İ… hakem - Hayatım Futbol
Transkript
İ… hakem - Hayatım Futbol
1 7OCAK2 01 4-SAYI 1 1 3 F U T B O L D A E Ş C i NS E L L i K Ha l i l İ br a hi m Di nç da ğ Thoma sHi t z l s pe r g e r J us t i nFa s ha nu C or nyLi t t ma nn Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Kaan Koç Oğuz Öztürk Orhan Uluca Futbolda Eşcinsellik Vakti zamanında Almanya Milli Takımı’nın kaptanlığına kadar yükselmiş Thomas Hitzlsperger, eşcinsel olduğunu açıklayarak futbol dünyasında bu cesareti göstermeyi başaran nadir isimlerden biri olmayı başardı. Kimileri bu cesaretinden ve ileride de bu tip açıklamaların yapılmasını kolaylaştıracağını düşündüğü için Hitzlsperger’in yanında yer aldı, kimileri açıklama için futbolu bırakmayı beklediği için onu korkaklıkla suçladı. Lâkin Hitzlsperger’in hikâyesi açıkça gösteriyor ki o da sizin bizim gibi her şeyden önce gibi sıradan bir insan. Hitzlsperger bu cesareti göstermeyi başarsa da her hikaye istenildiği gibi gitmiyor. Tıpkı bunu Ada’da yapan ve ardından intihara sürüklenen Justin Fashanu gibi... Ya da Türkiye gibi fazlasıyla muhafazakâr bir ülkede eşcinselliğini açıklayan ve hakemlik kariyerine veda etmek zorunda kalan Halil İbrahim Dinçdağ gibi... Bu noktada da hikayelerden ders çıkarmak adına Almanya’da eşcinsellere karşı bu algıyı kırmayı başaran eski bir kulüp başkanı Corny Littmann’a kulak vermemek elde değil... Ayrıca üç büyüklerin peşinden koşturduğu Tarık Çamdal; 1950 Dünya Kupası Finali’nde attığı golle sadece stadı değil tüm Brezilya’yı susturan Juan Alberto Schiaffino ve tıpkı Schiaffino gibi şaşalı günlerin ardından unutulmaya yüz tutmuş bir demir perde efsanesi Banik Ostrava da HayatımFutbol’un sayfalarındaki yerlerini aldılar. Keyifli okumalar, Emre Çelik [email protected] [email protected] #113 BU SAYIDA Duvara Karşı Eşcinsel olduğunu açıklayarak yeni bir tartışma başlatan Thomas Hitzlsperger’in hikâyesi Justin Fashanu’nun Trajik Hikayesi Herkes Hitzlsperger’in aldığı tepkileri almayabiliyor, hele 20 yıl önce... Corny Littmann: Sorun Taraftar Değil Almanya’nın ilk eşcinsel kulüp başkanı Corny Littmann’ın yaşamı ve eşcinsellik üzerine düşünceleri Erkeklik Ofsayta Düşünce Halil İbrahim Dinçdağ’ın başından geçenler... Eskişehirspor’un Jokeri Veysel Sarı Demir Perde’nin Unutulmuş Efsaneleri BANIK OSTRAVA Unutulan Tanrı Juan Alberto Schiaffino Röportaj Orhan Uluca HF113 Halil İbrahim Dinçdağ ‘‘BANA iŞiMi YAPTIRMADILAR’’ Halil İbrahim Dinçdağ’ın savaşı hukuksuzluk üzerine başladı. 14 yıldır icra ettiği hakemlik mesleğini 13 yıl daha sürdürme şansına sahip olmasına rağmen elinden aldılar. Herhangi bir hakemden cinsel tercihi dışında en ufak bir farkı olmamasına rağmen 14 yıllık mesleğinden men edildi ve süreç 12 yıldır yaptığı radyo yayıncılığını da elinden alınıncaya kadar ilerledi. Tüm bunlar sadece eşcinsel olduğu için gerçekleşti. Ayrımcılığın kademe kademe nasıl yaşandığını onun ağzından dinlerken hakem camiasına da merceği yakınlaştırdık… Orhan Uluca: En baştan başlayalım istersen. Halil İbrahim Dinçdağ: Ben kendimi bildim bileli futbol aşığıyım. 10 yıl futbol oynadım ve 1995 yılında hakemliğe başlayıp 14 yıl boyunca hakemlik yaptım. Oldukça başarılı maçlar çıkarınca İl Hakem Kurulu’nun listesine girdim ve ne hikmetse bir gece önce “listeye eklendiniz” diye haber verenler listede benim ismimi göremediler. Neden? Bakın dört yıl üst üste beni İl Hakem Kurulu klasman teklif listesine ismimi yazdı. Dernek sekreteri beni arayıp telefonla bana bunu bildirdi ama her seferinde açıklanan listede ismimin üzerinin çizildiğini gördüm. Yıllar sonra öğrendik ki dönemin Merkez Hakem Kurulu Bölge Sorumlusu Erdoğdu Diyadin, kurulu tehdit etmiş “Halil İbrahim’i listeye yazarsanız hiç birisini üst klasmana yazmam” şeklinde... Somut bir nedenini ben de bilmiyorum. Bir defasında mesela koşu sınavlarında 2700 koşmamız gerekiyordu ve Erdoğan Kırıcı 10 metre eksik koştuğumu söyleyerek almamıştı. Diğerinde bütün sınavları başarıyla geçip İl Hakem Kurulu beni teklif etmesine rağmen o dönem Merkez Hakem Kurulu Bölge Sorumlusu olan Ali Aydın beni almadı. Tüm bunların nedeni ne biliyor musun? Büyük bir merakla dinliyorum sizi. Torpil... Bu memlekette torpil olmadan üst düzey hakem olmanız imkânsıza yakın bir ihtimal. Torpil belki pek çok sektörde bazılarının işlerini kolaylaştırır ama hakem camiası içerisinde torpil olmadan yükselmeniz çok zor. Bakın şu isimlere... Metin Tokat-Talat Tokat, Serdar Çakır-Cüneyt Çakır, Muzaffer-Oğuz Sarvan, Mustafa-Ahmet Çakar, Yaşar Filiz-Kürşad Filiz, Şahin Taşkınsoy-Burak Taşkınsoy, Galip Bitigen-Abdulkadir Bitigen, Sadık Deda-Cem Deda, Ahmet Akçay-Tufan Akçay, Ergül-Harun Yücedağ, Onur Sorguç-Kadir Sorguç… “Hakemlik saltanata dönüştürüldü!” Tamam tamam yeter! Daha bitmez Orhan. Hasan Ceylan-Hakan Ceylan… Sürüyle. Hakem camiasının bir numaralı güdüsü torpildir. Yani bu 70 milyonluk ülkede sadece hakem yakınları mı hakemliğe karşı yetenekli olmuşlar? Mümkün değil. İçerisine gir çok daha iyi anlarsın. Bak, Barış Şimşek benim eski arkadaşım. Maalesef yeteneksiz bir hakem. Kasımpaşa maçının dışında Antalya’da da kural hatası yapmıştı. Düdük çaldıktan sonra atılan golü verdi vs. Ama nedir? Babası eski Trabzonspor yöneticisi, Baro eski başkanı. Hooop Süper Lig. Mete Kalkavan kaç lig maçı yönetip FIFA Kokartı taktı? Önceden hakem yetiştirilir, kokart takılırdı. Şimdi artık kokart takılıp hakem yetiştiriliyor! Daha bunun işte Haluk Ulusoycular X’çiler Y’ciler diye ayrılmışlığı var. Yönetim bugün dahi bu şekildedir. X’çi, Y’ci. Senin haberin yoktur, bir kesimin adamı olmuşsundur. Kapı dışarı edilirsin, şunun adamı diye ama senin tüm bu olup bitenlerden haberin dahi yoktur. Bülent Demirlek, Vedat Yüksel ve Hakan Sivriservi... Bu üç hakemin kariyerini tek bir anda bitirdiler ve üçü de ailesine, çevresine ve herkese ‘nedeni’ hakkında tek kelime açıklama yapamıyor. İnanın kendime yapılandan daha çok üzüldüm bunlara. Bunların ikisi FIFA kokartı olan hakemler. Bülent Demirlek en son yurt dışında maç yönetmek için havaalanına gittiğinde biletlerinin iptal edildiğini öğreniyor. FIFA’ya telefon açtığında TFF’nin kendilerini şikâyet ettiğini söylüyor. Bu nedir? Nasıl bir ilişki kuruyor TFF hakemleriyle? İnsanlık namına araştırılması gerekir ama hakemlerin bu futbol arenasında en büyük handikabı taraftarının olmayışıdır. Bu yüzden baskı yok ve herkes dilediğini dilediğince yapıyor, nasıl olsa kimse hesap sormuyor. Neden beni her defasında listeden çıkarttılar? O kadar çok torpili olan vardı ki beki de bana hiç sıra gelmedi. Çünkü bu memlekette hakemlik babadan oğula geçen bir saltanat haline geldi! Bu gerçeği bir kenarda tutarak belki de yeterli değilim diye düşündüğünüz olmadı mı? 14 yıllık hakem geçmişimin her senesinin gözlemci raporu bende belgeli olarak mevcut. İsteyen herkese gösterebilirim. En düşük notum o da sadece iki kez 8,5 oldu. Sıklıkla 9 ya da 9,5 ortalama ile yılları kapadım. Bakılabilecek olan başka bir gösterge varsa onlar da çıkıp açıklayabilirler ama bendeki raporlar belgeli ve hepsi de evimde. Dört kez ismim o listelere yazıldı. Sayısız kez bu camianın büyüklerinden zorlu maçlar sonrası tebrik mesajları aldım. Trabzon’da ‘Avrupa’ya gidecek bu çocuk’ denildi. Sonuç? Askerlik yapmayana hakemlik yok Bu seninle beraber pek çok hakemin ortak problemi. Sorun bunlarla sınırlı değildi sanırım. Biliyorsun ki askerlik her insanın bu ülkede yapmak zorunda olduğu bir görev. Ben eşcinsel olduğuma dair rapor aldım. Askerlik kâğıdının altında küçük bir şekilde “şu tarihlerde rapor almıştır” diye bir not var. Başka bir ayrıntı yok. İlk etapta kimse fark etmemiş olacak ki ben bir süre daha hakemlik yapmaya devam ettim. Sonra bana gelip askerliğini yapmadığın için MHK iç talimatının 25. “Sağlık sorunları nedeniyle askerlikten muaf olanlar hakemlik yapamaz şeklinde” diyerek elimden lisansımı aldılar. Oysa benim sorunum sağlık sorunu değildi. Dahası sağlık sorunu olan zaten hakemlik yapamaz çünkü her sene hakemler 5 doktordan heyet raporu alır sağlıklı olduğunu belgelemek için. Dahiliyeciden tut da her türlü organının iyi olduğu belgelemek zorunda kalacağın her yere gidersin. Başka bir sektörde olsa belki sağlık sorunu görünmez olabilir ama hakemlik mesleğinde böyle bir durumun yaşanmasının imkânı yok. Peki bu tepkiye nasıl karşılık aldın? Bugün de MHK üyesi olan Turgay Güdü’ye derdimi anlattım. Öyle kaba ve yüzeysel bir bakış açısı var ki... Bana şunu söylediler “Ya arkadaşım bu raporu alan hakemlik yapamaz hepsi bu” 1993 UEFA Kupası finali Juventus-Dortmund maçını kim yönetti biliyor musunuz? Evet. Hollandalı eşcinsel hakem John Blankenstein. Aynı zamanda Şampiyonlar Ligi’nin ilk senelerinde Galatasaray’ın deplasmandaki Spartak Moskova maçını da yönetmişti. performansı arasında tek bir bağlantı nedir söyler misin bana? Erman Toroğlu maçlarda sizin duygusal düdük çalacağınızı iddia etmişti? Ben de onu ‘dışarıda gördüğü her kıza tecavüz mü etmek istiyor’ diye cevaplamıştım. Kadınlar Dünya Kupası Finali’ne düdük çalacak olsa muhtemelen Erman Toroğlu güzele kıyağı çirkine kırmızıyı basacaktı, o tamamen onun kendi karakterinden yola çıkıp sonuca varmasıdır. Yani bugün pek çok spor dalında erkekler kadınların performanslarını değerlendiriyor, sorun yaşanıyor mu? Bu çok güzel kadın, kesin hakem erkekse daha başka bakar diye bir düşünce gelişiyor mu? Ayrımcılık işte bu eşcinselliği olağanın dışında yorumlama biçimidir. Bilgisizlik ve cehaletin kaçınılmaz sonucu. Bizim ülkemizde böylesine yetenekli bir hakem olsa “Askerliğini yapmadın, hakem olamazsın “ diyecekler bir bakıma öyle mi? Size telefon geldi ve o raporu görüp