psikolojisi’, ‘yer ve mekan’, ‘yersel duyum’ gibi kavramlar açısından oldukça zayıftır. Bu tür kentlerin sebep olduğu mimari sonuçlar, Robert Venturi ve ortaklarının 1972 yılında yayınlamış olduğu ‘Learning from Las Vegas’ kitabında net bir şekilde ortaya konmuştur (3). Venturi ve ortaklarının yaptığı çalışma, kent peyzajının insanlar tarafından algılanabilir ve anlaşılabilir unsurlardan oluşmasının ne denli önemli olduğunu ortaya koymuştur. Las Vegas örneği üzerinde yapılan çalışmada, söz konusu olan unsurların, kumar şehrini baştan başa saran ve binalardan yer yer daha ön planda olan tabelalara hitaben ‘tabela yapı’, tarihsel ikona, yöresellik, biçim (-ki Venturi ve ortakları literatüre geçmiş olan ‘ördek yapı’ tanımını ilk kez burda ördek şekline sahip ördek restaurantına atıfta bulunarak kullanmışlardır) ve yapıdan bağımsız cephe gibi insanlar tarafından kolaylıkla algılanabilir elemanların, kentin kültür nesneleri, bir başka deyişle kentin ya da metropolün kentsel imge ve imgelenebilirlik nesneleri olabileceğini ortaya koymuştur. Aslında bu çalışmanın temelinde yatan sonuç, kent pejzajının tarihsel ve güncel kültür temaları üzerinden ne denli etkin bir biçimde şekillenebildiği yönündedir. >> DEVAMI SAYFA 8’DE + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 08 DOSYA Ceren Boğaç- Şebnem Önal HoŞKARA- Beril Özmen Mayer- MÜGE Riza Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] DOSYA V: 21. YÜZYILDA KENTLERİN YENİ-DEĞİŞEN YÜZÜ >> SAYFA 7’DEN DEVAM ‘Çevresel kimlik’, kentin doğal ve yapılaşmış çevre özelliklerinin bir araya gelmesiyle oluşan, ve bu bağlamda, doğal yapının yanında, kent-mahalle-mekan-bina ölçeklerinde kentin özgün yapısıyla bir sanat yapıtına dönüştüğü biçimsel oluş sürecidir. ‘Kent Kimliği’ kavramı, bu söylemle gündeme gelmiş ve çağımızın kent planlama ve gelişimi açısından en önemli unsurlarından biri olmuştur. Post-Modern Kent Boşluksal kentin gerek mimari, gerekse insan psikolojisi üzerinde yarattığı olumsuz sonuçların eleştirel bir söylemi niteliğinde ortaya atılan ‘Post-Modern Kent’ kavramı, simgesel ve tarihsel tema ağırlıklı bir yaklaşımı öne sürmektedir. Bu açıdan bakıldığında, post-modern söylem de, kentte bildik, tanıdık veya sıradan ifadeler kazandırmaya yönelik arayışların, kent kimliğini güçlendireceğini öne sürmüş ve bunun da ‘boşuksal kent’in kullanıcıları üzerinde yarattığı kayıpları giderebileceği vurgulanmıştır; çünkü yapılaşmış çevrede ‘bildik’, ‘tanıdık’ ve ‘sıradan’ ifadeli yapı elemanlarıyla, insanlar için kent bütününü anlaşılmaz veya bulanık ifadelerden ve bunun getirdiği psikolojik etkİlerden kurtulacağı yönündedir. Marka Kent: Kentin Markalaştırılması Müge Riza Kentlerin markalaşması son senelerde dünyanın birçok ülkesinde ve kentinde gündemde olan bir yaklaşımdır. Daha önce de bahsettiğimiz üzere, Modern kentler çok hızlı değişimler yaşamaktadır. Toplumlar, sosyal yapılar ve teknolojinin değişime uğraması neticesinde farklılaşan hayat tarzları, kentlerin de değişmesine veya değiştirilmesine yol açmaktadır. Geçmişte bu tür değişimlerin günümüze kıyasla çok daha yavaş gerçekleşmesinin yanı sıra, toplumların değişimleri daha fazla yerel ve bölgesel boyutta olmuştur. Günümüzde ise, değişimler küresel (global) boyutta önümüze çıkıyor. Küreselleşme, toplumların hayatını bir çok yönden değiştirmiş ve hızlandırmıştır ve bunun yanında, değişik kültürden insanların ve farklı kentlerin birbirine çok hızlı bir şekilde yaklaşmasına olanak Kent kimliği bir kenti diğerlerinden eşsiz / farklı kılan karakter veya yapısal durumdur. Kent kimliği o kadar güçlü bir olgudur ki, bir kenti hiç görmemiş insanların benliğinde bile kalıcı ve anımsatıcı imajlar yaratır. Ancak ‘kent kimliği’, yalnızca fiziksel nitelikte bir sürece verilen isim değildir. Bu kavram, aynı zamanda yerel, ulusal, uluslararası, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel vs. değerlerin tümünü barındıran bir olgudur. Dünyanın neresinde olursa olsun, kent kapsamında ortaya çıkan sosyal yapı mutlaka fiziksel yapıya yansımaktadır. Kent kimliğinin önemini vurgulamak için, konuya bu açıdan yaklaşılmalı ve kent kimliği, ‘Çevresel / Biçimsel Kimlik’ ve ‘Sosyo Kültürel Kimlik’ olarak iki farklı ancak biri birini bütünleyici yönden incelenmelidir. (4) ‘Kolektif kimlik’ olarak da adlandırabileceğimiz ‘Sosyo-kültürel kimlik’ ise, kenti kent yapan sosyal değerlerin tümüne verilen isimdir. Günümüzde tüm kentlerin yaşadıkları gelişim ve evrimler sonucunda ortaya çıkan kozmopolit kent kültürü, bugün sosyo-kültürel kent kimliğinin temel yapı taşıdır. Kısaca günümüz insanının ulaşım, haberleşme ve iletişim araçlarındaki her türlü ihtiyaç ve alışkanlıklarının değişmesi sonucunda ortaya çıkan yeni düzeni, beraberinde değişen simgesel ve yapısal unsurları getirmiş ve kentlerin bu bağlamda yukarıda bahsi geçen çeşitli kimlikleri oluşmuştur. sağlamıştır. Küreselleşmenin etkisi altında kentler, ekonomik, turistik, teknolojik, sportif ve buna benzer farklı alanlarda birbirleri ile dayanışma içine girerek diğer kentlerle yarışırken ‘Kardeş Kentler’ adı altında kendilerine paydaş aramakta, böylelikle bu büyük yarışta daha kuvvetli olmaya çalışmaktadır. Günümüzde, birçok insanın istediği an istediği ülkeye gitme fırsatını bulabilmesi ve özellikle de turizm açısından çok fazla seçenek arasında en çekicisini seçebilme şansı olması, kentlerin aranılır bir ‘marka’ olarak anılabilme ve tanınması için değişik yöntemlere başvurmasına neden olmaktadır. bir rol oynayan marka, onların kimliklerini yansıtan bir ‘parmak izi’dir. Bu durumun aynısı, kentler için de geçerlidir. Bugün kentler rekabet içinde oldukları için, kendi kimliklerini ortaya koyan bir ‘parmak izi’ aramaktadırlar. Bu ‘parmak izi’ de, kente bir imaj, bir kimlik vermektedir. Bu yüzden kentler kendilerini ‘satışa’ çıkarmaktadırlar ve bunun için de en çekiçi yöntemleri bulmak arayışındadırlar. Kentler Nasıl Markalaşır? Günümüzdeki kentler, özellikle batı ülkelerinde, üç ana yöntem ile markalaşır / markalaştırılır: Kültürel ve tarihi miraslarını öne çıkararak; mega-kültürel faaliyetler ve festivaller düzenleyerek; ve/veya, ‘ikonik’ (simgesel) binaları araç olarak kullanarak. Kent ve Markalaşma Kentler de artık alınır satılır imajlara büründüğü için markalaşmaya uygun bir kıvama gelmiş konumdadır. Kentlerin markalaşmasını bir ürünün markalaşmasına benzetebiliriz. Marka, benzer ürünleri birbirlerinden ayırt etmek için kullanılan bir ‘işaret’tir. Zengin kültürel veya tarihi bir mirasa sahip olan kentler ‘şanslı kentler’ olarak isimlendirilir. ‘Şanslı kentler’ varolan tarihi mekanlarını ön plana çıkarır veya doğal harikalarını sergilerler. Bu kentler, kendi kendilerinden doğallığıyla marka İşletmelerin ticari yaşamlarında önemli + CMYK Günümüz kentleri, kültürün ve simgeselliğin ticari ekseninde gelişen neredeyse soyut bir ‘yer’ kavramına dönüşmüştür. Teknoloji, bilim, sanat ve daha birçok ögenin simgesine ‘dönüşen’ kentler vardır ve daha nicesi gelişmekte/ oluşmaktadır. İşte bu gelişmeler sonucunda ön plana çıkan ‘marka kent’ ve ‘metakent’ kavramları, kültürel ve simgesel ticari dönüşümün merkezinde tartışılması gereken iki konudur. Kaynakça: (1) Rossi, A. (1984). The Architecture of the City-New Edition. Cambridge, MA.: MIT Press. (2) Nalkaya, S. (2005). ‘Dağılan Kent ve Yeni Dönem Kent Mimarlığı’, Yapı Dergisi, 279- Şubat 2005. (3) Venturi, R., Brown, D.S. & Izanour, S. (1996). Learning