Proleter-Doğrultu-12
Transkript
Proleter-Doğrultu-12
İçindekiler
İşçi Sınıfının Nesnel Durumu
Sayfa 5
Coğrafyamızda Burjuva Sendikacılığı ve Sınıf Sendikacılığı Hareketi
Sayfa 55
İşçi sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
Sayfa 77
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
Sayfa 93
Güney Kore İşçi Hareketinin “Geçişmiş Yükselişi”
Hochul Sonn
Sayfa 113
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Sayfa 121
Belge: Siyasal Rejimin Çıkmazı ve Devrimci Görevler
Hüseyin Demircioğlu
Sayfa 137
Bir Deneme: Marksizmde Kategori ve Karamın Yeri Kavramların Dili
Sayfa 149
Ekim Devrimi’nden XIX. Parti Kongresi’ne SB’de Sosyazlim İnşa Sorunları
(IV)
Sayfa 155
Belge: MLKP II. Kongre Duyurusu ve Çağrısı
Sayfa 175
1
Proleter Doğrultu
İki aylık Devrimci Sosyalist Teorik ve Politik Dergi
Eylül-Ekim
Sayı: 12
Sun Yayıncılık Adına Sahibi: Gülseren Olgun
Yazıişleri Müdürü: Hatice Duman
Yönetim Yeri:
Tel: (0212) 512 40 84 Fax: (0212) 519 05 28
Baskı: Ceylan Matbaacılık
Dağıtım: Biryay
Banka Hesap No: Sun Yayıncılık Yapı Kredi Bankası Sirkeci Şubesi
Hesap No: 3570/9
2
SUNU
Bu sayımızda işçi sınıfına ve işçi sınıfı hareketine yönelik yazılara ağırlık olarak yer
verdik.
“İşçi Sınıfının Nesnel Durumu” başlıklı yazı daha çok işçi sınıfının nesnel durumu
nu irdeliyor. Dünden bugüne işçi sınıfında meydana gelen çeşitli değişimler inceleni
yor. Yazı üzerinde hareket edilecek nesnel zeminin tanımlanması bakımından ayrıca
önem taşıyor.
“Coğrafyamızda Burjuva Sendikacılığı ve Sınıf Sendikacılığı Hareketi” yazısı işçi
sınıfı hareketine sendikal cepheden mücadelesinin olanaklarını tartışıyor. Burjuva sen
dikacılığın nasıl kaba bir devlet sendikacılığına düştüğü, ilerici görünümlü sendikaların
nasıl sıradan burjuva sendikaları haline geldiği, sendika bürokratlarının ve bürokrat
sendikal yapının nasıl işçileri sendikalara yabancılaştırdığı ve tüm bunlar karşısında
sınıf sendikacılığı yapma iddiasındaki öncü işçilerin neler yapması gerektiği çeşitli
yönleriyle yazıda inceleniyor.
Sendikal çalışma yapmakla sendikalist olmanın çokça karıştırıldığı coğrafyamızda
işçi sınıfının politik yönden bilinçlendirilmesinin ve politik işçi sınıfı hareketinin örgüt
lenmesinin geliştirilmesinin önemi açıktır. “İşçi Sınıfı Hareketinde Öncü Politik Müca
delenin Bazı Sorunları” yazısı konuyu bu yönüyle incelemesi bakımından önem taşıyor.
EMEP oportünizminin reformist çizgisi devrimci hareketteki sağa savrulmanın
önemli bir parçasıdır. Bu reformizme karşı mücadelenin devrimci işçi sınıfı hareketini
geliştirmedi ve devrimci hareketin silahlanmasında yararlı olacağına inararak konuya
ilişkin yazıya yer verdik.
Hochul Sonn imzalı Güney Kore işçi sınıfı hareketini değerlendiren yazı, içerdiği
bir çok kavram ve soruna yaklaşım tarzı bakımından bizce yanlış yönler taşıyor. Buna
karşın Güney Kore işçi sınıfının militan mücadelesini okuyucularımıza tanıtmak ve
uluslararası işçi hareketi deneylerinden öğrenmek gerekliliği nedeniyle yazıyı yararlı
görüyor ve yayınlıyoruz. Okuyucularımızın da aynı fikirde olmasını dileriz.
Avrupa’da “sol” etiketli bir dizi partinin hükümete gelmesi ve dünyanın çeşitli böl
gelerinde “sol”a yönelimin artmasının nedenlerini ve olası sonuçlarını “ ‘Sol’ Dalga
Nereye Kadar?” yazısında bulabilirsiniz.
Hüseyin yoldaşın anısına, ölüm orucu direnişinde şehit düşmesinin birinci yıldönü
münde Eylül ‘94’te yayınlanmış yazısını yayımlıyoruz. Yazı o günün somut politik
3
koşullarını tahlil ediyor ve devrimci görev
leri belirtiyor. Yazının O’nun politik tahli
lcilik ve yazarlık çabasını devrimci kitleye
tan ıtm a işl ev i gör ec eğ in e inan ıy or uz.
Hüseyin yoldaşın “can fedalıkta ilk sırayı”
alan boy un eğm ez mil it anl ığ ı, devr imc i
müc ad el en in sor unl ar ın ı teo rik, pol it ik,
taktiksel çözümlerle aydınlatmaya önem
vermeyi birleştiren tarzı devrim ve sosya
lizm mücadelesine önderlik çalışmalarında
marksist leninist komünistler tarafından
sürekli yaşatılacaktır.
Kavram ve kategoride marksist leninist
lit er at ür d ek i önem in e vurg u yap an ve
bilimsel bakımdan açıklayıcı olan yazıya
bilinç geliştirmeye katkıda bulunacağına
inararak yer veriyoruz.
“Ekim Devrimi’nden XX. Parti Kong
resi’ne SB’de Sosyalizmin İnşa Sorunları”
yazı dizisinin dördüncüsüne yer veriyoruz.
Bu bölümde sosyalizmde devlet ve hukuku
inceliyoruz. Daha çok sosyalist devlet üze
rind e dur ul an böl ümd e sosy al ist huk uk
kavramının maddi ön koşulu ortaya konu
yor. Gel ec ek say ıd a ki yaz ıd a sosy al ist
hukuk kavramı ayrıntılandırılarak ele alı
nacak.
Önc ü part id en önd er part iy e şia rıyl a
yürüyen MLKP, 11. Kongresi’ni gerçekleş
tirerek önemli bir adım daha attı. İkinci
Kongre’nin başarıyla toplanmasını ve bu
ves il eyl e yay ınl ad ığ ı duy ur u ve çağr ıy ı
hem okuyucularımızın dikkatine sunmak
hem de tarihsel bir belge olması sebebiyle
yer veriyoruz.
Proleter Doğrultu
Düzeltme:
11. sayımızda “Bir Devrim Partisinden Toplumsal Reformlar Partisine TDKP başlıklı
yazımızda;
1) 66. sayfada ikinci sütun 1. paragraf 5. satırda “…sovyet modern revizyonizmine
karşı da tutum aldı. Böylece o teori alanında öncelinin kaba küçük burjuva devrimciliği
nin etki alanından uzaklaşarak marksizm-leninizmin genel doğrularını belirli ölçülerde
savunan bir örgüt haline geldi” ibareleri yer alacaktı.
2) 68. sayfada II. sütun 2. paragraf 19. satırda “Öte yandan TDKP’nin tasfiyecilikte
konaklanmasında, onun bu zaaflarının yanısıra, kolektif siyasal kişiliğine damgasını
vuran bürokratik eğilimin, onun kendine özgü örgütsel biçimlenmesinin de payı olduğu
kabul edilmelidir. THKO/TDKP-İÖ, “üç dünya” teorisini reddederken, revizyonist “Mao
Zedung düşüncesi”ne karşı tavır alırken vb. her zaman eleştirdiği ve kendisinin kesin bir
kopuşu temsil ettiğini ileri sürdüğü revizyonist TKP’nin antileninist örgütsel işleyiş tar
zını da bir biçimde sürdürdü.” ibareleri yer alacaktı.
Teknik bir hatadan dolayı meydana gelen bu eksiklikleri düzeltir, okurlarımızdan özür
dileriz.
43
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik
Müdahalenin Bazı Sorunları
Bu sayıda yer alan yazıların bir çoğu
işçi sınıfını, nicelik ve yapısal özellikleriy
le, sendikal örgütlülük ve mücadelesi ile,
pol it ik bil inç ve örg ütl ül ük düz ey iyl e
masaya yatırıyor. Coğrafyamızda işçi sını
fının devrim ve sosyalizm mücadelesinin
bu temel toplumsal unsurunun, tüm toplu
mun öncüsü olma durumunda olması gere
kirken tarihte ve güncelde genel olarak
kend il iğ ind en har ek et in çemb er i içind e
kıvranıp durduğunu tespit ediyor.
Aynı yazılar özel olarak işçi sınıfı ile
onun politik öncüsü komünist partisi ve
hatt a devr imc i dem okr as in in tems ilc is i
parti ve örgütlerle ilişkilerini sorguluyor ve
yukarıdaki sonuca paralel bir gerçeğe ula
şıyor: İşçi sınıfı hareketi ile komünist hare
ket arasındaki yalıtıklık son bulmuş değil
dir.
