Mezhep ve Mezhepsizlik

Transkript

Mezhep ve Mezhepsizlik
www.dinimizislam.com
DİNİMİZ İSLAM
www.dinimizislam.com
Mezhep ve Mezhepsizlik
Künye
Sahibi:
Mehmet Ali Demirbaş
Gazeteci – Yazar
29 Ekim Cad. No:23 Kat:4
Yenibosna İstanbul
Tel: (0212) 454 38 20
[email protected]
Hazırlayan:
www.bizimsahife.org
1
www.dinimizislam.com
Tek hüküm ideal olsaydı
İhtilafta rahmet olur mu?
Mezhepsiz âlim olmaz
Mezhepleri kaldırma gayreti
Farklı ictihad
Benim mezhebim doğrudur
demek
Mezhepleri karıştırmak
Doğru tek değil mi?
Dinimizdeki dört delil
Dinimizdeki dört delil ve dört
mezhep
İctihad etmenin önemi
Farklı ictihad rahmettir
Dinimizde dört delil vardır
Kıyas ve ictihad ne demektir
Örf ve ictihad
Dinimizi bozmaya çalışanlar
Modernist İslamcılık ve fıkıh
İcma olan hususlar
Âlimin farz ve haram deme
yetkisi
İmam-ı Rabbaniyi de tenkit
Hatalı ictihad olmaz
Eski ictihad
Selim akıl
Kalbe danışmak
Tasavvuf ehli müctehid idi
İctihad dinin emridir
Dinde nakil esastır
Dinimiz bir düşünce, görüş
değildir
Alıştıra alıştıra dini bozmak
Din yeni gelmiş değildir
Müslüman için zor asırlar
Din konusu dikkat ister
Nakli esas alan kitap
Hangi kitaba itibar edilir?
İlk kıyas yapan
Nakli esas almak
Atalarımızın yolundayız
Taklitçilik nedir, ne değildir
Mezhep ve Mezhepsizlik
İÇİNDEKİLER
İmanda itikadda tek mezhep
vardır
İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları
Ehl-i sünnet itikadını ortaya
koyan
İmanda, itikadda tek mezhep
vardır
Sahabenin mezhebi nedir
Dört mezhepten birine
uyulmazsa
Mezhepsizlik şu’rası
Ehl-i kıble ve ehl-i sünnet
olmak için
Ehl-i sünnet vel cemaat
Doğru yolda olmanın şartları
Doğru yolu bulmak için dua
Maturidilik ve akılcılık
Dinde bölücülük yoktur
İttifak ve ihtilaf
Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir?
Bizim için delil nedir
Hadisleri her okuyan
anlayabilir mi?
Hadis-i şerifleri açıklamak
Gerekir
Hadis-i şeriflerle amel etmek
Mezhebin hükmüne uyulur
Âlimlere uymayan, şeytana
uymuş olur
Âlimlere uymak vaciptir
Dört mezhebe uymak
Eski ve yeni âlimler
Müctehid ve müceddid
Âyetle hadis çelişirse
Delil aramak gerekir mi?
Müctehide uymak
Allah ve Resulü merhamet etti
Mezhebin lüzumu
Din noksan değildir
5
5
6
8
12
16
21
27
30
32
37
39
40
43
45
46
48
50
54
55
57
59
63
64
66
66
67
68
68
68
75
2
76
77
79
80
81
83
84
85
86
86
90
92
95
97
103
104
106
108
109
111
113
114
115
115
117
118
119
121
122
123
125
126
128
128
128
130
131
132
www.dinimizislam.com
Bir mezhebe uymanın lüzumu
Mezhep ve takım tutmak
Mezhep taklidi rahmettir
Mezhepleri taklit rahmettir
Taklitte niyet
Başka mezhebi taklit etmek
Maliki mezhebini taklidin
lüzumu
Oruçta mezhep taklidi
Mezhep taklidi ve taassup
Mezhep taklidi ve telfîk
Harac nedir?
Geriye dönük taklit
Mâliki’de özürlü olmak
Mezhep taklidi nasıl yapılır?
Maliki mezhebini taklit
Şâfii mezhebini taklit
Hanbeli mezhebini taklit
Hanefi mezhebini taklit
Dinde reform yapmak
Dinimizde eksiklik fazlalık
yoktur
Dini kurallara şekilcilik denmez
İnsan başı boş değildir
Dini yenilemek gerekir mi?
Hak ile bâtıl mukayese olmaz
Din, ihtiyaca göre hiç
değiştirilir mi?
Hicri takvimle ilgimiz yokmuş!
Peki bu dini yıkmak değil mi?
Birleştirici olmalı
Dinin ruhuna aykırı imiş
Dinde anarşi çıkarmamalı
Dogma, format ve reform
Türkçe Kur'an sözü yanlıştır
Dinde kolaylıklar var
Kadının sesi haram mı?
Dini bozma gayretleri
Reform mu yapılıyor?
Modern müceddid
Masonluk (Farmasonluk)
Yeni yorum olur mu?
136
140
142
142
146
146
Dinin emri zamanla değişir mi? 226
İslamiyet’i yıkma yolları
228
Bir reformcunun hezeyanları
233
Reform nerede gerekli?
234
İslam’da demek
235
Zekât nisabı değişmeli mi?
236
Her kitabı okumak ve
çoğunluğa uymak
238
Her kitap okunmaz
238
Çoğunluğa uymak gerekir mi? 243
Salihlerle beraber olmak
245
Kimlerle bulunduğumuz önemli 247
İslam âlimlerinin kitaplarını
değiştiriyorlar
250
Salih âlimlerin önemi
251
Bozuk kitaplar
253
Mezhepsizleri tanımak için
254
Mezhepsizlerin fikirlerinden
bazıları
254
Dinimizi yıkma planları
256
Mezhepsiz kime denir
262
Önce temel bilgi gerekir
263
Bölücüleri dışlamak ve
lanetlemek
264
Kötüye kötü, kirliye pis demek 265
Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır?
267
Doğru gibi görünen yanlışlar
269
Tenkitler ilmi olmalı
271
Tarihselciler ne yapmak istiyor 274
Mezhepsizlerin taktikleri
275
Mezhepsize mezhepsiz demek 276
Müctehid taslakları
277
279
Onlar da insanmış
Bazı şahıslar hakkında özet
bilgi
281
Önsöz
281
İbni Teymiye
284
Cemalettin Efgani
289
Muhammed Abduh
293
Reşit Rıza
295
Abdülaziz bin Baz
297
Ali Süavi
299
153
158
159
162
163
166
168
172
172
189
191
192
192
192
193
195
196
198
199
200
202
204
205
206
210
211
213
215
218
221
222
223
225
3
www.dinimizislam.com
Hasan Sabbah ve Şeyh
Bedrettin
Şevkani kimdir?
İbni Hazm
Muhammed İkbal kimdir?
Taberi Ehl-i sünnet midir?
Hasan el-Benna
Kadıyanilik (Ahmedilik)
İbni Kayyım
İzmirli İsmail Hakkı
Kardavi’nin çağdaş fetvaları
Zahiri mezhebi
İbni Kesir tefsiri
Fıkh-üs-sünne kitabı
Mahmasani
Mevdudi’nin hezeyanı
Zuhayli
Suriyeli Seykavi
Mehmet Akif kimdir?
Ramazan el-Buti
Yusuf Kandehlevi
Meal ve Tefsir okumanın zararı
Yalnız Kur’an diyen yalancılar
Her ilmin tabirleri olur
Bozuk din kitabı
Bozuk din kitabındaki tabirler
Mezhepsizce yazılan kitap
İcmanın dindeki yeri
Hakiki âlimlere saldırı
İslam düşüncesi demek
Şefaati inkâr etmek
İmanın şartlarını değiştirmek
Kaza namazı kılınmaz mı?
Gayrimüslim erkekle evlenmek
Resim yapmak
Oruç kefareti yokmuş!
Halifelik dine aykırı mı?
Solcu Müslüman olur mu?
Din isyan hareketi değildir
Resulullah’ı küçültüyor
Akıl her şeye yeter mi?
Yaratmak Allah’a mahsustur
Amel imandan parça değildir
Kur’an-ı kerime saygısızlık
Taklidin dindeki yeri
Değişim = Reform
Esma-i Hüsna
Evliya türbeleri
Kaderi inkâr ediyor
Kıyamet alameti yok mu?
Tesettür yaşı
Tasavvufa saldırıyor
Sahabeye dil uzatmak
Azrail aleyhisselamı inkâr
Bâtıl dinlere övgü
Kabir azabı vardır
Hile-i şer’iyye nedir?
Haremlik selamlık
İnce çoraba mesh etmek
Hayz ve nifaslıya yasak olanlar
Oruç tutma zamanı
Telkin bid’at midir?
Mübarek geceler
Çalgı çalmak
Altın ve ipek haram değil mi?
Mezhepsizce yazılan kitap
Peygamber mezhebi mi?
Mezhepten sorulacak
Mezhepsizlikle ilgili çeşitli
sorular
Davudoğlu hoca ile sohbet
300
301
301
302
303
304
304
306
307
308
310
310
311
313
314
315
316
319
324
324
325
325
325
327
327
330
331
332
334
335
336
337
338
340
341
4
341
342
343
344
347
349
350
353
354
355
357
357
363
368
374
375
376
378
380
381
384
385
389
390
392
392
393
395
397
398
399
400
402
404
www.dinimizislam.com
Mezhep ve Mezhepsizlik
İmanda itikadda tek mezhep vardır
İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları
Sual: İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları nasıl başladı?
CEVAP
İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları, Hazret-i Osman'ın şehit edilmesi
hadisesinden sonra, Abdullah ibni Sebe adındaki münafık olan bir Yahudinin
ortaya çıkması ile başlamıştır. Müslümanların saf ve berrak imanlarını bozmak
gayesiyle itikaddaki birlik ve beraberliklerini parçalamak için çıkarılan ilk fitne
hareketi budur.
İbni Sebe, Hazret-i Ali'nin halifelik meselesini bahane ederek,
müslümanları bölmek gayretine düştü. Kendisine taraftar toplamak ve onlara
görüşlerini kabul ettirmek için, (Hazret-i Ali'nin Peygamber olduğundan, Allahü
teâlânın ona hulul ettiğine) varıncaya kadar pek çok şeyler uydurdu. Bir kısım
insanları aldattı. İbni Sebe’ye aldananların içinde siyasi hırs ve gayret ile
hareket edenler çoktu. Böylece Hazret-i Ali taraftarıyız diyerek, İslam dinine
bozuk inançlar karıştırdılar. Zamanla başka konularda da Ehl-i sünnetten
ayrılıp, kendi içlerinde çeşitli kollara bölündüler.
Hazret-i Ali'nin hilafeti, hakem tayini yoluyla Hazret-i Muaviye'ye
bırakmasını beğenmeyip, Hazret-i Ali'ye ve Hazret-i Muaviye'ye karşı çıkıp
ayrılanlara Harici ismi verildi.
Haricilerden bir kısmı Kur’an-ı kerimin bazı bölümlerini kabul etmezler. Bir
kısmı da sapıklıklarında, yeni bir peygamber geleceğine inanacak kadar ileri
gitmişlerdir.
Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile ise, Hasan-ı Basri hazretlerinin
derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i
sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne
mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için,
(İ'tezele anna Vasıl), yani (Vasıl bizden ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki
i’tezele=ayrıldı kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara (Mutezile)
ismi verilmiştir.
Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbahiye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok
bozuk fırkalar, İslam tarihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi
içlerinde de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp,
sonra unutulup gitmişlerdir.
Ancak son asırlarda zuhur eden Vehhabilik, bilhassa Arabistan'da
yayılmış ve bugün de, çeşitli İslam ülkelerindeki müslümanların arasında
yayılması için çalışılmaktadır. [Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle adıdır.
5
www.dinimizislam.com
Türkiye’deki vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizlemektedir. Vehhabilik
maddesine bakınız.]
Diğer bozuk fırkalar tarih içinde kaybolup gitmişlerdir. Ehl-i sünnet
vel-cemaatin mevcudu her devirde çok olmuştur. İslamiyet; iman, itikad, amel
ve ahlak esasları olarak Ehl-i sünnet âlimleri tarafından her asırda, aslı üzere
müdafaa ve muhafaza edilerek, bugüne ulaştırılmıştır. Bugün dünyadaki
müslümanların yarıdan çoğu, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı üzeredirler.
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan
Sual:
Yazılarınızda hep ehl-i sünnet itikadının öneminden
bahsediyorsunuz. Bu itikadı ortaya koyan kimdir?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah efendimizdir. İman bilgilerini
Eshab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tâbiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı
kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i
sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile
bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur.
Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır.
Hadis âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebin
imamları da bu mezhepte idi. İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari de Ehl-i sünnet
mezhebinde idi. Bu her iki imam, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve
eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek
mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de,
bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve
davranışları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden
farklı olmuş ise de, bu hâl, yollarının ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan
sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını
inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile
bildirmişlerdir.
Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan (Nass)ları, zahirleri üzere
almışlardır. Yani, böyle âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere açık olan manaları
vermişler, zaruret olmadıkça böyle Nassları (tevil) etmemişler, bu manaları
değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç
yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, Yunan
felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak,
iman bilgilerinde ve ibadetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir.
Peygamber efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası
olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat
mezhebidir, imam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır
ve bu mezhebi yaymışlardır.
6
www.dinimizislam.com
İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar,
Eshab-ı kiramın, Tâbiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet
âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini
açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin
anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi
hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise imam-ı
a’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.
Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş,
yaşadıkları zamanlarda itikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan
felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı
Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller
takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki
imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.
Ehl-i sünnetin reisi ise imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İmam-ı
a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara
ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın
bildirdiği itikad, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi.
Talebesinden, ilmi kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan
imam-ı
a’zamın
talebesi
olan
imam-ı
Muhammed
Şeybani'nin
yetiştirdiklerinden, Ebu Bekri Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun
talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi
yetiştirdi. Ebu Mensur, imam-ı a’zam hazretlerinden gelen kelam bilgilerini
kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet
itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı.
İmam-ı Eşari de; imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde, bulunmaktadır. Bu iki
büyük imam, Eshab-ı kiram, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin bildirdiği itikad ve iman
bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde
yaymışlardır. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri, hocalarının müşterek
mezhebi olan Ehl-i sünnet vel-cemaattan dışarı çıkmamışlardır.
Bu iki imamın ve hocalarının ve bunların da hocaları olan, amelde dört
hak mezhep imamlarının ve onlara tâbi olanların imanda, itikadda tek bir
mezhebi vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü
İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu
imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz
aleyhisselam tebliğ etmiştir.
Taşköprüzade şöyle yazmıştır:
(Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır.
Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii'dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur
Matüridi, Şafii olanı ise Ebu'l Hasen el-Eşari'dir.)
Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de,
bu kendi çalışmalarına verilen isimdir, ayrı mezhep değildir. Her ikisi de Ehl-i
7
www.dinimizislam.com
sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar
temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehl-i sünnettir.
Zebidi de şöyle demiştir:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler
kastedilir.)
İmanda, itikadda tek mezhep vardır
Sual: İtikadda kaç mezhep vardır?
CEVAP
İmanda, itikadda tek bir mezhep vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet
vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı
ve itikadı emretmektedir.
Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber
efendimiz aleyhisselam tebliğ etti. İnsanlara, kendilerini ve herşeyi yaratan
Allahü teâlâyı haber veren Peygamberimiz, Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına
ve Onun emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirdi.
Muhammed aleyhisselama ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakiki
bir iman, ancak Onun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla,
hepsini beğenmekle mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir
ayrılığın, Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin
kendilerini haklı çıkarmak için öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai,
fenni.. v.s. gibi sebeplerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret
ve sebeple olursa olsun, imanda ve itikadda ayrılığa asla izin vermemekte,
yasaklamaktadır.
Eshab-ı kiramın iman ve itikadda hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshabdan
olmayanlar ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imanda,
itikadda bazı ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bid’at fırkalarının sayısı 72 ye ulaştı.
Bu ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini
benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve herbirine göre farklı
olmakla beraber, esas sebepler, (Münafık ve başka dinden olanların
çıkardıkları fitneler, Kur’an-ı kerimin müteşabih âyetlerini kendi anlayışlarına
göre tevil etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecusi
inançlarının İslamiyet’e sokulma çabaları, Eshab-ı kiramın maslahata
[huzurun, dirliğin, iyiliğin teminine] ait konulardaki ictihad ayrılıklarını
anlayamama ve bunları kendi nefsani arzularına, siyasi maksat ve ihtiraslarına
perde veya alet etme, kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslamiyet’in
henüz yeni müslüman olmuş büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım
insanların eski din ve inançlarına ait bazı unsurları tamamen terk edememeleri
ve bunları İslamiyet’ten sayma yanlışına düşmeleri) şeklinde özetlenebilir.
Ancak, İslam tarihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyasi ve
dünyevi menfaat ve saiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi
8
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerimdeki muhkem ve bilhassa müteşabih âyet-i kerimeleri kendi
akıllarına göre tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri,
iddiaları istikametinde tevil ederek kendilerine Kur’an-ı kerimden deliller
bulduklarını ileri sürmüşlerdir.
Mesela, Kur’an-ı kerimde geçen, Allah’ın eli, yüzü vb. sıfatlarını gösteren
ifadeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manalarıyla kabul ederek,
Allahü teâlâyı zâtı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yani cisim ve insan şeklinde
düşünen bu sapık fırkalar, Kur’an-ı kerimin doğru manası olan murad-ı ilahiyi
anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını
kabul etmedikleri gibi, ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır.
İmanda parçalanmak, fırkalara ayrılmak yasaktır
İmanda parçalanma, gruplara ayrılmak kötüdür, asla caiz değildir. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hidayeti [kurtuluş yolunu] öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp,
müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan
Cehenneme atarız.) [Nisa 115]
Peygamber efendimiz de, Müslümanlar arasında imanda ve itikadda
ayrılıkların felaket olduğunu bildirerek, meşhur olan bir hadis-i şerifinde,
(Yahudiler, 71 fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan 70’i Cehenneme gidip, ancak
bir fırkası kurtuldu. Hıristiyanlar da, 72 fırkaya ayrıldı. 71’i Cehenneme
gitti. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme
gider, yalnız bir fırka kurtulur) buyurdu. Eshab-ı kiram, bu bir fırkanın kimler
olduğunu sorduğunda; (Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın
gittiği yolda gidenlerdir) buyurdu. (Tirmizi, İbni Mace)
İman edilecek şeylerde ayrılık olmaz
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman edilecek şeylerde Eshab-ı kiramın hepsine uymak lazımdır. Çünkü,
itikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yoktur. Eshab-ı kiramdan
birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünkü, hepsinin imanı, itikadı
birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun
olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini
kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. İslamiyet’i bizlere bildiren,
onların hepsidir. Onların her biri adildir, doğrudur. Herbirinin İslamiyet’te
bildirdiği bir şey vardır. Herbiri âyet-i kerimeleri getirerek, Kur’an-ı kerim
toplanmıştır. Bir kısmını beğenmeyen, İslamiyet’i bildireni beğenmemiş olur.
Beğenmeyen de Cehenneme gider. Âyet-i kerimede mealen, (Kur’an-ı
kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz?
Böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmaktır. Ahirette de, en
şiddetli azaba atılacaklardır) buyuruldu. (Bekara 85)
Kur’an-ı kerimi toplayan üç halifeyi kötülemek, Kur’an-ı kerimi kötülemek
olur. Aklı olan kimse, Eshab-ı kiramın hepsinin, yanlış bir kararda
birleşeceklerini söyleyemez. Halbuki o gün, Eshab-ı kiramdan 33 bini, hep
9
www.dinimizislam.com
birden, istekle ve seve seve Hazret-i Ebu Bekir’i halife yaptı. 33 bin Sahabinin,
yanlış bir işte, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Resulullah,
(Ümmetim, dalalette birleşmez, yanlış bir iş üzerinde ittifakta
bulunmazlar) buyurdu. (İbni Mace)
Eshab-ı kiram arasında olan ayrılıklar, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü
onların mübarek nefsleri tertemiz olmuştu. Onların bütün istekleri, İslamiyet’e
uymaktı. Ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. Yanılanları da sevaba kavuşur. İmam-ı
Şafii, (Allahü teâlâ, ellerimizi o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi
bulaştırmayalım. Resulullahtan sonra, Eshab-ı kiram çok düşündü, Hazret-i
Ebu Bekir’den daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yaptılar) buyurdu. Bu
da, Hazret-i Ali’nin ikiyüzlü olmadığını ve Hazret-i Ebu Bekir’i seve seve halife
yaptığını göstermektedir. (c.1, m. 80)
Muhammed Masum hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, (Ya Musa! Benim için ne amel yaptın?) buyurdu. O da, (Ya
Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve seni
zikrettim) deyince, Allahü teâlâ, (Namaz, senin için burhandır. Oruç, seni
Cehennemden koruyan kalkandır. Zekat, mahşer günü, herkes sıcaktan
yanarken, sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün, karanlıkta, sana nur
olacaktır. Benim için ne yaptın?) buyurdu. Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, senin
için olan amel nedir) dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiğimi benim için sevdin mi ve
düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Hazret-i Musa, Allahü teâlânın
sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu
anladı. Demek ki, sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman
olmak, sevginin alametidir. Mümtehine suresinin, (İbrahim ve Eshabı,
kâfirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Siz, bir olan Allah’a inanana
kadar, aramızda düşmanlık olacaktır dediler. Bunların bu güzel halleri,
size örnek olmalıdır) mealindeki 4. âyeti gösteriyor ki, iman sahibi olmak için,
bu düşmanlık şarttır ve Allah düşmanlarını sevmek, imanı yok eder.
Resulullahın sohbetine kavuşmakla şereflenen Eshab-ı kiram, birbirlerini çok
severlerdi. Birbirlerine değil, kâfirlere düşman idi. Fetih suresinin (Kâfirlere
düşman, birbirlerine merhametli idiler) mealindeki 29. âyeti sözümüzü ispat
etmektedir. (m. 29)
Doğru yol nedir?
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.
Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler.
Bid’at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört mezhebin
birleştirilemeyeceğini, İslam âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ,
mezheplerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, İslam dinini
kolaylaştırıyor.
Bir âyet-i kerime meali:
10
www.dinimizislam.com
(Ey iman edenler! Allah’ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [A.
İmran 103]
Ebussüud Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın
parçalandığı gibi parçalanıp da doğru imandan ayrılmayın! Cahiliye
zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu.
Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman olduğunu, Peygamber
efendimiz haber verdi. O halde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardeş olmak,
birbirimizi sevmek gerekir. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i
kerimeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip
birbirimizi seversek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada
rahata, huzura, ahirette de sonsuz saadete kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve
cahillerin ve sömürücülerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp,
bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadika s. 696)
İtikatta mezhep
Sual: Bazı kitaplarda, Matüridi mezhebi, Eşari mezhebi ifadeleri geçiyor.
İtikatta tek mezhep olduğuna göre, niye böyle ifadeler kullanılıyor?
CEVAP
İtikatta hak mezhep tektir. O da Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir. Bu
mezhebin itikattaki iki büyük imamı, Ebu Mansur Matüridi ve Ebül-Hasan
Eşari hazretleridir. Burada mezhep, birkaç konudaki farklı ictihad
anlamındadır. Nitekim fıkıh kitaplarında, (İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi
böyledir) ifadeleri de geçer. Bu, ayrı mezhebi olduğu için değil, ictihadının
farklı olduğunu göstermek içindir.
İmam-ı Matüridi Hanefi mezhebinde, İmam-ı Eşari de Şafii mezhebinde
olduğu için, Hanefiler İmam-ı Matüridi’nin, Şafiiler de İmam-ı Eşari’nin
açıklamalarını esas alıyorlar.
Matüridi ve Eş’ari
Sual: İtikadda, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eş’ari’den birine tabi olmak
şart mıdır?
CEVAP
Evet, şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir. Bunlara tâbi
olmayan bid’at ehli olup, doğru yoldan ayrılmış olur. İbni Hacer-i Heytemi
hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnetin söz birliğiyle bildirdiği itikada uymayan
bid’at sahibidir. Bunu, İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi ile bunların yolunda
olan âlimler bildirdiler. (Feth-ul-cevad)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Bid’at sahibi demek, Ehl-i
sünnete aykırı inanışı olan kimse demektir. Dinin beğenmediği bir şeyi
meydana çıkarmak bid’attir. (Fetava-yı hadisiyye)
Şâfiî âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri buyuruyor ki: Ebül-Hasan
Eş’ari’nin veya Ebu Mansur Matüridi’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse sünni
11
www.dinimizislam.com
değildir. Bu iki imam, Resulullah’ın ve Eshabının yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin
haşiyesi)
Selefin mezhebi
Sual: Selef-i salihinin mezhebinin Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu,
Selefiye diye bir mezhebin olmadığı kitaplarda yazılıdır, ama Eş’ari ve Matüridi
ne oluyor? Ehl-i sünnet vel cemaat ne demektir?
CEVAP
Sünnet, bilindiği gibi Resulullahın bildirdiği yoldur. Cemaatten kasıt da
Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat
demek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol
demektir. Yani Eshab-ı kiramdan bugüne kadar, tek kurtuluş fırkası Ehl-i
sünnet vel cemaat fırkasıdır.
Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı kitaplara geçmemişti, Ehl-i sünnetin iki
imamı olan İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi, Ehl-i sünnet itikadını açıklayıp
sistemleştirerek kitaplara geçirdi. Ameldeki mezheplerin nasıl imamları varsa,
mesela Hanefi mezhebinde, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi
müctehidler varsa, bu iki zat da itikat imamlarıdır. Aralarındaki ictihad farkları,
Ehl-i sünnete aykırı değildir.
Sahabenin mezhebi nedir
Sual: Bazı kimseler, (Peygamber, ne Hanefi, ne de Şafii idi, Sünni de
değil idi) diyor. Sünnet ne demektir?
CEVAP
Demek ki mezhep de, sünnet de, bilinmiyor. Askerlikte, kara, hava ve
deniz kuvvetleri vardır. Genel kurmay, karacı, havacı veya denizci değildir
diyerek bu kuvvetlerden ayrı sayılır mı? Kuvvetler genel kurmaya bağlı olduğu
gibi, mezhepler de Resulullaha bağlıdır.
Nasıl ki kuvvet komutanlıkları birbirinin yardımcısı ise, mezhepler de
öyledir. Kendi mezhebine göre yapılması güç olan bir iş başka mezhebe göre
yapılır. Mezhepler, bir elin parmakları gibi, aynı ele hizmet eder.
Sünnet kelimesi de yerine göre, farklı anlamlarda kullanılır:
1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız hiç
sapıtmazsınız.) [Hakim]
2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullahın emirleri demektir.
3- Sünnet, yalnız olarak kullanılınca, genelde İslamiyet anlaşılır. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir zaman gelecek ki, ortalık bozulduğu zaman sünnetime
[İslamiyet’e] tutunmak avuçta ateş tutmak gibi olacaktır.) [Hakim]
(Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehit sevabı verilir.) [Hâkim]
12
www.dinimizislam.com
4- Sünnet, yol, çığır, gibi manalara da gelir. Mesela sünneti hasene iyi
çığır, sünneti seyyie kötü çığır demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, sünneti hasene çıkarırsa, [iyi bir çığır açarsa] onun sevabı
ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir
kimse de sünneti seyyie çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa] onun günahı ve
kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.) [Müslim]
Sünnet, yol demektir. Sünnetullah, Allah’ın yolu demektir. Sünneti
Resulullah, Resulullahın yolu demektir. Sahabilerin de sünneti olur. Hazret-i
Ömer’in sünneti, Hazret-i Ali’nin sünneti gibi. Nitekim hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Buhari]
Sünnet, âdet, kanun manalarına da gelir. Mesela, Allah’ın sünneti;
Allah’ın kanunu demektir. Bu Kur’an-ı kerimde sünnetullah olarak
geçmektedir. (Allah’ın sünnetinde [kanununda] asla bir değişiklik
bulamazsın) buyuruluyor. (Ahzab 62, Fetih 23, Fatır 43)
5- Ehl-i sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri
buyurdu ki:
Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si
Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın
yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet vel cemaat) denir.
Ehl-i sünnet ne demektir
Sual: Ehl-i sünnet ne demektir? Mezheplere ayrılmak parçalanmak mıdır?
CEVAP
Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri
doğru yolda bulunan âlimler demektir. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde
Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-ı naciyye bunlardır. Kur’an-ı
kerimde mealen, (Parçalanmayın) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, itikadda,
inanılacak bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefslerinize ve bozuk
düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda
ayrılmak, parçalanmak elbette hiç caiz değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat
rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi fıkıh
bilgilerinde ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad
bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya
koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden
ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte,
(Ümmetimin ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dört
mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir. (Hadika)
Mezhep imamı ne demektir
Mezhep imamı demek, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça
bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshab-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren
büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmeyenleri, açıkça bildirilmiş olanlara
13
www.dinimizislam.com
benzeterek meydana çıkaran derin âlimlerdir. Eshab-ı kiramın herbiri müctehid
ve mezhep imamı idi. Herbiri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep
imamlarımızdan daha üstün idi. Mezhepleri daha kıymetli idi. Fakat, bunlar
kitaplara yazılmadığı için, mezhepleri unutuldu. Peygamberin, sahabenin
mezhebi nedir demek, Ordu kumandanı, hangi bölüğün eridir veya Fizik
öğretmeni, hangi sınıfın talebesidir demeye benzer. Çünkü sahabenin
herbiri bir mezhep imamı, hatta mezhep imamlarının hocaları idi. Resulullah
efendimiz de kâinatın hocası idi. (Mizan, Hadika)
Eshab-ı kiramın mezhebi
Sual: Herkes Kur’ana bağlanmalı, çünkü Peygamberin mezhebi ne idi?
Eshabın mezhebi mi vardı?
CEVAP
Bin küsur yıldan beri herkes bir mezhebe bağlı iken, bazı türediler, böyle
sorularla zihinleri bulandırıp herkesi başı boş, mezhepsiz yapmaya
çalışıyorlar. Dini delillerden anlamayanlara iki akli örnek verelim:
Milli eğitime bağlı okullar, sınıflar, müdürler, öğretmenler ve öğrenciler
vardır. Okul ile sınıf, müdürle öğretmen mukayese edilmez. Çünkü hepsinin
görevleri farklıdır. Öğretmenle öğrenci de mukayese edilmez. Öğrencileri
müdür veya öğretmen yerine, öğretmenleri de öğrenci yerine koymak yanlış
olur. Öğretmen veya müdür hangi sınıfın öğrencisi denemeyeceği gibi, şu
öğrenci, hangi okulun müdürü denmez. Öğretmen ve müdüre öğrenci denmez.
Atalarımız, Temsilde hata olmaz demişlerdir. Müctehid âlimler birer
öğretmen gibidir. Mutlak müctehidler ise müdür gibidir. İnsanlar da öğrenci
gibidir. Öğretmene, bu hangi okulun müdürü denmeyeceği gibi, öğrenciye de
hangi okulun öğretmeni denmez. Öğrenciler öğretmene tâbi olduğu gibi,
insanlar da müctehide tâbi olur.
Öğretmenler nasıl müdüre bağlı ise, tamamı müctehid olan Eshab-ı kiram
da, Resulullah efendimize bağlı idiler. Tabiinde ise müctehidler ve halk var idi.
Halk müctehidlere tâbi oluyordu. Halkın mezhebi tâbi olduğu müctehidin
mezhebi idi. Mezhepsiz kimse yok idi.
Eshab-ı kiram, Resulullaha değil, biz yalnız Allah’a tâbiyiz demediler
ve demeleri de mümkün değildir. Sıradan bir müslüman da, Müctehide tâbi
olmam, ben yalnız Resulullaha tâbi olurum diyemez. Müctehid, Allah’ın ve
Resulünün emirlerini bildiriyor. Müctehide uymak Allah ve Resulüne uymak
demektir. Bugün ise, bazı mezhepsizler, müctehide değil, Resulullaha bile tâbi
olmayı uygun görmüyorlar. Yalnız Kur’ana tâbiyiz diyorlar.
Nasıl ki öğretmen müdüre, müdür de Milli eğitim Bakanına, Milli eğitim
bakanı da Başbakana bağlı ise, insanlar bir müctehide, müctehidler mutlak
müctehide, mutlak müctehidler de Resulullah efendimize bağlıdır. Bağsız yani
mezhepsiz kimse yok idi.
14
www.dinimizislam.com
Ordudaki misal daha cazip. Bütün subayların bir sınıfı olur. Topçu
yüzbaşı, piyade albay gibi. Ama general olunca artık sınıf kalmaz. Topçu
general olmaz. Artık o bütün sınıfların generalidir. Generaller de, sınıfsız ama,
onlar da ya havacı, ya karacı veya denizcidir. Bunlardan birinde olmayan
general olmaz. Bunlar da, ordu komutanlıklarına, ordu komutanları da hava,
deniz veya kara kuvvetlerine bağlıdır. Kuvvet komutanları genel kurmaya
bağlıdır.
Dikkat edilirse, gerek eğitim sisteminde ve gerekse orduda bağımsız bir
kurum yoktur. Herkesin bağlı olduğu, sorumlu olduğu bir yer vardır.
İnsanlar birer er gibidir. Bağlı oldukları bölükler, taburlar alaylar vardır.
Ben genel kurmay başkanına bağlıyım bölük komutanını falan takmam
diyemez. Müctehidler generaller gibidir. Mutlak müctehidler kuvvet komutanları
gibidir. Resulullah efendimiz de genel kurmay başkanı gibidir. Genel kurmay
başkanı, hangi bölüğün eri veya hangi kuvvet komutanlığına bağlı
denilemeyeceği gibi, Eshab-ı kiramın veya Resulullahın mezhebi ne idi
denemez.
Bu durum iyice anlaşılınca, herkes haddini bilmeli, er olan erim demeli,
subayla, generalle benim aramda ne fark var dememeli. Bir müslüman da
müctehidle boy ölçüşmemeli. Hatta Peygambere bile uymayıp ben Kur’ana
göre hareket ederim demesi ne kadar yanlıştır.
Sünnete uymanın önemi
(Mezhebe, hadise uymam) demek (Kur'ana uymam) demektir. Zira Hak
teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin emrine uyun, nehyettiğinden sakının.) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara beyan edesin, açıklayasın.) [Nahl 44]
Beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak
demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları
açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ
Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca beyan
etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin)
Sünnet [hadis-i şerifler], Kur’an-ı kerimi, mezhep imamları da sünneti
açıklamışlardır. Âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır.
Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku
ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli,
zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim,
bunları Kur’an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz
açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana
çıkmıştır. Allahü teâlâ, (Bilmediklerinizi âlimlere sorun) [Nahl 43] buyurduğu
gibi, Peygamber efendimiz de bu âlimlere uymamızı emrediyor:
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Âlimler rehberdir.) [İ. Neccar]
15
www.dinimizislam.com
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
(Bize yalnız Kur'andan söyle!) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri:
(Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?)
dedi. Hazret-i Ömer’e, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde
bulamadık dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize Muhammed aleyhisselamı
gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullah efendimizden
gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekat farzları iki rekat kılardı. Biz
de öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
İslam ayrı mezhep ayrı değildir
Mezhebe uymam Kur'anla amel ederim demek, Kanunlara uymam,
yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır. Çünkü
Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara
havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler de çıkmıştır.
(Anayasa varken, kanuna lüzum yok) demek ne kadar yanlış ise, (Kur'an
varken, mezhebe lüzum yok) demek, bundan daha yanlıştır. Kur’an-ı kerimi
hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları açıklamıştır. Kanunlar,
Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhepler de, Kur’an-ı kerimin
ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.
Hiç kimse, Madem, mezhep, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin
açıklamasıdır. Ben de açıklar bir mezhep kurarım diyemez. Çünkü bir
kimsenin Madem doktor olmak, tıp kitabı okumaya bağlıdır. Kimyager
olmak için de kimya kitabı okumak kâfidir diyerek eline aldığı bir tıp ve
kimya kitabı ile doktorluk yapmaya, ilaç imal etmeye kalkışması ne kadar
gülünç ise, (Ben de Kur'andan, hadisten hüküm çıkarırım) demek daha
gülünçtür.
Ben İslam’a göre hareket ederim, mezhebe uymam demek, Ben
devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu, polisi, hakimi dinlemem demeye
benzer. Çünkü İslam’a uymak demek, dört hak mezhepten birine uymak
demektir. İslam ayrı, mezhep ayrı değildir.
Dört mezhepten birine uyulmazsa
Sual: (Mezhep imamına uymak, Allah’ı ve Resulünü bırakıp kula kul
olmak demektir. Müslümanlar, müctehidleri peygamber kadar yükselttiler,
Kur'andan ayrılıp, "müctehidin sözü varken Kur'anla amel edilmez" dediler.
Sonra gelen âlimlere kıymet vermediler. Halbuki, sonra gelen âlimler,
öncekilerden daha ileri olur. İmam Malik, bir mezhebi bilirse Abduh her
mezhebi bilir!) diyen birisine nasıl cevap vermeli?
CEVAP
(Müctehidleri Peygamber kadar yükselttiler) sözünü bir müslüman
söyleyemez. Çünkü bu söz, dört mezhepteki milyonlarca müslümana kâfir
damgasını basmaktır. Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bir mezhebe
16
www.dinimizislam.com
tâbi olan mümini Kur'andan ayrılmakla suçlamak ise, bundan daha büyük
iftiradır.
Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan,
Kur’an-ı kerime ve Resulullaha uyduğuna iman etmiş demektir. Hiçbir
müslüman, (müctehidin sözü varken, Kur'an ile amel edilmez) demez. Bu söz,
mezhepsizlerin temiz müslümanlara yaptıkları çirkin iftiralardan biridir.
Müslüman nasıl düşünür
Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der:
(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i
şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem
ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki
dünya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de
doktora, hem de mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp,
kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid
olan İslam âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur,
dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi
anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin,
takvalarının, sonra gelenlerden kat kat üstün olduğu, hadis-i şeriflerle
bildirilmiş olan, o büyük âlimlerin bile Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları
hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi
anlarlardı.)
(Sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur) sözü, fen bilgileri için
doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden öncesinden
daha şerdir. Kıyamete kadar hep böyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir. Bu
hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları
bakımından da muteberdir.
Elbet bu kaide çoğunluk için muteberdir. Her asırda, bundan müstesna
olanlar bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile
karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor.
Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen
adamları arasında öncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir.
Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar.
Kendilerini bundan âciz gördüler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl
mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın
anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri,
herhangi bir sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve
Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.
Böyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid kitabı
388. sayfasında diyor ki:
(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın
hadisine ve Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız,
bu sözümü bırakınız! Onları alınız!
17
www.dinimizislam.com
İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir
şey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!)
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı
sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile göstermektedir. Bunun
içindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak
isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Kitabı
ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların, Haktan
kaçan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.
Her asırda gelen İslam âlimleri, daha önce gelenlerin, büyüklükleri,
üstünlükleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sözlerine senet, delil
olarak sarılırlardı.
Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır.
Âlim olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen
72 bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek,
Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama
uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.
Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam
çıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve
Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar.
Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor.
(Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin)
buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve
(Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir. Âlimler
bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil, murad-ı
ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle
buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle
söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü
söylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (bu benim
anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını
Eshab-ı kiram bile anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı.
Abduhçu gence
Abduhçu genç, asırlardır müslümanların ve âlimlerin dört mezhepten
birine uymalarına tahammül edemiyor, birkaç mezhepsizin kitabından aldığı
ifadeleri kaynak gösterip bir mezhebe uymanın caiz olmadığını ispata kalkıyor.
Bahsettiği kitapları kendisinin okumadığı, herhangi bir mezhepsizin kitabından
aldığı pek açıktır. Çünkü İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin Mizanından nakil
yapıp, İmam-ı Ahmed’in müctehid bir hadis imamı olan Ebu Davud’a (Kimseyi
taklit etme, dini, Resulullah ve eshabından öğren) dediğini bildiriyor.
(Gördünüz mü, Şarani de 4 mezhepten birine uymayı yasaklıyor) demek
istiyor.
Abduhçu gencin bilmediği iki husus var. Birincisi, her müctehid, kendi
ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. İmam-ı
18
www.dinimizislam.com
Şafii hazretleri, imam-ı a'zam hazretlerinin çok yüksek bir âlim olduğunu
bildirdiği halde, kendi ictihadlarına uymuştur.
İkinci husus, imam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu,
mutlaka bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için
Mizan-ül-kübrayı yazmıştır. Dört mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın
tercümesi de vardır. Zahiri ve bâtıni ilimlerin mütehassısı Abdülvehhab-ı
Şarani hazretleri, hadis ve fıkıh âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın
sadece önsözünü okuyup buna uyan mezhepsiz olmaktan kurtulur.
Mizanın önsözünde buyuruluyor ki:
(Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur,
başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Bugün var olan 4
mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur.
Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmıştır.
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her
müslümanın 4 mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler.
Allahü teâlâ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Habibi vasıtası ile
bildirdi. Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirdi. Müctehid olmayanın, bir
mezhebe uyması gerekir. Bir âlim, ictihad derecesine yükselince, kendi
ictihadına uyması gerekir. İmam-ı Ahmed’in, (İlminizi imamlarınızın aldıkları
kaynaktan alın, taklitçilikte kalmayın) sözü bunu göstermektedir.
Resulullah efendimiz Kur’an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri
açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan
mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri
açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen
âlimler, Resulullaha uyarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin 44.
âyetinde, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan eyle) buyuruldu. Beyan etmek,
açıklamak demektir. Âlimler de açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam
çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Resulüne, sana vahiy olunanları tebliğ et der,
beyan etmesini emretmezdi.) (Mizan)
Dört mezhebe uyanlar, birbirinin kardeşidir. İmanları aynıdır. Ameldeki
bazı ayrılıkları da, Allah’ın rahmetidir. Allahü teâlâ, müctehid olmayanın bir
müctehide uymasını emredip (...ve ülülemrinize itaat edin) buyuruyor. (Nisa
59)
Ülülemr, nasslardan ahkam çıkarabilen âlimlerdir. (Nisa 83)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ülülemr, Fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
İmam-ı Süyuti hazretleri, İtkan tefsirinde, İbni Abbas hazretlerinin
(Ülülemr, Fıkıh âlimleridir) buyurduğunu bildirmektedir.
Ülülemrin Fıkıh âlimi olduğu, Tefsir-i kebirin 3. cildinin 375., İmam-ı
Nevevi’nin Müslim Şerhinin 2. cildinin 124. sayfasında ve Mealim ve Nişapur
tefsirlerinde de yazmaktadır. İsra suresinin (O gün her fırkayı imamları ile
çağırırız) mealindeki 71. âyeti, Ruh-ül beyan tefsirinde açıklanırken,
19
www.dinimizislam.com
(Mezhebin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii yahut ya Hanefi denilir)
buyuruluyor.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması
gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri, bir mezhebe, başka biri de
başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.) (Redd-ül-muhtar s.
51)
S. Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül muhtar haşiyesinin zebayih kısmında
buyuruyor ki:
(Bugün her müslümanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir.
Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i
sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.)
İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep
düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak,
birçok müslümanı dalalete sürüklemişlerdir.
Mezhepler kardeştir
Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer üç mezhepteki Müslümanları
kardeş bilir. Onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Allahü teâlâ,
Müslümanların imanda birleşmelerini, emrediyor. Böyle inanmaya, Ehl-i sünnet
denir. Bütün Müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi inanmaları
gerekir. Sonradan çıkan bid’at fırkalarının inanışlarının bozuk olduğunu
bildiren muteber kitaplar çoktur.
Amelde mezheplerin bir olmayıp, çok olmasının, lüzumlu, faydalı olduğu,
akıl ile de kolay anlaşılmaktadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine
benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken,
kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor.
Dağda yaşayanlara, bir mezhep kolay iken denizcilere, bu mezhep güç oluyor.
Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hasta için, başka mezhep kolay
oluyor. Tarlada çalışanlarla, fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış
görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor
veya bu mezhebe tamamen geçiyor.
Bid’at fırkalarının istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir
mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu.
Resulullah efendimizin rahmet olarak bildirdiği, dört hak mezhepten birine
uymak gerekir.
Kurtuluş fırkası
Sual: Piyasada çeşitli Müslüman gruplar var. Bunlardan sadece birisi
doğru deniyor. O zaman, dört mezhebin dördü nasıl hak olabilir? Bu konuda
bir hadis var mıdır?
CEVAP
20
www.dinimizislam.com
Bu ümmetin çeşitli gruplara ayrılacağı, birisi hariç, diğerlerinin bid’at
fırkası olacağı, onların da Cehenneme gideceği Resulullah efendimiz
tarafından bildirildi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İsrail oğulları 72 fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır.
Onlardan bir fırkanın dışında, hepsi cehenneme gidecektir. Kurtulan
fırka, benim ve eshabımın yolu üzerine olanlardır.) [Tirmizi, Darimi]
Dikkat edilirse, sadece (Benim yolumdan giden kurtulur) denmiyor,
(Eshabımın yolundan giden de kurtulur) buyuruluyor. Eshabının ictihadları
farklı idi. Onun için amelde mezheplere ayrılmanın mahzuru olmaz, hatta
rahmet olduğu hadis-i şerifle de bildirilmiştir. Yukarıdaki hadis-i şerifte bildirilen
fırka, itikad yönüyle doğru olan fırka demektir. Hakiki âlimler bu hadis-i şerifteki
kurtuluş fırkasının ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildirdiler. İtikadda
ayrılık olmaz. Onun için kurtulan tek fırka deniyor. Diğerleri bid’at fırkalarıdır.
Bid’at ehli ise muhakkak Cehenneme gidecektir. Bir hadis-i şerif meali de
şöyledir:
(Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, yolların en güzeli Resulullahın
yoludur. İşlerin en kötüsü ise bid’attir. Her bid’at sapıklıktır, her
sapıklığın yeri de Cehennemdir.) [Buhari, Müslim. Nesai]
Mezhepsizlik şu’rası
Sual: Bir yabancı yazar, “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen
vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Yeni ictihad gerekir.
Ancak müctehid olmadığı için, İslam ülkelerinden davet edilecek kalabalık bir
kuruldan, bir ictihad şu’rası kurulmalıdır. Kurul üyesi fazla olursa, hata daha az
olur. Alınacak kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar
azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslam
âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalıdır” diyor. Dinde reform
caiz mi?
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve
âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla
değişmez) deniyor.
Dini değiştirip yıkmak isteyen reformcuların kuracakları şu’radakiler, ya
imam-ı a'zam hazretleri gibi birer müctehiddir veya değildir. Eğer müctehid
iseler, ictihadlarını birleştiremezler. Mesela imam-ı a'zam hazretlerinin üç
talebesi müctehid oldukları ve hocalarından farklı ictihadda bulundukları halde,
hocalarının ictihadının yanlış olduğunu söylemediler. Çünkü ictihad, ictihadla
nakzedilmez, yani hükmü ortadan kaldırılmaz. En mühimi de farklı ictihadların
rahmet olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları
rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki)
21
www.dinimizislam.com
Bu rahmeti ortadan kaldırmak caiz olmaz. Reformcuların kuracakları
şu’rada, 5 reformcu, guslün farzının iki, yedi reformcu da dört olduğuna karar
verse, 5 müctehid, 7 müctehidin kararına uymaya mecbur mu edilecektir?
Halbuki, her müctehid kendi ictihadı ile hareket eder. Başka müctehide uyması
caiz değildir. Sonra gusül ile namaz ile fen vasıtalarının ilerlemesinin ne
alakası olur? Zamanla farzlar, sünnetler değişmez. Efal-i mükellefini
değiştirmeye kalkmak düpedüz dini yıkmaktır. Önce, ictihad edebilmek için
ictihad edilecek konu olması gerekir.
İctihad, dini konularda olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki ictihad
düşünülsün. Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın
yeni bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz.
İctihad edecek âlim olmayınca kimler ictihad edecek? Davet edilecek din
görevlisi sayısının fazla olması neyi halleder? Yani kemiyetin çok olması
keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok taş
taşınır) diye düşünülsün.
Reform şu’rası, ittifakla namaz vakitlerini, rekat sayılarını azaltsa veya
çoğaltsa, zekât 1/40 iken 1/100 veya 1/20 yapsalar, yaptıkları bu reform, dine
hizmet mi olur, yoksa dini yıkmak mı olur?
Şu’radaki reformcular, müctehid değilse, o zaman alacakları kararların ne
kıymeti olur? Her iki halde de yapacakları iş, dini değiştirmekten başka bir şey
değildir. Şu’ra sözünü ağzına alanların cahil değilse, maksatlı olduğu apaçık
meydandadır.
M. Hadimi hazretleri buyurdu ki:
(Edille-i şeriyyenin 4 olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört
mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür.
Çünkü, mukallidler, nasstan [âyet ve hadisten] hüküm çıkaramaz. Bunun için,
bir mezhebin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe
uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş
olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar.) [Berika s.94]
M.Şevket Eygi, Milli Gazetedeki yazısının ilk iki paragrafında diyor ki:
(Bir ilahiyat profesörü çıkıyor, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına savaş açıp,
"Kur'an Müslümanlığı" safsatası altında masonik bir hümanizmanın
propagandasını yapıyor. Bir başka reformcu, "Allah göktedir" diyen aşırı bir
adamın mezhebini ülkemizde yaymak istiyor. Bir ötekisi, imanın şartlarını
altıdan beşe indiren ve Amentü formülünden kadere iman maddesini kaldıran
Pakistanlı bir yazarın metodunun Türkiye’yi kurtaracağını iddia ediyor. Velhasıl
ortalıkta bir sürü yamuk, bozuk, çarpık inanç görüş dolaşıyor. Peki bu hatalı
inanış ve kanaatleri yayanlar kimlerdir?
Bunlar kendilerine İslamcı diyorlar ama peşlerinden gittikleri adamlar
genellikle 19. ve 20. asırda zuhur etmiş on kadar malum ve mahut şahıstır.
Halbuki İslam dünyasında, bahusus Ehl-i Sünnet dairesi içinde binlerce büyük
din âlimi, fakih, mürşid, allame, imam, rehber yetişmiştir. Bizim reformcuların
22
www.dinimizislam.com
hiçbiri Gazali’nin, Süyuti’nin, Şarani’nin, Birgivi’nin, Ebülleys’in, Ebussuud’un,
Fahreddin Razi’nin, Cüveyni’nin, İmam-ı Rabbani’nin eserlerinden bahsetmez.
Onlar ehl-i sünnet imamlarıdır. Bizimkiler ise selefi, mezhepsiz, Necdi, telfîkçi,
reformcu, aktivist birkaç kişinin peşine takılmıştır.)
Not: M.Şevket Eygi’nin kaderi inkâr eden Pakistanlı yazar dediği kimse,
Mevdudi’dir. Necdi dediği de vehhabidir. Allah gökte diyenler de vehhabilerdir.
Geri kalışımızın sebepleri
Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fukaha,
ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheple iktifa
edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun neticesinde İslam düşüncesi duraklamış,
hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep
olmuştur) diyor.
İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden
kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi
olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir
alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap
yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes
ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz?
Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Meragi gibi çömezleri, mezheplere
saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli) diyerek rahmeti kaldırmaya çalışmışlardır.
İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur.
Aynı art niyetli kimseler, (Herkes ictihad etmeli) diyerek ehli olmayan
kimselerin de ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her
asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki
asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur.
Bu zoru başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez.
Müctehide ihtiyaç yok
Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi.
Mutlak müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü
Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen
vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan
hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı.
Sonra gelen âlimler, bu ahkamın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir ve
fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar
mevcuttur.
İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen
hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam arkasında Fatihanın
okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis var. İcazetsiz bir kimse,
bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek, yahut hadis âlimine iftira
edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak niyetiyle hadis okuması, elbette
doğru olmaz.
23
www.dinimizislam.com
Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi başaramaz.
Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır? (Herkes araba
kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı yapmalıdır) demek ne
kadar saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı, hadisten hüküm çıkarmalı,
Kur'an meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı) demek daha tehlikelidir. Araba
kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat hadisi,
Kur’anı anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her
işi ehline bırakmak kadar tâbii ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O,
(hayır herkes hadis okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi amel
etmelidir) demek istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını,
müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok
şartları vardır. Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya
olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa
düşürülmemelidir.
İbadette değişiklik, sünnet ve bid’at
Sual: Allah’a daha iyi kulluk etmek için ibadetleri değiştirmek uygun olur
mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibadet etmek için yarattı. İbadet, züll ve
zillet demektir. Yani, insanın Rabbine, mabuduna, hakir olduğunu, âciz,
muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın ve âdetlerin güzel ve çirkin
dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve
Rabbin gönderdiği Kitaba ve Peygambere inanmak ve bunlara tâbi olmak
demektir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü
ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, Müslümanlığın icabını yerine getirmemiş
olur.
Bu iş, itikadda, inanmakta ise ve inanılması gerektiği sözbirliği ile
bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı küfre sebep olan bid’at olur. Gayri
müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz.
Mesela papazlar, ibadet niyetiyle bellerine zünnar kuşanırlar, boyunlarına haç
takarlar. Müslümanların, böyle yapmaları caiz olmaz. Bid’at, itikadda olmayıp
da, amele ait işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dinde olmayan bir şey meydana çıkarılırsa, o şey reddedilir.)
[Buhari]
Âdetlerde yenilik olur
Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş, bir
hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibadet olduğuna inanılırsa, yahut
İslamiyet’in bildirmiş olduklarında bir ziyadelik veya noksanlık yapılırsa ve
bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, bid’at olur.
İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur.
24
www.dinimizislam.com
İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, yani yapılırken sevap
beklenilmeyen değişiklikler bid’at olmaz. Mesela, yemekte, içmekte, binme ve
taşıma vasıtalarında yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz reddetmez. Bunun
için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile, uçağa binmek,
her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen ile ilgili bilgi ve
aletler dinde bid’at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak
günah değildir.
Bid’at, selefi salihin zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan her
şeye denir. Âdet ve ibadetlerde yapılan değişiklikler bid’attir. Bid’atin ıstılah
manası ise şöyledir:
Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde
bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlakı, sonradan ortaya çıkarmak,
sonradan ortaya çıkan böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap
beklemek, yasak edilen bid’at olur.
Âdet, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Yiyip
içmekte, giyinmekte, ev yapmakta, bineklerde zamanla değişen âdetler, bir
ibadeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe yasak edilen
bid’at olmaz. Mesela çatal-kaşık günah olan bid’at değildir. Eğer bir âdet,
ibadeti bozuyorsa veya dinin yasak ettiği bir şey ise, bunu işlemek haram olur.
İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır.
Bid’atin büyük zararı
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İ.Asakir]
(Bid’at ehlinin namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı,
nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi İslamiyet’ten
çıkması, kolay olur.) [İ.Mace]
(Bid’at ehlinin tevbesi, bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani]
Tevbesi kabul olmaz demek, bid’at ehli, bid’atinden sevap beklediği, iyi bir
iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid’atten vazgeçmediği
için de ibadeti kabul olmaz, demektir.
Âlimler, bid’ati, bid’ati hasene ve bid’ati seyyie diye ikiye ayırmışlar, okul,
kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid’ati hasene) demişlerdir. Hadika’da,
(Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz buna
izin vermiştir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği
böyle faydalı şeylere bid’at denmemesini, bid’at kelimesinin bunlara
bulaştırılmamasını ve bunlara sünneti hasene, yani iyi iş denmesini
istemektedir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de
olur. Müslim’deki hadis-i şerifte, sünneti hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte,
sünneti seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir.
Yobaz ne demektir?
Yobaz kelimesi, kaba, cahil, bozuk ve sapık düşüncelerini ve siyasi
kanaatlerini din bilgisi olarak ileri süren kimse demektir. Bozuk düşüncesini,
25
www.dinimizislam.com
yanlış kanaatini kabul ettirmek için, din bilgilerini yanlış söyler. Bunlardan
bazısı, taşıdığı etiketten, sığındığı kanun maddelerinden, çoğu da
müslümanların imanlarını istismar etmekten güç alır. Büyük halk kitlelerini
arkasına takarak bölücülüğe, kardeş kavgasına sebep olur. Yobazların en
zararlısı ve en tehlikelisi, mal, para, makam elde etmek için yabancı
ideolojilerin, dinde reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını yaparak,
milletin imanını, ahlakını bozan, satılmış, din ve fen ve siyaset yobazlarıdır.
Yobazları üçe ayırabiliriz:
1- Din ve dünya bilgilerinden mahrum olan, fakat kendini ilim adamı sanan
cahil yobazlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk
aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan
Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, mehdi olduğunu iddia eden Celali gibi
kimseler bu kısım yobazlardandır.
2- Kötü din adamları olan din yobazlarıdır. İlimleri biraz varsa da, sinsi
maksatlarına, mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin
tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyet’in dışına çıkarlar. Kötülükte, dini
yıkmakta, cahillere örnek olur, rehberlik ederler.
İslam dininde büyük yaralar açan İbni Sebe, Ebu Müslim Horasani, Hasan
Sabbah ve Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin, Osmanlı padişahlarının
şehit edilmelerine fetva veren din adamları, vehhabilik fitnesini ortaya çıkaran
Necdli Abdülvehhab oğlu ve Mısır’daki mason locası başkanı Efgani ve Kahire
müftüsü mason Abduh ile çömezi Reşid Rıza ve Hindistan’da İngilizlerin,
İslamiyet’e hücumlarına vasıta olan Ahmed Kadıyani ve benzerleri, yeni
türeyen reformcular ve mezhepsizler hep bu kısımdaki yobazlardandır. Bunlar,
müslümanların din duygularını, imanlarını sömürerek, dinimizi içerden yıkmaya
çalışmışlardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını
okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları bulaşıcıdır.
Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Geçmişte İslam devletlerinin başlarına
gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru
yoldan bunlar saptırdı. Peygamberimiz, (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek.
Bunların 72 si Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden
kurtulacak) buyurdu. Doğru yoldan ayrılan bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep
kötü din adamları idi.) [m.47]
3- Üniversite diplomalı, fen adamı olarak ortaya çıkan fen yobazlarıdır.
Fen yobazları, gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyet’ten
ayırmak için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi, ilericilik olarak anlatıp,
"din kitapları bu bilgilere uymadığı için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda
yaşamak gericiliktir" derler. Namaz kılan, tesettüre riayet eden, içki içmeyen,
kısacası Müslümanlığı yaşayan temiz müslümanlara, gerici, tutucu, irticacı,
26
www.dinimizislam.com
mutaassıp gibi yaftalarla saldırırlar. Maksatları Müslümanlığı yıkmaktır. Üstelik,
"biz de müslümanız" derler.
Din yobazları din bilgilerini değiştirdikleri gibi, fen yobazları, fen bilgilerini
değiştirerek İslamiyet’e saldırırlar. İslamiyet’i iyi bilen ve üniversitede iyi
yetişmiş olan akıllı bir kimse, bunların sözlerinin ilme, fenne uymadığını, fen ve
din cahili olduklarını hemen anlar ise de, bazı gençler, talebeler, bunların
etiketlerine aldanarak, yalanlarına inanır, felakete sürüklenirler. Bu yobazlar iyi
bilinmelidir!
Ehl-i kıble ve ehl-i sünnet olmak için
Sual: Günah işleyen müslümanlara kâfir denir mi, onlara lanet edilir mi?
CEVAP
Günah işleyen müslümana kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnete göre, bir
insan günah işlemekle kâfir olmaz. Bazı bid'at fırkaları, günah işleyene,
kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara kâfir demek sapıklığında
bulunmuşlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]
Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyleyen kimseye kâfir denmez. Bir
savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah
efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu.
O da, dili ile söylüyordu ama kalbi ile inkâr ediyordu dedi. (Kalbini yarıp da
baktın mı?) diyerek onu tekdir buyurdu.
Onun için mümine kâfir demekten, ona lanet etmekten sakınmalıdır!
Lanet, sahibine döner. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kul, lanet ettiği zaman, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine
döner.) [Beyheki]
Sual: Ehl-i kıbleye kâfir denmiyor. 72 sapık fırkanın hepsi de ehl-i kıbledir
yani namaz kılıyor. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olmaz mı?
CEVAP
Evet ehl-i kıbleye kâfir denmez ama ehl-i kıble nedir? Ehl-i kıble namaz
kılan kimse demek değildir. Kısaca izah edelim:
1- İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii, Ehl-i kıble olana kâfir denilmez buyurdu.
Bu söz, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka, Ehl-i
kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça anlaşılamayan delillerin tevillerinde
yanıldıkları için, bunlara kâfir denilmez. Fakat, zaruri olan ve tevatür ile
bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere
inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. Çünkü, bunlara inanmayan, Resulullaha
inanmamış olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği,
zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden birine bile
inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi)
27
www.dinimizislam.com
2- 72 bid'at fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı
mülhid olmuştur. Dinde sözbirliği ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden,
kâfir ve mürted olacağı için, la ilahe illallah dese ve her ibadeti yapsa ve her
günahtan da sakınsa bile, artık buna ehl-i kıble denmez. (Hadika)
3- Zaruri din bilgilerinden veya iman edilecek şeylerden birine bile
inanmayan, La ilahe illallah Muhammedün resulullah dese de, kâfir olur.
(Redd-ül-muhtar)
4- Ehl-i sünnet olanların bir kısmı Cehenneme girmez. Bunlardan yalnız
kötü iş yapanlar Cehenneme girer. 72 bid'at fırkası, Ehl-i kıble olduğu için,
bunlara kâfir denmez. Fakat bunların, dinde inanması zaruri olan şeylere
inanmayanları kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 2/67, 3/38)
5- Meşhur bir farzı inkâr eden kimse, namaz kılsa da kâfir olur. (Berika)
6- Her namaz kılana ehl-i kıble denmez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yalan söyleyen, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden,
Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.)
[Buhari]
7- İmanın 6 şartından birine inanmayan, namaz kılsa da kâfirdir.
(Eşiat-ül-lemeat)
(Haramlardan kaçıp, ihlasla, la ilahe illallah diyen Cennete girer)
hadis-i şerifindeki İhlasla ifadesi için Resulullah efendimiz, (Söyleyeni
haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani)
Haramlardan kaçmayanın imanını koruması zorlaşır. Eğer imanını
koruyamamışsa sonsuz Cehennemde kalır.
Sual: “Günde beş defa Kâbe’ye yönelip, tehiyyatta kelime-i şehadeti
söyleyen, küfre düşüp küfrüne tevbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz”
diyenler çıkıyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Bu söz ehl-i sünnet itikadına aykırıdır. İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor
ki: Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan
şeyden de tevbe etmesi gerekir. O şeyden tevbe etmezse, namaz kılsa da
kâfirdir.
Ehl-i sünnet olmak için
Sual: Türkiye’de ve dünyada çeşitli gruplar var. Hemen her grup (Sadece
ehl-i sünnet olan biziz) diyor. Grupların Ehl-i sünnet olup olmadıkları nasıl
bilinir?
CEVAP
Bilinmesi çok kolaydır. Çünkü Ehl-i sünnet itikadı bellidir. Bunlara inanan
Ehl-i sünnettir, inanmayan bid’at ehli veya kâfir olur. Ehl-i sünnet itikadından
önemli olanlardan bazıları şunlardır:
28
www.dinimizislam.com
1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan
olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan
mesuldür.]
2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen
mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan
ve haram işleyen kâfirdir) derler.]
3- İman artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]
4- Kur’an-ı kerim mahlûk [yaratık] değildir.
5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta)
derler. Bu küfürdür.]
6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese
kâfir derler.]
7- Kabir suali ve kabir azabı haktır.
8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.
9- Evliyanın kerameti haktır.
10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin
tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid
10)
11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.
12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.
13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.
14- Peygamberler günah işlemez.
15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.
16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed
aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in
peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler.
Önderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul
gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]
17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.
18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.
19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine
gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir.
[Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani
kâfir derler.]
20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i
Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan
doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.
İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı)
buyuruyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman
eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim]
29
www.dinimizislam.com
Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil
etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir.
Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma
dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır,
namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey
kalmaz. Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin
batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile
gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka
yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur.
21- Ahirette Allahü teâlâ görülecektir.
22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta
gittikçe artar.
23- Mest üzerine mesh caizdir.
24- Sultana isyan caiz değildir.
(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mek. Rabbani, F.
Fevaid’den alınmıştır.)
Ehl-i sünnet vel cemaat
Sual: Doğru olan, sadece Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası mıdır?
CEVAP
Evet, sadece Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme
gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek
fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace]
Ehl-i sünnet vel cemaat, sünnet ve cemaat ehli demektir. Eshab-ı kiram,
Peygamber efendimizin cemaatidir. Sünnet de, Peygamber efendimizin yolu
demektir.
Demek ki, (Ben, sadece Kur’ana ve sünnete yapışırım) demek yetmiyor.
Eshab-ı kiramı sevmek ve onların yolunda olmak da şarttır. Peygamber
efendimiz, (Sadece benim yolumdan gidenler cennetliktir) demedi. (Benim ve
Eshabımın yolunda gidenler) buyurdu. Bu çok önemli bir inceliktir. Eshab-ı
kiramın tamamını sevmek, sadece Ehl-i sünnet fırkasına nasip olmuştur. Şu
halde, doğru yolda olmanın ölçüsü, Resulullahın ve Eshabının yolunda
olmaktır. Her grup, ben Ehl-i sünnetim diyebilir. Bunu öğrenmenin, yolu da
vardır. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. İki âyet-i kerime meali:
(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.)
[Ankebut 69]
(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]
30
www.dinimizislam.com
O halde, Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, (Biz kesin doğru yoldayız)
desek de, yine, (Ya Rabbi, kimler doğru yolda ise, senin rızan kimlerle ise,
bana onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir.
Eğer doğru yolda isek, duanın bir zararı olmaz. Yanlış yolda isek, ihlasla
yaptığımız dua sebebiyle doğruya kavuşmuş oluruz. Herkes böyle dua
etmelidir. Hâşâ Allahü teâlâ, beni yanlış yola sokar sanmamalıdır.
73 fırka hadisi
Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri Cennete, doğru yoldan
ayrılan 72’si ise Cehenneme gidecek) hadis-i şerifi için, (Bu, istismara çok
açık bir sözdür. Buna göre, her fırka kendisinin kurtulan fırka olduğunu iddia
eder) deniyor. Böyle söylemek uygun mu?
CEVAP
Hadis-i şerif için öyle söylemek çok çirkindir. Herkes zaten kendi fırkasının
kurtulan fırka olduğunu iddia etmese o fırkada bulunmaz. Aynı manada âyet-i
kerime de vardır:
(Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun
53, Rum 32]
Yukarıdaki hadis-i şerifin devamında, (Kurtuluş fırkasında olanlar,
benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurulmuştur. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da
söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Benim yolum,
Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur)
demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat
fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (1/80)
Rehbere ihtiyaç
Sual: Bir insanın, Kur’an, hadis okuyarak veya rastgele kitap okuyarak
hidayete kavuşması, doğru yolu bulması, imanını kurtarması mümkün değil
midir? İlla dört hak mezhepten birini iyi bilen bir âlime mi bağlanması gerekir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık
mezhep çıkmış, çokları da küfre girmiştir. Âyet ve hadis bir deryadır. Yüzme
bilmeyen kimseyi okyanusun ortasına atsalar, anında boğulur. Yüzmeyi iyi
bilenin de, çok uzaktaki sahile yüzerek çıkması çok zordur. Çok geçmeden
yorulur, yüzemez. Balıklara, deniz hayvanlarına yem olur. Denize düşen bir
kere ölür. Kur’andan, din öğrenmeye kalkan ise, sonsuz ölüme mahkûm olur.
Bugün herkesin dört mezhepten birine uyması şarttır. Bu da yetmez, çünkü
piyasada binlerce farklı kitap var. Bunları okuyanın kafası karışır, hangisinin
doğru olduğunu anlayamaz. Mezhebinin hükmünü iyi bilen bir âlime veya onun
kitaplarına tâbi olması, bir Allah adamını tanıması lazımdır. Allah adamını
tanıyanlarla görüşmesi, kötü insanlardan uzak durması gerekir. Ancak Allahü
31
www.dinimizislam.com
teâlânın sevgili kullarına kavuşan, imanını kurtarır. Çünkü bu büyükler,
karanlık gecede parlayan dolunay gibidir. Bir insanın gözü çok sağlam olsa da,
ışık olmadıkça karanlıkta göremez. Allah adamları, karanlıkta aydınlatan ışık
kaynaklarıdır. Her biri gökteki yıldızlar gibidir. Kendileri veya talebeleri
bulunmazsa, böyle büyük bir zatın kitaplarını esas almak lazımdır.
Doğru yolda olmanın şartları
Sual: Çeşitli cemaatler, birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar, birinin helal
dediğine diğeri haram diyor, birinin sünnet dediğine diğeri bid'at diyor. Hangi
cemaat daha uygundur?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olmak ve salihleri
sevip onlarla beraber olmaya çalışmak, onlardan ayrılmamak emrediliyor.
Doğru yolda olmanın şartları vardır. Bunların bazılarını maddeler halinde
bildirelim:
1- Tek hak din İslamiyet’tir.
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
2- Hubb-i fillah ve buğd-i fillah üzere olmalı.
Üç hadis-i şerif meali:
(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.)
[Buhari]
(İmanın temeli, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.) [Ebu
Davud]
(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için
sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz,
hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlm.]
3- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmeli.
Bir hadis-i şerif meali:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider,
yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda
gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(İtikad edilecek [inanılacak] şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette
Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da amelde
[ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbeyle ve
belki tevbesiz de affedilebilir. Cehenneme girse de, sonunda yine
kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir.) [1/193]
4- Sünnetlere uyup, bid’atlerden uzak durmalı:
32
www.dinimizislam.com
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bazıları,
yapacakları
değişikliklerle,
dini
düzelteceklerini,
olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar. Bid’atlerin
zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin
noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki, din noksan
değildir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi
tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3]
Dini noksan sanıp, tamamlamaya çalışmak, bu âyete inanmamak olur.
(1/260)
5- Dört hak mezhepten birisinde bulunmalı.
Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Bugün her müslümanın dört mezhepten birinde bulunması şarttır. Dört
mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. (Dürr-ü Muhtar
haşiyesi)
Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki:
Edille-i şeriyyenin dört olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört
mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür.
(Berika)
6- Dinde nakli esas almalı.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Fıkıh kitaplarına uymayan bilgiler yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz
değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i
şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere
İslam âlimi denmez. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç
kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh
kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ beğenmez. İlham ve şahsi
görüş, kesinlikle delil olmaz. Dinde nakil esastır. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
(Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil, altını
meshederdim.) [Ebu Davud]
Netice: Şahıslar, kitaplar, cemaatler, gruplar için, bizim iyi veya kötü
dememiz ölçü olmaz. Yani biz iyi deyince iyi olmazlar, biz kötü deyince de kötü
olmazlar. Şahıs ismi, kitap ismi, grup ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap
var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü İmam-ı
Rabbani hazretleri veriyor:
(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet
âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana kıymetsizdir, yanlıştır.
Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru
olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşüyle, bu kaynaklardan yanlış
manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet
33
www.dinimizislam.com
âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.) [1/
286]
Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına
uymasıdır.
Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, (Ya Rabbi, sana
inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak
öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten
koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir.
Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20]
Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten
çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış
yolda olabilirim diye düşünerek, (Yâ Rabbi kimler doğru yolda ise, senin rızan
kimlerleyse, bana onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua
etmelidir. Eğer doğru yolda ise, duanın bir zararı olmaz. Yanlış yolda ise
doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Böyle dua etmekten çekinmemelidir.
Doğruyu bulmak
Sual: Bir arkadaş, (Ben de Ehl-i sünnet kitaplarını okuyorum, sen yanlış
anlıyorsun) diyerek birkaç konuda farklı şeyler söyledi. Hangimizin doğru
anladığını nasıl tespit ederiz?
CEVAP
Okuduğu kitabı doğru anlamak önemlidir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak
öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez.
Herkes, (Ya Rabbi! Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Razı
olduğun, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup, doğru olarak
anlamayı nasip eyle!) diye ihlâsla dua etmeli, Allahü teâlânın sözüne
güvenmelidir. Cenab-ı Hak ona muhakkak doğru yolu gösterir. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.)
[Ankebut 69]
Yanlış bilgi edinmek
Sual: Dini bilgiler öğrenmek için, herkes farklı kişilere soruyor. Yahut
rastgele kitaplardan bilgi alıyorlar. Öğrendikleri yer yanlış bilgi veriyorsa,
öğrenenler de sorumlu olur mu? Suç, cevap verenin veya kitabın olmaz mı?
CEVAP
Suç, cevap verenin veya kitabın olsa da, yanlış bilgi öğrenen
sorumluluktan kurtulamaz. Bir de, ihtiyata riayet etmek gerekir. Bir iş için, nakli
esas alan kitabın biri haram, öteki de helal diyorsa, haram olduğunda şüphe
34
www.dinimizislam.com
olur, o işi yapmamak gerekir. Doğru kitaptan öğrenilirse, böyle bir şeye lüzum
kalmaz. Nakli esas alsa da, yetkili, icazetli âlimlerin yazmadığı kitaplara itibar
edilmez. Doğru yolu, doğru kitabı bulmak için de, dua etmek gerekir. Allahü
teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi.
Allah sözünden dönmez. Cenab-ı Hak böyle samimiyetle yalvarana muhakkak
doğru yolu gösterir. Doğru yoldayım diye inat ederek dua etmeyen de, elbette
yaptıklarından sorumlu olur.
Kalb dönektir
Sual: İnsan, bugün iyi bildiği şeyi sonra kötü bilebiliyor, kötü bildiği şeyi
başka zaman iyi bilebiliyor. Bakıyor insanların çoğunluğu bir yolu benimsiyor,
çoğunluk böyle düşünüyor diye, o da aynı şeyi kabul edebiliyor. Bir yolun
doğru mu, yanlış mı olduğunu nasıl anlayacağız?
CEVAP
Çoğunluğun doğru yolda olduğunu sanmak çok yanlıştır. Bir âyet-i kerime
meali şöyledir:
(İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.)
[Enam 116]
Çok kimse bu yolda gidiyor diye, o yolun doğru olduğu anlaşılmaz.
Dünyada Müslümanlar az, dinsizler daha çoktur. Dinsizlik çok diye dinsizlik
doğrudur denmez.
Bir kimse, bugün iyi bildiğini yarın kötü bilebilir. Bu kalbin özelliğindendir.
Kalb iyiye veya kötüye dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Ondokuzcu kişilerin
uydukları bozuk dinin, Reşat Halife’den sonraki liderine, bir gazeteci, (On sene
önce, başka düşünüyor, başka şekilde inanıyordun, on sene sonra bu fikrinden
de dönmeyeceğini nereden bilelim?) demişti.
Kalbimizin dönmemesi için dua etmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Ey büyük Allah’ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren,
ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme,
Müslümanlıktan ayırma!) [Tirmizi]
Kalbimizin kötüye dönmemesi için hadis-i şerifte bildirildiği gibi dua
etmelidir.
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve
peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek
istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye
dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]
Hâşâ Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. O hâlde yukarıda bildirildiği
gibi dua etmelidir.
35
www.dinimizislam.com
Sapıklıkta birleşilir mi?
Sual: Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruyor.
Peygamberimiz, (Âlimlerin çoğuna uyan kurtulur, âlimler sapıklıkta
birleşmez) buyuruyor. Günümüzde Müslümanım diyenler çeşitli cemaatlere,
çeşitli fırkalara bölünmüştür. Yalnız Kur'an diyenler var, Ondokuzcular var,
Selefiyeciler var, Vehhabiler var, İbni Sebeciler var, mezhepsizler var,
gayrimüslimler de Cennete gidecek diyenler var, hocamız Mehdi veya resul
diyenler var, kendisinin Mehdi olduğunu söyleyenler var, gayri İslami idarelere
şer’i idare diyenler var, tek doğru biziz diyenler var. Var da var. Bunların
hangisinin doğru olduğu nasıl bilinir? İkincisi bütün gruplar bir grubun
aleyhinde olsalar o grubun mutlaka yanlış olduğu anlaşılır mı?
CEVAP
Bu ümmetin 73 parçaya bölüneceği sadece bir fırkanın doğru olduğu, bu
fırkanın da Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası olduğu açıkça bildirilmiştir. Her fırka,
sapık olmalarına rağmen, biz Ehl-i sünnetiz derse, doğruyu da biz
bilemiyorsak, o zaman (Ya Rabbi bu cemaatlerin içinde doğrusu
hangisiyse bana onu nasip et) diye dua edilirse Allahü teâlânın ona doğru
yolu göstereceği âyet-i kerimelerle sabittir. Allahü teâlâ verdiği sözden
dönmez. Ona mutlaka doğruyu herhangi bir şekilde gösterir.
Bütün dalalet fırkaları bir konu üzerinde birleşse, hak olan tek fırkanın
yolunun yanlış olduğu anlaşılmaz. Bütün cemaatler, bütün fırkalar namaz üç
vakit dese, doğru olan fırka da beş vakittir dese, (Bütün cemaatler böyle
söylüyor) diyerek namazın üç vakit olduğu söylenemez. Bütün gruplar çalgı
helâl dese, çalgı helâl olmaz. Her devirde, her zaman kıyamete kadar doğru
olan bir grubun, bir cemaatin olacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir. Bir
hadis-i şerif meali:
(Ümmetimden doğru bir grup, hak üzere devamlı bulunur.) [Buhari]
Bu doğru olan, hak olan grubu dua ederek bulmaya çalışmalıdır.
72 sapık fırkanın hak olana saldırması yadırganmaz, ama Ehl-i sünnet
görünüp, Ehl-i sünnete saldıranlar yadırganmaz mı? Bugün Ehl-i sünnete diğer
bütün gruplar saldırıyor. Saldıran bu sapık grupların birbirlerine düşmanlıkları
vardır, ancak, hepsinin ortak yönü Ehl-i sünnete düşman olmalarıdır. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin!
Onlar, [İslam’a düşmanlıkta] birbirinin dostudur.) [Maide 51]
Görüldüğü gibi, gayrimüslimler, Müslümanlığa saldırmakta birleşiyorlar.
Sapık gruplar da, tek doğru olan fırkaya saldırmakta birleşiyorlar. Sapıkların
birleşmesini, Müslümanların birleşmesi olarak kabul etmek ahmaklık olur.
36
www.dinimizislam.com
Doğru yolu bulmak için dua
Sual: Doğru yolu bulmak için dua edilirse, doğru yol hangisiyse, Allah’ın
ona göstereceği bildiriliyor. Benim gibi doğru yolu bulmuş bir kimsenin dua
etmesi, şüphe etmeye sebep olmaz mı? Hiçbir gruba bağlı olmayan bir
kimsenin, dua etmesi elbette lazım; ama bir gruba dâhil olmuş kimsenin öyle
dua etmesi caiz olur mu?
CEVAP
O dua herkes içindir. Zaten kimse, benim yolum, benim grubum yanlış
demez. Yanlış olduğunu bile bile kim o yolda gider ki? Hıristiyan da, Yahudi
de, Mecusi de, her türlü bid’at ehli de, doğru yoldayız diyor. Aklını
beğenmeyen olmadığı gibi, yolunu da, inancını beğenmeyen de olmaz.
Beğenmese orada işi ne? Bir ayet-i kerime meali:
(İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu
doğru sanıp sevinir.) [Müminun 53]
Bir hadis-i şerif meali:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası
kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi]
Bu ümmet, çeşitli fırkalara ayrılıyor ve hepsi ben doğruyum diye seviniyor.
Bunu, Allah ve Resulü bildiriyor. Dua etmemek, Allah ve Resulüne karşı
gelmek olur. Her grup, ben böyle dua edersem, içinde bulunduğum gruptan
şüphelenmiş olurum diye dua etmezse, dua edecek kimse kalmaz; çünkü
herkes kendinin doğru grupta olduğunu sanıyor. 73 tane doğru olmaz.
Peygamber efendimiz, kendi dininden, kendi yolundan şüphe mi ediyordu da,
aşağıdaki şekilde dualar etmiştir:
(Allahım, kabir azabından Sana sığınırım.) [Müslim]
(Allah’ım, Cehennem azabından sana sığınırım.) [Buhari]
(Allahım, kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım.) [Ebu
Davud]
(Allahım, bizi âhiret azabından muhafaza eyle.) [Müslim]
(Allahım, kalb katılığından, gafletten, inkârcılıktan, günahkârlıktan,
hakka ters düşmekten, riyadan Sana sığınırım.) [Hâkim]
(Allahım, Senden dinde sebatı, doğru yolda kararlılığı istiyorum.)
[Nesai, Tirmizi]
(Allahım, günahlarımı temizle.) [Buhari, Müslim]
(Zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.) [Nesai]
(Ya Rabbi şekten, şerikten, nifaktan ve kütü ahlâktan sana sığınırım.)
[Bezzar]
(Allahım, kalbimi riyadan, amelimi gösterişten, dilimi yalandan,
gözümü hıyanetten temizle.) [Hatib]
37
www.dinimizislam.com
(Allah’ım doğru yoldan sapmaktan veya başkalarını saptırmaktan,
haktan kaymaktan ve kaydırmaktan, hakka tecavüz etmekten sana
sığınırım.) [Taberani]
İmam-ı Rabbani hazretlerinin, 272. mektubunda bildirdiği dua şöyledir:
(Allahümme erinelhakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahü ve erinel bâtıla
bâtılan verzuknâ ictinâbehü bi-hurmeti Seyyidil-beşer. Aleyhi ve alâ âlihi ve
eshâbihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ.) Yani, (Ya
Rabbi! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasip et ve
yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan
sakınmamızı nasip et! İnsanların en üstünü hürmetine bu duamızı kabul
buyur!)
Hazret-i Ebu Bekir’in de böyle dua ettiği İhya’da yazılıdır. Bi-hürmeti’den
önceki kısmın hadis-i şerif olduğu da bildirilmiştir. Yani Peygamber efendimiz
de, aynı duayı yapmış, (Hakkı hak, batılı batıl olarak göster) diye duada
bulunmuştur. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu
nasip edeceğine söz verdi. Bir âyet-i kerime meali:
(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.)
[Ankebut 69]
Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Şu anda çeşitli
gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ,
Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. (Yâ Rabbi, hakkı hak olarak göster, batılı
batıl olarak göster ve onlardan sakınmamızı nasip eyle. Hangi grup doğru
yoldaysa, senin rızan kimlerle ise, bana onları sevmeyi, dünyada ve
ahirette onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir. Eğer doğru
yoldaysa, nur üstüne nur olur. Yanlış yoldaysa, ihlâsla yaptığı dua sebebiyle,
yanlış yoldan kurtulmuş ve doğruya kavuşmuş olur.
Hak ile bâtıl
Sual: Hakla bâtılı ayırmak zor mudur?
CEVAP
Hakkı bâtıldan ayırmak en zor iştir, çünkü bugün hak gizlenmiş, bâtıl ise
hak şekline bürünmüş, hak gibi görünüyor. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Peri
yanaklarını saklamış, şeytan naz ediyor. Şaşırdım kaldım, hayretten aklım
gidiyor) buyuruyor. Melek yani hak, gizlenmiş, görünmüyor. Şeytan peri ve
melek şekline girmiş, herkese nurlu, güzel görünüyor, her tarafta cilve yapıyor,
süslü püslü dolaşıyor, kendini gösteriyor. İnsan nasıl şaşırmasın ki?
Onun için Peygamber efendimiz, hakkı bâtıldan ayırmak için nasıl dua
edileceğini, ümmetine öğretmek için, şu duayı okurdu:
(Allahümme erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan.)
Mânâsı: Allah’ım, bana hakkı hak olarak, bâtılı da, bâtıl olarak tanıt! İkisini
birbirine karıştırmayayım.
38
www.dinimizislam.com
O halde yapılacak iş, binlerce sapık kitaplar arasından, İmam-ı Rabbanî
gibi Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup hakkı bulmaktır. Peygamber
efendimizin bildirdiği şu duayı da her zaman okumalıyız:
(Allahümme, yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, alâ dînik.)
Mânâsı: Allah’ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak
Sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme, beni Müslümanlıktan
ayırma!
Doğru grup için dua
Sual: Dünyada Müslümanlar çeşitli gruplara, cemaatlere, tarikatlara
bölünmüş ve her grup, kendilerinin doğru olduğunu söylüyor. Doğruyu
arayanın, (Ya Rabbi hangi grup doğruysa, rızan hangi gruptaysa, bana
onu nasip eyle!) diye dua etmesi gerekiyormuş. Ama ben grubumun % 100
doğru olduğuna inanıyorum, hiç şüphem yoktur. Eğer böyle bir dua edersem,
grubumdan şüphelenmiş olurum diye böyle bir dua etmiyorum. Bildirildiği gibi
dua etsem bir sakıncası olur mu?
CEVAP
Hiç sakıncası olmaz. Öyle dua etmek lazımdır.
Elbette herkes kendi grubunun, kendi yolunun doğru olduğuna inanır.
İnanmasa o grupta işi ne? Nitekim bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Dinde çeşitli gruplara bölünürler, her grup, kendi yolunu doğru
sanıp sevinir.) [Müminun 53]
Doğru grupta olduğuna inananların da, öyle dua etmeleri lazımdır.
Peygamber efendimiz, doğru yolda değil miydi? Yolundan şüphesi mi vardı?
Hep, (Ya Rabbi, bize doğru yolu göster) diye dua etmiştir. Mesela, (Ya
Rabbi! Bize hakkı hak olarak gösterip, ona uymak; bâtılı bâtıl olarak
gösterip, ondan kaçınmak nasip eyle!) diye dua ederdi. Bu, ümmetinin
böyle dua etmesinin gerektiğini gösterir. Böyle dua etmenin hiç mahzuru
olmaz. Aksine grubu yanlış yolda ise, doğruyu bulmuş olur.
Maturidilik ve akılcılık
Sual: (Türkler İslam’ın, nakli değil de aklı esas alan, Maturidi ekolüne
bağlı kaldılar. Akla değer vermeyen Eş’ari ekolünden hiç etkilenmediler) sözü
doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Maturidilikle Eş’arilik farklı şeyler değil ki, birisi aklı, diğeri de
nakli esas almış olsun. İkisi de, Ehl-i sünnetin itikad bilgilerini, nakli esas
alarak bildirmiştir.
Maturidilik mezhebi diye ayrı bir mezhep de yoktur. İmam-ı Maturidi,
İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının
kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirip, izah etmiştir.
Sadece aklı esas aldığı doğru değildir.
39
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasının itikadda diğer imamı, İmam-ı Eş’ari
hazretleri de Ehl-i sünnetti. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları
aynıysa da, bulundukları yerler birbirinden ayrıydı. Karşılarındaki
saldırganların iddiaları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri
birbirinden farklı olmuştu. Bu durum, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez.
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah efendimizdir. İman bilgilerini
Eshab-ı kiram, bu kaynaktan aldılar. Tabiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı
kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i
sünnet bilgileri bizlere nakil yoluyla geldi. Bu bilgiler akılla bulunamaz. Akıl
bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları
anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. (S.
Ebediyye)
Müslüman Türkler, genelde dört hak mezhepten biri olan Hanefî
mezhebine göre ibadet etmişlerdir. Gerektiğinde de, diğer üç hak mezhepten
birini taklit ederek ibadetlerini yapmışlardır. Her Müslüman, vücut yapısına,
yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen
mezhebi seçer. Türklerin de genelde Hanefi mezhebinde olması ve itikad
bilgilerinde de, Hanefi mezhebinde olan İmam-ı Maturidi’nin açıklamalarını
esas alması bu sebepledir. Bunun altında siyasi veya başka sebepler aramak
çok yanlıştır.
S. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vacibdir. Dört
mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan
da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül muhtar haşiyesi zebayih kısmı)
Maturidilik ile Eş’arilik de, Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İtikadda hak
mezhep tektir. O da Ehl-i sünnet vel cemaat’tir. Ehl-i sünnetin itikattaki iki
büyük imamı, Ebu Mansur Maturidi ve Ebül-Hasan Eş’ari hazretleridir.
İmam-ı Maturidi Hanefi mezhebinde, İmam-ı Eş’ari de Şafii mezhebinde
olduğu için; Hanefiler genelde İmam-ı Maturidi’nin, Şafiiler de İmam-ı Eş’ari’nin
açıklamalarını esas almışlardır.
Şafii âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri de buyuruyor ki:
Ebül-Hasan Eş’ari’nin veya Ebu Mansur Maturidi’nin bildirdiklerinden
ayrılan kimse sünni değildir. Bu iki imam, Resulullahın ve Eshabının
yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin haşiyesi)
Dinde bölücülük yoktur
Sual: Müslümanlar çeşitli gruplara bölünmüştür. Dinimiz bölünmeyi
yasaklamıyor mu? Niye bir çatı altında birleşilmiyor?
CEVAP
Evet, dinimiz bölünmeyi, parçalanıp ayrılmayı yasaklamıştır. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
40
www.dinimizislam.com
(Hep birlikte Allah’ın ipine [Kur’an-ı kerime, İslamiyet’e] sımsıkı sarılın!
Parçalanıp ayrılmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün! Hani siz
birbirinize düşmandınız da, O, kalblerinizi birbirinize ısındırmıştı. İşte
O’nun [İslam] nimeti sayesinde din kardeşi olmuştunuz. Hem siz, bir ateş
çukurunun tam kenarındayken, oradan [Cehenneme girmekten] de sizi O
kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola
eresiniz.) [Âl-i İmran 103]
Peygamber efendimiz de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, 72’si
Cehenneme gidecektir) buyuruyor. Buna rağmen müslümanlar bölük pörçük
olmuştur. Her grup, (Bizim yolumuz doğru) diyor. Kur’an-ı kerimde de, (Her
fırka, her grup doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir)
buyuruluyor. (Müminun 53, Rum 32)
Her grup, kendilerinin doğru olduğunu sandığı için, kendi çatılarının
altında birleşilmesini istiyor. Bunun için birleşme imkânı olmuyor. Birleşilse
hakla batıl karışmış olur. Bu gruplardan sadece bir fırka doğru yoldadır. Bir
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetim arasında, doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara
karşı olanlar, Allah’ın emri gelinceye kadar, onlara zarar yapamaz.)
[Mişkat-ül-mesabih]
Bu doğru grupta bulunmak isteyen dua etmelidir. Allahü teâlâ, İslamiyet’i
doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için,
(Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam
bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni,
yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı
Hak ona doğru yolu gösterir.
Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. Dua ve istihare ile doğru yolu
arayana gösterir. Doğruyu bulmak için dua ve istihare yapmayan kimse, bid’at
fırkaları arasında ise, ben doğruyu bilemedim diye bir mazeret ileri
süremeyecektir.
Süte idrar katmak
Sual: Ehl-i sünnete aykırı görüşleriyle ün salan Reşit Rıza’nın
hayranlarından biri, (Bu ümmet, Şia’sıyla, Vehhabi’siyle, Sünni’siyle,
Mutezile’siyle, Cebriye’siyle hepsi kardeştir, çünkü ilahı da, peygamberi de
birdir. İslam birliğinin kurulması için mezhebi de bir olmalıdır) diyor. Tek hak
fırka olan Ehl-i Sünnet vel-cemaat mezhebi ile bid’at fırkalarını karıştırmak,
sütün içine idrar, kan karıştırmaya benzemez mi?
CEVAP
Evet, 72 bid’at fırkasını birleştirip tek fırka haline getirmek, süte idrar
karıştırmaktan kötüdür. Süt necis olunca dökülür, ama imana necaset
karıştırınca insan küfre girebilir. Bu 72 bid’at fırkasının Cehennemlik olduğunu
Resulullah efendimiz haber vermiştir. Bid’at fırkalarla Ehl-i sünneti
41
www.dinimizislam.com
birleştirmeye kalkmak Resulullah’ın bu konudaki hadis-i şeriflerine savaş
açmak demektir. Çok çirkin ve çok yanlış bir iştir.
Müslümanlar için rahmet olan dört hak mezhebi teke indirmenin haram
olduğunda icma hâsıl olmuşken, bir de bid’at fırkalarını birbiriyle karıştırmak
daha büyük cinayet olur.
Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza gibi dinde reformcular, (Mezhepler
birleştirilerek, İslam birliği kurulmalı) diyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz,
yeryüzündeki bütün Müslümanların tek bir iman yolunda, dört halifesinin doğru
yolunda, birleşmelerini emir buyurdu. İslam âlimleri, el ele vererek, çalışıp, dört
Halifenin itikat yolunu kitaplara geçirdiler. Peygamberimizin emrettiği bu tek
yola, Ehl-i sünnet vel-cemaat ismini verdiler. Yeryüzündeki bütün
Müslümanların bu tek Ehl-i sünnet yolunda birleşmeleri lazımdır. Bu hainler,
mevcut olan bu birliğe katılmayıp, yaldızlı sözlerle Müslümanları aldatmaya ve
İslam birliği maskesi altında iman birliğini parçalayarak İslamiyet’i içerden
yıkmaya çalışıyorlar. Bu oyunlara gelmemelidir.
Tefrika ve ihtilaf
Sual: (Dinde itikadî farklara tefrika, ameli farklara ihtilaf denir. Mesela
mezhepler arasındaki ibadetlerle ilgili farklı hükümlere ihtilaf dendiği gibi, Ehl-i
sünnet dışı mezheplerdeki farklı hükümler de tefrika değil ihtilaf olarak
görülmeli. Ehl-i sünnet dışındaki mezheplerin itikatları da hoşgörüyle
karşılanmalı) diyen ilahiyatçılara rastlıyoruz. Hoşgörüyle karşılamak ne
demektir? Bid’at ehli olanlar da mı hak mezhep sınıfına sokulmak isteniyor?
CEVAP
Mezhepsizler, bid’at ehline ve gayrimüslimlere gösterdikleri hoşgörüyü
Ehl-i sünnete göstermiyorlar. Yahudilerle Hıristiyanları ve bid’at ehlini Cennete
rahatça sokabiliyorlar, ama nedense Ehl-i sünnete bunu çok görüyorlar.
İhtilaftan kastı farklı ictihaddır. Farklı ictihad ise rahmettir. Rahmete ihtilaf
gözüyle bakmamalı. Tefrika ise, ayrılık, bölünmek, parçalanmak demektir.
Tefrika, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır.
(Dinlerinde tefrikaya düşüp, gruplaşan ve her grup da kendi
inançlarını beğenip sevinen müşriklerden olmayın!) [Rum 32]
(Hep birlikte Allah’ın ipine [İslamiyet’e] sımsıkı
yapışın,
parçalanmayın, bölünmeyin!) [Âl-i İmran 103]
Peygamber efendimiz de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan
bir fırka hariç, hepsi Cehenneme gidecek. Kurtulan fırka, benim ve
Eshabımın yolu üzere gidenlerdir) buyuruyor. (Tirmizi)
Bu hadis-i şerifte iki husus vurgulanıyor:
1- Bölünmeyin, tefrikaya düşmeyin, bölücüler Cehenneme gidecektir
deniyor. Bu bölücülere bid’at ehli deniyor.
2- Sadece (Benim yolumdan giden kurtulur) denmiyor, (Eshabımın
yolundan giden de kurtulur) buyuruluyor. Eshabının yolunun kendi yolundan
42
www.dinimizislam.com
ayrı olmadığı vurgulandığı gibi, onların farklı ictihadlarının rahmet olduğu da
vurgulanıyor.
(Benim ve Eshabımın yolu) buyuruluyor. Benim yolum ifadesinden
maksat sünnettir. Eshabının yolu da cemaattir. Bu ikisine birden Ehl-i sünnet
vel cemaat diyoruz. Ehl-i sünnet âlimlerinin istisnasız hepsi, tek doğru olan
kurtuluş fırkasının Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildiriyorlar.
İtikatta ayrılık olmaz. Onun için kurtulan tek fırka deniyor. Diğerleri bid’at
fırkalarıdır. Bid’at ehli ise muhakkak Cehenneme gidecektir. Bir hadis-i şerif
meali de şöyledir:
(Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, yolların en güzeli Resulullah’ın
yoludur. İşlerin en kötüsü ise bid’attir. Her bid’at sapıklıktır, her
sapıklığın yeri de Cehennemdir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Kitap ve Sünnet’le Cehenneme gideceği bildirilen bid’at fırkalarının hoş
görülmesini söylemek, âyet ve hadise karşı gelmek olur.
İttifak ve ihtilaf
Sual: Kur’anda, (İnsanların çoğuna, ekseriyete uyan sapıtır) denirken,
hadis-i şerifte ise, (Siz sapıklık üzerinde birleşmezsiniz) deniyor. İkisi
birbirine zıt değil mi?
CEVAP
Zıt değildir. İkisi farklıdır.
Bir fıkra var. Dişi fare, dişi aslana, (Ben bir doğuruşta 20–30 yavru
doğururum. Hiçbir hayvan benimle mukayese olmaz) der. Dişi aslan
gülümseyerek, (Ben bir yavru doğururum; ama aslan doğururum) der. Kemiyet
[sayı, az çok oluş] değil, keyfiyet [kalite] önemlidir. Koyun sürüsü gibi
insanların çoğuna uymak, insanları sapıtır. Birinci hüküm bunu bildiriyor.
Dünyada kâfirler Müslümanlardan daha çoktur. Bu, kâfirliğin doğru yol
olduğunu göstermez.
İkinci sözdeki “siz” sözü, Eshab-ı kirama hitaptır. Yani, (Siz ve sizin gibi
Ehl-i sünnet olan âlimler, sapıklıkta birleşmez) demektir. Bu, amel yönüyle
değil itikat yönüyledir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf
olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni
Mace, Hâkim, İbni Cerir, Hakîm-i Tirmizi]
Ameli hükümlerde birleşmemek kötü değil, aksine rahmettir. Amelde
mezheplerin çıkışı bu rahmetten dolayıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetimin [müctehid âlimlerinin, ameldeki] ihtilafı [mezheplere
ayrılması] rahmettir.) [İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve
İmam-ı Deylemi]
Birinci hadis-i şerif, Müslümanların imanda, doğru itikatta birleşmelerini
emrediyor, ayrılığı, bölünmeyi yasaklıyor. İkinci hadis-i şerif, ameldeki ayrılığın
43
www.dinimizislam.com
rahmet olduğunu bildiriyor. Müctehidin farklı ictihadı rahmettir. Müctehid hata
edemez mi, hatası da mı rahmet diye sorulabilir. Evet, müctehidin hatası da
rahmettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.)
[Buhari]
Sevab olan bir şey elbette rahmettir. Bunu inkâr etmek, 14 asırdan beri
gelen âlimleri yalanlamak ve hak mezhepleri inkâr olur. Hadis-i şerifte
bildirildiği gibi müctehid âlimler, dalalette ittifak etmezler. Ehl-i sünnet âlimleri,
dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten başkasıyla amel etmenin
caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur.
(El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)
İşte, birbirine zıt gibi görünen iki hadis-i şerifin açıklaması böyledir.
Sapıklıkta birleşmek
Sual: Bir arkadaş hesap etmiş, Türkiye’de saçı açık Müslüman kadın
sayısının, kapalı kadın sayısından fazla olduğunu görmüş. Buradan,
(Ümmetim dalalet yani sapıklık üzerinde birleşmez) hadisine göre,
kadınların başlarını açmalarının günah olmadığı hükmünü çıkarmış. Türkiye’de
hemen herkes hoparlörün ibadette kullanılmasını onayladığı için, ben de, bu
hadisi baz alarak hoparlörün ibadette kullanılmasının günah olmadığı
hükmüne vardım. Arkadaşın ve benim görüşüm, bu hadise tam uygun
düşmüyor mu?
CEVAP
Âyeti ve hadisi biz anlayamayız. Yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık
fırka meydana geldi. Ehl-i sünnet âlimleri nasıl açıklamışsa öyle anlamak
gerekir. Arkadaşınızın görüşü de, sizinki de çok yanlıştır. Kıyas ilmine
aykırıdır.
Oradaki ümmet, (Ümmetimin âlimleri) demektir. Ümmetimin âlimlerinden
maksat da, Ehl-i sünnet âlimleridir. Yoksa diğer sapık fırkalardaki âlimlerin
görüşleri değil. Cahil halkın görüşü dinde senet olmaz. Onların bir konuda
birleşmelerinin dinde hiçbir önemi olmaz.
Arkadaşınızın dediği gibi, bütün Müslüman kadınlar başını açsa, bu
konuda hepsi birleşse yine caiz olmaz. Haramlarda birleşmenin hiç kıymeti
olmadığı gibi, bid’atlerde birleşmenin de hiç kıymeti olmaz. Bid’at nasıl caiz
olur ki? İbadete sokulan hoparlör bid’ati de böyledir.
Ölünün sene-i devriyesi yapılıyor, Müslümanların çoğu bunu yapıyor, bu
konuda birleşmelerinin ne önemi olur? Günah, günahtır. Herkes bir günahı
işleyince o günah olmaktan çıkmaz.
Cuma günleri, cemaatin çoğu, cumanın farzından sonra, hemen camiden
çıkıyor. Çoğunluk, sünnetleri ve zuhr-i âhiri kılmadan camiden çıkıyor diye,
camiden çıkmaya doğru olur denir mi? Yani insanların çoğu yanlış yapıyorsa
yanlışa uyulmaz. Bu yanlışlar için, (Bu yanlış değil doğrudur, çünkü bu ümmet
44
www.dinimizislam.com
sapıklıkta birleşmez) demek yanlış olur. Dine aykırı olan bir şeyi halkın çoğu
yapsa yine meşru hâle gelmez. Onun için Kur'an-ı kerimde, (İnsanların
çoğuna uyan sapıtır) buyuruluyor. (Enam 116)
Müslüman olan halkın çoğu bid’at işlese, onlara uymak günah olur.
Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir?
Sual: Bir reformcu, (Ehl-i sünnet, kitaba ve sünnete uymaktır. Kitap ve
sünnetten kendi anladığına uyan Ehl-i sünnet olur) diyor. 72 sapık fırka da,
(Biz kitap ve sünnete göre hareket ediyoruz) demiyor mu? Vehhabiler, (Biz
Kur'ana ve sünnete uymuyoruz) mu diyorlar? Şiîler veya diğer fırkalar farklı mı
söylüyorlar? Niye böyle yuvarlak bir tarif yapılıyor?
CEVAP
Evet, bütün sapık fırkalar da, biz kitaba ve sünnete uymaktayız diyorlar.
Böyle belirsiz konuşmak mezhepsizlerin taktikleridir. Ehl-i sünnet vel cemaat
itikadının doğru tarifi şöyledir:
Sünnet, Resulullah'ın bildirdiği yoldur. Cemaat da Eshab-ı kiramdır.
Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın ve
Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.)
[Tirmizi]
Dikkat edilirse, Resulullah efendimiz, sadece (Benim yolum kurtuluş
yoludur) demiyor, (Benim ve Eshabımın yolundan giden kurtulur)
buyuruyor. Niye Peygamber efendimiz, (Kurtuluş yolu Allah'ın bildirdiği yoldur)
demiyor? Kendi bildirdiği yol, Allah'ın öğrettiği yoldur. Her sapık, (Biz Allah'ın
yolundayız, biz Kur'ana uyuyoruz) diyerek kendi görüşüne uyacağı için, bu
yanlışlığı önlemek maksadıyla kurtuluş yolunu böyle açıklamıştır. İmamı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da
söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum,
Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur)
demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasıdır.
Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C. 1, m. 80)
Cenab-ı Hak, (Sana uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Resulü de,
(Benim Eshabıma uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Demek ki Eshabın
yolu Allah'ın yoludur, farklı değildir. Müftiy-üs-sekaleyn Ahmed ibni Kemal
Paşa buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın, Eshabının, Tabiînin, yani selef-i
salihinin yoludur. İmam-ı a’zam ve diğerleri de bu yolda idiler. (Risale-i
Münire)
45
www.dinimizislam.com
Bugün için dört hak mezhebin dışında Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadında
olan yoktur. (Tahtavi, Hadika)
Demek ki bir kimsenin Ehl-i sünnetim diyebilmesi için dört hak mezhepten
birinde olması lazımdır. Bazı mezhepsizler, (Mevdudi, Yusuf Kardavî ve
Zuhayli gibi âlimlerin belli bir mezhebi yoksa da, onlar da Ehl-i sünnettir) dese
de, tamamen yalan ve yanlıştır.
Bizim için delil nedir
Sual: (Delilini bilmeden bir âlime, bir mezhebe tâbi olmak caiz değildir,
haramdır, batıldır) diyorlar. Cahil bir kimse, delilden ne anlar ki?
CEVAP
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin
bildirdiği hükümdür; çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız.
Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir;
çünkü ayet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir ayet veya hadisle değişmiş
olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94)
Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile,
iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere
de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.
Tabiin, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Bilmeyenin
bilenden sorması dinin emridir. Bir âyet meali:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.) [Nahl 43].
Seferde birinin başına bir taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı.
Uyurken de ihtilam oldu. Arkadaşlarına, (Teyemmüm edebilir miyim?) diye
sordu. Onlar da, (Hayır, su varken teyemmüm olmaz) dediler. O da gusledince
öldü. Durumu Resulullaha anlattıklarında buyurdu ki:
(Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cahilliğin ilâcı sormaktır, ona
teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine
mesheder ve vücudunun öteki kısımlarını da yıkardı.) [Ebu Davud]
Bu hadis-i şerif de, yukarıda bildirilen âyet-i kerime de, bilenlere
sorulmasını, onlara tâbi olunmasını emrediyor. Bir âyet meali de şöyledir:
(Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre sorsalardı, öğrenirlerdi.)
[Nisa 83]
Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır.
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Sual: Biz Hanefiyiz, Hanefi’de hadise aykırı bir hüküm görürsek ne
yapmalıyız?
46
www.dinimizislam.com
CEVAP
Kitaplarda diyor ki:
Hadise aykırı bir hüküm varsa hadisle amel edilir. Ancak bu söz nazari
olarak böyledir. Mezhep imamları hadis-i şerife aykırı olarak söz söylemezler.
Onlar âlimdir. Kafadan rastgele konuşmazlar. Mesela hadis-i şerifte,
(Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Halbuki görünüşte Hanefi mezhebinin
âlimleri bu hadis-i şerife aykırı olarak imam arkasında fatiha okumayı
yasaklıyorlar. Tahrimen mekruhtur, harama yakındır diyorlar. Şimdi biz hadisle
amel edeceğiz diye imam-ı a’zamın ictihadını kabul etmeyecek miyiz? O
zaman mezhepsiz oluruz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Namazda kıraat farzdır ve hadis-i şerifte (Fatihasız namaz olmaz)
buyuruluyor. Neden Hanefilerin, hakiki kıraati [cemaatin hepsinin okumasını]
bırakıp, kıraati hükmiye [İmamın okuyup, cemaatin susmasına] karar
vermelerinin sebebini tam anlayamadım.
İmam arkasında sükut etmeye dair açık bir delil bulamadım. Buna
rağmen, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Çünkü, delili
zayıf diye, mezhebimin hükmü ile amel etmemenin ilhad olduğunu biliyordum.
Mezhepsiz olmamak için Hanefi mezhebinin hükmüne uyarak imam arkasında
Fatiha okumadım. Nihayet Allahü teâlâ, mezhebe uymanın bereketi ile, Hanefi
mezhebinde imama uyan cemaatin kıraati terk etmelerindeki hakikati izhar
eyledi. İmam, sanki cemaatin dilinden okuyor. Bu şuna benzer: Bir köy halkı,
köyün ortak bir meselesi için, köylünün tamamı kaymakama gitmez. Birkaç
kişilik bir heyet seçerler. Bu heyetin hep bir ağızdan meseleyi anlatmaları da
doğru olmaz. İçlerinden birini, temsilci seçerler. Temsilci, istekler aynı olduğu
için, hepsinin dili ile ihtiyaçlarını arz eder. Kendilerine temsilci kabul ettikleri bu
kimse, onların adına konuşur. Seçilen bu temsilcinin hepsinin adına
ihtiyaçlarını arz etmesi şeklinde olan, cemaatin hükmi konuşması, onların
hakiki konuşmalarından daha iyidir. İmam ile cemaatin hâli de böyledir.
(Mebde ve Mead f.30)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Mezhebin hükmüne aykırı olan hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz
olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin
sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Bir Hanefinin, imam arkasında
Fatiha okuması mezhepten çıkmaktır, ilhad'dır. (Mektubat m.312, Mebde ve
Mead 31)
Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır, sapık veya kâfir
olur. (Tahtavi)
Kifaye kitabında buyuruldu ki:
(Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak
amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak,
verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır.)
47
www.dinimizislam.com
Hadisleri her okuyan anlayabilir mi?
Sual: Hadis âlimleri de insandır. Uydurma hadis yazamazlar mı?
CEVAP
İyi bilinmeli ki, hiçbir hadis âliminin kitabında, uydurma hadis olmaz.
Çünkü onlar uydurma hadis nakletmenin vebalini çok iyi bilirlerdi. Hadis bir
ilimdir. O hadiste kastedilen mana nedir? Bilmeden hemen uydurma demek, o
hadis âlimine büyük bir iftira olur. Mesela, (Cimri çok ibadet etse de,
Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez) hadis-i
şerifine bakan bir cahil, demek namaza, oruca imana ihtiyaç yok, cömert olduk
mu Cennete gideriz zannedebilir. Âlimlerimiz bu hadis-i şerifi şöyle açıklıyor:
Cömerdin imanı yoksa, ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları
fazla ise Cennete girer. Cimri Cennete girmez demek, hiç girmez demek
değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez)
demektir. Hatta sevabı günahından çok ise, Cehenneme girmeden de
Cennete girer. Affa ve şefaate kavuşarak da Cennete girebilir.
(Ana babasını razı eden, Cehenneme girmez, inciten de Cennete
girmez) hadis-i şerifi de böyledir. Ana babasını razı eden kimse imansız ise,
yani kâfir ise asla Cennete girmez. İmanlı olsa da, namaz kılmıyorsa, oruç
tutmuyorsa, haramlardan kaçmıyorsa, o kişi ana babasını razı edince Cennete
hemen girebilir mi? Elbette giremez. Demek ki Müslümanda bulunması
gereken şartlar varsa, o zaman Cennete girer. Ana babasını inciten de
Cennete girmez demek, Müslüman ana babayı haklı olarak incitmek demektir.
Bir baba, içki getirmediği için evladına incinse, o evlat Cennete girmez mi?
Elbette girer. Meşru işlerde ana babanın sözü dinlenir. Dine aykırı işlerde
verilen emre uyulmaz. Dinimizin diğer emirlerine uyan Müslüman bir evlat, ana
babasının meşru emirlerini dinlemese bile, günahını çektikten sonra Cennete
girer. (Cennete girmez) demek, günahının cezasını çekmeden veya şefaate
kavuşmadan giremez demektir.
(Yetim malı yiyen, Cennete giremez) hadis-i şerifi de böyledir. Cezasını
çekmeden Cennete giremez demektir. Yoksa hiç girmez demek değildir. Bir
müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa,
günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin
ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz.
(Komşusu aç iken tok yatan, mümin değildir) hadis-i şerifindeki,
(Mümin değil) ifadesi, kâfir demek değildir. Kamil [olgun] mümin değil
demektir. Bir Müslüman, komşusu aç yatarken o tok yatsa, belayı nimet değil
de, bela saysa yine mümindir, geç de olsa, yine Cennete girer. Hadis-i şerifler,
böylelerinin iyi bir kimse olmadığını bildirmektedir.
(Yılandan korkup öldürmeyen bizden değildir), (Evlenmek sünnettir;
sünnetime uymayan benden değildir) hadis-i şeriflerindeki, (benden değil)
48
www.dinimizislam.com
ifadesi, kâfir anlamında değildir. Sünnetime uymamış olur demektir. Yılanı
öldürmemek veya evlenmemek günah olmaz. Birçok evliya evlenmemiştir.
Hatta ahir zamanda evlenmemek daha iyi olabilir.
(İki rekat kuşluk namazı, bir hac ve umreye bedeldir) hadis-i
şerifindeki hac ifadesi elbette nafile hac içindir. Kuşluk namazı nafiledir. Nafile
ibadet, farzın yanında denizde damla bile değildir.
(Abdest alanın bütün günahları af olur) hadis-i şerifinde, bütün
günahlardan maksat, küçük günahlardır. Namaz kılmayan ve haram işleyenin
günahları af olur mu? Büyük günahlar ve kul hakları ödenmedikçe af edilmez.
Nafile ibadetin sevabına kavuşabilmek için imanı doğru olmak, haramlardan
kaçmak ve o işi ibadet olarak yapmaya niyet etmek şarttır.
Bizden değildir ne demek?
Sual: Bazı hadislerde, (Şunu yapan bizden değildir veya benden
değildir) deniyor. Böyle demek, (Müslüman değildir, kâfirdir) demek midir?
Aşağıdaki hadislerdekiler aynı anlamda mıdır?
CEVAP
Kimi küfür, kimi haram, kimi de mekruhtur. Muteber kitaplara göre
açıklaması şöyledir:
1- (Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizi]
(Emr-i maruf farz-ı kifayedir. Bir yerde emr-i maruf yapılmazsa, gücü yeten
herkes mesul olur. Yani haram işlemiş olur.)
2- (İbadetleri bizim gibi yapmayan, bizden değildir.) [Miftah-ül cenne]
(İbadetleri sünnete aykırı yapmak bid’at olur. Bid’atin bir kısmı mekruh, bir
kısmı haram, bir kısmı ise küfürdür.)
3- (Başkasının karısını, kızını ayartan bizden değildir.) [İ.Ahmed]
(Haramdır.)
4- (Yılandan korkup öldürmeyen bizden değildir.) [Ebu Davud]
(Öldürme imkanı varken, yılandan korktuğu için, onu öldürmeyen, sünnete
uymamış, mekruh işlemiş olur.)
5- (Irkçılık yapan bizden değildir.) [Ebu Davud] (Dinimizde ırkçılık
yoktur. Bir ırkı sevmenin mahzuru olmaz. Hıristiyan bir Türk, Müslüman
Arap’tan üstündür denmez. Böyle demek küfürdür.)
6- (Tırnaklarını kesmeyen bizden değildir.) [İ.Ahmed] (Sünnete
uymamış, mekruh işlemiş olur.)
7- (Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir.)
[Bezzar] (Büyü yapmak haramdır. (Büyücü, büyü ile istediğini elbette yapar,
büyü muhakkak tesir eder) diye inanmak küfür olur. Allahü teâlâ takdir
etmişse, büyü tesir eder demelidir.)
8- (Müslümana zarar veren, hile yapan, onu kandıran, bizden
değildir.) [Müslim] (Haramdır.)
49
www.dinimizislam.com
9- (Bela gelince, üstünü başını yırtan, bağırıp çağıran bizden
değildir.) [Buhari] (Belaya isyan etmek, bağırıp çağırmak haramdır. Elde
olmadan üzülmek, ağlamak caizdir.)
10- (İlim öğrenmeyen bizden değildir.) [Deylemi] (Farz-ı ayn olan ilmi
öğrenmemek haramdır.)
11- (Elinde varken ailesini sıkıntı içinde yaşatan bizden değildir.)
[Cami-us-sagir] (Haramdır.)
12- (Karşı cinse benzemeye çalışan bizden değildir.) [İ.Ahmed]
(Haram işlemiş olur.)
13- (Evlenmeyen benden değildir.) [İbni Mace] (Mazeretsiz evlenmeyen
sünnete uymamış olur. Ahir zamanda bir mazeretle evlenmemek sünnete
aykırı değildir.)
14- (Selamı almayan bizden değildir.) [ İ.Sünni] (Selamı almak farzdır.
Almamak haramdır.)
15- (Guslettikten sonra abdest alan bizden değildir.) [Ebu Davud]
(Gusleden abdest almış oluyor. Abdestini kullanmadan abdest üstüne abdest
almak mekruhtur.)
16- (Bize silah çeken bizden değildir.) [Buhari, Müslim] (Müslümana
müslüman olduğu için silah çekip, onu öldürmek küfür olur. Fakat başka bir
sebeple Müslüman ile dövüşmek, savaşmak küfür değildir. Eshab-ı kiram
arasında savaşlar olmuştur. Timur Han, kendisi gibi Müslüman sultanlarla
savaşmıştır. İki tarafa da kâfir denmez. Bir âyet meali şöyledir:
(Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını
düzeltin.) [Hücurat 9]
17- (Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyin. Bizden başkasına
benzeyen bizden değildir.) [Tirmizi] (Haram olmayan âdetlerde kâfirlere
benzemek caizdir. Onlar gibi ceket, kravat, gömlek giymek caizdir. İtikad
yönüyle onlara benzemek küfür olur. Mesela kutsal bilerek haç takmak,
âyinlerine iştirak edip onlar gibi ibadet etmek küfür olur.)
Hadis-i şerifleri açıklamak gerekir
Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi Cennete
gider) hadisi ile (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri
Cennete girecektir) hadisi birbirine zıt değil midir?
CEVAP
Zıt değildir. İkisi de aynı şeyi ifade etmektedir. Cennete gider demek,
doğrudan gider demek değildir ki. Cehennemde cezalarını çektikten sonra
gidecek demektir. Ümmet kaç fırkaya ayrılırsa ayrılsın, bid’ati küfür olmayan
yani zerre kadar imanı olan elbette Cennete gidecektir. Bunun gibi açıklama
gerektiren birçok hadis-i şerif vardır. Birkaç örnek verelim:
(Din kardeşini ziyaret eden Cennettedir.) [Taberani]
50
www.dinimizislam.com
(Cömert, Cennete gider.) [Ebuşşeyh]
(Yatağa girince yüz kere "İhlas" okuyan Cennete girer.) [Tirmizi]
Din kardeşini ziyaret etmekle, cömert olmakla ve ihlas okumakla diğer
günahlarının cezasını çekmeden Cennete mi gider? Açıklaması olması
gerekir. Yani itikadı düzgün ise, sevapları günahlarından çok ise, yahut affa
veya şefaate uğramışsa ancak o zaman din kardeşini ziyaret eden, cömert
olan ve yüz ihlas okuyan Cennete girer. Bir de iman şart. Ne kadar iyilik
ederse etsin, insanlığa ne hizmeti yaparsa yapsın, hatta namaz kılsın
Müslüman değilse Cennete giremez. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennete Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Cebrail aleyhisselam, Allah’a şirk [ortak] koşmadan ölen herkesin
muhakkak Cennete gireceğini müjdeledi.) [Buhari]
Bu iki hadis-i şerifi bile açıklamak gerekir. Her Müslüman doğrudan
Cennete giremez. Günahlarının cezasını çektikten veya şefaate kavuştuktan
sonra Cennete girer. Bu bakımdan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
aklımıza ters gelen bir hadis-i şerif görünce, bu uydurma demekten çok
sakınmalı. Biz o hadisin uydurma olduğunu biliyoruz da o büyük âlimler
bilemez mi? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorguya çekeceğiz? Bu
fen bilgisi değil ki, zamanla daha iyisi bulunmuş olsun. Muhaddis bir âlimin
kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma demek, o âlimi cahillikle suçlamak olur.
(Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete gireceğine
kefilim.) [Nesai] (Çok günahkâr birisi günahlarının cezasını çekmeden veya
şefaate kavuşmadan elbette Cennete giremez.)
(Cennete temizler girer.) [Deylemi] (Bir kâfir de temiz olabilir, imanı
olmadan nasıl Cennete girer. Sonra her temiz olan Müslüman da doğrudan
Cennete giremez.)
(Kibirden de uzak olduğu halde ölen Cennete girer.) [Tirmizi] (Diyelim
ki bir canide kibir yok ama her kötülük var, bu adam doğrudan Cennete
girebilir mi? Demek ki bunları açıklamak gerekir.)
(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni
Mace] (Bu kimse, kibirli, hain, kul ve hak borçları varsa veya imanı yoksa nasıl
Cennete girer?)
(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi] (Bir
kadın her türlü melaneti yapsın, sırf kocası razıdır diye doğrudan Cennete
gidebilir mi? Burada kocaya itaatin önemi bildirilmektedir. Kocasını razı
ederse, diğer işleri kolaylaşır demektir.)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak
anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız
bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz.
Ehl-i kitap hariç, gayrı müslim keserse veya kendiliğinden ölürse, leş olur,
yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca bid’at fırkaların hangi
şartlar altında Cennete gideceği anlaşılır.
51
www.dinimizislam.com
Sual: Bazı hadislerde şu on kısım, dokuzu şöyle deniyor. Bunlar kesinlik
bildirir mi? Mesela (Haya on kısımdır. 9’u kadında, biri erkektedir) hadisi de
aynen böyle mi, yoksa bir açıklaması var mı?
CEVAP
Genelde bu ifadeler çoğunluğu bildirir. İlla on olması gerekmez. Bu genel
bir oranlamadır. Genelde kadın, erkekten daha hayalıdır anlamındadır.
Hayasız kadın olmaz veya kadından daha hayalı erkek olmaz anlamında
değildir. Mesela Eshab-ı kiram, Peygamber efendimiz için, (Resulullahın
hayası, bâkire İslam kızlarının hayalarından daha çoktu) buyuruyorlar.
Aşağıdaki hadis-i şeriflerde bilinenleri bu açıdan anlamak gerekir:
(İbadet on kısımdır; dokuzu helal kazanmak, biri de diğer
ibadetlerdir.) [Beyheki] (İbadetlerin kabul olması için helal kazanmanın önemi
bildiriliyor. Helal kazan da ibadet etmesen de olur denmiyor)
(Haya on kısımdır; dokuzu kadında, biri erkektedir.) [Deylemi]
[Kadınların daha hayalı olduğu bildiriliyor, kadın bozulunca, ailenin, cemiyetin
bozulacağına işaret vardır.]
(İlim on kısımdır; dokuzu Ali’de, biri diğer insanlardadır.) [Ebu
Nuaym] (Hazret-i Ali’nin ilminin çok olduğu bildiriliyor.)
(Hikmet [faydalı şeyler], on kısımdır. dokuzu uzlette, biri susmaktadır.)
[Beyheki] (İnsanlardan uzak duran, az konuşan insanın daha az günah
işleyeceği bildiriliyor.)
(Cimrilik on kısımdır; dokuzu Fars’ta, biri de diğer insanlardır.
Cömertlik ondur; dokuzu Sudan’da biri diğer insanlardadır. Kibir on
kısımdır; dokuzu Rum’da, biri diğer milletlerdedir.) [Hatib] (Cimriliğin
Fars’ta, cömertliğin Sudan’da, kibrin ise Rum’da daha çok olduğu bildiriliyor.)
(Rızkın dokuzu ticarette, biri de hayvancılıktadır.) [İbni Sa’d] (Ticaretin
önemi bildiriliyor. Bunların dışında da ticaret yolları yok demek değildir. Mesela
çiftçilik, terzilik, marangozluk, demircilik, hizmetçilik v.s.)
(Hayrın dokuzu Şam’da, biri diğer ülkelerde. Şam da fesada uğrarsa
sizde artık hayır kalmaz.) [Hatib] (Şam o zaman en uygun yerlerden imiş.
Şimdi Şam da bozuldu, Bağdat da...)
Tefsir-i kebir’de diyor ki:
Haset on kısımdır; bunların dokuzu din adamlarında bulunur. (Din
adamlarının daha çok haset ettikleri bildiriliyor.)
Dünya sıkıntıları on çeşittir; bunların dokuzu salihlerde bulunur.
(Salihlere daha çok sıkıntı, bela geleceği bildiriliyor.)
Zillet on kısımdır; dokuzu Yahudilerdedir. (O devirde Yahudilerin zillet
içinde yaşadıkları bildiriliyor.)
Tevazu on kısımdır; dokuzu Nasara’dadır. (O devirde Hıristiyanların
genelde alçakgönüllü oldukları bildiriliyor.)
52
www.dinimizislam.com
Şehvet on kısımdır; dokuzu kadında, biri erkektedir. (Şehvetin
kadında daha çok olduğu anlaşılıyor. Ama hayası da çok olduğu için birbirini
dengeliyor. Kadın hayasızlaşınca denge bozulur.)
Akıl on kısımdır; dokuzu erkekte, biri kadındadır. (Erkeklerin genelde
daha akıllı olduğu bildiriliyor. Bu, her erkek, her kadından akıllı demek değildir.
Peygamber efendimiz, (En akıllınız, Allah’tan en çok korkan, dinimizin emir
ve yasaklarına en güzel şekilde riayet edendir) buyurdu. Bir başka hadis-i
şerifte de buyuruldu ki:
(En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele
edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.)
[Taberani]
Kısacası sonsuz saadetini düşünen ve buna göre tedbirini alan daha
akıllıdır.
Müteşabih bir hadis
Sual: Din kitaplarında, (Musa aleyhisselam, Azrail aleyhisselamın
gözünü çıkardı) mealinde bir hadisten bahsediyorlar. Hem melekler nurani
varlıklardır gözleri çıkmaz, hem de, melekler de, Peygamberler de günah
işlemez. Bu hadis hakkında âlimler neler bildirmiştir?
CEVAP
Evet, Peygamberler de, melekler de günah işlemezler. Sünen Nesai’de bu
hadis-i şerifin, müteşabih hadislerden olduğu bildiriliyor. Müteşabih, görülen,
anlaşılan, meşhur olan manayı vermeyip başka mana verilmesi gereken âyet
ve hadis demektir. Yani bunların açık ve meşhur manalarını vermek, akla ve
dine uygun olmazsa, meşhur olmayan mana vermek, yani tevil etmek gerekir.
Mesela bir âyette mealen Resulullah efendimize buyuruluyor ki:
(Kanadını müminler için indir!) [Hicr 88]
Resulullahın kanadı mı var? Bu bir deyim, bir mecazdır. O halde bu âyetin
anlamı şöyle olur:
(Ey Habibim, müminlere merhamet et, şefkat göster, onlara karşı
tevazu sahibi ol!)
Böyle âyet ve hadis çoktur. Yukarıdaki hadis-i şerif de böyle müteşabih bir
hadistir. Türkçe’de de buna benzer deyimler vardır. Mesela, (Ali, Veli’nin
gözünden düştü) denince, gözüne çıkıp oradan aşağıya yuvarlandı demek
değildir. Ali, Veli’nin yanındaki itibarını kaybetti demektir.
İmam-ı Nevevi, Müslim şerhinde buyuruyor ki: (Musa aleyhisselam, Azrail
aleyhisselama münazarada üstün geldi) demektir. Mesela denir ki, (Falan,
filanın gözünü çıkardı) demek, delil ile onu yendi, susturdu demektir. Bir
hadis-i şerifte de, Musa aleyhisselamın, Âdem aleyhisselam ile münazara
ettiği ve Âdem aleyhisselamın galip geldiği de bildiriliyor.
Her milletin, zamana ve kendine mahsus deyimleri vardır. Deyimlerin o
günkü manalarını bilmeden, suizan etmek doğru olmaz. Mesela eli kolu uzun
53
www.dinimizislam.com
Arapça’da cömert demek iken, Türkçe’de hırsız demektir. İbrahim
aleyhisselamın eli kolu uzundu denince, hâşâ hırsız olduğu anlaşılmaz. Aksine
çok cömert olduğu anlaşılır. Bir hadis okuyunca, hemen görünüşe göre mana
vermek yanlış olur. Âlimlerin açıklamasına bakmak gerekir.
Hadis-i şeriflerle amel etmek
Sual: Sahih olduğu kesin bilinen bir hadisle amel etmemiz caiz midir?
CEVAP
Müctehid olmayan, hadisle amel edemez. (Kifaye)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Hadislerle amel etmek, bize caiz
olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı görünen hadis-i şerifler, âlimlerin
sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Mesela bir Hanefi’nin, [“İmam
arkasında Fatiha okumak farzdır. Bu konuda sahih hadis var” diyerek] imam
arkasında Fatiha okuması ilhaddır. (Mektubat 1/312, Mebde ve Mead 31)
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dindeki dört delil,
müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü
bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete,
hadise uymuyor görünse de yanlış değildir. Çünkü âyet ve hadis ictihad
isteyebilir, başka bir âyet veya hadisle değişmiş, neshedilmiş olabilir veya
bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94)
Şimdi bir hadis kitabı okuyan, ya hadise uydurma der veya kendi aklına
göre, yanlış hüküm çıkarır. Her ikisi de felakettir. O halde bir Müslümana
yapılacak en büyük bir kötülük, (Hadisten veya mealden dinini öğren)
demektir. Sahih olan şu hadis-i şeriflere ve mezheplerdeki hükümlerine
bakalım:
1- (Deve eti yemek abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
(Sadece Hanbelî’de bozar.)
2- (Zekerine dokunanın abdesti bozulur.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
(Tek Hanefi’de bozmaz.)
3- (Zekere dokunmak abdesti bozmaz.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
(Tek Hanefi’de bozmaz.)
4- (Fercine dokunan kadının abdesti bozulur.) [Beyheki] (Yalnız
Şâfiî’de bozulur.)
5- (Kan aldırmak abdesti bozmaz.) [Beyheki] (Yalnız Hanefî’de bozar.)
6- (Akar kan abdesti bozar.) [Beyheki, Dâre Kutnî] (Tek Hanefî’de
bozar.)
7- (Besmelesiz abdest olmaz.) [Ebu Davud, Tirmizi, Beyheki, Hâkim]
(Besmele yalnız Hanbelî’de farzdır.)
8- (Deniz hayvanları helaldir.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Yalnız
Hanefi’de deniz haşaratı yenmez.)
54
www.dinimizislam.com
9- (Ateşte ısınmış şey abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, İ. Mace,
Tirmizi, Nesai] (Bu, hiçbir mezhepte bozmaz. İzahı Mizanı Kübra’da vardır.)
10- (Fâtihasız namaz olmaz.) [Buhari, Müslim] (Fâtiha, 3 mezhepte farz,
Hanefî’de farz değil.)
Görüldüğü gibi, farklı hükümler var. Mesela zekere dokunmak abdesti
bozar diye de, bozmaz diye de hadis var. Bir kimse hangisiyle amel edecek ki?
Onun için herkes kendi mezhebine uymalıdır.
Mezhebin hükmüne uyulur
Sual: İbni Âbidin, Hindiyye, Dürer gibi muteber eserlerdeki bazı hadis-i
şerifler âyetlere zıt gibi görünüyor. Mezhebimizin bazı hükümleri de hadislere
zıttır. Bu durumda ne yapmalı?
CEVAP
Önce kısaca ölçüyü verelim:
1- Hadis, âyete zıt olmaz. Zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Çünkü
âyeti en iyi Resulullah anlar. Resulullah'ın açıklaması âyetin tefsiri olur.
2- Bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne
uyulur. Çünkü mezhebimizin âlimleri, hadis-i şerifleri elbette bizden daha iyi
bilir. Vâris olan âlimlerin farklı ictihadları da, yine Resulullah'ın emrine göredir.
Nasıl ki Allahü teâlâ Resulünü yetkili kıldı, Resulullah da vârislerini yetkili kıldı.
Dört mezhep ve farklı hükümler olmayıp tek hüküm olsaydı, Müslümanların
hâlleri çok zor olurdu. Şimdi bir insan, kendi mezhebine göre yapması
gerektiği halde yapamadığı bir şeyi, başka bir hak mezhebe göre yapabiliyor.
Bu nimete karşı çıkılmaz.
Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak
amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak,
verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır.
(Kifaye)
Müctehid olmayanın dindeki bu hükümleri hadis-i şeriflerden anlaması
mümkün olmaz. Bunun için, müctehid olmayan, hadis kitabı okursa, ya
hadislerin uydurma olduğunu zanneder veya kendi aklına göre, yanlış bir
hüküm çıkarır. Her ikisi de felaketine sebep olur. O halde bir Müslümana
yapılacak en büyük kötülük, (Kütüb-i sitteyi al, hadisleri oku ve buradan dinini
öğren) veya (Kur’an meali oku, dinini asıl kaynaktan öğren) demektir. Bu, bir
hastaya, (Falan hastaneye git, ameliyathanesinde, her türlü lüzumlu alet
vardır, kendi kendini ameliyat et) veya (Falan ilaç fabrikasına veya falan ilaç
ecza deposuna git, orada her türlü ilaç var, bulduğunu, beğendiğini iç, tedavi
ol) demekten daha beterdir.
Peki, mezhep imamları âyet ve hadise uymamışlar mı? Onlar âyet ve
hadisi bizim kadar anlamamışlar mı? Ne diye o yetkili âlimlere değil de, kendi
55
www.dinimizislam.com
anlayışımıza uyuyoruz? Günlük işlerde bile, işin ehline gidiliyor. Kendi kendini
ameliyat eden, kendi ilacını kendi yapan var mı?
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın) mealindeki
âyet-i kerime için Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Burada
Allah’ın ipinden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh
âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin
yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullah'ın ve Hulefa-i raşidinin yoludur.
Bu yola tâbi olmayan, bid'at ehli olur, Cehenneme gider. (Tahtavi)
Sual: Herkese Lazım Olan İman kitabında, (Müctehid olmayan bir
Müslüman, bir sahih hadis öğrenip, mezhep imamının buna uymayan
hükmünü yapmak kendine ağır [güç] gelirse, bu müslümanın, dört
mezhep arasında, bu hadise uygun ictihad etmiş olan müctehidi arayıp
bulması ve bu işini onun mezhebine göre yapması lazımdır) deniyor. Biz
hadislere göre amel edebilir miyiz?
CEVAP
Bu ifade, hadis-i şerifle amel etmeyi değil, ihtiyaç halinde başka mezhebi
taklit etmeyi bildiriyor. Mesela, aç kalıp midyeden başka yiyecek bir şey
bulamayan kimse, (Denizden çıkan her hayvan yenir) hadis-i şerifine göre,
ictihad eden mezheplerden birini taklit ederek, deniz haşaratını yemesi caiz
olur anlamındadır. Yoksa sahih hadis var diye, kendi mezhebine aykırı hareket
edemez. Çünkü Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin
hükmüdür. Çünkü, onlar, Nasstan yani âyet ve hadisten hüküm çıkaramaz.
Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de, yine o
mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh
edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika)
Resulullahı örnek almak
Sual: İbadetlerimi Peygamberimizin hareketlerine göre düzeltmek
istiyorum. Namaz kılarken Hazret-i Ebu Bekire uyduğu zaman, imam
arkasında Fatiha okumuş muydu? Okumuşsa bizim de okumamız lazım
olduğu için soruyorum. Bunun gibi Peygamberimiz kadına dokununca veya
cildinden kan çıkınca abdest almış mıdır?
CEVAP
Bu çok yanlış bir sual. Kur’an ve sünnetten başka delil tanımayan
mezhepsizlerin suallerine benzemektedir. Bu sual birkaç yönden yanlıştır:
1- Dinimizde dört delil vardır. İkisini inkâr etmek, bir hak mezhebe
bağlanmamak dalalettir. Mezhebimizin hükmü nedir diye sual edilmesi
gerekirdi.
