EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
Transkript
EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
EDEP YA HU! Mehmed Zahid KOTKU Ana Baba Hakları Vuslat: 4 Tasavvuf-Hikemiyat Serisi: 4 Isbn 978-605-61107-4-0 Basım Tarihi Şubat 2010 Baskı / Cilt Metkan Matbaası Merkezefendi Mh. Yılanlı Ayazma Sk. Örme İş Merkezi No:8/1 Davutpaşa - Zeytinburnu / İstanbul Tel: (0212) 483 22 22 İç Tasarım İrfan Güngörür Kapak Tasarım Sena İzgi © Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir. Kaynak gösterilerek iktibas yapılabilir. VUSLAT Eğitim, Yardımlaşma, Kültür ve Çevre Vakfı www.vuslatvakfi.com Şems-i Tebrizi Mah. İstanbul Cd. No: 149/2 Karatay / Konya Tel: +90 332 350 64 99 Mehmed Zahid KOTKU Ana Baba Hakları İstanbul - 2010 İÇİNDEKİLER Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında Kısa Bilgiler, 11 Mukaddime, 41 ÜZERİMİZDEKİ HAKLAR, 45 ALLAHU TEÂLÂ’NIN HAKKINA RİÂYET, 47 1-Gizli putlar, 50 2-Şirk küfürdür, 54 3-Şirk Rahmeti inkârdır, 56 4-Yaratılışımızın gayesi, 62 ÜÇ KURTARICI VE ÜÇ TEHLİKE, 67 1-Kurtarıcı üç şey, 67 a)Her yerde gizli ve aşikâr daima Allah Teâlâ’dan korku üzerine olmak, 67 b)İktisada riâyet etmek, 73 Ana Baba Hakları 6 c) Adâlete riâyet etmek: 74 2-Üç tehlike, 74 a) Cimrilik, 74 b)Nefis ve hevâya uymak, 74 c) Ucub, 75 ANA BABA HAKKINDAN DAHA MÜHİM BİR HAK, 77 Peygamberimizin ve Ulemanın Hakkı, 77 ANA BABA HAKLARI, 89 Ana Babaya Karşı On Mühim Vazife, 89 Ana Babaya İhsan ve İtâat, 91 1-Ana babaya iyilik cihad sevabı kazandırır, 91 2-Ana babaya iyilik ömrün uzamasına sebep olur, 96 3-İmanda sebat ve ana babaya itâat: 99 a) İmanda sebat etmek, 100 b)Ana babaya itâat saâdettir, 100 c) Malını ana babadan sakınma, 101 4-Cennet anaların ayağı altındadır, 104 5-Ana babaya iyilik Allah’ın yardımını celbeder, 109 6-Dostlarını ziyaret ana ve babayı ziyarettir, 111 7-Ana babaya ikramın sevabı, 113 8-Ana babaya itâatin şartları, 115 Ebeveyne İhsan Hususunda Birkaç Örnek, 120 1-Bâyezîd-i Bistâm’i’den bir örnek, 120 2-Babaya hizmete bir örnek, 121 3-Hızır Aleyhisselâm, 121 Mehmed Zahid Kotku 4-Cenâb-ı Hakk’dan Musa Aleyhisselâma bir vasiyet: 122 5- Annenin bir duası: 123 6- Edeb nümûnesi: 124 Ana Babaya İtâatin Mükâfatına Dair İbretli Kıssalar, 126 1-Şeytanın yol bulamadığı bir yer, 126 2-Anaya itâat vacibdir, 129 3-Bir mirasın taksimi, 130 4-Mantığına uymayan her şeye itiraz etme, 130 5-Levh-i mahfuzdaki ilk yazı, 133 6-Ana babaya karşı gelmemek, 134 7-Hazreti Musa (A.S)’nın Cennetteki Komşusu , 134 8-Dikkate değer birkaç hadise, 136 Ana Babaya İsyan, 141 1-Ana babaya iyi davranabilmenin çaresi, 142 2-Ana babaya isyan büyük günahlardandır., 145 3-Fesatçılığın sonu, 151 Ana Babaya Asi Olmanın Hükmü İle İlgili Hadisler, 153 1-Cennete girmesi haram kılınan üç kişi, 153 2-İbadeti kabul edilmeyen üç kişi, 155 3-İnsanlık müslümanlığın içindedir, 157 4-Cennet Nimetlerini tadamayacak dört kişi, 158 a) Şarap içmeye devam edenler, 159 b)Faiz yiyenler, 160 c) Yetim malı yiyenler, 161 d)Ana babaya asi olan evlâd, 162 5-Umeyr’in oğlu Musab (r.a.), 162 6-Üç kötü amel, 165 a) Allah’a şirk koşmak, 165 b)Ana ve babaya asi olmak, 166 7 Ana Baba Hakları 8 c) Harpten kaçma, 167 7-Valideyne sövmek büyük günahlardandır, 171 8-Ana babaya isyan amelleri mahveder, 174 9-Riya, 176 Ana Baba Hakkını Ödemek, 178 Dualar Hakkında, 185 EVLÂDIN BABASINDAKİ HAKLARI, 191 1- Evlâdın babası üzerinde üç hakkı vardır: 191 2-Ebeveynin bazı vazifeleri, 193 a) Akika kurbanı kesmek, 193 b)Çocukları öpmek sünnettir, 195 c) Çocuklarına şefkatle muamele etmeli, 195 3-Ana babanın dikkat etmesi gereken üç şey, 197 a) Ana babaya asi olmamak, 197 b)Çocuğa dini öğretmek, 198 c) İstenen bir şeyi mümkün iken vermemek, 201 d)Boş sözlerden sakınmak, 202 KARI KOCA HAKLARI, 205 1-Kadınların kocalarına karşı vazifeleri, 205 a) Kocaya itaat etmek, 206 b)Kocasından izinsiz evinden çıkmak, 207 2-Kocaların hanımlarına karşı vazifeleri, 209 a) Evini ve ehlini korumak ve hayrı tavsiye etmek, 209 b)Kadının kocası üzerindeki beş hakkı, 210 3-Hesabı sorulmayacak harcamalar, 211 Mehmed Zahid Kotku 9 KOMŞU HAKLARI, 213 1-Komşu hakkının lüzumu hakkında, 215 2-Komşu ile iyi geçinmek, 219 3-Kötü komşu, 220 4-Komşuya ikramda bulunmak, 221 5-Komşu hakkının ehemmiyeti, 225 ÜÇ GÜZEL HASLET, 229 1-Misafire ikram, 230 2-Sıla-i Rahim, 232 a) Sıla-i Rahim ömrün uzamasına, rızkın artmasına sebeptir, 233 b)Uzakta olan hısım akrabaları ziyaret, 237 c) Cennet ve Cehennemin yolu buradır, 239 3-Hayır söylemek, 247 MİLLET HAKKI, 251 BÜYÜK GÜNAHLARDAN BAZILARI, 259 Zina Hakkında, 259 1-Zina etmenin hükmü, 260 2-Zinanın getirdiği felâket, 262 3-Zinadan korunanın yeri cennettir, 263 Ana Baba Hakları 10 İçki Hakkında, 264 1-Belaya müstehak onbeş fena huy, 266 2-Günahlar îmanın nurunu söndürür, 268 3-Bütün günahlar içkiden çıkar, 269 4-Sarhoş olarak ölen sarhoş olarak haşrolur, 271 5-Günahlara devam kalbi karartır, 272 6-Şarap içmenin zararları, 273 Faiz Yiyenler Hakkında, 275 1-Faizin Zararları, 277 NEFSİN MERTEBELERİ, 281 1-Nefs-i Emmâre, 281 2-Nefs-i Levvâme, 287 3-Nefs-i Mülhime, 289 4-Nefs-i Mutmainne, 291 5-Nefs-i Raziye, 293 6-Nefs-i Merziyye, 294 7-Nefs-i Sâfiyye, 294 Mehmed Zahid Kotku (ks) Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında Kısa Bilgiler Dünyaya bir göz atınız. Huzur ve mutluluk adına neler görüyorsunuz? İnsan huzur ve mutluluğu nasıl yakalayacak? Bu konu çoğumuzun bildiği bir gerçek ki, huzur ve mutluluğun merkezi, itikat, amel-i salih ve iyi ahlak ile Allah sevgisi dolu bir kalbdir. Allah (CC)’ın yüce elçisi (sav) şöyle buyuruyor: “Dikkat ediniz! İnsan vücudunda öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer kötü olursa, bütün vücut bozulur. İşte, o et parçası kalbdir.” (Buhari) Kalb, öyle harikulâde özelliklere sahip ki... Ancak Rabbimize yönelmekle huzur buluyor. Çünkü kalbin yaratıcısı Allah-ü Teâlâ... Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah (CC)’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşur.” (Râ’d:28) Allah (CC)’a yönelen bir kalbin sahibinde sevgi, merhamet, iyilik, hoşgörü gibi ulvî duygular gelişir. İç âlemi zenginleşir. Gönül âleminde nur meydana gelir ve sonunda huzur ve mutluluk iklimine yelken açar. Kalbin bu ulvî yüksekliğe ulaşması için ehil kılavuzlara ihtiyaç vardır. Kendisi bu noktaya ulaştıktan sonra, başkalarını da yükseltebilecek kemâlât ehline... Bu gönül mimarlarından biri de Gümüşhaneli Dergâhı’nın postnişinlerinden Ana Baba Hakları 12 Silsile-i Zeheb’deki Mürşid-i Kâmil Mehmed Zahid Kotku rahmetullahi aleyhtir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin naklettiklerine göre babaları O’na: “Oğlum Mehemmed!” diye hitap edermiş. Soyadlarının ‘mütevazi’ manasına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi. Tevellütleri; hicrî 1315, milâdî 1897 yılında Bursa Şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba evinde vaki olmuştur. Ailesi Babaları ve anneleri Kafkasya’dan 1297’de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir. Babaları İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber (sav) sülâlesinden bir Seyyid ve mutasavvıftır. 1929’da 76 yaşlarında iken Bursa Ovasındaki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur. Anneleri Sabîre Hanım da Seyyide’dir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri 3 yaşlarında iken muhterem anneleri yeni bir kardeş dünyaya getirmiş ve lohusalık hali devam ederken şehit olmuşlardır. Bursa’da bulunan Pınarbaşı Kabristanı’na defnedilmişlerdir. Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin muhterem anneleri ile ilgili hafızalarında kalan tek şey; muhterem babalarının bir bayram öncesi eve gelirken yanında bir çift pabuç getirmesi ve “Oğlum Mehemmed, annen sana bunları cennetten gönderdi” demesidir. Mehmed Zahid Kotku Bu anne ve babadan doğma ağabeyleri Ahmed Şâkir (1308 – 1335) subaylık yapmış, Kudüs’te ve Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip, Söğütlüçeşme mezarlığına defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşleri daha olmuşsa da çok yaşamamış ve birkaç aylık iken vefat etmiştir. Babalarının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım’ladır. Ondan doğma üç kız kardeşleri olmuştur. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (ks)’dir. Bugünkü anlamda ipek böcekçiliği zanaatını Kafkasya’dan Bursa’ya dedeleri getirmişlerdir. Kendileri çok köklü ve zengin bir aileye mensup olmakla birlikte tamamen zühd içerisinde yaşamayı şiar edinmişlerdi. Tahsili Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi’nde okumuşlar, ardından Maksem’deki idâdîye devam etmişler, sonra da Bursa Sanat Mektebi’ne girmişlerdir. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 19 yaşlarında iken 27 Nisan 1916’da askere alınmışlar, senelerce askerlik yapıp, birçok hastalıklar atlatmışlardır. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul’a dönmüşlerdir. 23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren 25. Kolordu 30. şubede yazıcı olarak vazifeye devam ettikleri, 1922 Martında hala bu vazifede oldukları hatıra defterinden anlaşılmaktadır. Tasavvufî ve Dinî Hizmetleri Hoca Efendi Hazretleri (ks) İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam 13 Ana Baba Hakları 14 etmişlerdir. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi (ra)’yi çok sevdikleri anlaşılıyor. 29 Temmuz 1920 Cuma günü, Cuma namazını Ayasofya Camii’nde edâdan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Dağıstanlı Ömer Ziyâüddin Efendi (ks)’ye intisâb eyleyip günden güne ahvalini terakki ettirmişlerdir. Ömer Ziyâüddin (ks) Hazretleri’nin, 18 Kasım 1921 (Hicri 1339) Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ks) Efendi’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmişler, birçok defalar halvete girmişler, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyle birlikte Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icâzetnâmelerini de alarak Beyazıt, Fatih ve Ayasofya Camii ve Medreselerinde derslere devam etmişler, bu esnada hafızlıklarını da tamamlamışlardır. Aynı zamanda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmetler îfa etmişlerdir. Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’ya dönerek yerleşmişler ve evlenmişler, 1929’da vefat eden babalarının yerine Bursa Ovasındaki İzvat Köyünde 15–16 sene kadar imamlık yaptıktan sonra, Bursa’da önce bir müddet Veled Veziri Camisi’nde fahri hatiplik yapmışlar, daha sonra, Üftade Camii Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşip, burada, 1945’den 1952’ye kadar hizmet etmişlerdir. 1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz (ks) Hazretleri’nin vefatı üzerine onun hizmet ettiği Zeyrek Çivicizade Camisi’nde hizmete başlamışlar ve burada 1/10/1958 tarihine kadar vazife yapmışlardı. Daha sonra İskenderpaşa Camii Şerifi’ne Mehmed Zahid Kotku nakil olunmuşlar ve vefatlarına kadar da bu camide vazifeli olarak kalmışlardır. Ahirete İrtihalleri Hocamız Mehmed Zahid (ks) Hazretleri, vefatından takriben bir sene kadar önce rahatsızlanmışlardı. Şiddetli ağrılarından sürekli olarak muzdariplerdi ve zor ayakta durabiliyorlardı. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittikleri Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat’ında dönmek zorunda kalmışlardı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdiler ve midelerinin üçte ikisi alındı. Ameliyattan sonra tedricen düzeldiler. Hatta 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttular, hatimle teravih kıldılar, vaaz ettiler, Hac mevsimi gelince de son haclarına gittiler. Orada rahatsızlıkları iyice nüksetmişti. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de İstanbul’a döndüler. 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eylediler. Cenaze namazları 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücutları, Süleymaniye Camii haziresinde, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhlarına defnolundular. Vefatları İslâm Âleminde büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha pek çok şehirde gıyablarında cenaze namazı kılınmıştır. Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu nazım şâyân-ı taaccübdür: 15 Ana Baba Hakları 16 Arkamdan Ağlama Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma! Bana ağlama,”Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme! Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır. Yazık yazık asıl o zaman denir. Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak, elfirak!” deme! Benim buluşmam asıl o zamandır. Beni mezara koyunca elveda demeye kalkışma! Mezar cennet topluluğunun perdesidir. Mezar hapis görünür amma, Aslında cânın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret! Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batma görünür amma Aslında o doğmadır, parlamadır. Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi? Neden insan tohumu için Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi? Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın? Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç! Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır. Şemâil-i Şerifi Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri uzunca boylu, iri kemikli, yapılıca, heybetli, pehlivan gibi bir zattı. Beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idiler. Gençken zayıf olduklarını, öksüzlükte yemek yerine yu- Mehmed Zahid Kotku murta içivererek böyle iri vücutlu olduklarını gülerek anlatırlardı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir halleri vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir, gönül alırlardı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözleri içinde kırmızılık, sırtlarında ve karınlarında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızaları çok kuvvetli idi, konuşmaları tatlı ve sâfiyâne idi. Şahsiyetleri Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, çok iyi bildiği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manalı ve nükteli cevaplar verirlerdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında seslerini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticalen konuşurlardı. Kerametlerini gizler, kendilerini hiç belli etmez, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, mütevazi, güler yüzlü, bakışlarıyla insanın içini okur, herkesin haline göre konuşur, kişinin bilmediği şeyi sorup mahcup etmezlerdi. Talebelerine ve insanlara karşı alçak gönüllü davranır, onlara bir kardeş gibi muamele ederlerdi. Öyle ki, bu duruma aldanan insanlar, kendilerini nerede ise bir arkadaş gibi görürdü. Çok temiz ve titizlerdi. Önüne bir şey damlasa “eyvah kabahat ettik” derlerdi. Çoğu zaman sofralarında misafir bulunurdu. Hiçbir zaman hiçbir kimseye emir vermezlerdi. Zengin fakir demez, herkesin davetine gider, gönül yaparlardı. Bazen de davetsiz gider, fakir yahut hastanın gönlünü alır, dua ederlerdi. Sıkıldıklarını hiç belli etmezlerdi. “Aman sakın bir kalp kırmayın, kırarsanız o size yeter de artar” derlerdi. Dost- 17 Ana Baba Hakları 18 larına vefaları emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar, sorarlardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara karşı hiçbir yardımı esirgemezlerdi. İnsanlarla konuşurken, gülümseyerek söz söylerler, kimseye doğrudan şöyle yap, şöyle yapma demezler, îmâ ile, misalle, dolaylı yoldan arzularını anlatırlardı. Dini mevzularda olmayan suallere net cevap vermezlerdi. Özel hayatlarında ev halkına karşı müşfik ve latifeli davranır, onlara doğrudan doğruya bir şey emretmez, “bir çay olsa içeriz” gibi tabirler kullanırlardı. Hocamız (ks) Hazretleri, daima telmih ve îmâ ile söylerler, anlaşılmazsa sabrederlerdi. Midelerinin üçte ikisi alınacak hale geldiğinde bile, hastalıklarından hiçbir şikâyette bulunmamışlardı. Rahatsız oldukları, hacı annemiz tarafından kısa istirahatları sırasında çıkardıkları hafif sesle anlaşılabilmişti. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri kimseye sert muamele etmezler ve kimsenin gönlünü kırmazlardı. Kendileri İslam’a aykırı olmayan hemen her teklife ‘peki’ derlerdi. Gerçekleşmesi mümkün olmayan tekliflere bile peki demişler, vefatlarından kısa bir zaman önce de “Siz peki demesini öğrenesiniz diye, olur olmaz tekliflerinize peki diyorum” buyurmuşlardır. “Pekey demesini öğrenmek lazım” ve “Arkadaşlık pekey demekle kaimdir” sözleri meşhurdur. Tevâzu ve Teslimiyetleri Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri o kadar büyük bir tevazu sahibi ve kendisini gizlemekte o kadar mahir idiler ki; en iyi bildikleri bir mevzuyu dahi, muhatapları, Hocamız Mehmed Efendi (ks)’nin bilmedikleri zannı ile uzun uzun izah ederken, Hoca Efendi (ks) Hazretleri hiç seslerini çıkarmadan, onu sonuna kadar dinlerlerdi. Ziyaretlerinde bu- Mehmed Zahid Kotku lunmuş bir yabancı, Hocamız (ks)’ın tevazusunu ‘riyaya kaçmayan bir tevazu’ olarak nitelendirmiştir. Kendileri; kerametleri zahir büyük bir mürşid-i kâmil ve zamanın kutbu olmalarına rağmen, makamını ve kemâlâtını gizlerler, normal insanlardan biri gibi görünürlerdi. Talebeleri kendilerinin bu halinden çoğu zaman aldanır ve edebe muhalif laubaliliğe düşebilirlerdi. Gene bu tevazu sebebiyle insanlar Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni cana yakın bulur, kendisinden çekinmez ve O’na yaklaşır, istediği suali içinden veya dışından sorardı. Suallerin cevapları, soranı mesul mevkide bırakmamak için net olmaz, dolaylı olurdu. Tasavvufu çok iyi biliyor, ne muazzam mutasavvıf, ne kadar üstün bilgili adam, denmesini hiç mi hiç istemezlerdi. Bilen bilmeyen herkese kapılarını açık tutmak için tevazuyu hiç terk etmemişlerdi. Her görenin O’nu bir köy imamı zannetmesine bayılırlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin zamanın kutbu oldukları, pek çok kişinin harikulade hallerine şahit olmaları ile son zamanlarında anlaşılabilmiştir. Seyyid oldukları ise ancak vefatlarından sonra öğrenilebilmişti. Daima herkese kapıları açıktı. Günün beş vakti Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni görebilmek O’nun sohbetinde bulunabilmek mümkündü. Hiç bir kimseyi kapılarında bekletmemişler ve kapılarından geri çevirmemişlerdi. Kendisine ulaşamayan fakat bir şey sormak isteyen veya bir müşkülü olana da, onu hiç kırmadan, ona en ufak bir külfet vermeden ulaşmasını bilirler, bunu da büyük bir gizlilik içinde yaparlardı ki bunların çoğu vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır. Birini dinlemekte, maddi ve manevi derdine çare aramakta çok cömert olmakla beraber, fevkalade maddi sıkıntılar içinde olduklarında dahi, ihtiyaçlarını hiç kimseye söyle- 19 Ana Baba Hakları 20 memişlerdi. Kimseden, kimse için de para ve diğer yardımlar hususunda aracı rolüne girmemişlerdi. Kimsenin işine, eşine, aşına, mesleğine, meşrebine, gelirine, giderine, evine barkına, vasıtasına, makamına, mansıbına, giyimine, kuşamına, varlığına, yokluğuna ne karışır ve ne de özenirlerdi. Bir keresinde Mekke-i Mükerreme’de kendisine sadaka vermek isteyen bir yabancının verdiği parayı kabul etmişler ve yakınları hayretle nedenini sorduğunda “biz o parayı almasaydık, o kişi her sadaka verişinde ‘acaba reddedilir miyim’ diye tereddüt edecekti” buyurmuşlar, o sırada oradan geçen bir ihtiyaç sahibine, paranın üzerine birkaç mislini de koyarak tasadduk etmişlerdir. Kıskançlık ve çekememezlik sanki lügatlerinden tamamen silinmişti. “Ben falancadan ders almak istiyorum” diyene de iltifatkâr davranarak o kimseye nasıl ulaşacağını ince ince ve zevkle anlatırlardı. Daima gönüllere Allah (CC) sevgisi nakşetmeyi gaye edindikleri, her tavırlarından anlaşılıyordu. Hanımlara ders tarifi yapmaktan son derece çekinmişlerdi. Zaruret hallerinde ancak karı-kocaya, baba-kıza veya yanında muhterem validemizi bulundurarak odanın dışında oturan bir hanıma ders tarif ettiklerine rastlanmıştı. “Sen bu tarif ettiklerimizi hanımına da anlat, o da derslere devam etsin” dedikleri de olmuştu. Hanımlara cihad olarak; kocalarına hizmet etmeyi ve evlerine sahip çıkmayı, çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirip terbiye etmeyi, dedikodulardan son derece uzak durarak, civarına İslam’ı yaymaya çalışmayı tavsiye ederlerdi. Sünnete Olan Bağlılıkları Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri hizmetleri ve sohbetleriyle olduğu kadar yaşantısıyla da insanlara İslamî bir Mehmed Zahid Kotku hayatın nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Muhterem Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin kendisini en çok etkileyen yönünü “Sünnetleri ihya etmek, Peygamber gibi yaşamak... Yani hal ve hareketlerini Efendimiz (sav)’e uydurmak...” şeklinde anlatıyordu. “Sanki Rasulullah (s.a.v)’ı görüyor da, O nasıl hareket ediyorsa öyle hareket ediyorlardı” diyordu. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idiler. Kadîm dostları, üstadlarının meclisine gittiklerinde Hoca Efendi (ks) Hazretleri’nin diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduklarını anlatırlar. Bu bağlılıkla ilgili olarak, Aziz Efendi Hazretleri (ks) 1950 senesinde aşağıdaki menkıbeyi aktarmışlardır: “İki arkadaş vardı, bunlar Cuma namazlarını Hocaları Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin kıldığı camide kılmak isterlerdi. O Hazret de Cuma’yı ya Beyazıt, ya da Ayasofya Camii’nde kılardı. Bu arkadaşlar Cuma vakti, önce Beyazıt Camii’ne gelirler, kapıdaki deri perdeyi kaldırıp içeriyi koklarlar, Hocalarının kokusunu alırlarsa içeri girerler yoksa Ayasofya’ya giderlerdi.” Bu iki arkadaştan birinin Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri olduğu bilinmektedir. Nitekim Rasulullah’la (sav) rabıtalı olanlara has olan bu koku, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nden de yakınındakiler tarafından defaten duyulmuştur. Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet ederler, talebelerini de bunlara teşvik ederlerdi. Ziyaretlerine gelene sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlarlardı. Gönüllere ve rüyalara Allah’ın izni ile tasarrufları vardı. Bereket gittikleri yere yağar; bolluk O’nunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerlere O gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî 21 Ana Baba Hakları 22 ve manevi hallere ve ikramlara gark olur, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı. Bütün ihvanı içinde belki de kendilerini en iyi anlayan ve ona göre davranan da muhterem eşleri Hacı Annemiz Hazretleri olmuştur. Günlük oturdukları mindere bir kez bile -velev ki çocuk dahi olsa- başkasını oturtmaz, Hoca Efendi (ra) hakkında fevkalade titizlenir, başkaları tarafından -çok yakın aile bireyleri de olsa- özel eşyalarının kullanımına izin vermezlerdi. Hoca Efendi Hazretlerine (ra) ve ihvana karşı cansiperane hizmeti ibadet bilirler, yaz-kış soğuk-sıcak demeden her gelene yemek hazırlarlar, kahvaltı ikram ederlerdi. Çayın o kutlu hanede kaç kez demlendiği bilinmezdi. Bunları yaparken özellikle 1960 yıllarında her gün dışarıda maltız yakılır, yemekler orada pişer, çay orada demlenirdi. Ömürleri boyunca evlatları ve torunları tarafından muhterem Hacı Annemiz Hazretlerinin bir kez yattıkları, uyudukları görülmemiştir. Bir kez bile olsa ‘yoruldum’, ‘bittim’ gibi bir şikâyetlerine şahit olunmamıştır. Bunları burada bir vefa örneği olsun diye arz etmeyi borç biliriz. Şunu da kanaati acizanemiz olarak uygun bulduk ki böyle bir mürşidin arkalarında onlara hizmet ve vefada sanki bir Hatice-i Kübra validemizin 20. asırdaki ruhdaşını gördük demek abartılı olmasa gerektir. Talebelerini Yetiştirme Tarzları Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri gerçekten milletimize Mürşid-i Kamillik örneği göstermek üzere yetiştirilmiş gibi, faaliyetlerini ülfetin tesisi için sürdürmüşlerdi. Var gücü ile enaniyeti terke, her şeyde Allah (CC)’ın rızasını arayarak O’nun sevgili bir kulu olmaya, dedikodu ve gıybet et- Mehmed Zahid Kotku memeye, milletin birliği ve beraberliği için çalışmaya kararlı bir şekilde hiçbir nefesini boşa geçirmeden gece gündüz gayrete soyunmuşlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri dersini dinleyenlere yeni bir şey anlatıyorsa, sanki kendileri de yeni öğrenmiş gibi anlatırlar ve “bugün bir eserde yeni bir şeye rastladım” derlerdi. Böylece dinleyenler için tatbik hususunda geç kalınmadığını, bu yaşlarında olmalarına rağmen kendilerinin de yeni öğrendiklerini üstü kapalı olarak söylemiş olur ve bu hâl üzere talebelerini eğitirlerdi. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırlardı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederler, yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazlardı. “İnsanları ıslahın bir kaç lâfla ve münakaşa ile değil, hâl ile ayrıca sabır ve çalışmakla olacağını” buyurmuşlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin sohbetlerindeki buluşlara teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Çok uzun ve derin düşünürler, bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştukları olurdu. 1980 senesinde tedavi görmekte oldukları kum havuzunun içerisindeyken söylemiş oldukları şu sözler, sâlikin Allah (CC) yolundaki görevini harikulade bir tasvirle anlatmaktadır: “Süluktan murad, eriştiği mertebede sineğin kanadına değmeyen dünya ve içindeki mülevveslikten uzak olmak kaydı ile müsterih bir zevkle yaşarken, vasıl olamadığı mertebeler için işte şu kum taneleri adedince gam çekmekten ibarettir.” Bu yolun ilme dayandığının şuuru içinde kesbî ve vehbî ilimlerde zirveye erişmişlerdi. Nitekim bir talebesine “Evladım, işte bu Kur’an-ı Kerim bize tam 30 yılda sure sure değil, 23 Ana Baba Hakları 24 sayfa sayfa değil, âyet âyet değil, kelime kelime yutturuldu.” buyurdukları nakledilmektedir Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, en katı kalpli bir kimseye dahi nazar etseler veya o kimse vaaz ettikleri camiye ya da sofrasına olsun, bir kerecik getirilse, kalbi yumuşardı. Sosyal ve Ekonomik Yaşamdaki Etkileri Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri yalnız ‘gönüller sultanı’ değildi. O aynı zamanda güzel ülkemizin manevi ve maddi kalkınmasını ve güçlenerek İslam âlemine örnek olmasını isteyen ve bunu canı gönülden teşvik eden bir dava adamı idi. Bireysel kazanımların bir araya getirilerek ‘toplum yararına’ yatırımlara dönüştürülmesini işaret ve teşvik ederlerdi. “Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum! ... Yabancı diyarlara ekmek parası için giden işçilerin o diyarlara gitmemesi var iken buna mecbur kalınması beni üzüyor. O getirilen otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve aç susuz vatandaşlara iş bulunsa, hem onlar İslam diyarında yaşama imkânı bulur, hem de biz, yabancıların kölesi olmazdık” buyurmuşlardı. Birçok konuşmalarında, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ekonomik yönden, özelikle de küçük sanayi ve ağır sanayide, dışarıya bağımlı olmamak için sanayileşmek gerektiğini dile getiriyorlardı. Türkiye’nin ekonomik bağımlılığının, kültürel bağımlılığı getireceğini misallerle izah ediyor ve bunun da Batı’ya tutsaklık anlamına geldiğinin şuuru ile müslümanların kalkınması için birleşmeyi, bir ibadet gibi algılamalarını istiyor ve “teşebbüsler, şirketleşerek yapılırsa daha kalıcı, daha güçlü, daha heybetli ve daha güzel olur” diyorlardı. Mehmed Zahid Kotku Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin Türkiye’nin sorunlarına getirdikleri çözüm önerileri, sadece düşünce düzleminde kalan fikirler değildi. Meselâ millî sanayimizin kurulmasını gündeme getirmişler, bilâhare incelemelerde bulunmak üzere yurt dışına çıkmışlar ve böylece bir tabu gibi görünen yerli sanayinin kurulmasıyla ilgili korkuların aşılmasına yardımcı olmuşlardı. Bizzat teşvikleriyle kurulan ve zamanında Avrupa’nın en büyük fabrikaları olan tesisler bu bağlamda güzel, canlı birer örnektir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, mevki, makam ve para tutkunu olmaktan kurtarmaya çalıştığı insanları bir yandan da Türkiye’nin yönetimine talip olmaya yönlendiriyorlardı. Çünkü güzel yurdumuzun ancak mevki ve makam düşkünü olmayan insanlar eliyle kalkındırılabileceğine inanıyorlardı. Ahlâkıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratan’dan dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fetheden Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, hayatın her anına ‘inancın’ hâkim olması için çalışmışlar, geriye imzalı imzasız birçok eser bırakmışlardır. Vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınlar, her kademeden talebeler... Hocamız (ks) Hazretlerinin, vefatlarından bir hafta önce, hacdan dönerken Medine-i Münevvere’de yaptıkları bir konuşmadaki şu sözleri O’nun yaşam felsefesinin hem bir özeti, hem de sevenlerine bıraktığı mirasıdır: “Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok. İş, Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte. İş, Allah (CC)’ ın rızasını kazanabilmekte... İş, Allah (CC)’a sevgili kul olabilmekte.” 25 Ana Baba Hakları 26 Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinden Nasihatler “Sen amellerin işlendiği ve fakat hesap sorulmadığı şu zamanda fırsat eline geçmişken değerlendirmeye bak. Amel işlemenin mümkün olmadığı, orada işlense de beş para etmeyeceği, pişmanlıklarla yerin göğün inleyeceği ve fakat hesap sorulacağı, hesap görüleceği, dönüşü olmayan ahiret mekânına doğru gidiyorsun. Şuurlu ol, akıllı ol. Aklını güzel işler yapmakta kullanmaya bak. Büyüklerimizden ibret al. Boşa zaman geçirme ey aziz kardeş” “İnsan dakikada ortalama 18 defa nefes alıyor. Her nefesinde Allah (CC)’a karşı zimmetlenmiş olur. Kalp atışları ise normal olarak dakikada 72 adettir. Şu halde sen ey kardeş, her dakika 72 kere sana bu atışı temin eden Rabbini anmaya mecbur değil misin? Bu şuurda yaşamalısın. Bir günde 24 saat ve 1440 dakika var. Şu hale göre günde 26,000 defa ‘Allah’ diyesin ki nefeslerinin karşıtı kadar Rabbini zikretmiş olasın. Kalbinin atışlarını düşünecek olursan günde 104,000 defa Rabbini anabilmelisin. Biz öyle veliler tanıyoruz ki Rabbimizin yeryüzünde ‘Rahmet’ olarak vazifelendirdiği peygamberler adedinden fazla ‘Allah’ demeyi kendi nefislerine borç bilmişler, yani günde 125,000 defa Rablerini anmışlar. İşte bunların duaları sayesinde bu ülkenin pek çok yerine kâfirler girememiş, karşılarında hiçbir fiziki ve maddi güç olmamasına rağmen, korkularından ülkeye girmelerine fırsat bulamadan def olup gitmişlerdi. Çanakkale niçin geçilemedi bir düşün. Karşılarında daima ehl-i zikrin duaları vardı. Her dua kâfirin tepesinde mermi gibi işlem görmedi mi? İşte bu zikirler seni öyle bir sevgili kul haline getirir ki 4 dakikada Mehmed Zahid Kotku bir derece yani takriben saatte 1700 km hızla dönen şu dönek dünya senin ayaklarının altında döner de sen dönmezsin aziz dostum, sen döndürülmezsin aziz kardeş. Herkes dönek olsa da gene sen dönek olamazsın. Yalan dünya içindekilerle döne döne ömrünü yitirir de sen dönmezsin! Sen dönmezsin! Rabbinin sevgili kulu olarak şu fâni dünyada kimseye zarar vermeden ömrünü tamamlar, arkandan dualar edilen biri olur gidersin. Allah (CC) seni ya ‘Allah’ demen veya birine ‘Allah’ dedirtmen için yarattığını hiç hatırından çıkarmamalısın. Sen böyle olmaya devam edebilsen, Rabbin senin ayağını dünyaya bastırmaya kıyamaz. Şunu hatırından çıkarma ki Cenab-ı Hakk’ın gizlediği ‘İsm-i Azam’ senin içindedir. Bul onu çıkar. Göreyim seni. Bu Rabbimin taahhüdüdür. İsmi A’zam senin içinde olur da hiç Rabbim seni incitir mi? Senin burnunu bile kanatmayacağı gibi... ‘Ya Sâriye! İle-l Cebel!’ dediğinde 1500 km mesafeden sesini duyurur. İşte meydan!” “İnsanlarla iyi geçinmek istiyorsan kimseyi tenkit etme! Fakir zengini, zengin fakiri tenkit etmeye kalkmasın. Halkın sevdiğini halka şikâyet etmeyin. (Halkı kandıranların halka anlatılması ise ibadettir). Kimsenin işine, gücüne karışma! Dedikodu yerlerinde bulunma! Kardeşlerinizi sık sık ziyaret ederek ‘acaba hangi hizmetinde bulunabilirim, hangi işine yarayabilirim’ düşüncesini sakın terk etmeyin. Bu düşünce, sizin muhabbetinizi artıracaktır” Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin, 1980’deki son haclarında Mekke-i Mükerreme’de bir ‘veda hitabeti’ niteliği taşıyan şu konuşması çok manidardır: “Buralarda bin sevap işleniyor. Bir taraftan da bin günah işleniyor. Hâlbuki bir anlık cihad kırk hacdan efdaldir. 27 Ana Baba Hakları 28 Bir anlık nefis ile mücahede (büyük cihad) ise seksen nafile hacdan efdâldır. Büyük cihad ise ancak halvetlerle olur. ‘Allah’ demekten daha büyük ibadet mi olur? Halvette her nefeste ‘Allah’ deme alışkanlığı edinirsin. Halvet cami, mescid gibi yerlerde olduğu gibi evde de olur. Buralara gelmek yerine yılda üç defa, yani Ramazanın son on gününde, Zilhicce’nin arife günü dâhil on gününde, Muharrem’in ilk on gününde halvet usullerine uygun olarak bir yerde geçirmenizi, orada ne yapacağınızı da Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretleri’nin (ra) eserlerini okuyarak öğrenmenizi tavsiye ediyorum. Bir daha toplu olarak buralara gelemeyiz. Toplu olarak da bulunacağımızı zannetmiyorum. Ne dervişlikte ne imamlıkta, ne şeyhlikte iş yok, iş Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte, iş Allah (CC)’ın sevgili kulu olabilmekte. Allah (CC)’ın rızası ise devamlı günahlardan kaçarak ve ibadetlerle öğrenilir. Çok bilmek hüner değil. Her ilmin üstünde ilim vardır. Çok paranın da hesabı çoktur. Kuvvete sahip olmak da hüner değil, hüner o kuvveti, o ilmi, o parayı Allah (CC)’ın emrinde kullanabilmektedir. İlim, edeb ve takvayı beraber yürütün. Gönlünüze şeytanı sokmamaya çalışın, çıkarması çok zordur. Gümüşhanevi (ks) Hazretleri, günahları ihtiva eden kitaplarını -Necatü’l Gâfilîn’i- her salike 1000 defa okuturlardı. Siz de okuyun. Buralara farz hac için veya başka maksatla gelinecekse, ceplerinizi iyice doldurarak gelin. Sakın kimseye sığınmayın. Onun bunun yardımı ile hac etmeye kalkmayın. Yerlerde sürünür gibi hac yapmayın. İbadetiniz bitince de hemen memleketinize dönün.” Mehmed Zahid Kotku Evrad-ı Şerif’in İnşası Aziz Kardeşlerim! Bu güne kadar pek çok dua kitapları yayınlanmıştır. Abdûlkadîr Geylâni, Ahmed Rufâi, Hasan-ı Şazeli, Muhammed Bahaüddin Nakşibendî Hazretleri gibi daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük, haftalık evrâd kitapları inceden inceye tetkik edilerek şu an evlerde, mescitlerde takip edilmekte olan ‘evrad-ı şerîf’ meydana gelmiştir. Bu tarzdaki yedi günlük evrâdı bir daha meydana getirmek imkânsızdır. Bu Kur’an evradına ilaveten; Buhari, Tirmizi, Cami’us-sagir, Ramuz ve diğer hadis kitaplarındaki Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek dudaklarından dile gelmiş zikir ve dualarla üstad-ı muhteremimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks)’nin tertip ve bizlere emanet ettikleri iki binden fazla sayfalık üç kitaptan seçme dua ve zikirler alınmıştır. Dikkat etmelisin ki senin oradan buradan duyarak biçimlendirdiğin dualar bunların yerini tutmaz. Sen bu evraddaki duaları usulüne uyarak oku. Cenab-ı Hak muhtaç olduğun ve olacağın her şeyi bilir. Onları dilediği zaman sana ihsan eder. Her kim ki bu evradı salih bir niyetle, ihlâsla okusa, Allah (CC)’ın izni ile muradına kavuşur. Bu evrad-ı şerifi günü gününe ve Allah (CC)’dan ümidini kesmeden sürekli olarak okumaya devam etmelisin. Niyetinin halis ve saf olmasına dikkat et. Allah (CC), canı gönülden okuyacağınız evrad-ı şerifin feyiz ve bereketini sizden ve bizden eksik etmesin. Bu evrad-ı şerif ile beraber; Allah (CC) bizlere müslüman olarak yaşamayı, müslüman olarak ölmeyi sonsuza kadar cennette sâdât efendilerimiz ile beraber kalmayı nasib etsin. Mehmed Zahid Kotku (ks) 29 Ana Baba Hakları 30 Üstadımız Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri, tertib ettiği bu muazzam eser olan ‘Evrad-ı Şerif’ ile bir kimsenin ilaveten hangi namazları kılacağını, namazlardan sonra hangi sureleri okuyacağını, hangi zikirleri yapacağını, rabıta çeşitlerini anlatmıştır. Kendisi, kimsenin bir kelime dahi ekleyemeyeceği zarafette, sanki ‘Halidiyye’ ye merbut yepyeni bir ‘Zahidiyye’ nin karkasını teşkil edercesine, efradını cami, ağyarını mani olan bu ‘Evrad-ı Şerif’ i inşa etmişlerdi. Mehmed Zahid Kotku Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretlerinin Altın Silsile-i Şerifleri Silsile-i Zeheb 1. Başımızın tacı, gönüllerimizin tabibi, dünya ve ahiret şefaatçimiz, hidayetimizin, gözlerimizin ve letâifimizin nuru, yaratılmışların en üstünü: Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sas) Sıddıkiyye 2. Peygamber Efendimiz (sav)’in en sadık ve mağara arkadaşı, ashabın en üstünü, Sıddıkıyye’nin kurucusu: Hz. Ebubekir Sıddık (ra) 3. Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi ailesine severek dâhil ettiği: Hz. Selman el-Farisi (ra) 4. İmamların imamı: Hz. Kasım İbn-i Muhammed (ra) 5. İmamların rehberi: Hz. Cafer-i Sadık (ra) Tayfuriyye 6. Kutupların kutbu: Hz. Beyazid el-Bestami (ks) 7. Evliyalar kutbu: Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (ks) Haceganiyye 8. Kutupların kutbu: Hz. Ebû Ali el-Faremedi (ks) 31 Ana Baba Hakları 32 9. Kutupların kutbu: Hz. Yusuf el-Hemedani (ks) 10.Kutupların kutbu: Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (ks) 11.Evliyanın kutbu: Hz. Arif er-Rivgeri (ks) 12.Evliyanın kutbu: Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (ks) 13.Evliyanın kutbu: Hz. Ali Ramiteni (ks) 14.Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (ks) 15.Evliyanın kutbu: Hz. Emir Külâl (ks) Nakşibendiyye 16.İmamların imamı, kutupların kutbu, Silsile-i Zeheb’in sürekli düzenleyicisi, Abdülhalık el-Gûcdüvani’nin kabri şeriflerinden tarikatın bütün boyutlarını ve özellikle ‘hâfî’ zikrinin inceliklerini tahsil eden, sürekli feyiz ve nur kaynağı Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi el-Buhari (ks) 17.Nakşibend Hazretleri’nin damadı şerifi ve evliyanın kutbu Hz. Alâeddin Attâr (ks) 18.Evliyanın kutbu: Hz. Yakub el-Çerhi (ks) 19.Evliyanın kutbu: Mehmed Zahid Kotku Hz. Ubeydullah Ahrâr (ks) 20.Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Zahid (ks) 21.Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Derviş (ks) 22.Evliyanın kutbu: Hz. Hacegi el-Emkenegi (ks) 23.Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Baki (ks) Müceddidiyye 24.İkinci bin yıl yenileyicisi, evliyanın kutbu, tarikatı şeriattan her boyutu ile ayırmadan; yeniden ırk, dil, coğrafi tüm farklılıkları İslam’a endeksleyerek projelendiren: Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk es-Serhendi (ks) 25.İmam-ı Rabbani’ nin oğlu, evliyanın kutbu, urvetü’lvüska: Hz. Muhammed Masum (ks) 26.Evliyanın kutbu: Hz. Şeyh Seyfüddin (ks) 27.Evliyanın kutbu: Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (ks) 28.Evliyanın kutbu: Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (ks) 29.Evliyanın kutbu: Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (ks) 33 Ana Baba Hakları 34 Halidiyye 30.Evliyanın kutbu, açık ve gizli ilimlerde iki kanat sahibi, efendimiz, rabıta şeyhimiz, hâfî zikirlerin tümünü yeniden tanzim eden: Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (ks) 31.Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi’nin özel olarak yetiştirdiği, tarikatların efendisi, kutupların kutbu: Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (ks) Ziyaiyye 32.Evliyanın ve ariflerin kutbu, yardımcısı ve ellerinden tutanı, kendisine ulaşanların, kendisinden ne zaman olursa olsun yardım bekleyenlerin rehberi, yol göstericisi, Rahmân’ın ahlâkı ile teçhiz edilmiş, Kur’an’ın terbiye ettiği, Rasulullah’ın sünnetini ve yolunu yaşayan ve gösteren, ilim ve irfan kaynağı her türlü olgunluğa, kemalin zirvesine yerleştirilmiş ve genellikle ‘Büyük Şeyh Efendi’ diye anılan: Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (ks) 33.Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, Silsile-i Zeheb’de Allah (CC)’a dayanmanın, yönelmenin istikametinden zerre miktar sapmayan, tüm evliyanın, ariflerin, âlimlerin kutbu olmasını bilen: Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (ks) 34.Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliya ve ariflerin kutbu, gizli ve açık ilimlerin iki kanadı: Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (ks) Mehmed Zahid Kotku 35.Büyük şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliyanın, ariflerin, âlimlerden tarikata muhabbet besleyenlerin kutbu, arif yetiştirmekte Büyük Şeyh Efendiye en yakın hizmetkâr, Kur’an, Hadis hafızı: Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (ks) 36.Büyük şeyh Efendiden özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş bulunan, evliyanın, ariflerin, kemali olanların ve silsileye muhabbet besleyenlerin kutbu: Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (ks) 37.Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitimle feyiz yollarını öğrenen, kutubların, ariflerin kutbu: Hz. Hasib es-Serezi (ks) (Vefatı: 15/05/1949) 38.Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitim gören kutupların, ariflerin, kemal sahiplerinin kutbu ve yol göstericisi Hz. Abdülaziz el-Kazani (ks) (Vefatı: 02/11/1952) Zahidiyye 39.Mustafa Feyzi Hazretleri tarafından çok özel bir eğitimle yetiştirilmiş olan, Kur’an ve Hadis hafızı olmakla beraber, Seyyidliğini gizleyebilen, kutubların, ariflerin, hocaların, kemâl sahiplerinin kutbu, silsileye muhabbet besleyenlerin yol göstericisi, zikri ve rabıtaları ve hatta Hatmi Hace’yi çok basitleştirerek tasavvufta ilerlemek isteyenlerin ayırt etmeden elinden tutanı, yardıma ihtiyacı olana Allah (CC)’a borç verir gibi koşanı Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (ks) (Vefatı: 13/11/1980) 35 Ana Baba Hakları 36 Silsile-i Zeheb’de bulunanların bariz vasıfları nasıldı? Onlar Allah ve Rasulüne ve silsiledeki büyüklerine saygılı, anlayışı yüksek, kavrayışı eşsiz kimselerdi. Kalplerinden dünya sevgisi çıktıktan sonra, Letâiflerindeki tüm kirlilikler tevfik nurlarının süpürgesi ile temizlenmişti. Onlar; müridlikten, arifliğe, ebrarlığa, zâhidliğe, sahib-i ahvâle çok süratle gelmiş kimselerdi. Onlar erbain fırınlarında, istiğfar ateşinde tevfik alevi ile hidayet sıcaklığında sırat-ı müstakim mayasıyla pişirilmiş kimselerdi. Onlar yal dervişini, kal dervişini kollarının arasında muhabbet ateşinde pişirip hâl dervişine döndürmek için çalışır Allah dostları ile. Ebûbekir (ra) buyurdular ki: − Ölümü her an hatırlayalım. − Allah ve Rasulünün sakınılmasını emrettiklerine yaklaşmayalım. − Dünyada, nefislerimizi Rabbimizin rehin aldığı şuuru içinde olalım. − Ecellerimiz gelmeden, dünyada ahiret için yarışalım. Selman (ra) buyurdular ki: Selman (ra)’ın son nefesine yakın bir halde ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklar içinde ağlarken Sâd bin Ebi Vakkas (ra) ziyaretine gelmiş ve niçin bu kadar ağlıyorsun? demişti. Selman (ra) da: − Rasulullah’ın huzuruna giderken nasıl ağlamayayım. Vasiyetini tutamamış bir ümmet olarak utanıyorum. O Rasul bana buyurmuştu ki: “Sizin dünyadaki azığınız, binek bir hayvanın üstünde yolculuk etmekte olanın yanındaki azığı kadar olmalıdır” Ben ağlamayayım da kim ağlasın be kardeşim diye cevap verdiler. Mehmed Zahid Kotku Cafer-i Sadık (ra) buyurdular ki: − Yaratılmayanın peşine düşüp de harap olmayalım. Onun peşine düşersen yorulursun fakat gene de ona kavuşamazsın. − Ya Şeyh, Rabbimizin yaratmadığı nedir? − Dünyada müslüman için rahatlıktır. Gel şu yaratılmayan rahatlığın peşine takılmayalım. Abdulhalık el-Gûcdüvani (ra) buyurdular ki: − İnsanların hor görmesini, rağbet ve teveccühüne tercih edelim. − Dünyaya aldanmayıp, ölüme hazırlıklı olalım. − Ahiret ilmini dünya bilimine, ahireti tümü ile dünyaya tercih edelim. − Allah’ın rızka kefil olduğunu hiç hatırdan çıkarmayalım. − Çok gülerek kalbi öldürmeyelim. − Allah’tan gayri hiçbir şeyden ve kimseden korkmayalım. Şahı Nakşibend (ra) buyurdular ki: − Dünyanın şöhretinden, izzetinden ilişiğimizi keselim. − Halkın itibarından ve vereceği mertebelerden vazgeçelim. − Başkalarının müptelâ olduğu dünyalığın bizden uzaklaşmasından dolayı Rabbimize şükrü artıralım. − Bize verilmeyeceğini bildiğimiz bir şeye karşı hür olduğumuzu, verilmesini çok istediğimiz şeyin ise kölesi olduğumuzu hiç hatırımızdan çıkarmayalım. − Bu yolda vücud perdesinden daha büyük ve daha güçlü perde olmadığını düşünelim. 37 Ana Baba Hakları 38 − Kendi can ve cismimize karşı muhabbeti silelim. − Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer ömür geçirmek mümkündür. − Amellerimizde sürekli azîmeti seçelim. − Farz ve sünnetlere, nafilelere bütün gücümüzle sarılalım. İmamı Rabbânî (ra) buyurdular ki: − Allah’a karşı yalvarıcı, kalbi kırık ve O'na her an sığınıcı olalım. − Nefsimize büyüklük ve üstünlük pâyesi vermeyelim. − Dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünya adamlarından, onlarla sohbetten uzak duralım. − Gıybetten, kötü zandan, kendi nefsine başkasının kötü zan beslemesinden olabildiğince uzak duralım. − Günah ve mekruhlardan göze gelen simsiyah şualar seninle Rabbinin arasını açar. O halde gözü haram ve mekruhların her türlüsünden koruyunuz. − Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer yapıya kavuşturmak mümkündür. Mevlâna Halid (ra) buyurdular ki: − Dünyada ömür sürerken ölümü, ahiret hallerini ve bunların gerçek sahibini hep hatırda tutalım. − Allah’ın hoşnut olduğu evliyanın kalplerinde yer edenler büyük devlete konmuştur. − Bedeni beslemeye çalışandan, makam ve mevki sahibi olmak isteyenden, bidat sahiplerinden, gösterişe kapılanlardan mümkün mertebe uzakta bulunalım. Mehmed Zahid Kotku − Fıkıh ve ilm-i sahih ile sürekli ilgilenelim. − Başkasına hiçbir şekilde yük olmayalım. Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ra) buyurdular ki: − İhlâs ile islâh etmek dünya sevgisinin terkine bağlıdır. − İsraftan ve israf edenlerden uzak duralım. − Yüksek ve görkemli binalara, insanların özendiği bineklere, aşırı her türlü ziynete itibar etmeyiniz. − Diyarı küffara ait kefere sözlere, kaplara, giyim kuşama, yiyeceklere, ev eşyalarına özenmeyelim. − Âlim ve ebeveynden gayrisinin elini öpmeyelim. Kimseye boyun eğmeyelim. İhtiyacımızı kimseden talep etmeyelim. Mehmed Zahid (ks) buyurdular ki: − İdarecilikte şu üç hususa dikkat edelim: • Daima adaletle muamele ediniz. • Müşavirleri Allah’a itaat edenlerin arasından seçiniz. • Emaneti, Allah ve Rasulüne itaat edenler arasından ehillerine veriniz. − Allah’a kulluktan alıkoyan her şey dünyadır. − Dünyayı sevmek demek, zevk ve sefa âlemlerine dalarak müptelâ olmak demektir. − Büyüklerimiz dünyada süs, saltanat, her türlü ziynet eşyalarının hiçbirine iltifat etmemişlerdir. − Dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılıp da güzel amellerden, ibadet ve taatten mahrum bir şekilde yaşamaktan şu aciz canımızı korumalıyız. − Dünyada evliya gibi yaşamak istiyorsan: 39 Ana Baba Hakları 40 • Merhamet sahibi olmalısın. • Selâmet-i sadır sahibi olmalısın. • Sehaveti- nefis sahibi olmalısın. − Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır. − Bir kimsenin mülkünde O’nun izni olmaksızın tasarruf etmek caiz olmadığına göre ve "mülk Allah’ındır" diyorsak, O’nun mülkünde O’na isyan ederek, O’na itaat etmeyerek yaşamak hiç mi hiç caiz değildir. − Silsile-i Zeheb'dekiler; • Rabıta çeşitleri • Gizli zikir çeşitleri • İlmî sohbetler ve irşadlar • İlmî risaleler, ilmi kitaplar ve evrâd ile çalışmalarını sürdürdüler. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin derecâtını ulyâ eyleyip, biz aciz-ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyizyab-u nasibdâr buyursun... Âmin, bihürmeti Seyyidil-Mürselîn ve alihî ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn. MUKADDİME Bu dünyaya gelen herkesin vakti gelince gitmesi mukarrerdir. Dünya; ahiretin bir yoludur. Cennete de, Cehenneme de yol buradan geçer. Âhiret denilen âlemde bu dünyada yaptıklarımızın hesabı görülünce, kara yüzlü günahkârlardan olup Cehenneme sürüklenmek ne kadar acıdır. Bunun sebebi de Allah’u Teâlânın emirlerine uymamak, yasaklarından kaçmamaktır. Malûmdur ki, birçok kusur ve günahlar bilinmediğinden yapılmaktadır. Bunlar bilinirse, her halde insanoğlu yapmamaya çalışacaktır. Bilindiği halde yapılan günahın cezası bir ise, bilinmeden yapılan günahın cezası iki misli olacaktır. Birisi öğrenmediği için, birisi de günah işlediği içindir. Onun için her halde hayırları, şerleri, günahları öğrenmek kendi menfaatimizin iktizasıdır. Ana Baba Hakları 42 İşte öğrenilmesi menfaatimiz icabı olan hayırlardan birisi de ana ve babaya daima iyilik, ihsan, ikram ile birlikte; öldükten sonra da onları unutmayıp daima hayırla yâd etmek ve onlar için hayırlar yapmak. Meselâ onların namına sadakalar vermek, Kur’an okumak, tevhid çekmek, hac ve umre yapıvermek veya yaptırmak, nafile namazlar kılıp onların ruhlarına hediye etmek suretiyle de onları sevindirmek bizlere düşen vazifelerin başında gelmektedir. Cenâb-ı Hakk’tan cümlemize Tevfik ve hidayetler diler, olgun, kâmil müslüman olmamızı yine Hakk Sübhânehû ve Teâlâdan dilerim. İmam-ı Buhâri’nin, Abdullah b. Amr b. El-Âs (R.A.)’dan bu hususta rivayet ettiği hadîsi sizlere de duyurmayı vazife saymaktayız. Çünkü duyulmasında çok, hem de çok faideler vardır. Hadîs-i şerif meâlen şöyledir: Büyük günah olarak Allah’a şirk koşmak, vâlideyne asi olmak, adam öldürmek, bir de yalan yere yemin etmek, diye dört büyük günah sayılmıştır. Burada valideyne asi olmanın, Allah Teâlâ’ya şirk koşmak, adam öldürmek ve yalan yere yemin edip başkalarının hakkına tecavüz edenlerle beraber zikredilmesi de tabiî çok manalıdır. Adam öldürmek cinayetlerin en büyüğü olduğu gibi bunu işleyenlerin de Cehennemlik olacağını bilmeyen yoktur zannederim. Nisa sûresinin 93. âyetini iyi oku. Bir mümini kasten, bile bile öldürmek kolay, alt tarafı bir kurşuna dayanır. Fakat sonra ebediyen Cehennemde yanmak kolay mı? Bir de üstelik Hakk’ın gadâbına ve lânetine müstehâk olmak, nihayet büyük bir azapla karşılaşmak acaba ne demektir. İşte bunları düşünmeden aklına düşeni hemen yapıvermek, şuursuzluğun yani akılsızlığın Mehmed Zahid Kotku alâmetlerindendir. İnsan her halde kâfir de olsa bir cana kolayca kıyamaz. Binâenaleyh ana ve babaya asi olmak ve onları incitmek, rahatsız etmek, dinsiz müşrikle, adam öldüren katilin arasına sokulmuş ve bu suretle ana ve babaya isyan edenlerin katiller gibi ağır cezaya çarptırılacakları hissi verilmiştir. Öyleyse ey aziz ve muhterem kardeşim! Sen onların kadr ü kıymetlerini iyi bil de sakın onları darıltma. Ne onlara küs, ne de onları küstür. Eğer dünyada ve âhirette rahat etmek istiyorsan bundan başka çare yoktur. İnsana yaraşan daima büyüklerinin sözlerini ve nasihatlerini dinlemek ve Hakk’ın emir ve fermanlarına boyun bükmektir. İslâm âdet ve an’anesine, emir ve nehiylerine itaat etmeye ve Peygamberimizin sünnetlerine riayetkâr olarak yaşamamıza vesile olan eserleri yadigâr bırakan ulemamıza karşı ne gibi bir hizmet edebiliyoruz? Hiç olmazsa onların ruhlarına Fatihalar hediye ederek ve onların bıraktıkları, o canım ve güzel eserlerin yanına, bizler de güzel ve kıymetli eserler ekleyerek, gelecek nesle yadigâr bırakmamız lâzım gelmez mi dersiniz? Bugün genç yavrularımızdan hem ricâ, hem de onlara ufak bir hediye olarak hazırlanan bu kitabı güzelce okuyarak, ana ve babalarına karşı hürmetkâr ve mutî olmalarını tavsiye eder ve Cenâb-ı Hakk’tan da muvaffakiyetler ihsân buyurmasını fazl-u kereminden dileriz. 43 ÜZERİMİZDEKİ HAKLAR 1- 2- 3- 4- Üzerimizdeki hakları şöyle sıralamak mümkündür: Evvelâ bizi yaratan ve bizi ilim ve irfan ile techiz eden Allah’ü Teâlâ’nın hakkına riayet etmek, emirlerini dinleyip, yasaklarından kaçınmak en birinci vazifemizdir. Peygamberimizin hakkıdır. O’nun da emirleri ve yasakları vardır. Emirleri sünnetleri öğrenip işlemek, yasakları da sünnetlerini terk etmektir. Bundan kaçınmak şarttır. Kıyamete kadar gelecek olan Ümmet-i Muhammed’e, Allah’ın emirlerini, Peygamberimizin sünnetlerini tanıtan ve öğreten ulemamızın hakkıdır ki, onlara hürmet, saygı ve ikram başlıca borçlarımızdandır. Ana ve babalarımızın hakkıdır ki, dünya evine gelmemize bizim hayatımıza başlıca sebeptirler. Onlarında sözlerini dinleyip gönüllerini kırmamak ve onların rızalarını kazanmakda en belli başlı vazifelerimizdendir. Ana Baba Hakları 46 5- Çocukların anne ve babalardaki hakları. 6- Karı koca haklarıdır ki, cemiyetlerin rahat ve huzuruna sebeptirler. 7- Komşu haklarıdır ki, pek mühimdir. Bazen akrabalardan daha ziyade komşulara muhtaç olunmaktadır. 8- Akrabayı taallukata sıla-i rahim hakkıdır. 9- Hayvanatın hakkıdır ki, evde bulunan kedi, köpek de bu hakka dahildirler. 10-Devlet, millet, memleket haklarıdır ki, cemiyet hayatı yaşayan ve hürriyet isteyen fertlerin bu hakka da riayetleri şarttır. Hülâsa: 1- Allah’ü Teala’nın hakkı, 2- Peygamberimizin hakkı, 3- Ulemâmızın hakkı, 4- Ana ve babaların hakkı, 5- Karıkoca hakları, 6- Çocukların ebeveyndeki hakları, 7- Komşu hakları, 8- Akrabayı taallukata sılâ-i rahim hakkı, 9- Hayvanatın hakkı, 10- Millet hakkı. Bunlara ilâveten birçok haklar sayılabilir. ALLAH’U TEALA’NIN HAKKINA RİAYET Şimdi sizlere ve bizlere Allah Teâlâ hazretlerinin Kur’an-ı azimüşşânda yazıp bildirdiği vasiyeti yazmak istiyorum ki, bu vasiyeti Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de ashabı kiramına vasiyet etmişlerdi. Vasiyetin başı şu ayet-i kerime ile başlar: ُق ْل َت َعا َل ْوا َا ْت ُل َما َحر َم َر ُّب ُكم َع َلي ُكم َاال َّ ُت ْشرِ ُكوا ب ِِه َشي ًئا ْ ْ ْ ْ َّ َوبِا ْل َو ِال َد ْي ِن ِا ْح َسا ًنا َوالَ َت ْق ُت ُلوا اَ ْوالَ َد ُكم ِم ْن ِا ْمالَ ٍق َن ْح ُن ْ ِ َنر ُز ُق ُكم و ِاياهم والَ َت ْقربوا ا ْل َفو ظ َهر ِم ْن َها َو َما اح َش َما َ َُ َ ْ ُ َّ َ ْ َ َ ْ اللُ ِاال َّ بِا ْل َح ِّق ٰذ ِل ُكم َّالن ْف َس ا َّل ِتى َح َّر َم ه َّ َب َط َن َوالَ َت ْق ُت ُلوا ْ ون َ ياك ْم ب ِِه َل َع َّل ُك ْم َت ْع ِق ُل ُ ( َو َّصEn'am suresi 151. âyet) Ana Baba Hakları 48 Bu vasiyetler on tanedir. Şimdi bunu anlamaya çalışalım. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına haram kıldığı şeylerin başında şirk gelmektedir. Şirk günahların en büyüğüdür. Cenâb-ı Hakk’a şerik koşmak; ikidir, üçtür gibi söz söylemek; sevgisini, korkusunu Allah’tan gayriye yapmak yani asıl sevilecek Allah iken onu bırakıp başka birisini sevmek; korkulması lazım gelen Allah iken başkalarının kuvvetinden korkmak gibi. Halbuki riyânın da en ufağı bir nevî şirktir, buyrulmuştur. Onun için müslümana lazım olan Allah Teâlâ hazretlerine hâlisâne kulluk etmek iken, riyakâr adam, insanları aldatmak için riyakârlık yapıp, kendini iyi bir müslüman gibi göstermeye çalışır. Bilmez ki Allah Teâla kullarının her halini iyi bilir. Hem görür, hem de işitir. Ondan gizli hiçbir şey olmaz. Her şeye de vakıftır. İçinden geçen en gizli hatıraları, vesveseleri, kuruntuları, düşünceleri senden daha iyi bilir. Binaenaleyh, riyakârın yaptığını da, yapacağını da pekiyi ve güzel bilir. Ondan saklı ve gizli hiçbir şey olmaz. Öyle ise, ihlastan kat’iyyen ayrılma. Riyakârın işi dünyada da berbattır, âhirette de. Riyakârane yaptığı amellerden hiçbir suretle faydalanması mümkün değildir. Haramların, günahların, isyânın en büyüğü şirk olduğu halde, hâlâ zamanımızda Allah’tan gayriye tapanlar, hattâ münevverler arasında bile pek çok kimseler, cemiyetler, kabileler buluna gelmektedir. Peygamberimizden evvelki devirde yaşayan insanların halini tarih bize pek açık bir şekilde göstermektedir. Mekke-i Mükerreme zapt olunduğu vakit 360 putun nasıl kırılıp atıldığı herkesçe malûmdur. Hatta bunların içinde meşhur olanları vardır ki, isimleri şöyle zikredilmektedir: Hübel, Lât, Uzzâ, Menât gibi. Hele İbrahim Aleyhisselâm Hazretlerinin zamanında putlara tap- Mehmed Zahid Kotku mak pek meşhur idi. İbrahim Aleyhisselâm onları bir gün kırıp parçaladıktan sonra, baltayı da büyük putun boynuna astı. Bu çok ustaca yapılmış bir tertip idi. Bu putların kırılmasını İbrahim Aleyhisselâm’a isnat ettiler. Sorguya çekildi. O da, balta kimin boynunda ise ona sorun diye cevap verdi. O zaman tam bir şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemediler de onun canı mı var ki, bu işleri yapabilsin demek mecburiyetinde kaldılar. O zaman tam fırsat İbrahim Aleyhisselâm’ın eline geçti. Onları mağlûp eden, perişan eden şu cümleleri deyiverdi: “Öyle ise, siz bu cansız, işe yaramayan faydası ve zararı olmayan; kendi ellerinizle ağaçtan, taştan, demirden vesâireden yaptığınız şeylere tapmaktan sıkılmayan akılsız bir güruhsunuz.”* Onlar da aczlerini anlayınca İbrahim Aleyhisselâm’ı ateşe atmağa karar vermişler ve yapmışlar. Lâkin mülkün sahibi olan Allah Teâlâ Hazretleri, hepimizin malûmu olduğu veçhile ateşin olduğu yeri وسالَما ً َ َ ( َب ْر ًداBerden ve Selemen) fer- manıyla, İbrahim Aleyhisselâm için güllük gülistanlık yapmış ve böylece hiçbir zarar görmemiştir. Şimdi hepimizin bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki, ateş yakıcı bir maddedir. Herkesi yakarken İbrahim Aleyhisselâm’ı ne için yakmıyor? Bunu iyice düşündüğümüz zaman anlarız ki, eşyaya tasarruf eden bir varlık sahibi var. O da şüphesiz Allah Teâlâ Hazretleridir. Ateş yakmaz, bıçak kesmez, su da akmaz ve boğmaz. Hiçbir şey O’nun emrinden dışarı hareket edemez. İkiyüz bin defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen, o ufacık mikrop denilen canlıyı yaratıp, gök* Enbiyâ: 66, 67, 69. 49 Ana Baba Hakları 50 lerde uçan, akıllara hayret verecek derecede makineler icad eden insan, iyi dikkat eyle ki, bu ufacık, gözle bile görülemeyen mikrobun karşısında âciz kalıp en nihayet yataklara düşer ve sonra da bu dünyaya bir daha gelmemek üzere vedâ edip gözlerini yumar. Ne yazık o insana ki, bu mülke gelmiş de mülkün sahibini tanımadan ve O’na kulluk vazifelerini yapmadan göçüp gitmiştir. Asıl ağlanacak ve acınacak zat işte bu ve buna benzeyenlerdir. Zira Hazreti Allah bizleri ancak kendisini bilsinler ve emrolundukları kulluk vazifesini yapsınlar diye yaratmıştır. Hazret-i Allah’ı bilmek de öyle laf ile olmaz. Ancak O’nun gönderdiği peygamberinin yolunda gitmek ve sünnet-i seniyesine lâyıkı veçhile uymakla ve Kur’an’dan kat’iyyen ve zerre miktarı dahi olsa ayrılmamakla mümkündür. Bu da ilme veya ilim sahibi, ameli yerinde, kâmil ve olgun bir zatın sohbet meclislerine devam ve nasihatlerini dikkatle dinleyip amel etmekle olur. 1-Gizli putlar Peygamberler de hep ى ۪ ( َف َّتبِعونBana tabi olunuz) diye ُ ümmetlerini, kavimlerini, cemaatlerini kendilerine tamamen ittibâı yani kendilerine uymayı tavsiye etmektedirler. Zira onlar şirkten ve riyadan beridirler. Onlara uyanlar da tabiatıyla şirkten ve şirkin nev’ilerinden ,riyadan ve riyanın nev’ilerinden böylece kurtulmuş olurlar. Bakınız ki, Kur’an-ı Âzimüşşanın 13. cüzünde ve 261. sahifesinde İbrahim Aleyhisselâm’ın şöyle bir duası vardır: ِ و ِاذ قال ِابر ِ اهيم رب اجعل هذا البلد اجنُب ِنى آمنا و ْ ْ َ ً َ َ َ ْ َ ٰ ْ َ ْ ِّ َ ُ َ ْ َ َ ْ َ ِ ام َ َو َبن َّى اَ ْن َن ْع ُب َد ْاالَ ْص َن Mehmed Zahid Kotku “Ya Rabbi bu beldeyi emin bir belde kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak eyle.”* Bazı müfessirin-i kirâm burada gerek peygamberlerin ve gerekse onların çocuklarının putlara tapması mümkün değildir. Öyle ise mana: “Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı paralara tapmaktan muhafaza eyle ve uzak eyle” demektir, demişler. Hakikaten para insanın ve insanlığın miyârıdır, dense hata edilmiş olmasa gerektir. Çünkü insanı Cennet’e sokan da o paralardır; Cehennem’e sokan da hiç şüphesiz o paralardır. Zira paranın ekseriyetle insanları tuğyâna sevketmekte olduğunu söylemeğe bile lüzum yoktur. Çünkü bunlar bugün hepimizin gözleri önünde aşikâr bir surette görüle gelmektedir. İnkâra ve te’vile hiç de lüzum yoktur. Lâkin bu arada o paraları israftan koruyup hayır-hasenâta ve cihad yollarına harcayıp Cennetleri kazanan bahtiyarlar da mevcuttur ve az değildir. İbrahim Aleyhisselâmın (Ya Rabbi, beni ve çocuklarını esnâma tapanlardan uzak eyle) duasındaki (Esnam), malûmdur ki, putların adlarıdır. Bu putları bazen zenginler altın, gümüş, yakut gibi kıymetli şeylerden yaparlar ve bazen de kıymetli taşlardan, ağaçtan yaparlar ve bunlara da mabud deyip taparlardı. İbrahim Aleyhisselâm bu mücadelesinden sonra kendinin ve çocuklarının böyle bir hataya, şirke, günaha, isyana düşmemeleri için Cenâb-ı Hakk’a tazarru’ ve niyaz eylemiş ve duası da makbul olmuştur. Kendisi peygamber olmakla beraber hıfz u himaye-i ilâhiyede olduğu halde hem bizlere örnek olmak ve hem de son nefeste bütün büyükler imanlarının tehlikeye düşmesinden korktukları için Hz. Allah’a tazarru ve niyaz eylemişlerdir. Sonra bazı büyük * İbrahim: 35 51 Ana Baba Hakları 52 mütefekkirler bu putu incelemişler. Taşlara, altın ve gümüşe tapanları da bu puta tapanlardan saymışlar, daha sonra en büyük putun insanın kendi nefsi olduğunu da zikretmişlerdir. Zira nefsin bütün gayesi, arzusu hep fenalığa meyil ve varlık dâvâsında çok inatkâr ve azimkâr olmasıdır. Sûre-i Yusuf’ta da Cenâb-ı Hakk, nefsin emmârelik devresindeki hali kötülük ve fenalıktır buyuruyor. Zira nefsin yedi devresi vardır. En fenası emmarelik sıfatıdır. Eğer bu nefsin sahibi nefsini ıslaha çalışmazsa bu hal ve sıfat üzere ölüp gider. Bu devrede küfür, şirk, riyâ, kibir, hased, gadab haramları irtikâp, günahları işlemekten zevk almak hep bu nefs-i emmarenin işidir. Gerek ilmiyle amil olan kâmil kimselerin sohbetlerine ve hizmetlerine devam ile Ashâb-ı Kirâm Resulullah Efendimiz’e hizmetleri neticesinde nasıl tekemmül edip olgunlaşmışlar ise bugünün insanı da nefs-i emmaresinin elinden kurtulmak istiyorsa aynı hizmeti yapması gerekir. Yoksa işin sonu felakettir. İşte bugün gözlerimizin önünde cereyan eden çirkinlikler, fenalıklar, adam öldürmeler ev ve banka soymalar hep bu nefs-i emmarenin hüneridir. Binaenaleyh, taşa, ağaca, altın ve gümüşten mamul putlara tapanlar ola ki, bir gün uyanıp bu çirkin hareketlerinden vazgeçer; iman ve İslam’la müşerref olup iyi ve faydalı bir insan olurlar. Zaten müslümanların sayılarının artması da bu Hıristiyan ve müşriklerin tevbe edip İslâm’a gelmeleriyle olmadı mı? Hele Ebu Zerri’l-Gıffâri hepimize büyük bir örnek. Bakınız: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İslâmın henüz ilk devirlerinde müslümanlığı gizli olarak telkin ediyordu. Gıffâr kabilesinden Ebu Zer duydu ve Mekke’ye gelip gizlice Efendimiz (S.A.V)’i buldu, dinledi, hakkı anladı ve kabul edip müslümanlığını Resul-i Ekrem Efendimize bildirdi. O da haydi öyleyse sen de Mehmed Zahid Kotku memleketine git. Benden izin gelinceye kadar bekle demişti. Fakat Ebu Zer ateşli, hakiki müslüman olduğundan, ya Resulallah ben Kâbe-i Muazzama’da iman ve İslâmiyeti ilan etmeden hiçbir yere gidemem deyip Kâbe-i Şerife girip: “Ey müşrikler duyunuz ve biliniz ben müslüman oldum” diye Kelime-i Şehadeti yüksek bir sesle okudu. Fakat müşrikler buna tahammül edemeyip zavallı Ebu Zerr’i o kadar dövdüler ki, nihayet bayıldı. Ayılınca da Kâbe’nin örtüsü altına saklandı. Zira Kâbe örtüsüne sığınanlara kimse dokunmazdı. Tam, bir ay orada saklı kaldı. Ancak geceleri zemzemden içerek karnını doyuruyordu ve bu suretle beslendiğini ve kilo da aldığını söylerdi. Bir gece yarısı Kâbe’de bulunan putlara tapınmak için iki kadın gelmiş. Ebu Zerr hazretleri dayanamamış bunlara karşı: “Ey budalalar, sersemler kendi ellerinizle yaptığınız bu taştan vesaireden cansız eşyaya tapmaktan utanmaz mısınız? Bakınız yeni bir peygamber geldi. İslâm dinini ve bir Allah’ı tanıtıyor. Güzel bir de kitabı var ki, ona da Kur’an-ı Kerim deniyor. O’na gidin, müslüman olup kendinizi Cehennem ateşinden kurtarın” demesiyle kadınlar bir feryat koparıyorlar. Halk toplanıp bu sefer mübarek zatı yine iyice bir dövüyorlar. Ve nihayet bir bahtiyarın yardımıyla kurtulup memleketine dönüyor. İyi dikkat edip bakınız ki, bu beş veya altıncı müslüman, memleketinde Gıffâr kabilesiyle bir de Elsem kabilesini müslüman yapmağa muvaffak oluyor. İşte hakiki müslüman böyle olur. Sonra Resûlullah (S.A.V) ile o da hicret edip Tebûk gazasına iştirak etmiş, fakat devesi zayıf olduğundan ordu ile birlikte gidememiş ve yolda devesini bırakıp eşyalarını da sırtına aldıktan bir müddet sonra tozu dumana katarak orduya iltihak eylemiş; yayan olarak o kum çölünden geçmek acaba 53 Ana Baba Hakları 54 kolay bir şey mi? İşte bu hakiki İslâm âşıklarının yüzünden İslâm az bir zaman zarfında dünyanın her bir tarafına yayılmış ve kökleşmiş olduğundan bin küsur seneden beri din ve dünya düşmanlarının hücumlarına göğüs germiştir. Allah’a hamd olsun ki, bugüne kadar devam etmiş ve elbette kıyamete kadar da devam edecek hakiki bir dindir. Allah Teâlâ bizlere de lutuf etsin de o hakiki müslüman şehit ve gazilerin yollarında daim eylesin. Âmin! 2-Şirk küfürdür Nefs-i Emmâre hep benlik davasındadır. Kimseyi beğenmez; varsa, yoksa benim der. İşte bu hal, hem kendinin hem de bunların arkasına takılan bu zavallıların mahv u perişan olmalarına sebep olur. Binaenaleyh insanın nefsinin her istediğini yapması da nefs-i emmare alametidir. ِ ِ الد َن ِانيرِ وا ْل َق ِم ِ الدر يص َّ اه ِم َو َ َ َّ َتع َس َع ْب ُد İşte paralara ve envâ-i çeşit süslü kumaşlara, elbiselere ve hatta süslü ve saltanatlı evlere düşkünlük de nefs-i emmârenin işidir. Allah Teâlâ’nın kullarına bahşettiği sayısız nimetleri unutup şükrünü yapmaktan kaçan bedbaht insan, kendini bir şey zanneder de Hakka yarar bir iş yapamaz ve nihayet bu hal üzere iman ve İslâm’dan da nasibini almadan gider ve Cehennem’deki yerini bulur. Ebû Cehil gibi inatkârların da canları Cehennem’e gitmedi mi? İşte nefs-i emmâresine esir olanların akıbetleri hep böyle neticelenmiştir. Artık pişmanlığın zamanı geçtiği için kurtulma imkânı da yoktur. Bu ayetteki ilk önce haram kılınan, Allah Teâlâ’ya şirk koşmaktır. Yani ortak tutmak, Allah’ın oğlu, kızı, babası, ha- Mehmed Zahid Kotku nımı olduğu gibi isnatlarla birlikte, yaptığı ibadetleri Allah’tan gayrisi için yapmak. Meselâ putlar gibi ki, yalnız Kâbe-i Muazzama’da 300 den fazla put vardı. Bunların altın, gümüş, yakut gibi kıymetli eşyalardan yapılanları da vardı ki, isimleri de şöyledir: Lât, Uzzâ, Menât, Hübel vs. gibi. İslâm’dan evvelki devirlerde cahiliyet arapları içinde ehl-i tevhid olanları varsa da çoğunluğu putlara tapar ve bunu da ibadet sanırlardı. Bununla beraber Şeytan’a ve Cinlere tapanlarla birlikte ağaçlardan ve taşlardan kendi elleriyle yaptıkları putlara da tapmaktan lezzet alırlardı. Hatta Ebû Cehil’in bir putu vardı ki, bunun içine şeytan girer ve peygamberimizi zem ederdi. Sonra Cenâb-ı Hak bir cini yollayıp onu helâk ettirmişti. Ebu Cehil’in bundan haberi de olmadığından memleketin büyüklerini davet etmiş ve bu putu konuşturmak istemişse de puttan cevap gelmeyince hiddetinden kalkıp putunu parçalamıştır. Tefsir-i Rûhû’l-Beyan’da ve İbrahim Aleyhisselâmın yukarıdaki duasındaki(esnâm) kelimesinde izah edilmiştir. İnsanların gerek canlı ve gerek cansız, Allah’u Teâlâ’dan gayriye ibadetleri sûret-i katiyyede yasak edilmiştir. Lât, Sakîf kabilesinin putudur. Onu ilâh gibi mabûd edinmişlerdi. Kendisinde saklılık ve yükseklik manâları vardı. Uzza da, Gatafan kabilesinin putu idi. Bu da ilâh ve mabûd manasını taşımaktadır. Menât ise, Huzeyl ve Huzâa kabilelerinin taptıkları puttur. Taştan yapılmıştır. İnsanların kendi akıllarına göre hareket ettikleri takdirde ne kadar gülünç şeyleri ilâh edinebilecekleri görülmektedir. Bu ilâhlara kurbanlar kesmeler ve bunlardan fayda veya zarar beklemelerine bilmem ne dersiniz? Onun için insanın mutlaka Hak tarafından gönderilmiş, zamanındaki bir peygambere uyması ve O’nun dedik- 55 Ana Baba Hakları 56 lerini dinleyip tutması şarttır. Lâkin ne hikmet bilemeyiz ki, bu mümtaz insan, kabul etmemiş ve birçok peygamberleri öldürmek cür’etinde bile bulunmuştur. Bâhusus, Yahûdilerin bu husustaki cinayetleri pek meşhurdur. Peygamberler hep insanları tevhîd dinine, Allah Teâlâ’nın birliğine imana davet etmişlerse de, bu putperest kavim, bu da’veti kabul etmeyip peygamberlerine karşı çeşitli zulüm ve cefadan da hâli kalmamışlardır. Peygamberimize karşı yaptıkları çirkinlikleri de bilmeyen yoktur. Hakkâ ve İslâm dinine davet olundukları zaman arslandan kaçar gibi kaçarlar ve Lâilâheillâllah, denildiği zaman kibir ve gururlarından “biz bu mecnûn şairin sözlerine bakıp da, âbâ u ecdâdımızdan miras kalan putlarımızı mı terk edeceğiz”, diye itiraz ederlerdi. Çok tuhaf ve gülünç ve şâyân-ı ibrettir ki, o günün cahil putperestleri bile dede ve babalarından miras olarak ellerinde bulunan taştan, topraktan ve kendi elleriyle de yaptıkları putları bırakmak istememişler de bugünün münevverleri nûrun alâ nûr olan İslâm dinini sırt üstü bırakıp nefsinin putuna tapmak ve hiçbir mes’uliyet tanımayan dinsizlik yollarına sapmaktadırlar. Hele o plajlarda çırılçıplak vücutlarını âleme teşhir edercesine soyunmak ve bunu da bir medeniyet saymak kadar budalalık olur mu dersiniz? İşte İslâm’dan ayrılan imandan âri bu insandan ne beklersiniz? Binaenaleyh şirk küfürdür. Bunlar tevbesiz ölürse Cehennem’de ebedî kalacaklar ve aflardan kat’iyyen istifade edemeyeceklerdir. 3-Şirk Rahmeti inkârdır Kullarına çok rahim olan Allah’u Celle ve Âlâ Hazretleri Kitab-ı Kerim’inde (Ey müşrikler, Allah’tan gayriye ibadet Mehmed Zahid Kotku eden zavallılar, gelin sizlere Allah Teâlâ’nın haram kıldığı şeyleri anlatayım”* buyurmuştur. َاال َّ ُت ْشرِ ُكوا... O, bu ayette Allah Teala’ya hiçbir şeyi şe- rik koşmamanızı vasiyet eder. Bu da sizlere güzel bir vasiyettir. Sizler de, sakın, Allah baba, demeyesiniz. Allah’ın oğlu da yoktur, kızı da. Âdem Aleyhisselâmı nasıl, anasız ve babasız yarattı ise, İsâ Aleyhisselâmı da öylece babasız yaratmıştır. Zinhâr, putlara inanma ve onların önünde eğilip tapınma. Nefsi hevana da, sakın uyma. Paralara, zinetlere, atlas ve kıymetli kumaşlara aldanma. Evini barkını israfa boğup süsleme. İyi bil ki, sen de aldandığın her şey de, ölüme ve yokluğa mahkûmdur. Üç günlük bir hayatın için dünyanın süs ve saltanatına aldanma. Nefsinin kölesi olma. O senin bineğindir. Sen onu kendine bindirme! Riyakârlığın gizli şirk olduğunu unutma ve riyakârlıktan son derece sakın. Gösteriş olarak yapılan ibadetler hep şirkin içindedir. Mülk Allah Teâlâ’nındır. Tasarrufun da mülkün sahibinin olacağı aşikârdır. Rezzâk O’dur. Herkese rızkı ezelde taksim olunmuştur. Kullar vâsıtasıyla herkese ayrı ayrı yollardan gelir. Yaratmak ve öldürmek O’nun elindedir. Yaratan ve öldüren yalnız Allah’tır. Diğerleri hep vasıtadır. Mahsûlü de, yiyeceklerimizi de halk eden O’dur. Bizim ekip dikmemiz birer vasıtadır. Gökten yağmurunu vermezse, kuraklık devam ederse, yerlerden de su çekilir; o zaman ne ektiğimiz ve ne de diktiğimizin hiç birisinin olamayacağını hepimiz idrak ederiz. Hatta bizim de hayatımız sona erer. Çünkü su hayatın başıdır. Arabistan bile bugün içeceği suyu Avrupa’dan şişelerle getirtmektedir. Halbuki kuraklık umumi olunca her memleket* En’âm: 151 57 Ana Baba Hakları 58 te yiyecek ve içecek bir şey bulmak mümkün olamayacaktır. Binaenaleyh, Rezzak, Allah Teâlâ’dır. Kusurlarımıza, günahlarımıza bakmadan nimetlerini üzerlerimize yağdırmaktadır. Hak Teâlâ’nın 99 esması vardır. Bunları her müslümanın bellemesi kendi saâdeti icâbıdır. Cenâb-ı Hakkın altıncı ismi de Selâm’dır. Yani Hak Teâlâ her türlü âfât ve beliyyelerden ve noksanlıklardan uzak, sıhhat ve âfetlerden eminlik, her türlü selâmet, afiyet, rahatlık, huzur, hep selâm ismi şerifinin tecellisi altındadır. Sen de selâmet istiyorsan, Allah Teâlâ’nın hıfz-ı himayesine girmeye çalış. Emirlerine sımsıkı yapış, yasaklarından da öylece kaç ki kurtulup saadet ve selâmete mazhar olasın. Bak, Vakıa sûresinde Cenâb-ı Hak bize soruyor: ون َ َءاَ ْن ُت ْم َت ْخ ُل ُقو َن ُه اَ ْم َن ْح ُن ا ْل َخ ِال ُق “Halk eden siz misiniz yoksa biz miyiz?”* Sonra da: ون َ الزارِ ُع َّ أَأَ ْن ُت ْم َت ْز َر ُعو َن ُه َا ْم َن ْح ُن “Ekini ziraat yapan siz misiniz yoksa o mahsûlü meydana getiren biz miyiz?”** İnsanın aklına hemen, benim diyeceği gelmektedir. Çünkü tarlayı biz sürüyor ekini biz ekiyoruz. Bugün gözlerimizin önünde bir elektrik icadı var. Bize ışık veren lambalarımız: “Sizleri ben aydınlatıyorum;” Buzdolabı da der ki; yemeklerinizi ben saklıyorum; suyunuzu da yine ben soğutuyorum. “Lâkin elektrik merkezlerinden cereyan gelmediği vakit ne lamba, ne dolap ne de başka makineler hep birden stop etmekte olduğu hepimizin malûmudur. * Vakıa: 59 ** Vakıa: 64 Mehmed Zahid Kotku Binâenaleyh, iş lambada vesâir makinelerde değil, asıl iş, hüner, kuvvet, elektrik merkezlerindedir. Şimdi haddi zatında eken biçen biz gibi görünüyoruz. Lakin hakikatte bizlere o kuvvet ve idraki ve çalışma kabiliyetini veren Allah Teâlâ Hazretleridir. Deliler, âcizler, a’mâlar, sakatlar ve hastaların ne için çalışamadıklarını hiç düşündün mü? Sonra, sen diyeceksin ki, ekini ben ektim. Ya o ektiğini yerden çıkaran sen misin? O yerin yarılıp mahsulün başını dışarıya çıkarmasını\ sonra büyüyüp bire on, yirmi, otuz ve daha ziyade mahsulün olması acaba senin elinde mi? Yoksa Hâlık-ı Zül-Celâl’in elinde mi? Onun için çıkan mahsulün onda birinin öşür olarak fukaraya verilmesini emreden Allah Teâlâ Hazretleridir. Sebebi, mahsulü veren O’dur. Yağmurunu vermezse, toprak da yetiştirmez ise susuz ne olur? Arabistan’daki saatlerce gittiğimiz ucu bucağı bulunmayan arazi bomboş acaba neden? Hiç şüphesiz, kumlu arazi güneşi görünce, su da olmayınca, tabii, bir şey olmaz. Değirmen de öyle değil mi? Buğdayları öğüten taşlar derler ki, bu unu biz yaptık. Bilmez ki değirmenin çarkını döndüren ya sudur, ya rüzgâr veya elektriktir. Elektrik gelmezse değirmen dönmez. Rüzgâr olmazsa yine değirmen dönmez. Sular olmazsa yine değirmen dönmez değil mi? Bilmem anlatabiliyor muyum? Bütün kuvvet, kudret ve tasarruf Hâlık-ı Zü’l-Celâl Hazretlerinindir. O’nun yardımı, lütfu, ihsanı olmayınca hiçbir şey olmaz. Şimdi sen, gökte uçan tayyare, denizlerde gezen kocaman gemiler, bilumum fabrikalar, tabiatın eseridir diyecek bir akıllı veya bir deli bile bulabilir misin? Herkesin diyeceği, işte filan fabrikanın eseridir. Öyle ise bu koskoca kâinat, bu kadar intizamı ile nasıl sahipsiz olur. Halbuki, fabrikayı bırak, tayyare ve gemileri de bırak, şu başımıza ve ayağımızda giydiklerimiz kendi kendine olmuyor da – 59 Ana Baba Hakları 60 ki, çok basit- dünya ve etrafındaki sayısız ecrâmı (ufak büyük), insan, insaf edip biraz düşünse kendi kendine utanır. Çünkü insanın kendi bile başlı başına bir âlem! Bunlar tabiatın eseridir demek, delilikten başka ne olabilir. Veya hayvanlar gibi şuursuz bir mahlûktur. Zira Kur’an-ı Kerim bu Allah tanımayan imansızlara dinsizlere; ض ُّل َ َا َكا ْالَ ْن َع ِام َب ْل ُهم ْ “Onlar hay- vanlar gibidirler, belki onlardan daha sapıktırlar” * demiştir. Yani hayvanlar gibi belki de onlardan daha aşağı, zira hayvanlardan umûmiyetle insanlar istifade etmektedirler. Lâkin insanlarınki öyle mi? Âhiret var, sorgu var, mîzân var, Cennet var, Cehennem de var. Hayvanlar ölür giderler. Âhiret mes’uliyetleri yoktur. Amma insan bu mes’uliyeti taşımaktadır. Çünkü Allah Teâlâ onları boşuna yaratmamış. Onların ilk vazifeleri mülkün sahibini tanıyıp O’na lâyık olduğu ibadeti yapmak, emirlerini tutup yasak ettiği her şeyden kaçmak. Fakat o, ne tevhide yanaşmış ne de kulluk vazifelerini yapmış. O zaman başıboş mahlûklara benzetilmiştir. Burada sana birkaç da hikâye edilen vak’aları anlatayım. Yalnız şu kadar var ki, sen hemen bunlara itiraz etmeğe kalkma. Bunlar Allah Teâlâ’nın kullarına birer ibret numunesidir. Bize düşen bunlardan ders almaktır. Kendi aklımıza gelince; o kafatasının içindeki teçhizâta senin hiç aklın eriyor mu? Ne dersen de, yalnız, Hâlık’ın işine karışma ve böyle şey olmaz deme. Bugün bile neler görüyoruz ki, dün bunlara hep olamaz diyorduk. Bak bugün hepsi gözümüzün önünde. * Araf: 179 Mehmed Zahid Kotku Adam aylarca gökyüzünde binlerce kilometre uzaklıkta ve belki binlerce ton ağırlığındaki füzeleri içindeki adamlarla birlikte ve birçok aletlerle durduruyor ve onlardan birçok bilgiler elde edebilmekte olduğu hepimizin gözleri önünde cereyan etmektedir. Onun için sen her şeye itiraz etmeğe alışma. Elinden geliyorsa iyi dinle ve güzel bir ders al. Aleme numune olmaya bak. İyi bak ki, dün bir bebek idin, hiçbir şey bilmiyordun. Hep ağlar dururdun. Lâkin büyüdün; bugün de kabına sığmıyorsun. Yarın da, toprak altına girip de nasıl çürüyeceğini hiç hesapladın mı? Sen bu varlığa boşuna mı geldin acaba? Ye, iç, yaşa, sonra da ölüp git! Eğer o mezar âleminde göreceklerini bir hatırlarsan o da sana yeter. Onun için evleri ocakları söndüren, çocukları yetim bırakan, kadınları da dul bırakan ölümü daima hatırlayınız ve gidişatınızı da ona göre ayarlayınız. Binaenaleyh, senin şuna buna itiraz edip de görmedikçe inanmam, aklımın ermediğine hiç inanmam demen tam cahilin câhili olduğuna delildir. Öyle ise sen bu cahillikten kurtulmak için ihlâs ve İslâm dinini ve onun esaslarını öğrenmeye çalış. Ve seni yaratan ve mülkün sahibi olan Allah Teâlâ’ya iman eyle. Ve onun buyruğunu tutmaya çalış. Bak O sana ne güzel bir vücut vermiş, aklın yerinde, azaların tam. Buna mukâbil onun emirlerini tutmak borcumuz değil mi? Allah esirgesin, bunlardan birisi noksan olsa halimiz nice olur? Hangi akılsız ve deliye akıl veren var? Hangi köre göz veren var, hangi sağıra duyma veren var? İşte bunların hepsini Allah Teâlâ, o karanlık ana rahminde en güzel bir şekilde, eksiksiz olarak bizlere ihsân buyurmuştur, artık O’nun emirlerine uymamak saygısızlık olmaz mı? 61 Ana Baba Hakları 62 Cenâb-ı Hak Zü’l-Celâl Hazretleri hepimizin muini olsun da, iman ve İslam dairesinde olgun ve kâmil bir kişi olarak yaşamayı nasip ve müyesser eylesin; âmin! 4- Yaratılışımızın gayesi ِ ِإال َّ ِليعب ُد Estaîzu billah ون َُْ ِ وما َخ َل ْقت ا ْل ِجن و ْا ال ْن َس ُ َ َّ ََ “Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”* buyuran Allah Teâlâ’dır. Hilkatin gayesi, mülkün sahibini tanımak ve peygamberler vasıtasıyla emir ve nehiy olundukları şeyleri yapıp kâmil ve olgun bir insan olarak Hakk’ın huzuruna gidebilmektir. İnsan kendisini yetiştirmekle mükellef olduğu gibi kendi etrafındaki evlatlarının, akrabalarının hatta kavm u kabilesinin de ıslahına çalışması vazifesidir. Bâhusus evlatlarını öyle başı boş bırakıp, sadece dünyalıkları için çalışmaya teşvik etmen tehlikeli bir iştir. Onları zararlı yerlerden ve yollardan koruması ve erkân-ı İslâm’ın 54 emrini güzelce öğretip ve o yolda çalışmasını temine çalışmak babanın ilk ve mühim vazifelerinden biridir. Kendinin Cennet’e, oğlunun Cehennem’e gitmesini kim ister? Bu olsa olsa inançsız, iman ve İslâm’dan nasibi olmayan kimselere mahsustur. O zaman iş değişir. Vapurdaki yolcular, bazılarının gemiyi delmeğe çalıştıklarını görünce, bütün gemi halkı ayağa kalkar. O adamı men ederler. Eğer seyirci kalırlarsa hep beraber batıp giderler. Buna hepimizin aklı erer de dinimizi yıkmağa yeltenen dinsizlere kimse ses çıkarmadığı zaman da aynı felâket hepimizin başına gelir. Gemi battığı zaman herkes boğulur. Dinine bağlı olanlar Cennet’e gider, * Zâriyat: 56 Mehmed Zahid Kotku dinsizler de Cehennem’i boylarlar. Bu da, malûm. Dinimizi beğenmeyip dinsizlik yolunu tutunca artık memleket kendiliğinden komünist olup gider. Ondan sonrası malûm. Öyle ise herkesin evlatlarını ve etrafındakilerini dindar olarak yetişmesine çalışmak şarttır. Bu husustaki ecri de ona göre olacaktır. Bak sana bir vak’a anlatayım: Meşhur bir Süleyman Aleyhisselâm var ya, kuşların dilinden anlar, ordusu ile havada uçar. İşte bu Peygamberimizin hanımı nasılsa aldanıp, ölmüş olan babasının evvelâ resmini sonra da heykelini yaptırıp, gizlice ona tapınır olmuş. İşte o büyük peygamber bundan gafil olup hanımını tedip etmediği için hükümdarlık yapamaz hale gelmiş. Bir rivayette kırk gün süren bu halden sonra Süleyman Aleyhisselâm hadiseye vakıf olmuş hanımının putu olan heykeli kırmış. Bunun üzerine mühr-ü Süleyman yine eline geçmiş ve hükümdarlığını sürdürmeye devam etmiş. Şu hadise bize anlatıyor ki, insan evinin de hâkimi ola. Bahusus maiyetindekilerin İslâmî hayatlarıyla çok sıkı bir şekilde ilgilenmelidir ki, kurtuluş mümkün olsun. Onun için memlekette yaşayan insanların bu hususta sağlam imana ve itikada ve bilgiye ihtiyaçları vardır. Malûmdur ki, insan pek büyük ve mümtaz mahlûktur. Dünyada ve ahirette saâdet onun hakkı iken yetiştirme tarzı bozuk olunca o zaman bu mümtaz insan dünyada da perişan, ahirette de. Cenâb-ı Hakk cümlemizi uyanık ve dünyasını ahiretini bilen ve her halde Hakk’ın rızasını kazanmayı başlıca hedef edinen sevgili kullarından eylesin, âmin! Kasas sûresinin sonunda iki üç âyet-i kerîme var ki, bugün ki dersimde onları okuyordum. Nazar-ı dikkatimi çekti. Ben de sizlere o ayetleri hatırlatmak üzere yazmayı münasip 63 Ana Baba Hakları 64 ِ ظهِ يرا ِل ْل َك gördüm. افرِ ين َ َفالَ َت ُكو َننAçık manası; “Zinhar, َ ً َّ kâfirlere yardımcı olmayınız”* İkincisi: ِ ِ ِ ين َ َو ْاد ُع ا َلى َر ِّب َك َوالَ َت ُكو َن َّن م َن ا ْل ُم ْشرِ ك “Rabbine çağır. Sakın müşriklerden olma”.** Te’kiden tenbih buyrulan bu iki âyet-i kerimenin arkasından ِ َّوالَ َتدع مع ه آخر الَ ِا َل َه ِاال َّ ُه َو ُك ُّل َشيئٍ َه ِال ٌك ََ الل ِا ٰل ًها َ َ ُ ْ َ ْ ون َ ِاال َّ َو ْج َه ُه َل ُه ا ْل ُح ْك ُم َو ِا َل ْي ِه ُت ْر َج ُع “Allah’tan başka bir ilaha ibadet etme. Ondan başka ilâh yoktur. Ondan başka her şey helâk olacaktır. Hüküm ancak onundur. Ve hep ona döndürüleceksiniz.”*** ِ ِ ِ ِ ِ ِ ين َف َل َّما ِّ ين َل ُه َ الد َ الل ُم ْخلص َ ََّفا َذا َرك ُبوا فى ا ْل ُف ْلك َد َع ُوا ه اهم نجاهم ِالى البرِ ِاذا هم يشرِ كون { ِليكفروا بِما آتين ْ ُ َ ْ َ َ ُ ُ ْ َ َ ُ ْ ُ ْ ُ َ ّ َ ْ َ ْ ُ َّ َ ون َ َو ِل َي َت َم َّت ُعوا َف َس ْو َف َي ْع َل ُم Sûre-i Ankebutda Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyurur: “Onlar gemilere binip (tehlikeyi gördükleri vakit) dinde * Kasas: 86 ** Kasas: 87 *** Kasas: 88 Mehmed Zahid Kotku hâlis oldukları halde Allah Teâlâ ya dua ve ibadet ederler. Vakta ki, Allah Teâlâ onları kurtarıp karaya indikleri zaman yine müşriktirler. Allah’a ortak koşarlar; eski küfür hallerine dönerler.* Lokman Aleyhisselâm da oğluna şöyle nasihat etmişti: ِ َّو ِا ْذ َق َال لُ ْقمن ِالب ِن ِه وهو ي ِعظُه يابنى الَ ُت ْشرِ ْك ب ه ِالل ِا َّن َ َّ َ ُ َ ُ َ َ ُ َ ْ ُ ٰ ِ الشر َك َلظُ ْلم َع ِظيم ٌ ٌ ْ ّ “Oğlum, Allah’a şirk koşma. Allah’a ortak koşmak çok büyük bir zulümdür.”** Sûre-i Rûm’un 31. ayetinde ise şöyle denmektedir: ِ الص ٰلو َة َوالَ َت ُكونُوا ِم َن ُ َو َّات ُق َّ يموا ُ وه َو َاق ِ ين َ ا ْل ُم ْشرِ ك ِين ِا َلي ِه ُم ِنيب َ ْ “Hep Allah’a dönüp itaat edin. Ve ondan korkun. Ve namaza devam edin. Müşriklerden olmayın.” Yine aynı sûrenin 40. âyeti şöyledir: ِيكم َه ْل اَ هَّللُ ا َّل ِذى خلقكم ثم رزقكم ثم ي ِميتكم ثم يحي ْ ُ ْ ُ َّ ُ ْ ُ ُ ُ َّ ُ ْ ُ َ َ َ َّ ُ ْ ُ َ َ َ ِم ْن ُشر َك ِائ ُكم َم ْن َي ْف َع ُل ِم ْن ٰذ ِل ُكم ِم ْن َشيئٍ ُسب َحا َن ُه ْ ْ ْ ْ َ ون َ َو َت َعا َلى َع َّما يُ ْشرِ ُك * Surei Ankebut: 65,66. ** Lokman: 13 65 Ana Baba Hakları 66 “Allah O’dur ki, sizi yarattı. Sonra size rızık verdi. Sonra sizi öldürür. Sonra sizi diriltir. Ey müşrikler, Allah’a ortak koşanlar, sizin putlarınızdan bunlardan bir şey yapacak var mı? Allah onların işledikleri şirkten münezzehtir. Ve çok âlîdir.” Kur’an-ı Azîmin hemen birçok yerlerinde bu şirkin aleyhinde pek ma’kûl ve güzel nasihatler vardır. Namaz kılmamak da insanları şirke sürükleyen bir âfettir. Namaz dolayısıyla Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat, insanın, içini ve dışını nurlandırır da, şirke, küfre düşmekten son derece korkup kaçar. Bu da kulda nûr-u ilâhinin tecellisinden neş’et eder. Hak Sübhânehû ve Teâlâ da âbid ve Sâlih kullarını korur da şirkten uzak kalırlar. Ve Allahâ şirk koşanları da sevmezler. Mülkün sahibi yalnız Allah’tır. Ortağa yardımcıya, oğlana, kıza ihtiyacı yoktur. Bütün mahlûkat onun kullarıdır. Kulunu kendisine hiçbir zaman ortak yapmaz. Ortaklık aczden ileri gelir. Allah aciz değil ki, ortak edinsin. Bütün Peygamberler O’nun kulu ve resûlüdür. Ve İsa Aleyhisselâm da böylece Allah’ın kulu ve resûlüdür. O’na Allah’ın oğludur demek, Allah onda tecelli etti, kullarını kurtarmak için oğlunu feda etti, vesair buna benzer sözleri söylemek hiçbir akl-ı selim sahibine yakışmaz. Allah, Allah’tır. Her noksan sıfattan münezzehtir. Ve her kemâl sıfatıyla muttasıftır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi bu gibi hatalara düşmekten korusun âmin! Şu duayı hergün oku; "Ya Rab! Bilerek ve bilmeyerek yaptığım şirklerden sana sığınırım ve bunlardan sana tevbe ve istiğfar eylerim." ÜÇ KURTARICI VE ÜÇ TEHLİKE İnsanları kurtaran ve insanları tehlikeye ve helâke düşüren üç şey vardır. 1- Kurtarıcı üç şey a) Her yerde gizli ve aşikâr daima Allah Teâlâ’dan korku üzerine olmak: Bunu bizlere Kur’an-ı Azîmüşşân hemen her sûresinde ve hemen her sahifesinde والل َّ( ِا َّت ُق هAllah'tan korkun) diye seslenَ mektedir. Zaten bu Hak korkusu yerleşmeyen gönüller haraptırlar. Saadet ve selâmet de bu Allah korkusuna bağlıdır. Yani âhiret mes’uliyeti. Zira, bu âhiret mes’luliyetini taşımayan ve Allah korkusu içlerinde olmayan kimseler her akıllarına geleni yapmaktan çekinmezler. Ana Baba Hakları 68 Şu yedi kişi ise Allah’ın lutfuna mazhar olacak bahtiyar kimselerdir: Birincisi, imâm-ı âdildir. Yani adâletle hükmeden imamlardır ki, bunlara zamanına göre bazen halife, bazen şah, bazen padişah, bazen kral, bazen reis-i cumhur denir. İkincisi, gençlikte ibadete devam eden bahtiyar, Üçüncüsü, kalbi mescidlere bağlı, yani hemen vakitleri, ezanları gözler. Dördüncüsü ve beşincisi Allah için sevişen iki kişidir ki, bu sevgi üzerine toplanır ve yine bu sevgi ile dağılır ve ayrılırlar. Altıncısı da bir erkektir ki, kendisini mevki ve güzellik sahibi bir kadın davet eder de ben Allah’tan korkarım diye o günahtan kaçan kimsedir. Yedincisi de Allah Teâlâ’yı tenhâlarda zikreder ve gözlerinden yaşlar akar. İşte bu yedi kişinin hali, her bakımdan hepimize örnek olmağa layıktır. Allah Teâlâ’nın sonsuz nimetlerine karşı kusurlarını düşünerek ağlayanları Cehennem ateşi yakmayacaktır. Ve Cehennem ateşini ancak gözyaşları söndürebilir demişlerdir. Ashâb-ı Kirâm hazeratının ve Resulullah Efendimizin ağlamaları hepimize bir ders ve örnektir. Zevk u sefaya dalan gafiller elbette ağlamak istemezler. Ve daima gülmekten hoşlanırlar ki, bu da onların gafletlerine alamettir. Nimet-i ilâhi ziyâde oldukça şükrünün de çok olması lâzım geleceğinden, bu şükürleri yapamadığımız gibi günahlardan da kendimizi kurtaramadaığımız için, bu cihetle ne kadar ağlasak yine azdır. Allah korkusu her şeyin başıdır. Hikmetin de başı yine Allah korkusudur, yani Allah korkusu olmayan kimsede ne hikmet ve ne de sair faideli hak rızasına muvafık ameller olabilir. O güzel Cennet, Allah’tan korkanlara vadolunmuş- Mehmed Zahid Kotku tur. Bu Allah korkusu ki, her işin başıdır. Bu temîn olunmadıkça insanlarda insanlığı aramak beyhude ve boşuna bir yorgunluktur. Çünkü Allah korkusu olmayınca insanoğlu her fırsattan istifâde ile her türlü fenalıkları yapabilecek bir tiynettedir. Bu korkunun başı hâlis sağlam bir imandır. Bu inançtır ki, kişiye inandığı Allah Teâlâ’nın her şeyi görür, bilir, işitir, her şeyden haberdar, hatta gönüllerden geçirdiği hayır ve şer her şeye vakıf olduğunu bildirir. Kudret-i kâmilesi vardır. Her istediğini istediği gibi yapar. İlminden hariç bir şey yoktur. Ahirette amellerimizi tartacak terazisi vardır. Mükâfat evi olan sekiz dereceli Cenneti olduğu gibi, cezaevi olan yedi dereceli bir de Cehennemi vardır. Allah korkusu ile günahların hepsinden, ufağından büyüğünden tamamı ile kaçılır ve o günah şeylerin hiçbirisi işlenmez ve derhal tövbeden hali kalınmaz. Allah Teâlâ’nın bütün emirlerini tutar. Namazlarını oruçlarını, zekâtlarını, haclarını yerli yerine getirmeye çalışırlar. Kimseyi incitmezler. Herkesin hak ve hukukuna son derece hürmet ve riayetkârdırlar. Bununla beraber, Allah’ı en iyi düşünen ancak âlimlerdir. İlim akıl üzerine galiptir. Ve ilim bir makamdır ki, onu da Allah Teâla Hazretleri, kulları içinden Allah’tan korkanların ancak âlimler olduğunu beyanla, ilmi de Allah korkusunun bir makamı olarak göstermiştir. Haşyet, havf makamlarından bir makamdır ve takvanın hakiki ismidir. Takva ise bütün ibadetleri cem eder. Hakk’ın emirlerini tutar ve yasak, günah olan şeylerin hepsini terk eder. Ve bu suretle hem hidayet-i ilâhiyeye hem de rahmet-i ilâhiyeye nail olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim müttakilere hidâyettir. Ve cennet de müttakilere vadolunmuştur. Allah Teâlâ bizlere ve bizden evvel geçen ehl-i kitâba Allah’dan korku üzere olmayı 69 Ana Baba Hakları 70 tavsiye buyurmuştur. Allah Teâlânın indinde en kerim olan kimse, sizin Allah’dan en çok korkanınızdır buyrulmuştur. Bu ehl-i takva olan kişiler ise yarın kıyamet gününde Cennet-i âlâya hesapsız olarak gireceklerdir. Binaenaleyh Allah korkusu herkes için elde edilmeye layık olan bir makamdır. Allah Teâlâ’nın kulundan rızası, kulunun Allah’tan korkusuna bağlıdır. Kul, Allah Teâlâ’dan ne kadar ve ne nisbette korkuyorsa, Allah da kulundan o kadar razıdır. İlim yüksek bir makam ise de korku ile meşruttur. Allah korkusu olmayan ilim faideli bir ilim olmaktan uzaktır. Çünkü Sallallahü Aleyhi Vessellem Hazretleri faidesiz ilimden Allah Teâlâ’ya sığınmıştır. İlim, nübüvvet, peygamberlik makamındandır. Ve ehl-i ilim meziyette peygamberlerle birliktedir. Onun için ulema enbiyanın varisleridir, denmiştir. Çünkü ulemanın peygamberlerle ve sıddîklerle beraber olacağını âyet-i kerime beyan etmektedir. Binâenaleyh, en büyük şeref ulemâ-i kirâmın makamıdır. Havf, hakikaten imanın ismidir. Takva, her nehy olunan şeylerden içtinabın ve her hayırlı işlerin de anahtarıdır. Ve insandaki şehvetin zararını ancak Allah korkusu giderir. Ebû Muhammed Sehil Rahmetullâhi aleyh der ki: imanın kemâli ilim; ilmin kemali ise Allah korkusudur. Allah korkusu olmayan ilim ise faideli bir ilim olmaktan uzaktır; ilim imanın kesb-i kuvvet etmesine sebeptir. Allah korkusu da marifet-i ilâhiyyenin kesbine sebeptir. Binâenaleyh muhabbet-i ilâhiyyenin kesbi Allah korkusunun kalpte yerleşmesinden sonra hasıl olur. Muhabbet-i ilâhiye ise, en yüksek bir makamdır. Fakat Allah korkusu kalplerde yerleşmeden Muhabbet-i ilâhiyyeden bahsetmek, dem vurmak büyük bir hatâdır. Mehmed Zahid Kotku Bak ne kadar güzel bir ders: Allah Teâlâ’dan ayrı kalmak korkusu ateşten, Cehennem azabından korkmaktan çok büyüktür. Firkat, ayrı kalmak, ibadetsiz, Kur’an’sız, zikirsiz kalıp Allah’ı unutanların azap ve acısı Cehennem azabından yüzbinlerce daha fazladır. Çünkü Cehennem’deki azabı, firkat acısı yanında denize düşen bir katreye benzetmişler. Lâkin biz bu acıyı duymuyoruz dersek cevaben diyorlar ki, kolu veya bacağı kesilmesi lazım gelen bir ameliyatlıya vurulan morfinle o hastanın kolu veya bacağı kesilir veya midesi alınır fakat hasta hiçbir şey duymaz. İşte biz de tıpkı o morfin yemiş hasta gibi ne azaptan ne de ayrılıktan haberimiz bile olmadan bir gün bu fâni dünyaya gözlerimizi yumup âhiret âlemini müşahade edince aklımız başımıza gelir. Amma iş işten geçmiş olur. Onun için ey aziz ve muhterem kardeş, sen ölümünü her gün güzelce düşün. Bak şu güzel hilkatini sana veren, akıl, ilim ile seni tezyin edip en üstün bir mahlûk olarak yaratan Allah Teâlâ’nın verdiği sayısız nimetlere bak da O’na isyandan kork ve kaç. Diğer taraftan da emirlerine itaat eyle ki, korkun artsın ve bu suretle de Hakk’a muhabbetin hâsıl olsun. Onun için nefsini daima hesaba çek ve Hakk'ı daima gözle. Böyle yapmazsan çok tehlikelere düşersin. Bir vâiz cemâatin kulağına nasihatler girmiyor diye şikâyette bulunmuş, ona şöyle cevap vermişler: Sen Kur’an da görmüyor musun? Allah Teâlâ ne diyor? Nasihati ancak Allah’tan korkanlar alır. Şâkiler de hem nasihat dinlemezler hem de uzak kalırlar. Bir de vera vardır ki, o da korkudan bir haldir, korkusundan bütün azalarını şüphelerden uzak eder. Ve hattâ helâlın fazlasına da iltifat etmez. Hazret-i Ali Efendimiz buyurmuşlar ki, Cenneti isteyen âşıklar şehevâttan uzak kalırlar. 71 Ana Baba Hakları 72 Cehennem’den korkanlar da harama sokulmazlar. Allah’tan korkan kimse için en mühim şey dilini tutup sükûta devam etmesidir. İllâ zarûret miktarını konuşması lazımdır. Hıyanetlik edenlere lânet olunmuştur. Bunlar kimlerdir deyince, bid’at sahipleridir diye cevap verilmiştir. Allah korkusunun meyveleri mahsulleri, Allah Azze ve Celle’yi iyi bilmek ve Allah’tan tam manasıyla haya etmektir. Başını, başındaki gözünü, kulağını, lisanını, mideni, kalbini iffetini velhasıl, el ve ayağını Hak Sübhanehû ve Teâlânın rızası haricindeki bütün günah ve yaramaz hal ve hareketlerinden muhafaza etmektir. Bu hadis çok uzun bir bahistir. Belki yüzlerce sahife olacaktır. Yalnız Tergîb ve Terhîb’in haşyetullah bahsinde zikrolunan gölgelerin olmadığı kıyamet gününde Hakk’ın hususi gölgeliklerinde bulunacak olan yedi kimseyi herkesin bilmesi için yazmayı lüzumlu gördüm. Cenâb-ı Hak da bizleri onlardan eylesin. Âmin! Büyükler daima tefekkürü ve ağlamayı kendilerine şiar edinmiş olduklarından hep ağlar ve hem de kimsenin görmediği yerlerde, gecelerde ağlarlar. Cenab-ı Hak bizlere uyanıklık nasip etsin de hareketlerimizden utanarak ağlayan kullarından eylesin. Âmin! Bu dünyada ömürlerini Allah korkusu içerisinde geçirenler ise ahrette en rahat bir hayata nail olurlar. İnsanların son devirlerinin nasıl olacağı herkesçe meçhuldür. Bunun için bütün veliler bile bu korkudan hali olamazlar. Buhari ve müslim’in şu naklettikleri hadis-i şerif ne kadar şâyân-ı ibrettir: Enes (R.A) diyor ki: Resûlullah (S.A.V) bir hutbe okumuşlardı ki o hutbenin bir mislini bir daha katiyen işitmedik, “Eğer siz benim bildiklerimi bilmiş olsanız az güler Mehmed Zahid Kotku ve çok da ağlarsınız” demesi üzerine ashab-ı kiram yüzlerini döverek burunlarından nefes alarak hıçkıra hıçkıra ağladılar. Zaten her zaman ağlarlar idi. Bu korku şüphesiz ki, Allah Teâlâ’yı iyi bilmekten ileri gelmektedir. Mümin bilir ki, Allah Teâlâ Hazretleri her halimize vâkıftır. İyi ve kötü hallerimiz Hak Teâlâ’nın malûmudur. Ve aynı zamanda her türlü halimizi gece ve gündüz görmektedir. Hem bilir hem de çok iyi görür. İşte bu bilgi ne kadar kesb-i kuvvet ederse insanın Allah’tan korkusu da o nisbette olur. Hem bilir hem de günahları işliyorsa buna da tam manasıyla cahil demekten başka bir söz bulamayız. Bilgisiyle amel etmeyen kim olursa olsun, şeytanın maskarasıdır. Bu hususta Tasavvufi Ahlâk kitabında oldukça mâlûmât verilmiştir. Mütâlaası tavsiye olunur. b) İktisada riâyet etmek: Zengin-fakir herkes iktisada riayet etmek mecburiyetindedir. Param bol diye har vurup harman savurmak müslümanlığa yakışmadığı gibi, insanlığa da muhaliftir. Fertlerin selâmeti, kurtuluşu iktisada bağlıdır. İktisada riayet etmeyen fertler ve cemiyetler de çok geçmeden geçip giderler. Tarih gözler önündedir. c) Adâlete riâyet etmek: Her halde adalete riâyet etmek gerekir. Fertlerin de cemiyetlerin de yaşaması, payidar olması adalete bağlıdır. Adaletsiz ne fertlerin ne milletlerin ve ne de cemiyetlerin yaşadığı görülmüştür. Bu nasihatler hep büyüklerimizden miras olarak intikal etmektedir. Ezberlenmeğe ve levhalar yazıp evlerimize asılmağa değer bir hakikattir. 73 Ana Baba Hakları 74 2- Üç tehlike a)Cimrilik: Cimrilik, denilen sıkılıktır. Malûmdur ki, devletlerin yaşaması, bütçesi, idaresi, askerî teşkilâtı vesâir işler hep paralarla olur. Para sahipleri paralarına kıyamaz ve veremezse, o zaman bu teşkilatlar da tabiatıyla yaşayamaz. Ve düşman ellerinde esir kalınır. Fertlere gelince, onlar da çok çeşitli; fakir, gözsüz, kulaksız, hasta, sakat, akılsız ve deliler gibi ki, bunlara bakmak da yine bizim borcumuzdur. İşte sıkılık, cimrilik alâkasızlık, hem kendilerinin hem de cemiyetlerin yıkılmasına başlıca sebep olduklarından tehlikenin başına cimriliği koymuşlar. b) Nefis ve hevâya uymak İnsanın kendi nefis ve hevasına uymasıdır. Halbuki yukarıda yazıldığı gibi insanın en büyük ezeli düşmanı nefsidir. Şimdi bu, nefse uymaktan daha büyük tehlike olamaz. Bugün insanlar da umûmiyetle bu tehlikenin içine düşmüş; hep nefsinin arzularına uymaktadırlar. Giyinme, yeme, içme, ev saltanatları, yaşama arzuları; hep bu nefsin arzularına göre yapılmaktadır. Kanaate riayet eden acaba kaç müslüman bulabiliriz. Efendimiz (S.A.V)’in hayatına ve eshabının gidişâtına bir göz atsak; bu da bize kâfi! c)Ucub Ucub dedikleri kendini beğenme; her yaptığını tam isabetli, doğru, iyi, daima kendi re’yini, işini hünerlerini beğenir. Başkalarına hemen hemen hiç kıymet vermez. Yaptıkları şeyler doğru dahi olsa herkes beğenip takdir etse, yine bir Mehmed Zahid Kotku bahane bulup kendini haklı çıkarmağa çalışır. Onun için büyüklerimiz demişler ki (el-ucbû hıcâbü’t-tevfik). Yani, insanın kendini beğenmesi her ne bakımdan olursa olsun, tevfikât-ı ilâhiyyenin gelmesine manidir. Tevfikâtı ilâhiye olmayınca, yani Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın yardım ve nûsratı olmadıkça hayırlı neticeler elde etmek mümkün değildir. Meselâ evinize gelen elektrik bir ârızaya uğrar veya şirket cereyanı keserse; tabiatıyla, ne lambalar yanar, ne yemek pişer ne de buzdolabı işler. İşte tevfikat-ı ilâhiye de böyledir. O kesilirse, hiçbir şey olmaz. Bütün emekler boşuna gider. Buna iyi kulak vermeni rica ederim. Bunu da yazmakta fayda vardır. Allah Teâlâ bizi yaratmış ve bize bir de irâde-i cüz'iyye vermiştir. Eve kadar gelen elektriği kullanmak sizin elinizde. İsterseniz bu kuvveti hayırlara harcar; sevaplar kazanırsınız. Ve yine isterseniz, şerlere kullanır; günahlara girersiniz. Hiç olacak bir şey mi? Allah seni niçin yaratmış? senin için bir de güzel Cennet yaratmış. Sen bunları bırakıp da, Cehennem yolunu tutarsan sana yazık değil mi? Binaenaleyh, ana ve babana son derece hürmet ve saygı ile birlikte ikram u ihsânını bırakma. Lâkin seni ve kâinatı yaratan Allah Teâlâ’ya olan ibadet ve irfan borcunu da sakın unutup kâfirlerden, dinsizlerden, münafıklardan, zalimlerden, gaddarlardan, hırsızlardan, katillerden, eşkıyâlardan, can yakanlardan olma. Ve hiçbir kimseyi de hor görme. Ve yine hiçbir kimsenin aleyhinde de konuşma, kusur görme. Herkesin kendi kusuru kendine hem yeter, hem de artar. İnsanın en büyük düşmanı nefsi olduğunu niçin unutuyorsun da başkalarının günah, kusur ve kabahatleriyle meşgul olu- 75 Ana Baba Hakları 76 yorsun? Sen muhakkak her gün dini, ahlaki, tasavvufi kitapları okumağa çalış. Bu sana da bana da ekmek ve yemekten daha mühimdir. ANA BABA HAKKINDAN DAHA MÜHİM BİR HAK PEYGAMBERİMİZİN VE ULEMANIN HAKKI Tekrar edeyim. Çünkü tekrar güzeldir; 180 defa olsa dahi, yani kulağına küpe olmak için tekrara ihtiyaç vardır. Zira herkesin anlama kabiliyeti bir değildir. Bundan nâşi olsa gerek ki Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazretleri de bazen mübarek sözlerini üç defa tekrar ederlerdi. Bizim de sizlere tekrarlayacağımız şey: Ana ve babalara hürmet ve saygıyı onlara ikram ve ihsânı anlatırken, asıl sizleri Hak rızasına, Allah sevgisine, âhiret hayatına ve Allah korkusuna sevk eden ve sizlere Allah’ı tanıtan ibadet yollarını gösteren hocalarınızı mürşidlerinizi unutmamanızdır. Bunların kıymeti hayat-ı dünyaya gelmemize sebep olan ana ve baba- Ana Baba Hakları 78 larımızdan çok daha üstündür. Bak, Hz. Ali Efendimize atfedilen bir sözde: “Bana bir harf öğreten, muhakkak beni kendine köle etmiştir.” Yani bana bir harf dahi olsa öğretene ben köle olurum, demektir. Bu da bize anlatıyor ki, dünya ve âhiret ilim üzerinedir. İlimsiz ne dünyanın ne de ahiretin tadı olmaz. İlimin ise, envaı çoktur. Lâkin matlûb olan ilim marifetullâhtır. Yani bu varlığın sahibini tanımak, bilmek ve O’nun emirlerine inkıyâd edip yasaklarından korkup kaçmak ve O’nun rızasını kazanmağa çalışmaktır. Asıl ilim bu ilimdir. Öteki ilimler bu ilmin teferruatıdır. Asıl olmadan teferruatın ne kıymeti olur. Can olmadan cesedin kıymeti olmadığı gibi. Fakat bugün beşeriyet hemen hemen bu kaide-i umûmiyenin dışında hareket etmekte ve hemen gaye ve maksad, dünyanın fani nimetlerine kavuşabilmektir. Bu dünya nimetleri de ele geçince artık ahireti düşünmek mümkün mü? Zira, ekseriyetle, varlıklar insanları tuğyana sevk etmekte olduğu görüle gelen hadiselerdendir. İnsanlığın yüksek mertebelerine ulaşmadan, kemâl mertebelerine erişmeden ne ilimlerden ve ne de servetlerden lâyıkı veçhile, istifade edip onlarla Hak Teâlâ’nın rızasını kazanabilmek çok müşkildir. Görmez misin ki, Efendimiz Sallallâhü Aleyhi Vesellem Hazretleri varlıklara, servete hiç kıymet ve ehemmiyet vermedi. Halbuki o gün servete, varlığa, her zamandan fazla ihtiyaç vardı. O altın olan dağlar taşlar kendilerini Resûl-i Ekrem’e arz ettikleri vakit onları istemedi. Bir gün aç kalıp Hakk'a tazarru ve niyaz etmeği ve bir gün de tok olup, Hakk'a şükretmeği tercih buyurdular. Bu vak’ayı Kaside-i Bürde sahibi Muhammed Bûsırî Hazretleri ne güzel canlandırmıştır. Mehmed Zahid Kotku ت ُس َّن َة َم ْن اَ ْحى الظالَ َم اَ َلى َ ُ ظ َل ْم َ ط ٰوى َ َو َش َّد ِم ْن َس َغ ِب اَ ْح َش َاء ُه َو الش ُّم ِم ْن َذ َه ٍب ُّ َو َر َو َاد ْت ُه ا ْل ِج َب ُال الضر ِم ْن َو َر ِم ا ِن شتكت قدماه َ ُّ ُ َ ْ َ ْ َ َ ْ َ ت ا ْل ِح َج َار ِة َك ْش ًحا ُم ْتر َف ْاالَ َد ِم َ َت ْح َ َع ْن َن ْف ِس ِه َفاَ َر َاها اَ َّي َما َش َمم َ Kaside sahibi Muhammed Bûsırî Hazretleri şu üç beytinde ayakları şişip inciyinceye kadar namaz kılmakla geceleri ihya eden ve o gece karanlıklarını manevi nurlarla ziyalandıran Peygamberimiz (S.A.V)’in sünnetine uyamadığımdan, nefsime zulmettim, demektedir. Demek ki, zulüm, yalnız başkalarına yapılan eza ve cefalar değil belki peygamber-i âhir zamanın herhangi bir sünnetine uymamak da, kendini bilen ârifler için, bir zulümdür. Zulüm, zulmetten karanlıktan gelen bir kelimedir. Zulüm, kıyamet gününün zulmetini insanın kendi eliyle hazırlamasıdır. Gece namazlarını terk etmek suretiyle, bir karanlığı eliyle hazırlamış oluyor demektir. Gece namazları pek efdaldir. Cenab-ı Hak Peygamberimize bu namazı emretmiştir. Biz de O Peygamberin ümmeti olmamız hasebiyle, bizim için de bu namazı kılmak pek efdaldir. Hatta bir rivayette iki rekât namaz için (100.000) sevap olduğunu Hazinetü’l-Esrâr’da görmüştüm. Bizim delilimiz, Mekke’de her bir namaz için (100.000) sevap var diyordu. O sırada kitap önümde idi. Ben de ona; Bak hacı efendi, bizim diyarda da 100.000 sevap var. Allah Teâlâ kullarına rahimdir. Yalnız bu sevabı Mekkelilere verip de diğer kullarını mahrum etsin; hiç olur mu? İşte gece namazı bu kadar efdal olmakla beraber; insanın sıhhati yerinde olur; rızkı da bol olur. Yüzü de nurlu olur, gözleri de bozulmaz. Sonra dünyası da güzel olur; ahreti de. Gece namazlarını kılmağa devam 79 Ana Baba Hakları 80 edenlerin evleri bereketli, çocukları da selâmet ve itâatli olur. Onun için, sen de mümkün mertebe, geceleri erken vakitte yatıp, gece namazlarını kılmağa çalış. Kimsenin görmediği o gece karanlığında kalkıp namaz kılmanın tadına doyulur mu? Cenâb-ı Hak, cümlemize gece namazlarını kılmayı nasib ü müyesser eylesin. Âmin! Bûsırî Hazretleri, ikinci beytinde de şöyle demektedir: Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazretleri çok defalar oruç tutar ve açlığa karşı çok sabırlı idi. Bazen bir gün bazen iki gün, bazen üç gün yemek yemedikleri olurdu. Ekseri günlerini biraz süt ve biraz da hurma ile iktifa ederlerdi. Hattâ bir kere Hz. Fatıma (R. Anha) yaptığı ekmekten bir tane alıp babalarına getirmişti de Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Kızım, üç günden beri ağzıma bir ekmek veya taâm girmedi” demişlerdi. Sahabe-i Kiramdan bir zat, açlıktan karnına bir taş bağlamış oldukları halde huzur-u Resûlullah’a gelmiş ve eteklerini kaldırıp karnına bağladığı taşı göstererek, halini, açlığını arz etmek istemişti de; bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) Hazretleri de mübarek eteklerini kaldırıp o da midesi üzerine bağladıkları taşı göstererek, ben de senin gibiyim, demek istemişler ve bu suretle de o zata teselli eylemişlerdi. Bu hâdiseler bir millet, bir kavim, bir cemaat için; büyüğüne, küçüğüne, ne güzel derstir, nasihattir, ibrettir. Ne yazık ki, bizler bolluk içinde şımarmış hakdan da uzaklaşmış olduğumuzdan bütün derdimiz boğazımız, yaşamamız, keyfimize göre harekettir. Ne aylık yeter; ne de yıllık. Sonra hepimiz bir evliya gibi çalım satar; sofuluğu da kimseye vermeyiz vesselâm… İşte Cenâb-ı Peygamber de açlıktan karınlarına taş bağlarlar ve bu suretle bizlere hem sabır, hem de tahammülü öğ- Mehmed Zahid Kotku retmiş olurlardı. Cenâb-ı Hak cümlemize hidayet nasip etsin de Peygamberimizin sünnetlerine uymak şerefine nail eylesin. Âmin! Yoksa, sen zannetme ki, bu açlık yokluktan ileri geliyordu. Bu, büyük, affedilmez bir hatadır. Cenâb-ı Peygamber istese, her yer altın olurdu. İşte bunu belirtmek için İmam Bûsırî Hazretleri Kasîdesindeki şu üçüncü beytini okuyarak bizleri irşad buyurmuşlardır: الش ُّم ِم ْن َذ َه ٍب ُ َو َر َو َاد ْت ُه ا ْل ِج َب ُّ ال ِ ِ اها اَ َّي َما َش َم ِم َ َع ْن َن ْفسه َفاَ َر Bu beytlerde çok canlı hakikatler bizlere arz olunmaktadır. O yüksek, kocaman dağlar ve hatta vadilerdeki çakıllar ve hatta her şey, altın olarak Resûlullah’a kendilerini arz etmişler. İşte tam fırsat… Yokluk, açlık hatta çıplaklığın hüküm sürdüğü bir devirde bu altınlara ne kadar ihtiyaç olduğu herkesçe mâlûmdur. Değil böyle altınlar, böyle yokluk devirlerde, hatta bugünkü varlık devirlerinde bile, insanları soyan, bankaları soyan, canlara kıyanları görmüyor muyuz? Bak O Müctebâ’dan, bu altın olarak kendilerini arz ettikleri vakit, aldıkları cevap: “Hayır benim sizlere ihtiyacım yok.” İbrahim Aleyhisselâm’ın ateşe atıldığı zaman melekler kendisinin imdadına gelmişlerdir. Cenâb-ı İbrahim: “Rabbim benim hâlimi bilir. Benim sizlere ihtiyacım yok” demişti de, nihayet o koca ateş İbrahim Aleyhisselâma, biiznillah, gül gülistan olmuştu. Tabii bunu gören halk da hemen müslüman oluvermişti. İşte Cenâb-ı Peygamber de bu ulûvv-i Cenâblığı altın dağlarına gösterip, ben bir gün aç kalıp Cenâb-ı Hakk'â tazarru ve niyâz etmeyi, bir gün de doyup Hak Teâlâya şükretmeyi isterim, demişlerdi. 