Son 30 yılın siyasal ve toplumsal müca
deleler sürecinde kesintisiz bir şekilde işçi
sınıfı içinde, her türden devrimci, demok
rat ve kom ün ist güçl er in çal ışm al ar ı
olm uşt ur. Ne var ki, rev izy on izm in ve
reformizmin etkinliğini ve bu akımların
örgütlü güçlerini saymazsak, genel olarak
sın ıf içind e devr imc i ya da güçl ü bir
komünist etkinlik, yanısıra örgütlü güçler
oluşamadı. Kimi anlarda yaratılan politik
etkinlik ve örgütlülüklerse, "kendisini sınıf
içinde üreten" komünist parti çalışmasının
kalıcılığına ulaşmamış olmaları ile anıl
maktadırlar.
Marksist leninist komünistlerin birlik
devrimi ile kurdukları parti, diğer pekçok
alanda olduğu gibi işçi sınıfı ile komünist
hareket arasındaki ilişki alanında, işçi sını
fının, tüm toplumun ezilen kesimlerinin
5
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
öncülüğü rolü ile gerçek durumu arasında
ki çelişkinin çözümü konusunda da yeni
atılımları başlatmıştı. 1996 toplanan İşçi
Konferansı ve yakın dönemde toplanan
Parti'nin II. Kongre’sinin bu yönde başlatı
lan adıml ar ın dah a da hızl and ırı lmas ı
yön ünd e kar arl ar ald ığ ı da kam uo yun a
yansıyan bilgiler arasında bulunuyor. Atı
lan adıml ar küç üms en em ez ama, dah a
yürünmesi gereken oldukça uzun bir yol
var. Dahası, bu uzun yolun nasıl yürünürse
kısalabileceği, Kürdistan'da başlamış dev
rimin Batı'daki devrimin tutuşmasıyla bir
leşmesi ve zafere ulaştırılmasının, devri
min kesintisiz gelişmesinin nasıl başarıla
bil ec eğ i prat ikt e çöz ülm es i ger ek en bir
sorun olmaya devam ediyor.
Bir başka açıdan sorun dosdoğru şu:
Kürt ulus al başk ald ır ıs ıyl a başl am ış bir
devrimi, tutarlı antiemperyalist demokratik
çizgiye oturtacak ve kesintisizce sosyalist
devrime geçişi güvenceleyecek sosyalist
bir işçi hareketi nasıl yaratılacak? Kürdis
tan ayağından başlamış olan antiemperya
list demokratik devrimde ve devrimin zafe
riyle kurulacak devrimci iktidarda proletar
yanın hegemonyasını sağlamak olası mı?
Bugünkü haliyle proletaryanın Batı’da ve
(Kürdistan'da) devrime önderlik edemeye
ceği ve hegemonya sorununu çözmeyeceği
sır değil. Ama bugünkü devrimin ve dev
rimc i ikt id ar ın kad er i, kez a sosy al izm e
kesintisiz geçişin kaderi, her zamankinden
daha acil olarak, olmazsa olmaz bir koşula,
Türk, Kürt ve ulusal azınlıklardan işçi sını
fının devrimin öncüsü ve hegemon gücü
haline gelmesine bağlı.
O halde, sorunları bu merkezde tartış
mak doğru olan. Yani sorun, şurada burada
işçi eylemlerinin politikleşmesinden, ya da
şurada burada işçi bölüklerinin sınıf bilinci
edinmesi –ki her ikisi de pratik çalışma
bakımından çok önemlidir– sorunundan
çok daha kapsamlıdır artık. Sorundan bu
şekilde söz etmek zorunda kalıyor olma
mız, bu coğr afy an ın devr im gerç eğ iyl e
açık bir çelişkiyi ifade ediyor. Nesnel ger
çekliğin bir yönünü ifade eden bu çelişki
nin kafalarda aydınlatılmasına gerek var
mı, bilinmez, ama bu çelişkinin pratik bir
çözüme kavuşması mutlak bir gereklilik.
Çelişkinin çözümü, komünist öncü ile işçi
sınıfı arasındaki komünist faaliyeti ile işçi
hareketi arasındaki ilişki tarzının değişme
sine bağlı. Bu değişim içinse bugün sınıf
ile öncü arasındaki ilişki tarzının sorgulan
mas ı ve sorg ul am an ın prat iğ in önün ü
aydınlatacak düzeye yükselmesiyle başla
yabilir.
Komünist Öncü ile İşçi Hareketi
nin Birleşmesi
Teorinin ve tarihin öğrettiği, devrimin
öznel koşulunun varolması için komünist
öncü ile işçi hareketinin birliğinin sağlan
ması gerektiğidir. Sorun da burada zaten.
Bugün komünist öncü ile işçi hareketi ara
sında süregiden ilişki tarzının yanlışlıkları
her iki tarafın şikayet konuları halini almış
tır. Öncelikle değişim ve dönüşümü sağla
nacak nesnenin (işçi sınıfının) yeterince
tanınmaması, nesnenin değiştirilmesi çaba
sındaki yetersizlikler, dahası çarpıklıkların
giderilmesi için her iki tarafa da güçlü bir
iradi müdahale kesin bir zorunluluk haline
6
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
gelmiştir. Hem işçi hareketinin devrimci
politikleşmesi ve işçi sınıfının devrimin
önderi haline gelmesi; ve hem de öncü par
tinin önder parti haline gelmesi sorunları
nın örtüştüğü, sancılarının çekildiği günü
müzde, iradi müdahale her iki taraftan da
kaynaklanan sorunların çözümünü hızlan
dıracaktır.
Müdahalenin ilk anlamı, komünist öncü
ile işçi sınıfı ve süregiden işçi hareketi ara
sındaki ilişkinin en genel ve tayin edici
alanı olan ajitasyon çalışmasıdır.
Lenin yüzyılın başında, sosyal demok
ratl ar ın içind e bul und uğ u dağ ın ıkl ık ve
ekonomizmle sakatlanmış politik faaliyet
lerini değerlendirirken, bugün kitle ajitas
yonunda yararlanabileceğimiz çok değerli
persp ekt ifl er sun uy or. Kon um uzl a ilg il i
olan şu; “eğer Rus işçi sınıfı Rus toplu
munda olup bitenden habersizse, bunun
sorumlusu sosyal demokratlardır. Sosyal
demokratlar (Bolşevikler), bütün rezaletle
rin geniş, çarpıcı ve hızlı teşhirini örgütle
meyi beceremiyorsa, işçilerin durum hak
kında açık fikir sahibi olması olanaksız
dır”, diyor ve ekliyor; “eğer bu gerçekleşir
se, işç il er prot est o etm ey i öğr en ec ekt ir.
Kitlelerin eyleme çağrılması enerjik bir
politik ajitasyon, canlı ve çarpıcı teşhirler
mevcut olur olmaz gerçekleşir.”*
Coğrafyamızda işçi sınıfı ve işçi hare
ket i ile kom ün istl er ve kom ün ist siy as i
çalışma arasındaki ilişkilere yöneltilecek
ilk eleştiri buradan başlamalı.
Türkiye işçi sınıfı bu coğrafyada yaşa
nan siy as i gerç ekl er in bilg is ind en uzak
durur bir şekilde, kendi iktisadi ve bir ölçü
de siyasi istemleri için kendiliğinden bir
mücadelenin dar çemberinde dönüp dolanı
yorsa, bunun sorumluluğu öncelikle, sını
fın siyasal öncülerine aittir. Bunu biraz sor
gulayalım.
Politik Bilincin Alanı
Teori ve pratik göstermiştir ki, işçi sını
fı kendisi ile patronlar arasındaki çatışma
alan ınd an, yan i kend il iğ ind en/ikt is ad i
mücadele alanından siyasi sınıf bilincine,
bütün toplum bilgisine ulaşamaz. Kendili
ğinden hareketi içinde işçi sınıfı siyasi sınıf
bil inc in in kıv ılc ıml ar ın ı edin ir, devl etl e
kendisi ve patronlar sınıfının ilişkilerinde
gerçeğin ipuçlarını yakalar. Sınıfın birliği
ve day an ışm as ın ın ger ekl il iğ in e ulaş ır.
Kapitalist sömürüyü mücadeleyle gerilete
bildiğini kavrar. Ama bütün bunlar sınıfın,
politik bilince ulaşmasına yetmez. İşçi sınıfı, bu alandaki mücadelesiyle ve buradan
edindiği bilgiyle kendiliğinden bilincin dar
çemberini aşamaz. Kendisi için bir sınıf
haline gelebilmek için kendi dünya görüşü
nü edinmesi, eyleminin öncünün bilimsel
sosyalizmle aydınlatılması gerekir. Ama,
bu dediğimiz gibi işçi sınıfının kendi çaba
sıyla, fabrikadaki çatışma ile ulaşabileceği
bir durum değildir. Burada devreye mark
sizm bilgisiyle, dünya işçi sınıfının sınıf
mücadelesinin deneylerinin toplamı olan
teo ris iyl e don anm ış, önc ü/ayd ınl ar ın
müdahalesine, öncülerin, marksizm bilgisi
ni işçi sınıfına taşıyarak, hareketinin önünü
aydınlatmasına ihtiyaç vardır.