from Las Vegas. Cambridge, MA.: The MIT Press. (4) Faslı, M (2003). A Model for Sustaining the Identity of The City of Lefkoşa (Nicosia) in North Cyprus, (yayımlanmamış Doktora tezi), Eastern Mediterranean University, Gazimagusa. olarak ortaya çıkarlar. Buna güzel bir örnek olarak dünyanın yedi harikasından biri olan Gize’deki Keops piramidi verilebilir. Varoluşu ve bunun tanıtımı markalaşmaya yeterlidir. Böyle bir ‘Şanslı kent’ potasiyeli, aslında Mağusa suriçi için de geçerlidir. Tarihi dokusu ve yapısı ile nadir bulunan kentlerden biridir. Fakat ‘marka’ olmak için değerini bilmek ve dünyaya tanıtmak gerekir – ki ne yazık ki Mağusa’da şu an için eksik olan bu. Bir marka kent olmak için pozitif ve etkileyici bir imaj yaratmak da gerekir. Bazı kentler bunun için mega –festival veya sportif faaliyetlerini kullanırlar. Örneğin Avrupa Kültür Başkentleri veya Olimpiyatlar bu yönde çok etkili bir araç oluyor. Bu yöntemi kullanarak, kent bir ‘marka’ olarak bütün dünyada tanıtılmış oluyor. İyi bir örnek, geleneksel olarak her sene eylül ayında Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen ‘Oktoberfest’ veya bira festivalidir. >> DEVAMI SAYFA 9’DA + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 09 Ceren Boğaç- Şebnem Önal HoŞKARA- Beril Özmen Mayer- MÜGE Riza [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] DOSYA V: 21. YÜZYILDA KENTLERİN YENİ-DEĞİŞEN YÜZÜ >> SAYFA 8’DEN DEVAM Her yıl bütün dünyadan yaklaşık 6 milyon kişinin katıldığı bu festival, Münih şehrinin en tanınmış olayıdır. Bu festival, Münih kentini bir ‘Marka kent’ olarak bütün dünyaya tanıtmıştır. Bunun yanında kentler, modernleşme sürecinde markalaşma açısından en etkileyici ve ‘hızlı’ yöntem olarak ikonik yapıların önemini keşfetmişlerdir. İkonik binalar, kentin imajını ve dünyadaki yerini bir anda değiştirebilmektedir. Özellikle ünlü bir mimar tarafından tasarlanmış, fiziksel görünüşü etkileyici olan bir yapı, küreselleşmeye doğru giden dünyada, kentin tanınması ve bir ‘marka’ olarak algılanması için önemli bir rol üstlenebilir. Bir kentin başarılı olabilmesi için, ekonomik refaha ve çekici bir görünüşe sahip olması gerekir. Simgesel / ikonik binalar, turizm açısındandan da çok önemli rol oynamaktadır. Son senelerin en çarpıcı örneği İspanya’nın Bilbao kentindeki Guggenheim müzesidir. Mısır Piramitleri bir kent, daha fazla ziyaretçi çekmekte \ ve ilgi görmektedir. Sonuç olarak, böyle kentlerin ekonomisi güçlenmekte ve o kentte yaşayan insanların refah düzeyi artmaktadır. Ekonomik düzeyi yüksek olan kentlerde de, sosyal sorunlar az ve yaşam kalitesi yüksek olur. Bir markanın en önemli unsuru, bu markanın özelliklerini öne çıkarıp başka markalardan farklı olduğunu vurgulamak ve özgün olduğunu simgelemektir. Günümüzde bir çok kent, başka kentlerin yöntemlerini takip edip kopyalamaya başlamıştır. Dünyanın bir çok kentinde birbirine benzeyen ‘ikon’ binalar tasarlanmaktadır. Örneğin Bilbao’daki Guggenheim müzesi, Bilbao kenti için tasarlanmıştır, başka bir kentte aynı etkiyi yaratması mümkün olamaz. O yüzden ‘marka’ olmak için, eşsiz-özgün olmak gerekiyor. Her kente aynı yapılar tasarlanılırsa, kentlerin arasında fark kalmaz ve dolayısıyla ‘marka kent’ diye birşey olmaz. Kentlerin, kendi özelliklerine göre Konuya Eleştirel Bir Bakış Yukarıda okuduğunuz gibi, kentler bir çok yöntem ile ‘marka’ olmaya çabalamaktadır. Günümüzde kentler bir çok açıdan rekabet yaşadıkları için , ‘marka kent ‘ olmak belki de kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Dünyada çekiçi bir sembol ile tanınmış Münih festivali Gazimağusa Kenti Meta-Kent : Kentin Metalaştırılması Beril Özmen Mayer Küresel kentlerde ortaya çıkan benzerlikler kadar, vurgulanan farklılıkları göz önüne seren ‘Yeni Kentler’, yurtdışı gezilerimizde hayran olmakla kalmayıp aynı zamanda ‘oralarda’ yaşamak isteğimizi yinelediğimiz tadlar yaşatmakta bizlere. Yaşadığımız kentlere dönüp de baktığımızda ise, gözlerimizi alan, kentin kredisini yükseltip o denli farklı kılan, global kentin medyatik olaylarına rastlamak pek mümkün görünmemekte. Çağdaş tanınmış kentlerde, hız, otomasyon, verimlilik gibi tüketim toplumu hedeflerine göre planlanan ve ekonomide canlılığı destekleyen her türlü aksiyonu insanı yoracak kadar hızla cerayan ettiren bu küreselleşme pratiği, `Kentin Metalaştırılması` ve pazarlanmasında bahsedilmesi gereken ana noktaya ışık tutmaktadır. Küreselleşen dünyada, `Kentlerin Yeni Yüzü` konusunu açarken, bu anlamda adlandırmak istediğimiz bir tür kentten söz etmek istiyoruz: Meta-Kent. Çökmüş ekonomisi, düşük refah düzeyi ve olmayan kent imajıyla, eskiden ölü bir kent olan Bilbao, 1997 senesinde Guggenheim müzesinin inşa edilmesiyle dünyanın en tanınmış kentlerinden biri haline gelmiştir. Her sene yüzbinlerce turist, ünlü mimar Frank O’Ghery’nin titaniyumdan inşaa etmiş olduğu müze binasını görmek amacıyla Bilbao kentine gitmektedir. Artık Guggenheim Müzesi, Paris’in Eiffel Kulesi ve New York’un Özgürlük Anıtı gibi, Bilbao kentinin sembolü olmuştur. Yani simgesel / sembolik bir bina bir kenti, yeni bir ‘marka’ya dönüştürmüştür. `Meta` sözbilimsel olarak, Yunanca kökenli bir ön-ek; bir şeyin ötesinde olmayı ve kavramsal olarak bir soyutlanmayı bize sunarken, diğer yandan da kapitalizm kuramında adı geçen alınır-satılır olma özelliğini de niteler ana dilimizde. Mimarlık, şehircilik ve planlama eğitiminde adı geçen güncel konular, kendisine karşıt bulamayan bu tekil ‘yeni-liberal’ ekonomik sistemin küreselleşme etkisiyle geldiği kritik momentte, son dönemde yaşanan krizlerle kendi yarattığı canavarla baş edebilme sorunu yaşamaktadır. Amerikalı profesör David Harvey’e göre, kapital ya da meta üretimi ve birikiminin tarihi, ‘Yaratıcı Yıkım’ eylemiyle başat gitmekte ve ‘Mekan’ kendi içinde tutarlı bir tasarım ürünü olmaktan çıkarak, yıkılıp yeniden üretilen bir meta olma özelliğini taşımaya başlamakta, bu anlamda kentler kapitalin yeniden dönüşebilmek için çıktığı yeryüzü seyehatine yeni ve aktif bir unsur olarak katkı koymaya başlamaktadır (1). Güncel pratikte ise ilgilendiğimiz ve basında izlediğimiz tasarım, mimarlık ve kentle ilgili yeni gelişmeleri destekleyen kuram ve söylemler kentin metalaştırılması sonucu ortaya çıkmıştır. Örneğin ‘Kentsel Dönüşüm’ konsepti, biz mimarlara bir tür değiştirme gücü sağlamakla beraber, yeni mimarlık biçimlerini uygulamamıza imkan vermekte; ve ardından gelebilecek mesleki saygınlık ve maddi olanaklarla da belli bir ivme sağlamaktadır. Bu güzel yaratma heyecanının kapattığı gözlerimizi araladığımızda ise, kentsel dönüşüm uygulamalarının perde arkasını oluşturan nedenleri ve ortaya çıkan sorunları meslek etiğine uyan bir aydın olarak görmemezlikten gelemeyiz. Kentin yeniden yapılandırılması, bir yandan -görünürde- kent sakinlerine yeni bir yaşam vadederken; bir yandan da -esas can alıcı mesele olan- küresel para akımının oluşabilmesi açısından uygun parametreleri sağlamaktadır. Daha da önemlisi, kentteki farklı gelir gruplarının bu durumdan farklı düzeylerde yararlanmasının yarattığı eşitsizlik ortamıdır. Hemen hatırlayalım, geçen son iki-üç senenin gündemine oturan İstanbul tarihi yarımadasındaki Sulukule mahallesi sakinlerinin muhalefetine ve mülkiyetin temel hukuki haklardan biri olmasına rağmen ‘Devlet Baba’, ‘Hükümet Ana’, ya da ‘Belediye Kardeş’ tarafından hızla hazırlanıp onaylanan yeni kararlarla yürürlüğe giren bu yıkımlar, bu ‘farklı’ bir kültürel alt grupta sayılan bu kent sakinlerinin aleyhine sonuçlanmıştır. Bir kent parçasında savaş yoksa ve bu insanlar normal hak sahibi vatandaşsa, neden bu yerin özgünlüğü sakinleriyle birlikte korunamaz? Çünkü tarihi kentteki bu alan çok değerlidir. Yeni sahiplerine CMYK + ‘marka olmayı’ hedeflemeleri ve kendi kimliklerini bulmaları ya da var olan kimliklerini korumaları ve sürdürmeleri gerekiyor. Son tahlilde kentlerin markalaşması ve bunun yöntemlerinin uzun süre tartışılacağını bir tespit olarak sunabiliriz. Unutmamamız gereken, tüm bu gelişmelerden öğrenecek çok şeyimiz olduğudur. Kaynakça: (1) O.Can Ünver (2010), 21.Yüzyılda Türk Kentleri Nasıl Markalaşmalı? (http://www.updon.com) (2) Kotler P.,Asplund C.,Rein I &Heider D.