Diyarbakır İlçe Evleri
Transkript
Diyarbakır İlçe Evleri
DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat Tür Araştırma Sayfa Tasarımı Ensari Özdoğan Birinci Baskı Temmuz 2014 (e-kitap) Bu kitabın her türlü yayın hakkı Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat’a aittir. Tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. ISBN: 978-605-85033-5-9 e-mail:[email protected] DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT Yusuf Kenan Haspolat • 1954 yılında Diyarbakırda doğmuştur. Çocuk Hastalıkları, Çocuk Acil, Gelişimsel Pediatri ve Endokrin dallarında profesör olan yazar halen Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesinde Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanmış Eserleri Bedüzzaman ve Diyarbakır Dicle İlçesi Diyarbakır Ekonomi Tarihi 1 Diyarbakır Ekonomi Tarihi 2 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 1 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 2 Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 3 Diyarbakır Yeraltı Kaynakları Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 1 Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 2 Diyarbakır'da Çevre ve Doğa (Sempozyum) Diyarbakır'da Doğal Hayat, Su, İklim, Enerji, Maden Eğil ve Turizm Ergani İlçesi ve Turizm Gül Şehri - Diyarbakır Sempozyumu Hani İlçesi Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri Karacadağ Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır (4. Baskı) Sema (Şiir) Tabiattan Fısıltılar (Şiir) Tarih - Kültür - İnanç Kenti Diyarbakır Tüm Yönleriyle Çermik İlçesi ve Turizm Ümit (Şiir) Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kulp İlçesi Ve Turizm Tüm Yönleriyle Çüngüş İlçesi Ve Turizm Diyarbakır Kalesi Diyarbakır İlçe Kaleleri Diyarbakır’ın Tarihi Evleri Diyarbakır İlçe Evleri, Köşkler, Saraylar, Küçeler İçindekiler 1- Diyarbakır İlçe Evleri 2- Diyarbakır İlçe Köşkleri Ve Sarayları 3- Neolitik Dönem Mimarisi 4- Diyarbakır Merkez Köşkleri 5- Diyarbakır Merkez Sarayları 6- Güvercin Evleri 7- Diyarbakır Küçeleri Sayfa No. 7 107 141 173 329 391 421 1.BÖLÜM DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ İLÇE EVLERİ Silvan evleri 1936 yılında A.Gabriel Silvan evleri ile ilgili şu şekilde yorum yapar. 173 numaralı şekil üzerinde gruplanış üç tane ev bir yüzyıldan daha eski bir tarihe ait değilmiş gibi durmaktadır ancak çok daha eski gelenekler göre yapılmışlardır, ilk iki tanesi iki katlıdır: ilk katı ahır, arabalık ve kiler olarak kullanılmaktayken birinci kat yaşam alanlarına ayrılmıştır. Evlerin bir taraçası da vardır ve aile yaz gecelerini burada geçirir. Üçüncü ev de aynı planda yapılmıştır ama diğer iki evden bir kat daha yüksektir ve bu katta üst terasın bir kısmı da bulunur. Aşağıdaki planı çizerken ben detayları gösterme gereği duymadım. Elbette bunlar insanların ve hayvanların aynı giriş kapısını kullandığı çok sade konutlar olmakla birlikte yapılar iklim şartlarına çok uygundur ve yapı malzemeleri çok mantıklı şekilde kullanılmıştır. 100 yıl önce Silvan evleri(Silvan Mücadele gzt) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 9 100 yıl önce Silvan evleri(Silvan Mücadele gzt) Bu üç ev güney surların yanında bulunmaktadır. Şehrin içinde ise çok farklı tarzda bir yerleşim vardır: buradaki evler dikdörtgen bir avlunun etrafında toplanmış ve sadece giriş katından oluşan dört ayrı konut olarak yapılandırılmıştır (15) Silvan ev krokileri (15) 10 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan surları ile bütünleşmiş bir mimariye sahip olan Üstün Beylerin ve Azizoğulları’nın evlerinin dışında ilçede tarihi bir çok ev bulunmaktadır Üstünler Evi: Evin batı kesiminde yer alan kitabeye göre Melik Kamil muzaffer’e aittir.Ancak bu kitabenin evin üzerinde kurulduğu surlara ait olduğu sanılmaktadır.Ev ise 18.yy.da yapılmıştır. Azizoğulları Evi: İlçe merkezinde Mescit Mahallesi, Azizoğulları Caddesinde Azizoğulları ailesine ait olan evler, Silvan surlarının hemen üzerinde, surlarla bütünleşmiş bir mimariye sahiptir.Plan ve inşa tarzı ile 18-19. yy’a tarihlenen bu evler, ilçenin geleneksel mimarisinin vazgeçilmez malzemesi olan kalker taşından 2 katlı olarak inşa edilmiştir. Yapı, Silvan’a hakim bir noktada ve devamındaki diğer Azizoğulları evleri ile ve surlarla birlikte ilçenin tarihi dokusunun önemli bir parçasını oluşturmaktadır(13) Silvan(1971)-Adil Tekin Sadık Bey Kasrı Mala beg olarak bilinmektedir. Üstün ailesine ait tarihi yapı kesme taştan yapılmış, taş işçiliğinin zengin olduğu eserlerden biridir. Binanın taşları yapının yakınındaki Mehmet bey’e (Hazal’a Soro) ait bahçenin içinde kesilmiş ve istiflenmiş bir şekilde kazı soDİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 11 nucu tesadüfen bulunmuştur. Biçme olarak adlandırılan ve Silvan yöresine özgü renkli taşların tanesi bir kuruştan alınmış, bulunan bin adet taşa karşılık 1000 kuruş ödenerek evin yapımına başlanmıştır.Tarihi yapı tamamlandıktan sonra Mervani Tepesi eteklerindeki İpekçi ailesine ait evde ikamet eden Sadık Bey buraya taşınmış ve ikametgah olarak kullanmaya başlamıştır. Silvan’daki sivil mimarinin en güzel örneklerinden biridir. Silvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde olup Boşat kapısının bulunduğu yerde kale burçlarının üzerinde inşa edilmiştir. Kalenin yapımında kullanılan taşlar ile kalenin üzerinde yapılan evin taşları boyut ve renk olarak birbirinden farklıdır. XIX. Yüzyılda yapılan tarihi evin en büyük özelliği, yapının tüm köşelerinde taştan yapılmış insan kafası figürü bulunmasıdır. Evin ana çıkış kapısı, Sadık beyin, Boşat’lı Flit tarafından kapı içinde öldürülmesinden sonra kapı kapatılmış ve bir daha (Bir asıra yakın) açılmamıştır. Günümüzde kapı halen kapalıdır. Silvan Kalesi üzerindeki Melik Adil Burcu ve yanındaki burcun kullanılmasıyla meydana gelen tarihi yapının kuzeybatı köşesinde Meyyafarıkin Eyyubileri hükümdarı Melik Kamil’e ait bir kitabe mevcuttur.(4) Mustafa Kemal’in 1914 yılında Silvan’a geldiği zaman bu konakta kaldığını anlatan Üstün, “Atatürk Silvan’a geldiği zaman bu Konakta kalmıştı. Kolordu Komutanı olarak buraya gelmiş ve Konakta 6 ay kalmış bundan dolayı “Konağa Atatürk evi de deniliyor “Üstün abi Konağı’nın mimari özellikleri” Üstün Abi Konağı, olarak bilinen Konağın en önemli özelliği yapının çatısının tüm köşelerinde taştan yapılmış insan kafası figürü bulunması. Kesme taştan yapılmış olan Konak, taş işçiliğinin zengin olduğu eserlerden biridir. Konağın ana çıkış kapısı, Sadık Bey’in kapıda öldürülmesinden sonra kapatılarak bir daha açılmamıştır. Kapı halen kapalı tutuluyor. Silvan Kalesi iki burcun kullanılmasıyla meydana gelen bu yapının kuzey batı köşesinde kalıyor. Burada Meyyafarıkin Eyyübilerin hükümdarı Melik Kamil’e ait bir kitabe de bulunuyor.(10) Azizoğlu Konağı Silvan Kalesinin güneydoğu köşesinde Burcu Şah kapısının yanındadır. Azizoğlu ailesi tarafından kullanılmaktadır. Geniş bir alan kaplayan konak sur ve burçların üzerinde yapılmıştır. Silvan yöresine özgü renkli taşların kullanıldığı ünlü konak Silvan’daki en görkemli yapılardan biridir. 12 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hatip Bey Konağı M. Kemal Atatürk tarafından ikametgah olarak kullanılan tarihi ev Yörük ailesinden alınarak müze haline getirilmiştir. Müzede Atatürk’ün kullandığı eşyalar sergilenmektedir. Sivil mimarinin güzel örneklerinden biri olan tarihi konağın yapımında Silvan yöresine özgü renkli taşlar kullanılmıştır. Konak iki katlı inşa edilmiştir. Bedri Bey Konağı(Gazi İlkokulu) XVIII. Yüzyılın sonlarında yapılan Bedri Bey konağı günümüzde okul olarak kullanılmaktır. Tarihi konak Silvan Kalesi’nin batı tarafında olup Bedri Bey tarafından yaptırılmıştır. Yapıda Silvan yöresine özgü renkli taşlar kullanılmıştır. Konağın giriş kapısının taş işçiliği dikkat çekmektedir.27 Mart 1916 tarihinde 16. kolordu komutanı olarak Diyarbakır’a gelen Atatürk yaklaşık iki ay burada kaldıktan sonra ordu karargâhını Silvan’a nakletmiştir. (2) 1917 yılının Mart ayına kadar 16. Kolordu Komutanlığı görevini sürdüren Atatürk, Silvan’da iken Bedri Bey Konağı’nı komutanlık merkezi olarak kullanmıştır. Ünlü konakta Atatürk’e ait özel eşyalarının sergilendiği bir oda bulunmaktadır. Odanın kapısı yakın zamana kadar kapalı tutulmuş ve ziyaretçilere kapatılmıştır.1930’lu yıllarda Atatürk’ün isteğiyle tarihi konak alınmak istenmiş ve 8000 Lira’ya alınmak üzere anlaşma yapılmıştır. Rivayetlere göre Bedri bey 1000 Lira hibe ederek konağı 7000 Lira’ya satmıştır. Bedri Bey Konağı daha sonra Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okula dönüştürülmüş ve Gazi İlk Okulu adını almıştır. Ali Ağa Konağı Silvan Kalesinin batısında olup Gazi İlkokulu’na bitişiktir. İki kısımdan oluşan konağın bir tarafı yıkık durumdadır. Günümüzde ikametgah olarak kullanılan kısım sur ve kale burçlarından birinin üzerinde yapılmıştır. Tevle denilen ve atların barındırıldığı Ali Ağa Han’ı konağın altındaki burç ile yanındaki burcun arasında yapılmıştır (4) Eyyûbîler döneminde de Silvan surları onarılmış, Ulu Camiye ekler yapılmış, bir de cami yaptırılmıştır. Bunu eserlerdeki kitâbelerden anlamaktayız. DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 13 Gazi ilköğretim caddesinde Aliağa konağı(Müze md)(20 yy başında yapıldı) Silvan Sadık bey evi 14 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan Sadık bey evi tarihi görünüm Silvan Sadık bey evi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 15 Silvan Sadık bey evi 16 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan Sadık bey evi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 17 Silvan Sadık bey evi 18 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan Sadık bey evi Sadık bey evi bir süsleme DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 19 Bir Silvan evi Silvan Sadık bey evi 20 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan Sadık bey evi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 21 Silvan Sadık bey evi 22 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Silvan Sadık bey evi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 23 Sadık bey evi odaları(restore olmamış) 24 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sadık bey evi odaları(restore olmamış) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 25 Sadık Bey evinden sonra gelen sur üstü evleri 26 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sadık Bey evinden sonra gelen sur üstü evleri DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 27 Silvan Aliağa konağı Mustafa kemal’in Silvan’da kaldığı ev(1973 il yıllığı) 28 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Surlardaki kitâbelerden ilki büyük islâm mücahidi, ünlü komutan ve devlet adamı Salâhaddin Eyyubı’ye aittir. Kitâbe, kasabasının batısına düşen surun orta bölümündeki bir burcun ön cephesini süslemektedir. Bu burcun üstünde Sadık Bey’in evi vardır. Satırlarının sonu tahrip edilmiş olan bu kitâbe üç satırdan ibarettir. İri bir kûfi yazı ile beyaz malta taşları üzerine yazılmıştır. (12) Silvan Atatürk Evi Silvan ilçemizde bulunan tarihi bir Silvan evidir. Mustafa Kemal’in 1916 yılında 2. Ordu Komutanı olarak Silvan’da görev yaptığı sırada kaldığı evdir. Bakanlığımız tarafından kamulaştırarak müze olarak hizmete açılmıştır. Mimari özellikler Dikdörtgen planlı bir avlu etrafında ‘L’ planlı ve zemin artı bir katlı inşa edilen konutun zemin katında kaba moloz taş, birinci katında düzgün kesme kalker taş kullanılmıştır. Konut bu haliyle yöresel mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Yapının üst örtüsü süslemeli taş konsüller üzerine oturan düz dam örtülüdür. Dilimli kemerli bir niş içine alınan kapı açıklığından giriş holüne geçilmektedir. Holde bulunan yuvarlak formlu bir kemerden, üç gözlü yuvarlak kemerli eyvana geçiş sağlanmaktadır. Bu eyvan, konutun avlusuna açılmaktadır. Avludaki eyvan kemerinin üst kısmında kare formlu bir çerçeve içine alınan çiçek motifi yer almaktadır. Zemin katta bulunan tuvalet ve mutfak kısımlarına giriş avludan sağlanmaktadır. Eyvanın iç kısmında, üst kata çıkışın sağlandığı taş merdivenler mevcuttur. Merdivenlerin bitiminde, avluya bakan yuvarlak kemerlerli bir koridor kısmı ile buradan girişin sağlandığı ve kendi içerisinde de birbirine geçişleri olan mekânlar bulunmaktadır. Bu mekânlara ait yuvarlak kemerli dış cephe pencereleri ahşap kepenklerle örtülmüştür. Bu pencerelerin üzerinde dikdörtgen formlu aydınlatma gözleri yer almaktadır. Buradaki mekânların iç kısmında yine ahşap kepenklerle örtülmüş nişler mevcuttur.(15) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 29 Mustafa kemal’in Silvanda karargah binası(1973 il yıllığı) Bedri bey konağı-silvan-fot.nejat satici – 30 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bedri bey konağı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 31 Azizoğlu konağı 32 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Azizoğlu konağı yanında başka bir konak DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 33 Hatip bey evi 34 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hatip bey konağı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 35 Hatip bey konağı 36 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çermik evleri Bir tarihi Çermik evi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 37 Tarihi Çermik evlerinden görüntüler Yapı malzemesi olarak Diyarbakır’daki gibi siyah(bazalt) ve beyaz(kalker) taşla yapılmış. Ancak taşın üzerine beyaz badana sürülerek malzeme kötü bir görüntüye bürünmüş durumdadır. Gizlemek için üstüne beyaz badana sürülmüş) Tarihi Çermik evlerinden görüntüler 38 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Tarihi Çermik evlerinden görüntüler DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 39 Ev içinde sutun ve süslemeler 40 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çermik taş işçiliği-F.Türkoğlu DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 41 Cermik bey evlerinden biri (Abbas Oruç) Çermik Beyler Sarayı Saray Mahallesinin orta kesiminde, yüksek vemüstahkem duvarlarla çevrili bu sarayın eyvanları, yazlık, kışlık, selamlık ve harem daireleri, mescidi, hamamı ve zindanları bulunmaktadır. Çermik Ocaklı Beyleri tarafından XV. yüzyıl başlarında yaptırılmıştır. Bu sarayın birçok bölümü günümüzde bile varlığını sürdürmektedir.(1) 42 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Tarihi Çermik evleri(1) Tarihi Çermik evleri(1) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 43 Tarihi Çermik evleri(1) Günaşan köyünde bazalt mimari 44 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Günaşan köyünde bazalt mimari Günaşan köyünde bazalt mimari DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 45 Günaşan köyünde bazalt mimari Günaşan köyünde bazalt mimari Ağaçhan köyü (Köyde bazalt mimari dikkat çekicidir) 46 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ağaçhan camii Ağaçhan köyü (Köyde bazalt mimari dikkat çekicidir) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 47 Ağaçhan köyü (Köyde bazalt mimari dikkat çekicidir) Bazalt yapımı ahırlar Bazalt yapımı ahırlar Ağaçhan sahabesi(Bazalt mimari) 48 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çüngüş evleri 19.yüzyılda Arifi paşa seyahatnamesinde Çüngüş evleri methedilir Çüngüş’de Esref Ağa’ya inildi. Konağı mükemmeldir,denir Keşişin evi Çüngüşte tarihi evler DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 49 Çüngüşte tarihi evler 50 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kapı girişlerinde taş işçiliği DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 51 Kapı girişlerinde taş işçiliği 52 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kapı girişlerinde taş işçiliği DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 53 Kapı girişlerinde taş işçiliği 54 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kapı girişlerinde taş işçiliği DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 55 Kapı girişlerinde taş işçiliği 56 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ergani ‘Ergani’nin tarihi evleri koruma altına alınmalı’ 20. yüzyıla ait mimari örneklerin yer aldığı, kesme taşlardan yapılmış ve adeta tarih kokan bu yapılar, adeta kaderine terk edilerek, yıkılmaya yüz tutmuş durumda. - Ergani ilçesinde bulunan ve korunmaya alınması gereken bir çok konut bulunuyor. 20. yüzyıla ait mimari örneklerin yer aldığı, kesme taşlardan yapılmış ve adeta tarih kokan bu yapılar bir yandan tescil edilmeyi beklerken, öte yandan kaderine terkedilerek yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Bu evlerin rölyefleri ve planlarının çıkarılarak orjinal dokusunun bozulmadan onarılması gerektiğini belirten vatandaşlar, konuyla ilgili olarak şu görüşleri dile getirdiler: Erganinin tarihi evleri DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 57 ‘Turizm potansiyeli açısından yeni bir kaynak oluşturabilecek bu tarihi değere sahip yapılar, maalesef yıkılmaya mahkûm edilmiş durumdalar. İlçemiz genelinde bu durumda olan pek çok yapı var. Bu durumda olan kültür varlıklarının bir envanter altında toplanarak kayda geçirilmesi gerekiyor. Yapıldığı dönemin mimari örneklerini yansıtan bu durumdaki yapılar tescil edilerek koruma altına alınmalı. Geleneksel konut mimarisinin seçkin örneklerinin sergilendiği bu yapılardan bazıları zamana direniyor. Örneğin Ergani Çiftpınar Caddesi Devlet Hastanesi yakınlarında bulunan ve Ergani eski Müftüsü Zeki Yıldırım’ın ikametgâhı olarak kullanan ev ile bu evin karşısında bulunan Cevdet Yıldırım’ın ikamet ettiği evleri örnek olarak gösterebiliriz. Kemaliye Mahallesi’nde bulunan Güldoğan ailesine ait konut ile Ergani Çimento Fabrikası karşısında Elazığ yolu üstünde bulunan Papaz Gölü tarihi evleri var. Yıkılmaya yüz tutmuş olan bu konutların rölyef ve planlarının çıkarılarak dokusuna uygun bir şekilde onarılmaları gerekiyor. Böylelikle hem turizm için yeni tarihi değere sahip yapılar hizmete girmiş olacak, hem de atalarımızdan bizlere miras kalan bu yapıları, gelecek nesillere aktarma olanağımız olacak. Bu evler genelde konak tipi yapılar olup, yapısı itibariyle eski Diyarbekir evleri gibi yazın serin, kışın ise sıcak olur. Bu evlerin pencere önlerinde tahtadan yapılmış sedirler bulunur. Mutfaklarının en önemli özelliği ise ocaklık ve üstünde ahşap davlumbaz bulunmasıdır. Yapıldığı dönemin koşullarına göre ince bir ustalık ile inşa edilmişlerdir. Bazılarının içinde su, kastal veya akarsu geçer. Özellikle akarsu, mutfakta veya mutfağa yakın bir bölümde bulunurdu. Şimdi günümüzde bu evlere rastlamak artık olanaksız. Çünkü bir çoğu bakımsızlıktan yıkılıp viran oldu. En azından eldekiler kurtarılarak, hem tarihe karşı yükümlülüğümüzü yerine getirmiş oluruz, hem de turizmin hizmetine sunmuş oluruz’(3) Tarihi Ergani evi 58 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hilar hamit ağa konağı(Müze md) Ergani panaroması DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 59 Ergani Çarşısı 60 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ergani Çarşısı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 61 Ergani Çarşısı 62 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ergani Çarşısı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 63 Ergani Çarşısı Toplu konutlar 64 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Toplu konutlar Yolköprüköyü (Kalhane) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 65 Yolköprüköyü (Kalhane) Alitaş köyü ve bazalt mimari 66 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Demirli ilkokulu Demirli köyü camisi -Karacadağ’ın etkisiyle bazalt taş kullanılmış DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 67 Makam dağı ve Ergani-1970(Adil Tekin) 68 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ergani-1973 Makam’dan Ergani’nin görünüm DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 69 Gülbaran’dan Erganiye bakış Aşağı Sabırlı köyü-Taş evler 70 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Taşevler Amidi(Armutova) köyü taşevler DİCLE İLÇESİ Dicle evleri DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 71 Dicle ilçesi evleri-1970 Adil Tekin Dicle ilçesi evleri 72 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dicle ilçesi evleri DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 73 Dicle ilçesi evleri 74 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dicle ilçesi evleri Dicle ilçesi evleri LİCE 1936 ılı Lice evleri(14) 76 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER (5) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 77 Lice-1973 (6) Lice 78 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Eski Lice HAZRO Tarihi Hazro evleri(En arkada Beyler konağı) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 79 Hazro-1970-Adil tekin Günümüzde Hazro 80 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Günümüzde Hazro DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 81 Günümüzde Hazro 82 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Günümüzde Hazro DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 83 Günümüzde Hazro KULP Kulp 1970 84 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kulp 1973(1973 il yıllığı) 1973 Kulp bölge yatılı okulu Telli Ağa Köşkü: Kulp’un doğusundaki Hasandin Dağı’nın yamacında ilçenin en güzel köylerinden biri olan Karabulak köyünde bulunmaktadır Köşk Telli Ağa ve kardeşi Abdül Ağa tarafından 1650–1670 yılları arasında yapılmış köşkün yapımında kullanılan taşlar, Taşköprü Köyü’nden getirilmiştir. DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 85 Tarihi Telli Ağa Köşkü. Köyün üst kısmında bulunan köşkün dört bir yanı bahçelerle çevrilidir. Doğusunda bir şelale ve şelalenin altında bir havuz bulunmaktadır. Köşk iki katlı olup doğusunda Abdül Ağa batısında ise Telli Ağa oturuyormuş. Zamanla toprak tabakasının zayıf ve kaygan olmasına bağlı olarak yer yer göçmeler neticesinde harap haldedir. Batıya bakan kısmında küçük bir bölüm zamana inat hala ayakta durmaktadır.(8) Kulp panorama 86 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kulp DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 87 Kulp panorama Kulp 88 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER EĞİL Eğil DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 89 KOCAKÖY Kocaköy panoraması Kocaköy panoraması 90 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kocaköy panoraması Kocaköy panoraması DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 91 Kocaköy panoraması Kocaköy 92 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kocaköy DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 93 ÇINAR Çınar 94 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çınar ilçesi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 95 Çınar ilçesi 96 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çınar ilçesi DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 97 Çınar ilçesi Çınar Güzelşeyh kasrı 98 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Güzelşeyh kasrı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 99 Güzelşeyh kasrı 100 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Güzelşeyh kasrı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 101 Güzelşeyh kasrı 102 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Güzelşeyh kasrı DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 103 Güzelşeyh kasrı Çınar’ın Güzel Şeyh Köyü’nde yer alan ve kısmen yıkık olan Konak, Cumhuriyetin ilk yıllarında korumasız kalmıştır. 2. Sultan Abdulhamid Dönemi’nde, 1905 Yılında yapılan Konak, beyaz taştan ve süslemeli biçimde yapılmış, ilçenin nadir yapılarındandır. 104 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çınar ilçesi genel görünüşü (1970 Adil Tekin) Çınar 1973(1973 il yıllığı) DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ 105 KAYNAKLAR 1- Murat Bozdoğan,Hamdullah Işık.Çermik.Çermik Kaymakamlığı.2012 2- Çınar Kaymakamlığı.Çınar-2000 3- Mustafa Üzülmez Erganinin tarihi evleri koruma altına alınmalı 06 Eylül 2011, Yeniyurt gazetesi 4- Nejat Satıcı. Silvan’daki Köşk Ve Konaklar.Bütün Yönleriyle Diyarbakır İlçeleri. D. Ü. yay. İst. Uzm matb.2013 5-http://www.licevakfi.com/tarih.htm 6-1973 Diyarbakır İl Yıllığı 7- M Ali Abakay. Çınar İlçesi Tarihî Eserler Envanterine Bakış.Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu.Diyarbakır.2010.c.2 8- Adem Karakuş “Kulp İlçesi Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Özellikleri” adlı Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Coğrafya Anabilim Dalı 2001 tarihli bitirme tezi 9—-Doç.Dr.İrfan Yıldız.Kulp ilçesiİhsan Işık(ed):Diyarbakır ansiklopedisi.3-238 10- http://www.malabadigazetesi.com/ 11- www.kocakoy.bel.tr 12- Şevket Beysanaoğlu.Diyarbakır Tarihi Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.2003.c.1 13-www.silvan.bel.tr 14-1936 il yıllığı 15- http://www.diyarbakirmuzesi.gov.tr/Muze.aspx?ID=8 15- Albert Gabriel (çev.İdil Çetin):Şarki Türkiye’de Arkeolojik Geziler.DİTAV yay.Ank.2014 106 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 2.BÖLÜM DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI Bismil sarayları Üçtepe höyük sarayı Bundan 4.000 yıl önce(M.Ö.2000) Asurlular ile Huriler arasında Dicle ovasının paylaşımı ve Mezopotamya üzerinde egemenlik kurma nedeniyle sürekli savaşlar meydana gelmiştir. Asurlular şimdiki ÜÇTEPE köyünde bulunan ve halen çok büyük bir kısmı tepe altında bulunan büyük bir saray yaparak burayı Hurilere saldırıda ileri üs karakolu olarak kullanmışlardır. Bu sarayın adı TUŞPA olup Asur kralı Banibal tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu Sarayın bulunması 1865 yılında ünlü İngiliz Seyyahı TAYLOR’un Bismil’e gelerek ÜÇTEPE höyüğü üzerinde yapmış olduğu kazıda Asurca yazılı iki DİKİLİTAŞ’ı bulması ile başlamıştır. İngiliz Seyyah TAYLOR, bulduğu bu DİKİLİTAŞ’ları alarak Dünyaca ünlü en büyük müze olan BİRİTİSH Müzesine götürmüş ve halen bu kitabeler orada sergilenmektedir. İşte bu DİKİLİTAŞLAR’ın müzede sergilenmesi ile dünyanın gözü İlçemize çevrilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Profesörlerinden Sayın Veli SEVİN’in başkanlık ettiği 12 kişilik bir kazı heyeti İlçemize gelerek bu Höyük üzerinde kazı ve incelemelere başladı. Yapılan 4 kazı sonucunda 1989 yılında dünyanın harikalarından sayılan ve 6 metre kalınlığında ve adı tarihte TUŞPA olarak geçen büyük bir Asur Sarayının kalıntıları bulundu. Yine bu kazılarda Huriler, Asurlular, Romalılar ve Helenistik çağa ait birçok altın, bronz heykeller, çeşitli paralar, cam eşyalar ve çok sayıda tarihi eserler bulunmuştur. Bulunan bu eserler halen Diyarbakır Müzesinde sergilenmektedir. Ancak daha önce bulunan Dikilitaşlar(Kitabeler) ne yazık ki ülkemize getirtilememiştir. (9) Diyarbakır’daki Asur dönemi mimarisi hakkındaki bilgilere, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük höyüklerinden birisi olan Üçtepe höyüğündeki buluntular sayeDİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 109 sinde ulaşılmaktadır. Asur ülkesinin kuzey sınırında yer alan Üçtepe bölgesi, Asurlar’ın gözünde büyük öneme sahiptir. Üçtepe’deki stellerin üzerindeki yazıtlardan edinilen bilgilere göre II. Asurbanipal, burada Urartular’a komşu bir sınır eyaleti kurmuş ve saray yaptırmıştır Üçtepe’de yapılan kazılarda, saray olabileceği düşünülen yapı kalıntıları ile sur duvarı kalıntılarına ulaşılmıştır. Yeni Asur dönemine ait olduğu düşünülen eyalet sarayının bir duvarının kalınlığı 5, 5 metredir. Bu eyalet sarayının M.Ö. IX. Yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş olduğu bilinmektedir. Asur yapı katlarında, taş temelsiz kerpiç bir mimari geleneği hakimdir. Bu yapı katları, II. bin yılının ikinci yarısına ait dere taslarından oluşturulmuş, zayıf yapılı mimari üzerinde yer almıştır. Yeni Asur ve Erken Yeni Asur dönemleri mimarisinde, tas temelsiz kerpiç duvarlar, doğrudan toprağın üzerine yerleştirilirken, Geç Yeni Asur döneminde de direkt toprak üzerine, taş temelsiz olarak oluşturulan kerpiç duvarlı yapılar devam etmiştir. Geç Yeni Asur mimarisinde büyük boyutlu anıtsal yapılar da vardır. Bunların tabanlarına, pişmiş tuğla ve çakıl taşları döşenmiştir. Bazı mekanları ise duvar resimleri ile süslenmiştir. Bu resimlerin varlığı, toprak sıva parçaları üzerinde siyah beyaz renkte boyanmış üçgen ve damla motiflerden oluşmuş parçalardan anlaşılmıştır. Bu dönemde yaşayan insanların, çakıl taşları ile döşeli avluları da vardı(10). Üçtepedeki saray genel anlamda askeri saraydır Askeri saraylarda ordunun gereksinimlerine yönelik mekanlar ön plandadır. Duvarlarda fresko ve sırlı tuğlalar bulunmaktaydı (11) Silvan sarayları Meyyâfârikîn’de birçok saray vardı. Artuklu hükümdarlarının ve ailelerinin kaldığı Meyyâfârikîn Sarayı bunların başında gelmekteydi. Diğer bir saray İbn Mûsek Sarayı idi. Bir başka saray ise, şehre gelen yabancı elçilerin konakladıkları Dâru’l-Acemiyye (Yabancılar Konukevi) idi. Bunların dışında, anlaşıldığı kadarıyla şehir vâlisinin kaldığı bir köşk de bulunuyordu. Şehrin çevresi bağlar ve bostanlarla kaplıydı. Bustânu’l-Mahat Artuklu hükümdarlarının yazın konakladıkları bir sayfiye yeriydi. (15) Züccahbey(Mervaniler) sarayı: Belediye arkasındaki saraydır, saray kalıntısı vardır. Ancak harabedir. 110 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Büyük saray: Eyyubilerin hükümdarı Melik Kamil tarafından yaptırılan bu saray günümüzde dimdik ayaktadır. Sarayın batı tarafında Melik kamil’e ait kitabe vardır. Bina üstün ailesi tarafından korunmaktadır Ayrıca Azizoğullarının kullandığı ve koruduğu saray söz konusudur. (1) Büyük Saray(Mervani Sarayı ) Zembilfroş Burcu’nun bulunduğu yerde idi. Mervani eseri olan bu saray ünlü hükümdar Nasrüddevle tarafından yaptırıldı. Günümüze ulaşmayan Büyük Saray, muhtemelen M.S.1259 yılında yapılan Moğol saldırısında Silvan kalesi ile birlikte yakılıp yıkılmıştır (8) Silvan-Azizoğlu konağı Silvan Ebu Nasr Sarayı İbnül Ezrak’tan öğrendiğimize göre Ebu Nasr, Meyyafarıkin’de Kral burcu yanında bir saray yaptırmıştır. ‘Ebu Nasr ikameti için bir saray yaptırmak istedi ve Hamdanoğulları’nın eski sarayını yenilemeyi düşündü. Bazıları da Tepenin üstündeki kaleyi onarıp saray haline getirmesini önerdiler. Hoca Ebu’l Kasım ise şu fikri sürdü:’Bence Kral burcu’nun yanında yap. DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 111 Çünkü orası yüksek ve bütün şehre hakim durumda olan bir yerdir.M.1012 yılının başında saray yapıldı. Pınar başından buraya su getirerek hamam ve havuz yaptırdı, saray günümüze ulaşmamıştır(2) Azizoğulları konağı Sadık bey kasrı 112 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Azizoğlu konağı DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 113 Silvan müzesi(Hatip Bey konağı) 114 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Günümüzde Gazi ilkokulu(Bedri bey konağı-16.Kolordu karargahı) DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 115 Bedri bey konağı 116 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bedri bey konağı DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 117 Silvan’da Sadık bey evi(N.satıcı) Ali ağa konağı 118 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sadık Bey Kasrı Silvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde olup Boşat kapısının bulunduğu yerde kale burçlarının üzerinde inşa edilmiştir. Kalenin yapımında kullanılan taşlar ile kalenin üzerinde yapılan evin taşları boyut ve renk olarak birbirinden farklıdır. XIX. Yüzyılda yapılan tarihi evin en büyük özelliği, yapının tüm köşelerinde taştan yapılmış insan kafası figürü bulunmasıdır Azizoğlu Konağı Silvan Kalesinin güneydoğu köşesinde Burcu Şah kapısının yanındadır. Azizoğlu ailesi tarafından kullanılmaktadır. Geniş bir alan kaplayan konak sur ve burçların üzerinde yapılmıştır. Silvan yöresine özgü renkli taşların kullanıldığı ünlü konak Silvan’daki en görkemli yapılardan biridir. Bedri Bey Konağı(Gazi İlkokulu) XVIII. Yüzyılın sonlarında yapılan Bedri Bey konağı günümüzde okul olarak kullanılmaktır. Tarihi konak Silvan Kalesi’nin batı tarafında olup Bedri Bey tarafından yaptırılmıştır. Yapıda Silvan yöresine özgü renkli taşlar kullanılmıştır. Konağın giriş kapısının taş işçiliği dikkat çekmektedir.27 Mart 1916 tarihinde 16. kolordu komutanı olarak Diyarbakır’a gelen Atatürk yaklaşık iki ay burada kaldıktan sonra ordu karargâhını Silvan’a nakletmiştir Hatip Bey Konağı M. Kemal Atatürk tarafından ikametgah olarak kullanılan tarihi ev Yörük ailesinden alınarak müze haline getirilmiştir. Müzede Atatürk’ün kullandığı eşyalar sergilenmektedir. Sivil mimarinin güzel örneklerinden biri olan tarihi konağın yapımında Silvan yöresine özgü renkli taşlar kullanılmıştır. Konak iki katlı inşa edilmiştir.(12) Lice Mehmet Bey Sarayı Vakıf Ahmet Bey’in torunlarından Liceli Hacı Sadullah Beyin büyük oğlu olan Mehmet Bey tarafından inşa edilmiştir. Mehmet Beyin gerek ailenin büyüğü olması ve gerekse de inşa etmiş olduğu konağın muhteşemliğinden dolayı bölge halkı tarafından bu konak DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 119 Mehmet Bey Sarayı (Sara Mehemed Begé) olarak adlandırılmıştır. Aile büyüklerimizin beyanlarına göre ve fotoğrafta görüldüğü gibi güney doğunun en büyük konağı vasfını taşır. Bu vesileyle bölge halkı tarafından Mehmet Bey Sarayı olarak adlandırılmıştır. Saray, Vakıf Ahmet Bey Camiinin karşısında yer alır. Bu saray o dönemde Mardin’den getirilen Süryani asıllı ünlü bir duvar ustası tarafından yapımı gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle bu yapı Mardin mimari özelliğini taşır. Sarayın yapımı 3 yıllık bir sürede gerçekleştirilmiştir. Sarayın arka duvarları siyah taşlardan ön cephedeki duvarları ise beyaz nahit taşlardan yapılmıştır. Bu taşlar Lice’nin güneyinde bulunan Derhust (Dibek) Köyünde açılan taş ocaklarından çıkarılıp ustalar tarafından yontularak katırlar vasıtasıyla Lice’ye getirilmiştir. İki katlı olarak inşa edilen bu konak haremlik ve selamlık olarak iki bölümden oluşur. Bu yapı 20 oda, 2 büyük eyvan, 2 mutfak, 4 tuvalet ve 2 balkondan müteşekkildir. Odaların tabanı tahta döşeme, eyvanların tabanı ise beyaz nahit taşlarla döşenmiştir. Eyvanlar bölgemizde kantara olarak tabir edilen kemerlerden oluşmuştur. Haremlik bölümündeki eyvan 4 kemerli selamlık bölümündeki eyvan 3 kemerden oluşmuştur. Haremlik bölümünde 2 mutfak kullanılmış. Bu mutfaklardan selamlık bölümüne götürülen yemekler ara duvarda yapılan özel dönmeli bir dolap vasıtasıyla selamlık bölümüne gönderilmiştir. Sarayın odaları muhtelif ölçülerde olup gelen konukların vasıflarına göre alt ve üst kattaki odalarda ağırlanmaları temin edilmiştir. Sarayın inşaatına başlandığında temelin sağlamlığı için Lice bahçelerinde mevcut olan ve çürümeye dayanıklı olduğu bilinen ve Urum Dudu olarak tabir edilen tut ağaçları kesilerek demir malzeme yerine kullanılmıştır. Bu konak 1925 Şeyh Sait İsyanına kadar Lice Beyleri tarafından kullanılmış olup bu tarihten sonra devlet tarafından sahiplerinin sıkıştırılması suretiyle hane halkı tahliye ettirilerek sarayın üst katı Hükümet Konağı alt katı ise Jandarma Birliği ve Ceza Evi olarak kullanılmıştır. Bu durum 1962 yılına kadar devam etmiştir. İlçede yeni Hükümet Konağı ve Jandarma binalarının yapılması üzerine bu konak boşaltılarak sahiplerine teslim edilmiştir. Ne yazık ki ilçede vuku bulan 6 Eylül 1975 tarihli depremde Mehmet Bey Sarayı yıkılmıştır 120 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Mehmet Bey sarayı (3) Çermik beyliği: Çermik beyliğinin kurucusu, Mırdasî Emir Muhammed’in oğlu Emir Hüseyin’dir. Bu Emir, babasının sağlığında Berdenc kalesi ve Çermik yöresi valisi bulunuyordu. Babası ölünce, bu bölgede, beyliğini kurdu. Ölünce yerine oğlu Emir Seyfeddin, bu da ölünce oğlu Şah Yusuf, bunun da ölümüyle oğlu Velat Bey, sonra da Şah Ali Bey ve bunun da ölümüyle beyliğin yönetimi oğlu Muhammed Bey’e geçti. Muhammed Bey, Çermik yöresini Kızılbaşların elinden kurtarmış, Diyarbakır’ın Osmanlı Birliğine katılışı sırasında da Yavuz Sultan Selim’den bir sultanlık emirnamesi alarak beyliğini sürdürmüştür (5) Çermik Beyler Sarayı Diyarbakır, Çermik ilçesinin kuzeyindeki Saray Mahallesi’nin üst kesiminde bulunan bu sarayı XVI. yüzyılda Çermik Ocaklı Beyleri yaptırmıştır. Tepenin üstünde yer alan, yüksek ve kalın duvarları ile Ortaçağ şatolarını andıran sarayın harem ve selamlık daireDİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 121 leri, mescidi, hamamı ve zindanları bulunmaktadır. Beyaz ve siyah mermerden yapılmış olan harem ve selamlık bölümleri sarayın en ilginç bölümüdür. Buradaki görkemli giriş kapısı, köşk, hazine odaları da iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Saray içerisinde renkli mermerden taş sütunlar ve bezemeli pencereleri bulunmaktadır Yüksek müstahkem ve kalın duvarlarıyla Ortaçağ şatolarını andırmaktadır. Yazlık ve kışlık “Harem Daireleri” ile “Selamlık Daireleri” bulunan, Saray Mescidi”, “Hamam” ve “Zindan”larıyla meşhur olan bu saray, zevkle yaptırılmış çok güzel bir mimari eserdir. Haci-Ali Bey’in pek süslü pencereler, renkli ince taş direkler ve aklı karalı taşlarla üçer kemerli Harem ve Selamlık olarak yaptırmış olduğu bu sarayın demdir cümle kapısı, köşkü, hazine odaları, zindan ve mutfak takımları görülmeye değer niteliktedir. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanan 14.02.2002 gün ve 202 sayılı raporla sinagogun korunması gerekli kültür varlığı olduğu belirtilmiştir. Bu sarayın birçok bölümü günümüzde bile varlığını sürdürmektedir. (4)(6) Cermik beyler sarayı(M. Üzülmez) 122 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cermik beyler sarayı(M. Üzülmez) DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 123 Cermik beyler sarayı(M. Üzülmez) 124 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cermik beyler sarayı(M. Üzülmez) DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 125 Çermikbeyler sarayı ve 3 saray kapisi 1890 yılı Çermik Beyler Sarayı(Foto Yılmaz Tuncay) (7) 126 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Beğler sarayına ait bir kitabe harem bölümünde hamamın kuzey cephesinde yer almakta olup fetih suresinin ilk ayetlerini içermektedir. Yapının üzerinde kim tarafından, ne zaman yapıldığım gösteren bir yapım kitabesi bulunmamaktadır. F. Kırzıoğlu, sarayın XVI. yüzyıl başlarında Çermik Sancak Beği Hacı Şah Ali Bey tarafından yaptırıldığını söylemektedir Beğler Sarayının Mimari Özellikleri Çermik Beğler Sarayı, geleneksel yapı geleneğine bağlı kalınarak, klasik üslubu yansıtacak tarzda yapılmış, gösterişsiz bir düzenlemeye sahiptir. Sarayda harem ve harem odaları, tören salonu, taşlık, selamlık, hizmetli odaları, köşk ve hamam bölümleri bir avlunun etrafında sıralanmış ve günümüze kadar ulaşan bölümleridir. Giriş kapısı, köşk, hazine odaları iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir. Şekil 2. Beğler Sarayı Alt Kat Planı Mekansal Birimler Büyük bir avlu etrafında iki katlı olarak düzenlenen sarayın, bütün saraylarda olduğu gibi, harem ve selamlık bölümleri vardır. Harem ve selamlık bölümlerinde aynı plan şemasının uygulandığı görülmektedir. Üst katta dikdörtgen köşk oda, güney cepheye açılan büyük pencereler ve duvarlarında nişlerle hareketlendirilmiştir. DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 127 Şekil 3. Beğler Sarayı Üst Kat Planı Mutfak ve kiler bölümü harem ve selamlık bölümlerinin ikisinde de yer almaktadır. Selamlık bölümünde mutfaktan köşk odaya açılan pencere haremlik-selamlık uygulamasının en güzel örneklerindendir. Günümüzde alt katların genellikle ahır olarak kullanıldığı görülmektedir. Selamlık bölümünün iki katlı revakları ile harem bölümünün tek katlı yüksek revaklara birbirine bakmaktadır. Sarayların değişmez unsuru olan mescid küçük boyutlu olarak bu sarayda yer almıştır. Selamlık bölümünde köşk odanın güney duvarındaki mihrap bunun kanıtıdır. Sarayın hamam ihtiyacı karşılayan hamam harem bölümünün kuzeyinde yer almaktadır. Servis bölümlerini oluşturan hizmetli odalarının alt katları ahır ve depo olarak düşünülmüştür. Haremlik-selamlık bölümüne oranla daha özensiz olarak ele alınan servis bölümlerinin oda, mutfak ve kiler düzenlemesine uygun yapıldığı görülmektedir. Harem bölümü Avlunun güneydoğu köşesinde bulunan harem bölümü yazlık ve kışlık harem odaları, salon, hamamdan ve zindanların oluşmaktadır. Harem bölümüne güney cepheden ve avludan girilmektedir. Avludan hareme açılan her iki kapı bu salona açılmaktadır. Bu sa128 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER lonun tören salonu olduğu düşünülmektedir. Avludan giriş sağlayan diğer kapı odalara açılmaktadır. Bu odalar günümüzde ahır olarak kullanılmaktadır. Güney cepheden hareme açılan iki kapıdan biri bir holle tören salonuna geçiş sağlarken diğeri harem bölümündeki diğer odalara geçiş sağlamaktadır. Şekil 4a Harem bölümü üst kat planı Şekil 4b.Harem bölümü alt kat planı DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 129 Sarayın harem bölümü batıya gittikçe kuzeye doğru içe giren yapılar, güney cepheden iki kare kule şeklinde dışa taşırılan harem odalarının her yöne açılmasını sağlamıştır. Güney cephede alt katta açılan mazgal pencerelere yer almaktadır. Üst katta sivri kemerli pencereler harem bölümündeki köşk odaların dışa açılmasını sağlamıştır. Harem güneydoğuda yer alıp bir kule şeklinde dışa taşırılan biçimdedir. Sarayın Harem bölümüne asıl giriş kapısı güney cephede bulunmaktadır. Harem giriş kapısında üç dilimli kemer kullanılmıştır. Dikdörtgen formlu düz atkı taşlı kapı açıklığı, üç dilimli kemerle çevrelenmiştir. Kapı kemeri, rumi ve kıvrık dallarla süslenmiş başlıkları bulunan sütunçeler üzerine oturtulmuştur. İki renkli olarak düzenlenen taç kapıdan harem bölümüne açılan bir hole girilmektedir. Holün duvarlarında mazgal pencerelere yer verilmiştir. Dikdörtgen holün güneyinde bir tulumba bulunmaktadır. Avlu ile arasında büyük bir kot farkı bulunan hölün kuzeydoğu köşesindeki merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. Avludan büyük bir kapıyla girilen tören salonunun doğu ve güney kesiminde sıralanmış değişik amaçlı odalar bulunmaktadır. (16) Hazro Hazro beyler konağı (Prof.Dr.Turgay Budak) 130 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Beyler konağı DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 131 Hazrobeyler konağı Hazro beyler konağı taş işçiliği 132 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hazro beyler konağı taş işçiliği DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 133 Hazro beyler konağı 134 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hazro beyler konağı DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 135 Hazro beyler konağı 136 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER TERCİL BEYLİĞİ: Bu beyliğin kurucusu Zırkanlı Şeyh Hasan oğlu Seyyid Hüseyin’dir. Seyyid hüseyin, Emir Artuk’un kızıyla evlenmiş ve kendisine Tercil ve yöresinin yönetimi verilmişti. Seyyid Hüseyin ölünce, yerine oğlu Ömer Bey geçti. Kendisi Uzun Hasan’la çağdaştı. Onun güven ve sevgisini kazanmış bir beydi. Uzun Hasan, Ömer Bey’in kızıyla evlendi. bu karısından Zeynel adlı oğlu oldu. Zeynel gelişip büyüyünce, Mihranî ve Nuşat (“Boşat” olmalı) yöreleri de Tercil’e bağlanarak yönetimi kendisine verildi. Ömer Bey de Bitlis ilinin vali ve muhafızlığına atandı. Ömer Bey ölünce, yerine oğlu Budak Bey geçti. Uzun Hasan’dan sonra Akkoyunlu hükümdarı olan Sultan Yakub döneminde de bu görevi sürdürdü. Tercil ve buraya bağlı yerlerin yönetimi de kendisine bağlanmıştı. Budak Bey 43 sene yaşadı. 1506’da ölünce yönetimi, oğlu Ahmed Bey aldı. Şah İsmail, 1508’de Diyarbekir bölgesini istila ederken yapılan savaşlardan birinde şehid oldu. Yerine kardeşi Ali Bey, onun da ölümüyle yerine diğer kardeşi Şemsi Bey geçti. Çaldıran savaşından sonra Safeviler’le yapılan savaşlara katıldı. Osmanlı birliğine katılmayı isteyenler arasında Şemsi Bey de vardı. Yavuz Sultan Selim Tercil kalesinin yönetimini bir fermanla yine kendisine verdi. Ölünce, yerine oğlu Haydar Bey geçti. Tercil, Hazro’non beş kilometre güneydoğusunda bulunmaktadır. Halen harap bir durumdadır. Bugünkü Hazro beyleri, Tercil beylerinin soyundan gelmedir.(5) Çınar Tarihi konaklar. Çınar’ın Güzel Şeyh Köyü’nde yer alan ve kısmen yıkık olan Konak, Cumhuriyetin ilk yıllarında korumasız kalmıştır. 2. Sultan Abdulhamid Dönemi’nde, 1905 Yılında yapılan Konak, beyaz taştan ve süslemeli biçimde yapılmış, ilçenin nadir yapılarındandır. Çınar’da bulunan eski konak, Şeyhlere ait gösterilmektedir. Üç katlı duvarları taştan ve iç kısımları kerpiçten yapılmış konağın günümüzde ilkkatı ayakta kalmıştır. Konak oldukça bakımsızdır.. (13) DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 137 Güzelşeyh kasrı Telli ağa köşkü-kulp Kulp Telli ağa köşkü Yapı Kulp ilçesine bağlı 8 km ötede Karabulak köyündedir. Kitabesine göre Telli Ağa bin Abdi ağa tarafından XVIII. yüzyılda inşa edilmiştir. İki katlı eyvanlı inşa edilen ya138 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Telli ağa köşkü-kulp pının inşasında giriş cephesinde düzgün kesme taş malzeme diğer cephelerde moloz taş malzeme kullanılmıştır. Güney cephede yuvarlak kemer açıklıklı giriş kapısına yer verilmiştir. Cephe sütunlarla hareketlendirilmiştir. Üst katta yer alan eyvan ortada bir sütun oturan iki kemer açıklığıyla dışarı açılmaktadır(14) Eğil sarayı Eğil İç kalenin batı ucunda yönetici sarayı ve beylerin konutları, diğer yerlerde ise askeri alanlar, depolar bulunmaktadır. Bunların yanı sıra genellikle, darphane, tutuk evi, ibadethane gibi yapılar da iç kalede bulunmaktadır. Batı tarafta yer alan ve günümüze kalıntıları ulaşan yönetici sarayı ve beylerin konutlarının bulunduğu alanın tahkimatına ayrıca önem verilmiştir(17) DİYARBAKIR İLÇE KÖŞKLERİ VE SARAYLARI 139 İç Kale’de Yönetici Sarayının Bulunduğu Alan KAYNAKLAR 1- Yaşar Parlak: Silvan.Ank.1997.s.138 2-Fehmi Gür. Kürt Mimarisi.Hedef-Ay yay.Van.2009.s.33 3- Süreye Işık. Lice İlçesi Tarihi Mekanları. Bütün Yönleriyle Diyarbakır ilçeleri.2013 4- Murat Bozdoğan-Hamdullah Işık-Kaplıcalar Diyarı Çermik T.C.Çermik Kaymakamlığı 2011 5-http://www.bydigi.com/ 6- www.cermik.gov.tr 7- Müslüm Üzülmez: Yazılı Kaynaklarda Çermik. Kent yay.İst.2012 s.50 8- Nejat Satıcı. Silvan’daki Köşk Ve Konaklar. Bütün Yönleriyle Diyarbakır İlçeleri. D. Ü. yay. İst. Uzm matb. 2013 9-Veli Sevin. Yeni Asur Sanatı-I-Mimarlık. TTK basımevi.Ankara. 1999. s.106, 110 10-http://www.geocities.com/ 11- Ayşe Demirtaş. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan İslam Fethine Kadar Diyarbakır Yüksek Lisans Tez T.C.Fırat ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Elazıg 2007 12-Nejat Satıcı Silvan’daki Köşk Ve Konaklar Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri Editörler Kenan Haspolat Aysel Yılmaz. Uzman matb.İst.2013. 13- Mehmet Ali Abakay. Çınar ilçesi, Diyarbakırda Çevre Ve Doğa sempozyumu, 2011 s.342 14-Doç.Dr.İrfan Yıldız.Kulp ilçesiİhsan Işık(ed):Diyarbakır ansiklopedisi.3-238 15- Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kayhan. Artuklu Hâkimiyetinde Meyyâfârikîn’in Tarihî Gelişimi http://gefad.gazi.edu.tr/window/dosyapdf/2009/4/16.pdf.s.258 16- Havva Özyılmaz, İclal Aluclu. Kültürel Ve Sosyal Sürdürülebilirlik Bağlamında Saray Yapılarından Çermik Beğler Sarayının Mekânsal Açıdan İncelenmesi. Tüm Yönleriyle Çermik ilçesi ve Turizm.2014 17- Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız.Eğil’in Kültürel Mirası.Diyarbakır.2012 140 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 3.BÖLÜM NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ İLÇELERDE NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ VE TAŞ İŞÇİLİĞİ Dünya tarihinde ilk şehir kültürünün yaşandığı coğrafya Eski Anadolu topraklarıdır. Anadolu maden devrine erişinceye kadar, binlerce yıl süren uzun bir taş devri yaşamıştır. Taş devri kültürleri Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik devirler olarak üzere üçe ayrılır Paleolitik ve mezolitik devrileri avcılık yapılan dönemdir. Mezolitik devirden sonra Yeni taş devri gelir. Neolitik devirde ateşin kontrol altına girmesi, seramikler pişirme ile imali, ziraat ve yerleşik hayata geçilme olmuştur. Neolitik devrin seramikleri tek renkli olup bu devirde yapılan araç ve gereçlerin tümü yine taştan ve kemikten imal edilmiştir. Ancak bu devir taş aletleri kaba saba olmayıp perdahlamışlardı. Bu yüzden Neolitik devre ‘Cilalı Taş Devri’ denilmektedir Neolitik dönemde ziraat başlamış, ilk köy kültürü başlamıştır. Anadolu’da M.Ö.80005000 yılları arasında Burdur-Hacılar, Konya Çatalhöyük, Mersin Yümüktepe, TarsusGözlükule, Malatya Cafer höyük, Beyşehir Suber ve Erbaba, Keban barajı alanı ve Diyarbakır Çay önü ön plana geçmiştir. (12) Diyarbakır’ın da içerisinde yer aldığı, Yukarı Dicle Bölgesi kuzeyden ve doğudan çevrildiği dağlarla Anadolu ve İran platolarından ayrılmaktadır. Bu bölgenin tepeleri arasındaki vadiler, yerleşmeye oldukça müsaittir. Ancak bölgenin ilk insanları vadilerde değil, dağlık yerlerdeki mağaralarda oturmaya başlamışlardır Bu insanlar ekip-biçmeyi öğrendikten sonra aşağıdaki düzlüklere inmişler ve dağlar arasındaki uygun vadilere yerleşmişlerdir. Dolayısı ile daimî yerleşmenin ekip-biçmeye bağlı olduğu sanılmaktadır İnsanların evler kurup ekip-biçtikleri devreye Prehistorya ilminde “Yeni Taş Devri” yani “Neolitik Devir” denir. Diyarbakır bölgesinin ise neolitik devirlerde iskân edildiğini “Çayönü” kazıları göstermiştir. NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 143 Çayönü tepesi, çevresindeki kireçtaşı kayalıkları, kayalıklardaki geç antik çağa ait kalıntıları, sarnıçları, mezarları, yazıtları ve benzeri birçok yönüyle tarih öncesini sürdüren, Diyarbakır bölgesindeki bir kaç kazı merkezinden birisidir Diğer önemli bir kazı merkezi ise “Üçtepe” höyüğüdür. Çayönü tepesindeki arkeolojik çalışmalar, bu bölgenin Neolitik çağın başlarında yani günümüzden dokuz bin yıl öncesinde iskân edildiğini göstermektedir. Dolayısı ile “Çayönü” yalnız Diyarbakır hatta Anadolu açısından değil, Yakın Doğu arkeolojisinin de önemli bir yerleşim merkezidir. Bu arada eski Ergani Kalesi’nde yapılan yüzey araştırmaları, bu kalenin de kalkolitik çağa kadar indiğini göstermiştir. Bilindiği gibi kalkolitik devir, taş devriyle bronz devri arasında kalan yani Neolitik dönemi takip eden bir geçiş dönemidir Kalkolitik dönemi yansıtan yerleşmeler, Yukarı Dicle vadisinde odukça fazladır. Bu bölgenin M.Ö. III. binden itibaren Akadlann, Gutilerin hakimiyetleri altında olduğu, daha sonra Diyarbakır yöresinin de içerisinde bulunduğu Yukarı Dicle bölgesine M.Ö.II. binde Hint-Avrupaî bir kavim olan Hurri-Mitanniler’in hakim oldukları anlaşılmaktadır Mitanniler bu bölgeye geldiklerinde, burada yaşayan ve Urartularla akraba oldukları iddia edilen Hurriler’i hakimiyetleri altına almışlardır Diyarbakır bölgesine M.Ö. I. bin başlarından itibaren Samî kökenli Aramî kabilelerin yerleştiği ve bunu takiben bölgeye Asurların hakim olarak, M.Ö. IX. yüzyıldan sonra, Diyarbakır’ı Asur devletinin bir eyaleti haline getirdikleri görülmektedir. Bu dönemde bölgeye bir ara Urartular da hakim olmuşlar ise de, Asurlular daha sonra hakimiyeti tekrar ele geçirmişlerdir. İskit ve Med akınlarının hem Urartuları hem de Asurluları ortadan kaldırmasıyla, bölgeye M.Ö. VI. yüzyılın ilk yansından önce Medler, ikinci yarısında ise Persler hakim olmuşlardır. Bunu M.Ö. IV. yüzyılda İskender hakimiyeti takip etmiş ve bunu da takiben Selevkoslar bölgeyi ele geçirmişlerdir. Milâtan sonraki dönemlerde bölge, Romalıların eline geçmiş ve bu tarihten sonra uzun bir süre Roma-Iran hakimiyet mücadelesine sahne olmuştur. Roma ve bunu takip eden Bizans hakimiyetleri sırasında Diyarbakır, bu devletlerin İran’a karşı yürüttükleri mücadelede ileri bir karakol vazifesi girmekte idi Bizans imparatoru Constantinus II (337-362) şehrin etrafını 349 yılında bir sur ile çevirerek 144 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER müdafasını sağlamlaştırmak istemiştir. Ancak buna rağmen Diyabakır birçok defalar, İranlı’lar tarafından zabt olunmuştur. Fakat yine de bir Bizans kalesi olma özelliğini devam ettirmiştir(15) Tarih öncesi Güneydoğu Anadolu’nun mimarisini ve özellikle de mimarinin tarihi gelişimi açısından önemli olan Çayönü mimarisindeki yapı katmanlarını açıklamak için Yakındoğu yerleşme sistemindeki “höyük” adı verilen çok katmanlı oluşumun hangi şartlar sonucunda ortaya çıktığına bakmak gerekir. Höyüklerin oluşmasında, bulunulan çevrenin doğal şartları etkili olmuştur. Su kaynaklarının kıt olması insanları su çevrelerinde yerleşmeye zorlayan şartlardan bir tanesidir. Aynı zamanda Yakındoğu’da mimaride kerpiç kullanıldığı için daha sonrasında bu malzeme tekrar kullanılamamıştır. Aynı yeri yerleşim alanı seçenler, eski yapıları yerinde düzelterek oturacakları yapıları yapmak isteyince, bu yerleşim yerleri giderek yükselmiş, böylece yüksek ve büyük höyükler ortaya çıkmıştır. Bu höyüklerin yüksekliği bazen 70 metreyi bulurken, katmanları ise Çayönü ve benzerlerinde olduğu gibi 10.000 yıllık bir tarihi geçmişi aydınlatan bilgileri bize vermiştir.