askerlik yapmadığın için hakemlik yapamazsın dediler. Biraz öyle. Yani eşcinsellik ile hakemlik Evet. Neden rapor aldın diye sormadılar mı? Hayır sormadılar. Bana telefonda Muhammed Öncü “Askerliğini yapmamışsın, hakem olamazsın” diyerek durumu bildirdikten sonra kurula gittim. Onara sağlık sorunum olmadığını anlatmaya çalıştım. Askerlik yapmayanların değil ‘sağlık sorunu nedeniyle’ askerlik yapmayanların hakemlik yapamayacağını söyledim. Gerçek buydu. Akabinde birden fazla “Sağlık sorunu yoktur” raporunu alıp onların önüne koymama rağmen “Askerlik yapmayan hakemlik yapamaz” diyerek bütün yasaları geçersiz kılıp, lisansımı elimden aldılar. Bu karar sonrası Merkez Hakem Kurulu Bölge Sorumlusu Turgay Güdü’yü arayıp “Özel sorunlardan dolayı askerlik yapmadım” diyerek gerçeği ilk ona anlatmak zorunda kaldım. Eşcinsel olduğumu söyledim. Beni buna mecbur bıraktılar. Doktorların reddettiği rapor Nasıl bir tepki verdi? Karar ne oldu peki? Turgay Güdü yine de güvendiğim bir insandı. İnsanlara değer verdiğini düşünüyordum ve yapılan haksızlığı gidermesi için bunu söylemem gerektiğini düşündüm. Ona güvendim, en büyük hatam bu oldu belki de... Süreç ilerlediği zaman “Halil İbrahim ile görüşen görev alamaz” diye tehditler savurduğu bana iletildi. Nihayetinde o gün bana kimseye söylemememi tembihledi, telefonu kapattı. Her yıl Mayıs ayında gelecek sezon için hakemler atletik ve yazılı sınavdan geçer. Ben de 3 Mayıs’ta sınava gittim. İl Hakem Kurulu’nda görevli Ayhan Kılıç elinde bir kâğıtla beni yanına çağırdı. MHK’den hakemlik yapamayacağıma dair gelen yazıyı imzalamamı istedi benden... Yine 25. madde, “Sağlık sorunları yüzünden askerlik yapamayanlar hakemlik yapamaz” önüme konuldu. Delirdim, çıldırdım. Öyle bir ısrarla hakemliğimi elimden almaya gayret etmişler ki “Psikoseksüel bozukluk” yazan raporu Trabzon’da 3 değişik doktora göstermişler. Üçü de hakemlik yapmama engel bir durum olmadığını söylemesine rağmen pes etmemişler. Bunu bana sonradan İl Hakem Kurulu’ndan arkadaşım anlattı. Sonra ne oldu peki? Sağlıklıyım, hakemlik yapmak benim yıllarca verdiğim emek sonucu hakkım. İdmanlara eğitimlere devam ettim, yapmam gereken her şeyi yaptım ama bana maç vermiyorlardı. İl Hakem Kurulu’ndan arkadaşlara sorunca “Bizim için sorun yok, Muhammed Öncü izin vermiyor” dediler. Akabinde Turgay Güdü aradı, kurulla konuştuğunu söyledi ve bu olayı başka kimlerin bildiğini söyledi. Ben de kendisine sizin dışınızda bir de Muhammed Öncü biliyor dedim. “Kimseye bir şey söyleme” deyip telefonu kapattı. Merkez Hakem Kurulu’na durumu izah etmişler, kararı bekliyorlarmış. Turgay Güdü’ye anlatmadın mı bu durumu? Derdimi ona anlattım ama o sadece şunu söyledi “Sağlık sorunu önemsiz, askerlik yapmayan hakemlik yapamaz Halil İbrahim”. Üstelik Tahkim Kurulu’na gideceğimi söyleyince “Tahkim’e gidersen hakem arkadaşların, futbol federasyonu yetkilileri, herkes durumu öğrenir. Boşver hakemlik yapma, gözlemcilik yap” diye de tavsiye verdi. Biliyor musunuz tahkim kuruluna itiraz için 300 lira gerekiyordu. Bunu taksite de bağlıyorlardı. Kimse itiraz edemesin diye bunu peşin 1000 liraya çıkardılar. Yeterince paranız yoksa eğer, haksızlığınız karşısında itiraz etme hakkınız dahi yok! Basına nasıl yansıdı peki? O karar metninin üzerine Hakem İşleri Müdürlüğü’ne ‘hakemlik haklarımın iadesi’ talebiyle var olan durumu anlatan bir dilekçe yazdım. İçerisine hastane raporu ve İl Merkez Hakem Kurulu’nun “hakemlik yapamaz” kararını da iliştirdim. Bizzat Trabzon’a giderek antetli zarfa koyduğum dilekçeyi elden teslim ettim. Kargoya verildiğine gözlerimle de şahit oldum. Bundan iki gün sonra radyoda çalışırken arkadaşım, Fanatik gazetesinde çıkan habere bakmamı ve benimle ilgili olup olmadığını sordu. Hiç unutmuyorum, 13 Mayıs’tı “Eşcinsel hakem düdüğünü istiyor” yazılı Hakan Can imzalı bir haber. Haberde ismim geçmiyordu ama ayrıntılarda herkesin beni bulması çok da zor olmadı. Habertürk’ten arkadaşlarım olan gazeteciler hemen bana ulaşıp muhabbet ederken çaktırmadan fotoğrafımı çekip kamera ile kayda da aldılar. Bu olaydan bir gün sonra haber bütün ulusal medyada yer aldı. Herkes öğrenince Belki de en önemli nokta şu: Bu haberler çıkasıya kadar eşcinsel olduğunu ailen dahi bilmiyordu sanırım. Fatih Altaylı ‘Trabzonlu eşcinsel hakem HİD’ diye yazdığı andan itibaren artık saklanacak bir tarafı yoktu. Günden güne çember daralıyordu ve en sonunda Telegol’e çıkıp derdimi anlatmak zorunda kaldım. Ailemin bütün üyeleri eşcinsel olduğumu televizyondan öğrendiler. Kendimi bildim bileli eşcinsel olduğumu bir şekilde ailemden nasıl saklarım düşüncesiyle yaşadım. Hayatım boyunca bu gerçek ile ailem arasında kaldım. Ve nihayetinde mesleğimi haksız bir şekilde elimden alanların karşısında güçlü olmak için Türkiye’ye televizyondan açıkladığım sırada öğrendiler. En çok zoruma giden bu oldu. Hangi hakla bunu bana yaparlar? Haberlerde kendini görünce ilk tepkin ne oldu? Ben haberi görür görmez Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemciler Derneği Genel Merkezi’ni aradım. Merkezin genel sekreteri ve avukatı Murat Söylemez ile görüştüm. Basın ordusu benim peşimdeydi, ne yapacağımı da şaşırmıştım. Murat Söylemez “Seni arayanları avukatım diyerek bana gönder” dedi. Ben de öyle yaptım. Çok sonraları “Avukatı sızdırmıştır” diyerek Murat Söylemez’e iftira attılar ama zaten benim onunla olan ilişkim haberlerin basına yansımasından sonra başladı. 14 Mayıs’ta ona vekalet verdim. Neredeyse bu ülkede yayın yapan her kuruluş bir şekilde röportaj yapmak için bana ulaşma çabası içerisindeydi. Ailemi de rahatsız edecekler korkusuyla hakemlik ile ilgili bir sorunu halletmek için İstanbul’a gidiyorum diyerek cebimde 150 lira ile İstanbul’a kaçtım. Arkadaşımda kaldım, o da taşınınca bir gece sokakta yatmak zorunda kaldım. Ayşe Arman’ın sizinle röportaj yapması bir hayli ses getirdi. Ondan sonra TFF’nin tavrında bir değişiklik oldu mu? Ulusal medyada böyle ses getirince deyim yerindeyse kıvırmaya başladılar. Özellikle Ayşe Arman’ın röportajı büyük yankı uyandırdı. Tüm bu olup bitenleri lütfen bir kez düşünün. Benim hakemlik lisansımı kuralları hiçe sayarak elimden aldılar. TFF’ye gönderilen dilekçe basına sızdırıldı ve özel hayatım darmadağın oldu. Hakan Can bunu bana söyledi ama mahkeme karşısında dile getirmedi. İşsizim, 32 yıl boyunca içimde büyük uğraşlar vererek sakladığım sırrımı ve hayatımı değiştirecek olan gerçeği ulusal kanaldan herkesle paylaşmak zorunda bırakılmışım... Hali hazırda 45 yaşına kadar icra etme hakkım olan hakemlik için bu olaylar sonrasında, üstelik istediğim şehirde ve istediğim zaman yeniden sınava almak istediklerini iyi niyet gösterisi olarak bana sundular. İyi de bu zaten benim hakkım olan bir şeydi. Üstelik burada başka sıkıntılar var. Sorun sadece hakemlik lisansımı hukuksuz bir şekilde elimden alması değil, profesyonel hakemliğe atanmamın son senesini de bu şekilde gasp ettiler. Vereceklerse geri o hakkı da bana versinler. Hali hazırda elimden hukuksuz ve ayrımcılık güderek aldıkları hakemlik lisansı için bana sınav hakkı tanımaları tüm bu yaşadıklarımı bir anda yok edecek midir? Sınava girdin mi peki? Bakın bu olaylar sonrası benim tüm psikolojimin alt üst olduğu noktada sınava nasıl gireyim? Üstelik nasıl bir sınavsa bana özel! Ben o halde nasıl sınava gireyim? Size dürüst olacağım. Benim tüm mücadelem işimi geri almak üzere savaşmakla başladı. Sürecin sonunda geldiğim yer çok başka olsa da hayatımı devam ettirmek için iş sahibi olma mücadelesiydi bu. İtirazlar, dilekçeler, yapılanlar. Yalnız 32 yıl sonra eşcinsel Halil İbrahim olarak bırakın yakın çevremi, hakemlikten atıldıktan sonra başvurduğum birbirinden farklı 150 iş yerinde tanınacak kadar yeniden var olma süreci kolay değil. Aradan geçen onca zaman sonra elbette bu süreci atlattıktan sonra kendinize, özünüze her Allah’ın günü çevrenize yalan söylemeden yaşamak çok daha iyi ama o günler... Tehditler aldım. Ara ara bulduğum iş yerime gidemeyecek durumda olduğum zamanlar oldu. Bir insanın 14 yıl emek verdiği işini elinden alacaksın, özel hayatını basına bir şekilde servis edilmesine imkan tanıyacaksın, hayatı tümden değişecek ve bu gürültünün ortasında her şey doğru yapılmış olsa zaten elimde olacak imkanı bana yeniden sınavla vermek gibi ‘büyük bir iyilik’ yapacaksın. Haziran ayında, bir kereye mahsus olmak üzere, sınava girememiş ya da girip de başarısız olmuşlar için bir sınav hakkı tanıdılar. Bu da sanırım benim kendi savaşımın hakemlere olan faydası ama bana değil. Benim zaten yasal olarak 45 yaşına kadar il hakemliği yapma hakkım vardı. Ne ki bu? Sizlerin hukuksuzluğu yüzünden ben kendi özel hayatımı basın önünde ifşa etmek zorunda kaldım. 12 yıl boyunca çalıştığım iş yerinden kovulduğumu basın yoluyla öğrendim. İşsiz kaldığım süreçte 150’ye yakın iş başvurusu yaptım, hiç birisi kabul edilmedi. Tüm bu yıkımların acısını, hali hazırda var olan hakkımı bana sınavla yeniden vererek mi kapatacaklar? Sınava girmeyeceğim mi dedin peki? Hayır, sınav filan istemiyorum. Ben MHK ile avukatımla beraber katılacağım bir toplantı talebinde bulundum. O zaman MHK başkanı Oğuz Sarvan’dı. Gerçi bugün de gizli başkan yine Oğuz Sarvan’dır bu başka. Kurul üyeleri tatilde diye geri dönüş yaptılar ve ben de Oğuz Sarvan ile iki ismin daha yeteceğini söylesem de geri dönüş olmadı bir daha. Avukatımla gelmek istememe bozulmuşlar. Bence daha çok her şeyi belgeli bir şekilde önlerine koyacağımın korkusunu yaşadılar. Avukatımı istedim çünkü en az bir kişinin olaylara şahitlik yapmasını bekliyordum. Geri dönüş olmadı. “TFF mahkemeyi de oyalıyor” Dava açıldı. 