2- Resulullah efendimizin statüsü, konumu farklıdır. Ona farz olan, bize
farz olmayabilir. Mesela teheccüd namazı ona farz, bize nafiledir.
56
www.dinimizislam.com
Ona haram olan şeyler bize caiz olabilir. Mesela şiir yazmak, şiir
söylemek, soğan sarımsak yemek Resulullaha caiz değil idi. Bize caizdir.
Demek ki Onun yapmadığı ölçü değil, bize izin verip vermediği ölçüdür.
Ona caiz olan bazı şeyler, bize caiz olmayabilir. Mesela Resulullah
efendimiz, boşadığı kadınla evlenmesi caiz idi. Bize caiz değildir.
Bir kimse ölünce, hanımı başkası ile evlenebilir. Ama Resulullahın
hanımları başkası ile evlenemez. Çünkü onlar müminlerin anneleridir.
Demek ki Resulullah efendimizin bizzat yapıp yapmadığı değil, bize yapın
veya yapmayın dediği ölçü olur. Bunu da biz bilemeyiz ancak müctehid âlimler
bilir. Onun için herkes mezhebinin hükmü ile amel eder. (Resulullah böyle
yaptı veya yapmadı) diyerek kendi kafasına göre hüküm veremez.
Tahkik eden mezhepsiz
Sual: Bir kimse, (Mezhebe körü körüne uymam, taklit değil tahkik ederim,
doğru olanlarına uyarım) dese, bu kimse mezhepsiz olur mu?
CEVAP
Mezhepsizlik zaten budur. Günümüzde âyet-i kerimeden ve hadis-i
şeriften kendi anladığına uyup, mezhebine uymayan kimse, mezhepsizdir.
Böyle yapmak, mezhep âlimlerinin âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri
anlayamadığını sanmak, yani onları cahil bilmek olur.
Bir mezhebi beğenmeyerek ondan çıkmak, Selef-i salihini cahil bilmek,
beğenmemek olur. Buna da âlimlerimiz küfür olur demişlerdir.
(Es-Savi) tefsirinde, Kehf suresinin 24. âyetinin tefsiri haşiyesinde
buyuruyor ki:
Dört mezhepten olmayan kimsenin sözü, sahih olan hadis-i şerife yahut
âyet-i kerimeye uygun görünse de, buna uymak caiz değildir. Dört mezhepten
birinde olmayan kimse sapıktır. Başkalarını da, hak yoldan ayırır. Dört
mezhepten ayrılmak küfre kadar gider. (Hidayet-ül-muvaffıkin s. 65)
Âlimlere uymayan, şeytana uymuş olur
Sual: Kabul olan hac sayesinde, kul borcu ve namaz, oruç gibi farzların
ödenmedikçe affedilmeyeceği söyleniyor. Halbuki şu hadis-i şerif, bunların da
affedileceğini göstermiyor mu? Resulullah, Arefe akşamı ümmeti için dua etti.
Allahü teâlâ (Onları mağfiret ettim. Ancak zalimler hariç, çünkü
zalimlerden mazlumun hakkını alacağım) buyurdu. (Ya Rabbi, dilersen
mazlumu cennette razı edici nimetler verirsin, zalimleri de af etsen…)
diye duaya devam etti. Fakat kabul olduğu bildirilmedi. Sabah Müzdelife’de
aynı duayı tekrarlayan Resulullah efendimizin tebessüm ettiği görüldü. Sebebi
sorulduğunda buyurdu ki: (Allahü teâlânın, duamı kabul edip ümmetimi
mağfiret ettiğini İblis öğrenince, başına topraklar saçarak feryat etmeye
başladı. İşte onun bu hali beni güldürdü.) [İbni Mace, İ. Ahmed, Kurtubi]
CEVAP
57
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, (Resulüme itaat edin, Ona itaat bana itaattir,
bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor. Resulü de (Âlimler benim
vârislerimdir) buyuruyor.
Demek ki işin önemi çok büyük, âlimlere uymakta çok büyük fayda,
uymamakta ise, çok büyük zarar vardır. Bu zarar, insanı bid’atten küfre kadar
götürür.
Mesela aşağıdaki hadis-i şerifleri de okuyan insan, her türlü günahı
işleyip, hiç bir ibadet yapmayıp, sadece üç estağfirullah okumakla, abdest
almakla bütün günahlardan kurtulduğunu zanneder. Halbuki bu dine aykırıdır.
Günahların affolduğunu bildiren hadis-i şerif meallerinden bazıları
şöyledir:
(Her namazdan sonra; 3 kere "Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüv
el-hayyel-kayyume ve etubü ileyh" okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni
Sünni]
(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullahelazim ellezi la
ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, bütün günahları
affolur.) [İbni Sünni]
(Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları
affolur.) [Müslim]
(Günde beş vakit namaz kılanın bütün günahları temizlenir.) [Buhari]
(İşrak vakti iki rekat namaz kılanın bütün günahları affolur.) [İ.Ahmed]
(Abdest alan bütün günahlardan temizlenmiş olur.) [Müslim]
(Arefe günü, bin "İhlas" okuyanın bütün günahları affolur.) [Ebuşşeyh]
(Karada şehid olanın borçları ve emanetleri hariç, bütün günahları
affolur. Denizde, suda boğularak ölen şehidin ise, borç ve emanetleri de
dahil bütün günahları affolur.) [Ebu Nuaym]
(Hacca giderken veya gelirken ölenin, bütün günahları affolur.)
[İsfehani]
(Bir kimse, [karşısındaki pişman olunca] alış verişi fesheder, malı geri
alırsa, Hak teâlâ onun günahlarını affeder.) [Hakim]
(İki müslüman, selamlaşıp müsafeha eder ve bir de bana salevat-ı
şerife okursa, anadan yeni doğmuş gibi bütün günahları temizlenir.)
[R.Nasıhin]
(Kendi ihtiyacı olan bir şeyi başkasına verirse, Allahü teâlâ onun
günahlarını affeder.) [İbni Hibban]
(Ramazan orucunu tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin bütün
günahları affolur.) [Nesai]
(Sevabını umarak kadir gecesini ibadetle geçirenin geçmiş ve
gelecek günahları affolur.) [İ.Ahmed]
Hadis-i şeriflerin açıklamasında buyuruluyor ki:
58
www.dinimizislam.com
Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın,
bütün günahları affolursa da, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz.
Bunları kaza ederek, ödeyerek borçtan kurtulmak gerekir. (Hadika)
Böyle bütün günahların affedilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip
olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan
vazgeçmesi şarttır. Kul hakkı önemlidir. Bir hadis-i şerif meali:
(Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü
ahirette paranın pulun değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi
sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna
yüklenir.) [Buhari]
Hud suresinin (Hasenat, günahları yok eder) mealindeki 114.âyeti,
farzın terkinden hasıl olan geciktirme günahı, o farz kaza edilince, af olur
demektir.
Âlimlere uymak vaciptir
Sual: Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek şirk ve bid’at iken, niye
âlimlere ve mezheplere uyuluyor ki?
CEVAP
Bu, cevabı bir kitap olacak kadar uzun, izah isteyen bir sualdir. Kısaca
bildirelim. Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek dinin emridir, şirk ve
bid’at değildir. Bu husus, âyetlerle ve hadislerle sabittir.
Resulullahın vârisleri olan âlimler buyuruyor ki:
Dinin hükümlerini bizim gibi cahillere, derin âlimler ve olgun salihler
bildirdi. Bunlar, Muhaddisler ve Müctehidler’dir. Hadis âlimleri, hadis-i
şerifleri inceleyip, sahih olanlarını ayırmışlardır. Müctehidler de, âyet-i
kerimelerden ve hadis-i şeriflerden ahkâm çıkarmışlardır. Biz, ibadetlerimizi ve
bütün işlerimizi bu ahkâma uygun olarak yapıyoruz. (Üsul-ül-erbea
fi-terdidil-vehhabiyye)
Avamın [müctehid olmayanın], bir hadis-i şerif işitince, bundan kendi
anladığına göre iş yapması caiz olmaz. Ya onun anladığından başka mana
verilmesi gerekir veya mensuh [yürürlükten kaldırılmış] olabilir. Müctehidin
fetvası ise, böyle şüpheli değildir. (Kifâye)
Avamın Eshab-ı kiramı taklit etmekten men olunmalarını ve bunların,
İslamiyet’i açıklayan, sözleri kolay anlaşılan, kısımlara ayırmış olan âlimlere
uymaları
lazım
olduğunu,
âlimlerimiz
sözbirliğiyle
bildirdiler.
(Müsellem-üs-sübut, Fevatih-ur-rahemut)
İmam-ül-Haremeyn, Burhan kitabında, (Avam Eshab-ı kiramın
mezheplerine uymamalı. Dört mezhep imamının mezheplerine tâbi olmalı)
buyurdu. (Şerhi minhac-ül-üsul)
İslam âlimlerinin yukarıda yazılı icmalarına uymayanların sapık oldukları
anlaşılır. Çünkü Eshab-ı kiram, cihadla, İslamiyet'i yaymakla uğraştıkları için,
59
www.dinimizislam.com
tefsir ve hadis kitapları hazırlamaya vakit bulamadılar. Resulullahın nuru,
Onların mübarek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitaptan öğrenmeye
ihtiyaçları kalmadı. Her biri, bu nurun kuvvetiyle doğru yolu bulurdu. Asırların
en iyisi olan saadet asrı bitince, fikirlerde, bilgilerde ayrılıklar hâsıl oldu.
Eshab-ı kiramdan ve Tabiinden nakledilen haberler, birbirlerine uymaz oldu.
Hak yolu arayanlar şaşırdılar. Allahü teâlâ, lütfederek, bu ümmet arasından
salih, dört âlimi seçti. Nasslardan hüküm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsan
etti. Bunların taklit edilmesini emrederek bütün Müslümanların hidayete
kavuşmalarını istedi. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey iman edenler, Allaha itaat edin, Resule itaat edin ve Ülül-emrinize
itaat edin!) [Nisa 59]
Burada Ülül-emir, ictihad derecesine yükselmiş olan âlimler demektir.
Böyle âlimler de, herkesin bildiği dört hak mezhebin dört büyük imamıdır. Bu
âyetteki ülül-emir denilen üstün kimselerin, müctehid oldukları yine âyetle
bildiriliyor:
(Resule veya ülül-emre sorsalardı, onlar bilirdi.) [Nisa 83]
(Ülül-emir, hâkimler, valiler demektir) sözü, nasslardan ahkâm çıkarabilen
hâkimler içindir. Bunlar, âlim oldukları için, Ülül-emirdirler. Hâkim oldukları için
değil! Dört halife ve Ömer bin Abdülaziz böyleydi. Cahil, fâsık veya kâfir olan
emirler böyle değildir. Onların dine aykırı emirlerine itaat edilmez. Bir âyet-i
kerime meali:
(Bir şeyi ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!)
[Lokman 15]
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ülül-emir, fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
İbni Abbas da, (Ülül-emir, fıkıh ve din âlimleridir) buyurdu. (İtkan, Müslim
şerhi, Tefsir-i kebir)
Âyetlerin, hadis ve tefsir âlimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere itaat
etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhepsizlerin (Allah’tan ve
Peygamberden başkasına itaat etmek şirk ve bid’attir) sözlerinin bozuk ve
saçma olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu konuda birçok hadis-i şerif de
vardır:
1- Resulullah, Muaz bin Cebeli Yemene hâkim olarak gönderirken,
(Orada nasıl hüküm edeceksin?) buyurunca, Allah’ın kitabıyla dedi. (Allah’ın
kitabında bulamazsan?) buyurdu. Allah’ın Resulünün sünnetiyle dedi.
(Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?) buyurunca, ictihad ederek
anladığımla dedi. Resulullah, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup,
(Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına
uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi) [Ülül-emrin müctehid
demek olduğunu ve buna itaat edenden Resulullahın razı olduğunu, bu hadis-i
şerif açıkça göstermektedir.]
2- Bir hadis-i şerif meali:
60
www.dinimizislam.com
(İlim üçtür: Âyet-i muhkeme, Sünnet-i kaime ve Farida-i adile.) [Ebu
Davud, İbni Mace]
Mişkat şerhi, bunu şöyle açıklıyor:
Farida-i adile, Kitaba ve sünnete uygun ilimdir. İcma’a ve Kıyasa işarettir.
Çünkü İcma ve Kıyas, Kitaptan ve Sünnetten çıkarılmaktadır. Bunun için, İcma
ve Kıyas, Kitapla ve Sünnetle eşit tutuldu, Farida-i adile denildi. Böylece,
ikisiyle amel etmenin vacib olduğu tembih edildi. Hadis-i şerifin manası, (Dinin
kaynağı dörttür: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas) demek oldu.
(Eşiat-ül-lemeat)
3- Hazret-i Ömer, müctehid olan Şüreyh’i kadı olarak gönderirken buyurdu
ki:
Allah’ın kitabında açık olarak bildirilene bak! Bunu başkasından sorma!
Burada bulamazsan Resulullahın Sünnetine uy! Burada da bulamazsan,
ictihad et ve anladığına göre cevap ver!
4- Hazret-i Ebu Bekre davacı gelince, Allahü teâlânın kitabına bakardı.
Burada bulduğuna göre hükmederdi. Burada bulamazsa, Resulullahtan
işittiğine göre cevap verirdi. İşitmemişse, Eshab-ı kiramdan sorup, onların
icmasıyla hüküm verirdi.
5- Abdullah ibni Abbas’a bir şey sorulunca Kur'an-ı kerimde bulup, cevap
verirdi. Kur'an-ı kerimde bulamazsa, Resulullahtan işittiğini söylerdi.
İşitmemişse, hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’e sorardı. Cevap alamaz ise,
kendi reyi ile bulup hükmederdi.
Müctehid âlimlere sormak, dört mezhep imamlarına sormak demektir.
Birkaç vesikası şöyledir:
Bir mezhebi taklit etmenin vacib olduğunu gösteren dört delil:
1- Birinci delil:
Eshab-ı kiramın asrından ve ondan sonraki asırdan bu zamana kadar,
bütün Müslümanlar dört mezhepten birini taklit etti. Bunda icma hâsıl oldu. Şu
hadis-i şerifler icmanın sahih olduğunu göstermektedir:
(Ümmetim dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme
gider.) [İbni Asakir]
(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]
2- İkinci delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71]
Kadı Beydavi hazretleri, bu âyet-i kerimenin tefsirinde, (Her ümmeti
Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırırız) buyuruyor.
Medarik’te de böyle yazılıdır.
Mealim-üt-tenzil tefsirinde, (İbni Abbas, kendilerini dalalete veya
hidayete sürükleyen devlet reisleriyle çağrılır dedi. Said bin Müseyyib ise, her
61
www.dinimizislam.com
kavim, kendilerini hayra ve şerre sürükleyen reislerinin yanına toplanırlar dedi)
demektedir.
Tefsiri Hüseyni’de ve Ruh-ul-beyan’da (Mezhebinin imamıyla çağrılırlar.
Mesela, ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) demektedir.
Bundan anlaşılıyor ki, kâmil olan imamlar kendilerine tâbi olanlara şefaat
edeceklerdir. Demek ki, kıyamet günü, herkes mezhep imamının ismiyle
çağrılacaktır. İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep
imamlarının her biri böyle yüksekti. Allahü teâlâ, Lokman suresinin 15.
âyetinde, (Bana inabet edenin yoluna tâbi ol) buyurdu. Bu dört büyük
imamın, Allahü teâlâya inabet etmiş oldukları sözbirliğiyle bildirilmiştir.
3- Üçüncü delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp
müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan
Cehenneme sokarız!) [Nisa 115]
İmam-ı Şafii’ye, İcma’ın delil olduğunu gösteren âyet hangisidir diye
sorulduğunda, cevap olarak, bu âyeti gösterdi. Bu âyet, müminlerin yolundan
ayrılmayı haram ettiği için bu yola uymak vacib yani farz olur.
Medarik tefsirinde, bu âyet açıklanırken, (İcma’ın delil olduğunu ve
Kitaptan, Sünnetten ayrılmak caiz olmadığı gibi, icmadan ayrılmanın da caiz
olmadığını bu âyet göstermektedir) buyurulmaktadır.
Beydavi tefsiri de, bu âyeti açıklarken, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın
haram olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu
yola uymak vacib yani farz olur) buyuruyor.
Bu ümmetin salihleri, âlimleri, (Bir mezhebi taklit etmek vacib yani şarttır.
Mezhepsiz olmak büyük günahtır) dediler. Âlimlerin bu sözbirliğinden ayrılmak,
bu âyetten ayrılmak olur. Bir ayet-i kerime meali de şöyledir:
(Siz, insanlar için hayırlı ümmetsiniz! Emr-i maruf ve nehy-i münker
yaparsınız.) [Âl-i İmran 110]
Bu ümmetin âlimleri mezhepsizliğin kötü olduğunu bildirdiler.
Mezhepsizliği tavsiye edip, âlimlerin sözlerinden ayrılan, bu âyet-i kerimeyi
inkâr etmiş olur.
Bazı mezhepsizler, (Edile-i şer’iyye)nin dört kaynağından yalnız ikisine
uyduklarını söylüyorlar. Diğer ikisini kabul etmiyorlar. Böylece, Müslümanların
yolundan yani, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) yolundan sapıyorlar.
4- Dördüncü delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun!) [Nahl 43]
Bu âyet-i kerime, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin,
bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Âyet-i kerimede, herkesten ve
din cahillerinden değil, âlimlerden sormak emrolunmaktadır. Bunun için, bir
kimse, yapacağı şeyi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde arayamaz,
62
www.dinimizislam.com
mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenmesi gerekir. Okuyup
öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehide uymazsa
mezhepsiz olur.
Dört mezhebe uymak
Sual: İşlerimizin bir kısmını Hanefi’ye, bir kısmını Maliki’ye, bir kısmını
Şafii’ye, bir kısmını da Hanbeli’ye uyarak yapsak dört mezhebin dördüne de
uymuş olmaz mıyız?
CEVAP
Hayır uymuş olmayız. Hatta hiçbirine inanmamış oluruz. Hatta, hepsinin
yani dinde söz sahibi mutlak müctehidlerin üzerinde kendimizi görmüş ve buna
göre hareket etmiş oluruz.
Din kitaplarımızda buyuruluyor ki:
Bir işi bir mezhebe göre yapmaya başladıktan sonra, bu işi ve buna bağlı
olan işleri yapmaya devam ederken, bu mezhebi taklit etmekten vazgeçmenin
yasak olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbnül Hümam Tahrir-ül-üsul,
İbnül-Hacib Muhtasar-ül-üsul, Alâüddin-i Haskefî Dürr-ül-muhtar)
Bir mezhebi taklit edenin, hep ona tâbi olması vaciptir. Zaruret olmadıkça,
başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir mezhebe göre amel edenin,
bu mezhepten ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir.
(Bahr-ür-raık)
Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi
gerekir. (Müsellem-üs-sübut)
Ayn-ül-ülaya yükselmemiş bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi
vaciptir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (İmam-ı
Şarani Mizan s.24)
Aminin [müctehid olmayanın] mezhep değiştirmesi caiz değildir. Dilediği
bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar s.283)
Müctehid olmayan din adamının, hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi
caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem
olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid, Muhtasar)
Bir kimsenin, taklit ettiği mezhebi, yani ona uygun iş yapmaya başladığı
mezhebi terk etmesinin caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbni Hümam
Tahrir)
İbadetlerde ve ictihad ile yapılan işlerde, dört mezhepten birini taklit eden
kimse, böyle yaptığı işi, Allahü teâlânın emrine uygun olarak yapmış olur.
(Mevlana Abdüsselam Cevhere şerhi)
Taklit etmekte olduğu mezhebe uygunsuz iş yapmaya, hiçbir âlim caiz
demedi. (Kimya-yı saadet)
İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur. Bir kimse, bu dört
yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve
63
www.dinimizislam.com
başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. İşlerinin düzenini bozmuş, doğru
yoldan ayrılmış olur. Âlimlerin sözbirliği ve ahir zamanda Müslümanlara en
uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle
olur. Herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan
sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şüphesiz, birinci mezhebe
suizan etmek olur. İşler ve sözler bozulur, karışır. Sonra gelen âlimler, bunu
sözbirliği ile bildirdiler. Doğrusu da budur, hayır bundadır. (Abdülhak-ı Dehlevi
Sıfr-üs-seadet şerhi)
Mutezile gibi, hak yolun çeşitli olduğuna inananlar, aminin [cahilin]
mezhepleri dilediği gibi karıştırabileceğini söylediler. Ehl-i sünnet âlimleri,
aminin belli bir imama uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu
uzun anlatmaktadır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp,
bunları yapmaya, mezhepleri Telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Said bin
Mesudün Tahavi şerhi bu hususu ayrıntılı şekilde anlatmaktadır. (İmam-ı
Kuhistani Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Mezheplerden faydalanmak
Sual: Bir mezhebe bağlanmadan, bütün mezheplerden faydalanmak caiz
midir?
CEVAP
Caiz değildir. Herkesin bir mezhebinin olması lazımdır. Bir mezhebi olanın
da, harac, sıkıntı olmadıkça, bir işi bir mezhebe göre, başka bir işi de başka
mezhebe göre yaparak, mezhepleri karıştırması caiz olmaz. Bir kimse, dört
mezhepten hangisini seçmişse, o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, harac, sıkıntı
olmadıkça, her işinde o mezhebe uyması lazımdır. (M. Nafia)
Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Her Müslümanın yalnız
bunlardan birine uyması şarttır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları
bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya telfik denir ki,
caiz değildir. (Hadika)
İki mezhebi telfîk edenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliğiyle
bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe
göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu
mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci
mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini cahil saymak
küfürdür. (F. Bilgiler)
Eski ve yeni âlimler
Sual: Mezheplere inanmayan biri, (Eskiden İmam-ı Buhari sadece Buhari
kitabını biliyordu, diğer muhaddisler de böyledir. Şimdi gelen insanlar bütün
hadis kitaplarını biliyor. Şimdikiler onlardan yüzlerce defa âlimdir. Sahabe ise
64
www.dinimizislam.com
zaten çok az şey biliyordu. Şimdiki insanlar çok daha âlimdir) diyor. Sözlerinde
doğruluk payı var mı?
CEVAP
Hiç doğruluk payı yoktur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar
[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler
[Tabiin]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i
tabiin]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine,
işlerine inanmayın.) [Buhari]
Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça onlara itibar
edilmez.
(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar
hep bozulur.) [Hadika]
Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün
değildir.
(Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve
hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç
kıymet vermez.) [Buhari]
Sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir.
(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik
olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi]
Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hali ne olur?
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
Gittikçe ilim azalacaktır.
(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle
suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Eski âlimleri hadis bilmez diye suçlayanlar, ilimden haberi olmayan
cahillerdir.
Eshab-ı kiramın üstünlüğüyse zaten tartışılmaz. Her bakımdan üstün, her
bakımdan âlim ve hepsi de Cennetlik insanlardı. Bir âyet-i kerime meali:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı
kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan eshab-ı kiramdan
dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir. Fakat hepsi
için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)
[Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy]
(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti]
65
www.dinimizislam.com
Dine hizmet etmek, ilim ile, iman ile, ihlas ile, can ve mal vermekle olur.
Başkaları bu mertebeye ulaşamaz. Sonrakiler, Eshab-ı kiram gibi nasıl üstün
olabilir?
Müctehid ve müceddid
Sual: Müctehid ve müceddid ne demektir? Herkesçe bilinen müceddidler
kimlerdir?
CEVAP
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini,
toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de
anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir.
Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da
kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselam,
kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak
değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler
de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni
olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler.
Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. (S. Ebediyye)
Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan
hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini
eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir
müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler) buyuruldu. Mesela, sultanlar
içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i
Kerhi, esrar bilgilerinde İmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler
göstermekte, Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat,
hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta
İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına,
kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife)
Âyetle hadis çelişirse
Sual: (Hadisimi Kur’anla karşılaştırın. Kur’ana uyarsa o söz
benimdir, uymazsa benim değildir) hadisine uyarak, âyetle çelişen
hadislerin hepsini hadis kitaplarından ayırmak gerekmez mi?
CEVAP
Bir kere hadis kitaplarında Kur’an-ı kerime aykırı hadis-i şerif bulunmaz.
Bir hadis âlimi, bir hadis-i şerifin Kur’ana aykırı olduğunu bilememişse, biz
nasıl bileceğiz? Kur’an-ı kerimi bilmeyen nasıl muhaddis olur?
Aslında şöyle düşünmek gerekir: Bir âyetle bir hadis çelişkili gibi
görünürse, hadis-i şerifi esas almalı; çünkü Kur’an-ı kerim Resulullah
efendimize inmiştir, o âyetteki manayı en iyi o bilir. Öyle ise, o hadis-i şerif o
âyete aykırı değildir, belki açıklamasıdır.
66
www.dinimizislam.com
Bunun gibi, mezhebimizin bir hükmü, bir hadis-i şerifle çelişir gibi
görünürse, mezhebimizin hükmünü almamız gerekir. Mezhebimizin âlimleri bu
hadis-i şerifi anlayamamış denilemez. Bir örnek vermek gerekirse, hadis-i
şerifte, (Denizde yaşayan her canlı yenir) buyurulurken, mezhebimizin
âlimleri, bu hükümden deniz haşaratını istisna tutmuştur. Bunun gibi,
(İstanbul’da Şişli’de Ramazanda herkes oruç yer) dense, bunun istisnalarının
da olacağı mümkündür. İşin önemini belirtmek için, çoğu anlamında, herkes
dendiği olur.
Şu halde, bid’at ehlinin dediği gibi, (Mezhebimizin hükümlerini, hadislere
ve Kur’ana göre düzeltelim) demenin çok yanlış olduğu bu örneklerden
anlaşılmaktadır. Mezhepsizlerin oyununa gelmeyelim, mezhebimizin
hükümleriyle amel etmeye çalışalım. İmam-ı Rabbani hazretleri, mezhebin bir
hükmünü bir hadis-i şerife aykırı görerek, yani mezhebin o hükmünün yanlış
olduğunu kabul etmenin, mezhebinin hükmünü beğenmemenin, ilhad
olduğunu bildirmektedir. (Mebde ve Mead)
Delil aramak gerekir mi?
Sual: Herkesin, mezhebindeki hükümlerin delilini bilmesi gerekir mi?
CEVAP
Müctehidlerin bildirdiği hükümlerin delillerini, mukallidlerin araştırmaları,
anlamaları lazım değildir. (Redd-ül-muhtar)
Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas müctehidler için delildir. Mukallidler yani
dört mezhepten birinde olanlar için delil, bulunduğu mezhep imamının ictihadı
ve sözüdür; çünkü mukallidler, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun
içindir ki, mezhep imamının sözü, Nass’a yani âyet ve hadise uymuyor
göründüğü zaman, mezhep imamının sözüne uyulur; çünkü Nass ictihad
isteyebilir yahut başka Nass’la değişmesi, tevil edilmesi veya nesh edilmiş
olması mümkündür. Bunları da ancak müctehid anlayabilir. (Berika s.94)
Mezhebin hükmüne aykırı diye, hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz
olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin
sözlerini reddetmek için delil senet olamaz. Mukallidlerin bilgisi, bir şeyin helal
veya haram olmasına delil olamaz. Bir şeyin helal veya haram olması için,
müctehidin ictihadı lazımdır. (M. Rabbani 1/312, Mebde ve Mead 31)
Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç
sormazlardı. Eshab-ı kiram bunlara, yalnız ibadetlerin nasıl yapılacağını
öğrettiler. Delillerini aramalarını emretmediler. Delilsiz olarak taklit etmelerini
kâfi gördüler. Her işlerinde Eshab-ı kiramın izinde giden mezhep imamlarımız
da onlara uydular. Müctehid olmayanın, delil aramadan, dört hak mezhepten
birine tabi olması gerekir. (F. Bilgiler)
67
www.dinimizislam.com
Müctehide uymak
Sual: Ebu Hanife, (Resulullahın hadis-i şerifleri başımızın tacıdır.
Eshab-ı kiramın sözlerini arar, seçer ve onlara uyarız. Tabiinin sözleri ise,
bizim sözlerimiz gibidir) dediği gibi; zamanın halifesi, İmam-ı Malik’e,
(Eserin Muvatta’yı Kâbe’nin duvarına asalım, bütün Medine halkı bununla
amel etsin) dediğinde İmam-ı Malik, Resulullahın kabrini göstererek (Bu
kabrin sahibi dışında herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de)
diyerek bir mezhebe uymayı caiz görmediği halde, âyet ve hadisten başka delil
olduğunu söylemek nasıl uygun olur?
CEVAP
İki söz farklıdır. İmam-ı azamın sözü, kendisi gibi müctehid olan zatlar
içindir. Müctehid, başka müctehide uymaz, kendi ictihadına uyar. Onun için
farklı mezhepler meydana çıkmıştır.
İmam-ı Malik’in sözü de, herkesi tek mezhebe uymaya zorlamanın,
rahmeti daraltacağı, sünnete uymayacağını bildirmektedir; çünkü Peygamber
efendimiz, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruyor.
İnsanlar bir mezheple amel etmeye zorlanırsa, rahmet daralmış olur, rahmet
olan diğer mezheplerden istifade imkânı kalmamış olur. İmam-ı Malik, her
mezhep yaşasın, yalnız benim mezhebimle amel etmeye mecbur bırakmayın
buyurmuştur.
(Herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) sözü de, kendi gibi
müctehid âlimler içindir, bizim için değildir. Bizlerin ise, mezhebimize ve
mezhebimizdeki fetva verilen hükme uymamız şarttır. Bizim, mezhebimizdeki
müctehid âlimin sözünü almama gibi bir yetkimiz yoktur. Öyle olsaydı, Kur’an-ı
kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurulmazdı. Müctehid âlimlerin
Resulullahın vârisleri olduğu, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Vâris olan âlimlerin
bildirdiği hükümleri atmaya, kimsenin yetkisi yoktur. Hatta yetkili bir âlim bile,
diğer bir âlimin sözünü yetkisiz hale getiremez; çünkü (İctihad ictihadla
nakzedilemez) mecelle kaidesi meşhurdur.
Allah ve Resulü merhamet etti
Mezhebin lüzumu
Sual: Mezhep nedir, hak bir mezhebe tâbi olmayan ne olur?
CEVAP
Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin
mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din
bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf
marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere
68
www.dinimizislam.com
işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin
mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi.
Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu
müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her
yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları
Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir.
İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler.
Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini
taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını
istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu,
Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak
tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman,
vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha
kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine
göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece,
mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve
şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri,
yaşamaları güç olurdu.
Resulullahın yolu
Peygamber efendimizin yolu, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve
müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de, İcma-ı
ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu,
Redd-ül-muhtar’da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları
arasında icma hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir, inanmayan küfre
girer. (Mektubat 2/36)
İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]
Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey
bid’attir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete
girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]
Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni
müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın doğru
imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bid’at
fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir.
Fakat, İslamiyet’e zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve
Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü.
Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.
Mezhep ve rahmet
69
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin
nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça
bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha
girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle
işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din âlimleri
arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere,
Müctehid denir.
Dört mezhebin hali, bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir
işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri
toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen
uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır
der. O işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi
mezhebine benzer.
Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak,
o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler.
Bunlar da, Maliki mezhebine benzer.
Bazısı ise ifadeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu
da, Şafii mezhebine benzer.
Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile
karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbeli
mezhebine benzer.
Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru
ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri
olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları
için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini
yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle
uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip,
mükafat alır. Dört mezhebin hâli de buna benzer. Her mezhep imamı, doğru
yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Onlara
bu yetkiyi Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir.
Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve
Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve
başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri de bilseydik,
onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört
mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her
müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olur
buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten
birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi
hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir.
70
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerimdeki; (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin,
mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül
muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı]
Mezhep değiştirmek
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört
mezhepten dilediğini taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka
mezhebe geçmenin caiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka
mezhebin taklit edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe
ayrılmalarını ve bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade
buyurdu. Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı
olmasaydı Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda ayrılmayı
yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan)
Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve
kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı.
Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel
olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece,
her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.
Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da
mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç
kalmadı. (Hadika)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin
aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da,
müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu
taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört
mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi
mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka
bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar.
Ölçümüz ne olmalı?
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü
her sapık, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu sanır ve iddia eder.
Kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar.
Felakete gider. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen, (Kur'an-ı kerimde
bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete, doğru
yola ulaştırır) buyurdu. (Bekara 26)
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları mana doğrudur. Çünkü, bu manaları,
Selef-i salihinin eserlerini inceleyerek elde etmişlerdir. Doğru bilgileri bizlere
ulaştıran bunlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların
hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. Doğruyu bozuk
olanlardan ayırmasalardı, dalalete yuvarlanırdık. İslamiyet’i bozulmaktan
koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır,
herkesi de sapıtmaya çalışır.) [Müj.Mekt. 286]
71
www.dinimizislam.com
Mezheplere olan ihtiyaç
Bazıları, Hadislere değil, Kur'ana uymak gerekir diyor. Halbuki hadisler,
Kur’andan ayrı değildir. Kuran-ı kerimin açıklamasıdır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının!) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara açıkla!) [Nahl 44]
Âlimler de, âyetleri açıklayıp Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi,
Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi.
Ayrıca açıklamasını emretmezdi. Resulullah, Kur'an-ı kerimde, kısa ve kapalı
olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler
olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede
okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı,
orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları
Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz
açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı
kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana
çıkmıştır.
Mezhep nedir? Bir müctehidin edille-i şeriyyeden elde ettiği bilgilere, o
müctehidin mezhebi denir. Sahabelerin tamamı müctehid idi. Hepsinin de
mezhebi vardı. Mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her
yerine yayıldı. Dört mezhep arasında amelle ilgili farklı ictihadlar, işlerimizi
kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen
mezhebi seçer.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece,
mezhepler ortaya çıkmazdı. Her yerde, tek bir nizam olur, Müslümanların
halleri, yaşamaları güçleşirdi.
Bugün dört mezhepten birine uymak gerekir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve
diğer müctehidlerin mezhepleri tam olarak bilinmiyor. Dört mezhep, tam
bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, dört mezhepten birine
uymak şarttır. Mezhepler rahmettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir.)
[Beyheki]
(Âlimlere tabi olun!) [Deylemi]
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl
olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Mesela Şafiiler, hacda
kadına dokununca abdestleri bozulur. Bunun için Hanefi’yi taklit ederek
haclarını yapıyorlar. Bu apaçık bir rahmettir.
Çocuğun mezhebi
Sual: Eşlerden biri Hanefî, diğeri Şâfiî olursa, çocuğunun mezhebi ne
olur?
72
www.dinimizislam.com
CEVAP
Çocuk anne babaya tâbi değildir. Çocuk dört hak mezhepten hangisini iyi
biliyorsa veya hangisini doğru öğrenebileceği kaynak kitap varsa, o mezhebi
seçer.
Bir mezhebe uymak şarttır
Sual: (Herkesin, bir mezhebin tamamına uyma mecburiyeti yoktur. Her
mezhepten, uygun gördüğü hükümleri alabilir) deniyor. O zaman bu kimsenin
mezhebi ne olur?
CEVAP
Böyle söylemek ve böyle yapmak mezhepsizliktir. Din kitaplarımızda
deniyor ki:
Herkesin kendi mezhebine tâbi olması vacibdir [farzdır.] Zaruret
olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir kimsenin kendi
mezhebinden ayrılmasının caiz olmadığı, sözbirliğiyle bildirildi. (Bahr-ür-raık)
Büyük âlim İbni Emir Hac, Tahrir şerhinde, (Bir müctehidin sözüyle amel
edilir, ancak ihtiyaç olunca başka bir müctehidi taklit edilebilir) diyor.
(Redd-ül-muhtar)
Bir işi ve buna bağlı olan işleri bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebi
bırakmak
ittifakla
yasaktır.
(Tahrir-ül-üsul,
Muhtasar-ül-üsul,
Dürr-ül-muhtar)
Her Müslümanın ibadet ederken ve haramdan sakınırken, kendi
mezhebinin hükümlerine uyması lazımdır. (S. Ebediyye)
Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir.
Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (Mizan-ı kübra)
Müctehid olmayanın, mezhep değiştirmesi caiz değildir. Bir mezhebi taklit
etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar)
Bir kimsenin mezhebini bırakmasının caiz olmadığı ittifakla bildirildi.
(Tahrir)
Dört mezhepten birinde olan kimse, Allahü teâlânın emrine uymuş olur.
(Cevhere şerhi)
Mezhebine aykırı iş yapmayı, hiçbir âlim caiz görmedi. (Kimya-i saadet)
İslam’ın binası, bu dört direk üzerine kuruldu. Dilediği mezhebi seçtikten
sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, ilk mezhebe suizan olur. Sonra
gelen âlimler, bunu sözbirliğiyle bildirdiler. (Sıfr-üs-seadet şerhi)
Ehl-i sünnet âlimleri, avamın belli bir mezhebin belli bir imamına uyması
lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu uzun anlatır. Her mezhepte
mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri telfik
denir. Böyle yapan, fâsık olur. Tahavi şerhi bunu geniş şekilde anlatır.
(Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Allah’ın ipine sarılmak
73
www.dinimizislam.com
Sual: (Allah’ın ipine sarılan kurtulur. Allah’ın ipi de Kur’an olduğuna göre,
hadislere, fıkıh bilgisine ve mezheplere ihtiyaç yoktur. Mezhepler bid’attır)
diyenler oluyor. Mezhepsiz mi olmak gerekiyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın.)
[Al-i İmran 103]
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, itikadda parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak
bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru
imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette caiz
değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti,
yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer)
buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden
ayrılmışlardı; fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı
rahmettir) mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin
caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat
da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı
a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve
Hulefa-i raşidin’in yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i
naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki,
Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan,
bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)
Muhammedî mezhebi
Sual: Felsefeci bir yazar, (Allah bir, peygamber bir iken, dört mezhebin
meydana çıkması bölücülüktür, Muhammedî yola aykırıdır. Hak olan tek
mezhep Muhammedîliktir. Ben Muhammedî mezhebindenim) diyor. Böyle bir
mezhep mi var?
CEVAP
Böyle söylemek, ben süper mezhepsizim demektir. Hiçbir İslam âlimi
Muhammedîlik diye bir mezhep bildirmemiştir. Peygamber efendimiz, bu
ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını 72’sinin sapık olacağını, Cehenneme
gideceğini, yalnız bir fırkanın kurtulacağını, bu fırkanın ise Sünnet’e uyan ve
Eshab-ı kiramın yolunda giden kimselerin fırkası olduğunu bildirmiştir.
Ehl-i sünnet âlimleri de, bu bir fırkanın Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası
olduğunda icma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Amelde ise, dört mezhebin
hak olduğunda yine icma hâsıl olmuştur. İcma’ı inkâr edenlerin de kâfir
olacağını bildirmişlerdir. (Redd-ül muhtar)
74
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten
başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma
hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)
Din noksan değildir
Sual: “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir
değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. İctihad kapısı açılıp yeni ictihadlar
yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, bin yıl önce kurulan mezhep
devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi
bağlamamalı, böylece geri kalmışlıktan kurtulmalıyız” diyenler var. Bunlara
nasıl cevap vermeli?
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve
adete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla
değişmez) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
yapacakları
değişikliklerle,
dini
olgunlaştıracaklarını
(Bazıları,
zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin
nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını
iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kur'an-ı kerimde, mealen,
(Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim)
buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya]
çalışmak, bu âyete inanmamak olur.) [m.260]
İctihad kapısı, ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya
kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi
olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur. Milyonlarca
insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem
ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin
ilerlemiyoruz?
Mason Abduh ve çömezi Reşit Rıza gibi mezhepsizler, (mezhepler
birleşsin) dediler, mezhepleri kaldırmaya çalıştılar. İngiliz casusu Hempher de
aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler,
Herkes ictihad etmeli diyerek ehli olmayanların da ictihada yeltenmelerine
sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü
olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük
âlimler yetişmedi.
Bugün mutlak müctehide ihtiyaç da yoktur. Çünkü Allahü teâlâ ve onun
Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen
vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan
hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı.
Sonra gelen âlimler, bu hükümlerin, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir
75
www.dinimizislam.com
ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar
mevcuttur.
İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen
âyet ve hadisleri görünce ne yapacaktır? Âyete ve hadise şüphe ile bakabilir.
Dünya işlerinde bile ehli olmayan kimse, yaptığı işi başaramaz. Mesela,
Ehliyeti olan şoför olmalı diyene, Herkes araba kullansın demek doğru olur
mu? Herkes ameliyat yapmalı demek ne kadar saçmalıktır. Herkes Kur’an
meali ve hadis okuyup hüküm çıkarmalı demek daha tehlikelidir. Araba
kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat Kur'anı ve
hadisi anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi
ehline bırakmak kadar tabii ne olabilir? Biz, İş ehline verilmeli diyoruz.
Mezhepsiz ise, Herkes meal ve hadis okumalı, anladığı gibi amel etmeli
diyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını
istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır.
Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir.
Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir.
Tek hüküm ideal olsaydı
Sual: Mezheplere ayrılmak parçalanmak değil midir? Ehl-i sünnet ne
demektir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete
girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]
Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri
doğru yolda bulunan âlimler demektir. 73 fırka içinde Cehennemden
kurtulacağı bildirilmiş olan kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet fırkasıdır.
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Al-i imran suresinin, (Toptan Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp
ayrılmayın) mealindeki 103. âyet-i kerimesi, itikadda, inanılacak bilgilerde
parçalanmayın demektir. Yani nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru
imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette asla caiz
değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu.
İmam-ı Beyheki, (Müslümanlar bozulduğu zaman, önceki âlimlerin doğru
yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!) buyuruyor.
Necmeddin-i Gazzi de, (Ehl-i sünnet âlimi demek, Resulullahın ve Eshab-ı
kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. Sivad-ı a’zam, yani
İslam âlimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde
Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-i naciyye bunlardır)
buyuruyor. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi, fıkıh bilgilerinde de ayrılmayın
demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları,
76
www.dinimizislam.com
farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük
işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde
hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin [âlimlerinin] ayrılığı [ameli
mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde
ayrılması böyledir. [Âlimlerin amel, iş bilgilerinde çeşitli ihtisas kollarına
ayrılmaları da böyledir. Böylece; birçoğu hadiste, birçoğu tefsirde, çoğu da
fıkıhta, arabi bilgilerde yetişmişlerdir.] Bunun gibi sanat sahiplerinin çeşitli iş
kollarına ayrılmaları da rahmettir. (Hadika)
Müctehid âlimlerin farklı ictihadları olabilir. Birinin farz dediğine öteki
haram diyebilir. Bunlar da bizim için senettir. Biz onların ictihadlarına uymak
zorundayız. Hatalarından sorumlu değiliz. Kendileri de sorumlu değildir. Çünkü
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Âlim, [amele ait bilgilerde] ictihadında hata ederse bir, isabet ederse
iki sevap alır.) [Buhari]
Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer hak mezheptekileri kardeş bilir,
onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Amelde mezheplerin bir
olmayıp, çok olması, faydalıdır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği
gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara
yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Bir hastaya
bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor.
Tarlada ve fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes,
kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe
tamamen geçiyor.
Mezhepsizlerin, istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir
mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu.
Amellerde tek hüküm [mezhep] ideal olsaydı Resulullah efendimiz öyle
bildirirdi. Halbuki rahmet olduğu için kendisi de farklı bildirdi.
Hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan çıkar ve
durmazsa, abdestli duramaz ve her zaman abdest alması güç olacağından,
Şafii veya Maliki mezhebini taklit ederek, zorluktan kurtulur. Halbuki tek hüküm
olsaydı, buna imkan olmazdı.
İhtilafta rahmet olur mu?
Sual: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisi sahih olamaz, sahih olursa,
o zaman ittifak, birlik gazab-ı ilahiye sebep olmaz mı?
CEVAP
Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve
İmam-ı Deylemi gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmişlerdir.
Allahü teâlâ, Müslümanların imanda, doğru itikatta birleşmelerini
emrediyor. Bu hadis-i şerifte bildirilen ihtilaf, cahillerin, sapıkların değil, sözleri
dinde senet olan salih âlimlerin ictihadlarındaki ayrılık demektir. Yani,
77
www.dinimizislam.com
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir) demek, (Müctehidlerin farklı ictihadları
rahmettir) demektir. İmandaki ayrılık gazaba sebep olduğu gibi, ictihadlardaki
ayrılıklar da, Müslümanlar için birer rahmettir. Müctehid ictihadında hata
ederse de, sevab alır. Sevab verilen şey, gazab-ı ilahiye sebep olmaz,
rahmete sebep olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.)
[Buhari]
Başka bir okuyucu da, şöyle diyor: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir)
hadisini (Mezhepler rahmettir) diye söylemek uygun olur mu?
CEVAP
Evet, oradaki ümmet, müctehid âlimlerdir. İhtilaftan kasıt da, farklı ictihad
olduğunu yukarıda bildirdik. Yani o hadis-i şerif, (Müctehidlerin farklı
ictihadları rahmet) anlamındadır. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği
bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. İctihad rahmet olunca, onun
ictihadların toplamı olan mezhebi de rahmettir. O halde, bu hadis-i şerifi
(Mezhepler rahmettir) demek gayet uygundur. Sapık olanların yani doğru
itikattan ayrılanların ictihadları da, mezhepleri de bozuktur.
Mezhepler rahmettir
Sual: Doğru tek olduğuna göre, farklı mezheplerin olması yanlış değil mi?
Dört hak mezhep deniyor. Hak bir tane değil mi? Tâbi olduğumuz mezhebin
hükümlerinden doğru olmayan varsa âhirette halimiz ne olacaktır?
CEVAP
Doğru tektir; fakat hak çoktur. Birbirine zıt hükümleri olsa da, dört
mezhebin dördü de haktır. Dinimiz müctehide, mezhep imamlarına bu yetkiyi
vermiştir. Ahirette herkese bağlı olduğu mezhebin hükümleri sorulacaktır. Allah
indindeki tek doğru olan hüküm sorulmayacaktır. Herkese, mezhebine uyup
uymadığı sorulacaktır.
Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde, amele ait farklı hükümlerin rahmet
olması gibi, mezheplerin farklı ictihadları da, ümmet için rahmettir. Bizzat
Peygamber efendimiz de, farklı hükümler koymuş, rahmeti genişletmiştir. Bir
insanın, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, ihtiyaç olunca, hak olan dört
mezhepten birine uyarak yapması caizdir. Böylece ibadetini kurtarmış olur.
Birkaç örnek verelim:
1- Hanefi bir kimse, oruçluyken lavman yaptırmak zorunda kalsa, orucunu
kurtaracak başka hak bir mezhep aranır; çünkü Hanefi’de orucu bozar. Maliki
mezhebinde lavman yaptırmak orucu bozmaz. Maliki’yi taklit ederek orucunu
kurtarır.
2- Şafii mezhebinde, oruca niyet imsak vaktine kadardır. Bir Şafii gece
sahura kalkamasa, imsak vaktinden sonra uyansa, oruç tutamaz; çünkü
vaktinde niyet edememiştir. Bu orucu kurtarmak için başka bir hak mezhebi
78
www.dinimizislam.com
taklit etmesi gerekir. Hanefi’de öğleye bir saat kalıncaya kadar niyet edilir. Bu
vakit zarfında niyet ederek orucunu tutması sahih olur.
3- Bir kimse niyeti unutsa, öğleye kadar uykuda kalsa, uyanınca niyet etse
artık caiz olmaz. Niyetin vakti geçmiştir. Bu kişi, orucu bozacak bir iş
yapmadan, İmam-ı Züfer’in kavline uyarak öğleden sonra niyet etse veya hiç
niyet etmeden oruç tutsa, tuttuğu oruç sahih olur. Maliki mezhebini taklit
ederek de, tutabilir.
4- Abdest alırken boğazına su kaçsa, oruç bozulur. Şafiî veya Hanbelî
mezhebi taklit edilirse, oruç sahih olur.
5- Evli bir kimsenin hanımıyla sütkardeş olduğu meydana çıksa; fakat
sadece bir kere emmekle sütkardeş oldukları tespit edilse, diğer üç mezhepten
birini taklit ederek evliliklerine devam edebilirler; çünkü diğer 3 mezhepte, 5
kere doya doya emmek gerekir.
6- Seferde ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki namaz
cem edilebilir.
7- Semavi özür halinde, mesela ishalini tutamayan, çıbanından veya
yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından
irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan,
fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran yani gelen yeli
tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için, Maliki’yi
taklit etmesi sahih olur.
Mezhepsiz âlim olmaz
Sual: Mezhepsiz biri, (Bana mezhepsiz diyorlarsa da, ben bütün
mezhepleri kabul ederim. Ancak kendimi tercih ettiğim mezheple
isimlendirmem. Yani Sünni’yim, Şii’yim demem. Allah’ın Kur’anda bildirdiği
gibi, Allah’ın dediğini derim, Müslümanım derim. Ben mezhebe uymam, bir
mezhebi taklit etmem, tahkik ederim, sağlam delile uyarım. Ebu Hanife,
“Delilimi bilmeyenin, mezhebime uyması helal olmaz” dediği için incelerim,
deliline bakarım, doğruysa uyarım, değilse uymam) diyor. Böyle söyleyene
mezhepsiz denmez mi?
CEVAP
Mezhebe uymayıp, (Mezhebin delilini inceleyip, doğrusuna uyuyorum)
diyene, bid’at mezhepleri de, hak gibi gösterene mezhepsiz demek hafif kalır,
süper mezhepsiz denir. (Kendimi mezhebin ismiyle isimlendirmem) demesi
çok yanlıştır. Çünkü kıyamette her mümin, mezhebinin ismiyle çağrılır. (O gün
her fırkayı imamlarıyla çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyetini Kadı
Beydavi (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamlarıyla
çağırırız) şeklinde açıklamıştır.
Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de, (Herkes, mezhebinin imamıyla, yâ
Şâfiî veya yâ Hanefî diye çağrılır) diyor. Bu süper mezhepsiz, birer mezhep
79
www.dinimizislam.com
imamı görüp övdüğü İbni Teymiyye, Şevkanî, İbni Hazm gibi sapıkların ismiyle
çağrılmayı istiyor da, söylemeye mi çekiniyor?
Bütün İslam âlimleri, hangi mezhepten olduğunu bildiriyor. Mesela Remli
isimli iki âlim var. Birine Remli Hanefî, diğerine Remli Şâfiî deniyor. Ben
mezhebimle tanınmak istemiyorum diyen Ehl-i sünnet âlimi var mıdır?
İmam-ı a’zam hazretleri, (Kitaba, Sünnete ve Eshabın sözlerine
uymayan bir sözümü bulursanız, sözümü bırakın, onları alın) buyuruyor,
fakat bu sözünü İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi müctehid zatlara
söylüyor. Müctehidin, başka müctehidi taklit etmesi zaten caiz değildir. Yoksa
bu mezhepsiz, müctehidlik mi taslıyor? Açıkça konuşması lazımdır. Yusuf
Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, ya aklı veya dini
noksandır) buyurmuştur.
Bu süper, (Ben taklit etmem, tahkik ederim) diyor. Ama İbni Abidin
hazretleri şöyle buyuruyor:
Mukallide, müctehidin delillerini sormak gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
Müctehid olmayanın, her işinde dört mezhepten birini seçip, delillerine
bakmadan taklit etmesi gerekir. Çünkü Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı
kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlar, tahkik değil, taklit ederlerdi.
Eshab-ı kiram ise, delilleri soruyor, birbirlerini taklit etmiyorlardı; çünkü onların
hepsi müctehid idi. Müctehidin kendi anladığıyla amel etmesi lazımdır. Başka
müctehidi taklit etmesi, caiz değildir. Bugün müctehide lüzum da yoktur; çünkü
din bilgilerinde, her şey açıklanmıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave
edilecek, bir şey yoktur. Resulullah, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü
bildirmiş, mezhep imamları da bunları açıklamıştır. (F. Bilgiler)
Mezhepleri kaldırma gayreti
Sual: (Mezheplerin hepsinden faydalanarak, üstad Abduh gibi
mezhepler üstü ictihadlar yapmak, İslami görüşleri bir noktada toplamak
gerekir) diyenler çıkıyor. Rahmet olan dört hak mezhep kaldırılmaya mı
çalışılıyor?
CEVAP
Evet, hem dört hak mezhebi kaldırmak, hem de bid’at mezheplerinin
hükümlerini almak gayesiyle, ısrarla, “dört hak mezhep” tabirinden kaçıp,
“mezhepler” tabiri kullanılıyor. Bir de mezhep hükümlerine görüş deniyor ki,
bu çok yanlıştır. Görüş senet olamaz; ama ictihad senettir. İctihad, ıstılahi bir
tabirdir, sıradan bir görüş değildir. Müctehidin naslardan çıkardığı hükümdür.
Mezhep içinde bir ictihadın olabilmesi için de, müctehide ihtiyaç vardır.
Günümüzde müctehid bulunmadığına göre, ictihaddan bahsedilmesi yanlış
olur; çünkü Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, aklı
veya dini noksandır) buyurmuştur. Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep
imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak müctehid olduğunu iddia etmediği
80
www.dinimizislam.com
bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında,
Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu.
Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların
azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada
kalmadığı da, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır.
Buna rağmen günümüzde müctehid ve mutlak müctehid olduğunu kabul
etsek bile, müctehid, mezhepler üstü veya mezhepler arası ictihad yapmaz.
Mason Abduh’un yaptığı, mezhepleri ortadan kaldırmak, kendi görüşlerini tek
mezhep haline getirmekti. Nitekim çömezlerinden Reşit Rıza’nın bozuk
(Muhaverat) kitabı, (Telfık-ı mezahib) adı altında Türkçeye çevrilmiş, bu
çeviri, daha sonra (İslamın bir noktaya cemi) ismiyle sadeleştirilip, bozuk
düşünceler yayılmaya çalışılmıştır.
Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklit etmesi caiz değildir. Kendi
ictihadına uyması lazımdır. Mezhepte müctehidin ise, bir mutlak müctehidin
mezhebinin usullerine uyması şarttır. Bu usullere uyarak yapacağı, kendi
ictihadına uyar. (Hulasat-üt-tahkik)
Hiçbir İslam âlimi, sicilli masonun yaptığı gibi bir ictihad şekli
bildirmemiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Günümüzde, müctehid olmayanların, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden
anladıkları, delil ve senet olamaz. Din büyüklerinin sözlerini reddetmeye sebep
olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren
bilgilere ulaştık) derlerse, müctehid olmayanların bilgisi, bir şeyin helal veya
haram olmasına vesika olamaz. Müctehidlerin sözlerini, delillerini örümcek
yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din
büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve dört mezhebin hükümlerine bozuk,
çürük demek, âlimlerin fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe
saymak ve bunlara yanlış demek, din-i İslam’da büyük bir yara, gedik açmak
olur. (1/312)
Farklı ictihad
Sual: Bir şey, bir mezhepte bir ibadeti bozarken, diğer mezhepte
bozmuyor. Yahut bir şey bir mezhepte helalken diğer mezhepte haram
olabiliyor. O şey Allah indinde haramsa, helal diyen mezhebin hükmüyle amel
edenlerin durumları ne olur? Yarın ahirette ona niye haram işledin diye
sorulmayacak mı?
CEVAP
Evet, sorulmayacaktır. Müctehidlere bu yetkiyi yani ictihad etme yetkisini
Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir. Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde de böyle
farklı hükümler vardır. Mesela Âdem aleyhisselamın dinindeki bir husus
helalken, daha sonraki dinlerde bu haram kılınmıştır. Tersi de olmuştur.
Hayvanların iç yağı Musa aleyhisselamın dininde haramken, daha sonra helal
81
www.dinimizislam.com
kılınmıştır. Alkollü içkiler mubahken, İslam dininde haram kılınmıştır. Hak
mezheplerin arasındaki farklar, hak dinler arasındaki farka benzemektedir.
Mezheplerin, müctehidlerin farklı hükümde bulunmalarını dinimiz emretmiştir.
İki hadis-i şerif meali:
(Ümmetimin [müctehid âlimlerinin, ameldeki] ihtilafı [mezheplere
ayrılması] rahmettir.) [Beyheki, Münavi, İbni Nasr, Deylemi]
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)
[Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, Münavi, İbni Adiy]
Her biri müctehid olan Eshab-ı kiramın da, diğer müctehidlerin de farklı
ictihadları rahmettir. Müctehid ictihadında isabet etmese bile yine sevab alır.
Onun, isabet etmemiş olan ictihadıyla amel eden de kurtulur. Bir hadis-i şerif
meali:
(Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevab
alır.) [Buhari, Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed]
Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor:
Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını
kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest
alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum
Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor:
(Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade
eden de, iki sevab aldı.) [Nesai, Ebu Davud]
Görüldüğü gibi, Peygamber efendimiz ikisine de yanlış dememiş, ikisinin
de sevab kazandığını bildirmiştir. Müctehidlerin ictihad etmeleri ve kendi
ictihadlarına uygun hareket etmeleri gerektiği gibi, müctehid olmayanların da,
tâbi olduğu mezhep imamının bildirdiğine uymaları şarttır.
İslam dininde yasak olan; fakat daha önceki dinlerde yasak olmayan bir
şeyi, (Nasıl olsa diğer dinlerde haram değildi) diye işleyen, haramdan
kurtulmaz. Kendi mezhebinde haram olan bir şeyi de, nasıl olsa diğer hak
mezhepte haram değil diyerek yapması caiz olmaz.
Ancak bir zaruret veya bir ihtiyaç varsa, o zaman diğer mezheplerden
birinin hükmüne uyarak onu taklit edebilir. İşte, dört hak mezhebin
müslümanlar için rahmet olması da, bu demektir. Mesela, abdest alırken
istemeden boğazına su kaçan kimse, orucunu kurtarmak için, Hanbelî veya
Şafiî mezhebini taklit edebilir. Evlendiği hanımın sütkardeşi olduğunu öğrenen
kimse, evliliğini kurtarmak için, diğer üç mezhepten birini taklit edebilir.
Hanefi’de bir kere emmekle sütkardeş olurken diğer üç mezhepte doya doya
beş kere emmesi gerekir. Bunlar mezheplerdeki rahmet olan hususlara
örnektir.
Yalın ayak namaz kılmak
82
www.dinimizislam.com
Sual: Şâfiîlere göre namazda imam arkasında Fatiha okumak farz,
Hanefîlere göre harama yakın mekruhtur. Şâfiîlere göre çıplak ayakla namaz
kılmak sünnet, Hanefîlere göre ayakları örtülü kılmak sünnettir. Hanefî’de
kanın çıkması abdesti bozuyor, Şâfiî’de bozmuyor. Kadına dokunmak
Hanefî’de abdesti bozmazken, Şâfiî’de bozuyor. Bunlar gibi, birinin ak
dediğine, ötekinin kara dediği çok mesele vardır. Allah’ımız bir, dinimiz bir,
peygamberimiz bir değil mi? Niye böyle farklı hükümler oluyor?
CEVAP
Peygamber efendimiz, böyle farklı ictihadların rahmet olduğunu
bildirmiştir. Bizzat kendisi de, rahmete sebep olmak için, böyle farklı
uygulamalarda bulunmuş ve farklı hükümler bildirmiştir. Mesela çıplak ayakla
namaz kıldığı gibi, mestle ve nalın denilen pabuçla da kılmıştır. Müctehid
mezhep imamları, bu delillere dayanarak ictihadlarını bildirmişlerdir.
Fetava-i Hüccet’te, (Kişinin nalın denilen pabuçla namaz kılması,
Yahudilere muhalefet bulunduğu için, yalın ayakla kılmasından kat kat efdaldir)
deniyor. (Halebi)
İbni Abidin namazın mekruhları sonunda buyuruyor ki:
Namazı, nalın veya mestle kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir.
Böylece, Yahudilere uyulmamış olur. Hadis-i şerifte, (Yahudilere
benzememek için namazları, nalınla kılınız) buyuruldu. (Redd-ül muhtar)
Hanefîlerin ayakları örtülü olarak, Şafiîlerin de ayakları açık olarak
kılmaları Sünnet’e uygun olur. Herkes, kendi mezhebinin hükmüyle amel
ederse rıza-i ilahiye kavuşulmuş olur. Bir ihtiyaç yokken, başka bir mezhebin
hükmüyle amel etmek mezhepsizlik olur.
Benim mezhebim doğrudur demek
Sual: İslam Ahlakı ve Faideli Bilgiler kitabında, (Benim mezhebim
doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç mezhep yanlıştır, doğru
olma ihtimali de vardır) deniliyor. Bu ne demektir?
CEVAP
Aşağıda açıklandığı gibi, dört hak mezhepten birine uyan kimse, (Benim
mezhebim doğrudur) demezse, zaten o mezhebe uyması uygun olmaz, fakat
buradaki yanlış ifadesi, bâtıl, geçersiz demek değildir. Mezhebimizin
hükümlerinden farklı bir ictihad demektir. İctihadın yanlış olduğu zaten
bilinemez. Yani ictihad, başka bir ictihadla geçersiz hâle getirilemez.
Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamaya çalışırken yanılırsa, günah
olmaz, sevab olur. Uğraşmasının sevabını kazanır, çünkü insana gücü, kuvveti
yettiği kadar çalışması emrolundu. Müctehid yanılırsa, çalışması için bir sevab
verilir. Doğruyu bulursa, on sevab verilir. Eshab-ı kiramın hepsi büyük âlim,
yani müctehid idiler. Bunlardan sonra gelenler arasında, ilk zamanlar ictihad
yapabilecek büyük âlim çoktu. Bunların her birine nice kimseler uyardı.
83
www.dinimizislam.com
Zamanla, bunların çoğu unutularak, Ehl-i sünnet içinde, yalnız bu dört mezhep
kaldı. Sonraları, olur olmaz kimselerin çıkıp da, müctehidim diyerek, bozuk
fırkalar çıkarmamaları için, Ehl-i sünnet, bu dört mezhepten başka mezhebe
uymadı. Bu dört mezhepten her birine, Ehl-i sünnetten milyonlarca kimse
uydu. Dört mezhebin itikadı bir olduğundan, birbirine yanlış demez, bid’at
sahibi, sapık bilmezler. Doğru yolun, bu dört mezhepte olduğunu ve her biri
kendi mezhebinin doğru olmak ihtimalinin daha çok olduğunu bilir. İctihad ile
anlaşılan işlerde, İslamiyet’in açık emri bulunmadığı için, bir kimsenin mezhebi
yanlış olup da, diğer üç mezhepten birisinin doğru olma ihtimali varsa da,
herkes (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç
mezhep yanlıştır, doğru olma ihtimali de vardır) demelidir. (F. Bilgiler)
Diğer üç mezhep de hak olduğu için, bir ihtiyaç olunca, o konudaki diğer
mezhebin hükmünü taklit etmek caiz olur. (Mizan-ül Kübra)
Mezhepleri karıştırmak
Sual: Ehl-i sünnet sanılan biri, (Her konuda dört mezhep arasında farklar
vardır. Mesela namazda, imam arkasında Fatiha okumak Hanefî’de tahrimen
mekruh, Şâfiî’de ise farzdır. Deniz haşaratı Hanefî’de tahrimen mekruh,
Şâfiî’de helaldir. Bunun gibi hususlarda, bazen Hanefîler Şafiî mezhebinin
kavliyle, Şafiîler de bazen Hanefî mezhebinin kavliyle amel ederse, hem
Resulullah’ın farklı uygulamalarıyla amel etmek sevabına kavuşur, hem de
farklı mezheplerde olan Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep
olur) diyor. Bu mezhepsizlik değil mi?
CEVAP
Evet, Ehl-i sünnet âlimleri, böyle yapmanın mezhepsizlik, hattâ ilhad
olduğunu bildirmişlerdir. Böyle yapmak, (Benim mezhebimdeki hüküm yanlış
olabilir, ihtiyaten ara sıra diğer mezhepteki gibi kılayım da, doğruya ulaşmış
olayım) demek gibi olur ki, böyle şüphenin küfre kadar gideceğini âlimlerimiz
bildirmiştir.
Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu
mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci
mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihin’i beğenmemek,
cahil saymak ise küfürdür. (F. Bilgiler)
Mezhepler tedvin edilmeden, yani mezhepler meydana çıkmadan önce,
herhangi bir müctehidin ictihadıyla amel etmek caizdi. Mezhepler meydana
çıktıktan sonra, artık herkesin bir mezhebe göre amel etmesi lazım oldu.
(Feth-ul-kadir)
Mezhepler meydana çıktıktan sonra, bir mezhebi öğrenip, bu mezhebe
göre amel etmek gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişler ve icma hâsıl
olmuştur. (Mizan-ül-kübra)
İmam-ı Rabbani hazretleri müctehid olduğu halde şöyle buyuruyor:
84
www.dinimizislam.com
(Fatihasız namaz olmaz) hadis-i şerifi varken, Hanefîlerin, imam
arkasında Fatiha okumamalarının sebebini, tam anlayamadım. Buna rağmen,
delili zayıf diye düşünerek mezhebimin hükmüyle amel etmemenin, ilhad
olduğunu bildiğim için, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım.
(Mebde ve Mead)
Görüldüğü gibi, kendi mezhebinin hükmünden şüphe edip, başka mezheb
isabet etmiş olabilir diye o mezhebin hükmüyle amel etmenin asla caiz
olmadığı yukarıdaki vesikalardan anlaşılmaktadır. Böyle caiz olmayan bir iş
yaparak, (Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep olur) demek ne
kadar dehşet vericidir. Dört mezhepteki Müslümanlar birbirine düşman mı ki
de, böyle caiz olmayan iş yapılarak, birbirlerine olan sevgilerinin artacağı
söylenerek, mezhepsizlik kapısı aralanıyor?
İhtiyaç hâlinde diğer üç mezhebi taklit etmek caizken, yanlış bir iş nasıl
tavsiye edilebilir ki? Bu cüret, nakli bırakıp, aklı ölçü almaktan
kaynaklanmaktadır.
Doğru tek değil mi?
Sual: Dört mezhepten birine uymak Allah’ın emri mi? Hiçbirine uymasak,
özgürce hareket etsek, ne olur sanki? Zaten doğru tektir. Aynı konuda dört
doğru olmaz. Dört olması şüpheyi çekmez mi?
CEVAP
Hak ile doğruyu karıştırmamalı. Doğru tektir, hak ise çoktur. Farklı
ictihadlar haktır, yani geçerlidir, onlarla amel edilir, dört mezhebin dördü de
haktır. Hükümde isabet edilmemiş bile olsa, Allah’ın emrine uygundur. İctihad,
ictihadla nakzedilemeyeceği için, hangisinin doğru olduğu da zaten bilinemez.
Bugün bir mutlak müctehid olsa bile, ancak kendi ictihadını bildirir, diğerlerine
ve öncekilere yanlış diyemez. Mesela Hazret-i Mehdi gelince ictihad edecek, o
zaman mezhepler unutulmuş olacak ve sadece onun mezhebine uyulacaktır,
ama önceki ictihatlara yanlış demeyecek, kendi ictihadını bildirecektir.
İctihadında isabet etmemiş bile olsa, ona uymak dinin emridir, çünkü bir
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)
[Buhari]
İsabet edemeyen yani doğruyu bulamayan da sevab alıyor. Sevabı veren
Allahü teâlâdır. O hükümle amel edilmesini isteyen de Allahü teâlâdır. Demek
ki, isabet edilmese de yine sevab alındığına göre, farklı ictihadla amel etmenin
mahzuru olmadığı ve farklı ictihadın rahmet olduğu meydana çıkıyor. Bir
hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi, İ. Münavi, İbni
Nasr]
85
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnetin dört mezhebine hak denmesi, bu rahmetten dolayıdır.
İmanda, itikadda ise, ayrılık olmaz. Bütün Müslümanlar, Resulullah’ın ve
Eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet itikadında birleşmek zorundadır. Bir
âyet-i kerime meali:
(Dinde [bozuk] fırkalara ayrılanların cezalarını, Allah verecektir.)
[Enam 159]
Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerifin meali de şöyledir:
(Dinlerini parçalayıp, fırkalara ayrılanlar, bid’at sahipleridir. Her
günah işleyenin tevbesi vardır. Bid’at sahipleri müstesnadır. Onlar, [Hak
yolda olduklarını sanarak] tevbe etmezler. Ben onlardan uzağım, onlar da
benden uzaktır.) [Taberani, Kurtubi]
Ehl-i sünnet âlimleri, İmam-ı Eş’ari ile İmam-ı Matüridi arasında farklı
ictihadları, Ehl-i sünnet itikadına aykırı bulmamışlardır. Yani Matüridi itikadında
olan bir Müslüman, bir veya birkaç konuda Eş’ari itikadı gibi inansa, Ehl-i
sünnetten çıkmaz. Tersi de böyledir. Eş’ari itikadına göre inanan kimse, bir
veya birkaç hususta Matüridi gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmış olmaz.
Dinimizdeki dört delil
Dinimizdeki dört delil ve dört mezhep
Sual: Dört hak mezhebin, dört imamına tâbi olmanın vacip olduğu
söyleniyor. Bunun delili nedir?
CEVAP
Dinimizde dört delil vardır. Mezhebe uymak bu dört delilden birisinde
varsa mesele yoktur. Dört mezhebe uymak, bir değil dört delilde de vardır:
1- Hicri birinci asırdan, bugüne kadar, yani 14 asır bütün Müslümanlar, bu
dört imamı taklit etmişler. Bunlara itaat etmekte icma hasıl olmuştur. İcma’ya
uymak ise vaciptir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ümmetim[in âlimleri] dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ.Ahmed]
(Allahü teâlânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme
gider.) [İbni Asakir]
(Ümmetim[in âlimleri], hiç bir zaman dalalette icma yapmazlar. İhtilaf
olunca sivad-ı a'zama [Ehl-i sünnet âlimlerinin ekseriyetinin bildirdiği yola]
tâbi olun!) [İbni Mace]
Dört mezhepten başkasıyla amel etmek caiz değildir, bunda icma hâsıl
olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)
2- Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71]
Kadi Beydavi hazretleri, bu âyeti (Her ümmeti peygamberleri ve dinde
uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır.
Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de ise, (Herkes mezhebinin imamı
ile çağırılır. Mesela "Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde
86
www.dinimizislam.com
açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, dört hak mezhepten birine uymanın vacip
olduğunu göstermektedir. Yine Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider.)
[Nisa 115]
Medarik tefsirinde bu âyetin açıklamasında, (Kitab ve sünnetten ayrılmak
gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor.
Beydavi tefsirinde ise, aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet,
icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan
ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor.
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimleri, kendilerine uyanlara şefaat ederler.
Ruh teslim ederken, kabirde Münker ve Nekir sual ederken ve Haşrda,
Neşirde, Hesapta, Sıratta yanında bulunurlar. Onu unutmazlar. Tasavvuf
büyükleri, kendilerine uyanları, bütün korkulu yerlerde kolladıkları gibi,
müctehid imamlar da korurlar. Bunlar, mezhep imamlarıdır. Bu ümmetin
bekçileridir. Sevin ey kardeşim! Dört mezhep imamlarından dilediğini taklit et
de saadete kavuş!) [Mizan-ül-kübra]
Görülüyor ki, kıyamette, herkes mezhep imamının ismi ile çağrılacaktır.
İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep imamlarının her
biri böyle yüksek idi. Bir âyet meali şöyledir:
(Bana inabet edenin yoluna uy!) [Lokman 15 ]
Bu dört büyük imamın, bu inabet yolunda oldukları icma ile bildirilmiştir.
3- Bir âyet meali: (Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Resule uymayıp
müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleyip çok kötü bir yer
olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115]
İmam-ı Şafii hazretleri, (İcmaın delil olduğunu gösteren bu âyet,
müminlerin yolundan ayrılmayı haram ettiği için, bu yola uymak vacib olur)
buyuruyor. Müfessir Abdullah Nesefi hazretleri, bu âyeti açıklarken, (İcmaın
delil olduğunu ve icmadan ayrılmanın da caiz olmadığını bu âyet
göstermektedir) buyuruyor. (Medarik)
İmam-ı Kadi Beydavi hazretleri, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram
olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola
uymak vacip olur) buyuruyor. (Tefsir-i Beydavi)
Gerçek âlimler, (Bir mezhebi taklit etmek vaciptir. Mezhepsiz olmak büyük
günahtır) buyuruyor. Âlimlerin bu ittifakından ayrılmak, bu âyetten ayrılmak
olur) dediler. Bir âyet meali şöyledir:
(Siz, insanlar için en hayırlı ümmetsiniz. İyiyi emreder, kötüyü men
edersiniz) [Âl-i İmran 110]
4- Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorun!) [Nahl 43]
Bu âyet, ibadet ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin, bilenlerden
sorup öğrenmelerini emretmektedir. Herkesten değil, âlimlerden sorup
87
www.dinimizislam.com
öğrenmek emir olunmaktadır. Bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, Kur'an ve
hadiste arayamaz, taklit ettiği mezhebin müctehidinden sorup öğrenmesi lazım
olur. Yahut mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenir. Sorup,
öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehidin sözüne
uymayıp inkâr ederse, mezhepsiz olur. Âyetteki zikir ehli mezhep imamı
demektir. Çünkü hadis-i şerifte bildiriliyor ki:
(Cihad, oruç, namaz, zekât ve hac ibadetini yapanlar içinde ecri daha
büyük olan zikir ehlininkidir.) [İ.Ahmed] İbni Merdeveyh Ebu Bekr Ahmed’in
bildirdiği ve Enes bin Malik’in haber verdiği hadis-i şerifte, (Namaz kılan, oruç
tutan, hac ve gaza eden; eğer imamını beğenmezse, o münafıktır. Onun
imamı, zikir ehlidir) buyuruldu. Demek ki, âyetteki Ehl-i zikir, ulema-i rasihin
ve dört mezhebin imamlarıdır. (Ancak âlim olanlar anlar) ve (Ey akıl
sahipleri, ibret alın!) mealindeki âyetler, dört mezhep imamlarının
üstünlüklerini göstermektedir.
Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allahın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh
ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı
a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve
Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Allahü
teâlânın rahmeti, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasında bulunanlara, gazabı da bu
yoldan ayrılanlaradır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu
dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu dört hak mezhepten birine
uymayan, bid'at ehli olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]
Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır. (Mebde ve Mead) [İlhad,
doğru yoldan ayrılmaktır.]
Kitap, sünnet ve icma
Sual: Din kitaplarında bir hüküm bildirilirken, (Kitap, sünnet ve icma-ı
ümmet ile sabittir) deniyor. Kitap ve sünnet, başlı başına bir delil değil mi de,
ne diye üçü birden söyleniyor?
CEVAP
Elbette Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler başlı başına delildir. Ancak farklı
teviller yapılmışsa, o âyet-i kerimeyi Resulullah efendimiz nasıl uygulamıştır,
müctehidler ona bakar. Mesela namazın beş vakit olduğu kesindir. Ama üç
vakit diyenler var. O zaman Resulullah efendimizin uygulamasına bakılır. İcma
hangi yönde ona bakılır. Kur’an-ı kerimde namaz yerine kullanılan salât
kelimesi için bazı sapıklar, (Salât, dua demektir. İslamiyet’te, şimdi yapıldığı
şekilde bir ibadet yoktur. Allah’ı anan, dua eden, namaz kılmış sayılır) diyorlar.
Salât’ın bunların dedikleri gibi olmadığı, günde beş vakit kılınan namaz olduğu
sünnet ile açıklanmış ve icmayla da uygulandığı gösterilmiştir. Demek ki,
88
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerimde bildirilen bir hüküm, Sünnet ile ve İcma ile de uygulanarak
farz olduğu inkâr edilemez hale geliyor.
İslam’a göre namaz
Sual: Farklı ictihadlardan kurtulup, Kitap ve Sünnet esas alınarak
(İslam’a göre namaz) kitabı hazırlanamaz mı?
CEVAP
Hazırlayanlar var. Bu da Kitap ve Sünnet’ten kendi anladığına göre bir
namaz olur ki, buna da, Kitap ve Sünnet’e göre namaz denmez; indî [kişisel]
namaz denebilir. Peki, dört hak mezhebin sahipleri Kitap ve Sünnet’e göre
namaz kılmayı bildirmediler mi? Onların farklı ictihadları, ümmet için birer
rahmettir. Şimdiki türedilerin, yetkisiz olarak, kendi şahsî görüşlerine Kitap ve
Sünnet demeleri çok yanlış olur. Zaten her sapık, kendi kişisel görüşünün
kitaba ve sünnete uygun olduğunu savunur. Bu yanlışlıktan dolayı 72 tane
sapık fırka meydana çıkmıştır.
Müslümanlara rahmet olması için, Resulullah efendimiz bazı şeyleri farklı
bildirdi. Müctehid âlimler de bunlara dayanarak farklı hükümler bildirdiler.
Şimdi her müslüman, bunlardan birine uymak zorundadır. Seyyid Ahmed
Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Cehennemden kurtulan fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır.
Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak
mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider.
(Dürr-ül-muhtar haşiyesi)
Namazda imam arkasında Fatiha okumak Kitap ve Sünnet’e uygun
mudur? İmam-ı Şafii’ye göre farzdır, İmam-ı a’zama göre, tahrimen mekruh
yani harama yakındır. Biri farz derken, öbürü haram diyor. Hangisi İslam’a
göre namaz olur? Onun için Hanefi’ye göre namaz, Şafii’ye göre namaz
denmiştir. İslam’a göre namaz olmaz, yapılmaya kalkılırsa mezhepsizlik, yani
bid’at ve dalalet olur.
Aklın yolu
Sual: Bir ders kitabında, (Vahiyle yani Kur’anla bildirilen dini ilkelerin
anlaşılıp uygulanması, sünnet, icma ve kıyasla değil, akılla gerçekleşir)
deniyor. Akıl tek başına dinde ölçü olur mu?
CEVAP
Elbette ölçü olmaz. Kur’an-ı kerimi açıklayan sünnettir. Peygambersiz din
dinsizliktir. İcma ve kıyas da sünneti açıklar. Sünnet, icma ve kıyası bir kenara
bırakarak, (Akılla her şeyi buluruz) demek dinimize aykırıdır. Seyyid
Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
Din işleri, akıl üzerine kurulamaz; çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin
aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu
bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din
işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan
89
www.dinimizislam.com
bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde, nasıl olur da
akla uyulur? (S. Ebediyye)
İman bilgileri, namaz, oruç, zekât ve diğer din işlerinin hiç birisi akılla
bulunamaz. Hepsi nakle dayanır. Akıl, nakli anlamakta kullanılır. Akıl doğru
kullanılmazsa gerçeği bulamaz. İslamiyet, selim akla dayanan nakil dinidir.
Nakil olmazsa, akıl doğruyu yanlışı bulamaz.
İctihad etmenin önemi
Sual: İctihad nedir?
CEVAP
İctihadın ıstılah (terim) anlamı, müctehid bir âlimin âyet ve hadislerden,
manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer hükümlere kıyas
ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşması demektir.
Mesela Kur’an-ı kerimde mealen, (Ana babaya, öf demeyin) buyuruldu.
Burada dövmeyin, sövmeyin denilmemiş, bunların en hafifi bildirilmiştir.
Müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin de haram olacağını
ictihad etmişlerdir.
Yine Kur’an-ı kerimde şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler
bildirilmemiştir. Şarabın haram olmasının sebebi, sarhoş edip aklı giderdiği
içindir. Bundan dolayı müctehidler, şarabın haram olmasındaki sebep,
herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. Sarhoş eden her
şeyin haram olduğunu bildirmişlerdir.
Kur’an-ı kerimde, ictihad ediniz buyuruldu. Fatebiru âyet-i kerimesi, (Ey
akıl sahipleri, akıl erdiremediğiniz meselelerde, onları bilen ve
derinliklerine tam ermiş olanlara tâbi olunuz) demektir. (Menar şerhi)
O halde, ilimde ihtisası tam olan müctehidlerin, manaları açıkça
anlaşılmayan âyet ve hadislerin içlerinde saklı bulunan ahkâmı ve meseleleri,
ictihad ederek açığa çıkarması farzdır. İctihad makamına layık olabilmek için,
birçok şartlar vardır. Bu yüksek vasıfları taşıyan kimseler, ancak asr-ı
saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde
bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler
bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimselerin azaldığı,
hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlimin ortada kalmadığı,
Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır.
İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına
göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tâbi
olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi
Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre
hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata
ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları
vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela,
90
www.dinimizislam.com
Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı
Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad
etmişlerdi. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in
ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Bunun gibi Abese suresi de, bir ictihad
hatasını düzeltmek için nazil olmuştu. Peygamber efendimizin vefatları
sırasında, hokka ve kalem hakkındaki emirlerinin anlaşılmasında Hazret-i
Ömer’in ictihadı da öyledir.
Eshab-ı kiramdan sonra meşhur dört imam ve bunların mezheplerine göre
ictihad eden imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Nevevi, imam-ı Gazali hazretleri gibi
yüksek âlimler yetişti. Asr-ı saadet uzaklaştıkça, hadis-i şerifleri nakil ve rivayet
eden 12 silsilenin haber verme zincirinin halkaları arttı. Hadis-i şeriflerin hangi
silsileden ve hangi kimselerden alınacağı, düşünülecek bir mesele oldu ve çok
güç ve belki imkansız oldu. Bundan dolayı, dördüncü asırdan sonra, ictihad
edebilecek bir âlim yetişemez oldu. Bütün Müslümanlar, bu dört imamdan
birine tâbi olup, o imamın mezhebine uymaya mecbur oldu. (Eshab-ı kiram
kitabı)
İctihada ihtiyaç var mı?
Sual: Fen vasıtaları değişiyor. Karşılaştığımız yeni olaylar için yeni
ictihadlar gerekmez mi?
CEVAP
Bugün ibadette yeni bir olay olmadığı için ictihada ihtiyaç yoktur, çünkü
Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirdi,
mezhep imamları da bunları açıkladı.
İbadetler ve diğer hükümler kıyamete kadar aynıdır. Mesela namaz 1400
yıl önce nasıl kılınıyorsa, kıyamete kadar aynıdır. Bunlarda değişiklik, ilave ve
çıkarma olmaz. Bu hükümlerin günlük olaylara tatbiklerini ise, müctehid
olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar,
ama ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum bırakılmamıştır.
Hepsi açıklanmıştır. (Yeni olaylar için yeni ictihadlar yapılmalıdır) diyerek,
dinde ilaveler, değişiklikler yapmak lazım olduğunu savunmak çok yanlış olur.
Fâsık müctehid olamaz
Sual: Masondan veya fâsık Müslümandan müctehid olur mu? Mesela
mason Abduh’a mutlak müctehid deniyor. Müctehid olmak için ilim yeterli mi,
doğru iman ve amel şartı yok mu?
CEVAP
İctihad için gerekli zahirî ilmi, bir gayrimüslim de, bir fâsık da öğrenebilir.
Müctehid olmak için, gerekli şartlardan ve ilimlerden başka, kuvvetli ve doğru
iman sahibi olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana sahip
olmak da şarttır. (Eshab-ı Kiram kitabı)
Dinimiz, fâsığın doğru okuduğu ezana bile itibar etmiyor, yeniden
okunması gerektiğini bildiriyor. Okuduğu ezanı kabul olmayan birinin, dinle ilgili
91
www.dinimizislam.com
sözüne, itibar edilir mi hiç? Masondan, fâsıktan müctehid olamaz. Müctehid
olmak için, ilahi mevhibe sahibi de olması gerekir.
İkinci husus ise, müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın
zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketiyle
yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra,
böyle kıymetli kimselerin azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara
malik bir âlimin ortada kalmadığı, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve
Hadika’da yazılıdır.
Şimdiki salih Müslümandan bile müctehid yetişemezken, fâsıktan,
masondan müctehid olur mu?
İctihad ve kıyas
Sual: İctihad ve kıyasla dinin hükümleri artmış olmuyor mu?
CEVAP
Hayır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kıyas ve ictihad, nassların manasını açıklar. Dinin hükümlerini arttırmaz.
(1/186)
Farklı ictihad rahmettir
Sual: Mezheplerdeki farklı hükümlerin sebebi nedir?
CEVAP
İctihad, bir ibadet, yani Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid,
diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide, kendi
ictihadı hak ve doğrudur. Beyheki’deki hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin
farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı a’zam
hazretlerinden farklı ictihadları olduğu ve Hanefi mezhebinde olmadığı halde,
(imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin rey ve ictihadını beğenmeyene, Allahü teâlâ
lanet etsin!) buyurmuştur. İmam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed ve diğer
imamların, imam-ı a’zama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul
etmemek değildir. Kendi ictihadlarını bildirmektir. Bunu bildirmeye
memurdurlar.
Mezheplerdeki farklılıkların çoğu, Resulullah efendimizin ibadetleri değişik
şekilde yaptığındandır. Bir de âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden müctehidlerin
farklı anlayışları vardır. Müctehid ictihadında yanılabilir. Fakat yanılsa da
mahzuru yoktur. Buhari’deki hadis-i şerifte de, (Müctehid, ictihadında isabet
ederse iki, yanılırsa bir sevap alır) buyuruluyor. Demek ki ictihad hatası,
günah değil, aksine sevaptır. Farklı ictihadlarından dolayı Eshab-ı kirama ve
müctehidlere dil uzatılmaz.
Server-i âlem efendimiz, uzak ülkelere gönderdikleri Sahabe-i kirama,
güçlük karşısında kalınca, âyet-i kerimelere müracaat etmelerini, orada
bulamazlarsa, hadis-i şeriflere müracaat etmelerini, orada da bulamazlar ise,
92
www.dinimizislam.com
kendi rey ve ictihadları ile hareket etmelerini, kendilerinden daha yüksek ilimli
ve fikirli olsalar dahi, başkalarının ictihadına uymamalarını emrederdi.
İşte bunun gibi, imam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed de hocaları olan
imam-ı a’zamın reyine tâbi olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi.
Halbuki, imam-ı a’zamın ilmi onların üstünde idi. Dört mezhep arasındaki
farklar da, bundan ileri gelmektedir.
O halde namaz, oruç ve diğer ibadetlerde, büyük âlim olan mezhep
imamlarımızın birbirine uymayan ictihadları için, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış
dememiştir.
Sahabe-i kiram da böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa da,
hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk demeyi hatırlarına bile
getirmemişlerdir. Mesela, Ebu Bekri Sıddık halife iken, Müslüman olmasını
teşvik için, gayrı müslim olan birisini, bir sahabinin yanına katarak,
beyt-ül-malın muhafaza memuru olan Hazret-i Ömer’e gönderdi. Buna zekât
hissesini versin dedi. Hazret-i Ömer ise, bu parayı vermedi. Müellefe-i kulub
ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerimede emr edilmiş
iken, niye vermedin diye sorunca, Hazret-i Ömer, (Kâfirlerin kalblerini
yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaad ettiği zafer ve galibiyet başlamadan
önce, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, Müslümanlar
kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve aciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal
ile kazanmaya lüzum kalmamıştır) buyurduktan sonra, Müellefe-i kulub denilen
kâfirlere zekât verilmesi emrini nesh eden, yani yürürlükten kaldıran âyet-i
kerimeyi ve Muaz hadisini okudu. Hazret-i Ömer’in bu ictihadının, Sıddık-ı
a’zamın rey ve ictihadına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir.
Beyt-ül-malın muhafazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihadını
söylemişti. Hazret-i Ebu Bekir de bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişti.
Hatta, ictihadını değiştirerek, Eshab-ı kiramın hepsi, Hazret-i Ömer gibi ictihad
eylediler. (Eshab-ı kiram kitabı)
Sual: Selefiye itikadındaki gençler (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisi
uydurmadır diyorlar. İhtilaf rahmet olunca ittifak gazap olur diyorlar. O zaman
dört hak mezhebe de dil uzatmış olmuyorlar mı? Hazret-i Âdem’den beri gelen
Allah’ın gönderdiği dinlerde de farklılıklar vardı. Farklı olmak rahmet olmasaydı
Allah, peygamberlerin şeriatlarını [ameldeki bilgilerini] hep aynı yapardı. Farklı
yapması, mezheplerdeki farklılıkların rahmet olduğunu göstermiyor mu?
CEVAP
Elbette gösteriyor. Mezhepsizlerin inkâr edemediği bir hadis meali
şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)
[Buhari]
Hatası bile sevap olan âlimlerin böyle farklı ictihadları bir rahmettir. Bunu
inkâr etmek 14 asırdan beri gelen âlimleri yalanlamak ve hak mezhepleri inkâr
olur. O hadisi bir çok muhaddis rivayet etmiştir. Muhaddis sıradan insan
93
www.dinimizislam.com
değildir. Ömürleri hadis ilmi ile geçmiştir. O hadis-i şerif şu mealdedir:
(Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki,
İ.Münavi, İbni Nasr, Deylemi]
Fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, önsözde buyuruyor ki:
Bu hadis meşhurdur. Mekasıd-ı hasene’de yazılıdır. İbni Hacib de
Muhtasar’da sahih olduğunu yazmaktadır. Nasrul-mukaddesinin Hucce
kitabında ve Beyheki’nin Risalet-ül-eşariyye’sinde sahih hadis olarak
bildirildiğini, İmam-ı Süyuti yazmaktadır. Halimi ve kadi Hüseyin ve
İmam-ül-Haremeyn de sahih olarak bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye’de
de yazılıdır.
Farklı ictihad, Peygamberlerin farklı şeriatları gibi rahmettir. Bir âlim, öteki
âlimin ictihadının yanlış olduğunu söylemez. Çünkü Mecelle’de (İctihad
ictihadla nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16)
Müctehidlerin ihtilafları, yani farklı ictihadları rahmet olmasa idi,
müctehidin hatasına da sevap verilmezdi. Yanlış bir işe sevap verilmez.
Müctehidin hatasına da sevap verildiğine göre, farklı ictihad rahmettir. İhtilaf
rahmet olunca ittifak gazap olur demek de yanlıştır. Çünkü bu söz,
Peygamberlerin getirdiği dinlerin farklı olmasına ve Selef âlimlerinin birbirinden
farklı ictihad etmesine dil uzatmak olur.
Resulullah efendimiz de rahmet olması için farklı hadisler bildirmiştir. Hak
mezheplerin farklı oluş sebeplerinden birisi de, bu farklı hadislerdir. Mesela üç
hadis âlimi şu hadis-i şerifleri ittifakla bildirmişlerdir:
(Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulur.) [Ebu Davud, Tirmizi,
Nesai]
(Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulmaz.) [Ebu Davud,Tirmizi,
Nesai]
Hiç birisi uydurma dememiştir. Bu farklılığın rahmet olduğunu bildikleri için
kitaplarına almışlardır. Bu büyük hadis âlimlerine dil uzatanın dili kurur.
Müctehidin ihtilafı rahmet olduğu gibi, her biri Cennetlik ve müctehid olan
eshab-ı kiramın farklı ictihadları da rahmettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)
[Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy]
Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifi 8 muhaddis rivayet etmiştir. Müctehidlerin
ve hepsi müctehid olan eshab-ı kiramın da farklı ictihadları rahmettir.
Sual: Kitaplarda, İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, guslettiği
kuyuda fare ölüsü görüldüğü söylenince, “Şafii kardeşlerimize göre guslümüz
sahihtir” buyurarak tekrar gusletmediği bildiriliyor. Halbuki İmam-ı Ebu Yusuf
müctehid idi. Müctehid, müctehidi taklit edemez. Bu sözünün açıklaması
nedir?
CEVAP
94
www.dinimizislam.com
Şafiileri taklit etmiyor. O anda Şafiiler gibi ictihadda bulunuyor. Şafiilere
uygun ictihad ettim demek istiyor.
Sual: Müctehidin sözü, âyet ve hadis gibi senet olmaz. Ebu Hanife veya
İmam-ı Şafii ictihadında yanılsa, hiç araştırma yapmadan, deliline bakmadan
bu yanlış ictihada uymak nasıl caiz olur? Bunun için, mezheplerin içindeki
isabet eden hükümleri tespit edip amel etmek, daha uygun olmaz mı?
CEVAP
Müctehid olmayanların dört hak mezhepten birisine uymaları şarttır.
İmam-ı a’zam veya İmam-ı Şafii bir hükmün doğrusunu bilemiyorsa, biz nasıl
bileceğiz? Sizin yapmak istediğinize, mezhepsizlik denir. Müctehide ictihad
etme yetkisini, dinimiz veriyor. Bizim gibilere de, (Bilmiyorsanız âlimlere
sorun) buyuruluyor. (Nahl 43)
Müctehid hata etse de, sevab alır. Onun yanlış ictihadıyla amel eden de,
kurtulur. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevab
alır.) [Buhari, Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed]
Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor:
Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını
kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest
alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum
Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor:
(Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade
eden de, iki sevab aldı.) [Nesai, Ebu Davud]
(Bu hadis-i şerif de Eshab-ı kiramın müctehid olduklarını göstermektedir.
İki zat farklı ictihad ediyor ve ictihadlarına uydukları görülüyor.)
Peygamber efendimiz, müctehidlerin böyle farklı ictihadlarının
Müslümanlar için rahmet olduğunu bildiriyor. Mezheplerin çıkışı da, bu hükme
dayanıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Farklı ictihad rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ. Münavi, İbni Nasr]
Dinimizde dört delil vardır
Sual: Geçen gün abdestte enseyi mesh etmek haram demiştim, siz
haram değil demiştiniz. Zebra yemek haramdır dedim. Siz ise haram olduğunu
söyleyen iddiasını ispat etmeye mecburdur demiştiniz. Siz değil de ben niye
mecbur oluyorum? Sonra niye sorulara Kur’andan değil de başka kitaplardan
cevap veriyorsunuz? Bir de, Yahudilerle ortak olduğunuz söyleniyor. Ortak
olmadığınızı ispat edin diyorum, ispat size düşer diyorsunuz. Niye siz ispat
etmiyorsunuz?
CEVAP
Mubah, yani haram olmayan şey çoktur. Bunlar mubah diye Kur’an ve
sünnette yazılı olmaz. Ama haram azdır ve haram olduğu edille-i şeriyyede
95
www.dinimizislam.com
bildirilmiştir. Bütün meyve, sebze ve otlar mubahtır. Mubah olduğuna dair delil
aranmaz. Haram deniliyorsa delil aranır. Mesela sarhoş edici otları yemek
haramdır. Bunun delili olur. Zehirleyen meyve veya gıdaları yemek haramdır
bunun delili olur. Alerji yapıp hastalandıran gıdaları yemek haramdır. Bunun
delili olur. Ama bir kivi için, bir ananas için, bir muz için mubah olduğuna dair
delil aranmaz. Haram diyen çıkarsa delilini onun göstermesi lazımdır.
İftira edilen kimse, kendisinin temiz olduğunu ispat edemez. İspat, iftira
edene düşer. Mesela bir kimse, (Babanız hırsızdır, katildir. Falancanın malını
çalmıştır, beş kişiyi öldürmüştür) dese, babanız, bunları yapmadığını nasıl
ispat edecektir? Elbette bunu söyleyenin ispat etmesi, delil göstermesi gerekir.
Babanız, (Ben böyle bir şey yapmadım) diyorsa, artık ondan delil istenmez.
Suçu kim isnat ediyorsa, şahit ve delil ondan istenir. Çünkü hadis-i şeriflerde
buyuruluyor ki:
(Şahit dava edene, yemin, inkâr edene düşer.) [Darekutni]
(İspat davacıya, yemin de inkâr edene düşer.) [Tirmizi]
Dinimizde delil sadece Kur’an-ı kerim değildir. Dinimizde dört tane delil
vardır. Bunlar;
1- Kitab,
2- Sünnet,
3- İcma [âlimlerin söz birliği],
4- Kıyası fukaha [Fıkıh âlimlerinin ictihadı]
Her meselede bu dört delile bakılır. Mesela enseyi mesh etmek haram mı
diye bu delillere bakılır. Bu delillerde öyle bir şey yok. Hatta sünnet olduğunu
fıkıh kitapları bildiriyor. Zebranın yendiğini, köpeğin yenmediğini yine fıkıh
kitapları bildiriyor. Bir de, dört hak mezhepte bazı fıkhi konular farklıdır. Bir
mezhepte haram olan öteki mezhepte mubah olabilir. Onun için herkes kendi
mezhebine göre amel etmesi gerekir. Bu delillerle inanmayan, dört mezhepten
birisinde bulunmayıp sadece Kur’an diyen kimse mezhepsizdir. Mezhepsizin
sapık veya kâfir olduğu Seyyid Ahmed Tahtavi’nin Dürr-ül-muhtar hâşiyesinin
Zebâyıh kısmında bildirilmektedir.
Örf, bir şehirdeki insanların dine aykırı olmayan umumi âdetleri demektir.
Edille-i şeriyye denilen dört delilden sonra dine aykırı olmayan örf ve âdetler
de delil olur. Ancak, zamanın değişmesiyle örf ve âdete dayanan hükümler
değişebilir. Çünkü Mecelle’nin 39. maddenin açıklamasında deniyor ki:
Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete ait hükümler değişebilir. Nassa, delile
dayanan hükümler zamanla değişmez. (Dürer-ül hükkam)
Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez. İbadetlerde nass ile
bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak için umumi [genel] âdetler delil olur.
Âdetlerin umumi olması için Eshab-ı kiram zamanından kalması, müctehidlerin
kullanmış olmaları ve devamlı olmaları gerekir. Sonradan âdet olan şeyler,
şer’i delil olmaz. Muamelattaki âdete ait hükümler, nassa muhalif değilse delil
96
www.dinimizislam.com
olur. Örf ve âdetin nassa aykırı olup olmadığını da ancak fıkıh âlimleri anlar.
(Mecelle şerhi)
Kur’anda var mı demek?
Sual: Dinimizi bilmeyen veya art niyetli kimselere, bir hadis-i şerif
söyleyerek bir şey haram dense, mesela dövme yaptırmak haram dense, bu
konuda âyet var mı diyorlar. Hâşâ Peygamber efendimiz, Kur’ana aykırı mı
söylüyor?
CEVAP
Her şeyi Kur’anda açık olarak bulmak zordur. Sahih-i Müslim'de
bildiriliyor ki:
İbni Mesud hazretleri, (Dövme yapan ve yaptırana lanet olsun)
mealindeki hadis-i şerifi rivayet edince, Ümmü Yakub adında ihtiyar bir kadın,
"Ben Kur'anın hepsini okudum, ama böyle bir lanet yok” dedi. İbni Mesud
hazretleri, "Dikkatli okusaydın mutlaka görürdün” diyerek şu mealdeki âyet-i
kerimeyi okudu:
(Resulullahın size verdiklerini alın, yasakladıklarından sakının!) [Haşr
7]
Birkaç âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Al-i İmran 32]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden
[Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve
erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.)
[Ahzab 36]
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(İhtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz
kabullenmeyen iman etmiş olmaz.) [Nisa 65]
(Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [din işlerine ait] sözü
vahiydir.) [Necm 3, 4]
Kıyas ve ictihad ne demektir
Sual: Âyet ve hadis varken ictihad yapılamayacağına göre, imam-ı a’zam
niçin kıyas yaptı?
CEVAP
Önce kıyas ve ictihadın tarifini yapalım:
Kıyas; Bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan
anlaşılmayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden
anlamak demektir. Haşr suresinin, (Ey ilim sahipleri itibâr edin) manasındaki
2. âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir.
İtibâr, benzetmek demektir. (Menâr şerhi)
97
www.dinimizislam.com
İctihad; Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça
anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek,
bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. Kıyas, yani ictihad
yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir.
Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin
“Mezheb”i denir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek,
uğraşarak çalışmak demektir. İctihadda yanılmak da günah değildir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)
[Buhari]
Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki
44. âyet-i kerimesi ile Nisa suresinin, (Allah’ın kitabına ve Resulün
hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyet-i kerimesi ictihad etmeyi
bildiriyor. Allahü teâlâ, müctehidin hükmünü kabul ediyor. Bir müctehide, kesin
olarak hata etti diyen, hüküm olarak onu kabul eden Allah’a hata isnat etmiş
gibi olur. İmam-ı a’zam hazretlerinin her sözü, her işi, Kur’an-ı kerim ve hadis-i
şerifler ile idi. Bir kimse, dört mezhep imamının sözlerini, kıskanmadan ve inat
etmeden, insaf ile incelerse, her birinin, gökteki yıldızlar gibi olduklarını görür.
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
(Nass [yani âyet, hadis] olan yerde kıyas yapılmaz. Biz, zaruret
olmadıkça kıyas yapmayız. Bir sual karşısında kalınca, önce Kur'an-ı
kerimde ararız. Bulamazsak, hadis-i şeriflerde ararız. Yine bulamazsak,
Eshab-ı kiramın herhangi birinin sözlerinde ararız. Bu sualin cevabını
bunlarda da bulamazsak, kıyas yaparak cevabını buluruz.)
Bir kere de buyurdu ki:
(Bir sualin cevabını, âyette ve hadis-i şeriflerde bulamazsak, Eshab-ı
kiramın çeşitli cevaplarını bulursak, kıyas yaparak, bu cevaplardan birini
seçeriz.)
Bir kere de buyurdu ki:
(Âyette ve hadislerde bulamadığımız bilgilerde, dört halifenin
"radıyallahü anhüm" cevaplarını seçeriz. Resulullahtan gelen hadis-i
şeriflerin başımız üstünde yeri vardır. Onlara uymayan bir şey
söylemeyiz.)
İmam-ı a’zam hazretleri, hiçbir yerde bulamadığı bir bilgi için, kendi kıyas
ettikten sonra, bir sahabinin sözünü işitirse, kendi re’yini bırakıp, o söze uygun
cevap verirdi. Ebu Muti’ hazretleri diyor ki: Bir Cuma sabahı Ebu Hanife ile
birlikte Kufe Camiinde idim. Süfyan-ı Sevri ve Mukâtil ve Hammâd bin Müslim
ve daha başkaları içeri girip, Ebu Hanife’ye, (Senin, din işlerinde kıyasla cevap
verdiğini işittik. Senin için korktuk) dediler. İmam-ı a’zam, onlarla yaptığı
münazarada, Kur’an-ı kerimden, sonra hadis-i şeriflerden, daha sonra Eshab-ı
kiramın ittifakla bildirdiklerinden cevap verdiğini anlattı. Hepsi kalkıp, “Sen
98
www.dinimizislam.com
âlimlerin seyyidisin, bizi affet, bilmeden seni üzdük” dediler. O da, “Allahü
teâlâ, bizi ve sizi affeylesin” dedi.
Hanefi mezhebindeki bütün müctehidler de, diğer mezhep reisleri ve
mezhepteki müctehidler gibi, zaruret olmadıkça, kıyas yapmamıştır. Nass olan
yerde kıyas yapılmaz buyururlardı. İmam-ı a’zamın ictihadına itiraz eden, onun
mezhebinin inceliğini anlayamayan veya sapık olandır.
Taceddin-i Sübki hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin vârisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din
imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır. Onlar
gibi olmayanlar, bu delilleri anlayamaz. Müctehidlerin ayrılıkları, Eshab-ı kiram
arasındaki ayrılıklar gibidir. Resulullah efendimiz ayrılıkları için Eshab-ı kirama
dil uzatmayı yasak etti. Hepsini iyilikle anmayı emretti. (Mizan-ül-kübra)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların
manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor.
(c.1, m.186)
İmam-ı a’zam ve kıyas
Sual: İmam-ı azamın hadislere önem vermeyip kıyas yaptığı söyleniyor.
Bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Asla doğru değildir. İmam-ı a’zam hazretleri, (Mezhebim, hadis-i şeriflere
yapışmaktır) buyururdu. İmam-ı Şafii, imam-ı a’zamın ictihadının inceliğinden,
az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müctehidler, imam-ı a’zam Ebu
Hanife’nin çocukları gibidir. Fıkıh âlimi olmak isteyen, Ebu Hanife’nin
kitaplarını okusun” demiştir. (Sîret-i Şâmî)
Evliyanın büyüğü, tasavvuf deryasının dalgıcı Muhammed Bahâeddin-i
Buhari hazretlerinin yetiştirdiği evliyanın büyüklerinden olan hâce Muhammed
Parisa hazretleri buyuruyor ki: İsa aleyhisselam gökten indiği zaman, ictihad
edecek, ictihadı imam-ı a’zam Ebu Hanife mezhebine uygun gelecektir. Onun
helal dediğine helal, haram dediğine haram diyecektir. (Fusul-i sitte)
İlmi bir münazarası şöyledir:
Hazret-i Ali'nin torunu, Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı azam
hazretlerine gelip dedi ki:
- Ceddimin hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ettiğinizi duydum. Onun
için geldim.
- Bundan Allahü teâlâya sığınırım.
Sonra Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup edeple sordu :
- Efendim, erkek mi zayıftır, kadın mı?
- Kadın, daha zayıf yaratılışlıdır.
- Dinimize göre kadının hissesi ne kadardır?
- Erkeğin yarısı kadardır.
99
www.dinimizislam.com
- Bakın, eğer kıyas ile söyleseydim, bu hükmün tersini söylerdim.
Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilmeli derdim. Sizin
söylediğiniz gibi bildirdiğime göre, bu durum, hadis-i şeriflere sıkı sıkıya
bağlı olduğumu göstermez mi?
- Evet hadis-i şerife aykırılık yok.
Hazret-i İmam tekrar sordu:
- Namaz mı efdaldir, oruç mu?
- Elbette namaz efdaldir.
- Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu
değil, namazını kaza etmesini bildirirdim. Bu da hadis-i şeriflere
bağlılığımı göstermez mi?
- Evet bunda da hadis-i şeriflere aykırılık yok.
- Size bir soru daha sorayım. İdrar mı necistir, meni mi?
- Elbette idrar necistir.
- Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıkınca değil, idrar çıkınca
gusletmeyi söylerdim. Hadis-i şerife aykırı şey söylemekten Allahü
teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın sözlerine kıymet
veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum.
Bu konuşma üzerine Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı a'zam Ebu
Hanife'nin kendisine yanlış tanıtıldığını anlayarak kalkıp onun alnından öptü.
Bu olayda gösteriyor ki, âlimi ancak âlim anlar.
Sual: Resulullahtan sonra Eshab-ı kiram, hakkında âyet ve hadis
olmayan bir iş ile karşılaştıklarında nasıl hareket ederlerdi?
CEVAP
Resulullah efendimiz hayatta iken, vahiy geliyor ve ümmete tebliğ
olunuyordu. Ondan sonra vahiy kesildi. Fakat, Kur'an-ı kerim nice Eshabın
ezberinde idi. Kur'an-ı kerimde açık bildirilmeyen şeyler de, sünnet-i seniyye
ile, yani Resulullah ne demiş ve ne yapmış ise, yahut bir kimseyi bir iş
yaparken görüp de men etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fakat, sünnet-i seniyye
ve hadis-i şerifler de, bütün Eshabın ezberinde değildi. Çünkü, bir kısmı pazar
yerlerinde alışveriş ile, kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her
zaman gelemezlerdi. Bunun için, Resulullahın öğrettiklerini işitenler,
işitmeyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadis-i şerifleri, birbirlerinden sorup
öğrenirlerdi.
Eshab-ı kiram, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i
seniyyede de bulamazlarsa, rey ve kıyas ederek, yani bilinenlere benzeterek,
o işi yaparlardı. Böylece, ictihad kapısı açıldı. Eshab-ı kiramın veya başka
müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihadları birleşirse, şüphe kalmaz. İctihadların,
böyle birbirine uygun olmasına İcma-ı ümmet denildi. İctihad yapabilmek için,
derin âlim olmak gerekir. Böyle âlimlere Müctehid denir. Bir iş üzerinde,
müctehidlerin ictihadları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihadına
göre söylemesi ve yapması vaciptir. (Kısas-ı Enbiya)
100
www.dinimizislam.com
Kıyas ve dindeki dört delil
Selefi görüşlü kimseler, kıyas yaparak ictihad etmenin caiz olmadığını
bildirerek, kıyas yapan imam-ı a'zam, imam-ı Şafii gibi mezhep sahibi büyük
müctehid âlimlere dil uzatıyorlar.
Edille-i şeriyye [din bilgilerinde, müctehid imamlara delil] dörttür: Bunlar,
Kur'an-ı kerim, Sünnet [hadis-i şerifler], İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı fukaha’dır.
Sünnet, icma ve kıyas, Kur'an-ı kerimde bulunmayan şeyleri eklemek değildir.
Bunlar, Kur'an-ı kerimin içinde kapalı olarak bulunan bilgileri meydana
çıkarmaktadır. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını, Kur'an-ı kerimde açık
olarak bulamazsa, hadis-i şeriflere bakar. Bunlarda da açıkça bulamazsa, bu
iş için, İcma var ise, öyle yapılmasını bildirir. İcma sözbirliği demektir. Yani, bu
işi eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir.
Eshab-ı kiramdan sonra gelen tabiinin de icmaı delildir, senettir. Günümüzdeki
dinde reformcuların ve din cahillerinin ittifak ettikleri sözlere, icma denmez.
Kıyası inkâr sapıklıktır
Kıyas, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan
anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden
anlamak demektir. Kıyas, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin, derin, örtülü
manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapar, onların da ayrı
mezhepleri var idi. Beydavi tefsirinde kıyas ve icmaın, Al-i İmran suresinin 108.
âyetinde emredildiği yazılıdır. İbni Âbidin hazretleri, (Kıyas ile anlaşılan bilgileri
kabul etmeyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme
girer) buyuruyor. Kıyasın delil olduğu aklen ve naklen sabittir. (Fatebiru) âyet-i
kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. (Menar şerhi)
[Bu âyet-i kerimenin, kıyasın caiz ve gerektiğini bildirdiği Beydavi tefsirinde
yazılıdır.]
Araf suresinin, (Allahü teâlâ, rüzgarı, rahmeti olan yağmurdan önce,
müjdeci gönderir. Rüzgarlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü
olan toprağa su yağdırır, o yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de
mezarlarından böyle çıkaracağız) mealindeki 57. âyet-i kerimesi de kıyasın
hak olduğunu ispat etmektedir. Bu âyette, ihtilaflı olan bir şeyi, sözbirliği ile
anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur
yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra
dirilmenin hak olduğunu, yeryüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine
benzeterek ispat etmektedir.
[Kıyası inkâr nasıl olur?
İmam-ı a’zamın kıyası hak değil demek, kıyası inkâr etmek demektir.
Kıyas dinimizde bir delildir. Bu delili inkâr etmek olur. Kıyas hakkında Kur'anda
ve hadiste deliller vardır. Bu delilleri inkâr etmek küfür olur demektir. Yoksa
imam-ı a’zamın kıyasla bulduğu bir hükmü inkâr eden ne kâfir olur, ne de fâsık
olur. Mesela imam-ı a’zam kıyasla imam arkasında fatiha okunmaz diyor,
okumak harama yakındır diyor. İmam-ı Şafii farz diyor. Biz hanefi olarak,
101
www.dinimizislam.com
imam-ı Şafii’ye hayır farz değil desek küfür olmaz. İctihada yanlış demek ayrı
kitap, sünnet, icma ve kıyas dinde delil değildir demek ayrıdır. Yalnız Kur'an
diyenler diğer üç delili inkâr ettikleri için kâfir oluyorlar.]
İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak
demektir. İctihaddan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden,
manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer ahkâm-ı şeriyyeye
kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak,
çalışmaktır. Mesela ana-babaya itaati emreden âyet-i kerimede, (Onlara, öf
sıkıldım
demeyin)
buyuruluyor.
Dövmekten,
sövmekten
bahis
buyurulmamıştır. Âyet-i kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi
açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret
etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir.
İctihadı emreden âyetler
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İctihadı emreden âyet-i kerime çoktur. Nahl suresinin, (Bizden indirileni
insanlara açıklaman için) mealindeki 44. ve Nisa suresinin (Allah’ın kitabına
ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyeti ictihadı
emrediyor.) [Mizan-ül kübra]
Şu âyet-i kerime de, birbirine benzemeyen olayların, hükmünün de farklı
olduğunu bildirmektedir: (Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve
ölümlerinde, iman edip salih amel işleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı
mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.) [Casiye 21]
İmam-ı Razi, kıyasın delil olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklit etmesinin
vacip olduğunu, (Ülül-emre itaat edin) mealindeki âyet-i kerimeden
çıkarmıştır. Mutlak müctehid olmayan âlimlerin de, mukallid olduklarını, usul
âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden
ayrılmak haramdır. Bu husus, Nisa suresinin 114. âyetinden anlaşılmaktadır.
(Eşedd-ül-cihad)
İmam-ı Müzeni, (Asr-ı saadetten beri fakihler kıyası kullanmışlardır. Kıyası
inkâr caiz olmaz) diyor. Kıyasın, şer’i bir delil olduğu hakkında, Eshab-ı
kiramın ittifakı vardır. Hazret-i Ebu Bekir, miras konusunda, ölenin babası
yoksa, babanın babasını, baba hükmünde saymıştır. (Usul-i fıkıh)
Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’e, biat ederken; namaz imamlığı ile
devlet başkanlığını kıyas ederek, (Resulullah, Onu din işimizde imam tayin etti,
biz de onu, dünya işimizde imam tanırız) diyerek ictihadda bulunmuşlardır.
(Usul-i Serahsi)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların
manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor.
(1/186)
İctihad delildir
Sual: İctihadın dinde delil olduğuna dair bir hadis var mıdır?
102
www.dinimizislam.com
CEVAP
Delil olmasa müctehidler hiç ictihad eder miydi? Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
Resulullah efendimiz, Muaz bin Cebeli Yemen’e vali olarak gönderirken
buyurdu ki:
- Orada ne ile hüküm edeceksin?
- Allah’ın kitabı ile...
- Allah’ın kitabında bulamazsan?
- Allah’ın Resulünün sünneti ile…
- Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?
- İctihad ederek, anladığımla hüküm veririm.
Resulullah efendimiz, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup,
(Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına
uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi)
İstihsan nedir?
Sual: İbni Hazm, kıyasın, istihsanın ve taklidin câiz olmadığını bildiriyor.
İstihsan nedir?
CEVAP
İbni Hazm’ın kendisi de sözü de senet değildir. Selef-i salihini
beğenmeyip hak yoldan ayrılarak Zahiriye fırkasına girmiş felsefeci bir âlimdir.
(Keşf-üz-zünun)
İstihsan, birçok müctehid tarafından dinde delil kabul edilmiştir. İstihsan,
müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede
benzerlerinin hükmünden başka bir hükmü vermesidir. Tâli olarak örf ve âdet
de delil olarak kabul edilmiştir.
Hanefi müctehidleri gibi İmam Mâlik de, "İstihsan ilmin onda dokuzudur"
diyerek istihsanı övmüştür. İmam Şafiî, istihsanı bir delil saymamıştır. Bazı
kimseler, “Niye İmam-ı Şafii, istihsanı delil kabul etmemiştir” diyorlar. Doğru
cevabı, müctehid olduğu içindir. Müctehid, kendi ictihadı ile hareket etmek
zorundadır. Hanefi müctehidleri, İmam-ı Şafii’ye istihsan delildir sen de kabul
et diyemeyecekleri gibi, İmam-ı Şafii de, istihsan delil değildir, siz de kabul
etmeyin diyemez. Çünkü ictihad ictihadla nakzedilmez. Yani bir müctehidin
ictihadı ile başka müctehidin ictihadı bâtıl sayılamaz.
Örf ve ictihad
Sual: Bir hoca, "Nassa aykırı olmayan örf, müctehidin ictihadından önce
gelir. Yani nassa aykırı olmayan örf ictihada tercih edilir" diyor. Örf, nassa
[Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere] aykırı olur mu? Aykırı olmazsa, örf,
ictihada nasıl tercih edilir?
CEVAP
103
www.dinimizislam.com
Bu söze göre, örf nassa aykırı değilse, ictihad nassa aykırı demektir.
İctihad nassa aykırı olmaz. Bir ictihadın nassa aykırı olduğu başka bir ictihadla
bilinmez. İctihad, ictihadla nakzedilemez, hükmü ortadan kaldırılamaz. İctihadı
nassa aykırı zannederek örfü ictihada tercih etmek sapıklık olur.
[İctihad, müctehidlerce nasslardan çıkarılan hükümlerdir. Müctehid,
ictihad ehliyetine haiz büyük âlim demektir. Örf, bir şehirdeki insanların dine
aykırı olmayan umumi âdetleri demektir. Edille-i şeriyye denilen dört delilden
sonra dine aykırı olmayan örf ve âdetler de delil olur. Ancak, zamanın
değişmesiyle örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan
hükümler zamanla değişmez. İbadetlerde nass ile bildirilmiş olmayan bir
hükmü anlamak için umumi âdetler delil olur. Âdetlerin umumi olması için
Eshab-ı kiram zamanından kalması, müctehidlerin kullanmış olmaları ve
devamlı olmaları gerekir. Sonradan âdet olan şeyler, şer’i delil olmaz.
Muamelattaki âdete ait hükümler, nassa muhalif değilse delil olur. Örf ve
âdetin nassa aykırı olup olmadığını da ancak fıkıh âlimleri anlar. (Mecelle
şerhi)]
Sual: Mecellede âdete ait hükümlerde değişiklik olabilir deniyor. Buna bir
iki örnek verilebilir mi?
CEVAP
1- İmam ve müezzinin ücret alması caiz değildi, şimdi caiz. Çünkü şimdi
bu işleri ücretsiz, sırf Allah rızası için, hiç aksatmadan yapacak kimse bulmak
çok zordur.
2- Eskiden açık havada ramazan hilâlini çok kişinin görmesi gerekirdi,
şimdi iki kişi görse kâfi gelir.
3- Eskiden hapis ile ikrah, mülci değildi. Şimdi Mülci ikrahtır.
Mülci ikrah, insanın rızasını ve ihtiyarını yok eden tehdittir. Zorlanan şeyin
yapılması zaruri olur. Bu da, ölüm, bir uzvun veya bütün malın telef olması
veya bu ikisine sebep olacak hapis ve dayak demektir.
Dinimizi bozmaya çalışanlar
Türkiye’ye ilk defa mezhepsizlik ve Vehhabiliği sokmaya çalışanlardan biri
olan 1940’lı yıllarda vefat eden bir hoca diyor ki:
(Kur’an ile hadisler sayılıdır. Olaylar ise sonsuzdur denilerek, kıyas ile
birçok şey ilave edilmiştir. Kıyas ve ictihad yoktur) diyerek, Ehl-i sünnet
âlimlerine iftira ediyor. Kıyas ve ictihad, dine bir şey eklemek değil, Kur’an ve
hadisin, derin örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas
yapmıştır. İcmanın da âyetle emredildiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.
(Dinde, her şey söylenmiştir. Ancak Kitap ile Sünnetin bildirmediği her şey
mubahtır) diyerek tenakuzlu konuşuyor.
(Kıyas ile, din arttırılıyor, mubahlar haram ediliyor) diyerek dinin bir hükmü
olan kıyasa saldırıyor. Bilmiyor ki, zaruri olarak ve icma ile bilinen inanılacak
104
www.dinimizislam.com
şeylerde, itikad meselelerinde kıyas yoktur. Kitap ve sünnette açık bildirilen
işlerde de kıyas olmaz.
(Eshabın, Kitap ve Sünnete uymayan sözleri alınmaz) diyerek, onları,
Kitap ve Sünnete uymayan şey söyleyecek sanıyor. Kitabı ve Sünneti,
toplayan Eshab-ı kiramdır. İslam âlimleri buyuruyor ki: (Resulullahın
Peygamber olduğunu ispat edecek hiçbir şahidi bulunmasaydı, yalnız
Eshabını görmek, Peygamber olduğunu bildirmeye yetişirdi. Çünkü, onların
herbiri, [Resulullahın mucizesi sayesinde] her ilimde, birer derya idi.)
[Mucizeye inanmayan bunu imkansız zanneder.]
(Müctehidlerin, Kitap ve Sünnete aykırı ictihadlarına uyulmaz) diyerek,
Kitap ve Sünnete aykırı ictihad var sanıyor. (Mezhep imamına uymak, onu
Peygamber menziline çıkarmak olur. Bu ise küfürdür) diyerek bir mezhebe
uyan Müslümanları kâfirlikle suçluyor. Halbuki, Redd-i vehhabi ve Hadika’da
diyor ki: (Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Çünkü, Eshabın ve
tâbiinin mezheplerini tam olarak bilmiyoruz, bilseydik, onlara da uymamız caiz
olurdu. Çünkü, hepsi doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve yaygın olduğu
için, her Müslümanın bunlardan birine uyması gerekir.)
(İctihadlar düşünce ve görüştür. Eldeki kitaplar, mezhep kitaplarıdır)
diyerek Kitap ve Sünnetten, mezhep imamlarının değil, kendi anladığını din
sanıyor. Ömer Rıza Doğrul da, bu kitaba yazdığı önsözde, yazarı övüp, (Çağın
ihtiyaçlarını, kıyas yolu ile dinden değil, medeniyetin terakkilerinden beklemek
gerekir. Kıyas; Kitap ve Sünnet ile alakası olmayan, fakat her şeyi dine
dayamak isteyen müctehidlerin icadıdır) diyerek, kendisinin de, ehl-i sünnet
olmadığını, dini ve ictihadı da bilmediğini açıklıyor.
Hicri 400 yılından sonra kıyas yapacak âlim yetişmedi. (Redd-ül-muhtar)
Dört mezhepten sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi.
Mezhepte müctehidler yetişti. Kıyamete kadar, lazım olacak bütün hükümleri,
dört imam kitaplara yazmıştır. Şimdi, hiç kimse, Kitap ve Sünnetten, dört
mezhebin birinde bulunmayan yeni bir hüküm çıkaramaz. (Mizan-ül-kübra)
Bugün 4 mezhepten birine uymak vaciptir. Uymayan Ehl-i sünnet olamaz.
(Tahtavi)
Bugün teknik ilerledi diyerek dinde reform düşünmek hainliktir. Allahü
teâlâ, Kur’anda, (İslamiyet’i kâmil olarak gönderdim, Resulümün emrine
uyun, yasak ettiklerinden sakının) buyurmasına rağmen, Resulüne “postacı,
hadislerine ihtiyaç yok” demek din düşmanlığı değil midir?
Sual: İctihad kapısının kapandığı ve dört mezhepten başka bir mezhep
kurulamayacağı söyleniyor. İctihad kapısı niye kapanıyor ki?
CEVAP
Hicri 4. asırdan sonra, mutlak müctehid yetişmediği için, ictihad
yapılmamış ve ictihad kapısı kendiliğinden kapanmıştır. Dört mezhepten
başka, bir mezhebe ihtiyaç da, kalmadığı gibi, hicri dördüncü asırdan sonra,
müctehide de, ihtiyaç kalmadı. Çünkü, Allahü teâlâ ve Onun Resulü
105
www.dinimizislam.com
Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende
yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler.
Müctehitler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler de, bu
hükümlerin, yeni olaylara, nasıl uygulanacağını, tefsir ve fıkıh kitaplarında
bildirirler. Kıyamete yakın, İsa aleyhisselam, gökten inecek ve Hazret-i Mehdi
çıkacak, ictihad yapacaklardır. (S. Ebediyye)
Mezhepsizler insan değil mi?
Sual: İbni Teymiyenin her sözünü hüccet kabul eden mezhepsiz bir yazar,
(Dört mezhep imamı da insandır, onlar da hata edebilir. Onun için ben bir
mezhebe tâbi olmuyorum, dört mezhebin ictihadlarını tahkik ediyorum,
inceliyorum, doğru olanlarını kabul ediyorum) diyor. Peki, bu mezhepleri tahkik
eden, inceleyen yazar, insan değil mi? Dört büyük âlimin hatası olabiliyor da,
bu yazarın ve İbni Teymiye’nin niye hatası olmuyor?
CEVAP
Maalesef bu mezhepsiz yazar gibi, ilahiyatçı bazı profesörler de, İmam-ı
a’zam, İmam-ı Rabbani, Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri gibi Ehl-i sünnet
âlimleri için, (Onlar da insandır, hata edebilirler) diyorlar. Bazı ictihadlarına
yanlış diyebiliyorlar. Sizin dediğiniz gibi, bu büyük âlimler insan da, profesörler
insan değil mi? Niye kendilerini insanüstü görüyorlar ki? (Her âlim hata
edebilir, İbni Teymiyeci ise veya profesör etiketi varsa, hata etmez) demek ne
kadar yanlıştır.
Resulullah'a kadar hocaları belli olan icazetli âlimin her sözü senettir.
Müctehid olan bir âlimin hata ettiğini kimse söyleyemez. Çünkü ictihad,
ictihadla nakzedilemez, yani çürütülemez, yanlış kabul edilemez. Çünkü hangi
ictihadın doğru olduğunu Allah'tan başka kimse bilemez. Bir ictihad Allah
indinde hatalı olsa bile, ona uyan yine sevab kazanır. Onun için müctehidin
ictihadına hatalı demek çok yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali böyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)
[Buhari]
Hatası da sevab olan böyle bir müctehide, (O da insandır, hatası olur)
demek çok yanlıştır, en azından edepsizliktir, haddini bilmemektir.
Modernist İslamcılık ve fıkıh
Emekli bir hoca, Müslümanları, modernist İslamcı ve fıkhi geleneğe bağlı
Müslüman, kısaca selefci-mezhepçi olmak üzere ikiye ayırıyor. Kendisi
modernist İslamcı imiş. Modernist İslamcılar, Kitap ve Sünneti esas alırlarmış,
ötekiler ise, fıkhi mezhepleri esas alırmış.
Bu ne cahillik?!. Dört fıkhi mezhepten hangisi Kitap ve Sünneti esas
almaz ve hangisi Kitaba ve Sünnete aykırıdır? Bu İslamcılar, dört mezhepten
farklı olarak ne yapmışlar da kendilerine modernist diyorlar? Namazın, orucun
106
www.dinimizislam.com
veya diğer ibadetlerin yeni, modern bir şekli mi olur, çağa göre ibadet değişir
mi? Değişmezse, kendilerine modernist yaftasını niye takarlar ki?
Müslüman isminden daha güzel ne var da, başka bir isim uyduruyorlar.
Kimi de İslamcı yerine dinci diyor. Dinimiz salih, mücahid, dindar, mütteki gibi
kelimeleri bildirmişken, İslamcı demek bid’attir.
Hiçbir İslam âlimi İslamcılıktan bahsetmemiştir. Türkçe’de genelde cı, cu
ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin
ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yıkıcı gibi kelimeler,
o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci de bana bunlar gibi
geliyor. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan
kimse gibidir. Bunun için de hiç kimse dinci veya İslamcı olmamalı, sadece
Müslüman olmalı.
Selefci-mezhepçi demek de çok yanlıştır. Mezhepçilik de mezhep yiyip
içen, mezhep ticareti yapan gibi bir şey. Selefci de öyle. Ne o, selef mi alıp
satıyorsun sayın emekli demezler mi adama? Dört mezhebin kurucuları selef
âlimleri değil mi? Bir mezhebe uyan kimse, selef âlimlerini kabul etmez mi?
Selefe uyan selef âlimi olan mezhep imamlarını kabul etmiyor mu yoksa?
Ehl-i sünnet için, (İlahiyat fakülteleri dışında, fıkıh imamlarının kültürleri
ışığında anlamayı kendilerine gaye edinmiş kimseler) diyor. Fıkıh imamlarının
kültürleri ilahiyat fakültelerinin dışında mı oluyor? Yoksa ilahiyat fakülteleri,
fıkıh imamlarını kabul etmiyor mu? Her ikisi de değilse, nedir bu emeklinin
sıkıntısı? Mezhepsizleri savunma hırsı, emekliyi böyle ne dediğini bilmez hâle
getirmiş.
İmam-ı a’zam hakkındaki âlimlerin sözlerini alaya almış, imam-ı a’zamın
mükrehin [ölümle tehdit edilenin] talakının geçerli olmasını kabul edemiyor.
(Hanefi’ye göre boş olur, üç mezhebe göre boş olmaz. Hanefi olan ne
yapacak?) diyor. Mezhebin hükmü ne ise onu uygular. Mezhepsiz emekli, bir
mezhebe uymayı taassup olarak görüyor ve bin yıldan beri bir mezhebe
bağlanan Müslümanlara, (Bin yıl önceki mezheplere hayran olanlar) diyerek
alay ediyor ve hakaretler savuruyor. (Utanmadıktan sonra istediğini yap)
hadis-i şerifine uygun hareketler sergiliyor. Mason Efgani, çömezi mason
Abduh ve diğer mezhepsiz bid’at ehli kimselere övgüler yağdırıyor.
İyi bilinmeli ki, İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere ikiye ayrılır.
Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar hep aynıdır.
Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin saf, berrak, bid’atsiz
şekli geridedir. Akli ilimlerin ise en gelişmiş şekli ileridedir. Zamanla gelişirler.
Nakli ilimleri yani din bilgilerini fen bilgileri ile karıştırmak, cahillik değilse,
nedir?
Sen övgüler düzdüğün mason Efganilerin yolundan git, biz de bin yıl
önceki imam-ı a’zamların yolundan gidelim. Senin yolun sana, bizim yolumuz
bize.
107
www.dinimizislam.com
İcma olan hususlar
Sual: İcma nedir? İcma’ı inkâr küfür müdür?
CEVAP
Eshab-ı kiramın söz birliğine icma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram,
sözbirliğiyle bildirmediyse, Tabiinin sözbirliği bu şey için icma olur. Tabiin de
bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i tabiinin sözbirliğiyle bildirmeleri, bu
şey için icma olur, çünkü bu üç asrın âlimleri yani müctehidleri, hadis-i şerifle
övülmüştür. Bunlara Selef-i salihin denir. (S. Ebediyye)
İcma’a uymak farzdır. İcma’ı inkâr ise küfürdür. Hazret-i Ebu Bekir’le
Hazret-i Ömer’in hilafetlerini inkâr eden kâfir olur. Cenaze namazının farz-ı
kifâye olduğunu inkâr eden de kâfir olur, çünkü bunları inkâr eden, icma’ı inkâr
etmiştir. (Redd-ül-muhtar)
İcma’ın dereceleri vardır: Eshab-ı kiramın, açıkça ve her asrın icma’ı ile
haber verilmiş olan icmaları, âyet-i kerime ve mütevatir olan hadis-i şerif gibi
kuvvetlidir, inkâr eden kâfir olur. Eshab-ı kiramdan bazısının icma edip,
diğerlerinin sükût ettikleri icma da, kesin delildir, ama inkâr eden kâfir olmaz.
Eshab-ı kiramın ihtilaf ettikleri bir hükümde, sonra gelenlerde hasıl olan icma
olup, haberi vahid ile bildirilen hadis-i şerif gibidir. Bununla amel vacib ama,
iman vacib değildir.
Gerek Eshab-ı kiram, gerekse âlimler topluluğu, sapıklıkta, yanlış bir şey
üzerinde sözbirliği yapmazlar. Bir hadis-i şerif meali:
(Ümmetimin âlimleri, dalalette, sapıklıkta birleşmez.) [İbni Mace, İ.
Ahmed, Taberani]
Kur’an-ı kerimde de, Eshab-ı kirama ve salih âlimler topluluğuna
uymayanların Cehenneme gideceği bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali:
(Doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Resulullah’a karşı çıkıp,
müminlerin [Eshab-ı kiramın ve âlimlerin] yolundan ayrılanı döndüğü sapık
yolda bırakır, Cehenneme atarız.) [Nisa 115]
Eshab-ı kirama cemaat dendiği gibi, âlimler topluluğuna da cemaat denir.
Bir kaç hadis-i şerif meali:
(Cemaatten bir karış ayrılan, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.) [Buhari]
(Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatle
birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Sürüden ayrılanı kurt, cemaatten ayrılanı şeytan kapar. Sakın
cemaatten ayrılmayın!) [Tirmizi]
(Cemaatten bir karış ayrılan İslam halkasını boynundan çıkarmış
olur.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlânın rızası, icma’dadır.) [İbni Asakir]
Bir asırdaki müctehidlerin bir kısmının ictihadına, diğerleri işitince susup
reddetmezlerse, Hanefi’de icma olur, Şafii’de icma olmaz. İcma delil değildir
108
www.dinimizislam.com
diyen kâfir olmaz; bid’at sahibi olur. Dinde zaruri olan, [cahillerin de bildikleri
icma bilgilerine] inanmayan kâfir olur. Bir sözün küfür olduğunda, âlimlerin söz
birliği yoksa, o söze küfür denmez.
İcma ile bildirilen hükümlerden bazıları şöyledir:
1- Nass veya icma ile bildirilen bir haramı inkâr küfürdür.
2Dört
mezhebin
icmaına
inanmayan
kâfir
olur.
(Redd-ül-muhtar,Mektubat)
3- İbadetler imandan parça değildir. Namazı terk etmekte icma hasıl
olmadı.
4- Kütüb-i sittedeki hadis-i şeriflerin hepsi sahihtir.
5- Kâinattaki her şey, sonradan yaratıldı, inkâr eden kâfirdir.
6- Kerametin hak olduğu icma-i ümmet ile sabittir.
7- Cemaat ile yirmi rekat teravih kılmak sünnettir.
8- Yayılan bid'atin kötülüğünü Müslümanlara duyurmak farzdır.
9- Müta nikahı haram olduğunda icma hasıl oldu.
10- İlk iki büyük halifenin halifeliklerine sahih değil demek küfür olur. Dört
büyük halifenin üstünlükleri halifelik sırasına göredir.
11- Kabr-i şerifte, Resulullahtan yardım istemeyi inkâr, sahabenin icma’ını
inkâr olur.
12- Kur'an-ı kerimin bir harfini bile değiştirmek veya musiki aletleri ile
okumak haram olduğu gibi, bugün mevcut olan Mushaftan başkasını okumak
da haramdır.
13- Namazda ayakta, âyetleri Arapçadan başka dil ile okumak caiz
değildir.
14- Cemaatle namazı terk etmeyi âdet edinmek günahtır.
15- Kadınların başlarını açmaları haramdır, inkâr eden kâfirdir. Sadece
kulaklarından sarkan saçlarını örtmeleri farz değildir diyen âlimler de vardır.
16- Dört mezhepten birine uymak vaciptir. Bu konuda icmâ hasıl oldu.
Dördü birleştirilip bir mezhep haline getirilemez. (Tahrir, Mugîs-ül-Hak fî
İhtiyârî Ehak)
Dört mezhepten birine uymayan, bid'at ehli olup Cehenneme
gider.(Tahtavi)
Âlimin farz ve haram deme yetkisi
Sual: Ebu Hanife, imam arkasında Fatiha okumak tahrimen mekruh
derken, imam Şafii farz diyor. Peygamberin bile, haram etme, farz kılma yetkisi
yokken, farz Allah’ın emri iken nasıl olur da bu âlimler, farzdır, haramdır
diyebiliyorlar?
CEVAP
Resulullahın ve müctehid âlimlerin yetkisi iyi bilinmediği için böyle garip
sorular geliyor. Bir kimse suç işleyince, savcının isteği üzerine getirilip hakim
109
www.dinimizislam.com
tarafından ceza verilir ve hapse atılır. Hapse atanlar polis veya jandarmadır.
