SÖZEL SUNUMLAR

Transkript

SÖZEL SUNUMLAR
SÖZEL SUNUMLAR
-11-
-12-
[SS-001]
Kas Lifi İletkenliğinin Bir Ölçütü: Tek Kas Lifi Aksiyon Potansiyellerinin Süresi
Onur Akan1, Mehmet Barış Baslo2
1
TC Sağlık Bakanlığı İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği,İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Tek-lif EMG elektrodu (TLEMG) ile yakın alan potansiyeli olarak kaydedilen tek kas lifi aksiyon potansiyeli
(TKLAP), kas lifi üzerinde akmakta olan öncü ve artçı dipollerden oluşmuş bir kuadripol şeklinde modellenebilir. Bu
kuadripolün kas lifi üzerindeki iletim hızı, kaydedilen TKLAP’nin faz değişiminin çabukluğunu; başka bir deyişle,
süresini belirleyecektir. Kas lifinin çapı ince ise, yüksek iç direnç yüzünden kuadripolün seyri yavaş ve kaydedilen
TKLAP’nin süresi uzun olacaktır. Aksine kas lifi hipertrofik ise de bu kez, iç direnç düşük olacak ve kuadripol daha
hızlı seyredeceğinden kaydedilen TKLAP’nin süresi kısalacaktır. Aynı kasta, süresi kısa ve uzun TKLAP’lerinin birlikte
varlığı, bu kas için lifler arası çap farkının arttığına işaret edebilir. Bu çalışmada, sağlıklı gönüllülerde ve kas lifleri
arasında artmış çap farkı beklenen hastalık modellerinde, TLEMG elektrodu ile kaydedilen TKLAP süresinin ayırt ettirici rolü araştırılmıştır.
Yöntem: Çalışmaya 20 sağlıklı gönüllü, 10 kas ve 10 ön boynuz hastası katılmıştır. Katılımcıların ekstensor digitorum
komunis kasından TLEMG elektrodu ile 20’şer tek lif potansiyeli istemli kası sırasında “trigger-delay line” kullanılarak
kaydedilmiştir. Alt kesim filtre 500 Hz frekansına ayarlanmıştır. TLEMG elektrodu motor son plak kuşağından 1 cm
uzağa batırılmış ve 3 farklı insersiyon yapılarak potansiyeller kaydedilmiştir. Yükselme zamanı 0.3 ms’den kısa, genliği 200 µV’tan büyük, şekli sabit potansiyeller TKLAP olarak kabul edilmiş ve analize alınmıştır. Kaydedilen TKLAP’lerinin süre (temel çizgiden ayrıldığı ve geri döndüğü noktalar arası süre) ve pik süresi (ilk ve son pozitif çukurlar arası
süre) ile genlik ve yükselme zamanı değerleri hesaplanmıştır. Gruplar arasında TKLAP’lerinin ölçülen parametreleri
arasındaki farklar araştırılmıştır.
Bulgular: Sağlıklı gönüllüler, kas ve ön boynuz hastalarından kaydedilen TKLAP’nin yükselme zamanları arasında
fark bulunmamıştır. TKLAP’nin süresi sağlıklı gönüllülerde 1.07±0.19 ms, kas hastalarında 1.52±0.55 ms ve ön boynuz hastalarında 1.19±0.53 ms bulunmuştur. Pik süreleri de sağlıklı gönüllülerde 0.37±0.08 ms, kas hastalarında
0.40±0.12 ms ve ön boynuz hastalarında 0.40±0.17 ms ölçülmüştür. Süre parametresi bakımından ön boynuz ve
kas hastaları sağlıklı gönüllülere göre anlamlı derecede daha uzun değerler vermektedir. Diğer önemli bir bulgu,
özellikle kas hastalarında süre parametresinin dağılımında izlenen dispersiyondur.
Sonuç: TLEMG elektrodu ile bir kastan kaydedilen tek kas lifi aksiyon potansiyellerinin süreleri arasındaki farkın artması bu liflerin iletkenliğinin değiştiğini göstermektedir. Bu bulgu, o kas için kas lifleri arasındaki çap farkının arttığı
lehine yorumlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Tek lif EMG, tek kas lifi aksiyon potansiyeli (TKLAP), TKLAP süresi
[SS-002]
Amyotrofik Lateral Skleroz Hastalarında Tekrarlayan F Yanıtlarının Görsel ve Yazılımsal
Değerlendirilmesi
Emel Oğuz Akarsu1, Nermin Görkem Şirin2, Hava Özlem Dede1, Tuğrul Artuğ3, İmran Göker4, Lale Mehdikhanova1, Elif
Kocasoy Orhan1, Halil Atilla İdrisoğlu1, Mehmet Barış Baslo1, Ali Emre Öge1
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı.
2
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
3
İstanbul Arel Üniversitesi, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı
4
İstanbul Arel Ünüversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Biyomedikal Mühendisliği Anabilim Dalı
Amaç: F yanıtı incelemesi, ön boynuz hücre havuzu ve uyarılabilirliği hakkında bilgi veren bir yöntemdir. Şekil
ve latans değişikliğinin esas olduğu F yanıtları arasında izlenen aynı latans ve konfigürasyondaki F yanıtları “tekrarlayan F yanıtı” olarak bilinir. Amiyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalarında alt motor nöron kaybı ve üst motor
nöronların eksitabilite değişikliğine bağlı olarak, tekrarlayan F yanıtlarının görülme sıklığı artmıştır. Bu çalışmada,
tekrarlayan F yanıt parametrelerinin görsel olarak ve özel geliştirilmiş bir yazılım ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı EMG laboratuvarına yönlendirilen 5 ALS hastası ve 4 sağlıklı gönüllü çalışmaya katıldı. Hastaların az etkilenmiş tarafında, abdüktör digiti minimi (ADM) ve abdüktör
pollisis brevis (APB) kaslarından her bir kas için 90 adet F yanıtı supramaksimal uyarım ile Synergy, Medelec cihazında
kaydedildi. F yanıtlarının latans, amplitüt ve persistansları ölçüldü. Her bir kas için tekrarlayan F yanıtları görsel olarak
değerlendirilerek “tekrarlayan nöron indeksi” ile “tekrarlayan F yanıt indeksi” hesaplandı. F yanıtları, veri dosyası olarak
MATLAB’a aktarıldı ve özel bir yazılım geliştirilerek tekrarlayan F yanıtları ayrıştırıldı. Bu amaçla, her bir F yanıt ikilisi için,
fark traselerinin rektifiye alanları hesaplanarak benzerlik olasılığı belirlendi ve fark trase alanlarının, F yanıt amplitüdü-13-
ne göre dağılım grafikleri çizdirildi. Hasta ile kontrol grupları arasında hesaplanan F yanıt parametreleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Awaji kriterlerine göre hastaların ikisi kesin, biri olası, ikisi mümkün ALS’ydi. Hastalık başlangıç süresi
11,2 aydı. Hasta grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre, ADM ve APB kaslarından kayıtlanan F yanıt latansları daha
uzun, amplitüdleri daha yüksek ve persistansları daha düşük bulundu (p<=0,05). Ulnar ve medyan sinir tekrarlayan
nöron indeksi ve tekrarlayan F indeksi, ALS grubunda anlamlı derecede yüksekti. ALS grubunda F yanıt persistansı,
medyan sinirde %66 ve ulnar sinirde %89 iken, sağlıklı kontrol grubunda sırasıyla %89 ve %99’du. Tekrarlayan F
yanıt parametrelerinde ise iki kas grubu arasında anlamlı farklılık izlenmedi.
Sonuç: F yanıt incelemelerinde, tekrarlayan F yanıtlarının fazla olması ve F yanıt persistansının düşük olması ALS’de
izlenen parametrelerdir. Yazılımsal olarak tekrarlayan F yanıtlarının otomatik değerlendirilmesi, ALS hastalarında
takip amacıyla kullanılabilir. Tenar kasta F yanıt persistansının hipotenar bölgeye kıyasla düşük olması, ALS hastalarında görülen ‘split hand’ fenomeni ile açıklanabilir. Tekrarlayan F parametreleri açısından tenar ve hipotenar bölgeler arasında fark bulunmaması, hastaların üst ve alt motor nöron tutulum bulgularının heterojen dağılımı ile ilişkili
olabilir.
Anahtar Kelimeler: amyotrofik lateral skleroz, tekrarlayan F yanıtları, yazılımsal değerlendirme
[SS-003]
Tibial Sinir Aksonal Uyarılabilirlik Değerlendirmesinin Tip 1 Diyabetik Polinöropati Tanısına
Katkısı
Hilmi Uysal1, Pınar Gençpınar2, Gamze Çelmeli3, Özgür Duman2, Şenay Haspolat2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı, Çocuk Endokrin Bilim Dalı
Diabetik polinöropati en sık görülen periferik sinir sistemi nöropatilerinden birisidir. Genellikle DM Tip 2 ye bağlı
olarak gelişmekte ve hastalığın süresi ve kan şeker düzenlemesindeki bozukluklar ile bağıntılı olarak diabetik hastaların önemli bir kısmında ortaya çıkmaktador. Henüz palinöropati gelişimine yol açan patofizyolojik mekanizmalar
tümüyle açıklanabilmiş olmasada diabete bağlı kompleks etkilenmelerin periferik sinir tutulumunda etkili olduğu
konusunda ortak bir görüş oluşmuştur. Tip 1 diabetes mellitus çocukluk yaş grubunda sık görülen T-hücrelerinin
aracılık ettiği, insülin üretiminde görev alan pankreasın beta hücrelerinin süregelen otoimmün veya otoimmun dışı
nedenlerle haraplanması sonucu gelişen, insülinopeni ve hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. DM Tip 1 lerde ise daha seyrek polinöropati gelişmekte ve mekanizması ile ilgili ortak bir görüşde oluşmamıştır.
Bu çalışmada Tip 1 DM si olan olgularda aksonal uyarılabilirlik parametreleri incelenmiştir. Çalışmaya Tip 1 DM si olan
ancak PNP si olmayan 12 olgu (15.3±1.7 yaş) ile Tip 1 DM si ve PNP si olan 8 olgu (18.8±3.2 yaş ) katılmıştır. TROND
protokolu ile bu olgulara ayrı ayrı Median ve tibial sinirden uyarım ile aksonal uyarılabilirlik parametreleri çalışılmıştır.
Median sinirden uyarım ile elde edilen aksonaluyarılabilirlik parametrelerinde SDTC da bir yükselme eğilimi bulunmakla
birlikte istatistiksel anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Ancak tibial sinir uyarımı ile EMNG de polinöropatisi saptanmayan 10 olgu (17.8±0.6 yaş) PNP si olan 5 olgu (18.6±2.2 yaş) çalışılmış ve herhangi bir nörolojik yakınması olmayan
16.6±0.8 yaş ortalamalı 10 olgu kontrol grubu olarak değerlendirildiğinde SDTC da normallerde 0.333±0.01 msn, PNP
si olmayanlarda 0.354±0.01 msn saptanırken PNP si olan grupta 0.438±0.03 msn olarak bulunmuş ve aradaki fark
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.02). Ayrıca belirgin depolarizayonla uyumlu The(90-100), Ted (10-20)
msn, Ted pik, supereksitabilite, Ted(40-60), The(10-20) msn deki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Tip DM deki polinöropatinin median sinir uyarılabilirliğinde belirgin değişim yapmaz iken tibial sinirde belirgin patolojik bulgular gösterecek şekilde ortaya çıkmasının, Tip1 PNP nin uzunluğa bağlı polinöropati modeli ile uyumlu olduğu
görüşünü desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Diabetik Polinöropati, Tip 1 DM, Aksonal Uyarılabilirlik, Tibial sinir
[SS-004]
Sigaranın Periferik Sinir Sistemi Üzerine Akut Ve Kronik Etkileri
Hilmi Uysal1, Fatih Üzer2, Muzaffer Türkeş Demir3, Melike Yıldırım Yıldız4, Abir Alaamel5, Gizem Kızılay5, Hale Ay5,
Ömer Özbudak2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Gögüs Hastalıkları Anabilim Dalı
3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
4
Antalya Serik Devlet Hastanesi
5
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Sigara kullanımına bağlı sağlık sorunları önemli bir halk sağlığı sorunudur. Sigaranın periferik sinir sistemi üzerine
-14-
etkileriyle ilgili çalışmalar dolaylı olarak çoğunlukla da kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ile ilgili bulgulardan
elde edilmiştir. Ancak KOAH lılarda gözlenen duysal ağırlıklı nöropati bulgusu eğer sigara ile ilişkili ise daha çok toksik etkilenmelerde gözlenen bulguyu anımsatmaktadır. Bu durumda da sigara dumanında bulunan maddelerden bir
kısmının doğrudan aksonotoksik etkiye sahip olması beklenir. Kan pH’sının asidoza kayması, periferik sinirin iskemide
olduğu gibi uyarılabilirlik özelliklerini değiştirir. Sigara kullanımı KOAH da en önemli risk faktörüdür. Sigara öyküsü
olan ve ilerleyici nefes darlığı, kronik öksürük öyküsü olan hastalar KOAH için önemli risk grubudur. Bu çalışmada
sigaranın periferik sinir sistemi üzerindeki akut ve kronik etkileri incelenmiştir. Çalışmada yöntemsel olarak periferik
sinir lezyonlarını araştırmada çok güçlü bir araç olan sinir ileti çalışmalarının yanı sıra aksonal uyarılabilirlik çalışması
ile etkinin mekanizmaları araştırılmıştır.
Çalışmada 2015 yılı içinde Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalına başvuran hastalardan KOAH tanısı almış, DM ve KBY
gibi diğer sistemik hastalıkları dışlanmış 24 olgu incelenmiştir. Olguların 6 sında EMNG ile polinöropati (PNP) ile
uyumlu bulgular saptanmıştır. PNP(+) si olan grupta yaş ortalaması 65±3 yıl, PNP(-) olan grupta 60±2 yıldır ve
cinsiyet açısından fark bulunmamaktadır. KOAH lı olgular, 22 sağlıklı kontrol grubu ve 17 sigara içen ancak nörolojik
yakınması olamayan sağlıklı kontrol grubu olmak üzere iki kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır.
Aksonal uyarılabilirlik çalışmasıda PNP(-) grupta SDTC 0.420±0.02 msn iken PNP(+) grupta 0.512±0.03 msn bulunmuş ve aralarındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlıdır. Bunun yanı sıra Reobaz, Uyarım yanıt eğrisi, RRP, süpereksitabilite ve S2 akkomodasyon parametrelerindeki farkta istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Sigara kullanan ve sigara içim öncesi sonrası aksonal uyarılabilirliklerinin incelendiği kontrol grubunda ise sigara
içimi ardından hiperpolarizasyona ait TEh (90-100), TEh(20-40) TEh eğim, supereksitabilitedeki farklılıklar anlamlı
bulunmuştur.
Tüm bu bulgular KOAH ın neden olduğu polinöropatinin aksonal depolarizasyonla seyrettiğini ve sigara içimine bağlı
değişimin de özellikle invard rektifiye kanallarla bağıntılı olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aksonal Uyarılabilirlik, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, Polinöropati, Sigara
[SS-005]
Dejeneratif Üst Motor Nöron Hastalıklarında Subklinik Alt Motor Nöron Tutulumunun
Elektrofizyolojik Bulguları
Hava Özlem Dede, Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Nörofizyoloji Bölümü
GİRİŞ: Nöronlarda afferent liflerin hasarlanmasıyla sinaptik input kaybolur ve sonuçta postsinaptik nöron dejenerasyona uğrar (transsinaptik dejenerasyon). Primer lateral skleroz (PLS) saf üst motor nöron (ÜMN) tutulumuyla giden
ilerleyici bir hastalık iken herediter spastik paraparezi (HSP) kort,kospinal traktus tutulumu izlenen yavaş progresyon
gösteren spastik paraparezi ile karakterize bir grup hastalıktır. PLS gibi ÜMN tutulumuna ait klinik bulgular gösteren
herediter spastik paraparezide de geleneksel EMG yöntemleriyle elde edilecek bulgular sınırlıdır. Çalışmamızda ÜMN
tipi tutulum olan hastalarda, transsinaptik dejenerasyonunkliniğe yansımayan olası alt motor nöron (AMN) tutulumu
elektrofizyolojik olarak incelenmiştir.
Yöntem: Elektromiyografi labaratuvarımıza yönlendirilen 10 PLS, 5 HSP hastası prospektif olarak incelendi. Alt ve
üst ekstremitelerde duysal ve motor ileti incelemelerini takiben yaygın iğne elektromiyografisi yapıldı. Bu incelemelerde alt motor nöron tipi tutuluma ait bulgu saptanmayan hastalarda, sağ ekstansor digitorum komunis kasından
istemli kası sırasında 25mm, 30G konsantrik iğne ile, alt kesim frekans filtresi 1 kHz olacak şekilde ayarlanarak tek lif
benzeri potansiyeller kaydedildi ve jitter hesaplandı. Her hastada 20 potansiyel çifti kaydedildi. Bireysel jitter değeri
43µs üzerinde olduğunda yüksek jitter olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 10 (K/E: 3/7) PLS hastasının yaş ortalaması 50.7 ± 0.6 yıl, ortalama takip süresi
6.4 ± 0.3 yıl; 5 (K/E:3/2) HSP hastasının yaş ortalaması 39.2 ± 0.7 yıl ortalama takip süreleri 16.6 ± 0.3 yıl idi.
PLS grubunun ortalama jitter değeri 27.1 ± 1.1 HSP grubunun ortalama jitter değeri 30.5± 3.5 idi. İki grup arasında ortalama jitter değerleri bakımından anlamlı fark saptanmadı. Bireysel olarak yüksek bulunan jitter sayısı (>43
mikrosn) HSP grubunda 9/100, PLS grubunda 19/200 olarak saptandı. Nöromuskuler tipte blok görülen potansiyel
sıklığı ise (bireysel jitter değeri> 100 µs) HSP grubunda 7/100 iken PLS grubunda 1/200 idi.
Sonuç: Çalışmamızda ÜMN tipi tutulumu olan, AMN tipi tutuluma ait klinik bulgusu olmayan hastalarda AMN tipi
tutuluma ait bulgular saptanabileceğini gösterdik. ÜMN tipi tutulum olan bu hastalarda uzun takip süreleri ardından
saptanan subklinik AMN tutulumunun transsinaptik dejenerasyon mekanizmasıyla açıklanabileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: alt motor nöron tutulumu, tek lif EMG, yüksek jitter, transsinaptik dejenerasyon
-15-
[SS-006]
VGKC-Kompleksine Karşı Oto-antikor Saptanan Epilepsi Hastalarında Periferik Sinir
Hipereksitabilitesinin Araştırılması
Zeliha Matur1, Leyla Baysal Kıraç2, Lale Mehdikhanova3, Ebru Nur Vanlı Yavuz4, Erdem Tüzün5, Betül Baykan3, Ali
Emre Öge3
1
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
4
Koç Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı
5
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı
Amaç: Voltaj kapılı potasyum kanal kompleksi oto-antikorları (VGKC-kompleksi Ak) Morvan sendromu, edinsel
nöromiyotoni, kramp-fasikülasyon sendromu gibi periferik tabloların yanısıra limbik ensefalit başta olmak üzere
santral sinir sistemini tutan oldukça geniş bir çeşitlilikteki klinik tablolara yol açabilir. Kronik epilepsi hastalarında
nöronal oto-antikor araştırıldığında %14 oranında VGKC-kompleks Ak pozitifliği saptanmıştır. Bu çalışmanın amacı
VGKC-kompleksi Ak pozitifliği saptanmış olan epilepsi hastalarında periferik sinir hipereksitabilitesinin (PSH) klinik
ve elektrofizyolojik bulgularının araştırılmasıdır.
Yöntem: VGKC-kompleksi Ak pozitifliği saptanan, epilepsi tanılı 12 hasta (9 kadın, yaş ortalaması 40,1 yıl, ortalama epilepsi süresi 25,4 yıl) onamları alınarak çalışmaya dâhil edildi. Hastaların 9’u mesial temporal skleroz, ikisi nedeni bilinmeyen fokal epilepsi, biri ise kortikal displazi tanılıydı. Dokuz hastada kontaktin ilişkili protein-2 antikoru (CASPR-2), 3 hastada ise VGKC-kompleks Ak pozitifliği vardı. Hastaların biri dışında tamamı antiepileptik ilaç kullanmaktaydı. Hastaların
kramp, fasikülasyon, hiperhidroz ve duysal yakınmaları sistematik olarak sorgulandı ve nörolojik muayeneleri yapıldı.
Bütün hastalarda rutin duysal ve motor sinir iletim çalışmaları, sempatik deri yanıtları (SSR) ve R-R interval değişkenlikleri (RRIV) değerlendirildi. Ard boşalımların belirlenmesi için posterior tibial sinir ve ulnar sinirden 0,5,1,3,5,
ve 10 Hz frekanslı ardışık elektriksel stimülasyon yapıldı. Stimülasyon bitiminden sonraki 200 ms içerisinde ard boşalımlar sayıldı.
Bulgular: Hastaların birinde kramp, ikisinde kabızlık ve hiperhidroz gibi otonom belirtiler izlenirken, 3 hastada ekstremitelerde subjektif uyuşma hissi mevcuttu. Sinir iletim çalışmaları hafif şiddette karpal tünel sendromu saptanan
iki hasta dışında normaldi. Minimum F latansı ortalaması ulnar sinirde 24,1 ms, tibial sinirde 46,1 ms olarak normal
sınırlarda ölçüldü. RRIV, sadece 2 hastada yaşa göre düşük bulundu. SSR amplitüdü el için 4 hastada, ayak için ise
5 hastada tanımlanan normal değerlere göre yüksek bulundu. Hastaların 3’ünde 0,5 Hz frekanslı stimülasyondan
itibaren tüm uyarımlarda, birinde ise 5 Hz frekanslı stimülasyon sonrası kısa süreli ard boşalımlar izlendi.
Sonuç: VGKC-kompleksi Ak pozitifliği olan epilepsi hastalarında, hastaların belirgin bir yakınması olmasa bile yaklaşık % 25’inde elektrofizyolojik PSH bulguları görüldüğü saptanmıştır. Bu hastalarda PSH belirtilerinin olmaması veya
hafif seyretmesi, nöbetler için kullanmakta oldukları antiepileptik ilaçların PSH belirtilerini baskılaması ya da bazı
olgularda bu antikorların sadece santral sinir sistemini etkilemiş olmasıyla ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: VGKC antikorları, periferik sinir hipereksitabilitesi, ardışık uyarım testi
[SS-007]
Migren Hastalarında Ağrı Atağı Sırasında İşitsel İrkilme Refleksi
Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Ayşegül Gündüz1, Uğur Uygunoğlu1, Devrimsel Harika Ertem2, Derya Uludüz1, Baki Göksan1, Sabahattin Saip1, Aksel Siva1, Meral E. Kızıltan1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Algoloji Bilim Dalı
Amaç: Migren atağı sırasında farklı modalitedeki uyaranlara karşı oluşan (görsel, taktil, işitsel) kortikal ve subkortikal düzeylerdeki duyarlılık değişiklikleri nörofizyolojik yöntemlerle gösterilmiştir. İşitsel irkilme refleksi (İİR) ani,
beklenmeyen ve yoğun bir ses karşısında kasların hızlı ve istemsiz kasılması ile şekillenen bir kaçınma refleksidir.
İnsanda İİR, pontomedüller retiküler formasyonda oluşarak retikülospinal yol ile omuriliğe iletilmekte ve modülasyonu bazal ganglionlar, kortikal yapılar, süperior kollikulus ve omurilikten kaynaklanan girdiler ile çoklu seviyede
düzenlenmektedir. Biz migren hastalarında işitsel uyarana karşı oluşan İİR cevabındaki değişiklikler ile beyin sapı
eksitabilitesini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza, muayene sırasında migren atağında olan ya da son 48 saat içerisinde migrenöz atak geçirdiği
belirlenen, ICHD-II kriterlerine göre auralı/aurasız migren tanısı almış, 16 hasta (14 kadın(%87.5); 2 erkek(%12.5);
-16-
yaş: 36.06±10.48) ile başağrısısız 30 sağlıklı gönüllü (18 kadın(%60); 12 erkek(%40); yaş: 38.73±12.1) alındı.
