5. Çeviri metnini indirmek için tıklayınız.
Transkript
5. Çeviri metnini indirmek için tıklayınız.
WORK MATTERS / İş önemlidir Debbie Mason, 24, is a stewardess with Virgin Atlantic. She told Sue Wheeler about her life on Richard Branson's airline and what it takes to get on in this high-flying job. Work: İş, çalışmak Matter: Farketmek, önemli olmak, dert etmek Stewardess: Kabin memuresi, hostes Told: (Tell’in 2. Hali), anlatmak About: Hakkında, ile ilgili Life Yaşam, hayat Airline: Havayolu What it takes: Değeri/bedeli ne olduğu To get on in: -e girmek High-flying: Yüksek(ten) uçuş Job: İş 24 yaşındaki Debbie Mason, Virgin Atlantic’te hostestir. O Sue Wheeler’a Richard Branson havayolundaki yaşamını ve bu yüksek uçuş işine girmenin nasıl olduğunu (neye mal olduğunu) anlatmaktadır. Sometime ago, I was working in an office when I saw a picture of Richard Branson and read about him starting a new airline, Virgin. I sent him a letter saying I was interested in working for him. After a successful interview, I began their four-week training course. Sometime ago: Bir süre önce Saw (See’nin 2. Hali): Görmek Picture: Resim, fotoğraf New: Yeni Sent (send’in 2. Hali): Göndermek Letter: Mektup Say: Söylemek, demek, anlatmak Interested in: İlgi duymak, ilgilenmek After: Sonra Succesful: Başarılı Interview: Görüşme, mülakat Began: (Begin’in 2. Hali): Başlamak Training course: Yetiştirme, eğitim kursu Bir süre önce Richard Branson’un bir resmini gördüğümde ofiste çalışıyordum, ve onun yeni bir havayolu olan Virgin’i kuruyor olduğu hakkında okudum. Ona onun için çalışmaya ilgi duyduğumu anlatan bir mektup gönderdim. Başarılı bir mülakattan sonra, onların dört haftalık eğitim kursuna başladım. The personnel officers say it's usually obvious at the start whether somebody has the right qualities or not. Personality is very important. You have to be flexible, attractive, and able to smile when duty calls even if you don't feel like it. Obviously you don't need airline experience, but nursing, or other work with people, is useful. Right: Doğru Qualities: Nitelikler Personality: Kişilik Flexible: Esnek Attractive: Çekici Smile: Gülümsemek Duty: Görev Call: Arama, çağrı Even if: -se bile Feel: Hissetmek Need: İhtiyaç duymak Experience: Deneyim Nursing: Hemşirelik, bakıcılık Useful: Faydalı, kullanışlı Pesonnel officer: Personel görevlisi, müdürü Usually: Genellikle, sıklıkla Obvious: Açık, görünür 1 At the start: Başlangıçta Whether or not: Olup olmadığı Personel görevlileri bir kimsenin doğru niteliklere sahip olup olmadığının genellikle başlangıçtan belli olduğunu söylemektedir. Kişilik çok önemlidir. Sen görev çağrılarında esnek, çekici, ve öyle hissetmesen bile güleryüzlü olmalısın. Açıkça, havayolu deneyimine ihtiyaç duymazsın, fakat hemşirelik/bakıcılık, ya da insanlarla diğer iş deneyiminin olması faydalıdır. The training course is really common sense although the practical side includes things like life-boat sessions in a swimming pool, fire fighting in a smoke filled room and learning how to deliver a baby. In reality, though, you end up dealing mainly with travel sickness. The point is you have to be prepared for everything. Really: Gerçekten Common sense: sağduyu Although: -e rağmen Practical: Uygulamaya yönelik Side: Yan, taraf Things: Şeyler Like: gibi Life-boat: Hayat kurtarma Session: Oturum Swimming pool: Yüzme havuzu Fire Fighting: Yangınla mücadele Smoke filled: Dumanla dolu Room: Oda Learn: Öğrenmek Deliver: Taşımak In reality: Gerçekte End up: Bitirmek, sonlanmak Dealing with: Birşeyle uğraşmak, ilgilenmek Mainly: Esas olarak Travel sickness: Seyahat yorgunluğu Point: Nokta Prepare: Hazırlanmak Everything: Herşey Eğitim kursu, bir yüzme havuzundaki can kurtarma dersleri, dumanla dolu bir odada yangınla mücadele, ve nasıl bebek bakılacağını öğrenmeyi