81 Ana Baba Hakları 82 Dikkatle bak, o zaruretler hiçbir zaman, o hak peygamberi hak yolundan ayırmamıştır. Dünyanın her saltanatı, her gösterişi, saadet gibi görünen her şeyi muvakkattır. Ahiretteki hesabı ağırdır. Felâketi büyüktür. Onun için Cenâb-ı Peygamber, ben böyle geçici ve aldatıcı şeylere iltifat edemem, diyerek bizlere ne güzel bir ders-i ibret vermişlerdir. Bugün bu servetlerin başımıza getirdiği ve getireceği felaketleri hala da, görmekten çok uzak ve aciziz. Ve hatta bugün Amerika denilen bilgi ve servet kaynağı, medeniyet ocağı diye vasfedilen Amerika, Rusya ve Çin gibi memleketlerdeki hürriyetsizlikle birlikte, gece eşkiyâlığı da pek meşhurdur. Sözde medeni memleketler. Fakir memleketlerde de böyle vak’alar olabilir. Bunların çoğu hep, dini bilgisizlik, inançsızlık ve mes’uliyet duygusu olmadığından, tabir caiz ise, dinsizlikten neş’et etmektedir. Altındaki beytte bu hal ne güzel anlatılmaktadır: ِ ورتُ ُه َ َواَ َك َد ْت ُز ْه َد ُه ف َ يها َض ُر ور َة الَ َت ْع ُدو َع َلى ا ْل ِع َص ٍم َّ ِا َّن َ الض ُر O Nebiyy-i zîşân’ın devrinin, halini vaktini düşünecek olursak, görürüz ki, vahşet her tarafı sarmış, en ağır, iğrenç ve çirkin hadiselere rast gelmekteyiz ki, her şey bir tarafa, o çocukları diri diri gömmeleri, diğer bazı sebeplerle öldürüvermeleri doğrusu afvolunur şey değildir. Ne büyük cinayet! İşte bu işlerin görülme ve vahşet devrinde Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, bu dünyanın hiçbir âlâyişine kıymet ve ehemmiyet vermeden, o kocaman dağların altınlarına iltifat etmeyip, zühdünü o dağlara ve bütün cihana isbat etmiştir. Muhakkak ki, zaruretler olgun insanları hiçbir zaman doğruluktan çıkaramaz. Nitekim, peygamberlerin izlerini ta- Mehmed Zahid Kotku kib eden evliyalardan Abdülkâdir-i Geylânî, Ahmed-i Rufâî, Hasen-i Şâzeli, Muhammed Bahâeddin Nakşıbendî, Muhammed Muhyiddin-il Arabî, Muhammed Muhyiddin Üftâde, Konya’daki Mevlâna Hazretleri gibi binlerce veliyullah, Veysel Karânî, İbrahim Edhem gibi sultanlar dünyaya hiç de iltifat etmemişler ammâ, isimleri günümüze kadar gelmiştir. Herkes tarafından hürmetle anılıp ve ruhlarına bütün müslümanlar tarafından her gün hediyeler gönderilmektedir. Bu devlet ne devlettir ki, cesetler çürümüş, yok olmuş fakat bunların isimleri bir türlü gönüllerden çıkmamıştır. Halbuki, ne kadar dünya büyükleri vardır ki, hiç birisinin ne adı ne de sanı kalmıştır. Sen bundan acaba ne anlarsın? O Peygamber-i âhir zamanın hürmetine bu dünya yaratılmıştır. Eğer O yaratılmamış olsaydı, dünya denilen bu âlem, olmazdı. Binâenaleyh, dünya O’nun için yaratılmış olmakla beraber Peygamber (S.A.V)’de dünyaya hiç iltifat etmeyip, dünyayı ve içindekileri yaratan asıl mülkün sahibi olan Allah Teâlâ’yı istemiş ve bütün muhabbetini, sevgisini, aşkını, arzusunu, gayesini ve her şeyini O’na bağlamış, O’nu sevmiş ve O’nun sevdiği ibadetleri sevmiş. Allah Teâlâ mülkünü O’nun için halk etmiş. O Resûl-i Müctebâ da O’nun rızası için bu dünyayı terk etmiş. Gayesi, sırf Allah rızasını kazanmak olmuş ve onun için her şeye katlanmış. Allah’ı halka tanıtmak için dövüşleri göze almış, gece uykularını terk etmiş, memleketini terk etmiş, putlara tapan akılsızlarla harbetmiş. İbadet ancak Allah’a yapılır. Allah’tan başka İlah olmadığını bildirmek için çalışmış ve nihayet: الث َق َلي ِن َوا ْل َفرِ َقي ِن ِم ْن ُعر ٍب َو ِم ْن َع َج ٍم محمد س ِيد الكونين و ْ ْ َّ َ ِ ْ َ ْ َ ْ ُ ّ َ ٌ َّ َ ُ ْ 83 Ana Baba Hakları 84 diye, Kâinatın seyyidi, ins ve cinnin arap ve arabın gayrisi bütün insanların seyyidi, efendisi, beyi, paşası, sultanı olmakla yâdedilmek şerefine de mazhar olmuştur. Cenâb-ı Hak, cümlemizi o Peygamber-i zîşânın hakîki ümmeti olarak O’nun yolundan bizleri ayırmasın, âmin!.. Kur’an-ı Azimüşşânın birçok ayetlerinde Peygamberimiz (S.A.V)’in fezâilinden bahsetmektedir. O peygamberimizin bulunduğu devirdeki insanlar ki, çoğu putperest kimselerdi; bununla beraber, eşkıyalıklarla, baskınlarla birbirlerinin mallarını, hayvanlarını, kadın ve çocuklarını esir alıp köle gibi kullanırlar idi. Ve bunun önüne o güne kadar kimse de geçememişti. Aralarında pek çok meşhur şairlerin de geçtiği o devirlerde bu çirkinlikler bir türlü önlenememişti. Vaktâki Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem dünyaya teşrif buyurup kırk yaşlarına geldiği zaman kendisine peygamberlik verilmişti. O günden itibaren bu cahil kavmi yola getirebilmek için her türlü müşkülâta karşı uğraşmaktan geri kalmadı. O günün Arapları Peygamber (S.A.V)’i çekemediler. Kendisine çeşitli zulüm ve işkencelerde bulundular. Hatta müslüman olanlara karşı boykot ilan ettiler. Onlara ne yiyecek ve ne de giyecek bir şey satmadıkları gibi yakaladıkları müslümanları da dövmekten ve hatta öldürmekten lezzet alacak kadar ileri giderlerdi. Ne kadar acıdır ki, Peygamberimizi görmek ve İslâm ile müşerref olmak üzere gelen zuafâ-yı müsliminden –zannedersem ismi Ebu Zer olacak- zavallıyı yakaladılar ve o kadar döğdüler ki, nihayet binbir güçlükle ellerinden kurtulup Kâbe’ye sığınmış ve Kâbe perdesinin arkasından tam bir ay dışarı çıkmamış ve bu müddet zarfında ancak geceleri çıkıp bir miktar zemzem suyunu içerek hayatını muhafaza edebilmişti. (Zemzem pek mübarek bir sudur. İsmail Mehmed Zahid Kotku Aleyhisselâmın hediyesidir. Her ne niyetle içilirse içilsin, hem insanlara şifa bahş eder ve hem de besleyicidir.) İşte bu zat da bu zemzemden içerek, bir ay beslenmiş ve kilo almış olduğu da rivayet edilmektedir. Ve nihayet müslümanlara Mekke’de yaşama hakkı kalmamıştı. Onlar da evvelâ Habeşistan’a sonra da Medine-i Münevvere’ye hicret ederek toplanmışlar idi. Sayıları ancak 313 kişi olduğu bir zamanda Mekke müşrikleri müslümanlığı yok etmek için başlarında Ebû Cehil de olduğu halde binden fazla bir askerle gelip İslâm’ı söndürmeye çalıştılarsa da, Allah Teâla’nın yardımıyla, Ebu Cehil de içlerinde olmak üzere 70 kişinin canları Cehennem’e gönderilmiş oldukları halde kaçmağa mecbur olmuşlardı. Ve bunu müteakip devam eden muharebelerde Allah Teâlâ’nın izniyle hep perişan olarak kaçmışlar ve nihayet, Mekke-i Mükerreme de müslümanların eline geçerek İslâm şevketi, kudreti her tarafa yayılmış ve bundan sonra da o putperest Araplar hatalarını anlayarak top top, dalgalar halinde Resulullah’ın huzuruna gelip müslüman olmuşlardı. Bugün de sayısı –lehülhamd- milyara bâliğ olacak derecede dünyanın her tarafına İslâm yayılmış ve bütün âlem-i beşeriyete Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, İslâm akîdesi üzere duyurulmuş olduğundan, bundan sonra putlara tapanların ne büyük azaplara çarpılacakları aşikârdır. Bugün hâlâ devam edegelen putperest müşriklerin inadlarında ısrarla durmaları, ne kadar cahil olduklarının başlıca alâmettir. Kiliselerini her ne kadar süsleseler ve her ne kadar bilgi sahibi olsalar dahi hiç kıymeti yok, sonsuz bir cehâlet içerisindedirler. Çünkü bilgilerin asıl maksadı Allah Teâlâ’yı tanımak ve O’nu kendisinin bildirdiği gibi bilmektir. Evvelâ, birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Evlad ve baba gibi şeyle- 85 Ana Baba Hakları 86 re muhtaç değildir. Bütün varlığı yaratan O’dur. Bizi de yaratan ve nihayet ölümü veren ve her muhtaç olduğumuz eşyayı da yaratan; ayı, güneşi, bütün yıldızları, hatta bilemediğimiz nice eşyayı yaratan ve bizlere ilim-irfan veren; göklere çıkacak kadar bilgileri veren hep o bir Allah’tır. Sevgili Peygamberimizi de en üstün ve en mümtaz bir peygamber olarak beşeriyete hidayet için O bir olan Allah göndermiştir. Bize yakışan ise bu mümtaz ve âleme nümûne olan Peygamber-i âhir zamana uymaktır. Ve onun yolundan ve izinden kat’iyyen ayrılmamağa çalışmaktır. Saadet ve selâmet için başka çaremiz yoktur. Sakın kâfirlerin sözlerine bakma ve aldanma. Ve onların gökte uçmaları ve çeşitli san’at ve hünerleri sakın seni aldatmasın! Bak şeytan, bunların hepsinden daha hünerli, fakat şeytandır, vesselâm… Onun için, ey kardeşim, sen dünyayı öğrenirken istikbalini te’mine çalışırken en baş gâyen Allah’ını bilmek ve O’nun gönderdiği Peygambere uymak olsun. Korkma; Allah, yalnız senin değil, bütün mahlûkatın rızkını veren bir zât-ı ecell-i a’lâdır. Sen Allah’a kul ve bu Peygambere ümmet olmağa bak. Bugün Peygamberimizin nail olduğu devlet ve saltanata kimse erişememiş ve erişmesine de imkân yoktur. Dünyadan ayrılalı 1400 seneye yaklaşmaktadır. O’nun o mukaddes türbesi önünde sayısız müslümanların her gün ve her saat nasıl hürmet ve saygı ile birlikte, salât u selâmlarla ona bağlılıklarını göz yaşlarıyla arz etmekte olduklarını bir görsen, bu da sana yeter, diyeceğim. Ne Hz. Musa’nın ve ne de Hz. İsa’nın, kitapları ve eserleri tam mazbut değildir. Gerek Tevrat ve gerek İncil sonra- Mehmed Zahid Kotku dan toplanmış, hem de yüzlerce sene sonra, şundan bundan nakledilen rivayetlere dayanarak Tevrat’ı ve İncil’i meydan getirmişlerdir ki, ne hakiki Tevrat’tır ve ne de hakiki İncil. Zaten bu iki kitap da bu günün ve yarının hiçbir derdine deva olacak şekilde değildirler. Ve kısmen papaz ve hahamlar tarafından tadil edilip değiştirilmiş ve hemen birbirini tutmayan müteaddit kitaplar İznik’te toplanan papazlar tarafından ancak dört veya altısı kabul edilmiş, diğerleri ise kapı dışarı bırakılmıştır. Ve zaten ahkâm-ı ilâhiye hiçbir esasta zikredilmemiştir. (Yalnız bazı nesâyihten ibarettir.) Bizim kitabımız Kur’an-ı Âzimüşşân öyle mi? 23 senede peyder pey nazil olmuş; her ayet ve sûresi hatta bir noktası bile değişmemiş olan kitabımız 1400 sene evvel ne ise bugün de aynen o kitaptır. O kitabımız olan Kur’an-ı Âzimüşşan’ın emirlerini ve onun azametini bizlere bildirebilmek için –Allah razı olsun- O ulemalarımızdan, bugün kütüphanelerimiz milyonlarca eserlerle doludur. Çünkü Kur’an-ı Kerim öyle bir kitaptır ki ne lafzı ne manası ve ne de mucizesi biter. Elhamdülillah bugün her müslüman yalnız Fatiha suresini günde 40 defa okumaktadır. Çünkü günlük namazlarımızın rekâtları kırktır. Her rekâtta Fatiha-i şerifeyi okumak mecburidir. Diğer surelerden ise istediklerini ve bildiklerini okur. müslümanlar da ne ellerinden ve ne de dillerinden bir an bile bırakmazlar. Hak Teâlâ bu okuma, öğrenme ve öğretmeyi her müslümana ve hatta her insana nasip ve müyesser eylesin; âmin! Maksadımız anne ve baba haklarını anlatmak idi. Ve bu vesile ile de ana ve baba hakkından daha üstün bir hak olan Peygamberimiz (S.A.V)’in hakkını anlattık. İslâm’ı ve İslâm yollarını öğreten Peygamberimizin hakkını kolayca ödeyeme- 87 Ana Baba Hakları 88 yiz. Zira O olmasa idi, bizler de putperest müşrikler gibi ellerimizle yaptığımız putlara tapacak ve Allah’ı da hiçbir zaman bilemeyecektik. Çok şükür ki, Allah’ımızın rahmeti erişip, bize doğru yolu gösteren ve Allah’ı güzelce tanıtan o canım Peygamberimizi yolladı (elhamdülillah). ANA BABA HAKLARI ANA BABAYA KARŞI ON MÜHİM VAZİFE Evladın ana ve babasına yapmakla mecbur olduğu on borcu vardır. Bunlar: 1- Vâlideyn muhtaç oldukları vakit onlara bakmak. 2- Giyime muhtaç oldukları vakit onları giydirmek. 3- Hizmete muhtaç oldukları vakit hizmetlerinde bulunmak 4- Her ne zaman çağırırlarsa hemen koşup gitmek 5- Emrine her zaman itaat etmek; (günah olmadıkça) 6- Yanında gayet yumuşak konuşmak 7- Babasını ismiyle çağırmamak 8- Arkasında yürümek. 9- Kendi için istediği ve razı olduğu şeyleri onlar için de istemek; istemediği ve hoşnut olmadığı şeyleri onlar için de istememek. Ana Baba Hakları 90 10- Onların mağfireti için dua etmek. Vâlideyn için duayı terk etmek evlâdın geçimini daraltır. Ana ve baba öldükten sonra da: 1- Akrabalarını ziyarete devam etmek. 2- Onlara istiğfarla dua etmek, 3- Babanın sıla yaptığı kimselerle alâka kesmemek gerekir. Eğer keserse nurunun söneceği bildirilmiştir. Onun için babanın dostlarını bırakma, dostluğu devam ettirmeye çalış ve onlara istiğfar et. Vâlideyn hakkını ödemek için beş vakit namazlarında duayı unutma. Mehmed Zahid Kotku ANA BABAYA İHSAN VE İTAAT Valideyne ihsanı şöyle tarif etmektedirler. İhsan her ne kadar in’âm manasına ise de onlara herhalde iyilik ve onları hıfz u himaye ile beraber, emirlerine itaat ve onları köle ve esaret gibi hallerden ve her türlü darlık ve zorluklardan kurtarmak ve onlara karşı kat’iyyen böbürlenmemek; ben sana bakıyorum, şöyle şöyle yardımlarda bulunuyorum veya evimde oturtuyorum vesaire gibi üstünlük taslamaktan son derece sakınıp tam bir ihlâs ile ihsân, ikrâm ve in’âm eylemektir. Cenâb-ı Hak kendisine şerik koşulmasını istemediği gibi ana-babaya da itaatsizliği istememekte olduğundan, onlara ihsanı emir buyurmuştur. Halbuki eğer onlar fakir ve zarûret içerisinde olup da bizleri okutamamış, refâh içerisinde yaşatamamış olsalar bile, onların babalık hakkına bir nakisa gelmez ve biz evlatlara düşen vazife, onları daima saygı ile anmak ve her türlü ihtiyaçlarını tenâfür ile değil belki tevazu ile yapmağa çalışmaktır. 1- Ana babaya iyilik cihad sevabı kazandırır ِ ووصينا ْا ان ب َِو ِال َد ْي ِه ِا ْح َسا ًنا َ ال ْن َس َ ْ َّ َ َ Bu hususta daha ziyade aydınlanmak için hadis-i şeriflerde beyan olunan ihsan ve ikramın mükâfatları ile beraber, ikram-ü ihsanın zıddı olan uygunsuz muamelelerin cezaları hakkında bilgi vermeğe çalışacağım: Abdullah b. Mes’ûd Radıyallahü Anhden rivayet edilmektedir: 91 Ana Baba Hakları 92 ِ ِ ٍ الل ب ِن مسع ول َ ت َر ُس َّود َر ِض َى ه ُ َساَ ْل:اللُ َع ْن ُه َق َال ُ ْ َ ْ ََّع ْن َع ْبد ه ِ َّالل ع َلي ِه وس َّلم َاى ا ْلعم ِل َاحب ِا َلى ه ِ َّه :الل؟ َق َال ُّ َ َ َ ُّ َ َ َ ْ َ ُ َّالل َص َّلى ه ب ُِّر ا ْل َو ِال َد ْي ِن: َق َال. ثُم اَ ٌّى:ت قل.الصالة على وق ِتها َّ ُ ْ ُ َ ْ َ َ َ ُ َ َّ ِ َِّيل ه ﴿رواه البخارى.الل ِ اد ِفى َسب ُ ﴾ ُق ْل ُ اَ ْل ِج َه: ثُ َّم اَ ٌّى؟ َق َال:ت Ben Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellemden sordum. Allah Teâlâ’ya hangi amel daha sevgilidir? Buyurdular ki, vaktinde kılınan namaz. Sonra hangisidir, dedim. Buyurdular ki; Anaya, babaya ikrâm, iyilik, ihsân ve itaattir. Sonra hangisidir, dedim. Buyurdular ki; Allah yolunda cihâd etmektir. (Müslim) Abdullah b. Amr b. el-Âs (Radıyallahü Anhüma) dan yapılan rivayette; ِ َّعن عب ِد ه ِ وبن ا ْل :اللُ َع ْن ُه َما َق َال ِ ِالل ْب ِن َع ْمر َّعاص َر ِض َى ه َْ ْ َ ِ َّجاء رج ٌل ِا َلى َنب ِِى ه ِ اس َت ْا َذ َن ُه َّالل َص َّلى ه ُ َ َ َ ْ اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم َف ّ ِفيهِ َما: َق َال. َن َعم:اك؟ َق َال َ َا َح ٌّى َو ِال َد: َف َق َال،ِفى ا ْل ِج َه ِاد ْ ِ ﴾ َفج ﴿رواه البخارى ومسلم وابوداود والترمذى والنسائى.اه ْد َ Nebî Sallallahü Aleyhi Veselleme bir kişi geldi ve cihâd etmek için izin istedi. Resûlullah (S.A.V) vâlideynin sağ mı? dedi. O kişi de “evet” dedi. O zaman Resûlullah (S.A.V) “onlara fe-câhid!” dedi. Yani onlara hizmetle Allah Teâlâ’nın Mehmed Zahid Kotku vereceği sevaba nail olursun, muhabbetle ikram et. Böylece cihad sevabına nail olursun (Buhârî, müslim, Ebû Davud, Tirmizi, Neseî). Abdullah b. Amr (R.A) dan diğer bir rivayette de şöyle denmektedir: ِ َّعن عب ِد ه َج َاء َر ُج ٌل:اللُ َع ْن ُه َما َق َال َّور ِض َى ه َ ٍالل ْب ِن َع ْمر َْ ْ َ ِ َّول ه ِ ِ ِا َلى رس ت َا َباي ُِع َك َّالل َص َّلى ه ُ ِج ْئ،اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم ُ َ ِ ت اَبوى يب ِكي ِا ْر ِج ْع:ان؟ َف َق َال وترك،على الهِ جر ِة َ ْ َ َّ َ َ ُ ْ َ َ َ َ ْ ْ َ َ ِ ِ كي َتهما ﴿رواه ابوداود َ ُ ْ َ ﴾ا َل ْيهِ َما َف َا ْضح ْك ُه َما َك َما َا ْب Resûlullah Sallallahü Aleyhi Veselleme hicret etmek üzere bir adam geldi ve “ana babamı da ağlar olarak bıraktım” dedi. Resûlullah (S.A.V) hazretleri “öyle ise, onlara dön ve onları nasıl ağlattı isen öylece güldürüp sevindir” dedi. Ebû Sâîd (R.A) den de şöyle bir rivayet: Resulullah’a (S.A.V) hicret etmek üzere Yemen’den bir kişi geldi. Resûlullah Efendimiz bu zâta sordu: “Yemen’de senin kimsen var mı?” dedi. Cevâben: “Anne ve babam var.” dedi. “Sana bu hicret için izin verdiler mi?” Cevâben “Hayır” dedi. “Öyle ise onlara dön ve izin iste. İzin verirlerse cihâd edersin. İzin vermezlerse onlara itaat ile ikram ve ihsanda ve iyiliklerde bulun” dediler. (Ebû Davud) Bir de Ebû Hureyre (R.A)’in rivayetini dinleyelim: Cihâd etmek üzere izin almağa bir kişi geldi. Resûlullah Efendimiz bu adama sordu: “Ana ve baban sağ mıdırlar?” 93 Ana Baba Hakları 94 Adam: “Evet”, dedi. “Öyle ise sen onlara bak ve emirlerine itaat eyle ki, cihad sevabını alasın.” (Müslim, Ebû Dâvud.) Enes (R.A)’ın rivayeti çok şâyan-ı dikkattir. Bir adam Resûlullah (S.A.V)’e geldi. “Ben cihad etmek istiyorum, fakat gücüm yetmiyor” dedi. Resûlullah Efendimiz buyurdular ki, “anandan – babandan hayatta kimsen var mı?” “Anam var” dedi. “Allah için ona iyilik ve ihsanda bulun. Bunu yaptığın takdirde sen hem hac, hem umre ve cihâd sevabını almış olursun.” (Râvileri mu’temed kimselerdir.) Şu yazılmış olan altı adet hadis-i şerif mealleri zannedersem bizlere yeter ve artar. Terğib ve Terhîb adlı hadis-i şerif kitabının üçüncü cildinin 314-315. sahifelerinde yazılı olan hadis-i şerifler bizleri hayretlere düşürecek harikalarla doludur. O devirler orduya hizmet edecek askere son derece ihtiyaç olduğu bir devirlerdir. Öyle iken ana ve babaya itaat ne kadar mühim ki, kendi arzularıyla cihada âşık kimseler uzun yolları katedip Resûlullah’ın huzuruna gelip harbe hazır olduklarını söyleyip, izin ve müsâade istiyorlar da, bakınız Cenâb-ı Peygamber onlara nasıl cevap veriyor! Cihaddaki ecr, sevap, fazîletler pek çoktur, sonra ganimet de var. Sonra bunlara ihtiyaç da var. Çünkü henüz müslümanların sayısı pek azdı, öyle iken Sallallahu Aleyhi Vessellem Hazretleri her şeye rağmen bunlara ana ve babalarına itaat edip sözlerini dinlemelerini ve onlara ikram ve ihsanda bulunmalarını ve onlardan müsâadelerini almadan bir şey yapmamalarını tavsiye etmektedir. Sen bu nasihatlere candan kulak ver ve böyle bir evlad olmaya çalış ki, dünyada ve ahrette Mehmed Zahid Kotku mes’ûd ve bahtiyar olasın. Bugünkü evlâdları hep görüyoruz ki, ana ve babalarına karşı hiç yakışmayacak kadar çirkin hareketlerde bulunuyorlar. Sonra işleri ters gidince, yaptıklarını anlasalar da artık faide yok. Baksanıza İslâm’ın en büyük ve yüksek seviyesinde olan çok kıymetli, günahları döken ve insanları şehidlik mertebesine ulaştıran, başkalarına da şefaat hakkını kazandıran bu cihada izin vermemiş; muhtaç olan anne ve babalarınıza hizmet ve onların dualarını almak sizler için daha iyidir ve daha layıktır, diyerek onları geriye çevirmiş ve onlardan izin almadıkça ne cihada ne de başka hizmetlere müsaade edilmiştir. Ebû Ümâme Radiyallahü Anh’ın rivayetinde: ِ َّول ه الل َ ار ُس ََّو َع ْن َابِى اُ َم َام َة َر ِض َى ه َ َي:اللُ َع ْن ُه َا َّن َر ُجالً َق َال ِ ِ ار َك َ م. َ ُ اح ُّق ا ْل َوال َد ْي ِن َع َلى َو َلد َه َما؟ َق َال ُه َما َج َّن ُت َك َو َن ﴿﴾رواه ابن ماجه Bir adam Resûlullah Efendimize gelip: “Ya Resûlullah ana ve babanın evlâd üzerindeki hakları neden ibarettir” diye sordu da cevaben “Onlar senin hem Cennet’in ve hem de Cehennemindir” buyurdular. İbn-i Mâce’nin bu rivayeti hepimize pek büyük bir ders ve ibrettir. Onlara hüsn-i muamele eder ve rızalarını kazanırsan işte Cenneti buldun demektir ve bilakis eğer onlara hüsn-i muamele edemez sert ve haşin davranıp gönüllerini kırar ve incitirsen o zaman da Cehennem’i hak etmiş olursun. Bir de bizim dilimizde; Cennet ana ve abanın ayağı altındadır, derler. 95 Ana Baba Hakları 96 ان َت ْح ِتى ِا ْمراَ ٌة َ َك:اللُ َع ْن ُه َما َق َال ََّو َع ِن ْاب ِن ُع َم َر َر ِض َى ه َ ِ ِ َ : َف َق َال ِلى،ان عمري ْكرهها .ت ُ ط ّل ْق َها َف َا َب ْي َ ُ َ َ ُ َ ُ َ َو َك،اُح ُّب َها ِ فاتى عمر رسول َف َذ َكر ٰذ ِل َك،اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم الل صلى َ ْ ََّ َ َ ُ َ ُ َ ُ َ هَّ َ َّ ه َ ِ َّول ه .ط ِّل ْق َها ُ َف َق َال ِلى َر ُس،َل ُه َ :اللُ َع َل ْي ِه َو َس َّل َم َّالل َص َّلى ه ﴾﴿رواه ابوداود والترمذى والنسائى وابن ماجه “Hz. Ömer’in oğlu diyor ki, benim bir hanımım var, ben seviyorum. Fakat her nedense babam hoş görmüyordu ve bana karımı boşamamı söyledi ise de ben bunu yapamadım. Bunun üzerine babam Resûlullah Efendimize söyledi o da, boşa diye buyurdular. (Bunu İbn-i Mace, Ebû Davud ve Nevevî rivayet etmektedir.) 2- Ana babaya iyilik ömrün uzamasına sebep olur Enes b. Malik de şöyle rivayet eder: ول ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن َا َن ٍس ْب ِن َم ِال ٍك َر ِض َى ه ٍ َم ْن َسر ُه اَ ْن يُ َم َّد َل ُه ِفى ُع ُمرِ ِه:اللُ َع َلي ِه َس َّلم الل َص َّلى َّه َّه َ ْ َّ ﴿رواه.َويُ َز َاد ِفى رِ ْز ِق ِه َف ْليبر َو ِال َد ْي ِه َو ْلي ِص ْل َر ِح َم ُه َ َّ َ َ روراته محتج بهم فى الصحيح،﴾احمد Sallallahü Aleyhi Vessellem buyurdular ki: “Her kim ömrünün uzamasını, kendinin mesrûr ve rızkının ziyadeliğini isterse ana ve babasına iyilik ile ikramdan geri Mehmed Zahid Kotku kalmasın. Akraba ü taallukatına da sıla-i rahim yapsın.” Ahmed b. Hanbel: “Her kim valideynine iyilik ve ihsanda bulunursa ona müjdeler olsun ki, Allah onun ömrünü ziyade eyler” (veya eylesin, demektir. Dua makamında caizdir). Mâlûmdur ki kazaları ancak dualar önler. İyilikler de ömrü ziyade eyler. Belki akla gelir ki, ecel muayyendir. Saat ve dakikası gelince bir an ne geri kalır ne ileri gider. Vakt-i muayyeninde ecel kendisini yakalar. Hem şunu da iyi bil ki, eceli gelmeden kimse ölmez. Gerek vurulmak ve gerek boğulmak, otomobil vesair kazalarda ölenler hep ecelleriyle ölmüşlerdir. Yalnız sebepler değişiktir. Sonra ömrü uzatmak ve kısaltmak da mülkün sahibi Allah Teâlâ’nın elindedir. İşine kimse karışamaz. Cenâb-ı Hakk'ın lutf-u kereminden bir ihsan-ı ilâhi olarak ömrünü artırması kadar tabii bir şey olamaz. Zira ömrü vermek, çoğaltmak, azaltmak hep O’nun elinde değil mi? Öyle ise olmaz veya olamaz deme. Doğruyu Allah bilir, de geç, yalnız itirazcı olma. Bizim Allah’ı bilişimiz bile çok zayıf. O’nun kudretinin karşısında olamayacak hiçbir şey yoktur. Bir kulunun ömrünü uzatırsa O’na kimin niçin yaptın demeye hakkı yoktur? Sonra bunu haber veren de O’nun sevgili Resûlüdür. Sözünde hiçbir defa yalan olmamıştır. Onun için adı Muhammed el-Emin’dir. Muhbir-i sâdıktır. Gökleri dolaşan, Hak Teâlâ ile görüşen ve Hakk’ın sayısız iltifatına mazhar olan kıyamete kadar baki olan mucizesi –ki, O bizim kitabımızdır- Ömrün uzatılacağını haber veren, Allah Teâlâ’nın dostu ve sevgilisi Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Ve sellemdir. O ne dedi ise sen ona bak; selâmete eriş, vesselâm! Ömrün uzamasına bazı büyükler onun bereketli olmasıdır, demiştir. Bereket, mübarekliktir. Bunu anlamak çok zor değildir. Bazı büyükler Muharrem ayında dostlarına beş on kuruş 97 Ana Baba Hakları 98 bahşiş verirler idi ve alanlar da bu paraları bereket parasıdır diye saklarlar idi. Bunun en canlı misali zannedersem Tebûk seferinde zahir olmuştur. O gün ashab-ı kiramın erzakları bitmek üzere idi. Ve bazılarında yiyecek kalmamış idi. Cenâb-ı Peygamber oradaki askerlerin erzaklarını bir örtü üzerinde topladı. Ve herkese müsaveten dağıtmış idi. Ebû Hüreyre Radıyallahü And der ki, bana isabet eden hurmayı ben bitiremedim. Aradan kaç sene geçmiş; hala hurmalar duruyor. Bu duruşu akılla halletmek mümkün değildir. Bu tasarruf doğrudan doğruya Allah Teâlâ’nın bazı kullarına verdiği çeşitli lütuflarından biridir. Binaenaleyh anasına ve babasına hizmette kusur etmeyip onları her bakımdan memnun eden sevindiren bir evladı da Cenâb-ı Hakk’ın böyle cilveleri tecelli edince elli senelik ömür sanki yüz sene gibi olur. Bazı eser sahiplerine bakıyoruz ki, senelerce yazmakla bitmeyecek olan yüzlerce eseri kısa bir zamanda meydana getirmelerinin, insanları hayretlere düşürmekte olduğu hep gözlerimiz önünde cereyan etmektedir. Süyûtinin 500 küsûr eseri olduğu ve bunları meydana getirmeye ömrün kifâyet etmeyeceğini söylerler. Bunun o mübarek bereketin eseri olduğunu anlamamak mümkün değildir. İşte bu nimet gerek ana ve babaya ikram edenlere ve gerekse sair hayrat ve hasenata ve muhtaçların yardımlarına koşanlara Cenab-ı Hakk’ın ikramıdır. Binaenaleyh bu dünyada ne dikersen ahrette de onu biçersin, dedikleri gibi, sen başkalarının hanımlarına karşı iffetli olursan sizin hanımlarınıza da iffetli olurlar. Siz babalarınıza ikram iyilik ederseniz, sizin çocuklarınız da size iyilik ederler. Her kime kardeşi, kusurlarını itiraf ederek, özür dileyerek gelirse, gerek doğru gerek batıl, her ne sûretle olursa olsun onun itizarını kabul edip ona lazım gelen kolaylığı ve tatlılığı göstersin, inatkârlık yapıp Mehmed Zahid Kotku onunla mücadele ederse, kıyamet gününde Havz-ı Kevser’den kovulur. Bu günkü insana ne kadar lüzumlu bir ders… Bu akşam sahur vaktinde radyoda şöyle bir kıssa dinledim: Bizim Zenbilli Ali Efendi, meşhur Şeyhü’l-İslâm, Yavuz Sultan Selim’in zamanında 25 sene de makamını muhafaza edebilmiş. Padişah, bazı memurların yanlış hareketlerine kızmış. Bunlardan 150 tanesinin idamına hükmetmiş. Zenbilli Ali Efendi, padişaha gidip hem nasihat eylemiş hem de yüz elli kişiyi affettirmiş. Koca bir padişahın böyle tevâzu gösterip Şeyhü’l İslâm’ını kırmayışı ve aynı zamanda bu mücrimleri affedişi çok hem de pek çok takdire şayandır. Bu da bize insanlık numûnesidir. Muhterem zat Mekke-i Mükerreme’yi feth ettiği zamanda, hatip hutbesinde Yavuz Sultan Selim’i medhederken “Hâdimu’l-Harameyn’de”, diyerek hatibi ikaz eylemiştir. Doğrusu bu kadar tevâzu olsa olsa ancak bu gibi büyük kimselerde bulunabilir. Allah Teâlâ cümlesinden razı olsun. Seyyiatlarını da hasenata tebdil eylesin. Vurduğu vurduk, kırdığı kırdık, kendini bilmez sarhoşların, huysuzların şerrinden de cümlemizi muhafaza buyursun. Âmin!. 3- İmanda sebat ve ana babaya itaat: Muaz b. Cebel (R.A)’in rivayet ettiği şu hadis-i şerif ise hepimiz için pek büyük bir ders ve ibrettir: ول ُ اَ ْو َص ِانى َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن ُم َع ِاذ ْب ِن َج َب ٍل َر ِض َى ه ِ َّه ٍ الل ع َلي ِه وس َّلم بِع ْشرِ َك ِلم الَ ُت ْشرِ ْك:ات َق َال َ َ َ َ ْ َ ُ َّالل َص َّلى ه َ ِ َّب ه ِالل َشي ًئا َو ِا ْن ُق ِت ْل َت َو ُحرِ ْق َت َوالَ َت ُع َّق َّن َو ِال َد ْي َك َو ِا ْن ْ ّ اك اَ ْن َت ْخر َج ِم ْن اَ ْه ِل َك َو َم ِال َك َ اَ ْم َر ُ 99 Ana Baba Hakları 100 Muaz Hazretleri buyuruyor ki, Cenâb-ı Peygamber bana on kelime ile vasiyet ettiler ve buyurdular ki, “Allah’a hiçbir şeyde şirk koşma, eğer seni katletseler ve yaksalar dahi. Valideynine de asi olma, eğer emrederse ki, ehlini terk eyle sende hemen bırak, malını da terk et, bırak dese hiç itiraz etme bırak”. Bu hadis-i şerifin tamamı namaz kısmında geçtiği için burada bu ikisi ile iktifa edilmiştir. a) İmanda sebat etmek: Burada ilk olarak bahsedilen şirk o kadar fena bir şeydir ki; seni öldürseler veya ateşte yaksalar bile yine sen sabreyle sebat eyle mükâfatını Allah’tan bekle, Bilal-i Habeşi’yi unutma. O’nu o kızgın kumların içerisinde yatırıp üzerine tatlılar sürüp öldürmeye kasdeden Yahudi ağasının elinden Ebubekir (R.A) istediklerini vererek kurtarmıştı. Fakat Bilâl mütemadiyen Allah’ı tevhid ederek Ehâd diyor yani Allah birdir. Taştan, altından, gümüşten Allah olamaz. Allah birdir. Her şeyi yaratan halk eden ve sonra da yine verdiği canı alan bir Allah’tır diyen Bilâl-i Habeşi’yi, sonra Firavun’un karısı Asiye Sultan Hanımı da unutma. O da ne işkenceler içerisinde Rahmet-i Rahman’a kavuştu. b) Ana babaya itaat saadettir: İkinci mesele ise, valideynine asi olmamaktır. Eğer onlar senin ehlini, karını terk etmeni isteseler hemen hiç de tereddüt etmeden, böyle şey olur mu demeden terk etmelisin. Bu senin saadetin bakımından çok mühimdir. Vaktiyle askere giden bir genç, hanımına evden çıkma diye tenbih etmiş. Kendileri evin üst katında babası da alt katta oturuyormuş. Bir gün babası hasta olmuş. Kızı babasının yanına gitmek Mehmed Zahid Kotku için Peygamberimiz (S.A.V) den izin istemiş ise de O da kocana itaat eyle buyurmuşlar. Ve burada bize güzel bir ders vardır. Gerek gelini gerek damadı seçerken iyi seçmeli. Sonra bir daha onlara müdahale etmemeli. Kötü bir durum olmadıkça, hele ev işlerine hiç karışmamalı, onları baş başa bırakmalı. Yok öyle olmayacaktı, vay şöyle yapıyorlarmış dememeli. Sonları hayırlı olsun diye dua etmeli, hele ilk devirlerinde elinden geliyorsa mümkün mertebe onlara da yardımcı olmalı. c) Malını ana babadan sakınma: Üçüncü mesele ise, malını bize bırak derseler ona da itiraz etme. Hemen peki deyip istediklerini ver. Sonra Allah Teâlâ sana daha çok vereceğine inan ve emin ol. Bak ihtiyar olan bir baba evladının kazancından, oğlunun izni olmadan alıp yer imiş. Oğlu buna itiraz etmiş. Bir daha izinsiz bizden bir şeyler alma diye sıkı sıkıya tenbih etmiş. Bunun üzerine baba Resulullah Efendimize şikâyette bulunmuş ve şöyle söze başlamış: Ya Resulallah, bir zamanlar ben genç idim kuvvetli idim bu çocuğa baktım, büyüttüm. Şimdi ise ben zayıfladım, iş yapamaz hale geldim. Oğlum ise genç ve kuvvetlidir. Benim onun malından yememe razı olmuyor deyince Resûlullah Efendimiz oğluna hitaben "Sen de, senin kazancın da babanındır" buyurmuşlardı. Allah’ü Â’lemü bissevap. Malum ya, tarlaya mahsulü kim ekti ise mahsul tamamen onundur. Binaenaleyh çocuk da babanın tohumundan hasıl olduğu için çocuk ve çocuğun hasılatının da babaya ait olması pek makul bir şeydir. Fakat bu hususta imamların kavilleri muteberdir. 101 Ana Baba Hakları 102 Ebu’d-Derdâ’nın naklettiği bir hadisi burada tekrarlamak iyi olacaktır zannederim. Bir adam Ebu’d-Derda’ya geldi ve şöyle bir şikâyette bulundu. Benim bir karım var. Babam beni zorlardı ve nihayet everdi. Şimdi de bu kadını boşamamı istiyor. Cevaben ben senin valideynine âsî olmanı emredemem. Ve senin karını boşamanı da emredemem. İster isen sana Resûlullah’tan işittiğim bir hadisi nakledeyim! Resulullah Efendimiz buyurdular ki: “Ana ve baba Cennet’in orta kapısıdır. Sen ister isen bu kapıyı muhafaza eyle, istersen terk eyle, uzak ol”. O da hesapladı ve neticede karısını boşadı. Bu hadisi İbn Mâce ile Tirmizi nakletmiştir. Sahihtir derler. Diğer bir vak’ada da: Hz. Ömer’in oğlu (R.A) şöyle diyor: Benim bir karım var idi ki, ben onu seviyordum. Babam Ömer de ondan hoşlanmazdı. Bir gün bana dedi ki, sen bu karını boşa. Ben bundan çekindim, babamın dediğini yapamadım. Hz. Ömer Resulullah Efendimize gitti, vak’ayı anlattı. O zaman Resûlullah Efendimiz bana ط ِل ْقها َ yani boşa َ buyurdular. Bu hadis-i şerifi de Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn Mâce ve İbn Hıbbân Sahihlerinde zikretmişlerdir. Tirmizî Hazretleri de, “Hadisûn, hasenün, sahîhun” buyurmuşladır. Bu hadis-i şerifleri dinledikten sonra içlerimizi şöyle bir yoklamış olsak, acaba buna kaçta kaçımız razı olur. Kim bilir, dışarıya çıkaramasa bile içinden nasıl razı olur? Müslümanım demek pek kolaydır. Fakat asıl müslümanlık Allah Teâlâ’nın emirlerine ve Resûlullah’ın sünnetine uymaktır. Amma bu emirlere ve Sünnet-i seniyyeye uyma- Mehmed Zahid Kotku yanların sayısını Allah elbette bilir. Ve ona göre mükâfatlar ihsan eder veya mücazâtlar. Fakat asıl hüner, hakiki bir müslüman olmaya çalışmak; kötü huyların hemen hepsinden uzak kalmak ve iyi huyları elde etmek –ki onlara ahlâk-ı hasene diyorlar. Bunun açık manası Peygamber (S.A.V)’in huyunu, ahlâkını, ef’âl ve harekâtını benimsemek ve onları nefsinde tatbik edebilmeğe çalışmak ve daha açıkçası nefsine her bakımdan hâkim olmak ve nefs-i emarenin elinden kurtulup tedrici bir şekilde sırasıyla; levvâme, mülhime ve hiç olmazsa nefs-i mutmainneye erişebilmeğe sa’y ü gayret etmek lazımdır ki, o güzel Peygamberimizin güzel ahlâklarına ve güzel huylarına nail olabilelim. Zira bu mertebeleri geçmeden ve nefs-i mutmainneye erişmeden Peygamberimizin gösterdiği yol ve izde gitmek mümkün olmadığı gibi, hatta söyledikleri hadisleri anlamak bile mümkün olamaz. Bu nefsin elinden okumakla, bilgi sahibi olmakla, derviş veya şeyh olmakla kurtulmak mümkün değildir. Hele o gençlik devirlerinde, (Allah esirgesin) dedelerimizin kullandığı delikanlı tabiri ne kadar yerindedir. Eğer imdad-ı ilâhi yetişmezse o delikanlılığın iktizası akıl hiçbir şeye doğru dürüst ermez. Hemen her aklına geleni yapmağa çalışır. Hele gördükleri örnekleri pek çabuk kapar ve maazallah bir kere de kendini kötü bir yola kaptırdı mı daha hakkından gelmek çok müşkil olur. Onun için bu yaştaki evlatları adetâ bir kız gibi gözetlemek mecburiyetindeyiz. Kendi başına bırakılırsa, Allah korusun demekten başka çaremiz yoktur. Eğer ana ve baba dürüst insanlar ise ne mutlu, eğer faizci ve içkici ise evlad da tabii onlara benzeyecektir. 103 Ana Baba Hakları 104 4- Cennet anaların ayağı altındadır رِ َضى الر ِّب ِفى رِ ضى الو ِال ِد وسخ ط الر ِّب ِفى َس َخ ِط َّ َّ ُ َ َ َ َ ْ َ كتاب البر والصلة، سنن الترمذى،﴾ا ْلو ِال ِد ﴿عن عبد اهلل بن عمرو َ Cennet denilen nimet bazı kere, kılıçların gölgesi altındadır, buyrulmuştur. Esaret bir felâkettir. Adeta Cehennemden bir parçadır. Belki esaret de yaşayanlar da olur, fakat o da Cehennemdeki hayat gibidir. Bu felaketten kurtulmak isteyen her bahtiyarın kılıcına, silahına, kalemine, hatta midesine sarılıp her nevi esaretten kurtulmaya çalışması şarttır. ِ ْاالُمه Cennet yine ات َ َّ ت َا ْق َد ِام َ " َا ْل َج َّن ُة َت ْحanaların ayağı altındadır." diye ana ve babaların rızası altında olduğu be- yan buyrulmuştur. Cennete girmek ancak Cenab-ı Hakk’ın o kulundan razı olmasına bağlıdır. Hakk’ın rızası alınmadan kulun Cennete girmesi mümkün değildir. Hakk’ın razı olacağı yolların başı emirlerini tutup yasaklarından kaçmaktır. Emirlerini ve nehiylerini tutmayan kula Cennet çok uzaktır. Bu emir ve nehiyler 54 farzdır. Bu 54’den birisi de ana ve babaya itaat ve onların rızasını kazanmaktır. Ana ve babanın rızasını kazanmayan evlatların Cennet’e girmeleri mümkün değildir. Ana ve babanın rıza ve hoşnutluğu kazanıldığı takdirde Cenâb-ı Hak o kula Cennet yollarını açar ve kolaylaştırır. İbadet u tâat, hayır hasenat ona kolay gelir. Hakk rızasından başka bir şey düşünmez olur. Bu sırf anne ve babanın hayır duaları sebebiyledir. Onun için ey evlâd! Anne ve babanı hakir görme. Belki cahillerdir ve belki fakirdirler; Mehmed Zahid Kotku her ne olursa olsunlar bizlere düşen onlara ikram ve ihsandır. Çünkü, Cennet yolu olan bu dünya âlemine gelmemize ve bizim yetişmemize sa’y ü gayretleri hepimizce ma’lûmdur. Yalnız şurası şâyân-ı dikkattir ki, anne ve baba dediğimiz kimseler Allah’ın kullarıdır. Bizlerde O Allah’ın kullarıyız. Kul kula sebep olmuş; dünyaya gelmişiz. Onun için bunlara hürmet ve saygıya, ikram ve ihsana insanlık namına borçluyuz da ya bizi o ana rahminde şu güzel şekilde noksansız ve hem de en mümtaz bir insan olarak akıllı, zeki olarak yaradan Allah Teâlâ’ya şükran borcumuz yok mudur, diyeceksiniz. Onun için Cenâb-ı Hakk âyet-i Kerîmenin evvelinde Allah’a ibadeti emredip, şirkten uzak kalmayı ve bundan sonra da, vâlideyne ihsânı emir buyurmaktadır. Allah’ı tanımayan ve O’na ibâdet ve itaatı bilmeyen insan, anne ve babaya hürmet ve saygıyı ve onlara ihsânı nereden bilsin. Halbuki, anne ve baba belki müşrik ve kâfir olabilirler yine evlâda lâzım olan onlara hürmet ve aynı zamanda bir de ihsandır. Çünkü Hak Teâlâ ن ِاحسا ًنا ِ " وبِا ْلو ِال َديAna-babaya iyilik yapın"* َ ْ ْ َ َ buyurmaktadır. Valideyne ihsân, onlara ikram ve hem de onları darıltmamak ve üzmemekle de mükellefiz. Allah Teâlâya itaat etmek ancak valideyne itaatla tahakkuk eder. Ve yine Hak teâlâya isyan da valideyne isyanla başlar. Hakk’ın kulundan razı olması, valideynin oğlundan evlâdından razı olmasına bağlıdır. Ve yine Hakk Sübhânehü ve Teâlâ’nın kuluna gadabı da, valideynin evladlarına olan gadaplarıyladır. Bu da pek açıktır, her zaman gözlerimizin önünde cereyan eden hadiseler bunların birer canlı misalleridir. Hele şuna dikkatle bakınız: * Bakara: 83 105 Ana Baba Hakları 106 Hz. Ömer’in oğlu anlatıyor: Bir adam Resûlullah (S.A.V)’e geldi ve şöyle dedi. Ya Resûlullah, ben pek büyük günah işledim. Benim için buna bir tevbe var mıdır? Cenâb-ı Peygamber Efendimiz senin annen var mıdır, dediler. Hayır, dedi. Öyle ise teyzen var mıdır diye sordular. Evet var dedi. Öyle ise ona ikram ve ihsanda bulun. O’nu katiyen darıltma, incitme. Bu ne kadar canlı ve çok değerli bir nasihat! Bu nasihatları ancak nebîler ve velîler yapabilir. Allah Teâlâ bizlere in’am ve ihsân buyursun da bu nasihatlerle amel nasip eylesin, âmin… Hele şu hâdiseye dikkat ediniz. Bunu Ebû Dâvud, İbn-i Mâce ve İbn-i Hıbbân sahihinde zikretmektedirler. ِ وعن اَبِى اَس ٍد م ِال ِك ب ِن ربِيع َة الس اللُ َع ْن ُه َّاع ِدى َر ِض َى ه ْ َ َ َ َ َّ َ َ ْ ِ َّول ه ِ بي َنا َنحن ج ُلوس ِع ْن َد رس:َق َال اللُ َع َلي ِه الل َص َّلى َّه ُ َ ٌ ُ ُ ْ َْ ْ ِ َّول ه ِ ِ الل َ ار ُس َ َي: َف َق َال،َو َس َّل َم ا ْذ َج َاء َر ُج ٌل م ْن َب ٰنى َس َل َم َة :َه ْل َب ِقى ِم ْن َبرِ َا َب َو َّى َشي ٌئ َا َب ُّر ُه َما ب ِِه َب ْع َد َم ْو ِت َها؟ َف َق َال ْ ّ َ ِ ِ ِ ار َل ُه َما َو ِا ْن َفا ُذ َع ْه ِد ِه َما ُ َو ْاال ْست ْغ َف.الصالَ ُة َع َل ْي َها َّ َن َعم ِ ِ ِ ،وص ُل ِاال َّ بِهِ َما و ِصلة،َم ْن َب ْع ِد ِهما َ الرحم ا َّلتى الَ ُت َّ ُ َ َ َ ﴿رواه ابو داود وابن ماجه وابن.َو ِا ْكر ُام َص ِد ِيقهِ َما َ َما اَ ْك َثر: َق َال الر ُج ُل:حبان فى صحيحه وزاد فى اخره َ َّ ِ َّول ه اع َم ْل ب ِِه َ ار ُس ٰ ْ َف:الل َوا ْط َي َب ُه َق َال َ ه َذا َي. Mehmed Zahid Kotku Biz bir gün Resûlullah’ın yanında oturuyorduk. Beni Seleme’den bir adam geldi ve Ya Resûlullah anam ve babam ahirete göçtükten sonra bizim onlara yapacağımız bir iyilik daha var mı? Buyurdular ki, evet. Onlara dua ediniz. Ve onlara Cenâb-ı Hakk’dan mağfiret dileyiniz. Ve bir de onların yaptıkları ahidleri, sözleşmeyi, yani vasiyetlerini infaz ediniz. Yerlerine getiriniz. (Borçlar varsa ödeyiniz, hacca gitmedi iseler hacca vekâlet ediniz veya vekil yollayınız). Akrabalara ve diğer dostlara sıla-i rahim ediniz. Dostlarına da ikram ediniz. Ölmüş olan ebeveyne sıla-i rahim başka türlü olamaz. Ve ebeveynin dostlarına da ikram ediniz. En iyi sıla-i rahim de bu olsa gerektir. Evvelce de arz edildiği gibi ki bunların tekrarlarında çok fayda vardır. Çünkü bizler bugün bu gibi fezâili âdetâ unutmuş gibiyiz. Zira babalarımızı ve annelerimizi de pek çabuk unutup hemen miras kavgasına başlayıp birbirlerimize küsme, darılma, hatta mahkemelere düşüp haksız yere hak dâvâsında bulunmak ve birbirlerimizle adeta döğüşme haline kadar gelmekteyiz. Bu çirkin hareketler karşısında utanma yerine, kendini haklı göstermeye çalışmanın ne kadar abes bir şey olduğu cümlece malumdur. Halbuki bu mirasların hepsi senin olsa ne olacak; sen de o bırakıp giden gibi bırakıp gitmeyecek misin? Heyhât, lâkin hırs ve nefs-i emmâre insanı boş bırakıyor mu? Ara açmak, kavgalar çıkartmak için mütemadiyen kışkırtmaktan lezzet alan nefs ve şeytan, sonra da karşıya geçip gülüp oynamaktadır. Allah’ü Celle ve Âlâ nefsi bize binek olarak vermiştir. Biz onunla Hakk’ın rızasını kazanıp Cennet evindeki yerimizi almamız lazım gelirken, bilakis nefsi üstümüze bindirmiş, ona köle ve uşak olarak dün- 107 Ana Baba Hakları 108 yamızı da ahiretteki Cennet evimiz de elimizden kaçırmış olduğumuz inkâr edilemez hadiselerdendir. Bakınız Tergîb veTerhib’in üçüncü cildinin 323. sahifesinde 33 numaralı hadisin metninde bizlere ne güzel bir ders-i ibret vardır. Lakin ne yazık ki bu ibretlerden ders alacak bahtiyarların sayısı da pek mahduddut. Onun için Eşref-i Rûmî hazretleri ne güzel demiştir: Bir göz ki olmaya ibret nazarında Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde. Ma’lûmdur ki her mahlûkun ufak büyük bir gözü vardır. Onunla hâyatın idamesine çalışırlar. Fakat insanın gözü öylemi ya! O göz ile her şeyi sezer, anlar, akıbetini düşünür, ondan neticeler çıkarır, yolunu düzeltir, hidayeti bulur. Ne yazık o kimseye ki baktıklarından ibret alamaz. O zaman o bakışın onun aleyhinde olacağına şüphe yoktur ki, o bakma ve bakan göz de sahibinin başında taşıdığı bir düşmandan başka bir şey değildir. Düşman insanın bazen malını, bazen hem malını hem de canını alır. Canını almazsa esir olarak kullanır. O adam artık o düşmanın hem esiri hem de kölesidir. İstediği gibi kullanır. İşte bu ne kadar acı ise, ibretsiz gözler, şuursuz gözler bundan daha acıdır. Zira öteki adam gücünü sarf etmiş nihayet âciz kalıp düşmanına teslim olmuş. Bu adam ise, bütün kuvvet ve kudretler elinde iken hiçbir gayret göstermeyip âdetâ hayvânî bir hayatla yiyip içip zevk u sefâda ömrünü yok eden bir bedbaht, kötü bir adamdır. Onun için ona acımaktan başka çaremiz yoktur, vesselâm. Allah Teâlâ Hazretleri bizleri böyle acı, çirkin akıbetlere uğramaktan muhafaza buyursun; âmin! Mehmed Zahid Kotku 5- Ana babaya iyilik Allah’ın yardımını celbeder Efendimiz Sallallahü Aleyhi Ve selemin bütün sözleri, insanlığa hem şifa, hem merhem, hem de her derde devadır. Buhari ve müslim’in naklettikleri bir hadis-i şerif var ki, bunu bazı muhaddisler kitaplarında ihlas bahsinde nakletmişlerdir. Çok da meşhurdur. Ben size bunu kısaca nakletmeğe çalışacağım. Şöyle ki, üç bahtiyar arkadaş evvelki devirde yani müslümanlıktan evvel, bir yolculuğa çıkmışlar. Bazılarına göre, avlanmak üzere çıkmışlar. Fakat hava bozulmuş, karanlık basmış, şiddetli yağmur yağmaya başlamış, zavallılar şaşırmışlar. Her nasılsa orada buldukları bir mağaraya sığınmışlar. Fakat olacak ya, yağmurların tesiriyle yukarıdan kopan bir kaya parçası gelip bunların sığındıkları mağaranın ağzını kapatmış ve de içerdekilerin artık dışarıya çıkıp kurtulmalarına imkân kalmamış. Her ne kadar uğraştı iseler de bir türlü kayayı kımıldatamamışlar. Artık ümitleri kesilmiş, Allah Teâlâ’ya yalvarmaktan başka çare bulamamışlar. Öyle ise yapmış olduğumuz Salih amellerimizi vesile ederek Allah Teâlâ’ya yalvaralım, demişler. Zira başka türlü kurtulmamıza imkân yok diye karara varmışlar. İçlerinden birisi demiş ki: Ya Rab! Benim gayet ihtiyar bir anam ve babam vardı. Ben bunların akşam sütlerini içirmeden kimseye bir şey vermezdim. Bir taraftan çocuklar ayaklarımın arasından baba, baba sütümüzü ver, diye bağrışıyorlardı. Halbuki, ben de nasılsa biraz geç kalmıştım. Babamlar da uyuya kalmışlar. Ben onları uyandırmaya bir türlü cesaret edemedim. Ta sabaha kadar ve onlar uyanıncaya kadar ayakta bek- 109 Ana Baba Hakları 110 ledim. Nihayet uyandılar ben de sütlerini verdim. Onları doyurdum ve memnun ettim. Ya Rab, eğer benim bu hareketimi dergâhında kabul buyurdu isen ki, bunu ben senin rızan için yaptım; buradan bize bir çıkış, kurtuluş ihsan eyle diye Hakk’a iltica ettiğinde o koca kaya biraz kımıldayıp bir delik açılmış. Diğer iki arkadaşın duaları da ayrı ayrı birer meseledir. Bizim maksadımız ana ve babaya yapılan ikramın hem Allah rızası için olması hem de ana ve babayı memnun edip dualarını almak idi. İşte bu çocuk hem koyunlarını güder hem de ana ve babayı ihmal etmez olduğu ve bu sayede ölüm tehlikesine maruz kaldıkları bir anda onlara karşı yapılan ikramın ihsanın karşılığını derhal görür. Bu üç şahsın diğer ikisinin menakıbını ileride beyan etmeğe çalışırız. Şimdi eğer sen ömrünün uzun olmasını, rızkının da bol olmasını istiyorsan ana ve babana ikram ve ihsan eyle. Hediyelerle, akrabalarını da ziyaretle onları sıla-i rahim ile sevindir. Hürmet ve saygının son derecesini yapmağa çalış. Çünkü evlâdlık kolay bir şey değildir. Öyle, hayır dualar almak da kolay olmasa gerek. Zira insanın her anı bir olmadığı gibi, ana ve babalarda birbirlerine pek benzemezler. Çocuk iken üzerlerine çok titreyip kıyamadıkları evladlarına, bir de bakarsın ki yaşlılık devirlerinde veya başka sebeplerle pek çabuk kızar, darılırlar. İşte o zaman hem sabrın yeri hem de politikanın yeri. Onların gönlünü alabilmek için pek çok fedakârlıklara ihtiyaç vardır. Maazallah, bunlar yapılmazsa o zaman da iş tersine dönüp ömür kısalır, rızıklar daralır ve zorlaşır. Bunun da neden olduğunu anlamak herkese nasip olmaz. Onun için Cenâb-ı Hakk hepimize hidayetler, Tevfikler ikram ve ihsan buyursun. Ana ve babalarımızın lâyık-ı vechile kadri kıymet- Mehmed Zahid Kotku lerini bilmemizi nasip ve müyesser eylesin. Güzel dualarını alıp dünya ahiretin sayısız nimetlerinden cümlemizi müstefid eylesin. Âmin. 6- Dostlarını ziyaret ana ve babayı ziyarettir Hz. Dinar’ın oğlu Abdullah ile Hz. Ömer’in oğlu Abdullah Mekke yolunda bir a’râbiye rast geldiler. Hz. Ömer’in oğlu bu a’râbiye selam verdi ve bineğinin arkasına bu adamı bindirdi ve bir de üstelik o sıcak memlekette, başının korunmasına sebep olan sarığı da çıkarıp bu a’râbinin başına koydu. Dinar’ın oğlu Abdullah, Hz. Ömer’in oğlu olan Abdullah’a dedi ki ََّا ْص َل َح َك ه ُالل Allah seni ıslah eylesin; bu a’râbi (bedevî) ler az bir şeye kanaat ederler. Hem hayvanına bindirdin; hem de üstelik muhtaç olduğun sarığını buna verdin. Hiç olacak şey mi? demek istedi ise de Hz. Ömer’in oğlu cevap verdi: Bunun babası benim babam Ömer’in dostu idi. Ben Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Selemden işittim ki: "Muhakkak iyiliklerin en iyisi, evlâdın babasının dostu olan kimselere, sıla yapmasıdır. Yani babasının dostluğunu devam ettirmesidir."* Ve yine ölmüş babasını mezarında ziyaret etmek isteyen kimse, babasının dostlarını ziyaret ederse böylece hem babasını mezarında ziyaret etmiş ve hem de onu sevindirmiş olur. Hem de bu dostluklardan çok mühim fâideler hasıl olur. Ve Cenâb-ı Hakk’ın çeşitli ikram ve ihsanlarına nail olurlar. Öyle ise ey aziz kardeş! Sen de hem ana ve babanı unutma. Hem de onların dostlarını, olmaz mı? Ebû Bürde Radıyallahü Anh’den rivayet edilmektedir. Bu zat Medine-i Münevvere’ye geldiği zaman, Hz. Ömer’in oğlu * Et-Tergib ve’t-Terhib C. 3. sh. 323. 111 Ana Baba Hakları 112 Abdullah bu zatı ziyarete geldi. Ve "ne için geldiğimi bilir misin?" dedi. O da, "hayır" dedi. Ben Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Selemden işittim ki, “Her kim babasını kabrinde sıla etmek (onu ziyaret etmek) isterse babası öldükten sonra onun dostlarını ziyaret etsin, onlara sıla eylesin”. Binaenaleyh, babam Ömer ile senin baban ahiret kardaşı idiler ve aralarında dostluk var idi. Ben de seni bundan nâşî ziyaret etmek istedim de onun için geldim, demiş… Ne kadar güzel bir muhabbet, samimiyet ve ne kadar güzel bir bağlılık. İşte müslümanlık böyle ulvî bir dindir. Ne dostunu unutur, ne de dostunun dostunu. Ve bu dostluklar bâki kaldığı müddetçe ne fertlere ne de cemiyetlere bir noksanlık gelir. Halbuki gerek ana babaya ikram ve ihsanın ve gerekse akrabayı taallukatının ziyaretleri, onlarla alakanın devamı ve onlara karşı da iyiliklerin hadsiz hesapsız fâideleri olduğu cümlece malum olmakla birlikte, bir de baba dostlarını unutmamak ve o dostluğu idame ettirmeğe çalışmak, hem babasının ruhunu sevindirir, hem de dostlukların idamesinden hasıl olacak fevaidin öyle para ile kuvvet ile veya başka bir şeyle ele geçmesine de imkân yoktur. Bu sebepledir ki, Allah Teâlâ’nın bu kişileri sevmektedir. Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi kadar da büyük bir bahtiyarlık yoktur. Bütün saadet-i dünyeviye ve uhreviye bu sevginin içindedir. İnsanlar bu sevgiyi kazanabilmek için ne büyük fedakârlıklar, riyâzetler, seyâhatler, tesbih-tehlillerle, halvetler, hastalara bakma, fakirleri ihtiyarları yıkama ve temizleme hatta hayvanları tedavi etmeye katlanırlar. Bu hususta Ahmed-i Rufâ’i Hazretlerinin, bir hasta köpeği şehir dışarısına bir yere götürüp, ona bir gölgelik yapıp, kırk gün tedavi ettiği meşhurdur. Ve hele sokakları süpürmeleri, helâları yani yüz numaraları Mehmed Zahid Kotku temizlemeleri hep bu Hakk sevgisini elde etmek için başvurulan çarelerdir. Sen bunu hiçe mi sayacaksın? Hakk Teâlâ sana böyle bir lütufta bulunmuş, senin bu dünyaya gelip bu mülkün sahibini tanıman için anan ve baban vasıta olmuşlardır. Halbuki seni yaratan; O ki bir misli bulunmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan; herkesin ve her şeyin O’na muhtaç olduğu halde, O hiçbir kimse tarafından doğrulmamış ve kendisi de kimseyi doğurmamıştır. Ana ve baba olmaktan münezzeh ve müberrâdır. Sonra evlâda, kıza, karıya da muhtaç değildir. Birdir, iki olmaz; üç hiç olmaz. Allah’ı iki veya üç ve daha ziyade diyenlerin Yahûdi dolabına aldandıklarını ve bugünkü inkâr edicilerin de yine Yahûdi dolabına kapıldıklarını hiç unutma. 7- Ana babaya ikramın sevabı Sonra bu ana ve babaya ikrama karşılık olarak Hakk Teâlâ Hazretleri o kuluna Hakk’ın seveceği amelleri de lutf eder. İslâm’ın en yüksek zirvesi olan “cihâd fî sebîlillâh” ın sevabını da vereceği pek açık bir şekilde belirtilmiş ve bu cihad için can atan âşıklara, valideynlerine hizmet tavsiye edilmiş olduğunu tabii unutmamışsındır. Cihatta şehitlik ve gazilik gibi iki mertebe vardır ki, bunları başka tarafta bulmak mümkün değildir. Baksanıza; bir gazinin ayağının tozu, onu karşılamaya giden kimsenin üzerine düşse, onu Cehennem bile yakmayacak. Sonra bu ana babaya ikramın, bu fî sebîlillah olan cihattan da belki efdaldir, demeleri ne kadar şâyân-ı dikkat ve hayrettir. Hele hac ve umre sevabına muâdil olmasına kim ne diyebilir. Halbuki, bugün, bir hac ve umre, orta halli olarak 50.000 liraya, ancak, mümkün iken çekilen zahmet ve meşakkatler de çabasıdır. İşte ana-baba ne kadar kıymetli ki, bu büyük lütuf ve 113 Ana Baba Hakları 114 ihsanlar, onlara bakanlara, hürmette kusur etmeyip ikram ve ihsanlarını lâyık-ı vechile yapanlara verilmektedir. Yalnız, şunu unutma ve gözünden kaçmasın ki, bu dünyaya gelmekte bir gaye var. İşte bizim bu gayeye ulaşmamıza sebep olan ana ve babalarımızdır. Sebep başka, sebebi de yaratan, ana ve babalarımızı da yaratan, bu içinde bulunduğumuz dünyayı, ayı, yıldızları, güneşi, teneffüs ettiğimiz havayı ve daha nelere muhtaç isek onların hepsini yaratan; mikropları da, bütün hayvanatı da yaratan hep o bir Allah’tır; bir Allah. Kâinatta hiçbir şey yoktur ki, kendiliğinden olsun. Tabiat kanunlarını, câzibe kuvvetlerini yaratan; ve bu âlemi tam bir intizam içerisinde durduran hep o bir Allah’tır, bir Allah. Sakın! Sen, yine aldanıp Allah’ı inkâra kalkma. Eğer elinden geliyorsa ölme bakalım. Sen de hiç olmazsa, o ay ve güneş gibi milyonlarca sene yaşa! Heyhât! Hayatı yaratan Allah Teâlâ hayattan evvel ölümü yaratmıştır. Tebâreke sûresini iyi oku. Bak orada Cenâb-ı Hakk: ت وا ْلحيو َة َ َا َّل ِذى َخ َل َق ا ْلمو َٰ َ َْ "Amelce hanginiz daha güzeldir diye, sizi imtihan etmek için hem ölümü ve hem hayatı icâd eden O'dur"* diyor. Bu dünyaya gelme ve buradan ölüp gitme, senin ve kimsenin elinde değil. Öyle ise, ey aziz kardeş, sen, bu mülkü yaratan Allah’ı iyi tanı ve O’nun emrinden dışarı çıkmamağa bak. Çünkü, yine O’na döneceksin. Mükâfat veya mücazât göreceksin. Sonra, deme ki, Hakk’ın takdiri böyleymiş. İyi bak ve dikkatli düşün. Oturduğun ev, kullandığın eşya, hiç kendi kendi* Mülk: 2 Mehmed Zahid Kotku ne; tabiatın eseridir, diyebilir misin? Muhakkak bir yapan var diyeceksin. Dünya bir araya gelse de hayır bunlar tabiat eseridir, şöyle olmuş, böyle olmuş, evler meydana gelmiş; giydiğimiz esvaplar da yine böyle, o kopçalar ve onun delikleri de tesadüf; rüzgârların tesirleri, çamurlar, kurumuş çeşit renklere boyanmış sonra da gelip bizim esvaplarımıza takılmış diye birisi çıksa, herifi deli diye tımarhaneye atmazlar mı? Bir vakit Eyfel kulesini yapmağa çalışan adamı da, delidir diye tımarhaneye atmışlar. Bu zavallı insanı Hakk yolundan ayırmak için, dinsizler, neler çıkarmamışlar ki. Fakat Allah Teâlâ insana bir akıl vermiş. Bunu iyice kullanınca düşmanların hilesi meydana çıkar. İnsan da onların ağlarına düşmekten kurtulur. Ne yazık o insana ki başındaki gayet basit bir örtüyü, bir takkeyi, bir şapkayı kendi kendine olmaz diyor da, sonra; bu ucu bucağı bulunmayan, binlerce hatta yüzbinlerce yıldızları, ayı güneşi, dağları, taşları envâ-i çeşit madenleri, denizleri, içtiğimiz tatlı suları, bulutları yaratıp tepemizde gezdiren Allah’ın dediklerini bırakıp da aklının peşinden, dinsizlerin arkasından gidiyor, sonra da Cehennem’i boyluyor! 8- Ana babaya itaatin şartları Ana ve babaya, hürmet, saygı, ikram, ihsan sizin elinizde. Yaparsanız, Hakk’ın sizi sevmesine, cihad sevabına, hac ve umre sevabına, Cennet ve Cennet nimetlerine nail olursunuz. Şayet onları darıltır, incitirseniz, hem sevaplardan, Cennetlerden mahrum kalır ve hem de dünyanız da, ahretiniz de başınıza zindan olur. Yine unutma ki, ana ve babalar bizim dünyaya gelmemize sebeptirler. Hocalarımız, üstadlarımız, mürşid ve mürebbilerimiz de bizim dünyanın cîfesinden kurtulup ahiretin ebedî nimetlerine nail olmamıza vesiledirler. Onun için onların hakları ana ve baba hakkından daha ziyadedir. 115 Ana Baba Hakları 116 Zira dünya fânidir. Sonra yine bu dünya fitne-fesat, meşakkat, hastalıklar, belâlar âlemidir. Buradan gemisini kurtarana ne mutlu! Fakat ahiret âlemi öyle mi ya? Fitne-fesat, zahmetmeşakkat, hastalık, sakatlık, belâ, mihnet, hiçbir keder verici şey yok. Sonra rızık kaygısı filan hiçbir şey yok. Her istediğin hemen önünde, her şey emrine âmâde. Üstelik Hakk’ın cemâlini müşâhade, güzellik üstüne güzellik. Aman yâ Rab, bizleri bu saâdet evine kavuşturan üstadlarımıza, hocalarımıza, mürşidlerimize, can kurban. Nasıl ki, ashab-ı kiram hazeratı Rasûlullah sallallahü aleyhi veselleme; ِ َّول ه الل َ اك اَبِى َواُ ِّمى َي َار ُس َ ِف َدanam, babam, canım ciğe- rim sana fedâ yâ Rasûlallah, derler idi. Zaten böyle olmadıkça, ne dostluk ve ne samimiyet olur. Sonra bu ana ve babalara, üstadlara, mürşidlere, hürmet, saygı ihsan-ikram o kadar mühimdir ki, Hak Teâlâ Hazretleri bu gibi bahtiyarlara mükâfaten, bir taraftan ömürlerini ziyade ediyor. Diğer yandan, mallarına bereket, kendilerine tatlı bir hayat vermekle beraber çocuklarını da asilzâde, akıllı, zeki, sıhhatli ve tenâsüb-i endam ile yaratır (eksikli ve kusurlu yaratmaz). Ve aynı zamanda onların da ehl-i Cennet olması için hidayet ve tevfikini ihsan edip, onlar da hayırlı, salih ameller işleyip insanların da hidayetlerine sebep olurlar. Ve nihayet ana, baba ve mürşitlerin rızasıyla Allah Teâlâ da onlardan razı olur. Aman Yâ Rab, bu ne nimet ve ne saadet!... Yalnız şu kadar var ki, ana, baba ve her kim olursa olsun, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine muhalefetle emrettikleri vakit, bunların sözlerine ve gönüllerinin kırılmasına katiyen iltifat olunmaz. Sözleri emirleri kâle alınmaz, dinlenmez. Çünkü her şeyin bir hudûdu var. Bunların hudûdu da kendi boy- Mehmed Zahid Kotku larını aşamaz. Zira Sa’d’in annesi yemin etmişti: Yememek ve içmemek üzere: Sebebi de, Sa’d müslüman olmuştu. Annesi diyor ki, sen eski ecdâdının dinine dönmedikçe, ben, yiyip içmeyeceğim. Bir gün, iki gün, üç gün yememiş amma, oğlu da İslâmiyette samimi. Anaya itaat lâzım fakat Hâlık’a isyanla değil. Bütün günahlar da böyle. Her kim bize bu günah işleri işlemekle emretse, biz onların sözlerini dinlemek, mecburiyetinde değiliz. Meselâ, namaz kılma yahut sebepsiz oruç tutma veya içki iç dense veya hırsızlıkla emrolunsa, bunların hiç birisi dinlenmez. Zira hepsi Hâlık-ı zülcelâl’e isyandır. Bu hu- ِ " َفالَ ُتBu susta sûre-i Lokman’da sarâhaten ve açıkça طعهما َ ُ ْ durumda onlara itaat etme" buyrulmuştur. Efendimiz Sallal- ِ وق ِفى مع ِصي ِة ا ْل َخ ٍ اع َة ِلم ْخ ُل lahü Aleyhi ve Sellemin: ال ِق َ َال َ ط َ َْ َ "Hâlıka isyan olan işte mahlûka itaat olunmaz" buyurduğunu da hem unutma hem de bütün müslümanlara duyurmağa gayret eyle… Ana-baba, hoca ve mürşidlerimiz ve büyüklerimiz başlarımızın tacıdırlar. Lâkin Allah Teâlâ’ya isyan etmemek şartıyla mukayyeddir. Said b. Vakkas ile Musab b. Sa’d annelerini dinlemedikleri gibi, "ölürlerse ne yapalım; müslümanlıktan onların hatırı için dönülür mü?" demişlerdi. Sen bunu unutma ve ezberle: ٍ اع َة ِلم ْخ ُل وق ِفى َم ْع ِصي ِة ا ْل َخ ِال ِق َ َال َ َ ط َ “Hâlıka isyan olan işte mahlûka itaat olmaz.” Vakkas’ın oğlu Sa’d’ın İslâmiyet’le müşerref olduğunu annesi Hamne duyunca oğlunu çağırıp "Ey oğlum, eğer sen, 117 Ana Baba Hakları 118 İslâmiyet’i terk edip eski dinine, hıristiyanlığa dönmedikçe ben ne yer ne içerim. Tâ ki, ölürüm" diye yemin etti. Bir diğeri de Sa’d’ın oğlu Mus’ab’dır. Bu Mu’sab’ın annesi de "Ben hiç konuşmayacağım. Tâ ki, sen eski dinine dönünceye kadar" diye yemin etmişti. Ve sizin dininiz de annelere, ihsan ile emretmektedir. Ben de sana İslâm’ı bırakıp eski dinine dönmeni emrediyorum, demişse de; bu gayr-i meşru emir ve arzulara uymağa, muvafakat etmeğe İslâm’ın müsâadesi olmadığı kendilerine duyurulmuş; ihsanda ve ikramda ancak İslâm’ın emirlerine uygun olmasının lâzım geldiği pek açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu da bizlere çok güzel bir örnektir. Vazife mukaddestir, diye birçok defalar tekrarlanan sözlerde, evvel emirde dinin ifâsı anlaşılmalıdır. Dîni emirleri terk edip vazife mukaddestir, diye kendilerini aldatanlar bu vak’alardan ders almalıdırlar. Valideyne ihsan hakkındaki ayet-i kerimeleri: Sûre-i Ankebût, 9; Sûre-i Ahkâf, 16; Sûre-i İsrâ, 24-25; Sûre-i Lokman, 15’de arayınız. Nüzhetü’l-mecâlis’in ana ve babaya ihsan kısmında der ki: “Bu ana ve babaya ihsan hakkında Cenâb-ı Hakk’ın emri pek açıktır. Dinlerinden ayrılıp müslüman olan kişilere Hakk Teâlâ, o müslüman düşmanı olan ve çocuklarının İslâm’dan ayrılmasını isteyen bedbaht ana ve babaya kâfir oldukları halde bile, yine ihsan ile emreder. Fakat küfre dönmelerine kat’iyyen izin vermez, olduğunu beyan etmiştir. Ana ve babaya itaat farz-ı ayn’dır. 54 farzın içindedir. Dikkat ediniz! Muharebelere cihada iştirak de ana ve babanın izni şarttır. Yalnız düşman ağır basar, toplanan asker müdafaadan aciz kalırsa o zaman cihad umûma farz olur. Artık ana ve babanın rızaları, müsaadeleri dinlenmez. Mehmed Zahid Kotku Şuna da dikkatle bakınız. Hz. Ebû Bekir (R.A)’in kızı Esmâ’nın annesi İslâm dinine muârız olduğu halde kızının yanına gelmiş ve ondan bir şeyler istemiş. O da Resûlullah Efendimize gidip sormuş! Ya Resûlallah, anam İslâm dinine girmediği ve kâfir olduğu halde bize geldi ve bizden bazı ihtiyaçlarını istemektedir. Ona istediklerini vereyim mi ve ona sıla edeyim mi? dediler. Cevaben, evet, veriniz ve sıla yapınız. Çünkü Allah Teâlâ’nın rızası valideynin rızası içinde olduğu gibi; gadabı da valideynin gadabındadır, buyrulmuştur. İyi bakınız ve düşününüz ki, valideyn kâfir dahi olsalar evlâda düşen vazife onlara yine ihsan ve ikramdır. Halbuki, küfür ile günahkârlık arasındaki farkı gösterecek bir ölçümüz yoktur. Zira birisinin yolu Cehennem; birisinin yolu da Cennet’tir. Arasını nasıl bulursunuz? Birisi Hakk’ın rızasını kazanmış, diğeri de Hakk’ın gadabına uğramış olanlardır. Dedeler, neneler de anne baba gibidirler. Kâfir olan ana ve babalar da cihaddan gayri yerde müslüman ana ve babalar gibidirler. Yani onların da sözlerini dinlemek farzdır. Şunu da tekrar edeyim ki, İslâm’dan dönmeyi, küfür işlemeyi, şirk koşmayı, puta tapmayı, günah işlemeyi emrederlerse sözleri dinlenmez. Kızarlarsa kızsınlar ağlarlarsa ağlasınlar; zarar, günah vebal hep kendilerine aittir. 