10. duruşması geçen Aralık ayında gerçekleşti. Son durum nedir? TFF’nin avukatları geldi. Savunma şu: Biz, işte eşcinsel olduğu için değil de yetersiz olduğu için görev vermedik. Peki biz davayı niçin açtık? Hakem olmama rağmen görev verilmediği için mi? Daha ne için dava açıldığını bilmiyorlar ama kafalarındaki ezber bu. Eşcinsellik değil de sorun yetersizlik. Hakemlik lisansının hukuka aykırı bir şekilde iptal edilmesi ve özel hayatın ihlalinden dolay maddi ve manevi tazminat davası açtık. Hakem değilim ki performansım konu edilsin. Daha TFF’nin davayı niçin açtığımızdan bile haberi yok... Benim dosyam bilirkişiye gönderildi. Bilirkişi beni haklı, futbol federasyonunu haksız buldu. “Hakemlik yapabilir, hiç bir sorunu yok” denildi. Valilik İnsan Hakları Komisyonuna gittik. Orası da beni haklı buldu ve Cumhuriyet Savcılığı’na TFF hakkında suç duyurusunda bulundu. Hakim artık tazminatı hesaplayacak ve son iki duruşmadır TFF’den maç ücretlerini istiyor, her seferinde başka bir şey gönderiyorlar. En son duruşmada hakim neden şu maç ücretleri belgesini göndermiyorsunuz diyor, avukatları “Ya işte amatör maç ücretleri ortalama 50 liradır” diyor. Yahu bunun belgesi yok mu resmi yazı gönderin diyor. En son artık ‘TFF’den cevap gelmediği takdirde sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacağı’ kararını aldı. Aslında karar aşamasına gelindi ve sonuç belli ama TFF uzattıkça uzatmaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan hakem seminerinde sizin üzerinizden Jaap Uilenberg’e soru yönetildi? Radikal’den bir arkadaş Uilenberg’e hür bir şekilde şu soruyu sordu. “Eşcinsel olduğu için Türkiye’de HİD’ye hakemlik yaptırılmaması konusunda ne düşünüyorsunuz?” Peki tercüman ne dedi? Türkiye’deki iç meselelerimize onu karıştırmayalım. Yahu adama zaten 20 bin euro aylık senin iç meselelerindeki sorunları çözsün diye veriyorsun, sen üstelik tercüman olarak “İç meselelere karıştırmayalım onu” diyorsun. Hiç kusura bakmayın, böyle embesillik olur mu? Gazeteci sormuş, tercüman araya giriyor. Sonra Zekeriya Alp’e soruldu, “bize ulaşan bir şey olmadı” diyor dalga geçercesine. Bakın hemen herkes Zekeriya Alp’in ne kadar iyi bir insan olduğunu dile getiriyor. Ben de diyorum ki: Bana ne! Beceriksiz bir yöneticiyse iyi ya da kötü insan olmasının ne değeri var? O konumda bulunmasını sağlayan iyi ya da kötü bir insan olması mı? Türk futbolunu yönetenlerin hiç birisi futbolcu değil, hakem camiasının başındaki ise hakem değil. Yapılan uygulamaların çoğundan Zekeriya Alp’ın haberi yok ya da birileri açıklıyor, o da onay veriyor ama neye onay verdiğinin farkında bile değil çünkü bilmiyor. Taraftar desteği! Hakemlerin taraftarları yok dedik ama sizin davanız söz konusu olduğunda inanılmaz bir destek vardı. Sakarya’nın Tatangalarından tutun da St.Pauli taraftarlarının statlarında açtıkları pankartlara kadar inanılmaz bir destek gördüğümü söylemeliyim. Bayern Münih taraftarı bile statlarında pankart asarak bana destek verdiler. İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un o meşhur taraftar grubu Bozbaykuşlar pek çok kez destek oldu. Hatta bir keresinde Beşiktaş maçında “Onun düdüğü onun kararı” pankartını içeriye polis sokmadı. Bunların hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum, çünkü o kaos içerisinde bunlar kelimenin gerçek anlamıyla hayati öneme sahip oldular. Beni yaşama, davama bağladılar çünkü zaman içerisinde pes ettiğim ya da ilk açıkladığım zaman oluşan kaos ortamında ölmek istediğimi çok iyi hatırlıyorum. Aslında öldüm! Yeniden dirilecek miydim tek mesele buydu. İşte bu duyarlı insanların desteği ayağa kalkmamda fazlasıyla yardımcı oldu. Bu süreçte pek çok insan size yardım sözü verdi. Kimler bu sözünün arkasında durdu? Çok az insan. Yaptığım açıklamaların ardından Sadettin Saran beni arayıp cesaretimden dolayı kutlamıştı. Akabinde bana iş konusunda yardımda bulundu ve Radyospor’da 8 ay süreyle çalışma imkânına sahip oldum. 8 ayın sonunda radyonun genel yayın yönetmeni “Size edebileceğimiz yardım bu kadar” dedi ve Pazar sabahları yaptığım hakem günlüğü programını yayından kaldırdılar. Yine de sağolsun. Sinan Enginler, Ahmet Çakarlar, “Bu çocuğa elimden gelen yardımı yapacağım” diyerek konuştular ama sadece konuşmakla kaldılar. Telegol’den ilginç gelecek belki ama Serhat Ulueren’in bugüne kadar hep sıcak bir tavrı oldu. Arada mesajlaşırız, birbirimizin bayramını kutlarız. Diğerlerinden daha sahici ve sıcak yaklaşımı olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında Melda Onur meclisten çok iyi bir destek sağladı. Beraber basın açıklaması yaptık. Bağış Erten, Efendi Lig’de tekrardan hakemlik yapmama olanak verdi. Üstelik ufak tefek harçlık da kazanıyorduk. Gazoz Ligi de aynı şekilde çağırdı ama çakıştığı için onlara sadece Çarşamba günleri hakemlik yapabildim. Bu iki ligin hakemlik mesleğimi bana yeniden hatırlatmasına olanak vermesi çok önemliydi. Manevi olarak Atilla Türker benim hep yanımda oldu. Mustafa Çulcu, Selçuk Dereli, Muhittin Boşat, Orhan Erdemir... Bunların desteğini her zaman hissettim. Şu an iş konusunda durumunuz nedir? Zete.com sitesinde haftada iki köşe yazısı yazıyorum. Nurcan Akad’ın büyük desteği oldu sağolsun. Aynı şekilde Bağış Erten, Efendi Ligi’nde maç yönetmemi sağladı. Harçlık niyetine yardımları da oluyor. Yine de bu liglerin bana yeniden hakem olma şansı tanıması, o heyecanı yaşamak müthiş. Ama bazen tam o noktada da insan şöyle bir düşünüyor, nereden nereye... Asla ve asla bu güzel amatör ruhu küçümsemiyorum ama yine de düşünmeden edemiyor insan. Temelde bugün geldiğim nokta çok başka olsa da aslında benim mücadelem, işimi haksız yere kaybetmek nedeniyle başladı. İnsanlar 800-1000 liraları küçümseyebilirler ama ek işleri de katarsanız biz bu miktarın kıyısında berisinde dolaşarak yaşamımızı yıllarca idame ettirdik. Bugün bunca şeyden sonra bilmek isteyenler olur diye tekrarlıyorum kazancım yine aynı oranda devam ediyor. Radyodan kovuldum, köşe yazarlığı yapıyorum. İl Hakemliği değil Efendi ve Gazoz Ligi’nde çok küçük meblağlar karşılığı hakemlik yapıyorum. Nihayetinde mesele hiç bir suçum günahım olmadığı halde eşcinsel olduğum için 14 yıllık emeğimin çöpe atılmasıydı. Yalnız bugün her kim böyle bir sorun yaşarsa lütfen bana gelsin. Karşılıksız her türlü yardımı sonuna kadar yaparım. Yol yöntem bilmeyebilir, her şekilde her türlü ayrımcılığa karşı sonuna kadar onların yanında olurum. Aileniz nasıl etkilendi bu süreçten? Ben annemi bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm esnada annem de beni bir daha göremeyeceğini düşünerek “Ne olur bizden kaçma, gel oğlum” dedi açıklamalar sonrası. Bu beni çok mutlu etti. Kız kardeşim bu süreçte çok önemli rol oynadı. Eşcinselliği aileme anlattı. Ama zaten annemin tepkisi inanılmazdı “Ya ne olursa olsun bana ne ondan bundan. O benim oğlum.” Keza halamın yaklaşımı da unutulmazdı. “Ne olmuş? Hırsızlık mı yaptı yolsuzluk mu yaptı ne yaptı?” Ağabeyim ile Babam başlarda biraz bu gerçeği benden değil de televizyondan öğrenme konusunda sorun yaşasa da zamanla onlar da anlayışla karşılayıp destek oldular. 12 Mayıs Anneler Günü’nde ben annemi kaybettim. Her insanın annesi şüphesiz ki çocuğuna melek gelir ama burada diğer bütün annelerden ayırıyorum ben onu. Böyle bir acının ne tarifi olabilir ne de bir ifadesi. ‘O tezahürat’ı duyunca... Kitabınız var “Erkeklik Ofsayta Düşünce” isminde. Burcu Karakaş ve Bawer Çakır ile birlikte hazırlandı. Belki de eşcinsel bir insan bu ülkede neler hisseder, neler yaşar ve beklentileri nelerdir gibi pek çok soruya cevabı bu kitapta bulabilirsiniz. Okudum ve özellikle askerlik kısmında irkildiğimi söyleyebilirim. Ben bu kitabı eşcinselliğin daha iyi bir şekilde algılanabilmesi adına herkese öneriyorum. Aynı şekilde bir belgesel hazırlanıyor. Ankara Sine Set yapım şirketinden uzun metrajlı bir belgesel yapmak istediklerini söylediler. Tamamen amatör bir yapım olacak. Amaçları eşcinselliği halka anlatmak. Kendi imkanlarıyla hiç bir destek almadan bunu yapıyorlar ve artık bitirme aşamasına geldiler. Hatta bu belgesel içerisinde Serhat Ulueren’le de konuştular. Yüzünüze gülen samimi insanlara fazla inanmayın. Kim duyarlı, kim daha çok “insan” zamanla anlıyorsunuz. Eşcinsel bir hakem olarak “İ… hakem” tezahüratınıza tepkiniz nasıl oluyor? Ben eşcinselim, “i…” değil. Seyircinin de i…likten anladığı zaten entrika çevirmek. Bir gün maçta seyirciler “i… hakem” diye tezahürata başladılar. Devre arası olunca tribünlere gidip “bir saniye” dedim. Herkes sustu. “Buyur hocam” dediler. “Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, ibne ibneyi dakikada tanırmış. Beni tanıdığınız için sağolun” dedim. Alkış kıyamet aldı başını gitti ama ikinci yarı kimse o tezahüratı bir daha yapmadı. Eşcinsellik bir seçim midir doğuştan gelen zorunlu bir yönelim midir? İnsan bana göre ya eşcinsel doğar ya da doğmaz. Bir insan 25 yaşına kadar heteroseksüel bir yaşam sürüp “Çok sıkıldım artık ben eşcinselliği seçeyim” diyemez. Öyle olsa bizler uzunca bir dönem bu kaos içerisinde yaşam sürmektense heteroseksüelliği seçerdik. Sonradan seçmek diye bir şey mümkün değildir. Siz hadi ben eşcinsel olayım diyerek değişebilir misiniz? Belki bazıları yıllar içerisinde bastırarak dışarıya daha sonra çıkmasını sağlamış olabilir. Bu yüzden insanlığı tehdit etmez, özenerek olunacak bir şey değildir eşcinsellik. O şekilde yaratılırsın. Bu şekilde dünyaya gelmiş olursun ve bu yaşamı sürersin. İnanın bana biraz olsun başka türlü olma şansım olsaydı en azından çocukluğumda, gençliğimde onu gerçekleştirmek için sonuna kadar savaşırdım. Zamanında bu savaşın içerisine