(1999). Marketing Places Europe:Attracting Investements,Industries, Residents and Visitors to European (3) www.vikipedia.org (4) www.anakarapatent.com Bilbao Guggenheim müzesi satılmalı, rant getirisi daha da artmalıdır. Bu bir tür modern göçerlik, göçmenlik ve yer değiştirme, çıkar çevrelerinin lehine yapılmalıdır, öyle değil mi? Tarihimizde mübadele yani karşılıklı yer değiştirmenin çok fazla yaşandığı savaş sonrası yılları anımsamamız lazım. Bu sefer hakim güç, ne savaş, ne dil, din ya da kültür faktörüdür; adına ne derseniz deyin- ama yeni ekonomik sistemin dayatması ile kent toprağının satılır mal, kazanabilir rant ya da paraya dönüştürülebilir meta olduğunun kanıtı olarak artık ortadadır. Kapitalist toplumların yazgısını belirleyen kararlar büyük kentlerde hem ekonomik hem de kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı alanlarla kendini daha çok pazarlayan bir etkiye sahip olmaktadır. Kentsel süreçler çok katmanlı bir şekilde ortaya çıkarken, kapitalist toplumsal ilişkilerin sürekli dönüşümüyle beslenmekte, her an yeniden tanımlanmakta ve değişime uğramaktadır. Bu anlamda kenti, kapitalist toplumsal ilişkilerin bir yansıması olarak görmek doğrudur. Ancak günümüzde kentin, sadece bu yansımayı yapan bir ortam değil, kapitalist toplumsal ilişkilerin ana-kurucu öğelerinden birisi olduğunu özellikle belirtmemiz gerekmektedir. Bu durumda, kentler neo-liberal ekonominin bir aracı değil, kendisidir (2). >> DEVAMI SAYFA 10’DA + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 10 DOSYA Ceren Boğaç- Şebnem Önal HoŞKARA- Beril Özmen Mayer- MÜGE Riza Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] DOSYA V: 21. YÜZYILDA KENTLERİN YENİ-DEĞİŞEN YÜZÜ >> SAYFA 9’DAN DEVAM Kapital üretiminin girdiği açmaz, Harvey’sözünü ettiği anlamda; ‘yeni misyonuyla üretim ilişkilerinin genişlemeye açık bir coğrafi ölçekte tutulması’ yani ‘küreselleşmenin kaçınılmazlığı’nı anımsatmakta, ve bu söylemin yeni çözüm noktası olarak görülen kent toprağının ne denli etkilenebilir olduğunun altını çizmektedir. Kent toprağının sınıfsal ve / veya gelirsel ayrışması ise sınıf mücadelesinin kendine aradığı çıkış noktalarını benzer şekilde etkileyerek, yerel düzeyden başlayarak küresele ulaşana kadar bir dizi genişleme sürecini içermesi de yeni bir savaşım ve bir zorunluluk haline gelmektedir (3). Coğrafi genişleme ve mekânsal düzenlemeler uzun ömürlü fiziki ve sosyal altyapı yatırımlarını gerektirdiği için, mekânın ve mekân ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, kapitalizmin kriz yaratıcı eğilimini ortadan tamamıyla kaldırmasa da bir ölçüde dizginler. Bu tür düzenlemeler, zamanın bir noktasında söz konusu mekânı tamamen yok etmek zorunda kalır. Zamanın başka kesitinde ise sonsuz sermaye birikiminin açlığını doyuracak, tamamıyla farklı bir coğrafi mekân yaratacaktır. Kapitalizmin mekânları yeniden düzenlemesi aynı zamanda eşitsiz ve bileşik gelişmenin yeniden şekillenmesidir. Bu anlamda, söz konusu örüntüyü neoliberal Bicocca yeni mimari elemanlar Son Söz Yerine... 21. yüzyıl kentlerinin ‘yeni yüzü’ hakkında yazacak daha çok şey, değinecek daha çok konu var. Buna örnek oluşturacak, dünyadan pek çok değişim, dönüşüm örnekleri var. Başarılı bir Barselona örneği var.. Barselona eski Belediye Başkanı (1982-97) Pasqual Maragall’ın söyledikleri var: “Kimse sadece korumayla yaşayamaz. Eğer yeni yapı yapılmazsa, kent ayakta kalamaz; hatta eski bile sürdürülemez. Her bir kentin, mevcut sembollerini yenilerle birleştirmede kendi formülünü bulması gerekiyor. Sonrası olmadan, eski yapıtlar sadece birer tekrar olur.” (1) İstanbul’da hergün, kentsel yenileme adıyla ortaya atılan projeler var. Londra’da 2012 Olimpiyatları için hızla çeperlerine doğru iyice itilerek yeni imajlarla düzenlenecek kent mekanlarına yer açmış oluyorlar. küreselleşmenin yol açtığı “eşitsiz coğrafi gelişme” olarak görmeliyiz (4). Mekanın hem üretilmesi hem de tüketim aracı haline gelmesi, ve kar marjı sağlamakta olan rekabetçi ortamların hedefi olarak tasarlanması ve insanlara ya da kentlilere yeni mekansal kurgular üzerinden yeni yaşamlar sunulması, ve medyanın etkisiyle bu yaratılan suni talebin cazip hale dönüşerek insanların istekleri haline getirilmesi, ve sonunda bir türlü modaya dönüşmesi çok ilginçtir. Örneğin, son onyıllarda mega-kentlerde yerden mantar gibi bitmekte olan gözlemlediğimiz `AlışVeriş Merkezleri`, çoğu insan için alışveriş yapmadan, kente inmek, kentte dolaşmak amacı ile gidilen, sosyalleşebileceği bir arka-plan, bir kent dekoru olarak kullanmaktadırlar. Kısaca AVM’lerin çıkış amacı esas fonksiyonu olan alışverişin ötesinde, etrafındaki yerleşimlerin ve kent mekanlarının metaya ve hatta markaya dönüşmesini sağlamak olmaya başlamıştır. Kentteki sorunların artışı, yeni bir sorunsal olan ‘Kentin İnsanileştirilmesi’ konusunu da bu anlamda gündemimize oturtmaktadır. Dünya Meta-Kent’lerinde, kırsaldan kente göç ile, ülkelerarası küresel göçün de eklenerek artırdığı yeni kent sakinlerinin oluşturduğu sınıf farklarının, kent yoksulu ve alt gelir ve kültür gruplarının aleyhine çözümlerin oluştuğu ve böylelikle soylulaştırma projeleri ile kentin pazarlanacak yeni yüzünün tekrar üretilerek tüketildiğini görüyoruz. Sonuçta, ya kent yoksulları göçmen olmaya zorlanarak, ya da halihazırda göçmen olan kitleler, kent Kente methiye sunan tüm kavramlar, kentin o heyecanlı etkinlikleri, o hareketli ve zaman zaman uğulduyan kalabalığının ritmini yakalayarak o kentte yaşamanın bir serüvene dönüşmesinin yarattığı çekim, kent sakininin bireysel rekabet savaşlarına sürüklemesi gibi olumsuz boyutlarla, kent yaşamının zorluklarına işaret ediyor ve bir kentli olarak hayatını devam ettirmenin çok da kolay olmadığını da düşündürüyor. Kentlileşme ve insan psikolojisinin ortaya çıkardığı duygu ve eylem trafiği, sürekli artış gösteren mekansal hareketlilikle birleşerek bir yaşama alanı şansı bulduğu anda, daha da hızlı bir gelişim göstermekte, bu yüzden, şehircilik ve planlama disiplinleri daha hareketli bir strateji belirliyerek kenti insancıllaşmaya yönelik önlemlerle geliştirmeyi amaçlamalıdır. Ancak, mesleki olarak belirlenen bu amaçlarda üç ayrı düzeyde çelişki ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki ‘Soyutlama ve Entegrasyon’; kentsel işlevlerin soyutlandığı anlamlardan uzaklaşarak insanda kişilik parçalanmasına neden olmasıdır. İkincisi ise, ilişkilerin geliştirileceği sosyal ortamların sunulmadan önce, o kentte ve toplumda halihazırda varolan sosyal ilişkilerin yorumlanarak entegre edilmesidir. Sonuncu çelişki ise, gündelik yaşam alanları içerisine tatil ya da eğlence kavramının şırınga edilerek bütünselliğin korunmasıdır (5). Protestolar