Yüzeyel kayıt elektrodlar ile iki yanlı orbikularis okuli (OO), sternokleidomastoid (SKM) ve biseps brachii (BB) kaslarından kayıt alındı. Sekiz çeşit sesli uyaran serisi bir ya da üç dakikalık aralar ile kulaklık yoluyla verildi. Yanıt olasılıkları, toplam olası yanıt sayısına aktüel yanıt sayısının bölünmesi ile yüzde (%) olarak hesaplandı. Cevap olasılıkları,
latansları, süresi ve amplitüdü kaydedilerek kontrol grubu ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Migren atağı sırasında OO kayıtlı İİR latansları ve sıklıkları kontroller ile benzerlik gösterirken, yanıt süresinin ve amplitüdünün ağrılı bireylerde arttığı (süre; migren:96.06±64.9 msn, kontrol:72.53±55.6 msn, p=0.19;
amplitüd: migren:498.38±438.11 µV; kontrol: 339.63±182.82 µV, p=0.35) izlendi. İstatistiksel olarak anlamlılık göstermemekle birlikte SKM-İİR amplitüdü ve süresi ağrılı grupta yüksekti (migren:360±550.6 µV; kontrol:
186.55±113.41 µV; p=0.72; süre: migren: 80.5±52.15msn; kontrol: 67.27±51.12; p=0.46). BB kayıtlı İİR sıklığı
migren hastalarında kontrollere göre anlamlı derecede artmış bulundu (p=0.04).
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda migren atağı sırasında irkilme yanıtlarındaki artış, ağrı çeken bireylerde dış uyaranlara karşı oluşan aşırı duyarlılık ve buna bağlı bedensel kaçınma cevabındaki şiddetlenme ile ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: Beyin sapı refleksleri, İşitsel İrkilme Refleksi, Migren
[SS-008]
Huzursuz Bacaklar Sendromunda Trigeminoservikal Refleks
Yeşim Gülen Abanoz1, Yasin Abanoz1, Ayşegül Gündüz1, Hayal Ergin2, Gülçin Benbir Şenel1, Derya Karadeniz1, Meral
Erdemir Kızıltan1
1
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Memorial Ataşehir Hastanesi, İstanbul
Bilimsel zemin ve Amaç: Trigemino-servikal reflex (TSR), yüze gelen herhangi bir uyarana karşı savunma amacıyla
ortaya çıkan kaçınma reaksiyonudur. Bu refleks, trigeminal sistem ve servikal motonöronları arasındaki ilişki sonucu
ortaya çıkar. Bu çalışmada, sensori-motor entegrasyon bozukluğu olduğu kabul edilen huzursuz bacaklar sendromunda (HBS) beyin sapında kompleks sensori-motor entegrasyon sistemi, GABA ve dopamin kontrolü altında olduğu
bilinen TSR’nin değişimlerini incelemeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya, ilaç tedavisi kullanmamış 15 HBS hastası (K/E:9/6) ve 16 sağlıklı gönüllü (K/E:9/6,
p=0,833) dahil edildi. Ortalama yaşlar, sırasıyla 44.0±12,8 ve 41,0±11,8 idi (p=0,502) TSR, sağ ya da sol trigeminal
sinir infraorbital dalının elektriksel uyarımı sonrası iki yanlı sternokleidomastoid (SKM) ve splenius kapitis (SK) kaslarından kayıt yapılarak elde edildi. İki grup arasında yanıt görülme olasılığı, başlangıç latansları, genlikler ve yanıt
süreleri karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Tüm sağlıklı gönüllülerde bilateral SKM ve SK yanıtları elde edilmesine karşın sadece bir hastada yanıt
elde edilmedi. Yanıt latans ve amplitüdleri iki grup arasında benzer olmasına karşın yanıt süreleri HBS grubunda istatiksel olarak anlamlı ölçüde uzundu. Bu artış simetrik olarak gerçekleşmişti.
Yorumlar: HBS’de TSR daha uzun süreli yanıtlar şeklinde elde edilmektedir. Yanıt sürelerinin uzaması ilgili döngüde
eksitabilite artışı ile ilişkili olabilir. Bu bulgunun simetrik olarak ortaya çıkması ise bu refleksi kontrol eden merkezin
eksitabilitesinin HBS’de arttığını düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: beyin sapı, huzursuz bacaklar sendromu, trigeminoservikal refleks
[SS-009]
Servikal Distoni Olgularında Somatosensiyel Ve İşitsel İrkilme Refleksi
Yasin Abanoz, Yeşim Gülen Abanoz, Ayşegül Gündüz, Meral Erdemir Kızıltan
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul
Giriş-Amaç: İrkilme refleksi (İR), vücudun herhangi bir uyarana karşı savunma reaksiyonu olarak baş ve gövdede
fleksiyon ile yanıt vermesidir. En iyi bilinen ve en çok çalışılan uyarı çeşidi işitsel (İİR) olmakla birlikte somatosensoriyel uyarının da İR’yi (SİR) tetikleyebildiği bilinmektedir. Bu çalışmada, amacımız, somatosensoriyel girdilerin işlenmesinin özel olarak bozulduğu bilinen servikal distoni hasta grubunda SİR ve İİR yanıtlarının değişimini incelemektir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 41 servikal distoni hastası ve yaş ve cinsiyet uyumlu 33 sağlıklı birey dahil edildi
(ortalama yaş: 40,0±11,4 ve 42,2±16,1; p=0,554). Elektrofizyolojik incelemeler, işitsel uyarım (105 dB) ya da tek
taraflı el bileğinde median sinirin elektriksel uyarımı sonrası iki yanlı orbikülaris okuli (O.oc) ve sternokleidomastoid
-17-
(SKM) kaslardan kaydedilerek yapıldı. Yanıt olasılıkları ve latansları iki grup arasında karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Somatosensoriyel uyarı sonrası O.oc ve SKM kasları üzerinden kaydedilen yanıt oranları ve latansları iki
grup arasında benzerdi. Distonik kasılmalar işitsel uyarı sonrası elde edilen refleks yanıtların ayırt edilmesini zorlaştırmaktaydı. Ancak elde edilebilen yanıtların latanslarının servikal distoni grubunda daha kısa olduğu ve bu farkın iki
yanlı O.oc ve sol SKM kasları üzerinden elde edilen yanıtlar da istatistiksel anlamlılık gösterdiği saptandı.
Yorumlar: SİR, üst ya da alt ekstremite somatosensoriyel uyarımı sonrası elektrofizyolojik olarak kaydedilmiş ve üst
ekstremite uyarımı sonrası elde edilen yanıt paterninin İİR ile oldukça benzer olduğu gösterilmiştir. Yolakları kısmen
ortak olan bu iki refleksin jeneralize distoni olgularında benzer düzeyde disinhibe olduğu da bilinmektedir. Ancak
servikal distonide İİR ve SİR eksitabilitesinin farklı yönlerde etkilenmesi dikkat çekicidir. SİR yanıt oranları ve latanslarının sağlıklı bireylere benzer olması, servikal distonide, muhtemelen duyusal hiledekine benzer şekilde, duyusal
girdilerin modulatuvar etkisinin ön planda olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: distoni, irkilme refleksi, somatosensoriyel
[SS-010]
Yavaş Dalga Uykusunda Status Epileptikus (ESES) ‘ta EEG Özelliklerinin Klinik Özellikler İle
İlişkisi
Özdem Ertürk1, Derya Uludüz1, Sema Saltık2, Nimet Dörtcan3, Ayşe Deniz Elmalı1, Betül Tekin Güveli4, Özlem Çokar5,
Hatice Kurucu1, Veysi Demirbilek1, Ayşın Dervent1
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı
3
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
4
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Nöroloji Kliniği
5
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Amaç: Yavaş dalga uykusunda status epileptikus (ESES); nöropsikolojik işlevlerde bozukluk, epilepsi ve yavaş dalga uykusu sırasında elektroensefalografide değişiklikler ile karakterize olan yaşa bağlı başlangıç ve bitiş gösteren
bir sendromdur. Klinik ve EEG özellikleri heterojen niteliktedir. Hastaların %80’inde nöbet ilk bulgu iken, %20’sinde
nöropsikolojik bulgular başlangıç bulgusudur. EEG bulguları nöbetlerden 1-2 yıl sonra da ortaya çıkabilir. EEG’de yavaş uykuda biyoelektik status görüntüsü ortaya çıkar. Eğer ESES tüm uyku EEG’sinin %85’ten fazlasını kapsıyorsa
klinik tablo daha ağır seyreder. Bazı hastalarda ESES asimetrik veya tek hemisfere sınırlı olabilmektedir. Bu çalışmada ESES’in uykudaki oranı ve dağılımına göre, hastaların klinik ve nöbet özellikleri arasındaki farklılıklar olup olmadığı
araştırılacaktır.
Yöntem: İstabul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi polikliniğinden takipli
110 hastanın klinik ve EEG verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Toplam 1056 EEG değerlendirilmiştir. ESES
tablosu, tüm uyku EEG’sinde kapladığı yüzdeye (ESES indeksi) göre; %50-85 ve %85’in üzeri olmak üzere iki gruba
ayrılmıştır. ESES dağılımı; simetrik, baskın olarak asimetrik ve hemiESES olarak üçe ayrılmıştır. ESES spektrum hastalıkları kendi içinde karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Hastaların %45 erkek, %55’i kız idi. Hastaların %82’sinde MR normal iken, %12’sinde MR lezyonu mevcuttu. EEG’lerin 442 tanesinde ESES oranı %50’nin üzerindeydi. Hastaların %56,8’inde ESES indeksi %50-85 arasında iken, %43,2’sinde %85’in üzerindeydi. Hastalarda parsiyel, jeneralize, atipik absans ve atonik tipte nöbetler izlendi. Hastaların %52 kadarında ESES simetrik iken, diğerlerinde asimetrik veya hemiESES şeklinde izlendi. ESES’in
unilateral veya asimetrik olması ile hastalarda MR lezyonu olması arasında ilişki saptanmadı. ESES indeksi ile ESES’in
simetrik veya asimetrik olması arasında ilişki saptanmadı.
Sonuç: ESES spektrumu hastalıkları heterojen bir hastalık grubudur. Geniş hasta serileriyle yapılmış çalışma sayısı
azdır. Geniş hasta serileriyle yapılacak çalışmalar hastalığın klinik özelliklerin daha net tanımlanması, olası alt grupların belirlenmesi ve dolayısı ile prognoz hakkında fikir sahibi olabilmek açısından önem taşır.
Anahtar Kelimeler: ESES, epilepsi, EEG
-18-
[SS-011]
İnvaziv Elektrotlarla İnceleme Sonrası Epilepsi Cerrahisinde Komplikasyon ve Başarı: Erişkin
Hastalarda Hacettepe Deneyimi
Olcay Tosun Meriç1, Nalan Öztürk Küçükşahin1, F. İrsel Tezer1, Burçak Bilginer2, Kader Karlı Oğuz3, Eser Lay Ergün4,
Figen Söylemezoğlu5, Nejat Akalan6, Belkıs Erbaş4, Serap Saygı1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
4
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Ankara
5
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
6
Medipol Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi, İstanbul
İntrakranial elektrotlarla yapılan video EEG monitörizasyonu, seçilmiş bazı ilaca dirençli fokal epilepsilerde epileptojenik bölgeyi belirlemede kullanılır. Ayrıca lezyon kaynaklı fokal epilepsilerde invaziv monitörizasyon sırasında haritalama yapılarak lezyonun eloquent korteks ile ilişkisi değerlendirilebilir. Ancak pahalı ve yoğun emek
gerektiren bir uygulamadır. 2003 yılından bu yana Hacettepe Erişkin Nörolojinin vakaları Epilepsi ekibimizce incelenebilmektedir. Burada yaptığımız çalışmaların sonuçlarını gözden geçirmeyi ve sonuçları paylaşmayı amaçladık.
Haziran 2003-Mart 2015 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi erişkin epilepsi merkezinde invaziv
monitorizasyon uygulanan 60 hastanın dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların 25’i erkek 35’i kadındı. Yaş
ortalaması 29,6; nöbet başlangıç yaşı 10,4; epilepsi süresi 23 yıl idi. İnvaziv monitörizasyon süresi ortalama 5,8
gün; invaziv elektrot sayısı ortalama 76 idi. 25 hastaya derinlik elektrotları da eklendi. 25 hastaya sağ hemisfere,
14 hastaya sol hemisfere ve 19 hastaya her iki hemisfere elektrot yerleştirildi. 30 hastanın invaziv olmayan VEMÜ
kayıtları ile MRG bulguları aynı tarafa işaret etmekteydi. 5 hastanın MRG’si normaldi. 26 hastanın ise invaziv olmayan
VEMÜ bulguları ile MRG bulguları birbiriyle uyumsuzdu. Verilerine ulaşılabilen 41 hastanın 6’sında invaziv monitorizasyon sırasında komplikasyon (sinüs trombozu, bilateral bazal ganglia geçici ödemi, subelektrot hematom, insizyon
yerinden sızıntı, göz kapağı ödemi, baş ağrısı), opere olan 47 hastanın 7’sinde postoperatif komplikasyon (sağ presantral hematom+SAK, menenjit, meningoensefalit, intrakranial apse, yara yeri enfeksiyonu) gelişti. Patolojik olarak
21 hastada kortikal displazi, 4 hastada hipokampal skleroz, 15 hastada diğer bulgular( ensefalomalazi, tümör…),
5 hastada hipokampal skleroz+displazi rapor edildi. Opere olan 47 hastanın, 2’sine vagal sinir stimülatörü, 45’ine
rezektif cerrahi uygulandı. 45 hastanın 35’inin ortalama 65 aylık takibinde nöbetsizlik oranı %62.9 olarak saptandı.
Epilepsi cerrahisinde invaziv monitörizasyon yüksek maliyetli olup deneyimli ekip gerektirse de merkezimizde son
13 yıldır özveri ve başarı ile uygulanabilmektedir. Derinlik elektrotları da uygulama ve ortalama konan elektrot sayısına bağlı olarak komplikasyonlar literatürde de bildirildiği oranda görülmüş ancak kalıcı sekel olmamıştır. İncelenen
hastaların yaklaşık % 75’i opere olabilmektedir ve bu oran literatürle uyumludur. Opere olan vakalar en zor vakalar
olmasına rağmen nöbetsizlik oranı tatmin edicidir.
Anahtar Kelimeler: epilepsi cerrahisi, erişkin, invaziv monitorizasyon
[SS-012]
Epilepsi ve Psikoz Tanısıyla İzlenen Olgularda Video-EEG Bulgularının ve Klinik Verilerin
İncelenmesi
Lale Mehdikhanova1, Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Uğur Çıkrıkçılı2, Nerses Bebek1, Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1, Işın
Baral Kulaksızoğlu2, Betül Baykan1
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Epilepsi hastalarında psikoz insidansı (% 9) genel popülasyona (%1) kıyasla anlamlı derecede yüksektir. Bu
ilişki uzun yıllardır bilinmekle birlikte, bağlantının altında yatan mekanizmalar ve prediktif faktörler net olarak belirlenememiştir. Epilepsi ve psikoz birlikteliği olan hastalarda elektrofizyolojik özelliklere dair çalışmalar çok sınırlıdır.
Çalışmadaki amacımız, epileptik psikozu olan hastaların klinik ve elektrofizyolojik bulgularını incelemek ve bu olguların özelliklerini psikozu olmayan epilepsi hastaları ile karşılaştırmaktır.
Yöntem: Bu amaçla, 2002-2015 yılları arasında merkezimizin video EEG monitorizasyon ünitesinde (VEMÜ) değerlendirilen epilepsi hastaları retrospektif olarak tarandı. Epilepsi ve psikiyatri kliniklerinde takip edilen epileptik psikoz
tanılı 15 hasta (yaş 40+9,92 yıl; %66,7’si kadın; nöbet başlangıç yaşı 9,37±7,04 yıl) çalışmaya alındı. Kontrol grubu
olarak ise, yine VEMÜ’de incelenmiş olan ve psikozu olmayan 67 epilepsi hastası (yaş 36,2±7,95 yıl; %61,2’si kadın;
nöbet başlangıç yaşı 12,99±9.5 yıl) rastgele seçildi. Tüm epilepsi hastalarının klinik ve ayrıntılı elektrofizyolojik özellikleri hasta dosyalarından ve VEMÜ arşivinden elde edildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, nöbet başlangıç yaşı, aura varlığı, aura tipi, febril nöbet öyküsü, ailede epilepsi
öyküsü, nörolojik muayenede patolojik bulgu varlığı açısından anlamlı fark saptanmadı. Bilinç kaybı ile giden fokal nöbet-19-
ler açısından karşılaştırıldığında, her iki grup arasında belirgin bir fark yokken, sekonder jeneralize konvülziyon psikoz
olgularında daha sıktı, ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0,063). Öyküde status epileptikus (p:0,002) ve
doğum travması (p:0,04) psikoz olgularında anlamlı olarak fazla, ancak dirençli epilepsi öyküsü daha azdı (p:0,034).
EEG bulguları açısından incelendiğinde, yetersiz temel aktivitenin psikoz olgularında anlamlı derecede sık olduğu
(p:0,009) ve bu grupta bilateral interiktal frontotemporal epileptojenik odakların fazlalığı (p<0,000) dikkati çekti.
Frontal intermittan delta aktivitesi, hızlı ritmik aktivite varlığı açısından karşılaştırıldığında ise, gruplar arasında anlamlı fark görülmedi. İki grup arasında iktal başlangıcın lateralizasyonu ve lokalizasyonu açısından da anlamlı fark
saptanmadı.
Oroalimentar otomatizmalar kontrol grubunda daha fazlayken (p:0.001), manuel ve pedal otomatizmlar açısından iki
grup arasında belirgin bir fark yoktu. Kontralateral distoni ve postiktal burun silme psikotik olmayan grupta anlamlı
olarak daha fazlaydı (p:0.002).
Epileptik psikoz tanılı 15 olgudan 5’i opere edilmişken, kontrol grubunda 67 hastanın 43’ü opere edilmişti (p:0.04).
Engel sınıflamasına göre postoperatif nöbet kontrolü açısından her iki grup arasında anlamlı bir fark yoktu.
Sonuç: Olgu sayımız az olmakla birlikte, epileptik psikoz hastalarında klinik olarak status epileptikus ve doğum travması gibi inisyal presipitan faktörlerin sıklığı yanısıra, elektrofizyolojik olarak temel aktivite yetersizliği ve bilateral
interiktal frontotemporal epileptik odakların daha sık olması, bu olgularda psikozun daha yaygın bir tutulumla ilişkili
olduğunu, her iki hemisferin frontal-limbik sistemleri arasındaki devrede bozukluk sonucu ortaya çıktığını düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, Psikoz, Elektrofizyolojik özellikler, Video EEG monitorizasyon
[SS-013]
Video EEG Monitorizasyon Ünitesinde Takip Edilen Epilepsi Hastalarının Retrospektif EKG
Kayıtlarının Ritm Bozukluğu Açısından İncelenmesi
Pınar Uzun, Aylin Bican Demir, İbrahim Bora
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı
Amaç: Video EEG monitorizasyon (VEM) ünitelerinde hastalara EEG ile eş zamanlı EKG monitörizasyonu yapılmaktadır. EKG kaydının olması, EEG artefaktlarının epileptik deşarjlardan ayırımının yanı sıra, bu hastaların interiktal ya
da periiktal dönemde ortaya çıkabilicek kardiyak ritm bozukluğunu da gösterebilmektedir. Bu ritm bozuklukları ani
beklenmeyen ölümlerin (SUDEP: Sudden unexpexcted death of epilepsy) altında yatan bir neden olarak da düşünülmektedir. Ayrıca video-EEG kayıtları sırasında tespit edilen aritmi tipleri; taşikardi, bradikardi ve asistol gibi bilgiler
epileptik odağın lokalizasyonu hakkında fikir verebilmektedir. Bu çalışmada VEM ünitelerinde takip edilen hastaların
eş zamanlı EEG-EKG kayıtları retrospektif değerlendirilerek ritm bozukluklarının tanımlanması ve ilişkili olabilecek
faktörlerin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Mart 2014 ve Şubat 2016 tarihleri arasında VEM’ de takip edilen hastaların EEG- EKG ve nöbet
semiyolojisini içeren görüntü kayıtları ünitenin mevcut data sisteminden retrospektif incelendi.
Hastaların yaş, cinsiyet, nöbet sınıflandırması, nöbet sayısı, aritmi varlığı, ortaya çıkış zamanı ve tiplendirmesi yapılarak, bunların birbiri ile ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya toplam 165 hasta dahil edildi. Ortalama yaşları 46’ydı. Hastaların 75’i kadındı. Tüm bu hastaların EEG- EKG ve nöbet bulguları değerlendirildi. Hastaların 127 ‘si fokal ve sekonder epilepsi iken 38 i primer jeneralize epilepsiydi. Kayıt edilen toplam 370 fokal nöbetin 233 ü temporal, 92 si frontal, 30’u parietal ve 5 i oksipital
kaynaklıydı. Temporal lob kaynaklı nöbetlerin 82 sinde, frontal lob nöbetlerin 46 sında parietal nöbetlerin 4 ünde iktal
taşikardi saptandı. Tespit edilen 79 jeneralize nöbetin 69 unda iktal taşikardi tespit edildi. Sekonder jeneralize olan
iki nöbette asistoli, postiktal dönemde 23 hastada bradikardi, periiktal 34 hastada ventriküler ekstrasistol görüldü.
Tartışma: İnsular korteks ve limbik sistemin elektriksel uyarımının kalp üzerinde bradiaritmi, taşikardi ve asistoli
gibi ritim bozukluklarına yol açabildiği bilinmektedir. Ortaya çıkan ritm bozukluğuna bağlı SUDEP gelişebileceğine
dair birçok çalışma vardır. Kontrol edilemeyen epilepsinin en kötü sonuçlarından birisi olan SUDEP’in risk insidansının
0.9-93/100.000 arasında değiştiği belirlenmiştir. Çalışmamızda SUDEP e yol açabilecek ritm bozukluklarının sıklık,
nöbet semiyolojisi ve EEG ile ilişkisinin saptanması ve SUDEP i azaltmaya yönelik yapılabilecek çalışmalara katkı
sağlanması amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: iktal EKG, SUDEP, iktal taşikardi
-20-
[SS-014]
Postiktal Generalize EEG Supresyonu İçin Ön Belirteçler
Hava Özlem Dede, Leyla Baysal Kıraç, Lale Mehdikhanova, Nerses Bebek, Candan Gürses, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Amaç: Postiktal generalize EEG supresyonu (PGES), epilepside ani beklenmedik ölüm (SUDEP) için iktal kayıtlardan
elde edilen patofizyolojik bir belirteç olarak düşünülmektedir. Yakın dönemde yapılan çalışmalarda PGES varlığının
ve süresinin SUDEP riskini arttırabileceği üzerinde durulmaktadır. PGES patofizyolojisiyle ilgili halen pek az şey bilinmektedir ve SUDEP riskini ortaya koyabilecek her belirteç hayati önem taşımaktadır
Yöntem: Video-EEG ünitemizde 2013 – 2015 yılları arasında kaydedilmiş 27 hastanın 30 jeneralize konvulzif nöbeti retrospektif olarak incelendi. Nöbetten hemen sonra EEG’de zemin aktivitesi amplitüdünün 20 saniyeden uzun
süreyle, 10 µV’un altında seyretmesi PGES olarak tanımlandı. PGES bulgusunun sıklığı, süresi, ayrıca yaş, cinsiyet,
toplam nöbet süresi, tonik ve klonik fazların süreleri, nöbet tipi, istirahat-iktal-postiktal dönemdeki kalp hızı değişimi
ve SUDEP 7 skoru ile ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: Yirmi yedi hastanın kaydedilen 30 nöbetinin on üçünde (% 48,1 ve 43,3 sıklıkta) PGES saptandı. Ortalama
PGES süresi 23,54 ± 5,1 s idi. PGES varlığıyla yaş, cinsiyet, toplam nöbet süresi, tonik ve klonik faz süreleri, nöbet
tipi ve SUDEP 7 skoru arasında istatistiksel bir ilişki gösterilemedi.
