Tam Metin - Marmara Medical Journal
Transkript
Tam Metin - Marmara Medical Journal
Marmara Medical Journal DERGI HAKKINDA Marmara Medical Journal, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yayınlanan multidisipliner Ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel bir dergidir. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, tıbbın her alanını içeren klinik ve deneysel çalışmaları, ilginç olgu bildirimlerini, derlemeleri, davet edilmiş derlemeleri, Editöre mektupları, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini, ayırıcı tanı, tanınız nedir başlıklı olgu sunumlarını, soru-cevaplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları ve özellikle Halk Sağlığı ve Tıp Eğitimi ile ilgili çalışmaları ve tıp öğrencilerinin yaptıkları çalışmaları yayınlar. Periyodu: Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır. Yayına başlama tarihi : 1988 e-Yayına başlama tarihi: 2004 (2004 yılından 2011 yılına kadar sadece elektronik ortamda yayınlanmıştır.) Yayın Dili : Türkçe, İngilizce ISSN :1019-1941 eISSN :1309-9469 Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri İndekslendiği dizinler: EBSCO, SCOPUS, EMBASEExcerpta Medica, DOAJ (Directory of Open Access Journals), Cross Ref, ULRICH’s Database, Google Scholar, British Library, ULAKBİM Tıp Veri Tabanı (Türk Tıp Dizini), Türkiye Atif Dizini, Türk Medline (Ulusal Atif İndeksi), Türkiye Klinikleri Tıp Veri Tabanı, Milli Kütüphane-Türkiye Makaleler Bibliyografyası Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 2 haftadır Yayın Hakları: Marmara Medical Journal’in basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir. Makale takibi - İletişim Seza Arbay Marmara Medical Journal (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Tıbbiye cad No:49 Haydarpaşa 34668, İstanbul Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 E-posta: [email protected] Yayınevi Marmara Üniversitesi Yayınevi Göztepe Kampüsü, Kadıköy 34722 İstanbul Tel. +90 216 348 4379, Faks +90 216 348 4379 E-posta: [email protected] Yayın Hizmetleri BAYT Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Şti. Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay 16420 Ankara Tel. 0312 431 3062 Faks: 0312 431 3602 E-posta: [email protected] www.bayt.com.tr Baskı Tarihi: Mayıs 2013 Dergi asitsiz kağıda basılmaktadır. ABOUT The Marmara Medical Journal is a multidisciplinary, academic publication of Marmara University, School of Medicine. It is an open access, double blind peer-reviewed journal. The journal aims to publish papers of general interest relating to advances in medical practice and novel treatments that will be of interest to general practitioners, medical students, and senior practitioners and specialists. We especially welcome papers on Public Health and Medical Education. MMJ also aims to publish all types of research conducted by medical students. It includes original research papers, case reports, reviews, articles about clinical and practical applications and editorials, short reports, letters to the editor and occcasionally a photo-quiz. Frequency : Three times a year ( January, May, October) Year of first print issue : 1988 Year of first online issue : 2004 (Between 2004 and 2011 the Journal was published solely in an electronic format.) Print ISSN : 1019-1941 eISSN : 1309-9469 Language : English and Turkish The articles published in the Marmara Medical Journal are indexed or abstracted in: EBSCO, SCOPUS, EMBASE / Excerpta Medica, DOAJ (Directory of Open Access Journals), Cross Ref, ULRICH’S Database, Google Scholar, The British Library, Turkish Academic Network and Information Center (ULAKBİM)-Turkish Medical Database, TURK MEDLINE - Türk Sağlık Bilimleri İndeksi (Index of Turkish Health Sciences), Türkiye Makaleler Bibliyografyası (Bibliography of Articles in Turkish Periodicals), Türkiye Klinikleri Tıp Dizini (Turkish Citation Index) We aim to reach a decision on all manuscripts within two weeks of submission. Permission Request: Manuscripts, tables, graphics, figures and pictures published in the Marmara Medical Journal cannot be reproduced, archieved in a system, used in advertisement materials, without a written permision. Citations can be included only in scientific articles with referral. Correspondence and communications Seza Arbay Marmara Medical Journal (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Tıbbiye cad No:49 Haydarpaşa 34668, İstanbul, Turkey Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 E-mail: [email protected] Publishing House Marmara Üniversity Press Göztepe Kampüsü, Kadıköy 34722 İstanbul, Turkey Tel. +90 216 348 4379, Faks +90 216 348 4379 E-mail: [email protected] Publishing Services BAYT Scientific Research Publishing and Presentation Co. Ltd. Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay 16420 Ankara, Turkey Tel. +90 312 431 3062 Fax: +90 312 431 3602 E-mail: [email protected] Printing Date: May 2013 The Journal is printed on acid-free paper. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Sahibi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi adına / Owner, In the name of Deanship of Marmara University, School of Medicine Dekan / Dean Prof. Dr. Hasan Fevzi Batırel Editör / Editor-in-Chief Prof. Dr. Dilek Gogas Yavuz Editör Yardımcıları /Associate Editors Prof. Dr. Işıl Barlan Prof. Dr. Atila Karaalp Doç. Dr. Asım Cingi Doç. Dr. Beste Atasoy Doç. Dr. Evrim Karadağ Saygı Doç. Dr. Arzu Akşit İlki İstatistik Editörü / Statistics Editor Prof. Dr. Nural Bekiroğlu Koordinatörler / Coordinators Seza Arbay, MS Dr. Vera Bulgurlu Uluslararası Editörler Kurulu / International Editorial Board Adnan Dağçınar, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Athanasios Fassas, Arkansas, ABD / Arkansas, USA Ayşegül Atmaca, Samsun, Türkiye / Samsun, Turkey Cem Ergon, İzmir, Türkiye / Izmir, Turkey Christoph Grüber, Frankfurt, Almanya / Frankfurt, Germany Christos Mantzoros, Boston, ABD / Boston, USA Devrim Dündar, Kocaeli, Türkiye / Kocaeli, Turkey Dilek Seçkin, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Emin Kansu, Ankara, Türkiye / Ankara, Turkey Esen Akpek, Baltimore, ABD / Baltimore, USA Evren Yaşar, Ankara, Türkiye / Ankara, Turkey Feray Cinevre Soyupak, İsparta, Türkiye / Isparta, Turkey George Velmahos, Boston, ABD / Boston, USA Hakkı Arıkan, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey İbrahim Şahin, Malatya, Türkiye / Malatya, Turkey İhsan Nuri Akpınar, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Isac I Schnirer, Tel Aviv, İsrail / Tel Aviv, Israel Jan Lotvall, Gothenburg, İsveç / Gothenburg, Sweden Kaan Boztuğ, Viyana, Avusturya / Vienna, Austria Kayıhan Uluç, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Kazunori Okabe, Ube, Japonya / Ube, Japan Lydia Ioannido Mouzaka, Atina, Yunanistan / Athens, Greece Muzaffer Metintaş, Eskişehir, Türkiye / Eskisehir, Turkey Neşe Perdahlı Fiş, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Neşe Tuncer Elmacı, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Nima Rezaei, Tahran, İran / Tehran, Iran Oğuzhan Deyneli, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Olcay Yeğin, Antalya, Türkiye / Antalya, Turkey Önder Ergönül, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Özge Ecmel Onur, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Özlem Yenice, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Rainer W Guillery, Oxford, İngiltere / Oxford, England R Lucian Chirieac, Boston, ABD / Boston, USA Robert W Mahley, San Francisco, ABD / San Francisco, USA Scott J Swanson, Boston, ABD / Boston, USA Seval Güneşer, Adana, Türkiye / Adana, Turkey Todor A Popov, Sofya, Bulgaristan / Sofia, Bulgaria Toni Lerut, Leuven, Belçika / Leuven, Belgium Yoshifumi Naka, New York, ABD / New York, USA Yusuf Yazıcı, New York, ABD / New York, USA Tevfik Yoldemir, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Ziya Salihoğlu, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Yazarlara Bilgi Marmara Medical Journal - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisine ilginize teşekkür ederiz. Derginin elektronik ortamdaki yayınına erişim www.marmaramedicaljournal.org adresinden serbesttir. Marmara Medical Journal tıbbın klinik ve deneysel alanlarında özgün araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler, davet edilmiş derlemeler, mektuplar, ilginç, fotoğraflı soru-cevap yazıları (photo-quiz), editöre mektup, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlamaktadır. Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanan Marmara Medical Journal hakemli ve multidisipliner bir dergidir. Gönderilen yazılar Türkçe veya İngilizce olabilir. Değerlendirme süreci Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları açısından incelenir. Derginin istediği forma uymayan yazılar, daha ileri bir incelemeye gerek görülmeksizin yazarlarına iade edilir. Zaman ve emek kaybına yol açılmaması için, yazarlar dergi kurallarını dikkatli incelemeleri önerilir. Dergi kurallarına uygunluğuna karar verilen yazılar Editörler Kurulu tarafından incelenir ve en az biri başka kurumdan olmak üzere iki ya da daha fazla hakeme gönderilir. Editör, Kurulu yazıyı reddetme ya da yazara(lara) ek değişiklikler için gönderme veya yazarları bilgilendirerek kısaltma yapmak hakkına sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik ve düzeltmeler yapılana kadar, yazılar yayın programına alınmamaktadır. Marmara Medical Journal gönderilen yazıları sadece online olarak http://marmaramedicaljournal.org/submit adresinden kabul etmektedir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Marmara Medical Journal yazıların bilimsel sorumluluğunu kabul etmez. Makale değerlendirmek için gönderildiği sırada Yayın Hakkı Devir Formu ve çıkar çatışması formu imzalanıp dergiye iletilmelidir. Gönderilen yazıların dergide yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın organında yayınlanmamış olması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster olarak sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve yeri ile birlikte belirtilmelidir. Yayınlanması için başvuruda bulunulan makalelerin, adı geçen tüm yazarlar tarafından onaylanmış olması ve çalışmanın başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayınlanmak üzere değerlendirmede olmaması gerekmektedir. Çalışma ile ilgili herhangi bir mali ya da diğer çıkar çatışması var ise çıkar çatışması formunda belirtilmelidir. (1, 2) Yazıların hazırlanması Derginin yayın dili İngilizce veya Türkçe’dir. Türkçe yazılarda Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü (http://tdk.org.tr) esas alınmalıdır. Anatomik terimlerin ve diğer tıp terimlerinin adları Latince olmalıdır. Gönderilen yazılar, yazım kuralları açısından Uluslararası Tıp Editörleri Komitesi tarafından hazırlanan “Biomedikal Dergilere Gönderilen Makalelerde Bulunması Gereken Standartlar“a (Uniform Requirements For Manuscripts Submittted to Biomedical Journals) uygun olarak hazırlanmalıdır. (http://www. ulakbim.gov.tr /cabim/vt) Makale içinde kullanılan kısaltmalar Uluslararası kabul edilen şeklide olmalıdır (http://www.journals.tubitak.gov.tr/kitap/ maknasyaz/) kaynağına başvurulabilir. Birimler, Ağırlıklar ve Ölçüler 11. Genel Konferansı’nda kabul edildiği şekilde Uluslararası Sistem (SI) ile uyumlu olmalıdır. Makaleler Word, WordPerfect, EPS, LaTeX, text, Postscript veya RTF formatında, şekil ve fotoğraflar ise ayrı dosyalar halinde TIFF, JPG, BMP, Postscript veya EPS formatında kabul edilmektedir. Yazı kategorileri Yazının gönderildiği metin dosyasının içinde sırasıyla, Türkçe başlık, özet, anahtar sözcükler, İngilizce başlık, özet, İngilizce anahtar sözcükler, makalenin metini, kaynaklar, her sayfaya bir tablo olmak üzere tablolar ve son sayfada şekillerin (varsa) alt yazıları şeklinde olmalıdır. Metin dosyanızın içinde, yazar isimleri ve kurumlara ait bilgi, makalede kullanılan şekil ve resimler olmamalıdır. Özgün araştırma makaleleri Türkçe ve İngilizce özetler yazı başlığı ile birlikte verilmelidir. (i) Özetler: Amaç (Objectives), Gereç ve Yöntem (Materials and Methods) ya da Hastalar ve Yöntemler (Patients and Methods), Bulgular (Results) ve Sonuç (Conclusion) bölümlerine ayrılmalı ve 200 sözcüğü geçmemelidir. (ii) Anahtar Sözcükler İngilizce anahtar kelimeler Medical Subject Headings (MeSH)’e, Türkçe anahtar kelimeler ise Türkiye Bilim Terimleri (TBT)’ne uygun olarak seçilmelidir. Yazının diğer bölümleri, (iii) Giriş, (iv) Gereç ve Yöntem / Hastalar ve Yöntemler, (v) Bulgular, (vi) Tartışma ve (vii) Kaynaklar’dır. Başlık sayfası dışında yazının hiçbir bölümünün ayrı sayfalarda başlatılması zorunluluğu yoktur. Maddi kaynak, çalışmayı destekleyen burslar, kuruluşlar, fonlar, metnin sonunda teşekkürler kısmında belirtilmelidir. Olgu sunumları İngilizce ve Türkçe özetleri kısa ve tek paragraflık olmalıdır. Olgu sunumu özetleri ağırlıklı olarak mutlaka olgu hakkında bilgileri içermektedir. Anahtar sözcüklerinden sonra giriş, olgu(lar) tartışma ve kaynaklar şeklinde düzenlenmelidir. Derleme yazıları İngilizce ve Türkçe başlık, İngilizce ve Türkçe özet ve İngilizce ve Türkçe anahtar kelimeler yer almalıdır. Kaynak sayısı 50 ile sınırlanması önerilmektedir. Kaynaklar Kaynaklar yazıda kullanılış sırasına göre numaralanmalıdır. Kaynaklarda verilen makale yazarlarının sayısı 6 dan fazla ise ilk 3 yazar belirtilmeli ve İngilizce kaynaklarda ilk 3 yazar isminden sonra “et al.”, Türkçe kaynaklarda ise ilk 3 yazar isminden sonra “ ve ark. “ ibaresi kullanılmalıdır. Noktalamalara birden çok yazarlı bir çalışmayı tek yazar adıyla kısaltmamaya ve kaynak sayfalarının başlangıç ve bitimlerinin belirtilmesine dikkat edilmelidir. Kaynaklarda verilen dergi isimleri Index Medicus’a (http://www.ncbi.nim.nih.gov/sites/ entrez/query.fcgi?db=nlmcatalog) veya Ulakbim/Türk Tıp Dizini’ne uygun olarak kısaltılmalıdır. Makale: 1. Yazici D, Taş S, Emir H, Sunar H. Comparison of premeal mixed insulin three times daily and basalbolus insulin therapy started post-operatively on patients having coronary artery bypass graft surgery. Marmara Med J 2011; 25:16-9. doi: 10.5472/MMJ.2011.02134.1 2. Walker M, Hull A. Preterm labor and birth. In: Taeusch HW, Ballard RA, eds. Avery’s Diseases of the Newborn. Philadelphia: WB Saunders, 1998: 144,153. Kitap: Norman IJ, Redfern SJ, (editors). Mental health care for elderly people. New York: Churchill Livingstone, 1996. Kitaptan Bölüm: Phillips SJ, Whisnant JP Hypertension and stroke. In: Laragh JH, Brenner BM, editors. Hypertension: Pathophysiology, Diagnosis, and Management. 2nd ed. New York: Raven Pres, 1995:465-78. Kaynak web sitesi ise: Kaynak makalerdeki gibi istenilen bilgiler verildikten sonra erişim olarak web sitesi adresi ve erişim tarihi bildirilmelidir. Kaynak internet ortamında basılan bir dergi ise: Kaynak makaledeki gibi istenilen bilgiler verildikten sonra erişim olarak URL adresi ve erişim tarihi verilmelidir. Kongre Bildirileri: Bengtsson S, Solheim BG. Enforcement of data protection, privacy and security in medical informatics. In: Lun KC, Degoulet P, Piemme TE, Rienhoff O, editors. MEDINFO 92. Proceedings of the 7th World Congress on Medical Informatics; 1992 Sep 6-10; Geneva, Switzerland. Amsterdam: North-Holland; 1992:1561-5. Tablo, şekil, grafik ve fotoğraf Tablo, şekil grafik ve fotoğraflar yazının içine yerleştirilmiş halde gönderilmemeli. Tablolar, her sayfaya bir tablo olmak üzere yazının gönderildiği dosya içinde olmalı ancak yazıya ait şekil, grafik ve fotografların her biri ayrı bir imaj dosyası ( jpeg) olarak gönderilmelidir. Tablo başlıkları ve şekil altyazıları eksik bırakılmamalıdır. Şekillere ait açıklamalar yazının gönderildiği dosyanın en sonuna yazılmalıdır. Tablo, şekil ve grafiklerin numaralanarak yazı içinde yerleri belirtilmelidir. Tablolar yazı içindeki bilginin tekrarı olmamalıdır. Makale yazarlarının, makalede eğer daha önce yayınlanmış alıntı yazı, tablo, şekil, grafik, resim vb var ise yayın hakkı sahibi ve yazarlardan yazılı izin almaları ve makale üst yazısına ekleyerek dergiye ulaştırmaları gerekmektedir. Tablolar metin içinde atıfta bulunulan sıraya göre romen rakkamı ile numaralanmalıdır. Her tablo ayrı bir sayfaya ve tablonun üst kısmına kısa ancak anlaşılır bir başlık verilerek hazırlanmalıdır. Başlık ve dipnot açıklayıcı olmalıdır. Sütun başlıkları kısa ve ölçüm değerleri parantez içinde verilmelidir. Bütün kısaltmalar ve semboller dipnotta açıklanmalıdır. Dipnotlarda şu semboller: († ‡ ¶ §) ve P değerleri için ise *, **, *** kullanılmalıdır. SD veya SEM gibi istatistiksel değerler tablo veya şekilin altında not olarak belirtilmelidir. Grafik, fotoğraf ve çizimler ŞEKİL olarak adlandırılmalı, makalede geçtiği sıraya göre numaralanmalı ve açıklamaları şekil altına yazılmalıdır Şekil alt yazıları, ayrıca metinin son sayfasına da eklenmelidir. Büyütmeler, şekilde uzunluk birimi (bar çubuğu içinde) ile belirtilmelidir. Mikroskopik resimlerde büyütme oranı ve boyama tekniği açıklanmalıdır. Etik Marmara Medical Journal’a yayınlanması amacı ile gönderilen yazılar Helsinki Bildirgesi, İyi Klinik Uygulamalar Kılavuzu, İyi Laboratuar Uygulamaları Kılavuzu esaslarına uymalıdır. Gerek insanlar gerekse hayvanlar açısından etik koşullara uygun olmayan yazılar yayınlanmak üzere kabul edilemez. Marmara Medical Journal, insanlar üzerinde yapılan araştırmaların önceden Araştırma Etik Kurulu tarafından onayının alınması şartını arar. Yazarlardan, yazının detaylarını ve tarihini bildirecek şekilde imzalı bir beyan ile başvurmaları istenir. Çalışmalar deney hayvanı kullanımını içeriyorsa, hayvan bakımı ve kullanımında yapılan işlemler yazı içinde kısaca tanımlanmalıdır. Deney hayvanlarında özel derişimlerde ilaç kullanıldıysa, yazar bu derişimin kullanılma mantığını belirtmelidir. İnsanlar üzerinde yapılan deneysel çalışmaların sonuçlarını bildiren yazılarda, Kurumsal Etik Kurul onayı alındığını ve bu çalışmanın yapıldığı gönüllü ya da hastalara uygulanacak prosedürlerin özelliği tümüyle kendilerine anlatıldıktan sonra, onaylarının alındığını gösterir cümleler yer almalıdır. Yazarlar, bu tür bir çalışma söz konusu olduğunda, uluslararası alanda kabul edilen kılavuzlara ve TC. Sağlık Bakanlığı tarafından getirilen ve 28 Aralık 2008 tarih ve 27089 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Klinik araştırmaları Hakkında Yönetmelik” ve daha sonra yayınlanan 11 Mart 2010 tarihli resmi gazete ve 25518 sayılı “Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapıldığına Dair Yönetmelik” hükümlerine uyulduğunu belirtmeli ve kurumdan aldıkları Etik Komitesi onayını göndermelidir. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar için de gereken izin alınmalı; yazıda deneklere ağrı, acı ve rahatsızlık verilmemesi için neler yapıldığı açık bir şekilde belirtilmelidir. Hasta kimliğini tanıtacak fotoğraf kullanıldığında, hastanın yazılı onayı gönderilmelidir. Yazı takip ve sorularınız için iletişim: Seza Arbay Marmara Universitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Tıbbiye Caddesi, No: 49, Haydarpaşa 34668, İstanbul Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 e-posta: [email protected] Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Instructions to Authors The Marmara Medical Journal publishes original scientific research, case reports, reviews and letters. Manuscripts submitted under multiple authorship are reviewed on the assumption that all listed authors concur with the submission and that a copy of the final manuscript has been approved by all authors and tacitly or explicitly by the responsible authorities in the laboratories where the work was carried out. (3) Manuscripts are accepted for review with the understanding that no substantial portion of the study has been published or is under consideration for publication elsewhere. Regular articles should be approximately 20-25 pages doublespaced , including references, with margins of 2.5 cm. Review articles should be similar in length to a regular article with approximately 50 references. Manuscript files must be prepared in Word, WordPerfect, EPS, LaTeX, text, Postscript, or RTF format. Figures/Images should be embedded in the Manuscript file or sent as external files in TIFF, JPG, BMP, Postscript, or EPS format. The Marmara Medical Journal is in compliance with the Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals created by International Committee for Medical Editors. 2) a statement that all participants gave informed consent. d. Results. Duplication between the text of this section and material presented in tables and figures should be avoided. Tabular presentation of masses of negative data must be avoided and replaced with a statement in the text whenever possible. The results must be presented clearly, concisely and without comment. e. Discussion. This section must relate the significance of the work to existing knowledge in the field and indicate the importance of the contribution of this study. Unsupported hypotheses and speculation should be omitted. f. References. The style of references is that of the Index Medicus. List all authors when there are six or fewer, when there are seven or more list the first three, then add “et al.”. Unpublished results or personal communications should be cited as such in the text. Please note the following examples: 1. Yazici D, Taş S, Emir H, Sunar H. Comparison of premeal mixed insulin three times daily and basal-bolus insulin therapy started post-operatively on patients having coronary artery bypass graft surgery. Marmara Med J 2011; 25:16-9. doi: 10.5472/MMJ.2011.02134.1 Preparation of Manuscript 2. Walker M, Hull A. Preterm labor and birth. In: Taeusch HW, Ballard RA, eds. Avery’s Diseases of the Newborn. Philadelphia: WB Saunders, 1998: 144,153. a. The Title page should contain the article title, authors’ names and academic or professional affiliations, and the address for manuscript correspondence (including e-mail address and telephone and fax numbers). Pages should be numbered consecutively and organized as follows: 3. Lawton J, Ahmad N, Hallowell N, Hanna L, Douglas M. Perceptions and experiences of taking oral hypoglycaemic agents among people of Pakistani and Indian origin: qualitative study. BMJ 2005;30:1247-51. doi:10.1136/ bmj.38460.642789.EO (1) two structured abstracts (Turkish and English) of not more than 200 words each must be included. The abstracts should be divided into the following sections: Objective, Methods, Results and Conclusion, (2) Keywords (3-6 keywords, in Turkish and English should be taken from Medical Subject Headings (MeSH) from Index Medicus), (3) Introduction, (4) Materials and Methods, (5) Results, (6) Discussion and (7) References. 4. WONCA Ad Hoc Task Force on Tobacco Cessation. http://globalfamilydoctor.com/publications/new/ november/09.htm. b.Introduction. State why the investigation was carried out, note any relevant published work, and delineate the objective of the investigation. c. Methods. New methods or significant improvements of methods or changes in old methods must be described. Details regarding animal housing conditions should be given. All clinical studies must contain : 1)a statement that all experimental protocols have been approved by the Ethical Committee of the Institution prior to the commencement of the studies, g. Figures. Diagrams and illustrations should be given Arabic numerals. All figure legends should be grouped and written on a separate page. Each Figure should be in one of the following preferred formats: Tiff, JPEG, PDF, and EPS. h. Tables. Tables should be numbered consecutively with Roman numerals in order of appearance in the text. Type each table double-spaced on a separate page with a short descriptive title directly above and with essential footnotes below. Units will be in general accordance with the International System (SI) as adopted by the 11th General Conference on Weights and Measures. Compliance with the principles of Declaration of Helsinki is accepted as a policy by Marmara Medical Journal. Manuscripts which do not properly consider ethical issues for humans or animals will not be accepted for publication. a) Marmara Medical Journal requires that investigations performed on human subjects have the prior approval of the institutional Committee on Human Experimentation. Authors are required to submit a signed statement as to the date and details of the appropriate review. b) When studies involve the use of experimental animals, manuscripts should briefly describe the procedures employed for animal care and handling. Where drugs are used at particular concentrations in intact animal systems, the author should indicate some rationale for selection of the particular concentration. Role of the Funding Source. All sources of funding should be declared as an acknowledgment at the end of the text. Conflict of Interest: All authors are required to disclose all potential conflicts of interests, including financial interests and relationships and affiliations (other than those listed in the title page of the manuscript) relevant to the subject of the manuscript. Also editors, all participants in the peer-review and publication process must disclose all relationships that could be viewed as potential conflicts of interests. (4) Authorship: Marmara Medical Journal asks the corresponding author to attest that the authors: a) had access to all the study data b) took responsibility for the accuracy of the analysis c) had the authority over manuscript preparation and the decision to submit the manuscript for publication. All manuscripts are examined by the editorial board and refereed critically by two or more reviewers, at least one from another institution. The editor reserves the right to reject or to return the manuscript to the author(s) for additional changes. A copyright release form will be sent automatically by e-mail once your article is received by the Editor. Correspondence and communications regarding manuscripts and editorial material should be sent to: Seza Arbay Marmara Medical Journal Marmara University School of Medicine Tıbbiye cad. No: 49 Haydarpaşa 34668 İSTANBUL, TURKEY Phone: +90 216 4144734 Fax: +90 216 4144731 E-mail: [email protected] http://www.marmaramedicaljournal.org Marmara Medical Journal Contents / İçindekiler Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Volume / Cilt 26 Issue / Sayı 2 May / Mayıs 2013 Reviews / Derlemeler 53 58 63 Pegvisomant tedavisi sonuçlarımız ve literatürün gözden geçirilmesi The results of pegvisomant treatment in acromegaly and review of the literature Elif Kılıç Kan, Gülçin Cengiz Ecemiş, Çiğdem Tura Bahadır, Ayşegül Atmaca, Hulusi Atmaca, Ramis Çolak Çocuk gelinler Child brides Perran Boran, Gülbin Gökçay, Esra Devecioğlu, Tijen Eren Çoklu doğrusal regresyon sonuçlarının Jackknife tekniği ile tekrarlanabilirliğinin değerlendirilmesi Evaluating replicability of multiple linear regression results using the Jackknife technique Nural Bekiroğlu, Rana Konyalıoğlu, Dilara Karahan Original Articles / Özgün Araştırmalar 68 72 77 Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı Hyperglycemia in hospitalized patients Dilek Gogas Yavuz, Dilek Yazıcı, Sevim Özcan, Özlem Tarçın, Oğuzhan Deyneli, Sema Akalın Muscarinic agonist, antagonists and signaling pathway inhibitors change c-Fos and cyclin D1 expression in K562 cells K562 hücrelerinde muskarinik agonist, antagonist ve sinyal ileti yolağı inhibitörleri c-Fos ve siklin D1 ekspresyonlarını değiştirir Hülya Cabadak, Banu Aydın, Beki Kan The effect of prolonged time for achieving ovarian suppression before starting stimulation on pregnancy rates in ART cycles ART sikluslarında stimulasyona başlamadan önce uzamış ovaryen süpresyonun gebelik oranlarına etkisi Tevfik Yoldemir 82 Acil serviste hasta memnuniyetini etkileyen faktörlerin araştırılması The investigation of factors affecting the patient satisfaction in emergency services 90 S100B protein levels in patients admitted to an emergency service due to seizures Acil servise nöbet şikayeti ile başvuran hastalarda S100B protein düzeyi 94 Kerem Kabaroğlu, Serkan Emre Eroğlu, Özge Ecmel Onur, Arzu Denizbaşı, Haldun Akoğlu Fatma Sarı Doğan, Arzu Denizbaşı Altınok, Özge Ecmel Onur, Özlem Güneysel, Haldun Akoğlu Serebral palsili çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi Assessment of depression and quality of life in mothers of children with cerebral palsy Banu Dilek, İbrahim Batmaz, Mehmet Karakoç, Mustafa Akif Sarıyıldız, Abdulkadir Aydın, Hüsamettin Çavaş, Remzi Çevik Case Reports / Olgu Sunumları 99 102 105 Isolated tubal torsion in a woman who had laparoscopic tubal ligation by bipolar electrocoagulation Bipolar elektrokoteri ile bilateral tuba ligasyonu olan kadında izole tubal torsiyon Tevfik Yoldemir, Mithat Erenus A case of foot drop secondary to a giant extraneural ganglion cyst close to the peroneal nerve Düşük ayağa yol açan, peroneal sinir komşuluğunda dev ekstranöral ganglion kisti olgusu Elif Ilgaz Aydınlar, Cihangir Tetik, Gökalp Silav, Behram Kaya, Serdar Özgen Huntington hastalığına bağlı psikotik bozukluk ve tedaviye dirençli obsesif kompulsif bozukluk Treatment resistant obsessive compulsive disorder and psychosis due to Huntington’s disease Nurhan Fıstıkcı, Ömer Saatcioğlu, Evrim Erten, Görkem Yilmaz, Çağrı Çalcı, Ali Keyvan Photo Quiz 108 An old man with desquamative extensor skin lesions and periorbital changes Vitorino Modesto Dos Santos, Thiago Pereira Loures, Fabio Henrique De Oliveira Silva, Alessandra Maria Rodrigues Oliveira Santos, Kayursula Dantas De Carvalho Marmara Medical Journal 2013; 26:53-7 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02698.1 DERLEME / REVIEW Pegvisomant tedavisi sonuçlarımız ve literatürün gözden geçirilmesi The results of pegvisomant treatment in acromegaly and review of the literature Elif KILIÇ KAN, Gülçin CENGİZ ECEMİŞ, Çiğdem TURA BAHADIR, Ayşegül ATMACA, Hulusi ATMACA, Ramis ÇOLAK ÖZET Akromegali, artmış büyüme hormonu (BH) sekresyonu ve artmış insülin benzeri büyüme hormonu-1 (IGF-1) seviyeleri ile karakterize kronik bir hastalıktır. Akromegalide tedavi seçenekleri cerrahi, radyoterapi ve medikal tedavidir. Medikal tedavide somatostatin analogları, dopamin agonistleri ve pegvisomant kullanılmaktadır. Pegvisomant, büyüme hormonu reseptör antagonisti olup etkisini reseptör dimerizasyonunun engellenmesi ile birlikte IGF-1 salınımı için gerekli intraselüler yolakları engelleyerek gösterir. Cerrahi ve maksimum doz ve kombinasyonda medikal tedaviye rağmen biyokimyasal yanıt sağlanamayan hastalarda üçüncü basamak tedavide kullanılır. Bu derlemede, akromegali tedavisinde diğer seçeneklere göre nispeten yeni olan pegvisomant tedavisi kliniğimizdeki tedavi sonuçlarımız ile birlikte güncel literatür ışığında tekrar gözden geçirilmiştir. Anahtar kelimeler: Akromegali, Pegvisomant, Büyüme hormonu reseptör antagonisti ABSTRACT Acromegaly is a chronic disease characterized by the elevated growth hormone (GH) and insulin-like growth factor-1 (IGF-1) levels. Treatment options for acromegaly are surgery, radiotherapy and medical treatments. Somatostatin analogues, dopamine agonists and pegvisomant are the options for medical treatment. Pegvisomant is a GH receptor antagonist that shows its effect by blocking GH receptor dimerization and the intracellular pathways required for the release of IGF-1. Pegvisomant is used as a third line treatment option, if biochemical improvement cannot be achieved despite surgery and maximum doses of other medical treatments. In this review, we will present acromegaly patients who recieved pegvisomant in our clinic, in light of the current literature. Key words: Acromegaly, Pegvisomant, Growth hormone receptor antagonist Giriş Akromegali, artmış büyüme hormonu (BH) sekresyonu ve artmış insülin benzeri büyüme hormonu-1 (IGF-1) seviyeleri ile karakterize kronik bir hastalıktır. Somatotrof hücrelerden kaynaklanan adenomlar aşırı BH salgılanmasına neden olur. Büyüme hormonu artışı akromegali kliniğine sebep olan IGF-1’in karaciğerden sekresyonunu uyarır. Hastalığın karakteristik bulguları dekadlar boyunca sinsice gelişir ve tanıda 7-10 yıllık bir gecikmeye neden olur [1]. Akromegali insidansı milyonda 3-4, prevalansı ise milyonda 60’tır. Erkek ve kadınlar eşit oranda etkilenmekte olup ortalama 44 yaşında tanı almaktadırlar [2]. Akromegalide mevcut tedavi seçenekleri cerrahi, radyoterapi ve medikal tedavidir. Medikal tedavi seçenekleri dopamin agonistleri, somatostatin analogları ve BH reseptör antagonisti (pegvisomant) olarak sıralanır. Pegvisomant, akromegalide cerrahi ve maksimum doz ve kombinasyonda medikal tedaviye rağmen biyokimyasal yanıt sağlanamayan hastalarda üçüncü basamak tedavide Akromegali Cerrahi kontrendike, kür beklentisi yok Cerrahi Cerrahi kür (-) Cerrahi kür (+) IGF-1 ile izlem SSA ile medikal Kür (+) Kür (-), yan etki SSA ile tedaviye devam Elif Kılıç Kan () , Gülçin Cengiz Ecemiş, Çiğdem Tura Bahadır, Ayşegül Atmaca, Hulusi Atmaca, Ramis Çolak Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, Türkiye e-mail: [email protected] Gönderilme/Submitted: 03.02.2012 - Kabul/Accepted: 28.03.2013 MRG ile hipofizer kitle etkisini değerlendir Var Radyoterapi Yok Pegvisomant Şekil 1. Akromegali tedavi algoritması 53 54 Kılıç Kan et al. Akromegalide pegvisomant tedavisi Marmara Medical Journal 2013; 26:53-7 kullanılır [3] (Şekil 1). Pegvisomant, BH reseptörünü bloke etmek amacıyla kullanılan ve IGF-1 salınımını engelleyen BH reseptör antagonistidir. Bu derlemede, akromegali tedavisinde diğer seçeneklere göre nispeten yeni olan pegvisomant tedavisi kliniğimizdeki tedavi sonuçlarımız ile birlikte güncel literatür ışığında tekrar gözden geçirilmiştir. Olgular Kliniğimizde 12 akromegali hastası (6 kadın) ortalama 7.5 aydır pegvisomant tedavisi ile takip edilmektedir. Hastaların ortalama yaşları 46.1 (25 - 60) yıl olup, ortalama akromegali süresi 11.3 (2 - 26) yıldır. Oniki hastanın tümüne cerrahi uygulanmış, yedi hastada ise birden fazla cerrahi öyküsü mevcuttur. Birden fazla cerrahi uygulanan yedi hastanın hepsine cerrahi sonrası konvansiyonel radyoterapi veya gamma-knife tedavisi uygulanmıştır. Hastaların hepsi en az bir yıldır maksimum dozda uzun etkili somatostatin analoğu, altı hasta ise ilave olarak dopamin analoğu kullanmakta idi. Bu tedavilere rağmen serum IGF-1 düzeyleri yaşa ve cinsiyete göre belirlenmiş referans aralığının üstünde seyreden hastalara pegvisomant tedavisi planlandı. Tedavi öncesinde hastalar relaps veya rezidüel kitleler açısından hipofiz magnetik görüntüleme (MRG) ile değerlendirildi. Üç hastada makroadenom, altı hastada mikroadenom saptandı. Üç hastada lezyon yoktu. Tedavi öncesi ortalama IGF-1 değeri 545 ng/mL (247 - 1003) olan hastalara 40 mg pegvisomant yükleme dozu sonrasında 10 mg/gün idame tedaviye başlandı. Hastaların ortalama tedavi süresi 7.5 ay olup en uzun tedavi süresi 27 aydı. Bir hastada tedavinin ikinci ayında lipodistrofi geliştiği için pegvisomant tedavisi kesildi. Dokuz hastada 10 mg/gün idame tedavi ile IGF-1 normalizasyonu sağlandı, iki hastada ise doz titrasyonu ile 15 ve 20 mg/gün pegvisomant tedavilerine geçildi. 20 mg/ gün pegvisomant kullanılan hastada IGF-1 normalizasyonu sağlandı. Tedavi süresi 1 yıla tamamlanan 4 hasta olup hiçbirinin kontrol MRG’sinde kitlede büyüme gözlenmedi. Takiplerde hiçbir hastada karaciğer enzim bozukluğu gözlenmedi. Dört hastada Tip 2 diabetes mellitus mevcut olup 3’ü oral antidiyabetik, 1 tanesi intensif insülin tedavisi kullanmaktaydı. Pegvisomant tedavi öncesi ve tedavinin 6. ayında bakılan ortalama glikohemoglobin (HbA1c) düzeyleri % 8 olarak tespit edildi. 0nbir hasta halen uzun etkili somatostatin analoğu ve pegvisomant kombinasyonları ile izlenmektedir. Hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri Tablo I’de özetlenmiştir. Tartışma ve Literatürün Gözden Geçirilmesi Pegvisomant büyüme hormonu reseptör (BHR) antagonisti grubunun tek üyesidir. Büyüme hormonu reseptörünü bloke etmek amacıyla gelistirilmistir. Onbeş yıl önce BH reseptörünün yapısı ve fonksiyonu anlaşıldıktan sonra bulunmuştur. Büyüme hormonu, 191 aminoasit içeren, 22 kDa ağırlığında, 2 disülfit bağı ve 4 alfa heliksten oluşan peptid yapıda bir hormondur. Etkisini BHR’ye bağlanarak gösterir. Metabolik etkilerini IGF-1 üzerinden yapar. Büyüme hormonu; 1. ve 2. bağlanma bölgesi ile BHR üzerinde yer alan 1. ve 2. bağlanma bölgelerine sırayla bağlanır ve BHR’de fonksiyonel olarak dimerizasyon gerçekleşerek ikinci sinyal yolağı ile IGF-1 üretimi ve sekresyonu başlar. Büyüme hormonunun ‘bağlanma bölgesi 2’ üzerinde yer alan 120. lokalizasyondaki glisin BHR bağlanması ve biyolojik aktivitesi için önemlidir. Glisinin, arjinin (G120R) veya lizin (G120K) ile yer değiştirmesi ile oluşan molekülün nativ BH ile benzer BHR affinitesi gösterdiği ancak serum Tablo I. Hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri Cinsiyet Yaş Teşhis yılı Pegvisomant öncesi IGF-1 Pegvisomant sonrası 6. ay IGF-1 Pegvisomant öncesi ALT 1 F 55 1986 343 234 16 18 2 F 47 2003 503 259 11 22 3 F 51 1996 326 179 17 27 4 5 F F 47 60 1994 1992 610 799 415 324 11 12 14 13 6 F 45 2010 1003 305 9 9 7 M 41 2004 714 416 33 27 8 M 37 1997 288 208 28 30 9 M 32 2008 442 344 19 20 10 M 59 2008 247 208 16 21 11 M 25 2009 550 175 11 8 12* F 55 2001 719 - 18 - Hasta *Lipodistrofi nedeni ile 2. ayda pegvisomant tedavisi kesilen hasta. Pegvisomant sonrası 6. ay ALT Marmara Medical Journal 2013; 26:53-7 IGF-1 seviyesini ve büyümeyi azalttığı gösterilmiştir [4]. Bu keşiften sonra pegvisomant (B2036), genetik mühendisliği ile BH analoğu olarak keşfedilmiştir. Wild tip BH’dan 1. bağlanma bölgesindeki 8 aa ve 2. bağlanma bölgesinde yer alan 120. pozisyondaki glisinin alanin ile olan değişimi ile ayrılır. İkinci bağlanma bölgesindeki değişiklikle birlikte ikinci BHR bağlanma bölgesine bağlanma önlenir ve reseptör dimerizasyonu gerçekleşemediğinden IGF-1 salınımı için gerekli intraselüler yolaklar aktifleşemez [5]. Akromegalide artmış IGF-1 seviyelerinin artmış mortalite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir [6]. Pegvisomantın IGF-1 üzerine etkisi değişik çalışmalarda incelenmiştir. Yüzoniki aktif akromegali hastasının alındığı 12 haftalık plasebo kontrollü, çift kör, randomize çalışmada 10, 15, 20 mg pegvisomant kullanan gruplarda çalışma süresince IGF-1 seviyelerinde plasebo grubuna oranla istatistiksel anlamlı azalma sağlanmıştır [7]. IGF-1’deki azalma doza bağımlı olup 20 mg kullanan hasta grubunda %89 oranında IGF-1 normalizasyonu sağlanmıştır. Serum IGF-1 düzeyleri normal seviyeye gelinceye kadar veya maksimum 40 mg/gün dozunda oluncaya kadar titrasyon sağlanmıştır. Çalışmanın sonunda %97 hastada IGF-1 normalizasyonu sağlanmıştır. Pegvisomant tedavisinin uzun dönem etkinliği ve güvenilirliği kanıtlanmıştır. 