sosyalist kadın 12

Transkript

sosyalist kadın 12
GÜZ 2014
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. adına
İmtiyaz Sahibi: Mehmet Ali Genç
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Mehmet Ali Genç
Yayın Türü: Yaygın Süreli
Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sok. Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray İstanbul
Tel: 0212 529 15 94
Faks: 0212 529 06 75
Baskı: Adres: Tel/Faks: Baskı Tarihi: Ceylan Matbaa (Ahmet Uçar)
Güven İş Merkezi B Blok No: 318
Topkapı/İstanbul
0212 613 10 79
Nisan 2014
İÇİNDEKİLER
Editörden................................................................................................................................................ 5
Kadın Kırımına İsyan Zamanı/ Jiran Özgür......................................................................... 7
Kadın Beyanı Esastır/Av. Sezin Uçar............................................................ 11
Muta Nikahı/ Meral Tatar ........................................................................................................... 17
IŞİD’in Cinsel Zorbalığı ve Özgürlük / Sara Rober........................................................ 23
Kobanê’de Ölümsüzleşen Kadınlar / Mukaddes E. Çelik.................................. 31
Kadın Yoldaşlığı ile “Yeni Kadın”ı Yaratmaya/ Nergis Ortakaya............................... 37
Yeter ki İsteyin, Sınırları Aşmak Çok Kolay/ Arzu Demir............................................ 43
Yönetme ve Kadın(1) / Hatice Duman ............................................................................. 49
Siyasal Atılım İçin Kadın Kitleleriyle Buluşmaya ................................................................ 57
Delila: “Tüm zamanların maratoncusu”/ Muhabbet Kurt ........................................ 61
No Pasaran/ Meliha Kayacı...................................................................................................... 65
Özgürlük ve Hakikat Arayışında 11 Kadın/ Semiha Şahin...................................... 71
•
Editörden...
Tarih, kadın aklı, iradesi ve gücünün her geçen gün
daha çok öne çıkışına tanıklık ediyor. Kadın özgürlük mücadelesinin değişik bölükleri sözlerini dağlarda, meydanlarda,
sokaklarda söylüyor. Kadın devrimi, toplumsal devrime niteliğini veren temel kurucu güç olacaktır bu kesin. Yaşamın
şarkısının ritmi bu doğrultuda yükseliyor. Hayat bunu çoktan doğrulamış durumda. Rojava’da, Kobane’de, Kürdistan’da kent merkezlerinde kadınlar savaşın en önünde yani
politikanın merkezindeler.
Yerküremiz tarihsel gelişmelere tanıklık ediyor. Son
zamanların en vahşi saldırganlığı ve buna paralel olarak gelişen büyük bir direnişle karşı karşıyayız. Aynı zamanda bir
kadın devrimi olarak gelişen Rojava devrimi yine kadınlar
tarafından ölümüne savunuluyor. Rukenlerin, Berivanların,
Meryem Kobanelerin ve Arin Mirkanların, Sibel Bulutların
Şavaşçılıkları, feda ruhları tüm dünyayı olduğu gibi coğrafyamızdaki kadınları da derinden etkiliyor. Sibel Bulut (Sarya Özgür) yoldaş gibi yollara düşüyor kimimiz, kimimiz ise
bulunduğu alanda işlerine daha sıkı sarılıyor.
Rojava kadın devrimi yalnızca Kürdistan’a değil, tüm
Ortadoğu’ya umut ve güven veriyor. Bunun da ötesinde Rojava’dan yükselen bu özgürlük mücadelesi tüm dünyadaki
kadınları etkileme potansiyeline sahip. Halklarımızın özgür,
eşit bir şekilde bir arada yaşama isteklerinin bir ürünü olarak doğan Rojava kadın devriminin, emperyalistler ve onlar
adına vekalet savaşı veren IŞİD çeteleri tarafından kuşatılmaya çalışılmasının en önemli nedenlerinden biri budur.
6SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Ortadoğu karanlığının içinde kadın rengi ve kadın direngenliğiyle öne çıkan Rojava
devriminin bu denli saldırıya uğraması boşuna değildir. Devrim, kadınlara kaderlerine
müdahale edebileceklerini, birer özne olabileceklerini pratikte gösteriyor, yaşatıyor. Kadınların devrimdeki etkinlikleri, öne çıkışları
bizatihi geleceklerini kurma mücadelesidir.
Rojava’da kadınlar, yalnızca ulusal
kimlikleri ve hakları için değil, aynı zamanda kadın kimlikleri için de savaşıyorlar. Erkek egemenliğinin bütün gerici baskı
ve tahakkümünü yaşayan kadınlar, savaşın,
saldırganlığın en acımasız boyutlarını da yaşıyorlar. Toprakların işgali kadın bedeninin
de işgali ve ele geçirilmesi anlamına geliyor.
Tam da bu nedenledir ki, devrimi yaşatmak
kadınlar için daha elzem bir hal alıyor. Kadınların kendilerini en ileri düzeyde ortaya
koyuşları, savaşın en önünde oluşları nedensiz değildir. Kadınlar, devrimi yani geleceklerini,
özgürlüğü savunmak için öz-savunma eğitimleri alıyor ve öz-savunma güçleri içinde
örgütleniyorlar.
İki devrim birbirini güçlendirerek, birbirine yol açarak ilerliyor. Kadınlar “Kadın
Taburu” ile Rojava devriminin savunulmasında belirleyici bir rol oynuyorlar. Devrim
ise sunduğu özgürlük olanaklarıyla kadınların özneleşmelerinde, politikanın merkezinde yer almalarında nesnel bir değiştiriciliğe,
dönüştürücülüğe sahip. Ataerkil toplumsal
düzenin kadına biçtiği roller, devrimin yıkıcı
gücüyle değişime uğruyor, yıkılıyor. Kadın-
lar öz güçlerinin, yaratıcılıklarının, yeteneklerinin farkına varıyorlar.
Meclislerden akademilere ve savunmaya kadar kadınlar, devrimin ve savaşın her
alanında varlıklarını ve öncülüklerini kabul
ettirmiş durumdalar.
Şunun altını net bir şekilde çizmekte
yarar var; bugün artık Rojava’da, Kobene’de
kadınlar etkili, belirleyici bir güçtür. Ve bu
gücün devrimin en dinamik, en gelişkin kuvveti olduğu açık bir gerçektir.
Dergimiz, Rojava kadın devriminin
boğulmaya çalışılmasının destansı kahramanlıklarla yanıtlandığı bir dönemde çıkıyor. Coğrafyamız bir yandan Rojava kadın
devriminin ateşiyle ısınırken, diğer yandan
kadına yönelik şiddetin, katliamların tırmanışına tanıklık ediyor. Kadına yönelik
şiddetin, katliamların bir kadın kırımına
dönüştüğü koşullarda bütün bunlara karşı
mücadele feyzini de Rojava devrimimizden
alıyoruz. Sınıfsız, sömürüsüz, cins ayırımsız ve sınırsız bir mücadele yaşamın her
alanında kendini dayatıyor ve var ediyor.
Vahşetin, katliamların öznesi olmanın kaderimiz olmadığının yalın bir anlatımıdır,
Rojava kadın devrimi. Hemcinslerimizin
ulusal mücadelenin yanı sıra, ataerkil toplumsal düzene ve onun vahşi uygulamalarına karşı yürüttükleri mücadelenin ufuk
açıcılığında yürüyoruz.
Bu sayımızda, kadın gücü ve iradesinin
yalın ama etkileyici yürüyüşünü yansıtmaya
çalıştık. Beğeniyle okuyacağınızı ümit ediyoruz.
JİYAN ÖZGÜR
Kadın Kırımına
İsyan Zamanı
Gizem... Küçük bir kız çocuğu. Adını geçtiğimiz günlerde gazeteden öğrendik. Gizem’in ablasıyla birliktelik
yaşamak isteyen erkek, teklifi reddedilince, kız kardeşi Gizem’i kaçırıyor ve tecavüz ettikten sonra öldürüyor. Gizem,
kadın katliamı gerçekliğiyle küçük yaşta karşılaşıyor. Buna
benzer nedenlerle, yaşamına son verilen binlerce örnekten
sadece biri.
Erkekler; benzinle, bıçakla, pompayla, taşla, telle ölümün türlüsünü yaşatmaktadır kadına! Egemen cinsin ezdiği
cinse uyguladığı bu öldürme halleri, günlük yaşamımızın
alışageldik bir parçası olmuştur. Ne yazık ki, kadın katliamları kimi zaman “alçak”, kimi zaman “cani” serzenişleriyle
izlediğimiz bir haber durumundadır.
Katliam, öldürme; kırım, soykırım, anlamına gelir.
Katledilen ise biz, yani kadınlar! Analık hukukunun egemen olduğu dönem dışında daima ezilmiş ikinci sınıf insan
sayılmış kadın cinsi yıllardır sayısız bir kırıma uğramakta.
Kim tarafından? Özel mülkiyetin ortaya çıkmasından bugüne mülkiyetçi egemen erkek ve onun egemen olduğu kendini
çok yönlü yeniden ve yeniden üreten bir sistem tarafından.
Resmi rakamlar yalan söylemekte. Günde ortalama beş kadının öldürüldüğü bir coğrafyada ayda 150, yılda 1800 gibi
bir rakam olmaktadır ve bu facia bir orandır!
Neden katlediliyoruz?
Kadın katliamı olgusunun anlamını biraz derinleştirelim. İnsanlık onurunun bu derecede kötü bir sınavdan geçtiği,
kanıksamanın, alışmanın karakteristik bir hal aldığı bu gündem ile ilgili düşünsel bir yoğunlaşmaya girmek zorundayız.
8SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Hem ezilen kadınlar olarak hem de politik
öncülük misyonunu üstlenenler olarak.
Özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte erkek egemen cins, kadın ezilen cins pozisyonunu aldı. Özel mülkiyet, köleci toplumdan
kapitalizme değin mevcut sistemin karakterini oluşturur. Özel mülkiyetin kökeni insandır. Marx bunu “insan etkinliğinin gelişmesine bağlı bulunan özel mülkiyet belli bir
aşamada insan etkenliğinin yadsınması yani
saçmalık durumuna gelir” diye ifadelendirir.
Mülkiyetçi erkek cinsi, kadın cinsinin yaşamını yadsıma noktasındadır. Erkeğin kadınla
olan ilişkisi ezme, hükmetme, yönetme üzerine kuruludur. Ve bunun ortaya çıkardığı
davranış şekli şiddettir. Bedeni, ahlaki, ruhi
bir baskı sistemi kurar. Kadını katletme ise
bu egemenlik halinin vardığı en üst nokta
yaşamına son vermedir.
Erkek, ezen cins olma rolüne uygun
davranır. Kendi ilkeleriyle kadının tüm davranışlarını belirlemek ister. Kendi seçimini
dayatır. Erkek için özgürlük ve mutluluk
hali, kadını köleleştirdiği kendi yaşam tarzıyla uyumlulaştırdığı ölçüde vardır. Kadını
evcilleştirmek, ehlileştirmek, boyun eğdirmektir amacı. Kadını özgüvensizleştirmek,
cesaretsizleştirmektir.
Kadını yaşamın öznesi olmaktan çıkaran, hayatla özgür bir ilişki kurmasını engelleyen, sahip olunan nesne durumuna indirgeyen erkekteki bu sahip olma hırsı, özel
mülkiyet düzeninin mayasında vardır.
Kadına yönelik şiddetin her biçimi,
erkek egemen anlayışın sonucudur. Nasıl
ki taciz ve tecavüz erkekler için meşru bir
saldırganlık olarak görülmüşse; kadını öldürmek de meşrulaşmıştır. Taciz ve tecavüz
gibi cinsel saldırılar yaşandığında, toplumda
“kadın tecavüz tacize davet eder” anlayışı
yaygındır. Bu şekilde erkek aklanır ve kadın birinci derecede sorumlu tutulur. Taciz
ve tecavüzün sıradanlaştırılması gibi, kadın
ölümleri de olağanlaştırılmaktadır. Ve yine
en çok kadın sorumlu tutulmaktadır.
Kadını öldürme, toplumsal olarak öğretilmiş davranışların, eril kültürün ürünüdür.
Erkek, eril sistemden güç almaktadır. Gerçekleştirdiği saldırıdan bir suçluluk, utanç
duymamaktadır. “Namus cinayeti” “onurunu koruma cinayeti” diye ifadelendirmektedir çoğu kez. Erkek egemen ataerkil düzende yasa-yürütme-yargı-ordu tüm üst yapı
kurumları erk zihniyetle düzenlenmiştir.
Devlet, tüm kurumlarıyla saldırıya uğrayan
kadını değil erkeği korur. Yasalar kadından
yana değil erkekten yanadır.
Kadın katliamı olgusu, salt psikolojik
olarak açıklanamaz. Erkek egemen anlayışın
sistematiğidir. Kadını öldürme isteği erkeğin
doğasında değildir. Ataerkil düzende erkek
doğulmuyor, erkek olunuyor. Kadını ezme
egemen olma hali de, kadına yönelik şiddetin her biçimi de bir dizi kurum (aile, okul,
devlet kurumları) tarafından öğretilir.
Kadın kırımları karşısındaki kayıtsızlığımızın kökeni
Kadın katliamlarına her gün yenileri
ekleniyor. On yıllardır, yüz yıllardır bu biçimde öldürülen kadınların, transların, kız
çocukların mezarlarını bir araya getirseydik,
bir kent veya ülke mezarlığı olurdu belki de.
Kadına yönelik politik, ideolojik bir saldırı
iken bu nasıl bu kadar basit bir adli olay derecesine düşüyor ve önemsizleşiyor?
“Kadınların tarihi her şeyden evvel baskı altına alınışlarının bunun gizlenişinin tarihidir” der, Andree Michel. Kadın katliamı
olgusu, çok somut bir baskının görünür halidir fakat bir o kadar da egemenler tarafından
gizlenmektedir. “Erkek terörü”, “öldüren
sevgi” “adli cinayet” gibi kavramsallaştırmalarla medya tekelleri tarafından alıştırılan reyting yapan magazinsel haber sıfatıyla
seyre sunulan bir hal almıştır.
Sistematik bu saldırı biçimi manüple
edilmekte ve özü algılanmamaktadır. “Aşktan, sevgiden öldürdü” aldatıldı, değer görmedi o nedenle öldürüldü”, “ kıskançlıktan
öldürdü” bu tanımlamalar, durumu açıklamıyor. Erkek özne kadın nesne şey’dir, yal-
Kadın kırımına isyan zamanı9
nızca. Nesnesini, şeyini kaybeden kaybetme
korkusunda olan erkeğin ve ataerkil sistemin
ona meşruca uyguladığı bir saldırıdır.
Özel mülkiyet dünyasının egemen iktidar erkek cinsinin, ezilen sömürülen aşağılanan kadın cinsine yönelik savaşıdır bu.
Burada fiziken yaşamı son bulan kadın iken,
ölen insanlığımızdı. Politik erkekler bir kez
ölürken biz politik kadınlar iki kez ölmekteyiz. Egemen olan erkek cinsinin bir üyesinin
mülkiyet ve egemenlik haklarından vazgeçişi, ideolojik olarak kopuşu öyle kolay
olmadığından; hemcinsinin gerçekleştirdiği
şiddet biçimlerine katliam serilerine yıkıcı
bir eylem ortaya koyması mümkün değildir.
Suskunluk, hem kadınlar hem erkekler
için geçerli. Fakat içeriği niteliği farklıdır.
Erkeklerin suskunluğu hemcinsinin suçuna
bir nevi farklı düzeylerde ortaklığındandır.
Kadınların suskunluğu ise egemen cinsin
uygulamalarına her düzeyde alışmanın, ezilmişliğin yerleşikliğiyle ilgilidir. İdeolojik
olarak kadın kurtuluş mücadelesine inanç
zayıflığın, umutsuzluğun, kendi gücümüze
güvensizliğin sonucudur, suskunluğumuz.
Özel mülkiyet düzenin, egemen erkek cinsinin, bizlerde yarattığı parçalılık halidir aynı
zamanda. Düşüncede oluşan bu parçalılık,
eylemde bir bütünselliği kolektivizmi, dayanışmayı yaratamayışımıza neden oluyor.
Devrimcilik anlayışımıza dünya görüşümüze ters, çelişik bir pratiğe neden oluyor. Toplumsal cinsiyet rollerimize karşı esaslı bir
mücadele yürütememek, devrimciliğimizi
de zehirliyor. Toplumsal geleneksel cinsiyetçilik, devrimciliğimizde, söz eylem tutarlılığında çözücü bir rol oynamaktadır.
Erkek egemen kapitalist sistemin ideolojik politik saldırısının ta kendisi olan kadın
katliamı olgusuna çok yüzeysel yaklaşıyoruz
“Kutsal” evlilik kurumuna giren, hayatına dair en önemli kararlarda babasından,
erkek kardeşinden, sevgilisinden izin alan,
bekâret kaygısını aşamayan, erkek himayesinde yaşama çaresizliğinde olan geniş kadın
kitlelerini, bu konudaki seyrediciliği, gele-
neksel öğretilmiş kadınlığın derin etkileriyle
açıklanabilir.
Politik kadınlar bakımından gerçekliğimiz ise yeterince politik, ideolojik bakamadığımızdır. Güçlü eylemler koyamayışımız,
eylemin konusuna dönüştüremeyişimizin
altında esaret zincirlerinden kopuşamayışımız duruyor. Sözümüz eylem boyutundan
yoksun ise kendi ezilmişlik gerçekliğimize
büyük bir yabancılaşma içindeyiz.
Kadınlar olarak yaşadığımız, aynı zamanda erkleşme-erkekleşme halidir. Ataerkil sistemin ve erkeğin düşünüş tarzına algılayışına benzeme halidir.
Kadın katliamları karşısında her türlü
isyan, başkaldırı, direniş, saldırı meşrudur.
Peki, politik kadınlar olarak neden sessiziz?
Devrimci, komünist, politik kadınlar
olarak güçlü anlamlı bir özeleştiri zamanıdır
artık. Kadın katliamı olgusu karşısındaki politikliğimiz, değiştirici, devrimci eylemimiz,
cins öfkemiz ne düzeyde? Bir kadın katliamı
haberini öğrendiğimizde ne yaptık? Söylendik mi, sadece harekete mi geçtik?
Hemcinsimizle bir tartışma konusuna
dönüştürdük mü?
Karşı cinsle mücadele tartışma konusuna dönüştürdük mü?
Kadın kitlelerine gitmenin konusuna
dönüştürdük mü?
Siyasi teşhir ve aydınlatma konusuna,
adalet arayışına evriltik mi?
Hem öldüren erkekten hem de onu temsil eden erkek egemen sistemin kurum ve
kuruluşlarından hesap sorduk mu?
Pratiğimiz her zamanki gibiyse, erkekleşme ve kadın gerçekliğimize yabancılaşma
halimizin nedenlerine yoğunlaşmalıyız.
“Ezilen, ancak içinde tutsak olduğu çelişkisinin üstesinden gelip ‘kendi içinde varlık’ haline geldiğinde gelişmeye başlar!”*
Kendi özgürleşme düzeyimizi yanıbaşımızdaki kadınlarla kurduğumuz ilişkiyi,
emekçi ezilen kadınlarla birlikte erkek gericiliğine ve sisteme karşı mücadeleyi ne düzeyde yükselttiğimizi tartışmalıyız.
10SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Kadın katliamlarına karşı politik mücadeleyi yükseltelim!
Kadın katliamlarına karşı mücadele,
demokratik kadın çalışmamızın ve komünist
kadın çalışmamızın önemli gündemlerinden
biridir. Konunun önemi, belli periyotlarla
basın açıklamaları yapmanın hukuku mücadelenin konusu yapmanın ilerisindedir.
Komünizm, kadın ve erkeklerin eşit
ve özgür yaşadığı tek sistemdir. Marx bunu
şöyle özetler: “İnsan insanla barışık olacak.
Öteki insan, kendi benzerine saygı gösterecek. Öteki insanla olan ilişkileri artık karşıtlık ve rekabet düzeyinde kurulmayacak.
Öteki insanlarla birliktelik bütünsel insanın
kendinden taşıdığı sonsuz zenginlikleri özgürce gerçekleştirebilecek insanın, açılıp
serpildiği bir alan olacaktır”**
Mücadelemizin nihai hedefi, komünal
sistem kurmaktır. Bugünün özel mülkiyet
dünyasında, kadın katliamlarına karşı yürüteceğimiz mücadele, ezilen cinsin ezen cinse
ve ataerkil sisteme karşıdır. Kadın katliamları, diğer tüm politik görevlerimiz arasında
önemli bir yerde durmaktadır. İlk önce bu
kanıksama ve yabancılaşma haline karşı olmalıdır politik çalışmamız. En geniş kadın
örgütlülüklerinin bir araya gelmesini sağlayarak, birleşik bir kadın hareketiyle ezilen
kadınların eylemselliğini açığa çıkarmalıyız. Kadın kitleleriyle, gerçek bir buluşma
gerçekleştirmeliyiz. Kadınların yaşam ve
üretim alanlarına gitmeli, kadın katliamla-
rına kaşı politik duyarlılığı yükseltmeliyiz.
Erkekler tarafından katledilen kadınların
cenazeleri, ezilen kadınların dayanışmasına
ve birlikte hesap sormasına dönüştürmelidir.
Kadın katliamlarına karşı kadın mitingleri,
kent merkezlerini tutan yolları kilitleyen yürüyüşler gibi eylem biçimleriyle mücadelemizi zenginleştirmeliyiz.
Kadın katliamlarına, kadına yönelik
tüm şiddet biçimlerine karşı kadının öz savunmasını örgütlemek, devrimci cins şiddetini ortaya koymak da bir gerekliliktir.
Katil erkeklerden ve ataerkil devlet kurumlarından hesap sormak meşrudur. Kadınlar
olarak milis öz savunma birlikleri kurmak
da mücadele yöntemlerinden biridir. Düzen,
yasalarıyla ve kolluk güçleriyle erkekleri korurken, ezilen kadın dayanışması ve eylemselliği tek gerçek yargılama şekli olacaktır.
Ezilen hemcinslerimizle kadın kitleleriyle buluştukça, yaşadıklarımızın ortaklığı
cins bilincini güçlendirecek ve bu politik
çalışmamıza itilim sağlayacaktır. Erkek gericiliği ve ataerkil sistem tarafından öldürülen kadınların yalnız olmadığını, mücadeleyi
yükselterek göstermeliyiz. Ancak bugünden
örülen bir pratikle, kadının cins olarak kurtuluşuna özgürlüğe giden geleceği kazanabiliriz.
Kaynaklar:
1844 El Yazmaları Marx**
Ezilenlerin Pedagojisi*
Av. SEZİN UÇAR
Kadın Beyanı Esastır
Günümüzde hakkında
uzlaşıya varılmış kabul edilen
birçok hakkın ezilenlerin
uzun erimli mücadeleleri
sonucunda elde edildiği tartışma götürmez bir gerçekliktir. “Masumiyet karinesi”,
“şüpheden sanık yararlanır
ilkesi”, “muhakemesiz ceza
olmaz ilkesi”, “hukuka aykırı
şekilde delil toplama yasağı”
yüzyıllar boyu ceza adaletinin
geçirdiği kişi özgürlüğüne dönük gelişmelerin bir parçası.
Bugün bu ilkeler, ceza adaletinin omurgasını oluşturmakta ve -teorik olarak da
olsa- olmazsa olmazı olarak
kabul görmekte.
Kadınlara yönelik tacizin, tecavüzün, şiddetin ve dahası
kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı günlerden geçiyoruz. Devlet, bir yanda kadına ve çocuklara yönelik cinsel saldırıları önlüyormuş gibi görünmek için yasalar çıkartırken,
diğer yanda kadın beyanını esas alan bir yasal düzenleme
yapmaktan dahi imtina ediyor. Bu durum bir yana; erkek
egemen devlet ve ideolojik aygıtları her fırsatta bu ilkenin
amacını ve güvenilirliğini yerle bir etmek için fırsat kolluyor.
Kabataş olayı olarak addedilen Zeynep Develioğlu’nun
beyanlarından sonra ortaya çıkan görüntüler üzerine başlatılan tartışmalar, yazılanlar yaşanılan bir gerçeği ortaya çıkarmaktan ziyade sayısız manipülasyonun malzemesi haline
getirildi. Kadın düşmanı AKP, hem kadın beyanı esastır ilkesini istismar etmek istedi hem de Gezi direnişçilerini zan altında bırakmayı amaçladı. Şimdiye kadar kadından yana tek
bir tutum almamış AKP’ye yakın kalemler; gerçek görüntülerin yayınlanmasından sonra, “kadın beyanını esas aldık”,
diyerek kendilerini aklama çabasına girdi. Bu duruma tepki
gösterenler arasında adeta, kadının yalan söylediğinden bahisle kadın beyanı esastır ilkesini ortadan kaldırmaya dönük
reflekslerin sayısı da azımsanmayacak cinsten.
Peki kadın beyanı esastır önermesi tam olarak neyi
kastediyor. Bu ilkeyi benimsemek iddia edildiği gibi masumiyet ilkesine zarar verir mi? Demokratik kitle örgütlerinde bu ilke nasıl ve ne şekilde uygulanıyor? Son zamanlarda
kamusal alanda daha fazla tartışılmaya başlanan bu ilkenin
tüm boyutları ile ele alınmasını bir ihtiyaç olarak “esas”
gördük.
12SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Kadın beyanı esastır ilkesinden
özelliklere yönelik, kişi ya da kişileri küçük
ne anlamalıyız?
düşürücü, güç kullanımı içeren veya içerme“Kadın beyanı esastır tersini ispat yüyen her türlü görsel/sözel veya fiziksel davkümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi, kadın özgürranışlar taciz tanımına girmektedir. Bu genel
lük mücadelesinin yıllardır vermiş olduğu
tanımdan hareket etmek ve en öenmlisi de
mücadeleler sonucunda kamusal alanda tartacizi belirleyen unsurun “niyet“ değil kadın
tışılmaya başlanmış, kadın örgütleri tarafınüzerinde bıraktığı etki olduğunu bilerek hadan genel kabul görmüş ve kadına yönelik
reket etmek gerekmektedir.
şiddet ve tacizle mücadelede önemli bir mücadele aracı olarak kullanılmış bir önermeKadının beyanını
dir. Ezilenlerin, ezme ve ezilme ilişkilerini
esas almayan hukuk
açığa çıkarma deneyimlerinden süzülüp gelAsla tek başına ceza yargılamasının
miş kıymetini de bu gerçeklikten almıştır.
konusu olamayacak bu ilkeyi, çeliştiği iddia
Sanıldığının aksine, kadın beyanı esasedilen hukuki ilkeler bağlamında ele almak
tır ilkesi “kadın ne söylerse doğru söyler”
ve yargılama mekanizmalarının yaklaşımlagibi bir fetişleştirmeden kaynaklanmadığı
rını incelemek bakımından tartışmakta fayda
gibi, son derece toplumsal arka planı olan
görüyoruz.
politik bir ilkedir. Kadın beyanı esastır ilkeGünümüzde hakkında uzlaşıya varılmış
si, kimin doğru ya da yanlış-yalan söylediğikabul edilen birçok hakkın ezilenlerin uzun
ne indirgenecek bir mesele değildir. Benzer
erimli mücadeleleri sonucunda elde edildiği
şekli de burjuva hukuk tarafından mutlaktartışma götürmez bir gerçekliktir. “Masulaştırılan masumiyet karinesinin ihlal edilip
miyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır
edilmediği gibi bir hukuksal tartışmanın da
ilkesi”, “muhakemesiz ceza olmaz ilkesi”,
dışında tanımlanır.
“hukuka aykırı şekilde delil toplama yasağı”
Şiddeti dile getiren bir kadının, çoyüzyıllar boyu ceza adaletinin geçirdiği kişi
cuğun ya da LGBTİ’nin erkek egemen bir
özgürlüğüne dönük gelişmelerin bir parçası.
yargılama sırasında yaşayacaklarına karşı
Bugün bu ilkeler, ceza adaletinin omurgasını
geliştirilmiş etik bir ilkedir. Özellikle cinsel
oluşturmakta ve -teorik olarak da olsa- olşiddet bakımından bu ilkenin uymazsa olmazı olarak kabul görmekte.
Genel
gulanmasına daha çok ihtiyaç
“Kadının beyanı esastır”
olarak kadınların
duyulmaktadır. Çünkü cinceza muhakemesinde yerleşiddetin herhangi bir türünsel şiddet, en basit ifade
şik bir ilke olarak kabul
den zarar gördüklerinde bunu
ile üçüncü kişilerin
görmesi beklenen bir
bildirmekten geri durdukları görülme- ilke. Temel amacı kagözlerinden uzakta
yaşanmaktadır.
kteydi. Taciz ve tecavüz olaylarında, şikayet dına yönelik şiddet
Çok geniş bir
ve beyanlarının dikkate alınmaması, bu suçlarının soruştutanımı olan cinsel olaylarda zarar görenin hukuki, idari ve sosyal rulma ve/veya kotacizin tanımlan- olarak daha çok yıpratılması, erkekliğin verdiği vuşturulabilmesi
masında yaşanan
kadın
imkanlarla failin kollanması, kayırılması hukukun açısından
manipülasyonbeyanının yeterli
kadınlar aleyhine işlediği gerçeği ile bizleri baş
larda bu ilkenin
olduğunu hatırlatbaşa
bıraktı.
Tüm
bu
koşullarda
dezavantajlı
hayata geçmesinin
mak. Bunun yanınpozisyonda olan kadının -daha kapsayıcı da soruşturma ve
önünde engel teşanlamıyla mağdurun- süreç boyunca kovuşturmanın her
kil ediyor. Irk, etnik
karşılaştığı zorluklar karşısında bir aşamasında
köken, din, cinsel terkadının
güvencedir aynı zamanda bu ilke. kendini en iyi şekilde
cih, cinsiyet ve kişisel
KADIN BEYANI ESASTIR13
ifade edeceği imkanları yaratabilmek, kadın
olmasından ötürü karşılaşabileceği dezavantajları ortadan kaldırmaktır.
Bir kadının taciz ya da tecavüze uğradığını beyan etmesi, her tür tahakküm,
aşağılanma karşısında bir mücadeleyi göze
alışıdır. Erke karşı verilen savaşta, o en yalnızlaştırıcı anda bu ilke, toplum ve aile yapısı ile kanun sistemi daha en başından kadını
sorgulamak ve hatta yargılamak üzerine kurulu bir düzende kadının dezavantajlı pozisyonuna karşı oluşturulmuş bir güvencedir.
Bu durumu deneyimlemek için herhangi bir tecavüz dosyasına bakmak yeterlidir.
Birçok dosyada, yaşanılan taciz-tecavüz nedeni ile düzenlenen fiziksel ve psikolojik raporlara rağmen failin cezalandırılması mümkün olamamaktadır. Hala kadınlara “neden
bağırmadın”, “gecenin bir saati sokakta ne
işin vardı”, “niye bunca zaman şikayet etmedin” vb. türünden sayısız sorular yöneltilebilmektedir.
Kadının beyanı esastır, tersini ispat
yükümlülüğü erkeğe aittir ilkesi, bizim için
şekilsel bir genelleştirmeyi değil, politik
bir soyutlamayı ifade etmektedir. Bu ilkeyi
“peki ya kadın yalan söylüyorsa” ya da “bir
gün biri de benim hakkımda böyle bir iddia
ortaya atarsa” şüphesi ile tartışmaya açmak,
bu genellemenin ve erkek egemen değer
yargılarının sirayet ettiği kişi ve kurumların
algısı ile ilgili mahkum edilmesi gereken
bir durumdur. Zaten iftiradan korkan erkek
söylem, bu ilke ne zaman gündeme gelip tartışılsa kendine bir biçimde tartışma zemini
bulmaktadır.
Ataerkil sistemde kadınların sistemli
olarak ikincilleştirildiği, güçsüzleştirildiği
ve özerklik imkanlarının zorla ellerinden
alındığı bir gerçektir. Bu bakımdan kadınların çoğu ekonomik durum, sosyal statü,
genel ahlak ve din gibi etmenler nedeniyle
bağımlı bir var oluş içerisinde yaşamlarını
sürdürmek zorunda bırakılırlar.
Kadın beyanının esas alınması, bu var
oluş gerçekliğinden doğmuş bir ihtiyaçtır.
Bu ilke çerçevesinde kadının -birey olarak
güçlü olsun olmasın- “toplumsal” anlamda
daha dezavantajlı olduğu kabul edilerek -en
azından mevcut erkek egemen değer yargılarının hakim olduğu muhafazakar toplum
düzeninde- hukuki mücadele araçlarının
eşitliği ilkesi gereği ona kendini koruyabileceği ve savunabileceği bir imkân yaratmak
istenmektedir. Bu, aynı zamanda kadınların
birey olarak güçlü statüye sahip de olsalar
toplumsal olarak ataerkil sistemden farklı
derecelerde olumsuz etkilendikleri gerçeğine işaret eder. Bugün birçok kadın, etkili
bir ceza adaleti olmadığına dönük kaygılarından, yargılama süreçlerinden daha çok
travmatize olacaklarını düşündüklerinden,
hak arama hürriyetlerini kullanmaktan çekinmektedir. Özetle kadının beyanı esastır
ilkesi, mevcut ezme-ezilme pratiğini dikkate
alarak kadınların hak arama hürriyetlerini
kullanmalarını teşvik etmeye yönelik bir ilkedir.