girdim, kız arkadaş edindim. Zorlasam da çok iyi bir dosttan öteye gitmedi. Pek çokları maskelemek adına evleniyor ama ben o noktaya geldiğimde karşımdaki insana bu haksızlığı yapmak istemedim. Sonradan olunacak ya da vazgeçilecek bir şey değil. Ama bugün böyle olduğum için de asla utanmam, sıkılmam. Öyle ki buna itiraz edersem beni bu şekilde yaratmış insana da karşı çıkmış olurum diye de düşünürüm. “Dünyanın gerisindeyiz” Çok iyi bir Müslümanım diyorsunuz ama bütün ilahi dinler eşcinselliği bir bozulma, sapma, gayri ahlaki bir tutum, tabii olanın dışına çıkma ve günah olarak görür. Abimle beraber kuran kurslarına giderdik. Orada sürekli korku, dayak ve tehdit vardı. Sanırsın cennet diye bir şey yok sadece cehenneme gidip gitmeme meselesi. Zaten ağabeyim gitti, ben bıraktım. O hafız olmasına rağmen eve şişlerle geliyordu. Ailem ise beni namaza ya da duaya o kadar güzel bir şekilde teşvik ediyordu ki. Şimdi Kur’an kurslarına ve hocalara baksam dinden çıkardım ama aileme baktım ve ben dini dar değil dindar olma yolunu seçtim. Müslümanlar derken kast edilen kitle genelde belirsizdir. Allah beni böyle yarattıysa ben ne yapabilirim? Allah beni böyle yarattıysa sizin isyanınız kime diyorum. Dindarlardan zarar gelmez, dini darlar insanı korkutuyor. Benim ağabeyim köyümüzün imamı, kız kardeşim ise ilahiyat fakültesini birincilikle bitirmiş insan. Benim düşüncelerim çocukluğumda başladı. Bir çocuğun günahı ne olabilir? Kim beni neyle suçlayabilir? Zorlu süreçte en büyük desteği ben az önce bireylerini tanımladığım ailemden gördüm. Hani yaratılanı yaratandan ötürü seviyorlardı? En çok da beni sinirlendiren eşcinselliğin daha doğru bir şekilde toplumda algılatılması adına çaba verildiği vakit “özendirmeyin” oluyor. Böyle bir şey mümkün mü? Durduk yere “Hadi ben eşcinsel olayım” diye bir şey söz konusu olabilir mi? Ama bu korku eşcinselliği toplumun dışına iterek tabu haline getirip sapkınlık olarak görülmesine yol açıyor. Bu insanların yaşamlarını zorlaştırıyor. Böyle doğan ve bu yaşamı sürmek zorunda kalan insanlar var. Bunu toplum olarak mesele edinmek zorundayız. Sizin de yarın doğacak çocuğunuzun başına gelmeden bu duyarlılığa sahip olmanız gerekiyor. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” sözleri büyük tartışma yaratmıştı. Ne düşünürsünüz? Modern toplumu ne kadar geriden takip ettiğimizin bir göstergesi olsa gerek. 17 Mayıs 1990’da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarttı. Yogyakarta ilkelerinin 18. maddesi de kişinin cinsel yöneliminin tedavi edilemeyeceğini vurgular. Aradan geçmiş 23 sene ama bakan açıklamaları bu düzeyde. Ne diyebilirim ki? Dünya var oldukça bu yönelime sahip insanlar yaşamlarını sürdürecek. Bir devletin görevi azınlığa tekabül eden bu insanların yaşamlarını normalize etmesidir. Benim dava sürecimde de iddia edildiği gibi “Pozitif ayrımcılık” değil istenilen. Diğerleri gibi bir yaşam sürmek, hepsi budur. Heteroseksüel hakem ile eşcinsel hakem arasındaki farkı cinsel seçimi belirlemesin. Çok teşekkürler. Orhan Uluca Futbol Kültürü HF113 ERKEKLiK OFSAYTA DÜŞÜNCE Halil İbrahim Dinçdağ’ın hikayesi Burcu Karakaş ve Bawer Çakır’ın da yardımlarıyla kitaplaştırıldı. Türkiye’de eşcinsel olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan oldukça iyi bir iş çıkarılmış. Çocukluğundan başlayan ve dava sürecine kadar yaşanılan her ayrıntı burada var. Önemle üzerinde durulması gereken ise belki de eşcinsel olduğu için rapor almak zorunda kaldığı zaman yaşadıkları olsa gerek. Halil İbrahim Dinçdağ, Sivas’taki birliğine teslim olur olmaz eşcinsel olduğunu söyleyerek rapor almak için hastaneye gidiyor. Bölüğündeki doktor oldukça sıcak yaklaşıp destek olsa da komutanlarından hastane başhekimine kadar herkesle çatışmak zorunda kalıyor. Doktoru eşcinsel olduğuna inansa da rapor alması için başhekim emri ile GATA’ya sevk ediliyor. Orası komutanın dolduracağını kıta anket formunu istiyor, bölük ise “Burada kalmadı ki ne formu.” diyerek bir oraya bir buraya savuruyor. Nihayetinde tüm bu olup bitenleri Genelkurmay Başkanlığı’na şikayet ediyor ve süreci aslında daha da kötü etkiliyor. Sivas’taki bölüğü hava değişimi vererek onu GATA’ya sevk etse de o komutanın onu tanıyıp kıta anket formunu vermesi için yeniden bölüğüne dönmeye zorunlu kalıyor. O çok korktuğu koğuştan kaçtıkça GATA onu buraya yönlendiriyor. Gerisini kitaptan alıntı yaparak devam edelim. Nihayetinde unutulmasın ki aşağıda çekilen bütün psikolojik baskı ve zulümlerin tek nedeni cinsel tercihinin farklı olması. Israrla istenen kıta anket formu neden bu kadar önemliydi? Bölük komutanının senin hakkında neler düşündüğünü bilmek istiyorlar. Askeriyede kalıp kalmaman sakıncalı mı değil mi diye anlamak için o formu talep ediyorlardı. Malum, erkek askerde komutanın kölesi! Yat, kalk, otur… Artık o ne isterse, onu yapacaksınız. Afyon’da bir arkadaşım anlatmıştı. Bir çocuk askerlik yapmamak için “Ben eşcinselim” demiş komutanına. Komutanı da çocuğu hastaneye göndermiş. Hastaneden “Eşcinsel değildir” raporu verilince bölükteki askerler bununla dalga geçmeye başlamış. Ailesine haber vermişler, “Oğlunuz askerlik yapmamak için eşcinsel olduğunu iddia etti” diye. Ailesi de çocuğa bir daha memleketine dönmemesini tembihlemiş. Birliğinde komutanları da dâhil olmak üzere tüm askerler dalga geçmiş çocukla. Psikolojik ve cinsel baskı uygulamışlar. Çocuk dayanamayıp intihar etmiş. Ama kimse bunun nedenini araştırmamış bile. Olayın üstü öylece kapatılmış. ‘Eğitim zayiatı’ denilmiş. Askerlik sürecine dönersek, Sivas’taki birliğine döndüğünde günlerin nasıl geçiyordu? Beni bir çavuşla iki onbaşıya zimmetlediler. Başıma bir şey gelmesin diye! Eğitimlere değil ama içtimalara katılıyordum. Bölükte toplam beş gün kaldım. Son gün hasta oldum, ateşim çıkmıştı, gözlerimi açamıyordum. Nöbetçi çavuş oyaladı bir süre. Sonra hastaneye gittik. Tesadüf üzerine benim doktorum o gece nöbetçiydi. “Eğitim mi yaptırıyorsunuz” diye kızdı yanımdaki askerlere. Ertesi sabah hastaneye yatışımı yapacağını söyledi. Sabah oldu, gittik. On gün Sivas Askeri Hastanesi’nde kaldım. Doktorum rapor vermeden göndermeyeceğini söylüyordu. Bölükten nihayet kıta anket formu geldi. Komutan “Askerlik yapabilir” yazmış Neye göre askerlik yapabileceğini yazmış? Görünüşüme göre karar vermiş herhalde. Ama doktor bana inanıyordu. Komutanı çağırdı ve üçümüz konuşmaya başladık. Cinsel ilişki esnasında çekilmiş fotoğraf istendiğini duyduğum zaman, fotomontaj yöntemiyle birkaç fotoğraf hazırlamıştım. Düşün, bu derece iğrençlikler yaptım. Doktor, komutanı eşcinsel olduğuma ikna etmeye çalışıyordu. Öyle ki ikna etmek için bahsettiğim fotoğrafları bile gösterdi. Doktor fotomontaj olduğunu biliyordu, komutansa bakıp “Tamam” dedi. Komutan, fotoğrafların fotomontaj olduğunu anlamadı mı? Hayır, anlamadı. Zaten göz ucuyla baktı sadece ve “Tamam” dedi. Böylece kıta anket formunu değiştirdi. Erlerini sevmeyen biriydi. Baktıktan sonra fotoğrafları yırtıp attık. Sonunda formu değiştirerek “Askerlik yapması sakıncalıdır” yazdı. Ardından, doktorlar tarafından muayene edileceğim haberi geldi. Sebep, cinsel ilişkiye girip girmediğimi tespit etmekti. Komutan, formu doldurduktan sonra, muayeneye neden gerek duydular? Başhekim istemiş. Doktoruma, “Ne yapacaklar?” diye sorduğumda, parmakla muayene edeceklerini söyledi. Gevşek mi sıkı mı buna bakacaklarmış.. Doktor da bir şey diyemiyor, başhekim istemiş çünkü. Askerlikten kurtulacaksın diye her şeyi yapıyorsun. Öyle ki doktoruma “Rapor vermenize yardımcı olacaksa bir asker getirin, sevişeyim” bile dedim. O derece yani.. Doktor muayenesi nasıl oldu? Beni bir odaya aldılar. Odada iki doktor vardı. Sırayla teker teker “muayene” ettiler. Duyuyorum ben bunları tabii.. Nasıl bir aşağılanmışlık, nasıl bir utanç duygusu.. Anlatmam mümkün değil. Hastaneyi yakasım geldi o an. “Odana dön” dediler, döndüm. “Sinirden ağlıyordum. Doktorum sakinleştirici verdi. Raporun onaylanması için heyete çıkacaktım. Ancak sonra ne olduysa doktorum heyete çıkamayacağımı söyledi. “En iyisi seni Ankara’ya göndereyim, burası işi yokuşa sürüyor” dedi. Neden heyete çıkamayacağına dair açıklama yapıldı mı? Hayır, açıklama olmadı. Sonrasında ben tekrar Ankara GATA’ya sevk edildim. Kıta anket formu ve doktorumun yazmış olduğu bir yazıyla beraber Ankara GATA’ya gönderildim. Trenle Sivas’tan Ankara’ya gittim. Psikiyatri bölümüne adımımı attığımda “Aa geldi” dediklerini duydum. Mağduriyetimi Genelkurmay’a şikâyet ettiğim için Ankara GATA’daki doktorlar tarafından psikolojik baskılara maruz kaldım. Genelkurmay’a yaptığım şikâyet sonucunda hakkımda soruşturma açılmış. Tepkileri de ondanmış. GATA’da işi uzattıkça uzatıyorlar ve yeniden Sivas’taki bölüğe bir bahane uydurup göndermek istedikleri vakit araya giren Albay’ın emri ile Psikiyatri kliniğine yatırılıyor Yatırıldığın servisi, biraz daha anlatabilir misin? İçeride otuz kadar hasta vardı. Çoğu askerlik yaparken akli dengesini yitirenler… Bahsettiğim yer, Ankara GATA’da polikliniklerin bulunduğu katın iki kat altındaydı. Pencereler, demir parmaklıklıydı. Dışarı çıkmak zaten yasaktı. Her an saldırabilecek hastalar vardı. Görevliler, bazılarının kapılarını kilitliyorlardı. Gündüz, yatakhaneye giremiyorsun, kilitliyorlar. Salona benzer bir yer var orada oturacaksın. Gezersen de orada gezeceksin. Yatıp uyumak istesen yatakhaneye giriş kapalı. Askersin çünkü. Asker muamelesi yapıyorlar hala. Belli bir saatte ışıkları kapatmak, sabah altı oldu mu uyanmak zorundasın. Askeri düzen aynı şekilde devam ediyor. Odalar iki kişilikti. Hepsi aynı koridordaydı. İlk gece yataklarımız hazır değil