BasHaber PDF
Transkript
1 SÖYLEŞİ Kenan Nihat Elçi İnsansız kareler eksiktir Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:115 22 - 28 Ağustos 2016 bas-haber.com S:16 Rojava’da rejim ile Kürdlerin savaşı mı başlıyor? PYD ile Şam’ın sessiz ittifakı bozuldu Kuzey Suriye Federasyonu’nun ilanı, Menbic’in IŞİD’den kurtarılması ve Erdoğan’ın Putin ile görüşmeleri sonrasında bölgede dengeleri bozan askeri ve siyasi gelişmeler yaşanıyor. TEV-DEM’li yöneticilerin iddialarına göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta Esad ile telefon yoluyla bir görüşme gerçekleştirdi. Bu gelişmelerden sonra PYD ile rejim arasında mevcut olan sessiz ittifakta kırılmalar ve çatışmalar baş gösterdi. Suriye rejimi bu kez ilk defa YPG mevzilerine karşı Haseke’de ordusu ve savaş uçakları ile saldırılar düzenledi ve bu saldırılar sonucunda en az 13 sivil yaşamını yitirirken, onlarca sivil de yaralandı ve halkın büyük bir bölümü kenti terk etti. Öte yandan Uluslararası Koalisyon Kürdlere destek amacıyla savaş uçaklarını Haseke’ye gönderdi ve kent şuanda YPG’nin ablukası altında. ABD’nin Şam lehine müdahil olmaması yolunda Rusya’yı da uyardığı bildiriliyor. Rojava’da geçtiğimiz hafta Suriye rejimi ile PYD/YPG arasındaki denge siyaseti yerini çatışmalara bıraktı. Esad Güçleri, İran Pasdarları ve Hizbullah Milisleri ile birlikte Haseke’de YPG güçlerine saldırdı. Geçtiğimiz yıllarda rejime bağlı paraminiler güçler ile YPG güçleri arasında Kamışlo ve Haseke’de çatışmalar yaşanmış, Suriye Ordusu yetkililerinin araya girmesiyle çatışmalar durmuştu. S:02 - 03 - 04 - 05 PYD’nin demokratik çoğulculuğu BİLAL SAMBUR s03 İhtiyarlamak Yeni Türkiye, yeni millet MESUT YEĞEN s04 FERHAT KENTEL Büyük felaket öncesi s07 HAKAN TAHMAZ s09 02 BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos 22016 MANŞET Rojava’da rejim ile Kürdlerin savaşı mı başlıyor? PYD ile Şam’ın sessiz ittifakı bozuldu S Murat Özdemir uriye ve Rojava’da PYD’nin federasyon ilanı, Menbic’in kontrol edilmesi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Rusya Lideri Vladimir Putin ile görüşmesinden sonra bölgede dengeleri altüst eden askeri ve siyasi gelişmeler başgösterdi. Askeri darbe girişiminin ardından Rusya, Suriye ve İran ile ilişkilerini normalleştirme yoluna giden Türkiye, PYD’ye karşı yeni bir politika geliştiriyor. Buna göre Ankara, Şam ile görüşmelere başlayarak, Esad rejiminden PYD’ye yol vermemesi karşılığında, muhalefete olan desteğini kesecek. TEV-DEM’li yöneticilerin iddialarına göre Türkiye Cuhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta Esad ile telefon yoluyla bir görüşme gerçekleştirdi. Bu gelişmelerden sonra PYD ile rejim arasındaki sessiz ittifakta kırılmalar ve çatışmalar baş gösterdi. Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Tahran’a da bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor. Son günerde dikkat çekici bir diğer gelişme de İranlı üst düzey bir komutanın geçen hafta yaptığı açıklamada PKK ile PJAK’ı “terörist” olarak nitelendirmesi oldu. Şam rejiminin saldırılarının devam etmesi durumunda PYD’nin yeni bir denge kurarak yönünü zorunlu bir şekilde Batı’ya ve Amerika’ya çevirmesi bekleniyor. Amerika’nın Suriye rejimini IŞİD’e karşı müttefiklerine (YPG) saldırmaması konusunda uyarması ve bu doğrultuda Rusya’yı da bilgilendirmesi dikkat çekici. Her ne kadar KCK’li yetkililer İran ile ilişkileri normalleştirmek maksadıyla, Rojhilatlı güçlerden Tahran rejimine karşı savaşmamalarını talep edip, Kamışlo’yu tüm halkların kenti olarak gösterse de, Tahran ve Şam’ın, Ankara ile birlikte hareket etmesi bekleniyor. Uzmanlar Kürd Meselesi’nin üç ülkenin de ortak sorunu olduğuna dikkat çekerek, adı geçen ülkelerin bu sorunu bastırma konusunda ortak reflekslere sahip olduğuna vurgu yapıyor. Sessizlik ittifakı neden bozuldu? Rojava Kürdistanı’ında geçtiğimiz hafta Suriye rejimi ile PYD/YPG arasındaki sessiz ittifak sona erdi. Esad Güçleri, İran Pasdarları ve Hizbullah Milisleri ile birlikte Haseke’de YPG mevzilerine saldırdı. Geçtiğimiz yıllarda rejime bağlı paramiliter güçler ile YPG arasında Kamışlo ve Haseke’de çatışmalar yaşanmış, Suriye Ordusu yetkililerinin araya girmesiyle çatışmalar durmuştu. Suriye rejimi bu defa ilk kez YPG’ye karşı Haseke’de ordusu ve savaş uçakları ile saldırılar düzenledi ve bu saldırılar sonucunda en az 13 sivil yaşamını yitirirken, onlarca sivil de yaralandı ve halkın büyük bir bölümü kenti terk etti. Öte yandan IŞİD karşıtı Uluslararası Koalisyon YPG’ye destek amacıyla savaş uçaklarını Haseke’ye gönderdi ve Şam rejimini mütefiklerini vurmaması konusunda uyardı. Haseke’de bulunan ABD özel birliklerinin de kent dışına tahliye edildiği bildiriliyor. Kent şuanda YPG’nin ablukası altında. Edinilen bilgilere göre YPG, çatışmaların başlamasıyla bölgedeki büyük bir askeri gücünü Haseke cephesine yönlendirdi. Kayrılan güçler arasında Menbic’den birlikler de var. Ayrıca bu çatışmalardan dolayı YPG, Bab’ı kurtarma operasyonunu erteleyebilir. Bab, Efrin ve Kobane bölgelerinin birleştirilmesi yolundaki son stratejik halka. Bazı yorumlara göre rejim, YPG’nin Bab’daki hareketliliğini durdurup, Efrin ile Kobane’nin birleştirilmesini engellemek için Haseke’de karışıklık çıkardı. Heseke, Rojava’nın tek vilayeti Haseke kenti Rojava’nın en büyük ve il statüsündeki tek kenti. Suriye kriz ve iç savaşı başladığında Kürdler birçok kentte yönetime el koydu ve rejim de Rojava’yı terk ederek bu kentlerin idaresini PYD’ye teslim etti. Ancak rejim güçleri, Rojava Kürdistanı’nın başkenti olarak görülen Kamışlo ile Rojava’nın en büyük kenti olan Haseke’den çıkmadı. Her iki kentte de rejimini önemli bir gücü var ve her iki kentte birçok mahalle rejim güçleri tarafından kontrol ediliyor. Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte rejim güçlerini Efrin, Kobane, Amude, Serekaniye ve Derik’ten genel olarak çekti. Daha sonra IŞİD’in eline düşecek olan Azez, Menbic, Cerablus, Bab ve Mare de muhalif güçlerin kontrolüne geçti. Esad rejimi son dönemlere kadar Halep ve Haseke’de YPG ile birlikte IŞİD’e karşı savaşıyordu. Bu iki kentin dışında bölgede rejime ait herhangi bir askeri güç bölgede kalmadı ve Esad ile Rojava Yönetimi’nin öncülüğünü yapan PYD arasında sorunsuz yürüyen sessiz bir ittifak oluştu. Ancak iki taraf arasındaki bu ittifak zaman zaman yerini gerginlik ve çatışmalara bırakıyor. Kamışlo’da Nisan ayında rejime bağlı milisler (Difa el Weteni) ile PYD’ye bağlı asayiş güçleri arasında çatışmalar yaşanmış ve yine saldırıların hedefi olan sivil halktan onlarca kişi hayatını kaybetmiş, onlarcası da yaralanmıştı. Ondan önce yine Haseke’de 2015’te Lübnan Hizbullahı’na bağlı milis güçler ile rejim askerleri, YPG güçlerine saldırmıştı. Haseke’nin Eziziye mahallesinde YPG ile rejim güçleri arasında yaşanan çatışmalarda iki taraftan da çok sayıda insan yaşamını yitirmişti. Ancak ilk kez Suriye rejimi savaş uçaklarını da devreye sokarak, Kürd Güçlerine saldırıyor. Geçtiğimiz hafta Salı günü elde edilen bilgilere göre, rejime bağlı milisler, PYD’ye bağlı asayiş güçlerinin kontrol noktalarına saldırdı ve çatışmalar başladı. Bölgedeki kanaat önderlerinden oluşan bir heyet taraflarla görüşerek çatışmaların durmasını sağladı. Fakat geçici ateşkes uzun sürmedi ve her iki taraf arasında tekrar şiddetli çatışmalar başladı. Bunun üzerine söz konusu heyetin arabuluculuğu ile çatışmalar yine bir süre durdu. Ancak bu durum da uzun sürmedi ve kentteki milis güçleri sıkışan Esad rejimi YPG’ye karşı savaş uçaklarını devreye sokup Kürd mahallelerini bombalamaya başladı. Rejimin bu çatışmalarda Kürd Güçlerine karşı ilk kez savaş uçaklarını kullanması, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Suriye Ordusu Genelkurmay Başkanı çatışmalardan PYD’yi sorumlu tutarak, halkı rahatsız ettiklerini ve devletin malın el koyduklarını iddia etti. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) çatışmalar sonucunda en az 18 sivilin öldüğünü açıkladı. Haseke’deki çatışmalar kentin taxên Neşwa Şerqi, Mesakin ile çarşı merkezinde yoğunlaştı. YPG’ye yakın kaynaklardan elde dilen bilgilere göre asayiş güçleri çatışmaların yaşandığı bölgelerde ilerleme kaydetti ve rejime bağlı milis güçleri kent merkezinde ablukaya aldı. Milis güçlerinin sıkışması üzerine rejim de hava saldırılarına başvurarak, kenti kuzey mahallelerini bombalamaya başladı. Yine YPG kaynaklarını aktardığı bilgiler göre Haseke’de en az 32 milisi etkisiz hale getirilirken, 33 milis de esir alındı. ABD, Haseke’ye uçak gönderdi IŞID’e karşı oluşturulan Uluslararası Koalisyonun öncülüğünü yapan ABD de Haseke’deki çatışmalar ile ilgili bir açıklama yaptı. ABD Savunma Bakanlığı (CENTCOM) yaptığı açıklamada bölgedeki güçlerinin güvenliği ve Kürdlere destek amacıyla bölgeye savaş uçakları gönderdiklerini bildirdi. ABD ile Kürd Güçleri bir süredir koordinasyon halinde operasyonlar yürütüyor ve DSG de koalisyonun bir parçası olarak görülüyor. Bölge’de dengeler değişiyor, Kürd karşıtı cephe genişliyor Haseke’de yaşanan çatışmaların sebepleri ile ilgili de, asayiş güçleri rejime bağlı milislerin kendi kontrol noktalarına saldırıda bulunduğunu ve bu milislerin uygulamalarıyla gerginliklerin çıkmasına sebep olduklarını belirtiyor. Çatışmalar ile ilgi resmi bir açıklama yapan Esad rejimi de PYD’ye bağlı asayişin kenti tamamıyla kontrol almak istediklerini iddia ederek, çatışmalara sebeb olarak Kürdleri suçladı. Çatışmaların nedeni yeni siyasi dengeler Türkiye, İran ile Suriye arasındaki yakın- laşmadan sonra çatışmaların patlak vermesi tesadüf olarak görülmüyor. İç savaşının başlamasından bu yana Suriye’de hiçbir şekilde Esad’ın varlığını kabul etmeyen Türkiye, Suriye politikasında son dönemlerde bir değişikliğe gitti. Rusya ile diyalogun sağlanıp, ilişkilerin normalleşmeye başlamasından hemen sonra, Türkiye Başbakanı Suriye ile de ilişkilerini geliştirmek istediklerini açıkladı. Bu çerçevede Türkiye, İran ve Esad rejiminin bir dizi toplantı gerçekleştirerek belli konularda uzlaştıkları belirtiliyor. Türkiye Esad’ın iktidarda kalmasını başından beri kabul etmediğini bildirse de Suriye’nin toprak bütünlüğünü de şart koşarak, Rojava’da kurulmuş olan Özerk Kürd Yönetimini kabul etmiyor ve şiddetle karşı çıkıyor. Suriye’de ki savaşta fiili olarak yer alan ve her türlü askeri yardım ve destekle Esad Rejimi’nin yanında yer alan İran Rejimi’nin Kürdlere karşı takındığı tutum da Türkiye’nin tutumundan farklı değil. Esad Rejimi de Haseke saldırılarına kadar her ne kadar Kürdlere karşı bir sessizliğin içinde bulunsa da, Kürdlerin bölgede oluşturduğu yönetimi kabul etmediğini, PYD’nin ilan ettiği federasyonun yasadışı olduğunu her fırsatta dile getirerek Rojava’daki Özerk Kürd Yönetiminin defacto bir durum olduğunu bildiriyor. Suriye Ordusu’na sağladığı hava desteği ile Esad Rejimini düşmekten kurtaran Rusya da Suriye’nin toprak bütünlüğü şartını koyarak rejimden farklı düşünmüyor. Çatışmaların başlama sebebi olarak son dönemdeki bu gelişmeler gösterilirken, bir önemli neden de Kürd güçlerinin ilerleyişi sonuna kantonların birleşme ve Kürd koridorunun oluşma ihtimalinin güçlenmesi olarak gösteriliyor. MANŞET BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 3 SÖYLEŞİ Haseke’de çatışmalar, Menbic kurtarıldıktan sonra başladı Menbic Operasyonu 73. gününde HSD’nin başarısı ve IŞİD’in kentten temizlenmesiyle sonuçlanmıştı. Menbic’in kontrol edilmesi ile Kürd kantonları arasında mesafe azalmış, HSD Kürd bölgelerini birleştirmek, Efrin ve Rojava’nın geneli üzerindeki ambargoyu kırmak için hazırlıklar içerisine girmişti. Bu çerçevede Kürd bölgesini birleştirme yolunda son adım olan Bab’ın alınması amacıyla Bab Askeri Meclisi ilan edilerek, operasyon hazırlıklarına başlandı. Operasyonun kısa süre içerisinde başlanması ve Kürd kantonlarının birleştirilmesi bekleniyordu. Kürdlerin bölgedeki bu ilerleyişi ve hamlelerinden bölge ülkeleri ile Esad rejiminin rahatsız olduğu biliniyor. Çünkü eğer Bab’da Kürdlerin kontrolüne geçerse, Rojava bölgeleri birleşiyor ve bölge tamamıyla PYD’nin kontrolü altına giriyor. Suriye rejiminin bu gelişmelerden sonra Haseke’de başlattıkları saldırıların lokal bir olay olmadığı düşüncesini güçlendiriyor. Kamışlo da tehlike altında Esad rejiminin askeri varlığı daha çok Kamışlo’da bulunuyor. Bu kentte askeri havaalanı, 5 bine yakın asker ve Lübnan Hizbullahı’na bağlı milis güçler bulunuyor. Kentte aynı zamanda rejime yakın aşiretlerinde 5 bine yakın milis güçte bulunuyor. Suriye Başbakanı geçtiğimiz hafta Kamışlo’yu ziyaret etmiş, bölgedeki aşiret liderleri ile yaptığı toplantılarda YPG’ye karşı silahlanmalarını talep etmişti. Haseke’de ise rejim kendisine bağlı bazı milis gruplar ile Arap mahallelerinde varlığını sürdürüyor, kentin çevresi ise genel olarak YPG’nin kontrolü altında. Ayrıca Suriye Rejimi bu son saldırıları ile Kürd inkarı üzerine inşa ettiği politika ve zihniyetinde bir değişikliğe gitmediğini ve fırsatını bulduğu an Haseke’de olduğu gibi tüm kara ve hava gücünü Kürdlere karşı kullanacağını bir kez daha göstermiş oldu. Dr. Evdilkerîm Ceziri: İran ve Hizbullaha bağlı milisler saldırıyor Cizir Bölgesi Savunma Bakanlığından Dr. Evdilkerim Ceziri, Haseke çatışmaları ile ilgili BasHaber’e konuştu. Rejimin Kamışlo saldırılarını hatırlatan Ceziri, Türkiye ve İran’nın etki ve kontrolü altında bulunan rejimin Kürdler bir kazanım ve ilerleme elde ettiğinde saldırı pozisyonuna geçtiğini vurguladı. Rejimin uçaklarını da devreye sokarak Kürd Güçleri ile sivil halka saldırmaya başladığını belirten Ceziri sözlerini şöyle sürdürdü: “Saldırılar Kamışlo’ya da yayılabilir. Rejim sivilleri hedef alarak halkı bölgeden göçertiyor. Bu saldırılar özellikle tarihi kazanımlar elde ettiğimiz ve Efrin ile Kobane’nin birleştirilmesş için stratejik konuma sahip Menbic’in alınmasından sonra geldi. Rejim korkuya kapılmış durumda. Rejimle birlikte bölge ülkeleri Türkiye ile İran da aynı şekilde bu kazanımlar karşısında paniğe kapılmış durumdalar. Kürd Güçleri ilerlediği ve terörü bölgeden temizlemeye başladığı vakit, planlarını devreye sokuyorlar. YPG ile asayiş şuan bir savaşın içindedir. İran ve Hizbullaha bağlı milisler de saldırıyor. Ancak bu saldırılar sonucunda da Kürdlerin kazanımları arttı, rejimin elindeki bir çok nokta kontrol edildi. Halkımızın morali yüksektir. Biz Suriye’de önemli bir aktör konumundayız ve hazırlıklarımızı da çok iyi yaptık. “Başarımız, şovenist rejimlerin ölümüdür” Kürdlerin başarısının, bölgedeki şovenist rejimlerin ölümü anlamına geldiğini belirten Ceziri, Uluslararası Koalisyonun bir parçası olduklarını söyleyerek, “Tarihin tekrar tekerür etmemesi için tüm hazırlıklarımızı yaptık. Suriye’de mezhebi ve etnik savaşın bir parçası olmadık. Üçüncü çizgiyi seçtik ve zaten bundan dolayı da saldırılarını artırarak sürdürüyorlar. Siyasi olarak da, asakeri olarak da büyük bir gücümüz var. Artık kimse bizi görmezden gelemez, yok edemez. Rejimin Haseke’de fazla bir gücü yok. Kentin yüzde 90-95’i YPG’nin kontrolünde. Rejim Haseke’de sıkışış durumda ve son çare olarak uçaklarına başvurdu.” “Rejim’in Rojava’dan çıkarılması halkın çıkarına değildir” Dr. Evdilkerim Ceziri Süryanilerin askeri gücü olan Sotoro’nun da Kürdlerin saldırdığı yönündeki iddialar ile ilgili olarak, Süryanilerin Sotoro isminde iki askeri güce sahip olduğunu ve rejimle birilikte hareket eden Sotoro’nun kendilerine saldırdığı yönündeki bilgileri teyit edemediklerini bildirdi. Ceziri Rus uçakları da saldırılarda yer aldığı yönündeki iddiaları da teyit edemediklerini ve buna ihtimal vermdiklerini söyleyerek, “Rusya bir rol alırsa çatışmaları sonlandırma yönünde oynar” dedi. Rejimin tamamıyla Rojava’dan çıkarılması yönündeki beklentileri de değerlendiren Ceziri bunu yapabilecek güçte olduklarını ancak bunun halkın ve bölgenin çıkarına olmadığı düşünüyoruz ifadelerini kullandı. Ceziri son olarak kontrolü altındaki bölgeleri her gün genişlettiklerini ve rejim yaptığı her saldırıya karşılık en üst düzeyde karşılık bulacağını vurguladı. Kobanê Başbakanı Yardımcısı Xalid Berkel: Toplantılardan sonra, saldırılar geldi Kobane Kantonu Başbakan Yardımcısı Halid Berkel de BasHaber’e konuşarak saldırıların Menbic zaferi ve bölge ülkelerinin kendi aralarında yapmış oldukları toplantılardan sonra geldiğine dikkat çekti. Bazı güçlerin Kürdlerin kazanımlarından rahatsız olduğunu söyleyen Berkel, “bu saldırılarla bie karşı olan düşmanlıklarını tekrar sergiliyorlar. Zaten rejim savaşın başından beri Suriye’nin her bölgesinde sivillere hedef