içeren pratik yönüne rağmen gerçekten de sağduyuya (genel kültüre) yöneliktir. Gerçekte (gerçek bir yolculukta), buna rağmen, esas olarak seyahat yorgunluğuyla uğraşarak bitirirsin. Esas nokta şu ki, her şey için hazırlıklı olmalısın. I work on flights from Gatwick to New York or Miami. Only 10% of my work involves serving people. The emphasis is on safety and that is why we're here for. Before every flight there's a briefing where the crew are asked questions on first-aid and safety. Work on: İlgilenmek, uğraşmak, üzerine/ilgili çalışmak Flight: Uçuş Only: Sadece Involve: İlgili olmak, içermek Serve: Hizmet etmek Emphasis: Vurgu, önem, ehemmiyet Safety: Güvenlik Here: Burada, burası Before: Önce Every: Her, hep Briefing: Brifing, özet bilgi vermek, toplantı Crew: Ekip First-aid: İlk yardım 2 Gatwick’ten New York’a ya da Miami’ye giden uçuşlarda çalışmaktayım. İşimin sadece %10’u insanlara hizmetle ilgilidir. Asıl olan güvenliktir ve bu (zaten) burada olmamızın nedenidir. Her uçuştan önce ekibe ilk yardım ve güvenlikle ilgili soruların sorulduğu bir bilgilendirme toplantısı vardır/yapılmaktadır. Those who claim that working in such a job makes you look much older than you really are have a point. I also think this job ages you. On flights to New York I'm on board from 2:15 in the afternoon until nearly midnight our time. Think: Düşünmek Age: Yaş, yaşlan(dır)mak On board: Uçakta In the afternoon: Öğlen(de) Until: -e kadar Nearly: Neredeyse, yakın olarak Midnight: Gece yarısı Time: Zaman Those: Onlar Claim: İddia etmek, talep etmek Such: Gibi, böyle Job: İş Make: Yapmak Look: Bakmak, görünmek Much Older: Daha yaşlı Really: Gerçekte(n) Have a point: Haklı olmak Böyle bir meslekte çalışmanın seni gerçekte olduğundan daha yaşlı gösterdiğini iddia edenler haklıdırlar. Ben de bu işin seni yaşlandıracağını düşünmekteyim. New York’a uçuşlarda, öğlende 2:15’ten bizim zamanımızla neredeyse gece yarısına kadar uçaktayım. I have to drink eight pints of water per flight to prevent my body from dehydrating, but it is nearly impossible to consume that much. So my skin is probably suffering. But I think these are minor disadvantages. When we get to New York it's only 6:55 pm American time and we usually go out and have a party! Drink: İçmek Eight: Sekiz Pint: Yaklaşık yarım litre Water: Su Per flight: Her uçuşta, her uçuş için Prevent: Önlemek, engellemek Body: Vücut Dehyrating: Su kaybı Impossible: İmkansız Consume: Tüketmek That much: O kadar çok Skin: Deri, ten Probably: Muhtemelen, olasılık olarak Suffer: Acı çekmek, muzdarip olmak Minor: Küçük Disadvantage: Dezavantaj Get to: Gitmek, ulaşmak, varmak Usually: Sıklıkla, genellikle Go out: Dışarı çıkmak Have a party: Parti vermek, partiye gitmek Vücudumdaki su kaybını önlemek için her uçuşta yaklaşık dört litre su içmeliyim, fakat bu kadar çok (su) tüketmek neredeyse imkansız. Bu yüzden derim muhtemelen acı çekiyor. Fakat bence bunlar küçük dezavantajlar. New York’a gittiğimizde henüz Amerika zamanıyla/saatine göre 18:55’tir ve biz sıklıkla dışarı çıkar, partiye gideriz. 3 I fly about four or five times in 28 days, which means I work hard for two or three days, then take time off. I get at least eight days off every month, so it doesn't feel like most other full time jobs. Fly: Uçmak About: Yaklaşık, civarında Times: Kere, defa Day: Gün Mean: Anlamına gelmek, kastetmek Then: Ondan sonra Take time off: İzinli olmak, boş zamanı olmak Get: Sahip olmak At least: En az(ından) Off: Boş Month: Ay Feel: Hissetmek Full time job: Tam zamanlı iş 28 günde dört veya beş defa uçmaktayım, ki bu iki ya da üç gün sıkı çalışmanın ardından izinli/boş olduğum anlamına gelir. Her ayda sekiz gün izinli olurum, bu yüzden diğer birçok tam zamanlı işler gibi hissettirmemektedir. I get four weeks holiday a year, three of which have to be