Genel olarak kadınların şiddetin herhangi bir türünden zarar gördüklerinde bunu
bildirmekten geri durdukları görülmekteydi.
Taciz ve tecavüz olaylarında, şikayet ve beyanlarının dikkate alınmaması, bu olaylarda
zarar görenin hukuki, idari ve sosyal olarak
daha çok yıpratılması, erkekliğin verdiği
imkanlarla failin kollanması, kayırılması hukukun kadınlar aleyhine işlediği gerçeği ile
bizleri baş başa bıraktı. Tüm bu koşullarda
dezavantajlı pozisyonda olan kadının -daha
kapsayıcı anlamıyla mağdurun- süreç boyunca karşılaştığı zorluklar karşısında bir
güvencedir aynı zamanda bu ilke.
İlkenin yalnızca ceza yargılamasında
değil, kadınların mesleklerini ve eğitimlerini
sürdürdükleri yerlerde, sosyal ve politik yaşama katıldıkları alanlarda var oluş koşullarının güvenli ve sağlıklı ilerleyebilmesi için
de gereklidir. Özellikle çalışma yaşamında
kadınların, gerek işverenleri gerekse de idari
amir-yönetici pozisyonundaki erkekler tarafından cinsel tacize ve daha genel olarak
psikolojik tacize maruz kalma oranları çok
14SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
yüksektir.Yine akademik etkinlik ve öğrenim ortamları da kurumsal güç eşitsizliği
temelinde yaşanan cinsel tacizin en tipik örneklerini oluşturmaktadır.
Muhalif örgütlerde taciz ve şiddet
soruşturmasında yaşananlar
Kadına yönelik şiddetin teşhirinde
amaç edinilen tek şey; erkeğin burjuva hukuk sisteminin sınırları dahilinde yargılanması ve ceza alması değil elbette. Özellikle
tüzük ya da programlarında kadın beyanı
esastır ilkesine yer vermiş dernekler, sendikalar, siyasi partiler ve tüm demokratik kitle örgütleri bakımından disiplin süreçlerini
bu beyan ekseninde işletmek ve yaptırım
uygulamak önemli. Yakın geçmiş dönem
bakımından; erkek şiddetine maruz kalmış
birçok kadın, bu disiplin süreçleri için talepte bulundu ve erkek şiddetine karşı daha
genel bir mücadelenin çağrıcısı oldu. Ancak
kamuoyuna yansıyan disiplin soruşturmalarının birçoğunun devletin erkek egemen yargısının bile gerisinde kaldığını tespit etmek
yerinde olacaktır. Şekilsel hukuk tartışmaları
içerisinde kadın beyanını esas almak bir kenara, disiplin süreçlerinin erkeklerden oluşan kurullar tarafından yürütülmesi ve erkek
beyanı üzerinden kadına yönelik saldırılar
da yaşandı.
Doğrudan bir kitle örgütü ile organik
bir bağı olmasa da kamuoyu tarafından çeşitli siyasi, sosyal, mesleki, sanatsal vb.
çalışmaları nedeni ile itibar görmüş tacizci
erkekler bakımından da benzer tutumların
sergilendiği örnekler de yaşadık. “Taciz
değil, komplo” , “Taciz yok teklif var” gibi
saldırıları da daha çok bu itibarlı erkeklerde
yaşadık.
Komplovari erkek egemen söylemlerden kitle örgütleri de azade değil maalesef.
Yeri gelmiş iken bu kaygılarını her fırsatta
dile getiren, çok itibarlı erkeklere söylenecek tek şey şu olsa gerek: Böyle bir iddia
karşısında -çok yakın bir hemcinsleri ya da
bizzat kendileri- tüm süreci ve kararı kadın-
lardan oluşan soruşturma kurullarının adaletine bırakıyorlar mı? Yoksa kadının kişiliğini didikleyerek, çelişkiler bulmaya çalışarak
erkeği haklı-meşru çıkarmanın bin bir yolunu mu bulmaya çalışıyorlar?
Bugün birçok demokratik kitle örgütü,
programatik olarak kabul ettiği bu ilkenin
felsefesine uygun bir yaklaşım içerisinde olmalı ve daha geniş kamuoyuna örnek teşkil
edecek pratikler sergilemelidir.
Kabataş’ta istismar edilmek istenen
kadın beyanının esaslığı
Gezi direnişinin, cinsiyetçi küfürlerden
arınmaya başladığı, “küfürle değil, inatla diren” şiarı ile kendine yeni bir direniş biçimi
bulduğu günlerde, Kabataş İskelesi’nde bir
kadının yanında eşi ve çocuğu ile birlikte
tacize uğradığı iddiası gündeme geldi. Ve
o günden beri tacize uğradığını iddia eden
kadın, türlü siyasi dengelerin nesnesi haline
geldi. Başbakan’ın “Benim başörtülü bacımı
yerlerde sürüklediler” söylemleri manşetlere
taşınırken de daha sonrasında ortaya çıkarılan kayıt görüntülerinde herhangi bir saldırı
emaresine rastlanmaması üzerinden ‘kadın
beyanı esastır’ ilkesi hedef tahtasına oturtulurken de aynı nesneleştirme devam etti.
İlkiyle; aslında bir kadın isyanı olan Gezi direnişi itibarsızlaştırılmak istendi, ikincisiyle
kadınların mücadelesi sonucu kazanılan kadın beyanı esastır ilkesi.
Kabataş olayı, bir ilkenin çarçabuk
harcanabilmesinin arkasında yatan ataerkil
değer yargılarını bir kez daha hissettirirken
kadın bedeni üzerinden en kaba, en eril söylemin üretildiği örneklerden biri olarak hafızalardaki yerini aldı.
Bir mücadele yöntemi: erkek şiddetini kadın dayanışması ile teşhir
Yaşadığı şiddeti kamuoyu ile paylaşan, yargılama mekanizmalarına başvuran
ve taciz uygulayanı teşhir eden kadınlar için
hemcinsleri ile birlikte yürüttükleri özgürleştirici her çabanın değeri büyük. Açıklanan
KADIN BEYANI ESASTIR15
her tacizin ardından, başkaca kadınların da
aynı tacizci nezdinde yaşadıklarını açıklama
cesareti göstermesi de tesadüf değil elbette.
Diyarbakır’da pek itibarlı avukat Sedat
Yurttaş’ın yanında çalışan stajyer kadın arkadaşımızı tacizinden sonra yaşanan süreçte
bu kadın dayanışmasının ne kadar önemli
olduğunu bir kez daha gördük. Diyarbakır
savcılığı tarafından Sedat Yurttaş ile ilgili
takipsizlik kararı verilmesinin ardından geniş kadın dayanışmasının oluşturulması ve
çok sayıda kadın avukatın ortak imzası ile
yapılan itirazın sonucunda bu kararın kaldırılmasını sağlamış olmak oldukça önemli
bir kazanım olmuştur. Ancak en önemli kazanım, genç kadın arkdaşımızın yaşadığı
cinsel saldırıyı kamuoyu ile paylaşmasının
ve bu paylaşımın kazanımlarının aynı kişinin daha önceleri cinsel saldırısına uğramış
birçok kadın için cesaret vermiş olmasıdır.
Bugün bu kadın arkadaşlarımız “ikinci bir
mağduriyet yaşamamak” adına kamuoyu ile
açıktan bir paylaşım içine girmiyor olabilirler ancak yaşadıkları cinsel tacizi şimdilik
kadın örgütleri ile paylaşmaları dahi çok
önemli bir adımdır.
Bu tabloda çok sık karşılaşılan bir tutum da, kadınlara dönük iftira ithamı ve
mağdur kadınla dayanışma içerisinde olan
politik kuvvetlerin de bu erkek saldırısına
uğraması. Kadın dayanışmasını daha çok
büyütmek ve bu süreçlerin hiçbir aşamasın-
da taviz vermemek, cinsel saldırı karşısında
tutum almayan kişi ya da kurumları da teşhir
etmek -en az tacizciyi teşhir etmek kadarçok önemlidir.
Cinsel şiddet ve bu olgu ile mücadele
biçimleri bakımından, meseleyi kişisel olarak yaşanan kriminal bir sorun olarak kodlayıp çözmek yerine, toplumsal ve politik
araçlarla müdahale yöntemleri geliştirmek
gerekmektedir. Bu konuda genelleme, indirgeme ve özselleştirmeden kaçınarak sorunu,
mevcut toplumsal cinsiyet ilişkilerini eşitlikçi-özgürlükçü tarzda dönüştürecek biçimde
kavramak ve buna uygun bir siyaset üretmek
sorumluluk alanlarımızdandır.
Kadın özgürlük mücadelesinin araç ve
biçimleri sürekli bir dönüşüm halindedir. Bu
yöntemler, toplumsal değişim ve gelişmelere hem etki eder hem de bu gelişmelerden
etkilenir. Dolayısıla bu yazıda belirli yönleri ile tartışmaya çalıştığımız kadın beyanı
esastır ilkesi de elbette üretken tartışmaların
konusu yapılmalı ve geliştirilmelidir.
Kaynaklar
“Kabataş’ta Saldırıya Uğradığı İddia
Edilen Başörtülü Kadının Görüntüleri Yayınlandı”, T24 Bağımsız İnternet
Gazetesi, 13.02.2014
“Balçiçek İlter Özür Diledi Ama…”,
Evrensel Gazetesi, 15.02.2014
MERAL TATAR
Muta Nikahı
Bir hadis şöyle der: “Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim.” Bu hadisten de
anlaşılacağı gibi evlilik tıpkı diğer sınıflı toplumlarda olduğu
gibi kurumsal olarak desteklenmektedir ve bu kez de amacı
müminler yetiştirmektir. Tıpkı bir fabrikadan nasıl sağlam
ürünler (mallar) bekleniyorsa kadından da sağlam, dini bütün çocuklar özellikle de erkek çocuklar beklenir.
Soyun devamını esas alan bu kurum (evlilik), kadının
doğurganlığı üzerine kuruludur. Kadın doğurabildiği kadar
doğurmalı, aynı zamanda erkeğin malına ve işlerine göz
kulak olmalı ve erkeğin tüm ihtiyaçlarını gidermelidir. Bu
kurumun resmileşmesi doğrudan ayetler ve hadisler yoluyla
gerçekleşir.
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. H. Mehmet Soysaldı:
“Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur.
İnsan neslini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamını sağlar. Zira toplum
nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması,
mezhebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında
yardımlaşma duygularının geliştirilmesi evlilikle mümkün
olur. Bundan dolayı Kuran-ı Kerim insanları evlenmeye teşvik etmiştir.”(1) diyerek aslında evlilik kurumunun işleyişini
anlatmış, üstelik bu durumu bir de ayetle güçlendirmiştir.
Sözü geçen ayette Nahl 16/72 “Allah size kendinizden eşler
vaad eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size
temiz şeylerden rızık verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve
Allah’ın nimetlerini inkar mı ediyorlar?” der. Bu ayete göre,
18SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
kadınlar erkeklerden yaratılmış ve erkek
çocuk doğurmaları ve torun sahibi olmaları görevi yüklenmiştir. Bu durumda hamile
kalamayan ve kız çocuk doğuran kadınlar
dikkate alınmamıştır. Daha sonra kadını yüceltme ihtiyacı duyulmuş ve cennet annelerin ayağı altındadır denilmiştir. Bu defa da
sadece anne olan kadın ‘yüceltilmiştir’. Hz.
Muhammed sonra da bu annelerden eşlerine
itaat eden ve eşlerinin tüm ihtiyaçlarını karşılayan kadınlar olarak bahsedecektir.
Cennete gidecek olan kadınlar, yine
Kuran-ı Kerim’deki kadınların tarifine uyacaktır. Bu kadın tarifinin konusu başlı başına
başka bir yazının konusu olmaya değer olduğu için burada değinmemek daha doğrudur.
Elbette ki aile kurumunun bu kadar net
çizgilere sahip olduğu bir inanışta sadece
erkeğin şehvet duygularına dönük başka evlilikler de mevcuttur. Soyun devamının esas
alınmadığı bu evlilikler, muvakkat nikahı(2)
ve muta nikahı olmak üzere iki çeşittir. Biz
bu yazımızda sadece muta nikahının üzerinde duracağız.
Kadın bedeni üzerinde bir nevi kira
sözleşmesi olan muta nikahı; mehir (para)
karşılığı her iki tarafın anlaşarak belirlediği
ve birlikte oldukları süredir. Muta nikahında süre, başta konuşulabileceği gibi üzerine
herhangi bir anlaşma olmayabilir de. Erkek,
kadın ile yaşamak istediği sürece nikah geçerli sayılır. Nikah kıyılırken ve bitirilirken
şahide ihtiyaç yoktur.
Tebriz’e göre muta nikahı: “İslam’ın
ilk günlerinde idi. Adam bir şehre gittiğinde kimse ile tanışmadığından orada kalacağı
süre kadar bir kadınla evlenebilir. O da eşyasına bakar, muhafaza eder, işini düzene koyar.” Bu tanıma göre muta nikahı, İslam’ın
ilk günlerinde yaşanmıştır. Oysa cihat döneminde ve sonrasında da devam ettiğini;
kesin hükümlerle yasaklanıp, ceza uygulanmadığını göreceğiz.
Bir çok hadise göre muta nikahı, cihat
döneminde seferdeki müminler için gerekli görülmüş gibi aktarılır. Bununla beraber
bazı savaşlarda muta nikahı uygulamasına
Hz. Muhammed tarafından izin verilmektedir; Evtas, Umret’ul-Kaza, Hayber, Mekke
Fethi ve Tebük savaşları bunlar arasındadır.
Ancak gerek ayetlerde gerekse de Tebriz’in
tanımında görülüyor ki; savaş koşullarının
olmadığı dönemlerde de muta nikahı için
verilen fetvalar, sistemli bir şekilde kadın
bedeninine ilişkin yürütülen politikaların bir
sonucudur.
Muta nikahı aslında şeriatla yönetilen
ülkelerde uygulanan kadın bedeninin alınıp
satılması politikasıdır. İslamiyet’ten önce
de var olduğu söylenmekle beraber İslamiyet’in ilk yıllarında Kuran-ı Kerim’deki ayet
ve hadislerle muta nikahı meşrulaşmıştır.
Muta nikahının geçtiği ayetler; Nisa
suresi 24. ayet: “Bir de savaş esiri olarak
ellerinizin altında bulunan cariyeler dışında,
evli kadınlar (da) size haram kılındı. Bütün
bunlar size Allah’ın emri olarak kılınmıştır.
Bunların dışındakiler, namusunuzu koruyup
zinadan kaçınarak mallarınızla (nikahlarını)
talep etmeniz size helal kılındı. O halde onlardan hangisinden yararlandıysanız, onların
mehirlerini veriniz, (bu, bir) farzdır. O mehri
belirledikten sonra aranızda anlaştığınızda
da size bir günah yoktur. Kesinlikle Allah en
iyi bilen, yaptığını sağlam yapan, yaptığında
bir hikmet bulunandır.”
Nisa suresi ayet 25: “İçinizden kim
Müslüman hür kadınlarla evlenecek imkana
sahip değilse, o ellerinizin altındaki mümin
cariyelerle evlenebilir. Allah, değerinizi imanınızla bilir. Siz müminler, hep birbirinizden
sayılırsınız. Onun için fuhuş yapmayarak,
gizli dost da edinmeyerek, namuslu yaşadıkları halde sahiplerinin izniyle onları nikahlayınız, mehirlerini güzellikle kendilerine
veriniz. Eğer evlendikten sonra bir fuhuş
yaparlarsa o zaman onlara hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme hükmü) sizden (zina ederek)
günaha girme korkusu taşıyanlarınız içindir.
Eğer sabrederseniz, bu sizin için daha iyidir.
Allah, çok bağışlayan, çok acıyandır.”
MUTA NİKAHI19
24. ayette açık olarak muta nikahına
ilişkin bilgiler yer almaktadır. Bu ayette
muta nikahının hangi dönemde hangi erkekler için olduğuna dair en ufak bir iz yoktur.
Gurbet ya da savaş gibi özel belirlemelerde
olmadığına göre şunu söyleyebiliriz: muta
nikahı, erkeğin istemesiyle beraber her zaman yaşanabilecek bir durumdur. Ayrıca bu
ayette hangi kadınlarla muta nikahı yapılacağı konusunda da yaş ya da evlilik gibi
sınırlar yoktur. Bu durum o dönemde yapılan bu tür nikahlarda, mehirdeki anlaşmanın
tüm kuralları belirlediğini gösterir. Bu nikah
da Tebrizi’nin de belirttiği gibi (kira sözleşmesi) sadece cinsellikle sınırlı kalmayıp erkeğin kadının bedeni üzerindeki tüm haklara
sahip olmasıdır.
Muta nikahı; kadının insanlıktan çıkarıldığı sadece erkek için bir zevk aracına
dönüştürüldüğü, ayet ve hadislerle de bu durumun resmileştirilmesidir. Bu çerçeveden
bakıldığında Ortadoğu ülkelerinde kadın
katliamlarının ve kadına yönelik şiddetin
gücünü nereden aldığı anlaşılmaktadır. Bugün Arap Baharını yaşayan Ortadoğu’nun ve
Asya ülkelerinin kadın hakları konusunda en
ufak bir yol kat edemeyişinin temelinde bu
ayet ve hadislerin payı yok mudur sizce?
Ünlü İslam alimlerinden Cassas’a göre:
“Muta yoluyla nikahlanan kadın ne zevcedir
(eş) ne de cariyedir (köle).” Bu durum, muta
nikahına mecbur bırakılan kadının köle olan
kadından daha aşağı görüldüğünün ifadesidir. Muta nikahında daha çok boşanmış veya
dul kadınlar tercih edilir, elbetteki bu küçük
yaşta evlenmemiş kadınların muta nikahında
tercih edilmediği anlamına gelmez.
Ancak muta nikahının helal kılındığı
yerlerde bu kadınların en aşağı yaratıklar
olduğuna dair verilen vaazlar vardır. Yine
boşanmış kadınlar için indirilen Talak suresi
ayet 1: “Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, onları iddetlerine (adet dönemine) doğru boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz
Allah’tan korkun. Onları açık bir terbiyesizlik yapmaları dışında evlerinden çıkarmayın,
kendileri de çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın
belirlediği sınırlardır. Her kim Allah’ın sınırlarını çiğneyip aşarsa, nefsine zulmetmiş
olur. Bilmezsin, belki Allah onun arkasından
bir iş çıkarır.” Bu ayet, kadınları toplumsal
yaşamdan dışlanmanın dayanağı yapılır.
Kadınlar “terbiyesizlik” yaparlarsa evden çıkarıp mahallede gezdirilerek teşhir
edilir. Ardından mahallenin ileri gelen erkekleri tarafından kurulan mahkemede yargılanırlar. Yargılama sonunda kırbaç ya da
recm cezası verilir, ardından tüm halkın da
seyre çağrıldığı bir günde ceza uygulanır.
Kadının boşandıktan sonra yaşayacaklarının birer özeti olan bu sure (Talak suresi/1) boşanmış kadınlara evden çıkmayı bile
yasaklarken ve cariyelerde de nikaha gerek
olmadığına göre muta nikahı kimlerle yapılır?
Hz. Ömer’in “Resulullah bize, muta
yapmaya üç gün izin verdi, sonra bunu haram
kıldı. Allah’a yemin olsun, evli bir kimsenin
muta yaptığını duyarsam Resulullah’ın, mutayı haram kıldıktan sonra tekrar helal kıldığına dair bana dört şahit getirmediği takdirde o adamı taşla recm ederim” sözü, Hz.
Muhammed’in mutayı yasakladığına delil
olarak gösterilir. Bu durumda muta nikahı
evli olmayan kişiler için yasaklanmamıştır.
Ayrıca evli olanlar için söylenen recm cezası
evli olan kadınlar içindir.
Türkiye’de kimi bölgelerde özellikle de gerici İslami örgütlerin yoğun olarak
bulundukları yerlerde (Batman, Adıyaman,
Urfa, Maraş, Antep vb.) muta nikahı az da
olsa yaşanıyor. Ancak son dönemlerde Suriye’deki savaştan kaçıp gelen kadınlar ile
beraber muta nikahı tartışılmaya ve muta nikahı ile ilgili açıklamalar yapılmaya başlandı. Yüksekova haberin 02/01/2013 tarihinde
Pres TV’den derlediği habere göre; Suudi
Arabistan’da Vahhabi Müftüsü Muhammed
El Arifi, Suriyeli muhaliflerinin uzun süredir
savaştığı için cinsel ilişkiye giremediklerini
ve militanların cinsel ihtiyaçlarını karşılamanın cennete gitmek için yerine getirilme-
20SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
si gereken bir görev olduğu yönünde fetva
verdi. Önerilerde de bulunan Arifi ilk olarak
muta nikahından bahsetti.
Bir başka örnek, Radikal’in 20/03/2014
tarihli haberinde Meral Akşener, Rize mitinginde Suriyeli kız çocuklarının muta nikahı
ile Türkiye’de evlilik yaptıklarını belirtti.
Yine Radikal’in 09/03/2014 tarihli internet
sitesindeki habere göre; Beşar Esad’la görüşmeye giden CHP heyetine, Esad muta nikahı ile ilgili şu bilgiyi verdi: ‘El Kaide’nin
egemen olduğu bölgelerde muta nikahının
inanılmaz bir sayıya ulaştığını, yaşlı ve yoksulların kızlarını bu yolla militanlarla nikahlayarak canlarını kurtardıklarını’ belirtti.
Bu haberlerden de anlaşılacağı üzere,
muta nikahı aslında Suriye’de yasak değildir. Sadece savaş ortamından kaynaklı olarak devletin burada denetimi zayıflamış ve
artan evliliklerden pay alamamıştır.
Muta nikahı ve Suriyeli göçmen
kadınlar
Mayıs ayında Mazlum-Der kadın çalışma grubunun hazırlamış olduğu kamp
dışında yaşayan Suriyeli kadın sığınmacılar
raporuna göre: ‘Urfa’da Eyyubiye, Yakubiye, Bağlarbaşı gibi semtlerde en çok duyum
aldığımız konu, gizli ya da para karşılığı nikahlanma vakalarıdır. Çoğu imam nikahıyla
az bir kısmı ise resmi nikahla evleniyor. Boşanmalarda yoğun bir artış var. Para karşılığı
evlilikler yapılıyor.’ Aslında burada gizli ve
para karşılığı diye bahsedilen nikah, muta
nikahıdır. Çünkü bu evliliklerin çok uzun da
sürmediği yine aynı raporda ifade edilmiştir. Çeşitli kaygılardan olsa gerek, muta nikahı terimi yerine imam nikahı terimi tercih
edilmiştir. Yaygın bir şekilde gizli ve para
karşılığı yapılan bu evliliklerde artış olması
ve kısa süreli olması imam nikahının özelliklerinden değildir. Her şeyden önce imam
nikahı gizli değil şahitler önünde kıyılır.
Aynı raporda, yerel toplumla yapılan
görüşmelerden ve çok eşli evlilik yapan kadınlardan elde edilen bilgilere göre; Suriyeli
sığınmacı kadınlarla gayri resmi evlilikler
yapmak isteyen erkekler ve sığınmacılar arasında komisyonculuk yapanlar türemiş. Bu
evlilikler belirli fiyatların konuşulduğu bir
sektöre dönüşmüş. Antep, Kilis, Hatay, Urfa
ve Batman gibi sığınmacıların yoğun olduğu illerde bu evliliklere daha sık rastlanıyor.
2000-10000 TL arasında değişen fiyatlarla
ve komisyoncular aracılığıyla Suriyeli kadınlarla evliliklerin yapıldığı, daha yüksek
ücretlerin konuşulduğu istisnai örneklerin
de mevcut olduğu belirtiliyor. Özellikle 1520 yaş arası kadınların tercih edildiği, ücretlerde kadınların yaşlarının, fiziksel özelliklerinin ve sağlık durumlarının belirleyici
olduğu belirtiliyor. Aslında bu komisyonlarında yine şebeke ve çete olarak Suriye’deki
muhaliflerle ortak çalıştıkları aşikardır. Buna
karşın devlet henüz kılını kıpırdatmış değil.
Bu durum, devletin bu pazardan örtük bir
kazanç elde ettiğini gösteriyor.
Böyle evlilikleri ticarete dönüştüren
kişiler, Suriyeli kadınlarla evlenmek isteyenlere 250-500 TL arası komisyon karşılığı
aracılık yapıyor. Ailelere de ortalama 20005000 TL başlık parası veriliyor. Komisyoncular Suriye’den tespit ettikleri kadınları
alıp erkeklere ulaştırıyor. Alıcıları Suriye’ye
geçirip kadınları orada gösterdikleri gibi, bazen de sınıra ya da Türkiye’ye kadınları getiriyorlar. Alıcıların beğenmesi durumunda
anlaşıp imam nikahı kıyılarak kadınlar Türkiyeli erkeklere teslim ediliyor. Sınırdan bu
kadar rahat bir şekilde geçiş yapıldığı düşünüldüğünde devletin payı da ortaya çıkıyor.
Genellikle Kilis, Antep, Hatay ve civar
illerden alıcıların olduğu, bununla birlikte
Türkiye’nin her yerinden Suriyeli kadınlarla
evlenmek isteyen erkekler, komisyonculara
ulaşarak Suriyeli kadınlarla evlilik yapıyor.
Raporda, Bursa’da görüşülen bir kişi, akrabasının Suriyeli bir kadınla evlenmek istediğini ve bir komisyoncu aracılığıyla evlendiğini anlatıyor. Komisyoncunun önce 7000
TL karşılığı 13 yaşında bir kız çocuğunu
gösterdiğini ancak akrabasının daha büyük
bir yaşta kadınla evlenmek istemesi üzerine
MUTA NİKAHI21
4000 TL karşılığında 18 yaşında başka bir
Suriyeli kadın için anlaştıklarını anlatıyor.
Sığınmacı kadınlarla yapılan bu evliliklerin birçoğunun kısa sürdüğü, birden
fazla sığınmacı kadınla evlenip boşananların
olduğu belirtiliyor. Bu evlilikleri yapmaya
zorlanan ya da zorunda bırakılan sığınmacı
kadınlar, çoğu zaman evde yardımcı (hizmetçi) muamelesi görüyor.
El Kaide’nin de içinde bulunduğu bir
çok İslami cihat örgütlerinin kaçırdıkları
kız çocuklarını ve kadınları, muta nikahı ile
bir çok yerde pazarladığı artık herkes tarafından bilinmektedir. Eğer tarihte kadın sömürüsünden hatta sınıflardan bahsedeceksek
önce kadınların sınıflaştığını kabul etmemiz
gerekir. Bugün tarihte ortaya çıkan ilk sınıf
olarak kadınlar görünür. Sınıflı toplumlarda
sınıflar arasındaki uçurum derinleştikçe kadının da hem emek gücü hem de bedeni üzerindeki sömürü daha fazla derinleşir. Kimi
dönemlerde ve bazı ülkelerde, kadın özgürlük hareketinin gelişimi hak alıcı bir temelde
dursa da Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi
kadın özgürlük mücadelesinin gelişmediği
ya da sığ kaldığı ülkelerde sömürü katmerleşerek devam eder.
İslamiyet’in cahiliye döneminde yasalaşan muta nikahı, kadın bedeninin alınıp satılmasının resmileşmesidir. Muta nikahının
kadın bedeni üzerinde bir kira sözleşmesi
olması, erkeğin kendi mülkü saydığı kadına istediğini yapma hakkını vermiştir. Her
şeyden öte biz kadınların erkeğin mutluluğu
ve şehvet duyguları için var olduğuna dair
inancın kuvvetlendirilmesi, kadının insanlık
dışı koşullarda yaşamasına neden olmaktadır. Üstelik bu durumun kimi ayetlerle de
desteklenmesi durumu içinden çıkılmaz bir
hale sokmaktadır. İslami duyguları yoğun
olan kadınların sadece bu yüzden öğretilmiş
kadınlık rolleri katmerleşerek devam etmektedir.
Tarih boyunca kadınlar, sınıflı toplumlardan bu yana, hep var olan sistem için ne-
sil üreten; erkeğin şehvet duygularını gidermenin bir aracı ve ucuz emek sömürüsünün
vazgeçilmez bir parçası oldular. Kimi zaman
kiliseye karşı gelen cadılar, kimi zaman ruhlarını şeytana satan varlıklar, kimi zaman da
cinlerle ilişkiye girip insanoğlunu yoldan çıkaran oldular. Adem’in dünyaya sürülmesine neden gösterildiler. Bugün kadın denince
eğer halen birilerinin aklında şeytan ve cadı
figürü canlanıyorsa, kadın özgürlük mücadelesinin büyümesi ve gelişmesi gerekiyor demektir. Ataerkil toplumlarda kadınlar erkeklerin kaburgasından bir parça olarak kalacak
ve yaşam hakları başta olmak üzere bedeni
üzerindeki haklar da erkeğin himayesine bırakılmaya mahkum olacaktır.
Sovyet devrimi ışığında ve devrimler
tarihinde de görülür ki, biz kadınların mücadelede bir adımdan çok daha fazla öne
çıkmak için sayısız nedenimiz var. Bizler,
özgürlük mücadelemizde irademizi ortaya
koyarken, erkek egemen sisteme karşı örgütlenirken kurtuluşumuzun sosyalizm ve
komünizmde olduğunun bilinciyle hareket
etmeliyiz. Elbette ki bu durum, Sovyetlerde
kadın sorununun tamamen çözüldüğü anlamına gelmez. Ancak tarihe bakıldığında
kadınların özgürleştiği dönemler, sınıf çelişkilerinin parçalanmaya başladığı dönemlerdir. Gerçek özgürlük ise sınıfların tamamen
ortadan kalktığı dönem olacaktır. Çünkü
toplumsal cinsiyet rolleri toplumun aydınlanması ile kırılacaktır. Toplumun aydınlanması, ezen ve ezilen arasındaki ilişkilerin
insan yaşamından tamamen silinmesi ile
olacaktır. Toplumsal cinsiyet rolleri ve ailenin kurumsallığı ancak o zaman ortadan kalkacaktır. Elbette ki asıl olan kadın özgürlük
mücadelesinin hak alıcı özelliğidir. Ancak
kabul edilmelidir ki toplumsal muhalefetin
gelişmediği dönemler, kadın özgürlük hareketinin de ağır ilerlediği dönemlerdir. Buna
rağmen bazı (Arap baharı) bölgelerde de
toplumsal muhalefet yükselmesine rağmen
kadın özgürlük mücadelesi geri kalmaktadır.
22SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Bu durum, bu bölgelerdeki toplumsal cinsiyet rollerinin kalın çizgilerinden kaynaklıdır.
Köleci toplumdan feodal topluma, feodal toplumdan kapitalist topluma kadar tüm
sistemlerde kadın iradesinin yok sayıldığı,
kadının ihtiyaçlara cevap olan araç olarak
kullanıldığı, kadının sömürüldüğü ve toplumsal cinsiyet rollerinin güçlendirildiği her
sistem, kadının tutsaklığını büyütüp pekiştirecektir. Toplumsal rollere karşı savaşma
ve bu çizgiyi erkek egemen sistemden yani
sınıflı toplumlardan kurtarma mücadelesinin
ışığıyla büyütmek, biz sosyalist kadınların
başat görevidir.
KAYNAKLAR
Nisa Suresi 24. Ayeti Işığında Müt’a
Nikahı/ Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI
Muvakkat nikâh: Şahitler huzurunda
belli bir süre için evlilik ifade eden sözlerle yapılan nikâha denir.
SARA ROBER
IŞİD’in Cinsel
Zorbalığı ve Özgürlük
İşte gördüğün gibi
Savaştıkça özgürleşiyor kadın
Savaş gülüm sıkı savaş
Savaştıkça varız biz
Savaştıkça severiz
Beritan (Gülnaz Karataş)
Emperyalist güçlerin ve onun bölgedeki sömürgeci
uzantılarının Ortadoğu’da sürdüregeldiği, jeopolitikası, izlemekten bıktığımız kötü bir film gibidir. Sadece Ortadoğu’da
değil; ulusal, kültürel, dinsel ve cinsel çeşitliliğin olduğu
bütün bölgelerde aynı filmin senaryosunun emperyalist karargahların yeri sabitlenmiş durumda. Kapitalist düzenin
sürdürülebilirliği bakımından “böl, parçala, birbirine kırdırt,
yönet” politikası vazgeçilmezdir bu anlamda. Bu politikanın
en güçlü dayanağı da kuşkusuz ataerkil toplumsal düzendir.
Emperyalist ve sömürgeci ülkelerin Balkanlar’da, Afganistan’da Afrika’da ezilen halklara karşı yürüttüğü savaşın aynı
zamanda kadın cinsine karşı bir savaş olduğunu en trajik sonuçlarıyla gördük. Sömürgeci savaşın kirli politikaları, halkları birbirine karşı kırdırtırken bunun organik bir bileşeni
olarak kadınların bedeni, en vahşi yöntemlerle işgal edildi.
Milliyetçilik, mezhepçilik ve cinsiyetçilik bu bakımdan kendini yeniden üretmenin zeminini buldu.