119 Ana Baba Hakları 120 EBEVEYNE İHSAN HUSUSUNDA BİRKAÇ ÖRNEK 1- Bâyezîd-i Bistâm’i’den bir örnek: Bâyezid-i Bistâmi’den şöyle bir hikâye nakledilmektedir. Bir kış günü annesi oğlundan su istemiş. O da suyu getirinceye kadar uyumuş. Bâyezîd, annesi uyanıncaya kadar başında beklemiş. Bu arada soğuktan bardak eline yapışmış. Annesi uyandığı vakit bardağı alınca parmağının derisi kopup kan akmağa başlamış. Annesi ne oldu, diye sormuş. O da hadiseyi söylemiş. O zaman, Allah’ım ben bu oğlumdan razıyım; sen de ondan razı ol, demiş. Lâkin, bu anne Bâyezid’ hâmile olduğu müddetçe, ağzına şüpheli bir şey almamış. Ve tabiîdir ki, başka zamanlar da şüpheli bir şey yememiştir. Allah’tan korkanların halleri, şanları ve evladları da böyle olur. Yine günlerden bir gün, annesi, her halde babaları yokmuş ki, oğlu ile beraber yatmak istemiş. Bâyezid diyor ki, ben gece namazlarına çok haris idim. Fakat validemin hatırını kıramadım ve onunla yattım. Kolum validemin altında kalmıştı. Onu uyandırmamak için kolumu çekmedim. Ve o gece on bin defa ihlâs sûresini okudum. Ve dedim ki, kol benimdir; fakat, valide hakkı Allah içindir. Sabah olunca anam uyandı. Ben de kolumu çektim. Ama bir daha bu kolumdan bana faide olmadı. Bak neticeye. Mübarek vefat ettikten sonra, ashabından yani müridlerinden bazıları rüyalarında görmüşler ki, Bâyezid-i Bistamî Hazretleri Hakk Sübhânehûyü tesbih ederek Cennetlerde uçmakta idi. Ona sordular ki, sen bu makama ne sebeple eriştin. Cevaben, valideynime ihsan ve ikramla birlikte çok şiddetli hadiselere sabır ile demişler. Meselâ; açlık, susuzluk, giyim ve geçim gibi hallerde daima Mehmed Zahid Kotku sabır ile mukavemet ederlerdi. Cenâb-ı Peygamber de “valideyne muti olan Rabbü’l-Âlemin’e de mutî olur ve yeri de A’lây-ı ılliyyîn olur” buyurmuşlardır. 2- Babaya hizmete bir örnek: Harûn-ı Reşîd bir adamı oğlu ile birlikte hapsetti. Babası ihtiyar olduğundan abdest alırken mutlaka sıcak su isterdi. Hapishanedeki gardiyan dediğimiz bekçi, buraya ateş sokmak yasaktır, diye içeriye ateş ocaklarını sokmadı. Fakat oğlu hemen su ibriğini alıp içeride yanan kandilde suyu mümkün mertebe ısıtmış idi. Lâkin bunu duyan bekçi kandili de ortadan kaldırdı. Zavallı oğlu bu defa babasının abdest suyunu göğsüne dayadı ve tâ sabaha kadar o su çocuğun hararetiyle bir miktar ısınmış idi. Babası sordu: "Bunu nerede ısıttın?" Oğlu da vak’ayı anlattı. O zaman baba ellerini kaldırıp "Ya Rabbi sen benim oğluma Cehennem ateşini tattırma" diye dua etti. Elbette, babasına böyle hizmet eden çocuklar hem Cehennem azabını görmezler, hem de Hakk’ın sevgili kulları arasına girerler vesselâm… 3- Hızır Aleyhisselâm: Havas denilen evliyaullahtan bir zat bir gün Hızır Aleyhisselâmı yanında görmüş ve ona ne sebeple ben seni gördüm, demiş. O da cevaben: "Annene olan ihsan u ikramın sayesinde" demiştir. (Nüzhetü’l-mecâlis cilt 1, s. 161) Aynı sayfada şöyle bir vak’a daha zikredilmektedir. Salih bir baba oğluna bir inek yavrusunu hediye etmek üzere Cenâb-ı Hakk’a emanet etmiş. Çocuk büyümüş ve kendisini ibadete vermiş. Gecenin bir kısmını ibadet, bir kısmını uyku ve bir kısmını tazarru, niyaz ve dua ile geçirirmiş. Gün- 121 Ana Baba Hakları 122 düzleri de çalışır, kazancının bir kısmını sadaka verir; bir kısmını kendine yemek için alıkor, bir kısmını da götürüp annesine verirmiş. Bir gün annesi oğluna demiş ki; oğlum, baban senin için falan yerde bir inek yavrusu bırakmıştı. Git onu al ve üç dinara sat velâkin bana sormadan verme, diye tembih etmiş. Oğlu gidip ineği almış. Pazara götürmüş. Fakat insan kılığında bir melek, ben sana altı dinar vereyim ama anana sorma, demişse de çocuk buna razı olmamış ve gidip annesine söylemiş. Anne zeki bir kadın olacak ki bunun bir melek olduğunu anlamış ve oğluna: Oğlum, git o kişiye “Ben bu ineği satayım mı, yoksa satmayayım mı?” diye sor. Çocuk meleğe sormuş o da: “Satma, bunu Hz. Musa’nın kavmi senden derisi dolu altına satın alacaklardır, demiş.” Musa Aleyhisselâm’ın kavmi ise, öldükten sonra dirilmeye inanmazlarmış. O arada birisini öldürmüşler. Cenab-ı Hak, bu ineğin, kesip, diliyle yahut arka derisiyle bu ölen kimseye vurulmasını emretmiş. Allah’ın izniyle, o katlolunan adam dirilmiş. Ve kendini katleden adamı haber vermiş. Ve bu deri Hz. Ömer’in devrinde Hz. Ömer’e de nasip olmuş. O da o deriyi kamçı olarak kullanmış. 4- Cenâb-ı Hakk’dan Musa Aleyhisselâma bir vasiyet: Hz. Musa Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk’dan bir vasiyet ve nasihat istemiş. Cenâb-ı Hakk’da, "Annene ikram ve ihsanda bulun" demiş. Ve bu rica üç defa tekrarlanmış; her defasında "Annene ikram ve ihsanda bulun" diye tavsiyede bulunmuş. Dördüncü defada ise "Babana ihsan eyle" denmiş. Ve devamla: “Ya Musa, her kim ana ve babasına iyilik, ihsan Mehmed Zahid Kotku ve ikramda bulunursa ben onun dünyada dostu, kabirde ünsiyet edicisi, mahşerde de ona rahim olurum. Sırat’ta ise, ona delil olurum. Cennet’te ise ben onunla o benimle karşılıklı ve vasıtasız olarak konuşur” buyrulmuş. Artık, sen bu devlet ve nimetlere bilmem ne dersin. Ana ve babaya ihsan ve ikramın mükâfatı böyle olunca Peygamberimize ve O’nun ashabına, geçmiş ve gelecek ulemamıza ikram ve ihsanın hududunu bildirmek acaba mümkün mü? 5- Annenin bir duası: Tabakât-ı İbni’s-Sübkî’de Eyyûb’un oğlu Selim’den rivayet edilir ki, İmam Vâfiî’nin ashabındandır. Selim diyor ki; "Ben on yaşıma girdim. Bir türlü Fatiha’yı Şerifeyi okumağa kadir olamıyordum. Bana bazı büyük kimseler dediler ki, sen annene söyle; senin okuyabilmen ve ilim sahibi olman için dua etsin. Annem de bana böylece dua etti." İbnü’s-Sübkî der ki, "Selim öyle bir âlim oldu ki, zamanında elini tutacak kimse bulunmadı. Ona erişmek de mümkün değildi." Bu vak’a ve hadiseler bizim için ne kadar kıymetli, canlı hadiselerdir. İnsan okur; bir şeyler de öğrenir. Ama bir de bakarsınız ki, okuduğundan ve öğrendiğinden ne kendisi ne de başkalarının faydalandığı yok. Bu pek büyük bir bahtsızlıktır ki, telafisi de mümkün değildir. Bu sefer fayda yerine bir sürü zarar. Adam beğenmemek, idare beğenmemek, iş beğenmemek, artık ne istersen hepsi var. Günahlara dalmak neticesinde akıbet ne olur bilmem! Cenab-ı Hakk cümle ümmet-i Muhammed’e selâmetler, kâmil, olgun iman ve İslâm nasip etsin de, hem kendisine hayırlı bir kul hem de Hz. Muhammed (S.A.V)’e lâyık bir ümmet, ana ve babaya hayırlı evlâd, 123 Ana Baba Hakları 124 cemiyete de hayırlı bir kimse etsin de, bu Ümmet-i Muhammed de, bu dalâlet ve felâketlerden kurtulsun, âmin!.. 6- Edeb nümûnesi: Resûl-i Ekrem (S.A.V) Hazretlerinin torunları, Hz. Fatıma (R.Anha)’nın oğlu Hz. Hasan (R.A) annesiyle beraber sofraya oturup yemek yemesini istemez imiş. Annesi Fatıma (R.Anha) oğluna sormuş ki, oğlum ne için benimle beraber oturup yemek yemiyorsun? Oğlu da, anneciğim olur ki, senin hoşuna giden bir lokmayı ben almış olurum da sonra sana karşı asi olmuş olurum, korkusuyla beraberce oturmayı hoş görmüyorum, deyince muhterem ve mübarek annesi, oğlum bütün yediklerin benim tarafımdan sana helâl olsun demiş! Görüyor musun anne ile oğul arasındaki sıkı rabıta nelerden doğmaktadır. Bunlar hep Hakk’ın onlara in’âm ve ihsânıdır. Bize düşen de, bunlardan ders almaktır. Bu Hz. Hasan bir köylüden gördüğü ikrama karşılık "Medine-i Münevvere’ye gelince her halde bize de uğrayınız" diye sıkı bir tembih yapmış. Köylü kişi de bir zaman sonra Medine-i Münevvere’ye gelince Hz. Hasan’a uğramış. O da evvelce gördüğü ikrama mukabil köylüye bir sürü koyun hediye etmiş. İşte Evlâd-ı Resûl böyle olur. Hz. Hasan bir gün fukaralar sofrasına davet edilmişti. Şöyle ki, yolda oturmuş, topladıklarını yemekle meşgul iken, Hz. Hasan da oradan geçiyordu. Onlara selâm vermişti. Onlar da bil mukabele sofralarına davet etmişlerdi. Muhterem âlicenâb Peygamberimizin torunu hiç de tereddüt etmeden hayvanından inip onların sofrasına oturup birkaç lokma aldıktan sonra onları devlethanesine davet etmişler. Bir zaman sonra onlar da Hz. Hasan’ın evine uğramışlar. Gayet mü- Mehmed Zahid Kotku kemmel ve son derece güzel hazırlanan sofraya oturtmuş. Ve kendilerini son derece memnun ederek uğurlamıştır. Tevazuyu görüyor musun? Bugün bizim halimize acımaktan başka çaremiz yoktur. Fakat Cilve-i Rabbanî, muhterem pederleri şehid olarak dünyadan intikal edince yerine halk Hz. Hasan’a biat etmişlerse de çıkan fitneler yüzünden –ki, onları yazmağa insanın eli bile varmıyor– en nihayet, 47 yaşında olduğu halde hanımı tarafından zehirlenerek mertebe-i şehadeti de tatmışlardır. Allah Teâlâ makamlarını âli eylesin. Hz. Muaviye’nin oğlu Yezid bu kadına 100.000 dirhem vermiş ve sonra da seni alacağım diye kandırmıştı. Saçı uzun aklı kısa olan bu kadın, bu acı cinayeti işlemiş ve bu kirli ad kıyamete kadar ciğerlerden çıkmaz. Hz. Hasan her ne kadar şehadet mertebesine erişti ise de bu kadının hâli ne olacaktır. Ve bunu kandıranların hali ise tarihte çok çirkin bir kara yazı olarak kalacaktır. Hicretin ellinci senesinde cennetül Bâki’ denilen mezarlıkta annesi Hz. Fatıma’nın yanına gömülmüştür. Hz. Hüseyin (R.A) de Muharremin onuncu gününde, 61 hicri senesinde katledildiğinde 56 yaşında idi. Ve o gün bilâ sebep güneş de tutulmuştu. 125 Ana Baba Hakları 126 ANA BABAYA İTAATİN MÜKÂFATINA DAİR İBRETLİ KISSALAR Ey aziz kardeş, tahsil dediğimiz bilgi bizi dünya cihetinden yükseltir ama, dini bilgilerle layıkı veçhile teçhiz edilmediğimizden tek kanatla uçmak ve yükselmek imkânı hâsıl olamaz. Dünya bilgisi ne kadar lazımsa, dini bilgi ondan daha çok, hem pek çok fazlasıyla lazımdır. Çünkü dünya zaten fani yani muvakkat bir geçittir. Asıl hayat ise ahirette ebediyet hayatıdır. Öyle ise sen bir taraftan dünyanı öğrenirken, diğer taraftan da dinini ihmal etme; dindar olmağa bak. Selman’ın halini gözünün önüne getir. Ve sakın ona yanlış gözle bakma. Şimdi onun hayatı bize örnek olur mu? deme. Zira komünistliğin furyası neden oldu? Bak bugün dünyada onlara özenenlerin sayısı da pek az değil. Görmüyor musun her gün ne kadar insan öldürülüyor? Mekteplere sokmuyorlar. Bankaları bile nasıl soyuyorlar. Bunların karşısında halâ çalım satmak devri mi? Yoksa bunları susturacak bir idare mi bulmak lâzım şimdi, sen söyle! 1-Şeytanın yol bulamadığı bir yer Burada da sana çok acayip bir vak’ayı hikâye edeyim de Hakk’ın kudretini güzelce gör. Ordusunu bütün ağırlığı ile birlikte gökte uçuran, bütün hayvanların dillerini, konuşmalarını anlayan, Belkıs denilen hükümdarın sarayını olduğu gibi hiç bozulmadan bir anda Yemen diyarından huzuruna getirten o büyük Süleyman Peygambere, Cenâb-ı Hakk bizlere, ders ve ibret olmak üzere, kudretini göstermek için, deniz kıyısına gidip benim kudret ve asarımı gör demiş. Zaten bütün masnûat o sanayi-i bediadır ki, emsâlini hiçbir fer- Mehmed Zahid Kotku din yapmasına imkân yoktur. Kör olan göz neyi görmüş ki, bu Allah Teâlâ’nın sanayi-i bediasını görsün. Zira imansız, hakikî kör diye tesmiye edilmiş ve bazen ölülerden addedilmiştir. Bundan daha büyük ve daha fena cahillik, tasavvur olunabilir mi? Kim bilir, şimdi bu anlatacağım hadiseye neler diyeceklerdir. Çünkü kendisini bilmeyen insan başka acayip şeyleri hep baid görür. Şu gözünü kulağını hele kafasını ve kalbini ve sair azalarını güzelce bir düşünse hayretten hayrete düşmemek hiç mümkün müdür? Çünkü ufacık bir göz bebeği hem kâinatı görüyor, hem de ondan aldıkları ilhamları beyne ulaştırıveriyor ve oradan verilen emirlere göre, diğer azaları harekete geçiriyor. Bu muammayı çözebilecek bir kafa ve bir de düşünme gerektir ki, bir şeyler anlayabilsin ve neticede Hakk’a, Allah’a dönsün. Emrini tutup yasaklarından kaçınsın. Şayet düşünmezse o zaman da insanlıktan nasibi yok demektir. Bir göz ki olmaya ibret nazarında! Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde… Bu söz İznik’te medfun Şeyhu’l meşâyıh demeğe lâyık Eşref-i Rûmî Hazretlerinindir. Müzekkinnüfus diye bir eseri de vardır. Vaktiyle okumuştum. Şimdi Türkçeye de çevrilmiş. Ben ondan çok faydalanmıştım. Sana da tavsiye ederim. Al ve oku! Sen de onun gibi büyük bir zat olursun, inşaallahu Tealâ… Süleyman Aleyhisselâm'a Cenâb-ı Hakk’ın kudretini müşahade için denize bak buyrulmuş, o da veziri Âsaf’ı yanına alarak deniz kıyısına gitmişler. Vezir Âsaf denize dalmış, bakmış ki, gözleri kamaştıran bir kubbe. Her kapısı ayrı ayrı ziynetlerle süslü. Kimi inci, mercan, yakut gibi 127 Ana Baba Hakları 128 gayet kıymetli eşyalarla tezyin edilmiş. Fakat kapılar tamamen açık, içeri bir damla su girmez. İçinde genç bir insan ibadetle meşgul. Vezir Âsaf bu kubbeyi olduğu gibi sudan çıkarıp Süleyman Aleyhisselâm’ın önüne getirip bırakmış. Süleyman Aleyhisselâm kubbe içindeki gence sormuş! Sen kimsin insan mısın, yoksa cinni misin? O da insanım, demiş. Burada ne yapıyorsun, buraya nasıl girdin ve burada ne zamandan beri duruyorsun? Ne yer, ne içersin? Genç de: “Benim bir âmâ annem, bir de oturak babam var idi. Ben bunlara tam yetmiş sene hizmet eyledim. Annem vefat ederken: Yâ Rab, benim oğlumu taatın üzere olmak şartıyla ömrünü uzun eyle” diye dua buyurdu. Babam da vefat zamanında: “Yâ Rab, oğlumu şeytanın yol bulamayacağı yere koy” diye dua buyurdu. Ben de bir gün deniz kenarında gezerken bu kubbeyi gördüm ve içine girdim. Ve buraya bırakıldım. Yemek için her gün bir baş gelir. İnsan başı kadar. Onda her türlü yemeklerin tadları vardır. Onu yerim. Ve dışarıya çıkmak ihtiyacım da yok. Su içmek, sıcak ve soğuktan müteessir olmak, uyku ve gaflet de yok olduğu gibi, korku falan da aklıma bile gelmez. Ve ben burada İbrahim Aleyhisselâmın zamanında girmiş idim. Başka bir bildiğim de yok, demiş. Süleyman (A.S) istersen sen bu âlemde kal, istersen yerine göndereyim demiş. Lâkin delikanlı denizin içindeki yerini istemiş. Vezir Âsaf’a da onu alıp getirdiği gibi yerine götürmekle emr olunmuş. Aradaki zamanın 2400 sene olduğu da anlaşılmış. Kudret-i İlâhiyyeye göre her şey kolaydır. Bazen bir saati ve bazen bir dakikayı senelerce uzatır ve bazen senelerce uzak olan şeyleri de bir âna sığdırır. Kuvvetinin, saltanatının hududu yoktur. Hiç olması mümkün olmayan şeyler bir anda Mehmed Zahid Kotku oluverirken olmuş şeyler de bir anda yok olup gidiverir. Bunların, bugün hemen hepsi gözlerimizin önünde pek âlâ cereyan etmekte olduğu halde yine görmemezlikten, gafletten kendimizi kurtarmamız mümkün değil. Şimdi şu sözlere çok dikkatle bak Nüzhetü’l-mecâlis, cilt, 1, sayfa 163 de: “Her kim karısını annesi üzerine tercih ederse ona Allah’ın, meleklerin laneti olsun. Farz ve nafile namazlar ve ibadetleri kabul olunmaz” buyrulmuştur. Bunun karşısında yapacağımız şey, ancak ve ancak valideyne itaat edip onu darıltmamak ve hanımla güzelce geçinmelerini temin etmek ve daha iyisi karısıyla kendisi ayrı bir evde olup anne ve babalarına kendi evlerinde bakıp hizmetinde kusur etmemeğe çalışmak lazım geleceği pek açıkça anlaşılmaktadır. 2- Anaya itaat vacibdir Burada şöyle bir mesele anlatılmaktadır: Çocuğun babası başka bir memlekette imiş, oğlunu yanına davet etmiş. Çocuk annesine sormuş. O da hayır gidemezsin demiş. Zavallı çocuk, büyüklere sormuş, ne yapayım diye. Onlar da babana itaat eyle, amma annene asi olma demişler. İmam Mâlik Hazretlerinin cevabı şöyle olmuş; Anana itâat lazımdır, yani vaciptir ve evladır. Babaya itaat de maslahatındır. Anaya itaatle emir, fesadı terk içindir. Maslahatı celp için fesadın terki evladır. Yalnız bir mes’elede celb-i menfaat için fesad terk edilir. Meselâ anne ölmüş, fakat karnında çocuk var. Bu çocuğu kurtarmak için bu fesadı işlemek ve çocuğu çıkarmak vaciptir. Onun için o annenin karnı yarılır ve çocuk alınır. Bu da vaciptir, demişler. 129 Ana Baba Hakları 130 3- Bir mirasın taksimi Bak üçüncü bir hadise daha. Hepsi de birbirinden güzel. Bir adamın üç çocuğu varmış. Adamcağız hasta olmuş. Büyük çocuk küçük kardeşlerine demiş ki, babama ben bakayım. Bunu bana bırakın, mirası da sizlerin olsun. Onlar da razı olmuşlar. Bir müddet sonra peder ölmüş. Miraslar taksim olunmuş. Bir gece rüyasında büyük ağabey babasını görmüş. O da falan yerde sana bir dinar var; git onu al demiş. Ağabey parayı almış. Ve onunla bir balık satın almış. Balığın karnından iki adet cevher çıkmış. O günün sultanı bu cevherleri altmış bin dinara satın almış. Ve gece rüyasında bu senin babana yaptığın hizmetlerin mükâfatıdır, demişler. Bir dinar, bugün bizim paramızla 95 liradır. Orta bir hesapla beş milyon yedi yüz bin lira eder. Böyle denizden bulunan cevahirler eğer işlenmiş cevahir ise, bu balığı satana aittir ve eğer işlenmemiş cevahir ise bu da balığı alana aittir demişler. Nitekim bir arazi alınır ve orada bir para veya kıymetli bir şey bulunursa bunlar o araziyi alana aittir demişlerdir. 4- Mantığına uymayan her şeye itiraz etme Bir latife olarak şunu da yazmışlar. Zünnûn-ı Mısrî namında bir zat (rahimehullah) diyor ki, bir gün gemi ile gidiyorduk. Birisinin kıymetli bir cevahiri kaybolmuş. Acaba kim aldı diye aranırlarken bir siyahi garipten şüphelenmişler. O zat her ne kadar ben almadım diye kendini müdafaa etmiş ise de ötekilerin ısrarı üzerine çaresiz kalan zavallı, denize karşı ey denizdeki balıklar sizlere kasem ederim ki, her biriniz ağızlarınızda birer cevher getiriniz diye seslendi. Ve hemen sözü biter bitmez bütün balıklar ağızlarında birer cev- Mehmed Zahid Kotku heri alıp denizden dışarı başlarını çıkartırlar. Ve o anda siyahi ِ َ " ا ْع َم ْلDilediğini yap" diye garip de denize atlayıp ت َ م ِاش yürüyüp gözden kayboldu. Bunu yazarken hem Allah Teâlâ’nın kudreti hem de sevdiği kullara verdiği saltanatı gösterilmek istenmiştir. Şüphesiz ki, bu gibi hadiselere keramet derler ki, Hakk’ın, emrini tutan sevgili kullarına verdiği bir ihsan-ı ilâhidir. Emsali de pek çoktur. Kâinattaki bütün eşya Hakk’ın tasarrufundadır. İstediğini istediği gibi yapar. Hiç kimsenin muhalefete gücü yetmez. Bak ikinci bir vak’aya ki, bu da bizlere şayan-ı ibret derslerle doludur. Musa (A.S) Antakya’dan Şam’a giderken yorulmuş. Cenâb-ı Hakk ona vahiy buyurmuş ki, şu dağın dibinde bir kulum var, ona git ve söyle sana bir binek versin. Musa (A.S) da emre uyarak adamı bulmuş ve Cenâb-ı Hakk’ın emrini adama bildirmiş. Halbuki, o anda adam da namazda bulunuyormuş. Namazını bitirip hemen havada seyretmekte olan bir buluta, ey bulut aşağı in ve şu adamı al, istediği yere kadar götür, demesiyle hemen bulut yere inmiş ve Musâ Aleyhisselamı alıp istediği yere kadar götürmüş. Cenâb-ı Hakk, Musa (A.S)’a demiş ki, bu adama bu lutf-u ihsanı ne için verdim biliyor musun? — Hayır Ya Rabbi! bilmiyorum. Lütuf buyurun bileyim demiş. Bunun annesinin ölüm anında canı bir şey istemiş. O da oğluna söylemiş. Oğlu da derhal ne yapıp yapmış annesinin o istediğini bulup getirmiş. O zaman annesi de şöyle bir dua edivermiş: 131 Ana Baba Hakları 132 “Ya Rabbi, oğlum benim hacetimi görüverdi, sen de onun hacetlerini kaza eyle” demiş. Şu Hakk’ın cilvelerinin hududu yoktur. Yarattığı kullarına yine kendi lütuf ve ihsanıyla; söz dinleyen, emrine uyan günahlardan korkup kaçanlara nimetleri bol bol vermesi; bu gibi kerametler, lütuflar, ihsanlar vermesi Halık-ı Zülcelâl’e zor mudur? Bunları teşvik için, sözünü dinleyen her kuluna, her an kaç çeşidini ikram ve ihsan etmektedir de bizim haberimiz bile yok. Çünkü dikkatimiz de yok. Bu akıl nimeti nelere bedel. Göz nimeti, kulak nimeti, gönül nimeti. Bunlar hepimizde mevcud değil mi? bir anda dünyayı temaşa eden gönül, bir anda kâinatı içine alıp sana gösteren göz, gördüğünü anlayan, bilen ve ona göre hareketini tanzim eden akıl… Bu lütufları görüp dururken; suda yürünür mü? Hiç bulut adam taşır mı diye düşünmeye kalkma. Sen şaşılacak bir şey değil misin? Sen bugün gözünün önünde duran ve gökyüzünde tonlarca ağırlığı ile birlikte yüzlerce kişiyi taşıyan tayyarelere ne için şaşmıyorsun? Allah Teâlâ’nın kudreti yoksa kulunun kudretinden daha mı eksik? Hâşâ! Senden çok rica ederim, mantığına uymayan her şeye itiraza kalkma. Zira gerek mucizeler ve gerekse kerâmetler hep beşer kuvvetinin dışında olan fevkalâde şeylerdir. Senin ve benim bu gibi kerâmetlere, mucizelere akıl erdirmeğe kalkmamız delilik ve budalalıktır. Ve bunlar Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz kuvvetinden ufacık ve bir zerre denecek kadar bazı numuneler ve alametlerdir. Suyun üzerinde ve suyun içinde yürüyen ve yüzen mahlûkların sayısı belli mi? o gökyüzünde gördüğümüz güneşin, ayın ve daha nicelerinin okkasını, tonunu kim takdir edebilecek. Bak, onlar başımızın üzerinde ne güzel ve ne muntazam bir şekilde düşmeden ve ahengi bozulmadan duruyor ve hem de yürüyüp gidiyor. Bir de Mehmed Zahid Kotku döne döne cilveler yaparak bizleri uyandırmaya çalışıyorlar? Durmadan düşün de bizleri ve sizleri yaratan Allah’ı ara bul ve O’na kul ol. Nasıl olursa olsun sen bu dünyada bir misafirsin. Senin yerin, asıl vatanın ahirettir. Oradaki Cennet evi seni bekliyor. Sakın asi olup Cehennem yolunu tutma. Sonra çok pişman olursun. Zinhar ben Allah’ı nerede bulayım, deme. İçine dön! gönlünü uyandır. Allah’ı çok an. Tevhide devam eyle. Kulluk ve dini vazifelerini güzelce yap. O zaman Allah Teâlâ senin gözlerindeki perdeyi kaldırır. Hakkı görenler gibi görürsün vesselâm. 5- Levh-i mahfuzdaki ilk yazı ِ َّبس ِم ه ِ الل الر ْحم ِن الر ِح اللُ الَ ِا َل َه ِاال َّ َا َنا َم ْن َر ِضى يم َا َنا َّه َْ ٰ َّ َّ َ ٍ عنه و ِال َداه َفاَ َناعنه ر اض ُ َ َُْ َ َُْ Cenâb-ı Hakk’ın Levh-i Mahfuzda ilk yazdığı yazı: Besmele-i şerifeyi yazdıktan sonra kendisinden başka bir ilâh olmadığını beyan ile: “her kim ki ana ve babası ondan razıdır, bende ondan razıyım” fermanını yazmıştır ki, bizlere pek büyük bir ders-i ibrettir. Anne ve babalarına karşı saygılı olan evladların bahtiyarlıkları ne biter ve ne de tükenir. Saygısız olan evladlar dünyada da rahat görmez ahirette de. Ve dünyada bütün günleri elemle ızdıraplarla doludur. Tonlarca altını olsa, yakuttan sarayları olsa yine elem ve ızdıraptan kendisini kurtaramaz. Sen yalnız söz dinle! Şair şöyle diyor. "Nefsini bilmeyen Allah’ını hiç bilemez." Nefsini bilmek, hakiki tasavvuf ehlinden husûsi dersler almak ve onun göstereceği yolda bıkmadan yorulmadan yü- 133 Ana Baba Hakları 134 rümektir. Kıymetli eşyanın öyle kolayca ele geçmeyeceği malumdur. Bak insanın işlediği her günahın cezası ahirete bırakılır da, ana ve babaya karşı âsî olan günahkârların cezası dünyada, hem de pek çabuk verilir. Dikkat eyle. 6- Ana babaya karşı gelmemek İbn-i Abbas’ın Resûlullah (S.A.V)’den yaptığı bir rivayette: “Her kim sabah ve akşam valideyni kendisinden razı olarak gününü geçirirse sabah ve akşam ona Cennetten iki kapı açılır. Ve eğer sabah veya akşamda valideynini kızdırırsa ona da Cehennemden iki kapı açılır. O sırada orada olan birisi: "Yâ Resûlallah, eğer analar çocuklarına zulmediyorlarsa" dedi. Cenâb-ı Peygamber: Evet; zulüm etseler dahi yine onlara karşı gelmemek ve asi olmamak gerektir, buyurdular. Malumdur ki, onlar dinsiz dahi olsalar onlara yine ikram ve ihsan, insanlık ve İslâmlık borcumuzdur, vesselâm. Eğer valideler çocuklarına dargın olarak ölmüşlerse, bunun çıkar yolu yoktur. Yalnız bize düşen vazife onların güzelce defnini yapar onlar için sadakalar verir, komşularımıza hayırlar yapar, borçları varsa öderiz. Onlar için mümkün olursa hac da eder ve ettiririz. Fazla namazlar da kılar sevaplarını onlara bağışlarız. Ola ki Cenâb-ı Hakk, bizleri de affeyleye. Onların akrabalarını ve dostlarını da ziyaretten geri kalma ve onların affı için de Cenabı Hakk’a her zaman yalvarmayı bırakma. 7- Hazreti Musa (A.S)’nın Cennetteki Komşusu Güzel bir ibret levhası daha: Musa (A.S) Hazretleri, Cennetteki komşusunun veya arkadaşının, dostunun, kim olacağını Cenab-ı Hakk'dan sorup Mehmed Zahid Kotku öğrenmek istemiş. Cenab-ı Hakk da "filan memlekete git. Orada bir kasap var. İşte, O senin Cennetteki refikindir buyurmuş. Musa (A.S) gidip adamı bulmuş. Adam da kendisine misafir olmasını istemiş. Musa (A.S)’da kabul eylemiş. Bu sırada gözüne bir zenbil çarpmış. Yemeğe oturmuşlar, adam bir lokma kendi alıyor, iki lokma da zenbile bırakıyor. Bu sırada kapı çalınmış. Adam kapıyı açmaya gidince Musa (A.S) da hemen eğilip zenbile bakmış. Ne görsün; bakmış ki, iki ihtiyar, Musa (A.S)’ı görünce gülerek gözlerini yummuşlar. Yani vefat etmişler. Adam kapıdan dönüp gelmiş. Bir de ne baksın. Anne ve babası ikisi de birden ölmüşler. O zaman ev sahibi kasap, "Sen Musa Aleyhisselâm mısın?" demiş, Musa (A.S) da: "Evet" demiş. Ama "nerden bildin" deyince. "Çünkü, annem, babam, Ya Rab; bizi Musa (A.S)’ı görünceye kadar canımızı alma" diye dua ederlerdi. Musa (A.S), kasaba; "annenin dudakları kımıldıyor ve bir şeyler söylüyordu, ne idi o" diye sormuş. Kasap da: “Efendim Allah seni Musa Aleyhisselam’a Cennette refik eylesin” diyordu deyince; Musa (A.S) da kasabı tebşir eylemişler. Cenâb-ı Hakk cümlemizi Ehl-i Cennet ile peygamberlerle yoldaş eylesin âmin. Yavrum, bunlara iyi kulak ver, iyi belle ve arkadaşlarına da anlat. İnsanın yalnız kendisinin iyi bir kimse olması kâfi değildir. Belki bütün insanların iyi olabilmesine çalışmak gerektir. Mekteplerdeki tahsilin kâfi gelmediği işte gözlerimizin önünde. Bugün, insanları öldüren, bankaları soyan, evleri soyanlar zanneder misin ki, hep cahil insanlardır. İlmin iki kanadı vardır. Biri dünyayı ve dünyadaki ihtiyaçlarını temin için elde edilen bilgidir. Diğeri de Allah’ı tanımak ve onun emirlerine uymak için elde edilen bilgidir. Yalnız dünya bilgisine sahip olup da Allah’ı tanımayan; ahiret mesûliyetini 135 Ana Baba Hakları 136 Cennet ve Cehennem’i bilmeyen, hele Kitab-ı ilahi ve peygambere uymayan hiç insan olur mu? İşte Çin ve Rusya; bakalım yarın ne olacaklar. Sakın, sen bu mülkü sahipsiz sanma. Bak elindeki mendil, başındaki şapka, ayağındaki ayakkabı bile bir yapana muhtaç. Birisi sana bunlar tabiatın eseridir derse, hiç inanır mısın? Öyle ise bu koskoca kâinat nasıl tabiatın eseri olabilir? Senin cazibe dediğin kuvvet kendi başına bir kuvvet midir, yoksa onu da bir yaratan var mıdır? Şüphesiz ki, herkesin diyeceği elbette onu da yaratan vardır ki, ona da Allah denir. Çünkü her mevcut kendisini yaratana muhtaçtır. Zira yaratmak sırf Allah Teâlâ’ya mahsustur. İmanının güzel olması için; din kitaplarını çok çok ve tekrar tekrar oku ve okuduğunu başka kardeşlerine de öğretmeğe gayret eyle. Zira müslümanları, imanlarından bir müddet sonra peygamberimiz, memleketlerine ve kabilelerine gönderir. Ve onlar da imana davet ederlerdi. Sen de öyle olmaya çalış ki, onlarla beraber Cennet’e girersin, inşa’allahü Teâlâ. 8- Dikkate değer birkaç hadise Yavrum diye anlatmak istediğim vak’a şöyle: Süleyman Aleyhisselâm’ın zamanında Salih, güzel huylu bir kişi var idi. Her nasılsa oğlu şarap içmiş; babası da darılmış. Fakat sarhoş oğlu babasına bir tokat atmış. Adamcağızın gözü çıkıvermiş. Vakta ki ayılmış, yaptığı işe pişman olarak babasına vurduğu eli kesivermiş. Bunu gören babası çok ağlamış. Keşke benim bin gözüm olsaydı da; birer birer çıkaydı. Ama senin elin kesilmeye idi. Bunun üzerine çare aramak için Süleyman (A.S)’a gidiyor; hallerini arzediyorlar. Süleyman (A.S)’da babanın gözünü ve oğlunun da kestiği kolu Mehmed Zahid Kotku yerlerine koyup, Ya Rab, bu babanın hürmetine ve validesinin şefkatine bunlara şifa ihsan eyle demiş. Cenâb-ı Hak da dualarını kabul etmiş, babanın gözü ve oğlunun da kolu derhal iyi olmuş. Baba şefkatiyle birlikte oğlunun nedâmeti, ind-i ilâhide kabul olmuş. Eğer oğlu bu fedakârlığı yapmasa idi, kim bilir, hali nice olurdu. Binaenaleyh insanın yaptığı hatayı derhal tamir edebilmesi büyük muvaffakiyettir. Dikkate değer bir hadise daha: Beni İsrail devrinde çok Salih bir adam varmış. Bunun da yine pek güzel bir Salih evladı varmış. Babası ölüm halinde oğluna "sakın ne pahasına olursa olsun, doğru veya yalan yere katiyen yemin etme" der. Ölümünden sonra açık göz tabiri ile anılan bazı kurnazlar, "Babanda bu kadar alacağımız vardı" diye müracaatlara başlamışlar; çocuk da bunların hiç birisini red etmeden herkesin istediğini vermiş. Nihayet elde avuçta bir şey kalmayınca başka bir memlekete göçmeğe karar vermiş. Arada deniz olduğundan bir gemiye binmişler. Yolda dalga fazla olduğundan gemi batmış. Çoluk çocuk her biri bir tarafa çıkmışlar. Oğlu da bir adaya çıkmış. Orada kendisine gaybdan bir ses gelmiş: "Ey ana ve babasına iyilik eden kişi! filan yerde bir hazine var; onu al." Zavallı adam tarif olunan yere gitmiş bakmış ki, tükenmez bir hazine. Bilahare o adaya uğrayan insanlara yaptığı ikram ve ihsanlar ile ada kısa zamanda halk ile dolmuş. Ve bu zat, adanın büyüğü ilan edilmiş. Derken, büyük oğlu duymuş, sonra da küçük oğlu ve karısı hemen hepsi orada toplanmışlar. Fakat aradan geçen zaman itibariyle birbirlerini de unutmuşlar. Belki boğuldular, öldüler bir daha buluşmak mümkün olmaz diye, akıllarına bir şey de; bir çare de gelmemiş. 137 Ana Baba Hakları 138 Nihayet karı koca bir gemi ile adaya gelmişler. Kocası bazı hediyelerle adanın büyüğünü ziyaret etmiş. Evvelce yerleşen ve adanın büyüğü olan zat bu misafiri akşam yemeğine alıkoymak istemişse de adam: "Vapurda karım yalnızdır; korkar" diye gitmek istemiş. Fakat ev sahibi ben onlara muhafız yollar; korurum. "Sen burada benim misafirim olarak kal; sabahleyin erkenden gidersin" demiş. Ve iki muhafızı gemiye yollamış. Bu muhafızlar uyumamak için başlarından geçen hadiseleri anlatmağa başlamışlar. Bir de baksınlar ki; ikisi de aynı babanın kardeşleri. Derken, kadın da bu sohbeti dinliyormuş. O da, çocukların anası olduğunu anlamış. Bunlar bir sevinç içerisinde iken adanın büyüğünün misafiri gelmiş. Onları öyle sarmaş dolaş görünce dehşetli kızmış ve adanın büyüğü olan zata gidip şikâyet etmiş. O da kadınla beraber, gönderdiği muhafızları huzuruna getirtmiş. Kadın söze başlamış. Vallahi bunlar benim evladlarım deyince melik de yerinden fırlayıp sen bizim validemizsin diye bir sevinç ve surûra kavuşmuşlar. Bakınız Allah Teâlâ’nın lütfuna. Validelerine iyilik eden kimseleri netice itibariyle ne büyük lütuflara mazhar kılmaktadır. Bunlar bize birer hikâye gibi gelmekte ise de aynı zamanda büyük bir ders ve ibrettir. Elhasıl anaya ve babaya hizmet edenlere Allah Teâlâ her bakımdan yardım eder. Öyle ise sen de ehl-i hizmet olmağa çalış. Şimdi sana valideyne itaat etmenin lüzumunu bilmem anlatabildim mi? Muhtaç oldukları vakit senin kazancından ihtiyaçları kadar alırlar. Eğer sen vermez isen bu sefer kanunen de bizim onlara bakmamız mecbûridir. Onun için sizlere, valideynize iyilik ve ihsanla birlikte sözlerini de dinleyip, tam manasıyla itaat edip en ufak bir söz olan (of) kelimesini Mehmed Zahid Kotku bile kullanmamamızı tavsiye etmekteyim. İmam Kurtubî’nin Kurratül-Ayin adlı kitabının 207. kenar sahifesinde şöyle denmektedir: Ana ve babasına karşı asi olan bir evlad o kadar çok oruç tutuyor ve namaz kılıyor ki, zayıflıya zayıflıya iğne gibi incecik kalmış. İşte bu hal üzere de olsa ana ve baba ona dargın iseler ve o evlad Allah Teâlâ Hazretlerinin gadabına uğramış olarak Allah’a mülaki olur demektir. Anlaşılıyor ki, evlada kurtuluş için ana ve babaya hem iyilik hem de itaat lazım vesselâm. Allah’ım sen bizlere ve okuyan kardaş ve evladlara hidayet ve tevfikını ihsan eyle ve bizi doğru yoldan ve Hak yolundan zerre miktarı ayırma ve yine bizleri nefsin eline bırakma ve kendinden başkasına da terk etme! Cabir (R.A)’ın şu rivayetini de yazmakta herhalde faide olacaktır. ِ َّور ِوى عن جابِرِ ب ِن عب ِد ه :اللُ َع ْن ُه َما َق َال َّالل َر ِض َى ه َ ْ َ َ ُ َ َْ ْ ِ َّول ه اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َو َن ْح ُن الل َص َّلى ُ َخ َر َج َع َل ْي َنا َر ُس َ ْ َّه ِِ َو ِص ُلوا،والل َ ُم ْج َت ِم ُع َ َي َام ْع َش َر ا ْل ُم ْسلم: َف َق َال.ون َ َّين َّات ُق ه .اب اَ ْسر َع ِم ْن ِص َل ِة الر ِح ِم ٍ اَ ْر َح َام ُكم َف ِا َّن ُه َلي َس ِم ْن َث َو ْ ْ َ َّ اكم َوا ْلب ْغى و ِا َّي. ُ َ َ ْ َ Şöyle ki: Biz toplantı halinde idik. Resulullah (S.A.V) çıkageldi. Ve buyurdular ki: "Ey müslüman cemaati, Allah’tan korkunuz. Akrabalarınıza sıla-i rahim yapınız. Çünkü sıla-i rahimden daha süratli bir sevap yoktur. Zulümden uzak olunuz, sakınınız. Zira zulmün cezasından daha süratli bir ukubet (ceza) yoktur. 139 Ana Baba Hakları 140 Valideyne asi olmaktan sakınınız. Çünkü Cennetin kokusu tam bin yıllık yoldan duyulur da ana ve babasına asi olan evlad vallahi bu kokuyu duyamaz. Sıla-i rahim yapmayana kâtı-ı rahim denir ki; Cennetin kokusunu duyamaz. İhtiyar zânî de duyamaz. Ve uzun eteklerini sürüyüp gezen mütekebbir, bu da duyamaz. (Tekebbür ancak Rabbü’l âlemin olan Allah’a mahsustur.) Mehmed Zahid Kotku ANA BABAYA İSYAN Allah Teâlâ hazretlerinin kullarına haram kıldığı şeylerin ikincisi, ana ve babaya isyan ve itaatsizliktir. İnsanı ve bütün eşyayı yaratan Allah Teâlâ hazretleridir. Bunun için insana verilen ilk vazife kendisini ve hayatının idamesi için lâzım gelen her şeyi ve bütün kâinatı ve içerisinde bilmemize imkân olmayan sayısız mahlûkat ve mevcûdatı da yaratan Allah Teâlâ hazretlerini tanımaktır. O’na emrolunduğumuz ibadetleri lâyıkı veçhile yapmağa çalışmak ve bununla beraber ihlasla yapılan ibadetlerin kabulüne mani olacak küfür, şirk, riya gibi ve ahlaken de muzır olan kibir, ucûb, gadab, şehvet, şöhret, hırs, hased, kin, cemiyetleri birbirinden ayıran, fertler arasına geçimsizlik sokan ve insanın dünyasını da başına zindan eden kötü ahlaklardan da uzak kalmağa çalışmak pek yerindedir. Onun için Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimesinde كر ِلى ُ ْاش ْ " اَ ِنBana şükret" buyurmak- tadır. Yani seni ben yarattım ve seni üstün ve mümtaz kılan çok değerli ve kıymetli hem de çok kıymetli bir kul olarak yarattım. Beni bil, öğren, dediklerimi tut. Sözümden dışarı çıkma. Çünkü sen mahlûksun. Ben de senin Hâlıkınım. Sen yer ve içersin. Ben de sana bu rızıkları verenim. Haddini bil. Sen ölüp, ölüler arasına karışacaksın. Ben ise ölümden uzağım ve ben bütün varlıkları yaratanım. Sana akıl, zekâ, kuvvet ve kudreti veren de benim. Sen hâlâ bunları anlamadın da kendi kendine çeşitli çıkmaz yollara gidiyor, bazen küfür, bazen şirk koşup büyük affolunmaz günahlara giriyorsun. Sonra da âciz bir duruma düşüp, güçsüz kuvvetsiz hatta yiyemez içemez, hale geliyor ve nihayet dünyaya 141 Ana Baba Hakları 142 gözlerini yumup bana geliyorsun. Ama hangi yüzle.* Şimdi sen cahilliği ve çocukluğu bırak da sözlerimi dinle. Bana hiçbir şeyi şirk koşmamakla beraber ana-babana da ikram ve ihsanda bulunmağa çalış ve hiçbir vechile onları incitme ve darıltma. Daima onların yanında öyle otur. Sözlerini iyi dinle. Sakın karşılık da verme. Hatta onlar şayet sana darılacak olsalar bile öf, yeter artık gibi en ufak bir huysuzlukta sakın bulunma. 1- Ana babaya iyi davranabilmenin çaresi Bunları yapmayı pek de kolay bir şey zannetme. Bu güzel huylar ya doğuşta Cenâb-ı Hak tarafından verilmiştir. Bunlar ise pek nadirattandır. İkincisi ise ilim ve ilim sahiplerinin oluşturduğu cemiyetler ve onların gösterecekleri riyazet yolarıyla temin edilmektedir ki, bu da kolay bir şey değildir. Çünkü insanlar arasında bugün böyle sıkıntılı işlere tahammül edenler pek azdır. Zira insanlar umûmiyetle rahatlığa, kolay, zahmetsiz işlerle hayatlarını sürdürmeğe bakmaktadırlar. İnsanın da nefsine esir ve köle olduğu devirlerde, ondan böyle güzel huyların, ahlâkların elde edilmesi mümkün olamaz. Halbuki tekemmül, cismâni vücudların veya sanayi ve sair ilimlerin gelişmesiyle değil, ancak ahlâken insanların güzelleşmesiyle olur. Bunun da dindar âlimlerin sohbetlerine devam ve peygamberimizin sünnetlerine de güzelce ittiba ile olacağında hiç şüphe yoktur. Peygamber (S.A.V) hazretlerinin (Ben mekârim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildim) buyurması ne kadar güzeldir. Bu güzel mekârim-i ahlâk, ahlâk kitaplarında yazılmıştır. Onları okuyup geçmemeli, kendi nefsinde tatbike çalışmalıdır. Halbuki nefs-i emmâre * Lokman: 14 Mehmed Zahid Kotku ve levvâme ve hatta mülhime devirlerinde nefse söz geçirmek, âdetâ deveye hendek atlatmak kadar zordur. Tarikatların meydana gelmesi sırf bu nefisleri ıslah için kurulmuş çok hayırlı müesseselerdir. Meselâ Mevlevî Tarikatında riyâzetler pek uzundur. Her tarikatın kendisine has nefsi ıslah yolları vardır. Kadiriler de ayrı, Nakşilerde ayrı, Rufailerde ayrıdır. Yalnız tesbihlerle ve zikirlerle nefsi ıslâh etmek pek mümkün değildir. Zikir esnasında gönülde bir uyanıklık hasıl olur. Lezzetler elde edilir. Fakat insanın alışageldiği bir takım yaramaz huyları vardır ki, bunların terki mutlaka lazımdır. Zira bunlar terk edilmedikçe güzel ahlaklar elde edilemez. Malumdur ki, bir pis kaba iyi bir şey koymak mümkün değildir. Belki o kap yıkanır temizlenir, sonra da onun içine yağ ve bal gibi kıymetli şeyler konur. Bundan nâşi kötü i’tiyatlara, huylara, ahlâksızlıklara alışmış bir kimsenin iyi huylu güzel bir kişi olması mümkün değildir. Taki, o kötü huylarını bırakmadıkça. Kötü huylar da öyle kolayca bırakılamaz. Mutlaka bir üstadın taht-ı terbiyesinde bulunmak gerekir. Bu taht-ı terbiyede nefsin mutlaka mutmainne devresine ulaşabilmesi lazımdır. Bu devreye ulaşmadan kemâle ulaşılamaz. Islah olunmuş gibi görünür. Fakat serbest kalınca derhal eski haline dönüverir. Bugün gördüğümüz bütün felâketler, hep bu nefsin tekemmülden uzak kalınmasındandır. Tahsiller, servetler, kuvvetler bu nefsin başlıca sermayesidir. Onun için Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ilmin faydalısını istemiştir. Servetler, kuvvetler de böyledir. Hepimizin anası ve babası vardır. Bugün hangimiz ana ve babalarımıza lâyık bir hizmet edebilmekteyiz. Hele hele evlendikten sonra huyumuz, ahlâkımız, tutumumuz büsbütün değişir. Bunlar hep nefsin esiri olduğumuzun yegâne alâmetidir. 143 Ana Baba Hakları 144 Onun için nefis, azgın attan, kudurmuş vahşi hayvanlardan daha beterdir. Islahına çalışmak hepimizin borcudur. İhmal edilirse kart ağacın eğilmesi nasıl olmazsa, yaşlanmış ve kötü itiyadlara alışmış insanların bunları terki ve iyi huyları alması da o kadar zor ve müşkildir. Belki mümkün de değildir. Bazı düzelenler varsa da pek nadirattandır. Binaenaleyh, insanın yapacağı ilk tahsil, kendisinin ıslahına vesile olacak yerleri bulup, onlara lâyıkı veçhile hizmet edip, sohbetlerinden istifade ederek, kemâl-i insaniyete ulaşmağa çalışmasıdır. Dünyevî işlerini yaparken âhiretin ile ilgili amellerinden mahrum kalma. Fakat hedefin Hakk’ın rızasını kazanmak olsun; sakın bu gayeden dışarı çıkma ey aziz kardeşim! Ana-babaya itaati emreden Allah Teâlâ'dır. Evvelâ kendisini bilip, vermiş olduğu nimetlerine karşı şükran vazifesini, kulluk borcumuzu yaptıktan sonra, ikinci olarak valideynine şükür vazifesini emredip ك َ و ِلو ِال َدي ْ ِ ِ َ َ " اَن ْاش ُك ْرلىBana ve annene, babana şükret"* buyurmuştur. Allah Teâlâ’nın sayısız nimetlerine karşı şükran borcumuz ise, valideynimize karşı da aynı şükran, borcumuzdur. Zira onlar bizim bu âleme gelmemize sebep olmuşlardır, sende, büyüyüp adam oluncaya kadar onların çektikleri zahmetleri hatırlarsan bu da sana yeter. Hz. Allah Celle ve Alâ buyurur ki; ِ ووصينا ْا ان ب َِو ِال َد ْي ِه ِا ْح َسا ًنا َ ال ْن َس َ ْ َّ َ َ "Biz insana, anne ve babasına iyilikte bulunmasını emrettik"** İnsanoğlu çok acayip bir mahlûktur. Yapılan * Lokman: 14 ** Ahkâf: 15 Mehmed Zahid Kotku iyilikleri pek çabuk unutmakta olduğu görüle gelmektedir. Halbuki Hz. Ali (K.V) den rivayet olunduğu zannedilen “ufak bir iyiliğin bile kırk yıl hakkı var”, “Bana bir ilim öğretene köle olurum”, gibi kıymetli sözleri işitince ana ve babaya artık nasıl hizmet lazım geleceği herkesin takdirine vâbestedir. 2- Ana babaya isyan büyük günahlardandır. Buhâri ile müslim’in ve bir de Tirmizî’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerife dikkatle bakınız. ِ َّول ه الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن اَبِى َب ْك َر َة َر ِض َى ه َاالَ اُ َن ِبئُ ُكم ِب َا ْكبرِ ا ْل َكب ِائرِ َثالَ ًثا؟:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم صلى َ َ ْ ّ َ ْ ََّ َّ ه ِ َّاك ب ه ِ َّول ه ِ ْا: َق َال.الل وق َ ار ُس ُ ِالل َو ُع ُق ُ ال ْش َر َ َب َلى َي:ُق ْل َنا ، ِالزور َ َو َك،ا ْل َو ِال َد ْي ِن ُّ اَالَ َو َق ْو ُل: َف َق َال،ان ُم َّت ِك ًئا َف َج َل َس َلي َت ُه َس َك َت:از َال يُ َكرِ ُر َها َح َّتى ُق ْل َنا َ الزورِ َف َم ُّ اد ُة َ و َش َه. َ ْ ّ ﴿﴾رواه البخارى ومسلم والترمزى Ebu Bekr (R.A) den rivayet edilmektedir: “Resulullah (S.A.V) Hazretleri buyurdular ki, "sizlere büyük günahları haber vereyim mi? uyanık olun ve dikkat edin" diye de üç kere sözlerini tekrar ettiler. Bizler de "buyurun Yâ Resulullah" dedik. Buyurdular ki "büyük günahların başı; Allah Teâlâ’ya şirk koşmaktır. (Bu hususta şirk bahsinde iyice malûmat verilmiştir. Ora- 145 Ana Baba Hakları 146 ya müracaat edebilirsiniz.) İkincisi valideyne yani ana ve babaya asi olmaktır." Bunları söylerken dayanıyordu. Derken düzelip oturdular ve "âgâh olunuz, mütenebbih olunuz, yalan söylemek ve yalan yere şehadet etmektir" diye o kadar tekrarladılar ki, bizler acıdığımızdan ah ne olur, artık sükût edip rahat etseler diye temennide bulunuyorduk.” Çünkü bu yalan yere olan şehadetin yani şâhitliğin vebali çok ağır ve acıdır. Ve bu şuursuz insanlar ki, beş on kuruş mukabilinde bu cinayeti bu gün bile yapmakta oldukları maalesef görülegelmektedir. Burada ana ve babaya asi olmanın da şirk gibi ve yalancı şahitlik gibi büyük ve zararlı günahların büyüklerinden olduğu anlatılmak istenilmektedir. Malûmdur ki, ana ve babalar bizim velinimetlerimizdendir. Onların bizleri yetiştirebilmeleri için çektikleri zahmet ve meşakkatleri ancak bizler de ana ve baba olduğumuz zaman anlayabilmekteyiz. Çocuklarımız bizlere karşı gelince, ne kadar kırıldığımızı, incindiğimizi görünce bizim de vaktiyle yaptığımız hatalar, kusurlar, kabahatler gözlerimizin önüne serilmektedir. Heyhat ki artık vakit geçmiş, her şey olup bitmiştir. Buhari – müslim’in ve bir de Tirmizi Hazretlerinin Enes (R.A)’den rivayetleri de şöyledir: ِ َّول ه ِ ُذ ِكر ِع ْن َد رس:الل َع ْنه َق َال الل َص َّلى َو َع ْن َا َن ٍس َر ِضى َّه ُ ُ ُ َ َ َ ِ َّلشرِ ُك ب ه وق ُ َو ُع ُق:ِالل ّ ِ َ ا: َف َق َال،اللُ َع َل ْي ِه َو َس َّل َم ا ْل َك َب ِائ ْر َّه ِ ﴿رواه البخارى ومسلم والترمذى.ال َدي ِن ْ ﴾ا ْل َو Mehmed Zahid Kotku Resûlullah (S.A.V)’ın huzur-ı saâdetlerinde günâh-ı kebâirden konuşuyorlardı. Cenâb-ı Peygamberimiz de: "Allah’a şirk koşmak ve valideyne asi olmaktır." buyurdular. Resûl Ekrem Efendimizin Amr b. Hazm vasıtasıyla Yemen ehline gönderdikleri kitapta yani mektupta; "Kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın indinde büyük günahların en büyükleri; Allah’a şirk koşmak, haksız yere bir mümin kişiyi öldürmek, fi sebîlillah harp gününde karşılaştığı bir anda meydan-ı harbden kaçmak, valideyne âsi olmak, namuslu bir kadına iftirada bulunmak, sihir öğrenmek, faiz yemek, yetim malını yemektir." buyurdular. Görülüyor ki, insanlarla olan münasebetler çoğaldıkça, günahların adetleri de artmaktadır. Burada Enes (R.A)’ın rivayetinde ancak iki günahtan bahsedilmiş, alttaki rivayette ise bu rakam sekize çıkarılmıştır. Valideyne asi olmak da her iki hadiste zikredilmektedir. Şu anlatılmak isteniyor ki, valideyene asi olmak; faiz yemek, yetim malı yemek, harpte düşmanın önünden kaçmak, haksız yere adam öldürmek gibi korkunç felâketlerin birisidir. Bu günahlardan kaçmak herkese nasıl lâzımsa ana ve babaya isyan edip onlara karşı gelmekten de o kadar kaçınmak lazımdır. Yani çok uyanık olun da ana ve babanıza sakın karşı gelmeyin; onların acı sözlerine de sabır ile tahammül edip onları incitmekten son derece korkun. Çünkü Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın seni sevmesi ana ve babaların sizleri sevmesine bağlıdır. Ana ve baba evlâdından memnun olmadıkça ne kadar sofuluk taslasa fayda vermez. Ancak ana ve babanın rızası şarttır. Zira Cennet onların ayakları altında denmiş, yani rızalarını almak mutlaka lazımdır. Onların kusurları kendilerine ait. Seni alâkadar etmez. Bizim vazifemiz onlara itaat ve ihsandır vesselâm. 147 Ana Baba Hakları 148 İbni Ömer (R.A) dan rivayet edilen hadisi şerif de şöyledir: ِ َّول ه ِ ِ الل َع ْنهما َعن رس الل َص َّلى ُ َ ْ َ ُ ُ ََّو َع ِن ْاب ِن ُع َم َر َرض َى ه :اللُ ِا َليهِ م َي ْو َم ا ْل ِقي َم ِة اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َق َال َثالَ َث ٌة الَ َي ْنظُر َّه ْ ْ َ ْ َّه ٰ ُ َو َثالَ َث ٌة، َوا ْل َم َّنا ُن َع َط َاء ُه، ِ َو ُم ْد ِم ُن ا ْل َخ ْمر،اق ِل َو ِال َد ْي ِه ُّ اَ ْل َع .وث َوالر ِج َل ُة والد ُّي ،اق ِل َو ِال َد ْي ِه ُّ َا ْل َع:ون ا ْل َج َّن َة َ الَ َي ْد ُخ ُل ُ َّ َّ والحاكم،﴿رواه النسائى والبزار واللفظ له ياسنادين جيد ين وروى ابن حبان فى صحيحه شطره األول،وقال صحيح االسناد ﴿.يقر اهله على الزنامع عمله بهم هو الذى:الديوث﴾ بتشديد الياء ّ هى المتر جلة المتشيهة بالرجال:والرجلة بفتح الراء وكسر الجيم.﴾ Resûlullah (S.A.V) Hazretleri şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah Teâlâ Hazretleri üç taifeye rahmet bakışıyla bakmaz. Ana ve babaya asi olana, şarap içmeğe devam edene, bir de verdiği ihsanını başa kakana. Yine üç kişi de (yani taife de) Cennete giremezler. Birisi valideynine asi olan, ikincisi deyyûs tabir olunan kişi, üçüncüsü de kendisini erkeklere benzeten kadınlar." Bu hadisi Neseî, el-Bezzaz, Hâkim, İbn-i Hıbban Sahihlerinde zikretmişlerdir. Kendisini erkeklere benzeten kadınların yanında, kendisini kadınlara benzeten erkeklerin de yer alacağı şüphesizdir. Burada asi olan evlad, şarap içen ve verdiklerini başa kakmak suretiyle insanlık dışı bir hareket yapanla, ana ve babaya asi olan ve onların sözlerini dinlemeyenler bir arada zikredil- Mehmed Zahid Kotku mektedir ki, asiliğin ne kadar çirkin olduğunu belirtmek bakımından çok değerlidir. Bundan ders alamayan evlad, acaba başka neden ders alabilir. Hadisin alt kısmı daha ziyade şayan-ı dikkattir. Bir önceki hadiste Cenâb-ı Hak bunlara rahmet nazarıyla bakmaz denilmekteydi. Bunda ise, bu üç, Cennete giremez, buyrulmaktadır. Öyle ise, bütün emekler boşa gitmiş demektir. Buradaki asi olan evlad ise, deyyus dediğimiz alçak, ahlâksız şerefsiz ve namussuz, iffetini korumayan ve karısının iffetsizliğine bilerek göz yuman bedbaht kimse ile beraber sayılmıştır. Bu iffetsizlerin cezalarının bu kadar büyük olmasıyla iş bitse ne âlâ. Asıl fenalık bunların çocuklarına da sirâyet edeceğinden evde artık ne huzur ne de rahatlık bulunur. Aynı zamanda ayrıca bir de geçim darlığı başlar. Zira ellerine geçen paraları hemen süs ve saltanatlarına harcamak gibi bir belaya da müptela olurlar ki, tahammülü çok güçtür. Bu iffetsizlik bilâhare komşulara da sirâyet eder. Ondan sonra da bir moda derdi çıkar ki, bu da cemiyetleri perişan eden ayrı bir derttir. Cenâb-ı Hak cümlemizin muîni olsun da bu gibi felâketlere düşmekten cümlemizi muhafaza buyursun. Âmin. İşte bugün gözlerimizin önüne serilen ibtilâların başı hep, o gözden ve sözden neş’et etmekte olduğu aşikârdır. Nakşî tarîkatının pirleri, dervişleri bu âfetlerden korunmak için, şu tavsiyelerde bulunurlar: Daima ve her yerde, yürürken de otururken de gözün önünde olsun; teftiş için sağa sola bakma; lüzumsuz yere, ikide bir, misafir bulunduğun yerde dışarıya çıkmaya çalışma, şayet illâki çıkman gerekiyorsa mutlaka ev sahibinden izin almadan dışarıya çıkma ve yürürken de gözlerin daima önüne baksın. Ayağının ucunu gözlesin. Hem Allah Teâlâ’nın emrine uyup icabında gözlerini de yumsun. Kimsenin ailesine bakmasın ve takılmasın velevki akrabası 149 Ana Baba Hakları 150 dahi olsa. Başkalarının kızlarına ve hatunlarına hediye vermek ve göndermek de caiz değildir. Başkalarının hatunlarıyla konuşmak da caiz değildir. Sonra bir mühim işte kadınların erkek kıyafetine girmeleridir ki, tabiatın haricindedir. Çünkü kadın kadın olarak yaratılmıştır. Ve bu güne kadar kadın kıyafeti kendilerine mahsus bir elbisedir. Bunu değiştirip erkekler gibi pantolon giymeleri tabiata muhaliftir. Bu kıyafet onları daha cazip bir hale getirmektedir. Bu ise felâketleri üstüne çekmekten başka bir işe yaramadığı gibi kendini hem cinsinden ayırmaktadır. Erkeklerin de, kadın kıyafetine girmeleri yasaktır. Evvelce bu gibi çirkinlikleri yapanlara köçek derlerdi. Ekseriya düğünlerde kadın gibi süslenip oyunlar yaparlardı. Bunların ekserisi hamamlarda tellâklık yapar yani insanları yıkamakla geçinirlerdi. Cenâb-ı Hak sevmediği kulları hamamlara tellâk, sevdiği kulları da mescidlere hizmetkâr kılar denirdi. Binaenaleyh, gerek kadın ve gerekse erkeğin kendilerine mahsus kisveleri giyip ve hanımlarını muhafaza etmeleri insanlık ve İslâmlık bakımından çok yerinde olur. Cahil insanlar gibi âdilikleri ekseriyetle genç yaşlarında henüz iyiyi ve kötüyü seçemedikleri devirlerde yaparlar. Fakat sonra bu âdet onlarda tabii bir halmiş gibi köklenip kalır. Onun için asıl dikkat edilecek şey, genç yaşlarda daima iyi şeylere alışmak ve iyi arkadaş seçmek, dindar, sofu insanlar gibi yaşamağa alışmak olmalıdır. Bahusus ana ve babaya son derece hürmetkâr, mutî, emirlerine itaatkâr olmağa mecburuz. Hiçbir vechile onları incitmemeğe çalışmalıyız. Başkalarına da öyle nûmune olmak zorundayız. Aynı zamanda da Hakk’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olabilmeğe sa’y u gayret etmek en sağlam ve doğru bir yoldur vesselâm. Mehmed Zahid Kotku 3-Fesatçılığın sonu İbni Cevzi rivayet ediyor: Beni İsrail zamanında bir adam varmış, karısını pek severmiş. Hem adamın annesi var, hem de karısının annesi varmış. Fakat iki kocakarının gözleri de körmüş. Adamın karısı gayet saliha, âbide bir kadınmış. Karısının annesi de gayet fitneci, hileci, yaramaz kötü huylu bir kadın imiş. İkide bir durmadan kızını fitillermiş. Adamın karısı kaynanasını istememiş. Her halde adam da karısının dilinden bıkmış olacak ki, en nihayet, anasını evden alıp kimsenin bulunmadığı bir boş yere götürüp bırakmış. Gece olunca bir takım hayvanlar bağırmaya başlamışlar. O zaman bir melek gelip kadına "bu sesler" nedir, diye sormuş. Kadın da herhalde hayırdır, koyunların, develerin, ineklerin sesleri olsa gerek, demiş. Melek de inşallah hayırdır demiş ve ayrılmış. Adam da sabahleyin annem acaba ne oldu diye anasının yanına gider. Bir de baksa ki, annesinin etrafı koyun, inek, develerle dolu. Adam annesiyle beraber hayvanlarla birlikte evine döner. Adamın karısı bunları görünce adeta kudurmuşçasına mutlaka benim annemi de oraya götürüp bırakmalısın diye adamcağıza çıkışıyordu. Nihayet, adam karısının annesini de oraya götürüp bıraktı. Yine oradaki hayvanlar gece vakti olunca bağrışmaya başladılar. Melek yine gelip o kadına da sordu. Nedir bu hayvan sesleri deyince, kadın da şerdir; bu hayvanlar beni yemek istiyorlar zannederim, deyince melek de, evet, şerdir deyip gitmiş. Ve hayvanlar gelip kadını güzelce yemişler. Ancak kemikleri kalmış. Sabahleyin adam, kaynanasını görmek için bıraktığı yere gitmiş. Gitmiş ama, ne görse be- 151 Ana Baba Hakları 152 ğenirsiniz. Hayvanlar kadını yemişler; ancak kemikleri kalmış. Adam da onları toplayıp karısının önüne koymuş. Kadın da bu felâketi görünce dayanamamış, kahrından çatlayıp ölmüş. Bu vak’ayı yazmaktan maksadımız fitne-fesadın sonu, işte böyledir. İbret alabilenlere ne mutlu! Fakat huylu huyundan vazgeçmez, derler. Sen ne kadar söylersen, söyle, yine herkes bildiğini okumaktadır. Yalnız şu kadar var ki, her şey tekemmüle doğru gitmekte ve bugün göklerde gezecek ve aylarca da durabilecek imkânı bulan insana bu gibi çirkin huylar hiç yakışır mı? Bunların ıslahı herhalde mümkündür. Evet, hayvanlar yakalanıp ıslah edilebiliyor ve (sirk) dedikleri yerlerde hayvanları oynatanları da pek âlâ seyredip görüyoruz. Fakat insan hiç de öyle değil. Kolaycacık terbiyeyi kabul etmez. Zira hepsinde bir benlik davası vardır. Hemen herkes kendini beğenir. Başkasına teslim olmayı adeta zül sayar. Onun için insanoğlunun hakkından gelmek pek kolay bir şey değildir. Ve bu sebepten tekemmül eden insanoğlunun sayısı pek mahduttur. Her devirde kâmil insanlar bulunur. Fakat, insan kalabalığına nisbetle adetleri pek azdır maalesef. Mehmed Zahid Kotku ANA BABAYA ASİ OLMANIN HÜKMÜ İLE İLGİLİ HADİSLER 1- Cennete girmesi haram kılınan üç kişi Tergîb ve Terhîb, üçüncü cilt 327. sayfada 6. ve 7. hadisler de yazılmağa ve ezberlenmeğe değer olduğundan onları da yazmağa çalışacağım: Hadis-i şerif: İmam Ahmed, Neseî, Bezzar, Hakim, İsnadları sahihtir, denmiştir. Yedinci hadisi de Taberânî Câmıussağir’de zikreder. ِ ِ ِ الل اب ِن عمرِ و ب ِن ا ْلع اللُ َع ْن ُه َما َّاص َر ِض َى ه ْ ْ َ ْ ََّو َع ْن َع ْبد ه َ ِ َّول ه َ اَ َّن َر ُس َّ َثالَ َث ٌة َح َّر َم ه:اللُ َع َل ْي ِه َو َس َّل َم َق َال َّالل َص َّلى ه ُالل ،اق ُّ َوا ْل َع، ِ ُم ْد ِم ُن ا ْل َح ْمر:ار َك َو َت َعا َلى َع َل ْيهِ ُم ا ْل َج َّن َة َ َت َب ﴿رواه احمد.