alıyor. Son olarak da Hasekeyi bombaladı. Esad son dönemde Kürd karşıtı güçlerle bir dizi toplantılar gerçekleştirdi. Bu toplantılardan sonra saldırmaya başladı. Kazanımlarımızı yok etmek istiyorlar.” şeklinde konuştu. “Rejimin Rojava’da fazla gücü yok“ Berkel Haseke savaşının her iki tarafın çıkarına olmadığını söyleyerek, rejimin çok güçlü olduğundan değil, sadece kendini göstermek amacıyla saldırdığını vurgulayarak şöyle konuştu: “Rejimin fazla bir gücü yok. Bu saldırırla varlığını göstermeye çalışıyor. Ancak kabul ederiz ya da etmeyiz, rejim resmi kurumları ile Rojava’da vardır. Sembolik de olsa pasaport, kimlik vs. gib şeylerle rejin varlığını ve meşruluğunu bir şekilde devam ettiriyor. ” 03 PYD’nin demokratik çoğulculuğu Kürdleri neden kapsamıyor? BİLAL SAMBUR Rojava’da her gün yeni gelişmeler yaşanmaktadır. En son olarak yaşanan iki önemli gelişme, çok dikkat edici niteliktedir. Birincisi, Esad Rejimi’ne bağlı uçaklar, Haseke’yi bombaladı ve Rejim askerleri ile YPG güçleri arasında şiddetli çatışmalar çıktı. Çatışmalar sonucunda onlarca insanın yaralandığı ve hayatını kaybettiği ifade edilmektedir. Haseke’de bunlar olurken PYD, ENKS’ye mensup 34 siyasetçiyi geçen hafta gözaltına aldı ve ENKS lideri İbrahim Bro’yu tutukladıktan bir süre sonra sınır dışı etti. Rojava’da rejimle çatışma tehlikesinin ortaya çıktığı ve DAİŞ’in yeni bir saldırı geliştirmeye çalıştığı bugünlerde PYD’nin ENKS’ye karşı baskıcı bir tutum içine girmesi pek anlaşılır gözükmemektedir. PYD, Rojava’da iki temel politikadan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Birincisi PYD, YPG dışında Rojava’da Kürdlere ait askeri bir gücün ortaya çıkmasını istememektedir. Bundan dolayı KDP’nin eğittiği beş bin civarındaki Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya gelmesine izin vermemektedir. İkincisi PYD, ENKS çatısı altındaki bütün siyasi oluşumları, bastırmaya ve elimine etmeye çalışmaktadır. En son olarak ENKS liderinin ve bu yapıya mensup 34 siyasetçinin gözaltına alınması, PYD’nin ENKS’yi kendisine düşman gördüğünü göstermektedir. Bu iki temel politikayı uygulamakla PYD, Rojava’da siyasal ve askeri alanlarda tek güç olmayı istemektedir. PYD, Kürdler arasından çıkacak ikinci bir askeri ve siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir. PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin kendi içinde yer almasını istemektedir. Başka bir ifade ile PYD, kendi içinde yer almak şartıyla Rojava’da siyasal ve askeri açılardan varolunabileceğini dayatmaktadır. PYD, Kürdler arasında demokratik nitelikte siyasal ve toplumsal çoğulculuğa izin vermediği gibi, farklı bir Kürd savunma gücünün oluşumuna da izin vermemektedir. PYD, Rojava, sadece benimdir ve benden sorulur olarak özetleyebileceğimiz bir tutum içindedir. Araplarla ve diğer bazı azınlık gruplarla Suriye Demokratik Güçleri şeklinde yeni bir yapı oluşturan PYD, Kürdlerin çatı kuruluşlarından ENKS ile hiçbir ilişkiye girmemektedir. PYD ve ENKS arasında ortak siyasal ve askeri işbirliğini öngören Hevler Mutabakatını (11 Temmuz 2012) ve Duhok Antlaşmasını (22 Ekim 2014) hiçbir zaman uygulamaya koymamıştır. Araplarla kolaylıkla askeri ve siyasi yapılar kurabilen PYD’nin niçin Kürd gruplarla işbirliğine gitmediği anlamlı bir soru olarak önümüzde durmaktadır. PYD, Ocak 2014 yılında ilan ettiği kanton yönetimi ve daha sonra ilan ettiği federasyon kararı dahil hiç bir konuda diğer Kürd grupların ne düşündüğüne dikkat etmemekte ve onlardan görüş almamaktadır. Sistematik bir şekilde farklı Kürd siyasi oluşumlarına baskı uygulayarak onları Rojava dışına çıkartmaya çalışmaktadır. DAİŞ’le sürdürülen mücadeleden dolayı ABD ve koalisyon güçlerinin bu duruma ses çıkarmaması, PYD’nin muhalif Kürd partilere baskısını kolaylıkla yapmasına neden olmaktadır. PYD, net bir şekilde Rojava’da kurmuş olduğu askeri, sosyal ve siyasal tekeli tehlikeye düşürecek hiçbir şeye izin vermemektedir. PYD, tek güç olmak uğruna gerekirse farklı Kürd gruplara karşı silah ve şiddet kullanmaktan kaçınmamaktadır. PYD’nin tekçi, dışlayıcı ve tahakkümcü uygulamaları, potansiyel olarak Kürdler arası çatışma riskini hep gündemde tuttuğu gibi, Rojava’nın güvenliğinde de ciddi zafiyetler oluşturmaktadır. Rojava üzerindeki iktidar tekelini Şam, İran, Rusya ve Kandil ile kurduğu ittifaklarla mutlak hale getirmek isteyen PYD’nin tahakkümcü yaklaşımı, onun Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı düşmanca bir tutum takınmasına, kendi dışındaki Kürdlere ise dışlayıcı, baskıcı, anti-demokratik hatta, Rojava’dan onları kovma gibi uygulamalara girmesine neden olmaktadır. 04 BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos 42016 MANŞET Yeni Türkiye, yeni millet MESUT YEĞEN 15 Temmuz darbe girişimi Ak Parti ve Erdoğan için Allah’ın bir lütfu olmak üzere hakikaten. Darbe girişimi, Cemaati devletten bütünüyle kazımaya fırsat verdiği gibi, Ak Parti’ye dair son birkaç yılda oluşan fena hafızayı da iyice silikleştirdi. Zarraf’ın hediye ettiği saatler de, Ortadoğu’da boyumuzdan büyük işlere kalkışmış olmamız da unutuldu gitti. Ama bu Allah’ın lütfunun küçük kısmı. Lütfun daha büyük kısmı 7 Haziran’dan sonra başlatılan dindarlar sekülerler ortaklaşmasının hayal bile edilmeyecek bir hızla ilerlemesi. Öyle ki, Ak Parti’yle özdeşleşen son birkaç senenin “Yeni Türkiye” mottosu, yerini muhafazakarlarsekülerler yakınlaşmasını anlatan “Yeni Millet, Yeniden Millet” mottosuna bırakmak üzere. Yeni milleti konsolide etme işinin hukuki, siyasi, kültürel kısmını halletmek daha çok zaman alır. Ama aynı işin semboller kısmında bayağı bir yol alındı; daha doğrusu yakın geçmişte epey bir yol zaten alınmıştı, şimdi biraz daha yol gidildi. Malum yeniden millet olmadan önce herkesin sembolü kendineydi. Ucundan kıyısından, bazen büyük kısmıyla paylaşılan semboller yok değildi elbet, ama bazı semboller de bazılarınındı. Atatürk gibi, Abdülhamit gibi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Haftası gibi ya da Kutlu Doğum Haftası gibi. Bütün bu semboller ayrışmasının Tanzimat’la başlayan ‘modernleşme-batılılaşma’ işine dair ayrışmaya giden bir arka planı vardı elbette ama yerleşikleşip, katılaşması elbette 1919-1923 arasında olan bitenle, bu olan bitenin sembolleştirilmesiyle ilgiliydi. Burada olan biten şuydu: Osmanlı Devleti’nin 1918’deki çöküşünün ardından Türkiye Cumhuriyeti Sevr’le değil, Lozan’la kurulmuştu ve bu ikisi arasındaki başarı hikayesi Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirip saltanatı ve hilafeti ilga eden kurmaylıkla, Atatürk’le ve ona ‘iliştirilenlerle’ sembolleştirilmişti. Bu semboller, anlatılar savaşı hep devam etti etmesine lakin son birkaç senede kimi sembollerde uzlaşmalar, ortaklaşmalar da belirir gibi oldu. Bu durum bir kısmıyla sekülerler dindarlar geriliminin belirli bir doygunluğa ulaşması, bir kısmıyla da bu iki kesimin birbirini daha yakından tanımasıyla ilgiliydi. Ama galiba daha esaslı sebep bu iki kesimin ‘tehlike mefhumlarının’ ortaklaşması oldu. Batı ve Batı’nın bugündeki maşası olarak Kürdler tehlikesinde ortaklaştıkça sekülerler ve dindarlar arasındaki semboller savaşının yanına bir de semboller ortaklaşması eklendi. Talat ve Enver’e dair bir örtük ortaklaşma hep vardı ama 15 Temmuz darbe girişiminden epey önce Kut’ül Amara, Sakallı Nurettin gibi semboller de ortaklaşmaya başlanmıştı. 15 Temmuz, usul usul gelişen bu sembollerde ortaklaşma işlerini bir anda hızlandırdı. Darbe karşıtı gösterilerin esas sembolü Türk bayrağı olurken, Ak Parti genel merkezine Atatürk posteri asıldı ve meydanlar sekülerlerle dindarların muhabbetine işaret eden enstantanelerle doldu taştı. Hülasa, 15 Temmuz, 7 Haziran 2015’le başlayan semboller ortaklaşmasını hızlandırmış durumda ve bu sekülerlerin ve dindarların kendilerini memnun ve mesut hissettiği yeni bir millet, yeniden millet olma halinin açılış adımı olacak gibi. Erdoğan açısından Allah’ın daha büyük lütfu bu. Bunun sevindirici bir gelişme olduğuna şüphe yok. Ne dindarlar ne de sekülerler bugünden yarına buharlaşmayacaklarına göre, makul olan bu iki kesimin kendilerini özdeşleştirebildikleri bir millet olma halinin icat edilmesi elbette. Ne var ki, odadaki fili de görmek lazım. Sekülerler ve dindarların yeniden millet olma serüvenine zenofobik (Batı ve gayrimüslimlik karşıtı) bir haleti ruhiye eşlik ediyor ama bundan daha önemlisi bu yeni millet Kürdlerin hallice bir kısmının özdeşleşebileceği bir millet olma hali değil. Ortadoğu’nun bu haline bu zenofobik millet fikriyle, Kürdlerin hallice bir kısmını dışarıda bırakan bir millet olarak yakalanmak getirse getirse bela getirir. Roj Peşmergeleri Rojava’ya geri dönmeli ENKS Roj Peşmergelerinin dönüşünü tekrar talep etti Saldırılardan sonra Roj Peşmegelerinin Rojava’nın savunmasında yer alması gerektiği konusu tekrar gündeme geldi, ancak PYD, sayıları 10 bini aşmış olan Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçmesi konusunda olumsuz tavra sahip. PYD’nin Kürd gruplara karşı olumsuz tutumu ve Kürdler arasındaki parçalanma, sivil halk üzerindeki riskleri artırarak, Rojava’nın geleceği konusunda büyük tehlikeleri beraberinde getiriyor. Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) Haseke çatışmaları üzerine yayınladığı ve rejim saldırılarını kınadığı açıklamasında, Roj Peşmergelerinin Rojava’ya geçişi konusundaki talebini tekrar dile getirdi. Fakat PYD bunca saldırı ve tehlikeye rağmen, tam donanımlı ve eğitimli, sayıları 10 bini aşmış olan ve Rojavalı gençlerin oluşturduğu Roj Peşmergeleri gücünün Rojava’ya geçerek ülke savunmasına katılmasına olumlu bakmıyor. Gazeteci Ebdo: Kentin çevresi tamamıyla Kürd güçlerin kontrolünde Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Dara Ebdo’da Haseke çatışmaları ile ilgilili olarak BasHaber’e konuştu. Rejimin uçaklarla ve roketlerle saldırdığını söyleyen Ebdo, “YPG ilerliyor. Haseke YPG tarafından abluka altına alındı. Rejimin kent merkezinde küçük bir milis gücü var. Bu milis güç de Kewka Dağı’ndaki rejim güçlerine güveniyor. Aynı zamanda rejim uçaklarına güveniyor. Rejim bunlarla güçlü olduğunu belirtmeye çalışıyor. Ancak esasında rejim Haseke’de çok zayıftır. Kentin çoğunluğu ve çevresi Kürd güçlerinin kontrolünde. Rejimin kenteki bağlantıları kopmuş durumda” dedi. Ebdo çatışmaların durdurulması yönünde çabaların olduğunu çünkü sivillerin kenti terk ettiğini ifade etti. Birçok mahallenin boşaldığını belirten Ebdo, “Araya girmek isteyen, çatışmaları durdurmak isteyen taraflar var. Ancak rejim saldırdığı sürece YPG çatışmaları durdurmaz. YPG bu savaşta başarılı olmuştur, rejim değil. Rejim sadece kent merkezinde bulunuyor ve YPG tarafından abluka altındadır. Çatışmaların devam etme ihtimali var. YPG saldırlar devam ettiği sürece geri çekilmez” şeklinde konuştu. ENKS Türkiye Temsilcisi Osman Muslim: PYD kardeşlik göstermedi Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) İstanbul Şubesi Temsilcisi Osman Muslim Roj Peşmergeleri’nin geçişi, PYD’nin Kürdler karşısındaki tutumu ve rejim saldırıları ile ilgili olarak gazetemize değerlendirmelerde bulundu. Osman Muslim Kürd Güçlerinin birlikte hareket etmesi gerektiğini her fırsatta dile getirdiklerini söylerek, “Ülkeyi birlikte savunmak için her zaman talebimizi ilettik. Ancak PYD olumlu yaklaşmıyor ve kardeşlik yüzünü bize göstermedi. Yapılan anlaşmaları uygulamadı. Engeller çıkardı. Tutuklamalara başladı ve her türlü yardım çaba ve talebimizi geri çevirdi. Biz her zaman elimizi uzattık, herkes bunu biliyor. PYD’yi rejime karşı uyanık olması konusunda da her zaman uyardık. Ancak PYD uyarılarımızı dikkate almadı ve rejim şuan Rojava’ya saldırıyor. Bu saldırılar sonucunda halk Rojavayı boşaltıyor. Bu çok tehlikelidir. Biz bunun bölgeyi Kürdsüzleştimek için bir plan dahilinde gelişmesinden korkuyoruz. PYD şefaf hareket etmiyor. Rejim bölgeden çıkarılabilecekken neden bu yapılmıyor?” ifadelerini kullandı. “Roj Peşmergeleri’nin bir an önce geçmelerini talep ediyoruz” “KBY Başkanı Mesud Barzani’den, ABD’den ve PYD’nin kendisinden Roj Peşmergelerinin Rojava’ya geçmesi gerektiğini söyledik ve bunu talep ettik“ diyen ENKS temsilcisi, “Roj Peşmerge Gücü 10 bine ulaşmış vaziyette ve eğer Rojava’ya geçebilirse bu sayı kısa sürede 50 bine ulaşır. Biz ülkemizi korumak istiyoruz. PYD Rojava’da siyasi ve askeri olarak Kürd dışında herkesi müttefik olarak kabul ediyor. PYD Kürdleri kabul etmiyor. Biz Kobane savaşında da, durumun iyi olmadığı dönemde de savaşma talebimizi her şekilde, ısrarla dile getirdik. Ancak PYD orada da yine bu taleplerimizi reddetti. Biz şuanda da hazır olduğumuzu bildiriyoruz. PYD şuana kadar olumlu bir cevap vermedi. Kardeşlik elimizi uzatıyoruz. Umut ediyoruz ki PYD bu yanlış tutumundan vazgeçer ve kardeşlik elimizi tutar” şeklinde konuştu. Gazeteci Necim: Haseke savaşı sahada gelişen olaylara bağlı Gazeteci Kemal Necim de rejimin son dönemdeki hareketliliğinin ve saldırılarının Suriye ve özellikle Rojava’da sahada yaşanan gelişmelere bağlı olduğunu söyleyerek şunları ifade etti: “Suriye rejimi, 5 yıldır süren, savaş, yıkım ve kaostan sonra da hala eski ırkçı zihniyetini koruyor ve hiçbir milletin haklarını kabul etmiyor Suriye’de. Bu arada Rojava ve Kuzey Suriye’de yeni bir yönetim modeli gelişti. Rejim her ne kadar sessiz kalsa da, birçok nedenden dolayı burada bir savaşın içine girmekten kaçındı. Son dönemlerde bölgede dengeler değişiyor. Kürd Güçleri ilerliyor ve kontrol sahasını genişletiyor. Son olarak da Menbic kontrol altınması birçok değişikliği beraberinde getirdi ve Rojava kantonalarının birleşmesi yönünde büyük bir adım atıldı. Aynı zamanda Rojava – Kuzey Suriye Federasyonu çalışmalarını hızlandırdı” dedi. Necim rejimin Kürd bölgesinde savaşı yürütebilecek gücünün bulunmadığını aktararak, “Bölgede askeri üsleri yoktur. Kamışlo’daki YPG ablukasındadır ve orayı kullanamaz. Rejimin ekonomik durumu Rojava’da bir savaşa elverişli değil. Buna karşılık Kürd güçleri de yeterince büyümüş ve rejim saldırılarını kırabilecek güce kavuşmuştur. Dolayısıyla bu çatışmaların son bulacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı. MANŞET BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 5 SÖYLEŞİ 05 Rusya-Türkiye-Suriye anlaştı iddiaları Suriye’de sonun başlangıcı mı? S Ahmet Özyeter uriye Ordusu ile YPG arasında belirli bölgelerde uzun zamandır devam eden gerilim ve çatışmalar, Haseke’de rejim uçaklarının PYD’ye ait bölgeleri bombalaması ve halkı Kürdlere karşı silahlanmaya çağırmasıyla yeni bir boyut kazandı. Yaşanan bir dizi gelişmenin ardından akıllara ilk gelen soru, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Erdoğan-Putin görüşmesinin bu gelişmelere olan etkisi. Birçok analist/uzman bu görüşmenin Suriye Ordusu’nun Haseke saldırılarında etkili olduğunu düşünürken, kimileri ise asıl gerekçenin Erdoğan ve Esad arasında yapıldığı söylenen telefon görüşmesi olduğunu ve Esad’ın bu görüşmeden güç almış olabileceği ileri sürülmekte. Darbe sonrası NATO ve ABD’nin yaptığı açıklamalara Hükümet’in dikkat çeken sert açıklamaları, uçak düşürülme olayı sonrasında gerginleşen Türkiye-Rusya ilişkilerinin geldiği yeni aşama Haziran ayında iki ülkenin temsilcilerinin katıldığı bir görüşme sonrası normalleşme sürecine girdi. Rusya’nın darbe sonrası yaptığı açıklamalar, normalleşme sürecini hızlandırdı ve Erdoğan - Putin görüşmesi gerçekleşti. Bazı analistler bu görüşmeyi Türkiye’nin NATO, ABD ve AB’den uzaklaşması, Rusya’ya yakınlaşması olarak yorumluyor. Diğer bir iddia ise Türkiye’nin PYD ve Rojava konusunda Batı ile anlaşamadığı ve bu yüzden Rusya’ya yakınlık göstererek Batı’yı “hizaya getirme girişimi” olarak değerlendiriliyor. Rusya ve Türkiye görüşmesinin perde arkasını, Suriye’de Kürdlerin geleceğini, Türkiye’nin değişen dış politikasını Rus Gazeteci Yury Barmin, Gazeteci Fatih Yaşlı, Akademisyen Prof. İlter Turan ve Gazeteci Hejarê Şamil BasHaber’e değerlendirdi. “Rusya’nın Türkiye’ye sunacak bir şeyi yok” Türkiye, NATO ve ABD ilişkilerinin bozulmadığını, Türkiye’nin dış politikada bir değişime gittiğini, bunun nedeninin ise Türkiye’nin, Batı’ya başka seçenekleri olduğunu göstermek olduğu iddia eden Rus Gazeteci Yury Barmin, “bu yolla Batı’yı daha işbirlikçi ve esnek yapmaya çalışıyor” dedi. ‘Türkiye’nin siyasi ve iktisadi olarak Avrasya’ya özellikle de Rusya’ya dönmeyeceğini, en azından Moskova ve Ankara müttefiktir denilecek kadar bir yakınlaşma olmayacağını’ dile getiren Yury Barmin, Erdoğan’ın, Batı dünyasının bir parçası olmanın avantajlarını çok iyi bildiğini belirtti. Batı