Marksizm İşçi Hareketinin Dışında
Doğdu
Marksizm işçi sınıfının dünya görüşü,
sınıf mücadelesinin genel teorisidir, bilimi
7
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
dir. Ama marksizmin kaynağı işçi sınıfı
hareketi, ya da işçi hareketinin kaynağı,
marksizm değildir.
Marksizmin kaynağı; ekonomi, felsefe
ve tarih boyunca oluşmuş sınıflar mücade
lelerinin birikmiş bilgisidir. Ve marksizmin
oluşturucuları, işleri gereği bilimle uğraşan
burjuva aydınlardır. Marks, bilimadamıdır.
Hegel felsefesi akımına bağlı bir öğrenci
dir. Üniversite kürsüsünde ders verecek
düzeye geldiğinde. kapitalist sistemle ide
olojik kopuşunu tamamlamış ve bu yüzden
burjuva düzen sahiplerince öğretim üyeliği
de reddedilmiştir.
Art ık Marks'ın önünd e işç i sın ıf ın ın
bilincini geliştirme ve kendini tümüyle işçi
sınıfına adamak için, "özgür" bir yaşam
vardır. Aynı hedeflere yüzünü dönen burju
va fabr ik at ör çoc uğ u Eng els'le yany an a
geldiklerinde, dünya işçi sınıfı, kendisiyle
birl ikt e büt ün ins anl ığ ı kurt ar ac ak olan
dünya görüşlerinin, sınıf mücadelesi teori
sin in ve diyalektik yöntem ve tarihsel
materyalizm kur uc ul ar ın a ve kur uc u
eylemlerine kavuşmuş oluyorlardı.
Marksizm bir bilim olarak oluşumunu
kendi alanında tamamlarken, işçi sınıfı fab
rikalarda patronlarla, sokaklarda ise pat
ronlar sınıfının değişik kesimleri ve siyasi
iktidarları ile iktisadi istemleri için çarpışı
yorl ard ı. 1848 devr im kas ırg as ı büt ün
Avrupa'yı sardığında, Avrupa işçi sınıfı da,
sosy al izm in büt ün önc ek i eğil iml er in in
yarattığı kargaşa içinde, gerçek sosyalizm
bilimiyle, marksizm'le tanışıyordu. Burju
vaziye karşı keskin sınıf savaşımları için
de, gerç ek sil ah ıyl a kuş anm a olan ağ ın ı
yakalamış bulunuyordu. Yine de marksiz
min sosyalizmin diğer eğilimleriyle sert
kavg al ar a gir er ek, sın ıf har ek et i içind e
anc ak 1870'ler e doğr u heg em ony as ın ı
güvencelemesi olanaklı olacaktı.
Kuşkusuz bu, bütün ülkelerin işçi sınıf
ları marksizmle aynı tarihsel süreçte ve
aynı şekilde tanıştı demek olmuyor.
Bütün ülkelerde işçi hareketiyle sosya
lizmin ve işçi hareketinin birbirlerinden
bağımsız varlık sürdürdüğü ve ayrı yollar
dan yür üd üğ ü bir dön em olm uşt ur. Bu
durum, hem işçi hareketine, hem de sosya
lizme/sosyalist harekete zarar vermiştir. Ne
zaman ve nerede işçi hareketi ile sosyalizm
birleşmişse, -Ekim devrimini yapan Bolşe
vik Parti’yi ve Rusya işçi sınıfını hatırlaya
lım- her ikisi de sağlam temellere kavuş
muşlardır. Bunu farklı bir şekilde ifade
edersek; işçi sınıfı ve işçi hareketi, kendini
bütün diğer sınıflardan, dahası sermaye ve
onun devletinden, partilerinden bağımsız
politik bir güç/devrim ordusu haline getire
cek silahıyla kuşanmış oluyordu. Sosya
lizm bilimi ise, işçi hareketiyle birleştiğin
de, kitlelerin elinde kurulu dünyayı yerin
den oynatacak ve yeni bir dünyayı kuracak
büyük bir güce kavuşuyordu.
Pol it ik Bil inc in Alan ı Dış ınd ak i
İşçi Sınıfı
Bur ad an kend i gerç eğ im iz e dön ec ek
olursak, en başta bilimsel sosyalizmin kit
lelerin elinde bir silah olamama gerçeği ile
yanyana, işçi sınıfının da kendisiyle birlik
te bütün ezilenlerin kurtuluşunu gerçekleş
tirmek için rehberine sahip olamamanın
çaresizliğini yaşıyorlar. Coğrafyamızda 15
yıla yaklaşan ve tüm dünya ezilenleri ve
8
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
özgürlüksever halklarının ilgi ve sempatisi
ne gark olan devrime dönüşen ulusal baş
kaldırı ve vahşi bir kirli savaş var. Dahası;
ulusal başkaldırı, coğrafyamızda antiem
pery al ist dem okr at ik devrim i Kürd ist an
ayağından başlatalı çok oldu. Öyle ki, baş
lamış bir devrimin, anlaşılmadan, kavranıl
mad an seyr ed ilm es i olg us uyl a yıll ard ır
yüzy üz ey iz. Pol it ik al ar ın a ve prat iğ in e
bakılarak, marksist leninist komünistlerin
devrimi anlama ve ona uygun davranma
bak ım ınd an Türk iy e'dek i diğ er siy as al
akımlardan ayırdedici ve öncü konumun
yine de önemli sorunlar taşıdığı ve dahası
işçi sınıfı (ve tabii diğer ezilenler) nezdin
de yeterince açık ve net olarak algılanabil
diği iddia edilemez.
Ulusal başkaldırının yol açtığı devrimci
kriz büt ün boy utl ar ıyl a olg unl aşt ığ ı,
Bat ı’yı da etk il ed iğ i hald e devr im in
Batı’ya yayılamamasının tek değil, ama
asıl nedeni, Türkiye işçi sınıfının bağımsız
bir güç olarak siyaset sahnesine çıkarak,
hem kendisinin hem de Kürt halkı ve tüm
ezilenler adına duruma el koyamamasıdır.
Bütün toplumun; Kürt halkının ve diğer
ezilenlerin gözü işçi sınıfının üzerindedir.
Elbette işçi sınıfı, kendiliğinden bir şekilde
bu konuma gelemeyeceğine göre öncüsü,
öncü kurmayıyla birlikte ele alınıp değer
lendirilecek bir durum bu.
O nedenledir ki, artık şapkaları çıkarıp
bir kez daha, Türkiye işçi sınıfı nasıl olu
yor da, bu coğrafyanın en can yakıcı ger
çekl er in in dış ınd a bir hatt a dur ab il i
yor? Kom ün ist önc ül er in sın ıf ı içind ek i
faaliyeti, niye işçi sınıfını kendi misyonunu
oynayacak bir düzeye yükseltemiyor?
Bu noktada pek çok gerekçe öne sürüle
bilir. Ama hiçbiri, mevcut durumun deva
mını istemeyen öncüler için geçerli sayıl
mamak zorundadır. Fakat, üzerinde sıkça
durulan alandan, işçi sınıfının şu an için
sermayenin saldırılarıyla boğuşma duru
mundan soruna bir bakış atarsak, bu duru
mun –diğer nedenlerini ihmal etmeksizin–
tam da bu coğrafyanın en yakıcı gerçeğin
den, bir devrim gerçeğinden uzak durma
nın sonuçları olduğunu görmek o kadar da
zor değil. An’ın devrimci görevlerini ıska
layan her kişi, her örgüt, her sınıf, mevcut
dur um a tesl im olm akt an başk a bir şey
yapamaz. Kuşkusuz iş orada kalmaz. Tesli
miyet bütün boyutlarıyla kendini ve kötü
sonuçlarını tekrar tekrar üretmeye başlar.
Nit ek im, söm ürg ec i faş izm, şov en izm
zehirini her fırsatta bütün ezilenlerin bey
nine zerkedip, bilinçleri iğdiş ederek kirli
savaşın bütün yükünü öncelikle işçi sınıfı
na yüklemekte oldukça pervasızca davra
nabiliyor. Üç-beş kuruşa mahkum ettiği
işç i yığ ınl ar ın ı ulusl ar ar ası serm ay en in
vahşi saldırısına mahkum etme küstahlığını
sınırsızca gösterebiliyor. Yani Kürt kentle
rini boşaltıp dağlarını yakan/bombalayan
söm ürg ec i faş izm, işç iy i de metr op ol
varoşlarında hayasız, onursuz bir yaşama,
fabrikada ve işlikte köleliğe boyun eğmeye
mahkum ediyor.
Bu derin çelişkide gizlenen gerçeğin
ikiyüzü, biri diğerinin sonucudur. Çözümü
de, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu durumdan nasıl kurtulacak işçi sını
fı? Devrimin en önüne, bütün ezilenlerin
en önün e nas ıl fırl ay ab il ir? Kom ün ist
9
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
öncüler, sınıfı böyle bir konuma çıkarabil
mek için ne yapmalı?
