DİL NEDİR?
Transkript
DİL NEDİR?
Hazırlayan: Okt. Hamza ÖZKAN BİRİNCİ BÖLÜM DİL KONUSUNA GENEL BİR BAKIŞ A.Dilin Tanımı: I.Dil Nedir? Dil, insanların duygu, düşünce ve isteklerini başkalarına aktarmaya yarayan bir işaretler sistemidir. Bir başka deyişle dil, insanlar arasında anlaşma sağlayan bir iletişim aracıdır. İletişim tek boyutlu bir olay değildir. Oluşumu en az iki insan arasında gerçekleşir; ayrıca sadece sese, söze dayalı bir eylem değildir. İletişimde dil(lisan) kadar, beden dili (jest ve mimikler) ve vurgu-tonlama da önemlidir. Öyle ki bir cümlenin anlamı, sadece kelimelerin sözlük anlamından ibaret değildir. Onu söyleyen kişinin amacı (asıl niyeti) ve bunu karşısındaki kişiye aktarabilme zekâsı dili oluşturur. Bu aktarımdaki yeteneği (beden dilinin etkili kullanımı, vurgu ve tonlamadaki başarısı) günümüzde mesleki yeterliliğin önemli unsurlarından biri olarak kabul edilir. Bu yönüyle, ‘Gözler yalan söylemez.’ yargısı, halk hafızasının beden dilinde gizli olan sırrı çözdüğünün göstergesidir. ‘Oğlum.’ sözünü söyleyen kişinin vurgu ve tonlama başarısı onun anlamlandırma yeteneğini de gösterir. Bu sözün bir söylenişinde sevginin doyamamışlığını, bir söyleniş biçiminde sövgünün bedduasını (ilencini) ve bir söyleyiş lakaytlığında da varlık ile yokluğun umarsızlığını görebilirsiniz. Dil tanımlarının çoğunda dilin işlevleri ve özellikleri üzerinde durulduğu görülmektedir. Prof. Dr. Muharrem ERGİN’e göre, “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” Bu tanımlamada dilin; -insanlar arası iletişim aracı olması, -kendi kanunları içinde gelişen canlı bir varlık olması, -geçmişi bilinemeyen zamanlara dayanan gizli anlaşmalar sistemi olması, -toplumsal bir kurum olması, hususları vurgulanmaktadır. Prof. Dr. Doğan AKSAN’a göre, “Dil bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca başka başka nitelikleri beliren, kimi sırlarını bugün de çözemediğimiz büyülü bir varlıktır. O, gerek insan gerek toplum gerekse insan ve toplumdan ayrı düşünülemeyecek olan bilim, sanat, teknik gibi bütün alanlarla ilgili bulunan, aynı zamanda onları oluşturan bir kurumdur.” Bu bakış açısında da dilin; -çok yönlü ve sırlarla dolu bir varlık oluşu, -kültürü aktaran sosyal kurum oluşu, -uygarlığı oluşturan ve geliştiren toplumsal unsur oluşu, hususları vurgulanmaktadır. Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, ‘‘Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır… Dilin bütünü milletin evidir. Bin bir odalı bir ev! Buna şehir, ülke demek daha doğru olur. Milletler dillerini tıpkı medeniyetleri gibi korurlar.’’ diyerek toplumun var oluşuşunun temelinde dilin olduğuna dikkat çeker. Sonuç olarak; ‘Dil, insan olmaktır.’ diyebiliriz. İnsanı diğer canlılardan ayıran kültür, uygarlık gibi kazanımlar dilin insanlığa armağanıdır. B.Dilin Belirleyici Özellikleri: 1. Dil Canlı Bir Varlıktır. Diller de tüm canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür. Tarihin karanlık devirlerini bilemediğimiz için, dillerin doğuşu konusundaki bilgilerimiz daha çok inançlara ya da varsayımlara dayanmaktadır. Elimizdeki veriler, yazılı dönem insanlık tarihinden ve sözlü dönem varsayımlarından oluşmaktadır. Arşivlerimizde binlerce yıl öncesinden kalma belgeler var. Kimi taşlar üzerine, kimi tabletlere, kimi kâğıt ve ağaç yapraklarına yazılmış ya da mağara duvarlarına resim olarak nakşedilmiş. Bu gün yeryüzündeki dilleri incelediğimizde, yaşayan dil sayısı kadar, ölü dil olduğunu görüyoruz. Bunlara arkaik dil adı veriliyor. Modern çağın küreselleşme politikaları, özellikle küçük yerleşim yerlerinde ( Avustralya ve Afrika kabileleri başta olmak üzere) konuşulan dilleri yok etmektedir. Günümüzde onlarca dilin bir yıl içinde yok edildiği düşünülmektedir. Dillerde canlılık deyince daha çok değişim akla geliyor. Dillerdeki değişim şu şekillerde görülmektedir. a. Ses değişimi b.Anlam değişimi c.Kelime değişimi Dillerin uzun tarihsel geçmişlerini irdelemeden bile – hatta gündelik yaşamın içinde – bu değişimlere tanıklık yapabilirsiniz. Başka yöreden bir arkadaşınız; ‘‘Bizim orada bu kelimeyi şöyle söylerler. Bizde bu kelime şu anlama gelir. Bizim oralarda bu kelime yerine şunu kullanırlar.’’ diyebilir. Size Türklerin ilk yazılı metinlerinden bir örnek vereceğim. Metnin özgün hâli ile bugünkü dilde aldığı şekli karşılaştırdığınızda farkı göreceksiniz. ‘‘ İl tutsık yir Ötüken yış ermiş. Bu yirde olurup Tabğaç budun birle tüzültüm. Altun kümüş işgiti kutay burigsuz anca birür. Tabğaç budun sabi süçig ağısı yımşak ermiş. Süçig sabin yımşak ağın arıp ırak budunuğ anca yağutır ermiş. Yağuru kondukda kisre ariyığ bilig anda öyür ermiş.’’