(1) Hallan Çemi, Tilhuzur(Yayvantepe), Girikihaciyan Mimarisi Güneydoğu Anadolu mimarisine baktığımızda Hallan Çemi halkı, avcılık ve toplayıcılık yaptığı dönemde yuvarlak planlı yapılarda oturmuştur. Bu yapılar, zeminden 50 cm. aşağıda çukura yapılmıştır. Yapıların büyüklükleri 4-6 metre arasında değişirken iki yapı arasında bir metre boşluk bırakılmıştır. Duvarlar, tas temel üzerine kamış ve ince dallar ile örülerek, çamurla sıvanmış, üst örtü ise ahşap direkler ile desteklenmiştir. Evlerin tabanları çamurla sıvanırken, bir kısmının tabanlarına ise sal taslar dizilmiştir Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Tilhuzur (Yayvantepe) höyüğünde Son Neolitik döneme ait kerpiç yapı kalıntıları bulunmuştur. Yayvantepe’deki yapıların hemen hepsi kerpiç ile yapılmıştır. Yapıların iç bölümlenmesi, Çayönü’ndeki yapılardan daha küçüktür. Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı Ekinciler köyü yakınındaki Girikihaciyan’da, yuvarlak planlı yapıların olduğu görülmüştür. M.Ö. 6./5. bin yıllarına tarihlenen Girikihaciyan’da tas duvar kalıntılarına rastlanmıştır. NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 145 Çayönü’nde Mimari Çayönü Mimarisinde Yapı Türleri Çayönü mimarisinde en eskiden yeniye doğru yuvarlak planlı kulübeler, ızgara planlı yapılar, kanallı yapılar, tas döşemeli yapılar ve geniş odalı yapılar görülür. Çayönü’nün bilinen en eski evresini yuvarlak planlı yapılar oluşturur. Bu yapılar, toprağın üzerinde hafifçe çukurlaştırılmış bir zemine yapılmıştır. Önceleri saz ve kamış demetlerinin birbirine bağlanmasıyla oluşturulan yapılar, daha sonra alttan belli bir kısma kadar tas temel yapılmış ve ağaç dallarını dal örgü tekniği ile örerek, çamur ile sıvamışlardır. Yapıların tabanını sıvamış veya yer yer küçük çay taslarıyla doldurmuşlardır. Yuvarlak planlı yapılardan sonra ızgara planlı yapılar gelir. En eski örneğine bakıldığında boyutları bir dikdörtgeni andıran bu yapı türü, arkada altı ızgara duvar, ortada kapalı bir avlu ve önde üç küçük hücre olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Izgara duvarlar çay taslarından yapılmıştır. Bu duvarların havalandırmayı sağlayarak yapıyı rutubetten korumak için yapıldığı tahmin edilmektedir. Izgaraların üzeri kamış ve ince dallarla kapatılmıştır. Bunların üzeri toprakla örtülerek insanların oturup islerini yapacağı bir alana dönüştürülmüştür. Izgara planlı yapılar, eskiden yeniye doğru bir gelişme gösterdiği gibi yeni yapı altta bulunan yapının hemen hemen üzerine gelecek şekilde, aralarında bos alan bırakılarak yapılmıştır. Düzenli bir biçimde sıralanan bu yapıların planlarının da hemen hemen aynı olduğu görülmüştür. Bu durum, tarih öncesinde yasayan insanların evlerini yaparken belli bir yerleşme planına uyduklarını göstermektedir Kanallı yapılar, tas temelin üzerine kerpiç topanlarıyla yapılan duvarlarla oluşturularak üzerleri dal, çalı çırpı, saz gibi malzeme ile kapatılmıştır. İç kısmını, kapı açıklıkları bırakarak tas duvarlar ile bölmüşlerdir. Evin dışını, tabanını toprak ile sıvamış ve çevresine de tas kaldırım yapmşlardır. Tas döşemeli yapılarda, dış duvarları tastan örerek, tabanına da tas döşemişlerdir. Binanın içinde kapı açıklıkları bırakılarak üç oda oluşturulmuştur. Kaldırımlar, bu dönemde de devam etmiştir Hücre planlı yapıların planını DS yapısı olarak adlandırılan yapıyı örnek vererek açıklarsak yapı birbirine küçük geçitler ile bağlanan 6 hücre ve kuzey tarafında genişçe bir giriş mekandan oluşmaktadır. Bu yapının duvarlarının alt kısımları tas, üstü ise boyutları oldukça büyük kerpiçten yapılmıştır. Kaldırım bu yapı döneminde de önemini korumuştur. 146 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hücre planlı yapılar, aralarda avlular bırakılarak yapılmıştır. Bu yapılar, bodrum ve üst kat olmak üzere iki kattan oluşmakta, üst kata tas merdiven ile çıkılmaktadır. Yapıların üzeri toprak damlıdır. Bu tür yapıların küçüklerine ve ince duvarlılarına da rastlanmıştır. Geniş odalı yapılar, hücre planlı yapılardan sonra gelir. Bu yapılar, çukur tabanlı, basit tas duvarlı ve geniş dörtgen tek odalıdır. Yapı malzemesi olarak ahşap, saz, kerpiç karışık kullanılmıştır. Çanak çömlek dönemi mimarisine baktığımızda, toprak niteliğinin ve kullanılan yapı malzemesinin çanak çömleksiz dönemden farklı olması, bu iki höyük arasında bir kesinti olduğunu göstermiştir. İlk aşamada çanak çömlekli dönem ile ilgili büyük tas duvarlar ve yuvarlak ocak yerlerine rastlanmış ve çıkan çanak çömleğe dayanılarak bu dönemin, kesin olmamakla birlikte 6. binin baslarında yaşandığı yapılan tarihlendirme ile tespit edilmiştir. Çayönü höyüğünün kuzey eteğinde çanak çömlekli dönem mimarisine rastlanmıştır. Kazıların ilerlemesiyle birlikte orta yerinde bir dar yol, yolun her iki yanında geniş avluları ve küçük mekanları olan yapılar topluluğu ortaya çıkmıştır. Duvarlar, tas temelin üzerine kerpiçle örülerek yapılmıştır. Tas temel, harçsız ve çanak çömleksiz dönemden farklı bir örgü tekniği ile yapılmıştır. Avlu tabanları toprak olarak bırakılırken, bazılarına tas döşenmiştir. Çayönü, Anadolu mimarlık tarihi içerisinde çeşitli yapı tiplerinin ortaya koyulduğu bir yerleşim yeri olmanın yanı sıra kapı, çatı, temel veya su basmanı, merdiven, kerpiç tuğlanın nasıl geliştiğini ortaya koyması ve günümüzdeki anlamıyla olmasa bile, yapıların kullanımına göre iç bölümlere ayrılması, belirli işler için ayrılan özel alanların oluşturulması açısından önemli bir yerleşim yeridir(1) M.Ö.8000 Diyarbakır Çayönünde evlerin kapısı vardı. M.Ö.6500’lerde kurulan Çatalhöyüğe bakalım ‘Çatalhöyük evleri bir birine bitişik düzende yapılmışlardı. Dışa dönük yüzlerinde pencere yoktu. Kapı zaten hiç yoktu. Evlerin içine damlardan açılan bir kapaktan taşınır merdivenler aracılığıyla girilmekteydi. (2) NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 147 Çayönü 148 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Çayönü NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 149 Resim:9000 yıl önce ki ilk yerleşimlerden biri olan Çayönü’ de ( 60 km. Diyarbakır’ın kuzey batısında) ilk ev ve köy tasarımı ortaya çıkıyor. İlk konut tipi restitüsyonu. Resim:–9000 yıl önce ki ilk yerleşimlerden biri olan çayönü’ de ( 60 km. Diyarbakır’ın kuzey batısında) ilk ev ve köy tasarımı ortaya çıkıyor. İlk konut tipi restitüsyonu.(13) 150 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Yukarı Mezopotamya mimarisi Mezopotamya sözcüğü Grekçe Potamos (nehirler) ve Mezos (arası)sözcüklerinin birleşiminden doğmuştur ve bu yeni sözcük genel anlamda Fırat ve Dicle nehirlerinin Anadolu’yu terk ettiği bölgeden başlayıp iki nehrin birleşerek Basra körfezine döküldüğü noktaya dek uzanan nehirler arasındaki geniş alanı kapsar. Mezopotamya bataklık ve balçık bir bölgedir. Her yıl iki nehrin taşkınlarıyla bölge sular altında kalır ama bu taşkınlar aynı zamanda bölgenin bereketidir. Bu nedenle çok eskiden beri bölgede yaşam vardır. Aynı nedenle bir cazibe merkezi olan bölgede hiçbir zaman uzun süreli bir otorite başa geçmemiştir. Bölge zaman zaman yerli halklar ve saldırgan kavimlerin idaresine girmiştir. Bölgeyi, Bağdat’ı orta nokta alıp Aşağı ve Yukarı Mezopotamya olarak adlandırabiliriz. Yukarı Mezopotamya Asur yurdudur(4) Asur mimarisi Savaşçı bir kavim olan Asurlar yukarı Mezopotamya’nın dağlık coğrafi karakteri ile tam bir uyum gösterirler. İlk yerleşmeleri Dicle ile Zap suyu arasında, başkenti Asur olan bölgedir. Asur ülkesi dağlık bir bölge olduğu halde, mimaride Mezopotamya gelenekleri esas alınarak, mimari yapılarında fırınlanmış kerpiç tuğla ve sırlı tuğlalar kullanılmıştır. Bu dönem mimarisinin en önemli özelliği 3 girişli kapıların ve bu kapıların solunda da taht salonunun olmasıdır. Askeri mimari Asur kent surları Hitit geleneğinde olduğu gibi kalınlıkları 15m’yi bulan çift sıra surla kuşatılıştır ama farklı olarak malzeme kerpiç tuğladır. Kent kapılarına da önem verilmiştir, bu kapıların girişlerinden başlayan yollar, kentin tapınak ve sarayının bulunduğu alana uzanan düzenli yollardır. Ayrıca burada poternaları da görürüz ama burada malzeme yine kerpiç tuğladır ve geçitlerin ikiden fazla girişi vardır. Yeni assur askeri mimarisinde ekal maşarti ismi verilen uzun ince yapıların vardır bu yapılarda şehre yakın bağımsız alanlara kurulmuştur. Konutlar Konut mimarisinde Bit-Hilani tarzı konutlar yapılmış ama bu ev şemasının adı, onların koyduğu isim ile tanınmıştır. Binaların üst örtüsü düz toprak damdır ama bunu sağlamak NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 151 için gerekli ahşap malzeme bulunmadığı zaman binalar kubbe ya da tonoz üst örtü ile kapatılır ve bunun üzeri yine bir toprak tabakası örtülerek dam düzeltilmiş olurdu. Saraylar Mezopotamya geleneğine uyularak burada da anıtsal yapılar bir set ya da teras üzerine inşa edilir. Saray yapıları kompleks binalar olup birbirine geçişleri olan avlular çevresinde sıralanmış salonlardan meydana gelir ve bu tür yapıların duvarlarında nakış izlerine rastlanmıştır. Anıtsal yapıların kapılarını “Lamassu” denilen insan başlı, kanatlı ve beş ayaklı çok iri boğa heykelleri korumaktadır. En önemli saraylar Khorsabad’da II.Sargon’un ve Kalhu’da II. Asurbanipal’in saraylarıdır. Hitit orthostatlarını hatırlatan kabartmalı taş kaplama levhalarını burada da görürüz. Sarayların ilginç bir mimari elemanı, ileride Yunan mimarisinde karşılaşılacak olan Karyetid ve telemonların öncüsü konumunda olan Atlantlardır ki bunlar üst yarısı kadın ya da erkek Heykeli formunda olan sütunlardır. Bismil Asur yerleşkelerinde de Asur saraylarını görmekteyiz Mezar mimarisi Asur şehirlerinde kent dışı bir mezarlık söz konusu değildir. Halk cenazesini yaşadığı evin bir odasının zeminine gömer. Kral ve soylular için kare ya da dikdörtgen planlı yer altı mezar odaları yapılırdı. Derinliği 2 metreyi geçmeyen bu mezar odalarında ölü toprak altına gömülür ya da zemin üstüne bir sanduka ile bırakılır, yanına da çeşitli eşyalar konurdu. Bu mezarlar üst örtülerine göre 2 çeşittir ki bunlardan ilki diğerinin prototipidir: Sahte kemerli mezarlar : Burada poternalarda olduğu gibi bindirme tekniği ile içe doğru eğimli örülen yan duvarlar üçgen kesitli bir mezar odası oluşturur. Gerçek kemerli mezarlar : Daha gelişmiş olan bu tipte belirli bir yükseklikten sonra olasılıkla bir çatı iskeleti üzerine tonozu oluşturan tuğlalar örülür ki bu tipin daha gelişmiş örneğinde özel tonoz tuğlalarının kullanıldığı görülmüştür. Her mezar odasının bir de küçük giriş bölümü bulunur (3) Diyarbakırda ev ve yaşamda taş malzemeler Neolitik dönemde evlerde kullanılan taş araçlar Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Akeramik Neolitik Çağ’ın özgün üretimleri olan taş kaplar, günlük gereksinimler doğrultusunda kullanıldıkları gibi, ölü armağanlarının 152 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER vazgeçilmez öğeleridirler. Başta Körtik Tepe olmak üzere, Çayönü, Hallan Çemi, Cafer Höyük gibi merkezlerde varlıklarına tanık olunan taş kaplar, dönemlerinin sosyal ve kültürel yaşantılarına kendi pencerelerinden ışık tutabilecek özelliklere sahiptirler. Pişmiş topraktan çanak çömleğin henüz üretilmediği bir dönemde üretilen taş kaplar, kullanım amaçlarına göre yapısal farklılıklar yansıtırlar. Günlük gereksinimlere yönelik üretilmiş olanların yalınlığı ve görece kabalığı ön plana çıkarken, ölü armağanı durumunda olanlar ise, özenli işçilikleri ve seçkin dekorasyonları ile dikkati çekerler. Taş kapların kırılarak ölü yanına bırakılması, Anadolu’nun da dahil olduğu Yakındoğu coğrafyasında Epipaleolitik ve Akeramik Neolitik topluluklarda yaygın bir gelenek olarak, dönemin dini inançlarının ölü gömme ritüelleriyle bağlantılı uygulamaları olduğunu göstermektedir Aşındırma ve yongalama yöntemiyle üretilmiş taş kapların varlığına tanıklık eden Akeramik Neolitik dönemin ilgili yerleşimlerinde ortak tekniklerin kullanıldığına ilişkin güçlü kanıtlar vardır. Kapların yüzeylerinde ve gövdelerinin iç kesimlerinde korunan aşındırma izlerinden anlaşılabildiği kadarıyla, öncelikle taşın dış hatları kabaca elde şekillendirilmiş, devamında kütlenin içi sürtme taş yöntemiyle boşaltılma yoluna gidilmiştir. Ancak, olasılıkla günlük kullanıma yönelik bazı kaplarda taş, kaba biçimiyle korunmuş, salt içi boşaltılarak şekillendirilmiştir. Bu işler, doğal olarak kesici ve yongalayıcı karaktere sahip obsidyen ve çakmaktaşı aletlerle gerçekleştirilmiş olmalıdır. Kapların büyük çoğunluğunda geometrik bezeme egemendir. Dekorasyonun vazo yüzeyine uyarlanışında biçimsel özellikler gözetilmiş, bu uygulama bezeme ve biçim arasında uyumu sağlamıştır. Dolayısıyla kapların üretiminde baskın olan estetik kaygıya, bezemenin uyarlanışında da tanık olunmaktadır. Az sayıda da olsa, kapların yüzeyine işlenmiş figürler, tür açısından fazla olmamakla beraber, ortak karakter sunarlar. Dağ keçisi, akrep, yılan, kuş ve karışık yaratıklardan oluşan betim repertuarı, dönemin doğayla özdeş dini anlayışına ve düşünce yapısına yüzeysel de olsa bazı yaklaşımlar getirebilecek özelliktedir. Tamamı kazıma yöntemle işlenmiş geometrik bezeklerle harmanlanmış şekilde işlenmiş hayvan figürlerinin varlığına da tanık olunmaktadır ki, figürlerin türlerinde saptanan değişmezlik, söz konusu varlıkların dönemin insanı tarafından kutsal olarak algılanmalarıyla açıklanabilir. Ayrıca, Körtik Tepe ürünlerinde işlenen dekoratif örge ve figürlere yüklenebilecek sembolik anlamlar, evrensel boyutlarda varlığını sürdürmüş, dönemin inanç değerlerinin de algılanmasına neden olmuştur.(4) Güneydoğu Anadolu’nun bilinen en eski yerleşim yeri Çay önü de geçmiş yaşamın izlerini bize aktaran başka önemli bir yerleşim yeridir. Çay önü evleri, dikdörtgen plana sahip, kerpiç duvarlı ve düz damlı yapılardı.(5) NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 153 Çayönü dördüncü basamak’ta Bu kültür basamağının özellikle ikinci yarısında mimari ve yerleşme düzeninde süregelen norm ve gelenekler ya ortadan kalkar ya da yozlaşır. Bu basamak Çayönü yerleşmesinin sadece doğu kesiminde ele geçmiştir. Bu Kültürel Gelişim Basamağı’nın esas mimarisi, yarı çukur tabanlı, basit taş duvarlı tek mekanlı konutlar, Geniş Odalı Yapılar’dır. Yapıların 0.45-0.50 m yüksekliğindeki orta boy taşlardan örülmüş duvarları dıştan dik, içten yuvarlak dönüşlü köşe yaparak dikdörtgen bir alanı çevreleyecek şekilde yekpare döner. Kapı açıklığı yoktur. İçte duvara bitişik, duvarla aynı yükseklikteki seki olasılıkla yapılara girip çıkmaya yarayan basamaktır. İlk geniş odalı yapıların (lr1) kalın taş temelleri üzerinde kerpiç duvarlar yükselir. Yapılarda iri hayvan kemikleri ile öğütme taşları, el taşları, büyük havanelleri, değişik boyutta balta ve keskiler, bazalt toplar, çakmaktaşı vurgu taşları, aşındırıcılar ve yongalanmış yuvarlak kazıyıcılar gibi çok sayıda farklı sürtme taş aletler bulunmuştur. (6)(7) M.Ö.8000. Ergani-Çayönü taş alet Eser Listesi (7) Sıra No 5 6 8 9 10 11 14 15 16 17 18 19 24 25 27 29 Envanter No 23/60/86 24/30/86 ÇT.70 D.15 ÇT.64 D.21 ÇT.81 D.13 23/53/86 1124 ÇT.84 F.13 ÇT.72 D.7 23/52/86 ÇT.89 R.40 2/9/91 ÇT.84 D.42 ÇT.84 D.58 8/2/89 21/5/86 Adı-Cinsi Stud, Taş Yarım Küresel Nesne, Taş Kap Parçası, Taş Kap Parçası, Taş Bezekli Taş Parçası Minik Kap (Pip0?), Taş Ağırşak, Taş Disk Kurs, Taş Yassı Halka, Taş Ağırşak, P.T Ağırşak, P.T Delikli Alet, Taş Delikli Nesne, Taş Amulet (Biley Taşı?), Taş Delikli Sarkaç (Amulet?), Taş 154 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sıra No 30 31 32 36 37 38 48 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 68 69 84 85 91 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 Envanter No ÇT.84 D.34 23/42/86 24/43/86 ÇT.64 E.1 5/18/88 23/159/86 28/2/90 23/112/86 23/109/86 2/3/91 28/6/90 13/24/87 23/111/86 28/5/90 23/50/86 ÇT.64. F.10 13/27/87 28/12/90 ÇT.80 D.13 23/58/86 24/29/86 23/62/86 23/64/86 ÇT.70 E.88 ÇT.70 E.87 ÇT. E.74 ÇT.70 E.108 ÇT.70 E.212 ÇT.70 E.33 ÇT.70 E.232 ÇT.70 E.240 ÇT.70 E.233 ÇT.70 E.230 Adı-Cinsi Askı, Taş Kuş Figürini, Taş Hayvan Figürini, Taş Oluklu Taş Açkılıklı Boncuk, Taş Gerdançe, Kemik Şişe Tıpası, Taş İnsan Figürini, Kil Figürin, Kil Kadın Figürini, P.T İnsan Figürini, Kil Kadın Figürini, Kil Hayvan Figürini Başı, Kil İnsan Figürini, Kil İnsan Figürini, Taş Kadın Figürini, Taş İğne, Bronz İğne, Bronz Silindir, Taş Bız, Taş Açkı Taşı, Taş Halka, Taş Halka, Taş Yassı Alet, Taş Yassı Alet, Taş Tokmak, Taş El Taşı, Taş Levha, Taş Yassı Balta, Taş Küre, Taş Küre, Taş Küre, Taş Küre, Taş NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 155 Sıra No 141 142 143 144 145 146 147 148 158 160 162 163 164 165 166 167 168 169 170 172 173 174 175 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 Envanter No ÇT.70 E.167 ÇT.70 E.181 ÇT.70 E.234 ÇT.70 E.235 ÇT.70 E.228 ÇT.70 E.93 ÇT.70 E.205 ÇT.70 E.151 21/21/86 ÇT.70 E.32 ÇT.72 E.42 23/137/86 ÇT.70 E.56 ÇT.72 E.53 ÇT.70 E.40 19/33/86 23/143/86 ÇT.80 E.330 ÇT.70 E.65 ÇT.78 E.34 23/142/86 ÇT 64-9 ÇT.64 E.31 Numarasız ÇT.70 E.39 23/138/86 ÇT.72 E.96 ÇT.70 E.159 ÇT.70 E.158 ÇT.64 E.92 ÇT.78 E.67 ÇT.70 E.115 ÇT.70 E.116 ÇT.78 E.63 ÇT.70 E.101 Adı-Cinsi Yassı Balta, Taş Küre, Taş Küre, Taş Küre, Taş Küre, Taş Yassı Alet, Taş Söve Taşı El Taşı Kapı Mil Taşı, Taş Örs, Taş Tokmak, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Ortası Çukur Yassı Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Topuz Parçası, Taş Havaneli, Tokmak Havaneli, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş 156 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sıra No 191 192 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 172 273 274 275 276 Envanter No 23/139/86 23/140/86 ÇT.64.56 ÇT.64.57 ÇT.78 E.1 ÇT.84 E.155 28/11/90 23/44/86 ÇT.70 E.51 13/21/87 8/1/89 5/19/88 23/43/86 8/3/89 ÇT.70 E.52 ÇT.81 D.25 ÇT.72 E.25 23/136/86 23/134/86 ÇT.64 E.17 23/135/86 ÇT.70 E.14 ÇT.70 E.113 ÇT.64 E.2 23/133/86 23/128/86 1001 891 ÇT.64D.23?(ÇT.648 13/13/87 1002 23/56/86 23/40/86 23/39/86 1012 Adı-Cinsi Büyük El Taşı, Taş Öğütme Taşı, Taş Yassı Yuvarlak Taş Yassı Yuvarlak Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Yivli Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Yassı, delikli, oluklu, söbe, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş Oluklu Bileme Aleti, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Taş Perdah Aleti, Taş Perdah Aleti, Taş Alet, Taş El Taşı, Taş Kopuz, Taş Figürin, Taş Figürin, Taş Figürin, Taş Keski, Taş Gerdançe, Taş Yassı Dikdörtgen, Taş Bezekli Taş, Taş Bezekli Taş, Taş Kurs, Taş NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 157 Sıra No 277 278 279 280 281 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 392 393 394 395 396 397 398 399 Envanter No ÇT.72 D.5 Çt 72 D.20 23/144/86 1011 19/20/86 19/3/86 19/4/86 19/5/86 19/6/86 19/7/86 19/8/86 19/9/86 19/10/86 19/11/86 19/12/86 19/13/86 19/16/86 19/17/86 19/18/86 19/19/86 19/20/86 19/21/86 19/22/86 19/23/86 19/24/86 19/25/86 19/26/86 20/6/86 20/7/86 20/8/86 20/9/86 20/10/86 20/11/86 20/12/86 20/13/86 Adı-Cinsi Kurs, Taş Balta, Taş Alet, Taş Kurs, Taş Kazma, Kemik Küçük Balta, Granit Taş Sapan Taşı, Kireç Taşı Havaneli, Bazalt Taşı Havaneli, Bazalt Taşı Vurgu Taşı, Taş El Taşı, Taş El Taşı, Gözenekli Bazalt Sürtme Taşı, Kireç Taşı Sürtme Taşı, Bazalt Sürtme Taşı, Bazalt Konik Nesne, Taş Sap, Boynuz Sap, Boynuz Sap, Kemik Sap, Kemik Kazma, Kemik Kullanılmış Boynuz, Boynuz Kullanılmış Boynuz, Boynuz Kullanılmış Boynuz, Boynuz Kullanılmış Boynuz, Boynuz Kullanılmış Boynuz, Boynuz Kullanılmış Boynuz, Boynuz Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Bazalt Düzeltilmiş Kenarlı, Çaytaşı Düzeltilmiş Kenarlı, Çaytaşı 158 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sıra No 400 401 402 403 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 Envanter No 20/14/86 20/15/86 20/16/86 20/17/86 20/20/86 20/21/86 20/22/86 20/23/86 20/24/86 20/25/86 20/26/86 20/27/86 20/28/86 20/29/86 20/30/86 20/31/86 21/2/86 21/3/86 21/4/86 21/5/86 21/6/86 21/7/86 21/8/86 21/9/86 21/10/86 21/11/86 21/12/86 21/13/86 21/14/86 21/15/86 21/16/86 21/17/86 21/18/86 21/19/86 21/20/86 Adı-Cinsi Havaneli, Bazalt Minik Havaneli, Taş Minik Havaneli, Taş Minik Havaneli, Taş Yassı Balta, Taş Yassı Balta, Taş Yassı Balta, Taş Düzelti Aleti, Kumtaşı Taş Küre, Kuvars Taş Küre, Taş Taş Küre, Bazalt Taş Küre, Kireç Taşı Taş Küre, Kireç Taşı Taş Küre, Taş Taş Küre, Bazalt Taş Küre, Bazalt Oluklu Taş, Kireç Taşı Oluklu Taş, Sabun Taşı Oluklu Taş, Taş Delikli Sarkaç, İnce Kumtaşı Kurs, Kireç Taşı Kurs, Kireç Taşı Taş Küre, Sapan Taşı Taş Küre, Sapan Taşı Taş Küre, Sapan Taşı Taş Küre, Sapan Taşı Yassı Balta, Taş Yassı Balta, Taş Balta, Taş Balta, Taş Ezgi Taşı, Bazalt Ezgi Taşı, Kumtaşı Ezgi Taşı, Bazalt Havaneli, Bazalt Havaneli, Bazalt NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 159 Sıra No Envanter No Adı-Cinsi M.Ö.10.400.Körtiktepe 437 21/21/86 Kapı Mil Taşı, Bazalt 438 22/1/86 Uzun Silindirik Boncuk, Yeşil Taş 439 22/2/86 Yassı Silindirik Boncuk, Yeşil Taş 440 22/3/86 Yassı Silindirik Boncuk, Yeşil Taş 441 22/4/86 Yassı Küresel Boncuk, Yeşilimsi 442 22/5/86 Yassı Sobemsi Boncuk, Yeşil Taş 443 22/6/86 El Taşı, Bazalt 444 22/7/86 El Taşı, Bazalt 445 22/8/86 Havaneli, Bazalt 446 22/9/86 Havaneli, Taş 447 22/10/86 Havaneli, Bazalt 448 22/11/86 El Baltası, Yeşil Taş 449 22/12/86 Yassı Balta, Taş 450 22/13/86 Yassı Balta, Taş Körtiktepe’deBezemeli taşKoyu kaplar(8) 451 22/14/86 Küçük Balta, Yeşil Taş 452 22/15/86 Taş Küre, Bazalt 453 22/16/86 Taş Küre, Bazalt 544 22/17/86 Taş Küre, Bazalt 455 22/18/86 Taş Küre Sapan Taşı, Bazalt 456 22/19/86 Taş Küre, Bazalt 457 22/20/86 Taş Küre, Kireç Taşı 479 23/38/86 Oluklu Taş 480 23/41/86 Minik Yassı Balta, Taş 481 23/45/86 Uzun Silindirik Taş 482 23/46/86 Uzun Silindirik Taş 483 23/47/86 Yassı Balta, Taş 484 23/48/86 Uzun Silindirik Taş 485 23/51/86 Yassı Eşkenar Dörtgen, Taş 486 23/54/86 Yassı Balta, Taş Körtiktepe’de Mortar ve ezgi 487 23/55/86 Küçük Balta, Taş taşı(8) 488 23/59/86 Makara Şeklinde Taş 489 23/63/86 Yassı Halka, Taş Taş üretiminde, obsidyen ve çakmaktaşı gibi sert 517kapların 23/115/86 Yassı Balta, Taştaştan yapılmış aletler yardımıyla aşındırılabilen klorit tercih edilmiştir. Bölge 518kolayca 23/118/86 Yassı Balta, Taşkaynaklarına yabancı kloritin,519 obsidyen malzemede olduğu gibi, başka Yassı bir bölgeden temini yoluna gidildiği 23/119/86 Balta, Taş 160 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sıra No 520 521 522 523 524 525 526 527 560 561 Envanter No 23/120/86 23/121/86 23/122/86 23/127/86 23/129/86 23/130/86 23/131/86 23/141/86 24/31/86 24/33/86 Adı-Cinsi Yassı Balta, Taş Yassı Balta, Taş Yassı Balta, Taş Ortası Delik Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Havaneli, Taş Söge Taşı, Bazalt Minik Keski, Taş Yassı Balta, Taş Körtiktepe’deBezemeli taş kaplar(8) NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 161 Körtiktepe’de Mortar ve ezgi taşı(8) Taş kapların üretiminde, obsidyen ve çakmaktaşı gibi sert taştan yapılmış aletler yardımıyla kolayca aşındırılabilen klorit tercih edilmiştir. Bölge kaynaklarına yabancı kloritin, obsidyen malzemede olduğu gibi, başka bir bölgeden temini yoluna gidildiği anlaşılmaktadır. Bu durum bir kez daha bölgeler arası ticaretin varlığını gündeme getirmektedir. Bunun yanı sıra, sayıları az da olsa, mermerimsi yapıdaki sert taşlardan yapılmış örneklere de tanık olunmaktadır. Kaplar, Hallan Çemi ve Demirköy gibi Akeramik Neolitik dönemin diğer yerleşimlerinde de tanık olunduğu üzere aşındırma ve yongalama yöntemiyle üretilmişlerdir. Üretimin bu yöntemi, kapların yüzeylerinde ve gövdelerinin iç kesimlerinde korunmuş izlerden algılanabilmektedir. Değişik biçimsel özelliklere sahip taş kaplar, kullanım amaçlarına göre yapısal farklılıklar yansıtırlar. Gündelik kullanım amaçlı üretilmiş olanlar yalın ve görece kaba; ölü armağanı durumundakiler ise, özenli işçilikleri ve seçkin dekorasyonları ile diğerlerinden ayrılırlar Bezemeli kapların büyük çoğunluğunda geometrik motifler egemendir. Estetiğin gelişmişliğine kanıt olarak değerlendirilebilecek nitelikteki bezemeler ve betimlemeler kazıma yöntemle işlenmiş; kapların yüzeyi ise özenle parlatılmıştır. Dekorasyonun kap 162 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER yüzeyine uyarlanışında biçimsel özellikler gözetilmiş, bu uygulama bezeme ve biçim arasında uyumu sağlamıştır. Dolayısıyla kapların üretiminde baskın olan estetik kaygıya, bezemenin uyarlanışında da tanık olunmaktadır. Obsidyen ya da çakmaktaşıyla işlenmiş bezemeler, kapların biçimiyle bağlantılı olarak değişkenlik gösterirler. Sayıları sınırlı da olsa, bütün yüzeyleri kazıma ve kabartma yöntemle işlenmiş hayvan figürleriyle donatılı taş kapların varlığına da tanık olunmaktadır. Ağırlıklı olarak yılan, dağ keçisi, akrep, kuş ve karışık yaratıklardan oluşan figürler, anlam değerleri bakımından, uzantıları günümüze kadar gelen inanç değerleri arasında yer alırlar Özellikle belirli bezeme grupları ve bunları oluşturan motiflerin yanı sıra, figüratif betimlemelerde gözlemlenen ısrar, bir bütün olarak dekorasyona belirli anlamlar yüklenmesini gerekli kılar niteliktedir.(9) Bismil’de Dr. Gülniz Közbek’in kazı yaptığı Kavuşan Höyük NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 163 Bismil’de Dr. Gülniz Közbek’in kazı yaptığı Kavuşan Höyük 164 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bismil’de Dr. Gülniz Közbek’in kazı yaptığı Kavuşan Höyük NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 165 HAKEMİ USE Hakemi Use Türkiye’nin güneydoğusunda modern Türkiye-Suriye sınırından yaklaşık 150 km içerde, Önasya’nın önemli Neolitik yerleşimlerinden Çayönü Tepesi’nden kuş uçumu 80 km doğuda yer almaktadır. Kazılar, Dicle Nehri üzerinde inşa edilen Ilısu Barajı Projesi çerçevesinde, Diyarbakır Müze müdürlüğü başkanlığında, Ankara Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Halil TEKİN’in bilimsel sorumluluğu altında bir heyet tarafından yürütülmektedir. 2001 yılında başlanılan kazıların Ilısu Baraj inşası bitene kadar sürdürülmesi planlanmaktadır. 166 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konum Hakemi Use, Diyarbakır İli, Bismil İlçesi sınırları içinde yer almaktadır. Bölgenin büyük boyutlu höyük yerleşimi olan ve Assur’un eyalet merkezi Tushan olduğu varsayılan Ziyaret Tepe’nin 3km batısındadır. Günümüzde pamuk tarlası içinde bulunan ve Dicle Nehrinin sağ kıyısında yer alan merkez, yaklaşık 120m çapında ve 4m yüksekliğinde bir höyük yerleşimidir. Tarlanın sahibi Yusuf ’tan hareketle yerel halk tarafından “Yusuf Tepesi” anlamına gelen Hakem-i Use şeklinde adlandırılan yerleşimin üzerinde uzun yıllar tarım yapıldığından üst katmanlarında yoğun tahribat mevcuttur. 2001, 2002 ve 2004 kazı sezonlarında çalışmalar yerleşimin kuzey kesiminde yürütülürken, 2005 sezonunda güneyde yeni açılan açmalarda çalışılmıştır. Stratigrafi Kazı çalışmalarında iki açmada ana toprağa inmek mümkün olabilmiştir. Böylelikle Hakemi Use’nin stratigrafisi tespit edilmiştir. Yerleşimde üç ana dönem bulunmaktadır. Bunlar: NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 167 I. Dönem: Erken Demir Çağ /Geç Assur Dönemi II. Dönem: Geç Tunç Çağ /Orta Asur Dönemi III. Dönem: Geç Neolitik Dönem-Hassuna/Samarra Dönemi Söz konusu dönemlerden Erken Demir Çağ ve Geç Tunç Çağ’a ait düzenli bir mimari maalesef ele geçirilememiştir. Günümüzde yerleşimin 4 m civarındaki arkeolojik dolgusunun sadece 0.50 m’lik bölümü bu iki döneme aittir. Geri kalan 3.5 m’lik arkeolojik dolgu Geç Neolitiği içermektedir Sonuçlar Hakemi Use kazısında elde edilen sonuçları şu şekilde sıralamak mümkündür: •Yerleşimin üst katmanında ele geçen tek renkli ve hızlı çarkta üretilmiş seramik, bölgede çok iyi bilinen Geç Assur seramiğidir. •Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Erken Demir Çağ süresince görülen “Oluklu Kaplar”dan 2005 yılında bolca ele geçmiştir. Kazılan alanda bu seramikler çoğunlukla çukurlar içinde ele geçmektedir. •Hakemi Use’de kültür katmanın yaklaşık dört metre olduğu saptanmıştır. •Yerleşimin ana katmanı Geç Neolitiktir (Yaklaşık 3.5 m lik bir dolguyu içermektedir). •Geç Neolitik sonlarında yerleşim terk edilmiş ve uzun bir süre iskan edilmemiştir. •Hakemi Use Geç Neolitik sakinleri uzak mesafelerle ilişki içindedir. Bir taraftan Orta Mezopotamya, diğer taraftan Suriye-Kilikya kültür bölgesi ile bağlantıların kanıtları ele geçmiştir. •Hakemi Use Yukarı Dicle Vadisi’nde kazısı yapılmış ilk ve tek gerçek bir Hassuna/Samarra yerleşimidir. •Hakemi Use bugün için Hassuna/Samarra seramiğinin Önasya’daki kuzey sınırını oluşturmaktadır.(11) 168 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Salattepe Kalkolitik döneme ait bir yapı (MÖ.3500). Yapının malzemesi bugünkü yapılardan (kerpiç) farksız gibi görünmektedir (Salat Tepe, Ökse, T., 2002). Diyarbakır Müze Müdürlüğü raporları.(14) Çınar İlçesi Ve Tarihi Önemi Kurh monolitinde..Assur-nasiraplinin 882 yılındaki seferi anlatılıyor. Muhtemelen Mardin-Diyarbakır yolu kullanılıyor Kaşyari-Mazıdağı’nı geçtiğini, Kinibu’yu aldığını, şehrin yöneticisinin derisini Damdamusa kenti duvarına astığını, Mariru kentini tahrip ettiğini, Nirbu ülkesindeki Tela’ya geldim, güçlü duvarlarını tahrip ettim.Oradan Tuşhan’a geldim ve sarayımı yaptım ifadeleri vardır Eşleştirme olarak Çınar çevresindeki höyükler ele alınmıştır NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 169 İncirtepe=Kinabu Sıhra=Şıhratepe Tavşantepe=Damdamusa Tuşhan=Üçtepe Aktepe=Tela Asur devletinin kuzey sınırı olarak Dicle nehri mütalaa ediliyor ve Asur kentlerinin Diclenin güneyinde olduğu düşünülüyor Tavşantepe’de Orta asur dönemi seramiklerini ön planda görüyoruz. Ancak 1 adet Mitanni seramiği de mevcuttur, bir kadehe rastlıyoruz. Yani Orta Asur dönemi öncesi Mitanni dönemi söz konusu. Tavşantepe’nin çevresindeverimli Kikan ovası var.Bu muhtemelen Asur kralı Kikia’dan geliyor İlk Tunç çağına ait seramikler de mevcut.Erken demir çağına ait idol başları da var. II.Asur-nasirapli’nin Kurh monoliti ve kalhu yazıtında Damdamusa için (URU) kent tanımlaması var (10) 170 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER (10) NEOLİTİK DÖNEM MİMARİSİ 171 KAYNAKLAR 1- Prof. Dr. Muhammet Beşir Asan Ayşe Demirtaş İslam Fethine Kadar Diyarbakır T. C. Fırat Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Elazığ 2007 2- Derman Bayladı. Dinler Kavşağı Anadolu. Say yay.Ank.1998.s.17 3-”http://tr.wikipedia.org/wiki/Mezopotamya_Mimarisi”‘ 4- Prof. Dr. Vecihi Özkaya. Diyarbakır Özelinde Taş İşleme Sanatının Arkeolojik Gelişimi http://hattihitit.blogcu.com/diyarbakir-ozelinde-tas-isleme-sanatinin-arkeolojik-gelisimi/4106660 5- Havva Özyılmaz. Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisinde Morfolojik Analiz: Geleneksel Konutların Güncel Kullanımda Değerlendirilmesi (Doktora Tezi) Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ocak 2007 6- Aslı Erim Özdoğan Çayönü, Diyarbakır’da Uygarlığın İlk Adımları. Geleneksel Diyarbakır El Sanatları.Prof.Dr.Kenan Haspolat, Yrd.Doç.Dr.Evren Daşdağ.Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi yay.2013 7- Müslüm ÜZÜLMEZ http://www.kritize.net/yorum-inceleme-analiz/444-hilar-cayoenuende-ckartlan-ve-diyarbakr-arkeoloji-muezesinde-sergilenen-buluntularn-listesi 8-Vecihi Özkaya, Aytaç Coşkun, Nevin Soyukaya.Körtiktepe.TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı-Diyarbakır valiliği.2103s.17, s.60, 66 9- Vecihi Özkaya Diyarbakır-Batman Yöresinin Erken Kültür Tarihi Açısından Körtiktepe Höyüğü’nün Önemi. Geleneksel Diyarbakır El Sanatları.Prof.Dr.Kenan Haspolat, Yrd.Doç.Dr.Evren Daşdağ.Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi yay.2013 10-Serdar Özbilen.Prof.Vecihi Özkaya.Tavşantepe I.D.Ü.Arkeoloji bölümü yüksek lisans tezi.Diyarbakır.2005. 11-http://www.arkeo.hacettepe.edu.tr/tr/hakemi-use 12- Prof.Dr.Ekrem Memiş:Eskiçağ Medeniyetleri Tarhi.Ekin yay.İst.2006.s.vii, 107 13-Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli Bir Öğe Suriçi Dokusu Diyarbakır Kale-Kent). 1. Uluslararası Nebile Sahabiler, Krallar Kenti Sempozyumu.2009 14- Nurettin Özgen Prof. Dr. Ali Özçağlar. Bismil İlçesinin Coğrafyası. T.C.Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsücoğrafya (Türkiye Coğrafyası) Anabilim Dalı Ankara- 2007 15-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik Xıx. Yüzyılın Îlk Yarısında Diyarbakır (17901840) (Fizikî, İdarî Ve Sosyo - Ekonomik Yapı).TTK matb.Ank.1995 172 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 4.BÖLÜM DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ DİYARBAKIR KÖŞKLERİ VE KONAKLARI Süsleme, üzerinde yer aldığı yüzeyin estetik etkisini arttıran bir uygulama olmasının yanı sıra, insanın kendini farklı yönleriyle dışa vurduğu sembolik ifade biçimlerinden biridir. Aynı zamanda. İnsanoğlunun, yaşamı dolaylı yoldan anlatan bu simgesel dünyayı, doğrudan anlatımlara tercih etmesindeki belki de en büyük etken, onun bilinmez ve gizemli olana duyduğu ilgidir. Konuştuğu dilin, çoğu zaman güzelleştirme amacını aşarak anlaşılması güç boyutlar kazanması, süslemeyi bir taraftan gizemli ve cazip kılarken diğer taraftan onu, bu alanın yorumlanması en zor konularından biri haline getirmektedir. Bu zorluk, biçimler dünyasının yerli yerine oturmadığı İslam Sanatı söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. İslam Sanatı’nın en önemli kollarından biri olan mimariye, işlevsel boyutunun yanı sıra, anlam boyutunu kazandıran unsurların basında gelen süsleme, genel prensipler açısından homojen, ancak özele inildiğinde birbirinden farklı üslup özellikleri göstermektedir. İslam öncesi gelenekler, bölgesel özellikler ve etkileşim içinde bulunulan kültürler, üsluptaki bu ayrışmayı belirleyen güçlü faktörler olarak öne çıkmaktadır. Diyarbakır’daki mimari süslemeler, bu anlamda İslam sanatının ilginç bir kesitini sunmaktadır. 7.yüzyıldan itibaren farklı İslam devletlerinin hâkimiyeti altında yasayan kentte, bu süreç içerisinde zaman zaman farklı etki alanlarının devreye girdiği, coğrafi özellikler ve geleneksel etkenlerle bazı sürekliliklerin muhafaza edildiği, kimi özelliklerin değişim ve gelişim göstererek kullanılmaya devam ettiği görülmektedir. Siyasi, sosyal ve ekonomik yapı, coğrafi etkenler ve inanç dünyası gibi çok farklı etkenlerin belirlediği mimari süslemeler, bir taraftan fiziksel çevrenin görsel zenginliğini arttırarak estetik görünüme katkı sağlamakta, diğer taraftan bazı özellikleriyle mimarinin veremeyeceği tarihi ipuçlarıyla dönemin kültür ortamının yorumlanmasında etkili yollardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır (1) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 175 Dicle vadisi boyunca yapılan Hacı Paşa, Berdebur, Pamuklu, Kuşdili, Seman (Gazi Köşkü), Ağuludere, Erdebil (Ber Der-i Pir), Çıkıntaş, Hami, Bekir Paşa, Kavs (Çarbağ) köşklerinden birkaç tanesi varlıklarını sürdürmektedir. Ali Emirî Diyarbakır’ın köşkleri, mesire ve gezinti yerlerini, bahçe ve bağlarını şöyle sıralamaktadır: 1. Ali Bali 2. Ali Keşkûl Mevki‘i 3. Bekir Paşa Köşkü 4. Cihân-nümâ Mevki‘i 5. Çırçır 6. Dicle Bostanları 7. Dicle Cisri (köprü) 8. Dicle Kenarı 9. Erdebîl Köşkü 10. Fiskaya 11. Gam Götürmez Mesîresi 12. Göğsü Güzel Mesîresi 13. Hacı Ağa Köşkü 14. Hacı Hamza Köşkü 15. Hamalı Köşkü (38) 16. Hâmî Köşkü 17. Ka‘bî Karyesi 18. Kantaralar 19. Kara Ağaç 20. Kavs Bâgçesi 21. Kayalı Bâgçe 22. Kırklar Dağı 23. Kumar-hâne denilen mevki 24. Küncülü Bâgçesi 25. Osmân Ağa Bâgçesi 26. Pamuklu Köşkü 27. Sem‘an-zâde Köşkü 28. Seyran Köşkü 29. Sıyrılacak Taş 30. Şemsîler Diyarbakır mimarisinde önemli yeri olan köşkler, asırlar öncesinde Diyarbakır yönetiminde önemli görevler yapmış olan bazı valiler, paşalar ve kentin varlıklı aileleri tarafından Mardin kapı çıkışında, özellikle de Dicle vadisine hakim tepelerin yamaçlarına yazlık olarak yaptırılmış binalardır. Bu aileler, sur içi kentin bunaltıcı sıcaklarından korunmak için özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında köşklere gidiyor, burada günlerini geçiriyorlardı. Mardin kapı dışındaki köşklerden başka surlu kentin batısında yer alan bağlar da yine yaz aylarında binlerce ailenin sığınağıydı. Dükkanlarını işyerlerini akşam saatlerinde kapatan esnaf ya da mesaileri sona eren memurlar kimi faytonla, kimi heybeli özel merkep ve atlarıyla bağlara gidiyor, geceyi geçirdikten sonra sabah erken saatlerde yeniden kent merkezine, işlerinin başına dönüyorlardı. Bu arada bazı aileler de Dicle kıyısındaki bostanlarda yani karpuz 176 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER tarlaları içinde kamıştan yapılma hüllelerde geçirirlerdi yazlarını. Bağlardaki köşkler ile Dicle kıyısındaki hülleler yalnızca yazlıktı. Diyarbakır köşklerinin haritada yeri(42) Mardinkapı dışındaki köşklerin ise çoğu kışın da kalınabilecek mekanlardı. Köşk sahibi varlıklı aileler genellikle faytonla, yaylı arabalarla ya da özel yetiştirilmiş atlarla köşklere giderlerdi. Özellikle Mardinkapı dışındaki köşkler Diyarbakır mimarisinin güzel örnekleriydi. Köşkler de, kesme taştan zarif mimarisi ile avlulu, eyvanlı görkemli yapılardı. Eski Diyarbakır evlerinin tüm özelliği köşklerde vardır. Tümü de havuzlu ve bahçelidir. Bu bahçelerde gül, menekşe, nergis, lale, reyhan gibi bitkiler özenle yetiştirilirdi… Günümüzde koruma altında bulunan Gazi Köşkü, eski adıyla Sem’an Köşkü, Vakıf tarafından onarılan Berdebür köşkü, Tiğrel ailesine ait Hami Köşkü, Kuşdili mesiresi yakınındaki Bekirpaşa köşkü ve diğerleri köşk özelliğini günümüze taşıyan güzel örneklerdir. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 177 1639 yılı başlarında Bağdat fethinden dönerken Diyarbakır’a gelen ve burada 71 gün kalan Osmanlı Padişahı IV. Murad’ın kaldığı, bir adı da ÇARBAĞ olan tarihi Cihannüma Köşkü Kırklardağı eteklerindeydi ve 25-30 yıl öncesine kadar büyük bölümüyle ayaktaydı. Kırklardağı’nın eskiden mesire yeri olarak da kullanılan yarım ay şeklindeki eteklerinde kurulu olduğu için halk arasında KAVS Köşkü olarak da anılan Cihannuma Köşkü başlangıçta Şeyhoğulları ailesine ait iken, sonradan Gürani ailesinin tasarrufunda iken geniş arazileri ile birlikte Dicle Üniversitesi’nce istimlak edilmişti. Buranın koruma altına alınamaması yüzünden ne yazık ki bu tarihi köşk de bakımsızlıktan ve define avcılarının bilinçsizce yaptıkları kazılarla tümden yıkıldı, taşları ve üzerindeki kitabeler de talan edildi. Cihannüma Köşkü gibi, Diyarbakır kent merkezinde ve bağlarda pek çok köşk ve konak da kimi bakımsızlıktan, kimi de sahiplerinin kenti terk ederken değerbilmez kimselere satmaları sonrasında harap oldu. Bağlardaki köşklerin tümü ise 1950’lı yıllarda kırsal kesimden olagelen göçler sonucu bu bölgede başlayan gecekondulaşmanın kurbanı oldular. Kentin akciğeri durumundaki Bağlar da böylece tükendi, bitti… .İçlerinden sadece bir tanesi Dicle Üniversitesi tarafından kurtarıldı. Bu köşkün taşları numaralanarak Dicle Nehrinin karşı kıyısındaki kampus içine taşındı ve orada tıpkısı yeniden inşa edildi. Bağların, tarihe gömülen o görkemli güzelliğinin simgesi olan köşkler bir bir yıkılıp giderken kent içindeki tarihi konakların çoğu da cahil yapsatçılar tarafından yıktırılarak yerlerine yığma betondan çok katlı çirkin binalar yapıldı, bazıları da yıktırılarak otoparklara dönüştürüldü… Herkesin bildiği gibi, kentin merkezindeki Dörtyol ağzında tarihte bir alayı barındıran büyüklükteki Gürani ailesine ait Konak, (Park Otel) yıktırılarak çirkin bir pasaja dönüştürüldü… Bu arada elbette kurtarılan binalar da oldu elbette. Bazı Diyarbakırlı hemşerilerimiz babadan, dededen kalma evlerini aslına sadık kalarak onarıp korumaya başladılar. Ziya Gökalp İlkokulu sokağındaki evlerini hayli emek vererek ve para harcayarak onaran Beşir Babür, içini de otantik ve etnografik eşya ile doldurdu. Yine hemşerilerimizden, Diyarbakır’ın gelenek ve göreneklerini, masallarını öykülerinde yaşatan, araştırmacı yazar Esma Ocak hanım da, Dört Ayaklı Minare yanında, Surp Giragos Kilisesi’ne yakın Ermeni Yemenici Baboş’un evini satın alarak onardı. İstanbul’da yaşayan hemşerilerimizden Mustafa Tatlıcı da, Ulucami mahallesinde eski bir Diyarbakır evini satın alarak onardıktan sonra Kızılay’a bağışladı. Bilindiği gibi yıllar önce faaliyette bulunan Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği’nce satın alınan ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın evi müzeye dönüştürülerek Kültür Bakanlığı’na devredilmişti. Yine 178 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER aynı dernek tarafından daha önce de Ünlü sosyolog Ziya Gökalp’ın Memedin Mahallesindeki doğduğu ev satın alınmış kendi adına müze yapılmıştı. Kuşkusuz bu tür davranışlar, kentin tarihi, mimari dokusunu korumak açısından hayli önemli. Bu arada Cemiloğlu ailesinin de, yıllar ve yıllarca bakımsız kaldığı için harap olmaya yüz tutan konaklarını onarma girişimleri var. Bunlar kuşkusuz güzel girişimler. Umarız Diyarbakır’da çok az sayıda kalan eski evler de bir vesileyle kurtarılır ve böylece Diyarbakır’ın taş mimarisinin güzel örnekleri yaşatılmış olur… KAVS Letafetle döner ol cayi ziba, bağ-i Firdevse Bahar eyyamı geldikde hadeng asa, atıl Kavs’e BERDEBÜR Erdebil kasrında vardır bir safayı dilistan, Dicle’nin cisri metin kurbunda etmişdir mekan. ALİ KEŞKÜL Müberradır kasırdan gerçi kim Ali Keşkül Fakat cayi safadır, havzı vasidir, yeri makbul. (12) ERDEBİL Asırları Yaşadın Sen Kimlerle Kocadın Tarihte Sen Hep Vardın Erdebil Güzel Mekan Dicle’ye Nazırsın Sen Hayran Oldum Sana Ben Bakıyor Gelen Geçen Erdebil Şirin Mekan DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 179 Kırklar Dağı Karşında Gazi Köşkü Yanında Ağaçların Altında Erdebil Nezih Mekan Hevselle Göz Gözesin Köşklerin Güzelisin Ecdadın Eserisin Erdebil Dingin Mekan Aşık Ettin Kendine Laf Söylettme Ceddine Hayrat, Akar, Hazine Erdebil Serin Mekan Vakıflardan Emanet Olmaz Sana İhanet Sende Var Bir Keramet Erdebil Şanlı Mekan (Ecz İrfan Rıza Yazıcıoğlu ) Diyarbakır musikisinin en önemli ve düzenli icrası Dicle kenarında kurulan Erdebil, Pamuklu, Kuşdili, Gazi köşkü, Bekirpaşa, Agulu dere, Çıkıntaş, Kavs köşkleri ile Bağlar semtindeki bağ köşklerinde yapılmıştır.Bu köşklerde sabahlara kadar şiirler okunmuş ve Diyarbakır musikisi icra edilmiştir.(30) Köşklerde Süsleme Köşklerde çok fazla süsleme öğesine yer verilmemiştir. “cıs “ adı verilen ve özel bir harçla yapılan alçı süsleme köşklerde kullanılan en önemli bezeme öğesidir. Bu alçı süsleme özellikle dış cephelerde, kapı ve pencere kemerlerinde ve saçak altlarında değişik şekillerde kullanılmıştır. Özellikle Kuşdili Köşkü’nde “cıs” adı verilen özel bir harçla yapılmış süsleme öğelerine yer verilmiştir. Hayat ağacı motifi, rozet içinde yapılmış sekiz kollu yıldız motifi, pano süslemeleri, ay yıldız motifleri, çeşitli bitkisel motifler, saçakların hemen altlarında bulunan koçbaşları, kapı ve pencere kemerlerindeki alçı bezemeli bit180 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER kisel motifler bazalt ve kireç taşından yapılan ardışık duvarlar köşklerde karşımıza çıkan önemli süsleme öğeleridir. Neredeyse köşklerin tamamında üst örtü “ayı başı” diye tabir edilen taş konsollara oturmaktadır. Köşklerin çoğunda eyvanların kenarları, çentik şeklinde biçim verilerek sınırlandırılmıştır. Bekir Paşa Köşkü’nde karşımıza çıkan taş kase ya da kadeh motifi su akışında kullanılan diğer bir süsleme öğesidir. Diyarbakır Dicle Kıyısı’ndaki Köşk Yapılarında odalarda ve eyvanda niş adı verilen süsleme öğesine de sıkça yer verilmiştir. Nişler; içine süs eşyalarının ya da aydınlatma elemanlarının konulduğu süsleme elemanları olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Köşklerde kapı ve pencere kemerlerine de ayrı bir önem verilmiştir. Kapı ve pencere kemerlerinde çoğunlukla kalker ve bazalt taşın birlikte kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıca “cıs” bezeme tekniği ile yapılmış çeşitli bitkisel motifler de kapı ve pencere kemerlerinde karşımıza çıkan diğer süsleme öğeleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Kapı ve pencereler çoğunlukla çift kanatlı ve demir şebekelidir. Bazalt ve kireç taşından inşa edilen ardışık duvarları, dış cephelerdeki “cıs” adı verilen ve özel bir harç kullanılarak yapılan rozet ve bitki motifli pano süslemeleri, saçakların hemen altında bulunan ve “ayı başı” diye tabir edilen konsollar ve detaylardaki incelikleriyle köşkler, zengin bir cephe anlayışı sergilemektedir. Diyarbakır evlerinde haremlik ve selamlık olarak karşımıza çıkan odaların en önemli kısmı “mabeyn” odasıdır. “Mabeyn” harem ve selamlık odalarını birbirine bağlayan birimdir. Evin beyi, gerektiği zamanlarda bu kısımdan, harem bölümüne geçmektedir. Birinci kattaki bu odalara “çardak” adı verilmektedir. Sokağa çıkıntıları olan çardaklar da bulunmaktadır. Bu çıkıntılar “Şahnişin” olarak adlandırılmaktadır. Şahnişlerin yan taraflarında bulunan pencerelerden, sokağı izlemek mümkündür. Odalarda bulunan dolaplarda, kapılarda ve pencerelerde çok ince süslemeler kullanılmıştır. Ahşap, cam, alçı işçiliğinin en güzel örneklerini buralarda görmek mümkündür. Odalarda göze çarpan bir diğer önemli özellik ise “serdap” adı verilen ve soğukluk olarak kullanılan kısımlardır. Serdaplar, bölgesel bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok eski devirlerden beri kullanılan bu birimler, Abbasiler’e bir dönem başkentlik yapmış olan Samarra’da bulunmaktadır. Serdaplarda selsebil bulunmaktadır. Selsebilerde suyun akışı, üst kanaldan, üzerleri mermer veya çiniyle kaplı eğimli bir yoldan akmaktadır. Su, bu yolu takip ederek aşağıya iner ve alt deliklerden geçerek, DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 181 süslü bir kanalı izleyip havuza ulaşmaktadır. Selsebillerdeki bu su oyunu, etrafı serinleterek, sıcağı azaltmaya yönelik bir görev üstlenmektedir (3) KÖŞKLER Diyarbakır surlarının güneyinde ve çoğunluğu Dicle nehrinin batısındaki yamaçlarda bulunan köşkler, Dicle nehri ve geniş vadisini gören etkileyici bir panoramaya sahiptir. Sıcak-kuru bir iklim ve sınırlı bir alan etkisiyle, Diyarbakır Suriçi’nde bitişik olarak inşa edilen evlerin içe dönük ve avlulu karakterine karşın, köşkler; bahçe içerisinde, sınırları geniş bitki örtüsüyle belirlenen, manzaraya hâkim ve doğayla birlikte olma arzusunu karşılayan binalardır. Köşklerin varlığı, Suriçi’nde tek manzarası avlu olan evlere sahip kent soylularının doğayla birlikte olma çabalarına bağlanır. Yaz aylarında kullanılan bu binaların tasarımına, Ortaçağ karakterindeki içe dönüklükten, Rönesans’ın çevreye açılma eğilimine benzer bir planlama anlayışı egemendir. Köşklerdeki tüm mekânlar, görsel olarak doğayla iç içedir. Genel olarak kuzeye yönlendirilmiş olan eyvan ile önündeki bahçe arasındaki organik bağ, su öğesiyle kurulur. Eyvanın içinden bahçeye akan su; kaynak, selsebil, dikdörtgen havuz, açık ya da kapalı bir kanal, taş kadeh ve dıştaki büyük havuz dizgelerini takip eder. Kaynaktan gelen su, eyvanın arka duvarında bulunan kenarları işlemeli taş yüzeyde sesli bir su perdesi oluşturur. İncecik bir kesitte akan su bu buharlaşarak doğal bir iklimlendirme sağlar. Eyvan içinde bulunan 40-50 cm. derinliğindeki dikdörtgen havuzda su neredeyse hareketsizdir. Bu küçük havuzdaki su, taşmadan bazen kapalı bir kanal ile kaybolur ve dantel gibi işlenmiş taş bir kadehte ortaya çıkar. Kanal ile taşınan su, son olarak büyük havuza akar. Derinliği fazla olan havuzun taş olan döşeme ve duvarları sıvasızdır. Büyük havuzda biriken su, bahçe sulaması için gerekli su ihtiyacını da karşılar. Bazalt kaplı döşemesi, beşik tonoz ya da ahşap kirişli düz örtülü tavanı, Bir tarafı açık diğer üç tarafı duvarlarla sınırlandırılan eyvan, su hareketinir içinde dantel gibi işlendiği serin br mekândır. Önü açık olan bu mekânın, arka duvarında boşlukları olan örneklerine de rastlanır. Rüzgârın bir taraftar girip diğer taraftan çıkışını sağlayan bu boşluklar ile eyvan içinde doğal bir hava akışı sağlanır. Tek katlı olan köşkler, selsebilli eyvan ve birkaç odadan oluşurlar. İki kati olanlarında üst katta manzara için seyir platformu olan ikinci bir eyvan bulunur Ahır birimi, bodrum kattadır. Geçici ocakların bulunduğu bazı köşklerde mutfak bulunmaz. Tuvalet bahçe içindeki uygun bir alanda bulunur. Odalarda alt pencereler sedir yüksekliğinden itibaren başlar. Bazen bu 182 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Pencereler üzerinde odada biriken sıcak havanın tahliyesine yardım eden tepe pencereleri yer alır. Sıcak iklim nedeniyle odaların yükseklikleri fazladır. Bu asal geometrik formun sade görünüşüne karşın, pencere ve kapı kemerlerindeki ince işçilik, bazalt ve kireç taşından inşa edilen ardışık duvarları, cepheler üzerinde kireç harcı kullanılarak yapılan rozet ve bitki motiflerinden oluşan pano süslemeleri, saçakların hemen altında bulunan koçbaşlarının zarafeti ve detaylarındaki incelikleri ile köşkler, vernaküler mimarinin güzel örneklerindendir. İklime uyum ve sürdürülebilirlik gibi kavramları bünyesinde barındıran geleneksel köşk mimarisi, modern mimariye ilham kaynağı olabilecek pek çok gizeme sahiptir. Diyarbakır köşkleri kullanım amacına göre yazlık köşkler ve bağ köşkleri olmak üzere ikiye ayrılır. (44) Yazlık Köşkler Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği ve gelişimini yansıtmaktadırlar. Bu köşklerin planını etkileyen en önemli öğe iklim’dir. Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi ve sur içinde sıkışık bir biçimde konumlanan evlerden uzaklaşmak için, kentin genellikle zengin bölümü sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Diyarbakır’da bulunan yazlık köşklerin birçok avantajı vardır. Sıcak yaz günlerinde ekili alanlar ve uzun ağaçlar nem ve serinlik yaratırdı. Köşklerin çoğu havalandırma sağlamak ve manzaradan faydalanmak için yüksek bir araziye kurulurdu. Şehrin güneyindeki Mardin Kapının yaklaşık 2 km dışından başlayarak, genellikle nehrin sağ tarafında inşa edilen köşkler, eğimli bir yükseltide, Evsel Bahçeleri’ni ve Dicle Nehri’ni görecek konumda yer alır. Köşklerin neredeyse tamamında, yamacın üst kısmında yer alan kayalıklardan gelen su kaynakları bulunmaktadır. Diyarbakır evlerinin genel özelliklerini yansıtmalarına rağmen, evlerdeki içe dönük planın tersine tam anlamıyla dışa açılan bir mimariye sahiptirler. Bunun nedenleri etrafında yakın bir yapılaşmanın olmaması ve yerleşmenin büyüklüğüdür. Çoğu, 19. yüzyılda yapılan bu yapılar Osmanlı ve Akkoyunlu dönemine aittirler. Dinlenme amaçlı olarak yapılan bu köşkler aynı zamanda şehrin ileri gelenlerinin, şair ve edebiyatla uğraşanların toplandıkları, sazlı ve sözlü eğlencelerin yapıldığı mekânlar olarak kullanılmışlardır. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 183 Dağınık bir yerleşme içinde yer alan köşkler 1 ya da iki katlı yapılardır. Bazı yapılarda bodrum katta mevcuttur. Genellikle dikdörtgen bir formun hakim olduğu, ortasında önü açık bir mekan olan “eyvan’ların yer aldığı fonksiyonel bir tasarım gösterir. Yapının önünde kare dikdörtgen bir “havuz” ve eyvan dış duvarındaki kaynağından gelerek Bir kanal yoluyla havuza açılan sel-sebil” köşklerin vazgeçilmez elemanlarıdır. Zemin kat oturma odaları eyvan ve servis mekanlarından (mutfak, depo vb.) oluşur. Üst kat, teras bazen de eyvanlarla çevrili odaların yer aldığı 2. bir yaşama birimidir. Odalarda manzaraya yönelme ve iklimsel yön tercihi olarak kuzey serin rüzgarlarını alma önemlidir. Yapım tekniği ve kullanılan malzeme bağ köşklerinde olduğu gibi yöreseldir. Yığma taşıyıcı sistemin kullanıldığı bu yapılarda döşemeler gözenekli dişi bazalttan yapılmıştır. Yapının duvar yüzeyinde de kullanılan bazalt taş yüksek yalıtım özelliği sayesinde ısısal konforu sağlamıştır. Köşkler daha çok yazın kullanıldığından iç mekandan çok yarı açık (eyvan) ve açık (dış avlu ve bahçe) mekanlar tercih edilmiş, kapalı mekanlarda sadelik ve işlevsellik ön plana çıkmıştır.(44) Bağ Köşkleri Diyarbakır’ın sur dışında yer alan ve geçmişte şehri çevreleyen üzüm bağları içinde (şimdiki bağlar ilçesinde) konumlanmış yapılardır. Bağ köşkleri Diyarbakır insanının göçtüğü yapılardan biridir. Yaz aylarını, geniş bir bağın ya da bahçenin ortasına kurulu olan bu evlerde geçirirlerdi. Kış yaklaştığında bütün eşyalarını hatta kentteki evlerinden getirmiş oldukları mobilyaları bile toplar, şehirdeki evlerine dönerlerdi. Bağ bozumunda daha çok bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler, genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir. Yapı teknikleri ve kullanılan malzemeler yöreseldir. Bodrum kat olmadığından gerekli depolar veya ahır eve bitişik ya da bahçede yer alırdı. Genellikle bağ köşklerinde süslemeden kaçınılır, bu yapılar temel form ve kompozisyonlardan oluşan basit ve belirgin bir geometriye sahiptir. İnşa edilen her nesne veya parçanın bir amacı vardır ve bu yapıların tasarımı son derece işlevseldir. Gün boyunca bağ ve bahçelerde çalışıldığından kapalı mekanlara gereksinim azalmıştır. Bağ köşkleri özellikle yazın kullanıldığından serin rüzgarları alabilmesi için yönlendirmede genellikle kuzey yönü tercih edilmiştir. Diyarbakır insanı bağlarda sadece meyve, sebze yetiştirmekle kalmayıp doğayla iç içe yaşamış, bu da mevsim değişikliklerini izlemelerini ve doğal bir ortamda kendilerini yenilemelerini sağlamıştır. 