Politik Bilinç “Dışarı”dan Taşınır
Yapılması gereken, birinc i olarak, işçi
sınıfını bugünkü durumundan çekip çıka
racak boyutta, “dışardan” ona kendi dünya
görüşünü taşımak. Ona, politikanın tüm
sorunlarının bilgisini taşımak, siyasal ger
çekliği bütün boyutlarıyla açıklamak. Böy
lece işçi sınıfının bugünkü kendiliğinden/
ekonomist bilincine saldırmak ve devrimci
bir dönüşüm sağlamak, sınıfı tüm ezilenle
rin önüne geçirecek bilince ulaştırmak.
İkincisi; işçi sınıfının bugünkü iktisadi
içerikli, ufku ve hedefleri dar eylemine,
bilimsel sosyalist açıdan müdahale etmek,
onun önünü aydınlatarak işbirlikçi kapita
lizme karşı savaşımının ve devlete karşı
iktidar savaşımının kaldıracı yapmak.
Bu iki alanda, iki bakımdan yöneltile
cek saldırı, “dışardan” bilinç taşıyarak, işçi
sınıfının tarihsel misyonuna uygun konuma
gelmesinin tek emin yoludur.
Her iki aland an müd ah al ey i
biraz açalım.
İşçi sınıfı, kendiliğinden, yani burjuva
düşüncenin çerçevesinde hareket eden, bir
sın ıf olm akt an çık ac aks a; burj uv az in in
eklentisi olmaktan kurtulacak ve kendisi
için bir sınıf haline gelecekse, böyle bir
bilinci ancak, tüm toplum bilgisine ulaşa
rak elde edebilir. İnsanlığın biriktirdiği tüm
toplum bilgisine, herhangi bir görüş açısın
dan değil, marksizm-leninizmin ışığında
ulaşırsa, gerçek bir sınıf bilincine ulaşmış
olur.
Neden tüm toplum sınıfları arasındaki
ilişkinin ve toplumsal yaşamın gerçekleri
nin bilgisi ya da politik sınıf bilinci? İşçi
sın ıf ı, ürün ü old uğ u kap it al izm in ayn ı
zamanda mezar kazıcısı olduğunu, tüm ezi
lenlerin kurtuluş kavgasının eninde sonun
da kendi omuzlarına kaldığını ve büyük
özgürlük yürüyüşünün en başında olması
gerektiğini biliyor ve bunu güncelde baskı
nın ve sömürünün her önemli örneğinde
pratik hareketiyle gösteriyorsa, sınıf bilin
cine ulaşmış, tüm toplum bilgisine egemen
olmuş demektir.
Tüm toplum sınıfları arasında ilişki bil
gisine ulaşılacak alansa, politika alanıdır.
Yani işçi sınıfı, sınıflar savaşımının bilgi
siyl e, yaş ad ığ ı coğr afy ad a sın ıfl ar ar as ı
temel ilişkileri, temel siyasi-iktisadi karşıt
lıkl ar ı, söm ür ü düz en in in tem el örg üt
mekanizması ve egemen sınıfların işçi sını
fı ve diğer ezilen sınıflar ve tabakaların
üzerindeki baskı aygıtı olan devleti, devlet
le yalnızca kendi ilişkileri değil, toplumun
diğer kesimlerinin ilişkilerinin bilgisiyle
donanmalıdır. Ezilen/sömürge ulus gerçe
ğini ulusal devrim, kirli savaş, soykırım ve
asimilasyonun yaşamın bütün alanlarına
sinmişliğini, sokak infazları ve kayıplar
politikasını köylülüğün sefalet ve çaresizli
ğinin nedenleri, dinsel gericiliğin ve şeriat
çı politik gelişmenin nedenleri; eğitimin
özell eşt ir il ip par al ı hal e get irm es in in
öğrenci isyanına dönüşmesinin bağlantıları
vb. hakkında gerçeklerin bilgisine ulaşması
halinde gerçek politik bilinç edinmiş olur.
Demek ki, birinci olarak işçi sınıfı ger
çeklerin bilgisine, ancak “dışarıdan” ulaşa
bilir. Kendi yaşadıklarının bilgisi, işçi sını
10
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
fının aydınlanmasına yetmez. İşçi sınıfı,
patronlarla ilişkileri alanından, fabrikadaki
sınıf çatışmasından politik bilinç kıvılcım
ları edinse de buradan esas olarak ekono
mik mücadele bilincine ve sendikal örgüt
lülüğe ulaşabilir. Bu “içerden” elde edilen
bilinçtir. Politika alanı, devletle diğer sınıf
lar arasındaki ilişkiler ise, “dışardan” elde
edilen bilinçtir; ki, bu gerçek politik sınıf
bilincidir.
öncü müdahalelerin çapıyla kimi iyileşme
ler gösterse de, işçilerin tek tek patronlarla
kapıştıkları bir seyirde yürüyor.
Sermaye ve siyasal iktidar, hem ulusla
rarası sermayenin istemleri, hem de içteki
durumun (Kürdistan’daki kirli savaşın ve
tüm coğrafyada topyekün savaşın) ihtiyaç
lar ı doğr ult us und a yen i sald ır ı atakl ar ı
yaparken, işçi sınıfı buna karşı genel bir
direnişe geçemiyor. Bu bir yana, işçi sendi
ka konfederasyonları Ekonomik ve Sosyal
Konsey’de yerlerini alarak, işbirlikçi kapitalist düzenin üçüncü ayağı rolünü perva
sızca oynuyor. İşçi sınıfı ise, kimi cılız iti
razlar bir yana, bugünkü ve gelecekteki
çıkarlarını ipotek altına alan bu gelişmeye
karşı bir ses yükseltemiyor.
Oysa ki, işçi sınıfının ücretli kölelik
düzeni kapitalizmi tümüyle ortadan kaldır
mak görevi vardır. Çünkü, ancak ve ancak
kapitalizmi tasfiye ederse sömürüden kurtuluşunu gerçekleştirebilir ve kapitalizmi
tasfiye yeteneği yalnızca onda vardır. Bu
yeteneği, kendi bilimsel dünya görüşü açı
ğa çıkarabilir. Fabrikadaki hareketinin önü
bilimsel sosyalizmle aydınlandığında, işçi
sınıfı yalnızca güncel çıkarlarıyla uğraşma
yacak, gelecekteki çıkarlarını sahiplenerek,
kap it al ist sist em in büt ün ün e, serm ay e
sınıflarının tümüne ve devlete, yasal düze
ne ve siyasal rejime karşı savaşım içine
girer. Bu emeğin sermayeye karşı, yalnızca
güncel özgürlük mücadelesinin bir gereği
değil, gelecek çıkarlarının ifadesi olarak
sosyalizm için de savaşımıdır. Bu savaş,
eğer bug ünk ü som ut dur um açıs ınd an
bakacak olursak, elle tutulur görüngüleriy
le emperyalizme, emperyalist sermayeye
Yalnızca Kapitalizmin Sonuçlarına
Karşı Savaş mı?
İkinci olarak; işçi sınıfı kendi sorunla
rıyl a, patr onl ar sın ıf ın a karş ı, kap it al ist
sömürüye karşı savaşırken de, eğer eylemi
nin önü sınıf görüşüyle aydınlanmamışsa,
sömürünün ve fabrikada keyfi yönetimin
özüne karşı savaşamaz. Sömürü ve baskı
nın son uçl arın a karş ı sav aş ab il ir ve her
seferinde aynı şekilde, ücret ve iş koşulla
rının düzelmesi için zorlu mücadelelere
girer. Bu şekilde mücadele ile ancak sömü
rüyü biraz geriletilebilir ve en fazla sendi
kal örgütlülüğe ulaşabilir. En nihayetinde,
bu savaşım esasen bir kısır döngüdür. Ve
ücretli köleliğin sürüp gitmesinin önüne
hiçb ir eng el dik em ez. Nit ek im sın ıf ın
bugünkü hareketi, genelde böyle bir içeriğe
ve kapsama sahiptir. Sendikal örgütlülüğü
ve mücadelesi de, burjuva bilinç çerçevesi
ni aşam ay an düz eyd e. Vahş i kap it al izm
koşullarını yeniden vareden; özelleştirme,
taşeronlaştırma ve yeni üretim teknikleri
uygulamaları işçi sınıfını en başa döndü
rüp, sekiz saatlik işgünü, sendika ve sigorta
hakkı için savaşımı merkeze almaya itmiş
tir. Ama, sözk on us u sav aş ım, kom ün ist
11
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
karşı antiemperyalist demokratik savaşımı
dır da. Yani işçi sınıfının kendi geleceğini
gözeterek yürüteceği savaş, antiemperya
list ve dem okr at ik kar akt er i yan ınd a
antikapitalist ögeleri taşır.
Sınıf İçinde Politik Faaliyetin Alanı
Bunl ard an çık ar ılm as ı ger ek en bir
sonuç; komünist partisinin işçi sınıfı için
deki çalışmalarında ekonomik mücadele ve
onun sorunları esas alınamaz. Lenin’in ifa
desiyle, komünistler çalışmaların esasının
ekonomik mücadele alanı olmasına izin
vermezler. Onlar işçi sınıfının kendiliğin
den bilincine hücumu, politika alanından,
politik mücadelenin sorun ve görevlerin
den yapmalıdırlar. Bu yoldan giderek işçi
sınıfın ın pol it ik sın ıf bil inci edinmesini
sağlayabilirler.