10 ülkenin katılımı ile gerçekleşen ve toplam 792 hastanın alındığı ACROSTUDY çalışmasının 2009’da yayınlanan ilk 5 yıllık sonucunda 1 yıl sonunda %62 hastada IGF-1 normalizasyonu sağlanmış ve tedavi süresince bunun stabil kaldığı gözlenmiştir [8]. Pegvisomantın akromegalide kullanılan diğer tedavi seçenekleri ile direkt karşılaştırıldığı bir çalışma yoktur. Yapılan çalışmalarda diğer medikal, cerrahi ya da radyoterapi seçeneklerinin kullanıldığı fakat kür sağlanamayan hastalarda pegvisomant kullanılmış olup IGF-1 üzerine etkinliği diğer tedavi seçeneklerinden üstün bulunmuştur. Pegvisomant ile BH büyük oranda homoloji gösterdiğinden takiplerde BH’da ölçüm hatasına bağlı artışlar olabilir. Pegvisomant ile yapılan çalışmalarda etkinliğin gösterilmesinde IGF-1 ölçümleri kullanılmıştır. Trainer ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada 10, 15 ve 20 mg pegvisomant kullanan gruplarda plaseboya göre 12 haftalık tedavi sonunda BH’nunda istatistiksel anlamlı yükseklik bulunmuştur [7]. Bu sonuçla birlikte uzun süreli tedavide artışın devam edip etmeyeceği ve tümör boyutu üzerine etkisi merak konusu olmuştur. Van der Lelly ve ark. tarafından yapılan 18 aylık bir çalışmada ortalama BH’deki artışın IGF-1’deki azalmanın ayna görüntüsü şeklinde olduğu ve artışın ilk 6 aylık dönemde olup, sonrasında tedavi süresince plato çizdiği gözlenmiştir [9]. Aynı çalışmada pegvisomant tedavisi alan 131 akromegali hastasında tedavi öncesi ve sonrası aynı radyolog tarafından yapılan değerlendirmede özellikle daha önce radyoterapi almamış olan 53 hastada tümör boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bulunmayan bir artış saptanmıştır. İki hastada tümör boyutunda anlamlı büyüme olduğu ancak bu hastaların cerrahi öncesinde optik kiazmaya bası yapan makroadenomları olduğu ve sonrasında Kılıç Kan et al. Akromegalide pegvisomant tedavisi 55 radyoterapi almadıkları gözlenmiştir. Büyüme hormonu artışı ile tümör büyümesi ilişkisiz bulunmuştur [9]. Yapılan 304 hastalık başka bir çalışmada pegvisomant tedavisi öncesinde radyoterapi almamış 9 hastada tümör büyümesi gözlenmiştir [10]. Altı hastada pegvisomant tedavisi öncesinde de tümör boyutunda artış olduğu saptanmış olup iki hastada ise tümör büyümesi kullanılan somatostatin analoglarının kesilmesine rebound etki olarak yorumlanmıştır. 2010’da yapılan 61 hastanın dahil edildiği prospektif bir çalışmada standardize MRG kullanılarak bazal, 6, 12 ve 24. aylardaki tümör volümleri incelendiğinde 3 hastada istatistiksel anlamlı artış saptanmıştır [11]. Hepsinin ilk yılda büyüdüğü ve bu sonucun tedavi değişikliği ve somatostatinin bırakılmasının rebounduna bağlı olduğu yorumlanmıştır. Pegvisomant tedavisinin uzun dönem güvenilirliği ile ilgili yapılan 1288 vakanın alındığı geniş ölçekli bir çalışmada 936 vaka MRG ile volüm değişikliği açısından değerlendirilmiş, 2 yıllık takipte sadece %3,2 vakada önemli volüm artışı tespit edilmiş ve pegvisomant tedavisinin tümör büyümesi üzerine istatistiksel anlamlı etkisi olmadığı gözlenmiştir [12]. Ancak çalışmanın lokal MR görüntülerinin santralde okunması, sekans ve makinelerin rezolüsyon değişiklikleri yorum farklılığına neden olabileceğinden tümör volümü üzerine olan etkisinin net söylenebilmesi için daha standardize edilmiş değerlendirmelerin gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla pegvisomant tedavisi altında tümör boyutlarının periyodik olarak kontrolu önerilmektedir. Bizim vakalarımız içerisinde de toplam 4 hastada tedavi süresi 1 yıla tamamlanmış olup hiçbir vakada tümör boyutlarında değişiklik izlenmemiştir. Büyüme hormonu glukoz üretimini artırmaktadır. Bunu lipolizi stimüle ederek glukoz üretimi için gerekli serbest yağ asitleri ve gliserol metabolitlerini sağlayarak ve insülinin hepatik glukoneogenetik etkisini bloke ederek yapmaktadır [13]. Glukoz intoleransı ve diabetes mellitus akromegali hastalarında %50 oranında görülmektedir. Yapılan bir çalışmada oktreotid LAR kullanan hastaların tedavileri pegvisomant ile değiştirildiğinde 32 hafta sonunda hem açlık plazma glukozu hem de HbA1c düzeylerinde istatistiksel anlamlı düzelme saptanmıştır [14]. 229 hastalık bir çalışmada pegvisomant kullanan 56 diyabetli hastada açlık plazma glukozu, HbA1c düzeyi ve ilaç ihtiyacında zamanla doğru orantılı olarak istatistiksel azalma saptanmıştır [15]. Oktreotid yiyecek alımı ile gerçekleşen gastrin, insülin, kolesistokinin ve pankreatik polipeptidin fizyolojik salınımını inhibe eder. Dolayısıyla oktreotid kullanan hastalarda artmış açlık kan şekeri, azalmış açlık plazma insülini ve bozulmuş glukoz toleransı gözlenir. Somatostatin analogları, BH ve insülin sekresyonunu inhibe ederek glukoz homeostazını değiştirir. Pegvisomant ise direkt BH reseptör antagonisti olduğundan insülin sekresyonu üzerine direkt bir etkisi yoktur. Klinik araştırmalardan çıkan sonuçlara göre pegvisomant tolere edilebilirliği ve güvenilirliği yüksektir. 1288 hastalık çok merkezli pegvisomantın uzun dönem güvenilirliği ile ilgili ACROSTUDY çalışmasında hastalar ortalama 2.1 yıl izlenmiştir [12]. Yüzyirmidört (%9,6) hastada gelişen 192 56 Kılıç Kan et al. Akromegalide pegvisomant tedavisi Marmara Medical Journal 2013; 26:53-7 yan etki pegvisomantla ilişkili bulunmuştur. Gözlenen yan etkiler; tümör volümünde artış, karaciğer enzim yüksekliği ve enjeksiyon bölgesinde reaksiyon olarak sıralanabilir. Yirmi sekiz (%2,2) hastada enjeksiyon bölgesi ile ilgili lipodistrofi, lipohipertrofi, kaşıntı, enjeksiyon bölgesi distrofisi ve hemorajisi gibi yan etkiler saptanmıştır. Bizim de bir vakamızda tedavinin ikinci ayında lipodistrofi nedeni ile tedavi kesilmek zorunda kalınmıştır. Sıklık süreleri net olmamakla birlikte enjeksiyon yerlerinin sık rotasyonu ile lipodistrofi riskinin azaltılabileceği söylenmektedir [16]. Pegvisomant tedavisinde gözlenen diğer bir yan etki karaciğer enzim yüksekliğidir. Bir çalışmada, tedavi başlangıcında karaciğer enzimleri normal olan 1178 hastanın 30’unda (%2,5) tedavi başlandıktan sonra AST ve ALT düzeyleri üç kat artmıştır [12]. Ancak 19 hastada pegvisomant ile birlikte somatostatin analoğu kullanımı olduğu tespit edilmiş, 23 hastada pegvisomant dozunun azaltılması veya kesilmesi ile aspartat transaminaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) düzeylerinin başlangıç değerlerine döndüğü gözlenmiştir. Pegvisomant ve somatostatin analoglarının kombine kullanımının karaciğer enzimlerini bilinmeyen mekanizmalarla artırdığını gösteren başka çalışmalar da bulunmaktadır [17]. Bernabue ve ark. pegvisomantın indüklediği karaciğer hasarının Gilbert sendromunun UGT1A1*28 polimorfizmi ile ilişkili olduğunu raporlamışlardır [18]. Ancak bununla ilgili ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Bizim vakalarımızın hepsi pegvisomant tedavisi ile birlikte uzun etkili somatostatin analoğu kullanmakta olup hiçbir hastanın takibinde karaciğer enzim yüksekliği saptanmamıştır. Pegvisomant tedavisi öncesinde karaciğer enzimleri mutlaka değerlendirilmelidir. Tedavi altında karaciğer enzimlerinde ılımlı yükseklik olan hastalarda (<3 kat) ortak bir öneri olmamakla birlikte 2-4 hafta aralıklarla karaciğer enzimlerinin takip edilmesi önerilmektedir [12]. Tedavi başlangıcında ve tedavi süresince karaciğer enzim takipleri Tablo II’de gösterilmiştir. Tablo II. Pegvisomant tedavi başlangıcında ve sürecinde karaciğer enzim takibi İlk 6 ay Sonraki 6 ay Sonraki yıl Normal Aylık takip 3 ayda bir Yılda 2 kere ↑<3 kat ↑>3 kat 3 - <5 kat ve Bilürubinler normal ≥5 kat veya >3 kat+Bilürubin↑ Kolelitiazis dışlanır KCFT Ayda bir takip Yılda 2 kere İlaca başlama Nedeni araştır İlaca başlanmışsa yakın takip Hepatit belirti/bulgusu yoksa ve diğer nedenleri ekarte ederek haftalık takiple tedaviye devam İlacı kes, nedeni araştır KCFT normalleşirse ilaca başla ve yakın takip Pegvisomant akromegalide geçerli diğer medikal tedaviler ile kombine kullanılabilir. Kombinasyon tedavisi ile optimal kontrolün sağlandığı pegvisomant dozu belirgin azalmaktadır. Uzun etkili somatostatin analoğu ile kombine kullanılması ile birlikte gereken pegvisomant dozu haftalık 77 mg’a düşmektedir [19]. Monoterapide kullanılan ortalama pegvisomant dozu ise 130 mg/haftadır [20]. Bir çalışmada yüksek doz pegvisomant monoterapisi ile iyi kontollü 2 akromegali hastasında tedavi, haftalık pegvisomant ve aylık 120 mg uzun etkili lanreotid kombinasyonuna dönüştürülmüş ve pegvisomant dozunda; IGF-1 seviyelerinde değişiklik olmadan 80 ve 150 mg azalma sağlanmıştır [21]. Çalışmalar önemli miktarda doz azaltımının özellikle monoterapide yüksek doz pegvisomant kullanan hasta grubunda sağlandığını göstermiştir. Özellikle pegvisomant terapisinin maliyeti düşünüldüğünde kombinasyonla sağlanan doz azaltımının maliyet-etkinlik açısından önemli olduğu söylenebilir. Uzun etkili somatostatin analoğu kullanımı ile birlikte portal insülin ve karaciğerde BH reseptörleri azalmaktadır. Somatostatin analogları aynı zamanda direkt olarak hepatositlerden IGF-1 salınımını da azaltabilirler [22]. Bu mekanizmalarla uzun etkili somatostatin analoglarının kullanımı ile birlikte karaciğer, rölatif bir BH direnci oluştururken diğer organ ve dokularda BH aktivasyonu devam edebilmektedir. Yapılan bir çalışmada sadece cerrahi ile IGF-1 normalizasyonu sağlanan hasta grubu ile kıyaslandığında uzun etkili somatostatin analoğu kullanan hasta grubunda normal IGF-1 düzeylerine rağmen BH yüksek bulunmuştur [23]. Ekstra hepatik akromegali denen bu kavramla birlikte tedaviye düşük doz haftalık pegvisomant eklenmesi BH ilişkili belirti ve bulguların ve hayat kalitesinin düzelmesini sağlayabilir [24]. Somatostatin analoglarının glukoz metabolizmasına olan negatif yan etkileri bilinmektedir. Karbonhidrat metabolizması üzerine olumlu etkileri açısından tedavi protokolleri; pegvisomant monoterapisi, kombinasyon tedavisi ve uzun etkili somatostatin analogları olarak sıralanabilir [21]. Pegvisomant monoterapsisi tümör büyümesini engellemede yetersizdir. Seksen altı hastanın alındığı bir çalışmada pegvisomant ve uzun etkili somatostatin kombinasyon terapisi ile 14 hastada tümör boyutlarında istatistiksel anlamlı oranda (≥%20) küçülme sağlandığı gösterilmiş ve hiçbir hastada tümör volümünde artış saptanmamıştır [25]. Kombinasyon tedavisi uzun etkili somatostatin analoglarında olduğu gibi tümör volümünde küçülme sağlarken pegvisomant monoterapisinde olduğu gibi etkinliği de yüksek bir tedavi modalitesidir. Gerek monoterapide gerekse kombinasyon tedavisinde pegvisomantın beklenen yan etkisi karaciğer enzim yüksekliğidir. Somatostatin analogları ile oluşan enzim yükseklikleri kolestatik olup pegvisomant ile gözlenen ise genellikle geçici ve hepatoselüler tiple karşımıza çıkar. Karaciğer enzim yüksekliklerinde bazal transaminaz ya da kolestatik enzimlerin dağılımına dikkat etmek önemlidir. Yine de tüm vakalar için kolelitiazis olmadığının gösterilmesi de Kılıç Kan et al. Akromegalide pegvisomant tedavisi Marmara Medical Journal 2013; 26:53-7 önem arzeder. Üst limitten 3 kat fazla yükselen transaminaz yüksekliği prevalansı kombinasyon tedavilerinde daha yüksek bulunmuştur [19]. On kat ve üzeri transaminaz yüksekliklerinde pegvisomant tedavisi kesilmelidir. Bütün bu verilere bakıldığında uzun etkili somatostatin analoğu ve pegvisomant kombinasyonu etki açısından tamamlayıcı olduklarından akromegali tedavisinde dikkat çekmektedir. Kombine tedavinin etkin, güvenilir ve iyi tolere edilebilir bir tedavi olduğu söylenebilir. Pegvisomant tedavisi için diğer bir avantaj yarılanma ömrünün 70 saat olmasıdır. Uzun yarılanma ömrü haftalık kullanımı gündeme getirmiştir. Kombinasyon tedavisinde haftalık 40 mg pegvisomant ile başlanıp 6 haftada bir IGF1 normalizasyonu sağlanana kadar 20 mg artırılır. Gereken doz 80-100 mg’ı aşarsa uygulama haftada eşit 2 doza bölünür. IGF-1 normalizasyonu sonrasında 3-4 aylık periodlarla IGF-1 takibi yeterli olmaktadır [26]. Sonuç olarak; pegvisomant tedavisi IGF-1 normalizasyonu sağlanmasında önemli bir ajan olup uzun dönem güvenilirlik çalışmaları ile etkiliği ve güvenilirliği kanıtlanmış bir ajandır. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. Kaynaklar 1. Rajasoorya C, Holdaway IM, Wrightson P, Scott DJ, Ibbertson HK. Determinants of clinical outcome and survival in acromegaly. Clin Endocrinol 1994;41:95-102. doi: 10.1111/j.1365-2265.1994.tb03789.x 2. Holdaway IM, Rajasoorya C. Epidemiology of acromegaly. Pituitary 1999;2:29-41. 3. Melmed S, Colao A, Barkan A, et al. Guidelines for acromegaly management: An update. J Clin Endocrinol Metab 2009;94:1509-17. doi: 10.1210/jc.2008-2421 4. Kopchick JJ, Parkinson C, Stevens EC, Trainer PJ. Growth hormone receptor antagonists: discovery, development, and use in patients with acromegaly. Endocr Rev 2002;23:623-46. doi: 10.1210/Fer.2001-0022 5. Higham CE, Trainer PJ. Growth hormone excess and the development of growth hormone receptor antagonists. Exp Physiol 2008;93:115769. doi: 10.1113/expphysiol.2008.042515 6. Biermasz NR, Dekker FW, Pereira AM, et al. Determinants of survival in treated acromegaly in a single center: Predictive value of serial insuline growth factor 1 measurements. J Clin Endocrinol Metab 2004;89:2789-96. 7. Trainer PJ, Drake WM, Katznelson L. Treatment of acromegaly with the growth hormone reseptor antagonist pegvisomant. N Engl J Med 2000;342:1171-7. doi: 10.1056/NEJM200004203421604 8. Trainer PJ. ACROSTUDY: the first five years. Eur J Endocrinol 2009;161:19-24. 9. Van der Lely AJ, Hutson RK, Trainer PJ, et al. Long-term treatment of acromegaly with pegvisomant, a growth hormone receptor antagonist. Lancet 2001;358:1754-9. doi: 10.1016/S0140-6736(01)06844-1 10. Jimenez C, Burman P, Abs R, et al. Follow-up of pituitary tumor volume in patients with acromegaly treated with pegvisomant in clinical trials. Eur J Endocrinol 2008; 159:517-23. doi: 10.1530/EJE08-0205 11. Buhk JH, Jung S, Psychogios MN, et al. Tumor volume of growthhormone secreting pituitary adenomas during treatment with 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 57 pegvisomant: a prospective multicenter study. J Clin Endocrinol Metab 2010;95:552-8. doi: 10.1210/jc.2009-1239 Van der Lely AJ, Biller BM, Brue T, et al. Long term safety of pegvisomant in patients with acromegaly: comprehensive review of 1288 subjects in ACROSTUDY. J Clin Endocrinol Metab 2012;97:1589-97. doi: 10.1210/jc.2011-2508 Clemmons DR. The relatives roles of growth hormone and IGF-1 in controlling insülin sensitivity. J Clin Invest 2004;113:25-7. doi: 10.1172/JCI20660 Barkan AL, Burman P, Clemmons DR, et al. Glucose homeostasis and safety in patients with acromegaly converted from long-acting octreotide to pegvisomant. J Clin Endocrinol Metab 2005;90:5684-91. doi: 10.1210/jc.2005-0331 Schreiber I, Buchfelder M, Droste M, et al. Treatment of acromegaly with the GH receptor antagonist pegvisomant in clinical practice: Safety and efficacy evaluation from the German Pegvisomant Observational Study. Eur J Endocrinol 2007;156:75-82. doi: 10.1530/ eje.1.02312 Bonert VS, Kennedy L, Petersenn S, Barkan A, Carmichael J, Melmed S. Lipodystrophy in patients with acromegaly receiving pegvisomant. J Clin Endocrinol Metab 2008; 93:3515-8. doi: 10.1210/jc.2008-0833 Neggers SJ, van der Lely AJ. Combination treatment with somatostatin analogues and pegvisomant in acromegaly. Growth Horm IGF Res 2011;21:129–33. doi: 10.1016/j.ghir.2011.03.004 Bernabeu I, Marazuela M, Lucas T, et al. Pegvisomant-induced liver injury is related to the UGT1A1*28 polymorphism of Gilbert’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2010;95:2147–54. doi: 10.1210/ jc.2009-2547 Neggers SJ, Van der Lely AJ. Somatostatin analog and pegvisomant combination therapy for acromegaly. Nat Rev Endocrinol 2009;5:54652. doi: 10.1038/nrendo.2009.175 Van der Lely AJ, Hutson RK, Trainer PJ, et al. Long-term treatment of acromegaly with pegvisomant, a growth hormone receptor antagonist. Lancet 2001;358:1754-9. doi: 10.1016/S0140-6736(01)06844-1 Neggers SJ, de Herder WW, Feelders RA, Van der Lely AJ. Conversion of daily pegvisomant to weekly pegvisomant combined with longacting somatostatin analogs, in controlled acromegaly patients. Pituitary 2011;14:253-8. doi: 10.1007/s11102-010-0289-5 Murray RD, Kim K, Ren SG, Chelly M, Umehara Y, Melmed S. Central and peripheral actions of somatostatin on the growth hormone-IGF-I axis. J Clin Invest 2004;114:349–56. doi: 10.1172/ JCI200419933 Rubeck KZ, Madsen M, Andreasan CM, Fisker S, Frystyk J, Jorgansen JO. Conventional and novel biomarkers of treatment outcome in patients with acromegaly: discordant results after somatostatin analog treatment compared with surgery. Eur J Endocrinol 2010;163:717-26. doi: 10.1530/EJE-10-0640 Neggers SJ, van Aken MO, de Herder WW, et al. Quality of life in acromegalic patients during long-term somatostatin analog treatment with and without pegvisomant. J Clin Endocrinol Metab 2008;93:38539. doi: 10.1210/jc.2008-0669 Neggers SJ, de Herder WW, Janssen JA, Feelders RA, Van der Lely AJ. Combined treatment for acromegaly with long-acting somatostatin analogs and pegvisomant: long-term safety for up to 4.5 years (median 2.2 years) of follow-up in 86 patients. Eur J Endocrinol 2009;160:52933. doi: 10.1530/EJE-08-0843 Neggers SJ, Van Aken MO, Janssen JA, Feelders RA, de Herder WW, Van der Lely AJ. Long-term efficacy and safety of combined treatment of somatostatin analogs and pegvisomant in acromegaly. J Clin Endocrinol Metab 2007;92:4598-601. Marmara Medical Journal 2013; 26:58-62 DOI:10.5472/MMJ.2013. 02751.1 DERLEME / REVIEW Çocuk gelinler Child brides Perran BORAN, Gülbin GÖKÇAY, Esra DEVECİOĞLU, Tijen EREN ÖZET Onsekiz yaş altında evlenme olarak tanımlanan erken evlilik, okulu bırakma nedeniyle düşük eğitim seviyesi, adolesan gebelik, anne ve bebek mortalite ve morbiditesinde artış, yoksulluk gibi çeşitli olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bu olumsuz sonuçlar sadece kişileri değil, onların çocuklarını ve toplumu da etkileyebilme potansiyeline sahiptir. Bu derleme yazıda, ülkemizde ve dünyada çocuk gelinler konusundaki durumun incelenmesi ve erken evliliğin önlenmesine yönelik önerilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yoksulluk ve düşük eğitim seviyesi çocuk evliliğine katkıda bulunan en önemli faktörlerdir. Erken evliliklerin önlenmesinde en etkin çözüm,kızların eğitimine odaklanan ve sosyal eşitsizliğin azaltılmasını hedef alan program stratejileri olarak görülmektedir. Anahtar kelimeler: Erken evlilik, Çocuk gelinler, Adolesan gebelik ABSTRACT Early marriage, defined as marriage before 18 years of age, has been associated with a variety of negative outcomes such as low education status due to dropping out of school, teenage pregnancies, increased maternal and infant mortality and poverty. The negative outcomes have the potential to affect not only the individuals but also their children and the community. This review article aimed to investigate the issue of child marriage in our country and around the globe, and to evaluate the recommendations for the prevention of early marriage. Poverty and low education status are the most important factors contributing to child marriage. Promoting strategies focusing on girls’ education and targeting social inequalities seem to be the most effective solutions to prevent child marriage. Key words: Early marriage, Child brides, Teenage pregnancy Perran Boran () Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, Türkiye e-mail: [email protected] Gülbin Gökçay, Esra Devecioğlu, Tijen Eren Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi, Istanbul, Türkiye Gönderilme/Submitted: 08.02.2013 - Kabul/Accepted: 02.04.2013 58 Giriş Bu yazıda, ülkemizde ve dünyada çocuk gelinler konusundaki durumun incelenmesi ve önlenmesine yönelik önerilerin değerlendirilmesi amaçlandı. Çocuk evlilikleri, diğer adıyla erken evlilik, 18 yaş altında, çocuğun fiziksel, fizyolojik ve psikolojik olarak evlilik ve çocuk sahibi olmak gibi sorumlulukları taşımaya hazır olmadan yapılan evlilik olarak tanımlanmaktadır [1-4]. Erken evlilikler erkeklerden çok kızları etkilediğinden, daha çok çocuk gelinlerle karşılaşılmaktadır. Erkeklerin sadece %5’inin 19 yaşına gelmeden evlendiği görülmektedir [2, 3]. Oysa bu oran kızlarda %35-60 arasında değişmektedir [2, 3]. Ülkemizdeki hukuk sisteminde Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Çocuk Koruma Yasasına göre çocuk gelin kavramı için sırasıyla 17 yaşını doldurmamış, 15 yaşını doldurmamış ve 18 yaşını doldurmamış kızlar olarak farklı tanımlara rastlamak mümkündür. Dünya’da erken evlilikler Tüm dünyada 20-24 yaş arası kadınların %36’sının 18 yaşına ulaşmadan evlendiği belirtilmektedir [5]. Erken evliliklerin en sık görüldüğü Güney Asya’da, 15-24 yaş arası kişilerin %48’inden fazlasının 18 yaşına gelmeden evlendiği saptanırken [3], Afrika’da bu oranın %42 (Doğu ve batı Afrika’da %60’lara varan oranlar bildirilmektedir.), Latin Amerika ve Karayibler’de ise %29 civarında olduğu bilinmektedir [3]. Orta doğu’da erken evliliklerin sık görüldüğü Yemen ve Filistin’de, 18 yaş altındakilerin yaklaşık %50’sinin evli olduğu saptanmıştır [6]. Hindistan’da ise kız çocuklarının %40-60’ını çocuk gelinler oluşturmaktadır. Afganistan’da kızların %54’ü, Bangladeş’te ise %51’i 18 yaşına gelmeden evlenmektedir [7]. Ülkemizde erken evlilikler Erken evlilikler, genellikle herhangi bir evlilik töreni yapılmaksızın resmiyetin söz konusu olmadığı ve yasal anlamda bağlayıcı hakları beraberinde getirmeyen dini evlilikler biçiminde gerçekleşmektedir [8]. Erken evliliklerin gerçek sıklığının belirlenmesi resmi olmayan evliliklerin kayıt dışı olması ve evlenme istatistiklerini belirlemek için Boran ve ark. Çocuk gelinler Marmara Medical Journal 2013; 26:58-62 kullanılan veri toplama yöntemleri sebebiyle mümkün değildir. Ankete dayalı bir çalışma olan, Aile Yapısı Araştırması 2006 verilerine göre, ülkemizde evlenen bireylerin %2’sinin 18 yaş altında evlendiği tespit edilmiştir (kentte %17, kırsal bölgelerde %24,8). Yine aynı çalışmada kadınlar arasında 18 yaş altı evlenme oranı %32 olarak erkeklere göre (%7) daha yüksek bulunmuştur [8]. Aile Yapısı Araştırması 2011 verilerine göre ise, 18 yaşından küçük evlilikler %18,2 olarak saptanmış, erkeklere göre kadınların küçük yaşlarda daha fazla (%29,2) evlendikleri görülmüştür [9]. Kadınlarda 2006-2011 döneminde ilk evliliklerini yapan kadınların yüzdesi 7,6 olarak görülmektedir [9]. Türkiye İstatistik Kurumu’ndan (TÜİK) istenilen son 10 yılı içeren verilere göre, kadınlar arasında 18 yaş altı evlenme oranları, ilk evlenme yılına göre 2002’de %7,3 iken bu oran 2011 yılında %7,2 olarak hesaplanmaktadır.Bu oranlar sadece resmi evlilikleri kapsamakta olup, kayıt dışı ve dini nikahları kapsamamaktadır. Ülkemizde TÜİK evlenme istatistikleri verilerine göre ortalama ilk evlenme yaşı kadınlar için 2001 yılında 22,2 iken, 2010 yılında 23,2’ye yükselmiştir [9]. Erkekler için ise aynı dönemde, 25,5’den 26’5’e yükselmiştir. Ortalama evlenme yaşı artıyor gibi gözükmekle birlikte, bu durumun toplumun bazı kesimlerinin erken evlilik yaşlarını maskeleyebileceği unutulmamalıdır [10]. Türk Medeni Kanununa göre ergin olma ve evlenme yaşı Medeni Kanuna göre fiil ehliyeti, bir kimsenin kendi fiil ve işlemleriyle kendi lehine haklar ve aleyhine borçlar yaratabilme iktidarı olarak tanımlanır [11]. Bu ehliyete sahip olabilmek için bir kimsenin kanunun belirlemiş olduğu yaş sınırını aşmasına ergin olmak ve bu yaşa da erginlik yaşı denir [11]. Her devlet, kendi toplumunun şartlarına göre erginlik yaşını belirler. İsviçre’den aldığımız Medeni Kanunda erginlik yaşı yirmi yaştan, iki yaş küçültülmek suretiyle on sekiz yaşın tamamlanması olarak belirlenmiştir [11]. Bazı özel durumlarda kişi onsekiz yaşını doldurmamış olmasına karşın ergin sayılabilir, bunlardan biri evlenme ile ergin olma, diğeri ise ergin kılınmadır. Medeni Kanun madde 11/II’ye göre evlenme kişiyi ergin kılar [12]. Hakim, olağanüstü hallerde ve önemli bir sebepten dolayı onaltı yaşını doldurmuş erkeğin veya kadının evlenmesine izin verebilir, bu yaşa da olağanüstü evlenme yaşı denir [12]. Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 yılında normal evlenme yaşı erkek ve kadın için sırasıyla onsekiz, onyedi olarak farklı belirlenirken, 1938 yılında yapılan bir değişiklikle evlenme yaşı indirilmiş, erkek için onyedi, kadın için onbeş yaşın bitirilmesi olarak belirlenmiştir. Bu uygulama 2002’ye kadar devam etmiş ve Yeni Medeni Kanunla, normal evlenme yaşı kadın erkek farkı ortadan kaldırılarak her iki cins için de onyedi yaşın doldurulması olarak belirlenmiştir [12]. Olağanüstü evlenme yaşı ise eski Medeni kanunda ana, baba veya vasinin dinlenmesi şartıyla erkek için onbeş, 59 kadın için ise ondört yaş olarak belirlenmişken, Yeni Medeni Kanunda bu yaş olanak bulundukça karardan önce anne ve baba veya vasinin dinlenmesi şartıyla her iki cins için onaltı olarak belirlenmiştir [12]. Olağanüstü sebeplere, evlenecek kızın gebe kalmış olması, kimsesiz ve bakımsızlık içinde bulunması, erkeğin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bulunması örnek gösterilmiştir [12]. Türk Ceza Kanunu’na göre cinsel istismar Türk Ceza Kanunu 103. Maddesinde çocukların cinsel istismarı onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olanlara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış olarak tanımlanmıştır [13]. Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olanla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır [13]. Ülkemizde çocuk hakları konusundaki diğer yasal düzenlemeler Çocuk Haklarına dair Sözleşme (ÇHS) (Convention on the Rights of the Child (CRC)), Birleşmiş Milletler Genel kurulu tarafından 1989 yılında kabul edilmiştir. Bu sözleşme Uluslararası planda bütün çocukların yaşama hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı, zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden korunma hakkı, aile, kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma hakkını tanımlayan bir sözleşme olup, onsekiz yaşın altında olan çocuk olarak tanımlamaktadır [14, 15]. Türkiye, 43. Ülke olarak 14 Eylül 1990 tarihinde imzaladığı sözleşmeyi 4 Mayıs 1995 tarihi itibariyle yürürlüğe sokmuştur. 2005 yılında kabul edilen Çocuk Koruma Yasası, Çocuk Haklarına dair Sözleşme’de yer alan hakların çoğunu içerdiğinden çocuklar açısından Türkiye’deki en ileri yasadır [16]. Bu yasaya göre, çocuk, daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi ifade eder. Erken evlilik nedenleri Çocuk evliliklerinin nedenleri bölgeden bölgeye, topluluktan topluluğa değişiklikler göstermektedir. Düşük eğitim seviyesi: Çocuk yaştaki evlilikler, eğitimli kızlarda daha düşük oranda görülmektedir. Aile Yapısı Araştırması’nda 2006 yılında, okur-yazar olmayanların %48’inin 18 yaş altında evlilik yaptıkları, üniversite ve lisansüstü eğitim yapanların ise sadece binde 6’sının, 18 yaş altında evlilik yaptığı görülmektedir [8]. Eğitim düzeyi ve ortanca ilk evlenme yaşı arasında da pozitif bir ilişki saptanmıştır. Lise ve üzeri eğitim almış kadınlar için ortanca ilk evlilik yaşı 24,1 olarak bildirilmektedir. Bu değerin ilköğretim ikinci kademeyi tamamlamış kadınların ortanca yaşından 3 yıl, eğitimi olmayan veya ilkokulu bitirmemiş kadınların ortanca yaşından ise 5 yıl fazla olduğu görülmüştür [8]. Eğitim düzeyi ile erken evlilik ilişkisi Boran ve ark. Çocuk gelinler 60 Marmara Medical Journal 2013; 26:58-62 Tablo I. Erken evliliklerin çocuk, aile ve toplum üzerine etkileri Çocuk Aile/toplum • • • İnsan hakları ihlali (çoğu zaman kendi rızası olmadan) Çocuk olma ihlali Çocukluğun, ergenliğin ve kişisel özgürlüklerin yok sayılması Binyıl hedeflerine engel • Aşırı yoksulluk ve açlığın yok edilmesi • Evrensel ilköğretim • Cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi • Çocuk ölüm oranlarının azaltılması • Anne sağlığının iyileştirilmesi • HIV/AIDS, sıtma ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar • • • Beden sağlığı üzerine etkileri Fiziksel olarak evliliğe ve çocuk doğurmaya hazır değil Doğumda ölmese bile idrar/dışkı kaçırmasıyla sonlanan obstetrik fistül gibi kronik komplikasyonlar sık Cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli Erken ve sık gebelikler Anne ölüm hızı: Doğum sırasında anne ölüm riski yüksek Bebek ölüm hızı: Düşük doğum ağırlıklı bebek Eğitim: Eğitim ve sosyal gelişimden yoksunluk, okulu bırakma Yoksulluk: Ekonomik olarak bağımlı, işsizlik ve aile gelirine katkıda bulunamama Ruh sağlığı üzerine etkileri: Bilişsel ve psikolojik olarak evliliğe ve çocuk doğurmaya hazır değil Aile içi şiddet sık Fiziksel ve cinsel şiddete maruziyet Sosyal destekten yoksun Evde tek başına, mutsuz, kendine güveni olmayan kadın ve anneler • Toplum kadınların ve onların çocuklarının entelektüel ve finansal olarak katkısından yoksun, yoksulluk döngüsünün devamı, daha çok çocuk ancak gelir yok Eğitimsiz, genç annelerin çocukları da daha eğitimsiz oluyor, kısıtlı imkanlar Erkekler üzerine ekonomik sorumluluk yükü, onlar da eğitimden mahrum Cinsiyet eşitsizliği, kadınların tüm özgürlüklerinin elinden alınarak güçsüzleştirilmesi Çocuk ölüm oranlarında artış Anne sağlığının bozulması Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda artış • • • • • • • • • • • • dünyada da farklı değildir. UNICEF’in çalışmasında 47 ülkede 15-19 yaş arası kızlarda eğitim seviyesi daha yüksek olanlarda evlilik oranının da düşük olduğu saptanmıştır [5]. Yoksulluk: 2006 Aile Yapısı Araştırması’nda, en yüksek refah düzeyindeki kadınların, en düşük refah düzeyindeki kadınlardan üç yıl daha geç evlendikleri görülmüştür (sırasıyla 22,5 ve 19,2). Ayrıca geliri 400 TL’den az olanların %22’sinin 18 yaş altında evlilik yaptığı görülmüştür [8]. Erken evlilikler sıklıkla yoksul ailelerde ekonomik olarak refaha erme yolu, sosyal ve ekonomik destek, aynı zamanda kız çocuklarını bir çeşit koruma yolu, yoksulluk, savaş gibi aşırı baskı altındaki toplumlarda dengenin sağlanması amaçlı bir kaçış yolu olarak görülmektedir [7]. Tercihler sıklıkla aile reisi veya ebeveynler tarafından yapılmakta, evlilik kişisel tercihlerden ziyade bir çeşit ekonomik ayarlama olarak görülmektedir. Kızların cinsel istismara açık olduğu veya ekonomik yük olarak görüldüğü toplumlarda, erken yaşta evliliklerle cinsel istismara maruziyetleri ortadan kaldırılmakta ve ekonomik yük bir başkasına devredilmektedir. Aileler düzenli bir erkek hakimiyetine girerek kız çocuklarının korunacağına inanmakta, evlilik cinselliğin önlenmesinin bir yolu olarak görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, evlilik sosyal statü, zenginlik, diğer aile bireylerinin güvenliğinin sağlanması için gerekli bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır [7]. Erken evlilikler bir nevi ailenin ekonomik kurtuluşu olarak görülmektedir. Birçok toplumda uygulanan başlık parası bunun bir örneğidir. Ülkemizde Aile Yapısı Araştırması’nda başlık parası verilme oranı 2006 verilerine göre %17,6 olarak • • • • • • bildirilmiştir (kentte %14, kırsal bölgelerde %24) [8]. Alt gelir grubu ve alt öğrenim düzeyindeki bireyler arasında uygulama en yüksek saptanırken, yaş küçüldükçe başlık parasıyla evlenenlerin oranının azaldığı görülmektedir [8]. Sonuç olarak düşük eğitim seviyesi ve yoksulluk erken evliliklerde en önemli nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken evliliklerin etkileri Erken evliliklerin çocuk, aile ve toplum üzerine olan olumsuz etkileri Tablo I’de özetlenmiştir [1-7, 18-20] . Erken evlilikler, kızlarda iç güveysi olarak girdikleri ailelerde bir çeşit köle olarak kullanılmaları ile sonuçlanmaktadır. Evlilik bireyin seçim yapabileceği bir durumken, erken evlilikler bireyin seçim hakkını elinden almaktadır. Çocukluk çağındaki evlilikler insan hakları ihlalinin bir çeşidi olup, özellikle kız çocuklarında görülen cinsel istismarın en sık görülen biçimidir. Erken evliliklerde sıklıkla kadının eşi birkaç yaş, bazen iki kat yaşında olabilmektedir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)-2008 verilerine göre eşler arasındaki yaş farklılıklarına bakıldığında ortalama yaş farkının en büyük olduğu grubun özellikle 20 yaşın altındaki (6,6 yıl) genç kadınlar olduğu saptanmıştır [17]. Kanun karşısında erişkin bir erkeğin reşit olmayan bir kızla birlikteliği suç teşkil ederken, evlilik içinde bu tip davranışlar normal sayılmaktadır. Erken evlilikler, evlenen kişinin kocasının ve ailesinin yanına taşınarak, kayınvalidesinin yardımcısı rolünü Boran ve ark. Çocuk gelinler Marmara Medical Journal 2013; 26:58-62 üstlenmesi, eşlerin büyükler tarafından görücü usulüyle seçilmesi, kadının ev dışında bir görevinin olmaması, anne ve evde yardımcı olması dışında bir kimliğinin olmamasıyla sonuçlanmaktadır. Erken evliliklerde çocuk yaştaki gelin, ailesi ve yakın çevresinden uzaklaştırılmakta, okuldan alınarak eğitim şansı elinden alınmakta ve kendi yaşıtlarıyla iletişim özgürlüğü engellenmektedir. Erken evliliklerde aile içi şiddet de daha fazla görülmektedir. Özellikle 15-19 yaş arası genç kızlarda, eğitim düzeyi düşük olanlarda eşi tarafından fiziksel ve cinsel şiddet görme riski daha yüksek saptanmıştır [3]. Bangladeş’in kırsal bölgesinde 15-19 yaş arası kızların %48’i son 12 ay içerisinde eşi tarafından fiziksel, cinsel veya her iki şiddete maruz kaldığı belirtilmiştir [18]. Erken yaşta evlilikler o toplumun kalkınmasında en büyük hedefleri olan yoksulluğun azaltılması, eğitimin yaygınlaştırılması, cinsiyet eşitliğinin sağlanması, çocuk yaşamlarının korunması ve sağlığın geliştirilmesinde bir engel olarak ortaya çıkmaktadır. Erken gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklara maruz kalma diğer sağlık risklerini oluşturur. Adölesan annelik TNSA-2008 verilerine göre, ortanca ilk doğum yaşı son beş yılda artış göstererek 21,8’den 22,3’e yükselmesine karşın, adölesan dönemde olan kızların %6’sının çocuk doğurmaya başladığı görülmektedir [17]. Adölesan annelik, kırsal yerleşim yerlerinde %9 oranla, kentsel alanlara (%5) göre daha yaygındır [17]. TNSA-2008 verilerine göre, adölesan annelik, eğitim düzeyi düşük kadınlar arasında eğitimli kadınlara göre daha sık görülmektedir [17]. Refah düzeyine göre bakıldığında, en yüksek refah düzeyine sahip hanelerde adölesan annelik % 2, refah düzeyi düşük olanlarda ise oran % 8-11’e yükselmektedir [17]. Çocuk evlilikleri adölesan dönemde çocuk doğurmaya neden olduğundan çoğunlukla erken ve sık gebeliklere yol açmakta ve anne ve çocuk ölüm riskini artırmaktadır. Gebelik ve ilk bebekte anne yaşının küçülmesiyle birlikte cinsel yolla bulaşan hastalıklara yatkınlık aynı oranda artmaktadır. 