Balkanlar’da binlerce kadın kamplara kapatılarak “ırkın arîliğini bozma” adına sistematik tecavüze uğradı ve
hamile kaldı. Egemen ulusun erkeklerinin kendini kanıtladıkları alan sadece savaş meydanları olmadı, aynı zaman-
24SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
da kadın bedeni de savaşın bir alanı haline
geldi. Bosna’da kamplarda köleleştirilen kadınlar, yüzlerce “tecavüz çocuğu”nu dünyaya getirdi. Savaş sadece kadının “an”larını
değil geleceğini de bu şekilde ipotek altına
almaya çalışarak ciddi travmatik sonuçları
beraberinde getirdi.
Afganistan ve Irak’taki emperyalist saldırganlığın kadınlar bakımından sonuçları
bundan farklı olmadı. Emperyalist devletlerin
tescilli demagogları Afganistan’da kadınları Taliban vahşetinden kurtaracağını dünya
âleme pompalarken, gerçekte neyin olacağını
tahmin etmek güç değildi. Zira kadın cinsinin
köleleştirilmesinin bütün tarihinde sömürgeci
savaşların cinsel politikasının özü değişmedi.
Bundan dolayı Afganistan’da kadınlar emperyalist saldırıların sonucunda “özgürleşen”
topraklarda, burkanın kafesinden dünyaya
bakmaya devam ettiler. Dahası, Kuzey ittifakı gibi savaş baronlarının seks kölesi haline
getirildi. Petrolün transferi bakımından stratejik konumdaki topraklar emperyalist güçlerin eline geçerken aynı şekilde kadın bedeni
de el değiştirdi. Emperyalist saldırganlığın
sonucunda kadınlar göç yollarına düşürüldü,
çocuklarından koparıldı ve sonu bilinmeyen
göç yollarında sistematik cinsel saldırılara
maruz kaldı. Sonuçta, kadınlara “özgürlük”
değil kölelik getirdi bu saldırılar. Irak ve emperyalist saldırganlığın hüküm sürdüğü diğer
bölgelerde de bundan farklı durumlar yaşanmadı.
Emperyalist ve sömürgeci devletlerin
cinsel politikasının özünü, kadınlara karşı
sistematik bir savaş oluşturuyor. Kadının
köleleşmesinden bu yana işgal edilen topraklarda kadınlar “ganimet”in önemli bir
parçası olmuştur. Köleleştirme politikası
sadece işgal edilen topraklarla sınırlı değildir. Aynı zamanda egemen ulustan kadınlar
da bu politikanın esiri haline getirilir. Zira,
sömürgeci savaşların bütün kadınlar bakımından ortak nokta, ataerkil toplumsal
düzenin güçlendirilmesidir. Tarihsel olarak
değişmeyen bu fenomen bugün emperya-
list kapitalist ataerkil sistemin cinsel politikasına yön vermektedir. Dahası bugün
bakımından bu politikanın içeriği çeşitlendirilmiş cinsel saldırıların boyutu insanın
insana yabancılaşmasının en dip noktasına
işaret etmiştir.
IŞİD emperyal vahşettir
IŞİD faşizmi hangi zeminde doğdu
ve güçlendi? Bu soruya verilecek yanıt, bu
çeteci güruhun varoluşsal zeminini de ortaya koyar. İşin temeli olarak ‘Arap Baharı’
denilen devrimci sürece vurulan en büyük
darbedir. Zira, emperyalizmin jeopolitikalarına ve yerli totaliter yönetimlere karşı
halkların isyanı ve değişim talebi iyiden
iyiye egemenleri korkutan bir fenomene
dönüştü. Ortadoğu halklarında devrimci uyanışın başlangıç noktası olan ‘Arap
Baharı’ Mısır, Tunus, Yemen Türkiye gibi
ülkelerde kendi özgün niteliklerini ortaya
koyarak spontane olarak doğrudan demokrasi örneklerini yarattı. Ezilen halklar ve
sınıfların ayaklanması, birçok ülkede makyaj niteliğindeki değişimlerle bir nebze olsa
dindirildi. Gerici müdahalelerle devrimci süreç tersine döndürülerek emperyalist
devletlerin çıkarlarını temel alan yönetimler iktidarı devraldı. Mısır’da devrimci dalganın yönü Müslüman Kardeşlere çevrildi.
Bu da tutmayınca generaller cuntası iktidara getirildi. Diğer ülkelerde bu bağlamda
farklılıklar olsa da eski veya yeni statüko
kendini tahkim etti.
Ortadoğu’da devrimci sürecin en
önemli dinamiklerinden biri kadınlardır.
Kadınlar ayaklanmaların içinde yer alarak
kapitalist-ataerkil sistemi sorgulamaya başladılar. Ortadoğu gibi ataerkilliğin güçlü
olduğu bir coğrafyada kadınlar ekonomik,
toplumsal ve siyasal statülerini sorgulayarak hak talep ettiler. Bu bağlamda kadınların özneleşmesi muazzamdı. Ne var ki
“devrimi çalan” egemenler en fazla kadınlara saldırdılar. Kadınların değişim talebi
tipik bir erkek işbirliğiyle bastırıldı.
IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük
Ortadoğu’da oluşan devrimci durum,
devrimci bir önderlikle buluşmadığında emperyalist politikaların ayak oyunlarıyla bir
şekilde bertaraf edildiğini gördük. Ancak
yine de ayaklanmaların bölge ve dünya ezilen hareketinin hanesine önemli deneyimler
kattığı da açıktır. Ki bir sonraki uyanışta
daha ileri nitelikte kalkışmaların olabileceğini bekleyebiliriz.
Kadınlar bakımından ise Ortadoğu’da
devrimci sürecin etkisi Rojava devrimiyle
farklı bir niteliğe evrilmiştir. Suriye’deki son
üç yılın gelişimi izlendiğinde, kadınlar bakımından Rojava’da cinsel devrimin inşası
ataerkil sistemi sarsıcı niteliktedir. Bu, sadece kadınlar bakımından değil ezilen halklar
ve dini inançların özgürce, bir arada eşitçe
yaşaması bağlamında da geleceğimizi temsil
etmektedir. Buna geçmeden “Arap Baharı”
rüzgârının Suriye’de nasıl değişimler yarattığını görmek gerekir.
“Arap Baharı”nın Suriye’de yaratığı
sarsıntının özgün yanları dikkat çekicidir.
Baas diktatörlüğünün baskıcı, yok sayma
politikalarına karşı halkların değişim talebi,
hem gerici hem de devrimci ögeleri açığa çıkarmıştır. Dahası, Baas rejimiyle çelişkileri
olan NATO ülkelerinin Suriye’ye müdahalesi beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan
Özgür Suriye Ordusu denilen düzensiz gruplaşmalarla birlikte İslamcı örgütlere olabildiğince olanak sunulmuş ve IŞİD denilen
güruh da bu zeminde var olmuştur. IŞİD, bu
sürecin ürünü olarak palazlanmış emperyalist ve bölge devletlerinin politikasını sürdüren bir araç olarak fazlasıyla işlevli olmuştur.
Bu bağlamda IŞİD’e silah temin edilmiştir.
Ortadoğu’da “böl, parçala, yönet” politikası,
IŞİD faşizmi eliyle yürütülmüştür.
Burjuva ideologların IŞİD’i emperyalizme karşı ortaya çıkmış bir olgu olarak ele
almaları at ile it izini birbirine karıştırmaktan başka bir şey ifade etmez. Zira, IŞİD’in
yürüttüğü savaşın içeriğine ve politik yönüne baktığımızda bu demagojilerin hepsi
çürüyüp gitmektedir. IŞİD’i emperyalizmin
25
bir antitezi olarak ortaya koyma girişimleri bu anlamıyla boşa düşmüştür. Dahası,
IŞİD emperyalist politikalara karşı asimetrik
bir savaş yürüten bir örgüt değildir. Çünkü
emperyalist kurum ve yapılanmaları hedef
almadığı gibi, emperyalist devletlerin bölgedeki tesisini yeniden kurmaya çalışan bir
örgüttür. Bu bakımlardan “ılımlı İslam” projesinin bir ürünüdür. Bundan dolayı IŞİD’in
hedef tahtasına halkların ve kadınların özgürlük savaşını koymaktadır. Örgütün Rojava’yı yok etmek üzerine kurduğu insanlık
dışı savaşın da perde arkasında yine emperyalizmin ve başta Türkiye olmak üzere
bölgedeki faşist ataerkil devletlerin planları
vardır.
Suriye’deki halk isyanını, ÖSO ve daha
çok IŞİD gibi yapılanmalarla gericileştiren
emperyalist kapitalist devletler, Rojava’da
bambaşka bir gelişmeyle karşı karşıya kalmıştır. Rojava, emperyalist planlara darbe
niteliğinde bir halk devrimi gerçekleştirerek Ortadoğu’daki statükoyu sarsmıştır.
Kürt halkı “böl, parçala, yönet” politikasına
karşı gerçekleştirdiği devrimle halkların,
cinslerin, mezheplerin, farklı inanç grupların eşitçe bir arada yaşama ilkesini hayata
geçirmiştir. PKK önderliğinde gerçekleşen
devrim, halkların değişim istemini yeni bir
nitelikte ortaya çıkarmıştır. Kobanê’de başlayan devrim, Batı Kürdistan’a yayılarak ve
kantonların ilanıyla sıçramalı değişimin adı
olmuştur. Rojava devriminin önderliğini yürüten PDY ve TEV-DEM, demokratik özerkliği hayata geçirerek doğrudan demokrasinin
kanallarını yaratmış ve kurduğu komünlerle
kaynakların eşitçe paylaşımını hedefleyen
bir hatta ilerlemiştir. İlan edilen üç kantonla
halk devriminin inşası yeni bir boyuta taşınmıştır. Ortadoğu çölünde bir vahaya benzeyen Rojava, tüm bu katettiği gelişmelerden
dolayı elbette bölge egemenlerinin hedefinde olacaktı. Bundan dolayı da özsavunma
gücünü oluşturarak geliştirmiştir. Bu anlamıyla, YPG/YPJ halka dayalı bir savunma
stratejisi izlemiştir.
26SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Karşı devrim ve devrimci
cinsel politika
Rojava devriminin gelişim dinamikleri,
emperyalizmin ve bölgedeki faşist rejimlerin politik, ekonomik, taktik ve stratejilerini
tehdit etmektedir. Dahası, değişim potansiyelini içinde taşıyan halkların, ezilen sınıfların kadınların yönünü Rojava’ya döneceği
endişesini taşımaktadır. Burada önemli bir
nokta ise bölgede truva atı rolünü üstlenen
IŞİD çetelerinin yayılma politikası, Rojava
devrimiyle engellenmektedir. Özellikle Rojava’daki kadın devriminin IŞİD gibi koyu
bir gericiliğin tüm kimyasını alt üst etmektedir. Bu bağlamda IŞİD çeteleri en büyük
savaşını kadınlara karşı yürütmektedir.
IŞİD’in Rojava’ya yönelik saldırıları
başta YPJ güçlerinin direnişiyle püskürtülmektedir. Karşılarında örgütlü cins bilinciyle hareket eden ve askeri yönde başarılı
kadın savaşçılarla karşılaşan IŞİD’in her
saldırı girişimi de hüsranla sonuçlanmaktadır. Bundan dolayı IŞİD, hem güç toplamak hem de kadınlara karşı savaşımını
boyutlandırmak için Güney Kürdistan’daki
halkları ve farklı inanç toplumlarını hedef
almaktadır. Burada işgal ettiği toprakları
yağmalayan IŞİD, Türkmen, Êzidî, Kürt, Şii
erkekleri katlederken kadınları savaş ganimeti olarak kaçırmaktadır. Bu faşist güruh,
insanlık dışı savaşını kitabına uydurmak
içinde adeta İslamı iğdiş ediyor ve Kur’an’ı
yeniden yazıyor.
IŞİD çeteleri tarafından kaçırılan ve
kurtulmayı bir şekilde başaran Êzidî genç
kadının şu sözleri, bu soysuz güçlerin amaçlarını da özetler niteliktedir.
“Bizleri; kadın, kız çocukları, erkek
diye gruplara ayırdılar. Yine genç kadın ve
kız çocuklarını güzel, çirkin diye iki gruba
ayırdılar, diğerlerini de köle pazarlarında
satmak için götürdüler. Kendilerine ayırdıkları kız çocukları ve kadınları tek tek evlere
kapattılar. Çete üyeleri bu evlerde bunlara
tecavüz ediyorlardı. Bunu da evlilik adı altında yapıyorlardı”*
Diğer bir genç kadın E.A’nın şu sözleri ise mezhepçilikle, cinsiyetçiliğin birbirini nasıl güçlendirdiğine dair somut bir fikir
vermektedir.
“Bizi beşerli gruplar halinde evlere
kapattılar. Zorla Müslüman yaptılar. Müslümanlığa geçmeyenleri öldürdüler. Bizleri
kendi emirlerinden satın alarak birbirlerine
hediye ettiler. Genelde on üç, on dört yaşındaki çocukları tercih ediyorlardı”*
Burada E.A’nın söz ettiği “Muta” nikahı, tamamen anlık cinsel ihtiyacı giderme
amacıyla yapılmaktadır. Zira, etimolojik
olarak “muta” zevk ve haz anlamına gelmektedir.
Muta evliliği (gerici evlilik de denebilir) bir erkekle evli olmayan boşanmış, eşi
ölmüş ya da bekar bir kadının kendi aralarında sözlü olarak evlenmesidir. Ki bu evlilik
süresi bir saatten doksan dokuz yıla kadar
değişebilir. Esasında bu evliliğin süresi kısa
olduğundan bu sözleşme de erkeğin kararıyla bitirilebilir. İslamın doğuş yıllarında bu
evlilikten söz etmek mümkün değildir. Bu
bakımdan muta nikahı, İslam’ın yozlaştırılmasıyla ve erkeklerin kadınlar üzerindeki
tahakkümünü güçlendirmek amaçlı ortaya
atılmıştır, uygulanmıştır.
Yedinci yüzyıldan önce yaygın olan bu
nikah, 2. Halife Ömer tarafından yasaklanmıştır. Ancak bugün IŞİD liderlerinin verdiği fetvalarla tekrar hortlatılmış ve içeriği de
kendi çıkarlarına göre düzenlenmiştir.
IŞİD çeteleri, kadın bedenini bu politikalarla işgal etmekte ve ataerkil sistemi
güçlendirmektedir. Bundan dolayı da bu politikalara karşı çıkan ve kadın devrimini inşa
eden Rojavalı kadınlara vahşice saldırmaktadır. Kadının özneleşmesine karşı verilen
bu savaş, cins çatışmasının en yoğun halini
yansıtmaktadır. IŞİD, işgal ettiği bölgelerde
gelişimin yönünü tersine çevirerek kadın bedenini ve cinselliğini kontrol altına almaya
yönelmektedir. Kadınların burka giymesini
zorunu hale getirmekte ve kadınlara ev dışında bir yaşamı yasaklamaktadır. Dahası, Or-
IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük
taçağdan kalma kadın sünnetini uygulamaya
başlayarak kadını fiziksel bakımdan sakatlamaktadır.
Pınar İlkerecan’ın şu sözleri bu bağlamda önemlidir:
“İslami köktendinci akımlar, bu çabalarını kadın ve kadın cinselliği konusunda
İslam’ın yeni ve son derece tutucu bir versiyonunu oluşturarak ya da tarihte yalnızca
küçük topluluklarda rastlanan ve İslam’la
hiçbir ilgisi olmayan bazı örf ve adetleri,
İslam’a mal ederek ve bu tip uygulamaların
daha çok bu tip adetlerin hiç görülmediği
çeşitli Müslüman toplumlarına yayarak sürdürüyorlar”*
IŞİD, İlkerecan’ın tespitini aşan bir
pratik ortaya koyuyor. Örneğin Müslüman
olmayan toplumları da zorla Müslümanlaştırarak bu uygulamalara tabi tutuyor. Örneğin,
cariyelik kurumu tarihin tozlu sayfalarından
alınıp güncelleştiriliyor. Kaçırılan Êzidî,
Türkmen ve Şii kadınların şu anda cariye
olarak pazarlarda kimlere satıldığı bilinmemektedir. Bu anlamda 21. yüzyılın kayıp kadınlarıdır onlar. IŞİD’in cinsel politikasının
özü de, kadınların bir bütün olarak yaşamdan silinmesidir.
IŞİD’in cinsel zorbalığına karşı Kürt
kadınların direnişi ve savunma gücü, yaşama dönmenin ve kadın devriminin yarattığı
kazanımları korumanın en önemli güvencesidir. Nihayetinde Êzidî halkına yönelik
saldırıları engelleyen YPJ ve YPJ-STAR
güçleridir. IŞİD vahşetinden kaçarak Şengal Dağı’na sığınan Êzidî halkını kurtarmak
amacıyla YPG, HPG, YPJ ve YJA-STAR
güçleri seferberlik ilan etmiş ve IŞİD kuşatmasını yararak bir yaşam koridoru açmıştır.
Ve bu koridordan kadın ve çocukları kurtararak dünya devrim tarihine adlarını yazdırmışlardır. Gerilla kadınların Êzidî kadınlarla
kadın özgürlük tarihine geçecek ve kadın
dayanışması bakımından önemli bir örnek
teşkil edecektir. IŞİD’in ve onun beslendiği
ataerkil toplumsal düzenin, kadınları birbirinden koparma ve yabancılaşmasına karşı
27
bu durum bir bilinç sıçramasıdır da. Dahası,
Êzidî kadınlar belki yıllarca kaybedecekleri
gelişim düzeyini çok kısa sürede edinerek
YPJ’ye katıldılar. Genç kadınlar IŞİD’e karşı savaşmanın gücünü elde ederken özgürlüğe giden biricik yolu buldular. Bu gelişim,
Rojava’daki kadın devriminin bilinç ögelerinin bölgeye yayılarak genişlediğini göstermektedir.
IŞİD faşizmi, Güney Kürdistan’da bir
direnişe çarpmıştır. Bundan dolayı da bu direnişin beslendiği Rojava devrimi bakımından önemli bir noktada duran Kobanê’ye
saldırdı. Rojava devriminin öncü gücü kadınlar olduğu için Kobanê savunmasında
yine kadınlar en önde durmaktadır.
Puşkin, 2. Dünya Savaşı’na katılan
Sovyet kadınlar için şu soruları sormuştu:
“Asil bir ailenin genç kızına, yuvasını terk
ettiren, karşı cinsten vazgeçiren, erkekleri
bile ürküten görevler ve sorumlulukları kabul ettiren ve O’nu Napolyon’un çarpıştığı
savaş alanları kadar dehşet içeren alanlara
iten neydi? O’na bütün bunları göze aldıran
şey neydi”
Hiç kuşkusuz ki, Puşkin’in sorusunun
yanıtı Sovyet kadınlarının kazanımlarında
saklıydı. Kadınlar, tarihsel olarak hiç sahip
olmadıkları haklarını zorlu bir mücadeleyle
kazandılar. Aynı şekilde YPJ’li kadınların
direnişinin özünde de bu gerçek vardır. Hatta bundan daha fazlası. Zira kadınlar, tarihte
bir ilke imza atarak kendi savunma gücünü
oluşturdular ve devrimin öncü gücü haline
geldiler. Dahası, yüzyıllardır işgal altında
olan topraklarını özgürleştirerek bir statü
elde ettiler. Tüm bunlar kadınlarda muazzam bir cins bilinci geliştirdi. Kobanê’de
IŞİD faşizmine “No Pasaron” diyen gücün
altında, Arîn Mirkan’la zirveleşen bu bilinç
yatmaktadır.
Kadınlar bir devrimi ilmek ilmek örerken, hem bölge egemenlerinin cinsiyetçi politikalarıyla hem de bulundukları kurum ve
yapılanmalardaki erkek egemen anlayışla
mücadele etmektedirler. Bu bakımdan ka-
28SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
dınlar özgürleşme yolunda adımlar atmaya
başladığında egemen erkeği bulmuşlardır.
Zira, kadının toplumsal olarak özneleşmesi
durumunda erkek, egemenliğinin yıkılacağından korkar ve karşı cinsi kendi çizdiği
sınırlara hapsetmeye çalışır. Yaşamın bir
bütününde erkeği yöneten bu bilinçtir. Rojava’daki kadınlar öncelikle kendilerine
de öğretilmiş olan bu bilinçten kopuştular.
Bu bağlamda pozitif ayrımcılık ilkesini her
alanda kabul ettirdiler.
Özellikle ataerkilliğin güçlü olduğu
Batı Kürdistan’da bu mücadelenin zorluğu, kadınların katettiği mesafeyi daha da
görünür kılmaktadır. Bu bakımlardan Kürt
kadını köyünden dışarı çıkamayan, yaşamının büyük bir kısmını ahırlarda hayvanlara
bakarak, tarlada çalışarak geçirmekteydi.
Diğer kalan zamanda ise çocuk doğurup
bakmaktaydı. Ve kadınlar daha çocuk yaşta
evlilikle tanışmaktaydı. Aile içinde fiziksel,
psikolojik ve ekonomik şiddete uğramaktaydı. Bu toplumsal gerçeğin cenderesinden
çıkan Kürt kadınlarının özgürleşme serüveni
de çok önemlidir. Rojava kadın devrimi, bu
toplumsal temele saldırarak inşasını sürdürmektedir. Nesneleştirilen kadına karşı özneleşen kadın hakikati tüm yerleşik öğretilmişlikleri de alt üst etmektedir.
Rojava’daki kadın devriminin inşası
kurumsallaşmasını tamamlayarak ilerliyor.
Hukuk, eğitim, cinsiyet eşitlikçi temelde ele
alınıyor. SAMER araştırma ekibiyle Cezirê
kantonunda inceleme yapan Nazan Üstündağ’ın şu saptaması çarpıcıdır:
“Cezirê’de, demokratik özerkliğin yarattığı mucizeyle karşılaştık. Eğitim, adalet, öz
savunma, ekonomik ve cinsiyet ilişkilerinin
kısacık bir zamanda halk gücüyle nasıl gerçek anlamlarına kavuştuğuna tanıklık ettik.”*
Rojava’da kurulan kadın akademileriyle bilginin üzerindeki erkek tekeli de ortadan
kaldırılmaya başlanmaktadır. Akademilerde
birçok alanda ders alan kadınlar, bunu pratik
yaşamda hayata geçirerek farklı alanlarda
yetkinleşiyorlar.
Kadına yönelik şiddete karşı mücadelelerini daha somut zeminde yürüten kadınlar, Batı Kürdistan’da sıkça yaşanan taciz,
tecavüz, erken evlendirilme, çok eşlilik gibi
toplumsal olgularla mücadele ediyorlar. Bu
bakımdan hem kadın dayanışmasının en güzel örneklerini ortaya koymaktadırlar hem
de mücadelelerinin siyasi, ideolojik ve ekonomik ayaklarını örüyorlar.
Kadınlar, özsavunma alanında da
önemli bir ilerleme kaydettiler. Öncelikle
YPJ’yle ayrı bir örgütlenme oluşturarak özsavunmadaki oranlarını artırdılar. Savunma
gücünün %40’ını oluşturan kadınlar, savaşın
lojistiğinde değil en aktif cephelerde yerlerini aldılar.
Kadınların ayrı bir özsavunma gücü
oluşturması klasik ordulaşma anlayışının
dışına çıktığını gösterir. Bu, aynı zamanda yerleşmiş erkek egemen ordu anlayışına karşı bir itirazdır. Zira var oluşundan bu
yana ordular erkek karakterli olmuştur. Bu
bakından savaşta erkekler arasında süren bir
pratik olarak ele alınmıştır. YPJ, bu yerleşmiş düzene karşı çıkışını savaş pratiğiyle de
ortaya koymuştur. YPJ’nin bu karşı çıkışın
özü, ezilen halkların yarısını kadınlar oluşturduğu ve sadece ezilen halk değil ezilen
cins olmalarından kaynaklı da savaşın özneleri olmaları gerektiğidir. Bu yaklaşım, Rojava’daki devrimin niteliğini tamamlamakta
ve aynı zamanda toplumsal ve kültürel değişimi beraberinde getirmektedir.
Elbette buradan itiraz yükselip emperyalist ordularda da kadınların varlığı öne
sürülebilir. Ancak bu ordularda yer alan kadınların militarize edilerek erkeğin karakterine yakınlaşarak onun tarzıyla kendilerini
var ettikleri çok açıktır. YPJ bunun tersine,
cins bilinciyle hareket etmektedir ve savaşta kadın tarzını yaratmaktadır. En önemlisi
ise özgürleşen kadın gerçeğinin bir ayağının
oluşmasıdır.
YPJ’li kadınlar bakımından bir farklılık
da özneleşme mücadelesinin geçici bir yan
taşımamasıdır. Örneğin 2. Emperyalist Pay-
IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük
laşım Savaşı’nda birçok ülkeden kadın, Nazi
faşizmine karşı kitlesel olarak antifaşist mücadeleye katıldılar. Ancak gerek komuta düzeyinde gerekse de savaşın ön cephesinde yer
alma noktasında çok da ileriye gidemediler.
Dahası, faşizmin yenilgisinden sonra kadınlar büyük oranda eski rollerine geri döndüler.
Rojava, tarihsel derslerin ışığında kadınlara
yeni bir ufuk açıyor bu anlamda. Komutan
düzeyinde erkeklerle eşit konumda yer alırken, savaşın ön cephesini kadınlara kapatan
erkek egemen bariyerleri bir bir yıkıyorlar.
“Kadınların öfkesi
sınırları aşıyor” mu?
IŞİD’in kadınlara karşı savaşıma karşı
YPJ güçleri tarihte eşine az rastlanır bir direnişle yanıt vermektedir. YPJ ve Rojava’daki
kadınlar, gerçekleştirdikleri devrimi ve bunun inşa çalışmalarını büyük bir özveriyle
ezilen kadın cinsi adına sürdürüyorlar. Bu
bakımdan Rojava’daki kadın devrimi aynı
zamanda tüm dünya kadınlarının devrimidir.
Bölgedeki kadınların kazanımı, kadın özgürlük mücadelesini ileriye taşıyacak katalizördür. Kadının ikinci cins konumuna karşı
mücadele dinamikleri bakımından yol gösterici bir niteliğe sahiptir. IŞİD faşizmi bu
noktaya saldırmakta ve ileriye giden kadın
özgürlük hareketinin yönünü tersine çevirmeye çalışmaktadır.
Hem dünya demokratik kadın hareketinin hem de bu mücadelenin Türkiye bileşenlerinin Rojava kadın devrimini ne kadar
algıladıkları, IŞİD saldırılarına karşı ortaya
koydukları mücadele pratiğiyle ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle burada, Rojava kadın devrimine katılım sağlayan ve bunu kendi devrimi
olarak gören MLKP’li kadınlara özel vurgu
yapmak gerekir. Zira devrimin ilanından bu
yana Rojava’da gerek inşa çalışmalarında
gerekse de özsavunma birliklerinde mütevazı bir güçle yer alan MLKP’li kadınların, bu
pratiği kadın özgürlük mücadelesini ileriye
taşıyan bir niteliğe sahiptir. MLKP’li kadın-
29
ların pratiğinin genelleşerek tüm kadın hareketine yayıldığı söylenebilir mi?
Dünya kadın hareketi bakımından bir
tepkisizlik söz konusudur. Kuşkusuz bu
tepkisizlik kadın dayanışması bakımından
olumsuz bir tablo ortaya koymuştur. Dahası,
enternasyonal mücadeleye en çok sarılması
gereken kadınlar iken ortaya çıkan tablo bu
bakımdan da sorunludur. Bu, aynı zamanda Rojava’da inşa edilen kadın devriminin
kadın özgürlük mücadelesi bakımından çok
önemli bir kazanım olduğu gerçeğini kavramamak anlamına gelir. Dahası Şengal’de ve
diğer bölgelerde kadınlara yönelik tecavüz,
esasında tüm dünya ezilen kadınlara yönelik bir cinsel saldırıdır. Bu saldırıları yanıtsız
bırakmak, kadın özgürlük mücadelesini geriletmektedir. Bu bağlamda kendini özgürleşme mücadelesinin içerisinde gören her
kadının, IŞİD faşizmi karşısında bir duruşu
olmak zorundadır. Bu duruş, somut eylem
planlarıyla hayata geçmediğinde kadınların
özneleşme süreci de sekteye uğrar.
Türkiye’deki demokratik kadın hareketi, Rojava’ya yönelik sistematik olarak
yapılan saldırılara bir tepki ortaya koysa da
bu pratik gerektiği ölçüde olmamıştır. Aramızdaki mesafe çok uzun değil, Rojava’daki kadın devrimi bir adım ötemizde inşasını
sürdürüyor. Oradaki gelişimi, iletişim olanaklarıyla anbean takip edebiliyoruz. Gerek
Rojava devriminin kadın önderleri gerekse
de YPJ’de yer alan kadınlar, devrimin gelişim seyrini ziyadesiyle anlatıyorlar. Ve
kadın özgürlük mücadelesi bileşenlerinden
beklentilerini ortaya koyuyorlar. Bu bağlamda, IŞİD çetelerinin amaçlarını tüm berraklığıyla dillendiriyorlar.
Bugün Êzidî Kürt kadınlarına yönelik
saldırılarla ve Kobanê kuşatmasıyla, IŞİD’in
“erkek emperyalizmi” en doruk noktasına
ulaşmaktadır. Bu bağlamda kuşatma altında olan geleceğimizdir. Nasıl ki, Kürt kadın
devrimi Batı’da bir dinamik yarattıysa, Rojava kadın devrimi Batı’ya yansıyacakları
bakımından bundan daha ilerisini temsil et-
30SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
mektedir. Rojava’da kadınların her kazanımı
Batı’da kadınların yolunu açacak bir etkiye
sahiptir.
Bu gerçekler ışığında, Türkiye’deki
kadın hareketi elbette dünya kadın hareketi
kadar tepkisiz kalmamıştır. Barış İçin Kadın Girişimi’nin eylemleri, Şengal’deki kız
kardeşlerinin yalnız olmadığını hissettirmiştir. Dahası bu pratikler, Kobanê’de dişe
diş savaşan hemcinslerimize güç vermiştir.
Ancak IŞİD’in cinsel zorbalığının çapına ve
derinliğine bakıldığında bunu karşılayan bir
pratikten söz etmek ne yazık ki zor.
Özellikle Türk devletinin IŞİD çetelerine verdiği askeri, lojistik destek tamamen
deşifre olmuşken, kadınların bu halkadan
daha güçlü tutamaması kadın mücadelesinin pratiğini sorgulatır düzeydedir. Türk
devletini durduracak gücümüz yok muydu?
Kadına yönelik şiddete karşı ortaya konulan
pratik ve kazanımlar esasında bu gücün var
olduğunu söylüyor. Bu durumda, sorgulan-
ması gereken IŞİD’in saldırılarının kadın
mücadelesine vurduğu darbeyi ne kadar
dikkate alıp almadığımız gerçeğidir. Şunu
unutmamak gerekir ki, Rojava’daki devrimci kadınlar ölümüne direnişle kazanmalarını
koruyacaklardır. Dahası bu direniş şimdiden
kadının özgürleşme tarihinde yerini almıştır.
Fakat bununla birlikte, Rojava’daki kadın
devriminin ışığı tam olarak Türkiyeli kadınların üzerine yansımayacaktır. Bu durumu
tersine çevirmenin yolu; bu aydınlık yolu,
işçi emekçi genç kadınlara anlatabilmek ve
onları bu mücadelenin parçası haline getirmektir. Barış mücadelesinde özneleşmenin
koşulu budur.
KAYNAKLAR
*Müslüman Toplumlarda Kadın ve
Cinsellik, Sf.14
*Gündem Gazetesi, 8 Eylül 2014
*Gündem Gazetesi, 3 Ekim 2014
MUKADDES E. ÇELİK
Kobanê’de Ölümsüzleşen
Kadınlar
KADIN DEVRİMİNİN NEFERLERİ
Arin Mirkan ve Kader Ortakaya, Kobanê direnişinin
simge isimleri olarak tüm insanlığın belleğine kazındılar.
Arin, güneş yanığı yüzü ve ağız dolusu gülüşüyle, Kader ise
başındaki siyah beyaz puşisiyle gözlerimizin önünde parlayan birer ışık seli. Hevi Ani ise "Kobanê şehitleri unutulmasın" başlıklı bir yazıda karşıma çıktı. O nedenle onu da Arin
ve Kader için yazacağım bu yazıda yerini alacak.
Biz adını Arin Mirkan olarak bildik ama YPG'nin
açıklamasından gerçek adının Dilar Gencxemîs olduğunu
öğreniyoruz. Afrinli Kürt yurtsever ailenin çocuklarından
biri. Çok genç yaşta yurtsever harekete katılan Arin, Rojava
devrimi başladığında üç kardeşiyle birlikte anne ve babasına veda ederek savaşa katılır. O gün bugündür savaşta olan
Arin, kadın savunma gücü YPJ'nin de kurucularından biri.
Şehit düştüğü Miştenur Tepesi'nde ise komutan. Bir savaş
komutanı olmanın sorumluluğuyla donanmış Arin, çarpışmanın en kritik anında komuta ettiği yoldaşlarına, biraz geri
çekilme talimeti verirken kendisi tepeyi ele geçirmeye koşan
IŞİD çetesine doğru koşuyor ve bedenine yüklü patlayıcıları ateşliyor. Kendisiyle birlikte onlarca IŞİD'çi de havaya
uçuyor. Böylece Arin, düşmanın yürüyüşünü bir an olsun
geciktirmeyi ve yoldaşlarının geri çekilişini kolaylaştırıyor.