1950 yıllarından sonra yerleşimin sur dışına çıkmaya başlamasıyla önce üzüm bağları yok edilmiş daha sonra sırasıyla bağ köşkleri yıkılmaya başlamıştır. 1991 yılında bağlar 184 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER semtinde 5 tane bağ köşkü bulunurken günümüze sadece 2 ‘si ulaşabilmiştir. Onlardan biri taşları sökülerek Dicle Üniversitesi arazisine bazı değişikliklerle inşa edilmiştir (4) Üniversite bağ evi DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 185 Resim. Üniversite bağ evi bağ evleri-Dicle üniversitesi 186 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bağlar-Mardin yolu(Müftülük arkasında)Benzinlik içinde bağevi DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 187 Tarihi bir bağ evi(Ş.Korkusuz) bağ evleri-diyarbakir-fot.nejat satici 188 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü-1970-Adil Tekin Gazi köşkü-1973 yılı DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 189 Gazi köşkü 15. yy.da inşa ettirilmiş olan yapı Akkoyunlu mimarisinin tipik özelliklerini taşımaktadır. Atatürk’ün Diyarbakır da kaldığı zamanlarda konakladığı köşktür. Seman köşkü sur dışında Mardin kapısı ile On Gözlü Köprü arasında Dicle’ye hâkim bir sırt üzerindedir. Cepheler bir sıra bazalt bir sıra beyaz taşlarla örülüdür. Eyvanının önünde büyük bir havuz mevcuttur. Halen Atatürk Müzesi olarak faaliyet göstermektedir.(2)İlk mukimleri Semanzadeler, son mukimi Atatürk’tür Semanzadeler 18. yüzyılın ilk yarısına elimizde bulunan kaynaklar üzerinden bakınca en çok dikkati çeken ailenin Semanzadeler olduğunu belirtmek gerekir. Bu ailenin kendileriyle beraber adına rastladığımız Millizade ve Erdebilzade aileleriyle güçlü bağları olduğu sanılmaktadır. Bu duruma işaret eden belgeler mevcuttur. İlki yukarıda Millizadeler kısmında verilen bir belgedeki vasi atamasındaki dikkat çekici durumdur. Ayrıca bir alacak davasında Diyarbekir valisi Mehmed Paşa huzurunda toplanan mahkemede vefat eden Erdebilzade el-hac İsmail bin el-hac İbrahim’in varisi el-hac Mehmed, 190 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Serdengeçti Mustafa Ağa bin Abdullah’a dava açarak 12.530 guruşluk bir alacak talep etmektedir. Anılan ağa bu paradan 10.000 guruşunun rahmetlinin izniyle Semanzade Hüseyin Ağa’nın oğlu Ali Ağa’ya borcu karşılığında teslim ettiğini ileri sürmektedir. 7 Metinden anlaşılan odur ki bu büyük miktardaki para Halep’te ticaret işinde kullanılmıştır ve belge böylesi büyük bir ticarette Erdebilzade ve Semanzade ailelerinin şehrin sınırları ötesinde Halep gibi önemli bir liman ve ticaret şehrinde birlikte faaliyet yürüttüklerine ışık tutar. Semanzade ailesinin Millizade ve Erdebilzade aileleriyle olan yakın ilişkilerinin bir benzerini Abdulvahhab Ağazadeler ile kurdukları görülmektedir. Bir kayıtta Mustafa Ağa bin Abdulvahhab Ağazade’nin, Semanzade ailesi ile akrabalık ilişkisi içinde olduğu görülmektedir. Mustafa Ağa’nın ölümünden sonra bıraktığı o muazzam servetten -ki 428.132 guruştur- pay alanlardan biri de kızkardeşinin oğlu olduğu görülen Semanzade Aboş Ağa’dır. Ayrıca Millizade ve Erdebilzade aileleriyle olan hediyeleşmesi, borçları ve alacakları, mülkleri gibi birçok bilgi de mevcuttur. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere Amid’de sıkı bir güç bağı etrafında ilişkiler kuran bu ailenin ismini Seman Ağa’dan aldığını belgelerden takip etmekteyiz. Anlaşıldığı kadarıyla Seman Ağa’nın adına izafe olunan bir de menzil mevcuttur ve bu menzil Lala Bey Mahallesindedir. Bu bilgileri o tarihlerde voyvoda olan Mustafa Ağa’nın önünde davacı olan Sabir ve Mustafa ibn Seman Ağa adlı iki kişinin davasından öğrenmekteyiz. Buna göre bu iki kardeş mahkemede Hacbazeyn adlı karye sipahisi Hasan Bey bin Abdullah Bey üzerine davacı olup Garb-i Amid Nahiyesindeki Kaşmazviran adlı bir karyede 4 çiftlik ve 10 seneden beri ortak olarak malikaneleri olan 150 dönüm toprağın voyvoda tarafından incelenmesi talebinde bulunmuşlar ve mahkeme başında naib olan diğer üyeleri çukadar ile alaybeyi bayraktarından oluşan bir heyeti anılan karyelere göndermiştir. Tayine giden ekip sınırları belirleyip mahkemeye dönmüş ve durumu kayda geçirmişlerdir. Heyette her zamankinden farklı olarak 2 rütbeli askerî yer alır ki biri çukadar diğeri ise alaybeyi bayrakdarıdır. Bu durum Semanzadelerin malikane sistemine ve işleyişine etkileri hakkında bir fikir vermektedir. Sadece 313 ve 360 numaralı DŞS defterlerinde 30’un üzerinde belgede Semanzade ailesinin üyelerine ait alım-satım, mülk davası, veraset intikali, mukataa devri, tamir izni gibi ekonomik içerikli kayıtlar mevcuttur. Ayrıca bu iki defterde onlarca belgede bu aile mensubu olan voyvodalar da göz önüne getirildiğinde etkinlikleri daha iyi anlaşılacaktır. Ancak hemen belirtmekte fayda vardır ki bu ailenin mahkemeye yansıyan kayıtları ait oldukları sınıf hakkında bir kanaat oluşturmaya yetmektedir. Herhangi bir yaralama, katl, gasb vb. ceza gerektiren suça dair davalarda değil, çoğunlukla servet ve ticari ilişkiDİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 191 lerini gösteren belgelerde görülmektedirler. Şikayete konu olan bir ticari davada, bizzat padişah tarafından bu aile mensubu Semanzade Süleyman Ağa’nın yaptığı “ihkak-ı hak” suçu için uyarılması paşa ve kadıya ferman ile emredilir. Buna göre Koprik adlı zimmî Divan-ı Hümayuna arzuhal ederek anılan kişi ve kethüdasından 20.100 guruş gibi astronomik bir alacağının bulunduğunu, bunu alamadığını ve çözümünü talep edince padişah doğrudan paşaya ve kadıya ferman ile bu durumun hallini emrederek, adaleti sağlamak noktasında kendisinin temsilcileri olduklarını sert bir ifade ile hatırlatmaktadır. Ayrıca Semanzadenin ihzar edilmesini ister. Bu belge ekonomik güçlerinin ve etkilerinin kendilerine haksızlık yapmaları durumunda sadece padişahın söz geçirebildiğine bir örnektir. Mülk satışlarında bu ailenin birçok alım-satım yaptığını görmekteyiz. Niceliksel anlamda yoğun olan bu satışların esas özelliği çok büyük rakamlar içermesidir. 360 numaralı defterdeki 181 satış işleminden 15 belge ile alım satım ilişkilerinde Semanzade Ailesi ellerinde tuttukları servet ile ön plana çıkmaktadır. Mülk satışlarına dair belgelerden birinde Semanzade Ebubekir Çelebi bin el-hac Osman’ın kardeşi Mustafa Çelebi’ye 2 cariyesini 700 guruşa sattığı görülmektedir. Çalışmanın menzil satışları kısmında 1500 guruşluk işlem ile dükkan satışlarında değinilen 2900 ve 2950 guruşluk alım-satımlar bu aile üyelerince gerçekleştirilmiştir. Yine Semanzade Ailesinden bir kişi İbrahim Bey Mahallesinde 2000 guruşluk bir mülk satmıştır.794 Bir başka belgede bu aile üyelerinden biri İbn Müderris Mahallesindeki menzilini 1500 guruşa satmıştır. Zenginliklerinin göstergesi olması açısından terekelerdeki bazı miras miktarlarına bakmak gerekir. Semanzade Ebubekir Çelebi bin Hacı Osman’ın varislerine bıraktığı mirasın toplamı 2895 guruştur. Bir tereke kaydında Semanzade Aboş Ağa, varislerine 9967 guruş değerinde miras bırakmıştır ve bunların çoğu şehrin muhtelif yerlerindeki menzil ve dükkanlardan oluşmaktadır. Yukarıdaki servete dair bilgilerden başka bu ailenin idaredeki pozisyonlarına da bakmak gerekir. Esas etkinlik alanlarının bu olduğu görülmektedir. İdari yapının izah edildiği bölümde “Voyvodalar” başlığı ile verilen listede ayrıntıları bulunmakla birlikte sadece sayısal olarak ifade etmek gerekirse 18. yüzyıl başından itibaren voyvodalık mukataasını işleten, bu aileden Semanzade Hüseyin Ağa olmuş ve 4 defa voyvodalık mu192 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER kataasını almıştır. Her voyvodalık süresi bir yıl olarak görülmektedir. Ayrıca Semanzade Ahmed Ağa bin Hasan Ağa da bu görevi bir yıl üstlenmiştir. Semanzade ailesine mensup kimselerin voyvodalık vazifesinin yanında askeri nitelikteki başka görevler üstlendiklerine dair kayıtlar da mevcuttur. Bunlardan birinde ordunun ihtiyacı olan peksimetin mübayaası için merkezden gelen bir emirde (ferman) bu işin havale edildiği kişi, “Diyarbekir canibi ordu defterdarı” vazifesini üstlenmiş Semanzade Hüseyin idi. Son olarak Semanzade ailesinin gücünü ve zenginliğini göstermesi bakımından şehirde bıraktıkları eserlere değinmekte fayda vardır. Bunlardan ilki “Semanoğlu Mescidi”dirve ikincisi günümüzde “Gazi Köşkü” olarak bilinen “Seman Köşkü”dür.(49) Gazi köşkü Atatürk 5 Mart 1917 yılında ordu Komutanlığına atanınca, 13 Martta Diyarbakır’a gelmiştir. Silvan da bulunan 16. Kolordu karargah komutanlığı 2. ordu karargahını oluşturmak üzere Diyarbakır’a alındı. Karargah binası İç kalede bulunan ve halen Atatürk Müzesi olarak faaliyet gösteren yapıya taşınmıştır. Bir süre Kavvası Sağır sokakta bulunan Hacı Sinan Özbostancı’ya ait evde ikamet eden Atatürk daha sonra Mardin Kapı dışında yer alan Seman Köşkünü ikamet olarak kullandı. Daha sonra 1937 yılında Belediyece satın alınan bu köşk restorasyonu ve onarımı yapılarak Atatürk Köşkü adıyla hizmete sunulmuştur. Atatürk Köşkü Atatürk’ün Ölümünün 100. yılı sebebiyle 1981 yılından yeniden onartılmış, bahçesi ve çevresi düzenlenerek bu günkü şeklini almıştır. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 193 Gazi köşkü 194 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü Diyarbakır Atatürk Köşkü, Diyarbakır surlarının 2, 5 Km. güneyindedir. Atatürk, Çanakkale Savaşından sonra 1916 yılı şubat ayı sonlarında 16. Kolordu Komutanı olarak Doğu, cephesinde görevlendirilmiş, 14 Mart 1916 günü Kolordu Karargahı olan Diyarbakır’a gelmiştir. Diyarbakır surlarının dışındaki Semanoğlu Köşkü Atatürk’e verilmiştir. Atatürk 27 Mart 1917 tarihine kadar bu köşkte kalmıştır. 1917 yılı Mart ayında 2. Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’a tekrar gelen Atatürk, bu kez Mardin Kapısı dışındaki Pamuk Köşkünde kalmıştır. Diyarbakır Belediyesi 5 Nisan 1926 günü aldığı bir karala Atatürk’ü fahri hemşehrileri olarak seçmiş ve Diyarbakır’a ilk gelişlerinde kaldığı Semanoğlu Köşkünü kendisine hediye etmiştir. Köşk o günden sonra Atatürk Köşkü olarak tanınmıştır. (48) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 195 Gazi köşkü Arka taraf Gazi köşkü 196 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 197 Gazi köşkü 198 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bir ve ikinci kat arası merdiven Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 199 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar 200 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar Gazi köşkü müştemilatı DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 201 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar 202 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 203 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar 204 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 205 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar 206 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 207 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar 208 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 209 Gazi köşkü odaları ve içindeki eşyalar Diyarbakır Atatürk Köşkü, Diyarbakır evleri tipinde geniş eyvanlı siyah-beyaz kesme taşlardan yapılmış örneklerinden biridir. Eyvanın duvarındaki mermer sebilden havuza dökülen sular, köşke serinlik vermektedir. Girişin sağındaki küçük kapı mutfağa solundaki kapı da çay ocağına açılmaktadır. Üst katta çalışma ve yatak odaları vardır. Atatürk’ün ölümünden sonra, Atatürk Köşkü Diyarbakır belediyesinin korumasında yeniden onarılmış ve ziyarete açılmıştır.(48) Gazi köşkü teras ve zemin kat projesi M. Baran- A. Yılmaz(26) 210 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Gazi köşkünde gece Gazi köşkü ve havuz DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 211 Gazi köşkünde eyvan ve havuz Diyarbakır surlarının güneyinde ve çoğunluğu Dicle nehrinin batısındaki yamaçlarda bulunan köşkler, Diyarbakır surlarını, Esfel bahçelerini, Dicle nehri ve geniş vadisini gören etkileyici bir panoramaya sahiptir. Sıcak-kuru bir iklim ve sınırlı bir alan etkisiyle, Diyarbakır Suriçi’nde bitişik olarak inşa edilen evlerin içe dönük ve avlulu karakterine karşın, köşkler; bahçe içerisinde, sınırlan geniş bitki örtüsüyle belirlenen, manzaraya hakim ve doğayla birlikte olma arzusunu karşılayan yapılardır. Köşklerin varlığı, Sur içi’nde tek manzarası avlu olan evlere sahip kent soylularının doğayla birlikte olma çabalarına bağlanır. Yaz aylarında kullanılan bu vernaküler mimari örnekleri, Ortaçağ karakterindeki içe dönüklükten, Rönesans’ın çevreye açılma eğilimine benzer bir planlama akışı gösterir. Köşklerdeki tüm mekânlar, görsel olarak doğayla iç içedir.(20) 212 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bekir Paşa (Ömer Bekir Paşa) Köşkü Halk arasında ‘Ömer Bekir Paşa Köşkü’olarak da bilinen yapı, Dicle nehrinin batısında yüksek bir tepede, yeşil bir alan içerisinde Evsel Bahçeleri’ne hakim bir tepede yer almaktadır. Köşk, Cengiz Özgiray’ın mülkiyetindedir. Bakımından sorumlu kişi ise Mehmet AYDIN’ dır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 19.yüzyıl sonları olduğu ve Osmanlıların son döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Dikdörtgen bir plana sahip olan yapı zemin ve bodrum kattan oluşur. Kuzeye dönük içinde selsebili bulunan bir eyvan ve sağında bir oda yapının şu andaki durumunu belirler. Bodrum kat depo amaçlı kullanılmaktadır. Yapının dış duvarları ve döşeme bazalttır. Köşkün ön bölümü avlu bahçe ve havuzdan oluşmaktadır. Yapı kısmen korunmuş olsa da mevcut bozulmalar dikkat çekmektedir. Köşk şu anda gerektiğinde kullanılan yazlık bir ev durumundadır.(4) Resm . Bekir Paşa (Ömer Bekir Paşa) Köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 213 Resm . Bekir Paşa (Ömer Bekir Paşa) Köşkü Bekir paşa Köşkü planı (A.Bekleyen’den işlenerek) (25) 214 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hacı Ağa Köşkü Köşkün üzerinde inşa kitabesi bulunmadığından yapım tarihi mimari özelliklerine bakılarak 19.yüzyıl Osmanlı dönemi olarak tahmin edilmektedir. Yapı Mardin kapı çıkışında evsel bahçeleri içinde yer almaktadır. Mevcut planıyla iki oda ve bir eyvandan oluşan yapının önünde eyvandan akan “selsebil”in buluştuğu dikdörtgen bir havuz yer alır. Dikdörtgen forma sahip tek katlı olan yapı şu anda bakımsızlıktan büyük bölümü yıkık durumdadır. Pamuk Köşkü Yapı Dicle Nehri’nin sağ tarafında yer alan yüksek bir tepede, Gazi Köşk’ünün üst bölümüne yakın konumlanmıştır. Plan ve mimari özelliklerine bakıldığında Osmanlının son döneminde, 19.yy sonu 20.yy başında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Yapı dikdörtgen planlı ve tek katlıdır. Köşkün sadece iki sivri kemerli, içinde selsebili bulunan bir eyvanı ve kare planlı havuzu günümüze ulaşabilmiştir. Eyvanın duvar yüzeylerinde içine çeşitli eşyaların konulacağı nişler mevcuttur. Dış duvar cephesi kesme bazalt taştan yapılan yapının üst örtüsü düz çatıdır. Çatının alt konsolu “ayı başı” adı verilen taşlarla desteklenmiştir. Yapı şu anda mevcut durumuyla halka açık oturma ve dinlenme amaçlı kullanılmaktadır.(4) Resim . Hacı Ağa Köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 215 Resim . Hacı Ağa Köşkü Resim. PAMUK köşkü 216 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Resim . Hacı Ağa Köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 217 Resim . Hacı Ağa Köşkü Köşkün doğu cephesindeki tek hareket öğesi iki adet sivri kemerle, sütuna bağlanan eyvan açıklığıdır. Eyvanın iç kısmında pencere ve nişler mevcuttur. Eyvandaki bir diğer süsleme öğesi de dilimli kemerli nişlerdir. Bu nişler karşılıklı olarak eyvanın sağ ve sol taraflarına yapılmıştır.Y apının dış cephesinde düzgün kesme bazalt taş kullanılmıştır. (5) Gazi köşküne yakın bir yamaçta yer almaktadır. Köşk geniş ve etrafı çiçeklerle çevrili bir bahçe içerisinde bulunmaktadır. Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı ve tek katlıdır. Köşkün sadece iki sivri kemerli, içinde selsebili bulunan bir eyvanı ve kare planlı havuzu günümüze ulaşabilmiştir. (20) 218 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Pamuk köşkü planı (A.Bekleyen’den )(25 Kuşdili Köşkü Köşk, Gazi Köşkünden sonra Dicle nehrine hakim bir tepede konumlanmıştır. Yapının bir bölümünde yer alan yazıttan 1904 yılında yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kimin yaptığına dair bir bilgi yoktur. Köşk, Mardin şosesinden köşke ayrılan yolun doğu tarafında bulunmaktadır. Köşkün şimdiki sahipleri ve bakımından sorumlu kişileri; Nadide Fatma *Ayyıldız, Hazım Özbay ve hissedarlarıdır. Yapı tescillenmiştir. Yapı ‘L’ plan tipinde, dikdörtgen planlı ve iki katlı olarak yapılmıştır. Yapının zemin katında iki eyvan yer almaktadır. Yapının batı tarafında bulunan eyvanın iki kemeri vardır. Kırık kemerli bu eyvanın daha önceleri ‘soğukluk’ olarak kullanılan, şimdilerde ise su deposu olan, kaynak suyu mevcuttur. Bu eyvanda dikdörtgen bir havuz bulunmaktadır. Dikdörtgen havuzda bulunan su, bir kanalı izleyerek bahçedeki büyük havuza dökülmektedir. Zemin kat, oda, mutfak, eyvan ve soğukluktan oluşur. Üst kata bir aralıktan çıkılarak açık bir terasa ulaşılır. Üst katta yer alan odalar tepe pencereleri ve nişleriyle hem fonksiyonel hem de görsel bir bütünlük oluşturur. Yapı aynı zamanda bazalt taşla çevrili duvar yüzeyinde kullanılan ve “cıs” adı verilen alçı bezeme ve kemerli pencereleriyle zengin bir cepheye sahiptir. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 219 Kuşdili Köşkü 220 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kuşdili Köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 221 Kuşdili Köşkü 222 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kuşdili Köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 223 Kuşdili Köşkü Ağuludere Köşkü Köşkün üzerinde inşa kitabesi bulunmadığından, kesin yapım tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Plan ve mimari özelliklerine bakıldığında, Osmanlının son döneminde, 19.yy. sonu 20.yy. başında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Yapı, tescillenmiştir. Yapı, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde, anayoldan 200 m. içerde, yamaçta; Dicle Nehri’ne karşı yapılmıştır. Halk arasında ‘Arabın Köşkü’ olarak da bilinmektedir. Köşk, geniş ve etrafı çiçeklerle çevrili geniş bir alan içerisinde bulunmaktadır. Yapı ters “L” planda, iki katlıdır. Zemin kat, içinde sesebili bulunan bir eyvan, mutfak ve 3 odadan oluşur. Üst kat oda ve servis mekanlarına ayrılmıştır. Ancak yukarı çıkılan merdiven şu anda yıkık durumdadır. Önünde geniş bahçelerin ve dikdörtgen bir havuzun yer aldığı bu yapı bazalt taştan yapılmıştır. Yapı şu anda bakımsızlıktan birçok bölümü yıkık durumda ve kullanılmamaktadır. (4) 224 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ağuludere köşkü-2013 DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 225 Ağuludere köşkü-2013 226 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ağuludere köşkü-2013 DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 227 Ağuludere köşkü-2013 Ağuludere köşkü Zemin kat planı (N.Dalkılıçtan işlenerek)(25) AĞULU DERE KÖŞKÜ Köşklerde mekânlar, dikdörtgen formlu yapının uzunluk doğrultusundaki ekseni üzerinde dizilir. Bu eksen üzerinde bir yüzü açık olan eyvanın konumu, bütün köşklerde aynı değildir Genellikle kitlenin ortasında ya da dış yan kısmında yer alır. Köşklerdeki 228 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER eyvan, genci olarak Diyarbakır Sur içi geleneksel evlerindeki eyvanlardan farklıdır. Eyvanın dikdörtgen biçimli formunun uzunluk yönündeki ekseni, Diyarbakır geleneksel evlerinde kitlenin uzunluk yönündeki eksenine paralel, köşklerde ise dikdörtgen formlu kitlenin uzunluk yönündeki eksenine diktir. Köşklerdeki eyvanda selsebilli havuz, hacmi ekseninden itibaren ikiye böler. Diyarbakır geleneksel evlerindeki eyvanda ise bazen görülen havuz ortada bulunur. Köşklerde genel olarak kuzeye yönlendirilmiş olan eyvan ile önündeki bahçe arasında organik bağı kuran öğe, sudur. Eyvanın içinden bahçeye akan su; kaynak, selsebil, dikdörtgen havuz, açık ya da kapalı bir kanal, taş kadeh ya da şadırvan ve dıştaki büyük havuz dizgelerini takip eder. Kaynaktan gelen su, eyvanın arka duvarında bulunan kenarları işlemeli taş yüzeyde sesli bir su perdesi oluşturur, incecik bir kesitte akan su, buharlaşarak doğal bir iklimlendirme sağlar. Eyvan içinde bulunan 40-50 cm. derinliğindeki dikdörtgen havuzda su neredeyse hareketsizdir. Meyvelerin soğutulduğu bu havuzdaki su, taşmadan bazen kapalı bir kanal ile kaybolur ve dantel gibi işlenmiş taş kadeh ya da şadırvanda ortaya çıkar. Kanal ile taşınan su, son olarak büyük havuza akar. Derinliği fazla olan havuzun taş olan döşeme ve duvarları sıvasızdır. İçine girip serinleme amacı ile de kullanılan bu havuzun suyu, bahçe sulama ihtiyacını da karşılar.(6) Köşkün üzerinde kitabesi olmadığından yapıyla ilgili kesin yapım tarihi ve kim tarafından yapıldığına dair detaylı bilgiye sahip olunamamaktadır. Plan ve mimari özelliklerine bakılarak, köşkün 19. yüzyılın son dönemlerinde yapıldığı düşünülmektedir. Yazlık köşkler arasında olan yapı Dicle Nehrinin batısına inşa edilmiştir. Köşk, geniş ve etrafı çiçeklerle çevrili geniş bir alan içerisinde bulunmaktadır. Halk arasında Arabın Köşkü olarak bilinen yapı ters L planlıdır. Zemin kat, içinde sesebili bulunan bir eyvan, mutfak ve 3 odadan oluşur. Üst kat oda ve servis mekânlarına ayrılmıştır. Ancak yukarı çıkılan merdiven şu anda yıkık durumdadır. Önünde geniş bahçelerin ve dikdörtgen bir havuzun yer aldığı bu yapı bazalt taştan yapılmıştır. Yapı şu anda bakımsızlıktan birçok bölümü yıkık durumda ve kullanılmamaktadır. (20) Kavs (Cihannüma) Köşkü Çarbağ Köşkü olarak da bilinir. 1991 yılına kadar ayakta kalabilen ancak ilgisizlikten tamamıyla yıkılan bu köşk, DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 229 Kavs köyünde Dicle’nin karşı tarafında Kırklardağı’nın eteklerinde yer almaktaydı. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII. Başlarına tarihlenmektedir. Siyah bazalt taş ve beyaz kalker taştan örülü, iki katlı bir yapıdır. Güneydoğuya bakan büyük bir eyvanı, hamamı ve camisi ile oldukça büyük bir kompleks oluşturmuştur. Evliya Çelebi köşkü şöyle anlatır.” Meşhur bir irem bağıdır hatta Bağdat Fatihi IV.Murat, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve iş-ü işret etmiştir. Bu gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi imkansızdır”.(4) Kavs Köşkü: Diyarbakır Merkezi’nin Güney doğusunda, Kırklar Dağının doğusunda Dicle nehri’nin kavis yaptığı yerin güneyinde Kavs denilen yerde idi. Köşk H.1044M.1634 yılında Şeyh Aziz Mahmud Ürmevi tarafından yapılmıştır. Köşkün Dicle’ye, Surlara ve Kırklar Dağına bakan her üç yönü de çok güzel manzaralıydı. Cephesi batıya bakar, doğudaki üst tepelerden drinaj yapılarak havuza su getirtilmişti. Köşk’ün yanında da kaynak su vardı. Köşk bazalt ve kalker taşından yapılmış İki katlı idi. Hamamı ve Camisi vardı. Osmanlı Padişahı 4. Murat Bağdat fethinden dönerken kaldığı köşktür. 4. Murat’ın ağırlandığı üst kattaki Cihannümâ, (Cihanı gören köşk) adı verilen geniş odadan görülen büyüleyici manzaraya doyum olmazdı. Köşkün önünde ve etrafında Dicle Cihannüma köşkü planı (26) 230 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Resim . (26) Cihannüma köşkü(1970)-Adil Tekin DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 231 kıyılarına kadar uzanan bahçeler, bağlar, güllükler vardı. Buralar halkın sık sık gittiği bir mesire (piknik) yeriydi. Merhum Ali Emiri efendi Tezkire-i şuara-yi Amid adlı eserinde bu mesire yerini övmüştür. Evliya Çelebi Kavs Köşkü için şöyle der: “Bu da meşhur bir İrem bağıdır. Bu gezinti yeri Şatt’ın karşı tarafında cennet bahçesinden bir köşesidir ki, tarifi imkansızdır.” Köşk hakkındaki manzum tarihi, şeyhin yeğeni kardeşinin oğlu Açık baş Mahmud Şair Resmi Amidi’nin yazmıştır. Seyyid-i Mahmud-i alem mülteca-yi has ü âm Şatt-ı Amid sahilinde yaptı bir ca-yi ferağ Ab-ı Kevserdir suyu her nahli bir tuba misal Görse duzeh ehli varmaz cennete eyler damağ Enveri, Hakaani bilmez nağme-i güftarımı Hem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i alemde zâğ San’at-ı tarihim idrak eylemez ahvel olan Nükte-i serbestemi halleyleyen ahbab-i sağ Kilk-i pir-i Nakşibendi kudret asa RESMİ’ dür K’ol Aziz’ün tarihi aceb ism ü resmi ÇÂRBAĞ. Şiir’in açıklaması Alemin, okumuşların ve okumamışların seyidi, alim Dicle Nehrin kenarında çok güzel bir köşk yaptı Suyu cennet suyudur, her ağacı bir tuba ağacı misali Suyu o kadar güzeldir ki Cennet’te bulunan Kevser suyuna benzer Her ağacın dalı Cennet’teki Tuba ağacı’dır Cehennem ehli görse burayı, burası cennettir Biz burada kalmak istiyoruz derler Enveri, Hakaani (OsmanIı İmparatorluğunun iki büyük şairidir.) Benim sözümün nağmelerini bilmezler Alemin gülşeninde bülbül ile karga’nın nağmesi bir olmaz Kendini bülbül, şairleri kargaya benzetir Beyin şaşıyor benim tarih sanatımı idrak eylemez Aziz acayip bir bina yapmıştır ismi ÇÂRBAĞ Beyitteki son iki mısradaki noktalı harflerin toplamı 1044’ tür Noktasız harflerin toplamı yine 1044’ tür Hicri 1044, köşkün tarihidir. (39) 232 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kavis Köşkü Kuzeydoğu yüzü. Kuzeydoğu duvarı içi. Orta odanın güneyden bakışı (kuzey duvarı).(42) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 233 Foto . Kavis Köşkü, batı yüzü. Hami Köşkü Köşk, Dicle’ye hakim bir tepede Kuşdili köşkünden sonra konumlanmıştır. Mimari özellikleri göz önüne alındığında, Osmanlının son döneminde, 19.yy sonu 20.yy başında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Özel bir şirketin mülkiyetinde ve bakımındadır. Bir bodrum üzerine dikdörtgen planlı olarak yapılan havuzlu bu yapı iki katlıdır. Geniş bir bahçe ile çevrili olan yapının bodrum katının önceleri ahır olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Yapının zemin katında selsebilli eyvan, hamam, ve bir seyir platformu bulunmaktadır. Üst kata zemin kattan çıkılan bir aralıktan ulaşılır. Bu katta yer alan oda dikdörtgen planlı ve bol pencerelidir. Ancak üst örtüsü ve bazı bölümleri yıkılmıştır. Yığma tekniğinde yapılan bu köşkün ana yapı malzemesi bazalt taştır. Mekanlar nişler ve kemerli pencerelerle zenginleştirilmiştir. Yapının üst örtü sistemi ahşap kirişli düz dam örtülü olup, toprak ile örtülmüştür. Günümüze birçok bölümü yıkılmış olarak ulaşmış bu köşk şu anda gerektiğinde özel eğlence alanı olarak kullanılmaktadır.(4) Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan köşk, iki katlı ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Geçmişte içinde bir hamamın 234 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan oluşmaktadır. Alt katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz, eyvan içinde selsebil gibi su ögelerini içeren bir düzeni mevcuttur(23) Plan ve mimari özelliklerine bakılarak 19. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen köşk; dikdörtgen planlı, havuzlu ve iki katlı olarak inşa edilmiştir, Geniş bir bahçe ile çevrili olan yapının bodrum katının önceleri ahır olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Yapının zemin katında selsebilli eyvan, hamam ve bir seyirlik bulunmaktadır; Tamamen bazalt taştan yapılmış olan yapıda mekanlar nişler ve kemerli pencerelerle zenginleştirilmiştir, Yapının üst örtü sistemi ahşap kirişli düz dam örtülü olup, toprak ile örtülmüştür (53) Hami Köşkü (2013) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 235 Hami Köşkü (2013) 236 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hami Köşkü (2013) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 237 Hami Köşkü (2013) 238 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hami Köşkü (2013) Asıl adı Ahmed, mahlâsı Hâmî olan şair, 1679 yılında Amid (Diyarbakır)’de doğmuştur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra medresede, hocası Şair İbrahim Hâşim’den İslâm ilimleri dersleri alan ve bu arada hattâtlığı da bu hocasından öğrenmiştir. Hâmî hakkında bilgi veren Ali Emirî Efendi, Urfalı şair Nâbî’nin çağdaşı olan Hâmî’yi şu şekilde övdüğünü belirtmektedir: “NÂBİ’ya Amid’e şâyândır ezelden denmek Tuhfe-i nâdire-zây-i çemenistân-ı kadim Tâze Hâmi’si zuhûr eylediğin gûş itdık Eylemiş hüsn-i himâyetle harâbın ternim Böyle Hâmisini Amid ne aceb şimdiye dek Çalmadı gayri bilâd üstüne kûs-i takdim Ben dahi gam mi çekerdim nazar-i a’dâdan Bâzûy-i vaslde tâ’vîzim olaydı Hâmi’m” DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 239 17. yüzyılın önde gelen divan şairlerinden olan Hâmî birçok paşanın yanında devlet hizmetinde bulunmuştur. 1635 yılında Revan seferi sırasında IV. Murad’a, en iyi “OtağÇadır”ını yapan Amid çadırcıları, Köprülü Abdullah Paşa’nın siparişi üzerine yapılan büyük bir çadıra “Râiyye Kasidesi”ni yazan Hâmî’yi takdir ederek bu kasideyi çadırın eteklerine işletmiştir. Hâmî 1726 yılında Tebriz’de Dîvân Kâtipliği görevinden ayrılarak Amid’e (Diyarbakır’a) gelerek Gazi Köşkü’nün yukarı kısmında bir köşk yaptırmıştı. Bu köşke “Hâmi Köşkü” denilmiştir. Bu köşkün sofasının iki kapısı üzerindeki taşlara Hâmî şu tarik kıtasını yazdırmıştır: “Ahmed HÂMİ bu işret-hâne-i dîrînde Bezl-i makdûr eyleyüp yaptırdı kasr-ı bîmend Hüsn-i itmâmın görüp HÂMİ dedim tarihini Ahmed Âbâd oldu himmetle bu kasr-ı dil-pesend Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hâmî hakkında şu bilgileri vermektedir: “Hâmi, bizim görüşümüz şudur ki klasik edebiyatımızın ikinci plandaki değerli şairleri arasında yer almaktadır. Onun kasidelerinde başta Ömer Nef ’i (1572-1635) ve Yusuf Nabi (1641-1712)’nin tesiri rahatça müşahede edilmektedir. Gazellerinde ise Nabi ile Nedim (Ahmed, 1680-1730)’in kişiliğini korumasını bilmekle beraber etkisinin bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Ama rahatça denilebilir ki Hâmî, bu tesir ve nüfuzu hiçbir zaman taklit derecesinde hissettirmemektedir. Aksine eski edebiyatın bütün manzum, mefhum ve remzlerini yerinde kullanabilmekte, geniş kültürü sayesinde okuyucuda takdir duyguları uyandırmakta, hamasi ve hikemi uslûbu yanında garami duyguları da başarı ile ifadelendirilmektedir.” Yerini tespit edemediğim köşklerden biri olan Hacı Hamza Köşkü ile ilgili Ali Emirî, gençlik yıllarında gittiği bu köşk için şunu söylemektedir: “Hîç unutmam anda çarpıldum o zîbâ gamzeye Yâr ile gitmiş idüm bir kerre Hacı Hamza’ya” (21) 240 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hami köşkü zemin kat planı (N.Dalkılıç’tan işlenerek )(25) Kuzeyden güneye doğru 6. köşktür. Kitle yamaca dik yerleştirilerek doğu-batı uzantısındadır. Geniş yüzü güney ve kuzeye açılır. Özellikle, diğerlerinde olduğu gibi eyvan, önündeki geniş terasla burada daha da belirgin ve kuzeye yöneliktir. Su mihrabı, çanağı, buradan 7 delikle havuza akan su, sağ ile solundaki doğramasız pencereler, bunları üstte ufalarak izleyen 3 üst pencere daha bir bütün oluştururlar. Buna karşın havuz eyvan derinliğince uzanmaz. Zaten eyvanı da diğerlerinden kısadır (4, 54 eninde ve 2, 70 m derinliğinde). Bunu kuzey yönde 10, 51 eninde, 7, 37 m derinliğinde, akçageçmez kaplı, üstü açık teras izler. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 241 Eyvanın batısında ufak bir oda vardır. Güney terasına kapı ve penceresi açılır. Doğu ve batı yön duvarlarının sağır tutulmasına karşın kuzeye ufak pencere açılması ve bağlantının güneyde olması bir depo görevi odası olarak yapıldığı izlenimi verir. Buna karşın tavanın kagir tekne tonoz yapılması biraz şaşırtıcıdır. Üst kata bir yer hazırlamak, bu arada ona 2. derecede bir görev vermek için yapılmış olabilir. Yamaç, merdiven altı gibi alanlar, onu nemden koruyacaktır. Eyvanın doğusunda bugün 1, 80 m eninde 2 kapısı olan 0, 83 m eninde bir duvar ve teras vardır. Teras kuzeyde eyvanı da aşarak ve seki yaparak son bulur. 4, 98 iç en ve 9, 37 m derinlikte bir terasın burada köşk planlarına göre yeri yoktur. Daha sonra geniş bir başoda olduğu izlenecektir. Günümüzde ara duvarda ocak olmamasına karşın üstte baca, burayla oynandığını, özengi ve kotlarının yok edildiğini gösteriyor (Kitlenin kuzeyinde 6, 22 m eninde 8, 13 boyunda büyük bir havuz (50 m2) buradaki terasın boyutları, istenen imge, serinlik ve görsel zenginlik derecesini yansıtıyor. Günümüzde musluk, pınar, göze v.b görmesek de, batı yamaçtan bol su sağlandığı, bahçesinin geniş olduğu anlaşılıyor. Yamaca dikine saplanan kitle ve kuzey terası hep batı ve doğu yöndeki dayama duvarlarıyla teraslanmış, kayalık yamaç, doğal değil kullanılabilir, yeşillikli teraslarla zenginleştirilmştir. Bundan yararlanarak başoda altına kapısı güneyde olan bir depo ve kapısı doğuya bakan merdiven güneyine 2. birini yerleştirmeyi sağlamıştır. Kuzeyden güneye geçiş için batı yamaç daha uygun görülmüş, 7 basamaklı bir merdivenle (arka) terasa bağlantı sağlanmıştır. Üst oda kitlenin batı yarısındadır. Merdivenle çıkılır. Sahanlıktan içeri girilir. Güney, kuzey ve doğu yöne, beklenenin ve gelenekselin ötesinde birer büyük pencere açılmıştı. Yamaç nedeniyle batı yöne bakan bir dördüncüsü üst kota kaldırılır. Tavanının kavak kirişlemeli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çürüyüp yıkılınca, tekne tonozlu döşemesini de delmiştir. Bu dolgular nedeniyle altındaki odaya girilemedi. Görüşü kesmemek için büyük ağaçların güneyde yoğunlaştırıldığı görülüyor.(42) Erdebil Köşkü Tarihi Erdebil Köşkünün resmi açılışı 23.Mayıs.2008 tarihinde yapıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğünün, Diyarbakır Tanıtma ve Kültür Vakfına tahsis ettiği bu güzel mekan, Kültür Evi olarak kullanılacak bundan böyle.Böylelikle Vakfın elle tutulur somut bir projesi daha hayata geçirilmiş oldu. Gazi Köşkünün(SEM’AN KÖŞKÜ) 242 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER bu köşkten esinlenerek inşa edildiği söylenmektedir. Zira bu iki köşk, Mimari yapıları itibariyle birbirinin ikizi gibidir. Bir tarafta Dicle Vadisi, Efsel Bahçeleri ve nehir, Bir tarafta Kırklar Dağı, Bir tarafta kentin surlarla çevrilmiş sülieti, yanıbaşında On Gözlü Köprü olmak üzere doyumsuz bir görüntü. Erdebil Köşkü, Diyarbekir’in bir terasıdır adeta. Millattan sonra 512 yılında Bizans İmparatoru 1. Anastatias o zamanki kent halkının, Kırklar Dağının üstünde bulunan, Kırklar Kilisesine gidip gelmesini kolaylaştırmak amacıyla ON GÖZLÜ KÖPRÜ’ nün inşasını başlatır. Köprünün inşaatı uzun süreceğinden, işçilerin konaklamasını temin maksadı ile, hemen yanıbaşında, şimdiki ERDEBİL KÖŞKÜ’nün yerinde bir mekan inşa eder, günümüzün şantiye binası gibi bir şey. Daha sonraki zamanlarda İslam yönetimleri sırasında, Gerek ON GÖZLÜ KÖPRÜ ve gerekse ERDEBİL KÖŞKÜ onarım ve değişikliklere uğrar ve Şimdiki halini alır. (43) Erdebil Köşkü Erdebil köşkü ve ongözlü köprü(1939)-Adil Tekin DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 243 Erdebil Köşkü 244 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Erdebil köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 245 Eyvan, bazalt kaplı döşemesi, beşik tonoz ya da ahşap kirişli düz örtülü tavanı, bir tarafı açık diğer üç tarafı duvarlarla kapalı olan içinde su hareketinin dantel gibi işlendiği serin bir mekândır. Önü açık olan bu mekânın, arka duvarı üzerinde pencere şek¬linde boşlukları olan örneklerine de rastlanır. Rüzgârın bir taraftan girip diğer taraftan çıkışını sağlayan bu boşluklar İle eyvan içinde doğal bir hava sirkülasyonu sağlanır. Tek katlı olan köşkler, selsebilli eyvan ve birkaç odadan oluşurlar. İki katlı olanlarında üst katta manzara için seyir platformu olan ikinci bir eyvan bulunur. Ahır birimi, bodrum kattadır. Geçici ocakların bulunduğu bazı köşklerde mutfak bulunmaz. Tek katlı olanlarında bahçe içinde bulunan tuvalet, iki katlı olanlarda üst katta inşa edilmiştir. Odalarda alt pencereler sedir yüksekliğinden itibaren başlar. Bazen bu pencereler üzerinde tepe pencereleri yer alır. Duvarlarda kapaklı ya da kapaksız “paça” adı verilen nişler bulunur, iklim nedeniyle odaların yükseklikleri fazladır. Tepe pencereleri ise odalarda biriken sıcak havanın tahliyesini sağlar. Bu asal geometrik formun sade görünüşüne karşın, pencere ve kapı kemerlerindeki ince işçilik, bazalt ve kireç taşından inşa edilen ardışık duvarları, cepheler üzerinde “cıs” adı verilen özel bir harç kullanılarak yapılan rozet ve bitki motiflerinden oluşan pano süslemeleri, saçakların hemen altında bulunan koç başlarının zerafeti ve detaylarındaki incelikleri ile köşkler, vernaküler mimarinin güzel örneklerindendir. Erdebil köşkü ve yeşil alan 246 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Erdebil köşkü ve yeşil alan Erdebil köşkü planı (26)M.Baran.A.Yılmaz DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 247 Erdebil köşkü planı (26)M.Baran.A.Yılmaz Erdebil’de gece 248 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Erdebil’de gece DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 249 Erdebil’de gece 250 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Geleneksel köşk mimarisi; tekrar kullanılabilir yapı bileşeni, iklimsel yapı, imgelenebilir mekân, sürdürülebilir tasarım kriterleri gibi kavramları bünyesinde barındırmakladır. Bu vernaküler mimari, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve modern mimariye ilham kaynağı olabilecek pek çok gizeme sahiptir. (6) Arka (güney) yüzü 7 pencere doldurur. Yan ikişeri odalara, eksendeki üçü eyvana aittir. Bir yorum olarak bu yön ve doğudakileri yarım daireli kemerler kaparken, kuzeye bakan 4 pencere düz atkılıdır. Bunun tek nedeni buradaki siyah -beyaz almaşık örgü olmalıdır. Üst kat odanın 3 penceresi de lentoludur. Buna karşılık 6 tepe penceresi almaşık ve teğet kemerlidir. Lentolara daha dayanıklı oldukları için siyah bazalt gelecek biçimde örgüde sıralamaya gidildiği dikkati çekiyor. Kuzey yönde uzanan avlu, yine eksene oturtulmuş büyük bir havuzla bezenir. Diyarbakır’ın sıcak ve kurak yaz günlerinde su görmek, ona dokunmak kadar mutluluk veren başka 2. bir öğe olmasa gerek. Ayrıca akar su her an görselliği, sesi ve ruhsal yönüyle de bu yönünü pekiştirip, bahçe sulamasına da yarar. Köşkün en özenli yüzü kuzeyde avluya bakar. Doğu yöne dönünce almaşıklığı kalmaz. Dahası, alt kata indikçe akçageçmez örgü yerini sıralı, kübik moloz taşa bırakır. Güney yüzde özen daha azdır ve onarım aşamaları iyice belli olur. Üst kat odası burada oldukça yozlaşır. Çıkıntılı hela, onun gideri son derece tarihiyle, mimarlık yorumuyla ters düşer. Bir mimarlık mirasına bu denli zarar verilebilir. Köşkün batı yönde yamaca dik oturtulduğu, eğimden yararlanılarak başoda altına bir bodrum oda eklendiği, kendi kotunda zemin katı durumunu aldığı görülüyor(42) Erdebil köşkünün kadim mukimlari Erdebilzadeler Bu aile üyelerinin yukarıdaki Millizade ve Semanzade gibi ailelerden farkı idari alanda herhangi bir görev üstlenmemiş olmalarıdır. Ağırlıkla ticarietkinlik içeren belgelerde görülen bu ailenin ceza gerektiren davalarda görünmemesi ailenin ait olduğu sosyal sınıf açısından da bir fikir vermektedir. Erdebilzadelerin eyaletin sınırları dışında Halep’te tiDİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 251 caret yaptığını anlamaktayız. Bunlardan bir tanesinde Semanzadeler ile ortak olarak girişildiği anlaşılan bir ticarette Erdebilzade el-hac İsmail bin el-hac İbrahim’in 12.530 guruşluk bir sermayeyi Halep sakinlerinden Babanoğlu el-hac Muhammed ile işletmekteydi. Ölümüyle bu paranın 10.000 guruşu Semanzade Ali Ağa tarafından borcuna saydırılmıştır. Özellikle Halep’teki yün ticaretinin gelişmişliği düşünülürse Amid’deki hayvancılığın ve bunun getirisi olarak hayvansal üretimin Amid dışında da pazarlandığı düşünülebilir. Yine bu aileden olup Merhum Aziz Camii Mahallesinden iken ölen Erdebilzade Hacı Mehmed Ağa bin Hacı Hüseyin bin Hacı Muhammed’in varislerinden Hacı İsmail bin Hacı İbrahim, Hevsel Bahçeleri civarındaki bazı tarla ve arazinin yarısını Semanzade Ömer Çelebi’ye 510 guruşa satmıştır.801 Başka belgelerde Erdebilzade Hacı Mehmed’in varisleri mülk satışına devam etmişler ve 4 ayrı belgede 930 guruşluk mülk satmışlardır. Adıgeçen Mehmed Ağa’nın henüz hayattayken de mülk sattığına dair kayıtlar mevcuttur. 1153/1740 tarihli 2 belgede Hacı Mehmed Ağa bin el-hac Hüseyin Ağa’nın sağlığında iki mülkü 670 guruşa sattığı görülmektedir. Bunlardan ilki Aziz Mahallesinde bir menzil olup bedeli 170 guruş iken diğeri Kavvas Mahallesindeki bir menzil olup değeri 500 guruştur. Aynı Erdebilzade Mehmed Ağa’nın hayattayken Haçe İğur veledi Emirza adlı zimmîye Aziz Camii Mahallesindeki oldukça büyük bir evi 810 guruşa sattığı da görülmektedir. Erdebilzade ailesinin üyelerinin İstanbul’da da ticaret yaptıkları ve burada mülkler edindikleri anlaşılmaktadır. Buna dair bir kayıtta İstanbul’da “Valide Hanı tüccarından” olup ölen el-hac Hasan bin Abdullah’ın terekesinden 8.875 guruş miras kalmıştır. 1135-1165/1722-1751 yıllarına ait 313 numaralı defterdeki 59 mülk satışının 6 tanesi Erdebilzade ailesi üyelerince gerçekleştirilmiştir. 1151- 1153/1738-1740 tarihli 360 numaralı defterde Erdebilzade ailesine ait 5 alımsatım işlemi gerçekleşmiştir. Son olarak bu ailenin adını taşıyan ve şehirde bıraktığı izlerden biri olan “Erdebil Köşkü”nü de zikretmek gerekir ki günümüzde hala ayakta duran önemli bir eserdir.(49) Köşkler aynı zamanda bir sanat icra merkezidir. Diyarbakır musikisinin en önemli ve düzenli icrası Dicle kenarında kurulan Erdebil, Pamuklu, Kuşdili, Gazi köşkü, Bekirpaşa, Agulu dere, çıkıntaş, Kavs köşkleri ile Bağlar semtindeki bağ köşklerinde yapılmıştır. Bu köşklerde sabahlara kadar şiirler okunmuş ve Diyarbakır musikisi icra edilmiştir.(7) 252 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır Sadıkoğulları köşkü Mimari Elemanlar 1.Eyvan Sade yapıdaki köşklerin mekan oluşumunda eyvanın çok önemli bir yeri vardır. Köşklerin plan kuruluşu eyvanın konumuna göre değişmektedir. Diyarbakır’ın Dicle Kıyısı’ndaki köşklerin tamamında eyvan bulunmaktadır. Bu eyvanların hemen hemen hepsinde selsebil mevcuttur. Yalnızca Erdebil Köşkü’nde selsebile rastlanmamaktadır. Eyvanların tamamının zemini dişi bazalt taştan olup, üst örtü sistemi beşik tonoz ya da düz dam örtülüdür. Eyvanların ön yüzü sivri kemerli olup, diğer üç tarafı genelde kapalıdır. Kuşdili Köşkü’nde zemin katta iki eyvan bulunmaktadır. Bu köşkün batı tarafında bulunan sivri kemerli eyvanın iki tarafı açıktır. Tek katlı olan köşklerde eyvan genelde iki oda arasında bulunmaktadır. İki katlı köşklerin bazılarında, üst katta ikinci bir eyvana daha yer verilmiştir. Bu eyvanların bazıları sonradan yıktırılıp, terasa dönüştürülmüştür (Gazi Köşkü). Eyvanların büyük bir bölümünde nişlere yer verilmiştir. Bazı eyvanların arka duvarında hava akımını sağlamak ve gün ışığının içeriye girmesine olanak sağlayacak şekilde boşluklara yer verilmiştir. Eyvanlarda su akışı, kaynak-su selsebil-dikdörtgen havuz ve avludaki büyük havuz sıralaması şeklindedir. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 253 2.Oda Köşklerde birer yaşama alanı olan odaların çoğunluğu dikdörtgen yapıda olup, kare şeklinde yapılanları da bulunmaktadır. Köşklerde “Çay Odası’’ diye tabir edilen Dicle Nehri’ni görecek şekilde inşa edilen odalar da yapılmıştır. Odalarda nişlere yer verilmiştir. Tek katlı olan köşklerde bir ya da iki oda bulunmaktadır ( Hacı Ağa, Bekir Paşa köşkleri). İki katlı olan köşklerde, üst katta da odalara yer verilmiştir (Gazi, Kuşdili, Hami, Berdebil ve Ağuludere köşkleri). Odaların üst örtü sistemi beşik tonoz ya da ahşap kirişli düz dam örtülü olup, üzeri toprak malzeme ile örtülmüştür. Odalarda çift kanatlı pencereler mevcut olup, alt kat pencereleri sedir yüksekliğinden itibaren başlamaktadır. Odalar iklim sebebiyle yüksek yapılmışlardır. Odalarda aynı zamanda tepe pencereleri de kullanılmıştır. Tepe pencereleri içerdeki sıcak havanın dışarıya çıkmasını sağlamaktadırlar. Odalar da ‘yük yeri’ diye tabir edilen sağır duvarlar yapılmıştır. Yatılacak yataklar yük yerlerine konulmaktadır. Odalarda ‘paca’ diye tabir edilen kapaksız dolaplara da yer verilmiştir. 3.Selsebil Diyarbakır’ın Dicle Kıyısı’ndaki Köşk Yapıları’nda en önemli mimari elemanlardan bir tanesi de selsebildir. Eyvana serinlik hissi veren ve önemli bir mimari ayrıntı olan selsebiller, iklimin ve bölgesel etkilerin izlerini taşımaktadır. Selsebillerin zemini dişi bazalt taştan olup, su hareketini sağlayacak şekilde eğimli yapılmışlardır. Kaynaktan gelen su, selsebilin taş zemininden eyvandaki dikdörtgen havuza, oradan da bir su yolunu izleyerek bahçedeki büyük havuza dökülmektedir.148 Erdebil Köşkü’ndeki eyvanda selsebil birimine yer verilmemiştir. Diğer köşklerin tamamında eyvanda selsebile yer verilmiştir. 4.Havuz Köşklerin tamamında bahçede dikdörtgen havuza yer verilmiştir. Zemini ve duvarları bazalt taştan olan havuzların derinliği fazladır. Bu havuzdaki su yüzme amaçlı ya da bahçe sulamasında kullanılmaktadır. Kaynak- su- selsebil- dikdörtgen havuz dizgilerini izleyen su akışı bahçedeki büyük havuzda son bulmaktadır.150 Köşklerde kullanılan bir diğer havuz da, eyvandaki dikdörtgen havuzdur. Bu havuz daha küçük boyuttadır ve de254 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER rinliği 40-50 cm.’dir. Bu havuzların da döşeme ve duvarları dişi bazalt taştandır. Selsebil yüzeyinden akan su bu havuza dökülmektedir. Bu havuzdaki suda meyveler soğutulmaktadır. Bu havuzda bulunan su etrafa serinlik vermektedir.(3) 5.Niş Niş, köşklerin neredeyse tamamında bulunmaktadır. Nişler eyvan, oda ve mutfak birimlerinde kullanılmıştır. Süs eşyalarının ya da aydınlatma elemanlarının konulduğu mimari elemanlardır. Köşklerin duvarlarında “paca” adı verilen nişlere de yer verilmiştir. Bunların çoğu dolap ya da vitrin olarak kullanılmaktadır. Genelde düz kemerli olan nişlerin bazılarında dilimli kemerler de kullanılmıştır (Pamuk ve Ağuludere Köşkü). Bazı köşklerde alçı malzemeden yapılmış mukarnaslı nişlere de yer verilmiştir (Hami Köşkü). 6.Ocak Köşklerin çoğunda geçici ocaklar bulunmaktadır. Ocak birimi yemeklerin yapıldığı birimlerdir. Basık kemerli ocaklarda baca bulunmaktadır. Mutfağın bulunmadığı köşklerde ocak kullanılmıştır. Bekir Paşa, Kuşdili, Ağuludere ve Seman köşklerinde ocak mimari birimine yer verilmiştir. 7.Mutfak Köşklerde mutfak birimine az da olsa yer verilmiştir (Gazi, Erdebil ve Ağuludere köşkleri).Mutfağın bulunmadığı köşklerde geçici ocaklara yer verilmiştir 8.Ahır Köşklerdeki diğer bir mimari eleman olarak karşımıza çıkan ahırlar daha çok bodrum katta bulunmaktadır. Ahırlar hayvanların barınması ve yemlerinin saklanması için yapılmış mimari elemanlardır (Hami ve Erdebil köşkleri). 9.Tuvalet Tuvalet birimi iki katlı olan köşklerde üstte (Kuşdili, Ağuludere, Gazi ve Erdebil köşkleri); tek katlı olanlarda ise bahçede bulunmaktadır (Hacı Ağa, Bekir Paşa ve Pamuk köşkleri). DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 255 Kiler Kiler birimi, köşklerde servis mekanı olarak karşımıza çıkmaktadır.157 Kışlık yiyeceklerin ve ürünlerin depolandığı soğuk mekânlardır (Kuşdili, Ağuludre ve Bekir Paşa köşkleri). Teras ve Seyir Platformu Köşklerde genelde üst katta bulunan teraslar ( Gazi, Kuşdili ve Erdebil köşkleri) güzel doğayı izleme arzusuyla ve serinleme amacıyla yapılmışlardır. Bazı köşklerde (Gazi Köşkü) üst kattaki ikinci bir eyvan yıktırılarak terasa dönüştürülmüştür.158 Hami Köşkü’nde birinci katta teras görevini gören seyir platformu yapılmıştır. Köşklerde kapı ve pencereler ince bir işçilik göstermektedirler. Pencere kemerleri düz taş lentolu, basık, sivri, dilimli, yarım ya da at nalı şeklinde karşımıza çıkmaktadırlar. Kalker taşın ve bazalt taşın birlikte kullanıldığı dilimli kemer açıklıklı basık kemerlerin kullanıldığı köşklere de rastlamaktayız (Ağuludere Köşkü). Yine kalker taşın ve bazalt taşın birlikte kullanıldığı basık kemerli kapılar, köşklerde kullanılan bir diğer mimari elamandır. Bu kapılar çift kanatlı olup, tahta malzemeden yapılmışlardır. Köşklerde aynı cephede farklı pencere tiplerine de rastlanılmaktadır. Pencereler demir parmaklıklarla korunmuş ve ahşap kapaklarla süslenmiştir.(3) KONAKLAR İSKENDERPAŞA KONAĞI Paşa H.961’de kendi adını taşıyan Camii şerifin inşaatına başlamıştır. Bundan sonra halen mevcut ve kısmen harap olmuş Selamlık ve Harem bölümlerini kapsayan ikametgahını yaptırmıştır. Şimdi paşanın zamanında yapılan bölüm korunarak bu güne kadar gelmiştir. Bu kısmın özel ve karakteristik bir mimari stili vardır. Diyarbakır’a gelen yerli yabancı mimar veya sanat tarihi mensup ve fakülte öğrencileri bunu inceleme konusu yapmakta ve doktora tezi seçenlere de rastlanmaktadır. O tarihlerde Selamlık bir çeşit hükümet konağı vazifesi görmekte idi. Paşa, burada akşamları başlayan ve gecenin geç saatlerine kadar süren edebi, , tarihi ve dini söyleşi ve tartışmalarını zamanın davet ettiği alim ve şairler ile yapmaktan özel bir zevk alırdı. Bu selamlıklar Cumhuriyetin kuruluş tarihine kadar devam etmiştir. (8) 256 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır n ilk valilerinden İskender paşanın vali iken oturduğu bu evde halâ o ailenin mensupları oturmaktadır. İskender paşa (H. 969) dan itibaren 14 sene valilik etmiştir. Bu hesaba göre ev 400 seneliktir. Evin selâmlık kısmı yıkılmıştır. Planlar harem dairesine aittir. Üç büyük kırık kemerli havuzlu eyvan ile buradan girilen üç oda ve bu kısmın oda yanında havuzsuz, eyvan ve selâmlık geçidi ile üst kısımda merdivenle çıkılan çardak denilen adalardır. Bunların yanında ahır kısımları bulunmaktadır. Şimale bakan bu kolda bodrum katı yoktur. Zemin ile birdir. Bu kısım yazlıktır. Büyük havuzlu eyvan bir yaz odasıdır. Şimale baktığı için yazın güneş almaz ve havuzu da olduğundan serin olur. Evin şarka bakan kolu kışlıktır. Kışın güneş alır. Bu kısmın altında bodrum katı vardır. Buraları kiler olarak kullanılır. Serin olur. Üstünde ufak bir eyvandan girilen ve avluya bol pencereleri bulunan iki oda ve arka planda koltuk denen ikinci derecede planlar bulunur. Bu odalar sandık odası vazifesini de görür. Evin iki kolu geniş avluyu cenup ve garp ten sarmıştır. Avluda havuz ve çiçek bahçeleri bulunur. Avluya şimal tarafındaki bir kapıdan girilir.(9) İlim meclisi olarak Diyarbakır Paşa konakları İskenderpaşanın torunlarının anlattığına göre İskenderpaşa konağı bir hükümet konağı idi. Paşa, burada akşamları başlıyan ve gecenin geç saatlerine kadar süren edebi, ilmi, tarihi ve dini söyleşi ve tartışmalarını zamanın davet ettiği alim ve şairlerile yapmaktan özel bir zevk alırdı. Bu selamlıklar, Cumhuriyetin kuruluş tarihine kadar devam etmiştir. (32) İskenderpaşa konağı DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 257 Konağın dış görüntüsü 258 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın dış görüntüsü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 259 Havuz Konağın iç görüntüsü 260 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın iç görüntüsü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 261 Konağın iç görüntüsü 262 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın iç görüntüsü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 263 Konağın iç görüntüsü 264 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın iç görüntüsü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 265 Konağın iç görüntüsü 266 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın iç görüntüsü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 267 Konağın iç görüntüsü 268 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Alçı süslemeler DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 269 Alçı süslemeler 270 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cıs süsleme İskenderpaşa İskender paşa bilgindir, tarihçidir. Çağının dinî, tarihî, hukukî, askerî vesair bilim ve marifetlerine vakıftır. Bilginleri çok sever. Her vazife gördüğü yerde oranın bilim adamlarını, şair ve sanatçılarını sofrasında ve yanında bulundurmaktan zevk alırdı. Onlarla sohbet ve istişarelerde bulunurdu. İskender Paşa’nm o dönemde bilimsel ve edebi söyleşilerine katılan tanınmış kişilerden bazıları şunlardır: Şeyh Muslihiddini Lari’den başka Elseyyit Şeyh Hasan Gülşen-i Amidi, Üstadı Üdeba Agâh Semerkandi gibi zevattı. Diyarbakır’a müftü olarak tayin edilmek suretiyle İstanbul’dan uzaklaştırılmış bulunan, zamanın tanınmış ve büyük Felekiyatçısı (Astronomi - Astroloji) bilginlerinden Şeyh Muslihiddini Larî’yi himayesine almış ve kendisine bir ev armağan etmiştir. İskender Paşa, fıkıh ve tasavvufa da vakıf idi. Sohbetlerinde bu konuda tartışmalara girerdi. Zamanın geçerli dilleri olan arapça ve farsçayı da iyi bilirdi. Bu dillerde yazılmış şiirleri ve Divanı vardır. Şiirlerini kapsıyan bir kitabı, ölümünden sonra Hicri 1000 senesinde yayınlanmıştır. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 271 İskender Paşa, yaşantısında sosyal yardım ve sosyal adalete de yer vermiştir. Bitlis’in Rahva geçidinde onarıp yaptırdığı Başhan, bir Kervan saray niteliğindedir. İçinde Mescidi, fırını, odaları ve ahırı vardır. O tarihlerde kışın kar tipisinden buradan karşıya geçmek olanağı yoktu. İnsanları koruyacak ve sığınılacak bir sığmak mahiyetindedir. Bu, sosyal yardım anlayışının tipik bir örneğidir. Yaşadığı dönemin bir savunma aracı olduğu kadar bir milli sporu da olan kılıç kullanmasını çok iyi bilirdi. Aynı nitelikte olan Ok atma konusunda da çok mahir ve nişancı idi. Cirit oyununu ve atları çok severdi. Çok güzel ata binerdi. Sarışın saçları ve sağlıklı bir siması vardı. Sürekli olarak savaşlarda bulunması, doğa ile devamlı teması sonucu yağız ve yanık bir renk almıştı. Sıhhatli ve yakışıklı bir yapıya sahipti. Bu güzel görünümü nedeniyle bir de gözdeğmesi (isabeti ayn) olayı ile karşılaşmıştır. İskenderpaşa konağı (41) 272 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dîyarbakır Beğlerbeğliğî İskender Paşa’nın Diyarbakır Beylerbeyliğine başlamasından bir süre sonra Kanuni Sultan Süleyman, yeni bir Iran seferine çıkma kararını aldı, Bu nedenle özel bir tatarla (posta) Paşa’ya gönderdiği mektupta, Kürdistandaki kuvvetlerin hazır bulundurulmasını emir vermiştir. Sonra Padişah, hicri 961 cemazielahirin 9. ncu günü (1553) Diyarbakıra gelmiş ve 17. cemazielahir günü Erzurum’a doğru yola çıkılmıştır. Bu arada Padişah, İskender Paşa’yı (Hükkâmı Kürdistan ve Cündi-yani Arabistanile Mukaddemet - ül - ceyş) olarak tayin etmiştir, (kürdüstan ve arabistan askerlerinin Hakimi ve ordunun öncüsü olarak) Bu sırada Paşa, Kızılbaş askerine ulaşarak çetin bir muharebeden sonra önemli bir zafer kazanmıştır. Bu seferi Hümayun sonunda ordu, Arpaçayına kadar başarılı bir varış yapmıştır. Oradan Hasankale civarına geçildi. Burada İskender Paşa ile emri altındaki Kürt Beylerine Sultan tarafından hil’atlar giydirildi. O senenin ramazan ayının sonunda Diyarbakır’a dönüldü. Paşa, bu sene içinde yani 961 hicri senesi içinde halen Diyarbakır-da bulunan ve kendi adını taşıyan Camiî şerifin inşaatına başlamıştır. Ali Emiri efendinin beyanına göre bu cami’nin haritasını (plan ve projesini) de bizzat Paşa hazırlamış ve bu konuda zamanın Felekiyat (Koz-moğrafya) bilgini Şeyh Muslihiddini Lari de katkıda bulunmuştur Bundan sonra halen mevcut ve kısmen harap olmuş bulunan Selamlık ve Harem bölümlerini kapsıyan ikametgâhını yaptırmıştır. Şimdi Paşa’nm zamanında yapılan bölüm korunarak bu güne kadar gelmiştir. Bu kısmın özel ve karakteristik bir mimarî stili vardıı. O tarihlerde Selamlık bir çeşit hükümet konağı vazifesi görmekte idi. Paşa, burada akşamları başlı yan ve gecenin geç saatlerine kadar süren edebi, ilmi, tarihi ve dini söyleşi ve tartışmalarını zamanın davet ettiği alim ve şairlerile yapmaktan özel bir zevk alırdı. Bu selamlıklar, Cumhuriyetin kuruluş tarihine kadar devam etmiştir. Sosyal bir lokal mahiyetimde olan selamlıklardaki sohbetler ve tartışmalar o günkü sosyal yaşam içinde hem toplayıcı hem de yetiştirici bir etken yaratırdı. Dersaadet’den (İstanbuldan) uzaklaştırılmış ve Diyarbekir’e müftü olarak atanmış bulunan Şeyh Muslihiddini Lari’yi, İskender Paşa himayesine almış ve ilmine hürmeten kendisine bir de ev hediye etmiştir. Bu ev Parlı Cami (Sefa Camisi) yanındadır. Paşa’nm selamlığına çok yakındır. Paşa’nın adı geçen oğulları bu değerli bilginin öğretiminden feyz alarak yetişmişlerdir. İskender Paşa, Diyarbakır valiliğinde bulunduğu sıralarda yukarıda sözü geçen Camisile Medresesinden başka hayrat olarak, zamanın büyük ve önemli bir ihtiyacı bulunan büyük bir hamam da yaptırmıştır. Diyarbakır’ın bilinen sert sıcağından bunalan halk ve DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 273 esnaf son zamanlara kadar bu hamamdan çok yararlanmışlardır. Yerinin çarşı içinde ve iş merkezinde bulunması da değerini arttırmakta idi. Ayrıca o zamanın bir nevi un fabrikası vazifesini gören ve önemli bir ihtiyaca karşılık veren beş adet değirmen inşa ettirmiştir. Bir de pirinç yapmak üzre Dink denilen çeltik değirmeni yaptırmıştır. Bu hayrattan başka bir de Hamamlı namile bilinen ve Dicle nehrine bakan bir köşk bina etmiştir. Burada müsafirlerini ağırlardı. Padişah ve Şehzadeler geldiklerinde bu köşk’de ağırlanmışlardı. Bunlardan başka hayratı arasında bulunan bir hizmeti de Hamravat suyunun şehre akıtılmasın-daki himmet ve katkısıdır. Padişahın takdirini kazanmıştır. Ayrıca Kalenin bir kuşatmaya maruz kalması halinde, dışardan gelen suyun kesilmesi olasılığı ile kale içinde bir kaynak bularak bunu bir su hazinesi haline getirecek şekilde sağlam ve temiz bir hale koyarak şehrin su gereksinimini sağlamış olmasıdır. Padişah’m Tuğra-i - Gurra’sını kapsıyan Fermanı Şahane ile bu suyun intifaı da Paşaya verilmiş ise de Paşa bunu vakfederek değirmenlerin işlemesine tahsis etmiştir. Halk ve bahçeciler bu gün dahi parasız olarak bu hayrattan faydalanmaktadırlar. Fermani Padişahi ile İskender Paşa’ya temlik ve tahsis edilen bu suyun adı Aynzülal suyudur. Sosyal yardım anlayışı ile yaptığı bir diğer hayratı da Bitlis ile Ahlat arasındaki yol üzerinde Rahva adı ile tanınmış geçitteki Başhan-dır. Bu yolun kışın kar tipisi ile geçit vermez bir niteliği vardır. O devirlerde bu şöhretli tipiye tutulup da kurtulmak olanaksız gibi idi. Bir nevi kervan saray niteliğinde bulunan bu Han, Bitlis çıkışında yolun sol tarafına rastlar. Halen Vakıflar idaresince tasarruf edilip Karayollarına Bakımevi olarak kiraya verilmektedir, içinde bir Mescit, bir fırın ve ahır da mevcuttur. Yol boyunca daha ileride bir de Hüsrev Paşa Hanı vardır. Bu Başhamn onarılarak inşası keyfiyeti, Paşa’nm toplumsal ve insani anlayışını simgeliyen diğer bir eserdir.(32) Cemil oğlu konağı Tarihi Köşkler’den önemli bir köşk olarak Cemil oğlu konağını ele alalım Cemil paşa konağı, eski bir yanardağ olan Karaca dağ’ın lavlarının oluşturduğu taşlardan yapılmış. Ayrıca beyaz taşlar da dekor içinde kullanılmıştır. Kara ikliminin yaşandığı Güneydoğuda yazları çok sıcak ve kışları da bayağı soğuk geçince, evler de genellikle bu duruma göre yapılır. Nitekim Cemil paşa konağında yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümler mevcut son derece dayanıklı olan bazalt taşının mimaride kullanılması, konağı doğa koşullarına karşı, Diyarbakır’ın surları gibi dayanıklı kılmış 274 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Konağın selamlık bölümündeki konsollardan birinin üzerindeki hicri 1305(M.1887) tarihinde inşaata başlanıldığını, 1306(M.1888) tarihinde ise, Konağın tamamlandığını anlıyoruz. Yine aynı girişin ahşap kapı kanatlarının üstte, kemere yakın yerinde, çerçeve içinde ve iki satır halinde olmak üzere, yine konağın hizmete giriş tarihi olan 1306 (M.1888)’e yer verilmiştir. Bu ikinci satırdaki 1902 tarihi, Siirt mutasarrıflığı ve Yemen valiliklerini yapmış, tarih adam Cemil paşanın vefat yılı olarak(1902) Arapça rakamlarla belirtilmiştir. Selamlık bölümüne sokak ve haremliyken olmak üzere, iki kapı açılıyor. Geniş havuzlu bahçesi, ahırı, misafir ağırlama odaları ve diğer yapılarıyla Cemil paşa konağı bir saray gibi. O yıllarda en az elliden fazla görevliler için yapılmış ek binada da temizlik, çocuk bakımı, yemek yapma gibi işleri gören kadın ve erkek, bir çok hizmetlinin yaşadığını, yine yazılı ve sözlü kaynaklardan öğreniyoruz. Konakta bazalt taşının siyah etkinliğini azaltmak için Cıs denilen motiflerle, beyaz renkli çiçekler yapılmış. Onların zemini de Horasan döşeme ile kaplanmış, tavanlar ise ahşap olup kirişler genellikle kavak ağacından oluşturulmuştur. Odaların önemine göre bu kirişler ya düz veya oymaklı şekiller verilerek boyanmıştır. Ceviz kapaklı dolaplar, süslü bacalar ve alçı bezemeli büyük beşgen nişlerle, Cemil paşa konağı tam anlamıyla muhteşem bir tarihi yapıyı sergiliyor. Dilerseniz gelin bu muhteşem konağın yıllarca önce verdiği hizmeti, Cemil paşanın torunlarından Ekrem Cemil paşa’nın kendisinden dinleyelim. Ben yirmi bir yaşına gelinceye dek Cemil paşa konağı denilen saray, bir şato, belki de kışla görünümünde olan bu muazzam konakta yaşadım. Yirmiden fazla hanım, en az onlar kadar hizmetçi ve işçi, otuzdan fazla çocuk bu muhteşem yapıda yaşardı. Selamlık dairesinde de yirmiden fazla hizmetçi vardı. Kahveci, oda hizmetçileri, sofra hizmetçileri, çıraklar… Harem ve selamlık dairelerinin çiçek bahçelerinde akasya ve leylak gibi süs ağaçlarından başka, kırk ve elli kadar da elma, armut, kayısı, şeftali ve dut türünde meyve ağacı vardı. Her dairede suyu gece-gündüz akan havuz ve çeşmeler vardı. Biz çocuklar ilk yüzmeyi bu havuzlarda öğrendik. Yine biz çocuklar üç grup oluşturmuştuk. Dadılar, bebeklerle ve en küçüklerle uğraşırdı. Bizim gibiler de herkes kendi yaş grubuyla gezerdi. Böyle diyor Ekrem Cemil paşa. Ders saatlerinden sonra eğlenceli vakitler geçirip bahçedeki ağaçlara tırmanışları ve meyve toplayıp hizmetlilere takdim DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 275 edişleri, dün gibi aklında. Sekiz yaşından itibaren onlara binicilik öğretmek için çeşitli boyutlarda Şam eşekleri alınmış. Selamlık dairesinin bir de ahırlık bölümü var Cemil paşa konağının. Bu bölümde avlu, akrabalık, samanlık ve çeşitli genişliklerde hayvanlar için yer yapılmış (10) Cemilpaşa konağı-1955 Cemil paşa konağı.1970 (28) 276 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Günümüzde Cemilpaşa konağı Ahmet Cemil Paşa tarafından 1887-1889’da kuruldu Selamlık DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 277 Selamlık 278 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dış yan duvarlar DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 279 Dış yan duvarlar 280 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cemiloğlu konağı(kent müzesi) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 281 Cemiloğlu konağı(kent müzesi) 282 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cemiloğlu konağı(kent müzesi) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 283 Cemiloğlu konağı(kent müzesi) 284 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Haremlikle selamlık arasında yemek alışverişini sağlayan döner dolap DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 285 Selamlık alt kat Süsleme örnekleri 286 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Oda görüntüleri DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 287 Oda görüntüleri 288 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cemilpaşa konağı DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 289 Cemilpaşa konağı tavanlar 290 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cemilpaşa konağı tavanlar Cemilpaşa konağı pencere demirleri DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 291 Cemilpaşa konağı pencere demirleri Haremlik 292 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Haremlik DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 293 Haremlik 294 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Haremlik DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 295 Haremlik 296 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Haremlik DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 297 Haremlik 298 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Haremlik DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 299 Haremlik Diyarbakır Kültürü Tarihi Konakta Sergilenecek Büyükşehir Belediyesi’nce Karacadağ Kalkınma Ajansı’nın katkısıyla restore edilen tarihi Cemil Paşa Konağı, kent müzesine dönüştürülüyor. Diyarbakır’da restore edilen 200 yıllık tarihi Cemil Paşa Konağı, kent müzesine dönüştürülüyor. Osmanlı Valisi Ahmet Cemil Paşa tarafından eklentileriyle yaklaşık 3 bin metrekarelik alan üzerine yaptırılan Cemil Paşa Konağı, eski Diyarbakır evlerinde olduğu gibi mekanlar geniş avlu etrafında dizili. Bin 600 metre kare kapalı alanı ve 40’ın üstünde odası bulunan konak, üst katlarında banyo, tuvalet gibi alanların bulunması açısından dikkati çekiyor. Diyarbakır’a özgü kesme bazalt taştan inşa edilen yapı, haremlik, selamlık ve mabeyn bölümlerinden oluşuyor. Geniş havuzlu bahçesi, misafirhanesi ve diğer bölümleriyle 300 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER küçük bir saray niteliğinde olan konak, taş işçiliğinin de en güzel örneğini yansıtıyor. Diyarbakır’daki en görkemli ve en büyük konak olan Cemil Paşa Konağı, bir dönem, okul ve ipek böcekçiliği kapsamında atölye olarak da kullanılmış.(29) Cemil Paşa Konağı Mehmet Mercan anlatıyor Önceki gün, güzel bir Nisan sabahında, sevindirici bir haber geldi Diyarbakır’dan. Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı adına Cemilpaşa Konağını Kent Müzesi’ne hazırlama biriminde görevli Zeynep Yaş Salam hanım aradı. Çok sevindim. Verdiği haber sevindiriciydi çünkü. “Cemilpaşa Konağı restorasyonu tamamlanarak hizmete açık hale gelmiş…” Grubumuzdan bazı dostlarla 29 Ekim 2013 günü Diyarbakır’a yaptığımız gezide gördüğümüz moloz yığınları arasındaki konak hiç de bu kadar kısa süre içinde biteceğe benzemiyordu doğrusu. Bazı arkadaşlar “Oooo burası daha çok sürer…” demişlerdi. Demek ilgililer, başta restorasyonu üstlenmiş olanlar işi sıkı tutmuş. İyi de etmişler… Restorasyonun başladığı 25 Aralık 2010 günü de haberi aldığımda da çok sevinmiştim. Sevincim elbette, böylesi muhteşem bir yapının, Diyarbakır’daki diğer konaklar gibi rant uğruna BERHAVA edilmemiş olmasınaydı. Bu duygularımı o günlerde grubumuzla da paylaşmıştım. Diyarbakır’daki yerel Yeni Yurt Gazetesi’nde de 25 Ekim 2013 günü yayımlanan yazıyı güncelleştirerek yeniden sunuyorum. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 301 Şöyleydi yazı… Diyarbakır’da tarihe tanıklık eden pek çok konak vardı. “VARDI” diyorum. Çünkü günümüzde bazılarını yerinde görmek mümkün değil. Kimi ilgisizlikten, kimi bilgisizlikten, kimi de mirasçılarının aç gözlülüğünden yıkılıp gittiler. Bazılarının yerinde cahil ve bilgisiz yap-satçıların diktikleri sağlıksız, yığma beton binalar yükselmiş. Bazıları da yıktırılıp, taşları satıldıktan sonra düz arsa haline getirilerek oto parka dönüştürülmüş. Heyhat ! Bir zamanlar Arabistan’dan yorgun dönen bir alay askerin barınabildiği büyüklükte, Dağkapı’da Dörtyolağzı semtindeki Güran-Işık ailesine ait konak (Eski Park Otel), çirkin bir pasaja dönüştürüldü. Ulucami, Fatihpaşa, Husrevpaşa, Melikahmet mahalleleri ve çevrelerindeki bey konaklarının çoğu 8-10 katlı yığma apartman oldu. Behrampaşa ve Hoca Ahmet (Ayni minare) camileri çevresindeki konaklar da yapsatçıların, define arayıcıların elinde harabeye döndü. Maliki Ejder (Gerçeği Malik El İştar)’ın şimdilerde Aşefçiler Sokağı olarak bilinen, ancak aşefçilerden eser kalmamış sokaktaki Nakipler’in (Osman Ocak Beyin evi), Abdulgani Göksu beyin, Süleyman Nazif ’in babası Sait Paşa’nın konakları, Ulucami çevresindeki Pirinçizadelere ve Cizrelizadelere ait konaklar yıktırılıp kargacık, burgacık apartmanlara dönüştü. Kurşunlu Cami (Fatihpaşa Camii) bitişiğindeki Şeyhoğulları ailesine ait saray ve konakların bulunduğu (Uğurlu Meydan) gecekonduların istilasında. Hasanpaşa Hanı arkasında, 1630’lu yıllarda Tebriz ve Bağdat’a yaptığı çeşitli seferler sırasında defalarca Diyarbakır’a gelen, son olarak da 5 Şubat 1639 günü kente gelip 71 gün kalan Padişah IV. Murad’ı ağırlayan Ermeni Çelebiyan ailesinin konağının yerinde şimdi yeller esiyor. Bu devasa konağın bir bölümü çirkin bir pasaja dönüştürülmüşken, bir bölümü banyo evi, bir bölümü depo, yıkılmış bölümleri de çarşı esnafının çöplüğü ve çişhanesi olmuş… 302 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Fatihpaşa mahallesinde, Hançepek çevresindeki Ermenilere, Süryanilere ve de Keldanilere ait çok sayıda ev ve konak harabe halinde. Bazılarının yerine otoparklar oluşmuş… Neyse ki bazıları kurtulmuş. Bazılarının da kurtarılmasına çalışılıyor. Buna seviniyoruz işte… Hani, bir “Darbimesel” var ya; “Yoksul bir adam eşeğini kaybetmiş üzülmüş. Sonrasında semerini bulmuş çok sevinmiş…” misali… ………. Son yıllarda, bazı Diyarbakırlı hemşerilerimiz babadan, dededen kalma evlerini aslına sadık kalarak onarıp korumaya alıyorlar. Bazı hemşerilerimizde de eski Diyarbakır evini satın alıp onarma hevesi oluşmuş, hatta kimileri “ah, imkanım olsa da avlulu, havuzlu eski bir Diyarbakır evini alıp içinde otursam, yazın avluda havuz kenarında oturup kahvemi yudumlarken ayaklarımı suya daldırsam…” özlemi ile yanıp tutuşuyor. Ne güzel… ……….. Tam da “yazık oluyor eski konaklara, köşklere” dediğimiz, hayıflandığımız sırada güzel bir girişime tanık olduk. Neredeyse bir mahalle genişliğindeki Cemilpaşa Konağı’nın onarımına başlandı. Ailenin sürgüne gönderildiği 1936 yılında Devletin el koyduğu, sonra da yıllarca İsmetpaşa Trahom İlk Mektebi olarak kullanılan, sonraki yıllarda da bakımsız kaldığı için harap olmaya yüz tutan konağın ihtişamını, Cemilpaşazade Ekrem Cemilpaşa şöyle anlatıyor anılarında:. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 303 “Ben yirmi bir yaşına gelinceye kadar Cemilpaşa Konağı denilen saray, bir şato, belki de kışla görünümündeki bu muazzam konakta yaşadım. Yirmiden fazla hanım, en az onlar kadar hizmetçi ve işçi, otuzdan fazla çocuk bu muhteşem yapıda yaşardı. Selamlık bölümünde de yirmiden fazla hizmetçi vardı. Kahveci, oda hizmetçileri, sofra hizmetçileri, seyisler, çıraklar… Harem ve selamlık dairelerinin çiçek bahçelerinde çok çeşitli gül fidanı yanında akasya ve leylak gibi süs ağaçları, kırk - elli kadar da elma, armut, kayısı, şeftali ve dut türünde meyve ağacı vardı. Her dairede suyu gece-gündüz akan havuz ve çeşmeler vardı. Biz çocuklar ilk yüzmeyi bu havuzlarda öğrendik. Yine biz çocuklar üç grup oluşturmuştuk. Dadılar, bebeklerle ve en küçüklerle uğraşırdı. Bizim gibi yetişkinler de kendi yaş grubuyla gezerdi… ………. Konak, yıllarca çeşitli kiracıların, ipekböcekçiliği yetiştirenlerin, puşu dokuma ustalarının mekanı oldu. Özellikle selamlık bölümü ipekli dokuma tezgahlarının şakırtılarıyla çınladı. Sevgili hemşerimiz, dostum Udi Yervant, puşucu ustası babası Keke Yakup’la birlikte burada yıllarca çalıştığını özlemle anlatmnıştı… İşte, bu tarihi konak şimdilerde yeniden eski şen şakrak günlerine kavuşmak üzere. Büyükşehir Belediyesi’nce, Diyarbakır Valiliğinin katkılarıyla “Kent Kültür Müzesi” yapılmak üzere onarıma alınan konakta 25 Aralık 2010 günü bir tören düzenlendi. Törende Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, eski belediye başkanlarından konağın sahiplerinden Nejat Cemiloğlu ile Ferda Cemiloğlu hanım, çok sayıda davetli bulundu. Böylece konağın resmen restorasyonuna başlandı. Restorasyon, her şey aslına uygun olsun diye büyük bir hız ve titizlikle sürdürüldü. Bir yanda, taş yontucuları Diyarbakır mimarisinde önemli yeri olan kara bazalt taşları aslına uygun tıraşlarken, bir diğer yanda tesisatçılar, marangozlar, desinatörler konağın eksiklerini aslına uygun gidermeye çabaladılar. Restorasyonu özveri ile yürüten İnşaat Mühendisi Zülfikar Halifeoğlu tüm çalışmaların bilimsel verilere dayalı olmasına özel gösteriyordu. Restorasyonda kullanılacak, boyalar, ahşap malzemeler bile laboratuarlarda analiz edilerek kullanılıyor. 304 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kısaca ifade edersek, her şey bilimsel teknolojik olanaklar kullanılarak, aslına uygun ve uzmanına yaptırıldı. Bu konuda gösterilen özeni, projenin danışmanlığını da yapan Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Meral Halifeoğlu şöyle anlatıyor; “Konağın harem ve selamlık bölümü restorasyon çalışmalarından sonra kent müzesi olarak düzenlenecektir. Yapı, seyis bölümüyle birlikte bir ada düzeninde olsa da bu bölümün kamulaştırma çalışması yapılamamıştır. Ancak yine de yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri bir bütün halinde çalışılmıştır. Bir yapı grubu olan konakta terk edilme, bakımsızlık ve doğal etkenlerle hızlı ve büyük çaplı bozulma ve veri kayıpları oluşmuştu. Bu bakımdan kapsamlı ve geniş bir araştırmaya dayalı restitüsyon projesi yapmaya çalıştık. Harem bölümündeki yazlık kısmın büyük bir bölümü yıkıktı. Diğer bölümler için bilgiler daha fazla mevcuttu. Yapı genelinde güçlendirme çalışması yapıldı. Mevcut bezemeli ahşap kirişlerin günümüze ulaşan parçalarından kopyaları konservatör uzmanlar tarafından çıkarıldı. Yenileri yaklaşık bir yıl gibi zamanda kalem işleriyle bezenerek yeniden yapıldı. Bezemede kullanılan boyalar ve ahşap malzemeler İstanbul Büyükşehir Belediyesi Konservasyon Merkezi laboratuarlarında analiz edildi. Doğru malzemeler belirlenmeye çalışıldı. Harem ve selamlıktaki üst örtüsü yok olmuş, duvar, pencere ve merdiven gibi yapı elemanları tahrip durumdaki mekanlar, özgün malzeme, biçim ve teknikle tamamlandı. Alçı bezemeli nişler ve dekoratif çerçeveler mevcut parçalarının kalıpları doğrultusunda yenilendi. Ahşap pencere, kapı, yüklük ve dolaplar ile bu yapı elemanlarındaki ayrıntılar, özgün biçimlerine uygun detaylarla oluşturuldu. Her iki bölümdeki üst örtü geleneksel toprak dam ile yeniden yapıldı. Loğlama gerektirmemesi ve daha uzun süreli dayanım için, özel katkı harçları kullanıldı. Yazlık kanatta mevcut veriler korunarak tamamlama yapıldı. Günümüze ulaşmayan bölümde çağdaş ek yapılarak mekan oluşturulmaktadır. Bodrum katlar sağlıklaştırılarak döşemeleri yapıldı. Bugünlerde restitütif yaklaşımla havuzlarda çalışılmaktadır. Tüm bu çalışmaların yıl sonuna kadar bitirilmesine çalışılmaktadır.” Konağın restorasyonu için gereken ödeneğin büyük bölümünü Büyükşehir Belediyesi, bir kısmını da Valilik karşılamaktadır. “ ……… DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 305 Bilinen o ki Cemil Paşa Konağı tamamlandığında Anadolu’nun en büyük ve kapsamlı KENT KÜLTÜR MÜZESİ olacak. Cemilpaşa Konağı’nın düzenlenmesi için ilk gününden beri Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı mensupları yoğun bir çalışmanın içinde oldular. Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Turizm Daire Başkanı Muharrem Cebe, Kültür ve Turizm Müdürü Cevahir Sadak, Arkeoloğ Ercan Alpay, Arkeolog Nizamettin Yıldırım, Araştırmacı Zeynep Yaş Salam, ve diğer görevliler müzede yer alacak bölümlerin düzenlenmesi adına büyük bir gayretin içindeler. Bir yanda restorasyon devam ederken bir yandan da Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış Diyarbakırlı hemşerilerden ve aile fertlerinden müzede sergilenecek materyallerin toplanmasına çabalıyorlar. Müzeye konulacak geçmişe ait görsel ve yazılı belgeler, otantik ve etnoğrafik eşyalar için kişi, kurum ve kuruluşlara katkı çağrıları yapılırken toplananların da büyük bir dikkat ve titizlik içinde sayım ve dökümleri yapılıyor.… Bu konuda ilk fitili ateşleyen Kültür Müdürlüğü görevlilerinden Necat Keskin olmuş.. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de sevgili dostum Necat Keskin’in çağrısına uyarak, elimde ağırlıklı olarak “Diyarbakır Basını” ile ilgili arşivimi müzeye bağışlamayı kabullendim… Umarım pek çok hemşerimiz bu çağrıya uyarak müzenin zenginleşmesine katkıda bulunur… ………… Kuşkusuz, işin en güzel yanı, Diyarbakır’da Cemilpaşa Konağı ile birlikte bir tarihin canlandırılmış olmasıdır. Üstelik tam anlamıyla bilimsel olarak… Bu elbette sevindirici… Dostum, sevgili arkadaşım Şeyhmus Diken “Qasra Cemilpaşa” başlıklı bir yazısında; “Bir zamanlar “Abdülhamit’in sarayından bile daha görkemli olduğu” dillere destan Cemilpaşa konağı melül ve mahzun, yıkık ve harap bir de küskün öylecene bir köşede duruyordu…” dediği konak yakında, çok yakında dirilecek ve hepimiz sevineceğiz…(50) 306 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Cemil Paşa Konağı Şimdi birinci el olan Cemiloğullarından konağı dinleyelim Diyarbekirliyim. Cemilpaşazade Kasım Bey’in oğluyum Doğum tarihim 1891’dir. Ben 21 yaşna gelinceye kadar Cemil Paşa Konağı denilen bir saray, bir şato, belki de bir kışla görünümünde olan muazzam bir konakta yaşadım. Bu muazzam konağın içerisinde yirmiden fazla hanım, yirmi adar hizmetçi ve işçi, otuzdan fazla çocuk vardı. Selamlık bölümünde de yirmiden fazla hizmetçi vardı. Kahveci, oda hizmetçileri, sofra hizmetçileri, çıraklar bulunmaktaydı. ‘ diyor, Ekrem Cemil Paşa. Selamlık bölümünün biri sözünü ettiğimiz sokaktan, diğeri de haremlik bölümünden olmak üzere iki girişi bulunmaktadır. Selamlığın sokak kapısından girilen bölümünün tam karşısında, iki yandaki odaların hizasından oldukça dışa taşkın, önden iki kemerle avluya açılan, ortasında havuzu eyvan bulunmaktadır. Selamlığın avlusunda biraz yürüseniz, eyvanın avluya açılan bu iki kemerine paralel uzanan yarım ay şeklinde, bindirme tekniği ile harç ve sıva kullanılmadan yapılmış görkemli bir başka kemer karşılar Sizi. Bu kemer tek başına Diyarbakır mimarisinin gelişkinliğinin simgesi gibidir. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 307 Selamlıkla birlikte bitişiğindeki haremliğin avlusunda, Ekrem Cemil Paşa’nın anlatımıyla; “çiçek bahçesinde akasya leylak gibi süs ağaçlarından başka kırk, elli kadar elma, rmut, kayısı, şeftali ve dut türünden meyva ağaçları”nı boşuna aramaya kalkmayın. Haremlik kapısından girişin ardından, genişçe bir avlu veya Diyarbekirlice’’havş karşılıyor girenleri. Avlunun ortasında, uygun büyük lükte, siyah ve dişi bazalt taşlardan yapılma bir havuz ile yakınında bir dut ağacı. İki katlı haremlik bölümündeki yapılar kısmen daha sağlam kalmış. 1936’da yaşanılan ikinci sürgünün dönüşünden sonra ailenin emektar’’larının hem konağa sahip çıkma, hem de barınmak amaçlı sakinliğinin, heremliğin korunmasında etkili olduğu düşünmekte. (46) Muhteşem konak açıldı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi`nin restorasyonunu tamamladığı Diyarbakır sivil mimarlık örneğinin en nadide temsilcisi olan Cemilpaşa Konağı`nın açılışı yapıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından pek çok medeniyete ev sahipliği yapan kadim Diyarbakır’ın binlerce yıllık tarihini ortaya çıkarmak, bu konuda farkındalık yaratmak, yurttaşların tarih bilincine katkıda bulunmak, tarihi varlıkları restore ederek geleceğe taşımak için yürütülen çalışmalar kapsamında 130 yıllık tarihi geçmişe sahip Cemilpaşa Konağı’nın restorasyonunu tamamlandı. 2010 yılı öncesi harabe durumunda 308 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER olan, 2100 metrekareden oluşan ve toplamda 1800 metrekarelik kapalı alana sahip, 46 birimden oluşan konağın restorasyonu için aileyle temaslarda bulunduklarını belirtti. 3 yıllık süre zarfından yapılan çalışma sonucunda restorasyonunu tamamladıkları Konağın Kent Müzesi olarak devam edeceğini söylendi.(51) Yemen İsyanını bastırmada Cemilpaşa Sultan Abdülhamit, Ahmet cemil Paşa’yı (1837-1902) Yemen isyanlarını bastırmak üzere gönderir.Cemil Paşa bu işi yapmak üzere Diyarbekir’den has adamlarını ve ordudan askerlerini yanında beraber götürerek İsyanı bastırır(35) Çanakkale şehidi Diyarbakırlı Cemil paşa ailesi: Diyarbakırın ünlü ailelerinden olan Cemilpaşa ailesi ismini 1837-1902 yılları arasında yaşamış olan Ahmed Cemil paşadan almaktadır. Ahmet Cemil Paşa Siirt ve Yemen mutasarrıflığında bulunmuş ve ailesi Çanakkale savaşında şehit olmuştur. Birinci dünya savaşından önce Cemilpaşa ailesinden altı kişi Avrupada öğrenim görmekteydi. Cevdet, Kadri, Şemseddin, İbrahim ve Kemal. Cemilpaşazadeler savaş başladığında Osmanlı saflarında savaşmak üzere İstanbul’a döner ve değişik cepheler giderler. Bunlardan İbrahim Halil bey ve Mehmed Naim efendi, Çanakkale savaşında, Şemseddin bey, Bağdat çöllerinde, Besim bey ise Kafkas cephesinde şehit olur. Ekrem Cemil DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 309 paşa önce topçu başçavuşu olarak Çanakkale savaşına ardından Şark cephesine gönderilir. Kadri Cemil paşa da Şark cephesinde savaşır. İbrahim halil bey: Ailenin Çanakkale şehitlerinden ilki İbrahim Halil bey, Cemil paşanın oğludur. Öğrenim görmek için 1906’da İstanbul’a daha sonra Almanya’ya gider. Birinci dünya savaşından önce Münihte üniversite öğrenimini tamamlayıp elektrik mühendisi olur ve savaşın başlamasının ardından Osmanlı saflarında savaşmak üzere İstanbul’a döner. Milli savunma bakanlığının Şehitlerimiz listesinde İbrahim Halil beyin Çanakkale’de süvari subayı olarak 20.tabur, 2.bölükte savaşırken şehit olduğu belirtiliyor. Cemilpaşa ailesinden Esat Cemiloğlu, İbrahim Halil beyin top darbesiyle şehit olduğunu anlatıyor. Mehmet Naim efendi Cemilpaşa ailesinin Çanakkalede şehit düşen ikinci ferdi, Mehmet Naim efendidir.19.Tümende üsteğmen olarak savaştığı sırada, Seddülbahirde 18 Şubat 1915’te şehit olduğunda 34 yaşındadır. Şemseddin bey Çanakkale cephesinde savaştıktan sonra gönderildiği Bağdat çöllerinde şehit olur.Cemil paşanın oğlu Kasım beyin oğludur. İsviçrede eğitim görürken, Birinci dünya savaşı başladığında amcaları ve amcazadeleriyle birlikte İstanbula döner. İstihkam ihtiyat zabiti olarak önce Çanakkale cephesine ardından Bağdat cephesine gönderilir ve burada şehit olur. Cemil paşa ailesinin günümüz temsilcilerinden Huşper Cemiloğlu(Cemil paşanın torunu) Diyarbakırdaki evinde ziyaret ederek, ailenin Çanakkale şehitlerinin hikayelerini bir de ondan dinledim. Huşper hanım, birinci dünya savaşında şehit ve gazi olan Cemilpaşazadelerin fotoğraflarını göstererek teker teker tanıttı. Çocukluğunda büyüklerinden dinlediği hikayeleri benimle paylaştı.Amcalarının, amcazedelerinin Avrupada öğrenim gördükleri halde, savaşın başlaması üzerine dönüp, vatan için savaştıklarını ve şehit olduklarını anlattı. Huşper hanımın ailesindeki şehitlerle ilgili, kocası rahmetli Felat Cemiloğlundan aktardığı 310 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER bilgi ise dikkat çekici. Huşper hanım, rahmetli eşi Felat cemiloğlunun amcalarının sembolik mezar taşlarını yaklaşık 10 yıl önce Çanakkaledeki şehitlikte gördüğünü, söyledi.2006 yılında Çanakkale şehitliği yeniden düzenlenmiş ve burada Cemilpaşa ailesinin şehitlerinin isimleri yer almaktadır. Diyarbakırlı yazar Şeyhmuz Diken de rahmetli Felat beyden duyduğunu paylaşarak şunları aktardı: Felat cemiloğlu bana amcalarının Çanakkale savaşında şehit düştüğünü anlatmıştı.Onlarla birlikte birinci dünya savaşında şehit olan Besim beyden de çok bahsederdi.Kadri ve Ekrem beylerin de savaşa katıldıklarını, Çanakkale şehitliklerinde şehit olanların arasında isimlerinin olduğunu söylemişti. Ekrem Cemil paşa Ekrem Cemil paşa ‘Muhtasar hayatım’isimli kaitabında Şark cephesinde savaştığından bahsediyor.1891 Diyarbakır doğumludıur. İstanbul ve ozan’da eğitim görmüştür. Birinci dünya savaşının başlamasıyla amacaları ve amcazadeleriyle birlikte İstanbula döndü.4 ay süren askeri eğitimin ardından topçu başçavuşu olarak önce Çanakkale cephesine, ardından da Erzurum cephesine gönderildi. Burada bir sene kaldıktan sonra Muş cephesinde görevlendirildi. Bu esnada M.Kemal de Çanakkale cephesinden Muş cephesine gönderilmiştir. Ekrem Cemil burada bir çatışma sırasında kolundan ağır yaralanır ve Diyarbakır’a tedaviye gönderilir. Diyarbakırda tedavi gördüğü müddet boyunca İsmet İnönü, Mustafa Kemal ve Nihat paşa gibi dönemin Osmanlı zabitleri, babasının ve konaklarının misafiri olurlar. Rusyadaki Ekim devrimin ardından Doğu cephesi kapanınca, bu cephedeki bütün askeri güçler Filistin cephesine yardıma gönderilir. Ekrem Cemil paşa bu sırada Diyarbakırda karargahta bulunan Mustafa Kemal’in yaverliğini yapmaktadır. Mustafa Kemal Filistin bölgesine gönderilin ve yerini Nihat paşaya bırakır. Ekrem Cemil paşa da bu dönem de karargah kumandan yardımcılığına yükseltilir. Nihat paşa ile birlikte Filistin cephesine giden Ekrem Cemil paşa, buradan da ayrıldığı birliğine katılmak için Halep bölgesine gönderilir. Ancak birliğinin yoğun İngiliz topçu ateşi altında tamamen yok olduğunu öğrenince M.Kemal’in hareket halindeki birliklerine katılarak önce Mardin’e, ardından Diyarbakır’a döner. Aileden Ziya Bey de silahlı kuvvetlere uçak hediye etmiştir. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 311 Çanakkalede Diyarbakırlı Cemilpaşazadelerden şehit olanlar Cemiloğulları Diyarbakır’ın en zengin ailesindendir. Pariste eğitim gören bu ailenin çocukları Çanakkale savaşı çıkar çıkmaz, hepsi cepheye koştular ve şehit oldular 1.cihan savaşında Diyarbakır halkının yanı sıra üst düzey bürokratları da savaştaydı. Diyarbakırlı Cemilpaşazade’nin oğlu Ekrem Cemil bey 24.fırkada topçu alayında eğitim aldıktan sonra Çanakkale cephesinde savaştı. Sonra Erzurum cephesine gönderildi, buradan Muş cephesine nakledildi, Ruslarakarşı savaştı. Yaralanınca Diyarbakır asker hastanesine sevkedildi. Çanakkale kumandanlığını yapan İzzetpaşa ve Erkanı Harbiye reisi İsmet İnönü Cemilpaşa konağına konuk olunca, kumandanlara hizmet için hastaneden ayrıldı. Hastanede iyileştikten sonra 2.Ordu kumandanı Mustafa Kemal paşanın yaverioldu. İkinci kolorduda karargah kumandan yardımcısı olarak Filistin’e gönderildi. Ekrem Cemil paşa da bu dönem de karargah kumandan yardımcılığına yükseltilir. Şehitler: 1.cihan savaşında Diyarbakır halkının yanı sıra üst düzey bürokratları da savaştaydı. Diyarbakırlı Cemilpaşazade’nin oğlu Ekrem Cemil bey 24.fırkada topçu alayında eğitim aldıktan sonra Çanakkale cephesinde savaştı. Sonra Erzurum cephesine gönderildi, buradan Muş cephesine nakledildi, Ruslara karşı savaştı. Yaralanınca Diyarbakır asker hastanesine sevkedildi. Çanakkale kumandanlığını yapan İzzet paşa ve Erkanı Harbiye reisi İsmet İnönü Cemilpaşa konağına konuk olunca, kumandanlara hizmet için hastaneden ayrıldı Hastanede iyileştikten sonra 2.Ordu kumandanı Mustafa Kemal paşanın yaveri oldu. İkinci kolorduda karargah kumandan yardımcısı olarak Filistin’e gönderildi. (35)(38) 312 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kemal bey-Besim bey İbrahim Halil Bey Mehmet Naim Efendi DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 313 Sarıkamış’ta şehit olan Cemilpaşazade Besim bey Çanakkale şehidi Cemilpaşazade Naim Bey Kadri Cemilpaşa (1.Dünya savaşı sırasında) Bağdat çöllerinde şehit Şemseddin bey 314 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Birinci dünya savaşında Diyarbakırlı subay ve yedek subaylar Yerde yatan Cemilpaşazade Ekrem bey, Hani’li ihtiyat topçu şehit Hacı Ali Rıza efendi’nin oğlu. Oturanlardan muvazzaf piyade müzalım şehid Salih efendi(Ermenilerce şehit edildi), en solda sivil elbiseli Cemilpaşazade Kadri bey, yanında Diyarbekirli Dr.Kazım bey;en arkada Diyarbekirli Çerhizade ihtiyat süvari mülazımı Fikri Necdet bey(35) Ziya bey Türk ordusuna o zamanki şartlarda uçak yokluğunda bir uçak hediye etmiştir 1927’de Türk Tayyare Cemiyetine bir uçak hediye eden Cemilpaşazade Ziya bey’e Tayyare madalyesi verildiğini belirten belge DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 315 Bediüüzzaman ve Cemiloğlu konağı: Bediüzzaman hazretlerinin Diyarbakırda ikametiyle ilgili olarak son şahitlere kulak verelim: Son şahitlerden Halil Sıdkı Özturan: Üstad beni yanına oturttu. Nereli olduğumu sordu, Diyarbakırlıyım’ dedim. Hazret-i Üstad, “Ben Diyarbakırlıları çok severim. Cemil paşalarda çok kalmıştım”(33) Bediüzzaman’ın Diyarbakır’da kaldığı Cemil Paşa konağı Diyarbakır eşrafından Cemil Paşa’nın dâveti üzerine bir süre onun konağında misafir olarak kalmış ve fikir adamlarının sohbetlerine katılıp âlimlerle münâzarâlar yapmış. (34) Bediüzzaman hazretleri Diyarbakır’da Cevdet beyin evinde kalmış ve İşarat-ül icaz tefsirini tebyiz etmiştir. (İşarat-ül İcaz tefsiri) Seksen yaşın üzerinde rahmete giden mühendis Es’at Cemiloğlu Bediüzzaman’ı şu şekilde anlatıyor: 316 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bediüzzaman bize misafir olduğunda ben sekiz yaşındaydım. Bediüzzaman beni dizine oturttu, bir dua öğretti Esad Cemiloğlu Diyarbakır’da Cemiloğlu ailesindendir.1910 yılında Bediüzzaman hazretleri Cemiloğlu konağında 1 hafta misafir kaldı. O zamanlar 10 yaşında olan Esad beyin anlattığına göre’’Bizim evde iken bir gün beni kucağına aldı ve bana bir dua ezberletti. O günden sonra her evden çıktığımda o dua’yı üç defa okurum.90 yaşındayım hala okumaktayım. Hayatım boyunca başıma birçok olay geldi. Kanaatim odur ki başıma gelen bunca hadiseden sonra yaşıyorsam ve hayatta kaldıysam; üstadın bana öğrettiği o dua bereketiyle yaşıyorum ve hayattayım’demişti. İki profesör öğretim üyesine E. Cemiloğlunun verdiği ve Bediüzzaman’ın öğrettiği dua: “ALLAHÜMME LA TÜŞMİT. ADAİ VE BİDAİ VEC’ALİL KURANİL AZİM. ŞİFAİ VE DEVAİ VE ENEL ALİLU VE ENTEL MÜDAVİ.” Daver Cemiloğlu da Bediüzzaman’ın evlerinde kaldığını ifade etmektedir. 1916 yılında Çanakkale kumandanı İzzet paşa, Mustafa Kemal İsmet İnönü de Cemilpaşa’larda misafir olmuştur. (37) Ferit köşkü Kuzey (avlu )yüzüne özen gösterilir. Zemin katın yarım daire kemerli pencere ve kapıları, alçı kökenli beyaz yapıştırma desenlerle bezenir. Emek üst kata çekilmiş, aynı yöntemle pencere kemerleri, eyvan kemeri, bunların bitiminde yatay geometrik kuşak ve eyvanın 2 yanında dairesel göbekler bir dizi oluşturmuştur. Pencere lentoları üstünde kemer karnındaki ufak yıldızlı aplikler o girintiyi değerlendirmede olumlu etki yapıyor. (16) Ferit köşkü DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 317 Ferit köşkü 318 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ferit köşkü Behrampaşa konağı Merkezi avlu etrafında U planlı olarak yapılan yapıda kesme bazalt taş kullanılmıştır. Yapının güney kanadı zemin +1 katlıdır. Zemin katta, ortada basık kemerli girişi bulunan holün sağ ve solunda mekanlar mevcuttur Birinci katta üç gözlü sivri kemerli eyvanın sağında, solunda ve gerisinde mekanlar vardır. Güney cephesinin birinci katında, dış mekan duvarlarında lale motifi mevcuttur.(19) Behrampaşa konağı Behram Paşa Camisi güneyine komşu, aynı adla anılan Sokağın batı yakasında, yarım dönümü az aşkın 21 numaralı parseldeki konak ~170m3 lik avlunun doğu, batı ve güney yönlerini sınırlar.. Kuzeyi cami haziresine dayanmıştır. İç dünyasının zıddına sade, saçaksız, basık kemerli ufak kapıdan girilip, bir aralık geçilerek avluya ulaşılır. Bu doğu kanadın kuzeyinde helâ, mutfak ve sokak yönünde de, depo, samanlık veya kiler gibi derinliğine bir alan bulunur. Sokak yüzü duvar örgüsüyle oynanmış, sıralı moloz taş duvarla kapatılmıştır. Giriş aralığıyla doğrudan bağlantısına DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 319 karşın arada bir bölme olmaması burasının ahır olma şansını azaltıyor. Aralığın güney yönünün bugün konutla doğrudan bağı yoktur. Sokak kapısına yakın enli ve büyük kapı ahırın burası olabileceğini düşündürüyor. Avluya açılan (üst kat merdiven başlangıcının hemen kuzeyinde) ufak penceresi örülerek kapatılmıştır. Doğu kanatın örtüsü betonarmeye dönüştürülmüş bulunuyor. Tek katlı ve bodrumsuzdur. Batı kanat tek katlıdır. 2 odadan oluşur ve avluya 3 ve 5 pencere ile açılırlar. Tavan betonarme olup altındaki bodruma kuzey ve güney uçlardan girilir. Güney kanat bodrumsuz, 2 katlı ve derinliği fazladır. Alt katta bir oda, aralık ve doğu yönünde 2 odadan oluşur. Güneyindeki 2. kesime giremedik. Doğu odasının üstü yine bir oda olarak yinelenirken, aralıktaki ahşap merdivenle bunun üstüne oturan 3, kat odaya ulaşılır. Üst kat güneybatı odanın üstünde bir oda daha olup, eyvandan bir ahşap merdivenle buraya ulaşılır. Üst kat güneybatı odanın üstünde bir oda daha olup, eyvandan bir ahşap merdivenle buraya ulaşılır. Batı odası ve aralığının üstü 3 gözlü bir eyvandır. Aralığın üstüne taşlık rastlar. Diğer kesimi 2 taş sırası yükseltilerek daha seçkin, sakin bir eyvan konumunu sağlar. Bunların arkalarında (güney) 2 oda ve aralarında bir aralık vardır. Merdiven sokak yönünde, doğu duvarına yaslanarak yükselir. 14. Basamak sahanlığı oluşturur. Behram paşa konağı 320 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Behrampaşa konağı (24) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 321 Behrampaşa konağı (24) (40) 322 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Yapı oldukça sağlam olup doğu ve batı kanat sıradan ve sade tutulmuştur, sadece oda kapısı üstünde 2 kûfi yazı (Besmele) vardır. Pencere demir parmaklıkları 4/7 ile kuzeydekiler 4/8 geçmelidir. Buna karşılık güney kanada oldukça özenilmiş olup, avlu yüzü siyah-beyaz almaşıktır. Üst kat eyvan duvarı da böyledir. Plân olarak derinliği 2 aşamalıdır(40) İbrahim Bey Konağı Abdüssettar Hayati Avsar’ınoturdukları ev hükümdar ailesinden olan Akkoyunlu İbrahim Bey’in (1131 H.) evidir. Ev iki katlı ve iki kuyusu bulunan Diyarbekir mimarisinin güzel bir örneğidir. Ev, semt olarak Çardaklı Hamamı’nın civarında İbrahim Bey Camii’nin karşısında bulunan İbrahim Bey Konağı’dır. Konağın yanında da bir mahalleyi içine alan İbrahim Bey Konağı’nın müştemilatıdır. (“Konağa bağlı olan evler”, damı düz fakat içerisi kubbeli, mescitli evlerdir. Merdivenle inince koca bir akarsu, bu suyun bir kolu Fatih Paşa (Kurşunlu Cami) Camii’ne, bir kolu da Mardin Kapısı’na doğru “Karadengiz” (Karadeniz) denilen yere yeraltından gelir). Konağın kapısının üstündeki kemer siyah beyaz taşlarla şekilli olarak birbirine geçme şeklinde yapılmıştır. Pencere kepenkleri (tahta kapaklar) çeşitli çiçek şekilleriyle oyulmuş ve içerisine gül ağacı dallarının şekli verilmiştir. Kapıdan içeri girince eve gelenleri iki basamak karşılar. Basamaklardan aşağı inilince girizgâhtaki sağ tarafta büyük bir oda, odanın sonunda sokağa açılan demir parmaklıklı 50 cm boyunda 25 cm eninde küçük bir pencere vardır. Sol tarafta yine iki basamakla inilen, ambar olarak kullanılan oda bulunmaktadır. İki oda arasında içinde “Güngörmez” adı verilen kuyu bulunur. Bu kuyudan ihtiyaç duyulduğunda kovayla su alınır. Avludaki kuyudan tulumba ile su çekilirdi. Evin avlusuna daima serçeler konardı. Evlerin tepe pencerelerinin açıklığında, erkeğinin göğsü maviye yakın, dişisinin göğsü yine maviye yakın fakat noktalı olan, “Serçedoğan” denilen kuşlar yuva yaparlardı. Evin avlusundaki dut ağacının gölgesinde oturmak, arkadaşlarıyla, aile fertleriyle zaman geçirmek Abdüssettar için tadın damaktaki en güzel anları gibidir. (31) Sait Paşa Konağı (Süleyman Nazif Evi): Yapı Sait Paşa Mahallesinin kuzey yakasında yer almaktadır. Ünlü şair Süleyman Nazif ’in babası olan Sait Paşa tarafından kendisi için ikametgâh amacıyla yapıldığı bilinen konak iki bölümden meydana gelmektedir. Görünüşte iki katlı ve iki bölümlü olarak tasarlanan konak; temel yapı malzemesi olarak bazalt taşının kullanıldığı, çeşitli motiflerle DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 323 bezenmiştir. Mimari bakımdan değerlendirdiğimizde harem bölümünde ortada kareye yakın bir avlu ve bu avlunun etrafını saran eyvan ve oda dizilerinden oluşmaktadır. (20)(52) Konak üç parçadır. Aşefçilerde Hacı Müstak Camii karşısındadır 324 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Güranizade Ali paşa Konağı1930(45) Güranizade Ali paşa Konağı1930(45) DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 325 (47) KAYNAKLAR 1- Gülsen Bas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde Süsleme. Doktora Tez.T.C. Yüzüncü Yıl Ün Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim dalı Van-2006 2- Aylin Erçin Kahveci Danışman: Yrd. Doç.Dr. Abdullah Kadayıfçı Diyarbakır Yöresinde Bazalt Taşının Yapı Malzemesi Olarak Kullanımının İncelenmesi Üzerine Bir Araştırma Yüksek Lisans Tezi Yapı Eğitimi Anabilim Dalı Isparta. T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü–2008 3- Pınar Çiftçi Diyarbakır’ın Dicle Kıyısı’ndaki Köşk YapılarıYüksek Lisans Tezi Van – T.C.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı 2007 4- Yrd.Doç.Dr.Mine Baran Öğr.Gör.Aysel Yılmaz Diyarbakır Köşkleri 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler Krallar kenti sempozyumu.2009 5- Metin Sözen.Diyarbakır’da Tük mimarisi.1971 6- seyhmusdemirhttp://keoma.blogcu.com/ 7-Vedat Güldoğan Dünden Bugüne Diyarbakır Musiki Folkloru.1. Bütün yönleriyle Diyarbakır sempozyumu.27-28 Ekim 2000. Ankara.s.390 326 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 8- Reşid İskenderoğlu: Beglerbegi Gazi İskender Paşa.Ankara.1989.s.28 9- Doç . Dr. Doğan Erginbaş. Diyarbakır Evleri.İ.Ü.Mimarlık Fak.Doçentlik tezi. İst. 1953. s.20 10- Enver Yorulmaz:Güneydoğu:Üstün çaba yay.Ank.1997.s.92 11- Orhan Cezmi Tuncer.Anadolu Kervan yolları.Vakıflar genl md.yay.Ank.2007s.85 12- Mehmet MERCAN Diyarbakır Yahoo mail Grubu 13-www.kenthaber.com 14- Mehmet Ali Abakay.Çınar ilçesi, Diyarbakırda Çevre Ve Doğa sempozyumu, 2011 s. 342 15- Çelik MM.Fotoğraflarla Kulp.İst.2009.s.60 16-Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır Sur İçi Anıtları ile Köşkler ve Bağevleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. Lis yay. Diyarbakır. 2012.s..411 17-Nejat Satıcı Silvan’daki Köşk Ve Konaklar Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri Editörler Kenan Haspolat Aysel Yılmaz.Uzman matb.İst.2013. 18-Uzm. Pınar Çiftçi. Diyarbakır’daki köşk yapıları.Diyarbakır Mimarisi(Ed:Yrd. Doç. Dr. İrfan Yıldız). Diyarbakır Valiliği.İst.2012.s.469 19-Nevin Soyukaya, Ercan Alpay ve ark.Diyarbakır Kültür Envanteri Merkez.Diyarbakır Valiliği.2012 2/12 20- TC. Sur Kaymakamlığı Proje Ofisi. Diyarbakır Sur Rehberi2011 21- Vedat Gündoğan. Tarihi Açıdan Diyarbakır KöşkleriTarih-Kültür-İnanç Kenti: Diyarbakır Editörler Kenan Haspolat Aysel Alyamaç Yılmaz.Uzman matb.İst.2013 22-www.diyarinsesi.org. 21 Ekim 2010 23- Mine Baran Aysel Yılmaz. Diyarbakır köşkleri.Tarih, Kültür, İnanç kenti Diyarbakır.Uzman matb.İst.2013 24-Yrd.Doç.Dr.Neslihan Dalkılıç, Yrd.Doç.Dr.Ayhan Bekleyen.Geleneksel Diyarbakır evleri.Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız(ed).Diyarbakır Mimarisi.Diyarbakır Valiliği yay. 2012 25-Uzm.Dr.Pınar Çiftçi.Diyarbakır’daki köşk yapıları. Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız(ed).Diyarbakır Mimarisi.Diyarbakır Valiliği yay.2012 26- İhsan Işık(ed):Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.1.c.2 27—Doç.Dr.İrfan Yıldız.Kulp ilçesiİhsan Işık(ed):Diyarbakır ansiklopedisi.3-238 28-Orhan Cezmi Tuncer.Anadolu Kervan yolları.Vakıflar genl md.yay.Ank.2007s.85 29-27-4-2012 www.diyarinsesi.org 30- Vedat Güldoğan Dünden Bugüne Diyarbakır Musiki Folkloru.1.Bütün yönleriyle Diyarbakır sempozyumu.27-28 Ekim 2000.Ankara.s.390 31- Zübeyde Kırmızı.Anid-i Nur.Diyarbakır Büyükşehir belediye yay.İst.2009.. 32- Reşit İskenderoğlu.Beglerbeği Gazi İskender paşa.Ankara.1989.s.28 33-Necmeddin Şahiner ‘Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi’yi anlatıyor. Nesil yay. DİYARBAKIR MERKEZ KÖŞKLERİ 327 2004. c, 4, s.321. 34-http://www.webturkiyeportal.com/webforum/191442-diyarbakirinhikayesi.html 35- Malmisanj. Diyarbakir’li Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği.Avesta yay. İst. 2004. s.23, 98, 102, 143 36-Emine Uçak Erdoğan.Çanakkale Savaşında Kürt Civanlar.Yarımada yay. İst. 2008 s.:40-43, 46 37-Şehmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır İletişim yay., 2003, s.99. 38- Tori.Ünlü Kürt Bilgin ve Birinci kuşak aydınlar.Sorun yay.İst.2000.s.161.. 39- Vedat Güldoğan.Diyarbakır Kültürü.Kripto yay.2011 40.Mehmet Songür. Kavs Köşkü - Çârbağ Köşkü – Cihannüma, “Cihanı Gören Köşk” 06 Ekim 2013 Güneydoğu Güncel gzt 41- Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Evleri.DBB.1996 42- Armağan Tanrıkulu, M. Adnan Aksoy Diyarbakır Kültür Ve Turizm Projeleri Raporu T. C. Karacadağ Kalkınma Ajansı. Mayıs 2012 43- Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır Sur İçi Anıtları İle Köşkler ve Bağevleri. DBB yay.Ank.2012.s.385, 396, 399, 401, 407, 408, 411 44- Halit Ötük Erdebilde Suzan Suzi S 2013-10-30 www.amedinsesi.org 45- Prof.Dr.Zülküf Güneli, Doç.Dr.Ayhan Bekleyen, Yrd.Doç.Dr.Mücahit Yıldırım İhsan Işık (ed)Diyarbakır Ansiklopedisi .Elvan yay.Ank.2013. (3) Cilt.s.7 s.222 46-Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbakir.İst.1999 47- Şeyhmus Diken Diyarbakır Sırrını Surlarna Fısıldayan Şehir. İletişim yay. İst. 2003. s.97, 101 48-1973 il yıllığı 49- http://www.kultur.gov.tr/TR, 25311/diyarbakir—-ataturk-kosku.html 50- Ercan Gümüş Tez Danışmanı.Prof. Dr. Ahmet Güneş. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Bilim Dalı 18. Yüzyılın İlk Yarısında Amid Kazası Doktora Tezi Ankara-2014 51- Mehmet Mercan. Diyarbekir mail grubu 52-24.04.2014 Güneydoğu Güncel 53- İhsan Işık(ed): Diyarbakır ansiklopedisi. Elvan yay.Ank.2013 C.4. S.121 54- Pınar Gürhan. Hanlar, Köşkler, Evler. Diyarbakır valiliği.2012 328 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 5.BÖLÜM DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI DİYARBAKIR SARAYLARI Diyarbakır merkezde Hurri sarayları Diyarbakır içkale bir idare merkezidir. Buradaki idarecilerin tarih boyunca burada oturması ve saray yapması doğal bir sonuçtur. Diyarbakır Kalesi’nin ilk defa Hurriler tarafından yapıldığının söylenmesi bir hakimiyetin göstergesidir ve içkalede bir saray yaptırmış olmaları doğal bir sonuçtur Evliya Çelebi seyahatnamesinde içkalenin yapılışıyla ilgili başka bir rivayet vardır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda bu şehirde güzelliği ile tanınmış “Almida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Almida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak kalenin planlarını çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürûr dolsun” diye dua eder. (25) Evliya Çelebi Almida için Amalak(Amalika) kızlarından ifadesini kullanır.Amalikalılar Hz Davud’un can düşmanı olan bir kavimdir.Diyarbakır’da yaşamış olmaları ilginçtir.Vakidi’nin Fütuhuşşam’ında Sahabelerin Diyarbakır’ı aldıklarında şehri temsilen Davut peygamber sülalesinden Hunayn bin Maiş’in görüşmeci olduğu ifade edilir., Bu paradoks için Cambridge instute of Arkeology’e bakacağız. Burada Hz Süleyman ve Hz Davut döneminde Asurluların bu peygamberlerin kontrolünde olduğu, diğer ifadeyle iki peygamberin Asurluların ilk dönem kralları olduğu anlaşılmaktadır DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 331 Amed ve çevresi Asur hükümdarı 1.Salmanasar zamanında ve M.Ö.1260 yıllarında tamamıyla Asur hakimiyetine girdi. Bu ilk Asur egemenliği yetmiş yıl kadar sürdü. Hz. Süleyman: Adad NirariI’nin oğlu I Salman Eser ile Kral Süleyman arasındaki benzerliklerde oldukça fazladır. “Eser” kral manasına gelir. Dolayısıyla ‘Kral Salman’ manasındadır. Eser kelimesiyle Asur kelimesinin aynı kökten olduğu da unutulmamalıdır. Semitik dillerde sesli harflerin yazılmadığı, Arapça, Akatça ve İbranicenin semitik dil olduğu göz önüne alınırsa; Arapçadaki Süleyman, Asurcadaki Salman, İbranicedeki Solomon isimlerinin aynı kökten türemiş kelimeler olduğu görülür. Kuran Arapçasında “vav” ve “ye” harfleri uzatma harfi olarak da kullanıldığını bilirsek 3 dilde de yazılım “slmn” şeklinde olur ve büyük ihtimalle bu 3 kişi aynı kişidir (Adad ile Davud isimlerinde de kullanılabilir: dd şeklinde). Ayrıca Kral Süleyman’da Kral Salman gibi geniş bir krallık kurmuştur. Babaları olan krallarda birbiriyle uyumludur. Günümüz Tevrat’ına göre düşünürseniz Kral Süleyman’ın krallığı Filistin’de küçük bir krallıktır. Kuran’da ise, o zamana kadar kimsenin görmediği kadar büyük ve zengin bir krallıktır. (26) Orta Asur dönemin ilk kralı Asur-Uballit (1365–1330) olmasına rağmen asıl büyükgelişmeler I. Adad-Nirari (1307–1275) ile birlikte yaşanmıştır. Gelelim Amid isminin kılıcında geçtiği Adad Ninari(Hz.Davut) konusuna Hz. Davut: Aynı şekilde, Asur Kralı Adad Ninari I ile Kral Davud arasındaki benzerliklerde göz ardı edilmekte. Adad veya diğer bir okunuş tarzıyla Hadad, şimşek tanrısının ismidir deniliyor ve Asurlar’da bu tanrıya ait tapınağın bulunmadığı da ekleniyor. Asurca sözlükte “hadadu” kelimesi ‘kükreme’, ‘gürleme’ manasındadır. Ayrıca Asurca, Arapça gibi semitik bir dildir ve Arapçadaki demir anlamına gelen “hadid” kelimesiyle hadad kelimesi aynı köktendir. Adad Ninari I’in yaşadığı yüzyıl ile demir çağının başladığı yüzyıl aynıdır. Adad Ninari I, Mitaniler’e karşı bağımsızlık savaşını devam ettirmiştir. Mitanni hükümdarlarının lakabı Hani- Golbat’tır. Kuran’da Kral Davud ile ilgili ayetlere bakıldığında; ‘gür sesli olduğu’, ‘demiri kolayca işlediği’, 332 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER bağımsızlık savaşında Calut’u öldürdüğü görülür. Asurluların Mitanilere karşı bu üstünlüğünün, ‘demir silah’ kullanımına bağlı olduğunu düşünüyorum. Arapçadaki Calut, İbranicede Golyat’tır. İbranicede “c” harfi bulunmaz ve yerine “g” harfi kullanılır. Arapçadaki Mecüc’ün İbranicede Magog diye yazılması gibi. Golyat, Calut ve Golbat kelimelerinin kök bakımından benzer olup, bu kişilerin aynı olması göz ardı edilmemelidir.(26) Sonuç olarak Diyarbakır kalesinde Süleyman peygambere ait potansiyel bir saray olması söz konusudur.Diyarbakır efsanelerinde içkalede Belkıs’ın sarayından bahsedilir.Diyarbakır halkına Hz .Süleyman kim dendiğinde halkın bir kısmı peygamber Süleyman bir kısmı Halid bin Velid’in olduğu ifadesi geçer, Bence her ikisi de doğrudur. Fikir olarak Aşşur’da Adad Niari’nin sarayının planına bakalım: (27) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 333 Diyarbakır Merkezde Saraylar Evliya Çelebi’de Amid (Diyarbekir) notlarında saraylar: Evliya Çelebinin tespitine göre Diyarbakır’da 16.yüzyılda Toplam yetmişbeş alim, şeyh, vezir, ve bey sarayı vardır. Birincisi İçkale’de paşa sarayı, sonra Kethuda sarayı, Molla sarayı, Ruznameci Hüseyin efendi sarayı, Kaya çelebi sarayı, Hacı Musa sarayı, Bezikoğlu sarayı, Osman paşa sarayı, Şeyhülislam sarayı, Nakibülislam sarayı ve Rumiye şeyhi sarayı…(33) Vezirlerin oturduğu saray için ancak yazışmalarda adı geçen (Haziran 1801, 13 Mart 1818, 2 Nisan 1829). Cami Köşkü, Divan Efendisi Köşkü, Voyvoda Konağı ve Mütesellim Konağı, gibi adlar biliniyor. Diğer odalarda valiye ayrılanlar dışında, kapu halkı, Tütüncü Adası, Kapucular Kethüdası Odası, Şamdan Ağası, Baş Çavuş Ağa Odası, İç Çukadar Ağa Odası, Kaftan Ağası Odası, Silahtar Ağa Odası, Alemdar Ağa Odası, Hazinedar Ağa Odası, Miftah Ağa Odası, Peşgir Ağa Odası, İbrikdar Ağa Odası, Kâhya Odası, Kethüda Odası, İmam Efendi Odası, Delil Başı Odası, Haytabaşı Odası, Baş Çukadar Odası, 2. Kavvas Odası ve Mühürdar Odası, Arz Odası, Camlı Oda, Mabeyn Odası, Misafir Odası ve Harem vardı.