Terim`in gidişi! Sürpriz mi? Beklenen mi?
Transkript
Terim`in gidişi! Sürpriz mi? Beklenen mi?
- Say 27 Eylül 2013 ı 98 SON ROMA EFSANESi Terim’in gidişi! Sürpriz mi? Beklenen mi? Mourinho ‘omlet’ yapabilecek mi? Lippi’nin Çin seferi M I T A Y A H #98 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Alper Öcal Emre Özcan Fırat Topal Güner çalış İsmail Şayan Mustafa Demirtaş Hayatını Roma’ya adadı Francesco Totti, Roma’nın kapısından ilk kez adımını attığında sene 1989’du. Dile kolay, tam 24 sene geçti aradan. Dahası, efsanevi oyuncu bu süreyle yetinmedi ve geçtiğimiz hafta 2016’ya kadar Roma’da kalacağını yeni sözleşmeyle resmileştirdi. Hayatım Futbol ekibi olarak bizler de adını çoktan futbol efsanelerinin arasına yazdırmayı başaran Totti’nin Roma’da geçirdiği yaklaşık çeyrek asırlık periyodu, yaşadığı iyi ve kötü anıları mercek altına aldık. Totti’nin yanı sıra Galatasaray’dan olaylı bir biçimde gönderilen Fatih Terim’e ve ayrılığın sebeplerine; tam 1 sene önce tıpkı Terim gibi takımından tatsız bir veda ile ayrılan bir başka efsane Alex’e; Napoli’de yeni sezona damga vurarak başlayan genç yıldız Lorenzo Insigne’ye ve ikinci Chelsea macerası çalkantılı başlayan Jose Mourinho’ya ayrı birer parantez açtık. Ayrıca Uzakdoğu’da sessiz sedasız kupa koleksiyonunu zenginleştirmeyi sürdüren Marcelo Lippi’nin hakkını da vermeyi unutmadık. Keyifli okumalar, Emre Çelik [email protected] [email protected] #98 Bu Sayıda TOTTi ÖZEL Roma’nın Son İmparatoru 1989’da girdiği kapıdan hiç çıkmayan adam... Eksik Los Galacticos Paha biçilmez Çin vazosu: Lippi Avrupa’yı fetheden kurt hoca, gözünü Asya’ya dikti Ya Zidane ve Figo’nun yanına Madrid’e gitseydi? Napoli’nin çocuğu Insigne Tarihin en iyi Roma’sı Insigne, Benitez’in Napoli’sinde Cavani’yi aratmıyor 2001’de şampiyon olurlarken dümendeydi! Azzurri! Milli takımda da kraldı. Chelsea’de yumurta meselesi Mourinho’nun ikinci Londra seferi çalkantılı başladı Totti’nin vukuatları Sahada hiç rahat durmadı... Çubuklu’nun hafızası Alex gideli bir yıl oldu. Fatura yine taraftara Terim’in ayrılığı gündeme bomba gibi düştü Alper Öcal Roma’nın Son İmparatoru Francesco Totti Totti hep Roma taraftarıydı. Roma’da oynamak için doğdu, 21 yıldır Roma formasını terletiyor ve Roma için oynarken ölmek istiyor. HF # 98 Arjantin futbolunu kişilik sahibi yapan, yeniden kodlayanların başında gelen efsane teknik direktör Cesar Luis Menotti için futbol ile sanatın diğer formları arasında bir fark yoktu. İyi bir film, iyi bir şiir, iyi bir resim ile aynı varoluş için yaratılmıştı. Bir yaşam belirtisiydi. İnsanı yüceltiyordu. Zekâ, futbolun lokomotifiydi. Kazanmak değil kaliteli kazanmak önemliydi. Futbol, insanların duygularını okşayan ve yeteneklilerin sergilediği bir şölenden farksızdı. Francesco Totti hiç kuşkusuz o şölenin unutulmaz sanatkârlarından ve Cesar Luis Menotti’nin tasvir ettiği futbolu, profesyonel kariyeri boyunca tek bir çatı altında oynadığı için oyunun seçilmişlerinden biri. Roma taraftarlarının deyişiyle Totti olmadan parti olmuyor ve o parti 21 yıldır devam ediyor. Tiber nehrinin doğu yakasındaki antik şehrin yedi tepesini onlarca yıldır çevreleyen, kutsal imparatorluğu düşmanlardan koruyan Aureliane surlarına komşu Appio Latino’da doğan Francesco’nun futbol macerası 7 yaşındayken başlamıştı. Paylaşılamayan yetenek İlk kulübü Fortittudo’da, altyapıların başındaki Sergio Vatta tarafından savunmanın önünde oynatılıyordu. Annesi Fiorella’ya göre bu uygunsuzdu, çünkü hücumda daha iyiydi. Böyleyken yeteneği israf ediliyordu. Kısa süre sonra Smit Trastevere’ye gittiğinde antrenörleri de anneyle hem fikirdi. Francesco’nun doğuştan gelen tekniğini ve zekâsını forvet oyuncularının arkasında kullanmaya karar verdiler. Amatör şampiyonada kendisinden 2-3 yaş büyüklerle mücadele etmesine rağmen, rivayete göre döktürüyürodu. Francesco Totti Lodi kulübü Francesco’yu altyapısına aldıktan sonra da yeteneklerini sergilemeye devam etti. Öte yandan iki çalıştırıcısı Mastropietro ve Neroni, onu havaya girmemesi için 10 numaradan uzak tutuyordu. Ne var ki, bu Lazio yetenek avcılarının gözüne perde çekmedi. Civardaki herkesin hayranlıkla izlediği, bir orta saha oyuncusu olduğu halde fazlasıyla gol atan bu özel çocuğu çok istiyorlardı. HF # 98 Oysa Fiorella oğlunun bir Roma taraftarı olduğunu, hatta kulüpte dönemin efsane ismi Giuseppe Giannini’yi çok sevdiğini bilerek onu Roma’ya götürmek niyetindeydi. Bunun için Trigoria tesislerine gelen Fiorella, altyapıların başındaki Gildo Giannini’yle görüşerek durumu anlatmıştı. Menajer Stefano Cairo’nun da tavsiyesiyle oğlunu izletmeyi başardı. Gördüğü yetenekten etkilenen Giannini için Francesco artık bir Roma oyuncusuydu ama aşılması gereken iki sorun vardı. 12 yaşındaki bir çocuk için Milan’ın da masaya oturup 150 milyon liret önermesi ilkiydi; ama daha vahimi Lodi yöneticisi Rinaldo Sagramola’nın Lazio ile anlaşmasıydı. Altyapıdaki bir çocuk için devreye Roma başkanı Dino Viola’nın girmesi gerekiyordu. 300 milyon liret ve iki futbolcu karşılığında Lodi’nin ezeli rakip Lazio’ya verdiği sözün bir hükmü kalmamıştı. Dino Viola hayata 1991 kışında gözlerini yumduğunda, aldığı çocuğun bir kulübün kaderini değiştireceğini muhtemelen bilmiyordu. Üstelik 13 yaşındayken, emrindeki yöneticiler onun forvet olarak oynamasında ısrarcıydı. Kulüpteki ilk hocası Franco Superchi duruma el koyarak, kariyeri pahasına resti çekmişti. “Ya benim dediğim gibi forvetin arkasında oynar ya da çeker giderim.” diyerek 10 numaralı formayı Francesco’ya giydirivermişti Kendi tabiriyle, kimse o an gıkını çıkaramamıştı. Her şeyi borçlu olduğu adam 16 yaşına geldiğinde A takım seviyesinin bir altındaki Primavera yaş grubunda hem ulusal şampiyonluk hem de İtalya kupası kazanan Totti, dönemin Roma teknik direktörü Vujadin Boskov tarafından da, as takımda 1993 Mart’ında Brescia maçının son dakikalarında şans bulacaktı. Aynı yılın Aralık ayında, kupa rövanşında, Sampdoria karşısında ilk onbirde çıkmayı da başarmış ve maçtan galip ayrılmışlardı. Roma’da genç yıldız adayı Totti’ye olan ilgi gitgide artmaya başlamıştı ama Boskov’dan görevi devaralan İtalya futbolunun maestrosu, “Sor Carlotte” lakaplı teknik direktör Carlo Mazzone’ye göre Totti’nin oynatılmak kadar korunmaya da ihtiyacı vardı. Hem eleştirilerden hem de şatafattan. Mazzone o günleri şöyle anlatıyor: Francesco Totti “Totti’yi yarım devre izlemek ne kadar eşsiz olduğunu anlamam için yeterliydi ama iyi olduğunu kendisinin söylemesi yasaktı. Bunu zaten hepimiz biliyorduk, söylediğinde o da acı çekeceğini. Bu konuda ödün vermiyordum. Roma bir cehennem ve burada 17 yaşındakilerin pusulayı şaşırmak için acelesi çok. Böyle bir yeteneğin mahvolmasına izin veremezdim. Biraz kıskanmakla da beraber, korumak ve gelişiminin doğru olması için onu sakladım. Onu çalıştırmak zevkti. Kiminle çalışırsa çalışsın en iyi olacak kadar özeldi. O bir fenomendi.” HF # 98 Her şey Mazzone’nin istediği gibi gitti. Totti, 1993-94 sezonunda sadece 8 maçta görev alabilmişti ama ertesi sezon takımın hem has adamları hem de kendisinin rakibi olan Roberto Muzzi, Fonseca ve Abel Balbo üçlüsü arasında 21 kez oynamayı başarmıştı. Foggia karşısında ilk lig golünü atmıştı. 1995-96 sezonundaysa takımın lideriydi. 35 maçta forma giyiyor ve çeyrek final oynanan UEFA Kupası’nda kariyerinin ilk Avrupa golünü Brondby filelerine bırakıyordu. Totti daha sonra iade-i itibarı unutmayacak ve Mazzone için “Her şeyi borçlu olduğum adam” diyecekti. Bianchi krizini çözen gol 1996 yılında ise ileride göbeğinde olacağı krizlerin ilkini yaşadı. Zira Mazzone görevden ayrılmış ve yerine, Boca ve River hegemonyasını yıkarak Velez ile 3 kez Arjantin ligini kazanan, Libertadores’i de müzeye getiren ve son olarak Kıtalararası Kupa’da Milan’ı deviren Carlos Bianchi gelmişti. Ama El Virrey ve Totti anlaşamıyordu. Bianchi’ye göre Totti, söz dinlemeyen biriydi. Totti’ye göreyse Bianchi sürekli eğitimden bahsetmesine rağmen kendisine selam dahi vermiyordu. Bu sürtüşme Totti’nin sezonun ilk 4 maçında ilk 11 dışı kalmasına sebep oldu. Durum o kadar kötü bir hâl almıştı ki, sezon ortasına gelindiğinde Bianchi yönetime Totti’nin satılması yönünde rapor vermişti. 