O anda Stalingrad'ı savunmak için tanklara bedenleriyle
barikat olan Sovyet savaşçılarının, Madrid'e giden köprüleri uçuran enternasyonal savaşçıların ruhunu ve ideallerini
yaşatan Arin, en çok da, Lübnan'da İsrail Birliği'nin üstüne
patlayıcı yüklü arabayı süren Filistinli Sena Meidli'dir. Yine
32
de Arin'in o kritik çarpışma anındaki eylemine koyabileceğimiz en doğru ad; "ÖNCE
BEN ÖLMELİYİM" olmalı. Çünkü o, komutası altındakilerden önce kendini feda
eylemine atmıştır. 1996 ölüm orucundaki
Hüseyin Demircioğlu gibi, önce ben olmalıyım, deyip koşmuştur ölümün üstüne. Tarih
5 Ekim ve o gece orada ölüme koşan biri de
Paramaz yoldaşımızdır. Demek ki Arin ile
Paramaz ölüme de yoldaş oldular.
Arin'in ardından bir bildiri yayınlayan Kürt kadın yoldaşları, "Direnen Kürt
kadının son sözü söylenmemiştir" diyerek,
Arin'in eyleminin bir çağrı olduğuna vurgu
yapıyorlar. Kadın devrimiyle bütün Ortadoğu'yu, Türkiye'yi ve giderek her yeri sarsan
Kürt kadın güçleri siyasetin ve silahlı savaşın merkezindeki konumun geliştirilmesine
de işaret etmiş oluyorlar. Arin Mirkan bunda
da özel bir rol oynamış oluyor.
Arin Mirkan adı dünyada yayılırken
Türk sömürgeciliğini korkutuyor da. Bitlis
valiliği, Hizan'da Arin Mirkan Gençlik Kültür Merkezi'ne, Arin'in Ermeni adı olduğu
gerekçesiyle izin vermeyeceğini söylüyor.
Kürtçeye alışmaya(!) başlayan Türk sömürgeci zihniyet, Ermeniceyi baş düşman derecesine yükseltmiş bulunuyor. Oysa Kürt
isyanıyla birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da
çok şey değişti. Hrant'ı öldüren devlete inat
bu topraklardan, "Hepimiz Hrant'ız" sesi
yükseliyor. Ve Kobanê'ye koşan genç kadın ve erkekler Ermeni, Kürt, Arap ve Türk
adları bir arada kullanıyor ve kardeşlik savaşını buradan da yükseltiyorlar. Eğer adını bu bilinçle seçtiyse -ki, böyle olduğunu
düşünüyorum- Paramaz'la siper yoldaşlığı
da yeni bir yol açmıştır. Halkların kendileri,
türküleri gibi insan adları da kardeştir. Tarihin tekerleği geriye doğru dönmüyor.
Sömürgeci bürokrasinin Arin'in adını taşıyan Merkez'e karşı çıkmasının ikinci
gerekçesi şöyleymiş; bombayla kendini patlatan insan örnek olamaz! İnsanın, başkalarının hayatını kurtarmak, yurdunu savunmak
için, insan onurunu korumak için kendi be-
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
denin, ateşe attığı sayısız örnekle dolu tarihimiz. İRA'lı yurtseverlerin savaşını, Bobby
Sands'ın ölüm orucunu unutmadı insanlık.
Aynı zamanda tarihin en kirli sömürgeciliğini sürdüren İngiliz emperyalizmini de unutmadı. Bobby onurlu yerinde duruyor, Teatcher ise tarihin çöplüğünde. Dörtler'in feda
eylemini, 5 No'luyu ayağa kaldırışını da
unutmadık. Yani aslında sömürgeci bürokrasi Arin Mirkan'ın ölümüyle de bir savaş
çağrısı olduğunu çok iyi bildiği için karşı
durmaya çalışıyor. Adının, insanlardan başka kurumlara da verilerek yaşamasını, yayılmasını önlemeye çalışıyor, kara propaganda
yapmaya çalışıyor. Boşuna, hem Arin'in adı
hem çağrısı hızla yankılanarak yayılıyor. Biz
bu taktiği, Yasemin Çiftçi'nin şehadetinde de
gördük. Gençleri, onun parçalanan bedeninin görüntüleriyle korkutup savaş çağrısından koparmaya çalışmışlardı. İşe yaramadığı
Kobanê'nin çağrısına koşanlardan belli, Yasemin'in yoldaşlarının siperlerde yer alışından belli.
Önce kadınları vurun
Kader Ortakaya, Arin’in Kobanê’de savaştığı haftalarda sınırdaki nöbetçilerden biriydi. Savaşın en yakın cephesinde insanlık
için direniş saydığı Kobanê’ye destek olmak
için gitmişti. Günlerce nöbet eylemlerinin en
önünde, tüm insanlık için Türkiye’den Avrupa’ya tüm insanları savaş bölgesine çağırdı.
Yaptığı televizyon görüşmelerde kendini,
eylemini anlatırken yeni yeni genç insanları aydınlattı, Kobanê’nin çağrısını duyurdu.
Bu eylemi, içinde yeni bir bilinç sıçraması
ile eylemini yüksetmeye, savaşın orta yerine gitmeye karar verdi. Bunda muhakkak
Arinlerin feda eylemleri önemli bir rol oynadı. Ailesine veda mektubunu yazdığında
bu yeni düzeyini, tam bir enternasyonal devrimci bilincini yansıtıyordu:
“Ben Kobanê’deyim. Bu savaş sadece
Kobanê’de yaşayan insanların değil, hepimizin savaşı. Bende çok sevdiğim ailem ve tüm
insanlık için bu savaşa katılıyorum. Eğer bu
KOBANÊDE ÖLÜMSÜZLEŞEN KADINLAR
savaşı kendi savaşımız olarak görmezsek,
yarın bombalar bizim evimize düştüğünde
yalnız kalırız. Bu savaşın kazanılması bu
yoksulların ve sömürülenlerin de kazanmasıdır. Ben bu savaşa katılarak, aileme ve tüm
insanlığa memur olmaktan daha çok fayda
sağlayacağıma inanıyorum.”
Yerel olanla enternasyonal olanı, bugünkü siyasal sorunla gelecekteki sosyal
kurtuluşun nasıl da bir arada Kobanê’deki
savaşın konusu olduğunu anlatan Kader,
seçtiği yolun olası sonuçlarından birinin ailesinin üzerindeki yıkıcı etkisinin de bilincinde. Onlara bu konuda da yol göstermeyi
ihmal etmiyor: “Sizi üzdüğüm için bana belki kızacaksınız ama haklı olduğumu er ya da
geç anlayacaksınız.” O da Bobby Sands gibi,
ailesini yanında görmeye çalışıyor. Ve olası
tehlikelere karşı uyarıyor: “Beni bulmaya
çalışmayın. Size bu mektubu yazmamın en
önemli sebeplerinden biri de beni arama yollarına düşüp yorulmanızı, yıpranmanızı istemeyişimdir. Döndüğümde hapse girmemi,
hapishanede işkence görmemi istemiyorsanız sakın polise ya da devletin herhangi bir
kurumuna başvurmayın. Eğer böyle bir şey
yaparsanız bundan hem ben hem ailem hem
de bütün arkadaşlarım zarar görecektir. Benim için bir şey yapmak isterseniz mücadelemi sahiplenin. Ben gelene kadar mücadelemi size emanet ediyorum.” Mektubundan,
ilaçlarını alabilmesi için burs kartını annesine gönderirken ne kadar da insani duygular
içinde hareket ettiğini öğreniyoruz.
Ve sonra bir kadın devrimci olarak Kader Ortakaya, bütün her şeyi bırakmış olmanın rahatlığıyla, sanatçıların sınır nöbetinin
yarattığı uygun anda 60 kişilik savaş gönüllüsü grubuyla yönünü Kobanê’ye dönerek
sınır çizgisini aştı. Başında puşisi vardı yine.
O anda grubun içindeki tek kadındı ve sınırdaki eyleme saldıran askerlerden bir çavuş
onu seçti, başının arkasından hayatını sona
erdiren tek kapsülü fırlattı. “ÖNCE KADINLARI VURUN!” talimatını biliyor olmalı
sömürgeci rejimin çavuşu, antiterör timinin.
33
Kader vurulduğu yerden hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı. Ailesi Suruçlu idi
ama o kadınların omuzlarında İstanbul’da
toprağa verildi, başucunde devrim antları
içildi. O’da Kobanê şehidi olarak devrim
tarihinde yerini aldı. Onun için açılan taziye çadırına bile saldıran devlet, Kader’in
çağrısının yayılmasını önlemeye çalışıyordu. Ama öyle olmadı. Paramaz, Kobanê’de
ölümsüzleşirken nasıl arkasında kalan herkesi derinden etkiledi, durumlarını sorgulamaya sürüklediyse Kader Ortakaya da aynı
şeyi başardı. Yüksek lisans öğrencisi olduğu
Marmara Üniversitesi’nde hocaları ve arkadaşları duygu ve düşüncelerini şöyle açıkladılar:
“Sözün bittiği ve hayatın bu denli
ağırlaştığı bu noktada yüreğinin genişliği
ile bize ışık tutacak yarınlara senin adına
merhaba diyoruz… Seni uğurlamıyoruz…
Seninle büyüyen bu yaşam ateşini kucaklamaya çalışıyor ve cesaretine ortak olmaya
çalışıyoruz.”
Bu bir onurdur, 28 yaşındaki Kader’in
hayatının noktalandığı yerde insanlık adına
savaşın onuru yükselmekte, Kobanê’de direniş zafere doğru evrilirken ölümlerinin hiç
boşa olmadığını bir kez daha anlaşılır kılıyor.
Hevi Ani’ye gelince, dediğim gibi adına, Kobanê şehitleri arasında rastladım. O da
22 yaşında genç bir üniversiteli kadın. Erzurum-Karayazı-Dengiz Köyü’nde doğmuş.
TC nüfus idaresinin verdiği kimlikte Gönül
Sümbül kaydı düşülmüş isim soyad yerinde.
Ailesi İstanbul’a doğru göç yollarına düştüğünde o da hayata burada karışmış, eğitim
hayatını üniversiteye kadar getirmiştir. Ancak o zaman mücadelenin ateşine atılma
sırasının geldiği anlaşılıyor. Annesi Besna
Sümbül, 2012 yılının yaz aylarında, bir gün
kızına “Sanki gittikçe okumaktan soğuyorsun” demiş. Hevi’ye geçiş aşamasındaki
Gönül, annesine, adeta Kader’in sözcüklerini kullanarak “Anne yanlış anlama. İnsanlık
için değerli olan ne varsa ben onun için mü-
34
cadele edeceğim” diyor ve kavganın ortasına doğru yola çıkıyor. Artık Hevin Ani’dir
o. Yani, savaş bölgesi yurduna döndüğü gibi
özüne, Kürt kimliğine adıyla da dönüş yapıyor. Sömürgeciliğin bütün izlerini sileceği
gibi insanlığın bütün değerleri için savaşa
atılma onurunu kuşanmış olacaktır. Bunu bir
işaret fişeği saymak gerekiyor. Sömürgeciliğin bütün kiri ve pasıyla yüzleşmek ve arınmak, kadın hareketinin demokratik çözüm
ve barış mücadelesi cephesinde de güncel
bir görev sayılmalı. Sevgili Hevin’in yaşam
öyküsünü tamamalayacak bir iz bulmak
gibi, anısını yaşatmak da kadın hareketinin
bir görevi olarak önümüzde duruyor.
Adını anmadıklarımız, anamadıklarımızla birlikte düşünürsek sıcak savaş alanlarında kadınların en önlerde görünmesi bir
tesadüf değil; öncelikle bu topraklarda 30
yıldır süren Kürt ulusal devrimine paralel ve
onun içinde gelişen kadın devriminin yeni
sonuçları. Kadın devrimi, kapitalist sömürgeci Türk devletine ve düzene başkaldıran
Kürt halkının kadın bölüğünün, tutuklu ya
da gerilla yakını olmaktan başka doğrudan
savaş alanlarına, dağa çıkıp savaşın toplumsal temelini genişletmesiyle somutlaşmaya
başladı. 5 bin yıllık erkek egemen düzenin
kurulduğu merkez Mezopotamya-Ortadoğu,
bu egemenliğin yıkılışına da ilk tanık olunan
yer olacak bu gidişle. Ulusal sınırları aşmaya en yakın Kürt halkı savaş içinde geldi.
Kürt kadını da toplumsal cinsiyet sınırlarını
ilk yıkan güç oldu. Savaştan ve siyasetin yönetiminden binlerce yıldır uzak tutulmuş kadın cinsin bu iki alanda erkek tekelini kırarar
merkeze geldiği an, 30 yıllık savaş içinde
uygun koşulların doğuşuyla oluştu. Savaş
içinde cins bilinciyle buluşmak ve kadını
özel olarak her alanda ayrı/erkekten bağımsız örgütleme düzeyine yükseltmek, bugün
Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişine
can veren tarihsel toplumsal ana etmendir.
Son 30-35 yıl Kürt kadın hareketinin
başarılarına taihsel tanıklık zamanı. Ama
aynı zamanda 80’lerde bu coğrafyada boy
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
verebilen ikinci feminist hareketin ve sosyalist-devrimci kadın hareketinin bileşik kaplar
misali birbirini etkileyip geliştirdiği zaman.
Feminist kadınların Kürt isyanını, yankısıyla
barış ve kadın dayanışması çizgisinde buluşması ile sosyalist kadın hareketinin bu elverişli ortamda cins bilincini kuşanarak kadın
devrimiyle özgürleşerek siyasetin merkezine
yürüyüşü, kavganın bütün cephelerinde hissedilmiştir. Eğer sosyalist saflardan savaşın
silahlı alanlarına akış hızlanmışsa ve bugün
Kobanê’de, Rojava’da kadınlar savaşıyorsa,
Kürt yurtsever kadın direnişine omuzdaş olunuyorsa, bu bölge çapında yükselmekte olan
kadın devriminin doğrudan ürünüdür. Kader
Ortakaya, Kobanê’de insanlık için savaşmaya
gidiyorsa, Yasemin, Batı’da savaş düzenine
giriyorsa bu kadın devriminin ürünüdür. Gönül Sümbül, Hevi Ani olup yurdunu savunmaya gidiyorsa, bu sadece yurtseverlikten
değil, kadın bilinci ve kadın devrimiyle yerini
değiştirmiş olmasındandır. Arin ise gözünü
yurt savaşına açmıştı ama onu YPJ kuruluşuna katan ve savaş alanında komuta görevine
yükselten Kürt kadının kendi devriminin ateşiyle yoğrulmasındandır.
Bugün Rojova devrimini var eden ve
yaşatma insiyatifi gösteren kadınlar, Kobanê
direnişinin de başını çekiyorlar. Kobanê’de
sadece YPG yok, yanıbaşında YPJ var. Oralarda eşitlikçi, çok dilli, çok kültürlü, adaletli bir hayat yükseliyor. Bu hayatın kurucuları
ve savunucuları kadın aklının, iradesinin ve
insiyatifinin içinde.
20. yüzyıl devrimleri yenilgiyle dönemi kapattılar ama deneyimlerinin devrimci
eleştirisinden kadın devrimleri yükseliyor.
Kürdistan, Türkiye ve tüm Ortadoğu kadın
devrimlerin en ileri yatağı ve keşif kolu.
Yaşadığımız gerçeklere bakarak görüyoruz
ki, 21. yüzyıl devrimleri her şeyden çok
kadın devrimleri olarak gelişmeye aday.
Ve artık bu yüzyılda, kadın devrimiyle
birleşmeyecek, onu öncelemeyecek hiçbir
toplumsal hareket ve devrim yaşanamayacak. Kobanê’de savaşan, şehit düşen ka-
KOBANÊDE ÖLÜMSÜZLEŞEN KADINLAR
dınların fikrini ve eylemini öncelikle böyle
okumalıyız. İnsanlığı ayağa diken ilk insan
kadındı. Son insanlaşma eyleminin yapıcısı
da kadın olacağı görülüyor. Kuzey’den Güney’e Kürt yurdunu ve Ortadoğu halklarının kardeşçe yaşama olanağı için savaşan
kadın şehitlerimiz bu yolu kısaltanlarımız.
Onları saygıyla anıyoruz. Her birinin arkasında bıraktığı miras yeni yeni kadın
35
bölüklerini harekete geçirecek, saflara her
geçen gün katılımlar artacaktır. Burada bize
düşen ise kadınların cins bilinciyle ve kadın devrimi neferi olma aklıyla donanmasını geliştirmektir. Savaşa, şiddete ve IŞİD
gericiliğine karşı süren kadın mücadelesini
tüm bölgeye yayabilmek, kadın kitlelerini
siyasal toplumsal hedeflere yöneltmek o zaman daha kolaylaşabilecektir.
NERGİS ORTAKAYA
Kadın Yoldaşlığı ile
“Yeni Kadın”ı Yaratmaya
Kadın komünistler
olarak devrimci yaşamımızın her alanında, kendi kadın kimliğimizi var etmek
başat özgürleşme adımımız olacaktır. Devrimcilik
tercihimiz kuşkusuz, oldukça anlamlıdır. İlk adımdır.
Yürüyüşümüz boyunca
sosyalist dünya görüşünü
içselleştirme, devrimci
değerlerle buluşma (yoldaşlık, şehitlerimiz, tarihimiz vb.), bulunduğumuz
her cephede ve mekânda
devrimci kimliğimizi var
etme durumu yaşam
tarzımız haline gelir.
Erkek egemen kapitalist sistemde, proleter sınıf kiniyle
burjuvaziyi tarihin çöplüğüne yollamak isteyenlerin tek alternatifidir örgütlü mücadele. Özgürlüğe giden yol, örgütlü
duruştan geçer. Bireysel değil, toplumsal kurtuluşun, sosyalist devrim ihtiyacının, insanlığın gerçek kurtuluşu olduğunda hemfikir olanların ortaklaşmasıdır örgütlülük. İşte;
yoldaşlaşma, yoldaşlık kavramı tam da bu ortaklaşma, birliktelik duygu ve düşüncesinin ruhsal, düşünsel ve fiziksel
kaynaşmasıdır. Yol arkadaşlığını benimseyenlerin, aynı hedefe kilitlenenlerin ve bu nedenle belli bir toplumsal kuvvet
oluşturan bireyler arasındaki ilişki biçiminin adıdır yoldaşlık. Herhangi bir devrimci eylemin, politik bir kararın vb.
sonuçlarının başarısı ve yenilgisiyle “biz”e mal olacağını
bilince çıkarmaktır. Diğer bir deyişle, devrimci sorumluluğu
üstlenmektir yoldaşlaşmak. Bu anlamıyla güçlü yoldaşlıklar;
aynı ideolojik değerlerden beslenen, aynı özgürlük savaşına tutuşmuş, ortak örgütsel normları-hukuku benimsemiş,
adanmış kişiliklerin birbirlerine ve kolektifine sınırsız güveniyle kurulur, yaşatılır. Aksi takdirde başka bir dünyayı arzulayanların sözleri iyi niyet beyanından öteye geçmez. Çünkü
“Ezilenlerin özgürleşme mücadelesinde bulunuşları, olması
gereken şey haline gelecektir; sahte katılım değil yükümlüklüleri olan bir girişim” derken, bunu kasteder P. Freire.
Kadın kurtuluş mücadelemiz içerisinde yoldaş kadınlar
olarak dayanışma/destekleme anlayışı zayıf-eksik bir pratiği doğurur. “Kadın önderleşmesi, kadın komutanlaşması,
kadınlar siyasetin merkezine” gibi, son derece net şiarları
pratikleştirmeyi kadın özgürleşmesi kapsamında belirleyen
38SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
bir zihinsel berraklığa sahibiz çünkü. BöyBütünleşmeye zemin sunan, kadın
lesi güçlü özgürleşme pratikleri ancak ve
olma farkındalığıdır. Cins bilincinin beyniancak yoldaşlaşan kadınların devrimci aklı
mizde çaktığı şimşeklerdir. Paramparça
ve deneylerini birleştirerek, kolektif kadın
olan erk algısıdır. Kadın cinsini tanımak,
iradesine dönüştürülmesiyle başarılabilir.
anlamak, çözümlemek ve kadın kurtuluş
Bu anlamıyla kadın yoldaşlığı, kadın yolmücadelesinin zorunluluğunu kavramakdaşlaşması ‘bilinen, sıradan’ bir yoldaşlığı
tır cins bilinci edinmek. Bir kadın olarak
aşan düzeyde bir emek, özveri, iç mücadele
yaşadığımız toplumsal cinsiyetçi dayatmave ortaklaşma halidir diyebiliriz.
ları, yok sayılmayı, köleliği, ötelenmeyi,
Herşey bir yana, kadın aklı ve iradesini
ikincilliği, envai çeşit şiddeti ve yaşam hakortaklaştırma hedefimiz gelişimimizin tayın
kının gaspına değin cins kırımını, tarihsel
edici yönü olması itibariyle oldukça anlamlı
toplumsal gelişimi içerisinde ele aldıkça
ve değerli olduğunun altını çizmeliyiz.
bireyselleştirmekten çıkartırız. Durumun,
Kadın gücü olarak henüz öngörüldükadın cinsine yönelik saldırılar-uygulamalar
ğü ve istediğimiz biçimde, kadın aklı ve
olduğunu kavrarız. “Olan” ile “olması gerdeneylerimizin birleştiği, kadın iradesinin
eken”i, teorik ve pratik düzlemde çözümoluşturulduğunu iddia edemeyiz. Kuşkusuz
ledikçe geri olandan kopuşlarımız başlar.
“yapısal” sorunlarımız kapsamına giren,
Bireysel kadın kurtuluşu değil, kitlesel
bütünleyici unsurların hızla oluşturulması
kadın özgürleşmesinin zorunluluğunu algerektiği gerçeği vardır. Ancak yazı konugılarız. Bu zorunluluğun kavranmasının
muz, kadın devriminin yapıcıları-özneleri
en duru karşılığı, elbette eylemliliğimizde
olan kadın komünistlerin birbirleriyle ilişyatar. Herhangi bir kentte ya da sokakta, en
kisi olduğundan, diğer sorunu tartışma dışı
yakınları diye tanımlanan erkeklerce (sevgibırakıyoruz.
li, koca, baba, erkek kardeş vb.) katledilen
Kadın komünistler olarak devrimci yabir kızkardeşimizin, LGBTİ bireyin acısını
şamımızın her alanında, kendi kadın kimlien derinden hissetmektir örneğin. Acımızın
ğimizi var etmek başat özgürleşme adımımız
isyanla buluşması ise sokakları eylem alanıolacaktır. Devrimcilik tercihimiz kuşkusuz,
na çevirmekle, erkek-medya-devlet ve yargı
oldukça anlamlıdır. İlk adımdır. Yürüyüişbirliğine karşı adliye önlerini mesken tutşümüz boyunca sosyalist dünya görüşünü
makla, hukuk cephesinden mücadeleyi
Yöiçselleştirme, devrimci değerlerle
büyütmekle, barınma evleri tanetici, yönetilen
buluşma (yoldaşlık, şehitlerilebimizin yükseltilmesiyle,
miz, tarihimiz vb.), bulunkadın özsavunma yönilişkisinde klasik erk anlayış
duğumuz her cephede ve
temlerini geliştimekle
ve pratiğin terki zorunludur. Somekânda devrimci kimrumluluk görev kapsamında ele alın- vb. kazanıma dönüliğimizi var etme duruması gereken bu ilişki gerçeğimiz, kadın şüyor, dönüşecektir.
mu yaşam tarzımız ha- kadına ilişkilenişte yıkıcı bir etkiye dönüşeTo p l u m s a l
line gelir. Bu varoluş, biliyor. İki bakımdan da değinecek olursak; cinsiyetçi rollerin
kadın devrimci, kadın karşılıklı ilişkilenişte “önce yoldaşlık” hukuku sorgulanışı, gelepartili, kadın savaşçı,
işletilmelidir. Devrimci faaliyetin hangi alanın- neksel, öğretilmiş
kadın komünist, kadın
kadınlık halleriyle
da devrimciliğimizi üretiyor olursak olalım,
yoldaş vb. niteliğine
yüzleşme, yaşamın
kadın yoldaşlığı çizgimiz temel değebüründükçe bize ait olaher kesitinde çarptırimizdir. Bu anlamıyla yönetici-yö- ğımız özgüven duvana, kadın bilincinin temsinetilen hukuku karşılıklı bir
liyetine evrilir. Yani, kadın
rını dinamitlemek isteği,
sorumluluğu gerektirir.
rengiyle bütünleşmeye başlar.
devrimci sorumluluk ve
KADIN YOLDAŞLIĞI İLE “YENİ KADIN”I YARATMAYA
görevlere cesaretle dalış, her türden gerici
erk zihniyeti ve tezahürleriyle cepheden savaşım, bireysel aşk ilişkilerinin masaya yatırılışı vb. cins bilinci de derinleştikçe, daha
da güçlenerek çıktığımız süreçler olmakta.
Tüm bunlarla tekil bir mücadele, yoğunlaşma hep yetersiz kalacağından kolektif kadın
birlikteliğine, ortakça çözüme, kadın yoldaşlığına ihtiyaç vardır.
“Kadın yoldaşlığı” aslolarak burada
yüksek bir bilinci ve irade birliğini tanımlar. Kadın komünistlerin, olay ve olgulara
cins temelli yaklaşarak bütün erk anlayış
ve pratiklere karşı aynı mevzide savaşma
“zorunluluğu”na işaret eder. Bu zorunluluk
gerçeği, kendi yetenek ve birikimleriyle buluştukça, kazanımlar elde ettikçe anlam bulacaktır. Birlikte, kadınca ve yoldaşça devrimciliği üretmenin, başarmanın doyumsuz
güzelliğine dönüşecektir. Her kadın yoldaşımızın, omuzbaşımızdaki kadın yoldaşımızın, çalışma arkadaşımızın tüm yetenek ve
birikimi, parçadan bütüne kolektif kadın aklının ve iradesinin haznesine sunuldukça kadın devrimcinin gelişiminde rolünü oynamış
olacaktır. Tam da burada kadın yoldaşlarca
sergilenen devrimci işbirliği, ortak aklı gerçekleştirme bilinci, cins temelli yaklaşımla
birbirinin devrimci gelişimine sınırsız emek
sunma, kendi kadın özgürleşme sorunlarını
ve çözüm yöntemlerini kolektif kadın gelişimine mal etme, kadınların başarabileceğine
ikircimsiz güven, kadın yoldaşının değişimine inanarak yarını bugünden kurma mücadelesinde yükünü hafifletme, yıpratıcı bir ilişki
tarzını tuzla buz ederek biçim ve özde yapıcılığı, güçlendirmeyi benimseme, eleştirinin
devrimci şiddetiyle, uzlaşmadan yoldaşça
bir dil ve üslupla iç mücadeleyi sürdürme,
kadın yoldaş(lar)ımızın başarılarını öne çıkarma, alkışlama, en az kendi başarılarımız
kadar mutluluk duyma, öğrenirken önce kadın yoldaşımızın bilgi birikim ve deneylerine başvurma, erkekçe kof bir güç gösterisini
elimizin tersiyle itip gerektiği durumda kadın yoldaşımızdan yardım isteme rahatlığı
39
ve mütevazılığını sergileme, bilgisini erkekçe öğreten değil, kadınca paylaşan bir tarzı
baz alma, konumundan bağımsız kadın yoldaşının iradesini tanıma, fikirlerini önemseme gibi onlarca olumlu düşünüş biçimi ve
pratiği biz kadınlara ait olan, kadın kadına
ilişki gerçeğimiz olmalıdır.
İşte kurmaya çalıştığımız kadın yoldaşlığı, aynı mevzide savaşma zorunluluğun
yerini kadın yoldaşlarca birbirine ihtiyaç
duyulan, birbirini tercih etme-tamamlama
isteğine, politik örgütsel çalışmalarda ortaklaşma çabasına dönüşüyor, dönüşecektir.
Kadınların mücadele içerisinde birbirine
bağlılığı, bir bakıma özgürlüğe de bağlılığıdır. Mücadele yoldaşlığı, yol arkadaşlığı,
silah arkadaşlığı gibi değerlerimiz, kadın
devrimci söz konusu olduğunda öncelikle
derinlikli kadın yoldaşlığı kurulursa gerçek
ifadesini bulacaktır. Kadını en iyi ancak
ve ancak bir kadın anlayabilir gerçeği, biz
kadınlar bakımından bir avantaja dönüşebilmelidir. Örneğin; sevincimizi, acımızı,
mutluluğumuzu, aşkımızı, özgür düşlerimizi
sınırsız paylaştıkça yüzeysel-kuru ilişkilenişten de sıyrılabiliyoruz. Birbirimize daha
güçlü dokunmanın, birbirimizin gelişimine
katkı sunmanın, duyumsamanın ayrıcalığını
alabildiğine yaşayabiliyoruz. Zaten kadın
dayanışmasının, yoldaşlığının özü de bu ortaklaşma halinden geçmez mi?
Kadın kyoldaşlarla ilişkilenişte öncelikle yoldaşlık hukuku sevgisi ve inceliği bir
an olsun unutulmadan yaşatılmalıdır. Partili
yoldaşlık hukukunun yanı sıra hemcins olmanın iç huzuru ve hesapsız güven duygusu
boy vermelidir. Kendinden olana yakınlık
“biz bize benzeriz” ön kabulü ve gerçeği
“kader birliği” yapmamızı “kendiliğinden”
koşullar, düzenler. Kendiliğindenlik, ruhsal-duygusal bir yakınlık, benzeşen acıların
ortaklaşma hali, ezilen kadın cinsinin buluşma durumudur. Cins bilincinde derinleştikçe
toplumsal-tarihsel kökenlerine değin kadın
cinsinin kendini var ediş sürecini irdeledikçe ve kadın kurtuluş mücadelesinin toplum-
40SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
sal kurtuluş mücadelesiyle bağını kurdukça,
kadınların ruhsal duygusal yakınlığı bilimsel
maddi temellere dayanır.
Kadın komünistlerin ortak akıl ve iradeyi daha güçlü oluşturma ihtiyacı, zorunluluğu bu denli açıkken bizi tutan, alıkoyan
prangalarımız neler oluyor? Kadın kadına
yoldaşlaşma sorunlarımız gündelik ilişkimizde nasıl somutlaşmakta?
Cins bilincinde derinleşme ve devrimci kopuşlar yaratarak özgürleşme, hızla
oluşturulan, tamamlanan, ‘an’ın sorunu
olarak görülemez. İç gerilimi yüksek, sürtünmeleri olan, ciddi bir süreç işidir. Devrimciliğimizde ısrar ettikçe, kadın olarak iç mücadelemiz istikrarla sürmek durumundadır.
Öğretilmiş kadınlığımızdan parça parça arındıkça sadeleştiğimizi, devrimci gelişimimizi köstekleyen etkenlerden kurtularak
adeta hafiflediğimizi hisseder ve devrimci
üretimimizde yansımasını buluruz. İç gerilimi alabildiğine yoğun yaşadığımız süreçler düşünsel ve pratik anlamda bir geçiş
evresidir. Zorlayıcıdır. En kolaylaştırıcı
yöntem, ezilen kadınların kendi özgürleşme
mücadelelerinde kendi kendilerinin örneği
olmalarıdır. Şehit kadın yoldaşlarımızın, siper yoldaşlarımızın, yine yanıbaşımızdaki
kadın yoldaşlarımızın, yöneticilerimizin,
komutanlarımızın özgürleşme mücadeleleri
biz kadın yoldaşlarınca özümsenmeyi, derinlikli dersler çıkarılmayı bekliyor. O halde, öğretilmiş kadınlık hallerimizden kopuş,
savaşımımızda birikmiş sorunlarımızın çözümünde, herhangi ideolojik, örgütsel, politik, teorik vb. konuda deneyimine, bilgisine
başvurduğumuz adres, kadın yoldaşlarımız
olmalıdır. Unutmayalım ki; bir kadını önderleştiren, özgürleştiren nesnel koşullar ancak
ve ancak kadın aklını kuşanmış kadın yoldaşlarınca yaratılabilir.
Hep almaya odaklanmak, daha fazlasını
isteme adına yaslanma, sırtını dayama pratiği tüketici, tek taraflı bir ilişki biçimidir.
Öğrendiği, kavradığı ve biriktirdiği her bir
devrimci niteliği amansız, sakınmasız ortak
kadın aklının büyütülmesine sunmak görevimizdir, doğal sorumluğumuzdur. İnatla
sarılacağımız nokta, bireysel niteliklerin
kolektif niteliğe dönüştürülmesindeki ısrarımız olmalıdır. Karşılıklı emek sürecinde ısrarımız, gelişime ivme kazandıracaktır. İkili
ve kolektif öğrenme sürecinin doğru yönetilmesini sağlayacaktır.
