La`lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı Rûh
Transkript
La`lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı Rûh
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 BİR İNTİHÂB-I MESNEVÎ ÖRNEĞİ: LA’LÎZÂDE ABDÜLBÂKÎ VE GIDÂ-YI RÛH ADLI ESERİ An Example of Intihâb-ı Mathnawi: La’lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı Rûh (Food of Soul) Muhammet ÖZDEMİR∗ ÖZET Gıdâ-yı Rûh 18. yüzyılda dini, tasavvufî, ahlaki konularda manzum-mensur olarak yazılmış edebi didaktik bir eserdir. Eser 21’i Mesnevî-i Şerîf’ten olmak üzere 48’i farklı tasavvufi eserden derlenen 72 adet mensur hikaye ve Mesnevî-i Şerîf’ten derlenmiş 477 beyitten oluşmaktadır. Yirmi beş bin beyti aşkın bir eser olan Mesnevî-i Şerif’in tamamının tercüme ve şerh edilmesi zor olduğu için aralarında ilgi olan beyitler mutasavvıflarca öncelik sırasına göre derlenmiş ve müridlerin istifadesine sunulmuştur. Gıdâ-yı Rûh da bu şekilde oluşturulmuş bir intihâb-ı mesnevî örneğidir. Bu çalışmada La’lizâde Abdülbâkî’nin hayatı hakkında bilgi verilerek, Gıdâ-yı Rûh’un tanıtımı yapılacak, eserde işlenen konulara göre Mesnevi’nin muhtelif ciltlerinden derlenen beyitler tespit edilecek ve müellifin eseri oluştururken izlediği usûl değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: intihab, La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, tasavvuf, Mesnevî. ABSTRACT Gıdâ-yı Rûh (Food of Soul) is a literary and didactic work that has been written in verse and prose in 18th century. It’s based on religious, mistic and moral issues. The work includes 72 prose stories and 477 couplets. 21 of these stories selected from Mathnawi and the couplets related to these stories. The other 48 stories compiled from different mistical works. Mathnawi-i Sharif is a work composed of more than twenty five thousands couplets. Because of it’s difficult to be translated and commented all work, the couplets related to each other ――――――――― ∗ Arş. Gör., Ordu Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 73 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği has been compiled in order of priority and importance by sufis. Gıdâ-yı Rûh is an example of election of mathnawi (intihâb-ı mesnevî) written in that way. The purpose of this study is to give information about La’lîzâde Abdülbâkî’s life, introduce the Gıdâ-yı Rûh by indicating the couplets which compiled from Masnavi’s various volumes and evaluate the methods followed by author in writing the work. Key Words: selecting, La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh (Food of Soul), Sufism, Mathnawi. GİRİŞ Mesnevi içerik ve tahkiye metodu bakımından güçlü bir eser olması sebebiyle İslami, tasavvufî, felsefi ve edebi boyutunun zenginliği dairesinde her okuma ve yazmada ortaya yeni bir yorum zenginliği çıkmış, tercüme ve şerhleri adeta telif eser hüviyetine bürünmüştür. Yazıldığı dönemden itibaren birçok kez, kısmen veya tamamen tercüme ve şerh edilen Mesnevi-i Şerif, hacimli bir eser olması nedeniyle şerh edilirken tamamı veya bir kısmı –beyit sırasına veya belli bir bölüme göre- şerh edilmiş, aralarında ilgi olan beyitler ise intihab tercüme ve şerhleri olarak kaleme alınmıştır.1 İntihab, ( )انتخابbir şeyi veya kimseyi benzerleri arasından ayırma; tercih etme, seçme manasına gelmektedir.2 Mesnevi’nin hacimli bir eser olması ve tamamının tercüme ve şerhinin meşakkatli bir iş olması nedeniyle dervişlerce okunması elzem görülen kısımlar bazı şeyhler tarafından aralarında ilgi bulunan beyitleri bir araya getirmek münasebetiyle derlenmiş ve bu çalışmaların, farklı konularda bir araya getirilen beyitlerle devam etmesiyle, intihab-ı mesnevi oluşturmak gelenek halini almıştır. Oluşturulan bu seçkilerin başında Yusuf Sîne-çâk’ın Cezîre-i Mesnevî adlı eseri gelmektedir. 3 18. yüzyıl Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfına mensup dini ve tasavvufi ilimlere hakim; nasir, şair, şarih ve hattat olarak dönemin önemli bir siması olan La’lîzâde Abdülbâkî (1679/1746)’nin kaleme aldığı ve tarafımızca yüksek lisans tezi olarak çalışılan Gıdâ-yı Rûh4 adlı eseri dini, tasavvufi, ahlaki, fıkhi konular üzerine manzum ve mensur olarak yazılmış didaktik bir eserdir. Gıdâ-yı Rûh’da işlenen konularla alakalı; ayetler, hadisler, ve çeşitli kaynaklardan nükteler, manzum ve mensur hikâyeler nakledilmiştir. Eserde bulunan toplam 72 mensur hikayenin 21’i Mesnevi’den tercüme edilmiş ve bir adet hikaye ise Sürûrî’nin Şerh-i Mesnevi adlı eserinden alınmıştır. Tercüme hikayelere beyitlerin Farsça orijinalleri de eklenerek hikayenin akışı ve ――――――――― 1 2 3 Mesnevi’nin tercüme ve şerhleri konusunda detaylı bilgi için bkz. İsmail Güleç, Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2008. Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2007, C.2, s. 2192. Detaylı bilgi için bkz. İsmail Güleç, “Türk Edebiyatında Cezire-i Mesnevi Şerhleri” Osmanlı Araş- tırmaları: The Journal of Ottoman Studies, XXIV (2004), s. 159–179. 4 74 Muhammet Özdemir, Gıdâ-yı Rûh (İnceleme-Metin), Ordu: Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2012. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 konu bütünlüğü göz önünde bulundurularak farklı ciltlerden farklı beyitler derlenmiş, seçkiler oluşturulmuştur. Diğer kaynaklardan nakledilen hikayeler ve hikaye bulunmayan bahislerden sonra ise Mesnevi’den konuyla ilgili Farsça beyitler yazılmıştır. Bu çalışmada intihâb-ı mesnevi olarak kaleme alınmış olan Gıdâ-yı Rûh tanıtılmaya ve araştırmacıların istifadesine sunulmaya çalışılmıştır. Müellif hakkında kısaca bilgi verilerek eser; içerdiği konular, kullanılan kaynaklar, tahkiye metodu ve intihab edilen hikayeler bakımından değerlendirilmiş, Mesnevî’den nakledilen özet tercümeler mahiyetindeki hikayelerle Farsça beyitler tanıtılmaya çalışılmıştır. Hikaye başlıkları ve Farsça beyitlerin tercümeleri için Abdülbâkî Gölpınarlı’nın Mesnevi Tercemesi ve Şerhi5 isimli eseri kullanılmış ve bu eser dipnotlarda ve metin içi kaynak gösteriminde “Mesnevi” olarak belirtilmiştir. 1. La’lîzâde Abdülbâkî La’lîzâde Abdülbâkî Efendi, Bayrami-Melamîlerden6 Mesnevi şârihi Sarı Abdullah Efendi’nin (ö. 1071/1661) kızından torunu olan La’lî Mehmed Efendi’nin iki oğlundan birisidir.7 1090 (1679) yılında İstanbul’da doğmuştur.8 Mehmet Nail Tuman şeceresini; La’lizâde Abdülbakî Efendi bin La’lizâde Şeyh Mehmed Efendi bin İbrahim Efendi bin Reisü’l-Küttâp Ali La’lî Efendi bin Ali Efendi bin Mustafa Efendi bin Seyyid Mehmed Efendi (ya da Muhammed) şeklinde nakletmektedir.9 Tarikat olarak Bayrâmîliğin Melâmîlik koluna mensup olan La’îzâde Abdülbâkî’nin Melamilik ile münasebeti babasının gayretleriyle çocukluğunun ilk devrelerine kadar uzanmaktadır. Babası henüz bir bebek iken onu Seyyid Haşim Efendi’nin sohbetlerine götürmüştür.10 La’lîzâde Abdülbâkî “Âlim-i rabbânî, âmil-i hakkânî, vâsıl-ı esrâr-ı rûhânî ve mürşidim” dediği babası tarafından yetiştirilmiştir.11 Babası La’lîzâde Abdülbaki’ye Mevlana Mesnevisi’ni, İbn-i Fârız Divanı’nı Davud Kayseri’nin Füsûsu’l-Hikem Şerhi mukaddimesini, Molla Fenari Şerhi ve Miftâhu’l-Gayb’ı okutmuştur. La’lîzâde riyaziye ve felsefe ile de meşgul olmuş ve tahsilini tamamladıktan sonra müderrisliğe başlamıştır.12 Hûbyar Mahallesi Katib Mustafa Efendi Medresesi, Tevkiî Câfer Çelebi Medresesi, Hoca Hayreddin Medre――――――――― 5 6 7 8 9 10 11 12 Abdülbâkî Gölpınarlı, Mesnevi Tercemesi ve Şerhi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1985. Melâmîlik ve Bayrâmî-Melâmîlik hakkında detaylı bilgi için bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler (Tıpkı Basım), İstanbul: Gri Yayınları, 1992. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire,1333, C. 1, s., 159. Haşim Şahin, “Eyüp’te Bir Melâmî: La’lîzâde Abdülbâkî Efendi”, Târihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyumu IX, İstanbul 2005, s. 228; Nihat Azamat, “La’lizade Abdülbaki”, DİA, 27, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2004 s. 90. Mehmet Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, Yayınlar Dairesi Başkanlığı, 1949, c. 2, s. 1212. Şahin, agm., s. 228; Azamat, agm., s. 90. Büşra Çakmaktaş, La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri (İnceleme-Metin), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010, s. 3. Azamat, agm., s. 90. 75 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği sesi, Şeyhülislam Zekeriyyâ Efendi Medresesi ve Valide Sultan Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. La’lîzâdenin yaşadığı dönem İstanbul hayatında kültürel ve siyasi açıdan derin izler bırakan “Lale Devri”dir. Melami kutuplarından Sütçü Beşir Ağa’nın 1073/1663’te katledilmesiyle yerine geçen Bursalı Seyyid Haşim’e küçük yaşta intisap eden La’lîzâde daha sonra Paşmakçızade Ali Efendi ve ardından Sadrazam Şehit Ali Paşa’ya intisap etmiş ve Lale Devrinde Melâmîlerin ileri gelen grubu içerisinde yerini almıştır.13 La’lîzâde Abdülbâkî, babası La’lî Mehmed Efendi’nin Mekke kadılığı sırasında tanıştıkları Nakşibendî şeyhi Murad Buhârî’ye şeyhin İstanbul’a geliş tarihi olan 1120/1708 yılından sonra intisap ederek aynı zamanda Nakşibendîlik icazetine de sahip olmuştur.14 Murad Buhârî’nin La’lîzâde’yi yetiştirmesi Melamî kültürü ve Melamîmeşrep Nakşibendîlik anlayışının saraya girmesi adına önemli bir olaydır. Murad Buhârî’nin İstanbula gelmesiyle gündelik hayat üzerinde etkili olan Nakşibendîliğin selefî bir tasavvuf anlayışına sahip olan Müceddidî kolu bürokrasi üzerinde de etkili olmuştur.15 Daha önce Damat Ali Paşa ile birlikte Mora Seferine de çıkan La’lîzâde Abdülbâkî, Damat Ali Paşa’nın Petro Varadin’de şehit düşmesi (1128/1716) sonucu kâhinlik yaptığı suçlamasıyla tutuklanıp Belgrad Kalesi’ne hapsedilmiş ve Ali Paşa’nın daha önceden çıkardığı ferman gereği 1128 Ramazanında (Eylül 1716) göreve başlamak üzere Kudüs kadılığına tayin edilmiş olduğu halde azledilip Limni’ye sürgüne gönderilmiş ve burada 18 ay sürgün hayatı yaşamıştır.16 Kudüs ve Mısır Mollalığı, Anadolu kazaskerliği ve Mısır Payelerine sahip olan La’lîzâde ömrünün son zamanlarını Eyüp’te evinin yanına yaptırdığı Kalenderhane Tekkesi’nde geçirmiş, 1159/1746’da vefat etmiştir. Mezarı Kalenderhane Tekkesi ya da Özbekler Tekkesi adıyla bilinen ve Sokollu Mehmed Paşa Çeşmesi’nin karşısında müftülük binasının bulunduğu tekkenin yola bakan kısmında yer almaktadır.17 La’lîzâde Abdülbâki’nin te’lif ve tercüme eserlerinin sayısı hakkında çeşitli kaynaklarda farklı rakamlar verilmiştir.18 On beşi te’lif ve on ikisi tercüme olmak ――――――――― 13 14 15 16 17 18 76 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları, 2004, II, s.749–750, 753–765; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf 18. Yüzyıl, İstanbul: İnsan Yayınları, 2003, s. 522. Şahin, agm., s.228. Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, İstanbul: İnsan Yayınları, 2011, s. 383-384. Azamat, agm., 90. Şahin, agm., s. 230. Abdülbaki Gölpınarlı Melamilik ve Melamiler adlı eserinde tercüme ve telif olmak üzere yedi eserden bahsetmektedir. Mehmed Süreyya Sicill-i Osmânî’sinde tercüme olarak iki eserden bahsetmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde Nihat Azamat müellif hakkında hazırlamış olduğu maddede ikisinin güvenilirliği şüpheli olmak üzere on iki eseri olduğunu belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri adlı eserinde sekiz eserden bahseder. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 üzere toplam yirmi yedi eseri bulunan La’lîzâde Abdülbâkî’nin en meşhur eseri Sergüzeşt adıyla da bilinen Sarı Abdullah Efendi’den sonraki Melâmîlerin tarihleri hakkında yazılan Bayrâmî-Melâmîlerini konu edinen eseridir. Eser, Tahir Hafızalioğlu tarafından sadeleştirilerek Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim ve Sergüzeşt adıyla iki kez yayımlanmıştır.19 Eser hakkında bir de yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.20 Bir diğer önemli eseri de tasavvufi kavram ve meseleler hakkında yazılan ve Nakşibendî şeyhleri hakkında bilgi veren Mebde’ ve Meâd adlı eseridir. Bu eser üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.21 2. Gıdâ-yı Rûh La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’u22 kaleme alırken, tıpkı Yusuf-ı Sine-çâk’ın eserine Cezire-i Mesnevi ismini, Mesnevi’nin 6. cildindeki “Eğer mana denizine susamışsan cezire-i Mesnevî’den denize bir su yolu aç” anlamındaki I. cilt 925. beyitte geçen ‘Cezire-i Mesnevî’ lafzından verdiği gibi23 Gıdâ-yı Rûh ismini Mesnevî’nin 2. cildinden, كر غذای نفس جويد ابترست ور غذای روح خواھد سرورست “Eğer o insan nefsin gıdasını ararsa ebterdir, şakîdir; rûhun gıdasını ararsa serverdir, saîddir.”24 anlamındaki beyitten “ruhun gıdası” manasına gelen “gıdâ-yı rûh” lafzından vermiştir. Bu beyit eserin Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih, nr. 2744 ve Hekimoğlu, nr. 475’de kayıtlı olan nüshalarının başında da yer almaktadır. 15. yüzyıldan itibaren kendi yönetim mekanizmasını şekillendiren bir tarikat olan Bayramî Melâmîliği’nde diğer tarikatlarda olan ayrıntılı görev dağılımı ve bu yönde bir kadrolaşma yoktur. Melâmî şeyhi denilen mutasavvıflar ise aslen Melâmî olup kendilerini başka tarikatlarda gösterip başka tekkelerde postnişinlik yapan 19 20 21 22 23 24 Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl) adlı eserinde ise yirmi yedi eserden bahseder. Tahir Hafızalioğlu, Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim, Konya: Kardelen Yay., 2010; SergüzeştAşka ve Aşıklara Dair, İstanbul: Furkan Kitaplığı, 2001. Ayşe Yücel, La’lîzâde Abdülbâkî Efendi’nin Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayrâmiyye’si (İnceleme-Metin), (GÜSBE, Ankara, 1988, V+181+58, YÖK, Dökümantasyon Merkezi, Tez nr. 3337). Çakmaktaş, age; Ayrıca müellifin diğer eserleri ve nüshaları hakkında bilgi için bkz. Muslu, age., s. 523-524-525. Gıdâ-yı Rûh’un, yüksek lisans tezimizi hazırlarken ana nüsha olarak kullandığımız Milli Kütüphane nüshası 173 varaktan müteşekkildir ve her sayfası 12 satır ihtiva eder. Eserin toplam altı nüshası, 1. Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014. 2. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1591. 3. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih, nr. 2744. 4. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hekimoğlu, nr. 475. 5. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2509. 6. Almanya Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazma Eserler, nr. Ms.or.oct. 2750’ arşiv numaralarıyla kayıtlıdır. Güleç, agm., s. 160. Tahirü’l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, Konya: Selam Yayınları, 1971-1976, II, s. 6632, b. 6632., Bu beyit Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercümesine göre “Nefis gıdasını ararsa sonu yoktur; can gıdasını dilerse baştır, yücedir.”,(Mesnevi, II, s. 386, b. 2685) şeklindedir. 77 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği kimselerdir.25 La’lîzâde Abdülbâkî de Melâmî bir Nakşibendîlik anlayışını benimsemiştir. Bunun yanında bir Mevlevî neşvesiyle kaleme aldığı eserinde, “Kuŧb-ı Ǿālem ve maǾden-i ĥikem muķarreb-i Ĥażret-i Ķayyūmį Celāle’d-dįn-i Rūmį Efāżullāhi Ǿaleyhi nūra ve ķuddise sırruhu ve cenāb-ı büzürgvar ve kāşif-i ġavāmiżü’l-esrār Ĥażret-i Molla Ĥudāvendigāruñ Meŝnevį-i Şerįfleri’nde sebįl-i hüdā ve ŧarįķ-ı rıżā-yı Ħudā olduġı Ǿāķile günden Ǿayān ve lāzım-ı beyān degildür.” (54b55a) diyerek, Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’yi “kutb-ı âlem” olarak nitelendirmiş ve Mesnevî’de hidayet ve Hakk’a ulaşmanın yolu olduğunu beyan etmiştir. Aynı bölümde müritlere okumaları gereken eserleri tavsiye ederken Mesnevî-i Şerîf için, 26 مثنوى قانون طب اولياست ( جملهٔ امراض را در وى شفاست55-a) beytini nakletmiş ve mutlaka okunması gereken kitaplardan olduğunu vurgulamıştır. Mevlana’ya olan derin muhabbetini başka bir beyitte, Bir sāz mı var iñleyişi nāya beñzeye Yā bir velį mi Ĥażret-i Monlāya beñzeye (55-a) şeklinde dile getirmiştir. Eserin içerdiği konular ile Mesnevî’den ve diğer kaynaklardan alınan hikayelerin mensur tercümeleri ve Farsça beyitlerden anlaşıldığı üzere Gıdâ-yı Rûh insanların öncelikle bilmesi ve özellikle dikkat etmesi gereken konular üzerine, yol gösterici bir eser olarak kaleme alınmıştır. 2.1. Konular ve Kaynaklar La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’a “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 51-56) ayetiyle başlamış ve salikin mutlu bir ahiret yaşantısı için yapması ve çekinmesi gereken önemli hususları işlemiştir. Eserde temel olarak, ibadet, namaz, nefis, kaza ve kader, nasihat, tevbe, dünya hayatı, tevekkül, mekr ve istidrac, kanaat ve hırs, baki olmayan insan ömrü, rüşvetin zemmi (zemmi’l-irtişa), zalim ve mazlum, fakr ve terk-i saltanat, belalara sabretmek ve dünya çokluğunun zararı, oruç, sadaka, mücâhede ve şehâdet gibi müritlerin bilmesi ve dikkat etmesi gereken konular yer almaktadır. La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’u ihtiva ettiği konulara göre başlıklara ayırmamıştır. Fakat farklı nüshalarda konu başlıkları müstensihler tarafından sayfa kenarlarında belirtilmiştir.27 ――――――――― 25 26 78 Bolat, age., s. 250. Mesnevi evliyâların tıp kanunudur, cümle hastalıklara şifâ ondadır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 Gıdâ-yı Rûh’da; Mesnevî’nin 1. cildinden 9328, 2. cildinden 6729, 3. cildinden 4. cildinden 7831, 5. cildinden 6332, 6. cildinden ise 8233 beyit bulunmaktadır. Eserde Mevlana ve Mesnevî’ye atfedilen 8 beyit ise Mesnevî’de bulunamamıştır. 9430, 27 28 29 30 31 32 33 Müstensihlerin sayfa kenarlarına yazdıkları konu başlıkları şu şekildedir: 1-Matlab-ı teheccüd, 2-Matlab-ı namaz-ı vitr, 3-Matlab-ı fi salât-i duha, 4-Matlab-ı fi salât-i evvâbin, 5-Matlab-ı lâzım, 6-Matlab-ı ırzâ-yı husemâ, 7-Matlab-ı ehemm, 8-Matlab-ı istihâre, 9Matlab-ı ehemm, 10-Matlab-ı fî rivâyeti’n-Nebî ‘aleyhisselâm, 11-Matlab-ı lâzım, 12-Matlab-ı fî nefs, 13-Matlab-ı rızâ-yı be-kazâ, 14-Matlab-ı lâzım, 15-Matlab-ı fî nasihat, 16-Matlab-ı fî tevbe, 17-Matlab-ı ehemm, 18-Matlab-ı lâzım, 19-Matlab-ı lâzım fî kılleti’d-dünya, 20-Matlab-ı ehemm, 21-Matlab-ı ehemm, 22-Matlab-ı lâzım, 23-Matlab-ı lâzım, 24-Matlab-ı lâzım, 25-Matlab-ı ehemm, 26-Matlab-ı fî hakk-ı terki’s-salât, 27-Matlab-ı ehemm, 28-Matlab-ı tevekkül, 29-Matlab-ı garîb, 30-Matlab-ı mekr ü istidrâc, 31-Matlab-ı fi kanaat, 32-Matlab-ı fi hürmet, 33-Matlab-ı fi hikâyeti’lacîbe fi hakkı’d-dünyâ, 34-Matlab-ı halâs-ı fi kanâat, 35-Matlab-ı fi tedbîri’l-âhiret, 36-Matlab-ı fi hikâyet-i garîbe, 37-Matlab-ı ömr-i âdem fi begâyet, 38-Matlab-ı fi lebsi’l-harâm, 39-Matlab-ı ehemm, 40-Matlab-ı lâzım, 41-Matlab-ı ehemm, 42-Matlab-ı ehemm, 43-Matlab-ı fi zemmi’lirtişâ, 44-Matlab-ı fi hakkı’z-zâlim ve’l-mazlum, 45-Hikâyet-i garîbe, 46-Matlab-ı pend, 47-Matlabı ehemm, 48-Matlab-ı fi terki’s-saltanat, 49-Hikâyet-i garîbe, 50-Matlabü’l-fakr, 51-Matlab-ı Ahlâku’n-Nebî ‘aleyhisselam (Hilye-i Şerîf), 52-Matlabü’s-sabr-ı ale’l-beliyye, 53-Matlab-ı garîb, 54-Matlab-ı fi zarar-ı kesreti’d-dünyâ, 55-Hikâyet-i garîbe, 56-Matlab-ı fi savm, 57-Matlab-ı lâzım, 58-Matlab-ı savm-ı receb, 59-Matlab-ı savm-ı bihter-i âdem sallallâhu ‘aleyhi ve sellem, 60-Matlabı sadaka, 61-Matlab-ı ehemm fi hakkı’l-sadaka, 62-Hikayet-i garîbe, 63-Matlab-ı fi dua, 64-Matlab-ı ehemm, 65-Matlab-ı lâzım, 66-Matlab-ı lâzım fi’l-vaziyye. Beyit numaraları şunlardır: 89, 392, 427, 545, , 558, 603, 649, 716, 717, 718, 719, 732, 733, 734, 735, 859, 860, 861, 862, 863, 865, 867, 921, 982, 990, 1304, 1305, 1378, 1394, 1554, 1555, 1882, 1883, 1884, 1885, 1888, 2077, 2087, 2198, 2311, 2232, 2233, 2234, 2347, 2248, 2352, 2249, 2347, 2366, 2847, 2848, 2849, 2850, 2851, 2852, 2853, 2854, 2855, 2856, 2606, 2607, 2993, 2994, 2995, 2996, 2999, 3000, 3013, 3014, 3052, 3053, 3112, 3115, 3116, 3184, 3185, 3186, 3187, 3188, 3189, 3190, 3191, 3192, 3913, 3914, 3915, 3947, 3948, 3958. 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 150, 263, 264, 458, 460, 461, 464, 465, 466, 467, 468, 580, 589, 592, 786, 778, 780, 781, 782, 785, 1274, 1275, 1276, 1277, 1947, 2228, 2329, 2330, 2331, 2333, 2426, 2427, 2432, 2445, 2450, 2229, 3078, 3214, 3215, 3216, 3217, 3218, 3219, 3220, 3229, 3230, 3231, 3232, 3233, 3234, 3348, 3372, 3373, 3374, 3377. 69, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 105, 106, 109, 138, 139, 140, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 155, 156, 157, 160, 203, 508, 1000, 1053, 1619, 1621, 1623, 1624, 1696, 1200, 1207, 1208, 2505, 2800, 2801, 2803, 2804, 2805, 2206, 2207, 2306, 2649, 2651, 2652, 2653, 2655, 3211, 3220, 3093, 3366, 3397, 3398, 3399, 3748, 3440, 3445, 3450, 3451, 3517, 3698, 3699, 3700, 3742, 3828, 3952, 3953, 3954, 3956, 3957, 4056, 4067, 4068, 4069, 4164, 4165, 4443, 4467, 4572, 4573, 4535, 4633, 4756, 4809, 4810, 11605. 81, 82, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 91, 92, 93, 94, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 640, 642, 643, 651, 652, 661, 667, 668, 664, 665, 666, 742, 756, 757, 1100, 1373, 1376, 1377, 1378, 1379, 1408, 1473, 1614, 1654, 1655, 1852, 1913, 1956, 2268, 2269, 2270, 3123, 3127, 3208, 3209, 3210, 3211, 3212, 3213, 3612, 3621, 3624. 106, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 300, 301, 517, 518, 561, 562, 563, 567, 716, 1713, 1735, 1831, 1854-1/1855-2 1920, 2198, 2199, 2201, 2204, 2205, 2206, 2207, 2208, 2211, 2212, 2213, 2214, 2215, 2360, 2400, 2401, 2403, 2824, 2832, 2838, 2839, 2840, 2841, 2846, 2849, 2853, 3308, 3311, 3319, 3357, 3358, 3359, 3361, 3363, 3359, 3489, 3490, 3491, 3492, 4011, 4164. 