Evliya Çelebi - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Transkript
Evliya Çelebi - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
“Seyyah-ı âlem” Evliya Çelebi ve Seyahatnâme’si Dünyanın En Büyük Gezgini Prof. Dr. Zekeriya Kurşun* Evliya Çelebi’nin öğrenme tutkusu ömür boyu sürmüştür. Herhâlde en güzel öğrenme yöntemi olarak da gezip görmeyi tercih etmiştir. Çelebi, seyahat etme sevdasını on dokuz yaşına bastığı gece gördüğü bir rüyaya bağlar… E vliya Çelebi Kimdir? Kendisini “mahlas-i hakir-i fakir ve da’i-i kesîru’t-taksîr seyyah-ı alem ve nedîm-i adem, Evliya-yi bî riya b. Derviş Muhammed Zıllı” diye tanıtan büyük Türk gezgininin doğumundan günümüze neredeyse dört yüz yıl geçmiştir. XVII. yüzyılda kaleme aldığı Seyahatname’si yaklaşık dört asırdır insanlık tarihine ışık tutmaktadır. Ortaya koyduğu eserin nitelik bakımından hiçbir dilde benzeri yoktur. Türkçe yazılmış olan Seyahatname dünya klasikleri arasında olması gerekirken, maalesef uzun zaman kendi dilinin vârisleri tarafından bile ihmal edilmiştir. Peki bu muhteşem eseri ve müellifi Evliya Çelebiyi ne kadar tanıyoruz? Evliya Çelebi’nin ortaya koyduğu eser, sadece Türk tarihinin değil; dünya tarihi veya daha mütevazı bir deyişle, gezip gördüğü Osmanlı coğrafyası; yani Anadolu, Kafkaslar, Balkanlar, Avrupa, Suriye, Irak, Hicaz bölgesi ve Kuzey Afrika’da Mısır, Sudan ve Habeşistan tarihlerinin de kaynağıdır. Ancak bu muazzam eserin sahibi hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Seyahatname diye isimlendirilen eserinde kendisinden, bahsettiği kadar bilgiye sahibiz. O, gözlemlediği bütün olayların içinde olmasına rağmen hep perde gerisinde kalmayı yeğleyerek âdeta mahlası olan “hakir-i fakir” ibaresine uygun davranarak kendisini arka planda * Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Başkanı 14 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I tutmuştur. Ama işinde iddialıdır. Bu yüzden kendisine aynı zamanda “seyyah-ı âlem” de demeyi ihmal etmemiştir. Gerçekten de yazma geleneği zayıf Türk milletinin yüz akı olan Evliya Çelebi, kaleme aldığı eseri ile “seyyah-ı âlem” unvanını hak etmiştir. On koca cilt eser bırakan müellifimiz, lakabı olan “Evliya Çelebi” ile öyle şöhret bulmuştur ki; gerçek ismini bile yazmaya gerek duymamış ve asıl ismi unutulmuştur. Evliya Çelebi, Aşure gününe tesadüf eden 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul’un Unkapanı semtinde, Saray-i Amire kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendi’nin oğlu olarak, dünyaya gelmiştir1. Babasının ismini zikretmesine rağmen eserinde ailesi ve ataları hakkında verdiği diğer bilgiler yetersizdir. Soyunun Hoca Ahmed Yesevî’ye dayandığını anlatan Evliya Çelebi, dedelerinden birisi olan Yavuz Er’in de Fatih’in bayraktarlarından olduğunu söylemektedir. Gazalardan sonra kendisine verilen ganimetten Evliya Çelebi’nin doğduğu evi de büyük dedesi Yavuz Er yaptırmıştır2. Nitekim verdiği diğer bilgilere göre; İstanbul’un fethinden önce Kütahya’da Zereğen mahallesinde oturan ailesi, fetihle birlikte İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Ailenin Manisa’da, Bursa’da da mülkleri bulunmaktadır. Bu da ailenin önce Germiyanoğulları ardından da Osmanoğulları ile olan geniş ilişkilerini göstermektedir. Türk müelliflerinin, genelde anne soyundan bahsetmeme gibi bir geleneği olduğu hâlde Evliya Çelebi annesinden de -sınırlı da olsa- söz eder. Buna göre annesi Abaza’dır. I. Ahmed zamanında saraya getirilip babası ile evlendirilmiştir. Evliya Çelebi’nin, verdiği diğer bilgilerden anlaşıldığına göre, anne tarafından Silahdar Melek Ahmed Paşa ile de akrabadır. Nitekim Melek Ahmed Paşa’nın onu daima himaye etmesi de bu bilgiyi teyid etmektedir3. Soylu bir geçmişe sahip babası Derviş Mehmed Zıllî, devrinde oldukça tanınan ve saray nezdinde de itibarı olan bir kimsedir. Kıbrıs Adası’nın fethinde bulunan Mehmed Zıllî, Magosa’nın anahtarlarını