Ama bunu savcının emri ile yapmaktadır. Hücreye konmuşsa gardiyan
koymuştur. Şimdi gardiyana, jandarmaya veya polise, siz kim oluyorsunuz da
beni hapse attınız diyemeyiz. Onlar savcının emrini uyguluyorlar. Savcı da kim
oluyor denemez. O da kanun adına bunu yapıyor. Şu halde yetki kanundan
geliyor. Ama bu yetki, polis ile, savcı ile, kullanılıyor. Polise, savcıya karşı
gelen kanuna karşı gelmiş olur. Polis, savcı devletin ortakları değildir, devlete
hizmet veren kişilerdir. Suç işledikleri takdirde onlar da cezalandırılır.
Farz ve haram Allah’ın emri ile olur. Ancak Allahü teâlâ, bu yetkiyi
Resulüne de vermiştir. Birkaç örnek verelim:
1- Kur’anı açıklamakta yetkilidir. Bir âyet meali:
(Kur’anı insanlara beyan et!) [Nahl 44] (Beyan etmek, başka kelimelerle
açıklamak demektir.)
2- Bir şeyi haram etme ve farz kılmada da yetkilidir. İşte iki âyet-i kerime
meali:
(O ümmî Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram
kılar.) [Araf 157]
(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan,
Allah'ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini
[İslamiyet'i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun
eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]
Resulullah açıklama yetkisine dayanarak buyuruyor ki:
(Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibi geçerlidir.)
[Tirmizi]
(Eğer meşakkat vermeseydi, gece namazını ümmetime farz kılardım.)
[Deylemi]
Şu halde, (Allah’tan başkası farz kılamaz, haram edemez) demek
yanlıştır.
3- Resulullahın emrine uymak, Ona itaat etmek farz, isyan etmek
haramdır:
(Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme
gider.) [Nisa 13,14]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve
erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.)
[Ahzab 36]
Allah’ın emrine olduğu gibi Resulünün emrine de, uymak şarttır.
Peygamberin emrini kabul etmem, yalnız Kur’ana uyarım diyen kâfirdir.
4- İman konusunda da aynı yetkiye sahiptir. Resulullaha iman etmeyen
kâfirdir:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
110
www.dinimizislam.com
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirlere de çılgın bir ateş
hazırladık.) [Feth 13]
5- İman gibi, Allah’ın emrine itaat ile Resulünün emrine itaat de aynıdır.
Ben yalnız Allah’a [Kur’ana] uyarım, Resule [hadislere] uymam diyen kâfirdir.
İşte bir âyet meali:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir
yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Allahü teâlâ, Resulüne böyle yetkiler verip, (Resulüme tâbi olun)
buyurduğu gibi, Resulü de, âlimlere yetki verip (Âlimlere tâbi olun!) ve
(Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor. Yani (Bana tâbi olduğunuz gibi,
âlimlere de tâbi olun) buyuruyor. Peki vâris olan bu âlimler, hiç hata etmez mi?
Hatta birinin ak dediğine öteki kara demiyor mu? Ne olacak şimdi? Resulullah
efendimiz onu da açıklamış, (Âlim ictihadında yanılırsa bir, isabet ederse
iki sevap alır) buyurmuştur. (Buhari)
Demek ki Resulullahın vârislerinin de ictihad etme, haram ve helal deme
yetkileri vardır. Bugünkü âlim taslakları müctehid değildir. Onların sözleri dinde
senet olmaz. Bu yüzden, Yusuf-i Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik
taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyurmuştur.
İmam-ı Rabbaniyi de tenkit
Sual: Abduhcu biri, ikinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerini
şöyle tenkit ediyor. Bu tenkitle ilgili açıklama yapar mısınız?
- İmam Rabbani, "kıyamet alametleri" içinde yer alan İsa'nın gökten inme
olayını klasik itikad kitapları gibi anlatıyor.
CEVAP
Klasik itikad kitapları, demekle İslam âlimlerinin yazdıkları en kıymetli
kitapları kötülemektedir. İtikadın yenisi olur mu hiç? O zaman, Resulullahın,
Eshabının ve onları takip eden âlimlerin itikadları yanlış olur.
- Şeyhi Muhammed Parisa'dan şunu nakleder: "İsa indikten sonra Ebu
Hanife'nin mezhebi üzere amel edecek, helal kabul ettiğini helal, haram kabul
ettiğini haram kabul edecek." Bu cümlede bana göre birden fazla yanlış vardır:
1- Ebu Hanife, Hazret-i İsa'nın üzerinde bir konuma yerleştiriliyor.
CEVAP
Tamamen yanlıştır. Hazret-i İsa da, Hazret-i Mehdi de ictihad edecek ve
ictihadları Hanefi’ye uygun gelecektir. İmam-ı a'zamı Hazret-i İsa'dan üstün
gösteriyor demesi çirkin bir iftiradır.
2- Haram ve helal hükmü koymak şârî'nin [Allah’ın] yetkisindedir. Ebu
Hanife'ye böyle bir yetki tanımak onu şârî [Allah] kabul etmek anlamına gelir.
CEVAP
Hâşâ burada, İmam-ı Rabbani, (İmam-ı a'zama Allah diyor) diyerek onu
kâfirlikle suçluyor. Müctehidin ictihad etme yetkisi yok mudur? Elbette vardır.
111
www.dinimizislam.com
Müctehid isabet de eder, hata da eder. Ama hatasına bile sevap verilir.
Müctehidin bu yetkisine itiraz etmek, hâşâ onu Allah yerine koyuyor demek ne
kadar çirkin iftiradır. Bir müctehidin haram dediğine öteki müctehid helal
diyebilir. Nitekim At eti için dört büyük imamdan İmam-ı Malik haram derken,
İmam-ı Şafii ile İmam-ı Ahmed ise helal demiştir. Bu büyük müctehidlerin böyle
yetkisi olmasa haram veya helal der mi hiç?
- Hazret-i İsa’nın, derleyip topladığı ümmetin resmi fıkhı Hanefi mezhebi
mi olacak?
CEVAP
Kendisi ictihad edecek ve ictihadı Hanefi’ye uygun gelecektir. Mezheplerin
birbirlerine uygun düşen ictihadları yok mu?
- Bu, geleneksel ümmet anlayışıyla çelişen bir mezhebi bütün bir ümmete
dayatmaktır.
CEVAP
O anlama sokan kendisidir. Ortada çelişen bir şey yok. Mezhebimizin
neresi ümmet anlayışıyla çelişiyor ki? Kendi kafası ile çelişmek, ümmet ile
çelişmek mi demektir? Yahut farklı ictihadlar çelişki mi demektir?
- İmam Rabbani'nin böylesine zayıf bir bilgiyi kabul etmesi entelektüel
kişiliği ile çelişmektedir.
CEVAP
Yani imam-ı Rabbani hazretleri bunun zayıf bilgi olduğunu bilmiyor da
Abduhcu nereden biliyor? Hemen diyecek ki biz Kur'an ve Sünnete bakarız.
Peki koca imam-ı Rabbani hazretleri, Kur'an ve Sünnete bakmıyor muydu? O
Kur'andan anlamıyor muydu? Ne diye âlimler ona imam ve müceddid
demişler? O imam-ı Rabbani hazretlerine böyle saldırmakla onu büyük bilen
bütün âlimleri de eleştirmiş oluyor. Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatanın dili
kurur, bir gün belasını bulur.
- Halbuki, Heratlı Ali el-Kâri, Hazret-i İsa'nın müctehid sıfatıyla yeryüzüne
geleceğini belirttikten sonra bir müctehidin diğerini taklidinin caiz olmadığının
altını çizer.
CEVAP
Bir müctehidin diğer müctehidi taklit ettiği nereden çıkarılıyor ki? İctihad
ediyor, ictihadı Hanefi’ye uygun geliyor. İctihadların bir birine uyması onu taklit
etmek mi oluyor? Bu ne cahillik böyle?
Her ne kadar Aliyyül kâri, burada yanlış bir şey söylememiş ise de, onu
senet gibi alıyor. Aliyyül kâri Peygamber efendimizin mübarek ana babasına
kâfir diyecek kadar ileri gitmiş, bir çok sahih hadise uydurma demiştir.
Kaynağını görüyorsunuz. Zaten her Abduhcu, yamuklardan kaynak gösterir.
112
www.dinimizislam.com
Hatalı ictihad olmaz
Sual: Ben hiçbir mezhebe bağlı değilim diyen birisi, “Mezhep imamları
ilah değildir, peygamber gibi masum da değildir. ictihadlarının doğrularını alır,
hatalarını atarız. Yahut delilleri daha kuvvetli olanı seçeriz” diyor. Böyle
söylemesi doğru mudur?
CEVAP
Bir müctehid bile, başka müctehidin hata ettiğini bilemez. Çünkü, (İctihad
ictihadla nakz olunamaz) buyuruluyor. Bunun için şu ictihad doğrudur veya
delili daha kuvvetlidir denemez. Bir müctehid, Allah indinde isabet edemese,
hata etse bile yine sevap alır. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)
[Buhari]
Sevap olan bir şey için hata tabirini kullanmak caiz değildir. Böyle farklı
ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki,
Deylemi, İ.Münavi, İ. Nasr]
Rahmet ve sevap olan bir ictihad için, nasıl olur da imam-ı a’zamın veya
imam-ı Gazali’nin hatası var diyebiliriz? İşte bunun için (Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarında hata yoktur, uydurma hadis olmaz) deniyor. Böyle söylemenin
hâşâ onları peygamber ve ilah derecesine yükseltmekle ne alakası var?
İctihadları hatalı, kitaplarında uydurma hadis var zannı ile Resulullahın
vârislerine dil uzatmak caiz olmaz. Hatalı ictihad tabirini kullanmak da bu
bakımdan hatalıdır.
Mezhep imamlarının hatası olmaz. Allah indinde hatası varsa o da sevap
aldığı için hata sayılmaz. İnsanlar da onun hata olduğunu bilemez. Bir kimse,
müctehid bile olsa, şu ictihad doğru, şu ictihad yanlış diyemez. Ancak
müctehid, (Benim ictihadım şudur) diyebilir.
Halife Harun Reşid, İmam-ı Malik hazretlerinin ictihadlarını çok
beğenmişti. Bunun için herkesin Maliki olmasını şiddetle arzu ediyordu. İmam-ı
Malik hazretlerine "Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim.
Herkesin senin mezhebine uymasını emredeceğim" dedi. İmam-ı Malik
hazretleri buyurdu ki:
"Ya halife, hadis-i şerifte; "Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları
rahmettir" buyuruluyor. Bu farklı ictihadlar Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi
hidayet üzeredir. Müslümanları bu rahmetten mahrum bırakmak yanlıştır."
Hakkı teslim eden halife bu arzusundan vazgeçti.
Ben kadılık yapamam
Sual: İmam-ı a’zam Ebu Hanife, kadılık teklifini niye kabul etmedi? Eğer o
devlette kadılık yapılmazsa, İmam-ı Ebu Yusuf niye aynı devlette kadılık yaptı?
113
www.dinimizislam.com
Eğer kadılık caizse, İmam-ı azam niye yapmadı? İkisinden birisi yanlış iş
yapmadı mı?
CEVAP
Bu, iki müctehidin farklı ictihadıdır. Bir müctehid bir meseleye haram
derken, öteki caizdir, hatta farzdır diyebilir. Farklı ictihaddan dolayı
müctehidlere bir şey denemez. Deve ve Sıffin olayında da farklı ictihad
yüzünden savaş olmuştu. Farklı ictihadı bilmeyenler, Eshab-ı kirama dil
uzatıyorlar. Kadılık konusu da, farklı bir ictihaddır. İmam-ı a’zam hazretlerine
kadılık teklif edilince, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun)
denilince de, (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru
söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Demek ki yapmasına bir
mani var. Bir mani olmasa, niye itiraz etsin ki? Kabul etmemesi, devlete kadılık
yapılmayacağı için değildi. İmam-ı a’zam hazretleri takva ehli olup, dünya
malına, makam ve mevkie asla kıymet vermezdi. Bilemediğimiz daha başka
sebepler yüzünden kabul etmedi. İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri ise, kendi
ictihadına uyup, bu vazifeyi kabul etti. Böylece, o makama ehil olmayan
insanların gelmesine de mani oldu. Her ikisinin ictihadına da dil uzatmak, bir
Müslümana yakışmaz.
Eski ictihad
Sual: Bir müctehid, eski ictihadından vazgeçse, o ictihadı artık geçersiz
olmaz mı? Sonraki ictihadı ilk ictihadını nesh etmez mi? Bir hadis âlimi bir
hadise uydurma dese, bu hadis, bütün hadis âlimlerince uydurma sayılır mı?
CEVAP
Müctehidin eski ictihadı, kendisini bağlamaz. Ancak, müftüler, ihtiyaç
halinde müctehidin bu eski ictihadı ile de fetva verebilirler. Çünkü o ictihad
başkaları için yine geçerlidir. Müctehid eski ictihadından vazgeçse de, onu da
Müctehid iken bildirdiği için geçersiz bir ictihad durumuna düşmez. Çünkü
ictihad ictihadı nakzetmez. Özellikle İmam-ı Şafii hazretlerinin eski ictihadları
meşhurdur. Şafiiler, o eski ictihadlarla da amel ederler. İmam-ı a’zam
hazretlerinin talebeleri, (Bizim ictihadlarımızın çoğu, İmam-ı a’zamın eski
ictihadlarıdır) demişlerdir. Bir müctehidin ictihadı, diğer müctehidin ictihadını
hükümsüz kılamaz.
Bu husus, hadis-i şerifler için de geçerlidir. Bir hadis için bir âlim, mevdu
yani uydurma demişse, sadece uydurma diyene göre o hadis uydurma olur.
Mevdu diyen hadis âlimi, bana göre, benim aradığım şartlara göre sahih değil
der. O hadisi bildiren hadis âliminin şartlarına göre ise, o hadis yine sahihtir.
Yani bir hadis âlimi, bir hadise uydurma derse, o hadis bütün âlimlerce
uydurma olmuş olmaz. Bunu bilmeyen cahiller, falanca bu hadise uydurma
dedi, artık bu hadis uydurma diye konuşurlar. O hadise uydurma diyen âlim
ise, hadisi bildiren de âlimdir. Hatta uydurma diyen âlimin derecesi yüksek bile
114
www.dinimizislam.com
olsa, yine o hadis uydurma olmaz. Çünkü imam-ı Ebu Yusuf, hocası imam-ı
a’zam hazretlerinin ictihadlarından farklı ictihad edebiliyordu. Bunun için Ehl-i
sünnet âlimlerinin kitaplarında bulunan hiç bir hadise uydurma denemez.
Selim akıl
Sual: Selim akıl Peygamberlerde bulunur ve hiç yanılmaz deniyor.
İctihadda yanılmak bundan farklı mıdır?
CEVAP
İctihadda yanılmak farklıdır. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin
Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu
vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?)
diye sorarlardı. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata
ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları
vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela,
Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı
Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad
etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının
doğru olduğunu bildirdi.
Hayrın şerrin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğu gibi, Peygamberlerini yanıltan
da Allahü teâlâdır. Resulullah efendimiz bir namaz kılarken yanılıyor. Sonra,
(Yanıltıldım, unutturuldum) gibi ifadelerle cevap veriyorlar. Bir dini hükmün
ortaya çıkması için Allahü teâlânın yanılttığı veya unutturduğu meydana
çıkıyor.
Esirlerin öldürülmesi olayında da, Resulullahın amcası Abbas ve daha
bazı esirler daha sonra müslüman oldular. Sadece Hazret-i Abbas’ın
soyundan binlerce âlim, büyük zatlar geldi. Eğer öldürülmüş olsaydı, bu nesil
gelmeyecek ve kendisi de Cehennemlik olacaktı. Buradaki yanılmanın ne
kadar rahmet olduğu meydana çıkıyor.
Kalbe danışmak
Sual: Bir doktor, (Dalak kandır, kanın ise Kur’anda haram olduğu
bildiriliyor. O halde dalak haramdır) diyor. Yalnız Kur’an diyen biri de, (Maide
suresinin üçüncü ayetinde (Meyte [boğazlanmadan kendiliğinden ölen hayvan]
ve kan size haram kılındı) dendiği için balık ve dalak yemek haramdır) diyor.
Mezheplere inanmayan biri de, (Ben kalbimin onaylamadığına itibar etmem.
(Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış) mealindeki hadise
dayanarak, birçok sahih hadisin kalbime yatmadığını görüyor ve hadis
kitaplarındaki yüzlerce uydurma hadisleri tespit edebiliyorum. Diyanetin
fetvalarını da inceledim. Kalbime yatmayanların hepsini çıkardım) diyor. Şunu
sormak istiyorum. Herkes Kur’anı tam doğru anlayabilir mi? Herkes kalbine
115
www.dinimizislam.com
danışarak hadislerin uydurma olduğunu ve fetvaların yanlışlığını tespit edebilir
mi?
CEVAP
Namazın nasıl kılınacağını, zekâtın nasıl verileceğini, hangi mallardan ne
kadar verileceğini Kur’andan anlamak imkânsızdır. Resulullah efendimiz,
meyte ve kanı şöyle açıklıyor:
(İki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirge, iki kan,
karaciğerle dalaktır.) [İbni Mace, Ebu Davud]
Demek ki, dalak ve ciğer, âyet-i kerimede bildirilen kandan istisnadır.
Meyte, yani dine uygun boğazlanmadan öldürülen hayvanlar haramdır ama
balık bundan müstesnadır.
Kalble ilgili sualin cevabı da şöyledir:
Dinimizde, herkesin kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve
âlimlere ihtiyaç kalmazdı. (Herhangi bir konuda (Kur'ana, sünnete ve icmaya
falan bakmayın, kalbinize danışın, kalbiniz onaylarsa o işi yapın) denirdi.
Bid’at fırkalarından mutezile de, (Akıl, iyi ile kötüyü, hak ile batılı
birbirinden ayırır) diyerek aklı ölçü kabul ediyor. Bugün mutezile zihniyetinde
olanlar dindeki dört delile göre değil, aklına göre konuşuyorlar. Dinimizde akıl
da, kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Kesin ölçü olsa idi,
o zaman peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Hâşâ Allah lüzumsuz olarak
göndermiş olurdu. (Kalbinize danışın) hadis-i şerifinin de uygulandığı yerler
var.
İki hadis-i şerif meali:
(Helal haram bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır.
İnsanların çoğu bunları bilmez. Şüphelilerden sakınan şerefini ve dinini
korumuş olur. Şüphelilere giren harama düşer. Bu, tıpkı koruluğun
etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Her
sultanın bir koruluğu vardır. Allah’ın yeryüzündeki koruluğu da haram
kıldığı şeylerdir.) [Kütüb-i sitte]
(Helal haram bellidir. Öyleyse şüphelilerden sakının, şüpheli
olmayanları yapın.) [Taberani]
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi
yapmamalı. Şüphe edilmeyeni yapmak caiz oluyor. Şüphelilerden
sakınmayan, harama düşer.
Şüpheliler de, üç kısımdır:
1- Sakınması vacibdir. Her sanatın bir ilmi vardır. Herkese, sanatının
ilmini öğrenmesi vacibdir. Bunu öğrenmezse harama düşebilir. Haramlardan
sakınmak vacib yani farzdır.
2- Sakınması müstehabdır. Mesela vakit girdikten sonra, namaz
kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir
alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması müstehabdır. Demek ki vakit
116
www.dinimizislam.com
girmeden uyuyanın, uyuyakalırım diye sakınıp, tedbir alması, müstehab
oluyor.
3- Sakınması vesvese, kuruntu ve faydasızdır. Mesela, belki birinin
mülküdür diye av eti yememek [belki Besmelesiz veya ateist tarafından
kesilmiştir diyerek, kasaptan et almamak] ve belki sahibi ölüp vâris eline
geçmiştir diye, kiraladığı evden çıkmak vesvesedir, kuruntudur.
Sual: Bir hadiste, (Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış)
deniyor. Buna göre, bir şeyin helal olup olmadığını anlamak için, aklımıza,
kalbimize mi bakmak gerekir?
CEVAP
Dinimizde dört delil vardır. Kalbe danışmak delil değildir. Eğer dindeki dört
delil esas alınmazsa, herkesin aklına ve kalbine göre sayısız din meydana
çıkar. Ölçüyü iyi bilmek gerekir.
Dinimizde, herkesin aklı ve kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime,
Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Dinimizde akıl da kalb de, bir şeyin
haram olmasında kesin ölçü olamaz. Mesela bazı kimseler, (Ben Ankara’dan
oğlumun bulunduğu İstanbul’a uçakla kısa bir zamanda geldim. Bir gün kalıp
gideceğim. Ben günlerce yol gitmedim ki, hem gittiğim yer kendi evim sayılır,
kendi evimden daha çok rahat ediyorum. Niye İstanbul’da seferi olacakmışım
ki? Üstelik Peygamberimiz, (Aklı olmayanın dini yoktur, müftüler fetva
verseler de sen kalbine danış) demiyor mu? Öyle ise ben de aklıma ve
kalbime danıştım, Ankara’dan İstanbul’a gelmekle seferi olmam) diyor.
Halbuki, bir kimse Ankara’dan bir saatte İstanbul’a gelse, seferi olur da,
Pendik’ten Fatih’e iki saatte gelse, yine seferi olmaz.
Bir kimse, bir memura verilen hediyeyi, müftüye sorsa, o da, (Bir çıkarı
olmadan, iş bittikten sonra, kendi rızası ile vermişse, bu hediye helaldir)
diye fetva verse, ama o kimse, (Ben, bunu memur işimi yapsın diye, rüşvet
olarak veriyorum, kalbim bunu hoş görmüyor) diyorsa, burada kalbin rolü
vardır. Müftü, anlatılışa, yani görünüşe göre, o hediyedir diye fetva verse de,
şüpheli şeylere bulaşmamalıdır.
Tasavvuf ehli müctehid idi
Sual: Tasavvuf büyüklerinin bir mezhebe bağlanmadıkları, mutlak
müctehid oldukları söyleniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Tasavvuf büyüklerinin hiçbiri, dört mezhepten ayrılmamıştır. Dört
mezhepten ayrılmak, İslamiyet'ten ayrılmak olur. Tasavvuf büyüklerinin hepsi
kemale gelmeden önce bir fıkıh âliminin mezhebinde idi. Mesela Cüneydi
Bağdadi, Süfyan-ı Sevrinin mezhebinde idi. Abdülkadir-i Geylani, Hanbeli; Ebu
Bekri Şibli, Maliki; İmam-ı Rabbani; Hanefi, Harisi Muhasibi Şafii idi. Zamanla
117
www.dinimizislam.com
mezhepte mutlak müctehid olanlar oldu. Mezhepte mutlak müctehid, dört
mezhebin imamları gibi müstakil müctehid değildir.
Tasavvuf ehlinin mezhebi yoktur demek, mezheplerin hepsini bilir, hepsini
gözetir, evla olanı, ihtiyatlı olanı yapar demektir.
Tasavvufun yüksek derecesine varmış olan arif-i kamiller, zevk ve vicdan
ile ictihad sahibi olurlar. Helal olan şeyleri, güzel kokuları ile, haramları da,
habis kokuları ile anlarlar. Bir Arif-i kamilden feyiz almadıkça, ictihad
derecesine yükselmek mümkün değildir. Bu dereceye yükselen Velinin, bir
mezhebi taklit etmesine lüzum kalmaz. Onların Hanefi, Şafii olduklarını
söylemeleri, bu dereceye yükselmeden önce taklit etmiş oldukları
mezhepleridir. (Mizan-ül-kübra)
Dört mezhepteki fukaha yedi derecedir:
1- Müctehidi fiş-şer: Mutlak ve müstakil müctehiddir. Dört mezhebin
imamları böyledir.
2- Müctehidi fil-mezhep: Mezhebde mutlak müctehiddir. Müntesib
müctehid de denir. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi. İmam-ı Gazali,
İmam-ı Rabbani gibi.
3- Müctehidi fil-mesail: Bunlar meselede müctehiddir, mezhebinin
delillerini bilir. Ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar. Tahavi,
Kerhi, Halvani, Serahsi, Pezdevi, Kadıhan gibi derin âlimler bu tabakadandır.
4- Eshabı tahric: Bunlar müctehid değildir. Mücmel sözleri ve mübhem
hükümleri açıklarlar. Ebu Bekr Ahmed Razi bu tabakadandır.
5- Eshabı tercih: Rivayetlerin sıhhat derecelerini, sahih, evla olanları
seçerler. Kuduri ve Hidaye sahibi böyledir.
6- Eshabı temyiz: Kuvvetli, zayıf, zahir ve nadir haberleri birbirlerinden
ayıran mukallid âlimlerdir. Kenz, Muhtar, İhtiyar, Vikaye kitaplarının sahipleri
böyledir. Bunların kitaplarında zayıf rivayet olmaz. (Ümmetimden hak üzere
olan âlimler, Kıyamete kadar bulunur) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bu
tabakadaki âlimler kıyamete kadar bulunurlar ve hakkı batıldan ayırırlar.
7- Mukallid: Bunlar, öteki tabakalarda bulunan âlimlerin kitaplarından
doğru nakil yapabilen âlimlerdir. Bunlar, meşakkat olmadıkça, mezhebe
muhalif fetva veremezler. Tahtavi, İbni Abidin ve Dürr-ül-muhtar sahibi
bunlardandır. (Mecmuai Zühdiyye)
İctihad dinin emridir
Sual: (İctihadla farz veya haram diye bir hüküm çıkarılamayacağı gibi,
ictihadlarla hâsıl olan İcma’a da uymak gerekmez) sözü, doğru mudur?
CEVAP
Hayır, çok yanlıştır. İctihad da, İcma da dinin emridir. Allahü teâlâ da,
Resulü de, âlimleri övmüş, müctehid âlimlere ictihad etmeyi, Müslümanların da
onlara uymalarını emretmiştir. Bu emre uyarak müctehid âlimler, Naslarda
118
www.dinimizislam.com
[âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde] açıkça bildirilmeyen hususları açıklayarak
ictihad etmişlerdir.
Kıyas ve İctihad, Nasların manasını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz. (M.
Rabbani 1/186)
İctihad, Resulullah’ın bildirmediği şeyleri bulup bildirmek değil, Naslardaki
kapalı yerleri anlayıp meydana çıkarmaktır. İctihadla anlaşılan farzlara da
önem vermeyen, aklına uyup, müctehidin hükmünü beğenmeyen, kâfir olur.
(S. Ebediyye)
Naslarda açıkça bildirilmediği halde, mezhep imamlarının helal, haram,
farz, vacib olarak bildirdikleri hükümler vardır. Naslardan işaret bulmadıkça,
bunları bildirmezler. (F. Bilgiler)
Kitab, Sünnet ve İcma ile açıkça bildirilen farzlara inanmayan kâfir olur.
(Halebi-i kebir)
Eshab-ı kiramın söz birliğine İcma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram,
sözbirliğiyle bildirmediyse, Tâbiînin sözbirliği bu şey için İcma olur. Tâbiîn de
bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i Tâbiînin sözbirliğiyle bildirmeleri
İcma olur. (S. Ebediyye)
Bunlar gibi, dört mezhebin sözbirliğiyle bildirmesi de İcma olur. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında hâsıl olan İcma’a,
inanmayan da kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 2/36)
Dört mezhebin İcma ile bildirdiği ve her memlekete yayılmış olan bir
hükmü kabul etmeyen kâfir olur. (İbni Abidin)
Görüldüğü gibi, ictihadla anlaşılan farzlara da, haramlara da uymak
gerektiği, hatta sözbirliğiyle bildirilen ictihadı yani İcma’ı inkâr edenin kâfir
olacağı, bu vesikalarda açıkça bildirilmiştir.
Dinde nakil esastır
Sual: Aklıma uymayan dini hükümlere uymam gerekir mi?
CEVAP
Dinde aklın yani şahsi görüşlerin yeri yoktur. Dinde nakil esastır. Akla
göre din olmaz. İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl,
yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için
uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te
aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur.
Sual: İslam artık toplumun gereklerine göre değişmelidir. Mesela teknoloji
ilerledi, Avrupa uygarlığını benimsemek ve kadınların, tesettürü bırakarak
daha özgür olması gerekmez mi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
119
www.dinimizislam.com
(Yapacakları değişiklikle, dini düzelteceğini sanıp dinin noksanlığını
tamamladığını söyleyenler çıkıyor. Halbuki din noksan değildir. Kur’an-ı
kerimde mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim, üzerinize olan
nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum)
buyuruldu. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya] çalışmak, bu
âyeti inkâr olur.) [m.260]
Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini
insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse ona inanması
gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. (Ben hepsini uygulayamıyorsam da
hepsine inandım) demelidir. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah
olmalıydı veya (bu asırda bu da günah olur mu) demek Allah’a inanmamak
olur.
Böyle söyleyenler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah
her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek
ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu
işi iyi yapmamış demektir.
Hâşâ Allah yirminci, otuzuncu asırlarda toplumların duyacakları ihtiyaçları
bilememiş mi? Toplumun ihtiyacı var diye dini değiştirmek dini yıkmak olur.
Birinin çıkıp açıktan açığa, (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü
hiç. Elbette demez. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek
suratını herkes görecektir. Ama dini kuralları bozarak bu çirkin emeline
ulaşmaya çalışır.
Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) buyuruyor.
Mezhepsizler ise, düşünce özgürlüğü diyerek Ehl-i sünnet âlimlerine saldırıp,
(Âlimlere göre değil, hakka göre ölç!) diyorlar. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler
bilmiyor mu? Hakkı, âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü
olarak Kur'an olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyorlar. Peki, âlimlerin
ellerinde Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye
yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bunlar, fikir anarşisi
çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri yıkmak
istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at denizinde
insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu köprüler, bid'at
ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Ama, kime ve neye hizmet
ettikleri malum olmayan bu mezhepsizlere inanan zavallılara yazık oluyor.
Bunu bildiği halde susanlar da vebal altındadır. Çünkü bir hadis-i şerifte
buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet
edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen,
Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]
Her Müslüman gücü nispetinde Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini yaymaya
çalışarak bu vebalden kurtulmaya çalışmalıdır. Bozuk kitapların dağılmasına
sebep olmak ayrıca vebaldir.
120
www.dinimizislam.com
Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider.
Mesela Paris’e giden uçağa binen, Kâbe’ye varamaz. Ehl-i sünnet yolu
kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır.
Dinimiz bir düşünce, görüş değildir
Sual: Özellikle Mısırlı, Suriyeli bazı yazarlar ile onların etkisinde kalan
kimseler, İslam dini yerine, "İslam nazariyesi" "İslam düşüncesi", "İlahi şuur",
“İlahi görüş birliği” tabirlerini çekinmeden kullanıyorlar. Acaba bunlar
müsteşrikler gibi, İslamiyet’in semavi din olduğuna inanmıyorlar mı? Küfre
düşürücü ifade kullananın imanının gideceğini bilmiyorlar mı? Yoksa, Ehl-i
sünnet itikadına uygun inanmaya önem vermiyorlar mı?
CEVAP
Piyasada Allah’ı tanımakla ilgili ve Allah’ın varlığını ispat etmeye kalkışan
kimisi tercüme birçok kitap vardır. Genelde bu kitaplar, akli ve felsefi görüşlerle
doludur. Kaynakça olarak gösterilen kitapların çoğu da asrımızdaki sapık
yazarların eserleridir.
İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani gibi
büyük İslam âlimlerinin kitaplarından nakil yoktur. Milyonlarca hadis-i şerif,
âlimlerin ictihadları ve hikmetli sözleri varken, bunlardan nakil yapılmayıp,
şahsi görüşe, şahsi yoruma yer verilmiş.
Anlaşılan bu tip yazarlar, küfre düşürücü sözleri bilmiyorlar. Zaten Allah’ın
varlığını ispat ile uğraşanlar, genelde küfre düşürücü ifadeler kullanıyorlar.
İslam âlimleri, (Allah’ın yaratmak, vücud, muhalefetün-lil-havadis gibi
sıfatlarını insanlar için kullanmak veya insanın, akıl, şuur, hafıza ve
düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allahü teâlâ için kullanmak
küfürdür) buyuruyorlar. [Vücud, kendiliğinden var olmak; muhalefetün-lil
havadis de, hiçbir mahlûka, hiçbir bakımdan benzememek demektir.]
Mesela bir kimse, (Allah akılsızdır) dese, bu bir hakaret olacağı için küfre
düşer. (Allah akıllıdır) dese, bu sefer de, onu yaratık kabul ettiği için küfre
düşer. (Allah iyi düşünür) dese yine kâfir olur. Çünkü akıl, şuur, hafıza,
düşünme işi, görüş mahlûktur, yani yaratıktır. Allah’ın böyle sıfatları yoktur. Bu
Yazarlar ise bunun gibi büyük hatalara düşmüştür. (Yaratılmış olanın
özelliklerine bakarak, yaratanın özelliklerini bulmaya çalışacağız) diyorlar.
İslam âlimleri, (Bilinenle bilinmeyen mukayese edilmez) buyuruyor. Yani
yaratıcı ile Onun yarattıkları mukayese edilemez.
Bu yazarlar işe yanlış başladığından yanlış sonuçlar çıkarıyorlar. İnsan
vasfı sayar gibi, Allah’ın vasfını sayıyorlar. (Allah çok akıllıdır, hafızası çok
geniştir, çok hızlı düşünür, çok çalışkandır) diyorlar. Senâüllah Pâni-püti
hazretleri (Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu şeyler, ancak
Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz) buyuruyor.
121
www.dinimizislam.com
Bu yazarlar kaderi de iyi bilmiyorlar, (İnsan, kendi kaderine tesir eder)
diyor. Kader, değişmeyen son şekildir. Kaderi Allah da değiştirmez. Allah’ın
vasıflarını bildirirken, âlimlerin kitaplarından alarak, sıfat-ı zatiyye ile sıfat-ı
sübütiyyeyi yazsalar, büyük hizmet etmiş olurlar. Kendi görüşlerini, kendi
akıllarını din gibi ortaya atıyorlar. Hadis-i şerifte, (Dini aklı ile ölçen kadar
zararlı kimse yoktur) buyuruldu. (Taberani)
Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüş de
düşünce demektir.
Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir.
Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi
nazariye, ilahi şuur denmez.
Kur'an-ı kerimdeki hükümlere bile "Kur'ani görüş" diyorlar. Yeni ifadeler
kullanmayı marifet sanıyorlar. Bunları kullanmak küfürdür. Böyle küfür dolu
yazılara itibar etmemelidir.
İman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı
kurtarmak için haramlardan kaçarak ibadetleri yapmak ve özellikle küfre
düşürücü söz ve hareketlerden sakınmak gerekir. Sakınmayanın imanı gider
de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Ondan,
gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]
Alıştıra alıştıra dini bozmak
Gazetelerde çıkan habere göre, eski din görevlilerinden birisi, ara sıra
çıkışlar yaptığı gibi, yine (Kur’anda beş vakit namaz yok, üç vakit var.
İslamiyet kolaylık dinidir. Hiç kılmamaktansa üç vakit kılmak daha
hayırlıdır. Öğle ile ikindi akşam ile yatsı birleştirilmeli) diyor. Hem üç vakit
var diyor, hem beş vakti üç vakitte kılalım diyor. Bunda bir tezat yok mu?
Bir de kolaylık dini demek, kolayına gelen yapmak değildir. 30 gün
ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak kolaydır ama, Allah’ın emri yerine
gelmiş olmaz. Bir gün oruç tutmak daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç
tutmamak ve hiç namaz kılmamaktır. Yani bunu demek istiyor da, alıştıra
alıştıra mı söylemek istiyor?
Bunun böyle desteksiz atışına, Abduhcu bir profesör karşı çıkarak diyor
ki: (Namaz beş değil üç vakit olsa alnım secdeden kalkmaz diyene hiç
rastlamadım.)
Peki rastlasaydı, beş vakti üçe mi indireceklerdi acaba? Bu ne biçim
mantık öyle? Şahsen ben bir benzerine rastladım. 40 sene önce beraber
çalıştığımız bir arkadaş, (Günde beş vakit namaz çok. Hıristiyanların Pazar
günü kiliseye gittikleri gibi haftada bir olsa, hemen herkes namaz kılar. Haftada
bir Cuma namazı kılınsa, böylece Müslüman sayısı da artar) demişti.
İnsanların demesinin ne önemi var ki? Dinimizde dört delil yok mu? Niye bu
122
www.dinimizislam.com
dört delilden vesika aranmıyor? Delilden biri de icma’dır. Resulullahla birlikte
bütün Eshab-ı kiram, Tabiin ve bugüne kadar gelen bütün âlimler beş vakit
kılmıştır. Bu büyük vesika değil midir? Ayrıca Kitap ve sünnetle de sabittir.
Abduhcu diyor ki: (Somut olarak Kur’anda beş vakit ifadesi geçmiyorsa
da, Hazret-i Peygamber gibi bir örnek var. O hayatı boyunca namazı beş vakit
kılmıştır.)
Kur’an-ı kerimde beş vakit namaz bildirilmemiş de, Resulullah efendimiz
kendiliğinden mi beş vakit kılmıştır? Peygamber efendimiz, Bekara
suresindeki, (Namazları ve vusta namazını kılın) mealindeki 238. âyetini
açıklarken, (Vusta namazı ikindi namazıdır) buyurdu. (İ. Ahmed)
Orta namaz
Yukarıdaki âyette, (Namazları ve ikindi namazını kılın) buyuruluyor.
Arabi gramere göre, namazlar [salevat] denince, ikiden fazla namaz anlaşılır.
Çünkü iki namaz demek için, salevat [namazlar] değil, salateyn [iki namaz]
denilir. İkindi namazı vusta [orta] namaz olduğuna göre, ikindi hariç, öteki
namazların sayısı iki olamaz, ikiden fazla olması gerekir. Üç de olamaz. Çünkü
4,6 gibi çift sayılı olmalı ki, ikindi namazı tam ortada olabilsin. Yani ortadaki
namaz ikindi olduğuna göre, ondan önce iki namaz, ondan sonra da iki namaz
bulunduğu meydana çıkar.
İsra 78, Kaf 39,40, Rum 17,18 âyetlerdeki namaz vakitleri de dikkate
alınınca, namaz vakitlerinin beş olduğunda hiç şüphe kalmaz. Allahü teâlâ
Peygamber efendimize (Kur’anı insanlara açıkla) buyuruyor. (Nahl 44 )
Resulullah da açıklayarak buyuruyor ki:
(Beş vakit namaza devam edin!) [Taberani]
(Beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari]
(Günde beş kere yıkananın kirleri temizlendiği gibi, beş vakit namaz
kılanın da günahları temizlenir.) [Buhari]
(Miraca çıktığım gece, beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari,
Müslim]
Din yeni gelmiş değildir
Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler,
Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar.
Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim
adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler. Milleti cahil yapmak,
dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat
yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları
yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar.
Bu düşmanların en önemli zararlarının başında, âlimlere itimadı sarsmak,
müslümanlarla aralarındaki bağı koparmak oldu. (Dini yalnız Kur’andan öğren)
gibi içi zehir dolu yaldızlı kelimelerle insanların itikatlarını bozdular. Milleti
123
www.dinimizislam.com
parçaladılar. Halkı birbirine düşürdüler. Vehhabiliği kurdular. İbni Sebecileri ve
diğer mezhepsizleri desteklediler, Müslümanları birbirine düşman edip,
aralarını açtılar. Kötü din adamlarını avlayıp, gruplar kurdurdular. Her gruba
başkalarının sapık, hatta kâfir olduklarını aşıladılar.
Bunların oyununa gelen her grup, (bizim hocamız doğru, bizim kitaplar
doğru, diğerleri yanlış, sapıklık) gibi sözlerle bir başka müslümanı beğenmiyor,
kabul etmiyorlar. Onlardan önce İslamiyet yok muydu? Onların hocasından
önce âlim yok muydu? Nedir bu hâlimiz? İnsan tuzağa düşebilir ama bu
kadarına da ahmaklık denmez mi? Bu yanlışlık yetmezmiş gibi, kime ve neye
hizmet ettiği malum olmayan din veya ilim adamı maskesi altında bazıları
çıkıp, (Namaz 3 vakittir, hayzlı iken Kur’an okunur, namaz kılınır, oruç
tutulur, balıktan kurban olur. Tesettür yoktur. Gayri müslimlerle
Amentü’de ittifakımız var) vs. gibi dine imana sığmayan yalanlarla milleti
dinsizleştirmeye, bu güzide vatanı parçalayıp bölmeye ve yıkmaya çalışıyorlar.
Din yeni çıkmış gibi; insanlara göre değişirmiş gibi, her gün dinin bir
meselesi sorgulanıyor. Mesela içkili namaz kılınır mı sorusuna herkes bir şey
söylüyor. Kimisi, ben onaylamıyorum, kimisi, bir sakıncası yok diyor. Hiçbirisi
kitaplardaki hükmü bildirmiyor. Halbuki fıkıh kitaplarında, (Sarhoş olarak
kılınan namaz sahih olmaz. Az içkili olarak kılmak mekruhtur. Sallanacak
kadar sarhoş olanın abdesti de bozulur) deniyor. Bu art niyetliler, yalnız Kur’an
diyerek, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere gölge düşürüp,
Allah’ın resulünü [elçisini] İslamiyet’in sahibini devre dışı bırakmaya
çalışıyorlar. İslam âlimlerini, mezhep imamlarını kabul etmiyorlar. İslamiyet
bunlara mı geldi? Bu anarşi, bu fitne neyin nesi?
İslamiyet’te açıklanmamış ne var? Sadece imam-ı a’zam zamanında 600
binden fazla mesele açıklanmıştı. Şimdi kim neyi açıklayacak? Bir örnek
vermeden yeni meselelere çözüm getirmek lazım diyorlar. Kendi anladıklarını
Kur’an zannederek Kur’ana uyun diyor, ben Kur’andan söylüyorum diyor. Peki
mezhep imamları, müctehidler Kur’andan ayrı mı söylüyorlar? Kimisi de,
müctehidler arasındaki ictihadlardan birini aklına göre daha uygun olup onu
seçiyor, “Bu Kur’anın ruhuna daha uygun” diyor. Sanki öteki müctehidlerin
ictihadları Kur’andan, dinden ayrı!
Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi.
İslamiyet saf, berrak şekildedir. Zamanla din değişmez. Kıyamete kadar
aynıdır. Zamanla değişen âdetlerdir, tıp, teknik, astronomi vs. gibi fen
bilgileridir. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Din düşmanlarının
oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim.
124
www.dinimizislam.com
Müslüman için zor asırlar
Kıyamet yarın kopacak, öbür gün kopacak diye tarih verenlere itibar
etmemelidir. Çünkü dünyada Müslüman bulunduğu müddetçe kıyamet
kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah diyen bir kimse kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz.) [Müslim]
Ama kıyamet yaklaştıkça Müslümanlar çok garip olacak, çok zulüm
görecek, çok sıkıntı çekecek, dinini rahatça yaşaması çok zor olacaktır. Bir
hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir, sünnet unutulur, bid'atler meydana çıkar.
Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine
çok arkadaş, yardımcı bulur) buyuruldu. O zamandaki Müslümanların nasıl
yaşayacağı sorulduğunda, (Sudaki tuz, sirke içindeki kurt gibi) buyuruldu.
Dinlerini nasıl koruyacağı sorulduğunda, (Avuçtaki ateş koru gibi. Bırakırsa
söner, tutarsa elini yakar) buyuruldu. (Şir’a)
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Öyle bir zaman gelir ki, sünnetime tutunmak, avucuna ateş almak
gibi olur.) [Hakim]
Müslümanlar, bütün dünyada garip olacaktır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(İslam dini, garip olarak başladı, sonu da garip olacaktır.) [Müslim,
Tirmizi]
Garip olmasının sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Bir hadis-i
şerif de şöyledir:
(En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar
[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler
[Tabiin] dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i
tabiin] dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine,
işlerine inanmayınız.) [Buhari]
Herbiri bir mucizeyi bildiren bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, günümüzdeki
insanların sözlerine ve işlerine ihtiyatla yaklaşmak lazımdır. Kendi sözlerine
değil, eski âlimlerden bildirdiklerine itimat etmelidir. Şayet eski âlimler
kötülenirse asla itibar etmemelidir. Yine bir mucizeyi bildiren hadis-i şerifte
buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle
suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Peygamber efendimiz o zaman ne yapılacağını da bildirmiştir:
(Bu ümmetin son zamanlarında gelenler, önceki âlimleri kötülediği
zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace,
İbni Adiy, İbni Asakir]
Kıyamet alametini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
(Haine itimat edilir, emine ihanet edilir.) [Harâiti]
125
www.dinimizislam.com
(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkar.) [Ebu
Ya’la]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkar.) [Ebu Davud]
(Doğru söyleyenler yalanlanır, yalancılar kabul görür.) [İ.Ahmed]
(Gençler, çocuklar âmir olur.) [Hakim]
(Camilerde binden fazla kişi namaz kılar, içlerinde bir mümin
bulunmaz.) [Deylemi]
(Camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, hakiki âlim hiç bulunmaz.) [Ebu
Nuaym]
(İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi
görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]
(İşler ehli olmayana verildiği zaman, kıyameti bekleyin.) [Buhari]
(Kıyamet kopmadan önce deccal çıkar, deccaldan önce de 30 veya
daha fazla yalancı deccallar gelir.) Bu yalancıların alametleri sorulduğunda
buyuruldu ki: (Yeni âdetler çıkarıp dininizi değiştirenler çıkar, bunlardan
sakının ve onlara düşman olun.) [Taberani]
(Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) [İbni Asakir]
(Kötülerin arasında kalan salih kimse gariptir.) [Deylemi]
Yüz şehid sevabı için
Sual: Müslümanlar arasında çeşitli ayrılıkların çıkacağını Peygamberimiz
bildirmiş midir?
CEVAP
Evet, bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacak; bunlardan 72’si, Cehenneme
gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Kurtulacak olan tek fırka, benim ve
Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İ. Mace]
İslamiyet’in dışına çıkıldığı zaman, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda
olanlara, kıyamette yüz şehid sevabı verilecektir. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı
verilir!) [Hâkim]
Çünkü fitne zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç
olur. Böyle güç bir zamanda sünnete yapışmak da, ancak Ehl-i sünnet
âlimlerinin
kitaplarına
dört
elle
sarılmakla
mümkün
olur.
www.hakikatkitabevi.com adresindeki kitaplar, bu kıymetli kitapların doğru
tercümeleridir.
Din konusu dikkat ister
İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır.
Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir.
Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey
126
www.dinimizislam.com
çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allah’a
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak,
bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret
saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere
göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allahü teâlâ, her asırda,
Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, peygamber olarak
Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Din yeni inmedi. Dinimizde eksiklik
yoktur. Yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur. Sanki
asırlardır gelen İslam âlimleri yanlış hüküm vermişler gibi, âyetler ve hadisler
yeniden yorumlanmaya başlanmıştır. Bu çok kötü bir durumdur.
Milliyet Gazetesinden Doğan Heper bile, bu durumu beğenmemiş,
TV’lerdeki din savaşları isimli yazısında diyor ki:
"Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder."
Bugün bu sözün anlamını daha iyi kavrıyoruz.
Birçok kişi gibi TV'leri yakından izlerim. Beğenelim, beğenmeyelim TV'ler
güncel haber, bilgi kaynağımızdır. Ukalalık bilenin hakkıdır.
Temel bilgi eğitimdeyse, güncel bilgi medyada, yani TV ve gazetelerdedir.
Hele bizim gibi işi gazetecilik, habercilik olanlar için TV izlemek bir lüks değil,
görevdir. En basitinden; kameralar 24 saat, gece gündüz dünyanın her yerinde
olayların peşindedir. Onlara takılırsanız siz de dünyadan haberdar olursunuz.
TV'lerde bir gecedeki 5-6 adet tartışma, haber programı, 18-20 uzmanın
görüşü eder. O uzmanların güncel olaylar hakkındaki birbirine zıt veya paralel
görüşlerini anında öğrenmek ancak TV'lerin bu programlarını izlemekle
mümkündür.
Kur’anda; "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyor.
Din ve İslam konusu da TV'lerin tartışma konularının başında geliyor.
Önceki gün bıçaklanan Prof. Zekeriya Beyaz'ı da, daha İlahiyat Fakültesi
Dekanı olmadan o programlarda aykırı fikirleriyle tanıdık. Bilimsellik şüphe
temeline oturur, bilimsel olan akıl yürütmeyle ilgilidir. Din; inanç meselesidir,
fazla tartışma kaldırmaz. Ama TV çıktı, din, İslam, itikat ve ibadet öyle tartışılır
hale getirildi ki, bu tartışmaları izleyenler neredeyse dinden, imandan çıkar
hale getirildi. Önüne gelen, uzman veya uzman zannedilen, kendine göre bir
içtihat meydana çıkarır oldu. Birinin söylediğini öteki tekzip eder oldu.
Yalnız, "Kur’an" diyenler. "Kur’an ve hadis" diyenler. Sahih hadis ve
uydurma hadis diyenler. Tarikatlara ve din ulemasına göre birbirine zıt çeşitli
tefsir ve yorumları ortaya koyanlar. Konuşmacıların kendi farklı görüş ve
yorumları, derken sade vatandaş şaşırdı, kör kuyuya atılmış gibi oldu, etrafını
göremez oldu. Bazılarının inancı sarsıldı.
Zaman zaman bu tartışmalarda kavgalar da çıktı. Konca Kuriş öldürüldü.
Prof. Beyaz bıçaklandı. Bu kadar nazik bir konuyu, inanç konusunu, bilenin
bilmeyenin her gün tartıştığı bir sorun haline getirirseniz olacağı budur.
(Doğan Heper, Milliyet 10 ocak 2001)
127
www.dinimizislam.com
Nakli esas alan kitap
Bilgi için. (Merak edilen konular > Bazı kaynak kitaplar > Nakli esas
alan kitap)
Hangi kitaba itibar edilir?
Sual: Bir din kitabına itibar edebilmek için, mutlaka önceki asırlarda
yazılmış kitaplardan, nakli esas alması mı gerekir? Bu kitaplarla günümüzde
yazılanların farkı ne?
CEVAP
II. Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesiyle, din işlerine de fesat karıştı.
İttihatçı olan din cahilleri ve masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi.
İlk iş olarak, Abdülhamit Han’ın son şeyhülislamı Muhammed Ziyaüddin
efendi, vazifesinden alındı. Bu yüksek makama, 1910’da Musa Kazım getirildi,
bu zat, ittihatçı ve masondu. Bunun gibi, İslamiyet’e uymayan hareketlerinden
ve dine aykırı yazılarından dolayı Abdülhamit Han tarafından uzaklaştırılmış
olan bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler
verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına,
yayılmasına, önayak oldular.
II. Abdülhamit Han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti
tarafından tetkik edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Bunun için, o
tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra, din kitapları yetkili
âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. İşte bunun için, bu kitaplardan, ancak
vesika vererek, salih kimseler tarafından nakledilen bilgilere güvenilir.
Mezhepsiz din adamlarının, kendi kafalarına göre yazdıkları, eksik ve yanlış
naklettikleri yazıları ve bozuk kitapları okumak caiz olmaz.
İlk kıyas yapan
Sual: Dini konuda yorum ve kıyas yapabilir miyiz? İlk kıyası kim
yapmıştır?
CEVAP
Eskiden müctehid imamlar vardı, onlar, usulüne uygun kıyas yapıyorlardı.
Yani dini emirlerini açıklıyorlardı. Bugün müctehid imamlar yoktur. Bugün
dinde yorum ve kıyas yapmak çok tehlikelidir. Bugünkü kıyaslar, dini
değiştirmek olur. Dinde büyük gediklerin açılmasına sebep olur. Binlerce farklı
görüşlerin meydana çıkmasına yol açar. Dinde anarşi meydana gelir. Zaten
günümüzde, eski âlimlerin hata ettiği söylenerek, bu anarşi körüklenmektedir.
Piyasada birbirini tutmayan binlerce kitap vardır. Hepsi de, yanlış kıyas ve
yorumlardan meydana çıkmıştır.
128
www.dinimizislam.com
İbni Abbas hazretleri, (İlk kıyas yapan İblis’tir. Kıyası da yanlıştır.
Kendi görüşüyle dinde kıyas yapan, şeytanın dostu olur) buyuruyor.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, İblis’e “[Âdem aleyhisselam istikametinde bana] secde et
emrime, niçin uymadın?” buyurunca, İblis, “Ben, ondan hayırlıyım;
çünkü beni ateşten, onu [Âdem aleyhisselamı] çamurdan yarattın” dedi.)
[Araf 12]
İblis, ateşin, topraktan daha hayırlı olduğunu sanmış, yanlış kıyas
yapmıştır. Hâlbuki Allahü teâlâ, toprağı ateşten üstün yaratmıştır. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Kendi görüşünüze göre dinde kıyas yapmayın! Çünkü din, kıyas
kabul etmez. İlk kıyas yapan İblis’tir.) [Deylemi]
(Dini aklı ile ölçmek kadar zararlı şey yoktur. Böylece helâle haram,
harama da helâl denmiş olur.) [Taberani]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen,
Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. (1/214)
İbadetlerde kıyas
Sual: Birbirine çok benzeyen iki dinî meseleyi birbirine kıyas edip, bir
hükme varabilir miyiz?
CEVAP
İki mesele birbirine ne kadar çok benzerse benzesin, biz kıyas edemeyiz.
Kıyası ancak müctehid âlimler yapar. Müctehid âlim de, nassa dayanmadan
yapamaz. İmam-ı a’zam hazretleri bunu şu üç örnekle açıklıyor:
1- Namaz, oruçtan daha önemli olduğu halde, hayzlı kadın kılmadığı
namazları kaza etmez; fakat tutmadığı oruçları kaza eder. Eğer kıyasla
olsaydı, namazlar kaza edilir; oruçlar kaza edilmezdi.
2- İdrar, meniden daha pis olduğu halde, idrar çıkınca abdest almak
yeterken, meni çıkınca gusül de gerekir. Eğer kıyas geçerli olsaydı, meni
çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmek gerekirdi.
3- Kadın, erkeğe göre daha zayıf yaratılışlıdır; ama dinimize göre mirasta
kadının hissesi, erkeğin yarısı kadardır. Eğer kıyasla olsaydı, bunun tersi
geçerli olurdu. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilirdi.
Birkaç örnek daha:
1- Namazda imamın okuduğu Fatiha’ya âmin demek namazı bozmazken,
başkasının okuduğu Fatiha’ya âmin demek bozar.
2- Namazda birisinin emriyle sağa sola gitmek namazı bozar; fakat biri,
kıbleye tam duramamışsa, bunu gören birisinin (Biraz sağa, biraz sola dön)
sözüne uyarsa namazı bozulmaz.
129
www.dinimizislam.com
3- Kıbleye doğru namaz kılmak farzdır; fakat bir kimse, gerekli araştırmayı
yaparak tam ters yöne dursa, namazı sahih olur. Araştırmadan kıbleye doğru
dönüp kılsa, namazı sahih olmaz.
4- Oruçlu bir kimse, imsak vaktinden önce veya sonra ihtilam olsa,
herhangi bir sebeple yıkanamasa, tuttuğu oruç sahih olur. Cünüp gezme,
namaz kılamama günahı ayrıdır. Böyle sebeplerle cünübün oruç tutması sahih
olduğu halde, hayzlının oruç tutması haram olur.
5- Bir salih mümin deniz üstünde yürüse keramet ehli denir; fakat bunu
fâsık veya kâfir yaparsa, onun yaptığına keramet denmez, istidraç veya sihir
denir.
Hazret-i Ali de, (Din, nakle dayanır. Akılla, kıyasla olsaydı, mestin üstünü
değil, altını mesh ederdim. Hâlbuki Resulullah mestin üstünü mesh ederdi)
buyuruyor.
İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur; fakat selim akla uymayan bir şey
yoktur. Ahiret bilgileri, Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak
bilinebilselerdi, Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya
ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ, Peygamberleri
boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu.
Nakli esas almak
Sual: Dinde nakli esas almak ne demektir?
CEVAP
Nakli esas almak, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından, kendi yorumunu
katmadan nakletmek demektir. Şu ayetten şöyle anlıyorum, şu hadisten şöyle
anlıyorum diye kaynak göstermesi geçersiz olur. Buna, nakli değil kendi aklını,
kendi bilgisini esas almak denir. Yani âyet ve hadisten kendi anladığını
yazmak nakil değildir. Müctehid olmayanların âyet-i kerimeye mana vermesi
doğru olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüyle açıklayan, verdiği mâna doğru olsa
bile mutlaka hata etmiştir.) [Nesai]
Berika’da bildiriliyor ki:
Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mânâ verse, verdiği mânâ
doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mânâ
yanlış ise kâfir olur.
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.)
[Mektubat-ı Rabbani]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Kitaptan ve sünnetten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur.
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. Bizim anladıklarımız,
130
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyorsa, hiç kıymeti olmaz; çünkü her
bidat sahibi ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve
bozuk işlerini, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve bu iki
kaynaktan çıkardıklarını söylemektedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır.
(1/157)
Dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu
iddia etmedi. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında,
Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu.
Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatlar
azaldı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlim ortada kalmadı.
(Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika)
Atalarımızın yolundayız
Sual: Selefi itikadlı bir genç, (Mezhep imamlarının yolundan gitmek,
ataların yolundan gitmektir. Âyetlere rağmen ataların yolundan gitmek şirktir)
diyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Kâfirler için inen âyetleri, müslümanlara yüklemektedir.
Bu âyetler kâfir atalar içindir. Konu ile ilgili âyetler şunlardır:
(Onlara, "Allah’ın indirdiğine uyun" dendiği zaman, "Hayır, biz
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey
anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa? Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak
dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kişiye benzer. O kâfirler
sağır, dilsiz ve kör oldukları için akledemezler.) [Bekara 170, 171]
(Kâfirler Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmez. Onlara,
“Gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Resule uyun” denildiğinde,
“Atalarımızın yolu bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru
yolda olmayan kimseler idiyse?) [Maide 103, 104]
Bu iki âyet de müşrikler için inmiştir. (Allah’a ve resulüne uyun)
denilince, biz atalarımız gibi putlara taparız diyorlar. Bu ataların mezhep
imamları ile hiç ilgisi yoktur.
Putperestler, Hud Peygambere dediler ki:
(Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın taptıklarını
[putları] bıraktırmak için mi geldin? Eğer sözünde sadık isen, tehdit ettiğin
azabı getir.) [Araf 70]
Kâfirler, Peygamberlere dediler ki:
(Siz de bizim gibi bir insansınız. Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden
[putlardan] döndürmek istiyorsunuz.) [İbrahim 10]
(Bu da aynen sizin gibi bir insandır. Size üstün ve hâkim olmak
istiyor. Eğer Allah isteseydi, elbette [peygamber olarak] melekleri
131
www.dinimizislam.com
gönderirdi. Biz atalarımızdan böyle [bir Allah’a ibadet etmek diye] bir şey
duymadık.) [Müminun 24]
Hazret-i İbrahim putlara tapanlara dedi ki:
(Atalarınızın ve sizin neye taptığınızı şimdi gördünüz mü? Taptığınız
putlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir.) [Şuara
75-77]
(Musa, kâfirlere apaçık mucizelerimizle gelince: [Kâfirler], “Bu
uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle [tek ilaha ibadet etmek
diye] bir şey işitmedik” dediler.) [Kasas 36]
(Onlar [kâfirler] atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup
gittiler.) [Saffat 69,70]
Görüldüğü gibi bu âyetler müşrikler, putperestler için gelmiştir.
Müslümanlar, Resulullahın vârisleri olan âlimlere uyarsa, müşriklere uymuş
olmaz. Eğer Müslümanların ataları doğru yolda ise elbette uymak gerekir.
Nitekim Yakup aleyhisselam, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime
kulluk edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim,
İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133]
Hazret-i Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine
uydum.) [Yusuf 38]
Demek ki atalarımız Müslüman ise, müşrik değil ise, onlara uymamız
lazımdır. Hazret-i Yusuf müslüman olan atalarının yolundan gittiğine göre, biz
de müslüman atalarımızın, yani mezhep imamlarımızın, ehl-i sünnet âlimlerinin
yolundan gitmeliyiz. Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda bazıları, sizin ve atalarınızın yolundan ayrılıp,
sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan uzak durun.) [Müslim]
Taklitçilik nedir, ne değildir
Sual: Taklitçilik kötü değil mi? Mezhep âlimlerini taklit etmek, onların
yolundan gitmek yanlış değil mi?
CEVAP
Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı
taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde
mütehassıs olması mümkün müdür? Hastanın, kendisini ameliyat edecek bir
operatör doktora ihtiyacı vardır. Kalbinden rahatsız bir operatör doktorun da,
gönüllerdeki pası silen bir kalb mütehassısına ihtiyacı vardır.
Doktorlar ilaç imal etmez. Kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye
ederler. Hastalar da, doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların
tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar.
Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi ihtisas isteyen
her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte
mütehassıs [uzman] olsa da, ihtisası dışındaki başka bir işin mütehassısına
132
www.dinimizislam.com
uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan kimse, “Taklit geriliktir. Hiç
kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam” diyemez. Taklit düşmanları, hem taklidi
uyduluk olarak vasıflandırıyorlar, hem de Batının taklit edilmesini istiyorlar.
Keşke ahlakta değil de, teknikte Batı taklit edilse. Çünkü hadis-i şeriflerde,
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın!)
buyuruluyor. Batının tekniği yerine, örf ve âdetini taklit edersek elbette rezil
oluruz.
Uzun tecrübelerden sonra çeşitli aletler yapılmış, çeşitli kurallar
bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. Taklitçi olmamak için bunları
kullanmam diyenin aklından şüphe edilir. Herkesin müctehid, lider olmasını
istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına
aykırıdır. Müctehid olmayı, doktor veya kimyager olmaya benzetmek yanlış
olur. Müctehid olmak için, birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan başka, ilahi
mevhibe sahibi de olmak gerekir. Bunun için Yusuf-i Nebhani hazretleri,
(Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyuruyor.
Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu halde, Peygamber
efendimizi görüp taklit ettikleri için Peygamberlerden sonra en yüksek makama
kavuşmuşlardır. Tabiin, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için
yüksek bir şerefe kavuşmuşlardır. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi
oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tabiin şerefine yükselmişlerdir. Hadis-i
şerifte, (Âlimler rehberdir) buyuruldu. O halde âlimleri taklit etmek gerekir.
Şafii’de hadis ve fıkıh âlimi olan İmam-ı Şarani, dört mezhebin hak
olduğunu, bu dört mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için
Mizan-ül-kübra’yı yazdı. Bu kitabında diyor ki:
Her müctehid, kendi ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması
caiz değildir. Bir âlim, ictihad derecesine yükselince, kendi ictihadına uyması
gerekir. İmam-ı Ahmed’in, âlim talebeleri için, (İmamlarınızın aldıkları
kaynaktan alın, taklitçilikte kalmayın) sözü bunu göstermektedir.
İmam-ı Şafii, İmam-ı a'zamın çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği
halde, kendi ictihadlarına uymuştur. Fakat müctehid olmayan kimse, 4
mezhepten birini taklit etmezse sapıtır, zındık olur, başkalarını da yoldan
çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Mevcut dört mezhebin hepsi haktır. Birinin,
ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından
alınmıştır. Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her
müslümanın dört mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu
bildirdiler. Allahü teâlâ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Resulü
vasıtası ile bildirdi. Resulü de bu ayrılığa rahmet buyurdu. Müctehid
olmayanın, bir mezhebe uyması lazımdır. (Mizan-ül kübra)
Taklitçi maymunlar
133
www.dinimizislam.com
Sual: Bir misyoner, “Kur’anda, Peygamber de olsa, birine uymanın,
onu taklit etmenin haram olduğu, böyle kimselerin taklitçi maymuna
benzetildiği bildiriliyor” diyor. Böyle bir âyet var mı?
CEVAP
Misyoner inanmadığı Kur’andan ne anlar? Elbette tamamen yalan ve
iftiradır. Kur’an-ı kerim, baştan sona kadar, iyileri taklit etmeyi, onlara tâbi
olmayı [uymayı] emretmektedir. Hakkı taklit düşmanları, bâtılda birbirini taklit
ediyor, birinin dinimize yaptığı iftiraya öteki sarılıyor, maymun gibi taklit
ediyorlar. Mesela, (Kur’an uydurma bir söz değildir) âyetini, (Kur'an
uydurma bir hadis değildir) diyerek, hadis-i şeriflere dil uzatıyorlar.
Önce maymunla ilgili âyetleri bildirdikten sonra bu konuya dönelim.
Kibirlenerek Allah’ın emrini dinlemeyen kâfirler, maymun haline çevrilmiştir, üç
gün sonra da helak edildiği bütün muteber tefsirlerde bildirilmektedir. Allahü
teâlânın sadece maymun değil, domuz haline, taş haline getirdiği kâfirler de
olmuştur.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cumartesi günü [balık avından men edilmişken] içinizden [bu emri
çiğneyerek] azgınlık edenleri biliyorsunuz. Onlara “Aşağılık birer maymun
olun” dedik; [Maymuna çevrilen bu insanlar üç gün sonra öldü.] Bunu [bu
olayı] önündekilere [o zaman hazır olanlara] ve ardındakilere [sonradan
geleceklere] ibret verici bir ceza örneği ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlara bir öğüt olsun diye yaptık.) [Bekara 65 – 66 Beydavi]
(Tâ ki onlar [balık avcıları] edilen öğütleri unutunca, biz de kötülükten
alıkoyanları kurtardık, zulmedenleri ise, çıkardıkları fesatlar yüzünden
şiddetli azaba maruz bıraktık. Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan
şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, aşağılık maymunlar olun, dedik.
[Maymun haline geldiler]) [Araf 165, 166 Beydavi]
(De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim
mi? Onlar, Allah’ın lanetleyip gazap ettiği, aralarından maymunlar,
domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimselerdir. İşte bunlar, mevki
bakımından daha kötü olan ve doğru yoldan sapmış bulunanlardır.)
[Maide 60]
Bu âyetlerin hangisi taklidi, iyilere uymayı yasaklıyor? Allahü teâlâ,
herkesi Peygamberlere, âlimlere, iyilere uymayı, onları taklit etmeyi emrediyor.
Bu konudaki âyetlerden bazısı şöyledir:
(Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Resule uymayıp müminlerin
[itikadi ve ameli] yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleyip çok kötü bir yer
olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115] {Bu âyette Resulün ve müminlerin
yolundan ayrılmak kötüleniyor. Demek ki müminlerin yoluna uymak gerekiyor.}
(Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorun.) [Nahl 43] {Bilenlere
uyulması emrediliyor.}
134
www.dinimizislam.com
(İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile onlara
güzellikle tâbi olanlar, onların yolunda gidenlerden [onları taklit
edenlerden] Allah razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuştur. Allah
bunlar için, sonsuz kalacakları Cenneti hazırladı.) [Tevbe 100] {Bu âyette
de Eshaba uyanlar övülüyor, onlar da Cennetlik deniyor. Tâbiin, Eshab-ı
kirama uydukları için yüksek bir şerefe kavuştular. Onlardan sonra gelenler de
onlara uydukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine yükseldiler.}
(Musa o kimseye, “Sana öğretilenden, doğruyu bulmama yardım
edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı” dedi.) [Kehf 66] {Dikkat
edilirse Allahü teâlânın en büyük Resullerinden biri olan Hazret-i Musa, ismi
bile bildirilmeyen birinden ledünni ilmi öğrenmek için yardım istiyor, ona tâbi
olmak istiyor. O kimse de diyor ki: (“Eğer bana tâbi olacaksan, o konuda
bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma” dedi.) [Kehf
70] {O kimse, yüce Peygamber Musa aleyhisselama itirazsız taklit et diyor.
Allahü teâlâ da bunu övüyor.}
(Allah buyurdu ki: [Ya Musa] Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size
öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz [mucize yardımlarımız] sayesinde
onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.)
[Kasas 35] {Bu âyette de Hazret-i Musa’ya tâbi olanlar müjdeleniyor.}
(Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü
onlar hidayete ermiş kimselerdir.) [Yasin21] {Bu âyette de hidayete erenlere
tâbi olmak emrediliyor.}
([Dünyada] İman edenlere ve nesilleri de iman edip kendilerine
uyanlara, [ahirette] nesillerini kavuştururuz, [onları da, baba ve dedeleri gibi
Cennete koyar ve derecelerini yükseltiriz.] Bununla beraber [baba ve
dedelerinin] amellerinden hiç bir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına
bağlıdır, [iyi amel işlerse kurtulur, değilse helak olur.]) [Tur 21] {Bu âyette
imanlı atalarına, dedelerine uyanların da dedeleri gibi Cennete gidecekleri
bildiriliyor. İyilere tâbi olmanın iyiliği bildiriliyor.}
Hazret-i Yakup, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime kulluk
edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim, İsmail
ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133], Hazret-i
Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum.)
[Yusuf 38] {Demek ki atalar Müslüman ise, müşrik değil ise, onlara uymak
lazımdır. Hazret-i Yusuf Müslüman olan atalarının yolundan gittiğine göre, biz
de Müslüman atalarımızın, yani Resulullah efendimizin, eshab-ı kiramın ve
ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan gitmeliyiz.}
Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda, sizin ve atalarınızın yolundan ayrılıp, sünnetimden
uzak kalacak olanlardan uzak durun.) [Müslim]
135
www.dinimizislam.com
Kötülere uymak elbette kötüdür. Misyoner, Şeytana ve Firavuna uymakla
Resulullaha uymayı aynı görüyor ve taklidin kötülüğü ile ilgili şu âyetleri örnek
veriyor:
(Allah, [İblise] sen ve sana uyanlarla Cehennemi dolduracağım dedi.)
[Sad 84, 85]
(Firavun’a uyanları, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığı
ile cezalandırdık.) [Araf 130] {Bu iki âyet de, kötüyü taklit etmenin zararını
bildiriyor.}
Kötüyü, yanlışı ve batılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı
taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstat, bütün işlerde
uzman olması mümkün müdür? Hastanın, kendisini ameliyat edecek bir
operatör doktora ihtiyacı olur. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem
mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin uzmanı olması düşünülebilir mi? O
halde, bir kimse, bir işte uzman olsa da, ihtisası dışındaki başka bir işin
uzmanına uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan, “Taklit haramdır,
hiç kimsenin yaptığını kullanmam” diyemez. Herkesin rehber, taklit edilen
kimse olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi
eşyanın tâbiatına aykırıdır. Uzun tecrübelerden sonra çeşitli aletler yapılmış,
çeşitli kurallar bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. “Taklitçi olmamak
için bunları kullanmam” diyen, deli değilse, muhakkak haindir.
Bir mezhebe uymanın lüzumu
Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve
müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta
İcma hasıl olmuştur. İcmadan [cemaatten, birlikten, topluluktan] ayrılan helak
olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle
birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten
ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf
olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] uyun!) [İbni
Mace]
(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71.
âyet-i kerimesini Kadı Beydavi hazretleri, (Her ümmeti Peygamberleri ve
dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve
Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya
Şafii veya ya Hanefi denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her
müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça
bildirmektedir.
Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan
Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini
136
www.dinimizislam.com
bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnet gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir)
buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu
âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin
yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da şart olur) buyuruluyor.
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh
ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a'zam,
fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i
raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye,
bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve
Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at sahibi
olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]
Bugün dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i
sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül muhtar haşiyesi zebayih
kısmı)
Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Mezhepten ayrılmak, ilhaddır) buyuruyor.
(Mebde ve Mead) [İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.]
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin
bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız.
Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de,
mezhebimizin hükmüne uyulur. Çünkü nas; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi
gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid anlar. Bunun için
tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız gerekir. (Berika s.94)
İbni Teymiye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki:
İctihad şartı bulunmayanın, Kur'andan ve hadisten ahkam çıkarması caiz
olmaz. Bir mezhebe uyması şarttır. Dört mezhepten başkasına uymak da caiz
değildir. (İlamil Muvakkiin)
Gerçek bu iken, İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan
gibi mezhep düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk
yaparak, birçok gafili sapıtmışlardır.
Mezhebe uymak
Sual: Bir kimsenin, dört mezhebin birine uymayıp, Kitap ve Sünnete
uygun olarak veya başka bir müctehidin yahut bir sahabinin ictihadına uyarak
yaptıkları ibadetler, sahih olmaz mı?
CEVAP
Evet, sahih olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Bir ibadetin sahih olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun
olması lazımdır. Yani, o işin sahih olması için, bir mezhepte uyulması lazım
olan şartların hepsine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından
137
www.dinimizislam.com
biri bir mezhebe, başka biri de, başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih
olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Mezhebine uyan kurtulur
Sual: Bir müctehid ictihad ederken yanılsa veya bir hak mezhebin bir
hükmü Allah katında yanlış ise, bizim o hükümle amel etmemiz günah olmaz
mı?
CEVAP
Hayır. Müctehid, ictihad ederken yanılsa bile, günah olmaz, sevab olur.
Allahü teâlâ, insanları kendi katındaki mutlak doğruya göre değil, müctehidin
ictihadına uyup uymamakla imtihan edecektir. Bu genişliği, bu rahmeti
Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Müctehide yani kendi mezhebine uyan
kurtulur. Bir müctehidin ictihadında yanıldığını da hiç kimse bilemez. Başka
âlimin farklı ictihadı bu ictihadın yanlış olduğunu gösteremez. Allahü teâlâ,
ictihada sevab verdiği için hiç bir ictihada yanlış denemez. Bu ictihadla amel
edenler de sevab kazanır.
İmamları ile çağırmak
Sual: Kur’andaki, (O gün, her fırkayı imamlarıyla çağırırız!) mealindeki
ifadeden kasıt nedir?
CEVAP
Tefsir kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Her ümmet, Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle
çağırılırlar. Mesela, yâ ümmet-i Musa, yâ Şafii yahut yâ Hanefi denilir.
(Beydavi, Tefsir-i Hüseyni, Ruh-ul-beyan)
Kötü milletler de, zalim krallarıyla çağırılır. Mesela Firavun ve taraftarları,
Nemrut’un adamları diye çağırılır. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağırılır.
(Meâlim-üt-tenzîl)
Avamın mezhebi
Sual: (Avam yani müctehid olmayan kimse, rast geldiği müftüye sorar.
Sorduğu müftünün mezhebini bilmek zorunda değildir) diyenler oluyor. Mesela
Hanefi bir Müslüman, Şafii olan müftüye, (Üç defa emdiğim kadının kızıyla
evlenebilir miyim?) dese, Şafii müftü de, (Evlenebilirsin) dese, Hanefi olan
sütkardeşiyle evlenebilir mi? Yine Hanefi bir kimse, Şafii müftüye, (Benim elim
kanadı, abdestim bozuldu mu) diye sorsa, müftü de, (Bozulmaz) diye cevap
verse, Hanefi’nin abdesti bozulmamış mı olur?
CEVAP
Şafii müftü, Hanefi olan avama, (Üç kere emdiğin kadının kızıyla
[sütkardeşinle] evlenebilirsin) demez; çünkü Hanefi'de evlenilmeyeceğini bilir.
Şafii sanarak evlenebilirsiniz dese de, evlenilmez. Bunun gibi, (Kan abdesti
bozmaz) dese de, Hanefi’nin abdesti bozulmuş olur.
Rastgele müftüye sormak, Eshab-ı kiram ve Tabiin zamanındaydı; çünkü
o zaman mezhepler tedvin edilmiş değildi. Her zaman aynı müctehide sorma
138
www.dinimizislam.com
imkânı da yoktu. Mezhepler meydana çıktıktan sonra, rastgele bir müftüye
soramaz. Sorulması gereken müftü ise, müctehid olan âlim demektir.
(Feth-ul-kadir)
Mezhepler varken, avam, kendi mezhebinde olan müftüye sorar, kendi
mezhebinde olan müftü bulamazsa, ancak o zaman başka mezhepteki
müftüye de sorabilir. O müftüye sorarken de, kendisinin Hanefi veya Şafii
olduğunu söylemesi gerekir. Şimdi müctehid müftü olmadığı için, kendi
mezhebindeki kitaba bakar. İmam-ı Kurafi hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram zamanında herkes, herhangi bir sahabiye sorar ve
öğrendiğiyle amel ederdi. Delil soran olmazdı. Şimdiyse, yeni iman edenlerin,
aynı mezhepteki âlimlerden, delil aramadan sorup öğrenerek amel etmeleri,
aynı mezhepte olan âlimleri bulamazlarsa, her âlimden sormaları, sonra bir
mezhebi öğrenip, bu mezhebi taklit etmeleri gerektiğini âlimler sözbirliğiyle
bildirmişlerdir. Yani icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra)
İbadetlerde mezhep taklidi
Sual: (Gusül, abdest ve namaz gibi ibadetlerde aynı mezhebe uymak şart
değil; guslü Şafii'ye, abdesti Maliki'ye, namazı Hanefi'ye göre kılabilir) deniyor.
Doğru mu?
CEVAP
Hayır, doğru değildir; çünkü bu üçü, birbirine bağlı ibadettir. Oruç, zekât,
hac gibi farklı ibadetler değildir. Bunu bir örnekle açıklayalım:
Bir kimse, Şafii mezhebine göre gusletse, yani ağzını burnunu yıkamak
farz olmadığı için, buraları yıkamasa, namaz abdestini Hanefi'ye göre alsa,
mesela niyet etmese yahut abdestten sonra bir kadına dokunsa, bu kimse
namazını Hanefi'ye göre kılsa da caiz olmaz, Şafii'ye göre de kılsa caiz olmaz.
Hanefi'ye göre guslü sahih olmadığı için caiz olmuyor, Şafii'ye göre de abdesti
olmadığı için caiz olmuyor. Diş dolgusu olanın da, Şafii'ye veya Maliki'ye göre
gusledince, abdest ve namazın da, bu mezhebe uygun olması gerekir. Uygun
olmazsa, namazı sahih olmaz.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir Hanefi, niyet etmeden aldığı
abdestle öğleyi kılsa, caiz olur. İkindi vakti Şafii olup ikindiyi kılsa, sahih olmaz.
Niyet ederek tekrar abdest alması gerekir. Dini bir ihtiyaç olmadan dünya işleri
için mezhebini değiştiren, dinini oyuncak yapmış olur; cezalandırılması lazım
olur, imansız ölmesinden korkulur. (Faideli Bilgiler)
Bir kimse, oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetleri de bir harac olamadan
farklı mezheplere göre yapması doğru olmaz. Bir harac, yani meşakkat varsa
caiz olur. Mesela, Şafiiler, zekât verecek üç sınıfı bulamayınca Hanefi'yi taklit
ederek verebilir. Sadaka-i fıtır verirken buğday bulması zorsa, Hanefi'yi taklit
ederek altınla verebilir.
139
www.dinimizislam.com
Mezhep ve takım tutmak
Sual: (Futbol takımı tutar gibi mezhep tutulmaz. Mezheplerin hepsini hak
bilenin tek bir mezhebe uyma mecburiyeti olamaz. Nitekim Üstad Abduh, her
mezhepten seçtiği sahih kavillerle amel etmiştir) deniyor. Bunlar yanlış değil
midir?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Burada, sadece hak mezhepler denilerek, dört hak
mezhep tabirini kullanmaktan kaçınmak kasıtlıdır. Bazı bid’at mezhepleri de
hak mezhep olarak göstermek için yuvarlak ifade kullanıyor. (Nuh der,
peygamber demez) diye bir söz var, bu da hak mezhepler diyor, dört hak
mezhep demiyor, diyemiyor.
Herkes mezhebini takım olarak değil, din olarak tutması lazımdır, çünkü
mezhep din demektir. Mezhebimiz olmasa, dinimizi doğru olarak nasıl
öğreniriz? Yani din ayrı, mezhep ayrı değildir. Mesela Hanefi mezhebi ayrı, din
ayrı değildir. Zaten ayrı olsa, onunla amel etmek caiz olmaz. Dinin temeli, bu
dört hak mezheptir. Mesela, (Ebu Hanife’nin bu kavli zayıf, mutezilenin şu
görüşü kuvvetlidir) demek mezhepsizlik olur. (Mezhepler göl, İslamiyet ise
denizdir. Biz denizi tercih ederiz. Ben bir mezhebe göre değil, İslam’a göre
namaz kılarım) demek de, bir aldatmacadan, bir demagojiden başka şey
değildir.
İslam’a göre namazın farzları şunlardır denemez. Farklı şekilde diyenler
de çıkmıştır, verilen cevap, İslam olmadığı gibi, mezhep de değildir. Sadece, o
mezhepsizin görüşleri, yani bozuk mezhebi olur. Abduh ve Abduhçu, bunu her
fırsatta yapıyor. Mezheplerdeki hükümlere bakıyor, hangisi kafasına yatarsa,
işte bu İslam’dır diyor. Yahut hiçbirini beğenmiyor, kendi görüşünü söylüyor.
Dördü de haktır
Mesela Seyyid Kutup bile, üstadı mason Abduh’u tenkit ediyor. Abduh’un
(Salih amel işleyen, kâfir de olsa Cennete girer) sözünü, S. Kutup, Nisa
suresinin 124. âyetinin tefsirinde, (Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden
âyetleri hatırlamıyor) diyerek tenkit ediyor. Demek ki, ne Abduh’un dedikleri,
ne de onu tenkit eden mezhepsizlerin anladıkları İslam’dır.
Bugün İslamiyet dört hak mezhepte toplanmıştır. Bir mezhebe göre
yapılması zor olan bir şey, diğer üç hak mezhepten biri taklit edilerek
yapılabilir, çünkü dördü de haktır. (Bir mezhebe uyma mecburiyeti yoktur)
demek çok yanlıştır. Mezhepsiz Müslüman olmaz. Herkesin bir mezhebe
uyması şarttır.
Dört mezhep
Sual: (Mezhep değiştirmekte sakınca yoktur. Dileyen de çalışır, müctehid
olur, bir mezhebe bağlanmadan kendi ictihadıyla amel eder) sözü doğru
mudur?
140
www.dinimizislam.com
CEVAP
Hayır. Sebepsiz veya dünya çıkarı için mezhep değiştirmek caiz değildir.
İbni Âbidin hazretleri, (Dünya menfaati için mezhebini değiştirenin, son nefeste
imansız gitmesinden korkulur) buyuruyor. (Redd-ül-muhtar)
Ama dini bir fayda varsa caizdir. Mesela, yaşadığı yerde kendi mezhebine
göre kaynak kitap veya soracak kimse bulamayan kimsenin, orada yaygın
olan, dört hak mezhepten birine geçmesi caizdir.
Bir de, (Dileyen çalışır, müctehid olur) deniyor. Bu söz, (Hicri dördüncü
asırdan sonra ictihad edecek kimse kalmadığı için bu kapı kapanmıştır)
diyen âlimlere karşı bir savaş açmak, onları hiçe saymaktır, kendini o
müctehidlerden üstün görmektir. Çünkü her mezhebin içinde müctehidler
olduğu halde, mezheplerinin usul bilgilerinin dışına çıkmamışlardır. Mesela
İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi âlimler, Hanefi
mezhebinde bulunan müctehidlerdir.
(Dileyen herkes, çalışır, müctehid olur, bir mezhebe bağlanmaz, kendi
ictihadıyla amel eder) sözü, süper sapıklıktır. (Kendi mezhebi içinde ictihad
edebilir) denseydi, daha az yanlış olurdu. Mezhepler çıktıktan sonra, Ehl-i
sünnet âlimleri, bir mezhebe tâbi idi. İbni Teymiyye, Şevkani, Abduh gibi
sicilliler ise, kendilerini mezhepler üstü görmüşler, hiçbir mezhebe
uymamışlardır. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve
Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman
ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra böyle kıymetli
kimseler azalmış, hicri dördüncü asırdan sonra bu sıfatlara malik bir âlim
ortada kalmamıştır. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika)
Bugün müctehide lüzum da yoktur, çünkü din bilgilerinde açıklanmamış
bir şey kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur.
Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir.
Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini,
müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi
yaparlar, fakat ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum
kalmamıştır. Helal, haram ve her delil açıklanmıştır. (F. Bilgiler)
Eğer, (Teknolojinin ilerlemesine göre yeni hükümlere ihtiyaç vardır)
denirse, bu söz, (Dininizi tamamladım, dinde noksanlık yoktur) mealindeki
âyet-i kerimeyi yalanlamak olur. Zamanla ibadetlerde değişiklik olmaz.
Değiştiren kâfir olur.
141
www.dinimizislam.com
Mezhep taklidi rahmettir
Mezhepleri taklit rahmettir
Bazı art niyetliler, “Kur’an varken sünnete, Peygamberin açıklamalarına
ihtiyaç yok diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80]
(Resul ne emretmişse ona uyun!) [Haşr 7]
(İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla!) [Nahl 44]
Bazıları da, Kur’an ve hadis varken, âlimlere, mezheplere uymak
gerekmez diyorlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması
rahmettir.) [Nasr El-Makdısi, Beyheki]
(Âlimlere uyun.) [Deylemi]
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]
Resulullah efendimiz, Kur'an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri
açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı,
namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak
tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı, orucun,
haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı
kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır.
Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı.
Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, her şey
açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın
her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu.
Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.
Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl
olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Birkaç örnek verelim:
Şafii’de, kadın eline dokunmak abdesti bozar, Hanefi ve Maliki’de
bozulmaz. Hacda bu iki mezhepten birisi taklit edilirse, abdest bozulmadan
tavaf yapılır. Bu bir rahmettir.
Seferde iken, üç mezhepte iki namazı cem etmek caizdir. Namazlarını
kaçırma tehlikesi varsa, Hanefiler, bu 3 mezhepten birini taklit ederek iki
namazı cem ederek kılabilir. Bu da bir rahmettir.
Mukimken de, iki namazı cem etmek gerektirecek durumlar olabilir. O
zaman da Hanbeli mezhebi taklit edilir. Bu da bir rahmettir.
Kitaplarda, (Yolda, nakil vasıtalarında [dolmuşta, otobüste], alış verişte
[pazarda, markette] kadınlara dokunma ihtimali olan Şafii, Hanefi veya
Maliki’yi taklit etmeli) deniyor. Demek ki, yeniden abdest almak harac, yani
meşakkat, zorluk oluyor. Sırf yeniden abdest almamak için başka mezhep
taklit edilebiliyor. Birkaç örnek verelim:
142
www.dinimizislam.com
1- Hacda kadınlara dokunma ihtimali olduğu için Şafiilerin abdestli
durması zordur. Hanefi taklit edilir.
2- Şafii bir doktor, kadınlara dokununca abdesti bozulacağı için Hanefi’yi
taklit eder.
3- Şafii bir genç, bir kız kaçırsa, kızın babası razı olmazsa, Şafii’de,
velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefi’yi taklit ederek velisiz
de evlenebilir.
4- Şafii’de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı
bulmak da zordur. Hanefi taklit edilerek bir sınıfa verilir.
5- Bir Hanefi’nin, evlendiği kızla süt kardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer bir
iki kere emmişse, Şafii taklit edilip evliliğe devam edilir: Çünkü Şafii’de süt
kardeş olmak için ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmek gerekir.
Rahmet olan farklı hükümler
Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi,
başka bir mezhepte yapılması kolay ise, o mezhebin şartlarına uyarak, bu işi o
mezhebe göre yapması caizdir. (Redd-ül-muhtar, Mizan, Hadika, Berika, S.
Ebediyye 135)
Hadika’da diyor ki, (Abdest ve gusülde başka mezhebi taklit etmek
caizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lazımdır. Bütün şartlarına
uymazsa, taklit caiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile,
taklit yapmak caiz olur. Mesela imam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra,
guslettiği kuyuda fare ölüsü görüldü dediler, “Şafii mezhebine göre guslümüz
sahihtir“ buyurdu. (S. Ebediyye 71)
[Müctehid, müctehidi taklit edemez. Bir müctehid olan İmam-ı Ebu Yusuf,
burada İmam-ı Şafiiye uygun ictihad etmiştir.]
Berika’da, zaruret olan her işte de başka mezhebi taklit caizdir diyor. İbni
Âbidin’de, zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman,
diğer üç mezhepten biri taklit edilir” diyor. (S. Eb. 71)
Bir Hanefi’nin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, yapabilmesi için
Şafii’yi taklitte bir beis olmadığı Bahrürraık ve Nehrülfaık’ta da yazılıdır. (S.
Eb. 135)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Şafii âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç şeylerin Hanefi’ye göre
yapılmasına fetva vermişlerdir. (S.Eb. 71)
Zaruret olmasa da bir ibadeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için
başka mezhebi taklit caizdir. (Mizan, F. Hayriye, F. Hadisiye, Mafüvat, S.
Ebediyye 135)
Tâbi olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hasıl olursa, bu iş,
diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklit ederek yapılır. (S.Eb. 148)
İkinci mezhebe göre de özrü hasıl olanın, üçüncü mezhebi taklidi caizdir,
telfîk değildir. (S.Eb. 136)
143
www.dinimizislam.com
Bir kişi, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. Bir işini bir
mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini bir
mezhebe göre yapmak gerekir.) (Faideli Bilgiler 34-5)
İbni Âbidin’de diyor ki, (Zaruret olmasa da, harac olunca, diğer üç
mezhepten biri taklit edilir.) Bir işin, bir ibadetin sahih olması için, dört
mezhepten birine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri
bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih
olmaz. Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi’de abdest bozulur, Şafii‘de
bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafii’de, abdesti
bozulur. Hanefi’de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her
iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. Bu
kimse, iki mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimsenin ibadetinin
sahih olmayacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe,
başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz.
Fakat bir kimse, bir ibadeti, bir işi, bir mezhebin bütün şartlarına uyarak yapıp
bitirdikten sonra, bunu tekrar yaparken veya başka bir ibadeti, başka bir işi
yaparken, başka mezhebin şartlarına uyarak yapması, âlimlerin çoğuna göre
sahih olur. İhtiyaç olduğu zaman yapmak ise, sözbirliği ile sahih olur. Hatta bir
mezhebin şartlarına uyarak yapılan bir işin, bir ibadetin bu mezhebe göre
sahih olmadığı, başka bir mezhebe göre sahih olduğu sonradan anlaşılsa, o
mezhebe göre sahih olduğunu düşününce, o mezhebi taklit etmiş olur. O işi
sahih olur. (S. Eb. 889)
Bir Hanefi, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, başka bir mezhebi
taklit ederek yapabilir. Bu işi yaparken o mezhebin şartlarını da yerine
getirmesi gerekir. Harac [güçlük] olmadan ve şartlarını yapmadan taklit
ederse, buna telfîk denir ki caiz değildir. (S. Eb. 135)
Başka bir mezhebi taklit etmek, mezhep değiştirmek demek değildir.
(S.Eb. 223)
Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur,
başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. (Mizan-ül-kübra)
Çocuklar da taklit eder
Sual: 15- 18 yaşındaki gençlerle kitap okuyorduk. Oradaki gençler,
(Gerek diş dolgusundan, gerekse herhangi bir akıntı sebebiyle gençler taklit
etmez. Taklit ihtiyarlara mahsustur) dediler. Gençler taklit edemez mi?
CEVAP
İhtiyaç halinde genç de, ihtiyar da taklit eder. Gencin çıbanı, yarası veya
başka bir hastalığı olmaz mı? İhtiyarda hastalık daha çok olur. Prostat olur,
basur olur, elde olmadan yel kaçırabilir yani gelen yeli tutamayabilir.
Gençlerde bunların az olması, taklit etmemeyi gerektirmez. Akıl baliğ olan
genç de ihtiyar gibi dini emirleri yapmakla mükelleftir. Henüz akıl baliğ
olmamış gençlerin dolgu dişi varsa, onların da Maliki’yi taklit etmesi iyi olur.
144
www.dinimizislam.com
Mezhep taklidi, her konuda o mezhebe uymak değildir
Sual: Diş dolgusu sebebiyle Maliki’yi taklit edenin, haccı da Maliki’ye göre
yapması gerekmez diye sitede yazılıdır. Peki Hanefi’ye göre guslü olmayan
kimse nasıl cünüp tavaf yapacaktır?
CEVAP
Cünüp tavaf edilmiyor ki. Bir mezhebin bir kısmını taklit, her konuda
tamamen o mezhebe uymak demek değildir. Diş dolgusundan dolayı Maliki’yi
taklit eden kimse, sadece gusülde, abdestte ve namazda taklit eder. Çünkü
bunlar birbirine bağlıdır. Oruçta, zekâtta, hacda, nikahta, talakta, kurbanda,
adakta, diğer işlerde o mezhebi taklit etmek gerekmez. Guslederken, abdest
alırken Maliki’yi taklit ettiğimiz için guslümüz ve abdestimiz vardır. Bu abdestle
tavaf ediyoruz. Bu abdestle de, abdestli yapılacak diğer işleri yaparız. Mesela
Kur’an okuruz, camiye girebiliriz, tilavet secdesi yapabiliriz. Çünkü abdestimiz
vardır.
Sual: Dört mezhebin ictihadlarında bulunmayan meselede, başka
müctehidi, mesela imam-ı Sevri’yi taklit caiz olur mu?
CEVAP
Dört mezhepten başkasına ihtiyaç bırakılmamıştır. Yani bir mesele dört
mezhepten birisinde bulunur.
Sual: Maliki’deki durumunu bilmeyen bilmediği için Hanefi’yi taklit etse
caiz mi?
CEVAP
Evet. Özür olunca telfîk olmaz.
Sual: (Hanefi’de borç verilirken ödeme tarihi söylenirse faiz olur. Maliki
taklit edilerek söylenirse caiz olur) deniyor. Bu telfîk olmaz mı?
CEVAP
Telfîk olmaz. Zaruret olmasa da, ihtiyaç var ise mezhep taklidi yapılır.
Mesela diş dolgusu zaruret değil, ihtiyaçtır. Zaruret olunca zaten mezhep
taklidine ihtiyaç olmaz. Kendi mezhebinde halledilir. Halledilmezse o zaman
taklit edilir.
Sual: Yıkanırken peştamal veya başka bir şeyle göbekle diz arasını
kapatmak gerektiğini biliyorum. Yıkanmaya mahsus uzun don edinmek veya
peştamal kullanmak meşakkatli oluyor. Kuzuluk kaplıcalarından yeni geldim.
Günde iki sefer küvete girdim. Uzun donun yıkaması kurutması zor oluyor.
İhtiyaç olduğu için şortla da yıkanmak caiz olan Hanbeli veya Maliki mezhebini
taklit edemez miyim?
CEVAP
Evet edilebilir.
145
www.dinimizislam.com
Taklitte niyet
Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alırken, Maliki’ye uydum demezse
abdesti olmuyor mu? Hanefi olan abdest alırken “Hanefi’yi taklit ediyorum”
demediğine göre, Hanefi’nin abdesti sahih olmuyor mu?
CEVAP
Hanefi’nin niyet etmesi, Hanefi'ye uyuyorum demektir. İnsan babasına
babam geldi, babam gitti der. Babasının adı Necati ise, babam Necati geldi
demez. Ama üvey babası veya kayınpederi varsa, adı da Hasan ise, o gelince
babam geldi dese anlaşılmaz. Hasan babam geldi demesi gerekir.
Kur’an-ı kerimde, İbrahim aleyhisselam, Babam Azer geldi diyor. Demek
ki onun gerçek babası başkadır. Putperest olan Azer’in, İbrahim
aleyhisselamın babası olmadığı anlaşılır. Demek ki Azer farklı bir baba. [Asıl
babası Taruh idi.]
Hanefi olan da kendi mezhebindedir. Kendi mezhebinde olan iş için, ben
Hanefi’ye uyuyorum demesi gerekmez. Ama bir ihtiyaçtan dolayı başka bir
mezhebe uyuyorsa elbette onun adını söylemesi gerekir.
Dini konularda akıl yürütmek yerine, kitaplarda yazılana uymalı. Aklına
göre hareket etmemelidir. Akla göre din olsaydı, insan sayısı kadar din olurdu.
Başka mezhebi taklit etmek
Sual: İbadet ederken, diğer üç mezhepten birini de taklit etmeyi,
mezhepten hatta dinden çıkmak gibi kabul edenler var. Muteber din kitapları,
mezhep taklidi konusunda ne yazıyor? Taklit zaruret halinde mi olur, yoksa
ihtiyaç halinde de olur mu?
CEVAP
Zaruret halinde taklid gerektiği gibi, ihtiyaç halinde de taklid gerekir.
Bir farzı yapmanın veya bir haramdan sakınmanın imkânsız veya
meşakkatli, güç olması durumunda, önce kendi mezhebimizde çare aranır.
Kendi mezhebimizde çare yoksa diğer üç mezhebe bakılır. Hangi mezhepte
çare varsa, o iş için, o konuda o mezhep taklid edilir. Bu konuda muteber
kitaplardaki bilgiler şöyledir:
Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç
mezhepten biri taklid edilir. (Redd-ül-muhtar)
Zaruret olmasa da, bir ibadeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için,
başka mezhebi taklid caizdir. (Mizan, F. Hayriye, F. Hadisiye, Mafüvat)
Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi,
o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin o konudaki
şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapması caizdir. (Redd-ül-muhtar, Mizan,
Hadika, Berika)
146
www.dinimizislam.com
Tâbi olduğu mezhebe uyarak bir işi yaparken harac hâsıl olursa, bu iş,
diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklid ederek yapılır. (İbni Emir
Hac)
Bir Hanefi’nin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi yapabilmesi için,
Şafii’yi taklid etmesinde bir mahzur yoktur. (Bahrürraık, Nehrülfaık)
Âlimlerimiz, zaruret olunca, Maliki’ye göre fetva verdi. Bir mesele
Hanefi’de bildirilmemişse, Maliki taklid olunur. (Redd-ül-muhtar)
Şafii âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç olan şeylerin, Hanefi’ye
göre yapılmasına fetva vermişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani)
İkinci mezhebe göre de özrü olanın, üçüncü mezhebi taklid etmesi caizdir.
(İ. Hümam)
Abdest ve gusülde, başka mezhebi taklid etmek için, o mezhebin o
konudaki şartlarına da, mümkün olduğu kadar uymak gerekir. Sebepsiz
uymazsa, taklid caiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra
bile, taklid yapmak caiz olur. İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra,
abdest aldığı suyun necis olduğunu söylediler. O da, (Şafii kardeşlerimize
göre, guslümüz sahihtir) buyurdu. (Hadika) [Müctehid, müctehidi taklit
edemez. Bir müctehid olan İmam-ı Ebu Yusuf’un ictihadı, burada İmam-ı
Şafii’ye uygun gelmiştir.]
Taklid ederken
Sual: Zaruret veya ihtiyaç halinde, bir konuda, diğer üç mezhepten birini
taklit ederken, o mezhebin şartlarına uymak gerekir mi?
CEVAP
Evet. Herkes, kendine kolay gelen, dört hak mezhepten birine uyabilir.
İhtiyaç halinde, bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre
yapabilir. Ancak bir işin hepsini, bir mezhebin o konudaki bütün şartlarına
uyarak yapması gerekir. (Redd-ül-Muhtar)
Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için
koyduğu şartlardan, yapılabilmesi mümkün olanların hepsini yapması gerekir.
Bunlardan biri yapılmazsa, bu iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik)
Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklid etmek
gerekiyorsa, iki mezhepte de bâtıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Mesela
abdestte, Şâfiî’yi taklid ederek uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli
dokununca, Maliki’ye göre abdest bozulmaz diyerek namaz kılsa, bu namazı
bâtıl olur, çünkü kadına dokunduğu için Şafii’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için
de Maliki’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir)
Bir iş için, başka mezhep taklid edildiği zaman, o mezhebin bu iş için
koyduğu şartların, [uyabildiklerinin] hepsine uymak gerekir. Bu şartlardan biri
eksikse ibadet sahih olmaz, çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını
yapmak, zaruret olmadıkça, ancak bütün şartları yerine getirmekle caiz olur.
(Mizan-ül-kübra)
147
www.dinimizislam.com
İsmail Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İhtiyaç olunca, başka mezhebi
taklid ederek işini yapabilir, fakat bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini
yerine getirmesi gerekir. (İkd-ül-ferid)
Dünyalığa, şehvetine kavuşmak için, başka mezhebi taklid caiz değildir.
(Ukud-üd-dürriyye)
Muhammed Bağdadi hazretleri buyurdu ki: Başka mezhebi taklid etmek
için üç şart vardır:
1- Kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak
tamamlayamaz. Mesela, Şafii’nin şartlarına uymadan, sadece Hanefi’ye göre
aldığı abdestle, Şafii’ye göre namaz kılamaz.
2- Taklid ettiği iki mezhep de bu işe, bâtıl dememeli. Bir Şafii, (Şafii’de
abdest uzuvlarını ovmak farz değil, Maliki’de de kadına dokunmak abdesti
bozmaz) diyerek, yabancı kadına dokunarak ve uzuvlarını ovmadan aldığı
abdestle namaz kılarsa, bu iki mezhebe göre de namazı sahih olmaz, çünkü
yabancı kadına dokunmak, Şafii’de abdesti bozar. Ovmak ise Maliki’de farzdır.
3- Mezheplerin kolaylıklarını toplamak caiz değildir. Mesela, Hanefi’de
velisiz veya Maliki’de, tanıdıklara duyurmak şartıyla, şahitsiz yapılan nikâh
sahihtir, ama hem velisiz, hem de şahitsiz olan bir nikâh sahih olmaz. (Taklid
risalesi)
Zorunlu taklid
Sual: Diğer üç mezhepten birini taklit etmenin zorunlu ve caiz olduğu
durumlar nelerdir?
CEVAP
Birkaç örnek verelim:
1- Şafii’ye göre zekâtın, Kur’an-ı kerimde bildirilen sekiz sınıfın her birine
verilmesi gerekir. Bunlardan, müellefe-i kulub sınıfı [ve zekât toplayan memur
sınıfıyla, kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı] bugün yoktur. Bunları bulup zekât
vermek imkânsız olduğu için, Şafiilerin bu sınıflardan sadece birine verebilmek
için, Hanefi’yi taklid etmeleri gerekir. (Mektubat-ı Rabbani 3/22)
2- Hacda kadınlara dokunarak, abdestinin bozulma ihtimali olan Şâfiîlerin,
Hanefî veya Mâlikî’yi taklid etmesi gerekir. Bu konudaki taklidi kabul edip de
başka konularda taklid olmaz demek çok yanlıştır. İhtiyaç olunca, her konuda
olur.
Taklidin caiz olduğu durumlara örnekler:
1- Şafii’de sütkardeş olmak için, ayrı ayrı 5 kere, doya doya emmek
gerekir. 1-2 kere emen bir Hanefi, (Şafii’de sütkardeş olmaz) diye,
sütkardeşiyle evlenemez. Ancak, evlendikten sonra sütkardeş oldukları
meydana çıkmışsa, o zaman bir yuvanın yıkılmaması için, Şâfiî taklid edilebilir.
2- Üç talakla boşanan kadın, başka bir erkekle evlenip, o erkek de, bunu
boşamadıkça, eski kocasıyla evlenemez. Böyle bir durumda, ilk nikâhları
148
www.dinimizislam.com
Şâfiî’ye uygun yapılmamışsa, Şâfiî taklid edilerek, Şâfiî’ye uygun nikâh
yapmaları caiz olur. (Redd-ül-muhtar)
3- Şâfiî’de, fitre için, buğdayın veya diğer maddelerin kıymeti kadar altın,
gümüş vermek caiz değildir. Hanefî taklid edilerek, buğday yerine, değeri
kadar altın veya gümüş vermenin caiz olduğu Şemseddin-i Remli’nin
fetvasında yazılıdır. (S. Ebediyye)
4- Hanefî’de lavman, orucu bozar. Ancak şiddetli kabızlık çeken, bu
sıkıntıdan kurtulmak için Maliki’yi taklid ederek, oruçluyken lavman yaptırırsa,
oruca devam edebilir, çünkü Maliki’de lavman orucu bozmaz.
(Mizan-ül-kübra)
5- Hanefî’de, ödünç verirken ödeme tarihi belirlemek caiz değildir. İhtiyaç
olunca, ödeme tarihi koyabilmek için, Mâlikî’yi taklid etmek caiz olur. (Eşbah)
6- Şâfiî’de, ölü için iskat yapılmaz. Hanefi taklid edilerek iskat yapılabilir.
(Neful-enam)
7- Şâfiî’de, oruca imsak vaktinden önce niyet etmek şarttır. Uyumak,
unutmak gibi herhangi bir sebeple bunu yapamayan bir Şâfiî, orucunu
kurtarmak için, (Bu orucumu Hanefî’ye uyarak tutuyorum) derse oruç sahih
olur. Bozulmaktan kurtulmuş olur.
8- Bir işi yapmakta harac olursa, zayıf kavle uyulur. Buna uymakta da
harac olursa, başka mezhep taklid ederek yapılır. (İbni Abidin, Hadika)
Mezhep taklit edilirken
Sual: Fıkhi suallere cevap veren bir yazıda, yaradan akan kan irin, sarı su
gibi abdesti bozan şeyler için Şafii mezhebine uyulabileceği, ancak sadece
abdestte, Şafiye uymak gerektiği, namazda ise yine Hanefi olarak devam
etmek gerektiği bildirildi. Namazda da uymak gerekmez mi?
CEVAP
Evet gerekir. Bu yazı yanlıştır. Namaz, abdest ve gusül ile birlikte bir
ibadettir. Üçü birdir. Bunlardan birisi olmazsa, ötekiler sahih olsa da ibadet
sahih olmaz. Abdesti veya guslü olmayanın namazı da olmaz. Guslü Şafii’ye,
abdest veya namazı Hanefi’ye göre olsa, bu namaz her iki mezhebe göre de
sahih olmaz. Hanefi’ye göre guslü olmadığı için sahih olmaz. Şafii’ye göre de,
abdest veya namazda uyması gereken şartlara uymadığı için sahih olmaz.
Yapılan iş, bir hak mezhebe göre sahih olmalıdır. Yarısı birinden, yarısı
ötekinden olmaz. Günlük işlerde bile böyle değil mi? Farklı iki marka otomobil
düşünün. Parçaların isimleri genellikle aynıdır ama, çalışma sistemi, ebadı,
vidaları farklı olduğu için parçaları birbirinde kullanılamaz. Ancak standart
olmadıkça birinin parçası diğerine takılmaz. İnat edip zorlanıp takılırsa netice
alınmaz. Mezheplerin hükümleri standart değildir. Birinde farz olan şey,
diğerinde sünnet, hatta mekruh oluyor. Mesela imam arkasında Fatiha okumak
Şafii’de farz, Hanefi’de mekruhtur. Taklit eden, namazda Fatiha okumazsa,
Şafii’ye göre namazı sahih olmaz. Hanefi’ye göre de guslü olmadığı için sahih
149
www.dinimizislam.com
olmaz. Bir ibadetin bir kısmı bir mezhebe, diğeri de öteki mezhebe göre
yapılırsa, zaruret olmadıkça caiz olmaz.
Bahsettiğiniz yazıda, (Abdesti şafiye göre al, namazı Hanefi’ye göre
kıl) deniyor. Hanefi’ye göre kılınca, abdestsiz kılmış olur. Şafii’ye göre namaz
kılarsa, abdestinin de, guslünün de Şafii’ye uygun olması gerekir. Bu kaidelere
uymazsa telfîk işlemiş olur. Telfîk ise haramdır.
Yazar Ali Eren, mezhepsizin birisini tenkit ettiği yazısında, bid’at
mezheplere ve dört mezhep haricindeki âlimlere göre fetva verilemeyeceğini,
telfîk-ı mezahibin bâtıl olduğunu bildirip, mezhepsizlerin yaptığı işin, keçinin
ön bacaklarını, mandanın gövdesini, devenin arka bacaklarını alıp yeni bir
hayvan meydana getirmeye benzediğini bildirmişti. Evet geyiğin boynuzunu,
devenin boynunu, filin hortumunu, kangurunun kesesini, yılanın gövdesini,
domuzun kuyruğunu alıp meydana getirilecek hayvan, hilkat garibesi olur.
Ali Eren hoca, eti yenenlerden örnek vermiş. Halbuki, mezhepsizler,
Abduh gibi, İbni Teymiye gibi, eti yenmeyenlerden de fetva veriyorlar. Üç talak,
bir talak diyorlar. Oje abdeste mani olmaz, ince naylon çoraba mesh caiz
diyorlar.
İhtiyaç olunca ancak dört hak mezhepten birisi taklit edilir. Bunlar sadece
sözde değil, fiiliyatta da haktır. Bir hak mezhep taklit edilirken, o mezhebin o
konudaki şartlarına, yani farz ve müfsitlerine riayet edilmesi şarttır.
Başka mezhebe uymak
Sual: Bir işi, bir ibadeti yaparken zorlukla karşılaşan kimse, ne yapar?
CEVAP
Bir iş yaparken, özrü hâsıl olup, bu işin kendi mezhebindeki şartlarından
birine uyması güçleşen kimse, bu işi, dört mezhepten herhangi birindeki
şartlarına uyarak yapar. Bu ikinci mezhebin, bu iş için olan şartlarının
uyabildiklerinin hepsine uyması lazım olur. Bu şartlardan birine uyması zor
olur; fakat kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapması sahih olur. İki
mezhep, zaruri telfik edilmiş olur. Kendi mezhebinde de, zor olursa, kendi
mezhebindeki birinci şartı yapmaması caiz olur; fakat Eshab-ı kiramdan birinin
ictihadına göre caiz olabileceğini düşünmek, iyi olur. Eshab-ı kiramın her biri
müctehid idi. Dört mezhepten birini taklit etmekte zorluk hâsıl olduğu zaman,
Eshab-ı kiramdan birinin ictihadına uygun olan ibadetimiz sahih olur. Özür
olunca, zann-ı galibimiz de makbul olur. (S. Ebediyye)
Zaruret ve taklit
Sual: Haram olan bir şeyi, zaruret halinde, yapmak caiz olduğuna göre,
elde olmayan bir sebeple, bir haramı işleyecek veya bir farzı terk edecek
olanın, başka bir mezhebi taklit etmesi gerekir mi?
CEVAP
Haram işlememek veya farzı terk etmemek için, önce kendi
mezhebimizde çare aranır. Kendi mezhebimizde, çıkış yolu yoksa diğer üç
150
www.dinimizislam.com
mezhebe bakılır. Hangi mezhepte çıkış yolu varsa, o konuda, o mezhep taklit
edilir. Dört mezhepte de çıkış yolu yoksa ve zaruret de varsa, ancak o zaman,
farzı tehir veya terk etmek caiz olur. O iş haram ise, zaruret miktarınca işlemek
caiz olur.
Başka müctehidi taklit etmek
Sual: İmam-ı Şafii hazretleri, İmam-ı a'zam hazretlerinin kabrini ziyaret
ettiğinde, sabah namazı kılarken, ona hürmeten kunut okumamış. Bir
müctehid, başka bir müctehidi taklit edemediğine göre buradaki incelik nedir?
CEVAP
İmam-ı Şafii hazretleri burada taklit etmiyor. O anda öyle ictihad ediyor,
yani yine kendi ictihadıyla kunut okumamış oluyor.
Sual: Haram olan bir şeyi, zaruret halinde yapmak caiz olduğuna göre,
elde olmayan bir sebeple, bir haramı işleyecek veya bir farzı terk edecek
olanın, başka bir mezhebi taklit etmesi gerekir mi?
CEVAP
Elbette gerekir. Zaruretle işlemek günah olmazsa da, haram işlememek
veya farzı terk etmemek için, önce kendi mezhebimizde çare aranır. Eğer bir
çıkış yolu bulunmazsa, diğer üç mezhebe bakılır. Hangisinde çıkış yolu varsa,
o konuda, o mezhep taklit edilir. Birkaç örnek verelim:
1- Bir kimse bilmeden süt kardeşiyle evlense, günah olmaz; fakat süt
kardeş olduğu meydana çıkınca, başka bir mezhepte kurtuluş yolu aranır.
Varsa, o mezhep taklit edilerek, evliliğe devam edilir. Mesela, Şafii’de süt
kardeş olmak için ayrı zamanlarda beş kere doya doya emmek gerekir. Evli
çift, eğer bir iki kere emmişse, Şafii mezhebi taklit edilip evliliğe devam edilir.
2- Dişini kaplatan veya dolduran kimse için, Hanefi mezhebinde çıkış yolu
olmadığına göre, diğer üç mezhebe bakılır. Maliki ve Şafii’de gusülde ağzın
içini yıkamak farz olmadığı için, gusül, abdest ve namazda Maliki veya Şafii
mezhebi taklit edilir. Bu mezheplerde de, çıkış yolu olmasaydı, salih bir doktor
da, dişini doldurmak gerekir deseydi, diş dolgusu zaruret halini alıp, gusle
mani olmazdı; fakat hak olan iki mezhepte, kurtuluş çaresi vardır. Hak
mezhepler, sadece sözde değil, böyle fiiliyatta da haktır. Dört mezhep hak
dedikleri halde, iş fiiliyata dökülünce kabul etmeyenler, dört mezhebi hak kabul
etmiş olamazlar.
3- Uyumak veya unutmak, namazın kazaya kalması için özürdür; ama
hatırlayınca veya uyanınca, namazı kazaya bırakmamak için çare aranır.
Kendi mezhebinde veya diğer üç mezhepte çıkış yolu varken, kazaya
bırakmak caiz olmaz. Mesela öğle ve akşam namazlarında, Hanefi
mezhebindeki ikinci kavle uyarak, asr-ı evvel ve işa-i evvel vakitlerinde, öğle
ve akşam namazlarını kılar. Bu vakitler de, çıkmışsa, Hanbeli mezhebine
uyarak, mukimken de, öğleyle ikindiyi, akşamla yatsı namazlarını cem eder.
151
www.dinimizislam.com
Taklit mezhep değiştirmek değildir
Sual: (Bir mezhebi taklit etmek mezhep değiştirmek demektir. Onun için
zaruret olmadıkça mezhep taklit edilmemeli) deniyor. Bir konuda taklit etmek,
nasıl mezhep değiştirmek olur ki?
CEVAP
Bir mezhebi bir hususta taklit etmek, o mezhebe geçmek yani mezhep
değiştirmek demek değildir. Başka mezhebi taklit etmek için, mecburiyet
olması da şart değildir. Harac yani sıkıntı varsa ve o mezhebin o konudaki
şartlarına da uyarsa, taklit edebilir; fakat harac olmadan ve şartlarına uymadan
taklit etmek, caiz olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Herkes, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. İhtiyaç halinde,
bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin
hepsini, bir mezhebin o konudaki bütün şartlarına uyarak yapması gerekir.
Yani bir kimsenin, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir
işi, o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin şartlarına uyarak,
o mezhebe göre yapması caizdir. Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk,
sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklid edilir. (Redd-ül-muhtar)
Caiz olmayan mezhep taklidi
Sual: Müctehidlerin farklı hükümleri rahmet olduğu için, bir Hanefi’nin,
kendi mezhebinde caiz olmadığı halde, Şafii’de caiz diye, midye, istiridye gibi
deniz haşaratı yemesi caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. Mezhep taklidi, ancak emrolunan bir iş yapılırken,
meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak için yapılır. Meşakkat
olmadan taklit etmek, yani mezheplerin kolay hükümleriyle amel etmek
mezhepsizlik olur.
Başka mezhep, ancak bir ihtiyaç veya haraç [sıkıntı] halinde taklit
edilebilir. Dünyalığa, arzusuna kavuşmak için, başka mezhebi taklit caiz
değildir. (Ukud-üd-dürriyye)
Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
Mezheplerin ruhsatlarını yani kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun
olarak yapmaya telfik denir ki, caiz değildir. Dine uymak istemeyenin yapacağı
şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruretle, bir işini veya her işini diğer üç hak
mezhepten birine uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe
geçmek veya taklit etmek ise, nefse uymak olur, caiz olmaz. (Hadika)
Mezhep taklidinde üç grup
Sual: Bugün Türkiye’de mezhep taklidinde kaç grup vardır?
CEVAP
Bugün Türkiye’de, mezhep taklidi konusunda ifrat, tefrit ve vasat olmak
üzere üç grup vardır:
152
www.dinimizislam.com
1- Belli bir mezhebi yoktur. Hangi mezhebin hükmü kolay gelirse ve aklına
yatarsa onunla amel eder. Falanca mezhepte caizse, bir ihtiyaç ve zaruret
olmasa da, hemen onu uygular. Bu mezhepsizliktir, telfıktır, haramdır. Bunlar
ifrat grubuna giriyorlar.
2- İhtiyaç, hatta zaruret olsa bile, bir konuda, diğer üç hak mezhepten
birini taklit etmeye ters bakan, mezhep taklidini öcü gibi gören, hatta
dinsizlikmiş gibi zanneden taassup ehli olanlar var. Bunlar da tefrit grubuna
giriyorlar.
3- Bir de din kitaplarının bildirdiği şekilde, ihtiyaç veya zaruret olunca, dört
hak mezhepten birini, ihtiyaç olduğu konuda, ihtiyaç bitene kadar taklit edenler
var. Bunlar vasat, yani orta yolda oluyorlar. Zaten dinimiz, ifratla tefrit arasında
vasat bir yoldur. Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Hayr-ül-ümûr evsâtühâ = İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemi]
(İfrat ve tefritten uzak durun.) [Buhari]
(İfrata kaçan helak olur.) [Müslim]
(İfrat ve tefritten kaç, vasatı tercih et; çünkü işlerin en iyisi orta
olanıdır.) [Beyheki]
(Orta yolu tutun, doğru yoldan ayrılmayın!) [Buhari, Müslim]
(Her hususta orta yolu tutmak, peygamberliğin yirmi beşte bir
parçasıdır.) [Tirmizi]
İslamiyet’in, aşırılıklardan uzak, vasat [orta] bir din olduğunu bildiren bir
âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]
Maliki mezhebini taklidin lüzumu
Namaz kılanlar için özürlü olunca Maliki mezhebini taklit etmeleri büyük
kolaylıktır. Maliki mezhebini taklit ile ilgili S. Ebediyye’de diyor ki:
İbni Âbidin hazretleri, (Hanefi mezhebinde olanın, Maliki mezhebini taklit
etmesi evladır. Çünkü, imam-ı Malik, imam-ı a’zamın talebesi gibidir)
buyuruyor. (s.125)
Yine İbni Âbidin hazretleri, (Âlimlerimiz, zaruret olunca, Maliki’ye göre
fetva verdi. Bir mesele Hanefi’de bildirilmemiş ise, Maliki taklit olunur)
buyuruyor. (s. 158)
Abdesti sık bozulan hastalar ve ihtiyarlar için ve necasetten taharet için
çok kolaylık gösterdiğinden, diğer üç mezhepte olan Müslümanlar, Maliki’yi
taklit ederek, ibadetlerini rahatlıkla yapar. (s.1133)
Namaz kılarken abdesti bozulan Hanefi, hemen selam verip, namazdan
çıkar. Maliki mezhebinde, namazı bozulmaz. O anda özür sahibi olur. (s.122)
Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile, yani, zaruret ile idrar kaçıran Hanefi’nin,
tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Maliki’yi taklit
ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (s. 148)
153
www.dinimizislam.com
Bir kimsenin namazda abdesti bozulursa veya abdest almak güç olursa,
namaza dururken Maliki mezhebini taklit eder. Maliki’de, hastaların, ihtiyarların
namazları bozulmaz. (s. 232)
Kan veya idrar kaçıranlar, necaset temizlemekte zahmet çekenler Maliki
mezhebini taklit ederler. Maliki’de, makattan ve bedenden taş, solucan,
cerahat, sarı su, kan çıkınca abdest bozulmaz. Abdesti bozanlar, hastalık ile
çıkarsa ve çıkması men olunamazsa, iki kavil vardır. İkinci kavle göre, prostat
hastalığı sebebiyle gelen idrar abdestini bozmaz. Hastaların, ihtiyarların,
abdest almakta harac ve meşakkat olduğu zaman, bu kavli taklit etmeleri sahih
olur. İdrarın kesildiği zamanı belli ise, bu zamanda abdest alması iyi olur.
İstibra zamanı uzun süren veya sonraları damlayan ve bir namaz vakti devamlı
akmadığı için özürlü olamayan Hanefi ve Şafiiler, Maliki mezhebini taklit eder.
(s. 158)
Maliki’nin ikinci kavline göre, özür sahibi olmak için, hastalık sebebi ile
çıkan, abdesti bozan bir şeyin bir kere çıkması kâfidir. Bir namaz vakti içinde
devamlı çıkması lazım değildir. Namazdan önce veya namaz içinde idrar, yel
kaçıran yani gelen yeli tutamayan hastaların ve ihtiyarların abdestlerinin ve
namazlarının bozulmaması için, harac ve meşakkat halinde, bunların Maliki
mezhebini taklit etmeleri ve imam olmaları sahih olur. (s.131)
Dikkat edilirse, Maliki’de, Hanefi’de olduğu gibi özürlü olmak için her
namaz vaktinde bir kere akması lazım değildir. Hastalık sebebiyle ara sıra
zuhur etmesi, hatta bir kere çıkması bu kavle göre özür sayılır. Mesela elinde
olmadan zaman zaman burnu kanayan, makattan solucan çıkan, ara sıra ağız
dolusu kusan, kulağı akan, ağrı ile gözünden yaş gelen, bazen yel kaçıran
yani gelen yeli tutamayan, ishal olup gaita kaçıran, idrar kaçıran, istihazalı
veya akıntısı olan kadın, basurdan, çıbandan, yaradan kan ve irin akan, Maliki
mezhebini taklit ederse, abdesti bu özrü sebebiyle bozulmuş olmaz. Çamaşıra
bulaşan kan ve idrar lekelerini temizlemek meşakkat olursa necis de sayılmaz.
Namazda iken idrar gelse, basurdan kan aksa, hem abdest bozulmaz, hem de
çamaşırdaki kan ve idrar necis sayılmaz. Çünkü Maliki’de, ikinci kavle göre,
necaset namaza engel değildir. Temizlemek sünnettir. (s.153)
Maliki mezhebini taklit ederken
Yukarıda, Maliki’yi taklidin lüzumunu bildirdik. Şimdi ise bunları sual ve
cevaplarla açıklıyoruz:
Sual: Sık sık ağız dolusu kusan kimse, Maliki'yi taklit ederse, abdesti
bozulur mu?
CEVAP
Bozulmaz.
Sual: Hemoroid sebebiyle Maliki'yi taklit eden, kan akarken ve elbisesinde
fazla kan bulaşmış iken namaz kılsa, caiz olur mu?
CEVAP
154
www.dinimizislam.com
Evet. Çünkü temizlemek zordur.
Sual: Ameliyatla, karnımdan delik açılarak torba bağladılar. Torbadan
bazen necaset sızıyor. Maliki'yi taklit ederek namaz kılmam caiz midir?
CEVAP
Evet.
Sual: Gaz sıkıştırmasından rahatsızım. Zaman zaman elde olmadan yel
kaçırdığım da oluyor. Maliki’yi taklit etsem abdestim bozulur mu?
CEVAP
Elde olmadan yel kaçarsa, abdest bozulmuş olmaz. İsteyerek gaz
çıkarılırsa abdest bozulur.
Sual: Eli kanayan, Maliki'yi taklit edip namaz kılabilir mi?
CEVAP
Namazı kaçırmamak için taklit eder.
Sual: Şuurlu hastaya, idrar için, sonda takıldı. İdrar, bir torbada birikiyor.
Yatalak ve üstü necasetlidir. Bu necasetle namaz kılabilir mi?
CEVAP
Maliki’yi taklit ederek namazlarını kılar.
Sual: Maliki’yi taklide niyeti unutup namaz kılan, daha sonra hatırlayıp
niyet etse namazı sahih olur mu?
CEVAP
Evet.
Sual: Vakit çıkmak üzere iken, hazırda temiz elbise de yoksa, Maliki’yi
taklit edilip necasetli elbise ile namaz kılmak caiz mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Ağzında diş dolgusu olup Maliki’yi taklit eden, ihtiyaç olunca,
mukimken iki namazı cem için, Hanbeli’'yi de taklit edebilir mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Necasetli su arıtmada çalışıyorum. İş elbisemden başkası
olmayınca, Maliki'yi taklit ederek namaz kılabilir miyim?
CEVAP
Temiz elbise bulunmazsa, Maliki taklit edilir.
Sual: El kanamasından dolayı, Maliki'yi taklit edenin, ayağı kanasa,
abdesti bozulur mu?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alıp namaz kıldıktan bir ay sonra, elinde
yağlı boya görse, boyayı kazıyıp yıkasa, kıldığı namaz ve abdesti sahih olur
mu?
CEVAP
Evet.
155
www.dinimizislam.com
Sual: Diş dolgusu, idrar tutamaması ve basurdan gelen kan sebebiyle
Maliki'yi taklit edenin eli kanasa, abdesti bozulur mu?
CEVAP
Evet bozulur.
Sual: Maliki'yi taklit eden, abdest aldıktan sonra, Maliki'ye göre niyet
etmediğini hatırlasa, o anda niyet etse, sahih olur mu?
CEVAP
Evet sahih olur.
Sual: Şafii mezhebini taklit ederken beş sene önce haccetmiştim. Fakat
kadınlara dokundum. Haccım ve namazlarım sahih oldu mu?
CEVAP
O haccımı ve namazlarımı Maliki’yi taklit ederek kıldım denirse sahih olur.
Sual: Dolgu sebebiyle Şafii’yi taklit ediyorum. Hiç sebep yok iken, daha
kolay diye, Şafii’yi taklidi bırakıp, Maliki’yi taklit etmem uygun mu?
CEVAP
Evet uygundur.
Sual: Unutup necasetli elbise ile namaz kılan, namazdan sonra hatırlasa,
(Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) dese, sahih olur mu?
CEVAP
Evet.
Sual: Unutarak mukimken mestlere 24 saatten fazla mesh ettim. (Bu
namazları Maliki'ye göre kıldım) desem caiz mi?
CEVAP
Evet, unutmak ile caizdir.
İyi anlaşılamayan sualler
Aşağıdaki sual ve cevaplar, bazı okuyucularımız tarafından iyi
anlaşılmamıştır.
Sual: Maliki’yi taklit eden, öğleyi asrı evvele kadar kılamazsa, tekrar
Hanefi’yi taklit edip öğleyi asr-ı evvelde kılsa caiz olur mu?
CEVAP
Caiz olur.
Açıklaması şöyledir:
Öğle namazı, ikindi ezanı okununcaya kadar kılınamazsa kazaya kalır.
Ancak imam-ı a’zam hazretlerine göre, ikindi vakti, bugünkü ikindi
ezanlarından çok sonra giriyor. [Yazın 72 dk, kışın 36 dk sonra giriyor.] Yani
şimdi ikindi ezanları okunurken, öğle vakti henüz çıkmamış, ikindi vakti de
girmemiş oluyor. Öğle namazı, bu vakitte kılınınca vaktinde kılınmış oluyor. Bu
vakte (Asr-ı evvel) deniyor. İmam-ı a’zam hazretlerinin bildirdiği ikindi vaktine
(Asr-ı sani) deniyor.
Demek ki, trafik sıkışıklığında kalmak, imtihanda olmak, namaz kılacak
yer veya abdest alacak su bulamamak, unutmak gibi herhangi bir mazeretle
156
www.dinimizislam.com
öğleyi vaktinde kılamayan, asr-ı evvelde kılarsa, imam-ı a’zam hazretlerine
göre vaktinde kılmış olur.
Maliki, Hanefi veya Şafii olan kimse, bu kavle uyarak, öğleyi birinci
ikindide (Asr-ı evvelde) kılarsa, öğleyi kazaya bırakmamış, vaktinde kılmış
olur.
İyi anlaşılamayan sual-cevaplardan biri de şudur:
Sual: Eldeki kanamadan dolayı, Maliki’yi taklit edenin, ayağı kanasa,
abdesti bozulur mu?
CEVAP
Evet.
Kitaplarda diyor ki:
Namaz kılarken semavi [gayr-i ihtiyari yani elinde olmayan] bir özürle
abdesti bozulan Hanefi, hemen namazdan çıkar. Maliki’de ise, namazı
bozulmaz. O anda özür sahibi olur. Namazına devam eder.
Semavi özürler, Maliki’yi taklit edenin de abdestini bozmuyor. Mesela
namazda ishalini tutamasa, çıbanından veya yarasından kan aksa, burnu
kanasa, kulağından irin aksa, makattan solucan çıksa, idrarını tutamasa,
kadınlardan akıntı çıksa, basurdan kan, fistüllerden, göbekten akıntı çıksa, gaz
kaçırsa, yani gelen gazı tutamasa, ağız dolusu kussa, bunlar semavi özür
oldukları için, hiç birisi Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. Abdesti
bozulmadığı için namazına devam eder.
Böyle özürleri olan kimsenin ayağını veya öteki elini bıçak kesip kan
çıksa, abdesti bozuluyor, çünkü bu semavi özür olmuyor. Ama ondan sonra
ayağından veya öteki yaralı elinden çıkan kanlar, irinler semavi özür halini
aldığı için, abdestini bozmuyor.
Bu özürler abdesti bozmuyor ama, çamaşırımıza kan, irin, idrar ve ishal
bulaşıyor. Özürle meydana gelen bu necasetlerle kılınan namaz da sahih olur.
Çünkü Maliki’de necasetsiz elbise ile namaz kılmak farz değil, sünnettir.
Hastaya, idrar için, sonda takılıyor, idrar, bir torbada birikiyor, çamaşırları necis
oluyor. Maliki’yi taklit ederek namazını o haliyle kılar. Kılmayıp kazaya
bırakması haram olur.
Âlimlerimizin bildirdiğine göre, unutup necasetli elbise ile namaz kılan,
namazdan sonra, necasetli elbise ile namaz kılmış olduğunu görse, o namazı
iade etmeyip, (Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) demekle namazı sahih olur.
Bu ruhsatlardan faydalanmamak takva ve azimet olmaz. Aksine Allahü
teâlânın rahmeti olan nimetleri tepmek olur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Seferde [sıkıntı içinde] oruç tutmak takvadan sayılmaz.) [Buhari]
(Seferi iken [sıkıntı içinde] Ramazan orucunu tutan, mukimken oruç
yiyen gibidir.) [Nesai]
Bir âyet meali: (Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.) [Bekara 185]
157
www.dinimizislam.com
Maliki’yi taklit daha kolaydır
Sual: Diş dolgusu olanın Şafii’yi mi, yoksa, Maliki’yi mi taklit etmesi daha
uygun olur?
CEVAP
Maliki mezhebini taklit etmesi daha uygun olur; çünkü daha kolaydır.
Şafii’de çok az necaset namaza manidir ve hanımının veya yabancı kadının
cildine, şehvetsiz de olsa dokununca, abdest bozulur. Bunlara her zaman
riayet etmek zor olur. Maliki’de ise, necaseti temizlemek sünnettir, namaza
mani değildir. Bir de hanımının veya yabancı kadının cildine şehvetsiz
dokunsa abdest bozulmaz.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Hanefi mezhebinde olanın, Maliki mezhebini taklit etmesi evladır; çünkü,
İmam-ı Malik, İmam-ı a’zamın talebesi gibidir. Âlimlerimiz, zaruret olunca,
Maliki’ye göre fetva verdi. Bir mesele Hanefi’de bildirilmemiş ise, Maliki taklit
olunur.
Oruçta mezhep taklidi
Sual: Üç sorum var:
1- Hanefi’yim, abdest alırken dikkat etmeme rağmen boğazıma su
kaçabiliyor. Orucum bozuluyor. Şafii’de bozulmuyormuş. Şafii mezhebini taklit
etsem orucum bozulmuş olmaz mı?
2- Şafii olan bir erkek arkadaşım var. İdrar yoluna pamuk konunca orucun
bozulduğunu bilmiyormuş. 16 gün pamuk koymuş. Acaba Hanefi mezhebini
taklit ederek oruçlarını kurtaramaz mı?
3- Annemin dişi hep kanıyor, ağzı kan içinde kalıyor, uyurken de ağzına
kan gitmiş olabilir. Kan yutmak orucu bozduğuna göre, sabah imsak vaktinden
sonra uyuyor, annem oruç tutmasın mı?
CEVAP
Dinimizde dört hak mezhep vardır. Bunlar hâşâ sözde değil, fiiliyatta da
haktır. Bir mezhepte yapılması zor olan bir şeyi, diğer mezheplerden birini
taklit ederek yapmak bütün İslam âlimlerine göre caiz, hatta lazım olur.
Maalesef piyasada üç grup insan var.
Birincisi: Hem mezhepleri kabul etmezler, hem de hangi mezhebin
hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela derisinden kan çıkınca
Şafii’de bozmaz diyerek o hükümle amel eder, kadına dokununca Şafii’de
bozsa da Hanefi’de bozmaz diyerek bir mezhebe göre hareket etmez. Buna
telfîk denir, caiz değildir, haramdır. Bu yol ifrattır.
İkincisi: Din cahili kimselerdir, üstelik dindar görünürler. İslam âlimlerinin
aksine, hak mezheplerin fiiliyatta hak olduklarını ve ihtiyaç veya zaruret olunca
başka bir hak mezhebi taklit etmenin dinde bir rahmet olduğunu kabul
edemezler. Bu yol tefrittir.
158
www.dinimizislam.com
Üçüncüsü: İfrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan kimseler, ihtiyaç halinde,
İslam âlimlerinin bildirdiği şekilde, kendi mezhebinde yapması zor olan işlerde
hak olan diğer mezhepten birini taklit ederler. Doğru yolda olanlar bunlardır.
Şimdi suallere kısaca cevap verelim:
1- Bir mezhep ihtiyaç halinde taklit edilince, o hususta o mezhebin
mümkün olan bütün şartlarına uymak gerekir. Şafii mezhebini oruçta taklit
eden, Şafii’nin orucun farzlarına ve orucu bozanlarına da dikkat etmesi gerekir.
Bu takdirde taklidi sahih olur. Şafii mezhebi taklit edilirse, abdest alırken dikkat
etmesine rağmen elde olmadan boğaza su kaçarsa, orucu bozulmuş olmaz.
2- Şafii’de, idrar yoluna pamuk koymanın orucunu bozduğunu bilmeyen
bir Şafii, o halde oruçlarını tutsa, sonradan orucu bozduğunu öğrense, “Bu
oruçlarımı Hanefi mezhebine uygun olarak tuttum” diye niyet ederse,
oruçları sahih olur. Oruçları Hanefi mezhebinin bütün şartlarına uygun olmasa
bile, başka çare olmadığı için, yani zaruret olduğu için, Hanefi mezhebine
uygun tutmuş sayılır. Bunun gibi, diş dolgusunun Hanefi mezhebinde gusle
mani olduğunu bilmeden yıllarca namaz kılsa, sonra durumu öğrense, “Bu
namazlarımı Maliki mezhebine göre kıldım” dese, namazları sahih olur.
Kıldığı namazlar Maliki mezhebinin bütün şartlarına uygun olmasa bile, başka
çare olmadığı için, yani zaruret olduğu için, namazlarını Maliki mezhebine
uygun kılmış sayılır.
3- Her mezhepte elde olmadan yapılan şeylerin orucu bozması farklıdır.