(35) Diyarbakır’da Osmanlı döneminden herhangi bir saray günümüze gelememiştir. Bununla beraber, Diyarbakır ile ilgili bazı kaynaklarda Diyarbakır İçkalesi’nde bir sarayın olduğu ve sonradan yıkıldığı belirtilmiştir. Evliya Çelebi, Diyarbakır’ı ziyareti sırasında bu sarayı görmüş ve Seyahatnamesinde ondan söz etmiştir: “İçinde yüz elli odalı, birkaç divanhaneli bir büyük saray vardır. Her gelen vezir ve vükela buraya birer oda ve hamam, havuz, şadırvan yaptırmakla kat kat süslü bir saray olmuştur. Bütün pencereleri, balkonları Şattülarap’a Sahraya ve Karatepe adlı vadilere bakan manzaralı bir yerdir. Sarayın bir eski divanhanesi var. Eski sultanlar binasıdır. Burada olan tarz bukalemun nakışları, meğer Kahire’deki Sultan Kalavun divanhanesinde ola. Bu sarayın yapıcısı I.Selim veziri Bıyıklı Mehmet Paşa’dır. Hayli geniş bir büyük saraydır. Daima bekçileri hazır olup beklerler.” Diyarbakır konusunda araştırmaları olan Basri Konyar, “İçkale’de Evliya Çelebi’nin bahsettiği saraydan bir iz ve eser kalmamıştır. Ne havuz, ne hamam ve ne de bir şadırvan 334 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER mevcut değildir. Yalnız çeşme vardır. Hamamın bu çeşme karşısında bulunan Evkaf Dairesinin bitişiğinde olduğu ve eski sarayın da umum müfettişlik garajı önündeki çınar ağacının bulunduğu sahanın yakın zamanlara kadar harap ve yıkık vaziyette işgal ettiği mervidir” demektedir. Osmanlı döneminde buraya gelen her vezirin bir takım yapılar eklediği bu sarayın karşısında Virantepe’de yapılan kazılar Artukoğulları dönemine ait sarayı ortaya çıkarmıştır. Artukoğulları (Artuklu) Sarayı (Merkez) Diyarbakır surlarının kuzey doğusunda, İçkale’nin sur duvarları içerisinde yer alan Artuklu Sarayını Prof. Dr. Oktay Aslanapa l96l-l962 yıllarında burada yapmış olduğu kazılarda ortaya çıkarmıştır. Bu sarayın Artukoğullarından Nasirüddin Salih bin Muhammed tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Sarayın mimari kesin olmamakla beraber İbrahim bin Cafer ile oğlu Yahya İbrahim ve Cafer bin Mahmut olmalıdır. Ayrıca sarayın yapım çalışmalarını büyük olasılıkla Nasirüddin Salih Mahmut yönetmiştir. Diyarbakır Viran Tepe’de (Top Tepe) iki yıl üst üste yapılan kazılar sonunda bu sarayın, XIII. yüzyıla ait bir Artuklu Sarayı olduğu anlaşılmıştır. Burada bulunan çift başlı siyah kartal figürünün benzeri Artuklu Meliki Mahmut’un h.614 (1221) ve h.617 (1220) tarihli sikkelerinde görülmektedir. Bu benzerlik de sarayın tarihlendirilmesinde büyük rol oynamıştır. Böylece sarayın mimari yapısının yanı sıra bu kartal figürüne dayanılarak XIII. yüzyılın ilk yarısına ait olduğu kesinleşmiştir. (3) Viran Tepe (Amid)Höyüğünün batı kısmında yer alan kazılarda sarayın haçvari düzende, dörteyvanlı bir planşemasında yapıldığı ortaya çıkmıştır. Eyvanların birleştiği kare planlı bölümde fıskiyelibir havuz ortaya çıkmıştır. Zengin renkli taşmozaik ve çini süslemelerle oldukça gösterişli selsebil ve haçvari eyvanlarla çevrili fıskiyeli bir havuza sahip olan sarayın, renkli taş vecam küplerden oluşan mozaik süslemeleri, Türk Mimarisinde ilk kez burada görülmektedir. Saray duvarlarının büyük bir bölümünün çinili olduğu da duvar kalıntılarından anlaşılmaktadır. İdare merkezi konumunda olan İç Kale Artuklu Döneminde bilimsel çalışmaların merkezi olmuştur. Bu dönemde yaşamış olan Ünlü Bilgin ve İlim Adamı El Cezeri, Saray Mühendisi olarak Diyarbakır’da Artuklu Beyliğinin hizmetine girmiş, 30’lu yaşlarında sarayın “Baş Mühendisi” olmuştur. Sibernetik ilminin babası sayılan El Cezeri robotlar, saatler, su makineleri, şifreli kilitler, kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları, otomatik yüzen kayık, su tulumbaları gibi çok sayıda buluşa imza atmıştır. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 335 İdare merkezi konumunda olan İç kale Artuklu döneminde bilimsel çalışmaların merkezi olmuştur. Bu dönemde yaşamış olan Ünlü Bilgin ve İlim Adamı El-Cezeri, saray mühendisi olarak Diyarbakır’da Artuklular Beyliğinin hizmetine girmiş, 30’lu yaşlarında sarayın başmühendisi olmuştur. Sibernetik ilminin babası sayılan El Cezeri; robotlar, saatler, su makineleri, şifreli kilitler, kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları, otomatik yüzen kayık, su tulumbaları gibi çok sayıda buluşa imza atmıştır.(20) Kazılarda sarayın divanhane bölümünün haçvari düzende, dört eyvanlı bir plan şemasında yapıldığı da anlaşılmıştır. Eyvanların birleştiği kare planlı bölümde bir de fıskiyeli bir havuz ortaya çıkmıştır. Bu bölümün sarayın en görkemli yeri olduğu ilerleyen kazılar sonunda anlaşılmıştır. Ortaya çıkan ilginç bir nokta da havuzun zemininde cam bir mozaik süslemenin oluşudur. Anadolu’da benzeri örneklerde bu tür süsleme ile karşılaşılmamıştır. Buradaki şekillerde ördek, balık gibi suyla ilgili hayvanlar kullanılış, diğer bezemeler de onları tamamlamıştır. Sarayın üst örtüsü ile ilgili olarak yeterli bilgiler kazı sırasında edinilememiştir. Havuzun bulunduğu yerin üzerinin açık, diğer bölümlerinin ise tuğla kalıntılarına dayanılarak tonoz ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Saray duvarlarının büyük bir bölümünün çinili olduğu da duvar kalıntılarından anlaşılmaktadır. Sarayın bulunduğu yerde, sonraki yıllarda yapılan iki büyük su deposu divanhane bölümüne büyük ölçüde zarar vermiştir. Yapının temelleri düzgün muntazam taşlardan yapılmıştır. Güney eyvanında yaklaşık 30 cm yüksekliğinde çini kaplı bir kerevet ve onun önünde de fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Sarayın duvarlarındaki ve buradaki kerevetteki çiniler renkli sır tekniğinde yapılmış olup bunlar Selçuklu çinileri ile tam bir benzerlik göstermektedir. Sarayın batıya ve doğuya açılan yan eyvan kollarının iki yanından yan mekanlara geçişler bulunmaktadır. Diyarbakır’da Artuklu devrinden kalan bu Saray Anadolu’daki diğer saraylar arasında ayrı bir yeri vardır. Kalan izlere dayanılarak sarayın surlarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bu saray Karahanlılar, Gazneliler, Anadolu Selçuklulardan beri gelişen tüm özellikleri burada bütünleştirmiştir.(1)(2) Sarayın mimari bakımından oldukça gösterişli, çini ve mozaik döşeli selsebilli havuzlu bölümü dört eyvanlı plan şemasındadır. Güneyde 30.cm. yüksekliğinde çini kaplı kerevetin önünden, meyilli şekilde başlayan su kanalları, ortada geniş, iki yanda daha dar üç 336 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER kol halinde derin eyvan ı geçerek tam ortada yer alan 27 cm. derinliğindeki kare havuza ulaşmaktadır. Havuz, kenarları 45 derece eğimle yumuşatılmış geniş bir kare biçimindedir ve tam ortasında da kare bir göbek içinde sekizgen fıskiye çukuru yer almaktadır. Cam küp, renkli taş mozaik ve çini kaplama olarak üç çeşit süsleme tekniği ile bu selsebil-havuz teşkilatının çevresi Türk saray mimarisinde ve hele Anadolu’da bu devrin en zengin örneği sayılabilir.(3) Havuzun bulunduğu yerin üzerinin açık, diğer bölümlerinin ise tuğla kalıntılarına dayanılarak tonoz ile örtülü olduğu sanılmaktadır Saray duvarlarının büyük bir bölümünün çinili olduğu da duvar kalıntılarından anlaşılmaktadır. Yapının ana malzemesi düzgün muntazam taşlardan yapılmıştır. Doğu bölümünde saraya çıkışı sağlayan merdivenler, küçük boyutlarda yapılmış hamam, bazı mekânlar ve bunları birbirine bağlayan koridorlar açığa çıkarılmıştır. (20) Su kanallarında cam mozaik süslemeler orijinal görünüşleriyle dikkati çekerler. Orta havuzun zemini tamamen küçük, renkli cam ve taş küplerle mozaik süslemelidir. İçiçe sıralanmış konturlar halinde bir daire ve dört dilimli madalyondan ibaret geometrik örnek alternatif olarak devam ederek bir antrolak düzeni gösterir. Dairelerin içine kırmızı, yeşil porfir levhalar yerleştirilmiş, diğer kısımlar renkli mozaikle kaplanmıştır. Her kenarda karşılıklı iki ördek ve balık figürleri dikkati çekmektedir. Mozaik küplere açık ve koyu olarak üç çeşit yeşil, mavi, sarı, kırmızı olanlar taş, altın ve gümüş yaldızlı olanlarla siyah ve lacivert renkliler camdır. Kenarlarda karenin düzlenmiş yanlarından biri kilim motiflerini andıran bir süslemeye sahiptir. Diğer iki köşede renkli taşlardan birbirini kesen şeritler arasında, beyaz karelerden bir örnek görülür. Köşelerin üstünde zemin kareyi tamamlayacak şekilde taş mozaik dekorla doldurulmuştur (3) Saray kazısı sonucu bulunan mozaikler DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 337 Havuzun tabanında cam mozaikler (Y.Demiriz)(3) Kabartma harfli kitabe parçaları(Y.Demiriz)(3) 338 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Saray hamamına inen hipocaust kalıntısı( (M.Sözen)(3) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 339 Doğu yönde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan merdiven(M.Sözen)(3)İçkale’de, Virantepe, Top Tepe diye adlandırılan yığma bir tepe üzerindedir.(4) Tarihi: Yapılan kazılarda yapım tarihini verecek bir yazıt çıkmamasına rağmen, eldeki buluntular ve İçkale’deki sarayla ilintili yazıtlar, yapıyı XIII. yüzyılın başlarına en geç ilk çeyreği içine yerleştirme olanağı tanıyor. Yaptıran: Kazıların verdiği ipuçlarına göre, saray Artukoğullarından Nasirüddin Salih Mahmut bin Muhammet tarafından yaptırılmış olmalıdır. Mimarı: Elde kesin bir belge yoksa da, sarayda Evli Beden’i yapan İbrahim bin Cafer ile Yedi Kardeş Burcu’nu yapan oğlu Yahya bin İbrahim ve Cafer bin Mahmut mimar olarak çalışmış olabilir. Çünkü bu üç mimarın Nasirüddin Salih Mahmut’un yapım çalışmalarını yönettikleri anlaşılmaktadır. Yapının İncelenmesi: 1961-1962 yıllarında Prof. Dr. Oktay Aslahapa başkanlığında yaptığımız kazılar sonunda, Artukoğulları Devr i’ne ait sarayın bir kısmı aydınlığa kavuşmuştur. XVI. yüzyıldan itibaren yerli ve yabancı kaynaklarda, açık olmamakla beraber bu saray konusunda bilgilere rastlanmaktadır. Bu bilgilerin ve yapılan kazıların sonucunda, değişik özellikte bir sarayın varlığı bir dereceye kadar öğrenilmiş, böylece XIII. yüzyılın başlarına ait bir Türk sarayı daha gün ışığına çıkmıştır. İki y s I üst üste yapılan kazılar sonunda, tepenin batı kısmında, ortada bir süslü havuzu bulunan ve dört yöne eyvanlarla açıldığı anlaşılan sarayın en zengin bezemeli kısmı meydana çıkmış, ayrıca havuza suların dökülerek geldiği bir selsebilin varlığı öğrenilmiştir. Plan özelliği ve süsiemesiyle bu bölüm, sarayın en özenilerek yapılan yeri olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten Türk süsleme sanatında benzer örneğini görmediğimiz cam mozaik süsleme, havuzun zemininde yer almaktadır. Yer yer suyla ilintili ördek ve diğer hayvan motiflerinin şekillendirdiği havuzun çevresinde çini, mermer mozaik süsle*”, bu zemin süslemesini tamamlamaktadır. Ayrıca burasının açılması sırasında çıkan, cam, çini, mermer, alçı işleri sarayda değişik süsleme malzemesinin kullanıldığını ortaya koymuştur. Çini yazıtlar fazla fikir vermese de, çift başlı kartal armalı çiniler, tarihlendirme konusunda yardımcı olmaktadır. 340 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sarayın bu batı bölümünün bağlantılı olduğu mekânlar, sonradan yapılan iki su deposu sırasında bozulmuş olduğundan, durum ancak doğu kısmında yapılan kazılarda bir dereceye kadar aydınlanmıştır. Doğu kısmında yapılan araştırmalar sırasında, saraya çıkışı sağlayan merdivenler gün ışığına çıkmış, saray çıkışının, alttaki kemerin yanından olduğu düşüncesi kuvvet kazanmıştır. Ayrıca sarayın bu bölümündeki araştırmalar, bir hamamın varlığını ortaya koymuştur. Oldukça sınırlı boyutlarda yapılmış bu hamamın yanısıra bazı mekânlar, mekânları birbirine bağlayan koridorlar ve merdivenler befli olmuştur. Kısaca özetlemek gerekirse: Artuk oğulları Devr i’nden kalan bu saray, Anadolu’da karşımıza çıkan diğer saraylar içinde kendine özgü bir yer almakta, Türk mimarisinin uzun gelişimi içinde eski geleneklere bir dereceye kadar bağlı kalmaktadır. Yığma bir tepenin üzerine, Diyarbakır’ın en hâkim bir noktasına yapılan bu sarayın önce surlarla çevrildiği, az da olsa kalan izlerden belli olmaktadır. Kalan izlerden sarayın giriş noktasını bile çıkarmak mümkündür. Bu surlarla birlikte, İçkale’nin içinde ikinci bir sur karşımıza çıkmış olmaktadır. Açılan kısımların ortaya koyduğu gibi plan ve süsleme açısından bu saray, Karahan’ılar, Gazneliler, Büyük Selçuklular Devr i’nden beri gelişerek gelen özelliklere bağlı kalmış, zaman zaman bölgesel özellikler buna eklenmiştir. Mermer mozaik süslemelerde bu durum daha belirginleşmektedir. Ayrıntılarına inilip, değerlendirme yapılırsa, sarayın bir önemi daha ortaya çıkmaktadır. O da Diyarbakır’da bugün özellikle evlerde aynı geleneklerin yaşadığıdır. Böylece saray ve evlerde uzun bir gelişim çizgisini izlemek mümkün olmakta, bu bir bakıma çok şeyi açıklamaktadır. Üzerindeki su depoları, ve çeşitli nedenlerle ancak bir kısmının aydınlığa kavuştuğu bu saray, bugün üzerinde yapılan yeni eklerle özelliklerini yitirvuzlu kısmı korunabilmiştir. (4) Şekil Artukoğulları sarayının kazı planı(4) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 341 Virantepe 342 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Virantepe Dört eyvanlı divanhane (24) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 343 Artuklu sarayı ve Mühendis el-Cezeri Konuyu Prof.Dr.Zeki Tez’in bir makalesinden alıntıyla açıklıyacağız(32) El-Cezerî’nin eserinin, kesin olarak, İslâm dünyasındaki tüm Arapça makinecilik incelemelerinin en ünlüsü ve Rönesans öncesi dönemde herhangi bir kültürel alanda ortaya çıkan en önemli mühendislik belgesidir, Rönesans öncesi dönemin dünya çapında benzersiz bir mühendisidir El-Cezerî’nin Otomatlarından Örnekler El-Cezerî, birinci bölümde “finkân”, “binkam” vb. terimlerle adlandırılan su saatlerinden (Şekil 5); ikincisinde şarap meclislerinde kullanılan otomatik kaplardan, insan ve hayvan biçimindeki makinelerden; üçüncüsünde ibriktarlık rolünü oynayan hayvan ve insan figürlü otomatlardan; dördüncüsünde kesilip akan çeşitli fıskiyelerden, kendi kendine saz ve düdük çalan makinelerden; beşincisinde kuyu ve ırmaklardan su çıkaran tulumbalardan; altıncısında ise saray hizmeti gören çeşitli makine, şifreli kilit vb.den söz eder. Eserde toplam 50 dolayında ilginç buluş yer almaktadır. Şekil 5. El-Cezerî’nin ünlü kitabından fil şeklindeki su saati (olasılıkla Fahr ibn Abdüllâtif tarafından kopya edilmiş Memlûk okulu minyatürü (Kahire, 1315). 344 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 6. El-Cezerî’nin ünlü otomatlar kitabından, mumun yanma süresinden bağımsız şekilde zamanı otomatik olarak gösteren mumlu saat (Freer Gallery of Art, Smithsonian Institution, Washington). DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 345 El-Cezerî’nin kısaca Kitab el-Hiyel adıyla bilinen yapıtı su saatleri, kandilli saatler (Şekil 6), otomatlar, fıskiyeler ve çeşitli karmaşık düzeneklerin anlatımını içermektedir. Bu kitap, en küçük parçasından bütününe dek makinelerin kurgulanması için teknik ölçü ve bilgileri içermektedir. Kitabın en önemli yanı da, daha sonra konuyla ilgilenenlerin kurgulayabileceği şekilde başarıyla açıklanmış olmasıdır. İslâm’da insan ya da hayvan figürlerinin tasviri yasak sayılmışsa da, böyle figürler, özellikle İslâm dünyası otomatlarında çok benimsenerek kullanılmıştır. Şekil 7. Diyarbakır Artuklu sarayı kalıntısı sekiz köşeli havuz (Fotograf: Adil Tekin). Topkapı Sarayı’ndaki 3472 nolu nüshada resim ve şekillerin bizzat el-Cezerî tarafından çizildiği; yazıların ise el-Haskefî tarafından 10 Nisan 1206’da kopya edildiği yazılıdır. El-Cezerî‘nin özgün yapıtı ise 16 Ocak 1206’da tamamlanmıştır. Eserde 174 çizim vardır. Topkapı nüshasında el-Cezerî’den “Rahmetullah’’ diye söz edilmesi, el-Cezerî’nin bu iki tarih (16 Ocak-10 Nisan 1206) arasında vefat ettiğini gösterir. Kitabın bölümlerinin içerikleri şöyledir: 346 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 1.Bölümde: Binkam (su saati) ve finkân’ların (kandilli su saati), “saat-i müstevîye” ve “saat-i zamânîye” olarak nasıl yapılacağı konusunda 10 şekil, 2.Bölümde: Şarap meclisleri ile ilgili kap-kacakların yapılması konusunda 10 şekil, 3.Bölümde: Hacamat (kan alma) ve abdestle ilgili ibrik ve tasların yapılması konusunda 10 şekil, 4.Bölümde: Havuzlar ve fıskiyeler ile müzik otomatları konusunda 10 şekil, 5.Bölümde: Çok derin olmayan bir kuyu ya da ırmaktan suyu yukarı çıkaran tulumbalara ilişkin 5 şekil, 6.Bölümde: Birbirine benzemeyen çeşitli düzeneklerin [Âmid (Diyarbakır) kentindeki hükümdar sarayı için dökme pirinçten kapı (Şekil 8), açıölçer, çalar saat, şifreli kilitler (Şekil 9), kapı sürgüleri vb.] yapılışı konusunda 5 şekil. Şekil 8. El-Cezerî’den: Âmid kentindeki Artuklu Sarayı’nın 4 m yüksekliğinde ve 1, 5 m eninde dökme pirinçten iki kanatlı kapısının tek kanadından bir ayrıntı. Orta kısımda kafes biçimli altı köşeli ve sekiz köşeli yıldız motifleri ve çokgen geometrik örgüler, çevresinde kûfî yazı ile “Mülk, tek ve kadir-i mutlak olan Tanrı’nındır” sözleri yer almaktadır. Üst kısımda pirinç bir levha ve dökme pirinçten görkemli bir işçilik ürünü olan yağmurluk vardır. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 347 Şekil 9. El-Cezerî’nin şifreli sandık kilidinde şifre silindirlerinden birinin yandan (ÜSTTE) ve üstten görünümü (ALTTA). Bu kilitte, her birinde döner üç disk üzerinde 16’şar harfin yer aldığı dört adet şifre silindiri yer almaktadır. Kasayı açabilmek için disklerin üzerindeki 16’şar harfi 3 x 4 = 12 kez doğru konuma getirmek gerekir ve bunun olasılığı: (1/16)12 = 3, 5.10-15 (katrilyonda üç buçuk olasılık!) (32) 348 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 10. El-Cezerî’nin, müzisyenli su saati: Yukarıda zodyak işaretleri, altında on iki hücreli bölme; ilkinde görülen figür her saat başı bir yandaki bölmeye geçiyor. Onun altındaki metal toplar, şahinlerin gagasından pirinç kâselerin içine düşürülürken müzik sesi çıkıyor; en altta ise beş müzisyenli orkestra müzik yapıyor. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 349 Şekil 11. El-Cezerî’nin, müzisyenli su saatinin başka bir değişkesi. El-Cezerî, kitabın başka bir yerinde Hükümdar Mahmud’un hizmetkâr ve cariyelerin abdest suyu dökmelerinden hoşlanmaması nedeniyle, onun için otomatik abdest alma makineleri geliştirdiğini söylemektedir. Tavus kuşu biçimli böyle bir otomat çalıştırıldığında, ağzından abdest suyu dökülüyordu (Şekil 12, Şekil 13). 350 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 12. El-Cezerî’nin, abdest almak için kullanılan tavus kuşu biçimli çeşme otomatı: Bir konuk, ellerini yıkamak üzere tavus kuşunun önüne geldiğinde, mekanik bir cariye, kutudan dışarı çıkarak ona bir miktar sabun sunmakta; su belirli bir miktarda aktıktan sonra kesilmekte ve başka bir mekanik cariye, elinde havlu ile ortaya çıkmaktadır (El-Cezerî’nin eserinin bir 14. yüzyıl nüshasından). (32) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 351 Şekil 13. Tavus kuşlu abdest alma otomatının bir değişkesi. Başka bir otomat ise, sağ elinde ibrik, sol elinde tarak ve havlu tutan bir çocuğun bulunduğu kürsü, kürsünün yanında, içinde kuyruğu kürsüye bitişik ve gagası zemine doğru uzanmış bir tavusun bulunduğu havuz ve kürsünün üzerindeki dört sütuna yerleştirilmiş kubbe ve üzerindeki bir kuştan oluşmaktadır. Bunda su ibrikten aktığı sürece kuş ötmektedir. Akan su havuzda birikir ve tavus suyu içer; su bittiğinde çocuk, sol elindeki havlu ve tarağı uzatır (Şekil 14, Şekil 15). 352 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 14. El-Cezerî’den otomatik abdest alma makinesi: Otomatın bir elinde ibrik, diğerinde tarak ve havlu bulunmaktadır. (32) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 353 Şekil 15. Abdest alma otomatının başka bir minyatürü. . 354 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 16. El-Cezerî’den, hacamat sırasında alınan kan miktarını ölçen iki kâtipli tekne biçimindeki otomat: Alınan kan miktarı arttıkça bir makara hareket ederek, yukarıdaki iki kâtibin dönme hareketine yol açar. Kâtiplerden biri derecelendirilmiş bir daire üzerinde işaretli bir noktayı gösterirken, diğeri aynı tarzda, bir yazı levhasına not alır (1315 tarihli Suriye kopyasından, Freer Gallery, Washington). (32) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 355 Şekil 17. Kan alma otomatının başka bir değişkesi. 356 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil 20. El-Cezerî‘den hayvan gücü ile çalışan, zincirli kova ile donatılmış su yükseltici makine: Bu tür düzeneğin, İÖ 600’lerde Babil Krallık Sarayı’ndan kaynaklandığı ve en geç İÖ 1. yüzyılda kullanımda olduğu öne sürülmektedir (belki de Babil’deki ünlü “Semiramis’in asmabahçeleri” bunlarla sulanmaktaydı!) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 357 Şekil 21. El-Cezerî’den silindir biçimli çift-etkili emme tulumba. 358 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Onun ilginç kurgulamalarına son görsel örnekler olarak sürekli biçimde flüt sesi çıkaran terazili bir düzenek (Şekil 22) ile bardak şeklindeki su saatinden (Şekil 23) söz edebiliriz. Şekil 22. El-Cezeri’den: Sürekli çalan bir flüt için terazili araç. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 359 Şekil 23. El-Cezeri’den: Bardak şeklinde su saati. (32) 360 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 19. yüzyılda İçkalede Osmanlı Sarayı ve Hükümet Konağı XIX. yüzyılda Diyarbakır valilerinin ikâmetine ayrılan Saray îç Kale’de bulunmaktaydı. Bugün için tamamen yıkılmış olan bu Osmanlı Sarayı hakkında 1654-1655 (H. 1065) yılında Diyarbakır’ı ziyaret edenyEvliya Çelebi îç Kale’yi anlatırken şu bilgileri vermektedir . “....İçinde yüzelli odalı, birkaç divahâneli bir büyük saray vardır. Her gelen vezîr ve vükelâ buraya birer oda ve hamam, havuz, şadırvan yaptırmakla kat kat süslü bir saray olmuştur. Bütün pencereleri, balkonları Şattülarab’a, Sahra’ya ve Karatepe adlı vadilere bakan manzaralı bir yerdir. Sarayın eski bir divanhanesi var. Eski Sultânlar binasıdır. Bu Sarayı yaptıran Bıyıklı Mehmet Paşa’dır. Hayli geniş büyük bir saraydır. Daima bekçileri hazır olup beklerler...” \ 1804 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden înciciyan ise Saray hakkında vermiş olduğu bilgilerde “...Kale içinde Altın Saray ve Sultan Sarayı denilen iki konak vardır.Altın Saray’da yaldız kafesli bir köşk içinde paşa tayinini takip eden ilk Cuma günü divan kurularak, şehir ileri gelenlerini kabul eder. Paşalığı için gönderilen fermanı okur. Sultan Sarayı paşanın ikametine ayrılmıştır. Paşa konağı da buradadır. Bunlardan başka bayram ve merasim günlerinde topların atıldığı Viran kale denilen kale vardır...” demektedir Görüldüğü gibi Evliya Çelebi’nin verdiği bilgileri, înciciyan da doğrulamıştır. Bunun yanı sıra Viran Kale’deki Artuklu dönemine ait sarayın Mayıs 1766 da Diyarbakır’ı ziyaret eden C. Niebuhr ve 1815’te Diyarbakır’a gelen J.S. Buckingham harap olduğunu bildirmişlerse de, bunun ne zaman olduğunu tesbil ekmek hayli güç görünmektedir. Ancak Osmanlı Sarayı ile bu eski saray karıştırıldığından, bu hususun özellikle göz önünde tutulması gerekmektedir. XIX. yüzyılda varlığını tesbit ettiğimiz Saray’dan günümüze birşey kalmamıştır. Sarayın yeri konusunda Basri Konyar, 1936 yılında şu bilgileri vermektedir îçkale’de Evliya Çelebi’nin bahsettiği saraydan bir iz kalmamıştır. Yalnız çeşme vardır. Hamamın bu çeşme karşısında bulunan Evkaf Dairesi bitişiğinde olduğu ve eski sarayın da Umum müfettişlik garajı önündeki çınar ağacının bulunduğu sahayı yakın zamanlara kadar harap ve yıkık vaziyette işgal eylediği mervidir...”. Görüldüğü üzere verilen bilgilerden, sarayın yerini tesbit etmek oldukça güçtür. Ancak Evliya Çelebi ve înciciyan’ın verdiği bilgilere göre, Osmanlı sarayının şimdi Müze olarak kullanılan binanın üst köşesinden başlayıp, îç Kale’de yine şu anda Askeri Garaj olarak kullanılan kışıma kadar uzandığı söylenebilir. Büyük ihtimalle saray îç Kale’nin Kuzey-Doğu köşesinde idi. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 361 XIX. Yüzyılda Diyarbakır’da görev yapan “Vezirlere tahsis kılınan Sarây-ı Ali’nin yerini kesin olarak tesbit etmek mümkün olmamıştır. Bununla birlikte bu dönemde sarayın fizikî durumunu aydınlatan, 7 Haziran 1801, 13 Mart 1818 ve 2 Nisan 1826tarihli “Sarây-ı ‘Alî Mefruşat kayıtlarından” incelediğimiz dönemde Sarayın odalarını ve Saraya dahil köşk ve konakları tesbit etmek mümkündür. Buna göre cami köşkü, divan efendisi köşkü, voyvoda konağı ve mütesellim konağı, saray’a dahil yapılardır. Aynı zamanda Sarayın bir de hamamı vardı. Saray’da bulunan ve doğrudan valiye ayrılmış odalardan başka, pek çok oda bulunmaktaydı. Bu odalarda valinin kapu halkı kalmakta olup, söz konusu odalar şunlardı: Tütüncü odası, kapucular kethüdası odası, şamdan ağası odası, baş çavuş ağa odası, iç çukadar ağa odası, kaftan ağası odası, silâhdar ağa odası, alemdar ağa odası, hazinedar ağa odası, miftah ağa odası, peşgir ağa odası, ibrikdar ağa odası, kahya odası, kethüda odası, imam efendi odası, delilbaşı odası, haytabaşı odası, baş çukadar ağa odası, ikinci kavvas odası, ve mühürbaşı odası. Bunun dışında kalan odalar ise arz odası, camlı oda, mâbeyn odası, derûn-i mâbeyn odası, misafir odası ve haremdi. Diyarbakır valiliğine tayin edilen kişiler kapu halkları ile birlikte sarada oturuyorlardı. Saraya dahil olan konakların birisi ise idarî işlere ayrılmıştı . Tayin olunan valiler daha göreve başlamadan önce gönderdikleri buyruldular ile Sarayın tamir edilmesini ve oturmaya hazır hale getirilmesini istiyorlardı. Sarayda gerek bu sırada ve gerekse ihtiyaç duyulduğunda çeşidi tamirler yapılıyordu. 13 Eylül 1817 tarihli vilayet masraf defterinden, 1 Eylül 1818 tarihli Salyâne hesap defterinden 14 Mart 1823 tarihli umûr-ı belde masraf defterinden 7 Eylül 1823 tarihli vilayet masraf defterinden ve 4 Nisan 1840 tarihli salyâne defterinden Vali tayinleri sırasında sarayın tamir ettirilmesinin yanı sıra ihtiyaç duyulduğu zamanlarda da bir takım tamiratların yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Diyarbakır’da XIX. yüzyılın ilk yansında yukarıda da belirtildiği üzere, valiler idare ile ilgili işleri, Saray’da bu işler için tahsis edilmiş kısımda yürütmüşlerdir. Dolayısı ile diğer yönetim örgütlerinin de, İç Kale’de olduğu görülmektedir. XIX. yüzyılın ikinci yansı için bilgi veren kaynaklar, Hükümet Konağının, Iç Kale’de olduğunu kaydetmektedir. Tahminen Hükümet konağı, Iç Kale’nin tam doğusunda yer almaktaydı. Dolayısı ile XIX. yüzyılın ilk yarısında da “Hükümet konağı”nın büyük ihtimalle aynı yerde olduğu ve şehir yönetiminde görevli kişilerin burada oturdukları söylenebilir. Öte yandan Nüfus Nazın, Jurnal Katibi, Nüfus kâtipleri, Bina Emini, Kalhane Nazırı, Mukayyid, Sandık Emini ve Kaimmakam gibi görevlilerin yanı sıra, Diyarbakır eyaleti Maliye Memuru, Evkaf Müdürü ve Defterdarının da, Diyarbakır’da Hükümet konağında kendilerine tahsis edilen bölümlerde vazife yaptıktan görülmektedir, Esasen yukarıda Saray 362 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER hakkında verilen bilgilere bakılarak, hükümet konağının/saraya dahil olduğu söylenebilir. Bununla birlikte saraydan geriye bugün için hiçbir şey kalmamış, ancak Hükümet daireleri olarak kullanılan resmî yapılar yıkılmayarak ayakta kalmışlardır(2) Evliya Çelebi’den öğrendiğimiz kadarıyla Amid’de yetmiş beş büyük konak ya da sarayın varlığı anlaşılmaktadır. Buna göre ilki İçkale’deki Paşa Sarayı, diğerleri sırasıyla Kethüda Sarayı, Molla Sarayı, Ruznameci Hüseyin Efendi Sarayı, Kaya Çelebi Sarayı, Hacı Musa Sarayı, Bezikîoğlu Sarayı, Osman Paşa Sarayı, Nakibülislam Sarayı ve Rumiye Şeyhi Sarayları olmak üzere ilk akla gelenler olarak sıralanır. Belgelerde ise karşımıza yukarıdakilere ilaveten Mehdi Mahallesindeki İskenderpaşazade Sarayı çıkmıştır.(39) Mervani sarayı Dıngılhava hava denilen bölgede Mervani sarayı bulunmaktaydı. Şeyhoğulları konağı Fatihaşa caminin kuzeyinde Uğurlu meydanda bulunmaktadır.Daha sadrazam olan Özdemiroğlu Osman paşanın da burada ikamet ettiği ifade edilir Şeyhoğulları konağı DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 363 Şeyhoğulları konağı 364 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şeyhoğulları konağı DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 365 Çizim.O.C.Tuncer (8) Kuzey uzun kenar (sokak yüzü) 22, 49 m. gelir. Kubbeli orta alanda eksende (eni 1, 06 m ve yarıdan fazlası gömük) bir kapı ile hemen yakınında sağ ve solunda birer penceresi vardır. Tonozlu yan kolların kuzeye ikişer penceresi olup. bu 6 pencere üstü teğet kemerle kapanan girintiler içine alınmışlardır. Derinlikleri farklı olup, enleri 1, 201, 40 m arasında değişir. Pencerelerin lentolarından yukarıda 4 sıra daha kalacak biçimde teğet kemerler yüksek tutulmuştur. Ayrıca eksendeki 2 pencerenin söve ve len- tosunu 4 cm eninde, içbükey profilli bir ters u çerçeve dolanır. Kapının almaşık basık kemeri, pencere lentolarından daha aşağı kotta olup, üstünde derzi şaşırtılan bir taş varsa da yazısız ve çerçevesizdir. Aynı eksende bir üst pencere vardır. Yan kanatların duvar kalınlığı 1, 47 m iken eksendeki 15 cm kadar incelir.(34)Üstü tuğla tonozla örtülen sağ (batı) kanadın ekseninde sokağa (batıya) açılan bir pencere vardır. Kümes nedeniyle simetriğindekini (doğu kanat) belirleyemedik. Ancak bitişiğindeki ev nedeniyle sağır olması gerekiyor. 7, 66 m gelen batı ve 7, 50 m’lik doğu kanadına karşılık, güneye uzanan tuğla tonozlu 3. kol 4, 06 m derinlikte, 4, 77 m eninde olup, yan odalara birer kapısı ve güneye açılan 2 penceresi vardır. Yapıya arka yüzden baktığımızda her iki odanın kapıya rastlayan kuzey kesiminin kemerli olduğu görülür. Bunun yanıtını batı yöndeki sokak pencereleri açıklamaktadır.(34). Bunun yanıtını batı yöndeki sokak pencereleri 366 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER açıklamaktadır. Bu odaya bakan 2 pençere vardır ve dikdörtgen alanı kareye çevirmek için böyle bir tonoz uzantıya gerek duyulmuştur. Ön yüzün tersine batıdaki 3 pencerenin kemerli ön girintileri yoktur ve 4 düşey, 9 yatay demir parmaklıkları yerinde durur, ön yiizdekilerde 4 düşey, 9 yatay demir parmaklık yuvaları vardır. (34) Tek katlı yapı, tonozlu kolları doğu, batı ve güneye uzanan, kubbeli orta alanlı bir ters T’ye göre düzenlenmiş ve boş kalan güneydoğu ile güneybatı köşelerine de birer oda yerleştirilerek dikdörtgen içine alınmıştır. Kubbeli orta alanda eksende (eni 1, 60 m ve solunda fazlası gömük) bir kapı ile hemen yakınında sağ ve solunda birer penceresi vardır. Tonozlu doğu kolun kuzeye iki penceresi olup, bu 6 pencere üstü teğet kemerle kapanan girintiler içine alınmışlardır. Derinlikleri farklı olup, enleri 1, 20-1, 40m arasında değişir. Pencerelerin lentolarından yukarıda 4 sıra daha kalacak biçimde teğet kemerler yüksek tutulmuştur. Ayrıca eksendeki 2 pencere lentolarından daha aşağı kotta olup, üstünde derzi şaşırtılan bir üst pencere vardır. Yan kanatların kalınlığı 1, 47 m iken eksendeki 15 cm kadar incelir. Üstü tuğla tonozla örtülen sağ(batı) kanadın ekseninden sokağa(batıya) açılan bir pencere vardır. Küme nedeniyle simetriğindeki (doğu kanat) belirlenemedi. Ancak bitişiğindeki konak nedeniyle sağır olması gerekiyor. 7, 66 m gelen batı ve 7, 50 m’lik doğu kanadına karşılık, güneye uzanan tuğla tonozlu 3.kol 4, 06 m derinlikte, 4, 77 m eninde olup, yan odalara birer kapısı ve güneye açılan 2 penceresi vardır. Yapıya arka yüzden baktığımızda her iki odanın kapıya rastlayan kuzey kesiminin bir kemerle derinleştirilmiş olduğu görülür. Bunun yanıtını batı yöndeki soka pencereleri açıklamaktadır.(35) Şeyhoğulları 869-899 Diyarbakır ismi nereden geliyor. Orijinali Diyarbekrdir.Hz.İbrahim oğlu Hz.İsmail ve onun da oğlu Adnan ve onun da oğlu Rebia ve onun da torunu Bekr bin Vail… Sahabe ordularının Diyarbakırı fethinden sonra Dicle kenarında ikamet eden Hz.İbrahim soyundan Bekr bin Vail Diyarbakıra yerleşir ve çoğunluğu teşkil eder ve şehre de ismini verir Hz.İbrahim soyu ve Diyarbakır: Daha önce ismi Amid olan Diyarbakır’a İslamdan önce Tağlip bin Vail ve Bekr bin Vail olmak üzere Arap kabilelerinin bölgeye yerleşmesinden sonra Amid’in adı Diyar-ı Bekr olmuştur. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 367 Kurşunlu camii ve Şeyhoğulları konağı (31) Diyabakır fethinden önce Bizanslılar ve Sasaniler arasında savaşlar devam edip ve Amida iki güç arasında el değiştirip dururken, Bizans imparatorluğu iyice zayıflamıştı.Sasanilerde de taht kavgaları vardı.Bu durum, Amida ve çevresinde oluşan bu sınır bölgesinde bir iktidar boşluğu yapmıştı.Zaten büyük çoğunluğu Habur havzasında Tağlip bin Vail ve Dicle kenarında Bekr bin Vail kabilelrrine mensup bazı göçebe Araplar Diyarbakır, Silvan, Mardin, Hasankeyf ve Erzen bölgelerine İslamdan önceyerleşmişlerdi.Bu uygun ortamdan yararlanan Müslüman Araplar, Halife Ömer zamanında, İyaz bin Ganem komutasındaki bir orduyla Amida’yı kuşatmış ve kiliselere dokunulmaması, fakay yenilerinin de yapılmaması hükmünü ihtiva eden bir anlaşmayla şehri fethetmişlerdir. Bundan sonra Bekr kabilesinin göçebe ve yarı göçebe olan muhtelif kollarının, özellikle Şeyban ve Yeşkur kabilelerinin bölgeye yerleşmesi hızlanmıştır.Eskiden beri süregelen Arap göçleriyle iskan edilen El-Cezire, buraya yerleşen Arap kabilelerinin adıyla anılan iki bölgeye ayrılmıştı:Diyar-ı Rebia ve Diyar-ı Mudar. 9. yüzyılda Rebia’dan sayılan Bekr bin Vail kabilesine mensup çeşitli gruplar, yukarı Dicle havzasında yoğunluk kazanmışlar, 368 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER kırsal kesim dışında şehir ve kasabalara da yerleşmişlerdi. Hatta Bekri Arapları çoğunluğunu teşkil eden Şeybaniler, diğer adıyla Şeyhoğulları, burada otuz yıl süren (869-899) bir emirlik kurmuşlardı.Emirliğin merkezi Amid idi.Silvan ve Mardin de buraya bağlıydı.Bu sebeple Rebia’dan ayrılan bu bölge Bilad u Bekr veya Diyar-ı Bekr adıyla ayrı bir idari birim, ayrı bir vilayet oldu (9) Bu durumda yukarıda belirtilen isimlerin şecerelerine göz atalım: Hz.İbrahim’in soyundan Adnan oğulları iki kola ayrılır:Rebia ve Mudar Rebia>Esed>Efsa>Kasit Kasit ise Tağlib ve Bekr diye iki evlat veriyor (10 ) Sonuç: Diyarbakır’ın temelini Hz.İbrahim’in soyu oluşturmuştur. İsmi de onun evlatlarından Bekr’den gelmektedir 869 senesinde Emir Îsâ, Abbâsî halîfelerinin umûmî vâlisi olarak tâyin edildi. Fakat Emir Îsâ, halîfeye bağlı olarak bağımsızlık îlân etti. 869-899 arasında 30 sene Şeyhiler Hânedânı olarak Emir Îsâ, Emir Ahmed ve Emir Muhammed bölgede hüküm sürdüler. Halîfe Mütazıd, Amid’e gelip Şeyhiler Hânedânını ortadan kaldırdı. 899’da Abbasiler Şeyhoğulları (Hz.İbrahim soyu)idaresine son verdi. Ancak itibarları her zaman devam etti.Örneğin 19.asırda Şeyhoğulları ile vali deli behrampaşa arasında çıkan ihtilafta halk Şeyhoğullarının yanında oldu.(11) Nasuhpaşa camii(eski hal)ve yıkık minare DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 369 Deli behrampaşa iç kaleden attığı toplarla Nasuhpaşa camii minaresinin yıkılmasına neden olmuştur 1819 yılındaki ayaklanma sırasında İçkaleden atılan top mermilerinden birinin minaresine isabetiyle, minaresinin üst kısmının yıkılmasından dolayı, halk arasında uzun yıllar “Kot Minare”(Güdük Minare) diye anılmıştır. 1972 yılında Vakıflar bölge Müdürlüğü, camii esaslı bir onarımdan geçirirken minaresini de aslına uygun biçimde onarmıştır. (11) 1639 yılı başlarında Bağdat fethinden dönerken Diyarbakır’a gelen ve burada 71 gün kalan Osmanlı Padişahı IV. Murad’ın kaldığı, bir adı da ÇARBAĞ olan tarihi Cihannüma Köşkü Kırklardağı eteklerindeydi ve 25-30 yıl öncesine kadar büyük bölümüyle ayaktaydı. Kırklardağı’nın eskiden mesire yeri olarak da kullanılan yarım ay şeklindeki eteklerinde kurulu olduğu için halk arasında KAVS Köşkü olarak da anılan Cihannuma Köşkü başlangıçta Şeyhoğulları ailesine ait iken, sonradan Gürani ailesinin tasarrufunda iken geniş arazileri ile birlikte Dicle Üniversitesi’nce istimlak edilmişti. Buranın koruma altına alınamaması yüzünden ne yazık ki bu tarihi köşk de bakımsızlıktan ve define avcılarının bilinçsizce yaptıkları kazılarla tümden yıkıldı, taşları ve üzerindeki kitabeler de talan edildi. Cihannüma Köşkü gibi, Diyarbakır kent merkezinde ve bağlarda pek çok köşk ve konak da kimi bakımsızlıktan, kimi de sahiplerinin kenti terk ederken değerbilmez kimselere satmaları sonrasında harap oldu.(12) Kavs (Cihannüma) Köşkü Çarbağ Köşkü olarak da bilinir. 1991 yılına kadar ayakta kalabilen ancak ilgisizlikten tamamıyla yıkılan bu köşk, Kavs köyünde Dicle’nin karşı tarafında Kırklardağı’nın eteklerinde yer almaktaydı. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII. Başlarına tarihlenmektedir. Siyah bazalt taş ve beyaz kalker taştan örülü, iki katlı bir yapıdır.güneydoğuya bakan büyük bir eyvanı, hamamı ve camisi ile oldukça büyük bir kompleks oluşturmuştur. Evliya Çelebi köşkü şöyle anlatır.”meşhur bir irem bağıdır hatta Bağdat Fatihi 370 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER IV.Murat, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve iş-ü işret etmiştir. Bu gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi imkansızdır”.(13) Büyük bir eyvanı, hamamı ve camisi ile oldukça büyük bir kompleks halinde yapılan köşk; 1991 yılına kadar ayakta kalmış fakat ilgisizlikten tamamıyla yıkılmıştır (14) (17) 1971 Seman köşk (18) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 371 Seyrantepe IV.Murat Köşkü Darul Muallimin öğrenci ve öğretmenleri Sultan) IV.Murat için Seyrantepede yaptırılan köşkün kalıntıları önünde (1910). (19) Sultan IV.Murat için Seyrantepede yaptırılan köşk 1930larda yok olmuştur. Cemilpaşa konağı-1955 372 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ahmed Cemilpaşa Tarihi Köşkler’den önemli bir köşk olarak Cemiloğlu konağını ele alalım Cemil paşa konağı, eski bir yanardağ olan Karacadağ’ın lavlarının oluşturduğu taşlardan yapılmış.Ayrıca beyaz taşlar da dekor içinde kullanılmıştır. Kara ikliminin yaşandığı Güneydoğuda yazları çok sıcak ve kışları da bayağı soğuk geçince, evler de genellikle bu duruma göre yapılır.Nitekim Cemil paşa konağında yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümler mevcut son derece dayanıklı olan bazalt taşının mimaride kullanılması, konağı doğa koşullarına karşı, Diyarbakır’ın surları gibi dayanıklı kılmış. Konağın selamlık bölümündeki konsollardan birinin üzerindeki hicri 1305(M.1887) tarihinde inşaata başlanıldığını, 1306(M.1888) tarihinde ise, Konağın tamamlandığını anlıyoruz.Yine aynı girişin ahşap kapı kanatlarının üstte, kemere yakın yerinde, çerçeve içinde ve iki satır halinde olmak üzere, yine konağın hizmete giriş tarihi olan 1306 (M.1888)’e yer verilmiştir. Bu ikinci satırdaki 1902 tarihi, Siirt mutasarrıflığı ve Yemen valiliklerini yapmış, tarih adam Cemil paşanın vefat yılı olarak(1902) Arapça rakamlarla belirtilmiştir. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 373 Selamlık bölümüne sokak ve haremliyken olmak üzere, iki kapı açılıyor. Geniş havuzlu bahçesi, ahırı, misafir ağırlama odaları ve diğer yapılarıyla Cemil paşa konağı bir saray gibi. O yıllarda en az elliden fazla görevliler için yapılmış ek binada da temizlik, çocuk bakımı, yemek yapma gibi işleri gören kadın ve erkek, bir çok hizmetlinin yaşadığını, yine yazılı ve sözlü kaynaklardan öğreniyoruz. Konakta bazalt taşının siyah etkinliğini azaltmak için Cıs denilen motiflerle, beyaz renkli çiçekler yapılmış. Onların zemini de Horasan döşeme ile kaplanmış, tavanlar ise ahşap olup kirişler genellikle kavak ağacından oluşturulmuştur. Odaların önemine göre bu kirişler ya düz veya oymaklı şekiller verilerek boyanmıştır. Ceviz kapaklı dolaplar, süslü bacalar ve alçı bezemeli büyük beşgen nişlerle, Cemil paşa konağı tam anlamıyla muhteşem bir tarihi yapıyı sergiliyor. Dilerseniz gelin bu muhteşem konağın yıllarca önce verdiği hizmeti, Cemil paşanın torunlarından Ekrem Cemil paşa’nın kendisinden dinleyelim Ben yirmi bir yaşına gelinceye dek Cemil paşa konağı denilen saray, bir şato, belki de kışla görünümünde olan bu muazzam konakta yaşadım. Yirmiden fazla hanım, en az onlar kadar hizmetçi ve işçi, otuzdan fazla çocuk bu muhteşem yapıda yaşardı. Selamlık dairesinde de yirmiden fazla hizmetçi vardı. Kahveci, oda hizmetçileri, sofra hizmetçileri, çıraklar… Harem ve selamlık dairelerinin çiçek bahçelerinde akasya ve leylak gibi süs ağaçlarından başka, kırk ve elli kadar da elma, armut, kayısı, şeftali ve dut türünde meyve ağacı vardı.Her dairede suyu gece-gündüz akan havuz ve çeşmeler vardı. Biz çocuklar ilk yüzmeyi bu havuzlarda öğrendik.Yine biz çocuklar üç grup oluşturmuştuk. Dadılar, bebeklerle ve en küçüklerle uğraşırdı. Bizim gibiler de herkes kendi yaş grubuyla gezerdi Böyle diyor Ekrem Cemil paşa. Ders saatlerinden sonra eğlenceli vakitler geçirip bahçedeki ağaçlara tırmanışları ve meyve toplayıp hizmetlilere takdim edişleri, dün gibi aklında. Sekiz yaşından itibaren onlara binicilik öğretmek için çeşitli boyutlarda Şam eşekleri alınmış. Selamlık dairesinin bir de ahırlık bölümü var Cemil paşa konağının. Bu bölümde avlu, akrabalık, samanlık ve çeşitli genişliklerde hayvanlar için yer yapılmış (15) 374 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 1971 Cemil paşa konağı (16) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 375 1971 Cemil paşa konağı (16) Harem bölümü, ortada bahçesi ve eliptik havuzu olan dikdörtgene çok yakın kocaman avluyu (-700 m3) 4 yönde çevreler. Güney kanat yıkılmış, ancak avlu duvarının doğu yansı kalmıştır. Batı ve kuzey kanat tek katlı ve bodrumlu olup, eyvan ve 2 odalı birimler ile ıslak alanı içerir. Doğu (2 katlı ve bodrumlu) kanat giriş aralığı, dama çıkış ve yine 2 odalı bir eyvan biriminden oluşur. Güneydoğuda 2 aşamalı eyvan avluya taşar. Selâmlık kapısı ayrıdır. Yemek servisi için harem bölümü girişinde dolap vardır. Dörtgen alanın batısı sağır, kuzeyi servis, doğusu ahırlarla çevriliyken, güneyi avluya (-420 m3) taşkın kare plânlı büyük bir salon (üstte), altta eyvan ve bunu 3 yönde çevreleyen kapalı alanlardan oluşur. Geniş açık ve kapalı alanlarından, sandıklama ve labrikenli tavanlarından, alçı duvar dolaplarından, beşer dilimli almaşık pencere kemerlerinden, özel banyosundan, su haznesinden, her kanattaki eyvanlanndan gömülü özel merdivenlerinden kapı kanat ve pencere parmaklıklarından anlamak şansı günümüzde de var. Aynca teknik bazı ilkleri de içeriyor. Sözgelimi selâmlığın avluya taşkın odasında açıklık 7, 07 m ve ortasındaki basık kemer, 3, 58 ile 3, 69 m enindeki 2 bölümü taşıyor (zemin kat plânına bakınız). Tavan yükseklikleri fazla. Kuzey yönde doğu uçtaki 2 kanatlı harem kapısında 1306 ve 376 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 1320 tarihleri var. ( 2014’e göre 130 yıllık yıllık). Aynı tarih buradaki ahşap bingide de var. Harem bölümü batı mevsimlik kesimi eyvanı 2 aşamalı taş bingisinde de 1606 (h: 1015) tarihi okunuyor. Böylece 4 asırlık bir yapı sanatı tüm görkemiyle kültürel ve mimarlık mirasını omuzlarında taşımanın yorgunu. Almaşık 5 dilimli kemerler bunların üstünde yatay süsleme, çok ritmik saçak taş bingileri her yönde yapısal özenini ve özgünlüğünü koruyor. Banyo bölümünde kaim meşe kirişe oturtulan tavan sal taşlan bir o kadar ilginç. Bodrumda basık kemerlere oturtulan sal taşlı döşeme, kuyusu ile hep gözümüzün içine bakıyor(36) İskenderpaşa Konağı Diyarbakırm ilk valilerinden İskenderpaşa’nm vali iken oturduğu bu evde halâ o ailenin mensupları oturmaktadır. îskenderpaşa (H. 969) dan itibaren 14 sene valilik etmiştir. Bu hesaba göre ev 400 seneliktir ;evin ahır kısmının üstünü örten tonoz ve kubbeler çepbalerinde beyaz taş bulunması bu eskiliğin alâmetidir. Evin selâmlık kısmı yıkılmıştır. Hali hazırda bir kısmının harabeleri mevcuttur. Planlar narem dairesine aittir. Üç büyük kırık kemerli havuzlu eyvan ile buradan girilen üç oda ve bu kısmın oda yanında havuzsuz, eyvan ve selâmlık geçidi ile üst kısımda merdivenle çıkılan çardak denilen adalardır. Bunların aa yanında ahır kısımları bulunmaktadır. Şimale bakan bu kolda Bodrum katı yoktur. Zemin ile birdir. Bu kısım yazlıktır. Büyük havuzlu eyvan bir yaz odasıdır. Şimale baktığı için yazın güneş almaz ve havuzu da olduğundan serin olur. Evin şarka bakan kolu kışlıktır. Kışın güneş alnr. Bu kısmın altında bodrum katı vardır. Buraları kiler olarak kullanılır. Serin olur. Üstünde ufak bir eyvandan girilen ve avluya bol pencereleri bulunan iki oda ve arka planda koltuk denen ikinci derecede planlar bulunur. Bu odalar sandık odası vazifesini de görür. Planda da görüldüğü gibi evin iki kolu geniş avluyu cenup ve garpten sarmıştır. Avluda havuz ve çiçek bançeleri bulunur. Avluya şimal tarafındaki bir kapıdan girilir. (21) İskenderpaşa konağı DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 377 İskenderpaşa konağı 378 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER İskenderpaşa konağı DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 379 İskenderpaşa konağı 380 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır merkez Sur İlçesi’nde bulunan tarihi İskender Paşa Konağı, 1551 yılında Diyarbakır Valiliğine atanan ve on dört yıl burada valilik yapan Diyarbakır’ın 12. Valisi İskender Paşa tarafından yaptırılmıştır. Konak, tipik Diyarbakır ev mimarisini yansıtmaktadır. Birbirine yapışık iki blok halinde yapılmıştır. Yaklaşık 35x35 m. boyutundaki büyük avlunun (1225 m2) zemini tamamen taştandır. Avlu oldukça büyük olup, içinde büyük bir bahçe mevcuttur. Bahçenin etrafı diğer evlerin duvarlarıyla çevrilidir. Konak L şeklinde harem bölümü ve arkada ise selamlık bölümü halinde yapılmıştır. Konağın güney kanadında yan yana gerisi avluya taşkın üç ve iki; batı kanadında ise iki gözlü birer eyvan vardır. Selamlığın zemin katı da üç gözlüdür. Eyvan sayıları tamamen bir zenginlik göstergesidir. (37) Diyarbakır’da 15 sene valilik yapmış bulunan Vali İskender Paşa’nın kimliği, niteliği ve hizmetleri ile ilgilidir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminin Vali ve kumandanlarından olan Gazi İskender Paşa, aslen Orta Asya’da Kabartay boylarından gelmekte olup, tarihçiler tarafından Çerkez İskender Paşa olarak anılmaktadır. Cesur ve atılgan bir mizaca sahip olan İskender paşa şair, bilgin ve tarihçidir. Valilik ve komutanlık görevleri sırasında adalet, hoşgörü, barışseverlik ve dürüstlük özellikleri ön plana çıkmıştır. Pek çok hizmetleri arasında, Van valiliği, Erzurum Beylerbeyliği ve Diyarbakır Beylerbeyliği bulunmaktadır. İskender Paşa’nın Diyarbakır’daki hizmetleri arasında büyük ve suyu bol bir hamam, ve halkın ekmek ihtiyacını karşılamak için değirmen ve fırın inşası yanında şehrin su ihtiyacının karşılanması için Hamravat suyunun taşınması bulunmaktadır. Meziyetleri ve nitelikleri Yaradılıştan çok cesur, yürekli ve atılgan bir mizaca sahip olan İskender Paşa, aynı zamanda şair, bilgin ve iyi bir tarihçidir. Çağının dini, tarihi, hukuki, askeri ve sair bilim ve yeteneklerine vakıftır. Bilginleri çok sever, her vazife gördüğü yerde oranın bilim adamlarını, şair ve sanatçılarını sofrasında ve yanında bulundurmaktan zevk alırdı. Onlarla sohbet ve istişarelerde bulunurdu. İskender Paşa’nın o dönemde bilimsel ve edebi söyleşilerine katılan tanınmış kişilerden bazıları şunlardır: Şeyh Müslihiddini Lari, Elseyyit Şeyh Hasan Gülşen-i Amidi, Üstadı Üdeba Agâh Semerkandi gibi zevattı. DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 381 Diyarbakır’a müftü olarak tayin edilmek suretiyle İstanbul’dan uzaklaştırılmış bulunan, zamanın tanınmış ve büyük Felekiyatçısı (Astronomi-Astroloji) bilginlerinden Şeyh Müslihiddini Lari’yi himayesine almış ve kendisine bir ev armağan etmiştir. Evi, Paşanın selamlığına yakın olduğundan sık sık buluşarak edebî ve bilimsel sohbetlerde bulunurlardı. İskender Paşa’nın oğulları da bu zatın öğretiminden geçerek yetiştirilmişlerdir. Şeyh Müslihiddini Lari Efendi, üstün bir sanat değeri bulunan Parlı Camii yanında bir evde otururdu. Mezarı da bu caminin bahçesindedir. Mezarı bakımsız ve harap bir durumda iken, bir Alman bilgini gelip aramış ve elindeki plana göre yerini saptamıştır. Bu ilgi üzerine valilikçe mezarı düzenlemeye tabi tutulmuştur. İskender Paşa, fıkıh ve tasavvufa da vakıf idi. Sohbetlerinde bu konuda tartışmalara girerdi. Zamanın geçerli olan dilleri olan Arapça ve Farsça’yı da iyi bilirdi. Bu dillerde yazılmış şiirleri ve divanı vardır. Şiirlerini kapsayan bir kitabı, ölümünden sonra Hicri 1000 senesinde yayınlanmıştır. Tarafımızdan aranmış ise de sağlanamamıştır. İskender Paşa, komutanlık ve valilik görevleri sırasında adalet, hakkaniyet, konukseverlik, hoşgörülü, şefkatli, barışsever, bir yönetim anlayışı ile hizmet ifa etmiştir. . Hizmetleri İskender Paşa’nın Diyarbakır Beğlerbeğliğine başlamasından bir süre sonra Kanuni Sultan Süleyman, yeni bir İran seferine çıkma kararı aldı. Bu nedenle özel bir tatarla (posta) Paşa’ya gönderdiği mektupta, emrindeki kuvvetlerin hazır bulundurulması talimatını vermiştir. Sonra Padişah, hicri 961 cemazielahirin 9 uncu günü (1553 Aralık) Diyarbakır’a gelmiş ve 17 cemazielahir günü Erzurum’a doğru yola çıkılmıştır. Bu arada Paşa, kızılbaş askerine ulaşarak çetin bir muharebeden sonra önemli bir zafer kazanmıştır. Bu sefer-i hümayun sonunda ordu, Arpaçayı’na kadar başarılı bir varış yapmıştır. Oradan Hasankale civarına geçildi. Burada İskender Paşa ve emri altındaki Kürt beylerine Sultan tarafından hil’atlar giydirildi. O senenin Ramazan ayının sonunda Diyarbakır’a dönüldü. Paşa, bu sene içinde yani 61 hicri senesi içinde, halen Diyarbakır’da bulunan ve kendi ismini taşıyan camii şerifin inşaatına başlamıştır. Ali Emiri Efendi’nin beyanına göre, bu caminin haritasını (plan ve projesini) da bizzat Paşa hazırlamış ve bu konuda zamanın felekiyat (kozmoğrafya) bilgini Şeyh Müslihiddini Lari de katkıda bulunmuştur (mimar ve arkeologlar, Mimar Sinan stili olduğunu ifade ederler). Bundan sonra halen mevcut 382 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER ve kısmen harab olmuş bulunan selamlık ve harem bölümlerini kapsayan ikametgahını yaptırmıştır. Paşanın zamanında yapılan bölüm korunarak bu güne kadar gelmiştir. Bu kısmın özel ve karakteristik bir mimari stili vardır. Diyarbakır’a gelen yerli ve yabancı mimar ve sanat tarihi mensup veya fakülteleri öğrencileri bunu inceleme konusu yapmakta ve doktora tezi konusu seçenlere de rastlanmaktadır. O tarihlerde selamlık, bir çeşit hükümet konağı vazifesi görmekte idi. Paşa, burada akşamları başlayan ve gecenin geç saatlerine kadar süren edebî, ilmî, tarihi ve dini söyleşi ve tartışmalarını, zamanın alim ve şairleri ile yapmaktan özel bir zevk alırdı. Bu selamlıklar, Cumhuriyetin kuruluş tarihine kadar devam etmiştir. Gazeteci ve milletvekili rahmetli T. Cahit Çubukçu’nun nitelediği gibi, bir nevi akademi hüviyetindeydi. Sosyal bir lokal mahiyetindedir. İskender Paşa’nın Diyarbekir’deki hizmetleri 973 hicri tarihli vakıfnamesinde şu şekilde sıralanmıştır: a. Büyük ve suyu bol bir hamam. Evliya Çelebi Seyahatnamesi sayfa 22’de “Andan İskender Paşa Hamamı cemi’i bisatları ve dellakları pak, hamamı hoşbinadır” diyerek anlatmıştır. Bu hamam halkın sağlığı ile ilgili hizmetlerinden biridir. Diyarbakır sıcaklarında oraya sığınan esnaf hem serinlemiş olarak, hem de tertemiz olarak işlerinden evlerine dönerlerdi. Çarşıda çıkan bir yangında bütün dükkanlar yanmış ama hamam ortada sağlam olarak kalmıştır. Birinci dünya savaşına kadar varlığını koruyabilmiştir. Niçin ve nasıl yıkıldığını öğrenemedim çeşitli rivayetler vardır. b. Diğer bir hizmet konusu da halkın ekmek ihtiyacını karşılama aracı olan değirmen ve fırın inşa etmesidir. Şehrin Mardin Kapı semtinde surların dışında bugünün un fabrikalarına tekabül eden dört adet değirmen inşa etmiştir. Vatandaşların buğdaylarının ürünü olan unu ekmeğe çevirmek üzere bir de fırın yaptırmıştır. Bu değirmenlerden Birinci Dünya Savaşı sırasında ordumuz büyük çapta yararlanmıştır. c. Şehrin su ihtiyacı ile ilgili hizmetleri. Evliya Çelebi Seyahatnamesinden devamla “Hamravat suyu Pohrenklerle Karacadağ yaylağında iki gözeden çıkarılıp Amid’e getirilip ilk önce Camii-Kebire, ondan sonra DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 383 diğer camilere ve hamamlara tevzi edilmiştir. Bu su halen şehrin içme suyu olarak kullanılmaktadır. Bu hizmetinden dolaya Padişah Sultan Süleyman Han suyun bir kısmını kendisine armağan etmiştir, daha sonra padişah Irak seferi dönüşünde bu kaynağın yerinde konaklamış, suyun şifalı lezzetinden tat almıştır. Daha sonraki bir zamanda hastalandığı vakit damacanalarla ve develerle kendisine Hamravat suyu gönderilmiştir. d. Halkın sorunlarıyla yakından ilgilenirdi. Haftada birkaç gün, halen mevcut selamlığında, şehrin eşraf, ayan ve bilginleri ile, sanatçılarıyla toplantılar yapardı.