15-19 yaş arası kızlarda gebeliğe bağlı ölümler bu yaş grubunda ki en sık ölüm nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır [3]. Onbeş yaş altı gebeliklerde ölüm riski yirmili yaşlara göre 5 kat daha fazladır [3]. Adölesan annelerin, özellikle de 18 yaşından genç olanların, daha ileri yaşlarda anne olan kadınlara göre, düşük veya ölü doğum yapmaları veya anne ölümlülüğü riskine maruz kalmaları daha olasıdır [7, 19]. Fiziksel olarak olgun olmamaları, vezikovajinal veya rektovajinal fistül riskinin yüksekliği mortalite ve morbidite nedenleri arasında gösterilmektedir [19]. Anne yaşının 18 yaş altı olması durumunda, bebeğin ilk bir yılda ölme riski, geç yaştaki annelere göre %60 daha fazladır [7]. Ayrıca daha erken yaşlarda evlenen kadınlar ortalama olarak daha uzun süre gebelik riski altına girmekte, bu da genellikle yaşam 61 boyunca daha fazla sayıda doğuma yol açabilmektedir. Adolesan annelerin topluma ve ailesine ekonomik olarak katkısı olamamakta, bebeği de bu yoksulluk döngüsünün bir parçası olmaktadır. Erken evlilikler, özgürlüklerinin kısıtlanması, kişisel gelişim şansının alınması, sağlık ve eğitim hakkının elinden alınması, adil, erkeklerle eşit bir çalışma ortamından mahrum bırakılma ve erken gebeliklerle sonuçlanmaktadır. Sonuç olarak erken evlilikler bebek ve anne ölüm oranlarının artışına yol açmakta dolayısıyla toplumun geleceğini olumsuz yönde etkilemektedir. Erken evliliklerin önlenmesi Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi (International Center for Research on Women (ICRW)) tarafından 2011 yılında, erken evliliklerin engellenmesine yönelik müdahale programlarının derlendiği makalede 5 ana amaç belirlendiği görülmüştür [20]. Kız çocuklarının bilgi, beceri ve destek ağlarıyla güçlendirilmesi, ebeveyn ve toplumun bireylerinin eğitilmesi ve harekete geçirilmesi, kız çocukları için örgün eğitim kalitesi ve erişebilirliğin arttırılması, kız çocukları ve aileleri için ekonomik desteğin sunulması, yasal çerçevenin etkinleştirilmesi bu programların hedeflerini oluşturmaktadır [20]. Bu stratejiler içerisinde erken evliliğin önlenmesinde kızların eğitimi en güçlü müdahale yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Kızların okulda olması onların halen çocuk olarak görülmesine yardımcı olmakta, dolayısıyla evlenilebilir olmaktan çıkarmakta, aynı zamanda kız çocuklarının okuldaki eğitimle bilgi ve becerilerini arttırmaları, sosyal ağlarını geliştirmeleri kendi çıkarları için en iyisine karar vermelerini sağlamakta, kaliteli ve ileri eğitimle sağladıkları ekonomik gelir aileleri ve topluma faydalarının daha görünür olmasını sağlamaktadır [20]. Eğitimle paralel olarak ilk evlenme yaş ortalamasının arttığı görülmektedir [9]. Ülkemizde de Milli Eğitim Bakanlığı ile UNICEF arasında imzalanan protokolle başlatılan kız çocuklarının okullulaşmasına destek ve cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması amaçlı ″Haydi kızlar okula″, ilköğretim/lise kız öğrenci bursları, ″Baba beni okula gönder″ gibi projelerin çocuk gelinlerin önlenmesi açısından önemlidir [21, 22]. Sonuç olarak, toplumda çocuklar ekonomik bir yük olarak değil, toplumun değerli bireyleri olarak görülmelidir. Önce ailede daha sonra toplumda, özellikle kız çocuklarının eğitimi için olanak sağlanmalı, kadının iş yaşamındaki yerini alması özendirilmelidir. Çocuk gelinlerin önlenmesinde en önemli koruyucu faktörler tüm çocukların, özellikle kız çocuklarının eğitiminin sağlanması ve sosyal eşitsizliklerin en aza indirilmesidir. Kaynaklar 1. Mathur S, Greene M, Malhotra A. Too young to wed: The lives, rights, and health of young married girls, Washington: International Centre 62 Boran ve ark. Çocuk gelinler on Research on women, 2003. http://www.icrw.org/files/publications/ Too-Young-to-Wed-the-Lives-Rights-and-Health-of-Young-MarriedGirls.pdf (erişim 24.8.2012) 2. Nour NM. Child marriage: a silent health and human rights issue. Rev Obstet Gynecol 2009; 2: 51-6. 3. International planned parenthood federation (IPPF) and the forum on marriage and the rights of women and girls. Ending child marriage-a guide for global policy action2006. http://www.unfpa.org/upload/lib_ pub_file/662_filename_endchildmarriage.pdf (erişim 1.8.2012) 4. United Nations. Assessing the status of women: a guide to reporting under the Convention on the Elimination of all forms of Discrimination against Women. General recommendation 21, 2000. New York.http:// www1.umn.edu/humanrts/iwraw/assessing-english%201.pdf(erişim 8.8.2012) 5. United Nations Children’s Fund, the State of the World’s Children 2006, UNICEF.http://www.childinfo.org/files/The_State_of_the_ Worlds_Children_2006.pdf (erişim 7.8.2012) 6. United Nations Children’s Fund, Early Marriage: A harmful traditional practice: A statistical exploration, UNICEF, New York, 2005: 12-13. http://www.unicef.org/publications/files/Early_Marriage_12.lo.pdf (erişim 1.8.2012) 7. Early marriage: Child spouses. Florence, Italy: UNİCEF inndig, 2001.http://www.unicef-irc.org/publications/pdf/digest7e.pdf (erişim 1.8.2012) 8. T.C Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Aile yapısı araştırması 2006; Ankara 2010: 21-41. http://www.athgm.gov. tr/upload/athgm.gov.tr/mce/eskisite/files/kutuphane_60_Aile_Yapisi_ Arastirmasi.pdf (erişim 16.8.2012) 9. Türkiye’de aile yapısı araştırması 2011. TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara. http://www.athgm.gov.tr/upload/athgm.gov.tr/ mce/2013/taya_kitap_butun.pdf(erişim 25.02.2013) 10. İstatistiklerle Kadın 2011, TÜİK. http://www.tuik.gov.tr/IcerikGetir. do?istab_id=238(erişim 3.8.2012) Marmara Medical Journal 2013; 26:58-62 11. Akıntürk T, Karaman DA. Gerçek kişinin ehliyetleri. Medeni Hukuk. İstanbul:Beta Basım, 2012; 118-37. 12. Akıntürk T, Karaman DA. Evlenme. Medeni Hukuk. İstanbul:Beta Basım, 2012; 236-44. 13. Yurtcan E. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar. Yeni Türk Ceza Kanunu. İstanbul Barosu Yayın Kurulu 2005; 176-81. 14. Çocuk haklarına dair sözleşme. UNICEF Türkiye 2004. http://www. asayis.pol.tr/belge/cocuk_haklari_sozlesmesi.pdf (erişim 1.8.2012) 15. TBMM İnsan haklarını inceleme komisyonu. Çocuk haklarına dair sözleşme, 137-160.http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/ pdf01/137-160.pdf (erişim 9.8.2012) 16. Çocuk koruma kanunu. Resmi gazete 15.7.2005; sayı:25876http:// oges.meb.gov.tr/doc2012/5395_SAYILI_COCUK_KORUMA_ KANUNU.pdf (erişim 9.8.2012) 17. T.C Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008.http://www.hips.hacettepe. edu.tr/TNSA2008-AnaRapor.pdf (erişim 16.8.2012) 18. World Health Organization. WHO multi-country study on women’s health and domestic violence against women: initial results on prevalence, health outcomes and women’s responses: summary report. Geneva 2005: 8. http://whqlibdoc.who.int/ publications/2005/9241593512_eng.pdf (erişim 4.8.2012) 19. UNFPA. State of world population 2003: Making 1 billion count: investing in adolescents’ health and rights, New York.http://www. unfpa.org/webdav/site/global/shared/documents/publications/2003/ swp03_eng.pdf (erişim 08.08.2012) 20. Malhotra A, Warner A, McGonagle A, Lee-Rife S. Solutions to end child marriage, what the evidence shows. International Center for Research on Women 2011. http://www.icrw.org/files/publications/ Solutions-to-End-Child-Marriage.pdf (erişim 14.01.2013) 21. http://haydikizlarokula.meb.gov.tr/organizasyon.php (erişim 22.02.2013) 22. http://www.cydd.org.tr/sayfa.asp?id=53 (erişim 21.02.2013) Marmara Medical Journal 2013; 26:63-7 DOI:10.5472/MMJ.2013.02499.1 DERLEME / REVIEW Çoklu doğrusal regresyon sonuçlarının Jackknife tekniği ile tekrarlanabilirliğinin değerlendirilmesi Evaluating replicability of multiple linear regression results using the Jackknife technique Nural BEKİROĞLU, Rana KONYALIOĞLU, Dilara KARAHAN ÖZET Gerek sosyal bilimlerde gerekse sağlık bilimlerinde oldukça kullanılan bir yöntem olan çoklu doğrusal regresyonun, az örnek sayısı içeren bir veri tabanına uygulanması sonucunda elde edilen Beta katsayılarına ait tahminlerin ilgili anakitle için genelleştirilip genelleştirilemeyeceği sorusu oldukça önemlidir. Bu derlemede, Jackknife tekniği uygulayarak Beta katsayılarının örneğe özel bir durum nedeniyle anlamlı olduğuna yanıt aranmış ve sonuçlarımız ilgili literatür ışığında gözden geçirilmiştir. Anahtar kelimeler: Jackknife tekniği, Tekrarlanabilirlik, Çoklu regresyon analizi, Pseudo R2 değerleri ABSTRACT Multiple linear regression analysis is a frequently used method, both in social sciences and health sciences. The question below becomes important when an estimation of Beta coefficients obtained from multiple linear regression analyses is applied to studies with small sample size. The question is, “Can we generalise Beta coefficients obtained regarding the whole population?”. The aim of this study is to find the answer to this question by applying the Jackknife technique and review the relevant literature. Key words: Jackknife technique, Replicability, Multiple regression analysis, Pseudo R2 Giriş Bilimsel açıdan bakıldığında tekrarlanabilirlik (replicability), diğer bütün olası koşulların sabit tutulması halinde, farklı zamanlarda aynı gözlemin yapılması ilkesidir. Araştırmacı, bir çalışma yaparken varsayımlarını kurar ve çalışmasını bu varsayımları desteklemesi için tasarımlar ve bulgularını yayınladıktan sonra da, gelecek araştırmalara bir temel oluşmasını sağlamış olur. Bilimsel yöntemler, araştırmacıları ampirik (deneye dayalı) sonuçlar aracılığı ile bir kuramı çürütmeye veya ispat etmeye iter. Özellikle örnek büyüklüğünün ya da denek sayısının göreceli olarak az olduğu klinik çalışmalar çok iyi tasarımlansa da, özenle yürütülse de, tekrarlama eksikliği olduğu düşünüleceği için çalışmanın spesifik bir örneğe ait sonuçları temel alan yargılar içerdiği söylenebilir. Benzer başkaca araştırmalarda aynı değerler elde edilmez ise, araştırma bulguları anakitle değeri gibi kabul görmez böylece o örneğe sınırlı bir değere sahip olur. Bu çalışmada, gerek sosyal bilimlerde gerekse sağlık bilimlerinde oldukça kullanılan bir yöntem olan çoklu doğrusal regresyonun, örnek büyüklüğü ya da denek sayısı az olan bir çalışmaya uygulanması sonucunda elde edilen tahminler ile yine aynı örneğe Jackknife tekniği uygulayarak elde edilen tahminlerin bir karşılaştırılması yapılarak, Jackknife tekniği sonucu elde edilmiş tahminlerin ilgili anakitle için kabul edilebilir ve genelleştirilebilir olduğunu adım adım bir örnekle çözümleyip, elde edilen sonuç, literatür bilgileri ile derlenmiştir. Örnek sunum Nural Bekiroğlu () Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, Türkiye e-mail: [email protected] Rana Konyalıoğlu ARK İstatistiksel Danışmanlık, İstanbul, Türkiye Dilara Karahan Psikiyatri Anabilim Dalı , Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye Gönderme/Submitted: 03.02.2013 - Kabul/Acceepted: 03.04.2013 Bu çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul etmiş 15 kişiye iki ölçek kullanılmıştır. Bu ölçeklerin işlevi, bireyin belirli sayıda veya belirli tekniklere dayalı olarak seçilmiş test maddelerine (item) verilen yanıtların derecesini ve bir boyut üzerindeki konumunu belirlemektir. Bu bağlamda, Psikiyatri Polikliniğine ayaktan başvuran, DSM-IV obsesifkompülsif bozukluk tanı ölçütlerini karşılayan 18-65 yaş arasında kadın ve erkek hastalara, Young Şema Ölçeği (Young Schema Questinonnaire-YSQ) ve çocukluk çağının 63 64 Bekiroğlu ve ark. Çoklu doğrusal regresyon sonuçları ve Jackknife tekniği temel gereksinimlerini temin eden Anne-Baba Tutumlarını ölçen Young Anne-Baba Tutum Ölçeği (Young Parenting Inventory -YPI M-F) uygulanmıştır [1]. Türkçe geçerlik ve güvenilirliği Karaosmanoğulları A. ve ark. tarafından yapılan her iki ölçeği de hastanın kendisi yanıtlamıştır [2]. Bağımlı değişken olarak, Young Şema Ölçeği, Y=YSQ değerleri alınmış ve bu değişkeni tahmin etmek için bağımsız değişkenler olarak X1=anne tutumu, (X1(anne)) ve X2=baba tutumu, (X2(baba)) ölçümleri regresyon analizi için kullanılmıştır. Yeterince güçlü, anakitle için de genelleştirilebilir ve güvenilir bir regresyon denkleminde, her bir bağımsız değişken için yaklaşık 15 kişi gerekmektedir. Çoklu regresyon analizinde denek sayısı (n) ve bağımsız değişkenlerin (p) sayısı, anakitleyi en doğru şekilde yansıtan güçlü tahminlerin elde edilebilmesi bakımından büyük önem taşır. Güçlü bir tahmin için önerilen oran n/p’dır. Bu oranın düşük olması durumunda çalışmanın gücünden şüphe edilir [3]. Örnek büyüklüğü az olan bu çalışmada (n=15), bağımlı değişkeni tahmin etmede hangi bağımsız değişkenlerin anakitleye ne ölçüde genelleştirilebileceği Jackknife tekniği kullanılarak gösterilmiştir. Çoklu doğrusal regresyon ve varsayımları Gerek sosyal bilimlerde gerekse sağlık bilimlerinde herhangi bir bağımlı değişkeni yani sonucu tek bir bağımsız değişken ya da bir sebeple açıklamak mümkün değildir. Birçok bağımsız değişken bir araya gelerek bir bağımlı değişkeni etkileyebildikleri durumda “Çoklu Regresyon Analizi’nden bahsedilmiş olunur. Çoklu doğrusal regresyon modelinde p tane bağımsız değişken olduğu varsayıldığında anakitle modeli şöyle ifade edilir; Doğrusal regresyon modeli bazı varsayımlara dayanmaktadır. Söz konusu varsayımlar “hata teriminin bölünmesi”, “hata terimi ile serbest değişkenler arasındaki” ve “serbest değişkenler arasındaki ilişki” ile ilgili olup şöyledir; “ Anakitle hata payları birer rastlantısal değişken olup matematik ümitleri 0”’dır. E(ei) = 0 “Hata terimi normal dağılıma sahiptir”. Diğer bir deyişle her Xi değeri için hata teriminin değerleri kendi ortalamaları etrafında çan eğrisi biçiminde simetrik bir bölünme gösterir. ε ~N(0, σ2) “Hata terimlerinin ardışık değerleri birbirlerinden bağımsızdır”. Diğer bir deyişle, birbirini izleyen hata terimleri arasında otokorelasyon yoktur. Bu varsayıma göre i≠j olmak üzere ei ve ej’nin kovaryansı sıfıra eşittir: Cov (ei ,ej )=0 Marmara Medical Journal 2013; 26:63-7 “Alt anakitle hata payları ei’lere ilişkin varyans her alt anakitle için aynıdır (eşitvaryanslık-homoskedastisite). Diğer bir deyişle, bütün X değerleri için ε hata terimleri kendi ortalamaları etrafında aynı değişkenliğe sahiptir. σe2 Var (ei / Xi)= E(ei2) “Bağımsız değişkenler arasında basit doğrusal ilişki yoktur. Bağımsız değişkenler arasındaki basit doğrusal korelasyon katsayılarının 0 veya 0’a çok yakın olması şartı şeklinde de açıklanabilen bu varsayıma, istatistikte ” Çoklu Doğrusal Bağlantı “ (Multicolinearity) olmama durumu adı verilmektedir. Bu nedenle bağımsız değişkenler seçilirken, bunların bağımlı değişkenlerle olan korelasyon katsayılarının yüksek (1’e yakın) ancak birbirleri arasındaki korelasyon katsayılarının ise düşük (0 veya 0’a yakın) olmasına dikkat edilmelidir. β’nın tahminlerinin hesaplanmasında “En Küçük Kareler Tekniği” nden yararlanılabilir [4]. = Jackknife tekniği ile çift çapraz-geçerlilik (double cross-validation) ve özyükleyici (bootstrap) yöntemleri Örnek büyüklüğünün ya da denek sayısının göreceli olarak az olduğu klinik çalışmalar söz konusu olduğunda, aynı çalışmayı yeni bir örnek grubunda tekrarlamadan sonuçların tekrarlanabilirliğini sağlayan Jackknife tekniği ile çift çapraz-geçerlilik (double cross-validation) ve özyükleyici (bootstrap) yöntemleri birer “iç” tekrarlama yöntemleri olup, bu yöntemlerle tek bir örnekten yola çıkarak elde edilen tahminlerin anakitle için de geçerli ve kabul edilebilir tahminler olup olamayacağı araştırılır. - Jackknife yönteminde, her seferinde örnekten bir kişi atılarak işlem gerçekleşir. - Çift çapraz geçerlilik yöntemi 3 adımda gerçekleşir: a) orijinal veri tabanı rastgele ikiye ayılır b) her iki örnekte de analizler ayrı ayrı yapılır, c) ve sonuçlar ampirik olarak karşılaştırılır. - Bootstrap yöntemi ise; çok büyük bir veri seti (ör: n=1000) oluşturmak için orijinal verilerden (x1, x2,…,xn gibi) iadeli örneklemeyle n örnek büyüklüğünde rastgele örnekler üretilerek gerçekleştirilir. Bu örneklerin her biri bootstrap (özyükleyici) örnek diye adlandırılır ve ilgili parametrenin bir tahminini verir. Bu oluşum çok kez tekrarlandığında tahmin edicinin değişkenliği hakkında istenilen bilgiye ulaşılır. Jackknife tekniğinin uygulaması Jackknife tekniği, bilinen yollardan elde edilmesi zor olan durumlarda tahmindeki biası azaltan ve güven aralıklarını yaklaşık olarak veren bir tekniktir. Yöntemin esası; her bir örneklem elemanını veri setinden sırayla atmak suretiyle her biri (n-1) büyüklüğünde n tane farklı örnek üretmektir. İlgilenilen parametre, Ơ, bu alt örneklemlere ait ơ1, ơ2, ….,ơn gibi bir dizi tahminler yardımıyla tahmin edilir. Parametrenin Jackknife tahmin edicisi şöyle hesaplanır; Bekiroğlu ve ark. Çoklu doğrusal regresyon sonuçları ve Jackknife tekniği Marmara Medical Journal 2013; 26:63-7 Tablo I. Veri seti (n=15) Vaka 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 65 Tablo II. Korelasyon Katsayıları Y=YSQ 3.84 3.56 3.27 2.66 2.81 2.88 3.10 3.19 3.32 3.30 2.80 3.14 3.74 3.57 3.83 X1(anne) 3.30 2.57 1.96 2.85 2.29 2.05 2.65 2.34 3.38 2.81 2.22 3.31 3.70 2.79 3.46 X2(baba) 2.39 2.36 1.97 3.03 2.47 2.34 2.78 2.27 3.49 2.49 2.31 2.69 3.43 2.24 2.78 Ji (Ơ) = n Ơ – (n-1)ơi, i=1,…,n Bu değerlere pseudo (yalancı) değerler denir. Burada Ơ, n gözlem yani tam veri seti kullanılarak elde edilmiş bir tahmin edicidir. Jackknife tahmin edicisinin ortalama pseudo değerleri ise şöyle tahmin edilir [5]. J(Ơ)= [Σ Ji (Ơ)] / n, i=1,…,n Tukey, Crask ve Perrault’ya göre Jackknife tahmin edicisi normal dağılmaktadır. Bu nedenle, Jackknife tahmin edicisinin kararlılığıyla (stability) tahmin ediciye ait güven aralıkları oluşturulabilir [6, 7]. Bu çalışmada çoklu doğrusal regresyon sonuçlarının elde edilmesinde SPSS 15.0 kullanılmıştır. Y(YSQ) 1.00000 0.612* 0.109 Y(YSQ) X1(anne) X2(baba) X1(anne) X2(baba) 1.00000 0.741** 1.00000 * a=0.05 istatistiksel anlamlılık ** a=0.01 istatistiksel anlamlılık Tablo I ‘de Jackknife tekniğinin uygulanacağı veri seti verilmiştir. Tablo II’de korelasyon katsayıları verilmiştir. Bağımlı değişken olan YSQ ile sadece X1 (anne) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (r=0.612, p<0.05). Tablo III’de çoklu regresyon sonuçları verilmiştir. Model istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Ayrıca R2= 0.6370 ‘tür. Tablo IV’te, pseudo değerlerinin hesaplanması için gerekli olan ve X1, X2 değişkenlerine ait standardize regresyon katsayıları (standardized regression coefficients) yani Beta katsayıları verilmiştir. X1, X2 ve R2‘ye ait Jackknife tekniği ile hesaplanmış ortalama ve standard sapma içeren pseudo(yalancı) değerleri şöyle bulunmuştur. X1 için; 1.1779±0.2015, X2 için; -0.7525±0.2151 ve R2 için; 0.6011±0.1749. Hesaplanan t-değerleri ise, X1 için 5.8456 (p<0.05), X2 için 3.4984(p<0.05), R2 için 3.4382 (p<0.05) olarak bulunmuş olup istatistiksel anlamlıdırlar. Böylece Beta katsayılarına ait değerlerin sağlamlılığı ve örnekten örneğe değişmezliği gösterilmiş olmaktadır. Tablo V’te ise, Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayıların, X1, X2 ve R2 ‘ye ait %95 Güven Aralıkları (GA) Tablo III. Çoklu Regresyon Sonuçları (n=15) Model Özeti İstatistiklerdeki Değişim Model 1 R R 0.798 0.637 2 Düzeltilmiş R 0.576 2 Std.Hata 0.249 R ‘deki Değişim 0.637 2 F Değişim Serbestlik derecesi 1 Serbestlik derecesi 2 p 10.52 2 12 0.002 Kestirici (Sabit), X1 (anne), X2 (baba) Model Regresyon Artık(residual) Toplam Kareler Toplamı 2.709 1.436 4.145 Varyans Analizi (ANOVA) Serbestlik derecesi 2 12 14 Ortalama Kare 1.355 0.12 F 11.322 p 0.002 Kestiriciler : (Sabit), X1 (anne), X2 (baba) Bağımlı Değişken YSQ Model Sabit X1 (anne) X2 (baba) Bağımlı Değişken :YSQ Katsayılar Standardize olmayan Katsayılar B SH 2.738 0.407 0.818 0.18 -0.67 0.227 Standardize Katsayılar Beta 1.777 -0.763 t p 6.725 4.545 -2.946 0.0001 0.001 0.012 66 Bekiroğlu ve ark. Çoklu doğrusal regresyon sonuçları ve Jackknife tekniği Tablo IV. Pseudo(yalancı) değerler, Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayı ve t-değerleri Beta katsayıları Pseudo değerler Pseudo değerler Pseudo değerler Çıkarılan Vaka X1(anne) X2 (baba) R2 Hiç 1.1770 -.7630 .6370 1.00 .2250 .1330 1.6870 2.00 .9530 -1.1830 .1610 3.00 1.9190 -2.2750 .0770 4.00 1.1350 -2.5830 .3430 5.00 1.4010 -.5390 1.0710 6.00 1.4710 -.3850 1.0570 7.00 .8830 -.5390 .6930 8.00 1.4710 -1.0570 .6230 9.00 1.3450 -1.1130 .3710 10.00 1.0650 -.6510 .6090 11.00 1.5830 -.4130 .9170 12.00 -1.0910 1.0990 -1.4350 13.00 2.7170 -.3430 .4410 14.00 .9950 -1.0990 .8750 15.00 1.5970 -.3290 1.4910 Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayı 1.1779 -0.7525 0.6011 Standart Hata 0.2015 0.2151 0.1749 5.8456* 3.4984* 3.4382* 2.145 2.145 2.145 Hesaplanan t-değeri t-kritik değer (d.f.=14, a=0.05) *katsayının sağlamlığını ve değişmezliğini göstermektedir. Tablo V. Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayıların %95 Güven Aralıkları (GA) X1(anne) X2(baba) R2 Orijinal Katsayı 1.1770* -0.7630* 0.6370* Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayı 1.1779 -0.7525 0.6011 Alt sınır %95 GA 0.784 -1.211 0.2283 Üst sınır %95 GA 1.607 -0.2940 0.9739 * Orijinal katsayıların, Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayıların %95 Güven Aralıkları içinde kaldığını göstermektedir. bulunmaktadır ve sırasıyla şöyledir; (0.784, 1.607), (-1.211, -0.2940) ve (0.2283, 0.9739). Tartışma Carver, bir yazısında “Tekrar, bilimin köşe taşıdır.” demektedir [8]. Böylece tekrarlama ile elde edilen tutarlı sonuçlar varsayımdan türetilen teoriyi ve varsayıma olan güveni kuvvetlendirir. Marmara Medical Journal 2013; 26:63-7 Bununla beraber, literatürdeki, “tekrarlanabilir sonuç”, “genelleştirme”, “örnek seçiciliği” ve “invaryans test” gibi kullanılan değişik terimler aslında gelecek araştırmalarda da aynı sonuçları elde etme benzerliğine işaret eder [9]. Maalesef, çok az araştırmacı “tekrarlanabilirlik” konusuna önem vermektedir [10]. Thompson, “istatistiksel anlamlılık”, “sonucun önemliliği” ve “tekrarlanabilirlik” ifadelerinin farklı konular olduğunu belirtmekte ve araştırmacıların özellik ile bu konulara dikkat etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca bu 3 konuya sadece istatistiksel anlamlılık testleriyle yanıt bulunamayacağını da eklemektedir [9]. Çünkü istatistiksel anlamlılık; bir çalışma tekrarlandığında (replication) aynı sonuçları elde etme olasılığı hakkında hiçbir bilgi vermemektedir. Kaldı ki, anlamlılık testleri sıfır varsayımına odaklanır ve bilinmeyen evren parametrelerini örnekten elde edilen istatistiklerle değerlendirir. Araştırmacılar, hesaplanan istatistiğe göre sıfır varsayımını kabul veya reddeder ve p değerini güvenilir veya tekrarlanabilir olarak yorumlar. Oysa bu doğru değildir, çünkü anlamlılık testlerinin bir sınırlaması bulunmaktadır. Unutmamak gerekir ki, anlamlılık testi öncelikle örnek büyüklüğüne bağlı bir fonksiyondur ve örnek büyüklüğü arttıkça, istatistiksel olarak anlamsız olan sonuçlar anlamlı hale gelebilmektedir [10, 11]. Tahmin sonuçlarının benzer olduğunu ve anakitle için genelleştirilebileceğini incelemenin bir yolu da, yeni örnek grubu(rla) ile çalışmayı tekrarlayarak tekrarlanabilirliğini göstermektir. Ancak bu durum araştırmacılar tarafından pek tercih edilmeyebilir, çünkü zaman, personel istihdamı, para ve enerji gerektirir. Oysa yeni bir örnek oluşturmadan varolan bir çalışmayı “tekrarlayabilmek “de olasıdır. Aynı çalışmayı yeni bir örnek grubu ile tekrarlamadan, sonuçların tekrarlanabilirliğini yani anakitle için genelleştirilebilecek güvenli tahminler elde edilebilmeyi araştıran bazı yöntemler bulunmaktadır. Bunlar; Jackknife , çift çapraz-geçerlilik (double cross-validation) ve özyükleyici (bootstrap) yöntemleridir [6, 7, 9, 12, 13]. Bunlardan Jackknife ve bootstrap yöntemleri, özellikle örnek büyüklüğünün küçük olduğu klinik araştırmalarda en çok tercih edilen tahmin yöntemlerdir. Ancak Jackknife yönteminin diğer iki yönteme karşı bazı önemli üstünlükleri vardır. Jackknife yöntemi her seferinde örnekten bir gözlem atarak defalarca işlem gerçekleştirildiğinden, verilerdeki uç noktalara (outlier) karşı oldukça hassas bir yöntemdir [3]. Jackknife yaklaşımı tüm veriyi de dikkate aldığı için atipik vakaların örneğe girmesinden kaynaklanan yanlılığı (biası) da giderir. Jackknife yaklaşımının anakitleye ait özellikleri tahmin etmede; gerçek, en az yansız ve oldukça muhafazakâr bir yaklaşım olduğu Crask ve Perrault tarafından gösterilmiştir [6]. Jackknife yöntemi, birçok hazır istatistiksel paket programlarında da bulunmaktadır. Bekiroğlu ve ark. Çoklu doğrusal regresyon sonuçları ve Jackknife tekniği Marmara Medical Journal 2013; 26:63-7 Bizim çalışmamızda, X1, X2 ve R2 için Jackknife tekniği ile hesaplanmış katsayılar ile orijinal Beta katsayıları ve R2 değerleri birbirlerine çok yakın bulunmuştur. Özellikle, Tablo IV’te tüm örneklerde Jackknife yöntemi ile hesaplanmış tahmin edicilerin, standart hataları ve hesaplanan t-değerleri oluşturularak, Jackknife tahmin edicisinin örnekten örneğe değişmezliği bir anlamda kararlılığı (stability) gösterilmiştir. Sonuç olarak, örneğimizdeki X1 (anne) ve X2 (baba) değişkenlerinin sırasıyla 1.1770 ve -0.7630 Beta katsayı değerleriyle ile kararlılık gösterdiği saptanmıştır. Bunun anlamı, aynı çalışmayı tekrarlayacak araştırmacıların bu iki değişken için benzer Beta katsayılarını elde etmeleridir. Böylece Jackknife tekniğinin uygulanmasıyla çalışmamızdaki Beta katsayılarının örneğe özel bir durum nedeniyle anlamlı olmadığını ve anakitleye de genelleştirilebilecek tahminler olduğunu söyleyebiliriz. Örneğimizde, Jackknife yöntemi ile hesaplanan R2 = 0.6011 olup ve standart hatası da 0.1749 olarak bulunmuştur. Hesaplanan t-değerinin kritik değeri geçmesi R2 ‘nin de genelleştirilebileceğini gösterir. R2 ‘nin tekrarlanabilirliğinin X1 (anne) ve X2 (baba) değişkenlerine ait beta katsayılarının kararlılığından etkilenmiş olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle, bağımlı değişken olan Y=YSQ, X1(anne) ve X2(baba) değişkenlerince istatistiksel olarak anlamlıdır ve bu değişkenler Y=YSQ bağımlı değişkeninin % 63.7’sini açıklamaktadır. Çoklu doğrusal regresyon analizi varsayımlarının zorlandığı, bağımlı değişken ile X2 değişkeni arasındaki korelasyon katsayısının anlamlı olmaması ve X1 değişkeni ile X2 değişkeni arasındaki korelasyon katsayısının anlamlı olması durumunu denek sayısının azlığı ile açıklanabilir. Zaten bu sebeplerden dolayı Jackknife tekniğinin neden kullanılması gerektiğinin önemi üzerinde durulmaktadır [14-17]. Jackknife tekniğinin, diğer iç tekrarlama yöntemlerine (bootstrap ve double cross-validation) göre birçok avantajı vardır. Küçük örnekler için elverişlidir, bir tarafsız tahmin edici (unbiased estimator) gibi güçlüdür ve örnekleme hatasındaki değişimleri tahmin etme kapasitesine sahiptir. Bu sebeplerden dolayı, örnek büyüklüğü az olan bir veri seti için çoklu doğrusal regresyon yönteminin kullanılması gerektiği zaman, anakitledeki gerçek değere yakın ve güçlü tahminlerin elde edilmesi için uygulanan Jackknife tekniğinde izlenecek süreç, bir uygulamayla adım adım verilmiş ve literatür derlenerek, çalışmamızın diğer çalışmalara göre önemli bir farklılık gösterdiği ortaya konmuştur. 67 Son olarak, tüm orijinal değerlerin Jackknife yöntemi ile oluşturulan parametre tahmin edicilere ait güven aralıklarının içinde yer aldığı görülmektedir. Böylece, yeni bir örnekle aynı çalışmayı tekrarlamak yerine Jackknife tekniği kullanarak gerçekleştirilen “tekrarlanabilirlik” ile araştırma sonuçlarına olan güvenin “kuvvetlendiği” bu derleme ile anlatılmaya çalışılmıştır. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. Young JE, Klasko J, Weishaar EM. Schema therapy for practitioner’s guide(hardcover). Schema Assessment and Education. New York: Guilford Press, 2003. ISBN: 9781572308381 Kapçı EG, Hamamcı Z. Aile işlevi ile psikolojik belirtiler arasındaki ilişki:Erken dönem uyum bozucu şemaların aracı rolü. Klinik Psikiyatri 2010;13:127-36. Ang RP. Use of the jackknife statistic to evaluate result replicability. J Gen Psychol 1998; 3:12-20. doi: 10.1080/00221309809595546 Genceli M. Ekonometride İstatistik İlkeler. İstanbul: Filiz Kitabevi, 1989. ISBN: 9753682085 Quenouille MD. Notes on bias in estimation. Biometrika 1956; 43:35360. doi: 10.1093/biomet/43.3-4.353 Crask MR, Perrault WD. Validation discriminant analysis in marketing research. J Marketing Res 1977; 14:60-8. doi: 10.2307/3151055 Adkins LC. Small sample performance of jackknife confidence intervals for the james-stein estimator. Commun Stat Simulat 1990; 19:401-18. doi: 10.1080/03610919008812864 Carver RP. The case against statistical significance testing. Harvard Educ Rev 1978; 48:378-99. Thompson B. Statistical significance; result importance, and result generalizability: Three noteworthy but somewhat different issues. Meas Eval Couns Dev 1989; 22:2-6. Cohen J. The earth is round (p<0.05). Am Psychol 1994; 49:997-1003. doi: 10.1037/0003-066X.49.12.997 Knapp RT. Comments on the statistical significance testing articles. Research in The Schools 1998; 5:39-41. Diaconis P, Efron B. Computer –intensive methods in statistics. Sci Am 1983; 248:116-30. doi:10.1038/scientificamerican0583-116 Efron B, Gong G. A leisurely look at bootstrap, the jackknife and cross validation. The Am Stat 1983; 37:36-48. doi: 10.1080/00031305.1983.10483087 Tyagi P, Edwards DR, Coyne MS. Use of selected chemical markers in combination with a multiple regression model to assess the contribution of domesticated animal sources of fecal pollution in the environment. Chemosphere 2007; 69:1617-24. Zadzińska E, Karasińska M, Jedrychowska-Dańska K, et al. Sex diagnosis of subadult specimens from Medieval Polish archaeological sites: metric analysis of deciduous dentition. Homo 2008;59:175-87. doi: 10.1016/j.jchb.2008.04.004. Kiesel A, Miller J, Jolicoeur P, et al. Measurement of ERP latency differences: a comparison of single-participant and jackknife-based scoring methods. Psychophysiology 2008 Mar;45:250-74. Löffler-Stastka H, Rössler-Schülein H, Skale E. Predictors of dropout during psychoanalytic treatments of patients with personality disorders. Z Psychosom Med Psychother 2008;54:63-76. Marmara Medical Journal 2013; 26:68-71 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02703.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı Hyperglycemia in hospitalized patients Dilek GOGAS YAVUZ, Dilek YAZICI, Sevim ÖZCAN, Özlem TARÇIN, Oğuzhan DEYNELİ, Sema AKALIN ÖZET Amaç: Hiperglisemi hastane mortalite ve morbiditesini etkileyen faktörlerden birisidir. Yatan hastaların yaklaşık yarısında hiperglisemi varlığının ilk kez tespit edildiği rapor edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Marmara Üniversitesi Hastanesi’nde yatan hastalarda yattıkları ve taburcu oldukları dönemlerde hiperglisemi sıklığının ve hipergliseminin yatış süresi ile ilişkisinin belirlenmesidir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya, Şubat-Temmuz 2007 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Hastanesi kliniklerinde 24 saatten uzun sureli yatan 1971 erişkin hasta dahil edilmiştir. Hastaların yattıkları ve taburcu oldukları günlerde kan şekerleri, kapiller kandan glukometre ile ölçülmüştür. Glukometre ile ölçülen açlık kan şekeri 126 mg/dL veya tokluk kan şekeri 200 mg /dLüzerinde bulunan hastaların damarlarından alınan kan örneklerinde kan şekeri ölçümleri laboratuvarda yapılmıştır. Hastaların diyabet öyküleri ve yatış süreleri kaydedilmiştir. Bulgular: Hastaların %23.8’inde bilinen diyabet (Grup 1), % 12.3’ ünde yeni tanılı diyabet (Grup 2) saptanmıştır. Grup 1 en sık Koroner Yoğun Bakım Ünitesi’nde (%80) ve en seyrek Beyin Cerrahisi Servisi’nde (% 5.8) görülürken, Grup 2’nin sıklığı en yüksek Göz Servisi hastalarında (%25), en düşük ise Fizik Tedavi Servisi hastalarındadır (%2.7). Grup 1’de yatış ve çıkış sırasında kan şekeri değerleri sırası ile cerrahi bölümlerde diyabet olan ve olmayanlarda (157.6 ± 49.0 vs 151.0 ± 60.0, p>0.05) (114.4 ± 37.7 vs 111.8 ± 26.6, p>0.05), dahili bölümlerde diyabet olan (173.9 ± 89.5 vs 155.6 ± 43.4, p>0.05) ve olmayanlarda (110.7 ± 38.3 vs 111.9 ± 28.0, p>0.05) olarak bulunmuştur. Diyabetik hastaların yatış süresi (14.1±19 gün) diyabetik olmayanlara (7.5±13 gün) göre daha uzundur (p<0.001). Sonuç: Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı %36.1 olup, bunların yaklaşık 1/3’ü yeni tanılı diyabettir. Diyabetik hastaların yatış süresi daha uzundur. Anahtar kelimeler: Hiperglisemi, Diabetes mellitus, Yeni tanılı diabetes mellitus, Hastane yatışı Dilek Gogas Yavuz, Dilek Yazıcı (), Sevim Özcan, Oğuzhan Deyneli, Sema Akalın Endokrin ve Metabolizma Bilim Dalı, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, Türkiye e-mail: [email protected] Özlem Tarçın Endokrin ve Metabolizma Bilim Dalı, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi,Başkent Üniversitesi, İstanbul, Türkiye Gönderilme/Submitted: 20.02.2013 - Kabul/Accepted: 28.03.2013 68 ABSTRACT Objectives: Hyperglycemia affects mortality and morbidity in hospitalized patients. About half of the cases represent a newonset of hyperglysemia, the aim was to determine the frequency of hyperglycemia in hospitalized patients on the first and last days of their hospital stay and to determine the relationship of hyperglycemia with the length of hospital stay. Patients and Methods: One thousand nine hundred and seventy one patients hospitalized at Marmara University Hospital for longer than 24 hours between February and July 2007 were included. Capillary blood glucose (BG) was measured by glucometers on the first and last days of hospitalizations. If fasting blood glucose levels measured by glucometer were above 126 mg/dL or random blood glucose levels were above 200 mg/dL, then blood samples were taken from the forearm and blood glucose levels were measured in the laboratory. The history of diabetes and the length of hospital stay of patients were recorded. Results: Patients with a diagnosis of diabetes (Group 1) were 23.8% and the new-onset diabetes (Group 2) patients were 12.3% of the total. The frequency of Group 1 patients was highest (80%) for those in the Coronary Care Unit, and lowest (% 5.8) in the Neurosurgery Clinic. The frequency of Group 2 patients was highest (%25) in the Eye Diseases Clinic and lowest (%2.7) in the Physical Therapy and Rehabilitation Clinic. BG on the first and last days of the hospital stay at the surgery clinics respectively were 157.6 ± 49.0 vs 151.0 ± 60.0 (p>0.05) for the diabetic patients, and were 114.4 ± 37.7 vs 111.8 ± 26.6 (p>0.05) for non-diabetic patients. BG on the first and last days of the hospital stay at the nonsurgery clinics respectively was 173.9 ± 89.5 vs 155.6 ± 43.4 (p>0.05) for diabetic patients and were 110.7 ± 38.3 vs 111.9 ± 28.0 (p>0.05) for nondiabetic patients. The length of the hospital stay for Group 1 was longer than for Group 2 (p<0.05). Conclusion: Among these patients the frequency of diabetes was 36.1%. That is about one third of these patients had new-onset diabetes. The duration of the hospital stay was longer in diabetics. Key words: Hyperglycemia, Diabetes mellitus, New-onset diabetes mellitus, Hospital, Inpatient Giriş Hiperglisemi hastane yatışı sırasında morbidite ve mortaliteye etki eden önemli bir faktördür [1,2]. Hiperglisemi, hastaların hastanede yatış süresini, yoğun bakıma alınma oranını ve mortaliteyi artırmaktadır [1]. Postoperatif glukoz düzeyleri kardiyak cerrahi sonrası enfeksiyonun ciddi bir göstergesi Yavuz ve ark. Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı Marmara Medical Journal 2013; 26:68-71 olarak bildirilmiştir [3-5]. Miyokard enfarktüsü (ME) geçiren diyabetik hastalarda hastaneye kabul sırasındaki kan glukoz değerlerinin hem hastane mortalitesinin, hem de 1-yıllık mortalitenin bir göstergesi olduğu bildirilmiştir [6]. Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi varlığı ile sıklıkla karşılaşılmaktadır [7]. Yatan hastaların bir kısmında daha önceden tanı almış diyabet olmasına karşın, bir kısım hastada da diyabetin yeni tespit edildiği görülmektedir [8]. Umpierrez ve arkadaşlarının hastanede yatmakta olan 2030 hastayı taradıkları çalışmada, hiperglisemi sıklığı %38 olarak saptanmıştır. Bu hastaların %26’sında diabetes mellitus (DM) tanısı mevcutken, %12’sinde DM öyküsü yoktur [2]. Bin otuz dört hastanın prospektif olarak takip edildiği başka bir çalışmada da dahiliye servislerinde yatan hiperglisemik hastalarının %37.5’unda ve cerrahi servislerindeki hiperglisemik hastalarının da %33’ünde diyabet öyküsünün bulunmadığı bildirilmiştir [9]. Hastanede görülen hipergliseminin nedenleri genel olarak bilinen diyabet, farkedilmeyen diyabet ve iatrojenik veya strese bağlı diyabet olarak kabul edilmektedir [8]. Strese bağlı meydana gelen hiperglisemi, akut miyokard enfarktüsü (AME), inme, travma veya cerrahi gibi akut stres durumlarında gözlenir. Bu durumlarda glukagon, katekolaminler, glukokortikoidler, büyüme hormonu gibi hormonlardaki artış hiperglisemiye neden olmaktadır. Bunun yanında yine stres durumlarında salgılanan sitokinler ve diğer enflamatuvar medyatörler, karaciğerde glukoz üretimini, lipoliz ve proteolizi artırıp, kas katabolizmasını hızlandırır. Buna bağlı olarak kanda glukoz, serbest yağ asitleri, keton cisimcikleri ve laktat artışı meydana gelir [8,10]. Kanda glukozun aşırı yükselmesiyle meydana gelen glukoz toksisitesi de insülin salınımını olumsuz etkiler [7]. İatrojenik hiperglisemiye genel olarak hastanede kullanılan ilaçlar neden 69 olmaktadır. Bu ilaçlar arasında ön planda glukokortikoidler yer almaktadır. Glukokortikoidler glikojenolizi ve hücresel glukoz alımını azaltmak yoluyla insülin direncine neden olmakta ve hiperglisemiye yol açmaktadır [11]. Hiperglisemi meydana getiren diğer ilaçlar arasında vazopressörler, tiazid diüretikleri, kalsiyum kanal blokerleri, proteaz inhibitörleri, tiroid hormonları, siklosporin ve niasin gibi ilaçlar yer almaktadır. Bunun yanında enteral ve parenteral solüsyonlar da kan glukozunu yükseltebilir [12,13]. Bu aşamada amacımız üçüncü basamak sağlık hizmeti sunan bir üniversite hastanesinde yatan hastalarda hiperglisemi sıklığının değerlendirilmesi ve hipergliseminin yatış süresi ile ilişkisinin belirlenmesiydi. Hastalar ve Yöntem Çalışmaya 1 Şubat - 31 Temmuz 2007 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Hastanesi kliniklerinde 24 saatten uzun sureli yatışı olan 1971 erişkin hasta dahil edilmiştir. Cerrahi bölümlerden Ortopedi, Genel Cerrahi, Nöroşirurji (NRŞ), Kadın Doğum, Üroloji, Göz Hastalıkları, Plastik Cerrahi ve Göğüs Cerrahisi servisleri, dahili bölümlerden İç Hastalıkları, Nöroloji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon (FTR), Koroner Yoğun Bakım Ünitesi (KYBÜ) ve Dermatoloji servislerinde yatmakta olan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar yatışlarının ilk gününde değerlendirmeye alınmıştır. Hastalar DM öyküsü açısından sorgulanmıştır. Diyabeti olanların DM süreleri kaydedilmiştir. Hastaların ayrıca aldıkları tedaviler kaydedilmiştir. Yatış sırasında ölçülen açlık kan şekeri (AKŞ) değerleri hastaların parmaklarından alınan kapiller kandan glukometre cihazları (Accucheck, Roche, Türkiye) kullanılarak belirlenmiştir. Hastaların ayrıca taburcu oldukları Tablo I. Yatan hastalarda bilinen DM tanısı olanların ve hastane yatışı sırasında ilk kez DM tanısı alan hastaların servislere göre oranı Ortopedi (n=208) Yaş K/E Yatış süresi (gün) Bilinen DM (hasta %’si) Yeni tanı DM (hasta %’si) 54±19 125/83 11.6±24 15.3 23.4 Genel Cerrahi (n=381) 57±16 224/157 6.4±8.2 13.9 14.3 NRŞ (n=205) 52±14 108/97 7.8±8.1 5.8 9.8 Göz (=38) 56±19 24/14 4±3.6 26.3 Kadın doğum (n=217) 38±13 217 5.0±9.7 7.8 25 4.5 Üroloji (n=94) 59±17 24/70 7.6±9.9 22.3 15.2 İç hastalıkları (n=263) 57±16 138/125 15.1±23.1 31.5 15 FTR (n=114) 60±17 88/26 13.1±6.5 20.1 2.7 Nöroloji(n=222) 57±18 110/112 9.8±6.0 19.8 6.1 Dermatoloji (n=25) 57±19 11/14 7.9±4.3 20 KYBÜ (21) 72±14 13/8 9.2±17 80 Göğüs cerrahisi (n=81) 57±15 31/50 8.9±11.1 11.1 20 4.5 23.4 KBB (n=46) 50±17 17/29 7.5±7.7 19.5 19.5 Plastik Cerrahi (n=56) 44±18 25/31 7.1±7.7 17.8 14.2 NRŞ=Nöroşirurji, FTR=Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, KYBÜ=Koroner Yoğun Bakım Ünitesi, KBB=Kulak-Burun-Boğaz Yavuz ve ark. Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı 70 Yatış Marmara Medical Journal 2013; 26:68-71 Çıkış 200 p<0.05 Kan Şekeri (mg/dL) p<0.05 150 100 50 112 114 158 151 111 112 174 155 0 normoglisemik diyabetik Cerrahi bölümler normoglisemik diyabetik Dahili bölümler Şekil 1. Cerrahi ve Dahili bölümlerde DM’u olan ve olmayan hastaların yatış ve çıkış kan şekeri düzeyleri 16 p<0.001 p<0.001 14 p<0.05 saptanmıştır. Diyabeti bilinen hastalarda DM süresi cerrahi bölümlerde 9.3±8.3 yıl, dahili bölümlerde ise 9.7±8.8 yıldır (p> 0.05). Grup 1 hastalarında hiperglisemi değerleri en yüksek oranda Koroner Yoğun Bakım Ünitesi’nde ve en düşük oranda Beyin Cerrahisi Servisi’nde bulunmuştur. Grup 2’de hiperglisemi değerleri en yüksek oranda Göz Servisi’nde yatan hastalarda, en düşük oranda ise Fizik Tedavi Servisi’nde yatan hastalarda izlenmiştir. Bilinen diyabet ve yeni tanılı diyabet olan hastaların değişik servislere göre oranı Tablo I’de verilmiştir. İlk kez hiperglisemi saptanan kişilerin % 3.1’inde çıkış kan şekerleri normal izlenmiştir. Cerrahi ve dahili bölümlerde saptanan vakaların yatış ve çıkış kan şekeri değerleri Şekil 1’de verilmiştir. Steroid kullanımı tüm grupta %4.1 olarak saptanmıştır. Bilinen DM tanısı olan vakalarda steroid kullanımı % 35 olarak izlenmiştir. Hastalar yatış süreleri açısından değerlendirildiğinde diyabetik hastaların yattığı gün sayısı diyabetik olmayanlara kıyasla daha uzun bulunmuştur (p<0.01) (Şekil 2). Yatış süresi (gün) 12 Tartışma 10 8 14,7 6 4 11,2 8,9 6,9 2 0 Dahili bölümler Cerrahi bölümler DM var DM yok Şekil 2. Dahili ve Cerrahi bölümlerde DM tanısı olan ve olmayan hastaların yatış süreleri gün kapiller kan şekerleri ölçülmüştür. Kapiller kan şekeri > 140 mg/dL olan hastalardan kan alınarak laboratuvarda glukoz ölçümü yapılmıştır. DM tanısı American Diabetes Association (ADA)’nın kriterlerine göre AKŞ >126 mg/ dL, rastgele kan şekeri >200 mg/dL olması durumunda konmuştur [14]. Diyabet öykülerine göre hastalar bilinen DM (Grup 1) ve yeni tanılı DM (Grup 2) olmak üzere iki grupta değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerinde, SPSS programı kullanılmıştır. Grupların diyabet süresi ve kan şekerleri arasındaki fark eşleştirilmemiş Student’s t-testi kullanılarak yapılmıştır. Çalışma için Marmara Üniversitesi Etik Kurul Komitesi’nden onay alınmıştır. Bulgular Hastaların %23.8’inde bilinen DM (Grup 1) mevcut iken yatan hastaların % 12.3’ ünde yeni tanı DM (Grup 2) Marmara Üniversitesi Hastanesi’nde çeşitli nedenlerle değişik servislerde yatan hastaların %23.8’inde bilinen diyabet olduğu görülürken, % 12.3’ ünde yeni tanılı diyabet saptanmıştır. Bu yüzde özellikle Levetan ve arkadaşlarının dahili nedenlerle yatan hastalarda gözlemlediği %37.5% ve cerrahi hastalarında gözlemlediği %33 rakamlarından daha düşüktür [9]. Benzer şekilde, AME ile yatışı yapılan olgularda taburcu edilirken %31 oranında yeni tanılı diyabet tespit edilmiştir [15]. Bizim çalışmamızda bilinen diyabet tanısı en yüksek oranda KYBÜ’nde gözlenirken, yeni tanılı diyabetiklerin en fazla olduğu servis Göz servisidir. Bilinen diyabetlerin en fazla KYBÜ’nde olması beklenen bir bulgudur. Bunun nedeni diyabetin kendisinin makrovasküler komplikasyonlarla seyretmesi [16] ve bunun yanı sıra aterosklerotik kalp hastalıklarının DM ile birlikte görülme sıklıklarının yüksek olmasıdır [17]. Yakın dönemde rapor edilen bir çalışmada daha spesifik bir hastane olan Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sadece kalp damar cerrahi kliniklerinde yatan hastalarda değerlendirme yapılmıştır. O çalışmada yatan hastalarda %45.7 oranında hiperglisemi, %13.5 oranında bozulmuş açlık glukozu tespit edilmiştir. Hiperglisemik hastaların %26.5’inde bilinen diyabet olmasına karşın %19.2’ında diyabet yeni tespit edilmiştir [18]. O çalışmanın verilerine göre şimdiki sonuçlarımızda bilinen diyabet yaklaşık %3 oranında daha düşükken, yeni tespit edilen diyabet yüzdeleri yaklaşık %7 oranında düşüktür. Bunun nedeni o çalışmada ağırlıklı olarak kalp damar hastalığı olan hastaların çalışmaya dahil edilmesi, şimdiki çalışmada ise daha heterojen bir popülasyon olmasıdır. Yavuz ve ark. Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı Marmara Medical Journal 2013; 26:68-71 Çalışmamızda kan şekeri yüksek bulunan hastalar arasında bilinen diyabeti olanların oranı yeni tanılı DM oranından daha fazla bulunmuştur. Bu da literatürdeki verilerle uyumludur. Umpierrez ve arkadaşlarının taradıkları popülasyonda bilinen diyabeti olanların oranı yeni tanılı diyabet oranına göre daha yüksektir [2]. Çalışmamızda bilinen diyabeti olan hastaların kan şekerlerinin taburculukta yatışlarına göre daha düşük olduğu izlenmiştir. Bu da yatış sırasında hastalara diyet, uygun servislerde oral antidiyabetik, gerektiğinde de insülin ile müdahale edilmesi sonucunda gelişmiş olabilir. Hipergliseminin hastane-içi mortalite ve morbidite üzerinde önemli etkisi bilinmektedir [2, 19]. Uçucu ve arkadaşları akut koroner sendrom geçiren 375 hastayı değerlendirdikleri bir çalışmada diyabeti ve bozulmuş açlık glukozu olan hastalarda mortaliteyi normoglisemik hastalara göre artmış olarak bulmuşlardır [20]. Aynı zamanda hastanede yatış süresi de bu iki unsur açısından önemlidir ki; hastanede yatış süresi uzadıkça komplikasyonlar artmaktadır veya komplikasyonlar arttıkça hastanede yatış süresi uzamaktadır. Bu bağlamda çalışmamızda hastaların yatış süreleri belirlenmiş ve diyabetik olanlarda olmayanlara göre daha uzun olduğu görülmüştür. Brezilya’dan yapılan 779 hospitalize hastanın tarandığı bir çalışmada hastalar kan şekerleri normal olan diyabetik grup (Grup 1), hiperglisemik olan diyabetik grup (Grup 2), hiperglisemisi olan non-diyabetik grup (Grup 3), persistan hiperglisemisi olan diyabetik ve nondiyabetik grup (Grup 4) ve normal glukoz kontrolü olan grup (Grup 5) olarak ayrı ayrı değerlendirilmişlerdir. Grup 1 ve 5’teki hastaların mortalite hızlarının grup 2, 3 ve 4’e göre daha fazla olduğu saptanmıştır. En uzun süreli hastanede yatış grup 4’te görülürken en kısa yatış grup 5’tedir [21]. Bizim verilerimiz yatış süresi açısından bu çalışmanın sonuçlarını desteklemektedir. Hastanede yatışta hiperglisemiye yol açan ilaçlara bakıldığında steroid kullanımının genel grupta %4.1 oranındayken, diyabetik hastalarda çok daha sık olduğu görülmüştür. Bu da diyabetik hastaların daha komplike olup steroid almalarını gerektirecek durumların daha fazla olduğunu düşündürebilir. Sonuç olarak hiperglisemi, yatan hastalarda sık görülen bir komplikasyondur. Hastanede hiperglisemi sadece bilinen diyabetik hastalarda görülmez, yatış sırasında ilk defa tanı alan diyabetiklerde de ortaya çıkabilir ve bu durum toplumdaki diyabet sıklığından daha yüksek oranlardadır. Kan şekeri yüksekliği hastanede yatış süresinde uzamaya neden olan bir faktör olarak gözükmektedir. Buna bağlı olarak da hastaneye yatış sırasında kan glukozu taramasının, özellikle tanılanmamış veya farkedilmeyen hiperglisemi ve bu duruma bağlı gelişebilecek tıbbi sorunların önceden belirlenmesi ve önlenmesinde önemli bir yeri olduğu düşünülmektedir. Kaynaklar 1. Kitabchi AE, Freire AX, Umpierrez GE. Evidence for strict inpatient blood glucose control: time to revise glycemic goals in 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 71 hospitalized patients.Metabolism 2008;57:116-20. doi:10.1016/j. metabol.2007.08.014 Umpierrez GE, Isaacs SD, Bazargan N, et al.. Hyperglycemia: an independent marker of in-hospital mortality in patients with undiagnosed diabetes. J Clin Endocrinol Metab 2002;87: 978-82. doi: 10.1210/jc.87.3.978 Zerr KJ, Furnary AP, Grunkemeier GL, et al. . Glucose control lowers the risk of wound infection in diabetics after open heart operations. Ann Thorac Surg 1997; 63:356-61. doi 10.1016/S0003-4975 (96)01044-2 Golden SH, Peart-Vigilance C, Kao WH, Brancati FL. Perioperative glycemic control and the risk of infectious complications in a cohort of adults with diabetes. Diabetes Care 1999;22: 1408-14. doi 10.2337diacare.22.9.1408 Inzucchi SE. Clinical practice. Management of hyperglycemia in the hospital setting. N Eng J Med 2006;355:1903-11. doi: 10.1056/ NEJMcp060094 Malmberg K, Norhammar A, Wedel H, Rydén L. Glycometabolic state at admission: important risk marker of mortality in conventionally treated patients with diabetes mellitus and acute myocardial infarction: long-term results from the Diabetes and Insulin-Glucose Infusion in Acute Myocardial Infarction (DIGAMI) study. Circulation 1999;99:2626-32. doi: 10.1161/01.CIR.99.20.2626 Magee MF. Insulin therapy for intensive glysemic control in hospital patients. Hospital Physician 2006;38:17-27. Clement S, Braithwaite SS, Magee MF, et al. American Diabetes Association Diabetes in Hospitals Writing Committee Management of diabetes and hyperglycemia in hospitals. Diabetes Care 2004;27:55391. doi: 10.2337/diacare.27.2.553 Levetan C S, Passaro M, Jablonski K, et al. Unrecognized diabetes among hospitalized patients. Diabetes Care 1998;21: 246-9. doi:10.2337/diacare.21.2.246 Capes S E, Hunt D, Malmberg K, et al. Stress hyperglycemia and prognosis of stroke in nondiabetic and diabetic patients: a systematic overview. Stroke 2001;32:2426-32. doi: 10.1161/hs1001.096194 Pandit MK, Burke J, Gustafson AB, et al. Drug-induced disorders of glucose tolerance. Ann Intern Med 1993;118:529-39. Bjerke H S, Shabot MM. Glucose intolerance in critically ill surgical patients: relationship to total parenteral nutrition and severity of illness. Am Surg 1992;58:728-31. Coulston AM. Enteral nutrition in the patient with diabetes mellitus. Curr Opin Clin Nutr Metab Care 2000;3:11-5. American Diabetes Association. Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Position statement. Diabetes Care 2007;30:S42-7. doi: 10.2337/dc07-S042 Norhammar A, Tenerz A, Nilsson G, et al. Glucose metabolism in patients with acute myocardial infarction and no previous diagnosis of diabetes mellitus: a prospective study. Lancet 2002;359:2140-4. doi./10.1016/S0140-6736(02)09089 Brownlee M. Biochemistry and molecular cell biology of diabetic complications. Nature 2001;13:813-20. doi:10.1038/414813a Stern MP. Diabetes and cardiovascular disease. The “common soil” hypothesis. Diabetes 1995;44:369-74. Emir H, Yazıcı D. Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde opere edilen hastalarda bozulmuş glukoz metabolizması sıklığı. Diyabet, Obezite ve Hipertansiyonda Hemşirelik Forumu. 2009;1:14-20. Bolk J, van der Ploeg T, Cornel JH, Arnold AE, Sepers J, Umans VA. Impaired glucose metabolism predicts mortality after a myocardial infarction. Int J Cardiol 2001;79:207-14.doi. 10/016/S01675273(01)00422-3 Uçucu M, Öner FA, Yurdakul S, Ergüney M. In-hospital mortality in patients with impaired fasting glucose and acute coronary syndromes. Marmara Med J 2010;23:257-62. Leite SA, Locatelli SB, Niece SP, Oliveira AR, Tockus D, Tosin T. Impact of hyperglysemia on morbidity and mortality, length of hospitalization and rates of re-hospitalization in a general hospital setting in Brazil. Diabetol Metab Syndr 2010;2:49. doi: 10.1186/17585996-2-49. Marmara Medical Journal 2013; 26:72-6 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02807.1 ORIGINAL ARTICLE/ÖZGÜN ARAŞTIRMA Muscarinic agonist, antagonists and signaling pathway inhibitors change c-Fos and cyclin D1 expression in K562 cells K562 hücrelerinde muskarinik agonist, antagonist ve sinyal ileti yolağı inhibitörleri c-Fos ve siklin D1 ekspresyonlarını değiştirir Hülya CABADAK, Banu AYDIN, Beki KAN ABSTRACT Objectives: Muscarinic acetylcholine receptors (mAChR) belong to a family of G protein coupled receptors (GPCRs). These mAChRs regulate several important physiological functions by activating a wide variety of cellular signaling pathways. We have previously shown that muscarinic acetylcholine (M2, M3 and M4) receptors are expressed in K562 cells. In this study, we investigated the effect of muscarinic agonist, antagonists and different signaling pathway inhibitors on c-Fos and cyclin D1 transcripts, using reverse transcriptase polymerase chain reaction (RT-PCR) that allows changes of very rare transcripts to be monitored. Material and Methods: Total RNA was prepared from K562 cells challenged with muscarinic agonist, antagonists and inhibitors. c-Fos and cyclin D1 expression were determined by RT-PCR. Results: We showed that treatment with muscarinic agonist, antagonists and inhibitors leads to changes in c-Fos and cyclin D1 expression in K562 cells. Conclusions: Our results suggest that muscarinic receptors regulate expression of c-Fos and cyclin D1 genes in K562 cells via different signaling pathways. ÖZET Amaç: Muskarinik asetilkolin reseptörleri (mAChR) G protein ile kenetli reseptör ailesinin üyesidirler. mAChR farklı sinyal ileti yolakları aracılığı ile bazı mühim f izyolojik fonksiyonları düzenler. K562 hücrelerinde M2, M3 ve M4 reseptörlerinin eksprese olduğunu önceki çalışmalarımızda gösterdik. Bu çalışmada muskarinik agonist, antagonist ve farklı sinyal ileti yolağı inhibitörlerinin c-Fos ve siklin D1 ekspresyonuna etkileri araştırılmıştır Gereç ve Yöntem: Muskarinik reseptör agonist, antagonist ve sinyal yolağı inhibitörlerinin c-Fos ve siklin D1 ekspresyonuna etkileri ters transkriptaz polimeraz zincir tepkimesi (TT-PZT) kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Muskarinik agonist, antagonistler ve sinyal yolağı inhibitörleri K562 hücrelerinde c-Fos ve siklin D1 transkriptlerinde değişime neden olmuştur. Sonuç: Sonuçlarımız K562 hücrelerinde muskarinik reseptör aracılı c-Fos ve siklin D1. mRNA ekspresyonlarının farklı sinyal ileti yolları ile düzenlendiğini düşündürmektedir. Anahtar kelimeler: Atropin, c-Fos, Karbakol, Siklin D1 Key words: Atropine, Carbachol (CCh), c-Fos, Cyclin D1 Introduction Hülya Cabadak ( ), Banu Aydın Department of Biophysics, School of Medicine, Marmara University,İstanbul, Turkey e-mail: [email protected] Beki Kan Department of Biophysics, School of Medicine, Acıbadem University, İstanbul, Turkey Submitted/Başvuru: 16.03.2013 Accepted/Kabul: 12.04.2013 72 Acetylcholine is a neurotransmitter in the nervous system but it serves also as a paracrine or autocrine factor in different cell types, where it is linked to functions like proliferation and cell differentiation [1-3]. mAChRs mediate a wide array of cellular responses to acetylcholine in the central nervous system (CNS) and in non-nervous tissues innervated by the parasymphatic nervous system [4,5]. Muscarinic receptors are involved in diverse actions, including inhibition of adenylate cyclase, breakdown of phosphoinositide, regulation of nitric oxide (NO) synthesis, change of Ca2+ levels and modulation of K channels [6-8]. Muscarinic cholinergic receptors can also induce cell proliferation, differentiation and transformation. These effects are cell type dependent and receptor subtype specific. Many cells express a mixture of muscarinic receptor Marmara Medical Journal 2013; 26:72-6 transcripts [9]. Some studies indicate that only the M1 and M3 receptor subtypes demonstrate growth modulation [10,11]. Different researchers have suggested that nonneuronal acetylcholine and cholinergic agonists alter cell growth and proliferation of lymphocytes [12]. Costa et al. demonstrated that acetylcholine released from T-lymphocytes acts via the M3 acetylcholine muscarinic receptor (mAChR) to trigger nuclear signaling and up-regulation of gene expression in Tand B-lymphocytes [9]. Activation of mAChRs and nicotinic acetylcholine receptors (nAChRs) on lymphocytes increases the intracellular Ca2+ concentration, stimulates c-Fos gene expression and NO synthesis [9]. Fuji et al. showed that stimulation of mACh receptors induces Ca2+ oscillations and up-regulates c-Fos gene expression in T- and B-cell lines [13]. mAChR activation alters Ca2+, c-Fos and c-jun mRNA and protein levels in the glial cell line 1321N1 [914]. Stimulation of muscarinic receptors induces expression of c-Fos in different cell lines including astrocytoma cells, neuroblastoma cells [15-18]. Muscarinic receptor expression has been recently observed in human mononuclear cells (MNL) and in some leukemic cell lines [8, 19-21]. We have previously demonstrated the presence of M2, M3 and M4 mAChRs and M3 subtype mediated NO signaling in K562 chronic myelogenous leukemic cells [8]. We also showed that collagenase clostridium histolyticum (CCh)-treatment leads to changes in muscarinic M2, M3 and M4 receptor transcripts as well as M2 and M3 protein levels [3] and enhances cyclic adenosine monophosphate (cAMP) accumulation in these cells [21]. Cyclin D1 is an important regulator of G1 to S-phase transition and an important cofactor for diverse transcription factors in different cell types [22]. Different studies showed that cyclin D1 is a predominantly cytoplasmic protein in mammalian cancer cell lines [23]. The aim of this study was to examine muscarinic receptor mediated c-Fos and cyclin D1 gene expression in K562 cells and to investigate the intracellular signaling pathways that couple receptor stimulation to these genes. Materials and Methods Carbamylcholine chloride (Carbachol), atropine, gallamine, tropicamide, 4-diphenyl-acetoxy-N-methyl-piperidine methiodide (4-DAMP) were from Sigma Chemical Co., St. Louis, MO, U.S.A.; RPMI 1640 were from Sigma Chemical Co., St. Louis, MO, USA.; 2-aminoethoxydiphenyl borate (2APB), MEK1/2 inhibitor (UO126) were from Merck, Germany. Wortmannin was from Santa Cruz, CA. Cell culture K562 cells (American Type Culture Collection, VA, USA) seeded at 1X106 cells/ml were maintained at 37°C in culture Cabadak et al. Muscarinic effects on c-Fos and cyclin D1 expression 73 flasks in RPMI 1640 supplemented with 10% fetal calf serum, in a humidified atmosphere of 5% CO2 and 95% air, with one half of the medium being replaced every 3-4 days. The cells were counted on a hemocytometer after dilution with 0.4% trypan blue. The experiments were performed in cell suspensions adjusted to reach a concentration of 1X105 cells/ ml. Cells were placed into medium with 10% serum added. The effects of muscarinic receptor agonist and antagonists were investigated on the levels of c-Fos and cyclin D1 expression in K562 cells. Cells were pre-treated for 30 min with antagonists followed by CCh (100 μM) stimulation for 30 min. Cells grown on flask in serum-free medium were deprived of growth factors for 24 h before challenge with 100 µM CCh or its vehicle for 30 min. Inhibitors 2APB; inhibitor of Ins(1,4,5)P3-induced Ca2+ release from ER, Wortmannin; inhibitor of phoshoinositide 3-kinase, UO126; selective inhibitor of both MEK1 and MEK2) were added 30 min prior to CCh. The cells were washed twice, resuspended in phosphate buffered saline (PBS) and centrifuged at 700 g for 5 min at room temperature. RNA extraction: Total RNA was isolated by the guanidium thiocyanatephenol-chloroform extraction method, as previously described by Chomczynski and Sacchi [24]. Purity and quantitation were assessed by A260/A280 ratios. Reverse transcription: Reverse transcription of total RNA was carried out in a volume of 50 µl containing 0.2 mM deoxynucleoside triphosphates, 1.5-3.0 mM MgCl2, 2-3 µg RNA, 50 pmol of primers and 10 ml 5XRT-PCR buffer (Roche One step RT-PCR kit). The following primers were used to amplify cyclin D1(726bp), c-Fos (431bp) and b actin (660bp). Cyclin D1, upstream 5′- CCC TCG GTG TCC TAC TTC AAA -3′ and downstream 5′- CAC CTC CTC CTC CTC CTC TTC-3; c-Fos, upstream, 5- CCT CAC CCT TTC GGA GTC CC-3′ and downstream 5′- CTC CTT CAG CAG GTT GGC AAT CT -3′. b actin, upstream 5′ - GAC GGG GTC ACC CAC ACT GTG CCC ATC TA-3′ and downstream 5′- CTA GAA GCA TTT GCG GTG GAC GAT GGA GG3′[19, 25-27]. Amplification was carried out for a total of 30 cycles. After an initial denaturation step of 2 min at 94°C, amplification was carried out for a total of 30 cycles according to the following parameters: 94°C for 30 s, 55°C for 45 s, and 72°C for 45 s, 30 cycles, 72°C for 4 min,1 cycle. As a negative control, the reverse transcriptase (RT) enzyme was omitted from the reaction mixture. Samples were electrophoresed on 2% agarose gels, containing 1 μg/ml ethidium bromide and were viewed under UV light. Gels were photographed and analyzed on Biodoc Analyze software (Whatman Biometra). Data were presented as a sample experiment. The experiments were repeated twice (duplicated), yielding essentially identical results. Data were analyzed and graphics were drawn on GraphPad Prism 5 software. Data were presented as a percentage of the control. 74 Cabadak et al. Muscarinic effects on c-Fos and cyclin D1 expression Marmara Medical Journal 2013; 26:72-6 Results 1. The effect of carbachol treatment on cyclin D1 expression in K562 cells Muscarinic agonist CCh treatment decreased cyclin D1 expression in K562 cells. Preincubation for 30 min with the muscarinic antagonists atropine, gallamine and tropicamide reversed CCh effects on cyclin D1 expression, in contrast to 4-DAMP, which had no effect (Figure 1 A,B ). Figure 1 A, B. RT-PCR identified cDNA for cyclin D1 mRNA levels in K562 cells. A) K562 cells treated with 100 µM CCh for 30 min. Antagonists were added 30 min prior to CCh. Data are presented as a sample experiment. 1) Control, 2) CCh, 3) Atropine, 4) Gallamine, 5) Tropicamide, 6) 4DAMP, 7) Control, 8) CCh, 9) (Atropine+CCh), 10) (Gallamine+CCh), 11) (Tropicamide+CCh), 12) (4DAMP+CCh). B) mRNA levels were normalized to β-actin mRNA levels. The experiments were repeated twice(duplicated), yielding essentially identical results. Data were presented as a percentage of control. PCR products of the expected sizes were as follows: Cyclin D1 (726bp), and b-actin (660bp). 2. The effect of carbachol treatment on c-Fos expression in K562 cells Carbachol led to a small decrease in c-Fos mRNA levels. The decrease induced by CCh on c-Fos mRNA levels was prevented by the muscarinic antagonist, tropicamide (Figure 2). Figure 2. RT-PCR identified cDNA for c-Fos mRNA levels in K562 cells. K562 cells were treated with 100 µM CCh for 30 min. Antagonists were added 30 min prior to CCh. Gene transcript quantity was measured by relative RT-PCR 1) Control, 2) CCh, 3) (Atropine+CCh), 4) (Gallamine+CCh), 5) (Tropicamide+CCh), 6) (4DAMP+CCh), 7) Marker (M). Data are presented as a sample experiment. β-actin was used as the loading control. The experiments were repeated twice (duplicated), yielding essentially identical results. PCR products of the expected sizes were as follows: c-Fos (431bp) and b-actin (660bp). Figure 3 A, B. RT-PCR identified cDNA for Cyclin D1 and c-Fos in cultured K562 cells. K562 cells were treated with 100 µM CCh for 30 min. Inhibitors were added 30 min prior to CCh. Gene transcript quantity was measured by relative RT-PCR using the internal standard β-actin RT-PCR signal. PCR products of cyclin D1 and c-Fos were resolved on 2% agarose gels and visualized by ethidium bromide staining. A) Cyclin D1 and c-Fos expression. Data are presented as a sample experiment. Inhibitors: Marker (M), Control (Cont), CCh; (2APB+CCh), (UO126+CCh) (Wortmannin+CCh), M. B) mRNA levels were normalized to β-actin mRNA levels. Data were presented as a percentage of control. The experiments were repeated twice (duplicated). PCR products of the expected sizes were as follows: Cyclin D1 (726bp), c-Fos (431bp) and b-actin (660bp). effect on cyclin D1 expression was potentiated by all three inhibitors (Figure 3 A,B). 3. Effect of CCh and inhibitors on cyclin D1 and c-Fos expression in K562 cells Discussion To investigate the role of signaling pathways in CChmediated effects on cyclin D1 and c-Fos expression, we challenged K562 cells with the calcium chelator 2APB, Phosphoinositide (PI) 3-kinase inhibitor, wortmannin, and MEK 1-2 inhibitor UO126. The inhibitory effect of CCh on c-Fos expression was fully reversed by UO126, whereas the Muscarinic receptors regulate multiple signaling pathways by activating G proteins. mAChR subtypes are widely expressed in the central and peripheral nervous systems [4, 28]. Previous different studies postulated that muscarinic acetylcholine receptors are functional in some hematopoietic cells [8, 21-29]. Our previous RT-PCR studies have shown Marmara Medical Journal 2013; 26:72-6 that M2, M3 and M4 mAChR subtypes are expressed in K562 cells and suggested that they are involved in regulation of NO signaling and adenylate cyclase activity [8, 29]. This study was designed to test whether muscarinic agonist carbachol regulates cyclin D1 and c-Fos expression in K562 cells. We found that exposure of K562 cells supplemented with 10% serum to CCh led to an inhibition of DNA synthesis [3] and a decrease in cyclin D1 expression. Inhibition of cyclin D1 expression was fully reversed by the muscarinic antagonists atropine (non-selective), gallamine (M2/M4 selective) and tropicamide (M4 selective) but not by 4-DAMP (M3 selective). In order to explore the underlying intracellular signaling pathways involved in CCh-induced inhibition of cyclin D1, K562 cells were treated with pathway specific inhibitors. Neither the calcium chelator 2APB, PI3 Kinase inhibitor, wortmannin, nor MEK 1-2 inhibitor UO126 reversed the inhibiton. On the contrary, inhibition was enhanced with all of the inhibitors. In a previous study by Nicke et al. carbachol-induced inhibition of DNA synthesis was detected in 3T3 cells and this effect was found to be accompanied with an increase in p21cip1, a decrease in cyclin D1 and E levels, and Rb hypophosphorylation [30]. This study also showed that the time course of cyclin D1 degradation closely paralleled the observed inhibition of DNA synthesis. Stimulation of muscarinic receptors are known to induce c-Fos expression in neuronal cell lines and brain regions [15]. Trejo et al. suggested that the mobilization of intracellular Ca2+ and activation of protein kinase C within the first minute of mAChR occupation are sufficient for induction of c-Fos and c-jun in a glial cell line [29, 31]. Muscarinic receptors have been shown couple to both growth-stimulatory and inhibitory signaling pathways depending on the cell model and the assay conditions [30]. Under conditions of DNA inhibition, CCh led to a slight decrease in c-Fos expression in K562 cells. CCh-induced inhibition of c-Fos was abrogated by the M4 muscarinic antagonist, tropicamide. UO126 reversed the inhibition induced by CCh, suggesting that the muscarinic receptor induced effect on c-Fos gene may be regulated via the MEK 1-2 pathway. In conclusion, our data imply that muscarinic receptors are involved in regulation of cyclin D1 and c-Fos expression through different muscarinic receptor subtypes and signal transduction pathways in K562 cells. Acknowledgments This work was supported by a grant from Marmara University Research Fund (No: SAG-DKR-290107-0048, SAG-D-300609-0266) to HC. Declaration of interest: The authors report no conflicts of interest. Cabadak et al. Muscarinic effects on c-Fos and cyclin D1 expression 75 References 1. Wessler I, Kilbinger H, Bittinger F, Unger R, Kirkpatrick CJ. The non-neuronal cholinergic system in humans: expression, function and pathophysiology. Life Sci 2003;72:2055–61.doi: 10.1016/S00243205(03)00083-3. 2. Peretto I, Petrillo P, Imbimbo BP. Medicinal chemistry and therapeutic potential of muscarinic M3 antagonists. Med Res Rev 2009;29:867– 902. doi: 10.1002/med.20158. 3. Cabadak H, Aydın B, Kan B. Regulation of M2, M3, and M4 muscarinic receptor expression in K562 chronic myelogenous leukemic cells by carbachol. J Recept Signal Transduct Res 2010;31:26-32. doi: 10.3109/10799893.2010.506484. 4. Levey AI. Immunological localization of m1-m5 muscarinic acethylcholine receptors in peripheral tissues and brain. Life Sci 1993;52:441-8. doi: 10.1016/0024-3205(93)90300-R. 5. Eglen RM, Choppin A, Watson N. Therapeutic opportunities from muscarinic receptor research. Trends Pharmacol Sci 2001;22:409–14. doi: 10.1016/S0165-6147(00)01737-5. 6. Tracey WR, Peach MJ. Differential muscarinic receptor mRNA expression by freshly isolated and cultured bovine aortic endothelial cells. Circ Res 1992;70:234-40. doi: 10.1161/01.RES.70.2.234. 7. Felder CC. Muscarinic acethylcholine receptors: signaltransduction through multiple effectors. FASEB J 1995;9:619–25. 8. Cabadak H, Küçükibrahimoglu E, Aydın B, Kan B,Gören MZ. Muscarinic receptor mediated nitric oxide release in K562 erythroleukemia cell line. Auton Autacoid Pharmacol 2009;29:109–15. doi: 10.1111/j.1474-8673.2009.00431.x 9. Costa LG, Guizzetti M, Oberdoerster J, et al. Modulation of DNA synthesis by muscarinic cholinergic receptors. Growth Factors 2001; 18:227-36. doi: 10.3109/08977190109029ex 112. 10. Harold F, Robert TJ, Dwayne D, Wan-Lin Y and Yinghua X. Human colon cancer cell proliferation mediated by the M3 muscarinic cholinergic receptor1.Clin Cancer Res 1999;5:2532-9. 11. Brown JH, Sah V, Moskowitz S, Ramirez T, Collins L, Post G, Goldstein D. Pathways and roadblocks in muscarinic receptor-mediated growth regulation. Life Sci 1997;60:1077-84. 12. Fujii T. An independent, non-neuronal cholinergic system in lymphocytes and its roles in regulation of immune function. Folia Pharmacol Jpn 2004;123:179-88. doi: 10.1254/fpj.123.179. 13. Fujii T, Kawashima K. Ca2+ oscillation and c-fos gene expression induced via muscarinic acetylcholine receptor in human T- and B-cell lines. Naunyn Schmiedebergs Arch Pharmacol 2000;362:4-21. 14. Ibanez TI, Miwa JM, Wang HL, et al Novel modulation of neuronal nicotinic acethylcholine receptors by association with the endogenous prototoxinlynx1. Neuron 2002;33:893-903. doi: 10.1016/S08966273(02)00632-3. 15. Ding WQ, Larsson C, Alling C. Stimulation of muscarinic receptor induces expression of individual fos and jun genes through different transduction pathways. J Neurochem 1998;70:1722-9. 16. Simonson M S, Jones J M, Dunn M J Differential regulation of cfos and jun gene expression and AP-I cis-element activity by endothelin isopeptides. Possible implications for mitogenic signaling by endothelin. J Biol Chem 1992;267:8643-9. 17. Blackshear PJ, Stumpo DJ, Huang J-K, Nemenoff RA, Spach DH. Protein kinase C-dependent and independent pathways of protooncogene induction in human astrocytoma cells. J Biol Chem 1987;262: 7774-81. 18. Larsson C, Gustavsson L, Simonsson P, Bergman O, Alling C. Mechanisms of muscarinic receptor-stimulated expression of c-fos in SH-SY5Y cells. Euro J Pharmacology 1994;268:19-28. doi: 10.1016/0922-4106(94)90116-3. 19. Fujii T, Kawashima K. Calcium signaling and c-fos gene expression via M3 muscarinic acetylcholine receptors in human T- and B-cells. Jpn J Pharmacol 2000;84:124-32. doi: 10.1254/jjp.84.124. 20. Sato KZ, Fujii T, Watanabe Y, et al Diversity of mRNA expression for muscarinic acetylcholine receptor subtypes and neuronal nicotinic acetylcholine receptor subunits in human mononuclear leukocytes and leukemic cell lines. Neurosci Lett 1999;266:17–20. doi: 10.1016/ S0304-3940(99)00259-1. 76 Cabadak et al. Muscarinic effects on c-Fos and cyclin D1 expression 21. Cabadak H, Aydın B, Kan B. Muscarinic receptor mediated cAMP response in human K562 chronic myelogenous leukemia cells. Turk J Biochem 2011; 36:188–92. 22. Baldin V, Lukas J, Marcote MJ, Pagano M, Draetta G. Cyclin D1 is a nuclear protein required for cell cycle progression in G1. Genes Dev 1993;7:812-21. doi: 10.1101/gad.7.5.812. 23. Alao JP, Gamble SC, Stavropoulou AV, et al. The cyclin D1 protooncogene is sequestered in the cytoplasm of mammalian cancer cell lines. Mol Cancer 2006;5:7,1-11. doi: 10.1186/1476-4598-5-7. 24. Chomczynski P, Sacchi N. Single-step method of RNA isolation by acid guanidinium thiocyanate-phenol-chloroform extraction. Anal Biochem 1987;162:156–9. 25. Jin X, Song X, Li L, et al. Blockade of AP-1 activity by dominantnegative TAM67 can abrogate the oncogenic phenotype in latent membrane protein 1-positive human nasopharyngeal carcinoma. Mol Carcinog 2007;46:901-11. doi: 10.1002/mc.20319. 26. Masuda M, Suzui M, Yasumatu R, et al. Constitutive activation of signal transducers and activators of transcription 3 correlates with cyclin D1 Marmara Medical Journal 2013; 26:72-6 27. 28. 29. 30. 31. overexpression and may provide a novel prognostic marker in head and neck squamous cell carcinoma. Cancer Res 2002;62:3351–5. Preiksaitis HG, Krysiak PS, Chrones T, Rajgopal V, Laurier LG. Pharmacological and molecular characterization of muscarinic receptor subtypes in human esophageal smooth muscle. J Pharmacol Exp Ther 2000;295:879-88. Caulfield MP, Birdsall NJ. International Union of Pharmacology. XVII. Classification of muscarinic acetylcholine receptors. Pharmacol Rev 1998;50:279–90. Shah N, Khurana S, Cheng K, Raufman JP. Muscarinic receptors and ligands in cancer. Am J Physiol Cell Physiol 2009;296:221-32. doi: 10.1152/ajpcell.00514.2008. Nicke B, Detjen K, Logsdon CD. Muscarinic cholinergic receptors activate both inhibitory and stimulatory growth mechanisms in NIH3T3 cells. J Biol Chem 1999; 274:21701–6. doi: 10.1074/jbc.274.31.21701. Trejo J, Brown JH. c-fos and c-jun are induced by muscarinic receptor activation of protein kinase C but are differentially regulated by intracellular calcium. J Biol Chem 1991;266:7876-82. Marmara Medical Journal 2013; 26:77-81 DOI:105472/MMJ.2013.02650.1 ORIGINAL ARTICLE/ÖZGÜN ARAŞTIRMA The effect of prolonged time for achieving ovarian suppression before starting stimulation on pregnancy rates in ART cycles ART sikluslarında stimulasyona başlamadan önce uzamış ovaryen süpresyonun gebelik oranlarına etkisi Tevfik YOLDEMİR ABSTRACT Objective: To determine if the prolonged time for achieving ovarian suppression before starting stimulation affected the pregnancy rates. Patients and Methods: Retrospective cohort analysis was performed on 565 women undergoing first assisted reproductive technologies (ART) treatment in a University-affiliated Hospital. The women were grouped according to the duration of downregulation by gonadotropin-releasing hormone (GnRH) analogue. Group A consisted of women in the lower 25th percentile, group B consisted of women in the upper 25th percentile, according to the duration of GnRH analogue use. The implantation and clinical pregnancy rates were compared. Results: Mean number of aspirated and inseminated oocytes were more in group A than in group B. Implantation rates were similar. Clinical pregnancy rates were alike. Conclusion: Prolonged time for achieving ovarian supression does not compromise clinical pregnancy rates in ART cycles. Key words: GnRHa, ART, Ovarian suppression, Pregnancy, Extended protocol ÖZET Amaç: Stimulasyona başlamadan önce ovaryen süpresyonun uzamasının gebelik oranlarına etkisini araştırmak Hastalar ve Yöntem: Üniversite affiliye hastanede yardımcı üreme tetkikleri (assisted reproductive technologies (ART)) tedavileri yapılan 565 hasta retrospektif olarak incelendi. Kadınlar gonadotropin salgılayan hormon (gonadotropin releasing hormone (GnRH)) analogu ile ovaryen süpresyon süresine göre gruplandırıldı. GnRH analog kullanım süresine göre grup A alt 25 persentil içinde, grup B de üst 25 persentil içindeki hastalardan oluşmaktaydı. İmplantasyon ve klinik gebelik oranları karşılaştırıldı. Bulgular: Grup A’da ortalama aspire edilen ve insemine edilen oosit sayısı grup B’dekinden fazla idi. İmplantasyon oranları benzer idi. Klinik gebelik oranları benzer idi. Sonuçlar: Ovaryen süpresyon için geçen zamanın uzaması ART sikluslarında klinik gebelik oranlarını olumsuz etkilemez. Anahtar kelimeler: GnRH, ART, Ovaryen süpresyon, Gebelik, Uzun protokol Introduction Tevfik Yoldemir () Department of Obstetrics and Gynecology, School of Medicine, Marmara University, Istanbul, Turkey e-mail: [email protected] Submitted/Gönderilme: 03.03.2013 - Accepted/Kabul: 07.04.2013 Controlled ovarian stimulation in assisted reproductive technologies (ART) induces multiple follicular recruitment and allows the harvesting of multiple oocytes to obtain embryos. During initial studies with human menopausal gonadotropin (HMG) stimulation of multiple follicle development for in vitro fertilizing (IVF), a premature luteinizing hormone (LH) peak occurred in around 20–25% of the cycles. This advanced exposure to high LH resulted in the premature luteinization of follicles and the induction of oocyte maturation, resulting in either cycle cancellation or compromised IVF outcome. The most widely used protocol for ovarian stimulation in ART cycles is the long downregulation protocol, for which gonadotropins are administered after pituitary suppression with gonadotropin- releasing hormone (GnRH) agonists. With the clinical development of GnRH agonists in the early 1980s, there was not only the increase in pregnancy and live-birth rates, but also a more flexible timing for oocyte retrieval became possible in IVF treatments [1]. 