İktal ve istirahat dönemleri arasında nabız farkı PGES olmayan grupta, PGES grubuna kıyasla belirgin olarak daha
yüksekti (p:0.007). İstirahat ve post iktal dönemlerde ortalama nabız değerleri iki grup arasında farklı değilken (72
± 4.2 ve 70.5 ± 4.4; p:0.81 ve 0.95, sırasıyla), ortalama iktal nabız PGES saptanmayan grupta 122.7 ±7.6, PGES
saptanan grupta 88.8 ± 10.2 idi ve iki grup arasında anlamlı fark vardı (p:0.016).
Sonuç: PGES jeneralize konvulzif nöbetlerde sıklıkla karşılaşılan ve SUDEP mekanizmasında önemli rolü olabilecek
bir tablodur. Jeneralize konvulzif nöbetlerde nöbet sırasında beklenen kalp hızı artışı, çalışmamızda PGES grubunda
belirgin olarak daha az bulunmuştur. PGES saptanan nöbetlerde kalp hızı değişkenliğinin azalmış olması SUDEP mekanizması ile ilişkili olabilir. Genetik bulguların da SUDEP açısından daha önemli bir rolü olabilir. Postiktal dönemin
PGES varlığı açısından dikkatle incelenmesinin önemli olduğu akılda tutulmalıdır. PGES bulgusunun öneminin farkında
olmak SUDEP riskini azaltmada faydalı olabilir.
Anahtar Kelimeler: PGES, SUDEP, iktal nabız, kalp hızı değişkenliği, postiktal EEG değişiklikleri
[SS-015]
Juvenil Myoklonik Epilepsi Hastalarında Ekokardiyografi ve Holter Bulgularının
Değerlendirilmesi
Fatma Genç1, Ahmet Genç2, Elif Küçükseymen1, Abidin Erdal1, Yasemin Biçer Gömceli1, Şakir Arslan2, Gülnihal Kutlu3
1
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya
2
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Antalya
3
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji AD, Nörofizyoloji BD, Muğla
Amaç: Epilepsi iktal ve interiktal periyotta otonom fonksiyonları sıklıkla etkilemektedir. Nöbet geçiren hastalarda
epileptik deşarjların, santral otonomik ağ yolu ile normal otonomik vital kardiyak fonksiyonları bozduğu veya değiştirdiği düşünülmektedir.
Yöntem: Epilepsi polikliniğimizde takipli juvenil myoklonik epilepsi (JME) ve sağlıklı kontrol grubuna 24 saat ambulatuar ritm holter monitörizasyonu yapıldı. Sonuçlar kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilerek heart rate variabilite açısından SPOWER, rMSSD, SDNN, pNN50, VLF, LF, HF, LF-HF parametreleri incelendi. Yine hasta ve kontrol
grubuna kardiyolog tarafından, sol lateral supin yatış pozisyonunda transtorasik ekokardiyografi (TTE) yapıldı, 2-D,
M-Mode, CW, PW, doku doppler görüntüleri alındı. Her parametre için 3 ölçüm gerçekleştirildi ve ortalama değerler
elde edildi. Ortalama değerler vücut yüzey alanına göre hesaplandı. Heriki grubun 5 dakikalık istirahat sonrası oturur
pozisyonda kan basınçları ölçüldü. Heriki grubun boy, kilo ve bel çevresi ölçülüp vücut kitle indeksi (VKİ) ve vücut
yüzey alanı (VYA) hesaplandı.
Bulgu: Çalışmaya, 51 hasta (34 (%66.7) kadın, 17 (%33.3) erkek) ve 45 kontrol grubu (30 (%66.7), 15 (%33.3)
erkek) alındı. Hasta grubunun yaş ortalaması 26±7.58 iken kontrol grubunun 26.71±5.14 idi. Heriki grubun boy,
kilo, VKİ, VYA, kan basınçlarının ortalamaları arasında anlamlı fark yoktu. Holterde ve TTE’ da bakılan tüm parametreler arasında anlamlı fark yoktu.
Sonuç: Literatürde JME hastalarında heart rate variabiliteyi ve sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarını
değerlendiren herhangi bir çalışmaya rastlamadık. Primer jeneralize epilepsilerde genellikle heart rate variabilitede
-21-
bozulma ve sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarında olumsuz yönde etkilenme saptanmasına rağmen bizim
JME hasta grubumuzda bu yönde bir bulguya rastlamadık.
Anahtar Kelimeler: Juvenil myoklonik epilepsi, transtorasik ekokardiyografi, holter
[SS-016]
Juvenil Miyoklonik Epilepside Status Epileptikus’un Sıklığı ve Belirleyicileri Nelerdir?
Emel Oğuz Akarsu1, Zeynep Aydın Özemir2, Nerses Bebek1, Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1, Betül Baykan1
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Amaç: Juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarında status epileptikus (SE) çok nadir olarak bildirilmiştir ve SE’u
tetikleyen faktörler, tipleri, yatkınlık yaratan süreçler ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Bu çalışmada JME tanısı ile izlenen
hastaların SE görülme sıklığını, tiplerini ve ayırt ettirici özelliklerini incelemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamız, epilepsi polikliniğimize 1990-2015 yılları arasında başvuran JME tanısı ILAE (International
League against Epilepsy 2010) sınıflamasına göre konmuş hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek yapıldı. Öyküde dominant nöbet tipi olarak miyokloni ve EEG’lerinde jeneralize tipik diken-dalga aktivitesi izlenmiş olan
kesin JME tanılı hastalar çalışmaya alındı. Bütün olguların demografik özellikleri, aile öyküleri, atipik özellikler, nöbet
başlangıç yaşı, nöbet sıklığı, semiyolojisi araştırıldı. Hastaların dosyaları taranarak SE varlığı, tipi, sayısı, tetikleyen
faktörler, SE olan dönemde kullandığı antiepileptik ilaçlar belirlendi.
Bulgular: Kesin JME tanılı 135 hastanın (54 erkek, 81 kadın) dosyasına ulaşıldı. Miyoklonik SE öyküsü olan 2 hastanın, takiplerinde progresif miyoklonik epilepsi tanısı aldığı tespit edilerek çalışma dışı bırakıldı. Hastalarımızın ortalama hastalık başlangıç yaşı 15±3,98 idi.. 13 hastada miyoklonilerin fokal özellik gösterdiği (%9,7), 12 hastanın
nöbetlerinin dirençli olduğu (%8,95) gözlendi. 41 hastanın öyküsünde uygunsuz antiepileptik tedavi (fenitoin, karbamazepin) kullanımı (%30,8), 22 hastada düzensiz (%16,5) ilaç kullanımı mevcuttu. Hastaların % 54’ü uykusuzluk
ve yorgunluk ile miyoklonilerinin artmasından yakınmakta idi. 5 hastada ILAE 2015 sınıflamasına göre SE varlığı (%
3,76) tespit edildi. SE saptanan beş hastanın 3’ünde EEG ile SE kaydı yapıldı. Öyküsü net olan iki hastada da öykü
özelliklerine dayanılarak SE tanısı kondu. 4 olguda en sık miyoklonik SE tablosunun görüldü. 1 olguda ek olarak JKSE,
1 olguda ise ASE saptandı. SE hastalarının hepsinin iyi seyirli grupta olduğu izlendi. Bir hastada uygunsuz ilaç kullanımı ile, 2 hastada uykusuzluk, bir hastada ilaç aksatma ve uykusuzluk ile SE’un tetiklendiği gözlendi. Karbamazepin
kullanan bir hastada ilaç değişimi sırasında SE atağının tetiklendiği izlendi. Üç hastada SE tablosunun tekrarladığı ve
miyoklonilerin fokal özellikte olmasının anlamlı olarak sık izlendiği (p: 0.0125) dikkati çekti. Ayrıca SE saptanan 3
hastada ailede epilepsi öyküsü mevcuttu.
Sonuç: Çalışmamızda JME’de SE sıklığı % 3,76 olarak saptandı. Bu oran literatürdeki nadir çalışmalar ile benzerdi.
Genellikle iyi seyirli olan bu sendromda hastalığın seyrinden bağımsız olarak SE görüldüğünü gözlemledik. SE görülen hastalarda fokal özellik gösteren miyokloniler anlamlı oranda sıktı. Ayrıca SE görülen hastalarda SE tekrarlama
eğilimindeydi. Benzer tetikleyiciler birçok JME hastasında nöbeti tetikleyen faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır, bu
nedenle SE olan hastalarda bu etkenlerin yanısıra bir takım genetik faktörlerin de JME hastalarında SE’a yatkınlığı
arttırdığı düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: Juvenil miyoklonik epilepsi, status epileptikus, miyoklonik status
[SS-017]
İdyopatik İntrakranyal Hipertansiyon Beyinsapında Kalıcı Hipereksitabiliteye mi Yol Açıyor?
Bedia Samancı, Güneş Altıokka Uzun, Elif Kocasoy Orhan, Esme Ekizoğlu, Ali Emre Öge, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: İdyopatik intrakranyal hipertansiyon(İİH) nedeni bilinmeyen intrakranyal basınç artışı ile karakterize bir
sendromdur. Kalıcı vizyon kaybı, kronik başağrısı ya da nükslerin izlenebilmesi, tekrarlanan lomber ponksiyonların
yaşam kalitesini düşürmesi nedeniyle, vizyon ve görme alanı dışında takipte kullanılabilecek objektif ölçümlere ihtiyaç duyulmaktadır. İİH’de 2. ve 6.kranyal sinir başta olmak üzere bazı kranyal sinirlerin etkilenebildiği bilinmektedir.
Bu çalışmadaki amacımız, İİH hastalarının blink(göz kırpma) refleks incelemelerinin migren hastaları ve sağlıklı
kontrollerle karşılaştırılması ve İİH grubunda blink refleks verilerinin klinik bulgularla ilişkisini değerlendirerek takip
ve prognoz tahminindeki rolünün araştırılmasıdır.
Yöntem: Revize Friedman tanı kriterlerine göre tanı almış 23 İİH hastası ile kontrol grubu olarak 15 aurasız migren
hastası ve 16 sağlıklı gönüllü, yazılı onam formlarının alınması sonrası çalışmaya dahil edildi, iki taraflı ikili uyarımlarla blink refleks çalışıldı ve bu uyarılara cevaben blink refleksin toparlanması değerlendirildi. Elde edilen tüm sonuçlar
-22-
istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: İİH hastalarının(21K, 2E) ortalama yaşı 37,6±10,98yıl, ortalama hastalık süresi 53,6±54,23ay idi. Hastaların 18’inin başvuru yakınması başağrısı, 5’inin ise bulanık görme idi. İki hasta dışında tüm hastalarda papilödem, 10
hastada vizyon kaybı/görme alanı defekti saptandı. Takiplerde 8 hastada nüks görülürken, 6 hastada ayda 4’ten fazla
devam eden başağrısı atağı, 4 hastada ise devam eden/yeni başlayan vizyon kaybı/görme alanı defekti mevcuttu.
İİH hastalarının klinik özellikleri ile 200, 300, 500 ve 800ms ISI ile yapılan ikili uyarımlar sonucu ipsilateral(IL) ve kontralateral(KL) yanıtlarda 2.R2 dalgasının alanının 1.R2 dalgasının alanına oranı (2R2/1R2 alan) hesaplandığında elde edilen veriler
karşılaştırıldığında, başlangıçta görme bulanıklığından yakınan hastalardan 500ms ISI ile alınan IL yanıtın, başağrısı olan
hastalara göre anlamlı yüksek olduğu görüldü(p=0,045). Diğer klinik ve elektrofizyolojik bulgular arasında ilişki görülmedi.
Her üç grup değerlendirildiğinde, İİH grubunda 500ms ISI ile alınan IL 2R2/1R2 alan oranı sağlıklı kontrol grubuna
göre anlamlı olarak yüksek bulundu(p=0,001). Atak ve remisyon hastaları ayrı gruplarda olmak üzere, 2R2/1R2
alan oranları açısından ikili gruplar arası karşılaştırmalar yapıldığındaysa, atak dönemindeki hastalarda 500ms ISI ile
alınan IL (p=0,027), 200ms ISI ile alınan KL (p=0,042) yanıtların; remisyondaki hastalarda ise 300ms(p=0,029),
500ms(p=0,001) ve 800ms(p=0,011) ISI değerlerinde IL yanıtların sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı derecede
yüksek olduğu görüldü. İİH ve migren hastaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmadı.
Sonuçlar: İİH hastalarında sağlıklı kontrollere göre R2 toparlanmasında anlamlı artış görülmesi ve remisyondaki
hastalarda bu anlamlılığın devam etmesi, bu hasta grubunda daha önce migrenli ve allodinili hasta gruplarında gösterilene benzer şekilde trigeminal yapılardaki eksitabilitenin arttığını ve bunun kronik dönemde kalıcı hale geldiğini
düşündürmektedir. Bulgularımız İİH mekanizmasına yönelik yeni bir bakış açısı sunmak ve yeni takip ve tedavi stratejilerini değerlendirmek açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Beyinsapı, blink refleks, göz kırpma refleksi, hipereksitabilite, idyopatik intrakranyal hipertansiyon
[SS-018]
Epilepsi Hastalarında Beynin Kaotiklik Seviyesini İnvaziv İktal EEG Veri Analizi İle Belirleme
Gülsüm Akdeniz1, Şadiye Gümüşyayla2, Gönül Vural2, Hesna Bektaş3, Orhan Deniz2
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
3
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Departmanı, Ankara
Giriş: Epilepsi hastalarında nöbet sırasında beyin biyodinamikleri değişmektedir. Beynin yüzeyine/içine veya saçlı
deri yüzeyinden elektrotlar vasıtası ile beynin biyofiziksel potansiyellerinin ölçümü elektroensefalogram (EEG) sinyalleri olarak adlandırılır. Fizyolojik olan veya olmayan artefaktlar nedeni ile zaman zaman nöbete neden olan beyin
bölgesi ile ilişkili epileptik aktiviteyi ve beynin kaotiklik seviyesini tanımlamak zor olmaktadır. Amacımız, epilepsi
hastalarında invaziv iktal EEG verileri kullanarak beynin kaotiklik düzeyi hakkında bilgi sağlamak ve sağlıklı bireylerle
karşılaştırılarak aradaki farkın ortaya konmasıdır.
Materyal ve Yöntem: On epilepsi hastasının invaziv iktal EEG verileri ile on sağlıklı bireyin EEG sinyallerine kantitatif hale dönüştürmek için dört seviye dalgacık dönüşümü yapılmıştır. İnvaziv iktal EEG verileri Bonn Üniversitesinden
(http://epileptologie- bonn.de/cms/upload/workgroup/lehnertz/eegdata.html) elde edilmiştir. Her bir dizi için beynin
kaotiklik seviyesi hesaplanarak, sağlıklı ve epilepsi bireylerin kaotiklik değerleri grafik üzerinde gösterilmiştir.
Bulgular: İnvaziv EEG verilerinin kantitatif analizinden elde edilen bulgularda, epilepsi hastalarının kaotiklik değerleri, sağlıklı gönüllü katılımcıların kaotiklik değerlerine göre daha yüksek bulunmuştur. En yüksek kaotiklik seviyesi
dördüncü seviyede elde edilmiştir. Dalgacık dönüşümünde seviye arttıkça kaotikliğin arttığı saptanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Sınırlı sayıdaki az veri ile elde edilen bu bulguların sonuçları ön çalışma sonuçları olmasına
rağmen kantitatif EEGnin kullanımı ile beynin kaotiklik seviyesi hakkında bilgi verici olduğu görülmüştür. Çıplak gözle
bakıldığında karar verilemeyen EEG sinyallerinde, kantitatif EEGden kaotiklik değerlerine bakılarak EEG aktivitelerinin durumundan hareketle beyin kaotiklik seviyesine karar verilebilir. Elde edilen sonuçlar, bireyin o zaman diliminde
nöbet geçirip geçirmediği hakkında bilgi sağlayabilecektir. Özellikle elektriksel kaynak yerelleştirme çalışmalarında
EEG ön analizi olarak kaotiklik hesabının kullanımı epilepsi hastalarında nöbete neden olan beyin bölgesinin araştırılmasında fayda sağlayabilecektir.
Anahtar Kelimeler: EEG, epilepsi, kantitatif EEG, kaotiklik, beyin
-23-
[SS-019]
Serebral Kitle Lezyonlarının Ameliyatlarında Nörofizyolojik İzleme
Kubilay Varlı1, Fatma Gökçem Yıldız2, Melike Mut3
1
Hacettepe Üniversitesi; Nöroloji Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi; Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
3
Hacettepe Üniversitesi; Nöroşirürji Anabilim Dalı
Giriş: Intraoperatif noromonitorizasyon kitle cerrahisi rezeksiyonlarında morbiditeyi en aza indirmek icin kullanılmaktadır. Kortikal kitlesi olan hastalarda kritik anatomik yapıların elektrofizyoljik takibi operasyon ekibine daha fazla
güven vermekle birlikte prognozun başarı oranını arttırmaktadır.
Bu sunumda, kortikal kitle cerrahisi esansında uygulanan intraoperatif nöromonitorizasyon tecrübemiz paylaşılmıştır.
Yöntemler: İntraoperatif monitorizasyon uygulaması hastanın kitle lokalizasyonu, rezeksiyon cerrahisinin uygulandığı alan, genel anestezi uygulanmış olup olmamasına göre her hasta için özelleştirilmiş olarak uygulanmıştır. Genel
olarak MEP,median SEP, serbest EMG takibi uygulanmıştır.
Sonuçlar: 2012-2016 yılları arasında değişik kortikal alanlarda kitlesi bulunup rezeksiyon cerrahisi yapılan 7 hastaya
intraoperatif nöromonitorizasyon uygulaması yapılmıştır. Hastanın 5’inde intraoperatif monitorizasyon modalitelerinden MEP, serbest EMG takibi, median SEP uygulamaları birlikte kullanılmıştır. 2 hastada uyanık cerrahi yapılması
nedeniyle MEP takibi yapılamamıştır. Bu 2 hastaya ek olarak peroperatif kortikografi, 2 hastaya da faz reversal
uygulaması yapılmıştır. Hastaların 2’sinde operasyon esnasında nörofizyolojik değişiklikler gözlenmiştir. Operasyon
sonrası hastaların hiçbirinde nörolojik defisit gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Intraoperatif monitorizasyon, SEP, MEP, Serebral kitle
[SS-020]
Spinal Tümör Ameliyatlarında Nörofizyolojik İzleme
Kubilay Varlı1, Fatma Gökçem Yıldız2, Melike Mut3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi,Nöroşirurji Anabilim Dalı
Giriş: Spinal cerrahi yöntemlerinin son yıllarda oldukça gelişmesine ragmen kitle rezeksiyonları esnasında nörolojik
defisit gelişme oranı oldukça yüksektir. Biz bu çalışmada merkezimizde spinal kitle cerrahisi uygulanmış vakaların
operasyonları esnasında kullanılan intraoperatif monitorizasyon uygulamalarının sonuçlarını retrospektif olarak inceledik.
Yöntem: İntraoperatif monitorizasyon uygulaması esnasında kullanılan yöntemler her hasta için özelleştirilmiştir.
Takip edilen kasların seçimi kitlenin lokalizasyonu, hastanın nörolojik durumu ve kullanılan cerrahi teknik durumuna
göre seçilmiştir. Hastaların geneline çoklu intraoperatif monitorizasyon standart uygulaması tercih edilmiştir.
Sonuçlar: 2012-2016 yılları esnasında 9 hastaya spinal kitle cerrahisi esnasında intraoperatif nöromonitorizasyon
uygulanmıştır. Hastaların 4’ünde servikal, 4’ünde torakal, 1’inde lomber kitle mevcuttu. Hastaların hepsinde MEP,
tibial SEP, serbest EMG uygulamaları kullanıldı. 2 hastaya ek olarak anal sfinkter MEP uygulaması yapılmıştır. Takibi
yapılan hastaların hepsinde nörofizyolojik MEP değerlerinde amplitüt artışı gözlenmiştir. Anal sfinkter kası takibi yapılan 2 hastanın rezeksiyon sonrası MEP amplitüt artışının en belirgin düzelme olduğu gözlenmiştir. Operasyon sonrası
yeni nörolojik defisit gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Intraoperatif monitorizaston, SEP, MEP, Spinal kitle
[SS-021]
Elim Gerçekten Sanale Kayarken Beynim Ne Yapıyor?
Halil Can Alaydın, Bülent Cengiz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji A.B.D., Klinik Nörofizyoloji B.D.
Giriş ve Amaç: Kauçuk el yanılsaması (KEY) eş zamanlı uygulanan görsel ve taktil uyarı ile kişinin gördüğü kauçuk
elin görmediği kendi eliyle yer değiştirdiğini hissetmesidir. KEY ile vücut aidiyetinde geçici ve sanal bir bozukluk
oluşturulmuş olur. Bu çalışmada KEY sırasında motor kortekste ve sensörimotor entegrasyonda gelişen değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Hipotezimize göre KEY sırasında sensörimotor entegrasyonun bozulması sonucu kısa
-24-
intervalli aferent inhibisyon(SAI) ve kısa intervalli intrakortikal inhibisyonun(SICI) azalması beklenmektedir.
Yöntem: Çalışmaya herhangi bir nörolojik hastalığı olmayan 12 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Çalışma iki kısımdan
oluşmuştur:
1. KEY-SAI etkileşimi: KEY sırasında SAI inceleyebilmek için kauçuk elin işaret parmağına LED ışığı yerleştirildi ve
ölçüm sırasında parmaktan verilen periferik uyarı ile eş zamanlı kauçuk eldeki LED lamba yandı. Belli bir sayıda elektriksel uyarıdan sonra kişide KEY oluştu. Yanılsama sırasında ve yanılsama bozulduktan hemen sonra SAI ölçümleri
tekrarlandı.
2. KEY-SICI etkileşimi: Bu oturumda kauçuk el işaret parmağı ve gerçek el işaret parmağı altlarına süngerler yerleştirilerek her iki işaret parmağa, eş zamanlı olarak, pasif hareket yaptırılmış ve bu eş zamanlı hareket sonucu gönüllüde
KEY oluşturulmuştur. Kısa intervalli intrakortikal inhibisyon (SICI), intrakortikal fasilitasyon (ICF) ve 200 uV MEP için
istirahat motor eşik (RMT); KEY öncesinde, yanılsama sırasında ve yanılsamadan hemen sonra ölçülmüştür.