6 Şubat 1997’de La Gazzetta’da çıkan bir haberde, kulübün bir sezon önce Inter’den transfer ettiği ve Barcelona’da Avrupa şampiyonu olan 21 yaş altı takımın santrforu Delvecchio’ya çok güvendiği; Totti’nin ise eski antrenörü Luciano Spinosi’nin yardımcılık yaptığı, Mancini ve Montella’nın srüklediği Sampdoria ya da Celtic’e verileceği yazıyordu. Hatta Celtic ile Roma yönetiminin anlaştığı dahi söyleniyordu. Roma’nın hedefinde Milan’dan Zvonimir Boban ve Ajax’ın Fin yıldızı Litmanen vardı. Bu gelişmelerden 1 hafta sonra Almanya’da oynanan bir hazırlık turnuvası her şeyi değiştirdi. İtalyan gazeteci Ernesto Menicucci’ye göre o dönem “Futbolun İncil’i” olarak görülen Ajax karşısında Totti attığı nadir güzellikteki iki golle şov yapıyor ve Litmanen’i de adeta yok sayıyordu. Menicucci, gazetesi Corriera Della Sera’ya o günü yazarken ufak da bir not düşmüştü. “Carlos Bianchi, gözleri önünde gerçekleşen bu olaydan sonra ellerini ısırmamak için kendini tutuyor ve Francesco Totti de Francesco Totti oluyordu.” Totti de aynı fikirdeydi. 2001 yılında verdiği bir röportajda, o golden “hayatını değiştiren gol” olarak bahsetmişti. Başkan Roberto Sensi ne kadar vahim bir hata yapmakta olduğunu farkederek, birkaç gün sonra uçağa Totti’yi değil Carlos Bianchi’yi koyup evi Arjantin’e yollayacaktı. Totti kâbus gibi başlayan sezonun sonunda hayatının sonuna kadar Roma’da kalacağını açıkladı. Verdiği sözü tutacaktı. Roma’nın yeni Prens’i Zdenek Zeman’ın göreve geldiği 1997-98 sezonunda Totti için her şey mükemmeldi. Kulübün efsane 10 numarası Giannini’nin bir sezon önce ayrılmasından sonra, Uruguay’lı forvet Fonseca da Juventus’a satılmıştı. 21 yaşındaki Totti için bu, önemli bir fırsattı ve sezon başında hiç beklemediği bir de sürpriz haber aldı. Yönetim, boşta olan 10 numarayı Totti’ye emanet ediyordu. La Gazzetta Dello Sport’un başlığı çarpıcıydı. “Roma, yeni Prens’ini seçti: Totti !” Francesco Totti Futbol tarihinin gördüğü en ilginç teknik adamlardan biri olan, oyuna dair radikal fikirleriyle anarşist denilebilecek Zeman bu seçimi onaylasa da, derdi bambaşkaydı. Ona göre futbolcular fazla rahattı. Yüzücüler, atletler saniyenin onda biri gelişmek, bir santimetre daha iyi derece yapabilmek için ölesiye çalışırken, olağanüstü paralar kazanan futbolculardan daha fazlası istenmeliydi. Takımın 10 numarasından da. HF # 98 Totti hayatında ilk kez o sezon üzerinde sürekli 10 kilo ağırlıkla koşmanın ne demek olduğunu öğrendi. 10 kilometre cross sonrası, merdiven çıkartan biriyle de ilk kez çalışıyordu. Yaratıcılığından çok atletizmine, attığı pasın değil yaptığı presin kalitesinin sürekliliğine daha fazla önem veren ilk teknik direktördü Zeman. Ve kariyerinde ilk kez sol forvet oynayacaktı. Çünkü Zeman için 4-3-3 din gibiydi. Kendi deyimiyle, ‘değiştirilemezdi.’ Sahayı geometrik olarak 4-3-3’ten daha iyi parselleyen bir dizilişden bahsedilemezdi. 2 sene sonra Sergen sağ forvet oynamamakta ısrar edip, bu yöntemlere olimpiyat takımı benzetmesi yapıp üstüste 3 antrenmana bile çıkmayacakken, Totti kendini Zeman’a teslim etmişti. Sporcu sağlığı üzerine tez sahibi olan Francesco Totti Zeman sayesinde Totti fiziksel açıdan zirve yaptı. İncelmiş ama vücuduna eklediği kaslarla çok güçlenmişti. Sahada artık eskisinden daha çevik, daha dayanıklıydı ve bu performansına da yansıyordu. HF # 98 Totti sezonu takımın merkez santrforu Balbo’nun 1 gol gerisinde, 13 golle tamamladı. Ertesi sene de 18 gollü Delvecchio’nun ardından 12 golle takımın hücum lideri olmayı sürdürdü. Ülkenin en prestijli futbol dergisi Guerin Sportivo tarafından yılın oyuncusu seçildi. 1976 yılından beri verilen ödüllerin tarihinde bu ödülü 22 yaşında kazanan o güne dek hiç olmamaıştı. Fransa 98 arefesinde ligin en iyi futbolcusu, Azzuri formasını da hakediyordu ama Cesare Maldini onu kadroya almadı. Kimbilir, takım arkadaşı Di Biagio yerine kadroya alınsa çeyrek finalde Fransa karşısında gerilmeden atılan o penaltı direğin üstünden dışarı değil, içinden ağlara gidebilirdi ama Euro 2000 yarı finaline kadar beklemesi gerekecekti. Bayrak Adamlık Öte yandan; Totti her geçen yıl daha da iyi olmasına, kariyerini parlatmasına ve bireysel ödül portföyünü genişletmesine rağmen çok sevdiği Roma ile bir kupa kazanamayı başaramamıştı. Bu kaderin, bir şampiyonluk reçetesi olan Fabio Capello ile değişmesi elbette sürpriz değil. 60 milyon $ harcanarak, takımın omurgasında kalite patlaması yaratan Batistuta, Emerson ve Walter Samuel transferleriyle Roma tarihinde 2.kez şampiyon olurken, Totti sezonu 13 gol 12 asistle kapattı. Yılın en iyi İtalyan oyuncusu seçilmekle kalmadı, Ballon D’or ödüllerinde ilk 5’e girerek uluslararası bir star oldu. Capello ile ikinci sezon Süper Kupa’yla başladı. 3-0 kazanılan Fiorentina maçında, Totti son gole imzasını koyarken, Mor Menekşeler’e de havlu attırmıştı. 2003-04 sezonunun sonuna kadar süren Capello döneminde Roma şampiyon sezonun ardından iki kez lig 2. si oldu ve bir kez de kupa finali oynadı. Totti, o yıl 20 golle kariyer zirvesine ulaşarak bir kez daha en iyi futbolcu ödülünü aldı. Capello’nun tabiriyle Totti kulüp için artık bir sembol, bayraktı. Roma’da önce 100. golüne ulaştığı, ardından Roberto Pruzzo’nun 107 gollük tarihi eşiğini aşarak kulüp tarihinin en golcü ismi olduğu 2004-05 sezonunda ise Roma 4 kez teknik direktör değiştirmiş ve sezonu 8. sırada tamamlayabilmişti. Totti uçarken, Roma düşmeye başlamıştı. Bazı taraftarlar onu kendine oynamakla suçlamaya başlamıştı. İtalya Kupası’nda Siena ile oynanan maçta, kendi taraftarının protestosuna maruz kalmış ve üstelik tribünden atılan bir yabancı maddeyle yaralanmıştı da. Taraftarın dönmeye başlaması, kupasız geçen sezonlardan sonra başarı hırsıyla, Galacticos projesini hayata geçiren Real Madrid’e gitmesi an meselesiydi ama Kaptan takımında kaldı. Kendisini 34 yaşına kadar Roma’ya bağlayan 5 yıllık bir sözleşme imzaladı. Aslında, imza attığı bayrak adamlıktı. Francesco Totti Baştan yazılan Totti HF # 98 16 turunda Hiddink’in Avustralya’sını geçerken penaltıdan takımın tek golünü atan isimdi. Çeyrek finalde Ukrayna karşısında kazanılan 3-0’lık zaferde, ilk iki golün asist hanesinde Totti yazıyordu. Şike skandalıyla bittiği iddia edilen İtalya futbolu, 24 yıl aradan sonra Dünya şampiyonu olduğunda takımın Cannavaro ile birlikte en değerlilerindendi ama asıl sahnesi 2006-07 sezonunda ligde olacaktı. Spalletti’nin santrfor olarak baştan yazdığı Totti, sıkı bir sezon öncesi hazırlığın ardından fırtına gibi esti. 26 golle kariyer rekorunu kırarken, sadece altın ayakkabı ödülünü değil 6 yıl aranın ardından Roma ile ikinci majör şampiyonluğunu İtalya Kupası zaferiyle kazandı. 2005-06 sezonu için Roma, teknik direktörlük koltuğuna Spalletti’yi getirdi. Altyapıda santrfor oynaması yönetimsel bir krize neden olmuş, kısa bir Zeman macerası dışında 16 yıldır 10 numara olarak isim yapmış ve Platini’ye göre türünün son örneği olan Totti için artık yeni bir dönem başlıyordu. 2010-11 sezonuna kadar sezonda 15 gol barajının altına hiç düşmedi. İtalya lig tarihinde 200 gol barajını aştı ve aktif oyuncular arasında 228 golle gelmiş geçmiş en golcüler arasında artık zirvede. Silvio Piola’nın rekorunu kırmasına 47 gol kaldı ve önünde bu başarması için 3 sezon var. Sacchi’den sonra İtalya’nın en yaratıcı teknik adamı gözüyle bakılan Spalletti tarafından 4-2-3-1’in tek santrfor rolünde oynatılmaya başlanacaktı. 10 numaların son temsilcisi, şimdilerde çok moda olan “Sahte 9” rolünün ilk örneklerinden biri konumuna geliyordu. Üstelik 30 yaşında. Roma’nın tüm rekorlarının sahibi olan Totti’ye hâlâ zaman zaman taraftarlar tepki veriyor. 2009 Eylül ayında, 1-0 kazanılan Fiorentina zaferinin ardından tribünlere attığı formasını taraftarlar geri yolladığında çok incindiğini, buna inanmak istemediğini söylemişti. 201112 sezonunda 6 maçtır gol atamazken, üstüne bir de Juventus maçında kaçırdığı penaltının ertesi günü bir alışveriş merkezinde 4 Roma taraftarı ona “Futbol artık sana göre değil, sen iyi değilsin.” demişti. İlk 10 lig maçında, kendi standardının altına inerek sadece 4 gol 2 asistle oynayan Totti için santrfor pozisyonunun ne kadar doğru olduğu en çok satan polemiklerden biriydi. 