166, 174, 212, 213, 323, 328, 467, 703, 842, 1350-1/1351-2, 1386, 1387, 1388, 1390, 1391, 1392, 1394, 1395, 1396, 1397, 1398, 1399, 1400, 1401, 1402, 1404, 1405, 1407, 1455, 1456, 1721, 1722, 1723, 1724, 1740, 1876, 2229, 2230, 2231, 2324, 2376, 2896, 2899, 2916, 2917, 2918, 2919, 2921, 3015, 3018, 3019, 3020, 3168, 3427, 3429, 3698, 3701, 3757, 3758, 3997, 3998, 3999, 4000, 4001, 79 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği La’lîzâde Abdülbâki’nin eseri oluştururken başvurduğu kaynaklar arasında, Mesnevî-i Şerif’ten başka, Abdülaziz Buhari’nin Keşfü’l-Esrar Şerhi, Ebu İshak Şirazi’nin Tenbîhü’ş-Şâfî adlı fıkıh usulüne dair kitabı, Molla Husrev’in Hanefi fıkhına dair kitabı Dürer el-Gurer’i, Nasiruddin el-Beyzavi’nin Beyzâvî Tefsiri, Şeyh Safiyuddin'in Reşahat’ı gibi medreselerde ders kitabı olarak okutulan34 eserler mevcuttur. Bu eserlerden başka Feridüddin Attar, İmam Gazâlî, Molla Câmî gibi meşhur mutasavvıfların eserleri de kaynak olarak kullanılmış ve alıntılar yapılmıştır. Gıdâ-yı Rûh’da kullanılan kaynaklar şunlardır: 34 80 Mesnevî-i Şerif, Mevlana Celaleddin Rûmî. Mantıku’t-Tayr, Feridüddin Attar. Musibet-name, Feridüddin Attar. İhyâ-yı Ulûmi’d-dîn, İmam Gazâlî. Kimyâ-yı Saâdet, İmam Gazâlî. Mişkatü’l-Envâr, İmam Gazâlî. Baharistan, Molla Câmî. Nefahat, Molla Camî Şir’a Şerhi (Şir’atü’l-İslam), Seyyid Alizâde. Ravzatu’l-Ulemâ, İmam Zendustî. Tefsir-i Keşfü’l-Esrâr, Abdülaziz Buhari. Kenzü’l-İbâd, Ali bin Ahmed el-Gurî. Kitâbü’s-Salât, Mesûdî. Tergîbü’s-Salât, Muhammed bin Ahmedü’z-Zâhid. Tenbîhü’ş-Şâfî, Ebu İshak Şirazi. Dürer el-Gurer, Molla Husrev. Rûz-nâme, Yazıcı Salih. Şerh-i Minyetü’l-Musallî, Şeyh İbrahim Halebî. Cevâhirü’l-Tefsîr, Hüseyin Vaiz Kâşifî. Bostan, Şeyh Sâdî-i Şirâzî. Şerhi-i Mesnevî, Sürûrî. Tenbihü’l-Gâfilîn, Ebu’l-Leys Semerkandî. 4003, 4004, 4005, 4006, 4007, 4008, 4049, 4050, 4093, 4094, 4095, 4096, 4097, 4098, 4101, 4102, 4103, 4434. Medreselerde okutulan dersler ve ders kitapları hakkında bkz. Mustafa Ergün, “Ders Programları ve Ders Kitapları Tarihi – ı, Medreselerde Okutulan Dersler ve Ders Kitapları”, Afyon: A.K.Ü. Anadolu Dil-Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, 1996. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies Bahrü’s-Sa’âde, Muhammed el-Kazerûnî. Beyzâvî Tefsiri, Nasiruddin el-Beyzavî. Menakıb-ı Mevlana, Kemal Ahmed Dede. Reşahat, Şeyh Safiyyüddin. Güzide, Açıkbaş Mahmud Efendi. Müstedrek, Hakîm el Nişabûrî. SAYI 5 La’lîzâde bu kaynaklardan alıntı yaparken eser ve müellif isimlerini birlikte ya da ayrı ayrı, “Tenbįhü’ş-şāfį ve Dürerü’l-Ġurer śāĥibleri yazarlar..., Seyyid ǾAli-zāde yazar ŞirǾa şerĥinde..., İĥyā’ü’l-Ǿulūmda yazar...” şeklinde zikretmiştir. 2.2. Tahkiye La’lîzâde eser boyunca aynı tahkiye metodunu kullanmıştır. Önce konuyla alakalı bir hikaye nakletmiş daha sonra konuyla ilgili ayet ve hadis zikretmiştir. Şi’r, kıt’a, beyt gibi başlıklar altında manzumeler ve nesir, mısrâ’ başlığı altında mensur kısımlar ekleyerek Mesnevî’den seçtiği beyitleri nakletmiştir. Nakledilen hikaye farklı bir kaynaktan alınmış ise Mesnevî’den seçilen beyitler orjinalinde tertip edildiği gibi sıralı bir şekilde nakledilmemiştir.. La’lîzâde Mesnevî’nin farklı ciltleri ve farklı hikayelerinden seçtiği anlam bakımından birbirini tamamlayan beyitleri bir araya getirerek adeta müstakil hikayeler oluşturmuştur. Örnek olarak dünya kesretinin zararı konusunda, “nükte” başlığı altında aşağıdaki misali vermiştir. [40 a]...Miŝāl bir çeşme ki miķdārınca revāne ola anuñ ķurbunda olan a]. bāġ u bostān ve gülbün ü gülistān ħoş [40 b] sebz ü ħırāmān ve lāle-i çendān olur. Ammā seyl olup aķsa ve ne bulursa yıķsa ol śunuñ fāǿidesi yoķ. Belki ziyānı çoķ. Ķāle tebāreke ve teǾālā; ّ ٰ ََولَوْ بَ َسط ُ َر َما يَ َٓشا ۜ ُء اِنﱠه َ ﷲُ الر ْﱢز ٍ ض َو ٰل ِك ْن يُنَ ﱢز ُل بِقَد ِ ْق لِ ِعبَادِه۪ لَبَ َغوْ ا فِي ْاالَر 35 .صي ٌر ۪ َبِ ِعبَادِه۪ خ َ۪بي ٌر ب İmdi benim rūĥum ĥiśśe dünyā ki ķadrince güle ħoşdur ve illā tecrübeye iĥtiyāc yoķ. Beyt Kişiye cān baġışlar āb-ı ĥayvān Velį başdan aşıcaġuz çıķar cān Meŝeldür, zāhidi başdan çıķardı şeyħ mecnūn eyledi. ――――――――― 35 Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir (Şûrâ, 4227). 81 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 36 MıśraǾ مال مارست مناصب اژدرھا Bu misali verdikten sonra ise Mesnevî’nin muhtelif hikayelerinden derlediği aşağıdaki beyitleri eklemiştir. 37 آنچه منصب ميكند با جاھالن از فضيحت كی كند صد ارسالن 38 حرص بط يك تاست وآن پنجاه تاست حرص و شھوت مار و منصب اژدھاست 39 حرص بط از شھوت خلقست و فرج در رياست نيست چندانست درج 40 بار خود بر كس منه بر خويش نه سرورى را كم طلب درويش به 41 زانكه ھستى سخت مستى آورد عقل از سر شرم از دل مى برد 42 مال مار آمد كه دردي زھر ھاست وين قبول جاه ھمچون اژدرھاست Bu konunun devamında “Duyan kulakların iki parça kıkırdak; fakat gene de dünyaya bir gürültüdür salmışsın, bir ündür yaymışsın.” anlamındaki beyti Mesnevî’nin V. Cildinden, 1854. beytin ilk mısraı ve 1855. beytin ikinci mısraını birleştirerek nakletmiştir. كوشت پاره از قذر افكنده 43 طمطراقى در جھان افكندۀ ――――――――― 36 37 38 39 40 41 42 43 82 Mal yılandır, makamlar ejderha. Bilgisizlere, geçtikleri yerin, elde ettikleri makamın yaptığı kötülüğü, yüzlerce arslan bir araya gelse nasıl yapabilir? (Mesnevi, IV, s. 468, b. 1441). Kazın hırsı bir kattır, bununsa tam elli kat; şehvet hırsı yılandır, mevki hırsıysa ejderha (Mesnevi, V, s. 95, b. 517). Kazın hırsı, boğaza, aşağı yana düşkünlüktendir; fakat başlık, başbuğluk hırsında, bu düşkünlüğün tam yirmi misli toplanmıştır (Mesnevi, V, s. 95, b. 518). Yükünü başkasına yükleme, kendin yüklen; baş olmayı az iste yoksulluk daha iyi (Mesnevi, VI, s. 60, b. 328). Çünkü varlık, pek üstün bir sarhoşluk verir; aklı baştan uçurur; utancı gönülden giderir (Mesnevi, V, s. 311, b. 1920). Mal zehirli yılandır; makam ve mansıbın kabûlü ise ejderha gibidir. Bu beytin ikinci mısraı Gölpınarlı’da farklı bir nüshadan و آن قبول و سجدۀ خلق اژدھاستhaliyle tercüme edilmiştir. Buna göre beytin tercümesi şui şekildedir: Mal zehirli yılandır; halkın makbûl görüşü, secde edişiyse ejderhâdır (Mesnevi, III, s. 52, b. 782). Duyan kulakların iki parça kıkırdak; fakat gene de dünyaya bir gürültüdür salmışsın, bir ündür yaymışsın (Mesnevi, V, s. 299, b. 1854-1/1855-2). Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 Aynı şekilde rızık konusunda İmam Zendûstî’nin Ravzatü’l-Ulemâ adlı eserinden naklettiği Hz. Musa ve konuşan kurtçuk hikayesinden sonra “Nerede sende Halil gibi dayanıç? Nil’in dibini ana yol haline getirsin; nerede sende bunlar.” anlamındaki beyti Mesnevî’nin VI. Cildinden, 1350. beytin ilk mısraı ve 1351. beytin ikinci mısraını birleştirerek nakletmiştir. 44 آن توكل كو خليالنه تو را تا كنی شه راه قعر نيل را Bu tür beyitlerin eserde daha fazla bulunmaması bu durumun bir tarzdan ziyade müellifin kullandığı Mesnevî’nin nüshasının farklı olması, La’lîzâde Abdülbâkî’nin beyitleri ezberden yazması ya da müstensihten kaynaklanan bir hatadan ileri gelmesi ihtimallerini ortaya çıkarmaktadır. La’lîzâde konuyla ilgili naklettiği hikayelerden alınması gereken hisseyi bildirirken “Benim rûhum, hisse...” şeklinde kendi ruhuna hitaben nasihatlerde bulunmuş sonra ihtiyaç duyuluyorsa hikayenin kısaca şerhini yapmıştır. Örnek olarak Mesnevî’den Mescid-i Aksâ duvarında keçiboynuzu bitmesi hikayesinin, “Ĥikāyet Ĥażret-i Mevlevį Meŝnevį-i Şerįflerinde yazar. Ĥażret-i Süleymān padişāh-ı enįs ü cān Ǿaleyhi’ś-śalavātu’r-raĥmān beytü’lmuķaddesi divlere yapdurdı ve leyl ü nehār içinde Ǿibādete meşġūl oldı. Bir gün śabaĥ namazına giderken ve endįşe-i āħiret iderken görse beytü’l-muķaddes gūşesinde bir giyāh taze bitmiş ve uzanup yer yüzine gitmiş. Ĥażret-i Süleymān bunı gördükde taǾaccübe varup eydür ki bunda dıraħt yoġıdı bir gicede ne ĥikmet oldı. Ĥażret dıraħta suǿāl ider ol daħi niyāz ile cevāp ider ki ey Süleymān ben her ne yirde kim biterüm ol yeri ħarāb iderüm. İsmim ħarnūb ķonulmış ve naśįbim virānelikde śunulmışdur. Ĥażret daħi varup namazı ķıldı ve tefekkür idüp bunuñ remzin bildi. Bu işāret baña kāfįdür ve bu nükte şifā-i şāfįdür. Nitekim ben dünyāda olam bu virān olmaz ve bu baġçenüñ şükūfeleri śolmaz. Baña Ǿömrüñ āħir oldı ve bu civānlıķ bostānı śoldı dimek olur.” şeklinde mensur tercümesini yaptıktan sonra, Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; 45 َق اَفَ َال يَ ْعقِلُون ِ ۜ َْو َم ْن نُ َع ﱢمرْ هُ نُنَ ﱢك ْسهُ فِي ْالخَل Ĥiśśe benüm rūĥum imdį. Rūĥuñ Süleymāndur ve ķalbüñ beytü’lmuķaddesdür. Ruħuñ baġında mūdan eŝer yoġidi. Şimdi śaķal-ı ――――――――― 44 45 Nerede sende Halil gibi dayanıç? Nil’in dibini ana yol haline getirsin; nerede sende bunlar (Mesnevi, VI, s. 203, 1350-1/1351-2) Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?(Yâsîn, 36-68). 83 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği ħāristān ile ŧoldı. Mürūr-ı eyyām ile aġarmaġa başlar. Felegi gör ki saña ne işler işler. Beyt Süleymāna vefā ķılmadı Ǿālem Ķıyās it bāķisin vallāhu aǾlem şeklinde hikayede geçen remizlerin kısaca açıklamasını yaparak alınması gereken hisseyi belirtmiştir. Her mensur hikayenin tercümesinden sonra Farsça aslını da eklemiştir. Gıdâ-yı Rûh’da “hikâyet, hikayet olınur” şeklinde başlayan 72 adet mensur hikaye mevcuttur. Bu hikayelerin kaynaklara göre dağılımı şu şekildedir: Müellif ve Eser İsmi Hikaye Mevlana Celaleddin-i Rûmî/Mesnevî-i 21 Feridüddin Attâr/Mantıku’t-Tayr 3 Feridüddin Attâr/Musîbet-nâme 3 İmam Zendustî/Ravzatü’l-Ulema 2 Müslihüddin Şirâzî/Bostan 2 Seyyid 1 Alizâde/Şir’a Şerhi(Şir’atü’l- Mevlana Molla Câmî/Baharistan 1 Muhammed 1 el-Kazerûnî/Bahrü’s- Hüseyin Vaiz Kâşifî/Cevâhirü’t-Tefsîr 1 Zebân-nâme 1 Sürûrî/Şerh-i Mesnevî 1 Farsça Hikayeler 5 Kaynağı Belirtilmemiş Hikayeler 30 Toplam 72 Bu hikayelerden kaynağı belirtilmemiş olanlar Hz. Nuh, Hz. Musâ ve Hz. İsa (a.s.) Peygamberler ve İbrahim Edhem, Behlül-i Dânâ, Rabiatü’l-Adeviyye ve Şeybân-ı Râî gibi tasavvufun zirve isimlerine dair menkıbeler mahiyetinde hikayelerdir. Mesnevî’den mensur tercümeler halinde nakledilen 21 hikaye ve hikayelerin devamında intihab edilen beyitler şunlardır:46 ――――――――― 46 84 Hikayelerin başlıkları anlamı bozmayacak nitelikte küçük değişikliklerle A. Gölpınarlı ve Tahirü’lMevlevî’den alınmış ve varak numaraları Gıdâ-yı Rûh’un Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014 nüshasına göre verilmiştir. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 1. Bir töhmet yüzünden anasını öldüren adam ve onu kınamaları hikayesi, 24a-25a, (Mesnevî, II, s. 137) “Bir ādem kendü vālidesin öldürmiş. Suǿāl olunduķda dimiş ķapuda yād ādemle gördüm anuñçün urup öldürdüm. Eyitdiler ķapuya geleni öldürseñ olmaz mı ve anaña tenbih itseñ olmaz mı idi? Eyitdi ķapuya günde yetmiş ādem gelür anlaruñ ķanına kim girür? Anamdur öldü ķapuya kimse gelmez oldı.” Hadisten, şu güzel, şu iyi öğüdü duy: “Düşmanların en çetini, sizin içinizdedir.” (Mesnevi, III, s. 281, b. 4067) Bu düşmanın atıp tutmasına kulak verme, kaç ondan; çünkü ayak direyişte, inatta İblis’e benzer o (Mesnevi, III, s. 281, b. 4068) Seni dünyaya yöneltir, geçime iter de o sonsuz azabı, ehemmiyetsiz gösterir sana (Mesnevi, III, s. 281, b. 4069) A padişahlar dedi; dışarıdaki düşmanı öldürdük ama içimizde ondan beter bir düşman kaldı (Mesnevi, I, s. 278, b. 1378) Şunu bil ki safları yaran arslanla savaşmak kolaydır; arslan odur ki nefsini alt eder (Mesnevi, I, s. 280, b. 1394) Nefsini öldür de dünyayı dirilt... O, efendisini öldürmüştür, sen onu kendine kul-köle et (Mesnevi, III, s. 164, b. 2505) Nefsini öldürdün mü, özür getirmekten kurtuldun gitti; çünkü ülkede sana bir tek düşman bile kalmaz (Mesnevi, II, s. 138, b. 786) Nefis ahdinde durmaz; onun için de kesilesidir, gebertilesidir, aşağılıktır o, kıblesi de aşağılık (Mesnevi, IV, s. 482, b. 1654) Nefis akıllıdır, ince şeyleri bilir ama kıblesi dünyadır; bu yüzden onu ölü bil (Mesnevi, IV, s. 482, b. 1655) İçinde böylesine bir düşman var; akla engeldir, cana, mezhebe düşman (Mesnevi, III, s. 281, b. 4056) Nefse arpa ekmeği bile haramdır, onu vermek bile yazıktır; sen onun önüne kepekli undan yapılmış ekmek koy (Mesnevi, V, s. 532, b. 3489) Tanrı yolunun düşmanını horla; hırsızı minbere çıkarma, darağacına as (Mesnevi, V, s. 532, b. 3490) Hırsızın elini kes, bu cezayı, yerinde bul; elini kesemiyorsan bağla bari (Mesnevi, V, s. 532, b. 3491) Onun elini bağlamadın mı, o senin elini bağladı gitti; ayağını kırmadın mı, ayağın kırıldı demektir (Mesnevi, V, s. 532, b. 3492) Nefsin de bir ejderhadır; ne vakit, nerden ölmüştür o; dertten eline fırsat geçmediğinden donmuştur ancak (Mesnevi, III, s. 67, b. 1053) Seni besleyip yetiştirmede beden, anadır ama yüzlerce düşmanından daha da düşman sana (Mesnevi, VI, s. 214, b. 1407) 85 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 2. Yol arkadaşının İsa aleyhisselâm’dan kemikleri diriltmesini istemesi hikayesi, 35b-36b, (Mesnevi, II, s. 59) Ĥażret-i Ǿİsā śalavātullāhi Ǿaleyhi ve Ǿalā nebiyyinā bir kimesne ile yoldaş olup gider. Ol ādemüñ gözi gūr-ħānede bir ķafa kemügine deger. Ĥażretden temennā ider ve rāh-ı tażarruǾa gider ki ey Rūĥullah baña ol ism-i pāki taǾlįm eyle ve şerāiŧin bir bir söyle. Tā ki oķıyam bu üstüħāna rūĥ u rāĥat ĥāśıl ola ve hem göñlüm śafā ve minnet ile ŧola. Ĥażret daħi buyurur. Ol ism-i şerįfi źikr itmeñe dehen-i pāk ve ķalb-i nā-tebāk gerek maĥmūma şarāb-ı ķand virilmez ve şūre yirde sünbül bitmez. Velĥāśıl ibrām u diķķat ve ihtimām idüp dir. İmdi sizler ŧuruñ ve ol ism-i şerįfi buyuruñ. Ĥażret daħi ķamu bi-iźnillāhi teǾālā ve taķaddes didügi gibi ol ĥālde meger bir aslan-ı bed-peyker maķbereden dūrį geldi ve bu şaĥżuñ başın ķoparup yüregin deldi. Yine gūr-ħāne ŧarafına yüz ŧutdı ve tįz-rev gitdi. Ĥażret daħi dir ki ķıf yā Esedullah buyurur yā Ruĥullah niçün bu kişiyi yimedüñ. Yā nebįyullah ben ol vaķt rıźķım tamām itmedüm ki dünyādan āħirete gitdüm. Yā niçün öldürdüñ? Niçe öldürmeyeyim bu aślı güm-rāh sizüñ gibi sulŧāna hem-rāh ola. Kendü iĥyāsına duǾā itdürmeye benim gibi Ǿadūsına ķuvvet ü rūĥ u devlet-i fütūĥ dileye. İmdi ķıśśadan ĥiśśe Ĥażret-i Ǿİsā senüñ rūĥuñdur ve ol hem-rāh ten-i bį-çāreñdür. Arslān māl ü manśıbdur. Evrād u ezkāruñda ve namaz u niyāzuñda dürlü nālişler ve turfe nevāzişler māl ü manśıb ziyāde olmasın dileyen kimesne ĥaķķında bu ĥikāye-i ġarįbe ve ķıśśa-i Ǿacįbe įrād itmişdür. Tā ki Ǿāķile ĥiśśe kāfį ve şifā-ı şāfį ĥāśıl ola. Ahmağın biri, İsa’ya arkadaş oldu; derin bir çukurda kemikler gördü (Mesnevi, II, s. 59, b. 142) A yol arkadaşım dedi; hani bir yüce ad okursun da ölüyü diriltirsin ya. (Mesnevi, II, s. 59, b. 143) O adı bana da öğret de iyilikler edeyim; onunla kemikleri canlandırayım (Mesnevi, II, s. 59, b. 144) Sus dedi İsa, o iş, senin işin değil. O ad, senin soluklarınla, senin sözüne layık bir ad değil (Mesnevi, II, s. 59, b. 145) O adı söylemeye, yağmurlardan daha temiz bir soluk sahibi, yürüyüşte, meleklerden de daha anlayışlı bir kişi gerek (Mesnevi, II, s. 59, b. 146). Adam, benim o sırları okumak harcım değilse o adı, kemiklere sen oku dedi (Mesnevi, II, s. 59, b. 147). Aşağılık kişiler de her solukta o tertemiz adı anarlar ama, aşkları olmadığında o ad bu işleri görmez (Mesnevi, VI, s. 606, b. 4049). İsa, O’nun adıyla mucizeler gösterdi; ne yaptıysa, O’nun adıyla yaptı (Mesnevi, VI, s. 606, b. 4050). 86 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 İsa, Yarabbi dedi, bu sırlar da nedir; bu ahmağın, şu savaşa neden gönlü akmada? (Mesnevi, II, s. 59, b. 150). İsa o gencin dileğine uydu, kemiklere Tanrı adını okudu (Mesnevi, II, s. 99,b. 458). Aradan bir kara arslan sıçrayıverdi, bir pençe vurdu adama, bedenini eziverdi (Mesnevi, II, s. 99,b. 460). Kellesini kopardı, kırdı, beynini akıttı. Zaten kellesi bir cevizdi ki içi yok (Mesnevi, II, s. 99,b. 461). İsa, peki dedi, adamın kanını niye içmedin dedi; arslan, rızıklar dağılırken benim rızkım değildi o dedi (Mesnevi, II, s. 100,b. 464). Nice kişiler vardır ki o kükremiş arslan gibi, avlandığını yiyemeden dünyadan geçmiş gitmişlerdir (Mesnevi, II, s. 100,b. 465). Payı bir saman çöpü değildir de hırsı dağ gibi, Tanrı’ya yüzü yok; halk katında değerli (Mesnevi, II, s. 100,b. 466). A bize güç şeyleri kolaylaştıran, dünyada, olmayacak şeylerden sen bizi kurtar (Mesnevi, II, s. 100,b. 467). Rızık diye gösterdiğin meğer tuzakmış. Herşeyi nasılsa öyle göster bize (Mesnevi, II, s. 100,b. 468). 3. Yoksul bedevi arabın hikayesi; azlık, yoksulluk, yüzünden karısıyla arasında geçenler hikayesi, 37b-38a (Mesnevi, I, s. 430-431) Mār-gįrler yılanı ŧuŧmaķ ķaśdın itseler ve śaĥrā ŧarafına gitseler Ǿādetleri ism-i aǾžām oķımaķ ve yılanı bu ŧarįķ ile [38 a] śayd itmek imiş. Yılan daħi zebān-ı ĥāl ile dir ki ey mār-gįr ne bed-baĥt-ı şaķį ve bed-aśl-ı ġanį imişsin ki bu aśil nām-ı pāki benim gibi nā-pāke beźl itdüñ ve rāh-ı rastı ķoyup đalāle gitdüñ. Ammā bu bį-çāre ne saǾādetlü başım varmış ki böyle ħabįŝ iken cān u tenümi ol nām-ı şerįfe fedā itdüm ve rāh-ı fenādan dār-ı beķāya şehādetle gitdüm. Ĥiśśe benim rūĥum evrād-ı eźķār-ı dünyā-yı deniyye-i fānįye içündür ve vesāvis ķalbüñ ile ŧolmaķ hemān ism-i aǾžam ile yılan śayd iden ve tiryāķı ķoyup zehre gidendür. Yılan, a afsuncu der; hele hele, kendi afsununu gördün ya, bir de benim afsunumu gör (Mesnevi, I, s. 430, b. 2345). Sen, beni halka rüsvây etmek, benim yüzümden para kazanmak için Tanrı adıyla afsunladın, beni kandırdın (Mesnevi, I, s. 431, b. 2346). Ama beni, Tanrı’nın adı bağladı, senin dileğin değil; Tanrı adını tuzak ettin, yazıklar olsun sana (Mesnevi, I, s. 431, b. 2347). Bu beyit M’de yoktur. Tanrı’nın adı, öcünüalır senden; ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, bedenimi de (Mesnevi, I, s. 431, b. 2348). 87 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Tanrı, ya benim sokmamla can damarını koparır, ya da benim gibi seni de zındana sokar (Mesnevi, I, s. 431, b. 2349). 4. Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması hikayesi, 38b-39a (Mesnevi, II, s. 57) Bir mār-gįrüñ bir yılanı var imiş. Ġāyet pesende ve dil-peźįr ve mārgįrler yanında bį-nažįr imiş. Ānuñ sebebinden niçe altun ve aķçaya ve bāġ ile baġçeye mālik olmış. Bir gün bir mār-gįr bunı görür ve yılana Ǿāşıķ olur. Gelüp mezkūre şākird olur ve nice müddet ħiźmet ķılur. Bir gün fırśatın bulur. Yılanı ķutısına ķoyar ve ol şehrden çıķup gider. Yılan śāĥibi ġam u ġuśśadan cigeri pāre ve yüregi yārelenüp çoķ tefaĥĥuś ve tecessüs ider. ǾĀciz olup mescid ŧarfına gider. Ārį ābdest alur ve iki rekǾat namaz ķılur. Śoñra duǾā ider. Ĥaķķ celle ve Ǿalā ilhām ider ki ķıble cānibine [39 a] olan yola revāne ol ve anda Ĥaķķ celle ve teǾālanuñ ķudretiyle yılanuñı bul. Bu daħi dāmen der-miyān idüp gider. Yolı bir püşteye irer. Görse bir ādem ölmiş ve boġazunı yılan śoķmış. Yılanı görür kendü sevdügi yılandur ve ölen daħi kendüye şākird olandur. Rabb-i aǾlāya tażarruǾ ve zārįler ķılur ve yılan kendüden gitdügin Ǿayn-ı ġanįmet bilür ki ey Raĥįm ü Raĥmān eger bu sevdügim yılan ger bende olaydı taĥķįķ żararı baña idi. İmdi ĥiśśe dünyā istersen Ĥażret-i Ĥaķķ celle ve Ǿalā virmez. Ĥikmeti vardur irilmez ve gizlü lüŧufları bilinmez. Bir hırsızcağız, yılancının birinden bir yılan çaldı; ahmaklığından onu, ganimet saymadaydı (Mesnevi, II, s. 57, b. 136). O yılancı, yılan sokmasından kurtuldu; o yılan da hırsızını sokdu; ağlaya inleye öldürdü (Mesnevi, II, s. 57, b. 137). Yılancı onu gördü, tanıdı; onu dedi, benim yılanım, candan etti (Mesnevi, II, s. 57, b. 138). Canım onu bulmayı, yılanı ondan almayı istiyordu; buna dua edip duruyordum (Mesnevi, II, s. 57, b. 139). Tanrı’ya şükür olsun ki o dua kabul edilmedi; ben ziyan sandım, o kar oldu (Mesnevi, II, s. 57, b. 140). Nice dualar vardır ki ziyan etmedir, ölüp gitmedir; noksan sıfatlardan münezzeh Tanrı, ululuğundan duymaz o duayı (Mesnevi, II, s. 57, b. 141). Bu beyit A. Gölpınarlı ve T. Mevlevi’de yoktur. Ayak kırıldı mı Hak, kanat bağışlar; O, kuyu dibinde bile bir kapıyı açar (Mesnevi, III, s. 335, b. 4809). İster ağaç üstünde ol, ister kuyu dibinde; buna bakma, bana bak, beni gör, benim yolu açan anahtar der (Mesnevi, III, s. 335, b. 4810). 88 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 5. Aktar terazisindeki kili yiyen müşteri hikayesi 43b-44a, (Mesnevi, IV, s. 400). Vilāyet-i Ǿacemde Ǿaŧŧār olan kimesnelerüñ terāzūdeki ŧaşları kül ile ķarışmış kil olur. Bir rustāyįye şeker ĥācet olur. ǾAttārlar bazarına varur. Bir pįr-i nātüvānį görür dükkānda oturur ve isteyene sükker virür. Bu daħi selām virüp sükker diler. Pįr daħi büsr-i çeşm diyüp śanduķa el çalar. Rustāyį ŧamaǾ idüp terāzūdan [44 a] külüñ bir nicesin işler ħoşca gelüp ħordenlemege başlar. Göñülden dir ki sükker śāĥibi görmese ve śoñra baña śormasa. ǾAŧŧār gūşeye çeşm ile nažār idüp dir ki baña ziyān yoķ ger az ve ger çoķ her ne miķdār ki yidüñ ve dįnden ol ķadar eksük ķoduñ. Benim rūĥum ĥiśśe ne miķdār dünyā artsa ol ķadar ahret eksülür. Maġrib ile maşrıķ arasına beñzer. Ne miķdār maşrıķ ŧarafına teveccüĥ olınsa maġrib dūr olur ve hem gice ile gündüz gibi ne miķdār gündüz ziyāde olsa gice noķśān bulur ve hem kefe-i [44 b] mįzān gibi olur biri artsa biri eksilür ve hem iki żarraya beñzer. Biri ħoşnūd olsa biri incinür. Sen benim kilimi çalıyor, yiyip bitiriyorsun ama yürü be; gerçekte kendi yanını-yağlarını yemedesin sen (Mesnevi, IV, s. 401, b. 640). Oyalanıyorum ama kamışımdan fazla şeker elde etmeni hoş görecek kadar da ahmak değilim (Mesnevi, IV, s. 401, b. 642). Tartınca alacağın şekerin ne kadar olduğunu görür de kimin ahmak olduğunu, kimin haberi olmadığını anlarsın (Mesnevi, IV, s. 401, b. 643). Ümmetlerin ışığı, “ Bu dünya ile o dünya birbirine zarar veren iki ortaktır” demedi mi? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3208). Demek ki buna kavuşmak, ondan ayrılmaktır; bu bedenin sağ esen oluşu, canın hastalığıdır (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3209). Şu geçitten ayrılmak insana güç gelir; demek ki o duraktan ayrılmak, daha da güç; bunu böyle bil (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3210). Resimden ayrılmak, sana güç geliyor; peki, ressamdan ayrılmak, ne kadar güç gelecek? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3211). Şu kara suya bile dayanamıyorsun; Tanrı kaynağının hasretine nasıl dayabiliyorsun? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3213). A aşağılık dünyaya sabredemeyen, a dost, Tanrı ayrılığına nasıl dayanabiliyorsun, nasıl? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3212). A aşağılık dünyaya dayanamayan, yeri en güzel bir şekilde döşeyenden ayrı kalmaya nasıl dayanıyorsun? (Mesnevi, II, s. 429, b. 3078). 89 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 6. Kazvinlinin omzuna dövmeyle arslan resmi yaptırması hikayesi, 45a46b (Mesnevi I, s. 541). Ķazvinįlerüñ Ǿādet-i ķadįmeleri bunuñ üzerine imiş ki dilāver olanlar başlarına bir yapraķ śoķarlar imiş ve arķalarında igne ile birer arslan şekli iderler imiş. Tā ki ĥammāma giren ādemler bunuñ bahādır idügin bileler ve buña dürlü riǾāyetler ideler. İttifāķa bir rüstāyį gelür ve ĥammāma girür. Suǿāl idüp cevābı bilür. Dellāka dir ki baña daħi bu şekl-i arslanı idübirseñ andan meśāliĥüñe gitseñ ammā şekli büyücek olsun ki görüne dilāverligüm ıraķdan bilüne. Üstād daħi Ǿale’r-reǿs diyüp resm ider ve kendüye lazım olanı ider. Rüstāyį igne đarbından ŧurur ve ellerin arķasına urur. Dir ki ey üstād arslanuñ niresinden ibtidā itdüñ? Ve şimdi nihāyetine mi gitdüñ? Üstād daħi cevap virüp dir ki başundan henüz başladum. Şöyle žann mı idersin ki tamām işim işledüm. Rustāyį dir ki imdi kerem ķıl [46 a] ġayrı yirine başla ve hem işüñi ahestece işle başı lāzım degildür nidelüm. Bir Ǿużvuna daħi gidelüm. Üstād daħi andan ferāġat ider ve ayaġı ŧarafına gider bir ķaç igne daħi āña urur ve rüstāyį girü ayaķ üzerine ŧurur. Dir ki hey üstād şimdi ķāndesin ki cānum aǾzuma geldi ve vücuǾı boġazumı deldi. Üstād daħi dir ki ayaġın iderüm śoñra ķuyruġına giderüm. Meded ayaġı lāzım degil ķuyruġına git anı daħi yapça yapça it. Üstād daħi ķuyruġı cāyına gider ve āña daħi bir ķaç igne đarb ider. Rüstāyį śabr itmeyüp dir ki ķuyruġı daħi olmasun ammā gine şekli arslan olsun. Üstād daħi dir ki hey bį-çāre ve sevdā-yı ħām ile cigeri yāre. Bir arslanuñ başı ve ayaġı [46 b] ve ķuyruġı olmaya ol niçe şekl arslan ola ve gören andan niçe heybet ala. Benim rūĥum ĥiśśe oruclar ve Ǿibādetler olmasun ve hem dünyā vāfir ve devlet ķāhir daħi olsun gine aħiret tamām olsun dimek ħayāl-i muhāl ve rāh-ı đalāldür. Rivayet edenden şu hikayeyi duy: Kazvinlilerde adetti; (Mesnevi, I, s. 514, b. 2993). Bedenlerine, ellerine, omuzlarına, kendilerine zarar vermeyecek tarzda, iğne ucuyla mavi dövmeler dövdürürlerdi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2994). Kazvinlinin biri tellağa gitti; bana bir dövme döv, ama tatlılıkla, canımı acıtmadan dedi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2995). Tellak, a yiğit dedi ne resmi döveyim? Kazvinli, kükremiş bir arslan döv dedi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2996). Tellak iğneyi batırınca acısı omuzuna çöktü (Mesnevi, I, s. 515, b. 2999). Yiğit, usta diye inledi; öldürdün beni; ne resmi dövüyorsun dedi (Mesnevi, I, s. 515, b. 3000). Kuyruksuz, başsız, gövdesiz arslanı kim görmüştür? Tanrı bile böyle bir arslan yaratmamıştır (Mesnevi, I, s. 516, b. 3013). 90 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 A kardeş, iğne yarasına dayan da ateşe tapan nefsinin yarasından kurtul (Mesnevi, I, s. 516, b. 3014). 7. Aşıkın kendini kınayanlara cevap vermesi hikayesi, 48a-48-b (Mesnevi, III, s. 275). Bir bülbül ki ķafesüñ ŧaşrasında gürbe ve yāħud ġayrı Ǿadūlarından birin görse hiç başın ŧaşra çıķarmaz. Belki daħi ziyāde śaǾb-ter olsa ķafeś der ammā ŧaşra aġyārdan ħāli ve mergzar-ı nā-mütenāhį görse her sū-i rāħdan baş ve terk-i Ǿayş u maǾaş idüp ŧaleb ħalāś u necāt olduġına şübhe mi var? İmdi ĥiśśe bu ħākį ten ķafesde murġ-ı cān ħabsden ħalāśa cehd ü saǾy itdükde sebeb oldur ki aǾmāl-i bed-girdār eŧrāf u eknāfın alup ħavfından nice ħalāś belki ķafes [48 b] melce-i ħāś olur. Ölüm tatlı geliyor bana; bu yurttan göçüşüm, kuşun kafesi bırakıp uçması sanki (Mesnevi, III, s. 275, b. 3952). Öyle bir kafes ki bağ içindedir. İçerisindeki kuş dışarıdaki gülistanı ve ağaçları görür (Tahirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevi, III, s. 1031, b. 11605). Bahçeye konan kafesteki kuş, bir hoşça hürriyet hikayeleri söylerler (Mesnevi, III, s. 275, b. 3953). Kafesin içindeki kuş, o yeşilliği görür de ne birşey yiyebilir, ne sabrı, kararı kalır (Mesnevi, III, s. 275, b. 3954). Belki ayağındaki bağ çözülür diye her delikden başını çıkarır durur (Mesnevi, III, s. 276, b. 3956). Gönlü de dışarıdadır, canı da; o kafesi, bir açıverirsen ne yapar? (Mesnevi, III, s. 276, b. 3957). 8. Delinin Calinus’a yaltaklanması hikayesi, 53a (Mesnevi, II, s. 312-313) Calinus bir gün yolda gider. Bir divāne buña nažar ider. Hemān evine gelür ve şākirdlerinden birini bulur. Baña falan ĥoķķayı getür maǾcundan yiyeyim śoñra derdimi saña diyeyim. Şākird daħi hey sulŧānım bu niçe cevāp ola ki divāneler maǾcunı sizlere devā ola. Cevāp virüp dir ki bugün baña bir divāne nažar itdi. Śandum ki olanca Ǿaķlım gitdi. Ĥiśśe benim rūhum dünyāyı sevende Ǿaķıl mı olur ki leyl ü nehār muśāĥabetüñ ehl-i dünyā ile belki fısķa-i ĥasere veyā kefere-i fecr ile ola. 91 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 9. Birisinin, Tanrı suçuma bakmıyor demesi; Şuayb’ın cevabı hikayesi, 66a (Mesnevi, II, s. 453) Ĥażret-i ŞuǾayb śalavātullāhu Ǿaleyhi ve Ǿalā nebiyyinā’dan bir kimesne suǿāl ider ki her gün nice dürlü günahlar iderüm aĥşam śaġ ve selāmet evime giderüm. Hiçbir yirden bir belā veyā cānuma bir cefā irmeyüp bu minvāl üzre gider. Ĥālim neye irer. Ĥażret-i ŞuǾayb Ǿaleyhisselām daħi buyurur ey bį-çāre mekr-i Ĥaķķdur. Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; 47 ۟ ّ ٰ ﷲِ فَ َال يَأْ َمنُ َم ْك َر ۚ ّ ٰ اَفَا َ ِمنُوا َم ْك َر . َﷲِ اِ ﱠال ْالقَوْ ُم ْالخَا ِسرُون MıśrāǾ [66 b] Emįn olmañ benüm mekrimden aślā. Her kime ki ħilāf-ı rāh-ı rıżā hoş gele nişanı ehl-i cehennemdür bile. İmdi ey ġāfil dünyā niǾmetlerinüñ ekŝeri istidrāc ve śoñra baħāne ilāç olmaduġın Ķurān-ı Kerįmde olan ķıśśadan ĥiśśe alup, kemā ķālallāhu tebāreke ve teǾālā fį sūreti’l-enǾām; ٓ َي ۜ ٍء َح ٰتّى اِ َذا فَ ِرحُوا بِ َمٓا اُ ۫وتُٓوا ْ اب ُك ﱢل ش َ فَلَ ﱠما نَسُوا َما ُذ ﱢكرُوا بِه۪ فَتَحْ نَا َعلَ ْي ِھ ْم اَ ْب َو 48 َاَخ َْذنَاھُ ْم بَ ْغتَةً فَا ِ َذا ھُ ْم ُم ْبلِسُون [67 a] FirǾavn-ı bį-Ǿavn dört yüz yıl Ǿömr ü salŧanat sürüp bir gün başı ve dişi aġrımayup ve Ǿıyş u nūşdan ħāli olmayup bir gice nā-murād olmadı. Ammā śoñra, ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; 49 ۜ فَ َغ ِشيَھُ ْم ِمنَ ْاليَ ﱢم َما َغ ِشيَھُ ْم Şuayb’ın zamanında birisi, Tanrı diyordu, bende bunca ayıplar gördü (Mesnevi, II, s. 453, b. 3372). Kaç kere günahlar, cürümler gördü de kereminden kusuruma kalmadı benim (Mesnevi, II, s. 453, b. 3373). Yüce Tanrı, Şuayb’ın kulağına, gizlilik yoluyla, ona cevap verip dedi ki: (Mesnevi, II, s. 453, b. 3374). Kaç kere cezanı verdim senin, kaç kere; ama senin haberin yok. Baştan ayağa dek zincirler içinde kalmışsın (Mesnevi, II, s. 453, b. 3377). ――――――――― 47 48 49 92 Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz (A’raf, 7-99). Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaldık, birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. [Önceki ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlere iman etmedikleri için Allah onlara çeşitli darlık ve musibetler verdi; fakat onlar yine inanmadılar. Cenab-ı Allah, cezalarını artırmak için onlara bütün nimetlerin kapılarını açtı, bol rızık ve nimetlere gömüldüler. Nimetin gerçek sahibine şükredecekleri yerde zevk ve safaya daldılar, O’nu unutup şehvetlerine teslim oldular. İşteböyle tam bir sarhoşluk ve dalgınlık anında Allah onları yakaladı da neye uğradıklarını bilemediler, ne yapacaklarını düşünmekten âciz kaldılar ve helâk olup gittiler.] (En’âm,6-44). Deniz onları gömüp boğuverdi.(Tâhâ, 78) Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 10. Tam akıllı, yarım akıllı ve hiçbir şey olmayan; bu sıfatlarda üç balık hikayesi, 76a-77a (Mesnevi, IV, s. 525-528) Üç balıķ deryāda giderler ve seyr ü teferrüc iderler. Bu ĥāl üzre giderken meger gözlerine bir yirde vāfir dāne deger. Biri dir ki bu dānenüñ altında dāmı olur ŧamaǾ idüp yiyen yol mı bulur. Hele ben ķaǾr-ı deryāya giderüm ve açlıġuma ķanāǾat iderüm ve biri daħi dir ki bir miķdār yiyelüm śoñra firār idelüm ve biri daħi dir ki bu arada dām yoķ ve dāne ise çoķ. Evvelki balıķ ħaźer idüp ķaçar ve selāmet [76 b] ķapusın kendüye açar. İkinci dāmuñ köşesinde bulunur ve bir ķulaġından dāma aśılur. Üçünci bį-çāre gör ki ĥırśından neler çeker. Śayyād buları görür ve dāmın ŧaşra düşürür. Gūşundan ŧululan kendüyi ölürlüge urur ve ķārnını śu üzre getürür. Śayyād görür ki ölmüş. Alup deryāya atar. Ħalāś olup yoldaşınuñ ardından yeter. Buña sergūzeştinden suǿāl ider. Bu daħi dürlü belā ile ħalāśından ħaber ider. Yā ķanı ol bir yoldaşuñ ħāli nedür yoħsā giriftār mıdur? Pes ol balıķ daħi eydür yoldaşımuz ziyādece ŧamaǾ itdi śayyāduñ sepedine gitdi. Ĥiśśe imdį ey Ǿāķil nefs ü hevā kāmına ve dünyānuñ dāmına düşüp [77 a] cemǾ-i māl u žulm u bāl u fısķ u đalāl śoñı ħˇāb-ı ĥayāl idügin bilürken bu ħırś bu ġaflet nedür. 11. Fil yavrusu yiyenler hikayesi, 78b-80a (Mesnevi, III, s. 11-13-14) Bir nice kimesne vilāyet-i Hindüstāna sefer iderler ve seyr ü ticārete giderler. Ĥįkmet-i Rabbānį ve Ǿināyet-i subĥānį bunlaruñ yolları üzerine bir ādem gelür ve bunlara naśįĥat virür dir ki sizlere cān u dil ile naśįĥat iderüm ve śoñra yine ben meśāliĥüme giderüm. Varacaķ menzilüñüz ķatı muĥāŧaradur. Aślā yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü tere ile ķanāǾat idesiz ve didügim ŧarįķa gidesiz. Olmaya ki filbeççeleri śayd itmege ŧamaǾ olına yiyüp śoñra sizlerde nişānı buluna veyāħud rayiĥasından biline. Fil ķatı yavuzdur bir nice fersaħ arduñuzca gider śoñra sizi helāk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikār itmesi ķatı asān ammā śoñı ziyān-ender-ziyān. Nümāyişi [79 a] laŧįf ü semįn ammā ānesidür kemįndür. Hele işte ben naśiĥat itdüm ve yine yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lāzım olanı itmiş. Bunlar daħi kendü yollarına giderler ve ol nāśuĥuñ virdügi ħaberi tefekkür iderler. Bir niçe fersaĥ gitmişler ve bir semiz fil-beççe gördiler. Ķarınları ķatı aç olup ve śabra mecāl ķalmayup fil-beççeyi şikār idüp ve laŧįf kebāb idüp yirler ve ellerin ve aġızların yurlar. Ammā içlerinden biri yimeyüp perhįz ider ve bunlara muĥālefet ider. Dir ki ben nāśıĥ sözin ŧutarum ve berg ü tere ile ķanāǾat iderüm. Tā ki śoñra baña ziyān olmaya ve baġrum ķanla dolmaya. Ve’l-ĥāśıl cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve ħırś u ŧamaǾlarından [79 b] ħˇāb u ġāflete varurlar. Bu yimeyen bį-çāre çoban ķoyun sürüsin bekler gibi oturur. Śabr ile kendüye saǾādet-i sermed getürür. Hemān ol dem 93 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği görür ki bir fil sehm-nāk ejderhā gibi segirdüp gelür ve bu derdmendüñ boġazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunuñ aġzın ķoħular. Görür ki bu bį-çārede ol aśl-ı rayiĥa yoķ ve ġayrıları boġazlarına degin ŧoķ. Bunı ķoyup ġayra varur ve her birinüñ aġzını tamām ķoħulayup görür kimini ŧutup iki yırtar ve kimini havāya atup yirlere çalar. Cümlesin anda helāk ider ve bu bį-çāreye vāfir defįne irsāl ider. Ĥiśśe Ĥażret-i nāśıĥ ki Faħr-ı Ǿālem śāllallāhu Ǿaleyhi ve sellem ĥażretleridür devlet ile dünyāya geldiler. [80 a] ve Ķurān-ı Kerįmü’şşān getürdiler ve bize tamām necāt u đalāl ve ĥarām u ĥelāl yolların beyān u Ǿayān itdiler. SaǾādetle girü sefer idüp āħirete gitdiler. İmdį dünyāda kişinüñ Ǿıyş u maǾāşı ve kirde ve aşı hemān ķuvvet-i lāyemūt. Ne an ki lūt u pūt ola ve ķarnı ĥarām ile ŧola. İmdi rūĥum gerçe fil-beççe semz ü laŧįf ammā śoñra fil yavuz ĥerįfdür. Maķberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebįñ kimdür diyū nidā ķılur ve būy-ı dehānuñda seni bilür. Aña göre cezā ķılur. Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; 50 ْ ْ اصي َواالَق َد ۚ ِام ۪ يُ ْع َرفُ ْال ُمجْ ِر ُمونَ بِ ۪سيمٰ يھُ ْم فَي ُْؤ َخ ُذ بِالنﱠ َو Duydun mu, Hindistan’da bir bilgin, dostlardan bir topluluğu gördü.(Mesnevi, III, s.,11, b.69). Dedi ki: Karnınız bomboş, açsınız; açlık kerbelasından birçok zahmetlere düşmüşsünüz (Mesnevi, III s.11, b. 72). Ama Allah için olsun a ulu toplum, Allah için olsun, sakın fil yavrusunu yemeyin (Mesnevi, III, s.11, b. 73). Şimdi gideceğiniz bu yanda filler vardır; fil yavrusunu vurup kırmayın; dinleyin sözümü (Mesnevi, III, s.11, b. 74). Yolunuzda fil yavruları vardır; onları avlamayı gönlünüz pek ister (Mesnevi, III, s.11, b. 75). Pek güçsüz-kuvvetsizdir, pek güzeldir, pek semizdir onlar; fakat anaları, pusudadır, korur onları (Mesnevi, III, s.11, b. 76). Yavrusunun ardına düşer; bağırıp ah ederek yüz yıllık yol alır (Mesnevi, III, s.11, b. 77). Fil, hepsinin ağzını bir bir koklamakta, hepsinin midesinin çevresinde dolaşmaktaydı (Mesnevi, III, s. 13, b. 105). Yavrusunu kim kebap etmiş, yemişse onu bulup öcünü almak, zorunu göstermek istiyordu (Mesnevi, III, s. 13, b. 106). ――――――――― 50 94 Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.(Rahmân, 55-41) Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 Öğüt veren, öğüdümü dinleyin de gönlünüz, canınız, sınanmalara uğramasın dedi (Mesnevi, III, s. 14, b. 138). Otları, yaprakları yeter bulun; fil yavrularını avlamaya pek varmayın (Mesnevi, III, s. 15, b. 139). Ben, boynumdaki öğüt verme borcunu ödedim; öğüt dinlemenin sonu, kutluluktan başka ne olur ki? (Mesnevi, III, s. 15, b. 140). Bu sözleri söyledi, hadi, hayırlara karşı dedi, gitti... O uzun yolda onlar, kıtlığa düştüler, acıktılar (Mesnevi, III, s. 15, b. 143). Ansızın ana yolda, yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler (Mesnevi, III, s. 15, b. 144). Esrik kurtlar gibi üstüne üşüştüler; onu yediler, tertemiz ettiler; bu işten el yudular (Mesnevi, III, s. 15, b. 145). Yol arkadaşlarından biri yemedi; onlara da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü o yoksulun sözleri hatırındaydı (Mesnevi, III, s. 15, b. 146). O söz, fili kebap etmesine engel oldu... Sana da eski akıl, yeni bir baht bağışlar (Mesnevi, III, s. 15, b. 147). Yiyenler düşüp yattılar, hepsi de uykuya daldı... Oysa açtı; sürünün içindeki çoban gibi uyanıktı (Mesnevi, III, s. 15, b. 148). Derken gördü kicoşmuş, köpürmüş bir fil geliyor... Fil, önce o bekçiye doğru koştu (Mesnevi, III, s. 15, b. 149). Ağzını üç kere kokladı; fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi (Mesnevi, III, s. 15, b. 150). Birkaç kere çevresinde döndü dolaştı, gitti... O koca fil, ona bir ziyan vermedi, incitmedi onu (Mesnevi, III, s. 15, b. 151). Uyuyanların hepsinin de ağızlarını kokladı; onların ağızlarından koku gelmedeydi (Mesnevi, III, s. 15, b. 152). Filin yavrusunu kızartıp yemişlerdi; fil de hemencecik onları paraladı (Mesnevi, III, s. 15, b. 153). Her birini havaya kaldırıp yere çaldı; paramparça etti (Mesnevi, III, s. 15, b. 155). A halkın başına geçip kanını emen, vazgeç bu işten de halkın kanı, savaşa düşürmesin seni (Mesnevi, III, s. 15, b. 156). Mallarını gerçekten de kanları bil; çünkü mal, güçle, çabayla elde edilir (Mesnevi, III, s. 15, b. 157). Düzen kuranı fil, rezil etti; fil yavrusunun kokusunu bilir (Mesnevi, III, s. 15, b. 160). Vah hâline o kişinin ki mezarda ağzını koklayan, ya Münkerdir, ya Nekir (Mesnevi, III s.13, b. 109). 95 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 12. Hırsızların koçu ve elbiseyi çalması hikayesi, 86a-87a (Mesnevi, VI, s. 87-88) Bir düzd-i Ǿayyār ve bir mekkār-ı ġaddar bir ādemüñ ķoçın uġurlar. Ol bį-çāre derd ile yüregi yāre her ŧarafa gider ve ķoçın ŧaleb idüp tecessüs ider. Gine bu merdüñ Ǿayyār-ı bį-inśāf ve ŧarrār bir ķuyı kenarında oturur ve gözlerinden yaşlar getürür. Bu derd-mend anı görür ve yanına varur ŧurur. Teraĥĥum idüp dir ki ey miskin ne aġlarsın [86 b] ve derd ile yürekler ŧaġlarsın. ǾAyyār daħi dir ki niçe girye itmeyeyim şol biñara beş yüz altunum düşdi ve nikbāt arzusı başıma üşdi. Her kim çıķarursa eylük bulsun ve hem yüz filori anuñ olsun. Bu bį-Ǿaķl daħi dir ki hiç böyle fāide ele girmez ve bu deme kimse bir daħi irmez bir ķoc gitdi ise on ķoc bahāsı ele girdi diyüp şād-mān olur. Hemān śoyınup ķuyıya girür. Ol Ǿayyār-ı bį-şefķat u ħūn-ħˇār-ı bį-merĥamet bu bį-çārenüñ olanca esbābın alup ol aradan nā-bedįd olur. Ĥiśśe ol ķoç geçen Ǿömr-i nāzenįn idi gitdi. Nefs ile şeyŧān buyuruġında ne çāre bāķį Ǿömri bāri ķaftan gibi uġurlatmadın [87 a] gözüñ aç bir pāre. 13. Mescid-i Aksâ’da keçiboynuzunun bitmesi hikayesi, 89a-89b (Mesnevi, IV, s. 462) Ĥażret-i Süleymān padişāh-ı enįs ü cān Ǿaleyhi’ś-śalavātu’r-raĥmān beytü’l-muķaddesi divlere yapdurdı ve leyl ü nehār içinde Ǿibādete meşġūl oldı. Bir gün śabaĥ namazına giderken ve endįşe-i āħiret iderken görse beytü’l-muķaddes gūşesinde bir giyāh taze bitmiş ve uzanup yer yüzine gitmiş. Ĥażret-i Süleymān bunı gördükde taǾaccübe varup eydür ki bunda dıraħt yoġıdı bir gicede ne ĥikmet oldı. Ĥażret dıraħta suǿāl ider ol daħi niyāz ile cevāp ider ki ey Süleymān ben her ne yirde kim biterüm ol yeri ħarāb iderüm. İsmüm ħarnūb ķonulmış ve naśįbim virānelikde śunulmışdur. Ĥażret daħi varup namazı ķıldı ve tefekkür idüp [89 b] bunuñ remzin bildi. Bu işāret baña kāfįdür ve bu nükte şifā-i şāfįdür. Nitekim ben dünyāda olam bu virān olmaz ve bu baġçenüñ şükūfeleri śolmaz. Baña Ǿömrüñ āħir oldı ve bu civānlıķ bostānı śoldı dimek olur. Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; 51 ُ َق اَفَ َال يَ ْعقِلون ِ ۜ َْو َم ْن نُ َع ﱢمرْ هُ نُنَ ﱢك ْسهُ فِي ْالخَل Ĥiśśe benüm rūĥum imdį. Rūĥuñ Süleymāndur ve ķalbüñ beytü’lmuķaddesdür. Ruħuñ baġında mūdan eŝer yoġidi. Şimdi śaķal-ı ħāristān ile ŧoldı. Mürūr-ı eyyām ile aġarmaġa başlar. Felegi gör ki saña ne işler işler. ――――――――― 51 96 Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?(Yâsîn, 36-68). Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 Derken Süleyman, bir bucakta, salkım gibi bir yeni otun bittiğini gördü (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1373). Süleyman, adın ne senin, dilsiz, dudaksız söyle bakalım dedi. Ot, a dünyanın padişahı dedi, adım keçiboynuzu (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1376). Süleyman senin ne hâssan var diye sordu; keçiboynuzu, ben nerede bitsem dedi, orası yıkılır gider (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1377). Benim adım harrubdur, durağım da harap yer; ben şu balçığın yıkıcısıyım (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1378). Bunun üzerine Süleyman, çabucak anladı ki eceli gelmiş, yola düşmek gerek (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1379). 14. Hali sözüne uymayan adamın hikayesi (Kocasını halayığından kıskanan kadın), 91b-92b (Mesnevi, V, s. 346-352) Zamān-ı evvelde bir śūfį var imiş ammā śalāĥ u taķvāsı [92 a] ŧar imiş. ǾAvretinüñ bir ĥūb cāriyesi var idi śūfį buña gāhi nažar idüp sūfįnüñ Ǿavret bu ĥālüne ħāžır ve her zamān fiǾline nāžır imiş. Ķażā-i nā-gāh bir gün Ǿavret ĥamāma varur ħaŧā ile kil ŧası evde ķalur. Cāriyeyi ŧası getürmege eve gönderür. Cāriye eve gelür śūfį evde tenhā bulur. Śufį daħi cāriyeye el urur ve nefsinüñ murādın virür. Śoñra ħātunuñ śūfį ĥāŧırına gelür hemān ŧaşra çıķup cār u maķremesin alup segirdüp eve gelür. Ĥavli ķapusı açılur ve bir şaĥż içerü girür. Śufį ol ĥāli görüp hemān-dem cāriyeyi bıraġup namāza ŧurur. Ħātun gelüp cāriyenüñ yüzine nažar ider ve kendüden gider [92 b] görse ĥāl-ħarāb ve cāriyenüñ yüzi ĥumretinden kebāb. Dönüp śūfįye varur ve etegin açup görür ŧon aşaġa gitmiş ve şehvet uyluġa inmiş. ǾAvret śūfįye dir ki bre žālim kendüñi oda urduñ ĥıyānet ile namāza ŧurduñ. Benim rūĥum ĥiśśe gerek śūfį olup dünyā sevene teşbįh olına ve gerse ĥarāmlar ve ĥarirler giyüp namāza ŧurana temŝįl ķılına. Halayıkcağız perişanbir halde çekildi, adam da fırladı namaza durdu (Mesnevi, V, s. 349, b. 2198). Halayıkcağızı darmadağın, şaşkın, somurtkan bir halde gördü (Mesnevi, V, s. 350, b. 2199). Hemen koşup kocasının eteğini kaldırdı; gördü ki her yanı bulanmış (Mesnevi, V, s. 350, b. 2201). Şu yan-bel, Tanrı’yı anmaya, namaza durmaya layık mı? Bu çeşit pislikle namaz kılınır mı? (Mesnevi, V, s. 350, b. 2204). 15. Hırsızın geceleyin davul çalıyorum demesi hikayesi, 95a-95b (Mesnevi, III, s. 198) Bir kimsene ħaste imiş meger. Yaturken ķulaġına bir śadā deger. Gice imiş ŧaşra çıķup görür bir ĥerįf ķazma ile divārın urur. Śāĥib-i divār 97 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği daħi dir ki be ĥerįf-i bį-vaķt ne işlersin yoħsa divārı mı delersin. Ĥerįf daħi dir ki ŧablcıyım ŧabl çalaram śānma ki divāruñı delerüm. bu daħi dir ki biz ŧabl [95 b] gördük çoķ ammā bunuñ hiç sesi yoķ. Ħerįf daħi dir ki yārın gör sesi nice çıķar ve cümle ħalķ temāşāña baķar. YaǾni fi’l-ĥaķįķa ĥırsuz divārını delmiş ve esbābın almış ammā rūz-ı mahşerde ĥāl nice ola Ǿaraśāt meydānı zār u efġanile dola. Şu örneği duy, şu fıkrayı dinle: Geceleyin işine pek yapışmış bir hırsız, bir duvarın dibinde, o duvarı delmedeydi (Mesnevi, III, s. 198, b. 2800). Ev sahibi hastaydı; yarı uyur, yarı uyanık, yavaş yavaş bir tık tık sesi duyuyordu (Mesnevi, III, s. 198, b. 2801). Hayrola, gece yarısı ne yapıyorsun, kimsin sen? Hırsız; a yüce dedi, davulcuyum ben (Mesnevi, III, s. 198, b. 2803). Peki ne yapıyorsun deyince de davul çalıyorum dedi. Ev sahibi, a yollu yordamlı kişi dedi; hani davulun sesi? (Mesnevi, III, s. 198, b. 2804). Hırsız dedi ki: Sesini yarın duyarsın; eyvahlar olsun, amanın derken kulağına gelir (Mesnevi, III, s. 198, b. 2805). 16. Bâyezîd’in zamanında bir kafire Müslüman ol demeleri hikayesi, 98a-98b (Mesnevi, V, s. 513) Hażret-i Pįr-i Bistām ol sulŧān-ı kirām Ǿaleyhi raĥmetü’l-ġufrān zamānında bir müselmān saǾįd ve hem Ĥażret-i Bā-Yezid’e merįd imiş. Bir kāfire dir ki gel müselmān ol ve nār-ı caĥįmden ħalāś olup firdevs yirine yol bul. Kāfir daħi dir ki ey merįd eger įmān didügüñ Ĥażret-i Şeyħ imānı ise bu bį-çāre gedā cān u bāşum fedā olsun. Evvelā ġayruñuzuñ imānuna ķābil ve işledügüñüz fiǾle māǿil [98 b] degülem. Rūĥum islām-ı žāhir āķ çalmaķ ile olur. Ammā kişi bāŧın müselmanlıġını aǾmāl ile bulur. Şecere-i tevĥįd ķalbüñde ŝābit oldıysa yürür ve ŧaşrasına yaşıl yapraķlar virür. Śoñra Rabbü’l-Ǿālemįn luŧflar eyleye ve seni mįvesiyle ŧoylaya ve illā tevĥįd fidanı bāġ-ı dilde tamām ħažž itmeye ve yaşıl yapraķdan ŧaşrada eŝer olmaya. Baġbān-ı ecel gelür ve fidanı çıķarup oda urur. Bâyezîd’in çağında, ateşe tapan biri vardı; kutlu bir müslüman, ona dedi ki: (Mesnevi, V, s. 513, b. 3357). Müslüman olsanda yüzlerce kurtuluşa kavuşsan, ululuk elde etsen (Mesnevi, V, s. 513, b. 3358). Adam, amürid dedi, îman varsa, âlemin şeyhi Bâyezîd’in îmanıdır ancak (Mesnevi, V, s. 513, b. 3359). Îmana, dine tam inanmış değilim ama onun îmanına adam-akıllı inanmışım (Mesnevi, V, s. 513, b. 3361). Ağzımda çok sağlam bir mühür var ama gizlice de, onun îmanına mü’minim (Mesnevi, V, s. 513, b. 3363). 