77 78 Yoldemir Duration of down-regulation and ART pregnancy Because of the intrinsic agonist activity of the GnRH agonists, pituitary down-regulation is preceded by an initial stimulatory phase, which lasts for two weeks. The timing of ovarian quiescence after this initial stimulation phase is highly variable. This flare effect renders the GnRH agonist ‘long-protocol’ approach more time consuming, because ovarian stimulation can only begin when pituitary quiescence has occurred. Long-acting forms of GnRH analogues were studied in IVF cycles and no difference in cycle outcome was demonstrated [2,3]. Scott et al. [4] did not observe any impact of the duration of GnRH analogue use on ovarian responsiveness to gonadotrophins, nor on IVF success after using leuprolide for 14–15 days prior to ovulation induction. They found no reason to start stimulating patients as soon as suppression was achieved. Moreover, higher implantation rates in amenorrhoeic patients have been reported [5]. It is uncertain whether the ovarian response to exogenous stimulation is affected by GnRH agonist co-treatment [6]. We aimed to determine whether the prolonged time for achieving ovarian suppression before starting stimulation affected the pregnancy rates in IVF/intracytoplasmic sperm injection (ICSI) cycles. Patients and Methods Five hundred and sixty five consecutive women undergoing ART cycles in a University- affiliated Hospital, were selected for retrospective evaluation. The women were placed in two groups according to the duration of GnRH analogue use. The mean length of the GnRH analogue use among these women was 27.62± 3.27 days. Group A consisted of women who used GnRH analogue for a duration in the lower 25th percentile, group B consisted of women who used GnRH analogue for a duration in the upper 25th percentile. The period of GnRH analogue was calculated from the time of start on day 21 of the preceeding cycle till the the day of the human chorionic gonadotrophin (hCG) injection. Ethical approval for the study was not required and has not been included as there were no interventions that are not a part of standard care. All practices and protocols conformed to the ethical requirements for assisted reproductive technology programs of the Ethics Commitee of the institution and conform to the provisions of the Declaration of Helsinki. Hormonal stimulation All patients underwent ovarian stimulation with gonadotropins and gonadotropin releasing-hormone (GnRH)agonist for pituitary down-regulation. For long protocols, pituitary desensitization was achieved by s.c. administration of leuprolide acetate (Lupron; TAP Pharmaceuticals, North Chicago, IL) during the luteal phase of the preceding cycle before the start of gonadotropin stimulation. After down-regulation was confirmed by E2 levels <50 pg/ml, Marmara Medical Journal 2013; 26:77-81 Table I. Women and Infants Hospital (WIH) scoring for day 3 embryos Cell number Score Degree of fragmentation Score Symmetry Score 1 0 8-10 4 0 4 Symmetric or slightly asymmetric 6-7 or >10 3 <10% 3 Grossly asymmetric 4-5 2 10-25% 2 2-3 1 26-50% 1 1 0 controlled ovarian hyperstimulation was accomplished with s.c. administration of recombinant follicle-stimulating hormone (FSH) (Follitropin alpha; Serono Inc). None of the patients had E2 >50 pg/ml before ovarian stimulation was started. Gonadotropins were initiated the day after the baseline evaluation, or several days later, as required, based on the desired retrieval day. The agonists were sometimes continued longer in order to avoid weekend retrievals. Follicular monitoring was performed by using a Toshiba SAL 77B machine (Toshiba, Tokyo, Japan). Ten thousand IU of human chorionic gonadotropin (hCG, 10,000 IU Profasi, EMD Serono Inc.) was administered when at least one follicle had a mean diameter of 18 mm. Oocyte retrieval, insemination, embryo culture, and grading transvaginal oocyte retrieval was performed 35 or 36 hours after hCG injection. The decision to perform standard IVF, ICSI was based on a diagnosis of infertility. For cleavage-stage embryo transfer, embryos were cultured in P1 medium (Irvine Scientific, Santa Ana, CA). The Women and Infants Hospital (WIH) Scoring system was used on a selection of day 3 embryos (Table I). The individual WIH score of each embryo was calculated as the sum of “development+ fragmentation+symmetry”. The average embryo score was recorded for each day 3 embryo transfer. Cleavage-stage embryo transfers were performed by using a Wallace (Cooper Surgical, Shelton, CT) or Embryon catheter (Sage BioPharma, Bedminster, NJ). Embryo transfer was performed with transabdominal ultrasonographic guidance using a Toshiba SAL 77B machine (Toshiba, Tokyo, Japan). Biochemical pregnancy was determined by serum hCG levels measured 12 days after the embryo transfer. Clinical pregnancy was determined by the presence of a gestational sac during an ultrasound exam. The implantation rate was calculated as the ratio between the number of embryonal sacs diagnosed by sonography and the total number of embryos transferred into the uterus. Clinical pregnancy rates and implantation rates were calculated per embryo transfer. Luteal support consisted of the daily use of transvaginal progesterone gel (Crinone 8%; Serono Inc.) through the 10 weeks of gestation. Yoldemir Duration of down-regulation and ART pregnancy Marmara Medical Journal 2013; 26:77-81 79 Table II. The demographics of the study groups Groups (n) Group A (n=163) Group B (n=146) P value Mean age (years) 33.69± 4.77 34.34± 4.38 0.22 Cycle day 3 FSH (mIU/ml) 5.85± 2.17 6.25± 2.34 0.12 Body mass index (kg/m2) 27.84± 8.15 26.22± 7.62 0.12 Duration of GnRH analogue use (days) 24.06± 0.98 32.14± 1.89 0.0001 Ovarian suppression before gonadotropin start (days) 15.33± 1.26 22.38± 2.42 0.0001 Duration of stimulation with gonadotropin (days) 8.72± 1.16 9.75± 1.85 0.0001 294.48± 103.60 317.47± 110.73 0.06 2437.27± 1000.01 1853.64± 955.55 14.27± 8.47 13.10± 8.30 8.82± 6.82 4.84± 4.97 3024.83± 1344.34 1697.66± 854.03 11.93± 6.17 10.99± 6.04 7.56± 5.29 4.22± 3.74 0.0001 0.14 0.01 0.02 0.15 0.29 Gonadotropin start dose (IU) Total gonadotropin dose (IU) E2 level on HCG day (pg/ml) Number of aspirated oocytes per retrieval Number of inseminated oocytes per retrieval Number of fertilized oocytes per retrieval Number of embryos with >6 cells by day 3 All values are shown as mean ± standard deviation (# mean ± SD) ; p< 0.05 is statistically significant Statistical Evaluation All analyses used StataSE 10.0 computer software (Statacorp, Texas). Student’s t-test was used for the whole group statistical evaluation ; p<0.05 was considered significant. Results There were 163 women in group A and 146 in group B. The mean age , serum level of FSH on cycle day 3 and body mass index (BMI) were similar between the groups. Diagnosis for infertility in group A were male factor (28.3%), tubal (17.1%), minimal endometriosis (10.5%), polycyctic ovary syndrome (PCOS) (6.6%) or unexplained infertility (27%). The percentages of distribution in group B were 28.3%, 21%, 5.8%, 5.8% and 28.3%, respectively. The mean serum estradiol level on the day of the hCG injection was similar. The ovarian suppression length before the commencement of gonadotropins was longer in group B than in group A (22.38± 2.42 vs 15.33± 1.26, p=0.0001). The duration of Table III. Pregnancy outcome in groups Group A (n=163) Group B (n=146) P value Average score of transferred embryos on day 3 * 6.51±1.34 6.46±1.20 0.78 Number of embryos transfered on day 3 3.25± 0.91 3.38± 0.83 0.27 Implantation rate per transfer (%) 21.90± 0.30 20.79± 0.29 0.77 Biochemical pregnancy rate per cleavage stage transfer (%) 47.26±0.50 54.48±0.50 0.23 Clinical pregnancy per cleavage stage transfer (%) 41.78±0.49 45.19±0.50 0.56 Mean ± standard deviation. P < 0.05 is considered as statistically insignificant * WIH Score = development+ fragmentation+symmetry gonadotropin stimulation, and the total dose of gonadotropins were higher in group B. The mean number of eggs collected, the mean number of mature oocytes were more in group B than in group A. However the number of fertilized oocytes were similar (Table II). On day 3, the mean number of embryos with more than 6 cells were similar between the groups. Likewise, the average embryo scores of transfered embryos were comparable between the groups (Table III). The mean number of embryos transferred were similar between groups (3.25± 0.91 vs 3.38± 0.83; p=0.27). The implantation rate and clinical pregnancy rate per cleavage stage transfers was alike between the groups (Table III). Discussion Because of the intrinsic agonist activity of the GnRH agonists, pituitary down-regulation is preceded by an initial stimulatory phase which lasts for two weeks. A progressive decrease in LH β subunits within the 7 days of the agonist administration, regardless of the duration of GnRH agonist administration is observed. By contrast, LH α subunit secretion seemed to be dependent on the duration of the treatment [7]. Unlike LH [8], FSH bioactivity does not decrease during GnRH agonist administration [9]. Plasma FSH concentrations are not influenced by the duration of the treatment. It may therefore be speculated that the apparent beneficial effect of maintaining GnRH agonist administration for 14 days is related to the persistence of bio-FSH secretion. With a progressive decrease in plasma LH concentrations, a second inhibition phase is observed. During this period and as long as GnRHa administration is maintained, the pituitary seems completely refractory to GnRH action [10]. The intensity and duration of hypophyseal desensitization for LH are dose dependent [11]. After 21 days of desensitization, LH bioactivity is completely suppressed [9]. 80 Yoldemir Duration of down-regulation and ART pregnancy The present study investigated whether the duration of ovarian suppression by GnRH agonist affects pregnancy rates in long-down regulated IVF/ICSI cycles. ART cycles pre-treated with GnRH agonists have resulted in superior pregnancy rates when compared with cycles not utilizing analogues [12- 14]. There was not only an increase in the number of developing follicles [15, 16], but also premature luteinizing hormone (LH) surges were prevented [17, 18]. A long protocol of down-regulation allows for the complete suppression of estradiol before ovarian stimulation is begun. This suppression process may take at least 14 days [19, 20]. Tarlatzis et al. [21] and Tan et al. [22] have shown higher implantation and pregnancy rates using the long protocol. This has been attributed to more effective LH suppression, higher oocyte retrieval per cycle and more developed embryos. In our study, although higher doses of gonadotropins were used in group B than in group A, more oocytes were retrieved and inseminated in group A. However, mean number of fertilized oocytes were comparable in both groups. Similarly, the average embryo score of transferred embryos and the number of transferred embryos on day 3 were comparable. Similar clinical pregnancy rates were detected in both groups. A comparison of implantation rates between different protocols has led us to believe that the beneficial effects of GnRH agonists were related to an improved endometrial receptivity [23]. However, a direct action of GnRH agonist on the endometrium remains speculative. In our study, the implantation rates between the groups were compatible. Since LH/hCG receptors have been recognized at the endometrial level [24, 25], another way for GnRH analogue to influence uterine receptivity might be through the reduction of gonadotrophin synthesis, with subsequent consequences on endometrial LH receptor function. In our study, even though a higher total dose of FSH was used per cycle in group B, the mean serum estradiol level on the day of the hCG was similar between the groups and thus the effect of rising estradiol levels on the endometrium was comparable. Hence, the prolonged use of GnRH analogue did not influence uterine receptivity, as shown by the similar implantation rates. Patients with hypogonadotropic hypogonadism showed a significantly higher pregnancy rate after ovarian stimulation using exogenous gonadotropins, than in normogonadotropic women [26]. Even though a significantly higher rate of implantation has been reported, the reasons for this enhanced fertility in amenorrhoeic women are still partially unknown. Our findings could not support this increased rate of implantation. With comparable numbers of embryos transferred in both groups, clinical pregnancy rates were similar between the groups. Marmara Medical Journal 2013; 26:77-81 Conclusion It appears that prolonged GnRH analogue use does not compromise IVF/ICSI results. Hence, IVF laboratory schedules might be adjusted for normo-responders in order to omit weekend egg retrievals and embryo transfers. However, prospective cohort studies are necessary to support our results. Acknowledgment The author has no financial or commercial conflicts of interest. References 1. Jennings J C, Moreland K, Peterson CM. In vitro fertilisation. A review of drug therapy and clinical management. Drugs 1996; 52: 313–43. 2. Balasch J, Gomez F, Casamitjana R, et al. Pituitary–ovarian suppression by the standard and half-doses of D-Trp-6-luteinizing hormone-releasing hormone depot. Hum Reprod 1992; 7:1230–4. 3. Simon A, Benshushan A, Shushan A, et al. A comparison between a standard and reduced dose of D-Trp-6-luteinizing hormonereleasing hormone administered after pituitary suppression for in-vitro fertilization. Hum Reprod 1994; 9:1813–7. 4. Scott R T, Neal G S, Illions E H, et al. The duration of leuprolide acetate administration prior to ovulation induction does not impact ovarian responsiveness to exogenous gonadotropins. Fertil Steril 1993; 60: 247–53. 5. Edwards R G, Morcos S, Macnamee M, et al. High fecundity of amenorrhoeic women in embryo transfer programmes. Lancet 1990; 338: 292–4. doi: 10.1016/0140-6736(91)90427-Q 6. Hugues JN, Cedrin D. Revisiting gonadotrophin releasing hormone agonist protocols and management of poor ovarian responses to gonadotrophins. Hum Reprod Update 1998; 4: 83–101. doi: 10.1093/ humupd/4.1.83 7. Hugues J N, Bidart J M, Robert P, Cédrin-Durnerin I. Differential pattern of hLH and alpha subunit secretion during short and ultra-short administration of GnRH agonist in IVF protocol. 13th Annual Meeting of the European Society of Human Reproduction and Embryology. Edinburgh. Hum Reprod 1997; 12: (Abstract Bk.1) Abstr. 203. 8. Meldrum D R, Wisot A, Hamilton F, et al. Routine pituitary suppression with leuprolide before ovarian stimulation for oocyte retrieval. Fertil Steril 1989; 51: 455–9. 9. Matikainen T, Ding YQ, Vergara M, et al. Differing responses of plasma bioactive and immunoreactive FSH and LH to gonadotropin-releasing hormone antagonist and agonist treatments in postmenopausal women. J Clin Endocrinol Metab 1992; 75: 820–5. doi: 10.1210/jc.75.3.820 10. Broekmans F J, Bernadus R E, Broeders A, et al. Pituitary responsiveness after administration of a GnRH agonist depot formulation: Decapeptyl CR. Clin Endocrinol 1993; 38: 579–87. doi: 10.1111/j.1365-2265.1993.tb02138.x 11. Broekmans F J, Hompes P G A, Lambalk C B, et al. Short term pituitary desensitization: effects of different doses of the gonadotrophinreleasing hormone agonist triptorelin. Hum Reprod 1996; 11: 55–60. 12. Albuquerque LE, Saconato H, Maciel MC. Depot versus daily administration of gonadotrophin releasing hormone agonist protocols for pituitary desensitization in assisted reproduction cycles. Cochrane Database of Syst Rev 2005; Jan 25: CD002808. doi: 10.1002/14651858. CD002808.pub2 13. Kolibianakis EM, Collins J, Tarlatzis BC, Devroey P, Diedrich K, Griesinger G. Among patients treated for IVF with gonadotrophins and GnRH analogues, is the probability of live birth dependent on the type of analogue used? A systematic review and meta-analysis. Hum Reprod Update 2006; 12: 651–71. doi: 10.1093/humupd/dml038 14. Hayden C. GnRH analogues: applications in assisted reproductive Marmara Medical Journal 2013; 26:77-81 15. 16. 17. 18. 19. 20. techniques. Eur J Endocrin 2008; 159:17–25. doi: 10.1530/EJE-080354 Daya S. Maheshwari A, Siristatidis CS, Bhattacharya S, Gibreel AF. Gonadotropin releasing hormone agonist protocols for pituitary desensitization in in vitro fertilization and gamete intrafallopian transfer cycles. Cochrane Database of Syst Rev 2000; 1 : CD001299. doi: 10.1002/14651858.CD001299 CoomarasamyA,AfnanM, Cheema D, van der Veen F, Bossuyt PM, van Wely M. Urinary hMG versus recombinant FSH for controlled ovarian hyperstimulation following an agonist long downregulation protocol in IVF or ICSI treatment: a systematic review and meta-analysis. Hum Reprod 2008; 23: 310-5. doi: 10.1093/humrep/dem305 van Loenen AC, Huirne JA, Schats R, Hompes PG, Lambalk CB. GnRH agonists, antagonists, and assisted conception. Semin Reprod Med 2002; 20: 349–64. doi: 10.1055/s-2002-36713 Testart J, Lefevre B, Gongeon A. Effects of gonadotrophin releasing hormone agonists on follicle and oocyte quality. Hum Reprod 1993; 8: 511–8. Agrawal R, Holmes J, Jacobs HS. Follicle-stimulating hormone or human menopausal gonadotropin for ovarian stimulation in in vitro fertilization cycles: a meta-analysis. Fertil Steril 2000;73: 338–43. doi: 10.1016/S0015-0282(99)00519-1 Kerin J F. The advantages of a gonadotrophin releasing hormone agonist (leuprolide acetate) in conjunction with gonadotrophins for Yoldemir Duration of down-regulation and ART pregnancy 81 controlled ovarian hyperstimulation in IVF and GIFT cycles. Arch Gynecol Obstet 1989; 246: S45–52. 21. Tarlatzis B C, Grimbizis G, Pournaropoulos F, et al. Evaluation of two gonadotrophin-releasing hormones (GnRHa) analogues (leuprolide and buserelin) in short and long protocols for assisted reproduction techniques. J Assist Reprod Genet 1994; 11: 85–91. 22. Tan S L. Gonadotrophin-releasing hormone agonists in assisted reproductive therapy. Hum Reprod 1996; 11 (Suppl. 4): 137–42. 23. Rutherford A J, Subak-Sharpe R J, Dawson K J, et al. Improvement of in vitro fertilization after treatment with buserelin, an agonist of luteinising releasing hormone. Br Med J 1988; 296: 1765–8. doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.296.6639.1765 24. Han S W, Lei Z M, Rao Ch V. Up-regulation of cyclooxygenase-2 gene expression by chorionic gonadotropin during the differentiation of human endometrial stromal cells into decidua. Endocrinology 1996; 137: 1791–7. doi: 10.1210/en.137.5.1791 25. Toth P, Li X, Rao Ch V. Expression of human chorionic gonadotropin (hCG)/ luteinizing hormone receptors and regulation of cyclooxygenase-1 gene by exogenous hCG in human fetal membranes. J Clin Endocrinol Metab 1996; 81: 1283–8. 26. Schwartz M, Jewelewicz R, Dyrenfurth I. The use of human menopausal and chorionic gonadotropin for induction of ovulation. Sixteen years’ experience at the Sloane Hospital for women. Am J Obstet Gynecol 1980; 138: 801–7. Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02780.2 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Acil serviste hasta memnuniyetini etkileyen faktörlerin araştırılması The investigation of factors affecting the patient satisfaction in emergency services Kerem KABAROĞLU, Serkan Emre EROĞLU, Özge ECMEL ONUR, Arzu DENİZBAŞI, Haldun AKOĞLU ÖZET Amaç: Hastanelerin temel amacı, hastalarına sağlıklarını yeniden kazandırırken aynı zamanda varlıklarını sürdürerek rekabet güçlerini arttırmaktır. Günümüzde bunun tek koşulu, hasta ve hasta yakınlarının beklentilerini etkin bir biçimde analiz ederek hizmet beklentilerini önceden görebilmek ve bu beklentileri aşarak onları memnun edecek hizmeti sunabilmektir. Bu çalışma ile, hasta memnuniyetini etkileyen önemli faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma prospektif, kesitsel bir araştırma olarak, 1 Ekim ve 1 Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul’daki bir eğitim ve araştırma hastanesi acil servisinde yapılmıştır. Veriler, anket formuyla, hastalarla yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. İstatistiksel analiz SPSS v13.0, t-test ve ANOVA ile yapılmıştır. Bulgular: Anket çalışmamıza toplam 985 hastanın katıldığı saptandı. Hastaların ortalama yaşı 47,03 (maksimum yaş:14, minimum yaş: 92). Hastaların tümünün “memnuniyet” ortalaması 7,58 ± 1,71 (%95 CI 7,47-7,68) idi. Acil serviste hasta memnuniyetini en fazla etkileyen faktörlerin, doktor davranışı, hemşire davranış ve bakım kalitesi algısı, personelin temizliği, hastanın karşılanma şekli ve ulaşım kolaylığı olduğu saptandı. Sonuç: Birçok faktör hasta memnuniyetini etkilemektedir. Acil servislerdeki hizmetlerin tümü tutarlı ve uyum içinde organize edilmelidir. ABSTRACT Objectives: The main aim of the hospitals is to retrieve the health of their patients but also to increase competition power for preserving their presence. Today, the only way to do this is by analyzing the expectations of patients and their relatives, and following up to check patient satisfaction. The purpose of this study was to identify the important factors that affect the patients satisfaction. Materials and Methods: This was a prospective crosssectional study carried out in the emergency service of a training and research hospital, in Istanbul from October 1st to November 1st, 2010. Data was collected with a questionnaire during face to face interview with the patients. SPSS v13.0 programme, t- test and ANOVA test were used for statistical analyses. Results: It was found that a total of 985 patients responded to our questionnaire study. The average age of the patients was determined as 47.03 (Maximum age: 14, Minimum age: 92). The average overall “satisfaction” of the participants was 7.58 ± 1.71 (95% CI 7.47-7.68). Conclusion: We detected that several factors play important roles in patient satisfaction. We found that the main factor is to give patient care in an organized way and consistently in emergency services. Key words: Patient satisfaction, Emergency medicine, Quality Anahtar kelimeler: Hasta memnuniyeti, Acil tıp, Kalite Giriş Kerem Kabaroğlu (), Serkan Emre Eroğlu, Özge Ecmel Onur, Arzu Denizbaşı Acil Tıp Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye e-mail: [email protected] Haldun Akoğlu Acil Servis, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi, Zonguldak, Türkiye Gönderilme/Submitted: 02.02.2013- Kabul/Accepted: 29.03.2013 82 Kişisel değerlerden, inançlardan, tutum ve davranışlardan dolayı farklı kişilere göre farklı anlamlar taşıyabilen, subjektif ve tanımlanması zor olan “kalitekavramı”, bugün sağlık hizmetleri de dahil, yaşantımızın bütün alanlarında karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan, sağlık hizmetlerinin üretildiği anda tüketilen, ve depolanamayan bir özellik gösteriyor olması, bu hizmetin kalitesinin ölçülmesini de güçleştirmekte dir. İlki 1956 yılında, hemşirelik alanında uygulanan hasta memnuniyeti çalışmaları [1],günümüz sağlık hizmetlerindeki kalite ölçümlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Özellikle de, kritik hastaların bakıldığı acil servislerde (AS) yapılacak bu çalışmalar ise; daha hızlı düzeltilmesi gereken işleyiş problemlerini ortaya çıkarabilecek, önleyici/düzeltici faaliyetlerin idarecilerce hızla alınmasını sağlayabilecektir. Ülkemizde acil müdahale gerektirecek herhangi bir nedenle başvuranların yanında, poliklinik randevusu alamayan, Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 tetkik-tedavi işlemlerinin daha hızlı yapılacağına inanan [2-5] ve acil hasta tanımına uymayan pek çok kişi de [6], AS’lere başvurabilmektedir. Bu başvuruların da etkisiyle, hasta yoğunluğunun giderek artması muhtemel olup, AS’ler daha da önem kazanacaktır. Bir eğitim-araştırma hastanesi AS’ inde yapılan bu çalışma ile, hasta memnuniyeti ve bunu etkileyen faktörler, hastaları memnun eden ve etmeyen nedenler tespit edilmek istenmiştir. Gereç ve Yöntem Araştırma, prospektif tek merkezli olarak yürütülmüş olup, “Etik kurul” onayını takiben, Ekim 2010 - Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi AS’nde gerçekleştirilen yüz yüze yapılan bir anket değerlendirmesidir. Hazırlanan anket formunda, 44 kapalı uçlu soru mevcut olup, sorular hasta memnuniyetini etkileyen ana başlıkları (hastaya ait veriler, mekana ait veriler, çalışanlara ait veriler) içermekte idi. Çalışma dönemi boyunca, AS başvurusu yapan toplam 24875 hastadan 1296’sının AS gözlem odasında takip edildiği saptandı. Başvuru sonrası, AS gözlem ünitesinde takip edilen hastalardan; 1) şuur bozukluğu veya iletişimi engelleyici herhangi bir hastalık/alkol-ilaç kullanımı varlığı saptanan, 2) “Şok” tablosuna sahip olan, 3) acil transport/ müdahale ihtiyacı gösterenler (kritik müdahale hastaları), 4) Kardiyopulmoner resusitasyon uygulanan hastalar, 5) Anket değerlendirmesine katılmayı reddeden hastalar, çalışmaya dahil edilmedi. Dışlanma nedeni olarak kabul edilen bu kriterlere uyan toplam 1003 hastanın AS gözlem odasında takip edildiği saptandı. Bununla birlikte, 1003 hastadan, 18’ inin başlangıçta kabul etmesine karşın anket formunu doldurmayı yarım bıraktığı tespit edildi. Bu hastalara ait formlar çalışma dışına alındı. Geriye kalan 985 hastanın formunun değerlendirmeye alınmasına karar verildi.18 hasta için çalışmanın değerlendirilme sürecinde, “SPSS v13,0” programından destek alındı. İstatistiksel yöntem olarak t-test ve Analysis of Variance (ANOVA) testleri kullanılırken, p<0,05 olması anlamlı kabul edildi. Parametrik test sonuçların değerlendirilmesinde ise, ortalama±standart sapma ve %95 güven aralığı (%95 GA) kullanıldı. Çalışmanın analiz ve değerlendirilme aşamasında; yapılan istatistiklerde daha anlamlı sonuçlara ulaşabilmek amacıyla, ortalama memnuniyet değeri temel alınarak hastalar “memnun” ve “memnun olmayan”şeklinde ikiye ayrıldı. Genel memnuniyet ortalamaları (10 üzerinden) 7,58 ± 1,71 (%95 GA 7,47-7,68) hesaplanan hastalardan 8 ve üzeri memnuniyet skoru olanlar “memnun hasta”, 7 ve altı memnuniyet skoru olanlar ise “memnun olmayan hasta” olarak gruplandı. Bulgular Çalışma dönemi boyunca toplam 985 hastanın memnuniyet anketini doldurduğu saptandı. Yaş ortalaması 47,03 olan 14- Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti 83 92 yaşları arasındaki hastaların 500’ü erkek (%50,8), 485’i (%49,2) kadın idi. Kadınların memnuniyet skor ortalaması (MSO) 7,51±1,81 (%95 GA 7,34-7,67) iken, erkeklerin MSO’su7,70±1,53 (%95 GA 7,57-7,84) idi. İstatistiksel olarak karşılaştırıldığında erkeklerin memnuniyet skoru kadınlarınkinden anlamlı derecede daha yüksekti (p= 0.018; t-testi). Hastaların 335’i (%34) bekar, 480’i (%48,7) evli ve 170’i (%17,3) dul olduğunu ifade etti. Bekarların MSO’su 7,34±1,76 (%95 GA 7,14-7,53) iken, evlilerin 7,67± 1,63 (%95 GA 7,53-7,82), dulların 7,97± 1,48 (%95 GA 7,738,20) idi. Üç alt grubun ortalamaları ANOVA testi ile karşılaştırıldığında anlamlı değişkenlik olduğu saptandı (p<0,01; ANOVA). Bu farkın, hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek üzere Bonferroni düzeltmesi ile post-hoc analiz yapıldığında; evli ve dullar arasında fark yok iken, bekarların ortalama değerlerinin hem evli hem de dullardan, anlamlı derecede daha düşük olduğu tespit edildi (p= 0.021; Bonferroni). Araştırmaya katılan hastalardan sadece 85’i (%8,6) üniversite mezunu olduğu, ve lise ve ilkokul mezunları sayısının birbirine yakın olduğu (n=375 ve n=340) saptanan çalışmada (Tablo I), eğitim durumlarına göre hastalar arasında memnuniyet skorları açısından anlamlı fark yoktu (p= 0.157; ANOVA). Mesleki durumları (işsiz, işçi, öğrenci, emekli, serbest meslek ve memur) incelenen hastaların %41,6’sı işsiz iken sadece %6,1’i memurdu (Tablo I). Meslek durumları alt grup memnuniyet ortalamalarının, ANOVA testi p değerinde, anlamlı farka sahip olduğu belirlendi. Detaylı değerlendirmede; serbest meslek mensuplarının, memur, öğrenci ve işsizlere nazaran memnuniyet ortalama değerlerinin daha yüksek olduğu, emekli ve işçilerle ise, arasında fark olmadığı saptandı (p=0.037; Bonferroni). Çalışmaya katılanların sosyal güvence durumları içinde en sık rastlanılanı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) (n=730, %74,1) olup, Emekli Sandığı hastalarına göre MSO’larının(7,67 ± 1.76, %95 GA 7,54-7,80) anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlendi (p=0.028; Bonferroni) (Tablo I). Ortalama memnuniyet skorları arasında anlamlı fark bulunan diğer bir durum da, hastaların AS’ ye alınma şekli idi. Buna göre, MSO 7,75 ± 1,58 (% 95 GA 7,59-7,90) olan sedye ile alınmış hastalar (n=400, %40,6), tekerlekli sandalye ile AS’ ye alınmış hastalardan daha yüksek MSO’ ya sahipti (p=0.018; Bonferroni) (Tablo I ). Alt gruplar (tekerlekli sandalye, yürüyerek, sedye) arasında, bunun dışında anlamlı bir farklılık yoktu. Başvuru vardiyaları incelendiğinde 455 hastanın (%46,2) 08-16 vardiyasında, 370 hastanın (%37,6) 16-24 vardiyasında, 160 hastanın da (%16,2) 24-08 vardiyasında başvurduğu belirlendi. Ancak, başvurdukları vardiyaya göre hastalar arasında MSO (Tablo I) açısından anlamlı fark yoktu (p değeri 0.067; ANOVA). 84 Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 Tablo I. Sıralı değişkenler ve memnuniyet scor ortalamaları Alt Grup Cinsiyet Erkek N (%) Ortalama ± SD P 500 50,8 7,70 ± 1,53 p<0,05, t-testi Kadın 485 49,2 7,51 ± 1,81 Medeni hal Evli 335 34 7,67 ± 1,63 p<0,05, ANOVA* Bekar 480 48,7 Dul 170 17,3 7,34 ± 1,76 7,97 ± 1,48 Eğitim durumu Okur-yazar 185 18,8 7,69 ± 1,37 AD**, ANOVA* İlkokul 340 34,5 7,38 ± 1,89 Orta-Lise 375 38,1 7,80 ± 1,57 Yüksekokul 85 8,6 7,53 ± 1,37 Meslek İşçi 140 14,2 7.89 ± 1.37 p<0,01, ANOVA* Memur 60 6,1 7.17 ± 1.68 Emekli 150 15,2 7.53 ± 1.57 Öğrenci 95 9,6 7.26 ± 1.63 İşsiz 410 41,6 7.49 ± 1.88 Serbest meslek 130 13,2 8 ± 1.53 Sosyal güvence durumu Yeşil kartlı 45 4,6 7,56 ± 1,08 p<0,05, Bonferroni SGK’lı 730 74,1 7,67 ± 1.76 Emekli Sandığı 115 11,7 7,13 ± 1.78 Yok 95 9,6 7.42 ± 1.36 Başvuru sırasında ulaşım şekli Ambulansla 225 22,8 7,41 ± 1.84 p<0,05, Bonferroni Özel araçları ile 375 38,1 7.61 ± 1.71 Taksi ile 205 20,8 7.51 ± 1.64 Yürüyerek-otobüsle 165 16,8 7.67 ± 1.59 Alınma şekli Sevk edilerek Sedye 15 400 1,5 40,6 9 ± 0.85 7.75 ± 1.58 p<0,01, Bonferroni Tekerlekli sandalye 30 3 Yürüyerek 555 56,3 7.50 ± 1.77 6,83 ± 1.80 Başvuru vardiyası 08-16 vardiyası 455 46,2 7.55 ± 1.78 AD**, ANOVA* 16-24 vardiyası 370 37,6 7.60 ± 1.50 24-08 vardiyası 160 16,2 7.59 ± 1.94 *Analysis of Variance (ANOVA) **AD = Anlamlı Değil Çalışmaya katılan hastaların 630’u (%64) daha önce AS’ ye başvurmuş iken, 355’i (%36) ilk kez gelmekte idi. Önceden başvuranların MSO’larının 7,62 ± 1,67 (%95 GA 7,49-7,76), ilk defa başvuranlarınkinin ise 7,49 ± 1,76 (%95 GA 7,31-7,68) olduğu saptandı. İstatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında, aralarında anlamlı fark yoktu (p=0.182; t-testi). Hastaların kendi karşılanmalarına ait memnuniyetlerini puanlamaları istendiğinde; 30’unun (%3,1) çok kötü, 30’unun (%3,1) kötü, 190’ ının (%19,4) orta, 495’inin (%50,5) iyi, 235’inin (%24) çok iyi şeklinde puanlama yaptığı saptandı. Karşılama kalitesinin çok kötü, kötü ve orta olarak değerlendirilmesi, negatif; iyi ve çok iyi olarak değerlendirilmesi, pozitif; olarak yeniden sınıflandırıldığında hastaların karşılanmalarından memnun olmaları, genel memnuniyet ihtimalini yaklaşık 2 kat (Likelihood Ratio (LR) 2,349; %95 GA 1,889-2,920) odds’ unu yaklaşık 3 kat arttırmakta idi (Odds 3,228; %95 GA 2,398-4,347). Karşılanması hakkındaki görüşü negatif olanların MSO’ları 6,82 ± 1.63 (%95 GA 6.62-7,02), pozitif olanların ise 7,88 ± 1.58 (%95 GA 7.76-7,99) olarak belirlenmişti. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı olup karşılaması hakkındaki görüşü pozitif olanların MSO’ları daha yüksekti (p<0,01; t-testi). Çalışmada, hastaneye ulaşım kolaylığının MSO’ya etkisi de araştırıldı (Tablo II). Kolay ulaştığını belirten 890 (%90,4) hastanın MSO değeri, kolay ulaşmadığını belirten hasta grubununkine göre (n=95, %9,6)anlamlı derecede daha Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 yüksek bulundu (p<0,01;t-testi). Genel memnuniyet için eşik değer olarak 8 kabul edildiğinde; hastaneye ulaşımın kolay olması, genel memnuniyet ihtimalini yaklaşık 4 kat (LR 4,327; %95 GA 2,792-6,708) odds’ unu yaklaşık 5 kat arttırtığı tespit edildi (Odds 5,067; %95 GA 1,748-3,268). MSO değerleri arasında anlamlı fark tespit edilen diğer faktörler ise mekanın fiziksel yeterliliği, aydınlık ve sessizlik idi. Çalışmaya katılanların 695’i (%70,9) mekanı yeterli büyüklükte, 710’ u (%72,1) mekanın yeterince sessiz ve aydınlık olduğunu belirtti (Tablo.II). Gerek mekanın büyüklüğü, gerekse sessizlik ve aydınlığın yeterli olduğunu belirtenlerin, yetersiz olduğunu düşünenlere göre anlamlı derecede daha yüksek MSO değerleri saptandı (p<0,01 ve p<0,01;t-testi). Hastanenin cihaz ve donanımının sorgulanmasında da katılımcılara sunulan her bir seçeneğin (çok kötü, kötü, orta, iyi ve çok iyi) MSO değerleri hesaplandı. En yüksek MSO 8.27 ± 1.26 (%95 GA 8.08-8.47) ile “çok iyi”, en kötü MSO ise 5.50 ± 2.35 (%95 GA 4.40-6.60) ile “kötü” olarak niteleyenlere aitti. Beş alt grubun ortalamaları ANOVA testi ile karşılaştırılmasında anlamlı değişkenlik olduğu saptandı (p<0,01; ANOVA). Post-hoc analiz yapıldığında hastanenin teçhizatının “çok kötü” ve “kötü” olduğunu düşünenlerin memnuniyet skor ortalamaları arasında fark yokken; “orta”, “iyi” ve “çok iyi” diyenlerin ortalamaları, bu ikisinden hem istatistiksel olarak farklı, hem de sırasıyla bir sonraki bir öncekinden daha fazla olacak şekilde artmakta 85 idi (p<0,01; Bonferroni). Hastane donanımını, “çok iyi” ve “iyi” olarak nitelendirenleri “memnun”, “orta”, “kötü” ve “çok kötü” olarak nitelendirenleri de “memnun değil” olarak yeniden tanımladığımızda; hastane teçhizatından memnun olmak, genel memnuniyet ihtimalini 3 kat (LR 2,847; %95 GA 2,298-3,528) odds’ unu yaklaşık 4,5 kat arttırmakta idi (Odds 4,386; %95 GA 3,258-5,904). Çalışmamızda, çalışan personele ait değişkenlerin, memnuniyet üzerine olan etkileri de araştırıldı. Doktor, hemşire ve personelin tıbbi bakım kalitesinin MSO değerleri (Tablo III) ayrı ayrı incelendiğinde; her birinin kendi alt grup ortalamaları arasında p<0.01 düzeyinde anlamlı değişkenlik olduğu tespit edildi (ANOVA testi). Doktorların ve hemşirelerin tıbbi bakım kalitesinden memnun kalmanın, genel memnuniyet ihtimalini katlayarak arttırdığı tespit edildi [Doktorlar: ~4 kat(LR 4,195; %95 GA 2,910-6,047), Hemşireler:~5 kat (LR 4,894; %95 GA 3,314-7,228) ]. Bununla birlikte, personelin tıbbi bakım kalitesinden memnun kalmanın, genel memnuniyet ihtimalini daha az oranda katladığı saptandı [~3 kat(LR 3,005; %95 GA 2,4133,743]. Çalışma sırasında bekleme sürelerinin memnuniyet üzerine etkileri de araştırıldı. Muayene süresine kadar olan zaman dilimi olarak adlandırılan bekleme süresinin hastalarca farklı algılandığı saptandı. Buna göre, muayene olana kadar geçen gerçek süre 4.61 ± 17.92 dk (%95 GA Tablo II. Hastane ve acil servis ilişkili sıralı değişkenler ve memnuniyet skor ortalamaları Sıralı Değişkenler Ulaşım kolaylığı Alt Grup No (%) Ortalama ± SD P Kolay 89 Zor 95 90,4 7,74 ± 1,55 p<0,01, t-testi 9,6 6,05 ± 2,24 Acil Servis mekan olarak yeterli mi? Yeterli 695 70,9 7,97 ± 1,47 Yetersiz 285 29,1 6,61 ± 1,87 Acil Servisin sessizlik ve aydınlık olarak algılanışı? Yeretli 710 72,1 7,91 ± 1,51 Yetersiz 275 27,9 6,85 ± 1,81 Muayene odasına ulaşım kolaylığı Evet 915 92,9 7,66 ± 1,64 Hayır 70 7,1 6,50 ± 2,11 Acil Servisteki yönlendirme tabelaları yeterli mi? Evet 869 88,8 7,70 ± 1,70 Hayır 110 11,2 6,59 ± 1,44 Hastanemizin alet edavatını nasıl buldunuz? Çok kötü 40 4,1 6 ± 1,754 Kötü 20 2,0 5,50 ± 2,35 Orta 210 21,3 6,71 ± 1,55 İyi 550 55,8 7,89 ± 1,59 Çok iyi 165 16,8 8,27 ± 1,26 Hastanemizin temizlik durumunu nasıl buldunuz? Çok kötü 45 4,6 5,22 ± 2,12 Kötü 60 6,1 7,58 ± 1,20 *Analysis of Variance (ANOVA) Orta 200 20,3 6,75 ± 1,44 İyi 520 52,8 7,91 ± 1,63 Çok iyi 160 16,2 8,19 ± 1,34 p<0,01, t-testi p<0,01, t-testi p<0,01, t-testi p<0,01, t-testi p<0,01, Bonferroni p<0,01, ANOVA* 86 Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 Tablo III. Personele ait sıralı değişkenler Alt Grup N (%) Ortalama ± SD P Personelin üst-baş temizliği yeterli mi? Çok iyi 215 21,8 8,05 ± 1,35 p<0,01, ANOVA* İyi 430 43,7 7,91 ± 1,45 Orta 295 29,9 6,88 ± 1,98 Kötü 45 4,6 6,67 ± 1,85 Personel sayısı yeterli mi? Evet 720 73,1 7,79 ± 1,57 p<0,01, t-testi Hayır 265 26,9 7 ± 1,91 Doktorların tıbbi bakım kalitesi Çok kötü 5 0,5 Değerlendirilemedi p<0,01, ANOVA* Kötü 25 2,5 7 ± 1,83 Orta 100 10,2 6,10 ± 1,68 İyi 540 54,8 7,68 ± 1,50 Çok iyi 315 32,0 8,02 ± 1,64 Hemşire tıbbi bakım kalitesi Çok kötü 15 1,5 5,33 ± 2,97 p<0,01, ANOVA* Kötü 10 1,0 7 ± 1,05 Orta 100 10,2 6,20 ± 1,67 İyi 550 55,8 7,49 ± 1,54 Çok iyi 310 31,5 8,31 ± 1,53 Personelin tıbbi bakım kalitesi Çok kötü 25 2,5 7,20 ± 1,63 p<0,01, ANOVA* Kötü 55 5,6 6,91 ± 1,69 Orta 190 19,3 6,38 ± 1,62 İyi Çok iyi 515 200 52,3 20,3 7,83 ± 1,34 8,25 ± 2,01 Doktorların size davranışı nasıldı? Çok kötü 0 0,0 Değerlendirilemedi p<0,01, ANOVA* Kötü 5 0,5 Değerlendirilemedi Orta 60 6,1 5,33 ± 1,81 İyi 490 49,7 7,50 ± 1,59 Çok iyi 430 43,7 7,98 ± 1,57 Hemşirelerin size davranışı nasıldı? Çok kötü 10 1,0 3,50 ± 1,58 p<0,01, ANOVA* Kötü 5 0,5 Değerlendirilemedi Orta 80 8,1 6,25 ± 1,57 İyi 520 52,8 7,46 ± 1,67 Çok iyi 370 37,6 8,19 ± 1,35 Personelin size davranışı nasıldı? Çok kötü 5 0,5 Değerlendirilemedi p<0,01, ANOVA* Kötü 30 3,0 6 ± 0,59 Orta 155 15,7 6,43 ± 1,61 İyi 515 52,3 7,61 ± 1,61 Çok iyi 280 28,4 8,25 ± 1,58 Tedaviniz yapılırken bilgilendirildiniz mi? Evet 790 81,0 7,81 ± 1,55 p<0,01, t-testi Hayır 185 19,0 6,57 ± 1,98 Acil servisten ayrılırken doktor bundan sonrası için öneride bulundu mu? Evet 905 92,8 7,65 ± 1,72 p<0,01, t-testi Hayır 70 7,2 6,57 ± 1,12 Bu öneri yeterli miydi? Evet 870 88,8 7,75 ± 1,70 p<0,01, t-testi Hayır 110 11,2 6 ± 1,20 *Analysis of Variance (ANOVA) Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 3.48-5.73) olarak saptanmasına karşın, aynı süreyi hastaların 13.65 ± 21.78 dk(%95 GA 12.29-15.02) olarak algıladığı tespit edildi. Genel memnuniyet için 8 ve üstü “memnun”, 7 ve altı “memnun değil” olarak tanımlandığı takdirde, her iki süre içinde aynı istatistiksel sonuca varıldı. Netice itibariyle, memnun olanların ortalama bekleme süresi, ile memnun olmayanların ortalama bekleme süresi arasında istatistiksel anlamlı fark mevcuttu. Verilen hizmetten memnun olanların ortalama bekleme süresinin anlamlı derecede daha kısa olduğu görüldü (p=0,026; t-testi). Tartışma Acil servisler, insan hayatını ve sağlığını tehdit altına alan her türlü çevresel ve biyolojik duruma müdahale etmektedirler. Acil sağlık hizmetlerinin, aynı zamanda bir hizmet sektörü olan sağlık hizmetleri içindeki önemi, gittikçe artmaktadır. Günümüzde, her sektörde olduğu gibi bu hizmetlerin sunumunda da “kalite” aranmaktadır. Kaliteli tıbbi bakımın sağlanması ya da verilen tıbbi bakımın ölçülmesi açısından hasta memnuniyet anket ve çalışmaları büyük önem taşımaktadır.Bunun yanında, özellikle büyük sağlık kurumlarında yapılmış olan bu tarz çalışmaların, ülke sağlık sistemi ve planlanması açısından da yararlı olacağı aşikardır. Çalışmamızın yapıldığı hastane de, 800’ e yakın yatak sayısı ile bulunduğu bölgedeki en kapsamlı hastanelerden olup, memnuniyet çalışması için ideal hastane olarak düşünülebilir. Çalışmanın yapıldığı dönemde Marmara Üniversitesi Acil Tıp Anabilim Dalı tarafından akademik personel ve yönetim desteği de almış olup, acil servisinde, 14 yaş üstü erişkin hastalara ve her yaştan travma hastalarına bakılmakta idi. Yine, acil servis bünyesinde; ayaktan gelen hastalara hizmet verilen bir alan, kritik hasta müdahale odası (resüsitasyon odası), ve bu odalarda toplam 18 adet muayene sedyesi, 1’er adet cerrahi, ortopedi, nöroloji ve dahiliye muayene odası, 34 adet gözlem yatağı bulunmakta idi. Her nöbet vardiyasında (gündüz- gece) bir acil tıp uzmanı, ortalama 5-6 hemşire, ortalama 6-7 acil tıp asistanı ve ortalama 5-6 personel hizmet vermekte iken, ek olarak her vardiyada 6. sınıftan ortalama 5-6 tıp fakültesi öğrencisi (intörn doktor) eğitim amaçlı; acil tıp doktorlarına eşlik etmekte idi. Yine aynı dönemde, Acil Servise başvuran hastalar, kapıda paramedik ve hostes tarafından karşılanmakta, paramedik hastaya, hastanın klinik durumuna uygun olarak triyaj uygularken, hostes de hastayı yürüyerek, tekerlekli sandalye veya sedye ile AS içerisine getirmekte idi. Hastalar AS içinde uygulanan triyaj sonrası klinik durumuna göre; muayene odasına, resüsitasyon odasına veya ilgili (genel cerrahi/ dahiliye/ nöroloji/ ortopedi/ plastik cerrahi/ beyin cerrahisi) muayene odasına alınmakta idi.Hastalar ilgili muayene odalarına alındıktan sonra ilgili memur tarafından kayıt işlemleri yapılıp dosyaları, hasta yakını, yoksa hasta, ya da personel tarafından çıkarılmakta idi. İlgili Acil Tıp doktoru ilk muayene ve müdahalesini yapar, tetkiklerini ve gerektiğinde diğer bölümlerden konsültasyon isterdi. Hasta, yapılan değerlendirme sonucu ya taburcu Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti 87 edilmekte ya sevk edilmekte veya ilgili bölüm tarafından servise yatışı yapılmakta ya da AS gözlem odasına alınmakta idi. Gözlem odasında ise, hasta bakımı hemşire, hasta takibi intörn doktor ve Acil Tıp asistanı, Acil tıp uzmanı veya ilgili konsültan bölümlerin doktorları tarafından yapılırdı. Yine, AS’ ye başvuran hastaların tüm medikal tedavileri doktor istemi sonrası hemşireler tarafından yapılmakta idi. Çalışmamızda, hasta memnuniyetinde önemli rol oynadığı tespit edilen pek çok durum saptanmış olup, en güçlü şekilde etkileyen faktörler hemşirelerin hastalara tutum ve davranışı, AS girişinde hastanın karşılanış şekli ve içeri alınış anıdır. Bu faktörlerden, hastanın karşılanış şekli ile genel memnuniyet ilişkisinin güçlü olması beklenen sonuçtur, zira daha başlangıç aşamasında oluşacak negatif bir düşüncenin değiştirilmesi zor ve ilave çaba gerektirecek, pozitif etkilenim ise hasta ile yakınlarını rahatlatacak ve güven sağlayacaktır. Ancak, diğer bir faktör olan AS’ ye alınma şekliyle ilgili ortaya çıkan sonuç ilginçtir. Buna göre, sedye ile alınmanın daha etkin olması, hastanın kendisinin “önemsendiği” ya da kritik hasta olduğunun tarafımızca “Kabul edildiği” algılamasından kaynaklanabilir. Bununla birlikte, diğer faktör olan “Tutum ve davranış” ın hasta memnuniyeti üzerine etkinliği, sadece hemşirelerle sınırlı olmayıp, doktorlar [7] ve yardımcı personelin davranışları da hasta memnuniyetini doğrudan etkilemektedir. Ancak, hemşire davranışlarının daha etkin bulunmasındaki olası neden hemşirelerin hastalara ait tedavi hizmetlerinde daha fazla zaman harcaması olabilir. Zaten, geçmişte yapılan birçok çalışma, hastaların tekrar AS’ yi tercih etmesinde hemşirelerin tutum ve davranışlarının etkili olduğunu göstermektedir [8-10]. Bunların yanında, fiziksel ve çevresel faktörler ya da kurumsal özellikler; hastanenin ulaşılabilirliği, ortamı, çalışma saatleri, otopark, yiyecek ve diyet hizmetlerinin kalitesi gibi kurumsal faktörlerin de hasta memnuniyeti üzerinde etkili olduğu bilinmektedir [11-13]. Bununla beraber, 2006 yılında yapılan bir çalışmada hasta memnuniyetine etki eden beklentilerin başvurdukları kuruma göre değiştiği gösterilmiştir. Buna göre, hastalar, özel hastanelere başvurduklarında tüm hizmet aşamalarında kaliteye dikkat ederken; devlet hastanelerinde hekimlik öncesi hizmetlere; üniversite hastanelerinde ise hekimlik hizmetlerine daha çok önem vermektedir [14]. Çalışmamızda da, ulaşım, hastane donanımı, fiziksel yeterlilik hasta memnuniyetinde etkili bulunmuştur. Yine, hastaların hastanemiz teknik donanım ve ekipman durumundan memnun olup olmamaları ile hastaların genel memnuniyet ilişkisi incelendiğinde, teknik donanım ve ekipman durumunun hastaların memnuniyetini etkilediği tespit edilmiştir. Teknik donanım ve ekipman durumunun yüksek standartlara sahip olması, hastaların kendilerini güvende ve huzurlu hissettirdiğini varsaydırabilir. Bu, hastaların memnun olmasının başlıca nedeni olabilir. Yapılan bir başka çalışmada da teknik donanımın memnuniyeti etkilediği belirtilmiştir [15]. Benzer şekilde, AS alanlarının temizliği de hasta memnuniyetini arttıran ve de beklenen bir sonuçtur. Netice de, fiziksel ve çevresel iyileşme, hasta ve 88 Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti yakınlarının rahatlık ve konforunu arttırmaktadır. Bu ortamda tıbbi bakımın beklenmesi diğer faktörlerden dolayı olabilecek muhtemel memnuniyetsizliği de öteleyebilir. Bununla birlikte, bekleme zamanı, hasta memnuniyetindeki önemliliği korumaktadır.Çalışmamızda da, geçmiş çalışmalarla uyumlu olarak, hastanın bekleme süresindeki kısalığın memnuniyeti arttırdığı tespit edilmiştir [16-20]. Ancak, çalışmamızın ortaya çıkardığı; hastanın algıladığı bekleme süresinin, gerçek bekleme süresinden daha uzun olduğu tespiti de önemlidir. Gerçek ya da algılanan,her iki türdeki bekleme süresinin artması memnuniyeti etkilemektedir. Hastane ve acil servis idarelerince gerçek bekleme süresinin azaltmaya yönelik çalışmalar yapılabilse de; gerek artan hasta yoğunluğu, gerekse acil tıbbi bakımın gerekmediği tespit edilen hastaların varlığı, bu çalışmaların önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu nedenle, gerçek bekleme süresini azaltmak üzere yapılan eforların daha fazlasını, algılanan bekleme süresini değiştirmek için kullanmak daha akılcı olacaktır. Bu amaçla, AS’ lerin bekleme odaları ve donanımlarının yeniden düzenlenmesi yanında, AS bahçesinin de “vaktin daha hızlı geçtiği” algısını yaratmak üzere yeniden yapılandırılması yararlı olabilir. Bununla birlikte, algılanan zamanı azaltıcı tüm bu değişikliklerle dahi, hastaların bekleme süreleri üzerine olan farklı beklentileri sebebiyle yüzde yüzlük başarı mümkün olmayabilir. Bekleme sürelerindeki beklenti düzeyi hasta ile sağlık personeli arasındaki açıklayıcı ve pozitif iletişimle arttırılabilinir. Nitekim, Soremekun ve ark. DoktorHasta arasında tanısal süreç aşamalarına dair açıklayıcı iletişim olduğunda, bekleme süresi üzerine olan beklentinin de değiştirilebildiğini saptamışlardır. [21] Çalışmamızda, hasta memnuniyeti ile ilişkisi saptanan faktörlerin yanında istatistiksel farkın saptanmadığı veriler de mevcuttu. Bunlardan biri, katılımcının eğitim düzeyi ile hasta memnuniyeti arasında ilişkinin bulunmaması olup çalışmanın beklenilmeyen sonuçlarındandı. Zira, bir çalışmada hastaların eğitim durumunun hasta memnuniyetinde etkili olduğu saptanmıştır [22]. Yapılan başka bir çalışmada ise, fazla beklentisi olmayan ve bilgisi az olan hastaların daha fazla memnun oldukları, bunun yanı sıra sağlıkla ilgili konularda bilgili olan ya da beklentileri abartılı olan hastaların daha az memnun oldukları belirlenmiştir [15, 23]. Çalışmamızda eğitimin memnuniyet üzerine anlamlı etkisinin saptanmama nedeni, hastanemize başvuran kişilerin eğitim seviyesi açısından çok değişken olmaması olabilir. Eğitim ve sosyoekonomik düzeyi daha yüksek hastaların sıklıkla özel sağlık kurumlarına başvurmasının, bu sonuçta etkisi büyüktür. Bunlarla birlikte, hastaların hastaneler hakkındaki düşüncelerinde, AS’ de sağlanan bakımın büyük bir etkisi olduğu düşünülmesine karşın, yapılan bir çalışmada [24], memnuniyet oranlarının hastaların iyi bakımı ile doğru orantılı olmadığı tespit edilmiştir. Bu sebeple tüm uğraşlara rağmen, hastalar AS’ lerde aldıkları bakımdan memnun olmayabilir. Bu durumun kaynağı, doktor ve hemşirelerin algıladıkları iyi bakım kalitesiyle, hastaların algıladıklarıyla her zaman Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 aynı olmaması olabilir [25]. Maalesef, birçok acil serviste, başvuranların çoğunluğunu oluşturduğu acil olmayan hasta grubunun özel ihtiyaçları ve beklentileri mevcut olup, bunların karşılanması da mümkün olamamaktadır. Özetle, AS’ lerde sürdürülebilir hasta memnuniyeti açısından fiziksel ve çevresel koşullar ile teknik donanımın “kalite standartları” na uygun yapılandırılması gerekmektedir. Hastane ve yerel yönetimlerce istenildiğinde kolaylıkla standartize edilebilecek bu faktörlere göre daha zor sayılabilecek insan ve çalışan faktörü için ise; sadece hastane yönetimleri ve Sağlık Bakanlığı değil, medya dahil toplumun her kesimine görevler düşmektedir. Bu amaçla; 1) sağlık kurumlarında personel hizmet içi eğitim konu ve planlarının yeniden gözden geçirilmesi, 2)bekleme zamanını uzatan bürokratik uygulamalara teknolojik donanımla önlem alınması ya da kaldırılması, 3)AS personeli ile ilişkili olmayan, konsültasyon sonuçlanma, radyolojik görüntüleme, tetkik sonuçlanma ve yatış bekleme sürelerinin kısaltılmasına yönelik çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte, toplum kademelerine, Sağlık Bakanlığı, sivil toplum kuruluşları ve medya işbirliği ile, Acil olmayan hasta grubunun AS’ lere başvurmaması gerektiği; buna rağmen başvurduklarında Acil servis triyaj kuralları çerçevesinde, beklentilerinden daha uzun zamanda bakılabileceklerini vurgulamak gerekecektir. Bu yapıldığında, gerçekten acil olan hastaların da memnuniyet seviyesi artabilecektir. Sonuç olarak, çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuç yorumlandığında hasta memnuniyetini etkileyen faktörlerin çoğul olduğu ve AS hizmetlerinin bir bütün çerçevesinde düzenlenip, değerlendirilmesi gerektiği görülmektedir. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Merkouris A, Ifantopoulos J, Lanara V, Lemomdou C. Patient satisfaction: a key concept for evaluation and improving nursing services. J Nurs Meas 1999; 7: 19-28. Coleman P, Irons R, Nicholl J. Will alternative immediate care services reduce demands for non-urgent treatment at accident and emergency? Emerg Med J 2001; 18: 482–7. Oktay C, Cete Y, Eray O, Pekdemir M, Gunerli A. Appropriateness of emergency department visits in a Turkish university hospital. Croat Med J 2003; 44: 585–91. Fajardo-Ortiz G, Ramirez-Fernandez FA. Review of admissions to the emergency unit of the specialist hospital of the Institute of Social Security responsible for the treatment of civil servants in the Puebla State, 1996 (Mexico). World Hosp Health Serv 2000; 36: 14–7. Edirne T, Edirne Y, Atmaca B, Keskin S. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp fakültesi Acil Servis hastalarının özellikleri. Van Tıp Dergisi 2008; 15: 107-11. Eroglu SE, Toprak SN, Urgan O, et al. Evaluation of non-urgent visits to a busy urban emergency department. Saudi Med J 2012; 33: 967-72. Topacoglu H, Karcioglu O, Ozucelik N, et al. Analysis of factors affecting satisfaction in the emergency department: a survey of 1019 patients. Adv Ther 2004; 21: 380-8. doi: 10.1007/BF02850102 Aragon SJ, Gesell SB. A patient satisfaction theory and its robustness across gender in emergency departments: a multi group structural equation modeling investigation. Am J Med Qual 2003; 18: 229-41. Walsh DP, Seff LR, Mayer TA. Customer relations in the emergency department. In: Salluzzo RF, Mayer TA, Strauss RW, Kidd P, editors. Emergency Department Management. Philadelphia: Mosby, 1997; 8: 73-85. Marmara Medical Journal 2013; 26:82-9 10. Raper JL. A cognitive approach to patient satisfaction with emergency department nursing care. J Nurs Care Qual 1996; 10: 48-58. 11. Sandovski U, Salman H, Bergman M, Neiman V, Bessler H, Djaldetti M. Patients satisfaction with the staff function in an emergency department. Eur J Emerg Med 2001; 8: 117-22. 12. McMillan JR, Younger MS, De Wine LC. Satisfaction with hospital emergency department as a function of patient triage. Health Care Manage Rev 1986 ;11: 21-7. doi.org/10.1097/00004010-19860113000006 13. Mowen JC, Licata JW, McPhail J. Waiting in the emergency room: how to improve patient satisfaction. J Health Care Mark 1993; 13: 2633. 14. Yağcı Mİ, Duman T. Hizmet kalitesi-müşteri memnuniyeti ilişkisinin hastane türlerine göre karşılaştırılması: Devlet, Özel ve Üniversite hastaneleri uygulaması. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2006; 7: 218-38. 15. Gülşen A, Nuray Y. Yatan hasta memnuniyeti. Düzce Med J 2004; 3: 10-4. 16. Dölek M, Turaba F, Akbinar C, Sezgin B, Aksu H, Solak İ. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi acil servis biriminde yatan hastaların memnuniyet düzeyinin incelenmesi. Türk J Emerg Med 2005; 5: 122-7. 17. Thompson DA, Yarnold PR, Williams DR, Adams SL. Effects of actual waiting time, perceived waiting time, information delivery, and expressive quality on patient satisfaction in the emergency department. Ann Emerg Med 1996; 28: 657-65. Kabaroğlu ve ark. Acil serviste hasta memnuniyeti 89 18. Yarnold PR, Michelson EA, Thompson DA, Adams SL. Predicting patient satisfaction: A study of two emergency departments. J Behav Med 1998; 21: 545-63. 19. Spaite DW, Bartholomeaux F, Guisto J, et al. Rapid process redesign in a university-based emergency department: decreasing waiting time intervals and improving patient satisfaction. Ann Emerg Med 2002; 39: 168-77. 20. Cooke T, Watt D, Wertzler W, Quan H. Patient expectations of emergency department care: phase II--a cross-sectional survey. CJEM 2006; 8: 148-57. 21. Soremekun OA, Takayesu JK, Bohan SJ. Framework for analyzing wait times and other factors that impact patient satisfaction in the emergency department. J Emerg Med 2011; 41: 686-92. 22. Zeynep B, Seçil Ö, Işıl M. Ana-çocuk sağlığı aile planlaması merkezine başvuran kadınların hizmetten memnuniyet durumları (Patient satisfaction from a mother and child health and family planning centre). Erciyes Med J 2004; 26: 98-104. 23. Emhan A, Bez Y, Dülek Ö. Bir üniversite hastanesine başvuran hastaların memnuniyet düzeyleri. Dicle Med J 2010; 37: 241-7. 24. Rhee KJ, Bird J. Perception and satisfaction with emergency department care. J Emerg Med 1996; 14: 679-83. 25. Kelly AM. Patients satisfaction with pain management does not correlate with initial or discharge VAS pain score, verbal pain rating at discharge, or change in VAS score in the emergency department. J Emerg Med 2000; 19: 113-6. Marmara Medical Journal 2013; 26:90-3 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02515.1 ORIGINAL ARTICLE/ÖZGÜN ARAŞTIRMA S100B protein levels in patients admitted to an emergency service due to seizures Acil servise nöbet şikayeti ile başvuran hastalarda S100B protein düzeyi Fatma SARI DOĞAN, Arzu DENİZBAŞI ALTINOK, Özge ECMEL ONUR, Özlem GÜNEYSEL, Haldun AKOĞLU ABSTRACT Objectives: Various levels of dysfunction and damage can occur in the central nervous system of patients experiencing seizures. It is known that these impairments can be assessed by measurement of biochemical markers. S100B proteins have been extensively studied in recent years. We have assessed whether there is a change in serum S100B protein levels during seizures which lead to cerebral hypoperfusion and/or hypoxia. Patients and Methods: A total of 56 patients admitted to an emergency service due to seizures and more than 18 years of age were included in the study. The control group consisted of 20 patients who were admitted to the emergency service due to complaints other than seizures. Results: There was a significant difference between the groups in terms of gender, hemoglobin levels and S100B levels, whereas there was no significant difference in terms of glucose, sodium and potassium levels. The S100B levels were significantly lower in the patient group compared to the control group. Hemoglobin levels was significantly lower in the control group compared to the patient group. Conclusion: Serum S100B protein concentration was found to be significantly lower in patients compared to controls. Key words: Seizure, S100B protein, Emergency ÖZET Amaç: Nöbet geçiren hastalarda santral sinir sisteminde farklı düzeylerde disfonksiyon ve hasar oluşabilmektedir. Bu hasarlanmaların biyokimyasal belirteçlere bakılmak suretiyle değerlendirilebileceği bilinmektedir. Son yıllarda giderek artan bir şekilde “beyine özel göstergeler” araştırılmaktadır. Bu çalışmada serebral hipoperfüzyon ve/veya hipoksiye neden olan nöbet durumlarında serum S100B protein düzeylerinde değişiklik oluşup oluşmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Acil servise nöbet şikayetiyle başvuran ≥18 yaşında 56 hasta çalışmaya alınmıştır. Kontrol grubunu nöbet dışı bir şikayetle acil servise başvuran 20 hasta oluşturmuştur. Bulgular: Gruplar arasında cinsiyet, hemoglobin değerleri ve S100B proteini açısından anlamlı olarak fark bulunmuştur. Bunun yanında glukoz, sodyum ve potasyum değerleri açısından gruplar arasında anlamlı olarak bir fark yoktur. Hasta grubu S100B değerleri, kontrol grubuna göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Hemoglobin değerleri ise, kontrol grubunda, hasta grubuna göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Sonuç: Hasta grubu serum S100B protein konsantrasyonu, kontrol grubundan anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Nöbet, S100B protein, Acil Introduction Fatma Sarı Doğan () Department of Emergency Medicine, Göztepe Training and Research Hospital, İstanbul, Turkey e-mail: [email protected] Arzu Denizbaşı Altınok, Özge Ecmel Onur Department of Emergency Medicine, School of Medicine, Marmara University, İstanbul, Turkey Özlem Güneysel, Haldun Akoğlu Department of Emergency Medicine, Lütfü Kırdar Training and Research Hospital, İstanbul, Turkey Submitted/Gönderme: 29.01.2013 - Acepted/Kabul: 18.03.2013 90 Epilepsy , a common neurological disorder throughout the world, is also an important public health issue associated with a large economical burden due to the requirement of lifetime drug treatment and concomitant diseases. Epileptic seizures which occur as partial or generalized forms may be life-threatening[1]. Almost 28% of all patients with epilepsy require emergency treatment annually[2]. Seizures may cause severe and persistent damage in the central nervous system (CNS). Several biochemical markers are used for the assessment of this damage. S100 proteins are among the markers investigated for this purpose. S100B is a multigenic family of calcium-modulated proteins of the EF-hand type expressed in vertebrates. Members of this protein family modulate enzyme activities by interacting with numerous effector proteins. They affect the structural dynamics of the cytoskeleton, modulate Doğan et al. S100B protein levels in seizures Marmara Medical Journal 2013; 26:90-3 cell growth and differentiation and establish calcium homeostasis [3-5]. S100B is a homodimer protein which is primarily released from astrocytes, is found in large amounts in the CNS and has autocrine and paracrine effects of glia cells neurons and microglia [5, 6]. Release of S100B from astrocytes occurs under metabolic stress conditions such as oxygen and glucose deprivation7. Following brain injury, S100B transferred to the cerebrospinal fluid (CSF) and then to the circulation [3, 4]. High CSF and serum levels of S100B have been reported in Alzheimer’s disease, stroke, traumatic brain injury and acute subarachnoid hemorrhage [8-11]. Central nervous system dysfunction and injury occurs in patients sustaining generalized seizures. This study assessed serum S100B protein levels in patients admitted to an emergency service due to seizures. Patients and Methods Study Design The present study was designed as a prospective controlled study. The study was approved by the Ethical Board of Marmara University, School of Medicine and all patients provided informed consent. Study Setting and Population The study was conducted in the Hospital of the Marmara University, Faculty of Medicine. Adult patients (≥18 years of age) admitted to the emergency service due to seizures were included in the study. Subjects with a history of central nervous system trauma, cerebrovascular events, malignant melanoma or an intracranial mass and those subjects who were diagnosed as a conversion disorder or syncope at the time of admission were excluded. Totally 234 patients were admitted to the emergency unit due to seizures during the one-year study period. During the assessment performed at time of emergency admission, it was noted that the primary complaint was not a seizure in 20 patients. Another 65 patients were excluded due to an intracranial mass, 70 patients due to a cerebrovascular accident (CVA) and 21 patients due to head injury. A total of 58 patients were included, but 2 patients were also excluded because appropriate blood samples could not be obtained. Data from 56 patients were included in final analysis. The control group consisted of 20 patients who had been admitted to the emergency service due to complaints other than seizures. Study protocol Demographic innormation about the patients was recorded and blood samples were obtained for the measurement of serum S100B protein level in addition to a complete blood count and routine biochemistry tests. All patients underwent a neurological examination and were treated accordingly following necessary radiological evaluations. The venous blood samples collected for serum S100B protein level measurement were immediately centrifuged and 91 serum samples were stored at -40ºC. After drawing the serum samples, a S100B protein level analysis was performed using a CanAg S100BB EIA (Fujirebio Diagnostics) kit according to the instructions provided by the manufacturer. Key Outcome Measures Serum S100B protein levels of patients and controls were compared. Data Analysis Data were analyzed by the Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) for Windows (version 15.0; SPSS Inc., Chicago, IL, USA). Between-group comparisons were performed by the Mann Whitney U test or by the independent samples t-test depending on their distribution. The statistical significance level was set as p<0.05. Results Men constituted 57.1% of patients (n=56) and 30% of control subjects (n=20) included in the study. Characteristics of patient and control groups are presented in Table I. The mean Table I. Characteristics of patient and control groups Patient Group (n=56) Control Group (n=20) p Gender Male 32 (57.1) 6 (30.0) Female 24 (42.9) 14 (70.0) Age (years) 55.46±21.08 60.65±15.68 0.255 S100B (ng/L) 42.75±53.51 51.05±44.27 0.006 Glucose (mg/dL) 115.05±29.97 124±32.01 0.264 Sodium (mEq/L) 137.48±6.88 137.25±8.70 0.904 Potassium (mEq/L) 4.17±0.60 4.24±0.65 0.690 Hemoglobin (g/dL) 12.94±2.08 11.37±1.87 0.005 0.037 Results are expressed as either n (%) or mean±standard deviation. ages of patient and control groups were similar. Significant differences were noted between the groups in terms of gender, hemoglobin level and S100B levels. The S100B levels were significantly lower in the patient group compared to the control group. Hemoglobin levels were significantly lower in the control group compared to the patient group. No significant differences were noted between the groups in terms of glucose, sodium and potassium levels. Discussion In recent years, S100B protein has been largely focused on as a biochemical marker of cerebral disorders. Increased serum S100B protein level may reflect either glial damage or 92 Doğan et al. S100B protein levels in seizures astrocytic reactions to neural injury. Serum S100B protein levels increase after trauma and after stroke. In previous studies, serum S100B protein level was associated with severity of trauma and disease prognosis [3-7]. As a marker of epilepsy S100B protein has been studied in a few studies which have reported controversial results [12-20]. It is not clear whether S100B protein has a role in the pathophysiology of epilepsy or whether S100B has an antiepileptic action . In our study we found that serum S100B levels in patients suffering from seizures were significantly lower compared to the control group. In our study, in order to elucidate the role of S100B protein in epileptogenesis, knockout (KO) and wildtype (WT) mice have been compared and the results have supported the hypothesis that astrocytes have some kind of an antiepileptic activity through S100B21. In another study, a rat seizure model using pentylenetetrazol (PTZ) has been used and significant increases in CSF S100B levels have been noted between 10-360 minutes after the seizures returning to control levels at 24 hours [12]. The mean age of the patient group was 55.46±21.08 years in our study. In another study, Leutmezer et al. prospectively investigated changes in postictal serum S100B protein concentration in 10 patients with mesial temporal lobe epilepsy (TLE) 16 . The mean age in this study was 12 (range: 7-22) years and 8 out of 10 samples from subjects were found to have high serum S100B concentration and no statistically significant changes were noted16but this finding could not be explained in this study. Portela et al. [22] have reported a negative correlation between age and serum S100B concentration. Thus, the difference between our results and the results of Leutmezer et al. 16 might be due to the difference in mean age of the two patient groups. Our age group was older than Leutmezer’s group. Serum S100 protein concentration was prospectively measured in 9 adult patients following tonic clonic seizures at 5 minutes, 6 hours, 24 hours, 48 hours by a radioimmunoassay (RIA) method and no statistically significant differences were found compared to the control group [15]. It was concluded that serum S100 protein levels cannot be considered as a promising marker to indicate brain dysfunction following seizures [15]. We used an enzyme immunoassay (EIA) method to measure serum S100B protein levels, which were found to be significantly lower in patients who were suffering from seizures. However, as each study included control groups, the discrepancy of the results cannot be attributed to the difference in measurement method (RIA or EIA). There were more men in the patient group in our study. It has been suggested in some studies that the higher prevalence of epilepsy in men can be associated with their greater involvement in social life and consequently greater trauma [23]. In a study conducted in patients with drug-resistant partial seizures, Otto et al. have found in contrast to our Marmara Medical Journal 2013; 26:90-3 findings that there was a statistically significant increase in serum S100 concentration following seizures, and that serum S100 concentration reached a peak level at the initial 60 minutes after the seizure and then gradually decreased in the following hours [13]. Blood samples were obtained at time of admission to the emergency service in our study. While some patients were suffering from seizures during their assessment in the emergency service, others had been admitted in the postictal period and the exact time of seizures was not recorded in the patient’s history. The difference in time of sampling may explain the difference of our results and those reported by Otto et al. [13]. High S100B levels noted in previous studies might have resulted from an increase due to a passive leak related to acute seizures or active release to limit the seizure. No significant difference has have been noted in S100B levels of patient and control groups in some of the studies [14-16]. The lower S100B level found in our study may be due to the depletion and therefore reduction of S100B which is actively released for protection following seizure. Limitations In the present study, the diagnosis of seizure was based on history and neurological examination and not by electroencephalography (EEG), and this may be considered as a limitation. The control group was not selected from healthy adults and was formed by patients admitted to the emergency service due to complaints other than seizures. It should be noted however that pathologies that have been previously reported to cause an increase in S100B level were all excluded. Thus, we do not believe that this might have led to any bias. Conclusion In conclusion, the serum S100B protein concentration has been found to be statistically significantly lower in patients suffering from seizures compared to controls; however, this result has no clear-cut explanation. Further research is warranted in order to clarify the role of S100B released from astrocytes in seizure mechanisms and to determine whether it acts as a neuroprotective or neurodegenerative agent. Future studies are required to provide a definitive statement for serum S100B levels in the postictal period in patients with seizures as “reduced, not changed or increased” and to use serum S100B protein level as a biomarker in patients with seizures. References 1. 2. Engel J Jr. International League Against Epilepsy (ILAE). A proposed diagnostic scheme for people with epileptic seizures and with epilepsy: report of the ILAE Task Force on Classification and Terminology. Epilepsia 2001; 42:796-803.x doi: 10.1046/j.1528-1157.2001.10401.x ACEP Clinical Policies Committee. Clinical Policies Subcommittee Doğan et al. S100B protein levels in seizures Marmara Medical Journal 2013; 26:90-3 on Seizures. Clinical policy: Critical issues in the evaluation and management of adult patients presenting to the emergency department with seizures. Ann Emerg Med 2004; 43:605-25.doi:10.1016/j. annemergmed.2004.01.017 3. Donato R. Intracellular and extracellular roles of S100 proteins. Microsc Res Tech 2003; 60:540-51. doi: 10.1002/jemt.10296. 4. Rothermundt M, Peters M, Prehn JH, et al. S100B in brain damage and neurodegeneration. Microsc Res Tech 2003; 60:614-32. doi: 10.1002/ jemt.10303 5. Donato R, Sorci G, Riuzzi F, et al.S100B’ s double life: Intracellular regulator and extracellular signal. Biochim Biophys Acta 2009;100822. doi: 10.1016/j.bbamcr.2008.11.009. 6. Adami C, Sorci G, Blasi E, et al. S100B expression in and effects on microglia. Glia 2001; 33:131-42. .doi:10.1002/10981136(200102)33:2<131::AID-GLIA1012>3.3.CO;2-4 7. Pinto SS, Gottfried C, Mendez A, et al. Immunocontent and secretion of S100B in astrocyte cultures from different brain regions in relation to morphology. FEBS Lett 2000; 486:203-7. doi:10.1016/S00145793(00)02301-2 8. Kleindienst A, Ross Bullock M. A critical analysis of the role of the neurotrophic protein S100B in acute brain injury. J Neurotrauma 2006; 23:1185-200. doi:10.1089/neu.2006.23.1185 9. Delgado P, Alvarez Sabin J, Santamarina E, et al. Plasma S100B level after acute spontaneous intracerebral hemorrhage. Stroke 2006; 37:2837-9. doi:10.1161/01.STR.0000245085.58807.ad 10. Wunderlich MT, Ebert AD, Kratz T, et al. Early neurobehavioral outcome after stroke is related to release of neurobiochemical markers of brain damage. Stroke 1999; 30:1190-5. doi: 10.1161/01. STR.30.6.1190 11. Sakatani S, Seto-Ohshima A, Shinohara Y, et al. Neural-activitydependent release of S100B from astrocytes enhances kainate-induces gamma oscillations in vivo. 2008; 22:28:10928-36. doi:10.1523/ JNEUROSCI.3693-08.2008 12. Oses JP, Leke R, Portela LV, et al. Biochemical brain markers 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 22. 23. 93 and purinergic parameters in rat CSF after seizure induced by pentylenetetrazol. Brain Res Bull 2004; 64:237-42. doi: 10.1016/j. brainresbull.2004.07.006 Otto M, Wiltfang J, Mogge S,and et al. Changing levels of S100 protein in serum after epileptic seizures. Epilepsia 1998; (suppl)39:73 Palmio J, Peltola J, Vuorinen P, et al. Normal CSF neuron-specific enolase and S-100 protein levels in patients with recent noncomplicated tonic-clonic seizures. J Neurol Sci 2001; 183:27-31. doi:10.1016/S0022-510X(00)00478.0 Büttner T, Lack B, Jäger M, et al. Serum levels of neuron-specific enolase and s-100 protein after single tonic-clonic seizures. J Neurol 1999; 246:459-61. Leutmezer F, Wagner O, Baumgartner C. Serum s-100 protein is not a suitable seizure marker in temporal lobe epilepsy. Epilepsia 2002; 43:1172-4. doi: 10.1046/j.1528-1157.2002.50101.x Palmio J, Keranen T, Alapirtti T, et al. Elevated serum neuron-specific enolase in patients with temporal lobe epilepsy: a video-EEG study. Epilepsy Res 2008; 81:155-60. Calik M, Abuhandan M, Sönmezler, et al. Elevated serum S100B levels in children with temporal lobe epilepy. Seizure 2013; 22: 99102. doi: 10.1016/ j.seizure.2012.10.012 Atıcı Y, Alehan F, Sezer T, et al. Serum s100B levels in children with simple febrile seizures. Seizure 2012; 21: 175-7. doi: 10.1016/j. seizure.2011.11.003. Mikkonen K, Pekkala N, Pokka T, et al. S100B proteins in febrile seizures. Seizure. 2012; 21: 144-6. doi:10.1016/j.seizure.2011.10.006. 21. Dyck RH, Bogoch II, Marks A, et al.Enhanced epileptogenesis in S100B knockout mice. Brain Res Mol Brain Res 2002; 106:22-9. doi: 10.1016/S0169-328X(02)00406-0. Portela LV, Tort AB, Schaf DV, et al. The serum S100B concentration is age dependent. Clin Chem 2002; 48:950-2. Bharucha NE, Bharucha EP, Bharucha AE, et al. Prevalence of epilepsy in the Parsi community of Bombay. Epilepsia 1988; 29:111-5. doi:10.1111/j.1528-1157.1988.tb04405.x Marmara Medical Journal 2013; 26:94-8 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02664.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Serebral palsili çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi Assessment of depression and quality of life in mothers of children with cerebral palsy Banu DİLEK, İbrahim BATMAZ, Mehmet KARAKOÇ, Mustafa Akif SARIYILDIZ, Abdulkadir AYDIN, Hüsamettin ÇAVAŞ, Remzi ÇEVİK ÖZET Amaç: Serebral palsili (SP) çocukların annelerinde depresyon varlığının araştırılması ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, çocuğu sağlıklı annelerden oluşan kontrollerle karşılaştırılmasıdır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 49 SP’li çocuk ve annesi ile sağlıklı çocuğu olan 30 anne alındı. SP tipi belirlenen çocukların; Kaba Motor Fonksiyon Sınıflama Sistemi (KMFSS) ile fonksiyonel düzeyi belirlendi. Annelerin depresyon durumu Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ile, yaşam kalitesi Nottingham Sağlık Profili (NSP) ile değerlendirildi. Bulgular: SP’li çocukların yaş ortalaması 66.20 ± 43.73 aydı. Çocukların 28’ i diplejik, 1’i hemiplejik, 20’si kuadriplejik tipteydi. KMFSS’e göre; çocukların çoğu, düzey 2 (n=20) ve düzey 3 (n=17)’ tü. SP grubunun annelerinin yaş ortalaması 35.75 ± 7.44, kontrol grubunun ise 33.80 ± 7.21 bulundu. SP’li çocuğu olan anne grubunda akraba evliliği, annenin ev hanımı olma oranı, gelir düzeyi düşüklüğü, NSP ve BDÖ puanları anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). KMFSS düzeyi ve SP tipi ile annelerin BDÖ ve NSP puanları arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (p>0.05). Sonuç: SP’li çocukların annelerinde yaşam kalitesinde bozulmanın ve depresyona eğilimin daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu süreç çocuğun fonksiyonel durumundan ve serebral palsi tipinden etkilenmemektedir. Anahtar kelimeler: Serebral palsi, Depresyon, Yaşam kalitesi, Anne ABSTRACT Objective: The assessment of depression and quality of life (QoL) in mothers of children with cerebral palsy ( CP) and a comparison to mothers of healthy children. Patients and Methods: Forty-nine children with CP and their mothers and 30 mothers with healthy children were included. The type of CP in children and their functional levels were identified with the Gross Motor Functional Classification System (GMFCS). The depression status of mothers was evaluated with the Beck Depression Inventory (BDI) and quality of life (QoL) was evaluated with the Nottingham Health Profile (NHP). Results: The mean age of children with CP was 66.20 ±43.73 months. 