Sultan’a bizzat kendisi takdim etmiştir. Evliya Çelebi, Sultan I. Ahmed zamanında Kâbe’de yapılan büyük tamirata nezaret eden babasının aynı zamanda Sultan Ahmed Camisi’nin kapı ve pencere tezyinatında da çalıştığını söyler. Bu sanatkâr kimliği ile de Sultanın takdirlerini kazanarak padişah ile sık sık bir arada olma imkânı sunan müsahipliğe kadar yükselir. Türkçeyi alabildiğine özgür kullanan Evliya Çelebi yazılarını da konuşma üslubunda kaleme alarak aslında modern Türkçemize daha o gün rehberlik ve öncülük etmiştir. Dolaştığı yerlerin dil özelliklerini de kitabına yansıtan Evliya Çelebi filologlara zengin malzeme bırakmıştır. toplamıştır. Kur’an-ı Kerim’i hocası Evliya Mehmed Efendi’den öğrenmiştir. Onun nezaretinde hafız olan Evliya Çelebi, Kur’an’ı her türlü kıraat usulü ile okuyabiliyordu. Hatta yedi veya sekiz saatte usulüne uygun olarak Kuran’ı hatmedecek kadar da güçlü bir hafız idi. Hocası Evliya Mehmed Efendi Ayasofya Medresesi müderrislerindendi. Arapça ve Farsça derslerini ondan okudu. Hocası hayatında o kadar yer etmişti ki, o da “Evliya” olarak anılmaya başlandı ve bu isimle şöhret oldu. Evliya Çelebi, dönemin diğer münevverleri gibi; babasından ve Güğümcübaşı Muhammed Efendi’den hat dersleri; Gülşenî tarikatı şeyhlerinden olan Tokatlı Evliya Çelebi’nin Eğitimi Ailesinin konumu Evliya Çelebi’nin iyi bir çevrede yetişmesine ve iyi bir eğitim almasına imkân tanır. Devrinde alınabilecek en iyi eğitimi alan Evliya Çelebi, yetenekleri ve üstün zekâsı sayesinde, bir Osmanlı münevverinde bulunması gereken bütün özellikleri kendisinde AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 15 Derviş Ömer’den ve Dersiam Keçi Mehmed Efendi’den musiki dersleri almıştır4. Kuran tilaveti dışında, musiki ve şiirdeki yetkinliğini Seyahatname’sinden takip edebiliyoruz. Kendi ifadesine göre, sarayda Karahisarî tarzındaki hat örnekleri de bulunmaktadır. Kim bilir belki bir gün onları da tespit edebileceğiz. Evliya Çelebi ve IV. Murad Evliya Çelebi bir ramazan gecesi Ayasofya’da okuduğu aşr-i şerif üzerine orada bulunan dönemin sultanı IV. Murad’ın dikkatini çeker. Sesinden etkilenen Sultan onu görmek ister. Hocası da onu sultan mahfilinde oturan Padişah’a takdim eder. Bu tarihten bir müddet sonra da Sultan, Evliya’yı saraya davet eder. Sultan IV. Murad, henüz yirmili yaşlarda olan bu gencin zekâsından ve hazır cevaplılığından etkilenir. Ondan bir şeyler okumasını ister. Evliya öyle şaşırtıcı bir cevap verir ki, Sultan’ın o tarihten sonra en yakınlarında bulunma hakkını elde eder. Evliya, bu olayı Seyahatname’sinde kendi ifadeleri ile şöyle nakleder: “Bir şey oku” dediler, hakîr eyitdim “Padişahım yetmiş iki ulûmden Farisî mi ve Arabî mi, Rumî mi ve İbranî ve Süryanî ve Yunanî ve Türkî ve şarkı ve varsağı ve kâr u nakş ve savt u zecel ve amel u zikr ve tasnıfât ve kavlı ve hazengir veyahut ebyât-i eş’ârdan bahr-i tavîl ve 16 DİL ve EDEBİYAT kasâid ve terci bend ve terkib bend ve mersiye ve îdiyye ve mu’aşşer ve müsemmen ve müsebba’ ve müseddedes ve muhammes ve penc-beyt ve gazeliyat ve kıt’a ve müselles ve dübeyt ve müfredat ve mu’anniyât-i ilahiyatından ne murad-ı şerifiniz olursa beser-çeşm buyurun okuyayım dedim5. IV. Murad bu cevap karşısında âdeta şaşkına döner. Bütün saydığı alanlardan bir şeyler okuyabilme iddiası Sultan’ı daha da şaşırtır ve bunun gerçek olup olmadığını anlamaya çalışır. İzin verilmesi hâlinde Sultan’a nedimlik edip bunları ispat edeceğini söyleyen genç Evliya’nın sohbeti, Sultan’ın hoşuna gider ve onu sırdaşları arasına alır. Muhtemelen genç olmasını da dikkate alarak “ağzını sıkı tutmasını” da öğütler. Evliya buna da bir beyit ve ardından bir hadis ile cevap verir. Şöyle sakla sırr-ı aşkı tende canın duymasın Yanılup ağzına alma kem zebânın duymasın6 Padişah orada bulunanların huzurunda Evliya’nın bir de musiki bilgisini ölçmek için “ilm-i edvârdan bir şey oku” dediğinde, O da, musikide bilinen