ث ِفى اَ ْه ِل ِه َ وث ا َّل ِذى يُ ِق ُّر ا ْل َخ َب ُ الد ُّي َّ ﴾و َ Abdullah b. Amr b. el As (R.A.)’dan şöyle nakledilmiştir: Üç kişinin Cennet’e girmelerini Allah Tebâreke ve Teâlâ haram kılmıştır: Birisi şarap içmeğe devam eden, ikincisi valideynine asi olan, üçüncüsü de ailesinin iffetsizliğini ikrar eden kimselerdir. Ebû Hureyre’nin naklettiği hadis-i şerif de şöyledir: ول ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو ُر ِو َى َع ْن اَبِى ُه َر ْي َر َة َر ِض َى ه ِ َّه ِاح ر يح ا ْل َج َّن ِة ِم ْن َم ِسير ِة يُر:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم الل َص َّلى َّه ُ ُ ْ َ َ َ 153 Ana Baba Hakları 154 ٍ ِ ِ اق ٌّ َوالَ َع،يح َها َم َّنا ٌن ب َِع َم ِل ِه َ ِ َوالَ َي ِج ُد ر،َخ ْمس َمائَة َعام ِ ﴿رواه الطبر انى فى الصغير. ٍخمر َ ْ َ ﴾والَ ُم ْدم ُن Cennet’in kokusu tam beş yüz yıllık mesafeden duyulur. Yaptığı amelleri başa kakan, bir de ana ve babaya asi olan, üçüncüsü de, şarap içmeğe devam eden bu kokuyu duyamaz. Gerek Abdullah’ın ve gerekse Ebû Hureyre’nin rivayet ettikleri şu iki hadis-i şerif nazar-ı dikkate alındığı takdirde gerek şarap içenlerin ve gerekse ana ve babaya itaatsız ve şuursuz insanların cezası ne kadar fena ve acıdır. Bunlara bir de ailesinin iffetsizliğine göz yumanları katarsak işin vehameti meydana çıkmış olur. Biz müslümanlarda aile yuvası pek muhteremdir. Onun için bundan evvel yapılan evler ekseriyetle iki bölüm olarak yapılır, ismine de haremlik ve selamlık denirdi. Eve gelen erkek misafirler haremlik tarafına uğramadan hemen selâmlık tarafına alınır. Lazım gelen ikram yapılır. Yine misafir, ailenin bulunduğu tarafı görmeden giderdi. Hanımefendi, yalnız kardeş, amca, dayı gibi akrabaya çıkar. Başkalarıyla görüşmesine ev sahibi erkek izin vermezdi. Şimdi ise tam bir Avrupalı hayatı: Hanım istediği gibi gezer, dolaşır ve istedikleri ile de konuşup görüşür. Buna da kimse karışmaz. Fakat İslâm terbiyesini alamayan, müslümanlık yalnız dillerinde beylik bir söz gibi dolaşan kimseler bundan müstesnadır. Bilakis o bu gibi muhafazakârlığı bir esaret ve bir kölelik gibi göstermek cür’etinde bulunmaktan kaçınmaz. Bizim onlara sözümüz yoktur. Biz hakiki müslümanlıktan bahsetmek istiyoruz. Bizim son devirlerde işittiğimiz İslâm kadınlarının adet ve örfleri hiçbir kimsenin tesiri altında kalmadan, yalnız din ve vicdanlarının mahsulü olarak geniş bir çarşaf içeri- Mehmed Zahid Kotku sinde yüzleri de peçe ile kapalı olarak sokağa çıkarlardı ki; kim olduğu katiyen bilinmezdi. Eski Konya Meb’uslarından, Kur’an-ı Kerim’i tercüme eden Vehbi Efendi Ahkâm-ı Kur’aniyesinde bu hususta diyor ki; Kadın hadd-i zatında her bakımdan zayıf bir mahlûktur. Her zaman himayeye muhtaçtır. Kendini ne koruyabilir ve ne de muhafaza edebilir. Bununla beraber şehveti de galiptir. Her zaman nefsine mağlup olur. Onun için Hanefi mezhebinde onların akrabası yanında olmayan kadın, velevki çok da zengin olsa dahi yalnız başına hacca bile gidemez. Diğer seferi yollar da böyledir. Çünkü “kadın, erkeğin karşısında erir. Kar ve buzun, güneşin ve lodos’un karşısında eridiği gibi.” Bu sözünü isbat için de birçok misaller vermektedir. Ama bize bu kadar yeter zannederim. 2- İbadeti kabul edilmeyen üç kişi Yine aynı kitabın aynı sahifesinde Ebû Ümâme (R.A) tarafından bildirilen hadis-i şerif de şöyledir: ِ َّول ه الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن اَبِى اُ َم َام َة َر ِض َى ه اللُ َع َّز َو َج َّل ِم ْن ُهم َّ َثالَ َث ٌة الَ َي ْق َب ُل ه:اللُ َع َل ْي ِه َو َس َّل َم ََّص َّلى ه ْ ِ ب ِب َق َد ٍر ٌّ َع:ًصر ًفا َوالَ َع ْدال. ٌ َو ُم َك ّذ، َوالَ َم َّنا ٌن،اق ْ َ Sallallahü aleyhi vesellem Hazretleri buyurmuşlar ki; Allahü Azze ve Celle Hazretleri üç kişinin ne farz ve ne de nafile ibadetlerini kabul etmez. Birisi âk (ana – baba’ya asi) birisi Mennân (iyiliği başa kakan) birisi de kaderi tekzip edendir. 155 Ana Baba Hakları 156 Âk, ana ve babaya karşı gelen asi evladın adıdır. Mennân da verdiklerini başa kakan bir zavallıdır. Biri de kaderi tekzip eden bedbahttır. Kaderi tekzip din düşmanlarının bugünkü gençleri, insanları kandırmak için kullandıkları propagandalarıdır. Derler ki; senin Cennet ve Cehenneme gireceğin takdir edilmişse ne kadar çalışsan yine boşadır. Bu, takdîri yanlış anlamaktan ve onu tekzip etmekten başka neye yarar. Asıl mühim olan şey anaya ve babaya asi olan evladın halidir. Bu nasıl evlat ki, yaptıkları bütün iyilikler ve ibadetler ind-i ilâhide makbul olmuyor. Ve zavallı çocuk da ben bu kadar iyiyim; her fakirin elinden tutar, her yetimin imdadına koşar, Kur’an kurslarına, İmam-Hatip okullarına ve daha nice nice yerlere hayırlar yaparım; hacca da gittim. Çok iyi amma anan ve baban senden razı ve hoşnud olmadıkça senin bütün emeklerinin boşa çıkacağını hiç duymadın mı? Duymadı isen duy ve iyi bak: Bu asi evlad sarhoşlarla, harpten kaçanlarla, namuslu kişilere iftira eden, sihir yapmasını öğrenen, faiz yiyen, yetim malı yiyen bedbaht kişilerin arasında yer almaktadır. Sen daha ne istiyorsun. Kişiye ana ve babasıyla birlikte bütün büyüklerine karşı son derece hürmetkâr olup, bahusus komşuların büyüklerini babası ve annesi gibi sevmesi ve onların da hizmetlerine yardımcı olması hem insanlık hem de müslümanlık bakımından çok yerinde bir harekettir. Ve böylece komşuların da hayır dualarını almış olur. Ve bu suretle de mahallede güzel bir ahenk temin edilmiş olur. Zira İslâmiyette makbul olan güzel huyların başında sevmek ve sevilmek gelir. Ve bu sevgi ve saygı sayesinde cemiyetler hem terakki ederler hem de çok güzel ve tatlı bir hayat geçirmiş olurlar. Maalesef bugünkü gençliğin yaptığı çirkin hareketlerle ve katiller- Mehmed Zahid Kotku le ne memlekette ne evlerde bir huzur ve ne de bir rahatlık bulmak mümkündür. Ve bunun en birinci sebebi dinsizlik, inançsızlıktır. 3- İnsanlık müslümanlığın içindedir Allah’a ve Resûlüne ve hem de kitabına inanmayan insana başka ne denilebilir. Ve böylece yetişen insan, hiçbir mesuliyet korkusu taşımadan istediği gibi hareket etmekte kendini serbest görür. İstediğini öldürmekten, parasını almaktan, iffet ve namusa tecavüz etmekten zerre kadar tereddüt etmez. Artık bunların hakkından ne polis ne de başka bir kuvvet gelir. Çünkü Allah korkusu yok, Cehennem korkusu yok, Cennet sevgisi de yok. Yaşayıp ölecek ve ona göre de her şey bitmiş olacak. Zavallı genç beyni yıkanmış kendinde şuur kalmamış, hayvanlardan farkı yok. Belki hayvanlar bir bakımdan bunlardan çok iyidir, bir kere bunların yaptıkları zararları yapamazlar. Sonra da etlerinden, derilerinden, yünlerinden, sütlerinden birçok faideler temin edilir. Halbuki insanların insanlığı ne cisminde ne de servetinde ve ne de bilgisindedir. Bu sıfatların çoğu hayvanlarda mevcuttur. Meselâ arının yaptığı balı, bugün bile insanoğlunun yapmasına imkân yoktur. O karanlık evinde o kovanı ne kadar muntazam yapmış ve içine balını da doldurmuştur. Halbuki zavallı arı ne mektepte okumuş ve ne de kovandaki peteği yapacak alet ve edevatı vardır. Bugün bizim en mükemmel sanatkârımızı koysak ve her türlü alet ve edevatını da versek o arının yaptığı peteği bile yapamaz. Elektrik arar. Sonra o çiçeklerden toplanan balı saklayabilmek ayrıca bir hünerdir. Sözde insan en mükemmel bir mahluk! Bilmem şimdi anlayabilecek misin insan bu dünyaya sanatkâr olarak gelmemiştir. 157 Ana Baba Hakları 158 İnsanın gayesi, kendini ve âlemi yaratan mülkün sahibi olan Allah’ı bulmak, bilmek ve ona emrolunduğu ubûdiyet vazifelerini yapıp kemâlât-ı insaniyeye erişmek ve başkalarını da eriştirmektir. Asıl hüner ve asıl devlet ve asıl saadet bundadır. Bundan mahrum olunca ne müslümanlık kalır ne de insanlık. Çünkü hakiki insanlık, hakiki müslümanlığın içindedir. müslümanlık da Allah Teâlâ’yı tanıyıp O’na kulluk vazifesini yapmakla olur. İnsan hadd-i zatında çok ince bir tetkike muhtaç ve çok mükemmel, emsâli bulunmayan bir mahlûktur. O kafanın içindeki cevherler, gözler, kulaklar, hele o gönül. İnsan biraz olsun bunları tetkik edince kendisini ve âlemleri yaratan bir hâlık-ı zül celâlin bulunduğuna kanaat getirip iman eder ve bu iman dolayısıyla da çok yüksek bir insan-ı kâmil olur. Allah Teâlâ’nın da sevgili bir kulu olur. Âhiret nimetleri, Cennet ve cemâlullahın müşahedesine de mazhar olup saâdet-i ebediyyeye ermiş olur. Bizim evimizden tut da üstümüzdeki bütün eşyalar evlerimizi süsleyen çeşitli levhalar acaba kendiliğinden mi olmuştur. Bunlar tabiatın eseridir deseler buna hiç inanan bulur musunuz ki bunlar gayet basit şeylerdir. Hattâ başlarımızdaki çok basit bir takkenin bile bir yapıcısı oluyor da bu koca kâinat içindeki sayısız mevcudat ve mahlûkatı ile birlikte hiç sahipsiz olur mu dersiniz? Allah Teâlâ cümlemize uyanıklık versin de kendisini bilen ve kulluk vazifelerini yapanlardan etsin, âmin. 4- Cennet Nimetlerini tadamayacak dört kişi Hâkim’in isnadı sahih bir hadis-i şerifini de yazmadan geçemeyeceğim. Zira bunlarda aklı olan ve iyi düşünen insanlar için çok ibretler ve dersler vardır. Bakınız Ebu Hureyre’den Mehmed Zahid Kotku naklen Sallallahü aleyhi vesellem buyuruyorlar ki: Dört kişiyi Cennete koymaması ve onlara Cennet nimetlerini tattırmaması Allah’ın üzerine haktır. Birisi şarap içmeye devam edenler, ikincisi faiz yiyenler, üçüncüsü haksız yere yetim malı yiyenler, dördüncüsü de vâlideynine asi olanlar. a)Şarap içmeye devam edenler: Görülüyor ki bütün bu derslerin içinde şarap içenlerden bahsedilmektedir. O devirde şaraptan başka bir içki olmadığından olsa gerek, fakat bu her sarhoş eden içki, bunun içine dahildir. Hatta sigara bile. Çünkü sigara da eğer içki gibi bir anda birkaç kutu içilecek olsa mükemmel sarhoş eder. Hatta bugün tedavi için kullanılan bazı ilaçlar da sarhoşluk için kullanılmakta olduğundan Arabistan’a bu ilaçların sokulması yasak edilmiştir. İçki aleyhinde Yeşilay gibi resmi cemiyetler de vardır. Bunlar da içki aleyhinde gerek doktorlar tarafından ve gerekse sair bilginler tarafından çok geniş ve güzel malûmatlar verdirmekte ve halkı bu zararlı içki alışkanlığından kurtarmaya çalışmaktadırlar. Vaktiyle bir zat güzel bir cami yaptırmış. Fakat maalesef kendisi de içkiye alışkın imiş. Zamanın büyüklerinden birisi caminin açılma merasiminde, caminin iç kısmına koca bir şarap fıçısı koydurmuş davetliler camiye girince kapının ağzında bu küpü görünce şaşırmışlar. Ve "bu nedir?" diye sormuşlar. Cevaben "Efendim şarap küpüdür," deyince camiyi yaptıran zat bir hiddetle, "buraya bu yakışır mı?" deyince cevaben: "Efendim bu cami-i şerif sizin gibi kulların yaptırdıkları binalardır. Allah’ın yaptığı vücuda, (marifeti ilahiye ve esrarı ilâhiyelerle dolu gönüllere) içki konulunca, bir şey lazım gelmiyor da insanların yaptıkları binalara konursa ne lazım gelir?" deyince ca- 159 Ana Baba Hakları 160 miyi yaptıran zat hem sorduğuna pişman olmuş ve hem de bir daha içmemek üzere tövbekâr olmuştur derler. İçki gibi sayısı yüz yirmi beş olan büyük günahlarla beraber hepsi ufak tefek günahların mecmuu dört yüzü geçmektedir. Bunların hepsi insanlık cevheri olan gönlü karartan ve artık hayır ve şerri fark edemeyecek kadar insanlık dışına çıkaran ve hatta hayvanlardan da aşağı düşüren bir felâket kaynağıdır. Biz ne desek boşa. Cenâb-ı Hak hidayet ihsan edip bu kötü huyların hepsinden bizleri kurtarsın ve muhafaza buyursun. Nefse ve şeytana maskara olmaktan ve neticesi olan küfür ve dalâlete düşüp imansız ahrete göçmekten ve o azap evi Cehennem’e düşmekten ve rahmet evi olan Cennet ve nimetlerinden mahrum kalmaktan korusun. Âmin bihürmeti’l-mürselin. b)Faiz yiyenler: İkincisi olan faiz de böyledir. Bu da büyük günahların içindedir. Üç günlük dünya ömrü için bu kadar günahlara girmeye ne lüzum var. Bu dünyanın hepsi senin olsa altın ve gümüşlerle, şahane saraylarla, hizmetkârlara, Cennet hurileri gibi hanımlara malik olsan acaba bu hayat senin için ne kadar devam edecektir. Ölüm olmasa iyi ama bir kere ölüm var. Ondan kurtuluş da yok. Sonra hastalıklar, çeşitli iptilâlar hele ihtiyarlık zamanındaki maskaralık ki, sözün dinlenmez ve geçmez, gözünün önünde her türlü fenalıkları işlerler de sesin bile çıkmaz. Hiç tarihten ders almaz mısın? Hani o nemrutlar, şeddatlar, hele o firavunlar gibi zalimler ne oldu. Peygamberlere bile kalmayan bu dünya sana mı kalacak? Ey aziz ve muhterem kardeş, faiz almak suretiyle belki muvakkaten de olsa zengin olabilirsin amma o fakir fukaranın haline hiç mi acımazsın? Çünkü aldığın faizi satacağın ma- Mehmed Zahid Kotku lın üzerine yüklüyor; 10 liraya satacağın malı bu sefer 11 veya 12 liraya satmak mecburiyetinde kalıyor, verdiğin faizi hem de fazlasıyla fukaradan pek güzel ve kolayca alıyorsun. Bu haramın hırsızlık olduğuna hâlâ mı inanmayacaksın? Hırsıza kızıyoruz, malımızı çaldı diye bir de yakalanınca hapse atıyorlar da, bu faizci dolabını güzelce, serbestçe çeviriyor ve başkalarına, zengin olmak istersen sen de al diyor. Al ama Allah Teâlâ bunu neden yasak etmiş ve Resûlullah da bu yasağı ilan etmiş şimdi sen de kolayca geçinmek için bu vebale giriyorsun, Tabii çoluk çocuğun bu haram para ile büyüyor ve sonra elbette asi olacak. Zira haram ile beslenmek Cehenneme düşmek demektir. Buna göre hareket et ey aziz kardeşim. c) Yetim malı yiyenler: Bu hadisi şerifte bir de yetim malını yemekten bahsedilmektedir. Yetim himayeye muhtaç bir çocuktur. Gerek kız gerek erkek çocukları. Yetime bakan kimseye onsekiz yaşına kadar malını himaye etmek ve çalıştırıp artırmak borçtur. Ona mirastan eline geçen malı ve serveti yemek kolaydır. Fakat onu yiyenler iyi bilmelidirler ki yedikleri ekmek onların karınlarında bir ateş parçası olacak ve nihayet onu da Cehennemin ateşine atacaktır. Onun için yetim malını haksız olarak yemekten son derece sakınmalıdır. Vefat eden kimsenin çocukları ufak ise onlara kalan mirastan hiçbir şey harcamak caiz değildir. Hatta devir ve devir hatimi için bile. Meğer akrabası kendi keselerinden bir şey verirlerse ne âlâ. Yoksa çocuklara kalan mirastan böyle bir harcama yapılamadığı gibi başka yerlere ve hayırlara da harcayamazlar, harcayan mesul olur. Yetim her bakımdan gözetilmeye muhtaç bir kimsedir. Ona iyi bakanlar ve iyi yetiştirenler de büyük mükâfat alırlar. 161 Ana Baba Hakları 162 d)Ana babaya asi olan evlâd: Dördüncü de ana babaya asi olan evlâttır ki, yukardan beri duyurulmak istenilen şey de budur. Çünkü Cenâb-ı Hak kendisine ibadetten sonra şirk koşmamayı daha sonra da valideynine ihsandan bahsetmiştir. Valideynine ihsan ise ancak onlara itaat edildikten sonra yapılabilir. İtaatsiz evlad, onlara nasıl ihsanda bulunabilecek. Ana ve babasının hayır duasını alamayan evlad, hocasının hayır duasını alamayan talebe, mürşidinin hayır duasını alamayan derviş, ustasının hayır duasını alamayan çırak, işçi vesaire kimselerin ne kendilerine ve ne de bulundukları cemiyete faidesi dokunması mümkün değildir. İşte bu hayırsız evladlar netice itibariyle hem devlete hem de millete zararlı bir unsurdurlar. Bunun sebeplerini araştıracak olursak, şüphesiz yüzde doksan beşi mutlaka sarhoş babaların, bir de faizci babaların evladları ve haram yiyen kişilerin evladları oldukları görülecektir. Binaenaleyh huzur saadet ve selâmet mutlaka hakiki İslâmiyettedir. Adı müslüman olmak kolay, fakat hakiki müslümanlar çok mücahede eden, nefsin, şehvetin esaretinden kendini kurtaran babayiğitlerdir. Bunların yerlerinin cenneti âlâ; peygamberler, evliyalar ve şehitler ve Sâlih kimselerle beraber olacağından kimsenin şüphesi yoktur. Cenâb-ı Hak bizleri de bu hakiki müslüman mücahidlerin yanlarında eylesin. Âmin. 5- Umeyr’in oğlu Musab (r.a.) Şimdi sana bu hakiki müslümanlardan birisinin halini arzedeyim: Cenâb-ı Peygamberin peygamberliğini ilan ettiği o devirde, Umeyr’in oğlu Musab (R.A) da Peygamberimizi dinlemek üzere bulunduğu evi arar bulur ve içeriye girip Peygam- Mehmed Zahid Kotku berimizi dinler. Musab, puta tapan gayet zengin bir ailenin çok da kıymetli bir oğlu idi. Hem yakışıklı hem de pek temiz giyinen bir genç idi. Peygamberimizi dinler ve hakikati idrak edip putlara tapmanın çok yanlış bir şey olduğunu anlar. İslâm Peygamberinin sözlerini çok makul görüp hemen huzur-ı saâdette bilâ tereddüt imanını izhar ile evine döner. Kendisinin bu hususta hiçbir korkusu olmadığını da izhar eder. Korkum, yalnız annemdendir dermiş ve imanını herkese bildirdiği halde annesinden saklarmış. Günlerden bir gün Musab’ın huzur-ı Resulûllah’da bulunduğu ve orada namaz kılarken gören birisi gidip Musab’ın annesine haber verir. Musab eve gelince annesi onu evinde hapseder. Bir müddet sonra ashab-ı kiram Mekke’de yaşamak imkânını bulamadılar. Çünkü Kureyş müşrikleri müslüman olanlara boykot ilan etmişler, ne yiyecek ve ne de giyecek bir şey satmıyorlar ve bunların satacakları şeyleri almıyorlardı. Böylece sıkışan müslümanlar başlarına bir çare arayarak nihayet Habeşistan’a gitmeye karar verdiler. Musab’da bir kolayını bulup hapishaneden kaçıp bunlarla beraber iki defa Habeşistan’a gitti ise de orada da barınamayıp yine memleketleri olan Mekke’ye döndü. Annesi yine Musab’ı hapsetmiş, ille İslâm’dan döndürmeye çalışıyordu. O zaman Peygamber Efendimiz Musab’ın Medine-i Münevvere’ye gitmesini tavsiye etmişler. O da bu tavsiyeye uyarak babasının bütün servetini de gözü görmeden eşinden, dostundan, malından mülkünden ayrılıp Medine-i Münevvere’ye gitmiş. Fakat parasızlık ve gariplik dolayısıyla orada çok zahmet ve sıkıntılarla karşılaşmıştır. Aynı zamanda İslâm aşkı galebesiyle Medine’de boş durmayıp mütemadiyen İslâm’ı yaymaya çalışmıştır. Köy köy dolaşıp insanları müslümanlığa davet ediyordu. 163 Ana Baba Hakları 164 Nihayet bir köye uğramış, oradaki insanlara müslümanlığı anlatırken, köyün Seyyidi yani bizim bugünkü tabirimizle ağası, muhtarı gelmiş, elinde bir kılıç, Musab’a hitaben; - Buraya bizim aramıza fitne sokmaya mı geldiniz? İşte bizim mabudlarımız var, şimdi sizin kafanızı uçuracağım. Eğer yaşamak istiyorsanız hemen buradan kalkıp gidin, demiş. Musab aynı zamanda çok idareli, sözünü sohbetini iyi bilir, akıllı bir kimse olduğundan, o elinde kılıcı hazır olan efendiye: - Muhterem beyefendi biz buraya dövüşmek için gelmedik. Lütfen, biraz oturun; benim sözlerimi dinleyin. Eğer hoşunuza gitmezse biz hemen çıkar gideriz, diye o zatı oturtmuş ve ona güzelce, Kur’an-ı Kerim’den ayetler okumuş. Adamın başlamış gözleri yaşarmaya, yüzü gülmeye, Musab onda iman alâmetlerini görünce "haydi git yıkan da gel" demiş. O pür hiddet kılıcı elinde gelen adam pamuk gibi yumuşak, evine gidip güzelce yıkanıp tertemiz gelmiş. Ve orada Kelime-i Şehadeti getirerek imânını izhar etmiş. Bunu müteakip köyü ve kabilesi de iman ve İslam’la müşerref olmuşlar. Bu suretle Mus'ab, peygamberimiz daha Medine-i Münevvere’ye hicret edip gelmeden tam yetmiş iki kişiyi müslüman yapmış. Bedir gazasında düşmanlar ile dövüşmüş, Uhud gazasında da Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (S.A.V) Hazretleri sancak-ı şerifi vermişti. Fakat oradaki göstermiş olduğu şecaat tarif edilemez. Kolu kesilmiş olduğu halde yine sancağı koltuğunun altında saklayıp tek koluyla düşmanla dövüşürken, diğer kolu da bir düşman süvarisi tarafından kesilmiş olduğu bir halde bile, düşmana teslim olmamış ve sancağı dişleriyle zaptedip nihayet mertebe-i şehâdete nail olmuş. Harp sonu şehitler toplanırken Musab’ın şehadetine Cenab-ı Peygamber Efendimiz çok ağlamışlar. Çünkü onun gibi İslâm’a hizmet eden bahtiyarlar pek nadir bulunur. Mehmed Zahid Kotku İşte hakiki müslüman böyle olur. Para peşinde koşan insanların sözlerinin kendilerine faidesi olmaz ki, başkalarına olsun. Cenâb-ı Hak bizleri de böyle hakiki müslümanlardan kılsın, Âmin. 6- Üç kötü amel اللُ َع َلي ِه ور ِوى عن ثوبان ر ِضى الل عنه عن النبِى صلى ْ ََّ ُ َ َ ْ َ ْ َ َ َ َ هَّ ُ َ ْ ُ َ ِ َّ ِ ّ َ َّ ه ِ َّلشر ُك ب ه ِ ا: ثالثة الينفع معهن عمل:وسلم قال وق ُ َو ُع ُق،ِالل ْ ّ َ ٌ َ َ َّ ُ َ َ ُ َ ْ َ َ ٌ َ َ َ َ َ َ َّ َ َ ِ ِ ِ ﴿رواه الطبرانى فى الكبير.ح ِف َّ َوا ْلف َر ُار م َن،﴾ا ْل َوال َد ْي ِن. ْ الز - Sevban (R.A) ın Resûlullah’dan rivayet ettiği şu hadisi de yazmadan geçemeyeceğim. Şöyle ki; üç kimsenin yani üç taifenin yaptığı üç şey vardır ki onları işleyenlerin sair hayırlı amelleri onlara fayda vermez: Birincisi, Allah’a şirk koşmak. İkincisi, valideyne karşı gelmek. Üçüncüsü de harpten kaçmak. a) Allah’a şirk koşmak: Allah’a şirk, haddizatında çok abes ve çirkin bir şeydir. Çünkü Allah denilen zât-ı ecell ü âlâya yakışmayan ve zâtı ulûhiyete münâfi bir harekettir. Bizler onun için tesbihlerimizde Sübhanallah diye Hak celle ve âlâyı bütün noksan sıfatlardan tenzih ve yine bütün kemal sıfatlarıyla tavsif ederiz. Çünkü Hakk’a eş göstermek ve ona oğul ve kız isnad etmek, tabii hiç şüphesiz büyük bir kusurdur. Çocuklarının olması, bilahare onların da Allah olmalarını iktiza etmez mi? Onun için bunların hepsi şirktir. Şirk ise, afv olmayan bir günahtır. 165 Ana Baba Hakları 166 Yalnız tövbekâr olmak ve yanlış fikirden vazgeçmek şartıyla mümkündür. Binaenaleyh hem kendimizi ve hem de çocuklarımızı şirkin bütün nevilerinden korumak başlıca vazifelerimizdendir. Cenâb-ı Hak muinimiz olsun. Allah baba demek, Allah’a makam göstermek, meselâ gökyüzüne işaret ederek Allah görüyor demek sanki Allah Teâlâ gökte imiş gibi bir zihniyetin hasıl olması, çok, hem de pek çok ayıptır, günahtır. Bu hareket Allah Teâlâ’yı bilmemeye işaret ve alâmettir. Onun için her müslümanın akaid-i diniyesini en iyi bir şekilde öğrenmesi ve müslüman âlimlerin yazdıkları akâid kitaplarını okuması ve anlayamadığı şeyleri de yine müslüman ulemasından öğrenmesi vâciptir, borçtur. b) Ana ve babaya asi olmak: Bu hususta yukarıdan beri yazılan yazılar kâfidir zannederim. Ana baba deyip geçmemeli. Sen baba olduğun ve hanımefendi de anne olduğu vakit, anne ve baba ne demekmiş ancak o zaman anlayacak fakat iş işten geçmiş olacak… Onun için şimdi fırsat eldeyken aklını başına alda, sakın onları üzme ve darıltma. Sonra çok pişman olursun ama, hiçbir şey eline geçmez. Ana ve babanın hatası, kusuru, kabahati her şeyi kendine aittir, seni hiç de alâkadar etmez. O günahlarından kendi mesuldür. Bize düşen vazife, evladları olmamız hasebiyle, onlara hem itaat, hem de ikram ve ihsandır. İtaat olmadan yapılan ikram ve ihsanın da kıymeti yoktur. Kaşıkla verip sapıyla göz çıkarmaya benzer. Öyle ise ey muhterem evlad, sakın sen böyle olma. Hem itaat eyle, hem de ihsanını hiç eksik etme. İyi bil ki, bugünkü nail olduğun bütün devletler onların sayesinde olmuştur. Binaenaleyh nankör olma. Nimetlerin kadr ü kıy- Mehmed Zahid Kotku metini bil de sakın onları haram yerlere ve haram yollara harcama vesselâm. c) Harpten kaçma: Malûm ya bu hususta kim bilir ne kadar eserler vardır. Bugün dünya yüzünde bulunan, sayısını doğru olarak bilmediğimiz kim bilir kaç devlet ve millet vardır. Afrika’da bile yeni yeni beliren birçok Arap ülkeleri meydana çıktı. Bu esaretten kurtulma, mutlaka mücadele ve muharebelerdeki muvaffakiyetlerin sonunda ele geçmektedir. Bizim de öyle olmadı mı? Eğer Yunan askerlerinin memleketimizi işgal sırasında onların karşısına çıkacak kuvvetimiz olmasaydı, bugün burası da bir Yunan memleketi olacaktı. Evet bundan evvel İngiliz, Amerika, İtalya, Yunan ve Rusya’ya karşı memleketimizi tam beş seneye yakın müdafaa ettik. Hele Çanakkale muharebesi bir harika idi. Dört devletin koca koca donanmalarıyla âdetâ bir adaya benzeyen Çanakkale’ye asker çıkarttıktan sonra, büyük zayiat vererekden defolup gitmiştir. Tabii biz de çok şehit verdik. Fakat bilâhare müttefiklerimiz birer birer düşmana teslim olunca biz de sulhe mecbur olduk. Ordumuz dağıtıldı, silahlarımız alındı. Derken Yunan’a da fırsat verdiler. Haydi Türkiye’nin artık harbedecek hali kalmadı. Sende git işgal edebildiğin kadar yerleri al dediler. O da aldandı. Ve Anadolu’yu işgale başladı. Fakat henüz Türk millerinin canı çıkmamıştı. Yine arslanlar gibi kükreyip bu düşman ordusunu Ankara önlerine gelmişken, nihayet İzmir’de denize dökülerek dar kaçabildiler. Kumandanları da esir olmuştu. İşte böyle bir dövüş hengâmında ve ordunun hücum esnasında düşmanla karşılaştığı sırada kaçmak cinayetlerin en büyüğüdür. Bu kaçış Allah’a imansızlık alâmetidir. Çünkü in- 167 Ana Baba Hakları 168 sanın eceli gelmedikçe ölmeyeceğini duymayan var mı? Ve bu takdir, Allah Teâlâ’nındır. Eceli gelip orada ölürse biz buna şehit olmuş deriz ki, Peygamberlerden, Salihlerden sonra en büyük makam şehitler makamıdır. Daha kanının ilk damlasında bütün günahları afvolur. Ve Cennetteki yerini görür. Ölüm acısını hiç duymadan âhirete gider. Ölenlerden hiçbir kimse bulunmaz ki, tekrar dünyaya dönmek istesin. Çünkü ölümün acısını tadan bir daha onu isteyemez. Fakat şehitler derler ki; Ya Rabbî bizi dünyaya bir daha gönder de şu düşmanlarla dövüşüp şehit olarak gelelim. Ya Rabbî ne mutlu bu şehitlere. Aziz kardeş, bu bahtiyar şehitler ve şecâatli kimseler dövüşten korkmazlar ve yılmazlar. Şehit veya gâzi olmayı en büyük şeref sayan kimseler olmasa idi. Biz de bugün bu din-i Muhammediyeyi elbette bulamazdık. Kâfirler bizde ne din ve ne de hürriyet bırakırlardı. İşte bugün başımıza gelen bütün felâketlerin başlıca sebebi o büyük harpten mağlup olarak çıkışımızdır. Evet, Almanlar da mağlup olmuşlardı. Fakat bugün pek çabuk toplandılar. Kendilerinden başka milyonlarca yabancı işçi bile kullanıyorlar. Bugün paralarının değeri en yüksek seviyede. Maalesef bizim paramızın değeri de en aşağı seviyede. Bu da bizim iktisadî bilgimizin ne kadar zayıf olduğunu pek güzel bir şekilde göstermektedir. Binaenaleyh insanın gerek harp yerinde düşmanla çarpışmaktan kaçması ve gerekse askerlikten kaçması, elbette günahların en büyüğü olacaktır. Bu kaçak asker, haliyle diyor ki, düşman gelirse gelsin; benim ırz ve namusum pây-mal olacakmış, olursa olsun; ben ölmem ve yaşarım ya! Heyhat, bu ne kadar budala, ahmak bir kişidir ki, ecel denilen şey mutlaka harpte mi olur? Bu kadar ölenler hep harpte mi ölmüşler? Ne yazık, insanın eceli gelince, Mehmed Zahid Kotku nerede olsa onu bulacaktır. Hem de dakika bile değişmeden. Biz bu bilgiyi vaktiyle askerlerimize ve halka duyuramadığımızdan olsa gerek, o büyük harpteki asker kaçağının sayısını şimdi ben sizlere duyurmağa utanıyorum. Filvâki, hakiki rakamı da bilmek bizim için mümkün değildir. Amma işitilen sözlere nazaran yüzbinlerin üstünde imiş. Tabii bunlar evlerine de gidememişler sonra da dağlarda eşkiyalık yapmışlardır. Devlet de bir taraftan düşmanla savaşırken diğer taraftan bu eşkıyalarla uğraştığı için zayıf düşmüştür. Düşman da sonunda galip gelince vay o milletin haline. Sana o günkü mağlubiyetin acısını kısacık anlatmakta inşallah faide olur. Evvelâ ordu terhis olur. İkincisi silahlar alınıp düşmana teslim edilir. Üçüncüsü de düşman askerleri bir saltanatla memlekete girip iç idareye de sahip olurlar. İkide bir yolları kesip silâh, bıçak aramak bahanesiyle halkı da soyarlar. Irz ve namus ayaklar altında çiğnenir. Çeşitli bahanelerle halkı dövmek ve hapis cezaları vermek hiç sayılır. Hattâ ve hattâ birbirlerinden sigara yakanlar bile cezaya çarptırılırdı. Arasıra da gösteriş olmak üzere süvari kıtalarını, topçu ve piyade kıtalarını, şehrin içerisinde gezdirirler yolları saatlerce kapalı tutarlardı. Daha acısı, bizim ordu erkânının bunların karşısında saygı duruşunda durmaları ve onları selâmlamaları yok mu ya! Ölüm daha çok hayırlı! Bu yazdıklarım bir zerredir. Sen bundan ders al da düşman karşısından kaçmak değil, şehit olmayı bir şeref ve bir devlet say da, sakın asker kaçağı olma! Bunlar öyle cahillerdir ki, memleketi, vatanı, ırz ve namusu bedavaya satan ve memleketin felâketine razı olan ahlâksız, dinsiz, hamiyetsiz, ruhsuz, hayvan gibi insan ve insan yiyen vahşi kimseler gibidirler. Mevlâ cümlemizi böyle adiliklerden muhafaza buyursun ve muhterem şehitler me- 169 Ana Baba Hakları 170 yanına katılmayı cana minnet bilen hakiki şehitler, sadıklar zümresine ilhak buyursun. Âmin! Bugün ise dışarıdaki dinsiz ve müşriklerden başka bir de memlekette türeyen dinsizler vardır ki, onlarla mücadele acaba bize de borç değil mi? Bugün de memleketin iç huzurunu kaçıran ve mütemadiyen gizli örgütleriyle hayatları yakan, malları gasp eden, zengini çekemeyen, haline hiç de razı olmayan bedavadan geçinmek heves ve hülyasına kendini kaptıran ve memleketin asayişini ihlâl eden bir zümre daha var ki, bugün gözlerimiz önünde at oynatmaktadırlar. Gerek bunlar ve bu gençleri iğfal edenler ve gerekse bu gençlerin bu çirkin harekâtına da göz yumanların da akıbetleri hiç şüphesiz o asker kaçağından daha aşağıdır. İşte bu kitaptaki zikrolunan büyük günahlardan, biri içki içmek, ikincisi de haram yemektir. Bu gibi adilikleri irtikap edenler, hem bu dinden, (İslâm’dan) uzaklaşarak gerek sarhoşluk ve gerek haramzedelik onların kalplerini berbat etmiştir. Artık hayır ve şerri anlayamayacak durumda olduklarından dolayı, parayı veren herkesin âmâline bilâ tereddüt hizmet etmişlerdir. Zannederler ki, sanki iyi bir şey yapıyorlarmış. Memleket müdafii kahramanlar meyanında, ölülerine bir de şehit diye ad takmakdan da utanmazlar. Bunların asıl kabahatlisi, bunları okutan ve bunların din hislerini söndüren ve bu hususlarda eserler yazan komünist fikirli hocalardadır ki, bu gün okuttukları bu çocukların eserlerini görmekle belki de kıvanç duymaktadırlar. Ve yine ne yazık, o müslümanım deyip gururlanan hocalara ki, hep pasif kalmış, âdeta korkularından bir müslü- Mehmed Zahid Kotku manca sözü ağızlarından çıkarmaktan çekinir bir hale gelmişler. Aman sonra bizi atarlar da profesör filan olamayız. Bizim aylıklar da elden gider. Binaenaleyh neme lâzım diyen gafillere. Onun için ilk müslümanların sa’y ü gayretine bakın. Parasız pulsuz nasıl çalışmışlar. Bugün de para almak için, yaşamak için, nasıl çalışıyorlar. Hiç bunların işleri rast gider mi dersiniz? 7- Valideyne sövmek büyük günahlardandır ِ ِ ِ الل ب ِن عمرِ وب ِن ا ْلع اللُ َع ْن ُه َما اَ َّن َّاص َر ِض َى ه ْ ْ َ ْ ََّو َع ْن َع ْبد ه َ ِ َّول ه ِم َن ا ْل َكب ِائرِ َش ْتم:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َق َال الل َص َّلى َ َر ُس َّه َ َ ْ ُ ِ َّول ه الل َو َه ْل َي ْش ُتم الر ُج ُل ار ُس َي: َقالُوا.الر ُج ِل َو ِال َد ْي ِه َ َ َّ ُ َّ َو َي ُس ُّب، َن َعم َي ُس ُّب اَ َباالر ُج ِل َفي ُس ُّب اَ َب ُاه:َو ِال َد ْي ِه؟ َق َال َ ْ َّ والترمذى، ﴿رواه البخارى ومسلم وابو داود.ب اُمه ُ َّ ُّ ﴾اُ َّم ُه َف َي ُس Bu hadis-i şerif ki, Amr b. el-Âs’ın oğlu Abdullah nakletmektedir. Râvileri de Buhâri, müslim, Ebû Davud ve Tirmizi’dir. Efendimiz (S.A.V) buyurmuşlar ki, "kişinin valideynine şetmetmesi (sövmesi) büyük günahlardan madûddur (ayıptır)." Dinleyen ashabı kiram hazeratı dediler ki, "Ya Resulâllah kişi valideynine hiç şetmeder mi (söver mi)?" Buyurdular ki, "evet; kişi başkasının babasına söver o zaman o adam da senin babana söver, anasına söversen o da senin annene söver!" 171 Ana Baba Hakları 172 Bu sövüşme neticesinde anasına ve babasına sövdürmeye sebep olduğu için kendi sövmüş gibi olur. Allah muhafaza etsin, insanın ağzı küplerin ağzı gibidir. Küplerde ne varsa dökmek istediğimiz zaman o küpün içinde ne varsa o dökülür değil mi? Bal koydu iseniz bal, yağ koydu iseniz yağ, sirke koydu iseniz sirke, zehir koydu iseniz zehir akacaktır böyle değil mi? şimdi insan da gönlüne ne doldurdu ise, ağzından o çıkacaktır. Balsa bal, zehirse zehir. İnsanın kızdığı vakitte ağzından çıkan sözlerden ne mal olduğu anlaşılır. İnsan gerek kızgınlık halinde ve gerekse sükûnet halinde daima iyi sözler, hikmetli sözler söylüyorsa ne mutlu o insana. Eğer sükûnet vaktinde iyi, amma kızınca yanına sokulmak mümkün değilse o kimselerin yanlarına uğramamak lazımdır. Çünkü insana lâzım olan gönüldür, bu beden de o gönül için yaratılmıştır. Gönül olmazsa o bedene hiç de lüzum yoktur. Zira o zaman bu bedenin hayvan bedeninden hiç farkı yoktur. Belki bir bakımdan hayvandan da aşağıdır denilmiştir. Çünkü hayvan, hayvan olarak yaratılmıştır. O hayvanlığın iktizası ne ise onu yapacaktır. Meselâ bazısı yük taşır, bazısı tarla sürer, bazısı arabalarda kullanılır. Bazısı kuyulardan su çeker, değirmen döndürür. Etinden sütünden vesair azalarından istifade edilir de, gönülsüz insan hiçbir şeye yaramaz demişlerdir. Baksanıza, Allah Teâlâ, ben kulumun suretine, boyuna posuna, güzel veya çirkin, kuvvetli veya zayıf olduğuna bakmam. Çünkü bunlar bakılmağa değer şeyler değildirler. Bakılacak şey asıl insanlık cevheri olan, esrâr-ı ilâhiye hazinesi olan gönüldür. İşte ben bu gönle bakarım. Ve bir de bunun yaptığı amellere bakarım. Eğer hayırlı ve faideli, benim de rızama muvafık amelleri varsa ne mutlu o kula. Eğer yaptığı ameller hayırsız ise ve benimde rızama uygun Mehmed Zahid Kotku değilse bu sefer ne yazık o kula. Baktığım şey de o kulun niyetleridir. Eğer niyetleri hâlis ise, Hak rızasına uygun ise ne güzel bir kuldur o kul. Ve yine eğer niyetleri çirkin ve kötü şeyler ise ne kötü kuldur o kul. Zira Allah Teâlâ Hazretleri kullarının her işlerine ve her niyetlerine tam manasıyla vakıftır. O, gönüllerdeki her şeyi bilicidir. Gizliyi de bilir, aşikârı da. Olmuşu da bilir olacağı da. Yerdekini de bilir göktekini de. Yerden çıkanı da bilir gökten ineni de. Yerden çıkan nebatât, gökten inen kar ve yağmur gibi. Binaenaleyh onun ilminden hariç bir şey yoktur. İlmi her şeyi muhittir. İhata etmiş ve sarmıştır. Kendinin yani zat-ı ecellü âlânın künhüne vukûf nasıl mümkün değilse, diğer sıfatlarında künhüne vukûf mümkün değildir. Bizlerdeki ilim vesair sıfatlar onun ilminden bir zerreden başka bir şey değildir. Bizdeki kuvvet ve kudretleri, aklı fikri halk eden hep o bir Allah’tır ki, emsâli olmadığı gibi ana, baba, evlâd, kız, oğlan gibi beşer hallerinin hepsinden münezzehtir. Bizim gözümüz, kulağımız, kuvvet ve kudretimiz olmasa neye yararız. Hele aklımız olmasa hayvandan farkımız olmaz değil mi? Şimdi hiç insaf edip düşünmez misin ki, bunları veren Hak celle ve âlâ Hazretlerine teşekkür edip hamd ü senâ etmek ve O’nun emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak borcumuz olmaz mı? Bize ufacık bir ikram veya ihsanda bulunan kimselere nasıl dalkavukluk yaptığımız meydanda. Halbuki Hakk’ın ikram ve ihsanının sonu yok. Bu kadar günahlarımıza karşı yine kusurlarımızı örtüp ikram ve ihsanını mütemadiyen arttırmaktadır. Ne yazık bizlere ki, o bize güya, ikram ve ihsanda bulunan kimseye karşı bir kusur işlesek, derhal bizleri kovarlar. Hem de ikram ve ihsanlarını derhal keserler. Şimdi insaf eyle de Hakk’a dön, Allah’a 173 Ana Baba Hakları 174 gel, seni yaratana ilticâ et, yüzünü O’na çevir, sözünden dışarı çıkma ve iyi bilki, yine O’na döneceksin. Hayır ve şerre göre, ya mükâfat veya mücâzât göreceksin! Öyle ise hayırları açıp şer kapılarını kapayanlardan ol, vesselâm. Allah Teâlâ cümlemizin muîni olsun da razı olduğu kullarından eylesin, âmin! 8- Ana babaya isyan amelleri mahveder َج َاء:اللُ َع ْن ُه َق َال َّوب ِن ُم َّر َة ا ْل ُج َه ِن ِ ّى َر ِض َى ه ْ َِو َع ْن َع ْمر ِ ول َ ار ُس َّالنب ِ ِّى َص َّلى ه َّ َر ُج ٌل َا َلى َ َي:اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم َف َق َال ِ َّول ه ِ َّه ت ُ َواَ َّن َك َر ُس،ُالل َّت اَ ْن الَ ِا َل َه ِاال َّ ه ُ الل َشهِ ْد ُ َو َص َّل ْي،الل ِ َف َق َال،ان َ ت َر َم َض ُ َو ُص ْم،ت َز َكا َة َمالى ُ ا ْل َخ ْم َس َو َا َّد ْي ِ ِ ِ ان مع الن ِب ِيين و ين َ النب ُِّى َم ْن َم َّ َ الص ّدق ّ َ َ ّ َّ َ َ َ ات َع َلى ٰه َذا َك َو َن َص َب اُ ْصب َعي ِه َما َلم َي ُع َّق،الش َه َد ِاء َي ْو َم ا ْل َقي َم َة ٰه َك َذا ُّ َو ْ ْ ُ ٰ ِ ﴿رواه احمد والطبرانى.ال َدي ِه َ ْ ﴾و Mürretül Cühenî (R.A)’ın oğlu Amr (R.A) nakletmektedir: Bir adam Resûlullah (S.A.V)’in huzurlarına geldiler. Ve dediler ki, "Yâ Resûlullah, ben Allah Teâlâ’dan başka ilâh olmadığına ve senin de Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ettim. Beş vakit namazımı kılarım ve malımın zekâtını veririm. Ramazan orucunu da tutarım." Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdular ki; "Her kim bu hal üzerine vefat ederse kıyamet gününde nebîler, sıddîklar, şehitlerle beraber olur. (Ve iki parmaklarını nasp ederek) böylece olur. Fakat ana ve Mehmed Zahid Kotku babasına asi olmadıkça." Bu hadis-i şerifi Ahmed, Tâberânî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hıbban sahihlerinde zikretmişlerdir. Bundan bir evvelki, Sevban (R.A)’ın rivayet ettiği hadîs-i şerifte de müşriklerin, valideynine asi olanların, bir de harp yerinden kaçanların amellerinin kendilerine faide vermeyeceği zikredilmişti. Burada ise daha açık bir şekilde izah edilmektedir. Adamın, İslâm ve iman şartlarını yerine getirdiği halde yalnız ana ve babasına isyanı dolayısıyla yaptığı amellerden faide görmemesi hepimiz için çok üzücü bir haldir. Çünkü Cenâb-ı Hak hitabında, evvelâ kendisine kulluk, sonra şirkten sakınmak, sonra da ana ve babaya ihsanı emretmektedir. Meselâ çok namaz kılarsınız, fakat gerek kıraatı ve gerekse rüku ve sücudunu yapamazsanız o namaz olmamıştır. Size faidesi olmaz. Oruç ta öyle değil mi? Akşama yakın bir zamana kadar aç dursanız da akşamdan evvel orucunuzu bozsanız bu oruç size faide vermez. Zekâtınızı dinsizlere verirseniz bu zekât ta size faide vermez veya paraları haramdan kazanmış iseniz, bu zekât da sizi kurtarmaz. İşte bundan anlıyoruz ki, ibadetlerimiz her ne kadar ihlâsla ve sünen-i Peygamberiyye uygun olarak yapılsa da Allah Teâlâ’nın ana ve babanıza ihsan edin emrine muhalefet edilmiş olduğunda, yapılan ibadetler her ne kadar güzel ise de diğer hadis-i şeriflerden de anladığımız vechile, haram olan şeylerin hangisi olursa olsun, o ibadetlerin sevaplarını mahvetmektedir. Meselâ evinizdeki bir küp suya veya süte veya yağa bir miktar haram bir şey akıtılsa hepsi necis olur. Meselâ şarap için daha acı söylenmiş: Bir göle, bir kuyuya bir miktar şarap dökülse o kuyunun suyu içilmez, olduğu gibi o gölün suyu çekilmiş olsa da orada biten otlakta ben koyunlarımı 175 Ana Baba Hakları 176 bile otlatmam diyenlere ne diyeceksin. İşte bunlar ve emsâli gibi hadiseler, ibadetleri mahvettiği gibi, ana ve babaya isyan da ibadetleri mahveder. Bunun bir misali de riyadır. 9-Riyâ Bunun daha açık misali şöyledir: Necasetler iki kısımdır. Birine maddî, birine de manevî necaset derler. Bunlar da iki kısımdır. Ağır ve hafif necasetler. Diğeri de, yani manevi necasetler de iki kısımdır: Büyük günahlar, küçük günahlar gibi. Ağır necasetler insan ve hayvan pisliği gibi. Hafif necasetler, uçan yırtıcı olmayan kuşların necasetleri gibi. Günahların büyükleri günah kitabında yazıldığı vechile yüz yirmi beş tanedir. Bunların bir kısmı gözle görünüyorsa da bir kısmı da gözükmez fakat yine necistir. Şimdi elbisemizde necaset varken onları temizlemeden namaz kılmak mümkün olmuyor da, manevî pisliklerle mülevves olan gönlün ibadeti ne kadar makbul olur? Şimdi sen söyle; bir bakımdan borcumuzu ödemiş sayılırız, ammâ; indi ilâhîde ne derece makbule geçmiştir? Kıyamet günü "al bu yaptığın ibadetleri" diye yüzümüze çarparlar. Riyakârların ibadetleri gibi. Yoksa maşallah deyip Cenneti alâya hesapsızca mı sokarlar? Kanımızı ölçen, tansiyonumuzu ölçen âletler gibi, bizim de amellerimizi ölçecek Hakk’ın terazisi, ölçeği vardır. O gün her şey meydana çıkacaktır. Bizim de oku kitabını diyerek elimize verilecek kitaptan ne mal olduğumuz meydana çıkacaktır. Allah celle ve alâ bizlerin muîni olsun da, o gün mahcup olan kullarından etmesin, âmin! Onun için şu iki duaya nazarı dikkatinizi çekelim: Birisi: Mehmed Zahid Kotku ِ اَل َّلهم ارحم َنا بِتر ِك ا ْلمع ااب َقي َت َنا اصى ابدا م َ َ ْ ْ َ ً ََ ْ َ ْ َ ْ َّ ُ Ya Rab ben hayatta kaldığım müddetçe isyanları terk edebilmem için bana acı da, her nevi ufak – büyük maddî ve manevî günahlardan ve pisliklerden beni koru ve bana merhamet eyle. Diğeri de: طر َف َة َء ْي ٍن َوالَ َا َق َّل ِم ْن ٰذ ِل َك َْ َال َّل ُه َّم الَ َت ِك ْل ِنى ِا َلى َن ْف ِسى اك َ َوالَ ِا َلى اَ َح ٍد َس َو Ya Rab beni nefsimin eline bir göz açıp kapayacak kadar az bir zaman da olsa bırakma. Bana yardımcı ol ve beni senden başkasına da terk etme, bırakma. Çünkü senin kadar merhameti olan ve acıyan kimse bulunmaz. Onun için başkasının himayesini istemem illâ senin, ancak senin lütuf ve merhamet ve inayetine muhtacım vesselâm. 177 Ana Baba Hakları 178 ANA BABA HAKKINI ÖDEMEK Her kim Cuma gecesinde akşam ile yatsı namazı arasında iki rekât namaz kılar ve her rekâtta Fatiha-i şerif, bir Âyete’lkürsî okur ve beş İhlâs-i şerif ile beşer de Muavvezeteyn yani Felâk ve Nâs sûrelerini okur; namazdan sonra da onbeş kere istiğfar eder ve onbeş kere de Peygamber (S.A.V)’e salâvat-ı şerîfe getirir de sevabını valideynlerine bağışlarsa onların haklarını ödemiş olur ve bunun sevabını Allah Teâlâ’dan başka kimse bilmez. Bunlar bizim için ne bulunmaz devlettir. Hepimizin gençliğinde, bilmeyerek cahilâne hareketlerimiz olmuştur. Bugün o günkü hallerimiz gözlerimizin önüne gelince utançtan ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bütün haklarla birlikte bu ana – baba hakkı pek mühim olduğundan diğer haklara benzememektedir. Fakat Allah Teâlâ’nın sonsuz lûtuflarına bakınız ki, bizim o hâlimiz, O'nca malûm olduğundan son bir fırsat daha vererek, o gençliğimizde yaptığımız hataları bu suretle telâfi etme imkânını da bahşetmiş bulunmaktadır. Eğer bunu da ihmal edip yapmazsa, artık kabahat kendinindir. Feryâd ü figâne hacet yoktur. Alî (R.A) der ki, bir adam Resûlullah’a geldi. "Kime iyilik edeyim?" diye sordu. Resûlullah Efendimiz de "İyilikleri valideynine yap." buyurdular. "Öyle ise bütün mallarım validemindir." Öyle deyince valideye buyurdular ki; "Sen de evlâdına ihsân eyle, iyilik eyle." Nasıl validelerin evlâdlarında hakkı varsa, evladların da valideler üzerinde hakkı vardır. Bu sebepten evladın kokusu Cennet kokusu olduğu gibi, valideynin kokusu Cennet kokularındandır. Mehmed Zahid Kotku Bazı hususların tekrarında faide görülmüş olduğundan bu tekrarları çok görmeyiniz. Kur’an-ı Azimüşşanda da bu tekrarlar çoktur. Meselâ, Sûre-i Rahmanda "Febi eyyi âlâ’i" âyetlerinde olduğu gibi ve bu tekrarlar insanların zihinlerinde yer etmelerine vesile olur. Üzerlerinde durulan şeyler hem iyi bellenmiş olur, hem de başkalarına anlatması da öylece kolay ve tesirli olur. Onun için gördüğün bu gibi tekrarlardan dolayı üzülme. Daima hayırlı te’villere bak. Tenkid etmek hiç iyi bir şey değildir. Buna da alışmamanı sana tavsiye ederim. Bir kere tenkide alıştın mı artık, en doğru bir söze bile karşılık vermeğe çalışır, onu çürütmekle iftihar edersin. Bu da ayrı bir derttir. Allah cümlemizi korusun vesselâm. İşte bir tane daha: Allah Teâlâ’nın rızası valideynin rızâsındadır. Allah Teâlâ’nın gadabı da vâlideynin gadabındadır. Yani onları sevindirirsen Allah da seni sever ve eğer onları darıltırsan Allah da sana darılır. İki kere iki nasıl dörttür, bu da böyledir. Başka çare yok. Sadece itaat vesselâm. Mevridü’l-azb’da Sallallahü aleyhi vessellemden naklen buyrulmuş ki, "Ana ve babasına iyilik edenlerle peygamberler arasında Cennette ancak bir derece fark vardır. Bununla beraber ana ve babasına asi olanlarla iblis arasında Cehennemde bir derece fark vardır." Bak ne güzel bir temsil. Sen şimdi istersen ana ve babaya iyilik ikram ve ihsanlarda bulun ve onları sevindir de, Cennet’te peygamberlerle beraber ol. İstersen asi ol, onlara eza ve cefalar et de Cehennem’de İblis ile beraber ol. İnsana akıl burada lazım. Sen çok biliyorsun, belki gökte de uçuyorsun; belki bir anda şark ile garbı da dolaşıyorsun, amma, yarın yerin Cehennem olduktan sonra, arkadaşın da şeytan olunca bu muvakkat yaşama neye yarar? Çünkü muvakkat olduğu- 179 Ana Baba Hakları 180 nu bilmeyen yoktur. Hani o ana, baba, dede nineler? Hepsi gitti. Tabiî herkes de böylece gidecek. Bu hayatın bir kısmı çocuklukla, bir kısmı da gençlik deliliği ile mektep okul derken bakarsın ki bir gün Azrail (A.S) kapıya gelmiş, seni bekliyor. Kaçıp kurtulma denen bir şey de yok. Öyle ise ey aziz kardeşim ve evladım, sen cahilliği bırak da bu ebediyet âlemi olan âhiretini kazanmaya bak. Bunun baş ilacı da anaya, babaya güzel hizmetler edip, hayır dualarını almağa çalışmakla olacağına iyice inan. Hele şu sözlere can kulağını ver: Ana ve babaya iyilik, ihsan, ikramın, nafile namaz oruç, hac, umre ve fisebîlillah cihaddan efdal olduğunu iyi bil ve bunları şaka sayma. Onlar olmasaydı Cennetin yolu olan bu dünyaya sen de gelemezdin. Cennet de öyle kolayca kazanılır bir şey değildir. Çok fedakârlık ister. Bu fedakârlıkların başı ise, ana ve babaya itâattır. İkinci ana baba da, sana ilim öğreten, Cennet yollarını gösteren, Allah Teâlâ’yı ve Peygamber (S.A.V)’i ve Kitab-ı ilâhîyi öğreten ve seni iman ve İslâm nimetlerine kavuşturan ve seni iyi bir müslüman ve iyi bir insan olarak yetiştiren din âlimleridir. Onların kıymetlerinin ana baba kıymetinden daha üstün olduğunu söylemeğe lüzum yoktur zannederim. Bundan nâşî ana ve babasına daima iyilik üzerinde bulunan evlâda denir ki; "Sen istediğin gibi amel eyle. Muhakkak ben seni mağfiret edeceğim." Denildiği gibi ana ve babaya asi olan evlâda da aynı şekilde "Sen de istediğin gibi amel eyle. Fakat iyi bil ki; mağfiret-i ilâhiyeye nail olamayacaksın." Bu ne acı ve ne de tatlı iki hadise, Valideynine ihsan eden neticede mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olup Cennete girecek; diğer asi de ne yaparsa yapsın sonu Cehennem vesselâm. Mehmed Zahid Kotku Yine bir adam geldi: "Ya Resûlullah, fîsebîlillah cihad etmek üzere sizinle istişâreye geldim" dedi. Resûlullah efendimiz de o zata, "anan var mı?" dedi. O da, "evet var" dedi. "Öyle ise onlara hizmete devam eyle. Çünkü Cennet onların ayağı altındadır." Diğer bir rivayette; "anan ve baban var mıdır," demişler. "Evet var" deyince "onlara hizmette devam eyle. Çünkü Cennet onların ayakları altındadır." Yani rızaları benim rızamdır. Ona göre hareket eyle vesselâm. Daha önce de anlatmıştım. Bir adam geldi. Resûlullah (S.A.V)’e babasının, malını aldığından şikâyet eyledi. Baba dedi ki: "Ya Resûlullah! Bu evlâdım ufacık, zayıf idi. Bakılmağa muhtaç idi. Ben ise kavî idim. O fakir idi. Yani bakılmağa muhtaç idi. Ben ise zengin idim. Ve malımdan hiçbir şey esirgemeden ona verdim. Yedirdim, baktım, büyüttüm. Bugün ise ben zayıf oldum, oğlum kavi oldu. Ben fakir oldum. Oğlum ise zengin oldu. Öyle iken malından sıkılık yapıp bana bir şey vermek istemiyor." Bunu işiten sallallahü aleyhi vesellem hazretleri ağladılar ve buyurdular ki: "Bunu işiten taş ve kumlar bile mutlaka ağlarlar." Bununla beraber evladına hitaben şöyle ilâve ettiler. "Sen ve senin malın babanındır." (Çünkü tarlaya ekilen tohumun netice itibariyle; bütün mahsulü tohumu ekene ait değil midir?) Öyle ise çocuk da babanın çocuğun malı da babanındır. Lâkin babaya çocuğunun malından gayr-i meşru bir şey yemesi caiz olmaz; haramdır denmiş. Eğer evlâd babasından dava ederse baba hapis olunamaz. Babalık hakkı vardır. Ahmed b. Hanbel bu davaya bakılmaz demiştir. Onlar için yapılan dua rızkı artırır. (Yukarda hem ömrü hem de rızkı artırır denmişti.) Kurtubî (R.A) Sûre-i İbrahim’de: Bir kimsenin kâfir olan ebeveynine o duâsının, o validey- 181 Ana Baba Hakları 182 ne değil, ilk babamız olan Âdem (A.S)’a ve anamız Havva (R.Anhaya) gideceğini söylemiştir. İmam Nevevî (R.A) der ki, "Kâfir olan valideyne mağfiretle dua haramdır" demiş. Allanî (R.A) der ki: Validelerin nefislerini tatmin için cinsiyet-i beşeriyyeden evlâd hasıl olur ve bu belâ, mihnet, fitne ve fesat âlemine gelinir. Buradan bir de Cennet’e giden yol vardır. Bu da evlâd için pek büyük bir nimettir. Ve yine denmiştir ki, İskender için; "Üstâzın mı büyüktür, yoksa vâliden mi?" buyurmuşlar ki, "Üstazımın kıymeti daha büyüktür." "Çünkü o beni ilim nûru ile nurlandırdı. Ve bu sayede Allah Teâlâ’yı tanıdım. Peygamberleri tanıdım. Meleklerini tanıdım. Kitaplarını da tanıdım. Ahiret varlığına inandım. Hayır ve şerrin Allah Teâlâ’dan olduğuna inandım. Öldükten sonra mezarda olan meleklerin suallerine inandım. Rabbim Allah, dinim İslâm, kitabım Kur’an. Peygamberim Muhammed Mustafa (S.A.V), kıblem de Kâbe-i Şerif’tir, dedim. Öldükten sonra, kıyamet günü tekrar dirilip, herkes kazancına göre, hesap ve teraziden geçtikten sonra Cennet veya Cehennemdeki yerlerine gideceklerdir. Müminlerin günahkârlarından bazıları Cehennem’e girseler dahi, muvakkaten bir uyku haliyle geçirip, tekrar Cenâb-ı Hakk’ın lûtuf ve keremiyle, Peygamberimizin de şefaatiyle Cennet’e gireceklerine, kâfirlerin de ebediyen Cehennem de kalacaklarına inandım ve iman getirdim. İşte bu imana erişmemize sebep olan ulemamız valideynimizden efdal ve âlâdır demişlerse de bu da kişilerin hallerine göre değişir. Akıllı olan kişi Allah Teâlâ’yı tevhid edecek bir evlâd ister. Bu lezzet de buna sebep olur. Hakk’ı tevhid, bütün ilimlerin de başıdır. Aklı olan Allah Teâlâ’nın verdiği evlâdı son dere- Mehmed Zahid Kotku ce dikkat ve ihtimamla yetiştirir ve onun tahsil ve terbiyesine de say’ü gayret gösterip birçok emekler ve paralar harcar. Fakat yalnız dünya ilimlerini öğretirken ona asıl dini bilgileri ve amelleri öğretmek için daha ziyade say’ü gayret göstermek lâzımdır. Afrika’nın cenûbunda altınların çıktığı bir memeleket, İngiliz müstemlekesidir. Orada çalışan amelelerden büyük bir kısmı ne Allah bilir, ne peygamber ve ibadetleri de yoktur. Ancak hayvan gibi çalışır; yer, içerler. Va’z u nasîhat kat’iyyen kulaklarına girmez. Adetâ odun gibidirler. Bunu bize anlatan orada yerleşmiş ve çok da zengin olan Pakistan ulemasından, muhaddîsinden bir zât-ı şerif. Babasının eseri olan on cildlik bir fıkıh kitabını bizlere hediye olarak getirmişti. 200.000 kadar olan Pakistanlıların bulunduğu bu diyarda yaşayan müslümanların gayrisi, hıristiyan bir tabaka da var. Lakin bu amele tabakası, ne müslüman, ne de hıristiyan’dır. Allah ve peygamber bilmeyen ve ancak çalışmak için yaratılmış bir kavim sanki, birer hayvan. Değirmenleri çeviren ve kuyulardan suları çıkaran hayvanlar gibi. Allah Teâlâ cümlemizi böyle acı akıbetlere düşmekten muhafaza buyursun. Me’mun cariyesine sormuş: Bir anlık lezzet, üç günlük lezzet, senelik lezzet, ebedî lezzet nelerdir? “Muâmele-i cinsiye bir anlık bir lezzettir. İçki bir günlük, çiçeklerin lezzeti üç günlüktür. Düğünlerin lezzeti bir ay sürer. Çocuğun lezzeti bir yıldır. Kardeşlerin sevişmeleri yüz sene, afv-ı ilâhiye mazhariyet ise ebedî bir lezzettir”, diye cevap vermiş. Burada imam Gazâli’den naklen bazı dualar yazılmış. Ve bu dualar, okunup valideynin rûhuna bağışlandığı takdirde bütün haklarını ödemiş olur, diye medh u senâ buyurmuş. Ben de derim ki, bunları okumak iyidir. Fakat her- 183 Ana Baba Hakları 184 kes nereden bulsun ve nasıl okusun? Daha kolayı Fatiha-i şerifeyi, ihlâsları herkes bilir ve okur. Bunları çok çok okuyup ruhlarına hediye etmeyi vazife edinmeli.Onları bu suretle memnun etmek ve haklarını ödemek daha kolay ve daha efdaldir, zannederim. Maz’ûn oğlu Osman der ki, "Ben İslâmiyet’ten evvel Resûlullah ile dost idim. İslâm gelince ben müslüman oldum dedim. Amma müslümanlık içime yerleşmemiş idi. Yalnız Resûlullah’dan utandığım için, müslümanım diyordum. Vaktaki bir gün yanlarında oturuyordum. Cebrâil (A.S) bir ayet getirdi. Ve onu bana ve oradakiler okudular. Ayet-i kerime şu idi: ِ ِ ِ الحس ِ ان َْ الل َي ْا ُم َر بِا ْل َع ْدل َو ْا َ َّا َّن ه "Allah adaleti, ihsânı, akrabaya vermeyi emreder."