dünyasının Türkiye’ye sunabileceği iktisadi fırsatların Rusya’nınkinden çok daha fazla olduğunu söyleyen Barmin şöyle devam etti: “Siyasi olarak Avrasya ile ilişkili olmak zaten daha zorlayıcıdır. Dünya gücü haline gelmek isteyen çok fazla ülke var Çin, Hindistan, Rusya ve potansiyel olarak İran gibi ülkeler var. Avrupa’da ise, Türkiye’nin özel bir konumu var. AB an itibariyle Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor ve Erdoğan bunun farkında. Şuanda genelde Avrasya’nın özeldeyse Rusya’nın Türkiye’ye sunacak pek de bir şeyi yok” dedi. “NATO, Türkiye’ye karşı temkinli” Türkiye’nin Rus uçağını vurmasından sonra NATO’nun Türkiye ile ilgili kesin bir karar verdiğini söyleyen Yury Barmin, bu kararın şöyle ifade etti: “Türkiye’nin özensiz politikaları yüzünden Rusya ile direkt yüzleşmeye sebep olursa, NATO Ankara’nın yanında yer almayacak. NATO üyesi olmasına rağmen müttefik ülkeler, Türkiye’nin içinde bulunduğu bir anlaşmazlık olduğunda ne yapacakları konusunda büyük oranda hem fikirler. Türkiye’nin dış politikası çoğu zaman NATO dış politikası ile örtüşmüyor. NATO, Türkiye’ye karşı oldukça temkinli davranıyor.” “Rejim ile Kürdlerin çatışması sürpriz değil” Esad Rejimi ile Kürd güçleri arasında ciddi çelişkilerin yaşanmasının sürpriz olmadığını söyleyen Gazeteci Hejarê Şamil, bölgede ‘IŞİD’in zayıflamasının, Suriye Rejimi’nin güçlenmesine neden olacağı da beklenen neticelerden biridir’ diye konuştu. Suriye’de IŞİD’in zayıflamasıyla Esad Rejimi’nin elinin güçlendiğini belirten Şamil, “Kürdler ve rejim arasındaki çelişkiler de bu oranda artacaktır. Bu, IŞİD’in zayıflamasıyla bağlantılıdır“ dedi. Rusya’nın Kürdlere bakışı açısına dair Şamil, “Rusya’nın Kürd sorununa dönük yakın zamanda bir strateji geliştirmesi beklenmiyor. Rusya’nın temel amacı askeri müdahale ile Esad’ın elini güçlendirmek, Esad Rejimi’ni tek başına veya Rusya’nın yardımıyla IŞİD’e karşı mücadele edebilecek bir konuma getirmekti. Bunu başardığı andan itibaren güçlerini kısmen çekti. Bu askeri müdahaleden önce Rusya’nın desteği sürmekteydi. Kürdler IŞİD’e karşı karada mücadele yürüten temel güçtü. Kürdler de PYD şahsında Esad Rejimi ile çelişki içerisine girmeyen güçtü” diye konuştu. “Kürdlerin stratejik müttefiki Batı ve ABD’dir” Hesekê ve Kamışlo’daki rejim saldırılarına Putin-Erdoğan görüşmesi çerçevesinden bakmanın mümkün olduğunu söyleyen Şamil, “Bu gelişmeler Rusya’nın bir Şii blok oluşturmasıyla da ilgilidir. Bu, Rusya’nın da, Türkiye’nin de işine yarıyor. Rusya, Erdoğan’ı Esad’la ilişki kurmaya itti. Irak, İran ve Lübnan da işin içindedir. Rusya bir dünya devidir. Rusya’yla ilişkide olmak gerekiyor ama Kürdlerin yönünün Batı ve ABD olması gerektiğine inanıyorum. Kürdler de Ortadoğu statükosu değişmeden özgürlüğüne ulaşamazlar, bu yüzden Kürdlerin stratejik müttefiki Batı ve ABD’dir. Bu anlamda Rusya’nın adımlarına dikkat edilmesi gerektiğini“ ifade etti. “Çözüm Süreci başlayabilir” Kürd Meselesi’ni giderek yükselten durumların yaşandığına dikkat çeken gazeteci Fatih Yaşlı ise, vadesi bellirsiz bir zamanda çözüm masasının yeniden kurulacağı, müzakere sürecinin yeniden başlayacağı yönündeki izlenimlerini aktardı. CHP’nin “HDP’yi meşru kanallara çekmek zorundayız” açıklamasının da bu nedenle yapıldığını belirten Yaşlı, “Parlamentoda CHP’nin de dâhil olduğu yeni bir müzakere süreci belki önümüzdeki 3-5 ay içerisinde başlayabilir” yorumunda bulundu. Türkiye’nin dış politikada yalnızlaştığını ve bunu yenmek için Suriye’de cihatçılara olan desteğini geri çektiklerini dile getiren Yaşlı, “Türkiye, desteğini çektiği anda cihatçıların buraya dönebileceğini daha önce gördü. Buna dair çok ciddi sıkıntıları var. Bundan dolayı İçerideki Kürd Meselesi’ni çözmeden dışarıdaki sorununu herhangi bir şekilde Türkiye’nin barış içerisinde çözmesi mümkün değil gibi görünüyor. Kendilerince birtakım hamleler” yapacaklarını sözlerine ekledi. “Esad’ın Kürdler ile anlaşması en akıllıca yoldur” İran, Suriye ve Türkiye’nin Kürd hareketini boğmaya yönelik kendi aralarında bir ittifakın doğma ihtimalinin olduğuna vurgu yapan Yaşlı, uluslararası dengelerin buna izin vermeyeceğini söyledi. Ortadoğu’nun en önemli seküler hareketinin boğmaya yönelik duruma Batı’nın izin vermeyeceğini ileri süren Yaşlı, “Böyle bir durum gelişse bile Kürdler, kendi savunma güçlerini kurdular. Uluslararası diplomasi güçlerini kullanıyorlar yani bir anlamda kendi güçlerini ortaya koyup bu süreci atlatmaya çalışacaklardır” dedi. Kürdlere yönelik böyle bir gelişmenin aynı zamanda bölgesel bir savaşı da beraberinde getireceğini belirten Yaşlı, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bu tutumunun sadece Kürdleri etkilemeyeceğini, bölgede yaşayan bütün halkları etkileyeceğini, kısa vadede dünya devlerinin buna izin vermeyeceği değerlendirmesini yaptı. “PYD’nin Rusya’da temsilcilik açtığından Putin’in haberi yok” Putin ile Erdoğan görüşmelerini basına yansıdığı kadar bildiğini ifade eden Prof. İlter Turan, PYD’nin Moskova’da bir temsilcilik açtığı bilgisinin Putin’e ulaşmadığı izlenimi edindiğini söyledi. Kuzey Suriye’de bağımsız bir Kürd devletinin kurulmasının söz konusu olamayacağını belirten Turan, “Olsa olsa özerk bir bölgenin hayata geçmesi söz konusudur. Şam’ın ileride nasıl bir teşekkül içinde olacağını şimdiden bilemeyiz ama herhangi bir yönetimin Suriye içerisinde bir özerk bölge fikrine çok sıcak bakacağını zannetmiyorum. Türkiye de buna sıcak yaklaşmıyor” diye konuştu. ABD ve PYD ilişkisini değerlendiren Akademisyen İlter Turan, ABD’nin bölgede IŞİD’e karşı kendi askerini kullanmayı istemediği için PYD’yi desteklediğini ileri sürerek şöyle devam etti: “Bu maksatla PYD’ye ‘siz istediğinizi yapın’ şeklinde açık kart vermiş de değil. Özellikle PYD’nin Menbic civarlarında daha önce Kürdler ile değil de Araplar ile meskûn bölgelerinin Kürdleştirilmesini, ABD de onaylamıyor. Dolayısı ile bu sadece ABD ve Türkiye tarafından değil, aynı zamanda Suriye, Rusya, Amerika, Türkiye ve PYD tarafından belirlenebilecek bir durum. Suriye ve Türkiye’nin bölgede böyle bir özerk oluşumu pek hoş karşılamayacaklarını; ABD’nin ısrar etmesi halinde ise, Türkiye’deki askeri imkânlarını kullanmasının giderek zorlaşacağını tahmin ediyorum.” Türkiye ve Rusya’nın PYD üzerinden olumsuz bir anlaşma yapması halinde, PYD’nin bunu memnuniyet ile karşılamayacağını dile getiren Turan, “Ama böyle bir anlaşmada önemli olan PYD’nin nasıl tepki vereceğini, kendilerine ne gibi imkânlar sağlanacağı ile de bağlantılıdır. Belki belediyelerin yetkilerinin genişletilmesi, Kürdlere temsil garantileri verilmesi gibi bir takım önlemler öngörülecektir. Bunları şimdiden tahmin etmek pek kolay değil” dedi. 06 HABER BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 BasHaber HABER 22 - 28 Ağustos 2016 Erbil’de Musul diplomasisi P Almanya’nın askeri desteği sayesinde Peşmerge Güçleri’nin IŞİD karşısında büyük başarılar elde ettiğini söyledi. Senatör Booker: Kürdistan’a yardıma devam edeceğiz KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, ABD Kongresi üyesi Demokrat Parti senatörleri ile bir grup askeri ve siyasi diplomatın bulunduğu heyeti Selahaddin’deki Başkanlık Konutu’nda kabul ettiği bildirildi. KBY Başkanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre, Barzani, aralarında ABD Kongresi Demokrat Parti senatörleri, Siyasi ve Güvenlik Delegasyonu üyeleri, ABD’nin Irak Büyükelçisi Stuart Jones, Erbil Başkonsolosu Ken Gross ile bir grup askeri ve siyasi diplomatın bulunduğu ABD heyetini makamında kabul etti. Heyete ABD Kongresi Demokrat Parti Senatörü Cory Booker başkanlık etti. Senatör Booker’ın, Barzani’ye Kürdistan halkının beklentileri ve Peşmerge Güçleri’nin ihtiyaçlarının karşılanması için diplomatik çalışma yürütme sözü verdiği kaydedildi. Almanya Peşmerge’ye 70 ton silah gönderdi Diğer yandan, Almanya hükümetinin, IŞİD ile mücadele kapsamında Peşmerge Güçleri’ne 70 tonluk askeri mühimmat gönderdiği bildirildi. Almanya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre; 16 Ağustos tarihinde 70 tonluk askeri yardım Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Erbil’e ulaştı. Bakanlık açıklamasında, 500 piyade tüfeği, 1 milyon mermi, 100 tanksavar füzesi, 3 zırhlı araç ve çok sayıda destek malzemesinden oluşan askeri sevkiyatın, havayoluyla Erbil’e ulaştırıldığı kaydedildi Daha önce de IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyon devletleri içerisinde yer alan Almanya, Peşemerge Güçleri’ne birçok kez askeri yardımda bulunmuştu. Kuweyt temsilcisi Erbil’de KBY Başkanı Mesud Barzani’nin kabul ettiği diplomatik temsilciler arasında Kuveyt’in Irak Temsilcisi ve Xesan Elziwawi, Kuveyt’in Başkonsolosu Dr. Emer Elkendri de vardı. Kuveyt’in Irak Başkonsolosu Kuveyt Emir’i ve hükümetin selamlarını Barzani’ye ileterek, ülkesinin bölgede yaşanan gelişmeleri yakından takip ettiğini, mültecilere yardımlarından dolayı KBY’ye ve Barzani’ye teşekkür etti ve ülkelerinin KBY ile işbirliğinden memnuniyetlerini dile getirdi. Barzani’nin ise görüşmede Kuveytli yetkilileri IŞİD ile yaşanan mücadeleye ilişkin bilgi verdiği belirtildi. eşmerge’nin başarılı operasyonları ve Musul harekatı hazırlıklarının yapıldığı bir süreçte Erbil’de yoğunlaşan diplomasi trafiği bu hafta da devam etti. Körfez ülkelerinin yanı sıra, Almanya ve ABD’den gelen askeri ve siyasi yetkililer Erbil’de KBY Başkanı Mesud Barzani ile görüştü. Hindistan da Erbil’de konsolosluk açtı. Barzani: Tek yolumuz var Öte yandan KDP’nin 70’inci yılı münasebeti ile KBY Başkanı ve KDP Genel Sekreteri Mesud Barzani kutlama mesajı yayınladı. Barzani, Kürdlerin tek seçenek olarak bağımsızlık referandumunu gerçekleştireceğini ve kendi kaderlerini tayin edeceklerini açıkladı. Barzani, KDP’nin Kürdistan’ın geçtiği tüm süreçlerde insan haklarını savunarak, çoğulculuk, kardeşlik ve birlikte yaşama yönelik öncü bir role sahip olduğunu dile getirerek şöyle dedi: “Kürdistan’ın yüksek çıkarları için zorlu, hassas durumlarla beraber fırsatlar da bulunuyor. KDP her zaman sorunların çözümü yolunda diyaloğa hazırdır.” Mesajında, KDP üyelerinin partilerinin temel prensipleri ve ölümsüz Melle Mustafa Barzani’nin çizgisi doğrultusunda çalışılmaları isteyen Barzani 70’inci yıldönümünde KDP’nin, Kürdistan halkının kendi kaderini tayin etmesi konusunda ısrarcı olduğunu belirtrek, şöyle dedi: “Kürdistan’ın sorunlarının çözümü için, bağımsızlık dışında da hiçbir yol bulunmamaktadır. Bu doğrultuda Peşmergeler her kesimden daha fazla Kürdistan halkının kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Çünkü kanları ve canlarıyla Kürdistan’ı koruyorlar.” Barzani, Kürdistan’ın bağımsızlığının hiçbir taraf için tehlike teşkil etmediğini, aksine, savaş ve felaketlerin sonunu getireceğini vurguladı. KBY’de yaşanan siyasi krize ilişkin ise Barzani, tüm taraflara, duyarlılık göstererek, tarih ve halk karşısında sorumlu davranmasını önerdi. KBY Başkanı, IŞİD’le savaşta tüm Kürdistan halkı ile KDP üyelerinin canları ve mallarıyla Peşmerge Güçleri’ne destek verdiğini kaydetti. Musul öncesi son prova K Siwar Bedirxan ürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı ve KBY Güçleri Başkomutanı Mesud Barzani’nin komutasındaki Peşmerge Güçleri’nin başlattığı Xazir-Guwer Operasyonu Irak’ın yanı sıra Ortadoğu ve dünyada büyük yankı uyandırdı. Peşmergelerin Musul harekatı öncesi provası olarak da değerlendirilen operasyonda 12 köy ve 120 kilometrekarelik bölge IŞİD’in elinden alındı. 8 bin Peşmerge’nin katıldığı operasyona Uluslararası Koalisyonu uçakları da hava desteği verdi. Operasyonda 120 kilometrekarelik bölge Peşmerge Güçleri’nin kontrolüne geçti böylece Guwer ve Xazir cepheleri birleşmiş oldu. Peşmergeler son operasyonla beraber IŞİD’in Irak’taki merkezi Musul kentinin doğu, batı ve kuzeyinin tamamını kontrol ederek IŞİD’in hakimiyet alanını daralttı. Peşmerge mevzileri Musul kentinin 15 ila 20 kilometre mesafede bulunuyor. Öte yandan 2014 yılından bu yana Erbil ile Bağdat arasında yaşanan siyasi kriz son operasyonu sonrasında yeniden gündeme geldi. Irak Başbakanı Haydar İbadi, başarılı operasyondan sonra, Peşmerge Güçleri’nin mevzilerinde kalmasını ve Musul’a ilerlememesi gerektiğini söyledi. KBY Hükümet Sözcüsü Sefin Dizayi, İbadi’ye sert tepki göstererek, Peşmerge Güçleri’nin, Ninowa Vilayeti’ndeki tüm Kürd yerleşim yerlerinin tamamını IŞİD’in elinden alana kadar operasyonlarına devam edeceğini kaydetti. General Weysi: Doğal sınırlara dek gideceğiz Zerevani Peşmerge Kuvvetleri Genel Komutanı General Eziz Weysi de Haydar İbadi’nin açıklamalarına sert tepki gösterdi. Weysi, İbadi başta olmak üzere tüm Iraklı yöneticilerin Peşmerge’nin IŞİD ile olan mücadelesine saygı KBY Başkanı ve Peşmerge Başkomutanı Mesud Barzani’nin komutasında yapılan Guwer – Xazir Operasyonu ardından IŞİD tehlikesinin KBY sınırından uzaklaştırıldığı belirtildi. Operasyon ile beraber, Guwer ve Xazir cephelerinin birleştiği ve IŞİD işgalindeki 12 köy ile 120 kilometrekare arazinin Peşmerge kontrolüne geçtiği bildiriliyor. Gözlemciler Peşmerge’nin IŞİD’in başkenti olarak bilinen Musul’un kapılarına dayanarak büyük operasyona hazırlık yaptığını vurguluyor. göstermesi gerektiğini söyledi. Xazir - Guwer Operasyonu’un Erbil ve Bağdat’ın koordinasyonu ile gerçekleştiğini, Irak Savunma Bakanlığı ile KBY Peşmerge Bakanlığı’nın IŞİD ile mücadelede koordinasyon ve işbirliği içinde olduğunu, Peşmerge’nin KBY Başkanı ve Peşmerge Başkomutanı Mesud Barzani’den emir aldığını açıkladı. İbadi’nin Peşmerge üzerinde söz söyleme yetkisine sahip olmadığını ifade eden Weysi, ”Bizim IŞİD ile yaptığımız mücadele ortadadır. IŞİD’i Kürdistan topraklarından çıkarmaya devam ediyoruz. Ellerindeki son toprağımızı alana kadar savaşımız devam edecektir. Iraklı yetkililer Peşmerge’nin IŞİD karşısındaki ilerleyişinden rahatsız. Uluslararası Koalisyonu Irak Ordusu’na daha fazla yardım yapabilir. Ancak IŞİD ile ciddi bir şekilde savaşan Peşmergedir” şeklinde konuştu. Peşmerge’nin 140’ıncı madde kapsamı ve Kürdistan’ın doğal sınırlarını belirleyene kadar mücadelesine devam edeceğini belirten Weysi, Musul Operasyonu’nun da yakında başlayacağını Peşmerge’nin bunun için hazır olduğunu, ancak Irak Ordusu’nun henüz hazır olmadığını söyledi: “Kürdistan’ın sınırları konusunda tarihi belgeler var. 1925’ten önce, modern Irak kurulmadan önce Kürdistan’ın tarihi ve doğal sınırları belliydi. Halkımızın bir daha tehlike ve katliamlar ile yüzleşmemesi için gerekli tedbirleri alacağız.