bütün makamları sayarak hangisini okumasını arzu ettiğini sorar. Bu karşılaşmada Sultan onu müsahipliğine aldığı gibi bir samur kürk de hediye eder. Genç Evliya’nın sarayda oyalanarak derslerini tamamlayamayacağını düşü- AY I N D O S Y A S I nen hocası ise Sultan’dan onun medreseye dönmesini talep eder. Sultan eğitimini sarayda da sürdürebileceğini söyleyerek, Evliya Çelebi için hazinedarbaşından Kâfiye, Molla Cami, Tefsir-i Kâdı, Misbâh, Dibâce, Müslim, Buhari, Multeka el Ebhûr, Kudûrî, Gülistan ve Bostan, Rısâbü’s- Sıbyan ve Lugat-i Ahteri kitaplarını getirmesini emreder7. Bu eserlerden onun medrese eğitiminin son basamaklarında olduğu anlaşılmaktadır. Hezarfen bir kişiliğe sahip Evliya böylece Enderun’a intisap eder. Onun eğitim serüveninin bundan sonra nasıl tamamlandığını bilmiyoruz ama her halükârda bir medresede kazanılabileceklerden çok daha fazlasına sahip olduğunu eserinden kolayca tespit edebiliyoruz. Seyahat Ya Resûlullah Babasının çevresindeki ilim erbabının sohbetlerinden etkilenen Evliya Çelebi’nin öğrenme tutkusu ömür boyu sürmüştür. Herhâlde en güzel öğrenme yöntemi olarak da gezip görmeyi tercih etmiştir. Aslında daha çocuk yaşlarda iken bile çok sevdiği İstanbul’u adımlamaya başlamıştı. Ama o, seyahat etme sevdasını on dokuz yaşına bastığı gece gördüğü bir rüyaya bağlar. Rüyasında, İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camii’nde Hz. Peygamberi aşere-i mubeşşereden olan ashab ve kalabalık bir cemaatle birlikte görür. Büyük bir heyecan ile Hz. Peygamberin elini öperken şaşkınlıkla “Şefaat Ya Resûlullah” diyecek yerde “Seyahat Ya Resûlullah” der. Hz. Peygamber de tebessümle ona iltifat ederek, şefaati, seyahati ve ziyareti müjdeler. Evliya sırayla cemaatte bulunan ashabın elini öper ve dualarını alır. Evliya Çelebi, hiçbir detayı atlamadan âdeta bir film canlılığında anlattığı rüyasının sonunda Sa’d b. Ebu Vakkas’în, gördüklerini yazmasını öğütleyen sözlerini de şöyle nakleder8. Hemân Sa’d Vakkas hazretleri belinden sadağın çıkarup hakîrin beline kuşadup tekbîr idüp “yürü sehm u kavs ile gazâ eyle ve Allah’ın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şeriflerin bûs itdinse cümlesin, ziyaret itmek müyesser olup seyyah-i âlem ve ferîd-i âdem olursun. Amma geşt ü güz’ar itdiğin memâlik-i mahrusaları ve kıla’-ı buldanları ve asâr-i acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memduhât, sanayi’ât, me’kûlât ve meşrubatını ve arz-ı beledî ve tûl-i nehârların tahrîr idüp bu seyr-i garîbe ile benim silahımla amel idüp dünya ve ahıret oğlum ol, nân ü nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren” diyü va’z u bendler idüp ve alnım bûs idüp Ahî Çelebi camiinden taşra çıkup gitdiler9. Evliya Çelebi rüyasını önce Kasımpaşa’da rüya yorumcusu İbrahim Efendi’ye sonra da Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’ye yorumlatır. Abdullah Dede rüyasını yorumladıktan sonra, kendisinden AY I N D O S Y A S I Sa’d b. Vakkas’ın nasihatı üzere önce İstanbul’un tahririni yapmasını söyler. Ardından kendisine yedi ciltlik bir tarih kitabı da hediye ederek uğurlar. Evliya Çelebi daha sonra yazacağı her olayı veya tasvir edeceği her yeri anlatırken eğlenceli hâle getirecektir. Belki de kitabını eşsiz kılan bu özelliği olacaktır. Ancak anlattığı hiçbir şey kendi tasavvuru değildir. Ya doğrudan yaşamıştır ya da derlediği bilgiler, hikâyeler veya efsanelerdir. Bu yüzden seyahatlerini böyle hoş bir rüyaya bağlaması da yadırganamayacak bir şey olsa gerektir. Evliya gibi muhayyilesi geniş bir kişi, eğer seyahatlerini eğlenceli bir hikâyeye dayandırmak isteseydi muhakkak yapabilirdi. Genellikle Evliya’dan bahsedenler bu rüyadan hareketle onun daha işin başında mü- Evliya Çelebi’nin ortaya koyduğu eser, sadece Türk tarihinin değil; dünya tarihi veya daha mütevazı bir deyişle, gezip gördüğü Osmanlı coğrafyası; yani Anadolu, Kafkaslar, Balkanlar, Avrupa, Suriye, Irak, Hicaz bölgesi ve