diye o salon gibi yerde koltuklarda yattık. “Ben neredeyim, niye buradayım” diye yine ağlıyordum. Tımarhane yani, resmen tımarhaneydi! Zulüm etmek başka şey değil! Ben bir süre eşcinsel bir arkadaşla aynı odayı paylaştım, sonra tek kaldım. Koğuştakilerle sohbetlerin oluyor muydu? Oradan bir an önce kurtulmak istiyordum. O yüzden arada sırada konuşuyordum ama kimseyle uzun uzun sohbetlere girmiyordum. Çoğu askerlikten kurtulmak istiyordu. Aralarında biri vardı, parmaklarını koparmıştı askerlik yapmamak için. O kişi daha sonra GATA’dan firar etti. Nöbetçileri kandırmıştı. Bir başkası vardı, aşırı derecede hastaydı. Şizofrendi sanırım. Günde onlarca hap içiyordu. Bazı geceler kapılara vuruyordu. Bazen odasının kapısını kilitliyorlardı. Bir gün benden sigara istemişti. Olmadığını söyleyince, beni tokatlamaya kalkışmıştı. Geceleri odamızın kapısının arkasına kimseler içeri girmesin diye elbise dolabı ve masa koyuyorduk. Bir başkası bir gece benimle ilişki yaşamak istedi. Benden başka o serviste eşcinsel olduğu için yatan iki kişi daha vardı. Onlarla sabahlara kadar ağladığımız oluyordu. Sinirlerimiz iyice bozulmuştu. Birkaç gün daha kalsaydık, çıldıracaktık neredeyse. Resmen psikolojik baskı ve işkence gördük. Orhan Uluca Profil HF113 DUVARA KARŞI Almanya’da ilk defa milli olmuş yıldız bir futbolcu olan Thomas Hitzlsperger futbolu bıraktıktan dört ay sonra eşcinsel olduğunu açıklayarak yeni bir tartışma başlattı. Bavyera’nın köylerinden Forstinning’de yedi kardeşin en küçüğü olarak 5 Nisan 1982 yılında dünyaya geldi Thomas Hitzlsperger. Böylesine büyük bir aile olmasının futbolcu olmasında “Kardeşlerimden ve ailemden çaldığım boş vakitler olmasaydı bu düzeyde futbolcu olmam mümkün değildi.” diyerek payını yadsımayacaktı yıllar sonra Zeit Gazetesi’nde makale yazmaya başladığı vakit... Çocukluğunda antrenman, maç ve çiftlik evi arasında mekik dokuyan yetenekli oyuncu kardeşlerin hepsinin işi olduğu vakit evin arkasında tek başına duvara karşı şut çekerek tüm zamanını futbola vermekten kaçınmıyordu. O kadar çok şut çekme talimi yapıyordu ki o duvarın rengini boydan boya değiştirecek ölçüde hırpaladığını anlatıyordu yıllar sonra. Belki de ‘raket’ gibi şut çekmesinin temeli kardeşlerinin dahi yetişemediği tutkusuna eşlik eden duvarla karşılıklı futbol oynadığı bu dönemlerde atılmıştı, kim bilir... Çok küçük yaşta başta futbola olan düşkünlüğü ile beraber diğerlerinden ayrıldığı her noktada duvar onun tutkularını giderecek ve bir süre sonra da dertlerini dinleyecekti. Ne antrenman ne maç trafiği ne de kardeşleri onun futbol oynama isteğine yetebiliyordu. Bu dünyada yaşadığı farklılıkları duvara karşı yalnız başına şutlarla, konuşarak ya da sadece onu izleyerek içinde eritti. Bayern Münih altyapısına seçilir Nihayetinde köydeki çiftlik evinden Bayern Münih’in altyapısına doğru yolculuk kaçınılmaz olur. Zira savaşçı yapısı bir yana şut tekniği herkesi büyüler. Metalik mavi Passat ile babası onu haftada üç kez Bayern Münih antrenmanına taşır. Almanya U17 Milli Takımı’yla 2000 yılında oynanan Dünya Kupası sonrası ise Avustralyalı bir menajer “Aston Villa’da deneme antrenmanına katılmak ister misiniz?” diyerek kartını bırakır. Bayern Münih altyapısında milli olan oyunculara başka bakılırdı ve geleceğin Bayern kadrosuna ismini yazdırmış olarak görülürdü. Lakin diğer Bayernlilerin aksine takımıyla sözleşmesi uzatılmayan Thomas Hitzlsperger bu teklife sıcak bakar. O dönemde artık haftada 6 kez Bayern Münih altyapısında antrenmana çıkar ama bunun karşılığında ayda sadece 400 avro cep harçlığı kazanabilir. Kalsaydı muhtemelen o da yaşıtları Lahm, Schweinsteiger gibi oyuncularla beraber A takımına çıkacaktı ama yaşam onu burada başka bir yola getirdi. O dönem var olan ilk ve muhtemelen tek olarak kalacak kız arkadaşı ve yakınındaki birkaç dostu hariç ailesine bile haber vermeden bir haftalık deneme antrenmanları için Birmingham’ın yolunu tuttu. Münih’ten Birmingham’a yolculuk Thomas Hitzlsperger’i ve diğer çocukları ilk gün amatör takım hocası beton sahaya götürdü. Burada oyuncular duvara karşı şut çalışacaktı! Elbette gün sonunda hocası ona ‘Herman the German’ diyerek ‘raket’ gibi şutları olduğundan dem vurup övgüyle bahsedecekti. Bir gün sonra Aston Villa şut tekniğinden etkilendiği bu genç oyuncunun önüne sözleşmeyi koydu. Tekrardan Münih’e dönen genç yetenek durumu Bayern Münih Menajeri Uli Hoeness’e anlatınca Bavyera ekibinin efsanesi sinirden babasına patlayacaktı.”Böylesine orta sınıf bir takıma gideceksin. Real Madrid ya da Manchester United olsa neyse... Sen Bayernlisin, burada kalmalısın.” dese de 2000 yılında Hitzlsperger tasını tarağını toplayıp Birmingham’a doğru yola çıkar önüne konulan sözleşmeyi imzalamak için. Bayern Münih’in belki çok kısa bir geç kalmışlığını Aston Villa’nın Avustralyalı scoutu iyi değerlendirmişti. Babası “Bana da söylemedi ki.” diyerek özrünü iletirken yetenekli genç oyuncu kendi kararını kendisi vermiştir bile çoktan... Yıldızı parlıyor İngiltere’de her şey beklediğinden çok başka gelişti. Profesyonel takımın yedek kulübesinde dahi oturamıyor ve daha çok onların çoraplarını yerden kaldırıyor, formalarını yerlerine yerleştiriyordu. İlk yılında sadece bir kez Liverpool karşısında oyuna sonradan girer. Amatör takımda ise her hafta düzenli olarak sahadan yenik ayrılırken şutlarına övgü düzen hocası ise soyunma odasında terör estiriyordu, Thomas ise sadece susuyordu. Buraya gelmek tek başına aldığı bir karar olmakla beraber kendisine güveniyor ve zamanın geleceğini düşünüyordu. Yeni bir ülke, farklı şehir, bilmediği bir dil... Yıllar sonra kariyer zirvesinin Stuttgart’a şampiyonluğu getiren o müthiş gol mü diye sorduklarına “Hayır.” diyecektir, “Birmingham’a gidip o genç yaşta oradan çıkış yapmak, benim kariyer zirvemdir.” diyerek şampiyonluğun da ötesine koyacağı bir başarı hikâyesi başlar. 2002 yılında Aston Villa’da yaşanılan teknik direktör değişikliği sonrası yedek kulübesine kadar yükseldi. Bir Manchester United maçında 63’üncü dakikada oyuna girerek etkili şutlarından bir kısmını taraftara ve teknik adama gösterince diğer maçta ilk 11 oynama şansını elde etti. Öyle oynadı ki maçın da adamı oldu ve yükseliş bu şekilde başlamış oldu. Thomas artık çorapları toplamıyordu. Taraftarlar ne zaman top onun ayağına gelse ‘şut şut şut’ diyerek oyuncuya özel tezahüratlar dahi yapmaya başlamıştı. Almanya’ya dönüş Beş yıl boyunca Aston Villa forması altında taraftarın sevgilisi, kadronun as oyuncusu olup milli takıma seçilmeyi de başardı. Artık soru sıklıkla “Bayern’e geri dönecek misin?” olurken, o kimsenin beklemediği bir şekilde Stuttgart’a transfer olarak Bundesliga’ya geçiş yaptı. Kaptanlığa kadar yükselen Thomas Hitzlsperger, 2007 yılında Armin Veh yönetimi altında şampiyon olarak zirveye çıktı. Beş yıllık Stuttgart macerası içerisinde her şeyi yaşadı. 2006’da Dünya Kupası heyecanı yaşadı 2008’de ise Avrupa Şampiyonası Finali... Yıllar önce Danimarka’da milli takım kaptanı olarak sahaya çıktığı gün başlayan ağır sakatlıklar peşini bir daha bırakmadı. Kısa sürede Lazio, West Ham United, Wolfsburg ve Everton takımlarında boy göstererek sürekli yer değiştirmek zorunda kalması futbol oynama tutkusunu elinden aldı. Futbol için oldukça erken bir yaş olan 31 yaşında emekliliğini açıkladı. 4 ay sonra ise Almanya’nın eşcinselliğini açıklayan milli olmuş ilk yıldız futbolcusu olarak yeni bir tartışmanın gündemine oturdu. Hitzlsperger’in mesajı Eşcinsel bir futbolcunun biyografisi bu şekildedir. Diğer herhangi bir futbolcudan farkı yok. Eşcinselliğin Thomas Hitzlsperger’e göre toplumda ‘yanlış’ olan algısı ona naif bir içerik kazandırmaktır. Maço sporu olarak algılanan futbol ile eşcinsel bir insan arasında zıtlık olmadığını göstermektir. Alman oyuncu futbolun sert bir oyun olduğunu altını çizerken bu arenada eşcinsellerin de diğerlerinden farklı olmadığının altını çiziyor. Eşcinsel olan genç oyuncuların futbolun toplun algısındaki o sert imajının korkutmaması gerektiğinin altını çiziyor. Rekabetin yarattığı bu zeminde oluşan sert ortamdan eşcinsellerin de diğerleri gibi nasiplendiğini ya da biçimlendirildiğini anlatıyor. Temelde cinsel yönelim farklılığından dolayı herhangi bir ayrımcılığa uğramamış olsa da toplumda var olan eşcinsel tipolojisinin yanlışlığına karşı kendisini ortaya koymaktan çekinmiyor. “İ… gibi vurmasa” şeklinde zayıf bir şut sonrası isyan cümlesindeki eşcinsel ayrıntıyı raket gibi şutlarıyla yok ediyor. Onu Almanya içerisinde tanıyan futbolculardan başkanlara ve medya mensuplarına kadar herkes bilir ki en şaşalı döneminde dahi göz önünde olmaktan hoşnut olmaz. Bu nedenle reklam ya da başka bir unsurdan ziyade ortaya “Ben eşcinselim.” diyerek yaptığı çıkışı toplumda yeniden bir tartışmanın başlamasını hedefini güder. Eşcinsel ile heteroseksüel futbolcuların ne biyografisinde ne de saha içi karakterinde büyük farklılıklar bulunmadığını topluma göstermek ister. Bu açıklamanın etkisinin ne olacağını kestirmek güç olsa da “İ.. gibi vurmasana.” yaklaşımını şimdiden çöpe attığını rahatlıkla söyleyebiliriz zira onun şutları betonarmelerin rengini değiştirecek şiddetteydi. Orhan Uluca Profil HF113 JUSTIN FASHANU’NUN TRAJİK HİKAYESİ Her eşcinsel olduğunu açıklayan futbolcu Thomas Hitzlsperger gibi anlayışla karşılanmayabiliyor. Onlardan biri de Justin Fashanu’dan başkası değil... 19 Şubat 1961’de Nijeryalı bir avukatın oğlu olarak Londra’da doğdu. 2 Mayıs 1998’de bir garajın içerisinde elektrik kablosuyla kendisini asmış bir şekilde ölü bulundu. 