(Kültigin Abidesi) ‘‘İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırır-mış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.’’ MS.730’larda yazılmış Türkçe ile günümüz Türkçesinde yazılmış iki metin bize zaman ve mekânın dil üzerine etkisini gösteriyor. Bu yönüyle Ahmet HAŞİM dilleri ağaçlara benzetir. ‘‘Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca müşabih (benzer) değildir. Lisanlar-tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir. Edebi bir metni okurken, daha dün o kadar zinde (canlı) bir manası olan “melek” kelimesinin, bugün tamamen hayatiyeti tükenmiş, renksiz ve şekilsiz bir laf haline geldiğini hissettim. Bu kelime, şimdi Türkçede soğuk bir raşeden (ürperişten) başka bir şey değildir.’’ Dillerdeki değişimi anlatmak için çok eski örnekler aramaya da gerek yoktur, çünkü günümüz argosunda değişimi net olarak gözlemleyebilirsiniz. Belki bir kötülük olarak algıladığımız ‘felâket’ günün birinde güzellik ölçeği olabilir. Çok pis yemek yapan bir arkadaşınızın yemeğini yerken parmaklarınızı da yiyebilirsiniz; açlıktan değil, beğenme arzusu ya da doyumsuzluğundan. Birgün oğlunuz ya da kızınız size ‘‘Anne-Baba, ben dedemi(ninemi) anlayamıyorum, bana ‘talebe’ durduk yerde ‘mesele, tabiat vs. diyor.’’ diye serzenişte bulunabilir. Bu bir değişimdir ve canlılığın ifadesidir. 2.Dilde Yaratıcılık İlkesi. İnsan sınırsız bir varlıktır. Duyguda, düşüncede, hayalde, istekte, inançta, inançsızlıkta, arzuda, keyfiyette, kanaatte, doyumsuzlukta, aşkta, nefrette –kısaca aklınıza gelen her konuda- insan aklının sınırlarını hiçe sayacak, zorlayacak işler yapabilir. Bir insan bedeninde birkaç insanın ruhunun yaşadığına tanık olabilirsiniz. Bu sınırsız insan; kendini sınırlı sayıda kelime ile ifade eder, çünkü elindeki malzeme sınırlıdır. (Günümüz gençlerinin çoğu –maalesef- birkaç yüz kelime ile meramını anlatıyor. Birçok kişi dilin inceliklerini, güzelliklerini, kelimelerin derinliğini bilmeden, onları okumadan, yazmadan, mesaj trafiğinin yoğunluğu ve karmaşası içinde günlerini geçiriyor.) İnsan, birbiriyle ilgisiz işleri yaparken bile aynı kelimeleri kullanıyor. Demek ki ağlarken gülerken, ilan-ı aşk ederken ayrılık türküleri- hasret şarkıları söylerken, en güzel dileklerde bulunup dua ederken veya beddualarla sövgü kelimeleri sıralarken farklı bir malzeme kullanmıyoruz. Bu, sınırlı sayıdaki rakam ile sonsuz sayı üretmeye, dört işlem ile sınırsız problem oluşturup onları çözümlemeye benziyor. Dillerdeki sınırlı sayıdaki kelime ile sınırsız insanı anlatabilme yeteneğine dilde yaratıcılık diyoruz. 3.Dil Toplumsal Bir Kurumdur. İnsanların konuştukları dil ile aralarında toplumsal bir bağ vardır. Bu bağ, anadili bağıdır. Çocuk ilk ninnileri kendi dilinde duyar, ilk sevgi sözlerini ve belki ilk küfrü de annesinin dilinde işitir. M. Kaplan’ın dil tanımına bakarsanız göreceksiniz: Dil bizim yuvamız. O yuvada güvendeyiz. Koruma altındayız. Hem bedenen hem de ruhen açlığımızı gideriyoruz. Besleniyoruz ve huzura eriyoruz. Bu yönüyle Türkçemiz vatanımızdır. Bu vatan, üzerinde sekiz farklı bayrağın dalgalandığı ülkelerle sınırlı kalmıyor, iki büyük kıtada Türkçe konuşulan onlarca ülkeyi kapsayan büyük bir yurt oluyor. Dil toplumu oluşturan gizli anlaşmalar sistemidir. Bu sistem nasıl oluştu anlamak zordur, ama insan kendi dilinin inceliklerini yaşayarak öğrenir. İnsan dil ile bir millete (ulus) bir topluma mensup olur. Türkçe konuştuğumuz için Türk oluruz. Yeryüzünde tek bir dil konuşulabilir miydi ve bunun sonuçları nasıl olurdu? İlk bakışta insanları birleştireceği düşünülebilir, ama Anadolu’nun her yerinde Türkçemiz başka ağızlarda konuşulup İstanbul ağzıyla yazıldığı için daha hoş olmuyor mu? Tek bir dünya dili olsaydı farklılıkların güzelliği ve bunun düşünceye aktarımı tat vermezdi. Tek bir dünya dili fikri, ‘Esperanto dil’ girişimleri Mehmet Muhittin (Türk dilbilimci) ve Polonyalı tıp doktoru Zamenhof tarafından ortaya atılmış, ama başarılı olamamıştır. 