Politik Bilinç İçin Politik Ajitasyon
İşçi sınıfı, içinde yaşadığı coğrafyanın
iktisadi, siyasi toplumsal gerçekliğinin bil
gisini, komünist öncünün, siyasal teşhirle
riyle öğrenebilir. Yani, bir baştan bir başa
siyasi gerçeklerin açıklanmasıyla, zulmün
ve söm ür ün ün en öneml i örnekl er ind en
anında haberder olarak, zulme ve sömürü
ye uğr am ış kesimlerin sor unl ar ın a ilg i
duyabilir. Yalnızca haberdar olmak yetmez.
Sosyalist görüş açısıyla gerçeğin yorumuna
ihtiyaç vardır. İşçi sınıfı içinde politik aji
tasyonun işlevi tam da budur. Bir durum
dan, bir olaydan kitleleri haberdar etmek,
onlara mücadele yönü göstererek harekete
geçme isteği ve coşkusu uyandırmaktır.
Politik ajitasyon çok sistemli ve sürekli
yapılması gereken bir iştir. Öyle ki, zulmün
ve sömürünün her örneğinde, işçi kitleleri
nin burjuva basının ve medya tekellerinin
düzen içi kalmayı özel olarak kollayarak
hazırladığı haber ve teşhir bombardıma
nının etkisi altına girmesini önleyebilmeli
dir. İşbirlikçi kapitalizmin, faşist ve sömür
geci rejimin ideolojik hegemonya kurma
olarak kullandığı televizyon ve yazılı basın
organlarının yalan ve demagoji bombardı
manın etkisini kırarak, onların gizlediği
asıl gerçekleri ortaya çıkaracak ve dolayı
sıyla işçi yığınlarını gerçeklerin bilgisiyle
kuşatacak, politik kitle ajitasyonu, yığınla
rın hareketini hazırlayacaktır.
Lenin, eğer işçiler zulmün ve sömürü
nün çeşitli örneklerinde harekete geçmi
yors a, bun un sor uml us u biz iz diy ord u.
“Eğer biz, onlara olan bitenin, gerçekliğin
“çarpıcı ve hızlı bir şekilde’ teşhirini örgüt
ley eb il irs ek, işç il er de prot est o etm ey i
öğreneceklerdir.
Kitl el er in eyl em e çek il eb ilm es i için,
harekete hazırlayacak sürekli, sistem ve
kaps am ı gen iş bir ajit asy on olm as ı bir
zor unl ul ukt ur. Anc ak o dur umd a, yan i
enerjik bir politik ajitasyon, canlı ve çarpı
cı teşhirler mevcut olur olmaz kitle eylemi
gerçekleşir.
Ajitasyonun içeriği, eğer yalnızca işçi
lerin nasıl ezilip sömürüldükleri üzerine
olursa, bu yetersizdir. Daha doğru ifadeyle,
buradan işçi sınıfı politik bir bilinç gelişti
rem ez. İşç il er, yan ıb aşl ar ınd ak i emekç i
memurların; çocukları ya da kardeşleri,
arkadaşları olan öğrencilerin, kayıp yakın
larının; devrimci tutsakların, insan hakları
sav un uc ul ar ın ın, çevr ec il er in, Berg am a
köylülerinin istemlerini ve mücadelelerini,
Kürdistan’ın dağını taşını, insan ve hay
12
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
vanl ar ıyl a birl ikt e yok etm ey e çal ış an,
barış trenini “terör treni” olarak sunan, 3
bin faili meçhulü, 3 milyonluk göçü sağla
yan sömürgeci savaşın gerçekliğini bilmeleri, anlamaları ve kavramaları gerekir.
Karşıdevrim güçlerinin fikirleri ve öne
rilerinin, karar ve kararnamelerinin, MGK
toplantılarında ele alındığı söylenen konu
ların ve yapılan açıklamaların gerçekliği
nin ne olduğunu devrimci yorumla öğren
melidir işçi sınıfı. Pratiğin gösterdiği gibi,
bu bilgiyi işçi kitleleri kitaplardan öğrene
mez. Bu bilgiyi edinmenin yolu, yaygın
kitle ajitasyonudur. Yani; bir durumun, bir
olayın, bir hükümet kararının, bir kayıp
olayının ya da orman yangınının, göç ola
yının, trafik kazasının vb. çok kısa ve özlü,
yalın ve çarpıcı şekilde teşhiri/açıklanması;
büt ün yap ılm as ı ger ek en. İşç i sın ıf ı ve
diğ er emekç il er gerç ekl er in bilg is in e,
“anlamadıkları” ve “bilmedikleri” konula
rın açıklamasına sözkonusu komünist aji
tasyonla ulaşabilirler.
“İşçiler geri, anlamaz; işçiler kendile
rinden başkalarıyla ilgilenmek istemiyor
lar, ya da işç il er kend i sor unl ar ın a bil e
sahip çıkmıyorlar ki, kitlelerle ya da örne
ğin kayıplarla ilgilensin” diye acı acı yakı
nan az militan yoktur. Burada bu militanın,
şu yerel örgütün ya da falanca siyasal kuv
vetin yığınların siyasal eğitiminin yol ve
yöntemlerini bilmediğinden, kendini öncü/
önder ilan etmesine karşın rolünü ve mis
yonunu kavramadığından söz etmek gere
kiyor. Yani, teorik-politik kitap gibi yazı
larda ne dendiği pek de önemli değildir.
Pratik, her fikrin, her kişinin ya da siyasi
kuvvetin gerçek ölçüsüdür. O da, durumun
olumsuz olduğunu söylüyor, gösteriyor.
Aynı şekilde, siyasi öncülerin işçi sınıfı
na ve diğer emekçilere, belli takvimlerde
ya da önemli olaylarda sık sık eylem çağrı
ları yaptıkları, ama çağrıların pek çoğunun
da yanıtsız kaldığı bilinir, konuşulur. İşçi
sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlülük
düzeyinin geriliği de, bir gerçek olarak sık
sık tesp it edil ir. Ne var ki, sözk on us u
sonuçla öncü faaliyetin ilişkisi yeterince
kurulmaz. Sorun, öncülerin,kitle ajitasyo
nunu çok enerjik bir şekilde, her olayda,
her önemli gelişmede, devletin her baskı
ve işkence ya da yasak örneğinde, burjuva
medyanın her çarpıtmasında öncülerin kitle
ajitasyonunu yaygınca, sık ve sistemlice
örgütlendirmeleriyle çözülür.
Güncelde Politik
Ajitasyonun Konuları
Bu coğrafyada ajitasyonun kapsamının
doğru belirlenmesine çok özel bir ihtiyaç
var. Başından beri vurguluyoruz, işçi sınıfı
sözkonusu olduğunda, ona bütün toplumun
öncüsü ve devrimin motoru rolünü oynata
cak bir kon um a ulaşm as ı için, en başt a
Kürt ulusunun özgürlük, eşitlik ve kardeş
lik talebine sahip çıkar hale gelmesi gere
kir. O halde ajitasyonun birinci konusu,
coğrafyamızda özgürlük mücadelesinin en
öne çıkan temel sorunu Kürt ulusal sorunu
ve faşist sömürgeci rejimin kirli savaşıdır.
Özellikle Türk işçilerin, metropollerin, en
öneml i işk oll ar ın ın işç i böl ükl er in in
sömürgeci boyunduruğa ve bugünkü uygu
lamalarına karşı sesini yükseltmeleri, ulu
sal devrime sahiplenerek, devrimin Batı’ya
13
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
yay ılm as ı ve baş ın a kend il er in in geç
melerinin ilk adımı olacaktır.
Neden ilk adım Kürt sorununda atılma
lıdır? Çünkü, faşist zulmün sivri ucu, Kür
distan’da Kürt halkının bir kez daha soykı
rıma uğratılmasında somutlaşıyor. Bu öyle
çıplak bir gerçek ve siyaset sahnesinin kar
şıd evr im ceph es i bu gerç eğ in öyl es in e
bil inc ind ek i, büt ün kar arl ar ın ı alırk en,
bütün politikalarını belirlerken ve bütün
iktisadi-siyasi uygulamalarını başlatırken
hesaba kattığı, kitlendiği ilk unsur bu.
Eğer devletin ve burjuvazinin eylemle
rin e ve sözl er in e şöyl es in e bir dikk at
yöneltirsek, gerçeğin egemenlerin cephe
sinden, özel olarak savaş kurmay heyeti
MGK tarafından tam bir açıklıkla tespit
edildiğini görürüz. Bir örnek verelim. Fab
rika önünde kıyım terörüne karşı direnen
işçiye, patron un ya da yard ım ın a koşan
jand arm a kom ut an ın ın, “bunl ar PKK’li,
bölücü, bunların kışkırtmasına gelmeyin”
demesi tesadüfi mi? Ya da cehalet örneği
mi? Hayır, bunlar tamamen bir gerçeğin
bilinçli ifadeleri. Asıl cehalet, bu gerçeği
göremeyen işçi bölüklerinde ve devrime
soyunan devrimcilerde. Tesadüf olan, daha
bu gerçekleri algılamayanların devrimin
öncülüğüne soyunmalarıdır.