37 yaşındaydı O, İngiltere’de siyahi bir futbolcu olarak bonservisine milyon barajını aştıran ilk futbolcu olmayı başarmıştı. Her şey 1980 yılında takımı Norwich City ile Liverpool’un maçının televizyondan verilmesi ile başladı. Tüm ülke onun attığı o muhteşem golü konuşuyordu ve nihayetinde 1980 yılında BBC tarafından ‘Ylın En Güzel Golü’ olarak ödüllendirilip biraz daha gündeme taşınacaktı. O sezon Fashanu 22 gol atsa da bu muhteşem vole dümeni farklı yöne doğru kırdıran etkiyi sağlayacak ve her şey çok başka olacaktı. Muhteşem golün yarattığı rüzgârın yanı sıra oynadığı harika sezon ve attığı 22 gol Brian Clough’un tarihin efsane takımlarından Notthingham Forest fırtınasına milyon pound barajını geçen ilk siyahi oyuncu olmasını sağlayacak şekilde transfer ettirdi. Yeni geldiği takımı Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonluğu unvanını koruyarak onu selamlamıştı. Yeni bir yeteneğin yeşermesi için her şey hazırdı ama beklenilen yıldız doğamadı. Menajeri eşcinsel olduğunu öğrenir Brian Clough yeni transfer ettiği genç yeteneğin Nothingham’ın gay barlarında dolaştığı bilgisini edinir. Eşcinsel olduğunu öğrendiği anda onu takımdan uzaklaştırır. Öyle olur ki antrenmandan da aforoz etmesine rağmen rezerve takımıyla antrenmana çıkan oyuncusunu polis zoruyla saha dışına attırır. Ona tüm takımın önünde “Seni lanet i..! “ diye çıkışacak kadar cahildir bu konularda. Yıllar sonra başarılarıyla efsane olmuş teknik adam otobiyografisinde onun seksüel hayatını sorguladığını yanlış bulmaz ama bunu daha özel bir alanda yapmam gerekirdi diye de günah çıkartır. Tüm bu kaosun ortasında oynadığı 32 karşılaşmada sadece 3 gol atabilmiştir.Artık Fashanu için Notthingham serüveni sona ermiş ve sürekli şehir, lig ve hatta ülke değiştireceği yeni dönemi başlamıştır. Fashanu’nun büyük hatası 1982’de Notthingham’dan ayrıldıktan sonra 16 farklı kulüpte daha oynar sonraki 15 yıl içerisinde. Amerika ve Kanada’da futbolculuğun yanı sıra gay bar işletmeciliğine de soyunur. 1983’de geçirdiği ağır diz ameliyatı onu kariyerinin sonuna kadar rahatsız eder. Kırılma anı ise bu 15 yılın tam da ortasına tekabül eden 1990 yılıdır. The Sun, oyuncuya eşcinsel olduğunu açıklaması için 80 bin pound önerir. Fashanu şöyle düşünür: Bu olabilecek en rezil gazeteye açıklayıp konuştuktan sonra söylenilecek olan her şey söylenir ve ben de artık huzura kavuşurum. Büyük bir hatadır bu. Fırtına kopmuştur artık. Onun üzerinden pek çok futbolcu ‘eşcinsel’ olarak yargılanır. En yakın arkadaşları onu terk eder. İngiltere’de hiç bir takım onu transfer etmek istemez artık. Beyazlar bir yana siyahlar da onu ‘hain’ olarak damgalar. Bizzat ayrımcılığa maruz kalmış olup dışlanmanın nasıl bir duygu olduğunu çok iyi bilen renktaşları dahi ona karşı diğerlerinin yanında saf tutar. Kardeşi daha fazlasını teklif eder The Sun ona eşcinsel olduğunu açıklaması adına, aynı anne-baba’dan olma İngiliz bir ailenin evlat edindiği kardeşi John da eşcinsel olarak algılanma riskine karşılık ona TheSun’un verdiği aynı para olan 80 bin poundu açıklama yapmamasını için teklif eder lakin Fashanu’yu ikna edemez. Sürpriz olmayan sonuç ise “Benim eşcinsel bir kardeşim olamaz.” diyerek belki de en büyük darbeyi vuranlar arasına kardeşi de girer. Üç yıl boyunca birinci lig takımlarında forma giyemez ve tekrardan yüksek klasmana çıkmasını sağlayan transferi ise taraftarlarının ırkçı yaklaşımlarıyla nam salmış İskoç kulübü Heart of Midlothian gerçekleştirir. Kulübün taraftarları yönetime yazdığı mektupta şu satırlara yer verirler: Biz paramızın Fashanu nedeniyle kapalı duş kabinleri yapılsın diye ziyan olmasını istemiyoruz ... Tepkiler artınca burada da fazla barınamaz. Tacizle yargılanır Her yerde gündemdedir. The People, oyuncunun kendilerine gelip iki milletvekili ile ilişkisi yaşadığını ve 300 bin pound karşılığı bu ilişkiyi açıklamayı teklif ettiğini iddia eder. Kardeşi tüm bu süreç içerisinde o kadar çok şey yazılıp çizildi ki artık yalan ve doğru birbirlerinin içerisine geçmişti diye özetler. Sonunda bu kaosun estirdiği rüzgâra dayanamaz ve ABD’ye göç eder. Marryland’da Ellicot City genç takımının başına geçer. Burada 17 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ettiği gerekçesi ile hakkında soruşturma açılır ve o da annesinin kızlık soyadını kullanıp İngiltere’ye geri döner. Kısa süre sonra bu haber ülkesinde biraz da abartılı bir şekilde yankı uyandırır. Olay tecavüzden ziyade taciz ile ilintilidir ve ikinci dereceden tecavüz suçlaması ile yargılanmaktadır ve fakat delil yetersizliği ile çoktan kapanmasına rağmen ‘aranıyor’ damgasını yer. Sokağa çıkamaz, evinde saatlerce oturup şu mektubu yazar. “Eğer bu notu okuyorsanız ben bu yaşamın içerisinde değilim demektir.Eşcinselliğini açıklamış bir şekilde yaşam sürmek çok zor. Ben o çocuğa tecavüz etmedim. İkimiz de istedik ve beraber olduk ve fakat sonrasında benden para istedi. Vermeyince de ‘bekle sen o zaman’ diyerek çekip gitti. Peki durum buysa neden kaçtım diyorsanız eğer.. Eşcinsel kimliğimden dolayı adil bir şekilde yargılanamayacağımı düşündüm ve siz de panik halinde insanların nasıl hareket ettiğini az çok bilirsiniz... Arkadaşlarıma ve aileme daha fazla zarar vermemek için ölmeyi tercih ediyorum.” ...Ve 2 Mayıs 1998 yılında elektrik kabloları ile kendisini asarak yaşamına son verir. Orhan Uluca Profil HF113 CORNY LITTMANN: SORUN TARAFTAR DEĞİL Yedi yıl içerisinde St.Pauli’yi dipten zirveye çıkaran Almanya’nın ilk eşcinsel kulüp başkanı Corny Littmann’ın yaşamı ve eşcinsellik üzerine düşünceleri okunmaya değer. 1952 Münster doğumlu Corny Littmann, 70’li yıllarda üniversitede okuduğu psikoloji bölümünü yarıda bırakarak eşcinsel bir tiyatro grubuyla tüm Almanya’yı dolaşır. Zirvede iken bırakır. 80’lerde ise Almanya’yı kasıp kavuran Schmidts Mitternachtsshow (Schmidt’in gece yarısı şovu) ile Almanya’daki popülerliğini artırır. Bu program dolayısıyla çeşitli ödüller kazanır, müzikaller yönetir, tiyatrolar kurar, barlar açar ve filmler çeker. St.Pauli’nin bu tanınmış eşcinseli, kulübe bağlılığını da şu sözlerle anlatır: St. Pauli’yi partnerimden çok seviyorum. Onu aldattığım olmuştur ama St. Pauli’yi asla. St.Pauli’yi kurtaran eşcinsel başkan 25 Şubat 2003 tarihinde genel kurulun oylarıyla 25 yıldır tribünden desteklediği kulübe eşcinsel tiyatro yöneticisi Corny Littmann başkan seçilir. 70’lerin sonunda başlayan homofobiye karşı savaşı bugüne kadar sürdüren Corny Littmann’ın cinsel kimliği yaklaşık 40 yıldır Almanya içerisinde bilinir. Politikaya da atılmış ve eşcinseller için gerekli reformların yapılması adına yıllarca savaşarak mücadeleyi her alanda başarıyla gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. St.Pauli’ye başkan olduğu vakit pek çokları ‘kulübün yeni maskotu’ olarak görür ama o inanılmazı başarır. Bild’in başkan olduğu gün ‘Tuntenprasident’ diyerek aşağılamaya çalıştığı Littmannen, hafif tabirle mucizeyi gerçekleştirir. Diplerde aldığı kulübü sayısız yaratıcı organizasyon sonucu borç batağından düzlüğe çıkarıp iki lig birden atlatarak borçsuz bir şekilde birinci Bundesliga’ya getirerek 2010 yılında başkanlık görevinden istifa eder. 7 yıllık sürecin eşcinsel başkana taktığı sıfat açık ve nettir: Kurtarıcı. 2010 yılında bırakma sebebi ekonomik açıdan güçlendirip stadın pek çok kısmını yenileyip birinci Bundesliga’ya getirdikten sonra daha başka geliştirecek bir ayrıntı bulamamasıdır. Uçlarda yaşadığı için seveni kadar nefret edeni vardır ama bir şey açık ve net olarak ortadadır: Almanya’da hiçbir insan eşcinselliğini basın önünde Corny Littmann rahatlığında yaşamamıştır. Bu tavır bazen onu kibirli yapsa da dünyaya karşı eşcinsel kimliğiyle alttan alacak ortam yoktur ona göre. Almanya’da homofobiye karşı en büyük mücadeleyi vermiş ve pek çok kez Nazi örgütlerinin hedefi haline gelmiş olan Corny Littmann futbol dünyasında eşcinsellerin yaşadığı problemleri de dile getirerek bu konuda öncü olmuştur. Biz de bu önemli şahsiyetin bu konudaki fikirlerine merceği yaklaştırdık. CORNY LITTMANN NE DÜŞÜNÜYOR? “Kimliğinizi açıklamayın” Hamburg’un içerisinde bir banliyö semti olan St. Pauli her türlü marjinal karakterin yaşamasına olanak veren dünya üzerindeki hoşgörüsü en yüksek insan grubunu içerisinde barındırır. Dolayısıyla burada eşcinsel başkan ya da futbolcu olmak ile Almanya ya da başka bir ülke içerisinde bu kimlikleri taşımanın farklılığının bilincindedir. Bu yüzden aktif futbol hayatına devam eden eşcinsellere “Kimliğinizi açıklamayın, yaşanacak olanları kaldıramayabilirsiniz.” uyarısını yapmak zorunda kalır. Ona göre sahada en fazla sarı kart alanın, gay fıkralarına en çok gülenin eşcinsel olma ihtimali diğerlerine göre daha fazladır zira yaşamı boyunca kimliğini reddetmek zorunda kalan insanların bu konulardaki reaksiyonu diğerlerinden daha abartılı olacaktır. “Eşcinseller günün her saati korkuyla yaşıyor” Almanya’da aktif futbol hayatını sürdüren pek çok eşcinsel futbolcu tanıdığını söyleyen eski St.Pauli başkanı bu insanların en ufak bir ayrıntıda yakalanma korkusu yaşadığını belirtiyor. Kendilerini günün her anı inkâr edip kimliğini gizleme çabasıyla 24 saat geçirmek zorunda kalmalarının büyük bir enerji kaybı yaşattığını dile getiren Littmann nihayetinde diğerlerine göre beş kat daha zorlu bir yaşam içerisinde futbol oynadıklarının altını çiziyor. Thomas Hitzlsperger’in ardından daha başka itirafların da geleceğini düşünen Corny Littmann eski milli oyuncunun kendisinden sonra gelenlerin işini kolaylaştırdığını düşünüyor. “Sorun taraftarlar değil” Eşcinsel bir başkan olarak Rostock hariç gittiği yerde rakip taraftarlardan saygı gördüğünü belirten Corny Littmann, futbolcunun korkusunun altında yatan her gün beraber olduğu