İnsanın kendisini alıp götüren kalabalıklar arasında şehrin ruhunu, dilini duyumsaması; kendisini yalnız, adsız, anonim bir kişilik olarak ortaya koyabilme özgürlüğü, hatta yabancılaşmaya kadar uzanan bireyselliğin doruğuna çıkabilmesi… İçine eklenen bedenimizle birlikle kımıldadığımız, uğuldadığımız, ve eşyaşar -simbiotik- olarak birlikte bütünleşmiş bir organizmaya dönüşerek artık onsuz olamadığımız ve `kendimizleştirdiğimiz` kent. Kent mekanı, bize sunduğu bu sahnede modern ötesi bir şekilde bizi tekrar tekrar yarattığı ve farklı şekillerde tüketerek sosyalleşmeye kilitlediği mekanizmalarıyla artık satılıktır. Ve bu söylemin - yeni kentin - yeni adı `Meta-Kent`tir. Kaynakça: (1) David Harvey, Kapitalist Kent, New Left Review, 2008 Türkiye Seçkisi, Agora Kitaplığı; (2) Tarık Şengül, Kapitalist Kentleşme Dinamikleri ve Türkiye Kentleri, Evrensel Kültür Dergisi, sayı 128, aralık 2008; (3) David Harvey, Umut Mekânları, Metis Yayınları, 2008; (4) İrfan Mukul, Eşitsiz Coğrafi Gelişme: Meta Kent, http://www.birgun.net, 25 Ocak 2010; (5) Hans Jürgen Helle, Kentlileşmiş İnsan, Cogito Kent Kültürü Dergisi, Sayı 8, Yaz 1996, s: 71-79. Bireyselleşmenin doruğunda yapılan “yenileme” ve inşaat çalışmaları var. YEREL SEÇİMLERE HAZIRLANIRKEN, BELEDİYE BAŞKANI ADAYLARIMIZ Dünya kentleri hızla değişiyor, dönüşüyor. Kentler, kendi yenileşme ve dönüşme modellerini, kendi iç dinamiklerini kullanarak kendileri yaratıyorlar. Tüm aktörler devrede. Herkes işin bir ucundan tutuyor. İyi-kötü sorumluluk almaya çalışıyor. Yönetimlere katılım artıyor. Halklar kendi güçlerini birleştirerek kentlerine, yerleşimlerine, mahallelerine, sokaklarına sahip çıkıyor. Kentler yüz değiştiriyor, kişiler anlayışlarını, bakış açılarını… HANGİ “YENİ” SÖYLEMLERLE KARŞIMIZA ÇIKIYOR? BİZİM KENTLERİMİZİN `YENİ YÜZÜ` NASIL OLACAK? BÖYLE BİR RESİM ÇİZEN VAR MI BİZLER İÇİN? PEKİ BİZ NE YAPIYORUZ? YA DA BİR YERLERDE – ÖRNEĞİN AKADEMİA İÇİNDE ÇİZİLMEKTE OLAN RESİMLERİ, GÖREN, BUNLARDAN YARARLANMAK VE KULLANMAK İSTEYEN BİRİLERİ VAR MI? BİZ, TÜM – OLUMU YA DA OLUMSUZ YENİLİKLERİN NERESİNDEYİZ? BELKİ BU ÇAĞRIMIZA KULAK VEREN BİRİLERİ ÇIKAR! BU VE BUNDAN BİR + CMYK Milano Sesto San Giovanni ÖNCEKİ MEKANPEREST EDİTOR KÖŞEMİZDE BAHSEDİLEN, DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ`NDE GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ VE GERÇEKLEŞTİRİLMEKTE OLAN ÇALIŞMALARDAN, ARAŞTIRMALARDAN, PROJELERDEN FAYDALANMAK İÇİN BİR ADIM ATILIR… BELKİ?... UMUT DÜNYASI… UMUT KENTLERİ… KUZEY KIBRIS’TA… Kaynakça: (1) http://www.mimdap.org/w/?p=34029 + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. KENTİN TADI TUZU Doğu Akdeniz Üniversitesi Şebnem HoŞKARA- “Uluslararası Kariyer İçin” konuk yazar: SAYFA 11 Mukaddes Fasli [email protected] - [email protected] MADRİD RETİRO PARKI’NIN BÜYÜSÜ Meydanlardan parklara… Geçen sayılarımızda Kıbrıs’tan, İstanbul’dan, İtalya’dan, Madrid’den kent meydanı örnekleri sunmuştuk sizlere. Kentsel kamusal alanlar olarak farklı meydanlarla ilgili görüş, duygu ve düşüncelerimizi paylaştık sizlerle. Bu sayımızda ise bir kent parkından seslenmek istiyoruz… Kentlerin yeşil alanları… Eğlence, dinlence, oyun, gezinti amaçlı kullanılan, yoğun kent dokuları içinde “yeşil”e kavuşulan “geniş açık alanlar” olarak parklar… Mukaddes Faslı siz okuyucularımıza Madrid’in en önemli kent parkı olan Retiro Parkı’nı tanıtacak bu sayımızda. Şebnem Hoşkara Parklar, insanların eğlence veya dinlence amaçlı kullandıkları ortak açık alanlar arasında yer alırlar. Kentlilere yeşilin içinde nefes alma noktaları oluşturan parklar, boyutlarına veya işlevlerine göre çeşitli isimler alırlar: Kent parkları, mahalle parkları, çocuk parkları vs. Bu sınıflamalar içinde, Retiro Park’ı, Madrid kentinin en önemli “kent parkı”dır. Madrid’in en gözde eğlence ve dinlence yerlerinden biri olan Retiro Park’ı, Atocha Tren İstasyonu’nun hemen yanı başında yer alır ve kentin en çok ziyaret edilen mekanlarından biri olarak Retiro Parkı’nın varlığı, çok uzun bir geçmişe dayanır. binalar arasında en ilgi çekici olanı ‘Crystal Palace’ olarak anılan Kristal Köşk. Tüm yüzeyleri camla kaplı olan bu bina, botanik bahçesi olarak kullanılıyor (Şekil 2). Her nekadar içine girilmese de, camla kaplı yüzeylerden içerisinde yetiştirilip sergilenen bitkileri görmek ve fotoğraf çekmek mümkün. Kristal Köşk’ün girişinde küçük bir de havuz yer alıyor. İçerisinde yüzlerce kaplumbağa ve bitki türünün yaşadığı havuz, ziyaretçiler için büyük bir ilgi odağı. Bunun yanında, suyun etrafında farklı kuş türlerine de rastlamak mümkün. Retiro Parkı, 1800‘lerde İspanyol Kral Philip IV için yaptırılmış ve ardından toplumun kullanımına açılmış. Parkın içinde, gezinti, sokak gösterileri, yeme içme, yürüyüş ve kay kay sporu, piknik, kayık gezintisi, güneşlenme gibi pek çok farklı işlev yer alıyor. Özellikle hafta sonları ve tatil günlerinde, parkın kullanımında büyük bir yoğunluk yaşanıyor. Yalnızca Madrid’in yerli halkı değil, kente gelen birçok turistin de en çok ziyaret ettiği alanlar arasında yer alıyor Retiro Parkı. Parkın ana aksı boyunca birçok canlı sokak aktiviteleri yer alıyor gün boyunca. Özellikle çocukları eğlendirmek amaçlı yapılan etkinlikleri izlemeden geçmek mümkün olmuyor (Şekil 3). Yine özellikle çocuklar için kurulmuş yiyecek ve içecek standları, ana yürüyüş aksına canlılık katıyor. Bunun yanında, parkta kapalı veya yarı açık kafeler/büfeler de bulunuyor. Özellikle içecek veya hazır yiyecekler sunan kafeler, ağaçların gölgesindeki oturma mekanlarında ziyaretçilere nefes alma ve dinlenme alanları oluşturuyor. Retiro Parkı’nın içinde büyük de bir de göl var. Parkın girişinde yer alan bu göl, muhteşem görüntüsü yanında, kayıkla gezinti amaçlı da kullanılıyor. Gölün arkasında ona seyir terası oluşturan, yarım daire şeklinde arkadlarla çevrilmiş bir de amfi yer alıyor. Söz konusu bu amfi, farklı boyutlarda heykellerle de süslenmiş (Şekil 1 ). Park’ın en önemli odak noktalarından biri olan amfide, zaman zaman canlı müzik performansları yapılıyor. Bunun yanında bu amfi, parkı gezenler için dinlenme ve çevreyi seyir amaçlı da kullanılıyor. Göl boyunca uzanan çim alanda da güneşlenen ve müzik dinleyen kullanıcılar çevrenin keyfini çıkarıyorlar her daim. Dinamik mekanlar yanında, parkta sakin dinlenme alanları da mevcut. Bu alanların içinde, yemyeşil çimlerle kaplı yüzeylerde uzanan insanlar, piknik yapan aileler veya özgürce dolaşan sincapların resimlerini çekmek isteyen ziyaretçiler... ve tüm bunların yanında, renk renk, binbir çeşit Park’ın içinde yer alan ve ziyaret edilen Üst: Şekil 3- Sokak aktiviteleri Alt: Şekil 4- Gül Bahçesi Üst: Şekil 1- Gölden bir görünüm Alt: Şekil 2- Crystal Palace + CMYK gül çeşidinin yer aldığı gül bahçesi... Bu gül bahçesi, muhteşem görüntüsü ve etrafa yaydığı gül kokuları ile ziyaretçileri büyülüyor adeta (Şekil 4). Retiro Parkı’nı, ünlü Atocha Tren İstasyonu’na bağlayan park yolu ise yayalaştırılmış ve özellikle paten sporu yapan gençlerin çalışma, eğlenme ve sokak gösterileri için kullanılıyor. Kay kay gösterisi yapan gençleri izlemek isteyen ziyaretçiler, yolu tanımlayan ağaçların altında gösterileri rahatça izleyebiliyorlar. Yayalaştırılmış yolun sonunda bulunan meydanda ise, kitap satış standları bulunuyor. İkinci el kitapların da bulunduğu standlar, ziyaretçiler tarafından büyük ilgi görüyor. Tüm bunlardan anlayacağınız üzere, farklı kullanıcı grupları için farklı aktiviteler ve