Kuzey Afrika’da Mısır, Sudan ve Habeşistan tarihlerinin de kaynağıdır. DİL ve EDEBİYAT 17 “pendnâme-i peder-i büzürgvâr” başlığı ile kitabına kaydettiği ve babasının öğütlerini ihtiva eden sözlerden; gelecekte yazacağı kitabının adını da babasının verdiği anlaşılmaktadır. Bugün dahi kolay anlaşılabilecek bir dil ile kaleme alınan “pendnâme”, muhtevası itibarı ile de her devire hitap etmektedir. Türk âdet ve göreneklerini, terbiyesini yansıtan ve her babanın oğluna verebileceği bu öğütleri, Evliya’nın kendi özgün diliyle burada nakletmek uygun olacaktır: “Oğul âdem yohsul olur. Besmelesiz ta’am yeme. Ser verecek sözün var ise sakın avretine deme. Cünûb olup yemek yeme. Esbânın söküğün üstünde dikme. İyi adın keme takma ve keme yoldaş olma zararın çekersin. Yürü ileri gözüm, kalma geri. Alay bozma, tarla basma, yârân pâyine sarkma. Komadığın yire el uzatma. İki kişi söyleşirken dinleme, nân u nemek hakkın gözet, nâ-mahreme nazar edüp ihanet etme. Da’vetsiz bir yire varma, varırsan emn ü emân yirde ehl-i ırza var. Mahrem-i esrâr ol, her meclisde istima’ etdiğin sözleri hıfz eyle. Evden eve müsaferet edüp söz gezdirme, zemm ü nemm ü gıybet ü mesavîden ârî ol. Halûk ol, herkesle hüsn-i ülfet edüp lecüc ve zebân-dıraz olma. Senden ulular önünde gitme, ihtiyarlara riayet et. Dâima tâhır olup her muharremât-i menhiyyatdan perhizkâr ol. Evkât-i hamseye müdavemet edüp salâh-i hâl ile mukayyed olup ilmle meşgul ol”. balağa ile söze başladığını iddia ederler. Bu şekilde de eserindeki bilgilere gölge düşürmek isterler. Hâlbuki Evliya, hemen rüyasını anlatması akabinde, çeşitli tarih kitaplarından hazırlık yaptıktan sonra İstanbul’u dolaşıp yazmaya başladığını söyleyerek âdeta gelecekteki iddialara da cevap hazırlamıştır. Üstelik rüyasında aldığı öğüt üzere gezip gördüğü her yerin kalelerini, acayip ve garaip eserlerini, gördüğü ve işittiği bölgelerin efsanelerini, övülen şeylerini, yiyecek ve içeceklerini, enini, boyunu, nehirlerini ve tabiat özelliklerini kaydeder. İstanbul’u semt semt gezerek eserinin birinci cildini yazar ki; âdeta İstanbul’un ansiklopedisini hazırlar. Nitekim bugüne kadar dünya kenti olan İstanbul hakkında bu evsafta bir eser kaleme alınmamıştır. Evliya Çelebi İstanbul hakkında bir şeyler yazmak isteyenlerin asla müstağni kalamayacakları ve başka yerde bulamayacakları bilgiler vermektedir. Evliya’ya Baba Nasihati ya da “Pendnâme” Evliya Çelebi İstanbul dışına ilk seyahatini 1640 yılında yapar. İzinsiz olarak Bursa’ya giden Evliya Çelebi, geri döndüğünde babasının kendisine seyahat izni verdiği müjdesini alır. Bursa seyahatinden sonra 18 DİL ve EDEBİYAT Evliya’nın babası öğütlerine şiirle devam eder: Sormağa ey yâr, eyleme gel âr Anla ne kim var ilm-i tamâmı Farisiyi bilgil, ehlini bulgıl Efsâh-ı nâs ol, Arab u Acamı Vakt-i namaz et, hakka niyâz et Hâlıkı yâd et, gözle imâmı Bildiğin öğret, dersini fikr et Eyleme hiç red, hâs u avâmı İlme harîs ol, şuğle enîs ol Ehl-i celis ol, görme melâli Damla be damla, göl olur anla Sözümü dinle, temm ü kelamı Ve oğul dünya cihetinde nasihatim oldur ki; daima sebük-ruh olup ankâ meşreb ol kim hem celîs hem enîs olduğun vüzerâ ve vükelâ ve a’yân-i kibarlara varup her bâr cihet-i dünya içün bir şey ricâsında olma kim senden nefret edüp istiskal etmeyeler. Rıza lokmasına kanaat eyle, eline giren malı dahî israf etme, kanaatle geçin. “el kanaatu kenzun lâ (kanaat tükenmez bir hazinedir)” demişler. Sağlık ve sayrılıkda lazım olur, dünyâlık akçeyi lokma ve hırka içün hıfz edüp nâmerde muhtac olma. Paran israf eylemekden kendini pek sakla pek Düşmana kalırsa kalsın dosta muhtâc olma tek AY I N D O S Y A S I Geşt ü güzâr etdiğin yerde iki yerden gayret kuşağın kemerine bend edüp kendüni daima muhafazada ol. Su uyur hizmetkâr ü ağyâr ü ayyar düşmanları uyumaz. Kibâr-i evliyaullah ziyaretleriyle meşgul olup cümle ziyaretgâhkârı ve her diyarın menâzillerinde olan deşt ü hâmûn ve kûh-i