Her iki yöntemin kontrol oturumu aynı sayıda periferik uyarının yanılsama oluşturulmadan verilerek tekrarlanmasıyla
yapılmıştır. KEY’nın şiddeti bir anketle ve yanılsama sırasında kişinin gerçek eli ile hissettiği yer arası mesafe ölçülerek(proprioseptif drift) değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hem SAI hem SICI analizinde yanılsama oturumunda yapılan tek yönlü tekrarlayan ANOVA testinde ölçüm zamanı (yanılsama öncesi x yanılsama sırasında x yanılsamadan hemen sonra) SAI ve SICI üzerinde anlamlı
derecede etkili (p<0.05) faktör olarak saptandı. Post-hoc analizde bazal SAI ile yanılsama sırasında, yanılsamadan
hemen sonra inhibisyon değerlerinde artma saptandı. SICI’da ise yanılsama sırasında inhibisyon değerlerinde anlamlı derecede azalma saptandı. Yanılsama olmaksızın yapılan kontrol SAI ve SICI oturumlarında ölçüm zamanı her
iki parametre için de etkili faktör değildi (p>0.05). ICF ve RMT analizinde ne yanılsama oturumunda ne de kontrol
oturumunda ölçüm zamanı etkili bir parametre olarak saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Çalışmanın bulguları, hipotezimizin aksine, KEY sırasında SAI’de artmaya işaret etmektedir. Motor korteks
uyarılabilirlik parametresi olan ortalama SICI değerlerinde ise azalma saptanmıştır. Bu iki bulgu beraber değerlendirildiğinde KEY ile afferent uyarının bozulması sonucu bir kompanzasyon mekanizması olarak sensorimotor inhibisyonun arttığı, muhtemelen yanılsamaya bağlı olarak gelişen kortikal plastisite değişikliği nedeniyle intrakortikal
inhibisyonda(SICI) azalma geliştiği yani yanılsamanın motor kortekste “geçici bir lezyon tablosu” oluşturduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Kauçuk El Yanılsaması, Kortikal Eksitabilite, SAI, Sensörimotor entegrasyon, SICI
[SS-022]
Serebelluma Uygulanan Transkranial Manyetik Stimulasyonun Kortikal Eksitabilite Üzerine
Etkisinin Değerlendirilmesi
Filiz Azman1, Vıldan Yayla1, Arsıda Bajramı1, Nejla Sozer1, Aslı Demırtaş Tatlıdede1, A. Emre Öge2
1
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
Amaç: Serebellar TMS, serebellum ve motor kontrol mekanizmaları anlamanın yanı sıra tedavi ve rehabilitasyonda
fonksiyonel iyileşmeye yönelik çalışmalarda önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmalarda farklı serebellar TMS protokollerinin kortikal eksitabilite üzerine etkilerini ölçmenin ve bu protokoller arasında karşılaştırma yapmanın zor olduğu
öne sürülmüştür. Teta Burst Stimulasyon yönteminin (TBS), konvansiyonel rTMS yöntemlerine göre daha etkili ve
kalıcı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, serebelluma, sürekli TBS (cTBS), aralıklı TBS (iTBS) ve sham uygulamalarının kortikal eksitabilite üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Yaş aralığı 17-44 yıl olan 20 erkek sağlıklı gönüllülerin rastgele sırayla en az 1 hafta arayla lateral serebellum üzerine cTBS, iTBS ve sham TBS uygulandı. Her bir TBS uygulaması öncesi ve sonrası kortikal eksitabilite
değerlendirmesi için, kontralateral M1’den istirahat motor eşikleri (RMT), aktif motor eşikleri (AMT), MEP amplitüdleri, kortikal sessiz periyod (KSP) değerleri ölçüldü ve istatistiksel olarak karşılaştırıldı: Sayının az olması nedeniyle
non-parametrik testler (gruplararası karşılaştırmalarda Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney, rTMS öncesi ve sonrası
karşılaştırmalarda Friedman ve Wilcoxon testleri) kullanıldı. Anlamlılık p<=0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Aktif motor eşik değerlerinde çoklu karşılaştırmada anlamlı fark (p=0,002) bulunması üzerine yapılan
ikili değerlendirmelerde, cTBS ve iTBS gruplarında işlem öncesi vesonrasıarasında anlamlıfark saptandı (sırasıyla
p=0,012, p=0,043). İstirahat motor eşik değerlerinde gruplar arası ve grup içi karşılaştırmalarda anlamlı farklılık
saptanmadı. MEP amplitüd değerlerinde ise, iTBS grubunda işlem sonrası anlamlı azalma gözlenirken (p=0,028),
cTBS ve sham gruplarında anlamlı değişiklik saptanmadı. KSP değerlerinde, hem çoklu hem de ikili karşılaştırmalarda
-25-
gruplar arası veya rTMS öncesi ve sonrası arasında anlamlı fark bulunmadı. Deneklerde, uygulanan işleme bağlı yan
etki gözlenmedi.
Sonuç: Serebellum üzerine uygulanan konvansiyonel rTMS veya TBS çalışmalarında değişik sonuçlar elde edilmiştir.
PMC üzerinde doğrudan uygulandığında inhibitör etkili olduğu bilinen cTBS, çalışmamızda MEP değerlerinde anlamlı
değişiklik oluşturmamıştır. Sham uygulaması da parametrelerin hiçbirisinde beklenildiği gibi anlamlı bir değişiklik
oluşturmamıştır, bu da uygulanan cTMS ve iTMS yöntemlerinin etkililiği açısından önem arz etmektedir. PMC üzerine
doğrudan uygulandığında MEP amplitüdlerinde artışa neden olarak eksitatör etki gösteren iTBS yöntemi, bu çalışmada serebellum üzerine uygulandığında MEP amplitüdlerinde ve AMT değerlerinde anlamlı azalmaya neden olmuş
ve inhibitör etki göstermiştir. Bu sonucun, Purkinje hücrelerine uygulanan manyetik uyarımın eksitatör etkisi nedeniyle, dentatotalamokortikal yol üzerindeki inhibisyonu arttırması ve böylece kortikal eksitabiliteyi azaltmasına bağlı
olabileceği düşünülmüştür. Motor korteks üzerindeki etkileri iyi bilinen TBS yöntemlerinin serebellum üzerine farklı
protokollerle uygulanmasıyla elde edilen sonuçlar ortak protokollerin oluşturulmasına yardımcı olacaktır. Ağrısız, güvenilir, uygulaması kolay olan bu yöntemle yapılan bu çalışmalar hem protokollerin oluşturulmasına hem de tedavi
ve rehabilitasyona katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: serebellum, tms, tbs
[SS-023]
30 hz Sürekli Tetha Burst Stimülasyon Uygulamasının İnsan Motor Korteksi Üzerine Etkileri
Zeynep Özdemir, Güneş Altıokka Uzun, Nermin Görkem Şirin, Mesude Özerden, Erkan Acar, Aysun Soysal
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3.Nöroloji Kliniği
Amaç: Repetetif Transkraniyal Manyetik Stimülasyonun (TMS) teta frekansında gruplar halinde uygulanmasının
insan motor korteksi üzerinde nöroplastisitede değişikliklere neden olduğu gösterilmiştir. Ancak son zamanlarda
yapılan çalışmalarda 50 Hz sürekli teta burst stimülasyonun (sTBS) hem kişiler hem de uygulamalar arasında değişkenlik gösterdiği bildirilmektedir. Bu çalışmada 30 Hz sTBS uygulamasının insan motor korteksi üzerindeki etkilerinin
araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Dokuz normal gönüllü denekte (7 Kadın, ort yaş 31.56) dominant hemisfer motor korteks üzerinden uyarı
verilip kontralateral el abduktor digiti minimi (ADM) kasından alınan kayıtlarla istirahat motor eşik (ME), intrakortikal
inhibisyon (İKİ), intrakortikal fasilitasyon(İKF), MEP amplitüdü ve kortikal sessiz periyot (KSP) kayıtları yapıldı. Çift
uyarı çalışmalarında koşullandırıcı uyarı ME’nin %70’i, test uyarı ise ME’nin %140’ı olarak uygulandı. Bazal çalışmayı
takiben ME’nin %80 i ile 30 Hz sTBS uygulanarak bu parametreler hemen işlem sonrasında ve 30 dk sonrasında
yeniden değerlendirildi.
Bulgular: MEP amplitüdünde sTBS öncesine göre hemen sonrasında anlamlı değişiklik gözlenmezken, 30 dk sonrasında anlamlı bir düşüş (p=0.017) saptandı. sTBS öncesine göre sTBS sonrası 30.dk’da inhibisyonda artış fasilitasyonda
anlamlı bir düşüş gözlendi (p=0.021 ve p=0.032). KSP’de ise anlamlı bir değişiklik gözlenmedi (p=0.484). sTBS den
hemen sonra 1 kişide İKİ’de, 2 kişide İKF’de; 30 dk sonrasında 2’şer kişide İKİ ve İKF’de değişiklik görülmedi.
Sonuç: Bu bulgular; 30 Hz sTBS uygulamasının kişiler arasında farklılığının düşük olduğunu ve bunun yanında İKİ
ve İKF parametrelerinde artışa sebep olduğunu göstermiştir. Sonuçlarımız, sTBS’nin motor korteks üzerinde plastisitede değişikliklere yol açtığını ve çeşitli klinik uygulamalarda potansiyel tedavi edici rolünün araştırılması gerektiğini
düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: TMS, inhibisyon, fasilitasyon
[SS-024]
Miyotonik Distrofi Hastalarında TMS ile Kortikal Eksitabilite Değerlendirilmesi
Vildan Yayla, Arsida Bajrami, Filiz Azman, Nejla Sözer, Sultan Çağırıcı
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Giriş: Miyotonik distrofi 1 (DM1), kas tutulumu ile birlikte kognitif bozukluğun görülebildiği, santral sinir sistemi
(SSS) dahil birçok sistemi etkileyen ilerleyici multisistemik bir hastalıktır. SSS ile ilgili belirtilerin patogenezi tam
olarak aydınlatılamamıştır. Farklı görüntüleme teknikleri ile frontal ve temporal ak maddede hiperintens lezyonlar
(AMHL) gösterilmiş olmakla birlikte klinik ile korelasyonu henüz net değildir. Bu çalışmada, fenotipik ve elektrofizyolojik olarak klasik DM1 tanılı 8 gönüllüde kraniyal MR görüntülerinin ve transkraniyal manyetik stimulasyon (TMS) ile
motor kortikal eksitabilitelerinin değerlendirilmesi planlandı.
Yöntem: Yaş aralığı 17–52 yıl olan 8 DM1 gönüllü çalışmaya dahil edildi. Kortikal eksitabilite çalışmaları için, kont-26-
ralateral M1’den istirahat motor eşikleri (RMT), aktif motor eşikleri (AMT), MEP amplitüdleri, kortikal sessiz periyod
(KSP) değerleri ölçüldü ve ikili uyarım (ISI 2, 3, 10, 12,100ms) ile intrakortikal inhibisyon ve fasilitasyon değerlendirildi. Üç tesla kraniyal MR (T1 / T2 / difüzyon–ağırlıklı sekanslar) ile ak madde tutulumu değerlendirildi. Her
hemisfer,beş bölgeye ayrılarak değerlendirildi ve 0 ile 3 arasında derecelendirme yapıldı: [0 (lezyon yok) – 3 (yaygın
tutulum)]. Az sayıda gönüllüde non-parametrik testler kullanıldı. Anlamlılık p<=0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: İki kadın, 6 erkek toplam 8 hastanın yaş ortalaması….. yıl idi. TMS ile kortikal eksitabilite çalışmalarında
DM1 grubu ile sağlıklı gönüllüler arasında AMT ve RMT değerleri arasında anlamlı fark saptandı (p0,001, p=0,001).
Değerlendirilen diğer parametrelerde sağlıklı gönüllüler ile DM1 grubu arasında anlamlı fark saptanmadı. Kraniyal MR
görüntülerinde 5 olguda temporal lobda daha belirgin AMHL saptandı.
Sonuç: DM1, izole bir kas hastalığı olmayıp multisistemik bir hastalıktır. Kraniyal görüntülerde saptadığımız lezyonlar
SSS etkilenmesini desteklemektedir. Kortikal eksitabilite çalışmalarında hasta ve sağlıklı gönüllüler arasında AMT ve
RMT değerleri dışında anlamlı fark bulmamamız hasta sayısı ile ilişkili olabilir. Daha fazla hasta sayısı ile subklinik SSS
disfonksiyonun tespit etmede yardımcı olabileceği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Ak maddede hiperintens lezyonlar (AMHL), Miyotonik distrofi 1; santral sinir sistemi (SSS),
transkraniyal manyetik stimulasyon (TMS)
[SS-025]
Serebellum Motor Korteks Uyarılabilirlik İlişkisi Üzerine Serebeller Transkranial Doğru Akım
(tDCS) Çalışması
Bülent Cengiz1, Mehlika Panpallı Ateş2, Halil Can Alaydın1
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji ABD Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı Motor Kontrol Laboratuvarı
2
Dışkapı Yıldırım Beyazıt E.A.H. Nöroloji Kliniği
Giriş: Serebellum hareketin planlama ve organizasyonunda rol alır. Dentatotalamokortikal yolla kontrlateral motor
korteks (M1) üzerine fasilitatör etki gösterir. Öte yandan, 5-7 ms aralıkı iki transkranial manyetik uyarı (TMS) (ilk
uyarı serebelluma 5-7 ms sonraki uyarı motor kortekse) verilince motor uyarılmış potansiyel (MEP) amplitüdü küçülür.
Serebellumun transkranial doğru akımla uyarılması (ctDCS) görece yeni bir uygulama olup polarite bağlı etki söz
konusudur.
Bu çalışma ctDCS kullanılarak zayıf doğru akım uyarısı ile serebellumun motor korteks üzerine olan etkisinin nasıl
değiştiğini incelemek üzere planlanmıştır. Hipotezimiz anodal, yani uyarılabilirliği arttırıcı, ctDCS ile karşı taraf M1
uyarılabilirliğinde azalma olacağıdır.
Yöntem: Çalışmaya 16 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir.
1. TMS: sol M1, 1 dorsal interosseoz kası için en uyarılabilir noktadan (hot spot) verilmiştir.
2. Serebeller tDCS: aktif elektrod union 3 cm lateraline, sağa pasif elektrod çene-masseter kası önüne yerleştirildi.
Uyarı anodal (1 mA, 20 dk) ve çakma (sham) olmak üzere iki ayrı modalite şeklinde, iki ayrı oturumda verildi.
3. İncelenen parametreler: kısa intervalli intrakortikal inhibisyon (SICI), kısa intervalli intrakortikal fasilitasyon (SICF), intrakortikal fasilitasyon(ICF), istirahat motor eşik ve uyarı-yanıt eğrisi (input-output curve)
Tüm kortikal uyarılabilirlik parametreleri bilgisayaralı aksonal eşik izleme yöntemi ile, QTRAC yazılımı kullanılarak yapıldı.
İstatistiksel analizde SICI, ICF ve SICF için önce temel bileşenler analzi yapıldı. Analiz skorları ile elde edilen bileşenler üzerinden ANOVA testi uygulandı.
Sonuçlar:
1. Temel bileşenler analizi
SICI ve ICF için tek temel bileşen,SICF için iki temel bileşen elde edildi
2. ANOVA Sonuçları
a. SICF: 3 yönlü tekrarlayan ANOVA testi SICF için polarite (anodal x çakma), zaman (uyarı öncesi ve sonrası) ve
fasilitasyon faktörleri (erken x geç) arasında anlamlı etkileşim olduğunu (p<0.05) ortaya koydu. 2 yönlü ANOVA testi
anodal uyarı sonrası geç fasilitasyon faktöründe anlamlı derecede azalma olduğunu gösterdi (p<0.05).
b. SICI: 2 yönlü tekrarlayan ANOVA testi SICI için polarite zaman faktörleri arasında anlamlı etkileşim olduğunu
ortaya koydu p<0.05. Gruplararası karşılaştırmada anodal uyarı sonrası SICI faktöründe anlamlı derecede azalma
saptandı (p<0.05)
c. ICF için 2 yönlü tekrarlayan ANOVA testinde polarite, uyarı yanıt eğrisi için 3 yönlü tekrarlayan ANOVA testinde
polatire, zaman ve ISI arasında anlamlı etkileşim saptanmadı.
Yorum: Anodal ctDCS sonrası SICF azalması saptanması, hipotezimizi doğrular nitelikte, motor korteks uyarılabilirliğinde azalma olduğunu düşündürmektedir. Ancak çalışma sonuçları aynı zamanda anodal ctDCS sonrası SICI
azalmasını da ortaya koyduğundan, ctDCS nin motor korteks üzerine etkisi öngörümüzden daha karışık olmalı. Muhtemelen ctDCS hem Purkinje liflerini hem de derin serebellar nükleusları uyararak kontrlateral motor korteks üzerine
-27-
hem uyarıcı hem inhibe edici etkiye yol açmaktadır.
Anahtar Kelimeler: “Serebellum”, “motor korteks”, “transkranial doğru akım uyarımı”, “kortikal uyarılabilirlik”
[SS-026]
Amyotrofik Lateral Skleroz Hastalarında Üçlü Uyarım Tekniği ile Üst Motor Nöron Tutulumunun
Tenar ve Hipotenar Kasta Değerlendirilmesi
Nermin Görkem Şirin1, Hava Özlem Dede2, Emel Oğuz Akarsu2, Lale Mehdikhanova2, Elif Kocasoy Orhan2, Halil Atilla
İdrisoğlu2, Mehmet Barış Baslo2, Ali Emre Öge2
1
İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı.
2
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı.
Giriş: Üçlü uyarım tekniği (TST), üst motor nöron kaybının kantitatif olarak gösterilmesi amacıyla kullanılan bir
tekniktir ve amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalarında uzunca süredir çalışılmaktadır. Diğer transkranyal manyetik stimülasyon (TMS) incelemelerine oranla kantitatif özelliği ve kolayca tekrarlanabilir olması, üst motor nöron
tutulumunun tespiti ve takibinde faydalı olarak kabul edilmektedir. Abdüktör digiti minimi (ADM) kası kayıtlı TST
incelemesi, diğer konvalsiyonel TMS tekniklerine oranla üst motor nöron tutulumunu göstermekte daha kullanılışlı
bulunmuştur. ALS hastalarında ‘split hand’ fenomeni olarak da bilinen hipotenar grup kasların tenar gruptan fazla etkilenmesi hem kortikal eksitabilite çalışmaları, hem de motor ünite sayımı çalışmaları ile gösterilmiştir. Bu çalışmada,
ALS hastalarının tenar ve hipotenar kas kayıtlı TST incelemeleri ve motor uyandırılmış potansiyel (MEP) incelemelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı EMG Laboratuvarına ALS ön tanısı ile gönderilmiş hastalar içerisinde çalışmaya katılmayı kabul eden 5 hasta ve 4 sağlıklı kontrolde ADM ve abductor pollisis
brevis (APB) kaslarından kayıtlamayla yapılan TST ve MEP yanıtları değerlendirildikaydedildi. TST, bilek, Erb noktası
ve kortikal uyarım ile gerçekleştirildi, Kontrol ve test uyarısınında kaydedilen potansiyellerin amplitüdlerinin oranları
(TSTtest/kontrol) hesaplandı. İstirahat motor eşiğinin %140’ı ile elde edilen MEP yanıtlarının minimum latansı belirlendi. Hasta ve sağlıklı grupta veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Awaji kriterlerine göre hastaların biri kesin, ikisi olası ve ikisi muhtemel ALS’ydi. Hastalık başlangıç süresi
8 aydı. Hastaların tümünde klinik olarak farklı ağırlıkta üst motor nöron tutulumu bulguları mevcuttu. Tüm parametreler içerisinde hasta grubunda APB kası kayıtlı TSTtest/kontrol değeri, kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak
daha düşük bulundu (p<=0,05).
Sonuç: TST incelemesi ALS hastalarında erken dönemde üst motor nöron tutulumunun varlığını ve ağırlığını göstermekte ve daha sonraki seyrini takip etmekte diğer konvansiyonel TMS tekniklerine oranla daha duyarlı olabilir. ALS
hastalığındaki tutulum paterni dikkate alındığında, teknik güçlüklere rağmen tenar kas kayıtlı TST’nin incelemeye
eklenmesi bu duyarlılığı arttırabilir.
Anahtar Kelimeler: Amyotrofik lateral skleroz, üçlü uyarım tekniği, tenar kas, hipotenar kas, split hand
[SS-027]
Multipl skleroz hastalarının OCT, VEP, EDSS skorlarının korelasyonu
Tuğba Sema Şimşek1, Şahinde Fazilet Hız2, Emine Mercan Sakar2, Ayşe Özpınar3
1
Nevşehir Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Nevşehir
2
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
3
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Multipl skleroz (MS) genellikle genç erişkin yaşta başlayan, periventriküler ak maddeyi, beyin sapı, korteks, spinal kord,
serebellum ve optik sinirleri etkileyen enflamatuar demiyelinizan ve aksonal dejenerasyonla seyreden bir hastalıktır.
Multipl sklerozdaki akson kaybının, hastalığın erken evrelerinde ortaya çıkması nöroprotektif ilaçların hastalığın erken
evrelerinde kullanılmaya başlanmasının temelini oluşturmakta ve oluşan akson kaybının monitorize edilmesini önemli
hale getirmektedir. Hastalığın progresyonunu değerlendirmede, objektif ve kantitatif yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Optik koherens tomografi (OCT) invaziv olmayan, kullanımı kolay ve tekrarlanabilir olması yanında retina sinir lifi tabakası (RSLT) üzerinden akson kaybı hakkında bilgi vermektedir. Görsel uyandırılmış potansiyeller (VEP) inceleme ise
demiyelinizasyonun gösterilmesi, takibi ve sessiz lezyonlar hakkında fikir edinme yönünde yardımcı olmaktadır. OCT ve
VEP beraber kullanıldığında sensitivite artarak daha değerli sonuçlar elde edilmektedir. Genişletilmiş özürlülük durumu
ölçeği (EDSS) ise fonksiyonel sistemlerin takibi ve hastaya klinik açıdan kantitatif bir değerlendirme sağlamaktadır.
Çalışmamızda Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği’ne başvuran, takip edilmiş ve
McDonald kriterlerine göre kesin MS tanısı almış hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş,
cinsiyet, hastalık süresi, VEP P100 latans değerleri, RSLT kalınlığının OCT ile 4 kadran ve total ortalama kalınlık öl-28-
çümleri ile EDSS skorları arasındaki korelasyonu istatistiksel olarak değerlendirdik.
Çalışmamızda 60 RRMS hastasının 44’ü kadın 16’sı erkekti. Yaş aralığı 21-65 arasında olup hastalık süresi 4-272
ay arasında olduğu izlendi. MS hastalarının RSLT kalınlıkları OCT cihazımızın normatif data bilgileri aracılığı ile incelendiğinde en fazla temporal kadranda sonrasında sırayla inferior, superior ve nazal kadranlarda incelme saptandı.
Çalışmaya alınan hastaların %85’in de VEP incelemelerinde P100 latans uzaması izlenirken, %80’i ise EDSS skorlarında minimal özürlülük oranı ( EDSS 2.0 ve altında) olarak değerlendirildi.
Yaş ile OCT – VEP – EDSS skorları karşılaştırıldığında sol nazal kadran RSLT incelmesi ve sol P100 latansları yaş ile
negatif yönde korele iken, EDSS skorları ile yaş ilişkisi pozitif yönde korele saptandı.
Hastalık süresi ile temporal –inferior - total ortalama RSLT ölçümleri negatif korele bulunurken, EDSS, P100 latans
değerleri hastalık süresi ile pozitif korele bulundu.
EDSS skorları ile OCT ölçümleri arasında inferior kadran ve total ortalama RSLT kalınlığı EDSS değerleri ile negatif korele izlendi.
Bilateral temporal - sağ nazal - bilateral inferior kadranlar - total ortalama RSLT kalınlıkları ile P100 latans ölçümleri
negatif yönde korele saptandı.
Sonuç olarak çalışmamızda MS hastalarımızın takibinde kullandığımız yaş, cinsiyet, hastalık süresi, P100 latans değerleri, RSLT kalınlığının OCT ölçümleri, EDSS skorları arasındaki korelasyonu değerlendirdik. Bu parametrelerin MS
hastalarında açığa çıkmamış nörodejenerasyonun tespiti, hasta takibi ve tedavi izlemlerinde yardımcı olması kantitatif ve objektif bilgiler ışığında ilerlememizi sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: EDSS, NÖRODEJENERASYON, VEP, OCT, SÜRE
[SS-028]
Hipokampal Sklerozlu Hastalarda Nöronal Otoantikor Varlığının EEG Bulgularıyla İlişkisinin
Araştırılması
Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Leyla Baysal Kıraç2, Esme Ekizoglu2, Ece Erdağ3, Canan Ulusoy3, Nerses Bebek2, Candan
Gürses2, Ayşen Gökyiğit2, Erdem Tüzün3, Betül Baykan2
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Norofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul; Koç
Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji Bölümü, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Norofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinir Bilim Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Son yıllarda nöronal proteinlere özgü antikorlar aracılığı ile gelişen nöbet ve epilepsi kavramları üzerinde sık
durulmaya başlanmıştır. Limbik ensefalit sürecinde gelişen enflamasyonun uzun vadede hipokampal skleroza (HS)
neden olduğu, sklerotik değişikliklerin ensefalit gelişimini takiben 6-12 ay sonra görülmeye başladığı bildirilmiştir. Bu
mekanizmanın anti-epileptiklere dirençli mezyal temporal lob epilepsisinin (MTLE) altında yatan temel nedenlerden
biri olduğu düşünülmektedir.