“ PDK-YNK toplanıyor Bu arada KBY Divanlık Başkanı Dr. Fuad Hüseyin’in siyasi krizin çözümü ve bağımsızlık referandumunun yapılması için geçtiğimiz haftalarda siyasi partiler ile yaptığı görüşmeler sonuç vermeye başladı. Bu bağlamda Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kürdistan Demokrat Partisi yetkililerinin (KDP) hafta içinde bir araya gelmeleri bekleniyor. KBY’li kaynaklar, KDP’nin KYB’ye Parlamento Başkanlığı görevine İslami partilerden birinin getirilmesini önereceğini belirtiyor. Diğer yandan Goran Hareketi Lideri Newşirwan Mistefa’nın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye mesaj gönderdiği ve Goran Hareketi’nin sorunların çözümü konusunda hazır olduğu mesajı verdiği, Parlamentonun aktifleştirilmesi ve hükümetin yeniden kurulması için Goran Lideri’nin Barzani’den adım atması istediği iddia edildi. Pîrê: YNK ve KDP çözümde kararlı YNK Politbüro Üyesi Sadi Ehmed Pîrê de hafta içinde yapılması planlanan KDP-YNK toplantısı öncesi BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Pîrê, KDP ile YNK’nin siyasi krizin aşılması ve tarafların parlamentoyu yeniden aktifleşmeleri konusunda görüş birliğine vardıklarını ifade etti. ABD’li yetkililerin KBY’deki siyasi partilerin anlaşmaları konusunda devrede olduklarına dair yapılan iddiaları da doğrulaayan Pîrê, “ABD’li yetkililer de devrede. Ancak bizim anlaşmamız lazım, birilerinin aracı olmasına gerek kalmamalı. KDP ile YNK görüşecekler, sorunların çözümü konusunda temaslarımız var” değerlendirmesini yaptı. YNK’nin siyasi partilerin bir araya gelmesi ve sorunların çözülmesi konusunda irade gösterdiğini YNK’nin diğer siyasi partilerden de aynı tavrı beklediğini açıkladı. Barzani Almanya Büyükelçisini kabul etti KBY Başkanı Mesud Barzani hafta içinde Almanya’nın Bağdat Büyükelçisi Franz Josef ve beraberindeki heyetini de kabul etti. Başkanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre Barzani, Almanya’nın Bağdat Büyükelçisi Franz Josef ve beraberindeki heyet ile yaptığı görüşmede; bölgedeki gelişmeler, IŞİD ile mücadele ve Almanya-Kürdistan arasındaki ilişkiler masaya yatırıldı. Görüşmede Almanya’nın, KBY’nin IŞİD ile mücadeledeki başarısını, siyasi ve ekonomik gelişmeleri yakından takip ettiğini belirten Büyükelçi Josef’in, Kürd ve Alman halkının yakın iki dost olduğunu ve ülkesinin KBY’ye desteğinin devam edeceğini belirttiği ifade edildi. KBY Başkanı Mesud Barzani ise Barzani, Nuceyfi ile Musul Operasyonu’nu konuştu KBY Başkanı Mesud Barzani, Muttehidun Bloku lideri Usame Nuceyfi’yi de makamında kabul ederek Musul Operasyonu’nu konuştu. Usame Nuceyfi, Peşmerge Güçleri’nin, Guwer-Xazir Cephesi’nde IŞİD’e karşı elde ettiği başarıdan dolayı Barzani’yi tebrik ederken, Irak ve bölgedeki siyasi durum, Ninowa Vilayeti ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaş cephelerinin durumu gündeme geldi. Görüşmede; Musul Operasyonu’na hazırlık düzeyi, operasyon öncesi bileşenlerin ve etnik grupların geleceğinin garanti altına alınması için taraflar arasında bir anlaşmaya olan ihtiyaç dile getirildi. Hindistan Erbil’de konsolosluk açtı Öte yandan geçtiğimiz hafta Hindistan, başkent Erbil’de konsolosluk açarak, ilk Başkonsolosu Deepak Miglani’yi göreve atadı. Başkonsolos Miglani KBY’de çalışma fırsatı bulduğu için çok memnun olduğunu belirtirken, Kürdlerin IŞİD’e karşı verdiği mücadeleye hayranlığını dile getirdi. Hindistan ve Kürdistan’ın dayanışma içerisinde olduğunu belirten Başkonsolos, her iki tarafın da çıkarlarına olacak uzun süreli bir ortaklık kurulması arzusunu dile getirdi. Kürdistan’daki görevinde Miglani’ye başarılar dileyen Felah Mustafa ise yaptığı açıklamada yaşadıkları zorluklara rağmen uluslararası alanda güçlü bağlar inşa etmeye devam ettiklerini belirtti. Mesrur Barzani: Tarih yeniden yazılıyor Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani de Peşmerge’nin Guwer-Xazir Operasyonu sonrası açıklama yaptı. Barzani sökonusu bölgelerindeki operasyonlarından sonra IŞİD’in Kürdistan’a yönelik tehdidinin azaldığını ifade etti. Barzani, Twitter hesabından yaptığı açıklamada Guwer- Xazir Operasyonu’nda 150 kilometrekarelik bölgenin ve çok sayıda köyün kurtarıldığını belirterek, “Stratejik noktalar Peşmerge’nin kontrolüne geçti. Özellikle Musul’da düşmana giden yollar ele geçirildi’’ dedi. Mesrur Barzani, mesajında, “Peşmerge Güçleri’ni kutluyorum. Musul’un doğusundaki başarısı Kürdistan Bölgesi üzerindeki IŞİD tehlikesini azalttı’’ ifadesini kullandı. Peşmerge’nin tarihi bir başarıya imza attığını belirten Mesrur Barzani mesajında şunları dile getirdi: “Şehit Peşmergeler onurumuz ve geleceğimizdir. Bizim için bedel veriyorlar ve tarihi yeniden yazıyorlar.” 07 İhtiyarlamak FERHAT KENTEL 7 Haziran seçimlerinden bu yana sadece bir yıl geçmiş ama ben dahil bir çok insan sanki seneler geçmiş gibi hissediyoruz. 7 Haziran seçimlerine giderken tüm Türkiye’nin partisi olacağını vadeden bir HDP vardı ve bu partinin seçimlerde gösterdiği başarıyla, epey bir badire atlattıktan sonra, artık düzlüğe çıkıyoruz duygusunu yaşamaya başlamıştık. Artık savaş durmuştu. Tek tük olaylar olsa da, “analar ağlamasın” diyenlere karşı, “hadi canım, analar ağlamadan olur mu hiç?” diyenleri hep beraber duygusuz ve vicdansız olmakla aşağılıyorduk. Üstelik “70 milyon adım” altında, laik ve dindar, Sünni ve Alevi, Türk ve Kürd gibi çok farklı kesimlerin barışsever ve demokrat insanları “Darbelere dur de! Bir daha asla!” diyerek sokaklarda bir araya gelmiş; olgunlaşan bir toplum olmuştuk. Yani epey bir zamandır memlekette artık darbe olmayacağını, barışın da artık neredeyse yerleştiğini düşünüyorduk. Biz bunu “zannederken”, o sıralarda dehşet tezgâhları hazırlayanlar varmış. Ve seçimlere iki gün kala Diyarbakır’da patlatılan bombanın anons ettiği bir cehennem başladı; seçimler bittiği andan itibaren her şey hızla alabora oldu. “Çözüm Süreci zaten yok ki” diyenlere, “biz de zaten Çözüm Süreci’ni bitirdik” diyenlerin sempati ve dayanışma mesajları cevap verdi. Suruç’ta 20 Temmuz’da gencecik insanlar havaya uçuruldu ve iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis gayet organize ve karanlık bir usulle şehit edildi. 7 Haziran seçimlerinin gecesinde “istikrarsızlık gelir” diyenler, terörün patlattığı bombaların gürültüsü arasında, “işte bakın, istikrarsızlık geldi işte” diyerek ve de “koalisyon kurmaya çalışıyormuş ama ne yazık ki bir türlü başarılamıyormuş” gibi yaparak, 1 Kasım seçimlerinden “istikrar için gerekli”tek parti yönetimini çıkardılar. Nedense şu büyülü kelime “istikrar” bir türlü gelemedi. Tam tersine bütün umutlar uçtu. IŞİD’in terörü memleketi kan gölüne çevirdi. Onunla yarışamasa da, varlığı “bir dava uğruna” olduğu söylenen PKK/TAK adlı örgüt de insanları “terörize etmek” konusunda gereken ihtimamı gösterdi. Hendekler kazıp, özerklik ilan edenler, Güneydoğu’yu yerle bir etmek için yanıp tutuşanlara altın tepsi içinde fırsat sundu. En sonunda, daha önceki darbecilerin izinden giden 15 Temmuz darbecileri, bu sefer “hikmetinden sual olunmaz pek kutsal Fethullah Gülen Hocaefendi hazretlerinin açtığı ışıklı yolda”, Güneydoğu’dan aldıkları “kahramanlık madalyaları” eşliğinde, Türkiye tarihinin en travmatik sayfalarından birine imza attılar. Kimlerle, ne ölçüde işbirliği içinde, başka kimlerin hesaplarını da üstlenerek giriştiklerini kısa vadede muhtemelen bilemeyeceğiz ama ulusalcı, Kemalist, ülkücü, dinci, Fethullahçı, Amerikancı gibi cemaatlere bölünmüş bir devletin ve ordusunun içindeki güç dengelerinin, ittifakların ve iç hesaplaşmaların ne kadar karanlık olduğunu damarlarımızda hissediyoruz bugün... Ve böylesine karanlık dehlizler içinden ne tür komplolar çıkabileceğini, ne tür manipülasyonlar üretilebileceğine ne yazık ki, acıyla şahit oluyoruz. Osman Baydemir’in Meclis’te Ceylanpınar olayına ilişkin yaptığı konuşmanın da korkunç ipuçlarını verdiği gibi, o iki polisin sinsice katledilmelerindeki şüphelerimizde ne kadar haklı olduğumuzu görüyoruz. Çok belli ki, Türkiye’nin şu karanlık yılını tezgahlayanlar Ceylanpınar’la çok sağlam bir hesap yapmışlar. Çünkü kendine güveni kırılmış bir toplumun, karmakarışık olmuş bir dünya ve Türkiye’de sadece “inanmaya” ihtiyacı var. Ve savaş isteyenler, onun en kolay sunumlara inanmasının ne kadar kolay olduğunu biliyorlar. Yüzyıllardır bu kadar savaş, kriz ve travmayla yaşayan; ağlamayan ananın kalmadığı bu millet “tek adamlara” tapmasın, “tek çözümlere” inanmasın da ne yapsın? Üstelik, ortalama normal bir ülkenin on yılda yaşadığı olayları bir sene içinde yaşamış ve hâlâ Elazığ, Diyarbakır terör saldırılarında yaşamaya devam eden bir toplumuz ve bu yüzden hızla ihtiyarlamaya devam ediyoruz. 08 BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos 82016 SÖYLEŞİ ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun Orhan: Suriye, PYD ile çatışacak Ortadoğu Stratejik Araştırmaları Merkezi Dış Siyaset uzmanı Oytun Orhan, Türkiye’nin değişen Suriye siyaseti bağlamında, Esad’ın artık birincil tehdit olmadığını, IŞİD ve YPG’nin sınırı kontrol etmesinin daha büyük güvenlik riski oluşturduğunu, Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması riskinin de Türkiye’nin pozisyonunda ve politikasında bir yumuşamaya neden olduğunu ifade ediyor. Oytun, İran, Suriye, Türkiye arasında bir iş birliği ortaya çıkması durumunda Kürdler’in değil ama PKK’nın kaybedeceğini söylüyor. Orsam uzmanı, Türkiye - Rusya yakınlaşmasının ardından Başbakan bir açıklama yaparak 6 ay içersinde Suriye siyasetinde değişiklikler olacağının mesajını verdi. Nasıl değişiklikler bunlar. Ne düşünüyorsunuz bu 6 ay içinde neler olacak? Şu anda Suriye’deki gelişmelerin belirlenmesi açısından en önemli aktör Rusya ve rejim kanadın da rejimi koruyan, rejimin ayakta kalmasını sağlayan temel güç. Bunun ötesinde kurduğu askeri üsler ve ülkeye getirdiği hava savunma sistemleri, radar sistemleri ile Suriye’nin en büyük gücü konumuna gelmiş durumda. Yanı sıra muhalif kanadına bakıldığında tabi Türkiye’nin tek başına olmazsa da en etkili aktörlerden biri olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin alacağı pozisyon, muhaliflere vereceği destek ya da burada ortaya çıkacak bir değişim Suriye’deki güç dengelerin kritik bir biçimde değişmesine neden olabilir. Dolayısı ile bu iki aktörün Suriye krizinde bu kadar etkili iki aktörün arasında başlayan yakınlaşma doğaldır ki Suriye krizinin çözümü taraflar arasında ateşkes sağlanması ve bir siyasi çözüm konusunda daha çok umutvar olmamıza neden oluyor. Zaten Türkiye ile Rusya arasında yapılan görüşmelerde temel başlıklardan biride Suriye idi ve bunu iki tarafta dile getirdi. Tarafların Suriye ile güvenlik birimleri arasında doğrudan temas kuruldu ve bu görüşmeler sürüyor diye basına yansıyor. yaşanan uçak krizi sonrasında Suriye hava sahasının Türkiye’ye tamamen kapatılmış olması, IŞİD ile mücadelede kapsamında dahi hava operasyonları gerçekleştiremiyor olması Türkiye’nin elini zayıflatan bir faktördü. Bunun dışında YPG’nin Amerika desteği altında Türkiye’nin kırmızı çizgilerini aşarak Fırat’ın batısına geçmesi, Minbic’i ele geçirmesi ve bir sonraki hedefi olarak El Bab’ı belirlemiş olması Türkiye açısından yine Suriye konusunda adım atma gerekliğini ortaya çıkardı. Çünkü Türkiye sürece müdahale etmez ise çok da uzun olmayan vadede güney sınırlarında PKK kontrolünde bir bölge ile karşı karşıya kalacak ve kalma ihtimali var. Dolayısı ile bütün bunlar Türkiye’yi harekete geçirdi. Suriye’deki bu çözümün parametrelerini de Başbakan Binali Yıldırım bir röportajında belirtti. Öncelikle toprak bütünlüğü vurgusu yaptı. Suriye’nin mevcut sınırlarının kesinlikle değişmemesi ve kendi içersinde federal özerk bölgelerin oluşmasına karşı olduğunu açıkladı. Birinci temel toprak bütünlüğü vurgusu, ikinci temel hiçbir mezhepsel grubun üstünlüğüne dayanmayan bir siyasi yapı inşa edilmesi bu da Esad rejiminin eski haliyle yeniden Suriye’de iktidar sahibi olması ne de muhalefetin rejimi bertaraf ederek kendi iktidarını teşkil ettiği yeni bir siyasi yapı olmaması anlamına geliyor. Üçüncü parametre ise mültecilerin Türkiye başta olmak üzere diğer komşu ülkeler ve Avrupa’daki mültecilerin, Suriye ile istikrar sağlanması üzere kademeli olarak ülkelerine dönüşlerinin sağlanması. Yani Türkiye ile Rusya, Suriye’de işbirliği aşamasına gelebilir? Bu iki aktörün koordinasyonunda ve iş birliğinde yeni bir çözüm süreci ortaya çıkabilir düşüncesi var. Ama bunu Türkiye açısından Rusya ile yakınlaşmanın en temel motivasyonlarından biri özellikle kuzey Suriye’de yaşanan gelişmeler konusunda Türkiye’nin etkisini kaybetmiş olması ve burada yeniden etki sahibi olabilmek için Rusya ile yakınlaşma acil bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı. Özellikle Rusya ile Türkiye 6 ay içersinde Suriye siyasetinin değişeceğinin mesajını verdi. Ancak Türkiye’nin talepleri uzun zamandır ifade ettiği, altını çizdiği şeyler. Suriye siyasetinde şimdi özetlediğiniz 3 parametrede değişen ne var? Şimdi tarafların her iki taraf açısından da hem rejim hem de muhalif kanadı bu tarafları destekleyen dış aktörler açısından artık savaşın sürdürülmesi konusunda bir tükenmişliğe doğru gidiliyor. Artık bu iki Yeter Polat Suriye’de IŞİD ve bazı bölgelerde muhaliflerin ortadan kalkması sürecinde, YPG’nin rejimin federasyon bölgelerindeki varlığını kabul etmeyeceğini, rejimin de kendi ülkesinin sınırları içersinde bir federal bölgeyi, bir silahlı grubun kontrolü-ne vermeyi kabul etmeyeceğini söylüyor. Oytun’a göre böyle bir durumda çatışma olur ve şu anda o çatışmaya doğru yaklaşılıyor. Sınırların birbirine özellikle Halep’te yaklaştığını, Suriye Ordusu’nun Kuzeye El-Bab’a doğru yürümeye kalkması halinde YPG’nin buna direneceğini ve çatışmanın başlayacağını iddia ediyor. ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun Orhan, BasHaber’in konuya dair sorularını yanıtladı. taraf savaşın ask-eri yöntemler ile kazanılamayacağı konusunda bir inanca sahip durumdalar. Böyle bir ortam içersinde Türkiye ve Rusya’nın anlaşmış olması ve fikir ayrılıkların özellikle Esad’ın geleceği konusunda fikir ayrılıklarının devam etmesine rağmen ortak birçok kaygının da paylaştığı vurgulanmış olması çözüm adına daha umutlu olmasına neden oluyor. Özellikle Türkiye’nin, İran ile Suriye konusunda daha bir işbirlikçi bir yaklaşım ser-giliyor olması yine önemli. İran da aynı şekil de Suriye meselesinde kritik aktörlerden biri. Dolayısı ile burada Türkiye, kendi pozisyonunda ve rejim ile ilişkileri konusunda bir yumuşama yapacak. Buna karşılık aynı şekilde Rusya ve İran da rejim üzerindeki etkisini kullanarak rejimin de belli konularda tavizler vermesi konusunda anlaşılacak. Tabi IŞİD ile mücadelede konusunda ortak bir bakış var. IŞİD ile mücadeleye her 3 ülke samimi ve yoğun bir şekilde girişebilir. Toprak bütünlüğü vurgusu ve kuzeyde bir tarafta IŞİD’in hilafet devletini ilan etmesi bir tarafta PKK ve YPG’nin federasyon ilan etmesi bunların karşında ortak bir duruş var. Artık yavaş yavaş bu aktörlerin savaşın sonlandırılması gerektiği konusunda bir inanca doğru gidiyor bu da çözüm için umut vaat ediyor. Yoksa yaklaşımlarda genel parametrelerde tabii ki çok değişim yok. Ama işin daha detayına bakıldığında her aktörün pozisyonunda ciddi bir yu-muşama olduğunu görebilirsiniz. Örneğin Türkiye açısından tehdit önce-likleri değişti. Artık Esad birincil tehdit değil bundan ziyade IŞİD ve YPG örgütlerinin sınırı kontrol ediyor olması Türkiye açısından daha büyük güvenlik riski oluşturuyor. Suriye’nin toprak bütünlüğün bozulması daha da büyük risk oluşturuyor. Dolayısı ile bu da Türkiye’nin pozisyonunda ve politikasında bir yumuşama değişikliğe neden oluyor. Türkiye’nin Suriye rejimi ile Cezayir ve İran aracılığı ile ilişki kurduğuna dair iddialar yansıdı. Suriye ve Türkiye yakınlaşması Kürdler için yeni bir felaket olmaz mı? Türkiye’nin kaygılarından biri de PKK kontrolünde bir federasyonun ilan edilmiş olması ve bu federasyonun sınır hattında Türkmen ve Arap yer-leşimleri de içine alacak şekilde genişlemeci bir hal almış olması. Bu bir risk içeriyor ama burada sizin bahsettiğiniz gibi tarihteki 1975 Cezayir ant-laşmasını atıfta bulunuyorsunuz. Oradaki ona benzer bir durum ile karşılaşmanın çok mümkün olmayacağını düşünüyorum. Kaybeden Kürdler değil ama eğer gerçekten İran, Suriye, Türkiye arasında böyle bir iş birliği ortaya çıkabilirse burada Kürdler değil ama PKK’nın kaybeden olacağını söyleyebiliriz. Ama tabi ben bu noktada işin oraya kadar varac-ağını düşünemiyorum. Çünkü şu anda YPG dediğimiz bu aktörün kontrol ettiği coğrafya çok genişledi ve Amerika’dan ciddi yoğun destek alıyor. Ve burada Amerika’nın küçük çaplıda olsa küçük havaalanları, üsleri kurduğu söyleniyor. Amerika’nın özel kuvvetleri şu an YPG ile hareket ediyor. Dolayısı ile burada YPG’ye ortak bir operasyondan bahsedilmiyor ancak konuşulan bu IŞİD ile mücadele kap- SÖYLEŞİ BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 9 SÖYLEŞİ samında Azez ve Cerablus hattının IŞİD’den temizlenmesi ancak bu ortaya çıkacak boşluğun da Türkiye tarafından terör örgütü görünen YPG ile doldurulmaması, oranın yerel un-surları tarafından Arap ve Türkmen unsurlar tarafından kontrol edilmesi. Böyle bir çarkta iş birliğinden bahsediyoruz. Dediğiniz boyutlara ulaşması zor ama şöyle bir şey olabilir, eğer gerçek anlamda siyasi bir çözüme ulaşılırsa Suriye’de bu durumda Suriye’nin şuan ki bütün silahlı unsurlarının iç savaş durumu var ve her grup kendini koruma çabası içersinde. Ama bir siyasi çözüme ulaşılması durumunda bütün silahlı aktörlerin silahları bırakarak bu siyasi çözüme uyması gerekecek bu da yeniden eski sınırlara dönülmesi anlamına gelir. PKK’nin oluşturmaya çalıştığı federal devlet açısından da ciddi bir meydan okuma olur. Türkiye, Suriye yakınlaşmasının çok ciddi bir işareti yok, sadece basında çıkan bazı iddialar üzerinden konuşuluyor. Bu yakınlaşmanın bu boyutlara varması çok mümkün gözükmüyor şu aşamada. ABD ve Rusya’nın, Suriye’nin geleceği konusunda anlaştığı birçok kesim tarafından üzerinde mutabık olunan bir gerçek. Eğer böyle ise Türkiye ve PYD arasında 2010 öncesine dönülmesi gerçek ötesi mi olur? Türkiye-PYD ilişkilerinin TürkiyePKK ilişkilerinden bağımsız düşünmemiz çok mümkün değil. Doğru ya da değil sonuçta Türkiye’deki algı ve düşünce; PKK ve PYD’nin aynı şey olduğu. Dolayısı ile içerde PKK ile yoğun bir mücadele sürerken Türkiye’nin, PYD’ye 2010 öncesi gibi bir muamelede bulunmasını ben çok ihtimal dâhilinde görmüyorum. Zaten sizin bahsettiğiniz dönemde PKK ile çözüm sürecinin