(38) Behrampaşa konağı (24) Behram Paşa Konağı: Behram Paşa sokağının doğu yakasında yer alan yapı geleneksel Diyarbakır ev mimarisine uygun şekilde inşa edilmiştir. Yapı doğu ve güney yönde olmak üzere iki bölümde tek katlı olarak yapılmıştır. Diyarbakır’daki sivil mimari örneklerinden biri olan yapıya bazalt taş hakimdir. Yapının ortasında kareye yakın bir avlu ve bu avlunun etrafını saran eyvan ve oda dizilerinden oluşmaktadır. (20) 384 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Behrampaşa konağı (M.Sözen) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 385 Behrampaşa konağı Behram Paşa Camisi güneyine komşu, aynı adla anılan Sokağın batı yakasında, yarım dönümü az aşkın 21 numaralı parseldeki konak ~170m3 lik avlunun doğu, batı ve güney yönlerini sınırlar.. Kuzeyi cami haziresine dayanmıştır. İç dünyasının zıddına sade, saçaksız, basık kemerli ufak kapıdan girilip, bir aralık geçilerek avluya ulaşılır. Bu doğu kanadın kuzeyinde helâ, mutfak ve sokak yönünde de, depo, samanlık veya kiler gibi derinliğine bir alan bulunur. Sokak yüzü duvar örgüsüyle oynanmış, sıralı moloz taş duvarla kapatılmıştır. Giriş aralığıyla doğrudan bağlantısına karşın arada bir bölme olmaması burasının ahır olma şansını azaltıyor. Aralığın güney yönünün bugün konutla doğrudan bağı yoktur. Sokak kapısına yakın enli ve büyük kapı ahırın burası olabileceğini düşündürüyor. Avluya açılan (üst kat merdiven başlangıcının hemen kuzeyinde) ufak penceresi örülerek kapatılmıştır. Böylece P 22’nin de buraya ait olduğu anlaşılıyor. Doğu kanatın örtüsü betonarmeye dönüştürülmüş bulunuyor. Tek katlı ve bodrumsuzdur. Batı kanat tek katlıdır. 2 odadan oluşur ve avluya 3 ve 5 pencere ile açılırlar. Tavan betonarme olup altındaki bodruma kuzey ve güney uçlardan girilir. Güney kanat bodrumsuz, 2 katlı ve derinliği fazladır. Alt katta bir oda, aralık ve doğu yönünde 2 odadan oluşur. Güneyindeki 2. kesime giremedik. Doğu odasının üstü yine bir oda olarak yinelenirken, aralıktaki ahşap merdivenle bunun üstüne oturan 3, kat odaya ulaşılır. Üst kat güneybatı odanın üstünde bir oda daha olup, eyvandan bir ahşap merdivenle buraya ulaşılır. Üst kat güneybatı odanın üstünde bir oda daha olup, eyvandan bir ahşap merdivenle buraya ulaşılır. Batı odası ve aralığının üstü 3 gözlü bir eyvandır. Aralığın üstüne taşlık rastlar. Diğer kesimi 2 taş sırası yükseltilerek daha seçkin, sakin bir eyvan konumunu sağlar. Bunların arkalarında (güney) 2 oda ve aralarında bir aralık vardır. Merdiven sokak yönünde, doğu duvarına yaslanarak yükselir. 14. Basamak sahanlığı oluşturur. Yapı oldukça sağlam olup doğu ve batı kanat sıradan ve sade tutulmuştur, sadece oda kapısı üstünde 2 kûfi yazı (Besmele) vardır. Pencere demir parmaklıkları 4/7 ile kuzeydekiler 4/8 geçmelidir. Buna karşılık güney kanada oldukça özenilmiş olup, avlu yüzü si- yah-beyaz almaşıktır. Üst kat eyvan duvarı da böyledir. Plân olarak derinliği 2 aşamalıdır. Tavanı ahşap kaplıdır, Üst odanın ahşap ki- rişlemeli tavanı sandıklanmış uçlarına lambriken yapılmış ve her tarafı kalem işi süslenmiştir. Lokmalı demir parmaklıkları ve pencere kapaklan çok güzeldir. Eyvanın arka bölümüne geçen kapı kanadı 3 tablalı, bitkisel kabartmalı olup basık kemerli lentosuııa da özenilmiştir. Ke386 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER merinin üstünü, Osmanlı son dönemi, barok ağırlıklı yazıtı (okunamadı) izler. Tarih göremedik. Merdivenin gezemeğe dönüştüğü yerde (doğu) bulunun belâ, Diyarbakır’ın bilinen bir ayrıntısıdır. Buna karşılık zemin katta, merdiven altında, duvara gömülü su haznesi ilk kez burada karşımıza çıkıyor (36) (36) Güranizade Ali Paşa konağı-1930(Foto.Şefik Korkusuz) DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 387 Bekir Paşa Köşkü: Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen köşk, plan ve mimari özelliklerine bakılarak Osmanlının son dönemine 19. Yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında yapıldığı tahmin edilmektedir. Dikdörtgen bir plana sahip olan yapı zemin ve bodrum kattan oluşmaktadır. Köşk halk arasında Ömer Bekir Paşa Köşkü olarak da anılmaktadır. Dicle nehrinin batısında, yüksek bir tepede, yeşil bir alan içerisinde Hevsel Bahçeleri’ne hâkim bir tepede yer almaktadır. Dikdörtgen planlı olup bodrum kat ve zemin kattan meydana gelmektedir. Zemin katta ise kare bir oda ve sel sebilli eyvan bulunmaktadır. Köşkün ön bölümü avlu bahçe ve dikdörtgen havuzdan oluşmaktadır. Tamamen bazalt taş kullanılarak yapılan köşk, kısmen korunmuş olsa da mevcut bozulmalar dikkat çekmektedir.(20) “Melek Ahmet Paşa Konağı 1615 ve 1622 tarihleri arasında 2 defa vali olarak Diyarbakır’da görev yapan Dilaver Paşa tarafından satın alınıp onarılmış ve hana çevrilerek Dilaveriye Vakfına vakfedilmiştir. Bugünkü Melek Ahmet Paşa Hanı bu konağın bir bölümüdür” şeklindeki bilgiyi Beysanoğlu düzelterek, “Salnamelerdeki valilerin isimlerini gösteren listelerde bu caminin 1048/1638 ve 1056/1646 yılları arasında 3 defa Diyarbekir Valiliği yapan ve sonra sadrazam olan Silahtar Melek Ahmet Paşa’ya ait olduğunu belirtmekle yapılan yanlışlığı belirtir. “Sultan 4. Murat için Seyrantepede yaptırılan bir köşk günümüze erişemez. Sultan zaman zaman dinlenmek için gittiği köşk, bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden 1930’lu yıllarda tümüyle yıpranıp yok olmuştur” diyen Beysanoğlu’nun verdiği s. 192. resim 1910 yıllarına ait olup almaşık örgülü, kare planlı baldaken bir yapıyı çağrıştırmaktadır (35) 388 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER KAYNAKLAR 1-www.bydigi.com/ 2-Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK. 1995. s.21-23 3-Prof.Dr.Ara Altun, Arş gör.Ü.Melda Ermiş.Diyarbakır iç kale Artuklu sarayı Diyarbakır Mimarisi (ed:İrfan Yıldız).Diyarbakır Valiliği.2012.s.130 4-Metin Sözen Diyarbakır’da Türk Mimarisi.İst.Evren ofset.1971.s.225 5-Yaşar Parlak:Silvan.Ank.1997.s.138 6-Süreye Işık. Lice İlçesi Tarihi Mekanları.Bütün Yönleriyle Diyarbakır ilçeleri.2013 7-Murat Bozdoğan-Hamdullah Işık-Kaplıcalar Diyarı Çermik T.C.Çermik Kaymakamlığı 2011 8-Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Suriçianıtları. DBB yay.Ank.2012 s.383 9-Bahaeddin Yediyıldız:Osmanlı öncesi Diyarbakır’ına genel bir bakış.Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.2008.s.17-19 10-Seyyid Osman Ustaoğlu:Tarikatlar ve Silsileleri.Ank.1/28 11-Şevket .beysanoğlu.Diyarbakır tarihi.2003.2/684 12-Mehmet Mercan Diyarbakır Yahoo mail Grubu 13-Yrd.Doç.Dr.Mine Baran Öğr.Gör.Aysel Yılmaz Diyarbakır Köşkleri 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Sempozyumu.2009 14-TC.Sur Kaymakamlığı Proje ofisi.Diyarbakır Sur Rehberi2011 15-Enver Yorulmaz:Güneydoğu:Üstün çaba yay.Ank.1997.s.92 16-Metin Sözen.Diyarbakır’da Tük mimarisi.1971 17-Adil Tekin.Diyarbakır.D.Ü.mat.Diyarbakır.1997 18-Metin Sözen.Diyarbakır’da Tük mimarisi.1971 19-M.Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbekir.Kent yay.İst.1999 20-TC.Sur Kaymakamlığı Proje ofisi.Diyarbakır Sur Rehberi2011 21-DoçDr. Doğan Erginbaş.Diyarbakır Evleri.İ.Ü.Mimarlık Fak.Doçentlik tezi. İst.1953.s.20 22-http://www.bydigi.com/ 23-Fehmi Gür.Kürt Mimarisi.Hedef-Ay yay.Van.2009.s.33 24-İhsan Işık(ed):Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.1., c.2 25-Korkusuz Ş:Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.2003.s:151, 23 26-http://dersvekuran.blogcu.com/tarihden-ders-cikarmak-6-hz-talut-hz-davut-hz-suleyman/10638287 27-Veli Sevin.Yeni Asur Sanatı-I-Mimarlık.TTK basımevi.Ankara.1999.s.106, 110 DİYARBAKIR MERKEZ SARAYLARI 389 28-http://www.geocities.com/ 29-Ayşe Demirtaş. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan İslam Fethine Kadar Diyarbakır Yüksek Lisans Tez_T.C.Fırat ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Elazıg 2007 30-Müslüm Üzülmez:Yazılı Kaynaklarda Çermik.Kent yay.İst.2012 s.50 31-Uzm.Ali Kılcı.Diyarbakır’ın vakıf mimari eserleri ve vakıfları üzerine bazı notlar Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız(ed).Medeeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi.TC.Diyarbakır Valiliği.2012 32-Zeki Tez El-Cezeri’nin Teknoloji Tarihindeki Yeri.2.Nebiler, Sahabiler, Azizler, Krallar Kenti Diyarbakır sempozyumu.2011 33-Martin Van Bruinessen Evliya Çelebi Diyarbekir’de-İletişim Yayınları34-Prof.Dr.Orhan Cezmi Tuncer Diyarbakır camileri DBB yay 1996.Sayfa s.185 35-Orhan Cezmi Tuncer . Diyarbakır Sur İçi Anıtları İle Köşkler ve Bağevleri.DBB yay.Ank.2012. 36-Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Evleri.DBB yay.1996 37-İhsan Işık(ed):Diyarbakır asnsiklopesi. Elvan yay.Ank.2013 c.4..s.291 38- Reşid İskenderoğlu Diyarbakır Valisi Gazi İskender Paşa (1492-1571).2.Uluslararası Nebiler Sahabiler, Azizler, Krallar kenti Diyarbakır sempozyumu.2012 39-Ercan Gümüş Tez Danışmanı. Prof. Dr. Ahmet Güneş. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Bilim Dalı 18. Yüzyılın İlk Yarısında Amid Kazası Doktora Tezi Ankara-2014 40-Pınar Gürhan. Diyarbakır valiliği.İçkale.2013 390 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 6.BÖLÜM GÜVERCİN EVLERİ(BORANHANELER) GÜVERCİN EVLERİ(BORANHANELER) Güvercin İnsanlara kardeşçe yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan çok eski bir yerleşim birimidir. Bu topraklar üzerinde birçok uygarlık gelip geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu uygarlıklar kadar eskidir.1515 yılında Osmanlı devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın bir güvercin başkenti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır, da çok çeşitli güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 393 alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir. Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik’ten (Dönek) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ünde güvercinlere meraklı olduğu ve beklide doğum yeri olan Selaniklerde yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Diyarbakır’da hala güçlü bir güvercin kültürüne rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede güvercin kutsal bir kuş olarak bilinmesinin yanı sıra, haberleşme amacı ile kullanılan güvercinlerin sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürün devamlılığı sağlanmıştır. Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında yeryüzünde dolaştığı yolunda bölgede bir inanış bulunmaktadır Acaba güvercine olan bu tutku nereden kaynaklanmaktadır. Araştırmalarımız bizi şu sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş olarak bilinmesi. Haberleşme aracı olarak kullanıldığı dönemlerde gördüğü hizmetlerin, kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi anlatımlarının Güvercinlerin 3 büyük din açısından da büyük yeri vardır. Güvercin İnsanlara kardeşçe yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan çok eski bir yerleşim birimidir. Bu topraklar üzerinde birçok uygarlık gelip geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu uygarlıklar kadar eskidir.1515 yılında Osmanlı devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın bir güvercin başkenti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır, da çok çeşitli güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır. 394 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir. Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik’ten (Dönek) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ünde güvercinlere meraklı olduğu ve beklide doğum yeri olan Selanik’e de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Diyarbakır’da hala güçlü bir güvercin kültürüne rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede güvercin kutsal bir kuş olarak bilinmesinin yanı sıra, haberleşme amacı ile kullanılan güvercinlerin sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürün devamlılığı sağlanmıştır. Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında yeryüzünde dolaştığı yolunda bölgede bir inanış bulunmaktadır Acaba güvercine olan bu tutku nereden kaynaklanmaktadır. Araştırmalarımız bizi şu sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş olarak bilinmesi. Haberleşme aracı olarak kullanıldığı dönemlerde gördüğü hizmetlerin, kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi anlatımlarının Güvercinlerin 3 büyük din açısından da büyük yeri vardır. Hristiyanların ve Müslümanların tarihinde ondan iyilikle söz edilir. Hz. Nuh’a tufandan sonra suların çekildiğini haber veren, Hz İsa vaftiz edilirken meleklerin güvercin kılığında başucunda durması Hz. Muhammed’in(s.a.v) düşmanlarını şaşırtan hep güvercindir Araştımamızın başında Diyarbakır’da birçok güvercin ırkı yetiştirildiğini belirtmiştik. Burada sadece Diyarbakır güvercinleri adı ile bilinen yerel güvercin ırkı üzerinde duraGÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 395 cağız. Bir birinden farklı özelliklere sahip Diyarbakır güvercinleri 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar göğsüak, ketme, Kızılbaş ve içağlı olarak adlandırılmaktadır. Bu güvercinler, ülke genelinde de fazla tanınmadığı gibi dünya üzerinde de hiçbir yerde bulunmamaktadır. Araştırmamızın başında Diyarbakır’da bir çok güvercin ırkı yetiştirildiğini belirtmiştik. Burada sadece Diyarbakır güvercinleri adı ile bilinen yerel güvercin ırkı üzerinde duracağız. Bir birinden farklı özelliklere sahip Diyarbakır güvercinleri 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar göğsüak, ketme, Kızılbaş ve içağlı olarak adlandırılmaktadır. Bu güvercinler, ülke genelinde de fazla tanınmadığı gibi dünya üzerinde de hiçbir yerde bulunmamaktadır(6) Diyarbakir guvercini 396 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakir guvercini GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 397 Sur üstünde ve önünde güvercinler 398 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır güvercinleri Diyarbakır Güvercinleri 600 yıllık bir gelenek Bu geleneği yaşatmak isteyen kimi vatandaşlar tarihi Diyarbakır Surlarını çevreleyen evlerinin damında kimi ise kiraladıkları dükkanlarda güvercin besliyor. Posta Güvercinleri Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Tuğcu, AA muhabirine, Diyarbakır’da güvercin kültürünün geliştiğini belirterek, kentin dünyadaki önemli güvercin merkezlerinden biri olduğunu söyledi. Tuğcu, bölgeye has 4 grupta 18 tür kuş olduğunu ifade ederek, Diyarbakır’ın güvercin çeşidi bakımından dünyadaki zengin iller arasında yer aldığını kaydetti. Güvercin besleyerek stres atıyoruz” ifadesini kullanan Tuğcu, güvercinleri seyrederken günlük yaşamın sıkıntılarından uzaklaştıklarını dile getirdi. Tuğcu, boş vakitlerinde kuşlarla ilgilendiklerini kaydederek, “Güvercinleri gökyüzüne salıp onları seyretmek, onlara yem vermek büyük zevk veriyor. Bu işin keyifli taraflarının GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 399 yanı sıra güvercin beslemenin sorumluluğu da büyük. Yemlerini veriyor, yavru yumurtalarını ve yavru gelişimini kontrol ediyoruz. Kümesin temizliğini yapıyoruz. Hasta kuşlar var ise onlarla ayrıca ilgileniyoruz” diye konuştu. Dernek olarak kurdukları tesiste yaklaşık 20 kümesin bulunduğunu ifade eden Tuğcu, “Diyarbakır’da ortalama 3 bin 500 kişi güvercin besliyor” dedi.(5) Yabani güvercinlere Diyarbakır’da “boran” denir. “Koğa” denilen gübrelerinden ve çok lezzetli olan etlerinden yararlanılır. 1680 yılında Diyarbakır’a gelerek incelemelerde bulunan Tavernier 1682 yılında yayımladığı kitabında boranlarla ilgili şunları yazar: “Diyarbakır toprağı çok verimli olup ekmeği ve şarabı nefistir. Burada yenilen et, başka yerde bulunmaz. Bilhassa burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat bakımından Avrupa’dakileri geride bırakır.” Boranların tünemeleri için kerpiçten yapılan güvercinliklere de “boranhane” denir. Dicle vadisi üzerindeki köylerde yapılan boranhaneler genellikle merkeze bağlı olan, Kadıköy, Sımaki, Şarabi, Tilalo, Tılgaz, Hacıis, Sirimi, Çarıklı, Patrik, Akımı, Daraklı, Havar, Kabi, Ayngevr, Karabaş, Derimte, Kıtırbil köylerinde bulunur. (3) Koğu için beslenilen güvercinler konusuna dönelim. Nehre yakın köylerde güvercinler için, kerpiçten özel evler yapılır. Bu evlere boranhane diyorlar, Kürtçe’de büyük güvercinlere “bore” dedikleri için, bu evlere de boranhane denmiştir.Tilelo ve Şerabiye köyü boranhaneleri ünlüdür. Boranhanelerin her tarafında onlarca delik vardır ve güvercinler bu deliklerden içeriye girip çıkarlar Güvercineler bu boranhanelerde sağı (dışkılama) yaparlar. Güvercin sağısına da koğu denilir. Güvercinler özellikle koğu için beslenirler. Her boranhaneden yılda 2-4 ton koğu toplanır. Eskiden bu koğuyu sadece nehir kıyısındaki karpuzlar için toplarlardı ama sonra başka bölgelere ve özellikle de Ortadoğu’ya Satmaya başladılar. Günümüzde boranhaneler çok azalmış ve koğa da artık Amed karpuzlarına bile yetmeyecek kadar azdır. Güvercin koğasu şu şekilde kullanılır: İlk önce karpuz çekirdekleri toprağa atılır ve bunlar fide olur. Sonra bu fideleri karpuz için kazılan çukurlara ekerler ikinci günde koğa ince kum ve gübreyi karıştırıp, fidelerin köküne dökerler Koğa çukurun altındaki suya ulaşmalıdır. İlk koğaya permıst denilir. İkinci koğa ilkinden 10 gün sonra fidelere dökülür. 10 gün sonra fideye ulaşan suyun kurmuş olması ve aşağıya inmesi gerekir. Sonra fi400 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER denin etrafındaki kum yavaş yavaş kazılır ve fidenin kökleri dışarıya çıkarılır. Su ne kadar aşağı inerse, kökler de o kadar derine gider gider. (8) Güvercin evleri Diyarbakır yöresinde ise “boranhane” olarak adlandırılmaktadır. Yabani güvercinin yerel ismi Diyarbakır’da “boran”dır. Bu nedenle güvercin evine boranhane ismi verilmiştir. Diyarbakır yöresindeki boranhaneler, basit formları, güvercinlere yönelik tasarlanan iç yapıları ve yüzeylerindeki çeşitli dizilerdeki güvercin giriş delikleri ile dikkat çekerler. Diyarbakır yöresinde yeteri kadar korunamayan bu yapılar, bugün yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu nedenle Diyarbakır yöresine özgü olan bu barınakların, tanıtılması ve özellikle de korunması kültürel miras açısından bir zorunluluktur. Günümüzde yapay gübre kullanımının yaygınlaştığı Diyarbakır kırsalında, güvercin gübresine olan ihtiyaç azalmıştır. Bu durum köylünün boranhaneye olan ilgisine de yansımıştır. Bakımı yapılmadığı için geçmişte sayıca çok fazla olan bazı örneklerin bulunduğu köylerde bile artık bu yapılarla karşılaşılamamaktadır. Güvercin sayısındaki azalma da bu geleneğin yok olma düzeyine gelmesini sağlamıştır. Kullanılan zirai ilaçlar güvercinlerin ölmesine neden olmaktadır. İncelenen boranhaneler bu yapı türünün son örnekleridir. Çoğu yıkılmaya terk edilmiş olan bu yapılar, yakın çevresindeki köylülerin ilgisizliği ile son bulmak üzeredir vermektedir. Özellikle Diyarbakır karpuzu büyüklüğünü bu gübreye borçludur. Bu geleneğin terk edilmesi Diyarbakır karpuzunun alışılmış büyüklüğünü de etkilemektedir. Çok büyük karpuzlar artık sadece yarışmalar için geleneksel olarak üretilebilmektedir.(1) Güvercinle ilgili Diyarbakır salnamelerinde şunlar yazılıdır Derûn-ı şehirde ashab-ı merak güvercinin envâ’ını beslemektedirler ki, bunların başka başka nevileri ve isimleri olup sayılan esâmî yüzü mütecavizdir. Bu güvercinler de çifti yüz kuruşa kadar alınır satılır ve uçuruldukça seyre şayan cünbüş ve hareketlerde bulunur. Makbul olanları vardır. Karyelerde boranhane denilir mahsusan masraflı güvercinhaneler inşa olunmuştur ki her bir güvercinhane on-onbeş bin kuruşla ve bazısı daha ziyade masrafla husule gelmiştir. Bu güvercinhanelerin her birinde bir kaç bin aded sepet konulmuş ve boran deGÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 401 nilen kuşlar o sepetleri yuva ittihâz etmiştir. Kuşların koğası (gübresi) orada yığılıp bostanlara nakledilir ki bostan mahsulünün lezzetine ve kıt’aca büyüklüğüne koğanın yardımı olduğu bedîhîdir. Koğalar batmanla bostan ashabına satıldığından güvercinhanelerden bu suretle istifade olunuyor.(Salname 3/362 ) 1936 yılı Güvercinliklerini A.Gabriel anlayıyor: Diyarbekîr ezelden ben eşeğin zar zor taşıyabileceği kadar ağır karpuzları ile ünlü olmuştur. Bostancılar bu devasa karpuzları güvercin pisliğinden elde ettikleri gübrelerle yetiştirirler. Aynı zamanda, çevredeki köylerde, özellikle de Dicle nehrinin sol kolunda geleneksel tarza uygun olarak pek çok güvercinlik yapılmıştır. İran’ın ünlü güvercinlikleri, bizim köylerimizdekilerin çoğu gibi, daire şeklinde inşa edilmişlerdir. Özellikle İsfahan’ın banliyölerinde ise güvercinlikler çok görkemli şekilde inşa edilmişlerdir. Diyarbekîr’in güvercinlikleri çok daha sade yapılardır, dikdörtgen bir plan üzerinde (şekil 4) ve çok sayıda güvercinin barınmasına yetecek şekilde geniş ölçüde yapılmışlardır. Alt kat uzun kenarlarından birbirine paralel olan duvarlar ile pek çok haneye bölünmüştür, bu duvarlar çok sayıda yuva katını ve ağaç dallarının yataklarını desteklemektedir. Yerde biriken kuş pisliği düzenli aralıklarla toplanır ve çok aktif bir ticaretin metası olur. 60 santimetre kalınlığında olan duvarlar kabarık tuğladan (kerpiç) yapılmıştır ve damlar ise kil tabakadan ve dam sazından imal edilmiştir ve pek çok seviyede arka arkaya dizilmiş olan ahşap dam direkleriyle desteklenir. Yüksek çatılar, Şekil - Teli Halo’daki güvencinlik 402 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER duvarlann tepelerinde yer alan çok sayıda oluğun üzerinde kapı sundurması oluştururlar. Bu sadeliğin içinde yapının tamamı ne gözalıcılıktan ne de özgünlükten yoksundur.(7) 1936 yılı boranhanelerini H. Basri Konyar anlatıyor Kavun ve karpuz ziraatında gübrelerinden istifade edilen yabani güvercinlerin tünemesi için kerpiçten vücude getirilen güvercinliklere (Boranhane) tabir edilir. Boranhaneler tek gözlü .iki üç ve dört gözlü olmak üzere dört türlüdür. Dört gözlü borânhanelere nâdiren tesadüf olunur. Ekseriya üç gözlüdür. Boranhanelerde vücude getirilen “bölınelere (Lüle) denir. Lüleler kademe kademe birbirlerinden yüksektir. Üçüncü lüle ikinciden ve ikinci lüle birinciden daha mürtefidir. Her lülenin-içerisinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar vardır. Bu basamaklar Lülelerin adedile mütenasiptir. Yani bir lüleli boranhanelerde bir basamak, ve üç lüleli olanlarda üç basamak bulunur. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılmış olduğundan bunlara sıravâri olarak kulplu sepetler dizilir. Yabani güvercinle- yumurtalarını işbu sepetlere korlar ve orada yavrularlar. Bir çift güvercine bir sepet isabet eder. Bir lüleli boranhanelerde vasati olarak üçyüz ilâ dortyüz adet sepet bulunur. Lülelerin adedi arttıkça sepetlerin miktarı da artar. Borahaneler kerpiçten yapılmakta olduğundan masrafın çoğu sepetlerle direklere gider. Bir Boralı an en in umum masarifi inşaiyesi 350 ilâ 400 lira arasındadır. Bir güvercin senede azamî olarak üç defa yumurtlar ve her defasında iki yumurta bırakır. Erkek ve dişi güverccinler yumurtalar üze’rinde münavebe ile otururlar. Dişiler ekseriya sabahtan öğleye kadar yumurtalar üzerine otururlar ve diğer zamanlarda erkekler oturur. Kuluçkadaki yumurtalardan daima biri erkek ve diğeri dişi çıkar. Dört lüleli bir boranhaneden bir sene zarfında 1.2, 000 kıyye güvercin gübresi alınır. Ye Dunun her altı kıyyesi bir batman itibar edilerek karpuz ziraatile iştigal eden sebzecilere 50 kuruşa satılır. Üç Lüleli burahanedeu 3000 - 6000 kıyye ve iki lüleli olanlardan 3000 - 4000 kıyye gübre alınır. GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 403 Borahanelerden hasıl olan gübreler bir defaya mahsus olmak üzere, o da nisan ayında toplanır. Gübreler henüz boranhanede iken talipler tarafından pazarlığı yapılır. Güvercinlere kış mevsiminden başka yem verilmez. Sair mevsimlerde yemlerini kendi kendilerine hariçten tedarik ederler Yapılan hesaba göre birinci sene Borânhanelerde hasıl olan gübre, bedeliîe onun masarifi inşalyesi çıkar ve onu ta ki be den senelerde dahi boranbane sahibine her sene muntazamen 300-600 lira kadar kâr kalır. Boranhaneler merkez kazasına münhasır olup bulundukları köyler şunlardır: Kadıköy, Summakı, Şarabi, Telalo, Telgaz, Hacı İs, Darakb, Batrik, Sirmi, Akimi, Gavu ıgik, Derimte, Havar, Ayin- gevir, Kâbi ve Karabaş köylerinden ibarettir. Mezkûr köylerde cem’an 150 adet boranbane mevcuttur. Güvercinlerde bazan kuş palazı hastalığı zuhur eder ve çok ilerleyip şiddetlendiği zaman boğaza doğru teşekkül eden zar kabarcıkları bazan teneffüse mani olduğundan hayvanların telefini mucip olur. Bir boranhanede zuhur eden mezkûr hastalık sebebile senede on, onbeş güvercin ölür. Güvercinlerin tabii düşmanları en ziyade Atmaca, Saksağan, Karakuş, Yılan, Sansar ve kedilerdir. Saksağanlar boranbane tabir edilen güvercinliklerin içerisine girerlerse bunların yavrularile yumurtalarını yerler. Sansarlarda ufacık bir yarık bulsalar oradan hemen boranlıaneye girerler ve güvercinlere mühim zayiat verirler. Yılanlara gelince Bunlar da yavrularile yumurtalarını yutarlar. Karakuş ve Atmaca gibi kuşlar da bunları parçalamak sur etile telef ederler. Boranhaneler kavun ve karpuz ziraatinin inkişafı cihetinden îaidelidir. Fakat bu faidelerine mukabil güvercinler hububat ve bakliyat ziraatına mühim zararlar tevlit ederler. Boranhanelerde beslenmekte olan yabancı güvercinler sabah ve akşam günde iki defa boranhaneyi bırakıp tarlalara giderler. Ve yemlerini oradan tedarik ederler. Sıcak zamanlarda ekseriya boranhanelerde istirahat ederler. Çifçi tarlaya attığı tohumları açık bırakırsa, güvercinler onları yemekte kusur etmezler. Başak mevsiminde dahi burçak, mercimek, buğday ve arpalara musallat olurlar. 404 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Güvercinlerin çifçilere yaptığı bu zarar müddeti 150 gün devam eder. Bir güvercinin günde kursağına ithal ettiği hububat miktarı ise 30 gram tesbit edilmişti(7) Amed’in boranhaneleri tarih oldu Amed’de (Diyarbakır) yüzyıllardır karpuz yetiştiricilerinin gübresinden faydalandığı yabani güvercinlerin yetiştirildiği “Boranhaneler” artık tarihe karıştı. 40-50 yıl kadar öncesine kadar Dicle Nehri kenarındaki birçok köyde karpuz yetiştiricilerinin gübrelerinden yararlandığı yabani güvercilerin beslendiği boranhaneler vardı. Yetiştiriciliği zahmetli olmayan, sadece kış mevsimlerinde yemlenen güvercinlerin ürettikleri gübreler, karpuz yetiştiricileri için bulunmaz bir nimetti. Yüzyıllardır devam eden bu kültür nedeniyle Dicle Nehri kenarındaki köylerde yüzlerce boranhane bulunurdu. Her boranhanede bin ile bin 500 arasında güvercin barınırdı. Çok yakın zamana kadar, bu kültürü yaşatan merkeze bağlı Tilalo (Karaçalı) köyünde 30’dan fazla boranhane buhunurken, bugün sadece harap halde yıkılmaya yüz tutmuş 3 boranhane bulunuyor. Kerpiçten yapılan ve bir kaleyi andıran boranhanelerde, yaban güvercinlerin girmesi için en tepede sıralı gözenekler bulunurken, burada güvercinlerin bıraktığı “Koğa” adı verilen güvercin gübresi de, dünyaca ünlü Amed karpuzlarının üretiminde kullanırdı. GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 405 Yurdışına ihraç bile ediliyordu Boranhaneler genellikle üç bölümden oluşurdu. Her bölümde sıra sıra ufak ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte pencereler vardı. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır ve bunlara söğüt dalından özel olarak yaptırılmış kulplu sepetler asılırdı. Üç bölümlü bir boranhanede yaklaşık olarak bin 500 sepet bulunurdu. Güvercinlere yalnız kışın, ortalığın karlarla örtülü olduğu günlerde yem verilirdi. Yaklaşık bin 500 sepetin bulunduğu bir boranhaneden yılda 10 ton kadar gübre alınabiliyordu. Dicle Nehri kenarında kurulu yüzlerce boranhanelerden üretilen gübreler, develerle ve trenlerle yurdışına bile ihraç edilirdi. Boranhanelerden elde edilen Koğa’lar Amed karpuzunun üretiminde ve diğer tarımsal üretimlerde de kullanılmaktaydı. Amed karpuzları sadece bu gübre ile Dicle kenarındaki kumluk alanlarda açılan kuyular içersinde yetiştirilirlerdi. Sonraları suni gübrelerin çıkması, pratik ve ucuz oluşu nedeni ile tercih edilmeleri sonucu, boranhanelere fazla ihtiyaç kalmadı. Zamanla gelenek terk edildi Boranhanelerin artık ne Amed’in ünlü karpuzuna, ne de Amed’in yemek kültürüne bir katkısı kaldı. 1680 yılında Amed’e gelen Polonyalı Simeon, seyahatnamesinde boranhanelerde yetiştirilen yabani güvercinlerden bahsetmiş ve şunları yazmıştı: “Tokat’ın paçası, Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amed’in de güvercin kebabı meşhurdur...” Amed’te 500 yıldır var olan yaban güvercin yetiştiriciliği ve boranhaneler artık tarihe karışarak bu kültür de yok oldu. Karpuz ve kavun yetiştiricilerinin artık suni yemlere yönelmesi, bakımı ve onarımı yapılmayan boranhanelerin yıkılmaya yüz tutması ve zirai ilaçlar nedeniyle birçok yaban güvercininin bundan zarar görmesi artık boranha- Yuvacık köyü 406 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Yuvacık köyü Şükürlü köyü boranhanesi GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 407 Şükürlü köyü boranhanesi neleri tarih sahnesinden sildi. Şu anda sadece Karaçalı köyünde harap durumda olan ve kullanılmayan 3 boranhane dışında bu kültür de tarihe karışırken, yüzyıllardır süren güvercin yetiştiriciliği ise sadece belli semtlerde meraklıları tarafından sürdürülüyor(2) Resim 1933 yılında bir boranhaneden uçan güvercinler (Adil Tekin) 408 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 1936 yılı boranhane(A.Gabriel)(7) Günümüzde Güvercin evleri(boranhaneler) GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 409 Tilalo Tilalo Tilalo 410 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Üç bölmeli bir boranhanennin plan ve kesiti (1) Boranhaneler genellikle tek gözlü, iki üç ve dört gözlü yapılır. En çok yapılan da üç gözlü olanlarıdır. Her bölümde güvercinlerin rahat girip çıkabilecekleri büyüklükte ufak pencereler vardır. İç bölümlerine “lüle” denir. Boranhaneler ihtiva ettikleri bölmelerin adedine göre bir lüleli, iki lüleli, üç lüleli boranhane adını alırlar. Lüleler belirli aralıklarla üst üste yapılır. Her lülenin içerisinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar vardır. Bu basamaklar lülelerin adedi ile orantılıdır. Yani üç bölümlü bir boranhanede üç lüle ve üç basamak bulunur. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır ve bu kazıklara söğüt dalından yapılmış kulplu sepetler asılır. Üç bölümlü bir boranhanede yaklaşık olarak 1500 sepet bulunur. Lülelerin sayısı arttıkça sepet sayısı da artar. Güvercinler yumurtalarını bu sepetlere korlar ve orada yavrularlar. Bir çift güvercine bir sepet isabet eder. Sepetler kafi gelmez ise güvercinler yumurtalarını yere bırakırlar. Bir güvercin senede azami olarak üç defa yumurtlar ve her defasında iki yumurta bırakır. Dişi güvercin öğleye kadar, erkek güvercin de öğleden sonra yumurtalar üzerinde otururlar. Kuluçkadaki yumurtadan daima bir erkek ve bir dişi çıkar. Üç bölümlü bir boranhaneden senede 8-10 ton gübre alınır gübreler senede bir defa, o da nisan ayında toplanır. Gübreler boranhanede iken satılır. Diyarbakır’ın ün salmış karpuzlarının yetiştirilmesinde kullanılır.(3) Kuş Evinin Yapımı Güvercin evini yapmak için önce taşlardan temel yapılır. Ardından ustası, güneşte kurutulmuş toprak (kerpiç) kalıpları yan yana koyarak, duvarı örmeye başlar. Her iki kerpiç kalıbın arası yine aynı çamurla sıvanır. Bu şekilde güvercin evinin katları sıra sıra GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 411 yükselirken, her iki sıranın arası yine çamurla sıvanır. Kerpiç kalıplarla örülen duvarın boyu 1.5m.’ye ulaştığında “hatıl” denilen enli ağaç, kerpiç kalıpların üstüne, enlemesine koyulur. “Hatıl”a kadar olan her kat bir günde yapılır. Kuruması için bir gün beklenilir. Kerpiç kalıplarla örme işlemi bittikten sonra, samanla karıştırılan çamur ile güvercin evinin içi ve dışı mala ile sıvanarak, düzeltilir. Topraktan yapılan bu mekanların üstü ahşap tomruklarla döşenerek, üstüne teneke ya da saç konulur. Bu saca “sibirnek” adı verilir. Bu sacın üzerine de buğday sapı konularak, kül ve toprakla örtülür. Ayrı bir yerde killi toprak elenerek suyla karıştırılıp, yoğun bir çamur elde edilir. İçine saman konulur ve tokaçlanır (dövülür). Bu şekilde güvercin evinin damı oluşturulur. Ayrıca dama yörede “çirorek” adı verilen tenekeden yapılmış, yağmur sularını tahliye eden, su borusu konur. Öte yandan güvercin evlerinin kapıları ahşaptan yapılır. Kapıların boyutları (80 x 1.50cm.), açıldığında güvercinlerin kaçmaması için ufak tutulur. Konstrüksiyona gereksinim duyulmadan yapılan güvercin evi, bu şekilde birkaç gün içinde biter. Öte yandan güvercin evinin yapımı sırasında birleşme yerlerinde çatlamalar olursa, sertçe bir çamurla çatlak yeri doldurulur. Üzeri mala ile düzeltilir (Cömert, 2007). Şekil . Boran Hane Şematik Planı(4) Şekil . Boran Hane Arka Cephesi 412 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Şekil . Boran Hane Giriş Cephesi(4) Şekil Boran Hane Yan Görünüşleri(4) Kuş evleri tek ya da üç bölüm halinde yapılır. Her bölümde sıra sıra, ufak, ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte delikler (pencereler) bırakılır. Bunlara yörede “pace” adı verilir. Pencereler yaklaşık olarak 25x40 cm arasındadır. Pencerelerin sayısının fazla olması güvercinlerin giriş çıkışlarının daha rahat olmasını sağlar. Güvercin evlerinin uzun cephelerinde yaklaşık olarak 20 tane pencere yer alır. (4) Simaki(Erimli) köyünde sadece 4 adet kalmış boranhane. Daha önce 300 adet vardı GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 413 Simaki köyü 414 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbekir karpuzu ve Güvercinlikleri Mevlüt Mergen anlatıyor Diyarbekir’imizin geçmişine baktığımızda bu şehirde bir zamanlar güvercin etinden kebap yapaldığını, meyan şerbetinden dondurma imal edildiğini görmekteyiz, günümüze yöneldiğimizde ise güvercinlerin artık sanki şehri terk ettiklerine, başka diyarlara göç ettiklerine, şahit olmaktayız. Ama haksızlık da yapmayalım, bu şehirde dünden bugüne gelen bir geleneğimiz var “güvercin beslemek” meraklıları diyelim, evlerini damlarında bu işi devam ettirmektedirler, bazen sur içine, şehitlik taraflarına gittiğimizde onlarca güvercinin havada uçuştuklarını görmekteyiz ki bu sembolik bir rakamdır, oysa Diyarbekir bir zamanlar denebilir ki “Güvercin diyarı imiş” derken sözümüzü de kanıtlayalım: Biliyorsunuz Ulu Caminin restorasyonu devam e diyodur, bir gün restorasyonu yürüten firmadan bir yetkiliye: “sizin garibinize giden, ya da ilginç bir şeyler görebildiniz mi Ulu Cami’de?” şeklinde bir soru sordum, şöyle dedi: “7-8 tane el yazması Kur’an-ı Kerim ve 7-8 ton civarında güvercin gübresi çıkardık” Bu sözleri yaşayan bir Ulu Cami komşusu ile destekleyelim, “Hacı Hayrettin Bakır, şöyle demişti bana. “Bir çocukken Ulu caminin içerden taraf çatısına tırmanır, burada yakaladığımız güvercinleri gömleğimizin içine bırakır inerdik” Sanırım Güvercin etinden kebap ve güvercin gübresi ile karpuzun manası daha belirginleşti. Mevsim de yaz olunca, haliyle karpuzda soframızdaki yerin almaya başladı, daha önceleri yaptığım bir araştırma esnasında “güvercinlikler” ile ilgili bazı notlar tutmuştum; onu aynen sizlerle paylaşmak üzere aktarıyorum. “Günümüzde yeniden eski tadına, büyüklüğüne, daha doğrusu eski şöhretine kavuşturulmak istenen karpuzun “olmazsa olmaz”ı olan güvercin gübresi için kurulan “boranhaneler” geçmişte acaba ne kadardır ve bu boranhanelerin özelliği nelerdir, türünden soruların cevabını çok değil 80-90 yıl gibi kısa bir zaman öncesine gidip öğrenelim: GÜVERCİNLİKLER (BORANHANELER) “Kavun ve karpuz ziraatında gübrelerinden istifade edilen yabani güvercinlerin tünemesi için vücude getirilen güvercinlikler (boranhane) tabir edilir. GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 415 Boranhaneler tek gözlü iki, üç ve dört gözlü olmak üzere dört türlüdür. Dört gözlü boranhanelere nadiren rastlanır. Ekseriya üç gözlüdür. Boranhanelerde vücuda getirilen dahili bölmelere (lüle) denir. Binaenaleyh bölme tabiri yerine lüle kullanıldığından boranhanelerin ihtiva ettikleri bölmelerin adedine göre bir lüleli, iki lüleli, üç lüleli ve dört lüleli boranhane adını alırlar. Lüleler kademe kademe birbirlerinden yüksektirler. Üçüncü lüle ikinciden ve ikinci lüle birinciden daha mürtefidir. Her lülenin içerisinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar vardır. Bu basamaklar lülelerin adedile mütenasiptir. Yani bir lüleli boranhanelerde bir basamak ve üç lüleli boranhanelerde üç basamak bulunur. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılmış olduğundan bunlara sıra vari olarak kulplu sepetler dizilir. Yabani güvercinler yumurtalarını bu sepetlere korlar ve orada yavrularlar. Bir çift güvercine bir sepet isabet eder. Şayet sepetler kafi gelmezse açıkta kalan güvercinler ymurtalarını yere bırakırlar. Bir lüleli boranhanelerde vasati olarak üçyüz ila dört yüz sepet bulunur, lülelerin adedi arttıkça sepetlerin miktarı da artar. Boranhaneler iki lüleliden ibaret olursa 800 ila 1000 ve üç lüleli olursa 1500, dört lüleli olursa 4000 adet bulunur. Sepetler söğüt dallarından yapılır, bir sepet tahminen beş kuruşa mal olur. Boranhaneler kerpiçten yapılmakta olduğundan masrafın çoğu sepetlerle direklere gider. Bir boranhanenin umum inşaiyesi 350 ila 400 lira arasındadır. Bir güvercin senede azami olarak üç defa yumurtlar ve her defasında iki yumurta bırakır. Erkek ve dişi güvercinler yumurtalar üzerinde münavebe ile otururlar. Dişiler ekseriya sabahtan öğleye kadar yumurtalar üezerinde otururlar ve diğer zamanlarda erkekler oturur. Kuluçkadaki yumurtalardan daima biri erkek ve diğeri dişi çıkar. Dört lüleli bir boranhaneden bir sene zarfında 12.000 kıyye güvercin gübresi alınır. Ve bunun her altı kıyyesi bir batman itibar edilerek karpuz ziraatile iştiğal edenlere 50 kuruşa satılır. Üç lüleli boranhaneden 3000 – 6000 kıyye ve iki lüleli olanlardan 3000 – 4000 kıyye gübre alınır. Boranhanelerden hasıl olan gübreler bir defaya mahsus olmak üzere, o da nisan ayında toplanır. Gübreler henüz boranhanede iken talpler tarafından pazarlığı yapılır: Güver416 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER cinlere kış mevsiminden başka yem verilmez, sair mevsimlerde yemlerini kendi kendilerine tedarik ederler. Kışın bunlara yem verilmezse boranhaneyi terk ederler. Bunun için bunlara yem olarak pirinç zivanı denilen darijan otunun ufak ve parlak olan tohumlarına ak ve kızıl darı karıştırılarak verilir. Yapılan hesaba göre birinci sene boranhanelerde hasıl olan gübre bedelile onun masarifi inşaiyesi çıkar ve onu takib eden senelerde dahi boranhane sahibine her sene muntazaman 300 – 600 lira kar kalır. Borahnaler merkez kazasına münhasır olur bulundukları köyler şunlardır: Kadıköy, Summaki, Şarabi, Telalo, Telgaz, Hacı İs, Daraklı, Batrik, Sirmi, Akımi, Gavu gik, Derimte, Ayin gevir, Kabi ve karabaş köyleridir. Mezkur köylerde cem’an 180 adet boranhane mevcuttur. Güvercinlerde bazan kuş palazı hastalığı zuhur eder ve çok ilerleyip şiddetlendiği zaman boğaza doğru teşekkül eden zar kabarcıkları bazen teneffüse mani olduğundan hayvanların telefini mucip olur. Bir boranhanede zuhur eden mezkur hastalık sebebile senede on, onbeş güvercin ölür: Güvercinlerin tabii düşmanları en ziyade atmaca, saksağan, karakuş, yılan, sansar ve kedilerdir. Saksağanlar boranhane tabir edilen güvercinliklerin içerisine girerlerse bunların yavrularile yumurtalarını yerler, sansarlar da ufacık bir yarık bulsalar oradan hemen boranhaneye girerler ve güvercinlere mühim zayiat verirler. Yılanlara gelince bunlar da yavrularile yumurtalarını yutarlar. Karakuş ve atmaca gibi kuşlar da bunları parçalamak suretile telef ederler. Boranhaneler kavun ve karpuz ziratinin inkişafı cihetinden faidelidir. Fakat bu faidelerine mukabil güvercinler hububat ve bakliyat ziraatına mühm zararlar verirler. Boranhanelerde beslenmekte olan yabancı güvercinler sabah ve akşam günde iki defa boranhaneyi bırakıp tarlalara giderler. Ve yemlerini oradan tedarik ederler. Sıcak zamanlarda ekseriya boranhanelerde istirahat ederler, çiftçi tarlaya atığı tohumları açık bırakırsa güvercinler onları yemekte kusur etmezler, başak mevsiminde dahi burçak, mercimek, buğday ve arpalara musallat olurlar. GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 417 Güvercinlerin çiftçilere yaptığı bu zarar müddeti 150 gün devam eder, bir güvercinin günde kursağına ithal ettiği hububat miktarı ise 30 gram tesbit edilmiştir” Sanırım yeterli bilgi edindik boranhaneler hakkında, gerçi bu bilgiler artık kimseye lazım değil diyebiliriz, baksanıza Diyarbekir karpuzu için islah çalışmaları yürütülüyor ama, sanki “hediyelik” olsun diye üretiliyor, nerede o eski zamanlarda dilimlenerek kilo ile satılan karpuzlarımız. Hep görürdük küçede adamın başında bir karpuz, bir elinde ekmek, diğer eli ya boştur, ya da başka bir şeydir, öylece yürür gider ve başındaki karpuz düşmez, bu görüntülere de özlem duyuyoruz.(8) Leylek evleri(Bismil Dünyanın en büyük leylek kolonisine sahiptir) 418 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Leylek evleri(Bismil Dünyanın en büyük leylek kolonisine sahiptir) GÜVERCİN EVLERİ (BORANHANELER) 419 KAYNAKLAR 1-Ayhan Bekleyen Diyarbakır Kırsalındaki Güvercin Evleri: Boranhaneler, Karaçalı (Tilalo) Köyü Trakya Univ J Sci, 8(2): 99-107, 2007 2-Nudem Ateş .Amed’in boranhaneleri tarih oldu.Özgür.Gündem.9-6-2012 3-Vedat Gündoğan. Diyarbakırda Güvercin Kültürü Diyarbakır Yerüstü Kaynakları Uzman matb.İst.D.Ü yay. 2013.c.2 4-F. Evren Daşdağ , Nursen Işıkgeleneksel Konut Mimarisinde Kuş Evleri:Diyarbakır’daki Kuş Evleri (Boran Hane) Örneği Diyarbakır Geleneksel El Sanatları.Tarım Bakanlığı Yay.2013 5-Zekeriya SARIHAN . İbrahim Yakut. Diyarbakır Güvercinleri 600 yıllık bir gelenek.www.diyarinsesi.org.13-2-2014 6-Hüsyin Tuğcu.Diyarbakır’da güvercin kültürü.Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu.2011.c.2 7-Albert Gabriel(çev.İdil Çetin):Şarki Türkiye’de Arkeolojik Geziler.DİTAV yay.Ank.2014 8- Diyarbekir karpuzu ve Güvercinlikler 420 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 7.BÖLÜM DİYARBAKIR KÜÇELERİ DİYARBAKIR KÜÇELERİ “Fiskayası” denilen Dicle Nehri’nin batı yakasındaki yaklaşık 100 metre yüksekliğe sahip sarp bir kayalığın üzerine inşa edilen ilk yerleşim yerinin tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar geriye gitmektedir. Ancak zamanla çevresini de içine alacak şekilde genişleyen bu kalenin esas büyümeyi M.S. 349 yılında Roma İmparatoru Konstantinus döneminde yaşadığı kaydedilmektedir. Şehrin çevresini kuşatan surların son halini M.S. 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus döneminde aldığı sanılmaktadır. İlk kurulan alan ise şehir yönetiminin de kalbi olan “İçkale” adını almıştır. Uzunluğu 5 kilometreden fazla, yüksekliği 8-12 metre, genişliği ise 3-5 metre olan bu surların 82 adet burcu vardır. Amid şehrinin tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar uzanan çizgide farklı devletler tarafından bölgesel yönetim merkezi olarak kullanılmasının temel sebebi coğrafi önemi olsa gerektir.200 Dicle Nehri’nin Kuzeydoğu Anadolu yükseltilerinden yukarı Mezopotamya ovalarına kavuştuğu düzlük alanda belki Amid şehrinin bulunduğu yer kadar muhkem bir alan daha bulunmaz. Aynı zamanda kendisini çepe çevre kuşatan surların ham maddesi olan kayaç yapının tam üzerine oturmaktadır. Yanı başındaki sönmüş bir volkan olan Karacadağ, yapı malzemesinin temel kaynağıdır. Bulunduğu coğrafyanın en önemli tatlı suyu olan Dicle Nehri ve şehrin altından geçtiği bilinen yer altı suları ve çepeçevre kuşatan geniş surları ile İlk ve Ortaçağlar için ele geçirilmesi kolay olmayan çevresinden bağımsız bir ada durumundadır. Nehir yolu ve üzerinde yer aldığı kara ticaret yolu ayrıcalıklarıyla Amid, uzun dönemler boyunca tarihi öneme sahip olmuştur. İbn Haldun, şehirlerin nasıl kurulduğu ve hangi şartlarda geliştiği konusunda bazı fikirler ileri sürer. Ona göre öncelikle bir şehir planlanırken bazı hususlara riayet edilmeDİYARBAKIR KÜÇELERİ 423 lidir. Bu meyanda özellikle barınma ve korunma ihtiyacına dikkat çeker. Şehirleri güvenlik açısından zarardan korumak için önerilerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Şehirleri zarardan korumak için şehirdeki bütün meskenleri surlarla kuşatmak gerekir. Bu açıdan Amid tam da bu maddedeki gerekçeyle baştanbaşa yüksek surlarla kuşatılmıştır. Dahası bunu M.S. 4. yüzyılda Bizans idarecileri ve şehirdeki mimari kültür taşıyıcıları, şehrin yayılabileceği alanı da muhtemelen hesaplayarak muazzam bir sur yapısı oluşturmuşlardı. Bu özelliği ile Amid henüz kuruluşundan itibaren ne tek başına bir İslam şehri ne de tek başına bir Ortadoğu şehri özelliği taşır. Sonraki dönemlerde hiçbir zaman –cumhuriyet dönemi hariç tutulmak kaydıyla- surların dışına taşmamıştır. Bu açıdan yayılmacı Roma kültürü belki de doğuda son muazzam şehrini kurmuştur. Şehrin bu özelliği göz önünde tutulduğunda şehir bir Bizans şehridir ancak zapteden her medeniyetin izlerini de içinde barındırmaktadır. İslam fethiyle İslam kültürünün yapılarını, sonrasında Mervaniler, Selçuklular, Beylikler ve son olarak Osmanlı mimarisinin izlerini taşır. Bunu şehirdeki yapıların yanında şehri çepeçevre saran surlar üzerindeki kitabelerden de gözlemlemek mümkündür. 2. Şehrin ulaşılması zor bir yere kurulması gerekir. Ya bir dağ başındaki sarp bir noktaya ya da ağaç veya taş bir köprüden geçilmedikçe ulaşılamayacak bir tarzda etrafı deniz veya suyla kuşatılan bir yer olması gerekir. Böylece düşmanın bu yeri zabt etmesi zorlaşır, korunması ve kudreti kat kat artar. Amid şehri “Fiskayası” denen Dicle’ye nazır doğudan batıya doğru alçalan keskin bir yükseltiye kurulmuştur. Ayrıca doğusunu Dicle Nehri kuşatırken, güneyini Hevsel Bahçeleri denen ormanlık ve bostanlık kapatır. Öneri ile olguyu karşılaştırdığımızda İbn Haldun’un adeta Amid şehrini gördüğü ve tanımladığı düşünülür. Ancak tespitini yaptığı hakikat 15. yüzyılda mevcut olan tüm büyük şehirlerin özellikleridir. 3. Şehri tabii afetler açısından zararlardan korumak için ve hastalıklardan selamette kalmak için havanın hoş olması gerekir. Şehri, hava ve iklim şartlarından gelen tabii zararlardan da himaye etmek gerektiğini, zira hava durgun ve pis olursa veya bozulmuş sulara veya kokmuş gölcüklere yahut da pis bataklıklara komşu olursa buralardaki hastalıkların çabucak şehir insanına sirayet edeceğini kaydeder. Kurulurken havasının iyi olmasına riayet edilmeyen hava kirliliği olan şehirlerde ekseriya hastalıkların çokluğuna, hastalık oluşmasının bir sebebinin de durgun hava olduğuna dikkat çeker. Bir beldenin halkının hareketleri çok olursa zorunlu olarak havada dalgalanmalar olacağını ve rüzgar doğacağını, şayet şehrin nüfusu az olursa havanın hareketlenmesinin de az olduğunu ve havadaki hastalıkların da fazla olduğunu belirtir. İbn Haldun kuruluşunda az nüfuzlu yerlerin başlarda çokça hastalık barındırdığını belirterek zamanla kalabalıklaşan bu şehirlerde hastalıkların da o nispette azaldığını ileri sürer. Yine bu açıdan Amid dağların hemen yanıbaşında ovada kurulduğundan anılan 424 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER hava hareketliliğinin uygun şartlarda olduğu görülmektedir. 4. Son olarak, suyun şehir için önemine değinen İbn Haldun, “Şehir bir nehrin üzerinde ya da hizasında bol ve tatlı su kaynakları bulunan bir yerde kurulursa bu husus temin edilmiş olur. Zira suyun şehre yakın bir yerde bulunması orada oturanların zaruri bir ihtiyaç olan suyu temin etmelerini kolaylaştırır. Suyun mevcut olması oradaki halka büyük ve umumi faydalar sağlar. (İbn Haldun, Mukaddime, C.II, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 2009, s. 635636.)” Amid şehri Dicle Nehrinin yukarı ağzında kurulmuştur ve ayrıca şehrin kurulduğu havza yer altı suları bakımından oldukça zengindir. Şehre tek başına kaynak olarak yeterli olan bu özelliği yanında Diyarbekir’den Basra Körfezine kadar yol üstündeki şehirlerle de nakliye ve ulaşım ilişkisindedir.(25) Diyarbakır Mahalleleri Diyarbekir’in yaşama biçimi Mahalle/Mahle ve Mahalleli/Mahleli sözcükleri ile tanımlanabilir. Arşiv belgelerinde elde edilen bilgilere göre sur/beden içi 94 mahalleden oluşmaktadır. Buna rağmen halk arasında, kendisini oturduğu mahallenin yakın olduğu kapıya nisbetle tanımlaması çok yaygındır. Örneğin: “Mardin kapiliyığ.” “Urfa kapiliyam.” vs. ifadeler bunu anlatır. Ancak yukarıda belirtildiği gibi 94 mahalleye ayrılan şehirde mahalleler fazla büyük olmadığından mahalle sakinleri birbirlerini tanır ve yakın ilişkiler içinde bulunurlardı. Mahalle aralarındaki sokaklar, tamamıyla kesme taşlarla döşenmiş olup gayet güzel bir görünüm verirdi. Bununla beraber sokaklar genelde dar olduğundan günümüz arabalarının geçmesi mümkün değildi. Hatta bazı sokaklardan bir dönemin modern arabası olan faytonlar bile geçemezdi. Sokakların darlığının nedenlerini açıklamaya çalışan bazı eski kaynaklar, buna sebep olarak şehrin bulunduğu bölgenin ikliminin özellikle yazın çok sıcak oluşunu ileri sürerler. Şehri planlayan mimarların, dar sokakların oluşturduğu gölgeliklerden halkın daha çok istifade edebilmesi düşüncesiyle hareket ettiklerini belirtirler. ( 15) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 425 16.yüzyıl MAD 3639 Numaralı Cizye Defterinde Yer Alan Diyarbekir Mahalleleri Diyarbekir’in XVI. yüzyıla ait mahalle isimleri daha önce yayınlanmış eserlere konu olmuştur XVI. yüzyıldan XVII. yüzyılın sonlarına kadar şehrin mahallelerinde meydana gelen değişiklikler bu cizye defteriyle mukayese edilerek tespit edilebilmektedir. Buna göre: Petekçiyân, Çirik, Merbtun, Hoca Hacedur, Hoca Maksud, Babü’t-Tin, Rumiyân, Kavvas, Şemsiyân, Hoca İskender, Gelmez-i Kebir ve Sağir, Fethi Çelebi, Cihanşa-Cihanşeh Beg Tabanoğlu, Siyavuş Ağa, Sallı Sulak (Solak), Karagöz, Sinan Kethüda, ‘İnayet Ağa, Karib-i Kastal, Hancı Cemal, Rıdvan Ağa Hacı Fazlı, Hane-i Harir, Gaybar-i Karakoyun, Ali Ağa, İshak Efendi, Saray-ı İskender, İbn-i Mardires, Çerkes Oğlu, Hacı Seydi, Abdal, ‘Attar İskender, Şeref Çavuş, Ahmet Çavuş, Hacı Recep, Veli Ağa, Külhan Melik, Rabi’a, Çukur, Mar Habib, Sarulı, El-Hacı Süleyman, Erba’a Taş, Katırpınarı, Teğelli (Tegilli) Ali Çavuş, Çakal, İç Kal’a, Sarraf Mehmet, Ali Kethüda gibi mahallelerin ortaya çıktığı gözlenmektedir. Bu mahallelerin şehre yeni ilave olmuş mahalleler mi yoksa eski mahallelerin isim değiştirmesi sonucu mu ortaya çıktığı hususunu, sadece defterdeki verilerle belirlemek mümkün değildir, ancak bunlardan bir çoğunun şehrin gelişmesine bağlı olarak ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Bu defterde yer alan mahalle isimlerinin yazılışı XVI. yüzyıldaki yazılışlarına göre dikkat çekici farklılıklar göstermektedir. XVI. yüzyıldaki mahalle isimleri daha ziyade cami ve mescitler ile birlikte zikredilirken, bu defterde Cami-i Kebir dışında cami ve mescit ismi zikredilmemektedir. Oysa bu defterde de yer alan Yiğit Ahmet, Derviş Hüseyin, Şeyh Basit, Kastal, ‘İmadiye, Kubad Beg, Hüsrev Paşa, Mehmet Paşa, Şeyh Matar, Hacı İzzeddin, Hasırcı, Hacı Abdurrahman, Tabakhane, Kalenderhane, Çöpi, Sinoğlu, Hacı Büzürg gibi mahallelerin XVI. yüzyıldaki isimleri cami ya da mescit ile birlikte kaydedilmiştir. Göze çarpan ikinci husus ise, bazı mahallelerin küçük ve büyük olmak üzere ikiye bölünmüş olmasıdır. Yiğit Ahmed-i Kebir, Yiğit Ahmed-i Sagir, Meryem-i Sagir, Meryemi Kebir, Gelmez-i Kebir, Gelmez-i Sagir, Hacı Büzürg-i Kebir, Hacı Büzürg-i Sagir gibi. Bu defterde tek mahalle olarak görülmekte olan Kalenderhane Dabbahane Mahallesi, XVI. yüzyılda iki ayrı mahalle idi. XVI. yüzyılda sürekli Siirdî şeklinde yazılan isim, bu defterde Türkçe kurallara uygun olarak Siirtli biçiminde yazılmıştır. 426 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Hoca Ahmed Mahallesi, Müslüman ve Zımmi olmak üzere iki ayrı mahalle olarak deftere kaydedilmiştir. Burada gerçekten birinde Müslümanların diğerinde Hıristiyanların oturduğu iki ayrı Hoca Ahmed mahallesinin bulunup bulunmadığı veya bu mahalle de oturan Hıristiyanların bir kısmının sonradan Müslüman olup olmadığı hususu açık değildir. Bununla beraber bu mahalledeki Hıristiyanların bir kısmının ihtida ettiği düşünülebilir. Cizye kaleminde yer alan vergi miktarındaki kaybı önlemek için bunların kaydı defterden düşülmemiş olabilir. Bu defterde şahıs isimlerinin önünde yer alan “Hacı” sıfatı bazen “Hacı” şeklinde, bazen de kelimenin başına elif ve lam takısı getirilerek El-Hacı Osman, El-Hacı Abdurrahman, El-Hacı Süleyman şeklinde yazılmıştır. Bunun yanında Hacı Büzürg-i Sagir ve Hacı Büzürg-i Kebir isimlerinin yazılışında elif lam takısına yer verilmediği görülmektedir. Haçedur, Maksud gibi Hıristiyan isimlerin önünde “Hoca” sıfatının kullanılmış olması dikkat çekicidir. Cizye defterinde, İbn-i Sin şeklinde yazılan mahallenin, XVI. yüzyıldaki ismi Mescid-i Sinoğlu şeklinde olup, mahallenin isminde Arapça “ibn” yerine, Türkçe “oğlu” ibaresi kullanılmıştır. Burada yer alan mahalle isimleri Diyarbekir’in mahallelerinin tamamı mı, yoksa Hıristiyanların oturdukları mahalleler mi olduğu, Diyarbekir’de aynı dönemde başka mahalleler de var mıydı, varsa hangileriydi? Bu soruların cevabını maalesef bu cizye defterindeki bilgilerden elde edemiyoruz. Diyarbekir’in 1691 tarihinde aşağıdaki listede yer alan mahallelerini yukarıdaki sorular çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Kanaatimizce aynı tarihlerde Diyarbekir’de başka mahallerde mevcut idi. Buradaki mahalle isimleri, cizye defterindeki sıraya göre verilmiştir.