Mesela Şafii’de abdest alırken boğaza su kaçması orucu bozmaz. Hanefi’de
ağzından veya burnundan boğazına toz, duman, sinek kaçsa, başkalarının
içtiği sigaranın dumanı gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak
mümkün olmasa orucu bozmaz. Hanbeli mezhebinde, istemeden kan yutmak
gibi elde olmayan hususlar orucu bozmaz. Bu durumda olan kimse, Hanbeli
mezhebini taklit ederse oruçları sahih olur.
Mezhep taklidi ve taassup
Günümüzde mezhep taklidi ile ilgili müslümanlar üçe ayrılır:
1- Zaruret de olsa, başka hak mezhebi taklit etmeyi caiz görmeyenler.
(Taassup ehlinin yolu)
2- Her mezhebin kolay gelen hükümlerini alıp ortaya yeni mezhep
çıkarmaya çalışanlar. (Mezhepsizlerin yolu)
3- Bir zaruret veya ihtiyaç olunca, başka mezhebi taklit edenler. (Ehli
sünnet ulemasının yolu)
İslamiyet, ifrat ve tefrit, yani aşırı hareketlerden uzak her müslümanın
rahatça uygulayabileceği hükümler topluluğudur. Mezhep taklidinden kaçanlar
tefrit ehlidir. Telfîk yapanlar, yani her mezhebin kolay tarafını toplayanlar ifrat
ehlidir. Bunların her ikisi de yanlıştır.
159
www.dinimizislam.com
Seadet-i Ebediyye’de; İbni Âbidin, Hadika, Berika ve Hulasat-üt-tahkik
gibi daha birçok kitaptan delil gösterildiği halde, taklide yanaşmayan
mutaassıp kimseler çıkabiliyor.
Bütün gerçekler, vesikalar kendisine gösterildiği halde, kabul etmeyen,
kendi indi ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden katı kimseye
mutaassıp denir, şimdi bağnaz diyorlar.
Taassup ehli, kendisinin yeni duyduğu hak ve doğru bir şeyi kabul
etmekte zorlanır. Hakkı başkasının ağzından, başkasının kitabından duymayı
kendine yediremez.
Zamanın şeyhülislamı matbaanın Türkiye’ye girmesi için fetva verdiği
halde, kabul etmemekte direnenler çıkmıştır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin
bildirdiğine göre, Medine’deki bir âlim, bid’atlere alıştığı için, Hazret-i Mehdi’nin
sünnet olarak bildirdiklerini kabul etmeyecek, “Bu adam dinimizi yıkacak” diye
Hazret-i Mehdi’ye karşı gelecektir. Ama Hazret-i Mehdi, bu âlimi öldürecektir.
Mason Abduh’un çömezleri de, hiç mezhep tanımayarak, hangi hüküm
akıllarına yatıyorsa ona tâbi oluyorlar. “Hanefi’nin bu kavlini, Maliki’nin bu
görüşünü tercih ederiz” diyerek ortaya yeni bir din çıkarmaya çalışıyorlar.
Ehl-i sünnet ulemasının yolu, bir haraç [sıkıntı] olunca başka mezhebi
taklittir. Ama yeni duydukları doğru bilgileri, kabul etmekte zorlanan bazı
kimseler, bu işte taassup gösteriyorlar, taklidi başka mezhebe geçmek
sanıyorlar. Mesela, ödünç almakta zorluk çeken birisine, Maliki’yi taklit et,
gün tayin ederek ödünç al dedim. Olur mu öyle şey diyerek itiraz etti. Sonra,
“Yazdıkların doğru ama, alışmadığımız için kabullenmek bize zor geliyor” diye
itiraf etti. Hak olan mezheplerin rahmet olan ayrılıklarından, yine o âlimlere
uyarak, faydalanmamak cahillikten başka ne olabilir?
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, insanlara güç gelen
şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insanın zayıf,
dayanıksız yaratıldığını bildiriyor. Kur’an-ı kerimde, (Allah, size kolaylık ister,
zorluk, güçlük istemez) buyuruldu. (Bekara 185)
Allahü teâlâ böyle isterken, kolay kavle uymayı öcü gibi görmek taassup
değil midir? Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]
(Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki]
Mezheb değiştirmek
Sual: Mezhep değiştirmek için belli bir şart var mıdır? Herkes istediği
mezhebe geçebilir mi?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri, hocası Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin emri
ile Hanefi mezhebine geçti. Abdülkadir Geylani hazretleri de, Şafii iken,
160
www.dinimizislam.com
Hanbeli mezhebinin unutulmak üzere olduğunu görerek, Hanbeli mezhebine
geçti.
Sebepsiz veya dünya çıkarı için mezheb değiştirmek caiz değildir. Bir
faydası varsa caizdir. Mesela, yaşadığı yerde kendi mezhebine göre kaynak
kitap veya soracak kimse bulamayan kimsenin, orada yaygın olan, dört hak bir
mezhebden birine geçmesi caizdir, hatta iyi olur.
İhtiyaç halinde mezhep değiştirmek
Sual: Şafii mezhebine göre kaynak kitap ve soracak kimse bulunamıyor.
Zor durumda kalınıyor. Doğru ibadet edilemiyor. Hanefi mezhebine geçmek
caiz olur mu? Caizse ne yapmak gerekir?
CEVAP
Böyle bir ihtiyaçtan dolayı Hanefi mezhebine geçmek caizdir. Hanefi’deki
ilmihal bilgilerini öğrenip, bundan sonra Hanefi mezhebine göre ibadet edilir.
Hakikat Kitabevi yayınlarından Namaz Kitabı’nda, Hanefi mezhebine göre
ilmihal bilgileri özet bir şekilde anlatılmıştır. Oradan öğrenilip, Hanefiye göre
ibadet edilir. Geniş bilgiler ise, Seadet-i Ebediyye kitabında mevcuttur.
Mezhep değiştirmek gerekir mi?
Sual: Dişimde dolgudan dolayı, Maliki mezhebini taklit etmek yerine o
mezhebe temelli geçmek daha uygun olmaz mı?
CEVAP
Türkiye'de Maliki mezhebini bilen yok sayılır. Bugün hanefiler bile hanefi
mezhebini tam olarak bilmiyor. Maliki mezhebinde olan zaten yoktur.
Bilinmeyen mezhebe geçmek uygun olmaz, geçilirse de çok sıkıntı çekilir.
Hangisi çoksa, hangisi yaygınsa o mezhebe geçilir.
Ruhsatlardan faydalanmak
Sual: Bir özrü sebebiyle, Şafii mezhebini taklit etmekte iken, daha kolay
diye, Maliki’yi taklit etmek telfîk yani haram olur diyenler var. Niye haram
oluyor ki?
CEVAP
Şafii mezhebini taklit etmekte iken, daha kolay diye, Şafii mezhebini taklit
etmeyi bırakıp, Maliki mezhebini taklit etmeye başlamak bir ruhsattır, çok iyi
olur. O kimselerin, bu ruhsata haram demeleri, ilmî değildir, indîdir ve
tamamen taassuba dayanmaktadır; çünkü ruhsata karşı çıkmak günahtır. Üç
hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, emrettiği şeyleri yapmanızı sevdiği gibi, ruhsat, izin
verdiği şeyleri yapmanızı da sever.) [Beyheki]
(Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!)
[Buhari]
(Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.)
[Taberani]
161
www.dinimizislam.com
Telfîk; kendi mezhebinde caiz değil iken, bir ihtiyaç, bir harac [güçlük]
olmadan ve şartlarına riayet etmeden, başka mezhebde caiz olan hükümlerle
amel etmek demektir. Telfîk haramdır, söz birliği ile bâtıldır.
Demek ki telfîk, bir ihtiyaç yok iken, başka bir mezhebin, o konudaki
şartlarını gözetmeden, o mezhepteki kolay hükümlerle amel etmesi demektir.
Şafii mezhebini taklit ederken, Maliki’yi taklide başlayan, Malik’inin bildirdiği
bütün şartlara uymakta ve bir ihtiyaç için o mezhebi taklit etmektedir. Bunun
telfîk ile zerre kadar ilgisi yoktur.
Mezhep taklidi ve telfîk
Sual: Başka bir mezhep hangi hallerde taklit edilir ve telfık nedir?
CEVAP
Zaruret olmasa da, bir ihtiyaç olunca, başka bir mezhebi taklit caiz olur.
Kendi mezhebine göre yapılamayan bir işi, başka bir mezhep taklit edilerek
yapılırken, o mezhebin o konudaki şartlarını da yapabildiği kadarıyla yerine
getirmek, yani farz ve müfsitlerine riayet etmek şarttır. Harac [güçlük] olmadan
ve şartlarını gözetmeden taklit ederse, buna telfik denir ki caiz değildir.
(Tahtavi)
Hanefiler için birkaç örnek:
1- İhtiyaç halinde her konuda taklit caiz olur. Hanefi mezhebinde olanların,
harac [güçlük] olunca, mesela doktor ameliyatta, öğrenci sınavda, güvenlik
görevlisi nöbetteyse, kadın emzikli veya istihazalıysa, abdesti bozan özürlerde,
hastalıkta yahut abdest ve teyemmüm için zorluk çekenlerin, âmânın,
yeraltında çalışırken, namaz vaktini anlamakta aciz olanın, canından,
malından veya namusundan korkanın, maişetine zarar gelecek olanın,
mukimken de, Hanbelî mezhebini taklit edip, iki namazı cem ederek kılmaları
caiz olur.
2- Evli karı kocanın, bir kere süt emerek, sütkardeş oldukları meydana
çıkınca, diğer 3 mezhepten birini taklit edip, evliliğe devam edebilirler. Diğer 3
mezhepte, 5 kere doya doya emmek gerekir.
3- Annesiyle, kızıyla, kayın validesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şafii
veya Maliki mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliklerine devam
ederler.
4- Seferde, ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki
namaz cem edilebilir.
5- Semavi özür halinde, mesela, ishalini tutamayan, çıbanından veya
yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından
irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan,
fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran, yani gelen
yeli tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için,
Maliki’yi taklit etmesi sahih olur.
162
www.dinimizislam.com
Şafiiler için birkaç örnek:
1- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefiyi taklit
caiz olur.
2- Sekiz veya üç sınıf bulunmayınca, Hanefiyi taklit ederek zekât vermek
sahihtir.
3- Bir genç, bir kızı kaçırsa, nikah için kızın babasının veya velisinin izin
vermesi şarttır. Bu mümkün olmayınca, nikah yapabilmeleri için Hanefi’yi taklit
etmeleri caiz olur.
4- Bir doktor, kadın hastaları muayene ederken abdestinin bozulmaması
için, muayene esnasında Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmesi caizdir.
5- Kalabalık insanların bulunduğu çarşıda, pazarda, yolcu araçlarında,
karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefi veya Maliki taklit
edilebilir.
Telfîk nedir?
Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir
kolaylıklar mezhebi uydurmaya telfîk denir. Telfîk ittifakla bâtıldır. Dört hak
mezhep birleştirilemez, bir mezhep haline getirilemez. Mezhepsizlerin
yaptıkları iş, sanki geyiğin boynuzunu, filin hortumunu, kangurunun kesesini,
yılanın gövdesini, domuzun kuyruğunu alıp, hilkat garibesi bir hayvan
meydana getirmeye benziyor. Bunlar, hem mezhepleri kabul etmezler, hem de
hangi mezhebin hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela derisinden
kan çıkınca Şafii’de bozmaz; kadına dokununca Hanefi’de bozmaz diyerek o
hükümle amel ederler. Bir mezhebe göre hareket etmezler. Buna telfîk denir,
caiz değildir, haramdır. Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir. Tek hüküm
rahmet olsaydı Peygamber efendimiz bunu bildirir, ictihadı yasaklardı.
Harac nedir?
Sual: S. Ebediyye’de, bir işte harac varsa, başka mezhebi taklit etmek
caiz veya lazım olur deniyor. Harac nedir?
CEVAP
Harac, sıkıntı, meşakkat demektir. Mesela, yeniden gusletmek, bir namazı
tekrar kılmak ve yeniden abdest almak birer haracdır.
Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi,
başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin şartlarına uyarak o
mezhebe göre yapması caizdir. (Mizan, Hadika, Berika, S. Ebediyye)
Harac varsa, zaruret olmasa da, hatta amelden sonra da, başka mezhep
taklit edilir. (Redd-ül-muhtar)
Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz
olur. (Hadika)
163
www.dinimizislam.com
Başka mezhebi taklit ederken, o mezhepteki şartlara uymak zor; fakat
kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapmak sahih olur. İki mezhep, zaruri
telfik edilmiş olur. (S. Ebediyye)
Bir işi yapmakta harac olursa, zayıf kavle uyulur. Buna uymakta da harac
olursa, başka mezhebi taklit ederek yapılır. (İbni Abidin, Hadika, S.
Ebediyye)
Her Müslüman dört mezhepten dilediği mezhebe girebilir, ihtiyaç olunca
bir mezhepten başka mezhebe geçebilir ve harac olduğu zaman, başka
mezhebi taklit edebilir. (Mizan)
Harac olan işlere bazı örnekler:
1- Yolda insanların arasından giden veya kalabalık dolmuşa binen yahut
pazarda alış veriş yapan Şafii mezhebindeki bir kimsenin, kadına dokunursam
abdestim bozulur endişesiyle Hanefi veya Malikiyi taklit etmesi caiz olur; çünkü
S. Ebediyye’de deniyor ki: Yolda, nakil vasıtalarında ve alış verişte temas
korkusu olan Şafii, Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmelidir. (s. 146)
2- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Şafiiler,
Hanefi’yi taklit ederler.
3- Şafii bir genç, bir kızla kaçsa, kızın babası razı olmazsa, Şafii’de
velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefi’yi taklit ederek velisiz
de evlenebilir.
4- Şafii’de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı
bulmak da zordur. Hanefi taklit edilerek bir sınıfa verilir. Sadaka-i fıtır verirken
de, buğday bulmak zorsa, Hanefi’yi taklit ederek altınla verebilir.
5- Bir Hanefi’nin, evlendiği kızla sütkardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer bir
iki kere emmişse, Şafii taklit edilip evliliğe devam edilir; çünkü Şafii’de
sütkardeş olmak için ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmek gerekir.
6- Şafii’yi taklit eden Hanefi, hacca gidince, kadınlara dokunursa abdesti
bozulacağı için Hanefi’yi taklit etse telfık olmaz; çünkü bunda zaruret vardır.
Maliki’yi biliyorsa, bunu taklit etmesi daha iyidir; çünkü Maliki’de ağzın içini
yıkamak gusülde farz değildir.
7- Dolgulu dişten dolayı mezheb taklit edileceğini bilmeyen biri, 5 yıl önce
hacca gidip gelse, o zaman sahih olmayan namazlar ve hac için (5 yıl önce
yaptığım hacdaki gusülde, abdestte ve namazda da Maliki’yi taklit ettim) derse,
namazları da, haccı da sahih olur.
8- Hanbeli’de ağzında dolgu olan cünüptür. Bir harac olunca ve
Hanbeli’den başkasını taklit imkânı da yoksa Hanbeli’de ağzın içini yıkamak
farz olduğu halde, Hanbeli taklit edilerek, iki namaz cem edilir ve bu telfık
olmaz; çünkü başka çare yoktur.
9- Hamam ve kaplıcalarda, tesettüre riayet edilmiyor. Kaplıcaya tedavi
için giden tesettürlü bir Hanefi, yine mümkün mertebe başkalarına bakmadan
Hanbeli mezhebini taklit etse, başkalarının dizden yukarı kısmını görmesi
164
www.dinimizislam.com
günah olmuyor. Tedavi için gidilen kaplıca, bir ihtiyaçtır. Harama düşmemek
için, burada mezhep taklidi caiz oluyor.
10- Maliki mezhebinde semavi özür olunca, bu özürlerin hiç birisi abdesti
bozmuyor. Semavi özür olmasa; fakat bir Hanefi’nin, abdestliyken elini bıçak
kesse, hemen Maliki’yi taklit etse, Maliki mezhebinin farzlarına ve müfsitlerine
riayet ederek niyet ederse, namaz vaktini kaçırmamak için taklit edebiliyor.
Burada semavi özür olmasa bile, namaz vaktini kaçırmamak için, kendi
elimizle yaptığımız bir özürden dolayı da taklit caiz oluyor.
11- Besmelesiz kesildiği için leş olmuş hayvanları yemek için, Şafii’yi taklit
caiz ve lazım olur; çünkü Şafii mezhebinde, hayvan keserken Besmele
çekmek farz değildir.
12- Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan kimse, namazdan sonra
hatırlarsa, bu namazı Maliki’ye göre kıldım derse, namazı sahih olur; çünkü
Maliki’de, necaset namaza mani değildir. Yeniden namaz kılmak harac olduğu
için caiz oluyor.
13- Bir kimse, unutarak 4–5 gün veya daha fazla mestlerine mesh ederek
namaz kılsa, sonra hatırlasa, bunları kaza etmesi harac olur. Bu namazları
Maliki’ye göre kıldım derse. Namazları sahih olur; çünkü Maliki’de mestin
mesh müddeti yoktur.
14- Unutarak idrarlı bezle namaz kılan kimse, namazdan sonra hatırlasa,
(Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) derse, namazı sahih oluyor; çünkü Maliki’de
necaset namaza mani olmuyor. Namazı yeniden kılmak harac olur.
15- Özürlü olmayan; ama akıntısı olan kadın, abdestli durabilmesi için
Maliki’yi taklit edebilir. Sırf abdestli durabilmek için, mezhep taklit edilmesi caiz
hatta lazım olur.
16- Gaz sıkıştırmasından rahatsız olan kimse, Maliki’yi taklit ederse, gaz
sıkıştırması namazı mekruh etmez. Elde olmadan gaz çıkarsa, abdesti de
bozulmamış olur.
17- Basur sebebiyle Maliki’yi taklit eden bir kimse, kan akarken ve
elbisesine fazla miktarda kan bulaşmışken namazlarını kılabilir. Kanlı çamaşırı
her zaman temizlemek harac olduğu için, Maliki’yi taklit ederek, kan bulaşmış
halde namaz kılmak caiz olur.
18- Bir özürden dolayı, öğleyi vaktinde kılamayan kimse, İmam-ı a’zamın
kavline uyarak, öğleyi asr-ı evvelde [birinci ikindide] kılabilir. (F.bilgiler)
kitabında diyor ki: (Kendi mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada uymak,
harac olunca caiz olur.)
19- Annesiyle, kızıyla, kayın validesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şafii
veya Maliki mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliklerine devam
edebilirler.
165
www.dinimizislam.com
Mezhep taklidinde harac
Sual: S. Ebediyye’de, (Harac olunca, zayıf kaville amel olunur), İslam
Ahlakı kitabında, (Mâlikî'yi taklit edenin, harac varsa, vitir namazını terk
etmesi caiz olur) ve F. Bilgiler kitabında, (Harac olunca kendi
mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada uymak, caiz olur) deniyor.
Harac nedir, ne yaparsak caiz, ne yaparsak telfîk olur?
CEVAP
Harac, meşakkat, zorluk, sıkıntı demektir. Zaruret demek değildir.
Yeniden abdest almak veya yeniden namaz kılmak haractır.
Yolda, nakil vasıtalarında [dolmuşta, otobüste], alış verişte [pazarda,
markette] kadınlara dokunma ihtimali olan Şâfiî, Hanefî veya Mâlikî’yi taklit
etmelidir. (S. Ebediyye s. 146) [Demek ki, yeniden abdest almak harac oluyor.
Sırf yeniden abdest almamak için başka mezhep taklit edilir.]
Harac varsa, başka mezhebi taklit için, zaruret de bulunması şart değildir.
(S. Ebediyye s. 145)
Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruret ile idrar kaçıran Hanefî’nin,
tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî’yi taklit
ederek hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148)
[Sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği bildiriliyor. Tekrar
abdest almak harac, yani zahmet olduğu için mezhep taklidi yapılıyor.]
Kendi mezhebine uymayan işi, yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz
olur. Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, (Guslettiğin kuyuda
fare ölüsü görüldü) dediler, (Şâfiî mezhebine göre guslümüz sahihtir)
buyurdu. (S. Ebediyye s. 72) [Yeniden gusletmek imkânsız değildir, ama bir
zahmettir. Bu zahmetten kurtulmak için mezhep taklidi yapılıyor.]
İdrar, yel kaçıran hastaların ve ihtiyarların abdestlerinin ve namazlarının
bozulmaması için, harac ve meşakkat hâlinde, bunların Mâlikî’yi taklit etmeleri
ve imam olmaları sahih olur. (S. Ebediyye s. 131)
Telfîk, harac olmadan başka mezhebi taklit etmektir. Kendi mezhebinde
caiz değilken, bir harac olmadan ve şartlarına riayet etmeden, başka
mezhebin hükmüyle amel etmek demektir. Telfîk haramdır.
Bir ibadeti, bir işi uyduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmazsa, buna
telfîk denir. Telfîk, hiçbir suretle caiz değildir. (S. Ebediyye)
Demek ki, harac olunca mezhep taklidi yapmak, telfîk değil, dinin emrine
uymak olur. Taklide karşı çıkmak ise, taassup olur.
Geriye dönük taklit
Sual: S. Ebediyye'de, (Hanefi mezhebindeki bir kimsenin, dişleri kaplama
ve dolguluyken gusül abdesti sahih olmadığından, namazları da sahih olmaz.
Şâfiî veya Mâlikî mezhebini taklide başlayıncaya kadar kılmış olduğu
namazları kaza etmelidir) deniyor. Yine S. Ebediyye'de, (Kendi mezhebine
166
www.dinimizislam.com
uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela Ebu Yusuf
hazretlerine, Cuma namazını kıldıktan sonra, gusül abdesti aldığı kuyuda, fare
ölüsü görüldü dediler. "Şâfiî mezhebine göre guslümüz sahihtir" dedi) deniyor.
Hanefî mezhebindeki bir kimse, dolgu dişi varken, Malikî'yi taklit etmeden,
yıllarca kıldığı namazları için, bu hükme uyarak, (Bu namazlarımı Mâlikî
mezhebine göre kıldım) diye niyet etse, kaza etmeye lüzum kalmadan, bu
namazları sahih olur mu?
CEVAP
S. Ebediyye'nin müellifi merhum hocamıza, otuz yıl sual sordum. Bu suali
de sormuştum. Sual ve cevaplardan birkaçı şöyleydi:
Sual 1: On yıldır dolgu dişle namaz kılan, şimdi bunları Şâfiî veya
Mâlikî'ye göre kıldım derse, hepsi kaza edilmiş olur mu?
CEVAP: Evet.
Sual 2: S. Ebediyye'de, dolgusu olan kimse için, (Şâfiî veya Mâlikî
mezhebini taklide başlayıncaya kadar kılmış olduğu namazları kaza etmelidir)
buyuruluyor. (Beş on senelik de olsa, sahih olmayan bu namazlar için, "Bu
namazları Mâlikî veya Şâfiî mezhebine göre kıldım" denirse, hepsi kaza
edilmiş olur ve kaza edilmeleri lazım gelmez) ifadesi, başka bir kavil midir?
CEVAP: Aynı kavlin devamıdır. [Yani aynı hükümdür.]
Sual 3: Dolgu dişten dolayı mezhep taklit edileceğini bilmeyen biri, beş
sene önce hacca gidip geliyor. Şimdi Mâlikî'yi taklit etmeden kıldığı namazlar
için, (Beş yıldır dolgu dişle kıldığım namazları, Malikî mezhebine göre kıldım)
diyerek bu namazları kaza etmesine lüzum kalmadığı gibi, (Beş sene önce
yaptığım hacda, gusülde, abdestte ve namazda da, Malikî'yi taklit ettim) dese
haccı sahih olur mu?
CEVAP: Evet, sahih olur.
Sual 4: Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan, namazdan sonra
hatırlasa, (Bu namazı Mâlikî'ye göre kıldım) diye niyet etse, kıldığı namaz
sahih olur mu?
CEVAP: Evet, sahih olur.
Sual 5: Mâlikî'yi taklit eden Hanefî, mukimken unutup mestlere iki gün
mesh etse, bu mestle kıldığı namazlar için, (Bu namazları Mâlikî'ye göre
kıldım) dese, namazları sahih olur mu?
CEVAP: Evet, unuttuğu için sahih olur.
Sual 6: On yıl önce Hacca gittim. Şâfiî mezhebini taklit ediyordum.
Kadınlara dokununca abdesti bozduğunu bildiğim için, tekrar Hanefî'yi taklit
ederek haccımı yaptım. Haccım sahih oldu mu?
CEVAP: Tekrar hacca lüzum yoktu. Hacdan sonra taklidi niyet caizdi.
Tekrar gitmek, takva olmaz. İyi olmuş.
Taklit ederken
167
www.dinimizislam.com
Sual: (Mâlikî'yi taklit etmeden önceki namazları kurtarabilmek için,
taklitten önceki namazlar, Hanefî'nin sünnetlerine de riayet ederek kılınmışsa,
yani Mâlikî'nin farzlarına da uyulmuşsa, “Bu namazları Mâlikî'ye göre kıldım”
denirse, sahih olur, kaza etmek gerekmez) deniyor. Geçmiş namazları nasıl
kıldığımızı hatırlamamız imkânsız olduğuna göre, Hanefî'ye göre sahih olması
yetmiyor mu?
CEVAP
Evet, yeter.
Mâliki’de özürlü olmak
Sual: Mâlikî’yi taklit eden birinin parmağı kanasa, bantlayıp abdest alsa,
kan yine akmaya devam etse, o abdestle namaz kılabilir mi? Vaktin sonunu
mu beklemesi gerekir? (Kendi mezhebi olan Hanefî’de çaresi varken, başka
mezhep taklit edilmez) demek yanlış değil mi?
CEVAP
O kimse, diş dolgusu sebebiyle Mâlikî’yi taklit etmese bile, yarasını sarar,
abdestini alır ve Mâlikî’yi taklit edip o abdestle namaz kılabilir. S. Ebediyye’de
deniyor ki:
Yolda, nakil vasıtalarında ve alış verişte [karşı cinse] temas korkusu olan
Şâfiî mezhebindeki bir kimse, Hanefî veya Mâlikî mezhebini taklit etmelidir. (S.
146)
Burada sadece (Taklit edebilir) denmiyor, (Etmelidir) buyuruluyor.
Hâlbuki kendi mezhebinde bunun çaresi vardır. Karşı cinse dokunmuşsa,
vasıtadan inince yeniden abdest alıp rahatça namazını kılar. Yeniden abdest
almak bile harac kabul edildiği için, (Karşı cinse dokununca, abdesti bozmayan
başka mezhebi taklit etmeli) buyuruluyor.
Diyelim ki, bu Şâfiî olan kimse, otobüste veya alışverişte karşı cinse
dokundu, sonra unutup namaz kıldı. Dokunduğunu hatırlayınca, (Ben bu
namazı Hanefî veya Mâlikî’ye göre kıldım) dese yine sahih olur, çünkü S.
Ebediyye’de deniyor ki:
Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz
olur. Mesela imam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, (Guslettiğin kuyuda
fare ölüsü görüldü) dediler, (Şafii mezhebine göre guslümüz sahihtir)
buyurdu. (S. 72)
Dinimiz, mezhebimiz bunu bildirirken, kendi indî görüşünü senet kabul
ederek, kitaptaki bilgilerin aksini söyleyip, sebepsiz yere Müslümanların işini
zorlaştırmak doğru değildir.
Parmağı kanayan kimse, Mâlikî’yi taklit etmeyen biri de olsa, hattâ guslü
Mâlikî’ye uygun olmasa bile, yine bu kişi, Mâlikî’yi taklit ederek namazını
kılabilir, çünkü kitapta buyuruluyor ki:
168
www.dinimizislam.com
Bir iş yaparken, özrü hâsıl olup, bu işin kendi mezhebindeki şartlarından
birine uyması güçleşen kimse, bu işi, dört mezhepten herhangi birinin
şartlarına uyarak yapar. Bu ikinci mezhebin, bu iş için olan şartlarının hepsine
uyması lazım olur. Bu şartlardan birine uyması zor olur, fakat kendi
mezhebinde kolay olursa, bu işi yapması sahih olur. İki mezhep zaruri telfîk
edilmiş olur. Kendi mezhebinde de zor olur ise, kendi mezhebindeki birinci
şartı yapmaması caiz olur. Fakat Eshab-ı kiramdan birinin ictihadına göre caiz
olabileceğini düşünmek iyi olur. (S. Ebediyye s. 445)
Buradaki ifadeler dikkatlice okunur ve doğruluğuna inanılırsa, mesele
rahatça çözülür. Elimiz kanıyor, Mâlikî’yi taklit ediyoruz, mesele kalmıyor.
Mâlikî’nin şartlarını gözetemesek bile, parmağımız kanadığı halde, yine kendi
mezhebimize göre namazı kılıyoruz. Kendi mezhebimizde de, zor bir durum
varsa, yani hiçbir mezhepte çare yoksa, Eshab-ı kiramdan birinin ictihadı böyle
olabilir diye düşünürsek yine namazımız sahih oluyor.
Kendi mezhebimizde çaresi olduğu halde, başka mezhebi taklit etmekle
ilgili hususları, S. Ebediyye’nin müellifi olan merhum hocamıza defalarca
sormuştuk. Verilen cevaplardan üçü şöyledir:
1- Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan kimse, namazdan sonra
hatırlarsa, bu namazı Maliki’ye göre kıldım derse, namazı sahih olur, çünkü
Maliki’de, necaset namaza mani değildir. Yeniden namaz kılmak harac olduğu
için caiz olur.
2- Bir kimse, unutarak 4–5 gün veya daha fazla mestlerine mesh ederek
namaz kılsa, sonra hatırlasa, bunları kaza etmesi harac olur. Bu namazları
Maliki’ye göre kıldım derse, namazları sahih olur, çünkü Maliki’de mestin mesh
müddeti yoktur.
3- Özürlü olmayan, ama akıntısı olan kadın, abdestli durabilmesi için
Maliki’yi taklit edebilir. Sırf abdestli durabilmek için, mezhep taklit edilmesi
caizdir.
S.Ebediyye’de başka mezhebi taklitle ilgili ifadelerden birkaçı:
Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruretle idrar kaçıran Hanefî’nin,
tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî mezhebini
taklit ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148)
[Görüldüğü gibi sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği
bildiriliyor.]
Tâbi olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hâsıl olursa, bu iş,
diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklit ederek yapılır. (S.
Ebediyye s. 148)
[Mesela eli kanayan, yarasını bantlayıp abdestini alır, Mâlikî’yi taklit
ederek namazını kılar.]
Namazda iken, teşehhüd miktarı oturmadan evvel, abdesti kendiliğinden
bozulursa, hemen gidip tazeleyip, namazına devam edebilir ise de, baştan
kılması efdaldir. Tekrar bozulursa veya abdest almak güç olursa, namaza
169
www.dinimizislam.com
dururken Mâlikî mezhebini taklit eder. Maliki mezhebinde, hastaların,
ihtiyarların namazları bozulmaz. (S. Ebediyye s. 233)
[Sadece hastaların denmiyor ihtiyarların da deniyor, çünkü ihtiyarın
abdest alması, namaz kılması zordur.]
Harac bulunduğu zaman, başka mezhebi taklit etmek için, zaruret de
bulunması şart değildir. (S. Ebediyye s. 145)
[Mezhep taklidi için zaruret şart değil, harac, güçlük ihtiyaç olması
yeterlidir.]
Harac olunca, zaif rivayet ile amel olunur. (S. Ebediyye s. 148)
Harac olduğu zaman zaif olan kavil ile amel etmek evladır. (İslam Ahlakı
s. 513)
[Harac olunca, zayıf kaville amel etmek caiz olmakla kalmıyor, evla olur
buyuruluyor.]
Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruret ile idrar kaçıran Hanefî’nin,
tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî mezhebini
taklit ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148)
[Sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği bildiriliyor.
Tekrar abdest almak harac, zahmet olduğu için mezhep taklidi yapması
bildiriliyor.]
İhtiyaç olduğu için hazırlanan karışımlardaki iki maddeden biri temiz ise
ve necis olanın yerine temizini kullanmakta harac varsa, birinci kavle göre
karışımın da temiz olacağı anlaşılmaktadır. İspirtolu ilaçlar, kolonya, mürekkep
ve vernikler ve boyalar böyledir. (S. Ebediyye s. 152)
[Kolonya kullanmak zaruret olmadığı halde, ihtiyaç olunca temiz oluyor.]
İslam Ahlakı kitabındaki başka mezhebi taklitle ilgili birkaç ifade:
Yapılan bir şeyin, bir farza mani olmasını veya haram işlemeye sebep
olmasını önlemenin meşakkatli, güç olmasına harac denir. (İslam Ahlakı s.
214)
[Mesela eli kanayan, namaz kılamaz, farza mani olur. Abdest alındığı
halde hâlâ kanama devam ediyorsa, hattâ kan kesilse bile, yeniden abdest
alınması harac olur. Harac olunca da mezhep taklidi caiz olur.]
İnsanın yaptığı bir şeyden dolayı, âlimlerin bu sözlerine uymakta harac
olursa, seçilmemiş, zayıf sözlerine uyulur. Buna uymakta da harac olursa, bu
hüküm, başka mezhebi taklit ederek yapılır. (İslam Ahlakı s. 214)
[Sözbirliği olan bir işi bile yapmakta güçlük olursa, zayıf kaville amel caiz
oluyor. Zayıf kaville amel etmekte de harac olursa, bu işi caiz gören dört hak
mezhepten birinin taklit edilerek yapılması bildiriliyor.]
Kendi mezhebine göre, bir farzı yaparken veya bir haramdan sakınırken,
harac hâsıl olursa, harac bulunmayan, başka bir mezhep taklit edilerek, bu
haracdan kurtulmalıdır. Harac, bir işi zahmet ile yapmak veya hiç yapamamak
demektir. Harac bulunmayan başka mezhep yoksa, haraca sebep olan şey,
170
www.dinimizislam.com
zaruret ile mevcut ise, bu farzı yapmak veya haramdan sakınmak affolur.
(İslam Ahlakı s. 268)
[Eğer başka mezhebi taklit imkânı yoksa, yani o mezhep de bu işi caiz
görmüyorsa, o işi de yapmak gerekiyorsa, o haramı işlemek veya farzı tehir
etmek caiz oluyor.]
Şarap, ispirto ve alkollü içkilerin hepsi kaba necasettir. Su ile toprak
karıştırıldığı zaman, bu ikisinden biri temiz ise, meydana gelen çamurun temiz
olacağı ve bu kavlin sahih olduğu ve fetvanın da böyle olduğu, Bahr kitabında
ve İbni Abidin’de yazılıdır. Bu fetvanın zayıf olduğunu bildiren âlimler de
varsa da, harac olduğu zaman, zayıf kavil ile amel olunacağı, İbni Abidin’de
ve Hadika’da yazılıdır. Buna göre, bir ihtiyacı karşılamak için hazırlanan
kolonya, vernik ve ispirtolu ilaçların ve boyaların, alkol ile karıştırılan maddeleri
temiz ise, karışımların da temiz olacakları anlaşılmaktadır. (İslam Ahlakı s.
311)
[Kolonya kullanmak zaruret olmadığı halde, ihtiyaç olunca temiz oluyor.]
Mâlikî’yi taklit edenin, harac olunca, vitir namazını terk etmesi caiz olur.
(İslam Ahlakı s. 211)
[Vitir namazı vacibdir, muhakkak kılınması lazımdır. Mesela yolculukta,
akşamla yatsıyı cem etmek caiz olunca, vitir cem edilemiyor. Gece kalkıp
kılınmasında bir güçlük varsa, Mâlikî mezhebi taklit edilerek, vacib olan vitri
terk etmek caiz oluyor.]
Ruhsatlardan faydalanmak
S. Ebediyye’de, taklit etmesi caizdir denmeyip (Taklit etmelidir) denmesi,
dini hükümler zor gelip bıkkınlık hâsıl olmaması içindir. Harac yani bir ihtiyaç
olunca mezhep taklidi yapılmalı. Yapmamak Sünnet’e aykırı olur.
Necmüddin-i Gazzi hazretleri, (Şeytan insana, Allahü teâlânın bildirdiği
kolaylıkları yaptırmaz. Bunun için ruhsatla amel etmelidir) buyuruyor. İmam-ı
Rabbani hazretleri de, (Allahü teâlâ, insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay
olanların yapılmasını istiyor, çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır)
buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, emrettiği şeyler gibi, ruhsat verdiği şeyleri yapmanızı
da sever.) [Beyheki] (Allahü teâlânın sevdiği şeyi yapmaktan niye kaçınılsın
ki?)
(Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan istifade edin!)
[Buhari] (Bu emre niye uyulmaz ki?)
(Ruhsatlardan istifade etmeyen, Arafat dağı kadar günah işlemiş
olur.) [Taberani] (Mezhep taklidi bir ruhsatken, niye öyle çok günah işlemeye
rıza gösterilir ki?)
(Sünnetimi kabul etmeyen benden değildir) hadis-i şerifi de, (Ruhsat,
izin verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren sünnetime uymamış
olur) demektir. (Müslim)
Demek ki, Sünnet’e uyup, ruhsatlardan faydalanmalıdır.
171
www.dinimizislam.com
Mezhep taklidi nasıl yapılır?
Maliki mezhebini taklit
Sual: Diş dolgusu, elde olmadan yel ve idrar kaçırma yani gelen yeli ve
idrarı tutamama, kan irin gibi herhangi bir akıntı sebebiyle Maliki’yi taklit eden,
nelere dikkat eder?
CEVAP
Maliki mezhebini taklit eden Hanefi, sadece gusülde, abdestte ve
namazda, kendi mezhebinin şartlarına ilaveten Maliki’nin farzlarına uyup
müfsitlerinden kaçar. Diğer hususları aynen Hanefi gibi yapar. Sünnet ve
mekruhlarda kendi mezhebine uyar.
Hanefi’den farklı olan durumlar şunlardır:
1- Gusülde niyet, muvalat ve delk farzdır.
a) Gusül, abdest ve namaza başlarken niyette Maliki mezhebine uymaya
niyet etmelidir. [Abdest aldıktan veya guslettikten yahut namaz kıldıktan sonra,
Maliki’ye uymaya niyet etmediğini hatırlasa, (Bu abdesti veya guslü Maliki’ye
göre aldım, namazı Maliki’ye göre kıldım) derse, yeniden abdest alması,
gusletmesi veya namaz kılması gerekmez.]
Niyet, gusle başlarken yapılır. Unutulursa gusülden sonra hatırladığı
zaman niyet etmesi de sahihtir. Gusle başlarken cünüplükten temizlenmeye
diye niyet edilir; cünüp olduğunu bilerek gusleden, zaten buna niyet etmiş
demektir.
Muvalat, uzuvları ara vermeden yıkamaktır.
Delk, yıkanan yerleri el veya havlu ile hafif sıvazlamaktır. Dokunmak da
delk yerine geçer.
b) Gusülde saçı hilallemek, [saç arasına iki elin parmaklarını sokup
çekmek] farzdır. [Hilallemek, tarakla da yapılabilir.]
c) Kadın, gusülde, saçların dibine, yani başındaki deriye su ulaşabiliyorsa,
saçındaki örgüyü çözmez. Yani, örülü saçın dibi ıslanınca, çözmeden örgünün
üstünü ıslatmak yeterlidir. Saç dibi ıslanmazsa, örgüyü açmak gerekir.
Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır. [Hanefi’de de böyledir.]
d) Gusülde yıkamadık yer kaldığını bir ay sonra bile hatırlasa, yalnız orayı
hemen yıkaması gerekir. Yıkamazsa guslü bâtıl olur.
2- Abdestte; niyet, muvalat, delk, başın tamamını meshetmek farzdır.
Niyet; elleri, ağzı, burnu veya yüzü yıkarken yapılır.
a) Abdestte kaşların ve kirpiklerin altındaki deriyi yıkamak, kulak arkasıyla
saç arasındaki deriyi ve kulak memesi önündeki saç ve deriyi mesh farzdır.
b) Altında deri görünen hafif sakalı mesh, kesif sakalı yıkamak farzdır.
c) Kadın, saçının hepsini mesheder. Örülü saçını açmaz. Örgünün
üstünden mesheder.
172
www.dinimizislam.com
d) Ayak parmaklarını hilallemek müstehaptır. Abdest alırken el parmakları
açılıp kapandığı için kendiliğinden delk meydana gelir. Ayrıca hilallemek
gerekmez. Hilallemenin mahzuru olmaz.
3- a) Oğlana, hanımına veya yabancı kadına [Cildine veya saçlarına]
şehvetle dokunan erkeğin, erkeklere şehvetle dokunan kadının abdesti
bozulur. Şehvetsiz dokunursa abdest bozulmaz. [Kendi ön edep yerine, elinin
içiyle veya parmak içleriyle dokunan erkeğin abdesti bozulur.]
b) Kan, irin, sarı su hastalık sebebiyle çıkarsa, yel elde olmadan kaçarsa
yani tutulamasa, idrar tutulamasa, bunlar abdesti bozmaz. Bunun gibi,
kadınlardaki akıntı da abdesti bozmaz.
c) Saç tıraşı olunca, tırnak kesilince abdest bozulmaz. Sakal tıraşı olunca
bozar diyen âlimler de olduğu için, jiletle veya ustura ile sakal tıraşı olunca,
abdest almak iyi olur.
d) Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe ederse,
abdest alması gerekir. Abdest aldım mı almadım mı, abdestim bozuldu mu,
bozulmadı mı diye şüphe edenin abdesti bozulmuş olur. Eğer, abdest aldığını
ve bozulmadığını hatırlarsa abdesti bozulmuş olmaz.
e) Hanefi’de, namazda iken uyumak abdesti bozmaz. Namaz dışında yan
yatarak, bir şeye dayanarak uyumak abdesti bozar; fakat Maliki’de, uyku ağır
değilse bozmaz. Ağır ise bozar. Mesela tehiyyatta uyuyup kalırsa abdesti
bozulur; ama hafif şekilde uyusa, abdesti bozulmaz.
4- Teyemmüm, namaz vakti girdikten sonra yapılır.
5- a) Mestin üst ve altı tamamen meshedilir. Mesti, ayağı yıkamak
meşakkatinden dolayı giymek sahih olmaz. Sünnete uymak veya soğuktan
korunmak niyetiyle giymek gerekir. Hiç niyet etmeden giyse, sonra bu mesti
sünnete uymak niyetiyle giydim dese yine niyeti sahih olur.
b) Mest üzerinde hiç necaset olmaması gerekir, mestin temiz olması
farzdır.
c) Mest deri ve benzerinden olur, yünden olmaz.
d) Maliki’de mestin mesh müddeti yoktur. Cünüp olana kadar çıkarmak
gerekmez. Sadece Cuma günleri gusül için çıkarmak sünnettir. Maliki’yi taklit
eden, 24 saatten fazla giyemez. Çünkü kendi mezhebi olan Hanefi’den çıkmış
sayılmaz.
6- Namazda her rekatta Fatiha okumak, iki secde arasında oturmak,
rükuda, secdelerde tumaninet, yani sakin durmak ve namaz sonunda selam
vermek farzdır. [Cemaat, imam arkasında Fatiha okumaz. Aynı Hanefiler gibi
yapılınca bu farzlar da yerine gelmiş olur.]
7- El üzerine secde sahih değildir. Şafii ve Hanbeli’de de böyledir.
Hanefi’de tenzihen mekruhtur.
8- Fâsık veya bid’at ehli imama uymak sahih değildir.
9- Maliki’yi taklit eden, bir ihtiyaç olunca seferde Maliki’yi taklit ederek iki
namazı cem edebilir.
173
www.dinimizislam.com
10- Seferde giriş çıkış günü hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet
eden mukimdir. 4 günden önce biteceğini sandığı işi için gittiği yerde, belki
yarın giderim diye 18 günden çok kalınca mukim olur.
11- Seferde 10 gün kalan 15 günden az kaldığı için Hanefi’ye göre misafir
sayılırsa da Maliki’ye göre mukim sayılır. Çünkü giriş-çıkış günleri hariç, 4 gün
veya daha fazla kalmaya niyet eden Maliki’de mukim olur. 3 gün veya daha az
kalırsa seferi olur. Eğer Hanefi’ye uyup, 3 günden fazla kaldığı yerde 2 rekat
kılarsa, namaz sahih olmaz. Çünkü Maliki’de mukim olanın 4 rekat kılması
farzdır. Hanefi’de ise seferde 4 rekat kılmak mekruhtur. Maliki farz dediği için
farza uyulur, 4 rekat olarak kılınır.
Giriş çıkış gününde ölçü imsak vaktidir. Gün, oruçta olduğu gibi imsak
vaktinde başlar. Ertesi günü imsak vaktine kadar devam eder.
Mesela, İstanbul’a imsak vaktinden sonra, sabah ezanı okunurken giren
kimse, giriş günü olduğu için o günü saymaz. Eğer imsak vaktinden önce
girerse, imsak vaktinden sonraki gün giriş günü olmaz. İmsak vaktinden sonra
çıkarsa, o gün çıkış günüdür.
Demek bir kimse, bir yere güneş doğarken girse, o gün giriş günü olduğu
için hesaba katmaz. Üç gün kaldıktan sonra, dördüncü günü imsak vaktinden
sonra, mesela güneş doğarken oradan çıksa, giriş-çıkış günleri sayılmadığı
için o kimse, üç gün o yerde kalmıştır ve seferidir. (Menahic-ül- ibad)
80 km’lik mesafeye gidince Maliki’de seferi olursa da, Hanefi’de seferi
olmaz. Burada Maliki’ye uyup 2 rekat kılınırsa, Hanefi’ye göre namaz sahih
olmaz, 4 rekat kılması farzdır.
Bir mezhebi taklit, kendi mezhebinden çıkıp, o mezhebe girmek demek
değildir. O mezhepteki taklit edilen meselenin yalnız farzlarına ve müfsitlerine
uyulur. Hanefi’de sünnet olan bir şey, Maliki’de mekruh olsa da yapılır. Mesela:
a) Hanefi mezhebinde, namaz kılarken, Fatihadan önce, E’uzü Besmele
çekmek sünnet, Maliki’de mekruhtur. Maliki’yi taklit eden, E’uzü Besmele okur.
b) Maliki’de Sübhaneke okumak mekruh, Hanefi’de sünnettir. Maliki’yi
taklit eden Sübhaneke okur.
c) Bir kadının muayyen hâli 13 gün devam ediyorsa, bu kadının Hanefi’ye
göre 10 günden sonrakiler özür olduğu için gusledip namazlarını kılar.
Maliki’de, muayyen hâl 15 güne kadardır. 15 güne kadar kan kesilmeden
namaz kılamaz. Böyle kadın, 15 güne kadar kan kesilmezse, bekler. 16. günü
gusledip namaza başlar. Hanefi’nin farz dediği 10 günden sonrakileri de kaza
eder. Nifastaki durum da aynıdır. Yani Maliki’ye göre nifas olup da Hanefi’ye
göre nifas olmayan günlerde kılınamayan namazlar sonradan kaza edilir.
Böylece her iki mezhebin farzlarına uyulmuş, müfsitlerinden kaçılmış olur.
Hayz ve nifasın durumu
1- Hayzın en azı yoktur. Bir damla gelse de hayz kabul edilir. En çoğu ise
15 gündür. 15 günden fazla gelirse istihaza olur. [Hanefi’de hayzın en azı 3, en
çoğu 10 gündür. Bundan azı veya çoğu istihazadır.]
174
www.dinimizislam.com
2- İkinci hayzın olabilmesi için, aradan en az 15 gün geçmesi gerekir. 15
gün geçmeden kan gelirse, bu hayz değildir, istihazadır [özürdür], burundan
gelen kan gibidir. Gusletmeden namaz kılınır.
3- Ayiseden gelen kan hayz olmaz, istihaza olur. Ayise yaşı Maliki’de 70,
Hanefi’de 55'tir.
4- Hamileden ve doğumdan önce gelen kan hayzdır. [Hanefi’de
istihazadır.]
5- Sezaryenle, yani karın yarılarak çocuk alınınca gelen kan nifas olmaz.
[Hanefi’de nifas olur.]
6- Nifasın azami müddeti 60 gündür. [Hanefi’de 40 gündür.]
7- Nifas görürken, 15 gün hiç kan gelmese, artık temizlenmiş olur. Bu 15
günlük temizlikten sonra tekrar kan gelirse, bu kan nifas değil, hayz kanıdır.
8- Nifas kanamaları arasındaki temizlik günleri 15 günden az olursa nifas
sayılır. Aradaki temizlik günleri hesaptan düşülerek kanama günleri toplanıp
60 günü bulursa, bu durumda kadının nifası sona ermiş olur. Mesela 20 gün
kan, 7 gün temiz, sonra 17 gün kan, 10 gün temiz, tekrar 23 gün kan görürse,
kan görülen günler toplamı 60 ı bulduğu için, nifası sona ermiş demektir. 15
gün geçmeden yine kan gelirse istihaza olur. 15 gün geçtikten sonra gelirse
hayz olur.
Maliki’yi taklit ile ilgili okuyucu sualleri
Sual: Tam İlmihal’de (Abdestte, kulak memesi hizasındaki deri ve saçlar,
Hanefi’de yüzdendir. Yıkamak farzdır. Maliki’de baştandır, meshetmek farzdır)
deniyor. Kulağı da mesh etmek farz mıdır?
CEVAP
Abdestte, kulak ile saç arasında kalan arkadaki ve üsteki saçsız deriyi ve
kulak memesi önündeki saç ve deriyi mesh farzdır. Yüz yıkanırken zaten kulak
memesi hizasındaki deri yıkanmış oluyor. Yıkamak mesh yerine de geçer.
Ayrıca mesh etmek gerekmez.
Baş mesh edilirken de eller kulaklara kadar götürülünce saçlı deri ile
birlikte kulağın arkasındaki ve üstündeki saçsız deri de mesh edilmiş olur.
Yani kulağın kendisini mesh etmek farz değildir. Yukarıda belirtilen
şekilde, üstteki ve yanlardaki saç ile kulak arasındaki saçsız deriyi mesh
farzdır.
Kan abdesti bozar mı?
Sual: Bir yerim kanadığında abdestim bozulmuyor mu?
CEVAP
Elimizi bıçak kesse, kan çıksa abdestimiz bozulur, fakat bundan sonra o
yaralı yerden kan çıksa artık abdestimiz bozulmuş olmaz. İlk çıkan kan bozar
ondan sonrakiler Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. İlk defa sözünü
yanlış anlamamalı! Elin kesildi kan çıktı abdest bozuldu, ondan sonra oradaki
yaradan yani aynı yaradan çıkan kan ve irinler abdesti bozmaz. Ama öteki elini
175
www.dinimizislam.com
bıçak kesince yine abdestin bozulur, oradan da sonraki çıkanlar abdesti
bozmaz. Yani hastalık sebebiyle gelen kan, irin, yel, idrar vesaire abdesti
bozmaz. Durup dururken burnumuz kanasa semavi özür olduğu için
abdestimiz bozulmuş olmaz. Elde olmadan yellenmek yani gelen yeli
tutamamak, elde olmadan idrar kaçırmak gibi semavi özürler Maliki’de abdesti
bozmaz.
Semavi özürle abdestin bozulması
Sual: Maliki'de semavi özürler abdesti bozmaz mı?
CEVAP
Evet bozmaz. O anda özür sahibi olur. Namazına devam eder. Semavi
özürler, yani insanın elinde olmadan hâsıl olan şeyler, Maliki'de abdesti
bozmaz. Mesela namazda ishali dışarı çıksa, çıbanından veya yarasından kan
aksa, kulağından irin aksa, makattan solucan çıksa, prostat hastasından idrar
damlasa, kadınlardan akıntı çıksa, basurdan kan çıksa, elinde olmadan yel
kaçsa yani gelen yeli tutamasa, ağız dolusu kussa, bunlar semavi özür
oldukları için, hiçbirisi Maliki'de abdesti bozmaz. Abdesti bozulmadığı için
namazına devam eder. Böyle bir kimsenin ayağını bıçak kesip kan çıksa,
abdesti bozuluyor, çünkü bu semavi özür değildir. Ama, ondan sonra ayağı
yara olduğu için, artık o yaradan çıkan kan veya irin abdestini bozmaz.
Olgunlaşmış çıbanın patlaması da semavi özürdür. Durup dururken burnun
kanaması da semavi özürdür. İdrar tutamamak, ishale mani olamamak gibi
şeyler semavi özür olur, Maliki'yi taklit eden Hanefi'nin abdestini bozmaz.
Soğuktan el veya dudak yarılıp kanarsa Maliki'yi taklit edenin abdestini
bozmaz. Yani semavi sebepler bozmaz.
Teyemmüm
Sual: Maliki’yi taklit eden için teyemmümde farklılık var mı?
CEVAP
Teyemmümde farklılık yoktur. Sadece vâkit girdikten sonra teyemmüm
yapılır ve her vâkit namaz için yeniden teyemmüm etmesi lazım olur.
Yıkanmadık yer görülse
Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alıp namaz kıldıktan bir ay sonra, elinde
yağlı boya görse, boyayı kazıyıp yıkasa, kıldığı namaz ve abdesti sahih mi?
CEVAP
Evet sahihtir.
Muvalat nedir?
Sual: Maliki mezhebinde farz olan muvalat nedir?
CEVAP
Muvalat, her uzvu, birbiri arkasından ara vermeden, acele olarak
yıkamaktır. Başka bir ifade ile, normal şartlar altında, bir önce yıkadığı uzuv
kuruyacak kadar ara vermemektir.
176
www.dinimizislam.com
Çok kısa zamanda yapılan bir iş, muvalata engel olmaz. Mesela, abdest
alırken kapıdan biri girse, gelenin kim olduğuna bakılsa, muvalata mani olmaz.
Musluktan su kesilse, kovadaki suyu almak veya bitişik odadaki musluğa gidip,
o musluktan abdest almak, muvalatı engellemez. Sağ ayağı yıkadıktan sonra,
kolayca giren bir çorabı hemen giyerek, öteki ayağı yıkamaya başlamak da
muvalata mani olmaz. Yavaşça giyerse, normal şartlarda, bir uzuv kuruyacak
kadar ara verilirse, muvalata mani olur. Abdest alırken çorabın birisini veya
ikisini çıkarmak muvalata mani olmaz.
Uzuvların kuruyup kurumaması mutlak ölçü değildir. Çünkü sıcak ve
rüzgarlı havada, uzuvlar hemen kuruyabilir. Yahut soğuk ve rüzgarsız bir
yerde, uzuvlar geç kuruyabilir. Uzuvlar kurumadı diye, başka bir iş yapmak
muvalata mani olur. Hararetli vücutta, uzuv tez kuruyabilir. Demek ki, kuruyup
kurumaması kesin ölçü değildir.
İbni Âbidin hazretleri de, Hanefi'ye göre muvalatı anlatırken, (Toprakla
teyemmüm ederken de, su ile yıkamak olmadığı halde, normal şartlarda bir
uzuv kuruyacak kadar ara vermek muvalata manidir) buyuruyor.
Diş çektirmek
Sual: Bugün öğleye doğru dişimi çektirdim, çektirdikten sonra diş etinde
kanamalar devam ediyor. Maliki'yi taklit ediyorum. Öğleyi kaçırmamak için,
abdest aldım namazımı kıldım. Ve kanama hâlâ devam ediyor. Kıldığım öğle
namazının kazasını kılmam gerekir değil mi?
CEVAP
Abdestiniz bile bozulmamıştır. O abdestle ikindiyi de akşamı da
kılabilirsiniz. Tabii abdesti bozan başka bir şey olmamışsa. Kanamak Maliki’de
abdesti bozmaz. Namazı kaza etmeniz gerekmez.
Niyeti unutmak
Sual: Maliki mezhebini taklit eden bir kişi namaz, gusül ve abdestte
“Maliki mezhebine uymaya'' niyetini unutursa ne yapmalı?
CEVAP
Bir gün sonra hatırlarsa bir gün sonra eder, üç gün sonra hatırlarsa üç
gün sonra eder, üç ay sonra hatırlarsa üç ay sonra eder.
Asrı evvelde kılmak
Sual: Maliki’yi taklit eden, zaruri sebeplerle, mesela unutarak öğleyi asrı
evvele kadar kılamazsa, tekrar Hanefi’yi taklit edip öğleyi asr-ı evvelde kılması
caiz mi?
CEVAP
Evet caizdir, çünkü bir ihtiyaç hasıl olmuştur. Keyfi olarak geciktirmesi
caiz olmaz.
İkindiyi asrı sanide kılmak
Sual: Hanefi’nin ikindiyi asr-ı sanide kılması iyi olduğuna göre Maliki’yi
taklit eden de kılabilir mi?
177
www.dinimizislam.com
CEVAP
Maliki’yi taklit edenin de ikindiyi asr-ı sanide kılması iyi olur. Bir mahzuru
olmaz. Harac olmadan öğleyi asr-ı evvelde kılamaz.
Şehvetsiz öpmek
Sual: Maliki’yi taklit eden bir kimse, eşini şehvetle veya şehvetsiz öpünce
abdesti bozulur mu?
CEVAP
Şehvetle öperse bozulur, veda öpüşü denilen öpüşle öperse bozulmaz.
Genelde insan kendi eşine karşı fazla şehvet duymaz, yani öpmekle hemen
şehvetlenmez. Ama şehvetlenmiş ise abdesti bozulur. Hanefi’de şehvetlense
de bozmaz.
Kanlı çamaşırla namaz
Sual: Maliki'yi taklit eden, basurundan kan aktığı için çamaşırında fazla
kan bulaşmış iken namaz kılsa, caiz olur mu?
CEVAP
Evet. Çünkü temizlemek zordur.
Namazda çıbanın patlaması
Sual: Maliki mezhebini taklit ediyorum. Namaz kılarken çıbanım patladı.
Namazda iken bunu hissettim. Namazdan sonra baktım ki kan ve irin el
ayasından daha çok yere yayılmış. Abdestim bozuldu mu, namazım sahih oldu
mu?
CEVAP
Abdest bozulmadığı gibi, namaz da sahih olmuştur. Namazdan önce
olsaydı, yine abdestinizi bozmazdı ancak imkan ve vâkit varsa çamaşırı
değiştirmek gerekirdi, çünkü kendi mezhebimizden çıkmış değiliz. Buna da
imkan yoksa, o hâliyle kılmakta mahzur yoktur.
Eli hilallemek
Sual: Maliki'de abdestte veya gusülde el parmaklarının arasını hilallemek
de farzdır. Bu farz sadece parmaklarımızı açıp kapatmakla yerine gelir mi?
Çünkü kendiliğinden iki parmak birbirine dokunuyor.
CEVAP
Evet açıp kapatmakla yerine gelir. Ayrıca hilallemek gerekmez.
Örülü saçları açmak
Sual: Maliki’yi taklit eden kadın, abdestte ve gusülde, örülü saçını
çözmesi gerekir mi?
CEVAP
Maliki’de, kadının, abdestte örülü saçını açması gerekmez. Örgünün
üstünden hepsini mesh eder. Gusülde de saçların dibine, yani başındaki
deriye su ulaşabiliyorsa, örgüyü çözmek yine gerekmez. Hanefi’de de böyledir.
Yani kadınlar, örülü saçın diplerini ıslatınca, örgüyü yıkamak lazım değildir.
178
www.dinimizislam.com
Saç dipleri ıslanmazsa, örgüyü açmak lazım olur. Örülmemiş saçların her
tarafını da yıkamak farzdır. Maliki’de guslederken saçları hilallemek de gerekir.
Hamilelikte gelen kan
Sual: Maliki'yi taklit eden gebe kadından gelen kan hayz mıdır?
CEVAP
Evet hayzdır. Maliki'de, gebeliğin ilk iki ayında hayzın azami müddeti 15
gündür. İki ayından altı ayına kadar 20, altı aydan doğuma kadar 30 gündür.
Çeşitli sualler:
Sual: Tam İlmihalde, (Maliki’de abdeste başlarken niyet şarttır) deniyor.
Gusül bahsinde ise, Abdeste başlarken veya yüzü yıkarken niyet farzdır)
deniyor. İslam Ahlakı kitabında ise, (Elleri yıkarken farzdır) deniyor. Ne zaman
niyet etmek gerekiyor?
CEVAP
Abdest başlarken niyet etmek demek, yüzün yıkanması bitene kadar
niyet edilir demektir. Yani niyet; elleri yıkarken de olur, ağzı, burnu veya yüzü
yıkarken de olur. Yüz yıkandıktan sonra olmaz. Eğer unutulur da abdestten
sonra, ne kadar zaman geçerse geçsin hatırlanırsa, hemen bu abdesti
Maliki'ye göre aldım demekle abdest sahih olur. Yani böyle niyet unutulan
namazı da kaza etmek gerekmez.
Sual: Maliki mezhebini taklit eden biri yellense, abdesti bozulmaz mı?
CEVAP
Yellenmek Maliki mezhebinde de abdesti bozar. Ancak, yel kaçıran, yani
yelini tutamayan özürlü olduğu için onun abdestini bozmaz. Yoksa yellenmek
her zaman abdesti bozar.
Sual: Maliki’yi taklit eden, yanlışlıkla kollarını yıkamadan önce başını
mesh ediyor, sonra abdestin devamında hatırlayınca, kollarını yıkasa abdesti
sahih mi?
CEVAP
Sahihtir. Çünkü Maliki’de sıra ile yıkamak şart değildir.
Sual: Hanefi’de, gusül ve namaz abdestinde bir yerin yıkanması
unutulursa sonradan yıkanabiliyor. Maliki’de peş peşe yıkamak farz olduğuna
göre aynı durum Maliki’de de geçerli midir?
CEVAP
Hatırlayınca geciktirmeden yıkanırsa Maliki’de de sahih olur.
Sual: Maliki’yi taklit edenin tükürükten fazla olan kanı abdestini bozar mı?
CEVAP
Ağızdaki bir yara veya hastalıktan dolayı kan ne kadar çok çıkarsa çıksın
Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz.
Sual: Maliki’yi taklit ediyorum, Hanefi’de bir şey abdestimi bozmazken,
Maliki’de bozsa ne olacak veya Hanefi’de bozup, Maliki’de bozmuyorsa nasıl
hareket edeceğiz?
179
www.dinimizislam.com
CEVAP
Kendi mezhebinde bozan şey abdesti bozar. Taklit ettiği mezhepte de
bozan şey yine abdesti bozar. Taklit ettiğimiz mezhebin sadece farzlarına
uyup, müfsitlerinden kaçacağız. Kendi mezhebimizin ise, tamamına uyacağız.
Semavi özürler, elde olmayan durumlar ayrı.
Sual: Maliki’de, guslederken saçı hilallemek, parmakları tarak gibi
geçirmek mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’de çok sık sakalın altındaki deriyi yıkamak farz mı?
CEVAP
Sadece sakalı yıkamak farzdır.
Sual: Hanefi’ye uygun kaplama mesh, Maliki’ye de uygun mu?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’de, kadın da, erkek gibi mi kaplama mesh yapar?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’yi taklit eden kadının kaplama meshte, sarkan saçlarını mesh
etmesi gerekir mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’yi taklit eden bir bayanım. Saçlarım uzun, nasıl mesh
edeceğim?
CEVAP
İki elinizi başınızın yanlarından aşağı doğru çekerken başı geçince
saçlarınızı kavrayıp aşağı doğru çekerseniz mesh tamam olur. İsterse
saçlarınız ayaklarınıza kadar uzun olsun fark etmez. Elin değmesi önemli, su
ile ıslanması değil, ıslak el ile değmek yeterli.
Sual: Maliki mezhebini taklit ediyorum. Abdestsiz iken bir yerimiz kesilse
ve daha sonra abdest aldığımızda kesilen yerden çıkan kan ve sarı su abdesti
bozar mı?
CEVAP
Bozulmuş olmaz.
Sual: Namaz abdesti aldıktan sonra ıslak ayakla halıya bassak, daha
sonra aynı yere çorapla bassak, çorap ıslansa, çoraptaki bu ıslaklık necaset
olur mu?
CEVAP
Hanefi’de de, Maliki’de de necis olmaz.
Sual: Maliki’yi taklit ediyorum, bebeğimin altını değiştirirken, bebeğin
avret yerlerine dokununca, abdestim bozulur mu?
CEVAP
180
www.dinimizislam.com
Maliki’de bozulmaz. Şafii’de bozulur.
Sual: Maliki’de kadınlarla tokalaşınca abdestim bozuluyor mu?
CEVAP
Şehvet duyulmazsa bozulmaz, şehvetlenir iseniz bozulur.
Sual: Basurum var. Kanama oluyor, çamaşırım kirleniyor. Abdestli
durmamın bir kolayı yok mu?
CEVAP
Kolayı var. Maliki mezhebini bu konuda taklit ederseniz, basurdan akan
kan, abdesti bozmadığı gibi, necis de sayılmaz. Yani namaz içinde kan gelse,
hem abdestiniz bozulmaz, hem de çamaşırı kirleten kan, necis sayılmadığı için
o hâliyle kılabilirsiniz.
Sual: Bir özürden dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Basur, yara, mantar gibi
rahatsızlıklarım da var. Üstüm başım kan ve irinli iken namaz kılmamda
mahzur var mıdır?
CEVAP
Kolayca temizleme imkanı varken, namaza mani necaset miktarı varsa,
namaz sahih olmaz. Çünkü Hanefî mezhebinden çıkmış değiliz. Eğer kirlenen
elbisemizi kolayca değiştirme imkânı yoksa, o zaman Mâlikî’ ye göre kılmak
caiz olur.
Sual: Basurdan dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Bu arada, idrar
tutamamak, yaradan irin akması, burun kanaması, elde olmadan yel kaçırmak
yani gelen yeli tutamamak gibi başka özürler de çıksa, her yeni özür için
Maliki’yi ayrı ayrı taklit etmem gerekiyor mu?
CEVAP
Her özür için ayrı niyet gerekmez. Özürlerin hepsini hatırlayıp, (Bunlar
Maliki’de abdesti bozmaz) diye düşünerek hepsi için bir niyet yeter. Niyeti
unutursa, sonradan yani ne zaman hatırlarsa o zaman niyet etse de olur.
Sual: Bir akıntıdan dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Maliki’de ağzın içini
yıkamak farz değil diye, gusülde ağız içi yıkanmasa mahzuru olur mu?
CEVAP
Evet, gusül sahih olmaz, çünkü Hanefi’den çıkmadığımız için, ağzın içini
yıkamak farzdır.
Sual: Şafii mezhebinde olan bir arkadaş basur rahatsızlığı yüzünden
Maliki’yi taklit etmek istiyor. Nasıl yapması lazım?
CEVAP
Aynen Hanefilerin yaptığı gibi taklit eder.
Sual: Şafi mezhebinde sabah namazında Kunut duası okunur. Maliki
mezhebini taklit eden Şafii de okuyacak mı?
CEVAP
Elbette okuyacak, çünkü kendi mezhebinden çıkmış olmuyor ki.
181
www.dinimizislam.com
Sual: Bazen imamlık yapıyorum. Diş dolgusundan ve hastalıktan dolayı
Maliki'yi taklit ediyorum. Cemaatte her mezhepten insan varken de, bunlara
imam olmam caiz mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Herhangi bir akıntı, mesela kadınların akıntısı, Maliki’yi taklit edenin
abdestini bozar mı? Peddeki akıntı bulaşığı ile namaz kılmak caiz olur mu?
CEVAP
Akıntı Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. Ped kirlense de namaza
mani olmaz. Ama namaza dururken çıkarıp temizini koymak daha iyi olur.
Sual: Maliki mezhebini taklit ediyoruz. Maliki’deki farzlara uymamız
gerekir. Namazda selam vermek Maliki’de farzdır. Secde-i sehv yaparken
selam verince namaz bitmiyor mu? Yani selam vermeden mi secde-i sehv
yapmamız gerekiyor?
CEVAP
Selam verirken namazdan çıkmaya niyet edilir. Secde-i sehv yaparken
namazdan çıkmaya niyet edilmiş olmaz. Onun için secde-i sehv yaparken bir
tarafa da, hatta iki tarafa da selam verilse mahzuru olmaz.
Sual: Şafii, pazarda abdest bozulmasın diye, Hanefi’yi taklit edip kadına
dokunmuşsa, namaz kılarken Hanefi’nin şartlarına uyar mı?
CEVAP
Elbet uyması gerekir.
Sual: Annem dolgusu sebebiyle Maliki’yi taklit ediyor. Ancak abdestte
niyet ettiği halde, namazda Maliki’ye uymayı kalbinden geçirmeyi
unutuyormuş. Unutan, daha sonra kalbinden geçirince olur yazıyor. Bu bir
namaz için mi, yoksa daha önce kılınan diğer namazlar için de geçerli mi?
CEVAP
Hepsine birden şimdi niyet etse, yani bundan önceki namazlarımı
Maliki’ye göre kıldım dese geçerlidir.
Sual: Maliki mezhebini taklit eden Hanefi, zammı surelerde besmele
çeker mi?
CEVAP
Çekmenin mahzuru olmaz.
Sual: Abdestte Maliki’ye göre baştaki saçı hilallemek gerekiyor mu?
CEVAP
Abdestte hilallemek gerekmiyor, sadece mesh gerekiyor.
Sual: Maliki’de muvalat için, uzuvları birbiri ardına çabuk çabuk yıkamaya
ek olarak bir uzvu da hızlı yıkamak lazım mı?
CEVAP
Her zamanki gibi normal almalı, hızlı yıkamak şartı yok. Abdest alırken
başka işle meşgul olmama şartı var.
Sual: Şafii ve Maliki’de el ayasına parmakların araları dahil mi?
182
www.dinimizislam.com
CEVAP
Dahil değildir.
Sual: Elektrikli makine ile sakal tıraşı olmak, Maliki’de abdesti bozar mı?
CEVAP
Jilet gibi, ustura gibidir. Bir kavle göre bozar.
Sual: Muvalatın tarifi nasıldır?
CEVAP
Muvalat başka işle uğraşmadan abdestle meşgul olmak demektir.
Sual: Maliki mezhebini taklit eden bir kadın, kulağındaki küpeleri
çıkarmadan, oynatarak aldığı normal ve gusül abdesti caiz olur mu?
CEVAP
Elbette. Küpe olmasa da mahzuru olmaz. Kadınlar bunu bilmiyor, yani
küpe olmasa da delik kapansa da veya kapanmasa da eli değdirmek yeterlidir.
Sual: Kadın, akıntısı için, Maliki’yi taklit eder mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Maliki’ye göre guslederken ön avret yerine el dokununca abdest
bozuluyor. Abdest bozulunca gusle yeniden mi başlamak gerekiyor?
CEVAP
Hanefi’de de Maliki’de de guslederken herhangi bir şekilde abdest
bozulunca yeniden başlanmaz. Abdest bozulunca, sadece o gusül abdesti ile
namaz kılınmaz. Abdest bozulduğu için namaz kılabilmek için yeniden abdest
almak gerekir. Maliki’yi taklit eden, gusle başlarken önce iki edep yerini yıkar.
Sonra namaz abdesti alır ve gusleder. O gusül abdesti ile namazını kılar.
Sual: Mukim iken, iki namazı cem etmek gerektiği zaman, Maliki
mezhebini taklit eden kimse, Hanbeli'ye göre, nasıl niyet eder?
CEVAP
Her iki mezhebe uyduğuna niyet eder. Mesela, öğle ile ikindiyi, öğle
vaktinde cem ederken, öğleyi kılarken (Öğleyi, ikindi ile öğle vaktinde cem
etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir.
İkindiyi kılarken de, (İkindiyi, öğle ile, öğle vaktinde cem etmeye,
Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir.
İkindi vaktinde öğleyi kılarken, (Öğleyi, ikindi ile ikindi vaktinde cem
etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir.
İkindiyi, ikindi vaktinde kılarken de, (İkindiyi, öğle ile ikindi vaktinde
cem etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir.
Akşam ile yatsı cem edilirken de aynı şekilde akşam ve yatsı denilerek
aynı şekilde niyet edilir.
Sual: Maliki’de, erkeğin elinin neresi nereye değerse abdesti bozar?
CEVAP
Kendi ön edep yerine, avuç ve parmak içleriyle çıplak olarak dokunan
erkeğin abdesti bozulur.
183
www.dinimizislam.com
Sual: Malikiyi taklid eden Hanefi bir kadın, abdestte başını mesh ederken,
örgüyü açması ve saçındaki tokayı çıkarması gerekir mi?
CEVAP
Maliki’de başın tamamını mesh etmek gerektiği için tokayı çıkarması
gerekir, fakat örgüsünü çözmesi gerekmez.
Sual: Diş dolgusu sebebiyle Maliki mezhebini taklit ediyorum, abdestte
başın tamamını mesh edince, rahatsızlığımdan dolayı, hastalığım artıyor,
ağrıya da sebep oluyor, bunun bir çaresi yok mu?
CEVAP
Dolgu için, Şafii mezhebi taklit edilirse, Maliki’de olduğu gibi, başın
tamamını mesh etmek gerekmez. Bir parmakla dokunmak, mesh için yeterlidir;
fakat Hanefi’den çıkılmadığı için, dörtte birini mesh etmelidir.
Maliki’de abdestte niyetin vakti
Sual: Maliki’de abdestte niyetin ilk ve son vakti ne zamandır?
CEVAP
Elleri yıkarken, ağza veya burna su verirken veya yüzü yıkarken de niyet
edilebilir. Unutulursa, ne zaman hatırlanırsa o zaman niyet edilirse, abdest
sahih olur. Gusülde de böyledir, yani gusle başlarken niyet etmeyi unutan,
gusülden sonra ne zaman hatırlarsa, bir saat sonra veya bir gün yahut bir ay
sonra hatırlasa, hatırladığı zaman niyet ederse niyeti sahih olur.
Maliki’de vitir
Sual: Maliki mezhebinde, kaza borcu olanın sünnet kılması haramdır.
Maliki’de vitir namazı, vacib değil sünnet olduğu için, Maliki’yi taklit eden
Hanefi’nin, vitir yerine de kaza kılması gerekmez mi?
CEVAP
Hayır. Hanefi’de vitir vacibdir. Maliki’yi taklit eden, vitir namazını da vacib
niyetiyle kılar. Başka bir mezhebi taklit eden, kendi mezhebinden çıkmış
sayılmaz. Kendi mezhebinin her şeyine, taklit ettiği mezhebinse, sadece
farzlarına ve müfsidlerine yani ibadeti bozan hususlarına uyar.
Sual: Dişimde dolgu olduğu için Maliki mezhebini taklit ediyordum. Şimdi
dolgumu çektirdim. Maliki mezhebini taklit etmem gerekir mi?
CEVAP
Gerekmez. Dolgu gitti, taklit de bitti.
Bunun gibi, cünüp olma ihtimali kalmayan ihtiyar bir dul kadın, diş dolgusu
yaptırırsa, Maliki mezhebini taklit etmesi gerekmez. Akıl baliğ olmamış
çocukların da taklid etmesi gerekmez. Ama alışmaları için taklit etmelerinde
mahzur olmaz. Çünkü diş dolgusu olmasa da, her zaman, imkân nispetinde
dört mezhebin şartlarına da uymaya çalışmak iyi olur. Kendi mezhebinde
mekruh olmayan bir şey, başka mezhepte farz ise, bunu yapmak da müstehab
olur.
184
www.dinimizislam.com
Malikide abdest alırken, niyet, uzuvlarını ovmak, peş peşe yıkamak, başın
tamamını mesh etmek farzdır. Şafiide ise sıra ile yıkamak da farzdır.
Hanbeli’de Besmele çekmek de farzdır.
Bunlar uygulanırsa dört mezhebe uygun abdest alınmış olur.
Mezhep taklidinin lüzumu
Sual: Diş dolgusu olan, Maliki mezhebini taklit ederek gusledince, guslü
sahih olduğuna göre, bu sahih gusülle abdest alıp namaz kılamaz mı? Niye
abdestte ve namazda da taklit etmek gerekiyor?
CEVAP
Gusül, abdest ve namaz, birbirine bağlıdır. Bunlardan biri yoksa namazı
sahih olmaz.
Eğer abdestte Maliki’nin farz ve müfsitlerine uymamışsa, sadece
Hanefi’ye uymuşsa, böyle abdestle kılınan namaz, Maliki’ye göre de, Hanefi’ye
göre de sahih olmaz. Maliki’ye göre abdesti yok, Hanefi’ye göre de guslü
yoktur. Bir mezhebe göre, üçü de sahih olmalıdır.
Din kitaplarımızda da bu husus şöyle bildirilmiştir:
1– Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması
için koyduğu şartların hepsini yapması gerekir. Bunlardan biri yapılmazsa, bu
iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik)
2– Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklit etmek
gerekiyorsa, iki mezhepte de batıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Abdestte,
Şafii mezhebini taklit ederek, uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli değince,
Maliki’ye göre abdest bozulmaz diyerek namaz kılsa, bu namazı batıl olur;
çünkü kadına dokunduğu için Şafii’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için de
Maliki’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir)
3– Bir iş için, başka mezhep taklit edildiği zaman, o mezhebin bu iş için
koyduğu şartların hepsine uymak gerekir. Bu şartlardan biri eksikse, ibadet
sahih olmaz; çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını yapmak,
zaruret olmadıkça, ancak bütün şartları yerine getirmekle caiz olur.
(Mizan-ül-kübra)
Maliki’de teyemmüm
Sual: Abdest için teyemmüm ederken, ağza ve burna su vermek
gerekmediğine göre, Maliki’yi taklit eden, abdest için teyemmüm ederken,
Maliki’yi taklit etmesi gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir. Abdestte de, ağza ve burna su vermek, farz değil sünnettir;
fakat abdestin sahih olması gusle bağlıdır. Guslü sahih olmayanın, abdesti de
sahih olmaz. Bundan dolayı, gusülde taklit edenin, abdestte de, teyemmümde
de, Maliki’yi taklit etmesi gerekir. Zaten Maliki’de, teyemmüm için fazla farklı
bir şey de yoktur. Maliki’de sadece, namaz vakti çıkınca teyemmüm bozulur,
185
www.dinimizislam.com
her namaz vaktinde teyemmüm etmek şarttır. Vakit girmeden yapılan
teyemmüm, Maliki’de sahih olmaz.
Sual: Maliki’yi taklit ediyorum. Namaz abdesti almadan, avret yerimi
yıkayıp Maliki’ye uygun gusletsem, sahih olur mu ve o gusül ile namaz kılabilir
miyim?
CEVAP
Evet, namaz kılabilirsiniz. Önce avret yerini yıkamak gusle de, namaz
abdestine de mani değildir. Avret yeri yıkandıktan sonra vücut yıkandığı için, o
gusül ile namaz kılınır. Maliki taklit edildiğine göre, vücut delk edilerek zaten
yıkanıyor. Namaz abdestinde de zaten öyle yıkanıyor. Farklı bir şey yok.
Namaz abdesti alınmazsa, sünnete uygun gusledilmemiş olursa da, o gusülle
yine namaz kılınabilir.
Sual: Maliki’de, yüzümüzdeki favoriler, saçtan kabul edildiği için mesh
etmek gerekiyor. Hanefi’de ise yüzden kabul edildiği için yıkanıyor. Yıkamak
mesh yerine geçer mi? Maliki’de tertip farz mı?
CEVAP
Evet, yıkamak mesh yerine geçer. Yıkanınca artık mesh gerekmez.
Maliki’de tertip yani sıra ile yıkamak farz değildir. Şafii mezhebinde farzdır.
Maliki’de abdestin bozulması
Sual: Maliki’de karşı cinse şehvetle dokununca abdest bozulur deniyor.
Şehvetsiz dokunur da şehvet hâsıl olursa, yine abdest bozulmuş mu olur? Bir
taraf şehvetlense, öteki taraf şehvetlenmese, ikisinin de mi abdesti bozulur?
CEVAP
Lezzet kastıyla dokunur da, lezzet hâsıl olmasa, yine abdesti bozulur.
Lezzet kastetmeden dokunur da, lezzet hâsıl olursa yine abdest bozulmuş
olur.
Karşı tarafın niyetini ve durumunu bilemeyiz. Bizi, bizim abdestimiz
ilgilendirir. Şehvetle tutmuşsak veya şehvetsiz tutup da şehvetlenmişsek
abdestimiz bozulur.
Şehvetle dokunmak
Sual: Maliki’de şehvetle karşı cinse dokununca abdest bozuluyor.
İkisinden biri şehvet duymazsa, onun abdesti de bozulur mu?
CEVAP
Şehvet duymayan tarafın abdesti bozulmaz, hangi taraf şehvetlenmişse,
sadece onun abdesti bozulur. (Mezahib-il-erbaa)
Semavi özürlünün abdesti
Sual: Basur, çıban, yara veya herhangi bir akıntısı olanın abdesti,
Maliki’de, vakit çıkınca mı bozulur?
CEVAP
186
www.dinimizislam.com
Hayır, vakit çıkmakla veya yeni bir vakit girmekle abdest bozulmuş olmaz.
Abdesti bozan başka bir şey olmazsa, sabah aldığı abdestle, yatsıyı da
kılabilir.
Namazı kaçırmamak için
Sual: Maliki’yi taklit edenin, abdestliyken elini bıçak kesse, abdesti
bozulmaz mı?
CEVAP
Vakit darsa, namaz vaktini kaçırmamak için o abdestle namaz kılması
caiz olur.
Kaşların altını yıkamak
Sual: Kaşlarım kalın ve gürdür. Mâlikî’yi de taklit ediyorum. Gusülde,
kaşları da parmaklarımla delk etmem veya tarakla taramam gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir.
Mezhep taklit ederken
Sual: Mâliki’de gusülde ağzın içini yıkamak farz olmadığı için, diş dolgusu
sebebiyle Maliki’yi taklit eden gusülde ağzını yıkamasa, bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Elbette mahzuru olur, çünkü bir konuda başka bir mezhebi de taklid eden,
kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Hanefî mezhebinden çıkmadığı için ağzını
yıkaması gerekir.
Mâlikî’de guslederken
Sual: Mâlikî’yi taklit eden bir erkek, banyoya girip niyet ettikten sonra
avret yerlerini yıkasa, sonra abdest alıp gusletse, o abdestle namaz kılabilir
mi?
CEVAP
Elbette kılar. Vesveseli kimseler, niyet ettikten sonra avret yerimize
dokunduğumuz için o abdestle namaz kılınmaz sanıyorlar. Niyet etmekle
abdest alınmış olmaz. Niyetten sonra abdest de alırsa, o zaman abdest almış
olur. Niyet edip avret yerine dokununca, olmayan abdest nasıl bozulmuş olur
ki? Abdest aldıktan sonra, erkek ön avret yerine dokunursa, o zaman abdest
bozulur. Niyet ettikten sonra dokunmakla bozulmaz.
Birkaç özrü olan
Sual: Diş dolgusu sebebiyle Mâlikî'yi taklit eden bir kimse, idrar kaçırsa,
yel tutamasa veya bir akıntısı olsa, bu özürlerin hepsi için ayrı ayrı mı niyet
etmesi gerekir?
CEVAP
Özürlerini bilmesi yeter. Özürlerinin hepsini ayrı ayrı sayması gerekmez.
Tek bir niyetle hepsi için Mâlikî'yi taklit etmesi kâfidir.
187
www.dinimizislam.com
Lif ve muvalat
Sual: Guslederken kir çıkarmak için sabunlanarak lifle yıkanmak
muvalata mani midir?
CEVAP
Muvalat, Hanefî’de sünnet, Mâlikî'de farzdır. Muvalat nedir?
Muvalat, her uzvu, birbiri arkasından ara vermeden, başka işle meşgul
olmadan acele olarak yıkamaktır. Diğer bir ifadeyle, normal şartlar altında, bir
önceki yıkadığı uzuv kuruyacak kadar ara vermemektir. Uzuv kurumasa da,
fazla ara verilmesi muvalata manidir.
Çok kısa zamanda yapılan bir iş, muvalata engel olmaz. Mesela, abdest
alırken kapıdan biri girse, dönüp gelenin kim olduğuna bakılsa, muvalata mani
olmaz. Musluktan su kesilse, kovadaki suyu almak veya hemen bitişik odadaki
musluğa gidip, o musluktan abdest almak, muvalatı engellemez. Sağ ayağı
yıkadıktan sonra, kolayca giren bir çorabı hemen giyerek, öteki ayağı
yıkamaya başlamak muvalata mani olmaz. Yavaş giyerse muvalata mani olur.
Bunun için çorabı abdestten sonra giymelidir. Fakat abdest alırken çorabın
birisini veya ikisini çıkarmak muvalata mani olmaz. Çünkü abdestle ilgili iş
yapılıyor. Çorabı giymek gibi abdestten ayrı iş yapılmıyor.
Uzuvların kuruyup kurumaması mutlak ölçü değildir. Çünkü sıcak ve
rüzgârlı havada, uzuvlar hemen kuruyabilir. Yahut soğuk ve rüzgârsız bir
yerde, uzuvlar geç kuruyabilir. Uzuvlar kurumadı diye, başka bir iş yapmak
muvalata mani olur. Hararetli vücutta, uzuv tez kuruyabilir. Demek ki, kuruyup
kurumaması kesin ölçü değildir. Kuruyacak kadar yıkamaya ara vermek
muvalata manidir.
İbni Âbidin hazretleri de, Hanefi'ye göre muvalatı anlatırken, (Toprakla
teyemmüm ederken de, su ile yıkamak olmadığı hâlde, normal şartlarda
bir uzuv kuruyacak kadar ara vermek muvalata manidir) buyuruyor.
Bir kimse, banyoya girince, önce gusledip sonra kir için sabunlanarak
yıkanırsa muvalata mani olmaz. Yahut önce kirlerini temizleyip sonra
gusletmesi de yine muvalata mani olmaz.
Lifi sabunlayıp bir uzvu yıkarken, iki uzvu yıkamak arasında bir uzvun
kuruyacağı kadar uzun bir zaman geçerse, liflenmek muvalata mani olur. Kir
çıkarmak için sabunla yıkanmak guslün dışında bir iştir. Önce gusledip sonra
sabunla, lifle, keseyle yıkanmanın mahzuru olmaz.
Mâlikî’de guslederken
Sual: Mâlikî’yi taklit eden bir erkek, banyoya girip niyet ettikten sonra,
avret yerlerini yıkasa, sonra abdest alıp gusletse, niyetten sonra aldığı bu
abdestle namaz kılabilir mi?
CEVAP
Elbette kılar. Normal gusül de böyle olur zaten. Niyet etmekle abdest
alınmış olmaz. Niyet edip, avret yerini yıkayınca, abdestsiz olduğu için abdest
188
www.dinimizislam.com
bozulmuş olmaz. Abdest aldıktan sonra, erkek ön avret yerine dokunursa, o
zaman namaz abdesti bozulur. Avret yerini yıkayıp abdest aldıktan sonra da
zaten artık dokunmaya gerek yoktur. Unutarak dokunursa, o zaman namaz
abdesti bozulur, ama guslü yine sahihtir.
Toprağa secde
Sual: (Maliki’de toprak cinsinden bir şey üzerine secde etmek farzdır.
Bunun için Maliki’yi taklit eden Hanefi’nin de halı veya seccade üzerine secde
etmesi sahih olmaz) deniyor. Doğru mu?
CEVAP
Hayır. Maliki’de halı, pösteki gibi yer cinsinden olmayan bir şey üzerine
secde edilmesi mekruhtur. Maliki’yi taklit eden Hanefi, Maliki’nin sadece farz
ve müfsitlerine uyar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine tâbi olduğu için,
Mâlikî'yi taklit eden Hanefî'nin yün halı üzerinde namaz kılması mekruh
değildir.
Şâfii mezhebini taklit
Sual: Diş dolgusu sebebiyle Şâfii mezhebini taklit eden nelere dikkat
eder?
CEVAP
Maliki mezhebi daha kolaydır. Maliki’yi taklit etmenizi tavsiye ederiz.
Şâfii’yi taklit eden, sadece Şâfii’deki farzlara uyar, müfsidlerinden kaçar.
Bunlar da şunlardan ibarettir:
1- Abdestte ve teyemmümde niyet ve tertip farzdır. Abdestte yüzü
yıkamaya başlarken niyet edilir. Sakalın altındaki deriyi de ıslatmak farzdır.
2- Gusülde niyet farzdır. Gusle başlarken niyet edilir. Gusle başlarken
cünüplükten temizlenmeye diye niyet edilir; cünüp olduğunu bilerek gusleden,
zaten buna niyet etmiş demektir.
3- Gusülde sünnet derisinin altını ıslatmak da farzdır. Kadının da örgülü
saçı çözüp her tarafını ıslatması farzdır.
4- Namaz vakti girmeden önce teyemmüm edilmez.
5- Abdestte çenenin altını da yıkamak farzdır.
6- Meni şehvetsiz de gelse, guslü gerektirir. Fakat her akıntı meni değildir.
Gusülden sonra, idrar yapmış olsa da meni çıkarsa gusül gerekir.
7- Teyemmüm yalnız toprakla yapılır. Aynı topraktan birden fazla
teyemmüm edilemez.
8- İmam arkasında da her rekatta Fatiha okumak farzdır. Fatihadan önce
besmele farzdır. Fatihayı rükuda tamamlamak namazı bozar.
9- Yabancı kadına ve kendi hanımının tenine hâilsiz yani çıplak olarak
dokunmak, abdesti bozar.
10- Kendisinin, başkasının veya bebeğin iki avret yerine elinin içi ile
dokunmak abdesti bozar.
189
www.dinimizislam.com
11- Tadil-i erkân farzdır.
12- El üzerine secde sahih değildir. İkinci teşehhüdde tahiyyat ve salevat-ı
şerife okumak farzdır. Namazdan çıkmak için selam vermek farzdır.
13- Bir kimsenin avret mahalli çok az açık olsa ve çok az bir zaman açık
kalsa da namaz bozulur. Mesela uyluğundaki yırtık bir yerinden azıcık teni
görülse bozulur. Yahut başörtüsü açılsa hemen kapasa bile yine bozulur.
Halbuki Hanefi’de bir rükün miktarı açık kalırsa ancak o zaman bozulur. Hem
de Hanefi’de bir uzvun dörtte biri açılırsa bozulur, daha az açılırsa bozulmaz.
14- Mestin hiç yırtığı olmamalıdır.
15- Köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin üstü ve kılları yaş iken
dokunursa veya köpeğin salyası üstümüze bulaşırsa, o yeri biri çamurlu su
olmak üzere, yedi defa temiz su ile yıkamak gerekir.
16- Çok az bir necasetten de sakınmak lazımdır. Mesela, bir damla kan
veya idrar bulunan elbise ile namaz kılınmaz.
17- Kadınların hayz müddeti en fazla 15 gündür. En azı bir gündür. 24
saatten az ve 15 günden çok devam eden kana istihaza kanı denir, hayz
değildir.
18- Nifasın en çoğu 60 gündür.
19- Hamile kadın âdet görebilir.
20- Âdeti kesilen kadın, yıkanmadan kocası ile beraber olamaz. Hanefi’de
mahzuru olmaz.
21- Cünüp ve Hayzlı, bir kılıf ile de olsa Mushaf’ı tutamaz. Hanefi’de kılıflı
olunca tutabilir.
22- Teravih namazında dört rekatta bir selam vermek caiz değildir, her iki
rekatta bir selam verilir.
23- Cuma namazında en az mukim kırk kişi olması şarttır.
24- Giriş çıkış günleri hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden
mukim olur. 3 veya daha az kalırsa seferi olur.
25- Bir iş için gittiği yerde önceden kaç gün kalacağına karar vermeyen
kimse, bugün yarın derken 18 gün geçtikten sonra mukim olur. Hanefi’de ne
kadar çok kalırsa kalsın hep seferi olur.
Sual: Şafii mezhebinde karı-kocanın saçları birbirine değerse abdestleri
bozulur mu?
CEVAP
Bozulmaz.
Sual: Şafii’yi taklit ediyorum. Siz Maliki’yi taklit etmemi öneriyorsunuz.
Yani bu durumda taklit ettiğim mezhebi kolayca değiştirebilir miyim?
CEVAP
Buna mezhep değiştirmek denmez. Bir hususta uymak denir, buna taklit
denir. Dört hak mezhepten birisine uyulur. Hangisi daha kolaysa o tercih edilir.
190
www.dinimizislam.com
Hanbeli mezhebini taklit
Sual: Mukim iken, ihtiyaç halinde Hanbelî mezhebini taklit edip iki namazı
cem ederken, Hanbelî’nin uymamız gereken şartları nelerdir?
CEVAP
Hanbelî’yi taklit eden, Hanefi mezhebinden çıkmadığı için kendi
mezhebindeki bütün şartlara ve müfsitlere uyar. Ayrıca Hanbelî’deki şartlara
da uyması gerekir. Uyması gerekip de Hanefi’den farklı olanlardan bazıları
şunlardır:
1- Gusülde ağzın ve burnun içini yıkamak ve niyet etmek farzdır. [Ağzında
dolgu dişi olan da ihtiyaç ve zaruret halinde Hanbelî’yi taklit edebilir.]
2- Abdestte, Besmele çekmek, ağzın ve burnun içini yıkamak, niyet, tertip,
muvalat ve başın tamamını mesh etmek farzdır. [Kulaklar başa dâhildir] Elleri
veya yüzü yıkarken niyet edilir.
3- Herhangi bir kadının derisine şehvetle dokunmak bozar. Kendine kadın
dokununca, lezzet duysa da bozulmaz. Kadın şehvetle erkeğe dokunursa
kadının abdesti bozulur.
4- Kendisinin veya başkalarının, çocuk olsun büyük olsun seveteynine [iki
edep yerine] elinin içi veya dışı ile dokunsa abdesti bozulur. Bir kadın, kendi
fercine dokunursa abdesti bozulmaz.
5- Deriden çıkan kan irin gibi şeyler, çok ise bozar. Mesela az bir kan
bozmaz.
6- Kadınların örgülü saçlarını açmaları, cünüplük için sünnet, hayz için
farzdır.
7- Bedende, elbisede ve namaz kılacak yerde az da olsa necaset
bulunmamalıdır.
8- Necasetin her çeşidi kabadır, hafif necaset yoktur.
9- Deve eti yemek ve ölü yıkamak abdesti bozar.
10- Namazda Fatiha okumak, tadil-i erkân ve iki tarafa selam vermek
farzdır.
11- El üzerine secde sahih değildir.
12- Fatiha’yı rükûda tamamlamak namazı bozar.
13- Mezi ve vedi bir kavle göre guslü gerektirir.
14- Teyemmümde Besmele çekmek ve tertip farzdır.
15- Namaz vaktinden önce teyemmüm caiz değildir.
16- Kadının hayz müddeti en fazla 15, en azı 1 gündür. İki hayz arası
temizlik en az 13 gündür. Nifas müddeti Hanefi’deki gibi 40 gündür.
17- Seferilik, Maliki mezhebindeki gibidir.
18- Teyemmüm, yalnız toprak ile yapılır.
191
www.dinimizislam.com
Hanefi mezhebini taklit
Sual: Bir ihtiyaç hâlinde, Hanefi’yi taklit eden bir Şâfiî’nin, nelere dikkat
etmesi gerekir?
CEVAP
Sadece gusülde, abdestte ve namazda, kendi mezhebinin şartlarına
ilaveten Hanefi’nin farzlarına uyup müfsitlerinden kaçar. Diğer hususları aynen
Şâfiî gibi yapar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine uyar.
Gusül, abdest ve namazda, niyet ederken, (Hanefi mezhebine uymaya)
diye de ilave etmesi, yani Hanefi’yi taklit ettiğini kalbinden geçirmesi gerekir.
Başlarken bu niyeti unutursa, guslettikten sonra veya kaç gün sonra hatırlarsa
hatırlasın, (Hanefi’ye göre guslettim) demesi yeterli olur. Namazda veya
abdestte Hanefî'ye uyduğunu unutursa, ne zaman hatırlarsa o zaman niyet
etmesi yeterlidir.
Gusülde: Uyulması gereken farklı bir husus yoktur.
Abdest alırken: Hanefi’de başın dörtte birini mesh etmek farzdır.
Abdesti bozan şeyler: Farklı olarak sadece bir yerin kanaması abdesti
bozar.
Namazda: Uyulması gereken farklı bir husus yoktur.
Dinde reform yapmak
Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur
Sual: Dinde reform yani bazı değişiklikler yapmak gerekmez mi?
CEVAP
Dinimiz yeni inmedi. Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur. Bu bakımdan asla
reforma ihtiyacı yoktur. Reforma ihtiyaç olan, din olamaz. Hâşâ Allah noksan
göndermiş demektir. Bu bakımdan dine yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak
dini bozmak olur.
Bugün etiketlisi etiketsizi her reformcu, din yeni inmiş gibi, üstelik hâşâ
bunlara inmiş gibi ahkam kesiyorlar. (Yalnız Kur’an) diyerek, herkesi
Kur’andan anladığı ile amel etmeye teşvik ediyorlar. Peygamberimizi kabul
etmeyen (Kur’andan başka şey, hadis madis, fıkıh mıkıh kabul etmem) diyen
nasıl Müslüman olabilir. Böyle iman, böyle Müslüman olur mu? Kur’an kime
geldi? Kur’anı kim açıkladı? Kur’anın muhatabı kim? Gelecekten haber veren
hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir.
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. “Hadisi bırak, Kur'ana
bak” derler.) [Ebu Ya’la]
(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey tanımıyorum diyenler
çıkar.) [Ebu Davud]
192
www.dinimizislam.com
Bugün bid’at ehli olan kişiler, (Peygamber postacıydı, Kur’anı getirince
vazifesi bitti, onun açıklamasına gerek yoktur) diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ,
Resulüne ve onun açıklamasına uyulması gerektiğini bildiriyor. Bu konudaki
âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:
(İhtilafa düşülen şeyleri açıklayasın diye bu kitabı sana indirdik.)
[Nahl 64]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab
71]
(Resulüm de ki, “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen kâfirler için Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.) [Enfal 13]
(Allah’ın yolu ile peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler
kâfirdir.) [Nisa 150/1]
(De ki, Allah’a ve Peygambere uyun! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse,
[kâfir olurlar] Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
(O ümmi Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram
kılar.) [Araf 157]
Demek ki Resulü de haram etme yetkisine sahiptir. Bir hadis-i şerifte
buyuruluyor ki:
(Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi]
Görüldüğü gibi Resulullaha ve Kur'an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i
şeriflere uymak çok önemlidir. Sünnet, [hadis-i şerifler] olmasaydı, namazların
kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât, orucun, haccın farzları, hukuk
bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur'an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu
halde Kur'anı anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç
vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Herkes Kur’anı
anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Eğer herkes Kur'an-ı
kerimi doğru anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Zamanla değişen
âdetlerdir. Din zamanla değişmez. Din düşmanlarının oyunlarına gelmemelidir.
Dini kurallara şekilcilik denmez
Sual: Bir ateist, “Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın
belli şekilleri vardır. Kâbe etrafında dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek
tam bir şekilciliktir” diyor. Çağa ayak uydurularak Müslümanlıktaki bu şekilcilik
atılamaz mı? Dinde yeni gelişmelere uyulsa, düşünce sınırlandırılmasa,
herkesin görüşüne uygun bir çözüm getirilemez mi?
CEVAP
193
www.dinimizislam.com
Ateistin, şekilcilikten maksadı, dini kurallardır. Dini kurallara şekilcilik
denmez. Kuralsız bir din olamayacağı gibi, kuralsız bir dernek bile olmaz.
Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kural vardır. Mesela
kale olmasa nasıl oynanır? Kuralsız, düzensiz hayat olmaz. Dünyanın dönüşü,
Ay’ın ve yıldızların hareketleri belli bir kurallar içindedir. Kurallara tam uyana
saat gibi çalışıyor deriz.
İnsan ve hayvanların vücudu nasıl bir kurallar zinciri içinde ise,
İslamiyet’te de belli kurallar vardır. Kuralsız ibadet olmaz. Namazların vakti,
rekat sayısı, kıyam, rüku ve secdelerin nasıl yapılacağı, her yerde nelerin
okunacağı bir kural halinde bildirilmiştir. Vakit girmeden namaz kılınamaz.
Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki
veya dört rekat kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid’at çıkarmış olur,
diğer ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu
bozacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir.
Haccın nasıl yapılacağı, tavafta nasıl dönüleceği, şeytanın ne zaman ve
nasıl taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne zaman kesileceği ve ihrama
bürünen hacıların, ihramlı iken neler yapamayacağı bir kural halinde
bildirilmiştir. Zekatta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir
kural halinde bildirilmiştir.
Kimlerin kimlerle evleneceği veya evlenemeyeceği bir kural halinde
bildirilmiştir. Mesela bir kimse mahremleri ile evlenemediği gibi, başkasının
nikahlısı ile de evlenemez. Evlenirse, bir anarşi çıkar.
Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kural halinde
bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz toplum olmaz. Bir
köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması
gerekir. Bir yerde iki reis, iki amir olamaz. Bir âyet meali:
(Allah’tan başka bir ilah olsaydı, kâinattaki nizam bozulur,
karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]
Ateiste verilen bu cevaptan sonra, şimdi sizin sualinize gelelim. (Dinin
bildirdiği şekilciliği dinden çıkaralım) diyorsunuz. Yani, dini kuralları kendimiz
koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım demek istiyorsunuz.
Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim
yapmışsa, yine aynı kimseler değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, yine
aynı meclisin değiştirmesi gerekir. Herkese bu değiştirme hakkını vermiyorlar.
Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik
şekillere de din denmez, felsefe denir. Felsefi düşünceler, hiçbir zaman
kesinlik taşımaz. Din bilgisi ise kesindir, tartışılmaz. Din ile felsefeyi birbirinden
ayırmak gerekir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]
194
www.dinimizislam.com
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.)
[Araf 158]
(Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere
çağırıldıkları vakit: Müminler, “İşittik, itaat ettik” derler, işte kurtuluşa
erenler bunlardır.) [Nur 51]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve
erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.)
[Ahzab 36]
İnsan başı boş değildir
Bir okuyucu, ateist bir bayanın şu görüşlerini yazmış:
“İnsanın et yemeye gereksinimi [ihtiyacı] vardır. İslam dini domuzu
yasaklamakla bizi bu gıdadan yoksun ediyor. İnsanın cinsel gereksinimi vardır.
İslam, yabancılarla veya kendi yakınları ile beraber olmayı yasakladığı için
bekarlar cinsel gereksinimden yoksun kalıyor. Vücudun güneşe yani D
vitaminine gereksinimi vardır. D vitamini olmazsa raşitizm hastalığı olur.
Bayanları kapatmakla D vitamininden yoksun bırakıyor. Bunun gibi yasaklar
kalkıp Müslümanlar özgürlüğe kavuşturulmadıkça İslamiyet çağdaş din
olamaz.”
Okuyucu soruyor: Böyle düşünenlerin sesini kesmek için bunlar
düzeltilemez mi?
CEVAP
Biz okuyucuyu daha çok yadırgadık. Dini biz mi kurduk da, biz
değiştirelim. Kanunları bile kim yapmışsa, yine onlar değiştirmiyor mu? Millet
meclisi koymuşsa, yine meclisin değiştirmesi gerekir. Herkes dini değiştirirse,
ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık buna da din denmez.
Ateistin iddiaları ilimden yoksundur. Domuz eti yemeyince gıdasız
kalmayız. O Allah, besmelesiz kesilen kuzu etini de yasaklıyor. Kim emir
dinleyecek diye imtihan ediyor. Domuz eti, serçe eti gibi lezzetli olsa da,
imtihanı kazanmak için Allah’ın emrine uymak gerekir.
Ateist, nikaha da saldırıyor. İnanmayan toplumlarda bile, nikah belli bir
düzen sağlar. Hayvanlar gibi düzensiz yaşamayı savunmak çok tuhaftır. Nikah
kalkınca ana baba mefhumu kalkar.
Ateistin tesettürü, D vitaminine engel gibi göstermesi de çok gülünçtür.
Soğuk ülkelerde yaşayan insanlar ister istemez kapalı geziyorlar. D vitamini
alamadıkları için hasta mı oluyorlar? İslam ülkelerindeki tesettürlü bayanlar,
kapandıkları için, raşitizm hastası mı oluyorlar? Uzmanların bildirdiğine göre,
yüzün yeteri kadar güneş ışığına maruz kalması sonucunda gerekli olan D
vitamini alınır. Fazla D vitamini zehirlenmelere, önemli zararlara yol açar.
Sıcak bölgelerdeki insanların esmer veya siyah olması D vitamininin
yeterinden fazla meydana gelmesine mani olur. D vitamini mutlaka güneşten
195
www.dinimizislam.com
alınması gerekmez. Birçok gıdada D vitamini vardır. Mesela, balık, et, süt,
tereyağı yumurta gibi gıdalarda D vitamini vardır. Tesettürü D vitamini almaya
engel göstermek çürük bir iddiadır.
Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın mubah ettiği, izin verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek
çoktur. Haram ettiği, yasak ettiği şeyler ise, pek azdır. Mubahlardaki fayda ve
lezzet haramlardan çok fazladır. Allahü teâlâ mubah işleyeni sever, haram
işleyeni sevmez. Aklı olan kimse, çabuk geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyı
gücendirmeyi elbette istemez. (m.163)
Allahü teâlâ kullarına çok merhamet ve ikram ederek, mubahlarla
zevklenmeye izin vermiş ve pek çok şeyi mubah etmiştir. Helal olan bu sayısız
zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak, Allah’a
karşı, ne kadar edepsizlik olur. Hem de, haram ettiği lezzetleri, daha fazlası ile
mubahlarda da yaratmıştır. Helal olan çeşitli nimetlerin zevkleri bir yana,
insanın işinden, Rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? Bir
kölenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük sıkıntı olur mu? Biz
kuluz, sahibimiz olan Allah’ın emrindeyiz. Başı boş değiliz. (m.73)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, onlar kendilerine zulmediyorlar.
[Yani onları azaba, sürükleyen çirkin işleridir.]) [Nahl 33]
Dini yenilemek gerekir mi?
Sual: Bazıları, (Her asırda bir âlim çıkar, dini yeniler) hadisinin, dinde
reformun gerektiğini gösterdiğini söylüyorlar. Her asırda gelen âlim, dinin
neyini yeniler?
CEVAP
Reform, Fransızca bir kelimedir. Yeniden şekil verme, eski haline
döndürme, bozuklukları, kötülükleri düzeltmek için yapılan ıslahat demektir. Bu
manalara göre dinde reform üçe ayrılır:
1- Cahiller ve din düşmanları tarafından müslümanlar arasına sokulmuş
olan hurafeleri, bid'atleri, yanlış inançları düzeltme işidir. Dine bir şey ilave
etmeden eski haline döndürmek demektir. Bunları yapan büyük âlimlere
(Müceddid) denir. İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali ve dört mezhebin imamları
birer müceddid âlimdir. [Rahmetullahi aleyhim]
Bu büyük âlimlerin geleceğini Peygamber efendimiz müjdelemiştir. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Davud]
(Ümmetimin âlimleri, beni İsrailin peygamberleri gibidir.)
[Neşr-ül-mehasin]
Bu büyük âlimlere, reformcu değil, (Müceddid) denir.
196
www.dinimizislam.com
2- Dinde reform yapmaya kalkanların ikinci kısmı ise, âyet-i kerime ve
hadis-i şeriflerden, kendi kısa akıllarına göre mana çıkaran ve Ehl-i sünnet
âlimlerinden ayrılanlardır. Bunlara (Bid'at) veya (Dalalet) fırkaları denir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme
gider, birisi doğru inanış sebebiyle Cehenneme girmez.) [Tirmizi]
Cehennemden kurtulacak olan fırka Ehl-i sünnet ve cemaattır.
(Mek.Rabbani)
Bugün bilhassa Mısır, Suriye gibi yerlerde, mason Abduh’un yolundan
giden, kendilerini müceddid ve müctehid olarak tanıtan sapıklar çoktur.
Bunların kitapları çok zararlıdır.
3- Dinde reform yapmak isteyenlerin üçüncü kısmı, sinsi İslam
düşmanlarıdır. Bunlar müslüman görünerek, (Dini ıslah ediyoruz, ana
kaynaklara iniyoruz, Kitab ve Sünnete sarılmalıyız) diyerek âyet-i kerimelere
ve hadis-i şeriflere kasten yanlış mana veren kimselerdir. İster bunlar gibi
kasdi olsun, isterse cehaletleri sebebiyle, Kur'an-ı kerime yanlış mana veren
kimseler dinden çıkar. Mektubat-ı Rabbani’deki hadis-i şerifte, (Kur'an-ı
kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran
kâfirdir) buyuruldu. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakil
yapmayan kimselerin yazdığı kitaplar çok zararlıdır. İnsanları felakete sürükler.
Yeni yorum ve ictihad
Sual: (Âdetler ve teknoloji değiştikçe, Kur’an ve sünnetin yeniden
yorumlanması, hakkında âyet ve hadis olmayan konuların ise, bunlara daha
geniş bir çerçeveden bakarak hükme bağlanması gerekir) deniyor. Yani dinde
reform mu yapılmak isteniyor?
CEVAP
Evet, reforma kılıf geçiriliyor. Âdet ve teknolojinin değişmesiyle, namaz,
oruç, zekât ve diğer ibadetler niye değişikliğe uğrayacak ki? Peygamber
efendimiz âhir zaman peygamberidir, ondan sonra peygamber gelmeyeceğine
göre, dinde değişiklik yapmak, dini yıkmak olur.
Anlaşılan bu düşüncedeki reformcular, robot insan yapacak, namazı ona
kıldıracak, kendileri namaz kılmayacaktır. Yahut robot imam koyacaklar,
insanlar ona uyacaktır. Yahut da, hoparlörlerle büyük camideki imama
uyulacaktır. Nasıl olursa olsun, Peygamber efendimizden farklı ibadet etmek
bid’attır, haramdır, reform olur. Bunlar, hâşâ (Allah iki bin sene sonra hangi
aletlerin keşfedileceğini bilmiyor, eğer bilseydi, her devrin gereklerini yerine
getirebilecek kurallar koyar, dini eksik göndermezdi) demek istiyorlar, fakat
bunu açıkça söyleyemeyip, (Teknoloji değişti, âyet ve hadisleri farklı
yorumlamak gerekir) diyorlar. Dini koyan Allah’tır, değiştirme yetkisi ondadır.
Başkaları asla değiştiremez.
197
www.dinimizislam.com
Bugün din bilgilerinde açıklanmamış bir şey kalmadı. Kemale gelmiş olan
bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar
olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları
açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler
yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar, fakat ictihadla
yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum kalmamıştır. Helal, haram ve
her delil açıklanmıştır. (F. Bilgiler)
Hak ile bâtıl mukayese olmaz
Çağdaş yazar, bir gayrı müslimin, (Fikrini tazelemeyen beyin ölür) sözünü
bir nass [âyet ve hadis] gibi eline alıp, dinde reform isteyerek özetle diyor ki:
(Hiçbir din, vahy olduğu şartlarda kalmamıştır. Mesela Musevilik, değişip
düzelerek günümüze gelmiştir. Hıristiyanlık ise, Bizans ve Roma uygarlığının
süzgecinden geçerek Martin Luther’in reformu ile bugünkü çizgiyi kazanmıştır.
Her din, çağdan etkilenir, çağdaş çizgi kazanır. Günün müslümanı teknolojiyi
itirazsız kullanır. Mesela bilgisayarla yazı yazar. Fakat sıra Din’e geldi mi,
İslam akıl dini demesine rağmen, bir santim kımıldamaz. İslam âleminin geri
kalışının sebebi budur. İmam-ı a’zam, en büyük bilgindir. Fakat bilgisi, bin yıl
önceki çağın sınırı içindedir. Bu bakımdan Ebu Hanife’nin fikirleri Kur’anın ışığı
altında sorgulanmalı, Efgani ve Abduh’un taze fikirlerle İslam’ı donatma
hareketi yürütülerek, çağdaş müslüman olmalıdır.)
CEVAP
Birkaç yanlışa cevap verelim:
1- (Her din değişmiştir) sözü, Musevilik ve Hıristiyanlık için doğru ise de,
Müslümanlık için yanlış ve iftiradır. Kur’an-ı kerimin hangi âyeti değişti?
Bozulma ihtimali var mı? (Kur’anı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz)
âyetine inanmıyor mu?
2- Din, Allah’ın bildirdiği şekilde mi doğrudur, yoksa insanların
süzgecinden geçtikten sonra mı doğru olur? Yani insanlar, hâşâ Allah’ın
yanlışını mı düzeltiyor?
3- Luther’in reformu, bozulan Hıristiyanlığı düzeltmek içindi.
Müslümanlığın neresi bozuldu da düzeltmeye ihtiyaç hissedilsin?
4- Yazar, din denilince, bâtıl, hak demeden hepsini aynı kefeye koyup,
mukayese ediyor. Hak ile bâtıl mukayese olmaz.
5- Bâtıl dinler çağdan etkilenebilir. Fakat Müslümanlık çağdan nasıl
etkilenir? Nasıl etkilenmesi gerekir? Çağa uyabilmek için namazı, haccı mı
kaldırmak gerekiyor?
6- Müslüman, zamana uyar, teknolojinin en iyisini kullanır. Bu zaten
dinimizin emridir. Dinimiz, fen bilgilerinde, her değişikliği yapmayı, bütün yeni
keşifleri öğrenmeyi emretmiştir. Fakat, namaz, oruç gibi ibadetlerde, değil bir
santim, bir milim bile değiştirmek, onu bize bildiren Allah ve Resulünün
198
www.dinimizislam.com
koyduğu hükmü beğenmemek olur. Bu hükmü beğenmeyen ve değişmesi
gerektiğine inanan kâfir olur.
7- Çağdaş yazar, (İslam akıl dini ise, akla uyalım) diyor. İslam, nakle
dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Yazarın aklına
uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din
olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat,
selim akla uymayan bir şey yoktur.
Ahiret bilgileri ve Allah’a ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde
olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı.
İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ
Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allah,
her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya,
peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.
8- Ecnebiler gibi, yazar da, müslümanların geri kalışını ibadette değişiklik
yapılmayışına bağlıyor. Sanki ibadette değişiklik yapılsa, İslam ülkeleri hemen
kalkınıverecek.
9- Yazar, (Tam müslüman olmak için şu kişinin Çağdaş İlmihal’ini
okumalı) diyor. O kişi ise, (İmam-ı a’zamın bin yıl önceki fetvaları bizi
bağlamaz) diyor. Aynı mantık.
10- Zamana göre ibadetler değişmez. İbadetlerde değişiklik, dini
beğenmemek olur. Hadis-i şerifte, (İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden
değildir) buyuruldu. Mecelle’de, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete
dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler ise değişmez)
deniyor.
Yazar, içkiye, Kur’anın ışığı altında fetva veriyor, (İçki içince, dilin
dolaşıyor, şaşırıyor ve arkadaşınla dövüşüyorsan, içki sana yasaktır) diyor.
Acaba kendisi nasıl içiyor? Dili dolaşmadan ve dövüşmeden mi? Sarhoş
etmese de, zarar vermese de içkinin damlası haramdır. Peygamber efendimiz,
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını da içmek haramdır) buyuruyor. Hatta içki
sofrasına oturmayı yasaklıyor, (Allah’a inanan içki içilen sofraya oturmasın)
buyuruyor. (Nesai, Taberani)
Görüldüğü gibi yazar, taze fikirle çağa uyarak, dinimizin haram ettiği
şeyleri helal etmeye çalışıyor.
Din, ihtiyaca göre hiç değiştirilir mi?
Sual: Reformcu bir yazarın, (Akıl ile nakil çatışırsa, akla uymalıdır)
hadisine göre, dinin, ihtiyaca göre değiştirileceğini söylemesi yanlış değil
midir?
CEVAP
İslam bilgileri fen ve din bilgileri olmak üzere ikiye ayrılır. Din bilgileri,
yalnız nakil ile anlaşılır. Bunların kaynağı, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şeriflerdir.
199
www.dinimizislam.com
His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. Bu sınırların dışında olan
bilgiler his organlarımız ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır. Bundan başka,
insanların hissetme kuvvetleri çok yerde hayvanlardan daha zayıftır. His
organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Bunun gibi
aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz
ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır.
Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın sıfatları, Cennet ve
Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu
böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur,
aklın yanıldığı anlaşılır.
Kur’an-ı kerimdeki bilgiler
Kur’an-ı kerimde dört şey bildirilmektedir: İman, ahkam, kıssalar ve
haberler.
İmanda, inanılması lazım olan bilgilerde hiç değişiklik olamaz. Her
Peygamberin, her ümmetin inanışı hep birdir. Her Peygamber müslüman idi.
İnsanlar tarafından bozulmadan önce, inanışları arasında hiç ayrılık yoktu.
İkincisi olan ahkam, Allahü teâlânın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması ve
sakınılması emredilen ahkâmda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız
Allahü teâlâ yapmış ve peygamberleri ile değiştirmiştir.
Kıssalar, geçmiş insanların, ümmetlerin hallerini, yaşayışlarını anlatmak
demektir.
Haberler, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Mesela,
canlıların su ile yaşadığı, kıyamet alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu
haber verilmiştir.
Kıssalar ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile
çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine
uydurulmaya çalışılır. Bunlar arasında, birkaç türlü anlaşılabilen bilgiyi, açıkça
bildirilmiş olan başka bilgi ile çatışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada akla
düşen vazife, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır.
İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgilerine gelince:
Bunlar, his organları ile ve bunlara yardımcı âletlerle gözetleyerek,
inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek anlaşılan bilgilerdir. Bunların hepsi
akıl ile, zekâ ile yapılır. Hepsinde aklın bulduğuna güvenilir. Nakil ile fen
bilgisinde çatışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak
açıklanır. Bahsedilen hadis-i şerifin açıklaması böyledir. (Faideli Bilgiler)
Hicri takvimle ilgimiz yokmuş!
Sual: Bir yazar diyor ki:
1- Hicri takvimin İslam ile bir ilgisi yoktur.
2- İslam’ın dili Arapça olmadığı için her millet ezanı kendi dili ile okur ve
namazı da öyle kılar. Çünkü Selman-ı Farisi, Fatihayı Farsçaya çevirmiştir.
200
www.dinimizislam.com
3- Evlenip çoğalmayı teşvik İslam’da yoktur.
Bunlar doğru mu?
CEVAP
Üçü de yanlıştır.
1- Bilindiği gibi hicri kameri bir takvim vardır. Müslümanlar, ibadetlerini bu
takvime, yani kameri aylara göre yaptıkları gibi, oruçlarını da bu takvime göre
tutar. Her yıl, on gün önce gelerek Ramazan, her sene değişmekte, yaza, kışa,
bahara da gelmektedir. Kefaret orucu tutanlar da bu takvime göre tutar.
Mübarek gün ve geceler, bayramlar hep bu takvime göredir. Yazarın, kameri
takvimle Müslümanlığın ilgisi yok demesi, kendi bilgisizliğini göstermektedir.
2- İslam’ın dili arabidir. Ezanı başka bir dil ile okumak, namazı başka bir
dil ile kılmak caiz değildir. Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu
gibi, namazda kıraati arabi okumak da Allah’ın emridir.
Selman-i Farisi hazretleri, Fatihanın tercümesini değil, tefsirini yaptı.
Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan tercümeyi Kur'an yerine koymak
başkadır.
Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an hükmünde tutmak ve namazda
okumak asla caiz değildir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen, (Benim
kitabım Arabidir), (Bu Kur'anı Arabi lisanı ile indirdim) buyuruyor. Allahü
teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve manaların toplamı Kur'an-ı
kerimdir. Kur'an-ı kerim Arabiye bile çevrilse, yine Kur'an olmaz. Kur'an-ı
kerimin açıklaması olur. Manası bozulmadan da, bir harfi bile değişince,
Kur'an-ı kerim olmaz. Hatta hiçbir harfi değişmeden okunmasında ufak
değişiklik yapılırsa Kur'an-ı kerim denmez. Fetava-i fıkhiyyede buyuruluyor ki:
(Kur'an-ı kerimi Arabiden başka harf ile yazmak ve başka dile
tercüme edip, Kur'an-ı kerim yerine bunu okumak sözbirliği ile haramdır.
Kur'an-ı kerimin tercümesi namazda okunamaz.)
Namaz haricinde, her milletin kendi diliyle dua etmesi caizdir. Vaaz ve
nasihati kendi lisanıyle yapması gerekir. Din için yapılacak diğer bütün
hizmetler de böyledir.
3- (Sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar ederim) ve
(Velud [doğurgan] kadınla evlenin) hadis-i şerifi, evlenmeyi teşvik etmektedir.
Ancak günümüzde gerekli İslami terbiye verilemediğinden gençler, namaz
kılmamakta, dinden uzaklaşmakta, hatta bir kısmı anarşist olmaktadır.
Peygamber efendimiz elbette, böyle gençlikle övünmez. (İki yüz yılından
sonra en iyiniz, hanımı ve çocuğu olmayandır) hadis-i şerifi ortam müsait
olmayınca, evlenmemenin daha iyi olduğunu göstermektedir.
Tekasür suresinin başında mealen, (Çoklukla övünmek sizi o kadar
oyaladı ki, kabirleri de ziyaret ederek, ölülerinizin çokluğunu da hesaba
kattınız) buyuruluyor. Dinimizde övünmek uygun değildir. İbadetle bile
övünmek iyi değildir. Çok ibadet iyidir, fakat çok ibadet yaptığı için övünmek iyi
değildir. Müslümanların çoğalması çok iyidir. Fakat çoğunlukla övünmek iyi
201
www.dinimizislam.com
değildir. Sebe suresinin 35. âyet-i kerimesinde de mealen, (Biz malca ve
evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz) diyerek
büyüklenenler kötülenmektedir. Çoklukla büyüklenmek, övünmek başka,
çoğunluk olmayı istemek başkadır. Bu ikisi birbirine karıştırılarak
müslümanların çoğalmasına engel olunmak istenmektedir.
Peki bu dini yıkmak değil mi?
Sual: Bazıları, (İslam artık toplumun gereklerine göre değişmeli. Mesela
kadınlar daha özgür olmalı, istedikleri gibi giyinip, istedikleri gibi çıkıp
gezebilmeli) diyor. Bunlara nasıl cevap vermeli?
CEVAP
Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini
insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse Ona inanması
gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. Ben hepsine inanıyorum, tamamını
beğeniyorum ama hepsini uygulayamıyorum demeli. Yoksa, günaha alışıp da
bu günah mubah olmalıydı demek Allah’a inanmamak olur.
O kimseler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah her şeyi
bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben
Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi
yapmamış demektir.
Toplumun gereklerine göre dini değiştirmek dini yıkmaktır. Birinin çıkıp
(ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Görmediniz, demez
çünkü. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes
görecek. Dini yıkma fırsatını ya bulacak ya bulamayacak. Ama çıkıp tesettür
yok diyor, âdetli iken namaz kılınır diyor, faiz helal diyor, Allah resulünü kabul
etmeyip (Yalnız Kur’an) diyor. Ve daha neler neler. Bunları söyleme fırsatı
bulduğu gibi, bazı ahmaklardan taraftar da bulabiliyor. Peki bu dini yıkmak
değil mi?
Dini bozmaya çalışmak
Dini inançları bozmak için dört koldan saldırıya geçilmiştir. Her gün yeni
bir şey çıkarılarak itikadımız, amelimiz zedeleniyor. “Hayzlı iken Kur’an okunur,
oruç tutulur” gibi, dört delile (Kitaba, sünnete, icmaya ve kıyasa) aykırı fikirler
üretilirken, şimdi de, mevsimi yaklaştığı için hac ibadeti bozulmaya çalışılıyor.
Türk milleti fakir olduğu için hacca gitmemesi gerekirmiş. Çünkü dinimiz israfı
yasaklıyormuş. Acaba bu sözlerinde samimiyet eseri var mıdır? Samimi isen,
niye Bodrum’a, Avrupa’ya, Amerika’ya eğlenmeye gidiyorsun? Niye yoksulları
gözetmeyip de, festivaller peşinde koşuyor, yılbaşı eğlenceleri tertip ediyor,
devrilen çamlar altında, şarap fıçılarını boşaltıyor ve sabaha kadar kumar
oynuyorsun?
Haccı engellemekle yoksulluk önlenemez. Peygamber efendimiz,
yoksulluğu önlemenin yolunu bildirmiş, (Zenginlerin zekâtı, fakirlere kâfi
202
www.dinimizislam.com
gelmeseydi, Allahü teâlâ fakirlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç
kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir) buyurmuştur. Demek ki
zenginler zekâtını yerli yerince verse, haccı engellemeye lüzum kalmayacak
ve aç kalan fakir de bulunmayacaktır.
Emekli vaiz adı altında bir başkası da, (Diyanet fikir üretemiyor) diyerek,
dinimizi bozmaya çalışıyor. (İslam dünyası aklını kullanmalı, yüzyıllardan beri,
paslanan, çürüyen ve işlevini yitiren o akıldışı kilitleri söküp atmalı) diyor.
Paslanan, çürüyen ne diye merak ettik. Baktık ki, bunlar, dinimizin, hac,
kurban, tesettür gibi emirleri imiş. (Hacca gidecekler, kurban kesecekler,
evsizlere, yoksullara yardım etmeli) diyor. Dini kuralları koyan Allah’tır. Allah
toplumda yoksulların olacağını bilmiyor muydu? (Bir toplumda yoksul varken,
hacca gidilmez, kurban kesilmez) diyemez miydi? Demediğine göre, kurban
derilerine sahip çıkma hevesi gibi, kurbanın kendisine de, hac paralarına da
sahip çıkmak mı istiyor?
Bu iş olmayınca da, (Hani islamiyet akıl diniydi? Niye aklını
kullanmıyorsun? Akıl yolunu seçerek kurban ve hac paralarını niye yoksullara
vermiyorsun) diyor. Felsefecileri ve sapık fırkalardan mutezileyi övüyor.
(Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi düşünürler, İslamlığı hep aklın ve yaşanan
dünyanın, insansal gereklerin aynasına tutarak değerlendirdiler. O dönemlerin
ürünü olan Mutezile, inançta yazgıcılığı (kaderciliği) reddederek, İslam’ın
akılsal yol ve yöntemlerle kurumlaşmasına çalıştı) diyerek kaderi de inkâr
ediyor. Kader, Allahü teâlânın insanların başlarına gelecek işleri bilmesi ve bu
bilgisinin bir kitaba [levh-i mahfuza) yazılması demektir. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı
bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.)
[Kamer 52, 53]
Bu ve benzeri birçok âyet vardır. Ama inanan kim? Adam, hep Kur’an
Kur’an der ama ya Kur’ana inanmaz veya onu istediği gibi yorumlar.
(İmam-ı Gazali'nin kilitlediği akıl kapısını açmak gerekir) diyerek de, nakli
esas alan âlimlere dil uzatıyor. Emekli vaizin aklı var da, imam-ı Gazali veya
öteki âlimlerin aklı yok mu idi? Adam, (Benim düşüncemde olan akıllı, benim
gibi düşünmeyen akılsızdır) demek istiyor.
(Örtünme Kur’anda bir dönemin, bir olayın zorunluluğu olarak vardır. Ama
günümüzde o zorunluluklar birtakım yasal ve yaşamsal önlemlerle, gereklerle
başkalaşmıştır. O halde herkes Avrupalı gibi giyinmelidir) diyerek tesettüre de
dil uzatıyor.
203
www.dinimizislam.com
Birleştirici olmalı
Genelde hiç kimse, bilmediği konularda, uzmanlık alanın dışında
konuşmaz. Eğer konu din ise, bilen bilmeyen herkes, fikir yürütür, “Bence
böyle olmalı” der. Dini eleştirenlere bakın, dinden hiç haberi yoktur. Kulaktan
duyma bilgilerle dine saldırırlar.
Din cahili bazı yazarlar fırsat buldukça dine saldırıyorlar. Bölücülük
yapıyorlar. Müslümana gerici diyorlar. Gerici demek bölücülüktür. Nedir bu
gericilik? Saldırının şiddetini çoğaltmak için, köktendinci, fundemantalist gibi
yaftalarla halkımızı bölmeye çalışıyorlar. Din cahili bu yazarlardan biri,
(Köktendinciler, Kur’anı anlamak istemezler, Kur’andaki bir âyeti
hatmetmeye [ezberlemeye] çalışırlar) diyor. Cahil yazar, hatmetmeyi
ezberlemek sanıyor.
Acaba köktendinci, doğuştan müslüman mı demektir? Niye böyle hiç
kimsenin tam anlamadığı kelimelerle bölücülük yapıyorlar? (Gericiler Kur’anı
anlamak istemezler. Kur’anın anlaşılmasının önüne konan ketler
yüzyıllardır devam ediyor) diyor. İstemeyen gericiler kimmiş? Niye
istemiyorlarmış? Kur’an anlaşılırsa onların ne zararı olurmuş? Şimdi piyasada
belki de yüzü aşkın Kur’an tercümesi var. Bu tercümelerle Kur’an anlaşıldı ise,
müslümanların bildirdiğinden farklı ne var imiş? Âlimler neyi gizlemiş? Böyle
bir şey olmadığına göre, ne diye halkımızın huzuru bozulmaya çalışılıyor?
Kur’an tercümelerinden dinin hükümlerinin hepsi anlaşılır mı? Dini
bilmeyenler veya din düşmanları, (Kur’anı herkes anlar, hadislere ve
âlimlerin açıklamalarına ihtiyaç yoktur) diyorlar. Bilindiği gibi, Anayasa’yı
insanlar yazmıştır. Anayasayı okuyan bir kimse, orada aradığı her hükmü, her
kanunu bulabilir mi? Sonra insanların yazdığı bu Anayasayı bile okuyanlar,
farklı yorumlar getiriyorlar. Meclis Anayasaya uygun sanarak bir kanun
yapıyor, Anayasa mahkemesi bu kanunu Anayasaya aykırı olduğu
gerekçesiyle bozuyor. Bir uygulama için bakanın biri, bu anayasaya uygundur
derken, öteki bakan anayasaya aykırıdır diyebiliyor. Demek ki, insanların
yaptığı bir Anayasa bile herkes tarafından aynı anlaşılmadığına göre Kur’an, o
kadar basit bir kitap mı da herkes hemen anlasın?
Hırsızlık, adam öldürmek, gasp, zina ve diğer suçların cezaları
Anayasada açıkça bildirilmez. Bunlar Kanunlarla anlaşılır. Hatta kanunları da
herkes kolayca anlayamaz. Kanunların iyi anlaşılması için, tüzükler,
yönetmelikler çıkarılır.
Bir kimsenin, Kur’andan dinimizin hükümlerinin hepsini öğrenmesi
mümkün değildir. En başta namaz nasıl kılınır? Kaç rekat kılınır? Namazda
neler okunur? Yanılmalar için neler yapılır? Namazı bozan şeyler nelerdir?
Namazın farzları, vacibleri, mekruhları, sünnetleri nelerdir? Abdesti bozan
şeyler nelerdir? Orucun farzları nelerdir? Niyetsiz oruç tutulur mu, tutulmaz
mı? Niyet ne zamana kadar geçerlidir? Orucu bozan şeyler nelerdir? Zekatın
204
www.dinimizislam.com
farzları nelerdir? Zenginliğin ölçüsü nedir? Ne kadar malı, parası olanın zekât
vermesi gerekir? Hac ve diğer ibadetlerde de durum aynıdır. Bütün bunları
açık olarak Kur’an-ı kerimde bulamayız. Yalnız Kur’an diyenlerin art niyetleri
böylece meydana çıkıyor. İbadetlerdeki, farzları, vacibleri, sünnetleri,
mekruhları ancak Peygamber efendimizin sözlerinden öğreniriz. Kur’an-ı
kerimde defalarca, (Allah’a ve Resülüne uyun) buyuruluyor. Kur’anın bir
kısmına inanıp da bir kısmına inanmayanlara sözümüz yoktur.
Dinin ruhuna aykırı imiş
Sual: Yazarın birisi; (Her ne kadar hadislerde hayzlı ve nifaslı kadınlar
namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’ana dokunamaz deniyorsa da, namaz
kılmasında, oruç tutmasında ve Kur’ana dokunmasında sakınca yoktur. Bu
hadisler dinin ruhuna aykırıdır. Bir de kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabında,
kasten orucu bozanlara, ceza olarak 61 gün oruç tutmaları gerektiği
bildiriliyorsa da, bu da Kur’anın ruhuna, dinin temel prensiplerine aykırıdır.
Çünkü ceza işlenen suça uygun olmalıdır. Bir gün oruç yiyene, 61 gün oruç
tutturmak zulüm olur) diyor.
Bahsettiği hususlarda açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Dinimizde delil dörttür: Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha. Bir
hüküm için bu delillere bakılır. Hem kütüb-i sittedeki hadislerde var diyor, hem
de, bu hadisler dinin ruhuna aykırıdır diyor. Önce hadis dinde delil midir değil
midir, bunu kasten bildirmiyor. Sonra bu hadisler uydurma mıdır, yoksa sahih
midir? Bunları da kasten söylemiyor. Uydurma demesine imkan yok. Çünkü
kütüb-i sitte denilen en kıymetli altı hadis kitabındaki hadisler, bütün âlimlerce
sahihtir. Mezhepsiz olmayan bir kimse, bu kitaplardaki hadis-i şeriflere
uydurma diyemez. Yazar açıkça, Peygamber Kur’anın ruhuna aykırı
konuşmuş demek istiyor. Zaten mezhepsizler, anlayamadığı hadis-i şeriflere,
(Uydurma veya Kur’anın ruhuna aykırı) damgasını basarlar.
Yazar oruç tutmamakla, kasten orucu bozmayı birbirine karıştırıyor.
Kefaret oruç tutmamanın cezası değildir. Orucu kasten bozmanın cezasıdır.
Bir adamı yanlışlıkla öldürmekle, kasten öldürmenin cezası aynı olur mu?
Hatta öldürmek niyetiyle kurşun sıksa, öldüremese bile, öldürmüş gibi ceza
verilir. Ama kazaen öldürenin cezası hafiftir. Orucu kazaen bozmak ile, hiç
niyet etmeden oruç tutmamak ve kasten niyetli orucu bozmak arasında çok
fark vardır.
Sanki yazar, Kur’anın ruhunu, dinin temel prensiplerini biliyormuş gibi
konuşuyor. Kur’an-ı kerimde, imanla ölenlerin yarın ahirette sonsuz olarak
Cennette, imansız ölenlerin ise Cehennemde sonsuz olarak kalacağı
bildirilmektedir. Bir kimse, 50 veya 100 yıl yaşıyor, yüz yıllık iyi işlerine karşı
sonsuz olarak Cennette kalıyor. Bir kimse de 100 yıl günahına ve küfrüne
205
www.dinimizislam.com
karşılık bin yıl, milyar yıl, trilyon yıl değil, sonsuz olarak Cehennemde kalıyor.
Bu dinin ruhuna aykırı olmadığına göre, orucu kasten bozmanın cezasının da
60 gün olması, dinin ruhuna aykırı olmaz. Bir gün orucu kasten bozmanın
cezası 61 değil, 60 gündür. Bir gün de bozarak tutmadığı orucun kazasıdır.
Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın hanımları da, yıllarca hayz ve
nifas hâli olmuştur, onlar namaz kılmamış, oruç tutmamıştır. Peygamber
efendimiz ve Eshab-ı kiram, Kur’anın ruhuna aykırı mı hareket ediyorlardı?
Hazret-i Âişe’nin naklettiği hadis-i şerifte, hayzlı iken tutulamayan orucu kaza
etmek gerektiği, kılınmayan namazları kaza etmek gerekmediği bildirilmiştir.