* O zaman İslâmiyet benim içimde kararlaştı." Hz. Ali Efendimize söylemişler, o da, "Muhammed (S.A.V)’e tâbi olunuz, felah bulursunuz. Çünkü o mekârim-i ahlâk ile emreder ve hayırlara davet eder." Bu zata müslümanlık hicretten iki sene altı ay geçtikten sonra nasip oldu. Aynı zamanda Medine-i Münevvere mezarlığına ilk defa konulan muhacirinden olmuştur. İslâmiyet’i kabûlü de Ebû Ubeydeti’bni’lCerrâh ve Abdurrahman b. Avf ile beraber olmuştur. Radiyallahü anhüm ecmaîn. * Nahl: 90 Mehmed Zahid Kotku DUALAR HAKKINDA Dua kitaplarında yazılan duaların hepsi güzeldir. Bizim bu duaları gereği vechile okuma alışkanlığımız yoktur. Okusak da manalarını anlamadığımızdan tesirini layıkıyla göremiyoruz. Sonra itimadımız da çok zayıf. Onun için faidesi de az görülüyor. Harem-i Şerif’te bir adam yarı sakat yürürken ona sordular "sana ne oldu da böyle sakat oldun?" Dedi ki: "Benim bir annem var idi. Ben günahlar işler idim. O da beni o günahlardan men etmeğe çalışırdı. Bir gün ben de kendisine bir tokat vurdum. Annem devesine binip Kâbe’ye geldi ve Allah Teâlâ’ya: uzaklardan gelip hac etmek ve senin lutfuna rica ederek yalvaranlar hakkına, benim oğlumdan hakkımı al, diye tazarru ve niyaza başladı. Ben de işte hemen bu hale geldim. Sonra geldi beni böyle görünce üzüldü. Tekrar Kâbe’ye gidip dua etmek için devesine binerken düştü ve öldü." Sonra Hz. Ali Efendimiz bu zata bir dua öğretti ve “Bu dua Arş’ın hazinelerindendir” diye buyurdu. Adam bu duayı okudu ve derhal iyi oldu. Bunu okursan inşallah iyi olursun dedi. Peygamberimiz de "bu dua ismi a’zamdır," diye buyurdu. Bu vak’ayı da iyi oku. Malik b. Dinar (R.A) isminde meşhur bir zattır. Bir sene hacc-ı şerifi ifa ettikten sonra, "Yâ Rab, haclarını kabul ettiğin kimseleri bildir de onları tebrik edeyim. Hacları kabul olunmayanları da bileyim de onları da teselli edeyim.” Rüyamda gördüm ki, bir zat! "Bütün hacıların hacları kabul olunmuş; hepsi de mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olmuşlar. Yalnız Belh şehrinden Muhammed b. Harun el Belhi’nin haccı reddolunmuştur" diyor. Sabahleyin Horasan’lıların olduğu 185 Ana Baba Hakları 186 yere gittim. Belh’li zatı sordum. Dediler ki, "o zat Mekke’nin harabelerinde bulunur." Gittim, buldum. Ellerini boynuna bağlamış, ayaklarını da zincirle bağlamış, namaz kılıyor. Beni görünce "sen kimsin?" dedi. "Ben de Malik b. Dinar’ım" dedim. O zaman "umarım ki sen beni rüyada gördün." "Evet" dedim. O da; "Her sene bir büyük kimse senin gibi görür ve bana gelip söyler." Dedim ki: "ne sebeple senin haccın red olunuyor." Dedi ki: "Ben şarap içtim. O gün de ramazan ayının ilki idi. Anam bana darıldı. Ben de sarhoşlukla ne yaptığımı bilmeyerek onu tutup fırına attım. Sabahleyin bizim hanım yaptıklarımı bana söyledi. Ben de pişmanlığımdan elimi kestim. Ayaklarımı bağladım. Her sene de hac ederim. Ve: ِ اش َف ا ْل ُغم ِ يا َفارِ ج ا ْلهم اك ُش ْف َ اك ْ وم َفرِّ ْج َه ِّمى َو َ وم َو َي َ ُ ُ ُ َ َغ ِّمى َو ْار َض َع ْن َا ِّمى "Ey üzüntüleri gideren, kederleri dağıtan Allah üzüntümü gider, kederimi dağıt ve annemden razı ol!" diye dua ederim. Bununla beraber 26 köle 26 cariye azad eyledim." Bunu işiten Mâlik: “Bizden uzak ol ve ateşinle bizi ve yer yüzündekileri yakma." diye ayrıldı. Fakat gece rüyasında sallallahü aleyhi vesellemi gördü. "Yâ Mâlik Allah’ın rahmetinden ümidini kesme" buyurdu. "Allah Teâlâ Muhammed b. Harun’un haline muttalidir. Dualarını kabul ve hatalarını da affeyledi. Yalnız Cehennemde dünya günlerinden üç gün kalır. Sonra Allah Teâlâ Hazretleri annesinin kalbine merhamet verir; hakkını helâl eder. Ve annesiyle birlikte Cennete girerler." Mehmed Zahid Kotku Malik b. Dinar bunları o elleri bağlı zata bildirdi. O da hemen sevincinden ruhunu teslim edip ölüverdi. Ben de kendisinin cenaze namazını kıldım. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten… Ana ve babaya karşı gelmenin vebali hem büyük, hem de cezası pek ağır ve çabuktur. Gençlikte bunları düşünmek de herkese pek nasip olmaz. O gençliğin verdiği delilik desek daha doğru olacak, insanın aklı başında olmuyor. Sonraki pişmanlık da fayda etmiyor. Şimdi öyle elini kesecek ayaklarına zincir vurup ağlayacak ve o kadar da köleler cariyeler azad edip, her sene de hacca gidip Hakk’a yalvaracak babayiğitleri bulmak da pek mümkün olmasa gerektir. Onun için yegâne çare ana ve babaya hürmet ve itaatle beraber ikram ve ihsanda bulunup onları darıltmamağa çalışmaktır. Sonra her sabah ve akşam mutlaka ellerini öpüp hayır dualarını almağa bak ki, dünyada da, ahirette de mesud ve bahtiyar olasın vesselâm. Hele şu hâdise ne kadar ibrete lâyık: Malik’in oğlu Enes (R.A) der ki: "Beni İsrail zamanında güzel sesli bir delikanlı vardı. Tevrat’ı okuduğu zaman bütün genç, ihtiyar, kadın, erkek etrafına toplanırlardı. Bununla beraber bu genç aynı zamanda içki de içerdi. Annesi buna der ki, "eğer Beni İsrail’in âbidleri senin böyle içki içtiğini bilseler seni bu diyardan kovup çıkarırlar. Bir daha yapma, oğlum." Fakat bir gün yine içmiş ve Tevrat’ı da okumağa başlamış. İnsanlar da bunun başına toplanmışlar. O zaman annesi oğluna demiş ki, "oğlum, kalk abdest al da öyle oku." Fakat sarhoş olan çocuğu hiddetlenmiş. Derken, annesine bir tokat atmış. Zavallı kadının bir taraftan gözü çıkmış; üstelik bir de dişi kırılmış. 187 Ana Baba Hakları 188 Buna kızan annesi "Allah da senden razı olmasın" demiş. Sabah olup oğlu, yaptığı cinayeti görünce utancından ne yapacağını şaşırıp annesinin yanına gidip herhalde özürler dilemiş. Çare olmayınca da "selâmün aleyküm" deyip "artık kıyamete kaldı görüşmemiz, beni bir daha bulamazsın" diye evden ayrılmış. Bir dağa çekilip tam kırk sene orada ibadetle meşgul olmuş. Fakat anne yüreği yanık. Bağrı yanık, oğluna yine Allah senden razı olmasın demiş. Çocuk o dağdaki ibadet hanesinde riyazetle meşgul ve Allah Teâlâ’dan afv dilemekle meşgul olduğundan gayette zayıflamış ve nihayet ellerini semaya kaldırıp: "Ya Rab beni mağfiret eyledi isen bana bildir" diye ricada bulunmuş ise de aldığı cevap şu olmuş. “Benim senden razı olmam, senin annenin senden razı olmasına bağlı.” Bu cevabı alan evlâd, bunun üzerine annesine gidip "ey Cennetin anahtarı eğer hayatta isen ne mutlu bana; eğer vefat etti isen vay benim başıma geleceklere." Bu sesi duyan annesi: "Kim o bağıran!" diye sormuş. "Oğlundur" demişler. Yüreği yanık kadın haydi git buradan. Allah senden razı olmasın diye feryad edince çocuk şaşkına dönmüş ve arkadaşlarına "bana biraz odun toplayınız ve ateşleyip yakınız. Sonra da beni bu ateşe atınız. Zira Cehennemde ebediyen yanmaktansa dünyada biraz yanıp kurtulmak daha evladır," diye ateşi hazırlatmış. O zaman bu hadiseyi annesine anlatmışlar. Yine annelik, evlât muhabbeti merhamete gelip "oğlum neredesin?" diye feryad edip "ben hakkımı helâl ettim; 'Allah senden razı olsun.' Sakın ha kendini ateşe atayım deme" der. Cenâb-ı Hak o anda bir melek gönderip annesinin gözünü ve dişini eskisi gibi yeniden ihya buyurmuşlar. Evlâdı Mehmed Zahid Kotku da annesine o tokadı vurduğu eli kesmiş idi. Cenâb-ı Hak o melek vasıtasıyla onun da elini iade ve ihya buyurmuşlar. Allah Teâla’nın gücü kuvveti, akla fikri sığmaz. Bizi hiç yoktan halk ettiği gibi yine her şeyi de yoktan icad eder. İsterse var olanları da yine bir anda yok eder. Sen bu sözlere çok dikkat eyle. Hakk’ın kudretini iyi düşün. Kendini bildiğin an Hakk’ı da bileceğini bil. Binaenaleyh, kendini bilmeyen kişi Hakk’ı nereden bilsin. Onun için bizim ilk vazifelerimizden birisi de kendimizi iyice incelemektir. Bu gün bu işi yapan en güzel surette inceleyenler doktorlarımızdır. Fakat onlar hâlâ işin sathında, suyun yüzünde aranıyorlar. Hiç işin derinliklerine indikleri yok. Hemen cesetlerin sıhhatleri üzerinde duruyorlar. Damarlar nereden çıkar, nereye gider, nasıl temizlenir? Kemikler nasıl bağlanmıştır? Sinirler nasıl çalışır? Hastalıklar nereden başlar? Bu mikroplar nedir, nasıl yaşar ve nasıl öldürülür? Heyhat, 200.000 defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen bir mikrobun neler yaptığını talebesine öğretirken acaba insan hiç düşünmez mi ki, bu kadar küçük bir mahlûk benim gibi 80 ve 100 kiloluk insanı nasıl yener? Bu kuvveti ona veren kimdir? Ve bu mikrop nereden gelmiştir? Tabiî, tabiatçılar bunların hepsine bir kulp takmaktadırlar. Lâkin hakîkat meydanda. Tabiatçıların yegâne marifeti Hakk’ı inkâr için çeşitli bahaneler; sebepler göstermek olsa da, güneş gibi meydanda olan hakikatler öyle balçıkla sıvanmaz. Erbâb-ı hakikat onları iyi müşahede ederler. Halt edip yaratanı unutan zavallı, elbette ki bir şeyler yumurtlayacak. Fakat düşünen kimseler için bunların yanlış olduğunu anlamamak mümkün değildir. 189 Ana Baba Hakları 190 Bundan nâşî, gerek Kur’an-ı Kerim’de ve gerekse Peygamberimizin buyruklarında tefekküre, düşünmeğe dair çok sözler vardır. Hatta bir müddetçik bir tefekkür, bir senelik, bazı rivayetlerde 60 senelik nafile ibadetlerden hayırlıdır, buyrulmasının sebebini her halde anlarsınız. Her aza çalışmazsa vücut muattal kalır. İşe yaramaz olur. Kafalar da, tabii böyledir. Onların çalışması derin tefekkürlere bağlıdır. EVLÂDIN BABASINDAKİ HAKLARI 1- Evlâdın babası üzerinde üç hakkı vardır: 1- Çocuk doğunca ona güzel bir isim takmak. 2- Sonra Kur’an ilmini, din ilmini, Allah’ı bilmeyi öğretmek. 3- Kemâle gelince de evlendirmek. Hz. Ömer’e bir adam oğlundan şikâyet için gelmiş. Hz. Ömer de oğluna çıkışmış, "Neden babana asi oluyorsun? Allah’tan korkmuyor musun?" deyince oğlu Hz. Ömer’e; "Evlâdın da bir hakkı yok mu?" diye sormuş. O da; "Evet! vardır. Evvelâ baba evlenirken alacağı hanımı iyi seçmesi lazımdır." Kadının ya zengin olması veya güzel olması veya yüksek bir aileye mensup olması veya dindar olması aranır. Evvelki üç hale kayanlar aldanır. Dindarı seçenler ise mesud ve bahtiyar olurlar. Sen de ey kardeş, hem dindarı- Ana Baba Hakları 192 nı ara ve hem de mensup olduğu aileyi ara. Öyle nefsine uyup da şöyle olsun böyle olsun diye boş şeylerle kendi istikbalini yok etme. İkincisi “güzel isim koyması”. Peygamberler ve Salihlerin isimlerini takmak gibi. Üçüncüsü de “ona kitabımız olan Kur’an-ı azimüşşanı hem okumasını, hem de bilmesini öğretmek.” Yani dinini iyice bilmesine çalışmak, deyince, çocukta Hz. Ömer’e “benim babam bunların hiç birisini yapmamıştır” demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer adama “evvelâ sen çocuğuna asi olmuşun. Şimdi de çocuğundan bana şikâyet ediyorsun” diye adamı huzurundan kovmuştur. Babasına karşı saygısızlık yapanlar muhakkak evladlarından da aynı şekilde ve daha fazlasıyla mukabele göreceklerdir. Bazı merhameti, şefkati galip olan babalar evladlarına bir şey emretmeyi münasip görmemişler. Belki evladım yapamaz da asi olur, sonra da günaha girer korkusu ile. Eğer muhtaç olduğu bir şeyi istemek murat ederse başkalarına söylerler imiş. Ne muhterem insanlar. Bize ne güzel ders veriyorlar. Ve diyorlar ki, ben evladımın Cehennem’e girmesini istemem. Yine büyükler diyorlar ki, evlâdın babasına ihsan ve iyiliğinin tamamı: Babasının akraba ve dostlarını ziyaret ve ikramda bulunmak, çocuklarıyla ve hane halkıyla güzel geçinmek, dinini muhafaza ile malını ıslah etmek, kazancının fazlasını infak etmek, dilini tutmak ve evinde oturup kahvehane ve eğlence yerlerinden son derece sakınmaktır. Çünkü dört şey vardır ki, kişinin saadetindendir. Hanımının Salih olması, evlâdlarının iyi kimselerden olması, konuştuğu insanların Salih kimselerden olması, rızkının da memleketinde olması. Mehmed Zahid Kotku Kişi öldükten sonra yedi şeyde ecri devam eder: 1- Mescit yapan 2- Su getiren 3- Mushaf yazan 4- Mushaf hediye eden 5- Su çıkaran 6- İlim öğreten 7- Kendisi için istiğfar eden evlad bırakan. İnsan ölünce bütün amelleri biter kesilir. Yalnız üç şey de devam eder: 1- Devamlı sadaka, (Cami çeşme gibi). 2- Faideli olan ilim bırakmak 3- Salih bir evlâd bırakmak ki, ona daima dua eder ve istiğfara devam eder. 2- Ebeveynin bazı vazifeleri a) Akika kurbanı kesmek: Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin (R.A)’ın doğumlarında birer kurban kesmişlerdi. Erkeğe iki kurban kıza bir kurban kesmelidir denmişse de, sığır, deve gibi büyük hayvanları kesmek de müstehaptır, diyenler de olmuştur. Buna akika kurbanı denir. Bu hayvan filanın akikasıdır diye kesilir. Eti hem yenir yem de yedirilir, kurban etleri gibi. Yenmez diyenler olmuşsa da (Ni’metü’l-İslâm’da) Mehmed Zihni “hem yer, hem de yedirir” der. Bu kurban evlâd nimetine teşekküren Allah Teâlâ’ya hamd ü senâdır. Bir kere sıhhati tam bir evlâda sahip olmak ne büyük bir nimettir. Buna şükür olarak, bir iki hatta daha fazla kurbanlar kesip ziyafetler yapmak her babaya bir borçtur. Onu sünnet ettirmek nasıl vazifemiz ise akîka kurbanı kesip ziyafetler yapmak da vazifelerimizden ma’duddur. Zira akîka kurbanı kesilmeden ölen çocuklar anne ve babalarına şefaat edemiyecektir, denmiş. Çocuğu yedi yaşından sonra sünnet yapmalıdır, denmiş. Hatta on yaşından evvel yapmak haramdır, diyenler de olmuştur. Doğan çocuğun adını doğduğu günden değil, yedi gün sonra koymalıdır, denmiş. 193 Ana Baba Hakları 194 Hz. Hasan’a (R.A) hizmetkârı kadın cariyesi güzel kokular sürmüş, buna mukabil Hz. Hasan da bu cariyeyi azad eylemiş. Rahmetüllahi aleyhi rahmeten vâsiaten. Büyüklüğe dikkat eyle… Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de bunları pek severlerdi. Hz. Ebu Hüreyre (R.a) der ki, "ben her ne zaman Hz. Hasan (R.A)’ı görsem ağlamadan duramazdım." Sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri de bir gün Hz. Hasan ve Hüseyin’in ellerinden tutmuş oldukları halde buyurdular ki, "beni ve şu iki çocuğu ve bunların anne ve babalarını sevenler kıyamet gününde benim derecem üzere (benimle beraber) olacaklardır. Ve yine, Yâ Rab, ben Hasan’ı seviyorum, sen de onu sev buyurmuşlardır. Beni görmek isteyenler Hz. Hasan ve Hüseyin’e baksınlar," buyrulmuştur. (Nüzhetü’l-mecâlis, c. 2. s. 1807). Sonra bu evlâd nimeti çok büyük bir nimettir. Ona keseceğin bir iki kurbanın ne kıymeti var. O, senin ismini yadettirecek, hatırlatacak ve seni unutturmayacak ve sana her gün sayısız cevaplar kazandıracak ve senin ocağını tüttürecek. Bununla beraber evlâdlarda bir Cennet kokusu da vardır. Hele üç kız evlâdı olanlara yardım ediniz buyrulmuştur. Çünkü onları güzelce yetiştirip gelin edenlere ne mutlu ki, Cennette benimle beraber olacaklardır, diye parmaklarını birleştirmişler. Yani böylece olacaktır ve bu suretle büyük bir tebşirata da mazhardırlar. Çocuk dünyada sürur ve sevinç, ahirette ise nurdur. Hz. Ali (K.V) der ki, senin bütün sa’y ü gayretin; ehl ü iyâlin, çoluk çocuğun olmasın. Çünkü onlar Allah’ın sevdiği iyi kimselerdense, o halde Allah Teâlâ onlara yeter. Eğer Allah Teâlâ’nın sevmediği kimse ise sen de o Allah’ın düşmanlarıyla meşgul olmaktan kurtulmuş olursun. Mehmed Zahid Kotku b) Çocukları öpmek sünnettir: Bustânü’l-ârifîn’de Ebu’l-Leys-i Semerkandî, (Rh.A.) der ki: “Vâlid ve vâlide çocuğun yanağından öperler ve buna meveddet öpüşü derler. Çocuk da vâlidesinin başını öper ve buna rahmet öpüşü derler. Hanımlarının da ağızlarından öperler. Buna da şehvet öpüşü derler. Kardeş kardeşin ise, alnından öper. Buna da şefkat öpüşü derler. Mü’minler de büyüklerin ve Salihlerin ve âlimlerin ellerini öperler, buna da tahiyyetü’lmü’min derler. Efendimiz (S.A.V)’de: “Sizler evlâdlarınızı çok öpünüz. Zira her bir öpme için bir derece vardır” buyurmuştur. Zühdü takvadan nâşi el öpülmesi sünnettir. Dünya menfaatleri için olursa o da haramdır. Küçük çocuğun yanağını ve başka bir yerini şefkatle öpmek de sünnettir demişler. Başkasının küçük çocuğunu şefkatle öpmek de sünnettir. Salih bir ölünün yüzünü öpmekte beis yoktur. Seferden gelen hacı, gazi, talebe gibi kimselere sarılmak da caizdir. Başkalarıyla sarılmak mekruhtur, demişler. Ehl-i ilme ve ehl-i fazilete iyilik ve ikram için ayağa kalkmakta beis yoktur, demişlerdir. Vallahü a’lemü bi’s-savab. c) Çocuklarına şefkatle muamele etmeli: O kişinin burnu yerlerde sürünsün ki: Hayatlarında anne ve babalarına lâzım gelen ikram, izzet ve ihsanı yapamasın da Cennet’e girmeği hak etsin. Ana ve baba duası bâhusus evladları üzerine çok müessir olduğundan her iki tarafın da son derece dikkatli olması lazımdır. Evlâd hayır dua almağa çalışırken, vâlideler de hem sabırlı olup gördükleri bazı kusurlardan nâşî hemen beddua etmekten son derece sakınmalıdır. Zaten 195 Ana Baba Hakları 196 beddua, kötü dualar yaramaz kimselerin âdetidir. İyi insan ise, hem sabırlı, hem tahammüllü, hem de merhametlidir. Öyle biraz kızınca gözlerini yumup ağzına geleni söylemek insana hiç yakışmaz. İnsana lâzım gelen olgunluk bu mudur? İşte nefislerinin esiri olan kimselerin hali böyledir. Biz de bunlardan ders ve ibret almamız ve daima Peygamberimizin ve sair din büyüklerinin nasihatlerine kulak asmamız lazımdır… Bir kimse; ana ve babasını memnun edemeden ölürse, Cehenneme giderse; ikinciside mübarek ramazan ayına erişir de mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olamaz da, Cehennem’e girerse; bir üçüncüsü de Peygamber (S.A.V)’in mübarek ism-i şerifleri anıldığı bir yerde Resûl-i Ekrem Efendimize salâvat-ı kesîre getirmeden hemen ölüp de, Cehenneme girerse, bunların halleri ne kadar acaipdir? Bundan anlıyoruz ki, ana ve babanın hakikaten kadr ü kıymetini iyi bilmeli ve geçmişteki hizmetlerini iyice düşünmelidir ki, ona lâyık hizmeti yapabilsin ve Cennete girmeye nâil olsun. Keza mübarek ramazan ayı da böyle değil mi? güzelce orucunu tutar, namazını vaktiyle ve güzelce kılar. Peygamberimiz (S.A.V)’in mübarek ism-i şerifleri anıldığı her zaman ve her mekânda ona lâyık salat ü selâmları getirerek şefaat-ı Resûlullah’a mazhar olması ve bu sayede Cennete girmesini kim istemez? Lâkin nefs-i emmâre sahipleri hele evlenip çoluk çocuğa karıştıkları ve biraz da maişet darlığına mübtelâ ise vay o anne ve babanın haline. Zavallılara yapmadıkları kalmıyor. Bunlar da hep gözler önünde cereyan eden hadiselerdir. Cenâb-ı Hak cümlemize iman nûru, iman aşkı, İslâm sevgisi, insan-ı kâmil olma duygusu aşkı, sevgisi, muhabbeti, ihsan buyursun da; bu cahildir, bu gafildir, bu fakirdir, bu da tembeldir demekten tavus kuşu gibi kendini beğenip bö- Mehmed Zahid Kotku bürlenmekten, kibir, gurur ve azamet ve benlik taslamaktan hepimizi korusun! Güzel bir lâtife İki anne çocuklarıyla birlikte bir yolculuğa çıkmışlar. Fakat yolda çocuğun birisini kurt kapmış. Bu iki anne kalan çocuğu paylaşamamışlar. Her ikisi de kalan çocuğa sahip çıkmışlar. İş mahkemeye intikal etmiş. Neticede hâkim "çocuğu iki parça edelim. Birisi senin, diğeri de onun olsun," demiş. Çocuğunu kurt kapan kadın "böyle olsun," demiş. "Ne ona yarasın, ne de bana." Fakat asıl çocuğun annesi, "aman efendim, kesmeyin tek çocuk onun olsun varsın ve sağ olsun" deyince. Hâkim çocuğun bu kadının olduğunu anlamış. Ve çocuğu annesine vermiş. Zira anne şefkati evlâdının ölümünü istemez ve hem darlığını da istemez. Onun için bizlerin anne ve babalarımızın hayır dualarını almağa çalışmak başlıca borcumuzdur. 3- Ana babanın dikkat etmesi gereken üç şey Muğîre b. Şu’be (R.A)’den rivayet olunmaktadır ki: “Allah Teâlâ Hazretleri analara karşı asi olmayı, çocuklarını öldürmeyi, verilmesi emrolunan şeyleri vermemeyi, lâyık ve müstehak olmadığı şeyi istemeyi sizlere haram kıldı. Kıyl u kâl ve çok sorguyu da kerih görmüştür.” Bunu Buhârî rivayet etmiştir. a) Ana babaya âsî olmamak: Ana ve babaya âsî olmak (âk) kelimesindendir ki, onlara eza ve isyanın bedelinde kullanılmaktadır. Halbuki insana ve Bâhusus mü’min ve müslümana lâyık olan, onlara hürmet ve saygı ile beraber üstelik ikram ve ihsandır. Her ne 197 Ana Baba Hakları 198 kadar onlardan bazı ezâ ve cefâlar görseler dahi, insana yakışan; itaat, hürmet, ikram, ihsandır. O kendini bilmez veya kendilerini beğenip de aslını unutanlardan olmamaktır. Ana ve babaların hayır dualarını alan evlâdlar, dünya ve ahirette mes’ûd ve bahtiyardırlar. Bilakis onların hatırlarını almayanların ahirette felâketler içerisinde kıvranacakları hemen herkesin malûmudur. Cenâb-ı Hak cümlemize intibahlar nasip etsin de hayatlarında ve mematlarında ana ve babalarımızın kadr u kıymetlerini bilmek nasip müyesser eylersin, âmin. Tabiî biz nasıl hareket edersek, çocuklarımız da bize karşı öyle olacaklardır. Çalma kapıyı çalarlar kapını, sözünü unutma vesselâm. b) Çocuğa dini öğretmek: İkinci günah da evlâdları diri olarak gömmek âdetidir. Çok gülünç, pek de çirkin olan bu âdete ilk önce sebep olan Kays b. Âsım’dır. Temîm kabîlesindendir. Araplarda devam edegelen bu çirkin hareket ki, birbirlerine baskın yapar, mallarını ve çocuklarını alıp götürürlerdi. Bu Temîm Kabîlesinin düşmanları da bunlara baskın yapmışlar ve Kays’ın kızını da alıp kaçırmışlardır. Bir müddet sonra iki kabile birbirleriyle barışmışlar ve çaldığı kızı da babası Kays’a iade etmişlerdi. Lâkin kızı muhayyer bıraktılar. İstersen baban ile kal, istersen kocana dönebilirsin dediler. Kız kocasını tercih edince babası Kays dehşetli kızdı ve bundan sonra doğacak kız evlâdlarını mutlaka diri diri gömeceğine hükmetmişti. Ve böylece de yapıverdi. Buna uyarak diğer Arap kabileleri çocuklarını diri diri gömmeye başladılar. Bazı arap kabileleri de mutlaka evlâdlarını katlediyorlardı. Bunların bazısı arabiyet ve nefsaniyetlerine mağlup olup Mehmed Zahid Kotku kayınpeder olmaktan korkar, çekinir, utanır vesaire gibi bahanelerle ve bir kısmı da yiyecek ve giyecek yokluğundan evlâd istemez, olanları da böylece öldürürlerdi. Bir kısmı da gelin olurken götüreceği çeyizi ve yapacağı masrafı düşünerek öldürürlerdi. Bu hadiseler Kur’an-ı azîmüşşân’da açıkça beyan edilmektedir. Ve bu hal tâ Peygamberimiz gelinceye ve İslâm dîni Arabistan’a yerleşinceye kadar devam ede gelmiştir. Lehü’l-hamd, İslâm dini, onlara rızkı verenin Allah olduğunu duyurdu ve bunun en büyük bir günah ve cinayet olduğunu anlatarak önüne geçmiştir. Ama bugün bunun aksine evlâdları ma’nen öldürmek tehlikesiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Zira bütün gayretimiz dünya tahsili için maddi bilgileri elde etmek, teknik bakımından üstün vasıflara sahip olmak, belki biz de bir gün aya gider gökleri araştırırız; haftalarca, aylarca göklerde kalabilmeyi bir hüner sayarak çalışmaktayız. "Dünya döner durur." deriz de içindekiler durur mu? İşte tarih! Dün dünyaya hâkim olanların bugün yerlerinde hiçbir şey yok, yalnız harâbeleri. İyi dikkat et. Hiç bir kanatla uçan kuş gördün mü? Dünya bilgisini iyi bilir; fakat bu dünyayı (gerek içindekileri ve gerekse dışındakileri) yaratan ve bâhusus bizler gibi mümtaz bir mahlûku da yaratan, varlıkların sahibini tanımadan, bilmeden ve O’nu tevhid ile tasdik etmeden ve yine bizim saadetimiz için gönderdiği peygamber ve kitaplara inanıp tasdik etmeden ve onların mucibiyle de amel etmeden yaşayan kimse, kuru bir maddeden başka bir şey değildir. Halbuki insan hem madde, hem de ma’nâ âleminin mahsulüdür. O ma’nâ kısmını yani ma’neviyatı bıraktığı gün mahlûkun en esfeli ve en âdisi olmaktan başka bir şeye yaramaz. Odunsa yanmağa yarar. Diğer hayvanlar ise yenmeğe, 199 Ana Baba Hakları 200 binmeğe ve kullanmağa yarar. İnsan denilen mahlûkun vazifesi, hüneri bunlar değil, Allah Teâlâ’yı tanıyıp bilip O’na ibadet ve itaattir. Ve O’na ibadet ve itaati bilmeyene de, Allah’ı bilmiyor demekten başka sözümüz yoktur. Binâenaleyh, bizim çocuklarımıza Allah’ı tanıtmak ve öğretmek ve O’na ibadet ve itaatin lezzetlerini tattırmak için hiçbir fedakârlığımız da yok demektir. İşte bugünün numûnesi olan gençlik! Hakîki bir din sahibi olmayan kişilerden her türlü fenalıkları ve ahlak dışı hareketleri her an beklemek mümkündür. O zaman o cemiyetlerde ne âhenk bulunur, ne de rahatlık. Gerek Rus ve gerek Çin gibi, dinlerini terk edenlerin akıbetleri çok geçmeden mutlaka görülecektir. Hani o Firavunlar, hani o Şeddatlar, hani o Nemrud’lar? Bugün hepsinin yerlerinde yeller esmektedir… Aziz ve muhterem kardeş, sen hem dünyanı iyi öğren hem de dinini. Çünkü dinsizlerden insan olmaz. Din de ancak ve ancak İslâm dînidir vesselâm. Mutlaka, onu iyi öğren ve dîninle de amel eyle… Çünkü, amelsiz din, meyvesiz kuru ağaca benzer. O da olsa olsa, odun olup yakılır vesselâm. Öyle ise, çocuğuna mutlaka dînini de öğret: Allah’ı da bildir. Bak oturduğumuz evden tut da giydiğimiz bütün eşya ve kullandıklarımız hep birer yapıcının san’atkârların eseridir. Birisi bize dese ki, bunlar da tabiatın eseridir. Hiç inanır mıyız? Bu koca kâinat da içindekilerle beraber hepsi Allah Teâlâ’nın sanâyi-i bedîasıdır. Eserden müessire intikal tabiidir. Bir iz ve bir eser gördüğümüz zaman hemen ve derhal "bu kimin eseridir?" diye soruyoruz da, içinde yaşadığımız ve gözlerimizle gördüğümüz nâmütenâhi eserler "kimin eseridir?" diye sormak vazifemiz değil mi? hemen dinsizle- Mehmed Zahid Kotku rin propagandasına aldanıp inkâra kalkmak delilikten başka bir şey olamaz. Çünkü zerre kadar aklı olan ve düşünen kimseye Allah’ı inkâr kat’iyyen mümkün olamaz. Onun için inkârcılara akıllı demek caiz değildir. Her ne kadar onlar gökte uçsalar dahi. Zira, gökte uçan, denizde yüzen, karada koşan nice sayısız mahlûklar vardır ki, hiç birisinin insanlıkla alâkası yoktur. Şimdi sen söz dinle de, hem kendin Allah’ı tanımağa çalış, hem de çocuklarına Allah’ı iyi öğret. Hem çok oku, hem çok nasihat dinle. Çocuklarına da mutlaka dîni ilimleri öğretmeni rica ederim. Cenâb-ı Hak cümlemizin yardımcısı olsun ve Hak yolundan ayırmasın, âmin. c) İstenen bir şeyi mümkün iken vermemek ve Hakkı olmadığı şeyi istemek: Başta zekât olduğu halde diğer hayırları da vermemek, kıskanmak, cimrilik yapmak. Bir de hakkı olmayan şeyleri haksız yere istemek ve almağa çalışmak., Men ve (hâti) kelimelerinin delâlet ettiği manalara çok dikkat etmek ister. Zira hak sahiplerinin haklarını istemeden vermek vazifemiz iken, istendiği takdirde de çeşitli bahanelerle atlatmak, şüphesiz insani ve İslâmi bir hareket olmadığı hepimizce ma’lûmdur. Bunun Türkçemizde adı cimrilik diye geçmektedir. Sıkılığın ve bahiliğin fenalığını ahlâk ِ هKelimesi de َاع ِط ِنىkelimesinin kitaplarına okuyabilirsiniz. ات َ ْ kardeşidir. İstemek almak, manalarına gelir ki, haksız menfaat temin etmeğe çalışmak, almağa müstehak olmadığı şeyi almağa çalışmak, aç gözlülük dendiği gibi. ون َ اع َ ويم َنعâyetinde ُ ون ا ْلم َ ُ ََْ 201 Ana Baba Hakları 202 zikredildiği gibi. "Komşuların ihtiyaçlarını var iken vermemektir." de demişler. Mutlaka ikram ve ihsanı kesmektir.* ِ هKelimesi de م ْن ِعkelimesinin mukabilidir, dense ات َ َ pek hata olmaz zannederim. Birisi vermemekle, hayırlara iş- ِ هKelimesi de toplamakla tirak etmemekle nâm almış. ات َ eline geçeni hemen kapmaktır. Getir ver demek. Fakat hakkını istese, ona kimse bir şey demez. Öyle değil, haksızlık. Binaenaleyh sizin üzerinize vermeniz emrolunan şeyleri vermemek nasıl günah ise, almağa müstehak olmadığı şeyi de almağa çalışmak o da öylece günahtır. Men etmek kelimesinde istenilen mal da olabilir söz de olabilir. Yani bilgi istemek veya yardım istemek ve bedenî yardımlardan muavenetlerden de kaçınmak hep men kelimenin içinde olduğu gibi ِ ه haksız olarak üzerine borç olmayan hakları istemek de ات َ kelimesinin içindedir. d)Boş sözlerden sakınmak ve çok sormak: Bunlarla beraber kîl u kal: Türkçemizde dedikodu denilen boş vakitlerimizi zâyi eden bir afettir. Boş sözler. Geçmişteki faidesiz hikâyeler, masallar, hep bu kîl u kâl’in içindedir. Faidesiz çok söz söylemek, nâsın hallerinden sormak ve bahsetmek ihtilâflardan bahsetmek hep abes şeylerdir. Bu sorgular mallarda olduğu gibi, müşkül meseleleri sormak da böyledir. Öğrenip yapacağından değil, söz olsun diye sorar. Ve bazen de karşısındakini mahcup etmek için sorar. Bu * Ma’un: 7 Mehmed Zahid Kotku sorgu bazen istemek manasına da gelir. Zaruret olmadıkça istemek de haramdır. Sonra isteyeceğini muhakkak ve mutlaka mülkün sahibi Allah’tan iste. Bir rivayette de istersen sâlih kişilerden iste denmiştir ki, ne kadar doğrudur. Sâlih olmayan kimselerden istediğimiz takdirde, hem vermezler, verseler bile adamın burnundan getirirler. İnsan ödünç dahi istese, yine sâlih kimseleri arayıp onlardan istemeli. Çünkü günü geldiği zaman, şayet, ödeyemezsen sâlih kimseler mühlet verirler. Salih olmayanlar ise mahkemeye müracaat ederler. Sâlihler bazen bağışlarlar. Sâlih olmayanlar ise faiz üstüne faiz eklerler ve az zamanda faiz ana parayı geçer. Ödemesi de müşkül olur. Onun için Efendimiz (S.A.V) boş laflardan, çok istemeden ve sormadan, diğer bir rivayette ise mallarınızı zayi etmekten sizleri men ederim buyurmuşlar. Kerahettir, her halde korunmak hepimize borçtur. Selâmet Peygamberimizin gösterdiği yoldadır, vesselâm. 203 KARI KOCA HAKLARI 1- Kadınların kocalarına karşı vazifeleri Bir Arap müslüman olmuş ve Resûlullah Efendimizden imanı daha kuvvetli olması için bir mucize göstermesini istemiş. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazretleri de "ne istiyorsun?" diye sormuş. O da "şu ağacın buraya gelmesini istiyorum" demiş. Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazretleri de, "git onu çağır," demiş. Â’râbî gitmiş ağaca, "seni Resûlullah istiyor, ona icabet eyle" deyince, ağaç sağa sola eğile eğile köklerini koparıp Resûlullah’ın huzuruna gelmiş. Â’râbî, "kâfi kâfi, yeter yeter," deyince yine yerine gitmesi emrolunmuş. O da evvelce geldiği gibi yerine gidip yerleşmiş. Bu sefer Ârâbî: "Ya Resûlullah, müsaade et de ben de senin başını ve ayaklarını öpeyim" demiş ve öpmüş. Ârâbî tekrar rica etmiş ki, "sana secde etmeme Ana Baba Hakları 206 müsaade etmez misiniz?" Buyurmuşlar ki, “Bana secde etme. Halktan kimse kimseye secde etmesin eğer ben bir kimseye secde etmeyi emretmiş olsaydım, hakkına tazimen, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” a) Kocaya itaat etmek: Bir kadın Resûlullah’a gelmiş. "Kocanın kadın üzerindeki hakları nelerdir?" diye sormuş. Resûlullah (S.A.V)’de “Semerli deve üzerinde olsa dahi kocası davet ettiği zaman nefsini ondan men etmeye! Ondan izinsiz bir gün bile oruç tutmaya. (Ancak Ramazan müstesna.) Eğer izinsiz oruç tutarsa sevabını kocaya, günahı da hanıma. Ve evinden ondan izinsiz çıkmaya. Eğer nefsine uyup çıkarsa, evine dönünceye kadar rahmet melekleri de azap melekleri de ona lanet ederler. Kadının kıyamet gününde ilk sorgusu namazdan, sonra da koca hakkından olacaktır. Herhangi bir kadın kocasının evinden kaçarsa evine dönünceye kadar namazları kabul olmaz ve elini kocasının elinin üstüne kor ve istediğini işle diye özür diler. Sonra kadın, kocasına dua etmedikçe namazı red olunur. Kocalarının yataklarını muhafaza etmesi, evine kocalarının kerih gördükleri hiçbir kimseyi koymaması, açık bir fuhuş yapmaması! Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarındandır. Eğer bunları işlerlerse, çok şiddetli olmamak şartıyla sopayı hak ederler. Kadınların kocaları üzerindeki hakları ise, onların giyimlerini, orta halde maişetlerini ve evlerini temin etmektir. Kadın beş vakit namazını kılar. Ramazan ayında da orucunu tutar, namusunu muhafaza ederse ve kocasına da itaat ederse Cennet’in hangi kapısından isterse girsin. Koca hakkı o ka- Mehmed Zahid Kotku dar mühimdir ki, eğer kocasının burnunun birinden kan diğerinden de irin aksa, kadında bunları temizlese, yine kocasının hakkını ödeyemez. Onun için hanımefendiler herhalde pek çok fedakârlığa katlanmak mecburiyetindeler, eğer güzel bir hayat içerisinde yaşamak istiyorlarsa. Babaların da kızlarını gelin ettikten sonra damatları üzerindeki baskıdan uzak olmaları herhalde daha iyi olur. Hanım kızlar da babalarının evinde iken onlara nasıl itaat etmek mecburiyetinde iseler, evlendikten sonra da bu itaati kocalarına karşı hiç eksiksiz yapmak mecburiyetindedirler. Bunu ilk evlilik devirlerinde bir müddet muhafaza edebilirlerse de çocuk sahibi olup annelik sıfatını kazandıkları zaman işler değişmektedir. Bazı kere itaatin yeri kaybolur. Hele bir kere de çekiştirmeğe başlandı mı, artık sonrası hiç iyi gelmez. Babalarımız ve annelerimize karşı nasıl evleninceye kadar itaat etmek ve hizmetlerinde kusur etmemek mecburiyetinde isek kocalarımıza karşı da ölünceye kadar aynı hizmeti görmek mecburiyetindeyiz. Çocuklarımızın terbiyesi de karı koca arasındaki sevgi ve saygıya bağlıdır. Bizlerden çok güzel örnekler aldıkları takdirde, onların da aynı vechile hareket edeceklerine hiç şüphemiz olmasın. Onlara ne kadar nasihat ederseniz ediniz, örnekleri sizlersiniz. Sizler dürüst bir hayata, müslümanca yaşamağa sa’y ü gayret gösterdiğiniz takdirde emin olunuz, çocuklarınız da iyi kişilerden olacaklardır. Sizler müslümanca yaşamayıp evde kavga gürültü oluyorsa, çocuklarınız da ona göre olur, vesselâm. b) Kocasından izinsiz evinden çıkmak: Resûlü Ekrem (S.A.V) Hazretlerinin zamanı saadetlerinde bir adam evlenmiş ve bir müddet sonra da gurbete veya hac- 207 Ana Baba Hakları 208 ca gitmiş ve hanımına da "sakın ben gelinceye kadar evden dışarı çıkma" diye tembih etmiş. Bir müddet sonra da babası hastalanmış. Babasını ziyaret için Resûlullah’dan izin istemişse de Resûlullah Efendimiz o kadına, "kocana itaat eyle" diye tavsiyede bulunmuş. Bunun üzerine, kadın da evinden çıkmamış. Bir müddet sonra da babası ölmüş. Yine kadıncağız Salallahü Aleyhi Vesellem Hazretlerine vak’a-i müessifeyi duyurmuşlar ise de yine "kocasına itaat etsin" buyurmuşlar. Şimdi, bu canlı hadise önümüzde iken, bugünkü halimize ne dersiniz bilmem! Bizim de bundan evvelce, hacılarımız hacca giderken, kocaları ister tembih etsin, ister etmesin, hiçbir hacı hanımı, hacı efendi gelinceye kadar evlerinden kat’iyyen çıkmazlar idi ve o devirlerdeki rahatlık, huzur, saâdet, selâmet, hürmet ve saygı müslümanlar arasında ne kadar şayan-ı hayretti. Hemen herkes sevinç ve sürûr içerinde. Şimdiki gibi gece yarılarına kadar çarşı ve pazarlarda kimse bulunmaz. İkindi namazından biraz sonra herkes dükkânını kapar. Allah Teâlâ’nın verdiği bu kısmete razı olur, zembilini alır nafakalarını doldurur, evinin yolunu tutardı. Akşam olmadan herkes evinde… Yaşlılar geceliklerini entarilerini giyerler. Başlarında abânî yeşil sarıklar, ellerinde fenerleri yatsı namazlarına mahalle camisine gider. Konu komşu tatlı tatlı sohbetlerle evlerine dönerler. Şimdi ise o günleri hasretle aramaktayız. Medeniyet denilen bu devir bizlere bak neler getirdi. Hep aklıma ikide bir de şu şairin sözü gelmektedir: اك َد ْر َ َد ْع َم.اص َفا َ ُخ ْذ َم Sen bana safa veren, rahatlık veren, huzur veren, sürur ve sevinç veren neler varsa onları kendi malın gibi al ve onlardan faydalan ve bilakis senin huzurunu selbeden, rahatlığını Mehmed Zahid Kotku gideren, sürûr ve sevincini yok eden kederler getiren, seni sıkıntılara sokan başına belâlar getiren ne kadar şey varsa onları bırak, Allah’a dön. Çünkü netice her gelen gitse gerektir dedikleri gibi, gideceğimiz yer Allah’tır vesselâm. Onun için en güzel yol, herkese ve bâhusus karı – koca ve aile efradına lazım olan en mühim şey, Allah Teâlâ’nın emrine ve Resûlullah’ın sünnetine uyarak dünyada ve ahirette saadet ve selâmetle yaşamaktır. Bu da ancak Hak Sübhanehu ve Teâlânın rızasını kazanmakla mümkündür, vesselâm. Cenâb-ı Hak cümlemizin muîni olsun da; dünyasını ve ahretini mesud eden bahtiyar kullarından eylesin âmin! Bi hürmeti seyyidil-mürselin, velhamdülillahi rabbilalemin. 2- Kocaların hanımlarına karşı vazifeleri Müminlerin iman cihetinden en kâmili, ailesine karşı güzel ahlâklı olandır. Onun için Cenâb-ı Peygamber (S.A.V) de ailelerine karşı çok şefik idiler ve hatta gerek kendi işlerinde ve gerek ev işlerinde ailelerine yardımda bulunurlardı. Bu örnek hepimize şâmildir. a) Evini ve ehlini korumak ve hayrı tavsiye etmek: Binaenaleyh umumi bir düstur vardır. Şöyle ki, hepimizin umumî vazifelerinden birisi, bulunduğu hizmetin gözcüsü ve koruyucusu olduğunu duyurmak olmuştur. Ve herkesin bulunduğu hizmetten mesul olacağı duyurulmuştur. Erkek, evinin, ehlinin ûmûr ve husûsunu gözleyici ve koruyucudur ve bundan mesuldür. Köle, efendisinin, malının bekçisi ve gözcüsüdür ve bundan mesuldür. Kadın, kocasının evinin muhafazasına memurdur, koruyucusudur, gözcüsüdür ve bundan mesuldür. Âgâh ve mütenebbih olunuz ki, 209 Ana Baba Hakları 210 herkes güttüğü şeylerden mesuldür vesselâm. Onun için çok uyanık olmak lazımdır. Mesuliyet pek büyük bir yüktür. Gören ve bilen, Allah Teâlâ’dır. İnsan lâyıkıyla yapmadığı hizmetlerden mesul olacak sorguya tutulacak. Cevabını vermek kolay değil. Dünya sorgusuna ve cevabına elbette benzemez. Kaçamak söz ve yalan para etmez. Evlendiği zaman kadına bir mihir takdir olunur. Buna mihr-i müeccel denir. Nikâh bu akid üzerine bu şartlarla kıyılır. Meselâ altın para olarak on altın veya yirmi otuz altın Reşat ve Hamid altınları. Ve bir de adet-i belde ev eşyaları vardır. Şimdi nikâh kıyılırken bu kadar altına nikâhınızı kıyıyorum deyince, hep pekâla deriz de sonra bu parayı vermek zor gelir. Veya hiç vermemek üzere niyet edersek o hanımla olan muamele-i cinsiyeti zina üzerine olur. Bunun gibi borç para alıp da vermemek niyetinde ise bu da hırsızlık olur buyrulmuştur. Kadınlara daima hayrı tavsiye etmemizi iki cihan serveri sevgili Peygamberimiz bizlere tavsiye buyurmuşlardır. Onlar sizin yanınızda kendileri için hiçbir şeye malik değildirler, siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın kelâmı üzerine ırzlarını helâl edindiniz. b) Kadının kocası üzerindeki beş hakkı: Kadının kocası üzerinde beş hakkı vardır: Birincisi karısını perde arkasından hizmet ettire, yani evi mazbut ola, dışarıdan içerisi görünmeye ve onun oradan dışarı çıkmasına izin vermeye. Çıkarsa beraber çıkarlar veya örtüsüz evinden dışarıya çıkmaya. Çünkü avrettir. Dışarı çıplak (örtüsüz, çarşafsız) çıkması günahtır. Ve mürüvvete muhaliftir. İkincisi, karısına lazım olan dini bilgileri öğretmektir. Abdest, namaz, oruç gibi muhtaç olduğu dini malûmatı vermektir. Üçün- Mehmed Zahid Kotku cüsü ona helâl rızıklar yedirmektir. Zira haramdan olan et Cehennem’de yanacaktır ve eriyecektir. Dördüncüsü ona zulmetmeye. Çünkü o kadın ona bir emanettir. Beşincisi eğer kadın ona dil uzatır ve üstünlük taslarsa onu sabırla karşılayıp nasihatte buluna ki, bir daha böyle hatalı bir işe düşmeye. Hazreti Ömer’e bir adam karısından şikâyet için gelmişti. Lâkin kapıda durmuş ve Hz. Ömer’in karısının da ona çıkıştığını görünce geri dönmüştü. Fakat Hz. Ömer bu adamı, kapıya kadar gelip geri dönüşünü görünce çağırdı, niçin geri döndüğünü sordu. Adam da; "karımdan şikâyet edecektim, baktım ki, aynı hal sizin de başınızda, onun için bir şey demeden döndüm." Bunun üzerine Hz. Ömer buyurdular ki, "onların bizlerde bazı hakları vardır. Onun için söylediklerine kulak asmam. Evvelâ o benimle ateş arasında perdedir. Yani benim gayri meşru yollara sapmama manidir. Kalbim onunla sükûnet bulur. Harama dalmam. Sonra benim için bir hazinedardır. Evimden çıkınca malımın bekçisidir. Çamaşırımı yıkar, elbiselerimi temizler. Daha sonra çocuğumun süt annesidir yani onu besler. Daha sonra ekmeğimi pişirir, yemeğimi yapar." Adam bunları dinleyince şöyle dedi: "Bana da öyle oluyor. Madem ki sen vazgeçtin, ben de vazgeçerim," dedi. 3- Hesabı sorulmayacak harcamalar Dört nevi para harcama vardır ki, kıyamet gününde kul bu harcamalardan mesul olmaz; 1- Ana ve babasına harcadığı para, masraf. 2- İftar için harcadığı paralar. 3- Sahur için harcadığı paralar, masraflar. 4- Bir de ehl ü iyali için harcadığı paralar, masraflardır. Dinar denilen o günkü para, o da dört maksatla harcanır: birisi fisebilillah harcanan paralar. İkincisi miskinlere harcanan paralar. Üçüncüsü kölelere harcanan 211 Ana Baba Hakları 212 paralar. Dördüncüsü de ehline, evine, çoluk çocuğuna harcanan paralardır. Fakat bunun en büyük ecri ve sevabı olan ise, ehline harcadığı paralardır. KOMŞU HAKLARI İslâmiyette her hak sahibinin hakkını verebilmek, devletlerin en büyüğü, şereflerinde en üstünüdür. Hak olarak ilk tanımamız gereken, Allah celle ve Alâ’nın hakkıdır. Çünkü bizi tam tekmil, mükemmel, noksansız yaratmıştır. Üstelik sayısız nimetleri ile birlikte bir de; akıl, zekâ, irade, kudret, işitme, görme, koku alma, tad alma çeşitli his ve daha sayılmayacak kadar çok nimetlerle bizleri süslemiş en güzel bir mahluk ve halifesi olarak bu dünyaya yollamıştır. Bir müddet sonra asıl yerimiz olan Cennet ve cemaline nail etmek için de ölümü halk etmiştir. Bu dünya güzel bir yerdir. Cennete ve hakkın cemaline buradan geçilip gidilir. Bu kadar nimetlerin şükrünü ifa etmeye biz gibi aciz kulların gücü kuvveti yetmez. Yalnız bu nimetlerin Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dan olduğunu bilirsek ne mutlu bizlere. Bununla beraber asıl şükür, Hak celle ve âlânın emirle- Ana Baba Hakları 214 rini tutup yasaklarından kaçmakla mümkündür. Emrin başı beş vakit namaz, sonra da 54 farzı ifa ile olur. Bunlar yapılmazsa Hak ile olan ilgimiz kesilmiş demektir. Sonra da suyu kesilen değirmen gibi basmakalıp bir vücut kalır ki, sen artık ne dersen de. İkinci olarak, ana baba hakkı geliyor ki, bu da Cenâb-ı Hakk’a karşı olan borcumuza hemen denktir. Çünkü ana baba hakları ifa edilmeyince başka hayırlı ameller bile makbul olmuyor. Bu da aynen suyu kesilmiş bir değirmen gibidir veya elektrik cereyanı kesilmiş bir lamba veya herhangi bir alet. Üçüncü hak ise, ana ve babanın teferruatı olan akrabayı taallukat! Bu da tıpkı Allah hakkı, ana ve baba hakkı kadar mühimdir. Bir ağaç ancak dallarıyla, meyveleriyle, yapraklarıyla ağaçtır. Dalları olmayan, meyvesi olmayan, yaprakları olmayan ağaç değildir. Belki kesilmeye mahkûm ve yanmağa layık bir kütük ve bir odundur. Bu da suyu kesilen değirmen gibidir dersek elbette hata etmiş olmayız zannediyorum. Zira faidesiz, Cennet ve Cemalullahdan habersiz, duygusuz bir mahlûktur. Allah Teâlâ cümlemizi böyle olmaktan muhafaza buyursun, âmin! Dördüncü hak ise komşu hakkıdır: Komşu hakkı da, ana baba hısım akraba hakları kadar mühim bir hakdır. Onun için bizim büyüklerimiz demişler ki, ev alma komşu al. Komşu hakkı bazen akraba haklarından üstündür ve komşu komşuya akrabadan daha da yakındır. Çünkü akrabaların her birisi bir yerdedir. Fakat komşu yanı başındadır. Her zaman imdada, yardıma gelebilir. Onun için komşu hakkı, hakların pek mühimlerindendir. Bu hakları tanımayanların akıbetleri hüsrandır. Mehmed Zahid Kotku Müslümanda bir de manevî kardeşlik vardır ki, bu hak da ana ve baba hakkı, hısım ve akraba hakkı ve komşu haklarından da daha mühimdir. Çünkü bu hak bütün müslümanlarla müşterek bir haktır. 1- Komşu hakkının lüzumu hakkında Şimdi sizlere biraz komşu haklarının lüzumu ve ehemmiyeti hakkında gücümüzün yettiği kadar, kitaplardan bildiklerimizi arzedeceğim. Bu hususta Terğîb ve Terhib adlı kitap bizlere çok faideli olmaktadır. Zira her bahisteki âyet ve hadisleri toplamak herkese mümkün değildir. Allah razı olsun bu muhaddislerden ki, bunları toplamışlar, bölümlere ayırmışlar, nerelerden aldıklarını yazmışlar. Bizlere hazır birer eser bırakmışlar. Sizlere komşu hakkında Buharî ile müslim’in zikrettikleri hadis-i şerîfi malen nakledeyim: ِ َّول ه الل َص َّلى َ اللُ َع ْن ُه َما َا َّن َر ُس ََّع ْن َابِى ُه َر ْي َر َة َر ِض َى ه ِ َّان يؤ ِمن ب ه ِ ِ ِالل وا ْليو ِم ْا ، ِآلخر َّه ُ ْ ُ َ َم ْن َك:اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم َق َال َْ َ ِ ِ َ ومن َك،َف ْلي ْكرِ م َضي َفه ِ ِالل وا ْليو ِم ْا آلخرِ َف ْلي ِص ْل ْ ََ ُ ْ ْ ُ ْ َ َ َّان يُ ْؤم ُن ب ه َ ِ َّان يؤ ِمن ب ه ِ ِ ِالل وا ْليو ِم ْا آلخرِ َف ْلي ُق ْل َخيرا ُ ْ ُ َ َو َم ْن َك،َرح َم ُه َْ َ َ ًْ ﴿رواه البخارى ومسلم.ت ْ ﴾ َا ْو ِل َي ْص ُم Her kim Allah’a iman ediyor ve âhiret gününe inanıyorsa komşusuna ikram etsin ve yine her kim Allah’a iman ediyor ve ahrete inanıyorsa misafirine ikram etsin ve yine her kim Allah’a iman ediyor ve ahrete inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin. 215 Ana Baba Hakları 216 Komşu hakkı hakkında başka bir şey yazmağa lüzum yok. İmanı olana bu kâfidir. Bununla beraber komşu ile zina ve komşu malını çalmak, on kadınla zinadan ve on ev soymaktan daha beterdir. ِ َّول ه َ اللُ َع ْن ُه اَ َّن َر ُس َّالل َص َّلى ه ََّع ْن اَبِى ُه َر ْي َر َة َر ِض َى ه ُالل ِ َّ و ه،الل الَ يؤ ِمن ِ ِ َّ و ه:ع َلي ِه وس َّلم َق َال ِ َالل ال َ ُ ْ ُ َّ َو ه،الل الَ يُ ْؤم ُن َ َ َ َ ْ َ ِ َّول ه ِ ِ ِ ْ ار ُه َ ار ُس َ ق َيل َم ْن َي.يُ ْؤم ُن ُ اَ َّلذى الَ َيأ َم ُن َج:الل َق َال ِ ﴾بو ﴿رواه احمد والبخارى ومسلم.ائ َق ُة ََ Ahmed b. Hanbel Buhari ile müslim’in Ebû Hureyre (R.A) rivayetlerinde Sallallahü aleyhi vesellem Hazretleri üç kere: "Vallahi la yü'minü, vallâhilâyü'minü, vallâhi layü’minü (Allah’a yemin olsun ki, iman etmiş olmaz)" demesi üzerine Sahabe-i kiram Hazretleri; "kim o, ya Resûlallah?" demişler. Buyurmuşlar ki: "Zulmünden, şerrinden emin olunmayan komşu." Ebûbekir, Ömer ve Osman (R.Anhüm)’ün mescit kapısına gidip yüksek sesle: "Ey cemaat âgâh ve mütenebbih olunuz, uyanınız, kulak veriniz. Muhakkak kırk ev komşudur ve şerriyle komşusunu korkutan kimse Cennet’e girmez." ِ َّول ه الل َص َّلى ُ اللُ َع ْن ُه َا َّن َر ُس ََّع ْن َا َن ٍس ْاب ِن َم ِال ٍك َر ِض َى ه يما ُن َعب ٍد َح َّتى َي ْس َت ِقيم اليست ِق:الل علي ِه وسلم قال َ َيم ا ْ َ ُ َ ْ َ َ َ َ َ َّ َ َ ْ َ َ ُ َّه َق ْلب ُه َوالَ َي ْس َت ِقيم َق ْلب ُه َح َّتى َي ْس َت ِقيم ِل َسانُ ُه َوالَ َي ْد ُخ ُل ُ ُ ُ َ ِ ﴿رواه احمد.ائ َقه ُ ار ُه َب َو ُ ﴾ا ْل َج َّن َة َح َّتى َي ْا َم َن َج Mehmed Zahid Kotku Hz. Enes (R.A) den: Resûlü Ekrem (S.A.V) buyurdular ki: “Kişinin imanı doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz ve Cennet’e komşusu onun şerrinden emin olmadıkça da girmez. ِ َّول ه اللُ َع َلي ِه الل َص َّلى َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال َو َع ْن ُه َر ِضى ُ َّه َّه ْ َ ِ ِ َوا ْل ُم ْس ِلم َم ْن َس ِلم،اس َّ اَ ْل ُم ْؤم ُن َم ْن اَم َن ُه:َو َس َّل َم ُ الن َ ُ ِ َوا ْلم َه،ون ِم ْن ِلس ِان ِه َوي ِد ِه ،وء َ ا ْل ُم ْس ِل ُم ُّ اج ُر َم ْن َه َج َر َ الس َ َ ُ ِِ ِ ِ ار ُه ُ َوا َّلذى َن ْفسى ب َِيده الَ َي ْد ُخ ُل ا ْل َج َّن َة َع ْب ٌد الَ َي ْا َم ُن َج ِ ﴿رواه احمد.ائ َقه َ ُ ﴾ب َو Yine Enes (R.A) den rivâyet edilmektedir. Resûlullah (S.A.V) buyurdular ki: "Mümin, insanların her bakımdan kendisinden emin olduğu kimsedir. müslüman da, müslümanların onun elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir. Muhacir ise kötülüklerden günahlardan hicret eden kimsedir." dedikten sonra: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah Teâlâ’ya kasem ederim ki, komşusu şerrinden emin olmayan hiçbir kul Cennet’e girmez.” Allah’ü Celle ve Âlâ Hazretleri dünya nimetlerini sevdiğine verir, Süleyman Aleyhisselâm’a verdiği gibi; sevmediklerine de verir Firavunlara verdiği gibi. Fakat dinini ancak sevdiklerine verir. Peygamberlere, ashab-ı kiram ve mümin kullarına verdiği gibi. Binaenaleyh, her kime din verilmiş ise yani dindar bir kimse ise muhakkak tebrike ve tebşire lâyıktır ki, Allah Teâlâ’nın onu sevdiğine başlıca alâmettir. 217 Ana Baba Hakları 218 Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, kulun kalbi ve lisanı selâmette olmadıkça selâmette olmaz. Yani insanın müslüman olup da selâmette kalabilmesi ancak kalb ve lisanın selâmette kalabilmesiyle mümkün olur. Kur’an-ı Kerim’de de öyle değil mi? Kıyamet gününde insanın ne mal ve ne de evlâdları faide verir. Ancak faide veren şeyin, kalb-i selim olduğu bildirilmektedir. Kalb-i selim, kalbin âfetlerinden; kibir, riya, hırs, şehvet, şöhret, gadab gibi günahlardan selâmette olması demektir ki, bunlara necaseti maneviye derler, yani iç pisliklerdir. Dış pislikler sularla yıkanır temizlenir. Bu iç pislikleri ise ancak sağlam bir tevbe ile bu kötü huyları bırakmakla mümkün olur ki, bu da çok zordur vesselâm. Çok kere insanlar bu manevi pislikleri dünyada edinirler. Hele bir de imanı yoksa vay haline. Kul mümin-i kâmil olamaz hatta onun komşusu o kulun zulmünden, cefasından, eziyetinden emin olmadıkça. Onlara nasihat etmemek de eziyetten sayılmıştır. Ne kadar güzel bir tabir, insan herkese faideli olan kişi demektir. Komşusuna faideli olabilmek yalnız ona ikram ve ihsan değil, aynı zamanda apaçık görülen hatalara karşı gizlice ve münasip şekilde tatlıca, güzel nasihat ve sohbetlerde bulunmak müminlerin üzerine borç olmaktadır. Her kim haramdan bir şey kazanırsa ondan ne kadar infak edip tasadduk etse ve çeşitli hayırlara harcasa hiçbiri kabul olunmaz. Ve o servet ona mübarek de olmaz. Geriye bıraktığı servet de nihayet onu Cehenneme sürükleyip götürür. Malûmdur ki, pislik pisliği temizlemez. Meselâ çamaşırımızda bir pislik olsa, bunu pis bir su ile temizleyebilir misiniz? Mehmed Zahid Kotku 2- Komşu ile iyi geçinmek ال َ َق:ال َ اللُ َع ْن ُه َق ََّو ُر ِو َى َع ْن اَ َن ٍس ْب ِن َم ِال ٍك َر ِض َى ه ِ َّول ه ِ ار ُه َف َق ْد ُ َر ُس َّالل َص َّلى ه َ َم ْن ٓا َذى َج:اللُ َعل ٓ ْيه َو َس َّل َم ِ ِ ار ُه َ ار َب َج َ َو َم ْن َح،الل َ َّٓا َذانى َو َم ْن ٓا َذانى َف َق ْد اّ َذى ه ِ ومن ح، َف َق ْد حارب ِنى. الل َع َّز َو َج َّل ََ َ َ ار َبنى َف َق ْد َح َ َ ْ َ َ َ َّار َب ه ﴿ ﴾رواه ابو الشيخ ابن حبان فى كتاب التوبيخ Hz. Enes (R.A)’ın şu rivâyetine bakınız. Sallallahu Aleyhi Vesellem buyuruyor ki: Her kim komşusuna eza ederse bana eza etmiş gibidir. Bana eza eden ise Allah’a eza etmiş sayılır. Her kim komşusu ile dövüşürse, benimle dövüşmüş gibidir, her kim benimle dövüşürse Allah’la dövüşmüş gibidir.” Bu hadis bizlere ders olarak yetmez mi dersiniz? Fakat bu insanoğlu daima kendini haklı gösterebilmek için çok laf eder. Kendisinin sabırsızlığını ve hazımsızlığını, fedakârsızlığını ve menfaatperestliğini hep örtbas etmeye çalışır. Komşu hakkı filan hiç tanımaz. İster ki, her şey istediği gibi olsun. Âmr (R.A)’ın oğlu Abdullah’dan rivayet edilmektedir: ِ َّور ِوى عن عب ِد ه :اللُ َع ْن ُه َما َق َال َّالل ْب ِن َع ْمرٍ و َر ِض َى ه َْ ْ َ َ َ َ ِ َّول ه :اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم ِفى َغ َز ٍاة َق َال الل َص َّلى ُ َخ َر َج َر ُس َّه َ ْ ار ُه َف َق َال َر ُج ٌل ِم َن ا ْل َق ْو ِم اَ َنا َ الَ َي ْص َح ُب َنا ا ْل َي ْو َم َم ْن اَ َذى َج الَ َت ْص َحب َنا ا ْلي ْو َم: َف َق َال،ت ِفى اَ ْص ِل َح ِائ ِط َجارِ ى ُ ب ْل.ُ َ ْ ﴿ وفيه نكارة،﴾رواه الطبرنى 219 Ana Baba Hakları 220 Resulü Ekrem (S.A.V) bir gazaya çıkarlarken buyurdular ki; “Bugün bizimle beraber olmasın o kimse ki, komşusuna eza etmiştir." Cemaatin içinde bir adam çıkıp dedi ki, "ben komşumun duvarına işedim." Buyurdular ki, "sen bu gün bizimle gelme.” Malûmdur ki, harpler hemen öyle büyük kuvvetlerle ve malzemelerle elde edilemez. Allah Teâlâ’nın rahmeti, Salih olmayan kavmin üzerine nazil olmaz. Onlara Allah’dan nusret ve yardımda gelmez. İşte bizler senelerden beri düşmanlar ve kâfirler üzerine nusret ve yardım isteriz, bunun için hemen her gün dua ederiz de, demek duamız hiç de kabul olmuyor. Düşmanlarımıza karşı daima boynumuz bükük ve daima onların yardımlarını istemekteyiz. Bu gün bile onlara yine milyarlarca borcumuz olduğunu da işitmekteyiz. Bu da bizim için yüz karası olarak yetmez mi dersiniz? 3- Kötü komşu Peygamberimizin dualarından birisi de “Ya Rab, kötü komşudan sana sığınırım.” Çadırlarda ve göçebe hali yaşayanlar bir müddet sonra yerlerini terk edip başka yerlere giderler. Onun için o çadırlarda yaşayanlar yazın bir yerde, kışın bir yerde gezerler de o kadar zararlı olamazlar. Fakat daimi oturduğu evden çıkıp gitmek kolay mı? onun için oralardaki, kötü komşulardan Allah’a sığınmak gerektiğini bizlere bildirmiş oluyor. Kıyamet gününde ilk muhakemelerden birisi de iki komşu arasında olacaktır ki, biri diğerinden davacı olacaktır. Bu mahkeme dünya mahkemelerine hiç de benzemez. Şahitler hep azalarımız olacak. Olanı biteni güzelce söyle- Mehmed Zahid Kotku yecekler. Söyleten Allah’tır. Ağızlar kapatılır. Eller söyler, ayaklar da şehadet eder. Hiç düşünme. Gözünün önündeki teyp, bak ne güzel söylüyor. Cenâb-ı Hak’da yarın diğer azalarımızı böylece şehâdet ettirecek vesselâm. Binaenaleyh komşusuna eza eden kimse her ne kadar sofu olursa olsun, Cennet’e giremeyecektir. Ve komşusuna eza etmeyen veya ezalara karşılık vermeyen sabırlı ve mütehammil kimseler her ne kadar fazla nafile ibadetleri yok ise dahi, yine rahmet-i İlahiye ile bu huylarından nâşi Cennet’e gireceklerdir. Ve bunların içinde bir de komşularının hoşuna gidecek şeyleri yapıp da onlara ikram edenler yok mu ya, doğrusu çok bahtiyar kişilerdir ve Cennet’e de layıktırlar vesselâm. 4- Komşuya ikramda bulunmak ِ ور ِوى عن عمرٍ و ب ِن ُشعي ٍب عن اَب ِيه َع ْن َج ِّد ِه َع ِن ْ َ ْ َْ ْ َ َ ُ َ َْ ون َ َم ْن َا ْغ َل َق َب َاب ُه ُد:اللُ َع َل ْي ِه َو َس َّل َم َق َال َّالنب ِ ِّى َص َّلى ه َّ ، َف َلي َس ٰذ ِل َك ب ُِم ْؤ ِم ٍن،َجارِ ِه َم َخا َف ًة َع َلى اَ ْه ِل ِه َو َم ِال ِه ْ ِ ِ اح ُّق َ َا َت ْدرِ ى َم.ار ُه َب َوائ َق ُه ُ َو َل ْي َس ب ُِم ْؤم ٍن َم ْن َل ْم َي ْا َم ْن َج َو ِا َذا ْاس َت ْقر َض َك اَ ْقر ْض َت ُه، ِا َذا ْاس َت َعا َن َك اَ َع ْن َت ُه:ا ْل َجارِ ؟ َ َ َو ِا َذا اَ َص َاب ُه،َو ِا َذا ا ْف َت َقر ُع ْد َت َع َلي ِه َو ِا َذا َمرِ َض ُع ْد َت ُه ْ َ ات َّاتب ْع َت و ِاذا اصابته م ِصيبة عزيته و ِاذام،خير هناته َ َ َ َ َ ُ َ ْ َّ َ ٌ َ ُ ُ ْ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َّ َ ٌ ْ َ ِ ِ يح ُ َوالَ َت ْس َت ِط،از َت ُه َ َج َن َ ِّيل َع َل ْيه بِا ْل ُب ْن َيان َف َت ْح ُج َب َع ْن ُه الر 221 Ana Baba Hakları 222 يح ِق ْدرِ َك ِاال َّ اَ ْن َت ْغرِ َف ِ ِ َوالَ ُت ْؤ ِذ ِه ِب ُق َتارِ ر،ِاال َّ ب ِِا ْذ ِن ِه َق َال:اللُ َع ْن ُه َق َال َّ َو َع ْن َن ِاف ِع ْب ِن ا ْل َحارِ ِث َر ِض َى ه،ِم ْن َها ِ َّول ه ِ ِ :اد ِة ا ْل َمر ِء ُ َر ُس َّالل َص َّلى ه َ م ْن َس َع،اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم ْ ِ ِ يئ َوا ْل َم ْس َك ُن ا ْل َو َاس ُع ُ وا ْل َم ْر َك ُب ا ْل َهن، َ الصال ُح ُ َا ْل َج. َّ ار ﴿ ورواته رواة الصحيح،﴾رواه احمد Amr b. Suayb’ın rivayeti bize pek güzel bir ışık tutmaktadır. Komşusunun malı ve ehlinden korkarak kapısını kapayan kimsenin komşusu mümin değildir. Yine komşusu kendinden emin olmayan kimse mümin değildir. Komşu hakkını bilir misiniz nelerdir? Senden bir yardım istediği vakit ona yardım edersin, senden borç isterse verirsin, muhtaç olduğu vakit ona gidersin, yani elinden tutar ve yardımcı olursun, hastalığında ziyaretine gidersin ve elini eline kor ona şifa istersin. Komşun bir hayra erişirse onu tebrik edersin. (Mesela hacdan gelmek ev almak, çocuğu olmak gibi). Komşusuna bir musibet gelirse onu teselli edersin. Ölünce cenazesine gidersin. Onun evinin üstüne yüksek binayı ancak ondan izin alarak yapabilirsin. Tencerendeki yemek kokularını ona kokutarak ona eza etmekten ancak pişirdiğin yemekten ona vermekle kurtulursun. Evine meyve aldığın vakit onlara da verirsin. (Şayet veremezsen meyveyi evine gizlice getirmelisin.) Meyveleri çocuğunun eline vererek sokağa çıkarma ki, komşu çocukları ona özenmesinler. Buna dair daha üç veya dört tane hadis-i şerif var. Vay bizim başımıza gelenler. Mehmed Zahid Kotku Bu komşu haklarını böylece acaba kim yapabilecek. Belki pek az muhterem kişiler yapabilirler ki, onlar da şüphesiz Hakk'ın rahmetine nail olmuş kimseler olacaktır. Cenâb-ı Hakk bizleri de rahmetine nail olan ve komşularına faideli olabilen kullarından eylesin. Âmin! Ve yine şu komşulardan da Allah Teâlâ’ya sığınmak gerektir ki, hayır görürse saklar ve eğer bir şer görürse onu yayar; herkesin onu ayıplamasını ister. Hz. Enes (R.A) den rivayettir. ول ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َما َق َال ََّو َع ْن أَ َن ٍس ْب ِن َم ِال ٍك َر ِض َى ه ِ َّه ِ ات َّالل َص َّلى ه َ اآم َن بِى َم ْن َب َ َم:اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم َق َال ار ُه َج ِائ ٌع ِا َلى َج ْنب ِِه َو ُه َو َي ْع َلم ُ َش ْب َعا ًنا َو َج ُ “Komşusunun aç olarak yattığını bilirken karnını doyuran Allah’a iman etmiş sayılmaz.” Hz. İbn-i Abbas (R.A) dan rivayettir. ٍ وع ِن ب ِن عب ول َ َق:ال َ اللُ َع ْن ُه َما َق ُ ال َر ُس َّاس َر ِض َى ه َّ َ ْ َ َ ِ َّه َلي َس ا ْل ُم ْؤ ِم ُن ا َّل ِذى َي ْشب ُع:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم الل َص َّلى َ ْ َ ْ َّه ِ ﴿رواه الطبرانى وابو يعلى.