Amacımız, HS ile seyreden MTLE olgularında olası otoimmun mekanizmaları araştırmaya yönelik olarak nöronal kökenli proteinlere karşı gelişmiş antikorların saptandığı veya saptanmadığı olguların EEG özelliklerinin ayrıntılı olarak
kıyaslanmasıdır.
Yöntem: Epilepsi polikliniğimizden takipli en az bir EEG incelemesi olan, uluslararası epilepsi topluluğu (ILAE) sınıflamasına göre MTLE tanısı konmuş, yapılan MRG incelemelerinde HS tanısı için mezyal temporal yapılarda T1 ağırlıklı kesitlerde atrofi, T2/FLAIR ağırlıklı kesitlerde hiperintensite ve internal yapının bozukluğu saptanan ardışık hastalar dahil edildi.
Hastaların serum örneklerinde N- metil- D- aspartat (NMDAR), voltaj bağımlı potasyum kanalı (VGKC) kompleksi antijenleri [ve alt tipleri olan contactin- associated protein- like 2 (CASPR2), Leucin rich- glioma inactivated 1 (LGI-1)],
glutamik asit dekarboksilaz (GAD), alfa- amino-3-hidroksi- 5- metil-4- isokzazolpropionik asit reseptörü (AMPAR),
gama-aminobütirik asid-A (GABAA) ve glisin reseptörüne (GLY-R) karşı olan antikorlar araştırıldı. Aynı ölçütlerle çalışmaya alınan ve nöronal otoantikor saptanan hasta grubu ile saptanmayan hasta grubunun elektrofizyolojik (rutin
ve video EEG) parametreleri; temel aktivite, interiktal epileptik odak, interiktal temporal odak, ekstratemporal odak,
interiktal nonspesifik yavaş dalga varlığı, FIRDA, TIRDA, interiktal hızlı aktivite, epileptik odağın hiperventilasyon,
fotik stimulasyon ve uykuda aktive olup olmadığı, iktal EEG’de ortalama nöbet süresi, nöbet başlangıç ve sonlanım
paterni, dominant nöbet ritmi, postiktal bulguları, “switch-off” fenomeni varlığı, “delta-brush” paterni, otomatizma
varlığı ve otomatizma tipleri, elde distoni, postiktal burun silme gibi çeşitli semiyolojik ve elektrofizyolojik özellikler
açısından gözden geçirilip, gruplar arasında istatistiksel karşılaştırma yapıldı.
Bulgular: Kırk yedi sağ HS, 46 sol HS, 18 bilateral HS olmak üzere toplam 111 MTLE-HS olgusu dahil edildi. Onbirinde CASPR-2,
4’ünde VGKC kompleksi, 5’inde GLY-R, 4 ‘ünde NMDAR ve 1’inde GABAA reseptörüne karşı olmak üzere 25 hastada otoimmun
antikor saptanırken 180 kişiden oluşan farklı hastalık ve normal kontrol grubunda antikor saptanan olmadı/saptanmadı.
Seropozitiflerle ile seronegatifler arasında ve VGKC alt grup analizlerinde (CASPR2 ve VGKC kompleksi antikoru pozitif 15 olgu) pozitiflerle ile seronegatif grup kıyaslamasında elektrofizyolojik ve semiyolojik yönden istatistiksel olarak
anlamlı farklı bulguya rastlanmadı.
-29-
Sonuç: Bulgularımız MTLE-HS’li hastalarda nöronal otoantikorların (%22.5) ve özellikle potasyum kanal antikorlarının yüksek oranda saptandığını, ancak elektrofizyolojik bulgular açısından farklı bulgulara işaret etmediğini göstermektedir. Bu antikorların taranması, tedaviye dirençli MTLE-HS hastalarında immün tedavi seçeneklerinin denenmesi
açısından önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: epilepsi, hipokampal skleroz, otoimmunite, EEG
[SS-029]
NREM Parasomni Olgularında Klinik, EEG ve Polisomnografik Özellikler; Sık EEG Bozukluğu ve
Gereksiz Antiepileptik İlaç Kullanımı
Sevda İsmailoğulları1, Ayşe Çağlar Sarılar2, Hüseyin Per3, Ferda Füsun Erdoğan1, Murat Aksu4
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Kayseri
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Kayseri
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediyatri Ana Bilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Kayseri
4
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: NREM parasomni hastalarında EEG bozukluğunun eşlik edebileceği bilinse de bu konudaki yayınlar ve EEG
bozukluğunun natürü hakkında örnekler sunan yayın sayısı oldukça az ve genelde erişkinlerdedir. Bu sunumda çocuk
ve erişkin NREM parasomni EEG’lerinden örnekler verilecek ve ülkemizde tipik parasomni olgularındaki gereksiz antiepileptik kullanımına vurgu yapılacaktır.
Yöntem: Retrospektif
Sonuçlar: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı bünyesindeki Uyku Hastalıkları Merkezi’ne Ocak
2013 – Mart 2015 tarihleri arasında başvuran ve NREM parasomni tanısı konulan 34 hasta değerlendirmeye alındı.
Hastaların 15’inde (%44.1) uyurgezerlik, 11’inde (%32.4) konfüzyonel arousal ve 8’inde (%23.5) uyku terörü mevcuttu. Erkek oranı %70.6, yaş ortalaması 16.3±11.5 olarak hesaplandı. Sadece yedi hastada tanımlanan olay çekim
gecesi gerçekleşti. Hastaların %35.3’ünde parasomni ile birlikte epilepsi tanısı da mevcuttu, ve bu grupta febril
konvulzyon öyküsü %41.7 iken sadece parasomni olan grupta bu oran %18.1 idi. Hastaların %20.6’sında tariflenen
olay tipik parasomni olduğu halde özellikle uyku esnasında EEG bozukluğu eşlik etmekteydi. Bu yedi hastanın üçü
antiepileptik ilaç kullanmakta, dördü kullanmamaktaydı. Toplamda klinikte tipik parasomni tarifleyen yedi hastada
antiepileptik ilaç kullanımı vardı. NREM parasomninin tipik semiyolojik özellikleri dışında ayrıca sorgulanan bulgulardan kaşınma 2 (%5.9), esneme 7 (%20.6) hastada tariflenmekteydi. Uykunun makro yapısı normal sınırlardaydı; uyku latansı 12.9±11.2 dak, uyku etkinliği %87.4±10.7, evre N1 % 7.9±4.9, evre N2 %67.1±14.2, evre N3
%17.3±13.9, evre R %7.2±6.5. Uykuda periyodik bacak hareketi indeksi ortalama 2.8±6.7, apne hipopne indeksi
ortalama 1.4±2.9 olarak hesaplandı.
Sonuç: Tipik NREM parasomni olgularında uyku esnasında EEG bozukluğu eşlik etmedir ve gereksiz aptiepileptik
kullanımı sıktır
Anahtar Kelimeler: Antiepileptik ilaç kullanımı, EEG bozukluğu, NREM parasomnileri
[SS-030]
Dejeneratif Ataksi Hastalarının Video-Okülografi ile Değerlendirilmesi
Zerrin Karaaslan, Başar Bilgiç, Haşmet Hanağası, Hakan Gürvit
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Giriş: Serebellum görsel hedefin fovea üzerine düşmesi ve böylece en net ve keskin görüşün sağlanması amacıyla
göz hareketlerinin ince ayarı ve baş hareketleri ile koordinasyonunda görev alır. Serebellumun özellikle sakkadik göz
hareketleri ve yavaş takip ile ilişkili olduğu çeşitli elektrofizyolojik çalışmalar sayesinde uzun zamandır bilinmektedir.
Bu nedenle okülomotor anomaliler spinoserebellar ataksi (SCA) kliniğinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır ve
SCA tiplerinin ayırıcı tanısına ve lezyon lokalizasyonuna yardımcı olmaktadır. Nörolojik muayene ile tespit edilemediği
evrelerde okülomotor anomalilerin elektrofizyolojik olarak gösterilmesi erken tanıya yardımcı noninvaziv bir yöntem
olarak kullanılabilir. Bu amaçla kliniğimizde takip edilen dejeneratif ataksi hastalarının sakkadik ve yavaş takip göz
hareketleri elektrofizyolojik olarak incelenmiş ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırılmıştır.
Yöntem: İstanbul Tıp Fakültesi Hareket Bozuklukları polikliniğinden dejeneratif serebellar ataksi tanısı ile takip
edilen 15 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş, bilinen sinir sitemi hastalığı ve göz hareketlerini etkileyen
ilaç kullanım öyküsü olmayan sağlıklı kontroller bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların sakkadik ve yavaş takip göz
hareketleri, kamera ve ataletsel ölçüm ünitesi monte edilmiş bir gözlük içeren video-okülografi ile kaydedilerek, 100
-30-
ve 200 açılarda horizontal ve vertikal sakkadik göz hareketlerinin hız, latans ve amplitüd değerleri ile yavaş takip
paternleri değerlendirildi.
Sonuçlar: Hasta ve sağlıklı kontroller arasında 10○ ve 20○ açılarda aşağı vertikal sakkadların hız ve latans değerleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar elde edildi. Diğer göz hareketlerinde incelenen parametrelerde anlamlı
fark saptanmadı. Bireysel olarak sonuçlar incelendiğinde 3 hastanın(%20) vertikal sakkad hızlarının yavaş olduğu,
8/15 hastada(%60) yavaş takip hareketini sakkadik paternde olduğu izlendi.
Tartışma: Serebellum ve bağlantıları göz hareketlerinin kontrolünde görev alır. SCA hastalarında sakkadik ve yavaş takip göz hareketlerindeki bozulma rutin muayene ile tespit edilemediği aşamada elektrofizyolojik yöntemlerle
gösterilebilir. Video-okülografi bu dejeneratif hastalık grubunda ayırıcı tanıya ve klinik takibe yardımcı noninvaziv bir
teknik olarak kullanılabilir. Bu kesitsel çalışmada hasta grubunun heterojen olması ve hasta sayısının düşük olması
nedeniyle elde edilen veriler kısıtlı olmakla birlikte geniş hasta ve sağlıklı grupların karşılaştırıldığı çalışmalar ile bu
yöntemin güvenilir bir muayene tekniği olarak rutin kullanıma girmesi söz konusu olabilir.
Anahtar Kelimeler: ataksi, sakkad, yavaş takip, video-okülografi
[SS-031]
“Boş Boş” İzlemekle “Yaşayarak” İzlemek Arasındaki Fark
Bülent Cengiz1, Murat Zinnuroğlu2, Hassan Golmohammadzadeh3, Gözde Bayer3, Bülent İrfanoğlu3, Ali Emre Turgut4,
Kutluk Bilge Arıkan3
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörololi ABD, Klinik Nörofizyoloji BD, Motor Kontrol Laboratuvarı
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi FRT ABD
3
Atılım Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği
4
ODTÜ Makine Mühendisliği
Giriş: Ayna nöronlar hem hareket sırasında hem de hareketi izlerken aktive olan nöron toplulukları olup hareketin
amacını, seyrini kavramaya yönelik faaliyet gösterirler. Herhangi bir hareketi pasif olarak izlemek ayna nöron aktivasyonuyla motor kortekste uyarılabilirliği arttırır. Motor imgelem (imagery) kişinin herhangi bir motor aktiviteyi kas
hareketi olmaksızın kafasında yapıyormuş gibi düşünmesi, hayal etmesidir. Bu sırada motor hareketi gerçekleştirirken aktive olan yollar, daha az derecede de olsa, aktive olduğundan kortikal uyarılabilirlik artar.
Çalışma şu hipotezleri test etmek üzere planlanmıştır:
1. Hareketi pasif olarak izlerken motor kortekste uyarılabilrilik artar ve bu uyarılabilrilik artışı Transkranial Manyetik
Uyarım (TMS) ile saptanabilir
2. Hareketi imgelem yaparak izlemek ayna nöron aktivitesinde dolayısıyla motor kortikal uyarılabilrilikte ek bir artışa
neden olur ve bu artış TMS ile ölçülebilir
3. Hem pasif izlem hem de imgelem yaparak izlem sırasında gözlenen kortikospinal aktivite artışı kasa özgüdür.
Yöntem: Çalışmaya 14 sağlıklı gönüllü (5 kadın) çalışmaya dahil edildi. Yaş aralığı 27-78 olup ortalama yaş 48.3 dü.
Hastalara 11 farklı hareketten oluşmuş 16 hareket videosu izlettirildi. Videolar çimdikleme (pinch) hareketinin değişik motor çıktıları olarak tasarlandı. Her videoda hareketin başlangıcı, motor çıktı ve video sonunda siyah ekrana
denk gelecek şekilde 3 TMS uyarısı verildi.
Çalışma iki ayrı oturumda gerçekleşti: hastalar bir oturumda pasif izlem yaparken ayrı gün yapılan başka bir oturumda videoları imgelem yaparak izlemeleri istendi. Her oturumda video izlemeden önce 1 mV MEP için uyarılma eşiği
saptandı. Çalışma boyunca bu şiddette uyarı verildi. Motor kortikal uyarılabilirlik motor uyarılmış potansiyel (MEP)
amplitüdlerindeki artma/azalma ile değerlendirildi. Çalışmada hareket sırasında aktif olan 1 dorsal interosseoz (1Dİ)
ve görece sessiz olan abduktor digiti quinti (ADQ) kaslarından kayıt alındı. Her oturumda 20 bazal MEP amplitüdü
video izlerken verilen MEP amplitüdleri ile oranlandı.
Sonuçlar: 3 yönlü tekrarlayan ANOVA analizi kas (1Dİx ADQ) x hareket evresi ( başlangıç, motor çıktı, siyah ekran)
x imgelem (var x yok) faktörleri arasında anlamlı etkileşim göstermemiş (p>0.05) olup hareket evresi ve imgelem
MEP amplitüdü üzerine anlamlı etkide bulunan iki faktör (p<0.05) olarak saptanmıştır. İmgelem varlığında MEP
amplitüdü, pasif izlemedeki MEP amplitüd ortalamalarına göre anlamlı derecede (p<0,05) artış gösteriyor. Post Hoc
analizde hareket başlangıcı, motor çıktı ve siyah ekrana bakarken ölçülen MEP amplitüdleri istirahate göre anlamlı
derecede (p<0.05) artmış saptandı.
Yorumlar: Çalışmanın sonuçları birinci ve ikinci hipotezlerimizi doğrularken üçüncü hipotezimiz doğrulanmamıştır.
Motor uyarılabilrilikteki artışın kasa özgün olmamasının imgelem sırasında hareketin bir bütün olarak tasarımlanmasıyla ilgili olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Pasif izleme, motor imgelem, kortikal uyarılabilirlik, TMS
-31-
[SS-032]
Epilepside Kortikal Gecikme Zamanı ve Kortikal Eksitabiliteyi Yansıtan Diğer Elektrofizyolojik
Metodların Değerlendirilmesi
Nesibe Tilek, Cengiz Tataroğlu, Mehmet Eskici, Utku Akyıldız
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Biz bu çalışmada kortikal nöronal fizyoloji ile ilişkili bir hastalık olan epilepside, transkranial manyetik uyarım ile
kortikal motor eşik, kortikal sessiz periyod ve daha önce hiç çalışılmamış parametreler olan uzun latanslı refleksin kortikal geçiş zamanını yansıttığı düşünülen kortikal gecikme zamanını (KGZ) ve uzun latanslı refleksleri
(ULR) değerlendirmeyi amaçladık. Ayrıca antiepileptiklerle bu parametrelerde değişim olup olmadığını araştırdık.
ILAE tanı kriterlerine göre epilepsi tanısı almış 52 hasta (39’ u kadın, 13’ü erkek) ve 20 gönüllü denek (12 ‘si kadın, 8’i erkek) çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya katılan tüm bireylere uygulama ile ilgili bilgi verildikten sonra yazılı onamları alındı.
Transkraniyal manyetik uyarım (TMS) öncesi standart EEG incelemesi yapıldı. TMS ile motor eşik (ME), motor uyarılmış
potansiyel (MUP) amplitüdü, MUP latansı, santral motor iletim zamanı (SMİZ) ve kortikal sessiz periyod (KSP) süreleri
ölçüldü, ayrıca ULR ve somatosensoryel uyarılmış potansiyel N20 komponenti (SUP) amplitüdü, N20 latansı çalışıldı.
Uzun latanslı refleks ikinci komponenti (ULR II) latansından MUP ve SUP latansları toplamı çıkartılarak KGZ hesaplandı.
Bizim çalışmamızda KGZ, JME dışı jeneralize epilepsili grupta kontrol grubu, fokal epilepsili grup ve JME’li gruba kıyasla uzun, JME’li grupta daha kısa bulundu. Ancak gruplar arası farklılık istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. ULR II
amplitüdü JME de en yüksek, JME dışı jeneralize epilepsili grupta en düşük bulundu. Bu fark istatiksel olarak anlamlı
bulundu. ULR II latansı kontrol grubunda en uzun, JME’li grupta en kısa bulundu. Gruplar arası farklılık istatiksel
olarak anlamlı bulunmadı. JME’li grupta ME, diğer gruplar ile kıyaslandığında anlamlı olarak düşük bulundu. Bu sonucu, JME’li hastalarda inhibitör internöronal devrelerin fonksiyonunda bozukluk sonucu gelişen bir hipereksitabilite
ile ilişkili olabileceği düşünüldü. En sık kullanılan antiepileptiklerden valproik asit ve levetiresetamın bu parametreler
üzerindeki etkileri karşılaştırıldı, elektrofizyolojik veriler üzerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışılan elektrofizyolojik parametreler içinde bir tek ME’nin kortikal eksitabilitenin değerlendirilmesinde güvenilir bir
parametre olduğu düşünüldü. Kortikal elektrofizyolojinin değerlendirilmesinde önemli bir parametre olabileceğine
inandığımız KGZ’nın olası bu öneminin değerlendirilmesi için ilaç öncesi ve sonrası daha çok sayıda epileptik hastanın
incelenmesi ileriki çalışmalar açısından uygun olabilir.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, kortikal gecikme zamanı, motor eşik, motor uyarılmış potansiyel
[SS-033]
Göz Kapağı Miyoklonili Genetik Jeneralize Epilepsi Olgularında Göz Kırpma Refleksi İncelemesi
Güneş Altıokka Uzun, Esme Ekizoğlu, Elif Kocasoy Orhan, Nerses Bebek, Candan Gürses, Ayşen Gökyiğit, Ali Emre
Öge, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Giriş: Göz kapağı miyoklonisi (GKM), genetik jeneralize epilepsilerde (GJE) görülebilen, absans nöbetlerinin de eşlik
edebildiği, “International League Against Epilepsy” (ILAE) sınıflamalarında farklı bir nöbet tipi olarak yerini almış
ancak az araştırılmış bir tablodur. Çalışmamızda, göz kırpma refleksi incelemesi ile, bu özel nöbet tipinin ortaya çıkmasına beyin sapı yapılarının katkılarının araştırılması hedeflenmiştir.
Yöntem: Çalışmaya ILAE 2010 kriterlerine göre GJE tanısı almış ve GKM tarif eden ardışık 16 hasta dahil edilmiş,
beyin sapı yapıları göz kırpma refleksi incelemesi ile incelenmiştir. GKM-GJE grubunda yapılan göz kırpma refleksi incelemesi sonuçları, yaş ve cins olarak benzer kontrol gruplarını oluşturan sağlıklı bireyler ve absans nöbeti olmayan,
benzer antiepileptik ilaç alan juvenil miyoklonik epilepsi (JME) olguları ile karşılaştırılmıştır.
Bulgular: GKM-GJE olgularında, sağlıklı kontrol ve JME olgularına göre göz kırpma refleksi toparlanmasının eşik
değer, alan ve amplitüd oranlarında istatistiksel anlamlılık saptanmamıştır.
Tartışma: Çalışmamızda, GKM-GJE olgu grubunda interiktal olarak, ilişkili beyin sapı yapılarında belirgin bir hipereksitabilite olmadığı, GKM’nin muhtemelen oksipital korteks ve diğer kortikal alanlar ile ilişkili mekanizmaların sonucu
olarak ortaya çıkabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: epilepsi, göz kapağı miyoklonisi, göz kırpma refleksi, beyin sapı
-32-
[SS-034]
Kompleks Parsiyel Nöbeti Olan Hastaların Yaşam Kalitelerinin Sağlıklı Bireylerle Karşılaştırılması
Gülfer Atasayar1, İsa Boztemir2, Aylin Bican Demir1, İbrahim Bora1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Bursa
2
Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, İstatistik Lisans, İstanbul
Giriş: Epilepsi yaygın görülen, kronik nörolojik bir hastalıktır, sıklıkla genç yaşta başlar ve hasta yaşamında belirgin
fiziksel, sosyal ve emosyonel sınırlamalara yol açar. Son yıllarda epilepside dâhil olmak üzere pek çok hastalıkta
gerek hastanın memnuniyeti ve yaşam standardını yükseltmek gerekse hastalığın neden olduğu maliyeti azaltmak
amacıyla yaşam kalitesi ölçekleri geliştirilmiştir. Epilepsi hastalarının yaşam kalitesi; nöbet şekli, nöbet sıklığı, tedavi
şekli, çalışma durumu, bilişsel fonksiyonlar, sosyal destek, emosyonel durumlar, fiziksel kısıtlılık, yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum gibi demografik değişkenlerden etkilenir. Biz bu çalışmamızda epilepsinin yaşam kalitesi üzerine
etkisini sağlıklı kontrol grubuna göre karşılaştırarak inceledik. Çalışmada yaşam kalitesi ölçeği olarak kısa yaşam
kalitesi ölçeğini ( SF-36) kullandık.
Materyal-Metod: Epilepsi hastaları ile epilepsi hastası olmayan bireylerin arasından rasgele seçilmiş 154 epilepsi
hastası ve 29 sağlıklı kişinin yaşam kaliteleri arasında önemli fark olup olmadığı incelenmiştir. Yaşam kalitesi “Fiziksel
Fonksiyon”, “Fiziksel Rol Güçlülüğü”, “Ağrı”, “Genel Sağlık”, “Enerji”, “Sosyal Fonksiyon”, “Duygusal Rol Güçlülüğü”
ve “Zihinsel Sağlık” değişkenleri ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Epilepsi hastalarının cinsiyet, yaş, medenî hâl, eğitim
durumu, gelir düzeyi, meslek, yaşadığı yer, nöbet sıklığı, nöbet zamanı, tedavi durumlarının (bağımsız değişkenler)
bir önceki testte yer alan yaşam kalitesi değişkenleri (bağımlı değişkenler) üzerinde anlamlı bir etkisi olup olmadığı
araştırılmıştır. Çalışmada SPSS 22 programı kullanılmıştır.
Bulgular: Hasta ve sağlıklı bireylerin fiziksel fonksiyonları arasında anlamlı bir fark görülmemiş olup Fiziksel Rol Güçlülüğü, Ağrı, Genel Sağlık, Enerji, Sosyal Fonksiyon ve Duygusal Rol Güçlülüğü değişkenlerine göre hasta ve sağlıklı
bireylerin yaşam kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmektedir (p ˂0,05). Epilepsi hastalarının
cinsiyet, yaş, medenî hâl, eğitim durumu, gelir düzeyi, meslek, yaşadığı yer, nöbet sıklığı, nöbet zamanı, tedavi durumlarının (bağımsız değişkenler) bir önceki testte yer alan yaşam kalitesi değişkenleri (bağımlı değişkenler) üzerinde anlamlı bir etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Yaş, medeni hal ve gelir düzeyi bağımsız değişkenlerinin etkisi Roy’s
Largest Root testine göre anlamlı çıkmıştır (p<=0,05).
Sonuç: Epilepsi, yaşam kalitesi çalışmalarının oldukça önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Pek çok çalışma epilepsi hastalarının sağlıklı kontrol katılımcılarına ya da genel referans popülasyonuna oranla daha düşük yaşam kalitesi değerlerine
sahip olduğunu göstermiştir. Bizim çalışmamız bu bağlamda literatür ile uyumlu bulunmuştur. Yapılan birçok çalışmada epilepsi hastalarında yaşam kalitesi üzerine etki gösteren faktörler çeşitlilik göstermektedir. Bizde yaşam kalitesini
etkileyebilecek sosyodemografik değişkenlikler ile birlikte, nöbet sıklığı ve nöbet zamanını lietratür eşliğinde inceledik.