(Buhari) Hadis-i şerifte, (Hayzlı Kur'andan birşey okuyamaz) buyuruldu.
(Tirmizi)
14 asırdır gelen yüzlerce müctehidler ve âlimler, bu meseleleri bilememiş
de, birkaç mezhepsiz bunların dinin ruhuna aykırı olduğunu nasıl söyleyebilir
ki?
Bu ve benzeri çıkışlar, dini bozarak, yozlaştırarak yıkmak için yapılan sinsi
bir oyundur. 14 asırdan beri din kitapları ne yazıyorsa onlara uymalı, türedilere
itibar edilmemelidir.
Dinde anarşi çıkarmamalı
Dinimizi yıkmak isteyen yabancıların bir kısmı, “Yalnız Kur’an”,
“Kur’andaki din” gibi ifadelerle Peygamber efendimize tâbi olmayı reddederek,
dinimizi bozmaya çalışıyorlar. Bir kısmı da sadece “Kur’an ve Sünnet” diyerek,
dinimizin dört kaynağından ikisi olan İcma ve Kıyas-ı fukaha’yı kaldırmaya
çalışıyorlar.
Halbuki Kur’an-ı kerimde çok yerde; Allahü teâlâ hem kendine, hem de
Peygamberine uymayı emrediyor. Din düşmanlarının iddia ettikleri gibi Allahü
teâlâ, “Yalnız bana uyun, yalnız bana itaat edin” demiyor, (Allah’a ve
Resulüne itaat edin) buyuruyor. (A.İmran 32, 132, Nisa 13, 59, 69, Enfal 1,
20, 24, 46, Tevbe 71, Nur 52, 54, Ahzab 31, 33, 71, Muhammed 33, Feth 17,
Hucurat 14, Tegabün 12)
Allahü teâlâ, (Allah’a ve Resulüne itaat edin) buyurduğu gibi, (Allah’a
ve Resulüne isyan etmeyin) de buyuruyor. (Nisa 14, Enfal 13, Tevbe 26, 63,
Ahzab 36, Haşr 4, Talak 8, Cin 23)
Cenab-ı Hakkın tekrar tekrar, (Bana ve Resulüme uyun, bana ve
Resulüme karşı gelmeyin) buyurması, işin öneminden dolayıdır. Resule
uyan, Allah’a uymuş olur. Kur’an-ı kerimde, (Resule itaat eden, Allah’a itaat
etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80)
Resulünün emri, kendi emrinden ayrı değildir. Onun için Kur’an-ı kerimde,
(Peygamber neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının)
buyuruldu. (Haşr 7)
206
www.dinimizislam.com
Doğru yol üzerinde olmak için, Resulullaha tâbi olmak şarttır. Kur’an-ı
kerimde buyuruluyor ki:
(Resulüme tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
Allahü teâlâ, sadece bizim Peygamberimize değil, diğer kavimlerin
Peygamberlerine de ümmetinin itaat etmesini emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’ın izniyle, her peygamberi, ancak itaat edilsin diye gönderdik.)
[Nisa 64]
Diğer Peygamberler de, (Allah’tan korkun, bana uyun) buyurmuştur.
(Şuara 126, 144)
Bu kadar vesika karşısında, gerçekten Allah’a inanan, Onu sevenin
Resulünün bildirdiklerine de uyması şarttır. Nitekim (Ey Peygamberim, de ki
eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun) buyuruldu. (Al-i İmran 31)
Allahü teâlâ, emre uymakta kendi ismi ile Resulünün ismini birlikte
bildirdiği gibi, iman hususunda da beraber bildirmiştir. (Yalnız bana iman edin)
demiyor. (Allah’a ve Resulüne iman edin) buyuruyor. (Araf 158)
İhtilafları halletmek için de Allah’ın ve Resulünün emrine uymak gerekir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin
hükmünü Allah’tan [Kur’an-ı kerimden] ve Resulünden [hadis-i şeriflerden]
anlayınız!) [Nisa 59]
Buradaki (Anlayınız) emri, âlimler içindir. Çünkü, âlimlere sorulmasını da
Kur’an-ı kerim bildiriyor. (Nahl 43)
Sünnete uymanın önemi
Yukarıda; sünnete uymanın farz olduğunu, âyet-i kerimelerle bildirmiştik.
Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Yakında “Kur’andan başka uyulacak bir şey tanımam” diyenler
çıkar.) [Ebu Davud]
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Şöyle ki, bir hadis
söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Hadisi bırak, Kur’andan
söyle” derler.) [Ebu Ya’la]
(Bu Kur’an, hoşlanmayana zor gelir. Onu sevene ise gayet kolay
gelir. Hadisimden hoşlanmayan için de hadislerim zor gelir. Sünnetime
uyana ise çok kolay gelir. Hadisimi dinleyip ona uyan, mahşerde Kur‘anla
haşrolur. Hadisime önem vermeyen ise Kur’anı hor görmüş olur. Kur‘anı
hor gören ise, dünya ve ahirette hüsrana uğrar.) [Hatib]
(Bir zaman gelir, sünnetimi öldüren kimseler çıkacak. Allah bunlara
lanet etsin!) [Deylemi]
(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]
(Bana uyan Cennete girer, uymayan, isyan eden Cennete giremez.)
[Buhari]
(İhtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun!)
[Tirmizi]
207
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerimde de, (İndirdiğimi [Kur’an-ı kerimi] insanlara beyan
edesin!) buyuruluyor. (Nahl 44)
Beyan etmek; âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak
demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları
açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sana vahyolunanları tebliğ et)
derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin)
Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin
açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet yani
hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı,
zekât hesabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir
kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz
açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana
çıkmıştır.
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri,
(Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin)
dedi. Hazret-i Ömer’e, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde
bulamadık, dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı
gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi
yapıyoruz. O, seferde 4 rekat farzları 2 rekat kılardı. Biz de, öyle yaparız)
buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Sünneti kabul etmemek, Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olur. Sünnete uymak,
Kur’an-ı kerime uymaktan ayrı değildir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın
emirlerinden başka bir şey bildirmemiştir.
Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i
şeriflere ihtiyaç vardır. Kur’an-ı kerimdeki hükümleri doğru olarak Resulullah
efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır.
Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Peygamber
efendimiz de, Kur’ana tâbi olmak isteyenin, bir âlime tâbi olmasını emrediyor.
Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Hakiki âlimlerin
sözleri senettir. Bunlar Peygamberlerin vârisleridir. Bunlara uyan kurtulur.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43]
(Eğer bilmiyorsanız âlimlerden sual ediniz!) [Nahl 43]
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]
(Eğer bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı,
öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
Peygamber efendimiz, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]
(Âlimler; kurtuluş yolunu gösteren, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ.
Neccar]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]
208
www.dinimizislam.com
Dinde yara açmak
(Sünnete değil, Kur’andan anladığına uymalı) diyenler çıkıyor. Bunlar,
dinde anarşi, kaos, kargaşa çıkarıp dinimizi içten yıkmaya çalışıyorlar. Herkes
kendi anladığına uyarsa, ortaya binlerce görüş çıkar, Allah’ın dini unutulur. Dini
parçalamak, fırka fırka ayrılmak bölücülüktür ve zararı büyüktür. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider,
yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve eshabımın gittiği yolda
gidenlerdir.) [Tirmizi]
Peygamber efendimizin sözlerini Kur’an-ı kerimden ayrı göstermeye
çalışıyorlar. Halbuki Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın vahyettiğini
bildirmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O, [Resulullah] kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm
4]
(Ona [Muhammed aleyhisselama] tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız!)
[Araf 158]
Şu halde doğru olarak Allah’ın dinine uymak için, Resulüne uymak
gerekir. Resulullahın sünneti, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazın kaç
rekat olduğu, nasıl kılınacağı, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk
bilgileri bilinemezdi. Şu halde Kur’andan kendi anladığımıza değil, Peygamber
efendimizin Kur’an-ı kerimden anlayıp, bize bildirdiklerine uymamız şarttır.
Kur’an-ı kerimi Peygamber efendimizden sonra en iyi anlayanlar, eshab-ı
kiram ve diğer âlimlerdir. O halde, Allah’ın dinine uymak için, âlimlerin
sözbirliği halinde bildirdikleri hükümlere uymak gerekir. Kur’an-ı kerimi,
herkesin değil, ancak âlimlerin anlayacağı bildiriliyor:
(Bu misalleri, âlim olanlardan başkası anlayamaz.) [Ankebut 43]
Asırlardan beri âlimlerimizin bildirdikleri itikada, ibadete sarılmak şarttır.
Yoksa herkes Kur’an-ı kerimde kendi anladığına uyarsa, dinde anarşi olur.
Kur’an-ı kerim, Peygamber efendimize inmiştir. Eshab-ı kiram, Peygamber
efendimize, Kur’an-ı kerimin açıklamasını sorarlardı. Allahü teâlâ, (Size kitabı,
hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Peygamber gönderdik)
buyuruyor. (Bekara 151)
Demek ki, Peygamber efendimiz, Kitabın [Kur’an-ı kerimin] dışında, bir de
hikmet getirmiştir. Allahü teâlâ hikmet ehlini de övmüştür:
(Allah; hikmeti kime dilerse, ona verir. Kime de hikmet verilmişse,
muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]
Hikmet, fen manasına geldiği gibi, fıkıh ilmi anlamına da gelir. İmam-ı
Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmetten maksat, Resulullahın sünnetidir. Önce
Kur’an zikredilmiş, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyuruyor. Kur’an-ı kerim
açıklamasız öğrenilseydi, Peygamber efendimize, (tebliğ et yeter) denilirdi,
ayrıca (açıkla) denmezdi. Halbuki, açıklanması da emredilmiştir:
209
www.dinimizislam.com
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Biz bu Kitabı, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın
ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye sana indirdik.)
[Nahl 64]
Bu âyet-i kerimeler, açıklamayı gerektiren âyetlerin bulunduğunu
gösterdiği gibi, bunu açıklamaya Resulullah efendimizin yetkisi olduğunu da
göstermektedir. Kur’an-ı kerimde her bilgi vardır. Ancak açık değildir.
Peygamber efendimiz bunları vahiy ile öğrenmiş ve ümmetine bildirmiştir.
Hazret-i Cebrail, Peygamber efendimize gelip, beş vakit namazın her şeyini
bizzat tatbiki olarak öğretmiştir. Peygamber efendimiz de; (Namazı benim
kıldığım gibi kılınız) buyurmuştur. (Buhari)
Dogma, format ve reform
Ateistler, dini hükümlere, âyet ve hadislere, yani nasslara dogma diyerek
karşı çıkarlar. Dogma, kelime olarak, tartışmasız kabul edilen bilgi, inanç
demektir. Mesela herkes Hazret-i Âdem’den gelmiştir. Hazret-i Âdem de
topraktan yaratılmıştır. Bu nassla sabit kesin bir inançtır. Ateistler “Bu bir
dogmadır, bilimsel olmayan dogmalara inanmayız” derler. Şimdi mezhepsizler
türedi. Ateistlerin dogma, dinimizin nass dediği veya edille-i şeriyye denilen
hükümlere, mezhepsizler, format diyorlar.
Dinde yenilik yaptığını söyleyen bir mezhepsiz, fakirin lehine diyerek
zenginlikteki nisap miktarını 96 gramdan 80’e indirmiş. (Önceleri İslam
âlimlerine uyarak altının nisabının 96 gr olduğunu açıklamıştım. Fakat fakirin
lehine olduğu için şimdi 80 gramı esas alıyorum) diyor.
Fakirin lehi dinde ölçü olur mu? Madem ölçü oluyorsa, ne diye 70 gr değil
de, 80 gr alınıyor? 10 gr alınsa fakirin daha lehine değil mi? Hatta bu ölçüyü
temelli kaldırsa, fakirlerin lehine olmaz mı? Âlimlerin bildirdiği ölçüye uymadan
fakirin lehine diyerek altının nisabını değiştirmek dinde reform olur.
Başka bir mezhepsiz de, aşağıda bildirilen 5 maddedeki hükümler için,
“Bu çözüm değildir, formatlara takılıp kalmadan, hükümleri yeniden farklı bakış
açılarına göre yorumlamak gerekir. Format şudur: Ribaı nesie'de fazlalık şartı
yoktur. Kadr ve cins illetlerinden birisi varsa, faiz olur. Yani 5 gün sonra geri
almak kaydıyla 5 altın verir yine, 5 altın olarak geri alırsanız faiz olur. Eğer
formatlara uyarsanız, gelişmeyi durdurursunuz; korumak istediğiniz değerlerle
hayat arasındaki bağları zaafa uğratır, hep Molla Kasım'larla karşılaşırsınız”
diyor. Molla Kasım da gelse, biz Format reformcusuna değil, edille-i şeriyyeye
uyarız, yeni formatla dinimizi sulandırmayız.
Ödünçte faiz olabilir
Bey ve Şirâ Risalesi şerhinde, (Ödünç verirken, zaman tayin etmek,
malı, misli ile veresiyle satmak olur. Bu ise faizdir, büyük günahtır)
210
www.dinimizislam.com
buyuruluyor. Genelde ödünç verilen paralar için gün tayini lazım oluyor. Faize
bulaşmadan gün tayin etmenin birkaç yolu şöyledir:
1- Ödünç vereceği kimseden kefil ister. Kefilden de senet alır. Borçlu da,
senetteki tarihte öder.
2- Borçlu, borcunu kendine borcu olan birine havâle eder. O da, borcunu
günü gelince öder.
3- 1 milyar ödünç isteyene, ucuz bir şeyi, mesela bir kalemi, belli tarihte
ödemek üzere 1 milyara satar. Sonra bu kalemi 1 milyara o kişiden peşin alır.
Senedin günü gelince parasını ister.
4- "Falana olan borcuma kefil ol" dese, o da kabul edip ödese, kefil
borçluya, "Şu tarihte bana öde" diyebilir.
5- Maliki mezhebi taklit edilirse senede tarih konur. [En kolayı budur.]
[Samimi tanıdıklar arasında, daha kolay bir yol vardır: Mesela, 1 milyar
ödünç isteyene, “5 Ocakta bana 1 milyar hediye edersen, şu 1 milyarı sana
hediye ederim” denir, 1 milyar hediye edilir.]
Nass dogma değildir
Sual: Batıdan gelme kelimeleri kullanmayı bir meziyet sananlar, Nass
yerine dogma diyorlar. Dogma Nass yerine kullanılabilir mi? Bir de dogmacılık
var. Bunun da Nass ile bir ilgisi var mı?
CEVAP
Türk Dil Kurumunun sözlüğünde, dogma’nın tarifi şöyledir:
(Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya bir ideolojinin
temeli yapılan sav, nas)
TDK’ye göre, Dogmacılık kelimesinin anlamı da şöyledir:
(Öne sürülen öğreti ve ilkeleri eleştirmeden doğru olarak benimseyen ve
benimsediği var sayımlardan katı bir yöntemle önermeler türeten anlayış,
dogmatizm.)
Dinimizde Nass, manaları açık olan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere
denir. Yani Allah ve Resulünün sözlerine denir. Dogma ile dogmacılıkla ilgisi
yoktur. Ateistler, Müslümanlara, siz körü körüne inanıyorsunuz anlamında, “Siz
dogmalara inanıyorsunuz” diyorlar. Müslümanlar dogma kelimesini Nass
anlamında kullanmamalıdır.
Türkçe Kur'an sözü yanlıştır
Sual: Bir yazar, (Türkçe Kur'an olur, Kur'anın tercümesi ile namaz kılınır)
lafını ortaya attı. Halkın sosyete hocası dediği bu yazar, ne yapmak istiyor,
maksadı ne?
CEVAP
Maksadını bilemeyiz ancak bu tür teşebbüsler dinimizi içten yıkmaktır.
Bunun yapmak istediğini, diğer reformcular defalarca yapmaya teşebbüs
211
www.dinimizislam.com
etmiştir. Mesela, bir zamanlar bazı profesörler, dinimizde yapılacak yenilikleri
bir rapor halinde hazırlamışlardı. Rapor, özetle şöyle idi:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akıntısına uymalıdır! Din,
eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu
gelişmeyi göstermelidir! Camilerimiz kullanılır hâle getirilmeli, sıralar, elbise
askıları konmalı, içeriye ayakkabı ile girilmelidir! İbadet lisanı Türkçe olmalı,
âyetler ve hutbeler Türkçe okunmalıdır!)
Ezanı yabancı dil ile okumak, namazı yabancı dil ile kılmak caiz değildir.
Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu gibi, namazda kıraati
Arapça okumak da Allah’ın emridir. Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an
hükmünde tutmanın ve namazda okumanın asla caiz olmadığını bütün İslam
âlimleri bildirmektedir. Kur'an-ı kerim Arapça olarak indirilmiştir. (Yusuf 2)
Allahü teâlâ, (Benim kitabım Arapçadır) buyuruyor. O halde, Allahü
teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve anlamların toplamı
Kur'andır. Başka dile, hatta Arapçaya çevrilirse, yine Kur'an olmaz.
Büyük İslam âlimi İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyurdu ki:
(Kur'an-ı kerimi Arapçadan başka harf ile yazmak ve Kur'an-ı kerim yerine
tercümesini okumak haramdır. Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan
tercümeyi Kur'an yerine koymak başkadır. Selman-ı Farisi, Fatiha'yı Farisi
harflerle yazmadı. Tercümesini de yazmadı. Fatiha'nın Farisi tefsirini yazdı.
Arapçadan başka harf ile yazmak ve böyle yazılmış olanı okumak haramdır.
Kur'anı Arapça harflerle, okunduğu gibi yazmak bile haramdır.) [Fetava-i
fıkhıyye s.37]
Ünlü fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, (Hutbeyi de Arapçadan başka dil ile
okumak, tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerinden Muhammed
Viltori de, (Hutbelerin bir kısmını bile Arapçadan başka dil ile okumak bid'attir)
buyurdu. [El-edille]
Eshab-ı kiram ve sonra gelen âlimler, bid'at işlememek için, Asya ve
Afrika'da, hutbeleri hep Arapça okudu. Halbuki, dinleyenler Arapça bilmiyordu.
Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıl, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri
için, Türkçe okunmasına izin vermediler.
(Namazda okunanı anlamak gerekir) demek, ibadetin ne olduğunu
bilmemek demektir. Çünkü, namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın
ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü
teâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber efendimiz de, bunları, öğrendiği
gibi eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Allahü teâlâ, namazda
(Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) buyurmuştur. (Müzzemmil 20)
Âlimlerimiz, eshab-ı kiramdan görüp işiterek, namazın nasıl kılınacağını
öğrenmişler ve (Namazda okunacak Kur'anın, Allah kelamı olması gerekir,
vazife, ancak böylece yapılmış olur) buyurmuşlardır. (F. Fıkhıyye)
Diyanet işleri Başkanlığı Din işleri Yüksek Kurulu'nun 4.12.1997 gün ve
103 sayılı kararı da özetle şöyle:
212
www.dinimizislam.com
(Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) âyetinde olduğu gibi, Peygamber
efendimiz de namaz kılmayı tarif ederken, (Kur'andan hafızandakilerden
kolayına geleni oku) buyurmuştur. Bu itibarla namazda Kur'an-ı kerim
okumak; kitap, sünnet ve icma ile sabit bir farzdır. Kur'an, sadece mana olarak
değil, Resulullahın kalbine elfazı [sözleri] ile indirilmiştir. Bu elfazdan başka
lafızlarla ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü, indirildiği elfazın dışında,
hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana, Kur'an değildir.
Kur'an kavramında sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır.
Bunun için tercümesine Kur'an denilemeyeceği ve Kur'an hükmünde olmadığı
konusunda İslam âlimleri görüş birliği içindedir.
1926'da Göztepe Camii imamı Cemal Efendi'nin Cuma namazında
Kur'an-ı kerimin tercümesini okuması üzerine, İstanbul müftülüğü, Diyanet
işleri reisi Rıfat Börekçi'nin de imzası bulunan Müşavere heyeti kararında
denmiştir ki:
“Namazda Kur'an okumak, icma ile farz ve Kur'anın herhangi bir
tercümesini Kur'an yerine koymak asla caiz değildir. Bu husus İslam
âlimlerinin icmaı ile sabittir. Bu bakımdan Cemal Efendi'nin vazifeden
alınmasına zaruret hasıl olmuştur.”
Dinde kolaylıklar var
Sual: Dinde kolaylık var, zorluk yok dendiği halde, Peygamberimiz,
(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) dediği halde,
aşağıda bir çok zorluklar bildirilmiştir. Bu dinden soğutma ve bir çelişki değil
mi?
CEVAP
Kolaylık var, zorluk yok demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan,
kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri
yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın size güç gelen ibadetleri yapmayın,
onları istediğiniz gibi değiştirin) demek değildir. O zaman ortada din kalmaz.
Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur.
Şimdi verilen örnekleri inceleyelim:
1- Meste mesh edilir diye tırnaklardaki ojeye mesh etmek kolaylıktır. İnce
naylon çoraplara mesh de kolaylıktır. Ama bunların hiç birisi caiz değildir.
2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın
içi yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz.
3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su var iken veya
su bulma imkanı var iken teyemmüm caiz olmaz.
4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp
gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini
değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta
haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en
213
www.dinimizislam.com
kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek
sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir
defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Bu kolaylıklar
din değil, dinsizlik olur.
5- Oruçları hep kısa günde tutmak kolay olur. Ramazan orucu yazın uzun
günlerine rastlayınca, kolaylık olsun diye, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay
Ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak da kolaydır. Bir gün oruç tutmak
ise daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç tutmamaktır. Ama bunlar dini yıkmak
olur.
6- Hacca gitmek zordur. Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın
evidir diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek daha kolaydır. Ama böyle
yapmak dinsizlik olur.
7- Zekatı kırkta bir değil de, yüzde bir veya binde bir vermek daha
kolaydır. En kolayı da hiç vermemektir. Bunlar din değil, dinsizlik olur.
8- Her gün Kur’an okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek, mezarlığa
götürüp teybi açarak ölülere teypten okunan Kur’anı dinletmek kolaylıktır. Ama
bunların hiçbiri caiz değildir.
9- Yabancı şehirlere gidince kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir
istikamete doğru kılmak kolaydır. Araştırma yapmadan rastgele durmak
kolaylık ise de dine aykırıdır.
10- Her camide cemaatle namaz kılmak zordur. Herkes evine bir kablo
çekerek evinden imama uyması kolaylıktır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz
kılınıp radyo ile her evden dinlemek imama uymak daha kolaydır. Ama bu
kolaylıklar dini kökten yıkmak olur.
Şu halde ölçü, keyfimize göre kolaylık değil, dinin emrine uyarak, dinin
izin verdiği ölçüde kolaylıklardan faydalanmaktır.
Dini zorlaştırmak mı?
Sual: (İbadeti şartlarına uygun yapmalı) diyerek birçok konuda dinimiz
zorlaştırılıyor. Her konuda biraz esnek olmak gerekmez mi?
CEVAP
(İbadeti şartlarına uygun yapmalı) demek, dini zorlaştırmak demek
değildir. Dinimizin bildirdiklerine uymalı demektir. Birkaç örnek verelim:
1- Namaz kılmak için gusül ve abdest şarttır. Gusülsüz veya abdestsiz
namaz sahih olmaz. Abdestin de şartları var. Mesela abdestte başa mesh
edilmezse, o abdest sahih olmaz. Böyle bir abdestle kılınan namaz da sahih
olmaz. (Elimi başıma sürmesem ne olur, biraz esnek olmalı) denmez. Hanefî
olanlar için, gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Ağzın içini yıkamadan alınan
gusül sahih olmaz. Gusül sahih olmayınca o gusülle kılınan namaz da sahih
olmaz. Ağzında dolgu dişi olan Hanefî'nin guslü sahih olmaz, Mâlikî veya Şâfiî
mezhebini taklit etmesi gerekir. Çünkü bu iki hak mezhepte ağzın içini yıkamak
farz değildir.
214
www.dinimizislam.com
2- Zekât zengine, gayrimüslime, evlada, dedeye, toruna verilmez. (Biraz
esnek olmalı, fakir dedeme veya muhtaç bir gayrimüslime versem ne olur)
denmez. İbadetin şartına uyulmazsa o ibadet sahih olmaz. Zekât ya bizzat
fakirin eline verilir veya vekil ettiği kimse verir. Banka havalesiyle, SMS ile
gönderilmez. Bir de zekât, ya ticaret edilen maldan veya değeri altın olarak
verilir. Mesela konfeksiyoncu elbise verir, gıda maddesi veremez. Bakkal da,
gıda maddesi verir, elbise veremez. Esneklik yapalım denirse dinin emri
değişmiş olur. Dinin emrini değiştirmek Allah'ın emrini beğenmemek olur.
3- Oruç, imsak vaktinden akşam ezanına kadar, orucu bozan şeylerden
sakınılarak tutulur. Esneklik olsun diye, yiyip içmeyi imsak vaktinde kesmeyip
de, daha fazla uzatanın orucu sahih olmaz.
Kulağa ilaç damlatmak, önden veya arkadan ilaçlı fitil kullanmak, astım
ilacı kullanmak gibi şeyler esneklik olsun diye yapılırsa oruç tutulmamış olur.
4- Haccın vakti, Arefe ve Kurban Bayramı günleridir. Esneklik olsun diye
bir gün önce veya bir gün sonra yapılırsa hac sahih olmaz. Zamanımızda hac
görevi genelde bir gün önce yapılmakta ve bu ibadet sahih olmamaktadır.
5- Kurban da, bir gün önce kesilirse sahih olmaz. Esneklik olsun diye,
(Yarın değil de, bugün kesilse, ne olur?) denirse, cevabı şöyledir: (Dinin
emirleriyle oynanmış olur)
Kadının sesi haram mı?
Sual: Kadınların seslerini erkeklere duyurmaları haram mıdır?
CEVAP
Kadınların, yabancı erkeklerle lüzumsuz yere konuşmaları, şarkı, hatta
Kur’an, mevlid, ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır;
ancak, alış veriş gibi ihtiyaç olunca, fitneye sebep olmayacak şekilde, ihtiyaç
kadar ciddi konuşmaları caizdir. (Tergib-üs-salat, Hadika)
Bir âyet-i kerime meali:
(Ey nebi hanımları, siz diğer kadınlar gibi değilsiniz. Allah’tan
sakının, edalı, yumuşak konuşmayın, kalbi bozuk olan, ümide kapılır; hep
ciddi konuşun!) [Ahzab 32]
Peygamber hanımları olan annelerimizin yumuşak konuşmaları caiz
olmayınca, başka kadınların yumuşak konuşmaları nasıl caiz olabilir?
Annelerimize kötü gözle bakan çıkabileceğine göre, diğer kadınlara kötü gözle
bakan çıkmaz mı? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ey kadınlar, mahreminizle konuşun, namahremle konuşmayın!)
[Ramuz, İbni Said]
Demek ki, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşmak caiz değildir. İhtiyaç
olunca ihtiyaç kadar ciddi konuşmak caizdir. Cariyelerin şarkı söylemeleri, hür
kadınlar için örnek gösterilemez. Hür kadın şarkı söyleyerek sesini duyuramaz.
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
215
www.dinimizislam.com
(Şarkı söyleyen kadını dinlemek ve yüzüne bakmak haramdır.)
[Taberani]
Hazret-i Ömer, mehrin azaltılmasını tavsiye edince, perde arkasından
yaşlı bir kadın, Nisa suresinin, (Bıraktığınız eşinize, yüklerle [altın mehir]
vermiş de olsanız, ondan bir şey geri almayın) mealindeki 20. âyetini
okuyor; çünkü ihtiyar kadının sesi haram değildir.
Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez, aksıran erkeğe bir şey
söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)
Kadınların seslerini erkeklere duyurması haramdır. Bazı âlimler, ihtiyaç
zamanında, ihtiyaç kadar ve sert, ciddi konuşmaları caiz olup fazlası yine caiz
olmaz buyurmuşlardır. (Tezkiye-i ehli beyt)
Allahü teâlâ, kadının namahremle yumuşak sesle konuşmasını men
ediyor. (Mektubat-ı Rabbani 3/41)
Kadınların, saçı, başı ve kolları açık sokağa çıkmaları ve yabancı
erkeklerle lüzumsuz yere, konuşmaları, şarkı söyleyerek, hatta Kur'an, mevlit,
ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır. Ancak yabancı
erkeklerle, alış veriş gibi, ihtiyaç olduğu zaman, fitneye sebep olmayacak
şekilde, sert ve ciddi konuşmaları caizdir. (Tergibüssalat, Hadika, S.
Ebediyye)
İbni Abidin hazretleri de buyuruyor ki:
Tercih edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Bahr’da Hilye’den
naklen, (En münasibi budur), Nehir’de ise, (İtimada şayan budur) denilmiştir.
Bu kavlin zıttı kaviller de vardır. Nevazil’de, (Kadının sesi avrettir. Onun
Kur’an-ı kerimi kadından öğrenmesi daha makbuldür. Bundan dolayıdır ki,
Peygamber aleyhisselam, (Tesbih erkeklere, el çarpmak ise kadınlara
mahsustur) buyurmuştur. Kadının sesini erkeğin işitmesi doğru değildir)
deniliyor. Kâfi kitabında ise, (Kadın aşikâre telbiye yapamaz; çünkü sesi
avrettir) denilmiştir. Yine Bahr’da bildirildiğine göre, Muhit’in ezan babında bu
kavil tercih edilmiştir. Fetih kitabının sahibi diyor ki: (Bu kavle göre kadın
namazda Kur’anı aşikâre okusa namazı bozulur, denilirse yerinde olur. Onun
için Peygamber aleyhisselam, imamın yanıldığını bildirmek için kadının sesle
tesbih getirmesini men etmiş; ona el çarpmayı söylemiştir.) Burhan, Halebi,
Münyet-ül-kebir şerhinde onu tasdik ettiği gibi İmdad kitabının sahibi de bu
sözü kabul etmiştir. İmam-ı Ebul Abbas Kurtubi diyor ki: Zekâsı kıt olanlar, biz
kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kastettiğimizi zannetmesinler! Bu
anlayış doğru değildir. Biz yabancı erkeklerin ihtiyaç halinde kadınlarla
konuşmasına caiz diyoruz. Yalnız, kadınların yüksek sesle konuşmalarını,
seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli okumalarını caiz
görmüyoruz; çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini
harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması bundan dolayı caiz
olmamıştır. (Redd-ül muhtar)
216
www.dinimizislam.com
Demek ki, kadının yabancı erkekle ihtiyaçsız konuşması caiz değildir.
(İhtiyaç olmasa da, yumuşak, cilveli konuşmazsa caiz olur) denilemez.
Erkeklerle lüzumsuz ciddi konuşmak caiz olsaydı, erkeklere ciddi şekilde
selam vermeleri, erkekler aksırınca, onlara yerhamükellah demeleri, ezan ve
ikamet okumaları da caiz olurdu. Şu kadar var ki, ihtiyaç olunca, ihtiyaç kadar
ciddi konuşmaları caizdir, ihtiyaçsız caiz değildir. Bu inceliği iyi anlamalıdır.
Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima [teganni] denir. Çalgı aleti ile birlikte
olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. Çalgı ve kadın sesi, sima
değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif)
İşte bundan dolayı, atalar, (Para sesi, kadın sesi, su sesi) demişlerdir.
Kadın sesi gına olmasa, yani hoşa giden etkili bir ses olmasa böyle
söylemezlerdi. Şair de diyor ki:
Dünya kurulalı etkili olmuş,
Para sesi, kadın sesi, su sesi.
Birçok işimizde yetkili olmuş,
Para sesi, kadın sesi, su sesi.
Dinde reforma doğru
Sual: Gazetelerde okudum. Bir ilahiyat profesörü diyor ki: (Kadınların
camide erkeklerle eşit muamele görmesi, camide kendilerine ferah, aydınlık ve
güzel bir yer bulması kadının özgüveni için önemlidir. Erkekler kadınlara,
kadınlar erkeklere vaaz verebilir. Bayanların okuduğu ilahiler daha duygulu ve
etkili olur. Kur’an ve ezan okumasının, bunların erkekler tarafından
dinlenmesinin hiçbir mahzuru yoktur. Arapların ataerkil, kadınları kıskanan,
onları toplum hayatının dışına iten anlayış, Arap örfünün baskın hale gelmesi
sonucudur. O kültürün yansıması sonucunda ikinci ve üçüncü asırda fıkıh
kitaplarında kadınlara bazı yasaklar getirilmiştir. Artık dinin kendi çağımızın
beklentilerine, ihtiyaçlarına, duyarlılıklarına bakarak kendi dindarlık tarzımızı
kendimiz kurmamız, gerekli reformu yapmamız gerekir.) Bir ilahiyatçının dini
değiştirme, dinde reform yapma yetkisi var mıdır?
CEVAP
Dini bildiren Allahü teâlâdır. Dinin sahibi Odur, değiştirme yetkisi
Onundur. (Kendi dindarlığımızı kendimiz kurmamız gerekir) demek yeni bir din
kurmak istemek olur. Yeni bir din kurabilirler ama adına Müslümanlık demeleri
yanlış olur. İnsanların uydurduğu şeylere de din değil, dinsizlik denir. Tabiin
devrindeki büyük âlimlere, mezhep imamlarına, onların yazdığı fıkıh kitaplarına
saldırmak büyük cinayettir. Hiçbir Müslüman bunu yapamaz. Dinimize Arap
örfü demek de çok yanlıştır. Dinin örf ile alakası yoktur. İslamiyet’i Allahü teâlâ
bildirmiştir. Bütün toplumlar için, kıyamete kadar geçerlidir. Cariyeler saçlarını,
kollarını açabilir, seslerini erkeklere duyurabilir. Cariyeyi örnek gösterip, hür
kadınlara da bunlar mubah demek Müslümanlığı yıkmak olur.
Kadın sesi avret midir?
217
www.dinimizislam.com
Sual: Kadın sesi için, avrettir ve değildir şeklinde bildirilen farklı iki kavlin,
ikisinin neticesi de aynı değil mi?
CEVAP
Evet, neticesi aynıdır. Kadın sesi avret değildir diyen âlimler diyorlar ki:
Kadınların, alış veriş yaparken, şahitlikte bulunurken veya buna benzer
diğer durumlarda erkeklerle konuşması caizdir. Ancak kadınların yüksek sesle
konuşmaları, seslerini uzatmaları, yumuşatmaları, cilveli ve nağmeli okumaları
caiz değildir; çünkü bunlarda, erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini
harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması, hacda açıktan telbiye
getirmesi, yine açıktan Kur’an ve mevlid okuması, yabancı erkeğe selam
vermesi, selamını alması, aksıran erkeğe yerhamükellah demesi bundan
dolayı caiz değildir. (Redd-ül muhtar, Tergib-üs-salat, Hadika)
Kadın sesi avrettir diyen âlimler de aynı şeyi söylüyorlar. Bu âlimler, alış
veriş yapmaları, şahitlikte bulunmaları gibi işlerde erkeklerle konuşmaları, bir
ihtiyaçtan dolayı caizdir derken, öteki âlimler, bu işler kadının sesinin avret
olmadığı için caizdir diyorlar. Her iki taraf da alış verişte, şahitlikte ve benzeri
işlerde erkeklerle konuşmanın caiz olduğunu bildiriyorlar.
Birinci taraf, kadının sesi avret olmadığı için bunlar caizdir derken, öteki
âlimler, ihtiyaç olduğu için caizdir diyor. Verilen cevazlar aynı; fakat cevaz
veriliş sebepleri, gerekçeleri farklıdır. Müslüman için önemli olan hükümdür.
Gerekçenin delillerini bilmek şart değildir; fakat hükmü bilmek ve ona göre
hareket etmek şarttır.
Kadın, yumuşak olmasa da, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşamaz, selam
bile veremez.
Âlimler şu konuda birleşiyorlar:
Kadınların yabancı erkeklerle ihtiyaçsız konuşmaları caiz değildir. İhtiyaç
olunca da, ancak ihtiyaç kadar ve ciddi konuşmaları caizdir.
Dini bozma gayretleri
Sual: Şöyle deniyor:
1- Hadis külliyatının, Kütüb-i sitte’nin içindeki sahih hadisleri bir araya
getirmeli.
2- Hadis ravileri adil ve güvenilir olsa da, bunları çağın teknolojisine göre
düzeltmeli.
3- Hadisler Kur’anı nesh edemez.
4- İslam âliminin mezhebi olmaz.
5- Harem selamlık uygulaması, töreyle, kıskançlıkla ilgilidir, dinde yoktur.
6- Bir kadının erkeklere kıldırdığı namaz için, geçersiz denemez.
7- Peygamber, biat alırken kadınlarla tokalaşmamış; ama bundan
tokalaşmanın haram olduğu gibi bir sonuç çıkarılamaz.
Bu görüşler dine aykırı değil midir?
218
www.dinimizislam.com
CEVAP
Elbette aykırıdır. Kısaca cevap verelim:
1- Kütüb-i sitte’deki hadis-i şeriflerin hepsi sahihtir. İslâm âlimi,
Resulullah efendimizin vârisidir, herkesten daha çok Allah’tan korkar ve
kitabına uydurma hadis almaz. (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü
söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir Müslümanın bile hayalinden
geçiremeyeceği bu iftirayı, bir Ehl-i sünnet âlimine yakıştırmak, çok çirkindir.
2- Hayret, (Âdil ve güvenilir olsa da) deniyor. Yani, (Bu sözü Allah
Resulünün söylediği kesin olsa bile, Allah Resulü, günümüzün meselelerini
bilememiştir, yanlış söylemiştir. Biz onun yanlışlarını, çağın teknolojisine göre
düzeltelim) demektir. Bu iddiayı bir Müslüman nasıl yapar ki?
3- Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifle de nesh edilebilir. Mesela zekât,
Kur'an-ı kerimde bildirilen 8 sınıf Müslümandan birine verilir. Sekizinci sınıf,
(Müellefe-i kulüb) denilen kimselerdi. Hazret-i Ebu Bekir zamanında,
Beyt-ül-mal emini olan Hazret-i Ömer, Muaz hadisini okuyarak, Müellefe-i
kulub olanlara zekât verilmesini, Resulullahın nesh ettiğini bildirdi. Halife ve
Eshab-ı kiramın hepsi, bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğunda ve artık
bunlara zekât verilmemesi gerektiğinde icma hâsıl oldu.
İslamiyet’e yardım için, düşmanın zararını önlemek için, onlara mal, para
her zaman verilir; ama bu Beyt-ül-malın zekât bölümünden değil, başka
bölümünden verilir. Müellefe-i kulüb denilen kimselere, mal, para vermek değil,
onlara zekât vermek yasaktır. (Bedayı)
4- (Âlimin mezhebi olmaz) demek de çok yanlıştır. Müctehid olan âlimin
mezhebi, kendi ictihadlarıdır. Bugün müctehid olmadığına göre, herkesin bir
mezhebe uyması şarttır. İmam-ı Rafii, İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi gibi
âlimler buyurdu ki: Bugün müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine vardı.
(M. Nasihat)
Müctehit olmayan her Müslümanın, dört hak mezhepten birine tâbi olması
şarttır. (İmam-ı Şarani, Ahmed Tahtavi, İmam-ı Rabbani, Yusuf Nebhani…)
5- Dinimizin yasakladığı hususlara töre, kıskançlık deniyor. Resulullah
efendimizin mübarek hanımı Ümm-i Seleme validemiz anlatır:
Meymune ile Resulullahın yanındaydık. Gözleri görmeyen İbni Ümmi
Mektum izin isteyip içeri gireceği sırada, Resulullah bize, (İçeri geçin)
buyurdu. (O âmâ değil mi, bizi görmez) dedim. (O sizi görmez; ama, siz
onu görürsünüz) Yani, o körse, siz kör değilsiniz buyurdu. (Tirmizi, Ebu
Davud, İ. Ahmed)
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek
günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi]
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz
olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
219
www.dinimizislam.com
6- Kadın, erkeğe imam olamaz. Kadının kadına imamlığı da, mekruhtur.
(Nimet-i İslam)
7- Zaruretsiz yabancı kadınla tokalaşmak haramdır. Hazret-i Âişe
validemiz buyurdu ki:
(Resulullah, namahrem hiçbir kadınla tokalaşmadı.) [Buhari, Müslim]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Elbette ben [yabancı] kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace,
Taberani]
(Başına bir şişle vurulmak, yabancı kadına dokunmaktan hafiftir.)
[Beyheki]
Dine söven Müslüman olamaz
Sual: (Dinime söven, bari Müslüman olsa) diye, bir söz var. Bu uygun
mudur?
CEVAP
Dine söven kimse, elbette Müslüman olamaz. O sözün aslı, (Dinime
dahleden, bari Müslüman olsa) şeklindedir. Yani, din hakkında söz söyleyen
kimse, hiç olmazsa Müslüman olsa, belki sözü dinlenip, bu ne diyor diye
bakılır. Fakat, dinle imanla hiç ilgisi olmayan kimsenin, din hakkında
konuşmasına itibar edilmez, demektir.
Beş vakit namaz
Sual: (Günde beş vakit namaz çoktur. Avrupa’da Pazar günü yani sadece
bir gün Kiliseye gidiliyor, altı gün ibadet yok. Günümüzde yoğun işlerin
arasında beş vakit namaz kılmak zordur. Namaz kılma zorunluluğu olunca
Müslüman sayısı azalır. Namaz kılınacak günler, sadece bir güne indirilmelidir)
deniyor. Böyle bir düşünce yersiz değil midir?
CEVAP
Buna, Allah’ın işine karışmak, onun koyduğu hükmü beğenmemek denir.
Hâşâ, Allahü teâlâ, işlerin yoğun olup olmayacağını bilmiyor muydu? Dinde
reform olmaz. Dini insanlar değiştiremez, kim koymuşsa, değiştirme yetkisi de
onda olur. İnsanlar fikir yürütemez.
Namaz her gün; ama çok azdır. Farz olarak 2+4+4+3+4 = 17 rekâttır. Vitir
vacib de ilave edilirse, 20 rekât olur. 20 rekât, 20 dakikada kılınabilir.
Sünnetlerle beraber en fazla bir saat olsun. İmam-ı Rabbani hazretleri de
buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, 24 saat
içinde ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi
mubah etmiş, izin vermiştir. O halde, 24 saatte bir saat tutmayan bir zamanı,
Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak ne büyük insafsızlık olur. (1/96)
Dinin içini boşaltmak
Sual: (Dinde namaz, oruç ve başörtüsünden başka bir şey yok mu?
Kişinin iyi Müslüman olduğunu anlamak için, artık bunlara değil, başka şeylere
220
www.dinimizislam.com
bakmak gerekir. Din ve ibadetin özü, güzel ahlak sahibi olmak, insanlara iyilik
etmek, fakirlerin yardımına koşmaktır. Din adına, sadece imanın ve İslam’ın
şartlarından bahsetmek, dinin içini boşaltmak olur) diyenler oluyor. İmanın ve
İslamın şartları olmadan din olur mu?
CEVAP
İman ve İslam olmazsa yani imanın ve İslam’ın şartları kabul edilmezse,
tam bir dinsizlik olur. Bir gayrimüslim de insanlara iyilik edebilir, fakirlere
yardımda bulunabilir ve insanlığa faydalı şeyler yapabilir; ama Müslüman
olmadıktan sonra bunların hiç kıymeti olmadığı Kur’an-ı kerimde açıkça
bildiriliyor.
Dini nikâhta şahit
Sual: (Kadının şahitliğiyle ilgili âyet, tarihseldir. Dini nikâhta da, erkek şart
değildir, iki kadının şahitliği de geçerlidir. Eskiden, kadınlar cahil olduğu için
böyle denmiş. Şimdi bu kural geçerli olamaz) deniyor. Âyetin tarihsel olması
ne demektir? Cahillik ölçüyse, erkek de cahil olmaz mı?
CEVAP
Tarihsel, o devir için geçerliydi, şimdi geçerli değil demektir. Birçok
mezhepsiz, birçok âyet-i kerimeye tarihsel diyerek, dinde reform yaptıkları gibi,
aynı bozuk mantıkla, Hıristiyanların Cehenneme gideceğini bildiren âyet-i
kerimeler için tarihsel diyerek, gayrimüslimleri de Cennete sokmaya
çalışıyorlar.
Her devirde âlim ve cahil bulunur. Şahitliğin cahillikle alakası yoktur.
Erkek cahil, kadın âlim olabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı, kadın erkek eşitliği
konusunda diyor ki:
Kadının şahitliğiyle ilgili olarak Bekara suresinde yer alan, (İki erkek şahit
bulunmadığında, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri
yanıldığında diğeri ona hatırlatsın diye- iki de kadın şahit bulunsun)
mealindeki 282. âyetinden, kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı
olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve
yanılmayla ilgili olup, getirilen hüküm, hakkın ve adaletin yerini bulması
amacına yöneliktir. (Diyanet ilmihali)
Bütün muteber din kitaplarında da şöyle deniyor:
Nikâhın sahih olabilmesi için, iki Müslüman erkeğin veya bir erkekle iki
kadının şahit olarak bulunmaları şarttır. (El-İhtiyar, Dürr-ül-muhtar, Hidaye,
Hindiyye, Dürer, Mecmua-i Zühdiyye, Menahic-ül-ibad, Nimet-i İslam)
Reform mu yapılıyor?
Sual: Sandalyede namaza cevaz vermek dinde reform değil midir?
CEVAP
20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, şu haber çıkmıştı:
221
www.dinimizislam.com
(Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak yapılacak yenilikleri,
İstanbul ilahiyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır.)
İttihatçılardan Köprülü Fuat, İzmirli İsmail Hakkı, Şerafettin Yaltkaya,
Mehmet Ali Ayni gibi dinde reformcuların imzalarını taşıyan bu rapor şöyleydi:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi hayatın akışına uymalı. Din, eski
şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de muhtaç olduğu inkişafı
göstermeli. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar, [koltuklar,
sandalyeler] konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmeli. İbadet dili Türkçe olmalı,
hutbeler Türkçe okunmalı. Camilere müzik aletleri konmalıdır.)
Bu rapor zamanla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hastaların,
namazlarını nasıl kılacakları, din kitaplarımızda açıkça bildirilmiştir:
Ayakta duramayan hasta, farzları da, secde ettiği yerde oturarak kılar.
Rükû için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Duvara, direğe, insana
dayanarak, biraz ayakta durabilenin, ayakta tekbir alması ve o kadar da olsa,
ayakta okuması farzdır. Hiç secde edemeyen kimse, ayakta durabilse bile,
yere oturarak imayla kılar. Yere oturamayan, koltuğa, sandalyeye, çekyata
oturursa, ayaklarını sallamaz. Ayaklarını büküp oturamazsa, ayaklarını sehpa
veya benzeri bir şeye koyarak imayla kılar. (Feth-ul-kadir, Merak-ıl-felah,
Halebi, Mecma-ul-enhür)
Yazar M. Emin Parlaktürk de, 17 Kasım 2009 tarihli yazısında, orta yaşlı
olup da hasta olmadığı halde, camilerde sandalye üstünde namaz kılanları
gördüğünü söyledikten sonra diyor ki:
(...Camilerde sandalye, tabure, koltuk ve benzeri oturakların hiç mevcut
olmadığı zamanları da düşünerek, bugünleri görünce yarınlardan endişe edip,
“Acaba, camilerimiz giderek kiliseye mi dönüşüyor?!” diyor, korku ve
endişe arası bir düşünceye kapılıyorum!
Bu düşünceler beni Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ateşli tartışmalara
götürüyor. Camileri modernleştirme adına mecliste yapılan konuşmalarda bazı
mebusların, “Camilere kiliselerdeki gibi masa sandalye koyalım, müslümanlar
ibadetlerini oturarak yapsınlar” şeklinde teklifler sundukları dönem aklımıza
geliyor. O dönemde şiddetle reddedilen bu teklifi, acaba biz cami cemaati
olarak kendi ellerimizle hayata geçirmenin adımlarını mı atıyoruz?
Camilerde sandalye sayısı o kadar çok arttı ki, korkum bu gidişle cemaat
safları sandalyelerle dolacak! Sahipleri de belli olduğu için yerinden
kaldırılmayacak olan o sandalyeler, camilerin sedirleri gibi oturma mekânları
haline gelecek!)
Modern müceddid
Sual: Bazı kimseler için, (Post modern dönem müceddidi, reformcu, dini
yeniden yorumlayıp modern hayata uyduran) gibi tabirler kullanılıyor. Dini
yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?
222
www.dinimizislam.com
CEVAP
Modern hayattan kasıt ne? Avrupa tarzı, ahlak ve namus tanımayan bir
hayat yaşamak mıdır? Öyleyse bu, dini değiştirmek olur. Zamana uygun
yaşamak için ise, dini yeniden yorumlamaya, reform yapmaya yani dini
değiştirmeye zaten ihtiyaç yoktur. Böyle yapmak dini yıkmak olur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid’at sahibinin işleri iyi ve güzel
görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve
pişmanlıktan başka bir netice vermedikleri görülecektir. Bir hadis-i şerif meali
de şöyledir:
(Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabı, yolların en hayırlısı, benim
yolumdur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan reformlardır. Her bid’at
sapıklıktır.) [Mektubat-ı Rabbani 1/186]
Her yüzyılda bir gelen müceddidlerin görevi de, dinde yenilik yapmak
değil; aksine, yapılan bid’atleri, reform ve yenilikleri temizleyerek, dinin aslını
ortaya çıkarmaktır. Yeni ictihadlara, yorumlara ihtiyaç yoktur. Din
kitaplarımızda deniyor ki:
Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar
hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini
kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp,
açıkladılar. (S. Ebediyye)
Müslüman olan Alman ilim ve fikir adamı Dr. Hamid Marcus diyor ki:
İslam dininde akla sığmayan, inanılması mümkün olmayan hiç bir inanca
rastlanmaz. İslamiyet’te, modern ilimlere uymayan hiçbir nokta yoktur. Emir ve
telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıkî ve faydalıdır. İslamiyet’te, diğer
dinlerde olduğu gibi, imanla mantık arasında hiçbir ayrılık yoktur.
Fransız Roger Garaudy de diyor ki:
İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların
arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu.
Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı
kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O zamanı değil, zaman
onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.
Masonluk (Farmasonluk)
Sual: Masonluk nedir?
CEVAP
Daha çok Yahudilik temelleri üzerine dayalı olarak, millî ve manevî
değerleri bozmak gayesiyle kurulduğu bildirilen, idealleri çok gizli, fakat
örgütleri açık bir teşkilattır. Eski Mısır’dan alınmış bazı sembollerle birlikte,
Yahudi tarih, din ve sembolleriyle çok yakın bir bağlantısı vardır.
223
www.dinimizislam.com
1877 Mason Locaları Genel Toplantısında üyelerin yeminlerini kutsal
kitaplar üzerine değil, namus üzerine yapmaları kararlaştırıldı. Masonların
1900’de bir toplantıda aldıkları kararla ilgili zabıtların 102. sayfasında,
(Dindarlara ve mabetlere galip gelmek kâfi değildir, asıl maksadımız dinleri yok
etmektir) yazılıdır. Bu yönleriyle komünistlere çok benzerler. Masonlar,
komünist ülkelerde komünist olarak, kapitalist ülkelerde kapitalist olarak
çalışırlar. Yani bulundukları yerin rengini alırlar.
Masonlar, İslâmiyet’i mason localarının direktiflerine uygun olarak anlatan
din kitapları, Kur’an-ı kerim tefsirleri, ilmihaller yazdırdıkları gibi, bu kimselere,
“büyük İslâm âlimi, müctehid, müceddid” gibi isimleri yakıştırarak Müslümanları
gerçek İslâmiyet’ten uzaklaştırmaya çalışmışlardır. C. Efgani, M. Abduh, Reşit
Rıza gibi kimseler, bunun önemli misalini teşkil ederler. Les Franco-Maçons
kitabında bunlar övülerek 127. sayfasında, (Mısır’da kurulan mason localarının
başına C. Efgani ve ondan sonra M. Abduh getirildi. Bunlar Müslümanlar
arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler) denilmektedir. Bu üç
mason ile çömezleri, mezhepleri yıkmak için çok önemli faaliyetler
göstermişlerdir. F. Bilgiler kitabında (Hindistan’daki dinde reformculardan,
İngiliz casusu Mevdudi İskoç masonu idi) deniyor.
Osmanlının son döneminde İttihatçılar, Musa Kazım ve Ürgüplü Mustafa
Hayri efendi gibi masonları Şeyhülislam yaparak, bunlar vasıtasıyla dinde
reform yapmaya çalışmışlardır. Bunlara, diş dolgusu gusle mani değil
dedirtmişler, Mâlikî veya Şâfiî’yi taklit etmelerine mâni olarak milleti cünüp
gezdirmişlerdir. Masonluğun gizlilikle ilgili genel prensibi özetle şöyledir:
(Masonluk kendini her yerde hissettirmeli, her yere hâkim olmaya çalışmalı,
fakat hiç bir yerde görünmemelidir.)
En yaygın olan mason kulüpleri, Rotary ve Lions’tur. Zengin, devlet
adamı, bilim adamı gibi şöhret ve itibar sahibi kimseleri veya ileride mevki ve
makam kazanabilecekleri tercih edip üye kaydederler. Kadın erkek eşitliğini
savunur görünmelerine rağmen, kendileri kesinlikle bir kadını masonluğa üye
yapmamışlardır. Son zamanlarda, bu intibaı yıkmak için, telefon sekreterliği
gibi görünen yerlere kadınları almışlardır. Bu kadınlar, içeride olan gizli
toplantılardan kesinlikle haberdar olamazlar. (Rehber Ansiklopedisi, F.
Bilgiler)
Dindar masonlar mı?
Sual: (Ateist masonlar olduğu gibi, dindar masonlar da var. Bu tip
masonlar çok kıymetlidir) diyenler oluyor. Dindarlıktan maksatları, bâtıl Yahudi
dinine bağlılık mıdır? Masonluk ne demektir?
CEVAP
Masonluk, daha çok Yahudilik temelleri üzerine dayalı, millî ve manevî
değerleri bozmak gayesiyle kurulmuş, idealleri çok gizli, fakat teşkilatları açık
bir örgüttür. 1900 yılındaki toplantı zabıtlarının 102. sayfasında, (Dindarlara ve
224
www.dinimizislam.com
mabetlere galip gelmek kâfi değildir. Asıl maksadımız, bütün dinleri yok
etmektir) yazmaktadır. (Rehber Ansiklopedisi)
Bu yönleriyle komünistlere çok benzerler. Masonlar, komünist ülkelerde
komünist olarak, kapitalist ülkelerde kapitalist olarak çalışırlar. Yani
bulundukları yerin rengini alırlar. Düşünce özgürlüğü adı altında, (Hepimiz
bütün gücümüzle inanç özgürlüğü fikrini dünyaya yaymaya sarılarak,
localarımızda verdiğimiz kararları her ülkeye duyurmalıyız. Din kardeşliğini yok
edip, bunun yerine mason kardeşliği getirmeliyiz. Dinleri yok etmekten ibaret
olan mukaddes gayemize, bu suretle kavuşacağız) diyorlar.
Bu gizli maksatlarını saklamak için ise, (Masonlar tanrıya inanır) diyorlar.
Hâlbuki tabiatı yaratıcı kuvvet olarak bilip, tabiat için (Kâinatın ulu mimarı)
derler. (Dr. Selami Işındağ, 30. Derece Rituelinin Tetkiki, Gün Matbaası,
1966, s. 41-54.)
Yine kendi yayınlarında diyorlar ki:
Sizler Allah’ı, kader, tabiat, kanun, kuvvet gibi zekâ ve ruhunuzun
temayülüne, inanç ve idrakinize göre herhangi bir isimle adlandırabilirsiniz.
(Mimar Sinan Dergisi, 1982, Sayı 45, s. 34.)
Bugün, artık en uygar ülkelerden, en geri kalmışlarına kadar tek geçerli
bilimsel kuram Darwin’in yoludur, ama kilise de batmadı, diğer dinler de
batmadı. Hâlâ Âdem ile Havva efsanesi öğretiliyor. (Mimar Sinan Dergisi,
1980, Sayı 38, s. 18.)
Görüldüğü gibi, (Dinleri hâlâ yok edemedik, batıramadık) diye
hayıflanıyorlar. Müslümanım diyen kimse, masonları nasıl över, onlara nasıl
dindar der?
Yeni yorum olur mu?
Sual: Bir kitapta, (Kur’anın bu yorumu sizi çok şaşırtacak, şimdiye
kadar yapılmayan yorumlar yapılmıştır) denilerek, kurulan ruhsal irtibatlarla,
Kur’andan yeni bilgiler elde edildiği, bâtınî mânâlardan hareketle, Kur’anın iyi
anlaşılmasının hedeflendiği söyleniyor. Bunlar doğru olabilir mi?
CEVAP
(Sizi şaşırtacak) deniyor; ama bunda şaşılacak bir şey yoktur. Bu
sapıklıkların hepsini Peygamber efendimiz haber vermiştir. Kur’an-ı kerimin
yeni mânâlarının olduğunu söylemek, başta Peygamber efendimiz olmak
üzere, Eshab-ı kiramın tamamını ve bütün İslam âlimlerini cahillikle suçlamak
olur. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.) [Taberani]
(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hâkim]
(Her asır öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar
bozulacak.) [Hadika]
225
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir etmenin caiz olmadığı
bildirilmiştir. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur’anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata
etmiştir.) [Nesai]
(Kur’ana ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennemde azap
görecektir.) [Tirmizi]
(Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı
Rabbani]
Kendi görüşüne göre verilen mânâ doğru olsa bile, meşru yoldan olmadığı
için hata olur; mânâ yanlışsa küfür olur. (Berika)
İsmailiye [Bâtıniye] fırkasında olanlar, (Kur’anın zahir mânâsı olduğu gibi,
batın mânâsı da vardır. Zahir mânâsı, fıkıhçıların kalıplaştırdığı, belli ve sınırlı
şeylerdir. Batın mânâsı ise, Kur’anın iç mânâsı olup, uçsuz denizdir) dediler.
Zahir mânâyı bırakıp, batın dedikleri, kendi uydurdukları şeylere inandılar.
Hâlbuki Peygamber efendimiz, Kuran-ı kerimin, zahir, açık mânâsını bildirdi.
Zahir mânâyı bırakıp, iç mânâ uydurmak, küfür olur. (Milel ve Nihal)
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sana Kitabı indiren Odur. Onda Kitabın temeli olan muhkem âyetler
vardır, diğerleri de müteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne
çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına
uyarlar. Oysa onların yorumunu, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş
olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak
akıl sahipleri düşünebilirler.) [Al-i İmran 7]
Türedilerin çıkardığı ve Resulullah efendimizin, Eshab-ı kiramın, müctehid
imamların bildirdiklerinden farklı olan bilgilere, itibar edilmez.
Dinin emri zamanla değişir mi?
Sual: (Dindeki hukuki hükümler itikadî değil, gelenekseldir, yani zamanla
değişebilir. Mesela zina edenlere verilecek recm gibi cezalar, nikâh, boşanma
gibi konularla ilgili hükümler gelenekseldir. Bunlara dini hükümdür diyen klasik
fukahanın taassubu artık kırılmalı, yeni yorumlar getirilmelidir) deniyor. Bu
doğru mu, din zamanla değişir mi? Dinin hükümleri kıyamete kadar geçerli
değil mi? Reform mu yapılmak isteniyor?
CEVAP
Evet, açıkça reform yapılmak isteniyor. Zamanın değişmesiyle, örf ve
âdete dayanan hükümler değişebilir. Ancak Nass’a, delile dayanan hükümler
zamanla değişmez. (Dürer-ül-hükkam)
Zina cezası, nikâh ve boşama geleneksel bir ceza değil, hepsi de Nass ile
bildirilen açık hükümlerdir. Nikâh ve boşanmayla ilgili birkaç âyet-i kerime
meali:
(Mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.) [Mümtehine 10]
226
www.dinimizislam.com
(Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın!) [Mümtehine 10]
(İman etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı
da, iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin!) [Bekara 221]
(Kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyan] kadınlarla evlenmeniz helaldir.)
[Maide 5]
(Evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı.) [Nisa 24]
(Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin.) [Nisa 4]
(El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını verin!)
[Bekara 237]
(Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın.)
[Talak 1]
(Ölen kimselerin hanımları, [evlenmeden önce] 4 ay 10 gün iddet
bekler.) [Bekara 234]
(Boşanmış kadınlar, üç ay iddet bekler.) [Bekara 228]
(İki defa boşanan kadın, ya iyilikle tutulur veya güzellikle bırakılır.
Kadınlarınıza verdiklerinizi [mehirlerini] geri almanız size helal olmaz.
Eğer, bu karı kocanın Allah’ın emirlerini yerine getirmelerinden
korkarsanız, o zaman kadının [serbestçe boşanması için] fidye vermesinde
[hakkından vazgeçmesinde] günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu
sınırlardır, onları çiğnemeyin. Allah’ın sınırlarını aşanlar ancak
zalimlerdir.) [Bekara 229]
(Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin!) [Nisa 22]
(Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa
girmeden boşarsanız, onlara iddet bekletme hakkınız yoktur.) [Ahzab 49]
(Eğer erkek kadını, üçüncü defa boşarsa, ondan sonra kadın bir
başka erkekle evlenmedikçe onunla evlenmesi kendisine helal olmaz.
Eğer bu kişi de o kadını boşarsa, [her iki tarafın da] Allah’ın sınırlarını
muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis
yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır.) [Bekara 230]
Görüldüğü gibi, (Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır) buyuruluyor.
Demek ki, evlenmekle ve boşanmakla ilgili hükümler, birer gelenek değildir. Bu
konuda birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Üç talâkla boşan kadın, başka bir erkekle evlenip ondan da
boşanmadıkça, eski kocasıyla evlenmesi helal olmaz.) [Taberani]
(Din kardeşinin evlenme teklifinde bulunduğu kadına, onunla
nikâhlanıncaya veya ondan vazgeçinceye kadar talip olmayın!) [Tirmizi]
(Kadınları muvakkat [geçici] nikâhlamak haramdır. Allah’a, haramları
helal sayandan daha düşman bir kimse yoktur.) [İbni Kani’]
(Muta nikâhı haramdır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
(Evlenip zifafa girdiği kadının kızıyla evlenmek helal değildir. Zifafa
girmediği kadının kızıyla evlenmek caizdir. Nikâhladığı kadının [zifaf
olmasa da] annesiyle evlenmek helal değildir.) [Tirmizi]
227
www.dinimizislam.com
Zina ile ilgili bir âyet-i kerime meali:
(Zina eden kadın ve zina eden erkeğe yüz sopa vurun!) [Nur 2]
Bu konuda bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ya Üneys, bu şahsın hanımına gidin, eğer zina ettiğini itiraf ederse
onu recm edin!) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace,
Muvatta, İ.Ahmed, Taberani]
Evlenmek ve boşanmak gibi hükümler gelenek olmadığı gibi, işlenen
suçlara verilecek cezalar da gelenek değildir. Bunlara gelenek demek,
dinimizin bu hükümlerini inkâr etmek olur.
İslamiyet, adaleti, zulmü, insanların birbirlerine karşı, aile ve komşuların
birbirlerine, milletin devlete ve birbirlerine karşı haklarını, vazifelerini, suçları
açıkça bildirmiş, bu değişmez kavramlar üzerinde, temel hükümler kurmuştur.
Bu değişmez hükümlerin, olaylara, uygulanmasını örf ve adetlere göre
kullanılmasını emretmiştir. Allahü teâlâ İslam dinini, her ülkede, her yeniliği ve
buluşu karşılayacak şekilde kurmuştur. Tarihte nice milletler, dinin emirlerine
uyarak, başarıları, şanları, tarihlere ün salmıştır. Dinin emrine uymayan
insanlar ve milletler, sıkıntıdan kurtulamamışlardır. (S. Ebediyye)
İslamiyet’i yıkma yolları
Sual: İslamiyet’i yıkmak için hangi oyunlar oynanıyor ve ne gibi planlar
yapılıyor?
CEVAP
Planları ve oyunları çoktur, fakat özellikle şu yollarla saldırıyorlar:
Önce, eski âlimlere olan itimadı yıkmak, sonra bu âlimlerin naklettikleri
hadisleri uydurma saymak, daha sonra da, Kur’an-ı kerimi yanlış yorumlamak
suretiyle dini yıkmaya çalışıyorlar. İç ve dış düşmanların ilk hedefi eski âlimlere
olan güveni yıkmaktır. Bu yıkılırsa, (Hadisleri zaten onlar nakletti, onlar cahildi,
teknolojiden haberleri yok) diyerek hadislere olan itimadı da yıkacaklar.
Hadisler yıkılınca, Kur’an-ı kerimi yıkmak artık zor değildir. Mezhepleri
birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak,
halifeleri gözden düşürmek, kapalı ictihad kapısını kırarak açmak, Hadis-i
şeriflere olan itimadı sarsmak, meal okumayı teşvik gibi işler yapılmaktadır.
Şimdi bunları teker teker açıklayalım:
Âlimler köprüsünü yıkmak
Misyonerlerin ve din düşmanlarının ilk hedefi, âlimler köprüsünü
yıkmaktır. Bu köprü yıkılınca ötekileri geçmek zaten imkânsızdır. Bugün
medyada, durmadan eski âlimlerin cahil oldukları, teknolojiyi bilmedikleri için
yanlış hükümler verdikleri vurgulanmaya çalışılıyor. Hâlbuki eski âlimlerin,
kendilerinden sonrakilerden daha bilgili olacağını bizzat peygamber efendimiz
bildirilmiştir:
228
www.dinimizislam.com
(En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar
[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler
[Tabiin]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i
tabiin]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine,
işlerine inanmayın.) [Buhari]
Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça, onlara itibar
edilmez.
(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar
hep bozulur.) [Hadika]
Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün
değildir.
(Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer, geride arpa ve
hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç
kıymet vermez.) [Buhari]
Bunun için, sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir.
(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik
olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi]
Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hâli ne olur?
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
Resulullah efendimiz, sonraki gelen cahillerin önceki âlimleri bilgisizle
suçlayacaklarını mucizeyle bildiği için, şöyle buyuruyor:
(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle
suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Hâlbuki önceki âlimler çok kıymetliydi. Nitekim Allahü teâlâ mealen
buyuruyor ki:
(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]
Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]
(Âlimler, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar]
Âlimlerin başında Eshab-ı kiram gelir. Eshab-ı kiram kötülenince, hadis-i
şerifleri toplayan onlar olduğu için, hadis-i şeriflere gölge düşürülmüş olur.
Kur’an-ı kerimi de onlar topladığı için aynı gölge Kur’an-ı kerime de
düşürülmüş oluyor. Nitekim (Bazı âyetleri keçi yedi) diyenler, az değildir.
(Hazret-i Ali’deki Mushaf çok daha büyüktür) diyen İbni Sebeciler de az
değildir.
Eshab-ı kiramın üstünlüğü tartışılmazken, Kur’an-ı kerime ve hadis-i
şeriflere gölge düşürmek için, onlar bile tenkide uğramıştır. Hâlbuki Eshab-ı
kiram, her bakımdan üstün, her bakımdan âlim ve hepsi de Cennetlik
insanlardı. Bir âyet-i kerime meali:
229
www.dinimizislam.com
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı
kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan Eshab-ı kiramdan
dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir, fakat hepsi için
Hüsna’yı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)
[Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy]
(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
Bütün insanların en üstünü olan bu büyük zatlara, nasıl dil uzatılabilir ki?
İbni Sebeciler, (Müslüman Müslümanla savaşmaz) diyerek, Hazret-i Ali ile
savaşan Eshab-ı kirama kâfir diye hakaret ediyorlar. Hâlbuki iki Müslüman
ordunun savaşabileceği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da kâfir denmez,
çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle
savaşırlarsa aralarını düzeltiniz) buyurulmuştur. (Hücurat 9)
Bâtıl güçler, Eshab-ı kiramı ve âlimleri yıkmakta epey yol aldıkları için,
hadis-i şeriflerin çoğunun uydurma olduğunu yaymaya çalışıyorlar. Birçok
hadis-i şerife uydurma damgasını basıyorlar. Böylece onları nakleden âlimlere
de dil uzatmış oluyorlar, çünkü hadis uydurmanın vebali çok büyüktür. Bir
hadis-i şerifte, (Hadis uyduran Cehennemde yerini hazırlasın) buyuruluyor.
Onların uydurma dediği hadisleri nakleden hadis âlimlerinin hâşâ Cehennemlik
olduğunu, böylece söylemiş oluyorlar.
Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadisler böylece damgalanınca, Kur’an-ı
kerimi istedikleri gibi yorumlayabiliyorlar. Namaz iki vakittir, üç vakittir, altı
vakittir, tesettür farz değildir, tavuktan, balıktan kurban olur gibi saçmalıklar
ortaya atıyorlar. Oruç kefareti diye bir şey yok diyebiliyorlar. Herkesin meal
okumasını teşvik ediyorlar. Böylece her anlayışa göre farklı görüşler meydana
çıkmasına, yani dinde anarşi çıkarmaya çalışıyorlar. Hadis-i şeriflere zıt ne
varsa, rahatça söyleyebiliyorlar. Kur’an-ı kerimin yanlış şekilde tevil ve
tefsirlerini yaparak, yeni görüşler çıkarmak suretiyle dini bozmaya çalışıyorlar.
Böylece dini yıkmaya çalışıyorlar.
Dini yıkmaya çalışan türedilerin bir kısmı da, mezhepleri birleştirerek
herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile
onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere saldırıyorlar. Hâlbuki dört hak
mezhep kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun
için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı ictihadları, amelde mezheplere
ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki)
Kimi türediler de, asırlardır gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların
hilafetinin sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığı,
dolayısıyla bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymak istiyorlar.
Âlimlere itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz.
230
www.dinimizislam.com
Modern mezhepsizler de, geri kalışımızı yeni ictihadlar yapılmayışına
bağlamaya çalışıyorlar. (Günün gelişen şartlarına göre ibadetleri gözden
geçirmek lazımdır) diyorlar. Hâlbuki dinimiz eksik değildir. Allahü teâlâ,
(Dininizi tamamladım) buyuruyor. (Maide 3)
Din, ibadet günün şartlarına göre değişmez. Din eksik değildir. Eksik
denirse, hâşâ Allahü teâlâ yalanlanmış olur. O, (Dininizi tamamladım)
buyuruyor. Mezhepsizler, günün şartlarına göre değiştirmeye kalkıyorlar.
Misyonerler de, (Kur’anın indiği dönemde Yahudi ve Hıristiyanlar kâfir
olduklarından dolayı, Müslüman olmak için La ilahe illallah Muhammedün
Resulullah demek şarttı, şimdi sadece La ilahe illallah demek yeter. Böyle
inanana İsevi Müslüman, Musevi Müslüman denir) diyorlar. İslamiyet’i içten
yıkmak için, çeşitli oyunlar oynanıyor.
Din düşmanlarının bu oyunlara bilmeden alet olmak gaflet, bilerek alet
olmaksa hainlik olmaz mı?
İslam şûrası mı?
Sual: (Çok sayıda din görevlilerinden teşekkül edecek bir İslam şûrası
veya ictihad şûrası kurulmalı. Şûra üyesi fazla olursa, hükümler daha isabetli
olur. Alınacak kararlarla, dinî hükümlere yeni yorumlar getirilmeli, teknolojik
şartlara uyularak farzlar azaltılmalı, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslâm
âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar insanları bağlamamalıdır) diyen yazarlar
çıkıyor. Böyle bir şûra faydalı olur mu?
CEVAP
Bu, dinde reformcuların düşüncesidir. Dinde bir eksiklik yok ki
tamamlansın? Dinde eksiklik var demek, (Dininizi tamamladım) âyet-i
kerimesine aykırıdır.
(Mezhepleri taklit devri kapanmalı) demek, mezhepsizlik esas alınmalı
demektir. Herkes âyetten ve hadisten ne anlıyorsa öyle hareket etmeli
demektir. Mezhepsizliğin dinsizliğe köprü olduğunu âlimlerimiz bildirmiştir.
Dinî hükümlere yeni yorum getirmek de, dinî değiştirmek demektir.
(Farzlar azaltılmalı) demek ise, açıkça dini yıkmalı demektir.
Şûra’daki üye sayısının fazla olması neyi hâlleder? Yani kemiyetin çok
olması keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok
taş taşınır) diye düşünülsün. Kur’an-ı kerimde, (İnsanların çoğuna uyarsan,
seni Allah’ın yolundan saptırırlar) buyuruluyor. Böyle bir şûrada, ittifakla
namaz vakitleri üçe indirilse veya altıya çıkarılsa, zekât kırkta bir iken yirmide
bir veya yüzde bir olarak tespit edilse, yapılan bu reform, dine hizmet mi,
yoksa dini yıkmak mı olur?
Meşhur Sünnî bir yazar da, (İcazetli ulema ve fukaha şûrası kurulmalıdır)
diyor. Böyle bir şûranın içinde mezhepsiz ulema olmaz mı? Hiç değilse, (Ehl-i
sünnet şûrası) dense belki daha az hatalı olurdu. Bugün Vehhabiler bile
kendilerine Ehl-i sünnet diyorlar. Her grup kendine Ehl-i sünnet diyor. Yani adı
231
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnet şûrası da olsa, yine maksat hâsıl olmaz. Ehl-i sünnet şûrasına ne
ihtiyaç var ki? Namaz vakitleri mi belli değil? Oruç mu belli değil? Zekât mı
belli değil? Hac mı belli değil? Bu şûra ne iş yapacak sayın yazar?
Ehl-i sünnete uymayan kitapların basılmasını önleyebilecek bir şûra
kurulsa elbette çok iyi olur, ama bu devirde böyle bir şeyi düşünmek fazla
iyimserlik olur. Çünkü dünyada çoğunluk mezhepsizlerin elindedir. Kendi
kendilerine icazet veriyorlar. Onun için adı Ehl-i sünnet bile olsa, şûradan
bahsetmek isabetli olmaz.
Din nasıl yıkılır?
Sual: Dini içten yıkmaya çalışanların çoğaldığı söyleniyor. Dinin içten
yıkılması nasıl oluyor?
CEVAP
Dinimizin hükümleri teker teker sorgulanır. Bugünkü dinin bozuk olduğu
söylenir. Yayın yoluyla her gün dinin bir hükmünün yanlış olduğunu
vurgulamaya çalışırlar. Eski âlimleri, eski diye, günün şartlarından habersiz
diye kötülemeye çalışırlar. Eski âlimlerin eskimediklerini, yepyeni olduklarını
bilemezler. Kanı bozuk, dini bozuk, aklı bozuk kimseler şöyle görüşler ileri
sürerler:
1- İnsan kaderini kendi çizer.
2- Amel, imandan cüzdür.
3- İman artıp eksilir.
4- Kur’an-ı kerim mahlûktur.
5- Allah göktedir.
6- Kabir suali ve kabir azabı yoktur.
7- Şefaat ve sırat köprüsü yoktur.
8- Keramet diye bir şey yoktur.
9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek.
10- Mirac mucizesinin aslı yoktur. Rüyada olmuştur.
11- Peygamberler de günah işler.
12- Dinde delil yalnız Kur’andır.
13- Dinde delil yalnız Kitap ve Sünnet’ir, başka delil yoktur. (İcma ve
kıyas-ı fukahayı inkâr ederler.)
14- Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım. Bir mezhebe bağlı
kalmam.
15- Resulullah’tan sonra, nebi gelmez, ama resul gelir. Hocamız resuldür.
16- Mehdi, Deccal diye bir şey yoktur. İsa gökten inmeyecektir.
17- Öldürülen, intihar eden eceliyle ölmemiştir.
18- Âhirette de Allah görülmez.
19- Yahudiler de, Hıristiyanlar da Cennete girecektir.
20- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir.
21- Günahkâr mümin Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç çıkmaz.
232
www.dinimizislam.com
22- Mest üzerine mesh caiz değildir.
23- Hazret-i İsa gelince, hakiki Hristiyanlığı yayacaktır.
24- Abduh ve Efgani büyük âlimdir.
25- Evliyanın türbelerine gidip onların hürmetine dua etmek ve onlardan
yardım istemek şirktir.
26- Kurban balıktan da olur.
27- Ruh ölür, ruhlar işitmez.
28- Naylon çoraba mesh caizdir.
29- İslam halifeleri saray mollalarıdır, padişahın kullarıdır.
30- Hadislerin çoğu uydurmadır, uydurma olmayanlar da zayıftır.
31- Teravih diye bir namaz yoktur
32- Mezhep bölücülüktür, herkes Kur'andan anladığına uymalıdır.
33- Zamanın gereklerine göre, dinde reform şarttır.
Bu görüşlerin birini veya birkaçını savunan kimsenin mezhepsiz olduğu
veya dini içten yıkmaya çalıştığı anlaşılır. Böyle kimselerin tavsiye ettiği
kitapları bile okumak zararlıdır.
Bir reformcunun hezeyanları
1- Reformcu, (İlim öğrenmek gibi farz olan bir işi yapmak için, Cenneti bile
feda ederim, haram işleyerek de olsa, o işi yaparım) diyor. Dine uymak, ilim
öğrenmek, Allah'ın rızasını kazanıp Cennete girmek içindir. Allah rızasını
kazanmayan zaten Cennete giremez. Cenneti istemem demek, Allah’ın
rızasını istemem demek olmaz mı? İkincisi haram işleyerek ilim öğrenilmez.
Haramdan kaçmak önce gelir. Haramdan kaçmak da farzdır. Bu inceliği
bilmeyerek millete haram işletmenin vebali çok büyüktür.
2- Reformcu, (Ölünce beni yakın) diyor. Hâlbuki dinimizde ölü yakılmaz.
Ölünün yakılması Hindularda vardır. Tasavvufçulardan tasavvuf sarhoşluğu
hâlinde böyle söyleyenler olmuşsa da, bunlar mazurdur.
3- Güya kerametini izhar için, (Kerametim demiyorum, benim kehanetim
şudur ki...) diyor. Müslümanlıkta kâhinliğin, falcılığın yeri yoktur. Tahminim,
görüşüm şudur denebilir.
4- Reformcu, Mâlikî mezhebini taklid ederek, öğretmen, memur olanların
namaz kılmayıp, akşam eve gelince, kaza etmelerini söylüyor. Bu yanlıştır.
Mâlikî'de, akşamdan sonra kaza etme diye bir şey yoktur. Zaruretsiz namazı
terk etmek haramdır. Zaruretin de şartları vardır. Öğretmen veya memur olmak
zaruret değildir. Mezahib-i Erbaa’da deniyor ki:
Vücub şartlarından ikincisi, namazı terk etmeye zorlanmamaktır. Mesela
zâlim biri, onu namaz kılmamaya zorlarsa; kıldığı takdirde hapse atmak,
dövmek, öldürmek, toplum içinde şerefiyle oynayıp tokatlamakla tehdit edilirse,
namazı terk ederse günahkâr olmaz. Mâlikî'de zorlanan kişi, mümkün olduğu
kadar gerekli temizliği yapar, kıraatini ifa eder, hasta ve acizler gibi ima ile de
233
www.dinimizislam.com
olsa namazını kılmaya çalışır. Hülasa gücü yettiği kadarıyla ibadetini yapması
farz, terk etmesi haramdır. (Mezahib-i Erbaa)
5- Reformcu, (Resulullah dini yaymakta çok hırslıydı) diyor. Hâlbuki hırs
daha çok kötü arzular için kullanılır. Para hırsı, şöhret hırsı gibi... Evliya zatlar
için bile hırslı denmez.
6- Bir kâfir Müslüman olunca, eski günahlarının hepsi affolur. Hatta
sevaba çevrilir. Bunun için Müslüman olmuş birinin, eski durumunu anlatıp
kötülemek Müslümana yakışmaz. Fakat reformcu, (Ömer, helvadan yaptığı
puta tapar, canlı kızını toprağa gömerdi. Bu eli kanlı birer cani olan Ömer ile
Vahşi, Müslüman olduktan sonra...) diyor. Müslüman olmuş iki sahabi için
böyle konuşmak, hele eli kanlı cani demek, ne kadar çirkindir. Çünkü Allahü
teâlâ, iman edenlerin günahlarını sevaba tebdil etmektedir. Kur'an-ı kerimde
buyuruluyor ki:
(Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını
sevablara çeviririm.) [Furkan 70] Bu ayet-i kerimenin Hazret-i Vahşi için indiği
Hadika’da bildirilmektedir.
7- Resulullah efendimiz, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü
olan arkadaşlarına, talebem bile demez, (Eshabım) yani arkadaşlarım derdi.
Fakat reformcu, (Resulün çömezleri, Uhud savaşında dökülmüşlerdi) diyor. Bu
söz, Eshab-ı kiramın kadrini düşürücü çok çirkin bir ifadedir. Yenilmek ayrı,
dökülmek ayrıdır. Sahabe savaşta yenilmişlerdi deseydi bir mahzuru olmazdı.
Kur’anı kerimde Eshab-ı kiram, Cennetlik diye hepsi övülmektedir. Çömez
demek, dökülmek demek çok çirkindir. Hâşâ onların başında Peygamber
efendimiz de vardı, ona da döküldü denmiş olur ki, çirkinliği meydandadır.
8- Meleklere her fırsatta saldırıyor. (Çocuğunuzu iyi terbiye etmezseniz
anarşist olur, Azrail ve Zebani olur) diyor. Anarşistle, masum, günahsız
melekleri aynı kefeye koyuyor. Azrail aleyhisselam da, Cehennemde görevli
olan zebaniler de, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren meleklerdir.
Meleklere hakaret etmek, onlarla alay etmek küfür olur.
Reform nerede gerekli?
Sual: (Ebu Hanife’nin ve diğer mezhep imamlarının ictihatları, zamanla
nass gibi, vahiy gibi kabul edilmiş, mezhep ictihadları dondurularak yeni
ictihadlara fırsat verilmemiştir. Yaptıkları ictihadlar, dinin emirlerini arttırmış,
dini zorlaştırmıştır. Kolaylığı emreden dinde yeni reformlar yapılarak bu
durumlar düzeltilmelidir) deniyor. Reformdan kasıtları nedir?
CEVAP
Bunu reformcuların kendilerine sormak gerekir, fakat niyetleri iyi olsa bile,
dinde reform yapmak dinsizlik olur. Dinî hükümleri koyan Allahü teâlâdır. Bir
hükmünü değiştirmek, o hükmü beğenmemek olur. Allah'ın koyduğu hükmü
beğenmeyen elbette kâfir olur. Allahü teâlâ, (Resulüme uyun!) buyuruyor.
234
www.dinimizislam.com
Resulullah'ın koyduğu hükmü beğenmeyip değiştiren de kâfir olur. Resulullah
da, (Âlimler benim varislerimdir) buyuruyor. İmam-ı a’zam Ebu Hanife
hazretleri ve diğer müctehid imamlar, Resulullah’ın vârisidir. Vârisini yok
saymak, onları vâris tayin eden Resulullah'ı yok saymak olur.
Müctehid imamlar, ictihadlarında hata etse bile, Allahü teâlâ onlara sevab
veriyor. Reformcu yazar, sevab olan bu ictihada, niye kırmızı renk görmüş
boğa gibi saldırıyor ki? Müctehid imamların ictihadları dinde senet değil midir?
Bu reformcular, müctehid âlimlerin sözbirliği olan icma’ı bile delil kabul
etmiyorlar. Ama kendi görüşlerini din gibi ortaya atarak reformu savunuyorlar.
Hâlbuki dinimizde noksanlık yok ki reform yapılsın! İmam-ı Rabbani hazretleri
buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimde, mealen, (Bugün dininizi tamamladım, size din olarak
İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde
reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur. (Mektubat 1/260)
Bu reformcular, (Mezhep imamlarının ictihadları, dinin emirlerini arttırmış,
dini zorlaştırmıştır) diyorlar. Hâlbuki ictihad Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin
manalarını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz, değiştirmez. Bunlar ise, hem yetkili
müctehid âlimlerin ictihadlarına karşı çıkıyorlar, hem de kendileri, yetkisiz
oldukları hâlde, ictihad yapıyoruz diyerek müctehid imamlarımızın Kur’an-ı
kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümleri ortadan kaldırmaya, böylece
dinî yıkmaya çalışıyorlar. Müctehid imamlara saldıran bu türedilere itibar
edilmemelidir.
İslam’da demek
Sual: (İslam’da…) diye bir cümle kurmak yanlış mıdır? “İslam’da zekât”,
“İslam’da namaz” veya “İslam’da hac” gibi isimler altında makaleler,
kitaplar yazılıyor. Dört hak mezhepten birisine göre yazılmamış olmaları yanlış
mıdır?
CEVAP
Elbette yanlıştır ve mezhepsizliktir. Kur’andan, Sünnetten kendi anladığını
din sanmak çok tehlikelidir. (Şu mezhebin şu hükmü isabetlidir) diyerek farklı
bir yol tutmak da mezhepsizlik olur. Mesela, tertibe riayet etmezse, Şâfiî'ye
göre abdesti sahih olmaz. Muvalata uymazsa veya başın tamamını mesh
etmezse Mâlikî’ye göre abdesti olmaz. Bir mezhepsiz, (Kadına dokununca
Hanefî’de abdest bozulmaz, kan akınca da diğer üç mezhepte bozulmaz)
diyerek, kadına dokunduğu ve bir yeri kanadığı hâlde, yeniden abdeste gerek
olmadığını söylemişti. Hâlbuki böyle abdestle namaz kılınmaz. İmam
arkasında Fatiha okumazsa, Şâfiî’de farzı terk etmiş olur, okursa, bu sefer de
Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. Böyle mezhepsizce kılınan namaz da sahih
olmaz. Bir hak mezhebe göre yazılmayan kitaplara, ilmihâllere ve konuşanlara
asla itibar edilmemelidir.
235
www.dinimizislam.com
İslam’da kelimesi hiç kullanılmaz sanılmamalı. Aşağıdaki cümlelerde
olduğu gibi kullanmakta bir mahzur yoktur:
(İslam’da böyle bir şey yoktur), (İslam’da bid’at çıkarmak büyük günahtır),
(İslam bilgileri din ve fen bilgileri diye ikiye ayrılır. İslam’da fen bilgilerin önemi
büyüktür), (İslam’da ilk kitap yazan hazret-i Ali’dir), (İslam’da ilk fitneyi çıkaran
bir Yahudi dönmesidir), (Allahü teâlâ İslam’da ağaran saç ve sakala azap
etmez), (İslam’da birbirine yardım edenlere, Allahü teâlâ rahmet eder),
(Mezhepsizlik yapana İslam’da itibar edilmez), (Eshab-ı kiramın İslam’da
yaptıkları hizmetler büyüktür), (İslam’da birlik isteyenlerin, bid’at mezhepleri bir
araya getirmeleri değil, Ehl-i sünnet vel-cemaat yolunda birleşmeleri lazımdır),
(İslam'da poligamı nedir?), (İslam'da, sadakat esastır.)
Zekât nisabı değişmeli mi?
Sual: (Davar, sığır, deve ile ticaret mallarının, tarla mahsullerinin, altın ve
gümüşün zekât nisaplarını din bildirmemiştir. Bu konuda hiçbir hadis yoktur.
Olsa bile, 1400 yıl önceki durumla günümüzün şartları aynı olmadığı için her
devirde nisabın yeniden tespit edilmesi gerekir) diyen reformcular vardır.
Dinimizin hükümleri her devirde değişir mi, yoksa kıyamete kadar geçerli değil
midir?
CEVAP
Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım, eksik bırakmadım) buyuruyor.
Namaz, oruç gibi zekât da bir ibadettir. İbadette değişiklik olmaz. Zamanla
değişmesi gerekmez. Allahü teâlâ kıyamete kadar neler olacağını bilmez mi?
Dini değiştirme yetkisi, dini koyana ait olur. Yeni bir peygamber gelmeyeceğine
göre dinin hükümleriyle kimsenin oynamaya, onları değiştirmeye yetkisi yoktur.
Altın fiyatları pahalanıp ucuzlayabildiği gibi zekâta tâbi hayvanlar ve
mallar da pahalanıp ucuzlayabilir. Nisaba ulaşan malın kırkta biri verilir.
Sadak-i fıtırda da verilecek miktarlar bellidir. Kıyamete kadar azalıp çoğalmaz.
Fıkıh kitaplarındaki bilgiler, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden
çıkarılmıştır. Her Müslümanın kendi mezhebinin hükmüne uyması lazımdır.
Hadis-i şerifleri mezhep imamları anlayarak ona göre hüküm çıkarmışlardır.
Biz hadis-i şeriflerle bildirirsek yanlış olur. Buna yetkimiz de yoktur. Ancak
mezhebimizin delil aldığı hadis-i şerifleri bildirirsek, bu konuda hadis yok, nisab
tespit edelim diyenlere bir cevap olur.
Zekât hakkında talimat:
Hazreti Enes anlatır: Hazreti Ebu Bekir Sıddık kendisini Bahreyn'e
gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi.
(Buhârî, Ebu Davud, Nesai)
Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları bu talimata göre hazırlanmıştır.
236
www.dinimizislam.com
Zekâtı vermenin farz olması için, zekât malının, nisap miktarı olduktan
itibaren, bir hicri sene sonra da, aynı malın değil, o değerdeki malın mülkünde
bulunması lazımdır. (Muvatta - S. Ebediyye)
Altının nisabı:
20 miskaldir. [96 gr] zekât nisabı kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S.
Ebediyye)
Gümüş nisabı:
Gümüşün nisabı 200 dirhemdir [672 gr], aşağısına zekât düşmez.
Verilecek miktar ise kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S. Ebediyye)
Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Gümüş paralarınızın zekâtını kırkta bir olarak vereceksiniz. 190
dirheme zekât düşmez. 200 dirheme ulaşınca beş dirhem verilir.) [Tirmizi,
Ebu Davud, Nesai, İ. Ahmed]
Deve zekâtı:
Fetava-i Hindiyye’de deniyor ki: (Beş devesi olan, bir koyun verir. 24’e
kadar dört koyun verilir. 25’ten 35’e kadar olan deve için, iki yaşına girmiş bir
yavru dişi deve verilir. 36’dan 45’e kadar, üç yaşına girmiş dişi deve yavrusu
verilir. 46’dan 60’a kadar, yük vurulabilecek, dört yaşına girmiş dişi deve verilir.
Bundan daha fazlası için de, yine belli sayılarda dişi deve verilir. Zekât olarak,
erkek deve verilmez. Dişi devesi yoksa değeri kadar altın veya gümüş verilir.
Başka mal verilmez.) [Buhârî, Nesai]
Sığır zekâtı:
Sığır denince, inek, öküz, boğa ve manda anlaşılır.
İbni Abidinde deniyor ki: (Sığırın nisabı otuzdur. 30’tan az sığırın zekâtı
olmaz. 30 sığır için bir tane, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. 39’a
kadar böyledir. 40’tan 59’a kadar, bir adet, iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi
dana verir. 60’tan 69’a kadar sığır için, iki buzağı verilir. 70 sığır için, bir dana
ile bir buzağı verilir. 70’ten sonra, her 10 için, böyle hesap edilir. Her 30 için bir
buzağı, her 40 için bir dana artmaktadır. 80 olunca, iki dana artmaktadır.) [Ebu
Davud, Tirmizî, Nesai, Hâkim]
Davar zekâtı:
Davar denince koyun ve keçi anlaşılır. İbni Abidin’de deniyor ki: (Saime
koyun miktarı kırk olmadıkça zekât düşmez. Kırk koyunu olan bir koyun zekât
verir. 120 koyuna kadar, bir koyundur. 120'den 200'e kadar, iki koyundur.
200’den 400’e kadar üç koyun verilir. 400 olunca dört koyun, sonra her yüz için
bir koyun verilir.) [Buhârî, Ebu Davud, Nesai]
Deve, sığır ve koyun zekâtı olarak, değerleri kadar altın da verilebilir. (S.
Ebediyye)
Meyve ve sebze zekâtı:
İmam-ı a’zam, (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul
topraktan alınınca, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü,
237
www.dinimizislam.com
Müslüman fakirlere vermek farzdır) buyuruyor. Hayvan gücüyle veya dolapla,
motorla sulanan mahsulün yirmide biri verilir. (S. Ebediyye)
Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda
birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buhârî]
(Yağmur suyu ile sulanan mahsulden tam uşur, âletle çıkarılan su ile
sulanan mahsulden yarım uşurdur.) [Nesai]
Ev bahçesinin durumu farklıdır. Ev bahçesinde yetiştirilen meyve ve
sebzelerin uşrunu vermek gerekmez. Çünkü bu meyve ve sebze ev halkının
ihtiyacı için ekilmiştir. Hattâ bir kısmı satılsa da yine uşrunu vermek gerekmez.
Ancak ev bahçesinde sırf ticaret niyetiyle yetiştirilen ürünün uşru verilir.
Defineye, bala da zekât vardır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Defineye humus [beşte bir oranında zekât] vardır.) [Buhârî, Müslim]
(Balın zekâtı onda birdir.) [Tirmizi]
Her kitabı okumak ve çoğunluğa uymak
Her kitap okunmaz
Sual: İbni Rüşd, Efgani, Abduh, K. Marx gibi yazarların kitaplarını niçin
tavsiye etmiyorsunuz? Her kitapta faydalı bilgi olabilir. İyisini alır, kötüsünü
atarız. Tek açıya kendimizi mahkum etmek doğru mudur?
CEVAP
Kitap, bilgi öğrenmek için okunur. Bir şeyin hak veya bâtıl, faydalı veya
zararlı, iyi veya kötü olduğunu bilen, o konudaki kitabı niçin okusun?
Bilmiyorsa, bâtılı hak, kötüyü iyi, zararlıyı faydalı zannedebilir. Pisliğin içinde
faydalı şey ararken, üstüne necaset bulaşmasa bile, en azından kokusundan
zarar görür. Bir yere atılan çamur yapışmasa bile iz bırakır.
Sivri akıllının biri, şeytanı görmek istermiş. Bir evliyaya yalvarmış. Evliya
da, (Şeytandan insana fayda gelmez) demişse de, adam çok yalvarmış.
Nihayet duası kabul olup şeytanı görmüş. Şeytan, bunu görünce, (Seni bir
vuruşta öldürürdüm. Ancak ömrüne daha 40 yıl var) demiş. Adam ise, (20 yıl
günah işlerim. Sonra tevbe eder, kalan 20 yılı da ibadetle geçiririm) demiş.
Adam, 20 yıl yaşamadan günah içinde ölüp gitmiş.
Efgani ve K. Marx gibi, şeytanın yoldaşlarının kitaplarını okuyanın,
oradaki zehirlerden etkilenmemesi mümkün değildir. Zehirle şaka olmaz. Şu
kadarcık zehirden ne zarar gelir denmez.
Elini bir defa yılanın veya kaplanın ağzına koyup, acaba bir zararı olur mu
diye tecrübeye kalkmak ahmaklık olur. Kaplan, insanı öldürebilir. Fakat şeytan
ve yoldaşları ise, insanın sonsuz felaketine sebep olur.
Her kitabı okumak
Mezhepsiz yazar, (Her bid’at ehlinin kitabını okumak gerekir) diyor.
Hadis-i şerifte, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, 72sinin bid’at ve dalalet ehli,
238
www.dinimizislam.com
yani mezhepsiz olduğu bildirilmiştir. Fırka-i naciyye denilen tek kurtuluş
fırkasının Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğunu bütün Ehl-i sünnet âlimleri
bildirmiştir.
Mezhepsiz yazara göre, sadece Ehl-i sünnet yetmez, 72 sapık fırkanın
her birini de incelemek, kitaplarını okumak gerekir. Bir o fırkaya, bir öteki
fırkaya baka baka, insanın gözü şaşı olmaz mı? Ehl-i sünnetteki bilgiler eksik
mi de başka fırkaların kitaplarını okuyalım? Mutezileyi, Cebriyyeyi okumakla
ne kazanacağız? Hak belli iken, yeniden hakkı aramak için yollara mı
düşeceğiz? Karşıda koca bir saray olsa, ona giden ana bir cadde bulunsa,
oraya gitmek için bütün çıkmaz sokaklara girmeye ne lüzum vardır?
Yalnız Ehl-i sünnet kitaplarını okumak, tek açıya kendini mahkum etmek
değil, hak içinde hür yaşamaktır. Hak ortada iken ne diye mezhepsizlerin
kitaplarını okuyalım? Mezhepsizler yokken ortada din yok muydu? Yahut hâşâ
dinimizde bir noksanlık mı var da mezhepsizler bunu tamamlıyor?
Echel bir mezhepsiz de, (İbni Teymiyeci, selefi, Necdi, Kadiyani, Rafizi,
Abduhçu ve 72 fırka mensupları olarak Ehl-i sünnetten çok olduğumuza göre,
biz haklıyız) diyor. Sayıca çok olmak önemli değildir. Çünkü iyilik, doğruluk,
güzellik, hak gibi hususlar, hep çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.)
[Enam 116]
Bid’at ehli çok diye onlara uyup da sapıtmamak gerekir. Az da olsa Ehl-i
sünnete uymalıdır! Genelde kıymetli ve iyi olan şeyler azdır. Mesela şükretmek
çok faziletlidir, fakat şükreden azdır. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Şükreden azdır.) [Sebe 13]
İman edip iyi işler yapanlar da azdır. (Sad 24)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Susmak, hikmettir; susan azdır.) [Deylemi]
Bazı bid’at ehli kimseler de (Hak veya bâtıl bütün İslam mezhepleri
birleşmelidir) diyor. On bardak sütün içinde bir bardak idrar konsa, hepsi de
necis olur. Koyun sütü, köpek veya hınzır sütü ile karıştırılırsa, elde koyun sütü
de kalmaz.
Böyle acayip teklifler kıyamet alametlerindendir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlar.) [İ.Asakir]
(Ahir zamanda âlimler, halkın istediği yönde fetva verip, helale
haram, harama helal derler, Kur’anı ticarete, menfaate alet ederler.)
[Deylemi]
(Kötüler iyi, iyiler kötü gösterilmedikçe, Kıyamet kopmaz.) [Haraiti]
İslam âlimleri kötü, mezhepsizler iyi gösterildiğine göre, kıyamet
yaklaşıyor demektir.
239
www.dinimizislam.com
Sual: Niçin günümüzdeki insanların yazdıkları kitapları değil de, eski
âlimlerin kitaplarını tavsiye ediyorsunuz?
CEVAP
İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri,
dörtyüz sene önce buyurdu ki:
(İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna
bid'atler karıştığı ve bu yolu bozdukları için, Resulullahın sünnetine sarılmış
olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini,
bu bid'atleri ile kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla dini yayacaklarını, hatta
İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar, dini
yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük
âlimlerden bu ülkede pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin
kitaplarının bildirdiği yolda gitmeleri gerekir.) [c.2 m.62]
Hadis-i şeriflerde (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin
azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri
ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar) ve (Her asır,
önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur)
buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip,
bozuk asrın bozuk insanların kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika)
Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi.
İslamiyet saf, berrak şekildedir. İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere
ikiye ayrılır. Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar
hep aynıdır. Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin saf,
berrak, bid’atsiz şekli geridedir. Akli ilimlerin ise en gelişmiş şekli ileridedir.
Zamanla gelişirler. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Nakli ilimleri
yani din bilgilerini fen bilgileri ile karıştırmak, cahillik değilse, nedir? Din
düşmanlarının oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim.
Sual: Dini yönden "O kitap, o yazı muteber değildir. O yazar dini bilmez"
deniyor. Bir yazının muteber olmadığı veya bir yazarın dini bilmediği nasıl
anlaşılır?
CEVAP
Bir yazı, Ehl-i sünnet âlimlerinin ekserisinin muteber olarak bildirdiği
eserlere aykırı değilse, o yazı muteber demektir. Bir yazarın yazısı, bu
eserlere uygunsa, o yazarın dini bildiği anlaşılır. Bu eserlere uymuyorsa, o
yazarın dini bilmediği ve yazısının da muteber olmadığı anlaşılır.
Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre yorumlayanların yazıları da muteber
değildir. Bu bakımdan nakli esas almayanların yazılarına, sözlerine itibar
edilmez.
Sual: Günümüzde yazılan dini kitapların muteber olup olmadığı nasıl
bilinir?
CEVAP
240
www.dinimizislam.com
Günümüzde müctehid, muhaddis ve müfessir bulunmadığı için yazılan bir
kitabın muhakkak muteber kitaplardan nakledilmiş olması gerekir. Kur’an-ı
kerimde ve hadis-i şeriflerde manaları açık olmayan yerlerden bid’at sahipleri
yanlış tevil ederek, yanlış mana çıkarmışlardır. Halbuki Mektubat-ı
Rabbanideki hadis-i şerifte, Kur’an-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi
ve bilgisi ile mana çıkaranların, din büyüklerinin Peygamber efendimizden ve
Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazanların
Müslümanlıktan çıkacağı bildirilmektedir. Berika’daki hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Kur’anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata
etmiştir.) [Nesai]
(Kur’an-ı kerime ehliyeti olmadan mana veren, Cehennemde azap
görür.) [Tirmizi]
Hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı gibi, bir kimse, ehliyeti olmadan
Kur’an-ı kerime doğru mana verse bile, hata ettiğinden Cehennemde azap
görecektir.
Hadis-i şerifleri ve âyet-i kerimeleri hadis kitaplarından ve Kur’an-ı
kerimden değil, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından alarak nakletmek gerekir.
Mesela, (İhya’daki hadis-i şerifte ve Mektubat’taki âyet-i kerimede şöyle
buyuruldu) diyerek nakletmek gerekir.
Kur’an-ı kerime yanlış mana verdikleri için 72 sapık fırka meydana
çıkmıştır.
Hanefi mezhebindeki bir kimse, bir hükme delil olarak başka bir hak
mezhepteki müctehidin ictihadını alamaz. Hatta kendi mezhebindeki
müctehidlerin kavillerini değil, sadece fetva verilen hükmü almak, (sahih olan
budur) denilen hükmü bildirmek gerekir.
Eshab-ı kiramın hepsi birer müctehid olduğu için, bizim gibi müctehid
olmayan kimseler, bunlardan da nakil yapamaz. Mesela Hazret-i Ali’nin veya
Hazret-i Ömer’in (Bu husustaki hükmü şudur, biz de öyle yaparız) demek caiz
olmaz. Çünkü onların hükmü kendileri için muteberdir. Eğer bir sahabinin
bildirdiği hüküm, mezhebimizde de varsa uyarız. Kısacası biz mezhebimizin
hükümlerine uyarız. Diğer mezheplerdeki hükümlere ancak ihtiyaç halinde
uyarız. Mesela seferde güçlük anında, öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı
birleştirerek kılabiliriz. Çünkü çeşitli muteber kitaplardaki hadis-i şerifte, âlimler
arasındaki ayrılığın rahmet olduğu bildirilmiştir.
Edille-i şeriyyenin dört olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört
mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür.
Çünkü, mukallidler, nasstan yani âyetten ve hadisten hüküm çıkaramaz.
Bunun içindir ki, bir mezhebin, bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de yine
o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir. Tevil edilmesi
gerekebilir. Nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika s.94)
241
www.dinimizislam.com
Sual: Dini bilgimiz yetersizdir. Piyasada çok çeşitli kitap ve siteler var.
Hepsine de güvenemiyoruz. Allah rızası için bize en uygun siteleri tavsiye eder
misiniz?
CEVAP
Piyasada uygun site ve uygun kitaplar çoktur. Ancak biz hepsini
okumadık. Okumadığımız için uygun olan bir kitabı veya siteyi size tavsiye
edemeyiz. İçinde bazı hatalar olabilir. Bunun için 30 senedir okuduğumuz
kitapları ve en uygun siteyi size tavsiye ediyoruz.
Uygun kitapların bulunduğu site: www.hakikatkitabevi.com
Kontrolümüzden geçen site: www.dinimizislam.com
Söz mü, söyleyen mi?
Sual: (Bir sözü söyleyene değil, söylenen o söze bakılır. Söz doğru ise
kim söylerse söylesin kabul edilir) sözü doğru mudur?
CEVAP
İstisnalar hariç, bu sözü genelde mezhepsizler söylüyor. Allah vardır,
Cennet ve Cehennem vardır gibi herkesin bildiği meşhur bilgiler hariç, bir
sözün doğru olup olmadığını nereden bileceğiz ki? Onun için, söze değil,
söyleyene bakmak gerekir. Eğer İmam-ı a’zam hazretleri gibi bir zat
söylüyorsa, derhal kabul edilir. Şevkani, Efgani, Abduh, Reşit Rıza gibi bir
mezhepsiz söylüyorsa, hiç itibar edilmez, çünkü onların söylediği söz, doğru
bile olsa, buna yetkileri yoktur. Hatta Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından
alarak söyleseler bile, doğruyu onlardan değil, Ehl-i sünnet âlimlerin
kitaplarından öğrenmek gerekir.
(Şu din kitabı uygun mu) diye, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine
sorulunca, (Kitabın içindekilerin hepsi doğrudur, fakat bu kitabı okuyan
kimse zehirlenir, çünkü yazarının habis ruhu satırlara aksetmiş)
buyurmuştur. Demek ki habis kimselerin sözleri, kitapları doğru olsa bile
insana zarar veriyor.
O halde bir sözün doğru olup olmadığı, söyleyen kimsenin yetkili bir âlim
olup olmamasına bağlıdır. Onun için, söze bakarak doğruyu bulamayız.
Doğruyu, büyük zatların bildirmesiyle buluruz.
Tenkit edilmek
Sual: Büyük bir zat, (Yazdığım kitabı herkes beğenseydi, nefsin hoşuna
gideceği için hoş olmazdı. İtiraz edenleri görünce seviniyorum. Çünkü
Peygamber efendimize bile itiraz ettiler. İtiraz edilmesi cevherin kıymetini
gösterir) buyuruyor. Burada şöyle bir soru hatıra geliyor: Efgani, Abduh gibi
sapıklara, onların kitaplarına da, çok itirazlar yapıldı. Bunlarda da cevher mi
var?
CEVAP
Onlarda da cevher var, ama zararlı cevher. Faydalı kitaplar olduğu gibi,
zararlı olanlar da vardır. Faydalı kitaplarda faydalı cevher, faydalı enerji vardır.
242
www.dinimizislam.com
Zararlı olanlarda da zararlı enerji vardır. Hazret-i Ömer, Müslüman olmadan
önce içindeki zararlı cevher sayesinde dehşet saçıyordu. Peygamber
efendimizi öldürmeye karar veren oydu. Müslüman olunca da en faydalı
olanlardan oldu.
Demek ki çok tenkide uğrayan kitaplarda, ya müspet yönden veya menfi
yönden bir cevher, bir enerji vardır.
Çoğunluğa uymak gerekir mi?
Sual: Her işte, her zaman çoğunluğa uymak yanlış değil midir? Mesela
deniyor ki:
1- Çoğu, bir dine inanmadığı için, ben de inanmıyorum.
2- Çoğu, namaz kılmadığı için, ben de kılmıyorum.
3- Çoğu, açık gezdiği için, ben de açık geziyorum.
4- Çoğu, çalgı dinlediği için, ben de çalgı dinliyorum.
5- Çoğu, müzikli ilahi dinlediği için, ben de dinliyorum.
6- Çoğu, kiliseye gittiği için, ben de âyinlere katılıyorum.
7- Çoğu, gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söylediği için, ben de öyle
inanıyorum.
8- Çok kimse, mezhepler sonradan çıktı dediği için, ben de mezhebi kabul
etmiyorum.
9- Hristiyanlar, Müslümanlardan çok olduğu için, Hristiyanlığın hak olduğu
doğrudur.
10- Budistler, Hristiyanlardan daha çok olduğu için Budizm haktır.
11- Dünyada dine inanmayan çoğaldığı için, ben de ateistim.
12- Kültürlü ve rütbeli insanlar mason olduğu için, masonluk doğru yolda
olmaktır.
13- Bütün dünya ibadete hoparlör karıştırıyor. Bu kadar insan bid'at
işleyecek değil ya...
14- Hanefi'de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır, ama dolgu dişi olan
sayısız insan var. Bunlar cünüp gezmiyor ya...
15- Dünyada İslam halifesi olmadığı halde, halkı Müslüman olan ülkelerin
dar-ül-İslam olduğu çok kimsece kabul ediliyor. Çoğunluğun yanılması
mümkün müdür?
CEVAP
Yukarıdaki yanlış örneklerde olduğu gibi, çoğunluk örnek gösterilerek,
(Herkes böyle yapıyor, ben de yapsam ne çıkar?) demek caiz olmaz.
Sui misal emsal olmaz. Yani kötü şey, yanlış şey örnek gösterilemez.
Kötü şeyleri, yanlışları herkes yapsa bile, o şey kötü olmaktan, yanlış olmaktan
çıkmaz. İyilik, doğruluk, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu
yerde olmaz.
243
www.dinimizislam.com
Kur'an-ı kerimde birçok hususta çoğunluğun, insanların çoğu veya
onların çoğu ifadesi kullanılarak yanlış yolda olduğu bildiriliyor. Çoğunluğa
uymanın zararlarını bildiren âyet-i kerime meallerinden bazı örnekler:
1- İnsanların çoğuna uyan sapıtır. (Enam 116)
2- Allah'ın mucize yaratabileceğini çoğu bilmez. (Enam 37)
3- Rızkı Allah'ın verdiğini çoğu bilmez. (Sebe 36)
4- İnsanların çoğu kâfirdir. (Nahl 83)
5- Çoğu fâsıktır. (Maide 49, 81,Tevbe 8, Hadid 16, 27)
6- Çoğu müşriktir. (Rum 42)
7- Çoğu inanmaz, iman etmez. (Bekara 100, Hud 17, Rad 1)
8- Çoğu inkârcıdır. (İsra 89)
9- Çoğu gâfildir. (Yunus 92)
10- Çoğu şükretmez. (Bekara 243, Yunus 60, Yusuf 38)
11- Çoğu zanna uyar. (Yunus 36)
12- Çoğu nankördür. (Furkan 50)
13- Çoğu yalancıdır. (Şuara 223)
14- Çoğu Allah'a ortak koşar. (Yusuf 106)
15- Çoğu haktan hoşlanmaz. (Zuhruf 78)
16- Çoğu Kur'andan yüz çevirdi. (Fussilet 4)
17- Kâfirlerin çoğu akıl etmez, kafası çalışmaz. (Maide 103)
18- Ölüleri Allah'ın dirilteceğini çoğu bilmez. (Nahl 38)
19- Kıyametin geleceğine çoğu inanmaz. (Mümin 59)
20- Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu, çoğu bilmez. (Rum 30,
Yusuf 40)
21- Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmeyeceğini çoğu bilemez. (Araf
187)
Genelde kıymetli şeyler azdır. Birkaç örnek:
1- Verilen nimetlere şükretmek çok iyidir, fakat şükreden azdır. (Sebe 13,
Araf 10, Müminun 78, Secde 9, Mülk 23, Bekara 243, Yunus 60 Yusuf 38,
Mümin 61, Neml 73) [Şükür, İslamiyet'e uymak demektir. (Mektubat-ı
Rabbani)]
2- Hazret-i Nuh'a inanıp, gemisine binip kurtuluşa erenler çok azdı. (Hud
40)
3- İman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar
zarardadır. Zararda olmayan kimseler ise azdır. (Asr suresi, Sad 24)
4- Gayrimüslimlerden pek azının iman ettiği bildiriliyor. Bu azlar övülüyor.
(Bekara 88)
5- Musa aleyhisselamın kavmi, Allah için elbette savaşırız dedikleri halde,
savaş emri gelince çok azı savaşa iştirak etti. Bu azlar övülüyor. (Bekara 246)
6- Allahü teala, (Şunları emretseydik pek azı hariç hiç kimse emrimizi
dinlemezdi) buyurarak az olan övülmektedir. (Nisa 66)
244
www.dinimizislam.com
7- Ehl-i kitabdan çok azının iman edeceği bildiriliyor. Bu az övülüyor.
(Nisa 155)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İyilik çoktur; yapan azdır.) [Hatib]
(Susmak, hikmettir; susan azdır.) [Deylemi]
(Malını hayra harcayıp kurtulacak olan zenginler azdır.) [İbni Mace]
(Akıllı, kibrit-i ahmerden daha azdır.) [Hâkim] (Kibrit-i ahmer, altın gibi
az bulunan maddedir.)
(Helâl belli, haram bellidir. Bunların arasında şüpheli olanlar vardır
ki, insanların çoğu bunları bilmez.) [Buhari]
Hikmet ehli buyuruyor ki:
1- Halk, çok amelle meşgul olurken sen az da olsa iyi, güzel amelle
meşgul ol!
2- Halk, nafile ibadetlerle oyalanırken, sen farzları tam yapmaya çalış!
3- Herkes, dışını süslerken sen, içini, kalbini süsle!
4- Herkes, başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul
ol!
5- Herkes, dünyadaki faydasız şeyleri imar ederken, sen ahiretini imar et!
6- Herkes, insanlara yaranmaya çalışırken, sen Allah’ın rızasını
kazanmaya çalış!
7- Herkes, fanilerle dost olurken, sen baki olan Allah ile dost ol!
8- Herkes, bir şeye güvenirken, sen yalnız Allah’a güven!
9- Herkes, nefsini beğenirken sen kötülemeye çalış!
10- Herkes, mal toplarken, sen cömert ol!
Kötüler çok olsa da, onlara uymak doğru değildir. Dinimizin emrine uyan
kimse, iyiyi, güzeli, doğruyu bulmuş olur.
Salihlerle beraber olmak
Salihlerle beraber olan, onlardan hiçbir şey öğrenemese bile, yedi ikrama
kavuşur:
1- İlim talebesinin faziletine kavuşur.
2- Onlarla beraber iken günahtan uzak olur.
3- Evinden çıkışından itibaren rahmete girer.
4- Onlara inen rahmetten o da faydalanır.
5- Onları dinlerken, kendine sevap yazılır.
6- Melekler ondan memnun olup, dua eder.
7- Attığı her adım, günahına kefaret olur.
Allahü teâlâ da ona altı ikramda bulunur:
1- İlim ehliyle bulunmayı ona sevdirir.
2- Âlime uyanlar gibi sevaba kavuşur.
3- O salihlerden birinin şefaatine kavuşur.
245
www.dinimizislam.com
4- Günahkârların gittiği yerlerden soğur.
5- O da salihlerin yoluna girmiş olur.
6- Dinimizin emirlerine uymuş olur.
Bir kimse, Peygamber efendimize, (Kıyamet ne zaman kopacaktır?) diye
sordu. Ona cevaben, (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. O kimse, (Fazla
ibadetim yok. Fakat Allah ve Resulünü seviyorum) dedi. O kimseye, (Herkes
sevdiği ile beraber olacaktır. Sen de, ahirette sevdiğinle beraber
olacaksın) buyurdu. (Buhari)
Hikmet ehli buyuruyor ki:
1- Âlimlerle beraber olanın ilmi artar.
2- Salihlerle beraber olanın, ibadete rağbeti ve günahlardan kaçma
arzusu artar.
3- Fâsıklarla [açıktan günah işleyenlerle] düşüp kalkanın günah işleme
cüreti artar.
4- Zenginlerle düşüp kalkanın dünya sevgisi artar.
5- Fakirlerle beraber olanın şükrü artar. Bir kimse, bir âlimle dünyayı
dolaşsa, âlimden dinine ait bir mesele öğrense, birlikte yaptıkları seyahati boşa
gitmiş olmaz. Bir kimse de, âlimlerle, salihlerle beraber olsa, hiçbir şey istifade
edemese bile, onların yüzüne bakması, onun için büyük bir nimettir. Çünkü
salih Müslümanın yüzüne bakmak ibadettir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de,
yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.)
[Müslim]
Kötü arkadaş, bir tane olsa da çoktur. İyi arkadaş bin tane olsa da azdır.
İyilerle dost olmalı ve sayısını çoğaltmaya çalışmalıdır! Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Çok dostunuz olsun; çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları
arasında bulunan kuluna azap etmekten haya eder.) [Şir’a]
(Çok tanıdığınız olsun! Kıyamette hepsi de şefaat eder.) [Şir’a]
(Allahü teâlâ, rıza-i ilahi için bir din kardeşi edinenin Cennetteki
derecesini yükseltir.) [İ. Ebiddünya]
(Allah için ahiret kardeşliği yapan, ahirette öz kardeşinden daha
faydalı yardımları, o ahiret kardeşinden görür. Allahü teâlâ, ahiret
kardeşini çok seveni, o nispette çok sever.) [Ey oğul ilm.]
İyilerle arkadaşlık, dostluk böyle kıymetli iken, kötülerle arkadaşlık daha
kötüdür. İnsanın dünyasını da, ahiretini de yıkar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Şu halde kiminle arkadaşlık
ettiğinize dikkat edin!) [Hakim]
Akıllı, ilim sahibi, iyi ahlaklı, doğru sözlü, cömert ve günahlardan kaçan
kimselerle arkadaşlık etmelidir! Kur'an-ı kerimde, (Benim yolumda gidenlere
uy) buyuruluyor. (Lokman 15)
Allahü teâlâ Hazret-i Davud’a vahyetti ki:
246
www.dinimizislam.com
(Beni sevmeyenlerle arkadaşlık etme! Bunlar senin düşmanındır.
Kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırır.) [İ.Gazali]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ev almadan önce komşu, yola çıkmadan önce arkadaş edinin!
Yolculuktan önce de azık tedarikine çalışın!) [Taberani]
Ahiret yolcusunun azığı doğru iman ve arkadaşı da salih ise ne mutlu ona.
Seven sevdiği iledir
Sual: Mezhep imamlarımızın yani İmam-ı a’zam, İmam-ı Malik, İmam-ı
Şafii, İmam-ı Ahmed hazretlerinin yolunda olup, bu yoldan kıl ucu kadar
ayrılmayan Ehl-i sünnet âlimlerini seven ve onların yolunda giden muhakkak
kurtuluşa kavuşur mu?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi
olmaya özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitaplarını okumak,
Allahü teâlânın nimetlerinin en büyüklerindendir ve Onun ihsanlarının en
kıymetlilerindendir. Muhbiri sadık, yani hep doğru söyleyici olan Muhammed
aleyhisselam, (Elmerü mea men ehabbe) buyurdu. Yani, kişi, dünyada ve
ahirette sevdiği ile beraber olur. Bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar
ile beraber olur. Onların Allahü teâlâya manevi olan yakınlığında, onlar gibi
olur. Allahü teâlâ, bu yolun büyüklerine olan sevginizi arttırsın! Onlara bağlılık
arzusunu, ömrünüzün sermayesi yapsın! Bu büyükleri seven, onlarla beraber
olur. Onlarla beraber olan, şaki olmaktan [küfürden ve günah işlemekten]
korunmuş olur. (c.2, m.36, c.1, m.203)
Kimlerle bulunduğumuz önemli
Sual: İçinde bulunduğum grup doğru mu değil mi diye şüphe ediyorum.
Hangi gruba gitsem biz doğru yoldayız diyor. Ne tavsiye edersiniz?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu
doğru sanıp sevinmektedir.) [Müminun 53]
Peygamber efendimiz, ümmetinin 73 parçaya bölüneceğini, bunlardan
yalnız bir grubun Cennete gideceğini bildiriyor. Bu fırkanın vasfını da
sorduklarında, (Benim ve Eshabımın gittiği yol) diye buyuruyor. Ehl-i sünnet
âlimleri de, bu yolun Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildiriyorlar.
Bir kimse, kendi başına Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri okuyup da
doğru yolu bulamaz. İşin ehli olan âlimlere ihtiyaç vardır. 72 sahte altının içine
bir tane hakiki altın konsa, bunu sarraflardan başkası anlayamadığı gibi, 73
fırkadan hangisinin doğru olduğunu da ancak Ehl-i sünnet âlimleri anlar.
247
www.dinimizislam.com
Akıl ile doğruyu bulmaya çalışırsak bu çok güç, hatta imkansızdır. Her
fırkadaki insan, “Bu fırka doğru yolda” diyor. Bu işte selim olmayan akıl ölçü
olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Her fırkaya girenler de,
aklına göre bu fırkaları tercih etmiştir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka
meydana çıkar.
Piyasada birçok kitap, birçok grup var. Bunlar için bizim iyi veya kötü
dememizin bir kıymeti yok. Yani bir insan biz iyi deyince iyi olmaz, biz kötü
deyince kötü olmaz. Şahıs ismi kitap ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap
var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü imam-ı
Rabbani hazretleri veriyor:
(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her
sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia
eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır.
Doğru yoldan kayar, felakete gider. Âyet-i kerimede, (Kur’an-ı kerimde
bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete ulaştırır)
buyuruluyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara
uymayanlar yanlıştır.) [1/ 286]
Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına
uymasıdır.
Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi, sana
inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru
olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara
gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu
gösterir.
Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20]
Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten
çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış
yolda olabilirim diye düşünerek, Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin
rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Eğer grubu
doğru ise, duanın bir zararı olmaz. Grubu yanlış ise doğruya kavuşmuş,
kurtulmuş olur. Dua etmekten çekinmemeli, Ya Rabbi, doğru olan hangi
grup ise bize onu nasip eyle demelidir.
Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip
gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış
vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek
248
www.dinimizislam.com
için niyet edip Paris’e giden uçağa binen, niyeti halis olsa da Kâbe’ye
varamaz.
Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir. Doğru iman sahibi
olmaya çalışmalıdır. İtikadı düzeltmeden önce ibadet etmenin faydası olmaz.
Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. Doğru itikad 1 rakamı gibidir. İhlaslı
ibadetler sağına konan sıfır rakamı gibidir. Bir sıfır konunca 10, iki sıfır
konunca 100 olur. Sağına ne kadar 0 konursa değeri artar. 1 çekilirse hepsi 0
olur. İhlassız, yani riya ile yapılan ameller de, soldaki sıfır gibi yani 1 rakamının
soluna konan sıfır gibi değersizdir. İtikad doğru olunca ibadetleri arttırmak,
insanın gayretine, ihlasına, ilmine bağlıdır. İstediği kadar artırır. Ancak, doğru
itikadı, yani ehl-i sünnet itikadı yoksa ibadetlerinin hiç faydası olmaz, soldaki
sıfır gibi değersizdir.
Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz
haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek
gerekmez. Doğru itikadın Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğunu İslam âlimleri
ittifakla bildirmişlerdir.
Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir,
köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde kim ve
ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) [Buhari, Müslim]
Âlimim diyen şöhret esiri kimselerden uzak durmaya çalışmalıdır! Hadis-i
şerifte buyuruluyor ki:
(Gizli şehvetten sakının. Bu, âlimin, kendi etrafında toplanılmaktan
hoşlanmasıdır.) [Deylemi]
Bu hadis-i şerif, (Cami-us-sagir şerhi)nde şöyle açıklanmaktadır:
Gizli şehvet; nefsin bir şey için can atması, kendisinden
vazgeçemeyeceği, gözle görünen ve sevilen bir şeyi özlemesidir. Kimi âlim,
kendi etrafında toplanılmasını, meclisinde daima çok insan bulunmasını ister.
Bu düşünce, amelini iptal eder ve ihlasını giderir. Riyaya, ucba, kibre sebep
olur.
Bu hususta büyüklerden bazılarının sözleri şöyledir:
Bazı insanlar ilim sahibi olacaklar, ilimleri amellerine muhalif olacak, içleri,
dışlarına uymayacak, halka halka oturup birbirlerine karşı böbürlenecekler, o
zaman bir âlim, kendi arkadaşına, başkalarının yanına gittiği için kızacak ve
ondan ilgisini kesecektir. Onların amelleri Allahü teâlâ indinde makbul
olmayacaktır. (Hazret-i Ali)
Ahir zamanda bazı âlimler, kadınların kocalarını kıskandıkları gibi, ilmi
başkalarından kıskanır. Onlar, arkadaşının başkalarının yanına gittiğini veya
onlardan ilim öğrendiğini görünce kızar. (Hazret-i Kab-ul-ahbar)
Öğretmen, talebesinin herkesten alakasını kesip ona tâbi olmasını, her
işinde onunla beraber olmasını, dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman
249
www.dinimizislam.com
olmasını, onun ihtiyaçlarını yerine getirmede ona hizmetçi olmasını, her
sıkıntılı anda elinin altında olmasını ister. Kabahatini görünce de, ona kızar ve
ona düşmanlık yapar. Bu haliyle sevinen âlim hakir olmuştur. (İmam-ı Gazali)
Âlimin tek gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olmalı, makam ele geçirmek,
akranlarından üstün olmak, kendisine zıt olanları susturmak, kendisinden ilim
alanları çoğaltmak ve ilminin başkasının ilminden daha çok meşhur olmak gibi
düşüncelerden uzak olmalıdır. (İmam-ı Beyheki)
İslam âlimlerinin kitaplarını değiştiriyorlar
Sual: Bir İhya tercümesinde özetle deniyor ki:
(Tercüme ettiğimiz bu kitabın dört kusuru vardır:
1- Kitapta bin kadar zayıf ve uydurma hadis vardır.
2- Konuları tasavvufun ince ölçüleriyle işlemesi ve şimdiki zamanda
yaşanması oldukça zor olan bir kulluk şeklini öne sürmesidir. Bu kitabı okuyan
bir kimse, yaşadığı Müslümanlığın tam Müslümanlık olmadığı kanaatine varır
ve bu kitapta anlatılan Müslümanlığı yaşamasının da zaman ve şartlardan
dolayı mümkün olmadığını görerek karamsarlığa düşer ve böylece dinden
soğur.
3- Kitabın hacmi büyüktür. Okuyucu vakit bulup da bu kitabı okuyamaz.
4- Bin sene önce yazılmış herhangi bir kitap gibi bu kitabın da az veya
çok bir revizyona ihtiyacı vardır. Bu maksatla kitabın az bir miktarını çıkardık,
az miktarını değiştirdik, az bir miktarda da yeni bilgi ve yorumlar ekledik. Vasat
okuyuculara lazım olmayan ve hatta kafa karıştıran söz ve ibareleri atlamakta
bir beis görmedik. Biz, bu kitabı tercüme etmekteki kastımız, İmam-ı Gazali’nin
kendine mahsus görüşlerini tanıtmak değildir, İslam’ın genel prensiplerini
takdim etmektir.) Bu kitap uygun mudur?
CEVAP
Özetini verdiğiniz yazıya göre, merd-i kıpti gibi şecaat arz ediyorlar.
Açıkça İslam âlimlerinin kitaplarını değiştirdiklerini ifade edebiliyorlar. Dine
bundan daha büyük zarar olabilir mi? 19 cu Reşat halife, 19 rakamına
uymuyor diye Kur’andan âyetler çıkarmıştı, bunlar da kendi kafalarına
uymuyor diye İhya’daki hadisleri ve oradaki ictihadları çıkarıyorlar. Halbuki bu
ictihadları kitaptan çıkaran kimse, diyelim ki, Hüccet-ül İslam imam-ı Gazali
hazretleri kadar büyük müctehiddir. Ama ictihad ictihadla nakzedilmez, yani bir
müctehid öteki müctehidin ictihadına yanlış diyemez.
Bin sene önceki kitaplar revizyona uğramalıdır deniyor. Yani bin sene
önce yaşayan imam-ı a’zam, imam-ı Şafii, imam-ı Malik, imam-ı Ahmed,
imam-ı Sevri, imam-ı Hasan Basri, imam-ı Cafer Sadık ve benzeri büyük
zatların eserlerini revizyona uğratmaya çalışalım diyor. Biri çıkıp da, “İslam
âlimlerinden ne istiyorsun, madem İhya’yı beğenmiyorsun, ne yazacaksan otur
kendin yaz, ne diye İhya’yı tercümeye kalkıyorsun” demiyor. Üstelik
250
www.dinimizislam.com
pervasızca, (Biz imam-ı Gazalinin görüşlerini değil, İslam’ın genel prensiplerini
tanıtmak istiyoruz) diyor. Madem öyle, niye kendi kitap yazmıyor da, o büyük
zatın ismine, gölgesine sığınarak, zehirini kusuyor? İslam âlimleri, imam-ı
Gazali hazretlerini hep övmüşlerdir:
Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Gazali’nin eserlerinde kusur bulan, ya hasetçi veya zındıktır. (Eli’lam bi-kavâti’il-islam)
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Gazali, hüccet-ül-İslâm ve zamanındaki âlimlerin en üstünü idi.
Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili, fâsıkların en kötüsüdür.
(El-Ukud-üd-dürriyye)
Kâtip Çelebi diyor ki:
Bütün din kitapları yok olsa, İmam-ı Gazali’nin kitapları, bu boşluğu
doldurabilir, hatta onun İhyâ kitabı bile kâfi gelir. (Keşf-üz-zünun)
Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyor ki:
İhyâ kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek
yapraklarını çevirirse, Müslüman olmakla şereflenir. Derin bir âlimin kitabında
mevdu hadis var demek, dinde derin bir uçurum açmaktır. Böyle sözleri
söyleyenin dili, tutuşsa yeridir. Büyük âlim, mevdu hadisleri bilemeyecek kadar
cahil mi idi? Yoksa, hadis uyduranlar için, Resulullahın bildirdiği ağır cezalara
aldırış etmeyecek kadar Allah korkusu yok mu idi?
Salih âlimlerin önemi
Sual: Dini sualleri çeşitli yerlere soruyor çeşitli cevaplar alıyoruz.
Hangisinin doğru olduğuna da karar veremiyoruz. Çünkü hepsi de kendisine
göre deliller gösteriyor. Bize bir ölçü verebilir misiniz?
CEVAP
Muteber fıkıh kitaplarından nakleden, mezhebe inanan salih kimselere
sormak gerekir. Bunu tespit etmekte de güçlük çekilirse, âlimlerin bildirdiği
duayı okumalıdır. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve
Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek
istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye
dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir.
Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip
gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış
vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek
için niyet edip Paris’e giden uçağa binen, niyeti halis olsa da Kâbe’ye
varamaz.
251
www.dinimizislam.com
Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz
haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek
gerekmez. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır.
Kıtmir, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde
kim olduğumuz ve ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir. Bir
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) [Buhari]
SALİH ÂLİMLERE SOR
Sakın aklına uyma,
Salih âlimlere sor.
Sapık yollara kayma,
Salih âlimlere sor.
Buyruldu: (Men amile
bi re'yihi nedime)
Görüşüm doğru deme,
Salih âlimlere sor.
Sorarsan kurtulursun,
Gerçek yolu bulursun,
Elbet mutlu olursun,
Salih âlimlere sor.
Bilenleri görme hor,
Kur'anda şöyle diyor:
(Bilmezsen âlime sor)
Salih âlimlere sor.
Akıllı hakka koşar,
Sorup dağları aşar,
Sormayan elbet şaşar,
Salih âlimlere sor.
Sormak büyük nimettir,
Zahmetsiz ganimettir,
İlim safi hikmettir,
Salih âlimlere sor.
Öğren nefsin fendini,
Bir şey sanma kendini,
Dinimiz nakil dini,
Salih âlimlere sor.
Sorulacak yeri seç,
Sapıkları hemen geç,
Derdine bulur ilaç,
Salih âlimlere sor.
Salihler yoksa eğer,
252
www.dinimizislam.com
Kitaplara ver değer,
Allah, salihi sever,
Salih âlimlere sor.
Salih, Ehl-i sünnettir,
Bid’atlere bir settir,
Müslümana nimettir,
Salih âlimlere sor.
Bozuk kitaplar
Sual: Siyaset bilimiyle ilgili bir ders kitabının, dinle ilgili bölümleri,
İslamiyet aleyhine yazılmıştır. Mesela, Peygamber efendimizin faiz verdiğini,
tasvip eder mahiyette Kaddafi’nin Yeşil kitabında sünnetin hukuk kaynağı
olarak yetmeyeceğini savunduğunu, Osmanlı’nın Türkçe Kur’an mealini günah
sayıp yasakladığını, hâlbuki İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin Kur’anın her dile
yapılan çevirisini de Kur’an saydığını yazıyor. Bunlar doğru olabilir mi?
CEVAP
Piyasada din aleyhine çok kitap yazılmaktadır. Hepsine cevap vermek
için, bir kitap yazmak gerekir. Biz doğruları anlatırız, buna uymayanların yanlış
olduğu anlaşılır. Yine de, kısaca cevap verelim.
Faizin haram olduğu Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça
bildirilmiştir. Peygamber efendimizin faiz verdiğini söylemesi yani iftira etmesi,
en az iki anlam taşır:
1- Peygamber efendimiz için, (Kendisine inen Kur’an-ı kerime inanmıyor,
inansaydı, faizi haram eden Kur’anın emrine uyardı) denmek isteniyor.
2- (Faizi yasaklayan kendi sözlerine [hadislerine] de itibar etmiyor, itibar
etseydi faiz vermezdi) denmek isteniyor.
Bunlar, İslamiyet’e inanmamaktan ve ekonomide faizin vazgeçilmez bir
unsur olduğunu kabul etmekten kaynaklanmaktadır.
Kaddafi’nin sözünü delil gibi göstermesinin, yani sünnetin delil olarak
yetmeyeceğini söylemesinin ne önemi olur ki? Dindeki dört delil asırlardan beri
gelmektedir.
Türkçe Kur’an tabiri de çok yanlıştır. Kur’an-ı kerimin çevirisine ve
tefsirine Kur’an denmez; çevirisi denir, meali denir. İmam-ı a’zam hazretleri,
çeviriye, meale Kur’an demedi. İbni Hacer-i Mekki hazretleri, (Kur’an-ı kerim
tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır) buyuruyor. (Fetava-i
fıkhiyye s. 37)
Osmanlı’nın yaptığı gayet normaldir. Kur’an mealinden din öğrenilmez.
Namazın nasıl kılınacağını bile Kur’an-ı kerimden öğrenemeyiz. Kur’an-ı
kerim, dinin anayasası hükmündedir. Milyonlarca hadis-i şeriflerle açıklaması
yapılmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu
açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulmaz.
253
www.dinimizislam.com
Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve
mahkeme ictihadları ile ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf Anayasa ile
ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep
Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf Anayasa ile
memleket idare edilmez, Kur’an tercümesinden de din öğrenilmez.
Mezhepsizleri tanımak için
Mezhepsizlerin fikirlerinden bazıları
Sual: … isimli yazarın sapık görüşlerini bildirirseniz, o kimseye inananlara
gösterip sapık yoldan çevirmek istiyorum. Ne gibi sapık yönleri vardır?
CEVAP
Bir sapığın sapıklıkları normal görülüyor ki, peşinden giden insanlar
oluyor; fakat o görüşlerin sapıklık olduğunu bilmiyorlar. Onun için, (Bu adamın
şu görüşleri yanlıştır, sapıklıktır) demek yerine, ona Ehl-i sünneti anlatan
kitaplar vermeli. Kitapları okuyup doğruyu öğrenirse, o kişilerin yanlışlıkları
kolayca görür. Önce ona, dini doğru olarak öğretmek gerekir. İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır; çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uymayan her görüş, yanlıştır. Her sapık, kendi görüşünün
Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu ve sapıklığının doğru olduğunu
sanır. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu
da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] (1/ 286)
Ehl-i sünnet itikadı ve diğer doğru bilgiler bilinirse, bunun zıddını
savunanların sapık oldukları anlaşılır. Piyasadaki sapıkların Ehl-i sünnete
aykırı görüşlerinden bazıları şunlardır:
1- Amentü’deki altı esastan birini inkâr etmek, mesela hayır Allah’tan, şer
şeytandandır demek veya kaderi inkâr etmek,
2- Amel, imandan cüzdür demek, [Mesela namaz kılmayana kâfir demek.]