devam ettiği bir dönemdi. Dolayısı ile çok bağlantılı şu anda en azından orta vadede PKK ile Türkiye arasındaki bu çatışmanın daha da derinleşerek süreceğini öngörebiliriz. Dolayısı ile Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki YPG ve PYD kontrolündeki bölgeyi tehdit merkezli bakışı devam edecektir. Özellikle PKK mücadelesine destek için YPG bölgelerinden geçen silahlı unsurlar silahlar, Suriye de kazanılan silahların ve elde edilen savaş tecrübesini Türkiye içersinde kullanması bütün bunlar Türkiye tarafından tehdit olarak değerlendirilecektir. Ama tabi şöyle bir ihtimal var; Eğer PKK ile çözüm süreci olur ise, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki YPG bölgelerine bakışı değişecektir. Çünkü uluslararası ve Kürd kamuoyunda da şöyle bir algı oluşturulmaya çalıştırılıyor; Türkiye Kürdlere karşı bir hava oluşturulmaya çalışıyor, ama burada tabi Türkiye’nin karşı olduğu kendisini düşman olarak atfeden bir örgütün, bir aktörün bu bölgelerde kontrol sahibi oluyor olması. Dolayısı ile Türkiye’nin tehdit olarak algıladığı kendine düşman olarak bakan bir örgüte karşı doğal olarak tehdit algılaması içine girmesi normal. Ama bu tehdit algılamaları mevcut durum ile ilgili bu süreç değişir ve bir çözüme ulaşır ise Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye olan bakışı değişecektir. Türkiye ile Rusya yakınlaşması PYD ile uzaklaşma anlamına gelmez mi? Ve aynı zamanda PYD-Amerika yakınlaşması anlamı da çıkmaz mı bu yakınlaşmadan? Bu durum Türkiye ile Amerika ilişkilerinin bozulması sonucunu doğurmaz mı? Amerika ve Türkiye ilişkileri zaten son derece kötü bir durumda, tarihinin en sancılı dönemlerinden birini yaşıyor şu anda ve bunun birincil nedeni ise YPG konusundaki anlaşmazlık. Amerika’nın Türkiye’ye rağmen güney sınırlarını PKK kontrolüne terk ediyor olması. Dolayısı ile bu kriz zaten hali hazırda mevcut. Türkiye’nin tabi Rusya ile yakınlaşması Rusya’nın PYD’ye verdiği destek konusunda bir azalamaya neden olabilir. En azından bu uçak krizinden sonra Rusya’nın Türkiye’yi cezalandırmak araçlarından biri olarak kullandığı YPG’ye destek konusunda artık o kadar istekli olmayabilir. Ama zaten YPG açısından stratejik müttefik Amerika. Rusya’nın YPG’ye desteği biraz Avsin bölgesinde desteği oldu, bir de Halep’de Eşrefiye mahallerinde hava desteği verildi. Bunun dışında arada bir stratejik ittifaktan bahsedemeyiz. Bunda bir azalma söz konusu olabilir artık çok fazla Türkiye’yi rahatsız etmemek için, Rusya bu kozu kul-lanırken imtina edebilir. Ama Suriye meselesi Rusya açısından, Türkiye ile yakınlaşmanın bir bedeli değil. Yani Rusya-Türkiye ile yakınlaştı diye mu-halifleri bombalamaktan vazgeçesi sözkonusu değil. Dolayısı ile Rusya bu yakınlaşmayı ekonomik çıkarlar, enerji alanındaki iş birlikleri ve Rusya’nın NATO ile yaşadığı rekabette Türkiye’nin pasif duruşuna olan ihtiyacı ile açıklanabilir. Ama onun ötesinde muhtemelen Rusya, Suriye konusunda çok büyük bir taviz verme ihtiyacı hissetmeyecektir. Ama ne olur ise olsun dediğim gibi en azından PYD ile YPG’ye verilen destek konusunda biraz daha çekingen olabilir. Bunun dışında Türkiye’nin hava operasyonlarına izin verilmesi konusunda daha esnek davranılabilir. Taraflar belli bir denge içersinde birbirleri ile ilişkilerini sürdürebilirler. Rusya’da muhtemelen YPG ile iş birliğine belli alanlarda muhtemelen Halep merkezi başta olmak üzere belli alanlarda devam edecektir diye düşünüyorum. Rejim PYD ile çatışır mı ve bu ne o zaman olur? Eğer rejim federasyon bölgelerine doğru ilerlemeye kalkar ise bu mümkün Zaten zaman zaman çatışıyorlar. Kamışlı’da yine çatışmalar oluyor rejim ve YPG arasında. Esasında iki taraf da birbirine güvenmiyor ancak ortak tehditler temelinde bir iş birliği var ve saldırmazlık anlaşmaları var aralarında. Ancak eğer bu ortak tehdit ortadan kalkar ise IŞİD ve bazı bölgelerde muhalifler bunlar ortadan kalkar ise ne YPG rejimin federasyon bölgelerinde ki varlığını kabul eder, ne de rejim kendi ülkesinin sınırları içersinde bir federal bölgeyi, kendisi dışında bir silahlı grubun kontrolünü kabul eder. Ancak böyle bir durumda çatışma olabilir. Şu anda o çatışmaya doğru yaklaşılıyor çünkü sınırlar birbirine geldi özellikle rejim eğer Halep’i alabilirse Kuzeye El-Bab’a doğru yürümeye kalkarsa YPG buna direnecektir. 09 Büyük felaket öncesi HAKAN TAHMAZ Son bir haftadır olanlar, toplumda barışın bu topraklarda zor ve adeta imkânsızlaştığına ilişkin düşüncesinin güçlenmesine yol açtı. Bunun bir boyutunu hafta içinde peş peşe gerçekleştirilen intihar saldırıları oluşturuyor. Bir başka boyutunu ise hiç kuşkusuz Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılması ve kapatılma işlemlerinin hayata geçirilmesi sırasında yaşananlar oluşturuyor. Bir yıl önce terk edilen Çözüm Süreci sonrası geliştirilen yeni savaş konsepti, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında CHP, Ak Parti ve MHP ittifakıyla oluşturulan “milli birlik” döneminde yeni bir düzeye sıçratılıyor. Uzun bir süredir bunun sinyalleri veriliyordu. Darbeci Fethullah Gülen Cemaati’ni temizleme hareketinin, ana akım Kürd siyasal hareketini kapsayacak bir biçimde süreceğini özelikle Cumhurbaşkanı her fırsatta özellikle vurguluyor. Buna karşı Kandil’den yapılan “savaş batıya büyük kentlere sıçrayacak” veya Murat Karayılan’ın son açıklamalarında bir de “Önder Apo’nun yaşamı tehdit altındaysa herkesin yaşamı tehdit altındadır” açıklaması gibi beyanlar çok açık savaşın tırmandırılacağının işaretleridir. Son tahlilde Türkiye, cehennemini yaşıyor. Bu cehennemden Kürd siyasal hareketini dışlayarak çıkma projesi, bütün bir Türkiye’nin felaketine dönüşme potansiyeli ise oldukça yüksek. Kürd illerinde yaşanan yıkım ve acılar daha soğumaya yüz tutmadan seçilmiş yerel yöneticiler yerine kayyum atanması ve milletvekillerine dokunulma projesinin hayata geçirilmesi ise büyük felakete son sürat gidiş olacağı çok aşikâr. Özgür Gündem Gazetesi’ne yönelik son operasyon, bu sürecin bir hazırlığı olarak tecelli etmişe benziyor. Baştan sona hukuksuzlukla, keyfiyetle ve zorbalıkla yürütülen operasyonun bir başka örneği, medya ve gazetecilik alanında görülmüş değil. Keza yirmi dört saat içinde 4 ayrı büyük intihar saldırısı Kürd savaşı tarihinin bir ilkidir. Başlı başına bu bile büyük felakete koşar adım gidildiğinin göstergesidir. Büyük felakete gidişi durdurmak için öncelikle yanıtlanması gerek sorulardan biri, neden şimdi sorusudur. Bu sorunun iki yanıtı var. Birincisi Suriye konusudur. Bilinen gerçek şu ki, Türkiye’de son bir yıldır sürdürülen savaş, bir tür vekâlet/Suriye savaşı. Suriye’de savaş yeni bir aşamaya geldi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Suriye politikası kayaya oturdu. Türkiye yalnızlaştı. Kürd siyasal hareketi ise Suriye savaşından büyük kazanç elde etti. Kürdlerin, statükosunu değiştirilecek bir başarıya imza atmanın eşiğinde. Bu başarı Kürdlerin yeni statükosunun nasıl olacağından bağımsız bir bakiye. Bu konudaki çatışmanın, kaygıların, korkuların bedelini ödüyoruz. İkincisi ise buna paralel olarak darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin reorganizasyonun “İslam Türk” sentezli politikalar ekseninde ve Kürd siyasal hareketi mümkün oldukça devre dışı bırakarak, etkisizleştirerek yürütmesidir. Bu her iki tercih, esasında hala Kürd korkusunun aşılamamasının sonuçları. Bu politikalar aynı zamanda bölgesel ve küresel gelişmelerle çatışıyor. Kürd korkusu dışarıda maceracı emellerle hareket edilmesine yol açıyor ve bölgede sükûnetin hâkim olması sürecini uzatıyor. Türkiye’nin, kapısının Batı’ya hala açık bir NATO üyesi olması ise sorunları biçimlendiriyor. Bütün bunların sonucu olarak, esasında fark edilmesi gereken, savaşın bugünkü biçimde yürütülmesi güvensizliğin ve moralsizliğin olabildiğince fazla derinleşmesine yol açmakta olduğudur. Siyasi bir sorundur çünkü tarih göstermiştir ki, Kürd Meselesi bir güvenlik sorunu değildir. Güvenlik ekseninde politikalarla çözülemedi/çözülemez. Kürdler düzenin sorgulanması ve rejimin değişimini zorluyor. Bu nedenlerle bu tablo karşısında kısa sürede çatışmasızlığı sağlanmak zor. Barış ise bu zoru başarmayı gerektiriyor. Zifiri karanlık, aydınlığın başlangıcıdır. Aydınlığa kapı aralanması, büyük felakete gidişi durdurmak Kürd korkusunu yenmekle mümkün olabilir. 10 HABER BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 PKK’nin bombaları sivilleri vuruyor T Delila Leylan ürkiye, darbe girişimi, Rusya ile yakınlaşma ve OHAL gölgesinde yürüttülen operasyonlarda Gülen Cemaatinin hasarlarını atlatmaya çalışırken, son haftalarda aniden tırmanan ve her seferinde sivillerin de ölümüne, yaralanmasına neden olan PKK’nin bombalı saldırıları gündeme oturdu. 15 Ağustos itibari ile “askeri” noktaları hedefleyen “eylemler” yapacaklarını ve “eylemlerini” Batı’ya kaydıracaklarını ifade eden KCK yetkilileri, sivillerin hedef alınmayacağına da vurgu yapılmıştı. Bu açıklama ardından şehir merkezlerine bombalı saldırılar ardı ardına geldi. Sivillerin en fazla zarar göreceği bilinen kent merkezlerine yönelen bu saldırıların sonuçları beklendiği gibi ağır oldu. Mardin, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ’da bir hafta içerisinde yaşanan bombalı saldırıların bilançosu onlarca sivilin ölümü, yüzlercesinin de ağır yaralanması ile devam etti. Sivillerin en fazla etkilendiği en büyük intihar saldırısı olarak gösterilen Elazığ Emniyet Müdürlüğü “intihar eyleminde” 200’ün üzerinde insan yaralandı. Yaralılardan 60’ının sivil olduğu açıklanırken uzmanlar darbe girişiminden sonra PKK’nin 1 ayda 19 saldırı düzenlediğini ileri sürdü, PKK ise bu saldırılardan Van, Mardin, Bitlis, Diyarbakıri Kızıltepe ve Elazığ’ı üstlendi. Yine Elazığ patlamasından birkaç gün önce Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Dicle Köprüsünde yaşanan patlamada bir aileden 5 kişi yaşamını yitirirken, 54 sivil de ağır yaralandı. İHD Diyarbakır Şubesi’nin hazırladığı 2016 yılının ilk 6 ayına ait raporda sivil ölümlere ve bombalı saldırılara da yer verilerek çatışmalı ortam nedeniyle kayıpların sistematik bir şekilde arttığına dikkat çekildi. Raporda Ağustos 2016 kayıpları yer almazken; Ocak- Haziran 2016 rakamlarına göre; yaşanan çatışmaların ortasında kaldığı ileri sürülen 23 sivilin yaşamını yitirdiği, 23 sivilin de yaralandığı ifade edilmekte. Bombalı saldırılarda da 32 sivilin yaşamını yitirdiği, 172 sivilin de yaralandığı bilgisi kaydedilmiş. Bu gelişmeler sürerken kamuoyu, halkın tepkisine neden olan bu tür eylemlerde neden ısrar edildiğini sorguluyor. PKK eski yöneticilerinden Dursun Ali Küçük ve Osman Öcalan, HDP’li ve AKP’li vekiller ile sivil toplum kuruluşları, kamuoyunda tepkiye yol açan saldırıları BasHaber’e değerlendirdi. Öcalan: PKK Kürdleri hedef haline getiriyor PKK’nin Kürdleri hedef haline getirdiğini söyleyen PKK eski yöneticilerinden Osman Öcalan, sivillere yönelen eylemlerin provokasyonlara yol açtığını dikkat çekti. Çözüm Süreci’nde Türk ve Kürd ilişkilerinin iyi olduğunu hatırlatan Öcalan şöyle devam etti: “Bölgedeki ve dünyadaki güçler bunu istemedi ve Türkiye’yi savaş alanına çevirmek istediler. Bunun için Ceylanpınar’da iki polisi öldürerek süreci bitirdiler ve çatışmalar tekrar başladı. TC’nin çıkarları doğrultusunda savaş başlamadı ve kimse aksini söyleyemez. Bu savaş Kürdlerin de Türk devletinin de çıkarlarına uygun olan bir savaş değildir. Toplumu tahrik etmeye çalışıyorlar ve karşıtlık yaratmaya çalışıyorlar. Bu savaş tehlikeli bir hal alıyor. Türkiye’de iç savaş çıkararak sivilleri de hedef haline getirerek Türk ve Kürdleri karşı karşıya getirerek iç savaş çıkarmak istiyorlar. Ölenlere baktığımızda sivillerin ve toplumun her kesiminin bu savaşa ortak edildiğini görüyoruz. Başarılamayan darbe girişiminde öldürülenlerin çoğu sivildi. Bugün PKK’nin eylemlerinde de sivillerin öldüğü göz önündedir. Türkiye üzerinde planlar yapılarak bir iç savaş çıkararak bu esaslar üzerinde hareket ediyorlar. Karşılıklı şartsız, koşulsuz silahların susması ve Çözüm Süreci’nin yeniden başlaması ge- rekiyor. Siyasi çözüm hem Türkiye devletinin hem de Kürd halkının çıkarınadır.” Küçük: KCK’nin ne savaşı savaştır ne de barışı barıştır PKK eski Merkez Komite Üyesi Dursun Ali Küçük de sivillere yönelen şiddetin kabul edilemeyeceğini, KCK’nin hedefini karıştırdığını belirterek, “KCK hedefi sivillerle karıştırıyor. Daha sonra özür dileyip, ‘yerel birimler yaptı’ diyor. KCK savaş stratejisi saptı, rayından çıktı. KCK’nin ne savaşı savaştır ne de barışı barıştır. Türkiye’nin demokratikleşmesi, ne olduğu belli olmayan özerklik için bütün bunlara ve hele hendeklere hiç değmez. 8 şehrimizin yerle bir edilmesini zafer olarak görüyor. Stratejik ve taktik sapmalar ve amacı belirsizleştiği için eylemleri de belirsizleşmektedir. Tek tek eylemlerin ele alınıp eleştirilmesine ihtiyaç yoktur. Hendek savaşında gördüğümüz gibi halka sahip çıkacak bir durumu yoktur. Bomba yüklü araçları şehirlerde patlattığın zaman kaçınılmaz olarak siviller zarar görecektir.” HDP Milletvekili Irmak: Şiddet beraberinde şiddeti getiriyor HDP’nin şiddete her dönem karşı çıktığını, hiçbir şekilde şiddetin çözüm getirmeyeceğini ısrarla savunduklarını dile getiren HDP Milletvekili Selma Irmak, “Sadece sivil değil, bu savaşta asker, polis, gerilla kim olursa olsun hayatını kaybetmesi bizim için üzüntü kaynağıdır. Bütün bu ölümlerin kime ait olursa olsun engellenmesi için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Son dönemde yükselen şiddet dalgası, hükümetten yana gelişen OHAL nedeniyle özgürlüklerin askıya alınması, binlerce insanın gözaltına alınması, Özgür Gündem’e yapılan baskın, bütün bunlar bu ülkeyi giderek dar çembere doğru götürüyor. Yani akıl tutulmasının yaşandığı görüyoruz. Siyasi sorunlar siyasi yöntemlerle çözülür. Kürd Meselesi siyasi bir sorundur ve çözümü siyasi yönteme dayalıdır. Bu yapılmadığın sürece şiddet dalgası artar ve sonuçta etki tepkiyi doğurur. Yaşanan bunca vahametten halen sonuç çıkarılmamış olunması akıl tutulması ve insanların hayatını kaybetmesine göz yumulması anlamına gelir.” HDP Milletvekili Geveri: PKK’nin eylemleri anlaşılır değil Kürd halkının ilhakına rağmen, Kürd siyasetinin itirazına rağmen, demokratik çevrelerin tepkisine rağmen, PKK’nin ısrarla sivil alanlarda bombalı eylem yapmasının anlaşılır olmadığını belirten HDP Milletvekili Adem Geveri, “Eğer bu stratejik bir tercihse ki silahlı örgütler bazen böyle tercihler yapar, biz yine de bunun karşısındayız. HDP’nin bu noktada eleştirilmesi anlaşılır bir şey ama biz parti olarak PKK’nin bu saldırılarını sivil alanlardan, şehirlerden çekmesi gerektiğini her zaman dile getiriyoruz. HDP içerisinde farklı siyasi çizgiden gelmiş kişi ve gruplar olarak bu şiddet eylemlerini en sert şekilde kınadık. Kürd halkının demokratik mücadelesi var, bu haklı mücadelenin sonuna kadar yanın- da olduğumuz halde Kürd halkının, hiçbir şekilde meşruluğu olmayan, terör eylemlerine denk düşen hiçbir saldırıya ve eyleme ihtiyacı olmadığını belirtiyoruz. PKK’nin bu saatten sonra şehir merkezlerinde yapacağı eylemlere çok daha sert toplumsal tepkilerin doğacağını bilmesi lazım. Aksi takdirde oluşan bu infial, toplumsal barışın bozulmasına ve Kürdlerin haklı mücadelesinde ciddi bir itibar kaybına yol açacağını endişe ile ifade ediyorum.” Eski AKP Milletvekili Özdemir: Savaşın da da bir ahlak ölçüsü var AKP Batman eski Milletvekili Ziver Özdemir ise, intihar eylemlerini yapanların bunu sorgulayabilecek mantık ve izandan uzak olduklarını söyledi. Savaşın da çatışmanın da bir ahlak ölçüsü olduğunu savunan Özdemir, şöyle devam etti: “PKK’nin bu son saldırıları artık bu ahlak anlayışını ve insanlık ölçüsünü aşmıştır. Kendisine çok büyük destek veren insanların başına bombalar yağdırıyorlar, bombalar patlatıyorlar ve çoluk, çocuk, kadın masum insanların katline sebep oluyorlar. Vatandaşın büyük bir tepkisi var. FETÖ çetesinde olduğu gibi bir gün sivil vatandaşlar, ‘artık yeter’ deyip sokaklara, alanlara dökülüp başkaldırmalıdır. Türklerin de, Kürdlerin de bunu yapması gerekiyor. PKK’nin yandaşı dahil artık herkesin PKK’nin amaçlarına, rüyalarına hizmet etmediğini görmeleri gerekiyor. Bu saldırılar Türkiye’nin ve Kürdlerin, düşmanı olan odaklara, akla hizmet ettikleri nettir. Bir an önce bu eylemlerin amasız/fakatsız durdurulması gerekiyor.” Mazlum-Der Başkanı Ünsal: Yaşam hakkına yönelen eylemler meşru değildir Mazlum-Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, yaşam hakkına yönelen bu saldırıları hiçbir gerekçenin meşrulaştıramayacağını söyledi. Ünsal sözlerine şöyle devam etti: “Ayrıca bu tür saldırılar muhtemel barış görüşmelerinin de önünü tıkayan, psikolojik bariyerler koyan, toplumda nefreti yaygınlaştıran saldırılardır. Açıkça kınıyoruz. PKK’den bir an önce şiddeti bırakarak ateşkes ilan edip, müzakerelere açık olduğunu deklare etmesini bekleriz. Ve bunun devletin de atacağı pozitif adımlara önemli bir katkı sağlayacağını söylemek mümkün.” İHD Genel Başkanı Türkdoğan: Sivillere yönelik eylemleri kınıyoruz PKK’nin eylemlerine yönelik görüşlerinin evrensel normlarda sabit olduğunu ve konu hakkında daha fazla değerlendirme yapmak istemediğini söyleyen İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, kısaca şunları söyledi: “Bu konudaki tepkimiz her zaman açıkladığımız gibidir, onun dışında bir yorum yapmayacağım. Biz sivillere yönelik eylemleri kınıyoruz ve olmaması gerektiğini söylüyoruz. Bir an önce çözüme dönülmelidir. Kim ne yapar ne düşünür o bizi ilgilendirmez, bizi ilgilendiren ilkesel tutumlarımızdır.” BasHaber KENTSEL DÖNÜŞÜM 22 - 28 Ağustos 2016 Şırnak ve Gever silbaştan! B Dilan Almaz ölgede yaşanan yoğun çatışmaların neden olduğu yıkımlardan sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı operasyonların olduğu kentlerde yeniden yapılandırmaya gidilmesine karar verdi. Karara göre 30 bin TL’nin üzerinde onarım maliyeti olan evler yıkılıp, yerine yeni binalar yapılacak. 