4.Dil Bir Kültür Aktarım Aracıdır. Latinceden dilimize gelen ‘kültür’ kelimesinin farklı anlamları vardır; ancak bizi daha çok bir anlamı ilgilendiriyor. Bu yönüyle kültür, toplumların çok eski tarihsel geçmişlerinden günümüze taşıdıkları, maddi ve manevi tüm değerleridir. Bunun içine onun aile anlayışı, inanışları, hukuk anlayışı, giyim kuşamı, üretim ve tüketimi, sanatı, edebiyatı, folkloru, dili, gelenekleri, âdetleri vb. gibi her şey girer. Toplumdan topluma değişir. Hatta bir toplumun yakın coğrafyalarında bile farklılık gösterebilir. Bunda coğrafya kadar iklimin ve toplumun üretim- tüketim ilişkilerinin etkisi olabilir. Örneğin, Aydın’ın dağ köyleriyle ova köylerindeki insanların kılık kıyafetlerinden tutunuz âdetleri birbirinden farklı olabilir. Bu farklılıkta dağ ve ova köylerinin gelir durumu, eğitim düzeyi gibi ölçütler etken olabilir. Dünyada kültürsüz toplum yoktur. En ilkel koşullarda yaşayan toplumların bile kendilerine özgü yaşam biçimleri bulunmaktadır. Toplumların bazı kültürel özellikleri bize itici hatta iğrenç gelebilir, ama bu o topluma göre olağan bir durumdur. Örneğin, yemek kültürüne bakalım. Farklılıkları açık olarak görebilirsiniz. Bizim köylerde herkesin ortak kaptan yemek yemesi Batı toplumlarına göre kabul edilebilir bir davranış değildir. Onlar olayı ‘hijyen’ ve sağlık açısından değerlendirir. Biz ise olaya varlığı yokluğu paylaştıran, birleştiren sofranın kutsallığı açısından bakarız. Yemeklerin yapılışı da her toplumda farklıdır. Bizim et ile yaptığımız yemeklerde genellikle sos yoktur. Batılı ise hardallı, mayonezli, ketçaplı tercih eder. Fransızlar ise eti şarap ile sosa yatırır. Örneğin birçok Batılı bizim namus yoluna döktüğümüz kanı, gösterdiğimiz hassasiyeti anlayamaz. Onlara göre bu durum barbarlıktır. Buna karşın töre cinayetlerini, kan davasını bu toplumun içinde yaşayan birçok kesime anlatamazsınız. Kültürler durağan değildir, sürekli değişim gösterir. Bunda çok farklı etkenler olabilir. Kendi yaşamınızda bile siz bu değişimleri çok açık olarak görebilirsiniz. Örneğin eskiden görücü usulü evlilik revaçtaydı, sonra bunun yerini gençlerin tanışıp anlaşarak evlenmeleri aldı. Günümüz modası ise (Sizin moda kelimesi yerine tercihiniz trent.)İnternetten buluşup evlenmek… Kültür değişimlerini genel olarak iki başlık altında ele alabiliriz. a.Kendiliğinden değişim: Kültürün zaman içinde değişimde; iletişim araçlarının, turizmin, sanatsal faaliyetlerin, sporun etkisi çoktur. Birbirlerinin farklı yaşam biçimlerini gören toplumlar, ilk başlarda bunu yadırgasalar da zamanla alışırlar yani benimserler. Yadırgadıkları bir davranışı sonra yapmaktan gocunmazlar. C.ŞEHABETTİN, ‘‘Bir genç kızı değiştirmeye büyük annesinden başlamalısınız.’’ diyor. Sizlerin yaşıtı oğlumun kulağında küpeyi ilk gördüğümde yutkunmuştum. Hâlbuki Rahmetli Babam, İspanyol paça pantolonumu görünce bana on beş dakika vermişti, Türk usulüne geçmem için. Algıların cehaletle ve eğitimle de ilgisi yoktur. Örneğin üniversite hocam, sakallı hâlimle beni görünce, iki hafta tahtada sorgulanma ile ödüllendirmişti. b.Dayatmacı değişim: Toplumlar zorla değiştirilebilirler. Hatta yasalarla değişim mümkündür. Hepiniz mahalle baskısı kavramını duymuşsunuzdur. Bir şeyi yaparken ‘Ayıp olur.’ diye yapmaktan vazgeçerseniz, burada bile kendi kendinize kontrol (otokontrol) bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki inkılâplar, toplumu değiştirmek için devletin hamleleridir. Buradaki değişim sözcüğünü hep olumsuz olarak düşünmeyiniz. Gerek gönüllü gerekse zorla değişimde belki sonuçlar hayırlı da olabilir. Dil- Kültür İlişkisi Kültürü gelecek kuşaklara aktaran ve öğreten dildir. Diğer deyişle dil olmasaydı kültür ve uygarlık da olmazdı. Demek ki bugünkü insan kültür ve uygarlığının varlığı, dil ile doğrudan ilintilidir. Uygarlık, (medeniyet) insanlığın bilim ve teknolojideki ilerlemeyle ulaştığı ortak nokta olarak tanımlanabilir. Öyleyse kültür toplumların kendi öz malı, uygarlık ise insanlığın ortak hazinesidir.. Dil olmasa uygarlık da olamazdı. Hayvanlarla aramızdaki temel fark burada görülüyor. Düşünsenize hayvanlar da bir kültür ve bilgi birikimine sahip olsalardı insanın durumu ne kadar acı olurdu... Dil, kültürü aktardığı gibi kültürel değişimden de ilk etkilenen varlık gibi görülür. Örneğin, Türk tarihindeki ilk dil değişimi din değişiminin olduğu Uygurlar dönemine rastlar. Dilimize Budizm ve Maniheizm’in etkisiyle yabancı kelimeler girmeye başlar. Atalarımız Müslüman olur, Arapça ve Farsçanın etkisi adlarımızda kendini gösterir. Bilge Kağan, Kültigin, Tonyukuk, Alp Er Tunga gibi Türkçe isimler yerini Ahmed’e Mahmud’a Mehmed’e bırakır. Toplumlarda hangi kültürel etki varsa dil üzerindeki etkisi açıktır. Eskiden Arapça dilimizi yabancılaştırıyor diyorduk, bugün de İngilizce etkisinden rahatsız oluyoruz. Burada iki net örnekle kültürel değişimin dil üzerine etkisini göstermeye çalışalım. İlk örnek metnimiz tarih kitaplarında defalarca okuduğunuz, dolayısıyla size aşina bir konu. Gazi Mustafa Kemal, Nutuk adlı eserinin 1’inci cildinin 65. sayfasında Erzurum Kongresi kararlarını şöyle anlatıyor: ‘‘1.Hududu millîye dahilinde bulunan bilcümle aksamı vatan bir küldür. Yekdiğerinden infikâk kabul etmez. 