insanların gereken toleransa sahip olmadığını düşünmeleri olduğunu söylüyor. Eşcinsellerin asıl probleminin sanılanın aksine taraftardan ziyade beraber oynadıkları meslektaşları ve başkanları olduğunu dile getiren Littmann, “Başkan, teknik direktör ve oyuncuların eşcinsel bir insanın neler yaşadıkları hakkında en ufak bir fikri yok. Asıl tehlike burada.” diyerek bu meslek grubundaki insanların bu konuda profesyonel yardıma tabii tutulmasını istiyor. Farklı cinsel tercihi olanların yaşamını zorlaştıracak ya da kolaylaştıracak olan aktörlerin daha çok beraber vakit geçirdiği insanlar olduğunu belirtiyor. Profesyonel sporcular içerisinde oyuncularınetnik kimliği, dini inancı ya da politik görüşleri nasıl farklıysa cinsel tercihleri açısından da çeşitlilik olmasının sorun teşkil etmemesi gerektiğini düşünen Corny Littmann, kumar tutkusu olan herhangi bir oyuncunun eşcinsel olan insandan çok daha ‘normal’ olarak algılanmasının adil olmadığını vurgulayarak medyanın bu konuları daha fazla gündemde tutarak doğru algının zaman içerisinde oluşacağını düşünüyor. Büyüteç Oğuz Öztürk HF113 TAM BiR JOKER Eskişehirspor’da dört yıl içinde 5 bölgede görev yapan Veysel Sarı, tam bir joker futbolcu haline geldi. Bu durum, sözleşmesinin son aylarında olan oyuncuyu İstanbul takımları için cazip hale getiriyor. Veysel Sarı, 2008 yılında Galatasaray’ın arka bahçesi olan Beylerbeyi’nde forma giymeye başladığında Eskişehirspor’u hiç düşünmemişti bile. Ta ki o dönemin Beylerbeyi Başkanı Sinan Vardar’ın Veysel Sarı’yı Rıza Çalımbay’a önerdiği güne kadar... 2009/10 sezonunda Eskişehirspor’a gelen Veysel Sarı, aynı sezon Eskişehirspor’un Frank Rijkaard’ın Galatasaray’ını 2-1 yendiği maçta ‘kankası’ Alper Potuk’un yerine oyuna girdi ve bir anda 90 dakika oyuncusu oldu. 2011-2012 sezonunda 3 bin dakikanın üzerine çıkan Veysel, orta sahada Alper Potuk ile beraber uyumlu görüntüsünün yanında birden fazla bölgede görev yapması sebebiyle ‘joker’ olarak anılmaya başlandı. Veysel, geçen sezon da 2 bin dakikanın üzerine çıkmayı başardı ve takımın değişmezlerinden oldu. 2013/14 sezonuna yönetim değişikliği ile giren Eskişehirspor, sezon başında kadroyu koruma kararı aldı ve bu yönde adımlar attı. Veysel Sarı da kalması istenen futbolculardan biriydi ancak 30 Haziran 2014 tarihinde bitecek olan sözleşmesi pek hesaba katılmadı. Sezona, sözleşmesine son bir sene kalan oyuncular arasında giren Veysel, devre arasının yaklaşması ile beraber transfer haberlerinin de baş kahramanlarından oldu. Beşiktaş Sportif Direktörü Önder Özen’in canlı yayında Veysel’in Beşiktaşlı olduğunu söylemesi, oyuncunun İstanbul’a gitme hevesini bir kez daha gündeme getirdi. Akabinde Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray ve hatta Kasımpaşa’nın bile Veysel Sarı ile ilgilenmeye başladığı yazıldı. 16 yaşında İstanbul Tophane’de diz kapağından vurulan ve bu olaydan sonra futbola daha çok sarılan Veysel Sarı, şimdilerde gelecek sezon ne yapacağı en çok merak edilen oyunculardan bir tanesi. Veysel Sarı’yı çekici kılan... Eskişehirspor’da sözleşmesinin biteceği tarih olan Haziran 2014’e kadar kadro dışı kaldığı ifade edilen Veysel Sarı, forma giydiği maçlarda birçok bölgede görev alması sebebiyle ve enerjik futbolcu profili sayesinde sıkça göz önüne gelmeyi başardı. Veysel Sarı, Beyoğlu Yeniçarşı’da futbol oynarken Metin Kurt ile çalışma fırsatını elde etti. Bu dönemlerde daha çok tekniğini kullanmayı seven Veysel, Metin Kurt’ın ‘Senden olsa olsa stoper olur’ demesi ile bu bölgeye geçti. Ardından ön libero ve orta sahada da oynadı. Verdiği bir röportajda “Topu kesmek, uzaklaştırmak veya geriden oyun kurmak bana zevkli geldi.” diyen Veysel, hücum oynamasının da verdiği avantajları bu bölge ile birleştirerek hemen göz önünde olmayı başarmıştı. Veysel Sarı’nın bu özelliğini o dönem Eskişehirspor’un başında bulunan Rıza Çalımbay’ın da fark etmesi uzun sürmedi ve Veysel’e, “Teknik adamlar joker oyuncuları sever. Çünkü aksayan her bölgede bu tip oyuncuları kullanabiliriz.” diyerek niyetini de belli etmişti. Dışarıdan bakıldığında da topu iyi kullandığı gözlenen Veysel, hava hâkimiyetini de geliştirdi hırslı bir oyuncuya dönüştü. Fiziksel olarak da gücünü her geçen gün arttırdı. Pozisyon almakta ve hızlı düşünmekte eksikleri olduğunu kendisi de kabul eden Veysel, zamanla bunları da aşmayı başardı. Veysel bu durumunu ise “Bir oyuncu 7-8 sene amatör kümede oynayıp birdenbire profesyonel olduğunda bazı eksikleri doğal olarak ortaya çıkıyor.” sözleri ile anlatmıştı. Kendisinin belirttiği bu eksiğinin dışında asist yapma ve bek oynadığı anda orta açma gibi sıkıntıları da bulunuyor ancak düzeltmek için bolca zamanı var... Veysel Sarı’nın joker tipi bir oyuncu profilinde olması, kendisini Beşiktaş için de Galatasaray için de Fenerbahçe için de cazip hale getiriyor. Galatasaray teknik direktörü Roberto Mancini’nin üçlü defans ve kalabalık orta saha sisteminde sırıtmadan oynayabilecek olan Veysel Sarı, Beşiktaş’ın yaşadığı düşünülen sağ bek sıkıntısı için de doğru bir seçim olabilir. Veysel’in katıldığı bir televizyon programında idolünün Federico Guinti, en sevdiği golcünün Pascal Nouma, en beğendiği kalecinin Ivan Cordoba ve teknik adam idolünün ise Mircea Lucescu olduğunu söylemesi düşünülürse, oyuncu açısından Beşiktaş’ın bir adım önde olduğu düşünülebilir. Fenerbahçe teknik direktörü Ersun Yanal’ın enerjik, yorulmak nedir bilmeyen takımı içinde de rahatlıkla görev alabilecek bir alternatif olması, Veysel Sarı’yı Fenerbahçe için de çekici kılabiliyor. Abdullah Avcı döneminde ilk kez Letonya maçında milli olan 88 doğumlu Veysel Sarı, ara transfer döneminde transfer gerçekleştiremezse büyük ihtimal sezonu kadro dışı olarak tamamlayacak. Hal böyle olunca transferi yaz ayına kalacak olan Veysel, bireysel olarak çalışmalarını mutlaka sürdürmek zorunda. 2014 yılı ile beraber Veysel’in İstanbul’a transferi halinde Türk futbolunun iyi bir joker futbolcu kazanacağının altını çizmek gerekiyor. Kaan Koç Unutulmaz HF113 UNUTULAN TANRI 50 yıl sonra Gareth Bale unutulacak desem ne düşünürdünüz? Trajikomik ama Bale’den daha rekortmen ve çok daha iyi bir efsane unutuldu... Ekonomik şartlar eşit değerlendirildiğinde tarihin hala en pahalı transferi sayılan, lakabı “Futbolun Tanrısı” olan, formasını giydiği Milan’la 3 lig şampiyonluğu yaşayan ve birçok dünya yıldızının cirit attığı 50’li yıllarda açık ara “en iyi” gösterilen bir adamın hikayesini anlatacağız... “İşte dünya şampiyonu!” 16 Temmuz 1950 günü her şey turnuvaya ev sahipliği yapan Brezilya lehineydi; Estádio do Maracanã tribünlerinde yaklaşık 200.000 coşkulu insan, daha maç başlamadan “kaybeden takım” gömleğini üstünde gören Uruguay halkı ve ürkütücü bir hücum gücüyle Brezilya... Uruguaylılar hariç, o gün oradaki herkes zaten kendilerinin olan Dünya Kupası’nı kaldırmak için hakem George Reader’ın bitiş düdüğünü bekliyordu. Santra önemsizdi çünkü ülke gazetelerinden O Mundo bile, maç günü erken baskısında milli takım oyuncularının fotoğrafını koyup üstüne “İşte Dünya Şampiyonu” yazmış ve kazananı ilan etmişti. Maçtan önce bir Rocky sahnesi çekiliyordu sanki Uruguay soyunma odasında; kaptan Obdulio Varela, O Mundo’nun bir sürü kopyasını alıp beton zemine saçmış ve takım arkadaşlarına söylenebilecek tek cümlenin manşette yazıldığını göstermişti; “İşte Dünya Şampiyonu” Brezilya... Teknik direktör Juan Lopez girdi sonra içeri; “savunma” diyordu Lopez, “Brezilyalılara karşı tek şansımız var, o da iyi kapanmak ve savunma disiplininden kopmamak!” Daha önce İspanya ve İsveç gibi takımları ağır üstünlük kurarak geride bırakan Brezilya’ya karşı Lopez’in bu önerisi takımın aklına yatmıştı, başka bir çözüm yolu da görünmüyordu ufukta. Ama kaptan Varela, Juan Lopez soyunma odasından çıktıktan sonra tekrar seslendi takım arkadaşlarına: -Juancito iyi bir adam, ama bugün, onun söylediklerini unutun. Eğer Brezilya’ya karşı savunma yaparsak, kaderimiz İspanya ya da İsveç’ten farklı olmaz! Taraftarlar, basın ve bu odanın dışında bulunan dünyadaki herkes bizi bugünün kaybedeni ilan etti şimdiden... Ama unuttukları bir şey var; bugün bu finali dışarıdakiler değil biz oynayacağız! Hadi işimizi yapalım! Final grubunda yer alan 4 takımdan ilk ikisi sahaya çıkarken arkalarında bıraktığı tablo futbol istatistikçileri açısından ibretlikti; Brezilya, İspanya’yı 6-1 İsveç’i ise 7-1’lik sonuçlarla ezip geçerken, Uruguay, İspanya karşısında 2-1’den 2-2’lik beraberliği zor yakalamış, İsveç’i ise maçın bitimine birkaç dakika kala attığı golle zar zor 3-2 mağlup etmişti. Kısacası maç öncesi görünürde elinde tek bir şey vardı Uruguay’ın; Varela’nın söylediği cümle... Varela cesur bir adamdı ama sürpriz bir şey yoktu haber değeri olmayan maçta; 1-0 Brezilya üstünlüğüyle giriliyordu 66. dakikaya fakat o an 200.000 artı 11 kişinin kalp çatalına bir top takıldı; 1-1. Uruguay, bu beklenmedik golle ivmeyi de arkasına alıp 1950 Dünya Kupası’nı avuçlarına aldı. 2-1 biten maçın kaderini çizen adam ilk golün sahibi ikinci golün yaratıcısı olan “Futbolun Tanrısı”ydı... Tüm dünyayı terse yatıran ve Varela’yı tarih sayfalarına mahcup etmeyen bir efsane çıkmıştı meydana ve tek bir kelimeyle özetlenir hale getirmişti her şeyi; Maracanazo. Yani Maracana’da Brezilya Milli Takımı ya da Flamengo, Vasco da Gama, Fluminense ve Botafogo’ya karşı oynayıp tahmin edilemez bir galibiyet alan “küçük” takımların zaferi... “Zengin değilim...” Uruguay kalecisi Roque Maspoli, “bütün statta tek çıt çıkmıyordu” diyordu ilk golden sonra gördüklerini anlatırken; “ve biliyorduk ki, Brezilya kaybetme korkusunu iliklerinde hissediyordu.” İtalyan bir anne ve Paraguaylı bir babanın oğlu olan Futbol’un Tanrısı ise yıllar sonra, ölmeden birkaç yıl önce tam 22 Kasım 2002’de şu cümleyi söylüyordu o günle ilgili; “Daha önce oynadığımız hazırlık maçlarında bile bize en az 3-4 fark atıyorlardı ama o gün Tanrı, Brezilya’nın bizi yenmesini istemedi.” 