30 bin TL’ye kadar zararı olan ev sahiplerinin zararı ise devlet tarafından karşılanacak. Bu karar doğrultusunda Yüksekova (Gever) ve Şırnak’ta riskli ilan edilen binaların yıkımına başlandı. Gever’deki yıkımı yerinde inceleyen Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, kentin kanalizasyonu dahil birçoğunun yeni baştan imar edileceğini duyurdu. Projenin ilerleyen zamanlarda tüm detaylarıyla kamuoyuna sunulması bekleniyor. Projenin 2,5 milyar TL’na mal olacağı bakanlık tarafından belirtiliyor. Ayrıca bu yapılandırmanın kentteki ekonomiyi canlandıracağı düşünülüyor. Öyle ki Bakan Özhaseki Gever ziyaretinde, “Bu evler yapılırken burada insanlar çalışacak, kimi kapı yapacak, kimi pencere yapacak, kimi inşaatında çalışacak. Buraya bir hareket, bereket gelecek” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Yurttaşlar yıkılan evlerinin metrekaresi ebadında olan yeni dairelere yerleştirilecek. Yıkım süresince evini terk etmek zorunda kalanlara ise kentlerin idari birimlerince aylık 800 TL kira yardımı ödenmeye başlandı. Projenin temelinin 2-3 ay içerisinde atılacağı yaklaşık 1 yıl içerisinde de teslim edileceği Bakan Özhaseki tarafından açıklandı. Taslağı hazırlanan proje fotoğrafları basılıp Şırnak ve Geverlilere anlatılacak. Projenin içerisinde ise şunlar olacak: Spor salonları, sosyal alanlar, okullar, idari binalar, taziye evleri, oyun parkları, ekmek tandırları. Şırnak ve Gever’ın yeniden imar edilmesini yerel temsilciler ve AKP Doğu Anadolu Koordinatörü Zeki Aygün ile konuştuk. DBP’li belediyeler: Projeden haberimiz yok Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz DBP’li belediyeler, projeden haberdar edilmediklerini belirterek, kendilerine danışılmamasını eleştirdi. Şırnak Belediyesi Eş Başkanı Serhat Kadırhan, kentin neredeyse tamamının riskli alan ilan edildiğini belirterek, bu durumun Şırnak’ın tamamının yıkılacağını anlamına gelmediğini ancak bakanlığın istediğini yapmasına fırsat verdiğini dile getirdi. Onarımı mümkün olan binalar için bile yıkım kararı verildiğini açıklayan Kadırhan, “Kepçeler tahrip olmayan binaların taşıyıcı kolonlarını kırdılar. Sırf yıkımı karar verilsin diye. Projenin içeriğinden haberimiz bile yok. İnsanlar geri dönmesin diye yapılan uygulamalar bunlar” dedi. Çoğu mahallenin risk alanı olmadığı halde risk alanı ilan edildiğine dikkat çeken Yüksekova Belediye Başkanı Adile Kozay, kendileriyle hiçbir şey paylaşılmadığını ve bilgilerinin olmadığını söyledi. Halkın yüzde 80’inin yıkıma karşı olduğunu belirten Kozay, kendilerine resmi makamlarca ulaştırılan herhangi bir yazının da olmadığını ifade etti. ‘Vatandaşın arsasına el konulmayacak’ Yüksekova Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Salih Özdemir ise, evi yıkılan yurttaşlar için harita üzerinde yapılan bir TOKİ çalışmasının olduğunu ancak fiziki bir adımın atılmadığını söyledi. Risk raporlarının işin hızlıca yürütülmesi, bürokratik yazışmalara takılmadan ilerlemesi için çıkarıldığını ileri süren Özdemir, vatandaşın arsasına el konulmayacağını belirtti. Çevre ve Şehircilik Bakanı ile yaptıkları görüşmeyi değerlendiren Özdemir, “Henüz net bir projenin olmadığını anladım.Önümüze somut bir veri de sunulmadı” dedi. ‘Amacımız modern şehir kurmak’ Şırnak ve Yüksekova’daki yapılandırmayı yakından takip eden AKP Doğu Anadolu Koordinatörü Zeki Aygün, Gever’in giriş kısmının imara uygun görüldüğünü belirterek, “Hükümet binalarının da merkeze daha yakın olması için karayollarının bulunduğu bölgeye bakıldı. Şu anda değerlendirmeler yapılıyor” dedi. Amaçlarının mağdur etmek değil, modern bir şehir yapılanmasını sağlamak olduğunu söyleyen Aygün, konuşmasına şöyle devam etti: “O insanlara her ay Valilikler ve Kaymakamlıklar tarafından kira yardımı sağlanıyor. Şu an orada yapılması gereken binaların yapılıp vatandaşlara verilmesi.” Aygün, projenin detaylarını şöyle anlattı: “Eğer vatandaş bulunduğu yerin karşılığında başka bir yer alırsa orada takas yapabilir. Uzun vadede kira öder gibi de yapılabilir. Ama tabi hepten bedava olmaz. Evinin karşılığı verilecek kendisine ama diyelim ki kendi arazisinin üzerine yapılırsa o zaman taksit öder gibi ödeme yapılabilir. Yani vatandaşların evinin bedelinin altında bir bedel ile olmayacak. 30 bin TL’nin altında bir hasar var ise o bedel ona ödeniyor ve kendisi o eksiği kapatıyor. Ama 30 binin üzerinde bir hasar ise o zaman bina yeniden yapılıp ona veriliyor. Tabi değer kayıpları bir şekilde düşürülerek hesaplanıyor. O detayları hazırlıyorlar.” Projenin yurttaşlara sunulacağının altını çizen Aygün, “Vatandaşlar ile birebir konuşulacak. Yani metrekareye metrekare olarak daire verilecek. Yüksekova’nın en işlek, en güzel caddesinde kokudan oturamıyorsunuz. Çünkü kanalizasyon yok, alt yapısı yok. Yani yalnız orada ev yaparak değil orada alt yapısıyla, parkı ile okulu ile her türlü çocuk, oyun, eğlence alanları ile yaşanabilir bir haline getirilecek” diye konuştu. Öte yandan Hükümet, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen torba tasarıda bulunan idari yapılanma konusundaki maddeden vazgeçti. Görüşmeler sırasında kabul edilen önergelerle Hakkari ve Şırnak’ın il statüsünden çıkarılması konusu tasarı metninden çıkarıldı. Önceki tasarıda, Şırnak ve Hakkari’nin isimleri değiştirilerek ilçe olmaları, Cizre ve Gever’in ise il olmaları planlanıyordu. Düzenlemenin geri çekilmesiyle birlikte, Şırnak ve Hakkari il, Gever ve Cizre ise ilçe olarak kalmaya devam edecek. Bu karar doğrultusunda Cizre, Şırnak ve Gever’de yapılması planlanan imar değişikliğinin akıbeti merak konusu. 11 Bugün Batı’dan neyi almalıyız? ABDULLAH KARABAY 15 Temmuz 2016 başarısız kalkışma sonrasında siyasal gidişatın yönünde çok bir değişiklik olduğu söylenemez. Hemen hemen siyasal konumlanışların tümü aynı gibi duruyor. Ama geçmiş süreçlerin işleyişinde çok büyük bir hızlanma var. Kürd Meselesi’ni çözmeme konusunda devletin ısrarı ve örgütün buna karşı şiddeti yükseltmesinde belirgin artışlar gözlenmekte. Devletin yürürlükteki politikasının temsilcisi ve sembol ismi Cumhurbaşkanı gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı’nın hızındaki yüksek artışa zaman zaman en yakınları yani hükümetin bile ayak uyduramadığı görülüyor. Bugün devletin Kürd coğrafyasında yürüttüğü ve çok boyutlu bütünsel bir paket izlenimi veren uygulamalarına hükümetin olağan kurumları yetişemiyor! Örneğin belediyelere kayyum atanması ve Şırnak ile Hakkari’nin il statüsünün alınmasının hükümetin değil dar ekibin paketinin bir parçası anlaşılan. Cumhurbaşkanlığının merkezde olduğu ve devlet içinde görece dar bir ekibin yürüttüğü anlaşılan bu “pakete”, ekibin bir sonraki halkası aynı heyecanla sahip çıkmıyor; bu nedenle olsa gerek Şırnak ve Hakkâri’nin ilçe yapılarak cezalandırılması şimdilik ertelendi. Yeni politikanın merkezindekilerin özel bir grup olduğunu ve çevredekilerin ‘biraz’ farklı oldukları; Başbakan’ın basına yansıyan Cumhurbaşkanlığı menşeli politikalara uyumda isteksiz olan ve bunu ifade edenlere karşı Cumhurbaşkanın ‘fırça çektiği’ ifadesinden anlaşılmaktadır. 19 Ağustos 2016 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan “Başbakan’dan vekillere saray uyarısı” başlıklı haberde, “Cumhurbaşkanı ile konuşalım” diyen parti yöneticilerine Başbakan Yıldırım’ın,“Ben ikna edemedim, fırça yemek istiyorsanız gidin” dediği belirtiliyor. Bu tartışmaların biçimi bir yana içeriğinin hala esas olarak ‘siyasal’ olması çok daha önemli. Toplum siyasal, sosyal, kültürel, eğitimsel gibi alanların toplamıdır ve her bir alanın kendince özerk ve süreğen ilişkiler toplamı olduğunu biliyoruz. Siyasal alan, toprak üzerinde merkezin hükümranlık kurması; kimi kimi nasıl yöneteceğine ilişkin mücadele esastır. Bugün Kürd coğrafyasında ‘sosyal’ gibi görünen faaliyetlerin çoğu aslından hala ‘siyasal alan’ amaçları doğrultusunda yapılmaktadır. Nerenin il yapılacağı, o yöre halkının ihtiyaçları, o yörenin ekonomisi, o yörenin kültürel farklılıklarına göre o yöre halkının karara katılı ile yapılırsa; olgunun hükmetme ile ilişkisinin olmadığı söylenebilirdi; oysa uzun zamandır; Kürd coğrafyasında hemen her siyasi, kültürel, idari değişiklik devletin yöreye siyasal hâkimiyet kurma politikası ile şekillenmektedir. Bölgede halkın gündelik geçim ihtiyacı ve kültürel varlığı hemen hiç ciddiye alınmadı. Savaşmanın gerekçelerini silmeye ve unutmaya çalışıyorlar. Biz de uzun süren batılılaşmayı güncelleyerek eski yöntemlerini kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Batı’dan barışmanın yolunu öğrenelim! Şimdilik en temel ve insani ihtiyacımız budur. İngiltere’nin AB’den ayrılması, Belçika’nın ayrılmayı halkoyuna götürmesi, İskoçya, Katalonya, Çek ve Slovak oylamaları. Bu yeni kültürün son dönem Avrupa’sının siyasal kültürünün bir parçası olmaya başladığı açıktır. Bu kültürün içselleştirildiği ve rutinleştiği anlaşılıyor. Sorun çözme ve barışmaya en çok ihtiyaç duyan toplumların başında gelen Türkiye toplumunun Batı’dan alacağı en değerli kurum bu barışma mekanizmasıdır; yoksa Batı’nın teknolojik olarak ileri arabaları ve telefonları değil. Ama paha biçilmez bir değer olarak ‘barışma kültürü’nü alırsak bir o zaman Batı değerler dünyasından gerçek olarak faydalanmış oluruz; yoksa onların üstün teknolojili helikopterleri ve uçakları ile insanları öldürmek ya da makam araçları olarak ultra lüks Alman arabaları almak, Batı’dan faydalanmak değil; Batılılara kendimizi kullandırmak; yoksul halkın geçim parasını Batılılara peşkeş çekmek olacaktır. 12 BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos12 2016 MEDYA Özgür Gündem’ın kısadan hissesi: Faili meçhuller, baskınlar, kapatmalar Ö Besê Çelik zgür Gündem 90’lı yıllardan bu yana en ağır koşullarda yayına devam etmiş, zaman zaman kapatılmış, bombalanmış, muhabir, yazar ve dağıtıcıları katledilerek; Dünya basın tarihine en çok saldırıya uğrayan gazete olarak girmiştir. Yirmi dört yıldır devam eden bu gelenek; ikinci kez ‘PKK propagandası yaptığı’ gerekçesiyle 16 Ağustos 2016’da “geçici” olarak kapatıldı. İnsanın yaradılışından gelen hakları Anayasa’da temel hak ve özgürlükler adı altında teminat altına alınmıştır. Türkiye’de çokça tartışılan bu hak ve özgürlüklerin en önemlisi bir kez daha Özgür Gündem’in kapatılma kararı ile yeniden gündeme geldi. Özgür Gündem’in kapatılması, çalışanlarının yaka paça gözaltına alınması, şiddet görmeleri, meslek örgütleri, sendikalar, gazeteciler ve yazarların uzun yılardır tartışa geldiği bu eksikliklerin en somut sonuçlarından biri. Faili meçhule giden gazeteciler! 30 Mayıs 1992 yılında yayına başlayan Özgür Gündem gazetesi uğradığı baskılar nedeni ile sürekli isim değiştirmek zorunda kaldı ancak akıllarda en çok yer edinen ismi de Özgür Gündem oldu. Kürd basını üzerinde baskıların en yoğun olduğu ‘90’larda yayına başlayan gazetenin, çalışanları, okurları ve dağıtıcıları gözaltına alınarak işkence gördü ya da katledildi. defa 13 Nisan 1995’te Yeni Politika yayın hayatına başladı. Dört ay yayımlanabilen ve birçok muhabiri gözaltına alınan Yeni Politika, Özgür Ülke’nin devamı olduğu gerekçesiyle 16 Ağustos 1995’te kapatıldı. Gazetenin 126 sayısından 117’si sansürlendi. Gazetenin dağıtımını engellemek isteyen devlet, çalışan, muhabir, yazar, dağıtıcı ayırt etmeden deyim yerindeyse terör estirdi. Muhabir Yahya Orhan 31 Temmuz 1992’de, yazar Hüseyin Deniz 8 Ağustos 1992’de, düzenli olarak köşe yazan Musa Anter 20 Eylül 1992’de, muhabir Hafız Akdemir, Şanlıurfa Temsilcisi Kemal Kılıç 18 Şubat 1992’de vurularak öldürüldü. Gazetenin Bitlis muhabiri Ferhat Tepe ise kaçırılarak öldürüldü. Yayınlanan 580 sayısının 486’sı hakkında dava açılan, muhabir ve editörlerine 147 yıl hapis cezası, 21 milyar lira para cezası verilen gazete en son 1994’te mahkeme kararı ile kapatıldı. Özgür Gündem’e sahip çıkılmalı DİSK Basın İş Genel Sekreteri Yurttaş: Baskıları püskürtecek savunma hattı oluşturulmalı Türkiye’de her iktidar döneminin alışıla gelen uygulamasının basın ve ifade özgürlüğünü engellemeyi hedeflediğini belirten DİSK Basın İş Genel Sekreteri Özge Yurttaş, “Saldırılar darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL’den çok önce yeni bir aşamaya geçmişti. Geçen yıl çatışma süreciyle başlayan Özgür Gündem’de simgeleşen fakat aslında tüm muhalif medyayı kapsayan sansür, dava ve soruşturma uygulamaları artmıştı. Maalesef gelinen noktada iktidarın kendi sesi dışında kimsenin sesini duymak istemediğini görüyoruz. AKP kendi iktidarını egemenler arasında yeni bir konsensüs oluşturarak sağlamlaştırıyor. Ve Özgür Gündem’i kapatma, susturma amacı taşıyan saldırılar hem Kürd muhalefetini hem de ezilenler arası dayanışmayı hedefleyen bir niteliğe sahiptir. Bu saldırı dalgası karşısında bir yandan gazetecilerin meslek onurlarını koruyacak çalışma koşullarını sağlamak, bir yandan da her türlü baskıcı uygulamayı püskürtecek aktif savunma hattını” oluşturmalıyız diye konuştu. Zarakolu: Bu kadar saygısızca saldırı kabul edilemez Gazetenin yazarlarından Ragıp Zarakolu’nun da gazete baskınının ardından evi basıldı. BasHaber’e gelişmeleri değerlendiren Zarakolu 72 yaşındaki Musa Anter’den 19 yaşındaki Ferhat Tepe’ye kadar muhabir, dağıtıcı ve çalışanlarının katledildiği bir gazeteye bu kadar saygısızca saldırılmasının kabul edilemeyeceğini söyledi. Özgür Gündem’e saldırmanın basın özgürlüğüne saldırmak anlamına geldiğini savunan Zarakolu, “Özellikle gazeteci arkadaşlarımıza yapılan muamele İstanbul’un göbeğinde asla kabul edilemeyecek barbarca bir davranıştır. Doğan Güzel dünya çapında bir karikatüristtir. En büyük baskın 1993 yılında Gazete 10 Aralık 1993 tarihinde yüzlerce polis tarafından basıldı, çalışanları gözaltına alındı. Bu operasyonda Özgür Gündem’in bütün yönetim belgelerine, arşivlerine ve kütüphanesine el konuldu. Baskı 2 gün durdu. Özgür Gündem yönetiminin fiilen dağılması üzerine, gazete yayın hayatına son vermek durumunda kaldı ve yerine 28 Nisan 1994’te Özgür Ülke yayına başladı. Özgür Ülke ise 2 Şubat 1995 yılında daha bir yılını doldurmadan İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Özgür Gündem’in devamı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Yaklaşık 2 ay sonra bu Bu kadar kültür düşmanlığı bu kadar barbaca üstünü başını yırtmak, ellerini arkadan kelepçeleyerek götürülmesi hiç güzel görüntüler değil” dedi. Kirli savaş dönemlerinde gazetenin aylarca kapatıldığını o dönemlerde de acımasız bir sansür ve takip sürecinin yaşandığını hatırlatan Zarakolu, bu yasağın birkaç ay daha süreceğini ancak özgür basın geleneğinin hiçbir zaman susmayacağını söyledi. Bu geleneğin genel bir özgürlük hareketinin yansıması olduğunu belirten Zarakolu şunları söyledi: “Türkiye’de özgür basın geleneği Kürd basını olsun, sol basın olsun hiçbir zaman bitmedi. Her zaman, her koşul altında, muhalif basın kendini ifade etme ve okurlarına ulaşma yolunu buldu. Bu özellikle çağımızın teknolojik koşulları altında çok daha olası çok daha mümkündür.” Eren Keskin: Musa Amca’ya ve diğerlerine borçluyum Özgür Gündem’in ilk yayınlandığı günlerden bu yana avukatlığını yapan Eren Keskin, tüm baskılara tanıklık ettiğini belirterek şöyle dedi: “Bu coğrafyada sanıyorum bu kadar baskı yaşayan bir yayın organı Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyası Sayısız dava ile karşı karşıya kalan gazete 3 Mayıs 2016’da Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyası başlattı. Kampanyaya çok sayıda insan hakları savucusu ile gazeteci destek verdi. 