Kadın yoldaşlar olarak hemcinslerimizi
dinleme, anlama sabrını gösterememek, fikir farklılıklarında illaki kendi doğrumuzda
ısrar, yapıcı-iknaya dayalı bir tartışma kültürünü var etmek yerine erk tarzda yüksek
sesle karşımızdaki yoldaşı bastırmaya çalışma, kadın yoldaşımızın eleştirisi veya kendi
fikrini tartışması esnasında yüz mimiklerimizden, bakışlarımızdan taşan küçümseyici, yok sayıcı ciddiye almama hallerimiz,
iyi kötü ayrıştırması yaparak zayıflığı olanı
ötekileştirme vd. kendi kadın varoluşumuza
yabancılaşmadır. Kendi geçtiğimiz, geçmekte olduğumuz sancılı süreçleri unuttuğumuz
gibi daha da vahim olanı kendimizi olmuş
bitmiş tamamlanmış sayarak özgürleşme
mücadelemize daha baştan ket vurmuş oluyoruz. (Bunların elbette başkaca devrimci
gelişim sorunlarıyla bağı vardır. Ancak biz
yazının konusu gereği kadınlık hallerimizle
ilgiliyiz) Ayrıca tarz yaklaşımlarımız düpedüz psikolojik şiddet kapsamına girer. Peki,
bu tarzdaki ilişkilenişimiz, erkek yoldaşlarımıza yönelik de oluyor mu? Doğruluğundan
bağımsız, kadın yoldaşımıza reva gördüğümüz sorunlu yaklaşımımızın çarpıcı bir örneğidir ezilen kadın cinsinin bu çifte standardı. Cins bilincindeki yüzeyselliklerimiz
gün yüzüne çıkar böylesi pratiklerimizde.
Durup düşünelim! Erkek ve kadın yoldaşlarımızın sorumlumuz, yöneticimiz olduğu süreçleri. Hatırlayalım. Erkeğin hakkı gördüğümüz, kanıksadığımız kimi pratikler, kadın
yoldaşımız uyguladığında reaksiyonumuz
nasıl oluyor? Tahammüllü mü oluyoruz yoksa kıyamet mi kopuyor? Bir kadın yoldaşımızla çalışma arkadaşlığı kurmak, bir kadın
yoldaşımızca yönetilmek bizi zorluyor mu?
KADIN YOLDAŞLIĞI İLE “YENİ KADIN”I YARATMAYA
41
Birbirini anlama, duyumsama becerisinSırf yönetici görevi var diye hata yapden uzak kadın kadına ilişki, tek kelime ile mayacağı, eksik ve yetersiz kaldığı noktalar
bencilliğin bireyciliğin göstergesidir. Ken- olmayacağı, tümden mükemmeliyetçi bir
di acıları, kendi tartışma gündemleri, kendi beklenti, karşı tarafı yetersizlik, yetememe
devrimci gelişiminin sorunları, kendi istekle- psikolojisine sokar, irade kırıcı toptancı bir
ri, kendi hedefleri, kendi, kendi, kendi. Yal- yaklaşımdır aynı zamanda. Yine yönetici
nızca kendisiyle ilgili olma durumu, kadının kadın yoldaşımız, yönetilen kadın yoldaşıpaylaşımcı ve çözüme odaklı özüne, yapısına mıza görmek istediği sadelik ve mütevazıterstir. Altını kazıdığımızda ise “Ben” birey- lıkta yaklaşmalıdır. Her fırsatta öğüt veren,
ciliğinin yarattığı parçalı kişilik halimizle erkekçe öğreticilik tarzı kadın ruhundan
karşılaşırız. Kendi başarılarını öne çıkarma, uzak mekanik ruhsuz vb bürokratik bir tarzkendisinin yer almadığı, yönetmediği toplan- dır. Bir kadın yönetici kendisi iradeleşirken
tı, eylem vb. devrimci pratiği mutlaka ama yoldaşını da iradeleştirmiyor, yeni görev ve
mutlaka eleştiri topuna tutarken zayıflıkları sorumluluklarda ön açıcı cesaretlendirici bir
vurgulama, kendisi dışında o işi yapabilecek tutum sergilemiyorsa; kendisini görevi ile
kadın yoldaşlara güvensiz yaklaşmak, kadın kurduğu ilişki kapsamında başarılı sayamayoldaşların özgüven yitimine neden olurken yız. Ayrıca kadın yoldaşlığı sorumluluğu ile
kendi tarzında istenç yaklaşımların belirgin- de yaklaşmıyor demektir.
leşmesi. Aynı zamanda kadın yoldaşın iraKadın yoldaşlığımızı yıpratan, zededesini kırarken, ondan güç alabileceğini hiç leyen, baltalayan kadın kadına ilişkilenişiaklından bile geçirmeme.
mizdeki sorunlarımızı aşmadan, yaratmak
Yönetici, yönetilen ilişkisinde klasik istediğimiz komünizmin “Yeni kadın” kişierk anlayış ve pratiğin terki zorunludur. liğini, duruşunu bugünden kuramayız. Yine
Sorumluluk görev kapsamında ele alınması ortak aklı ve iradeyi daha güçlü örmeden
gereken bu ilişki gerçeğimiz, kadın kadına kadın cephesinden istikrarlı, koparıp alıcı
ilişkilenişte yıkıcı bir etkiye dönüşebili- hesap soran tarzda politika yapmak, kitlesel
yor. İki bakımdan da değinecek olursak; kadın isyanlarının buluşma merkezi olmak,
karşılıklı ilişkilenişte “önce yoldaşlık” isyanın ana kuvveti ezilen kadınlarımızla
hukuku işletilmelidir. Devrimci faaliyetin birlikte politika yapmak, kadın kitlelerini
hangi alanında devrimciliğimizi üretiyor toplumsal kurtuluş mücadelesine çekmek
olursak olalım, kadın yoldaşlığı çizgimiz
vb. temel sorunlarımız olmaya devam edeKadın
temel değerimizdir. Bu ancektir.
lamıyla yönetici-yönetilen
“Yaşamı sevmeyen inkitlelerinin özgürhukuku karşılıklı bir
sanlar büyük eylemler
lük mücadelemize kitlesel
sorumluluğu
gerekgerçekleştiremez”
dikatılımını hızlandıran önemli
tirir. Yönetilen kadın
yor,
Zeynep
Kınacı.
bir noktadır. Politikleşme düzeyimiz,
yoldaşımız, yönetici cinsel devrim ve sosyalizm iddiamızdaki Kadın devrimi, kadın
kadın yoldaşımızı
örgütlü duruşumuz, kadın yoldaşlığımızla komünistlerin başarbaşarısızlık ve so- bütünlenecektir. Kadın aklı ve renginin yaşam makla yükümlü oldrunlu süreçlerinin
uğu “büyük eylem”
bulduğu göğü yeryüzüyle buluşturan, düntemel
sorumluh e d e f l e r i n d e n d i r.
yanın devrimin çözüm bekleyen devrimci
su ilan ederken,
Cins
bilincinde
görevlerini göğüslemekte tereddütsüz
başarıları
zafere
derinleştikçe, ataerkil
imza attığı pratikleri özgür kadın ufku, önderleşen komükapitalizmin erk zihnist kadınların kadın yoldaşlığının
ise kendi hanesine yaniyeti ve pratiğini kadın
bağrında yatmakta.
zamaz.
yoldaşlığımızın
gücüyle
42
yerle bir ettikçe, kolektif kadın aklı ve
iradesini büyüteceğiz. Evrenin en başarılı
üreticisi varlığı kadın cinsi, karşılıklı emek
ve sevgiyi üretmede de sınırsız yaklaşacak
niteliğe sahiptir. Kadın komünistler olarak
rol bilinciyle amaç açıklığıyla iradeleşirken
yoldaşlaşacak, yoldaşlaştıkça kadın kimliğimizle
buluşacağız.
Kadınlığımızla
buluşmak, devrimciliğimizin sınırlarını
kopuşlarla parçalamamızı sağlayacaktır.
Bu, kendimizi de aşan, demokratik kadın
cephesinin büyütülmesini sağlayan, eylemsel ortaklığın çapını genişleten, her alanda
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
kadın gücünü var eden bir başarıya dönüşecektir. Kadın kitlelerinin özgürlük mücadelemize kitlesel katılımını hızlandıran önemli bir noktadır.
Politikleşme düzeyimiz, cinsel devrim
ve sosyalizm iddiamızdaki örgütlü duruşumuz, kadın yoldaşlığımızla bütünlenecektir. Kadın aklı ve renginin yaşam bulduğu
göğü yeryüzüyle buluşturan, dünyanın
devrimin çözüm bekleyen devrimci görevlerini göğüslemekte tereddütsüz özgür kadın
ufku, önderleşen komünist kadınların kadın
yoldaşlığının bağrında yatmakta.
Rojava’daki MLKP’li kadın savaşçılar
ARZU DEMİR
Yeter ki İsteyin, Sınırları
Aşmak Çok Kolay
Bu röportaj 26
Ağustos 2014’te Etha’da
yayınlandı. Bu röportajı
sayfalarımıza alıp Sosyalist
Kadın’da yayınlamaya karar
verdiğimizde Eylem Deniz(Sibel Bulut) yoldaşın
IŞİD’e karşı savaşırken 12
Aralık 2014’de Kobane’de
şehit düştüğü haberi geldi.
Sibel Bulut(Eylem Deniz-Sarya Özgür) Yoldaşın
anısı önünde saygıyla
eğiliyoruz. .
Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) üyesi kadın savaşçılar, Rojava’da YPJ saflarında mevzilerde.
İki yıldır cephede savunmada yer alan komünist kadınlarla Rojava devrimini konuştuk. MLKP savaşçıları Eylem
Deniz ve Evin Serhad, partilerinin çağrısı üzerine “Bu devrim bizim dışımızda değil” diyerek, Rojava’ya geldiklerini
anlattı.
Rojava’da, YPJ saflarında savaşan MLKP’li kadın savaşların ETHA’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Devrim dediğin 40 yılda bir oluyor
Komünist kadın savaşçılar olarak Rojava’da bulunma
nedeninizi nasıl açıklıyorsunuz?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Komünist kadın savaşçı
olarak yanıbaşımızda olan devrime katılmamazlık olmazdı. Devrimcinin işi devrim yapmaktır. Dünyanın neresinde
olursun olsun bir devrim varsa kendimizi bunun dışında
görmeyiz. Ona katılmak, emeğimizi katmak ya da öncülük
etmek isteriz. Temel görevlerimizden biridir bu. Rojava
devrimine de bu bilinçle yaklaştık. Bir diğeri de, bu devrim
gerçekten bizim dışımızda bir devrim değil. Hem Ortadoğu
coğrafyasında olmamızdan kaynaklı hem de Kürt sorununu
düşünsek de bizim sorunumuz. Ayrıca, devrim dediğin 40
yılda bir oluyor. Buna tanık olmak, içinde yer almak istedim.
Rojava’da gerçekleşen bu devrim kadın devrimi. Komünist
kadın olarak da katılmamın ayrı bir önemi var. Kendi devrimci gelişimimle buradaki durumun bağını kurmak, kendi
gelişimimi bir de buradan görmek, hissetmek, daha canlı bağ
44SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
kurmam için önemliydi. Tüm bunlara ek olarak partinin verdiği görev de var. O görev ve
sorumlulukla buraya geldim.
Şanslı insanlardanız
Evin Serhad: Rojava dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçekliğinin en küçük
parçası ve devrim burada patladı. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden doğan ve Kürt
hareketinin etkin müdahalesi ile devrimle
taçlandırılan bir süreç ve bunun içerisinde
yer alan, canlı tanığı olan şanslı insanlardanız. Bizler partiliyiz, örgütlü mücadeleyi
tercih etmiş, devrimci bireyleriz. Partimizin “Rojava’da olunmalı” çağrısına uyarak
gelen kadrolarız. Gadre uğrayan bir halkın
devrimci hamlesinin içinde yer almaya geldik. Bu devrimi kendi devrimimiz olarak
görüyoruz ve içinde yer alıyoruz. Burada
birçok arkadaş neden burada olduğumuzu
soruyor. Gelişimizi garipseyenler, anlamakta zorlananlar oluyor.
En çok ne tür sorularla karşılaşıyorsunuz?
Evin Serhad: ‘Deneyim kazanmak için
mi geldiniz?’ sorusu. Biraz algı böyle. Deneyim kazanmak için gelmiş sosyalistler ve
Türkler olarak bakıyorlar. Bu yaklaşımı kesinlikle düzeltiyoruz. Devrim bizim devrimimiz ve biz bu devrimin içerisinde yer almak
istiyoruz. Bu devrime katkı sunmak istiyoruz.
YPJ içerisindesiniz. Nasıl bir hukuk var
YPJ ile aranızda?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Bütün
YPJ’liler açısından geçerli olan ne varsa
bizim için de geçerli. Yaşama da dahil oluyoruz, resmiyete de dahil oluyoruz. Hiçbir
fark yok.
Devrimin savunulmasının hangi aşamasında yer alıyorsunuz?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Cephedeyiz. Şu anda hareketli taburdayız, yani askeri
kuvvet oluyoruz.
Cephede size yaklaşım nasıl?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Korumacı
yaklaşımlar oluyor. En temel sıkıntı noktası
da o. Bir Türk’ün gerillaya katılmasında da
aynı durum söz konusu oluyor. Korumak istiyorlar. İlk geldiğimde hareketli tabura geçmiştim. Yönetim, “Bu arkadaşı riskli alanlara
göndermeyin” diyerek tabur yönetimini uyarıyor. Ben bunu bir şekilde öğrendim. “Buraya savaşmaya geldim. Kendimi bir şeylerden sakınmaya gelmedim. Gerekirse şehit de
düşerim” diyerek uzun uzun tartıştım. Ancak
yaklaşımı değiştirmek kolay olmuyor, hele de
emir gelmişse. Birkaç kez köyleri çetelerden
temizlemek için operasyon yaptık. Saldırı
grubunda değil, takviye grubunda tuttular.
Daha sonra ağır silah taburuna geçtim. Burada çok tartışma yapılmasına gerek kalmıyor çünkü ağır silahlar kısmen geri cephede
olmak zorunda. Korumacı yaklaşım, Serkan
yoldaşın şehit düşmesinden sonra yoğunlaştı. İnsan bunu bir yere kadar anlıyor elbette.
Gerçekten devrimci bir duygu. Ancak seni
engelleyici bir duruma da dönüşüyor. Burada
kadın olmanın hali de devreye giriyor. Geleneksel yaklaşımlar, erkek egemen zihniyet
güçlü. Farklı bir örgütten gelmekle kadınlık
birleşince, korumacı yaklaşımlar daha ağır
basıyor.
Yeni bir kadın bilinci oluştu
Rojava devrimi aynı zamanda bir kadın
devrimi. Sizce nedir Rojava devrimi? Neden
kadın devrimidir?
Evin Serhad: Devrim zaten altüst oluş.
Eskinin devrilmesi, yeninin inşa edilmesidir.
Bu sırada bilinçler de gerçek anlamda değişime uğruyor. Rojava’da, gerek yerelden
gerekse de Kürdistan’ın diğer parçalarından
gelerek devrim sürecine dahil olan kadınlarda yeni bir bilinç oluşmuş durumda. Dün
sınırlar çizilen, evinin dört duvarından çıkmayan, kuran kurslarına gönderilen kadınlar
bugün kendi kararlarını vererek, kendi sözlerini söyleyerek, kendi iradelerini ortaya koyarak bu sürecin öznesi oluyorlar. Savunma
alanındaki dönüşüme baktığımızda da aynı
durum söz konusu. Başlangıçta YPG içinde
karma yer alarak kadınlar devam etmişler.
Bir süre sonra YPJ örgütlenmesine geçerek,
YETER Kİ İSTEYİN, SINIRLARI AŞMAK ÇOK KOLAY
savaş içerisinde yer aldılar. Yeni bilinci kadınların her davranışında görmek mümkün.
Kadınları bir hamleye gitmek heyecanlandırıyor. Savaşın gerisinde kalmak ise derin
bir üzüntüye boğuyor. Çok çarpıcı örnekler
ile karşılaştım. Planlamaya dahil edilmeyen
kadınların yönetimle tartışmalarına tanık oldum. Oluşan yeni bilinçte kadınların, savaş
ve mücadele içinde daha güçlü ve daha çok
yer alma arzusu var. Daha çok askeri eyleme
ya da hamleye katılmak istiyorlar. Gelişimi
ve değişimi burada görüyorlar. Yeni bir düşünüşün olduğunu görmek mümkün. Dünkü
gibi düşünmüyorlar. Çok başka bir hayat sürüyorlar ve son derece mutlular. Özgürlüğü
kazanmak, onu ilmek ilmek örmek, silahları
ve rahtlarıyla çarşıda dolaşmak, bugün devrimi taçlandırmış olmak kadınlarda başka bir
bilinç yaratıyor. Özcesi, askeri ve toplumsal
alanın aktif öznesi kadınlar.
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Nefes alması bile yasaklanan kadınlar, hızla devrime
ve devrimin savunulmasına katıldı. Kadınlar, yılların verdiği ezilmişlikle beraber hızla
erkek egemen zihniyete saldırıyor. Bu öfke
aynı zamanda düşmana karşı da savaşa dönüşüyor. İkincisi; burada gerçekten bir kadın
devrimi var. Kadının insan bile sayılmadığı
bir yerde bu devrim gerçekleşiyor. Rojava
sokaklarında bugün eli silahlı bir kadın görmek ne demek! Dün insan olarak bile görmeyerek ezdiğin, mülkiyetin kabul ettiğin
bir kadın, elinde silahla kendine güvenerek
rahat rahat emin adımlarla yürüyor. Cephede
savaşıyor, şehit düşüyor. Bu, algıları yıkmak
bakımından önemli oldu. Burada kadın sembolleşiyor.
Dayanışma çok sınırlı
Türkiye’deki kadın özgürlük mücadelesi Rojava devrimini nasıl algılıyor? Hak
ettiği değeri verebildi mi?
Evin Serhad: Rojava’dan bakınca dayanışmanın çok sınırlı olduğunu görüyorsun. En son örnek Şengal’de kadınların yaşadıkları. Yüzlerce kadın kaçırıldı. Savaşın
45
en ağır sonuçlarını kadınlar yaşıyor ve çok
somut bu. Kadınlar tecavüze uğruyor, satılıyor. Basını takip edebildiğimiz kadarıyla
gördüğümüz, sınırlı tepki eylemlerinin yetmediğini söylemek istiyorum. Başka şeyler
yapmak gerekiyor. IŞİD çetelerini besleyen
ülkelerden biri de Türkiye’dir. Kadınların
yaşadıklarının doğrudan sorumlusudur. O
nedenle çok daha başka biçimlerde tepki
gösterilmeli. “Dayanışma içindeyiz” açıklamaları, bu yaşanan vahşet ve kadınlığa yapılan bu saldırılar karşısında yetersiz. Tüm
kadınlara yönelik bir saldırı olduğunu hissetmek ve empati kurmak gerekiyor.
Kobanê’deki savaş yoğunlaştığında
cepheye geçişler örgütlendi. IŞİD çetelerini
engellemek biçiminde pratikler geliştirildi.
Kürt halkı bu acıyı daha derinden hissediyor. Çünkü bizzat yaşıyorlar. Ama batıya
gittikçe çok sınırlı dayanışmacı tutumlardan
öteye giden bir tutumun gelişmediğini görüyoruz. Bir yandan şovenizmin etkisi var.
Diğer yandan da kadın özgürlük mücadelesi
zayıf. Mücadele ile ilişkilenişi tekdüze. O
kadar çok şey yapılabilir ki aslında! Bir basın açıklaması yeterli görülebiliyor. Yardım
kampanyaları yapılıyor. Onlar da önemliydi
ancak o bile geç kaldı. Hemen harekete geçmek gibi bir tutum gelişmedi. Şovenizm de
etkili. Söz konusu olan Kürt kadınları olunca, ne yazık ki sınırlı kesimlerin çok ötesine
çıkamıyor.
Devrimi her yere yaymak gerek
Eylem Deniz (Sibel Bulut): Bazı alışkanlıklar yönetiyor. Bir yeni ile karşılaşınca
ne yapacağınızı bilemezsiniz ve sizi geçmiş
alışkanlıklarınız yönetir. Devrim algısında
da bir problem var. Devrim ile dayanışmak
bir miting yapmaya ya da kuzeydeki bir askeri operasyona tepki göstermeye benzemez
ki. O da önemli ama bu başka bir şey. Devrim ile başka türlü ilişkilenmek gerek. Asıl
tel örgüler insanların kafasında. Devrimi
kendi dışında görme algısı da var. Kendini o
devrimin bir savaşçısı olarak görmemenin de
46
etkisi var. Kadınların da aynı tarzda hareket
etmesi kabul edilebilir değil. Kadına yönelik
şiddete karşı yürütülen bir kampanya vardı.
Gerçekten çok iyi örgütlenmişti. Demokratik
alanı zorlamıştı. Ama şimdi başka bir durum
var ve kadınların bu durumla, devrimle ilişkilenme düzeyi daha farklı olmak zorunda.
Ortada bir savaş da var. Bu durumda mücadele araç ve yöntemlerini değiştirebilmek de
önemli. Burada ölümle karşı karşıyasın; ya
sen öleceksin ya da onu öldüreceksin. Ortası yok. Böylesi bir gerçekliğin yaşandığı bir
yerde basın açıklaması yapmak hiçbir şey
ifade etmiyor. Artık ‘sıradanlaşmış yöntemleri’ kullanmamak lazım. Bugün Rojava’da,
yarın kuzeyde olacak. Çok da uzak bir tarihten bahsetmiyoruz.
Rojava devriminin bugün açısından ihtiyacı nedir?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Devrimin
merkezi Rojava ama devrimi her yere yaymak lazım. Çetelerin en büyük destekçisi
AKP. Türkiye cephesi bunu görmeli. Türk
askeri zaman zaman sınırı geçip bizimle
savaşıyor. Ravia eyleminde kıyafetlerimizi giyip bizimle savaştılar. Sınırlar çetelere
açık. Bu durumda Türkiye’yi de savaş alanına çevirmek gerek. IŞİD’e desteği kesecek
pozisyona getirmek gerek. Gıda yardımına
halkın ihtiyacı var elbette. Ancak en temeli,
çetelere verilen desteğin kesilmesi. Bu anlamda savaş alanına çevrilecek yer de batıdır. Devrime gelip katılamıyorsan, o zaman
geri cephede düşmana vurmak gerek.
Destek veren ülkelerin hedeflenmesi gerek. Ezidilerin bugün
yaşadığı katliamdan açlığa
her şeyin sorumlularından
biri de Türk devletidir. Bunun devrimle bağını oradan
kuracaksın. İkincisi de; katılım yapmak gerek. Seferberlik ilan edildiğinde halk
Kobane sınırlarını yıktı, geçti.
Bunu Rojava’nın tüm eyaletlerine yaymak gerek. Tek başına silahla
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
savaşmak da değil, mesele devrime katılmak, sağlıktan siyasete her alanına katılmak.
Evin Serhad: Bu devrimin milyonlara duyurulması, milyonlar tarafından meşru
görülmesi ve bu devrime desteğin büyütülmesi gerekiyor. Kimi zaman bir gıda yardımı, kimi zaman yazılan makale olabilir, kimi
zaman savaşçı olarak gelmek olabilir. Yeter
ki devrimi doğru anlayalım!
Ortadoğu’da IŞİD’in saldırılarının ardından yeni bir durum ortaya çıktı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): IŞİD, emperyalistler tarafından beslendi, üzerimize
salındı. Ama şimdi onlar bakımından da kontrolden çıktı. Temel savaştığımız güç IŞİD.
Daha ideolojik bir yapılanma. O yüzden kolay kolay vazgeçeceklerini düşünmüyorum.
Ekonomik alanlara, petrol alanlarına yöneliyor. Haseki’ye yönelmelerinin nedeni bu.
Hem petrol var, hem de geçiş noktası. Irak’ta
girdikleri yer de petrol bakımından zengin bir
yer. Bizim bakımımızdan Rojava ile sınırlıydı
ancak bugün Başur (Güney Kürdistan) eklendi. Başur ile Rojhilat arasında çatışmalar var.
Rojhilat da dahil oldu. Cephe genişlemiş durumda. Savaş devam ediyor, bir irade ve kararlılık da var. PKK’nin yıllardır verdiği mücadelenin sonucu. Tarihsel bir anlamda. PKK
tarihinde ilk defa bu kadar cephede savaşıyor. Ortadoğu’da IŞİD ile savaşan tek kuvvet PKK’dir. Devletler savaşmıyor. Sadece
ABD, KDP ile yaptığı anlaşmalar gereği, petrol anlaşmalarını güvenceye almak için hava saldırıları
düzenledi. Tamamen çıkar
meselesi. Devrim, hem
Kürt halkı hem de öncülerine muazzam bir
moral kattı. Katliamlardan sorumlularından
biri de KDP’dir. Halkı
savunması gerekirken,
Peşmergelerini çekti ve
bir katliama zemin hazırladı.
Böylece IŞİD’e destek vermiş
YETER Kİ İSTEYİN, SINIRLARI AŞMAK ÇOK KOLAY
oldu. Ancak IŞİD ne yaptı, kendi evlerinde
onları vurdu.
Bu tablodan partiniz açısından ortaya
çıkan sonuç nedir?
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Partimizin Ortadoğu perspektifinin yanı sıra Kürt
sorununda emekçi çözüm yaklaşımı da var.
Dün de Ortadoğu perspektifi vardı ama daha
çok kuzey parçası ile ilgiliydi. Ama bugün
coğrafya genişledi. Kürt sorunu artık uluslararası bir mesele. Dün, kuzey bağlamında
emekçi çözümü tartışıyorduk. ‘Çözüm buradan gelişecek’ diyorduk. Ama bugün devrimi Kürdistan coğrafyasına yaymak ve dört
parçada örgütlemek gibi bir sorumluluğumuz da var. Artık çözülecekse dört parçada
çözülecek. PKK’nin sahip olduğu meşruiyet
nedeniyle emperyalistler bakımından da bugün Ortadoğu’da yapacakları bir hamlede
PKK’yi görmezden gelemeyecekler. Savaş
sürdükçe, bu zemin iyice sağlamlaşacak.
Bizim için de saha genişlemiş oluyor. Artık
Ortadoğu’yu da göz önünde bulundurmak
durumundayız. Rojava devriminin askeri ve
siyasi alanlarındaysak, aynı biçimde Başur
(Güney Kürdistan) ve aynı biçimde Rojhilat’la da ilişki kurmak gerekiyor. Devrimi
artık bu coğrafyada örgütlemek gerek. Partimiz de böyle hareket edecektir.
Bu süreç ciddi olanaklarla yüklü
ABD bugüne kadar neden sessiz kaldı?
Evin Serhad: Bir denge siyaseti izlediklerini düşünüyorum. Her iki gücün de zayıflamasını hesapladı, amaçladı. Bu nedenle
de çok uzun süre müdahale etmedi. Kendi
çıkarları tehdit edilmeye, IŞİD kontrol edilebilir bir güç olmaktan çıktığında müdahale
girişiminde bulundu. Bu süreç aynı zamanda
çok ciddi olanaklarla yüklü. Devrim düşünü
büyütmek ve devrimi gerçekleştirmek, devrimin anın sorunu olduğunu görmek bakımından çok önemli. Hemen bugün, yarın değil.
Devrime dokunmak, devrimi gerçekleştirmek
için güçlü olanaklar sunuyor. Rojava devrimi
47
bunun göstergesi. IŞİD’e karşı Kürt hareketinin, sosyalistlerin, devrimcilerin karşı durması, ezilenlerin iradesinin ne kadar güçlü
olduğunu gösteren gelişmeler. Bunu görmek
gerek. Yarın Kuzey Kürdistan’da çok başka
gelişmeler olabilir. Süreç giderek sertleşiyor.
AKP Hükümeti, Kürtlerin en demokratik
haklarını vermekte ayak sürüyor, bekleme
koridorunda tutmaya devam ediyor. Giderek
buna karşı tepkiler de gelişiyor. Bizlerin çok
uzağında değil devrim.
Rojava’dan çağrınız nedir?
Evin Serhad: Devrime katılmaya çağırıyoruz. Devrime katılmanın çok farklı biçimleri var. Devrimle doğru bir ilişki
kurmak, devrime her neredeysek bulunduğumuz alandan katılma çağrısı yapıyorum.
Özellikle kadınlara yapıyorum. Kadınlar
savaşın sonuçlarını en ağır biçimde yaşıyorlar. Özgürleşmenin de olanağı en güçlü
biçimde savaşın içinde yer almak. Eylem
içerisinde kadınlar gücünün farkına varıyor.
Bu devrimi her yere yaymak, devrimi büyütmek, sahip çıkmak herkesin görevi olmalı.
Bu devrime katılmak gerek. Clara Zetkin’in
sözüyle söylersek “Her istek kendine bir yol
bulur.” Yeter ki isteyelim. Gerçekten isteyelim. Acıları hissedelim, o zaman mutlaka
eyleme geçeriz.
Eylem Deniz(Sibel Bulut): Yıllardır
bunun mücadelesini veriyoruz. Böylesi bir
devrim varken katılmamak büyük kayıp.
Tek başına bu fikirden bile hareket edilse
katılmak gerekiyor. Gelin burada savaşın!
Başta kadınlara çağrım var. Ama sadece kadınlar da değil, gençler yaşlılar her kuşaktan
insanlar gelebilir. Bu devrimden herkesin
yapabileceği bir şey var. Her alanda herkese ihtiyaç var. Türk halkının da bu devrime
ihtiyacı var. Türkiye’de şovenizmi kırmanın
yolu da buradaki devrime katılmaktır. Acılar
zaten ortak. Biz hepimiz biriz aslında. Bizim
devrime ihtiyacımız var. Bu bilinçle hareket
etmek gerek. Yeter ki isteyin, sınırları aşmak
çok kolay!
HATİCE DUMAN
Yönetme ve Kadın (I)
İlkel topluluklarda
insan üretiminde babanın
biyolojik rolü bilinmiyordu.
Buna karşı annenin rolü
bilinmektedir. Bu gerçeğin
etkisiyle Analık hukuku
bütün antik çağlar içinde
yaşamış halklarda uygulanmıştır ve yaşamın düzenlenmesi de buna göre
şekillenmiştir. Burada soy
örgütlenmesi en küçük ve
temel bir yapılanma olarak
karşımıza çıkmaktadır. Soy
örgütlenmeleri, akrabalık
bağı, ana-soy gelişimi ve
soy içindeki evlenmelerin
yasaklanması gibi üç temel
anlayışa dayanmaktadır.
“Erkekler savaş alanına, kadınlar ocak başına
Erkeğin eline kılıç yaraşır, iğne kadına
Erkekte kafa aranır kadında yürek
Erkek buyurur, kadın baş eder
Bundan başkası aklı karıştırır.”
Tennyson
Yönetim olgusu
İlkel komünal topluluklarda yönetim olgusu, tüm toplumsal yapıyı kapsayan bir niteliğe sahipti. Zira kamusal ve
özel alanlar arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildi.
Yaşamın merkezinde gereksinimlerin ve insan soyunun üretimi durmaktadır. Bu ikili üretim de toplumda kamusal bir
özelliğe sahipti. Dolayısıyla, ilkel yaşamın bütün etkinlikleri
esasında kamusaldı ve örgütlenmesi de bu niteliksel özelliğe
göre planlanıyordu.
İlkel komünalizmin soy topluluklarında yönetim işi
yaşamın örgütlenmesi ve bunun bazı yönetimsel araçların
düzenlenmesini içeriyordu. Yönetimin toplumsal boyutunda
kadınlar aktif biçimde yer alıyor ve yaşamın düzenlenmesinde, sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyordu. Kadınların
gereksinimlerin üretiminde rolü önemliydi. Kadınların tarımda ve hayvanların evcilleştirilmesinde oynadığı rol genel
kabul görmekteydi. Aynı şekilde insan üretiminde de kadınlar temel bir noktada duruyorlardı.
İnsanlık tarihinin ilkel dönemlerinde, yeryüzü üzerinde
insan nüfusunun az olması insan üretimini değerli kılıyordu.