2.Her türlü ecnebi işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümetinin inhilâli halinde millet müttehiden müdafaa ve mukavemet edecektir. … 4.Kuvayi milliyeyi âmil ve iradei milliyeyi hâkim kılmak esastır. 5.Anasırı Hıristiyaneye hâkimiyeti siyasiye ve muvazenei içtimaiyemizi muhil imtiyazat ita olunamaz …’’ Aynı maddeler 2000 yılında baskısı yapılan Dil Derneği’nin Söylev’inde aşağıdaki şekliyle günümüz Türkçesine çevrilmiştir.(Sh:24) ‘‘1.Ulusal sınırlar içindeki yurt parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz. 2.Yabancıların topraklarımıza girmesine ve iç işlerimize karışmasına karşıyız. Osmanlı Devleti’nin çökmesi durumunda ulus, birlikte yurdu savunacaktır ve direnecektir. … 4.Ulusal gücü etken, ulusal istenci egemen kılmak, temel ilkedir. 5.Hıristiyan azınlıklara, siyasal egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. …’’ Günümüzdeki dil değişimini ise 2013 Ağustos’unda çıkmış iki gazete yazısıyla örnekleyelim.(4 Ağustos, Hürriyet) Örnek 1: Sinsi Instagram Küçük bir hesapla yukarda saydığımız uygulamaların bir açılışta kaç megabyte harcadığını araştırdık. En fazla harcama yapanların başında video uygulamaları geldi. Örneğin mobil internet üzerinden 15 dakikalık TV izlenmesi 75 megabyte , You Tube’de yüksek kaliteli bir müzik klibi dinlemek için 16 megabyte veri harcıyor…Foursquare ‘check-in’leri 0.30 megabyte ile yapılabiliyorken, harita üzerinde adres bulmak 0.80 megabyte gerçekleşebiliyor. Facebook ve Twetter’ın mobil internet harcamaları azımsanacak cinsten değil. Facebook’a bağlanan birkaç fotoğraf albümü gezmeleri ve haber akışına göz atması yaklaşık 3 megabyte harcıyor… Kullanıcıların günde onlarca kez Twetter, Facebook veInstagram’a girdiğini düşünecek olursak mobil internet kotalarının hızla bitmesi söz konusu olabiliyor… Google Play’de veya App Store’da yer alan mobil internet sayaçları kullanıcıların işini görebiliyor. Android kullanıcıları biraz daha şanslı…’’ Örnek 2: Profesyonelden Kusursuz Düğün Sırları Meltem Öksüm, kendi evlilik hazırlıkları sırasında yaşadığı deneyimden yola çıkarak profesyonel iş hayatının rotasını turizm ve halkla ilişkilerden ‘kusursuz düğünler’e yönlendirdi. Çiftlerin evlilik sürecini daha iyi yönetebilmesi için fikir veren Öksüm, bu önemli dönemin stressiz atlatılmasının ilk sırrının yeterli zaman ayrılması olduğunu söylüyor. Öksüm, ‘Minimum 9 aylık bir hazırlık devresi işinizi görebilir ama 16 aylık süreç işinizi kolaylaştırır.’ diyor. Gelinlikte deniz kızı trendi Öksüm’e göre dekorasyonda, tüyler, kelebekler, kuşlar ve meleklerin kullanıldığı romantik detaylar gözde. … Kır düğünlerindeyse yeşil, mor ve turuncunun pozitif enerjisi hâkim. Masa örtüleri daha az kullanılıyor. Örtü yerine lake masalar tercih ediliyor. Her sene popülaritesini koruyan prenses kabarık gelinlikler bu sene de çok tercih ediliyor. Göğüs dekoltesi ve sırt dekoltesi yine vazgeçilmez. Senenin öne çıkan diğer trendi ise ‘denizkızı’ modelleri… Vücudu saran bu modelde derin sırt dekolteleri ve etek detayları dikkat çekiyor. Bu sezon tüllerin ve dantellerin hâkimiyeti sürüyor. Kristal taşlar, payetler, minik boncuk ve işlemeler eteklerden ziyade bel ve göğüs çevresinde görülüyor. Fit gösteren smokinler Damatlar smokinlerin sihrini keşfetti. Smokin, erkeği olduğundan fit, enerjik ve çekici gösteriyor. … Uzun boylu damatlar, jaketatay ve frak modeliyle de iddialı olabilir. Kısa boylu damatlar, tek düğmeli smokini, kısa boylu ve göbekli damatlarsa kruvaze smokin ceketi daha iyi taşır. Sonuç olarak şunu söylemek yerinde olacaktır: Dil toplumların aynasıdır. Bir toplumun tüm değişimleri dilde kendini gösterecektir. Şunu da unutmayınız. İlkel topluluklar bu çağda bile olabilir, ama ilkel dil yoktur. Belki ilkel toplumların dili gelişmiş ülkelerin dilinden bile işlektir. İKİNCİ BÖLÜM DİLLERİN DOĞUŞU İnsanlar zaman zaman şu soruların yanıtını merak etmiştir: İlk insan konuşuyor muydu, yoksa diller sonradan mı ortaya çıktı? Yeryüzünde konuşulan en eski dil hangisiydi? Konuşma, yani dili kullanma eylemi ne zaman ve nerede başladı? Dil insanlara Tanrı’nın bir armağanı mıdır, yoksa insanlar tarafından mı üretilmiştir? Bugün varlığı bilinen binlerce dil, bir dilden mi türedi, yoksa farklı coğrafyalarda, başka başka zamanlarda mı ortaya çıktı? Bu türden soruları arttırmak mümkündür. Bu sorulara bir ya da birden daha fazla yanıt da verilebilir. Unutmamak gerekir ki ‘Bu yanıtların ispatlanabilirliği var mıdır?’ sorusu da cevaplanması gereken bir sorudur. Bugün yeryüzünde bilinen beş bin dolayında dil vardır. Bunların bazıları çok büyük topluluklar tarafından konuşulur, bazıları ise bir köy büyüklüğündeki kabileler tarafından. Bunların yarısının ölü dil olduğunu daha önce belirtmiştik. Dünyada yüz on sekiz resmi dil var. Demek ki bazı (Dünyada iki yüz dolayında bağımsız ülke vardır.) devletler aynı dili resmi dil olarak kullanıyor. Türkçe bu dillerden biridir. Türkçenin farklı şiveleri sekiz devletin resmi dilidir. (Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan) Bildiğiniz gibi İngilizce de ABD, İngiltere gibi küresel dünyanın büyük devletlerinin resmi dilidir. Arapçanın kaç ülkenin resmi dili olabileceğini siz hesaplayın. Bu dillerden en eskisini saptayabilmek için öncelikle, dünyanın bilinemeyen karanlık çağlarının aydınlatılabilmesi gerekir. Yazının icadı yaklaşık beş bin beş yüz yıl öncesine dayanır. Demek ki biz, yazılı olarak bu dönemi biliyoruz. Hâlbuki bilinemeyen on binlerce hatta milyonlarca yıl var. O dönemler hakkında yorum yapabilir, bu yorumlara yürekten inanabiliriz. Ancak bizim inancımız, herkesi ikna edebileceğimiz anlamına gelmez. Bazı kişiler bizim görüşlerimize kuşkuyla yaklaşabilir, hatta yanıtlarımızı çok saçma bulabilir. a.Dillerin ortaya çıkışı: Bu konudaki görüşler iki temel yaklaşıma dayanır. 1.Monojenist yaklaşım: Bugün varlığı bilinen tüm dillerin aynı dilden doğduğu tezine dayanır, ama bu dilin hangisi olduğu konusunda görüş bildirmez. 2.Polijenist yaklaşım: Yeryüzündeki dillerin başka başka zamanlarda farklı farklı bölgelerde ortaya çıktığı tezine dayanmaktadır. Bu iki temel yaklaşımdan hareketle, dillerin doğuşu konusundaki görüşleri şu başlıklar altında irdeleyebiliriz. A.Dillerin doğuşu konusundaki efsanevî/ mitolojik görüşler: Efsaneler, insanların akıl yoluyla cevap veremedikleri sorulara karşı ürettikleri, olağanüstü olay ve kahramanların hikâyeleridir. Efsanelerde genellikle hayvanlara öykünme vardır, çünkü hayvanlar bazı konularda insanlardan daha şanslıdır. Güçlüdür, dayanıklıdır, süratlidir, uçabilir, deniz altında yaşayabilir vs. Efsanelere bakılırsa, genellikle, insanoğlu konuşma yeteneğini hayvanlardan öğrenmiştir. Örneğin Çin efsanesinde insana dili öğreten su kaplumbağasıdır. Sırtındaki şekillerde yazının sırrını taşımaktadır ve bunu imparatora göstererek yazıyı öğretir. Babilliler, yarı insan yarı balık (denizkızı) bir deniz yaratığından yazıyı öğrendiklerine inanırlar. Hintliler, gök gürültüsünün doğa tanrısı Vac’in sesi olduğuna inanırlar. Baştanrı Brahma’nın görünüşü olan Vac, aynı zamanda insan dilinin de öğretici tanrısıdır. Eski Mısır’da Baştanrı Ra’nın isteklerini, habercisi olan tanrı Tot aracılığıyla yaptırdığına inanılırdı. Tanrı Tot, yeryüzündeki canlı ve cansız her şeyin adını bilirdi. O, nesnenin adını söylemedikçe nesne var olmazdı. Heredot’un kayıtlarına göre, ilk dilbilim deneyini Mısırlılar yapmıştır. M.Ö. VII. yüzyılda Mısır Kralı Psammetichos, yeni doğmuş iki çocuğu insan olmayan bir yere bıraktırır. Çocuklar iki yaşına kadar insan sesi duymaz. Sonra çocuklar kralın huzuruna getirilir. Bir süre beklenir ve çocukların ‘bekos’ dedikleri görülür. Mısır dilinde bulunmayan bu sözün, Frikya dilinde ‘ekmek’ anlamına geldiği anlaşılır. Bu tespitten sonra Heredot, yeryüzündeki ilk insanların Frikyalılar ve en eski dilin de Frikya dili olabileceğini ileri sürer. (Bu deney bize çok saçma gelebilir, ama unutmayalım, modern çağ insanları da Tarzan’a inanıyor. Bizim Tarkan’ı insan değil, bir kurt büyütüyor. Uçan adam ‘Süpermen’ bir kuşa, ‘Batman’ yarasaya, ‘Örümcek Adam’ örümceğe öykünüyor. Bunların sayısını arttırmak size daha kolay gelecektir.) B.Dillerin doğuşu konusunda dinî görüşler: Dinlerdeki ortak nokta şudur: İlk insan konusunda kuşku yoktur ve ilk insan, Hz. Adem’dir. Tevrat’ta Tanrı’nın yarattığı canlılara ad vermek için Adem’i görevlendirdiği belirtilmiştir. Bu bilgi daha sonra gönderilen İncil ve Kur’an-ı Kerim’de de bulunmaktadır. ‘‘(Rabbin): ... Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’’ dedi. Âdem’e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sundu ve dedi ki: ‘‘Haydi doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin!’’ Dediler ki: ‘‘Sen yücesin (ya Rab): bizim senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hâkimsin (her şeyin içyüzünü bilen, her şeyi yerli yerince yapansın). (Allah) dedi ki: ‘‘Ey Âdem! Bunlara onların adlarını haber ver.’’… Bakara Sûresi 30- 31-32-33.ayetler ‘‘Çok merhametli (Allah) Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı (konuşup düşüncelerini açıklamayı) öğretti.’’ Rahman Sûresi1-2-3-4. ayetler ‘‘…Ve Rab Allah her kır hayvanını , ve göklerin kuşunu topraktan yaptı, ve onlara ne ad koyacağını görmek için adama (Adem) getirdi; ve adam her birinin adını ne koydu ise, canlı mahlûkun adı o oldu.Ve adam bütün sığırlara, ve göklerin kuşlarına, ve her kır hayvanına ad koydu, fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı.’’ Eski Ahit(Tevrat):Tekvin, 2. Bab Ayrıca dillerin farklılaşması konusunda Tevrat’ta şu bölüm dikkat çekicidir. ‘‘Ve bütün dünyanın dili bir, ve sözü birdi. (…) Ve Rab dedi: İşte bir kavmdırlar, ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmaya başladıkları şey budur; ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin, inelim, ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeyi bıraktılar.(…)Çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı; ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.’’ Eski Ahit(Tevrat) Tekvin, 11. Bab Demek ki dinî kaynaklar, bize dilin Yaradan’ın bir armağanı olduğu bilgisini vermektedir. Yeryüzündeki ilk dilin hangisi olduğu konusunda ise ortak noktaları Hz. Adem’in konuştuğudur. Ancak bu dilin hangisi olduğu sorusunun yanıtı yoktur. Bazıları bunu Rabça, bazıları da Ademce olarak adlandırma yoluna gitmektedir. Adı ne olursa olsun dinî kaynaklara göre, dil Tanrı’nın kullarına lûtfudur. C. Dillerin doğuşu konusunda felsefî görüşler: Felsefe bilindiği gibi dile ve düşünceye dayalı bir uğraşıdır. Doğal olarak ‘dilin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı’ sorununa da çözüm araması beklenen bir durumdur. Hereklitos (M.Ö. VI. yy) gibi bazı filozoflara göre dil doğuştan gelmiştir, yani sonradan insan tarafından üretilmemiştir. Demokritos (M.Ö. V. yy) ise Hereklitos’un görüşüne katılmaz. Dilin yapı taşı olan kelimeler, insanlar arası anlaşmanın bir ürünü olarak düşünülmelidir. Yani dili insan üretmiş olmalıdır. Sokrates’ten sonra ise dil, daha çok gramer yönüyle ilgi alanı olmuştur. Amaç etkileyici bir konuşmacı olabilmek ve hitabet yeteneğini geliştirmektir. Aristo, Poetika adlı eserinde gramer çalışmalarını kurallara bağlayarak dildeki kelimeleri incelemiştir. Daha sonraki süreçte dil, dilbilimcilerin ilgi alanında farklı bir saha olarak düşünülmüştür. Ç. Dillerin doğuşu konusunda bilimsel görüşler: Bilim insanlarının dillerin doğuşu hakkındaki görüşlerini, aşağıdaki açıklanmış başlıklar altında irdelemek doğru bir yaklaşım olacaktır. 1.Yansıma kuramı: Bu kuramı savunan dilcilere göre ilk insanlar, doğadaki sesleri taklit ederek bugünkü dilleri oluşturmuşlardır. Doğada canlı varlıkların ve cansız nesnelerin çıkardığı sesler vardır. Bu seslerden bazıları dilimizde kelime olarak kullanılır. Örneğin; şıkır şıkır, gürül gürül, fısır fısır, horul horul ve bundan türetilmiş olan horultu gibi… Bu tezin doğruluğu, aynı hayvan sesleri ya da doğa sesleri farklı dillerde başka sözlerle karşılanmasaydı, tartışmasız olurdu. Ancak horoz sesi bile dillerde nasıl ifadesini bulmuş inceleyelim: Türkçe : ü üü ürü üü İngilizce : cook a doodle do Fransızca: coquerico Almanca: kikeriki Rusça : UU UU ypyy Çince : Ü üü chǎnpǐn 2.Ünlem kuramı: Ünlemler insanların, hatta hayvanların birtakım tepkime sesleridir. Sevinme, üzülme, yorulma, rahatlama, şaşırma, canı yanma, korkma vb. gibi durumlarda istem dışı olarak çıkan seslerdir. Bu kuramı savunan bilim insanlarına göre bu seslerden ilham alan eski zaman insanları dili yaratmıştır. Yani; ahh, oh, off, ıhhh, vay vb. gibi sesler dillerin oluşumunda insanoğluna ilham vermiştir. 3.Doğuştanlık kuramı: Bu tezi savunanlar, insanların konuşma yetisiyle, yani dil ile donatılmış olarak dünyaya geldiğini ileri sürerler. Burada şöyle bir çelişki dikkat çeker. İşitme engelli insanlar duyamadıkları için konuşamıyor. İşitse kelimeyi tanıyacak ve seslendirecek. Bilinen diğer gerçek ise şudur: Dili biyolojik annemizden değil, sütannemizden öğreniyoruz. Bir çocuğun öz annesi ile sütannesi farklı dilleri konuşabilir. Çocuk, dilini ona ninni okuyandan öğrenir. 