Bir başk a örn ek; kay ıp devr imc i ve
komünistlerin bulunması için bu coğrafya
nın tanık olduğu en direngen savaşı veren
kayıp analarının, terörist analar ilan edil
mesidir. Burada da, düşmanın çok bilinçli
olduğunu ve yığınları etkilemek için yürüt
tüğü antipropagandanın unsurlarını, kendi
çıkarlarını güvenceleyecek olgulardan tes
pit ettiğini gösterir.
İşt e günc el devr imc i ajit asy on un bu
temel sorunların sayısız gerçeklerini, en
çarpıcı şekilde yığınların önüne koyması,
işçi ve emekçi yığınların çarpılmış bilinç
lerini bombardımana tutması gerekir.
Faş ist söm ürg ec i rej im in dem okr at
olduğu; devlet yenilmez, ordu kutsaldır,
polis can güvenliğimiz içindir safsataları
nın yerle bir edilmesi, devrimci ajitasyo
nun ne kadar sık, etkili ve gerçeklerin bil
gisine dayalı bir dolulukta gerçekleştiril
mesine bağlıdır. Ve bu coğrafyada yığınla
rın düzene karşı artan öfkesi, değişim iste
ği, ancak gerçeklerin en geniş teşhiriyle,
devrimci ajitasyonun güçlüce örgütlenme
siyl e ve öncü örgütlenme aracılığıyla
yığınların devrimci eylemine sıçratılabilir.
Sus url uk çuk ur un a düş en devl et ve
düz en erb ab ı, kirl i sav aş çet es i suçüst ü
yak al anm as ın a karş ın bir türl ü düz en in
mahkemelerinde bile yargılanamıyor. Çün
kü öncü irade yetersizliği yanısıra yığınla
rın öfkesi devrimci ajitasyonla yığınların
devr imc i eyl eml er in e dön üşt ür ül em ed i.
Karanlık eylemleri, genelde pasif protesto
eylemleri niteliğinden çıkıp düzen sahiple
rin in yak as ın a yap ış an hes ap sorm ay a
dönüşemedi. Bugün çeteciler kendi güçle
riyle ve kendi geleceklerini gözeterek çık
maya çalışıyorlar çukurdan. Tarihin en ağır
rejim krizi içinde bunalan, iç çatışmalar,
tasfiyeler yaşayan, çürüme ve kokuşmanın
içinde debelenen egemen sınıflar ve onla
rın faşist devletinin siyasi baskı çemberin
den her geçen gün biraz daha kopuşan, ara
yış içinde olan, devleti ve rejimi her geçen
gün dah a fazl a sorg ul ay an mily onl ar ın
Susurluk sonrası eylemlerde olduğu gibi,
14
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
sokağa taşan öfke birikimlerinin yaşandığı
dönemde, işçi sınıfının siyasal bilincinde
sıçr am al ar yar at am am ak, her bak ımd an
sorgulanmalıdır. Bütün yaşananlardan son
ra, sendika bürokratlarının eliyle işçi sınıfı
hareketinin düzene bir kez daha eklemlen
mes i bu sıçr am an ın sağl an am am as ın ın
sonucudur.
Her iki durumun bir sonucu olarak dev
let ve sermaye düzeni MGK’nın komutası
alt ınd a, yığ ınl ar ın devr imc i öfk el er iyl e
boğulmadan “kurtulma”nın rahatlığında.
Ömrünü daha da uzatabilmek için, en başta
ezip sömürdüğü yığınların çarpılmış bilinç
leri ve “düşürülmüş” haldeki mecalsizlikle
rinin sayesinde, kendini “restore” atakları
nı yapıyor.
Burada varacağımız sonuç; güncel dev
rimci ajitasyonun saldıracağı ikinci alan,
devletin ve düzenin restorasyon çabaları
dır. Restorasyonun karşıdevrimci özünü,
zulmün binbir çeşidini, ama özel olarak
kanlı biçimlerini tezgahlamakta oldukları
nı, bütün görüngüleriyle sergilemek gereki
yor. İşçi sınıfı arasında bu iki alanda yürü
tül ec ek devr imc i ajit asy on, işç i sın ıf ın ı
siyasal bilinç edinmesinde çok önemli iler
lemeler sağlayacaktır.
İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyo
nun konularının, sınıfa ya da bazı bölükle
rine somut bir şeyler vaadetmesi gerekmi
yor. Daha doğru bir ifadeyle, sınıfa somut
şeyler vaadeden ajitasyon saplantısı, tamı
tamına ekonomizmin/sendikalizmin mantı
ğıdır. Ve işçi sınıfını, düzenin bir eklentisi
olarak kalmaya mahkum etmenin yoludur.
Sınıfın, siyasi körlüğünü ve bilinç çar
pıklığını kırabilmesi için ona yapılacak en
büyük yardım, politikanın en can yakıcı
sorunları hakkında onu aydınlatmaktır. İşçi
sınıfı, hangi sınıf ya da kesim gadre uğrar
sa uğrasın, ilk tepkiyi kendisinin gösterme
si gerektiğini öğrenmelidir. Aksi taktirde,
kendisiyle birlikte bütün insanlığı kapita
list-emp ery al ist barb arl ığ ın koll ar ınd a
köleliğe/ölüme mahkum edeceğini öğrenmelidir. 12 Eylül karanlığından ve Kürt
ulusal başkaldırısından bu yana yaşananlar,
işçi sınıfına bu yakıcı gerçeği anlatabilecek
kadar can yakıcı. Yeter ki, bu gerçeklerin
bilgisi, sınıfa, komünist kitle ajitasyonuyla
ulaşsın. O durumda işçi sınıfı kendi sorun
larının dar çemberini aşacak, gerçek politik
bilince ulaşacaktır. Sınıfın hareketi devrim
ci/pol it ik kar akt er e ulaş ac akt ır. Gerç ek
pol it ik bil inc in bir tek ölç üt ü vard ır ve
bun u Len in yüzy ıl ın baş ınd a form ül e
etmiştir:
“Eğer işçiler, hangi sınıf gadre uğruyor;
baskıya hedef oluyor olursa olsun, her tür
lü zorbalık ve baskı, zor ve suistimal olayı
na tepki göstermeyi, hem de herhangi bir
açıdan değil de sosyal demokrat (komünist,
PD) açıdan tepki göstermeyi öğrenmemiş
lerse, işçi sınıfının bilinci gerçek bir politik
bilinç olamaz.”
Aynı şekilde, işçiler sınıf bilincini edin
miş hale gelmek için, dünyada ve bu coğ
rafyada olan biten her şeyin, her politik
tutumun toplumdaki bütün sınıf ve kesim
lerin hareketlerini, amaçlarını, istemlerini
tanımalı, bilmeli; öne sürülen her talebin,
açıklanan her kararın, atılan her sloganın
gizlediği gerçekler hakkında açık seçik bil
gi sahibi olmalıdır.
15
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
Komünist öncülerin devrimci kitle aji
tasyonu her zamankinden daha yoğun, sis
temli ve sürekli olarak bu hedeflere kitlen
meli, sözkonusu siyasal gerçeklerin açıkla
ması ve sınıf bilinci edinmenin zorunlulu
ğu, sınıfın en ileri kesimlerinden hareket
halindeki kesimlerinden başlamak üzere,
en geniş yığınlarının beynini fethetmelidir.
Unutulmasın, egemen sınıfların ideolojik
egemenliğinin beyinlerde kırılmasının yolu
da yığınların politik eğitimiyle açılacaktır.
İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyo
nunun üçüncü alanı, işçi sınıfının polit bir
parti olarak örgütlenmesinin sorunları ve
görevleri olmalıdır.
İşçi Sınıfı Komünist Partide
Örgütlenmelidir
Bir ülkede komünist hareket doğduğun
da, önündeki ilk ve acil asli görevi, işçi
sınıfının bir parti olarak örgütlenmesini
sağlamaktır. Bugün, bu görevi, başlamış
bir devrimin gereksinimleri, hem işçi sınıfı
ve hem de kom ün ist önc ü bak ım ınd an,
ertelenemez bir şekilde dayatmıştır. O hal
de, sorunun bu merkezde tartışılması gere
kiyor.
Bir yanda; işçi sınıfı bugünkü açmazla
rından kurtularak başlamış ulusal devrimi
birleşik devrime geliştirmek ve devrimin
önder sınıfı haline gelmek için kendi öncü
sün e kav uşm ak, siy as i önc ü part is iyl e
buluşmak zorundadır. Diğer yandan, mark
sist ken in ist kom ün ist part in in de önc ü
kiml iğ ind en işç i sın ıf ın ın ve devr im in
(öncelikle Batı’ya yayılmasının ve sonraki
sürecin) önderi kimliğine yükselmesi gere
kiyor.
Yani; sınıfın ve hareketinin komünist
partisinin önderliğine kavuşmasının sorun
larıyla, komünist partisinin öncü konum
dan önder konuma yükselmesinin sorunları
birb irl er iyl e ört üş üy or vey a birb ir in i
tamamlıyor. O halde, parti sorunu komü
nistlerin işçi sınıfı içindeki ajitasyon faali
yetinin bugün özel bir konusudur. Komü
nist öncüler, işçi sınıfı içindeki çalışmala
rında parti sorununu, özel yoğunlaştırılmış
bir propaganda-ajitasyon ve örgütlenme
konusu yapabilirler, yapmalıdırlar.