Gereksinimlerin ilkel koşullarda üretildiği bu dönemde nü-
50
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
fus önemli bir faktör olarak karşımıza çıkİlkel topluluklarda yaşamda aktif yer
maktadır. Bu bağlamda insan üretimi ilkel
alan kadınlar, yönetim işinin esasında “dış
topluluklar bakımından kritik bir noktada
işleri” olarak söylenebilecek işlerde görev
durmuştur.
almıyorlardı. Esasında üretim ve yeniden
İlkel topluluklarda insan üretiminde
üretimde konumlanarak soyun “iç işleri” olababanın biyolojik rolü bilinmiyordu. Buna
rak nitelendirilebilecek alanda yer almışlarkarşı annenin rolü bilinmektedir. Bu gerçedı. Gereksinimlerin ve insan üretiminin merğin etkisiyle Analık hukuku bütün antik çağkezinde duran kadın bu bakımdan toplumsal
lar içinde yaşamış halklarda uygulanmıştır
yaşamın en kritik yerinde bulunmaktaydı.
ve yaşamın düzenlenmesi de buna göre şeİlkel topluluklarda işler arasında ayrım söz
killenmiştir. Burada soy örgütlenmesi en kükonusu olmadığından erkeklerin bu örgütçük ve temel bir yapılanma olarak karşımıza
lenmelerde yer alması onlara herhangi bir
çıkmaktadır. Soy örgütlenmeleri, akrabalık
ayrıcalık tanımaz. Zira yapılan tüm işlerin
bağı, ana-soy gelişimi ve soy içindeki evlenkamusal bir niteliği vardır. Dahası ve ön
melerin yasaklanması gibi üç temel anlayışa
önemlisi, ilkel topluluklarda özel mülkiyet
dayanmaktadır.
olmadığı için bu alanların çıkarlara göre kulBu üç anlayış temelinde yapılanan soy
lanılması da ya da egemenliğin bir aracına
toplulukları komünal toplumun ilerleyen
dönüştürülmesi de söz konusu değildir. Ayaşamalarında çeşitli örgütlenmelere gitmişrıca ilkel komünal yaşamın merkezinde gelerdir. Grup mülkiyetinin devreye girmesiyle
reksinimlerin ve türün üretimi durmaktadır.
birlikte soy toplulukları hem kendilerini koVe burada da esasta kadın aktif olduğu için
rumak hem de doğaya karşı mücadelelerini
soy örgütlenmelerinde erkeğin görev almagüçlendirmek için diğer soy topluluklarıyla
sı, genel yaşamın yönetilmesinin bir parçası
konfederal birliklere gitmişlerdir. Konfededurumundadır.
ral yapı içerisinde yer alan soy toplulukları
kendi aralarındaki ilişkilerin düzenlenmesi,
Doğal iş bölümü ve kadın
üzerinde yaşadıkları toprakların ve yaşam
Soy örgütlenmesi, insanın sürü halinalanlarının korunması için savunma birlikden topluluk biçimine geçişinin temel göslerinin oluşturulması gibi birçok işin yürütergelerinden biridir. Bu, aynı zamanda insan
tülmesi için kurullar oluşturarak çeşitli yötopluluklarının, sulak merkezlerden yerleşik
netim birimleri oluştururlar. Bu kurulların
hayata başlamasını da beraberinde getirbaşkanlarını ve askeri komutanını seçerler.
miştir. İnsanın sürü halinden çıkarak daha
Kurulların oluşturulması ve başkanların segelişmiş bir aşamaya evrildiğini de ortaya
çilmesi sürecinde soy toplumunun bükoyar bu durum. Ancak bu gelişkin
Özel
tün üyeleri kendi iradelerini bu
duruma rağmen komünal
mülkiyet ve sınıflı
sürece yansıtırlar. Özelliktoplumda, üretim geri bir
ataerkil
toplumların
tüm
sistele kadınların karar menoktada olduğu için,
matik yapıları değişime uğrarken aynı
kanizmalarında sözü
insanlar ihtiyaçlarıbelirleyici noktalarnı bir bütün olarak
zamanda yönetim işinin de içeriği değişir.
dan biridir. Soyun Yönetimde var olan demokratik ve eşitlikçi karşılayamamak“dış” işleri olarak
tadır.
Bununla
anlayış ortadan kalkarak yerine bireylerin
nitelendirilebilecek
birlikte insanlık taçıkarlarını temel alan bir bilinç yerleşir.
bu soy örgütlenmerihinin ilkel dönemÖncelikli olarak ataerkilliğin devreye
lerinde yaygın olarak
lerinde yeryüzündeki
girmesiyle kamusal ve özel alan
esasında erkekler görev
insan sayısı oldukça
birbirinden ayrılır.
alır.
sınırlıdır. Bu bakımlardan
yönetme ve kadın(1)
emeğe duyulan gereksinimden dolayı insan
nüfusundaki artış kritik bir noktada durur.
Dolayısıyla, kadının doğurganlığı ve insan yavrusunun bakımı soy topluluğu için
yararlı bir iş olarak ele alınırken, biyolojik
gerekliliğin bir zorunluluğu olarak kadının
üzerinde kalmıştır. İlkel dönemde kadının
etkinlik alanını daraltan bu doğal iş bölümü,
gentillice örgütlenmelerin sağlamlaşmasıyla
birlikte nesnel olarak kadının hareket alanını
sınırlandırıcı bir rol oynar. Ancak cinsel iş
bölümünün yarattığı bu nesnel gerçek, ilkel
komünal yaşamın bütünüyle kamusal niteliğinden kaynaklı, kadını hiçbir etkinliğin dışında bırakmamıştır. Dahası kadın, komünal
toplumun merkezinde dururken her konuda
da söz sahibiydi.
İnsanların topluluk halinde yaşaması,
tarımda ve hayvanların evcilleştirmesinde
ilerleme sağlamıştır. Gereksinimlerin artması ve çeşitlenmesiyle, insanlar doğayı kendi
ihtiyaçlarına göre değiştirmeye başlamıştır.
Gentillice örgütlenme bu gelişmelerle birlikte ortaya çıkmış ve insanların toplumsal
yaşamını kolaylaştırmıştır. İnsanlar soy biçiminde örgütlenerek cinsel yaşama kurallar
koymakla birlikte, yaşam sürelerini uzattılar
ve yaşam kalitesini de arttırdılar. Soy, gentillice örgütlenmenin hem ilk hem de en küçük
birimidir. Ve bu örgütlenme aynı zamanda
“grup mülkiyetinin”de doğuşuna işaret eder.
Çünkü belirli bir toprak üzerinde toplumsal
üretimi gerçekleştiren insanlar burada tutunup kaldılar ve diğer kabilelerden korudular.
Gentillice örgütlenmenin etkin olduğu
tarih dilimi içerisinde erkeğin üretmedeki
rolü kadına nazaran daha geri plandaydı. Gebelik kadına doğa tarafından bahşedilmiş gizil bir güç olarak ele alınıyordu. Bu algılayış
erkek cinsini hem korkutuyor hem de kadına
saygı duymasına neden oluyordu. Zira doğada, her bilinmezin karşısında ürken erkek
bu “giz”in karşısında da korku duymaktadır.
Kadın ondan farklıdır ve bu gücüyle toprakla özdeşleştirilmektedir. Kadının tanrıçalaştırılmasının altında yatan en temel neden de
51
budur. Bereket, kadının bedenindeki o “gizil” güçtedir. Bu yeteneğe sahip olan kadın
aynı yetenekle toprağı da işlemektedir. Kadının bunlar gibi bir bütün olarak yaşamda
tuttuğu yer esasında onu doğal bir yönetici
olarakda açığa çıkarmaktadır.
Kadının toplumsal yaşamdaki doğal
yöneticiliği ve bir bütün olarak ilkel komünal toplumdaki bu işin algılanışı yönetimin
özünü de yansıtmaktadır. Yönetim işinin
özü, yaşamın kolaylaştırılması ve daha verimli işlemesi üzerinden somutlanmaktadır.
İnsanın öteki insan için ortaya koyduğu bir
çabadan öte bir anlama sahip değildi. Özel
mülkiyetin söz konusu olmadığı bu toplumlarda yönetim işinin düzenlenmesinde hiyerarşik katmanlardan söz edilemez.
Özel mülkiyet ve iktidar
olgusunun ortaya çıkışı
“... Yabancılaşma aşaması, insanlığın
gelişmesinin zorunlu olarak geçmesi gereken bir aşamadır. İnsanın kendi kendinden
ayrılma aşamasıdır bu aşama. İnsanın hem
yaratıcı hem de toplumsal doğasından ayrılmaz çelişkilerin gelişme aşamasıdır. İnsan ilkin, emeğinin tözünün ta kendisi olan
doğaya yabancılaşır. Ama bu yabancılaşma aracıyla doğa üzerindeki, onu örgünsel
olmayan bedeni durumuna getirecek egemenliğini hazırlar. İnsan, onda artık cinsin
temsilcisini değil ama bireyi, hasmı gördüğü
öteki insana yabancılaşır. Ama bu yabancılaşma aracıyla, insanal bir toplumun koşullarını oluşturur. Sonunda kendi kendine yaşancılaşır. Ve bunun sonucu, fizik yaşamını
sağlamak için gerçekten, insanal yaşamını
yadsımaya kadar gider. Ama ardından kendi
insan niteliğinin bütünsel onarımından başka bir şeyin gelemeyeceği yoksunluk derecesine erişir. Böylece yabancılaşma, hepsinin de olumlu ve olumsuz yanları bulunan
ama hepsi de aynı derecede zorunlu olan
bazı derecelerden geçer. Hepsi de bir ölçüde
insan doğasından ayrılmaz çelişkilerin, daha
yüksek bir birlik içinde kaynaşabilmek için
52
serpilip açılmaları, eksiksiz, en soyut dışavurumlarına erişmeleri gereken çelişkilerin
gelişmesidir. Bütün insanal yapıtların kökenleri, hatta devlet ve din gibi en yükseklerinin bile, insandadır ama toplumsal ilişkilerin gelişmesi sonucu, insanı egemenlikleri
altına alan ve sonunda onu kendi kendisine
yabancılaştıran erkler durumuna gelirler.”
E. Bottogelli, Marks’ın 1844 Elyazmaları
yapıtında kaleme aldığı sunuşta yabancılaşma kavramını tanımlarken, aynı zamanda
yönetim işinin özünün nasıl değiştiğine dair
de ipuçlarını vermektedir.
Özel mülkiyet ve sınıflı ataerkil toplumların tüm sistematik yapıları değişime uğrarken aynı zamanda yönetim işinin de içeriği
değişir. Yönetimde var olan demokratik ve
eşitlikçi anlayış ortadan kalkarak yerine bireylerin çıkarlarını temel alan bir bilinç yerleşir.
Öncelikli olarak ataerkilliğin devreye girmesiyle kamusal ve özel alan birbirinden ayrılır.
Özel mülkiyet olgusu ile birlikte bireylerin
özel alanları oluşur. Kadın cinsi bu özel alanın içinde erkeğin mülkü olarak kalır. Özel
alana tamamıyla erkek hükmeder. Ayrıcalıklı
erkekler, hem sınıfsal hem de cinsel anlamda
kolektif çıkarlarını korumak için özel alanın
dışında kalan ve kamusal alan olarak nitelendirilen yerin egemenliğini elinde tutmuştur. Özel ve kamusal alanda egemenliği eline
geçiren erkek cinsi, yönetim işini tamamen
kadının elinden alarak onu toplumun kodlarına kendi işi olarak işlemiştir. Birbirine
bağlı olarak diğer alanlarda olduğu gibi kadın, burada da nesneleştirilmiş ve hiyerarşik
yönetimin en alt tabakasında yönetilenlerin
safında yer almıştır. İlkel komünal toplumun
karar mekanizmalarında aktif olarak yer alan
kadın, böylece tüm toplumsal inisiyatifini
yitirmiştir.
Özel mülkiyet ve kadının köleleştirilmesiyle birlikte sınıfların oluşumu insanın
insana, insanın doğaya olan yabancılaşmasını beraberinde getirmiştir. Üretimin değişmesiyle birlikte üretim ilişkileri de farklılaşmaya uğramıştır. Özel mülkiyetle eş zamanlı
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
olarak ortaya çıkan aile ve devlet olgularının
gelişmesiyle birlikte ilkel komünalitenin
eşitlikçi niteliği evrimsel bir ilerlemeyle ortadan kalkmıştır. Aile ve devlet, cinsler arasında yabancılaşmanın hem sonucu hem de
nedenleri olarak insanlık tarihini belirleyen
kuvvetlere dönüşmüştür. İnsanlar arasındaki sınıfsal ve cinsel ayrımlar toplumsal
ilişkilerde de bir hiyerarşi doğururken iktidar olgusu insanların gündemine girmiştir.
Yönetimin ve iktidarın özdeşleşmesi söz
konusudur burada. Toplumsal cinsiyet ilişkileri bakımından da aynı özdeşleşme erkek
iktidarla somutluk kazanır. Sınıflar ve cinsler arası oluşan hiyerarşik ilişki, sömürgeci
sınıflı ataerkil toplumların temel yanıdır.
Burada iktidar aygıtları ezen cins ve sınıfın elinde toplanmıştır. Dahası ezilen sınıfa
yönelik baskı unsurunun temelini de bunlar
oluşturmuştur.
İlkel komünal toplumlarda kendisine
düzenleyici bir rol biçilen ve genel toplumsal çıkarlar üzerinden şekillendirilen yönetim işi, özel mülkiyetle birlikte esasta egemen sınıf ve cinsin çıkarlarını koruyan bir
yapılanmaya dönüşmüştür. Yönetim, ezen
sınıf ve cinsin iktidarında somutlanmıştır.
Bu bakımlardan sınıflı toplumlarda yönetim
işinin görevi, iktidarın sürdürülebilmesinin
koşullarını ve araçlarını yaratmaktır. Dahası
yönetimin içeriği esasında iktidar olgusuyla
özdeşleşir. İnsanal yabancılaşma yönetim
nosyonuna da yansır böylece. Gerek altyapı
gerekse de üstyapı kurumlarının oluşturulma
süreçleri bu yönetim anlayışıyla kurulur.
Yönetim esasta her türlü araçla ezilen
sınıf ve cinsin sistematik olarak baskı altına
alınmasının önemli bir aracına da dönüşür.
Ataerkil sınıflı toplumlarda ve özellikle kölecilikte ilkel toplumların kalıntıları olarak
ortaya çıkan demokratik yönetimler ya ortadan kaldırılır ya da içi boşaltılarak biçimselleştirilir. Kölecilikte, feodalizmde despot
iktidarlar tüm ezilenler üzerinde çıplak ve
kuralsız bir baskı uygularlar. Kapitalizmde
ise bu çıplak zor araçları sistemin yapısına
yönetme ve kadın(1)
göre devreye sokulurken bunun yanı sıra demokrasinin biçimsel yöntemleri uygulanabilir. Zira ezilen sınıf ve cinsin mücadelesi
sonucu elde edilen demokratik kazanımlar
burjuvaziyi bu biçimsel yöntemlerin uygulanmasına zorunlu kılar. Ancak iktidar ezen
sınıf ve cinste olduğu sürece, bu kazanımlar
her daim gasp edilmeye açık olduğu için geçici olur.
Kadının yenilgi tarihi, aynı zamanda
yönetme işinde nesne konumuna düştüğü tarihtir de. Kadın kölelik sisteminin bütün aşamalarında yönetilen konuma düşürülmüş ve
toplumsal yapılanma buna göre kurulmuştur.
İlkel toplumda yönetim işinin merkezinde
duran kadın, sınıflı ataerkil toplumlarla birlikte tamamıyla erkeğin yönetimi altına alınmıştır. Bin yıllarca süren bu evrimsel gelişimin toplumsal inşa sürecinde kadının karar
verme yetisi neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Erkek cinsinin bu despot iktidarı kadını
bütün alanlardan dışlamıştır. İdeolojik safsatalarla kadının doğal yapısının yönetme
işiyle uyuşmadığı toplumun tüm bilinç hücrelerine sirayet edilmiştir. Dahası, kadının
aynı doğal yapısının yönetim işini başaracak
kapasiteye sahip olmadığı geçmişten bugüne
ataerkil sistemin sürdürülmesinde temel dayanak noktalarından da birisidir. Buna karşılık yönetmenin erkekte doğuştan gelen bir
yetenek olduğu her daim cinslere öğretilen
bir olgu olmuştur. Toplumsal olarak ortaya
çıkan bu olgunun biyolojik bir gerçekmiş
gibi sunulması da bilimin erkeklerin elinde
bir araca dönüştüğünü ortaya koyar.
Kadının köleleştirilmesinde kritik noktada olan aile, devlet, din, hukuk, gibi kurumsal yapıları erkek yönetmektedir. Kölecilikte
ezen sınıfın erkeği tüm ezilenler üzerinde
koşulsuz iktidarını sürdürür. Feodalizmde
ise bundan farklı olarak ezilen sınıfa mensup erkeklerin aile üzerinden kısmi olarak
tasarrufu söz konusudur. Bundan dolayı da
ezilen sınıfa mensup erkeğin kadın üzerinde
bir iktidara sahip olduğu genel olarak kabul
gören bir doğrudur. Kapitalizmde ise işçi
53
sınıfından erkeklerin hakları genişletilir ve
kadın üzerindeki tasarrufu arttırılır. Erkek,
aile içindeki denetimi neredeyse tamamen
ele geçirir. Burjuva diktatörlüğünün aile
içindeki temsilcisi baba olur. Başka bir deyişle aile içinde yönetimi ele geçiren erkek
tüm toplumsal yapıyı yönetir. Ataerkillik ve
kapitalizmin kaynaşma noktalarından biri de
yönetim işinin erkekte toplanmasıdır.
“Yöneten erkek yönetilen kadın”ın sürekli ve sistematik olarak yeniden üretilmesinin en önemli koşulu cinsel iş bölümünün
sürdürülmesidir. Cinsel iş bölümü, toplumun
tüm hücrelerinde var olan bir cinsiyet hiyerarşisinin oluşturulmasını sağlar. Kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak, farklı
konumlar, statüler, getiriler elde etmesini
sağlar bu durum. Cinsel iş bölümünün yarattığı ayrımla kadınlar temel olarak ev-aile
işlerine adarlar kendilerini. Ev içinde emeği
zaten ücretsiz olan kadının toplumsal konumu da buna bağlı olarak şekillenir. Erkeğin
özel alanı olarak görülen ve yönetim işinin
dışında gibi duran aile, esasta “yöneten erkek” olgusunun üretildiği temel yapıdır da.
Erkekler, genel olarak kamu alanlarının
denetimini ellerinde tutarlar. Şirketlerin, ticaretin, hukuk sisteminin, ordunun ve genel
olarak bürokratik aygıtların yönetimini ellerinde tutan erkekler, kadınların bu alanları
yönetmesinin önünde engeller oluştururlar.
Kadınların yönetim işlerine katılımında temel engel olarak her daim yeterli bilgiye,
eğitime, deneyime ve beceriye sahip olmadığı iddia edilir. Hatta kadınların yönetici kademede yer almaması için niteliksel
boyut en üst seviyede tutulur. Elbette bu
üst boyuttaki nitelikler sadece kadınlar bakımından geçerli olur. Dahası kadınlar söz
konusu olduğunda bütün referanslar ayrıntılı
olarak gözden geçirilir ve tartışılır. Kadının
başarıp başaramayacağına dair yapılan bu
tartışmalar kadınların aleyhine bir durum
yaratmıştır. Kadınların başaramayacağına
dair gerekçeler esasında tüm kadınlara mesaj
niteliğindedir. Esasında da bu gerekçeler da-
54
yanak yapılarak kadın yönetim işinden dışlanır. Bu özelliklere sahip kadınlar da doğal
özelliklerinin yönetim işini yapmaya uygun
olmadığı gerekçesiyle yönetimden uzak tutulur. Toplumsal algı da zaten bu yönlü sürekli üretilmektedir.
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
dan dışlayarak gelişimini de engellemiştir.
Ortaçağ’da bilimle ilgilenen kadınların bilgi üzerindeki erkek tekelini yıkmaya çalıştıkları bilinmektedir. Ancak bu alanda egemenliğin önemli bir nokta olduğunu bilen
erkekler, kadınları cadılık soruşturmaları adı
altında katletmişlerdir. Bilgiye ulaşan ve bu
alanda kendini geliştirmeye çalışan kadınlar
tüm ortaçağ boyunca kırıma uğramışlardır.
Büyük Fransız Devrimi’nde eğitim alabilmiş ve erkeklerin tahakkümünü sorgulayan
kadınlar giyotinle idam edilmişlerdir. Erkeklerin bilgi üzerindeki tekeli sadece öğretilmişliklerle değil aynı zamanda bu zorba
yöntemlerle korunmuştur.
Bilgi egemenliğin aracıdır
Kadınların yönetim işini başarabilmek
için gerekli bilgi, eğitim, deneyimlerden
baştan yoksunluğu ve bu alanlara ulaşımının
zorlaştırılması, toplumsal cinsiyetin sürdürülebilir olmasının önemli yanlarından biridir. Kadınlara, daha çocuk yaşta erkeğin
yönetimi altında olması gerektiği öğretilir.
Eğitim alma yaşına kadar bu olguyla büyüyen kadının bundan sonraki yaşamı da bu
Erkek tarzı yönetim
doğrultuda devam eder. Eğitim olanaklaAtaerkil kapitalizmin tüm sistemsel
rından faydalansa bile aldıkları bu eğitimde yönetimini erkek yürütür. Aslında kadının
yöneten erkek olgusunu güçlendirir. Erkeğin tahakküm altına alınmasından bu yana yöeğitim olanaklarından daha fazla faydalan- netim erkek cinsinin elindedir. Bu durumda
ması, yönetim için gerekli bilgiyi elde etme- sınıflı toplumlarda oluşan yönetim tarzısi ve aynı zamanda bu bilgiyi analiz ederek nın aynı zamanda bir erkek tarzı olduğunu
kendini geliştirmesinin önü açılır. Bu özgü- da belirtmek gerekir. Burada kadınların da
ven erkeğe baştan öğretildiği için diğer ku- aynı yönetim hiyerarşisi içine dahil olmarumlarda bunun geliştirilmesi süreci devam sı ve bu tarzı benimseyerek erkekleşmesi,
eder. Erkek, yaşamının bir bütününde yöne- bu yönetim tarzının cinsiyetçi karakterini
tici pozisyonunda olduğunu bilir.
değiştirmez. Burjuvazinin yönetim tarzı
Yönetim bakımından nitelik biriktirme ve erkek yönetim usulü birbiriyle kaynaşsüreçlerinden erkekler faydalanırlar. Eğiti- mış olarak kadın üzerinde tahakküm kurar.
min başlangıç aşamasından diğer kaBu toplamda ataerkil kapitalizmin
Kadının
demelerine kadar esas alarak
yönetim tarzını ortaya koyar.
köleleştirilmesinde
erkekler yönlendirilirler.
Yöneten erkek olgusunun
kritik noktada olan aile,
Erkeklere bu süreçler
sınıfsal bağlamlarda debakımından daha stradevlet, din, hukuk, gibi kurumsal
ğişkenlik arz edeceğitejik
düşünmeleri yapıları erkek yönetmektedir. Kölecilikte ni burada belirtmek
öğretilir. Özellikezen sınıfın erkeği tüm ezilenler üzerinde gerekir. Zira burjule bu noktalarda
va sınıfa mensup
koşulsuz iktidarını sürdürür. Feodalizmde
bilginin kritik bir
erkeklerin yaşamı
ise bundan farklı olarak ezilen sınıfa mennoktada olduğunu
kariyer odaklıdır.
sup erkeklerin aile üzerinden kısmi olarak
belirtmek gerekir.
İşçi sınıfından ertasarrufu söz konusudur. Bundan dolayı
Zira bilgi insan gelikeklerin aynı koda ezilen sınıfa mensup erkeğin kadın
şiminde en belirleyici
şullar içerisinde bu
üzerinde bir iktidara sahip olduğu
etkendir. Bin yıllardır
olanaklardan yoksun
genel olarak kabul gören bir
bilimi kendi tekeline alan
olduğunu biliyoruz. Andoğrudur.
erkek cinsi, kadını bu alancak toplumsal cinsiyetin
yönetme ve kadın(1)
gereği olarak işçi sınıfından erkeklerin işçi
sınıfından kadınlar üzerine tahakküm kurduğunu belirtmek gerekir. Sınıfsal olarak
yönetme işinin dışında kalan ezilen sınıftan
erkekler cinsel olarak kadın cinsini yöneten
pozisyonda durmaktadır. Buradan hareketle,
ataerkil toplumsal yapılanma içerisinde tüm
erkeklerin çıkarları ortaklaşmaktadır. Bu çıkar birliği, sınıfsal yapılanma ile paradoks
gibi görünse de esasında kapitalizmin genel
çıkarlarına uygundur. Zira cinsiyet hiyerarşisi sınıfsal çelişkileri yumuşatır ve işçi sınıfı
erkeklerin bilincini gerileten bir unsura dönüşür. Zaten tam da bu noktadan dolayı burjuvazi sistematik olarak ataerkilliği besler.
İktidar ilişkileri içerisinde işçi sınıfından erkekler ailenin yönetimini sürdürmektedir. Esasta da bu iktidar ilişkisi üzerinden
kadın üzerinde tahakküm kurar. Bu bakımlardan kapitalizm koşullarında ezilen sınıfın
erkekleri yönetim işi için gerekli tüm eğitim
ve referansların ezici bir çoğunluğunu bir
ayrıcalık olarak elde eder. Ezilen kesimlerin
sosyal kazanımları esasta erkekler tarafından kullanılır. Keza kamusal alanda öncelikli olarak erkekler yer alır. Dahası, kamusal alan olarak tarif edilen bütün alanlarda
yönetim işlerini erkekler üstlenir. Buralarda
kadınlara çok az bir alan açılır ki; bu da çoğu
zaman erkekler tarafından işgal edilir.
Sosyalist yönetim tarzı ve kadın
Sosyalist yönetim tarzı, aynı zamanda ezilen sınıf ve cinsin yönetim anlayışını
ortaya koyar. İlkel komünal toplumdaki düzenleyici ve genel toplum çıkarını esas alan
özü temel alarak bunun uygar toplumdaki
algılayışını ortaya koyar. Sosyalist yönetim
anlayışının temeli bu anlamıyla ezilen çoğunluğun çıkarlarından hareket eder. Bunun
en somut biçimi de sosyalist demokrasidir.
Sosyalist demokrasi, yönetimi kolektif bir
mecraya taşırken aynı zamanda yönetimin
içeriğini de değişikliğe uğratır. Yönetim işi
insan odaklıdır. Ataerkil kapitalizmde insanal yabancılaşmanın bir sonucu olarak
55
yönetim işi sömürücü sınıf ve cinsin tekeli
altındadır. Elit bir azınlık çoğunluk üzerinde
egemenlik kurar. Bu elit ve bürokratik kesimin odağında ataerkil kapitalist sistemin
sürdürülebilirliği durmaktadır. Sistemin çıkarlarının tüm toplumun çıkarları olduğu yanılsamasının, kurumlar ve ideolojik araçlar
yardımıyla tüm ezilen kesimlerin bilincine
sirayet edilmesi söz konusudur burada.
Sosyalist yönetim anlayışı, ataerkil
kapitalizmin bu yönetim anlayışının eleştirisi üzerinden kendi yönetim anlayışını
ortaya koyar. Yönetimde elit bürokratik
bir tabakanın egemenliğini reddeder. Yönetimi insanlığın yararına bir işe dönüştürmenin teorik, ideolojik ve örgütsel
ayaklarını oluşturur. Tüm ezilen kesimlerin çıkarlarını merkeze koyarak sosyalist
inşanın sorunlarını temel alır. Bu doğrultuda yönetim işi bir ayrıcalık olmaktan
çıkarılıp toplumsal devrimin sorunlarını
çözen ve omuzlayan bir pratiğe dönüşür.
Burjuva ataerkil yönetim anlayışı üzerinden
şekillenen devlet aygıtı parçalanır ve yeni
kurulan sosyalist devlet çoğunluğun yönetimine açılır. Kamusal ve özel alan ayrımına
karşı savaş açılarak yönetimden dışlanan işçilerin, kadınların ve diğer ezilen kesimlerin
önündeki engeller kaldırılır. Dahası, yönetim için gerekli eğitim, deneyim biriktirme
süreçleri vb. araçlara ulaşımları sağlanır.
Özellikle kadınların bu yönlü önünde duran
engellerin kaldırılması için daha özel ve iradi çalışmalar yapılır.
Sosyalizm, insanlığın yabancılaşmasının ortadan kalkmaya başladığı koşulları
oluşturur. Dahası cinsler arası özgür ortamı
ve ilişki tarzını açığa çıkarır. Bin yıllardır
cinsler arasında süren eşitsizliğin ve toplumsal cinsiyetin ortadan kaldırılması için
mücadele yürütür. Elbette bu mücadelenin
yürütülmesi için sosyalizmin beklenmesi
gerekmiyor. Toplumsal cinsiyetin ortadan
kaldırılması için yürütülen mücadele her
dönemin temel konularından biridir. Ve bu
mücadelenin merkezinde de kolektif yapılar
56
durmaktadır. Bundan dolayıdır ki, komünist
devrimci partiler, varlıkları gereği ataerkil
kapitalizmin eleştirisi üzerinden yeni bir yönetim anlayışını ortaya koymak durumundadırlar.
Sosyalist yönetim işinin amacı ve içeriği
bu kadar berrakken bugün bakımından aynı
anlayış temelinde bir pratik ortaya konulmuş
mudur? Heyhat, bu soruya olumlu bir yanıt
vermek güçtür. En başta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; devrimci partiler, erkek doğmuşlardır. Doğallığında da yönetim kademesi bu cinsiyetçi anlayışa göre şekillenmiştir.
Elbette burjuvazinin elitik ve bürokratik yönetim anlayışına karşı sosyalist yönetim anlayışını hayata geçirmeye çalışmışlardır. Ki
bu noktada önemli başarılar da elde edilmiştir. Fakat sınıfsal mücadele üzerinden ortaya
konan bu pratiğin diğer yarısı görülmemiştir.
Bundan dolayıdır ki, komünist partiler içerisinde yönetim, devrimci erkekleri kapsayan
bir kolektif yapı görünümündedir. Partilerin
kuruluş aşamalarında çok az kadın olmakla birlikte, yönetim esasında erkeğin elinde
bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Devrimci çıkarlar adına esasında toplumsal cinsiyet,
parti içerisinde sürdürülmüştür. Sosyalist
yönetim anlayışının yarısı fiilen yok sayılmıştır. Sosyalist partilerdeki bu görünüm,
ataerkil kapitalist sistemin yönetim anlayışından tam olarak kopuşulamadığını ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla, bu cinsiyet körü
yönetim anlayışı esasında erkek egemenliği üzerinden sürerek kendini yeniden üretir.
Öncelikle ideolojik olarak sorunlu bu yönetim anlayışının merkezinde toplumsal
cinsiyeti dikkate almayan ya da yeterince
dikkate almayan bir bakış açısının olduğunu söylemeliyiz. Burada kadının eğitim ve
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
diğer haklardan faydalanmadığı ve bu alanların erkek cinsinin bir ayrıcalığı haline geldiği gerçeğini gözetmeyen bir yaklaşım söz
konusudur. Nesnel olarak cinsler arası var
olan eşitsizliği sürdüren bu anlayış, elbette
devrimci erkeklerin çıkarlarını da koruyan
bir zemin yaratmaktadır. Özellikle stratejik
alanların yönetimini ağırlıklı olarak erkekler
yürüttüğünden bu zemin buradan kendini
yeniden üretmektedir. Karar mekanizmalarında ağırlıklı olarak erkekler durduğu sürece, inceltilmiş erkek egemen bir anlayışın
sürdürülebilmesinin önünde de ciddi bir engel oluşmuyor bu durumda.
Burada inceltilmiş erkek egemen tarzı
yönetimi daha yakın bir markaja almak gerekir. Bu anlayışın sürdürülebilmesinin en
temel teminatı sosyalist yapılar içerisinde
sürdürülen cinsel iş bölümüdür. Bu bölünmenin en belirgin özelliği, erkeklerin stratejik alanlarda konumlanması kadınların ise
taktik alanlara kaydırılmasıdır.
Erkek ve kadın devrimcinin bilinç
kodlarına işleyen bu durum, gelişim süreçlerini de etkilemektedir. Erkekler kendilerini yetiştirirken stratejik alanları hedeflerine
oturtmaktadır. Karar verme iradelerini ve
yönetme kapasitelerini geliştirmeye odaklanıyorlar. Toplumda yönetim işinin erkeğe
ait olduğu yanılsamasının kaba biçimlerini reddederken esasında bu durumun parti
içerisine yansıyan inceltilmiş biçimlerini sürdürürler. Bundan dolayı da, gelişim
stratejilerini buna göre ayarlarlar. Özellikle
devrimin hızlı gelişmesini ve güncel ihtiyaçlarını öne sürerek bu durumu kabul edilebilir hale getirirler. Pratiğin kendiliğindenciliği bu inceltilmiş halin devamı için
bir zemin hazırlar.
Siyasal Atılım İçin Kadın
Kitleleriyle Buluşmaya
Marksist Leninist Komünist Parti Merkez Yayın
Organı Partinin Sesi’nin 81. sayısında yer alan “Siyasal
atılım için kadın kitleleriyle buluşmaya” başlıklı başyazıyı, güncel önemi üzerine yayınlıyoruz.
4. Kongre’mizde benimsenen kadın devrimi çizgisi,
hem partimizin kadın özgürlük mücadelesinde ulaştığı ideolojik, teorik, siyasal ve örgütsel düzeyin, hem de Türkiye ve
Kürdistan’da kadın hareketinin elde ettiği siyasal kazanımların, nicel ve nitel gelişkinliğin, komünist öncünün önüne
koyduğu nitel sıçrama görevine denk düşüyordu.
Kadına yönelik şiddete karşı kampanya başta olmak
üzere, kimi başarılı siyasal çalışmalara karşın, kadınlar arasındaki kitle çalışmamızda ve bu cephedeki gelişimimizin
bütününde oluşan zayıflama ve mevzi kayıplarının temelinde, kadın komünistlerin öncülüğünde parti saflarında geliştirilen iç aydınlanma süreci ve ideolojik kazanımların, buna
denk düşecek bir siyasal atılımla birleştirilememesi duruyordu.
Bugün bu ideolojik birikimi ve parti tarihimizin bu cephedeki siyasi, örgütsel deneyim ve kazanımlarını, kadın kitlelerini kadın devrimi fikriyle buluşturma yolunda bir siyasal
atılıma dönüştürmek, kadın devrimi için savaşımımızın güncel görevidir.