alternatif mekanlar sunuyor Retiro Park’ı. Eski ve yeni kent dokusuyla özellikli Avrupa kentlerinden biri olan Madrid’de büyük bir yeşil alan olarak bu parkın, kente hem estetik hem de kullanım açısından büyük bir zenginlik kattığını gözlemliyoruz. Retiro Parkı gibi bir kent parkı, her kente lazım... Kentleriniz güzel, kentleriniz yeşil olsun... Mukaddes Faslı + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 12 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Kağan GünÇe Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] KÜÇÜK BİR BALIKÇI KASABASINDAN 21. YÜZYIL METROPOLÜNE, ‘DUBAİ’YE... Bu hafta Kağan Günçe sizi Dünyanın Disneyland’ına, Dubai’ye götürüyor. ‘İşte bu imkansız’, ‘ama bu kadarı da fazla’ dedirtecek derecede ‘yeniliğin’, ‘sıradışılığın’, ve ‘abartının’ sınırlarının zorlandığı bu kent için tehlike çanları belki de çalmaya başladı bile. Son ekonomik kriz dalgasının dubai’yi iyice vurduğu; çoğu yabancı yatırımcının arabalarını havaalanı otoparklarında bırakıp kaçtığı; bütün o akılalmaz zenginlikteki mekanların içlerinin boşaldığı ve artık dubainin 3. Dünyanın orta üst gelir grubu turiste ve dubai’lilere kaldığı söyleniyor. Aşağıda, Global Krizin henüz vurmadığı Global bir metropol’ün belki de son günlerini izleyeceksiniz. Umarız bu bir ‘Pompei’nin Son Günleri’ filmi olmaz… Turkan Ulusu Uraz Dünya, seyahat etmeyenlerin yalnızca bir sayfasını okuduğu bir kitaptır. Seyahat edenler ise, bu kitaptaki başka dünyaları, farklı renkleri, tadları, kokuları ve anlamlarıyla yakalamış ya da yakalamaya gayret eden kişilerdir. ‘Al Gözüm Seyreyle’ isimli bu sayfada her iki haftada bir yazılanlarla, bu dünyaları ya ilk kez ya da yeniden yaşarız. Bu hafta, kısa bir zaman önce 20’nci yüzyılın sonlarında yazılmaya başlanan ve hala artan bir hızla yazılmaya devam eden ‘Dubai’nin düş dünyası’nın sayfalarını sizler için aralamaya çalışacağım. Buram buram tarih kokan şehirler vardır; geleneklerle ön plana çıkan şehirler vardır; anılarla bezenmiş şehirler vardır; aşk kokan şehirler vardır; sanatçıları, düşünürleri, yazarları ile dünyadaki birçok anlayışı değiştiren kişilerle özdeşleşen şehirler vardır; devrimlerle hatırlanan şehirler vardır; mitolojileri ile bilinen köklü şehirler vardır; bir de son yüzyıla damgasını vuran ‘yapay’lığın ve ‘para’ gücünün simgesi Dubai modeli şehirler vardır... Dubai, gelenekten gelen değerlerin değil, global değerlerin şekillendirdiği bir şehir, bir emirlik. Yıllarca Arap Yarımadası’nın bu, en içine kapalı ve mütevazi yerleşkesi günümüzde para gücünün neler yapabileceğini anlatan bir simgeye dönüştü adeta. George Katodrytis, ‘Metropolitan Dubai and the Rise of Architectural Fantasy’ adlı makalesinde Dubai’yi, şehirler için yapılan tanımlamaların dışında, marjinal ifadelerle tanımlamaktadır. Katodrytis’a göre Dubai, “Sorunları çözmekten çok, iştahları kabartan yeni ‘post-global’ kentin bir prototipi niteliğindedir. Eğer Roma, ‘Ölümsüz Kent’ ve New York Manhattan’ı da 20’nci yüzyıl tıkanmış kentleşmesinin tanrısı ise bu durumda Dubai, ortaya çıkmakta olan 21. yüzyıl kentinin bir prototipi, bir öncü örneği olarak değerlendirilebilir; o, kara ve deniz sınırlarını aşan izole şehirler olarak sunulan ‘protez’ ve ‘göçebe’ bir vahadır” aslında. Jumeriah bölgesinden bir görüntü Gayri tabii ada, Palmiye Adası (Palm Island) Dubai, Katar – Umman arasında yer alan, Arap yarımadasının güneyinde küçük bir devlet olan Birleşik Arap Emirliklerine bağlı yedi emirlikten biridir; ve asla köklü bir geçmişi olmamıştır, bir kent tarihi yazılımı ancak 1990’lı yıllara gelindiğinde başlamıştır. Çünkü, bu toprakların özenle sakladığı petrol artık keşfedilmiş ve son 20 yılda Dubai’nin çehresi değişmeye başlamıştır. Bununla birlikte, sözkonusu yıllarda geliştirilen stratejik politikalarla ve tabii ki dünyadaki ve bölgedeki konjonktürün uygun olması nedeni ile bölgenin hatta dünyanın ticaret başkenti olma yolunda ilerleyen emirlik, 2000’li yıllarla da büyük projelere imzalar atarak dünyaya adını, bunun yanında değer ve önemini de duyurmuştur. Bugün, 20’nci yüzyılın küçük ve önemsiz balıkçı köyü yeni yüzyılın bambaşka yaşantılar sunan metropolüdür artık, kent bile olmadan metropolleşmiştir. Yaklaşık 1.5 milyonluk nüfusu, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika arasında yer alan stratejik konumu nedeniyle uzun zamandır Basra Körfezi’nin ve de dünyanın en önemli uluslararası ticari, ulaşım ve turizm sektörlerinde bölgesel bir merkez olmasının yanında son yıllarda giderek artan inşaat faaliyetleri ile de göze çarpıyor. üzerlerine yeni yaşamlar ‘kondurmak’ amacı ile milyonlarca ton dolgu kullanılarak inşa edilmiş olan, yapay coğrafya parçaları; 160 katlı ve 800 metre uzunluğunda, 4.1 milyar dolara malolan ve ansansörleri saatte 35 kilometre hız yapabilen dünyanın en uzun binası Burj Dubai; yelkenli görünümündeki 7 yıldızlı otel Burj Al-Arab; tasarımcısı tarafından “projeden öte, bir tutku” olarak tanımlanan, denizin yirmibeş metre altına uzanan sualtı oteli Hydropolis; yaklaşık 1.2 milyon metrekarelik bir alana yayılan dünyanın birçok ‘ilk’ ve ‘en’lerine sahip, Guinness Rekorlar Kitabına girmiş, 33 bin canlıya ev sahipliği yapan devasa akvaryumuyla dünyanın en büyük alışveriş merkezi Dubai Mall; 2020 yılında tamamlanacak olan 278 kilometrekarelik alana yayılan, Disneyland ve Las Vegas atmosferinden çok daha ötesini sunmayı hedefleyen, Cazibe ve Deneyim Dünyası, Spor ve Açıkhava Dünyası, Eko-Turizm Dünyası, Temalı Dinlence, Gezinti, Ticaret ve Eğlence komplekslerine sahip dünyanın en büyük tema parkı Dubailand; ve sonunda her katı birbirinden bağımsız olarak Birleşik Arap Emirliğinin en büyük ikinci emirliği olmasına rağmen en lüks ve en modern olanıdır. Şehrin başlıca bölgeleri, Jumeriah ve Deira’dır. Bu bölgelerde dünyanın en önemli turizm yapıları, ticaret ve iş yapıları, sağlık yapıları gibi lux ve dünya literatürüne girmiş mimari örnekler vardır. Bunun yanında bölge coğrafyasına müdahale edilerek yeni adalar tasarlanıp inşa edilmiş ve edilmektedir. Dubai’yi küresel bir ticaret, ulaşım ve turizm odağı olarak kabul ettirme gayreti içerisinde olan emirlik, bu amaçla korkunç denecek kadar çok büyük paralarla “hiper projeler” gerçekleştirmektedir. Palmiye Adası (Palm Island) ve Dünya Adası (World Island) olarak isimlendirilmiş, + Yelkenli görünümündeki 7 yıldızlı Burj Al-Arab oteli CMYK hareket edebilen, bu haliyle dünyanın hareketli ilk yapısı ünvanını taşıyan ve her kat arasına yerleştirilen rüzgar türbinleri sayesinde ihtiyaç duyulan elektriği dahi üreten Dinamik Kule (Dynamic Tower) bunlardan sadece birkaçı. Dubai, sadece bölgedeki yatırımcılara değil, dünyadaki yatırımcılara da sunduğu imkanlarla çekim noktası durumunda ve küresel sermayeyi tanımlayan sınırsızlığın, vatansızlığın vahasıdır. Sunulan vergisiz ortam, mükemmel altyapı ve sınırsız hizmetler, lüks ve konfor sayesinde yatırımcıların yanı sıra turistlerin de gözdesi olmuştur. Son yıllarda küresel ekonomik krizden her sektör etkilenmiş olsa da bunlardan en çok etkilenen hiç kuşkusuz emlak sektörüdür. Ancak yapılan akıllıca müdahalelerle hiçbir sektörde çöküş yaşanmamıştır. Tam aksine yapılan ve yapılması planlanan yeni projelerle şehrin, küreselleşme eğilimlerine daha fazla cevap verebilmesi ve 21’inci yüzyıl gereksinimlerinin en üst düzeyde karşılanması amacı ile durmaksızın çalışılmaktadır. Sonuçta, dev bir şantiye görünümündeki Dubai’nin ‘inşaası’ devam