3- İman artıp eksilir demek, [Parlaklığı, kuvveti artıp eksilir demeli.]
4- Kur’an-ı kerime mahlûk demek,
5- Allah Arş’ta demek. İstiva kelimesine yanlış mana verip Allah Arş’a
oturdu demek,
6- Kabir sualine, kabir azabına, şefaate, sırata, hesaba veya mizana
inanmamak,
7- Allah gaybı, enbiya veya evliyasına bildirmez demek,
8- Evliyanın kerametini inkâr etmek,
9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek,
254
www.dinimizislam.com
10- İki kayınpederi [Hazret-i Ebu Bekir’le, hazret-i Ömer’i] diğer
sahabelerden üstün bilmemek. İki damadı [Hazret-i Osman’la hazret-i Ali’yi]
sevmemek,
11- Miracın, ruh ve bedenle birlikte olduğunu inkâr etmek.
12- Peygamberlerin günah işlediğini söylemek.
13- Bugün için, dört hak mezhepten birinde olmamak. (Bütün mezhepleri
tahkik ederim, doğru olanı alırım) veya (Mezhebe girmeyi caiz görürüm)
demek, yani mezhepsizliği de caiz görmek. Dört hak mezhep tabirini
kullanmamak.
14- Dindeki dört delili kabul etmeyip, (Yalnız Kur’an, yalnız Kitap ve
sünnet) demek.
15- Resulullah’tan sonra, nebi gelmez; ama resul gelir demek.
16- Öldürülenin, intihar edenin eceliyle öldüğünü inkâr etmek.
17- Peygamberin üstünlüğü, çalışmakla elde edilmiştir demek.
18- Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın
gökten ineceğine ve diğer kıyamet alametlerinden birine bile inanmamak.
19- Ahirette de Allahü teâlâ görülmez demek.
20- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir
demek.
21- (Günahkâr müminler Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç
çıkmaz) demek.
22- Mest üzerine meshi caiz görmemek.
23- Sultana [devlete] isyanı caiz görmek.
Sapıkların dine aykırı diğer görüşleri:
1- Yahudiler de, Hıristiyanlar da cennete girecek demek.
2- La ilahe illallah diyen cennete girer, Muhammedün resulullah demeye
gerek yok demek.
3- (Deccal bir akımdır, İsa ve Mehdi de manevi şahıs yani ruh olarak
gelecek) demek.
4- Hazret-i İsa, gelince hakiki Hıristiyanlığı yayacak demek.
5- Hazret-i Mehdi’nin vasıfları uymadığı halde, birilerine Mehdi demek.
6- İbni Teymiyye’yi, mason Abduh’u, diğer mezhepsizleri ve bid'at ehlini
savunmak.
7- Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip onların hürmetine dua etmek,
onlardan yardım istemek caiz değildir demek.
8- Tesadüf kelimesini kullanmak caiz değildir demek.
9- Vehhabi olsun, Mutezile olsun, yani bid’at ehli de olsa, herkesi severim
demek.
10- Ruh ölür, ruhlar ve ölüler işitmez demek. Telkini, devir ve iskatı inkâr
etmek.
11- Naylon çoraba meshi caiz görmek.
12- İslam halifelerini, Osmanlı sultanlarını kötülemek.
255
www.dinimizislam.com
13- Ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmak gerekir demek
14- Kaza namazı kılmak gerekmez demek.
15- İhtiyaç veya zaruret halinde dört hak mezhepten birini taklit etmeyi
kabul etmemek veya her mezhepten kolay gelen hükümle amel etmek.
16- Mezhebe bağlanmak için, mezhep taassubu tabirini kullanmak, ictihad
kapısı açıktır demek.
17- Zuhr-i âhir diye bir namaz yoktur demek
18 - Organ nakline haram demek.
19- İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı gibi tabirler
kullanmak.
20- İslâm âlimlerini kötülemek maksadıyla, kitaplarında uydurma hadis
olduğunu söylemek.
21- Ahmet Kadiyani; Behaullah, Beykiyef, C. Efgani, Ebul ala Mevdudi,
Hasan el Benna, Hasan Sabbah, İbni Hazm, İbni Kayyimi Cezviyye, İbni Rüşd,
İbni Sebe, İbni Teymiye, İzmirli İsmail Hakkı, M. Şevkani, M. Abduh, M. bin
Abdülvehhab Necdi, Makdisi, M. Hamidullah, M. Ebu Zehra, M. İkbal, M.
Sıddık Hasan Han, N. Elbani, Reşat Halife, Reşit Rıza, S. Kutup, Seyyid
Sabık, Şeyh Bedrettin, Yusuf Kandehlevi, Yusuf Kardavi, Zuhayli gibi yazarları
kaynak göstermek.
(Yukarıdaki bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin,
Mektubat-ı Rabbani, S. Ebediyye, F. Fevaid’den alınmıştır.)
Dinimizi yıkma planları
Sual: Dinimizi yıkmak isteyenlerin uyguladıkları belli başlı planları
nelerdir?
CEVAP
Planları çoktur. Fakat özellikle şu yollarla saldırıyorlar:
Âlimlere olan itimadı yıkmak, Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz
yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak, halifeleri gözden düşürmek,
kapalı ictihad kapısını kırarak açmak, Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmak,
meal okumayı teşvik.
Şimdi bunları teker teker cevaplandıralım:
1- Âlimlere olan itimadı yıkmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ
buyuruyor ki:
(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]
Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]
(Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar]
256
www.dinimizislam.com
2- Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason
Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere
saldırıyorlar. Halbuki mezhepler kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey,
ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı
ictihadları, mezheplere ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki)
3- Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Maksatları onların
rivayet ettiği hadis-i şeriflere ve onların topladığı Kur'an-ı kerime gölge
düşürmektir. Halbuki Allahü teâlâ hepsinden razı olduğunu, hepsinin Cennetlik
olduğunu bildiriyor. (Tevbe 100, Hadid 10)
Rafizi meşrepli kimseler de, “Müslüman müslümanla savaşmaz” diyerek
Hazret-i Ali ile savaşan eshab-ı kirama kâfir diyerek hakaret ediyorlar. Halbuki
iki müslüman ordunun savaşabileceği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da
kâfir denmez. Çünkü, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa
aralarını düzeltiniz) buyurulmuştur. (Hücurat 9)
4- Asırlardır gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların hilafetinin
sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığı, dolayısıyla
bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymak istiyorlar. [Âlimlere
itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz.]
5- Geri kalışımızı yeni ictihadlar yapılmayışına bağlamaya çalışıyorlar.
Kur'an-ı kerimin yanlış şekilde tevil ve tefsirleri yapılarak yeni görüşler
çıkarmak suretiyle dini bozmaya çalışıyorlar.
6- Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Halbuki hiçbir hadis
kitabında ve hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis yoktur. İslam
Âlimleri din düşmanları tarafından, din kitaplarına sokmaya çalıştıkları sözleri
kitaplarına almamışlardır. Bazı cahil okuyucular, bir hadisi Kur’ana göre ölç
ona göre yaz diyorlar. Sanki imam-ı Buhari ve diğer hadis âlimleri bir hadisi
kitaplarına alırken Kur’ana uyup uymadığını anlamamışlar da biz mi
anlayacağız?
7- Herkesin meal okumasını teşvik ediyorlar. Böylece her anlayışa göre
farklı görüşler meydana çıkmasına, yani dinde anarşi çıkarmaya çalışıyorlar.
Mesela Kur’anı yanlış tevil ederek, namaz üç vakittir, tesettür farz değildir,
tavuktan, balıktan kurban olur diyorlar. Allahü teâlâ, Peygamber efendimize
Kur’anı açıklamasını emretmiştir. (Nahl 44)
Peygamber efendimiz de, Kur'an-ı kerimi açıklamıştır. Onun için Kur’anı
yorumlamak için Resulullahın açıklamasına bakmak şarttır. Onun
açıklamasından farklı yorumlar getirmek dinde reform olur. Hatta Peygamber
efendimizin hadis-i şeriflerini de âlimler açıklamış, bize onlara uymaktan başka
şey bırakmamışlardır.
Din düşmanlarının bu oyunlara bilmeden alet olmak gaflet, bilerek alet
olmak hainliktir.
Anarşi çıkarmak istiyor
Mezhepsiz bir yazar diyor ki:
257
www.dinimizislam.com
1- İslamiyet, hilafetin saltanata çevrilmesi ve ictihad kapısının kapatılması
ile yıkılmıştır. Ateş oduna düşman olduğu gibi, sultanlar (padişahlar) da
ictihada düşmandır. Dört halifeden sonra, hilafet sultanlığa (padişahlığa)
çevrildi. Hilafet ancak Ömer’in yaptığı gibi şura ile seçilir. Başka türlü
seçilenlerin hilafeti sahih değildir.
CEVAP
Mezhepsizler tarafından da kitapları muteber kabul edilen Şah Veliyullah-ı
Dehlevi hazretleri, İzalet-ül-hafa kitabında buyuruyor ki:
("Halife dört şekilde seçilir:
Birincisi, âlimlerden, hakimlerden, kumandanlardan ve diğer söz
sahiplerinden, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesi ile olur.
İkincisi, halifenin, birini seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in
seçilmesi böyle oldu.
Üçüncüsü, halifenin vasiyet ettiği bir kaç kişi arasında birini seçmektir.
Dördüncüsü, birinin güç kullanarak, hilafetli zor ile elde etmesidir. Böyle
güç kullanarak hilafeti ele geçiren zat, ya hilafete ehildir veya değildir. Ehil ise,
mesele yoktur. Hilafet şartlarına malik değilse, böyle olan halifenin İslamiyet’e
uygun olan emirleri kabul edilir. Bunun emri ile cihada gidilir.
Abdülmelikin hilafeti böyle idi.") [Böyle halifelere de beyat edilince meşru
olacakları, İbni Abidin’de ve Hadika’da da bildirilmektedir.]
Osmanlı halifelerinin seçilme şekilleri, Hazret-i Ömer’in seçilişine
benzemektedir. Halife, kendisinden sonra gelecek olanı vasiyet ediyor. Halife
dilerse, kardeşini veya oğlunu tavsiye edebilir. Nitekim Hazret-i Ömer’e (Yerine
halife olarak oğlunu tayin et!) dediklerinde onlara, (Hilafet zor bir iştir. Bir
aileden bir kurban kâfidir) buyurarak oğlunu halife olarak vasiyet etmedi.
Etseydi elbette caiz olurdu.
İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden
kapanmıştır. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur.
Binlerce insan kendisinin ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor.
Madem ictihad yapılmadığından geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde
niçin ilerlemiyoruz?
2- Sultanlara ses çıkarmayan âlimler, birer saray mollasıdır. Resmi vazife
alan Osmanlı şeyhülislamları da birer saray ulemasıdır.
Müslümanlıkta bütün başlar Allah’a bağlıdır. Sultanlık sisteminde ise, baş
başa, baş padişaha bağlıdır. Bu bakımdan Müslümanlığı yıkan emirlik [amirlik]
sistemidir. Emirin her emrine itaat eden, kula kul olmuş demektir.
CEVAP
Mezhepsiz yazar, amire, idareciye gösterilmesi gereken itaati kırmak,
disiplini bozmak ve anarşi çıkarmak istiyor. Halbuki dinimiz emire [amire,
idareciye] itaati emretmektedir.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
258
www.dinimizislam.com
(Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan
emirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Siyah başlı habeşli bir köle de olsa emirinize itaat edin!) [Buhari]
(Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir
karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliye ölümü ile [yani imansız]
ölmüş olur.) [Buhari]
Peygamber efendimiz, dine riayet etmeyen, şeytan gibi emirlerin geleceği
zamanlar olacağını bildirince, Eshab-ı kiramdan Hazret-i Huzeyfe, (Ya
Resulallah o zamana yetiştirsem ne yapayım?) diye sordu. Resulullah
buyurdu ki: (Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü dinle ve ona itaat
et!) [Buhari]
Hadika’da ve Redd-ül-muhtar’da (Emire isyan etmek fitnedir. Zalim olan
emire de itaat vaciptir. Berika’da ise, (Emirin dine uymayan emirlerine fitneye
sebep olmamak için karşı gelmemelidir!) deniyor. Yine bu kitaplardaki hadis-i
şerifte, (Fitne çıkarana Allah lanet etsin) buyuruluyor.
Dinimiz böyle emrederken, yazar, halifeye isyan etmedikleri için âlimlere
"Saray uleması" diye saldırıyor. (İmam-ı a'zam halifenin zulümlerine isyan
ettiği için şehid edildi) diyerek hadiseyi çarpıtıyor. Herkesin bildiği gibi hadise
şöyle:
İmam-ı a'zam hazretlerine kadılık teklif edilir. (Ben kadılık yapamam)
buyurur. (Yalan söylüyorsun) derler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı
olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurur. Çok takva ehli
olup, dünya makamına kıymet vermediği için kabul etmez.
3- Sultanlık sisteminde, insan, Allah’ın değil, padişahın kuludur. Onun için
padişah, halka "Kullarım" derdi. Sultanlığa karşı çıkanlar, soylu mücadele
verenlerdir. İmam-ı a'zam, vazife almadığı için gerçek âlim olduğunu ispat
etmiş, halifenin zulümlerine isyan ettiği için de şehid edilmiştir.)
CEVAP
Bazı kelimeler birkaç manaya gelir. Cümledeki yerlerine göre manaları
değişir. Mesela Mevla kelimesi, yedi manaya gelir. Daha çok ilah, efendi, köle
manasında kullanılır. (Mevlanın rahmeti bol) cümlesindeki mevla, ilah
manasındadır. (Mevlana Celaleddin)deki mevla da efendi demektir. Şimdi biri
çıkıp da (Sen Celaleddine ilah dedin) diyebilir mi?
Bunun gibi kul kelimesi de mahlûk, insan, köle, bende, emir altında
bulunan, tabi, mensub gibi manalara gelir. Şimdi birisi nezaket olsun diye
(Bendeniz) dese, bende ise kul, köle demek olduğu için, (Sen karşındakine
bendeniz demekle onu ilah yaptın) demek caiz olur mu? Padişahlar,
tebasından sadık yardımcılarına "Kulum" derdi. Burada kul, "Sağ kolum”
demektir. Sultana ait seçkin askerlere (Kapı kulu) denirdi.
4- Dört halifeden sonra, başa gelenler, ibadetleri değiştirmiş, dini
kendilerine uydurmuşlardır. Bugünkü din, Allah’ın gönderdiği dinden çok
259
www.dinimizislam.com
farklıdır. Bu fark Allah’ı bile hayrette bırakıyor. Dört halife zamanında
Beytülmalın adı halkın malı idi. Dört halifeden sonra, Beytülmal yani devletin
malı denmiş ve başa geçenler, kendileri istedikleri gibi kullanmışlardır.
CEVAP
Halifeleri, dini değiştirmekle suçlamak da diğerleri gibi alçakça bir iftiradır.
İnsan bilmediği bir şey ile karşılaşınca hayret eder. Fakat Allahü teâlânın
bilmediği şey olur mu? Allah hayret eder mi? İkincisi de, -haşâ- Allah’ın hayret
ettiğini bu yazar nereden biliyor?
Dinimiz, Beyt-ül-malın gelirlerini ve nerelere sarf edileceğini, bunda
kimlerin yetkili olduğunu bildirmiştir. Yazar, halifeleri, halkın malını yemekle
suçlamaktadır. Müfteri yazar diyor ki:
5- Eshaba dokunulmaz gözü ile bakanlar, sultanlık sisteminin uşaklarıdır.
Mısırlı, Suriyeli, Pakistanlı bazı soylu âlimler, Eshabın hatalarını söyleyince
sultan uşaklarının hücumlarına uğramışlardır. Biz eshaba kin beslemiyoruz.
Çünkü (Önce iman eden kardeşlerinize [eshaba] kin beslemeyin!) âyeti
eshaba kin beslemeyi yasaklıyor, fakat onların yaptığı cinayetleri açıklamayı
yasaklamıyor. O altın nesle kin beslenir mi hiç? Kin beslemeden onların
zulümlerini açıklamak ilmi bir vazifedir.
CEVAP
Diyelim ki, Mısırlı yazarın biri, Cennetle müjdelenen, kendisine hesap bile
sorulmayacak olan Hazret-i Osman’a dil uzatsa, "Beyt-ül-malın paralarını
çarçur edip yedi, akrabalarına yedirdi" dese, biz de, "Bu mısırlı yazar, Eshab-ı
kiramdan birine dil uzatıyor" desek, bu müfteri yazarlar, hemen "Mısırlı soylu
âlimler saldırıya uğramıştır" diye yaygara koparırlar. Vicdansızlar, "Hazret-i
Osman’a hiç dil uzatılır mı?" demezler. Eshab-ı kirama saldıran adi kimselere,
soylu veya âlim denir mi hiç?
Eshab-ı kiramın dokunulmazlığı var mıdır, yok mudur? Onların hataları
olsa bile söylemek caiz midir, değil midir? Allahü teâlâ ve Resulü bu hususta
ne buyuruyor?
Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın tamamından razı olduğunu bildiriyor. (Maide
119, Tevbe 100, Mücadele 22, Beyyine 8, Feth 118)
Allahü teâlânın bütün sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Eshab-ı kiramdan razı
olması da sonsuzdur. Onun için, Eshab-ı kiramdan hiçbiri, sonradan sapıtıp
kâfir olmamıştır. İstisnasız hepsinin Cennetlik olduğunu da Kur'an-ı kerim
haber veriyor. (Hadid 10)
Allahü teâlânın hepsinden razı olduğu ve hepsini Cennete koyacağı
müstesna insanların, olsa bile, hatalarını söylemek, gıybet etmek caiz midir?
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eshabım anılınca, dilinizi tutun!) [Taberani]
(Eshabımın kusurlarını anlatmayın!) [Deylemi]
(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın!) [Buhari]
260
www.dinimizislam.com
Yalnız Eshab-ı kiramı değil, ölmüş bir müslüman bile kötülenmez. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Kötülüklerini söyleyerek ölülerinizi üzmeyiniz!)
[Tirmizi]
Eshab-ı kiram, bizim ölülerimiz değil midir? İngilizlerin ölüsü olmadığı için
onlar Eshab-ı kiramı kötüler. Fakat onlara alet olan müfterilere ne demelidir?
Eshab-ı kiram arasında kelleler uçurularak fitne çıkarıldı. Bunlardan da mı
söz etmeyeceğiz? Peygamber efendimiz bu hususta buyuruyor ki:
(Eshabım arasında fitneler çıkacaktır. Allahü teâlâ, o fitnelere karışan
Eshabımı, benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir.
Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak
Cehenneme girecektir.) [Müslim]
Yukarıda bildirilen âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, Eshab-ı kiramı üzecek
hiçbir söz söylemenin caiz olmadığını bildiriyor. Onun için Peygamber
efendimiz buyuruyor ki:
(Eshabıma dil uzatan hariç, kıyamet günü herkesin kurtulma ümidi
vardır.) [Hakim]
(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti, Eshabıma dil
uzatanların üzerine olsun! Onların ne farz ne de nafile ibadetleri kabul
olmaz.) [Ebu Nuaym]
Yabancıların ibadetlerinin kabul edilip edilmeme endişesi yoktur. Fakat
nasıl olur da müslümanım diyen bir kimse, Eshab-ı kiram hakkında kötü
konuşabilir? Bunlar İngiliz casusu, bir hain değilseler, çok zavallı gafillerdir.
[İngilizlerin oyununa gelmemek ve İngilizlerin Müslümanlığı yıkmak için neler
yaptıklarını, bu işlerde kimleri kullandıklarını öğrenmek için İngiliz Casusunun
İtirafları isimli kitabı okumak gerekir. www.hakikatkitabevi.com adresinden
temin edebilir veya okuyabilirsiniz. Ayrıca, Vehhabilik ile Eshab-ı kiramın
fazileti ve ibni Sebeciler maddelerine bakınız.]
İngilizlerin İslam düşmanlığı
İslam düşmanları, tâ ilk asırdan beri, İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlar.
Şimdi de, çeşitli adlarla, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri
bildirilmiş olan itikadı bozuk kimseler de müslümanları doğru yoldan ayırmak
için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak,
Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar.
Bu saldırıların öncülüğünü İngilizler yaptı. Bütün kaynaklarını, hazinelerini,
silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu işte
kullandı. Böylece, dünyanın en büyük iki İslam devleti olan Hindistan'daki
Gürganiyye ve üç kıt'a üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletlerini
yıktı. Her yerde İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgilerini birçok
yerlerden sildi, süpürdü.
İkinci Cihan Harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların
kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. İngiliz Başbakanı James Balfour,
1917'de, müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin'de Yahudi devletinin
261
www.dinimizislam.com
kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını kurdu. İngiliz hükümeti, bu işi
senelerce destekleyip, 1947'de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine
İngiliz hükümeti, 1932'de, Arabistan Yarımadası'nı Osmanlılardan alıp,
Süudlara teslim ederek, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu.
1944'de Japonya'da vefat eden Abdürreşid İbrahim efendi, 1910'da
İstanbul'da basılan Âlem-i İslam kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin İslam
düşmanlığı) yazısında diyor ki:
(Hilafet-i İslamiyyenin bir an evvel kaldırılması, İngilizlerin birinci
düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada Türklere yardım
etmeleri, hilafeti yıkmak için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya
koymaktadır. Her zaman Türklerin başına gelen felaketlerde İngiliz parmağı
vardır. İngiliz siyasetinin temeli, İslamiyet’i yok etmektir. Bu siyasetin sebebi,
İslamiyet’ten korkup müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları
kullanırlar. Bunları İslam âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözün özü,
İslamiyet’in en büyük düşmanı İngilizlerdir.)
İngilizler, yüzyıllardır İslam memleketlerini kana boyamakla kalmamış,
İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason
yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz
olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları
maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat
Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta
kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler
de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır.
Bu mason din adamlarının yazdıkları yüzlerce yıkıcı, bozucu din kitapları
arasında Mısırlı Reşid Rıza'nın (Muhaverat) kitabı, tercüme edilip dağıtılarak
müslümanların dinlerini ve imanlarını bozmaya çalışmaktadırlar. Ehli sünnet
âlimlerinin kitaplarını okumamış, anlayamamış birkaç genç din adamının da bu
akıntıya kapılarak felakete sürüklendikleri ve başkalarının da felaketlerine
sebep oldukları görülmektedir. (Faideli Bilgiler)
Mezhepsiz kime denir
Sual: Din kitabı yazarak dine hizmet etmiş şahıslara, belli bir mezhebe
bağlanmadı diye mezhepsiz diye hakaret ve iftira etmek doğru mu?
CEVAP
(Mezhepsiz) tabiri dini bir tabirdir. Hakaretle falan alakası yoktur. Dini
olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, parası olmayana parasız, mezhebi
olmayana da mezhepsiz denir. Bunun kadar tâbii [doğal] başka şey ne olabilir
ki? Mesela Efgani, Abduh ve Kardavi bizim mezhebimiz yok diyorlar. Onlara,
kendi söylediklerini söylemek yani mezhepsiz demek yalan ve iftira olmaz.
Gerçeği açıkça söylemek olur.
262
www.dinimizislam.com
Mezhepsizce kitap yazmak da dine hizmet olmaz, dini değiştirmek olur.
Dört mezhebin hükümlerini bildiren bir kitap yazmak çok iyi olur. Mesela
Mizan-ül-kübra, Mezahib-i erbea uygun kitaplardır. Ama her mezhebin
ictihadını yazıp doğrusu budur demek yanlıştır.
Sual: Mezhepsiz bir kimse, kendi anlayışına göre bir o mezhepten bir bu
mezhepten alarak ibadet etse, Ehli sünnet itikadına aykırı hiçbir itikadı da
olmasa, bu kimseye ehli sünnet denmez mi?
CEVAP
Bugün için dört hak mezhepten birisine uymayan kimse Ehl-i sünnet
olamaz. Ehl-i sünnet olabilmek için dört hak mezhepten birisine de uyması
gerekir. Uymazsa mezhepsiz olur. Mezhepsiz olan da Ehl-i sünnet olamaz.
Önce temel bilgi gerekir
Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış görüşlerinin
neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir arkadaşımız var. İbni
Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u,
Kardavi’yi veya daha başkalarını soruyorlar.
Bunların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için verilecek
cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok. Cevap olarak onlar
mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için, vehhabilerden duyduklarını
tekrarlayıp, “Âlimin mezhebi mi olur, Eshabın mezhebi mi vardı” diyeceklerdir.
Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine onların etkisiyle, papağan gibi
ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete inanmak şirk” diyeceklerdir. O sapıklar,
“Allah’a inanan herkes, Cennete gidecektir” diyorlar, Hıristiyan ve Yahudileri
de Cennete sokuyorlar desek, doğrusu da öyle değil mi diyeceklerdir. Bunun
gibi yüzlerce şey söylense verecekleri cevaplar aynıdır. Çünkü din düşmanları
onları papağan haline getirmiştir. Bu acı durumlardan kurtulmak için önce
temel din bilgilerini bilmek gerekir.
İman nedir? Hak din hangisi? Mezhep ve mezhepsizlik nedir? Mucize ve
keramet nedir? Bunları doğru olarak bilenin Ehl-i sünnet olduğu anlaşılır.
Bunları bilene, sapıkların sapıklığını anlatmak kolaydır. (İbni Teymiye,
Cehennemin ebedi olduğunu inkâr eden bir mezhepsiz) dersek kolayca anlar.
Muhatabımız Ehl-i sünnet değilse böyle söylememizin hiçbir kıymeti kalmaz.
Bir örnek verelim. Mesela imanı anlatalım:
Amentü’deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Yani bu
altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Bunun için inanmak değil, doğru
inanmak önemlidir. Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru
imana bağlıdır. Elimizde sağlam ölçü vardır. Ehl-i sünnete göre iman,
Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe
[Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan
263
www.dinimizislam.com
olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka
ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet
etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Ancak böyle inananlar Ehl-i sünnettir.
Amentü’deki bu altı esasa inanan kimse, bilir ki, Yahudiler de Hıristiyanlar
da, her peygambere ve her semavi kitaba inanmazlar, mesela Muhammed
aleyhisselamı Peygamber ve Kur’an-ı kerimi semavi kitap kabul etmezler. Peki
bunlara iman sahibi demek mümkün mü? Elimizdeki sağlam ölçüye
uymamaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor.
Yahudilik ve Hıristiyanlık hak din denmiyor, aksine, (Onları dost edinenin
Allah’ın düşmanı) olduğu bildiriliyor. Amentü’yü Ehl-i sünnet gibi inanana
imanı anlatmak kolaydır. Amentü’ye inanmayana da sözümüz yoktur.
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İman, Muhammed aleyhisselamın
Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanması demektir. Bu bilgileri
araştırıp anlamak gerekmez. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı,
çoğu olmaz. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. Ahirette
kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa
kavuşur. (2/67)
Diğer hususlar da iman örneğindeki gibidir. Ehl-i sünnete uymayan kitap
ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete veya altın
kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya görünüşüne aldanıp,
sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.
Bölücüleri dışlamak ve lanetlemek
Reşat Halife’ye elçi [Peygamber] diyen mürted birisi bir Müslümana
şunları diyor:
(Dünyada bir milyar müslüman var deniyor da; ama siz grupları
dışlıyorsunuz. Vehhabilere, rafizilere, haricilere, mutezileye, cebriyeye sapık
diyorsunuz, bunları düştünüz mü bu sayıdan? Bahaileri, Kadiyanileri, Mason
Afganicileri de düştünüz mü bu sayıdan? Irkçılar, kafatasçılar da sapık sayılır,
silin onları da. Peygamber Reşat Halife taraftarlarını bu rakamdan düştünüz
mü?
Ülkemizde birçok ateist, mason var, bunları da düştünüz mü? Peki
milyonlarca fahişe ve homo var, sapık diye bunları da düştünüz mü? Eeee kim
kaldı, kaç kişi kaldı biliyor musunuz? sadece siz... yani bir kişi... Bir siz
Müslümansınız, öyle mi?)
CEVAP
Bu mürted, bu yazıyı grupları savunmak için yazmadı. Amacı, Reşat
Halife’yi savunmak. Bâtıl ehlinin değişmez taktikleri vardır. Mesela militan
komünistler, (Hazret-i Ali, Fatih Sultan Mehmed ve Mao gibi büyükleri
264
www.dinimizislam.com
kötülemek yanlış olur) derler. Maksatları Hazret-i Ali ve Fatih Sultan değildir.
Mao’yu övmek için böyle numara yapıyorlar. Bu 19 cular da, Reşat Halife’yi
övmek için güya diğer grupları savunuyormuş rolüne giriyorlar. Yoksa kendi
aralarında, bütün grupları cahillikle, Resulullaha, hadislere uymakla
suçluyorlar. Web Siteleri meydanda. Bölücülük, bozgunculuk yapıyorlar.
Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerimde bozguncular
lanetleniyor. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25]
(Allah ve Resulünü incitenlere, Allah lanet etmiştir.) [Ahzab 57]
(Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve
hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de
bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara159]
(Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44]
(Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve inkârcılara, ebedi kalacakları
Cehennem ateşini hazırlamıştır. Allah bunlara lanet etsin!) [Tevbe 68]
(Hep birlikte Allah’ın ipine [İslamiyet’e] sımsıkı yapışın;
parçalanmayın, bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani
siz birbirinize düşman iken, O, gönüllerinizi birleştirip nimeti sayesinde
kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken de oradan sizi
kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu
bulasınız.) [Al-i imran 103]
Görüldüğü gibi yukarıdaki âyetlerde (Birlik olun, parçalanmayın,
bölünmeyin) ve (Bozgunculuk yapmayın, bozgunculuk yapanlara Allah
lanet etsin) buyuruluyor. Resulü de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak 72 si
Cehenneme gidecek) buyuruyor. (Tirmizi)
Demek ki sapıklara sapık demek Allah’ın ve Resulünün emridir. Birbirine
zıt bu kadar fırka var. Hepsinin de doğru olduğu nasıl söylenebilir? Hatta bu
fırkaların hepsinin doğru olduğunu söylemek Allah ve Resulünü yalancı
çıkarmak olur. Allahü teâlâ (Fırkalara ayrılmayın) buyuruyor. Resulü,
ayrılacak olan 72 fırkanın sapık olduğunu ve hepsinin de Cehenneme
gideceğini bildiriyor.
Sapığa sapık, kâfire kâfir denmez mi? Peygamberim diyen Reşat halifeye
zındık dedirtmemek için ne numaralar çekiliyor. Hıristiyan misyonerlerinin
yapmadıkları hile kalmıyor. Kur’an-ı kerimde, (Kur'anı biz indirdik, elbette
yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9], (Allah’ın kelamını [Kur'anını] kimse
değiştiremez.) [Enam 115] buyurulduğu halde, Reşat Halife isimli zındık,
(Tevbe suresinin son iki âyeti sonradan ilavedir) diye Allah’ı yalancı çıkarmaya
çalışıyor. Bu 19 cuların oyunlarını iyi tespit etmek gerekiyor.
Kötüye kötü, kirliye pis demek
Sual: Ölü diri bir çok İslam âlimi mezhepsiz diye kötüleniyor. Bid’atçi,
265
www.dinimizislam.com
eshab düşmanı deniyor, mason deniyor, böylece gıybetleri yapılıyor. Niye
böyle yapıyorlar, gıybetleri caiz mi?
CEVAP
Gıybet büyük günahtır, caiz değildir. Hele gerçek âlimleri kötüleyen kâfir
olur. Siz soruyu yanlış soruyorsunuz. Şöyle sorulmalıydı: Bazı âlimlere,
mezhepsiz, eshab-ı kiram düşmanı falan deniyor. Gerçekten böyle bir şey
var mı? Varsa bunların bu hatalarını söylemek gıybet olur mu?
Birinci şekilde soranlar genelde art niyetlidir. Bunların içinde bu art
niyetlilerin dolduruşuna gelip de iyi niyetle söyleyenler de vardır. Namazda,
kıyam, secde gibi kelimeler nasıl dini bir tabirse, kâfir, sapık gibi kelimeler de
dini tabirdir, bunlar şimdi uydurulmadı. İmanın altı esasından birine
inanmayana kâfir, dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da mezhepsiz
denir. Mesela Abduh, mezhepsizdir, masondur. Ayrıca Eshab-ı kirama
saldıranlar var. Halbuki Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik
olduğunu bildiriyor. Mezhepsizler, Hazret-i Osman’a saldırıyor, biz de bakın,
Hazret-i Osman’a şöyle deniyor dediğimiz zaman nasıl olur da bir âlimi tenkit
edersiniz deniyor. Peki onlar Hazret-i Osman’ı tenkit etme yetkisini kimden
aldı? Mezhepsizi tenkit günahsa, onların Cennetle müjdelenen Hazret-i
Osman’ı tenkit etmesi sevap mı? Bu kadar insafsızlık olur mu?
İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi âlimleri kötüleyenlere bu yanlış
dersek, hemen, Abduh’un dolmuşuna binenler, Abduh gibi soylu âlimler
kötüleniyor derler. Bir yiğit çıkıp da, (Eshab-ı kiramı, İslam âlimlerini
kötüleyenlere yazıklar olsun) demiyor. Diyenlere de insafsızca saldırıyorlar.
Dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcuların, mesela, mason Abduh
ve çömezlerinin ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak
olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek
kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların
zararından korumaya çalışmak farzdır. Bunların dinimize yaptıkları iftiralarını
söylemek gıybet olmaz. Gıybet nedir? Gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu,
arkasından söylemektir. Harbilerin [bugün için her kâfirin], bid'at ehlinin ve
açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını, alış verişte hile yapanların bu
hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların şerrinden sakınmalarına sebep
olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir,
gıybet olmaz. (Redd-ül- Muhtar 5/263)
Şu halde alış verişte veya dinde hile yaparak Müslümanları kandırmaya
çalışanların bu hilesini açığa çıkarmak gıybet olmuyor, dinin emrini bildirmek
oluyor. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil
uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allah’ın, meleklerin
ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde
bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
266
www.dinimizislam.com
(Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği
halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu
Nuaym]
(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet
edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen,
Kur'anı gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]
Bu hadis-i şerifler de gösteriyor ki, kötülük edenlerin, bid’at ehlinin
yanlışlarını açıklamak gıybet değil, dinin emridir, cihaddır. Dinin bu emrini
yapmaya çalışanları kötülemek de dine düşmanlıktır.
Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır?
Sual: Yazarlar tenkit edilirken aşırı gidiliyor. Her insanın hatası olur.
Mesela, (Altın yüzük ve ipek erkeğe de helal diyor, dalak yemek haram diyor,
düşük faize cevaz veriyor, Allah’ın özel müdahalesinden bahsediyor, Allah’ı
acizlikle suçluyor, tesettürü inkâr ediyor, Hazret-i İsa’nın öldüğünü ve Miracın
rüyada olduğunu söylüyor) gibi ayrıntılara giriliyor. Bütün İslami meseleler bitti
de, sıra bunlara mı geldi? Böyle hatalarından dolayı bir âlimi tenkit etmek
doğru mudur?
CEVAP
Bunlar ayrıntı değildir. Meşhur bir harama helal, meşhur bir mubaha
haram diyen kâfir olur. Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır?
Adam, erkeklerin altın yüzük kullanmalarının mubah olduğunu söylemiştir.
Peygamber efendimiz ise, (Altın ve ipek, kadınlara helal, erkeklere
haramdır) buyuruyor. (Tahavi)
Adam, dalak yemenin haram olduğunu söylüyor. Peygamber efendimiz
ise, (İki kan helaldir. Bunlar, karaciğer ve dalaktır) buyuruyor. (İbni Mace)
Adam, düşük faize helal diyor. Peygamber efendimiz ise, (Faiz 73
kısımdır. En aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir) buyuruyor.
(Hakim)
Adam, (Allah özel müdahale eder) diyor. Böyle demek, Allah’ı aciz bilmek,
yaratırken zorluk çektiğini bildirmek olur. Halbuki Allahü teâlâ yaratacağı bir
şey için ol derse, hemen o şey oluverir. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime
meali:
(O, [Allahü teâlâ] bir şeyi yaratmak istediği vakit ona ol der, o da
hemen oluverir.) [Bekara 117]
(Onun [Allahü teâlânın] ol dediği gün her şey oluverir.) [Enam 73]
(Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece ol deriz, o da,
hemen oluverir.) [Nahl 40]
(O, [Allahü teâlâ] bir şey yaratmak isteyince, ol der, hemen oluverir.)
[Yasin 82]
267
www.dinimizislam.com
(Dirilten de, öldüren de ancak Odur. Olmasını istediği şeye ol der, o
da hemen oluverir.) [Mümin 68]
Hazret-i Meryem, (Ya Rabbi, bana bir erkek eli değmediği halde, nasıl
çocuğum olur) dedi. Allahü teâlâ da, (Allah dilediğini yaratır. Bir işe
hükmedince ona sadece ol der; o da oluverir) buyurdu. (A.İmran 47)
Tesettürün farz olduğu, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Teferruat diyerek
inkâr eden kâfir olur.
Birçok mezhepsiz, Hazret-i İsa’nın öldüğünü söylüyor. Halbuki Allahü
teâlâ buyuruyor ki:
(Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri
lanetledik. Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen, kendilerine
İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157]
(İsrail oğullarının seni öldürmesinden ben kurtardım.) [Maide 110]
Miracı inkâr etmek, rüya demek de teferruat değildir. Kudüs’e kadar gittiği
âyet-i kerime ile sabittir. İnkâr eden kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere
gitmesi de hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
Allah aşkına söyleyin, bunların hangisi teferruattır? Farza, harama mühim
değil demenin küfür olduğunu bilmeyen, küfürle günahı ayıramayana ne desek
faydasızdır. Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren
âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu.
(Tirmizi)
Peygamberlerin vârisleri olan âlimleri kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir
de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcular
vardır. Mesela, mason Abduh ve çömezleri böyledir. Bunların ihanetlerini
söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis
demek yanlış değildir. Temize pis demek yanlıştır. Kötülerin kötülüğünü
açıklamak, müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde,
doğruyu bildirmeyen kimse, Allah’ın Muhammed aleyhisselama indirdiği
Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Neden imkanın var iken
sustun, benim helal kıldığıma haram diyen kimseye niçin cevap vermedin
derse Allah, ne cevap vereceğiz?
Dine saldıran bir hain için, (Bu kimsenin hiç iyi tarafı yok mu) denilmesi
doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami yaptırmak gibi hiçbir
ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Bunların ihanetlerini açıklamak,
kötülemek olmaz. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
Din oyuncak değildir
268
www.dinimizislam.com
Sual: Mekruh ve sünnete önem vermemek neden küfür oluyor ki?
Kur’ana, âyetlere bakıp mana veremez miyiz?
CEVAP
Din oyuncak değildir. Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselama, yani
Peygamber efendimize inmiştir. Muhatabı odur. Her önüne gelen onu tefsir
edemez.
Âyetlere mana verilebilir mi hiç? Peygamber efendimiz, (Kim Kur’ana
kendi anladığı ile mana verirse, tefsir ederse kâfir olur) buyuruyor. Fıkhi
hükümler fıkıh kitaplarından öğrenilir.
(Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Bu âyetten bazı cahiller, (Sünneti yapan farz sevabı alır) diyorlar. Âyete
böyle mana veren kâfir olur. Fıkıh kitaplarında diyor ki: Yemek yerken el
yıkamak sünnettir. Birisi gel elimizi yıkayalım, sünnettir dese, öteki de,
sünnetse sünnet, yıkamasak ne olur ki? Boş ver sünneti dese kâfir olur. Ama
eline tuvaletten necaset sürüp yemek yese kâfir olmaz.
Sünneti beğenmemek, Resulullahı beğenmemek olur. Allahü teâlâ Onu
seçerek beğenerek göndermiştir. Onu beğenmemek onu göndereni
beğenmemek olur. Yapmamak ayrı, beğenmemek ayrı. İçki içmek küfür
değildir. Evet haram ama içiyorum derse kâfir olmaz. İçki içmediği halde, bir
bardak içkiden ne olur diyerek haramı hafif gören kâfir olur.
Mekruh da öyledir. Mekruh denilen şeyleri de Resulullah efendimiz yasak
etmiştir. Onun yasaklarını beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmamak
küfür olmaz.
Doğru gibi görünen yanlışlar
Sual: (Peygamber tanrı değil ya, o da insan) veya (Âlimler de peygamber
değil ya, onlar da insan, mesela İmam-ı a’zam da hata eder) demek doğru
mudur?
CEVAP
Kötülemek maksadıyla söylenen böyle sözler, doğru da olsa yanlıştır. Bu
konuda söylenenlerden bazı örnekler verelim:
1- (Peygamber, Allah’ın helal ettiğini haram edemez) deniyor. Sanki
Peygamber efendimiz, böyle bir şey yapıyormuş intibaı [izlenimi] verilmeye
çalışılıyor.
2- (Peygamber de, Allah’ın sözlerini değiştiremez) deniyor. Sanki
böyle bir şey yapılıyormuş fikri verilmek isteniyor.
3- (Peygamber de insandır, ona tapılmaz) deniyor. Sanki tapan varmış
gibi, Resulullah’ı ve onun yolunda olanları küçültmeye çalışıyorlar.
4- (Peygamber de insandır; tanrı değil ki, o da yanılabilir) deniyor.
Evet, Peygamberimiz de insandır; fakat insanların ve Peygamberlerin en
üstünüdür; seyyid-ül beşerdir [insanların efendisidir]. Dini hükümlerde yanılma
269
www.dinimizislam.com
olmaz; çünkü ictihadla söylediklerinde yanılma olursa, derhal vahiyle düzeltilir,
yanlış üzere kalmaz. (Yanılabilir) denilerek, dini hükümlere gölge düşürmeye
çalışılıyor.
5- (Peygamber de gaybı bilmez) deniyor. En çok istismar edilen de
budur. Resulullahın gaybı bilmemesi, devamlı değildir. Bir gün Resulullahın
devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, (Hani göklerden, Cennetten,
Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dediler.
Münafıkların bu sözü Resulullah’a ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin
bana bildirdiklerini bilirim. Başkasını bilmem. Şu anda Rabbim, bana
devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir)
buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)
Tarif edilen yere gidip, deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. Kur’an-ı
kerimde de gaybı ancak Allahü teâlânın bildiği; fakat dilediği Peygamberlere
de bildirdiği beyan edilmektedir:
(Allah size gaybı bildirmez; fakat resullerinden dilediğini seçip
onlara gaybı bildirir. Onun için, Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer
iman edip [günahlardan] sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır.)
[Âl-i İmran 179]
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği [mucize olarak bildirdiği]
resul bundan müstesnadır; çünkü her peygamberin önünden ve ardından
gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27]
Bu âyet-i kerimelere rağmen, (Peygamber gaybdan haber veremez)
demeleri kasıtlıdır. Kur’an-ı kerime inanır gibi görünmeleri, batıl davaları
içindir.
6- (Hadisler mucize değil; ama veciz sözlerdir) deniyor. Hadis-i
şeriflerin lafızları, âyet-i kerimeler gibi mucize değildir; fakat Peygamber
efendimizin dine ait sözleri vahiy mahsulüdür. Gelecekte olacak şeyleri
bildirmiş, birçok mucize söz söylemiştir. Mesela, kıyametin büyük ve küçük
alametlerini bildirmiş, küçük alametlerin çoğu meydana çıkmıştır. Bunlar
mucizedir. Mezhepsizler daha ileri giderek, (Kur’an varken sünnete ihtiyaç
yok!) diyorlar. Böylece hadis-i şerifleri inkâra kalkışıyorlar. Hâlbuki Kur’an-ı
kerimin birçok yerinde, (Allah’a ve Resulüne tâbi olun, itaat edin!)
buyuruluyor. Üç âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve Onun ümmi nebi olan Resulüne iman edin, Ona tâbi olun
ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler
[kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32]
(Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1]
Niçin, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor da, (Allaha ve resulüne itaat
edin) buyuruluyor? Resulullahın bildirdiklerine uymak, haram ettiklerinden
kaçmak, emrettiklerine tâbi olmak için böyle buyuruluyor. Bir hadis-i şerifte de
buyuruluyor ki:
270
www.dinimizislam.com
(Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi]
Yalnız Allahü teâlâya değil, Resulüne de itaat edilmesi emrediliyor:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Demek ki, Resulullahın hadis-i şeriflerine uymak, Allah’a uymaktan başka
değildir.
7- (Âlimler peygamber değil ki, onların da hatası olur) deniyor.
Böylece âlimlerin sözlerinde hata vardır, onlara uymak gerekmez gibi bir intiba
verilmeye çalışılıyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)
[Buhari]
O halde, âlimin hatası da dinde senettir. Onun hata ettiği de, bizce
bilinemeyeceği için, Resulullahın varisleri olan âlimlerin hata ettiğini söylemek
yanlış olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
Âlimlerin sözleri dinde senet ki, Kur’an-ı kerimde onlar övülüyor:
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
(Allah’tan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28]
Peygamberlerin vârislerine dil uzatmak, vârisin sahibi olan Peygambere
dil uzatmak olur.
Tenkitler ilmi olmalı
Sual: Eleştirilerin bir ölçüsü var mı?
CEVAP
Tenkitler ilmi olmalı, yani muteber bir esere dayanarak yazılmalı. Hakaret
maksadı ile olmamalıdır. Çeyrek asırdan fazla yazıyorum, şimdiye kadar ciddi,
ilmi bir tenkide rastlamadım. Kimi hakaret ediyor, kimi de hiçbir mesnede
[delile] dayanmadan “Yanlış yazıyorsunuz” diyor. Din kitaplarını değil de,
aklını ölçü alıyor.
Geçen sene ramazanda, kefareti tarif ederken, (Kefaret, oruç
tutmamanın değil, geceden niyetli Ramazan orucunu kasten bozmanın
cezasıdır) demiştik. Bir genç, telefon edip, “Ben meşru mazeretsiz,
Ramazanda bir gün oruç tutmazsam, cezası ne?” dedi. Ben de, “Ramazanda
mazeretsiz oruç tutmamak haramdır. Ama bir gün oruç tutmazsan o bir günü
kaza etmen gerekir” dedim. Genç, “Ben kasten tutmadım, niye 60 gün kefaret
değil de, bir gün kaza tutmam gerekiyor?” diye sordu. Ben de, fıkıh kitapları
öyle yazıyor dedim. Genç, ben ilahiyatçıyım, kitaba ne gerek var, akıl var,
mantık var, kasten oruç tutmuyorsun ve kaza gerekir diyorsun, olmaz böyle
şey” dedi. Tekrar, senin dediğin hangi kitapta yazıyor dedim, o da, “Kitaba
gerek yok demiştim ya, akıl mantık yok mu?” dedi. “Evet akıl mantık var, akıl
mantık yeni çıkmadı o eskiden beri var. Ama eskiden beri akla mantığa değil,
271
www.dinimizislam.com
kitaba bakılır, kitap ne yazarsa ona göre hareket edilir” dedim. Ama o genç
ikna olmadı. Din akla mantığa zıt değil ama, akıl ve mantıkla dini hükümler
bulunmaz.
Geçen gün de bir genç daha aradı. “Halebi imiş, Reddülmuhtar imiş,
Hindiye imiş, bunlar senet olmaz, bana Kur’andan delil göster. Çünkü bir
müslüman için dini konularda temel başvuru kitabı şüphesiz Kur’andır” dedi.
Bunu kim söylüyor dedim. “İnanmazsan, falan profesörün falan kitabına
bakabilirsin” dedi. “Sen Halebi’ye, İbni Âbidin’e inanmıyorsun da o kitaba nasıl
inanıyorsun?” dedim. “Ama o Kur’ana göre yazıyor” dedi. “Peki Halebi’nin, İbni
Âbidin’in Kur’ana göre yazmadığını nereden biliyorsun?” dedim. Öteki kitap, şu
âyette diye delil gösteriyor, ama Halebi’de, İbni Âbidin’de âyetlerden
bahsetmiyor” dedi.
Halbuki dinimizde delil dört tanedir. Her şey Kur’an-ı kerimde açıkça
bulunmaz. Onlar temel başvuru kitabı deseler de, namazın nasıl kılınacağı,
namazı bozanlar, namazın farz, vacib, sünnet ve mekruhlarını Kur’an-ı
kerimde bulamayız. Orucun farzları sünnetleri de öyledir. Birçok hükmü
Kur’anda bulamayız. Bir çok cahil kimse, “Şuna haram diyorsunuz, ama
hangi âyette haram olduğu yazılı” diyor. Biraz daha dinden haberi olan, âyet
yoksa haram olduğuna dair hadis var mı diyor. Maalesef hangi fıkıh kitabında
yazıyor diyen çıkmıyor.
Yine bir genç aradı, isim vererek (Şu iki zatı niye kötülüyorsunuz, onlar
âlimdir, ömürlerini cihad ile geçirmişlerdir) dedi. İsim verdiği için o iki zatın
yanlışlarını biliyorduk. Birer tanesini söyleyecektik. Ona dedim ki, Mirac hak
mıdır? Elbette haktır dedi. Peygamber efendimiz mübarek bedeniyle mi gitti
yoksa rüya gibi bir şey mi? Elbette bedeniyle gitti dedi. Bunun hakkında âyet
de, hadis de var dedi. İyi ama senin övdüğün o zat, Mirac ruh ile olmuştur diye
inanmıyor, bedeniyle gitmedi diyor dedim. Sonra dedim ki, Hazret-i Osman’ı
nasıl bilirsin? Dedi ki: (Aşere-i mübeşşereden, yani Cennetle müjdelenmiş on
sahabiden biridir. Allah resulünün damadıdır, diğer sahabiler gibi Cennetliktir.
Bunlar âyet ve hadisle sabittir.)
Evet biz de öyle biliyoruz. Ama senin övdüğün ikinci zat, Hazret-i Osman
için (Yaşlı idi, bunak idi, müslümanların başına geçmesi talihsizlik idi) diyor
dedim. Genç, (Onlar da insan, bu kadar hatası yüzünden tenkide değer mi?)
dedi. Sonra, (Belki o zatlar böyle söylediğine göre, öyle rivayetler de olabilir)
dedi. (Bu bakımdan âlimler tenkit edilmemeli) dedi. Dedim ki: İyi ama onlar
Hazret-i Osman’ı tenkit ediyor, Hazret-i Osman âlim değil mi idi? Üstünlüğü,
kıymeti âyet ve hadisle de sabit dedin, âyet ve hadise yani Allah ve Resulünün
sözüne niye inanmıyorsun? Kimin karşısında kimi savunduğunu hiç
düşünmüyor musun?
Tenkit ilmi olmalıdır. Mesela denmeli ki:
(Siz namazda rükua eğilince ayakları birleştirmenin sünnet olduğu
hususunun, Dürr-ül-muhtar ve Halebi’de yazdığını söylediniz. Halbuki ben o
272
www.dinimizislam.com
kitaplara baktım öyle bir şey görmedim) demeli veya (Evet bildirdiğiniz
kitaplarda öyle yazıyor ama, başka kitaplarda ise, mesela Hidaye’de, Dürer
Gurer’de müftabih olanı, ayakları birleştirmemektir diyor” demelidir. Ancak
böyle bir tenkidin bir değeri olur. Saygı ile karşılarız. Bakarız biz yanılmışsak,
hemen hakkı kabul ederiz. Hakkı kim söylerse söylesin kabul etmeyene itibar
edilmez. Hiçbir kimse çıkıp da, “Size şu muteber eserlerden kaynak gösterdik,
fakat kabul etmediniz“ diyemez. İnsanlık hâli, nakilde bir yanlışımız olsa,
hemen kabul eder, bunu muteber eserlerden gösterene minnettar kalırız.
Tenkidin tenkidi
Sual: Bir dergi yazarı, (Cebrail bile gelip parti kursa onu desteklemem.
Zira benim için önemli olan Türk toplumunun menfaatleridir) sözünü özetle
şöyle tenkit ediyor:
(Önce her Müslüman, hiçbir meleğin ve hele Hazret-i Cebrail’in, Allah'ın
buyruklarına karşı gelmeyeceğini ve sadece emredilenleri yerine getireceğini
ve kendi irade ve arzularına göre iş göremeyeceğini çok iyi bilir. Zaten bu
"Meleklere İmanın" bir gereğidir. O hâlde Hazret-i Cebrail’in kuracağı partiye
destek vermemek bizzat Allah'ın emrine karşı gelmek demektir. (Hazret-i
Cebrail bile parti kursa desteklemem) sözü, (Allah ve Peygamber bile gelip
parti kursa desteklemem) sözüyle eş değerdedir. Üstelik Türkiye’nin maslahat
ve menfaatini biz -hâşâ- Allah'tan daha mı iyi bileceğiz? Hazret-i Cebrail’in
kuracağı partinin Türkiye’nin zararına olacağını nereden bilebiliriz? Biz
Hazret-i Cebrail’i bile küçümseyen bir seviye ve statüye nasıl erişebiliriz?)
Bu tenkit, dinimize uygun mudur?
CEVAP
Bu tenkidin dinimize aykırı yerleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- (Allah gelip parti kursa) sözü, yanlıştır. Çünkü Allahü teâlâ, mekândan
münezzehtir. (Allah gelse) demek küfür olur. Her şeye gücü yeten, bir şeyi kün
[ol] emri ile yaratan Rabbimizi parti kurmak gibi bir işe misal vermek de uygun
değildir.
2- (Hazret-i Cebrail’in kuracağı partinin Türkiye’nin zararına olacağını
nereden bilebiliriz) sözünde, Türkiye’nin zararına da olma ihtimali mevcuttur.
Yani, (Gerçekte Türkiye’nin zararına olacaksa desteklemeyiz. Zararına
olmazsa destekleriz) manası çıkabilir. Türkiye’nin zararına da olsa, Cebrail
aleyhisselamı desteklemek gerekmez mi? Allah'ın emri mi mühim, Türkiye’nin
menfaati mi?
Cebrail aleyhisselam gelip, Türkiye’nin altını üstüne getirse, yanlış mı
yaptı diyeceğiz? Allah’ın emrine itiraz kimin haddine düşmüştür? Nitekim
tarihte birçok kavmi yerle bir etmiştir. Bu olaylar o kavmin zararına olmuştur
diye tenkit edilir mi hiç?
3- (Hazret-i Cebrail’i bile küçümseyen bir seviye ve statüye nasıl
erişebiliriz?) ifadesindeki, seviye ve statü kelimeleri çok yanlış seçilmiştir.
273
www.dinimizislam.com
Seviye, bir kimsenin, başkalarına göre olan değeri, yücelik derecesi
demektir.
Statü, bir toplum içinde bir kimsenin durumu veya kazandığı itibar
demektir. Daha çok itibar manasında kullanılır.
Cebrail aleyhisselamı küçümsemek seviye midir, seviyesizlik midir? Onu
kötülemek, seviyeye erişmek mi olur yoksa seviyesizliğe düşmek mi olur?
Seviyeye erişmek, yükselmek yerine, derekeye inmek ifadesi kullanılsa daha
az hata edilirdi.
Meleklere hakaret etmek ve Allah'a mekân tayin etmek gibi derekelere
düşmekten Cenab-ı Hak muhafaza buyursun!
Tarihselciler ne yapmak istiyor
Sual:Tarihsellik nedir, tarihselciler ne yapmak istiyor?
CEVAP
Dinde reform gibi, tarihselcilik de, Hıristiyan Batı kültürünün problemlerini
çözmek için ortaya atılmış bir metot iken, mezhepsizler ve dinsizler
Müslümanlıkta da uygulamak istiyorlar. “Hıristiyanlıkta nasıl Luther dinde
reform yapmışsa, İslam’da da gerekli reformlar ve yeni ictihadlar yapılmalı,
indiği zamana mahsus olan tarihi âyetler Kur’andan çıkarılmalıdır. (Zaman
sana uymazsa, sen zamana uy) kuralı uygulanmalıdır” diyorlar. Maksatları
İslamiyet’i yıkmaktır. Önce hadislere saldırdılar, bu zayıftır, bu uydurmadır
diyerek İslam âlimlerine olan itimadı sarsmaya başladılar. Şimdi de Kur’an-ı
kerimi değiştirmeye çalışıyorlar. Adı İslam olan, fakat Müslümanlıkla hiç ilgisi
olmayan, hiçbir ibadeti emretmeyen ve hiçbir haramı yasaklamayan felsefi bir
din ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i
İmran 85]
(Allah’ın kelamını [Kur'an-ı kerimi] kimse değiştiremez.) [Enam 115]
(Bugün, dininizi ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve
sizin için din olarak İslam’ı seçtim, beğendim, razı oldum.) [Maide 3]
Tarihselciliği savunanların başında mason Abduh, Abduhcular ve
Fazlurrahman gibi mezhepsizler gelmektedir. Mezhepsizlerin teklifleri,
dinsizlerin de işine gelmiş ve her fırsatta dinde reformun ve tarihselliğin
lüzumundan bahsetmişler, İslam’ın beş şartının beşini de yok etmeye
çalışmışlardır. Birkaç örnek verelim. Bunlar diyor ki:
1- Kelime-i şehadete gerek yoktur. Allah’ın rahmeti geniştir. Müşterek Tek
Tanrı inancına sahip olan dinler ve insanlar, ameli ne olursa olsun, birbirleriyle
kucaklaşmalıdır.
2- Namaz o günkü şartlarda normal bir idman idi. Bugün modern idman
şekilleri vardır. Bu bakımdan namaza ihtiyaç yoktur. Araplar pis insanlardı,
274
www.dinimizislam.com
temizlenmeleri için abdest, gusül emredilmiştir. Bugün buna ihtiyaç yoktur.
Kirlenen kirlerini elbette temizler.
3- Oruç, o günün bir diyet şekli idi. Bugün modern diyetler vardır. Oruca
hiç gerek kalmamıştır.
4- Zekat ve uşur o günün vergi şekli idi. Bugün modern vergi sistemleri
vardır, bu bakımdan zekât ve uşur denilen vergiye gerek yoktur.
5- Hac Müslümanların toplanıp istişare etme yeriydi. Bugünkü modern
kongrelerle her yerde kolayca toplanma imkanları vardır. Belli bir yerde
toplanmaya gerek yoktur.
6- Cahiliyet devrinde kadınlara hiç değer verilmez, kız çocukları diri diri
gömülürdü. Kadına değer verilmediği için, miras taksiminde kadına erkeğin
yarısı verilmekteydi. Bugün kadın erkek eşit olduğu için miras da eşit olarak
taksim edilmelidir.
7- Kur’anda Yahudi ve Hıristiyanların kâfir oldukları, onlarla dostluk
kurulmaması bildiriliyor. Bu o günkü kitap ehli içindir. Bugünküler Cennete
gidecektir.
Yukarıdaki 7 maddenin de İslamiyet’le ilgisi olmadığı halde, bugün ilk ve
sonuncu madde, bazı Müslümanlar tarafından da kabul edilerek Kiliselere
gidip âyinlere katılıyorlar, papazların ellerini öpüyorlar, Noellerini ve
bayramlarını kutluyorlar bozuk İncillerin dağıtılmalarında ön ayak oluyorlar.
Mezhepsizlerin taktikleri
Sual: Mezhepsizleri iyi tanıyabilmek için onların taktiklerini bilmemiz iyi
olmaz mı? Bu taktiklerden önemlileri nelerdir?
CEVAP
Doğru bilinirse yanlış meydana çıkar. Doğru tektir, yanlış çoktur. İlim
öğrenmek için yanlışları değil, doğruyu öğrenmek gerekir. İki noktadan ancak
bir doğru geçer. Sayısız eğri çizgiler çizilebilir. Eğriyi öğrenmek lüzumsuz.
Çünkü doğru bilinince ondan başka her şeyin yanlış olduğu meydana çıkar.
İmanın şartının altı olduğu öğrenilince, beş veya yedi diyenlerin yanlış olduğu
kendiliğinden meydana çıkar.
Ehli bid’atin taktiklerinden bazıları şöyledir:
1- Herhangi bid’at ehli, birini büyük bir zat olarak takdim edebilmek için,
büyük zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela şöyle derler:
(Ebu Hanife, imam ibni Teymiye ve Gazzali gibi büyük zatlara dil
uzatılmaz.) [Burada sapık ibni Teymiye iki büyük zat arasına konmuştur.]
Bir Maocu da aynı taktikle şöyle demişti:
(Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli.)
2- Hurafeleri sayıp araya sünnet olanları katarlar. Mesela derler ki:
(Yatırlara çaput bağlamak, mum dikmek ve ölü için Kur’an okumak
hurafedir.)
275
www.dinimizislam.com
Çaput bağlamak, mum dikmek caiz değil ama, ölü için Kur’an okumak
sünnettir. Mason Abduh gibi reform istiyorum diyen şair de aynı teraneyi okur:
(Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için, ne de kabirde okumak
için.)
Görüyorsunuz aynı taktik. Elbette Kur’an-ı kerim fal bakmak için inmedi,
ama ölülere okunmasını Resulullah efendimiz defalarca bildirdi.
Evliyadan yardım istemeye karşı çıkarak yatırdaki evliya zata leş diyor:
(Bu hakkı ne taştan, ne de leşten istemeli.)
Burada da taşın yanı sıra asıl maksadını bildiriyor.
3- Rahmet için söylenmiş farklı hadis-i şerifleri bahane edip diyorlar ki:
(Peygamber bir öyle bir böyle söylemez, onun için hadisler bize delil
olamaz. Kur’andan başkasına bağlanmamak gerekir.)
4- Mezhepler arasındaki rahmet olan farklı ictihadı bahane edip,
sapıkların sözlerinin de bir ictihad olduğunu söylüyorlar:
(Şeyhülislam ibni Teymiye’nin de, imam Şevkani’nin de farklı
ictihadları tenkit edilmemeli.)
5- Hakiki İslam âlimlerini gözden düşürmek için şöyle diyorlar:
(Her âlim bir şey söylüyor, hangisinin doğru olduğunu nereden
bilelim. Onun için yalnız Kur’ana uymak lazım.)
6- Tesettürün aleyhine konuşurlar. Kapanmayı emreden açık bir âyet yok
derler. Mevcut âyetleri de değiştirerek şöyle diyorlar:
(Allah başınızı örtün demiyor, yakanızı göğsünüzü örtün diyor.)
7- Namazdaki tesettürü inkâr edip şöyle diyorlar:
(Allah her şeyi görür. Onun için hiçbir şey perde olmaz. Karanlıkta
da görür, elbiseli iken de görür. Onun için, kimse yok iken namazı çıplak
kılmanın mahzuru olmaz.)
8- Dini hükümleri bozmaya çalışıp diyorlar ki:
(Kur’anda sadece inek ve koyun kurban edilir demiyor, balıktan da
olur horozdan da olur, herkes gücünün yettiğini keser.)
9- Ezanı ve namazı bozmak için Türkçe yapılmasını isteyerek diyorlar ki:
(Anlamadan yapılan ibadetin faydası olmaz. Ezanda da, namazda da
her millet kendi dilini esas almalıdır.)
10- Dinde reform yapmak, yani dini değiştirmek için ellerinden geleni
yapıyorlar. Diyorlar ki:
(Zaman sana uymazsa sen zaman uy demişler. Luther’i örnek alarak
dinin zamana uymayan yönlerini değiştirmek gerekir.)
Bunların oyununa gelmemelidir.
Mezhepsize mezhepsiz demek
Sual: (Mezhepsiz bir âlime mezhepsiz demek, ona hakaret olacağı için
caiz olmaz) deniyor. Günümüzde birçok mezhepsiz âlim var. Mezhepsize
276
www.dinimizislam.com
mezhepsiz demek, niye caiz olmuyor? Mesela Mason Abduh’un mezhepsiz
olduğunu inkâr eden yokken, Abduh’a mezhepsiz dense, dinen caiz olmaz mı?
CEVAP
Aklı olmayana akılsız, dini olmayan dinsiz, parası olmayan parasız
demek ne kadar normalse, mezhebi olmayana da mezhepsiz demek, o kadar
normaldir.
Mason Abduhcular, mezhepsiz olmayı fazilet biliyorlar ve mezhepsiz
olduklarını da gizlemiyorlar. Mezhepsiz olmayı büyüklük sanıyorlar. (Biz
mezhep taklit etmeyiz, tahkik ederiz) diyerek bir mezhebe uymuyorlar, kendi
anladıklarına uyuyorlar. Her mezhepteki hükümlerin akıllarına yatanları alanlar
olduğu gibi, hiç mezhep hükümlerine tenezzül etmeyip, kendileri âyet ve
hadisten anladıklarına uyanlar da vardır. Böylece katmerli mezhepsiz
olduklarını gösterirler. İslam âlimleri, bu işe telfîk diyor ve haram olduğunu
bildiriyorlar.
Bütün mezhepsizler, kendilerini mutlak müctehid olarak gösteriyorlar.
Mezhepte müctehidliği bile kabul etmiyorlar. Kabul etseler, bir mezhebe göre
hüküm verecekler, mezhepten kurtulamayacaklar, yani istedikleri gibi süper
mezhepsiz olamayacaklar. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed gibi
büyük âlimler bile, kendilerini mutlak müctehid olduklarını söylememişler,
mezhep içinde ictihad etmişlerdir. Süperler, mezhep içindeki ictihadla bile
yetinmeyip, mezhepler üstü ictihad yapmaya kalkıyorlar.
Yabancı birkaç mezhepsizin ismini verelim:
Ahmet Kadiyani, Behaullah, Efgani, Mevdudi, İbni Hazm, İbni Rüşd, İbni
Sebe, Şevkani, Abduh, İbni Abdülvehhab Necdi, Ebu Zehra, İkbal, Sıddık
Hasan Han, Elbani, Reşat Halife, Reşit Rıza, Seyyid Sabık, Yusuf Kardavi,
Zuhayli…
Yerli mezhepsizlerin bir listesinin verilmesi isteniyor. Bir ölçü verirsek,
bunları bilmek kolaydır. Kim bu mezhepsizleri büyük âlim olarak
bildiriyorsa, onların da mezhepsiz olduğu anlaşılmış olur. İyi bilinmeli ki,
yerli mezhepsizler bunlardan çok ileri geçmiştir.
Müctehid taslakları
Sual: Halkın mezhebinin olamayacağını söyleyip, mezhepler üstü hareket
eden Abduhçu bir profesör, bir konuda, hak bâtıl mezhep farkı gözetmeden,
mezheplerdeki kavillerden birini alıp, (Benim tercih ettiğim doğru görüş budur)
diyor. İki sorum var:
Birincisi, günümüzde müctehid var mıdır?
İkincisi, bir kimse mutlak müctehid olsa bile, (Şâfiî’nin bu görüşü doğru,
Hanefî’nin şu görüşü uygun, Mâlikî’nin bu ictihadı yerindedir) diyerek farklı
hükümler bildirebilir mi? Yani dinde böyle, mezhepler arası veya mezhepler
üstü ictihad yapabilen bir müctehid sınıfı var mı?
277
www.dinimizislam.com
CEVAP
Hayır, asla böyle bir müctehid sınıfı yoktur.
Hadis-i şerifte, (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece
kıyamete kadar hep bozulur) buyuruluyor. (Tezkire-i Kurtubi muhtasarı,
Hadika)
Bozula bozula hiç müctehid kalmayacak, hatta kıyametin büyük alametleri
görülünce hiç Müslüman kalmayacaktır. Kıyamet, kâfirlerin üstüne kopacaktır.
Bir tek Müslüman kalsa kıyamet kopmaz. Bugün yarın kıyamet kopabilir
diyenler yanlış yoldadır; çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yeryüzünde Allah diyen Müslüman var oldukça kıyamet kopmaz.)
[Müslim]
Demek ki Müslümanlar gittikçe azalacak, müctehid zaten kalmayacak. Bu
durumu bilen âlimler, (İctihad edecek kimse kalmadı, bu kapı kapandı)
buyurmuşlardır. Bu, ictihadın yasak edilmesi demek değildir. Müctehid
olmayınca kapı elbette kapanır. Bunun için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün
müctehidlik taslayanın, aklı veya dini noksandır) buyurmuştur.
Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak
müctehid olduğunu iddia etmediği bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı
saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde
bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup,
bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldığı, hicri dördüncü asırdan
sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada kalmadığı da, Mizan-ül-kübra,
Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Dört mezhepteki fukaha yedi
derecedir:
1- Müctehid-i fiş-şer: Mutlak ve müstakil müctehiddir. Dört mezhebin
imamları böyledir.
2- Müctehid-i fil-mezhep: Mezhebde mutlak müctehiddir. Müntesib
müctehid de denir. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi. İmam-ı
Gazali, İmam-ı Rabbani gibi âlimler de böyledir.
3- Müctehid-i fil-mesail: Bunlar meselede müctehiddir, kendi mezhebinin
delillerini bilir. Ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar. Tahavi,
Kerhi, Halvani, Serahsi, Pezdevi, Kadıhan gibi derin âlimler bu tabakadandır.
4- Eshab-ı tahric: Bunlar müctehid değildir. Mücmel [kısa] sözleri ve
mübhem [kapalı] hükümleri açıklarlar. Ebu Bekr Ahmed Razi bu tabakadandır.
5- Eshab-ı tercih: Rivayetlerin sıhhat derecelerini, sahih, evla olanları
seçerler. Kuduri ve Hidaye sahibi böyledir.
6- Eshab-ı temyiz: Kuvvetli, zayıf, zahir ve nadir haberleri birbirlerinden
ayıran mukallid âlimlerdir. Kenz, Muhtar, İhtiyar, Vikaye kitaplarının sahipleri
böyledir. Bunların kitaplarında zayıf rivayet olmaz. (Ümmetimden hak üzere
olan âlimler, Kıyamete kadar bulunur) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bu
tabakadaki âlimler kıyamete kadar bulunurlar ve hakkı bâtıldan ayırırlar.
278
www.dinimizislam.com
7- Mukallid: Bunlar, öteki tabakalarda bulunan âlimlerin kitaplarından
doğru nakil yapabilen âlimlerdir. Bunlar, meşakkat olmadıkça, mezhebe
muhalif fetva veremezler. Tahtavi, İbni Âbidin ve Dürr-ül-muhtar sahibi
bunlardandır. (Mecmua-i Zühdiyye)
Görüldüğü gibi yedi tabakanın içinde, Abduhçu’nun dediği şekilde, kendini
her mezhebin üstünde görerek, mezhepler arasında ictihad yapabilen bir
müctehid tabakası yoktur. Bu bir hilkat garibesidir. Böyle söyleyen kimse,
Abduh’un mutlak müctehidden de üstün olduğunu söylemiş olur. Tabiî
kendisini de aynı kategoriye sokmuş oluyor. Başka bir husus da, dört hak
mezhepten başkasını hak kabul etmek de yanlıştır. Bunlar İbni Teymiyye
gibilerin görüşlerini de tercih edebiliyorlar. Böylece tam bir mezhepsizlik ortamı
meydana çıkarmaya çalışıyorlar.
Abduhçular, her konuda reform yapmaya çalışıyorlar. Mesela, (Fıkıhta iki
diyar vardır. Birine, dar-ül-İslam, diğerine de dar-ül-harb denir) diyorlar. Buna
rağmen, mezhepler üstü müctehid diye bir şey çıkardıkları gibi, bir de
dar-ül-sulh diye bir şey uydurdular. Yarın dar-ül-ittifak, dar-ül-diyalog gibi,
kim bilir ne diyarlar çıkaracaklardır.
İbni Âbidin hazretleri, Hanefi mezhebindeki en kıymetli fıkıh kitabı olan
kıymetli eserleriyle yedinci tabakada olunca, günümüzün müctehid taslakları
hangi tabakaya girebilirler? Buna rağmen kendilerini birinci tabakada, hatta
daha üstün görüyorlar.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
Bir ibadette, bir konuda, birkaç mezhebi telfik etmek, dört mezhepten
çıkmak ve beşinci bir mezhep meydana getirmek olur. Bu iş, karıştırmış
olduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz, bâtıl olur. Dini oyuncak yapmış
olur. (Hulasat-üt-tahkik)
Görüldüğü gibi, hiçbir tabakada mezhepler arası tercih diye bir şey
yoktur.
Mezheplerdeki kolay gelen, aklına uygun gelen hükümleri toplamaya
telfik denir. Telfik ise haramdır. (Tahtavi)
Onlar da insanmış
Sual: (Ebu Hanife’nin üç, Şâfiî’nin beş, Mâlik ile Ahmed’in yedi hatası
vardır. Gazali, Rabbani gibi âlimlerin elbette daha çok hatası vardır. Hiçbiri
Peygamber değildir, ilah değildir, birer insandır, elbette hataları olacaktır.
Bunların görüşlerine ihtiyatla yaklaşmalıdır) diyen kimselere rastlıyoruz. Bu
büyük zatların hatalarını söyleyenlerin, bu kendi görüşlerinde hata
etmediklerini nereden biliyorlar? Sözlerinde hata olmadığını söylediklerine
göre, kendilerini acaba peygamber veya ilah olarak mı düşünüyorlar?
CEVAP
279
www.dinimizislam.com
Kendilerini Peygamber ve ilah olarak düşünmezler, ama kendi
görüşlerinin isabetli olduğunda ısrar etmeleri taassup ehli birer mezhepsiz
olduklarını göstermektedir.
İmam-ı a'zam gibi büyük müctehid âlimlere, (Şu hatası var) denemez.
Buna hiç kimsenin yetkisi de yoktur.
Doğru Allah indinde birdir, değişmez. Doğru tektir, hak çok olabilir. Dört
mezhepteki hükümler farklı olduğu hâlde dördü de haktır, çünkü farklı ictihad
haktır ve rahmettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Farklı ictihad rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ. Münavî, İbni Nasr]
Müctehid ictihadında hata etmiş olsa da, yine haktır ve bundan dolayı
sevab alır. Ona uyan kimse de sevab alır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)
[Buhari]
İkinci bir husus, ictihad da ictihadla nakz olmaz. Yani, bir müctehid öteki
müctehidin ictihadı yanlış dese de geçerli olmaz. Öteki de bu müctehidin
ictihadına hata diyemez. Dese de geçerli olmaz. Âlim, hata etse de sevab
aldığı için, ictihadı hak olduğu için, âlimin hatası olsa bile dinde senettir. Onun
hatası da senet olduğu için, müctehid bir âlimin hata ettiğini söylemek yanlış
olur. Hata ettiği de zaten bilinmez.
Bir başka husus da bu müctehid âlimler Resulullah'ın vârisleri olduğu için,
onlara hata isnat etmek de yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
Vârisi suçlamak, onu vâris bırakan peygamberi suçlamak olur. İctihad
etme yetkisini ona dinimiz vermiştir. Niye böyle ictihad ettin demeye kimsenin
hakkı yoktur. Âlimlerin sözleri dinde senet ki, Kur’an-ı kerimde onlar övülüyor:
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
(Allah’tan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28]
Âlimler böyle övülüp, ictihadları rahmet ve hataları sevab olduğu hâlde,
(Onlar da insandır, onlar da hata edebilir) diyerek onların da hatası olduğunu
söylemek, edepsizliğin çok ötesinde bir suçtur. Mezhepsizler, daha da ileri
giderek, Peygamber efendimiz için de, (O da beşerdir, yani insandır. Onun bir
insan olduğu dikkate alınmıyor) diyerek tenkit ediyor. (Evliya da, âlim de,
Peygamber de insandır) diyerek, onların hata edebileceğini söyleyen türedilere
itibar edilmemeli. Hiçbir Müslüman, âlimler için, (Onlar insan değil,
peygamberdir veya ilahtır) demez. Bu, türedilerin Resulullah'ı ve âlimleri
suçlamak için kullandıkları alçakça bir taktiktir.
280
www.dinimizislam.com
Bazı şahıslar hakkında özet bilgi
Önsöz
Mezhepsizler diyor ki:
“Bid’at ehlinin hatalarını biz de kabul ediyoruz. Ancak şimdi zamanı
değildir. Dinsizler dururken din görevlilerinin hataları ile uğraşmak gıybettir.
Hatasız kul olmaz. Hatalı da olsa bid’at ehlinin kitaplarından faydalanmalı.
İslamiyet yalnız Ehl-i sünnetten ibaret değildir. Vehhabi, Mutezile, Cebriye,
Rafızi gibi gruplarla birleşerek İslam birliği gerçekleştirilmeli. Hatta
Hıristiyanlarla, Yahudilerle irtibat kurulup, önce dinsizlik yok edilmeli.”
“Din görevlilerinin cüz’i yanılgılarıyla uğraşmak yanlış olur. Mesela adam
ömür boyu cihad etmiş, hapislerde yatmış, sürgünlere gitmiş. Neymiş de,
mason Abduh’a müctehid demiş. Neymiş de uşur vermek farz değil demiş.
Bunlar İslam birliğini baltalamak olur. Bu kitaplardaki cüz’i hataları
söylememeli. İslam birliği için yanılgıları ile birlikte kabul etmeli.”
CEVAP
O zaman ortada din kalır mı? Hak ile bâtıl nasıl belli olur? Bir kimse,
bahsedilen yazarların kitaplarını okuyup, cüz’i yanılgı denilen şeyleri doğru
kabul etse hâli ne olur? Mesela:
1- Bir kitapta okusa ki, uşur Türkiye’de farz değildir. Okuyan da,
Türkiye’de uşur farz değilmiş diye, uşur vermese, [Farz sevabından mahrum
kaldığı gibi, farzı işlemediği için harama da girmiş olur.]
2- Kağıt para ile zekât verilir diyen yanlış yazılmış kitaba inanarak,
zekâtını kağıt para ile verse, [Farzı dine uygun yapmamış olur, farz borcundan
kurtulmuş olmaz.]
3- Okuduğu yanlış kitapta, zekât kurumlara da veriliyor diye, fakire değil
de, partiye, derneğe verse, [zekatını vermemiş olur, haram işlemeye devam
eder.]
4- Bin yıl önce kaplama tekniği olduğunu yazan yanlış bir kitaba inanarak,
kaplama, dolgu diş gusle mani değil diye, hak mezheplerden [Maliki veya
Şafii’den] birini taklit etmese, [Ömür boyu cünüp gezer, abdestle eda edilmesi
gereken ibadetleri de sahih olmaz.]
5- Okuduğu yanlış kitapta, tesettür iman gibi önemli değil diye, teferruat
diye hanımının, kızının başını açsa, [Haram mubah gibi işlenmeye başlanır,
harama önem vermeyen de kâfir olur.]
6- Yanlış işler cihad dense, buna inanan da, hizmet ediyorum diye namaz
kılmasa, [Büyük günaha girmiş olmaz mı?]
7- Yanlış takvime inanıp, vakti girmeden namazı 10 dakika önce kılsa,
[Namazını kılmış olmaz.]
8- Amerikan denizcilerin yanlış takvimleri yüzünden, haccı bir gün önce
yapsa, [Haccı sahih olmaz, hac görevini yapmamış olur.]
281
www.dinimizislam.com
9- Yanlış hesap edilmiş takvimlere inanarak, ramazanda imsak vaktinden
sonra da yiyip içmeye devam etse, [Oruç tutmamış olur, boşuna aç kalmış
demektir.]
10- Ben resulüm, ben mehdiyim diyen sapıklara inanarak, hayır şer
Allah’tan değil diye inansa, Allah’ın rahmeti geniştir diyerek Kelime-i tevhidin
Muhammed-ür Resulullah kısmına lüzum yok dese, [imanın şartının birini
kabul etmediği için küfre düşmüş olur. Kâfirin de hiçbir ibadeti muteber olmaz.]
11- Gayri Müslimlere kucak açan kitapları okuyarak, Yahudi’nin de
Hıristiyan’ın da inancı var diyerek kiliseye, havraya gitse, âyinlere katılıp feyz
almaya çalışsa, onlara sevgi beslese, [Bu konudaki âyetleri inkâr etmiş olacağı
için küfre düşmüş olur.]
12- (Allahü teâlâ onlardan razıyım, hepsine cenneti vaad ettim) dediği
halde, İbni Sebecilere inanarak 5’i hariç Eshaba kâfir dese, [Âyetleri inkâr ettiği
için kendisi kâfir olur.]
13- Çalgıyı mubah gören kitapları okuyup, çalgı, müzik helaldir dese,
[Harama helal demiş olur.]
İslam birliği adına cüz’i sanılan böyle cinayetleri işleyen kimse, müslüman
kalır mı? Bunları örtmeye çalışmanın âlemi nedir? Sonra bunları bilip de,
susmak caiz mi? Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil
uzatılınca, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allah’ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene
olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
Bu lanete müstahak olmamak için, susmamak gerekir.
Din âlimlerini kötülemek çok kötüdür. İbni Asakir hazretleri, (Din
âlimlerinin etleri zehir gibidir. Koklayan [tenkide yönelen] hastalanır, tadan
[kötüleyen] ölür) buyuruyor. Ancak, kötü olan kimseleri, mezhepsizleri teşhir
etmeli. Kitaplarından misaller vererek hatalarını açıklamalı. Bu hatalara
aldanmamaları için müslümanları ikaz etmeli.
Elbette İslam âlimlerini gıybet etmek haramdır. Ama gıybet nedir? Gıybet,
bir müslümanın veya bir zimminin gizli bir kusurunu, arkasından söylemek
olup, harbilerin ve açıkça günah işleyen müslümanların bu günahlarını
bildirmek, müslümanlara zulmedenlerin ve alış verişte onları aldatanların
yaptıkları bu fenalıkları duyurmak, müslümanları bunların şerrinden
sakındırmak, Müslümanlığı yanlış anlatanların ve yazanların bu iftiralarını
söylemek lazım olduğundan gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Mezhepsizlerin görüşleri, Kul hatasız olmaz kabilinden basit hatalar
değildir, imanı ilgilendirmektedir. Bir kısmı bid’at, bir kısmı ise küfürdür.
Bunları bilip de, gücü yettiği halde, susmanın vebali büyüktür. Çünkü
hadis-i şerifte buyuruldu ki:
282
www.dinimizislam.com
(Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allah’ın
indirdiği Kur’an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
Allahü teâlânın emirlerini bildirmek ve yasak ettiklerinden sakındırmak çok
mühim bir vazifedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretin! Emr-i marufu bırakırsanız, Allahü
teâlâ, en kötülerinizi başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)
[Bezzar]
Emr-i marufu ve nehy-i münkeri el ile yapmak hükümete, dil ile yapmak
din adamlarına, kalb ile yapmak her Müslümana farzdır. (Hadika)
Din adamının iyisi, kötüsü olur mu? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cehennemde din görevlisine, "Sen dünyada dinin emirlerini
bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "Günahtır, yapmayın"
der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun
cezasını çekiyorum" der.) [Buhari]
(Mirac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen insanlar
gördüm. Bunların kim olduğunu sordum. "Kendilerinin yapmadıklarını
"yapın" diyen vaizlerdir" dendi.) [Müslim]
(Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen din
görevlisinedir.) [Beyheki]
(Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular,
diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. "Sen ne günah işledin ki, öyle
pis koku saçıyorsun?" denildiğinde, "Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi
yapmazdım"der.) [İ. Ahmed]
(Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Menfaat için
devlet adamlarına yaklaşırlar, bunların yaptıkları ticaret, kesada [darlığa,
kıtlığa] uğrasın!) [Hakim]
(Bir zaman gelir ki, din görevlisi fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar
çoğalır, ama, [hakiki] âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
(Ahir zamanda cahil din görevlileri ve fâsık hâfızlar çoğalır. O
zamanın din görevlisi, eşek leşinden daha bozuk ve daha kokmuş
olacaktır.) [Tezkire-i kurtubi muhtasarı]
(Kur’an-ı kerim, okuyanlarına, ya şefaat edecek veya düşman
olacaktır.) [Müslim]
(Ümmetimdeki münafıkların çoğu Kur’an-ı kerim okuyanlardan
olacaktır.) [İ.Ahmed]
(Ahir zamanda, âlim azalır, cahil artar. Âlim kalmayınca da, cahil ve
sapık din görevlisi, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, kendisi sapar,
başkalarını da saptırır.) [Buhari]
(Bir zaman gelir ki din görevlisi, en şerli olur; fitne onlardan başlar,
onlara döner.) [Hakim]
283
www.dinimizislam.com
(Sizin için Deccalden daha çok, sapık önderlerden korkuyorum.)
[İ.Ahmed]
(Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.) [Darimi]
(Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim]
Bu hadis-i şeriflerden, dini içten yıkmaya çalışanların bulunacakları
anlaşılmaktadır. Böyle kimselerin ihanetlerini açıklamak gerekmez mi? “İç
mücadeleye şimdilik lüzum yok” demek büyük gaflettir.
Aslında iç düşman, dış düşmandan, içteki yara dıştaki yaradan daha
tehlikelidir. Ayaktaki bir yaranın tedavisi, kalbdeki bir yaranın tedavisinden
daha kolay olur. Sırlarımızı, cephanemizi ve zayıf noktalarımızı bilen bir
düşmanın zararı dıştaki düşmandan daha tehlikelidir.
Mezhepsizlerin, “Biz imam-ı a'zamı da, Abduh'u da severiz” demeleri
yanlıştır. Abduh sevilirse, imam-ı a'zam sevilmemiş olur. Çünkü imam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam
ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de Onun
düşmanlarını düşman bilmek, dinini beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye
gevşeklik sığmaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşmez. İki zıttan
birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. (m. 165)
Yabancılar, İslamiyet’i parçalamak için İslam birliği maskesini taktılar.
Mezhepler İslam birliğine mani oluyor diye mezhepleri kaldırmaya çalıştılar.
Bal ile sirke, süt ile idrar, zemzem ile şarap birleşmeyeceği gibi hak ile bâtıl da
birleşmez. Birleştirilmeye kalkılırsa hepsi de bâtıl olur.
Ehl-i sünneti parçalamak için birleşme maskesi takılmaktadır. Temiz su ile
necasetli su birleşirse bir birleşme olur, ancak bu suya artık temiz su denmez,
hepsi de necasetli su olur. Ehl-i sünnet, vehhabi ile, rafızi ile birleşirse hepsi
necis olur. Bütün Müslümanların birleşeceği yer Ehl-i sünnet yoludur.
Cenab-ı Hak, hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak, sevdiklerini dost,
sevmediklerini de düşman olarak tanıtsın. Âmin.
İbni Teymiye
Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni
Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir?
CEVAP
Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan
yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da
doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.
İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu
inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen
mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam
284
www.dinimizislam.com
müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu
Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.
Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad
min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin),
(Şevahid-ül-hak),
(Cevahir-ül-bihar),
(Seyf-ül-Cebbar)
ve
(Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla
ispat etmektedir.
İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab,
izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani,
imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri
Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve
küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid
Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir”
buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası)
Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i
Mekki - Fetava-yı hadisiyye]
(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına,
büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya
koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis
âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete
sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve
bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.)
[İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam]
(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve
Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış,
bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu,
sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun
yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra]
(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin
kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde
bildiriliyor.)
(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras
haşiyesi]
İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur,
kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor.
Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir
demiştir. (Keşfüzzunun)
El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve
dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.
(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)
285
www.dinimizislam.com
(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi
iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]
Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa
bile diyor ki:
(Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın
müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye
bağlıdır.)
(Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de
farzdır.
Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde
sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65,
Fussilet 28, Zuhruf 74)
(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ,
doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i
şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde
yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin
yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için,
müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı
olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.
Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de
saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı.
Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.)
[Tabakat-ül-kübra]
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek,
karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]
Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:
(İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat,
Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)
İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır.
[Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı.
[Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil
uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş
olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.
Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın,
velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı
286
www.dinimizislam.com
çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i
Hadisiyye]
Sual: Selefilerin vazgeçilmez üç prensibi varmış, bunlara uymayan
Allah’ın gönderdiği din ile amel etmezmiş. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
CEVAP
İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır.
Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç
kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını,
etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından
arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli,
dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden
çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş.
Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle:
1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i
şeriflerden kendi anladıkları.
2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları
hükümler.
3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i
şerifler.
İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır.
Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka
mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti
anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel
etmelidir.
Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere
caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.
İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini
birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir,
Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen
bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için
müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken,
onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler,
herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler.
İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip
atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani
amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı
idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin
de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.
Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi
de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis,
başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının
almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam
287
www.dinimizislam.com
ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden
çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam
âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.
Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun
usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet
normal sayarlar ve buna münezzel din derler.
Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle
amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep
imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler.
İbni Teymiye’ye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler,
bizim de imam-ı a'zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki?
En kötü insan kimdir?
Sual: İbadet etmemek, günah işlemek kibirden midir? İbni Teymiye’nin bir
mezhebe bağlanmaması da mı kibirdendir?
CEVAP
İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ibadet etmekten çekinip kibirlenenleri [ceza vermek için]
kıyamette toplar.) [Nisa 172]
(Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap
göreceksiniz.) [Ahkaf 20]
Cahiliyet döneminde Araplar kibirlerinden ayakkabılarının bağı kopsa
eğilip bağlamazlardı. Asr-ı saadette iman edenler, eğilip toprağa secde ettiler,
ama müşrikler yine kibirlerine devam ettiler. Kâfir kalmalarına kibirleri sebep
oldu. İmam-ı Süyûti hazretleri buyuruyor ki:
İbni Teymiye, kibirliydi, kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek,
karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdetiydi. (Kamul-muarıd)
İşte bu kibri yüzünden bir mezhebe bağlanmayıp, mezhepsiz olmuştu.
İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi büyük âlimler,
müctehid oldukları hâlde, Hanefi mezhebinin mensubu olmakla şereflendiler.
Hiç kimse onları tenkit etmedi. Hâlbuki İbni Teymiye, bu şereften mahrum
kaldı, tenkit yağmuruna tutuldu, hatta küfre girdiği bile bildirildi. Dalalet
fırkalarının hepsi de, kibirleri yüzünden çeşitli fırkalara bölünmüştür. Her fırka
kendisinin doğru olduğunu, diğer fırkaların sapık olduğunu ilan etmiştir.
Hâlbuki tevazu, hakkı çocuk söylese bile kabul etmektir. İmam-ı Rabbani
hazretleri, (Kötü sıfatların en kötüsü, kibir sıfatıdır) buyuruyor. Hadis-i
şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Kibir, hakka razı olmamak, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük
görmektir.) [Müslim]
(En kötü kimse, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed]
(Kibirden sakın! Kibir şeytanı, hazret-i Âdem’e doğru secdeden
alıkoydu.) [İ. Asakir]
288
www.dinimizislam.com
(Büyüklenip, kibirli yürüyen kimse, ölünce Allah’ı gazaplı bulur.)
[Buhari]
(Cehennemlikler katı kalbli, cimri ve kibirli kimselerdir.) [Buhari]
(Kibrinden dolayı ağzını eğip bükerek konuşan ateştedir.) [Taberani]
(Tevazu edip, fakirlerle beraber ol ki, Hak indinde değerin artsın ve
kibirden kurtulasın.) [E. Nuaym]
(Eski elbiseli fakir de, kibirli olabilir.) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlâ, [özellikle] kibirli fakire buğzeder.) [Taberani]
(Lâ ilâhe illallah kelimesini şeksiz, kibirsiz ve zulüm yapmadan
söyleyeni Allahü teala Cehennem ateşinden korur.) [Hâkim]
(Güzelliğin âfeti kibirlenmektir.) [Harâitî] (Kibir, her güzelliği yok eder.)
İbni Teymiyye ve mücessime
Sual: İbni Teymiyye’nin, Allahü teâlâyı bir cisim olarak kabul eden
mücessime fırkasından olduğu, kendi kitaplarında yazıyor mu?
CEVAP
Evet, kendi kitabında, hâşâ Allah’ın Arş’ın üstünde olduğunu ispat etmek
için diyor ki:
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve
rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine
nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)
Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki:
İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki
mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü
teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına
delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve
yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir
kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet
getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı
bir mabud tasavvur eden birisi, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri,
301)
Cemalettin Efgani
Sual: Abduhcuların pek methettiği Cemalettin Efgani kimdir?
CEVAP
1838 senesinde Afganistan’da doğup, 1897 de İstanbul'da vefat etti. Din
bilgisi azdı. Zındıkların kitaplarını okuyarak dinden çıkmıştır. Bir aralık Ruslar
tarafından satın alınarak, ana vatanı olan Afganistan’a karşı casusluk yaptı.
Dinine ve vatanına hıyanet etmekten çekinmedi. İngiliz masonları ile de işbirliği
yaparak zengin oldu ise de, Osmanlı Şeyh-ül-İslamı Hasan Fehmi efendi,
289
www.dinimizislam.com
onun cahilliğini ve zındıklığını ortaya koydu. 1944 de, kemikleri, İstanbul’dan,
Kabil’e nakil edildi.
Mason idi. Mısırlı Edib İshak, Ed-dürer kitabında, bunun Kahire mason
locası reisi olduğunu yazmaktadır. Bütün masonlar gibi, çeşitli kılıklara girerek,
İslamiyet'i içerden yıkmaya çalışmıştır.
Dr. Muhammed Reşad, dört yüzün üstünde önemli kaynaktan hazırladığı
Efgani Etrafında Makaleler isimli kitabında özetle diyor ki:
Çok önemli bir kaynak olan Sicilli Osmanide Efgani’nin İranlı bir Şii
olduğu belirtilmektedir. Manastırlı Naibi efendi ve o devrin Şeyh-ül-İslamı,
büyük âlim Hasan Fehmi efendi tarafından kâfir olduğuna fetva verildi.
Afganistan hakkında Ruslara casusluk da yapan, dinine ve vatanına hıyanet
etmekten çekinmeyen Efgani, mason olmadan önce de, hiç bir zaman
masonluğu kötülememiştir. Hatta dehrilere [dinsizlere] yazdığı reddiyede
masonluktan hiç bahsetmemesi manidârdır. Gittiği her yerde, sicilli masonlar
tarafından himaye görmüş, İngiliz masonları ile de işbirliği yapmıştır. Birden
fazla mason locasına kayıtlı olan Efgani, Mısır’daki İskoç locasından
kovulmuşsa da, kendisi bizzat mason locası kurmuş, çömezleri bu locaya
girmiştir. Edward Brown, Efgani’nin özel mason eldiveni ile bir resmini
neşretmiştir.
Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. Mehmet Emin
Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela
M. Emin Yurdakul’un, "Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur" şiirini Efgani çok
beğenmişti. O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden
makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini
tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani,
makalesinde diyordu ki: “Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları birbirine
bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil birliği, ırk ve milliyet
birliği demektir. şüphesiz, bu birliğin dünyadaki beka ve sebatı dinden daha
devamlıdır.”
Efgani, Mısırda da Arap ırkçısıdır. (Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü
din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür) demiştir.
İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmet
Davudoğlu hoca da diyor ki:
1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locasına kayıtlı bir mason olan, İslam’a
duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve Peygamberlik
sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı değil, siyasetle uğraşan bir
nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema tarafından İstanbul’dan kovulmuş,
Mısır’a kaçmıştır. (Din Tahripçileri)
Prof. M. Kaya Bilgegil, Ziya Paşa isimli kitabında, (Efgani, her mason gibi
İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmıştır) diyor.
Bir konferansın ardından
290
www.dinimizislam.com
İlim Yayma Cemiyetinde Efgani Efsanesi üzerine bir konferans verildi.
Konuşmacı, Dr. M. Reşad, medya önüne çıkmayı sevmeyen, mütevazı genç
bir araştırmacı idi. Resim çekip konuşmasını gazetede neşredemedik. Efgani
Etrafında Makaleler adıyla bir kitap da neşretmişti.
Konferansı da bu kitabının açıklaması mahiyetinde idi. Bu kitap, 400’ün
üzerinde kaynak taranarak hazırlanmış, ciddi bir eserdir. Aşağıdaki
konuşmaların kaynağı için kitaba bakılabilir. Dr. Muhammed Reşad özetle dedi
ki:
Abduh, Efgani’ye diyor ki:
"Azametli mevlâm, siz nefsimizde olanların cümlesini bilirsiniz. Bizi
en güzel bir şekilde yarattın ve resminiz ki yeri, kıble-i salâtımızdır."
Reşid Rıza da Efgani’yi övmekte, Abduh’tan aşağı kalmaz:
"İrfan ağacı, iyilikler ve lütuf Cennetinin efendisi, her alınan nefeste
ecri bulunan büyük İmam, Kendisinde en mükemmel bir biçimde güzellik
sırrı tecelli eden.." diyor.
Renan; (İslamiyet ilme ve felsefeye daima eza etmiş ve nihayet onları
boğmuştur. İnsan zekâsı için İslamiyet çok zararlı olmuştur) diyor. Efgani,
bunca hezeyan karşısında bir misli hezeyan da kendi ilave edip şunları yazdı:
"İlmin tekamülünde İslam’ın bir mani teşkil ettiği doğru ise de, bu
maninin bir gün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? Ben
Renana karşı Müslümanlığı değil, cehalette yaşamaya mecbur kalacak
yüz milyonlarca insanı savunuyorum. Müslümanlığın, ilmi ve ilmi
tekamülü yok etmek istediği bir gerçektir." (10 Ekim 1996, Türkiye)
Mason Efgani
Sual: Bir mason Efgani yandaşı, (Mücahit Efgani’yi eleştirenler,
düşmanlarıdır. Bir de bu mücahidi, bizim gibi dostlarından dinlemek gerekir.
Geçmiş değerlerimizden olan bu yiğit mücahid, II. Abdülhamid’e, “Uyuyan
Müslümanları uyandırman şartıyla sana biat ederim” demiştir, ama “İslam
birliği” ismini verdiği planını kabul ettirememiştir. Mücahid Efgani’nin
Masonluğa girdiği doğrudur, ama daha sonra “Ben masonları adam sandım”
demiştir. Efgani, Abduh gibi müstesna âlimler yetiştiren bir mücahiddir) dediği
halde, Efgani’den geçmiş değerimiz diye bahsedip de, neden gerçek geçmiş
değerimiz olan mezhep imamlarımız ve diğer Ehl-i Sünnet âlimleri hakkında
övücü tek kelime etmiyor?
CEVAP
Dinde reformcuları ve masonları övmenin bu kadarı görülmüş değildir.
Efgani, nasıl bir yiğit mücahid ki, masonların adam olduğunu sanarak
masonluğa giriyor? Müslüman olup da, masonluğun sadece Müslümanlığa
değil, bütün dinlere düşman olduğunu bilmeyen insan olur mu hiç? Bu, büyük
bir gaflet değil midir? Bir kimse, komünistleri adam sandım diyerek komünist
291
www.dinimizislam.com
olur mu? Siyonistleri adam sandım diyerek, Siyonist olunur mu hiç? Bunları
hangi Müslüman yapar?
Ayrıca Efgani, masonluğa girip de çıkmıyor. Güvenilir bir mason olduğu
için masonluğun başına geçiriliyor. Masonlar güvenmediği adamı hiç başkan
yaparlar mı? Ondan çok memnun olmuşlar ki, yerine çömezi Abduh’u da
başkan yapıyorlar.
Aslında (Masonları adam sandım) dediği de, gerçek değildir. Mezhepsiz
yandaşının uçurduğu balonlardan biridir. Masonluğu bıraktığına dair, uydurma
da olsa bir belge yoktur. Yani Efganici mezhepsizlerin, (Efgani masonluğu
bırakmıştır) demeleri tamamen yalandır. Masonluğa girip çıkan kimseyi hemen
mason locasına başkan yaparlar mı? Başkan olması için yıllarca masonlukta
kalması lazım.
Zamanın İstanbul Üniversitesi rektörü Sadrazam Reşit Paşa tarafından
Paris’te yetiştirilmiş olan ve aşırı derecede İttihat ve Terakki taraftarı olan
mason Hasan Tahsin tarafından, hain Efgani’ye konferanslar verdirildi, fakat
dine aykırı sözleri yüzünden, o zamanın Şeyhülislamı olan, büyük âlim Hasan
Fehmi efendi hazretleri tarafından kâfir olduğuna fetva verildi. Hasan Fehmi
efendi hazretleri, zamanın derin âlimlerindendi. Osmanlı devletinin 110.
şeyhülislamı idi.
Mısırlı Edip İshak, Ed-Dürer kitabında, Efgani’nin Kahire mason locası
başkanı olduğunu yazmaktadır. 1960’da Fransa’da basılan, Les
franco-maçons kitabının 127. sayfasında da, (Mısır’da kurulan mason
localarının başına Cemaleddin Efgani ve ondan sonra Muhammed Abduh
getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok
yardım ettiler) deniyor. Kitabın bu sayfasında, İslam ülkelerinden, hoca
görünümlü, sarıklı birinin mason locası başkanlık elbisesiyle büyük bir resmi
de vardır.
Görüldüğü gibi Efgani, sıradan bir mason olmayıp, masonların övgü ve
takdirlerini kazanmış bir mason locası başkanıydı. Dr. Muhammed Reşat da,
dört yüzün üstünde önemli kaynaktan hazırladığı kitabında diyor ki:
İngiliz belgelerine göre, bir tanrıya inanmayı şart koşan İskoç Mason
Locası’na üyeyken, buradan ateistlik ithamıyla kovulmuş, o da ateistliğin
makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na başkan olmuştur. (Dr. M.
Reşad, Efgani Etrafında Makaleler)
Cennetmekân Abdülhamid han, keskin görüşüyle, Efgani’nin hain
maksatlarının farkına varıp, kirli emellerine fırsat vermediği için, Efgani’nin
yandaşları Ulu Hakana diş biliyorlar.
Cennetmekân Ulu Hakan, hatıratında diyor ki:
(Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile
Efgani adlı bir maskaranın el birliğiyle İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir
plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir
ara, Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklif
292
www.dinimizislam.com
etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a
çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.)
Efgani’nin çömezi Abduh da, hocasının yolundan ayrılmamış, o da mason
locası başkanı olarak, reformlara devam etmiştir. Efgani, masonluğun yanlış
olduğunu anlayıp buradan ayrılsaydı, çok sevdiği öğrencisi Abduh’u da
masonluğa sokar mıydı, hattâ yıllarca olgunlaştırıp loca başkanlığına kadar
yükseltir miydi? Bu sadık talebesi Abduh, İslamiyet ve Hıristiyanlık kitabında,
(Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir) demekte, İslam birliği adı
altında, Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların, birbirlerini desteklemelerini
istemektedir. Yani “İslam birliği” çığlıkları atan Efgani, Abduh ve bugünkü
çömezlerinin asıl maksadı, Müslümanların birliği değil, bâtıl dinleri hak gibi
göstermektir. Abduh, Londra’da, bir papaza yazdığı mektupta da, bâtıl olan
Yahudilik ve Hıristiyanlığı büyük bir hak din gibi göstererek, (İslamiyet ve
Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim.
O zaman, Tevrat, İncil ve Kur’an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak
her yerde okunur ve her milletçe saygı görür) demiştir.
Mason Abduh’un açtığı bu kötü çığır bugün de son hızla devam ediyor,
ektiği kötü tohumlar dal budak salıyor. Dört İncil’i ve Tevrat’ı okuyorlar.
Yahudiler ve Hıristiyanlar da Cennete gidecek diye, bas bas bağırıyorlar.
Muhammed Abduh
Sual: Günümüzdeki mezhepsizlerin, mutlak müctehid diyerek övdükleri
Abduh, nasıl birisidir?
CEVAP
(Mutlak müctehid), mezhep sahibi büyük imam, büyük âlim demektir.
Halbuki M. Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüklerini bile
anlayamayan bir zattır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin-i Efgani’nin
din adamı perdesi altında İslam’ı içerden yıkmak propagandalarına
aldanmıştır. Müctehidlik bir yana avam müslüman olarak bile kalamamıştır.
1849 yılında Mısır’da doğup, 1905 de vefat etti.
Abduh hakkında kitaplardaki bilgiler özetle şöyledir:
Beyrut mason locası başkanı diyor ki:
(Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh,
masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti.) [Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s.
197]
Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les
franco-maçons s. 127)
“Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer” diyor. Hayranı Seyyit
Kutup bile, “Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor”
diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]
293
www.dinimizislam.com
Fil suresindeki kuşlara, sivrisinek; attıkları taşlara da mikrop diyor.
Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)
İslamiyet ve nasraniyyet kitabında, “Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri
değişiktir” diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve
Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O
zaman, Tevrat ve İncil ve Kur'an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her
yerde okunur) diyor. [Yoksa diyalogcular Abduh'un tavsiyesini mi
uyguluyorlar?]
Yine İslamiyet ve nasraniyet kitabında, “Bir kimseden, yüz bakımdan
kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir.
Herhangi bir filozofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği halde,
bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemiyeceğini düşünmek, ahmaklıktır.
O halde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyet'te zındık kelimesi yoktur.
Sonradan meydana çıkmıştır” demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir
Müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış
anlatarak, bütün kâfirlere, filozoflara mümin demektedir. Kendi de zındık
olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir.
C. Zeydan, “Abduh, eski âlimlerin koyduğu kuralları beğenmezdi” diyor.
(Medeniyet-i İslamiyye)
Mehmet Sofuoğlu, “Abduh faize helal der, Kur’anı mahlûk kabul eder”
diyor. (Tefsir kitabı s.41)
İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed
Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında diyor ki:
1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği
gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını
destekledi. (s. 81)
2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur”
diyor. (s. 81)
3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için
birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine
med-cezir olayı der. (s. 82, 83)
4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)
5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82)
Büyük İslam âlimi, 14. asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakim Arvasi
hazretleri buyuruyor ki:
(Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına
satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden
olmuştur.)
İngilizler, yüzyıllardır İslam ülkelerini binlerce müslümanı ve din
adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla,
dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok
etmek için, bir çok paşa, maşa olarak kullanılmıştır. Mesela, Mustafa Reşit
294
www.dinimizislam.com
Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam
devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve
yetiştirdikleri [Reşit Rıza gibi] çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok
etmeye alet olmuşlardır. (Faideli Bilgiler)
Abduh da, üstadı Efgani gibi mason olmuş, mucizeleri inkâr etmiş, sahih
hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin
hiçbir kıymeti olmadığını söylemiştir. Abduh yabancılar tarafından destek
görmüştür.
Mısır sömürge valisi Lord Cromer diyor ki:
(Elbette İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh'un
çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa'nın her türlü yardım
ve teşviklerine layıktır.) [M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam
Dünyasına Girişi, Tercüme Sezai Özel]
Reşit Rıza
Sual: Reşit Rıza kimdir?
CEVAP
Reşit Rıza, 1865 yılında Lübnan’da doğdu. 1935’de öldü. Abduh’un
talebesidir. (Müncid)
Hocasının dinde reformcu fikirlerini yaymak için Mısır’da El-Menar dergisi
çıkardı. (Eldavetü velirşad) medresesinde hocalık yaptı. El-muhaverat
kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırdı.
Mezhepsizler kitabında Dr. Hasib Es-Samirai [Ali Nar tercümesinde]
diyor ki:
(Reşit Rıza, ne aldıysa, M. Abduh’tan aldı. O da bütün sermayesini,
Efgani diye meşhur olan şarkın filozofu Cemaleddinden devşirdi. Yani bu iki
zatın özü ve fikri hüviyeti üstadlarına bağlıdır. (s. 45)
Reşit Rıza, Efgani ile karşılaşma imkanı bulamadıysa da, onun fikir
mirasçısı ve çömezi Abduhla beraber olmak imkanını elde etmişti. Abduhla
buluşma onun fikri hüviyetinin oluşmasının temel unsurlarından biridir. (s. 80)
Reşit Rızanın bariz vasfı veya tavrı ıslahatçılıktır. Mısır’a varınca da
Abduh ile tanışmış; yapmayı tasarladığı ıslahatın programını neşr için Menar
dergisini çıkarma fikrini ona açarken, peşin olarak bunları açıklamıştı. (s. 85)
Mısır’a göçmesinin esas sebebi de, Efgani’nin halifesi durumundaki
Abduhla buluşmak ve din ıslahatı yolunda çalışmaktı. (s. 93)
El-Menar dergisinde Vehhabiler hakkında çeşitli makaleler yayımlayan
Reşid Rıza, Vehhabi hareketini yerinde ve lüzumlu görerek şunları söylüyor:
(Bu dönemde toplum cahiliyet devrinden daha kötü bir cehalet içinde idi;
ağaca, taşa, hayvana, ölüye, diriye tapar, namaz kılmaz, zekât vermez,
başkasının malını gaspeder, adamı öldürmüş olmak için adam öldürürdü.
Cenab-ı Allah bu topluma Şeyh Muhammed İbn Abdülvehhab'ı ve hafidini
295
www.dinimizislam.com
gönderdi, bunlar oralarda selefin akidelerini, esere dayanan tefsiri, hadis
kitaplarını ve imam Ahmed b. Hanbel'in fıkhını neşretmek suretiyle İslam’ı
yenilediler. Bu hareketin tesiri ile halk dine öyle sarıldı ki memleketlerinde
namazı terk eden, zekâtı vermeyen, kötülüğü irtikap eden bir kimse kalmadı.)
[Prof. Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
1953. Sayı 6]
Mucizeyi inkâr
Reşit Rıza, mucizeleri hissi ve akli olmak üzere ikiye ayırır. "Hissi mucize,
geçmiş peygamberlerin mucizeleri, akli mucize de Kur'an-ı kerimdir" der. Bu
suretle, diğer mucizeleri inkâr eder. Böyle bir taksimle Kur'an-ı kerime, sahih
hadislere iftirada bulunur. Çünkü bunu destekleyen herhangi bir sahih haber
yoktur. Bu, hakikatten aklın isteğine, meşhur olma hevesine ve işraki felsefeyi
körü körüne taklide yönelmektir. (s. 97)
Reşit Rıza hakiki İslam âlimlerinin bildirdiği doğru yoldan ayrılarak, kendi
başına bir yol tutmuş ve asrın ihtiyaçlarını karşılamayı, dinde hurafeler
yapmakta arayacak kadar ileri gitmiştir. Bu hâli, yazdığı makalelerde ve
kitaplarda açıkça görülmekte hatta kendisi bu vasfından öğünerek
bahsetmektedir.
Eserleri incelendiğinde bozuk mutezile fırkasının fikirlerinin hakim olduğu
görülür. Reşit Rıza’nın yazdığı eserlerde, yaymaya çalıştığı düşüncelerinden
bir kısmı şunlardır:
1- Mucizeleri kendi düşüncesine göre tevil etmekte ve birçoğunu inkâr
etmektedir.
2- Musa ve İsa aleyhimesselamın peygamberliklerine dil uzatmaktadır. İsa
aleyhisselamın diri olarak göğe kaldırıldığı Kur’an-ı kerimde bildirildiği ve Ehl-i
sünnet âlimleri bunu açıklayıp izah ettikleri halde, o; “İsa aleyhisselam öldü”
demektedir.
3- Cinlerin varlığını kabul etmeyip, onları bir takım zararlı mikroplar olarak
göstermektedir. (Tefsir-i Menar: c.3, s.95, 96) Halbuki cinlerin varlığı ve
ateşten yaratıldığı Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.
4- Ehl-i sünnetin dört hak mezhebini kabul etmeyip, teyemmüm, vasiyet,
talak gibi daha birçok meselede doğru yoldan ayrılmıştır.
Reşit Rıza’nın yazdığı kitaplar, okuyanları ve uyanları felakete
sürüklemiştir.
Bu eserlerinden biri Muhaverat kitabıdır. Bu kitabında, üstadı Abduh gibi,
dört mezhebi tenkit etmiş, mezhepleri şahsi münakaşalar şeklinde göstererek,
“İslam birliğini bozmuşlardır” diyecek kadar ileri gitmiştir. Dört mezhepten
birine uyan ve bin seneden beri gelmiş milyonlarca halis Müslümanla adeta
alay etmiştir.
Muhaverat kitabında, dört mezhebe çatılmakta, İslam bilgilerinin dört
kaynağından biri olan “İcma-ı Ümmet” inkâr edilmekte, herkes; kitaptan,
296
www.dinimizislam.com
sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam
bilgilerini kökünden yıkmaktadır.
Abdülaziz bin Baz
Sual: Suudlu Abdülaziz bin Baz kimdir?
CEVAP
Vehhabidir. Yazdığı "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru İnanç" ismi
verilerek Türkçeye tercüme edilmiş ve Türkiye’nin her yerinde dağıtılmaktadır.
Allah arşta oturuyor diyor.
Abdülaziz bin Baz, ehl-i sünnet itikadındaki müslümanlara Müşrik
damgasını vuruyor, her müslümanın "Necdi" yani vehhabi olmasını istiyor.
İstiva, Yed, Vech gibi müteşabih kelimelere, oturmak, el, yüz gibi manalar
vererek -hâşâ- Allahü teâlâyı cisim olarak bildiriyor. Müşebbihe fırkası gibi
inanıyor.
(Üstadımız İbni Teymiye de böyle söyledi) diyerek onun da
Müşebbiheden olduğunu gizlemiyor. Kitapta imam-ı Malik hazretlerinin
hocasının (İstivanın keyfiyeti bilinemez) dediğini yazıyor. Doğrusu da budur.
Fakat Necdi hemen birkaç satır sonra, (Allah göklerin üstünde bulunan Arş
üzerinde oturuyor) diyor. Keyfiyeti bilinmeyen şey üzerinde nasıl böyle kesin
konuşuyor.
Selef-i salihin denilen önceki âlimler, İstiva, Yed gibi kelimeleri tevile
lüzum görmezlerdi. Çünkü bu kelimelerin mahiyeti bilinirdi. Mesela (İstanbul,
valinin elindedir) denilince, bunun açıklanması istenmez, herkes buradaki el
kelimesinin hakiki el ile ilgisi olmadığını bilirdi. (Allah Arşı istiva etti) denince
de, Allah’ın Arşa hükümran olduğunu anlarlardı.
Fakat Müşebbihe denilen bozuk fırka, (Allah’ın bizim gibi eli var. Allah
Arşın üstünde oturur) gibi manalar verince sonraki âlimler bu kelimeleri
açıklamak zorunda kalmışlardır. Kur'an-ı kerimde böyle tevil edilmesi gereken
çok âyet-i kerime vardır. Hakiki manası ile alınırsa acayip manalar ortaya
çıkar. Mesela Kur'an-ı kerimde (Köye sor) buyuruluyor. Köyden maksat,
köydeki insanlardır.
Yine Kur'an-ı kerimde kâfirlerin sağır, dilsiz ve kör olduğu bildiriliyor.
(Bekara 18) Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Bunlara, hakikati duymadıkları
için sağır, hakkı söylemedikleri için dilsiz, doğru yolu, gerçekleri göremedikleri
için kör denilmiştir. Bilen için bunları izaha lüzum yoktur.
Eskiden de istiva, yed, vech gibi kelimeler tevil edilmeden bilinirdi.
Müşebbihe fırkası ve sonra necdiler, bu kelimeleri hakiki manası ile alınca,
hâşâ Allah’a mekan ittihaz etmiş oldular. Onu cisim zannettiler. Necdi
Abdülaziz Baz da, (Allah gökte Arşın üstünde oturuyor) diyerek küfre giriyor.
(S.8-10)
297
www.dinimizislam.com
Abdülaziz Baz, (İman, dil ile ikrar ve inanılanı yapmaktır. İman itaat ile
artar, isyan ile azalır) diyor. (s.18) Bu tarifin içinde kalb ile tasdik yoktur.
Halbuki bir kâfir de dil ile Kelime-i şehadeti söyleyebilir. Kalb ile tasdik
etmedikçe kıymeti olmaz. İnanılanı yapmak ameldir. Mesela orucun farz
olduğuna inanan kimse bunu yapmazsa günaha girer, imanı gitmez. Necdi,
inanılanı yapmak iman diyerek amelin, imanın bir parçası olduğunu söylüyor.
Halbuki amel imandan parça değildir. Mesela oruç tutmayana kâfir denmez.
(İman artar, eksilir) demekle, gerçekte imanın artıp eksildiğini zannediyorlar.
Halbuki iman, "Amentü..." de bildirilen altı esasa inanmak demektir. Bunun
birine inanmamak küfür olur. Bu bakımdan iman zamanla azalıp çoğalmaz.
Bazı âlimler, imanın azalıp çoğalacağını söylemişlerse de bunlar, imanın
kendisinin değil, parlaklığının artıp eksileceğini bildirmişlerdir.
Necdilerde tevil yoktur. Tevilsiz (iman artar, eksilir) demeleri küfür olur.
Yani Necdiler gibi böyle tevilsiz söylemek, inanmak küfür olur. Necdiler,
(İmanın parlaklığı artar, eksilir) deselerdi mahzuru olmazdı.
Necdi yine aynı sayfada (Zina, hırsızlık ve içki içmek küfür değildir) diyor.
Halbuki az önce, (İnandığını yapmak imandır) diyordu. Böylece apaçık bir
tenakuz [çelişki] içine girmektedir. Zaten yazıları hep böyle tenakuzlarla
doludur.
Necdi, müslümanların peygambere ve evliyaya taptığını söylüyor. (S.21)
Vefat eden peygamber ve evliyadan yardım istemenin şirk olduğunu söylüyor.
(Bunlar "La ilahe illallah" kelimesinin manasını Arap kâfirleri kadar bile
bilemediler) diyor. (s.20)
İlaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü
teâlâ değil midir? Allahü teâlâ bunlara bu kuvveti verir de vefat eden bir
peygambere veya evliyaya yardım etme kuvvetini vermekten aciz midir?
Aslında, Allah’ın kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün
yardım edemeyeceğine inanmak şirk olur. Allah’ın kudreti ile dirinin yardım
edeceğine inanıp da, Allah’ın kudreti ile ölünün, yardım edeceğine inanmamak
da, Allah’ı aciz kabul etmek olacağı için küfür olur. Halbuki Allahü teâlâ her
şeye kadirdir. Ölüden diri, diriden ölü yaratır. (A.İmran 27) Diriye, ölüye ve her
şeye yardım ancak Allah’tan olur. Kur'an-ı kerimde (Yardım ancak ve yalnız
Allah’tandır) buyuruluyor. (A. İmran 126)
Kur'an-ı kerimde, şehidlerin diri olduğu, yiyip içtiği bildiriliyor. (Bekara
154; A.İmran 169)
Bu âyetleri inkâr edemiyeceklerine göre, Necdiler hâlâ (Evliyadan yardım
istemek şirk) demeye devam edecekler mi? [Vehhabilik maddesine bakınız.]
Abdülhak-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler
açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların
yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi,
öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak
298
www.dinimizislam.com
yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet
sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan,
yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan,
Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için,
Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması
şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini,
herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey
yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.
(Miskat)
Ölünün feyz vermesi
(İrşad-üt-talibin) de, (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez,
hatta artar) buyuruluyor. Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir, onların
hatırı için istenileni yaratır. Ölülerin dirilere yardım etmesi yine Allahü teâlânın
dilemesi ile olmaktadır. (Künuz-üd-dekaik) deki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi]
Ali Süavi
Sual: Bazı kimseler, Efgani gibi Ali Süavi’yi de rehber ediniyorlar. Ali
Süavi kimdir?
CEVAP
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilalci idi.
Rüşdiyede bir kaç sene okuyan Süavi, medrese tahsili görmemişti. Sami
Paşanın maarif nazırlığı sırasında Bursa Rüşdiyesine muallim-i evvel tayin
edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler artınca,
bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Sofya’da ticaret
mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü de yaptı.
1867 senesinde İstanbul’a dönen Süavi, bir taraftan Şehzade Camiinde
vaazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık
yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum,
gazetenin kapatılmasına ve Ali Süavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur
edilmesine yol açtı. Kastamonu’da iken Mustafa Fazıl Paşanın daveti üzerine
kaçıp Paris’e gitti. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan
toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir Gazetesini çıkarmak
için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından itibaren kararlaştırılmış
hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Çok geçmeden gazete kapandı.
Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süavi, sultan Abdülaziz’in tahttan
indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın
mabeyn feriki olan Said Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultanisine müdür
tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk
halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra
bu görevden azledildi.
299
www.dinimizislam.com
Bu olaydan sonra Abdülhamid Hana ve idaresine düşman kesilen Ali
Süavi, İngilizlerin arzusu üzerine Sultanı tahttan indirmeye ve yerine 5.Muradı
padişah yapmaya karar verdi. İngilizler de gerekli desteği verdi. Gizli olarak
çalışmaya başladı.
Etrafına topladığı 500 kişi ile 20 Mayısta Çırağan Sarayını basarak, 5.
Muradı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın
vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Süavi olay yerinde öldü (1878).
İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan
sonra, derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı.
Ali Süavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan
söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti.
Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde
yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz
parlamenterizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile
getiriyordu.
Diğer taraftan klasik medrese tahsili bile görmeyen Süavi, belli çevrelerce
muhaddis ve hatta müctehid gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Süavi, dinde
reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını
ısrarla savunmuştur. Süavi’nin bu fikirleri daha sonra Efgani adlı başka bir
İngiliz ajanı tarafından geliştirilmiştir. (Y.Rehber Ansiklopedisi)
Hasan Sabbah ve Şeyh Bedrettin
Sual: Abduhcu bir yazar, "Aslında bizim olan Hasan Sabbah ve Şeyh
Bedrettine yabancılar sahip çıkmıştır" diyor. Yabancılar niçin sahip çıkıyor?
CEVAP
Şeyh Bedrettin, Samavne kadısının oğludur. Mısır’da okudu. Bir müddet
sonra sapıtıp, müridleri halkın imanlarını bozmaya başladı. Üzerlerine Bayezid
paşa gönderilip dağıtıldı. Kendisi Bosna’ya kaçtı. Müridler topladı. Yine sapık
yol tuttular. Üzerlerine yine asker gönderildi. Tevbe eden müridleri tarafından
yakalanıp teslim edildi. Mevlana Haydar Hirevi’nin başkanlığındaki ilim heyeti
tarafından muhakeme olunarak, ölümüne fetva verildi. 1415 senesinde idam
edildi. Görüldüğü gibi, ölümüne fetva verilecek kadar küfründe zararlı olan bir
mülhid idi.
Hasan Sabbah, İsmailiye Devletinin kurucusu ve Bâtıniliğin bir kolu olan
Haşşaşin fırkasının başkanı idi. Hasan Sabbah’ın fikirleri, Asr-ı saadetten
önce, Sasaniler zamanında Mejdek’in sapık fikirlerine çok benziyordu. Pek çok
haramları mubah sayıp, ahireti, Cenneti ve Cehennemi inkâr ediyordu.
Kandırdığı cahilleri afyonkeş yaparak, cinayetler işletiyor, kurduğu terör
teşkilatıyla pek çok İslam âlimini, devlet adamlarını ve Ehl-i sünnet
müslümanları şehid ettiriyordu. Hind, Türkistan ve Horasan hacılarının, Rey
şehri yakınında, yollarını kestirip öldürttü. Hasan Sabbah’ın 1124 senesinde
300
www.dinimizislam.com
ölümü üzerine eski güçlerini kaybeden Alamut Bâtınileri de 1256 yılında
Moğollar tarafından imha edilerek büyük bir fitne önlenmiş ve Bâtıni
sapıklarından temizlenmiş oldu. Yabancıların neden sahip çıktığı şimdi
anlaşılmıştır inşallah.
Şevkani kimdir?
Sual: Mezhepsizlerce çok övülen Şevkani kimdir?
CEVAP
Adı Muhammed bin Ali Şevkani’dir. 1834’te vefat etti. Ezhar-ül-fıdda ve
Bahr-ül-zehhar Şii kitaplarının şerhlerini okuyarak, Zeydî mezhebinde yetişti.
(Feth-ul-kadir, Cevab-üs-sail)
Şevkani, Şiiliğin takıye ilkesine uyarak Zeydî olduğunu saklar, Hanefi gibi
görünür, fakat Zeydî mezhebine göre fetva verirdi. Böylece de Zeydîliği
yaymaya çalışırdı. Hindistan’ın büyük âlimlerinden Abdülhay Lüknevi de diyor
ki: Şevkani’nin kötü hallerini ve bozuk kitaplarını öğrenmek isteyen,
Ferhat-ül-müderrisin kitabımı okusun! Şevkani, İbni Teymiyye gibi, ilmi çok
ve aklı az, hatta ondan da aşağıdır. (Vehhabi mezhebinin içyüzü)
İbni Hazm
Sual: Mezhepsizlerin övdüğü İbni Hazm kimdir?
CEVAP
Endülüs felsefecilerinden ve âlimlerindendi. Vezir [bakan] idi. Miladi 994
yılında Kurtuba’da doğru, 1064’de vefat etti. Felsefeye dalarak, âyet-i kerime
ve hadis-i şeriflere, kendi aklına göre mana vermiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır.
Selef-i salihinin, üstünlüğünü kavrayamamış, din büyüklerine saygısızlık
göstermiştir. Bu sebeple, memleketinden sürülerek, çölde vefat etmiştir. (E.
Kiram)
İbni Hazm, Selef-i salihini beğenmeyip, doğru yoldan ayrılmıştır,
(Keşf-üz-zünun)
İbn-ül Arif diyor ki: İbni Hazm’ın dili ve Haccac’ın kılıncı, aynı şeyi
yapmışlardır. İbni Hazm’ın, hadis-i şeriflere uymayan habis, sapık çok sözleri
vardır. Haccac-ı zalim, 120 bin masumu sebepsiz ve suçsuz öldürdü. İbni
Hazm’ın dili de, hadis-i şerifle bildirilen hayırlı zamanlardan sonra, 100 binlerce
Müslümanı doğru yoldan saptırdı. (K. ve Ahiret)
İbni Hazm, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin zahir yani görünen
manalarından başka hiçbir delil ve kıyası kabul etmeyen, [Davud-i Zahiri’nin
kurduğu] Zahiriyye mezhebindeydi. Bu mezhep tutunamamış, kalmamıştır.
(Eşeddül-cihad)
İbn-ül-Ehed, Zehebi ve İbni Hilligan diyor ki: İbni Hazm’a selam verenler,
ondan nefret ederlerdi. Sözlerini beğenmezlerdi. Onun sapık olduğunda
301
www.dinimizislam.com
sözbirliğine vardılar. Onu kötülediler. Sultanlara ondan sakınmalarını
bildirdiler. Müslümanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. (M. Nasihat)
İbni Hazm, herkese ictihad yapmayı emredip, başkasına uymak haramdır
diyordu. Hanefi âlimlerinden, Muhammed bin Abdülazim Mekki, buna cevap
verirken buyuruyor ki:
Elhamdülillah biz, büyük islam âlimi imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye uymak
derecesinden dışarıda kalmıyoruz. O yüce imama, onun büyük talebelerine,
daha sonra gelen, Şems-ül-eimme gibi dünyaya nur saçan derin âlimlere ve
on asırdan beri yetişen böyle hakiki âlimlere uymakla şerefleniyoruz.
(El-Kavl-üs-Sedid)
Üstad İbrahim Muhammed Neşat diyor ki:
Namazı bilerek terk etmenin büyük günah olduğunu ve farzları hemen
kaza etmek farz olduğunu, cumhur-ı ulema bildirmektedir. İbni Teymiyye,
(Namazı kasten terk edenin kaza etmesi lazım değildir. Kaza kılması sahih
olmaz. Çok nafile kılması, çok hayrat, hasenat yapması ve istiğfar etmesi
lazım olur) dedi. Daha önce İbni Hazm da, uzun yazılarıyla böyle uygunsuz
fikirler ortaya atmıştı. (İslam kültürü 6/25)
İbni Teymiyye ve İbni Hazm, hükmü şüpheli olan âyet-i kerime ve hadis-i
şerifleri tevil ettiler. Yani yanlış manalar vererek, Ehl-i sünnetten ayrıldılar.
Böylece, hayırlı işlerin, namaz yerine geçeceği sapıklığını da körüklemişlerdir.
İslamiyet’te açtıkları yaraların en zararlı olanlarından biri de, bu olmuştur. (S.
Ebediyye)
Muhammed İkbal kimdir?
Sual: Yamuk kişiler, Muhammed İkbal’i çok övüyor. Acaba İkbal de mi
reformcudur?
CEVAP
İkbal, Pakistan’ın millî şairidir. 1905’te öğrenim için gittiği Avrupa’da üç yıl
kaldı ve düşüncelerinde büyük değişiklikler oldu. 1908’de Lahor’a dönerek
Felsefe ve İngiliz Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
1923’te İngilizler kendisine “Sir” ünvanı verdi. Bu arada, meşhur
şarkiyatçı İngiliz Sir Thomas Arnold ile tanıştı, kurduğu yakın dostluk İkbal’in
düşüncesini etkiledi. Onun tavsiyesi üzerine Avrupa’ya gidip, burada
felsefecilerden ders gördü. Bütün bunlar İkbal’in üzerinde büyük tesir yaptı.
Ehl-i sünnet âlimlerinin tuttuğu doğru yolu bırakıp, Batılı müsteşriklerin
metotlarına kaymasına sebep oldu.
İslâmiyet karşısında felsefe ve aklı ön planda tutan bu metotlar, İkbal’in
düşünce ve fikirlerini de şekillendirerek, din konusunda kendine mahsus ve
İslâm âlimleri tarafından reddedilen görüşler öne sürmesi neticesini de
beraberinde getirdi.
302
www.dinimizislam.com
İkbal’in İslâmda dinî düşüncenin yeniden kuruluşu adıyla tanınan, 1928’de
Madras İslâm Derneğinin kurslarındaki konuşmaları, reformcu görüşlerle
doludur. Onun bu reformcu görüşleri, İslamiyet’in nakil yoluna ters oluşu
sebebiyle, âlimlerce kabul görmedi.
Eserlerinde, Abduh ve Efgani gibi mason reformcuların fikirlerine genişçe
yer verdi. İkbal’in şahsiyetinin en önemli taraflarından biri de, İngilizlerin
arzusuna uygun olarak, bağımsız Pakistan’ın kuruluşu için yaptığı
çalışmalarıdır.
İngilizler, Pakistan’ı Hindistan’dan ayırıp küçük lokma hâlinde yutmak
istiyorlardı. İkbal, 1931 ve 1932’de Londra’da yapılan toplantılara delege
olarak çağrıldı ve burada da aynı fikri destekler konuşmalar yaptı. Yazdığı
makale ve mektuplarda da ısrarla aynı fikri işledi.
İkbal, Cinnah’a yazdığı mektuplarda; İngiliz hükümetinin, Hindistan
Müslümanlarının Pakistan adı altında ayrı bir devlet kurmalarını istediğini
belirtti. İkbal’in bu çalışmaları, takdirle karşılanıp bağımsızlığın sembol
şahsiyeti sayıldı.
Ölümünden 9 yıl sonra 1947’de Pakistan bağımsızlığına kavuştu. Bu
bağımsızlık, Hindistan’da bir türlü tam hâkimiyet kuramayan İngilizlerin,
Müslümanları parçalayarak hem Pakistan’a, hem de Hindistan’a daha kolay
hâkim olmak için takip ettikleri bir siyasetin neticesidir. (Y. Rehber Ans.)
Taberi Ehl-i sünnet midir?
Sual: Taberi ismindeki zat, Ehl-i sünnet midir?
CEVAP
Birkaç Taberi vardır. Bid’at ehli olanlarını, Ehl-i sünnet olan İmam-ı
Taberi ile karıştırmamalıdır. Ehl-i sünnet olan İbni Cerir Taberi’nin tam ismi,
Ebu Cafer Muhammed bin Cerir Taberi’dir. Tefsir, hadis ve Şafii fıkıh
âlimidir. Miladi 839 yılında Taberistan’da doğru ve 923’de Bağdat’ta vefat etti.
23 cilt Cami’ul-beyan tefsiri ve Tarih-ul-ümem kitabı çok kıymetlidir. Ali bin
Muhammed Şimşati adında bir Şii, bu tarihi kısaltmış; bu Şii kitabı, Taberi
tarihi adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Okuyanlar, Ehl-i sünnet olan İmam-ı
Taberi’nin kitabı sanarak aldanmaktadır. Kısaltırken kendi görüşlerini de ilave
etmiştir. Bilmeyen de, İmam-ı Taberi böyle söylüyor zannediyor.
Muhammed bin Cerir bin Rüstem Taberi’nin ise Şii olduğu, Alusi’nin
Tuhfe-i isna-aşeriyye muhtasarı kitabının 68. sayfasında yazılıdır.
Muhammed bin Ebil-Kasım Taberi’nin de Şii olduğu, Esma-ül-müellifin
kitabında yazılıdır. Bunları, İbni Cerir hazretleri ile karıştırmamalıdır.
1153’te vefat eden İmamiyye fırkasından Şii Fadl bin Hasen Taberi’nin
Mecma’ul-beyan adındaki Taberi Şii tefsiri de, İbni Cerir hazretlerinin Taberi
tefsiriyle çok karıştırılmaktadır. (S. Ebediyye)
303
www.dinimizislam.com
Hasan el-Benna
Sual: Hasan el-Benna kimdir?
CEVAP
Hasan el-Benna, Seyyid Kutbun da üye olduğu, Mısır’daki
İhvan-ül-müslimin yani Müslüman kardeşler örgütünün kurucusudur.
Mevdudi, 1927’de yazdığı İslam’da Cihad kitabında, ihtilal yani devlete isyan
fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan el-Benna’nın
düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı gelmesine ve öldürülmesine
sebep oldu. Mevdudi’nin ilmi yetersizliği, [siyaset ilminin noksan olması, fitne
çıkmasına sebep olmuş ve] böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi
ölüme sürüklemiştir. (F. Bilgiler)
Din ve toplum üzerinde araştırmalar yapan Fransız Prof. Jacques Rollet
diyor ki:
İslamiyet’te şiddet yoktur. Teröristler, İbni Teymiyye’nin fikirlerini referans
alıp, yörüngelerini buna göre çizen Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi
gibilerin fikirlerini pratiğe dökmüşler ve bugünkü radikal gruplar oluşmuştur.
(28.9.2001 tarihli gazeteler)
Kadıyanilik (Ahmedilik)
Sual: Kadıyanilik nedir?
CEVAP
Hindistan’ın Pencap eyaletinde 1880’de Mirza Gulam Ahmed Kadıyani
tarafından kurulmuştur. Ahmediye de denir. İngilizlerin Hindistan’ı sömürge
yaptıktan bir yıl sonra ortaya çıkan bu fırka, onlar tarafından beslenmiştir.
İslâmiyet’i içerden yıkmak için çalışan İngiliz casuslarının yardımıyla Pencap
ve Bombay’da cahil halk arasında süratle yayıldı. Sonra Avrupa ve Amerika’da
gayrimüslimlerden ve dinini bilmeyen cahillerden taraftarlar buldu.
Daha önce İsmailiye fırkasında olan Mirza Gulam Ahmed, önce
müceddid, daha sonra da Mehdi olduğunu iddia etti. İsmailî ve Behaîlerden
taraftar buldu. En sonunda kendisinin, gökten ineceği bildirilen İsa Mesih
olduğunu, yeni bir din getirdiğini söyledi. Kadıyan’da yaptırdığı mescide,
Mescid-i Aksa dedi. Kendisinin Kur’an-ı kerimde övüldüğünü iddia etti.