ائع ٌ ار ُه ِج َ ُ ﴾و َج “Mümin değildir o kimse ki, komşusu aç olduğu halde karnını doyuran”. Diğer bir rivâyette de, “mümin değildir o kimse ki tok olarak yatar, halbuki komşusu aç olarak yanı üzere yatmıştır.” 223 Ana Baba Hakları 224 Ebû Hûreyre’nin rivâyeti pek mühimdir. ِ َّول ه الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن اَبِى ُه َر ْيرِ َة َر ِض َى ه ِ من ي ْا ُخ ُذ ع ِنّى ه ِذ ِه ا ْل َك ِلم:الل ع َلي ِه وس َّلم ات ٰ َ َ ْ َ َ َ َ ْ َ ُ ََّص َّلى ه َ َفي ْع َم َل بِهِ َّن اَ ْو يُ َع ِّلم َم ْن َي ْع َم ُل بِهِ َّن؟ َف َق َال اَ ُبو ُهر ْير َة؛ َ َ َ َ ِ َّول ه : َفاَ َخ َذ بِي ِدى َف َع َّد َخ ْم ًسا َف َق َال،الل َ ار ُس ُ ُق ْل َ ت اَ َن َاي َ ِ َا َّت ِقى ا ْلمحارِ م َت ُكن َاعب َد الن َّاس َو ْار َض ب َِما َق َس َم ه َّ َ ْ ْ َ َ َ ُالل ِ َل َك َت ُكن اَ ْغ َنى الن ، َواَ ْح ِس ْن ِا َلى َجارِ َك َت ُك ْن ُم ْؤ ِم ًنا،اس َّ ْ ِ ِ ِ َوالَ ُت ْك ِثر،اس َما ُت ِح ُّب ِل َن ْف ِس َك َت ُك ْن ُم ْس ِل ًما َ َو َاح َّب ل َّلن ِ ِ ِ َّ الض ِح َك َف ِا َّن َك ْثر َة يت ا ْل َق ْل َب َّ ُ الضحك ُتم َ Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri buyurdular ki: “Kim benim söyleyeceğim kelimeleri alır ve onunla amel eder veya amel edecek birisine onları öğretir? Ebû Hureyre dedi ki, "ben alırım, Ya Resûlullah." O zaman Resûlullah (S.A.V) Hazretleri benim elimden tuttu da beş şeyi saydı ve dedi ki: Allah’dan kork, haram olan şeyleri işlemekten kork. (Zira bir zerre haramı terk, yer gök ehlinin sevabından hayırlıdır buyrulmuştur. Bunları izaha hacet yoktur zannederim.) O zaman nâsın en abidi olursun. Allah’ın taksimine razı ol ki, nâsın en zengini olasın. Komşuna ihsanda bulun ki, mümin olasın. Nefsin için sevdiğin şeyleri insanlar için de sev ki, müslüman olasın. Çok gülme. Muhakkak çok gülmek kalbi öldürür. Mehmed Zahid Kotku Bu hadis-i Tirmizi Hazretleri ve başkaları hasen olarak Ebû Hureyre’den nakletmişlerdir. Bazıları hadiste zaaf vardır demişseler de, hadis-i zaifler diğer hadiselerle kesb-i kuvvet edip zayıflıktan çıkar ve kuvvetlenir olduğu cümlece malumdur. Kardeşlerin ve komşuların en hayırlısı kardeşine ve komşusuna hayırlı olanıdır. 5- Komşu hakkının ehemmiyeti Buharî ile müslim, Ebû Davud Beyhakî, İbn Hıbban sahihinde Hazreti Ebû Hureyre’den nakletmiştir. Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular ki: “Cebrail Aleyhisselam, komşu hakkında bana o kadar vasiyet ettiler ki, ben zannettim ki, komşular sanki varis olacaklar.” Bu hususta ulemâyı kiramın izahına göre, ne Peygamber Aleyhisselâm zamanında, ne de daha sonraları böyle bir şey olmamıştır. Yalnız yine ulemayı zevi’l-ihtirâmın tesirlerine göre miras iki kısımdır: Maddi ve manevi. Maddi kısım olmadığından, manevi kısım murad olunmuştur. Şöyle ki, kişi komşusuna muhtaç olduğu dini malûmatı ve bilmediklerini öğretmekle mükelleftir. Komşu müslim, kâfir, âbid, fâsık, sıddık, düşman, yerli, köylü olabilir fakat hepsi komşudur. Faideli, zararlı, yakın ve uzağı vardır. Buradaki haklar üçe bölünmüştür. Eğer komşu akrabadan ve müslim olursa, onun üç hakkı vardır. Birisi akrabalık, biri müslümanlık, birisi de komşuluk hakkıdır. Komşu, akraba olmazsa onun da iki hakkı vardır. Birisi akrabalık, biri müslümanlık, birisi de komşuluk hakkıdır. Komşu, akraba olmazsa onun da iki hakkı vardır. Birisi müslüman olduğu için, birisi de komşuluk hakkıdır. Eğer komşu müslüman olmazsa onun da bir hakkı var- 225 Ana Baba Hakları 226 dır. O da komşuluk hakkıdır. Binaenaleyh komşuluk hakkını muhafaza cümlemize borçtur. En güzeli herkesi ve bahusus komşuları tatlı dil ve güler yüzle karşılamak, hatırını hoş etmek için onun hatırını sormak, "nasılsınız komşucuğum, Allah ömürler versin gibi." ِ َ َخرجت مع ا:وعن رج ٍل ِمن ْاالَ ْنصارِ َق َال يد ُ ِهلى اُر َ ُ َ ْ َ َ َ َ ُ ْ َ َ َو ِا َذ َار ُج ٌل ُم ْقب ٌِل، َو ِا َذاب ِِه َق ِائم،اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم النبِى صلى َ ْ ََّّ َّ َ َّ ه ٌ ِ َّ َفو ه، َفج َلست، َف َظننت اَ َّن َله حاج ًة،ع َلي ِه ام ُ َْ َ َ ُ َ الل َل َق ْد َق َ ُ ْ َ ْ َ ِ َّول ه ِ ت اَ ْر ِثى َل ُه ُ َر ُس َّالل َص َّلى ه ُ اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم َح َّتى َج َع ْل ِ ِ ثُم ا ْنصر َف َف ُقم،ول ا ْل ِقي ِام ِ ُِمن ط ول َ ار ُس ُ ت ا َل ْيه َف ُق ْل ُ ْ ْ َ ت؛ َي َ َ َّ َ ِ َّه ت َا ْر ِثى َل َك ام ب َِك ٰه َذا الل َل َق ْد َق ُ الر ُج ُل َح َّتى َج َع ْل َ َّ ِ ِ ِ ُِمن ط : َق َال.َت؛ ال ُ اَ َت ْدرِ ى َم ْن ٰه َذا؟ ُق ْل: َق َال.ول ا ْلق َيام ْ ِ از َال ي ِ ِ ِوص ِينى بِا ْل َجار ُ ِِج ْبر َّيل َص َّلى ه ُ َ َم،اللُ َع َل ْيه و َس َّل َم ت َا َّن ُه َسي َورِّ ثُ ُه َا َما ِا َّن َك َل ْو َس َّل ْم َت َع َلي ِه َلر َّد َ َح َّتى ُ ظ َن ْن ُ َ ْ ﴿رواه احمد بإسناد جيد.ك السالَم َ َ َّ َ ﴾ع َل ْي Medine-i Münevvere ahalisinden bir zat bir gün hanımını da alarak Sallallahü aleyhi vesellemi murad ederek gelmişler. Bakmışlar ki, Sallallahü Aleyhi Vesellem namazda. Bir zat daha orada Resulullahı gözlemekte. Ben zannettim ki, bununda bir haceti var, onun için bekliyor. Fakat Sallallahü Aleyhi Vesellem namazda o kadar uzun duruyordu ki, doğrusu ben Mehmed Zahid Kotku acıyordum. Namazı bitirdi, ben de ona karşı kalktım ve dedim ki. “Ya Resulallah deminden beri bu zat sizi beklemektedir. Ben de sizin namazdaki uzun duruşunuzdan sizlere acıyordum.” Buyurdular ki, “sen biliyor musun bu kimdir?” Ben de “hayır bilmiyorum” deyince, Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular ki, “bu Cibril’dir (Yani Cebrail) bana komşu hakkında vasiyete devam etmektedir. Ben de sanki komşu mirasçı olacak zannettim. Eğer sen ona selâm vermiş olsaydın, o da sana (ve aleykümü’s-selâm) derdi.” ِ ول َ ت َر ُس ََّو َع ْن َابِى اُ َم َام َة َر ِض َى ه ُ َسم ْع:اللُ َع ْن ُه َق َال ِ الل ص َّلى الل ع َلي ِه وس َّلم وهو ع َلى َنا َق ِت ِه ا ْلجدع ِ اء ِفى َ ْ َ َ َ ُ َ َ َ َ ْ َ ُ َّه َ َّه ِ ُ ا:ول :ت ُ َح َّج ِة ا ْل َو َدا ِع َي ُق ُ وص ُ َف ُق ْل،يك ْم بِا ْل َجارِ َح َّتى َا ْك َث َر ِ ﴿رواه الطبرانى يإسناد جيد.﴾ا َّنه يورِ ثُه ُ ّ َُ ُ Peygamber (S.A.V) Efendimiz komşu hakkında son haclarında kulağı kesik bir deve üzerinde buyurdular ki "Komşunuz hakkında size vasiyet ederim.” Bunu o kadar çok söylediler ki, ben komşu mirasçı olsak zannettim. ِ َّاه ٍد اَ َّن عبد ه ِ وعن م ِج اللُ َع ْن ُه َما َّالل ْب َن ُع َم َر َر ِض َى ه َ َْ ُ ْ َ َ اَ ْه َد ْي ُتم ِل َجارِ َنا:ُذب َِح ْت َل ُه َشا ٌة ِفى اَ ْه ِل ِه َف َل َّما َج َاء َق َال ْ ِ َّول ه ِ ا ْليه اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم الل َص َّلى ت َر ُس َس ِم ْع،ود ِ ّى َ َّه ُ َُ َ ْ ت اَ َّن ُه ُ َي ُق َ وص ِن ِينى بِا ْل َجارِ َح َّتى ُ ِاز َال ِج ْبر َ َم:ول ُ ظ َن ْن َ ُيل ي ﴿رواه ابو داود والترمذى.﴾سيورِ ثُه ُ ّ َُ َ 227 Ana Baba Hakları 228 Ömer (R.A)’ın oğlu Abdullah (R.A)’ın ev halkı için bir koyun kesildi. Eve gelince dedi ki, Yahudi komşumun payını hediyesini verdiniz mi? Ben Resulallah’dan işittim ki, Cibril bana komşu hakkı hususunda o kadar vasiyete devam ettiler ki, ben muhakkak komşu mirasçı olacak zannettim. İnsanın Salih bir komşusu olması kişinin saadetindendir. Ve bir de iyi bir bineği olması ve bir de geniş bir evi olması. (Diğer hadiste bir de Salih bir hanımın bulunması ilave edilmiştir.) ٍ وعن سع ٍد ب ِن اَبِى و َّق َق َال:اللُ َع ْن ُه َق َال َّاص َر ِض َى ه ْ ْ َ ْ َ َ َ ِ َّول ه ِ ِ :اد ِة ُ َر ُس َّالل َص َّلى ه َ الس َع َّ َا ْر َب ٌع م َن:اللُ َع َل ْيه َو َس َّل َم ِ ِ َ الص ِال ُح َ الصال َح ُة ُ وا ْل َس َك ُن ا ْل َواس ُع َوا ْل َج، َّ ار َّ اَ ْل َمرأ ُة ِ الش َق ِ الس ْو ُء ار ج ل ا : اء ْ َ َّ َواَ ْر َب ٌع ِم َن.يئ َ ُ َوا ْل َم ْر َك ُب ا ْل َهن ُ َّ الض ِي ُق والمركب السوء والمسكن،والمراة السوء ّ َّ ُ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َّ ُ َ ْ َ ْ َ ُ َّ ُ َ ُ ْ َ Salih bir müslüman kişi, komşularından yüz haneye gelecek belâları def eder, buyrulmuştur. Onun için ev alma komşu al. Böyle Salih bir komşuya komşu olmak, doğrusu pek büyük bir devlettir. Herkesin de böyle olmasını gönül her zaman istemektedir. Komşunun kötüsünden de Allah’a sığınmak gerektir ki, iyilik görünce onu saklar. Eğer bir fenalık görecek olsa onu da yayar. Dünya komşusundan kaçıp kurtulmak mümkündür. Fakat mezarda ki komşusu kötü olanın vay haline! Allah Teâlâ muîniniz olsun, âmin! ÜÇ GÜZEL HASLET Buhari ve müslim’in ittifakla zikrettikleri ve Ebû Hureyre (R.A)’ın da rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir: ِ َّول ه َ اللُ َع ْن ُه َا َّن َر ُس َّالل َص َّلى ه ََّو َع ْن َابِى ُه َر ْي َر َة َر ِض َى ه ُالل ِ ِ َ من َك:ع َلي ِه وس َّلم َق َال ِ ِالل وا ْليو ِم ْا ، ِآلخر ْ َ ْ َ َ َّان يُ ْؤم ُن ب ه َ َ َ ْ َ ِ ِ َ ومن َك،َف ْلي ْكرِ م َضي َفه ِ ِالل وا ْليو ِم ْا ِآلخر ْ ََ ُ ْ ْ ُ ْ َ َ َّان يُ ْؤم ُن ب ه ِ ِ َ ومن َك،َف ْلي ِص ْل ر ِحمه ِ ِالل وا ْليو ِم ْا ِآلخر ْ َ َ ُ َ َ ْ َ َ َّان يُ ْؤم ُن ب ه َ ﴿رواه البخارى ومسلم.ت ْ ﴾ َف ْل َي ُق ْل َخ ْي ًرا اَ ْو ِل َي ْص ُم Her kim Allah Teâlâ’ya iman eder ve yevm-i ahirete inanırsa misafire ikram eylesin. Ve yine her kim Allah’a ve Ana Baba Hakları 230 yevm-i ahirete inanır iman ederse sıla-i rahim eylesin. Ve yine her kim Allah’a ve yevm-i ahrete inanır iman ederse ya hayır söylesin veya sükût eylesin… 1- Misafire ikram Allah Teâlâ’ya ve âhiret gününe inanan kimseye mümin ve müslüman derler. Bu müslümanların ilk vazifesi kendisine gelen misafirlere karşı son derece ikram ve izzette bulunmasını tavsiye etmektir. Çünkü müslümanın en efdali yemek yediren ve herkese bol bol selâm veren ve geceleri de herkes uyurken namaz kılan bahtiyardır. Bu sebepten müslümanlar her kim olursa olsun misafirlere ikram etmeyi bir vazife saymışlardır. Hatta köylerimizde ağaların evleri açıktır. Misafir gelince hemen misafirhâneye girer; hizmetkârlar misafirin hayvanlarını ahıra götürür yemini verir, misafir de yemeklenir ve yatırılır. Bazı köylerde misafir kahvehâneye girer, köy işine bakan kâhya kimse, hemen evlerden sıra ile misafire yemek çıkarılırdı ve misafirhanede yatardı. Ona köylü bakar. Hayvanlarına da yine böyle bakılır idi. Evvelce şehirlerde de misafirlik böylece devam ederdi. Bu hal tedricen yavaş yavaş her nedense kaybolmaktadır. Nihayet oteller yapıldı, çarşılarda aşçı dükkânları, lokantalar açıldı, derken dostluklar da sadece bir selâma kaldı. Her şey Avrupa usulüne uygun. Allah muînimiz olsun demekten başka çaremiz de kalmadı. Misafire ikram her milletçe makbul ise de, Arapların bu hususta herkese karşı üstünlükleri inkâr edilemez. Şu hal, hepimize gayet güzel bir ibret nûmunesi olsa gerektir. Bir gün Resûlü Ekrem’e bir misafir gelmiş. Bu gelen misafirler doğ- Mehmed Zahid Kotku ru mescide giderlerdi. Resûlü Ekrem Efendimiz de bunları ashab-ı kirama dağıtırdı. O gün her nasılsa ashab-ı kiramdan evlerinde misafir edecek biri bulunmadığı anlaşılmış ve nihayet Talha (R.A) misafiri almış evine götürmüş. Fakat evde de ancak kendilerine yetecek bir şey varmış. Talha (R.A) hanımına demiş ki, "sen bu akşam çocukları erkenden uyut. Biz de sofrada ışığı söndürürüz, kaşıklarımız boşa gider gelir ve misafirimizin karnını doyurmuş oluruz" demişler. Böyle yapmışlar Misafir de karnını doyurmuş. Talha’nın bu hareketi o günden beri daima takdire şayan olarak anılagelmiştir. Doğrusu bu büyüklüğün herkeste bulunması mümkün değildir. Misafire elden geldiği kadar ikram-izzet büyük bir devlettir. Misafirin girdiği eve hem bereket hem de sıhhat ve afiyet girer. Misafir on rızıkla gelir birini yer dokuzunu da misafir olduğu eve bırakır. Misafir aynı zamanda evin nurudur. Onu incitmemek ve onu hoşnutlukla uğurlamak ne güzel bir devlettir. Türklerin de misafirperverlikleri meşhurdur. Evvelce evlerimizde haremlik ve selâmlıklar meşhurdu. Misafir eve gelince yeri ayrı, kapısı ayrı, yatağı ayrı, odası ayrı. Ev sahibi olan hanımefendi ve diğer aile efradı misafirden hiç de müteessir olmaz ve bilakis memnuniyet duyarlardı. Şimdiki evler maalesef ufacık ev halkına bile kâfi gelmemektedir. Misafire nasıl ikram edilebilsin. Fakat insanın içinde eğer insanlık ve İslâmlık nûru varsa evi olmasa bile yine misafire ikram edebilecek çareleri arar ve bulur. Bu ayrı bir meziyettir, Cenâb-ı Hak bizlere de böyle meziyetleri ihsan buyursun, Âmin! 231 Ana Baba Hakları 232 2-Sıla-i Rahim Allah’a ve ahirete inanan kimseye lâyık olan şey sıla-i rahimi yapmasıdır. Mümkünse gidip ziyaretler yapmak, hal ve hatırlarını sormak, öğrenmek, ihtiyaçları varsa yardımda bulunmak, ziyarete giderken de, mümkün mertebe bol hediyeler götürmek ve sevindirici memnun edici tavırlarda bulunmak. Eğer akrabayı taallukat ve uzaklarda olup her zaman gitmesi mümkün değilse, bu sefer de mektuplarla gönüllerini almak ve posta ile hediyeler göndermek hep müslümanlığın icabı ve icadıdır. müslümanlık demek akrabasıyla, hem de bütün müslüman kardeşleriyle bir vücut gibi olmaktır. Kusur aramak müslümana yakışmaz. Çünkü kusursuz insan olmaz. Daima her fırsattan istifade; anne, baba, amca, dayı, hala, teyze gibi ve bunların çocuklarını ve kardeşlerini ziyaret etmek, hediyelerle kendilerini sevindirmek lazımdır. Bunun hakkında Cenâb-ı Peygamber’in pek çok tavsiyesi vardır. İmandan sonra Allah Teâlâ’ya en sevgili amel sıla-i rahimdir. Yine Allah Teâlâ'ya en mebğuz, sevmediği amel de, Allahâ şirk koşmakla beraber, Katîatü’r-rahim denilen sıla-i rahim yapmamaktır. Yani akrabayı taallûkatını ziyaret etmemektedir. Buharî ve müslim’de yazılır ki: “Rahim, Arş’a muallaktır ve der ki, “beni vasl edeni Allah da vasl eylesin ve beni kat edeni Allah da kat’ eylesin.” Sıla-i rahim bir aile efradının birbirleriyle sımsıkı ünsiyetleridir, bağlılıklarıdır. İşte bu aile bağını devam ettirmeğe sıla-i rahim denir ki, imandan sonra Allah Teâlâ’ya en sevgili ameldir. Demek Cenâb-ı Hakk’ın bile bizlerin birbirlerine bağlılığı hoşuna gitmektedir ki, en sevgili amel olarak sıla-i rahim, zikredilmiştir. müslümanlık, zaten kardeşliktir. Akrabalar ise bir kardeşlikte daha da ileri giden kimselerdir. Ve bu Mehmed Zahid Kotku mukaddes vazifeyi yapmadıkları takdirde evvelâ Allah Teâlâ onların arasını kat eder, keser, açar. Tel kesilince ceryan nasıl gelmezse, onlar da o zaman tabiatıyla karanlıkta kalacakları gibi, akrabayı taallukatıyla alakayı kesen de böylece karanlıklar içerisinde kalır. İşleri rast gitmez. Dünyada da perişan olur, ahrette de vesselâm. Halbuki müslümanlık bize bir vücut gibi olmamızı emreder. Kardeşlik de bu bağları daha ziyade kuvvetlendirir. Zaten bütün müslümanlar kardeştirler. Fakat bugün bu kardeşlik hemen hemen lafta kalmakta, dünya menfaatleri her şeyi altüst etmektedir. Bir adam Resûlüllah Efendimize günahtan şikâyet etmiş idi, ona bir tevbe arıyordu. Sallallahü aleyhi vesellem Hazretleri ona sordu ki, “anan var mı?" Adam "yok" dedi. "Teyzen var mı?" deyince "evet var" dedi. "Öyle ise ona iyilik eyle, ihsan eyle, ikram eyle.” Malum ya teyze de ananın yarısıdır. a)Sıla-i Rahim ömrün uzamasına ve rızkın artmasına sebeptir: Bu vak’ayı da iyi dinle ve tekrar tekrar oku: İki kişi Davud aleyhisselâmın yanına gelmişler. Azrail (A.S) iki kişiden birisinin yedi gün ömrü kaldığını Davud (A.S)’a bildirmiş. Fakat çok zaman sonra Davud (A.S) adamı görünce şaşırmış. Ve nihayet Azrail (A.S)’a sormuş: "Hani bu adam yedi gün sonra ölecekti, halbuki, hâlâ yaşıyor." deyince melekü’l-mevt demiş ki: "O adam sizin yanınızdan ayrılınca akrabasına sıla-i rahim eyledi. Bu sebepten Allah Teâlâ da o adamın ömrünü yirmi sene uzattı." Bu zaman hakkında ulemanın birçok görüşleri olmuş. Bize kalırsa, Al- 233 Ana Baba Hakları 234 lah Tealâ ne isterse öyle yapar. Kimisinin ömrünü uzatır; kimisininkini de kısaltır. İşine kimse karışamaz. Her işinde, istediğini istediği gibi yapar. Dahhak denilen zat der ki: Bazı insanın üç günlük ömrü varken, Allah Teâlâ bunu sıla-i rahim sebebiyle otuz sene yapar. Ve yine akrabalarına sıla-i rahim yapmadığı için otuz senelik ömrünü üç güne indirir. Ve bu artıp eksilmeyi yedi vechile tefsir etmişler. Bunlardan birisi ki, Abdullah’ın oğlu Cabir Sallallahü aleyhi vesellemden şöyle nakletmiştir: او َة َّ يد ِفى ا ْل ُع ْمرِ َوالرِّ ْز ِق َو َي ْن ُق ُص ُه َما َو َي ْم ُحو ُ َِيز َ الش َق اد َة ُ َويُ ِث ْب َ الس َع َّ ت Diğer rivayetlerde aşağı yukarı bunun gibi yani “Allahü Teâlâ ömrü ve rızkı arttırır ve dilerse ömrü ve rızkı azaltır. Bazen şekaveti siler yok eder, saadeti de yerine sabit kılar.” Yine Buhari ile müslim müttefikan beyan ederler: Hz. Enes’den, Resûlullah buyurdular ki; Her kim rızkının çokluğunu istiyorsa, ecelinin geri kalmasını istiyorsa, sıla-i rahim yapsın. Bu o kadar sevinç verici ve memnun edici bir haldir ki, başka şeylerde bulmak mümkün değildir. En mühimi ve en çok bizi üzen rızıktır. Bazı kimseler anadan babadan varlıklı olduklarından bunun ehemmiyetini pek anlamazlar ise de, fakir halk, bahûsus memleketimizde çoktur. Hele köylülerimizin bir kısmı bunu çok iyi bilirler. İnsanı en çok üzen ve yoran, evleri de birbirine katan ve birçok geçimsizliklere yol açan hep fakirliktir. Bazen insanı bilmecburiye köleler gibi acı ve çirkin işlere sürükleyen hep fakirlik değil mi? Küfre en ya- Mehmed Zahid Kotku kın olan da yine fakirliktir. Haline razı olmamak ve zamanın ihtiyaçlarını karşılayamamak, çoluk ve çocuğunu da günün seviyesine göre yetiştirememek ve onları başkalarının ellerine bakar durumda bırakmak, doğrusu acıların acısıdır. Hele bu devirde çocukların ahlâkı üzerinde pek büyük bir tesirin olduğu inkâr edilemez. Bir korkunç hadise daha göze çarpmaktadır ki, bu hepsinden daha fena ve daha çirkindir. Herkes pek iyi bilir ki, iffet ve namus can gibi mukaddestir. Bu iffetsizlik, bazı hem bilgin, hem de zengin takımında bulunursa da, o cibiliyetsizlik iktizası ve icabıdır. Yoksa soyu sopu temiz aile ferdleri, zengin de olsalar, fakir de olsalar, bu gibi iffet ve namusa mugayir bir iş işlemelerine imkân olamaz. İşte insanın bu gibi ve daha çeşitli, akla fikre gelmeyen fenalıkların, kötülüklerin ve fakr ü zaruretin içerisinden kurtulmasına başlıca sebeplerden biri de; ana, baba, amca, dayı, hala, teyze ve bunların çocukları ve bahusus kardeşler arasındaki ilişkinin devamı ve kuvvetlenmesi, ki bu da sıla-i rahime bağlıdır. Onun için hepimize düşen vazifelerin en mühimlerinden olan bu sıla-i rahimi devam ettirmek ve aynı zamanda da çocuklarımıza güzelce öğretip hem nasihat ve hem de vasiyet etmek borçtur. Bu sıla-i rahim, bazı hadis-i şeriflerde geçtiğine göre insanın aşağı yukarı rızkın artmasına, ömrün uzamasına, kötü ölümlerden ve korkunç hallerden kurtulmasına başlıca sebeptir. Sakın akrabayı taallukat arasında kusur kabahat aramağa kalkma, bizim kendi kusurlarımız kendimize hem yeter, hem de artar ve bizler kendi kusurlarımızı düzeltmek imkânını bulamadığımız halde başkalarının da şöyle kusuru var, böyle hatası var demek, çok büyük bir hata ve kusurdur. Onun için akrabaları mümkün oldukça, bahusus kandillerde, ramazan-ı şe- 235 Ana Baba Hakları 236 riflerde, bayramlarda ve Cuma gece ve günlerinde ziyaret etmeli, mümkün olursa, hem de makbule geçecek hediyeler vermeliyiz. Çocuklarını da sevindirecek kitap, kalem, yazı takımları vesaire gibi şeyler vermeyi de ihmal etmemeliyiz. Çünkü bu hediyeler, aradaki muhabbet ve sevgi bağlarını hem artırır, hem de rızıklarınızın bolluğuna ve ömrünüzün uzun olmasına vesile olur. Sakın buna da itiraz edip bu nasıl olur demeye kalkma. Allah ve Resulü ne diyorsa sen ona bak. Mülk O’nun, tasarruf O’nun, her şey de O’nun. O isterse uzatır, isterse kısaltır. Bunları izah için uzun uzadıya izahlar yapmışlarsa da en kısası Allah ve Resulü ne diyorsa o, öyledir. Onu insanın kendi kendine izaha kalkması abestir. İmanı zayıf, aklı kısa olan kimselere faideli olur mu diye uğraşmak da ne kadar faideli olur bilemem? Her ne kadar olsa da faideden hali değildir, inşallah. Şunu anlıyoruz ki, insan ne olursa olsun akrabasını bırakmamalı. Onları ziyaret etmeli. Hem de mümkünse sevindirmeli. Gerek hediyelerle ve gerekse tatlı muhabbetlerle. Bu hususta tam 41 hadis-i şerif zikrolunmuş, lafızları ve ravileri her ne kadar ayrı ise de, netice hepsinde şu ifade mevcuttur. Sıla-i rahim yapanın, yani akrabayı taallukatını ziyaret edenin hem rızkı çoğalır, hem de ömrü uzar ve hem de dünya felaketlerinden, fena ölümlerden, dert ve belâlardan muhafaza olunur. Cennet’teki derecesi o nisbette yükselir. Dünya ve ahirette rahat etmek istiyorsan, akrabalarınla münasebeti katiyen kesme ve onlarla daima güzelce geçinmeye çalış. Sakın soğukluk çıkarma ve soğukluk hangi taraftan olursa olsun derhal barıştırmaya çalış ve dostluğu arttırmaya gayret eyle. Bu kusur bulmalar ekseriya nefsi emmâre denilen kötü bir huyun tesiridir ki, insanı her zaman tehlikeye sürükler. Mehmed Zahid Kotku Bu nefsin elinden kurtulmak da öyle pek kolay bir şey değildir. Çok azim ve çok riyazetlerle birlikte çok da zikrullaha devamla beraber, ahireti tefekkür, kabri tefekkür, kıyameti tefekkür, hesap ve mizanı tefekkür, gerekir. Hele o Cennet ile Cehennem yok mu ya! İnsanı Cennet’e sokan şey imanla beraber iyi ibadetler, Cehennem’e sokan şey de günahlarla beraber bir de imansızlıktır. Bu dünyada insan muhayyerdir. İstersen Cennet yoluna, istersen Cehennem yoluna gidersin. Kimseye kabahat bulma. Şimdi sana-bana düşen dedikodu değil, sen söylenene bak da ana, baba ve hısım-akrabalarını ziyaret ile hatırlarını sor, gönüllerini hoş eyle. İhtiyaçları varsa mümkünse, onları gideriver. Hele kusur aramağa hiç kalkma. Kendini de beğenme. Bakalım yarın halimiz nice olacak? Onlara da dualar eyle. Kötü huylarımızın hepsini Cenâb-ı Hakk, iyi huylara tebdil eylesin, âmin. b) Uzakta olan hısım akrabaları ziyaret: Musa (A.S) Cenâb-ı Hakk’a sormuş ki, Ya Rab, ben nasıl sıla-i rahim edeyim ki, akrabalarımın her birisi bir tarafta. (O gün dünyada bugünkü gibi kolaylıklar olmadığı için uzaktakileri ziyaret pek kolay olmazdı.) O zaman Cenab-ı Hak, "Ya Mûsâ, sen kendi nefsin için istediğin, sevdiğin şeyleri onlar için de sev ve iste…" Bizim şeriatımızda ise, uzakta olan hısım, akrabaları ziyaret; hediye göndermekle, mektup göndermekle, selâmlar göndermekle de caiz ve mümkündür denmiş ise de, doğrusu vakti olanların biraz gayret gösterip gidip ziyaret etmeleri; hem daha efdal ve daha âlâdır. Hem ömrün uzar, hem de rızkın artar. Tec- 237 Ana Baba Hakları 238 rübeye kalkma. Tecrübe olunmuş şeyleri tecrübeye kalkmak cahillik alametidir derler. Bak Cenâb-ı Peygamber’in buyruğuna: "Âdem oğullarının amelleri her Perşembe ve Cuma geceleri bana arz olunur da Allah Teâlâ Hazretleri kat-ı rahim olanların yani akrabay-ı taallukâtına sıla-i rahim yapmayan, ziyaret etmeyenlerin amellerini kabul etmez." buyurmuştur. İmam Ahmed’den böylece rivayet olunmuştur. Bunların hepsi bize demek istiyor ki, birbirlerinizle tam manasıyla kardeşçe geçinin ve daima birbirlerinizin iyi hallerini görünüz. Ve onunla övününüz. Bir insan babasına asi olduğu halde, babası ölmüş olsa, o çocuk eğer babasına dua ederse, babasına ihsan etmiş sayılır. Ve yine her kim babasının ve anasının veya birisinin kabrini her Cuma ziyaret ederse, hem mağfiret-i ilâhiyyeye mazhar olur; hem ebeveynine iyilik edicilerden sayılır, buyrulmuş. Şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Saliha bir kadın vefatı yaklaşınca çocuğunu çağırır ve der ki: Yavrum benim hayatımda ve memâtımda senden başka itimad edeceğim kimse yoktur. Beni ölümüm halinde mahzun etme. Kabrimde beni korkutma (Duasız bırakma, gerek telkin ve gerekse Hakk’a tazarru ve niyaz gibi) Vakta ki, anne vefat etti. Oğlu ona her Cuma günü ziyaret eder; ona ve komşularına okur idi. Rüyasında annesini gördü ve ona halinden sordu; "nasılsın anneciğim" gibi. O da "oğlum ölüm, çok şiddetli ve zor bir şeydir. Ben ise Allah Teâlâ’ya hamd ü sena olsun ki, çok güzel bir yerde, ipekli kumaş yataklarda ve gayet güzel kokular içindeyim; kıyamete kadar. Oğlum, sakın Cuma günleri ziyaretimi bırakma. Çünkü ben Mehmed Zahid Kotku ve hem komşularım, senin duan bereketiyle çok serin ve ferahlık içindeyiz." der. Bu bizim bir an’anemiz idi. Cuma günleri mezarlıklar gençlerle dolar, boşalır; herkes geçmişlerine Yasin-i Şerif, hatim vesair Kur’an sûrelerini okumak suretiyle dualar eder; hem kendisi ahiret dersini almış olur; ibretlerle döner ve hem de orada yatan gerek kendisinin ve gerekse sair geçmiş müminlerin ruhlarını sevindirirdi. Tabii, bu adet evladına da intikal eder; o da dünyasını değiştirince, onun yeri ne bu sefer de onun oğlu babasını ve sair müminleri ziyarete devam eder. Derken bu âdet böylece temâdi eder giderdi. Fakat dünya bugün bambaşka bir âlem oldu. Bir kere öldün mü o gün her şey biter; Ondan sonra da miras kavgaları başlar. Daha sonra evvela evlâdları birbirlerine düşerler, sonra dost ve komşularla ayrılıklar başlar. Daha sonra mahallesini beğenmez. Daha lüks yerlere gitmeye kalkar. Daha sonra da artık kimseyi beğenmez bir hal alır. Neticede cemiyetler de perişan olur, fertler de. Arkası ya esaret veya felâket üstüne felaket. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi acı akıbetlere düşmekten korusun. c) Cennet ve Cehennemin yolu buradır: İnsan okur, dünya ilimlerini iyi beller. Asistan, doçent, profesör olur. Fakat dini bilgilere sahip değilse ve bildikleriyle amel etmiyorsa, iman ve inancında eğer ihlâsı yoksa, tabii, bu bilgi insanları birbirinden ayırmaktan ve iflasa doğru götürmekten başka bir işe yaramaz. Belki dünyan güzel olabilir, ama burası muvakkat bir yerdir. Burada kimse de kalmamıştır ve kalamaz. Asıl hayat Âhiret hayatıdır. Burası âhiretin geçit yoludur. Âhiret burada kazanılır. Cennet ve Cehennemin yolu buradadır. Onun için iman ve İslâm yol- 239 Ana Baba Hakları 240 larını aramak ve bulmak mecburiyetindeyiz. Eğer bunu bulmadan buradan ayrılırsak vay bizim halimize, o zaman bizim insanlığımız nerede? Heyhat! Bugün yetişen gençlerin kaçta kaçı müslümanlığı biliyor ve yapıyor? Dinsiz olarak yetişen neslin, mesuliyet korkusu olmadığından, elinden gelen her şeyi yapmakta, kendisini haklı görmektedir. İstediğini öldürür ve bunu kendisine bir de şeref sayar. İstediğini soyup soğana çevirir. Sonra bu paralarla da envai çeşit fitne ve fesatlar çevirir. Sonra biz de bunların hakkından geleceğiz diye uğraşır dururuz. Ve bu uğurda birçok canlar da feda olup gider. Analar, babalar yanıp dursunlar, kime ne, vesselâm! Yine bu hususta Cenâb-ı Peygamber’in buyruklarından olarak deniyor ki, "Her kim anne ve babasının ölümünden sonra onlar için hac ederse Allah Teâlâ onu Cehennemden âzâdlıklardan yazar." Evzâî Hazretleri şöyle der: Ana ve babasına asi olan kişi onların vefatından sonra onların borçlarını öderse, bu zat anasına, babasına iyilik edenlerdendir diye yazılır. Ve yine her ne kadar valideynlerinin hayatında onlara iyilik etmiş; iyi bakmış, ikram u ihsanı çok; ama öldükten sonra onların borçlarını ödemezse, buna da âk yani asi evlad diye yazılır. Câbir (R.A) der ki, "ben vaktaki babamın borçlarını ödedim." Cenâb-ı Peygamber (S.A.V) buyurdular ki: "Ya Câbir babanın borçlarını ödedin değil mi? Allah seni mağfiret eylesin." diye tam yirmi beş kere dua buyurdular. اللُ َع َلي ِه اتيت النبِى صلى:وعن رجل ِمن خثع ٍم قال ْ ََّ َ ْ َ ُ ٍ ْ َ ْ َ َ َ َ َ ْ ُ َّ ُّ َ َّ ه ِ ِ ِ ت ا َّل ِذى َ اَ ْن:ت ُ َف ُق ْل، َو ُه َو فى َن َفرٍ م ْن اَ ْص َحابِه،َو َس َّل َم Mehmed Zahid Kotku ِ َّول ه ول َ ار ُس ُ َت ْز ُع ُم اَ َّن َك َر ُس ُ ُق ْل: َق َال. َن َع ْم:الل؟ َق َال َ ت َي ِ َّْاليما ُن ب ه ِ َّال اَحب ِا َلى ه ِ َّه ِ .ِالل ُّ َ ِ الل اَ ُّى ْاالَ ْع َم َ َ ا:الل؟ َق َال ِ قلت؛ يارسول:قال ثُم ِص َل ُة الر ِح ِم:الل ثُم َم ُه َق َال َّ َّ ََّ َ ُ ْ ُ َ َ ُ َ ه َّ ِ َ ُق ْلت يارس: َق َال، ِ ثُم ْاالَمر بِا ْلمعر:الل ثُم مه؟ َق َال وف ُ َ َّ َّول ه ُ َ َ ُ ُ ْ َ ُ ْ َّ ِ َّول ه الل اَ ُّى َ ار ُس ُّ َو ُ َق َال ُق ْل. ِالن ْه ُى َع ِن ا ْل ُم ْن َكر َ َي:ت ِ َّاك ب ه ِ َّال اَب َغ ُض ِا َلى ه ِ َا:الل؟ َق َال ِ :ت ُ ْال ْش َر ُ ِالل َق َال ُق ْل ْ ْاالَ ْع َم ِ َّول ه ِ الل ثُم مه؟ َق َال ثُم َق ِطيع ُة ت َ ار ُس ُ ُق ْل: َق َال.الرح ِم ُ َ َ َي َ َّ َّ َّ ِ َّول ه الن ْهى َع ِن َو، ِثُم ْاالَ ْمر بِا ْل ُم ْن َكر:الل ثُم َم ُه َق َال َ ار ُس َّ َ َي َّ َّ ُ ُ ِ ﴾ا ْلمعر ﴿رواه ابو يعلى.وف ُْ َ Bir adam Resûlullah Efendimize "Allah’a en sevgili ameller nelerdir?" diye sormuştu da cevaben, "evvela Allah’a imandır" buyurdular. "Sonra nedir?" diye sordu "sıla-i rahimdir." buyurdular. "Sonra nedir?" diye sordu, "Emr-i maruf, nehyi anil münkerdir." buyurdular. Yine sordu, "Allah’a amellerin en buğuzlusu nedir?" Buyurdular ki; "Allah’a şirk koşmaktır." "Sonra nedir Yâ Resûlullah," buyurdular ki; "Sıla-i rahim yapmamaktır, yani kat-ı rahim olmaktır." "Bundan sonra nedir Ya Resûlullah?" dedi. Buyurdular ki: "Münkerâtı, günahları işlemekle emir, ma’ruf olan hayırlardan men etmektir." اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم النبِى َص َّلى اللُ َع ْن ُه َما َا َّن َو َع ْن َع ِائ َش َة َر ِضى َّه َّه َّ َ ْ َ َّ ِا َّن ُه َم ْن اُ ْع ِطى َحظَّ ُه ِم َن الرِ ْف ِق َف َق ْد اُ ْع ِطى َحظَّ ُه:َق َال َل َها ّ َ َ 241 Ana Baba Hakları 242 ِ ِمن خيرِ الدنيا وا ،ِ َو ُح ْس ُن ا ْل ِج َوار،آلخر ِة َو ِص َل ُة الر ِح ِم َ ْ َ َ ْ ُّ ْ َ ْ َّ ِ يد ِ َاوحسن ا ْل ُخ ُل ِق يع ِمر. ِان ِفى ْاالَ ْع َمار َ ِ َو َيز،ِالد َيار ِّ ان ُ ْ ُ ْ َّ َُ ﴿﴾رواه احمد Hz. Aişe vâlidemizden şöyle nakledilmektedir. Muhakkak ki, her kime rıfkdan bir nasip verilmiş ise ona dünya ve âhiret hayırlarından nasipleri verilmiş demektir. Sıla-i rahim ve komşu ile güzel geçinmek ve güzel huy, ahlâk sahibi olmak. İşte bunlar bulundukları yerlerin ma’mûr olmasına ve ömürlerinde de uzun olmasına sebeptirler. Ebû Leheb’in kızı Dürre şunu nakleder: :اللُ َع ْن ُه َما َقا َل ْت ََّو ُر ِو َى َع ْن ُد َّر َة ب ِْن ِت َابِى َل َه ٍب َر ِض َى ه ِ َّول ه ِ الل من َخير الن اَ ْت َق:اس؟ َق َال ،اهم ِللر ِّب َ ار ُس ُ ُق ْل َّ ُ ْ َ َ ت َي ْ ْ ُ َّ اهم َع ِن َواَ ْو َص ُل ُهم ِللر ْح ِم َو ٓا َمر ُهم بِا ْل َم ْعر ِف وانه ْ ُ َ َْ َ ْ ُ ُ َّ ْ ﴿رواه ابوا الشيخ ابن حبان فى كتاب الثواب . ِ﴾ا ْل ُم ْن َكر Ben, Resûlullah’a "Yâ Resûlullah nâsın hayırlısı kimdir? Diye sordum, cevaben: Allah’dan çok korkan, sıla-i rahim yapan, ma’ruf ile emredip münkerâttan insanları nehyedenlerdir," buyurdular. Ebû Zer (R.A) der ki: Mehmed Zahid Kotku اَ ْو َص ِانى َخ ِل ِيلى َص َّلى:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن اَبِى َذ ٍّر َر ِض َى ه ٍ ب ِِخ:الل ع َلي ِه وس َّلم صال ِم َن ا ْل َخيرِ ؛ َا ْو َص ِانى َا ْن الَ َا ْنظُر ْ َ َ َ ْ َ ُ َّه َ ِ ِا َلى من هو َفو ِقى واَ ْن اَ ْنظُر ِا َلى من هو د ونى َواَ ْو َص ِانى ُ َُ ْ َ َ ْ َُ ْ َ َ ِ بِح ِب ا ْلمس الدنُوِّ ِم ْن ُهم َواَ ْو َص ِانى اَ ْن اَ ِص َل َر ِح ِمى ِ اك ُّ َو،ين َ َ ّ ُ ْ ِ َّاف ِفى ه ،الل َل ْو َن َة الَ ِئ ٍم َ َو َا ْو َص ِانى َا ْن الَ َا َخ،َو ِا ْن َا ْد َب َر ْت َواَ ْو َص ِانى اَ ْن اُ ْك ِثر،ان ُمرا َواَ ْو َص ِانى ان اقول الحق و ِان ك ًّ َ َ ْ َ َّ َ ْ َ ُ َ ْ َ َ ِ َِّمن الَحو َل والَ ُقو َة ِاال َّ ب ه ِالل َف ِا َّن َها َك ْن ٌز ِم ْن ُكنُوزِ ا ْل َج َّن ِة َّ َ ْ َ ْ Dostum Resûlullah (S.A.V) Hazretleri hayırlardan bazı hasletleri bana vasiyet buyurdular. Birisi kendimden üstün kimselere bakmamak ve benden aşağı olanlara bakmak üzere vasiyet ettiler. Ve yine miskinleri sevmek ve onlara yakın olmakla vasiyet ettiler. Ve yine sıla-i rahim ile vasiyet ettiler, onlar her ne kadar gelmeseler de. Yine Allah için hiç levm edicinin levminden korkmamak üzere vasiyet ettiler ve yine her ne kadar acı da olsa daima hakkı söylemekle emrettiler. Bir de “lâhavle ve lâ kuvvete illâ billâhi” kelimesini çok söylemekle emrettiler. Çünkü bu kelime Cennet hazinelerinden bir hazinedir buyurdular. Bunlardan anlaşılıyor ki sıla-i rahim, gelen akrabaya karşılık olarak gitmek değil, belki darılıp da sana gelemeyene, küsene karşı, alçak gönüllülük yaparak dâima gitmektir. Bu sıla-i rahim çok mühim bir derstir. Cenâb-ı Hak ve Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, bütün insanların ve bâhusus müslü- 243 Ana Baba Hakları 244 man olan zümrenin birbirleriyle kaynamasını sanki hepsi bir ceset, bir vücut, sanki hepsi bir binanın heyet-i umumiyesini teşkil eden taşların kaynaşması gibi, kaynaşmasını istemiştir. Sıla-i rahimin terki, bir vücudu parçalamak veya bir kaleyi yıkmak veya bir binayı söküp atmak gibidir. Pek büyük bir cinayettir. Gerek kardeşler arasında ve gerekse sair akrabayı taallukat arasındaki tesanüdün bozulmasında ekseriyetle miraslar büyük rol oynamaktadır. Gerek paraların ve gerekse mirasların taksiminde herkes nalıncı keseri gibi kendi tarafına yontmakta ve bu hususta lazım gelen fedakârlığı tam manasıyla yapamadığımızdan, eş dost, akraba arasındaki birlik bağları çözülmekte ve yerini birbirlerine karşı buğz ve adavet istila etmektedir. Bu hal tabiî ki hem cemiyet için, hem millet için hem de aileler arasındaki dargınlıklara ve ayrılıklara sebep olduğundan hiç de istenmeyen bir haldir, birçok hadiselerin zuhuru da muhtemeldir. Dostlukların, akrabalığın, kardeşliğin daha sonra milletçe bu samimiyetin devamı öyle sözlerle mümkün değildir. Ancak, nefsani ve vicdani fedakârlıklar, olgun, ahlâken mazbut, dini de tam bütün kimselerle mümkündür. Gerek dünya bilgilerinin ve gerekse din bilgilerinin bu hususta kâfi gelmediği görüle gelmektedir. Medine-i Münevvere halkının Mekke-i Mükerreme’den gelen muhacirlere yaptıkları fedakârlığı, tarih hiçbir devirde kaydetmemiştir. Bu olgunluk ancak hakiki müslümanlarda bulunabilir. Dünyaya meyyal, hevayı heves sahiplerinden böyle fedakârlıklar ummak zehirden şifa ummağa benzer. Onun için Cüneyd-i Bağdadî’nin ashab-ı tarikat hakkında zikrettiği 8 edebten birisi de, “düşürdüğü parayı veya malı dönüp almamaktır.” Zayi olur diye korkarsa orada durur ve geçen bir fukaraya bunu al, helâl olsun sana der. Mehmed Zahid Kotku Çünkü dünyanın fânî, ahiretin ise baki olduğunu ve daimi ve dünya varlıklarının ise insanları bu canım ahiretten alıkoyduğunu ve birçok da günahlara soktuğunu bilir. Bu sebeple gerek kabir ve gerekse ahiret hesabına, sırat köprüsüne, Cennet ve Cehennem’in bulunduğuna inanır. Yaptıklarını ve yapacaklarını da Allah Teâlâ hem görür ve hem de bilir olduğuna inanıp iman ettiğinden, her istenilen fedakârlığı her yer ve her zamanda yapmağa âmâdedir, hazırdır. Onun için ey aziz kardeş, sen de bu güzel kardeşliği yaşatmak istiyorsan bu dünyaya iltifat etme. O miraslar ve o servetlerin, gözünü yumunca sana zararlarından başka bir faidesi olmayacaktır. Binaenaleyh o ashab-ı kiram gibi cömert ol. Hatta canını bile esirgeme. İşte o zaman tam bir hürriyete nail olursun. Yoksa paraların, servetlerin, malların esiri ve kölesi olarak bu dünyadan gidersin. Vay halimize, vah halimize! ِ َّور ِوى عن عب ِد ه ُك َّنا:اللُ َع ْن ُه َما َق َال َّالل ْب ِن َابِى َا ْو َفى َر ِض َى ه َْ ْ َ َ ُ َ الَيُ َج ِال ُس َنا:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َف َق َال النب ِِى َص َّلى وسا ِع ْن َد َّه َّ ً ُج ُل َ ْ ّ ِ ا ْليوم َق َف َا َتى َخا َل ًة َل ُه، َف َق َال َف َتى ِم َن ا ْل َح ْل َق ِة،اط ُع َر ِح ٍم َ َْ َو ْاس َت ْغ َفر ْت.اس َت ْغ َفر َل َها ان َبي َن ُه َما َب ْع ُض الشيئِ ف قدك ْ َ َ َْ َ َ ْ َ ْ َّ ِ ع،َله ِ اللُ َع َلي ِه َّالنب ِ ِّى َص َّلى ه َّ َف َق َال،اد ا َلى ا ْل َم ْج َلس َ َ ُ ْ ِ ِا َّن الرحم َة الَ َت ْنزِ ُل ع َلى َقو ٍم ِفيهِ م َق:وس َّلم. اط ُع َر ِح ٍم َ ْ َ ْ َّ ْ َ َ َ ﴿﴾رواه األصيهانى 245 Ana Baba Hakları 246 Biz Cenâb-ı Peygamber’in yanında oturuyorduk. Buyurdular ki, "bugün bizim yanımızda kât-ı rahim oturmasın." Bunun üzerine halkadan bir genç kalkıp gitti ve teyzesine gelip afv diledi. Aralarında olan bazı şeylerden nâşî teyzesi de affetti. Genç dönüp meclise geldi. Bunun üzerine Efendimiz (S.A.V) buyurdular ki, “muhakkak, rahmet kât-ı rahim olan bir kavme nâzil olmaz.” Taberanînin ifadesinde ise, “Muhakkak melâike-i kiram kât-ı rahim olan kavim üzerine gelmezler, inmezler.” Artık buna ne dersiniz bilmem? Huzeyfe (R.A)’den nakledilmektedir. ِ َّول ه ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال َّالل َص َّلى ه ََّو َع ْن ُخ َذ ْي َف َة َر ِض َى ه ُالل ِ َ ُ َت ُقول، الَ َت ُكونُوا ِامع ًة:ع َلي ِه وس َّلم اس َّ ا ْن َا ْح َس َن:ون َ َّ ُ الن َ َ َ ْ َ ِا ْن، َو َل ِك ْن َو ِطّنُوا اَ ْن ُف َس ُكم،ظ َل ْم َنا َ ظ َل ُموا َ َو ِا ْن،اَ ْح َس َّنا ْ اؤا َا ْن الَ َت ْظ ِل ُموا ُ َو ِا ْن َا َس،اس َا ْن ُت ْح ِسنُوا َّ َا ْح َس َن. ُ الن ﴿ إمعة هو يكسر الهمزة: وقوله. حديث حسن: وقال،رواه الترمذى االمعة هو: قال ابو عبيد،وتشديد الميم وفتحها وبالعين المهملة فهو يتابع كل أحد على رأيه،﴾الذى الرأى معه Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki, “siz imma (Tembel, dalkavuk, mukallit, mütereddid, herkesin sözüne aldanan) olmayınız.” İyi düşünün paralara kul olmayın. Allah’ı bırakmayın, herkesin sözüne aldanmayın. Şöyle ki, insanlar bize iyilik ihsan ederlerse biz de onlara iyilik ihsan ederiz. Ve Mehmed Zahid Kotku bize zulüm ederlerse, bir de onlara zulüm ederiz. Lâkin siz kendi nefislerinize hakim olunuz da, nasdan iyilik edenlere iyilik ediniz, kötülük edenlere ise mukabele ile zulüm etmeyiniz, fitne ve fesatda başkalarına uymayınız, kötülük edenlere bilâkis iyilikle mukabelede bulununuz. Bunu yapamaz isen hiç olmazsa zulme kalkışma. Şaban ayının onbeşinci gecesine Berat gecesi denir. O gece taatlerin kabul olduğu, umumi bir afv yapıldığı mübarek bir gecedir. Bu afv-ı umumiden yalnız şu kimseler müstesnadır: müşrikler, küsler, kat-ı rahimler, kibrinden eteklerini sürükleyenler, validelerine asi olanlar, bir de içki içmeye devam edenler. Bunlar hakkında yerleri geldikçe lazım gelen ma’lûmatlar verilmiş olmakla tekrarına lüzum görülmemiştir. Yalnız bunları dikkatle okuyup üzerinde durmak her müslümana borçtur. Daha fazla malûmat isteyenler Tenbihü’l-gafilin denilen kitabı okusunlar. 3- Hayır söylemek Allah’a iman edip inanan ve âhirete inanan kimsenin yapacağı en doğru ve güzel yol, daima hayır söylemesi ve insanların irşatlarına, iyiliklerine yarar faideli söz söylemesi veya onlara dünya ve ahiret bilgileri hakkında malumat vermesidir. Veya sükut edip gönlünü hakka bağlayıp bir taraftan hatalarını düşünmek ve kusurlarını telafi edecek çareler aramak veya dini ve uhrevi hayırlı faideli kitaplar mütâlaasıyla vakitlerini hayırlarda geçirmeye çalışmak, insana yarayan en güzel bir harekettir. Bunun için en güzel ve kolay çare; olgun ve kâmil kişilerle dost olmak ve onların sohbetlerinden istifade etmektir. Allah esirgesin bir kere kötü huylu ve yaramaz insanlarla ve bâhusus içki, kumar, zina, kahve ve ga- 247 Ana Baba Hakları 248 zino gibi mahallere ve oyunlara alıştı mı onların hakkından gelmek çok zor olur. Hem para israfı ve hem de en mühimi ömür israfı içinden çıkılmaz bir felâkettir. Bir de zengin ve faiz ile iş yapan kimselerin yanlarına bile uğrama. Zira onlar da seni manen mahvederler. Çünkü nefis hele ilk devirlerinde süsü ve saltanatı pek sever de zenginlerin haline imrenir ve o da onlar gibi olmağa çalışır ki, bu felaket ona yetip artar. Zenginlerin iyileri de vardır. Ama pek azdır. İnsana lâzım olan alçak gönüllü tevazu sahibi olmak yaraşırken, bu zenginlerin halleri, ekseriya kendilerini kibir ve gurur istila eder. Fakir fukarayı hor ve hakir görür ve onlara yardıma da yanaşmaz. Bir de şımarıklık hasıl olur ki, bu da tabii hiçbir zaman beğenilmez. Bak zenginlerin mahalleleri bile ayrıdır. Fukaralar arasında oturmağa da tenezzül edemezler. Hele o yemek yiyişlerindeki saltanatlar ve israflar doğrusu afvolunamayacak kadar büyüktür. Dilin âfâtı sayılamayacak kadar çoktur. Gıybet denilen afet ne kadar büyüktür. Buna müptela olanların bütün kazanmış olduğu sevapları elden gideceği gibi, bu kötü huyu her yerde ve her zaman tekrar eder durur. Bunların terki de çok zordur. Pek çok mücahedelere bağlıdır. Günahının çokluğu ile beraber bir de iyiliklerin ve sevapların elden gitmesi kadar fena bir zarar olabilir mi? Cenâb-ı Hak cümlemizi çirkin ve fena huylardan muhafaza buyursun. Âmin! Gıybetin yanı sıra bir de söz taşımak laf getirip götürmek gibi çirkin bir huy daha vardır ki, o da gıybetten de fazla ve yaramaz bir huydur. Bir de her duyduğunu söylemek âdeti. O da çirkin huyların hemen başında gelmektedir. Bunların hepsi söylemekle veya dinlemekle veya okuyup bilmekle olacak şeyler değildir. Bunları terk edip, mukabilin- Mehmed Zahid Kotku deki iyi ve güzel huyları elde etmek için nefsi ile mücahede ve tenha yerlerde yalnız kalmak, yemek ve içmeyi de mümkün mertebe azaltıp Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i şeriflerin mütalâasına devamla beraber bir de zikrullaha devam ve ara sıra ehl-i hal olan kimselerin sohbetlerine devamla mümkün olabilir, zannederim. Şair: “Susmak ziynet, sükut da selâmettir, Eğer konuşursan çok konuşma. Ben sükûtuma hiç nâdim olmadım, Fakat konuştuğuma çok nâdim oldum” demiştir. 249 MİLLET HAKKI Bu hususta Selman-ı Fârisi hazretlerinin hikâyesi güzel bir örnektir. Evvelâ, kısa da olsa, Selman-i Fârisi Hazretleri hakkında biraz malûmat vermek herhalde hayırlı olacaktır. Selmân-i Fârisi Hazretleri İran dediğimiz memleketin İsfahan diyarında Cî kasabasının beyinin oğludur. Ve babası tarafından pek sevilen, muhterem âbid bir zat idi. Babası ateşe tapanlardan olduğu için, oğlu da ateşe tapanlardandı. Bir gün babası, bunu başka bir yerde olan emlâkini tamir için nezaretçi olarak yollamış. Bu fırsattan istifade eden Selman yolu üzerinde bulunan bir kiliseye uğramış. Papazıyla konuşmuş, ibadetlerini beğenmiş. Bu din bizim ateşe tapmamızdan daha iyidir, diyerek hıristiyanlığı kabul etmiş ve babasına da bildirmiş. Uzun konuşmalardan sonra, babası bunu hapsetmiş Ana Baba Hakları 252 ve ayaklarını kaçmaması için demirden zincirlerle bağlamış. Fakat Selman papaza gizlice haberler yollayıp, Şam’a kaçmanın yollarını araştırmış. Ve nihayet Şam’a giden bir kafileye katılmak üzere zinciri koparmaya muvaffak olmuş. Ve kafileye katılarak Şam’a gelmiş. Orada bulunan meşhur papaz (el-Uskuf) isminde birisine hizmet etmiş ve nihayet Musul’a oradan da Karahisar’daki papazlara hizmet etmiş ve ölümleri anında Selman’a, "artık sen Medine-i Münevvere’ye git. buralarda durma. Oraya âhir zaman Peygamberi gelecek. O, sadaka almaz ve yemez; ancak hediye kabul eder. Peygamberlik ve alâmeti olarak da arkasında güvercin yumurtası büyüklüğünde bir de Mühr-i Nübüvvet vardır." demiş. ث ِش ْئ َت َف ِا َّن َك ُ ور َت َو َّج ْه َح ْي ٌ َت ْن َج ُح َي ُام َح َّم ُد اَ ْن َت َم ْن ُص ور ٌ َم ْن ُص İbaresi kıllar ile yazılı olduğu Hz. Ali Efendimizden rivayet edilmektedir. Ve bu levhalar hâlâ mevcuttur. Siz de bir tane evinizde bulundurunuz. Bunun üzerine Selman Medine’ye hareket etmiş. Bulunduğu kafiledekiler bunu köle olarak bir yahudiye satmışlar. Zavallı, birçok müşkilâtlardan sonra Resûl-i Ekrem’e mülâki olmuş. Sadakayı kabul etmeyip, hediyeyi kabulünü gördükten sonra nihayet arkasındaki nübüvvet mührünü de görmeye muvaffak olmuş. Ve böylece iman ve İslâmiyetle müşerref olduktan sonra, Hendek Muharebesinde büyük hizmetleri olmuş. Ehl-i Mekke Selman bizdendir. Ehl-i Medine de Selman bizimdir, demiş. Ve Resûlullah (S.A.V)’de ِم َّنا " َس ْل َما ُنselman bizdendir." buyur- Mehmed Zahid Kotku muştur. Çok zeki ve bilgili idi. Dünyaya kat’iyyen iltifat etmemiş; eline geçen paraları derhal tasadduk edip, az bir para kendisine kâfi gelirmiş. Emirliği kat’iyyen istemediği halde nihayet Irak’a vali olarak tayin edilmiş. Orada Hz. Osman (R.A) devrinde vefat etmiştir. Yaşı hakkında ihtilaflar vardır. 250 sene muammer oldu, diyenler de olmuş. Irak’ta Selmân-ı Fârisî denilen mahalde mescidi yanında medfundur. Valiliği esnasında kendisine verilen maaşı almamış ve valiler için tahsis edilen evde oturmamış, yaptırdığı ve ancak bir insanın girip yatabileceği gayet basit bir evde yatar ve gece gündüz memeleket işlerini kendisi kontrol eder ve uykusu geldiği vakitte hemen bir kenara çekilir; arkasındaki geniş cübbesinin yarısını altına, yarısını üstüne çeker, orada uyuyuverirmiş. Bir gün Şam’dan gelen bir adam eşyasını taşıtmak için bir hamal aramış ve Selmân-i Fârisi Hazretlerini fakir bir garip zannederek, "benim bu yükümü filan yere kadar götürür müsün," demiş. Selmân-i Fârisi de hemen yükü sırtına alıp götürürken yolda tanıyanlar, esselâmü aleyke yâ emire’lmü’minin, diye hitapta bulununca; adam işi anlamış ve özür dileyerek yükü bırakmasını rica etmiş ise de, Selman buna razı olmamış ve yükü yerine kadar götürmüş. Adam hamallık parasını vermek istemişse de Selman (R.A) onu kabul etmemiş ve oradan geçen bir fakire vermesini işaret buyurmuşlar. Vefatı anında pek ağlamış. Ziyaretçileri "sen dostun Resûlullah’a kavuşacaksın neye ağlıyorsun?" dedikleri vakit, "ben şu etrafınızda gördüğünüz eşyalardan dolayı ağlıyorum" demiş. Biz ne var diye baktık. Bir desti ibrik; bir de topraktan bir bardak. Ve bir de yattığı gayet basit bir yatak. 253 Ana Baba Hakları 254 Mübarek, gerek ganimetlerden ve gerekse kazancından artırdığı paraları derhal tasadduk eder; ancak o günkü bir dirhem nafakasını alıkormuş. Hişam b. Hasan, Hasan’dan rivayet ederek şöyle der: Selman’ın ihsan u ikramı beş bin idi. Bir gün, otuz bin kişiye karşı bir hutbe irad ederken, üzerindeki elbise bir abadan ibaretti. Ve onun yarısını yere serer ve yarısını giyer. Ve maaşını almaz. Ancak kendi elinin emeğini yerdi… Ölürken Sa’d b. Vakkas’a söylediği cevap şu imiş: Yemin ederim ki, ölümden korkarak ağlamıyorum. Ve dünyaya hırsım da yoktur. Lâkin Resûlullah’tan bir ahid aldık ki, o ahid şudur: “Sizin dünyadan nasibiniz, bir atlı yolcunun alacağı kadar bir şey olsun.” Sa’d’e olan nasihati şöyledir: “Bir şey işlemeği kasdettiğin vakit Allah Teâlâ’yı zikreyle. Hüküm verirken, Allah’ı hatırlayarak hükmünü ver. Elinde olanı dağıtırken de Hakk’ın zikrini et.” Her haliyle Hz. Ömer’e benzer bir zat-ı a’lâ imiş. Cenâb-ı Hak, makamını âlî eylesin; âmin!.. Bizim büyüklerimiz, idarecilerimiz bunlardan ders alabilseler; ne mutlu onlara. O zaman memleket bal-kaymak gibi olur. Hazinelerde paralar dolar. Kuvvet, şevket, azamet, zafer üstüne zafer. Mübarek zat yemek pişirdiği bir tencere ve sahanı, abdetst almak için kullandığı bir destiyi, bir de yemek sofrasını çok görmüş de, Resûlullah’a verdiğim sözü yerine getiremediğim için ağlıyorum demiş. Vay bizim hâlimize! İman ve İslâm aşkına babasının bütün emlâk ve arazîsini, sonra o tatlı eviyle beraber ana ve babasını ve bütün akraba ve hemşehrilerini bırakmış. Evinden, anasından, babasından gizlice kaçıp Mehmed Zahid Kotku Şam’a gitmiş. Oradan Musul’a, oradan Karahisar’a, oradan da Medine-i Münevvere’ye giderken kendisini köle diye satmışlar. Dîni uğrunda senelerce boğaz tokluğuna yahûdiye hizmet etmiş. Ve nihayet Peygamberimiz Medine-i Münevvere’ye gelince gidip imanla, İslâmla müşerref olmuş ve nihayet kölelikten kurtulup, İslâm sınıfında yer almış. Hendek Gazası’nda, hendek kazma tavsiyesinde bulunmuş. Re’yi kabul buyrulmuş; hendek kazılmış. O sırada rastgeldikleri gayet sarp bir kayayı kırarken, mu’cize-i peygamberi olan, zabt olunacak İslâm diyarları gösterilmiş. Nihayet Selman da Irak’a vâli-i umûmî olarak gönderilmiş. Yine hiç hâlini bozmadan zühd ü takvasıyla memleketi idare etmiş. Ne mutlu bunlardan ders alabilen bahtiyarlara!.. Sormuşlar ki, emirliği ne için istemiyor ve ona buğzediyorsun? Cevaben emirliğin evveli, süt emen çocuk gibi tatlıdır. Sonu da, sütten kesilen çocuk gibi, pek acıdır. Çocuk alıştığı memeyi kolayca bırakmadığı cümlece malumdur. Bir gün mübarek zat-ı muhterem Selman Hazretleri, ekmek için hamur yoğururken dostundan biri gelmiş. Onu öyle hamur yoğururken görünce; "Ya Seyyidî; hizmetçin nerede, ne için ona yaptırmıyorsun" diye sorunca "onu başka bir işe gönderdim. Binaenaleyh, gelince iki işi birden görmesini kerih gördüm, hoş görmedim de, bunu da ben yapıvereyim, dedim." Heyhat bizlere… Yüzbinlerce heyhat!.. Gurur ve azametimizden yanımıza bile sokulmak mümkün değil. Yanımıza gelenlere de tatlı bir dil, güler bir yüz gösterdiğimiz de olsa bâri!.. Ya Rab, bizleri afveyle ve bu sevgili, iyi kullarının hürmetine bizleri bağışla ve iyiler zümresine ilhak eyle. Ve bizi kendi halimize bırakma, hıfz-ı himâyenden bir göz açıp kapayacak kadar az bir zaman dahi olsa. Cennet ü cemâlinle 255 Ana Baba Hakları 256 cümlemize de ikram eyle. Yâ ilâhelâlemin. Ve sallallahü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihî ecmâin ve’lhamdülillahi Rabbi’l-âlemin… Hz. Selman’ın kerâmetinden bahsedilirken, mübareğin misafiri gelir ve O’nun da misafiri ağırlayacak bir şeyi bulunmazsa ava çıkar ve geyiklere, geliniz diye çağırır, onlar da gelir. Önünden geçerlerken beğendiğini alıp keser ve misafirlerine ikram edermiş. Rahimehumullahü rahmeten vâsiaten. Bu da Allah Teâlâ’nın sevgili kullarına bir lütfudur ki, Allah’ı sevenleri Allah da sever. Ve Allah’a itaat edenlere her şey de itaat eder vesselâm… İşte sizlere canlı bir nümûne. Ana ve babaya itaat, çocuğun dinine imanına zarar vermediği müddetçe caizdir. Onu dinden alıkoymak veya şirk koşturmak veya günah işletmek istedikleri zaman itaat da ortadan kalkar. Bak nihayet çareyi kaçmakta bulan Selmân’ın çektiklerine. Şam neresi, İsfehan neresi, Şimdiki gibi bir vasıta da yok; yayan yapıldak. Kim bilir kaç günde gidebilirdi. Yanında da bir şeyi yok; ne para ne de başka bir şey. Şam’dan Musulâ, Musul’dan da Karahisar’a, oradan da Medine-i Münevvere’ye. Derken, zalimler bunu köle diye satıyorlar. Senelerce bir Yahudiye uşaklık ediyor. Hep gayesi Allah. Onun için bu zahmet ve meşakkatler O’na hiç dokunmuyor. Nihayet Resûl-i Ekrem Efendimiz Medine-i Münevvere’ye teşrif buyuruyorlar. Bu da, hemen Resûl-i Ekrem’e gidip iman-ı İslâm’la müşerref oluyor. Ve nihayet Bağdat’a vali oluyor. Fakat O’nun hayatı hiç de değişmiş değil. Yine eski zühd ü takvasıyla Allah’ına her bakımdan tam bağlı. Fâni olan dünyanın hiçbir zevk ve sefasına kıymet vermemiş. Bütün ümidi Allah Teâlâ’nın rızasını kazanabilmek için onun yolunda her şeyini feda etmekten Mehmed Zahid Kotku çekinmeyen bu bahtiyarın hali, doğrusu hepimiz için bir örnek ve nümûnedir. Bu da, bu örneği ve nümûneyi Resûl-i Ekrem’den almış. Ve onu aynen nefsinde tatbik etmiş. İşte bu bahtiyarların sayesinde İslâm az zamanda şark ile garp arasında yayılmış ve bugüne kadar da, lehülhamd, yaşamaktadır. Ve tabiî kıyâmete kadar da yaşayacaktır, inşallah… Lâkin bizlere düşen vazife, bu İslâm nimetinin ve bu İslâm nimetini bizlere ulaştıran ulemâlarımızın, hatta şühedâlarımızın kadr ü kıymetini bilerek, bizler de hiç olmazsa onlar kadar İslâm’ın yaşamasına çalışmak ve bu hususta dînî müesseseler kurup onları olgunlaştırmağa çalışmak ve yine bu hususta mal ve can fedakârlığından geri kalmamak, icap ederse, şehadet şerbetini de içmeyi göze almaktan zerre miktarı olsa bile kaçınmamak gerektir. Baksana gözlerimizin önünde 1324 (1330 Rûmi) senesinde cereyan eden bir harbi kısaca hatırlatayım. İngiltere, Amerika, Rusya, Fransa, İtalya, Yunan Devletleri bir olmuşlar da İstanbul’u almak istemişlerdi ki, o zaman Osmanlı saltanatının payitahtı idi. Halife Padişah İstanbul’da idi. Bu altı devler donanmaları ile Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u alacaklar ve Türkleri mağlûp edeceklerdi. Planları en kısa yoldan bu idi. Onun için 32’lik denilen büyük toplarla denizden Çanakkale’yi bombarduman edip, orasını bir küllük haline getirmişler ve askerlerini çıkarmaya da muvaffak olmuşlardı. Lâkin Mehmedçiğin süngüsü onların bütün emellerini boşa çıkarmış; orta bir hesapla 250.000 şehit de vererek düşmanı ric’ate mecbur etmişlerdi. Sen harbi kolay sanıyorsun; fakat su uyur, düşman uyumaz derler. İşte ordularımızı yenemeyen düşman bizi dinen 257 Ana Baba Hakları 258 çökertmek için çeşitli hile yollarını aramaktan hiçbir zaman hali kalmaz. Buna sen çok dikkat eyle de, dînini fesada vermemek için gözünü dört aç! Bu dünyaya ne büyük kumandanlar, hükümdarlar gelmiş. Hepsi de bugün yerin altında hesaplarını vermekle meşguldürler. Kimseye kalmayan dünya, acaba bize mi kalacak? Binaenaleyh, sen her şeye ibretle bak da, dînini, imanını şeytana kaptırma. Zira sonraki nedâmet hiç de para etmemektedir. Bugünkü Allahsızlar, dinsizler bize nereden geldi, diye hiç düşündün mü? Bunlar ne Rustur, ne Bulgar, ne de Yunan. Bak bugün halimize; hemen herkes ağlamalıdır. Çünkü bizim memlekete dinsizleri sokmamak için tam 3 milyon zayiat verdiğimizi hesapçılar, tarihçiler nakletmektedirler. Çanakkale başta, Galiçya’da, Romanya’da, Kafkaslar’da ordularımız başarılı harpler yapar ve birçok da şehid verirken bugün yine aynı harp devam etmektedir. Binaenaleyh müslümanın da buna göre hazırlanması şarttır. BÜYÜK GÜNAHLARDAN BAZILARI ZİNA HAKKINDA* Hadis-i şerifin dördüncü kısmıda şeyh-i zânî hakkındadır. Bu da yaşlandığı halde çirkin huy ve ahlâktan kendini kurtaramayan ve her zaman acınmaya değer bir zavallı kimsedir ki, bu kötü huya gençlikte alışan zavallı, bu huyu her ne kadar gücü ve kuvveti olmasa da, gücü yetmese de bir türlü bırakamaz. Hiç olmazsa göz zinasından kendini kurtarmaması yetip artmaz mı? Bakınız, insan pek muhterem bir mahlûktur. Onu öldürmekten daha büyük bir cinayet olamaz. Kasden bir mümi* Terğib ve Terhibin 3. cildinin 268. sahifesinden itibaren 27 hadis-i şeriften seçmelerdir. Ana Baba Hakları 260 ni öldürmenin cezası ebedi bir Cehennem azabı olduğu halde, bu zinayı irtikap eden kötü adam hakkında ise en acı bir ölüm cezası tatbik edilmesi emrolunmuştur. Bu ölüm cezası diğer ölümler gibi idam olunmak veya kurşuna dizilmek gibi değildir. Bir meydan mahalline pek büyük olmamak üzere halk tarafından ve birçok cemaatin gözü önünde ve taşlanarak öldürülür. Ve bu hususta acımak caiz değildir. Zira bu fena ve çirkin hareketin önlenmesi ve başkalarına da ibret olsun da korksunlar ve bu kötü fiili işlemesinler diye acıma caiz görülmemiştir. Zira buna acımak, bilâhare bu fiilin başkaları tarafından işlenmesine sebep olur. Ve bilâhare pek büyük felaketlere düşmek, iffet ve namusun son derece tehlikeye düşmesine müncer olur ki, bu da pek büyük bir kabahattir. Evet, bu gibi fenalıklar nadiren vuku bulursa da, fenalıklar bir an evvel önlenmiş olur. İnsan öldüreni öldürmekte, kısasa kısas yapmakta hayat vardır, buyrulmuş. Bu hayat katilinde öldürülmesiyle, diğer katiller hakkında bir ders ve ibret olarak, adam öldürmeye öyle kolayca cesaret edebilmeleri önlenmiş olur. Ve bu suretle öldürme vakaları son derece azalır. Ve geride kalan insanların hayatları da taht-ı emniyete alınmış olur. Bu suretle de kısasta hayat vardır, emri tezahür eder. 1- Zina etmenin hükmü: Zina hususunda Mesûd (R.A) ın oğlu Abdullah (R.A) ın Buharî, müslim, Ebû Davûd, Tirmizî ve Nesâî’nin müttefikan rivâyet ettikleri hadis-i şerifte şöyle demektedir: ِ َّول ه ِ َّوعن عب ِد ه ٍ الل مسع الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال َّود َر ِض َى ه َ ُ ْ َْ ْ َ َ ٍ ِ الَي ِح ُّل دم امر:ص َّلى الل ع َلي ِه وس َّلم ىء ُم ْس ِل ٍم َي ْش َه ُد ْ َُ َ َ َ َ َ ْ َ ُ َّه Mehmed Zahid Kotku ِ َّول ه :الل ِاال َّ ب ِِا ْح َدى َثالَ ٍث ُ اللُ َواَ ِنّى َر ُس َّاَ ْن الَ ِا َل َه ِاال َّ ه ِ والن ْفس ب،الث ِيب الز ِانى التارِ ُك ِل ِد ِين ِه ا ْل ُفارِ ُق َّ َّ ُ ّ َّ َّ ِالن ْفس َو ُ َّ َ ِ ﴿رواه البخارى ومسلم وابو داود.