etmektedir. Yeni süprizler, yeni heyecanlar yaratarak ileriki yıllarda hiç kuşkusuz yine kendinden söz ettirecektir. Tarihi ve iklimsel zenginliğe sahip olmayan Dubai, ancak doğal zenginlikleri ve paraya dayalı yapay güzelliklerini tüketiciye sunduğu ölçüde popülaritesini sürdürebilecektir. Ama nereye kadar? Bütün bu çıldırtıcı, iştah kabartıcı, şaşırtıcı olmakla yarışılamaz ki, bir gün Dubai kendisiyle yarışmaktan bıkacaktır. Yapay dünyaların ömrü, doğal olanlardan daha kısa olmalı. Yine de bu yapma dünyanın sihrine fazla kapılmadan, Dubai’nin bir turist olarak yaşanması gerektiğini düşünüyorum. Kurulan bu sahne ve oyun, perde kapanmadan görülmeli… Bence kaçırmayın. Kağan Günçe + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. PROVO- ETK İNLİK Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 13 Beril Özmen Mayer “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] FABRICAS: FABRİKALAR – TİYATRO ALMA ROSÉ Milano Politeknik Mimarlık ve Planlama KÜNYE: Compagnia Teatrale ALMA ROSE’ bölümünde misafir araştırmacı olarak bulunduğum İtalya’dan sizlere önümüzdeki yaz döneminde kitap tanıtımının yanısıra çeşitli etkinliklerle seslenmek arzusundayım. Provo-Yaz ya da ProvoEtkinlik olarak adlandıracağım bu yazı dizilerinin ilki de, farklı bir tiyatro oyununu sizlere aktarmak olacak. ANNABELLA di Costanzo, 1973 Lecco, Merate doğumlu olan aktris, Theatre Company Grock’da yetişti. 1993-1996 arasında Como Tiyatrosu’nda ile çalıştı. 1996- 2002 yıllarıarasında İsviçre İtalyan televizyon istasyonu olan IST’de çocuklar için ‘Peo’ adında bir programı hazırladı ve sundu. 1997 yılında, ‘Alma Rosé’ oyunuyla Italya Ulusal Senaryosu Ödülü birinciğini aldı. Aynı yıl, “Alma Rosé” Tiyatro grubu ile Andersen’in Karbeyaz ya da Türkçe adıyla ‘Pamuk Prenses’ adlı masalından esinlendiği ‘Ice’ adlı gösterisiyle gündemleri işgal etti. 2003’de ise Arjantin krizinde orta direğin yıkımını anlatan “İnsanlar Birdir” adlı yeni oyunu sahneye koydu. Ayrıca, çocuk yuvaları ve okullarda da tiyatro dersi vermektedir. Alma Rosé Tiyatro Topluluğu 2010 Kent Turu konseptiyle oluşturduğu gezici tiyatro projesi kapsamında iki kıtadaki fabrikaları anlatan bir kurgu oyun sergilemekteydi. Bu kent turunun bir ayağı olarak Leonardo Kampüs’unde 9 Haziran 2010 akşamı icra edilen bu müzikal oyun, Politeknik Kent Planlama öğrencilerinin kurduğu Klüb PlaNet’in ‘Planlamanın İki Günü’ adlı aktivitesinde yer almaktaydı. Konunun ilginç tarafı, bize kentsel tasarım ve dönüşüm konularını içeren, kentlerdeki işlev değişikliklerinin insanların yaşantısını nasıl etkilediğini anlatan bir dramaydı. Arjantin ve İtalya’da kapanan iki fabrikada yaşanan gerçek insanlar ve olaylardan kaynaklanan insanlık durumlarının aktarımıydı bu oyun. Oyun, bir yandan, canlı bir müzik grubu eşliğinde ve arka perdedeki imgeler destekli olarak aktarılırken,diğer yandan da, sahnede bulunan eski tarzda tek bir hikaye anlatıcısının, hem okuyarak ve hem anlatarak; zaman zaman da rol yaparak, oynayarak sergilediği ilginç karışımlı bir performans halinde sunuldu. Arjantin’de Aralık 2001 de başlayarak bugüne kadar uzanan şok-liberal özelleştirmenin orta sınıfının yenilgisi ve alt sınıfı da çökertmesi ile ortaya çıkan kriz, fabrikaların kapatılmasına sebep olmuştur. Dünya üzerindeki diğer ülkeler gibi, İtalya Torino bölgesindeki otomotiv sektörü de, benzer bir şekilde bu krizden etkilenmiştir. Oyunun konusu olarak fabrikaların yeniden kurulması ve kurtarılabilmesi ile ilgili bir sosyal olgu ve mücadelenin anlatıldığını algılıyoruz. Hergün 26 çocuğun açlıktan hayatını kaybetmesi, ailelerin müthiş bir yaşam mücadelesi verdiği bu yaşamın kenarında kalan olaylar sadece 7 yıl önce cereyan etmiş ve hala etkileri devamlılığını sürdürmektedir. Gösteri’den bir bölüm için kendilerinde bu ismi taşımaya karar vermişler. Alma Rosé, Milano’da ilginç bir serüveni çok farklı atmosferlere taşıdığı gezici oyunu ile her seferinde farklı olarak kurgulamış ve yaşatmış olması da tiyatronun o geleneksel anıtsallığını kırarak insanlara daha yakın hale getirmesini sağlamıştır. Böylece, bu tiyatral kent turu ağızdan ağıza dolaşarak çeşitlenerek bir sinerji yaratmış, ve bu eylem bizleri fabrikalarda yaşanan dramanın aynası olmaya davet etmiştir. Bizim düşüncelerimizde canlandırdığımız fabrikamız ise uzaklardan başlayarak edimlediğimiz farklı deneyimlerle bugüne taşınmış, ve İtalya’da Torino’da benzer yaşantılarla da birleştirilmiştir. İtalyanca dilinde evrensel bir sorunun işlendiği bu müzikli gösteri, Milan Politeknik Leonardo’daki akşam seansındaki sunumunda, Mimarlık ve Planlama Bölümleri öğrencilerinin kentsel tasarım, geliştirme ve dönüşüm projelerinde kullanıcıya ve kentliye daha farklı bakacağı umuduyla, benzer heyecanlara yol açarak alkışlanmıştır. Bu arada, Alma Rosé grubunun, kurdukları bu özgün tiyatro ile ilgili söylemlerini de gözden geçirelim: Bizim tiyatro düşüncemiz, o anın ihtiyaçlarına - isteklerine göre doğan ve bizi siyasi ve sivil temalardan masallara kadar götüren farklı fikir yansımalarını tam ve bağımsız olarak araştırdığımız ve geliştirdiğimiz bir kurguya sahip olmalı. Ayrıca, tiyatro yapılabilen veya tiyatro yapılamayan ortamlarda bile bizimle duygusal yansımalarla diyalog kurabilecek her türlü toplantı, kültürel dialog ve sosyal eylem yapma gibi durumlarda da seve seve çalışırız. Bizler tiyatroyu insanlara olabildiğince yakın, doğrudan içinde yaşanılan ortamı, mekanı ya da yeriyle birlikte çalışarak sivil bir törene dönüştürme hayalindeyiz. Her zaman yeni sanatçılar ve tiyatro profesyonellerini grubumuzla çalışmaya davet eder ve bilgi değişimi için bunu bir fırsat olarak değerlendirdiğimizi ve bu konuda istekli olduğumuzu belirtiriz. Ayrıca, gösteri ve seminerlerle tiyatro eğitimi sunmak ve öğretmek bizim için yaşama sebebidir. ELENA Lolli, 1965 Napoli doğumlu ve ekonomi mezunudur. 1990 yılında Milano’ya üniversiteye eğitimi almak üzere geldiğinde Grock grubunda tiyatro yapmaya ve senaryo yazmaya başladı. Claudio Tomati ve Mauro Buttafava ile birlikte “Alma Rosé için güzel bir metin hazırladı. 1997 de tiyatro grubunu kurma zamanı geldi diye düşündü. 19972000 arasında ‘Perdesiz’ adlı oyunda Grock ve Kajagoogoo ile ortak yapımda yer aldı, ve Annabella ile beraber ve ‘Ice’da çok iyi bir performans sergiledi. 2000 yılına gelindiğinde Tiyatro grubunun tamamlayıcı olan 3. mucizevi kişilik Manuel Ferreira aralarına katıldı. Senaryo yazarlığı ve yönetmenliğiyle Arjantin’deki krizle ilgili ‘Fabricas’ ya da Fabrikalar oyununa katkı koydu. 2004 yılında “Coma” grubuna oyuncu olarak katılır. Sanatsal faaliyetlerinin yanısıra tiyatro eğitimi ve seminerler yürütmektedir. Yeniden yaşatılmaya çalışılan bu fabrikalarda, hem bireylerın hem de topluluğun yaşama ve yaşamaya karşı gösterdiği bu direnç, bu kollektif hareket bu tiyatral gösteride çok ilginç bir biçimde sembolize edilmiştir. Alma Rosé Tiyatro grubu ise bu gerçek hayatta geçen mücadeleyi yerinde izleyerek, karşılıklı görüşmelerle araştırarak, ve gerçek hayattan sahneleri kaydederek medya, müzik ve dramayı yoğurarak bir gösteriye dönüştürmüştür. Tiyatro sergilenirken de, seyirci ile karşılıklı iletişimi açık bırakarak, sorular sorup, cevaplarını seyirciye buldurmaya çalıştıkları bir eyleme imza atmışlardır. MANUEL Ferreira, 1964 Buenos Aires doğumlu, 1989 iktisat mezunudur. Eğitimi yanısıra, Drama Akademisi’ne devam ederek aktör oldu ve kendisini sadece tiyatro yapmaya adayarak 1991 yılından itibaren Buenos Aires’de farklı yönetmenlerle çalışmaya başladı. Tiyatro grubu ile rüyasını yerine getirmek üzere bir Avrupa gezisi planladı. Bir yıl süren turne sonucunda, Milan Little Tiyatrosu’nda 1992 da bir burs kazandı ve Marco Martinelli ve Ermanno Montanari gibi iyi isimlerle çalıştı. Çeşitli tiyatro deneyimleri geçirdikten sonra 1999 yılında bir kriz girer dönemine girdi aktör olarak bir tarnsformasyona hazır olduğunu hissetti. 