Sonuç olarak epileptik bireylerin yaşam kalitesinin sağlıklı bireyler gibi yüksek olması için sosyodemografik farklılıkların ortadan kaldırılması ve hastaların takip ve tedavilerinde multidisipliner yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini
saptadık.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi yaşam kalitesi, SF-36, Sosyodemografik özellikler
[SS-035]
Hacettepe Üniversitesi Yoğun Bakım Birimleri ve Servislerinde SIRPID Görülme Sıklığı,
Hastaların Klinik Özellikleri ve Prognozları
Neşe Dericioğlu, Ethem Murat Arsava, Mehmet Akif Topçuoğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Stimulusla indüklenen ritmik, periyodik veya iktal deşarjlar (SIRPID) ilk kez 2004 yılında tanımlanan ve
ağırlıklı olarak yoğun bakımlardaki kritik hastalarda ortaya çıkan bir EEG paternidir. Klinik önemi henüz tam olarak
bilinmemektedir. Bu çalışmada Nöroloji yoğun bakım ünitesiyle (NYBÜ) birlikte diğer yoğun bakım birimleri ve servislerde uzun süreli video-EEG çekimi sırasında SIRPID saptanan hastaların klinik özellikleri ve prognozları incelenmiştir.
Yöntem: Ekim 2009-Şubat 2016 yılları arasında yoğun bakım veya servislerde açıklanamayan bilinç-davranış bozukluğu yada non-konvulzif status epileptikus ön tanısıyla uzun süreli video-EEG çekimi yapılan hastaların EEG raporları incelenerek SIRPID bulgusu saptanan hastalar belirlendi. EEG özellikleri, demografik verileri ve prognozları
dosya kayıtlarından belirlendi.
Bulgular: NYBÜ’nde 163 hastanın 4’nde ve yine diğer yoğun bakımlar yada servislerde izlenen 57 hastanın 4’nde
(8/220; %3.6) SIRPID saptandı. Hastaların tümü kadındı (yaş:23-83; ort. 60). Yatış tanıları sistemik kanser, status epileptikus, serebrovasküler hastalık vb. gibi oldukça değişkendi. Glasgow koma skala skoru 3/15 (n=4), 6/15
-33-
(n=1), 11/15 (n=1) ve 12/15 (n=2) idi. Üç hasta genel anestezi almış yada almaktaydı. Altı hastada (%75) EEG’de
ek olarak fokal/multifokal epileptiform anomali, bir hastada (%12.5) FIRDA ve yine bir hastada (%12.5) izole iktal
kayıtlar görüldü. Bir hasta defisitsiz taburcu edilirken, diğer hastalarda (%87.5) modifiye Rankin skoru 4-6 arasında
değişmekteydi.
Sonuç: SIRPID ender görülen bir EEG paternidir. İlginç olarak bu çalışmada tüm hastaların kadın oldukları görülmüştür. Yaş aralığı ve tanılar oldukça değişkendir. Hastaların önemli bir kısmında EEG çekimi sırasında bilinç değişikliği
ağırdır. EEG’de ek olarak izole epileptiform deşarjlar sıktır. Hastaların çoğunluğunda prognoz oldukça kötüdür.
Anahtar Kelimeler: video-EEG, yoğun bakım, kritik hasta, SIRPID, prognoz
[SS-036]
Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde İnme Nedeniyle İzlenen Hastalarda Frontal İntermittan
Ritmik Delta Aktivitesi Görülme Sıklığı ve Bunu Etkileyen Parametreler
Neşe Dericioğlu, Farid Xasiyev, Ethem Murat Arsava, Mehmet Akif Topçuoğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Frontal intermittan ritmik delta aktivitesi (FIRDA), ilk kez 1946 yılında tanımlanan ve elektrofizyologların
pek de ender olmayarak karşılaştıkları bir EEG paternidir. Orta hat beyin lezyonları, artmış kafa içi basıncı, değişik
metabolik bozukluklar, inme vb. pek çok değişik durumda bildirilmiştir. Bu nedenle klinik anlamı çok da iyi bilinmemektedir. Bu araştırmada Nöroloji yoğun bakım ünitemizde (NYBÜ) primer olarak inme nedeniyle izlenen hastalarda
FIRDA paterninin görülme sıklığı ve bunu etkileyebilecek parametreler araştırılmıştır.
Yöntem: Ekim 2009-Şubat 2016 tarihlerinde NYBÜ’nde inme nedeniyle yatırılarak izlenen ve bilinç değişikliği yada
olası non-konvulzif nöbet nedeniyle video-EEG çekimi yapılan hastaların EEG raporları retrospektif olarak incelendi.
EEG’de FIRDA saptanan (Grup 1) ve saptanmayan (Grup 2) hastaların demografik özellikleri, inme tipi ve zamanı,
lezyon lokalizasyonu, eşlik eden metabolik bozuklukları, EEG’de ek olarak gözlenen diğer bulguları ve prognozları not
edildi. Gruplar arasındaki veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya Grup 1’de 23 (11K, 12 E; yaş: 25-82) ve Grup 2’de 64 (37K, 27E; yaş: 26-91) olmak üzere
toplam 87 hasta alındı. Veriler incelendiğinde EEG kayıt günü ve süresi, inme tipi (iskemik yada hemorajik) yada
zamanı, Glasgow koma skala (GKS) skoru, eşlik eden diğer metabolik bozukluklar, EEG’de ek olarak saptanan farklı
bulgular (epileptik deşarj, trifazik dalga, iktal kayıt) ve taburculuk modifiye Rankin skorlarında (mRS) gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Lezyon lokalizasyonuna bakıldığında izole anterior dolaşım inmelerinin Grup 1’de
daha az görüldüğü dikkati çekti (p=0.003).
Sonuç: NYBÜ’nde izlenen inme hastalarının yaklaşık ¼’nde FIRDA paterni saptanmıştır. EEG’de bu paternin gözlenmesi demografik verilerle, inme tipi yada zamanı, GKS skoru, metabolik bozuklukların varlığı, taburculuk mRS ile
ilişkilendirilememiştir. Ancak anterior dolaşım ile posterior dolaşım ayrımının FIRDA üzerine anlamlı bir etkisi olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: yoğun bakım, inme, video-EEG, FIRDA
[SS-037]
Spinoserebellar Ataksilerde Yutma İşlevinin Elektrofizyolojik Yöntemlerle İncelenmesi
İlay Hilal Kılıç, Fatma Akkoyun Arıkan, Ahmet Acarer, İbrahim Aydoğdu, Cumhur Ertekin
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
Amaç: Spinoserebellar atakside (SCA) aspirasyon pnömonisi ölümün başta gelen nedenlerinden biridir. Disfaji, bu
olgularda sık görülen ve aspirasyon pnömonisine yol açabilen önemli bir sorundur. SCA’lerde yutma fonksiyonlarına
yönelik kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Bu çalışmada SCA’lı olgularda elektrofizyolojik yöntemlerle ortaya konulan
disfajinin sıklığının ve derecesinin belirlenmesi; disfaji yakınması olmayan olgularda subklinik etkilenmenin ortaya
konulması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya 34 spinoserebellar ataksili (kadın/erkek oranı 19/15)( ort. Yaş:44,6) olgu dahil edilmiştir. Olgular hastanemize başvuran; öykü, muayene,laboratuar ve görüntüleme yöntemleriyle spinoserebellar ataksi tanısı
konmuş olgulardan oluşmaktadır. Bu olguların 25’inin bilgilerine retrospektif olarak dosya verilerinden ulaşılmıştır.
34 olguya Yutma EMG laboratuarında toplam 40 yutma EMG testi ve her test öncesinde disfajiye yönelik sorgulama
yapılmıştır. Yutma EMG testleri ‘tek yutma analizi’, ‘disfaji limiti’, ‘bardaktan su içme testi’, ’50 sn ve 100sn spontan
solunum kayıtlaması’, ‘bardaktan su içme sırasında solunum kayıtlaması’nı içermektedir. 40 testin 6’sında solunumu
ilgilendiren testler yapılamamıştır.
-34-
Bulgular: Yutma EMG öncesi yapılan sorgulamada disfaji yakınması oranı %60 iken disfaji lmiti yöntemi ile % 85
olguda değişken derecelerde disfaji saptandı. Disfaji limiti disfaji yakınması olanlarda olmayan gruba göre daha belirgin olmak üzere (9,5 ml ve 17.5 ml) normallere göre (>20 ml) düşük bulundu. Hastalık süresi arttıkça disfaji limitinin düştüğü saptandı(r:-0,47). Bardaktan su içme testinde normal kontrol grubuna göre yutma hızında düşme ve
kapasitesinde azalma saptandı (ort. yutma hızı:7,9 ml/sn; ort. yutma kapasitesi:11,0 ml/yutma). Bardaktan su içme
sırasında %24 olguda yutma solunum ilişkisi bozuktu. Yutma apnesinin kesintisiz olduğu olgularda total apne süresi
normal kontrollere (7,9 sn) göre ılımlı uzamış (10,3 sn) bulundu. 100sn istirahatte spontan solunum kayıtlaması
yapılan 30 hastanın % 40’ında Cheynes-Stokes benzeri solunumun da gözlendiği düzensiz solunum paterni saptandı.
Sonuç: SCA grubunda disfaji oldukça sık bir yakınma olup elektrofizyolojik yöntemlerle değerlendirildiğinde bu
oran artmaktadır. Bununla birlikte disfaji olguların yaklaşık yarısında şiddetli düzeydedir. Hastalık süresinde artış ile
disfaji oranı artmaktadır. Yutma solunum ilişkisinde bozulma ve solunum paterninde anormallikler SCA olgularında
saptanılan diğer patolojilerdir. Disfajiye yönelik çalışmaların oldukça az ve kısıtlı olduğu SCA grubunda disfajinin
elektrofizyolojik olarak değerlendirilmesi pratik yararları yanında, klinik bulgular ve alt tiplendirme verileri ile birlikte
fizyopatolojinin ortaya konmasına yardımcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: disfaji, elektrofizyoloji, solunum, spinoserebellar ataksi, yutma EMG
[SS-038]
Parkinson Hastalarında Spontan Yutmanın Tüm Gece Uyku Kayıtlaması Yapılarak İncelenmesi
İrem Fatma Uludağ1, Bedile İrem Tiftikcioğlu1, Cumhur Ertekin2
1
TCSB İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı, İzmir
Giriş: Spontan yutma özellikle uyku esnasında oluşur. Parkinson hastalarındaki spontan yutma işlevinde meydana
gelen değişimler nadiren dikkati çekmiş ve incelenmiştir. Üstelik tüm gece uyku EEG kaydı yapılarak hiç incelenmemiştir. Nörolojik hastalıklarda disfajinin tanısı için bir gecelik uyku boyunca spontan yutmanın incelenmesi faydalı bir
yöntem olabilir.
Hastalar ve Yöntem: Toplam 21 Parkinson tanılı hasta ile 18 yaş-uyumlu sağlıklı kontrol bireyi çalışmaya dahil
edilmiştir. Tüm gece video-EEG kaydı yapılarak spontan yutma ve öksürük frekansı incelenmiştir. Siyalore ve disfaji
uygun ölçekler yardımıyla sorgulanmıştır. Teknik olarak, bir gecelik uyku sırasında 12-kanallı video-EEG kayıtlaması
yapılmış, yutma ile ilişkili kasların EMG’si yanı sıra nazal hava akımı kayıtlanmış ve vertikal larinks hareketleri tiroid
kartilaj üzerine yerleştirilen yüzeyel kayıt elektrotları yardımıyla kaydedilmiştir.
Sonuçlar: Parkinson hastalarında ortalama uyku süresi sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında anlamlı derecede
azalmışken, toplam spontan yutma sayısının arttığı görülmüştür. Siyalore ve klinik disfaji açısından gruplar arasında
fark saptanmamıştır. En dikkat çekici bulgu ise “salvo tipi spontan yutma” olarak adlandırılan gruplar halinde meydana gelen ardışık spontan yutma hareketlerinin varlığının saptanmış olmasıdır. Bu hastalarda salvo tipi spontan
yutmanın hemen ardından gelen öksürme sayısının da belirgin şekilde yüksek olduğu dikkati çekmiştir.
Tartışma: Bu çalışmada ilk kez Parkinson hastaları ve sağlıklı kontrollerde spontan yutma fizyolojisi tüm gece yapılan multimodal elektrofizyolojik kayıtlama yöntemleri kullanarak incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Bu çalışmanın
sonucunda salvo tipi yutma denilen, tek bir yutma eylemi sırasında oluşan artarda 4 ya da daha fazla spontan
yutma hareketi ile karakterize yeni bir yutma paterni tanımlanmıştır. Parkinson hastalarındaki spontan yutma sayısı
orofaringeal disfaji gibi bir yutma bozukluğunu gösterecek derecede yüksek bulunmamış olsa da, salvo tipi spontan
yutma sayısı hastalarda belirgin olarak yüksek saptanmıştır. İleriki çalışmalar ile salvo tipi yutmanın Parkinson ve
diğer nörolojik hastalıklardaki sessiz aspirasyonun bir işareti olup olmadığının araştırılması gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Yutma, disfaji, Parkinson hastalığı, uyku, öksürük
-35-
[SS-039]
Wallenberg Sendromunda Yutma ve Solunum İşlevinin Elektrofizyolojik Özelliklerinin
Değerlendirilmesi: Şiddetli Disfaji Yanında Subklinik Solunum Tutuluşu
Fatma Akkoyun Arıkan1, İlay Hilal Kılıç1, Cenk Eraslan2, İbrahim Aydoğdu1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Bu çalışmada yutma ve solunum nörofizyolojisini ve birbirleri ile olan ilişkisini incelemek, Wallenberg Sendromu ve
diğer beyinsapı infarktı tanılı hastaların orofaringiyal yutmalarının, istirahat solunumlarının, yutma solunum ilişkisinin elektrofizyolojik olarak incelenmesi, infarkt lokalizasyonuna göre ve zaman içinde nasıl değiştiğinin saptanması
amaçlanmıştır.
Çalışmaya 32 Wallenberg Sendromu (WS), 10 bulbus dışı beyinsapı infaktı, 26 sağlıklı gönüllü alındı. Hastaların
nörogörüntülemesi, disfaji ve dispneye yönelik sorgulamaları yanında yutma ve solunuma yönelik elektrofizyolojik
incelemeleri yapıldı. Elektrofizyolojik olarak laringiyal sensör, submental yüzeyel EMG ve solunum için nazal hava
akımı sensörü kullanılarak tek yutma analizi, disfaji limiti, bardaktan su içme, solunumla eş zamanlı bardaktan su
içme ve istirahat sırasında solunum kaydı yapıldı.
WS grubunda %76, bulbus dışı beyinsapı infarktı grubunda %70 olguda disfaji yakınması vardı. 3 ml su yutma
analizinde WS grubunda orofaringiyal yutmanın refleks fazının, bulbus dışı beyinsapı infarktı olgularında ise yutmanın tetiklenme süresinin uzadığı saptandı. WS olgularında disfaji limiti değeri 7,8 ml, bulbus dışı beyinsapı infarktı
olgularında ise 14,1 ml olmak üzere WS grubunda disfaji daha şiddetliydi. WS grubunda DL’i patolojik olanlarda
hıçkırık, hipofoni ve vertigo daha sıktı. WS olguları yutma hız ve kapasiteleri düşük ve 100 ml suyu daha çok sayıda yutma yaparak, daha uzun sürede içmekteydi. WS olgularının %65’inde beyinsapı infarktı olgularının %40’ının
yutma solunum ilişkisi bozuktu. Spontan solunum paternlerine bakıldığında WS grubunda %67, bulbus dışı beyinsapı infarktı grubunda % 30 olguda solunum patolojikti. WS grubunda Cheyne-Stokes solunum yanında zaman
zaman ataksik solunumu düşündüren paternler saptandı. WS grubunda disfaji şiddeti arttıkça yutma solunum ilişkisi ve spontan solunum paterni bozulmaktaydı. Hıçkırığı olan olgularda spontan solunum bozukluğu daha sıktı.
Kraniyal MRG’de Nükleus ambiguus (NA) ve/veya nükleus traktus solitarius (NTS) tutuluşu olan olgularda disfaji
daha sık ve şiddetliydi. KrMRG’de rostral ve/veya orta düzeyde tutuluşu olan olgularda kaudal tutuluşu olanlara
göre disfaji daha sık ve şiddetliydi. 30 WS olgusundan 19’una izlem yapıldı. DL’i patolojik olan 18 olgunun 15’inin
DL’inde ortalama 3 ayda, yutma-solunum ilişkisi patolojik olan 14 olgunun 11’inde ortalama 6 ayda düzelme oldu
Bu çalışmada WS’da disfaji ve subklinik solunum bozukluğunun oldukça sık bir bulgu olduğu, disfajisi şiddetli olgularda yutma solunum ilişkisinin bozulduğu gösterilmiştir. Bu çalışmadaki önemli bir bulgu da subklinik olarak uyanık
durumdaki WS olgularında Cheyne Stokes benzeri spontan solunum patolojilerinin saptanmış olmasıdır. Bu bulgular
ventrolateral bölgedeki respiratuvar merkezin etkilenmesi ya da diğer respiratuvar nükleuslarla ilişkisinin bozulması
kaynaklı olabilir. Sonuç olarak WS olgularında özellikle akut dönemde ciddi mortalite ve morbidite nedeni olabilecek
disfaji yanında solunumsal patolojiler açısından da dikkatli olunmalı ve gerekirse izlem yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: disfaji, solunum bozukluğu, Wallenberg Sendromu
[SS-040]
Parkinson Ve Parkinson Plus Olgularında Yutma Ve Solunum İlişkisinin Elektrofizyolojik
Özelliklerinin İncelenmesi Ayırıcı Tanıya Katkı Sağlar mı?
Fatma Akkoyun Arıkan, Ahmet Acarer, Leyla Baysal Kıraç, Sezin Alpaydın Baslo, Zeynep Tanrıverdi, İlay Hilal Kılıç,
Zafer Çolakoğlu, İbrahim Aydoğdu, Cumhur Ertekin
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Parkinson hastalığı (PH) ve progresif supranükleer felç (PSP) multiple sistem atrofi (MSA) gibi Parkinson plus sendromları başlangıç dönemlerinde ortak özellikler gösterebilen hastalıklardır. Disfaji bu hastalıklarda ortak bir problem
olup malnütirasyon ve aspirasyon pnömonisine neden olarak mortalite ve morbiditeye yol açar. Bu çalışmada PH ve
Parkinsonizm gruplarında yutmanın ve yutma solunum ilişkisinin elektrofizyolojik olarak ayırt edici özelliklerini ortaya
koymak amaçlanmıştır.
Çalışmaya PH tanılı 45 olgu, PSP tanılı 43 olgu ve MSA tanılı 38 olgu (21 MSA-P, 17 MSA-C) ve normal kontrol olarak
70 olgu (ort y:54) alındı. Hastaların disfaji ve dispneye yönelik sorgulamaları yanında yutma ve solunuma yönelik
elektrofizyolojik (EF) incelemeleri yapıldı. Elektrofizyolojik olarak laringiyal sensör, submental yüzeyel EMG ve solunum için nazal hava akımı sensörü kullanılarak tek yutma analizi, disfaji limiti, bardaktan su içme, solunumla eş
zamanlı bardaktan su içme ve istirahat sırasında solunum kaydı yapıldı.
PH, MSA ve PSP olgularında 3 ml bolus yutma testinde ortak özellik total orofaringiyal yutma süresinde ve yutmanın
tetiklenmesinde uzamaydı. PSP grubunda öne çıkan özellik yutmanın tetiklenmesinde uzamanın yanısıra olguların
çoğunun (%84) refleks yutma paterni göstermesiydi. Bu oran MSA ve PH grubunda %11-30 arasındaydı. Disfaji limiti
PSP ve MSA grubunda belirgin olarak daha düşüktü (NK: 25 ml, PH:16,8 ml, PSP: 7,9 ml, MSA: 10,4 ml). Bardaktan
su içme testinde Parkinson plus ve PH gruplarında NK grubuna göre yutma hızında düşme ve kapasitesinde azal-36-
ma saptandı. Bardaktan su içme sırasında MSA grubunda daha belirgin olmak üzere (% 43 ve 56) yutma solunum
ilişkisi bozuktu. Bu oran PH grubunda % 10, PSP grubunda ise % 25 olarak saptandı. Yutma apnesinin kesintisiz
olduğu olgularda total apne süresi NK’ya göre (7,9 sn) uzamış (12,9-14,8 sn) bulundu. Spontan solunum sayıları
NK ve PH grubunda benzer iken diğer gruplarda kısmen artmıştı. Buna karşılık özellikle MSA-C olgularında (%45)
istirahatte solunum patolojileri saptandı. Bu grupta Cheyne-Stokes benzeri solunum yanında amplitüd ve frekansta
oynamalarla belirli düzensiz paternler saptandı. Solunumda düzensizlikler PH ve PSP grubunda daha az sıklıktaydı.
Parkinsonizm olgularında disfaji yakınması PH’ye göre daha erken çıkan ve daha şiddetli bir bulgudur. Hem PH hem
de Parkinson-plus grubunda yutma hızında ve kapasitesindeki azalma orofaringiyal devinimin ekstrapiramidal etkilenme ile yavaşlaması ile ilişkili olabilir. PSP grubunda refleks yutma paterninin belirgin sık olması, yutma solunum
ilişkisi ve istirahatte spontan solunum patolojilerinin PH’ye göre daha fazla buna karşılık MSA grubuna göre daha az
sıklıkta görülmesi, MSA grubunda ise spontan solunum anormalliklerinin ve yutma solunum ilişkisinde bozuklukların
ön planda olması bu elektrofizyolojik çalışmanın ortaya koyduğu ayırıcı tanıda yardımcı olabilecek bulgulardır.
Anahtar Kelimeler: disfaji, Parkinson Hastalığı, Parkinson Plus Sendromlar
[SS-041]
Spastisitede Patella T Refleksinin Değerlendirilmesi İçin Yeni Bir Cihaz Tasarımı
Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Can Özcan4, Süha Yağcıoğlu3, Hilmi Uysal2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
4
Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü
Amaç: Spastisite üst motor nöron lezyonu sonrası gelişen bir hareket bozukluğudur. Ekstremite kaslarının hareket
hızına bağlı tonus artışıdır. Çalışmada spastisite hastlarında Patella T Refleksini çekiç vuruş gücü, bu vuruş sonrası
oluşan vibrasyon ve Bileşik Kas Aksiyon Potansiyeli (BKAP) EMG ile değerlendiren bir sistem tasarımı gerçekleştirildi.
Yöntem: Vuruş gücü, klinisyen tarafından çekiç aracılığı ile Patella T Tendonuna uygulanan kuvvet olarak tanımlanabilir. Vibrasyon, bu vuruş gücü ile kasta oluşan titreşim ve BKAP EMG kasın elektrofizyolojik yanıtı olarak değerlendirilmiştir. Bu üç parametreyi aynı anda değerlendirebilen yeni bir sistem tasarlanmıştır. Tasarlanılan sistem spastisite
rahatsızlığı bulunanlarda ve normal olgularda denenmiştir. BKAP EMG ölçümü için elektrotlar rektus femoris ve biceps
femoris kaslarına konulmuştur. Vibrasyon sensörü rektus femoris kasına yerleştirilen referans elektrodunun önüne
yerleştirilmiştir. Spastisite derecelendirmesi Ashworth skalasına göre yapılmıştır. 20 spastisite olgusu (10 Ashworth
1, 10 Ashworth 2) ve 20 normal olgudan ölçüm alınmıştır.