bülendi ahcâr u eşcârâtları ve büleydelerin evsâfıyla tahrir edüp âb u hevâsı ve ibret-nümâ âsârları ve kal’alaların fatihi ve bânisi ve dairen-madâr cirmiyle tahrir edüp Seyahatnâme nâmıyla bir tomar te’lîf eyle .”10 Evliya Çelebinin Seyahatleri Evliya Çelebi babasının rıza ve iznini aldıktan sonra artık İstanbul dışındaki seyahatlerine Darıca ve Dil İskelesi üzerinden gittiği İzmit’ten başlar. Evliya Çelebi 1641 yılında önce Trabzon’a oradan da Anapa’ya gider. Burada iken Azak Kalesi’nin geri alınması için yapılan sefere katılır ve her detayı atlamadan çok canlı bir şekilde anlatır. Geri dönüşte denizde şiddetli bir fırtınaya yakalanan Evliya Çelebi bu olayı anlatırken de âdeta okuyucuya yaşatır. 1645 yılında Girit seferine katılan Evliya Çelebi Hanya Kalesi’nin fethine şahit olur. Bir yıl sonra Erzurum’a tayin olan Defterzade Mehmed Paşa’nın maiyetine katılıp Erzurum’a gider. Yolculuk sırasında gezip gördüğü yerleri kaydeder. Ayrıca Beylerbeyi Defterzade Mehmed Paşa’nın askerî seferlerine katılır. Azerbaycan, Bakü, Tiflis ve Revan’ı dolaşarak eşsiz bilgiler derler. 1648 yılında Şam’a Beylerbeyi tayin edilen Murtaza Paşa’nın yanında yer alır. Buradan Suriye ve Filistin’i gezerek gözlemlerini kaydeder. 1650 yılında akrabası ve hâmisi olarak kabul ettiği Melek Ahmed Paşa’nın sadrazam olması Evliya Çelebi’nin cesaretini arttırır. Artık o sadece gezip gördüklerini tasvir eden bir gezgin AY I N D O S Y A S I Elimizde bulunan Seyahatnâme, Evliya Çelebi’nin müsveddesi olsa gerektir. O bütün seyahatleri boyunca aldığı notlarını bir araya toplamış ve kitabını yeniden tamamlamak üzere tasarlamıştır. Ancak buna ömrü vefa etmemiştir. Dolayısıyla gerek bugün kütüphanelerde bulunan yazmalar ve gerekse yayınlanmış nüshalar bu müsveddeden doğmuştur. değil, bilakis birçok haksız uygulamaları da dile getiren, eksiklikleri hatırlatan biridir. Aslında bu gözlemlerini eserine kaydetmesi, daha sonra eserin fazla ön plana çıkarılmamasına da sebep olur. Melek Ahmed Paşa’nın sadrazamlıktan azledilip Özi beylerbeyliğine atanması ile Evliya da İstanbul’dan ayrılarak yeniden yola koyulur. Balkanları dolaşır, pek çok köy, kasaba ve şehrin kayıtlarını tutar. 1653 yılında tekrar İstanbul’a dönen Evliya Çelebi uzun süre burada kalır. 1657 yılına kadar kaderi âdeta hâmisi olan Melek Ahmed Paşa ile birleşir. Belki ondan ayrılmak da istemez. Onun görev yerleri olan Van’a, ardından ikinci kere Özi taraflarına gider. DİL ve EDEBİYAT 19 Her iki yerde de boş oturmaz çevre bölgeleri dolaşarak gördüklerini ve duyduklarını kitabının müsveddeleri arasına alır. 1657-59 yılları arasında Bursa, Çanakkale ve Gelibolu’yu gezen Evliya Çelebi, 1659 yılında Boğdan’a gider. İsyan eden Eflak Beyi’ne karşı yapılan seferlere katılır. Burada iken Bosna Beyi’nin davetiyle Bosna’ya giderek oraları da Seyahatname’sine ilave eder. Bir ara vergi tahsildarlığı göreviyle bütün Rumeli’yi gezip görme imkânı bulur. 1661’de Köse Ali Paşa’nın Erdel seferine katılarak; Erdel’in ardından Belgrad ve Arnavutluk’u da karış karış gezer. 1663 yılında Fazıl Ahmed Paşa’nın Avusturya Seferi Evliya’ya yeni bir seyahat imkânı tanır. Onunla birlikte önce Avusturya’ya gider sonra Bohemya üzerinden İsveç ve Hollanda’ya kadar olan bölgeleri dolaşır. Venedik sınırlarına ve Macaristan’a gider. 1668-1670 yılları arasında önce Kafkaslar’da seyahat eden Evliya Çelebi ardından Edirne üzerinden tekrar Balkanlar’a oradan da Girit’e geçer. Aynı sıralarda Girit’te Kandiye Kalesi kuşatması sürmektedir. Burada gördüklerini “Kandiye Fetihnamesi” adı altında kaleme alır ve sonra Seyahatname’ sine ekler. Evliya Çelebi’nin Hac Yolculuğu Evliya Çelebi 1671 yılında kendisinin oluşturduğu küçük bir maiyetle Hac farizasını yerine getirmeye niyetlenir. Mayıs 1671’de başladığı yolculuğunu Bursa, Kütahya, Afyon, İzmir; oradan da Sakız ve Sisam adalarını takip ederek yapar. Gezip görme merakı normal güzergâhı takip etmesine