Kadın devrimini; öncelikle bir siyasal program, kadın
özgürlük mücadelesinin en ileri siyasal programı olarak algılamamız, bir siyasal hareket olarak kurmamız, kadın kitlelerinin devrimci mücadeleye kazanılması hattında gelişen bir
günlük siyaset ekseni ve tarzı olarak şekillendirmemiz ge-
58
rekiyor. Kadın devrimi, kadın cinsin erkek
egemen sınıflı toplumdan kurtuluş programı, kadın kitlelerinin eseri olacak bir siyasal
ve toplumsal devrim mücadelesinin adıdır.
İdeolojik çalışmalarımızı ve bilinç yükseltme faaliyetlerimizi, gerek bu siyasal iktidar
mücadelesi içinde ve gerekse de siyasal iktidar koşullarında bu toplumsal dönüşüme
önderlik edecek kadro tipini yaratmak için
yapıyoruz. Teorik üretimimizin odağında
bu mücadelenin önünü açmak duruyor. Örgütsel çalışmalarımızı, bu siyasal mücadelenin çapını, vuruş gücünü yükseltmek için
yürütüyoruz. Bu tür bir amaç açıklığı, kadın
devrimi yolunda bize daima kılavuzluk etmelidir.
Tersinden, siyasal çalışma, tüm bu çalışmaların da motorudur. İdeolojik dönüşüm
ve kadın özgürlüğünün teorisine yönelim bakımından kadın devrimi fikri ve iç aydınlanma süreci ne derece önemli ve verimli olursa
olsun, bu çalışmaların da kendi sınırları var.
İdeolojik bakımdan da ilerleyebilmek için,
siyasal mücadelenin, yani eylemin yıkıcı ve
kurucu gücüne ihtiyacımız var. Bir başka
deyişle, kadın komünistlerin, hem kendilerini ve kadın kitlelerini cins bilinci temelinde
dönüştürüp eğitmede, hem de gerek saflarımızda, gerekse toplumsal mücadele içinde
kadın devriminin ideolojik hegemonyasını
kurmada, yani erkek egemenliğinin ideolojik olarak geriletilmesinde, siyasal eylemini
büyüterek ilerleme hattından yürümesi gerekiyor.
Tüm parti örgütleri görev başına
Böylesi bir siyasal atılımı başarmak
için, istisnasız bütün kadın komünistlerin
kendisini sorunun sahibi olarak görmesi ve
tüm komünistler bakımından erkek egemenliği ve geleneksellikle savaşımın merkezine
de bu görevle ilişkilenişin oturması gerekiyor.
Geçtiğimiz dönemde, kadın kitleleriyle
buluşmada yaşadığımız daralma ve mevzi
kayıplarının geliştiği zeminin bir yönünü,
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
parti çalışmalarının tümü içerisinde özel
olarak kadın taraftar ve üyeler kazanma çaba
ve yöneliminin zayıflaması ve silikleşmesi,
diğer yönünü ise kadın kitleleri içerisinde
sistematik, sürekli siyasi ve örgütsel faaliyetin örgütlenemeyişi oluşturuyordu.
Yani, bu dönemde bir yandan genel faaliyetler içinde özel olarak kadınlara yönelme,
ilişkilenilen kadınlarla ise özel olarak kadın
devrimi görüş açısından da ilişkilenme, şu
veya bu çalışmada kazanılan kadınları kadın
devrimine kazanmada darlık yaşanırken, diğer yandan kadınlar arasında kitle faaliyetinin özgün gündemler, araçlar ve biçimlerle
örgütlenmesinde ve yönetilmesinde, alana
özel kadroların belirlenip görevlendirilmesinde, burada süreklilik yakalama iradesinde
zaafiyetler yaşandı.
Kadın kitleleri arasında sürekli ve sistematik parti çalışmasının somut sorumlularının, örgütler, bireyler, komisyonlar ve gruplar
olarak, mutlaka belirlenmesi ve örgütlenmesi,
özgün kitle çalışması araçlarının çeşitlendirilmesi, özgün örgüt biçimlerinin zenginleştirilmesi, özellikle demokratik kitle örgütü
kapsamındaki araçların yeniden yaratılması
muhakkak gerekiyor. Ancak bu yetmediği
gibi, bu düzeyi kazanmak için de, partiye kadın üyeler, taraftarlar, sempatizanlar kazanma görevine, kadın devrimi fikrini kitlesiyle
buluşturma görevine, kadın devrimini siyasal
bir hareket olarak kurma ve şekillendirme
görevine istisnasız tüm çalışma alanlarından,
tüm parti örgütlerinden kadın yoldaşlar tutkuyla bağlanmak zorundadır. Bu görevleri,
“tek işi bu çalışma olan” dört başı mamur sayı
ve nitelikte kadın kadroların görevlendirileceği meçhul güne erteleme bakış açısından
da vazgeçilmelidir. Tek işi veya kırk işinden
biri bu olan kadın kadroların görevli olduğu
sayısız alanda görevin sahipsiz kalması ya da
silik yürütülmesi, sadece alana özel görevlilerin azlığıyla açıklanamaz. Burada bir tutku
zayıflığı, kadın kitlelerine güven ve bağlanma
zayıflığı mutlaka söz konusudur. O nedenle
de kadın kitlelerine gitmedeki zayıflama, do-
sİyasal atılım İçİn kadın kİtlelerİyle buluşmaya
laysız biçimde bir ideolojik sorundur. Tüm
parti güçleri, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin bu alandan gelişebileceğine dair tam
bir inanç ve tutku sahibi olmalı, kadın komünistler özel bir iddia sahibi olmalıdır. Kadın
kitlelerini kazanırsak, örgütlersek, parti ve
devrimci mücadele gelişir, yeni bir toplum
hazırlığının temelleri güçlenir, bu konu kafalarda açık olmalıdır.
Saflarımızda erkek egemenliği ile mücadelenin çubuğu da daha fazla siyasete,
siyasetin sorunlarına doğru bükülmelidir.
Başka bir deyişle, komünist erkeğin kadın
devrimi karşısındaki ideolojik duruşu, savunduğu görüşler ve sarf ettiği sözlerden ve
parti içi ortamlardaki pratik duruşlarından
daha fazla, kadın devrimi karşısındaki siyasal duruşu ile kadın devriminin siyasal ve
örgütsel görevleri karşısında sergilediği performansla ölçülmeli ve tartışılmalıdır. Partinin kadın yarısının önüne koyduğu görevleri
ne kadar yerine getirdiği, siyasal ve örgütsel
planların parti örgütlerinde karşılık bulması
için ne kadar mücadele ettiği, ön açtığı, kitle
çalışmasında kadınlara ne kadar yöneldiği
veya yetmediği durumda kadın yoldaşlarından yardım istediği, yönlendirdiği, siyasal
gündemlerde kadın gündemlerine ne kadar
öncelik verdiği, bugün komünist erkeğin kadın devrimi eksenindeki değişim ve dönüşümünün temel ölçütü olmalıdır. Erkek komünistler görevler karşısındaki ilgisizliklerini
demokratik duruş adına savunma hatasına
düşmemeli, öneri sunmada, ilişki çıkarmada atak olmalı, eleştirilme riskini de göze
almalıdır. Saflarımızda pratik direniş boyutu
zayıflamış, daha çok, iknadan yoksun suskunluk ve hata yapılmasını bekleme biçimini almış erkek egemenliği ancak bu eksende
geriletilebilir ve erkek komünistlerin de devrimci temelde dönüşümü sağlanabilir.
Kadın kitleleri erkek egemenliğine
karşı isyanda
Marksist Leninist komünistlerin büyüyen kadın mücadelesi içerisinde saygın
59
yerini, öncü duruşunu pekiştirmesinin, bu
hareket içinde yüzlerce ve binlerce kadınla buluşmasının zemini fazlasıyla vardır.
Kadınlar ezilmeyi, aşağılanmayı her geçen
gün daha fazla reddediyorlar, kendi toplumsal konumlarının farkına varıyorlar. Bu, 12
yıllık AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı büyüyen örgütlü, eylemli
tepkinin yanı sıra ve daha çok, eş ve aile
baskısına, erkek şiddetine karşı süregiden
can bedeli mücadelede görülüyor. Ancak bu
bilinç, henüz kendiliğinden kolektif bir cins
bilincine dönüşmüyor. Özünde, binlerce kadının can verdiği militan bir mücadele, sayısız bireysel mücadelenin ve sınırlı örgütlü
mücadelenin toplamı olarak yürüyor olması
itibariyle, bir bireysel dramlar toplamı ve
duyarlıların sahiplenişi görünümünü alıyor.
Bu, kadın gündemleri üzerinden yürüyen
hemen hemen tüm mücadelelerin en derin
handikabı olarak, hangi sorunu çözerek ilerlemek gerektiğini gösteriyor. Burada öncü
komünist kadınların ve komünist partinin
doğru şiarlar ve araçlarla devreye girmesi
gerekiyor.
Genç kadınların bireysel cinsel özgürlük talepleriyle toplumsal özgürlük, siyasal
özgürlük talepleri hiç olmadığı kadar pratik
biçimde iç içe geçmiş durumda.
Sermaye, devlet, aile eliyle yürütülen
şiddete karşı mücadele, açık ki Türkiye ve
Kürdistan’da kadın hareketinin başlıca özgün gündemi olarak, birleşik bir kadın hareketi biçiminde gelişiyor.
Rojava’da büyüyen devrimci seçenek,
Ortadoğu merkezli bir kadın devrimi hareketinin gelişiminde umut ve ilham kaynağı
oluyor.
Toplumsal mücadelenin tüm gündemlerinde taraf olma, kadın kitlelerini her vesileyle erkek egemen kapitalist düzene karşı
taraf haline getirme, bu saflaşma içinde kadın kimliği ve bilincini kazandırma, kadın
devrimini bu kitlelerin eseri olarak büyütüp
kazanma hattından yürümek sorumluluğunu
taşıyoruz. Bunu başarmak için bütün gücü-
60
müzü, deneyimimizi, yeteneklerimizi seferber etmek zorundayız.
Kadının cins bilinci kadın kitlelerine
güvenindedir
Kadın devrimi, güçlü, meşru, sarsıcı bir
fikir olarak komünist kadınlarda yüksek bir
duyarlılık, bilinç ve özgüven geliştirdi. Bu
bilinç ve özgüven, her şeyden önce, yüksek,
sarsılmaz bir inanç olarak kadın kitlelerine
güvende, mücadelenin gelişim sorunlarının
çözümünü, kadın devriminin ilerleme kanallarını onlarla birlikte arama yöneliminde, kadın kitlelerinin sorunlarına, acılarına,
umutsuzluğuna, yalnızlığına duyulan empatinin onları devrim saflarına çekerek özgürleştirme isteğine dönüşmesinde yansıma
bulmalıdır. Dıştancı, buyurucu, aydınlanmacı, bürokratik tarzdan kitle çalışmasının
tümünde uzak durmak gerekiyorsa, kadınlar
arasındaki kitle çalışmasında bin kat daha
uzak durmak gerekiyor.
Çevremizdeki, partiye, devrime katkı
sunmaya hazır, ancak kendi kadın kimliği
ve konumu konusunda kafası açık olmayan
emekçi kadınlardan başlayarak, tüm kadın
kitlemizi kadın devrimi çizgisine kazanma
ve siyasal olarak harekete geçirme, kadınların toplumsal mücadelede yer alma bakımından bu en ileri kesimleri ile buluşacak
bir dil kurmada dahi zaman zaman yaşadığımız sıkıntıları aşacak bir açıklık, kapsayıcılık, yoldaşlaşma bilinci ile hareket etme,
kadın cephesinde yaşadığımız kadrolaşma
ve kurumlaşma sorunlarını daha geniş kadın
güçlerine dayanarak aşma yolundan ilerlemeliyiz.
Kitle çalışmasının araçlarını
büyütelim
Kadın devriminin güncel siyasetini
kurmak, dönemin doğru şiarlarını, taleplerini saptamak kadar ve daha çok, bu şiarları kadın kitleleriyle buluşturmak anlamına
geliyor. Genel ajitasyon ve siyasallaştırma
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
kadar, birebir örgütleme çalışmaları da hak
ettiği yeri bulmalı. Yerellerin tek tek, mevzi
mevzi bu bakımdan da kazanılmasını örgütlemek gerekiyor. Tek tek her bir yerel
örgütümüzün kitle çalışmasında gideceği
kadın niceliği bakımından hedefler koyması, kazanacağı üye ve aktivist niceliği
bakımından hedefler koyması, özel olarak
kadın kitleleri arasında çalışmakla yükümlü
sorumlu ve örgütleri ne kadar sürede hangi
yoldan kazanacağı konusunda hedefli çalışması, kadın komünistlerin bu hedeflerin
oluşturulmasına ve denetimine öncülük etmesi şart.
Genel siyasal ve örgütsel çalışmalarımızın kadın devrimi görüş açısıyla yönetilmesi kadar, merkezi ya da yerel kadın
örgütlerimizce kararlaştırılan pratiklerin yerellerde somutlanması da vazgeçilmezdir.
Kadın kitleleri içinde, günlük düzenli
sistematik çalışmanın yeniden kazanılması
gerekiyor. Bunun için yayın, bildiri vb. süreklileştirilmiş ajitasyon araçları kadar örgüt biçimlerini de çeşitlendirmek, özellikle
yerellerin özgün inisiyatif ve yaratıcılığının
rolünü oynaması gereken en temel alan.
Haziran ayaklanması, bir kez daha, kitlelerin kendi sorunlarının çözümünü fiilen
örgütlemeye girişmelerinin yaratıcılık, özgüven, siyasallaşma bakımından nasıl sıçramalı gelişmeler ortaya çıkardığını gösterdi.
Şiddet, yoksulluk, Rojava ile somut dayanışma gibi sayısız gündem üzerinden kadınlar
arasında böylesi yerel dayanışma örneklerini
ortaya çıkarmak, kadınlar arasında kitle çalışmasını, yerel dayanışmayı güçlendirici,
sorunların çözümünde özneleştirici yöntemlerle beslemek, isyanında, çözüm arayışında
yalnız olan kadınlara kolektif cins bilincini
kazandırmanın somut yöntemleri olarak
gündemleştikçe o sıçramalı gelişmeler yenileriyle buluşacaktır. Öncülük ve önderlik,
bu buluşmayı sağlama pratiği dışında var
edilemez.
MUHABBET KURT
Delila: “Tüm Zamanların
Maratoncusu”
Elinizde bir gerilla kadının “sınırları şarkılarla çizilmiş”
günlükleri varsa özel bir yolculuk yapacaksınız demektir.
Nehirlerin, dağların, rüzgarın, çiçeklerin uçurumların sesini
birer ezgiye dönüştüren Delila Meyaser’dir (Şenay Güçer)
kılavuzunuz. Sırtındaki davuluyla seslere biçim verir ve nihayet sözcüklerin içinde gizlediği ezgileri bize ulaştırmayı
başarır. Bu yüzden yazdıklarını okurken Delila’nın sesiyle
de dağlardan, O’nun sevgili Avdikuvi’sinden, Xakerke’den,
Zap’tan dökülen müziğiyle de buluşursunuz. Delila sanatçıdır. Gerillanın notasıdır, ateş başındaki müziğidir. Ama her
şeyden önce bir gerilladır, bir kadın savaşçıdır.
Delila, yurtsever bir ailenin çocuğudur. Diğer Kürt çocukları gibi kirli savaş ortamında nice vahşete, kontrgerilla
katliamlarına, hizbulkontra saldırılarına tanık olarak büyür.
Gerilla saflarında kuzenleri, arkadaşları vardır. Şarkı söylemeyi, okumayı, macera filmi seyretmeyi, karate yapmayı seven Delila, kararını verdiğinde annesinin kulağına şu söyleri
fısıldar. “Dil dixwaze here cenge”
’99 Mayıs’ında yüreğinin sesine kulak vererek üç arkadaşıyla birlikte Silvan’a “hoşçakal “deyip yönünü dağlara
çevirir. Bir kaç ay sonra gerilla, yapay sınırları aşarak Kuzey’den Güney’e geçer. Delila Güney’dedir artık.
Sırt çantasında defteri hiç eksik olmaz. Her fırsatta
onunla buluşur. Tuttuğu defterlerin günün birinde birer tarihsel belge olacağını bilerek ama asla sınırlara hapsolmayarak
yazar.
Delila’nın günlüklerini bizim için değerli kılan, her
satırının kadın bakış açısıyla yazılmasıdır. Defterlerini yıl-
62
dızlarla, kır çiçekleriyle şehit fotoğraflarıyla
şarkılarla süslese de sözleri yaşam gibidir,
yalındır.
Ataerkil toplumsal düzene, erkek egemen yargılara, öğretilmiş kadınlığa karşı
mücadelenin her boyutunu kendi yaşamını
içererek aktarırken alabildiğine objektiftir.
Kendinden başlayarak yeni yaşam, özgür
kadın arayışını sorgular. Kendini tanıma
çabasına özel bir önem verir. “Kendimi tanımlamaya ihtiyaç var. Kendimi tanımlayamazsam karmaşık bir kişilik düşüncesi
oluşur. O yüzden tanımlayabilmem gerekir
ki o kişilik üzerinden bir değişim ve gelişim olmalı” der. Karşılaştığı her geri tutum
karşısında, her yeni gelişmede dönüp kendi
pozisyonunu gözden geçirir, amaç açıklığına kavuşturur. “Kendinden başlama”yı genellikten çıkarıp özelleştirir. “Hepimizin bir
öyküsü var. Bazen kendimi çözümlediğimde
hem seviniyorum hem de acı veriyor. Fakat
en fazla sevinme var. Kendimi tanıma ve
yaratma arayışı fazlalaşıyor Delila! Kendini
hiçbir zaman rotadan çıkarma” diye seslenir
kendisine. O’nun rotası özgürlük ırmağıdır.
Rotadan çıkmamanın yolu özellikle
erkek egemen anlayışlara, kadını gerileten
öğretilmiş kadınlık hallerine karşı savaşı
yükseltmekten geçiyor. Delila da bunun farkındadır. Gerici erkek ortamlarını çözümlemeye çalışırken sert bir şekilde eleştirir,
sansürsüzdür. Gözlemlerini şöyle aktarır;
“Erkekler dünyası iğrenç. Adam gibi olun
be. Daha çok söyleyip iğrençlik yapacaksınız. Ama yine adam gibi olun. Klasik ve
gerilikten uzak durun(...) Buradaki yaşamı
çözmeye çalışıyorum. Çelişik bir yaşam ama
bir o kadar açık. Çelişik olan insan beyni
yani hastalıklarımız. Arkadaşlar kusuruma
bakmayın ama adam gibi olun.” Tüm kızgınlığına, öfkesine rağmen yoldaşça sevgisini de esirgemez. Tüm zaafların, eksikliklerin
insana özgü olduğunun farkındadır. Erkek
yoldaşlarının “iğrençlikleri”ne tavır alırken
kadın yoldaşlarının geriliklerine de sessiz
kalmaz. Geri tutumları yoldaşlarına yakış-
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
tırmaz. İdeolojik mücadeleyi bu anlamıyla
yaşamının merkezine oturtur.
Kadınlardaki sorumluluk alma ve kolektif bilincin zayıflığının kökeninin öğretilmiş kadınlık olduğunu bilerek bu özelliklere
karşı da amansızdır. Öğretilmişlik kadınlık
hallerinin savaş kurallarıyla bağdaşmadığının farkındadır. Ve yaşanan bir örneği de
bizimle paylaşır. Bir kadın birliği eğitim yürüyüşündedir. Bir boğaza geldiklerinde yine
eğitim amaçlı bir pusu atılır. Pusuyla karşılaşan birlik dağılır. Birlikteki her bir kadın
gerilla tek tek güçlüdür, savaşma yeteneği
kazanmıştır. Fakat bu pratikte gücünü kolektivize edemez. Sorumluluk alıp birliği yönetmeyi göze alamaz. Sonuç başarısızlıktır.
Bu öğretici pratiği Delila şöyle dile getirir;
“Ciddi yaklaşım olmazsa kaybedişler olur.
Bizim takımda sorumluluk ve kolektivizm
pek fazla yok. Hepsi birer buyruk kendi başına. Bir şey öğretmek istiyorsun dinlenilmiyor. Neden? Çünkü herkes kendinden emin
ve keyfiyetçi yaklaşıyor. Oysa çok güçlüler”
Delila’nın kadına olan inancı ve güveni
tamdır. “Dünyayı kadınlar kurtaracak” diye
yazar gönül rahatlığıyla. Kadın yoldaşlığı
vurgusunu sözle ifade etmez ama kendini
her bakımdan kadın yoldaşlarına teslim eder.
Gelişim üzerine tartışırken, kadın yoldaşına
“ben gelişime açık mıyım” diye sorar. Kadın yoldaşının değerlendirmelerine büyük
önem verir. Bir başka yerde şöyle der. “Bana
çok önemli eleştiriler geldi. Olumlu olumsuz yönleri vardı. Bilemiyorum. O güç beni
inançlı kılıyor. Ve aştığım, aşmaya çalıştığım
aşmam gerekenleri söylediler.” Delila’daki
gelişimini yönetme gücünü ve bu anlamda
yoldaşlarına olan güvenini Yasemin yoldaşta da görüyoruz. İkisi de, iradelerini örgütlü
bulundukları kolektif güce teslim ederken
kendi sınırlarına hücum ederek yenilenmeyi,
değişmeyi söz olmaktan çıkarıp pratikte var
ederler.
O’nun kutupyıldızı daima kadınlardır. Kendi gelişim stratejisini oluştururken
kadın yoldaşlarının gelişimini de önemser.
delİla: “Tüm zamanların maratoncusu”
Kadın yoldaşının yaşadığı duyguları kendi yüreğinde hissedecek kadar gelişkindir
kadın yoldaşlığı. Bir eğitim sırasında kadın
yoldaşının yaşadığı heyecanı, O’nu izlerken
Delila da yaşar. “Ben atmış gibiyim. Çünkü
bende de o heyecan o korku var” der, yürek
açıklığıyla. Kendini asla bir başka kadın arkadaşından ayrı görmez. Aynı tarihsel ezilmişliği yaşayan kadınların birbirini daha iyi
anladığını hatırlatır bizlere. Kadın yoldaşının geriliklerini kendi gerilikleri sayarak
mücadele ederken, ileri yanlarıyla da bağ
kurup sevinç duyar. Bizi de bu anlamda ciddi bir iç tartışmaya teşvik eder Delila.
Düşüncelerini, hissettiklerini asla gizlemez yoldaşlarından. Gizlemenin, zamanında ifade etmemenin çürütücü iç birliği
bozucu etkisinin farkındadır. Açık olmaktan
hiçbir zaman korkuı duymaz ve söylediklerinin sorumluluğunu alacak kadar da cesurdur. Eleştirilere kapalı değildir fakat bir eleştirinin kişiyi yerle bir etmemesi gerektiğine
inanır. Kendi gerçekliğini açık yüreklilikle
kabul ederken, mevcut durumunu değiştirme
mücadelesinde de geri durmaz. Geriletici,
sınırlandırıcı, kendi ifadesiyle “çirkinleştirici” bazı yoldaş ortamlarına teslim olmaz.
Geriliklerini “koşullarla” açıklamaz. “Ben
bir koşul gerillası değilim” der. İnsan odaklı
koşullar ne olursa olsun iddialarını yaşama
geçirme çaba ve emeği harcamada tereddüt
etmez. Özgürlüğün bedelsiz kazanılamayacağının farkındadır. Bu yüzden kendine
emek vermeyi ihmal etmez.
Günlükler boyunca dikkat çekici bir
diğer yan, Delila’nın en çok kadın yoldaşlarını örnek almasıdır. Bu da, güçlü bir cins
bilincine tekabül eder. Komutanlarını, şehit
kadın yoldaşlarını yüceltir. Onların kişiliklerini, yaşam tutkularını, hayallerini kendinde var etmeye çabalar. Gözleri de kalbi de
onlara çevrilidir. İnisiyatiflerini geliştirmeye teşvik eder. Özellikle şehit yoldaşlarını
tartışmasız komutan olarak kabul eder. Kuzey’e savaş bölgesine geçeceği netleşince
şöyle yazar; “Ben hep şehit Mizgin arkadaşı
63
düşünüyorum. (...) Mizgin arkadaş,63
Garzan
eyaletini ilk aşan arkadaşlardan biri. Hem
müzikle uğraşıyor, hem komutanlık yapıyor.
Ben onun bir savaşçısıyım, buna layık olmaya çalışacağım”
Sevgi doludur Delila. “Kavgam sevgimdendir” diye yazar annesine yolladığı
mektupta. Sevgisiz savaşılmayacağını her
satırında anlatır. Yoldaşları kadar müziğini
de sever. Müziği hayatın, savaşın içindedir.
Müzik onun için bir gerilladır, bu yüzden
bizi bencil güdülerimizden kurtaran şeydir
müzik. Özgüveni yüksek neşeli bir kadındır
Delila. O’nda her şeye rağmen çok güzeldir yaşam. Bunu ısrarla vurgular. Bir kadın
savaşçı olarak romantizmin doruğundadır.
Çok sevdiği Avdilkuvi, O’nun sevgilisidir.
Defterine “Gerillam” “Delikanlı Sevgilim”
diye hitap eder. Kendine güveni tamdır. Dili,
ruhu gibi özgürdür. Ve özgürlüğünü korumanın yolunun savaşmaktan geçtiğinin farkındadır. Yoldaşları, komutanları O’nu halkının
ezgisi olması için Avrupa’ya yollamak ister
ama Delila’nın yönü Amed’e dönüktür. “Benim meskenim dağlardır” der, ısrarla. O dağlarda çiçekleneceği günü hayal eder. Sıcak
savaş ortamında Kuzey’e geçen her grubun
ardından hüzünle ama gidenlerin adına da
sevinç duyarak bakar. Kendi zamanını sabırla beklerken, deneyimsizliğini engel haline
getirmeden yeni görevler üstleneceği savaşa
hazırlar kendini.
Günlüğünün son satırlarını Ş. Beritan
Akademisi’nde yazar. Ayrılığın hüznü vardır yüreğinde. Savaşa, sanatındaki eksikliklerin tespit ederek hazırlanır Kuzey’e. Tüm
askeri eğitim evrelerinden geçer. “Ben bir
maratoncuyum tüm zamanlara” diye yazar.
O’nu tüm zamanların maratoncusu yapan
okuma anlama faaliyetini süreklileştirerek
kendi iç devrimini de gerçekleştirme çabasıdır. Ş. Beritan Akademisi’nde daha üst
boyutta örgütlenerek Kuzey’e geçmeye hazırdır artık.
2007 Ağustos’unda 10 yoldaşıyla birlikte son kez aşarlar “sınır”ı. Qileban’da bir
64
mağarada dinlenirler. Delila ezgiler mırıldanır yoldaşlarına, düşman pusudadır. Amed’ine kavuşamadan Tanin Dağı’nda 10 yoldaşıyla birlikte katledilir kimyasal gazlarla.
Yaralı olanlar kurşuna dizilir.
Delila’nın sesini halkıyla buluşturarak
ölümsüzleştiren, sonra kendisi de şehit düşen “gerillanın dili” Halil Dağ, O’nu şöyle
anlatır.
“Şarkı söylemeyi her şeyden çok seven
bu kız, birazcık olsun içtenliğinizi hissetsin
yeter, açıverir gönlünün bütün kapılarını,
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
yüreğinde demlediği bütün ezgileri döküverir akarsulara. En sevdiğim yani ise kendini
sevmesiydi. Hepimiz O’nu beğenirdik ama
sanırım O da kendini beğenirdi.”
Delila günlüğünde “şehit bilinmek ister” diye yazar. Biz de kadın yoldaşlığın bir
gereği olarak O’nun sözlerini vasiyet kabul
edip öyle çıktık yola. Özgürleşme mücadelemizde onlardan öğrenerek, onları tanıyarak
yürüyeceğiz. Onlardan aldığımız güçle de
onların şarkılarıyla gerçekleştireceğiz kadın
devrimimizi.
MELİHA KAYACI
No Pasaran
Karanlıkta kar yağıyor
Sen Madrid kapısındasın
Karşında en güzel şeylerimizi:
ümidi, hasreti, hürriyeti ve çocukları öldüren bir ordu
Nazım Hikmet
Şair Nazım Hikmet 1937 yılında bu şiiri, faşizme karşı
Madrid savunmasından esinlenerek yazar. Birçok yazara,
şaire ilham kaynağı olan İspanya iç savaşında faşizme karşı
mücadele, dünya devrim tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Değişik yol ve yöntemle örnekler yaratmıştır.
1930’lu yıllar boyunca faşist hareketler gelişmelerini
ve saldırganlıklarını sürdürürler. Almanya, İtalya, Portekiz ve Japonya’nın oluşturduğu faşist blok, ilk önce kendi
ülkelerindeki komünistleri, sosyalistleri, yurtseverleri ve
demokratları susturdu, hapse attı ve katletti. Arkasından
antikomünist blok Sovyetler Birliği’ni ve dünyadaki tüm
komünistlere, sosyalistlere ve ilericilere karşı bir haçlı seferi başlatır. Çünkü faşizm ancak işçi sınıfı üzerinde dizginsiz bir sömürü ve kanlı diktatörlükler, sömürgeci ve
saldırganlıkla varlığını sürdürülebilirdi. Faşist blok, sömürgelerin yeniden paylaşımını amaçlıyor, bunu savaşlarla
gerçekleştirebilmek için de dünya çapında antikomünist
bir hareketi bütün ülkelerde örgütlemeye ve desteklemeye
çalışıyordu. Hitler ve Musollini bolşevizmi yeryüzünden
sileceklerini söylüyorlardı. Dünya bütün hızıyla kanlı bir
savaşa doğru sürükleniyordu. Faşist blok, İspanya’da egemen kılmak için bütün olanaklarını seferber ederek İspan-
66
yol faşistlerini destekler, Franko emrindeki
İspanyol faşistleri arkalarındaki güce güvenerek Madrid kapısına dayanır.
İç savaş
Madrid’de kadın-erkek, genç-ihtiyar
herkes silahlanmış, barikatlarda, evlerde,
sokaklarda umudu ve özgürlüğü savunmaya
hazırlanılar.
İspanya proletaryasının onuru İspanya
Komünist Partisi’nin kurucusu ve savaşımcı
önderi Dolores Ibarruri tükenmez bir inanç
ve büyük bir enerjiyle koşturup durur. Barikat başlarında konuşmalar yapar, bildiriler
kaleme alır, cephede savaşçılara moral verir. Onun inançlı, yalın, samimi, coşkulu,
umutlu ve özgüvenli kişiliğinde halk kendisini bulur. Ezilenler ona “La Pasionaria”
yani tutkunun ve ihtirasın çiçeği ismini kişiliğinden etkilenerek verirler. O, ezilenlerin
La Pasionaria‘sıydı. 16 Haziran 1936’da
meclis kürsüsünden yaptığı ünlü konuşmasında “Non Pasaran!” “Geçemeyecekler”,
“Faşizmi ezeceğiz” diyor. Komünist Kadın
Dolores’in bu söylemi, Madrid’i savunmak
için ezilenlerin mücadelesinde inanca dönüşüyor.
1936 ile 1939 yıllarında faşizme karşı
çetin zorlu mücadelede “Non Pasaran!” İspanyol halkının faşist saldırganlığa karşı bir
savaş çığlığı oluyor.
Dolores Ibarruri’nin de içinde olduğu
İspanya komünistleri, faşizmin doğuracağı
büyük yıkıntıları tahmin ediyorlar. İspanya’da özellikle gençlik ve ilerici işçiler arasında milis örgütlenmelere gidiyorlar, Temmuz 1935’de Komintern VII. Kongresi’ni
Moskova’da toplar. Bu toplantıya, Dolores
Ibarruri ve Jose Diaz katılırlar. Bu toplantıda, faşizmin yükselişine karşı mücadelede
ortaklaşma kararları çıkar. Komintern Genel
Sekreteri Dimitrov, “faşizme karşı birlikte
mücadele edileceğini açıklar. İspanya’da faşist saldırılar başladığında Komintern çağrı yapar. Bu çağrıya, 54 ülkeden 42 binden
fazla özgürlük savaşçısı katılır.
SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
22 Ekim 1936’da, Enternasyonal Tugaylar Madrid’dedir.
Dolores Ibarruri’nin yaşamı
1895 Aralık ayında Golorta’da doğar.
Golorta, İspanya’nın Bask bölgesinin başlıca madencilik merkezlerindendir.
Maden faciaları, ölümler ve illaki
grevler, mücadeleler içinde büyür. “Akrabalarımın hepsi, istisnasız maden yıkıntısı altında kalarak öldü. Annem evlenene,
babamsa ölene kadar maden işçiliği yaptı.
Erkek kardeşlerim de kocam da maden işçisiydiler. Soyum sopum hep madencidir.
Madenci torunu, madenci kızı, madenci
karısı ve madenci kardeşiyim” diye açıklar
madenle olan ilişkisini. Madenci çocukları, konuşmasını ve yürümesini öğrenir öğrenmez çocuk yuvasına götürülüyorlarmış.