2000 yılında Alma Rosé ile “COMA” grubundan Gigi Gherzi ve “Little Sister ve Bluebeard” Elena Lolli ile buluşması onu derinden etkiler ve birlikte çalişmak için güçlü bir dürtüyle onlara katılır. Bugün kendi tabiriyle, ne yaptığını bilen, inanan memnun ve mutlu bir şekilde ‘Alma Rosé’ ile birlikteliğini sürdürmektedir. Orijinal adıyla Compagnia Teatrale Alma Rosé, Annabella Di Costanzo, Manuel Ferreira ve Elena Lolli tarafından 1997 yılında kurulmuş ve daha önce Alma Rose adlı bir oyunla senaryo ödülü aldıkları Compagnia Teatrale ALMA ROSE’ Via Tadino 18 20124 Milano Tel: 02 36577560 & 02 36577560 E-mail: [email protected] Beril Özmen Mayer Etkinlik Davetiyesi + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Ercan HoŞKARA SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] YEREL YÖNETİMLER Yerel yönetimler, gerek kent yaşamının niteliğinin artırılmasında gerekse bu amaca yönelik olarak kent mekanlarının oluşumunda ve bu anlamda mimarlık mesleğinin uygulanmasında çok önemli roller üstlenmektedir. Bu çalışmada, ülkemizde Yerel Yönetim olarak Belediyelerin görev ve yetkileri, yaşanan sıkıntılar ve vatandaş olarak yaklaşan yerel seçimlerde değerlendirmelerimizi yaparken önemsememiz gereken unsurlar ile ilgili sorulara cevap aranacaktır. Yerel Yönetim nedir? Yerel Yönetimlerle ilgili literatürde bir çok tanıma rastlamak mümkündür. En genel ve yaygın ifadeyle “Yerel yönetimler, belli bir coğrafi alan üzerinde yaşayan yerel topluluk üyelerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, ekonomik, sosyal, kültürel zenginliğe ve refaha ilişikin yerel hizmetleri genel yetkiyle, kendi sorumluluğu doğrultusunda yerine getiren, işleyişinde açıklığı, şeffaflığı çoğulcu ve katılımcı demokrasi ilkelerini hayata geçiren, yetkilerin yerel halka en yakın yönetim birimince kullanıldığı, kamu tüzel kişiliğine sahip, özerk, demokratik kuruluşlardır.” (Dr. Ahmet FİDAN, kaynak: http://www.yerelyonetim.net/?p=123 ) Genelde Yerel yönetimlerin yetkileri düzenlenirken, yerel ve ortak nitelikli ihtiyaçların bu birimlerce karşılanması gereği gözönünde bulundurulmalıdır. Son zamanlardaki eğilim Devlet faaliyetlerinin etkili ve verimli yürütülmesi için, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması ve merkezi yönetimin yükünün hafifletilmesi yönündedir. (kaynak: go: http://mitoloji.info/ vatandaslik-bilgisi/yerel-yonetimler.nedir) KKTC anayasasına göre, Yerel Yönetimler, “bölge, belediye veya köy ve mahalle halkının yerel ortak gereksinmelerini karşılamak üzere kuruluş ilkeleri yasa ile belirtilen ve karar organları seçimle oluşturulan kamu tüzel kişileri olarak tanımlanmaktadır. (KKTC anayasası,1985, s.42) Yerel yönetimlerin genelde hangi yetkilere sahip olması beklenir? anlayış ve demokratik bir tutum içinde karşılamaktır.” (51/1995 sayılı Belediyeler yasası) Dolayısıyla, temel görev belde halkının yerel gereksinimlerinin en doğru şekilde tespit edilmesi ve bunların karşılanmasıdır. Bunu yaparken ise en önemli unsur katılımcılık, şefaflık, hesapverebilirlik gibi çağdaş demokrasinin en temel ilkelerini uygulamaktır. İkincil olarak ise, böyle bir bütüncül bakışın arakasından, mali ve ekonomik yapı, Sosyal ve Kültürel yapı ve Çevresel yapı ile ilgili projeler ve bunların bütün ile olan ilişkisi ve tutarlılığı değerlendirlebilir. Aynı zamanda, ortaya konan projelerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli kurumsal yapının var olup olmadığı veya kurumsal yapının geliştirilmesi için yapılan öneriler de değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Yasa, doğal ve yapılaşmış çevre, toplum, kültür, sağlık, esenlik ve güvenlik, ulaşım, trafik, imar uygulaması ve denetimi, konut, ve ekonomik gelişim ile ilgili konularda ortaya çıkan gereksinimlerin karşılanması için Belediyelere görev ve yetkiler vermektedir. Peki İmar Planı neden yapılamıyor? Yaklaşan Belediye Seçimlerinde değerlendirme yaparken göz önünde bulundurulması gereken en önemli unsurlar nelerdir? İmar planı yapma yetkisi ve görevi 55/1989 sayılı İmar Yasası ile Planlama Makamı olarak Şehir Planlama Dairesine verilmiştir. İmar yasasında tanımlandığı üzere “Planlama Makamı , ülkesel fizik planın veya ülkesel fizik planın olmadığı hallerde, kalkınma planının genel ilke, amaç ve hedeflerine uygun olarak , her büyüklükteki yerleşme birimi için , ilgili yerleşme biriminin Belediyesinin veya Muhtarlığının program ve/veya istemleri ile beklentilerini de dikkate alarak ve sorunların önceliklerini göz önünde bulundurarak, imar Yasası kuralları uyarınca İmar Planı yapmakla yükümlüdür.” (55/1989, s.6) Seçim kampanyaları süresince hemen hemen tüm Belediye Başkanı adaylarının projelerini öne çıkardıklarına tanık olmaktayız. Aslında bu projelerin üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu görmemiz mümkündür. Genelde bunlar kentin veya belde insanının ihtiyaçlarına yönelik ortaya konan projelerdir. Kanımca, yapılan veya önerilen projeleri değerlendirirken en önemli konu bu projelerin tekil olarak taşıdığı niteliğin yanında Kent bütünü üzerinde olan etkisinin ve kent yaşamına getirdiği olumlu ve olumsuz yanların da değerlendirilebilmesidir. Buna karşın bugüne kadar gerek merkezi gerekse yerel yönetimleri elinde bulunduran siyasi iktidarlar bu konuyu öncelik yapmamış, aksine açıklaması güç olan nedenlerden dolayı, çağdaş kentlerdekinden farklı olarak ülkemizdeki kentler için imar planı gibi bir uygulama yok sayılmıştır. Bunun tek istisnai örneği ise Lefkoşa’dır. Peki neden Lefkoşa bir istisnadır diye sorulduğunda ise verilen cevap Mustafa Akıncı’nın gerek belediye başkanlığı gerekse merkezi yönetimdeki dönemlerinde ortaya koyduğu siyasi iradedir. Ülkemizdeki temel sorunlardan biri “parça ile bütünün” ve “bütün ile parçanın” ilişkisini kuramamaktır. Genelde yaklaşım parçacıdır ve kentin bir noktasında bir proje gerçekleştirirken onun kent niteliğinin bütününe olan etkisi düşünülmemektedir. Bu projelerin doğru yerde, doğru zamanda ve kentin niteliğini artıracak şekilde hayat bulmaları için mutlak sürette kentin bütününün planlanması gerekmektedir. Kısaca, imar planından yoksun kentlerin sağlıklı ve verimli büyüyebilmesi ve gelişebilmesi mucizedir. Kuzey Kıbrıs’ta yerel yönetim olarak hizmet veren Belediyelerin görev ve yetkileri nelerdir? Nasıl ki bir ev yaparken, evin toplam kalitesi için evin bütününün planlanıp tasarlanması gerekir, kentlerin de aynı şekilde planlanıp tasarlanması gerekmektedir. Eviniz için kullanacağınız herşeyin kaliteli olması evinizin mimari anlamda kalitesinin yüksek olacağı garantisini vermez. Örneğin 200,000 TL ye iyi bir planlama ve tasarımla çok kaliteli bir ev gerçekleştirilebileceği gibi, kötü bir planlama ve tasarımla tam bir felaket yaratılabilir. Aynı örnek kentlerimiz için de geçerlidir. Tüm Projeler kendi içlerinde başarılı olsalar dahi, kent ölçeğinde eğer bir planlama ve tasarımın parçası olarak yapılmıyorlarsa, uzun vadede kent için sıkıntı bile yaratabilirler. Kuzey