17-26. haftalar arasında, Roma’nın üstüste 11 maç kazandığı o olağanüstü sekansta hepsi çöpe gitti. Totti 8 gol 8 asistle serinin kahramanıydı. Sezonun son 11 haftasını sol bileğindeki fibula kırığı yüzünden kaçırmak zorunda kalmasına rağmen, 15 gol 10 asistlik en’fes bir performans sergilemişti ama Totti’nin aklında ufuktaki Dünya Kupası vardı. Oynaması pamuk ipliğine bağlı olsa da, Zeman’ın dahi en çalışkan öğrencim dediği Totti, kupaya kadar kendini hazırlamayı başardı. Totti bu gibi parlamalarla yaşamayı öğrendi. Bayrağı devraldığı Giuseppe Giannini’nin dediği gibi “Futbol böyle bir şey”. Milan’da Maldini’ye, Inter’de Bergomi’ye yapılanların ateşi sönmedi ama binlerce Roma taraftarı Totti’ye hayatları boyunca minnettar kalacak. Çünkü Totti hep Roma taraftarıydı. Roma’da oynamak için doğdu, Roma için oynarken ölmek istiyor. O, Roma’nın son İmparatoru. Emre Çelik EKSiK LOS GALACTiCOS Francesco Totti “Bir gün Roma’dan ayrılsaydım kesinlikle Real Madrid’e giderdim...” HF # 98 Bölgelere, hatta şehirlere göre sınıflandırılması mümkün İspanyol basının en sevdiği işlerden birisi transfer sezonu yaklaşmaya başladığında dünya futbolunun yıldızlarını İspanya’ya getirmektir. AS, bir transfer döneminde Real Madrid’e yaklaşık 30-40 adam getirirken; bundan geri kalmayan Mundo Deportivo da Barcelona’ya takviyeler yapar! Bu ve diğer İspanyol gazetelerinin ise 2000’lerin başında Real Madrid ile birlikte en fazla andığı isimlerden biri Francesco Totti oldu. Ama o efsaneleşen transfer hiçbir zaman gerçekleşemedi. gitmek istiyordum. Her şey tamamdı ama son anda kişisel meselelerden dolayı transferden vazgeçtim. Roma’da kaldığım için de pişman değilim...” sözlerini sarf eden Francesco Totti, yıllar sonra İspanyol basınının aslında yalan söylemediğini ama transferin yattığını ifade etti. Zaten nedenleri açıklamasa ve hatta pişman olmadığını vurgulasa da önce Real Madrid’i kabul edip sonra da imzanın kıyısından dönmesi, bir bakıma Totti’nin Roma’da efsaneleşmenin de kıyısından döndüğün bir kanıtı. “2004’te Real Madrid’e gitmeye karar vermiştim. Roma’da istediğim her şeyi elde edemiyordum ve sürekli kazanan bir takıma 9 Temmuz 2013’te Marca’ya konuşan Florentino Perez de Totti saplantısını açıkça dile getirerek dönemin haberlerinin ve Totti’nin Perez’in içinde ukte açıklamalarının tevatür olmadığını bir bakıma ortaya koydu. Verdiği özel röportajda kendisine yöneltilen “Gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz, istediğiniz ama alamadığınız bir oyuncu, planladığınız ama yapamadığınız bir şey var mı?” sorusu karşısında Florentino Perez, bir dönem Patrick Viera, Francesco Totti ve Ronaldinho’yu çok istediğini ama alamadığını itiraf etti. Üstüne dönemin takımının kamuoyu tarafından Los Galacticos olarak adlandırılmasına rağmen o kadroda eksik bir parça olduğunu söylemekten çekinmedi. Yaklaşık 9 sene önce gerçekleşmeyen bu transferin sebepleri ise henüz gün yüzüne çıkmış değil. Büyük ihtimalle de Totti de kramponları asmadan önce açıklamayacak. Muhtemelen futbolu bıraktıktan sonra vereceği bir röportajla, yazacağı bir kitapla, katılacağı bir program vasıtasıyla Totti, gerçekten mi Roma’dan kopamadığını, tehditlere boyun mu eğdiğini veya dönemin Roma yönetiminin mi kendisini bırakmadığını açıklayacaktır. Francesco Totti Olan futbolsevere oldu HF # 98 Totti de gitseydi Zidane, Ronaldo, Figo, Beckham’dan oluşan Los Galacticos, belki de 2004, 2005 ve 2006’da La Liga şampiyonluğunu kaptırmayacak; hatta ve hatta 2002’den bu yana hayalini kurduğu 10’uncu Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olan la decima’ya çoktan kavuşacaktı. Zaten yıllar sonra olmayan transfer hakkında, biraz da ukala bir dille konuşan Totti de “Real Madrid’e gitseydim 3 kez Şampiyonlar Ligi’ni, iki kez de Ballon d’Or’u ve birçok şeyi daha kazanmıştım.” sözleriyle aynı şeyleri iddia ediyor. Totti’nin bu iddiası gerçekleşir miydi bilinmez ama bir tarafta Ronaldinho’lu, Deco’lu, Samuel Eto’o’lu, Xavi’li ve Ludovic Giuly’li Barcelona ile Zinedine Zidane’lı, Raul’lu, Ronaldo’lu, David Beckham’lı ve Francesco Totti’li Real Madrid’in mücadelesinin futbolseverleri nirvanaya ulaştıracağı neredeyse kesindi. Emre Özcan TARiHiN EN iYi ROMA’SI Francesco Totti Roma, son kez Serie A’nın zirvesine 2000-01 sezonunda çıkarken takımın lideri elbette Francesco Totti’ydi. HF # 98 Roma tarihinin ilk büyük 10 numarası olan Giuseppe Giannini, sarı-kırmızılıların tarihindeki ilk şampiyonluğun geldiği 1982/1983 sezonunun altında yazan isimdi. Lakin takımda sadece ikinci sezonuydu ve ligde fazla forma şansı bulamamıştı. Ama sonrasında gösterdikleri onu Roma’nın tek şampiyonluğunun sembol isimlerinden biri haline getirdi. Bunu haksızca bulabilirsiniz, ama bir kulüp tarihinin en özel oyuncusuysanız kulübe kattınız artıların yanında kulüpten de değer elde edersiniz ve bu çok anormal değildir. O Giuseppe Giannini, son üç sezonunun kulüpte kesiştiği Francesco Totti için Roma’daki ilk sezonunda ‘veliahtım’ demişti. Zira altyapıdan çıkarak A takıma yükselen ve İtalya’nın U-19 ve U-21 takımlarındaki başarısıyla dikkat çeken Totti için kulüpteki beklenti Giannini’nin ‘Geleceğin 10 numarası’ açıklamalarından önce dahi çok büyüktü. Yatırım da önemli Francesco Totti ilk sezonunda itibaren takımın en önemli oyuncusuydu ama ciddi anlamda çıkışını şampiyonluğun geldiği 2000/2001 sezonunda yaptı. Fabio Capello’nun teknik direktörlüğü altında ikinci senesini yaşayan Roma, sezona oldukça sağlam transferlerle ve para harcayarak girdi. Emerson, Walter Samuel ve Gabriel Omar Batistuta üçlüsüne yaklaşık 60 milyon dolar ödediler ve önemli kadro revizyonuna gittiler. Francesco Totti Özellikle Fiorentina’nın simge golcüsü haline gelen Batistuta için yapılan hamle görüntüde takımı şampiyonluk adaylarından biri galine getiriyordu ama dönemin zirve İtalya futbolunda çok daha fazlasına sahip olmanız gerekiyordu ve hem saha dışında (Capello), hem de saha içinde (Totti) Roma buna sahipti. HF # 98 Takımın sistemini 3-5-2’ye çeviren Fabio Capello, sadece yeni transferler ve Francesco Totti’den yararlanmadı. Diğer tüm oyuncuların da performansını artırmasını sağladı. Savunmada Zago, Samuel ve Zebina, kenarlarda açık oyuncuları olarak Vincent Candela ve Cafu’yla birlikte beşli bir savunma hattı oluşturuldu. Emerson’un sakatlığında Zanetti ve Tomassi’den oluşan merkez orta saha ikilisinin hemen önünde supporter rolündeki Franecesco Totti ve Batistuta – Montella forvet çiftiyle saha içinde rolleri belirlenmiş oyuncularla dengeli bir 11 ortaya çıkmıştı. Candela ve Cafu’nun sürekli hücumu forse ederek kenar oyunlarını sağladığı takımda Zebina ve Samuel ikilisinin stoper/bek kırması rolleriyle birlikte kenarları 1.5 oyuncuya teslim ederek sağlama alan Roma’da merkezden hücumları yapan tek oyuncu ise Francesco Totti’ydi. İnanılmaz hücum performansı Teknikleri sınırları fakat hem fizik, hem de kondüsyon yönünden gelişmiş oyuncular olan Zanetti ve Tomassi’nin önünde yer alarak onların gücünden kuvvet alıp sahada özgürleşen Francesco Totti, attığı 13 gol ve yaptığı 12 asistle takımın şampiyonluğunda en büyük paylardan birine sahip oldu. Bunun yanında takım liderliği konusunda kendisini diğer oyunculara tam anlamıyla kabul ettirdiği sezonda Roma kariyerini 20 golle açıp Serie A gol kralı olan Batistuta’yla birlikte ligin ikinci yarısında kendisini Capello’ya kabul ettiren bugünün Fiorentina teknik direktörü Vincenzo Montella’yla birlikte toplamda 47 gollük bir hücum üçgeni oluşturuyordu. Bu rakam bir hücum hattı için fazlasıyla büyüktü. Keza Roma, o sezonu toplamda 68 golle tamamlamıştı. Dönemin 18 takımlı liginde 2.00 gol ortalaması bir ekibi hücum takımı yapmaya yetiyordu ve Roma, performansıyla o sezon için son 10 yılın Serie A’daki en iyi hücum takımıydı. O takımın merkezinde olan Francesco Totti’yse muhtemelen en iyi sezonunu geçirdiği 2000/2001’den yaklaşık 12 yıl sonra hala ligin önemli hücum odaklarından biri olmayı sürdürüyor. Emre Özcan GEÇ TANIŞTI, ZiRVEYE ÇIKTI Milli takım kariyeri birçok oyuncuda olduğu gibi alt yaş gruplarında başlayan Francesco Totti, 1995’te U-19 milli takımıyla İspanya’yı geçip Avrupa Şampiyonu olduktan sonra 1996 yılında U-21 Avrupa Şampiyonası’nda bir kez daha İspanya’yı geçen kadronun en çok göze batan futbolcudur. Fabio Cannavaro, Alessandro Nesta ve Gianluigi Buffon gibi