98 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 17. Vaaza başlar başlamaz, zulmedenlere, taş yüreklilere, dua eden vaiz hikayesi, 104a-105a (Mesnevi, IV, s. 358) Zaman-ı evvelde bir vāǾiž var imiş. Her ķaçan kürsiye naśiĥat içün çıķsa žālim ve bį-inśāflara duǾā idermiş. Bundan suǾāl iderler ki bu ŧāife müstaĥaķķ-ı duǾā degildür niçün idersin ve ħilāf-ı rāh-ı śāliĥįne gidersin. Bu daħi dir ki ben añlardan gördügüm eylügi kimden gördüm [104 b] ve anlaruñ cevr ü cefāsından ne devlete irdüm. Niçe duǾā itmeyeyim ve bu ŧarįķa nice gitmeyeyim her ķaçan dünyāya meyl itdüm ise anlardan dürlü ĥįle ve mekr ü fesād u cebr ü bühtān-ı ķahr ile dünyā-yı murdārı ve bį-vefā-yı ġaddārı benüm elümden aldılar ve deryā-yı Ǿiśyāna ŧaldılar ve kendülerin nār-ı caĥįme śaldılar. İmdi anlara duǾā itmek benüm üzerime lāzım belki elzemdür. Anuñçün duǾā iderim ve ħilāf-ı ŧarįķ-ı selefe giderüm. Eger dünyā baña geleydi muķarrer şeyŧan baña yol bulurdı ve nice ħilāf-ı rıżā-yı Ĥaķķ olurdı. Elĥamdülillah anlar benimçün bu ķadar belālar irtikāb itdiler ve ġıybetüm idüp cehennem yolına gitdiler. Ĥaķķ subĥānehū ve teǾālā anlaruñ dünyāsın [105 a] çoķ idüp dünyāda ber-murād ve ĥāŧırların dünyā ile tamām şād eyleye. Vaaz eden biri vardı; kürsiye çıktı mı, yol kesenlere dua ederdi (Mesnevi, IV, s. 356, b. 81). Elini açar, yârabbi derdi; kötülere, bozgunculara, azgınlara sen acı (Mesnevi, IV, s. 356 b. 82). Temiz kişilere dua etmezdi; pis kişilerden başkalarına hayır duada bulunmazdı (Mesnevi, IV, s. 356 b. 84). Ona, böyle bir adet yok dediler; sapıklığa sapanlara hayır duada bulunmak cömertlik sayılmaz (Mesnevi, IV, s. 356 b. 85). Dedi ki: Ben iyiliği bunlardan gördüm, bunlardan öğrendim; bu yüzden de duada onları seçiyorum (Mesnevi, IV, s. 356 b. 86). O kadar pis işler işlediler, o kadar zulmettiler, cefada bulundular ki, sonunda beni, serden aldılar da hayır işlere koştular (Mesnevi, IV, s. 356 b. 87). Ne zaman dünyaya yüz tutsam, hemencecik onların ellerinden yaralara, berelere uğrardım (Mesnevi, IV, s. 356 b. 88). Bu yara bere yüzünden de o yana sığınırdım, o kurtlar, tekrar yola getirirlerdi beni (Mesnevi, IV, s. 356 b. 89). Kul, dertten zahmetten Tanrı’ya sızlanır, feryad eder; uğradığı ağrıdan, sızıdan yüzlerce şikayette bulunur (Mesnevi, IV, s. 356 b. 91). Tanrı da ona, ağrı sızı, dert zahmet, sonunda seni yalvaran yakaran bir kul etti, gerçekleştirdi der (Mesnevi, IV, s. 356 b. 92). Sen, asıl senin yolunu kesenden, seni bizim kapımızdan uzaklaştıran, bu kapıdan seni süren nimetten şikayet et (Mesnevi, IV, s. 356 b. 93). Gerçekte her düşman, senin ilacındır, kimyadır, faydadır sana; senin gönlünü alır (Mesnevi, IV, s. 356 b. 94). 99 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Çünkü ondan kaçarsın, yalnızlık bucağında, Tanrı lütfundan yardım dilersin (Mesnevi, IV, s. 356 b. 95). Gerçekte dostların, düşmandır sana; çünkü o tapudan uzaklaştırırlar, kendileriyle oyalarlar seni (Mesnevi, IV, s. 356 b. 96). Hani bir hayvan vardır; porsuktur adı; dayak yedikçe semirir, büyür (Mesnevi, IV, s. 357b. 97). Köteği yedikçe daha iyileşir; sopa vuruldukça daha semirir (Mesnevi, IV, s. 357b. 98). İnanan da, gerçekte porsuktur; çünkü o da dert-mihnet sopasıyla büyür, semizleşir (Mesnevi, IV, s. 357b. 99). Bu sebepledir ki peygamberler, dünyadaki bütün halktan daha fazla zahmetlere düştüler, meşakkatler çektiler (Mesnevi, IV, s. 357b. 100). Böylece de canları, bütün canlardan daha üstün, daha büyük bir hale geldi; çünkü onların uğradıkları belalara, başka bir topluluk uğramadı (Mesnevi, IV, s. 357, b. 101). Deri ilaçlanır, belalar çeker de, sonunda Tâif derisi gibi hoş bir hale gelir (Mesnevi, IV, s. 357, b. 102). O acı, o keskin ilaçlar sürülmeseydi, pis bir halde kalır, pis pis kokar dururdu (Mesnevi, IV, s. 357, b. 103). Sen, insanı da tabaklanmamış deri say; rutubetten nem kapmış, çirkin, ağır kokulu bir hale gelmiş deri (Mesnevi, IV, s. 357b. 104). Acı, keskin ilaçları fazla sür de arınsın, güzel, parlak bir hale gelsin (Mesnevi, IV, s. 357, b. 105). Fakat a düzenbaz, buna gücün yetmiyorsa, Tanrı, sen istemeden bir dert, bir ağrı sızı verirse sana, artık buna da razı ol (Mesnevi, IV, s. 357, b. 106). Çünkü dostun belası, seni temizleyen bir şeydir; onun bilgisi, sizin düzüp koştuğunuz şeylerden üstündür (Mesnevi, IV, s. 357, b. 107). Bir adam, belayı acınma görürsei o bela, ona tatlı gelir; ilaç, adamı iyileştirmeye başladı mı, hoş gelir adama (Mesnevi, IV, s. 357, b. 108). İnsan mat oldukça kazndığını gördü mü, “öldürdün beni a inandığım, güvendiğim kişilerim” der (Mesnevi, IV, s. 357, b. 109). Bu kötü kişi de, başkasına faydalı oldu ama kendisini sürülmüş, kovulmuş bir adam yaptı gitti (Mesnevi, IV, s. 357, b. 110). İmandan sonra acıyış, kesildi ondan; şeytan kini, yamandı kaldı ona (Mesnevi, IV, s. 357, b. 111). Öfkenin, kin gütmenin tezgahı kesildi; bil ki kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de (Mesnevi, IV, s. 357, b. 112). 18. Hûd (a.s.) zamanında Âd kavmini helak eden rûzgârın hikayesi, 110a-111a (Mesnevi, I, s. 215) Ĥikāyet Ĥażret-i Mevlevį Meŝnevį-i Şerįf’de yazar. Hūd Peyġamber [110 b] Ǿaleyhisselām bir gün bir dāire çizüp ķavmine dir ki sizlere naśiĥat iderüm. Ŧuruñ çizdügim dāirenüñ içine girüñ. Zįrā her sözümüñ aślı ve şerĥ idersem nice bāb u faślı vardur. Hemān size 100 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 lāzım olan buyurduġum ŧutmaķ ve nehy itdügüm yirden ķaçmaķdur. Ĥaķķ celle ve Ǿalā sizlere bir yil gönderür hevl-nāk ve dāireden ŧaşra bulduġın helāk ider. Ammā dāirenüñ içinde bulduġına bād-ı śabā olur ve esdigünden cānıñuz śafā bulur. Ĥiśśe benüm rūĥum şerǾ-i şerįf ve sünnet-i laŧįf hemān ol dāiredür. Nažar ķıl dāireden ŧaşra yirüñ var mıdur śoñra ecel śarśarı gelür yıķar [111 a] ve binā-ı bedeni yirlere śoķar. Hûd, inananların çevresine bir çizgi çizmişti; yel oraya varınca yumuşuyor, hafifliyordu (Mesnevi, I, s. 215, b. 859). O çizgiden dışarıda olanalrıysa havalara kaldırıyor, havada param parça ediyordu. (Mesnevi, I, s. 215, b. 860). Böylece ecel yeli de ariflere, Yûsuflardan gelen yel gibi yumuşak güzel eser (Mesnevi, I, s. 215, b. 865). Din ehli de şehvet ateşi yanmaz; geri kalanları ise o ateş alır, ta yerin dibine götürür (Mesnevi, I, s. 216, b. 867). من بندهٔ قرآنم اكر جان دآرم من حآك ره محمد مختارم “Canım bedenimde oldukça Kur’ân’ın kuluyum; Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.”52 19. İmrü’l-Kays’ın hikayesi, 118a-119a (Mesnevi, VI, s. 601-607) İmrü’l-Ķays ki Ǿarab padişāhı idi. Anuñ beyānı ve zamānında Yūsuf-ı ŝānį iken buña bir ĥāl Ǿārıż olur. Gider salŧanātı terk ider. Ġayrı padişāh vilāyetine varur ve faķr u fāķa ile nice yıl anda ŧurur. Çünki bād-ı Ǿaşķ böyle eser ve kefāf-ı nefsi içün kerpiç keser. Bunuñ vilāyetinden bir nice ādem gider varup ol padişāha ħaber ider ki İmrü’l-Ķays bunda gelmiş ve şikār-ı Ǿaşķ içün ħışt-zen olmış. Padişāh daħi gice ile varur [118 b] İmrü’l-Ķaysı görür. Dir ki hey sulŧānum niçün vilāyetüñden gitdüñ ve padişāhlıġuñ terk itdüñ. ǾAsker ü ħazįneñ çoķ ve seħāda nažįrüñ yoķ. Ĥüsnde zamānuñ Yūsufı ve merdānelerüñ Āśafısın. İşte tāc u taĥtum ve salŧanat u baħtum sulŧanımuñ olsun. Teşrįf buyuruñ memālik-i nūr-ı Ǿadlüñüz ile dolsun. Vilāyet nedür bu gedā bāş u cānım yoluña fedā diyüp çoķ felsefe söyler ve anuñ anda ķalmasın diler. Söz tamām olınca İmrü’l-Ķays sükūt ider ve ĥāmuşluķ Ǿālemine gider śoñra buña dir ki ey ħūy-melek meŝeldür “ ”السخى ما ملكvāķıǾā sen bize memleketüñi virdüñ ve cān u bāşuñı fedā itdüñ. [119 a] Biz daħi nidelüm seni tāc u kemerden bįzār idelüm. Hemān-dem bāşını bunuñ ķulaġına ķomış ve derd-i Ǿaşķından bir pāre dimiş. Anı daħi kendü gibi ser-gerdān ider ve eli eline alup ġayrı vilāyete gider. Bu ĥāle vāśıl olan padişāhlıġı nider. ǾAşķ ādeme rūĥum böyle ider. ――――――――― 52 Mevlana, Kulliyyât-i Divan-i Şems, nşr. Bediuzzamân-i Furûzânfer, İntişarat-i Rebi, Tahran 1374/1995, s. 1387. Akt. Derya ÖRS, http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1110 101 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Aşk, İmrü’l-Kays’ı dudakları kupkuru olarak Arap ülkesinden, aldı (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3997). Tebük’e geldi, orada kerpiç dökmeye koyuldu; padişaha, Arap padişahlarından biri (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3998). İmrü’l-Kays, buraya, dilenmeye geldi, aşka av oldu, kerpiç döküyor, amelelik ediyor dediler (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3999). Padişah, geceleyin kalktı, yanına gitti; a güzel yüzlü padişah dedi; (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4000). Vaktin Yusuf’usun; iki ülken de olgun, hem şehirler râmolmuş sana, hem güzellik (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4001). Bizim yanımızda kalırsan bu, bahtımızdandır bizim; canımız, seninle buluşma yüzünden yüzlerce can kesilir (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4003). Ben de kulum sana, ülkem de ey himmetiyle ülkelerden geçen, padişahlığı bırakan (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4004). Böyle bir hayli hikmetler savurdu; oysa hep susuyordu; derken ansızın sırrın örtüsünü açtı (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4005). Padişahın kulağına aşkla, dertle ne söylediyse söyledi de onun başını, hemencecik kendi başı gibi döndürdü (Mesnevi, VI, s. 603, b. 4006). İmrü’l-Kays’ın eline yapıştı; ona dost oldu; o da tahttan, kemerden bezdi (Mesnevi, VI, s. 603, b. 4007). Bu iki padişah, tâ uzak şehirlere gitti. Aşk, bu suçu bir kere işlememiştir ki (Mesnevi, VI, s. 603, b. 4008). Bu dünya pazarında sermaye, altındır; ordaki sermaye de aşktır, yaşlı iki gözdür (Mesnevi, VI, s. 140, b. 842). 20. Edhemoğlu İbrahim’in kerameti hikayesi, 120a-121a (Mesnevi, II, s. 450-452) Hemçünan İbrāhim bin Edhem daħi salŧanātı terk ider ve rāh-ı faķra gider. Bir gün deryā kenārında oturur ve ĥırķacuġına yama urur. Bir padişāh bunuñ üzerine uġrar nāgehān. Görür ki ol sulŧān-ı cān ķum içinde oturmış [120 b] ve ħırķacuġını öñüne getürmiş. Eski pārecükler diküp ŧurur. Ol padişāh bunı görür. Hemāndem secde ider. YaǾni tażarruǾŧarafına gider. Padişāh daħi zamānla şeyħüñ ķulı imiş ve şeyħi gördükde göñlünden dimiş. Ne Ǿaceb bu ķadar mülki terk ide ve źillet ü faķr yolına gide. Ħażret-i Şeyħ daħi bunuñ endįşesine vāķıf olup ve fikr-i fāsidini bilüp elinde olan igneyi deryāya atup gider ve ignesini isteyüp balıķlara nidā ider. Yüz biñ balıķ deryādan baş çıķarur ve her birinüñ aġzında bir altun igne ŧurur. Zebān-ı fāsiĥ ile her biri dir ki; yā şeyħ bizüm ignemizi al kerem it devletle śoñra muśāliĥiñüze git. [121 a] Şeyħ daħi Emįr’e nažar ider ve begüñ Ǿaķlı başından gider. Gine geldükde Ĥażret-i Şeyħ dir ki salŧanat bu mıydı ki gördüñ yoħsa ol mıdur ki sen irdüñ? Bu nişān-ı žāhirįdür nesne yoķ. Bunuñ māverāsında temāşā çoķdur. Gördügüñ deryādan ķaŧre ve güneşden źerredür. 