28 children were diplegic, 1 was hemiplegic and 20 were quadriplegic. Most of the children were level 2 (20) and 3 (17) according to the GMFCS. The mean age of the mothers of the patient group were found as 35.75 ±7.44, and the mean age of the control group mothers was 33.80 ±7.21. BDI and NHP scores and intermarriage rate and decrease in the level of income were found significantly higher in patient group (p<0.05). There were no significant correlation between GMFCS, type of CP and BDI, NHP scores in mothers. Conclusion: Impaired QoL and depression levels were found higher in mothers of children with CP. This process is not influenced by the child’s functional level and the type of CP. Key words: Cerebral palsy, Depression, Quality of life, Mother Giriş Banu Dilek (), İbrahim Batmaz, Mehmet Karakoç, Mustafa Akif Sarıyıldız, Hüsamettin Çavaş, Remzi Çevik Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı,Tıp Fakültesi,Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, Türkiye e-mail: [email protected] Abdulkadir Aydın Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıp Fakültesi, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, Türkiye Gönderilme/Submitted: 14.02.2913 - Kabul/Accepted: 29.03.2013 94 Serebral palsi (SP) gelişmekte olan fetal veya infant beyninde oluşan progresif olmayan bir hasara bağlı olarak oluşan, aktivitenin kısıtlanmasına neden olan, hareket ve postür gelişiminin bir grup kalıcı bozukluğudur [1]. SP, gelişmiş ülkelerde erken okul çağındaki çocuklarda 1000 canlı doğumda 1.2–2.5 sıklığında, Türkiye’de ise 2–16 yaş grubu çocuklarda 1000 canlı doğumda 4.4 olarak bildirilmiştir. [2]. Prematürelerde ve düşük doğum ağırlığı olanlarda sıklığı artmaktadır [3]. Genellikle motor bozukluk ön planda olmakla birlikte serebral fonksiyon bozukluğu gösteren diğer semptomlar da görülebilir. Mental retardasyon, Marmara Medical Journal 2013; 26:94-8 epilepsi, oral-motor yetmezlik, görme bozuklukları, işitme azlığı, ortopedik bozukluklar, dil-konuşma bozuklukları, davranış bozuklukları, kronik akciğer sorunları ve uyku problemleri eşlik edebilir [3, 4]. Tedavi programları her hastanın gereksinimine göre düzenlenir ve tedavide amaç en üst motor aktiviteye ulaşmak ve yaşam kalitesini bozan diğer sorunları gidermektir. SP’li hastalarda tedavide multidisipliner yaklaşım ve aile desteği gerekir. SP’li çocuğa sahip aileler pek çok zorlukla karşı karşıya kalabilmektedir. Ailelerin çocukların rehabilitasyon sürecindeki eğitimi ve desteği kritik öneme sahiptir [5]. Bu süreçte çocukla primer ilgilenen kişiler çoğunlukla annelerdir ve psikososyal yönden yoğun stres altında olabilirler. Annelerin stres altında kalması ve yaşam kalitesinin bozulması bu hasta grubunun yaşam kalitesini ve rehabilitasyon sürecini etkileyebilir [5, 6]. Çalışmamızda bölgemizde yaşayan ve polikliniğimize başvuran SP’li çocukların primer bakanı olan annelerin depresyon ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, çocuğu sağlıklı olan annelerden oluşan kontrol grubu ile karşılaştırılması ve ilişkili faktörlerin ortaya konulması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem Çalışmaya, Etik Kurul onayı alındıktan sonra, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı rehabilitasyon polikliniğine başvuran 49 SP’li çocuk ve annesi ile hastane personeli ve yakınlarından seçilen sağlıklı çocuğu olan 30 anne alındı. SP’li çocukların demografik özellikleri, prenatal öyküsü, kardeş sayısı, yaşadığı yer, geçmişte alınan tedaviler ( fizyoterapi, ortopedik girişim, botulinum toksin enjeksiyonu, ortezleme) ve eşlik eden problemler (konuşma, işitme, görme problemleri, epilepsi, zihinsel gerilik, davranış problemleri, büyümegelişme geriliği, beslenme sorunları, inkontinans, solunum problemi, yutma ve salya akması, diş sorunları, kalça dislokasyonu) sorgulandı. Fizik muayenesi yapılan ve SP tipi belirlenen hastaların; Türkçe geçerliliği ve güvenilirliği El ve ark. tarafından yapılmış Kaba Motor Fonksiyon Sınıflama Sistemi (KMFSS) ile yaşına göre fonksiyonel düzeyleri belirlendi [7]. Bu sınıflama sisteminde 5 düzey vardır. Düzey 1; sınırlama olmaksızın yürüyebilme, ileri motor becerilerde sınırlanmayı, düzey 2; asistif cihaz olmaksızın yürüme, ev dışı yürümede ve toplumsal alanda sınırlamayı, düzey 3; asistif cihaz ile yürüme, ev dışında ve toplum içi ambulasyonda sınırlanmayı, düzey 4; kendi kendine hareketlilikte sınırlanma, transferlerde başkasına bağımlılığı ve düzey 5 ise tam bağımlılığı ifade etmektedir [7]. Hasta ve sağlıklı çocuğu olan annelerin yazılı bilgilendirilmiş onamları alındıktan sonra sosyo-demografik özellikleri sorgulandı. Annelerin depresyon durumu Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği Hisli ve ark. tarafından yapılmış olan Beck Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi [8]. Bu ölçek, depresyonda görülen somatik, duygusal, bilişsel ve Dilek ve ark. SP’li çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesi 95 motivasyonel belirtileri ölçmektedir. 21 soru içerir. 1 ile 3 puana karşılık gelen 4 maddeden oluşmuş en yüksek puan 63 tür. 0 – 13 puan arası depresyon yok, 14 – 24 puan arası orta derece depresyon, 25 puan üzeri ağır depresyon olarak değerlendirilir. Annelerden bu forma göre bu gün dahil geçen hafta içinde kendilerini nasıl hissettiklerini en iyi anlatan cümleyi işaretlemeleri istenildi. Annelerin yaşam kalitesi Türkçe güvenilirlik ve geçerliliği Küçükdeveci ve ark. tarafından yapılmış olan Nottingham Sağlık Profili (NSP) ile değerlendirildi. NSP hasta tarafından algılanan emosyonel, sosyal ve fiziksel sağlık problemlerini değerlendiren bir ölçektir. Enerji, ağrı, fiziksel hareketlilik, uyku, emosyonel reaksiyonlar ve sosyal izolasyondan oluşan altı kategoride cevapları evet/ hayır şeklinde 38 sorudan oluşur. Ankette o anki yakınmalar sorgulanır. Belli alanlara verilen pozitif cevaplar şiddeti değerlendirmede kullanılır. Skor 0-100 arasında değişmektedir. Skorun yüksek olması hastanın daha fazla sıkıntı yaşadığı anlamına gelmektedir. [ 9]. Verilerin istatistiksel analizi Windows SPSS 18.0 programı ile yapıldı. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile analiz edildi. Verilerin sıklık dağılımları ortalama, ± standart sapma ve yüzde olarak verildi. İki grubun karşılaştırmasında; kategorik veriler için ki kare testi, grup karşılaştırmaları; sürekli değişkenleri içeren veriler için normal dağılıma uyanlarda independent samples-t testi, uymayanlarda Mann Whitney-U testi kullanıldı. SP tanılı annelerin depresyon ve yaşam kalitesi ile demografik ve klinik verileri arasındaki korelasyon Spearman korelasyon testi ile analiz edildi. İstatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular SP’li çocuğu olan annelerin ( n=49) yaş ortalaması 35.75 ± 7.44, sağlıklı çocuğu olan annelerden oluşan kontrol grubunun (n=30) yaş ortalaması ise 33.80 ± 7.21 bulundu. Hasta ve kontrol grubu anneleri arasında yaş, eğitim ve sosyal güvence açısından anlamlı fark saptanmazken (p>0.05), akraba evliliği, ev hanımı oranı, gelir düzeyi düşüklüğü hasta grup annelerinde anlamlı oranda daha fazla saptandı (p<0.05) (Tablo I). SP’li çocukların (n=49) yaş ortalaması 66,20 ± 43,73 aydı. Cinsiyet dağılımında % 51 (n=24)’ i kız, %49 (n=25)’u erkekti. Çocukların %30,6 (n=15)’sında prematürite, 19 (%38,7)’ unda düşük doğum ağırlığı ve zor doğum öyküsü vardı. Yaşanılan yere bakıldığında; %12,2 (n=6)’sı köyde; %4,1 (n=2)’si kasabada; %8,2 (n=4) ilçede ve %75,5 (37)’i şehirde yaşıyordu. Ortalama kardeş sayısı 3,40 ±2,44 (0-9), problemlerin fark edildiği yaş ise 1,73 ± 1,07 (1-4) idi. Çocukların tonus değişikliğine göre % 95, 9 (n=47)’u spastik tip, %4,1 (n=2)’i miks tipteydi. Etkilenen bölgeye göre %5,71 (n=28)’i diplejik tip, %2 (n=1)’si hemiplejik tip, %40,8 (n=20)’si kuadriplejik tipteydi. Çocukların KMFSS’ ne göre dağılımı ise; düzey 2; %40,8 (n=20), düzey 3; %34,7 (n=17), düzey 4; %16, 3 (n=8), düzey 5; %8,2 (n=4) şeklindeydi. Düzey 1 hastamız yoktu. 96 Dilek ve ark. SP’li çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesi Tablo I. Serebral palsili ve sağlıklı çocuğu olan annelerin sosyodemografik özellikleri Hasta grup annesi Sağlıklı grup annesi Özellik N=49 N=30 Yaş (SD ±ortalama) Eğitim İlkokul ve altı İlkokul üstü Meslek Ev hanımı Çalışan Sosyal güvence Yeşil kart SGK Gelir Düşük gelir Orta düzey gelir Yüksek gelir Akraba Evliliği Var Yok p 35.75 ± 7.44 33.80 ± 7.21 0.25 35 (%71,4) 14 (%28,6) 16 (%53,3) 14 (%46,7) 0.14 47(%95,9) 2(%4,1) 22(%73,3) 8(%26,6) 0.002* 23 (%46,9) 26 (%53,1) 10 (%33,3) 20 (%66,7) 0.25 33(%67,3) 12(%24,5) 4 (%8,2) 4(%13,3) 23 (%76,7) 3(%10) 22 (%44,9) 27 (%55,1) 6(%20) 24(%80) <0.001* 0.03* Hastalarımızın %81,6(n=40)’sına fizyoterapi, %16,3(n=8)’üne elektrik stimülasyonu, %6.1(n=3)’ine botulinum toksin enjeksiyonu, %14,3(n=7)’ü ortopedik girişim, %55.1(n=27)’ine ortez uygulandığı öğrenildi. Hastalarımızın eşlik eden problemlerinin dağılımına bakıldığında; %61,2(n=30)’unda konuşma, %12,2(n=6)’sında işitme, %24,5(n=12)’inde görme, %28,6(n=14)’inde epilepsi, %44,9(n=22)’unda zihinsel gerilik, %30,6(n=15)’sında davranış, %44,9(n=22)’ında büyüme-gelişme geriliği, %32,7(n=16)’sinde beslenme, %46,9(23)’ünde inkontinans, %16,3(n=8)’ünde solunum, %28,6(n=14)’sında yutma, %30,6(15)’sında salya akması, %28,6(n=14)’sında diş sorunları, %20,4(n=10)’ünde kalça dislokasyonu problemleri mevcuttu. Hasta grubu ile kontrol grubu NSP ve BDÖ açısından karşılaştırıldığında; SP’li çocukların annelerinde NSP alt grupları puanları ve BDÖ puanları anlamlı yüksek bulundu (p<0.05) (Tablo II). Tablo II . Hasta ve kontrol gruplarının annelerinde BDÖ ve NSP ölçeklerinin karşılaştırılması BDÖ NSP- Yorgunluk NSP-Ağrı NSP- Fiziksel hareketlilik NSP-Uyku NSP- Emosyonel reaksiyonlar NSP- Sosyal izolasyon Hasta Grup Sağlıklı Grup p Annesi N=49 Annesi N=30 10.24± 7.07 6.83 ±5.25 0.02* 44.48 ±43.34 8.74 ±18.96 <0.001* 18.911± 28.27 1.97± 6.10 <0.001* 15.55 ±21.48 3.89± 9.69 0.002* 32.66± 36.01 9.83 ±18.65 <0.001* 30.81± 35.45 9.93 ±12.83 <0.001* 19.22 ±29.33 7.62± 15.61 0.02* *P<0.05, BDÖ: Beck Depresyon Ölçeği, NSP: Nottingham Sağlık Profili Hasta grup annelerinde grup içi değişimler incelendiğinde BDÖ puanı ile NSP alt grupları arasında pozitif korelasyon, anne yaşı ile eğitim düzeyi arasında negatif, anne yaşı ile NSP- yorgunluk parametresi arasında pozitif korelasyon, akraba evliliğinin varlığı ile BDÖ, NSP ağrı, emosyonel reaksiyonlar ve sosyal izolasyon alt parametreleri arasında pozitif korelasyon saptandı. Ancak KMFSS ve SP tipi ile annelerin BDÖ ve NSP puanları arasında anlamlı korelasyon saptanmadı ( Tablo III). Tablo III . NSP, eğitim düzeyi ile BDÖ, akraba evliliği, anne yaşı, KMFSS ve serebral palsi tipi arasındaki ilişki Özellikler * p<0.05 , SD: standart deviasyon Ölçek Marmara Medical Journal 2013; 26:94-8 NSPYorgunluk BDÖ r = 0.405 p= 0.004* r = 0.509 NSP-Ağrı p< 0.001* NSP- Fiziksel r = 0.457 hareketlilik p= 0.001* r = 0.670 NSP-Uyku p< 0.001 NSPr = 0.557 Emosyonel p< 0.001* reaksiyonlar NSP- Sosyal r= 0.374 izolasyon p= 0.008* r= 0.113 Eğitim düzeyi p= 0.438 Akraba evliliği Anne yaşı KMFSS Serebral palsi tipi r = 0.113 p= 0.438 r = 0.288 p= 0.045* r = 0.196 p= 0.177 r = 0.247 p= 0.087 r = 0.291 p= 0.043* r = 0.217 p= 0.135 r = 0.138 p= 0.344 r = 0.258 p= 0.073 r = 0.231 p= 0.111 r = -0.30 p= 0.840 r = 0.140 p= 0.336 r = -0.016 p= 0.911 r = 0.141 p= 0.335 r = -0.085 p= 0.563 r = 0.045 p= 0.761 r = 0.172 p= 0.237 r= 0.419 r = 0.041 r = -0.223 p= -0.035 p= 0.003* p= 0.782 p= 0.877 r= 0.263 r = 0.481 p< 0.001* r= 0.157 p= 0.128 r= 0.168 r= 0.08 p= 0.249 p= 0.585 r= -0.339 r= 0.022 p= 0.017* p= 0.883 r = 0.057 p= 0.696 r= -0.205 p= 0.157 *p<0.05, BDÖ: Beck Depresyon Ölçeği, NSP: Nottingham Sağlık Profili, KMFSS: Kaba Motor Fonksiyonel Sınıflama Sistemi. Tartışma SP, yüksek insidans düzeyi, sıklıkla dikkatli bakım gerektiren komplikasyonları ile kompleks klinik bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır [10]. Ailenin, özellikle de primer bakıcı konumunda olan annelerin rutinlerinde değişiklik oluşturur. Kronik hastalıklarda olduğu gibi bu süreç yaşam kalitesinin azalmasına sebep oluşturabilir [11]. SP’li çocuğa sahip aileler genellikle sosyoekonomik zorlukların yanında psikolojik problemlerle de baş etmek durumunda kalabilmektedirler ve ebeveynler kaygı, şok, inkâr, üzüntü, kızgınlık, dış dünyanın tutumuyla yüz yüze gelmekten kaçınma, kendine güven ve saygıda azalma duyguları gibi psikolojik problemler yaşayabilmektedirler [10]. Psikolojik olarak kaygılı, endişeli ve stres içindeki aile bireylerinin kendi yaşam kaliteleri bozulurken, çocuklarının rehabilitasyon hedeflerini gerçekleştirmede sınırlılıklar yaşayabileceği bir gerçektir. SP’li çocuğu olan aile bireylerinin sosyal ve psikolojik sorunlarının ayrıntılı bilinmesi ve çözüm önerilerinin bulunmaya çalışılması oldukça önem taşımaktadır [12]. Literatürde SP’li hastaların sıklıkla primer bakanı olan annelerde yaşam kalitesi ve depresyon durumu az sayıda çalışmada değerlendirilmiştir [6,11-13]. Öneş ve Dilek ve ark. SP’li çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesi Marmara Medical Journal 2013; 26:94-8 arkadaşlarının ülkemizden yaptığı bir çalışmada, SP’li çocuğu olan 46 anne ile sağlıklı çocuğu olan ve benzer demografik özelliklere sahip 46 annenin anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesi karşılaştırılmıştır. Sonuçta SP’li çocuğu olan annelerde BDÖ ve NSP alt grupların puanları kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuş ancak anksiyete durumu açısından fark saptanmamıştır. Yine bu çalışmada KMFSS düzeyi ile BDÖ ve NSP arasında korelasyon saptanmamıştır [6]. Çalışmamızda aynı ölçekleri kullandık ve benzer şekilde hasta grubun annelerinde kontrollere göre BDÖ ve NSP puanları anlamlı olarak yüksek bulduk ve BDÖ ile NSP alt parametreleri arasında pozitif korelasyon saptadık. Ancak biz anksiyete durumunu değerlendirmedik. Yine ülkemizden yapılmış bir başka çalışmada SP’li anneler ile başka hastalığı olan çocukların annelerinde Kısa Form- 36 kullanılarak değerlendirilen yaşam kalitesi ve KMFSS düzeyi açısından karşılaştırılmış ve SP’li hasta grubun annelerinde yaşam kalitesinin bazı parametreleri anlamlı olarak bozulmuş ve KMFSS ile korele bulunmuştur [12]. Çalışmamızda, Ones ve arkadaşları ile benzer şekilde KMFSS düzeyi ile annelerin depresyon ve yaşam kalitesi arasında korelasyon bulunamamıştır. Bu durum hastaların annelerinin eğitim düzeylerinin düşük olması, hemen hepsinin ev hanımı olması ve çocuklarının fiziksel durumlarını kabullenmeleri ile açıklanabilir. Ayrıca annelerin bölgemizde belirgin olan kaderci anlayışları nedeni ile ve sağlık güvenceleri olduğu için çocukların tedavilerinin karşılanmasından dolayı çocuklarının durumunu kabullenmiş olabileceklerini düşünmekteyiz. SP’li çocuğun fonksiyonel düzeyi ve günlük yaşam aktivitelerindeki beceri düzeyi gerek rehabilitasyon hedeflerinin belirlenmesinde gerekse rehabilitasyon programının şekillendirilmesinde soruna odaklanma ve izlem de önemli birer parametredir [14, 15]. Çalışmamızda hastalarımızın çoğunluğunda KMFSS düzeyi 2 ve 3 seviyesindeydi ve hastalarımızın rehabilitasyon sürecini ve fonksiyonelliğini etkileyebilecek bir çok problem saptandı. Yapılan çalışmalarda SP’li hastalarda, eşlik eden problemler arttıkça rehabilitasyon sürecinin zorlaştığı gösterilmiştir [16]. SP’li hastaların problem ve gereksinimlerinin doğru, gerçekçi olarak saptanması ve zamanında tedavi edilmesi ile bu çocukların fiziksel ve ruhsal olarak daha iyi duruma gelebilmeleri mümkündür. Yapılan çalışmalarda düşük doğum ağırlığı, prematürite ve akraba evliliği SP ile ilişkili en sık faktörler olarak bildirilmektedir [17-19] Çalışmamızda da benzer şekilde SP’li hastalarımızda düşük doğum ağırlığı ve prematürite ve hastaların annelerinde akraba evliliği oranı oldukça yüksekti. Akraba evliliğinin, SP insidansını 2.5 kat arttırdığı bildirilmiştir. Yine çalışmamızda akraba evliliğinin varlığı ile annelerin BDÖ, NSP ağrı, emosyonel reaksiyonlar ve sosyal izolasyon alt parametreleri arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. Ülkemizde daha çok batı kısmından SP verilerinin yansıtıldığı Ones ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise akraba evliliği durumu sorgulanmamıştır [6]. Ancak önlenebilir risk 97 faktörleri arasında olan akraba evliliğinin azaltılması ülkemiz için çok önemlidir. Çalışmamızın başlıca kısıtlılığı az sayıda katılımcıda yapılmış olması ve bu nedenle toplum özelliklerini tamamen yansıtmamasıdır. Bir diğer kısıtlılığı ise SP’ li hastalarımızın primer bakıcısı olan anneler değerlendirilirken diğer aile bireylerinden yardım alıp almadıkları sorgulanmamıştır. Bu durum annelerin yaşam kalitesi ve depresyon sürecine de katkıda bulunabilir. Sonuç olarak; SP’li çocukların annelerinde, sağlıklı çocuğu olan annelere göre yaşam kalitesinde bozulma ve depresyona eğilim görülebilmektedir. Bu durum çocuğun fonksiyonel durumundan ve SP tipinden etkilenmemektedir. Başarılı bir rehabilitasyon programı hasta ve ailesi ile birlikte bir ekibin multidisipliner çalışması ile yürütülebilmektedir. Bu anlamda SP’li çocukların primer bakıcısı olan annelerin psikolojik durumu ve yaşam kalitesi de değerlendirilmelidir. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. Rosenbaum P, Paneth N, Leviton A, et al. A report; the definition and classification of cerebral palsy. Dev Med Child Neurol Suppl 2007;109: 8-14. Serdaroğlu A, Cansu A, Ozkan S, Tezcan S. Prevalence of cerebral palsy in Turkish children between the ages of 2 and 16 years. Dev Med Child Neurol 2006; 48: 413- 6. Odding E, Roebroeck ME, Stam HJ. The epidemiology of cerebral palsy: Incidence, impairments and risk factors. Disabil Rehabil 2006: 28: 183 -91. doi:10.1080/09638280500158422. Armento M. Disabled Children. In: DeLisa JA, Gans BM, Walsh NE, editors. Physical Medicine and Rehabilitation: Principles and Practice. Philadelphia: Lippincott Williams-Wilkins, 2007:1493-518. Erdoğanoğlu Y. Serebral paralizili çocuklar ve ailelerinde sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Programı Yüksek Lisans Tezi. Ankara: 2006: 21-37. Ones K, Yılmaz E, Çetinkaya B, Çağlar N. Assessment of the Quality of Life of mothers of children with cerebral palsy (Primary Caregivers). Neurorehabil Neural Repair 2005 19: 232-7 doi: 10.1177/1545968305278857. El O, Baydar M, Berk H, Peker O, Koşay C, Demiral Y. Interobserver reliability of the Turkish version of the expanded and revised gross motor function classification system. Disabil Rehabil 2012;34:1030-3. doi: 10.3109/09638288.2011.632466. Hisli N. Beck depresyon envanterinin universite öğrencileri icin geçerliliği ve güvenirligi. J Psychol 1989;7:3-13. Küçükdeveci AA, McKenna SP, Kutlay S, Gursel Y, Whalley D, Arasil T.The development and psychometric assessment of the Turkish version of the Nottingham Health Profile. Int J Rehabil Res 2000; 23: 31-8. Prudente COM, Barbosa MA, Porto CC. Relation between Quality of Life of mothers of children with cerebral palsy and the children’s motor functioning, after ten months of rehabilitation. Rev Latino-Amm Enfermagem 2010;18:149-55. doi:10.1590/S010411692010000200002. Akmeşe PP, Mutlu A, Günel MK, Serebral paralizili çocukların annelerinin kaygı düzeyinin araştırılması. Turk J Pediatr 2007; 50: 236-40. Eker L, Tüzün EH. An evaluation of quality of life of mothers of children with cerebral palsy. Disabil Rehabil 2004; 26:1354-9. Tuna H, Ünalan H, Tuna F, Kokino S. Quality of life of primary caregivers of children with cerebral palsy: a controlled study with Short Form-36 questionnaire. Dev Med Child Neurol 2004; 46:646-8. doi: 10.1111/j.1469-8749.2004.tb01031. Pellegrino L, Dormans JP. Definitions, etiology, and epidemiology 98 Dilek ve ark. SP’li çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesi of cerebral palsy. In: Dormans JP, Pellegrino L, editors. Caring for Children with Cerebral Palsy, 1st ed. Baltimore: Brookes Publishing Co,1998:1- 30. 15. Bartlett DJ, Palisano RJ. Physical therapists’ perception of factors influencing the acqusition of motor abilities of children with cerebral palsy: implications for clinical reasoning. Phys Ther 2002;82: 237- 49. 16. Özel S. Serebral palsi. Beyazova M, Gökçe Kutsal Y, editörler. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon. Ankara: Güneş Tıp Kitabevleri, 2011:2681724. Marmara Medical Journal 2013; 26:94-8 17. Mukherjii S, Gaebler- Spira DJ. Cerebral palsy. In: Braddom RI, ed. Physical Medicine and Rehabilitation. Philadelphia: Elsevier Inc, 2007:1243-67. 18. Al-Rajeh S, Bademosi O, Awada A, İsmail H, Al-Shammasi S, Dawodu A. Cerebral palsy in Saudi Arabia: a case control study of risk factors. Dev Med Child Neurol 1991:33: 1048-52. 19. Tunçbilek E. Clinical outcomes of consanguineous marriages in Turkey. Turk J Pediatr 2001: 43: 277-9. Marmara Medical Journal 2013; 26:99-101 DOI:10.5472/MMJ.2013.02651 CASE REPORT / OLGU SUNUMU Isolated tubal torsion in a woman who had laparoscopic tubal ligation by bipolar electrocoagulation Bipolar elektrokoteri ile bilateral tuba ligasyonu olan kadında izole tubal torsiyon Tevfik YOLDEMİR, Mithat ERENUS ABSTRACT A 29-year-old woman with tenderness in the left lower quadrant of the abdomen with no guarding or rebound tenderness was admitted to the hospital. Her pelvic examination revealed a tender, semi-mobile and semi-solid mass, 6 cm in diameter, just palpable adjacent to the left fornix. Her medical history was otherwise normal except that she had had laparoscopic tubal ligation by bipolar cauterization two months earlier. After 48 hours of medical treatment, laparoscopy was performed. The uterus and both ovaries appeared normal. The distal portion of the left tube remnant was twisted three times on its mesosalpinx and appeared gangrenous and necrotic. A left partial salpingectomy was done laparoscopically. The woman was discharged after 8 hours from the hospital. The pathology confirmed the diagnosis of torsion of a previously dilated tube. Key words: Tubal torsion, Tubal ligation, Laparoscopy ÖZET Rebound, defansı olmayan sol alt kadran ağrısı olan 29 yaşındaki kadın hastaneye yatırıldı. Pelvik muayenesinde sol forniks komşuluğunda ağrılı, yarı mobil, yarı sert 6 cm çapında kitle palpe edildi. Medikal öyküsünde 2 ay önce bipolar koter ile laparoskopik tuba ligasyonu haricinde bir özellik yoktu. 48 saat medikal tedavi sonrası laparoskopi yapıldı. Rahim ve yumurtalıklar normal görünümdeydi. Sol tüpün distal bölümü mezosalpinks etrafında 3 kez dolanmıştı ve gangrenli, nekrotik görülüyordu. Sol parsiyel salpinjektomi yapıldı. Ameliyattan 8 saat sonra kadın taburcu edildi. Patoloji dilate tüpün torsiyonunu teyid etti. Anahtar kelimeler: Tubal torsiyon, Tuba ligasyonu, Laparoskopi Tevfik Yoldemir [), Mithat Erenus Department of Obstetrics and Gynecology, School of Medicine, Marmara University, Istanbul, Turkey e-mail: [email protected] Submitted/Gönderilme: 05.02.2013 - Accepted/Kabul: 04.03.2013 Introduction Torsion of adnexa of the uterus is a relatively common condition with a prevalance of 2.7% [1]. However, isolated torsion of the fallopian tube is an even rarer condition with an incidence of 1 in 1.500.000 women [2]. This event occurs without involvement of the ovaries. Predisposing factors for torsion of the tube are anatomical abnormalities, abnormal motility, ovarian or para-ovarian masses, infection, pyosalpinx, hematosalpinx, pregnancy, sudden body position changes, trauma, venous congestion in the mesosalpinx and previous tubal surgery like tubal ligation [3]. We present a case in which isolated tubal torsion occurred 2 months after laparoscopic tubal ligation by bipolar electrocoagulation. Case report A 29-year-old woman, gravida 4, para 2, abortion 2 was admitted to an outpatient clinic with a complaint of suprapubic pain and vaginal discharge. The patient was initially diagnosed to have pelvic inflammatory disease (PID). Her symptoms did not regress even though she was on cefamezine and metronidazole treatment for 2 days. She was sent to our hospital for further evaluation. On admission to our emergengy room she was afebrile and had tenderness in the left lower quadrant of the abdomen with no guarding or rebound tenderness. Her medical history was uneventful except the laparoscopic tubal ligation she had had by bipolar cauterization two months earlier. Her pelvic examination revealed a tender, semi-mobil and semi-solid mass of 6 cm in diameter adjacent to the left fornix. The pelvic ultrasound demostrated a normal uterus and ovaries with a cystic structure measuring 61x35x38 mm adjacent to the left ovary. There was free fluid in the pouch of Douglas. The initial possible diagnosis was PID and pyosalpinx. Complete blood count, blood chemistry, liver and kidney function tests, coagulation profile, urine analysis were all within normal limits. The sedimentation rate was measured as 88mm/h and the C- reactive protein (CRP) level was 68 mm/L. A blood human chorionic gonadotropin (β-hCG) assay was less than 1 IU/ml. Ofloxacin 400 mg IV every 12 hours and metronidazole 500 mg IV every 8 hours was started and she was scheduled for laparoscopy 48 hours after initiation of 99 100 Yoldemir et al. Isolated tubal torsion after tubal ligation Marmara Medical Journal 2013; 26:99-101 Figure 1. Excised tube Figure 2. Gangrenous hydropic tube treatment. The uterus and both ovaries appeared normal. The distal portion of the left tube remnant was twisted three times on its mesosalpinx and appeared gangrenous and necrotic. The right tube had a ligation scar along its middle portion. A left partial salpingectomy was done laparoscopically. On macroscopic examination, the mass was dark and had a necrotic appearance, measuring 60x40x25 mm. (Figure 1 and 2) The pathology report showed an infarcted dilated tube and confirmed the diagnosis of torsion of a previously dilated tube. The patient’s pain regressed after surgery. She was discharged from the hospital 8 hours after operation. Her follow-up examination one month after the operation was normal. mesosalpinx. Hydrosalpinx must be suspected when a cystic adnexial mass is seen in a patient with a history of tubal ligation, PID or pelvic surgery. In our case , the initial ultrasound findings were in favor of a possible PID or hydrosapinx. Thus medical treatment was started accordingly. Symptomatology of the tubal torsion is variable [6]. The pain during the initial phase of torsion is of sudden onset, intermittent in character with an abdominal tenderness and possible rebound tenderness. When the torsion is intermittent or reversible, the pain is cyclic, intermittent, particularly periovulatory. Our patient had sudden onset of pelvic pain which persisted for 4 days when she was on antibiotics. The patient’s clinical condition did not improve during her treatment in our clinic. Hence, diagnostic laparoscopy was performed. Isolated left tubal torsion was detected along the previous tubal ligation site which could explain the pain that was unresponsive to medical treatment. Historically, there has been concern that tubal sterilization may cause subsequent gynecologic and psychologic problems which have been called the “post-tubal ligation syndrome”. A high incidence of pelvic disorders occurs after tubal ligation, mostly menstrual disorders [7]. In one study with a ten year follow up of 200 women after tubal ligation the reported cumulative incidence of pelvic disorders was 24% [8]. Menometrorrhagia is the main disorder with a percentage of 54%. Other complications were PID, endometriosis, adenomyosis, and endometrial carcinoma. Almost one third of these complications occur during the first year of the tubal ligation. The initial diagnosis of our patient was PID which is the most common complication after tubal ligation. There is evidence to support the concept that tubal ligation, mostly due to the technique applied, may result in disruption of ovarian blood or nerve supply, producing gynecologic sequelae [9]. More recent large prospective epidemiologic studies that have taken prior gynecologic problems and contraceptive usage into consideration have failed to show an increased incidence of gynecologic sequelae [9,10]. Peterson et al. Discussion Tubal ligation for surgical sterilization is being used widely. A rare complication of this procedure is tubal torsion, which occurs especially after monopolar electrocoagulation where the mesosalpinx is extensively damaged. Hydrosalpinx is another presdisposing factor for tubal torsion [4]. In a study which investigated the proximal tube remnants after tubal ligation by hysterosalpingography dilatation was found in both the short and the long tubal remnants in 67% of cases [5]. This finding may explain the predisposition of these dilated fallopian tube remnants for torsion. Hydrosalpinx occurring after ligation results from the accumulation of secretions from the tubal epithelium when both ends of the tube become occluded. Surgical cauterisation or ligation of one end may thus provoke hydrosalpinx formation in cases with previous distal occlusion at the other end. The change in the blood supply to the distal portion of the tube by an interruption of the venous and the lymphatic drainage, causes congestion and edema which may facilitate the torsion. Surgical division of the mesosalpinx of the tube may weaken the structural support provided by the Marmara Medical Journal 2013; 26:99-101 studied the risk of menstrual abnormalities in a total of 9514 women and found that women who have undergone tubal sterilization are no more likely than other women to have menstrual abnormalities [11]. In summary, torsion of a fallopian tube is a rare complication seen after tubal ligation. It should be considered in the evaluation of women with acute onset of lower abdominal pain with a history of tubal ligation. Sonographic findings may help to establish the preoperative diagnosis. Laparoscopy should be the preferred diagnostic tool and the best therapeutic approach. References 1. Hibbard L T. Adnexal torsion. Am J Obstet Gynecol 1985; 152: 456– 61. 2. Hansen OH. Isolated torsion of the Fallopian tube. Acta Obstet Gynecol Scand 1970; 49:3-6. doi : 10.3109/00016347009157506 3. Phupong V, Intharasakda P. Twisted fallopian tube: a case report. Yoldemir et al. Isolated tubal torsion after tubal ligation 101 BMC Pregnancy and Childbirth 2001; 1:5. doi:10.1186/1471-23931-5 4 Shapiro HI, Hughes WF, Adler DH. Torsion of the oviduct following laparoscopic sterilization.Am J Obstet Gynecol 1976; 15:733-4. 5. Yankaskas BC, Kerner TC, Cuttino JT, Clark RL. Post ligation dilatation of fallopian tube. Invest Radiol 1992; 27: 578-82. 6. Gerald CK. Torsion of uterine tube following Pomeroy sterilization. Obstet Gynecol 1956; 7: 396-8. doi:10.1016/S0301-2115(96)02656-5 7. Muldoon MJ.Gynecological illness after sterilization. BMJ 1972; 1: 84-5. doi: 10.1136/bmj.1.5792.84 8. Williams EL, James HG, Merrill RE. The subsequent course of patients sterilizied by tubal ligation. Am J Obstet Gynecol 1951; 61: 423-7. 9. Huggins GR, Sondheimer SJ. Complications of female sterilization:immedite and delayed. Fertil Steril 1984; 41: 337-55. 10. Peterson HB, Jeng G, Folger SG, et al.The risk of menstrual abnormalities after tubal sterilization.N Eng J Med 2000;343:1681-7. doi: 10.1056/NEJM200012073432303 11. Peterson HB, Xia Z, Hughes JM, Wilcox LS, Tylor LR, Trussell J. The risk of pregnancy after tubal sterilization: Findings from the U.S. Collaborative Review of Sterilization. Am J Obstet Gynecol 1996;174:1161–8. Marmara Medical Journal 2013; 26:102-4 DOI:10.5472/MMJ.2013.02706.1 CASE REPORT / OLGU SUNUMU A case of foot drop secondary to a giant extraneural ganglion cyst close to the peroneal nerve Düşük ayağa yol açan, peroneal sinir komşuluğunda dev ekstranöral ganglion kisti olgusu Elif Ilgaz AYDINLAR, Cihangir TETİK, Gökalp SILAV, Behram KAYA, Serdar ÖZGEN ABSTRACT Extraneural ganglion cysts of the peroneal nerve have rarely been reported in the literature. This paper reports a large extraneural ganglion cyst compressing the peroneal nerve and causing pain in the leg, and foot drop. Electromyographic study revealed a deep peroneal nerve lesion, but the superficial branch was spared. Magnetic resonance imaging showed a cystic tumor located below the superior tibiofibular joint. A complete surgical resection was undertaken. During surgery multimodal intraoperative neurophysiological monitoring was performed. An extraneural ganglion cyst should be considered in the differential diagnosis of painful foot drop. Electrophysiological and radiological studies should be carried to rule out other causes of foot drop. Key words: Foot drop, Extraneural ganglion, Cyst, Peroneal nerve ÖZET Peroneal sinirin ekstranöral ganglion kistlerine literaturde az rastlanmaktadır. Bu makalede bacakta ağrı ve düşük ayağa yol açan, peroneal sinire dışarıdan bası yapan, geniş çaplı bir ekstranöral ganglion kisti olgusu sunuldu. Elektromiyografi peroneal sinirin derin dal tutulumuna işaret etti. Manyetik rezonans görüntüleme ise tibiofibular eklem distalinde kistik bir lezyonu ortaya koydu. Ameliyat esnasında multimodal nörofizyolojik monitörizasyon yapıldı.Hastada kist tümüyle rezeke edildi. Ekstranöral peroneal ganglion kisti, ağrılı düşük ayak nedenleri arasında akla getirilmelidir. Anahtar kelimeler: Düşük ayak, Ekstranöral ganglion, Kist, Peroneal sinir Elif Ilgaz Aydınlar (), Department of Neurology, School of Medicine, Acıbadem University,Istanbul, Turkey e-mail: [email protected] Gökalp Sılav, Serdar Özgen Department of Neurosurgery, School of Medicine, Acıbadem University, Istanbul, Turkey Cihangir Tetik Department of Orthopaedics and Traumatology, School of Medicine, Acıbadem University, Istanbul, Turkey Behram Kaya Neurosurgery Clinic, Acıbadem Maslak Hospital,Maslak, Istanbul, Turkey Submitted/Gönderme: 02.03.2013 Accepted/Kabul: 12.04.2013 102 Introduction Although ganglion cysts occur frequently, their presence in the lower extremities is rare and they seldom cause peripheral nerve compression. The most common nerve involved in the upper extremity is the ulnar nerve while passing through the cubital tunnel [1]. Peroneal neuropathy caused by a ganglion cyst, a rare pathology, was first described in 1921 [2]. Here, we report an extraneural ganglion cyst as a rare cause of foot drop due to peroneal nerve compression. The origin of an intraneural cyst is a degenerative synovial joint[3]. Extraneural cysts derive also from synovium. They are connected to joints through capsular tears, presumably for the peroneal nerve, located separately from an articular branch of the peroneal nerve. Case report A 36- year-old male manager presented to our clinic with dull pain starting from the right fibular head, radiating to the big toe and worsened by walking. His neurologic examination revealed paresis (2/5) of dorsiflexion of the foot and big toe. He did not complain of hypoesthesia at the same area. Ankle and knee jerks were normal. He told us that his pain started 3 years ago and that a lumbar magnetic resonance imaging (MRI), done at the time, was in the normal range. Until one year ago the patient’s symptoms seldom appeared and he did not seek medical advice. One year ago, when his pain became more intense and appeared more frequently, his consulting neurosurgeon requested an electromyography (EMG), but this did not exhibit any major abnormality. He was told not to sit cross- legged and to use cold packs whenever this condition was painful. He reported that his pain had improved over time until one month before his admission to our neurosurgery clinic, complaining of foot drop. Another EMG showed that despite a normal nerve conduction study at the head of the fibula the peroneal compound muscle action potential amplitude recorded from the tibialis anterior and extensor digitorum brevis muscles had declined. The action potential of the superficial peroneal nerve was not affected. Needle EMG findings revealed subacute-chronic denervation of the tibialis anterior on Aydınlar et al. A giant ganglionic cyst causing foot drop Marmara Medical Journal 2013; 26:102-4 103 Histopathological evaluation of the gelatinous material verified the diagnosis of cyst. The patient came back to full strength 10 months after surgery. His pain subsided after the 4th month. Discussion Figure 1. T2-weighted axial magnetic resonance image showing slight hyperintensity of the anterolateral muscle compartment compatible with denervation.