Kıbrıs’ta, Belediyelerin görev ve yetkileri, değiştirilmiş şekliyle 51/1995 sayılı belediyeler yasasında tanımlanmaktadır. Bu yasaya göre Belediyenin temel görevi “belde halkının ortak yerel gereksinimlerini çağdaş bir Dolayısıyla, değerlendirme yaparken en önemli konu adayların kente yönelik bütüncül bir yaklaşımı olup olmadığını irdelemektir. Bununla beraber, adayların genel vizyonu ve vizyonlarına yönelik Yerel yönetimlerin yukarda tanımlanan ilkelere uygun olarak yerel yönetim sınırları içinde yaşayan tüm insanlara hizmet verebilmesi için gerekli bütün görevleri üstlenmesi ve bu görevleri kusursuz yerine getirebilmesi için gerekli yetkilere sahip olması beklenir. Fakat, diğer yerel yönetim birimleriyle ve merkezi yönetimle işbirliğinin de kaçınılmaz bir gereklilik olduğu bilinmelidir. ortaya koyabilecekleri bir siyasi iradenin var olup olmadığını değerlendirmektir. Kanımca bu vizyonun içerisinde katılımcılık, şeffaflık ve hesapverebilirlik gibi çağdaş demokrasi ilkelerini öne çıkarmak ve kente bütüncül bakabilmek en önemli unsurlardır. Bütün çağdaş kentlerde Planlama ve Kentsel Tasarım giderek önem kazanırken, aksine ülkemizde bazı Belediye Başkanlarını bu kavramlara, maalesef savaş açtığını da görmek mümkündür. İmar Planında Yetki Paylaşımı gerçekten sorun mu? Evet, İmar Planlarının hazırlanması yönünde belediyelere daha fazla yetki verilmesi gerekmektedir, fakat merkezi yönetimi tamamıyla dışlayan bir uygulamaya gitmek hem mümkün değildir hem de doğru değildir. Dolayısıyla, yetki paylaşımında düzenleme yapmaktan çok İşbirliği ve Koordinasyon anlayışını geliştirme gereği vardır. Bunun için ise siyasi vizyon ve irade önem kazanmaktadır. + CMYK Kente bütüncül bakışın nasıl olabileceğine bir örnek.Londra Kent maketi, yeni kentsel projeler beyaz renkte mevcuta ekleniyor. Sonuç Olarak; Kentlerimiz için ortaya konan tüm projeler, bütünlüklü bir kent planına yönelik olduğu ölçüde anlamlıdır. Aksi takdirde, yaygın ve dağınık yapılaşmanın, sürekli inşaat halinde bir türlü tamamlanmayan kent yapısının, bunun yarattığı sağlıksız ortamların ve parçacı çözüm arayışlarının yarattığı yeni sorunların önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Kent yönetiminde sürdürülebilir gelişme için uzun vadeli Planlamanın esas olduğu unutulmamalıdır. Vatandaş olarak ise bu konuda bilincimizi artırmak ve bu yönde talepkar ve ısrarcı olmak gelecek nesillere olan borcumuzdur. Ercan Hoşkara İmar Planları aşağıdaki kuralları içerebilir: Binaların komşu binalarla , arsa sınırı ile ve yol orta noktası ile arasındaki uzaklıklar; Binanın arsaya oranı; Minimum parsel büyüklüğü; Binanın yüksekliği; Bina taban alanı; Kat sayısı; Estetik unsurları; Otopark alanları; Park alanları; Kamuya açık alanlar; Konut alanı yoğunluğu; Yeni yol, açık alan, otopark alanları için rezerve alanlar; Sanayi ve ticaret alanları; Eğitim alanları; Yönetsel bina alanları; Sosyal ve kültürel tesislerin alanları; ve Diğer kullanım alanları. İmar planları, 20 yıllık dönemleri kapsayacak şekilde hazırlanır ve beş yıldan fazla olmayacak aralıklarla, değişiklikler yapmak için, sürekli gözden geçirilir. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 20 HAZİRAN. SAYI 9. 2010. GÜNCEL HABERLER Doğu Akdeniz Üniversitesi [email protected] - [email protected] YEŞİL MİMARLIK yeşil ve ekolojik gibi kavramlar karşımıza çıkmakta. Tabii ki bu kavramların ortaya çıkmasında ki başlıca etkenler küresel ısınma ve dünyada var olan kaynakların insanoğlunun sorumsuzca kullanmasıyla gün geçtikce azalmasıdır. Bu doğrultuda mimarlar da kendilerine göre önlemler almaya ve dünyaki kaynakları daha verimli ve daha akılcı kullanmak adına girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Tüm bunların neticesinde de mimarlık alanında yeni kavramlar ve tasarımlar gözümüze çarpmaktadır. Yeni oluşan mimari eğilimle ilgili başlıca gündem oluşturan haberlerin bazılarını sizler için derledik. Henüz bizim ülkemizde bu tarz mimari girişimler söz konusu değil fakat dünya adına iyi bir şeyler yapmak için zamanımızın çok az olduğunu hatırlamakta yarar görüyoruz. 15 Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ “Uluslararası Kariyer İçin” Son yıllarda mimarlık alanında SAYFA Cam cepheli ofis, yeşil mimarlık ödülü aldı Ekoiskelet ile Eko-Bina Lüksemburg’da bulunan Avrupa Yatırım Bankası, Emilio Ambasz Uluslararası Yeşil Mimari Ödülü’ne layık görüldü.2008 yılında tamamlanan ve Duesseldorf merkezli Ingenhoven Architects tarafından tasarlanan tüp biçimli cam yapı hem çevreye duyarlı, enerji etkin tasarımı, hem de etkileşim ve iletişimi arttıran ofis düzeniyle övgü aldı. StudioDosi, İtalya’nın Parma Eyaleti için çift katmanlı, bitkilerle sarılmış bir idare merkezi önerdi. Bir grup yetenekli mimar ve mühendis tarafından tasarlanan planda bir dizi yeşil bina stratejisi, geniş bahçeler ve özellikle öne çıkan, altında kalan binanın gölgelenmesini ve doğal yollardan havalandırılmasını sağlayacak canlı ekoiskelet yer alıyor.2009 yılının Mart ayında Parma Eyaleti, yeni idare merkezi için önerileri kabul etmeye başlamıştı. Uluslararası 77 firmanın katılımının ardından aralarında Stefano Dosi ve diğer tasarımcıların olduğu bir ekip olan StudioDosi’nin de bulunduğu Kış ve yaz bahçeleriyle çevrelenmiş olan bu yenilikçi ofis binası, İngiltere’nin LEED’i sayılan Yeşil Bina Araştırma Metoduna göre de “çok iyi” derecesine uygun görüldü. nüfuz etmesi ve açık planlı ofislere yayılması sağlandı. Ayarlanabilir pencereler sayesinde çalışanlar sıcaklığı ve havalandırmayı kendilerine göre ayarlayabiliyorlar. Bir kış bahçesi binanın bir yanında, ısı tamponu görevi görerek ısınma ve havalandırma ihtiyaçlarını ortadan kaldırıyor. Kaynak: Inhabitat Fotoğraf Kaynak: Mimdap Çeviri: Mimdap EIB Genel Merkezi, 170 metre uzunluğunda, ofislerde esnekliği ve çalışanlar arasında etkileşimi arttıran zig-zaglı hiyerarşisiz ofis düzeni ile tüp biçiminde, cam ve çelik bir yapıdır.72bin 500 metrekarelik binada, 750 çalışan için yeterli ofis alanı ve tesisle birlikte sıcak bir iç avlu, bir kafeterya, restoran ve çevre binalarla bağlantılar da bulunuyor. Tüm bina, toplamda 13 bin metrekare camla kaplanarak ve gün ışığının tüm açılarla binaya Cam cepheli ofis + 15 proje seçildi. StudioDosi, biri yeraltında, diğer üçü yer üstünde olmak üzere toplam 13.500 metrekarelik 4 katlı kompakt bir yapı önerdi.Binanın tamamı iki yüzeyden meydana geliyor: içerideki çift camla kaplanmış, dışarıdaki ise düzensiz bir yapıda yükselen bitkilerden oluşan şeritlerden meydana geliyor. Bu iki katmanlı dış cephenin arasında, iç binayı gölgeleyip doğal havalandırmayı sağlarken aynı zamanda büyük oranda CMYK güneş ışığını da içeri alan geniş bir hava boşluğu yer alıyor.Doğal havalandırma aynı zamanda sıcak havanın çıkışına yardım eden rüzgar kuleleri ile de destekleniyor. Ayrıca binanın merkezindeki avlu ve üç grup çatı penceresiyle daha fazla doğal ışığın içeri girmesi sağlanıyor.Atık su toplanırken yağmur sularının da süzülmesi sağlanıyor. İdari binada aynı zamanda bina için enerji üretmeye yardımcı olacak termal güneş panelleri ve fotovoltaik piller de bulunuyor. Jeotermal santral de enerji etkinliğini maksimize ederek “sıfır karbon” bir yapıyı ortaya çıkarıyor. Kaynak: Inhabitat Fotoğraf Kaynak:Mimdap Çeviri: Mimdap Eko-iskelet ile eko bina + + REKLAM CMYK
Benzer belgeler
DOSYA VIII: ÜNİVERSİTELER ve KENTLER EDİTÖR`DEN
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil B...