Bulgular: Klinisyen tarafından altı farklı vuruş gücü Patella T tendonuna uygulanmıştır. Kuvvet aralığı 5 - 17.5 N
arasında 2.5 N artış ile belirlenmiştir. Spastisite olgu grubunda BKAP EMG amplitudlarının M yanıtlarına oranı 5 N
için 0.59±0.23, 7.5 N için 0.53±0.28, 10 N için 0.61±0.24, 12.5 N için 0.59±0.15, 15 N için 0.55±0.18, 17.5 N
için 0.53±0.14’ tür. Vibrasyon genlikleri 5N’dan 17.5N’a sırasıyla 847.7±222.34, 671.0±170.27, 746.1±172.28,
900,95±226, 655,97±72.93, 568.72±144.32, 737.81±76.12 mV’tur. Normal olgularda 5N’dan 17.5N’a sırasıyla
BKAP EMG genliklerinin M yanıtlarına oranı 0.22±0.12, 0.19±0.11, 0.17±0.15, 0.18±0.12, 0.17±0.13, 0.22±0.27;
vibrasyon genlikleri ise 325.12±176.58, 329.58±150.60, 390.35±181.19, 397.63±132.22, 450.02±210.8 mV’tur.
Sonuçlar Şekil 1 ve Şekil 2’ de gösterilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Patella refleksi T yanıtları normallerden belirgin şekilde yükselmiştir ve bu yükseliş çekiç vuruş
gücü ile doğru orantılı değildir. Belirli bir düzeyin üzerinde hemen doygunluğa ulaşmaktadır. Çekiç vuruşu ile oluşan
vibrasyon ile elde edilen yanıtın genliği arasında erken dönemde bir korelasyon görülmekle birlikte aynı doygunluk
eşlik etmektedir. Vuruş kuvvetinin oluşturduğu vibrasyonun ölçülmesi, spastik olgulardaki T refleks yanıtının normallerden farklılığını göstermekte ve tanıda yardımcı bir araç olabileceğini desteklemektedir. Bulgular doğrultusunda görülmektedir ki vuruş kuvvetinin büyük ya da küçük olması alınan yanıt için büyük bir önem arz etmemektedir. Ayrıca
aynı kişiye aynı kuvvetle vurulduğunda bile farklı BKAP EMG yanıtları ve farklı vibrasyon değerleri gözlemlenmiştir.
Bilgilendirme: Bu çalışma TUBİTAK ARDEB projeleri kapsamında 214S175 proje numarası ile desteklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spastisite, Patella T Refleks, BKAP EMG
-37-
[SS-042]
Serabral Spastisitede Rektus Femoris Motor Ünite ve Büyüklük İndeksinin İncelenmesi
Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Can Özcan4, Süha Yağcıoğlu3, Hilmi Uysal2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
4
Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü
Amaç: Spastisite üst motor nöron lezyonu sonrası gelişen bir hareket bozukluğudur. Spastisite, tonusta artma ve
refleks canlılığı ile tanımlanmaktadır. Motor nöron havuzunun uyarılabilirliğindeki değişiklikler nedeniyle refleks yanıtlardaki değişime M yanıtındaki değişimin nasıl eşlik ettiği ise henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Spastisite olgularında, motor yanıtı (M yanıtı) ortalamasının normal olgulara göre daha düşük olduğu bildirilmektedir. Motor nöron
havuzunu değerlendirmede kullanılabilecek invivo yöntemlerden bir tanesi motor nöron sayısı tahmin çalışmalarıdır.
Proximal kaslarda çalışma şansı veren metod ise motor ünite indeksi yöntemidir. Motor ünite sayısı ile spastisitedeki
ilişkiyi araştıran çalışma sayısı çok sınırlıdır. Bu araştırmada spastisitede M yanıtı, motor unite indeksi (MUNIX) ve
motor unite büyüklük indeksi (MUSIX) arasındaki ilişki incelenmiştir.
Yöntem: Çalışmaya 12 serabral kökenli spastisite olgusu ve 12 nörolojik rahatsızlığı bulunmayan sağlıklı birey katılmıştır. Ölçümler Medelek Synergy EMG cihazı ile alınmış olup matematiksel analizler MATLAB programı ile yapılmıştır.
Çalışmada M yanıtları, MUNIX ve MUSIX ölçümleri rektus femoris kasından kayıt edilmiştir. M yanıtları, femoral sinirden supramaksimal elektriksel stimülasyon ile elde edilmiştir. Rektus femoris kasından yüzey elektrotlar ile aktif
elektrot kasın göbeğinde referans elektrot ise tendonda olacak şekilde unipolar olarak kaydedilmiştir. MUNIX ve
MUSIX ölçümleri Nandedkar ve ark. tarafından geliştirilen M yanıtı ve istemli kas aktivitesine dayalı bir yöntemdir.
Beş farklı seviyede (%10,%25,%50,%75,%100) iki set halinde istemli kası yaptırılmaktadır. Alınan ölçümler doğrultusunda ilgili matematiksel işlemler ile motor ünite indeksi ve motor ünite büyüklük indeksi elde edilmektedir.
Bulgular: Normal olgular için M yanıtı ortalaması 21.71±4.24 mV, MUNIX ortalaması 274.42±55.33, MUSIX ortalaması 43.28±6.62 uV iken; spastisite olguları için M yanıtı ortalaması 16.73±3.67 mV, MUNIX ortalaması 221.6±54.42,
MUSIX ortalaması 37.00±6.49 uV olarak elde edilmiştir. M yanıtı, MUNIX ve MUSIX parametleri için normal ve spastisite grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (sırasıyla, p<0.01, p<0.05, p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Sağlıklı bireylere kıyasla spastisite olgularında rektus femoris kası için, MUNIX ve MUSIX değerleri istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde küçülmüştür. Ayrıca spastiklerde M yanıtı amplitüdleri de normallerden düşüktür. Bu bulgular motor nöron havuzunda da değişim olduğunu destekler. Bu bulgular, motor nöron havuzunun uyarılabilirliğindeki değişim ile havuzun niceliksel değişimi arasındaki ilişki olduğunu düşündürür niteliktedir.
Bilgilendirme: Bu çalışma TUBİTAK ARDEB projeleri kapsamında 214S175 proje numarası ile desteklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spastisite, MUNIX, MUSIX
[SS-043]
Serebellar Dejenerasyon Olgularında Median Sinir Uyarımı ile Trapezius Kasından Elde Edilen
Uzun Latanslı Refleksler
Aysel Çoban, Ahmet Şair, Zehra Arıkan, Nesibe Tilek, Cengiz Tataroğlu
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Median mikst sinir uyarımı ile tenar kastan elde edilen uzun latanslı refleksler yanı sıra proksimal kaslardan da geç
yanıtlar elde edilebilmektedir. Bu yanıtlar özellikle trapezius kasından daha belirgin olarak elde edilmektedir. Trapeziustan elde edilen bu yanıtlar postür değişiklikleri ile de değişkenlik göstermiştir. Postüral instabilitesi olan Parkinson
olgularında da bu yanıtlarda ortaya çıkan değişiklikler daha önce sunulmuştur. Bu çalışmada serebellar etkilenmesi
olan olgularda bu reflekslerin incelenmesi planlanmıştır.
Serebellar dejenerasyon tanısı alan dokuz hasta (6 erkek 3 bayan) çalışmaya alındı. Bu olguların birisi anti Hu antikoru pozitif paraneoplastik serebellar dejenerasyon olgusu idi. Diğerleri ise serebellar dejenerasyon tanısı alan olgulardı. Serebellar tutuluş dışında piramidal etkilenme ve periferik sinir tutuluşu olan olgular çalışmaya alınmadı. Klinik
olarak tüm olgular ekstremite ataksisi ve trunkal ataksi bulguları gösteriyordu (panserebellar sendrom). Elektrofizyolojik olarak bu olguların rutin periferik sinir iletileri yapıldıktan sonra bilek düzeyinde median mikst sinir uyarımı ile
tenar kas ve trapezius kaslarından uzun latanslı refleks yanıtlar yüzeyel elektrodlar kullanılarak kaydedildi. Ayrıca 22
sağlıklı kontrol olgusundan bu elektrofizyolojik kayıtlamalar yapıldı. Tenar ve trapezius kaslarından elde edilen uzun
latanslı reflekslerin başlangıç latans değerleri ve pikten pike amplitüd değerleri analiz edildi.
Trapezius kasından elde edilen uzun latanslı refleksler 2 komponentli olarak elde edildi. İlki yaklaşık 35 ms ci-38-
varında ikincisi ise 52 ms civarında idi. Amplitüdleri ise 60 ile 80 mikroV civarında bulundu. Serebellar dejenerasyonu olan olgularda ise bu yanıtlar hiçbir olguda kayıtlanamamıştır. Tenar kastan elde edilen uzun latanslı reflekslerin en stabil komponenti olan 2. komponenti incelendi. Kontrollerde ikinci komponent yaklaşık 48 ms
de kayıtlanırken ilk komponent (H refleksi) yaklaşık 25 ms de kayıtlandı. Trapeziustan kayıtlanan refleks yanıtlardan farklı olarak hasta grubunda bu yanıtların latans ve amplitüd değerleri değişkenlik göstermemiştir.
Serebellar etkilenmesi olan olgularda trapeziustan elde edilen uzun latanslı refleksler tenar kastan elde edilen uzun
latanslı reflekslere göre oldukça farklı bir sonuç göstermiştir. Bulgularımız trapeziustan kayıtlanan bu uzun latanslı
refleks yanıtların oluşumunda rol oynayan jeneratörün serebellum veya bağlantılı nöral yapılarla ilişkisi olabileceğini
düşündürmüştür. Serebellumun kaslar ve eklemler arasındaki koordinasyondaki rolü burada önemli olabilir.
Anahtar Kelimeler: Uzun latanslı refleks, trapezius, postural instabilite, serebellar dejenerasyon
[SS-044]
Göz Kırpma Refleksinin Prepulse İnhibisyonu Ve Peripersonal Alanda Etkilenmesi
Oya Öztürk1, Meral E. Kızıltan2
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, 1. Nöroloji Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Prepulse inhibisyon (PPI) bir refleksin o refleksi oluşturan uyarının öncesindeki eşik altı bir uyaranla baskılanması olarak tanımlanabilecek bir nörofizyolojik yöntem olup bazal ganglia ve beyin sapı retiküler nükleus arasındaki
bağlantıları kapsayan bir devrenin aracılık ettiği, pedinkulopontin tegmental nukleusla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Dış dünyada ekstremitelerimizin ulaşabileceği şekilde vücudun etrafını saran alan peripersonal alan olarak
bilinmektedir. Kapsamlı multisensoriyel etkileşimlerden kaynaklanan peripersonal alanın temsilinin beyinde ventral
premotor korteks ve postreior parietal korteksi kapsayan yaygın bir fronto-parietal ağda yer aldığı bildirilmektedir.
Somatosensoriyel göz kırpma refleksinin (SGKR) uyaran yüze yakın olarak uygulandığında boyutunun artması peripersonel alanın bu reflekse etkisi olarak tanımlanmıştır (Sambo ve ark, 2011). Bu çalışmada, sağlıklı bireylerde
oluşturulan GKR PPI’nun şartlayıcı uyaran peripersonal alana taşındığında değişimin olup olmadığını araştırdık.
Yöntem: Çalışmaya 22 sağlıklı birey (10 kadın, yaş ortalaması 37,3±10,6) alındı. GKR bazal koşullarda supraorbital sinir uyarımı ile çalışıldıktan sonra esas uyarı öncesinde 100 ve 300 ms uyarı aralıklarında median sinirin bilekte
düşük şiddette elektriksel uyarımı ile GKR R2 yanıtındaki boyut küçülmesi (PPI) değerlendirildi. Ayrıca elin pozisyonu
değiştirilerek başın aynı tarafına yaklaşık 4 cm uzaklıkta iken (peripersonal alanda) GKR - PPI çalışıldı. Bütün istatistiksel analizler için SPSS 18 kullanıldı.
Bulgular: Yüz ms ve 300 ms uyarı aralıklarında elde edilen GKR R2 yanıtı alanlarında anlamlı küçülme saptandı
(p<0,05). PPI oranları 100 ms uyarı aralığında %68.7±22.8, 300 ms uyarı aralığında %64,8±25,5 idi. Peripersonal
alanda PPI uygulaması ile bakılan GKR R2 yanıtı amplitüd ve alanlarında da istatistiksel olarak anlamlı olmamakla
birlikte artış saptandı. R2 yanıtı alanındaki artışlar 100 ms uyarı aralığında %37.6, 300 ms uyarı aralığında %31.4
oranında idi.
Sonuç: Çalışmamızda 100 ms ve 300 ms uyarı aralıklarında R2 yanıtında saptanan PPI literatürle uyumludur. Literatürde peripersonal alanda elde edilen somatosensoriyel GKR yanıt boyutunda bazal şartlara göre görülen artışa
yüzü çevreleyen alanın kodlanmasından sorumlu olan kortikal bölgelerin GKR’ye aracılık eden beyinsapı ara nöronları
üzerindeki tonik, yukarıdan aşağıya bir modülasyonunun aracılık ettiğini bildirmişlerdir. İstatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte peripersonal alanda test yanıt boyutunda saptadığımız artışlar PPI’nin görece azalması olarak yorumlanabilir; bu durum korteksin PPI’a aracılık eden devrelerin uyarılabilirlik düzeyinde etkili olduğuna işaret edebilir.
Anahtar Kelimeler: göz kırpma refleksi, peripersonal alan, prepulse inhibisyon
[SS-045]
Migren Baş Ağrısı ve Peri-Personal Alan
Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Ayşegül Gündüz1, Uğur Uygunoğlu1, Devrimsel Harika Ertem2, Derya Uludüz1, Baki Göksan1, Sabahattin Saip1, Aksel Siva1, Meral E. Kızıltan1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Algoloji Bilim Dalı
Amaç: Peri-personal alan (PPA), bedenlerimizin hemen çevresindeki, dış dünya ile temas eden alan olarak tanımlanmakta ve bu alan, kişinin görünmeyen koruma sınırlarını oluşturmaktadır. Rahatsızlık verici uyarılar karşısında koruyucu refleksler/davranışlar oluşturmak üzere PPA’dan gelen bilgiler beyinde özel bölgelerde işlenir. PPA’nın kodlandığı
presantral girus ve ventral intraparietal alan gibi assosiasyon korteksleri, aynı zamanda non-stereotipik ve komplike
defansif refleks yanıtların oluşumunda da görev yapmaktadır. Migren başağrısı hastalarında multimodal duysal en-39-
tegrasyon bozukluklarının kortikal ve beyinsapı uyarılabilirlik değişikliklerinden ileri geldiği nörofizyolojik çalışmalar
ile gösterilmiştir. Biz, çalışmamızda migren atağı sırasında duysal somatik uyaranların PPA sınırları içerisinde ve dışarısında verildiğinde beyinsapı döngülü göz kırpma refleksindeki değişiklikleri araştırarak, migren hastalarında PPA’nın
duysal entegrasyondaki rolünü belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza muayene sırasında migren atağında olan ya da son 48 saat içerisinde migrenöz atak geçirdiği
belirlenen, ICHD-II kriterlerine göre auralı/aurasız migren tanısı almış, 15 hasta (14 kadın (%93.3); 1 erkek (%6.7);
yaş: 37.67±9.46) ve baş ağrısı olmayan 17 sağlıklı birey (11 kadın (%64.7); 6 erkek (%35.3); yaş: 37.24±10.35)
alındı. Yüzeyel kayıt elektrodlar iki yanlı orbikularis okuli (OO) kasına motor nokta ve 2 cm lateraline yerleştirildi.
İlk deneyde bireyler rahat bir koltukta gözleri açık oturur pozisyonda iken bilekte median sinir, bant ile bileğe sabitlenmiş yüzey bipolar elektrod ile elektriksel olarak uyarılarak somatosensoriyel göz kırpma refleksi (SGKR) elde
edildi. İkinci deneyde elin yüze değmeden yaklaştırılması istendi ve kişi bu pozisyonu korur iken median sinir bilek
seviyesinde elektriksel olarak uyarılarak elde edilen SGKR kaydedildi. Ekstra-personal alan (EPS) ve PPA uyarımı ile
oluşan SGKR’nin parametreleri grupların içerisinde ve birbirleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: EPS uyarımı ile hastaların 11’inde (%73.3) SGKR elde edillirken, PPA uyarımı ile tümünde refleks elde edildi (p>0.05). Uyarının EPA verilmesine göre PPA uyarımı ile SGKR amplitüdünün ve alanının hem hasta hem de sağlıklı kontrollerde anlamlı derecede arttığı saptandı (migren: EPA amplitüd: 117.01±119.54µV, PPA: 186.2±137.59µV,
p=0.045; EPA alan: 1.77±2.67, PPA 4.3±5.47, p=0.035; kontrol: EPA amplitüd: 123.63±106.14µV, PPA:
154.71±116.92µV, p=0.032; EPA alan: 1.43±1.76, PPA: 1.95±1.77, p=0.05 ). İstatistiksel olarak anlamsız bulunsa
da migren grubunda ağrısız bireylere göre PPA-SGKR amplütüdünün ve alanının arttığı dikkati çekti.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda migren atağındaki ve ağrısız bireylerde PPA uyarımı ile göz kırpma refleksinde
anlamlı değişiklikler izlenmiştir. Refleksteki fasilitasyon ağrı çeken hastalarda daha belirgindir. Bu durum migren hastalarının özellikle atak sırasında multimodal duysal entegrasyon sistemlerindeki hiperkesitabiliteden kaynaklanıyor
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Migren baş ağrısı, Peri-personal alan, Somatosensoriyel göz kırpma refleksi
[SS-046]
Lateral Femoral Kutanöz Sinirin İnguinal Segment Sinir İleti Çalışması
Aysel Çoban, Ahmet Şair, Cengiz Tataroğlu
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Lateral femoral kutanöz sinir (LFCN) elektrofizyolojik çalışmalar açısından özellikle sinirin anatomik varyasyonlarından dolayı incelenmesi zor bir sinirdir. Ancak bu sinirin meralji parestetika (MP) olarak bilinen tuzak nöropatisi nadir bir klinik durum değildir. MP daha çok LFCN ‘in inguinal kanaldaki tuzak nöropatisi sonrası ortaya çıkmaktadır. Ancak sinirin bu segment dışında daha proksimal ya da daha distal
segmentlerde etkilenmesi söz konusu olabilir. Biz bu çalışmada lateral femoral kutanöz sinirin spina iliaka anterior superior (SİAS) düzeyi ve cilt altına yaklaştığı SİAS 6-10 cm distali düzeylerinden olmak üzere 2 farklı noktadan uyarım ile inguinal kanal segmenti ve distal segmentin ayrı ayrı iletim çalışması yapılması planlanmıştır.
Bu amaçla öncelikli olarak 23 sağlıklı insanda LFCN’in duysal sinir iletim çalışması yapılmıştır. Ayrıca MP olarak değerlendirilen 18 hasta çalışmaya alınmıştır. Duysal iletim çalışması için öncelikle SİAS 6-10 cm distalinden elektrik
uyarım yapılmıştır. Kayıtlama için SIAS-patella dış kenarı hattı üzerinde uyarım yerinden yaklaşık 20-25 cm distalde
yüzeyel plak elektrodlar yerleştirilmiştir. Proksimal uyarım yeri olarak ise SIAS düzeyi seçilmiştir. Kayıt ve uyarım
için yüzeyel elektrodlar kullanılmıştır. 2 gönüllüde SİAS düzeyinden monopolar iğne kullanılarak uyarım yapılmıştır.
Elde edilen kayıtlar en az 20 averajlama yapılarak ve her bir sinir en az kayıtlanarak yapılmıştır. Elde edilen yanıtların
başlangıç latansları, LFCN distal ileti hızı, pikten pike amplitüd değerleri ve SİAS ile 6-10 cm distali segment ileti hızı
değerleri hesaplanmıştır. Eğer başlangıç noktası belirgin değilse pik latansı ileti hızı hesaplamak için kullanılmıştır.
Kontrol olgularında LFCN distal latansı yaklaşık 3.8 ms proksimal latansları yaklaşık 4.8 ms civarında bulunmuştur. Segment ileti hızı ortalama 65 m/sn dir. Amplitüd değerleri ise distalde ortalama yaklaşık 3.2 mikroV,
proksimalde ortalama 2.3 mikroV civarında bulunmuştur. Tüm olgularda distal uyarım ile yanıtlar elde edilmiş
iken İki denekte proksimal uyarımla yanıt alınamamıştır. Klinik olarak MP düşünülen 19 hasta çalışmaya alındı. Bu hastalarda toplam 21 ekstremitede MP kliniği mevcuttu. MP olgularında toplam 10 ekstremitede proksimal ve distal uyarımla yanıt elde edilememiştir. Beş olguda sağlıklı tarafta da LFCN inguinal segmentte ileti hızı
yavaşlaması saptanmıştır (subklinik olgular). Dört olguda distal ileti normal iken proksimal segment yavaşlaması gözlenmiştir. Dört hastada ise distalde iletiler normal iken proksimal uyarım ile yanıt elde edilememiştir.
Sonuç olarak lateral femoral kutanöz sinirin uyluk distalinden kayıtlama ile beraber daha proksimalden, SIAS düzeyinden elektrik uyarımı ile sinir iletim çalışmaları yapılabilir. Bu metod LFCN etkilenmesi kliniği durumunda lokalize
edici değer taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Lateral femoral kutanöz sinir, meralji parestetika, sinir ileti çalışması
-40-
[SS-047]
Amyotrofik Lateral Sklerozda A-Delta Duysal Liflerin Tutulumu
Barış Işak1, Hatice Tankisi1, Birger Johnsen1, Kirsten Pugdahl1, Nanna Brix Finnerup2, Anders Fuglsang Frederiksen1
1
Aarhus Üniversitesi Hastanesi, Klinik Nörofizyoloji Departmanı, Aarhus, Danimarka
2
Aarhus Üniversitesi Hastanesi, Danimarka Ağrı Araştırma Merkezi, Klinik Tıp Departmanı, Aarhus, Danimarka.
Amaç: Amyotrofik lateral sklerozda (ALS) A- beta duysal sinir liflerinde hafif düzeyde tutulum gösterilmiş olmasına
rağmen A-delta duysal sinir lifleri tutulumuna ait birbiriyle çelişen çalışmalar yayınlanmıştır. Bu çalışmada, lazerle
uyandırılmış potansiyel(LUP) kayıtlamaları kullanılarak ALS hastalarında A-delta liflerinin tutulumu araştırılmıştır.
Yöntem: 18 ALS hastası ve 31 sağlıklı birey bu çalışmaya dâhil edilmiştir. Neodymium-doped yttrium aluminium perovskite (Nd:YAP)-lazer üst (UE) ve alt (AE) ekstremitelerde LUP leri uyarmak için kullanılmışlardır. N1 potansiyelleri
karsı insuler korteksten ( T3 ya da T4), N2/P2 kompleksi ise verteksden (Cz) kaydedilmişlerdir. LUPler N1,N2, P2
latanslari ve N1, N2/P2 amplitudleri kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Kontrollerle karşılaştırıldığında ALS hastaları AE-LUP için daha uzun N2 ve P2 latanslarına, daha küçük N2/
P2 amplitüdlerine sahiptiler. UE-LUPlerde 10 (55.5%) hastada, AE-LUPlerde 11 (61.1%) hastada anormallik saptanmıştır. UE-LUP lerde N1amplitudu, AE-LUP lerde N2- ve P2- latanslari ALS fonksiyonel engellilik skorları ile anlamlı
ilişkiler göstermiştir.
Sonuç: LUP yanıtları ALS hastalarında A-delta liflerinde tutulum olduğunu göstermişlerdir. Nosiseptif yolların tutulumu ALS şiddetindeki artışla ilişkili gözükmektedir.