Hazret-i İsa’ya iftiralarda bulundu. İslam âlimleri, Kadıyanilerin Müslüman
olmadıklarını ittifakla bildirmiştir. İslâm âlimlerinin bunlara verdiği cevapları
dikkate alan Pakistan Parlamentosu da, 7 Eylül 1974 tarihli kararıyla
Kadıyanileri, İslâm dışı azınlık olarak ilân etti. Buna rağmen, Müslüman süsü
verebilmek için, kendilerinden Müslüman Ahmediye cemaati diye
bahsediyorlar. Kadıyanilerin İslamiyet’e uymayan görüşleri çoktur. Birkaçı
şöyledir:
304
www.dinimizislam.com
1- (İsa’yı Yahudiler asmak istemişlerdi; fakat kendiliğinden öldü ve
toprağa kondu. Sonra kabirden çıkıp Keşmir’e gitti. Orada İncil’i öğretip tekrar
öldü) diyorlar. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimleri, İsa aleyhisselamın ölmediğini, diri
olarak göğe kaldırıldığını bildirmişlerdir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor
ki:
(Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri
lanetledik. Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen
kimse kendilerine İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler tam
bir kararsızlık içindedir. Bu konuda zandan başka hiçbir bilgileri yoktur
ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah İsa’yı kendi nezdine
kaldırmıştır.) [Nisa 157–158]
2- (İsa ve Muhammed aleyhisselâmın ruhları insan şeklinde görünecektir.
Bu da Mirza Ahmed’dir. Başka Mehdi yoktur. İsa Mesih ve Mehdi, aynı kişiye
verilen iki isimdir) diyorlar. Halbuki İsa aleyhisselamla hazret-i Mehdi aynı kişi
değildir. İkisinin de gelmesi kıyametin büyük alametlerindendir. Birkaç hadis-i
şerif meali:
(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı
kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka
şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]
(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini
yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi
gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle
dolar.) [Tirmizi]
(İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki]
3- İslâmiyet’le bildirilen cihadı, yanlış yorumlayarak, Kur’an-ı kerimin
mânâsını değiştiriyorlar. Cihad sadece sözle olur diyorlar. İslam âlimleri ise,
cihadı üçe ayırıyorlar: Savaşla yapılan cihadı, devlet yapar. Sözle ve her türlü
yayın vasıtasıyla olan cihadı İslam âlimleri yapar. Bu iki cihadı yapamayan da,
mal, can ve duayla yardım eder. Bu da her Müslümanın vazifesidir. Bir âyet-i
kerime meali:
(Ey iman edenler! Din düşmanlarının eziyetlerine sabredin. Onlarla
olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır boylarında
kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa
eresiniz) [Al-i İmran 200]
4- Mirza Gulam Ahmed, Hakikat-ul-Vahy kitabında, (Allah bu ümmet
arasında, İsa’dan daha üstün bir Mesih yarattı. O da benim. İsa şimdi sağ
olsaydı, benim yaptıklarımı yapamazdı. Bende görülen mucizeler, onda
görülmezdi. Allah beni peygamber olarak gönderdi. Bana üç yüz bin mucize
verdi) diyerek küfrünü açıkça ortaya koymuştur. Üç hadis-i şerif meali:
(Nübüvvet ve risalet sona erdi. Benden sonra nebi de, resul de
yoktur.) [Tirmizi]
305
www.dinimizislam.com
(Benden sonra peygamber gelmez; ama peygamberim diyen
yalancılar çıkar.) [Mişkat]
(Allah’ın resulüyüm diyen yalancılar çıkmadıkça, kıyamet kopmaz.)
[Buhari]
5- (Talimatlarımıza gönülden bağlı olana da, Allah mucizeler ihsan eder)
diyorlar. Hâlbuki mucize, sadece Peygamberlerde görülür.
6- (Herkesi sev, kimseden nefret etme!) diyorlar. Dinimiz ise,
Müslümanları sevip, Allah düşmanlarını sevmememizi emrediyor. Üç âyet-i
kerime meali:
(Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve
akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele
22]
(Kâfirleri dost edinen, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Âl-i İmran
28]
(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin!
Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost
edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51]
7- (Mümin olsun, kâfir olsun, hiç kimse, ebediyen azap içinde kalmaz;
çünkü Kur’anda “Benim rahmetim her şeyi kaplar” denmektedir) diyorlar.
Hâlbuki Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve kâfirlere,
herkese birlikte yetiştiği ve herkesin çalışmasına, iyiliklerine dünyada
karşılığını verdiği halde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur.
Kâfirler, cehennemde ebedi kalacaklardır, cehennemden çıkmalarına,
kesinlikle imkân ve ihtimal yoktur. İşte üç âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşriklerden
olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
(Âyetlerimizi yalanlayan kâfirler, cehennemliktir, orada ebedi
kalırlar.) [Bekara 39]
(Âyetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayanlar cehennemliktir. Onlar,
orada temelli kalırlar.) [Araf 36]
Kur’anı kerimin tamamına inanmadıkça, Müslümanız demekle Müslüman
olunmaz.
İbni Kayyım
Sual: İbni Kayyım-ı Cezviyye kimdir?
CEVAP
Hanbelî fıkhına göre yetişmişse de, 15 sene kadar İbni Teymiyye’den
çeşitli ilimleri tahsil etti. Çok kitap yazdı. Felsefeciler, Hıristiyan ve Yahudilerle
mücadele etti. Edebî tarzını benimsediği hocasının, her yönüyle, sadık bir
306
www.dinimizislam.com
talebesi oldu. İbni Teymiyye’nin Ehl-i sünnete uymayan bozuk düşüncelerine
kapıldı. Onun fetvalarını ve eserlerindeki sapık fikirleri savunmaya başladı.
Kendi düşüncelerini beğenip, aklın eremediği bilgileri ve tasavvuf büyüklerinin
keşfettikleri sırları, akılla çözmeye kalktı ve Ehl-i sünnetten ayrıldı.
Başta El-Kasidet-ün-Nuniyye kitabı olmak üzere, yazdığı yazılarda
Allahü teâlânın başka varlıklara bazı yönlerden benzediğini ve cisim olduğunu
yazdı. Hatta Bedai-ul-Fevaid ve El-Cevab-ül-Kafi kitaplarında, Allahü teâlâya
mekân isnat etti. İbni Teymiyye de, Kitab-ül Arş kitabında, hâşâ, İstiva
kelimesini yanlış yorumlayarak, (Allah Arş’ın üzerinde oturur) demiştir.
Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimlerinden İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta
değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde
veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır.
Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. (2/67)
İbni Kayyım, hocası İbni Teymiyye gibi, (Kâfirlere Cehennemde azap
sonsuz değildir) demiştir. Kabir ziyaretinde bulunan Müslümanlara da müşrik
deyip, İbni Teymiyye gibi, türbelerin yıkılmasını istedi. Hatta Resûlullah
efendimize dil uzatarak, vefatından sonra, bir meziyetinin kalmayıp, diğer
insanlardan bir farkının bulunmadığını iddia etti. Bu konuda bildirilen hâdis-i
şerif ve haberleri, âlimlerin sözlerini tevil ederek, Ehl-i sünnete uymayan birçok
fikirler ileri sürdü. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından şiddetle tenkit
edildi. Hocası İbni Teymiyye ile birlikte Şam kalesine hapsedildi. Hocasının
ölümünden sonra hapisten çıkarıldı. (Y. Rehber Ans.)
İzmirli İsmail Hakkı
Sual: İzmirli İsmail Hakkı kimdir?
CEVAP
Son devirde yetişen felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısıdır. Masonluğa
da girmiş olan İsmail Hakkı, felsefe ve dinler tarihi dallarında çalışıp bu
konularda kitaplar yazdı. İttihatçıların gözlerine girerek medreselerde hoca
olmuş, derslerinde ve kitaplarında, Abduh’un reformcu fikirlerini yaymaya
çalışmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, (İzmirli İsmail Hakkı ve
daha nice din adamları, mason Abduh’un kitaplarını okuyarak, onun
tesiri altında kalmışlar, çeşitli yollar tutmuşlardır) buyurmuştur.
20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, (Dinimizde yeni hayata,
ilerlemeye uygun olarak, yapılacak yenilikleri, İstanbul ilahiyat fakültesi
profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır) diye bildirilen rapor aşağıdadır.
Bu raporda İzmirli İsmail Hakkının da imzası vardı:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akışına uymalıdır. Din, eski
şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu inkişafı
göstermelidir. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar [koltuklar,
307
www.dinimizislam.com
sandalyeler], elbise askıları konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmelidir. İbadet
lisanı Türkçe olmalı, camilere müzik aletleri konmalıdır.)
Bu rapor da, İzmirlinin dinde reformcu olduğunu göstermektedir. (Dolgulu
diş gusle mani olmaz) diyen de bu reformcudur.
Kardavi’nin çağdaş fetvaları
Sual: Kardavi, Katar TV’deki konuşmalarını kitap halinde neşretmiş.
Adına da Fetava-i Muasire [Çağdaş, Asrî Fetvalar] demiş. Bu kitap uygun
mudur?
CEVAP
Kesinlikle uygun değildir. Kardavi, (Kimseyi taklid etmiyorum) diyor, yani
(Dört mezhepten birine uymam) diyor. Bu, ben mezhepsizim demenin başka
şeklidir. Kimseyi taklit etmediğini söylese de, İbni Teymiyye’ye İmam ve
Şeyhülislam diyerek, küçük kitapçığına, ondan 21, talebesi İbni Kayyım’dan
ise 8 tane nakil almıştır. Ebu Hanife ismi iki defa geçiyorsa da, kaynak olarak
değildir.
El-Halal-vel-Haram kitabının önsüzünde, (Kendimi herhangi bir mezhebe
bağlamayı uygun bulmadım. Yalnız bir mezhebin esiri olunmaz) diyor,
mezhepleri esaret kamplarına benzetiyor. El-Halal-vel-Haram kitabı, daha
önce çok tenkide uğramıştır. O. Hacı Ömeroğlu, mezhepleri yıkmaya çalışan
Kardavi için (İki işçi, koca Süleymaniye’yi yıkar; fakat onu yapmak için bir
Süleyman ve bir de Sinan gerekir) diyor.
(Din, kolaylık üzerine kurulmuştur) diyerek verdiği çağdaş, asrî
fetvalardan birkaçı şöyle:
1- (İnce çorap üstüne mesh caizdir) diyor. Hâlbuki dört hak mezhebin hiç
birisinde ince çoraba mesh caiz değildir. Kolaylık olsun diye, her kolayına
geleni yapmak caiz olmaz. Mesela kolaylık olsun diye, vakit girmeden beş
vakit namazı bir vakitte kılmak, dini değiştirmek olur.
2- Mukim olanın, bir özürle iki namazı cem etmesine, (Hanbelî’de caiz
olduğu için, ben de caizdir derim) diyor. Hâlbuki Hanbelî’nin bu hükmünü
herkese şamil etmek, asla caiz değildir. Bir zaruret veya ihtiyaç sebebiyle bir
mezhebi bir hususta taklit edebilmek için, o mezhebin o husustaki mümkün
olan bütün şartlarına da riayet etmek gerekir. Şartlarına riayet etmeden bir
mezhebin bir hükmünü almak veya mezheplerin kolaylıklarını toplamak, telfik
olup haramdır. (Hadika)
3- (Fitil kullanmak orucu bozmaz) diyor. Hâlbuki 4 mezhepte de bozar.
4- (Midye, ıstakoz gibi deniz haşaratı ve denizde kendiliğinden ölmüş
balık yenir) diyor. Hâlbuki kendiliğinden ölmüş balık yenmez. Hanefi’de midye,
ıstakoz gibi deniz haşaratı da yenmez. (Dürer)
Balık, hastalık gibi bir sebeple kendiliğinden ölünce leş olur, insanı da
zehirleyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
308
www.dinimizislam.com
(Kendiliğinden ölüp, su yüzüne çıkan balık yenmez.) [Dare Kutni]
5- (Demir ve diğer madenlerden yapılan yüzükler erkeklere caizdir) diyor.
Mütercim, dipnotuna, haram olduğunu ilave etmiş. Demek ki, mütercim bile,
Kardavi’nin dine aykırı sözleri olduğunu biliyor. Peki harama helal diyenin
kitabı, niye tercüme edilir ki?
6- (Haşhaş, kenevir ve tütün ekmek haramdır, çünkü bunlar kötü yerlerde
kullanılıyor) diyor. Kötü yerde kullanılınca haram mı olur? Afyon, tıpta çok
kullanılır. İlaç olarak az miktarda kullanmak caizdir. (Redd-ül-muhtar)
Kötü yerlerde de kullananlar var diye, haşhaş ekmeye haram denmez. Bu
yanlış görüş, şarap yapılıyor diye üzüm yetiştirmeyi yasaklamaya benzer.
7- (Şâfiî mezhebinde olan halka kolaylık sağlamak için, eti yenen deve,
sığır gibi hayvanların necasetlerinin temiz olduğuna fetva verdim. Kadına
dokununca
abdestleri
bozuluyordu.
Kadına
dokunmakla
abdestin
bozulmayacağını söyledim. Buna da Kur’an ve sünnetten delil getirdim) diyor.
Bu ne demek oluyor? Açıkça, bin küsur yıldan beri Şafiîlerin yanlış yolda
olduğunu, Şafiî âlimlerinin Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı fetva
verdiklerini söylenmiş olmuyor mu? Mezhepsiz Kardavi, İmam-ı a’zam veya
İmam-ı Şafiî gibi büyük bir âlim olsa bile, ancak (Benim görüşüm bu) diyebilir,
fakat yine dört hak mezhepten birinin hükmüne yanlış diyemez. Hele dinin
sahibi gibi, (Şâfiîlere şunu helal ettim) diyerek mezhepleri bozmaya hakkı
yoktur. Şafiî’deki birçok hüküm Hanefi’ye aykırıdır, bu ayrılık da ümmet için
rahmettir, fakat Şafiî âlimleri hiçbir zaman, (Hanefilerin ictihadı yanlıştır)
demediler. Sadece kendi mezheplerinin hükümlerini bildirdiler.
8- (İbni Teymiyye’nin, “Bir anda verilen üç talak, bir talaktır. Evlat, fakir
ana babasına zekât verir. Bir kadın, yol eminse tek başına hacca gider”
görüşlerini tercih ettim) diyor. İcma-ı ümmete karşı geliyor.
9- (Hastaya Kur’an okumak, âyetleri muska şeklinde üstte taşımak
haramdır) diyor. Hâlbuki bunlar sünnettir. Sitemizde bu konularda teferruatlı
bilgi vardır.
10- Hak ve bâtıl mezhep ona göre aynı olduğu için, Zeydiyye
mezhebinden olan Şevkani’den de nakiller yapıyor, Zahiriyye mezhebinden
İbni Hazm’ın, enfiye çekmenin, kulağa, burna ve makattan ilaç vermenin
orucu bozmayacağı görüşünü savunuyor. Mezhepsiz Reşit Rıza’ya müceddid
diyor, onu övüyor.
11- (Bu asırda dindar Müslümana 50 sahabi ecri vardır) diyor. Hâlbuki
evliya bile, sahabenin en alt derecesine bile kavuşamaz.
Görüldüğü gibi Kardavi’nin kırdığı yumurta, kırkı çoktan geçmiştir.
Günümüzdeki yerli mezhepsizler gibi, kendisini bütün mezheplerin üstünde bir
hakem gibi görüyor. Rehber edindiği İbni Cevzi, İbni Teymiyye ve İbni
Kayyım’a Hanbelî imamı diyor, fakat kendisi bir mezhebe uymuyor,
mezhepsiz olmayı tercih ediyor. (Şu mezhebin şu hükmü yanlış. Şu hüküm,
Kur’ana ve sünnete aykırıdır. Şu mezhebin şu hükmü doğrudur. Bunu tercih
309
www.dinimizislam.com
ederim) diyor. Dört hak mezhebi bile karıştırıp birleştirmek, mezhepsizlik olup
caiz değilken, dört hak mezheple bâtıl mezhepleri birleştirip bir Kardavi
mezhebi kurmak istiyor. Kendini mezheplerin üstünde hakem gibi gören böyle
kimselere dikkat etmek gerekir. Bunlar genelde, açıkça mezhepleri
reddetmiyorlar, fakat (Bu mezhebin şu görüşünü, şu mezhebin de bu görüşünü
tercih ederim) diyerek, dini içten yıkmaya çalışıyorlar.
Zahiri mezhebi
Sual: Zahiri mezhebi nedir?
CEVAP
Zahiri sapık mezhebini miladi 883’te vefat eden Davud-i İsfehani
kurmuştur. Daha önce Şafiî iken, sonra taklide ve kıyasa karşı çıktı. Bâtıl
Zahiri mezhebine göre, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin zahir yani görünen
mânâlarından başka hiçbir delil ve kıyas geçerli değildir, fakat bu mezhepte
olanlar, kendi görüşlerini âyet ve hadis gibi göstermeye çalışmışlardır.
Herkese ictihad yapmayı emredip, (Başkasına uymak haramdır) diyen
mezhepsiz İbni Hazm da Zahiri mezhebindeydi. İbni Hazm, Kur’an-ı kerim ve
hadis-i şeriflerin zahir yani görünen mânâlarından başka hiçbir delili ve kıyası
kabul etmezdi. (Eşeddül-cihad)
İbni Hazm, Selef-i salihin’i beğenmeyip hak yoldan, Ehl-i sünnetten
ayrılarak, Zahiriye fırkasına giren bir felsefecidir. (Keşf-üz-zünun)
Zahiri mezhebini 1184–1198 yıllarında iktidarda olan Muvahhidî
hükümdarı Yakub bin Yusuf, Kuzey Afrika ve Endülüs’te yaymaya çalışmıştır.
Bu hükümdar, halkın Zahiri mezhebine uymasını ve Ehl-i sünnet olan Maliki
mezhebini bırakmasını istemiş, hatta Maliki mezhebine göre yazılan fıkıh
kitaplarını toplatıp yaktırmıştır. Bu hükümdarın ölümünden sonra, Zahiri
mezhebi, yavaş yavaş sönerek yok olmuştur. Ancak günümüzdeki bazı
mezhepsizler, her sapık mezhebin olduğu gibi bunun da fikrini körüklemeye
çalışıyorlar.
İbni Kesir tefsiri
Sual: İbni Kesir’in tefsiri uygun mudur?
CEVAP
Tefsirine kendi görüşlerini karıştırmış olduğu Keşfüz-zunun’da yazılıdır.
Şam âlimlerinden üstad Abdülgani hazretleri buyuruyor ki:
İbni Kesir tefsirini okumamalıdır, çünkü içinde dalalat-i kesire [çok sayıda
yanlış, sapık görüşler] vardır. İnsanların itikadlarının bozulmasından korkup
endişe ettiğim için, İbni Kesirin tefsirini, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım’ın
kitaplarının okunmasını hiç tavsiye etmem, çünkü bunların kitaplarında o kadar
çok sapık ve bozuk sözler var ki, herkes bunları ayırt edemez. Bunları ancak
rasih ilimli âlimler anlayabilir. (Fadl-üz-zakirin s. 24)
310
www.dinimizislam.com
Bir kitapta, itikadı zedeleyen, insanı küfre düşürücü bir ifade bulunursa,
elbette o kitap çok zararlıdır. Bazı mezhepsizler, (Kitaptaki faydalı yerlerini alır,
zararlılarını atarım) diyor. Halbuki kitap bilgi öğrenmek için okunur. Faydalısını
zararlısından ayırabilen kimsenin o kitabı okumasına ne lüzum var? Bildiği
şeyleri niçin okusun? Bilmediklerini öğrenmek için okuyorsa, bilmediği bir şey
onu küfre düşürebilir, ebedi felaketine sebep olabilir. Bunun için
mezhepsizlerin kitaplarını okumak çok zararlıdır.
Fıkh-üs-sünne kitabı
Sual: Fıkh-üs-sünne kitabının yazarı Seyyid Sâbık, sapık mıdır?
CEVAP
Evet. Seyyid Sâbık, süper sapıktır, yani itikadı bozuktur. Fıkh-üs-sünne
kitabında diyor ki:
Taklide bağlanıp Kitap ve Sünnet’in rehberliğini kaybettikten sonra,
(İctihad kapısı kapalıdır) sözüyle ümmet-i Muhammed, en büyük belâlara
uğradı, Resulullah’ın sakındırmış olduğu keler yuvasına girdi. (s. 22)
Açıklamasında ise, keler yuvasına girenlerin Yahudi ve Hıristiyanlar
olduğu bildirilmektedir. Bildirdiği hadis-i şerifte, (Sizden öncekilerin yolunu
takip ederseniz) buyuruluyor. (Sizden öncekiler) ifadesinden murat, cahiliye
devrinde putlara tapan kimselerdir. S. Sâbık ise, bu hadis-i şerifteki (Sizden
öncekiler) ifadesini, mezheb imamlarına tâbi olmak diye gösteriyor. Yani bir
müctehide, bir mezhebe tâbi olan Müslümanı putlara tapanlara benzeterek,
gayrimüslim olmakla suçluyor.
Kitaptaki görüşleri, mason Abduh ve çömezi Reşid Rıza da aynen
savunmaktadır. Müctehid imamlara uyanları gayrimüslimlikle suçlarken, İbni
Teymiyye’ye dört elle sarılıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, mezhepsizlere göre
Ehl-i sünnet imamlara uymak suç, İbni Teymiyye ve Abduhçu sapıklara uymak
ise büyük fazilettir. Yani (İmam-ı a’zam hazretlerinin yolunu takip ederseniz
keler deliğine girersiniz, Mason Abduh’un yoluna girerseniz hidayete
kavuşursunuz) demek istiyorlar. Bütün mezhepsizler hep aynı şeyi
savunuyorlar.
İctihad kapısı açıktır. Kapatan olmamıştır. (İslâm âlimleri ictihad kapısını
kapattı) sözü iftiradır. İctihad ehliyeti bulunmadığı için kapı kendiliğinden
kapanmıştır. Kapalı kapıya kapalı demek, suç mudur? İctihad ehliyeti olan,
kapıyı açıp içeri girebilir. Ama her önüne gelen giremez.
S. Sâbık, mezhepler üstü ictihadlar yapıyor. Hiçbir şart aramadan
herkesin ictihad etmesini savunuyor. Bu cahillik değilse, hainliktir. Çünkü İbni
Teymiyye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki:
İctihad şartı bulunmayanın, Kur’andan ve hadisten ahkâm çıkarması caiz
olmaz. Mezheplerden birisine uyması şarttır. Dört mezhebden başkasına
311
www.dinimizislam.com
uymak da caiz değildir. Çünkü diğerlerinin hükümleri, tedvin edilmiş, yani
toplanmış değildir. (İ’lâm-ül-mûkı’în)
Giriş kısmında, Müslümanların gerileyiş sebeplerini mezheplere
bağlanmakta bulan S. Sâbık’ın, Fıkh-üs-sünne’yi yazmakla, dine ne hizmeti
olmuştur? Birkaç örnek verelim. S. Sâbık diyor ki:
Alkolü içkiler necis değildir, yani alkol bulaşmış elbiseyle namaz kılmak
caizdir. (s. 35)
S. Sâbık, İbni Teymiyye ile Şevkani’nin bir sözünü alarak ve bir hadis-i
şerife kıyas ederek, (Eti yenen bütün hayvanların pislikleri temizdir, hatta
bunların idrarını içmek caizdir) diyor. (s. 34)
Fıkh-üs-sünne kitabı, dört hak mezhebden hiç birisine uygun değildir.
Mesela mezhepsiz Kardavi gibi, ince çorap üstüne meshi caiz görmektedir. (s.
66)
(İbni Teymiyye, fetvalarında...) diyerek, onu kendisine İmam yani
müctehid kabul etmektedir. (s. 67)
Kitaba, (Âyet ve hadislerle fıkıh) dendiği hâlde, çok yerde, tevil edeceği
âyet ve hadis bulamadığı için, kendi görüşünü bildirmiş, ayrıca Mason
Abduh’tan da nakil yapmayı ihmal etmemiştir. (s. 309)
Namaz kılmayan hakkında âlimlerin çoğunun (Kâfir olmaz) dediklerini
naklettikten sonra, Zeydî mezhebinde olan Şevkani’ye İmam diyor ve onun
(Namaz kılmayan kâfirdir) görüşünü senet olarak alıyor. (s.101)
[Şevkani, Zeydî fırkasındandır. (Cevab-üs-sail s. 69)]
Vitir namazının sünnet olduğunu bildirdikten sonra, (Vitir namazına vacib
diyen Ebu Hanife’nin görüşü zayıftır) diyerek, âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı
a'zam hazretlerine dil uzatmaktadır. (s. 201)
Kendisi İmam-ı a’zam ayarında müctehid olsa bile, başka müctehidin
ictihadına yanlış diyemez. Çünkü fıkıh kaidesidir: İctihad ictihadla
nakzedilemez. Ama bir kimse mezhepsizse önüne gelen müctehide dil uzatır.
Onlara göre sadece, mason Abduh gibilerin hatası olmaz.
İmam-ı Şafiî hazretlerinin, İmam-ı a’zam hazretlerinin ictihadlarına aykırı
çok ictihadı vardır, fakat hiç birisi için, zayıftır, yanlıştır gibi bir şey
söylememiştir. Aksine (Fıkh bilgisinde herkes Ebu Hanife’nin çocuklarıdır)
buyurmaktadır. (Hayrat-ül-hisan, Mizan-ül-kübra)
Kılınmayan namazları kaza etmek farz iken, İbni Teymiyye’nin (Sahih
olmaz) dediğini hüccet kabul ediyor. Az sonra da Zahiriyye mezhebinden olan
İbni Hazm’dan nakil yapıyor. (İbni Hazm, bu mesele hakkında gerçek görüşü
belirtmiştir) demekte ve bu görüşün de İbni Teymiyye’nin görüşü gibi olduğunu
bildirmektedir. (s. 283)
Kitapta, mason Abduh’tan da nakiller yapılıyor, hüccet olarak gösteriyor
ve Şeyh Abduh ifadesi kullanılıyor. (s. 309 ve 387)
312
www.dinimizislam.com
Görüldüğü gibi, nerede mezhepsiz varsa, hepsinin sözlerini senet gibi
kitabında toplamıştır. Her fırsatta Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmaktan da geri
durmamıştır.
Mahmasani
Sual: İslâmi Düşünceler isimli kitapta Müslümanlığa aykırı yerler var
mıdır?
CEVAP
Kitaptaki makalelerden biri, Prof. Mahmasani denilen birine aittir. İlim ehli
tarafından daha önce aynı makalenin alındığı kitaba reddiye yazılmıştır.
Makale bir felakettir. Birkaç örnek verelim:
Yabancı yazar, Geri kalış sebepleri bölümünde, Müslümanların geri
kalışını ictihad kapısının kapatılmasına bağladıktan sonra diyor ki:
(Sünnî fukaha, ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört
mezheble iktifa edilmesinde ittifak etmişler. Bunun neticesinde İslâm
düşüncesi duraklamış, bu durum hukukta ve diğer İslâmi ilimlerde taklid ve
saplantının yayılmasına sebep olmuştur.)
Sünnî fukaha diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerini hedef alıyor. Buradan
kendisinin Sünnî olmadığı anlaşılabilir.
Mahmasani, aynı sayfada, dalalet fırkalarının ictihad kapısının
kapatılmasına karşı çıkışlarına alkış tutarak, onları övdükten, yağlayıp
ballandırdıktan sonra diyor ki:
(Son asırlarda bunlara Abdülvehhab, Efgani, Abduh gibi müceddid
âlimler de katılmışlardır. Bütün bu fakihler ile Şevkani, ictihad kapısının açık
olduğunu ispat etmiştir.)
Kendisinin Sünnî olmadığı, bu yamukların yolunda olduğunu böylece belli
oldu.
Reformist Mahmasani, dört mezheb üzerinde ittifak hâsıl olduğunu
söylüyor. Sonra da bu ittifakı ayıplıyor. Hâlbuki Berika’da nakledilen hadis-i
şerifte buyuruluyor ki:
(Ümmetimin âlimleri, dalalet üzerinde birleşmez.) [İbni Mace]
(Müminlerin [müctehidlerin] güzel gördüğü, Allah indinde de güzeldir)
[İ. Ahmed]
Bu hadis-i şerifler, müctehidlerin sözbirliğinin yani ittifaklarının muhakkak
doğru olduğunu göstermektedir. Müctehidlerin sözbirliğine İcma denir. İcma’ı
inkâr etmenin küfür olduğu bildirilmiştir.
Reformcu Mahmasani, İslâm düşüncesi tâbirini de kullanmaktadır. İslâm,
Allahü teâlânın dinidir. Düşünce ürünü değildir. İslâm düşüncesi tabirini kasıtlı
olarak kullanıyorlarsa hain, bilmeden kullanıyorlarsa cahil oldukları
meydandadır. Hainlerin veya cahillerin kitaplarından din öğrenilmez.
313
www.dinimizislam.com
Mahmasani’nin Müceddid âlim dediği Efgani ve Abduh birer masondur.
Abdülvehhab ile Şevkani ise, kendi ifadesine göre de Sünnî değildir. Sünnî
olmayan kimselerin, Sünnîlik hakkında karar vermeleri çok yanlış olur.
(İlim Çin’de de olsa alın!) hadis-i şerifi için mütercim dipnotta, (Bu hadis
uydurmadır) diyor. Aynı kitapta başka bir yazar, aynı hadis-i şerifi sahih olarak
naklediyor. Halbuki hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani,
imam-ı Beyheki, imam-ı ibni Adiy, imam-ı ibni Abdilber gibi hadis âlimleri ve
Hüccet-ül İslam unvanı ile meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih
olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların naklettiği bu hadis-i şerife
uydurma diyenin dili kurur. Dipnotlarla da, sapık yazarların fikirleriyle de,
okuyucunun zihni karıştırılmaktadır.
Mahmasani, Buhari’den nakledilen Acve hurması ile alakalı bir hadis-i
şerifi, uydurma olarak bildiriliyor. (Çünkü ilme ve realiteye aykırıdır) diyor.
Mahmasani, Buhari’deki hadis-i şerifi naklettikten sonra, (İhmal ve hata veya
uydurma ve iftira yolu ile sünnete katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir)
diyor. Buhari’deki bu hadis uydurma ise, aynı kitaptaki diğer hadislere nasıl
güveneceğiz? Maksadı Buhari’ye olan itimadı sarsmaktır.
İmam-ı Buharî hazretlerine, ihmallik, hata, uydurmak ve iftira etmek gibi
suçlar isnat eden Mahmasani gibi reformcuların kitaplarını okumak büyük
gaflettir.
Mevdudi’nin hezeyanı
Sual: Resulullah’ın intihara teşebbüs ettiği niye kabul edilmez ki?
Mevdudi’nin (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi) ve (Hazret-i Peygamberin
Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün
ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hira tepesine gidip oradan kendini
atmak istediği yazılıdır. Mevdudi’nin yazısı, dinde senet değil mi?
CEVAP
Evet değildir. Mevdudi’nin sapıklığı hakkında çok eser yazılmıştır.
Resulullah’a ancak onun gibi mezhepsizler iftira eder. İntihara teşebbüs etti
demek ne kadar büyük yanlıştır. Böyle söylemek ya intiharı meşrulaştırmak
olur, öyle ya Peygamber efendimiz yaptığına göre herkes yapabilir yahut hâşâ
Resulullah efendimiz intihar edecek kadar büyük günahtan çekinmiyordu
anlamına gelir. Her ikisi de büyük felakettir.
İlk
vahiyden
sonra
Peygamber
efendimizin
ne
yaptığına
Mearicün-nübüvve isimli Peygamberler tarihinden bakalım:
Peygamber
aleyhisselam,
(Cebrail
aleyhisselam
gözümden
kaybolduysa da, onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı.
Bana mecnun diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden
korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden
geçmiştim. Hatice’nin dizine yaslandım. Gördüğüm şeyleri ona anlattım
314
www.dinimizislam.com
ve bana kâhinlik arız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hazret-i
Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayrından başka şey
dilemez. Allah hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin
peygamberi olacaksın. Sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin
kimsesin. Âcizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. İyi
huylusun. Bu hasletlerin sahibi olanın korkulacak hâli olmaz) dedi.
Zuhayli
Sual: Suriyeli yazarlardan Vehbe Zuhayli’nin, Delilleri ile İslâm Fıkhı
isimli kitabında, Ehl-i sünnete ve dört mezhebe aykırı görüşleri var mıdır?
CEVAP
Zuhayli de, Kardavi ve Mahmasani gibi mezhepsizdir. Kitabının
önsüzünde, mezhepleri birleştirmek için (Toplumu saplandığı uçurumdan
kurtarmak için ıslah [reform] hareketinden başka çıkar yol yoktur) diyor.
Bid’at veya hak mezheb ayrımı yapmadan, her mezhebin karıştırılmasını
isteyerek, (Muayyen bir mezhebin hükmüne bağlı kalınmamalıdır) diyor.
Bunlar mezhepsizlik değilse nedir?
Dört hak mezhebin kitapları, sanki Kur’an ve sünnete uymuyormuş gibi,
dört mezhebin dışında da hak varmış gibi, (Benim bu kitabım, Kur’an ve
sünnete dayanır. Bu, dört mezhebden birinin kitabı değildir. Başka
mezheplerin hükümleri de alınmıştır. Öyle ki okuyan, bunlardan sahih olana
uysun) diyor. Herkesin mutlak müctehid olmasını ve mezhepler üstü ictihad
yapmasını istiyor. Çünkü bir kimse mutlak müctehid bile olsa, ancak kendi
ictihadını bildirir. Diğer ictihadlara yanlış demez. Çünkü ictihad, ictihadla
nakzolunamaz, yani geçersiz hâle getirilemez.
Telfik yapmanın haram olduğu, Hadika’da bildirilmektedir. Zuhayli, (Telfike
götürse de, her mezhebi taklid caizdir) diyor. Buradaki her mezhep ifadesinin
içinde dört hak mezhebin dışındakiler de vardır. Mesela Haricilerin İbaziyye
kolunu da hak mezhep olarak bildiriyor.
Kendini bütün mezheplerin üstünde bir hakem gibi görüp, (Belli bir
mezhebin görüşüne taassubum yoktur), (Delil ve mezheb olarak tercih
edilmesi gerekeni gösterdim) ve (Benim tercih ettiğim görüş şudur) diyor. Dört
mezhebden başka hak mezheplerin bulunduğunu bildiriyor.
Mezheplerin hükümlerini de yanlış naklediyor. Mesela (Hanefî’de
müstamel su ile abdest alınır, gusledilir) diyor. Hâlbuki müstamel yani abdest
alınmış veya gusledilmiş su ile tekrar abdest alınmaz ve gusledilmez. Şafiî
mezhebinde de, abdest alınmış veya gusledilmiş su ile tekrar abdest alınmaz.
Allahü teâlâ, (Âdetli iken hanımınıza yaklaşmayın) buyuruyor. (Bekara
222), Peygamber efendimiz de, (Âdetli iken [önem vermeyerek] hanımına
yaklaşan, Kur’anı kerimi inkâr etmiş olur) buyuruyor. (Nesai)
315
www.dinimizislam.com
Daha birçok hadis-i şerifle bu işin haram olduğu bildiriliyor. Mevkufat’ta,
(Hayzlı kadına yaklaşmayı helal sayan kâfir olur, çünkü haram olduğu kesin
delille sabittir) buyuruluyor.
Şafiî mezhebinde de haram olduğu Zevacir’de, 75. Kebire’de
bildirilmektedir, fakat hiç bir mezhebe uymayan Zuhayli, (Âdetli iken kadınla
beraber olmak büyük günah değildir) diyerek, Allah’ın yasakladığı işi hafife
almaktadır.
Eğer Zuhayli, sadece hak olan dört mezhebi ayrı ayrı bildirip, kendisinin
ve bid’at ehli kimselerin görüşlerini araya sokmasaydı, kitabı bir değer taşırdı.
Kendi görüşünü ve dört mezheb harici sapıkların fikirlerini, din gibi bildiren
böyle kimselerin kitaplarını okumak elbette çok zararlıdır.
Suriyeli Seykavi
Sual: Zuhayli ve Kardavi gibi, Seykavi de mezhepsiz midir?
CEVAP
Seykavi, İslam’ın iktisat sistemini sosyalizme göre açıklamış, mason
Abduh’un dinde reform yolunu tutmuş ve çıkardığı fitneler yüzünden birçok
Müslümanı sıkıntıya sokmuştur. Hadis-i şerifte, (Uyuyan fitneyi uyandırana
Allah lânet etsin) buyuruluyor. (İ. Rafiî)
Dürr-ül-muhtar’da, (Şahsi mal, sahibinin rızası olmadan alınmaz,
kullanılmaz) buyurulurken Seykavi diyor ki:
Devlet, şahsi mülkiyetten ihtiyacını, gerektiği kadar iade etmemek üzere
alır ve toplumun umumi ihtiyaçlarına sarf eder. (C. S. 149)
Devlet, lüzumu halinde cemiyetini korumak için ihtiyacı olan parayı varlıklı
fertlerden kayıtsız şartsız alabilir. (İ. E. 92)
Şahsi malı almak, komünizmde vardır. Dinimizde, meşru yoldan kazanılan
mal, mübarektir. Şahsi mülkiyete devletin el koymasını isteyerek diyor ki:
Şayet bu işler için zekât kâfi gelmezse, hükümet, zenginlerin ellerindeki
fazla malları alıp, fakirlere iade eder. (İ. E. 98)
Seykavi, hep İslâm düşüncesi diyor. Hâlbuki düşünce de, akıl gibi
mahlûktur. Bunları Allah yaratmıştır. Allah düşüncesi, Allah aklı diyen kâfir
olur. İslâm şeriatına İslâm düşüncesi denmez.
Seykavi, Mezhepleri İslam’ın bir cüzü kabul ediyor. Bu cüzleri, yani
mezhepleri birleştirmek isteyerek diyor ki:
İslâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleştirmeli, ihtilaflar ortadan
kalkmalıdır. (İ. S. 35)
Dört hak mezhebi ihtilaf olarak kabul etmektedir. İhtilaflardan maksat,
sapık mezhepler değildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Hak ile bâtılın
birleşmesine zaten imkân yoktur. Hak mezhepleri birleştirmek de telfik olur ki,
bu da icma ile bâtıldır. Hadis-i şerifte, (Âlimlerin ihtilafı [Mezheplere
ayrılması] rahmettir) buyurulurken, mezhepleri birleştirmek suretiyle kaldırmak
316
www.dinimizislam.com
istiyor. Bid’at ehlinden İbni Teymiye ve İbni Hazm’ı da İmam yani müctehid
diye övüyor. (İ. İ. 94)
Mezhepsiz Seykavi, Hazret-i Osman’a ve diğer Eshab-ı kirama alçakça dil
uzatarak diyor ki:
Çok yaşlı olan Osmanın hilafete geçmesi, kötü bir talihin eseridir.
Müslümanların mallarını gelişigüzel harcamıştır. Çok müsrifti. Muaviye’nin
mülkünü genişletip, Filistini de ona verdi. Bu, İslam’ın ruhuna aykırıydı. (İ.
S.186)
Bunların iftira olduğu bütün muteber kitaplarda yazılıdır. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Bugünden sonra Osman’a günah yazılmaz. [Yani Osman günah
işlemez]) [Tirmizî]
(Ya Rabbi, Osman’ın geçmiş, gelecek, Kıyamete kadar bütün
günahlarını affet!) [Ebu Nuaym]
(Osman, "Ya Rabbi, yer ile göğün yerini değiştir" diye dua etse,
duası kabul olur.) [Mesabih]
(Osman bendendir, ben de Osman’danım.) [Taberani]
(Meleklerin bile hayâ ettiği zattan [Osman’dan] ben hayâ etmez
miyim?) [Beyhekî]
(Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin kişi, hesap görmeden
Cennete girer.) [İ. Asakir]
Hazret-i İsa’nın ölmediği Kur’an-ı kerimde bildirilirken, (Hazret-i İsa vefat
etti) diyor. Bu ifade, başka bir tercümeden çıkarılmıştır. Böyle fahiş hatalar
kasten çıkarılmaktadır.
Prof. Seykavi, (İslâm toplumunu inşa ederken, İslâm fıkhına bağlı
kalmamak gerekir. Fıkıhla meşgul olmak ömrü ve sevabı zayi etmektir) diyor.
Hâlbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyhekî]
Ancak mezhepsiz olan, bazen Hanefî’nin hükmüne, bazen Şafiî’ninkine
uygun der. Maide suresinin 33. ayetinin tefsirinde 4 mezhebin hükmünü
bildirdikten sonra, (Biz bu hususta, İmam-ı Malik’in fikrini tercihe şayan
görürüz) diyor. Mezhepler arasında hakemlik yapıyor. Kendisini her mezhebin
üstünde görüyor.
Zümer suresinin 3. âyetinin tefsirinde, (Bugün İslam ülkelerinde
Evliyaya ibadet ediliyor, onlardan şefaat isteniyor) diyerek Vehhabi
olduğunu gizlemiyor. Tasavvufu da inkâr ediyor, İbni Arabi hazretlerine
gayrimüslim diyor. Böyle mezhepsiz kimselerin kitaplarını okumak çok
tehlikelidir.
Cemıyyet-ül-meşari tarafından neşredilen Nehc-üs-Seviy... kitabında
deniyor ki:
Hakiki ilim kitap okumakla elde edilemez. Taberani ‘deki hadis-i şerifte
(İlim ancak üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Hiçbir âlimden ilim okumamış
317
www.dinimizislam.com
olan Seykavi, Allaha, mucize kalem, Yaratıcı kalem, diyor. Nebe suresini
tefsir ederken de Allah’a Akl-i müdebbir diyor. [Akıl ve şuur mahluktur.
Mahluka ait bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür.] Böyle söylemek ilhaddır.
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(En güzel isimler Allah’ındır. Ona onlarla dua edin. Onun isimleri
hakkında sapanları bırakın.) [Araf 180]
(Küçük meselelerde de olsa idareciler Allahın hükmü ile hükmetmedikleri
müddetçe yeryüzünde Müslüman yoktur) diyor. Hâlbuki İmam-ı Kurtubi
hazretleri buyuruyor ki:
Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler hakkındaki ayet-i kerimenin manası
şöyledir: Kur’an-ı kerimi reddederek ve Resulullahın sözünü inkâr ederek
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen kâfirdir. (Cami-ul-ahkâm)
Hazret-i İkrime de bu âyet-i kerimenin tefsirinde, (İnkâr ederek, Allahü
teâlânın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir. İnanıp da hükmetmeyen zalimdir,
fâsıktır) buyurdu. [Ehl-i sünnette amel, imandan parça değildir. Günah işleyene
kâfir denmez. Seykavi, günah işleyene kâfir demekle de Ehl-i sünnetten
ayrılıyor.]
Seykavi, herkesi mürtedlikle itham ederek diyor ki:
(Bütün beşer mürted olmuştur. İslâm, bütün hayatı içine alır. Bir meselede
de ona uymayan, imandan ayrılmış, dinden çıkmıştır. Küçük bir meselede
beşer kanununa uyan La İlahe illallah dese de müşrik olur, dinden çıkar.
Bugün İslamiyet yoktur. Biz müşrik bir toplumda yaşıyoruz. Bütün beşeriyet
mürteddir, cahiliyet devrine dönmüştür. Bugün Müslüman hükümdar ve
Müslüman tebaa yoktur. Müslümanlar asırlar önce yok olmuştur.)
[Bu sözlere kendi yolunda olanlar da dâhil midir? Dâhil değildir denemez.
Çünkü kâfir sultana sadece uyan değil, uymayan da kâfirdir diyor. Dünyadaki
herkese kâfir diyor. Ne hayrettir ki, kendilerine kâfir denilen kimseler onu
savunuyorlar.]
Seykavi’nin izinden gidenlerin bir kısmı avukat, bir kısmı da, pasaport
çıkarmak gibi işlerde beşeri kanunlarla hareket ediyorlar. Onların başka bir
kısmı da, bu beşeri kanunlar çerçevesinde eserlerini izinsiz basmıyorlar. Yani
beşeri kanunlara tabi oluyorlar. Hani beşeri kanuna uyan kâfir idi?
Seykavi, (O [Allah], nerede olursanız olun, sizinledir) mealindeki âyet-i
kerimenin manasında da bütün İslam âlimlerine muhalefet ederek (Allah
herkesle, her şeyle beraberdir ve her yerdedir) diyor. Böyle söylemek küfürdür.
Hâlbuki bütün İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin (Allahü teâlânın ilminin
bütün mahlûkatı kuşattığı) manasında olduğunu bildirmişlerdir.
Hazret-i Yusuf’tan sonra, Hazret-i Musa’yı kötüleyerek diyor ki:
(Hazret-i Musa, asabi mizaçlı, atak bir liderdir. On sene sonra hayatının
ikinci devresinde onunla buluşmak üzere onu şimdi burada bırakalım. Belki
sükûnete kavuşmuş, sakin tabiatlı ve halim selim olmuştur. Ama hayır,
olmamıştır.)
318
www.dinimizislam.com
Seykavi’nin bu sözleri, Peygamberlerin, büyük küçük günahlardan
masum olması gerektiğini kesin olarak ifade eden İslâm akidesine tamamen
zıttır. Hazret-i İbrahim’in yıldızı, Ay’ı, sonra da Güneş’i görünce, (Bu benim
Rabbim) sözü, istifham-ı inkarı takdiri üzerinedir. (Bu mu benim Rabbim)
demek istemiştir. Yani mealen, (Sizin zannettiğiniz gibi bu benim Rabbim
mi? Yani bu benim Rabbim değil, bu Rab olmaya layık değildir. O hâlde
siz onun Rab olduğuna nasıl inanıyorsunuz) buyurmuştur. Hazret-i İbrahim,
bunları söylemeden önce de yegâne ilahın Allah olduğunu, Ondan başka ilah
olmadığını kesin olarak biliyordu. Çünkü Allahü teâlâ, (Biz daha önce
İbrahim’e rüşdünü verdik) buyuruyor. (Enbiya 51)
Seykavi, Enam suresinin (Hüküm ancak Allah’ındır) mealindeki 57.
ayet-i kerimeyi, murad olan manasının tam aksine anladığından, Hazret-i Ali’yi
ve onu sevenleri de tekfir etti. Âl-i İmran suresinin (Sana tâbi olanları
Kıyamete kadar küfredenlerin üstünde tutacaktır) mealindeki 55. ayet-i
kerimesi, bu ümmetin Kıyamete kadar, kendi dinleri üzerine kalacaklarını
bildirmektedir. Bu ümmetin ilk asırda İslâmiyet üzere, ondan sonra cahiliyet
üzere yaşadığını nasıl söyleyebiliyor? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, her asırda dini tecdid eden bir zat gönderir.) [Ebu
Davud]
(Kıyamete kadar hak üzere olan bir cemaat mutlaka bulunur.) [Buharî
]
[Nehc-üs-Seviy... kitabının Arabi aslı, İstanbul’daki Hakikat Kitabevi
tarafından Fitnet-ül-Vehhabiyye kitabının içinde neşredilmiştir. Bu linkten
indirilebilir veya [email protected] adresinden kitap olarak da
istenebilir.]
Mehmet Akif kimdir?
Sual: Mehmet Akif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan ikinci
Abdülhamid’e, (Korkak, baykuş, hayvan, merkep, zalim, mel’un, kızıl
kâfir… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istediği doğru
mudur?
CEVAP
Maalesef doğrudur. En kötüsü de, bu duruma tevbe de etmemiştir.
1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında diyor ki:
“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402)
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)
“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421)
319
www.dinimizislam.com
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s 422)
“Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.”
“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,
Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.”
Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki:
Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da,
Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid
hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u
övmekte, onun gibi dinde reform istemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini
ilahi sese benzetmektedir. Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında
Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını
bildirmektedir.
İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine diyor ki:
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.
Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli?
Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir.
İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Akif, bu çirkin hakaretleri için tevbe
etmemiştir.
Abdülhamid han hazretleri tahttan indirildikten sonra da yine düşmanlığı
bitmemiş, İSTİBDAT şiirini yazmıştır. Şiirinin başı şöyledir:
Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad,
Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yad.
Mülevves = Kirli, pis demektir. Mülevves yad = Kirli hatıra demektir.
Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif gibiler tevbe etmişler ve
tevbelerini de dile getirmişlerdi.
Mesela Rıza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki:
Târihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî pâdişâhına.
Süleyman Nazif de diyor ki:
Pâdişâhım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.
Maalesef Akif’in tevbesini bildiren bir satırı yoktur.
Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin
yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor:
Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,
Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah!
diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor.
320
www.dinimizislam.com
Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ?
Herkese layık olduğunu veriyor. Bunun için, Nahl suresinin 33. âyet-i
kerimesinde bildirildiği gibi, ilim ehli buyuruyor ki:
Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,
Herkesin çektiği kendi cezası.
Yine bir şiirinde diyor ki:
Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?
Devahi’ye musap olmak = büyük belalara uğramak demektir.
Akif özetle demek istiyor ki:
Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl
ilahi adalet?
Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de.
Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki:
Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,
Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir.
Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin
kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder
olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları?
Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti ayetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır
diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın
yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki:
Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı,
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?
Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ
Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor,
Arş asla Akif'in sözü ile yanmaz.
Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi,
evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki:
Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?
Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz
ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor.
Bir de şehitleri överken yine türbelere çatarak diyor ki:
Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.
Yine bir şiirinde diyor ki:
Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için,
Ne de kabirde okumak için.
321
www.dinimizislam.com
Kabirde Kur’an okunmaz mı? Tam Vehhabi zihniyeti. Kabirde okumayı
fala bakmakla eş tutuyor.
Akif’in mason Efgani ve mason Abduh’u öven şiirleri, onlar gibi inkılap
(reform) istemesi, onun da onlar gibi bir reformcu olduğunu gösteren en bariz
delillerdendir.
ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:
Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,
Der ki Tilmizine Afganlı,
Muhammed dinle,
İnkılab istiyorum hem çabucak,
Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,
Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,
O berahini de artık yetişir dinletme.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.
Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı
demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın
da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana
söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı
konuşuyor.
İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan
Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da,
İslam’a yapışıp yükselebilirler.
Süleymaniye kürsüsünden isimli uzun şiirinde Japonları anlatırken diyor
ki:
Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,
Ulema, vahy-i ilahiyi mi bilmem bekler?
Herkes bilir ki vahy-i ilahi ancak peygamberlere gelir. Ulema, o kadar cahil
mi de kendilerini peygamber zannetsin? Ulemaya böyle çirkin iftira atması,
Abduhçu olmasından ileri gelmektedir.
Şiirleri buna benzer hatalarla doludur.
Resmi için diyor ki:
Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat,
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası.
Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat,
Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası.
O kadar yanlış söz arasında bir de doğru söz söylemiş. Doğru sözüne ne
denir?
Sevenlerinin dili ile Akif
Mezhepsizler kitabından alınan aşağıdaki ifadelerin tamamı mezhepsiz
Süleyman C.Oğluna aittir. Bu kişi, Meyal dergisinde diyor ki:
322
www.dinimizislam.com
Mehmet Akif hazretlerini sevişimin birçok sebepleri vardır. En başta Akif,
Şeyh Abduh’u, Şeyh Afganî'yi çok severdi. Onlar gibi bir inkılap yapmayı
arzulardı.
Akif de, Abduh gibi teselsülün butlanına da muhalifti.
“O berahini de yetişir artık dinletme” derdi.
Her ne kadar Ahmed Davudoğlu Hoca ve diğer mukallitler bu ifadeyi küfür
saymışlarsa da Selefiyye yolundakiler daima takdir etmişlerdir. Akif âlem-i
İslam’a Cemaleddinler salarak bir Âsım nesli meydana getirmek istiyordu.
Bunu Meyal dergisinin başaracağını sanıyorum. Sonra Akif'in cesaretini hiç
kimse inkâr edemez. Ne diyor büyük şair:
Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?
Şimdiye kadar böyle cesur şair çıkmamıştır. Kâfirleri yakacağın yerde
bizleri yaktın, bu adalete uygun mudur, yok musun adl-i ilâhi? gibi sözlerle Akif
çok büyümüştür.
Bu büyük sözlere mukallitler karşı çıkarak diyorlar ki:
“Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olmaz. Nur isteyene yangın
gönderiyorsa demek ki hak etmişler ki yangın gönderiyor. Kâfirleri, melunları
yakmayıp da Abdulhamid Han'ın düşmanlarını yakmışsa bunun da bir hikmeti
vardır. Yok musun adl-i ilâhi diye Cenâb-ı Hakka dil uzatmak Akif'ten başka
kimseye nasip olmamıştır. Her şey adl-i ilâhinin içinde cereyan etmektedir.
Bazı gözler bunu görmüyorsa adl-i ilâhiye hücum etmek mi gerekir? Var olan
adl-i ilâhiye yok musun denir mi?”
İşte mukallitler Akif gibi büyük bir zatı böyle tenkit ettiler. Hele Davudoğlu
bu hususta kitap bile yazdı. Abduh’u ve onun yolunda olan Akif'i seven herkes
Davudoğlu’na düşman olmalıdır. Akif, müctehidler müctehididir. Akif için
fukahanın sözü ve kıyası mühim değildir. İcma da mühim değildir. Hattâ hadîs
bile. Akif için tek kaynak vardı: Kur'an. Akif'in ilham aldığı tek yer Kur'ândı.
Onun için Akif, mukallitleri kızdıran şu mısraları söylüyordu:
Doğrudan doğruya Kur'andan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.
Zaman sana uymazsa sen zamana uy demiş atalar.
Akif gibi İslam’ı asrın anlayışına uydurmak lâzımdır.
Akif her ne kadar İslâm âlimlerinden nakli esas almamışsa da tek ilham
aldığı yer Kur'an olduğunu bildirmişse de onun da bu yolda üstatları vardı.
Bunu şöyle anlatıyordu:
İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi...”
323
www.dinimizislam.com
(Not: Buraya kadar olan ifadelerin tamamı reformcu Süleyman C. Oğlu’na
aittir.)
Zırva tevil götürmez
Sual: Bektaşi’ye, (Niye namaz kılmıyorsun) demişler. (Kur’anda Allah,
“Namaz kılmayın” buyuruyor. Ben de onun için kılmıyorum) demiş. Hemen
âyetin devamında “Sarhoş iken” diye yazıyor. Onu gizliyor. Siz de, Akif’in
şiirinin sadece bir kısmını cımbızla alıyorsunuz, anlam değişiyor. Mesela, (Bu
Kur'an fala bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) demişse de, bu
mısraların başına bir sadece eklenirse anlam düzelir. (Bu Kur'an sadece fala
bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) olur ve eleştirecek yeri kalmaz.
CEVAP
Biz cımbızla değil, kopyalayarak alıyoruz. Sadece kelimesini biz niye
ekleyeceğiz ki? Ekleme çıkarmalar manayı değiştirir. Sizin dediğiniz gibi
sadece kelimesini eklersek, (Sadece fala bakmak için inmemiştir) olur ki bu
da, (Kur'an fala bakmak için de inmiştir) demek olur. Görüldüğü gibi tevil
edilirse daha kötü oluyor. Onun için atalarımız, (Zırva tevil götürmez)
demişlerdir. O kadar yanlışın hangi biri tevil edilir ki? Ulu Hakan’a melun, kızıl
kâfir demesini mi tevil edeceğiz? Yoksa (Abduh gibi reform) istiyorum sözünü
mü? Hâşâ Allah’tan hesap soran (Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken
Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?) sözü mü tevil edilecek?
Ramazan el-Buti
Sual: (Mezhepsizlik en tehlikeli bid’attır) kitabının yazarı Ramazan
el-Buti de, başka bir kitabında, mezhebsiz Mevdudi gibi, Resulullah'ın intihara
teşebbüs ettiğini yazıyor. Bu yazarların maksadı intiharı meşrulaştırmak mıdır?
(İntihara teşebbüs gerçekleşseydi intihar olurdu) diye düşünen kimse, sünnet
diyerek intihar etmez mi?
CEVAP
Ramazan el-Buti, mezhepsizlere karşı olan bir kimse ise de, sapıkların
kitaplarından etkilenerek böyle bir şey yazabiliyor. Şuurlu Müslüman, her eline
geçen kitaba inanmaz. Muteber kitapları araştırır. Güvendiği salih kimselere de
sorar. Böylece intihar etmenin başkalarını öldürmekten daha büyük günah
olduğunu öğrenir. Küfre yakın büyük günahtır. Peygamberler masumdur,
günah işlemez. Hele bütün peygamberlerin en üstünü, âlemlere rahmet olan
Resulullah efendimizin böyle bir şey yaptığını söylemek çok çirkindir.
Yusuf Kandehlevi
Sual: Yusuf Kandehlevi’nin, (Hayatü-s-sahabe) isimli kitabının üçüncü
cildinin 319. sayfasında anlatıldığına göre, Hazreti Ali, kızını Hazret-i Ömer’e
324
www.dinimizislam.com
gönderip (Git kızıma bak, beğenirsen karındır) demiş. Hazret-i Ömer de, Arap
âdeti öyle olduğu için kızın eteğini kaldırıp bakmış. Bu bir iftira değil midir?
CEVAP
Bu sadece hazret-i Ömer’e değil, hazret-i Ali’ye de iftiradır. Günah olan
Arap âdeti hiç işlenir mi? İslamiyet günah olan âdetleri kaldırmadı mı? Bir kıza
bakıp onu beğenmekle, nikâh yapmadan karısı olur mu hiç?
Mir'atı Kâinat kitabında diyor ki:
Hicretin 17. senesinde Hazret-i Ömer halife iken, Hazret-i Ali’den Ümmü
Gülsüm’ü isteyince, (Kızım henüz küçüktür) dedi. Hazret-i Ömer, (Bunu ben
nefsimin arzusu için istemiyorum. Resulullah’tan işittim, (Kıyamette benimki
hariç, nikâhla ve neseple olan bütün akrabalıklar, bağlılıklar kopar. Yalnız
benimle olan nikâhla ve neseple olan bağlılıklar kalır) buyurdu. Bunun için,
Resulullah’a [neseple akraba olmak mümkün olmadığı için] nikâhla akrabalık,
bağlılık şerefine kavuşmak istiyorum) dedi. Hazret-i Ali de, bu teklifi uygun
bulup, kızı Ümmü Gülsüm’ü hemen hazret-i Ömer'e nikâhladı. (s.390)
Zuhayli denilen mezhepsizin de, buna benzer iftirası vardır.
Hazreti Ömer'e Vehhabilerce yapılan bu iftira, Rafızî propagandası olarak
her tarafa yayılmaya çalışılmaktadır.
Rastgele kitap okunması uygun olmadığı gibi, dört hak mezhepten birine
göre yazılmamış olan böyle kitapları okumak hiç uygun değildir. (Hadislerle
Müslümanlık), (Kur'ana göre İslamiyet) gibi isimler altında, hak bir mezhep
gözetmeden yazılan kitaplar çok zararlıdır.
Meal ve Tefsir okumanın zararı
Bilgi için tıklayınız. (Kur’an-ı kerim > Kur'an-ı kerimi herkes anlayabilir
mi?)
Yalnız Kur’an diyen yalancılar
Bilgi için tıklayınız. (Peygamber efendimiz > Yalnız Kur’an diyen
yalancılar)
Her ilmin tabirleri olur
Sual: Bütün dini kitap ve yazılarda, sık sık, (Müşrik, kâfir, mürted,
münafık, ateist, zındık, mülhid, bid’at ehli, sapık, dinsiz, mezhepsiz,
dönme) gibi tabirler geçiyor. Bir arkadaş bunları göstererek, “bak, insanlara
nasıl hakaret ediliyor” dedi. Gerçekten insanlara niye böyle saldırılıyor?
CEVAP
O ifadeler insanlara hakaret için yazılmıyor. Bunlar birer dini tabirdir.
Mecburen yazılıyor. İslam âlimlerinin kitaplarından aldığımız yazıları aynen
aktarıyoruz. Bu tabirleri kullanmadan din anlatılmaz. Her mesleğin, her ilmin
325
www.dinimizislam.com
tabirleri olduğu gibi dini bilgilerin de tabirleri vardır. Bu tabirleri kullanmak ilmin
gereğidir. Birkaç örnek verelim:
1- Kurban kesme anlatılırken, kurban kelimesi kullanılmak zorundadır.
Hayvan boğazlamak dense olmaz. Kurban derisi yerine hayvan derisi dense
olmaz. Kurban kesme bir ibadettir, hayvan kesme her zaman yapılan bir iştir.
2- Namaz kılma anlatılırken, Namaz tabiri kullanılmak zorundadır. Bunun
yerine yatıp kalkmak dense uygun olur mu? Farz, vacib, sünnet, mekruh
kelimelerinin yerine başka kelimeler kullanılamaz. Namazın farzları yerine,
yatıp kalkmakta Allah’ın emirleri dense gülünç olmaz mı?
3- Oruç, zekât, hac, gibi dini tabirler yerine başka kelime veya ifade
kullanmak uygun olmaz. Mesela Oruç yerine aç durmak, Zekat yerine fakirin
hakkını vermek, Hac yerine turistik seyahat denmez. Abdest yerine tarifi
söylenmez, mesela yüz, kol ve ayakları yıkamak ve başı mesh etmek denmez.
Taharet etmek yerine, şurayı burayı yıkamak denmez.
Dünya işlerinde, teknikte de öyledir. Birkaç örnek verelim:
1- Bir spiker maçı anlatırken, gol oldu yerine top iki direk arasına girdi
dese tuhaf olmaz mı? Korner, ofsayt, faul, penaltı gibi kelimeler yerine başka
kelimeler kullanılsa çok tuhaf olur.
2- Bilgisayardaki teknik tabirler herkesin malumudur, mesela internete
girdim yerine başka ifade kullanılamaz.
3- Tıpta da bazı terimler kullanılır. Mesela, karantina, terapi, psikiyatri,
kardiyoloji, jinekoloji, üroloji, nöroloji, çekap, anestezi, narkoz, operasyon,
enjeksiyon, tahlil, tomografi, röntgen, migren, tansiyon, prostat, menopoz,
glokom, katarakt, aft, kolesterol, kist, sinüzit, farenjit, menenjit, bronşit, siroz,
diyabet, egzama, alerji, kanser, ülser, enfeksiyon, nevrasteni gibi kelimelerin
Türkçesi olmaz.
Her ilmin, her mesleğin kendine has deyimleri bulunur. Bunlar
yadırganmaz.
Din kitaplarında geçen bahsettiğiniz dini tabirlerin manaları da şöyledir:
Allah’a ortak koşana, puta tapana Müşrik denir.
İslamiyet’i kabul etmeyen gayri Müslimlere Kâfir denir.
Müslüman iken, dinden çıkana Mürted denir.
Dinsiz olduğu halde menfaati için müslüman görünene Münafık denir.
Allah’a, Peygambere, Cennete Cehenneme inanmayana, dinsize Ateist
denir.
Münafık gibi inancını gizleyip ancak maksadı İslamiyet’i yıkmak olan sinsi
kâfire Zındık denir.
Kendini samimi müslüman bilen, âyet ve hadise kendi görüşü ile mana
vererek, imanı bozulan, küfre giren kimseye Mülhid denir.
Dinde olmayan bir şeyi, ibadet olarak yapana Bid’at ehli denir.
Doğru yoldan ayrılana Sapık denir.
Dini olmayana Dinsiz, mezhebi olmayana da Mezhepsiz denir.
326
www.dinimizislam.com
Başka dinden iken, müslüman olana Dönme denir.
Bu tabirleri yerli yerinde kullanmak ilmin gereğidir, hakaret etmek için
falan değildir.
Bozuk din kitabı
Bozuk din kitabındaki tabirler
Sual: Dinimizi yeniden yorumlayarak değişiklikler yapmaya çalışan kitabın
altı çizilen yerlere bir cevap verilebilir mi?
CEVAP
Bu kitap, dini öğretmek için yazılmamış, aksine önceki asırlarda yaşamış
muteber Ehl-i sünnet âlimlerine karşı bir tepki, bir reddiye kitabıdır. Dinde
reform istenmektedir. Önceki âlimlere karşı kin ve düşmanlıkla doludur.
Eskiden yaşamış büyük âlimlere çamur, hattâ necaset atılmaktadır.
Geçmişteki ve günümüzdeki reformcular övülmektedir.
Amel edilecek din kitabı deniyorsa da, ibadetlerin farzları, vacibleri,
sünnetleri, müstehabları, müfsitleri, mekruhları ile günlük hayattaki haramlar,
mekruhlar, sünnetler gibi şeyler kesinlikle yoktur. Bunu okuyan, hangi
mezhebe göre abdest alacak, hangi mezhebe göre namaz kılacak? Kendi
anlayışına göre mi hareket edecek? Yoksa kaynak verdiği Makdisî, Efganî,
Kardavî, Şeriatî, İkbal gibi yamukları mı esas alacak?
Çok önemli konular olan feraiz, hayız ve nifas bilgilerine yer verilmemiş.
Ya yazar bu konuları hiç bilmediği için transit geçmiş veya bunlar tarihseldir
diyerek, feraiz bilgilerinin günümüzde geçerli olmadığını sanmıştır. (Böyle
önemli konuları niye yazmadınız?) diye soranlara, (Eski bilgileri yeni etiketiyle
pazarlamak istemedim, eskiyi aynen anlatmak bilimsel değildir. Günün
teknolojisine uygun yenilikler yaptım) diyor. Yenilikten kastı, mezheplerin
hükmünü bir tarafa itip, kendi görüşüne uygun bir din meydana çıkarmaktır.
Kitaptaki bazı ifadelere bakalım.
Kullanılan kelime ve tabirler:
Reformcu yazarın sık sık kullandığı kelimelerden bazılarının anlamları:
İslam literatürü: İslam edebiyatı anlamında ise de, kasten İslam dini için
kullanıyor.
İslami görüş, İslam düşüncesi, Kur’ani görüş: Dinî hüküm için
kullanıyorsa da, böyle söylemek küfürdür, çünkü İslamiyet görüş değildir,
Allahü teâlânın bildirdiği hükümlerdir. İslam âlimlerine göre, (İnsanın, akıl,
şuur, hafıza, görüş ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allah’a vermek
küfürdür.)
İslamî gelenek: İslamiyet’in hükümlerini sulandırmak, hafife almak,
geçersiz olduğunu göstermek için böyle çirkin ifade kullanıyor.
Sünnî gelenek: Ehl-i sünnetin icma ettiği hüküm anlamında kullanıyor.
Hükmü basitleştirmek ve önemsiz hâle getirmek için gelenek tabirini kullanıyor.
327
www.dinimizislam.com
Geleneksel İslam: İslam dini, İslam şeriatı anlamında kullanıyor. Bunu
önemsiz hâle getirmek için geleneksel diyor.
İslam felsefesi: İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri,
(İslam bilgilerinin ölçüsü, insanın aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan
[manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar.
Felsefe; din, ruh ve sosyal bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile
ve zamanlarındaki bilimsel keşiflere göre anladıklarına, yani bozuk
düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur’an-ı
kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine felsefe
demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam âlimlerine felsefeci
demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakaret etmek
olur.
İslam filozofu: Filozof, felsefeci demektir. Felsefe küfür olunca, filozof da
kâfir olur. İslam filozofu yani İslam kâfiri demek çok yanlıştır. İslam filozofu
denenlerin en meşhurları olan İbni Sina ve Farabi’nin kâfir olduklarını İmam-ı
Gazalî ve İmam-ı Rabbanî hazretleri bildirmiştir.
Geleneksel İslam âlimleri: Ehl-i Sünnet itikadını ve dört hak mezhebi
bildiren Ehl-i Sünnet âlimlerini sıradan insanlar gibi göstermek maksadıyla
geleneksel âlimler tabirini kullanıyor. Asr-ı saadetten beri, selefî dediği
yamuklardan başka, hakiki hiçbir İslam âlimi gelmemiş gibi davranıyor,
hiçbirinden nakil yapmıyor. Sadece yamuklardan alıntılar yapıyor, onları birer
kahraman gibi gösteriyor, cilalayıp süsleyerek âlim diye önümüze sürüyor.
Geleneksel İslam kültürü, Geleneksel İslam anlayışı, Geleneksel din:
İslam dini, İslam şeriatı için bunları kullanıyor. Dinimizi önemsiz hâle getirmek
için geleneksel kültür ve anlayış diyor. Tıpkı sosyalistlerin, (Biz Müslümanlığa
karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca karşıyız) demeleri gibi,
dolaylı şekilde Müslümanlığa saldırıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor.
Geleneksel taklidî İslam: Bu da aynıdır. Farklı tabirlerle Ehl-i sünnete
saldırmak için geleneksel kelimesini kullanıyor.
Gelenekçi Müslüman: Bunu dinine bağlı, Ehl-i sünnet Müslüman için
söylüyor. Aklını kullanmayan, körü körüne geleneklere uyan saf kimse
anlamında kullanıyor.
Geleneksel din: İslam dini, İslam şeriatı için bunu söylüyor. Dinimizi
önemsiz hâle getirmek için geleneksel tabirini kullanıyor. Tıpkı sosyalistlerin,
(Biz Müslümanlığa karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca
karşıyız) demeleri gibi, açıktan değil de dolaylı şekilde Müslümanlığa
saldırılıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor.
Geleneksel taklit: Müslümanların Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak
mezhebi benimsemesini, yanlış bir taklit gibi göstermek için geleneksel taklit
diyor.
Kur’andaki din: Ehl-i sünnetle Kur’andaki dinin farklı olduğunu söylüyor.
Uydurulan din: Ehl-i sünnet için uydurulan çirkin bir yaftadır.
328
www.dinimizislam.com
Atalar kültürü İslam: Kur’ana uymayıp atalarının yolundan gidiliyor
demek istiyor. Geleneksel İslam’ı da aynı anlamda kullanıyor. Farklı
kelimelerle, farklı yollarla Ehl-i sünnete saldırıyor.
İslamcı gençlik: Hiçbir İslam âlimi, İslamcı, İslamcılık diye bir şey
bildirmemiştir. Bu, bid’at bir tabirdir. Türkçe’de genelde -cı, -cu ekleri isim ve
sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini
yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yıkıcı gibi kelimeler, o şeyi
yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci gibi kelimeler de bunlar
gibidir. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan
kimse demektir. Bunun için de, dinci veya İslamcı olmamalı, sadece Müslüman
olmalı. Müslüman kelimesi yerine başka şey uydurmamalı.
Modernist İslamcı: İslamcı kelimesi bid’at bir tâbirdir. Modernist diyerek,
eskiden yaşamış İslam âlimlerini kabul etmeyen, İslamiyet’i çağa uydurmaya
kalkan reformcuları övüyor.
Geçmişi taklit: Ehl-i sünnete saldırılıyor. 14 asır önceki İslamiyet’i taklit
ederek günümüzde de uygulanmasının yanlış olduğunu belirtmek için taklit
kelimesini araya sokuşturuyor.
Dogma, dogmatik: Dogma, belli bir görüşün tartışılmadan doğru olarak
kabul edilmesidir. Allah ve Resulünün bildirdikleri tartışılamaz. Ehl-i sünnet
âlimlerinin âyetle, hadisle ve icma ile bildirdiği esaslara dogma diye
saldırmaktadır. Bunlara dogmatik görüş diyerek bir kalemde hepsini silip
atıyor.
Klasik fıkhî yaklaşım: Dindeki dört delilden biri olan kıyas-ı fukaha’yı
sulandırmak, bunu delil saymayıp, fıkhî yaklaşım gibi yakışıksız bir sözle, fıkıh
âlimlerinin fetvalarını çürütmeye çalışıyor.
Mezhepçilik: Ehl-i sünnete ve dört hak mezhebe saldırmak için,
bölücülük anlamında kullanıyor.
Statükocu: Ehl-i sünnet Müslümana taktığı yaftadır. 14 asırdan beri gelen
dinî hükümlere sahip çıkan Müslümanı tenkit için kullanıyor. Müslüman dinî
anlamda elbette statükocudur, dinine sahip çıkar. Dinini bozmak, değiştirmek
isteyenlerle de meşru yollarla mücadele eder. Bilimsel anlamda ise, dine aykırı
olmayan her türlü yeniliğe açıktır. Bozuk kitapta, hakla bâtıl karıştırılarak,
Müslümanların her anlamda statükocu olduğu iftirası yapılıyor.
İtaat kültürü: Bunu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylüyor. (Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere boyun eğen ahmak Müslüman) diyerek
hakaret ediyor.
Yaygın kanaat: Bu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylenen bir hakaret
sözüdür. (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere inanan zavallı kimselerin
kanaati) demeye getiriyor.
Kör taklit: Kur’an ve Sünnet’teki hükümleri açıklayan Ehl-i sünnet
âlimlerine inanmaya, onların yolundan gitmeye diyor. Âlimleri değil de,
329
www.dinimizislam.com
kendisini veya yamukları taklide de şuurlu taklit diyor. Beni de taklit
etmesinler diyorsa, bu kitabı niye yazıp her konuda görüşlerini bildiriyor?
Aşırı dindar: Dinin emrine tam uyan Müslümanı tenkit için aşırı kelimesini
ekliyor, dindarlığı kötü göstermeye çalışıyor.
Katı sofu: Bu da aynıdır. Burada tasavvufa da saldırı vardır.
Hadis materyali: Bilinen hadis-i şerifler için kullanıyor. Hadis-i şeriflere
karşı olduğunu gizlemek için materyal tâbirini kullanıyor.
Değişim: (Çağın gereklerine uymalı, dinde değişime gidilmeli) diyor, yani
reformu istiyor.
Mezhepsizce yazılan kitap
Reformcu diyor ki: (Bu kitapta herhangi bir mezhep veya meşrep esas
alınmamıştır. Aksine mezhep-meşrep ayırımı yapılmamış, icma ve kıyasa yer
verilmemiş, sadece Kur’an ve Sünnet esas alınmıştır.)
CEVAP
Dört hak mezhep, Kur’ana, Sünnet’e ve İcma’a aykırı mı? Dört hak
mezhepten birine göre yazılmamış. Demek ki, kendi görüşlerini Kur’an ve
Sünnet adı altında yutturmaya çalışıyor. Kitapta, yazarın kendi bozuk mezhep
ve meşrebi esas alınmıştır.
Dört hak mezhepten birine uygun olmayan kitaplar çok yanlıştır. Çünkü
âlimlerimiz buyuruyor ki:
Bugün dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid’at ehli olur,
Cehenneme gider. (Tahtavi)
Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)
İcma’ı kabul etmeyen bir kimsenin, bu kitapları, bu âlimleri senet kabul
etmesi asla düşünülemez. Ehl-i sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnet’ten
çıkardıkları İcma halini alan hükümleri beğenmeyip kendi görüşünü din olarak
bildiriyor. İcma’a uymadığı gibi, Kur’an’a ve Sünnet’e de uymuyor. Asrımızdaki
yamuklara sımsıkı sarılıyor. İmam-ı a’zam hazretleri senet olmadığı halde
mason Efganî veya mezhepsiz Makdisî nasıl senet olabilir?
İmam-ı Rabbani hazretleri de, bu durumu asırlarca öncesinden şöyle
haber veriyor:
Kıyamette Cehennem azabından kurtulmak, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Resulullah’ın ve Eshabının yolunda gidenler,
yalnız bunlardır. Kuran-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan bilgiler
içinde, kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, anlayıp bildirdikleri
bilgilerdir, çünkü her bid’at sahibi, bozuk düşüncelerini, kısa aklıyla, Kitap’tan
ve Sünnet’ten çıkardığını söylüyor. Demek ki, Kitap’tan ve Sünnet’ten
çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı
propagandalarına aldanmamalıdır. (1/193)
Hak mezhepler bölücülükmüş
330
www.dinimizislam.com
Reformcu diyor ki: (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî gibi Sünnî mezhepler ile
Kadirî, Nakşî gibi Sünnî tarikatlar, tevhidi tahrip edip yıkan bölücü unsurlardır,
ama Mutezile ve Zeydiyye, İslamî öğretide isabet etmişlerdir. Davud
Rehber’de de aynı olumlu çizgi görülmektedir. Şiî Ali Şeriati’nin eserleri,
özellikle de hac kitabı okunmalıdır. Abduh gibi reform isteyen Mehmet Akif’i de
bağrımıza basmak gerekir.)
CEVAP
Ehl-i sünnete olan düşmanlığını gizleyememiş. Aksine bid’at mezhepleri
açıkça savunmuş. Yani hak olanlara değil, bâtıllara sıkı sıkıya bağlanıyor. Bu
kadar cüret, kıyamet alameti olsa gerektir.
Kurban kesmek vacib değil mi?
Reformcu yazar diyor ki:
(Kurban kesmek vacib değildir. Bayramda seferde olanlara kurban kesme
zorunluluğunun olmaması, kurban kesmenin vacib olmadığının açık delilidir.)
CEVAP
Hani âyet ve hadisten delil? Demek ki kendi görüşünü din zannediyor.
Hanefî’de seferdeyken kurban kesmek vacib değil diye, başka zaman da
vacib değil denir mi hiç? Bu, fakir olana zekât farz değil diye, hiç kimseye
zekât farz değildir demeye veya seferi olana oruç farz değil diye, hiç kimseye
oruç farz değil demeye benzer.
Hanefî mezhebindeki âlimler, (Kurban kes) âyet-i kerimesini ve (Hâli
vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!)
hadis-i şerifini açıklarken, zenginlerin kurban kesmelerinin vacib olduğunu,
kesmemelerinin günah olduğunu bildirmişlerdir.
İbrahimî dinler de neymiş?
Reformcu diyor ki: (İbrahimî dinlerin hedefi, statükonun değişmesidir.)
CEVAP
İbrahimî dinler tâbiri günümüzde, bazılarınca, Hristiyanlık ve Yahudilik için
kullanılıyor. Nesh edilmiş bu dinleri dolaylı şekilde övmekten maksat nedir? Ne
diye, İslamiyet bunu istiyor denmiyor da Yahudiliğin ve Hristiyanlığın
propagandası yapılıyor? İslam dini noksan mıdır?
Kitabın neresine bakarsanız bakın, hep Ehl-i sünnet dışı görüşlere yer
veriliyor. Gerçi yazar da, ben Ehl-i sünneti savunuyorum demiyor zaten. Hiçbir
fırkaya mensup değilim diyor. Her ne kadar, (Fırkasızlığı, grupsuzluğu,
mezhepsizliği ve bağımsızlığı savunuyorum) diyorsa da, özellikle Mutezile ile
asrımızdaki yamukları savunuyor. Yani onun fırkası, grubu veya mezhebi, bu
sapıkların fırkasıdır.
İcmanın dindeki yeri
Reformcu diyor ki: (Kur’anı esas aldım. İcma’a yer vermedim.)
CEVAP
331
www.dinimizislam.com
Sanki İslam âlimlerinin İcma ettiği hususlarda Kur’an-ı kerim esas
alınmamış gibi saldırıyor. Hâlbuki icma, dinde çok önemli bir delildir.
Eshab-ı kiramın söz birliğine icma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram,
sözbirliğiyle bildirmediyse, Tabiin’in sözbirliği bu şey için icma olur. Tabiin de
bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i tabiin’in sözbirliğiyle bildirmeleri bu
şey için icma olur, çünkü bu üç asrın âlimleri yani müctehidleri, hadis-i şerifle
övülmüştür. Bunlara Selef-i salihin denir. (S. Ebediyye)
İcma’a uymak farzdır. İcma’ı inkâr ise küfürdür. Mesela, Hazret-i Ebu
Bekir’le Hazret-i Ömer’in hilafetlerini inkâr eden kâfir olur. Cenaze namazının
farzı kifâye olduğunu inkâr eden de kâfir olur. Çünkü bunları inkâr eden, icma’ı
inkâr etmiştir. (Redd-ül-muhtar)
Bir asırda bulunan müctehidlerin bir işin hükmünde birleşmelerine icma
denir. (Menar şerhi)
Eshab-ı kiramın, açıkça ve her asrın sözbirliği ile haber verilmiş olan
icmaları, âyet-i kerime ve mütevatir olan hadis-i şerifler gibi kuvvetlidir, inkâr
eden kâfir olur. Eshab-ı kiramdan bazısının icma edip, diğerlerinin sükût
ettikleri icma da, kesin delildir. Gerek Eshab-ı kiram, gerekse salih âlimler
topluluğu, sapıklıkta, yanlış bir şey üzerinde sözbirliği yapmazlar. Bir hadis-i
şerif meali:
(Ümmetimin âlimleri, dalalette, sapıklıkta birleşmez.) [İbni Mace, İ.
Ahmed, Taberani]
Kur’an-ı kerimde de, Eshab-ı kirama ve âlimler topluluğuna uymayanların
Cehenneme gideceği bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali:
(Doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Resulullah’a karşı çıkıp,
müminlerin [Eshab-ı kiramın ve salih âlimlerin] yolundan ayrılanı döndüğü
sapık yolda bırakır, Cehenneme atarız.) [Nisa 115]
Eshab-ı kirama cemaat dendiği gibi, Ehl-i sünnet âlimler topluluğuna da
cemaat denir.
Birkaç hadis-i şerif meali:
(Cemaatten bir karış ayrılan, cahiliyet ölümüyle ölmüş olur.) [Buhari]
(Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatle
birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]
(Sürüden ayrılanı kurt, cemaatten ayrılanı şeytan kapar. Cemaatten
ayrılmayın!) [Tirmizi]
(Cemaatten bir karış ayrılan İslam halkasını boynundan çıkarmış
olur.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlânın rızası, icmadadır.) [İbni Asakir]
Hakiki âlimlere saldırı
Reformcu diyor ki: (Mezhebe, meşrebe yer vermedim, eski âlimleri
332
www.dinimizislam.com
dikkate almadım. Eski bilgileri yeni etiketiyle pazarlamadım, onun için eski
âlimlerden örnek almadım. Çağa uymaya çalıştım.)
CEVAP
Bu reformcu yazar, kendisinin de itiraf ettiği gibi, dört hak mezhepten ve
Ehl-i sünnet âlimlerinden hiç kaynak vermemiş, ancak Ehl-i sünnet olmayan
İbni Teymiye, Şevkani gibileri örnek almış. Yani Ehl-i sünnet âlimlerinin
yazılarını değil de, eski sapıkların yazılarını yeni etiketiyle pazarlıyor. Eski
âlimleri tenkit eden çağımızdaki sapıklara kurtuluş simidi gibi sarılmış,
onlardan örnekler vermiş.
Kendisinin de çekinmeden söylediği gibi, kitabı Hanefî mezhebine veya
dört hak mezhepten birine göre yazmamıştır. Kendi görüşü ayrı bir ekol olarak
bildiriliyor. Yani böylece, kendi anladığına göre yeni bâtıl bir mezhep ortaya
çıkarmış oluyor. Müslümanların, asırlardır tâbi oldukları dört mezhebi bırakıp
da kendi mezhebine girmelerini istiyor.
İslam âlimlerine saldırıyor. Eğer Kur’ana ve Sünnet’e uygun yazsaydı,
eski âlimleri senet kabul eder, onların hükümlerini bildirirdi. Kur’an-ı kerimde
bu âlimler övülüyor:
(Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43] (Bu reformcu,
âlimlere sormuyor. Kendi görüşünü Kur’anın hükmü gibi anlatıyor.)
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] (Bu reformcu,
Allah’tan korkan âlimlerin verdiği hükümleri değil de, kendi görüşleriyle,
zamanımızdaki mezhepsizlerin görüşlerini esas alıyor.
(Bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı,
öğrenirlerdi.) [Nisa 83] (Bu reformcu, âlimlere sorsaydı, yani eski âlimlere
uysaydı, dört hak mezhepten birine göre yazardı. Kur’anın emrine uymadığı
pek açıktır.)
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi] (Reformcu yazarın hafife aldığı fıkıh
âlimlerinin, yukarıdaki âyet-i kerimede bildirilen ülül-emr oldukları, bu hadis-i
şerifle de bildirilmiştir.)
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud]
(Ümmetimin âlimleri, benî İsrail’in peygamberleri gibidir.) [İmam-ı
Yâfiî, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi, Neşr-ül-mehasin]
(Âlimlere tâbi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.)
[Deylemi]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Kur’an ve Sünnet’e uysaydı, bunların bildirdiği âlimlere uyardı. Bunlara
uymayıp kendi görüşünü esas aldığı için, kitap çok bozularak deforme
olmuştur.
Yamuklar övülüyor
333
www.dinimizislam.com
Yine diyor ki: (İbni Teymiyye’nin, Fazlurrahman’ın da belirttiği gibi, şefaat
görüşü Kur’ana ve Sünnet’e aykırıdır.)
CEVAP
Resulullah efendimizin şefaat hakkındaki hükümlerini görüş olarak kabul
edip, İbni Teymiyye’nin sözünü senet gibi alıyor. Vehhabilerin lideri İbni Baz
için de merhum diyor. Vehhabiliği tenkit eden tek kelime yok, ama Ehl-i
sünnette çok hatalar bulduğunu söylüyor. Nerede sapık varsa onu övüyor.
Dört mezhebin dev liderlerinden hiç bahsetmiyor. Abduh ve Efgani gibi
mason reformculara hayran olan felsefeci İkbal’i övüyor. Mason Efgani için,
(Çağdaş İslam görüşünün büyük düşünürü) demesi yazarın zihniyetini açıkça
ortaya koymaktadır. Sayısız İslam âlimi dururken Roger Garaudy de, senet
gibi gösteriliyor. Fazlurrahman ile İzzetbegoviç’e olan hayranlığını da
gizleyemiyor, Efgani, Şeriatî ve Makdisî’den nakiller yapıyor, ama nedense
İmamı a’zam, İmam-ı Rabbani ve İmam-ı Gazali gibi dev şahsiyetlere hiç
önem vermiyor. Takdir edici tek kelime yok. Hadis ve fıkıh âlimi İmam-ı Şa’rani
hazretlerini, Kur’ana aykırı konuşmakla suçluyor. Bu büyük zata, sırf İbni
Teymiyye’yi tenkit ettiği için saldırıyor.
Mezhepsizlere övgü
Reformcu yazar diyor ki:
(Mübarek gecelerin dinde yeri yoktur, yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve
Makdisî de söylüyor.)
CEVAP
Burada birkaç hata var:
1- Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini bildirdiğine göre,
mezhepsiz yazarların sözü geçerli olur mu hiç?
2- İkincisi, hani senin hiçbir meşrebin ve mezhebin yoktu? Hak olan
mezheplerle ve meşreplerle ilgin yokmuş bu doğru, ama ne kadar yamuk,
mezhepsiz kimse varsa hepsini bağrına basıyorsun. Yani senin meşrebin de,
bu sapıkların yolu. Hiçbir meşrebe göre yazmadım sözünün yalan olduğu pek
açık!
İslam düşüncesi demek
Reformcu diyor ki: (Şefaat düşüncesi, Kur’an’ın ahiret düşüncesine ve
İslam düşüncesine aykırıdır.)
CEVAP
Düşünce, bir iş için bir insan tarafından düşünülen çare veya kıyaslanan
neticedir, bir görüştür ve mahlûktur. İslam düşüncesi veya şefaat düşüncesi
demek çok yanlıştır. İslam âlimleri, (Düşünce yaratıktır, insanda olur, bu
sıfatı Allah’a, İslamiyet’e vermek küfürdür) buyuruyorlar. İslamiyet, Allahü
teâlânın bildirdiği hak dindir, bir düşünce, bir görüş değildir. Mezhepsizler,
İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul ettikleri için reform yapmaya çalışıyorlar.
334
www.dinimizislam.com
Allah’ın dinini hâşâ düzeltmeye, eksik kalan yerleri tamamlamaya gayret
ediyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3]
Mezhepsizler tamamlanmış dinin neresini düzeltecekler ki? Bozmaya
düzeltmek, yıkmaya yapmak diyorlar.
Tek tanrıcı görüş demek
Yine diyor ki:
(Kur’an’ın tevhid görüşüne göre, İslam kendi şahsına özgü, tek tanrıcı bir
dünya görüşüdür.)
CEVAP
Görüş de, düşünce de insanlar için kullanılır. Allah için, İslam için ve
Kur’an için kullanılmaz. Allah’ın düşüncesi, Allah’ın görüşü demenin küfür
olduğunu İslam âlimleri bildiriyor. Allah yerine tanrı da denmez.
İslam ilahı demek
Reformcu, (Allah, İslam ilahının adıdır) diyor.
CEVAP
Hintli Hamidullah, Kur'an-ı kerimde âlemlere rahmet olarak gönderildiği
bildirilen, bütün cihanın peygamberi Muhammed aleyhisselama, bir yabancı
gözüyle (İslam peygamberi) diyordu. Yani sadece Müslümanların peygamberi
olarak görüyordu. Bu, daha da ileri giderek, âlemlerin Rabbi, her şeyin
yaratıcısı, her milletin ilahı olan Allahü teâlâ için, (İslam ilahı) diyor. Halbuki
yine Kur’an-ı kerimde âlemlerin Rabbi olduğu defalarca bildiriliyor. Hani
Kur’ana itibar ediyordu? Acaba her dinin farklı bir ilahı olduğunu mu düşünüyor
da, İslam ilahı diyor? Niye Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriflerden ve İslam
âlimlerinden farklı bir ilah tarifi yapıyor?
Ehl-i sünnet âlimleri ne bildirmişse, (Kur’ana aykırıdır) diyor. Ama
türedilerin, yamukların sözlerini ve Mutezile gibi bid’at fırkalarının görüşlerini
Kur’ana uygun buluyor. (Allah’ın zâtî ve sübûtî sıfatları yoktur, Mutezile haklı
olarak bunu reddetmiştir) diyor. Sapık Mutezile’nin sözünü senet kabul ediyor
da, niye yüzlerce, binlerce Ehl-i sünnet âliminin Allah’ın sıfatları hakkında
bildirdiklerine itibar etmiyor? Açıkça Ehl-i sünnet âlimlerine savaş açmıştır.
Bozuk kitabı, Ehl-i sünnet âlimlerine bir reddiyeden ibarettir.
Şefaati inkâr etmek
Reformcu diyor ki: (Fazlurrahman’ın bildirdiği gibi, Kur’an, şefaat
düşüncesini reddeder, ama Sünnî âlimler, şefaatin hak olduğu iddiasından geri
kalmamıştır.)
CEVAP
Sünnî âlimler dediğine göre, kendisinin Sünnî olmadığını ima ediyor.
Fazlurrahman’ı senet gösteriyor da, İmam-ı a’zamın, İmam-ı Şâfiî’nin, İmam-ı
335
www.dinimizislam.com
Gazali’nin, İmam-ı Mâlik’in, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in ve diğer Ehl-i sünnet
âlimlerinin hiçbirinin sözünden niye bahsetmiyor? Ehl-i sünnet âlimlerine olan
aşırı düşmanlığını hiç gizlemiyor.
Eskiden Vehhabiler şefaati inkâr ederlerdi. Şimdi onların lider durumunda
olanları bile şefaati hak bilirken, günümüz mezhepsizlerinin inkâr etmesi
gerçekten de tuhaftır. (Bu kitabımda, Kitap ve Sünnet esas alınmıştır) dediği
halde, diğer hususlarda olduğu gibi, şefaat hususunda da tamamen Kitap ve
Sünnet’e aykırı görüşler bildiriyor. Kâfirlere şefaat edilmeyeceğini bildiren
âyet-i kerimeleri alıp, müminlere de şefaat edilmeyeceğini söylemesi,
kendisinin ne kadar sinsi bir reformcu olduğunu göstermektedir.
Şefaati inkâr etmek büyük sapıklıktır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin
verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109]
(Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası
şefaat edemez.) [Meryem 87] (Müfessirler, bu iki âyet-i kerimeyi açıklayıp,
“Allahü teâlânın izin verdikleri şefaat edecek, başkaları edemez” buyuruyorlar.)
(Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için
izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26] (Melekler de, ancak,
Allah’ın hoşnut olduklarına şefaat edebiliyor.)
(Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Çok şefaat
edecekler var ki, hepsi de Allahü teâlânın iznine bağlıdır.) Hadis-i şeriflerde de
buyuruldu ki:
(Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim]
(Bütün Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari]
(Kıyamette Peygamberler, sonra âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İbni
Mace, Deylemi]
(Kur’an kıyamette şefaat eder.) [Müslim]
(Kıyamette Allahü teâlâ, “Melekler, Peygamberler ve salihler
şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı”
buyurur.) [Buhari]
Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da,
şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bu âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı
a’zam hazretleri de, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat
edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber)
Ne diye hadis-i şeriflerle, İmam-ı a’zam ve diğer mezhep imamları gibi
büyük zatların sözleri alınmıyor da, Fazlurrahman gibi sapıkların sözü Nass
gibi alınıyor?
İmanın şartlarını değiştirmek
Reformcu diyor ki: (İmanın şartı altı demek yanlıştır. Kur’anda böyle bir
ifade yoktur.)
336
www.dinimizislam.com
CEVAP
Bu reformcu, (Kitap ve Sünnet’e göre yazdım) dediği halde, burada
sadece Kur’an diyor. Elbette Kur’an-ı kerimin detayları Sünnet ile
açıklanmıştır. Yazarın yalan söylediği, Sünnet’e de itibar etmediği anlaşılıyor.
Kur’an-ı kerimi Resulullah efendimiz açıklamıştır. Bu delili bildirmeden, imanın
şartı altı değil demesi dehşet vericidir. Sahihayn ismi verilen, din-i İslam’ın iki
temel kitabındaki hadis-i şerif nasıl inkâr edilir? Sahih hadisleri inkâr etmesi,
affedilir cinsten değildir. Bu meşhur hadis-i şerifin meali şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe,
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra
dirilmeye inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun
kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Böyle mütevatir sahih hadisleri inkârın küfür olduğu âlimlerimizce
bildirilmektedir. Bu reformcu, sadece İslam âlimlerine değil, hadis-i şeriflere de
açıkça savaş açıyor. Aslında Kur’an-ı kerime inandığı da samimi değildir,
çünkü Kur’an-ı kerimde birçok yerde Resulullah’a uyulması emrediliyor.
Mesela Haşr suresinin, (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da
sakının!) mealindeki yedinci âyetine uymayanın, Resulullah’ın sözlerini senet
kabul etmeyenin, (Kur’ana inanıyorum) demesi nasıl doğru olur?
Kaza namazı kılınmaz mı?
Reformcu diyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimleri, kılınmayan namazların kazasını kılmak farzdır
demişlerse de, İbni Teymiyye’nin de dediği gibi, kaza namazı kılmak
gerekmez.)
CEVAP
Allah ve Resulünün emrettiği ve bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği
gibi, (Kılınamayan namazları kaza etmek farzdır) demiyor da, niye İbni
Teymiyye’nin sözünü senet olarak alıyor? Bu, mezhepsiz olmanın açık
alametidir. Mezhebi olsaydı mezhebine göre yazardı. İbni Teymiyye’nin
mezhebinden olduğu anlaşılıyor.
Namazları vaktinde kılmak farz olduğu gibi, vaktinde kılınmayanı kaza
etmenin de farz olduğu bütün fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Birkaçı şöyledir:
1- Farz namazı, özürsüz vaktinden sonra kılmak büyük günahtır. Bu
günah, yalnız kaza edince affolmaz. Kaza ettikten sonra, ayrıca tevbe veya
haccetmek de gerekir. Kaza edince yalnız namazı kılmamak günahı affolur.
Kaza kılmadan tevbe edilince terk günahı affolmadığı gibi, tehir günahı da
affolmaz, çünkü tevbenin kabul olması için günahı terk etmek şarttır.
(Dürr-ül-muhtar)
2- Farzlara önem verip, tembellikle yapmayan kimse mürted olmaz, imanı
gitmez, fakat bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer: 1- O farzın
337
www.dinimizislam.com
vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahı. Bunun affolması için
tevbe etmek gerekir. 2- Bu farzı yapmamak günahı. Bu büyük günahın
affolması için bu farzı hemen kaza etmek lazımdır. Kazayı geciktirmek de,
ayrıca büyük günah olur. (Berika)
3- Özürlü ve özürsüz olarak namazı terk edenin, bunun farzını kaza
etmesi şarttır. (Halebî)
4- Vaktinde kılınmayan her farz namazı kaza etmek farzdır. (Hindiyye)
5- Özürlü veya özürsüz kazaya kalan farz namazları, hemen kaza etmek
farzdır. (Mezahib-i Erbaa)
Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bir namazı vaktinde kılmayı unutan, hatırlayınca kılsın. Unutulan
namazın kazadan başka kefareti yoktur.) [Tirmizi, Ebu Davud, Nesai]
(Uyuyarak veya unutarak bir namazı vaktinde kılamayan, hatırlayınca
kılsın.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud]
(Farzı unutan, imamla daha sonraki bir namazı kılarken hatırlasa, o
namazını imamla kılsın, namazdan sonra, unuttuğunu kaza etsin. Sonra
imamla kıldığını da iade etsin.) [Taberani, Hatib]
(Farz namaz borcu olanın nafile namaz kılması, hamile kadına
benzer. Doğumu yaklaşırken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına hamile de,
ana da denmez. Kaza borcu olan da, farz namazlarını kaza etmedikçe,
Allahü teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez.) [Fütuh-ul-gayb]
Resulullah, bir gecenin sonunda uyumuştu, güneş doğana kadar
uyanamadı. Uyandı ve güneş yükselince kaza etti. (Nesai)
Namaz herhangi bir sebeple terk edilmişse, bu büyük günahın tevbesinin
kabulü için kaza etmek gerektiği, yukarıdaki vesikalarda açıkça bildirilmektedir.
Gayrimüslim erkekle evlenmek
Reformcu yazar diyor ki:
(Müslüman kadınların gayrimüslimlerle evlenmesine İslam sıcak bakmaz.)
CEVAP
Hani âyete ve hadise göre yazıyordun? (Sıcak bakmaz) demek, pek hoş
değil, ama evlenmek de caizdir demek değil mi? Ama Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(İmanlı kadınların kâfirlerle evli kalmaları helal değildir.) [Mümtehine
10]
Allahü teâlâ helal değil buyururken, helal demek küfür olur. Yoksa sen de,
(Gayrimüslimler de Cennet’e gidecek) mi diyorsun? Onun için mi Müslüman
kadınları kâfirlerle evlendiriyorsun? Yoksa âyetlere tarihsel mi diyorsun? Bu
âyet geçersiz mi diyorsun? Değilse âyet-i kerimeye niye inanmıyorsun?
Kadının sefere gitmesi
Reformcu diyor ki:
338
www.dinimizislam.com
(Kadının tek başına yolculuk edemeyeceği görüşü İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
Hani sen, Kitap ve Sünnet’e göre yazıyordun? Sünnet’te bu durum
açıklanmıyor mu? İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında kocası veya
mahremi olmadan üç günlük ve daha fazla bir yola sefere çıkması helal
olmaz.) [Müslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed, İbni Hibban,
Darimi, İbni Huzeyme]
(Bir kadın, yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın!) [Buhari,
Müslim]
Yani bu sözleri Resulullah efendimiz, hâşâ İslamiyet’e aykırı mı
söylemiştir?
Dört hak mezhebin hiçbirinde, kadın sefere çıkabilir diye bir hüküm yoktur,
ama günümüzün yamukları, Sünnet’e aykırı şeyler söyleyebiliyor. Kadın sefere
çıkamadığı gibi, yanında mahremi olmadan farz olan hacca bile gidemez. Bir
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) [Bezzar]
Kadın, hacca tek başına ibadet için bile gidemezken, onu tek başına
yolculuğa çıkarması, yazarın gerçekten aşırı bir reformcu olduğunu gösteriyor.
Dinde boşama yetkisi
Reformcu diyor ki:
(Boşanmak erkeğin iki dudağı arasında değildir, boş ol demekle karısı boş
olmaz.)
CEVAP
Bu, ateistlerin kullandığı bir sözdür. Reformcu, Kitap ve Sünnet dediği
halde, Sünnet’e hiç itibar etmiyor. Sanki dini anlatmak için değil de, dini
yıkmak için kitap yazmış! Peygamber efendimiz, şakayla bile olsa, (Seni
boşadım) demekle boşanmanın sahih olacağını bildiriyor:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir. Nikâh, boşamak,
boşamaktan vazgeçmek.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Beyheki, Hâkim]
Şaka olarak da, hanımına seni boşadım diyenin nikâhı bozuluyor.
Boşamakla ilgili diğer hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Allah’ın hiç sevmediği helâl şey talâktır.) [Ebu Davud, Tirmizi, İ.Mace,
Taberani, Hâkim, İ.Adiy]
(Kim hanımını üç talâkla boşarsa, kadın başka bir erkekle
evlenmedikçe, artık o kadın kendisine helâl olmaz.) [Taberani]
(Deli ve bunak hariç herkesin boşaması geçerlidir.) [Tirmizî]
(Nikâhtan önce boşamak geçersizdir.) [Hâkim]
Resulullah ve bütün İslam âlimleri, boşamak erkeğin iki dudağı arasında
derken reformcunun böyle söylemesi, acaba Batı kanunlarına hayranlığından
mı ileri geliyor?
339
www.dinimizislam.com
Resim yapmak
Reformcu diyor ki:
(Resim yapmanın haram olduğu görüşü de İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
Dinimizin emrine yine görüş diyor. Çalgı helal, resim helal demekle
olmaz. Kitap ve Sünnet’ten yerini göstermek gerekir. Hem bu bozuk kitap için,
(Kitap ve Sünnet’e göre yazıldı) deniyor, hem de hiç kaynak gösterilmiyor. Bu
yamuk görüşü de, Kitap’a ve Sünnet’e aykırıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor
ki:
(Canlı resmi yapana kıyamette, “Yaptığın resme can ver” diye azap
olunur.) [Müslim]
(Dünyada [zaruretsiz] canlı resmi yapana, kıyamette bu resme can
vermesi söylenerek azap edilir. Hâlbuki ona can veremez.) [Nesai]
(Canlı resmi yapan, kıyamette en şiddetli şekilde azap görecektir.)
[Buhari]
(Canlı resmi yaparak Allahü teâlânın yarattıklarına benzetmeye
çalışanlar, kıyamette en şiddetli azaba uğrarlar.) [Buhari, Müslim]
(Ya Ali, putları, canlı resimlerini imha et!) [Müslim]
(Elinize geçen canlı resimlerini yırtıp, bozun.) [Müslim]
([Zaruretsiz] canlı resmi yapanların yeri Cehennemdir. Âhirette
yapılan resimlere can verilecek, o resmi yapanlara Cehennemde azap
edecektir.) [Buhari, Müslim]
Resulullah, canlı resmi yapanları lanetledi. (Buhari)
Bu kadar vesikaya rağmen, zaruretsiz canlı resmi yapmaya helal demek
dehşet vericidir. Müslüman olduğunu söyleyen kişi, sahih hadis-i şeriflerle
haram olduğu açıkça bildirilen bir hükme, nasıl helal diyebilir?
Melekler ve resim
Yine diyor ki:
(Resim, köpek, çalgı aleti ve sarhoşun olduğu yere meleklerin
girmediğiyle ilgili rivayet malzemelerinin hepsi hurafedir.)
CEVAP
Hadis düşmanlığının bu kadarı da görülmemiştir. Rivayet malzemesi
denilerek, hadis-i şeriflerle açıkça alay ediliyor! Bu konudaki hadis-i şeriflerden
birkaçının meali şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, “Biz, köpek ve resim olan yere girmeyiz”
dedi.) [Buhari, Taberani]
(Resim, cünüp ve köpek olan yere melek girmez.) [Ebu Davud, Nesai,
İbni Hibban]
(Köpek ve heykel bulunan odaya rahmet melekleri girmez.) [Müslim]
(Rahmet melekleri, sarhoştan uzak durur.) [Bezzar]
340
www.dinimizislam.com
(Rahmet melekleri, köpek ve çan olan yere yaklaşmaz.) [Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi]
(Cers [çıngırak], şeytanın mizmarıdır. Cers olan yere rahmet melekleri
girmez.) [Müslim, Nesai] (Mizmar, her çeşit çalgı aleti demektir.)
Oruç kefareti yokmuş!
Reformcu diyor ki: (Her ne kadar dört mezhepteki âlimlerin hepsi oruç
kefareti var diyorlarsa da, ben araştırdım. Kitap ve Sünnet’te böyle bir bilgiye
rastlamadım. Benimle aynı görüşte olan yazarlar da vardır.)
CEVAP
Dinde reformcu, oruç kefaretini kaldırmak için yazar dediği yamukları
gösteriyor. Dört mezhebin âlimlerine niye itibar etmiyor ki?
Geceden niyetli orucunu kasten bozana kefaret gerektiği, din kitaplarının
hepsinde yazılıdır. Kütüb-i sitte isimli meşhur altı hadis kitabından Buhari,
Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’de mevcuttur. En kıymetli bu beş hadis
kitabına inanmayan, eğer cahil değilse, art niyetli bir reformcudur. Hazret-i Ebu
Hüreyre’nin rivayet ettiği bu hadis-i şerif şöyledir:
Bir kimse, Resulullah’a gelerek, (Helak oldum yâ Resulallah) dedi.
Resulullah ne olduğunu sordu. O da Ramazan orucunu kasten bozduğunu
söyledi. Peygamber efendimiz, bir köle azat etmesini emretti. Kölesi
olmadığını söyleyince, aralıksız iki ay oruç tutmasını emretti. Bunu da
yapamayacağını söyleyince, fakir doyurmasını emretti.
İslam âlimleri de, geceden niyetli orucunu mazeretsiz kasten bozan
kimsenin, kefaret olarak varsa bir köle azat etmesini, yoksa peş peşe 60 gün
oruç tutmasını, herhangi bir sebeple oruç da tutamazsa, 60 fakiri doyurmasını
bildirmişlerdir. (Redd-ül-muhtar)
Resulullah’ın bildirdiği hükmü kabul etmeyen, Allahü teâlânın emrini kabul
etmemiş olur, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Resule itaat eden, Allah’a
itaat etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80)
Halifelik dine aykırı mı?
Reformcu diyor ki
(Tek kişi yönetimi olan halifelik veya saltanat, İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
İlk dört halifeyi ve halifelik sistemini herkes bilir. Dört halifenin suçlanması
bütün Eshab-ı kiramın suçlanması demektir. Bu ise büyük felakettir.
Resulullah’ın idaresi de tek kişi yönetimi değil miydi? Hiçbir Müslüman,
Eshab-ı kiramın onayladığı, dört halifenin halifeliğine itiraz edemez. Tek adam
yönetimi diye buna itiraz etmek için, kişinin gayrimüslim olması gerekir.
Müslüman olan, hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın söz birliğine karşı
341
www.dinimizislam.com
gelemez. Dört halifenin dördü de Cennetliktir. Bir Müslüman bunları nasıl tenkit
edebilir ki?
Müslüman’ın yaptığı işi İslamiyet’e yüklemek yanlış olduğu gibi, halifenin
yaptığı yanlış işleri de halifeliğe yüklemek yanlıştır. Halife iyi de olur, kötü de
olur. Halifelik sisteminin bunda suçu nedir?
Şah Veliyullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: Halife 4 şekilde seçilir:
Birincisi, âlimlerden, hâkimlerden, kumandanlardan ve diğer söz
sahiplerinden, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesiyle olur. İkincisi,
halifenin, birini seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in seçilmesi böyle
oldu. Üçüncüsü, halifenin vasiyet ettiği birkaç kişi arasından birini seçmektir.
Dördüncüsü, birinin güç kullanarak, hilafeti zorla ele geçirmesidir. Böyle
hilafeti ele geçiren zat, ya hilafete ehildir veya değildir. Ehil ise mesele yoktur.
Hilafet şartlarına malik değilse, böyle olan halifenin İslamiyet’e uygun olan
emirleri yine kabul edilir. Bunun emriyle cihada gidilir. Abdülmelik’in hilafeti
böyle idi. (İzalet-ül-hafa)
Böyle hilafeti zorla ele geçiren halifelere biat edilince meşru olacakları,
İbni Abidin’de ve Hadika’da da bildirilmektedir. Osmanlı halifelerinin seçilme
şekilleri, Hazret-i Ömer’in seçilişine benzer. Halife, kendisinden sonra gelecek
olanı vasiyet ediyor. Halife dilerse, bir başkasını, kardeşini veya oğlunu tavsiye
edebilir. Nitekim Hazret-i Ömer’e (Yerine halife olarak oğlunu tayin et!)
dediklerinde onlara, (Hilafet zor bir iştir. Bir aileden bir kurban kâfidir)
buyurarak oğlunu halife olarak vasiyet etmedi. Etseydi elbette caiz olurdu.
Osmanlı halifeleri de, hazret-i Ebu Bekir’in tayin usulüne uygun olarak genelde
yerlerine oğullarını seçmişlerdir. Osmanlı hilafeti de, dört halifenin hilafeti gibi
meşrudur. Halifenin âdil olup olmaması ayrı şeydir. Müslümanlar yanlış iş
yapınca, Müslümanlık suçlanamayacağı gibi, halife zalim olursa, hilafet sistemi
suçlanamaz. Üstelik Osmanlı halifelerinin âdil olduklarını Ehl-i sünnet âlimleri
bildirmişlerdir.
Solcu Müslüman olur mu?
Reformcu diyor ki:
(Sağcı Müslüman oluyor da, solcu Müslüman niye olmasın?)
CEVAP
Şimdi, faşiste ve kapitaliste sağcı, komüniste, ateiste solcu deniyor. Bu
manada Müslüman’a sağcı veya solcu denmez, ama Kur’an-ı kerimde ve
hadis-i şeriflerde bildirilen sağcılık ve solculuk farklıdır. Sağcılardan kasıt, amel
defteri sağdan verilen ve Cennet’e giden Müslümanlardır. Solcular ise, amel
defteri soldan verilip Cehennem’e giden kâfirlerdir. İşte bunun için Müslüman’a
sağcı denebilirse de, solcu denmez, fakat Mısırlı sosyalist yazarlar, sosyalizmi
Müslümanlık zannediyorlar. Bunun için de servet düşmanlığı yapıyorlar. Meşru
342
www.dinimizislam.com
yollardan kazanılıp zekâtı verilen mala düşmanlık ediyorlar. Zekâtı verilen
malda hiç kimsenin hakkı olmaz, bu zengin diye elinden kimse alamaz.
Sağın önemi elbette büyüktür. Sağın, sola göre üstünlüğü vardır.
Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlanır. Tuvalete girerken,
sümkürürken, taharetlenirken soldan başlanır.
Peygamber efendimiz, elindeki suyu, sağında bulunan bir köylüye uzatır.
Köylü, (Yâ Resulallah, solunuzdaki Ebu Bekir’e niçin vermiyorsunuz? O
benden daha faziletli) der. Resulullah, (Suyu sağdan dağıtın!) buyurur. Yine,
(Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin, çünkü şeytan sol eliyle yiyip içer,
sol eliyle alıp verir) buyurmuştur. Bir yere giderken, yol ikiye ayrılır,
hangisinden gidileceği bilinemez, soracak kimse de bulunmazsa, (Karşınıza
iki yol çıkarsa, sağdan yürüyün!) hadis-i şerifine uymalıdır.
Sağın şerefi, Kur’an-ı kerimde de bildirilir. Vakıa suresinde
(Eshab-ül-meymene = Sağcı) ve (Eshab-ül-meş’eme = Solcu) ifadeleri geçer
ve sağcıların [dine uyanların] Cennet ehli, solcuların [dine uymayanların]
Cehennem ehli olduğu bildirilir. Meymene; sağ, sağ kol, sağ taraf gibi
anlamlara gelir. Eshab-ı meymene, sağcı demektir. Cennet’e gidecek mutlu
kişilere denir. Meş’eme; sol, sol kol, sol taraf, uğursuzluk gibi anlamlara gelir.
Eshab-ı meş’eme, solcu demektir. Cehennem’e gidecek bedbahtlara denir.
Bunların siyasetteki sağ ve sol ile ilgisi yoktur.
Din isyan hareketi değildir
Reformcu diyor ki:
(Din, her çeşit haksızlığa karşı bir isyan, bir başkaldırma hareketidir.)
CEVAP
Mısırlı sosyalist yazarlar da, buna benzer tarifler yapıyorlardı. Milleti
isyana sevk edip binlerce kişinin ölümüne sebep olmuşlardı. Bu reformcu
yazar da, hep yamukların tarifini alıyor. Peygamber efendimiz ise, (Din, güzel
ahlaktır) buyuruyor. (Deylemi)
Yazar, (Din, her alanda kapsamlı bir dünya görüşüdür) diyor. Hâlbuki din,
bir görüş değil, ilahi hükümlerdir. Kur’andaki hükümlere görüş demek küfürdür.
Görüş, insanlara mahsustur. Kur’an’ın görüşü var demek küfür olur, çünkü
görüş mahlûktur. Halık’ın kelamı da mahlûk değildir. Mutezileye göre ise,
Kur’an bile mahlûktur. Belki yazar, mutezile görüşünü benimsediği için bu
tabirleri rahatça kullanmaktadır.
Bir de din, sadece dünyayı mı ilgilendirir? Âhireti hiç ilgilendirmez mi?
Yoksa âhirete inanmıyor mu? Din, dünya ve ahireti kazanmak için konulan
ilahi kurallardır. Dünyayı söyleyip de âhireti söylememekteki art niyet nedir?
Din dünya görüşüdür demekle, ahiret inkâr mı ediliyor? Edilmiyorsa niye tarif
tam yapılmıyor?
343
www.dinimizislam.com
İslam âlimleri, (Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ
tarafından gösterilen yol ve hükümler demektir) şeklinde tarif ediyor.
İslamiyet’in gayesi olan (Dinin, canın, aklın, malın ve neslin korunması)
hükmüne Orta Çağ görüşüdür diyor. Her konuda, yamuklardan örnek vererek
İslam âlimlerine saldırıyor.
Kelime-i şehadetin de, kelime-i tevhidin de tarifini, Mısırlı sosyalistler gibi
yapıyor. (Kelime-i tevhid, mal ve mülk sahibi zenginlerin Tanrı gibi
davranışlarına isyan etme taktiğini güden ve toplumsal eşitliği sağlayan sürekli
devrimdir) diyor. (Ben bunları Kur’an ve Sünnet’e göre yazdım) demesinin
yalan olduğunu, bu örnekler açıkça göstermektedir. Hangi âyette veya hangi
hadiste böyle sosyalistçe bir tarif vardır?
Resulullah, imanı tarif ederken, kalble tasdikin yanında dille de ikrarı
bildiriyor. İmam-ı a’zam hazretleri de, (İman, kalble tasdik, dille de ikrardır)
buyururken bu yazar, (İkrara, şahit göstermeye gerek yoktur. Kelime-i şehadet
demek, bu yönden de yanlıştır) diyor. Hâlbuki İslam âlimlerinin istisnasız hepsi
imanı, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin
hepsine, kalble inanıp, dille de ikrar etmektir) diye tarif etmişlerdir. Dille ikrar
etmeyenin Müslüman olduğu bilinemez, cenaze namazı kılınmaz, Müslüman
mezarlığına konulmaz, şahitliği kabul edilmez, onunla evlenilmez. Daha başka
sebepleri de var. Bu bakımdan dille ikrar şarttır. Gayrimüslimler içindeyken,
Müslüman olup da bir zarar gelmesin diye dinini gizlemesi caizdir.
Resulullah’ı küçültüyor
Reformcu diyor ki:
(Kelime-i şehadetteki, “Eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Resulühü”
demek, artık vahiy gelmeyecek, insanlığın aklı kemale erdiği için Kur’anı
kolayca anlayacak, gerekli yorumlar yapacak ve hayatına uygulayacak
demektir. Yoksa eski âlimlerin zannettikleri gibi, peygamberi övmekle hiç
alakası yoktur. Onun faziletinden bahsetmek değildir. Peygamberi sevmek de
değildir. Hele şefaat istemek, hiç değildir. Ona, ailesine dua etmek, salevat
getirmek değildir. Peygamberin özelliklerini ortaya çıkarmak da değildir.
Tasavvufçular gibi, her şey onun hürmetine yaratıldı gibi asılsız iddia da
değildir. Zaten bunların dinde yeri yoktur.)
CEVAP
Vehhabi bile Resulullah’ı bu kadar kötüleyemez. Bu sözler onun
reformculuktan da öte, art niyetler beslediğini göstermektedir. Koskoca
kitabında Resulullah’ı övücü bir şey olmadığı gibi, âlemlere rahmet oluşu da
gizlenmiştir. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
Bu âyet nasıl inkâr edilebilir ki? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allah beni hidayet ve âlemlere rahmet olarak gönderdi.) [Ebu Nuaym]
344
www.dinimizislam.com
Bir Peygamber için, âlemlere rahmet olmak ne büyük fazilettir. Başka
hangi peygamber için böyle bir şey bildirilmiştir? Bu rahmeti gizlemek veya
inkâr etmekteki art niyeti ne olabilir?
Peygambere salevat getirmek ibadet değildir deniyor, salevat getirmek
kötüleniyor. Hâlbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah ve melekleri, Nebiye salât ediyor. Ey iman edenler, siz de
salevat getirin!) [Ahzab 56]
Her namazda salli barik okumuyor muyuz? Salli barikler, salevat değil
midir? Yani bunlar, Resulullah’ı övmek, ona dua etmek değil midir? Âl-i
Muhammed denilerek, onun ailesine dua etmek değil midir? Her nedense,
mezhepsizler Resulullah’ın bu üstünlüklerini kabul edemiyorlar.
Âdem aleyhisselam, Arş’ta gördüğü nurun mahiyetini sorunca Allahü teâlâ
buyurdu ki:
(Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir
peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de
yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Yine hadis-i kudsilerde buyuruluyor ki:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim.
Senden daha sevgili bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek
derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen
olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
(Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin
kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim, Beyheki]
(Ya Âdem, onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer
Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) [Taberani]
(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname’nin ön
sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13.
sayfasında ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda
vardır. Mektubat’ın Farsça haşiyesinde, bu hadisin Deylemi’nin Firdevs’inde
bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi,
meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. Mektubat-ı Rabbani’nin 3. cildinde, (Sen
olmasaydın Cenneti yaratmazdım) ve (O olmasaydı kâinatı yaratmaz,
rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir.
Miracda Allahü teâlâ Resulullah’a, (Senden başka her şeyi, senin için
yarattım) buyurunca, Resulullah da, (Ben de, senden başka her şeyi senin
için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat)
Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Resulullah efendimiz
bütün peygamberlerden üstündür. Bir hadis-i şerifte de, (Beni insanların en
iyisi bilmeyen kâfirdir) buyuruluyor. (Hatib)
Peygamberlerin ve insanların en iyisi, en üstünü olan Muhammed
aleyhisselamın şanını lekeleyici sözler söyleyen kimseye, nasıl Müslüman
denir ki?
345
www.dinimizislam.com
Yazarın, İngiliz yetiştirmesi İkbal’i, mason Efgani’yi ve diğer mezhepsizleri
övdüğü kadar Resulullah’ı övmemesinin sebebi ne olabilir?
Resulullah’a saldırı
Reformcu keramete inanmıyor. Mucizeleri açıktan inkâr edemiyorsa da,
ters bakarak diyor ki: (Gelenekçi âlimler, Peygamberi öyle yüceltiyorlar ki,
yüzlerce mucizesi görüldü diyerek, âdeta mucize peygamber gibi gösteriyorlar.
Onun da bir insan olduğu dikkate alınmıyor, günah işlemediği söyleniyor,
beşer üstü bir dereceye yükseltiliyor.)
CEVAP
Gelenekçi demekle İslam âlimlerine hakaret ediliyor. Peygamber
efendimizi yücelten İslam âlimleri mi, yoksa Allahü teâlâ mı? Mucizeyi yaratan
Allahü teâlâ değil mi? Resulullah’ın çok mucize göstermesini tenkit etmek
Allahü teâlâya saldırmaktır. Kim ne demiş de, beşer üstü gösterilmiştir? Bu
tamamen iftiradır. Mucizelerinden bahsetmek beşer üstü mü göstermek olur?
Bütün din kitaplarında, mucizeleri Allahü teâlânın yarattığı bildiriliyor. Âlimler
değil, sıradan bir Müslüman bile, mucizeyi Peygamberlerin yaratmadığını bilir.
Resulullah efendimiz beşer, ama seyyid-ül beşerdir, bütün kâinatın
efendisidir, âlemlere rahmettir. Cihanda, yaratılmışların içinde, eşi benzeri
yoktur. Allahü teâlâ, ona sayısız mucizeler vermiştir. Bin tane mucizesi
görüldüğü muteber eserlerde yazılıdır.
Resulullah’ın mübarek parmağıyla işaret edince, ayın ikiye bölünmesi,
taşların, ağaçların kendisiyle konuşmaları ve kendisiyle beraber gitmeleri,
hayvanların konuşmaları, az yemekle çok kimselerin doyurulması, mübarek
parmakları arasından su akması, mesciddeki hurma kütüğünün inlemesi,
işaretiyle putların yere düşmesi, körlerin gözünü açması, pek çok hastalıkları
iyi etmesi, geçmişte ve gelecekte, kimsenin bilmediği şeyleri haber vermesi ve
bunlara benzeyen daha nice mucizeleri vardır. (İsbat-ün-nübüvve)
(Mucize peygamber) tabiri de çok tuhaf! Her peygamber mucizeyle
gönderilir. Mucizeyi ayıp bir şey gibi göstermek çok çirkindir. Evliyadan
keramet görülmesi şart değildir, ama Peygamberlerin mucize göstermesi
şarttır. Hangi peygamberin mucizesi görülmedi ki?
Günah işlediğini söylemesi de dehşet vericidir. Sadece bizim
peygamberimiz değil, hiçbir peygamber günah işlemez, çünkü Peygamberliğin
yedi vasfı vardır: 1- Emanet, 2- Sıdk, 3- Tebliğ, 4- Adalet, 5- İsmet, 6- Fetanet,
7- Emn-ül azl. Bunlardan ismet, küçük veya büyük, hiçbir günah işlememek
demektir. (İtikadname)
Peygamberlerin hepsi de küçük, büyük günahlardan ve çirkin hallerden
beridir, fakat onların sürçmeleri yani zelle vaki olmuştur. (Fıkh-ı ekber)
Bu sürçmelere, zelle denir. Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak
demektir. Zelle, günah demek değildir. Bir işi, kasıt olmadan, en güzel şekilde
yapmamak demektir. Güzeldir, fakat en güzeli değildir.
346
www.dinimizislam.com
Hadis rivayetlerine saldırı
Reformcu yazar diyor ki:
(Mitolojik vasıflı, efsanevi hadis rivayetleriyle anlatılan olayların, kurgu
filmlerinden hiç farkı yoktur.)
CEVAP
Hadis-i şeriflere de olan düşmanlığı, reformcunun çirkin yüzünü
sergilemektedir.
Akıl her şeye yeter mi?
Reformcu diyor ki:
(Aklın yetersizlik iddiası, tasavvufçuların ve eski ulemanın bir
uydurmasıdır. Akıl, Kur’anın ışığında her şeyi anlar. Din, tasavvufçuların
ilhamlarıyla veya kerametleriyle anlaşılmaz. Bu sakat görüşler, aklın
mucizesini ipotek altına alan bâtıl bir iddiadır. Aklın yolu birdir. Aklı insanın
elinden alırsanız, zenginler fakirleri sömürür, onları kukla hâline getirir. Bu da
zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına, kapitalin hâkimiyetine sebep
olur. Sosyal adalet kalmaz.)
CEVAP
Yazar kendisini sosyalizmden alamıyor. Her konuyu sosyalizm açısından
açıklamaya çalışıyor. Her fırsatta servet düşmanlığı yapıyor. Bu ifadelerde üç
büyük yanlış vardır: Akıl her şeye yeter deniyor, tasavvufa ve keramete
saldırılıyor ve akla ipotek konduğu savunuluyor.
Şimdi bunları ayrı ayrı açıklayalım: Dinimizde Kitap, Sünnet, İcma ve
Kıyas-ı fukaha olmak üzere dört delil var. Ehl-i sünnete göre akıl delil değildir.
Akıl, sadece Şia ve Mutezile mezhebinde hüccettir. Yazarın Mutezile
zihniyetinde olduğu her yönüyle belli olmaktadır.
Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında
binlerce derece vardır. Akıl eşit olmayınca kimin aklı ölçü alınacak ki?
Her işte ve hele din işlerinde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine
kurulamaz, çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı
gibi, selim olmayan aklın yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman
olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Hele âhiret bilgilerinde, akla hiç
güvenilmez.
İnsanların şekilleri, ahlakları ve ilimleri gibi, akılları da farklıdır. Birinin
aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, Şia
ve Mutezile’nin aksine, din işlerinde, akıl tek başına tam bir ölçü olamaz.
Ancak selim akılla birlikte din, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.
Selim olmayan akıl bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır?
Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu
açıkça görür.
347
www.dinimizislam.com
Mutezile’ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir
hüccettir. Akılla haram ve helal olan şeyleri de bilme mecburiyeti vardır.
Hâlbuki haram, helal, ancak nakille anlaşılır.
Bid’at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmeli! Akla ve
dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep hâline getirmeli) diyor. Hâlbuki
Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Her ne
kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü olmaz. Allahü
teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve
yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı.
Nakil yoluyla anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri akılla
araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa
çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at kamçılanırsa, çabalayarak,
ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye
kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret
bilgilerini çözmeye zorlanırsa, insan ya aklını kaçırır veya bunları alışmış
olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve herkesi
aldatmaya çalışır.
Akıl, hisle anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları
bulunan şeyleri birbirleriyle ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir
ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl
erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. (Dinin emirlerini akıl süzgecinden geçirmeli)
diyen bid’at ehli, aklı, nakilden üstün tutmaya çalışmaktadır. O halde,
Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan
inanmak gerekir.
Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akıl süzgecinden
geçirmeye çalışmak, çok yanlıştır. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız
yol almasına benzer.
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak
bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı.
İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ
Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret
bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ her asırda
dünyanın her yerine Peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar
değiştirmemek üzere, bütün dünyaya Peygamber olarak Muhammed
aleyhisselamı göndermiştir.
Her Peygamber, akılla bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız
bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü
teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.
Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları
Peygamberler bildirir. Peygamberler, uzman birer doktor gibidir. İlaçların
tesirlerini iyi bilirler. İnsanlar, doktora az bir şey vermekle ilaçların faydalarına
348
www.dinimizislam.com
kavuşur, hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, doktora
lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdiği hükümler, Allahü
teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur, faydalıdır. Doktorun bilgileri,
düşünce ve tecrübeyle olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.
Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri,
cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız
için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru
olmasaydı gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden
kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk
olan, güneşten faydalanamaz, fakat bunların güneşe kabahat bulmaya hakları
olmaz.
Selim olmayan akılların, yanıldıkları için bir hakikati kabul etmemelerinin,
uygun bulmamalarının, bir kıymeti yoktur. Selim olan akıllar, yani
Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru
olduklarını açıkça görür. İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda,
aşikâr ve apaçıktır.
(Akıl, her şeyi anlayamaz, hele âhiret bilgilerini hiç anlayamaz) demek,
akla ipotek koymak mıdır? Işık olmadan göz göremez demek, göze ipotek
koymaktır denebilir mi? Nakil olmadan, dinin emir ve yasaklarını sırf aklıyla
kim anlatabilir ki?
Yazar, (Akla ipotek konunca fakirin aklı elinden alınıyor) diyor. Fakirin aklı
alınıyor da zengininki niye alınmıyor? Bu ipotekten niye fakir etkileniyor da,
zengin hiç etkilenmiyor, üstelik servetini artırabiliyor? Mısırlı sosyalist yazarlar
gibi, her fırsatta servet düşmanlığı yapılıyor.
Bir de yazar, cahil halk ağzıyla, (Aklın mucizesi) tâbirini kullanıyor.
Mucize, sadece Peygamberlerde görülen harika hallere denir. Bu, evliyada
olursa keramet denir. Deyimler yerli yerinde kullanılmazsa, din anarşisi çıkar.
Yaratmak Allah’a mahsustur
Reformcu yazar, (Yaratıcı insan, yaratıcı akıl ve yaratıcı düşünce)
tabirlerine yer veriyor.
CEVAP
Eğer Kur’an ve Sünnet esas alınsaydı, böyle dine aykırı tabirler
kullanılmazdı.
Allahü teâlâ diridir, bilir, işitir, görür, diler, güçlüdür, konuşur. Bu
sıfatlardan, sınırlı da olsa, insanlara da ihsan etmiştir. Yani sınırlı da olsa,
insan da diridir, bilir, işitir, görür, diler, gücü vardır, konuşur, fakat yaratma
sıfatında ortaklık yoktur. Allah her şeyi yaratır, fakat insan bir karıncayı, bir
buğday tanesini veya bir hücreyi bile yaratamaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
349
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Benim yarattığım gibi bir şey yapmaya
kalkandan daha zalim kim vardır? Haydi, bir habbe, bir zerre veya bir
arpa yaratsınlar.”) [Buhari, Müslim]
(Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır.) [Buhari]
Demek ki, sanatkârın yaptığı şeyleri yaratan da Allah’tır. Yaratmak Allahü
teâlâya mahsustur. İcat etmek de yoktan yaratmaktır. Bilim adamları, yoktan
bir şey meydana getiremezler, sadece Allah’ın koyduğu fizik, kimya ve biyoloji
kanunları ile bulurlar. Buna da yaratmak denmez, keşfetmek, bulmak denir.
Yaratmak, yoktan var etmektir. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Bir âyet-i
kerime meali:
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Yazar, âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri ve bunları açıklayan hakiki İslam
âlimlerini esas almadığı için, böyle yanlış üstüne yanlışlar yapıyor.
Allah’ın ortaklığı
Reformcu diyor ki:
(Bir şirket, yaptığı reklamda (Ortaklarımızdan biri Allah’tır) diyor. Bu şirket,
yolsuzlukla iflas etse, ortakları olan Allah da iflas etmiş olmaz mı?)
CEVAP
Ortaklarımızdan biri Allah’tır demenin hiçbir mahzuru yoktur. Bir hadis-i
şerif meali:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki
ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri diğerine ihanet etti mi, ben ortaklıktan
çekilirim.”) [Ebu Davud]
Görüldüğü gibi şirket yolsuzluk yaparsa Allahü teâlâ ortaklıktan ayrılıyor.
Hâşâ yolsuzluğa Allahü teâlâ ortak olmuyor. Reformcu, hep olaylara ters
bakıyor, bilip bilmediği her şeye burnunu sokuyor.
Amel imandan parça değildir
Reformcu diyor ki:
(Kur'an incelendiğinde, iman için amelin gerektiği görülür. İman ve salih
amel birlikte geçer. Zaten amelsiz imandan söz edilemez. İçki içene Müslüman
demek çok yanlıştır. M. İkbal’in bu konudaki görüşleri çok yerindedir.)
CEVAP:
Yazar, Mutezile ve Vehhabiler gibi, amel imandan bir parçadır demek için,
kelimeleri geveleyip durmuş. Açıkça söylese, bütün Ehl-i sünnet âlimlerine
muhalefet ettiği meydana çıkacağı için böyle sinsice saldırmaktadır. Binlerce
Ehl-i sünnet âlimi dururken, bu konuda İkbal’den söz etmesi gerçekten dehşet
vericidir.
Ehl-i sünnet itikadında olmak için, amelin imandan ayrı olduğuna inanmak
şarttır, fakat yazarın Ehl-i sünnetten ayrılmamak gibi bir derdi olmayıp, aksine
350
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnete aykırı yazanların, ne kadar görüşü varsa, hepsini kitabında
toplamak gayreti içindedir.
Kur’an-ı kerimde, (Ey iman edenler, şu günahtan sakının, ey iman
edenler şu ibadeti yapın) gibi çok âyet-i kerime vardır. Amel imandan bir
parça olsaydı, (İman etmeniz için ibadet yapmanız ve haramlardan kaçmanız
lazımdır) denirdi. Bid’at ehli, Kur’an-ı kerimi anlayamadığı için, hep böyle dine
aykırı yazıp çizerler, çünkü İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet itikadına uymayanlar, bid’at ehli olanlar, Kur’an-ı kerimin
mânâsını anlayamaz. (Kimya-i saadet)
İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Amel, imandan parça değildir.
Günah işleyene kâfir denmez. İman herkese lazım iken, her amel herkese
lazım değildir. Mesela nisaba ulaşmayan fakir zekât vermez. Hayz ve nifas
halinde namaz kılınmaz, fakat fakire ve böyle kadına iman lazım değildir
denemez.
Günah işlemekle iman gitmez
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bir gün imam-ı a’zam hazretleri
âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içip
sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu
suali sorana kızıp, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir
olur) dediler. İmam-ı a’zam hazretleri, (O kimse çok büyük günahlar
işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu.
Sözünü ispat edince, hepsi kabul etti. (Mektubat 2/67)
Amelsiz iman
Reformcu, (Amelsiz iman geçersizdir) diyor.
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki Rad
suresinin 29. âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler.
Hâlbuki bu ve benzeri âyetler, amelin imanın içinde değil, dışında olduğunu
gösterir. Eğer aksi olsaydı (ve amilussâlihât) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş
olurdu. Mutezile fırkasının [ve Vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedî
Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır, çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği
şeyi inkâr etmeyen kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği
imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Âhirette yalnız imansızlara şefaat
edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir.
Buhari’deki hadis-i şerifte, (Zina ve hırsızlık etse de, büyük günah
işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. (İhya)
Ebü-d-derda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate
kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet, zina ve hırsızlık edene
de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer.
(İhya)
351
www.dinimizislam.com
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, “Allah’a şirk koşmadan ölen her Müslüman
Cennete girer” dedi. Zina ve hırsızlık eden de Cennete girer mi dedim.
“Evet” dedi. Aynı suali üç defa sordum. Üçüncüsünde ise “Evet, zina ve
hırsızlık eden mümin de Cennete girer” dedi.) [Buhari, Müslim, Bezzar]
(Affa veya şefaate kavuştuktan sonra yahut sevabları günahlarından çoksa
veyahut günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider.)
Günahkâr, affa veya şefaate kavuştuktan veya günahının cezasını
çektikten sonra Cennete gider. Bir hadis-i şerifte de, zina ve hırsızlık eden
müminin er geç Cennete gideceği bildirilmiştir. (Buhari, Müslim)
Günah işleyen kâfir mi?
Reformcu, her fırsatta, amelin imandan bir parça olduğunu vurgulamaya
çalışarak diyor ki:
(İnsanları, mümin ve kâfir diye iki gruba ayırıyorlarsa da, bir de inanıp
amel etmeyen grup var. Bunlar, sadece adı Müslüman olan gruptur. Bu
üçüncü grup kendini Müslüman saysa da ikinci gruptan farkı yoktur. Çünkü
onlar yalan söyler, içki içer. İman eden İslam’a girmiş olsa da, Müslüman
olmuş olmaz. Müslüman olmak için iman etmek yetmez. İçki, zina ve faiz de
şirke dâhildir.)