İşçi sınıfı içinde parti üzerine ajitasyon,
toplumun en devrimci sınıfının, eğer ken
disiyle birlikte tüm insanlığı kurtaracaksa,
en başta, bütün burjuva partilerden (gerici,
faşist, reformist, dinci vb.) bağımsız siya
sal bir parti olarak örgütlenmesi gerektiği
fikrinden başlamalıdır.
Bu, siyasal bir devrim yapacak her sınıf
için olduğu gibi, işçi sınıfı için de olmazsa
olmaz bir koşuldur.
Len in’in şu sözl er in i anıms atm akt a
yarar var; “Tarihte hiçbir sınıf, kendi için
den hareketini örgütleme ve yönetme yete
neğinde olan kendi politik önderlerini, ken
di öncü savaşçılarını yaratmadan egemenli
ğe ulaşmamıştır.”
Kapitalist-emperyalist sistem de, tepe
den tırnağa örgütlü ve silahlı burjuvazinin
karşısında, proletaryanın, bağımsız siyasal
part is i yoks a, bir hiçt ir. Coğr afy am ızd a
yaş an an gerç ekl ikt e zat en bun u acı bir
şekilde gösteriyor.
Komünist öncülerin işçi sınıfının bütün
katmanları arasında bu gerçeği yalın, çıp
lak ve çarpıcı bir şekilde açıklaması, işçi
yığınlarını uyararak partiye akışı kışkırt
16
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
ması gerekir. İşçi sınıfının çeşitli bölükleri
arasında, özel olarak da hareket halindeki
kesimleri arasında böylesi bir ajitasyon,
marksist leninist komünist partisinin teori
si, progr am, strat ej i ve takt ik pland ak i
görüşleri ve devrimci ve sosyalist pratiğini
tanıtmayla sürmelidir.
Hemen burada özel olarak vurgulaya
lım. Parti fikri ve bir eylem konusu olarak
partileşme atılımı, işçi sınıfının genel ger
çekliği içinde, ama özel olarak parti konu
sundaki güvensizlik ve önyargıları hesaba
katılırsa, hiç de kolay değildir.
İşçi sınıfına kendi tarihsel misyonunu
kavratmak, bu misyonu oynayabilmesi için
önc e, har ek et in i örg ütl ey ip yön et ec ek
bağ ıms ız siy as al part is in e sah ip olm as ı
gerektiğini anlatmak yetmez. Bu fikrin ve
eylemin yaygınlaşmasının aleyhine bir dizi
etken var. İşçi sınıfı içinde partileşme aji
tasy on un un, aleyht ek i büt ün uns url ar ı
hesaba katıp onların aşılmasını sağlayacak
zenginlikle bir propaganda ve politik etkin
likle birleşmesi gerekir.
Bir kere, işçi sınıfı burjuva ideolojisinin
egemenlik alanı içindedir. Politik arenada
burj uv a part il er in tab an ı olar ak har ek et
eden kesim, sınıfın çoğunluğudur. Sınıfın
öncü unsurları ise ilerici, antifaşist, dev
rimci ve komünist parti ve örgütler içinde
ya da etrafına dağılmıştır. Yani işçi sınıfı
nın öncü kesimleri de politik-örgütsel par
çalanmışlık içindedir. Bu durum, sınıfın en
ileri kesimlerinde bile kendine güvensizlik,
bir partide toplanmanın zor olduğuna dair
güvensizliği körüklüyor.
Yine, dünya çapında esen burjuva ide
olojik rüzgar, sosyalizmin öldüğünün, pro
letaryanın gerileyip değiştiği, komünizmin
bir ütopya olarak kalmaya mahkum olduğu
fik irl er in i, umuts uzl uğ u ve sın ıf ın güç
olmaktan çıktığı fikirlerini yayıyor. Emper
yal ist burj uv az in in ideo loj ik ayg ıtl ar ı,
bütün bu gerici düşünceleri dünya çapında
yayarken, özel olarak devrim alternatifine
karşı, kapitalizmin ebedi olduğu ve burjuva
demokrasisinden başka seçenek kalmadığı
nı propaganda ediyor. Yığınların bilincini
iğd iş eden boy utl ard ak i karş ıdevr imc i
propaganda, revizyonist ihaneti ve yaşadığı
çöküşü, sosyalizmin, proletarya devriminin
ve proletarya diktatörlüğünün aleyhine bir
veri olarak çok etkili bir şekilde kullanıyor.
Gerçekte sosyalist olan Arnavutluk’ta
kaşıdevrim ve kapitalist restorasyonun da –
belki küçük bir ülke olması nedeniyle
dünya çapında kitleler üzerindeki etkisi
görece az olsa da– özellikle, işçi sınıfının
ve dünya halklarının öncü öğeleri ve
komünist ve devimci hareketin kitlesi üzerinde moral bozucu, geriletici rolü küçümsenemez.
Coğrafyanın özelindeki olumsuz etken
ler de küçümsenemez. M. Suphi TKP’sinin
kısa dönemi dışında 50 yıllık sağ oportü
nist ve sınıf uzlaşmacı pratik, ‘70’li yıllar
da TKP’nin sosyal şoven ve modern reviz
yon ist köt ü ünl ü prat iğ i, ‘70’li yıll ar ın
halkçı devrimciliğinin işçi sınıfı içindeki
çalışmanın ihmaline yol açması işçi sınıfının uzak ve yakın geçmişiyle politik mücadele geleneği zayıflığı vb. nedenler işçi
yığınlarının sosyalist/komünist bir partiye
güven duyması, böyle bir partide örgütlen
me isteğini törpüleyen etkenler olarak orta
da duruyor.
17
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
12 Eylül’ün sınıf üzerindeki ideolojik,
politik, örgütsel, sendikal alanlardaki tahri
batı ve günümüzdeki örgütsüzlüğü dayatan
vahş i kap it al izm koş ull ar ın ın bun alt ıc ı
atmosferi ile bu atmosferle uyumlu sağcıtasfiyeci akımın legalizmi dayatması, işçi
sın ıf ın ın yas ad ış ı kom ün ist part i fikr in i
ben ims em es i ve part il eşm e eyl em in in
önünde, üstü atlanamayacak engelleri oluş
tur uy or. Ayr ıc a 12 Eyl ül dön em in in yol
açtığı kuşak kopukluğu da sınıf harekete
tind öncü öğelerin komünist ve devrimci
harekete akışının sürekli ve hızlı olmasını,
sosyalizm inancıyla uzun vadeli mücadele
ye doğru olmasını engelleyici rol oynadı.
Öte yandan, faşist terör ve burjuvazinin
işçi kıyımı törerü, hem çekingenlik yarata
rak hem de devrimci öncü işçileri kırpanla
yar ak, önc ün ün gel işm es in in önünd e
engelleyici oluyorlar. Yanısıra Kürt ulusal
devriminin yaşandığı bu koşullarda, şove
nizm ve sosyalşovenizmin etkileri de, sınıf
hareketinin devrimcileşmesi ve devrimci
öncü öğelerin hızla sınıfın komünist partisi
etr af ınd a topl anm al ar ın ı zorl aşt ır ıy or,
geciktiriyor, güçleştiriyor.
Bur ad an var ıl ac ak son uç; kom ün ist
öncü, teorik-ideolojik aydınlatma işini işçi
sınıfı arasında yoğunlaştırarak, her günkü
politik çalışmaların, özel olarak dönemin
politik ajitasyon çalışmasının önünü açan
önemli bir bileşeni, tamamlayıcısı haline
getirmelidir.
Politik Ajitasyonun Yöntemine
Dair Sorunlar
Politik ajitasyonun günceldeki kapsamı
ve içeriği belirlenmesi, hedeflerinin belir
lenmesidir de aynı zamanda yönteme dair
sorunların bir bölümünü burası oluşturur.
Ki biz sorunun bu yanını önceki bölümler
de ele aldık. Diğer yanını ise, ajitasyonun
tanımı ve işlevinden çıkarak nasıl gerçek
leştirileceğine verilecek yanıtlar oluşturur.
Belk i de, işin bir az tekn ik yanl ar ınd an
sözetmek denebilir buna.
Ajit asy on, prop ag and a gib i part in in
temel çalışma biçimlerinden biridir. Propa
ganda gibi ajitasyon da kaynağını, teorik
programatik, politik, taktiksel görüş ve tahliller ile, toplumsal yaşamın bütün pratik
gerçeklerinden alır. Kendi özgün tarzıyla
kitl el er e taş ıy ar ak kitl el er in eğit im inini
gerçekleştirir ve kitle çalışmasının diğer
temel biçimine, örgütlenmeye (ve eyleme)
bağlar. Propaganda, kitlelerin geri unsurla
rını eğitip kazanmayı sağlayan bir tarzken,
ajitasyon geniş kitleleri hedefleyen, kitle
eylemleriyle birlikte kitle eğitiminin temel
biçimidir. Ajitasyonu, bir konunun, bir fik
rin, bir çağrının ya da bir olayın kitleleri
hedefleyerek kısa, çarpıcı ve özlü şekilde
açıklanması olarak tanımlamak uygundur.