engel olur. Adalardan Batı Anadolu’ya geçer. Ardından İstanköy ve Rodos adalarını dolaşır. Rodos’tan Güney Anadolu’ya geçip oradan Şam’a giderek toplanan hac kafilesine dâhil olur. XVII. yüzyılda Şam-Medine-Mekke hac güzergâhını Evliya Çelebi’den daha iyi anlatan birisi yoktur. Hatta 20 DİL ve EDEBİYAT ondan sonra yapılan seyahatlerde bile bu kadar detay bulunmamaktadır. Yol boyunca bulunan kaleleri, hayati önem taşıyan su kuyularını, yolun şartlarını, güvenliğini ve yol civarında yaşayan bedevi Arapların hacılara karşı davranışlarını, hem gözlemlerine ve hem de okuduklarına ve rivayetlere dayanarak anlatan Evliya Çelebi; bugün kullanabileceğimiz çok önemli bilgileri eserine kaydetmiştir. Eserinin dokuzuncu cildi âdeta bir hac seyahatnamesidir. Halefleri olan seyyahların hiçbiri onun seviyesine ulaşamadıkları gibi çoğu kere ondan nakiller yapmışlardır. Hac görevini tamamladıktan sonra Mısır’a geçen Evliya Çelebi eserinin onuncu cildini yazmıştır. Sudan ve Habeş’i gezerek, o güne kadar hiçbir Avrupalı kaynakta yer almayan bilgileri vermiştir. On yıl kadar Mısır’da ikamet eden Evliya Çelebi, Kahire’yi öyle tanımlamıştır ki onun tarifiyle bugün bile tarihi Kahire’yi dolaşmak mümkündür. Hayatın her yönünü seven, öğrenme tutkusuyla her türlü macerayı ve tehlikeyi göze alan büyük seyyah Evliya Çelebi’nin, ölümü de hafife alan bir kişiliği vardır. Gezip dolaştığı yerlerde zaman zaman duvarlara, “Evliya’nın ruhu için el Fatiha” diye yazıp ölümü ile bile ilişki kurmuştur. Ancak maalesef ölüm yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Araştırmalar onun 1684 yılında veya biraz sonra Kahire’de ya da İstanbul’da öldüğünü söyler. Seyahatname Evliya Çelebi’nin bizlere bıraktığı eseri eşsiz niteliklere sahiptir. Her şeyden önce Evliya Çelebi Seyahatnamesi XVII. yüzyıl tarihi için birinci elden kaynaktır. Kitabında döneme ait bizzat yaşadığı, gördüğü ve gözlemlediği olayları çok canlı ve anlaşılır bir şekilde tasvir etmiştir. Siyasi olayları ihmal etmemiş, hatta dönemin birçok kaynağına göre daha cesur bir anlatım yoluna gitmiştir. Kitabı askerî tarih ve savaş tarihi için de emsalsizdir. O daha ziyade devrin kaynaklarında pek az görülen sosyal hayatı ve onu oluşturan unsurları ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Mimari eserleri, sanat yapılarını, dolaştığı yerlerin sosyokültürel yapılarını hayranlık uyandıracak bir tarzda anlatmıştır. Modern dönemlerde yapılan çalışmalarda onun bilgileri pek çok kere test edilmiş ve her zaman doğruluğu da ispatlanmıştır. Sanat, edebiyat ve musikiye olan düşkünlüğünden gittiği yerlere ait bu özellikleri de asla ihmal etmeden incelemiştir. Onun eseri müzik ve müzik aletleri tarihi için de bir kaynaktır. Evliya Çelebi, hoş sohbet olduğu kadar, damak zevki de gelişmiş biridir. Hatta eserinde yüzlerce yemek ismi ve tarifi de bulunmaktadır. Anlatımını daima canlı tutarak okuyucusunun ilgisini sürekli kılabilmiştir. Türkçeyi alabildiğine özgür kullanan Evliya AY I N D O S Y A S I Çelebi yazılarını da konuşma üslubunda kaleme alarak aslında modern Türkçemize daha o gün rehberlik ve öncülük etmiştir. Dolaştığı yerlerin dil özelliklerini de kitabına yansıtan Evliya Çelebi filologlara zengin malzeme bırakmıştır. En önemlisi de gezip dolaştığı yerlerde yaptığı folklorik derlemeleridir. Bugün, antropologların vazgeçemeyeceği bu bilgileri, eserine ustaca yerleştirmiştir. Bunu yaparken hem hiçbir yerde kaydı olmayan bu derlemeleri gelecek nesillere aktarmayı hem de okuyucusunu eğlendirmeyi amaçlamıştır. Ancak maalesef bu durum kendisine “mübalağacı” yakıştırmasını hatta “palavracı” iftirasının yapılmasına sebep olmuştur. Oysa Evliya’dan yapılan özensiz ve dikkatsiz alıntılar ve seçmeler, bu durumu meydana getirmiştir. Aslında kendisinden asırlarca sonra yapılan bu alıntıların da amacı Evliya gibi okuyucunun ilgisini çekmekti. Ancak metotsuz ve usulsüz yapıldığından farklı sonuçları