CEVAP
(Amel imandan bir parçadır) demek istiyor. İnsanların mümin ve kâfir diye
iki gruba ayrılmasını yetersiz bulduğu gibi, (İslam’a girmiş, ama Müslüman
olmayan) diye bir grup daha uyduruyor. İnsanları mümin ve kâfir diye iki gruba
ayıran Resulullah efendimizdir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsanlar, mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılır.) [Taberani]
Yahudi ve Hristiyan kâfirlerini bile Cennete sokmaya çalışıp da,
Resulullah'ın şefaat edeceğini bildirdiği günahkâr Müslümanları, Cehenneme
lâyık görmesi çok manidardır.
İman artıp eksilmez
Reformcu diyor ki:
(Statükoyu ve statükocuyu yani geleneksel İslam’ı tenkit edenin imanı
artar.)
CEVAP
Bu görüş de mutezile itikadıdır. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa
inanmaktır. Bunu yediye çıkarmak veya beşe indirmek imana zıttır. Ehl-i
sünnet âlimleri, Kur’an-ı kerimde bildirilen imanın artmasından kasıt,
parlaklığının, kuvvetinin artmasıdır diye açıklamışlardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı a’zam Ebu Hanife
hazretleri, (İman artmaz ve azalmaz) buyuruyor, çünkü iman, kalbin tasdîk
etmesi, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan
ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. İbadetleri, Allahü
352
www.dinimizislam.com
teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram
işleyince, bulanır, lekelenir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. (Ebu Bekir’in
imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın
cilası, parlaklığı bakımındandır. (1/266, 2/67)
Reformcunun statükocudan kastı, İslam âlimlerinin bildirdiği mevcut
durumu korumaya çalışan, reforma karşı direnen kimsedir. Reformcu, mevcut
durumdan rahatsız olmak, reform yapmak, hadis-i şeriflere olan inancı
sarsmak, Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhebi kaldırmak, Ehl-i sünnet
âlimlerine olan itimadı yıkmak, türedi yamukları önder kabul etmek gibi
gayrimeşru işlere önayak olmaya çalışıyor. Buna mani olmak isteyenlere, yani
dinde reforma hayır diyenlere de statükocu, taklitçi, dogmatik yaftasını
vuruyor. (Statükoya karşı koyanın imanı artar) diyor.
Kur’an-ı kerime saygısızlık
Reformcu diyor ki:
(Kur’anı anlamadan ezberlemenin, onu yükseğe koymanın ne anlamı var
ki? Aliya İzzetbegoviç de aynı şeylerden şikâyetçidir. Aliya gibi iman etmelidir.)
CEVAP
Vehhabiler ve Mutezile, Kur’an mahlûktur diyerek hiç tazim, saygı
duymazlar. Yazarın bu iki gruba yakın olduğu anlaşılmaktadır. Anlamadan da
olsa Kur’an-ı kerimi okumak çok sevabdır ve ibadettir. İzzetbegoviç gibilerin
dinde sözü senet olmaz. Sözü senet olan İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor
ki:
İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Allahü teâlânın, (Anlayarak da, anlamayarak
da Kur’an okuyan benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirdi. (İhya)
İslam âlimlerinin en büyüklerinden, Hanbelî mezhebinin reisi İmam-ı
Ahmed hazretleri böyle buyururken, hâlâ herkesin Kur’an-ı kerimi anlayarak
okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir! Nasıl olup da, (Kur’anı
anlayamıyorsan ezberleme!) denebiliyor? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kur’an için vekil edilen bir melek, Arap olmadığı için doğru
okuyamayanın hatasını düzeltir ve doğru olarak yükseltir.) [Şirazi]
Görüldüğü gibi, (Arap olmayan aslını okumasın, mealini okusun)
denmiyor. Aksine, Arapçayı bilmese de, düzgün okuyamasa da, Kur’an-ı
kerimi aslından okumak gerektiği açıkça bildiriliyor. Kur’an-ı kerimi
ezberlemek, hâfız olmak için de mânâsını anlama şartı yoktur. Kur’an-ı kerimi
hıfzetmenin sevabı çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kur’anı okuyup ezberleyin! Allahü teâlâ, içinde Kur’an bulunan
kalbe azab etmez.) [Şir’a Şerhi]
(Kur’an hâfızları ehl-i Cennetin arifleridir.) [Ebu Nuaym]
(Hafızasında Kur’an-ı kerimden bir şey bulunmayan, harap bir ev
gibidir.) [Tirmizi]
353
www.dinimizislam.com
(Kur’an hafızı ölünce, Allahü teâlâ toprağa onun etini yememesini
emreder. Toprak, “Yâ Rabbi, senin kelamın içinde iken ben onu nasıl
yiyebilirim?” der.) [Deylemi]
Bunlar elbette Kur’an-ı kerimin aslını ezberlemekle ilgilidir. Bu hadis-i
şerifler karşısında Kur’an-ı kerim hâfızlarına dil uzatmak ne kadar çirkindir.
Bazı kimseler de, okumasını bilmeyenin evinde Kur’an bulundurmasının
uygun olmadığını söylüyorlar. Bunların sözleri de yanlıştır, çünkü Kur’an-ı
kerimi okumasını bilmese de, bereketlenmek için evinde Mushaf-ı şerif
bulundurmanın sevab olduğu Fetava-i Hindiyye kitabında yazılıdır.
Vehhabilerin, Arapçayı bildikleri için Kur’an-ı kerimi anladıklarını söylemek
yanlış olur. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, (Anadili Arapça olanlar,
Arapçayı bizden iyi bilirse de, biz Kur’an-ı kerimi onlardan daha iyi anlarız)
buyuruyor, çünkü Kur’an-ı kerimi doğru anlamanın bir şartı da doğru itikada
sahip olmaktır. Anadili Arapça olan Vehhabiler Kur’an-ı kerimi anlayabilselerdi,
Vehhabi olmazlardı. Vehhabilerin zındık oldukları Nimet-i İslam kitabının
nikâh bahsinde yazılıdır.
Taklidin dindeki yeri
Reformcu diyor ki:
(Geçmiş âlimlerin sözlerini tekrar etmek ve onları taklit, İslamiyet'e
aykırıdır, uyduluktur! Onun için, ben hiçbir mezhebi taklit etmedim.)
CEVAP
Nedense her mezhepsiz, açıkça ben mezhepsizim demiyor da, (Bir
mezhep taklit etmem) diyor. Yahut (Mezheplerin hükümlerine bakıp, kendi
anladığıma uyarım) diyor. Dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da
mezhepsiz denir.
Mezhepsizler her fırsatta taklidi kötülüyorlar. Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit
ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o derecede faydalıdır. Bir
kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde uzman olması mümkün değildir.
Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır. Doktorun da,
manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir kalb uzmanına ihtiyacı vardır.
Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye
ederler. Hastalar da, doktorlara güvenip, onlara teslim olup, onların tavsiyesine
uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis
gibi, uzmanlık isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde,
bir kimse, bir işte uzman da olsa, uzmanlık alanı dışındaki başka bir işin
uzmanına uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olanın, (Taklit
gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam) diyerek saat, radyo
yapmaya kalkışması doğru mudur?
Bunlar, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de kendileri
yamuklardan alıntı yaparak onları taklit ediyorlar. Mesela Efgani ve Abduh'un
354
www.dinimizislam.com
uydusu olmakta, onları taklit etmekte bir sakınca görmüyorlar. İmam-ı a'zama
gelince, (Uydu olamayız) diyorlar.
Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler
bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. Taklit etmemek için, (Bunları
kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir. Maiyet bulunmadıkça, âmir olur mu?
Ast bulunmazsa üst olur mu? Herkesin müctehid, lider olmasını istemek,
ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Müctehid olmak, bir meslek sahibi olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde
ihtisas sahibi olduktan sonra, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için
Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı, ya dini
noksandır) buyurmuştur.
Eshab-ı kiram Peygamber efendimize tâbi olduğu için, Peygamberlerden
sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn de, Eshab-ı kirama tâbi
oldukları için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara
tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur.
Peygamber efendimiz, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O
halde Ehl-i sünnet âlimlerini taklit etmek lazımdır. (Berika)
Demek ki bir mezhebe bir alime tâbi olmak uyduluk değil, aksine hakka
tâbi olmaktır. Bir mezhebe tâbi olmamak, yani mezhepsizlik ise başıboşluktur,
sapıklıktır.
Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz. Din adamı yerine
geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya
çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik diyerek Ehl-i sünneti
kötüleyen dinde reformcuların zararlarını bildirmektedir. Yine Buhari’deki
(Kıyamete yakın, ilim yok olur, din cahilleri çoğalır, içki içen ve zina
edenler artar) hadis-i şerifi de Resulullah efendimizin, dinde reformcuların din
adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren mucizelerinden biridir.
Değişim = Reform
Dinde reformcu diyor ki:
(“İslamiyet değişmez” denilerek değişime engel olmaya çalışmak Kur’anın
ruhuna aykırıdır. Müslümanların gerilemesine sebep, dinin hükümlerinin
dondurulması, ictihada mani olunarak değişimin engellenmesidir. Asrın
ihtiyaçlarına uygun olarak dinde gerekli düzenlemeler yapılmalı. Müslümanlar,
statükodan uzaklaşıp değişimler yaparak yeniden Müslüman olmalıdır.)
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesiyle, örf ve
âdete dayanan hükümler değişebilir. Nass’a dayanan hükümler zamanla
değişmez) deniyor.
355
www.dinimizislam.com
İctihad dinde olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki, ictihad düşünülsün!
Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın yeni bir kılınış
şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz.
(Müslümanlar, statükodan uzaklaşıp yeniden Müslüman olmalı) sözü de,
yazarın Müslümanlara hangi gözle baktığını açıkça göstermektedir. Yazarın
referans verdiği mezhepsiz, Müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp,
(Fıkıh âlimlerinin, ictihad kapısını kapatmaları ve bundan böyle dört mezhepte
ittifak etmeleri sonucunda İslam düşüncesi duraklamış, bu da hukukta ve diğer
İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. İctihad
kapısını da kimse kapatmadı. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapandı.
Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın yani
müctehid olanın, açmaya da yetkisi olur.
İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası da yoktur. Milyonlarca
insan, ehil olup olmadığına bakmadan kitap yazıyor, güya ictihad yapıyor.
Madem ictihad yapılmadığı için geri kaldık, şimdi herkes alabildiğine
ictihad yaptığı halde, niçin Müslümanlar ilerlemiyor? Demek ki, İctihad
yapmadılar sözü, dinde reform yapmak için bir bahanedir. Dini değiştirmeyi
kılıfına uydurmak için böyle iddialar ortaya atılıyor.
Namazda, oruçta reform yapılsa, mesela yere secde etmemek için,
herkes namazı sandalyede kılsa, ilaç, iğne, serum orucu bozmaz dense, oruca
imsak vaktinde değil de, güneş doğunca başlansa, ilerleme mi olacaktır?
İslamiyet’i bozarak, Hristiyanlığa benzer, uydurma bir din haline getirmek
istemelerindeki maksatları gizli değildir!
Tarihsel âyet olur mu?
Reformcu diyor ki: (Kur’anın birçok âyeti tarihseldir, yani o günkü şartlarda
söylenmiştir. Mesela Ehl-i kitabın kâfir olması böyledir. Bugünküler için aynı
şey söylenemez.)
CEVAP
Hâşâ hiçbir âyet-i kerime tarihsel değildir. Hepsinin hükmü kıyamete
kadar geçerlidir. Allahü teâlâ diğer dinleri nesh etti. Kur’an-ı kerimin hükmü
kıyamete kadar devam edecektir. Kimsenin bir âyet-i kerimeyi değiştirmeye
hakkı yoktur. Bir hadis-i şerif meali:
(Ey insanlar, Allahü teâlâ kitabını Peygamberinin lisanı üzere indirdi.
Helâlini helâl, haramını haram kıldı. Helâl kıldıkları kıyamete kadar helal,
haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.) [Ebu Nasr - Ramuz]
Reformcu, hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler için de, aynı şeyi
savunuyor. (Zekât nisabının 96 gram altın olması ve fıtra miktarları eski
devirlere göre idi. Şimdi bu ölçü değiştirilmelidir) diyor. Hâlbuki bu hükümler
kıyamete kadar geçerlidir. Bu reformcular, her konuda değişiklik yapıp yeni bir
din meydana getirmeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
356
www.dinimizislam.com
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul
edilmez.) [Âl-i İmran 85]
Esma-i hüsna
Reformcu diyor ki:
(Esma-i hüsna 99 dense de, Kur’anda öyle bir şey yoktur.)
CEVAP
Elbette Kur’an-ı kerimde her teferruat yoktur. Bunlar hadis-i şeriflerle
bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın bildirdiklerini kabul edin)
buyuruluyor. Yazar Kur’an-ı kerime samimi olarak inansaydı, hadis-i şeriflere
uyar, böyle yanlış yazmazdı. Mevlana Halidi-i Bağdadi hazretlerinin
İtikatname kitabında, (Allahü teâlânın isimleri sonsuzdur. Bin bir ismi var diye
meşhurdur. Bu bin bir isimden 99’una Esma-ül hüsna denir) buyuruluyor.
Kadı zade Ahmed Efendi de, Birgivi vasiyetnamesi şerhinde, (Allahü teâlânın
99 ismine Esma-i hüsna denir) diyor.
Esma-i hüsnanın 99 olduğunu bildiren hadis-i şerif, kütüb-i sittenin en
kıymetli üç hadis kitabında vardır. Hadis-i şerifleri yok saymak, dini yıkmak
demektir. Bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Allah’ın 99 ismini ezberleyen Müslüman Cennet’e girer.) [Buhari,
Müslim, Tirmizi]
Evliya türbeleri
Reformcu diyor ki: (Enbiya veya evliya kabirlerini ziyaret edip, onları
vesile ederek dua etmeyi Kur’an şiddetle reddettiği halde, maalesef Ehl-i
sünnet âlimleri bu geleneği normal karşılıyor.)
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimlerinin her ak dediğine kara demeyi kendine görev
biliyor. Bahsedilen vesile caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını
yaratıcı bilmek, Allahü teâlâ dilemeden, onun kendiliğinden fayda ve zarar
verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını
yaratıcı bilmez.
Reformcu, Mutezile itikadında olduğunu yer yer açıkladığı gibi, Vehhabi
olduğunu da gizleyemiyor. Her fırkanın bir veya birkaç sapık görüşünü
benimsiyor. Sünnilikten başka her sapık fırkanın adamı oluyor. Ehl-i sünnet
âlimlerine ise, gelenekçi diyerek gözü yumuk saldırıyor. Şimdi vesile çeşitlerini
örneklerle açıklayalım:
İstigâse:
Şefaat dileme, yardım isteme, Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine
gelmesi için Peygamberleri ve Evliya zatları, sevdiği kullarını vesile ederek
yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir. Bir hadis-i şerif
meali şöyledir:
357
www.dinimizislam.com
(Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musa ve sonra Muhammed
[aleyhimüsselâm] ile istigase ederler.) [Buhari]
İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız Allahü
teâlâdır. Ancak peygamberler, Evliya zatlar, salih kullar ve benzerleri birer
vasıtadır, vesiledir yani sebeptir. İstenilen şeyi yaratan ise yalnız Allahü
teâlâdır. (Şevahid-ül-hak)
İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat
istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri
buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece
doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği
bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile Müslümanların diline düştü. (Camius-sagir
şerhi)
Vehhabiler, (Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir)
diyorlar. Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir
Müslüman yoktur; fakat başkasından da istigase olunacağını, mecaz olarak
söylemek caizdir; çünkü bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Onun kavminden olan, düşmanına [Kıpti’ye] karşı, ondan [Musa
aleyhisselamdan] istigase [yardım] istedi.) [Kasas 15]
Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden
istiyorum.) [İbni Mace]
(Yardım isteyen kimse, Ey Allah’ın kulları bize yardım edin desin!)
[Hısn-ül-hasin]
Son iki hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım
istemeyi emretmektedir. (El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye)
Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için bir sebebe
yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde,
sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü
teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M.
Nasihat)
İmam-ı Birgivi buyuruyor ki:
Bir hadis-i şerifte, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, “Ya Rabbi!
Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma” denirse, Allahü
teâlâ,
kıyamete
kadar
azabını
durdurur)
buyurulmaktadır.
(Etfal-ül-müslimin)
Kabirdeki ölüde his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Eshab-ı
kiram ve Tabiin-i ızam, Kabr-i seadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için
çok kitap yazılmıştır. Hısn-ül-hasin kitabında, (Duanın kabul olması için,
Peygamberleri ve salih kulları vesile etmelidir) buyuruluyor. İmam-ı Sübki
358
www.dinimizislam.com
hazretleri, Resulullah'ı ve Evliyayı ziyaretin ve ruhlarından istigase etmenin
caiz olduğunu ispat etmektedir. (Şifa-üs-sikam)
İsti’ane:
İsti’ane de yardım istemek demektir. Resulullah efendimizden ve
Evliyadan şefaat istemek, istiane yani yardım istemek, Allahü teâlâyı
bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla
Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek,
top, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü
teâlâdan istianedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple
yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir.
Peygamberler hep sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın yarattığı suyu
içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve
Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı
gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın
ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı
sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak
değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren
Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.
Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri,
vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı
düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir.
Kıpti’den kurtulmak için Musa aleyhisselamdan istigase eden yani yardım
isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin manası da, böyle olduğunu
göstermektedir.
Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki
arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor
ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları
yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna
inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle
söyleyen müminlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyanın ruhlarından
yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların
müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça
haber vermektedir. Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin
isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar.
Peygamberleri ve Evliyayı vesile edinmeye de şirk diyorlar.
Tevessül
Reformcu yazar diyor ki:
(Tevessül, istigâse, isti’ane ve teveccüh, hepsi şirktir.)
CEVAP
Tevessül, bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep
yapmak demektir. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak, onların hatırı,
359
www.dinimizislam.com
hürmeti için diyerek dua etmek veya bu suretle yapılan duaya denir. İstigâse
ve teşeffû da denir.
İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah efendimizle tevessül etmek iki türlü olur:
Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan
istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri
kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua
eden, Resulullah’ı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta
kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden,
onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir.
İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullah’ın Allahü teâlâya dua etmesini,
Ondan istemektir, çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve Allahü
teâlâdan ister. Kıyamet günü yapacağı şefaat de kabul edilecektir.
(Şevahid-ül-hak)
Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigase
olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri
kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac
yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehidlerin de diri oldukları,
kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahid-ül-hak)
Hülasat-ül-kelam kitabında deniyor ki:
Tevessül, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi caizdir. Bir
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kıyamette
insanlar,
önce
Âdem
aleyhisselama
istigâse
edeceklerdir.) [Buhari]
Hazret-i Ömer, kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası
hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allahü teâlâdan yağmur
istedi. (Yâ Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Resulullah efendimizle sana
tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resulullah
efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!) diye dua
edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhari)
Asırlardır, doğru yolda olan Müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını
vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan
kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise,
ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri Allahü teâlânın
sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için
kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır.
(S. Ebediyye)
Mezhepsizler diyor ki:
(Allahü teâlâdan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur.
Mesela, “Filân ilaç ağrıyı kesti”, “Terörist falancayı öldürdü” veya “Resulullah'ın
360
www.dinimizislam.com
kabri şerifi yanında veya falanca evliya zatın mezarı yanında Allahü teâlâ
duamı kabul etti” diyen müşrik olur.)
Mezhepsizler, mecaz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar.
Bir kimsenin bir işi yaptığını söylemeye, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa
da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde,
bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar
olduğunu bildirmektedir.
Hakiki hâkim
Hakiki hâkim Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Hüküm, ancak Allah’ındır. [Yani hüküm verme yetkisi olan, hâkim olan
yalnız Allahü teâlâdır.]) [Enam 57]
(Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim [veya hakem] yapmadıkça,
iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]
Birinci âyet-i kerime, hakiki hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu
bildiriyor. İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecaz olarak hâkim denileceğini
bildiriyor. İnsanlara mecazen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler
söylemek şirk olmaz.
Dirilten ve öldüren
Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır. Dört âyet-i kerime meali şöyledir:
(Dirilten ve öldüren, yalnız Odur.) [Yunus 56]
(Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]
(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]
(Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü.) [Maide 30]
İlk iki âyette öldürenin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i
kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü
âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. (Anarşistler
üç polisi öldürdü) demek niye şirk olsun ki?
Hastaya şifa veren
Hastalara şifa veren yalnız Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Hasta olduğum zaman, bana ancak O [Allahü teâlâ] şifâ verir) [Şuara
82]
([Hazret-i İsa diyor ki:] A’mânın gözünü açarım ve baras illetini iyi
ederim ve Allahü teâlânın izniyle, ölüleri diriltirim.) [Âl-i İmran 49]
Birinci âyet-i kerimede şifa verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilirken ikinci
âyette mecaz olarak İsa aleyhisselamın şifa verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri
dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin
yalnız Allahü teâlâ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifa vermek, diriltmek, mecaz
olarak insanlar için de kullanılabiliyor.
Çocuk veren
Evladı da Allahü teâlâ verir. İbrahim aleyhisselamın, (Ey Rabbim! Bana
salihlerden bir oğul ihsan et!) diye bir evlat istediği Kur’an-ı kerimde
bildiriliyor. (Saffat 100)
361
www.dinimizislam.com
İbrahim aleyhisselamın hanımı Sara validemiz de, Allahü teâlânın çocuk
vereceği müjdesini duyunca, (Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam
da bir ihtiyarken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir
şey) demiştir. (Yunus 72)
Allahü teâlâ onlara İshak aleyhisselamı vermiştir. (Enam 84)
Evladı Allahü teâlâ verdiği halde, Cebrail aleyhisselam, Meryem
validemize mecaz olarak, (Ben, sana temiz bir oğlan vermek için, Rabbinin
gönderdiği elçiyim) dedi. (Meryem 19)
Hakiki sahip, gerçek dost
İnsanın hakiki sahibi Allahü teâlâdır. Üç âyet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ, iman edenlerin velîsi yani sahibidir.) [Bekara 257]
(Sizin velîniz yani sahibiniz, Allah ve Resulüdür.) [Maide 56]
(Nebi, müminlere kendilerinden daha çok sahiptir.) [Ahzab 6]
Veli kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i
kerimede iman edenlerin sahibinin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü
âyet-i kerimede ise, Peygamber efendimizin de müminlerin sahibi, dostu
olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi muin olan Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecaz
olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime
meali:
(İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!) [Maide 2]
İnsanların kulu
Mezhepsizler, Allah’tan başkasının kulu diyene, mesela Abdünnebî,
Abdürresul, peygamberin kulu diyen Müslümanlara müşrik diyorlar. Bazı
mezhepsizler de, (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu.
Onun için padişah, halka kullarım derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak,
soylu mücadele vermektir) diyorlar. Hâlbuki bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih
olanları evlendirin!) [Nur 32]
Âyet-i kerimede görüldüğü gibi kulların da kulları oluyormuş. Padişahın
kulları demenin mahzuru olmadığını bu âyet-i kerime de açıklıyor. Kul
kelimesinin, köle, hizmetçi anlamı da vardır. Yeniçeri askerlerine de kul
denirdi.
İnsana rab denir mi?
İnsanların hakiki Rabbi, Allahü teâlâdır. Ancak mecaz olarak, başkasına
da rab demek caizdir. Yusuf aleyhisselamın, padişaha rab dediği şu âyet-i
kerimeyle bildiriliyor:
(Rabbinin [melikin, hükümdarın, efendinin] yanında beni an [ki beni
zindandan çıkarsın]!) [Yusuf 42]
Rab, ilah manasına geldiği gibi, efendi, yetiştiren, terbiye eden
anlamlarına da gelir. Mezhepsizler, işte böyle kelimeleri kullandı diye,
Müslümanlara müşrik demekten hiç çekinmiyorlar.
362
www.dinimizislam.com
Kaderi inkâr ediyor
Reformcu diyor ki:
(İmanın şartı altı olmadığı gibi, üstat Mevdudi’nin dediği gibi, kadere
inanmak imanın şartlarından da değildir. Kadere inanmak, Emevilerin Cebriye
itikadıdır.)
CEVAP
Yine Mutezile itikadında olduğunu gizlememiş. Kaderi inkâr edici çok söz
ederek, (Halkımız muhtaçları düşünmüyor, onları kaderleriyle baş başa
bırakıyor. Gerçek Müslüman yoksulları kaderine terk etmez) diyor. Allahü
teâlânın takdirini kim değiştirebilir ki?
Kaza ve kader bilgileri çok ince ve anlaması güçtür. Bunları konuşmak ve
tartışmak, hadis-i şeriflerle yasak edilmiştir. Müslümanların vazifesi, Allahü
teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamaktır.
Kaza ve kaderi incelemek emrolunmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği
kadar öğrenmek ve inanmak yeterlidir. Bu hakiki âlimler buyuruyor ki:
Allahü teâlâ insanların, hayır ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu.
Vakitleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekte ve yaratmaktadır. Onun
yaratmasına takdir denir. Ezeldeki ilme kader denir. Kader, ilm-i ezelidir.
Emr-i ezeli değildir. Mutezile ve Kaderiyye denilen cahil ve ahmaklar, kaza ve
kadere inanmadılar. İnsan, dilediğini kendi gücüyle yaratmaktadır dediler.
Böyle kâfirler, zamanımızda çoktur. (Diya-ül kulüb)
İnsanın her işi Allah’ın takdiri ve iradesiyle olmaktadır. Mutezile ve
Kaderiyye, kaza ve kaderi inkâr etti. (İnsan kendi kuvveti ve ihtiyarıyla, işlerini
yaratıyor) dedi. İnsan bir şey yapmak ister. Sonra bunu Allahü teâlâ yaratır.
İnsanın iradesine, istemesine kesb denir. Cebriyye fırkası, irade ve ihtiyarı
inkâr etti. İnsanları mecbur sandı. Bu sözleri küfürdür. İnsan mecbur olsaydı,
Allahü teâlâ zalimlere zalim, kâfirlere kâfir demezdi. Allahü teâlâ kerimdir.
İnsana yapamayacağını emretmemiştir. Kaderiyye fırkası kaza ve kaderi,
Cebriyye fırkası da irade ve ihtiyarı inkâr etti. Her ikisi de bid’at ehlidir. İrade
başkadır, razı olmak başkadır. Allahü teâlâ küfrü ve günahları irade ediyor,
fakat razı değildir. Ezeldeki takdir, insanın kendi irade ve ihtiyarıyla yapacağını
gösteriyor. Ezeldeki takdir, irade ve ihtiyarı göstermeseydi, Hak teâlâ dilediğini
yaratmakta serbest olmaz, mecbur olurdu. (Mektubat-ı Masumiyye 1/83)
Kader, yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilip dilemesidir.
Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade ettiyse [dilediyse], az veya
daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olur. Olmasını dilediği şeylerin var
olmaması ve yokluğunu dilediği eşyanın var olması imkânsızdır. (İtikatname)
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri
irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. (İ. Ahlakı)
363
www.dinimizislam.com
Kader, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu
bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed
Asım Efendi)
Kalble veya bedenle yapılan işleri, canlılarda ve cansızlarda meydana
gelen her işi, Allahü teâlânın ezelde bilmesine, dilemesine ve yaratmasına
kader ve takdir denir. İnsan bir şeyi yapmayı veya terk etmeyi ihtiyar ve irade
eder yani kuvvetini kullanır. Sonra, Allahü teâlâ da, bunu irade eder, kudretini
kullanırsa, bu şey meydana gelir. Kulun ihtiyar ve iradesine kesb, Allahü
teâlânın irade ve kudretini kullanmasına halk etmek, yaratmak denir. (Dürr-i
yekta şerhi)
Takdir: Halk etme, yaratma, İhtiyar: Seçme, tercih, Kesb: Bir insanın
kendi kudret ve iktidarını bir işe sarf etmesidir.
İşler takdir yönünden üç kısma ayrılır:
1- Hikmetin gereği yaratılanlar: Yerin, göğün, Cennet ve Cehennemin,
meleklerin, cinlerin, hayvanların, bitkilerin ve cansız şeylerin yaratılması gibi.
2- İnsanın irade ve kudretiyle olmadan yaratılanlar: Güzel veya çirkin,
sağlam veya sakat, erkek veya kadın yaratılması gibi.
3- İnsanın irade ve kudretini sarf edip çalışması ve kesbiyle meydana
gelenler: İlim öğrenmek, iyi veya kötü amel işlemek gibi.
Kader hakkındaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın.
Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran
145]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an
ileri gider.) [Araf 34]
(Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.) [Kamer 49]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir
kitaptadır.) [Fatır 11]
Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde
buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete [Cennete,
Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna,
ölüme, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Allah’tan başka ilah
olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.)
[Buhari, Müslim, Nesai]
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kadere iman, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
364
www.dinimizislam.com
(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere [falcılara]
inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani, İbni Asakir, Hatîb,
İbni Ebi Âsım]
(Kaderi inkâr etmeyin. Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]
(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi inkâr dince
helak olur.) [Taberani]
(Âhirette kaderi yalanlayana rahmet edilmez.) [İ. Adiy]
(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların
“Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkârı.)
[Taberani]
(Kaderden bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başa gelenin asla
şaşmayacağına, başa gelmemesi takdir edilenin de asla gelmeyeceğine
inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Bütün Peygamberler şunlara lanet etti: 1- Allah’ın kitabında olmayan
şeyi ona ekleyen [Kur’anı kendi görüşüne göre açıklayan], 2- Allah’ın
kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden
zalim idareci.) [Taberani]
Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de
ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında
hayır yazdığıma ise ne mutlu!”) [İ. Neccar] (Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi
kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette
bilir, bildiğini de yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor.
Cebriye, Allah zorla yaptırır der, Mutezile ise, kaderi inkâr eder. Doğru yol,
ikisinin ortası olan Ehl-i sünnettir.)
(Bütün işler Allahü teâlâdandır, hayır olanı da şer olanı da.) [Taberani]
(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir edilmedi
derler.) [Beyheki] (Kaderiye, Mutezile demektir.)
(Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir,
kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer
murat ettiğini ise, maişetini temin ederken zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin
benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.)
[Şirazi]
(Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar
etmemek [Kendi görüşünü din gibi anlatmak].) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza
kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
365
www.dinimizislam.com
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir son
buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, Allahü
teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün
insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, Allahü teâlânın senin hakkında
takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan
Kalem[in mürekkebi] kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.)
[Tirmizi]
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip
yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi
işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır)
buyurdu. (Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali
şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini
öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı,
irade-i cüz’iyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip
faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette
bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10]
Kadere boyun eğilmez mi?
Reformcu (Akıllı insan, kadere boyun eğmeyen kişidir) diyor.
CEVAP
Reformcu da, Mutezile kafalı diğer yamuklar gibi kaderi bilmiyor. Kadere
boyun eğmeyen insan olur mu? Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği şeylerdir.
Bunu kim önleyebilir ki? İnsan kaderini kendi çizemez. Bu konuda çok âyet-i
kerime var. Üçünün meali şöyle:
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki,
biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım.
Bu ise, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22]
Resulullah efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor
ki:
(Allah, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz”
buyurdu.) [Tirmizi]
(Her şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi]
(Yani takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
Bir kimse, hem Müslümanım der, hem de kaderi nasıl inkâr eder?
Ömür değişir mi?
Reformcu diyor ki: (Kader, Cebriye inancıdır. Müslümanlar, kader yani
ömür değişmez diyerek sağlığa hiç önem vermiyorlar, hasta olsalar tedaviye
366
www.dinimizislam.com
yanaşmıyorlar. Kaderim buymuş diyerek hiç çalışmıyorlar. Hâlbuki insan
kaderini kendi çizer. Cebriye’den kurtulup kaderimizi kendimiz çizmeliyiz.)
CEVAP
Mutezile itikadında olduğunu yine gizlememiştir. Cebriye nasıl bozuksa,
Mutezile de o kadar bozuktur. Mutezile, (Allah, yaptığımız işlere karışmaz)
diyerek kaderi inkâr edip, insanı hâşâ kendi işinin yaratıcısı zanneden çok
sapık bir fırkadır. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı
yoktur.) [Kasas 68]
Ömrün değişmeyeceğini söyleyen Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
Hiçbir Müslüman, kader değişmez diyerek sağlığını hiçe saymaz. Sağlığa,
temizliğe dikkat etmenin, hastalanınca tedavi olmanın dinin emri olduğunu bilir.
Şunları da iyi bilir: Vücudumuz, bize emanettir. Dinimiz onu iyi korumayı
emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek gerekir. Tecrübeyle etkileri kesin olan, aşı,
serum ve mikrop öldürücü ilaçları kullanmak, gıda almak gibi farzdır. Yani
Allahü teâlânın emridir. Tesiri kesin olan ilaçlar, gıda gibi olup, ilaç almayıp
ölmek günahtır. Resulullah üç türlü ilaç kullanmıştır. Kur’an-ı kerim veya dua
okurdu. İlaç kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. Müslüman, (İlaç
kullanmak da kaderdendir, Allah’ın izniyle fayda verir) hadis-i şerifini de
bilir. Yani Müslüman dinin emri olduğu için çalışır, sağlığını gözetir. Müslüman
iyilikle, dua ile ömrün uzayacağını bilir, kötülükle de ömrün kısalacağını bilir.
Müslüman şunları da bilir:
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her
gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca yaratılır. Kaza-i muallak
şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameliyle değişip
yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda
yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir)
buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez, fakat kabul
olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. (Taberani)
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan, atılan oka;
şemsiye de yağan yağmura siper olduğu gibi, dua da, gelen belaya siper olur.
Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua
değiştirir ve ömrü yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hâkim]
Kaderin, Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen
bela, kaza-i muallak ise, yani onun dua etmesi de takdir edilmişse dua eder,
kabul olunca belayı önler. Ecel-i kaza’yı da, iyilik etmek geciktirir, fakat ecel-i
müsemma değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim: Birinin ömrü, (Eğer iyi iş yapar yahut
sadaka verir, hac ederse 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl) diye takdir edilmişse,
367
www.dinimizislam.com
vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmışken,
akrabasını Allah rızası için ziyaret etmesiyle, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü
olanın ömrü de, akrabasını terk ettiği için, 3 güne iner. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Sıla-i rahim [salih akrabayı ziyaret], ömrü uzatır.) [Taberani]
Takdir, ezelde Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuz’da
olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da ezelde yazılmıştır ki,
buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te’vil)
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikâyette
bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip, (Bu iki kişiden birincisinin eceline
bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi)
dedi. Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam,
(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Gidip onun gönlünü aldı.
Bundan dolayı Allahü teâlâ buna 20 yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi.
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuz’daki değişiklikler,
ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca Ka’bül-ahbar, (Ömer daha
yaşamak isteseydi dua ederdi, çünkü onun duası elbette kabul olur)
buyurdu. İşitip şaşıranlar, (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez)
mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin denilince buyurdu ki: Evet, ecel hazır
olunca gecikmez, fakat ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ve dua ile, iyi amelle
ömür uzar. Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması
yazılıdır) buyuruluyor. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-Kitab risalesi)
Bunları bilen bir Müslüman elbette çalışır, sağlığına dikkat eder.
Reformcunun dediği gibi, (Zaten rızkım, ecelim ve hastalıklarım önceden
yazılmış) diyerek tedaviyi, sebeplere yapışmayı terk etmez.
Kıyamet alameti yok mu?
Reformcu yazar diyor ki:
(Kıyamet alametleri diye bir şey yoktur. Bunu statükocular, hadis rivayet
materyallerine dayandırıyorlar ki, bu da Kur’ana zıttır. Mehdi, Deccal ve
İsa’nın gelişine dair yaptığım bilimsel araştırmalar, bunların İslam literatürüyle
ilgisi olmadığını göstermiştir. Kıyamet alametlerinin imanla da bir ilgisi yoktur.)
CEVAP
Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemişse de, alametleri âyet ve
hadiste açıkça bildirilmiştir. Süper mezhepsiz olandan başkası bunları inkâr
edemez.
Kıyametin büyük alametleri:
Meşhur Cibril hadisinde, bir zat, kıyametin alametlerini sordu. Resulullah
da bildirdi. O zat gittikten sonra, Resulullah bize, (Bunları sorup giden,
Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu.
(Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)
368
www.dinimizislam.com
Kıyametin bir büyük alametleri, bir de küçük alametleri vardır. Önce büyük
alametleri bildirelim:
Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani,
İbni Cerir ve İbni Hibban’daki hadis-i şerifte, şu on alametin çıkacağı
bildirilmiştir:
1- Hazret-i Mehdi gelecek:
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini
yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi
gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle
dolar.) [Tirmizi]
(Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek, “Bu
Mehdi'dir, sözünü dinleyin” diyecektir.) [Ebu Nuaym]
2- Deccal gelecek:
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Deccal çıkar, tanrı olduğunu söyler. Onun tanrılığına inanan kâfir
olur.) [İ. E. Şeybe]
3- Hazret-i İsa gökten inecek:
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’ın Resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için
Yahudileri lanetledik. Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen,
kendilerine İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157]
Hazret-i İsa göğe kaldırılmıştır. (Nisa 158)
(Elbette o [Hazret-i İsa’nın Kıyamete yakın gökten inmesi], Kıyametin
yaklaştığını gösteren bilgidir. Sakın bunda şüphe etmeyiniz!) [Zuhruf 61,
Beydavi]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı
kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka
şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]
(İsa inince, her yerde sükûn, emniyet meydana gelir. Öyle ki aslanla
deve, kurtla kuzu serbestçe dolaşır, çocuklar yılanlarla oynar.) [Ebu
Davud]
(On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa’nın gökten inmesidir.)
[Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ. Mace, Nesai, İ. Ahmed, Taberani, İ. Hibban, İ.
Cerir]
4- Dabbet-ül-arz çıkacak:
Bu husustaki hadis-i şeriflerden birinin meali şöyledir:
(Dabbet-ül arz, Musa’nın asası ile mümine dokunur, alnına Cennetlik
yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, Süleyman’ın mührü ile vurur, Cehennemlik
yazılır, yüzü simsiyah olur.) [Tirmizi]
369
www.dinimizislam.com
(O söz başlarına geldiği zaman, [Kıyamet alametleri zuhur edince],
onlara yerden bir hayvan çıkarırız, bu hayvan, onlara, insanların
âyetlerimize kesin iman etmemiş olduklarını söyler.) [Neml 82, Tefsir-i
Kurtubi]
5- Yecüc ve Mecüc çıkacak:
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Yecüc ve Mecüc, set yıkılıp her tepeden akın ederler.) [Enbiya 96]
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yecüc ve Mecüc, kıyametin ilk alametlerindendir.) [İbni Cerir]
6- Duman çıkacak:
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökten bir duman çıkacağı günü gözetle!) [Duhan 10]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Dumanın tesiri mümine nezle gibi gelir, kâfire ise çok şiddetlidir.)
[Ebu Davud]
7- Güneş batıdan doğacak:
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman
eder, ama imanı fayda vermez.) [Buhari, Müslim]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş
veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o günkü imanı fayda
vermez.) [Enam 158]
Âlimler, bu âyetteki alametlerden birini de güneşin batıdan doğması
olarak bildirmişlerdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de zaten bunu açıkça bildiriyor.
8- Ateş çıkacak:
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hicazdan çıkan ateş, Basra’daki develerin boyunlarını aydınlatır.)
[Müslim]
9- Yer batması görülecek:
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Doğu, Batı ve Ceziret-ül Arab’da yer batışı görülecek.) [Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi, İbni Mace]
10- Kâbe yıkılacak:
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir Habeşli Kâbe’yi tahrip edecektir. Onu şu anda siyah elleri ile
Kâbe’nin taşlarını bir bir söker halde görüyorum.) [Buhari, Müslim]
Hazret-i İsa gökten inecektir:
Tefsirlerden önce, Nisa suresindeki iki âyetin mealine bakalım:
(Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri
lanetledik. Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da, öldürülen
kimse kendilerine İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler tam
370
www.dinimizislam.com
bir kararsızlık içinde, bu konuda zandan başka hiçbir bilgileri yoktur ve
kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah İsa’yı kendi nezdine
kaldırmıştır.) [Nisa 157-158]
Allahü teâlâ, bu âyetlerde Hazret-i İsa’nın öldürülmediğini kesin olarak
bildiriyor. Kendi nezdinden maksat, göğe kaldırılmasıdır. Yoksa Allah
mekândan münezzehtir, gökte değildir. Gökleri de O yaratmıştır. Yaratılan şey,
yaratana mekân olamaz.
Doğru tefsir elbette Resulullah efendimizinkidir. Bu husustaki hadis-i
şeriflerden birkaçı şöyledir:
(On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa’nın gökten inmesidir.)
[Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ. Mace, Nesai, İ. Ahmed, Taberani, İ. Hibban, İ.
Cerir]
(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hristiyanlığı
kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka
şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]
(İsa, yere inince evlenecek, bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp
ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.) [Tirmizi, Mevahib]
(Benim dinim üzerine İsa gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet
kopar.) [İ. Ahmed]
(İsa gelince Deccalı öldürür.) [Müslim, İ. Ahmed, Taberani, Ruyani, Ziya
el Makdisi]
(İsa, Deccalı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmaz.)
[Müslim]
(Bir ümmet ki başında ben, sonunda İsa gelir. Allah onları hor
etmez.) [Hâkim, Ebu Nuaym]
(Ne mutlu İsa indikten sonraki hayata...) [E. Nuaym]
(Ahir zamanda İsa indikten sonraki hayat ne güzeldir. Yağmur
yağdırması için gökyüzüne, bitki bitirmesi için yeryüzüne izin verilir.
Tohumu düz bir taşa ekersen yeşerir. Bir kişi aslanın yanından geçer
aslan ona zarar vermez. Yılana basar da, onu sokmaz. İnsanlar arasında
menfaat mücadelesi, karşılıklı haset ve kin olmaz.) [Ebu Said-en-Nakkaş]
(İsa, âdil bir hakem olarak indiği zaman kin, nefret ve haset
kalkacaktır.) [Müslim]
(İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki]
(İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ,
Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde
sükûn, emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan
inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla
oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu
Davud]
(İsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]
371
www.dinimizislam.com
Nisa suresinin 157 ve 158. âyeti tefsir edilirken, Hazret-i İsa’nın
öldürülmediği, asılmadığı, öldürülenin ona benzetildiği ve Hazret-i İsa’nın ref
edildiği, yani göğe kaldırıldığı bildirilmektedir. (Tibyan 1/365)
Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:
Hazret-i İsa diri olarak göğe kaldırıldı. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği
hadiste, Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, İslamiyet’le hükmedecek,
Deccalı, domuzu öldürecek ve haçı kıracaktır. Yeryüzünde 7 sene, başka bir
rivayette 40 sene kalacak ve vefat ederek cenaze namazı kılınacaktır. 40 sene
dünyada kaldığı ömrü olabilir. Göğe kaldırılmadan önce 33, gökten indikten
sonra da 7 sene kalacaktır. Toplamı 40’tır. (Tibyan 1/233)
Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:
İsa aleyhisselamın inmesi kıyamet alametidir. (Tibyan 4/137)
Türkçe meallerin en kıymetlisi kabul edilen Hasan Basri Çantay’ın
mealinde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetinde diyor ki:
Hazret-i İsa öldürülmedi, asılmadı, öldürülen ona benzetildi ve Hazret-i İsa
göğe kaldırıldı. Bu Celaleyn tefsirinden alınmıştır. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i
kerim 1/150)
Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise diyor ki:
(O zaman Allah, şöyle demişti: Seni öldürecek olan onlar değil,
benim, seni kendime yükseltip kaldıracağım.)
Dip notunda ise, (Hazret-i İsa, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetine göre,
düşmanları tarafından öldürülmemiş, Allah onu ruhu ve cesedi ile birlikte,
yükseltip kaldırmıştır) deniyor. Buhari ve Müslim’deki, Kıyamete yakın
ineceğini bildiren hadis-i şerif nakledilmiş ve (Bu hususta sahih başka haberler
de var) denmektedir. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i kerim 1/92)
Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise, Hazret-i İsa’nın inmesinin kıyamet
alametlerinden olduğu bildirilmektedir. Dipnotta ise, bu bilgileri Beydavi,
Celaleyn ve Medarik’ten aldığı bildirilmektedir. İbni Abbas hazretlerinin,
(Hazret-i İsa’nın nüzulü (yere inmesi), kıyamet alametlerindendir) ifadesine de
yer verilmiştir. Buhari ve Müslim’deki Hazret-i İsa’nın ineceğini bildiren hadis-i
şerif de ilave edilmiştir. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i kerim 3/900)
İmam-ı Kurtubi, Cami-ul-ahkâm’da diyor ki:
Zuhruf süresi 61. âyetinde O muhakkak kıyamet bilgisidir, alametidir,
ondan şüphe etmeyin buyuruluyor. İbni Abbas, Mücahid, Dahhak, Elsediy ve
Katade yine buyurdu ki: Deccalın da kıyamet alametlerinden olduğu gibi âyet-i
kerime Hazret-i İsa’nın çıkışının da kıyamet alametlerinden olduğunu bildirir.
Çünkü Allahü teâlâ onu kıyametin kopmasından önce gökten indirecektir. İbni
Abbas, Ebu Hüreyre, Katade, Malik bin Dinar ve Dahhak alamet olarak
bildirdiler. İbni Mesud dedi ki: Resulullah miraca çıkarken Hazret-i İsa’yı gördü.
Hazret-i İsa (Kıyamet alameti Deccalın çıkmasıdır, ben inip onu öldüreceğim)
dedi. Deccal çıktığı an Allahü teâlâ İsa’yı gönderir, onu koklayan kâfirin nefesi
372
www.dinimizislam.com
kesilip ölür ve Deccalı öldürür. (Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed,
Taberani, Suyuti, İ. Münavi, Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid)
İsa aleyhisselam, (Deccal’ın çıkması Kıyamet alametidir. Ben gökten
inip onu öldüreceğim) dedi. (Müslim, İ. Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed,
Taberani, İ. Süyuti, İ. Münavi, İ. Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid)
Kıyametin küçük alametleri
Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da
büyük alametler çıkacaktır. Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i
şeriflerden bazıları şunlardır:
(İnsanlar camilerle ve camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet
kopmaz.) [İbni Mace]
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Hatib]
(Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]
(İnsanlarda cimrilik artar ve kıyamet kötülerden başkası üzerine
kopmaz.) [İ. Neccar]
(Ahlaksızlık ve fuhuş açık olmadan, komşular kötüleşmeden, hainler
emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan
kıyamet kopmaz.) [İ. Ahmed]
(Yemin ederim ki, cimrilik, fuhuş meydana çıkmadıkça, emine
hıyanet edilip, haine güvenilmedikçe, iyiler helak olup kötüler kalmadıkça
kıyamet kopmaz.) [Hâkim]
(Yeryüzünde Allah diyen Müslüman kaldıkça kıyamet kopmaz.)
[Müslim]
(İlim kalkmadıkça, depremler, katliamlar çoğalmadıkça kıyamet
kopmaz.) [Buhari]
(Mal çoğalıp artmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, zekât verilecek
kimse bulunmaz. Birine zekât teklif edilince, “Benim buna ihtiyacım yok”
der.) [Buhari]
(İki büyük taife, davaları bir olduğu halde, çarpışmadıkça, kendilerine
Allah’ın resulüyüm [peygamberim] diyen yalancılar çıkmadıkça kıyamet
kopmaz.) [Buhari]
(Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile, “Ey Müslüman
şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet
kopmaz.) [Buhari]
(Yetmiş tane resulüm diyen yalancı kişi çıkmadıkça kıyamet
kopmaz.) [Taberani]
(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]
(Livata mubah sayılmadıkça, gökten taş yağmadıkça kıyamet
kopmaz.) [Deylemi]
(Kıyamet kopmadan yüz yıl önce yeryüzünde Allah’a ibadet eden
kalmaz.) [Hâkim]
373
www.dinimizislam.com
(“Keşke şu kabirdeki ben olsaydım” denmedikçe kıyamet kopmaz.)
[Müslim]
(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]
(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi]
(Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]
(Kıyamet ancak kötü insanların başına kopar.) [Müslim, İbni Mace]
Kıyamet yaklaştığı zaman şunların da olacağı bildirilmiştir:
(İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi
aşacaklar.) [Ebu Davud]
(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.)
[Hâkim]
(Kötü kadınlar, çoğalıp, fuhuş bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha
önce görülmemiş [frengi, AIDS gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalacak.
Ölçüde, tartıda hile yapılacak ve geçim darlığı baş gösterecek.) [Beyheki]
(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki]
(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak.
Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu
postuna bürünecek.) [Hâkim]
(İlim kalkar, cehalet, anarşi ve ölüm çoğalır.) [İbni Mace]
(Ulema, halkın istediği yönde fetva verip, helale haram, harama helal
derler; Kur’anı ticarete, menfaate alet ederler.) [Deylemi]
(Vahşi hayvanlar, insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.)
[Tirmizi]
(Kıyamet alametleri bir ipteki boncukların peş peşe kopması gibi
birbirini takip eder.) [İ.Ahmed, Taberani]
(Kıyamet alametlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması ve
kuşluk vaktinde insanlara Dabbet-ül-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi
önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.) [Müslim, Ebu Davud]
(Din cahillerinin çoğalması, kıyamet alametlerindendir.) [Buhari]
Bu kadar vesikayı inkâr edene ilim sahibi denebilir mi?
Tesettür yaşı
Reformcu yazar diyor ki:
(18 yaşına kadar, bir genç kızın başını kapatmaması günah olmaz.)
CEVAP
Dinimizde namaz, oruç, zekât, hac, tesettür gibi işlerde mükellef
[yükümlü, sorumlu] olmak, yaşla değil, âkil ve bâliğ olmakla başlar. Daha önce
bunlarla mükellef değildir. Bir kız büluğa erince mükellef olur.
Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Şu üç kişi sorumlu değildir:
1- İyileşene kadar deli,
374
www.dinimizislam.com
2- Uyanana kadar uyuyan,
3- Büluğa erene kadar çocuk.) [Buharî, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace,
İ. Ahmed]
(Cuma günü gusletmek, büluğa eren herkese lazımdır.) [Buharî,
Müslim, Ebu Davud]
(Yâ Esma, bir kız büluğa erince, yüz ve elleri hariç, vücudunu
erkeklere gösteremez.) [Ebu Davud, Beyheki]
Büluğa ermiş kız tesettürden sorumludur. (Nur 31, Ahzab 59)
Tasavvufa saldırıyor
Reformcu, (Sofiliğin, tasavvufun, ilm-i batın veya ledün ilmi denilen ilmin,
İslam’da yeri yoktur) diyor.
CEVAP
Sofilik, evliyalık demektir. Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve
iyi huylarla doldurmaktır. Bu da ancak tasavvuf ehli evliyanın yapabileceği iştir.
Tasavvuf ilmi ahlâk ilmidir. Tasavvufa saldırmak, din ve ahlaka saldırmaktır.
Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf, peygamber değilken, ledün ilmini bildiği için,
iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir anda
kerametle getirdi. Hazret-i Süleyman, (Hâzâ min fadlı Rabbî=Bu Rabbimin
bir lütfudur) dedi. (Neml 40)
[Asaf, peygamber olmadığı halde, bâtın ilmi sayesinde bu kerameti
gösterdi. Yani bu âyet-i kerime, mezhepsizlerin inkâr ettiği kerametin de, hak
olduğunu gösteriyor.]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâyı tanımak iki
türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2-Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.
Birinci şekildeki imanda nefs azgınlıktan vazgeçmemiştir, iman hakiki
değil, mecazîdir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman
yok olmaktan korunmuştur. (Yâ Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman
istiyorum) hadis-i şerifi ve (Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki âyet-i
kerime, hakiki imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun)
manasındadır. Sadece ilimle hakiki imana kavuşulamaz. İmam-ı Ahmed, ilim
ve ictihadda çok yüksek derecede iken, hakiki imana kavuşmak için Bişr-i Hafi
[ve Zünnun-i Mısri] hazretleri gibi evliya zatların sohbetinde bulundu. İmam-ı
a’zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin
sohbetinde bulununca, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu) yani
(Hakiki imana kavuşamazdım) buyurdu. Her iki imam da ilimde ve ibadette son
derece ileri iken, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun
meyvesi olan hakiki imanı elde ettiler. (2/106)
Senaullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
375
www.dinimizislam.com
Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara
suresinin (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi
ve (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz, fakat âlimleri yok ederek
ilmi geri alır) hadis-i şerifi, hakiki imanın ve bâtın ilminin geri alınmayacağını
göstermektedir. (İrşad-üt-talibin)
İmam-ı Malik buyurdu ki: Fıkhı bilmeden tasavvufla uğraşan dinden çıkar,
zındık olur. Fıkıh bilip tasavvufu bilmeyen bid’at ehli, sapık olur. Her ikisini
bilen hakikate kavuşur. (Merec-ül Bahreyn)
Bu vesikalar gösteriyor ki, tasavvufu inkâr eden, bid’at ehli sapık oluyor.
Yazarın da, bu kadar bozukluğunda, çeşitli sebeplerin yanında, evliyalığa
düşman olmasının rolü de bulunuyor.
Sahabeye dil uzatmak
Reformcu diyor ki: (Kur’anda ve hadislerde sahabenin hepsinin Cennetlik
olduğu bildiriliyorsa da, sahabeden bazılarına hazret demek içimden hiç
gelmiyor. Muaviye ve Âişe bunların başında gelir.)
CEVAP
Açıkça, (Allah ve Resulü onları övse de, onların sözleri benim içime
sinmiyor) diyor. Kur’an ve Hadis, yani Allah ve Resulünün sözleri dinde ölçü
değilse, reformcunun içi nasıl ölçü olur ki?
Hazret-i Muaviye ile Hazret-i Âişe validemizin isimlerini saygısızca
anması, kendisinde İbni Sebecilik de bulunduğuna alamettir. Önce bunlardan
başlanıp, arkasından ilk üç halifeye hücum edilir. Bu, İbni Sebeciliğin takıyye
taktiğidir. Kur’an-ı kerimde, (Hepsine Cenneti söz verdim, hepsinden
razıyım, onlar da benden razıdır) buyuruluyor. Cennetlik olan sahabeye nasıl
dil uzatılır?
Eshab-ı kiramın içinde Eshar da, Ehl-i beyt de vardır. Eshar, kadın
tarafından akraba demektir.
Hazret-i Âişe validemiz, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir.
İkincisi, Ezvac-ı tahirattan ve müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir.
Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın hanımları, müminlerin anneleridir)
buyuruluyor. (Ahzab 6)
Üçüncüsü de, temiz olduğu, Cennetlik olduğu âyetle bildirilmiştir.
Hakkında şöyle buyuruluyor:
(Bu iftirayı işittiğinizde, “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz.
Hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?) [Nur 16] Demek ki,
Allahü teâlâ, Resulüne temiz, sadık zevce ihsan eder. Allah’a ve Resulüne
itimadı olanların, (Bu bir iftiradır) demeleri gerekirdi buyuruluyor. Böyle
mübarek bir zevcenin, Hazret-i Ali ile ictihad farkı sebebiyle savaşmasından
dolayı ona kötü söylemek, Resulullah’a hakarettir. Resulullah’ın zevcesine
376
www.dinimizislam.com
hakaret edenin de kâfir olduğu Nur suresinde açıkça bildiriliyor. Hazret-i Âişe
validemiz hakkındaki bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Habislere, habis söz yakışır. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü
erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de
temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular [yani Hazret-i Âişe], [iftiracıların]
söylediklerinden çok uzaktır. Kendileri için mağfiret ve güzel bir rızık
vardır.) [Nur 26]
Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden
seçti ve bana onların arasından en iyilerini Eshab [arkadaş] olarak ayırdı.
Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara
bildirmekte yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar [zevce,
kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba]
olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün
meleklerin ve insanların laneti olsun!) [Hâkim]
(Eshabımı, ezvacımı ve Ehl-i beytimi seven, Cennette benimle
beraberdir.) [Ramuz]
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim
aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.)
[Deylemi, İ. Neccar]
(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını
istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hâkim]
Eshardan, Resulullah’a akraba olmakla şereflenip Cennetlik olanlardan
bazıları şunlardır:
1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu
Süfyan.
2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali.
3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümm-i Ruman, Hafsa
validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümm-i Habibe validemizin annesi Hazret-i
Hind.
4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi
Hazret-i Muaviye.
Resulullah efendimiz, kayınbiraderi Hazret-i Muaviye için de, (Yâ Rabbi,
ona kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru!) buyurdu. (İmam-ı
Ahmed, Taberani)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki: Hazret-i Muaviye, sahabenin
büyüklerindendir. Resulullah’ın neseple ve nikâhla çok yakın ve mahremidir.
Server-i âlem, onu övmüştür. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikâhla akrabalık
şerefleri toplanmıştır. (Sava’ik-ul-muhrika)
377
www.dinimizislam.com
Azrail aleyhisselamı inkâr
Reformcu diyor ki: (Ölüm meleğine Azrail denmesi yanlıştır. Bu konuda
âyet ve hadis yoktur.)
CEVAP
Bu yanlış fikri Vehhabiler de söylüyor. Bu reformcunun her fırka ve
mezhepten bazı sivri görüşlere sahip olduğu anlaşılıyor. Bu konudaki üç
hadis-i şerif meali:
(Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması, bin kılıç darbesinden
şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]
(Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi
olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed]
(Bütün hayvanların ecelleri tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince
Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder. Azrail aleyhisselamın bu kabızla
alakası yoktur.) [Beyheki]
Peygamber efendimiz, Secde suresinin, (De ki: Size vekil kılınan
[görevlendirilen] ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz) mealindeki 11. âyet-i kerimesini açıklayarak ölüm
meleğinin Azrail olduğunu bildirmiştir. İmam-ı Kurtubi hazretleri de, bu âyeti
açıklarken (Ölüm meleğinin adı Azrail’dir, manası da Allah’ın kulu
demektir) buyuruyor. Naziat suresinin, (İşleri tedbir eden, yöneten
melekler…) mealindeki beşinci âyeti açıklanırken de şu hadis-i şerifi
bildiriliyor:
(Dünya işlerini dört melek idare eder: Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm
meleği Azrail.) [Kurtubi]
Hazret-i Fatıma anlatır: Babam Resulullah’ın başucunda beklerken,
aniden kapıya bir kimse geldi. (Esselamü aleyke yâ ehl-el beyt! İçeri
girmeme izin var mı? Resulullah’ın yanına varayım) dedi. (Ey Allah’ın kulu,
şu anda Resulullah’ı ziyarete kimseye izin yok) dedim. (Yâ Fatıma, beni men
etme, benim içeri girmem lazım) dedi. Gelen Azrail aleyhisselam idi.
(Şevahid-ün nübüvve)
Azrail aleyhisselamla birlikte kapıya gelen Cebrail aleyhisselam içeri girdi.
Azrail aleyhisselamın kapıya geldiğini, girmek için izin beklediğini söyledi.
Resulullah izin verdi. O da içeri girip selamdan sonra Allahü teâlânın emrini
bildirdi. Cebrail aleyhisselam, (Yâ Resulallah, Mele-i âlâ sizi bekliyor) dedi.
Bunun üzerine, Fahri âlem, (Yâ Azrail, gel de vazifeni yap) buyurdu. O da,
Resulullah’ın mübarek ruhunu alıp, âlâ-yı illiyyine ulaştırdı. (Tezkiye-i ehl-i
beyt)
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Bunlara
gerekli kararı verip giderken, Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden,
birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de bir hafta önce bitmişti,
378
www.dinimizislam.com
fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam şaşıp, sebebini sorunca, (İkincisinin bir
akrabası vardı. Buna dargındı. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı
Allahü teâlâ, buna yirmi yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-il-mahfuz
ve Ümm-ül-kitap)
Azrail aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamın yanına gelince,
oturanlardan birine dikkatle baktı. Bu kimse, böyle sert bakışından korktu.
Azrail aleyhisselam gidince, Süleyman aleyhisselama yalvarıp, rüzgâra
emretmesini, rüzgârın kendisini Batı ülkelerinden birine götürüp, Hazret-i
Azrail’den kurtulmasını istedi. Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Süleyman
aleyhisselam, o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail aleyhisselam,
(Bir saat sonra, Batıdaki şehirlerden birinde, o kimsenin canını almak için emir
olunmuştum. Onu senin yanında görünce, hayretimden dikkatle baktım. Emre
uyup Batıya gidince, onu orada görüp canını aldım) dedi. (Mesnevi - Mevlana
Celaleddin-i Rumi)
Azrail aleyhisselam, Hazret-i İbrahim’in ruhunu almak için gelince, (Dost,
dostun canını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ da, (Dost dosta kavuşmaktan
kaçınır mı?) buyurunca, (Yâ Rabbi, ruhumu hemen al) diye dua etti.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Azrail aleyhisselamı görünce, (Çabuk gel! Beni
Rabbime çabuk kavuştur!) demiştir. (Sefer-i Âhiret risalesi)
Ecel gelince, Azrail aleyhisselam, insanı nerede olursa olsun bulur.
(Berika)
Hak teâlâ Azrail aleyhisselama, (Dostlarımın canını kolay al,
düşmanlarımınkini güç al!) buyurdu. (Miftah-ül-Cennet)
Dört büyük melekten biri Azrail aleyhisselamdır. İnsanların ruhunu alır.
(İtikatname)
Cenab-ı Hak ölüm meleği Azrail aleyhisselama herkesin ruhunu almak
için kudret bahşettiği gibi İblis’e de herkesle beraber bulunmak kudreti
vermiştir. (Redd-ül-muhtar)
Bu kadar vesikaya rağmen Azrail diye bir melek yok demekteki art niyet
nedir?
Sorgu melekleri yokmuş
Reformcu diyor ki: (Kabirde sorgu melekleri diye bir şey yoktur. Aslında
kabir sorgusu ve kabir azabı da yoktur. Bunlar birer hurafedir.)
CEVAP
Reformcu yine Mutezileyi savunuyor. İki hadis-i şerif meali:
(Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye,
“Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan
eyledi” derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari]
(Namaz, Melek-ül-mevte şefaatçidir. Kabirde ışıktır. Münker ve
Nekir’e cevaptır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetin anahtarıdır.)
[Miftah-ül Cennet]
379
www.dinimizislam.com
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri, dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispat
ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece
kabir azabına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual
soracaklarına, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye inandılar. Akıl ermediği
için olmaz demediler, çünkü bu büyükler, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflere
uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar.
Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için
anlayamadık dediler. (Mektubat 3/44)
Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz
gelen dört meleğe, Kiramen kâtibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza
meleklerinin, bunlardan başka olduğu da bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek,
soldakinin âmiridir, iyi işleri ve ibadetleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar.
Kabirlerde, kâfirlere ve asi Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde
sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir.
Müminlere soranlara Mübeşşir ve Beşir de denir. (İtikatname)
Bâtıl dinlere övgü
Reformcu diyor ki: (İslam, yalnız kendisinin hak din olduğunu asla
söylemez. Bunu da, Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına kabul
ettirmek istemez.)
CEVAP
Bu söz, cahillikle veya gafletle söylenmiş olamaz. Bunda kasıt ve art niyet
vardır. Bilerek, bu konudaki âyet ve hadisleri nasıl inkâr ediyorlar ki? Üç âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Âl-i İmran 19]
(İslam’dan başka din arayan, iyi bilsin ki, bulacağı o din asla kabul
edilmez.) [Âl-i İmran 85]
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din olan İslamiyet’le gönderdi.
İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın,
hak] Peygamber olduğuna şahit olarak Allah yeter.) [Feth 28]
Reformcu sözünü pekiştirmek için, (Kur’anın üslubu ile Tevrat ve İncil’in
üslubu arasında fark yoktur) diyor. Böylece bu dinlerin nesh edilmediğini, Ehl-i
kitabın da hak olduğunu söylüyor.
Ehl-i kitaba hak demek
Yine diyor ki: (İslamiyet, sadece kendisinin hak olduğunu bildiren bir din
değildir, Yahudilik ve Hristiyanlığı da hak kabul eder.)
CEVAP
380
www.dinimizislam.com
İster Ehl-i kitap olsun, ister kitapsız olsun bütün gayrimüslimlerin
Cehennemlik olduğu Kitap ve Sünnet’te sabittir. Bir âyet-i kerime meali
şöyledir:
(İster, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, ister müşriklerden
olsun bütün kâfirler elbette Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir]
elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Kabir azabı vardır
Reformcu yazar, (Kabir azabı yoktur) diyor.
CEVAP
Kabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir:
İmam-ı a’zam buyurdu ki: Mümin suresinin, (Onlar, sabah akşam ateşe
sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, “Firavun hanedanını azabın en
çetinine sokun!” denilecek) mealindeki 46. âyet-i kerimesindeki sabah
akşam görecekleri azap, Kıyamet’ten öncedir. Âyetin devamında, onların
şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. İlki kabir azabı, ikincisi Cehennem
azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Gazali de, (Bu âyet-i kerime, kabir azabını gösteriyor) buyurdu.
(İhya)
Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da
ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyet-i kerimesinde geçen Fe-üdhılu
kelimesindeki Fe edatı, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan
hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar) demektir. Bu da kabir azabını
bildirmektedir. Âl-i İmran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [şehidleri]
ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyet-i kerimesi de, kabir
hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Şarani buyuruyor ki: Taha suresinin 124. âyet-i kerimesindeki
(Mâişeten danken) ifadesi, kabir azabını bildiriyor, çünkü hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Mümin, kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın on dördü gibi
aydınlatılır. “Feinne lehü mâişeten danken” âyeti, kâfirlerin kabirde
görecekleri azabı bildirir. 99 tane “tinnin” denilen yılan, kâfirleri kıyamete
kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi] [Tinnin isimli yılan, dünya yılanı
değildir. Kâfire ve günahkâra azap etmesi için Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.]
Tekasür suresinin 3. âyetindeki, (Bu övünmenizin kötü akıbetini ileride
bileceksiniz!) demek, (Ölürken bileceksiniz) demektir. 4. âyetindeki (Yine
381
www.dinimizislam.com
ileride bileceksiniz) mealindeki ifade ise, (Kabirde bileceksiniz) demektir.
(Celaleyn, Medarik, Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi)
Bekara suresinin, (Ölüyken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar
diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen ikinci dirilme kabirde olacaktır.
İmam-ı Nesefi de, bu âyet-i kerimenin kabir azabına ve kabir nimetine işaret
ettiğini bildirmiştir. (Tefsir-i Şeyhzade)
İmam-ı Nesefi buyurdu ki: Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada
öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki
oradan maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade)
Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyeti,
diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade)
Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101.
âyetindeki azabın birisi kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)
İmam-ı Süyuti hazretleri, kabir azabı ile ilgili Şerh-us-sudur isminde
müstakil bir eser yazmıştır. Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki, kabir
azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı
bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş
olur.
Âişe validemiz, (Yâ Resulallah, bu ümmet kabirde azap görecek, benim
gibi zayıfların hâli ne olacak?) diye kabir azabını sual edince Resulullah
efendimiz, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette, sabit
sözlerinde [kelime-i tevhidde] sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu.
(Bezzar, Cami-ul-ahkâm)
Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)
İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimede, müminlere ihsan edildiği
bildirilen sabit sözün, kelime-i tevhid olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerimedeki,
dünyadaki sabit sözden maksat, kabirdeki suale verilen cevaptır,
âhirettekinden maksat ise kıyamet günündeki hesaptır. (Cami-ul-ahkâm)
İslam âlimleri, kabir hayatının âhiret hayatından olduğunu, kabir azabının
da âhiret azaplarından olduğunu bildirmişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani)
Kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kabir azabı haktır.) [Buhari]
(Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi]
(Kabir azabının çoğu, elbiseye idrar sıçratmaktan olur.) [İ.Mace,
Nesai, Hâkim, D.Kutni]
(İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.)
[Taberani]
(Kovuculuk kabir azabına sebep olur.) [Beyheki]
(Şehid, kabir azabından emindir.) [İbni Mace, Beyheki, İmam-ı Ahmed]
(Rüyamda birini kabri sıkıyordu. Namazı gelip onu kabir azabından
kurtardı.) [Hâkim]
382
www.dinimizislam.com
(Cuma gecesi Fâtiha suresi ve 15 kere Zelzele suresi okuyarak iki
rekât namaz kılan, kabir azabından emin olur.) [Deylemi]
(Allah yolunda gözcü olarak vefat eden, kabir azabı görmez.) [İ.
Ahmed]
(İç hastalıklarından ölen kabir azabı görmez.) [Tirmizi]
(Allah’ım, kabir azabından sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hâkim,
Haraiti]
(Kabir azabından Allah’a sığının!) [Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe]
(Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için dua ederdim.)
[Müslim, İ. Ahmed, Nesai]
(Tebareke sûresini okumak kabir azabına engeldir.) [İbni Mürdeveyh]
(Ölüye uygunsuz şekilde ağlanınca kabirde azap görür.) [Buhari]
(Allah’a yemin ederim ki, 99 tinnin, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu
Ya’la, İbni Hibban, Tirmizi]
(Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Tinnin yılanı, her namaz
vaktinde sokar.) [Kurretül-uyun]
Resulullah, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından
sakınmadığı için, diğeri ise Müslümanlar arasında söz taşıdığı için kabir
azabı çekiyor) buyurdu. (İbni Mace)
Eshab-ı kiramdan Ya’la bin Mürre hazretleri, bir kabirde azap olduğunu
işitip Resulullah efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz de, (Ben de
işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için azap yapılmaktadır)
buyurdu. (Beyheki)
Resulullah, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti.
Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne
koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler. Bunlar gıybet ve
idrardan dolayı azap görmektedir) buyurdu. (İ. Mace)
Peygamber efendimiz bir cenazede, (Yâ Rabbi, bunu kabir azabından
koru) diye dua etmiştir. (Müslim, Nesai, Tirmizi)
İmam-ı a’zam ve İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Kabirde ruhun
cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve azap
edilmesi haktır. (Kavl-ül fasl, Mektubat 3/17)
Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan İmam-ı Gazali hazretleri de,
(Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya)
Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade
edilmesinden sonra olur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91)
Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da her ikisine
birden olur. (El-Müstened)
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli
birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde
kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah
efendimiz, (O gördüğün kimse Ebu Cehil’dir, kıyamete kadar kabrinde
383
www.dinimizislam.com
böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani, Şerh-us-sudur, Ehvâl-ül-kubur
Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı)
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir hâlde bağlıdır. Ruhların kendi
cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin
verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedene olan bağlılığı bozulmaz.
(El-mütekaddim)
Günahları ikisi birlikte işlediği için, azab da her ikisinedir. Beden kabirde
çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi,
bedene de azap yapmaya gücü yeter. Çünkü O, her şeye kadirdir, Onun
kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat)
Bu kadar vesikaya rağmen, kabir azabı yoktur demek aklı başında olanın
söyleyeceği söz değildir.
Yanıp ölene kabir azabı
Reformcu diyor ki: (Yanmış ceset kül olduğuna göre kabir azabı
göremez.)
CEVAP
Bir ölü tabuta konsa, hiç defnedilmese, dışarıda kalsa, çürüse veya
çürümese, ateşte yansa yine kabir suali olur. Ehl-i sünnet itikadını bildiren
meşhur Emali kasidesi şerhinde, (Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp
yense yahut ateşte yansa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına
veya kabir nimetine kavuşur) buyuruldu.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, âhiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi,
rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını
bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid’at sahibi olur. (Hakkında
hadis-i şerif olsa da, olmasa da kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu
kabul etmez) diyen ise kâfir olur. (3/17, 3/31)
Hile-i şer’iyye nedir?
Reformcu diyor ki:
(İslam fıkhındaki hile-i şer’iyye Kur’anın ruhuna aykırıdır. Bu yüzkarası
kaldırılmalıdır.)
CEVAP
Şer’î demek şeriata yani dine uygun demektir. Dine uygun olan bir şeye
nasıl yüzkarası denebilir? Dinimizde hile-i şer’iyye vardır, fakat hile-i bâtıla
yani bâtıl hile yoktur. Reformcu, hile-i bâtılanın çirkinliğini ortaya serip hile-i
şer’iyyeye saldırıyor. Hile-i şeriyye Nass’la yani Kitap ve Sünnet’le sabittir.
Hile-i şeriyye, yani dine aykırı olmayan hile, harama düşmemek için kurtuluş
çaresi bulmak, yani dine uygun çare demektir. Haramı helal veya helali haram
yapmak yahut haksız mal ele geçirmek için hile yapmak caiz olmaz. Farzdan
kurtulmak veya haram işlemek için hile yapmak haramdır. Buna hile-i şeriyye
384
www.dinimizislam.com
değil, hile-i bâtıla yani dine aykırı hile denir. Bir şey, farz veya haram olmadan
önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir. Buna hile-i şeriyye denir.
Said bin Sa’d hazretleri anlatır: Babam, Resulullah efendimizin yanına
hasta birini getirdi. Suçunu söyleyip ceza verilmesini istedi. Resulullah, (Buna
üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurun) buyurdu. Böylece bir
kere vurmakla, yüz sopa vurulmuş oldu. (Eşiat-ül-lemeat)
Haramdan kurtulmak ve helale kavuşmak için hile-i şeriyye yapmanın caiz
olmasına bir delil de, Sad suresinin 44. âyetidir. Bu âyet, Eyyüb aleyhisselam,
hanımına yüz sopa vurmaya yemin edince, bu yemini yerine getirmek için bir
demet sapla vurmayı, böylece yapılacak hile-i şer’iyyeyi bildirmektedir.
(Hindiyye)
Bu âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Ya Eyyüb, eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle
yerine getir. Gerçekten Eyyüb ne sabırlı, ne iyi kuldu! Hep Allah’a
yönelirdi.) [Sad 44]
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif, hile-i şeriyyenin caiz olduğunu
göstermektedir. (Hadika)
Haremlik selamlık
Reformcu yazar diyor ki:
(Osmanlı döneminde uygulanan haremlik selamlığın dinde yeri olmadığı,
Nur suresinin 61. âyetinde bildiriliyor. Yabancı kadınlarla birlikte oturmanın,
onlarla yemek yemenin hiç mahzuru yoktur. Bu, Müslümanların geleneklere
uymalarından, bağnazlıklarından ileri gelmektedir.)
CEVAP
Yine gelenek adı altında dinimize dil uzatıyor. O âyet-i kerimenin kadın
erkek karışık oturmakla ve onlarla yemek yemekle hiç asla alakası yoktur.
Konu tamamen farklıdır. Önce bu âyet-i kerimenin dipnotlardaki açıklamasıyla
beraber mealine bakalım:
(Kör için bir harac [darlık, güçlük, günah, sorumluluk] yoktur. Topal için
bir harac yoktur. Hasta için harac yoktur. (1) Evlerinizde (2) veya
babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek
kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya
amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın
evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya [kâhyalığını yaptığınız veya
koruduğunuz evin] anahtarları elinde olan evlerde (3) yahut dostlarınızın
evlerinde (4) izinsiz yemek yemenizde bir harac yoktur. (5) Bir arada veya
ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. (6) Evlere girdiğiniz zaman,
kendinize, ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek
selam verin! (7) Allah size âyetleri [hükümleri], düşünesiniz diye böylece
açıklar.) [Nur 61]
385
www.dinimizislam.com
--------------------------------------(1) Saîd bin el-Müseyyeb hazretleri buyuruyor ki:
Müslümanlar savaşa çıkarken evlerinin anahtarlarını [savaşa gidemeyen]
körlere, hastalara, topallara, bir de akrabalarına teslim ederler ve onların da
teslim ve emanet ettikleri o evlerden yiyip içmelerine izin verirlerdi, fakat onlar,
bu kendileri için günah olur diye korkarlardı. Bu âyetin iniş sebebi budur.
(Medârik)
Peygamber efendimizden önce Araplar, Medine’deki çeşitli hastalıklı
kimselerle birlikte yemek yemezlerdi. Bazıları, körün eli rastgele yerlere
değdiğinden, topalın biçimsiz oturuşundan, hasta pis koktuğundan ve
rahatsızlığından dolayı, onlarla yemek yemeye tiksinirlerdi. Ancak bu, cehalet
ve kibir alametidir. İşte bu âyet-i kerime, bu hususta uyarıcı olarak inmiştir. İbni
Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Böyle özür sahipleri, insanlarla birlikte yemek yemekten çekinirlerdi. İşte
bu âyet-i kerime onlarla yemek yemeyi mubah kılmıştır. (Kurtubi tefsiri)
(2) Eş ve evlatlarınızın evlerinde yemenizde günah yoktur. (Medârik,
Celâleyn)
(3) İbni Abbas hazretleri anlatır:
Anahtara malik olmak demek, onun çiftliğinde hayvanlarının muhafızlığını
yapmak demektir. Bu suretle hizmet eden kimse, çiftliğin hasılatından yer,
hayvanların sütünden içer. Ancak evine götüremez veya kendisi için
biriktiremez. Bazı âlimler de diyor ki: O evlerden maksat, kölelerin evleridir.
Efendisi o evlerden yemek hakkına sahiptir. Çünkü köle de, kölenin kazancı da
efendisinindir. (Medârik)
(4) Yine İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, Hâris bin Amr radıyallahü anh hakkında inmiştir.
Savaşa giderken Mâlik bin Zeyd’i evine vekil bırakmıştı. Dönüşte bu zatı çok
zayıflamış görünce sebebini sordu. O, (İzinsiz evinizden yiyip içmek günah
diye yemedim ve zayıfladım) dedi. Bu âyet-i kerime inip, yenince memnun
olacağı bilinen dostların evinde yemek yemenin günah olmadığı bildirildi.
(Hazin)
[Bunun yabancı kadınlarla birlikte yemekle ne alakası var?]
(5) Zikredilen bu evlerden, sahipleri orada olmasa da, rızaları olduğu için
yiyip içmekte sakınca yoktur. (Celâleyn)
(6) Yenmesine izin verilen evlerde yemekler, tek başına veya yiyip içme
hakkına sahip kimselerle yenebilir. İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Dost bağı, akrabalık bağından daha sıkıdır. (Sizin topluca veya ayrı ayrı
yemenizde de vebal yoktur) âyeti, Leys bin Bekroğulları hakkında inmiştir.
Onlar, tek başına yemek yemez, yemek yiyecek birisini buluncaya kadar
günlerce aç beklerlerdi. İbni Atiyye de buyuruyor ki: Bu uygulama, İbrahim
aleyhisselamdan miras kalmıştı. O da tek başına yemek yemez, misafirleri
tercih ederdi. Kimi Araplar, yalnız bir şey yemez misafiriyle yemek yerdi. Bu
386
www.dinimizislam.com
âyet-i kerime yemek yeme sünnetini açıklamak üzere indi. Haram kabul
ettikleri tek başına yemek yemeyi mubah kıldı. Çünkü Araplar böyle faziletli bir
iş yapalım derken, aşırıya kaçmışlardı. (Kurtubi)
[Bunun haremlik selamlıkla, yabancı kadınlarla birlikte yemekle hiçbir
alakası yoktur. Bu âyetin yabancı kadınlarla yemek yemeyi emrettiğini
söylemek art niyetten kaynaklanıyor. Tek kelime kadından bahsedilmiyor.]
(7) Sizden olan ev halkına selâm verin deniyor. Katâde hazretleri
buyuruyor ki:
Evine girdiğin zaman ailene selâm ver. Eğer evde kimse yoksa,
(Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn. Esselamü alâ ehli beytî ve
rahmetullahi ve berakâtüh) de, selamını melekler alır. İbni Abbas hazretleri
mescitlere girilince de, (Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn)
denilmesini bildirmiştir. (Medârik, Celâleyn, Hâzin)
Feminist reformcu, (Dinde haremlik selamlık yoktur, kadın erkek beraber
oturabilir, her konuda konuşabilir, hâl ve hatır sorabilir, yemek yiyebilir,
tokalaşabilir) diyor.
CEVAP
Her birinin dine aykırı olduğunu, Kadınlara bakmak, Tokalaşmak ve
Kadınlarla konuşmak başlıkları altında açıklayalım:
Kadınlara bakmak
Kadınlara bir ihtiyaç olmadan veya şehvetle bakmak günahtır. Bir âyet-i
kerime meali:
(Ey Resulüm, erkek müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret
yerlerini haramlardan korusunlar! İmanı olan kadınlara da söyle, harama
bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!) [Nur 30]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek
günah olmazsa da, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi]
(Erkeğin kadına, kadının da erkeğe [şehvetle] bakması haramdır.)
[Taberani]
(Yabancı kadını görüp, azab-ı ilahiden korkarak, başını ondan
çevirene Allahü teâlâ ibadetin tadını duyurur.) [Hakim]
(Harama bakmak, şeytanın zehirli okudur. Allahü teâlâdan korkup
yabancı kadına bakmayana, zevkli bir iman nasip olur.) [Ramuz]
(Yabancı kadına şehvetle bakanın gözleri ateşle doldurulup,
Cehenneme atılır, onunla toka edenin kolları ensesinden bağlanıp,
Cehenneme sokulur, lüzumsuz ve şehvetle konuşan, her kelimesi için,
bin yıl Cehennemde kalır.) [R. Nasıhin]
(Komşu ve arkadaş hanımına şehvetle bakmak yabancı kadına
bakmaktan ve evli kadına bakmak, kıza bakmaktan daha çok günahtır.
Zinanın günahları da böyledir.) [R. Nasıhin, Taberani]
387
www.dinimizislam.com
(Bir yabancı kadın görüp de, Allah’tan korkarak, başını ondan
çevirene, Allahü teâlâ, ibadetlerin tadını duyurur.) [Ebu Davud, İ. Ahmed,
Hâkim]
(Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet
etsin!) [Beyheki]
(Kadının yüzünden ve iki eli ayasından başka bütün bedeni avrettir.)
[Mec. Enhür]
(Buluğa eren kız, yüz ve elinden başka yerini namahreme
gösteremez.) [Ebu Davud]
(Şarkıcı kadının aldığı para haram olduğu gibi, onu dinlemek ve
yüzüne bakmak da haramdır.) [Taberani]
(Gözün zinası harama [namahreme] bakmak, dilin zinası fuhuş
konuşmaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
(Bir kadın koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir
topluluğun yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı
[göz zinası] yüklenir.) [Nesai]
(Bir kadın, güzel kokular sürünüp, göz alıcı güzel elbiseler giyerek,
bir topluluğun yanından geçerse, zina işlemiş gibi günaha girer.) [İbni
Hibban]
(Harama bakmayan gözler, Cehennem ateşi görmez.) [İsfehani]
(Kadına, şehvetle bakanın gözlerine erimiş kurşun dökülüp
Cehenneme atılır.) [M. Enhür]
Kadınların da, erkeklere ihtiyaçsız bakmaları mekruhtur. Kadınların
saçları da avrettir. Avret yerine bir zaruret olmadan şehvetsiz de bakmak
haramdır.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak sokağa
çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da
haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan ana babası, kocası veya
kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar. (Kimya-i saadet)
Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri
örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol
ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren
kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir. (Zevacir-İbni
Hacer-i Mekki)
Tesettüre riayet etmemek ve ziynetlerini göstermek gibi günahlar,
kadınlarda çok olduğu için, Resulullah efendimiz, (Mirac gecesi Cehennemi
gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm) buyurdu. (Tirmizi)
Kadınlarla tokalaşmak
Bir erkeğin bir kadınla tokalaşması, zaruretsiz konuşması, bir odada
yalnız kalmaları haramdır. Peygamber efendimiz hiçbir kadınla
tokalaşmamıştır. Bir hadis-i şerif meali:
388
www.dinimizislam.com
(Elbette ben, kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace, Taberani]
Yine hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kişinin başına demirden bir şişin batırılması, nikâh düşen bir kadına
dokunmasından daha hafif kalır.) [Taberani, Beyheki]
(Yabancı kadınla kucaklaşan, şeytanla beraber zincire vurulup ateşe
atılır.) [Şir’a]
(Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakının! Allah’a yemin ederim
ki, bir kişi bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin
çamurlu bir domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine
helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hafiftir.) [Taberani]
(Yabancı kadına şehvetle bakmak göz zinasıdır, onu tutmak el
zinasıdır, ona gitmek ise ayakların zinasıdır.) [R. Nasıhin]
(Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, ferc zina eder.) [İ.
Ahmed, Taberani]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah, erkeklerle müsafeha ederek sözleştikten sonra, kadınlarla da
sözleşme yaptı. Kadınların biati yalnız söz ile oldu. Mübarek eli kadınların
eline dokunmadı. (3/41)
Tibyan’da Mümtehine suresinin 12. âyetinin açıklamasında deniyor ki:
Peygamber efendimiz, kendisi ile biat edilirken hiçbir yabancı [namahrem]
kadınla müsafeha yapmamıştır. Hazret-i Âişe validemiz de buyurdu ki:
(Peygamber efendimizin kadınlarla biati söz ile idi. Onun eli, hiçbir
yabancı kadının eline değmemiştir.) [Buhari, Müslim]
Kadınlarla konuşmak
Kadınlar zaruret olmadıkça namahrem erkeklerle konuşamaz. Ramuz’un
469. sayfasında yazılı ilk hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz
olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
Kadınların, Kur’an-ı kerim, mevlid, ilahi okuyarak seslerini erkeklere
duyurmaları haramdır. (Tergib-üs-salât, Hadika)
Hoparlör, radyo ve TV ile duyurmaları ise mekruh olur. (S. Ebediyye)
İnce çoraba mesh etmek
Reformcu diyor ki: (İnce çoraba da, çıplak ayağa da mesh etmek caizdir.
Çünkü dinde kolaylık vardır.)
CEVAP
İslamiyet’in hükümlerini delmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Mestin vasıfları bellidir. İnce çoraba mesh, tam bir dinde reform olur. Çıplak
ayağa mesh ise Şiîlik’te vardır. Dinde kolaylık sözü, dini değiştirmek için her
fırsatta kullanılıyor. (Dinde kolaylık var, zorluk yok) demek, (Dinimizin
verdiği ruhsatlardan, kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes
389
www.dinimizislam.com
hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, size güç gelen
ibadetleri yapmayın, onları kolayınıza geldiği şekilde değiştirin) demek değildir.
O zaman ortada din kalmaz. Dinde her değişiklik, reform olur. Birkaç örnek:
1- Meste mesh edilir diye, tırnaklardaki ojeye mesh etmek, ince naylon
çoraba mesh ve çıplak ayağa mesh kolaylıktır, ama bunların hiçbiri caiz
değildir.
2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın
içini yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz.
3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su varken veya su
bulma imkânı varken teyemmüm caiz olmaz.
4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp
gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini
değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta
haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en
kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek
sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir
defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Tozlu halılara
secde etmek yerine koltuğa, sandalyeye oturup kılmak kolaylıktır. Ama bunlar
caiz olmaz.
5- Orucu hep kısa günde tutmak kolaydır. Ramazan yazın uzun günlerine
rastlarsa, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay yerine üç gün tutmak daha
kolaydır. Bir gün tutmak ise çok kolaydır. En kolayı da hiç tutmamaktır. Ama
bu, dini yıkmak olur.
6- Hacca gitmek zordur. (Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın
evidir) diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek kolaydır. Ama böyle
yapınca hem hac olmaz hem de dini değiştirmek, yani küfür olur.
7- Zekâtı kırkta bir yerine yüzde veya binde bir vermek daha kolaydır. En
kolayı hiç vermemektir. Ama bu da caiz olmaz.
8- Her gün Kur’an-ı kerim okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek,
mezarlığa götürüp teybi açarak ölülere bunu dinletmek kolaylıktır. Ama
bunların hiçbiri caiz değildir.
9- Yabancı yerde kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir yöne doğru kılmak
kolaydır, ama böyle yapınca namaz sahih olmaz.
10- Camiye gitmek zordur. Eve bir kablo çekip evde imama uymak
kolaydır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz kılınıp radyo ile her yerden
dinleyerek imama uymak daha kolaydır. Ama bunlar dini yıkmak olur.
Şu halde ölçü, keyfimize göre değil, dinin izin verdiği ölçüde kolaylıklardan
faydalanmaktır.
Hayz ve nifaslıya yasak olanlar
Reformcu diyor ki:
390
www.dinimizislam.com
(Eski gelenekte, hayızlı ve nifaslı kadınlar, oruç tutamaz, namaz kılamaz
deniyordu. Ama son zamanlarda bilimsel araştırmalar yapıldı. Kadınların bu
hallerinde de namaz kılıp oruç tutmalarının mahzuru görülmedi. Bu bir hastalık
hâli olduğu için camiye de girebilir, tavaf da edebilir, Kur’an da okuyabilir. Ben
de bu bilimsel araştırmaların sonuçlarına katılıyorum.)
CEVAP
Allah ve Resulünün sözlerine katılmayan, hükümlerini beğenmeyen
elbette dinimize aykırı her şeye katılır. Dinimiz bugüne kadar eksik mi geldi?
Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım) buyuruyor. Günümüzün reformcuları yeni
hükümler çıkarıyor. Dinimizin hükümleri beşeri kanun mu? Her gelenin
değiştirme yetkisi mi var? Dinde değişiklik olur mu? Âyeti, hadisi, icma’ı kimin
kaldırmaya yetkisi olur? Her gün dinin bir hükmünü yıkmaya çalışıyorlar.
Dinimizin bu konulardaki hükmünü maddeler halinde bildirelim:
1- Hayızlı ve nifaslı kadın, namaz kılamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Hayızlı kadın namaz kılamaz.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
2- Hayız ve nifaslı, oruç tutamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Kadınların dinlerinin eksik olması, onların hayızlıyken, günlerce
namaz kılamadıkları, ramazan ayında oruç tutamadıkları içindir.) [Buhari,
Müslim, Nesai, Muvatta]
Hazret-i Âişe validemizin naklettiği hadis-i şerifte de, hayızlıyken
tutulamayan oruçların kaza edileceği, kılınmayan namazların affolduğu
bildirildi. (Buhari)
3- Kur’an okuyamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Hayızlı ve cünüp, Kur’an okuyamaz.) [Tirmizi]
4- Mushaf’a el süremez. Bir âyet-i kerime meali:
(Kur’ana temiz olanlardan başkası dokunamaz.) [Vakıa 79]
Bu âyeti açıklayan Resulullah efendimiz buyuruyor ki:
(Kur’ana ancak hadesten [abdestsizlik ve cünüplük halinden] temiz olan
dokunabilir.) [Nesai]
Hades: Abdestsizlik veya cünüplük halidir. Yani abdestsiz ve cünüp olan
dokunamaz.
5- Camiye giremez. Bir hadis-i şerif meali:
(Cünübe ve hayızlıya mescide girmek helal olmaz.) [İbni Mace]
6- Kâbe’yi tavaf edemez. Bir hadis-i şerif meali:
(Beytullah’ı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, abdestli olmak
lazımdır.) [Tirmizi]
7- Cima edemez. (Bekara 222)
Hangi reformcuların bilimsel araştırmaları imiş de, bu kadar vesika inkâr
edilebiliyor? Bilimsel araştırmayla ibadet değiştirilir mi? Dinin bildirdiğinden
başka ibadet şekli olur mu?
391
www.dinimizislam.com
Oruç tutma zamanı
Reformcu diyor ki: (Çok uzun süre oruç tutuluyor. Güneş doğmaya yakın
bir zamana kadar yiyip içmeli. Ancak o zaman siyah iplikle beyaz iplik
ayrılabilir. Böyle yapılmazsa Kur’anın emrine uyulmamış olur.)
CEVAP
Bunu başka mezhepsizler de söylüyor. Siyah iplikle beyaz ipliğin ayırt
edilmesinin açıklamasını bilmediklerinden veya art niyetlerinden dolayı böyle
konuşuyorlar. Halbuki iplikten maksadın ne olduğunu, Peygamber efendimiz
açıkça bildirmiştir.
Bekara suresinin, (Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar
yiyip, için!) mealindeki 187. âyet-i kerimesindeki ipliklerin, gündüzün
beyazlığı ile gecenin siyahlığı olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin
kelimesi indi. Gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı, iplik gibi birbirinden
ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı. (Rıyad-un-Nasıhin)
Eshab-ı kiramdan Sehl İbni Sa’d hazretleri anlatır:
(Beyaz iplik siyah iplikten, ayrılıncaya kadar yiyin için!) âyeti inince,
fecrin = tan yerinde kelimesi henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar, oruç
tutacakları zaman, ayaklarına siyah ve beyaz iplik bağlar, bunlar görülünceye
kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, minel fecri
kelimesini indirdi. O zaman, beyaz ve siyah ipliğin ayrılmasından maksadın,
gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığının iplik gibi birbirinden ayrılması
olduğu anlaşıldı. (Buharî, Müslim)
İplikten maksat
Adiy İbni Hatim hazretleri anlatır:
(Yâ Resulallah, âyette geçen, beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması nedir,
bunlar bildiğimiz siyah iplikle beyaz iplik değil mi?) diye sordum. (Hayır, iki
iplik değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır)
buyurdu. (Buharî)
Bu âyet-i kerimeyi duyan bir zat, (Yâ Resulallah, ben gündüzün geceden
ayrıldığını öğrenmek için yastığımın altına bir beyaz iplik ile bir siyah iplik
koydum, fakat gecenin bitişini yine de tespit edemedim) dedi. Bunun üzerine,
Peygamber efendimiz, (O iplikler, gündüzün aydınlığıyla gecenin
karanlığıdır) buyurdu. (Buhari)
Eğer Peygamber efendimiz açıklamasaydı, beyaz ipliğin aydınlık, siyah
ipliğin karanlık olduğunu nereden bilecektik? Kur’an-ı kerimden anladığımıza
uyarak, bilhassa bulutlu havalarda, daha ortalık karanlık diye, reformcular gibi
güneş doğana kadar yer içerdik.
Telkin bid’at midir?
Reformcu diyor ki: (Ölüye yapılan telkin bid’attir. Bir gelenektir.)
392
www.dinimizislam.com
CEVAP
Telkin sünnettir. Sünnete bid’at demek, helale haram demek küfürdür.
İmam-ı Deylemi ve İmam-ı İbni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerif şöyledir:
Kardeşlerinizden biri ölüp de, defnedilince, biriniz kabrin başında (Ey filan
kadının oğlu filan) desin! Çünkü o vefat eden kimse, (Bizi irşad et de Allah da
sana rahmet etsin!) der, fakat siz bunu duyamazsınız. Telkin veren,
(Dünyadan çıkarken, Allah’ın birliğini, Muhammed aleyhisselamın Onun kulu
ve Resulü olduğunu, Allah’ı Rab, İslamiyet’i din, Kur’anı imam kabul ettiğini
hatırla!) desin! Münker ve Nekir meleklerinden biri diğerine, (Gel, bunun
yanından çıkalım, çünkü delili kendisine telkin edilenin yanında durmamıza
lüzum yok) der. (Ramuz)
Sad bin Abdullah diyor ki: Vefat etmek üzere olan Ebu Ümame’nin
ziyaretine gittim. (Ben ölünce Resulullah’ın emrettiği gibi telkin verip beni
defnedin) diyerek Resulullah’ın telkin şeklini bildirdi. (İhya)
Kabirdeki meyyite telkin vermek meşrudur. (Cevhere)
Ölüye, definden sonra telkin vermek sünnettir. (Nur-ül yakin fi mebhas-it
telkin)
Resulullah, definden sonra telkin vermeyi emretti. Kendi de telkin verdi.
(Cila-ül-kulub)
İmam-ı Saffer, (Ölü kabre konunca, ruhu ve aklı geri gelir. Kendisine
verilen telkini anlar. Telkin meşrudur) buyuruyor. İnaye kitabının sahibi,
(Hocam Kadıhan’dan işittim ki, İmam-ı Merginani telkin verirdi ve telkini bize
vasiyet ederdi) buyurmuştur. (Mevkufat)
Nimet-i İslam kitabında telkinin nasıl verileceği anlatıldıktan sonra
deniyor ki:
1- Telkin meşrudur. Bu, Ehl-i sünnetin kavlidir, (Ölünüze telkin verin)
hadisine göredir.
2- Definden sonra telkin olunmaz sözü, Mutezile’nin görüşüdür.
3- Meyyite telkin ne emredilir, ne de nehyedilir.
Redd-ül-muhtar ve Birgivi vasiyetnamesi’nde de, telkinin meşru olduğu
ve yapılış şekli yazılıdır.
Tenvir-ül-kulub, Mugn-il-muhtac, İanet-üt-talibin, Tuhfet-ül-habib,
Tuhfet-ül-muhtaç gibi Şâfiî kitaplarında da telkinin sünnet olduğu
bildirilmektedir. Bid’at ehline vesika olması bakımından, İbni Teymiye’yi öven
ve ölünün işitmediğini söyleyen Alusi bile Galiyye-tül-mevaız kitabında
Resulullah’ın telkin verdiğini ve telkin vermeyi emrettiğini bildirmektedir.
Mübarek geceler
Yine diyor ki: (Mübarek gecelerin dinde yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve
Makdisî de söylüyor.)
CEVAP
393
www.dinimizislam.com
Burada birkaç hata var: Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini
bildirdiğine göre, reformcunun sözü geçerli olur mu hiç? İkincisi, hani hiçbir
meşrebi ve mezhebi yoktu? Hak olan mezheplerle ve meşreplerle ilgisi
yokmuş, bu doğru, ama ne kadar yamuk, mezhepsiz varsa hepsini bağrına
basıyor. Yani meşrebi de, bu sapıkların yolu. Bir meşrebe göre yazmadım
sözü yalanmış. Mübarek gecelerin önemi sitemizde vesikalarla açıklanmıştır.
Burada özetle bildirelim:
Mevlid gecesi:
Doğum gününü kutlamak dinimize aykırı değildir. O gün Kur’an-ı kerim
okunabilir, tesbih çekilebilir, hayır hasenat yapılabilir, oruç tutulabilir. Bu işler,
Allahü teâlâya şükretmek olur. Mevlid kandili, Peygamber efendimizin doğum
günüdür. Resulullah’ı övmek ibadettir. Onu övücü yazılar ve kasideler okumak
sevab olur. Oruç da tutulabilir. Resulullah, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebi
sorulunca, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu.
(Müslim, Ebu Davud, İ. Ahmed)
Hazret-i Mevlâna, (Mevlid okunan yerden belâlar gider) buyurmuştur.
Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta Şâfiî âlimleri,
Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğunu bildirmiştir. El-mukni,
El-miyar ve Tenvir-ül-kulûb kitaplarında, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden
kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun)
Mevlid kasidesini, erkek-kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram
karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler
yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine
getirmek müstehabdır. (Nimet-ül kübra, Hadika, M. Nasihat)
Kadir gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak, Kadir gecesini ihya edenin
geçmiş günahları affolur.) [Buhari, Müslim]
Arefe gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde
dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu
günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat
gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]
Bayram geceleri:
İki hadis-i şerif meali:
(Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin
kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.) [İbni Mace, Taberani]
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua,
reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe
gecesi.) [İsfehani]
Berat gecesi:
394
www.dinimizislam.com
Üç hadis-i şerif meali:
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece
Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok
mu, rızık vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa
istesin, vereyim.” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İ. Mace]
(Allah şu dört geceyi hayırla süsler. Kurban ve Ramazan bayramı
gecesi, Arefe gecesi, Şaban’ın yarısının [Berat] gecesi ki, onda eceller,
rızıklar yazılır.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, Berat gecesinde müşrik ve müşahin [bid’at ehli] hariç
herkesi affeder.) [İ. Mace]
Mirac gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Recebin 27. günü oruç tutana 60 yıllık oruç sevabı verilir. Bu gece
iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.) [İ. Gazali, Ebu Musa el-Medeni]
Regaib gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat
gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir]
Muharrem ayı:
İki hadis-i şerif meali:
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında
tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.)
[Müslim]
(Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut! Çünkü o, Allah’ın
ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allah geçmiş kavimlerden birinin
tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.)
[Tirmizi]
Aşure günü ve gecesi:
Üç hadis-i şerif meali:
(Aşure günü oruç tutmak geçmiş bir yılın günahlarının affına sebep
olur.) [Müslim]
(Aşure günü oruç tutan o yıl tutamadığı [nafile] oruçlarının sevabına
kavuşur.) [Deylemi]
(Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere
muhalefet edin.) [İ. Ahmed]
[Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. 9. ile 10. günü veya 10. ile 11.
günü tutmalı.]
Çalgı çalmak
Reformcu diyor ki:
395
www.dinimizislam.com
(Her tür müziği dinlemekte hiçbir mahzur yoktur. Müziği iyi-güzel bir sanat
dalı olarak değerlendirmek gerekir.)
CEVAP
İslam âlimlerinin, (Müzik ruha zehir ve nefse gıdadır) sözüne ve hadis-i
şeriflerle de yasak edilmesine rağmen, reformcu yazarın çalgıları teşvik etmesi
kıyamet alametidir. Müziğin, çalgının haram olduğu hakkında sitemizde çok
uzun bilgi vardır. Burada kısaca bildirelim. Bu konudaki hadis-i şeriflerden
bazıları şöyledir:
(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberani]
(Müzik, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyheki]
(Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavi]
(Ümmetimden bazıları, şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler.
Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır.) [İbni Mace]
(Ben, çalgıları, putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu
Nuaym, İbni Neccar]
(İblis dünyaya inince yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler
senin denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin denildi.)
[Taberani, İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir]
(Nimete kavuşunca mizmar çalmak Allah’ın gazabına sebep olur.)
[Deylemi, Bezzar]
(Çalgıcılar çoğalınca, bela zuhur eder.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace,
İ. Ahmed]
(Bir zaman gelecek, zinayı, içkiyi ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.)
[Buhari]
Müslüman ülkelerde bile genelevlerin yaygın olması, Müslümanım
diyenler tarafından içki festivallerinin düzenlenmesi, çatlayana kadar içki
içilmesi, haram olduğu inkâr edilerek ve ruhun gıdası denilerek her yerde çalgı
çalınması, Sahih-i Buhari’de bildirilen son hadis-i şerifteki hususların
meydana çıktığını göstermektedir.
İbni Abbas hazretleri, (Çalgı haramdır) buyurdu. (Beyheki)
Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, (Yazıklar
olsun sana! Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı) dedi ve onu çıkardılar.
(Buhari)
Fudayl bin İyad hazretleri, (Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir)
buyurdu. (İbni Ebi-d-dünya)
Saz, tanbur, def, ney ve diğer çalgılar, Allah’a isyandır. (Riyadün
Nasıhin)
Saz dinlemekten kulakları korumalıdır. (Risale-i Birgivi)
İbni Teymiyye bile, (Müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili bir
unsurdur) diyor. (Mecmu-ul Fetava)
Şarkı, Kitap ve Sünnet ile yasaklanmıştır. (İmam-ı Kurtubi)
Müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır. (İbni Salâh)
396
www.dinimizislam.com
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Ziyaeddin-i Şami,
Mültekıt kitabında, (Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi) buyurdu. (m. 266)
Kur’an-ı kerimi musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır.
(Bezzâziyye)
Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur’an okuyan kâfir olur.
(Tergib-üs-salât)
Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki: Kur’an-ı kerimi teganni ile
okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyenin imanı gider. Tecdîd-i iman gerekir.
Kuhistânî de, böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ)
Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır. (Dürr-ül mearif)
Her çeşit çalgıyı dinlemek haramdır. (Fetava-i Bezzaziyye, Hadika,
Ahlak-ı alaiyye)
Müzik bütün dinlerde büyük günahtır. (Dürr-ül-münteka)
Çalgı çalmanın haram olduğu icma ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye,
İbni Salâh)
Bu kadar vesikayı inkâr etmek, icmaya karşı gelmek dalalet değilse nedir?
Altın ve ipek haram değil mi?
Reformcu diyor ki: (Günümüzde erkeklerin de, altın ve ipek kullanmaları
haram değildir, çünkü bunlar lüks olmaktan çıkmıştır.)
CEVAP
Bir şeyin haram olması için lüks olması gerekmez. Ölçü bellidir. Dinimiz
yasaklamışsa haramdır. Altın ve ipeğin erkeklere haram olduğu pek
meşhurdur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İpek ve ibrişim elbise giymeyin! Altın ve gümüş kaplardan su
içmeyin, onlarda yemek yemeyin! Zira bu iki şey dünyada kâfirler için,
âhirette ise sizin içindir.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesai, İbni
Mace]
(Altın veya gümüş kaptan su içen, karnına Cehennem ateşi
dolduruyor demektir.) [Müslim]
(Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine ise
haramdır.) [Taberani, Tahavi]
Hazret-i Sevban anlatır:
Tevbe suresinin, (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf
etmeyenlere, can yakıcı bir azabı müjdele) [mealindeki 34.] âyeti inince biz,
Resulullah ile bir seferde bulunuyorduk. Eshab-ı kiramdan bazısı, (Öyleyse
hangi malı biriktirmeliyiz?) dedi. Resulullah efendimiz, (Zikreden bir dil,
şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir hanıma
sahip olmak en iyisidir) buyurdu. (Tirmizi)
397
www.dinimizislam.com
Eshab-ı kiramdan Hazret-i Ber, Resulullah’ın altın, gümüş ve ipeği haram
ettiğini bildirdi. (Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesai)
Mezhepsizce yazılan kitap
Sual: Kitabın yazarı, (Hadisler farklı olduğu gibi, her mezhebin hükmü de
farklıdır. Farklı olmayan yalnız Kur’an olduğu için bu kitabı Kur’ana göre
yazdım) diyor. Verdiği örneklerden üçü şöyledir:
1- Gusülde ağzın içini yıkamak mezhebin birinde farz, diğerinde sünnettir.
Kur’anda ise, bu konuda hiçbir şey yazmaz. Bunun için ben de gusülde ağzın
içini yıkamak farz değil dedim.
2- Mezhebin birinde midye, istiridye, salyangoz gibi deniz haşeratı
yenmez denirken, diğerlerinde yenir diyor. Kur’anda yazmadığı için, denizden
çıkan her şey yenir dedim.
3- Mezhebin birinde cinsel ilişkiden dolayı oruç kefareti gerekir denirken,
bir diğerinde kasten orucu bozmak kefaret gerektirir diyor. Kur’anda yazmadığı
için oruç kefareti diye bir şey yok dedim.
Böyle bir kitap uygun mudur?
CEVAP
Çok yanlıştır. Kur’anda bulamadım diyerek, kendi görüşünü, din gibi
ortaya atmak çok tehlikelidir. Kur’an-ı kerimde, (Resulümün verdiğini alın,
yasakladığından da sakının!) buyuruluyor. Ne diye Resulullah’ın Kur’an-ı
kerimi açıklamasını değil de, kendi görüşünü, din gibi esas alıyor? Namazların
kaç rekât olduğu, nasıl kılınacağı gibi birçok husus hadis-i şeriflerle
bildirilmiştir. Niye doğru yolu bulmak için Resulullah’a tâbi olunmuyor? Bir
âyet-i kerime meali:
(Resulullah’a tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
Resulullah’a uymayıp da, kendi anladığına uymak sapıklıktır. Peygamber
efendimiz, (Âlimlere tâbi olun! Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor.
Vâris olan âlimler, Resulullah’ın bildirdiklerini söyler. Âlimleri dışlamak,
Resulullah’ı dışlamak olur. Resulullah dışlanınca Kur’an-ı kerim inkâr edilmiş
olur. Âlimlere tâbi olmak şarttır. Âlimleri ve hak mezhepleri kabul etmeyen
sapıtır. Hadika’da, (Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bunlardan
birine uyması şarttır) buyuruluyor.
Faideli Bilgiler kitabında, (Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre
yaparken, diğer kısmını, başka mezhebe göre yapmak, birinci mezhep
imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini beğenmeyip cahil saymak
ise küfürdür) buyuruluyor. Bunun için, Kur’ana göre ilmihal veya Hadislere
göre ilmihal olamaz. Ancak dört mezhepten birine göre yazılanlar, doğru
ilmihal olur.
398
www.dinimizislam.com
Peygamber mezhebi mi?
Sual: Bir reformcu, (Bana mezhepsiz diyorlar. Dört mezhebin birisinde
olmadığım doğrudur, ama en üstün mezhep varken, niye başka mezhebe
gireyim? Benim mezhebim bütün mezheplerin üstünü olan Muhammed
Mustafa’nın mezhebidir) diyor. Biz hiç böyle bir mezhep duymadık. Dinimizde
böyle bir mezhep var mıdır?
CEVAP
Mezhepsizler, reformcular, dini içten yıkmak isteyenler genelde böyle
söylüyorlar. Bâtıl da olsa, sapık da olsa böyle bir mezhep yoktur. Asr-ı
saadetten bugüne kadar gelen hiçbir âlim, 72 sapık fırkada dâhil, (Ben
Peygamber mezhebindenim) dememiştir. Hepsinin hak veya bâtıl bir mezhebi
vardı. Mesela Abdülkadir-i Geylani, Hanbelî idi. Ebu Bekr-i Şibli Mâlikî, İmam-ı
Rabbani Hanefî idi. İmam-ı Gazali Şâfiî mezhebinde idi. Dört hak mezhep
mensuplarından birkaç örnek verelim:
Hanefî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife, İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed
Şeybani, İmam-ı Züfer bin Hüzeyl, İmam-ı Hasan bin Ziyad, Abdullah ibni
Mübarek, İmam-ı Matüridi, Ebû Muhammed Cerîrî Taberî, İmam-ı Birgivi,
Seyyid Şerif Cürcani, Seyyid Ahmed Tahtavi, Seyyid Şemseddin Hanefî,
Davud-i Tai, Fahr-ul-islam Ali bin Muhammed Pezdevi, İbrahim Halebi,
Şems-ül-eimme Hulvani, İbni Abidin gibi zatlar, yüzlerce alimden birkaçıdır.
Şâfiî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir:
İmam-ı Muhammed bin İdris Şâfiî, İmam-ı Rafii, İmam-ı Nevevi, İmam-ı
Buhari, İmam-ı Müslim, İmam-ı Beydavi, Seyyid Ahmed Rifai, Ebul Hasan
Eşari, İmam-ı Sübki, İbni Hacer-i Askalani, İbni Hacer-i Mekki, İmam-ı Şa’ranî,
Mevlana Halid-i Bağdadi, İbni Ebi-d-dünya, İbni Hibban, İmam-ı Münavi, Ali
Cürcani, İmam-ı Begavi, İmam-ı Beyheki, Ebu İshak Şirazi, İmam-ı Fahreddin-i
Razi, İmam-ı Maverdi, İmam-ı Taberi, İmam-ı Müzeni, Ahmed bin Ahmed
Şihabüddin-i Remli, Ebu Nuaym İsfehani gibi zatlar, yüzlerce âlimden
birkaçıdır.
Mâlikî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir:
İmam-ı Malik bin Enes, İmam-ı Kurtubi, Ebu Bekr-i Şibli, İbnisserrac, Ebül
Abbas-ı Mürsi, İbni Merzuk, Süleyman bin Musa Kilai, Ahmed-i Zerruk, İbrahim
Lakani, Ebül-Hasan-i Şazili, Ebu Talib-i Mekki, Echüri Ali, Şeyh Halil, İbni
Abdilberr, İbni Battal, Abdülhak İşbili, Şihab-üddin Ahmed bin İdris Karafi,
Zerkani, Züvavi İsa, Allame Ahmed Savi Mâlikî gibi zatlar, yüzlerce âlimden
birkaçıdır.
Hanbelî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir:
İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Abdullah-i Ensari, Abdurrahman Cevzi,
Muhammed Ali bin İbrahim Husri, Osman bin Merzuk, Zeyn-üd-din Ali bin
399
www.dinimizislam.com
Ahmed Ermevi, Abdülkadir-i Geylani, İbni Kayyım-i Cevziyye, Meri bin Yusuf
Mukaddisi, Hafız Ebu Davud Süleyman bin Eşas Sicstani, Abdurrahman ibni
Recep gibi zatlar, yüzlerce âlimden birkaçıdır.
Önceleri Hanbelî mezhebinde olan İbni Teymiye bile, Hanbelî
mezhebinde olduğunu söylerdi. Yani sapık da olsa mezhepsizim demezdi.
Şimdi İbni Teymiye’ye bağlanan sapıklar bile, bir mezhebe bağlı kalmayı
aşağılık olarak biliyorlar. (Ben bir mezhebe tâbi olmam, mezhebin hükümlerini
incelerim, doğrularına uyarım) gibi sanki mezhebin içinde yanlış ictihadlar
varmış gibi bir intiba bırakmaya çalışıyorlar. Bugün için dört mezhepten birinde
olduğunu söyleyemeyenler mezhepsizdir.
En büyük iki hadis âlimi İmam-ı Buhari ve İmam-ı Müslim de Şâfiî
mezhebindeydi. Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Şâfiî iken, Hanbelî mezhebinin
unutulmaya yüz tuttuğunu görünce, Hanbeli oldu. Bu olay, farklı mezheplerin
bulunmasının rahmet olduğuna ve mezhepsizliğin felaket olduğuna bir delildir.
Başka bir mezhepsiz de, (Hocamız, çok büyüktür. Büyük âlimlerin
mezhebi olmaz. Abduh, Mevdudi gibi büyük âlimlerin nasıl mezhebi yoksa,
hocamızın da mezhebi yoktur. Onların mezhebi Peygamber mezhebidir.
Hocamız herhangi bir âlimden değil, bizzat Resulullah'tan ders almıştır)
demişti. Bu, çok çirkin bir itiraftır.
Atalarımız, (Zırva tevil götürmez) ve (Şeyh uçmaz, mürid uçurur) gibi
sözleri sanki böyleleri için söylemişler.
Binlerce İslam âlimi geldi, hepsinin bir mezhebi ve bir hocası vardı.
Mezhepsiz olan yoktu. Hiçbiri, benim mezhebim Peygamberin mezhebi
demedi. Her hocanın bir hocası vardı, bu silsile Resulullah'a kadar ulaşırdı.
Hiçbiri, benim hocam Resulullah’tır, ben ondan ders aldım gibi sözler
söylememiştir. Şimdikilerin eski âlimlere zıt şeyleri söylemeleri sapıklığın
daniskasıdır.
Mezhepten sorulacak
Sual: Mezhebi olmayan bazıları, (Âhirette hangi mezheptensin diye
sorulmayacak, Kitap ve Sünnet'ten sorulacak. Onun için bir mezhebe tâbi
olmak yanlıştır) diyorlar. Âhirette herkes tâbi olduğu mezhebe göre sorguya
çekilmeyecek mi? Mesela bir Hanefî'nin eli kanadıysa onunla namaz kılmışsa
o namaz sahih değildir, denmeyecek mi? Bir Şâfiî kadına dokunsa abdestin
bozuldu denmeyecek mi?
CEVAP
Dünyada bile bir öğretmen, imtihanda talebelere okuttuğu derslerden
soruyor, okutmadığı kısımlardan sormuyor. Allahü teâlâ da tâbi olduğu
mezhebe uyup uymadığını soracaktır. Karşı cinse dokunarak namaz kılan
Şâfiî’nin namazını sahih kabul etmeyecektir. Hanefî de kendi mezhebine göre
abdesti bozan bir şey yapıp namaz kılarsa namazı sahih olmayacaktır. Değil
400
www.dinimizislam.com
avamdan biri, müctehid olan zat bile, bir hükmün doğru olduğunu kesin olarak
bilemez. Şâfiî'ye göre karşı cinse dokunmak abdesti bozar diyor. Hanefî'ye
göre bozmaz. Hangisinin doğru olduğunu ancak Allah bilir. Onun için herkes
kendi mezhebinden sorumludur.
(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71.
âyet-i kerimesini imam-ı Kadı Beydavi hazretleri, (Her ümmeti peygamberleri
ve dinde uydukları imamlarıyla çağırırız) diye açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve
Tefsir-i Hüseyni'de ise, (Herkes mezhebinin imamıyla çağrılır. Mesela "Ya
Şâfiî" veya "Ya Hanefî" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da,
her Müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça
bildirmektedir.
Her ümmet, peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle
çağırılırlar. Mesela, yâ ümmet-i Musa, yâ Şâfiî yahut yâ Hanefî denilir.
(Beydavi, Tefsir-i Hüseyni, Ruh-ul-beyan)
Kötü milletler de, zalim krallarıyla çağrılır. Mesela Firavun ve taraftarları,
Nemrut’un adamları diye çağrılır. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağrılır.
(Meâlim-üt-tenzîl)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül muhtar haşiyesinin Zebayih
kısmında buyuruyor ki:
(Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vacibdir.
Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i
sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.)
İmam-ül-Haremeyn, Burhan kitabında, (Avam dört mezhepten birine tâbi
olmalıdır) buyurdu. (Şerhi minhac-ül-üsul)
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması
gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de
başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar s. 51)
Bir işi bir mezhebe göre yapmaya başladıktan sonra, bu işi ve buna bağlı
olan işleri yapmaya devam ederken, bu mezhebi taklit etmekten vazgeçmenin
yasak olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbnül Hümam Tahrir-ül-üsul,
İbnül-Hacib Muhtasar-ül-üsul, Alâüddin-i Haskefî Dürr-ül-muhtar)
Bir mezhebi taklit edenin, hep ona tâbi olması vacibdir. Zaruret
olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir mezhebe göre
amel edenin, bu mezhepten ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile
bildirilmiştir. (Bahr-ür-raık)
Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi
gerekir. (Müsellem-üs-sübut)
Her Müslümanın dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. Taklit
etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (İmam-ı Şa’ranî, Mizan,
s. 24)
401
www.dinimizislam.com
Âminin [müctehid olmayanın] mezhep değiştirmesi caiz değildir. Dilediği
bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar s. 283)
Müctehid olmayan din adamının, hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi
caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem
olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid, Muhtasar)
Bir kimsenin, taklit ettiği mezhebi, yani ona uygun iş yapmaya başladığı
mezhebi terk etmesinin caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbni Hümam Tahrir)
İbadetlerde ve ictihad ile yapılan işlerde, dört mezhepten birini taklit eden
kimse, böyle yaptığı işi, Allahü teâlânın emrine uygun olarak yapmış olur.
(Mevlana Abdüsselam - Cevhere şerhi)
Taklit etmekte olduğu mezhebe uygunsuz iş yapmaya, hiçbir âlim caiz
demedi. (Kimya-yı saadet)
İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur. Bir kimse, bu dört
yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve
başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. İşlerinin düzenini bozmuş, doğru
yoldan ayrılmış olur. Âlimlerin sözbirliği ve ahir zamanda Müslümanlara en
uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle
olur. Herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan
sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şüphesiz, birinci mezhebe
suizan etmek olur. İşler ve sözler bozulur, karışır. Sonra gelen âlimler, bunu
sözbirliği ile bildirdiler. Doğrusu da budur, hayır bundadır. (Abdülhak-ı Dehlevi
- Sıfr-üs-seadet şerhi)
İlahiyatçı bir mezhepsiz, (İslam deniz, mezhep ise göldür) diyor. Yani
İmam-ı a'zam ve İmam-ı Şâfiî gibi din büyüklerinin Kur'an ve Sünnet'ten
anladıkları hükümlere göl diyor, kendisinin ve diğer mezhepsizlerin Kur'an ve
Sünnet'ten anladığına da deniz diyor. Mezhepsizlerin anladıkları Kur'an ve
Sünnet oluyor, İmam-ı a'zamın, İmam-ı Mâlik’in ve diğer dehaların anladıkları,
kendi görüşleri oluyor. Bu cahil mezhepsizin, (Âhirette mezhepten
sorulmayacak, Kur'an ve Sünnet'ten anladığından sorulacaktır) demesi
kıyamet alametlerindendir.
Mezhepsizlikle ilgili çeşitli sorular
Sual: Mezhepsiz, bid’at ehline mi deniyor?
CEVAP
Evet. Dört mezhepten birine uymayana dendiği gibi, doğru yolda
olmayana da mezhepsiz denir. Şu üç sınıf, bid’at ehli yani mezhepsizdir:
1- Dört mezhebden hiçbirine uymayan,
2- Dört mezhebi karıştırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden,
yani mezhepleri telfik eden,
402
www.dinimizislam.com
3- Dört mezhebi hak bildiği hâlde, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına
uymayan.
Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?
CEVAP
Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi
olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce
doğru bir imana sahip olmak gerekir.
Sual: İctihad ve mezhep nedir?
CEVAP
İctihad etmek, mezhep kurmak, dinimizin emridir. Resulullah efendimiz,
Hazret-i Muaz’ı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl
hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında
bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da
bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz,
(Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına
uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi)
Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl
yapılacağı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça
bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet
vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler
meydana geldi.
Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun için
Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine
uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu. (Taberani, Beyheki, İbni Asakir,
Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy) Mezheplerinin tamamı kitaplara
geçmediği için, bugün hiç kimse, mesela (Ben Hazret-i Ömer’in
mezhebindeyim) diyemez.
Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile, mezhebinin
imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet etmez. Mezhepsiz olan
hiçbir İslam âlimi yoktur.
Müctehid kime denir?
Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen hususları, açıkça
bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin âlimlere (Müctehid) denir.
Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid
âlimler açıklamış, mezhepler meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız
dördü kitaplara geçmiş, diğerleri unutulmuştur.
Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır. İmanda ayrılık
caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet) denir. Bu dört mezhepten
hiçbirine uymayana mezhepsiz denir.
Sual: Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi
mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın mezhebine mi
girmem gerekir?
403
www.dinimizislam.com
CEVAP
Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe göre amel
eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel etmesi gerekmez.
Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi mezhebine ait
Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi mezhebine göre amel etmeniz
daha uygun olur.
Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez. Sadece,
yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak imkanı yoksa, o
zaman diğer üç mezhepten birini taklit ederek o işi yapmak caiz ve gerekir.
Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine son verilir. (Hadika)
Sual: Biz Hanefiyiz, Şafii imama uyarken niyetimizde bir değişiklik oluyor
mu? Müezzin ikameti kendi mezhebine göre mi okur? İmam kendi mezhebine
göre mi imamlık yapar, yoksa Hanefi cemaatin mezhebine göre mi?
CEVAP
Ne niyette, ne de diğerlerinde bir değişiklik yoktur. Müezzin kendi
mezhebine göre ikamet okur, imam kendi mezhebine göre namaz kıldırır.
Sual: "İslam’da zekât", "İslam’da namaz", "İslam fıkhında tasavvuf",
"İslam’da şu", "İslam’da bu" diyorlar. "İslam’da zekât" denince, dört mezhepten
birine göre zekât anlatılmış olmadığına göre, "İslam’da" diye kitap yazmak
uygun mudur?
CEVAP
Bildirdiğiniz gibi, "İslam’da zekât" denince, hangi mezhebe göre
söylenildiği bilinmiyor. "Hanefi’de zekât", "Maliki’de zekât" denilmelidir. "İslam
fıkhı" tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri, Şafiilerin fıkıh usullerinden
farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim dalıdır. "İslam tasavvufunda fıkıh" veya
"İslam fıkhında tasavvuf" demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur.
"İslam da şu", "İslam’da bu" demek, mezhebi bilmemek veya kabul
etmemektir. Bir kimse, İslam’a göre namaz kılamaz. Dört mezhepten birine
göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında Fatiha okuyan kimse, Hanefi’de
vacibi terk etmiş olur. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şafii’de farzı terk
etmiş olur. Onun için İslam’a göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer
İslam’a görelerin de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler
bunları bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini kolaylaştırmaktadır.
Davudoğlu hoca ile sohbet
Sual: Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl
bir kimsedir?
CEVAP
Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim.
Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum:
- Hocam, Ezher’in durumu nasıldır?
404
www.dinimizislam.com
- Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri hakimdir.
- Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?
- Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana,
Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efgani’nin ve Abduh’un mason
olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti.
- Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce
kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?
- Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur
bulaştırmadım.
Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz
yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki:
- Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan)
ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da
olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?
- Kesinlikle bulaşmamıştır.
- Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?
Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:
- İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest
müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini
sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir.
Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici
kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim.
Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar
kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede
istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet
Yolları adını verdim.
- Evet ne var bunda?
- Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var
iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını tercüme ediyorsunuz.
İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali
de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden
ve hadis kitabından öğrenebilir mi?
- Öğrenemez.
- Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i tercüme
edebilirdiniz!
Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını
sallayarak dedi ki:
- İnşallah o da nasip olur.
Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i tercüme
etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.
Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik
zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği
405
www.dinimizislam.com
rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son senelerdeki gayretlerinden dolayı,
Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz
ediyoruz.
Sual: Ekteki yazıda, (eskiden kadın yalnız başına yolculuk yapamazdı.
Fakat şimdi yollar emin olduğu için, tek başına uzun yola gitmesinde mahzur
yoktur) diyor. Dinin hükmü zamanla değişir mi?
CEVAP
Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz. (Mecelle
madde 39)
Dürer-ül-hükkam şerhinde bu maddenin açıklaması şöyle:
(Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete ait ahkam değişebilir. Nassa, delile
dayanan ahkam, zamanla değişmez.)
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte
ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. Din
bilgileri zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamana uydurmak isteyen
Ehl-i sünnetten ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’a ve ahiret gününe inanan kadının, üç günlük yola, ancak
kocası veya mahrem akrabalarından biri ile gitmesi helal olur.) [Hadika]
Berikada diyor ki: (Hür kadının kocası veya ebedi mahrem olan
akrabasından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yahut
akıl balig ve salih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi haramdır.)
İbni Âbidin hazretleri üç günlük yolun 18 fersah olduğunu bildiriyor. 18
fersah ise yaklaşık 104 km.dir. Demek ki bir kadın, zaruret olmadan
mahremsiz uzun yola gidemez. Bir günlük [35 km.lik] yola gitmesi ise
mekruhtur. Daha az mesafeye ise mahremsiz, fakat salih erkeklerle birlikte
gidebileceği Fetava-i Hindiyyede yazılıdır.
Sual: Bazıları, "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy" sözünün yanlış
olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi?
CEVAP
Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap ettirdiği
hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve adete ait hükümler
değişebilir. Nassa [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere], delile dayanan
hükümlerin zamanla değişmeyeceğini yukarıda bildirmiştik.
Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara
uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile
gidilmesi gerekir diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes
tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca
zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır.
Mesela, (köy halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır.
(Yusüf 82)
Zalim köylüler manasına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75)
406
www.dinimizislam.com
Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu
sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın kendisi değil, orada
okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da, zamanın icabı olan faydalı
işlere uymak gerektiği bildirilmektedir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.
Sual: Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin kolaylıklarını
araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir? Böyle hareket etmek
ruhsatla amel etmek değil midir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük
çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların
yapılmasını da sever.) [Beyheki]
Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış
anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi
yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyet’ten ayrılmak olur. (Elcamius
sagir şerhi)
İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki:
İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek
caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak
için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep değiştirmek de caiz
değildir.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline
düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri
yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir.
Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında, (Şeytan,
insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine
mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır.
Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını
aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan
yoludur) buyurmaktadır.
Sual: Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için
Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde
fetva verebiliyor?
CEVAP
Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise, (bağırsaktan
çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini
değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar.
Sual: Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikadları
olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?
CEVAP
407
www.dinimizislam.com
Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat)
fırkasıdır.
Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur.
Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne
sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi
sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman
karıştırılabilir. Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis
olur.
Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz
edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız
hakta olur. Hak ise tektir.
Sual: Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek caiz
midir?
CEVAP
Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad
derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i Muhammediyye
mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her hareketi, her duruşu, her sözü,
İslamiyet’e uygundur. Yani, her şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için,
Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için,
Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı
ve Resulullahı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" sevmekten ileri gelmektedir.
Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu
hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak
demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi İslamiyet’i bildirmektedir.
Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din
düşmanlarının, müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i
bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan
anlaşılmaktadır.
Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli rehberlerdir.
Sual: Her harika gösteren evliya mıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler
ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ,
seçtiği kullarına ihsan eder.
İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara
verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru
yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini
kıymetli sanır. Keramet denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle,
nefslerini temizleyen her insan, mahlûkların gayblerini haber verir. İnsanların
çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten
haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden
408
www.dinimizislam.com
haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını
inkâr ederler. [c.1, m.293]
Sual: İtikatta ve amelde mezhebimiz nedir? İtikatta mezhebi üçe
ayırıyorlar. Selefiye, Eşariye ve Matüridiye diye. Bu doğru mudur? Doğru ise
biz hangi mezhepteyiz?
CEVAP
İman ve itikat aynıdır. Bunları anlatan derin ilme İlm-i kelam denir. Kelam
ilmi, Kelime-i şehadeti ve buna bağlı olan, imanın altı temel bilgisini öğreten
ilimdir. Kelam ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelam kitapları pek çoktur.
Bu kitaplara, Akaid kitabı da denir. Kelam ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemaat
âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ile nakil ile ispat edecek
ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan
fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır.
Sünnilerin itikatta mezhebi, Ehl-i sünnet vel cemaattir. Amelde mezhebi
ise, dört hak mezhepten birisidir. İtikatta ayrılık olmaz. İtikatta mezhep üçe
ayrılmaz. Her müctehidin kendine göre bir mezhebi bulunur. Bir müctehidin
ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Her
müctehidin ictihadı, başka müctehidin ictihadından farklı olabilir. Birine hak,
ötekine bâtıl denmez.
Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi, İmam-ı Züfer’in mezhebi şudur
denir. Ama bunlar Hanefi mezheplerinden ayrı sayılmaz. Bunun gibi İmam-ı
Eşari ve İmam-ı Matüridi’nin de mezhepleri vardır. Fakat bunlar Ehl-i
sünnetten ayrı değildir. İkisi de, Ehl-i sünnetin imamıdır. Ehl-i sünnetin imamı
iki tane değildir, çoktur. İmam-ı a’zam, sadece fıkıhta değil, itikatta da Ehl-i
sünnetin imamlarından biridir. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali ve
Abdülhakim-i Siyalkuti birer kelam âlimi ve akaid imamıdır.
Netice, itikatta mezhebimiz Ehl-i sünnettir. Amelde mezhebimiz ise Hanefi
veya diğer üç mezhepten biridir. Her âlimin mezhebi vardır. Mezhepsiz âlim
olmaz. Mezhepsizlik dalalettir. Mezheplerden farklı hükümler alarak yeni bir
mezhep oluşturmak mezhepsizliktir, haramdır. Mason Abduh ve çömezleri bu
mezhepsizlik yolunu tercih etmişlerdir.
Sual: Dünyada bâtıl ve bid’at ehli olanlar daha çoktur, sesleri de daha
yüksek çıkıyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir ümmet Peygamberinden sonra ihtilafa düşer, gruplara
ayrılırlarsa, bâtıl ehli olanlar hak ehline galip gelir.) [Taberani]
Sual: (Hazret-i Mehdi gelince mezhepleri kaldırmayacak, fakat doğru olan
mezhep hükümleri unutulacak, Hazret-i Mehdi, ictihad edecek, ictihadı Hanefi
mezhebine uygun olacaktır) deniyor. Mezheplerin yanlış bilgileri de mi var?
CEVAP
409
www.dinimizislam.com
Yüce Allah desek, yüce olmayan Allah da var anlamı çıkar mı? Büyük
Allah’ım beni affet dense, küçük Allah da var anlamı çıkarılır mı? O zaman her
şeyde kusur bulunur. Sevgili Peygamberimiz dersek, sevgili olmayan da mı var
denebilir. Böyle şeyler ilmi tenkit değildir.
Sual: Müceddid ne demektir?
CEVAP
Dinde yenileyici, bid’atleri çıkarıp dini eski hâline getiren âlim demektir.
Mesela imam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) ikinci binin müceddidir.
Sual: Tam İlmihal’de, bana göre, bize göre demek, nakli esas almadan
yazmak, konuşmak caiz değil deniyor. Fakat, âlimlerin bana göre, bize göre,
bu fakire göre dedikleri de naklediliyor. Bu bir çelişki değil mi?
CEVAP
Hayır çelişki yok. Bana göre demek, kendini müctehid sanmak, yetkili âlim
bilmek demektir. Ama bir müctehid ise, yani yetkili âlim ise, elbette bana göre
demesi gerekir. Müctehidin bana göre demesi, benim ictihadıma göre
demektir. Mesela İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Evliyanın kabirleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak bize göre, ölüye
tazime sebep olmak, hakaret edilmemek, gafillerin edepli olmaları içindir,
caizdir. (Redd-ül-muhtar)
İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe, ilim, ictihad, vera ve akıl bakımından bizden üstündür. Onların
reylerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim reylerimizden evladır. (Risale-i
kadime)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekri Sıddık’tır.
Ondan sonra, Ömer-ül-Faruk’tur. Üstünlük, bu fakire göre fazileti, meziyeti, iyi
sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal
vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde, sonra gelenlere, üstad
olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi,
Sıddık’ta toplanmıştır. Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için
feda etmiştir. Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştı. (3/17)
Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler,
Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar
azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen
kâfir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır.
(1/259)
Resulullahın en kıymetli zamanları, bu fakire göre, namazdaki zamanıdır.
(1/206)
Bu fakire göre, her gece yatarken, (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la
ilahe illallahü vallahü ekber) yüz defa okuyan, tesbih ve tahmid ve tekbir
eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış olur. Kendini hesaba çekmiş sayılır.
(1/309)
410
www.dinimizislam.com
İmam-ı Sevri ve Evzai
Sual: İmam-ı Sevri ve İmam-ı Evzai, dört mezhebin imamı gibi, her ilimde
imam mıdır?
CEVAP
İmam-ı Sevri, hadiste imam, sünnette imam değildir. İmam-ı Evzai,
sünnette imam, hadiste imam değildir. İmam-ı Malik, hadiste de, sünnette de
imamdır. (Eşedd-ül-cihad)
Hakkın ölçüsü
Sual: Mezhepsiz biri, (Yolcuya bakıp yolu tanıma, yola bak yolcuyu
tanı) diyor. Başka bir mezhepsiz de, (Adama göre yolu değil, yola göre
adamı tanı) diyor. Ne demek istiyorlar?
CEVAP
Bunlar art niyetli kimselerdir. Daha başka mezhepsizler de, (Hakkı adama
göre değil, adamı hakka göre ölç) derler. Hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsi de
(Mezhep imamlarının ve diğer İslam âlimlerinin yolundan gitmeyin, onlara göre
yolunuzu tayin etmeyin. Kendiniz Kur’an ve sünnetten doğru yolu bulun. Sizin
bulduğunuza uygun değilse kabul etmeyin) demek istiyorlar. Mezhepsizler bu
yüzden, İmam-ı a’zam demezler, onun büyüklüğünü kabul etmeyip hep Ebu
Hanife derler. İmam-ı a’zam büyük imam demektir. İmam-ı a’zam hazretlerinin
yoluna uymayıp tahkike çalışırlar. Kendi anladıklarını ölçü kabul ederler, Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdiklerini ölçü kabul etmezler.
Onların tersini söylemek yani, (Ehl-i sünnet âlimlerine bakarak yolunu
tayin et) ve (Kendi görüşüne itibar etme, Hakkı Ehl-i sünnet âlimlerine
göre ölç) demek gerekir.
Zaten dinimizdeki dört delil, Kitab, sünnet, icma ve kıyastır. İmam-ı
a’zam hazretleri, bir âyet-i kerimeden, bir hadis-i şeriften ne anlamışsa, ona
uymamız lazımdır. Neyin icma olduğunu da, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiğine göre anlarız.
411