4.Beden dili (jest- mimik) kuramı: İletişim içinde beden dilinin işlevi, bugün bile, yaklaşık yüzde altmışlardadır. Birtakım bilim insanları, ilk insanların konuşamadığını, ama işaretlerle anlaştığını düşünüyor. Bu görüşü savunanlara göre, işaretlerle anlaşma zaman içinde yetersiz kalıyor ve ilk başlarda şekilsiz seslerle (kelime biçimine gelmemiş seslenmeler) beden diline yardım ediliyor. Sonra bu şekilsiz sesler bir düzene giriyor ve kelimeler oluşturuluyor, sonra söz dizimi oluşuyor ve karmaşık bir yapı olan dil ortaya çıkıyor. Ancak; bir paragraf ile anlatmaya çalıştığımız bu oluşumun, insanlık tarihinin on binlerce yılında başarılabileceği gerçeğini unutmamak gerekir. 5. İşbirliği kuramı: İnsan sosyal ve toplumsal bir varlıktır. İnsanı, sadece beslenen ve üreyen bir varlık olarak düşünmek, ona yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanoğlu, o çok uzak tarihin karanlık devirlerinde bugünkünden çok daha zorlu doğa koşulları ile baş etmek zorundaydı. Ayrıca yaşamak için avlanmak, varlığını sürdürmek için korunmak gerekiyordu. Avlanmak için elinizde silah yoksa, o zaman başkalarıyla birlikte hareket etmek zorundasınız. Belgesel izleme merakınız varsa, bazı hayvanların bile birlikte hareket ederek avlarını yakalayıp paylaştıklarını görmüşsünüzdür. Bu kuramı savunanlara göre, avlanma sürecinde seslenmeler olmuştur. Bazen avınızı yerinden çıkarmak için, bazen de av arkadaşınızı uyarmak için seslenmelere gereksinim duyulur. Çocukluğu benim gibi köyde geçmiş olanlar, domuz sürek avı yapan avcıların şamatasını bileceklerdir. Ayrıca bir misafir geldiğinde, avluda dolaşan bir tavuğu elde sopa, süpürge, çalı vs. ile yakalamak için oluşturulan takım ruhunu ve onların ‘höyt, hoo, heyy, uhaaaa’ vb. seslenmelerini anımsayacaklardır. Türkçede ‘Ava giden avlanır.’ diye güzel bir atasözü vardır. Doğal olarak onun mecaz anlamını düşünürüz, ama bir kere de gerçek anlamını düşünün. Avlanmaya giden erkekler, eşlerini ve çocuklarını bir mağaraya ya da sığınağa gizlemek zorundadır. Mağara girişini ne kadar büyük kaya ile kapatırsa düşmanları için o kadar caydırıcı olacaktır. Aksi takdirde savunmasız ve korunmasız kalan eş ve çocuklar bir diğer avcı için kolay bir av olacaktır. Bir de şunu unutmamanızı dilerim: Bu insan dediğimiz varlık, daha yarım asır öncesine kadar kendi cinsini yemekten utanmayan bir yamyam idi. Bu görüşü savunan bilim insanları; avlanma ve korunma eylemlerini gerçekleştiren insanın, birlikte hareket etme zorunluluğunun dili oluşturduğunu düşünmektedir. Sonuç: Yukarda dillerin doğuşu konusundaki farklı görüşleri özetlemeye çalıştık. Bunların birini gerçekçi bulabilir veya hepsini eleştirip inkâr edebilirsiniz. Bugün için kanıtlanamayacak bir olaylar zincirinden söz ediyoruz, ancak bu sizin bir tanesine inanmanızı engellemez. Demek ki inanmak ne kadar hakkımızsa, ikilemde kalmak da başkalarının o kadar hakkıdır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM A. DÜNYA DİLLERİ VE BU DİLLER İÇİNDE TÜRKÇENİN YERİ Dillerin Sınıflandırılması: Yeryüzünde bilinen yaklaşık beş bin kadar dilin olduğunu belirtmiştik. Bu diller daha az sayıda anadilden ayrılmış olmalıdır. Bu bakımdan dillerin sınıflandırılmasında dilbilimciler iki ayrı gruplamayı esas alırlar. Aynı grupta yer alan diller arasında; ses (fonetik), yapı (morfolojik), kelime(leksikoloji) ve sözdizimi(sentaks) açısından benzerliklerin, ortak noktaların olması gerekmektedir. Diller köken(menşei, kaynak, aile) ve yapı bakımından sınıflandırılır. B. YAPILARINA GÖRE DÜNYA DİLLERİ I.Tek Heceli Diller(Yalınlayan Diller): Adından anlaşılacağı gibi bu dillerdeki kelimeler, tek heceden oluşmaktadır. Kelimeler ek almazlar. Aslında sözlükte bir kelimenin birçok anlamı olabilir. Anlamlandırma yanındaki kelime ya da vurgu ile sağlanır. Çince bu gruptaki dillerden biridir. Çin filmlerine meraklıysanız karakterlerin konuşmalarında beden dilinin etkinliğini gözlemlemişsinizdir. Örnekler: su : shuǐ Ben su içtim. Ben su içmedim. Su içiyorum. Su içmiyorum. Ben su içerim. Ben su içmem. içmek : hē : Wǒ hēle shuǐ. : Wǒ méi hē de shuǐ. : Wǒ hē. : Wǒ méiyǒu hē de shuǐ. : Wǒ hē de shuǐ. : Wǒ méiyǒu hē de shuǐ. Çince, Tibetçe, Vietnamca vb. diller bu gruba mensuptur. Tekrarlayalım; bu dillerde, vurgu ve tonlama ile kelimelerin cümledeki sıralanışları da anlamlandırmada önemlidir. 2.Eklemeli Diller: Türkçenin içinde yer aldığı bu grupta kelimeler kökler ve eklerden oluşur. Kök haldeki kelimelere, yapım ekleri getirilerek kök ile anlam ilişkisi içinde bulundukları yeni kelimeler türetilir. Çekim ekleri yeni kelimeler türetmez, ama cümle kurulmasına katkı sağlar. Bu bakımdan hem yapım hem de çekim eklerinin farklı görevleri vardır. Uyarı: Bazı kaynaklarda ‘Türkçe sondan eklemeli dildir.’ açıklamasını görebilirsiniz. Türkçede bazı dillerde görülen ön ekler yoktur. Aslına bakarsanız ön ekler, daha çok, çekimli diller bölümünde ele alacağımız dillerde görülmektedir. Bunlardan birçoğunu gündelik yaşamda sıkça kullandığımızı da belirtmeden geçmeyelim ve bunlara örnek verelim. Not: Önekler kelimeye olumsuzluk anlamı yükler. müsait : namüsait mağlup : namağlup çare : biçare vefa : bivefa sosyal : asosyal politik : apolitik forme : deforme virüs : antivirüs legal :illegal Eklemeli diller grubunda Türkçe ile birlikte Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Japonca, Korece, Fince ve Samoyetçe bulunmaktadır. Uyarı: Eklemeli dillerden; Eskimoca, Eski Kızılderili dili ve Gürcücede cümleyi oluşturan kelimeler kaynaşmış, bir kelime haline gelmiştir. 3. Çekimli Diller: Bu gruptaki dillerde kelimelerin kökü değiştirilir ve yeni anlamda kelimeler ortaya çıkar. Bundan dolayı farklı kaynaklarda bu diller için, bükünlü, bükümlü, büklümlü gibi adlandırmaları yapılmıştır. (Türkçedeki bükmek, kıvırmak eyleminden geliyor. Kelime de anlam değişimine uğrarken kırılmaya, kıvrılmaya uğruyor; yani bükülüyor.) Bu grupta en tanıdık örneklerini verebileceğimiz dil Arapçadır. Örnek olarak dilimizde de sıkça kullandığımız aşağıdaki Arapça kelimeleri inceleyelim. KeTeBe (yazmak) KâTiB –KâTiBe (yazan kişi) KiTaB - KiTaBe (yazılan şey) meKTuB (yazılan şey) meKTeB (yazılan yer) KüTüB-hane SaKiN SüKuN-et teSKiN (sakinleştirme) müSeKkiN(sakinleştirici) HaBeR muHaBiR (haberci) iHBaR (haber verme) muHBiR (haber veren) HeSaB HaSiB(hesap eden) muHaSiB(hesap işlerini bilen) muHaSeBe(hesap işleri) İngilizce, Almanca gibi Hint- Avrupa Dillerine mensup diller de çekimlidir. drink: içmek drank: içti drinking: içiyor Almanca bir örnek: wasser zu trinken : su içmek İch trinke. : Su içiyorum. İch trank wasser. : Su içtim. getrunken:sarhoş yani içmiş C. AKRABALIKLARINA GÖRE DÜNYA DİLLERİ İnsanların hısım – akraba olabilmesi için aralarında kan bağının olması gerekiyor. Diller arasında akrabalık bağını kuran ise genelde kelimeler olmaktadır. Aşağıda (bazı bölümlerde) tanıdık örnekler verdiğimizde konu daha açık hâle gelecektir. Kökenlerine, yani aralarındaki akrabalık ilişkilerine göre diller şu gruplara ayrılır. 1.Hint- Avrupa Dil Ailesi: Bu ailenin bizim için tanıdık iki dili, Farsça ve İngilizcedir. İki dilde ortak kullanılan, Farsçadan dilimize geçen ve hâlâ kullandığımız sözcüklerden bazıları şunlardır: Farsça mader birader peder dü çar İngilizce mother Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerini Bulunmaz mı kurtaracak baht-ı kara MADERini brother father two four Almanca, Fransızca, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca, Arnavutça, Portekizce, Hintçe, Ermenice, Rusça, Sırpça vb. diller bu ailenin diğer dilleridir. 2.Ural- Altay Dilleri Ailesi: Türkçenin içinde yer aldığı bu aile; Ural ve Altay olmak üzere iki gruba ayrılır. Türkçe, Altay dil grubunda bulunmaktadır. Ural- Altay Dil Ailesi Ural Dilleri Altay Dilleri 1.Fince 1.Türkçe 2.Ugorca 2.Moğolca 3.Macarca 3.Mançuca-Tunguzca 4.Samoyetçe 4.Korece 5.Japonca Türkçeye en yakın dil Moğolcadır. İki dilde de kullanılan kelimelerin bazıları şunlardır: Türkçe Moğolca damar(tamar) tamır demir(temir) temür var bar koruqorıtavuk taqıya tanrı tengri ağabey aqa serin serigün yüksek ügsügüi ordu ordu altın altan ulus ulus kara xar su usu karşı karığu kurultay qurultay 3. Hami- Sami Dilleri Ailesi: Bu aile adını, Nuh peygamberin iki oğlu Ham ve Sam’dan almaktadır. Arapça, İbranice, Akatça gibi diller bu aileye mensuptur. 4. Çin- Tibet Dilleri Ailesi: Çince ve Tibetçe bu ailenin iki önemli dilidir. 5. Kafkas Dilleri Ailesi: Bugün Kafkasya’da kullanılmakta olan; Gürcüce, Abhazca- Çerkezce ve Çeçence dillerinin mensup olduğu dil ailesidir. 6. Bantu Dilleri Ailesi: Afrika yerlilerinin konuştuğu kabile dilleri bu aile içinde yer almaktadır.
Benzer belgeler
GİRİŞ: dünyada pek çok farklı dil bulunmaktadır. sadece bir dili bilen
Dil, insanların duygu, düşünce ve isteklerini başkalarına aktarmaya yarayan bir işaretler
sistemidir. Bir başka deyişle dil, insanlar arasında anlaşma sağlayan bir iletişim aracıdır.
İletişim tek b...
114 Dilin Kökeni ve Gelişimi
vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir
varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş
içtimaî bir...