102 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 ّ َان ﱢمن ٌ َو ِرضْ َو ﷲِ أَ ْكبَ ُر Dünya padişahları, damarlarının kötülüğü yüzünden, kulluk şarabının kokusunu bile duymadılar (Mesnevi, IV, s. 402, b. 667). Duysalardı Edhem gibi, durmadan dinlenmeden, başları dönmüş, şaşkın bir halde tacı tahtı birbirine vururlar, bırakır giderlerdi (Mesnevi, IV, s. 402, b. 668). Fakat Tanrı’ya edilen bir secdenin tadı, sana yüzlerce devletten daha tatlı gelir de (Mesnevi, IV, s. 402, b. 665). Mülk sahibi odur ki huzurunda yere baş koyana, içinde şu topraktan yaratılan dünya bulunmayan yüzlerce mülk bağışlar, padişahlık verir (Mesnevi, IV, s. 402, b. 664). Ağlayıp sızlanmaya koyulur, mülkler istemiyorum, padişahlık dilemiyorum; bana o secdedeki devleti ver, yeter demeye başlarsın (Mesnevi, IV, s. 402, b. 666). Sen de tez, Edhem gibi padişahlıktan vazgeç de, onun gibi sonsuz, ölümsüz bir padişahlık bul (Mesnevi, IV, s. 410, b. 724). 53 21. Terzi ile Türk hikayesi, 142a-143a (Mesnevi, VI, s. 261-266) Zaman-ı evvelde bir düzdį var imiş. Para çalmaķda pehlüvān ve hem žāhirā muśāĥib-i cān imiş. Bir dünyāsı vāfir Türke bunı taǾrįf iderler ve hem lāġ u laŧįfesinden bir ncesin [142 b] dirler. Türk buña tamām Ǿāşıķ olur. Ādem gönderüp terziyi bulur. Hemān-dem öñine bir aŧlas getürür ve kendü daħi iĥtiyāŧından ķarşusında ŧurur. Düzdį lāġa başlar. Hemān fevrį bir parasın işler. Türk ise lāġından ĥažž idüp gülmege başlar. Ammā terzį ŧurmaz gene işin işler. Lāġ tamām olduķda Türk birin daħi ricā ider ve çoķ minnetler ider. Terzį ise yeter inśāfdur saña ziyān olur ve hem ķaftānuñ śoñra eynüñe ŧar olur. Türk ise yoķ elbette bir daħi söyle ey üstād luŧf u keremler eyle. Derzį daħi dir ki mizācuña şimdi saña ĥoş gelür ammā yarın cānuña [143 a] cefā olur. Eger bir lāġ daħi idersem seni tamām iderüm. Aŧlas degül cigerüñ pārelerüm. Eger taĥķįķ bilseñ nice gülmek belki ķan aġlayu aġlayu ölmegi iĥtiyār iderdüñ ve dünyādan āħirete bu ĥāl ile giderdüñ. Benim rūĥum śanma dünyā senüñ yüzüñe güler. Belki seni yimege dişlerin biler. Gerçe şimdi māl u manśıbla yüzüñe gül-āb śaçar. Ammā śoñra derd ile ķanuñ içer. Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā; ّ ٰ َال تَ ْف َرحْ اِ ﱠن ً ۪ فَلْيَضْ َح ُكوا قَل54 َﷲَ َال يُ ِحبﱡ ْالفَ ِر ۪حين يال َو ْليَ ْب ُكوا َكث۪ ير ًۚا َج َٓزا ًء بِ َما 55 ََكانُوا يَ ْك ِسبُون La’lîzâde Mesnevî’den intihab ettiği bu 21 hikayeden başka v. 93b’de Musluhiddin Sürûrî’nin Mesnevi şerhinden de bir adet hikayeye yer vermiştir. Hikaye ve hikayeye binaen seçilen beyitler aşağıda verilmiştir; ――――――――― 53 54 55 Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. (Tevbe, 9-72) Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez (Kasas, 28-76). Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar (Tevbe, 9-82). 103 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Sürūrį raĥmetullāhi Ǿaleyh yazar. Bir kimesne oġlına dir ki her gün aħşama degin ne işlersüñ baña taķrįr eyle ve Ǿömrüñi niye ħarc idersüñ bir bir söyle. Oġlı daħi Ǿale’r-rās diyüp iki gice Ǿale’t-tevālį taķrįr ider. Üçünci gice Ǿāciz ķalup ŧaraf-ı ħįlāfa gider. Dir ki hey baba ne śorarsın ķābil degil imiş diyicek babası daħi eydür. Hey cān-ı peder sen bugün üç günlük Ǿamel taķrįrinde Ǿāciz olursan yārın ĥużūr-ı Ĥaķķda muĥāsebeñü nice virürsin. Ĥuśūśā suǿāl iden daħi babañ ola. Yā bu ķādar yıllar itdügüñ fısķ u Ǿiśyān taķrįrinde ĥālüñ nice ola muttaśıf olına maǾlūm. Mahşer günü her gizli, meydana çıkar; her suçlu, kendiliğinden rezil rüsvay olur gider (Mesnevi, V, s. 350, b. 2211). El, ayak dile gelir de tanıklık eder; yardımı dilenen Tanrı’nın tapısında, onun kötülüğünü söyler (Mesnevi, V, s. 350, b. 2212). El, ben der, bu çeşit çaldım; dudak, ben der bu çeşit sordum (Mesnevi, V, s. 350, b. 2213). Ayak, şehvete koştum der; edep yeri, zina ettim der (Mesnevi, V, s. 350, b. 2214). Göz, ben harama baktım der; kulak; ben kötü söz dinledim der (Mesnevi, V, s. 350, b. 2215). Seçilen beyitlerden sonra ise konuyla ilgili Fussilet Sûresi 20 ve 21. ayetleri nakledilmiştir; ٓ َوقَالُوا لِ ُجلُو ِد ِھ ْم56 َصا ُرھُ ْم َو ُجلُو ُدھُ ْم بِ َما َكانُوا يَ ْع َملُون َ َح ٰتّى اِ َذا َما َٓجا ۫ ُؤھَا َش ِھ َد َعلَ ْي ِھ ْم َس ْم ُعھُ ْم َواَ ْب 57 ٰ ٓ ّ لِ َم َش ِھ ْدتُ ْم َعلَ ْين َۜا قَالُوا اَ ْنطَقَنَا َي ٍء َ َﷲُ الﱠ ۪ ٓذي اَ ْنط ْ ق ُك ﱠل ش SONUÇ İncelenmeye çalışılan Gıdâ-yı Rûh içerdiği konular ve müellifin kullandığı kaynaklar bakımından oldukça zengin bir eserdir. La’lîzâde Abdülbâkî klasik diye nitelendirebileceğimiz eserlerin çoğunu kaynak olarak kullanmıştır. Eserde işlenen konular ve konu-alıntı ilişkisine bakıldığında eserin didaktik olarak çok güçlü olduğunu görülmektedir. La’lîzâde Mevlana’nın Mesnevisi’nden 21 hikayenin mensur özetleri ve 477 Farsça beyitle oluşturduğu Gıdâ-yı Rûh’u intihab-ı mesnevi geleneği dairesinde kaleme almıştır. Eserin isimlendirilmesi ve te’lif usulü bakımından Yusuf-ı Sîne-çâk’ı takip etmiştir. Eserde te’lif sebebi hakkında özel bir bilgi bulunmamaktadır. Mesnevî-i Şerîf sadece İslam dünyasında değil tüm dünyada rağbet edilen tarikatlar üstü meşhur bir kaynak eserdir. Melami meşrep bir Nakşibendîlik yolunda olan La’lîzâde Abdülbâkî, Mesnevî-i Şerîf’ten intihab yoluyla bir eser telif etmekte ve müritlerin Mesnevî’yi okuması ve istifade etmesinde beis görmemiştir. ――――――――― 56 57 Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edeceklerdir (Fussilet, 41-20). Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. Derler (Fussilet,41-21). 104 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 5 Yaklaşık bir asır sonra XIX. yüzyılın ortalarında İstanbul’da Mevlevi olmayanlara Mesnevî dersi vermek ve Farsça öğretmek amacıyla Darü’l-Mesnevîler kurulmuştur. Bunlardan biri Çarşamba Semtinde 1844 yılı Ocak ayında Murad Molla Nakşibendî Tekkesi’nde tekkenin üçüncü postnişini Mehmed Murad Efendi (ö. 1848) tarafından tesis edilmiştir.58 Diğeri ise Hoca Hüsameddin (ö. 1869) tarafından Küçük Mustafa Paşa Semtinde kendi evinde kurduğu ve daha sonra Eyüp’e taşıdığı Darü’l-Mesnevîdir.59 Her iki darü’l-mesnevînin Nakşî şeyhleri tarafından kurulması Nakşibendîlerin Mesnevî’ye verdiği değeri göstermesi bakımından dikkat çekici ve La’lîzâde’nin Mesnevî’den intihâb yapma sebebini açıklar niteliktedir. Farsça İranlıların, dolayısıyla mutaasıp medreselilerce dinsizlikle itham edilen Şiilerin dili olması nedeniyle medrese ve sıbyan mekteplerinde öğretilmemiştir.60 Farsça öğrenmek ve öğretmenin cesaret gerektirdiği bu tutum karşısında La’lîzâde Abdülbâkî medreseli ulemânın aydın tabakasından biri olarak bu taassuptan ayrı durmuş, diğer telif ve tercüme çalışmalarında Farsça yazmaktan çekinmemiştir. Gıdâ-yı Rûh’da da Farsça’dan mensur tercümelerin yanında 5 tane de Farsça hikayeye yer vermiştir. Düşünce sanat ve bilim bakımından uyanış devresi gibi görünen fakat Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve siyasi bakımdan bir gerileme dönemi olan 18. yüzyılda, La’lîzâde Abdülbâkî, âlim, bürokrat ve mutasavvıf olarak önemli bir yere sahiptir. Tekkeler vasıtasıyla toplum zeminine yayılan tasavvufu Melâmîlik ve Nakşibendîlik dairesinde devlet ricaline taşıma ve devlet ile millet arasında bir bağ oluşturma adına önemli bir rol üstlenmiştir. KAYNAKÇA AZAMAT, Nihat, “La’lizade Abdülbaki”, DİA, 27, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2004. BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları, 2004. BOLAT, Ali, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, İstanbul: İnsan Yayınları, 2011. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333. ÇAĞBAYIR, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2007. ÇAKMAKTAŞ, Büşra, La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri (İnceleme-Metin), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010. ERGÜN, Mustafa, “Ders Programları ve Ders Kitapları Tarihi – ı, Medreselerde Okutulan Dersler ve Ders Kitapları”, Afyon: A.K.Ü. Anadolu Dil-Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, 1996. ――――――――― 58 59 60 Baha Tanman, “Mesnevihane Tekkesi”, DİA, 29, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2004, s. 335. Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c. 8, İstanbul: Koçu Yayınları, 1966, s. 4250; Güleç, age., s. 19-20. Koçu, a.g.e, s. 4250. 105 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği GÖLPINARLI, Abdülbâkî, Mesnevi Tercemesi ve Şerhi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1985. _______, Melâmîlik ve Melâmîler (Tıpkı Basım), İstanbul: Gri Yayınları, 1992. GÜLEÇ, İsmail, Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2008. _______, “Türk Edebiyatında Cezire-i Mesnevi Şerhleri” Osmanlı Araştırmaları: The Journal of Ottoman Studies, XXIV (2004). HAFIZALİOĞLU, Tahir, Sergüzeşt-Aşka ve Âşıklara Dair, İstanbul: Furkan Kitaplığı, 2001. _______, Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim, Konya: Kardelen Yayınları, 2010. KOÇU, Reşad Ekrem İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul: Koçu Yayınları, 1966. Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998. La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014. La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih, nr. 2744. La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1591. La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hekimoğlu, nr. 475. Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1311. MUSLU, Ramazan, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf 18. Yüzyıl, İstanbul: İnsan Yayınları, 2003. ŞAHİN, Haşim, “Eyüp’te Bir Melâmî: La’lîzâde Abdülbâkî Efendi”, İstanbul: Târihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyumu IX, 2005. Tahirü’l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, Konya: Selam Yayınları, 1971-1976. TANMAN, Baha, “Mesnevihane Tekkesi”, DİA, 29, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2004. TUMAN, Mehmet Nail, Tuhfe-i Nâilî, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, Yayınlar Dairesi Başkanlığı, 1949. YÜCEL, Ayşe, La’lîzâde Abdülbâkî Efendi’nin Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayrâmiyye’si (İnceleme-Metin), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, V+181+58, YÖK, Dökümantasyon Merkezi, Tez nr. 3337, 1988. http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1110 (16.03.2008). 106
Benzer belgeler
Sufi Studies Cilt:3 Sayı:5 Kış 2012
MEVLEVİYYE VURGUSU.......................................................................... 59
The Emphasıs of Mevlana and Mevlevıyeh in the Poems of Sakıb
Dede
Dr. Abdülkadir DAĞLAR
BİR İNTİHÂB-I...