Kuşaklar boyunca madenci çocukları aynı
eğitimden geçmişler. Çocuklar yedi yaşına
gelince ilkokula başlıyorlarmış. “Okulda
okuyup yazmasını öğreniyorduk ama bizim
gerçek okulumuz sokaklardı. Meraklarımız ve eğilimlerimiz, içinde yaşadığımız
ortamın etkisi altında doğar ve gelişirdi.
Günün birinde aileden ya da çevreden birilerinin kazaya kurban gitme korkusu her
şeye hakimdi. Madenci ailelerinin geleceğe
güvenle bakamayışlarının temel nedeni, daima hazır ve nazır olan bu ölüm korkusuydu” diyor çocukluğunu anlatırken. Çocukça
oyunların, park bahçelerin yerine çocuklukla bağdaşmayan tüneller, çöp yığınları,
tren yolları, lokomotifler, dinamitin patlayışı, demir madenlerinin çalışma koşulları
ve onların kirli atıkları oluyordu.
10-11 yaşlarında kız ve erkek çocukları da madende çalıştırılıyordu. Dolores
şanslı olup okula gidenlerdendi . “Arkadaşlarımız bir gün aramızdan ayrılır sonra maden işçisi olduklarını öğrenirdik. Kimisinin
de feci kazalarda bu dünyadan ayrıldığını
duyardık” der. 15 yaşında okulu bitirdiğinde sağlıksız bir çocuk olduğu için madende
çalışacak durumda değildir. Daha üst bir
NO PASARAN
okulda okuyup öğretmen olmak ister. Başarılı ve yetenekli bir öğrenci olduğu için
ailesi okumasından yanadır. Okula başlar,
okulun ikinci yılında zorlu ekonomik koşullara karşısında gençlik hayalleri yıkılır,
okuldan ayrılır. Dikiş enstitüsüne başlar.
Yöredeki iş adamlarının evlerinde hizmetçilik yapar. 20 yaşında bir işçiyle evlenir.
Yaşamın zorlukları devam etmektedir. İlk
çocuğu kızı Esther’i 21 yaşında doğurur.
Eşinin aldığı ücret kiralarını bile karşılayamıyordu. Madenlere olan talep azaldığı için
de kadınların madenlerde çalışmalarına izin
verilmemektedir. Yaşamın gerçeklikleri,
ezilenlerin sefalet içindeki yaşamı yoksulluklar, sorgulamaları, beraberinde de dinsel
inançlarının giderek zayıflamasına yol açar.
“Sefaletin kaynağını gökyüzünde değil yeryüzünde aramak gerekir” diyerek, Marksist
doktrini açıklayan kitaplar okumaya başlar.
1917 Ekim Devrimi, İspanyol işçi sınıfında büyük sevinçlerle karşılanır. Dolores’te bu devrime karşı merak uyanır.
İspanya Sosyalist Partisi’nin ve Genel
İşçi Sendikası’nın kurucuları olan Gorcia
Quejida, Virginia Gonzoles gibi saygı değer ve güvenilir kişiler, sosyalist partiden
ayrılarak sosyalist gençlik gruplarıyla birlikte İspanya Komünist Partisi’ni kurarlar.
Dolores, bu sırada Somarorrostro Sosyalist
grubuna üyedir. Bu örgüt, komünist parti
1920’de kurulduğunda komünist partiye
katılır. Dolores, 1920’de Bask Komünist
Partisi’ne ilk bölge komitesine üye, daha
sonra da partinin ilk kongresine delege olarak seçilir. 1917 ile 1931 yılları arasında
toplamda 6 çocuğu olur. Ama ekonomik
nedenler, eşinin zaman zaman cezaevine girip çıkması, kendisinin illegal olarak
mücadele yürütmek zorunda kalması vb.
nedenlerle dört çocuğu yaşamını yitirir.
Kızı Amaya ve oğlu Ruben’le birlikte zor
koşullarda yaşama devam eder. Eşi sık sık
polis baskınlarında yakalanır ve tutuklanır.
Artık Dolores cezaevi kapılarında tutsak
aileleri ile birlikte gerek haksız gözaltı ve
67
tutuklamalara karşı gerekse de siyasi tutsaklara cezaevindeki uygulanan baskılara
karşı eylemleri örgütler. Bir süre sonra siyasi polisin dikkatini çeker. Değişik zamanlarda ve değişik gerekçelerle o da tutuklanmalara maruz kalır. Tutuklanmasının
bir tanesinde götürüldüğü cezaevinde siyasi
koğuş olmadığı için adli davalardan tutsak
kadınların yanında kalır. Toplumda oluşan
komünistlere karşı önyargı adli tutsak kadınlarda da mevcuttur. Dolores o kadınlarla
da yakından ilişkiler kurarak, cezaevindeki
onlara karşı uygulamaları eleştirerek ve değiştirmeye çalışarak, sıcak samimi ilişkiler
geliştirir. Hatta, 1 Mayıs kutlamalarını adli
tutsak kadınlarla birlikte yapar.
Dolores’in yaşamı gün geçtikçe daha
da güçleşmektedir. Gizli olarak yürütmek
zorunda kaldığı mücadele içerisinde çocuklarıyla yeterince ilgilenemediği için
rahat değildir. Parti yöneticisiyle bu durumu tartışır, parti çocuklarını Sovyetler
Birliği’ne göndermeyi önerir. Bir anne için
büyük bir fedakarlık demek olan bu kararı
çok zor verir. Çocukları normal bir hayata kavuşacaklar, iyi bakılacaklar ve gelecekleri güven altına alınacaktır, o yüzden
iç huzuruyla onaylar. 1935 yılında Amaya
ve Ruben, Sovyetler Birliği’ne gönderilir.
Amaya, kısa bir süre Kırım’da bir kampta
kaldıktan sora İvonava’daki uluslararası çocuk yuvasına kabul edilir. Ruben ise
Moskova’daki Stalin Otomobil Fabrikası’nda tornacı çırağa olur. Birkaç ay sonra
da bir havacılık okuluna kaydolur. Ruben,
İspanya iç savaşında Madrid’de savaşa katılır. Savaş yenilgisi sonrası toplama kampına gönderilir, oradan sürgün edilir. Yıllar
sonra Bolşeviklerin Stalingrad savunması
sırasında bir kahraman gibi savaşır ve bu
savaşta yaşamını yitirir.
Dolores, İspanya Komünist Partisi’nin
ülkede ve uluslararası alanda verdiği görevleri layıkıyla yerine getirmeye çalışır.
1933 ortalarında, merkezi Fransa’da
olan dünya savaşı ve faşizm aleyhtarı Ka-
68SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
dınlar Komitesi’nden bir delege İspanya’ya
gelir. İspanya’daki siyasal kadın örgütleriyle temasa geçip Fransa’dakinin benzeri bir
örgüt kurmanın olanaklarını araştırmaktır
amaç. Dolores, bu gelen delege ile görüşür
ve komünist kadınların bu örgütün kurulmasına yardımcı olacaklarını açıklar. Ve
cumhuriyetçilerin bazı “sosyalistleri”nin
katkılarını da alarak İspanya’da savaş ve
faşizm aleyhtarı Kadınlar Ulusal Komitesi kurulur. Bu komite, savaş karşıtı ve faşizm karşıtı kadın mitingleri örgütler. Savaş
mağduru kadın ve çocukları savaş alanlarından uzaklaştırmak ve onlara daha güvenli yaşam olanakları sunmak için değişik
eylemler örgütlerler. 1874’te ikinci kez kurulan monarşi 1931’de bir halk oylamasıyla
devrilir. Monarşinin yerini cumhuriyetçi ve
sosyalist (sadece adı sosyalist olan burjuva bir parti) bir rejim alır. Bu arada ülkede
işçi sınıfı değişik eylemlerle ayaktadır. Monarşinin izlerini sileceğini söyleyen rejim,
kendi iktidarını sağlamlaştırmaktan başka
bir şey yapmamaktadır. Almanya’da Hitler
1933’te iktidara geçtikten sonra İspanya’da
faşizm tehlikesi baş gösterir. Faşist örgütler açıktan açığa faaliyete geçer. İspanya
sokakları, ileride ülkenin başına geleceklerin habercisi olan faşist cinayetlerine tanık
olur. Cumhuriyetçi ve sosyalist yöneticilerin faşizm tehlikesini umursamamalarına
karşın komünistler antifaşist cepheyi oluştururlar. Bu cephe, giderek büyüyen faşizm
dalgasına karşı bütün halk kesimlerini kapsayan geniş bir harekettir.
Ocak 1936’da İspanya’da gelişen faşizme karşı küçük burjuva cumhuriyetçi
partiler ve sosyalist ve komünist partileri
arasında bir ittifak anlaşması yapılır. Bu
ittifak, faşizme karşı halk cephesini doğurmuştur. Halk cephesinin programı komünistlerin isteğine tam tamına uymamaktadır
ama bu cephe İspanya’da demokrasiyi daha
da geliştireceği, işçiler ve demokrat güçlere
daha fazla hak sağlayacağı için kabul edilmiştir. 1936 Şubat’ında yapılan seçimlerde
halk cephesi mecliste çoğunluğu kazanmıştır. Bu cephede yer alan İspanya Komünist
Partisi’nden, Dolores’in de dahil olduğu 17
komünist milletvekili olur. Komünist milletvekillerinin yoğun çabaları büyük emekleriyle İspanya’da faşizme karşı mücadele
başlar. Halk cephesinde yer alan partilerin
de içinde olduğu kimi olumsuz tartışmalar
yürütülür. Faşizmin gücü karşısında bir şey
yapılamayacağını düşünürler. Komünist
Partisi’nin İspanyol halkını ve uluslararası
devrimci güçleri harekete geçirme ve mücadeleye sevk etme çabaları da sonuç vermez. Franco faşizmi İspanya’da hâkimiyet
sağlar. Franco faşizmi, başta İspanya komünistleri olmak üzere ülkedeki mücadele
yürüten herkese vahşice saldırır. Komünistler katledilir. Vahşi işkencelerden geçirilerek sürgüne tabi tutulur. Komünist avı başlar. İspanya Komünist Partisi, İspanya’yı
terketme emri verir. Dolores de sürgüne
gönderilenler arasındadır.
Dünyanın değişik ülkelerinde yaşamaya başlayan Dolores, 1966’da Türkçe ismi
“Faşizmi ezeceğiz” olan bir kitap yazar.
“Bu kitabı yazmaktaki amacım benim için
ikinci derecede önem taşıyan bir takım kısa
anılarımı yayınlamaktan ibaret değildi. Ben
daha çok İspanyol halkını mücadele geleneklerine yazılı olarak tanıklık etmek, dünkü ve bugünkü karşı devrimci propagandanın yalanlarını çürütmek üzere bağımsızlık
savaşmamızın gerçeklerini göz önüne sermek istiyordum” der.
Dolores Ibaruri, 1977 yani yaklaşık 40
yıl sonra ülkesi İspanya’ya döner. Franco
ölmüştür, İspanya demokrasiye hazırlanıyordur. Dolores, kızı Amaya ile 1932’den
beri hep yanında olan yoldaşı, dostu, sekreteri İrane Falean ile birlikte Madrid’e ülkesine gelmiştir. Çocuklarının ve eşi Julian’ın
mezarlarını ziyaret eder.
40 yıl boyunca özlemini çektiği ülkesine döndüğünde, İspanya işçi sınıfının ve
ülkesinin üzerindeki kara bulutların dağıldığın görür. Yaşarken efsaneleşen komünist
NO PASARAN
kadın Dolores, partisi İKP’deki odasında
işlerinin başındadır. “Emekliye ayrıldım”
gibi bir duyguya kapılmadan her gün parti
bürosuna gider. 1 Mayıslarda Barış yürüyüşlerinde genç nesillerle yan yanadır.
En büyük gücü, yaşadığı olayları unutmamasından, üzüntülü ve umutsuz geçen
genç kızlık dönemlerini, dahası halkının
yaşamını, nasıl sömürüldüğünü unutmamasından aldığını söyler. Politikadaki ya-
69
şamın sürekliliğini kazanabilmesi için bu
denli hassas olunmasını, başarının bununla
orantılı olduğunu anlatıyor genç yüreklere.
İspanyol ezilenlerinin “La Pasionaria”sı, yaşamı, mücadele inancı ve komünist
kişiliğiyle bizlere yol gösteriyor.
Kaynak.
Faşizmi Ezeceğiz
Sosyalist Yayınları
SEMİHA ŞAHİN
Özgürlük ve Hakikat
Arayışında 11 Kadın
Önce üç beş kadındı. On oldu, yüz oldu. Şimdi binleri
bulmuş durumda. Hiçleştirilmek istenen bir ulusun, hiçleştirilmiş kadınları olmaktan, kadın ordusuna, kadın devrimine
uzanan yaklaşık 40 yıllık bir mücadele…
Olmakta olan bir tarihe, olmakta olan bir kadın devrimine yürüyen kadınları, kendi hayatları, içinde bulundukları
hareketi ve savaşı, yüzünü döndükleri geleceği… Sadece 11
kadın gerillanın anlatımıyla, bir kitabın sayfalarında.
ETHA editörü ve ANF muhabiri Arzu Demir, 11 kadın
gerillayla yaptı röportajları, “Dağın Kadın Hali” kitabında
topladı. Ceylan Yayınları’ndan yayınlanan kitap, “Savaşta,
Barışta, Özgürlükte Aşkta” üst başlığını taşıyor.
Kürdistan’ın dört parçasından gelmiş, kimi 26 yılı devirmiş gerilla yaşamında, kimi ikinci yılında. Kimi PKK’nin
önder kadrolarıyla yan yana savaşmış, kimi ise İmralı’da 15
yıldır tecritte tutulan önderleri Abdullah Öcalan’ı göreceği
günü bekliyor. Aşkla, inançla, fedayla örülen 11 hayat.
Arzu Demir, kitabın önsözünde “Aynı özgürlük düşünün peşindeydik. Onların, dağların doruklarında yaktıkları
ateşle gösterdikleri hakikat benim de hakikatim olmuştu. Ve
şimdi ben bir Türk sosyalisti olarak, hakikat arayışçısı olan
kadın savaşçılara, bu kitapla vefa borcumu ödemek istiyorum” sözleriyle, kitabı yazma amacını özetliyor. Her birinin
kendi tarihi, yeni tarihlere kapı aralıyor. Farkında olsunlar
veya olmasınlar geleneksel kadınlık rollerine karşı itiraz,
yeni yaşamlarını bu rollere itirazı yeni bilinçle örüyorlar. Bu
örme, yapma ve eyleme işi, yeni kadının ve yeni dünyanın
yolunu döşüyor. Öğreniyorlar, uyguluyorlar, yaratıyorlar,
72SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
yeni yaratımlarla yeniden öğreniyorlar ve
her biri yeni bir tarih yaratıyor.
Arayış
Kadın savaşçıların, hepsinde ortak
yan, ulusal ezilmişlik ve bu ezilmişliğe dur
diyebilme arayışı. 11 gerillada da ‘arayış’a
çıktıkları yol dağda kesişiyor.
Arzu Demir, ‘arayış’ı gerillayla eş tutuyor. “Macera olmadan olmaz diyorum...
Çünkü anladığım kadarıyla gerilla demek
bir arayış demek. Arayış ise maceraya atılmadan olmuyor.”
Demir’in konuştuğu kadın gerillaların
hepsinde çıkış noktasıdır “arayış” ve yola
çıkılan ilk adım. 24 yılını dağda geçiren
Menal Bagok, Kürtlüğün ne demek olduğunu ‘88-’89 yıllarında sorguluyor ve ardından arayışı başlıyor. Şivan’ı dinliyor sürekli. Kürdistan gerçekliğini, aile ortamının
da etkisiyle kavramaya başlıyor. Türkiyeli
devrimcilerle de tanışıklığı olan Bagok,
“Ama duygu boyutuyla arayışlarım beni
bu tarafa itti. Anlamaya, bilince çıkarmaya
başladıkça duygusal tepkilerim de artıyordu. Yoksulları, haksızlığa uğrayanları gördükçe onları savunmak istiyordum” diye
anlatıyor arayışlarının geldiği boyutu.
Nurhak’tan Almanya’ya göçen bir
ailenin çocuğu olan Roza Pınar, 23 yıldır
özgürlük hareketi içinde yer alıyor. Onun
arayışı ise Almanya’da başlıyor.
Roza şöyle anlatıyor arayışını;
“Beni PKK’ye getiren ve yönümü
Kürdistan’a çeviren çelişkinin ilki; Avrupa’da öne çıkartılan Batı hümanizması
ile yaşam arasındaki farktı. Batı hümanizmasında ve Hristiyanlıkta, ‘Herkes eşittir’
deniliyordu. Ancak gerçek böyle değildi.
Bir Avrupalı ya da Alman değilsen, onlar
gibi yaşamıyor, onlar gibi düşünmüyorsan,
onlar gibi hissetmiyorsan sen bir hiçsin.
Sürekli ötekileştiriliyorsun ve kabul görmüyorsun. Ben bu çelişkileri derinden
yaşadım. Bir taraftan bir dış dünyan var;
farklı bir dünya, kimlik ve dil. Ama diğer
taraftan ailenin yurtseverliğinden kaynaklı Kürt ve Kürdistan gerçeği. Almanların
yanına gidiyorsun, onlar gibiysen seni kabul ediyor. Ama o halde, kendi toplumunun
içine girmeye kalkarsan bu kez kendi
toplumun tarafından kabul görmüyorsun.
Değişmişsin, benzeşmişsindir. Bu iki kimlik arasında bir sıkışma yaşadım. Bunlar
giderek beni ‘Ben kimim? Nereye aittim?’
sorularına ve kimlik arayışına yöneltti.”
Annesinin milis olduğunu sonradan
öğrenen Koçerin Amed’in de arayışı benzer. “Bir taraftan da sistemin beni kendine
çekmesi vardı; özgürlüğü ekonomik özgürlükte arama, farkında olmadan Türklüğe
özenti. İki arada bir deredeydim. Tüm bunların içinde Kürtlük olgusu bırakmadı beni.
İlk yıl arayışlarla geçti; çok değişik çevrelerle ilişkilenme, dincilerden devrimcilere
kadar geniş bir sosyal çevreye açılım oldu.
Ama kimlik arayışım öne çıktı.”
Kadın gerillaların dağ yolunu tutmaları, dört parçayı sömürgeciliğin Kürt ulusu
üzerindeki baskılarıyla paralellik taşıyor.
Halepçe katliamı, köy yakmalar, aile bireylerinden birilerinin gördüğü işkenceler, Abdullah Öcalan’ın tutsak edilmesi, Kürtçeyi
konuşamamak…
2005 yılında gerillaya katılan Avaşin
Yılmaz, 11 yaşlarında köylerinin yakılışını
aynı sıcaklıkla anlatıyor Arzu Demir’e;
“Bütün köylüleri köy meydanında topladılar; kadınları bir tarafa, erkekleri bir
tarafa. Erkekler sıra dayağından geçiriliyordu. Askerler köyün içine dağılmıştı. O
sırada doğum yapmak üzere olan bir kadını
köy meydanına getirdiler. Kadın, köy meydanında doğurdu. Bir o görüntüyü unutmuyorum, bir de, bizim evin olduğu yöndeki dumanları. O dumanları ilk fark eden
ben oldum. Dumanları fark edince, evimiz
yanıyor diye koşarak o kalabalıktan çıktım.
Gittiğimizde evimiz yanmıştı.”
Köy yakmaların ardı arkasının kesilmediği yıllar. Zorla göç ettirilen binlerce
Kürt ailesi gibi Avaşin’nin de ailesi merkeze
Özgürlük ve hakİkat arayışında 11 kadın
taşınıyor. Arayış tüm aileyi sarıyor, İki
ağabeyi de gerillaya katılıyor. Daha sonra
da Avaşin, dağların yolunu tutuyor.
“Türk
arkadaşlarımın
arasında
Kürtçe türküler söylüyordum. Sağ görüşlü
arkadaşlarım vardı. Onların da yanında söylüyordum. Bir çığlığa dönüşmeye
çalışıyordum. Herkese haykırmak istiyordum; Kürt’üm diye.” Atmak istediği çığlık,
bugün Kürdistan dağlarında yankılanıyor
Mizgin Agiri’nin ve 20 yıldır aynı çığlığı
atıyor.
Özgürlük
Elbetteki bu sorgulama ve arayışın
sıçrama noktası, özgürlük. Sorgulama ve
arayışın, nitelik değişimi. Kadın gerillalar,
arayışlarının ulaşacağı noktayı da çok net
ifade ediyor. Özgürlük, bu tanımlamanın en
yalın hali. Anlatımları okuyunca, özgürlük
tanımlamasının ne kadar somut, elle tutulur, gözle görülür bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Dillerinin, topraklarının, kimliklerinin özgürlüğü. Mücadele ve savaş,
büyüdüğü, geliştiği oranda da özgürlük
tanımı genişlemiş. Birçoğu, özgür Kürdistan için çıktıkları yola, yeni bir yol eklemiş.
Özgür kadına, yeni kadına ulaşmak.
Menal Bagok, gerillaya katıldığı ilk
günlerde kefiye takmalarını isteyen komutanlarına ‘Biz buraya asker olmaya geldik.
Eşitlik, özgürlük için savaşmaya geldik,
kadın olmaya gelmedik’ yanıtnı verdiğini
anlatıyor. Doçkayı ilk kullanan kadın gerilla
olan Bagok, 1993 yılında yapılan ilk kadın
kongresinde de yer almış. Kadın bilincinin
gelişim düzeyini, açıklıkla anlatıyor Bagok,
hareket içindeki erkek egemen yaklaşımları
olduğu gibi aktarıyor, ister üst düzey olsun,
ister komutan veya sıra neferi.
“İnsan kararlı olduktan sonra, arayışlarına her yerde yanıt bulabilir. Fakat benim
yaşadığım ortamda bunun zemini çok yoktu. Burada toplumda göremediğim şeyler
var. Burada fiziki bir özgürlüğün yok ama
zihinsel anlamda, düşünsel anlamda özgür-
73
sün. Kendi iradene sahipsin.” Bu sözlerin
sahibi, 2011 yılı sonlarında gerillaya katılan Deniz Amed. Bir kadın olarak, özelde
de Kürdistanlı bir kadın olarak özgürlüğünü aradığını söylüyor.
Demir’in “Özgürlük nedir” sorusuna
ise en yalın yanıt 1989 yılında 11 yaşında
gerillaya katılan Sakine Canda’dan geliyor: “Özgürlük içinde çözdüğün şeydir.
Beynimde özgür bir şekilde yaşamak istiyorum. Yaşıyorum da.”
22 yaşındayken 1995 yılında gerillaya
katılan Dilan Nurhak da, özgürlük algısının mücadeleyle birlikte değiştiğini söyleyenlerden: “Savaşırsam, teorim de olursa,
özgürüm. Bir yere gelirsem, komutan olursam, elimde yetki olursa özgürüm’ diye
düşünüyordum. Hatta, yetkiyi özgürlükle
eşdeğer tutma vardı. Şimdi ise özgürlük
ile iktidarın tam tersi olduğunu, birbiriyle
çeliştiğini, iktidarın olduğu yerde özgürlüğün olmadığını düşünüyorum.”
Rojava’dan Medya Savunma Alanlarına 2002 yılında gelen Selcan Çiya da
“özgürlük” kavramına dair tartışmasını
tamamlamayanlardan. “Gerçekten sadece
kavramsal bir şey mi yoksa hayatta bir
karşılığı var mı? Benim anladığım özgürlük; bir zihniyettir. İnsanı yaratan bir zihniyettir. Kadını yaratan bir zihniyettir.
Özgürlük; zihniyetini yarattıktan sonra onu
yerinde yaşatmaktır. Özüyle...”
Kadın gerillaların hiçbiri özgürlüğe
bireyden bakmıyor. Sömürü sistemi içinde
bireysel özgürlüğün mümkün olmadığını
ortaya koyuyorlar. Özgürlüğü toplumsal ve
kolektif olarak ele alıyorlar. En dikkat çekici tanımı ise Mizgin Agiri yapıyor; “İnsanın toplumsallaşması, birey ile toplum
arasında optimal dengeyi yakalayabilmesi
ve kendinde zayıf gördüğü noktaları güç
olarak açığa çıkarabilmesidir. Acılarını
güce dönüştürebilmesidir ve bunu yaptığı
oranda da toplumsallaşmasıdır. Birey
olarak kendini yarattığı kadar o toplumla
kendi arasında denge kurabilmesidir.”
74SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014
Aşk
Dağın Kadın Hali kitabının en dikkat
çekici sorusu kadın gerillalarının ‘aşk’a
yaklaşımları. Arzu Demir, konuştuğu bütün
gerillalara bu soruyu yöneltiyor. Aldığı yanıt
çok farklı değil: “Bizde aşk, cinselliğe dayanan bir aşk ilişkisi değildir” şekliyle özetleyebiliriz.
Aşk’ı içselleştirme ve onu aşma durumu olarak yansıyor anlatımlar. Birbirine
benzerlikleri çok. Bu da doğal bir durum.
Arzu Demir’in genel anlatımları delme girişimleri ise meselenin farklı toplumsal ve
mücadeleler süreci içinde olanlarca çok
anlaşılabileceğini düşünmüyorum. Sonuçta
kavramlar da canlıdır, değişen toplumsal koşullar ve bilinçlerle birlikte farklı anlamlara
çıkabilecek bir boyuta sahip.
Arzu’nun “Hiç mi aşık olunmuyor
dağlarda?” sorusunu, Dilan Nurhak şöyle
yanıtlıyor:
“Öyle değil tabi ki, duygular boyutunda
yaşarsın bunu. Ama bu duygularını yüceltirsin. Ben bir kadını ya da bir erkeği seversem
onu köleleştiren, mülkleştiren değil de, kendim olarak yücelten değer veren noktasına
getiririm. Yasaktan çok, şöyle bir gerçeklik var. Bu ilişkiler içimizde gelişirse, bu
hareket biter. Biz bu davaya katıldığımızda,
devrimci olmaya karar verdiğimizde, bunu
göze alarak geldik. Bu durumu gönüllü kabul ediyoruz. Yasak olarak değil. Aşk ihanete
götürmemeli. Eğer, aşksa, sevgiyse, davanı
birlikte yürütürsün. Kadın erkek arasındaki
o duygu eğer ihanete götürüyorsa, zaten aşk
değildir, zaten sevgi değildir.”
Roza Pınar ise Kürdistan ve erkek egemen kapitalist sistemin kadına biçtiği rolü
açıklayarak, Arzu Demir’in sorusuna yanıt
veriyor. Pınar, Öcalan’ın “Kürdistan’da sevgi
katledilmiştir” sözüne atıfta bulunuyor: Katledilen bir sevgi, nasıl bir gerçek aşka dönüşebilir ki! Erkek tarafından çirkinleştirilmiş
bir yaşam gerçeği var. Bu yaşam gerçeğine
küsmüş bir kadın gerçeği var. Kendisine ait
değil. Birilerinin barışması lazım bu yaşamla.
Erkeğin hesaplaşması lazım. Hesaplaştıkça,
gerçek aşkın, sevginin nasıl yaratılacağını,
yüceleştirileceğini görecektir.”
Ölüm
En kısa yanıtların verildiği sorular ölüm
hakkında. Her biri bakımından çözümlenmiş
bir mesele. Ölümün, yaşamın bir parçası ve
hayatın devamı için bir gereklilik olarak tanımlanıyor. “Ben hiçbir zaman ölmek için
savaşmadım” diyor, 26 yıllık savaş hayatında Sakine Canda.
“Şehit düşsen de yine yaşamak içindir.
Başka insanlar yaşayacak, halk yaşayacak. Ben, sadece Kürdistan toplumu için
değil her yerdeki kadınlar için savaşıyorum. Ben hiçbir gün ‘PKK’de bugün yarın
şehit düşeceğim, onun için boşver’ demedim. Hiçbir zaman böyle düşünmedim. Hep
savaşın en yoğun olduğu yerlerde kaldım.
Ateşlerin içinde kaldım. Ama hiç yaşamaktan vazgeçmedim, ‘Birazdan öleceğim’
diye hiç düşünmedim. Hep yaşamak için
savaştım. Kendim için de değil, bu halk için.
Zerre kadar da aklımdan geçmedi ölüm.
Yaşamayan insanlar belki hikaye olarak anlayabilir ama yaşayan daha iyi bilir. Ben bu
ülkeyi tanımasam, belki bu zorluğa bu kadar
dayanamam. Ama niçin yaptığını bildiğin
zaman dayanıyorsun. Çünkü içinde hep bir
umut oluyor. O umut için direniyorsun. Ve
bu umut, bir kez olsun beni terk etmedi.”
“Kadın tarihini yeniden yazıyoruz biz
burada. Bunun için de ölmek o kadar da zor
değil bizim için” diyor Berfin Sorgül “Ölümden korkmuyor musun?” sorusuna.
Gerilla yaşamını seçerek, bir ölçüde
de ölümü de seçenlerin anlatımları bunlar.
Acıları güce dönüştürmeyi öğrenmiş bir
halkın savaşçıları olduklarının bilinci sarmış
tüm sözleri. Her birinin bireysel tarihinde
onlarca acı var. Yitirdikleri aile bireylerinden, koruması altında olan genç yoldaşlarını
yitirmeleri, bir gün sonra bir daha göremeyecekleri yoldaşlarıyla yaptıkları son sohbetlerin bıraktığı izler, ihanetlerin acıları.
Özgürlük ve hakİkat arayışında 11 kadın
Her birinin hayat öyküsünde mutlaka ama
mutlaka var. Yıllarını geçirseler de gerillada her bir yitirilen canın yarattığı derin izler.
“Yaşayan bilir.”
Örgüt
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1993’te
önerdiği ancak o dönemdeki erkek egemenliğinin düzeyiyle iptal edilen Kadın Konferansı’ndan kadın ordusunun yaratılmasına
evrilen sürecin elbette ki başlı başına ele alınması gereken yanları var. Geleneksel kadınlık
ve erkeklikle mücadele konusunda eleştirel
ve özeleştirel bir tutum, harekette çok belirgin bir yerde duruyor. Kadın gerillalar,
bu gücünü kadın örgütünden ve önderlikten
aldıklarını her fırsatta dile getiriyor. “Hiçbir
kadın örgütsüz kalmamalı. örgütsüz kalan her
kadın, erkeğin potansiyel hedefidir” sözleriyle özetliyor, özgün kadın örgütlenmesinin
kendileri için anlamını Avaşin Yılmaz.
Mizgin Agiri de, özgün kadın örgütlenmesinin yaratılmasının etkilerini şu sözlerle
aktarıyor; “Kendi içinde örgütlü bir cins ve
sınıf mücadelesi yürüten kadın gücü, erkeği
de değiştirir, değiştirdi de. Büyük çatışmalar
da oldu.”
Aynı dava içinde birlikte savaştığın
erkek yoldaşlarının düzeyini görmek bakımdan da oldukça dikkat çekici anlatımlar yer
alıyor kitapta. Roza Pınar’ın sözü ise çok net
özetliyor durumu; “’İyi erkek’, ‘kötü erkek’
yoktur. Erkek, erkektir. Kadın karşısında
erkek tektir.”
Elbetteki bu sözlerin ardında büyük
deneyimler mevcut. Hiç kitabi değil, hayatın
gerçekliği üzerine basıyor sözler. O nedenle
de kadın savaşçıların gerçekliğini de o denli
açık anlatıyorlar.
75
Dağın Kadın Hali’nde yalınlık, sadelik tüm anlatımlara hakim. Arzu Demir,
sadece kadınları konuşturmamış, her bir
anlatımda, 40 yıldır süren bir mücadelenin
içinden geçtiği tarihi kesitleri de yansıtmış,
yer yer kendi tarihini de aktararak. 90’lı
yıllardan bu yana toplumsal, ulusal ve cinsel mücadelenin içinde yer alanlar, Kürt
özgürlük hareketinin gerçekliğinin küçük
bir parçasını bu kitapta görebilir. Kendi
tarihiyle de buluşturabilir. İşte o zaman
her birimizin aradığı hakikata da bir yanıt
olabilir. 11 kadın gerillanın hakikati elbette
kendilerine ait. Bu aitlik içinde çok farklı
yaşam koşulları içinde olan kadınların
yaşamlarına sahicilik oldukça etkileyici.
Kadın özgürlük mücadelesinde Kürt
özgürlük hareketi içinde yer alan kadınların
tarihi katkılarını görmek mümkün kitapta. Sosyalist ve feminist kadın hareketinin
izleri, sınıfsal mücadelenin deneyimlerini
özümsenip, kendi koşullarına uyarlanmasına
tanık oluyorsunuz.
‘Hakikat’. Her kadının kullandığı bir
kavram. Hakikatı arama, hakikata ulaşma.
Özgürlüğü, aşkı, ölümü ve arayışın ulaşacağı nokta. “Özbenliğe kavuşmadır hakikat olan” diye tanımlıyor özgürlüğü Berfin
Sorgül. Özünü bulma arayışı.
Bitmeyen arayışı şu sözlerle özetliyor
Roza Pınar: “Bizimki bir arayıştır. Bunun
arayışı içerisindeyiz. Gelinen aşamada biz
buna ulaştık mı? Tümüyle ulaştığımızı
söylemem.”
Bireysel deneyimlerden, örgütsel ve
ideolojik deneyimlere kadar zenginliği,
çeşitliliği, olmakta olan bir tarihi yansıtıyor.
Tarih, yapılmaya ve yazılmaya devam ediyor.