doğurmuştur. Bir örnek vermek gerekirse; onu eleştirenler Evliya Çelebi’nin Erzurum’un soğuk havasını anlatırken “damdan dama atlayan kedinin boşlukta donarak yere düştüğünü gördüğünü” yazarak onun ne kadar abartılı bir anlatımcı olduğunu ileri sürerler. Oysa işin hakikati tamamen farklıdır. İşte Evliya’nın gerçek hikâyesi: Gerçi şiddet-i şit’adan bağı ve bağçesi yokdur… Böyle şitâsı şedîd olur. Hatta efvâh-i nâsda (halkın dilinde) darb-ı meseldir kim bir dervişe “kanden (nereden) gelirsin ?” derler. “Berf rahmetinden gelirim” der. Ol ne diyardır derler, “sovukdan Ere zulûm” olan Erzurumdur der. “Anda yaz olduğuna rast geldin mi ? derler” . Derviş eydür: “Vallahi onbir ay yigirmi tokuz gün sâkin oldum, cümle halkı yaz gelir derler, amma görmedim” der. Hatta bir kere bir kedi bir damdan bir dama pertâp ederken (atlarken) mu’allakda (boşlukta) donup kalır. Sekiz aydan Nevrûz-i Harzemşâhî geldikde mezkûr kedinin donu çözülüp mırnav deyup yere düşer. Meşhur lâtife-i darb-i meseldir. Amma hakîkatü’l-hâl bir ademin eli yaş iken bir demir pâresine yapışsa derhâl mücemmid (donan) olup elinden demir ve demirden eli kopmak ihtimali yokdur…11 Bu hikâye maalesef “Meşhur lâtife-i darb-i meseldir.” cümlesine kadar anlatılıp, Evliya’ya atfedilir. Oysa Evliya Çelebi Erzurum’un iklimini anlatırken başvurduğu hikâyecik tamamen oradan derlenmiş olan meşhur bir latifedir. Kendi gözlemlerine dikkatleri çekmek için önce bunu anlatır ardından da “Amma hakîkatü’lhâl” (Ancak işin gerçeği..) diye söze başlayarak kendi gözlemlerini verir. Soğuktan yaş elin demir parçasına değmesi hâlinde donup kaldığını söylemesi mutlaka kişisel gözlemlerine dayanmaktadır. Unutmamak gere- AY I N D O S Y A S I kir ki, o, orada askerlerle birlikteydi ve dönemin temel silahı olan kılıçlar ile yaşanan benzeri pek çok hadiseyi görerek yazmıştı. Aslında geçmişe göre çok daha hafif geçen 2010 kışında bile Erzurum’da yaşanan benzeri bir olayın medyaya yansıması bir kere daha Evliya Çelebi’yi doğrulamıştır. Aslında o, birçok yerde bugün modern araştırmalarda kullanılan yöntemlere daha o günlerde başvurarak rasyonel bir kafaya da sahip olduğunu ispatlamıştır. Kaldı ki onun derlediği folklorik malzemeler olmasaydı belki gezdiği yerlerin tarihi bugün daha karanlık olacaktı. Buradan konuyu başka bir noktaya taşımak ve başta sorduğumuz soruyu yinelemek gerekmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ni ne kadar biliyoruz. Elimizde bulunan Seyahatname, Evliya Çelebi’nin müsveddesi olsa gerektir. O bütün seyahatleri boyunca aldığı notlarını bir araya toplamış ve kitabını yeniden tamamlamak üzere tasarlamıştır. Ancak buna ömrü vefa etmemiştir. Dolayısıyla gerek bugün kütüphanelerde bulunan yazmalar ve gerekse yayınlanmış nüshalar bu müsveddeden doğmuştur. İşin bir diğer boyutu ise yazmalardan hangisinin müellifin nüshası olduğu tam olarak bilinmemektedir. Maalesef eserin istinsahı yani çoğaltılması sırasında bazı ilave ve çıkarmalar yapılmıştır. Eser ilk defa (H. 1314-1318) 1896-1900 yılları arasında Süleymaniye kütüphanesinde bulunan Pertev Paşa ve Beşir Ağa nüshaları esas alınarak Osmanlıca neşredilmiştir. Dönemin şartlarını dikkate alan naşirler maalesef esere bir de oto DİL ve EDEBİYAT 21 sansür uygulamışlardır. Ayrıca metnin okunmasını kolaylaştırıcı bazı yöntemlere başvurarak yaptıkları tasarruflar ile Evliya Çelebi’nin eksik bir şekilde gün yüzüne çıkmasını sağlamışlardır. Bu ilk faaliyet önemli bir katkı olmakla birlikte; daha sonra yapılan bütün çalışmalara esas teşkil etmiş ve içindeki tutarsızlıkları yüzünden Evliya Çelebi’nin kaynak değeri tartışmalı hâle gelmiştir. Özellikle bu neşirden hareketle yapılan “Müntehabat” yani “Seçmeler” daha önce bahsettiğimiz sonuçların doğmasına sebep olmuşlardır. 1928’deki Harf İnkılabından sonra da 10. cilt hariç Osmanlıca neşir esas alınarak müteaddit defalar yeni Türkçe harflere aktarılmıştır. Ancak onlar da yarı transkript, veya sadeleştirme yöntemine başvurduklarından dolayı gerçek metni yansıtmaktan uzaktırlar. Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere tam metnin yayınlanması için pek çok profesyonel hazırlıklar yapılmıştır. Ancak maalesef hiçbiri başarılı olmamıştır. Bu arada gerek Türkiye’de ve gerekse Dünya’da Evliya Çelebi üzerinde uzmanlaşma yolunda da birçok akademik çalışma yapılmıştır. Seyahatname’nin bazı bölüm veya ciltleri parça, parça, İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça başta olmak üzere pek çok dile tercüme edilmiştir. Hatta denilebilir ki dünyada kaynak olarak en fazla kullanılan Türkçe eser Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sidir. Yani bu eser bir dünya klasiğidir. Ancak Türkiye’de hâlâ hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin tam metni ilk defa 1995 yılında yayımlanmaya başlanmıştır. Müellif nüshası olduğu varsayılan Topkapı Sarayı Bağdat (304) yazmasını esas alan bu neşrin ortaya çıkmasında bugün 22 DİL ve EDEBİYAT aramızda olmayan üç gönül adamının büyük emekleri vardır. Orhan Şaik Gökyay, Yücel Dağlı ve İ. Gündağ Kayaoğlu. Tabiri caizse birincisi lambayı ve gazı hazırlamış, ikincisi gazı doldurmuş üçüncüsü de fitili yakmıştır. Orhan Şaik Gökyay uzun zamandır neşrini arzu ettiği eser ile maalesef ömrünün son demlerinde ilgilenebilmiştir. Önce neşir esaslarını hazırlamış ve yazamadığı için birinci cildi kasete okumuştur. Deşifre edilen metnin ilk tashihinden sonra maalesef vefat etmiştir. Bütün bu çalışmaları takip eden ve her şeyini bu işe adamış merhum Yücel Dağlı ise birinci cildin indeksini hazırlamıştır. Bu çalışmalardan haberdar olan İ. Gündağ Kayaoğlu ise kimsenin sahip çıkmadığı bu projeyi Yapı Kredi Yayınları’na benimseterek, basımını sağlamıştır. Eserin ikinci cildi ise Yücel Dağlı, Seyid Ali Kahraman ve Zekeriya Kurşun tarafından hazırlanarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim büyük bir ilgiyle karşılanan eserin geri kalan kısımlarının da yayına hazırlanması işini, Yücel Dağlı ve Seyid Ali Kahraman üstlenerek Seyahatname’nin ilk defa tam metnini ortaya koyup Türk Kültürü’ne büyük bir hizmet yapmışlardır. Sonuç ve Öneriler 1- Evliya Çelebi’nin eseri bir Türk Kültür mirası olduğu kadar bir dünya kültür mirasıdır. Başka bir ifadeyle Türk Kültürü’nün Dünya Kültürü’ne en büyük katkılarından birisidir. Bu yüzden dünyaya bilimsel yöntemler ile yeniden sunulmalıdır. Filolojik özellikler başta olmak üzere birçok yönü dikkate alınıp, bütün nüshaların karşılaştırılarak yeniden yayımı yapılmalıdır. 2- Türk eğitim kurumlarında her seviyedeki okuma listelerinin başına konulmalıdır. Bunun için farklı seviyelere hitap eden seçmeler özenle hazırlanmalıdır. 3- Türkiye’deki müfredat programları içinde Evliya Çelebi Seyahatname’sine yeterli yer ayrılmalıdır. 4- Seyahatname’den hareketle senaryolar yazılmalı, çizgi filimler ve belgeseller yapılmalıdır. DİPNOTLAR 1 - Evliya Çelebi Seyahatnâmesi I. Kitap, (Yayınlayan: Orhan Şaik Gökyay) İstanbul 1995, s. 85. (Bundan sonra: Seyahatnâme) 2 - Seyahatnâme I, 34, 36, 39. 3 - Seyahatnâme I, 100. 4 - Seyahatnâme I, 100. 5 - Seyahatnâme I, 100. 6 - Seyahatnâme I, 100. 7 - Seyahatnâme I, 103. 8 - Seyahatnâme I, 9-10. 9 - Seyahatnâme I, 10-11. 10 - Seyahatnâme 2. Kitap (yayınlayanlar: Zekeriya Kurşun, Seyid Ali Kahraman, Yücel Dağlı), II, 37-38. 11 - Seyahatnâme 2. Kitap, II, 109. AY I N D O S Y A S I
Benzer belgeler
HÜDAYİ KÜLTÜR ve SPOR ÜNİTESİ
arasına alır. 1657-59 yılları arasında Bursa, Çanakkale ve
Gelibolu’yu gezen Evliya Çelebi, 1659 yılında Boğdan’a
gider. İsyan eden Eflak Beyi’ne karşı yapılan seferlere
katılır. Burada iken Bosna ...
Evliya Çelebi`nin doğumundan ölümüne kadar 6 Osmanlı padişahı
milletinin yüz akı olan Evliya Çelebi, kaleme aldığı eseri
ile “seyyah-ı âlem” unvanını hak etmiştir. On koca cilt
eser bırakan müellifimiz, lakabı olan “Evliya Çelebi” ile
öyle şöhret bulmuştur ki...