sonrasında İtalya tarihine geçecek savunma üçlüsünün önünde, Panucci, Delvecchio ve Tommasi gibi Roma’da takım arkadaşlığını yapacak olan oyuncuların liderliğini yapma başarısını göstermesi onun karakter olarak sahalarda ne hale geleceğini de aslında gösteriyordu. A milli takım formasını ilk olarak Euro 2000 elemelerinde giymeye başladı ve sonra da bir daha hiç çıkarmadı. Birçok İtalyan oyuncuda olduğu gibi (Türk futboluna benzer bir şekilde) A milli takım formasını giymesi aslında biraz geç olmuştu. Zira 18 yaşından itibaren ülkesinde el üstünde tutulan ve bu hale geleceği az çok tahmin edilen oyuncunun genç yaş gruplarında pişmesinin beklenmesi ülke futbolunun gençlere bakışının ve genç oyuncu yetiştirememe probleminin özetlerinden biri. Francesco Totti Euro 2000’deki iyi performansa rağmen sonrasında 2006’ya kadar büyük turnuvalarda etki yaratamayan oyuncu, Andrea Pirlo’yla birlikte sakatlıktan dönerek forma giydiği 2006 Dünya Kupası’nda asist kralı olarak turnuvanın en iyi kadrosuna giren Totti, turnuva sonrasında milli formayı bıraktı fakat üzerinde daima tartışmalar yapıldı. Euro 2008 için Roberto Donadoni’nin geri döndürmek için fazlasıyla çabalayıp başarılı olamadığı Totti için 2010 yılında tartışmalar alevlendi. Euro 2012’de İtalya’yı finale götüren Claudio Prandelli ise 2014 Dünya Kupası için dikkatle takip ettiğini ve düşündüğünü açıkladığı yıldız oyuncuyu son bir büyük turnuva için ikna edebilir. HF # 98 İlker Yılmaz TOTTi’NiN VUKUATLARI Totti’nin en çok eleştirildiği nokta saha içindeki davranışları olmuştur. Ona ‘Galadyatör’ lakabının takılmasındaki etkenlerden biri de budur zaten. Oyuna ve skora isyan eden, gözü çabuk kararan Totti, tekmelerini hiç de sakınmaz. Her Lazio maçı öncesinde ve sonrasında Totti sazı eline alır ve rakip taraftarların en ağır küfürlerini hak edene kadar şovunu yapar. Hakemlerin Roma aleyhine verdiği her kararda da Gladyatör anında hakemin tepesine biner. İşte Totti’nin vukuatlarından bazıları; İtalya-Güney Kore / 2002 Dünya Kupası 90 dakika 1-1 sona ermiş ve İtalya yarı finale adını yazdırmak için son 30 dakikaya çıkmıştı. Dakikalar 103’ü gösterdiğinde topla ceza sahasına giren Mavilerin 10 numarası yerde kalır. Televizyonda izleyenler penaltıyı beklerken tekrarlardan da görüldüğü üzere Totti kendini yere bırakmıştır ve hakem ikinci sarı kartını göstererek Totti’yi oyundan atar. Sonrasında Güney Kore attığı altın golle yarı finale uzanan takım oldu. İtalya-Danimarka / EURO 2004 Francesco Totti 2004 Avrupa Şampiyonası’nda İtalya gruptaki ilk maçında Danimarka ile karşılaştı. Golsüz sona eren maçta hafızalara takılan görüntü Totti’nin tükürüğü oldu. Poulsen’in attığı lafa karşılık kaşla göz arasında Totti okkalı bir tükürük ile Danimarkalıyı bozmuştu. UEFA ise görüntülere dayanarak Gladyatör’e 3 maç oynamama cezası verdi. İtalya ise o gruptan çıkamadı ve Avrupa Şampiyonası’na erken veda etti. HF # 98 Lazio-Roma / 2009-10 Serie A 5 maçtır üst üste kazanan Roma, Lazio’yu da geçip şampiyonluk umutlarına devam etmek istiyordu. Lazio’nun ise az da olsa küme düşme ihtimali vardı. ‘Derby Della Capitale’nin ilk yarısı ev sahibi Lazio’nun üstünlüğüyle bitti. İkinci yarıda Roma Vucinic’le iki gol birden buldu ve gergin, zaman zaman kavgaların olduğu ve 1 de kırmızı kartın çıktığı maçı Roma 2-1 kazandı. Maçın bitimiyle sahaya giren Totti, Lazio’nun küme düşeceğini ima eden hareketlerle ortalığı karıştırdı. Buna karşın çok fazla bir olay yaşanmadı ve Totti kutlamasına kendi seyircisiyle devam etti. İtalya Futbol federasyonu bu hareketlerine 20 bin avro para cezası kesti. Roma-Leverkusen / 2004-05 Şampiyonlar Ligi Şampiyonlar Ligi’nde ilk 3 maçta ‘0’ çeken Roma, Leverkusen’i Olimpiyat Stadı’nda yenip umutlarını sürdürmek istiyordu. İlk maçta 2 kırmızı kart yiyen İtalyan ekibinde gerginlik zaten had safhadaydı. 72. dakikada kontrolsüz bir şekilde Totti’ye kayan Ramelow’du ama yıldız oyuncu zıplayarak tekmeden kaçmakla kalmadı, inerken Ramelow’un üstüne bir kabus gibi kramponlarıyla çöktü. Dünyanın her yerinde kırmızı kartın çıkması gereken pozisyon 2 oyuncunun da sarı kart görmesiyle noktalandı, maç da 1-1 sona erdi. Livorno-Roma/2006-07 Serie A Can derdindeki Livorno deplasmanındalar... Geride kapatılan ilk yarının ardından Totti sahneye çıkmış ve beraberliği getirmişti. Duraklamalarda Gallante’nin dirseği Totti’yi bulunca Gladyatör celallendi. Gallante’nin üzerine yürümesinin ardından hakem kırmızı kartla Totti’yi attı. 10 numara, rakibine darbesi yokken ve darbeyi yediği halde kızaran da kendisi olunca duble öfkelendi. Can ciğer dostu kondisyoner Vito Scala kendisini sakinleştirmek için saha kenarına geliyor ama bunun büyük bir hata olduğunu farkında değil. Hızını alamayan Totti, Scala’yı da yere indirdi. Francesco Totti Roma-Inter / 2009-10 Coppa Italia HF # 98 Şampiyonluk yolunda çekişen Roma ve Inter Milan, ligin bitimine 2 hafta kala bu sefer Coppa Italia finalinde karşı karşıya geldi. Tansiyonu çok yüksek, atmosferi oldukça gergin maçta Inter 87. dakikada mücadeleyi 1-0 önde götürüyordu. İtalyanların yaramaz çocuğu Mario Balotelli Totti’yle beraber üç Romalı’yı peşine takarak gidiyordu ki Gladyatör’ün bir kılıç darbesini andıran tekmesiyle yerde kaldı. Hakem hiç tereddüt etmeden Francesco Totti’ye kırmızı kartını gösterdi. İtalya Futbol Federasyonu da yıldız oyuncuyu Coppa Italia’da 4 maçlığına sahalardan men eden kararını açıkladı. Alper Öcal ÇUBUKLU’NUN HAFIZASI Türkiye Fenerbahçe’nin 8 yılına damgasını vuran Alex’in Kadıköy’den ayrılmasının üzerinden tam bir sene geçti ama Brezilya’lı efsane hâlâ hafızalarda. HF # 98 İlkokula yeni başladığım zamanlar. Doğrusu, Orta Anadolu’da çocuk olmak yeterince tekdüzeyken, bir de annemin her gün akşamın 7’si geldiğinde beni yatağa götürmesine deli oluyordum. Sokakta kalma, evde olduğumdaysa radyo ya da televizyon başında olma ısrarım ağır bastığında 38 numara, cins cins terliğin havada her türlü falsosuna tanıklık ettim. Pazar günleri hariç. Tribünü daha doğru dürüst cümle kuramayacak yaşta babamın omuzlarında tanırken, ilerleyen yıllarda küfür jargonum derya olmuştu tabi, ama bunu hiç belli etmedim. Mahalledeki çocuklarla oynarken dahi. Hiç sormasam da, bu yüzden ödül olarak Pazar akşamları saat 7 kuralının esnetildiğini düşünürdüm. Tribün mesaisinden sonra yenen yemeğin ardından, akşam, TRT’de o hafta ligde oynanan maçların özetlerini babamla birlikte izleyebiliyordum. Ve bu kesinlikle en sevdiğim şeydi. Babamla oyunu konuşabilecek kadar bilinçlendiğimde, en çok hatırladığım sohbetlerimizden biri 1982 Temmuz’una aitti. 50’ler kulübünün pekçok üyesi gibi o da Brezilya’yı seviyordu ama o yaz oynanan Dünya Kupası’nın merakla beklenen Arjantin – Brezilya maçının yeri ayrıydı. Tarihin şampiyon olamamış en güzel takımının destansı, ezeli rekabetini hastalığım yüzünden izleyememesini nasıl hayıflanarak anlattığını hâlâ dün gibi anımsıyorum. Zico’nun Yeni Zelanda’ya attığı müthiş golü tasvir edişini de. İleride teknik direktörlüğünü benim anlatacağımı bilmeden... Brezilya tutkusu böyle başladı. 1994 yazında, artık orta okul çağına geldiğimde ‘saat 7’ kuralı yoktu. Antalya’da dedemlerin evinde ailece sayılı tatillerimizden birini yaparken, plaj ve dalga oyunlarından çok, Türkiye HF # 98 gecenin bir yarısında saksafon ağırlıklı melodisi ve Daryl Hall’un vokaliyle kulaklarıma çalınan Gloryland eşliğinde Dünya Kupası maçlarıyla vakit geçirmiştim. Kupa tarihinde bir sürü ilki barındıran o turnuva benim için de özeldi. Fantastik formaları, arkasında yazan isimleri, siyah olmayan hakemleri, tarihe geçen gol sevinçlerini, ilginç statları ilk kez görüyordum. Gözüm gibi baktığım, çıkartmalarla süslediğim kupa ekindeki olağanüstü yıldızların muhteşem golleriyle birlikte, o turnuva Holivud galasına dönüşmüştü. Kolombiya’da yaşanan trajediyi anlamamıştım ama Brezilya’nın tam 24 yıl sonra gelen şampiyonluğunu babamla beraber sevinçler karşılamak benim için olabilecek en iyi senaryoydu. Babamın çok sevdiği Fenerbahçe’sinin yanı sıra, futbolundan en çok zevk aldığı Brezilya’yı da miras almıştım. Maçlarını kaçırmamak için elimden gelenin en iyisini yapacaktım. Şanslıydım ki, sadece milli takımı değil ligi de izleyebilecektim. HBB nesli olmanın ayrıcalığı. 