Anahtar Kelimeler: Amyotrofik lateral skleroz, duysal sinir, lazerle uyandırılmış potansiyel, A-delta
[SS-048]
Non-Alkolik Karaciğer Siroz Hastalığı İle Periferik Polinöropati Arasındaki İlişki
Reyhan Sürmeli1, Emel Oğuz Akarsu3, Adil Niğdelioğlu2, Kamil Özdil2, Ayşe Destina Yalçın1
1
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği
2
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nörofizyoloji Kliniği
Amaç: Karaciğer sirozun periferik sinir sistemi üzerine olan etkileri, daha az oranda araştırılmıştır. Siroz ile periferik
nöropati arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların çoğunda alkolizm, B12 eksikliği, diyabet, tiroid hastalığı gibi nöropati yapabilecek diğer nedenlerin elimine edilmediği bilinmektedir. Biz bu çalışmada periferik polinöropati yapabilecek
diğer nedenler dışlandıktan sonra, non-alkolik karaciğer siroz hastalığı ile polinöropati ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç-Yöntem: Non-alkolik karaciğer siroz tanısı almış 18-80 yaş aralığında polinöropati klinik bugu ve semptomu
olmayan 32 hasta ile birlikte benzer yaş ve cinsiyet dağılımlı 28 sağlıklı kontrol grubu alındı. Her bir hastaya iki yanlı
süperfisyal peroneal, dorsal sural, mediyal plantar sinir ileti çalışması ile birlikte diğer üst ve alt ekstremite duysal-motor sinir ileti, F yanıt çalışmaları sağ taraflı olarak yapıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması, 52,93±10,98 yıl, sağlıklı kontrol grubunda 46,28±11,54 yıldı. Non-alkolik
karaciğer siroz hastalarının elektofizyolojik bulgularının sağlıklı kontrol grubu ile kıyaslama yapılarak elde edilen
bulgularında, mediyan duysal sinir amplitüd (p<0,01), ulnar duysal sinir amplitüd (p<0,01), sağ sural sinir amplitüd (p<0,01), sol sural sinir amplitüd (p<0,01), iki yanlı süperfisyal peroneal sinir amplitüdleri (p<0,01), iki yanlı
mediyal plantar sinir amplitüdleri (p<0,01), mediyan motor sinir amplitüd (p<0,01), ulnar motor sinir amplitüd
(p<0,01), tibiyal motor sinir amplitüd (p<0,01), peroneal motor sinir amplitüd (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak
anlamlı şekilde düşük olarak elde edildi. Mediyan motor sinir ileti hızı (p<0,01), ulnar motor sinir ileti hızı (p<0,01),
tibiyal motor sinir ileti hızı (p=0,02), peroneal motor sinir ileti hızı (p<0,01), iki yanlı mediyal plantar sinir ileti hızı
(p<0,01), sol superfisyal peroneal ileti hızı (p<0,01), sağ superfisyal peroneal ileti hızı (p=0,008), sol sural sinir ileti
hızı (p=0,035), sağ sural sinir ileti hızı (p<0,01), ulnar duysal sinir ileti hızı (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak
anlamlı şekilde yavaş olarak bulundu. Mediyan motor sinir distal latansı (p<0,01), mediyan, ulnar motor sinir F mean
latans (p<0,01), tibiyal motor sinir F mean latans (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak anlamlı şekilde uzun olarak
kayıt edildi.
Sonuç: Bu bulgular, non-alkolik karaciğer sirozunda, polinöropati sıklığı açısından elektrofizyolojik bulguların beklenenden daha sık olduğunu göstermektedir. Karaciğer sirozunun bir komplikasyonu olarak nöropati, hastalarda yaşam
kalitesini etkilediğinden hastaların hepsinde dikkate alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Non-alkolik karaciğer sirozu, polinöropati, EMG
-41-
[SS-049]
Kronik Böbrek Yetmezliğinde Demiyelinizan Özellikte Elektrofizyolojik Bulgular
Yasin Pektezel, Çağrı Mesut Temuçin
Hacettepe Üniversitesi Nöroloji AD
Giriş: Demiyelinizan polinöropatiler, etiyopatogenezleri ve tedavi seçenekleri açısından aksonal polinöropatilerden
farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle, elektrofizyolojik olarak demiyelinizan polinöropatilerin tanınması klinik yaklaşımı etkilemektedir. Herediter nedenler dışında kazanılmış demiyelinizan polinöropatilerin önemli bölümünü ise
immün aracılı hastalıklar oluşturmaktadır. Diğer yandan, EMG laboratuvarımıza polinöropati araştırılması için başvuran kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan hastalarda da demiyelinizan özellikler sık gözlenmektedir. Demiyelinizan
özellikler gösteren hastalar içinde KBY’nin sıklığının araştırılması için geriye dönük sistemik bir tarama planlanmıştır.
Yöntem: 2003-2016 yılları arasında HÜTF EMG laboratuvarında demiyelinizan özellikler saptanan hasta grubu içinde
KBY tanılı hastaların sıklığı ile ENMG ve diğer laboratuvar bulguları geriye dönük olarak incelenmiştir. KBY tanısında 3
aydan uzun süre ile glomerül filtrasyon hızı değerinin < 60 ml/dk/m2 olması dikkate alınmıştır. Sinir iletim çalışmalarında ulnar, median, tibial ve peroneal motor sinirlerde distal latans, minimum F dalga latansı, birleşik kas aksiyon
potansiyeli (BKAP) genliği ve motor iletim hızı ile ulnar, median ve sural duyu sinirlerinde duyu siniri aksiyon potansiyeli (DSAP) genliği ve iletim hızları incelenmiştir.
Sonuçlar: ENMG çalışmalarında demiyelinizan özellikler gözlenen 638 kişilik hasta grubu içinde 40 hastada KBY tanısı bulunmakta idi. Bu hastaların ortalama ± SS yaşı 60,1 ± 11,5 olup 32’si erkek, 8’i kadındı. 17 (%42,5) hastada
diabetes mellitus (DM) tanısı mevcuttu. Hastaların ortalama ± SS kreatin değerleri 3,254±1,775 mg/dl ve 16 hasta
diyalize girmekte idi.
Hastaların sinir iletim çalışmaları incelendiğinde,
-distal latansı normal değerin üstünde 32 hasta,
-minimum F dalga latansı normal değerin üstünde veya F dalgası elde edilemeyen 40 hasta,
-motor sinir iletim hızı normal değerin altında ise 40 hasta saptandı.
Amerikan Nöroloji Akademisi’nin(AAN) demiyelinizasyon kriterleri göz önüne alındığında ise,
-normal üst sınırın %125/150 üzerinde distal latansı olan 17 hasta,
-normal üst sınırın %120/150 üzerinde minimum F dalga latansı olan veya elde edilemeyen 34 hasta,
-normal alt sınırın %80/70 altında motor sinir iletim hızı olan ise 18 hasta saptandı.
Bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde ise demiyelinizan polinöropati için elektrofizyolojik tanı kriterlerini karşılayan
9 hasta vardı. Klinik olarak kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati (CIDP) tanısı konulan hasta ise bulunmamakta idi.
Yorum: Çoğunda kesin elektrofizyolojik tanı kriterlerini karşılamakla birlikte, KBY’li hastalarda demiyelinizan elektrofizyolojik özellikler izlenebilmektedir. Bulguların DM olmayan ve diyalize girmeyen KBY’li hastalarda da izlenmesi
sorunun böbrek yetmezliğinin kendisinden kaynaklandığını akla getirmektedir. Hızlı ileten kalın miyelinli lif kaybına
bağlı değişiklikler ile açıklanamayacak bu bulguların Schwann hücre disfonksiyonu ile ilgili olabileceği ileri sürülmüştür.
İlginç olarak literatürde oldukça sınırlı bilginin mevcut olduğu bu konunun, KBYli hastaların elektrofizyolojik incelemeleri sırasında göz önünde bulundurulmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Kronik böbrek yetmezliği, Polinöropati, Demiyelinizan
[SS-050]
Ardısıra Uyarımda Oksipital Kas Kullanımı
Turgut Adatepe1, Nurten Uzun2, Ayşegül Gündüz2, Ahmet Yıldırım3
1
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Poliklinik Elektromiyografi Laboratuvarı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
3
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı
Giriş: Ardı sıra uyarım (ASU) peş peşe presinaptik asetil kolin salınımına neden olur. Normal koşullarda her uyarım
sonrası aksiyon potansiyeli oluşturulabilirken patolojik durumlarda güvenlik faktörü azaldığından dört ya da beş uyarı
sonunda amplitüd belirgin ölçüde düşer. Çok çeşitli sinir-kas kombinasyonu bu testte kullanılabilir. Burada amacımız,
oksipital kasın ASU kayıtlarında güvenilirlik ve tekrar edilebilirliğini göstermektir.
Bireyler ve Yöntem: Çalışmaya toplam 23 sağlıklı birey dahil edildi (Ortalama yaş 44,7±13,8 yıl ve yedi erkek).
Tüm olgularda ayrıntılı muayene ile nazal ve oksipital kaslardan kayıtla ASU incelemesi yapıldı. Amplitüd ve alan
kayıtlarındaki dekrement ölçüldü. Sağ ve sol tarafta kaydedilen değerler ve nazal ve oksipital kaslar üzerinde kaydedilen değerler karşılaştırıldı.
-42-
Sonuçlar: Sağ ve sol tarafta kaydedilen yanıtlardaki dekrement değerleri benzerdi. Her iki kas üzerindeki kayıtlarda
hem dekrement hem inkrement görüldü. Nazal kastaki maksimum inkrement ve dekrement değerleri sırasıyla %8,1
ve %11,9 olarak saptandı. Oksipital kastaki değerler de istatistiksel farklılık göstermedi ve %11,8 ve %5,9 şeklinde
saptandı. Tekrar edilen incelemeler ile benzer sonuçlar elde edildi.
Yorum: Oksipital kas üzerinden kaydedilen ASU basit, uygulaması kolay, invazif olmayan, tekrar edilebilen bir tetkiktir. ASU incelemesinde, proksimal yerleşimli, kraniyal sinir innervasyonlu ve ilave bir fasiyal sinir innervasyonlu
kasın kullanımı gerektiğinde uygun bir alternatif olabilir.
Anahtar Kelimeler: ardı sıra uyarım, miyastenia gravis, oksipital kas
[SS-051]
Myastenia Gravis Tanılı Hastaların Ardışık Sinir Uyarım İncelemelerinde Oksipital Kasın Kullanımı
Ahmet Yıldırım1, Turgut Adatepe2, Ayşegül Gündüz3, Orhan Yağız4, Nurten Uzun3
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı
2
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Poliklinik Elektromiyografi Laboratuvarı
3
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
4
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Giriş: Miyastenia Gravis (MG), postsinaptik tipte bir motor son plak hastalığıdır. Ardışık sinir uyarımı (ASU), MG tanısında kullanılan elektrofizyolojik bir testtir. ASU testinin tanısal kapasitesi, proksimal ve semptomatik kasların çalışmaya dahil edilmesi, kasın doğru ısıda olması ve mümkün olduğunca çok kasın çalışmaya dahil edilmesine bağlıdır.
Kraniyal sinirler içinde ASU testi için en sık kullanılan fasiyal sinir olup kayıt kası için de genellikle nazalis ve orbikülaris
okuli kasları tercih edilir. Bu çalışmada, fasiyal sinir innervasyonlu oksipitofrontal kasın oksipital parçasının kayıt kası
olarak kullanılmasının diğer kas-sinir kombinasyonlarının ASU sonuçlarıyla karşılaştırılması ve klinik bulgularla fasiyal
sinir-oksipital kas kombinasyonu kullanılarak yapılan ASU yanıtları arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Haziran 2012 ve Ağustos 2013 tarihleri arasında jeneralize MG tanısıyla takip edilen 32 hasta
çalışmaya alındı. Tanı, klasik klinik bulgulara farmakolojik, immünolojik ya da elektrofizyolojik bulgulardan ikisi eşlik
ettiğinde kondu. Elektrofizyolojik inceleme sırasındaki Myasthenia Gravis Foundation of America klinik sınıflamaları
ve MG kompozit skorlamaları yapıldı. Fasiyal sinir innervasyonlu oksipital ve nazalis, aksesör sinir innervasyonlu trapezius, median sinir innervasyonlu abduktor policis brevis (APB) ve ulnar sinir innervasyonlu abduktor digiti minimi
(ADM) kaslarında ASU testi yapıldı. ASU ile tanı koyma oranı, her bir kas kaydıyla ASU testinin tanı koyma oranı,
dekrement oranları ve klinik bulgularla ASU yanıtları arasındaki ilişki araştırıldı.
Sonuçlar: Hastaların 25’inde (%78,1) en az bir kastan kayıtla anlamlı dekrement saptandı. Tanısal potansiyeli en
yüksek kombinasyon, fasiyal sinir- nazal kastı (%68,8). Bunu sırasıyla aksesör sinir- trapezius kası (%53,3), fasiyal sinir-oksipital kas (%50), median sinir-APB kası (%30) ve ulnar sinir-ADM kası (%16,7) izlemekteydi. Nazalis
kas-fasiyal sinir kombinasyonuna üstün değildi. Trapezius kası- aksesuar sinir kombinasyonunda anlamlı dekrement
görülmeyen 4 (%12,5) olguda fasiyal sinir-oksipital kas kayıtlı ASU incelemesi tanı koydurucuydu. Klinik bulgularla,
fasiyal sinir–oksipital kas kayıtlı ASU yanıtları arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı.
Yorum: Proksimal yerleşimli ve fasiyal sinir innervasyonlu oksipital kasın ASU incelemelerinde kullanılması önermekteyiz. Özellikle nazalis kasının atrofisi, artefaktının engellenemediği, operasyon/ travmatik nedenler veya botulinum toksin uygulamaları ile kullanılamadığı durumlarda bu kas iyi bir seçenek olabilir. ASU incelemesinde bu kasın
tek dezavantajı, egzersiz sonrası incelemelerin yapılamamasıdır. Ancak bunun da tetanik yorma ile aşılabileceğini
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Ardışık sinir uyarımı, dekrement, miyastenia gravis, oksipitofrontal kas
[SS-052]
Mutad Olmayan Kasta Ardışık Sinir Uyarımı
Fikret Aysal1, Nimet Dörtcan2, Ahmet Altunhalka3, Ümmühan Altın3, Nesrin Helvacı Yılmaz1, Emre Öge4
1
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
2
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
3
Özel Bakırköy Nöroloji Merkezi, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Sinir-kas bileşkesi (SKB) ileti bozukluklarının tanısında ardışık sinir uyarımı (ASU) sık kullanılır. Rutinde birçok
kastan kayıtlanarak uygulanmasına karşın vastus lateralis (VL) kası bu amaçla hemen hiç kullanılmamaktadır. Altı
-43-
hastamızda sadece veya daha belirgin VL kasından anlamlı dekrement elde edilmiştir. Bu nedenle VL kasından ASU
testini tartışmayı amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmada yaşları 5-56 arasında değişen, üç erkek, üç kadın hasta incelendi. Hastalığın başlangıcı 1.525 yaşlar arasında değişiyordu. Hastalık süresi 3.5- 50 yıl arasında idi. Dikkatli anamnez alındığında tüm hastalarda
fluktuasyon, beş hastada genetik geçiş düşündüren akrabalık ilişkileri vardı. Tüm hastalarda bir alt ve bir üst ekstremitede en az bir motor sinir ve bir duyusal sinir iletim çalışması yapıldı. Tüm hastalarda femoral sinir kasıktan 3
Hz frekansında supramaksimal şiddette uyarılıp VL kası üzerinden bar elektrod ile kayıt alınarak ASU testi çalışıldı.
Ayrıca tüm hastalarda ulnar sinir-abduktor digiti minimi (ADM), üç hastada aksesuar sinir-trapezius, bir hastada yüz
siniri-orbikularis okuli, bir hastada peroneal sinir- ekstensör digitorum brevis kaslarından standart yöntemlerle ASU
yapıldı.
Bulgular: Tüm hastalarda ekstremite proksimal kaslarında zaaf vardı (dördünde alt>üst, birinde üst>alt, bir diğerinde sadece alt). İkisinde daha hafif olarak ekstremite distal kaslarında, ikisinde boyun kaslarında, birinde levator
palpebra kasında zaaf eşlik ediyordu. Tüm hastalarda VL kasından anlamlı dekrement elde edildi. Bir hastada ADM, iki
hastada trapezius kasından daha düşük oranda dekrement elde edildi. Diğer kaslarda dekrement görülmedi. Tümünde SKB hastalığı tanısına varılan hastalardan kardeş olan ikisinde homozigot GFPT1 (glutamine fructose-6-phosphate
transaminase 1) mutasyonu saptandı. Tüm hastalar pridostigminden yararlandı.
Sonuç: Tipik bir miyopati hastası gibi proksimal kaslarda baskın zaafı olan, az çok fluktuasyon anamnezi veren ve
kreatin kinazı normal veya hafif yüksek bulunan hastalarda SKB hastalığı akla gelmelidir. Vastus lateralis kası, doğrudan veya rutin kasların yanında ASU için kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: ardışık sinir uyarımı, sinir-kas bileşkesi, vastus lateralis
[SS-053]
Yeni Tanılı Myasthenia Gravis Hastalarında Ardışık Sinir Uyarım Testinde Dekrement Paternleri
Nermin Görkem Şirin1, Elif Kocasoy Orhan2, Sezin Alpaydın Baslo3, Oya Öztürk3, Aysun Soysal3, Hacer Durmuş2, Feza
Deymeer2, Mehmet Barış Baslo2
1
İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Myasthenia Gravis (MG) hastalarında düşük frekanslı ardışık sinir uyarım (ASU) testinde dekrement izlenmektedir. Bu dekrement paterni, presinaptik nöromüsküler kavşak hastalıklarındaki ilk dokuz uyarıda görülen progresif
düşme paterninin aksine, postsinaptik hastalıklarda 4-5. uyarı sonrası plato çizmekte veya bir miktar düzelmektedir.
ASU testinde egzersiz sonrası, nöromüsküler kavşağa salınan asetilkolin miktarındaki artış nedeniyle birleşik kas
aksiyon potansiyeli (BKAP) amplitüdünde artış (fasilitasyon) izlenir. Bu çalışmada, yeni tanılı ve immünomodülatuar
tedavi kullanmayan MG tanılı hastalarda, ASU testinde değişik frekanslarda ve egzersiz sonrası dekrement paternlerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Haziran 2015-Mart 2016 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim
Dalı ve Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji polikliniklerine başvuran kesin tanı almış MG hastalarından, nazalis, orbikülaris okuli, addüktör digiti minimi veya trapez
kaslarının en az birinde 3Hz. ASU incelemesinde anlamlı ve tekrar eden dekrement tespit edilen 12 hasta çalışmaya
dahil edildi. Dekrement izlenen kasta, 10 saniye maksimal kası sonrası 1Hz. ASU testi 9-100 uyarı ile uygulandı. Dekrement oranları, birinci ile dördüncü, birinci ile dokuzuncu ve birinci ile en son uyarı arasında hesaplandı. İstirahat ve
10 saniye egzersiz sonrası BKAP amplitüdlerindeki artış (fasilitasyon) değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların, hastalık başlangıç süresi 9 aydı ve Composite skor ortalaması 7,3 olarak hesaplandı. On iki
hastanın toplam 21 kasında 3Hz. ASU’da dekrement izlendi. On saniye maksimal kası sonrasında 21 kasın 7‘sinde
BKAP amplitüdlerinde %4-25 oranında fasilitasyon saptandı. Yedi kasın 5’inde (%71) 10 saniye maksimal kası sonrasında 1Hz. ASU testinde 1-4 ve 1-9 uyarı arası dekrement oranı artış göstermekteydi. On saniye maksimal kası
sonrası fasilitasyon izlenmeyen 14 kasın dördünde (%29) dekrement oranı dokuzuncu uyarıda artış gösterirken diğerlerinde değişiklik izlenmedi. Dokuzdan fazla uyarı verilen hastalarının son uyarı ile elde edilen dekrement oranları
ya artış göstermedi ya da değişmeden kaldığı görüldü.
Sonuç: On saniye maksimal kası sonrası 1Hz. ASU testinde BKAP amplitüdünde fasilitasyon sonrası ilk dokuz uyarıda
görülen progresif dekrement paterni presinaptik kompansasyon mekanizmalarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Dokuzdan fazla uyarı ile izlenen dekrement paterni ise tükenme fenomeni ile ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: Myasthenia gravis, düşük frekanslı ardışık sinir uyarım testi, fasilitasyon
-44-
[SS-054]
Nöromüsküler Kavşak Bozukluğunda Jitterdeki Zamansal Değişiminin Ölçümü
Olcay Tosun Meriç1, F. Gökçem Yıldız2, Gülay Nurlu1, Çağrı Mesut Temuçin1
1
Hacettepe Üniversitesi Nöroloji AD
2
Hacettepe Üniversitesi Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
Giriş: Tek lif EMG (TLEMG) incelemesi başta Myestania Gravis (MG) olmak üzere nöromüsküler kavşak hastalıklarının
elektrofizyolojik tanısı için duyarlılığı yüksek bir testtir. Rutin inceleme sırasında her bir potansiyel çifti için, genellikle
100 traseden elde edilen potansiyeller arası interval değerlerinden ”mean consecutive differences “ (MCD) hesaplanmaktadır. MCD, bir potansiyel çiftinin, motor ünitenin ateşlenmesi süresince jitterindeki değişimi ise doğrudan
yansıtmamaktadır. Bu çalışma, MG hastalarında motor ünite ateşlemesinin devam etmesiyle birlikte klinikte gözlenen
yorulma fenomeninin, jitter ölçümlerine da yansıyacağı düşüncesiyle gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Nisan-Aralık 2015 tarihleri arasında EMG laboratuvarında TLEMG incelemesi yapılan hastalar çalışmaya dahil edildi. TLEMG’si bozuk olan MG grubundaki 9 hastanın 5’i kadındı; 4’ünde AChR antikoru, bir hastada ise
Anti-Musk antikoru pozitifti. Hastaların yaş ortalaması 50,3; ortalama semptom süresi 25,7 aydı. 7 kişi ise kontrol
grubu olarak alındı (5 kadın, yaş ortalaması 43,5).
Her bir potansiyel çifti için 100 ardışık trase kayıt edildi. İlk 10 [0-10 MCD] ve son 10 [90-100 MCD] traseden MCD
değerleri ayrı olarak hesaplandı. Kontrol grubunda 20, hasta grubunda ise en az 4 potansiyel çifti için bu ölçümler
gerçekleştirildi. Her iki grupta, potansiyel çiftlerinden elde edilen bu MCD değerleri arasındaki aritmetik farkın ([90100 MCD] - [0-10 MCD]) ortalaması, standart sapması ve maksimum değerleri hesaplandı.
Sonuçlar: Bireylerde potansiyel çiftlerinden elde edilen ortalama ([90-100 MCD] - [0-10 MCD]) değerleri ile bu
değerlerin standart sapması hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. (Ortalama) ± (SS)
range; kontrol grubu bireyleri için (-1,05 - 5,3) ± (8,03 - 11,2) us iken hasta grubunda (4,42 - 30,5) ± (7,92 - 60,1)
us idi (p <0,005). Maksimum [90-100 MCD] - [0-10 MCD] değeri ise kontrol grubunda 9-18 us arasında değişirken
hasta grubunda ise 25-121 us arasında idi.
Yorum: Çalışmamızda, MG hastaları ile normaller arasında ([90-100 MCD] - [0-10 MCD] değerleri anlamlı derecede
farklılık göstermektedir. Rutin TLEMG çalışmasında sırasında 100 traseden elde edilen MCD değerleri ortalamayı yansıtmakta olup bir potansiyel çiftinin ardışık 100 ateşlemesi sırasında jitterdeki varyasyonu doğrudan yansıtmamaktadır. Oysa MG hastalığında klinikte gözlenen yorulma fenomeninde de olduğu gibi, nöromüsküler jitterdeki zamansal
değişim ek bilgiler sağlayabilir. MCD ölçümünde ise bu bilgi ortalama alınması ile ortadan kalkmakta ve nöromüsküler
bir kavşaktaki iletimin zaman içindeki değişimi konusunda fikir verememektedir. Bu amaçla çalışmamızda gerçekleştirildiğimiz, aynı potansiyel çiftinin farklı zaman kesitlerinde elde edilmiş MCD değerlerinin karşılaştırılmasının ise
nöromüsküler kavşak iletimi ile ilgili ek bir bilgi sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Özellikle rutin TLEMG si normal
sınırlarda olan hastalarda bu ek ölçüm duyarlılığa katkıda bulunabilir.
Anahtar Kelimeler: Nöromüsküler kavşak, Jitter, Myastenia Gravis, Tek lif EMG
-45-
-46-