28 Temmuz 1925’te doğan ve Montevideo’nun mühim takımlarından Penarol’de denemeye çağrılmadan önce bir ekmek fırını ve alüminyum fabrikalarında çalışan o efsanenin adı bu aralar Uruguay dışında pek bilinmiyor. Ama bir gerçek var ki, o adam “İçe kat eden forvet nasıl oynamalı?” adlı en kusursuz tezin yazarı hala. Tarih kitaplarının en kalın harfli gollerini atması tesadüf değil bu yüzden. Attığı bir başka gol yine sonsuza dek kayıtlardan göz kırpacak mesela. Otoriteler tarafından “gelmiş geçmiş en iyi maç” sayılan 1954 Dünya Kupası Yarı Final karşılaşmasında, uzatma dakikalarında Macaristan’a elenen Uruguay’ın 2 golünden birinde yine onun kramponu inlemişti. 1950’de kupayı nerdeyse tek başına kaldıran efsane için o sıralar birçok sansasyonel takım rekor transfer tekliflerinde bulunmuştu takımı Penarol’e. Roma yarım milyon pesoluk teklifle gelmiş, Juve ise o adamı transfer etmesi için Montevideo şehrine Fiat’ın patronu Gianni Agnelli’yi yollamıştı. Fakat o yıllarda transfer gerçekleşmedi çünkü kulübü Penarol onu bırakmak istemiyordu henüz. Ama 1954’teki kupadan sonra artık Penarol’ün yapacağı bir şey kalmamıştı elde; Milan, Uruguay kulübünün kapısını o zamanın rekor parasıyla tıklattı: 72.000 pound. İtalyan kulübü ayrıca oyuncunun cebine de 23.000 pound koyup Milano’ya götürdü onu. 1954’te dünya futbol tarihinin rekor fiyatlarından birine imza atarak Milan’a transfer olan ve oradayken vatandaşlık alıp İtalya Milli Takımı’nda da oynayan Uruguaylı, 1960’da Roma’ya transfer oldu ve 2 yıl sonra ülkesine dönüp Penarol ve Uruguay Milli Takım’ında 1’er yıl teknik direktörlük yaptı... Futbol’un Tanrısı, 2006 Dünya Kupası’nın açılışını yapacaktı fakat turnuvadan 4 yıl önce, 77 yaşında formasını çıkartıp askıya astı ve aramızdan ayrıldı. “Zengin değilim” diyordu Tanrı Juan Alberto Schiaffino, “ama fakir de sayılmam.” Düşünüyorum; bu cümlesiyle yalnızca “parayı” mı kast ediyordu acaba?.. Banik Ostrava Fırat Topal HF113 Demir Perde’nin UnutulmuşEfsaneleri Efsaneleri#10 #6 Unutulmuş BANIK OSTRAVA 113 sayıya yayılmış olan Demir Perde serisini Çekoslovakya’da 70’li ve 80’li yıllarda fırtına gibi esmiş Banik Ostrava ile bitiriyoruz. Demir Perde serisinde bugüne kadar Dinamo Tiflis (Sovyetler Birliği), Slaven Bratislava (Çekoslovakya), Magdeburg (Doğu Almanya), Torpedo Moskova (Sovyetler Birliği), Ferencvaros (Macaristan), Kızılyıldız (Yugoslavya), CSKA Sofya (Bulgaristan), Dinamo Zagreb (Yugoslavya) ve Gornik Zarbze (Polonya) takımlarını inceledik. Aslında Dinamo Kiev ve Steaua Bükreş de bu serinin bir parçası olabilirlerdi ama bu iki takım pek unutulmuş değiller ve özellikle demir perdenin yıkılmasının ardından kendi liglerinde şampiyonluklarına devam ettikleri gibi Avrupa’da da önemli başarılar elde ettikleri dönemler oldu. Seriyi Çekoslovakya’nın, daha önce girmediğimiz Çek tarafı ile kapatıyoruz. Bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin en doğusundaki kent Ostrava’nın 70’lerin sonu, 80’lerin başı, hem içeride hem dışarıda büyük sansasyon yaratan takımı Banik Ostrava ile. Kuruluş ve yükseliş Banik Ostrava, 1922 yılında bir grup madenci tarafından SK Slezská Ostrava adıyla kuruldu. Kurulduktan sonraki 10 yıl boyunca, öyle maddi imkansızlıklarla uğraştılar ki, takımın maçlarını oynayacağı stadyumun yapımında, kuruluşta da büyük rol oynayan madenciler bizzat gelip çalışmışlar ve mesailerinden arta kalan zamanlarda, bir süre sonra oturacakları tribünleri kendi elleriyle inşa etmişlerdir. Takım alt liglerde bir süre mücadele ettikten sonra ilk kez 1934’te Moravya-Silesya Ligi’ne yükseldi. Üç yıl sonra da bu ligde zirveye çıkarak Çekoslovakya futbolunun en üst kademesine yükselmeyi başardılar. Kurulduktan sonraki 15 yıl içinde 4 lig alttan başladıkları yolculuk, hedefledikleri noktaya ulaşmaları ile taçlanmıştı. Çekoslovakya futbolu o sırada Prag’ın iki takımı Slavia ve Sparta tarafından adeta tam bir hakimiyet altına alınmıştı. Öyle ki, 1928-1948 arasında geçen 20 yılda Slavia ve Sparta dışında şampiyon olan bir takım çıkmamıştı. Banik bu dönemde iki kez bir alt lige düşüp dönerken 1954’te ilk büyük başarısını elde ederek, şampiyon Sparta Prag’ın ardından ligi 2. sırada bitirdi. Bu sırada isimlerini Banik Ostrava olarak, bugünkü haline değiştirmişlerdi. 1959’da, bugün hala maçlarını oynadıkları Bazaly Stadyumu’na geçtikten sonra 1965/66 sezonunda bir kez daha 2. lig macerası yaşadılar ama dönmeleri hiç 1 sezondan fazla sürmüyordu. 1970’ler ise onların altın yıllarının başlangıcı olacaktı. Altın dönem Banik Ostrava, 1973’te kulüp tarihinin ilk üst düzey kupasını kazandı ve Çekoslovakya Kupası’nı müzesine götürdü. O zamanlar Slovak ve Çek bölgelerinden finale kalan iki takım finali oynuyor ve şampiyonu belirliyordu. Banik, finalde Kosice’yi 2 maç sonunda mağlup ederek kupayı kazandı. 1973/74’te Avrupa Kupa Galipleri Kupası, 1974/75’te de UEFA Kupası’na katılan Banik Ostrava her iki macerasında da kupayı daha sonra şampiyon olarak bitirecek FC Magdeburg ve Borussia Mönchengladbach’a elenmiştir. Avrupa’daki bu başarılara rağmen takım 1974/75 sezonunda ligi 13. sırada bitirdi ve küme düşmekten averajla kurtuldu. Efsane Sparta Prag ise 2. ligin yolunu tutmuştu. Kimse onlardan bir sene sonra büyük bir performans beklemiyodu ama kaderi değiştiren Skoda Plzen (bugünkü Viktoria Plzen) ile yaptıkları hoca değişimi oldu. Plzen’in hocası Jiří Rubáš, Banik’in başına geçerken, Banik hocası Tomáš Pospíchal, Plzen kentinin yolunu tuttu. Bu değişiklik ligin ikinci yarısında büyük bir etki yaptı ve takım, kulüp tarihinin ilk şampiyonluğunu elde etti. Ne tesadüf ki, ligin son haftasına lider Slavia Prag’ın 1 puan arkasında girerek, eski hocası Pospichal’ın takımı Skoda Plzen’le oynamak için Plzen’in yolunu tutan Ostravalılar orada 1-0 kazanmıştı. Slavia ise şampiyonluk şansı bulunan, 3. sıradaki Slovan Bratislava’ya 1-0 kaybedince şampiyonluğa ulaşmıştı. Bu şampiyonlukta kaleci Pavol Michalík, defans oyuncuları Libor Radimec, Rostislav Vojáček ve Zdeněk Rygel, orta sahanın beyni Zdeněk Šreiner ile forvet Verner Lička’nın büyük payı vardır ki bu oyuncuların tümü, 1970’lerin başlarından, 1980’lerin ortalarına kadar aralıksız Banik forması giymişlerdir. Bu kadroyu alıp Çekoslovakya’nın yenilmez armadası yapan isim ise nev-i şahsına münhasır kişilik Evžen Hadamczik’tir Bir Çek devrimcisi Evžen Hadamczik Hadamczik, 22 yaşında geçirdiği ciddi sakatlık sebebiyle futbolu bırakmak zorunda kaldı. Bu yüzden daha 24 yaşında teknik direktörlük kariyerine başlamıştı. 30’lu yaşlarının başında göreve geldiği Ostroj Opava takımında 7 yıl çalıştı. Banik’i tarihinin ilk şampiyonluğuna götüren hoca Jiří Rubáš, ligdeki kötü gidiş sebebiyle aralık 1977’de görevi bırakınca, Hadamczik 38 yaşındayken onun koltuğunu devraldı. İlk 6 ayını takımı toparlamakla geçiren Hadamczik Mayıs ayında kulübe ikinci federasyon kupasını kazandırdı. İzleyen yıl yaşadıkları hüsran ise büyüktü. Ligde son ana kadar şampiyonluk mücadelesi yapan, kupada finale kalan, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda da Sporting Lizbon, Shamrock Rovers, FC Magdeburg takımlarını eleyerek yarı finale gelen Banik Ostrava 1 ay içerisinde eli boş biçimde sezonu bitirdi. Ligi averajla Dukla Prag’a kaptırırken, kupa finalini Lokomotiva Kosice’ye kaybeden kulüp, Avrupa’da da Fortuna Düsseldorf’un onları kupa dışına etmesiyle sezonu kupasız kapattı. Ama bu yıkım onların yeniden ayağa kalkmaları için bir sınavdı adeta. 1979/80 ve 1980/81 sezonları Banik Ostrava’nın hanedan yıllarıydı. Takım ligde üstüste şampiyonluk yaşarken Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda da çeyrek final oynamış ve Bayern Münih tarafından saf dışı edilebilmişti. 1970’lerin ortalarında kurulan kadronun orta sahasına eklenen Petr Němec ve Çek futbolunun yıldızlarından olacak, henüz 20 yaşındaki golcü Václav Daněk bu başarıda büyük paya sahipti. Bu çizgiyi 1981/82 ve 1982/83’te gelen 2 lig ikinciliği izledi. Bu sürede takım kendi evinde üstüste 74 maç kaybetmeyerek bir Çek rekorunun altına imza atmıştı ki, bu rekor bugün hala kırılamamıştır. 1983’te gelen ikinciliğin ardından, o sırada Çekoslovakya Olimpik Milli Takımı’nın da teknik direktörlüğünü yapan Hadamczik görevden ayrıldı. Takım Çek futbolunun zirvesinden aşağı inerken, Hadamczik’in yarattığı efsanenin sonu çok acı oldu. 1984 yılında, Hadamczik’in evinin garajına girenler, 44 yaşındaki teknik adamı kendini Verner Lička Evžen Hadamczik asmış halde buldular. Yoğun iş stresi ve uğraştığı hastalığı onu intihara götürmüştü. Kulüp bir daha o dönemdeki şöhrete yaklaşamayacaktı bile. Banik Ostrava 1991’de Çekoslovakya Kupası’nı bir kez daha kazandı ve bu, ülke bölünene kadar müzelerine koydukları son kupa oldu. Çek Cumhuriyeti döneminde, 2003/04 sezonunda Marek Heinz’ın gol krallığıyla taçlandırdığı şampiyonluk ve 1 sezon sonra kazandıkları kupa, onlar için modern dönemin tek başarıları olarak kaldı. Geçen sezon Milan Baros’un gelişi ile kümede kalmayı başaran takım, bu sezon küme düşme hattında ve geçmişine bakıp özlem duymaktan başka çaresi yok.
Benzer belgeler
Anti Homophobika - hej-berlin
Benim tüm mücadelem işimi geri almak üzere
savaşmakla başladı. Sürecin sonunda geldiğim yer
çok başka olsa da hayatımı devam ettirmek için iş
sahibi olma mücadelesiydi bu. İtirazlar, dilekçeler,
ya...