90’ların sonuna yaklaşırken, üniversiteye hazırlanan bir lise öğrencisiyken izlediğim maçlarda, pürüzsüz tekniği ve keskin zekâsıyla gözüme takılan, esmer ve çelimsiz orta saha oyuncusunu çok sevmiştim. 2000 yılında Sydney’de düzenlenen Olimpiyat’ta, Brezilya’nın efsanelere özgü 10 numaralı formasını giyerken takımın maestrosuydu. 1999 yılında Konfederasyonlar Kupası’nda Almanya’ya iki gol atmasından belli etmişti aslında ama Türkiye onunla tam manasıyla ve ilk olarak 2003’te tanıştı. 2002’nin rövanşı olarak gösterilen maçın duraklamalarında attığı golden sonra hevesimiz kursağımızda kalmıştı. O dakikalarda milli heyecan ile üzülen Fenerbahçeliler, bir sene sonra aynı adamın havaalanında sarı lacivert kaşkolu tutacağından habersizdi. Babam ve ben de, gençliğimizde en sevdiğimiz Brezilya’lı futbolcuların, bir gün teknik direktör ve kaptan olarak tuttuğumuz takımı Avrupa’da kulüp tarihinin en prestijli yerine koyacaklarından habersizdik. Türkiye Zico ve Alex benim için bir baba oğul hikayesidir. Sadece yaptıklarıyla değil, varoluş biçimleriyle de hep özel kalacaklar. Benim kadar içselleştirmeyen çoğu futbolsever için de öyle. Çünkü performansı ne kadar tartışılırsa tartışılsın, bir parçası olduğu hüzün dolu anlar da dahil olmak üzere kelimelerle anlatılamayacak 8 senenin kült figürüydü Alex. Ayrıldığında herkesin kalbini sızlatan, yüzlerce insanı evinin önüne, havaalanına getiren, gidişiyle beraber o yılların da bitiyor oluşuydu. Bunu kabul etmek zor. HF # 98 Alex’in sahada yıllar boyunca yaptıkları, Kadıköy’ün ortasında yükselen o devasa, kasvetli gri duvarlara bir incelik, bir güzellik getirmişti. Her zaman tek adamlıkla idare edilen, zor zamanlarında taraftarından destek isteyen ama hassasiyetlerine karşı samimi bir açıklamayı genellikle zûl gören Fenerbahçe idarecileri bir tarafta dururken; bileti kesildiği zaman olan biteni onu alkışlasa da yuhalasa da yanında olan taraftarına 2 saati aşkın bir basın toplantısıyla açıklayacak kadar değer veriyordu. Alex’in, sezonu tamamladığı her kulüpte idol olması, efsanelerle anılması, Kadıköy’de heykelini diktirmesi, mesleğini yaparken verdiği keyif ve bağlılık kadar, mesul hissettiği kitleye karşı dürüst olan, dikkate alan ve ne kadar saçma olursa olsun sosyal medya üzerinden bile insan yerine koyan karakteriydi de. Gezi günlerinde, Talimhane’deki bir duvarda “Vallahi Alex’i özledik.” yazdıran, eylemin mizahı tarafına zorlama bir katkıdan çok duygusal bir ihtiyaçtı. Kimbilir, yazar belki de suskun kalan futbolcuların yarattığı hayâlkırıklığı içinde, “Alex olsa ne derdi?” diye düşünüyordu. Futbolun hafızasının olmadığını düşünenlerin hiç de azımsanmayacak kadar fazla olduğu, ve bir ölçüde haklı da olduğu, oyunun rüzgar gibi geçip gittiği bir dönemde bir yabancının bıraktığı bu derin iz asla unutulmayacak. Aradan bir değil çok uzun yıllar geçse de.. Memleketine döndüğü, 6 saat uzakta yaşadığı halde, gecenin bir yarısında başka bir formayla sahaya çıkacağı anın iple çekilmesi; atacağı bir çalımın, golün, yapacağı bir asistin, hiçbiri olmazsa duran top kullanırken ki o vakur, kendine has duruşunun Türkiye’ye yansıması, burada geçirdiği 8 dolu dolu yılı bir film şeridi gibi akıtmak oluyor. İç çekerek... Alex de Souza, tıpkı Lefter, Serkan Acar, Selçuk Yula, Ercan Aktuna ve Mikro Mustafa gibi Çubuklu’nun hafızasından bir parça. Ve hep öyle kalacak. Fırat Topal PAHA BiÇiLMEZ ÇiN VAZOSU MARCELLO LIPPI Diğer Ligler Dünya Kupası ve Şampiyonlar Ligi’nde zaferi tadan bir teknik adam Çin’e giderse ne olur? Lippi, kariyerinin sonbaharında bu soruya yanıt arıyor. HF # 98 Kariyerinin uzatmalarını oynuyor Marcello Lippi. Ama bu uzatmaları da adına yaraşır biçimde oynuyor. Kariyerini sonlandırdığında farklı 2 kıtanın Şampiyonlar Ligi’ni kazanabilmiş tek teknik adam olarak tarihteki yerini almak istiyor. İtalyan hoca Çin’de keyif aylarını geçiriyor. 46 yaşında Juventus’un başına geçene dek pek başarısı olmayan bir hocaydı aslında Lippi. 70’lerde 9 sene formasını giydiği Sampdoria’nın genç takımıyla başladığı teknik adamlık kariyerinde 9 takımı çalıştırmıştı ve Juventus’tan önce görev yapacağı Napoli’ye kadar da Atalanta ile 1992-93 sezonunda elde ettiği Serie A 7.liği onun en akılda kalan işiydi. İzleyen sezon Napoli’yi Paolo Di Canio, Daniel Fonseca ve Jonas Thern’li kadrosuyla 6.lığa taşıdı ve takım, Maradona döneminden sonra yaşadığı çalkantıları atlatıp ilk kez UEFA Kupası’na kalabildi. Juventus 80’lerde onlara büyük başarılar yaşatan Giovanni Trapattoni’nin 2. döneminde hiçbir şampiyonluk kazanamayınca çareyi Lippi’yi göreve getirmekte buldu ve sonra da tarih yazıldı. 5 Serie A şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, kıtalararası şampiyonluk ve sonunda kariyerini taçlandırdığı 2006 Dünya Kupası şampiyonluğu. 2012 yılının mayıs ayında ise İtalya’daki 2010 Dünya Kupası macerasının hüsranla sonuçlanmasını takiben boştaydı ve bunu tadını çıkarıyordu. Derken önüne ummadığı bir teklif kondu. 2012 mayıs ayında Çin Ligi takımlarından Guangzhou Evergrande Güney Koreli teknik adam Lee Jang-Soo ile yollarını ayırıp 2,5 sene boyunca toplamda 30 milyon avro ödeme içeren kontratı Lippi’nin önüne koydu. Çin’in en büyük 10 gayrımenkul şirketinden birisi olan Evergrande’yi arkasına alan kulüp Lippi’nin kontratını ödeyecek güce sahipti ama bu hamleden 2,5 yıl önce durumları hiç de iyi görünmüyordu. 2009 sezonunda Çin Süper Ligi’ni 9.sırada bitirmişlerdi ama polisin ortaya çıkardığı skandala göre takım 2006 yılında 2. ligde mücadele ederken Shanxi Luhu karşısında 5-1 kazandığı maçta şike yapmıştı. Maç öncesinde Guangzhou genel direktörü Yang Xu rakip meslektaşı Wang Po’ya 200 bin yuan ödemiş (aşağı yukarı 24 bin avro), bunun karşılığında da Shanxi maçı bilerek kaybetmişti. 2010 şubat ayında kanıtları ortaya çıkan bu skandal üzerine takım 2. lige düşürüldü. Hemen ardından da 100 milyon yuana (12 milyon avro) Evergrande grubu takımı satın aldı ve izleyen dönemde önemli yatırımlar yapacağını duyurdu. Diğer Ligler Gayrımenkul en kazançlı yatırım HF # 98 Çin futbolunun önemli yeteneklerinden golcü Gao Lin, Sun Xiang ve Zheng Zhi takıma kazandırıldı. Ama onlara asıl sınıf atlatan transfer 25 yaşındaki Brezilyalı Muriqui’nin Çin tarihinin bonservis rekoru olan 22 milyon yuana (3 milyon avro) transfer edilmesiydi. Takım rahat şekilde Süper Lig’e yükseldi. 2011 şubat ayında transfer rekoru yine kırıldı. Bir başka Brezilyalı, Partizan forması giyen Cléo 3.2 milyon avroya kadroya katıldı. Takım lige de iyi başladı ama Evergrande Holding’in hedefi kıtanın zirvesiydi. Fluminense’nin en önemli oyuncularından, Brezilya Ligi’nde yılın futbolcusu seçilmiş Arjantinli Dario Conca’nın bonservisine 2011 temmuz ayında tam 7.3 milyon avro saydılar. Oyuncu aynı zamanda yıllık 10.4 milyon euro kazanacaktı ve bu, onu dünyanın en fazla kazanan 10 futbolcusu arasına soktu. Takım ligin bitimine daha 4 maç kala şampiyonluğu ilan etti. 2012 sezonu ise ilginç gelişmelere sahne oldu. Takım aslında hem ligde hem de Asya Şampiyonlar Ligi’nde iyi gidiyordu, ama teknik direktör Lee Jang-Soo’nun Conca’yı bazı maçlarda dinlendirmesi onun mutsuzluğuna yol açıyordu ve oyuncu Çin’in sosyal paylaşım ağı Weibo’da konudan rahatsızlığını dile getirdi. 2 Mayıs’ta, kulüp Lucas Barrios’u tam 8.5 milyon avroya Borussia Dortmund’dan transfer etmesinden 2 gün sonra, oyuncuya bu yorumlarından ötürü tam 9 maç ceza verdi. Ancak 13 gün sonra Buriram United’la oynanacak Şampiyonlar Ligi son grup maçında kadroya alındı ve 90+1’de takımı son 16’ya taşıyan golü attı. 2 gün sonra Lee Jang-Soo’nun kontratı feshedildi, Lippi göreve geldi ve Conca da affedildi. Lippi’yle şov devam etti Aslında bir önceki hocanın gayet iyi durumda bıraktığı takım, Lippi’nin işini daha da kolaylaştırmıştı. İttalyan hoca bu takıma 2 yeni transfer ekledi. Huang Bowen ve Güney Koreli Kim Young-Gwon. Takım yine rahat biçimde 2012 şampiyonluğunu kazandı ve federasyon Diğer Ligler kupasının sahibi oldu. Böylece Süper Lig kurulduğundan beri üstüste şampiyon olan ilk takım oldular. Şampiyonlar Ligi’nde ise Suudi Arabistan’ın Al-Ittihad takımına çeyrek finalde elendiler. Sezon bitiminde Botafogo forması giyen 24 yaşındaki Brezilyalı Elkeson 5.7 milyon avroya transfer edildi. Bu arada Conca kasım ayında Brezilya’ya dönmek istediğini açıkladı ve Rio’ya gitti. Ama Fluminense onu transfer edecek maddi kaynağı bulamadığı için 2013 sezonu için Çin’e dönmek zorunda kaldı. 