(21) 1847 yılında mahalleler 1- Ali. Reşid 2- Ali Paşa 3- Abdulazîz 4-Ali Can 5-Ablak 6- Abdal Mescidi DİYARBAKIR KÜÇELERİ 427 7- Arab Şeyh 8- Bahaeddin 9-Balıklı 10- Camiu n-Nebî 11- Çobyan 12-Camiü’s-Sefa 13- Camiü’l-Esved 14- Çukadar 15- Cami-i Kebîr 16- Çakal 17 - Derviş Hüseyin 18-Defterdar 19-Faüh Paşa 20- Hacı Osman 21- Hacıh 22- Halid Hasan 23- Hacı Ahmed 24- Hanzade 25- Göl Camii 26- Hacı Hızır 27- Hüseyin Efendi 28- Hacı Abdurrahman 29- Hacı Büzürk 30- Hüsrev Paşa 31- Hüsameddin 32- İbrahim Beğ 33- İbn-i Müderris 34- İskender Paşa 35- İzzeddin 36- İmadiye 37- Kavvas-i Sağîr 38- Kılbaş 39- Kadı Camii 40- Kavvas-i Kebîr 41- Kaşık Budak 42- Kastal 428 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 43- Melek Ahmed 44- Lala Beğ 45- Nalçacı 46- Memeddin 47- Mu’allak 48- Murteza Paşa 49- Reisoğlu 50- Rabi’a 51- Şeref Çavuş 52- Sulukiye 53- Şeyh-i Said-i Küçük 54- Şeyh Matar 55- Sinanoğlu 56– Taceddin (24) 1936 il yıllığına göre mahalleler Ulu Cami, Reisoğlu, Safa Camii Müderris Oğlu İskender Paşa Derviş Hüseyin Hüseyin Efendi Fatih Paşa Kılbaş Hasırlı Ablak Çöpiyan Sülükiye Hacı Hıdır Abdal dede RabiaTaceddin, Muallak Salos, Katsal, Büyük Kavas, Küçük Kavas Reşitoğlu Ali Defterdar, Aziz Camii. Şeyh Matar Sinoğlu. İzzeddin Ali Paşa İbrahim. Bey Yiğit Ahmet-Dabanoğlu, Kaşıkbudak, Melik Ahmet, Hacı Osman, Nalçacı, Hoca Ahmet, İmadiye, Çakal, Kara Cami, Lâle bey, Göl Camii, Hacı Büzrük, Kadı Camii, Arapşeyh, Hüsameddin, Peygamber Camii, Hüsrev Paşa, Mürteza Paşa, Memüddin, Hacı Abdurrahman, Alican, Şerif Çavuş, Cemal Yılmaz, Velikethuda, Molla Bahattin(23) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 429 1936 yılı mahalleler(A.Gabriel) (26) 430 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sur içi yerleşim Sur içindeki Diyarbakır, yoğun ve sıkışık yapısıyla dikkat çeker. Bu yoğunluk bir yönüyle doğu karakterli organik yapılaşmayı, bir yönüyle de Roma döneminden bu yana Sur içinde sıkışmış bir kenti ifade eder. Roma döneminde kalan ve günümüzde de yer yer hala kullanılan kanalizasyon ağı, mimari dokunun eskiden de sıkışık olduğunu gösterir. Sokaklar ve evler kaçınılmaz olarak bu sıkışık dokudan payını almıştır. Evler genel olarak düzensiz bir geometri ile birbirinden ayrılır ya da birbirine yaklaşır. Ancak parseller ne kadar düzensiz olursa olsun, evleri çevreleyen avlu duvarları, birbirleriyle olabildiğince dik açıyla birleşmektedir. 16. yy’ da Osmanlı egemenliğine geçen kentte anıtsal yapılar sur içi kent dokusu içine yayılarak, şehrin strüktürünü belirleyen sokak ve mahallelerin oluşumunu sağlamıştır. Sur içi kent dokusunu belirleyen konutlar, iklim, topografya ve kullanıcı gereksinimleriyle ortaya çıkmış ve özgünlüğünü 1940’lı yılların sonuna kadar koruyabilmiştir. Geceleri kapıları kapanan bir ortaçağ kentini andıran Sur içi hayatını 1940’lı yıllar kadar yaşamıştır. Kent bütününde mekân hiyerarşisi içinde ele alınan kamusal mekânlar olarak “anayol, ara yol ve karşılaşma noktaları (meydancıklar, camii avluları vb), Diyarbakır’da organik bir biçimde gelişmiştir. Konutlara ulaşımı sağlayan sokak, mahalli tabirle küçe, genellikle bir at arabasının geçebileceği darlıktadır. Diyarbakır evlerinde çoğunlukla avluya doğrudan girilmemektedir. Sokak aralığı, giriş aralığı, geçit gibi adlar ile anılan birim, avlu ile sokak arasında yer alır. Daha sonra buradan avluya geçilir Diyarbakır sokakları evleri birbirine bağlayan, üstü açık koridorlara benzer ve bir ortaçağ kenti görünümündedir. Doğu-batı, kuzey-güney akslarından geçen yollarla dört parçaya bölünmüş Sur içi’nde, bölümler içinde kalan parseller düzgün formlarda değildir. Düzensiz formdaki bu parseller nedeniyle sokaklar da geometrik bir düzende değildir. Daralıp, genişleyen, doğrusal olarak ilerlemeyen sokaklar organik formlardadır. Sur içi yerleşim yerinde sokak araları 80–350 cm arasında değişmektedir. Genellikle 2 m.lik sokaklar daha fazladır. Dış çevre, sokak, meydan kısıtlanmamış çevredir, denetlenemez. Sofa, avlu, bahçe ise kısıtlanmış ve özel olarak kurulmuştur. Diyarbakır sokaklarının ve de evlerinin şekillenmesinde surlar önemli bir rol oynar. Kentin genişlemesini sınırladığı için sur içinde yoğunlaşma artmış, evler birbirine bitişmiş, sokaklar daralmıştır. Bu tür bir sıkışıklık, taş döşeli sokakların şekillenmesinde ve mahremiyetin sağlanmasında, evlerin sokaklardan yüksek duvarlarla ayrılmasına neden olmuştur.(11) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 431 Sur içindeki sokakları ana sokaklar ve ara sokaklar şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Ana sokakları 4–5 metre genişliğindeyken ara sokaklar bazı yerlerde 2 metrenin altına kadar düşer. Bu ana ve ara sokaklar bazı yerlerde kesintiye uğrar ‘Kuçe çıkmaz’ (çıkmaz sokak) denen sokaklara dönüşür. Bazen sokaklar çıkmaza dönüşmesin diye ikinci katın seviyesinde sokak üstü oda vazifesi gören mahalli ifadeyle “Örtme” veya‘kantırma’lar yerleştirilmiştir. Sokaklar kantırmaların altından devam ederken ancak bir odalık bu alanlar, bazen yukardan iki evi birbirine bağlar bazen de bir evin ortak odasıdır. Evin bir odası veya iki evi birbirine bağlayacak şekilde yapılan kantırmalar sokaktan gelip geçenleri gözleyecek biçimde inşa edilmiştir. Geçen yüzyılın başlarına kadar Diyarbakır geleneksel şehir mimari yapısını işçiliğiyle de sürdürürken bazı araştırmacılarca bu mimari yapı ve şehirde oluşturduğu doku Roma tipi şehir mimarisinin etkileri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Hareket noktası ise “dar sokakları” ve birbirine her iki yandan ve arkası mutlaka bitişik en fazla iki katlı evlerden oluşmasıdır. Bu özellikleriyle ve kale yapısıyla şehrin mimarisinin böyle bir biçim kazanmasının nedenleri arasında büyük orduların istilasını engelleyici olmasına bağlanmıştır. (17) Geleneksel Diyarbakır evleri ve sokakları sur içinde sıkışmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle Diyarbakır sokaklarının genişliği yer yer 2-3 metreye kadar düşmekte ve hatta bir araba geçemeyecek kadar daralmaktadır Sokakların şekillenmesi ve dar olmasında, ayrıca karasal iklim, yöreye özgü bazalt taş, bölgenin sosyo-ekonomik yapısı, aile hayatının mahremiyeti gibi nedenler etkili olmaktadır. Diyarbakır kale içindeki parseller düzenli olmayan geometriye sahip olduğu için sokaklarda Ortaçağ Kentleri’nin genel özelliğine benzer şekilde organik dokuda ve düzensiz gelişmiştir. Roma Dönemi’nde yeniden düzenlenerek yapıldığı bilinen kanalizasyon ağının ana yolların altından geçtiği düşünülünce yapılaşmanın da düzensiz sokaklara uygun doğrultuda devam ettiği anlaşılmaktadır. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve böylelikle günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı) Geleneksel Diyarbakır evlerinin sokak cephesi genellikle penceresiz ve sadedir. Ancak bazen başodaların (çıkma) sokağa açılan bindirme tekniği ile yapılmış kazandırmaktadır. Evlerin sokak cephelerinde özellikle sıcak yaz günlerinde halkın su 432 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER ihtiyacını karşılamak amacı ile inşa edilen tek cepheli sokak çeşmeleri yer almaktadır. Sokak zeminleri bazalt taş ile kaplanmıştır. Diyarbakır sokaklarına estetik bir görünüm katan bir diğer unsur da sokak kapılarıdır. Genellikle sade tutulan bu sokak kapılarından geleneksel Diyarbakır evlerine giriş sağlanmaktadır.(27) Kentin surlarla çevrili oluşu, sur içinde yapı yapılacak alanı sınırlamıştır. Kenti çepeçevre saran surlar, kentin güvenliğini sağlamada en etken öğedir. Bir ortaçağ kenti görünümümde olan kent, gece kapıları kapanan, kendi içine dönük yaşayan bir kenttir. Evler birbirine yaklaşırken, sokaklar daralmaktadır. Bu da berberinde güvenlik, mahremiyet gibi birçok sorunu getirmektedir. Sokakların belli bir genişlikte olması nedeniyle zemin katların duvarları sokağa taşamaz, sokağı daraltamazdı. Buna karşın üst katlar sokağa taşabilirdi. Şahnişin denen bu katların pencereleri sokağa bakardı, komşuyu rahatsız etmeyecek şekilde düzenlenirdi. Geleneksel evlerin planlanmasında komşuya saygı ön planda tutulur (18) Diyarbakır küçeleri A.Uğur -A.Benli DİYARBAKIR KÜÇELERİ 433 Bir küçe(A.Benli) Diyarbakır sokaklarının ve de evlerinin şekillenmesinde surlar önemli bir rol oynar. Kentin genişlemesini sınırladığı için sur içinde yoğunlaşma artmış, evler birbirine bitişmiş, sokaklar daralmıştır. Bu da gölgelik alanların çoğalmasını, serinliğin artmasını sağlamıştır. Bu tür bir sıkışıklık sokakların şekillenmesinde bazı durumlar yaratmış ve mahremiyeti sağlamak için evler sokaklardan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Bazen parke taş döşeli eski Diyarbakır sokaklarında sürekli akan çeşmeler sokaklara temizlik ve canlılık katardı.(13) İnce, uzun, bazalt taşlıdır Diyarbekir küçeleri. Yaz aylarında, biraz serinlesin diye yerlere serpilen suyun yarattığı o tatlı hava, insanı yağmurdan sonraki toprak kokusuna götürürdü. İnsanlar pek geçmez ama yalnızlık, özlem, hüzün ve umut gelip geçer bu küçelerden. Ne çok acılara tanıklık etti; kimi zaman sineye çekti kimi zaman gökyüzüne haykırdı acısını. 434 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır sokakları (Haluk Togay) “Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir” sözü durumu anlatmaya yetiyordu Çoğu zaman. Acının ağırlığı, masumların katli, konuşmaya mecal bırakmıyor sahiden de. Ve dilimize pelesenk olmuş şu şarkı dolanırdı kimi zaman “Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor olmasaydı sonumuz böyle’’. Biliyoruz bugüne dek, sana edilen zulme büyüklük gösterip sessiz kaldın. Biliyoruz aslının bozulmasına bile karşı çıkmadın. Lakin yine biliyoruz ki içinde tuttuğun sahabe ruhunun yüzü suyu hürmetine Rahman’a haykıracaksın. Ve karşılığını alacaksın. İlla ki alacaksın! Hem de yakında! Hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez a canım Ümitvarım… Güneşli, aydınlık güzel günler göreceğiz Diyarbekir’im. Sana yamanmış, bin kez dar gelen, küçülmüş, kirli, çamurlu giysileri yırtıp atacaksın üzerinden ve ışıl ışıl parlayacaksın! Barış kol gezecek dağlarında, yollarında, en ücra kasabalarında ve küçelerin’de. Çığ olup komşularını da katacaksın bu harmana. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 435 Diyarbakır küçeleri(A.Benli) Eskisi gibi güvenli olacak KÜÇELERİN. Gençlerin asık yüzü maskelerini atıp neşeli olacaklar gene eskisi gibi. Türküler söylenecek bahçelerinde, küçelerin’de ve dağlarında. Seni -Dağlarına bahar gelmiş memleketimin- diyen Ahmet Arif ’in dizesiyle anacağız öyle ki; çocukların ellerindeki taşları bir bir alacak, yerine misler gibi öpücükler konduracaksın; Ve bir de kalem tutturup -Haydi gidin okula- diyeceksin şefkatle. Anaların yüreğine dokunacak halin, sözlerin, başkalaştıracak. Kim bilir öfkeden kıpkırmızı kesilmiş yüzleri bile yumuşatacaksın. Yürekler yumuşayacak, ayrılık zıvanaları kül olup uçacak. 436 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 1976 yılı-Adil Tekin DİYARBAKIR KÜÇELERİ 437 Kim bilir sımsıkı kapanmış yumrukları açacaksın. Ve el ele tutuşturup herkesi eski günlerdeki gibi halaya duracaksın. Türküler söylenecek bahçelerinde, küçelerin’de ve dağlarında. (8) Diyarbakır’in sokakları çok dardır. Diyarbakırlılarr bu dar sokaklara ”kuçe” diyorlar. Evler birbirine çok yakındır. Bazı sokaklar düz olmasına rağmen, bazıları dolambaçlı ve labirent gibidir. Çünkü şehrin etrafı tamamıyla yüksek surlarla çevrilidir ve kullanılabilen alan çok azdır. Evler küçük, sokaklar da dar yapılmış ki fazla yer kaplamasın. Sokaklar geçme taştandır. Evler genellikle balkonludur. Eski evler ya tek katlı ya da çift katlıdırlar. Bazı kuçeler birbirine bağlıdır ve oradan diğer kuçelere geçilebilir. Bazıları ise bir yerde tıkanır ve çıkmaz yollar oluşur. Bu tür sokaklara “kuçe çıkmaz” diyorlar. (28) Diyarbekir Küçeleri (Türkü) (Uy Amman Uy Amman Yâr Yaman Le Le Cane) 1995 yılı bir küçe(22) 438 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER İskenderpaşa camii arkasında sokak İklimin Şekillendirdiği Küçeler (Sokaklar) Diyarbakır’da sert bir kara iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama kış soğukları Doğu Anadolu’nda olduğu kadar şiddetli değildir. Bunun başlıca nedeni, Güneydoğu Toroslar yayının kuzeyden gelen soğuk rüzgârları kesmesidir. İl merkezindeki meteoroloji istasyonunun gözlemlerine göre, en sıcak ay ortalaması 31 derece, en soğuk ay ortalaması ise 1, 8 derecedir. Yılın hemen hemen 7 ayında yazı yaşayan Diyarbakır’da Sokak dokusunun şekillenmesinde iklimsel veriler etkili olmuştur. Diyarbakır sokak dokusunun biçimlenmesinde iklimsel koşulların da büyük etken olduğunu söyleyebiliriz, sokak genişliklerinin yer yer 2 - 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı bulunmaktadır. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış, bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve böylelikle günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince ve derinlemesine oluştuDİYARBAKIR KÜÇELERİ 439 rulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda ekolojik verimlilik kazandırmıştır. Böylece günün her saatinde gölgelik alanlar oluşturulmuştur. Sıcaklığın 45 derecelere çıktığı saatlerde örtmelerin altında soluklanmak, bir nebze olsun serinlemek iklimsel konfor koşulları açısından da önemlidir küçelerimiz. (1)Diyarbakır’ın eski sokakları bir araba geçemeyecek kadar dardır. Hemen hemen tüm sokaklarda çeşme vardır. (Bu çeşmelere gelen su demir borulara alınmadan önce könklerle gelirdi. Bu könkller zaman zaman çatlar kırılırdı. Su’cu Dikro vardı. Kırılan könklerin içine at zibil’i atardı, zibil gider o delikleri tıkardı, 15-20 dakika kimse o suyu içmezdi.) Duvarların temeline su gitmesin diye sokaklarda meyil daima ortadadır. Damlar topraklı olduğu için çortunlar da topraklı su akar, Sokaklarda 50 metre ara ile Çökertme havuzları yapılmış, üstü ızgaralıdır, zaman zaman temizlenir kanalizasyon (lağım)’lar tıkanmaz. (2) Sosyo-Kültürel Yapının Şekillendirdiği Küçeler (Sokaklar) Diyarbakır tarihi boyunca birçok fikir ve sanat adamı yetiştirmiş bir ilim merkezi konumunda olmuştur. Bilim, kültür ve ticaret merkezi konumunda olan bu kent dört mezhebe açık dinsel bir çeşitlilik sunmuştur. Bu anlamda Diyarbakır pek çok kültüre ve kavime kapılarını açmış, ekmeğini suyunu onlarla paylaşmıştır. Aynı sokakta yaşamış, aynı mimari özellikler gösteren evlerde oturmuşlardır. İnancını surlara ve taşlara işlemiştir bu kent. Yörede üç farklı sınıfta halk yaşamış, bunlar; büyük arazi sahibi ağalar, zenginler, esnaf ve zanaatkârların oluşturduğu orta tabaka: işsiz, amelelikle uğraşan ya da ağanın emrinde çalışan dar gelirliler. Sosyal yapıdaki bu farklılıklar mimaride de farklı tiplerde planların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toplumsal yaşam, mimariyi yalnız bu şekilde etkilemekle kalmamış, aile yaşantısının gizliliği evin mahremiyetini de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle. Geleneksel Diyarbakır evlerinin sokak cephesi genellikle penceresiz ve sadedir. Ancak bazen Baş odaların (Çıkma) sokağa açılan, bindirme tekniği ile yapılmış çıkmaları, yalın cephelere hareket, sokağa da biçim zenginliği kazandırmaktadır. Yapı parsellerinin düzgü olmayışı ve üst katlarda daha düzgün mekânlar elde etmek için yapılan yüksek sokak duvarları üzerindeki çıkmalar, Diyarbakır küçe görünümlerine bir kimlik kazandırmıştır. Diyarbakır evlerinin çıkma pencereleri, evlerin birbirini göremeyeceği şekilde yanlarda planlanmıştır. Böylece karşı evin iç kısmının görülmesi engellenmiştir. Çıkmaların altındaki süslü, profilli, bindirme tekniği ile yapılmış taş Konsollar cephelerin, 440 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER dolayısıyla sokağın en önemli mimari unsurları olmuştur. Sur içi sokak dokusuna anlam kazandıran mimari öğelerden biri de sokak kapılarıdır. Bir evin sokak kapısı, sokak ile iç dünyanın ara kesitidir. Genelle-özel, açıklıkla-gizlilik, bireyselle-dayanışmanın, serbesti ile sorumluluğun ve dahası, bir ömrü eşiyle paylaşmanın başlangıcıdır. Diyarbakır konutlarında evin kar s sokağın değerleriyle özdeşleşir içine kapanık sakin, durgun Anadolu insanının alçak gönüllülüğüyle bütünleşir kapılar. Marangoz ustalarının maharetli ellerinden çıkmış bu kapılar ailenin ekonomik yapısının, sosya yaşantısının, kültürünün ifadesi olmuştur çoğu kez. Bazen bir adam boyu yüksekliğinde, çift kanatlı, bazense o denli sade, küçük ve iddiasız. Üzerinde kabartılı süslemeleri, işleme-sarı madenden çivileriyle muhteşem görünüşlü bu kapılardaki tokmakların her biri ayrı anlam ifade eder niteliktedir. Her biri ayrı bir ses tonuna sahip olduğu için, ev sahibi çalan tokmaktan gelenin erkek mi, kadın mı yoksa çocuk mu olduğunu böylece anlar, tedbirini ona göre alırmış. Anahtarı da arandı hani, kapı gibi azametli, ucu işlemeli arkadaki rezesi içinde gizli. Dışarıdan açmanın mümkün olmadığı kadar güvenli emiyetli. Kişi evine girip kapısını arkadan sürgüledi ‘mi kendi dünyası ve evi ile baş başa kalırdı. (7) Her bir kapı ve her birinin üzerindeki süslemeler, bezemeler kapının arkasında yaşanan tısını kimliğin anlatırdı. Bir kısmı zamanın acımasızlığına karşın hala ayakta hala güvenli olduğunu kanıtlarcasına sapasağlam duruyor küçe kapılarımız. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 441 Her biri bir kimliği ifade eden sokak kapısından içeri girildikten sonra rengarenk çiçek ve havuzla hayat bulan avlu ve bu avlularda beyaz renkli düz ve nakışlı koyu renkli bazalt duvarlar zarif motifli bol pencereler ve eyvan boşlukları karşılar bizi. İşte o zaman bizleri bambaşka bir dünyaya götürür. Diyarbakır evleri. Gizemi küçelerinde saklı bu kentte evlere girince bambaşka hayallere kapılmamak mümkün olmasa gerek hepimiz için. (10) Diyarbakır sokaklarından bir ses HEY BENİM DİYARBEKR’İM! Dünegin doğup büyüdüğüm şehire yardım Vardığım yeri ben de tanıyamadım Kendimi Diyarbekirde değil Diyar-ı gurbet’teyem sandım Ne tanıdıh bir yüze Ne bildik bir söze Ne de alışılmış bir sese rastladım Hey benim Diyarbekirim!” deyip için için ağladım İçimden geçenleri kimselere açmadım Banbahan gezdim Banbahan dolaştım Dolu dolu gözlernen çarşilarda dolandım Ne “Hoş gelmişsen kardaş!’ diyene Ne “Buyur otur gözüm!’ edene Ne de “Oğurlar ola paşa!” diyene rastladım “Hani benim abelerim?’ deyip Tüken tüken aradım Gözümde yaş tükendi kimseyi bulamadım Oradan uzaklaşıp eski mahallemize yardım Varmidi yohmidi oni da anlıyamadım Kendimi Cami-i Kebir’de degil Mahle-i Kabir’deyem sandım Asfalt dökülmüş sokaklarda Parke daşlı küçelerimi aradım O küçelerde geçen çocuhluğumu andım Ne “Çüt kafa Mendo”ya Ne “Ahmo çırto ispirto”ya 442 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Ne de “Şişko patata soğan salata”ya rastladım “Hani benim arkadaşlarım?” deyip Kapılara saldırdım Haci Bedri amcagilin kapısını çaldım Nezahat teyze kapıyı açar sandım Yaşli bir teyze kapiyi açti “Lavo tu çi duhiazi?” deyip Yüzüme ters ters bahti Ben de ne takat Ne de hal kaldi Kapının eşiğine çöktüm Geçmiş günlere göçtüm Ne “Kale kurbaneee.. Tesedık maIi. diyen halolari Ne ‘Odun kıraan! Odun kıraaan!!” diyen hortolari Ne de Bulgur çekaaan! Bulgur çekaaan!” diyen hafızlari gördüm Hani benim kuyi pakliyanlarım? deyip Küçe küçe aradım Ne aradıhlarımı buldum Ne de öksedıhlarımi gördüm Öksüz bir çocuk gibi çaresiz boyun büktüm Beden dibine çöktüm Şehirlerin anasına içimi döktüm: Geldim! Gelmez olaydım Gördüm! Görmez olaydım Ne istediler senden kurban ne istediler? Kurban olayım sahan kıymetin bilmediler? Sen ki Diyar-ı Bekir idin Diyar-ı Fakir ettiler Şarkın Paris’i iken sıradan şehre çevirdiler Evin yıhtilar kapın kitlediler ‘Dört kapılı Şehir”din ‘Dert Kapısı” ettiler. Beni senden Seni de tarihinden ettiler. M Kadri Göral DİYARBAKIR KÜÇELERİ 443 Eski Diyarbakırda dar sokaklar da serinlik için bir alt yapı sağlıyor 444 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Diyarbakır küçelerine örnekler DİYARBAKIR KÜÇELERİ 445 Eski Diyarbakır sur içi yerleşiminde insan boyutunda sokağın etkilerine bakıldığında; -Kentin odak noktası kenti bölen iki ana caddenin kesiştiği alandır. -Ara sokaklardaki yüksek avlu duvarları ve kat boyutlarındaki farklılıklar sokak bütünlüğü içerisinde dalgalanma hissi yaratmaktadır. -Yapıların farklı boyutlarda olmasından dolayı düzensiz yollar ve sapmalar görülmektedir. -Topografyanın düz olması nedeniyle iç ve dış bükey görünüşlere rastlanılmamaktadır. -Sokakların iki yanında yer alan gerek eski ve gerekse sonradan yapılmış binaların uyumu görsel estetik açısından sıkıntı yaratmaktadır. -Eski dokuya ait evler bir davet niteliğinde olup kendine çekmekte ve bu da insanlar üzerinde olumlu etkiler yapmaktadır. -Çıkmaz sokaklar, mahremiyet duygusu nedeniyle ortaya çıkmış ve zengin ailelerin bir arada oturmalarına imkan verecek nitelikte bir gelişim göstermiştir. -Üç yolun birbirine bağlandığı Y kavşağı sokak dokusunda yer almaktadır. -Kilit geçişlerin sokağın üstüne gelecek şekilde kullanılmasıyla zengin evlere bir oda kazandırılmıştır. (3) Kentin fiziksel yapısının oluşmasında konumunun etkisi büyüktür. Yerleşimin surlarla çevrili bir alanda gelişmesi güvenlik sorunlarına bağlanabilir. Ayrıca sıcak-kuru iklim, bitişik ve mekânsal eklemlendirmeye olanak sağlayan avlulu binaların üretilmesine ve organik bir sokak dokusunun oluşmasına katkıda bulunmuştur. Diyarbakır sokakları, tarihi kentin bina olmayan az sayıdaki boş alanları ve binalara ait avluları dışındaki boşluklardır (Gabriel, 1940). Evlerin genelde mekânlarının büyük bir kısmı avlu içine baktığı için sokağa yönelen mekân sayısı çok azdır. Razı evlerin sokağa taşan odalarının (sokağın üzerine kurulan odalar) alt kısımları sokakta kabaltı olarak adlandırılan geçitler oluşturur. Sokakları çevreleyen evlerin yüksek duvarları ve sokaklardaki geçişler, taş döşemeli dar so kaklarda serin ve gölgeli bir ortam oluşmasını sağlar. Bazı evlere ulaşım, ana sokağa bağlı daha dar sokaklarla duklarında sokağın köşe duvarı, geçişlerin daha rahat yapılar sağlanır. Bunların bazıları çıkmaz sokak olabilir. Çok dar olabilmesi için pahlaıımıştır (12) 446 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Tarihi bir küçe(7) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 447 Tarihi bir küçe(7) 448 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Tarihi bir küçe(7) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 449 Tarihi bir evde kapı tokmağı 450 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Mevlüt Mergen de o eski günlere özlem duyuyor(8) Sur İçi Günlerimizden 15-20 katlı binalar kuruldu sur dışında yeni oluşan semtlere, şimdi çok daha yükseklerinin yapıldığını görüyoruz, bu binalardaki hayat bizim sur içinde iken yaşadığımız hayata hiç mi hiç benzemiyor. Gerçi günlük hayat, yani yeme, içme gibi durumlar mekanlar değişse de değişmiyor, değişen tek kelime ile ifade edersek yaşam kültürümüzdür. “Komşuluğumuz” bu kültürün içinde en önemlisiydi, bir küçede üç beş ev yan yana, sanki bir evmiş gibiydi, şimdi bir apartmanda 20-30 daire hepsi birbirine yabancı. Bugünkü sohbetimizde çok değil, 40-50 yıl öncesini anlatmak isteği ağır bastı, o günlerde komşuluğu “kutsal”bilir Diyarbekir insanı, çünkü o, canından çok sevdiği sevgili peygamberinin (s.a.v) “Komşuluk hakkından bana o kadar çok söz edildi ki komşu komşuya mirasçı olacak sandım” mübarek sözlerini bilir ve komşuluk ilişkilerini bu çerçevede yürütürdü. Bir küçenin, biraz abartılı olacak amma bir mahallenin evleri sanki bir tek evmiş gibi, herkes birbirini bilir, tanır ve sever (di). Sözün burasında biraz ötelere, andığımız yıllara gidiyor ve Diyarbekir küçelerinden birinde bir evde ana ile oğlu arasında geçen bir konuşmaya kulak veriyoruz: Ana oğluna: “Seni kussur ömür olmayasan bu seate kadar neredeydin? Oğlu anasına cevap verir: “ ma niye kızisan, Xece bibi gile gitmiştim” Xece bibi gilin evi o küçedeki evlerden biridir hepsi o kadar. Ananın kızgınlığı geçince: “Haydi elini yıha gel de yemek ye” “Ana ben yedim” “Xece bibi bahan dolma verdi, zaten dolmanın kokusuni küçeden aldığım için gittimoraya” Hani ne demiştik, bir küçede bulunan evlerin hepsi bir ev gibidir diye, işte bu konuşma bu sözümüzün kanıtıdır. Diyarbekir’li bir ev alacaksa gider bir büyüğe danışır (dı) büyük ise O’na. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 451 “Ev alma komşi al” der ve eklerdi: “Çünki komşi komşinin külüne muhtaçtır” Ayrı gayrisi yoktur Diyarbekir’linin komşuları arasında, birinin derdi hepsinin derdi, birinin sevinci hepsinin sevincidir de ondan, din, dil farkı da yoktur, iç içedir küçelerde müslim-gayri müslim evleri. “İmece” sözcüğü daha ziyade kırsal kesim için kullanılan bir yardımlaşma sözüdür, oysa Diyarbekir’li öteden beri “imeceyi” bilir ve yaşar, “şaire” şani şehriyesini bu usülle keser kaldırır, bulgurunu, döğmesini bu usulle koyar kilerdeki küplerin içine.. Taziyelerini bu usulle yaşar, en yakın komşu taziye evine yemek getirir, yemeği de kendi evinde pişirir, servisini de kendisi yapar, kadın, kadınlar kısmında, erkek erkekler kısmında sunar yemeğini o anda taziye evinin sakinlerine.. Yoksulu, dulu, yetimi görür ve gözetirdi aynı küçenin insanları, aralarında kavga etmez, hatta kavga lafını bile kullanmazlardı, hele çocuk yüzünden kavga etmek en ayıp şeydi, çünkü yaramazlık yapan çocuk o küçenin çocuğuydu, eğer birisi bir çocuğa yaramazlık yaptı diye bir tokat atsa idi, çocuğun babası o komşuya teşekkür ederdi. Çünkü çocuğunun terbiyesi ile ilgilenmişti komşusu. Çekememezlik, hasütlük yoktu, kendisi için istediğini komşusu için de isterdi Diyarbekir’li, eğer kapısının önü temiz değilse o evin kadını bundan utanç duyar ve sabah erkenden kalkıp siler, süpürürdü kapısının önünü, çünkü diğer komşular buradan geçerken bir çirkinlik görmesinler isterdi. Şimdi mi? Şimdi o küçeler hala duruyor, kiminde o tarihi evlerin enkazı, kiminde insanlar oturuyor, çocuklar, çıplak ayaklı çocuklar o küçelerde, kaldırılmayan çöp yığınları o küçelerde, çok affederisiniz, öksürenlerin yerlere bıraktıkları balgamlar o küçelerde ve o küçeler şimdi sanki yaşanmaz küçelerdir, bir zamanların hayat dolu, komşuluk dolu, sevgi dolu sur içi küçeleri.(9) Küçelerde temizlik Diyarbakır surları beş kilometreyi aşkın bir mesafeyi çevreler ve o sur içinde bulunan şehirde müthiş bir “çevre kültürü” yaşanırdı. Belediye ayrı bir özen gösterir şehrin temizliğine, halk ayrı bir özen. Görev her ne kadar Belediyenin idi ise de, halk bu görevi paylaşırdı adeta. 452 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dükkânlardaki esnaf, sabah erkenden kepenklerini kaldırır kaldırmaz hemen ilk iş olarak dükkânının önünü süpürürdü. Çünkü “temizlik imandan gelir” ve bu inanç hakimdi çarşı ve cadde esnafına. Evlerde de aynı inancı sergilerdi hanımlar. Ama onlardan önce Belediyeni temizlikleri vardı küçeleri silip süpüren. Çoğu kere çalı süpürgelerinin hışırtısıyla uyanırdı insanlar tatlı uykularından. Kimlerdi bu çalı süpürgelerini hışırdatanlar? Belediyenin görevli “çöpçü kadınları” idi bunlar, üzerlerine giydikleri şalvarlarını bellerine kadar çeker, ellerindeki kocaman süpürgelerle süpürmeye başlamadan önce hafifçe bir sulama yapalardı ki toz duman kalkmaya ve insanlar rahatsız olmaya, sonra süpürme işine başlarlardı. Süpürüp topladıkları çöpleri küçenin bir köşesine istifler, sonra öteki, daha öteki derken bütün küçelere girer ve işlerini yaparlardı. Onlar ayaklarını daha çekmeden küçelerden, bu kez evlerde başlardı küçe önünü yıkamak ve süpürmek işi. Sonradan moto-guzziler girdiler şehrin küçelerine, onlar şimdilik konumuz dışında kalsın Hanımlar yetinmezlerdi Belediyenin görevlilerinin temizliğiyle, ille de kendileri de sulayıp süpüreceklerdi evlerinin önünü, böylece o meşhur İngiliz atasözünü hayata geçireceklerdi “herkes evinin önünü süpürdüğü için şehir tertemiz” olurdu. Ev hanımları da topladıkları çöpleri kapılarının bir tarafına istifler, sonra içeride temizlik yapmaya başlarlardı da evin içindeki çöpleri tenekeye bırakır ve o tenekeleri de ya kıpının önüne veya arkasına bırakırlardı ki, birazdan birileri gelecek kapıyı şakşakını vuracak ve “çöööp” diye bağıracaktı. Bazen bu bağırtılara karışırdı eşeklerin anırmaları. Böyle idi Diyarbekir halkının çevre temizliği tutkusu, abartısız söylüyorum, Diyarbakır surları değil beş kilometreyi beş bin kilometreyi bile sarıp sarmalamış olsa idi şehir yine öyle tertemiz olurdu, çünkü bu kültür zenginliği egemendi şehir insanında. Diyarbekir’li temizdi ve temizliği severdi. (4) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 453 Davut Ökütçü mahalle temizliğini anlatıyor Babanın ölümünden sonra Şeyhmus ağabeyin ortaokuldan ayrılarak çalışmaya başlamış. Annen ise iki merkep satın alarak belediyenin çöp toplama işini alan biriyle taşeron olarak çalışmaya başlamış Sen o tarihlerde daha çok küçüktün, o yılları nasıl hatırlıyorsun? Ali paşa ‘daki evimizin tam karşısında etrafında yıkık dökük odacıkların sıralandığı bir toprak avlu, “mazgana” vardı. O odacıklardan birini babam sağlığında atı için ahır olarak kullanmıştı Babamın vefatı üzerine ağabeyim Şeyhmus ortaokulu bırakıp Osman Ağa’nın yanında çalışarak ailenin geçimini sağlamaya çalışıyordu. Annem de biriktirdiği üç beş lira ve sattığı bir kısım eşya ile denkleştirdiği parayla iki merkep satın almıştı. O zamanlar Diyarbakır’ın sur içindeki daracık sokaklarında, evlerden toplanan çöpler, eşeklerin sırtına bağlanan teknelerin içine doldurulup bedenlerin arkalarındaki çöplüklere boşaltılırdı. Belediye bu işi her mahalle için ayrı ayrı teklif toplamak yoluyla ihale ederdi.Annem iki merkebi ile çöp toplama kontratını alan birine taşeron olarak işe başladı. Annem bu işi kendisi yapmak yerine, aldığı paranın bir kısmını mahalleden Topal Halil abi ile çalışma karşılığı paylaşıyordu. Mahalle komşumuz Topal Halil sabahları bu merkeplere palan vurup, sokak sokak dolaşıp çöpleri topluyordu Öğleden sonra çöp toplama işi bitince de hayvanları Hevsel bahçeleri, Cin Ali Bahçesi, Çay Önü civarında otlatmaya götür yordu (30) Halkı sadece kendini değil toplumu da düşünüyor Günümüzde de Kadınlar zoru başarıyor (5) 454 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Sokağı süpüren bir teyze Diyarbakır’da temizlik güzel bir sicile sahiptir. Kadınların en önemli işlerinden biri bulunduğu sokağı yıkamaktır DİYARBAKIR KÜÇELERİ 455 Sokağı yıkayan kadınlar 456 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Temizlik duygusu aşılanan küçük bir kız çocuğu sokağı süpürüyor Çöp toplayan eşekçiler Belediye adına çöp toplama işini yapan müteahhit adına çöp toplayan eşekçilerle ilgili olarak: Kasap Mahmud’un amcası eski Borsa Hanının orda kum taşıma ve taş taşıma işide yaparlardı. Eski Diyarbakır da müteahhitler vasıtasıyla çöp topluyorlardı. Çöp toplama işini Eşeklerle yapıyorlardı. Müteahhit bayanları gece çöp toplama ve süpürme işinde çalıştırıyordu. Eşeklerle bu toplanan çöpler sur dışına taşınıyordu. Sadi Köyünden Süleyman’ın eşi “Gazal-Ğezal” Yoğurt Pazarı’nın aşağısında Çırık Fırını’nın civarında çöp toplarken ben 17 yaşındaydım. “Ev hanımları da topladıkları çöpleri kapılarının bir tarafına istifler, sonra içeride temizlik yapmaya başlarlardı da evin içindeki çöpleri tenekeye bırakır ve o tenekeleri de ya kıpının önüne veya arkasına bırakırlardı ki, birazdan birileri gelecek kapıyı şakşak’ını vuracak ve “çöööp” diye bağıracaktı. Bazen bu bağırtılara karışırdı eşeklerin anırmaları.” “Kimlerdi bu çalı süpürgelerini hışırdatanlar? Belediyenin görevli “çöpçü kadınları” idi bunlar, üzerlerine giydikleri şalvarlarını bellerine kadar çeker, ellerindeki kocaman süpürgelerle süpürmeye başlamadan önce hafifçe bir sulama yapalardı ki toz duman kalkmaya ve insanlar rahatsız olmaya, sonra süpürme işine başlarlardı. Süpürüp topladıkları çöpleri küçenin bir köşesine istifler, sonra öteki, daha öteki derken bütün küçelere girer ve işlerini yaparlardı.”(17) DİYARBAKIR KÜÇELERİ 457 Diyarbakır’da tarihi kabaltılar(Mardin dilinde abbara) bir statik güzellik örneğidir Diyarbakır sokak dokusunun biçimlenmesinde iklimsel koşulların da büyük etken olduğunu söyleyebiliriz., sokak genişliklerinin yer yer 2 - 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı bulunmaktadır. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış, bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve böylelikle günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda ekolojik verimlilik kazandırmıştır. Böylece günün her saatinde gölgelik alanlar oluşturulmuştur.(6) Mehmet Mercan eski günlerde sokak temizliğini anlatıyor İnan eskiden böyle değildi Diyarbakır. Analarımız, ninelerimiz sabah ezanı ile kalkar, önce sokak kapısını yıkar süpürürlerdi. Daha evin beyi işe gitmeden önce... Çünkü işine gitmek için evinden çıkan evin beyinin adım attığı eşik temiz olursa, o gün işinin bereketli olacağına, rast gideceğine inanılırdı O sabah herhangi bir evin kapısının önü yıkanmamış, süpürülmemişse, herkesin dikkatini çeker, hatta yadırganır, önemli bir eksiklik sayılırdı. Dahası, komşular kapıyı çalar, evin hanımından bunun nedenini sorarlardı. Ve eğer evin hanımı hasta ise, derhal devreye komşular girer, komşunun kapısının önü yıkanır, süpürülürdü. Yalnızca evlerin önü değil, yardımlaşarak tüm sokak baştan sona sulanır, temizlenirdi... Ayrıca, belediyenin temizlikçi kadınları vardı. Gece yarısı saatlerde, belediyenin temizlik işlerine bağlı yüzlerce kadın kentin sokaklarına, caddelerine dağılır, ellerinde uzun saplı süpürgeler, kovalar, kulplu tenekeler olduğu halde sokaklardaki tulumbalı çeşmelerden aldıkları sularla, toz olmasın diye sokakları önce bir güzel sular, sonra da süpürürlerdi. Sabah gün ışımadan işlerini bitiren kadınların topladıkları çöpleri de bu kez eşekli çöpçüler gelir kaldırır. Sokaklar, caddeler böylece temizlenirdi. 458 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kadın çöpçülerin erken saatlerde süpürdükleri sokaklara, çöp dökmek ayıptı... Çünkü temizlenmiş sokaklar, sonraki saatlerde komşu kadınların kilimlerini serip oturdukları, çay demleyip sohbet ettikleri mekanlar olurdu. Mahalledeki kadınlar, yaz günlerinde genellikle akşam serinliğinin başladığı ikindi saatlerinde, ya kapı eşiğinde sokakta, ya da yakındaki boş arsalarda oturur çay içer sohbet ederlerdi. Her gün bir komşu semaverini hazırlar diğer komşuları davet ederdi. Kadınlar, fokur fokur kaynayan semaverden bardaklara doldurulan demli çaylarını yudumlarken bir yandan da günün dedikodusu başlardı.. Sonraki yıllarda, köyden kente göçlerin yoğunlaşması, eski Diyarbakırlı ailelerin başka kentlere göç etmesi sonucu bu gelenek de giderek yok oldu. Kentin eski dokusunun kaybolmasının, güzelim bahçeli evlerin beton yığını apartmanlara dönüşmesinin de buna katkısı oldu elbette. Diyarbakır’ın sur içi evlerinin tümü avlulu bahçeliydi. Her evde mutlaka çeşme, ayrıca da tulumbalı kuyu vardı. Kuyu suları genellikle temizlikte, hevşleri, yani avluları yıkamakta, sokak ve bahçe sulamakta kullanılırdı. 1960’lı 70’li yıllarda sur içi kentte başlatılan beton yapılaşma sırasında binaların temelleri kazılırken kentin kanalizasyon ve su şebekeleri tahrip de edildi. Böylece kuyuların düzeni ve dengesi bozuldu, suları koli basili kaynağına dönüştü...(29) Kab (Kabaltı, Sokak Üstü Oda) Güney Anadolu’da sokağın 3. boyutundan konutların yararlandığı bu uygulama, gerçekte Anadolu’yu aşan sıcak kara iklimi çözümüdür. Dar ve düz bir alana sıkışan kentlerde görülür. Yamaca kurulu Mardin’de uygulanmaması (veya oldukça az) topografyasındandır. Buna karşılık Diyarbakır’la aynı konumda olan Urfa’da da vardır. Kuşkusuz hangi eve ait ise onun sahipliğindeyse de, karşısındaki parsele oturan ahşap kirişlemelilerde o parselin bunun yük ve giderlerine katkısı olamaz. Çok az örnek tonoz üstüne kuruludur. Dar, dönemeçli ve gölgeye gerek duyulan Diyarbakır sokaklarında DİYARBAKIR KÜÇELERİ 459 konutların buraya yansıyan, yaklaşık 1, 5- 2 kat yüksekliğindeki duvarları, soluk almaya yetmiyormuşçasına, kab altlarının serinlemede arandığı, çocukların gölgede kümelendiği, diğer yönüyle buralara evlerin açıldığı, görünümlerine zenginlik kattığını bir ayrıntıdır. Burada artık evin değil, sanki sokağın bir parçası, onu renklendiren, görsel açıdan zenginleştirilen bir elemanıdır. Cumbanın dar pencerelerinden bunlarınkinin daha keyifli olduğuna kuşku yoktur. Sayıları da fazla olunca ve sokağın iki yönüne bakabiliyorsa ki çoğunlukla böyledir aydınlık ve tül perdelerin sardığı bir kompartımandaymış gibi duygularla dolar insan. Bu yönden gelip, öbürüne geçen kişileri meraklı gözler buradan daha iyi izleyebilirler. Avlu ve odalarla sınırlı yaşam psikolojisi, merak, konuşma, söyleme açılma duygusunu, eve kapalı halkı önlenemez boyutlara getirirse bu odaların bir başka işlevi de üstlendiği görülür. Gününü dışarıda geçiren hareketli bir yaşamın, çevresel, çabanın içinden gelen erkeğin, diğerlerinin tersine sakin, hareketsiz oda köşelerini seçeceği açıktır. Gece, zaten dışarıya gözetlemeye de elverişli değildir. Çatkı olarak ahşap kirişler varsa, yükü azaltmak için sokağa bakan yan 2 duvar, ahşap karkas ve bağdadî sıvalıdır. Pencere sayısının artması, aynı endişeyle yeğlenir. Diğer 2 duvar 2 alta oturduğundan kâgir olabilir. Böylece odanın tabanı ile tavanında ahşap kirişler aynı doğrultuda olurlar. Kabaltı örnekleri 460 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Kabaltı örnekleri DİYARBAKIR KÜÇELERİ 461 Aşefçiler İskenderpaşa camii yakınında kabaltı 462 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER İskenderpaşa camii yakınında kabaltı Melikahmet camiinde bir kabaltı DİYARBAKIR KÜÇELERİ 463 Lalabey mahallesinde kabaltı 464 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Dabanoğlu mahallesinde kabaltı DİYARBAKIR KÜÇELERİ 465 Hüsrevpaşa camii karşısı kabalt Savaş Mahallesi Ali Emiri Sokak 14 numaralı konuttaki oda, avlu duvarına yaslanarak güney kanada ulaşan merdivenle doğrudan bağlantılı bağımsız bir odadır. Avluya 2 penceresi daha vardır. Yıkıldığı için kuzey ve güneye kaç penceresi olduğunu bilmiyoruz. Konutta artık yaşanmıyor. Yıkıma bırakılmış durumdadır. Aynı Mahalle İshak Sükûtî Sokak 6 numaralı konutun sokak üstü odası daha ufaktır. Penceresinin de onunla orantılı olduğu görülüyor. Ondan farklı özelliği konut girişi kapısının bunun altına alınmasıdır. Ancak bu kez burada kapıyı görme şansı yoktur. Ahşap kirişlemelere oturanlar ile kâgir (tonoz) olanlar arasında bir 2. çözüm aynı mahallenin Zingilli Sokağındadır. Burada karşı parsele diğer özengisi oturtulan oda eni kadar aralıklı 2 taş kemere döşeme ahşap kirişlemeleri bindirilmektedir. Kapı yine oda altına alınmış bulunuyor. Bu oda da avluya açılan bağımsız konumdadır. Ancak avludan buraya merdiven bağlantısı olmadığından karşı komşuya ait olduğu anlaşılıyor. Hasırlı Mahallesi Çizmeci Sokak 3 numaralı konutta, sokak üstü oda, artık tam anlamıyla bir kâgir oluşunda sakınca kalmıştır ve ahşap tavan kirişleri dar kenara (yukarı466 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER dakilerin tersine döşemeden bağımsız olarak) rahatlıkla oturtulabilecektir. Bir diğer kâgir örnek Fatih Paşa Mahallesi Yeni Kapı Sokak 77 numaralı konuttadır. Bir ara duvarla evin ikiye bölündüğünü yapıyı tanıtırken belirtmiştik. 2 kanattan güneydeki Yeni Kapı Sokağı boyunca uzanıyor ve üst katındaki 3 balkonlu eyvanı kuzeye bakıyordu. 2 katlı olan güney kanat ise sadece avluya açılmaktaydı. Birbirlerine bağlı 3 odanın avluya 2 kapısı olup, batıya uzanarak Yağcı Sokak üstündeki kab ile son buluyordu. Konutun bu sokağa 2. bir kapısı oluşu kuşkusuz bölünmesini çok kolaylaştırdı. Burada da oda 2 kâgir kemere oturtulur. Böylece avlu yüzü düzenlenmesi ayrı aralıklarla (ritim) devam eder. Belki bunu sağlamak için altı kâgir düşünülmüştür. Demir parmaklıklı 2 pencere kuzey yönde de vardır. Ancak bu yönde Yağcı Sokak hemen sağa (Doğu) 900 kırılma yapar. Bu nedenle görüş acısı sadece güneyde zengindir. (6) Sokak üstü odaya Diyarbakır geleneksel mimarisinde kabaltı denmiştir. Güney Anadolu’da sokağın 3. boyutundan konutların yararlandığı bu uygulama, gerçekte Anadolu’yu aşan sıcak kara iklimi çözümüdür. Dar ve düz bir alana sıkışan kentlerde görülmektedir. Karşısındaki parsele oturan ahşap kirişlemelilerde o parselin, kabaltının yük ve giderlerine katkısı olamaz. Çok az örnek tonoz üstüne kuruludur. Yine de Diyarbakır’da toplam sayıları fazla değildir. Dar, dönemeçli ve gölgeye gerek duyulan Diyarbakır sokaklarında konutların buraya yansıyan, yaklaşık 1, 5–2 kat yüksekliğindeki duvarları, soluk almayay etmiyormuşçasına, kab altlarının serinlemede arandığı, çocukların gölgede kümelendiği, diğer yönüyle buralara evlerin açıldığı, görünümlerine zenginlik kattığı bir ayrıntıdır(11) KÜÇE ŞİİRLERİ Diyarbakır sokakları Bu şehir DİYARBEKİR Karanlıktır sokakları dardır Ama o karanlık öyle birşeydir ki!. İçine gittikçe aydınlanır Bir tarihi bilinmeyen surların üstüne çıkınca O zaman anlarsın nasıl bir yerdir diyarbekir... Bahtiyar Taş DİYARBAKIR KÜÇELERİ 467 Ben köçerim Peynir getiririm uzaklardan Diyarbekir küçeleri yanmış tutuşmuş Ararım, ararım da anam Bir dost evi bulamam” (Köçer, s.84)İhsan Biçiçi Diyarbakır’da ve küçelerinde yaşam için Abdülkadir Nur Gördük’ü dinleyelim YAZIĞIM GELİ DİYARBEKİR’E Önceki gün, aradım çocukluk yıllarımı. Ulaşılmıyor dedi, tango bir ses kibarca. Bişey olmaz, ben gidip, bakarım dedim. En güzel yıllarımın izi kalmıştır, orda. Fatihpaşa mahlesi, Kurşunlu sokak. Diye adres yazardı, beyaz zarfın üstünde, Ne postacı görünürde, ne hasret satırları, Ne o adresler kalmış, ne de oturanları. Öksüz gibi gezindim, paket taşlı yollarda. Yırtık albümler gibi, kırık, dökük anılar. Şuradaydı evimiz, okulum hah şurada. Tanış kimse kalmamış, sadece yabancılar. Yarım asır olmuş ömrüm, dıki dıkına. Hatıramda, düşüncemde, beynimde. Hama, hama kaybolan çocukluğumun, Yolunu şaşırdım sanki, memleketimde. Bulmaca gibiydi, küçede ğar oynamak. Korfıstanla, çüçüt neydi gerçekten? Karpitle, teneke uçuranlar kalmamış. Gazoz kapakları, düşmüş eski değerden. Abdülkadir Nur Gördük 468 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER KÜÇETÜRKÜSÜ Diyarbekir küçeleri dar mı dar, Bir yar sevdim, kaşı gözü can yakar, Hasret yüklü yüreğimde yara var, Küçe küçe, eyvan eyvan sevgilim, Diyar için kurumadı mendilim. Diyarbekir eyvanları serindir, Hatırası Dicle gibi derindir, Bir canım var kara gözlü yarindir, Küçe küçe, eyvan eyvan sevgilim, Diyar için kurumadı mendilim. Pek yüksektir Diyarbekir bedeni, Alem bilir çok severem ben seni, Çok hoş olur, has bahçesi, gülşeni, Küçe küçe, eyvan eyvan sevgilim, Diyar için kurumadı mendilim. Mevlüt Mergen AMİD‘İNSEVDALIGECELERİNDE Göz yaşlarım akar, Dicle misali, Coşar ilk baharın ilk günlerinde. Andıkça tükenir gönlün mecali, Hatıram hevselin bahçelerinde. Kokusunu duysam, geçmiş zamanın, Gönül bahçesinin iğdelerinde. Kıskacı ruhumda, kara sevdanın, Diyarbekir’in dar küçelerinde. Mevlüt Mergen DİYARBAKIR KÜÇELERİ 469 DİYARBAKIR’I Gönlümüzde hasretin, türkülerin dillerde, “Felek ayırdı bizi, her birimiz bir yerde...” Yad ellere düşmüşüz, yüreğimiz yanıyor, Anılarımız tutsak örtmeli küççelerde.. Mehmet MERCAN Adana-5 Mayıs Şeyhmus Diken çocukluk ve gençlik yıllarındaki sokak yaşantısına dikkat çekiyor Sur içindeki eski Dîyarbekir’in dar ve bazalt sokaklarına sonbahar gelende farklı bir telaş kaplardı. Tabii eskiden ozon tabakası bu denli hurdahaş, delik deşik olmamıştı. Ozon tabakasını teknoloji bu denli taciz etmemişti o nedenle kışlar basbayağı haysiyetli yaşanırdı Dîyarekir’de. Kışın kar yağdı mı, dam boyu yağardı. Sokaklarda kendi gücüyle yığılan kara bir de toprak damlardan kürenerek atılan karlar da yığılınca, ancak sokak kapısından delik açılıp sokağa çıkmak mümkün olurdu. İşte anlattığım cesametli yaşanan kışlara hazırlık olsun diye Eylül ayı e birlikte kış hazırlıkları başlardı. Zaten kışın öyle her aradığınızı da bulamazdınız. Etin bile taze kesilmişinin yerine daha çok ayva ile birlikte hazırlanmış ‘Mal Hazıri’ dediğimiz kavurma yapılırdı. Geniş, yassı şırdandan pastırma, pestil, ceviz, sucuk da diğer geri kalanlardandı. Benim asıl her fırsatta anlatmak istediğim yok olan bir şehir kültürünün bugün anılarda yaşayan izini paylaşmak sadece. ‘ Özellikle eylül sonu ekim başlarında, sokaklarda en çok üç ses ünlerdi. ‘Quyî Paklîyan, Dam loğlîyan Bulğur Çekçin seslerini daha çok sondaki ‘an’ ekini uzatıp melodik bir fonda çağıranları duyduğumuzda ‘tamam’ derdik ‘işte, kış kapıda’. Dîyarbekir sur içinin en orijinal yapılarından biri de birçok uzmanın üzerine parmak bastığı kanalizasyon sistemiydi. Örümcek ağ görüntüsünde bütün şehrin kanalizasyon sistemi birbirine bağlıydı. Ve her evin içinde de mutlaka bir su kuyusu vardı. Zaman zaman bu kuyular kirlenir ya da içine kıymetli bir şey (takı ve benzeri) düşerdi. İşte o esnada ‘Qûyî pâklîyan’lar imdada yetişirdi. Basbayağı bir işti Kuyu temizleyicilliği (14) 470 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bu arada Dam Loğliyanları unutmadan anlatmalı. Loğcular sonbahar yağmurları düşmeden ve sezonluk olarak tutulurdu. Her yağmurdan sonra Dîyarbekir’in bazalt evlerinin ters kirirşli toprak damlarım çıkıp damı balarlardı. Kar yağdıktan sonra da kan kürerlerdi. Sezon bitip ilkbahar gelende de emeklerinin karşılığı olan haklarını alırlardı. İlkbaharın toprak darlar tabir uygun düşerse ‘çiçek açardı’. Özellikle de papatya. Diyarbakır damlan mart sonu nisan başında silme papatyaya keserdi. Sonra o papatyalar kurutulup beybunaç (Papatya’nın Kürtçesi Beybûn’dur. Beybunaç bu Kürtçe isimden türetilmiştir) dediğimiz öksürük kesmeye yarayan ilaç olarak bir taraflara saklanırdı. Sana bütün bu muhabbeti bulgur çekme gününe getirmek için anlattım aslında. Bulgur çekilirken o günlerde yapılan özel bir taama mevzuyu bağlamak için bir del. Bazalt avlunun ortasına bulgur çekme makinesi kurulup Hafız Efendi olanca kuvvetiyle kasnağın kolunu çevirip makine. Çalıştırmaya başladığında acayip bir mekanik ses çıkardı. Çoğunlukla biz Çocuklar o sesten kurtulmak için soluğu evin dışında alırdık. Ama akşam eve geldiğimizde sana daha önce tattırdığım mis gibi Bulgur Ekmeğini gördüğümüzde o günün bütün gürültüsünü unutuverirdik. (14) Şefik Korkusuz da alışveriş konusuna parmak basıyor Kaçgöç, ortadan kalkana kadar, Diyarbekirli kadınlar alışverişlerini pek bol olan gezici satıcılardan yapardı. Manifaturacı görevini gören bohçacılar, sebzeciler, sabuncular, el arabaları ile sebze satanlar, her sokaktan belirli saatlerde geçerdi. Diyarbekir, tarihin her döneminde bir ticaret merkezi niteliğini taşımıştır. Bu özellik, şehirde alışveriş kurum ve merkezlerinin kurulmasına yol açmış, çoğu mimari olarak da önem taşıyan bu kurum ve kuruluşlar, bulundukları semtlere de ad olmuştur. Kasaplar çarşısı, Kuyumcular çarşısı, Papuççular çarşısı, Kazancılar çarşısı, ‘işefçiler çarşısı, Yoğurt pazarı, v.s. Mesela yoğurt pazarına merkez köylerden erkekler ve bilhassa yaşlı hanımlar sabah erkenden Sıtıl dediğimiz kovalarla yoğurt satmaya gelirlerdi. Ailelerden yoğurt ihtiyacı olanlar da erkenden kalkıp yoğurt pazarına giderek seçtiği bir sıtıl yoğurdunu alır ve eve getirir bir kovaya boşaltıp tekrar çarşıya giderek sahibine verirdi. Burada hiçbir zaman yoğurt kovası kaybolmazdı, dolayısıyla kovalar götürülürken ne yoğurtçu endişe duyar, ne de alan kişi kötü bir niyet beslerdi. Toplumun iyimser yapısı insanlara güven veriyordu. Alınan yoğurtlar tamamıyla doğal olduğundan tam bir şifa kaynağıydı, hele DİYARBAKIR KÜÇELERİ 471 bir de sıcak öğle vaktinde yapılan cacığın içine biraz da buz atılıp yendiğinde tadına doyum olmazdı. Yukarıdaki alışveriş merkezlerinin dışında, hanlar da hem otel, hem de alışveriş merkezlerinden biri olarak görev yapmıştır. Ayrıca, sokaklar arasında devamlı dolaşarak ticaret yapan seyyar satıcılar vardı ki, genelde bayanlar bunlardan alışveriş yaparlardı. Manifaturacılık görevini, bohçacılar; Yerleri ve yıkanacak kurnaları belli idi. Getirilen eşyalar yerlerine konur ve aile kısa bir zaman sonra gelir yerlerine geçerdi. Meyve ve sebze satıcılığım da el arabacıları yapıyordu. Sabah erkenden satıcı çocukların başlarında tepsilerde ‘Adana datlisidır abeeee! diye bağırarak sattıkları yuvarlak tatlı, simit, kaynamış nohut satan çocukların tiz sesleri herkesçe duyulurdu. Yaz aylarında, süslenerek sokaklarda dolaştırılan dondurma arabalarının etraflarında sürekli çocuklar olurdu. Yine, pamuklu şeker, şam şekeri satanlar, panispanyacı- lar, kahki’ciler dolaşırdı. Bazen de önüne kattığı üç beş kovun ve keçi ile ‘Ka’re kurbaneeeeV diye bağıran ve bir elinde de içinde kesme aletleri bulunan sepeti ile adakçı kasapların sesi duyulurdu. Hiç unutulmayan isimlerden olan ve Nane şekeri satan Bedri amca, gayet neşeli ve sevecen bir tavırla herkesin ismine uygun maniler söyleyerek şekerini satardı. Bir gün Abim, arkadaşlarından birini Bedri amcaya göstererek; ‘Bunun adı Salih’tir amca’ deyince Bedri amca hemen; Salih-i Sani Gel bu yani Gönlımın sultani. diye manisini patlatmıştı. Yine Panispanya satan Sadul- lah amca da; ‘Ceeennet kuşlari, panispanya geldi’ diye bağırarak çocukları çağırırdı. Bu satıcılar içinden bazıları da biraz uyanık idiler. Örneğin; Hoca lakablı simit satan biri vardı, hafta sonları Futbol maçlarına gelirdi. Tepsisini simit doldurmuş sözüm ona satıyordu. Maçta yabancı takımlara bir gol attığımızda simitçi hoca büyük bir sevinçle elindeki tüm simitleri tepsisi ile havaya fırlatarak ‘GoooooÜ’ diye bağırırdı. Diğer taraftan seyirciler, zavallı hocanın simitlerinin heba olduğunu görünce, içlerinden biri boş tepsiyi eline alıp seyircileri dolaşarak “Hocaya yardım” diye para toplardı. İşin sonunda simitçi efendi, güya sevincinden havaya attığı simitlerin birkaç katı parayı hem de başkalarına toplatarak cebine koyup giderdi. 472 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bahar aylarında kirlenmiş kuyuların temizlenmesi için kolkola girmiş ‘Kuyi paaaakliyaaaan diye bağıran ve genel de gözleri kör olan insanları, yine kış hazırlığı için alınan odunları kesmek düşüncesi ile sokakları gezen ‘Odın kıraaan, odın kıraaan! diye bağıranları, bazen de ‘Sabun alan, Sabun!’ veya ‘Çermik sâkıziii, çermik sâkıziii!’ diyenlerle ‘Bulgur çekaaan, bulğur çekaaan! diye seslenenleri herkes duyardı. Yine hiç unutamadığım yaşlı bir âmâ zat vardı. Her Perşembe günü öğleden sonra mutlaka sokaktan geçer ve ‘Cuma akşamıdır hâfiza bi kısmeeeeet!’ diye sadaka isterdi. Sokaklarda genelde küçük de olsa bakkallar vardı, aileler ve çocuklar bazı acil ihtiyaçlarını buralardan karşılarlardı. Ekmekler hazır olarak alınmaz, evde hamur olarak hazırlanıp, ekşitildikten sonra mahalle fırınlarına götürülür ve orada pişirilerek eve getirilirdi. Fırıncı pişirdiği her evin ekmeğinden birinin baş kısmından belirli bir parça mutlaka keser alırdı. Bunca ekmeği ne yaptıklarını ise hala anlamış değilim. Ekmek teştini çocuklar başlarına koyup eve getirirken, yayılan mis gibi kokusunu geçen herkes duyardı. Bir tanıdık yanımızdan geçince ‘teze ekmek kes! denilerek göz hakkı olarak ikram edilmek istenirdi. Ekmekten söz açılmışken, büyüklerimden duyduğum ve aklıma geldikçe gülme ile ağlama arasında ikileme düştüğüm bir olayı anlatmadan geçmek olmaz, (15b) Bir küçe DİYARBAKIR KÜÇELERİ 473 Halil Değertekin sokakların dilini anlatıyor Diyarbakır’da şehir içindeki küçük bazalt parke taşlarla döşenmiş sokaklar da, iklime ve evlerin mimarisine tam bir uyum gösteriyordu.Surlar kentin genişlemesini sınırladığı için nüfus yoğunluğu artmış, evler birbirine bitişik hale gelmiş, sokaklar iyice daralmıştı. Dar sokakların yazın aşırı sıcağa karşı gölge olanağı sağlaması da bir avantajdı. Sokakların herkesçe bilinen yazılı olmayan kuralları uzun yıllar geçerli kaldı.Bir evin kapısının yanına bir merdiven dikine yerleştirilmişse ya da kapı yarı açık ise, bu, o evde bir ölüm olduğunun belirtisiydi. Ev kapısının üzerinde Esma-ul Hüsna’dan bir isim yazılmış seramik veya mozaik bir levha yerleştirilmesi, o ev sahibinin Hicaz’a gidip hacı olduğunu gösterir. Her sabah kadınlar tarafından yıkanan ve süpürülen açık mavi renkli bazalt taşlarıyla o dönemin sokakları, evlerin bir parçası gibi insanların ortak kullanım alanıydı Mahalle çocuklarının gün boyu oynadığı, küstüğü, zaman zaman kavga ettiği, ama hemen ardından barıştığı bir oyun alanı ve hangisinin babası veya öğretmeni geçiyor ise hepsinin saygıyla kenara çekildiği, başlarıyla selamladığı bir alandı. Satıcılar resmi geçidi Sokaklar aynı zamanda mevsimine göre satıcıların da iş alanıydı. Bu konuda inanılmaz.bir zenginlik vardı. Sırtındaki torbası ile sabun satan eski elbise veya bakır kap alıp plastik eşya veren, kepek alan, önündeki arabası ile çiçek satan ( tahta bacaklı satıcıyı herkes bilirdi ), omzundaki baltasıyla odun kıran, kuyu temizleyen ( kuyu paklayan ), Çermik sakızı satan, “ Taze naneee, nana kurutanlarrr ” diyerek taze nane, ya da maniler eşliğinde nane şekeri satan ( Naneci Bedri ), meyan şerbeti, ” Deve tabanı pejilop ” diyerek incir satan, akşamları başındaki tavlasıyla karahöbür veya urum dutu satan, dam loğlayan, bıçak bilyeleyen, pandispanya satan ( Sadullah ), sarı kağıtlara basılı günün moda türkülerini okuyarak satan, bulgur çeken kişiler, “ Kere kurbaneeee, teseduk maleeee ” diyerek kurbanlık kuzu ve keçi satan, kapıları çalarak Kürtçe ve Türkçe belirli bir ritimle özellikle ekmek isteyen, istendiği takdirde taklit yapan ( püfne püf ) dilenciler…Her biri ayrı bir belgesele ve araştırmaya konu olacak kadar ilginç kültürel ve sosyal olgular ve kahramanlar… (31) 474 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Küçelerden Diyar-ı Bekir’e ait unutulmuş değişik sözler Ava cemed buhe memet/soğuk su iç memet Bulgur çeken bulgur çeken/Bulgur çekencilerin bağırması Devi cemidi/soğuk ayran Pamuk atan pamuk atan/Pamuk atanların bağırması Pambuhlu şeker/pamuklu şeker satıcısının babırması Lehimci lehimci/Penir tenekelerine lehim yapanların bağırması Kalayci kalayci/Bakırlara kalay yapanların bağırması Çekiliş çekiliş boş yok boşa para yok/Çekilişçilerin bağırması Çörek ilacı çörek ilacı/Bayram çöreği baharatı satanın bağırması Datli datli/Halka tatlı satıcısını bağırması Zebzeci geldi zebzeci/Sebze satıcısının bağırması Deli deli kulahlari küpeli/Delileri kızdırmak için söylenirdi Urum duti ilaç ilaç/Urum dutu satan kişinin bağırması Karahöbür karahöbür leylasi arap/siyah dut satanların bağırması Abe abe yağli kırbaç/faytonların arkasına asılanları faytoncuya ispiyonlama sözü Çüçüt çüçüt kındaban/bilye oynayan çocukların bilye atarken hagisine değerse anlamında kul söz Kıno kin/Bilyeyi göbeğinden vurma DİYARBAKIR KÜÇELERİ 475 Malamini ele bi kın çektiki/Zavallı bilyeyi göbeğinden vuramadı Ma ne yapım o kaşındi/Karşıdaki kişinin rahat durmaması Nahıri gogo oldi/Sonuncu oldu Ula oğlum hırpandi/darmadağın olmuşsun Bahiyam hırıf olmişsan/bakıyorum yaşlanmışsın Patlamiş çatlamiş çiçek açmiş kabe darısi/Patlamış mısır satıcısının bağırması Patlıcan abe karayılan bunlar/Patlıcan satan kişinin bağırması Taze gevrek simit var/Simitçinin bağırması Dağkapi ofis bağlar/Dolmuş muavinini müşteri toplama sesi Kesmece bunlar abe kurabiye kurabiye/Karpuz satıcısının bağırması Kaynamiş nohut/haşlanmış biberli nohut satıcısınn bağırması Çaaaaaar/Çar oyunununda çocukların bağırması Şerbet abi buz gibi buz/Meyan Şerbeti satma sözü Buz gibi leymunata otuziki dişe kemanm çaldırır/Limonata satma sözü Şeftali kum mali/Diyarbakır şeftalisi satan kişinin bağırması Çaya çorbaya limon/Limon satan kişinin bağırması Kale kurbane/Kurbanlık koyun satan kişinin bağırması Bi kırtik oldi/Küçücük kaldı Forta ati/Bol keseden atmak (Ecz İrfan Rıza YAZICIOĞLU) 476 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Küçelerin önemli bir unsuru çocuk oyunlarıdır DİYARBAKIR ÇOCUK OYUNLARI Rahmetli Prof.Dr.Mebrure Değer’in ağzından çocuk oyunlarına göz aTALIM “Oy-un “sözcüğü Türk dilinin etimoloji sözlüğünde “çukur açma” anlamında geçer. Anlam genişlemesiyle “Oyun oynamak” genellikle çocuklarda eğlenmek anlamına geldiği halde, “Birini aldatmak.tuzağa düşürmek” anlamlarına da gelmektedir. “Oyuncu” oyun oynayan kişi; oyuncak ise; çocukların oyun oynamalarına yarayan araç anlamına gelmektedir. Birey, belli bir yörede, belli bir zamanda.sosyal ve kültürel ortamda yaşar. İnsanın gelişiminde öğrenme ve olgunlaşma içice oluşur. Oyun; çocuğun yetişmesi, öğrenmesi, olgunlaşması açısından yaşamında çok önemli bir rol oynar. Çocuk oyun oynayarak zekasmı ve ruhsal yapısını geliştirdiği gibi, sosyal iletişimi sağlamak açısından da bir yöntem geliştirir. Çocuk oyunlarının Diyarbakır halk kültüründe de önemli bir yeri vardır. Ancak hızla gelişen bilgi ve teknoloji, çocuk oyunlarına da yansımış, önemli değişiklere neden olmuştur. Kırk elli yıl önce sokakta, bahçede, avluda oynanan oyunlar, artık apartman katlarında.evlerde pek azı da spor tesislerinde oynanmaktadır. Şimdi kırk elli yıl önce Diyarbakırda oynanan oyunları anımsamaya çalışacağız. 1-Çelik Çomak 2-Bilye 3-Peçiç 4-Çizgi 5-İp Atlama 6-Top Oyunları 7-Saklambaç 8-Köşe kapmaca 9-Bezirgan Başı DİYARBAKIR KÜÇELERİ 477 10-Çember Çevirmek 11-Topaç Çevirmek 12-Beştaş 13-Evcilik Oyunu 14-Peynir Yalnız Kaldı 15-Yağ Satarım, Bal Satarım 16-Tavşan Kaç.Tazı Tut 17-Koşular 18-Aşık Atmak 19-Birdir Bir 20-Uzun Eşek 21-Çatal Lasük 22-22-Sigara Paketlerinin Kapakları ile Oynanan Oyun 23-Yoyo 24-Yumurta Kırmak 25-Karpuz Kabuğunda Kayık Yapmak 26-Elde iplere şekil vererek oynanan oyunlar 27-Yere çizilerek oynanan taş oyunları 28-Gago kıtto soro soro sor penir 29-Telefon oyunu 30-Kuşum kuşun bu kadar 31-üşüdüm üşüdüm 32-İskambil oyunları 33-Hacı batman tokacı 34-Uçurtma uçurmak Seyirlik oyunlar: 35-Çemçe gelin 36-Akrep döğüştürmek 37-Horoz döğüştürmek 38-Pıfnapıf OYUNLARIN OYNANIŞ ŞEKİLLERİ: 1-ÇELİK ÇOMAK: Diyarbakır’da “Çelik çubuk” dediğimiz bu oyun, Anadolu’nun bir çok yöresinde sokakta, arsada veya avluda oynanan bir çocuk oyunu idi. 478 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bu oyun daha çok erkek çocukları tarafından oynanan bir oyundu. Bu oyun Diyarbakır’da ya sokakta veya geniş avlularda biri küçük, biri de büyük olmak üzere iki çubukla oynanırdı. Küçük çubuğa “çelik”, büyük çubuğa da “çubuk” adı verlirdi. Bunun için iki taş veya kiremit parçası 15-20 santimetre aralıklı olarak konur, aşağı yukarı 20-25 santimetre uzunluğunda ve 2-3 santimetre çapında bir çubuk iki taşı birleştirecek şekilde üzerlerine konurdu. 40-50 santimetre uzunluğunda başka bir çubuk.bu iki taşın araşma, kısa olan çubuğu altına gelecek şekilde sokularak küçük çubuk, yani çelik, büyük çubuğun üzerinde bir kaç santimetre kaldırılır ve hızla vurulurdu. Böylece küçük çubuk ileriye fırlardı. Bir kaç metre ötede bulunan oyun arkadaşı, çeliği tutmağa çalışırdı. Eğer arkadaşı çeliği tutarsa, bunu atan çocuk yanardı. Yani oyunu kaybederdi. Çelik çubuk oynama sırası diğer arkadaşına geçerdi. Eğer tutamazsa, yere düşen çeliği, düştüğü yerden atıldığı yere atmağa çalışırdı. Eğer, büyük çubuğun uzunluğundan daha yakın bir yere atabilirse, yani çelik atıldığı yere büyük çubuğun uzunluğunda daha yakın ise, çeliği atan çocuk oyunu kaybederdi. Çeliği atma sırası diğer çocuğa geçerdi. Eğer çeliğin atıldığı yere kadar olan mesafe, büyük çubuğun boyundan büyükse, bu mesafe çubuğun boyu ile ölçülürdü. Kaç çubuk boyu varsa, o kadar sayı çeliği atan çocuğa yazılırdı. Sayısı fazla olan çocuk oyunu kazanırdı. 2-BİLYE: Anadolunun başka bölgelerinde “Misket” veya “ Bilye” adları verilen bu çocuk oyuncağına Diyarbakır’da “Ğar” denirdi. Bu oyun daha çok erkek çocukları tarafından avluda, sokakta, bahçede oynanırdı. Bu oyuncaklar, küre şeklinde mermer veya camdan yapılmış oyuncaklardı. Bilye düz bir zeminde oynanırdı. Bilye yere konur, sonra işaret parmağı orta parmağın üzerine bindirilirdi. Sonra, işaret parmağı orta parmağın üzerinden hızla indirilerek bilyenin itilmesi sağlanırdı. Bilyenin ileriye sürülmesindeki amaç, ilerde bulunan arkadaşının bilyesine değmesini sağlamaktı. Eğer bilye arkadaşının bilyesine değmez ise; bilyeyi atan çocuk yanar, bilyeyi atma sırası diğer çocuğa geçerdi. Bazan da küçük bvir çukur açılarak, bilye bu çukurun içine atılmaya çalışılırdı. Bilyeyi çukurun içine ilk önce atan çocuk oyunu kazanırdı. Bu oyun düz bir yerde oynanmıyorsa, bilye işaret parmağının iç kısmına konularak başparmakla itilir. Böylece bilye ileriye doğru fırlar. Bu şekilde oynanan oyuna “Madik” denirdi. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 479 3-PEÇİÇ: Daha çok erkek çocuklar tarafından oynanan bir oyundu. Kızların oynadığı peçiçe “kız peçiçi” denirdi. Bu oyun Anadolu’nun başka bölgelerinde, başka isimlerle oynanmaktaydı. Peçiç ya geniş avlularda veya sokakta, genelde 8-10 kişi ile oynanırdı Bunun için küçük, yassı taşlar üstüste konularak etrafına bir daire çizilirdi. Oyuncular eşit olarak ikiye bölünürlerdi. Taşlarm konulduğu çemberin her iki tarafına 5-6 metre mesafeye düz bir çizgi çizilirdi. İki takıma ayrılan oyuncuların yarısı düz çizginin gerisinde, diğer yarısı da çemberin başında dururlardı. Düz çizginin gerisinde duran çocuklardan biri düzgünce seçilmiş bir taşı veya topu, üstüste dizilmiş olan taşlara doğru atarak taşları yıkmaya çalışırdı. Taşlar yıkılmazsa o takım oyunu kaybederdi. Yani oyun karşı takıma geçerdi. Eğer taşlar yıkılırsa, çemberin başında bekleyen karşı takımm oyuncuları, yıkılan taşları üstüste koymaya çalışırlarken, taşları yıkmaya çalışan takım oyuncuları da koşarak karşı tarafa çizilmiş olan çizgiye koşarlardı. Taşların üstüste dizilmesi bittiği zaman, karşı takımın oyuncularının da çizgiye ulaşmaları gerekirdi. Eğer çizgiye ulaşmışlarsa, oyunu kazanırlardı. Eğer taşların üstüste dizilmesi, karşı takımın kaleye koşmalarından önce gerçekleşirse, oyunu taşı dizen taraf kazanırdı. Eğer oyun topla oynanıyor ise, o zaman taşlar dizildikten sonra oyuncuları topla vurmaya çalışırlardı. Topla vurulan oyuncu oyun dışı kalırdı. Topla oynanan peçiçe başka bölgelerde “yakan top” denilirdi. 4-ÇİZGİ OYUNLARI: Çizgi oyunları genelde kızlar tarafından oynanan oyunlardı. Diyarbakır da iki çeşit çizgi oyunu oynanırdı: I-Yerli çizgi II-İstanbul çizgisi I- Yerli Çizgi; Avluda, toprak damda, sokakta veya boş arsalarda oynanırdı. Havaların çok sıcak olduğu yaz aylarında, çocuklar nispeten daha serin bir yer olan avluda oynarlardı. Avlular taş olduğu için, böyle bir zemin üzerinde mermer taşı ilerletmek zordu. Bunun için düz bir zemin aranırdı. Bundan sonra, bir dikdörtgen çizilir, bu dikdörtgen uzunlamasına iki eşit parçaya ayrılır. Sonra enine olarak üç kısma bölünerek, birbirine eşit altı kare meydana getirildikten 480 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER sonra, düzgün el büyüklüğünde bir taş, oyuncuya göre sağ taraftaki kareye atılırdı. Taş, sağ ayak yukarı kaldırılarak, ayak ucuyla, birinci kareden ikinci kareye, sonra da üçüncü kareye doğru itilirdi. Dördücü kareye gelindiğinde, iki ayakla basılarak, çok kısa bir süre dinlenilirdi. Bu karenin adına “aynalar^ denilirdi. Sonra taş yine tek ayakla beşinci ve altıncı kareye itilirerek, çizginin dışına çıkarılırdı. Oyuncu bu kez taşı ikinci kareye atardı. Tek ayakla taşı ikinci kareden başlamak üzere aynı şekilde ayağının ucuyla iterek çizginin dışına çıkardı. Üçüncü defa oyuna taşı üçüncü kareye atarak başlanırdı. Aynı şekilde çizginin dışına çıkardı. Bu şekilde taşı dört, beş ve altıncı karelere de-attıktan sonra çizginin dışına çıkardı. Oyuncunun oyun kurallarına dikkat etmesi gerekirdi. Oyuncu şu durumlarda oyunu kaybederdi: 1-Oyuncunun eliyle attığı taş, çizgi üzerine gelir veya oynanan kareye gitmezse; 2-Oyuncu tek ayak üzerinde durmazsa, 3-Oyuncunun ayağı çizginin üzerine gelirse, 4-Ayağı ile ittiği taş, çizginin üzerine gelirse, Oyuncu yukarda belirtilen durumlardan birini yaparsa, oyun diğer oyuncuya geçerdi.. II- İstanbul Çizgisi: Bunun için de şöyle bir şekil çizmek gerekirdi: Birbirine bitişik ve eşit üç daire çizilir. Bu dairelerin altına bir dikdörtgen çizilerek, iki eşit kareye ayrılır. Bu karelerin altına iki daire daha çizilir. En alta da yine bu dairelere bitişik olmak üzere, iki eşit kareye ayrılmış bir dikdörtgen daha çizilirdi.. Bu oyun için çok düzgün bir yer gerekmeyebilirdi. Oyuncu düz bir taşı birinci yuvarlağa koyar, bu daireyi atlar, tek ayakla ikinci ve üçüncü daireyi da geçtikten sonra, kare olan yerde iki bacağını açarak, çok kısa bir süre durur. Sonraki iki daireyi de tek ayakla geçtikten sonra, kare olan yerde iki bacağmı açarak durur, sonra sıçrayarak geri döner. Giderken yaptığı hareketleri yaparak birinci kareye kadar gelir, buraya bıraktığı taşı yerden alarak çizginin dışına çıkar. Böylece “birler” denilen kısım tamamlanmış olurdu. “İkiler” başlamak için taşı ikinci daireye atar. Bu daireyi atladıktan sonra, yine tek ayakla aynı hareketleri yapar, dönerken taşı alır ve çizgiden çıkar. Böylece taşı bütün bölmelere atıp, aynı hareketleri yaptıktan sonra, oyun biter. Bu oyunda oyuncu şu durumlarda oyunu kaybeder: DİYARBAKIR KÜÇELERİ 481 1-Taşı dairelere atarken, taşın çizgi üzerine gelmemesi, 2-Taşın uygun, yani istenilen kareye atılması, 3-Oyuncunun tek ayakla oynaması, 4-Taşın bulunduğu kareleri atlayabilmesi. Oyuncu yukarda sayılan kuralların birinde bir yanlışlık yaparsa, oyunu kaybederdi. Oyun arkadaşına geçerdi. 5-İP ATLAMA: Bu oyun en fazla kızlar tarafından oynanan bir oyundu. Bu oyunun oyuncağı bir kaç metre uzunluğunda bir çamaşır ipiydi. İp atlamak denilince; zıplayarak ipi ayağının altından geçirdikten sonra, başının üzerinden aşırtılması anlaşılırdı. İp atlamanın değişik şekilleri vardı. I-Tek başına ip atlama, İp iki el ile tutulur, sonra başın üzerinden aşırtılarak, ayak altından zıplanarak geçirilirdi.Bu şekilde ya durularak veya koşarak atlanırdı. II-Birkaç kişi ile oynanan ip oyunları; A- Tek iple atlamak B- Çift iple atlamak C- Yüksek atlama A- Tek iple atlamak: İki çocuk ipi iki tarafından tutup, bir daire yaparak sallarlardı. İp, atlayan çocuğun ayağının altından geçtikten sonra başının üstünden de geçerdi. Böylece sıra ile atlanırdı. Atlayamayan oyuncu oyun dışı kalırdı. İpi sallayan arkadaşından alarak kendisi sallar, arkadaşı oyuna girerdi. B- Çift iple atlamak: İki çocuk ipi iki tarafından sağ ve sol elleri ile sallarlardı. İpi sağ elleriyle sola doğru, sol elleriyle de sağa doğru çevirirlerdi. İp atlayan çocuk, bir kez sağ taraftaki iple, sonra sol taraftaki iple atlardı. 482 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Atlayamayan oyuncu oyun dışı kalırdı. Bu durumda ipi arkadaşından alarak, kendisi sallar, arkadaşı da oyuna girerdi. C- Yüksek atlama: İp iki çocuk tarafından yerden belirli bir yüseklikte gergin bir şekilde tutulurdu. Çocuklar sıra ile bu ipin üzerinden atlarlardı. İp giderek yükseltilirdi. Atlayamayan oyuncu oyun dışı kalırdı. Böylece en yüksekten atlayan çocuk birinci olurdu. Bu oyun, atletizmin dallarından biri olan yüksek atlamaya benzerdi. 6- TOP OYUNLARI Top oyunları hem kız, hem de erkek çocukları tarafından oynanan oyunlardı. Toplarla çok çeşitli oyunlar oynanırdı. Topu yere vurarak oynanan oyunlar olduğu gibi, voleybol, futbol gibi el ve ayakla da oynanan oyunlar vardı. En çok oynanan top oyunları: I-İstop: Birkaç çocukla oynanan bir oyundu. Kızlar ve erkekler birlikte oynayabilirlerdi. Bir çocuk topu havaya atarak arkadaşlarından birinin adını bağırırdı. Adı söylenen çocuk topu tutmaya çalışırken, diğer çocuklar da mümkün olduğu kadar uzağa kaçarlardı. Çocuk topu tuttuğu anda “ İSTOP” diye bağırır, bu esnada herkes olduğu yerde dururdu. Topu tutan ebe, topla duran çocuklardan birine vurmağa çalışırdı. Vurduğu çocuk ebe olurdu. Eğer hiç bir çocuğu vuramazsa kendisi ebe olarak kalırdı. II-Orta sıçan: Bu oyun üç kişi tarafından oynanan bir top oyunu idi. Karşılıklı duran iki kişi topu birbirlerine atarken, ortada olan kişi topu tutmaya çalışırdı. Topu ortadaki kişiye kaptıran çocuk ebe, yani orta sıçan olurdu. III-Topu havaya atmak: Bu oyun tek başına da oynanabilirdi. Oyuncu topu alabildiğince havaya atar. Bu arada ellerini önünde ve arkasında çırpardı. Eğer oyun iki kişi ile oynanıyorsa, topu havaya attığı zaman ellerini en çok çırpan kişi oyunu kazanırdı. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 483 IV- Topu yere vurarak oynanan oyunlar: Bu oyunları genellikle kızlar oynarlardı. Bu toplar, içi boş lastik toplar olabildiği gibi, içi dolu pingpon topu büyüklüğünde veya daha büyük toplar da olabilirdi. İçi dolu topların dış yüzeyleri rengarenk idi. Lastik topu olmayan bazı çocuklar çok sıkı sarılmış iplik toplarla oynamaya çalışırlardı. Bu oyunlar en iyi iki kişi olarak, üç buçuk ve onbuçuk denilen iki şekilde oynanırdı. Üç buçuk oynarken, oyuncu topu üç kere yere vurduktan sonra, üç buçuk dediği zaman topu bacağının arasından geçirirdi. Onbuçuk şekli ise; oyuncu lastik topu bir, iki, üç diyerek üç kere yere vurduktan sonra, üç buçuk dediği zaman bacağının arasından geçirir, sonra tekrar üç kere yere vurarak dört, beş, altı der, altıbuçuk dediği zaman yine bacağının arasından geçirir. Daha sonra yedi, sekiz, dokuz diyerek topu üç kere yere vurur, dokuz buçuk dediği zaman yine bacağının arasından geçirir. Topu on diyerek son bir kez daha yere vurduktan sonra, onbuçuk dediğinde yine bacağının arasından geçirir ve böylece oyunu bitirmiş olur. Bu oyun değişik hareketler yapılarak tekrarlamr.Bu hareketlere değişik adlar verilirdi. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Serbest, buce, ümme, sol ayak üzerinde durma, sağ ayak üzerinde durma, lilo, şakşak, palemo, elüstü ve panya idi. Birinci hareket; “serbest” idi. Oyun hiçbir şekle girilmeden oynanırdı. İkinci hareket; “ Buceler “ idi. Burada oyuncu oynarken ayakları sabit bir halde, hiç kıpırdamadan oynaması gerekirdi. Eğer oyuncunun ayakları hareket ederse, yanardı. Yani oyun diğer oyuncuya geçerdi. Üçüncü hareket; “Ümmeler” idi. Bu oyunu oynarken, oyuncu ağzım sıkı.sıkı kapatırdı. Ağzını açan oyuncu, yanar. Oyun diğer oyuncuya geçerdi. Dördüncü hareket; “Tek ayak” idi. Burada oyuncu sağ ayağını kaldırarak yani tek ayak üzerinde durarak oynardı. Beşinci hareket; “Tek ayak” idi. Oyuncu bu kez sol ayağını kaldırarak oynardı. 484 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Altıncı hareket “Lilolar”idi. Lilolarda oyuncu topu yere vurduğu zaman iki kolunu birbirinin içinden geçirirdi. Yedinci hareket; “Şakşaklar” idi-.Burada oyuncu topu yere vururken, iki elini de birbirine vururdu. Sekizinci hareket; “Palemo”idi. Burada oyuncu topu yere vururken ellerini arkasında birbirine vururdu. Dokuzuncu hareket; “Elüstü” idi. Burada oyuncu topu yere vurduktan sonra, elinin üzerine alarak, avucunun içi ile tekrar yere vururdu. Onuncu hareket; “ Panyalar” idi. Burada oyuncu sağ elini, sol eli ile tutarak top oynardı. Bu on hareketi yaptıktan sonra, oyun biterdi. Eğer oyuncu bu hareketleri baştan sona kadar kusursuz olarak yapmışsa, bu oyunu kazanırdı. Diğer arkadaşı da bu hareketleri yaparak oynardı. Oyunun herhangi bir yerinde yanlışlık yapan oyuncu, oyunu kaybederdi. Hata yapmayan oyuncu oyunu kazanırdı. 7-SAKLAMBAÇ: Bu oyun hem kız, hem de erkek çocukları tarafından sokakta, avluda oynanan bir oyundu. Çocuklardan biri ebe olurdu. Duvara dönerek gözünü yumardı. Diğer çocuklar saklanınca, daha önce kararlaştırılan sayıyı sayar, örneğin yüze kadar saydıktan sonra, “ önüm, arkam, sağım, solum sobe “ diyerek gözlerini açardı, arkadaşlarını aramaya koyulurdu. Yerini bulduğu kişinin adını söyleyerek, elini ona değdirir, sonra koşarak gözünü yumduğu duvara elini değdirerek “ sobe” derdi. Ebe arkadaşlarını aramaya gittiği zaman, saklanan arkadaşları saklandıkları yerden çıkarak, ebenin gözünü yumduğu yere gidip ellerini duvara değdirir ve “ sobe” diye bağırırlar. Saklandığı yerden çıkan çocuk ebeye uzak bir mesafede ise, koşarak ebenin gözünü yumduğu yere gelip elini duvara değdirip, “ sobe” demeye çalışır. Bu arada ebe onu yakalamaya çalışır, eğer yakalarsa, yakalanan çocuk ebe olur. Eğer henüz yerinden çıkamamış çocuk varsa, çıkan arkadaşları ona yardım ederler. “ elma dersem çık, armut dersem çıkma” diye bağırmaya başlarlar. Ebe, çocuğu bulmaya çalışırken, arkadaşları da ebenin çocuğa olan uzaklığına göre, elma veya armut kelimelerini söyleyerek, arkadaşlaDİYARBAKIR KÜÇELERİ 485 rını ebeden kurtarmaya çalışırlar. Saklanan çocuk ebeye görünmeden koşup ebenin gözünü kapadığı yere elini değdirip “sobe” derse ebe olmaktan kurtulur, ebe tarafından yakalanırsa kendisi ebe olur. Ebe hiçbir çocuğu yakalayamamışsa, yine kendisi ebe olarak kalır. 8-KÖŞE KAPMACA; Kız ve erkek çocuklar tarafından oynanan bir oyundu. Beş kişi ile oynanan bu oyunda odada veya avluda dört köşe veya kare şeklinde dört nokta saptanır. Saptanan bu dört noktada birer çocuk durur. Beşinci çocuk ebe olarak ortada yerini alır. Ebe olan çocuğa “ orta sıçan” da denilir. Köşedeki çocuklar arkadaşları ile yer değiştirirlerken, ortada bulunan ebe yer değiştiren çocuklardan birinin yerini almaya yani köşelerden birini kapmaya çalışır. Köşesini kaptıran çocuk ebe olurdu. 9- BEZİRGAN BAŞI: Kız ve erkek çocukları tarafından, geniş avlularda veya evin dışında bahçede oynanan bir oyundu. Oyuna başlamak için iki kişi yüzyüze durarak, birbirlerinin ellerini tutarlar. Diğer çocuklar bu iki oyuncunun önünde tek sıra halinde dururlar. Çocuklar şöyle bir şarkı söylemeye başlarlar: -Aç kapıyı bezirgan başı, bezirgan başı. -Kapı hakkı ne verirsin, ne verirsin. - Arkadaki yadigar olsun, yadigar olsun. Yüzyüze duran iki çocuk, birleşmiş olan ellerin, havaya kaldırarak çocukların geçmesine izin verirler. En arkadaki çocuğu kollarının arasına alarak, geçirmezler. “Kapı hakkı ne verirsin? “ diye sorarlar. O da bir şey verdiğini, örneğin “Size İstanbul’u veriyorum” der. İki çocuğun kolları arasından çıkar. Tekrar aynı şarkıyı söyleyerek aynı şekilde “kapıdan” geçerler. Bütün çocuklar kapı hakkım verdikten sonra iki gruba ayrılır -lar. Her grubun bir başkanı vardır. 486 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Başkan başta olmak üzere el ele tutuşarak birbirlerini kendi taraflarına çekmeye çalışırlar. Gruplardan biri, diğer tarafa geçinceye kadar birbirlerini çekmeye devam ederler. Hangi grup güçlü ise, karşısındaki grubu kendi tarafına çeker. Oyuncuları kendi tarafına çeken grup oyunu kazanır. 10- ÇEMBER ÇEVİRMEK Çember çevirmek genellikle erkek çocukları tarafından düz bir yolda veya arsada oynanan bir oyundu. Oyuncak bir çember bir de çembere takılan sopasından ibaretti. Sopanın ucunda çembere takılan yarım daire şeklinde bir kısım vardı, çember bu kısma takılarak hızla hareket ettirilirdi. Koşularak çember çevrilirdi. Çemberin çevrilebilmesi için koşmak gerekli idi. 11-TOPAÇ ÇEVİRMEK: Genellikle erkek çocukları tarafından oynanan bir oyundu. Topaç koni şeklinde, tahtadan yapılmış, sivri ucunda büyük bir çivi olan bir oyuncaktı. Bu oyuncağın bir de ipi vardı. İp koninin ucundan başlayarak topaca sarılırdı. Sonra düz bir zemine hızla atılırdı. Topaç dönmeye başlardı. Topacı kim daha uzun süre döndürürse, oyunu o kazanırdı. * 12-BEŞTAŞ OYUNU: Bu oyun evde yere oturularak, daha çok on yaşından büyük kızlar tarafından oynanan bir oyundu. Bir avuca sığabilecek büyüklükte beş tane düzgün, yuvarlak veya oval çakıl taşı toplanırdı. Taşların bir avuca sığacak büyüklükte olması çok önemliydi. Aksi halde oyunun oynanması zorlaşırdı. Bu oyun en az iki kişi tarafından oynanırdı. Üç veya dört kişi olarak da oynanabilirdi. Oyuncu avucunda bulunan beş tane taşı yere saçardı. Bu taşlardan birini alır, sonra bu aldığı taşı havaya atar, taş yere düşmeden, yerdeki bir taşı alır, bir kenara koyardı. Bu şekilde yerde bulunan dört taşı da teker teker aldıktan sonra, oyunun “birler” adı verilen bölümü biterdi. Sonra oyuncu elindeki beş taşı tekrar yere atar, yerden bir tanesini alırdı. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 487 Aldığı taşı havaya atarak, yerde bulunan dört taşı bu kez ikişer ikişer almaya çalışırdı. Oyuncu bu bölümü yani “ikiler” i bitirdikten sonra, yine elindeki beştaşı yere atardı. Yerden bir taşı alır, havaya atar, bu kez üç taşı birden alır. Sonrada bir taşı alırdı. Böylece “üçler” bölümü de sona ererdi. Beştaş tekrar yere atılır, bu kez taşların dördü birden alınırdı. Bu “dörtler” bölümü de bittikten sonra, sıra “ beşler” e gelirdi. Bu bölüm diğer bölümlerden farklı idi. Bunun için oyuncu sol elinin baş parmağı ve işaret parmağını açarak yere dik bir şekilde koyardı. Böylece yerde, baş ve işaret parmakları arasında bir köprü meydana getirmiş olurdu. Sonra sağ eli ile taşları yere atardı. Bu taşlardan birini alırdı, yerde kalan diğer dört taşı, elindeki taşı havaya atar, yerde bulunan dört taşı da teker teker sol elinin baş ve işaret parmakları ile yaptığı köprünün altından geçirirdi. Bu taşları yapılan anlaşmaya göre, iki veya üç defa da geçirebilirdi. Bu şekilde de başarılı olursa, oyun biter ve oyuncu da bu oyunu kazanmış olurdu. Eğer oyuncu oyun boyunca, yerden taşı alamazsa, veya taşı yerden alıncaya kadar havaya attığı taş yere düşerse oyun karşı tarafa geçerdi. İkili, üçlü, dörtlü bölümleri oynadığı zaman. taşlardan birini düşürürse, “beşler”i oynadığı zaman taşları köprüden içeriye sokamazsa, yine oyun karşı tarafa geçerdi. Yer attığı taşlar birbirlerine yapışık ise, oyuncu bunlardan birini aldığı zaman taş yerinden oynarsa, yine oyun kaybedilir, oyun karşı tarafa geçerdi. Oyun böylece devam ederdi. 13-EVCİLİK OYUNU: Bu oyun kız çocukları tarafından bez bebeklerle oynanırdı. 40- 50 yıl önce, taşbebekler, yani başı alçıdan yapılmış, vücuduna da saman veya kıtık gibi maddeler doldurulmuş bebekler de çok azdı. Ağlayan, konuşan, yürüyen bebekler ise, ancak hayal edilirdi. Bez bebekler, anneler, teyzeler veya eli iğne tutan komşular tarafından yapılırdı. Bunu için bebeğin büyüklüğüne göre bir bez alınır, ikiye katlanırdı. Bu kumaş parçası kol ve bacakları olacak şekilde kesilirdi. Sonra kesilen yerler dikilir, içi yün, pamuk veya küçük bez parçacıkları ile doldu-rulurdu. Böylece gövde, kol ve bacaklar yapılmış olurdu. Sonra, sıra bebeğin başını yapmaya gelirdi. Kısa bir sopa parçasına bir gazoz kapağı bir bezle sıkı, sıkıya bağlandıktan sonra, gazoz kapağı beyaz bir bez parçası ile kaplanırdı. Böylece bebeğin yüzü oluşurdu. Sonra bu kısa sopa, biraz önce hazırlanan gövdeye yerleştirilirdi. Böylece saçı ve yüz hatları olmayan bir bez bebek yapılmış olurdu. Sonra sıra bebeğin yüzündeki organlarını ve saçını yapmaya gelirdi. Yüzdeki duyu organları bazan bir boya kalemiyle çizilir, bazan da renkli ipliklerle işlenirdi. 488 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER Bebeğin saçları ya kesilen veya tarandıkları zaman dökülen uzun saçlardan, yani gerçek saçlardan yapılırdı. Artık bebek hazırdı. Bebeğin giysileri; etek, bulüz, elbise, külot, çorap hatta şapka dikilirdi. Bez bebeğin ayakkabıları olmazdı. Nasıl olsun ki? Ayakları yoktu ki. Yedi, sekiz yaşlarındaki kız çocukları bu bez bebeklerle oynayarak, hayal kurarak vakitlerini geçirirlerdi. Anne rollerini oynayarak adeta “geleceklerini” oynarlardı. 14- PEYNİR YALNIZ KALDI: Bu oyun 8-10 veya daha fazla çocukla oynanan bir oyun olduğu için, daha çok okulların açık olduğu dönemlerde Hem kız, hem de erkekler tarafından karışık olarak oynanırdı. Çocuklar el ele tutuşarak halka olurlardı. Bu halkanın ortasına bir çocuk girerdi, çocuklar çocuğun etrafında dönerek, şu şarkıyı söylerlerdi: “Çiftçi çukurdaydı, çiftçi çukurdaydı, haydi peri kızı, çiftçi çukurdaydı.” Ortadaki çocuk çiftçi idi. “Çiftçi hanımını aldı, çiftçi hanımını aldı, haydi peri kızı çiftçi hanımını aldı.” Bu sözlerden sonra, halkanın içindeki çocuk, halkadan bir çocuğu seçer, halkanın içine alırdı. Çocuklar tekrar dönmeye başlarlardı. Halkanın içinde bulunan iki çocuk da el ele tutuşarak dönerlerdi. Çocuklar şarkıya devam ederek “ hanım çocuğunu aldı, hanım çocuğunu aldı, haydi peri kızı, hanım çocuğmı aldı.” dedikleri zaman, halkanın içinde hanım olan çocuk yine halkadan bir çocuk seçerek halkanın içine alırdı, halkanın içinde üç çocuk olurdu. Çocuklar dönmeye ve şarkılarını söylemeye devam ederlerdi, “ çocuk köpeğini aldı, çocuk köpeğini aldı.haydi peri kızı çocuk köpeğini aldı.” halkanın içindeki çocuklar, halkanın dışındaki çocuklardan birini daha halkanın içine alırlardı. Böylece dönmeye ve şarkılarına devam ederlerdi. “Köpek kedisini aldı, köpek kedisini aldı, haydi peri kızı köpek kedisini aldı. Dış halkadan içteki halkaya bir çocuk daha girerdi. Tekrar dönmeye ve şarkılarını söylemeye başlarlardı. “Kedi faresini aldı, kedi faresini aldı, haydi peri kızı kedi faresini aldı.” Dıştaki halkadan içeriye bir çocuk daha girerdi, eğer oynayan çocuklar az ise, bazen dışardaki çocuklar halka olamayabilirlerdi. Fare olan çocuk içteki halkaya girer girmez, tüm çocuklar, dışarda kalan çocuklardan birimin basma üşüşürler ve ellerini o çocuğun başı üzerinde “Peynir yalnız kaldı, peynir yalnız kaldı” diyerek çırparlardı. Bazen “peynir” olan çocuk kızarak oyundan çıkabilirdi. Böylece oyun tekrar başlardı. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 489 15-YAĞ SATARIM, BAL SATARIM: “Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım” Bu oyun da kalabalık olarak oynanırdı. Kız ve erkek çocuklar halka yaparak yere çömelirlerdi. Bir çocuk elinde mendil, çömelen çocukların çevresinde “Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım” diyerek döner, diğer çocuklar da bu şarkıyı söylerek, ellerini çırparlardı. Bu arada halkanın etrafını dönen çocuk, elindeki mendili gizlice bir çocuğun arkasına bırakır, ancak dönmesine devam ederdi. Çocuklar mendilin kendi arkalarına bırakılıp, bırakılmadığı kontrol etmek için sürekli elleri ile arkalarını yoklarlardı. Eğer arkasına mendil bırakılan çocuk bunu hemen farkederse, kalkar, mendili alarak, mendili arkasına koyan çocuğun arkasından koşardı, eğer çocuğu yakalarsa, mendille vurmaya başlar, çocuk tekrar ebe olarak kalırdı, eğer yakalayamazsa kendisi ebe olurdu. Oyun tekrar başlardı. Eğer arkasına mendil bırakılan çocuk, mendilin bırakıldığını farketmezse, çocuk halkayı bir kez dolaştıktan sonra, mendili arkasına bıraktığı çocuğun arkasınan mendili alarak çocuğa vurmaya başlardı. Böylece kendisi ebe olmaktan kurtulur, bu kez vurduğu çocuk ebe olurdu. Oyun yeniden başlardı. 16-TAVŞAN KAÇ, TAZI TUT: Bu oyunu da kız ve erkek çocuklar oynarlardı. Çocuklar halka olurlardı. Çocuklardan biri “tavşan” olarak halkanın içinde, biri de “tazı” yani tilki olarak halkanın dışında kalırdı. Tavşan halkanın içinde uyur taklidi yapardı. Çocuklar elele tutuşarak halkanın etrafında dönerler ve şu şarkıyı söylerlerdi: Hendekte bir tavşan uyuyordu, uyuyordu. Tavşan bana baksana, yakışmıyor bu sana, Tavşan kaç, tavşan kaç, tavşan kaç. Çocuklar son sözleri söyledikten sonra, tavşan halkanın içinden fırlar, çocuklar tavşanın kaçması için kollarını havaya kaldırırlar. Tavşan kaçtıktan sonra, bu kez “Tazı tut, tazı tut, tazı tut “ diye bağırırlar. Tazı da halkanın içine girerek tavşanı kovalamaya başlar. Tavşanın kaçtığı yerden gitmesi gekekir. Yani tavşan nereden koşuyorsa, tazı da oradan koşmak zorundadır. Eğer yakalarsa, oyun yeniden başlar. Yakalayamazsa, tazı olarak kalır. 490 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 17- KOŞULAR: İki şekilde koşu yapılırdı. 1-Hız koşuları 2-Tur koşuları 1-Hız koşuları: Çocuklar belli bir hedef belirlerlerdi. Bu hedef sokağın sonunda bir duvar olabileceği gibi, çocukların 50-100 metre uzağa çizdikleri bir çizgi de olabilirdi. Çocuklar bir hizaya dizilirler, çocuklardan biri komut verdikten sonra, ok gibi fırlarlardı. Kim ilk kez belirlenen yere ulaşırsa, koşuyu o kazanırdı. 2-Tur koşuları: Bir sokaktan ayrı yönlerde koşan çocuklar, bir tur yaptıktan sonra aynı yere gelirlerdi. Kim önce gelirse, oyunu o kazanırdı. Burada yapılacak bir hileyi önlemek için sokaklar çok dikkatli olarak seçilirdi. Öyle ki; yarışan çocukların sokağın bir yerinde birbirleri ile karşılaşmaları sağlanırdı. 18-AŞIK ATMAK: Bunun için oyuncak olarak koyunun aşık kemiği kullanılırdı. Aşık kemiğinin dört yüzüne değişik adlar verimişti. Aşık kemiği zar gibi atılırdı. Aşığın açık tarafına “Hırsız”, kambur tarafına “Sofu”, yan çukur tarafına “Bey”, yan düz tarafına da “Eşek” isimleri verilmişti. Bu isimler her zaman veya her bölgede aynı olmayabilirdi. Örneğin; başka bir yerde aşığın açık tarafına “çikke”, kanbur tarafına “pökke”, yan çukur tarafına “ alçı, yan düz tarafına da “ tava” denildiği söylenmektedir. Aşık atıldığı zaman hangi yüzü gelirse, değerlendirme ona göre yapılırdı. “Bey” en iyi durumdu. Örneğin “Bey” atan bir çocuk en iyi puanı alır, belki de karşısındakini yenmiş olurdu. 19- BİRDİRBİR: Bu oyun erkek çocukları tarafından oynanan bir oyundu. Çocuklardan biri ellerini dizlerine koyarak eğilirdi. Diğer çocuklar “ birdirbir” diyerek ve bacaklarını iki yana açaDİYARBAKIR KÜÇELERİ 491 rak çocuğun üzerinden atlarlardı. Atlayamayan çocuk, eğilir, bu kez diğer çocuklar o çocuğun üzerinden atlarlardı. Eğer çocukların hepsi atlarsa, bu kez eğilen çocuk biraz daha dik duruma getirilirdi. Sonra tekrar atlanırdı. 20-UZUN EŞEK: Bu oyun da “Birdirbir” oyununa benzerdi. Bir çocuk dik durur, diğer çocuklar başlarını birbirlerinin kalçaları hizasına gelecek şekilde dizilirlerdi. 21-ÇATAL LASTİK: Başka yörelerde buna “ sapan “ adı da verilmektedir. Bunun için ucu çatallı bir dal veya ağaç parçasının her bir ucuna bir lastik bağlanır, tam ortasına da taşı koymak için daha çok deriden bir parça ilave edilirdi. Küçük taşlar toplanır, taşlar deriden kısmın arasına konur. Bir elle bu kısım tutulur, diğer elle de lastik gerdirilir. Taşı tutan el hızla bırakılarak taşın ileriye fırlaması sağlanırdı. Böylece hedefe vurulmaya çalışılırdı. Daha çok kuşları yakalamak için bu oyuncağı yaparlardı. Eğer taş yanlışlıkla başka bir kişinin bir yerine, örneğin kafasına rasgelirse, o kişinin kafası yarılabilirdi. Böyle olaylar da çok olurdu. 22-SİGARA PAKETLERİNİN KAPAKLARI İLE OYNANAN OYUN: Bunun için yere bir daire çizilir. Dairenin merkezinde sigara paketlerinin kapakları üst üste dizilir. Bunların sayıları farklı olabilir. Sonra ince bir taş veya büyükçe bir çakıl taşı alınır. Belli bir mesafeden sigara paketlerinin kapaklarını dairenin dışına çıkaracak şekilde atılır. Sigara paketi kapaklarından ne kadar çok dairenin dışına çıkarsa, taşı atan çocuk o kadar puan kazanır veya çıkardığı kağıtlar kendinin olurdu. Her kapağın ayrı bir değeri vardı. Örneğin, “sipahi” adlı sigaranın değeri 35, gelincik sigarasının değeri 10 idi. Kim daha çok kapağı veya değeri fazla olanı dairenin dışına çıkarırsa, oyunu o çocuk kazanırdı. 23-YOYO: Bu oyun küçük çocuklar tarafından oynanan bir oyundu. Yoyo bir ipliğin ucuna bağlanmış, bir toptan ibaretti. Bu topun içi talaş veya kepek gibi hafif maddelerle doluydu. İpi orta parmağa takılır, el aşağı yukarı hareket ettirilerek, avucun içi ile topa vurulur ve bu topla oynanırdı. 492 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 24-YUMURTA KIRMAK: Diyarbakır’da ilkbaharın gelişi ile doğa uykudan uyanırdı. Taze otlarla birlikte, kazanlarla yumurta kaynatılır ve satılırdı. Çocuklar bu durumdan faydalanarak oyun oynarlardı. Yumurta kırmak oyunu şu şekilde oynanırdı; Çocuk, katı bir yumurtayı avucunun içine alır, baş parmağı ile işaret parmağı arasında, küçük bir alan kalacak şekilde avucunun içinde sıkar. Arkadaşı kendi yumurtası ile arkadaşının yumurtasına vurarak, kırmaya çalışırdı. Kimin yumurtası kırılırsa, kırık yumurtayı karşısındaki çocuğa verirdi. 25-KARPUZ KABUĞU İLE KAYIK YAPMAK: Diyarbakır evlerinin özelliklerinden biri de avlularında havuz bulunmasıydı. Havuz eve hem güzel bir görüntü, hem de serinlik verirdi. Çocuklar karpuz kabuklarından kayıklar yaparak bu havuz üzerinde yüzdürürlerdi. 26-ELDE İPLERE ŞEKİL VEREREK OYNANAN OYUNLAR: Bu oyun 10-12 yaşlarında kız çocukları tarafından oynanan bir oyundu. Bunun için yorgan ipliği kalınlığında bir ip alınır, iki ucundan bağlanırdı. İki el arasında gergin bir şekil verilerek değişik oyunlar oynanırdı. İki kişi tarafından oynanan bir oyunda, birinin yaptığı bir şekli, karşısındaki oyuncu başka bir şekil vererek kendi eline geçirirdi. Oyun bozuluncaya kadar böylece devam ederdi. 27-YERE ÇİZİLEREK OYNANAN TAŞ OYUNLARI: Yere tebeşirle veya toprağa çizilerek oynanan bu oyunlar dama oyununa benzerdi. Bu oyunların iki şekli vardı; Üç taş ve dokuz taş. Burada amaç, karşı taraftaki oyuncunun taşlarının aynı hizaya gelmemesini sağlamaktı. Oyunculardan her biri kendi taşlarını çizilen şekildeki gibi, aynı hizaya getirmeye çalışırdı. Taşlarını aynı hizaya getirebilen oyuncu, oyunu kazanırdı. 28-GAGO KITTO SORO SORO SOR PENİR: Bu oyun erkek çocukları tarafından sokakta, oynanan bir oyundu.”Gago, kıtto, soro, soro, sor penir” anlamı olmayan kelimelerden meydana getirilmiş bir tekerleme idi. Çocuklar iki gruba ayrılırlardı. Birinci grup saklanırdı. İkinci gruptaki çocuklar daha önce DİYARBAKIR KÜÇELERİ 493 kararlaştırdıkları, “gago, kıtto, soro, soro, sor, penir “ kelimelerinden birini saklanan çocuğa sorarlardı. Çocuk, bu kelimeyi bilirse, çocuklar hep bir ağızdan “çık, taşaklı “, eğer bilemezse, “çık, taşaksız “ diye bağırırlardı. Böylece “taşaklı” olanlar yani kelimeyi bilenler dışarda kalır, bilmeyenler saklanırdı. Oyun böylece devam ederdi. 29-TELEFON OYUNU: Çocuklar yan yana otururlar, biri diğerinin kulağına bir cümle söyler, ikinci çocuk arkadaşından duyduğu şekilde cümleyi üçüncü çocuğa iletir. Son çocuk cümleyi söylediği zaman, birinci çocuğun söylediği cümleden çok farklı bir cümle ortaya çıkardı. 30-KUŞUM KUŞUM BU KADAR: Bu oyun çocuklar tarafından oynanan bir bilmece oyunuydu. Beş on çocuk tek bir sıra halinde dururlar. Oyun için sıradan uzak bir mesafeye bir çizgi çizilir veya bir çocuk konulurdu. İçlerinden biri ebe, biri de oyuncu olurdu. Ebe yere otururdu. Diğer çocuklar ayakta dururlardı. Ebe oyuncuya sorardı: Bir kuşum var şu kadar ( eliyle hayvanın boyunu gösterirdi.), gagası var şu kadar, kuyruğu var şu kadar, ayakları var şu kadar, dedikten sonra, “Bu nedir?” diye sorardı. Oyuncu, örneğin “Leylek” der. Eğer sorulan sorunun yanıtı leylek ise, “Kovala” diye bağırır. Çocuklar çizdikleri çizgiye kadar koşarlar. Oyuncu çocuklardan birini yakalamaya çalışır. Yakaladığı çocuk ebe olurdu. Eğer oyuncu olan çocuk soruyu bilemezse, o zaman çocuğun yerine oyuncu olarak bir başka çocuk geçerdi. 31-ÜŞÜDÜM ÜŞÜDÜM A BENİM CANIM ÜŞÜDÜM: Bu oyun daha çok okulların açık olduğu dönemlerde, okulda oynanan bir oyundu. Çocuklar birbirlerinin belinden tutarak tek bir sıra oluştururlar. Çocuklardan biri de sıranın dışında kalır. Sıranın dışındaki çocuk birkaç metre öteden “Üşüdüm, üşüdüm a benim canım üşüdüm “ diyerek, uygun adımlarla çocukların oluşturduğu sıraya doğru yürür. Çocuklar “Kürkünü giy, kürkünü giy a benim canım kürkünü giy “ diyerek arkadaşlarının üzerine doğru giderler. Böylece gelen çocuk da arka arka gider. Belli bir mesafe gittikten sonra, bu kez çocuk “ Kürküm yok, kürküm yok a benim canım kürküm yok” diyerek tek sıra halinde sıralanmış olan çocukların üzerine doğru yürür. Bir süre yürüdükten sonra, bu kez çocuklar “Alsana, alsana a benim canım alsana “ diyerek çocuğa doğru yürürler. Sonra, çocuk “Param yok, param yok a benim canım param yok” diyerek karşılık verir. Çocuklar da “ Çalsana.çalsana a benim canım çalsana “ diye yanıt verirler. Çocuk da “Asarlar, asarlar, en güzelini kaparlar” deyip, sır alan-, mış çocuklardan birini alır. Bu kez oyun baştan başlanarak aynı şekilde oyuna devam edilir. 494 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER 32- İSKAMBİL OYUNLARI: 1-İskambilden evler yapmak: Küçük çocuklar iskambilden evler yaparlardı, Bunun için iki iskambil kağıdı aralarında bir açı yapacak şekilde dik tutulmaya çalışılır, sonra bir kağıt bu iki kağıdın üstüne konularak, çatısı yapılır, sonra da duvarları için iki kağıt da yanlarına konulurdu. Bu durumda çocuk bir ev yapmanın mutluluğunu duyardı. Böylece yan yana bir çok ev yapılırdı. Bir mahalle oluşurdu. İşin kötü yanı bu kağıttan yapılan evlerin bir dokunuşla yıkılmasıydı. Ama bu o kadar üzücü olmazdı. Çünkü tekrar bir mahalle kurmak çok kolaydı. 2-Yirmibirli oynamak: Oyun kağıdı ile oynamanın yasak olmadığı bazı evlerde, çocuklar biraz büyüdükten sonra, genellikle ilkokul çağlarında 21’li dedikleri oyunu oynarlardı. Bu oyun iki kişi arasında oynanırdı. Oyunculardan biri elli iki iskambil kağıdını karıştırdıktan sonra, karşısındaki oyuncuya uzatırdı. O da kağıdın bir kısmını alır, tekrar karşısındaki oyuncuya verirdi. Bu işleme “ Kağıdı kesme “ adı denilirdi. Sonra, dört kağıdı karşı oyuncuya verir, dört kağıdı kendisi alır, dört kağıdı da yere atardı. Önce ilk kağıdı alan oyuncu, sonra da kağıdı dağıtan oyuncu oynardı. Elindeki bir kağıdı yere atardı Ancak bu attığı kağıdın yerde bulunan kağıt veya kağıtlarla birlikte 11 sayıyı oluşturması lazımdı. 11 olduğu zaman kağıtları yerden alırdı. Oyun böylece devam ederdi. Kağıtlar bittikten sonra, her iki oyuncunun elinde bir miktar kağıt olurdu. Her oyun beş puanlıktı. Yani en fazla kazanan beş puan alırdı. Kim ilkönce 21 puan kazanırsa, oyunu o kazanmış olurdu. Sonuç şu şekilde hesaplanırdı: Kağıtlar arasında iki kıymetli kağıt vardı. Bunlar sinek ikili ve karo onlu idi. Bunların adları; “güzel ikili” ve “güzel onlu” idi. Bu kağıtlar hangi oyuncuda ise, o oyuncu 1 puan kazanırdı. Kimde daha fazla “sinek” varsa, 1 puan da ondan kazanılırdı. Kimde daha fazla kağıt varsa, 2 puanda ondan kazanılırdı Böylece toplam 5 puan olurdu. Oyunculardan hangisi ilk önce 21 puan toplamış ise, oyunu o kişi kazanırdı. 33- HACI BATMAN TOKACI: Çocuklardan biri ebe olurdu. Ebe olan çocuk yere otururarak, ellerini yere koyardı. Diğer çocuklar da etrafında, yere oturulardı. Çocuklar ellerini ebenin sırtında üstüste koyarlardı. Ebeye hep bir ağızdan sorarlardı.” El el kimin üstünde “ ebe olan çocuk hangi çocuğun ellerinin en üstte olduğunu tahmin ederek o çocuğun adını söylerdi. Eğer çocuk doğru bilirse, kalkar, eli en üstte olan çocuk ebe olurdu. Eğer yanlış bir cevap verirse, o zaman ellerini üstüste koymuş olan çocuklar hep bir ağızdan “Hacı batman tokacı “ diDİYARBAKIR KÜÇELERİ 495 yerek hep birlikte ellerini kaldırarak ebe olan çocuğun sırtına indirirlerdi. Tekrar sorarlardı. Çocuk kimin elinin en üstte olduğunu bilinceye kadar yumrukları sırtına yerdi. 34-UÇURTMA UÇURTMAK: Uçurtma havanın güzel olduğu bahar ve yaz aylarında oynanan ve seyredilen çok ilgi çekici bir oyundu. Bu gün bile bu oyun güncelliğini korumaktadır. Uçurtmayı yapmak için ip, kağıt, yapışkan olarak çiriş ve kamıştan meydana gelen malzemeyi hazırlamak gerekirdi. Bu oyuncağı, çocuklar için babalar veya abiler yaparlardı. Sonra sıra uçurtmaya gelirdi. Uçurtma uçurmak da bir uzmanlık ve alışkanlık gerektiriyordu. Bu nedenle önce büyükler uçurur, sonra da yavaş yavaş küçüklere öğretirlerdi. Yazın akşam serinliğinde uçurtma uçurmak hem çocuklar, hem de büyükler için hoş bir zaman geçirmek demekti. Malzemesi olmayanlar da kağıttan basit bir uçurtma yaparlardı. 35-ÇEMÇE GELİN: Diyarbakırda yağmur yağmadığı zamanlarda, büyükler yağmur duasına çıkarlardı. Çocuklar da yağmuru yağdırmak için “Çemçe gelin” i, ev ev gezdirerek hem yağmurun yağması dileğinde bulunurlar, hem de yiyecek toplarlardı. Diyarbakır ağzı ile “Çemçe” Kepçe anlamında kullanılan bir kelimedir. Halk arasında çok zayıf ve çelimsiz kadınlara da “çemçe gelin “ gibi denir. “Çemçe gelin” genellikle tahtadan yapılmış üzerine eski bir elbise giydirilmiş bir bebekti. İki çocuk bu bebeği tahta kollarından tutarak kapı kapı dolaştırırlardı. Diğer çocuklarla birlikte bir evin kapısına gelerek, çemçe gelini aşağı yukarı hareket ettirerek oynatırlar ve şu tekerlemeyi söylerlerdi Çemçe gelin ne ister Allahtan yağmur ister Bir parça bulgur ister. Bunu duyan evin sahibi kapıyı açar, bir kova suyu “çemçe gelin”in başına döktükten sonra, çocukların istediği bulguru verirdi. Çocuklar başka bir evin kapısına giderlerdi. Bu kez istedikleri başka bir yiyecek olurdu. Pirinç, şeker, ekmek gibi yiyecekler isterlerdi. Ev sahipleri de bir kova suyu çemçe gelinin başına döktükten sonra, çocukların isteklerini yerine getirirlerdi. 496 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER “Çemçe gelin” çocuklar için hem bir oyun, hem yiyecek toplamak için bir behane, hem de “yağmur duası” yerine geçerdi. 36-AKREP DÖĞÜŞTÜRMEK: Diyarbakır’ da özellikle yaz aylarında çok fazla akrep olurdu. Belediye de haşarat denilen bu zararlı hayvanlarla mücadeleye girişirdi. Bu mücadele şekillerinden biri de akrepleri toplatıp, onları para ile satın almaktı. Bu nedenle çocuklar topladıkları akrepleri para karşılığında belediyeye satarlardı. Çocukların yaratıcı güçleri bazan bunu bir oyun haline getirirdi. Yakaladıkları iki akrebi birbirleri ile döğüştürerek, onları seyrederlerdi. 37-HOROZ DÖĞÜŞÜ SEYRETMEK: Mahalle aralarında horoz döğüşü yapılırdı. İki horoz birbirleriyle döğüşürlerdi. Horozu kaçan kişi yenilmiş sayılırdı. Anlaşmaya göre bazan yenilen horoz, yenen horozun sahibine verilirdi. Bu döğüşü seyretmek çocuklar için için zevkli ve heyecan verici bir olaydı. 38-PIFNA PIF: Bu oyun tek kişi tarafından oynanan seyirlik bir oyundu. Daha çok köylerden gelen erkek çocuklar tarafından oynanırdı. Ağızdan ve dudaktan hava çıkararak bir olayı taklit ederlerdi. Örneğin bir kadının makyaj yapması gibi. Çocuklar da bu oyunu oynayan bu çocuğu ilgi ile izlerlerdi. SONUÇ: Sonuç olarak “OYUN” çocuğun yetişmesi, öğrenmesi, olgunlaşması, daha önemlisi ruhsal ve bedensel doyuma ulaşmasında önemli bir etkendir. Diyarbakırda sokakta, avluda, kırlarda çocukların oynadığı oyunlarda oyuncakların maddi bir değeri yoktu. Çocuklar çelik çubuk, çizgi, bez bebek ve diğer oyuncaklarla hayal güçlerini katarak oynarlardı. Çocukların oynadığı oyunlar, toplu olarak oynandığı için, çocuklar arasındaki dayanışmayı kuvvetlendirirdi. Arkadaşlık, dostluk bağları kuvvetlenirdi. Çocuk, sosyal dayanışma ve dostluk kavramlarını farkında olmadan oyunla öğrenirdi. Yani çocukların yaşamında psiko-sosyal açıdan önemli önemli bir rol oynardı. DİYARBAKIR KÜÇELERİ 497 Çocuk oyun oynarken hayal gücünü de kattığı için hem zeka ve hem de ruhsal yönleri ile gelişmiş olurdu. Çocuk, yaşamında kendisi için önemli olan “karar verme”yi de oyunla öğrenir. Atak, cesur, kendine güveni olması açısından da, oyunun çocuklar üzerinde büyük etkisi vardır. Çocuk oyunla, kurallara uymasını, hile yapmanın kötü bir şey olduğunu, dürüst olmanın önemini öğrenir. Böylece egosunu da yenmesini öğrenir. Oyun sayesinde çocuğun değerleri, yani niteliği olan yaşantıları meydana çıkar. Çocuk dengeli davranışların önemini anlar ve dengeli davranışlar sergiler. Kısaca oyun; eğlenerek, severek aldığımız eğitimin önemli bir yönüdür.(16) Çocuk oyunları İp atlama 498 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER İp atlama Bisiklet revaçtadır DİYARBAKIR KÜÇELERİ 499 Top erkek çocuklarının en önemli oyunu Bilya 500 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER oynayan çocuklar Çelik çomak oynayan çocuklar DİYARBAKIR KÜÇELERİ 501 Çelik çomak oynayan çocuklar Şimdi de Diyarbakır’ın tarihi caddelerinden örnek verelim Mehmet Mercan anlatıyor Sağ tarafta İnönü İlkokulu var. Yanlış aklımda kalmamışsa bu ilkokulun inşaatının 1942 yılında tamamlandığını hatırlıyorum… Çünkü İkinci dünya savaşı yıllarında (1943-1944) akrabalarımızı askere yolcularken okulun duvarı dibinde ailece bütün bir gece beklemiş, sabahlamıştık. 502 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER İSTASYON CADDESİ Çekiliş tarihi 1940’lı yılların sonları. Eskiden, yanı İkinci Dünya Savaşı yıllarında doğu ve güneydoğu bölgesindeki kent ve ilçelerden gelen askerler Diyarbakır’da toplanıyor. İstasyon yolundaki geniş boş alanlarda kurulan çadırlara konuluyor buradan grup grup İstasyonda bekleyen kara vagonlara bindirilip batıya gönderiliyordu. Fotoğrafta görüldüğü gibi yolun sağında ve solundaki alanlar boş. Henüz Şayak Fabrikası, DSİ binaları yapılmamış. Diyarbakır’daki ilk ve TEK devlet yatırımı olarak inşa edilen Şayak Fabrikası’nın temeli 1949 yılı başlarında atılmıştı ve inşaatı 2, 5 yıl sürdü. Müteahhidi Avinalı Kamil Beydi. Fabrika 24 Nisan 1952 günü açıldı. Yine bildiğiniz gibi DSİ’nin kuruluşu da 1954 yılı sonrasıdır… Sol tarafta görünen binalar İpekböcekçiliği İstasyonudur. Ayrıca burada fotoğrafın sol tarafında ama dışında kalan bölümde de Ziraat Müdürlüğü Fidanlığı vardı. Bu fidanlık da geniş bir bölgeyi kapsıyordu. Sonradan buralara Tekel işçi evleri yapıldı. İnönü İlkokulu arkasında küçük bir mezarlık vardı. Yontma, işlemeli taşlarla yapılmış yüksek mezarlardı. Bu mezarlar zaman içinde kayboldu… DİYARBAKIR KÜÇELERİ 503 Fotoğrafın çok eski olmadığını belirtmekteki kastım, altında düzgün bir TÜRKÇE yazı ile “İstasyon Caddesi” yazılı olması… Çünkü yeni alfabenin kabulünün ilk yıllarında kaligrafi olarak da yazılar bu kadar düzgün değildi…(20) Mehmet Yaşar Özer anlatıyor Urfa Kapısından istasyona giderken, urfa kapanın hemen çıkışında, sol da Kemalin bahçesi, bahçenin altından değirmenlere, benusen bahçelerine, Hristiyan mezarlığına ve sarı kıza giden yol, Sağ tarafta ise Müslüman mezarlığı ve şakul acize denilen çeşmeye giden ince bir yol vardı, istasyona kadar olan yol boyunca keçiboynuzu ağaçları ve akasya ağaçları vardı, baharda beyaz açan akasya çiçeklerini yerdik, Müslüman mezarlığından İnönü okuluna kadar olan alana buğday ekerlerdi, o buğdayların taze başağından çıkan sütlü buğdaylar yer bazen de bugün erimiş peynirlerin içine konan peynir otu toplardık. Eski sebze halinin bulunduğu alanda çok güzel marullar yetirşirdi bu aylarda o marullardan(Çocukluk ağzıyla Marul kaldırırdık)Bahçeden alır mahallede satardık Bilhassa hıdırellezde Bazen soğan kabuğu bazen de, şerbet boyasıyla pişirilen renkli yumurta, peynir, yeşil soğan ve ekmeklerimiz alır sarıkızda piknik yapardık çok güzel bir su çıkardı orda. Bazen de Mehmet abinin bahsettiği Ziraat bahçesine giderdik(20) Küçe diyince fıkrası da olur Diyarbakırda sokak fıkrası Diyarbakırda sokak köpekleri halkı ısırıp saldırmaya başlayınca Şikayetler de haliyle artmaya başlamış. Diyarbakır Belediyesi de sokak köpeklerinden çok şikayet gelince, toplamış bütün sahipsiz kopekleri.Ahali mutlu olmuş, sokakta başıboş gezen sürüler halinde gezen köpekler yokoldu diye. Sonra bir gün bakmışlar ki köpeklerin hepsinin kulaklarında birer küpe ile gene sokaklarda geziyorlar. Bunun üzerine yaşlı bir amca Belediyeyi telefonla aramış, yetkiliye: -’Bu itleri neye saldız, böyle ortalığa?’ demiş. Telefondaki yetkili, hayvan haklarından, aşılandıklarından vs. söz etmiş ve en sonunda da “merak etmeyin hepsi kısırlaştırıldı” demiş. Yaşlı amca bunun üzerine: ‘’Ulan ben size ne diyem, Size itler ısırilar dedik. Tecavüz ediler mi dedik(E.Eşsizoğlu) 504 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER KAYNAKLAR 1- Öğr.Gör.Aysel Yılmaz Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Diyarbakır Küçeleri (Sokakları). 1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu.2010 2- Mehmet Songur Diyarbakır evleri. Güneydoğu Güncel04 Kasım 2013 3- Aysel Yılmaz Diyarbakır Sur İçi Sokak Dokusuna Kimlik Kazandıran Yapı Cephelerindeki Taş Tasarımı Geleneksel Diyarbakır El Sanatları. Diyarbakır Valiliği, Dicle Ün, Tarım Bakanlığı Yay.2013 4- Mevlüt Mergen Bizimde eşek çöpçülerimiz vardı. Yeniyurt gzt29 Aralık 2010, 5-20 Eylül 2013www.diyarinsesi.org 6- http://ekitap.kultur.gov.tr/ 7-Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbekir.İst.1999 8- Hülya Esmer Diyarbakır Küçeleri Güneydoğu Güncel 02 Aralık 2013 9-Mevlüt mergen Suriçi günlerimizden Yeniyurt gazetesi.21-1.2014 10- Öğ.grv.Aysel Yılmaz, Yrd.Doç.Dr.Mine Baran Küçeler s.259 İhsan Işık (ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013. (3) Cilt 11- Havva Özyılmaz Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisinde Morfolojik Analiz: Geleneksel Konutların Güncel Kullanımda Değerlendirilmesi Doktora Tezi Mimarlık Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ocak 2007 Ankara 12- Yrd.Doç.Dr.Neslihan Dalkılıç, Yrd.Doç.Dr.Ayhan Bekleyen.Geleneksel Diyarbakır evleri.Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız(ed).Diyarbakır Mimarisi.Diyarbakır Valiliği yay.2012 13- Kamuran Karadağ(ed) Borsa 21.dergisi 4.Yöresel ve geleneksel Ürünler fuarı.özel sayı 14- Şeyhmus Diken.ŞehrAmed.Heyamola yay.İst.2014.s..197-100 15- M.Şefik Korkusuz.Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat.Kent yay.İst.2007.s.15 b) 57-61, 23 16- Prof.Dr.Mebrure Değer Diyarbakır Çocuk Oyunları 1.Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.2000. 317-337 17- Ramazan Ergin. Eski Diyarbakırda Taşıyıcılar, Kum Taşıyıcıları (Eşekçiler) e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: VII, Nisan 2012.52 18- İclal Aluçlu Hale Demir. Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Tasarım Kriterleri.1.Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler, Krallar kenti Diyarbakır sempozyumu.2010 19- [email protected] adına [email protected] 20- [email protected] 21- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih Erpolat Cizye Defterlerinin Sosyal Ve İktisadî Tarih DİYARBAKIR KÜÇELERİ 505 Araştırmaları Açısından Önemi: Diyarbakır ÖrneğisabardEylül 2004 Yıl: Iı, Sayı: 4, Sayfa: 105 – 251 22-2000’e beş kala Diyarbakır.İl yıllığı 23-Hasan Basri Konyar.1936 yılı Diyarbakır İl Yıllığı.Ulus matb.Ank.1936 24-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik Xıx. Yüzyılın Îlk Yarısında Diyarbakır (17901840) (Fizikî, İdarî Ve Sosyo - Ekonomik Yapı).TTK matb.Ank.1995 25- Ercan Gümüş Tez Danışmanı.Prof. Dr. Ahmet Güneş. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Bilim Dalı 18. Yüzyılın İlk Yarısında Amid Kazası Doktora Tezi Ankara-2014 26- Albert Gabriel(çev.İdil Çetin):Şarki Türkiye’de Arkeolojik Geziler.DİTAV yay.Ank.2014 27- Nergiz Durman.Diyarbakır Sivil mimarisi.Diyarbakır kültür envanter.2013.c2 28- Amed Tigris.Amed.DBB yay.Atalay matb.Ank.2014.s.72 29- Mehmet Mercan.Utanıyorum.Tigris haber 26 Mayıs 2014 30- Recep Acay.Ben-ü Sen Gülleri.Ankara.2010.s.49 31- Halil Değertekin.Diyarbakır Anıları.Kanguru yay.Ank.2012.s.33-36 506 DİYARBAKIR İLÇE EVLERİ, KÖŞKLER, SARAYLAR, KÜÇELER
Benzer belgeler
PDF ( 14 )
Genel olarak dikdörtgen formlu güvercin
barınaklarında duvarlar, kerpiçten yapılmıştır. Ortalama
55 cm kalınlığında ve dört metreden daha yüksek olan bu
duvarlar, zeminden bir metreye kadar daha ka...