اع ِة َ ﴾ل ْل َج َم Resûlullah (S.A.V) Hazretleri şöyle buyurmuşlardır. Bir müslümana, Allah Teâlâ’nın birliğine ve ondan başka mabûd olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet eden kimseyi öldürmesi caiz olmaz. Ancak üç sebepten birisi bulunursa o zaman öldürülür: Birisi: Evli olan veya başından nikâh-ı sahih geçmiş olan dul bir kimsenin, bu zinayı irtikab etmesi halinde, bu adam recm olunarak öldürülür. İkincisi: Adam öldüren kısas olarak öldürülür. Üçüncüsü de: Dininden dönen ve cemaati terk eden kişi de öldürülür. Eğer zina eden bekâr ise, nikâhlanmamış, evlenmemiş ise, buna da bu zina fiilini işlediği için yüz meydan sopası vurulur. Dinden dönen kişi İslâm’a davet olunur. İslâm’a dönerse ne a’lâ. Eğer küfründe ısrar ederse katli caizdir, demişler. Eğer kadın dininden dönmüş ise, ekserî ulemâ erkek gibi o da katlolunur demişseler de imamımız İmam-ı Âzam Hazretleri kadın ve çocukların öldürülmesi men olduğundan, bunlar tövbe edinceye kadar hapsolunur demişler. Bir de sâil diye insanı öldürmeye kasdeden saldırgan kimseler vardır ki, onların elinden başka türlü kurtulmak mümkün olmazsa, onu da öldürmeye cevaz verilmiştir. İmâma âsi, cemaati tamamıyla terk edenlerin de katline ve eşkıyların da katline cevaz verilmiştir. Hz. Ali Efendimiz 261 Ana Baba Hakları 262 Havâric denilen, itikaden ehl-i sünnetin dışına çıkan ve Hz. Ali Efendimize karşı gelen bu kabileden birçoklarını katletmişlerdir. Bunlar zamanın imamının, hükümdarının vazifesidir denilmiştir. 2- Zinanın getirdiği felâket Zina edenlerin sonları fakirlik ve perişanlıktır. Allah Teâlâ dua edip yalvaranların duasını kabul eder. Ancak zina eden erkekle zâniye kadının duasını kabul etmez. Zina edenlerin yüzlerini ateş yakar. Zina edenlerden iman, elbisenin, gömleğin çıktığı gibi çıkar. Zina eden kimseden iman çıkar ve onun tepesinde gölge gibi durur. Zinadan vazgeçerse iman ona döner. Zani, müşrik ile beraber anılmıştır. Zina eden kimse, zina ettiği vakitte mümin değildir. Yani mümin zina etmez demektir. Yemin ederek mal satan, kendini beğenen kibirli fakir, zina eden yaşlı ve zalim imamlara Allah Teâlâ buğz eder. Yedi kat gökler ve yedi kat yerler, yaşlı halinde zina edene lanet ederler ve zânilerin iffet yerlerinden çıkan pis kokularla ehl-i Cehennem’e eza olunur. Hamr, şarap içmeğe devam ederek ölen kimseye, zânilerin ferçlerinden çıkan kokular içirilir. Zinaya devam eden kimse, puta tapan kimseye benzetilmiştir. Bunun için içki içen de böyledir. Halbuki zinanın haramlığı ind-i ilâhide şarap içmekten daha büyüktür. Ümmet-i Muhammed hayır üzeredirler. Veled-i zinâlar çoğalmadıkça. Veled-i zinâlar çoğalıp âşikâr olunca, azapları umumi olmasından korkulur. Zina aşikâr olunca fakir ve zillet kendilerini yakalar. Allah Teâlâ’nın indinde en büyük günah şirktir. Sonra evlâdını kendisi ile beraber yemesin diye öldürmek, daha sonra da komşusuyla zina etmektir. Mehmed Zahid Kotku Komşu ile zina on zinaya bedeldir. Komşusu ile zina edene Allah Teâlâ rahmet nazarıyla bakmaz, ve Cehennem’e girenlerle birlikte zânileri de Cehennem’e sokar. 3- Zinadan korunanın yeri cennettir Muharebeye giden askerlerin karılarının hürmeti, anaların hürmeti gibidir. İffetlerini muhafaza edenlere Cennet vardır. Herhangi bir müslime kadın beş vakit namazını kılar ve iffetini muhafaza eder ve erkeğine de itaat ederse Cennet’in hangi kapısından isterse girsin. Dilini ve iffetini muhafaza edenin Cennet’e girmesini ben tekeffül eylerim. Bu iki a’zâyı muhafaza edeni Allah Teâlâ Cennetine kor. Kadınların arkalarından istifade Lût kavminin amelidir. Haramdır ve çok çirkindir. Allah Teâlâ’nın lânetine müstahak olur. Başka şey yazmağa lüzum yoktur. Görüyoruz ki, Resûlullah (S.A.V) anaya ve babaya ihsan ve ikramla beraber, onlara karşı isyandan ve itaatsizlikten son derece sakınmanın lazım geldiğini anlatırken, o arada diğer bir takım günahları da zikretmekte olduğu görülegelmektedir. Meselâ şirk, içki, kumar, zina, katil, sihir, yalan, gibi günahları her hadisin içinde, yerine göre bazen birkaçını bazen de hepsini birden söyledikleri görülmektedir. Zinayı celbeden afetlerden birisi de içki olduğundan, zinâdan sonra bir miktar da içkinin aleyhinde Efendimiz (S.A.V)’in buyruklarından bazılarını zikretmeyi uygun gördüm. Allah Teâlâ cümlemizin muini olsun. Âmin! 263 Ana Baba Hakları 264 İÇKİ HAKKINDA* Bazen şarihlerin sözleri ve bazen kendi ilavelerimiz katılmıştır. Bu husustaki kusurlarımızı afv ile müsamahanızı da rica ederim. Hemen Cenab-ı Hakk’ın bütün haramlardan korkup kaçan ve emirlerine itaat edip rıza-i ilâhiyi kazanmağa çalışan bahtiyar kullarının arasına biz günahkârları da kabul buyurmasını rica ve ümit ederiz. Cenâb-ı Peygamber bu ana ve baba bahsinin hemen hemen hepsinde şirkten ve içkinden bahsetmektedir. İçki aleyhinde birçok eserler olduğu gibi, bir de Yeşilay cemiyetimiz vardır ki, bu da içki ve sigara aleyhinde birçok neşriyat yapmaktadır. Fakat ne yazık ki, bu eserler ve neşriyatlar kimsenin kulağına girmemektedir. Zira hemen herkes şehvetin, şeytanın ve nefsin elinde oyuncak gibidirler. Kendini kurtarana ne mutlu! Bize doktorlarımız diyorlar ki, içki vücudu harap eden bir zehirdir. Bununla beraber cemiyetleri de harap eder. Çünkü kendilerinde İslâmî bir ahlâk ve bir meziyet görmek çok zordur. Umûmiyetle birbirlerinin aleyhinde, menfaatlerinin esiridirler. Bugün azıcık içip zevklenen insan, bir müddet sonra buna alışır daha fazla içmeye mecbur olur ve en nihayet ayyaş denilen delinin bir nev’i olur. Ondan sonra da ölümle iş biter. Ammâ İslâm dîninin hükümlerine göre, nihayet Cehennemi de boylar. Ve kıyamet gününde herkes Cennete giderken, maalesef müşriklerle beraber bu ayyaşlar da Cehennem çukurunda yerlerini alırlar. Müşrikler ise Allah’ı tanırlar, Peygamberi de tanırlar, kitapları da vardır. Kabahatleri Allah birdir diyemezler. Çok çeşitli ve bir sürü hataları olduğu gibi putlardan da vazge* Terğib ve Terhib’in 3. cildinin 248. sayfasından itibaren 27 hadis-i şeriften seçmelerdir. Mehmed Zahid Kotku çemezler. Bilakis müslüman olanlara da şöyle tecavüzde bulunur ve onları eski hıristiyanlık dinine çevirmeye çalışırlar. (Sizin babanız cahil mi idi, onlar bu putlara taparken şimdi size ne oldu da babalarınızın, ecdadlarınızın yolunu bırakıp başka bir dîne giriyorsunuz) diye onları eski, babalarının dinlerine çevirmeye çalışırlarken, bugün bizim dinsizlere ne demek lâzım bilmem. İlk müslümanlardan Mus’ab, babasının bütün servetini terk edip Medine-i Münevvere’ye gelmişti. Orada İslâm’ı telkin ederken o günün müşrikleri de ona karşı fitneci, bizim aramızı bozuyor, yeni bir din getiriyor diye ayağa kalkıyor ve müslümanları korkutmak için her çareye başvuruyorlardı. Harpler de hep o yüzden patlak veriyordu. Lâkin Allah Teâlâ’nın hikmeti, hak her yerde galip olmuş, batıl da mahvolup gitmiştir. Buhari ile müslim’in Ebû Dâvud ve Tirmizi’nin de müttefikan naklettikleri Ebû Hureyre (R.A)’ın hadis-i: ِ َّول ه َ اللُ َع ْن ُه اَ َّن َر ُس َّالل َص َّلى ه ََّو َع ْن اَبِى ُه َر ْي َر َة َر ِض َى ه ُالل ِ ِ ِ ،ين َي ْز ِنى َو ُه َو ُم ْؤ ِم ٌن َّ الَ َي ْزنى:َع َل ْيه َو َس َّل َم َق َال َ الزا ٰنى ح ِ َوالَ َي ْشر ُب،ين َي ْسرِ ُق َو ُه َو َم ْؤ ِم ٌن َ السارِ ُق ح َّ َوالَ َي ْسرِ ُق َ ِ ﴿رواه البخارى. َو ُه َو ُم ْؤ ِم ٌن،ين َي ْشر ُب َها َ ا ْل َخ ْم َر ح َ وزاد مسلم،ومسلم وابوداود والترمذى والنسائى ِ ين وابوداود بعد:وفى رواية َ والَ َي ْش َر ُب ا ْل َخ ْم َر ح:قوله َ ِ ِ وض ٌة َب ْع ُد َ الت ْو َب َة َم ْع ُر َّ َي ْش َر ُب َها َو ُه َو ُم ْؤم ٌن َو َلك َّن 265 Ana Baba Hakları 266 Resûlullah (S.A.V) buyurdular ki, "zâni zinâ ettiği zaman bu zinâyı mümin olduğu halde yapmaz. Hırsız da hırsızlığı mümin olduğu halde yapmaz. İçki içenin hali de böyledir." Zina, hırsızlık ve şarap içen kimse, mümin olduğu halde bu işlerin hiç birisini yapamaz. Zira iman bu gibi günahların hiç birisini işlemeye meydan vermez. Çünkü iman sahibi Allah Teâlâ’nın kendisini her yerde ve daima görmekte ve yaptıklarını bilmekte olduğunu iyi bilir de bu kötü işleri işlerken hem korkar hem de utanır. Çünkü hayatını ve hayatının icabı olan sayısız nimetleri veren Allah Teâlâ’nın bu lütuflarına karşı saygısızlık gösterip en büyük nimet olan aklını gidermesi ve adeta delilere benzer bir hale düşmesi ve herkese gülünç bir hal olması ve hatta sarhoşluğun kavga ve ölümlere müncer olduğu görülegelen şeylerdir. Bu iş içenle kalsa ne ala. Bakınız bir rivâyette, içkiyi içene, verene, ticaret için satın alana, içkiyi satana, içki için üzümü sıkana ve sıkılan içkiyi saklayana, içkiyi içenlere götürenlere ve o içki kabını götüren hamala, kaldırıveren yardımcıya ve parasını yiyene Allah Teâlâ lanet etsin veya lanet eder buyrulmuş. Dikkat buyrulursa bu ders insanoğluna kâfidir. Bir şeyin aslı haram olursa onun parası da haramdır. Onun için gerek içkinin ve gerekse ölü hayvanın ve gerekse hınzırın eti de haramdır. Parası da haramdır. Sonra şarabı, içkiyi her ne kadar içmese de, yalnız satsa bu da hınzırı kesip parçalayan kasap gibidir. Yani içki satmaya helâl demek, hınzırın etini yemek helâldir demektir. Çünkü ikisi de aynı haramdır. 1- Belaya müstehak onbeş fena huy 15 huy herkimde bulunursa onların başlarına belanın gelmesi helâl olur: 1- Ganimetleri zorla almak. Mehmed Zahid Kotku 2- Emanetleri ganimet deyip çalmak. 3- Zekâtı alacaklısına borçlu imiş gibi vermek. 4- Erkeğin karısına itaat etmesi. 5- Validesine asi olmak. 6- Dostuna iyilik etmemek. 7- Babaya cefa etmek. 8- Camilerde sesleri yükseltmek. 9- Kavmin rezillerinin reis olması. 10- Şerrinden nâşi kişiye ikram olunması. 11- İçki içilmesi. 12- İpekli elbiseler giyilmesi 13- Çalgılar çalınması. 14- Bu ümmetin sonunda gelenlerinin, evvelkilere lanet etmesi. 15- O zaman kırmızı ve şiddetli rüzgârı gözleyiniz veya yerin alt üst olmasını, zelzeleleri veya sûretlerin tebdil ve tağyir olunmasını gözleyin. Beyan buyrulan bu nasihatler, ümmeti Muhammed’in bunlardan ders ve ibret alıp yapmamaları, Allah Teâlâ ve Resûlüne itaat etmesi, emanetleri muhafaza etmesi, zekâtı vaktinde Allah’ımın emridir deyip vermesi, erkeğin daima gerek karısında ve gerekse sair hallerde, cesur, azimkâr ve sözü geçer bir kimse olması, ana ve babasına hürmetkâr olması, daima istikamette olması gerekir. Camilere karşı hürmetkâr olup, gerek camilerde ve gerek ezan-ı Muhammedi esnasında konuşmamalı ve iş başına geçenleri seçerken çok dikkatli olup, fazilet sahibi, doğru, müstakim, dindar ve namuslu kimseleri seçmeli. müslümanlar arasında gayet sıkı ve sağlam bir ahenk olup, katiyen birbirleri aleyhinde konuşma- 267 Ana Baba Hakları 268 malı, hatta düşmanları bile olsa insan ve bahusus mümin ve müslim olan kimse daima ihtiyatlı davranmalı. Gönül kırmaktan, hatır yıkmaktan son derece sakınmalı. İçki içmekten her nevi haramdan, kumar oynamaktan, çalgı ve envaından hatta televizyon ve teyplerden ve bunların çalındığı yerlerden bile çok uzak olmalı. Bir de geçmişlere ta’n etmek, lanet etmek, onlarda kusurlar bulup teşhir etmek, insana da müslümana da hiç yakışmaz. İnsanın kendi kusurlarını görüp onları düzeltmeğe çalışması en makul bir harekettir. Halbuki kötü huyların değişebilmesi çok zordur. Hayvanlar ıslah edilebiliyor da insanın ıslahı çok çok zordur. Onun için dedelerimiz demiş ki, yedisinde ne ise yetmişinde de odur, yani huy hep o huydur. Nerede o riyazetleri yapacak babayiğitler. Kırk günlük halvetler ancak bir dershanedir. Riyazetin ancak yolunu öğrenebilir. Riyazetler ise bundan sonra devam eder. Öyle bir iki riyazetle iş bitse ne alâ… 2-Günahlar îmanın nurunu söndürür ِ َّول ه الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َق َال ََّو َع ْن اَبِى ُهرِ ْيرِ َة َر ِض َى ه َم ْن َز َنى َا ْو َشرِ َب ا ْل َخ ْمر َن َز َع:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َص َّلى َ ْ َّه َ ِ ِ ِ ِ َّه يص ِم ْن َر ْأ ِس ِه َ يم َ ان َك َما َي ْخ َل ُع ْاال ْن َسا ُن ا ْل َقم َ اللُ م ْن ُه ْاال. ﴿﴾رواه الحاكم Her kim zina eder veya şarap içerse Allah Teâlâ ondan îmanı çıkarır; elbise başından çıkarıldığı gibi. (Hakimin Ebû Hureyre’den rivayetidir.) Mehmed Zahid Kotku Burada imanın çıkarılmasına birkaç ma’na vermişler. Bazıları derler ki, imanın nûru gider. Malum ya nur diye ışığa, aydınlığa, güneşe, aya, elektriğe denilmektedir. Elektrik lambalarında elektrik kesilince nasıl kapkaranlık oluyorsa, imanın da nûru gidince tıpkı böyle olur da artık hak ile batılı ayırmak mümkün olmaz. Nasıl ki, karanlıkta kara ile beyazı fark etmek mümkün olmazsa, artık iman da bu hale gelir. Basma kalıp bir iman kalır ki, ne tarafa çeksen o tarafa gider. Diğer bir ma’nâya göre de iman ondan çıkarılır ve başı üstünde bir gölge gibi durur, bu haller geçtikten sonra iade olur. Diğer rivayette, tövbe ederse tövbesi kabul olur. Taberanî’nin rivayetinde ise, Allah’a ve yevm-i âhirete îman eden kimse, şarap içmesin ve yine Allah’a ve âhirete îman edip inanan kimse, şarap içilen bir sofraya oturmasın. Bütün içkilere şarap denilir. Binaenaleyh, hangi içki olursa olsun, onların içildiği yerlerde oturmakla, hem aynı günaha uğrar, hem de hiç caiz değildir. Bazı yanlış tabirler vardır, sarhoşun mezesinden yemek sevaptır gibi. Bu çok hatalı bir sözdür, sakınmak gerektir. 3- Bütün günahlar içkiden çıkar اللُ َع ْن ُه َع ْن ِ َو ُر ِو َى َء ْن َحب َّت َر ِض َى ه ّ ِ اب ْب ِن ْاالَ َر َّ ِ َّول ه ِ رس اك َوا ْل َخ ْمر ِا َّي:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم َا َّن ُه َق َال الل َص َّلى َ َّه ُ َ َ ْ َ الش َجر ف ِانها تفرِ ع الخطايا كما ان شجرها يفرِ ع. َ َّ ُ ّ َ ُ َ َ َ َ َّ َ َ َ َ َ َ ْ ُ ّ َ ُ َ َّ َ ﴿﴾رواه ابن ماجه 269 Ana Baba Hakları 270 Şarap içmekten sakınınız zira bütün günahlar ondan çıkar. Meselâ namazı kılamaz. Oruç tutamaz. Her türlü fısk u fücuru işler. Nasıl ki, üzüm kütüklerinin dalları çoğaldığı gibi. ِ َّول ه الل ُ َق َال َر ُس:اللُ َع ْن ُه َما َق َال ََّو َع ِن ْاب ِن ُع َم َر َر ِض َى ه ٍ ُو ُك ُّل ُم ْس ِكر، ُك ُّل ُم ْس ِكرٍ َخ ْمر:اللُ َع َلي ِه َو َس َّلم صلى َ ْ ََّ َّ ه ٌ الد ْنيا يُ ْد ِمنُ َها َلم َي ْشر ْب َها َو َم ْن َشرِ َب ا ْل َخ ْمر ِفى،َحر ٌام َ ُّ َ ْ َ َ ِ ِ ﴾فى ا ﴿رواه البخارى ومسلم.آلخر ِة َ ْ Her sekr veren şey şaraptan maduddur ve her müskir haramdır. Her kim dünyada şarap içer ve ona devam ederek ölürse, âhiret şaraplarından içmeyecektir. Hatta bir rivayette de Cennet’e girse bile denilmektedir. Zira âhiret şarapları sarhoş etmez ve sekir de vermez. Ve bu tabir onun Cennet’e girmeyeceğine işarettir denilmiştir. Üç kimsenin Cennet’e giremeyeceği bildirilmiştir ki, onlardan birisi şarap içmeye devam eden, sihre inanan, sıla-i rahim yapmayan kât-ı rahim denilen kimselerdir. Şu üç kişi de Cennet’e giremeyeceklerdir. Birisi deyyus, birisi de kadınlardan kendilerini erkeklere benzetenler, üçüncüsü şarap içmeye devam edenler. Bundan dolayı buyrulmuştur ki, şarap içmekten sakınınız! Çünkü o bütün şerlerin anahtarıdır. Şöyle bir hikâye naklederler: Ne kadar günah, fena ve çirkin şeyler varsa hepsini toplayıp bir odaya sokmuşlar ve kapısını da kilitleyip anahtarı almışlar işte bu anahtar sarhoşluk- Mehmed Zahid Kotku tur. Onu içince kapı açılır, her türlü fenalıklar artık kolayca işlenir, onun için bundan son derece sakınınız. 4-Sarhoş olarak ölen sarhoş olarak haşrolur Şarap (içki) içen bir kimsenin kırk gece, kırk gün namazı kabul olunmaz, ancak tevbe ederse tevbesi kabul olunur. Eğer dört kere içerse Allah Teâlâ ona Cehennem halkının irinlerini içirir. Eğer bu kırk gün içinde ölürse İslâm’ın gayri olarak ölür ve dünyadan sarhoş olarak ayrılır. Kabirde de sarhoş olarak kalır. Ve kıyamet gününde sarhoş olarak ba’solunur ve sarhoş olarak Cehennem’e götürülmesi emrolunur. Her kim sarhoşluğundan nâşî bir namazı bir kere terk ederse, dünya ve dünyanın içindekiler onunmuş da elinden alınan adam gibi olur. Binaenaleyh şu beş şeyi işleyen Ümmet-i Muhammed’e helak vardır: 1- Birbirlerine lanet etmesi. 2- İçki içmesi. 3- İpekli giymesi. 4- Kötü kadın saklaması. 5- Erkek ve kadınların birbirleriyle iktifa etmesi. İçkinin fenalığı hakkında yazılan kim bilir ne kadar eser ve ne kadar kıymetli sözler vardır. Bunlar ya okunmuyor veya okunsa da nefse köle olduğumuzdan kulağımıza girmiyor. Bugün memleketimiz ve bütün memleketler ne kadar çok çeşit meşrubat ile doludur. Hem ucuzdur, hem de vücuda faideleri vardır ve hem de aklı gidermez ve belki aklı kuvvetlendirir, vücuda da sıhhat verir. Amma ne yazık ki, bu hem aklı gideren ve hem de sıhhati bozan ve hem de bazen ölümle neticelenen hâdiselere sebep olan içkiye ne sebepten insanların zayıfları müptelâ olmuşlardır? Bunları icad edenler muhakkak dinsiz ve ahlaksız kimselerdir. İslâm gelince bunları yasak etmiş ve bu yasak Medine-i Münevvere’de ilan edilince bütün müslümanlar evlerindeki içkileri sokaklara döküp kaplarını 271 Ana Baba Hakları 272 kırmışlar ve hatta Medine-i Münevvere sokaklarından adeta sel gibi içki akmıştır. Müslüman bak nasıl oluyor. Peygamberin sözüne nasıl uyuyorlar. Hemen hiç tereddüt etmeden emr-i Peygamberiye uyarak sakladıkları şarapları hem döküyorlar ve hem de bir daha saklamamak için kaplarını da kırıyorlar. Allah Teâlâ cümlemizi sevmediği ve yasak ettiği her şeyden muhafaza buyursun da sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin. 5-Günahlara devam kalbi karartır Bu günahları işleyen her ne kadar itikadımızca kâfir olmaz ise de, lâkin asıl korkulu olan şey bunların devamı ile kalp, kapkara olur. Artık küfür ile îmânı seçemez bir hale geldiği gibi, bu hal ve vaziyet onu artık kendisi de farkına bile varmadan küfre kadar götürür. Ve sen ona kâfir diyecek olursan kızar. Kavga eder ben kâfir değilim der. Şeriatı isteyenin kafasını patlatırım diyecek kadar küstahlık gösterip, sonra da camilerde ben de müslümanım deyip tesbih elinde dolaşan zavallılar, kendilerini ve başkalarını da bak nasıl aldatıyorlar. Şeriatı istemeyen adamın küfründe hiç ihtilaf yoktur. Amma bugünkü müslüman bunu da idrakten acizdir. Çünkü dini malûmattan umûmiyetle mahrum olduğumuz aşikârdır. Bir dünya bilgisi var, bunu bilmeyenlere cahil diyoruz. Bir de din bilgisi var ki, onu bilmeyenelere de echel denir. Din bilgisinde varlığın sahibi olan Allah’ı bilmek ve onun bize verdiği İslâm dinini öğrenmek ve onunla amel etmek her mümin-i muvahhide borçtur. Dünya bilgisi olmadığı halde pek alâ güzel yaşayabilen, hem de zengin olabilen pek Mehmed Zahid Kotku çok kimseler görülmektedir. Fakat din bilgisinden mahrum kimselerin dünyadaki yaşayışları, hiçbir zaman insanlığa ve islamiyete uygun ve hayırlı bir yaşayış olamaz. Firavunlar devrinden tut ta, bugün bile medeniyetin en yüksek devresindeki dinsizlerin hayatı hiçbir hayata benzemez. Yılbaşı denen gecede işlenen günahların hesabı kimbilir ne kadar acı olacaktır. Bu geceye iştirak edip yapılan ziyafetler, eğlenceler bir millete kimbilir ne ağır bir yük olmaktadır. Halbuki müslümanım diyen kimsenin bilmesi gerektir ki, Cenâb-ı Peygamber efendimiz "her halükârda Yahûd ve Nasâra’ya muhalefet ediniz" emrini vermiştir. Hıristiyanlık âdet ve an’anesine bu kadar sadakat yakışır mı? 6-Şarap içmenin zararları 1- İçki içenden imanın nuru alınır. 2- Allah Teâlâ’nın lanetine müstahak olur. 3- İçki, gam ve kederleri celbeder ve rızkı daraltır, içenin şekli siması değişir, hayvânî hal alır. 4- Şarap içmeyi ancak asiler yapar ki, onlar Allah ve Resûl’üne ve âhiret gününe inanmamışlardır. 5- İçki insanı her türlü günahlara sürükler. Katl, zinâ ve emsali gibi. 6- Kıyamet gününde Cehennem halkına, içki içen edepsiz kadınların ferclerinden akan pis irinler içirilecektir. 7- Allah Teâlâ onlara Cennet’i haram kılmıştır. 8- İçki içen, yüreği hararetten yanarak haşrolunacaktır. 9- İçki içenin azabı, puta tapanlar gibi olacaktır. 10-Allah Teâlâ içki içenin tam 40 gün ibadetini kabul etmeyecektir. 273 Ana Baba Hakları 274 11-İçki içen hakirdir. Kendisine meydan sopası vurulur. Bunlara selâm da verilmez. 12-Allah Teâlâ’nın gadabına uğrarlar ve bu halde ölürlerse Allah Teâlâ’nın sevabından ve rahmetinden mahrum kalırlar. 13-Sarhoş olarak ölürlerse, kabrinde bunun azabını tadar ve kabrinde kan ve irin ile azaplandırılır. Bütün hayırlardan mahrum, dünyası elinden alınan bir kimse gibidir. 14-Sarhoş helakini eliyle hazırlamış olur. Her içki şaraptan maduddur. Ve hiçbir içki ile tedavi caiz değildir, haramdır. Şayan-ı dikkat, içkiden başka necasetlerle tedavi caizdir de, maalesef içkiyle tedavi caiz değildir, haramdır. Her türlü necis bir şeyi yemek ve içmek de haramdır. Kan, ölmüş etler, sidik ve içki karıştırılarak yapılan macunlar da haramdır demişler. Mehmed Zahid Kotku FAİZ YİYENLER HAKKINDA Cenâb-ı Hakk’ın yapılmasını emrettiği şeylerde sayısız faideler olduğu gibi, men edip yasak ettiği şeyleri işlemekte de yine sayısız zararlar vardır. Belki insanoğlu ilk önce bunların farkına varamaz, fırsatları kaçırır. Bir takım dinsiz ve şuursuz insanların, insan kılığındaki canavarların yanlış fikirlerine aldanır. Sonra da dönmesi çok güç olur. En basiti sigara ile faize bulaşanların halleri malûmdur. Bunlar her ne kadar zengin olsalar da hiçbir kıymeti yoktur. Dağdaki eşkıya soyduğu insanlarına parasını nasıl yiyorsa, bunların da daha ustaca, silahsız, bıçaksız milleti soymakta oldukları aşikârdır. Çünkü aldığı mala verdiği faizi, sattığı malın üstüne ekleyip öylece satar. Ve verdiği faizi de kaç misliyle bizden alır. Bunun adına da kazanç denir. Vay halimize vay. Onun için Cenâb-ı Hak faizi haram kılmış. Ne al, ne ver, ne de kâtiplik yap. Bunların hepsi aynı günahı yüklenirler. Hatta şahidler bile bu günaha ortaktırlar. Zira faiz umumiyetle fukaranın aleyhinde olduğu gibi, müslüman zenginleri de birden bire batırır; iflas ettirir. İşi rast gitmez. Aldığını pahalı alır. Satarken de piyasa düşer. O zaman ucuza satmağa mecbur olur. Çünkü faiz ödeyecek. Faizi vermezse gelecek sene için iki kat olur. Derken ödeyemez. İflas edip gider vesselâm. Birçok kimselerin de canları yanar. Çünkü fukaranın ahı boşa gitmez. Sen de aklını başına al da bu faizin yanına sokulma. Eğer yüzde yüz kazanacağını bilsen dahi. Bir kere Allah Teâlâ’nın emrine muhalefet etmiş olacaksın. Sonra da fukaranın ahını alacaksın. Sonra da bu faiz dolabını çevirenleri zengin edeceksin. Fakat sen de çok ve ağır günahların altına gireceksin. İyi düşün, düşmanların, dinsizlerin şuursuzların sözlerine kulak asma. Allahım yasak etmiş; Peygambe- 275 Ana Baba Hakları 276 rim de yasak etmiş. Artık kim ne derse desin; benim kulağıma girmez vesselâm. Şimdi ana ve babaya âsî olma da, bu günahları irtikap etmek kadar tehlikeli ve korkunçtur. Öyle ise ey aziz ve muhterem kardeş, her günatan kork ve kaç ve bahusus ana ve babaya karşı âsî olmaktan son derece sakın. Faiz hakkında Terğib ve Terhib’in üçüncü cildinin başında 30 adet hadis-i şerif zikredilmekte ve o kadar da âyet-i kerime. müslümanların bunları hem okuması hem de bilmesi lazımdır. Meselâ bizler domuz eti yemekten çok korkarız da içki içmek, kumar oynamak, zina gibi her bakımdan fena olan günahları işlemekten çekinmeyiz. Bunun acısını ise hem dünyada, hem de öldükten sonraki mezar aleminde ve daha sonra kıyamet gününde pek de acı bir şekilde göreceğimize ya aklımız ermiyor veya inancımız çok zayıf. Belki de yok. Meselâ bankaya yüzde yirmi faiz vereceğiz, lakin kazancımız en az yüzde kırk, biz bu borcu çabuk öderiz diye düşünürken, nefis yeni yeni işlere el atar. Dünya dönüyor ya elbette içindekiler de dönecek. Bakarsın ki, bir gün gelir faizi ödemediğin gibi ekmek parasını bile kazanamadan dükkânı kapar ve kara kara düşünmeğe başlarsın. Sonra banka malları haczeder. Bir de bakarsın ki, borç bile ödenmemiştir, iflas masasında şaşkın şaşkın düşünür durursun. Bir de bunun âhiret hesabı var. Cenâb-ı Hak sana bu din-i İslâm’ı nasip etmiş, helâl-haram yolları göstermiş. Cennet ile Cehennemi de bildirmişken, böyle haram yollara sapıp kendini ve çocuklarını da bu haram ile beslediğinden dolayı, ne senden ve ne de çocuklarından bir hayır gelmez. Avrupalı bu işi yapıyorsa müslümanın da yapması mı lazım? Kâfirlerin âhirette yerleri zaten Cehennem, sen de mi, o Cehennem’i istiyorsun ki, Mehmed Zahid Kotku onun yaptığını yapmağa çalışıyorsun. Sakın demeyesin ki, bak onlar dünyaya hâkim. Bizim evladlarımız bile gidip oralarda çalışıyorlar. Kendi adamları yetmiyor da bir de üstelik diğer memleketlerden işçi alıyorlar, bunlar da hep işlerini bankalarla çeviriyorlar! Pekâlâ ammâ, benim o kadar fazla işe aklım ermez. Yalnız bildiğin bir şey varsa o da, Allah Teâlâ’nın bunu yasak etmesinde bir hikmet vardır. Bunu inkâr insanın müslümanlıktan çıkmasına kâfidir. Diğer günahları da inkâr böyledir. İnkâr etmeden günahına inanarak, nefsine mağlup olup yapmak müslüman için bir kirdir. Neticesi de helâktır. Çünkü faizi terk etmeyenler hakkındaki; “ellerinden gelirse Allah ve Resûlü ile harbe hazırlansınlar” tehdidi karşısında erimemek mümkün mü? 1-Faizin Zararları Bakınız şimdi sizlere, faizin zararları hakkında adı geçen eserin 13. sahifesinde sıralanan sözleri aktarayım: 1- Faizciler çaşitli helâk yolları ile helâk olurlar ve vücutlarında tedavisi müşkil hastalıklar olur. 2- Azabı devamlı olur ve âhirette kan deresinden kurtulmak için her ne kadar uğraşsa da, yine ağzına taşlar atılarak geri çevrilir. 3- Peygamber (S.A.V) bu faizciler için beddua etmiş ve lânet etmiştir ki, duası makbul olduğundan herhalde âhriette çok acı bir azap ile karşılaşacaklardır. 4- Bu günah-ı kebîreyi işlediğinden azabı elim olacaktır. 5- Cenâb-ı Hak fâiz yiyenleri Cennet’e koymayacaktır. 6- Faiz yiyenler kabirlerinde, Cehennem’deki azap olunacak yerlerini görecekler, en azı 73 günahın azabı olacaktır. 277 Ana Baba Hakları 278 7- Faizin günahı, 33 zina günahından büyüktür. 8- Faiz, harap olmanın, helâk olmanın, hâb u hüsrânın, fakirliğin, hastalıkların, bereketsizliğin ve rahmet-i ilâhiyyeden mahrûmiyetin sebebidir. 9- Faiz yiyenlerin azabı, büyük yılanların karınlarında onlara azap etmesidir. 10-Faizciler yollarda ayak altında kalıp herkes tarafından çiğnenirler. 11-Faizin her tarafa yayılması, kıyametin yakınlığına alâmettir. 12-Faizciler kabirlerinden deliler gibi, cinnîler tarafından yakalanmış tutulmuş gibi, serseriler gibi kalkarlar. 13-Faizci topal olarak, aksak olarak ayaklarını sürükleyerek gider. 14-Faizcinin malı ne kadar çoğalırsa çoğalsın, sonu kısa zamanda fakirlik olur. hem dünyada fakir, hem de ahrette fakir. 15-Sâid olan, yani saadete erişen faizden uzak olur, şaki ise faize bulaşır. Ve riba sebebiyle siması değişir; huyu da maymun ve hınzırların huyuna döner. (Sure-i Âli İmran 130, 131, 132. ayetlere bak.) 16-Bu da müminler arasında, ayrılık ve döğüşlere, ölümlere sebep olur. Sure-i En’âm’ın 65. ayetini iyi oku. Sure-i Bakara’da ki, 48. sahifede faiz ayetlerini: 276, 279 ve 281. ayetleri de dikkatle oku ve iyi düşün. Bu dünya hepimizce malum, bir geliş ve bir de gidiş vardır. Bu aradaki zaman Hakk’ın rızasına muvafık olduysa ne mutlu o kişiye. Ve eğer haramlarla meşgul olarak bu dünyadan ayrıldı ise ne yazık o kişiye. Cenâb-ı Hak cümlemize uyanıklık- Mehmed Zahid Kotku lar nasip etsin de dünya ve âhiret saadetlerini ihsan buyursun. Âmin! Adı geçen eserin 14 ve 15. sahifelerinde şarihler der ki: Faiz yiyenlere silahlarınızı alınız da harbe çıkınız. Hz. Ali Efendimizden bir rivayette, vaktin imamına bunları tevbeye çağırmak borçtur. Eğer tövbe etmezlerse boyunlarını vurun demişlerdir. Hasan-ı Basrî ve İbni Sîrîn de aynı fikirdedirler. Vallahi bu sarraflar faiz yerler buyurdular. Ve bunlar Allah ve Resûlüne harbe hazırlanıyorlar. Vaktin imamı bunları tevbeye davet eder. Tevbe ederlerse ne alâ, Tevbe etmedikleri takdirde bunları silahla te’dib eder. 279 NEFSİN MERTEBELERİ Pek azim ve muhterem kardeşim. Bu yazılan haklar pek mahduttur. Yoksa haklar insanlığın zuhuru, bu hakları yerli yerinde yapabildiği zaman meydana çıkar. Yoksa her şey sözde kalır. Ve bu hakların yerli yerinde yapılabilmesi için de ahlâken güzelleşmeler gerektir. Ahlâklar malum olduğu üzere iki kısımdır. Birisine ahlâk-ı hasene denir ki, 70 kadardır. Ahlâk kitabında yazılmıştır. Diğeri de ahlâk-ı seyyie de denilen fena ahlâklardır ki, bunlar da yine 70 kadar olup aynı kitapta tahsilatlı olarak gösterilmiştir. 1- Nefs-i Emmâre Bu fena ahlâkların kökü şu on iki ahlâktır ki, bunların sahibi yani bu ahlâklarla mütehallik olan kimse, nefs-i emmâre denilen en aşağı duygulu ve insaniyetten nasibi hemen hemen hiç yok denilecek kadar ve pek ehemmiyetsizdir. Bu kötü ahlâk sahibinin yeri, (Allah’ü â’lem) dünyada da Cehennemdir, âhirette Ana Baba Hakları 282 de Cehennemdir. Her ne kadar bilgisi çok olsa ve çok da zengin olsa ve çok da şöhreti olsa, hiç de makbul-i ilâhî olan bir kul değildir. Bu huylardan kurtulmak, düşman esaretinden kurtulmaktan mühimdir. Çünkü esarette kısmen insanın hürriyeti de vardır. İbadet ve taâtını yapmağa kimse mani olamaz. Fakat bu nefs-i emmârenin eline düşen zavallı insan her çeşit hürriyetten mahrum, nefsin esiri ve kölesidir. Yanı başındaki camide ezan-ı Muhammedî okunur da, nefsi onu camiye de salıvermez. Dini eserlerle dolu kütüphanelerin yanından geçer de, nefsi onu kütüphanelere sokmaz. Dini eserleri okutmaz. Akşamları geç vakitlere kadar kahvehanelerde o pek aziz eşi bulunmayan ömrünü pis havalarla dolu ve günahlarla berbat bir halde geçiren o nefsi yok mu ya! Onu Hakk’ın Cennetine sokmamak için elinden geleni yapar. O zavallı da yaşıyorum diye sevinir durur. Sözün kısası şimdi sana yazdığım şu on iki huya, ahlâka çok dikkat eyle. Bakalım bunlardan kaçı sendedir, yoksa hepsi mi? Bu bilgi işi değil, iman işidir. Ehl-i iman, bu kötü ve fena huylardan her zaman için uzak kalmağa çalışır ve ne zaman bu huylardan tamamıyla korunursa, tam manasıyla hürriyetine kavuşmuş olur. O zaman dünyadaki yeri Cennet, âhiretteki yeri de Cennettir vesselâm. Bunların birincisi şirk, ikincisi küfür, üçüncüsü cehalet, dördüncüsü gaflet, beşincisi büyük günahlar ki, 125 olarak Günah kitabında zikrolunmuştur. Altıncısı kibir, yedincisi hırs, sekizincisi buhul, dokuzuncusu şehvet, onuncusu gadap, onbirincisi hased, onikincisi ise hıkd yani kindir. İşte bu on iki sıfat ve bunların benzerlerini giderenler, Allah Teâlâ’nın izniyle emmârelikten kurtulmuş olur. Nefsi emmâre, kâfirlerin, şeytanların, münâfıkların ve fasıkların nefisleridir. Dünyanın Cenneti bu fena sıfatlardan, huylardan kendilerini kurtarabilenlerin yeridir. Dünyanın Cehennemi Mehmed Zahid Kotku de bu on iki sıfat ve emsali ile kalan bedbahtların yeridir. Fakat ne yazık ki, bugün müslümanlık davasında bulunan nice kimseler var ki, bu fena huy ve sıfatlarla doludur. Meselâ; kibir ve ucub, hırs ve hased, hele kinle, gadab bir de şehvet yok mu ya, hemen bugün hepimize yetip artmaktadır. Bunları terk etmek öyle kolay bir şey olsa ne âlâ! Yine görüyoruz ki, hayvan terbiyecileri memleketimize çeşitli hayvanları getirip onlara çeşit oyunlar yaptırıyorlar ve nihayet bizim de paralarımızı alıp götürüyorlar. Hayvan, hayvan iken terbiye kabul ediyor da, mahlukatın en şereflisi olan insan niçin bu fena huy ve sıfatlarla kalsın, doğrusu çok taaccüp edilecek bir şey?! Lâkin insan denilen mahluk, öyle kolayca ele avuca gelmez. Ona istediklerinizi kolayca yaptıramazsınız. Bu ancak Allah aşkı, Allah sevgisi, Allah rızası için yürekleri çarpan bahtiyarlara mahsustur. Onun için senelerce bıkmadan, usanmadan riyazetlere, zikirlere, tesbihlere devamla beraber gece uykularını terk edip, ibadet ve taatle ömürlerini geçiren ve Hak rızasını kazanmak için içleri yanan, dünyaya ve dünya ziynetlerine hiç de kıymet vermeyen, fakat dini için, imanı için, iffet ve namusu için, Hak rızasını da gözleyerek düşmanlarına karşı amansız bir arslan kesilen bu bahtiyarlar sayesinde İslâm, şark ile garp arasını tutmuş idi. Şimdi ise bilgi çok, para çok, hüner çok, her şey çok, fakat o İslâm’ın savleti, şecaati, mahareti, muvaffakiyetleri nerede? İşte o iman ve İslâm uğrunda bu fena huyları terk edip, iyi huylarla süslenmiş, ölüm için, şehadet için, hiçbir zaman göz bile yummamış bahtiyarlardır ki, o koca dünya devletlerine karşı ferman okumuşlardır. Lakin bu günün zavallı insanı, insanlığı ancak haram ve günah yerlerde aramakta ve para peşinde koşmaktadır. Halbuki kişi Hakk’a kul olursa, dünya da ona kul olur. Tuttuğu toprakta altın olur. Sen bunları sakın yabana atma da bu kötü, 283 Ana Baba Hakları 284 fena huylardan ve sıfatlardan kendini kurtarıp Hakk’ın seveceği iyi bir kul olmaya bak. Şu on iki sıfatın kısaca izahını yapmaya çalışalım: 1-Şirk: Şirk bahsinde ve Günah kitabının başında oldukça malumat verilmiştir. Oraya müracaat olunması rica olunur. Sonra her günahın affı ümit olunur fakat şirkin affı da yoktur. Sakınmak gerektir. 2-Küfür: Dinsizliktir, gâvurluktur, imansızlıktır. Dünyası da Cehennem, ahireti de Cehennemdir. 3-Cehâlet: Cahillik, okumak yazmak bilmeyen değil, belki Allah’ı bilmeyen ve O’na kulluk etmeyendir. 4-Gaflet: En büyük cahilliktir. Kıymeti bulunmaz ömrünü boşa geçiren, heva-yı heves sahibidir. 5- Büyük günahlar: 125 tanedir. İnsanda insanlık bırakmaz. Ruhu kararmış bir zavallıdır. 6-Kibir: Sahibini Cehennem’e sokan büyük günahlardan biridir. Cennet’e de giremez denmiştir. 7-Hırs: Sürüleri yiyen kurttan beterdir. 8-Buhul: Fertleri, cemaatleri, kavimleri, milletleri mahveden bir felâkettir. Buhul: Sıkılık, cimriliktir. 9-Şehvet: İnsanları esir mevkiine ve fakirliğe düşüren çirkin bir huydur. 10-11-12- Haset, Gadab, Kin: İnsanın yaptıkları sevapları yakan bir ateştir vesselâm. Aziz ve muhterem kardeş, yerler yedi kattır. Gökler de yedi kattır. Nefisler de yedi kattır, yani mertebedir. Birinci katın yani mertebenin halini yazdık. Oniki fena huy ve sıfatların sahipleridir ki, bunlara nefs-i emmâre diye ad verilir. Gayetle mezmum ve makbul olmayan bir nefistir ki, sahibi kendini de bilmez, kendisini ve bütün varlıkları yaratan Allah’ı da bilmez. Yer, içer ve bir gün gözlerini bu dünyaya hasretle yumarak Ce- Mehmed Zahid Kotku hennemi boylar. Allah Celle ve alâ cümlemizi bu fena ve kötü huy ve sıfatlardan korusun ve insanlık mertebelerine erişebilmemiz için de bizlere yardımda bulunsun, âmin! Bazen insan gaflete düşer de kendisini velîlerin başı, en iyi bir kimse olarak görür, benden daha iyisi var mıdır der. Ve bazı iyiliklerinden de bahseder. Hele şeyhliği ve mürşidliği hiç bırakamaz. Buna benden daha layık kim olabilir? der. Ve bazen de cezbe hallerine düşerek etrafındakileri de ağlatır. Fakat nefis yine o nefistir ve onun ıslahı öyle kolayca olacak şeylerden değil. Hele yemek düşkünü insanlar, yedikçe nefsi kuvvetlenir. Şehvet artar, bu sefer de etrafına saldırmağa başlar. Zira nefsin gıdası yemektir. Bu da bugün çok bol ve çok çeşitli ve zevkli. Bunları yedikçe nefsin azıtacağı cümlece malûmdur. Ruhun gıdası da ibadet ve tattır. Ve bahusus nafile ibadetlerle birlikte gece ibadetlerine ihlâsla devam şarttır. Halbuki şehvet ne büyük bir beladır ki, açlık da ona kâr etmiyor. En çok dikkat edilmesi lazım olan şey insanın herhalde halvette kalması ve bahusus genç erkekler ve kadınlardan çok uzak olması ve evine sokmamasıdır. Bununla beraber bütün ümidi Allah Teâlâ’nın rızasının tahsili olmasına gayret gösterip, buna mani olan hallerden de son derece sakınması gerektir. Şimdi sana biraz rüyalardan bahsedeyim. Çünkü rüya nübüvvetten bir cüzdür. Kişi gördüğü rüyalarla kendini bilmiş olur. Meselâ hınzır görmek haram, fil kibir, kelp gadap ve şer, yılan eza ve cefa, akrep lisan ile eza, fare halktan saklı işler ve su-i zan, bit, pire, kerahetli işler işlemek, katır emre itaatsizlik ve ihlassızlık, merkep ziyade şehvet-i nefsaniye, kaplan kibir, kurt hased ve taatte sirkat, ayı gadab, karınca hırs, maymun nemmamlık (koğuculuk), tilki hile, azgın deve şehvet, hırs ve kin, azgın öküz buhul ve emre itaatsizlik, sarı arı, eşek arısı faydasız işlerle meşgul olmak, kedi şeytan vesvesesi ve bunlara ben- 285 Ana Baba Hakları zer hayvanları görmek ve eti yenmeyen hayvanların hepsi ve eti yenen hayvanlardan azgınları hep nefs-i emmâre sıfatlarıyla tabi olunur. Mamafih insan rüya görmese veya rüyasında bazı iyi şeyler görse dahi, bu on iki sıfatın kendinde olup olmadığını bilmesi mümkün değildir. Fakat o nefs-i emmâre insanı hep iyi göstermeye çalışır. Ne okumuş yazmış büyük adamlar vardır ki, hangi sıfattan olursa olsun bu emmâre denilen nefsin elinde adeta bir oyuncak gibidirler ve nefislerine esir ve köledirler. Pek az bahtiyarlar müstesnâ. R 12 FÜ KÜ İN 1- ŞİRK 2- -K 286 UL İB H BU 7- HIRS 6K 8- 5- EB (124 K İR Rüyâda; hınzır, fil, kelp, yıED AS 3H lan, akrep, fare, bit, pire, eşek, kaCE 1Hİ 1 L tır, kaplan, kurt, ayı, maymun, pars, tilki, sansar, tavşancıl, azgın deve, öküz, eşek arısı, sarıca arı, sinekler, ölmüş şeyler, eti yenmeyen bütün hayvanlar ve eti yenen azgın hayvanlar görmek nefs-i emmâre alâmeti olduğu gibi; cehennemde yatmak, ça4- GAFLET 10- GADAB mura düşmek, meyhâne gibi yerler, kahvehâneler, sigaralar, nargile ve esrar, afyon, enfiye, mekruh şeyler gâyet soğuk veya sıcak, avretini açmak, valideyine isyân, haram ve nehiy olan şeyleri ye9-I ŞE H mek ve içmek de nefs-i emmâre R H A VE N RLE edir) alâmetidir. Ü T G Aİ tan Mehmed Zahid Kotku 2- Nefs-i Levvâme İnsan bu nefs-i emmâreden iman etmekle kurtulmuş sayılır amma, levvâme denilen ikinci mertebedeki nefis de emmâreye pek yakındır. Arada ufak bir iki çizgi farkı vardır. Bunun elinden kurtulmağa çalışmazsan pek çabuk yine emmâreliğe düşebilirsin. Bu nefis bazı kere ruhun nûru ile nûrlanıp ruha muti olur, bazı kere de isyan edip pişman olur. Bu nefis müminlerden, isyan edenlerin ve cahillerin nefisleridir. Tehlikeli bir nefistir. Burada kalmak mümine hiç yakışmaz. Bu nefs-i levvâmenin sıfatları şunlardır: 1- Fısk 2- Cehl 3- Ucup 4- Uyku 5- Yemek içmek sevdası 6- Hırs 7- Kahr u nedamet 8- Giyinme süslenme sevdası 9- Ve lağviyyattır. Bu dokuz huy ve sıfattan kendini kurtarabilenler, mülhime denilen üçüncü sınıf talebesi gibi üçüncü mertebeye atlarlar. Amma bu da makbul bir nefis değildir. Ufak bir gevşeklik derhal levvâmeye ve emmâreliğe düşürebilir. Halbuki fısk, taat-ı ilâhiyyeden huruçtur. Cehil malum. Ucup ise, tevfikat-ı ilâhiyyenin gelmesine manidir. Yağmur yağmadığı zaman nasıl mahsul olmaz ve emekler boşuna giderse, ucub; yani kendini beğenmek de aynı hidayetsizlik ve rahmet-i ilâhiyyeden mahrumiyettir. Uyku ise, hadd-i itidalde olması lazımdır. Çok uyku, hem gaflet hem de bereketsizliktir. Yemek içmekte de itidale riayetle ve Resûlullah’ın yediği gibi yemelidir. Fazla yemek vücudu kuvvetlendirir. Şehveti artırır. Sonra hakkından gelmek de zor olur. Malûmdur ki, sürüye giren kurt yese yese bir hayvan bile yiyemez, fakat koca sürüdeki hayvanları boğar bırakır. Hırs ise bu hayvanın yaptığı zarardan çok fazlasını yapar. Hem nefs-i emmâre sıfatıdır, kahretmek sonra da pişman olmak. Hele o süslenme derdi, 287 Ana Baba Hakları 288 felaket mi felakettir. Lağviyât ise boş sözlerle vaktini öldürmektir. Vakit nakittir. Vaktinin kıymetini bilmeyen nasıl insan olur bilmem? İşte bu dokuz huy da nefs-i levvâme denilen nefsin sıfatlarıdır ki, mezmum, sevilmeyen, insanlıktan uzak olan kimselerin nefisleridir. Bu halde iken ahirete göçenlerin vay hallerine! Cenâb-ı Hak cümlemizi bu âdi ve mezmum olan nefislerden muhafaza buyursun ve insanlığı kemaline ulaştır- 1- FISIK ET 2- R ŞE Â İL H CE U Rüyâda; M deve, koyun, keçi, sı9ğır ve emsali, balık, tavuk, kaz, ördek ve emsali, at, beygir, arslan ve bal arısı, kurbağa, tavşan, geyik ve emsali hayvanlar, azgın olmayan hayvanlar ve kuşlar, pişmiş yemekler, meyveler, içilecek helâl şerbetler ve giyecek helâl elbiseler, yanmadık mumlar, fırınlar, ekmekler, dükkanlar, saraylar, 8-GİYİM döşemeli evler, gemiler ve emsali, bağlar, ballar ve emsali, ELBİSE meyveli ağaçlar, peder ve validesine sarılmak, zevcesiyle ve MERAKI mahremi olmayan kadınlarla sarılmak, sarı renkler, üzerindeki necâseti gidermek, helâl hayvanlardan yemek, kan almak traş olmak, diş çekmek, mezheb-i ehl-i sünnete muhâlif adamlar ve menhiyattan olan 7şeyleri mübârek yerlerde görmek, nefs-i K NE AH U levvâme alâmetidir. K R 3- UCUB DÂ U M ET UY IRS H 6- 5-YE M İÇM EK ve EK 4- Mehmed Zahid Kotku sın. Bunu atlatan kişi nefsi mülhimeye erişir ki, diğerlerine nisbetle insanlığa daha yaklaşmış sayılır. Heva ve hevese ve ziynet-i dünyaya dair şeyleri görmek veya işlemek, döşemesiz ev, alevsiz ateş ve duman, dar yerler, taşlı dağlar, ormanlar ve ağır şeyler, dikenli uçurumlu yerler, yüksek korkulu yerler, karanlıklar, siyah renkler ve emsalleri, nefs-i emmâreye işarettir. İmdi bu hayvanlardan deve yüklü olursa ruha sıkıntı, yüksüz olursa ruha meyil sıfatıdır. Koyun keçi sığır ve emsali helâl ve menfaat sıfatıdır. Balık helâl nesneyi kazanma sıfatıdır. Tavuk kuşlar; helâle haris olmağa, at, beygir, azgın olmazsa sadakat, azgın olursa levvamenin galebesidir. Bal arısı; ahlak-ı hamideye, kurbağa; ruhun nefsinden nefretine, pişmiş et ve yemekler; nefsin ruha uymasına delâlettir. Bu gibi hallerden kurtulmak için gecesini gündüzüne katıp, bu korkunç ve tehlikeli nefsin elinden kurtulup nefsi mülhimeye erişmeğe çalışmak gerektir. 3- Nefs-i Mülhime Bir nefisdir ki, Hakk Teâlâ Hazretleri ona ilim ihsan eder ve "bu nefis âlimlerin" nefsidir diye buyrulmuştur. Sıfatları şunlardır: 1- İlim 2- Tevazu 3- Tevbe 4- Sabır 5- Şükür 6- Sehavet (cömertlik) 7 Kanaat 8- Tahammül Ruyaları da şöyledir: Şeytan, cahiller, avretler, çıplaklar, eşkıyalar, ehl-i sünnetten olmayanlar, mülhidler, gayri müslimler, sakalları kesik olanlar, topal ve kötürüm, âmâ, sağır ve dilsiz, arap hizmetçi, sarhoş, hoş sadalar, hırsızlar, güldürücüler, cambaz hokka- 289 Ana Baba Hakları 290 baz, dellaklar, şaşı, fahişe kadın, kasap, avcı, maymuncu, hamamcı, tuzcu, kavuncu, karpuzcu, çoban ve sabuncu, yere tohum saçan, ağaç dikmek, avcılar, beyaz renkler, kız çocuğu, oğlan çocuğu, abdest almak, gusledenler, namaz kılanlar, kıbleye dönenler, hayırlı işlerde bulunmak, balcı ve emsali, kavga gürültü, gürlemek, bağırmak, çağırmak ve emsallerini görmek nefs-i mülhime sıfatları ve alâmetleridir. Tabirleri şöyledir: Şeytan görmek, şeytana uymak, eğer reddederse âlâdır. Âvam ve cahilleri görmek ve onlara uymaktır. Kadın; tedbirde kusura ve dünyaya meyle alâmettir. Çıplak görmek; amelsizliğe, eşkıya görmek, namazlardan tembelliğe, gayri müslim görmek; dünyaya meyle ve dinde tembelliğe, sakal kırpmak, traş olmak; şeriatta noksanlığa, topal, kötürüm, âmâ, sağır, dilsiz görmek, eksiklik sıfatıdır. Arap görmek, başkasının ayıbını yüzüne vurmak ve çabuk maksuduna erişmeye alâmettir. Sarhoş, güzel sesler, noksanlık alâmetidir. Hırsız, ibadeti saklamak. Cambaz ve emsali; ibadetleri terk ve haramı mübaşeret alameti. Dellal, kezzaplık, yalancılık, dellak; hayırdan dönmeğe, şaşı görmek; hakkı koyup batıl yola gitmeye, nefsin arzu ettiği bir şeyi istemek; dünyaya talip olmaya, kasap; merhametsizliğe, arıcı; nefsin gadab ve hırsta kuvvetine işarettir. Hamamcı; nefsin günahlardan temizlenmesine işarettir. Tuzcu; nefsin salâhına işarettir. Kavuncu; ilim kazanmağa, karpuzcu; maarif-i ilâhiyyeyi kesbe işarettir. Ağaç dikmek, tohum atmak; hayırlara, avcı; insafsızlığa, beyaz renk görmek; nefsi mülhimenin galebesine işarettir. Abdest, namaz, gusül vera ve takva, kıbleye dönmek; umûrunda istikamete işarettir. Kıbleden yüzünü çevirmek; hayırlardan şerlere dönmeğe işarettir, (Allah korusun). Hayır-hasenât; ruhun nefse galebe- Mehmed Zahid Kotku sine; şer ve zulüm aksi olarak nefsin rûha galabesine işarettir. Kavga; ruh ile nefsin geçimsizliğine; nihayet mübah olan şeylerden her ne görülürse –söz, evsaftan ve eşyadan- cümlesi, nefs-i mülhimeye işarettir. Bu nefs-i mülhimede ilim, tevâzu gibi her ne kadar güzel sıfatlar varsa da, amelsizlik ve ihlassızlık, korkusu da vardır. Binaenaleyh bu dairede yani nefs-i mülhimede kalmak da iyi görülmemiş, belki sa’y ü gayretle bu nefsin üstündeki mutmainne mertebesine erişmeğe çalışmak her mümin-i muvahhide borçtur. Allah’ım bizlere amel ve ihlas nasib eyle! 4- Nefs-i Mutmainne Bu bir nefisdir ki, Allah Teâlâ’nın izniyle kalp ruhun nûru ile nûrlanıp kötü huyları, sıfatları terk edip, ahlâkı hamide ile muttasıf olur. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu güzel nefisle ve güzel ahlaklarla ahlaklandırsın, âmin! Alimlerin, ilimleriyle amel edenlerin nefisleridir diye buyrulmuştur. Amel, tevekkül, açlık, riyazet, ibadet ve tefekkürdür. Bu mertebedeki sıfat, kâmiledir. Rüyaları ekseriya şöyledir: kur’ân-ı Kerim görmek ve okumak, tasfiye-i kalbe ve matlubuna vusül ve muvaffakiyete işarettir. Lâkin hangi sûre ve hangi âyetleri okuduğunu bilip ona göre tabir olunur. Peygamberleri görmek, din ve İslâm’da kuvvete ve bunlara uyma sıfatıdır. Evliyâ görmek korktuklarından emin olmak ve umduğuna nail olmağa işarettir. Meşayih görmek, nefsini irşada işarettir. Padişah görmek; vücûda tasarruf, doktor görmek; nefsinin hastalıklarına amel-i Salih ile ilaç etmek sıfatıdır. Vezir, vekil ve amirleri görmek; aklında kemâl ve takarrüb-ı maksud sıfatıdır. Müfti görmek; nefsi hayra delaleti sıfatıdır. Hakim görmek, kalbine ve azalarına hükm-i ilâhinin nüfusuna 291 Ana Baba Hakları 292 işarettir. İmam, hatip, ulema, şüheda ve süleha görmek; Allah Teâlâ’nın emirlerine uyma sıfatıdır. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüs-ü Şerif, cami, mescid, medrese, tekke, mektep, mesken, suleha ve kütüphane ve dershane ve türbe-i salihin ve ziyaret mahallerini görmek ve bunlara benzerleri; kalbin temizliğine alâmettir. Sancak, bayrak, ok, yay, kılıç, kama, bıçak, top, tüfek; şeytanın vesvesesinin zaafına işarettir. Yeşil renkler, nefs-i mutmeinnenin galabesine işarettir. Mevsiminin dışında ağaçtan olmadık yeşil meyve kopartmak; ihlassızlığı giderip ihlasa meyil ve tergib sıfatıdır. Lâkin mevsiminde olmadık yeşil meyveyi koparmak; amelde ihlassızlığa işarettir. Bu nefiste her ne kadar amel, tevekkül, riyazet gibi ameller var ise de, ihlassızlık korkusu da vardır. Binaenaleyh bu nefis dairesinde kalmayıp daha yukarı nefse çıkmağa gayret göstermelidir ki, o nefis evliyalar nefsidir. Adına nefs-i raziye denir. Onun da sıfatları şunlardır: Hiç olmazsa insan-ı kâmil olabilmek, hakiki müslüman olabilmek için emmâreliği, levvâmeliği, mülhimeliği atlayıp mütmainneliğe erişmeye çalışmak ve bu hususta kendini daima bir kontrol altında tutmak veya kendisini kontrol edecek bir kâmili bulmak şarttır. Bu nefislerin hallerini yazmak, okumak, söylemek, tabii pek kolaydır, fakat alışılagelen bazı yanlış hareketler ve günahları terk etmek o kadar kolay olmasa gerektir. Meselâ gadap denilen kızma sıfatı ile Allah Teâlâ kullarına; haklarına tecavüz eden dinsizlere karşı kendilerini müdafaa etsinler, mücâdele ve mücahede etsinler diye vermiştir. Ama onu yerinde kullanmasını bilmeyenler hem kendilerine, hem cemiyetlerine zararlı olurlar, hem de yersiz olunca pek kötüdür. Düşmana karşı şerefini muhafaza eder. Fakat mümine karşı da çok rahim ve şefik olmak Mehmed Zahid Kotku lazımdır. Düşmanlara karşı şiddetli olmayıp da müslümanlara karşı şiddetli olursa, artık onu ıslah çok zor olur. Kibir de böyledir, haset de böyledir, hırs da böyledir. Yani tabiatlarında bu gibi emmâre huyları olanların, bunları terk edebilmesi ancak Allah Teâlâ’nın bir lütuf ve keremidir. Sonra da erbabının huzurunda uzun müddet riyazetler, tahsili ilim ve hadis-i şerifleri okuyup halini onların haline benzetmeye çalışması şarttır. Yalnız söylemek ve dinlemek kâfi değildir. Bu nefs-i mutmainne devresinde olan bahtiyarlar, ruhlarını teslim sırasında Hak Teâlâ’nın mânevî huzuruna ve yevm-i kıyamette de Cennet’i a’lâsına davet olunan muhterem kimselerdir. Cenâb-ı Hakdan fazl ü kerem ve lutf u inâyeti ile bizleri de hiç olmazsa bu makama erişebilmek için yardımını can ü gönülden dileriz. 5- Nefs-i Raziye İhlâs, terk-i mâlâyani, zikr, züht, vera, keramettir. Melâike askeri İslâm, Cennet çocukları, hûriler, Cennet, Burak, Cennet esvabları, Kevser, vesaire, aklın kemaline Allah’a yakınlık, marifeti ilâhiyyeyi tahsil sıfatıdır. Suları yüzüp geçmek, havalarda uçmak, gemiye binip geçmek, ateşte yanıp safâlanmak, âhiret derecelerinin yüksekliği ve münevverlik, raziyenin galebe sıfatıdır. Kalbin, maarifi ilâhiyyeyi tahsiliyle ağırlığı gidip, letafeti, inceliği kesbi sıfatıdır. Bu mertebe her ne kadar güzel ise de bunun üstündeki, altıncı nefs-i merziyeye erişmeye sa’yü gayret edip, çalışmak gerektir. Zira bu dairede-mertebede korku yok ise de, vecil denilen korku vardır. Vecil diye; ses işitilen mahalde bulunan hizmetkârın korkusuna denir. Ya Rab, sen bizleri bu veliler zümresinde haşreyle, âmin! 293 Ana Baba Hakları 294 6- Nefs-i Merziyye Terk-i mâsivallah, vellutfu bi halkillah, vettekarrubu ilallah, vettefekkürü fi masnûâtillah, ve’r-ridâ bimâ kasemallahü ve marifetullah. Allah’dan gayrısını terk, O’nun yarattıklarına lütufla muamele. O’na yakınlaşma, yarattıklarını tefekkür ve O’nun verdiği nimet ve rızıklara razı olmak, O’nun marifetine ulaşmak. Yedi kat gökleri ay, güneş, yıldızları ve yıldırım ve alevli ateşler ve yanar mumlar, kandiller, gök gürlemeleri, hareket-i arz, dağ ve tepelerde yalnızlık ve emsali rüyalar nefs-i marziyye alâmetidirler. 7- Nefs-i Sâfiyye Nefs-i kâmile ve Sâliha dahi denir. Karlar, yağmurlar, dolular, ırmaklar, çeşmeler, kuyular, deryalar, kaynaklar, cümlesi nefsi safiye sıfatlarıdır. Bu makam, Hakk’ın kulu ile olan makam-ı esrârdır. Peygamberler makamıdır. Yâ Rab şefaatlerine cümlemizi nail eyle. Aziz kardeş; şimdi insanlar ve bâhusus bilginleri, nefislerden ve nefs-i mutmeinneden çok güzel bahsederler. Hele o şeyhler ki, çeneleri kuvvetlidir. Biraz da bilgisi vardır. Onlar konuştukça dinleyenler hayran olurlar. Fakat ahlâk mertebelerinde ve nefis mertebelerinde çok geride kaldığımız aşikârdır. İnsan aciz bir mahluk olmakla beraber, kendini de çok beğenir ve başkalarını hemen hemen hiç beğenmez. Bu da noksan olarak insana hem yeter, hem de artar. Ve bu insanlık mertebelerini elde etmek için muhakkak ilimle beraber, bir ehl-i kemâli bulup Peygamber (S.A.V) in hayatına uygun bir hayat, bir kanaat, bir şecaat, bir sehâvet ve bir de riyâzete de- Mehmed Zahid Kotku vamla ancak elde etmek belki mümkün olur. Meselâ Abdullah et-Tüsteri Hazretlerinin, Abdülkadir-i Geylâni Hazretlerinin, Hazret-i Rıfâi’nin, Nakşıbend Muhammed Bahaeddin Hazretlerinin riyazetlerine bakınca insan kendi kendine utanıyor. Abdullah et-Tüsteri Hazretleri riyazetini o kadar ileri götürmüş ki, gençlik devrelerinde 55 günde bir yemek, ihtiyarlık devirlerinde ise ancak 25 günde bir kere yemek suretiyle hayatını idâme ettirebilmiş. Abdulkadiri Geylâni Hazretleri ise o Bağdat çöllerinde tam 25 sene nefsiyle mücadele etmiş. O büyüklük kolayca mı olmuş zannedersin? Bunlar hep Hakk’ın bir lutf u ihsanı olmakla beraber, kula düşen mücahedeyi de elden bırakmamak lazımdır. Çünkü dünya çok haristir. İpin ucunu bırakınca derhal sizleri kafese kor ve bir daha elinden kurtulmak çok müşkil olur. Nasıl ki, düşman memleketi işgal edince onu çıkarmak ne kadar zor ise, nefsin elinden yakayı kurtarmak da ondan daha çok zordur. Çünkü muharebeler umumiyetle toplu olarak yapılır. El ile olan işler insana düğün bayram gibidir. Nefis ile yalnız başınamı mücahede edeceksin? İlmin zayıf ise, hayalatın da galip ise, Allah esirgesin, şeytanların esiri ve oyuncağı olursun! Devrimiz; Resûlullah’dan 1400 sene uzakta, bizlerse fitne ve fesat içerisinde kıvranmaktayız. Bu pislikler içerisinden insanın kendi başına çalışıp kurtulması adetâ muhaldir. Onun için gece ve gündüz Hâlık-ı zülcelâle yalvarmalıyız. “Ya Rabbi! beni bana göz açıp yumacak kadar az bir zaman dahi olsa bırakma, elimden tut, doğru yola peygamberlerinin gittiği Cennet ve rıza yollarına eriştir.” Ve sallallahü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmain velhamdülillahi rabbil âlemin. 295