2013 sezonunun yıldızı takımın son transferi Elkeson. Şu anda 21 golle gol krallığı yarışının tepesinde bulunuyor. Bu gollerde özellikle Muriqui’nin asistlerini de anmamız lazım. Elkeson ince bilek hareketleriyle henüz sert bir defans hattı oluşturmaktan bir hayli uzak Çin Ligi takımlarının kalesini tehdit ediyor. Bu sezon 2 maçta hat-trick yaptı. Ağustos ayında geldikten sonra ancak bu sezon ilk 11 şansını bulabilen ülke futbolunun en pahalı transferi Paraguaylı Barrios’un Spartak Moskova’nın yolunu tutması da Elkeson’u takımın en büyük kozu haline getirdi. Bu sezon ortalama 41 bin kişiye maçlarını oynayan takım ligin bitimine 5 hafta kala rakibinin 14 puan önünde ve turu atmaya yaklaşıyor. Ayrıca federasyon kupasında da yarı finaldeler. HF # 98 Lippi’nin “üçleme”sini tamamlayacak kupa ise 2013 Asya Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Guangzhou grup liderliğini aldıktan sonra önce 2. turda Avustralya’nın Central Coast Mariners takımını, sonra da çeyrek finalde Eric Gerets’in görev yaptığı Lekhwiya’yı eledi ve yarı finale geldi. Yarı finaldeki rakipleri Kashiwa Reysol. İlginç bir tesadüf, onlara geçtiğimiz 2 sezon büyük katkı sağlayan Brezilyalı Cléo sezon başında Kashiwa Reysol’a kiralandı ve eski takımına karşı final mücadelesi verecek. Yarı finalin diğer ayağı Güney Kore’den FC Seoul ile İran’dan Esteghlal takımları arasında. Bu sezon asistleriyle Elkeson’u besleyen Muriqui, Şampiyonlar Ligi’nde gollerin arkasındaki isim ve 9 golle krallıkta önde gidiyor. Lippi’nin kontratı 2014 yılının kış aylarında son bulacak. O zaman 66 yaşına gelecek olan hoca kariyerini umulmadık bir yerde, ama geçmişine hiç yabancı olmayan bir hikayeyle kapatabilir. Mustafa Demirtaş NAPOLİ’NİN ÇOCUĞU LORENZO INSIGNE Büyüteç Benitez’in yenilenen Napoli’sinde, tahtaya adını ilk sıradan yazdıran ve topu her ayağına alışında San Paolo’da heyecan tutulması yaşatan parıltılı bir yetenek... HF # 98 Güney İtalya’nın tutkulu şehri Napoli’de bugünlerde güneş hiç batmıyor. Çünkü sahaya çıktığı anda kazanmayı alışkanlık haline getiren bir takımları var. Serie A’da üç kez üst üste galip gelinmesinin ardından, üzerine Şampiyonlar Ligi’nde çok iyi bir oyunla kazanılan Borussia Dortmund zaferi ve San Siro deplasmanında seriyi dörde çıkarma ‘muhteşemliği’… Benitez’in Napoli’yi başkalaştıran, çok daha hızlı şekilde gole götüren sisteminde üç oyuncu öne çıkmakta: Kutsal golcü Edinson Cavani’yi şimdiden unutturan Gonzalo Higuain, Benitez’e “Gareth Bale 100 milyon ediyorsa o, paha biçilemez!” sözlerini söyleten 10 numara Marek Hamsik ve 1991 Haziran’ında doğduğu şehrin formasını giyebilmek için çok uzun zamandır bekleyen, bugünlerde ise takımının solunda değişmezler arasına giren çocuk Lorenzo Insigne. Bir Zdenak Zeman keşfi Lorenzo Insigne henüz 17-18 yaşlarındayken, sadece Napoli’de değil tüm İtalya’da ‘işlenmemiş cevher’ gözüyle bakılıyordu. Ancak o cevherini, yeteneklerini kanıtlaması ve geliştirmesi için hemen her İtalyan gencin geçtiği o alt liglerden geçmesi, alt liglere sıkı bir damga vurması gerekecekti. Bunun için çok şanslıydı… Cavese’deki cılız deneyimden sonra atılacağı Foggia macerasında kendisi gibi parıltılı gençleri çok seven ve onları piyasaya sunmayı çok iyi bilen bir hocayla karşılaşıyordu: Zdenek Zeman. Serie C’de rakiplerini gol sağanağına tutmasına rağmen ligi altıncı sırada bitiren Foggia’da 19 gol atan Insigne, sene sonunda takımdan ayrılıp Pescara yolunu tutacak olan hocasının peşine takılacaktı. Zemanlandia’nın 4-3-3’ünde sol forvetine uğrayanlar, şayet birazcık yetenekliyse takımının mutlaka yıldızı olurlar. Bir zamanlar Francesco Totti’de olduğu gibi… Lorenzo Insigne, Pescara’da o sihirli bölgenin silahı oldu. 18 gol attı, çok daha fazlasını attırdı. Hatta takım arkadaşı Ciro Immobile’i neredeyse tek başına Serie A golcüsü ilan ederek, hayatını değiştirdi. Elbette kendi kaderini de… O muhteşem sezonla kendisini Napoli’nin gelecek planlarına yazdırmayı başardı. Napoli, belki de görülen o cevher üzerine Lavezzi’yi Paris’e satarken eli çok daha az titremişti. onu 4-2-3-1’in soluna yazmakta. Takımdaki ‘delicilik yükü’ çoğunlukla onun sırtında. Zira sağdaki Callejon daha çok tamamlayıcı, sezgileri ve koşularıyla ‘arka direkte boş kaleye gol atmalar’ uzmanı… Topla uzayan bücür U21 Avrupa Şampiyonası’nda da dikkatleri üzerine çekmiş ve birçok Avrupa kulübünden teklifler almıştı Insigne. Ama onun çok daha başka ve büyük bir hayali vardı. Tıpkı Francesco Totti gibi, doğduğu şehrin ‘bayrak adamı’ olmak ve o forma altında şampiyonluk yaşamak. Ne o Napoli’den, ne de Napoli ondan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hele de Borussia Dortmund’a attığı ve kaleci Langerak’ın dişini direğe vurdurarak kırdığı frikikten sonra… Galiba Lorenzo Insgine’nin yıldızı resmi olarak tam da o sahneyle parlamış oldu. Zira onu Brezilya 2014 kadrosuna yazmayı planlayan Cesare Prandelli’ye göre de Lorenzo, o zorlukların gecesinde kahramanlardan biri olarak ‘seviye’ atlıyordu. Büyüteç Pescara’da kendisine ‘Adriyatik’in Messi’si’ denilirken Insigne’nin dripling özelliğinden fazlaca esinlenilmiş olsa gerek. 1.63’lük Insigne, bir futbolcu için fazlaca kısa. Ancak topu aldığı anda gayet uzayabiliyor! Özellikle içe kat etmeleri oldukça etkili. Önünü boşalttığı anda harika şutlar çıkarabilen bir oyuncu. Ama bazen kısa derin paslar da bırakıyor ki Pescara’da da fazlaca öne çıkan özelliği buydu. Benitez de HF # 98 Güner Çalış CHELSEA’DE YUMURTA MESELESi İngiltere Chelsea’den ‘omlet yapmak’ için kolları ikinci kez sıvayan Jose Mourinho’nun ilk haftalarda yaptığı durgun başlangıç daha öncekilere pek benzemiyor. Acaba Portekizli teknik adam nerede yanlış yapıyor? HF # 98 Sezona İngilizlerin şampiyonluk adayı olarak giren Chelsea’de küçük çaplı kriz var. Mourinho klasiği olarak yavaş başlamaları bekleniyordu ama 4 maç üst üste kazanamamaları şüphesiz ki sürpriz oldu. Stamford Bridge’de Basel’e mağlup oldular ve skor haricinde ortaya koydukları da henüz pek parlak görünmüyor. Mourinho’nun yumurta benzetmesi, Mata’nın dışlanışı gibi popüler konular ışığında yeni Chelsea’nin ilk emarelerini dört başlıkta toplamaya çalıştık. Aslında durum o kadar da kötü olmayabilir. 1) Mourinho’nun yumurtaları Mourinho, 6 sene önce Chelsea menajeri olarak katıldığı son basın toplantısında yumurtalardan bahsediyordu: “İyi bir omlet yapmak için kaliteli yumurtalara sahip olmalısınız.” Gazeteciler Basel maçı öncesi bu benzetmeyi hatırlattıklarında mutlu biriyle karşılaştılar. Mourinho’nun artık “taze, güzel yumurtaları” vardı. Chelsea’nin maç kazanamadığı bu 4 maçlık süreçte, Mikel ve Mourinho ‘olgun’ bir takım olamamalarından yakındılar. Birbirinden değerli altı ofansif orta saha oyuncusunun yaş ortalaması 23 olan Chelsea’de, son yıllarda gençleşme politikası öne çıkıyor ve yumurtaların ‘taze’liği de buraya bir atıf; fakat yapılan olgunluk vurgusu, ilk plânda yaşla ilgilenmiyor. Mourinho’nun ilk dönemlerinde bir takım olarak Chelsea’nin gol atamaması değil, kendi sahasında Basel’den 2 gol yiyecek kadar kırılgan bir takım olması esas sorunu teşkil ediyor. Bahsi geçen olgunluk, bu kırılgan yapıyla ilişkili. Hull City’e 2 gol atıldıktan sonra maçın öldürülmesi çokça sevinçle karşılanmış ve Mourinho Chelsea’sinin geri döndüğüne yorulmuştu fakat sonraki maçlar işlerin o kadar çabuk yürümeyeceğini ortaya koydu. Chelsea’nin nispeten düşük skorlu maçları ve izleyenleri henüz tatmin etmeyen oyunu, Mourinho takımı gelişiminin kaçınılmaz bir parçası ve gereği. Mourinho o arada, Chelsea’nin henüz olgunlaşmamış kadrosundan kendi oyuncularını seçip bulmak zorunda. Dünyada en sevildiği yerde, İngiltere’de çalışıyor olmasıysa bu aşamada onun en büyük destekçisi. Chelsea maç kazanamıyor ve son iki yılın en iyi oyuncusu seçilen Mata kadroya giremiyorken, basında ‘Chelsea krizde!’ yazılarının dozu fazlasıyla yumuşak kalıyor. Düzgün bir üslupla “Niçin Mata’yı oynatmıyorsunuz?” sorusunu yönelten Jamie Redknapp, “Çünkü Chelsea menajeri Jamie Redknapp değil, Jose Mourinho” cevabını aldığında, sempatiyle karşılanan Mourinho olabiliyor. Jose Mourinho yeniden, yenilmez bir Chelsea inşa edebilir fakat zamana ihtiyacı olacak. İngiltere 2) “It doesn’t Mata!” HF # 98 Juan Mata sezonun ilk maçlarında oynamadığında, sakatlığı olduğu söyleniyor ve Konfederasyon Kupası yorgunluğu bahane ediliyordu. Öncesinde, Rooney’le takas dedikodularında adı geçmişti. Mesut Özil öncesi Premier Lig’in en iyi 10 numarası olan Juan Mata, iyileşip hâlâ ilk 18’e giremediğinde, Mourinho’nun bir açıklama yapması gerekti. Mata’nın yeni oyun stiline uyum göstermesini, top kaybedildiğinde daha istikrarlı olarak takıma yardımcı olmasını istiyordu. “Bu onun suçu değil, senelerdir savunma görevlerinden kayrılmış.” diyerek açık kapı bırakmayı da ihmâl etmedi. Mata sonsuza dek takımdan dışlanmış değil. Fakat bundan böyle takıma girmek istiyorsa kanat rotasyonunu zorlaması gerekecek. Çünkü “Yeni bir Casillas krizi mi?” demeden önce, meseleyi bir de Mourinho’nun ağzından dinleyelim. “Ramires ve Oscar’ı kullanıp rakibi boğmak veya Mata’yı forvet arkasında değerlendirerek onun harika paslarından yararlanmak iki ayrı tercih. Oyuncuların, bizim oynamak istediğimize adapte olmalarını istiyoruz. Şu anda benim 10 numaram Oscar ve eğer bana Chelsea’nin bu sezonki en iyi oyuncusunun Oscar olmadığını söylerseniz, size kesinlikle katılmayacağım. Bir 10 numara olarak, bize ön alanda yaratıcılık getiriyor ve pres yapmamızı, daha iyi savunmamızı mümkün kılıyor. Bu durumdayken, ona rakip beklerini kovalama görevi vermek istemiyorum. Dünyanın en iyi 10 numaraları Brezilya’dan çıkıyor ve Brezilya Milli Takımı’nda oynayan Oscar’ı ben de kendi takımımın 10 numarası olarak görmek istiyorum. Takıma girecek diğer iki oyuncu bu gerçekle yüzleşmek ve daha önce yapmaya hazır olmadıkları görevleri üstlenmek zorundalar. Chelsea’nin son yıllarda oynadığı futbolu beğenmiyorum, kulüp de beğenmiyor ve bunu değiştirmek istiyoruz. Farklı bir stil getirmek istiyoruz. Geçmiş geçmişte kaldı, bu benim için de geçerli. Sanki buraya ilk kez gelmiş gibi çalışmak zorundayım.” onun önünde tercih edilen Oscar, kadroda Kroos’a en çok benzeyen, Mourinho’nun aradığı 10 numaraya en yakın isim ve bu anlamda onun çok önünde. En son Fulham karşısında rakipten 7 kez top kaparak bu alanda maçın en iyisi olan, oyun içindeki akıllı koşularıyla takım arkadaşlarına alanlar açan ve Juventus maçında olduğu gibi beklenmedik gollerin adamı Oscar, çalışma etiği ve taktik disipliniyle tam bir Mourinho 10 numarası. Mourinho, ilk Chelsea rejiminde yaptığı en meşhur açıklamalardan birinde, 4-3-3’teki ekstra orta saha oyuncusuyla rakiplerin 4-4-2’sini nasıl İngiltere HF # 98 alt ettiğini ve Premier Lig’i domine ettiğini ustalıkla anlatıyordu. Ligde 4-4-2 oynayan takımlar daha da azaldı; fakat her halûkarda, Oscar’ın takım şekline katkısı, gerideki iki oyuncuyla üçlü oluşturabilecek bütünlüğü ve kısa vadede, orta ikiliye defansif koruyuculuğu onu çok değerli bir parça yapıyor. Bir Real Madrid kıyası yapmak gerekirse, oyun stili daha çok Mesut Özil’e benzeyen, forvete daha yakın oynayan ve savunma görevlerinden azledilen çok yetenekli Mata’ysa takımı daha heterojen kılacak ve güçlü bir rakip karşısında önemli bir külfet oluşturacak. Forvetine yakın oynayan Özil’e karşı, Kroos’un homojenize ettiği Bayern orta sahası 3’e 2 üstünlükle Real Madrid’e üstün gelmişken; kendi takımı inşa etme peşindeki Mourinho, böyle bir elması kaçırmak istemiyor. Oscar, sadece Chelsea’de değil, Brezilya Milli Takımı’nda da yıldızları birleştiren, onların arkasını toplayan en önemli parça konumunda; çok değerli bir takım oyuncusu. 3) Mourinho’nun adamları ve yeni eklenenler Birkaç senedir futbolcu kimliği alt sıralara düşen John Terry ligde 5 maçta da forma giydi; Lampard kaldığı yerden devam ediyor ve takımın Lukaku’ya tercihi 32 yaşındaki Samuel Eto’o. Mourinho’nun eski öğrencileri, ‘olgunlaşacak’ takımda diğerlerinden bir adım önde gözüküyor. Lukaku’nun atacağı goller, Mourinho’yla telepatik olarak anlaşabilecek Eto’o’dan daha az önemli. Bu anlayışı Mourinho kayırıcılığıyla açıklamak da çok doğru değil. Oyuncuların vereceği katkılardan çok, Chelsea’nin tekrardan Mourinho takımı olmasına etki yapacak, takım bütünlüğüne katkı yapacak her hamle, diğerlerinden daha önemli görülüyor. Oscar bir yana, yenilerden özellikle Schürrle’nin kilit bir oyuncu olması beklenebilir. Ronaldo gibi savunma görevlerinden kaçmayacağı da düşünülürse, kanatlarda başlayarak gol üretebilme ve kontra atak silahı olabilme özelliği, onu önemli bir oyuncu hâline sokuyor. Top tutma özelliği ve takıma sakinlik getiren oyunuyla Hazard da şu ana kadar takımın bankolarından. Mourinho takıma denge getiren, garanti oyuncuları diğerlerinden daha üstte tutacak ve tercihlerinin pek çoğu bu şekilde açıklanabilir. Heyecanlı David Luiz de Mata’yla beraber Fulham maçının ilk 18’ine alınmayan oyunculardandı, Cahill onun önünde görülüyor olabilir. 4) Orta saha nasıl şekillenecek? İngiltere Takımın geleceği hakkında pek çok konuda iyi niyetli ve belli açılardan öngörülebilir tahminler yürütebiliyoruz, fakat Chelsea’nin orta ikilisine gelindiğinde, işler pek de öyle HF # 98 yürümüyor. En iyi tahminimiz, Mourinho’nun birbirine yakın görevli, İngilizlerin tabiriyle boxto-box oynamaya müsait iki oyuncuyla uzun vadede şekillendirmesi olabilir. Lampard ve Ramires’in Mourinho için fazlasıyla ‘açık’ bir ikili ve yeni transfer genç van Ginkel’in yine box-to-box özellikli bir oyuncu oluşu; diğer yandan, 185. maçında ilk Premier Lig golünü atan Mikel bu düşünceyi destekler gözüküyor. Fakat henüz fonksiyonel, kendi oyun stilini oturtamamış Chelsea’nin oyun biçimi, rakibe göre büyük dalgalanmalar gösteriyor ve ikilinin, savunmanın önünde çakılı kalarak fazlaca vakit geçirdiği de oluyor. Chelsea’nin orta ikilisi, mevcut durumda değişmeye en açık, en belirsiz bölge. Kalitenin de diğer bölgelere kıyasla daha düşük olması, bu sezon görüleceklerle beraber transfer önceliğini orta sahaya getirebilir. İngiltere HF # 98 Three amigos Hâlâ inanmayanlar, “Peki Hazard – Mata – Oscar bunca zaman nasıl birlikte oynuyordu?” sorusunu yöneltebilir. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, mesele bu üçünün bir arada oynayamaması değil; Oscar’ın Mourinho takımı için daha uygun bir 10 numara olması. Chelsea’deki oyuncu egoları Mourinho sonrası gelen her hoca için büyük sorun olmuş ve takım büyük değişimler geçirmekten uzak kalmıştı. Mourinho’nun medyada, tribünde, soyunma odasında, her yerdeki tartışılmaz aurası, büyük çaplı değişimleri olanaklı kılıyor. Chelsea yeniden makine düzeninde çalışacak ve bunun için ne kadar değerli oyuncular olurlarsa olsunlar, Mata ve hatta David Luiz de bir süreliğine -belki de temelli- takımdan uzak kalabilir. İsmail Şayan FATURA YiNE TARAFTARA Türkiye Sonunda aylardır beklenen oldu ve Fatih Terim ile Galatasaray’ın yolları ayrıldı. “Yedi derviş bir posta oturur, iki hükümdar dünyaya sığmaz” demiş eskiler... HF # 98 Fatih Terim’in başarıları ile ilgili olarak konuşulurken can sıkıcı bir durum vardır. Konu eninde sonunda motivasyon temeline bağlanır. Genelde hocayı övmek amacı ile yapılsa da hocaya yapılan en büyük haksızlıklardan biridir aslında ve belki de ‘bu adam bir şeyler yapıyor ama ben anlamıyorum’un itirafı. Fatih Terim, yaşayan en önemli taktisyenlerden biri. Mesela Veltins Arena’ya 4-1-3-2(4-1-2-1-2) ile çıkıp kazanırken Schalke’nin hocası Keller’in “hiç beklemiyorduk, tüm planlarımızı bozdu” itirafı gibi imzasını attığı çok maç gördük. Hatta bu imza, deneyip başaramadığı maçlarda bile vardır. Örneğin yedek kulübesinin yarısı boşken Euro 2008 yarı finalini kaybetti ama 4-2-3-1’e karşı ortaya koyduğu “üçün kanadı ile bek arasının uzak oluşunu bek hücumu ile kullanmak” fikrini kopyalayan Del Bosque, aynı şeyi Sabri yerine Ramos’la ve tam takımla yine Almanya’ya karşı Dünya Kupası Yarı Finali’nde yapınca Almanların önce sol kanadını, orası yamanmaya çalışılınca da göbeğini felç etti. Inverting The Pyramid’in yazarı Jonathan Wilson başta olmak üzere pek çok taktik analiz uzmanı tarafından deha ilan edildi. Motivasyon ile kazanabileceğiniz en fazla %10, taşı çatlatsanız %15’tir. En fazla eldeki sekseni doksana çıkarırsınız. Elinizdeki kırksa zaten karşılaşacağınız realite