(arrows) the extensor hallucis longus muscles. The EMG findings supported a partial lesion of the deep peroneal branch with sparing of the superficial branch. An MRI of the knee showed a 2.3×1.9×5.5 cm welldefined lobulated cystic mass localized at the anterior neck of the fibula, starting below the tibiofibular joint. The mass was homogenous and hypointense on T2-weighted images (Figure 1). Surgery revealed that the cyst was located 4 cm below the neck of the fibula, at the anterior surface of the bone and pushed against the deep branch of the peroneal nerve. Meticulous dissection was performed, using loop magnification and an operating microscope. The cyst was cut from its base and curettage was performed at the joint. The mass looked like a purse in shape and contained mucinous material. During surgery, motor evoked potentials of the muscles below both knees were studied, and bilateral tibial and peroneal somatosensory evoked potentials, were recorded. Intraoperative application of a tourniquet caused a loss in intraoperative neuromonitoring data within 15 minutes. The data reappeared within 2 minutes after the tourniquet was removed. Of these evoked responses within 15 minutes, the responses reappeared less than 2 minutes after the tourniquet was removed. There was no difference between the findings before and after the tourniquet application and there were no postoperative complications. Although the most frequent cause of foot drop is a common peroneal neuropathy at the neck of the fibula [4], other causes include anterior horn cell disease, lumbar plexopathies, L5 radiculopathy, partial sciatic neuropathy, posttraumatic intraneural hemorrhage [5] and a nerve-sheet tumor. In our case, we excluded a possible lumbar disc herniation by a lumbosacral MRI investigation. The common peroneal nerve is derived from L4, L5, S1 and S2 as a division of the sciatic nerve [6, 7]. Peroneal nerve entrapment is most commonly seen in the popliteal fossa, but it is rarely caused by a cyst . Synovial cysts compressing the peroneal nerve may be extraneural or intraneural [8, 9]. They are considered an anatomical variant of the same entity [10]. Most of the ganglionic cysts described in the literature causing peroneal nerve compression have been of the intraneural type [11-14]. Tehli described an intraneural cyst ascending along the sciatic nerve [15]. Extraneural ganglion cyst causing foot drop are seldom reported [9]. As in our case, extraneural cysts can compress the nerve from outside. Radiating pain on the anterolateral surface of the leg, paraesthesia and a degree of paresis in the anterior compartment of the leg are the most common symptoms of these conditions [10]. Although our patient complained of pain, he denied any weakness as an initial symptom, right sided foot drop developed within three years of the start of his pain. Although clinical features may indicate the level of the lesion, they are usually insufficient to establish its precise location. Electrophysiological studies are helpful in distinguishing whether it is a radiculopathy or peroneal nerve lesion. When more proximal lesions are suspected, a very useful strategy is to perform needle EMG examination of the lumbar paraspinal, gluteal and hamstring muscles. The two most important muscles to test are the short head of the biceps femoris and the tibialis anterior muscles. In our case, EMG showed that the peroneal lesion was far below the fibular neck end and that the superficial branch was not affected. Despite the absence of a palpable mass lesion, the patient underwent a MRI scan of the knee, to identify the cause. Leon and Morano emphasize the advantages of MRI for assessing soft tissue tumors [16]. However, we were unable to identify with MRI whether this case involved an intra- or extra-neural ganglion cyst. Direct and indirect trauma to the lower limb may produce injury to the superior tibiofibular joint and cause the development of a fibular intraneural ganglion cyst [14]. In this case the history was negative for factors causing external 104 Aydınlar et al. A giant ganglionic cyst causing foot drop Marmara Medical Journal 2013; 26:102-4 However, a ganglionic cyst causing peroneal nerve entrapment is rare. This entity should be considered in the differential diagnosis of progressive peroneal palsy. References Figure 2. Intraoperative photograph showing extraneural cyst nearby the peroneal nerve, before and after (below) resection. nerve compression at the fibular head, such as habitual leg crossing. Compression of the peroneal nerve by an extraneural ganglion is a rare condition. After clinical evidence of a local mass and confirmation of the diagnosis with ultrasonography, computed tomography or MRI, the accepted current treatment for a peroneal nerve palsy due to peripheral compression is surgical decompression (Figure 2) [17-20]. The cyst in this case was lying between the anterior tibial artery and the peroneal nerve. The cyst originated at the proximal tibiofibular joint Resection of the ganglion alone is not enough. The aim of treatment of this kind of ganglionic cytsts is to destroy its origin in order to prevent its recurrence. 1. Strickland JW, Steichen JB. Nerve tumors of the hand and forearm. J Hand Surg 1977; 2A: 285-91. 2. Sultan C. Ganglion der nervenscheide des nervus peroneus. Zentralblatt für Chirurgie 1921:48:963-5. 3. Spinner RJ, Atkinson JLD, Tiel RL. Peroneal intraneural ganglia: the importance of the articular branch. A unifying theory. J Neurosurg 2003 ;99: 330-43. 4. Sidey JD. Weak ankles. A study of common peroneal entrapment neuropathy. Br Med J 1969: 13;623-6. 5. Gurdjian ES, Larsen RD Lindner DW. Intraneural cyst of the peroneal and ulnar nerves. Report of two cases. J Neurosurg 1965; 23:76-8. 6. Ducic I, Dellon AL, Graw KS. The clinical importance of variations in the surgical anatomy of the superficial peroneal nerve in the mid third of the lateral leg. Ann Plast Surg 2006; 56:635-8. 7. Ryan W, Mahony N, Delaney M, et al. Relationship of the common peroneal nerve and its branches to the head and neck of the fibula. Clin Anat 2003;16:501-5. 8. Ghossain M, Mohasseb G, Dagher F, et al. Compression of the common peroneal nerve by a sinovial cyst. Neurochirurgie 1987; 33:412-3. 9. Rawal A, Ratnam KR, Yin Q, et al. Compression neuropathy of common peroneal nerve caused by an extraneural ganglion: A report of two cases: Microsurgery 2004; 24:63-6. 10. Brooks DM. Nerve compression by simple ganglia: a review of thirteen collected cases. J Bone Joint Surg (Br) 1952; 34:391. 11. Coleman SH, Beredjeklian PK, Weiland AJ. Intraneuronal ganglion cyst of the peroneal nerve accompanied by complete foot drop. A case report. Am J Sports Med 2001; 29:238-41. 12. Johnston JA, Lyne DE. Intraneural ganglion cyst of the peroneal nerve in a four-year-old girl. J Pediatr Orthop 2007;27:944-6. doi: 10.1097/ BPO.0b013e3181558c05. 13. Kahraman O, Akman S, Erturer E, et al. A case of an intraneural ganglion cyst in the peroneal nerve resulting in foot drop. Acta Orthop Traumatol Turc 2000; 34:426-9. 14. Spinner RJ, Ibrahim Elshiekh MA, et al. Posttraumatic torsional injury as an indirect cause of fibular intraneural ganglion cysts: Clin Anat Oct 24. doi: 10.1002/ca.21290. 2011 [Epub ahead of print] 15. Tehli O, Celikmez RC, Birgili B, et al. Pure peroneal intraneural ganglion cyst ascending along the sciatic nerve. Turk Neurosurg 2011;21:254-8. doi: 10.5137/1019-5149.JTN.2660-09.1, 2011 16. Leon J, Marano G. MRI of peroneal nerve entrapment due to ganglion cyst. Magn Res Imag 1987; 5:307-9. 17. Kim JH, Ihn YK, Kim JS, et al. Nontraumatic peroneal nerve palsy: MRI findings. Clin Radiol 2007; 62:58-64. 18. Ramelli GP, Nagy L, Tuncdogan E, et al. Ganglion cyst of the peroneal nerve. A differential diagnosis of peroneal nerve entrapment neuropathy. Eur Neurol 1999; 41:56-8. 19. Rein S, Weindel S, Schaller HE, et al. Peroneal nerve palsy caused by a recurrent proximal tibiofibular joint ganglion – a case report and review of the literature. Handchir Mikrochir Plast Chir; 2005; 37:26775. 20. Yamazaki H, Saitoh S, Seki H, et al. Peroneal nerve palsy caused by intraneural ganglion. Skeletal Radiol 1999; 28:52-6. Marmara Medical Journal 2013; 26:105-7 DOI:10.5472/MMJ.2013.02753.1 OLGU SUNUMU/CASE REPORT Huntington hastalığına bağlı psikotik bozukluk ve tedaviye dirençli obsesif kompulsif bozukluk Treatment resistant obsessive compulsive disorder and psychosis due to Huntington’s disease Nurhan FISTIKCI, Ömer SAATCİOĞLU, Evrim ERTEN, Görkem YILMAZ, Çağrı ÇALCI, Ali KEYVAN ÖZET Huntington hastalığına bağlı gelişen psikiyatrik sorunların başında psikotik belirtiler, homisid ve özkıyım gelmektedir. Bu olguda, Huntington hastalığına bağlı psikotik bozukluk ve eşlik eden tedaviye dirençli obsesif kompulsif bozukluk tanısı olan bir hasta sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Huntington hastalığı, Obsesif kompulsif bozukluk, Psikoz ABSTRACT Leading psychiatric problems due to Huntington’s disease are psychotic symptoms, homicide, and suicide. In this case, a patient with psychotic disorder due to Huntington’s disease and comorbid treatment-resistant obsessive-compulsive disorder is presented. Key words: Huntington’s disease, Obsessive compulsive disorder, Psychosis Giriş Huntington hastalığı otozomal dominant kalıtılan, genellikle 30-50 yaşlar arasında başlayan ilerleyici bir nörodejeneratif bozukluktur. Hastalık, motor rahatsızlık, bilişsel işlev bozukluğu, subkortikal demans, davranışsal problemler ve psikiyatrik semptomlarla karakterizedir. Dördüncü kromozomun kısa kolundaki Huntington geninin ekzon 1’indeki sitozin-adenin-guanin trinükleotid tekrar sayısında artış hastalığa sebep olmaktadır. Huntington hastalığının tanısı, ailede Huntington hastalığı öyküsü, motor belirtiler ve genetik testler ile konulmaktadır [1,2]. Hastaların %80’inde, hastalığın ilk 10-15 yılı içerisinde bilişsel belirtilerden ziyade psikiyatrik belirtileri ortaya çıkmaktadır. Özkıyım riskinin genel nüfusdan daha yüksek olduğu bildirilmiştir [3]. İntihar girişimi öyküsü ve depresyon, özkıyım riskinin artışı ile ilişkilendirilmiştir [4]. Huntington geni taşıyıcılığının, genel populasyona oranla artmış saldırganlık ve sinirlilik ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Huntington hastalarında daha az sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (OKB), şizofreni ve sanrısal bozukluklar gözlenebilmektedir [3]. Yapılan bir çalışmada, obsesif veya kompulsif semptomların sıklığının %27 olduğu saptanmış ve bu hastalarda depresyon, intihar düşünceleri, saldırganlık ya da hezeyanların daha sık gözlendiği bildirilmiştir [5]. Bu olgu sunumunda, Huntington hastalığına eşlik eden ve tedaviye dirençli obsesif kompulsif bozukluk, psikotik bozukluk, özkıyım ve infantisid davranışları olan bir vaka sunulmuştur. Olgu Sunumu Nurhan Fıstıkcı (), Ömer Saatcioğlu, Evrim Erten, Görkem Yılmaz, Çağrı Çalcı, Ali Keyvan Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri, İstanbul, Türkiye e-mail: [email protected] Başvuru/Submitted: 02.02.2013 Kabul/Accepted: 01.04.2013 Otuz dokuz yaşında kadın hasta, evli, biri sekiz yaşında diğeri beş aylık iki çocuğu var. Hastanemize, üç aydır olan saldırganlık, ailesine karşı düşmanca tutum, şüphecilik, öz bakımını ve bebeğinin bakımını yerine getirememe, bebeğine karşı infantisid düşünceleri ve sekiz yıldır devam etmekte olan kirlenme obsesyonları, temizlik kompulsiyonları nedeniyle başvurdu. Psikiyatrik öyküsünde; şikayetlerinin sekiz yıl önce kirli olduğu düşünceleri, günde 20-30 kez olan el yıkamaları, kapı kollarını tutamama, bebeğinin altını değiştirememe, zamanının çoğunu banyo yaparak geçirme ile başladığı 105 106 Fıstıkcı ve ark. Huntington hastalığında psikoz ve obsesif kompulsif bozukluk ve OKB tanısı konulduğu öğrenildi. Tedaviye başladıktan birkaç ay sonra başlayan kollarında anormal istemsiz hareketleri nedeniyle nörolojiye başvurmuş, Huntington hastalığı tanısı konulmuş ve tedavisiz izleme alınmış. Hastanın soy geçmişinde; babaannesinin babası, babaannesi, iki halası, babası ve bir kardeşinde de anormal istemsiz hareketler olduğu saptanmış, bu kişilerde bir ruhsal hastalık tanımlanmamıştır. Bu dönemde sekiz hafta süreyle fluvoksamin 300 mg/gün ve sonrasında sekiz hafta süreyle klomipramin 225 mg/gün kullandığı ancak şikayetlerinde azalma olmadığı belirtildi. İki yıl sonra hasta beş yaşındaki çocuğuyla beraber yüksekten atlayarak özkıyım girişiminde bulunması sonrası hastanemiz acil servisine başvurmuş. Psikiyatrik muayenesinde duygulanımının kısıtlı olduğu, obsesyon ve kompulsiyonlarının azalmakla birlikte devam ettiği ve ailesine yönelik perseküsyon hezeyanları saptanmış, yatış önerilmiş ancak hasta ve ailesi yatışı kabul etmemiş. Bu dönemde hasta düzenli poliklinik takibine gelmemiş sadece sorun yaşandığında acil başvuruları olmuştur. Bu başvurusundan iki yıl sonra polikliniğe 7 aylık gebe olarak başvuran son bir yıldır ilaç kullanımı olmayan hastada anlamsız konuşmalar, yedi aylık bebeğini aldırma fikri ve özkıyım düşünceleri saptanmış, depresif ya da manik atak düşündürecek bir bulgu belirlenmemiş, hastaya yatış önerilmiş ancak ailesi bu kez de yatışı kabul etmemiş. Doğum yaptıktan 4 ay sonra sinirlilik, saldırganlık, özkıyım ve homisid düşünceleri, öz bakımını ve bebeğinin bakımını yerine getirememe, kirlenme obsesyonları ve temizlik kompulsiyonları nedeniyle acile başvuran hastanın yatışı yapıldı. Hastayla yapılan görüşmede, kirli olduğu düşüncelerinin sekiz yıl önce büyük kızının doğumundan sonra başladığı öğrenildi. İnsanların burunlarına, kulaklarına dokundukları için kendisine kir bulaşacağı için kapılara ve kapı kollarına dokunamadığını, çamaşırları çamaşır makinesine koyduktan sonra ellerini yıkama ihtiyacı hissettiğini, mutfak dolaplarının kirli olduğunu düşündüğü için günde üç kez dolapların raflarını sildiğini, günde ortalama iki kez yarım saat süreyle banyo yapma ihtiyacı hissettiğini, saçlarını sekiz kez şampuanladığını, banyodaki lavaboyu kullanmadan önce çamaşır suyuyla her yeri dezenfekte ettiğini, günde ortalama 10 kez ellerini yıkadığını, her seferinde ortalama 5-6 kez ellerini sabunladığını, iki ay önce evindeki banyonun doktorlar tarafından kamerayla gözetlendiğini öğrendiğini, bu sebeple banyoya giremediğini, bunun yerine günde 3-4 kez vücudunu ıslak mendille sildiğini belirti. Son iki aydır yakınlarının kendisine fiziksel şiddette bulunduklarını, küçük kızının doğumunu gizlediği için ailesinin kendisine zarar vermek istediğini, ailesinin paralarını almak için kendisini hastaneye yatırdıklarını, gün içinde kızlarının sesini duyduğunu, kızlarının bina içinde başka bir yerde olduğunu düşündüğünü söyledi. Psikiyatrik muayenesinde; bilinci açık, kişi, zaman ve yere yönelimi tam idi. Görüşmeye isteksiz, çocuksu tutumu vardı. Psikomotor aktivitesinin Marmara Medical Journal 2013; 26:105-7 arttığı, duygu durumunun disforik olduğu, konuşma miktarının azaldığı, reaksiyon zamanının uzadığı saptandı. Perseküsyon hezeyanları, kirlenme obsesyonu, temizleme kompulsiyonları mevcuttu. Muhakeme ve soyut düşünce yetersizdi. İşitsel varsanı tanımlıyordu. İçgörüsü yoktu. Hastanın rahatsızlık dönemleri boyunca hiçbir zaman majör depresyon ya da manik-hipomanik atak kriterlerini dolduran bir dönemi belirlenememiştir. Alkol veya başka bir maddenin kullanım öyküsü saptanmadı. Nöroloji konsultasyonunda; yüz, gövde, eller ve ayaklarda koreatetoid hareketler, koreiform hareketler nedeniyle ataksik yürüme, dizartri saptandı. Biyokimya, hemogram, tam idrar incelemesi, tiroid fonksiyon testleri, C-reaktif protein (CRP), sedimentasyon, folat, vitamin B12, ferritin, HbsAg, Anti-HCV, Anti-HIV, idrarda B-HCG incelemeleri normaldi. Polimeraz zincirleme tepkimesi (Polymerase Chain Reaction-PCR) yöntemi ile Huntington hastalığı geni CAG tekrar sayısı analizi 19/49 bulundu. Elektroensefalografi (EEG)’si normaldi. Beyin tomografisinde; konveksite düzeyinde sulkusların belirginleşmesi haricinde normaldi. Nöropsikolojik test incelemesinde; orta derecede sözel bellek bozukluğuna eşlik eden frontal aksa ilişkin bulgular ve saptanan bellek bozukluğunun kayıt, öğrenme ve geri getirme süreçlerinin tamamında görüldüğü saptandı. Psikometrik test incelemesinde; kognitif yıkım zemininde psikotik bulgular bulundu. Wechsler Yetişkiler için Zeka Ölçeği (The Wechsler Adult Intelligence Scale – WAIS) puanı 59 olup bir yıl önceki WAIS puanı 76 idi. Kısa psikiyatrik değerlendirme ölçek puanı 76, Anormal İstemsiz Hareketler Ölçek puanı 25, Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçek puanı 55, Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçek puanı 107 idi. Olguya Huntington hastalığı, Huntington hastalığına bağlı psikotik bozukluk ve obsesif kompulsif bozukluk tanıları kondu. Olanzapin 20 mg/gün başlandı ve takibinde dozu 30 mg/güne kadar çıkıldı. Tedaviye ketiapin 600 mg/gün eklendi. Sekiz haftalık takibi süresince psikotik bulgularında ve obsesif kompulsif belirtilerinde azalma olmadığı saptandı. Olanzapin ve ketiapin tedavisi kesilerek risperidon 6mg/gün başlandı. Altı hafta sonra belirtilerinde düzelme saptandı. Tedaviye ve ilaç kullanmaya uyum sorunu olması nedeniyle iki haftada bir risperidon uzun etkili form (37,5 mg) tedavisi düzenlenerek ayaktan izlenmek üzere hastaneden çıkarıldı. Hastanın ayda bir yapılan ayaktan poliklinik takiplerinde istemsiz hareketlerindeki düzelmenin sürdüğü, psikotik bulgu saptanmadığı, günlük yaşantısını yardımsız sürdürebildiği belirlendi. Tartışma Bu olgu Huntington hastalığına OKB ve psikotik bozukluğun birlikte eşlik etmesi nedeni ile ilgi çekici bulunmuştur. Vakada hastalık süreci obsesif kompulsif bozuklukla Marmara Medical Journal 2013; 26:105-7 başlamış sonrasında sırası ile anormal istemsiz hareketler ve psikotik belirtiler eklenmiştir. Bir başka önemli nokta vakada ilaç tedavisine direnç olması ve sık yinelemelerdir. Her iki hastalığın Huntington hastalığına eşlik ettiğini bildiren yayınlar mevcuttur [6-8]. Huntington hastalığı ilerleyici motor, bilişsel ve psikiyatrik belirtiler ile karakterize yıkıcı bir kalıtsal nörodejeneratif hastalıktır. Sık bildirilen nöropsikiyatrik belirti veya bulgular %33-76 arasında değişen yaygınlık oranları ile depresif duygudurum, anksiyete, sinirlilik ve apatidir. Obsesif-kompulsif belirtiler %10-52 ve psikoz %3-11 oranında görülür [8]. Huntington hastalığında homisid davranışı, sinirlilik, psikoz ve özkıyım başta gelen psikiyatrik sorunlardır [9]. Bu sorunlar hastalığın herhangi bir döneminde hekimi ve aileyi zorlayabilir. Bizim olgumuzda da hareket bozukluğu, psikotik belirtiler, OKB, kognitif yıkım, özkıyım ve homisid davranışları ön planda idi. Her ne kadar olgumuzun öyküsünde döngüsellik ya da psikotik belirtilerle seyreden duygudurum bozukluklarını düşündürecek bir veri saptamasak da, Huntington hastalığında bu açılardan da dikkatli olunması gerekir. Huntington hastalığı, bazı psikotik bozukluklar ve OKB’de bazal ganglion tutulumu ortak etiyolojik mekanizmadır. OKB patojenezinde bazal ganglion disfonksiyonu ve kortiko-striatotalamo-kortikal döngü disfonksiyonu gösterilmiştir [10]. Ayrıca, olgumuzda CAG tekrar sayısı 19/49 bulun-muştur. CAG tekrar sayısının artması ile hastalığın sürecinde ilerleme olduğu bilinmektedir [11]. Tedavi direnci de bu hastalarda sıkça bildirilmiştir [12]. Tedavide ekstra piramidal yan etkilere olan hassasiyet nedeni ile atipik nöroleptikler ön plana çıkmaktadır [13]. Olgumuzda olanzapin ve ketiyapinin birlikte kullanıldığında düzelme olmadı. Ancak risperidon tedavisi ile hastanın sinirlilik, homisid ve özkıyım belirtileri geriledi. Johnston’ın, bu olgudakine benzer şekilde risperidon’dan faydalanan olgu bildirimi bulunmaktadır [14]. Hareket bozukluğu olan hastalarda, özellikle de Huntington hastalığında, obsesif kompulsif belirtiler, homisid-özkıyım davranışı ve psikotik belirtilere dikkat edilmelidir. Fıstıkcı ve ark. Huntington hastalığında psikoz ve obsesif kompulsif bozukluk 107 Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. Paulsen JS. Understanding Behavior in Huntington’s Disesase. New York: Huntington’s Disease Society of America, 1999. Van Dujin E, Kingma EM, van der Mast RC. Psychopathology in verified Huntington’s disease gene carriers. J Neuropsychiatry Clin Neurosci 2007;19:441-8. doi: 10.1176/appi.neuropsych.19.4.441 Sadock BJ. Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. I. cilt. Çeviri: Aydın H, Bozkurt A. Ankara: Güneş Kitapevi, 2007:41418. Fiedorowicz JG, Mills JA, Ruggle A, Langbehn D, Paulsen JS. Suicidal behavior in prodromal Huntington Disease. Neurodegener Dis 2011; 8:483-90. doi: 10.1159/000327754 Anderson KE, Gehl CR, Marder KS, Beglinger LJ, Paulsen JS. Huntington’s Study Group. Comorbidities of obsessive and compulsive symptoms in Huntington’s disease. J Nerv Ment Dis 2010;198:334-8. doi: 10.1097/NMD.0b013e3181da852a Grabski B, Siwek M, Dudek D, Jaeschke R, Banaszkiewicz K. Schizophrenia-like psychotic symptoms in a patient with confirmed Huntington’s disease: a case report. Psychiatr Pol 2012; 46:665-75. Chuo YP, Hou PH, Chan CH, Lin CC, Liao YC. Juvenile Huntington’s disease presenting as difficult-to-treat seizure and the first episode of psychosis. Gen Hosp Psychiatry 2012;34:436e9-11.doi: 10.1016/j. genhosppsych.2012.02.008 van Duijn E, Kingma EM, Timman R, et al. Cross-sectional study on prevalences of psychiatric disorders in mutation carriers of Huntington’s disease compared with mutation-negative first-degree relatives. J Clin Psychiatry 2008; 69:1804-10. Rickards H, De Souza J, van Walsem M, et al. Factor analysis of behavioural symptoms in Huntington’s disease. J Neurol Neurosurg Psychiatry 2011;82:411-12. doi: 10.1136/jnnp.2009.181149. Gelegen V, Tamam L. Schizo-obsessive disorder. Current Approaches in Psychiatry 2013; 5: 204-19. doi:10.5455/cap.20130513. Günal DÜ, Meliha Güleryüz M, Aktan S. Trinucleotide repeat length and clinical progression in Huntington’s disease. Marmara Med J 2000; 13:19-21. Oulis P, Mourikis I, Konstantakopoulos G, Papageorgiou SG, Kouzoupis AV. Aripiprazole in the treatment of olanzapineresistant psychotic and motor symptoms of Huntington’s disease. J Neuropsychiatry Clin Neurosci 2010; 22: 352c e4- e5. doi: 10.1176/ appi.neuropsych.22.3.352-c.e4. Frank S, Jankovic J. Advances in the pharmacological management of Huntington’s disease. Drugs 2010; 70:561-71.doi: 10.2165/11534430000000000-00000. Johnston TG. Risperidone long-acting injection and Huntington’s disease: case series with significant psychiatric and behavioural symptoms. Int Clin Psychopharmacol 2011; 26:114-9.doi: 10.1097/ YIC.0b013e3283407775. Marmara Medical Journal 2013; 26:108-9 DOI: 10.5472/MMJ.2013.02702 PHOTO QUIZ An old man with desquamative extensor skin lesions and periorbital changes Vitorino Modesto dos SANTOS, Thiago Pereira LOURES, Fabio Henrique de Oliveira SILVA, Alessandra Maria Rodrigues Oliveira SANTOS, Kayursula Dantas de CARVALHO Figure 1. Ocular mucopurulent discharge, and erythematous change and inspissation on eyelids; and multiple scaling plaques distributed on the buttocks, elbows, ankles, and distal interphalangeal joints, in addition to crops of ruptured vesicles in the plantar area. A 62-year-old male patient presenting with schizophrenia, arterial hypertension, and non-dialysable renal failure was referred to our service because of acute urinary infection. He was chronically using amlodipine, quetiapine, clonazepan, and levopromazine. Since a young age, he had undergone dermatological evaluations, including skin biopsies, because of recurrent episodes of desquamative plaques over the skin of extensor regions. There was no evidence of joint involvement nor any classical nail deformities, and he had often used oral or topical corticosteroids to control the cutaneous lesions. During the last two years, he claimed pruritus on the eyelids and periorbital areas. On admission, he was obese, hypertensive, without lymph node enlargements or visceromegaly; and presented with an ocular mucopurulent Vitorino Modesto dos SANTOS ()) Internal Medicine of Catholic University and Armed Forces Hospital, Internal Medicine, Brasília-DF, Brazil e-mail: [email protected] Submitted/Gönderilme: 13.02.2013 - Accepted/Kabul: 04.03.2013 108 discharge, erythematous changes and inspissations of the eyelids. Ophthalmologic evaluation detected blepharitis and keratoconjunctivitis, and ruled out pterygium, pinguecula, uveitis, cataracts and glaucoma; but moderate retinal vascular changes of arterial hypertension were found. Multiple scaling plaques were observed on the buttocks, elbows, ankles, and distal interphalangeal joints, in addition to crops of vesicles in the plantar regions (Figure 1). Laboratory data confirmed a diagnoses of bacterial conjunctivitis and urinary infection, and these were well controlled with moxifloxacin eye drops, and intravenous ceftriaxone. He was then discharged to outpatient surveillance at Dermatology and Ophthalmology. What is your diagnosis? Santos et al. Photo Quiz Marmara Medical Journal 2013; 26:108-9 ANSWER to PHOTO QUIZ Psoriasis in plaques with eyelid involvement Periorbital dermatitis is a frequent condition that often poses diagnostic challenges [1]. The most common causes are different types of contact dermatitis and atopic eczema, whereas rosacea and allergic conjunctivitis are infrequent, and psoriasis vulgaris is rare [1,2]. This 62-year-old Brazilian man with antecedent of schizophrenia and arterial hypertension presented psoriatic plaques concomitant with ocular involvement. Diagnosis of psoriasis was previously established in another hospital, based on clinical data and histopathological findings, and the adherence to treatment had always been very poor, mainly because of his mental status. He had never utilized methotrexate, non-steroidal or antimalarial drugs, or TNF-α inhibitors. Moreover, due to inadequate hygiene habits, he usually scratched his eyelids with unwashed fingers and dirty nails, an action that encourages bacterial infections on the conjunctiva. It is worth noting that his ophthalmological evaluation did not fulfill criteria for Sjögren syndrome [3]. Psoriasis is a chronic inflammatory entity, affecting up to 3% of the general population, and different types of cutaneous lesions and arthritis are the most common features [3]. Patients with psoriasis have increased morbidity and mortality, due to higher incidence of obesity, diabetes, and cardiovascular diseases [4] and the inflammation is associated with elevated levels of C-reactive protein, TNF-α, interleukins and homocysteine [3,4]. Diverse ocular changes affecting the conjunctiva, cornea, sclera, uveal tract and lens have been described in patients with psoriatic osteoarthropathy, under treatment or not [3]. A recent cross-sectional study of eye diseases in 40 Brazilian patients with psoriatic arthritis showed a mean age of 53.9 ± 13.1 years, 40% males, 42.5% hypertensive, mean duration of disease of 8 ± 10.5 years, and 42.5% were utilizing oral corticosteroids [3]. In a study of 100 Asian patients with plaque-type psoriasis, 63 had cataracts, 2 had uveitis, and 2 had glaucoma; the authors concluded that eye disorders are common findings [5]. Nevertheless, 109 ocular complications of psoriasis can be misdiagnosed and underreported, because signs and symptoms may be missed or mistaken by more frequent conditions [6]; therefore, primary care physicians and specialists must be aware of this possibility [6]. Considering that drugs may be precipitant factors for worsening of lesions in patients affected by psoriasis, [3,4] additional concern in the present case might be about current use of amlodipine [7]. However, the Naranjo adverse drug reaction probability scale score did not indicate that the association between drug use and worsening of the psoriasis was probable in this patient. Actually, non-steroidal anti-inflammatory drug (NSAID)s, beta-blockers, lithium, antimalarials, and gold can play a major role. Although ocular complications of psoriasis are not uncommon, the relevant data in the literature have been scarce. Therefore, this relevant clinical condition seems to be under-diagnosed and under-reported, deserving more attention in daily practice and further prospective research. References 1. Feser A, Mahler V. Periorbital dermatitis: causes, differential diagnoses and therapy. J Dtsch Dermatol Ges 2009;8:159-66. doi: 10.1111/j.16100387.2009.07216.x 2. Zhu F, Tao JP. Bilateral upper and lower eyelid severe psoriasiform blepharitis: case report and review of literature. Ophthal Plast Reconstr Surg 2011;27:e138-9. doi: 10.1097/IOP.0b013e318203d81f 3. Lima FB, Abalem MF, Ruiz DG, et al. Prevalence of eye disease in Brazilian patients with psoriatic arthritis. Clinics (Sao Paulo). 2012;67:249-53. doi: 10.6061/clinics/2012(03)08 4. Strober BE, Clay Cather J, Cohen D, et al. A Delphi Consensus Approach to challenging case scenarios in moderate-to-severe psoriasis: Part 1. Dermatol Ther (Heidelb). 2012;2:1-24. doi: 10.1007/ s13555-012-0001-y 5. Chandran NS, Greaves M, Gao F, Lim L, Cheng BC. Psoriasis and the eye: prevalence of eye disease in Singaporean Asian patients with psoriasis. J Dermatol 2007;34:805-10. 6. Rehal B, Modjtahedi BS, Morse LS, Schwab IR, Maibach HI. Ocular psoriasis. J Am Acad Dermatol 2011;65:1202-12. doi: 10.1016/j. jaad.2010.10.032 7. Cohen AD, Kagen M, FrigerM, Halevy S. Calcium channel blockers intake and psoriasis: a case control study. Acta Derm Venereol 2001;81:347-9. Marmara Medical Journal (1) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ÖZGÜNLÜK BEYANI VE YAYIN HAKLARI DEVİR FORMU başlıklı makaleyi Marmara Medical Journal’da (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi’nde) yayınlanması amacı ile değerlendirilmek üzere gönderiyor ve aşağıdaki şartları kabul ediyoruz. • Makalenin her türlü yayın hakkı, Marmara Medical Journal (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi’ne) aittir. • Makalenin; bilimsel, etik ve hukuki sorumluluğu yazarlara aittir. • Makale orijinaldir. Daha önce yurtiçinde/yurtdısında, Türkçe/yabancı dilde yayınlanmamıstır veya yayınlanmak üzere değerlendirme aşamasında değildir. • Makale; değerlendirilmek üzere dergiye gönderildikten sonra, hiçbir aşamada, yayın hakları devir formunda belirtilen yazar isimleri ve sıralaması dısında, makaleye yazar ismi eklenemez, silinemez ve sıralamada değisiklik yapılamaz • Makale; derginin belirttiği yazım ve yayın kurallarına uygun olarak hazırlanmıstır • Gerek gördüğü takdirde editör, makele içinde değişiklik yapılmasını yazarlardan talep edebilir. Yazarlar Tüm yazarlar, makalede belirtilen sıraya göre formu imzalamalıdır. Ad, Soyad Tarih İmza 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Makale dergiye gönderildiği sırada Yayın Hakları Devir Formu doldurulup, imzalanmalı ve Marmara Medical Journal sekreterliğine iletilmelidir. Faks: 216 414 47 31 • E-posta: [email protected] www.marmaramedicaljournal.org Marmara Medical Journal (2) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ÇIKAR ÇATIŞMASI BİLDİRİMİ 1. Bu çalışma yapılır iken, yapılan araştırma konusu ile ilgili direkt bağlantısı bulunan herhangi bir ilaç firmasından, tibbi alet, gereç ve malzeme sağlayan ve /veya üreten bir firma veya herhangi bir ticari firmadan, çalışmanın değerlendirme sürecinde, çalışma ile ilgili verilecek kararı olumsuz etkileyebilecek maddi ve/veya manevi herhangi bir destek alınıp/ alınmadığı, 2. Ayrıca, bu çalışma ile ilgili olarak herhangi bir aile bireyinin veya yazarların çıkar çatışması potansiyeli olabilecek, bilimsel ve tıbbi komite üyeliği veya üyeleri ile ilişkisi, danışmanlık, bilirkişilik, herhangi bir firmada çalışma durumu, hissedarlık ve buna benzer durumlarının olup/olmadığı, 3. Ayrıca, makale hazırlanırken; veri toplanmasında, sonuçların yorumlanmasında, makalenin yazılmasında herhangi bir çakışma alanı bulunup/ bulunmadığının açık bir şekilde belirtilip bütün yazarlar tarafından imzalanması şarttır. Makale başlığı: Yazımızın tarafsızlığı ile ilgili bilinmesi gereken herhangi bir mali katkı veya diğer çıkar çatışma ihtimali (potansiyeli) ve ilişki alanı YOKTUR. Ad, Soyad Tarih İmza 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Yazımızın tarafsızlığı ile ilgili bilinmesi gereken herhangi bir mali katkı veya diğer çıkar çatışma ihtimali (potansiyeli) ve ilişki alanı VARDIR Ne tip bir irtibat olduğu, Yapılan mali antlaşma şekli, Kişi ve/veya iş ilişkisinin veya amaçın detaylı açıklması yapılmalıdır. Tarih İsim www.marmaramedicaljournal.org İmza Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi COPYRIGHT TRANSFER AGREEMENT FORM (3) Statement for Authors Submitting Original Research, Review or Case Report: “The enclosed manuscript (Title) has been approved by me as well as by the responsible authorities at the institute where the work has been carried out. I certify that none of the material in this manuscript has been published previously in any form and that none of this material is currently under consideration for publication elsewhere. This includes symposia and proceedings of meetings and preliminary publications of any kind, except an abstract of 400 words or less.” Title of the Manuscript: Author’s Name Signature Date (4) Statement for Conflict of Interest: Please clearly state below whether or not there are any conflicts of interests regarding the submission and publication of the manuscript and its potential implications. Title of the Manuscript: Author’s Name Signature www.marmaramedicaljournal.org Date Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Volume / Cilt 26 - Issue / Sayı 2 - May/ Mayıs2013 Contents / İçindekiler Reviews / Derlemeler 53 Pegvisomant tedavisi sonuçlarımız ve literatürün gözden geçirilmesi The results of pegvisomant treatment in acromegaly and review of the literature Elif Kılıç Kan, Gülçin Cengiz Ecemiş, Çiğdem Tura Bahadır, Ayşegül Atmaca, Hulusi Atmaca, Ramis Çolak 58 63 Çocuk gelinler Child brides Perran Boran, Gülbin Gökçay, Esra Devecioğlu, Tijen Eren Çoklu doğrusal regresyon sonuçlarının Jackknife tekniği ile tekrarlanabilirliğinin değerlendirilmesi Evaluating replicability of multiple linear regression results using the Jackknife technique Nural Bekiroğlu, Rana Konyalıoğlu, Dilara Karahan Marmara Medical Journal / Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Marmara Medical Journal ● 68 Hastanede yatan hastalarda hiperglisemi sıklığı Hyperglycemia in hospitalized patients Dilek Gogas Yavuz, Dilek Yazıcı, Sevim Özcan, Özlem Tarçın, Oğuzhan Deyneli, Sema Akalın 72 77 Acil serviste hasta memnuniyetini etkileyen faktörlerin araştırılması The investigation of factors affecting the patient satisfaction in emergency services Kerem Kabaroğlu, Serkan Emre Eroğlu, Özge Ecmel Onur, Arzu Denizbaşı, Haldun Akoğlu 90 S100B protein levels in patients admitted to an emergency service due to seizures Acil servise nöbet şikayeti ile başvuran hastalarda S100B protein düzeyi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi May / Mayıs 2013 Tevfik Yoldemir 82 Marmara Medical Journal ● The effect of prolonged time for achieving ovarian suppression before starting stimulation on pregnancy rates in ART cycles ART sikluslarında stimulasyona başlamadan önce uzamış ovaryen süpresyonun gebelik oranlarına etkisi Issue / Sayı 2 Hülya Cabadak, Banu Aydın, Beki Kan ● Muscarinic agonist, antagonists and signaling pathway inhibitors change c-Fos and cyclin D1 expression in K562 cells K562 hücrelerinde muskarinik agonist, antagonist ve sinyal ileti yolağı inhibitörleri c-Fos ve siklin D1 ekspresyonlarını değiştirir Volume / Cilt 26 Original Articles / Özgün Araştırmalar Online ISSN : 1309-9469 Print ISSN : 1019-1941 Volume / Cilt 26 Issue / Sayı 2 May / Mayıs 2013 Fatma Sarı Doğan, Arzu Denizbaşı Altınok, Özge Ecmel Onur, Özlem Güneysel, Haldun Akoğlu 94 Serebral palsili çocukların annelerinde depresyon ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi Assessment of depression and quality of life in mothers of children with cerebral palsy Banu Dilek, İbrahim Batmaz, Mehmet Karakoç, Mustafa Akif Sarıyıldız, Abdulkadir Aydın, Hüsamettin Çavaş, Remzi Çevik Case Reports / Olgu Sunumları 99 Isolated tubal torsion in a woman who had laparoscopic tubal ligation by bipolar electrocoagulation Bipolar elektrokoteri ile bilateral tuba ligasyonu olan kadında izole tubal torsiyon 102 A case of foot drop secondary to a giant extraneural ganglion cyst close to the peroneal nerve Düşük ayağa yol açan, peroneal sinir komşuluğunda dev ekstranöral ganglion kisti olgusu Tevfik Yoldemir, Mithat Erenus Elif Ilgaz Aydınlar, Cihangir Tetik, Gökalp Silav, Behram Kaya, Serdar Özgen 105 Huntington hastalığına bağlı psikotik bozukluk ve tedaviye dirençli obsesif kompulsif bozukluk Treatment resistant obsessive compulsive disorder and psychosis due to Huntington’s disease Nurhan Fıstıkcı, Ömer Saatcioğlu, Evrim Erten, Görkem Yılmaz, Çağrı Çalcı, Ali Keyvan Photo-Quiz 108 An old man with desquamative extensor skin lesions and periorbital changes Vitorino Modesto Dos Santos, Thiago Pereira Loures, Fabio Henrique De Oliveira Silva, Alessandra Maria Rodrigues Oliveira Santos, Kayursula Dantas De Carvalho www.marmaramedicaljournal.org www.marmaramedicaljournal.org
Benzer belgeler
Tam Metin - Marmara Medical Journal
Tıbbiye Caddesi, No: 49, Haydarpaşa
34668, İstanbul
Tel: +90 216 4144734
Faks: +90 216 4144731
e-posta: [email protected]