56 nöbetçi genel yayın yönetmeninden 50’si hakkında soruşturma başlatılırken, soruşturmaların 16’sı davaya dönüştü. Dayanışma kampanyasına katılan Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenlerinden Erol Önderoğlu, Şebnem Korur Fincancı ve Ahmet Nesin 20 Haziran 2016’da “terör örgütü propagandası” yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı. Önderoğlu ve Fincanı 10 gün, Nesin ise 11 gün sonra tahliye edildi. Gazetenin kapatma kararının ardından polis Beyoğlu’ndaki binaya baskın yaparak 22 kişiyi gözaltına almış 18 Ağustos günü ise serbest bırakmıştı. Baskının yapıldığı gün eski Yayın Yönetmeni ve yazarı Eren Keskin, Filiz Koçali ve Ragıp Zarakolu ile Yayın Danışma Kurulu üyesi Aslı Erdoğan’ın evine baskın düzenlenmiş, adı geçenlerden Erdoğan tutuklanmıştı. olmamıştır. Hepsi aslında bugün gibi aklımdadır. Gazetenin bombalanması, Musa Amca’nın öldürülmesi, Ferhat Tepe’nin öldürülmesi hepsi yani o kadar acılı günler yaşadık ki biz, küçücük gazete dağıtıcıların katledilmesi. Özgür Gündem sayesinde böyle baskılara direnen bir gazetecilik doğdu. Özgür Gündem yayınlandığı günden bu yana tüm baskılara rağmen gazetecilik yapıyor ve bölgeden haberleri kamuoyuna ulaştırıyor. Son yaşanan baskıda aslında bunun göstergesi Özgür Gündem’e saldırı aslında ifade özgürlüğüne bir saldırı. Benim açımdan ise ben 3 yıl gönüllü olarak Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptım bu gazetenin. Gerçi künyede adım yazıyordu tabii ki ben gazeteci değilim ama sorumluluğu aldım. Bunun nedeni ifade özgürlüklerini kullanma hakkına dahi sahip olmadan katledilen Musa Amcaya, Gurbetelli’ye, Hüseyin Deniz’e ve diğerlerine kendimi borçlu hissettiğim içindir. Bugün de bu baskılar devam ediyor ama 22 arkadaşımız zor kullanılarak gözaltına alınmıştır. Özgür Gündem yine çıkacaktır buna hiç şüphem yok. Daha önceki yıllarda da her gün bir gazeteci öldürülüyordu, gazete bombalanıyordu. Bombalandığı günün ertesi günü çıktı Özgür Gündem. O nedenle yine çıkmaya devam edecektir. Aksi mümkün değildir.“ MÜLTECİLER BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 13 SÖYLEŞİ 13 Mülteci işçi kıyımı Her 3 günde bir 1 mülteci işçi ölüyor S Diler Badîkan uriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan ve burada çalışmaya başlayan işçiler kötü çalışma koşulları altında eziliyor. Ucuza, sigortasız, güvenliksiz işlerde çalıştırılan mülteci işçilerin durumu içler acısı. Çocuk yaştaki mülteci çocuklar için ise durum daha da vahim. Okula gidemeyen çocuklar günde 10-12 saat mendil satarak, kağıt toplayarak çalışma hayatının zorluklarıyla çok küçük yaşta karşı karşıya kalıyorlar. İş Kanunu’nda her ne kadar düzenlemeler işçiler lehine yapılsa da, gerek işverenlerin uygulamaya koymaması gerekse denetimsel eksikliğin yaşanması çalışanların haklarının ihlaline sebebiyet veriyor. Kayıtlı ve kurallı çalışmak isteyen mülteci işçiler, geçimlerini sağlamak için zor koşullara katlanmak durumunda kalıyorlar. Ülkesinde meslek ve kariyer sahibi olan mülteciler, Türkiye’de inşaat işlerinde, tekstil fabrikalarında çalışıyor garsonluk yapıyorlar. Irkçı saldırılara maruz kalan mülteciler çoğu zaman Türk işçiler tarafından “Sizden dolayı bize iş vermiyorlar, gidin ülkenize” gibi tepkilerle karşılaşıyorlar. Denetimciler geldiğinde tuvalete saklanıyorlar İşverenler tarafından düşük ücretle ve sigortasız çalıştırılan işçiler sorunlarını dile getirdiklerinde denetçiler geldiklerinde şefleri tarafından zorla tuvaletlere kapatılıyor. Türkiye’ye sığınan mültecilerin ilk sırasında Suriye uyruklu olanlar geliyor. Suriyelilerin yaklaşık yüzde 54’ü 18 yaşından küçük ve ortalama olarak 5 bin Suriyeli kayıtlı çalışıyor ve çoğunluğu çocuk 400 bin Suriyeli kayıt dışı istihdam ediliyor. Mülteci işçilerin durumunu Av. Taner Kılıç, İSİG Meclisi Üyesi Tuğçe Şentürk ve Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Veysel Ayhan ile konuştuk. ‘Hukuk, mülteci işçileri korumaya yetmiyor’ İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Üyesi Tuğçe Şentürk, mülteci işçilerin hak ihlallerine karşı bir şikayet mekanizmasının olmadığını belirterek, “Hukuki olarak herhangi bir statüsü olmayan göçmen işçiler sermaye karşısında daha savunmasız. Düşük ücretlerle, uzun saatler her türlü işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinden yoksun çalışmaların yanında, ücret hakları da gasp ediliyor. Hak ettikleri ücreti dahi alamıyorlar” dedi. Kadın işçiler açısından durumun bir hayli zor olduğuna dikkat çeken Şentürk, “Kadınlar cinsel istismar ve tacize maruz kalıyor. Şikayette bulunacaklarını söylediklerinde polise ihbar edilme, sınır dışı edilme gibi tehditlerle karşı karşıya kalıyorlar” diye konuştu. Türkiye’deki hukuk sisteminin göçmen, mülteci işçileri korumaya yönelik bir sistem olmadığını vurgulayan Şentürk, kanunların sadece yasal yollardan Türkiye’ye giriş yapan göçmenler için vize ve ikameti düzenlemekten ileri gitmediğine dikkat çekti. Hükümetin sürekli bu konuda vaatler verdiğini ama ilerleme olmamasını eleştiren Şentürk, İSİG olarak 3 ayda bir mülteci işçi ölümlerini raporlaştırdıklarını dile getirdi. ‘Değişiklik derde deva değil’ Yabancıların Türkiye’de çalışmak için Çalışma Bakanlığı’ndan izin almaları gerektiğini belirten Av. Taner Kılıç, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzni Hakkındaki Kanun’un ruhu itibariyle yabancılara çalışma izni vermek üzerine değil, vermemek üzerine kurgulandığını dile getirdi. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun uluslararası koruma prosedürü içinde bulunanlara yönelik çalışma izni konusunda önemli bir gelişme gösterdiğini kaydeden Av. Kılıç, “Buna göre mülteci ve ikincil koruma statüsü alanlar otomatik olarak çalışma izni aldıkları kabul edildi. Şartlı mülteci ve başvuru sahibi durumunda olanlar ise ilk başvurularından 6 ay geçmesi halinde Çalışma Bakanlığı’na çalışma izni için başvurabilecekler. Ancak çalışma izni almak için başvurmak demek uygulamada çok büyük bir oranda çalışma izni alamamak anlamına gelmekte” şeklinde konuştu. Başta Suriyeliler için, daha sonra da Suriyeli olmayanlar için yasadaki bazı zorluklar kaldırıldığını, özellikle tarım ve hayvancılık alanında il bazında izin imkanı oluşturulduğunu aktaran Kılıç, “ Ben bu düzenlemelerin çok büyük oran- da derde deva olacağını düşünmüyorum. Keza, Bakanlık verilerine göre çok küçük bir oran çalışma izni almış olarak çalışmakta. Özellikle emek yoğun işlerde başta olmak üzere çok büyük bir oran illegal çalışma yaşamı devam ediyor” diye belirtti. ‘Denetimler yetersiz’ Denetim mekanizmalarının yetersizliğini eleştiren Kılıç, çok denetlenmesi halinde oldukça yüksek para cezalarının yazılması gerektiğini YUKK’a göre de sınır dışı edilme nedeninin olduğunu belirtti. Yasal olarak çalışan mültecilerin hukuksuzluk karşısında yargı yollarına başvurabileceğinin altını çizen Kılıç, illegal çalışanların, yasa dışı çalışmanın sınır dışı edilme nedeni olduğunu bildikleri için hukuki yollara başvuramadıklarını söyledi. Kılıç, oturma iznine başvuranların en azından ilk başvurudan sonra 6 ay içinde otomatik çalışma iznine sahip olmaları onları illegal ve karanlık bir emek sömürü pazarından koruyacağını ifade ederek bu durumda yardım kuruluşları ve yardımseverlerin yardımına el açmaktan kurtulacaklarını söyledi. Kılıç, mültecilerin bu durumda suça savrulmaktan kurtulacaklarını hatırlatarak “Psiko-sosyal fayda görecekler, ülkeye entegrasyon, uyum sağlayacaklar ve sosyalleşme sağlayacaklardır. Ülke ekonomisi de aynı zamanda kazanacaktır” dedi. ‘Devlet gerekli düzenlemeleri yaptı’ BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile birlikte çalışmalar yürüten Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Veysel Ayhan hükümetin bu konuda uluslararası alanda da çok önemli ve gerekli düzenlemeler yaptığını söyledi. Tüm sığınmacı ve mültecileri kapsayacak şekilde çalışma hakkı başvurusu ve yasal statülerde çalışmasının güvence altına alındığını belirten Ayhan, son yapılan düzenlemeler ile birlikte illegal çalışmaların önüne geçilebilmesi noktasında belli adımların atıldığına dikkat çekti. Dünyanın her bölgesinde ve her ülkesinde kayıt dışı çalışanların söz konusu olduğunu hatırlatan Ayhan, “Devletler yüzde yüz yasal çalışma düzeni sağlama nokta- sında değiller. Buradaki temel nokta: Piyasa. Yani piyasadaki aktörler bu noktada daha ekonomik, daha avantajlı gördükleri için bu yönde adımlar atıyorlar. Devlet düzenli bir yapı ile sahada gözetleme ve denetleme mekanizması kurmuş, bununla ilgili çalışmalar yapıyor. Yani o konularda denetimsiz değiller” dedi. Mültecilerin tamamının yasal haklarla çalışmasının önemli olduğunu ancak bunun zaman alabileceğini söyleyen Prof. Dr. Ayhan kurum olarak konuyu ilişkin yapmış oldukları çalışmaları şöyle anlattı: “Çalışma Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler ile birlikte hem kurumlarla hem işverenlerimizle hem de mültecilere kendi hakları, çalışma hakları, çalışma hakkına nasıl başvuru yapacakları konusunda birçok toplantı, konferans, birebir görüşme yapıyoruz ve bu konularda talep olduğunu görmekteyiz.” 6 ayda 58 mülteci işçi öldü! İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), 2016 yılının ilk altı ayında yaşamını yitiren göçmen işçilerle ilgili yayınladığı rapora göre hayatını kaybeden 58 göçmen işçi hayatını kaybetti. Raporda ölen işçilerin ağırlıklı olarak mevsimlik çalışan işçiler olduğuna ve en çok ölümün İstanbul’da yaşandığına yer verildi. İSİG verilerine göre; haziran ayında 22, mayıs ayında 10, nisan ayında 10, mart ayında 3, şubat ayında 8, ocak ayında 5 göçmen işçi yaşamını yitirdi. 2013 yılında 22, 2014 yılında 53, 2015 yılında 67 göçmen işçi yaşamını yitirirken, 2016 yılının ilk altı ayında en az 58 işçi yaşamını yitirdi. Ayrıca açıklamada ölen işçilerin yaş ortalamasının düşük olduğunun altını çizilerek, “Göçmen işçi ölümlerinde genç yaşta ölümler, genel iş cinayetleri ortalamasının iki katı. Bu durum göçmen işçilerin Türkiye işçi sınıfına göre daha genç yaşta olduğunu ve sermaye tarafından da tercih nedenlerinden birisini gösteriyor” ifadelerine yer verildi. 14 BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos14 2016 TEKNOLOJİ ‘X, Y, Z’ kuşakları Nd ols onlr glcğmzn tmntı! A bu durum aşırı bireyci olmalarından ve otorite tanımamalarından kaynaklanıyor diyor. Türkiye’nin % 35’ini oluşturdukları söyleniyor. Yani 27 milyon genç kişi. Ondan sonrakiler ise akıllı telefon kuşağı. Her üçünü birden yani TV, bilgisayar ve telefon ekranını birlikte kullanan nüfusun % 36’sını oluşturan Z kuşağı ortaya çıkıyor. Ve Prof. Bülent Yılmaz’ın deyimiyle umutlu olmakta fayda var, projeci, sorgulayan ve ertelemeyen bir yapıları var. Çaçan Amedi ynı dönemde doğmakla birlikte bir arada yaşayan farklı kuşakların bulunmasını X,Y, Z kuşakları olarak anlatabiliriz. Yani nineler, anneler ve torunlar olarak açıklayabileceğimiz şekilde bir arada yaşamaktayız. Gerçi yaşadığımız toplumda büyük dede ve büyük nineler de var ama onlar yönetim, siyaset v.b kulvarların da fazla bulunmadıklarından hesaba katılmasa da oluyor. Öncekiler; X,Y kuşakları… Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bülent Yılmaz’ın literatürden aktardıklarına göre 1965-80 arasında doğanlar Rekabetçiler-X, 1980 - 1997 arasında doğanları Yaratıcılar-Y, 1997 den sonra doğanları ise Başkalaşmışlar-Z, olarak tarif edebilmek mümkün. Konuya genel bakıldığında ise; rekabetçilere televizyon, yaratıcılara bilgisayar, başkalaşmışlara da akıllı telefon (ekran) çocukları denilebilir. Türkiye nüfusunun günümüzde yaklaşık olarak % 22’sini oluşturan X kuşağı için Maltepe Üniversitesi’nden Aylin Tutgun; “Uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren bir kuşak“ tanımlaması yapıyor. “İş yaşamlarında çalışma saatlerine uyumlu olup iş motivasyonları yüksektir, inanırlar ve sabırlıdırlar“ belirlemesinde bulunuyor. Y kuşağı, 1980-1999 arası doğanlardır. Z Kuşağı nasıl bir kuşak? Etkili İletişim, Takım Çalışması, Kriz Yönetimi konularında eğitimler veren, toplumun her kesimi, özellikle gençlerle sürekli diyalogu bulunan, Takımdaşlık Analizi ve Tersten Bakmak gibi kitap çalışmaları olan. Şimdilerde Marmara ve Bahçeşehir Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışan Erim Hısım ile Z kuşağını konuştuk. Çıkışı itibari ile tüketim alışkanlıkları, organizasyon modelleri üzerinden ulaşılan bir tanım X,Y,Z kuşakları. Bugün sosyal bilimlerde bir yardımcı açıklama biçimi, ara kavram durumunda. X,Y, Z kuşağından insanlar olarak bir arada yaşıyoruz . Durum böyle olunca da insanları ve olayları daha iyi anlamamıza yardımcı olacak bu kuşak algısını biraz anlatmak iyi olacaktır. Özelikle de Z kuşağını asık suratla değil, daha sevecen yaklaşarak tanımakta fayda var. “Nd ols onlr glcğmzn tmntı“ cümlesini deşifre ediyorum; “Ne de olsa onlar geleceğimizin teminatı.“ Tutgun’un aktardıklarına göre, bağımsız olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler ve iş yaşamlarında da farklılar . X nesline göre Y neslinin örgütsel bağlılıkları azdır ve çok fazla iş değiştirdikleri de söyleniyor. Nasıl bir kuşakla karşı, karşıyayı Z? Z kuşağı bağlamında konuyu masaya yatırırsak çok farklı şeylerden bahsetmemiz gerekecek sanırım. Bu kuşak ana hatları ile 2000 ve sonrası doğanlardan oluşuyor ve teknolojik birçok alet ve edevatı doğuştan herkesin hakkı diye düşünüyorlar. Anlatanın yalancısıyım; misafirliğe gitmiş bir ailenin emekleyen bebeği televizyona kadar ulaşıp TV sehpasından destek alarak ayaklanıyor ve (sıkı durun bomba geliyor) ve televizyon ekranındaki görüntüyü tıpkı akıllı telefonlarda ekranda yaptığımıza benzer bir hareketle büyütmeye çalışıyor ve görüntü büyümediğinde de kızıyor. Öyle ya telefonda oluyor da televizyonda neden olmasın. Yan Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş Dilan Almaz, Murat Özdemir, Ahmet Özyeter, Kerem Ari, Mustafa Erğün Tutgun’a göre bir an önce yönetici olmak ya da kendi işlerini kurmak istiyorlar . Tüketiciler ve iş hayatını sadece yaşamlarını sürdürebilmek için değil, daha rahat para harcamak için istiyorlar. Tutgun, odadaki annesinden suyu mesaj atarak isteyen çocuğa şahit oldum. Anlaşılan o ki biraz tembel ve biraz hazıra konma alışkanlığı içindeler. Üç ekrandan faydalanma biçimi, sadece oyun olarak kalma hali olabilir mi? Belki de ağırlıklı olarak oyun ve benzeri uğraşlar için ekranlarla tanışan Z kuşağı da gün gelecek bu yatkınlığı işlerine, güçlerine, ülke meselelerine ve hatta dünya dertlerinde bile kullanabileceklerdir. Z kuşağını bir araya getirmek ve takım çalışması yaptırmak kolay olmasa da birbirilerinin uzağında da olsalar teknoloji ve uyum yetenekleri sayesinde birlikten kuvvet doğurabileceklerini umuyorum. İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Ülkemizin derin sorunları; Eğitim, laiklik, Kürd Meselesi gibi konularda bu üç ekranlı kuşak, ne tür çözümler ya da sorunlar üretebilir? O konuya hiç girmek istememe rağmen, beyinleri yıkanarak memleketimize kalkışanların (15 Temmuz Darbe girişimi) yaşadıkları ortamlarda hemen hiç ekran olmamasının sağlandığını da deneyimleri dinledikçe anlamış bulunuyoruz. Siyasal ya da sosyal ne olursa Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. Her nimet bir külfet: Sosyal medya bağımlılığı Sosyal medya denilen alan oldukça genişliyor, haber alma, bilgi edinme, eğitim alma ve ticaret büyük oranda ekran lar üzerinden yürütülüyor. Facebook, twiter vb. yeni gelişmeler ise şimdiden sorun olmaya başladı bile; Sosyal Medya Bağımlılığı. Amerikan Psikiyatri Kurumu’na göre iş gereği olmadan günde 6 saatten fazla sosyal medyaya takılmak ve bunun 6 aydan uzun sürmesi sağlıklı değil. Hatta bazı durumlarda yatışlı tedavi öneriliyor. Uzman psikologlar uyarılarında, gerçekle bağınız kopabilir ikazı sık sık yapıyor. Prof. Dr. Bengi Semerci’ye göre, narsist kişilik özelliği gösterenlerin ve düşük benlik saygısı olanların sosyal medyada geçirdikleri zaman daha fazla. Devamla Semerci, Sanal iletişim, canlı iletişimin üstüne çıktıysa, yanlış yoldasınız. Yaşamı kaçırmak bir yana, gerçekle bağlantınız kopabilir diyor. olsun bütün sorunların çözümünde gerekli olan tek şey bilinç farkındalık ve bilgidir. Ne kadar şeffaf ve paylaşımcı bir dünyada yetişirse gençlerimiz hangi kuşakta olurlarsa olsunlar onlardan zarar gelmeyecektir. Bu bakış açısıyla da sanıldığından ve alışılagelenden çok daha barışçıl ve kardeşçe bir ortam olacaktır diye inanıyorum. Biz küçükken farkında olmadan kardeşçe yaşadık, inanıyorum ki onlar vizyoner bir biçimde ve geniş bir farkındalık ile bunu yapacaklar. Biz Z kuşak çocuklarımızı anlayabilecek, toplumsal ihtiyaçlarımıza odaklayabilecek miyiz? Bu kuşak yönetime geldiğinde eğer onların geniş bir yelpazede dünyaya bakmalarına izin vermişsek bizler, şirketleri, yerel yönetimleri ve hatta devleti çağdaş ve yenilikçi bir anlayışla yöneteceklerini sanıyorum. PORTRE BasHaber 22 - 28 Ağustos 2016 15 SÖYLEŞİ Ebasê Kemendî Sanata adanmış bir yaşam Y Mehdî Caferzade azar, sanatçı, şair ve ressam Ebasê Kemendî eğitimsiz olmasına rağmen 40 yıldan fazla sanatla uğraşıp adını ebedileştirerek 2014 yılında dünyaya gözlerini yumdu. Doğu Kürdistan’ın Sinê kenti Kürdler arasında sanatın beşiği ve merkezi olarak biliniyor. Sanatçı Seyyid Elî Esxerê Kurdistanî, ses sanatçıları Mezher Xaliqî, Nasir Rezazî, ve Ebasê Kemendî, Kamkar Müzik Grubu, yazar Elaeddîn Seccadî ve daha birçok ünlü şahsiyet bu kenttendir. Kemendî sanatı ve emeği ile Kürdler arasında özel bir yere sahip. 