motivasyonunuza inandırıcılığını yitirtir. Asıl mesele o sekseni inşa edebilmektir. Fatih Terim’in bunu yapmakta da maharetli olduğuna defalarca tanık olduk. Hem kadroyu kurmada hem de elindeki kadrodan en verimli olabilecek takımı yaratmada oldukça başarılı. Temel oyun anlayışını her zaman korumaya çalışarak gereğinde optimuma vardıracak ufak ya da büyük sapmaları yapmayı çoğu zaman başardı. Elindeki kadrodan planladığı şablonunda verim alamayacağını görüp 4-4-2’ye geçişi, sistemini daha iyi işletebilmek için sol bek ve yaratıcı kanat oyuncusu isterken eline bir on numara ve bir santrfor tutuşturulduğunda hemen bu yeni kadrodan en yüksek verimi alabilecek düzeni inşa edişi yakın zamandan örnekleri. Kendini yenilemeye kapalı olmadığı da iknaya gittiği kondisyoner gibi örneklerde görüldü. Türkiye Bunların yanı sıra Terim’in insan idaresi konusunda mahareti de malum. Di Canio’nun kovuluşunun ardından hafta başı mikrofonların uzatıldığı Sunderland eski menajeri Bruce “hatası otoriteyi korkuyla kurmaya çalışmaktı, bunu bu devirde hele ki Premier League gibi bir yerde yapmanız mümkün değil, ben menajerliğim boyunca en çok insan idaresi konusunda eğitmek zorunda kaldım kendimi” diyordu. Bosman’la birlikte kaderleri yöneticilerin iki dudağı arasından çıkıp özgürlüğüne kavuşan oyuncularını ve egolarını başarılı bir şekilde yönetmeyi de bildi Fatih Terim. O’nun kumandan olduğu yerde dışarıdan ne kadar maddi ya da başka tip sorun enjekte edilirse edilsin, içeride sorunlar hep asgaride kaldı. HF # 98 Astlarıyla hep harikaydı ama üstleriyle pek öyle olmadı. Oyuncuları ve teknik ekibi üzerinde gösterdiği bu yönetim becerisine karşın üstleriyle yaşadıkları da tezat olarak dikildi karşımıza. Eldeki veriler, Terim’in oyuncuları ve yardımcıları ile arasında sınırları belirlemekte ne kadar başarılıysa yönetimler ya da başkanlara karşı o derece sorun yaşayabildiğini gösteriyor. Üsttekilere karşı defalarca başı ağrıdı. Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim: Galatasaray Yönetim Kurulu’nun Fatih Terim’i gönderme kararı alması gelinen noktada kaçınılmaz ve doğruydu. Terim, Aysal’ın muhteşem bir zamanlamayla ortaya attığı sözleşme konusuyla fena sıkıştı ve yönetimin kendisine tabi olmasını ister bir tavır içinde göründü ki bunun kabul edilmesi mümkün değil. Tabi olmak kabul edildiği anda sizin de sizi oraya layık görenlerin de layık görüldüğünüz makamın da tüm değerleri uçup gitmiş demektir. Terim’in, Aysal’ın ulaşma çabalarına karşı günlerce kayıtsız kalmasının, hatta onu bu çağrıyı televizyondan yapmak zorunda bırakmasının bedeli belliydi. Şüphesiz ki karardan bir gün önce Lütfi Arıboğan bu konuyu kendisi ile görüştüğünde Fatih Terim de bunun farkındaydı. Kurumsallaşma meselesi ise bu sonu hızlandırmadı, tersine yavaşlattı. Diğer kulüplerde bu noktaya çok daha hızlı gelinebilirdi. Zaten varılan noktaya gidilen yola Fatih Terim’in döşediği taş sayısının Ünal Aysal’ınkilerden az olmadığını ve Terim’in gerilimi tırmandırmaktan hiç bir zaman kaçınmayan, meydan okuyucu bir görüntü verdiğini de unutmamak gerek. Mersin maçı sonrası Lig Tv stüdyosunda “başka planlarım vardı ama vazgeçiyorum, bir yere gitmiyorum, buradayım” deyişi hem bu tavrın hem de bu noktaya sadece sözleşme meselesiyle gelinmediğinin görüntülü kanıtı. Türkiye Çağın futbolu HF # 98 Futbolun geldiği noktada bir Süper Lig kulübünü köşede tavuk döner satan büfe gibi idare etmeye devam çabası yalnızca kaybettirir. Bütün işlerin detaylarına kadar belli raylara oturtularak kişilerden bağımsız bir sürekliliğin sağlanması kaçınılmaz... Dünyanın her yerinde biraz aklı başında olan irili ufaklı tüm kulüpler, yöntemlerde ufak tefek farklılıklar olsa da kurumsallaşmayı benimsiyor. Üzerinize otomatik silahlar, uçaklar ve füzelerle gelecek bir sürü rakip varken en iyi bildiğiniz yöntem diye mızrak üretmeye çalışmak nasıl ki ahmaklıktan öteye geçmez ve kaybettirirse, çağın gereklerine uymak bu noktada da kaçınılmaz. Ünal Aysal’ın kurumsallaşma amacını ortaya koyması ve bunun için çabalaması - ne derece becerilebilindiğinden bağımsız olarak- yergi değil övgü hak eder. Sir Alex Ferguson’un Harvard Business School’a anlattığı 8 maddelik liderlik sırlarının ilk maddesini anımsatmak da farzdır: Kurumsallaşma. Ama takımın sahadaki dünyaca ünlü patronuna herkes imparator derken ‘eleman’ demenin kurumsallaşmakla uzaktan yakından alakası yoktur, tersine kuruma zarar vermektir. Eminiz ki Ünal Aysal, üçüncü kişilere bahsederken kendi şirketindeki mesela muhasebe elemanı için dahi çalışanına saygısızlık etmeyecek ve onu zor durumda bırakmayacak bir üslup tutturmaya dikkat eder. Aksini yapmanın hem kendisine hem çalışanına zarar vereceğini, üstelik şirketinin imajını da yaralayacağını bilir ve yapmaz. Üstelik bu tarz tutumları, kurumsallaşmada eksikleri olsa bile Galatasaray gibi bir kulüpte uygulamaya hakkınız olmamalı... İtalya ya da İngiltere’deki gibi kulübün hem sahibi hem başkanı olsanız belki kulüpteki ilişkileri kendi şirketinizdekiyle kıyaslayabilirsiniz ama bu yapıda böyle bir karşılaştırma hatadır. En basitinden, ödenecek tazminat sizin cebinizden değil kulübün kasasından çıkar. ‘Benim çalışanım olsaydı’ diye başlayan cümleler anlamsız kıyastan ötesi değil. Kim olursa olsun, kulübün her ‘eleman’ı tıpkı başkanı gibi belirli bir görevi belirli şartlar dahilinde sürdürmek için orada ve başkanın değil kulübün elemanı olmayı benimsemekle yükümlü. Sahadaki patrona eleman demenin kurumsal bir şirkette zaten yeri yoktur ve hedef kurumsallaşmaksa bu söylem, örselemekten başka işe yaramaz. Kaldı ki Sayın Aysal’ın öncesinde de Galatasaray eksikleri olsa dahi her zaman bir kurumdu... Yapılacak işi devrim gibi görmek ya da sunmak yanılgı olur. Kim kazandı? Kazanandan önce kaybedenlerin başına taraftarı yazmak gerek, hiç rolleri olmadığı halde onlara yine fatura çıktı... Neredeyse başından beri sürdürülen ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan gerilim taraftarı her aşamada üzdü ve olası sahaya yansımasıyla daha da üzebilir. Türkiye Galatasaray’ı öncelikle kulüp olarak kaybedenler arasına eklemek zorundayız. Yaşanan krizin yarattığı yıpranmanın yanı sıra noktalanış biçiminin de yükselen imajı negatif yöne doğru kırması kaçınılmaz görünüyor. Konuya dışarıdan, taraf olmadan bakanların kafalarında oluşan soru işaretleri de en basitinden Terim’in yerini o ayardaki bir teknik adamla doldurmanın maliyetini bile şimdiden yükseltmiştir. HF # 98 Takım olarak ele alındığında da Galatasaray’ı kaybedenler arasına yazmak olası... Yeni gelecek teknik ekibin ne kadar iyi olursa olsun başlangıç evresinde bazı yanlış algılamaları, uyum sıkıntıları ve hataları olması kaçınılmaz. Zaman kaybının ötesinde puan kaybı gerçeğiyle de yüzleşmek zorunda kalınabilir. Yeni teknik ekibin oyun anlayışındaki doğal olarak muhtemel farklılıkların transfer gerektirmesi ihtimalinde, dolu olan yabancı kontenjanı ek bir kısıtlayıcı. Belki Fenerbahçe’nin şampiyon olmasının bile asıl hedef olan Şampiyonlar Ligi’ne katılımı etkilemeyeceği gerçeği ve Beşiktaş’a gelmesi beklenen ağır ceza karar öncesi güç verdi ama bunlar da yetmeyebilir. Kadronun hâlâ sıkıntıları var ama maalesef Galatasaray yönetimi bunları görmek istemeyen, sahadaki işi biraz hafife alan ve son iki yılın lig ve Şampiyonlar Ligi zaferlerinin sarhoşluğunu atamamış bir görüntü veriyor. Kurulan kadronun elini kolunu sallaya sallaya gerekeni yapacağına duyulan güven makulün üzerinde görünüyor. İşin acı noktasında, herkes başarıda en büyük payın kendisine ait olduğunu düşünüyor. Yedi derviş bir posta sığarken iki hükümdarın dünyaya sığamaması... İki sezonu şampiyonlukla kapamış ve üçüncü sezonun ilk beş haftasını yenilgisiz geçmiş bir takımda böyle bir krizin yaşanmasını ve teknik adam değişikliğine kadar gitmesini, bir sürü sebep saymak mümkün olsa da rasyonel sebeplerle açıklamak mümkün değil ve açıklanamayacak. Kazananı mı unuttuk? Burada saydıklarımızın dışındaki herkes gibi görünüyor.
Benzer belgeler
2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ
2011 yılında Jose Pekerman’ın takımın başına gelmesiyle skor ve oyun anlamında devamlı olarak bir yükseliş
grafiği çizen Kolombiya, Copa Americâ 2015’te beklenen performanstan uzak bir görüntü serg...