in the winter. But as one of the advantages of this job is being able to fly with any airline for 10% of the normal cost, I can afford to go to far away places in search of winter sun. Afford: Yapabilmek, başarabilmek, gücü yetmek Far away: Uzak Place: Yer Search: Aramak, araştırmak Sun: Güneş Get: Almak, sahiplenmek Holiday: Tatil Winter: Kış One of the: ….lerden biri Advantage: Avantaj, yarar Job: İş Cost: Maliyet, bedel Bir yılda dört haftalık tatilim var, bunlardan üçünün kış mevsiminde olması gerekir. Fakat bu işin avantajlarından biri olarak uçuşlarda herhangi bir havayoluyla normal ücretin %10’una uçabilmek dolayısıyla, kış güneşinin arayışında uzak yerlere gidebilirim. It's a sociable job on board and off. There are only 220 crew members in total so there is a close relationship among us. This means everything are very friendly and I think it's obvious to the passengers that we're having a good time, which helps them relax. Sociable: Sosyalleşmeye müsait On board: Uçakta Off board: Uçak dışında Crew members: Mürettebat (üyeleri) Total: Toplam, bütün Close relationship: Yakın ilişki Among: Arasında, sırasında Mean: Anlamına gelmek Friendly: Arkadaşça Obvious: Açık Passengers: Yolcular Good time: İyi vakit, zaman Relax: Rahatlamak Thing: Şey 4 Uçakta ve uçak dışında sosyalleşmeye müsait bir meslektir. Toplamda sadece 220 mürettebat vardır. Bu yüzden aramızda yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu, her şeyin çok arkadaşça olduğu anlamına gelmektedir, ve bence yolculara göre (de) bizim iyi vakit geçirdiğimiz açıktır; ki (bu durum) onların rahatlamasını sağlamaktadır. When people leave Virgin to work for other airlines they often miss the intimacy of a small company and come back. But although the social life with Virgin is fabulous, outside it is nonexistent. Friends and family know my time off is precious, but even at home I'm sometimes on standby. Leave: Ayrılmak, terk etmek Miss: Özlemek Intimacy: Samimiyet, yakınlık Small company: Küçük şirket Come back: Geri gelmek Although: -e rağmen Fabulous: Şahane, inanılmaz Outside: Dışında Nonexistent: Yokluk Friends: Arkadaşlar Family: Aile Precious: Değerli Even: bile Standby: Yedekte/hazırda beklemek İnsanlar diğer havayollarında çalışmak için Virgin’den ayrıldıklarında, onlar sıklıkla küçük bir şirketin samimiyetini özlerler ve geri dönerler. Fakat Virgin’le sosyal yaşamın şahane olmasına rağmen, onun dışında bir dünya/hayat yoktur. Arkadaşlar ve ailem boş vaktimin değerli olduğunu bilirler, ama evde bile bazen hazırda beklerim. The job puts a strain on any romance. Happily, my boyfriend works for Virgin too, and we choose to work as 'married roster' which means we fly together all the time. It's either this or taking the chance of bumping into each other once in a while. Put: Koymak Strain: Zorlama, baskı, gerginlik Romance: Romantizm, aşk Happiliy: Çok şükür ki, ne mutlu ki Boyfriend: Erkek arkadaş Too: de, da Choose: Seçmek Married roster: Evli çalışan Together: Birlikte All the time: Her zaman Either… or..: Öyle ya da böyle, bu ya da şu Taking the chance: Şansa sahip olmak Bump: Çarpışmak, denk gelmek, kafa kafaya gelmek Each other: Birbirine Once in a while: Zaman içinde bir kere Bu iş her türlü romantik ilişkiyi zora sokar. Çok şükür ki, benim erkek arkadaşım da Virgin için çalışmaktadır. Ve biz ‘evli çalışan’ olarak çalışmayı seçtik; ki bu her zaman birlikte uçacağımız anlamına gelmektedir. Bu (genellikle) böyledir, ya da zaman içinde (en azından) bir kere birbirimize denk gelme şansına sahip olmaktır. 5
Benzer belgeler
WORK MATTERS Work: İş, çalışma Matter: Önemli olmak, sorun
But as one of the advantages of this job is being able to fly with any airline for 10% of the
normal cost, I can afford to go to far away places in search of winter sun.
One of the... : .... 'lerde...