1952 yılında Sinê’ye bağlı Coraba’da doğdu. Yazar, sanatçı, şair ve ressamdı. Eğitim almamış, 40 yıllık sanat uğraşısı ardından 2014 yılında dünyaya gözlerini yumdu. Sanata adanmış bir ömür Televizyon ve radyo programcısı olan Kemendi yaklaşık 35 yıl kendi mesleğinde çalıştı. Bu çalışma hayatında tiyatro ve dizi filmler yazıp yönetti. Bununla beraber grafik ve resimle uğraştı. Öykü ve şiir yazarak adını halk sanatçısı olarak duyurdu. Fakat halk onu sadece şarkıcı olarak tanıdı. Kemendî yaşadığı süre zarfında sanat, kültür, müzik üzerinde çalıştı. O hamurunu sanatla yoğurdu. Resim, tiyatro, şiir, sinema ve müzik dalında birçok eseri Kürd sanat kütüphanesine armağan etti. Bütün ömrünü Sinê’de geçirdi. Müzik hayatına girmesi de çok şaşaalı ve ilginç oldu. Müziğe başlaması tesadüf bir olay gibiydi. Bu alanda eğitimsiz ve tecrübesizdi. Kendisinin ifadesiyle Sinê’ye gitmeden önce yakınında bağlama çalan birini bile görmemişti. Kamkar Kardeşler Kemendî’nin yardımıyla ebedileştiler. O Kamkar Grubu’na müziği icra etmenin yol yordamını gösterdi. Yıllar önce Kemendî onlardan ayrıldıktan sıonra bir daha müzikle uğraşmadı. Kemendî’ye göre; “İran İslam Devrimi’nden sonra müzik, ancak yeraltında yapılabiliyordu.” ‘Dünya’ya başka bir Kemendî’nin gelmesi lazım’ Kendisi hakkında Kemendî şöyle derdi: “Eğer bugün dünyadan göçsem üç özel ve güzel şarkıyı da kendimle beraber toprağa gömeceğim. Eğer yapabilse birileri onlardan bu şarkıları çalmalarını isteyeceğim, ancak benim gibi o şarkıları söyleyebilen birileri yok. Başka 15 Küçük Asya’nın büyük kuyusu SENNUR BAYBUĞA bir Kemendî’nin dünyaya gelmesi lazım.” Sinêli olup Soranice konuşmasına rağmen Hewreman bölgesinin dil ve kültürüne gönülden bağlıydı. Birçok şarkısında Hewreman’da konuşulan Gorani lehçesinden şiirler seslendirdi. Hewreman bölgesi şairlerinin eserlerini derledi ve ilk defa divan olarak yayınladı. Hewreman’la ilgili bir kitap yazarak kendinden bir yadigar olarak bıraktı. Kaval çalan babası ve amcasının sesi de güzeldi. Ailesi, kasaplık yaparak geçimini sağlardı. Ebas doğduktan 3 üç ay sonra babası öldürülmüştü. Kemendî profesyonel sanat yaşamına 18 yaşında başladı. Kürdçe ilk manzum öykü kitabını ‘Şewbû û Hemê Şiwan’ adıyla yazdı ve bu kitap ile Sinê Radyosu’nun yazarlık yarışmasından birincilik ödülü aldı. Radyo, bu kitabı iki defa yayınladı. Yoğun istek ve öneri üzerine Kemendî bu kitabı yeniden yazıp yayınladı. İki yıllık radyo tecrübesinden sonra Sinê’de televizyon açıldı ve Ebas tiyatro ve senaryo yazarlığına başladı. Sinê Radyosu’nda çalışmaya başladığında Kamkar Kardeşlerin babası Hesenê Kamkar’ı tanıdı. Müzik hayatına ‘2500 yıllık Bayram Şenlikleri’ adlı festivalde Hesenê Kamkar’a okuduğu bir şiirle başladı. Kamkar ve Kemendî ortaklığı İran İslam Devrimi’ne kadar sürdü. Kemendî, profesyonel müzik yaşamına başladıktan İran İslam Devrimi’ne kadar 30’dan fazla şarkısı radyo ve televizyonlarda yayınlandı. Şarkılarını Kürd folklorundan seçiyordu. Anonim, geleneksel ve modern Kürdçe şiirin izinden gidiyordu. Kendisinin de ifade ettiği üzere ailesi, dini ve mezhepsel nedenlerden dolayı müzikle uğraşmasını istemiyordu. Sinê’de birçok kişi ancak takma adlarla müzik yapabiliyordu. Sebrî Gulfiroş Radyo ve televizyon çalışmaları dışında ‘Sebrî Gulfiroş’ mahlası ile sadece bir albümü piyasaya çıktı. Raman dergisindeki söyleşisinde şöyle anlatmıştı Gülfiroş’un hikayesini: “Plağın üzerinde resmim vardı. Mektepli birçok kız çocuğu sanatçıların posterlerini kitaplarına yapıştırırlardı. Kara bahtlı olduğum için benim posterimi defterine yapıştıran bir kızın erkek kardeşleri beni tanıyorlardı. Beni öyle dövdüler ki; burnumu ve dişlerimi kırdılar. Daha sonra bir daha böyle bir şey yapmayacağıma karar verdim.” Sonraki yıllarda Ebas, Kamkar Ailesi ile çalışmalarını sürdürerek İran’ın en ünlü grubu haline geldiler. İlk albümleri ‘Hewreman’ adıyla 1981 yılında piyasaya çıktı. Kemendî, Hewreman albümündeki şarkıları Kamkar Kardeşlerle çok hızlı icra edip kaydettiler. Ardından sırasıyla ‘Pirşeng’ ve ‘Gelwêj’ albümlerini yayınladılar. Gelwêj en popüler Kürdçe plak oldu. Ebas, Kamkar Grubu’ndan ayrıldıktan sonra müzikten uzaklaştı ve kendi mesleği olan radyo ve televizyonculuğa döndü. 2005 yılında emekli oldu. Fakat çalışmalarını sürdürdü. Televizyon için birçok dizi film ve tiyatro metni yazdı, yönetti. Bununla beraber lokal öyküleri ve ünlü şairlerinin eserlerini derleyip yayınladı. Ömrünün son yıllarında müziğe geri döndü ve Celîl Endelîbî ile bütün şiirlerini kendisinin söylediği ‘Kîjî Kurd’ adlı bir albüm yayınladı. Ayrıca bu albümün başat şarkısını da müziksiz seslendirdi. Ebasê Kemendî film senaryoları da yazdı. Adını sinemada da duyurmak istedi bu şekilde ama bu arzusuna ulaşamadı. Sanatçının ‘Zehra Efî’ ve ‘Peskûçeyên Sineyê’ adında yayınlanmış iki uzun öykü kitabı da bulunuyor. Bir zamandır Atina’dayız. İstanbul’da yaşayan birisi için Atina enine boyuna belki bir haftada gezilip bitirilebilecek bir yerdir. Bir gününü plajlarında, ne bileyim Syntagma’sında Akropolisi’nde, Plaka’sında dolaşarak geçirir, bir iki turistik yere, eşyaya takılırsan ‘gezme vazifeni’ ifa etmiş olarak bu kentten ayrılabilirsin. Duyduğun turistik hikayelerle bir akşam bazuki çalan bir tavernada, uzo ve kırılan tabakların dansı, biraz kalamar ve hayalini kurduğun birkaç deniz mahsulü ile ne kadar az hesap ödediğini anlatırsın memleketindeki arkadaşlarına ve bildiğin tüm restoranlara ahlak dersi verebilecek düzeye bile gelebilirsin iki öğün yemek yiyerek. Sonra gezinirken yanında buralı arkadaşların olduğu halde, gezdiğin her yere ‘aa bizim şuraya benziyor, aa şu koku bizim şu çiçeğin kokusu, bu tatlı bizim bu tatlı’ diye diye fırça yiyerek ve bizim dediğin her şeyin aslında ve evet ‘biz’ olduğunu anlayarak dolaşır durursun. Zeus’un bütün kadınları ve çocukları ile yaşadığı bu ülkede, karşına çıkan her mavinin içinden Egeas çıkacakmış gibi hissedersin. Daha çok şey öğrenmek istersin, istedikçe de cahilleşirsin ve cesaretin kırılır öğrenme konusunda. Nea Smyrni isimli bir semtinde kalıyoruz bu sene. Çoğunuz belki aşina, ismi ‘yeni izmir’ anlamına geliyor. Oturduğumuz sokağın adı Kayseri Sokağı, bu semtin tüm sokak adları Ege’den getirilmiş buraya, Anadolu’dan, Küçük Asya’dan. Yaşamalarına izin verilmeyen sokakların, özledikleri kokuların adlarını, çiçeklerini taşımış zorunlu göçmen ruhları. Tatlılarını, böreklerini, kahvelerini, balkonlarında çiçeklerini, utanmadan izliyoruz biz de. Türkçe konuşan birilerine rastlayınca memleket kokusu alıyoruz, ama onların ne hissettiğini tam olarak bilemiyoruz. Biz bir utanıyoruz önce, sonra da ortak bişeyler var duygusu ile sevindirik oluyoruz. Onlara terkettirilen ülkeden geliyoruz, kimisi birkaç kere Atalarının toprağına turlarla gitmişler, oraları anlatıyorlar, kimisi hala oralı gibi. Helen kültürü denince Ege’nin, Anadolu’nun ve ‘Yunan Adaları’ dediğiniz adaların binlerce yıllık kültürünün ve geçmişinin, bu tarihin bir parçası olduğunu ve emanetlerini yüzlerce yıldır yok edememiş bir halkın evladı olduğunu bilmen gerekir. Atina’da Arkeoloji Müzesi’ni gezerken, 3845 numaralı, 0.69 cmlik bir küçük oğlan çocuğu karşınıza çıkar. Kucağında bir köpek bulunan bu mermer heykel, yüzlerce eserin arasından mazlum gözlerle size bakar. Büyük abilerin, ablaların, kabın kacağın, savaşçıların, silahların arasında bir sevimli kıvırcık saçlı oğlan çocuğu. Üzerinde pelerine, kucağında bir köpek. Bu küçük çoban çocuğun bir hikayesi var; Anavatanlarından bir gecede taşınabilir neleri varsa denize dökmeden, dökülmeden sağ salim buraya ulaşabilmeyi başarmış Küçük Asya yerlilerinin, İzmir’in Foça’sından sandıklarda kalan küçücük yere belki sığdırdıkları bir heykelcik bu. İsa’dan once 3 yılında Nissas Küçük Asya’da doğmuş, hala küçük bir çoban. Küçük çoban çocuğun binlerce yıl sonra Atina Arkeoloji Müzesi’nde karşınıza çıkan bilinmeyen bir yerdeki misafirliğininin nasıl belki binlerce yıl daha bu şekilde süreceğini göreceksiniz, o klimalı müzeyi gezerken. Topraklarını terkederken yanlarına almayı unutmadıkları o küçük çocuk ve köpeği burada duruyor ve kendini getirenler, onların torunları ve onların torunları yaşadıkça öldükçe o küçük eli ayağı ve köpeği ve pelerini ile, ‘heyy biz köyümüzden buraya geldik hey bizim köyümüz İzmir’deydi Foça’dan geldik’ diye bağıracak ve kendini o soğuk mermer görüntüsünden çıkan dağların kekik kokuları ile her daim bize hatırlatacak. İsimler, heykeller, yemekler ve kokular ,bunları öldüremezsiniz ve yok edemezsiniz. Bin yıl geçse de o küçük çoban çocuk Foça’lı, Nissas’ın çocuğu, köpeği de. Bu yazıyı yazarken bana verdiği bilgilerle ilham onlan değerli araştırmacı İra Tzourou’ya teşekkür ederim. O’nun kadar çok bilmek istemezdim, zira bilmek bazen çok da acıtan birşey. Serinlik dilerim İra. 16 FOTOĞRAF BasHaber SÖYLEŞİ 22 - 28 Ağustos16 2016 Fotoğrafçı Kenan Nihat Elçi: İnsansız kareler eksiktir Mustafa Ergün Fotoğraflı hikayeniz nasıl başladı? 1973 yılında Bingöl de doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Bingöl’de tamamladım. 2003 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olup 2012 yılında aynı üniversitenin Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’nü tamamladım. Fotoğrafla olan hikayem küçüklüğümden kalma bir olay diye düşünüyorum. Çocukken resim sanatına karşı bir ilgimin olduğunu hatırlıyorum, sürekli resim çizerdim ders kitaplarımın, defterlerimin arasında mutlaka resim karalamalarım vardı. Bu durumun bende fotoğrafçılığın alt yapısını oluşturduğunu düşünüyorum. İlk fotoğrafımı 2005 yılında çektim. 1990 yılında başladığım Bingöl 1. Noter’de halen Baş Katib olarak görevimi sürdürmekteyim. Aynı zamanda BİFSAK (Bingöl Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Kulübü Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı’yım. Çoğu zaman bir makalenin bir şiirin bir romanın anlatamadığını bir fotoğraf karesi anlatmaya yetiyor. Bu anlamıyla toplumda her ne kadar “gereksiz bir uğraş” olarak görülse de ışığın doğayla, portrelerle buluşması muazzam görseler meydana getiriyor. Bu muazzam kareleri ölümsüzleştiren sanatçılardan birisi de Kenan Nihat Elçi. Kürdistan’ın heybetli doğasını belleklere kazıyan Elçi’nin fotoğrafçılık serüvenini konuştuk. barındıran fotoğraflar yakalamak daha zor oluyor. Çünkü birçok kültür zamanla yok olmaya doğru gidiyor. İçinde insan olmayan fotoğraflarımın hep bir tarafının eksik olduğunu, insan temalı çalışmalarımın fotoğraflarıma ayrı bir güç ve dinamizm kattığı kanaatindeyim. Denklanşöre basmak için kadrajda aradığınız veya olmasını istediğiniz bir şeyler var mı? Bir fotoğrafta uyulması gereken kurallar nelerdir sizce? Kadraj dediğimiz olay boş bir kağıttan ibarettir. Bunu en güzel ve etkili şekilde doldurmak gerekiyor. Bunu doldururken hayatın her alanında olduğu gibi burada da bir takım kurallar vardır. Öncelikle bu kurallara hakim olmak Fotoğraflarınızda hep kır yaşantısı göze gerekir. Fotoğraf bas-çek olayı deçarpıyor, neden böyle? ğildir. Bunu sahip olduğunuz Fotoğraf çekerken zamanla şunu fark ettim; makineye teknik olarak Aslında sadece fotoğraf çekmiyorum, ait hakim olmakla birlikte olduğum kültürün insanlarının hikayelerine yine fotoğrafçılıkta de tanıklık ediyorum. Onları tanımaya çalışı- bilinmesi gereken yorum, sürekli iletişim kurmaya çalışıyorum. bir sürü kompoHaliyle kendimi içinde insan olan, kültürü ve zisyon kuralları doğal hayatı yansıtan karelerin içinde daha vardır. Fotoğrafta çok buluyorum. Bu çalışmalar beni daha çok 1/3 kuralı, altın mutlu ediyor. Doğal yaşama kırsal alanları oran, kontrast ve bir nevi fon olarak eklediğinde daha etkili grafiksel yönlenfotoğraflar çıkar düşüncesindeyim. Şunu da dirmeler beni daha iyi biliyorum: insan ve kültür öğelerini içinde çok etkilemektir. Fotoğrafçılıkta kurallara uyulmasından yanayım. Fotoğrafta biçim, içerik, estetik ve kompozisyon kurallarına bağlı her fotoğraf iyi bir fotoğraftır diye düşünüyorum. fotoğraf bir şiire gebedir. Kişinin gözlerini, yüreğini, duygularını ve düşüncelerini aynı hizaya getiren her fotoğraf aynı zamanda iyi bir şiirdir. Bunu çok tekrarlıyorum: “İçinde insan olmayan her fotoğraf karesi biraz eksik, biraz yarımdır.” Evet, insanı ve sevgiyi yücelten olguları daha çok önemsiyorum. Yeni başlayanlara tavsiyeleriniz nelerdir? Yeni başlayan arkadaşlara öncelikle mutlaBölgede fotoğrafçılık yapmak desek ka bir kurstan geçmelerini tavsiye ediyorum. neler söylersiniz. Yaşadığınız bölge Sonrasında bol bol fotoğraf bakmalarını, bol fotoğrafçıların ilgisini yeterince çekiyor bol fotoğraf okumalarını ve bol bol fotoğraf mu ve çalışmalar yürütülüyor mu? çekmelerini öneriyorum. İmkanları dahilinde Bu bölgenin gerek fotoğrafçılık olarak makine ekipman almalarını tavsiye ederim. gerekse sinema olarak oldukça zengin bir En iyi makinenin insanın algıları olduğunu yer olduğunu düşünüyorum. Bunu zamanla bilmelerini isterim. Fotoğraf aslında beyinde anlayacağız. Şimdi ki fotoğrafçılar yeni çekilir. Makine bir kayıt cihazıdır. Yüksek keşifler yerine kariyer ve sıçrama maliyetli makineler ise kaliteyi artıran bir yapma derdindeler. Maalesef unsurdur. Bu minvalde fotoğraf algılarını fotoğrafçılarımız Fas, Tunus, geliştirmeleri, ayrıntıları ve farklılıkları göreHindistan vs gibi fotoğraf olarak bilme yetenekleri hayatlarına başka bir boyut zengin yerlerde fotoğraf çalışmakatacaktır. Her şeyden önce bunun çok güzel larına katıldıklarında kendilerini bir hobi olduğunu fotoğrafla birlikte hayata bir sınıf daha yukarıda görebiliyorbakışlarının değişeceği kanısındayım. Gönüllar. Oysa ülkemizde çekilmesi den seçtiğimiz ve tutkuyla bağlandığımız bu gereken milyonlarca fotoğraf alan kendimizi daha güçlü ifade etmemizi ve sinema karesi var. sağlar. Bir emek verdiğimizde, biz farkında olmadan yeni yollar keşfedip hiç bilmediğimiz Fotoğraflarınızda bir yeteneklerimizin ortaya çıkmasını sağlarız. şiirsellik göze çarpıyor, Fotoğrafçılık insanın düşsel derinliğini, planlı neden? hareket etmesini, ayrıntıları, farklılıkları Naturel olan her yagörüp okuyabilmesini ve sorunlarla başa çıkşam bir şiirdir. İnsan da madaki başarısını da artırır. İnsan sosyal bir bu şiirin ham maddesi- varlıktır. Fotoğrafçılık insanın sosyalleşmesi dir. Haliyle içinde güçlü için önemli bir araçtır. Mutlulukta sosyalleşifadeler bulunduran her menin özünde gizlidir. Işığınız bol olsun.
Benzer belgeler
04.04.2016
dayatmaktadır. PYD, Kürdler arasında demokratik nitelikte
siyasal ve toplumsal çoğulculuğa izin vermediği gibi, farklı bir
Kürd savunma gücünün oluşumuna da izin vermemektedir.
PYD, Rojava, sadece ...
01.02.2016
Xalid Berkel: Toplantılardan sonra, saldırılar geldi
Kobane Kantonu Başbakan Yardımcısı Halid Berkel de BasHaber’e
konuşarak saldırıların Menbic zaferi
ve bölge ülkelerinin kendi aralarında
yapmış ...
22.02.2016
arasında Menbic’den birlikler de var. Ayrıca
bu çatışmalardan dolayı YPG, Bab’ı kurtarma
operasyonunu erteleyebilir. Bab, Efrin ve
Kobane bölgelerinin birleştirilmesi yolundaki son stratejik halka....
04.07.2016
siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir.
PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya
askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin ken...