Bu biraz teknik tanımı, eğer yapılan işin
işlevini katarak açıklarsak; okuyucu, dinle
yici ya da izleyicinin her şeyden önce duy
gularını harekete geçirmekten dahası kışkırtmaktan sözetmeliyiz. Kitlelerin istem
lerini dile getirirken bile, bunları etkileye
rek içeri ğin i ve hed ef in i yüks eltm ey i
başarmalıdır.
Lun aç arsk i’nin şu çok parl ak dey iş i,
belki de ajitasyonu bütün diğer çalışma
biç iml er in den ayr ım ın ın alt ın ı çiz er:
“Devimci mesajın özünün, bir deyişle ‘kor’
haline gelmesini ve tüm renkleri ile parla
18
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
masını sağlar.” Yani, ajitasyon kısa özlü
kon uşm al ar, kıs a ve çarp ıc ı bild ir il er,
mesajı çok açık sunan bir afiş ya da şiir vb.
olabilir. Ama önemli olan, hitap ettiği kitle
yi, bir olaydan, durumdan haberdar eder
ken, en önce heyecanlarına hitap edebilme
li, mesajını ateşleyici bir maddeye dönüş
türebilmelidir. O nedenle ajitasyon, gerçek
lerin bilgisini sunarken “on sözcüğü iki
sözcüğe sığdırmış” olmalıdır. Hitap ettiği
kitlenin beynini ve yüreğini anında fethe
debilmelidir. Suçluyu suçüstü yakalayıp,
teşhir tahtasına çivileyebilmelidir.
Tariften de anlaşılır ki, suçluyu suçüstü
edecek “iki sözcük”, rastgele seçilmiş söz
cükler olamaz. Açıklanmak istenen gerçe
ği, tüm bir toplum bilgisini giydirilmiş ola
rak sunabilmeli bu iki sözcük. Gerçeklerin
bilgisine dayandırılan bir ajitasyon, teori
nin ve sınıf mücadelelerin ilgili deneyleri
nin imbikten geçirilmiş bir özetini sunabil
melidir.
Toplum yaşamının herhangi bir olayını,
örneğin Kürt yurtseverlere uygulanan bir
zulüm örneğini ele aldığında; sözkonusu
olayın içinde gizlenmiş olan sömürge olgu
sunu, devletin ve kurulu düzenin soykırım
cı politikalarını gösterebilmeli; yine kendi
yoksunluklarıyla Kürt halkının yoksunluk
larının bunlardan kaynaklandığını yığınla
rın bil inc ind e açık hal e get irm el i, ayn ı
zam and a bu vahş et e karş ı sav aş ist eğ i
uyandırabilmeli ve yığınları harekete hazır
layabilmelidir.
Eğer işçi sınıfı ve ezilen diğer emekçi
ler, devrimci ajitasyonun aydınlatıcı etkisi
altına alınırsa, dün ya da bugün zulme ve
sömürüye karşı sessiz duran yığınlar hare
kete geçmeyi öğrenecek ve harekete geçe
cektir. Kaldı ki, süreçteki bölük pörçük,
hedefleri sınırlı, ufukları dar pekçok pro
test o, göst er i, grev vb. kitl e eyl eml er i
anc ak devr imc i ajit asy onl a, zulm ün ve
sömürünün ana kaynağına yönelebilir. Bir
bir ind en kop uk eyl eml er, küç ük küç ük
öfke derecikleri, “gürül gürül akan tek bir
sele” dönüşebilir.
Sözünü ettiğimiz ajitasyon, aynı zaman
da komünist partinin program, strateji ve
taktiklerinde somutlaşmış marksizm bilgi
sinin sunuluşudur. Siyasi, iktisadi ve top
lumsal gerçekliğin her bir örneğinin teşhiri,
yığınları herhangi bir düşünceyle değil,
herhangi bir görüş açısıyla değil, komünist
partisinin, düşüncesiyle, bilimsel sosya
lizmle donatılması, yine parti çizgisi doğ
rultusunda harekete hazırlanması, hareket
halinde de kitlelerin eğitiminin parti görü
şü doğrultusunda devam ettirilmesidir.
Ajitasyonun hafife alınması durumun
da, ne siyasal gerçeklerin bir baştan bir
başa etkili teşhiri sağlanabilir ne zulmün ve
sömürünün en önemli örneklerinde suçlu
lar suç üst ü yak al an ab il irl er. Dağ ın ık ve
yetersiz, iyi düşünülüp hazırlanmamış aji
tasyon, kitleleri aydınlatıp uyarma ve hare
kete geçirme yeteneğine sahip olamaz. Ara
sıra yapılan ajitasyon gibi, toplum yaşamı
nın ve toplumdaki bütün sınıf ve kesimle
rin yaş ad ıkl ar ın ı ele alm ay an ajit asy on
çal ışm as ı da etk is iz kalm ay a, işl ev in i
oynamamaya mahkumdur. Çünkü bu tür
bir ajitasyon çalışması, yığınların her bir
kes im in i, diğ erl er in in yaş ad ıkl ar ınd an
hab erd ar edem ez. Kom ün ist ajit asy on;
Kürdistan’daki soykırımı ve Kürt halkının
19
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
isy an ın ı işç il er in anl am as ın ı, işç il er in
sömürülmesini, Kürt yoksullarının anla
masını, yine işçilerin, memurların sorun ve
mücadelelerini öğrenmelerini, aynı şekilde
işçi sınıfının yaşadığı kapitalist vahşeti ve
bun a karş ı sav aş ım ı, mem url ar ın ya da
öğrencilerin anlamasını olanaklı kılmalıdır.
Konumuz işçi sınıfının politik bilinç
edinm es in in sor unl ar ı old uğ un a gör e,
komünistler baskının, yolsuzluğun, katli
amın, rüşvetin, soykırımın, kayıpların ya
da infazların herbirinin teşhirini, anında
sıcağı sıcağına işçi bölüklerine taşıyabilir
lerse, işçi sınıfının gerçek bir politik bilinç
edinmesini sağlayabilirler.
“Ajitasyon, bu baskının her somut örne
ği ele alınarak yürütülmelidir. Bu baskı,
topl um un çeş itl i sın ıfl ar ın ı etk il ed iğ in e
gör e, kend is in i yaş am ın ve eyl em in en
çeş itl i alanl ar ınd a, mesl ek, kam u, özel,
aile, din, bilim vb. vb. alanlarında ortaya
koyduğuna göre, otokrasinin siyasal teşhi
rini bütün yönleriyle örgütlemeye girişme
yecek olursak, işçilerin siyasal bilincini
geliştirme görevini yerine getiremeyeceği
miz apaçık değil mi?”
Coğrafyamızda olan biten, yığınların
hoşnutsuzluk ve öfke bulutlarını, işbirlikçi
kapitalist düzen ve devletin başına yağmur,
dolu, kar olarak yağması; emperyalist mih
rakların bölgesel çıkmazlarını ölümcül dar
beler indirmesi için o kadar çok fırsat yara
tıyorlar. Bir Susurluk çukuru, yolsuzluk
dosyaları, sonu gelmez pahalılık, işsizlik,
Kürdistan coğrafyasının yakılıp yokedil
mesine malolmuş kirli savaş; bütün bunlar
eski, köhnemiş, kokuşmuş dünyayı sahip
lerinin; kanemici sömürgenlerin, sömürge
ci faşistlerin ve leş kargası emperyalistlerin
başlarına yıkmak için fazla bir şey gerek
tirmiyor. Her şey, yığınların gözleri önünde
olup bitiyor. Ama komünist ve devrimci
ajitasyon, yığınları, olan bitenin gerçekliği
hakkında bilgilendirmeye, saldırıya geçe
ceği kuvvetleri göstermeye yetmediği için,
meydan yine egemen sınıflara kalıyor. Kar
şıdevrimci medya tekelleri sokaktaki öfke
nin, fabrikadaki grevin, okuldaki boyko
tun, meydandaki barış eyleminin içeriğini,
reformizmin uyuşturucu ilacını da kullana
rak, boşaltıp sahte hedeflere yöneltmeyi
başarabiliyor.
İşte devrimci ajitasyonun neşter olup
keseceği yara bu, bomba olup dağıtacağı
uğursuz atmosfer burada. Öyleyse, işinin
gereğini bilen, marksizmin bilgisi ve dev
rim deneyleriyle siyasal eğitimini yapmış,
coğrafyasının iktisadi, siyasi ve toplumsal
yapısı tanımayı başarmış, değiştirip dönüş
türeceği nesneyi, bütün leyhte ve aleyhte
uns url ar ıyl a bil en kom ün ist ajit at örl er
görev başına!
İşini bilen ajitatörler ne demek?
Bunun üzerinde duralım biraz.
Lenin, “Ajitasyonu böylesine başarılı
yürütünler akıllı ajitatörlerimizden başka
ları değildir… Başarılıydık, çünkü gerçeği
söylüyorduk” diyor. Demek ki, ajitasyon
(propaganda içinde geçerli bir kural bu)
gerçeğin tam ve kesin bilgisine dayanmalı.
İşte, işini bilen ajitatör olmanın birinci
kuralı. Yani bir ajitatör ele alacağı bir konu
hakkında tam ve kesin bilgiyi sergileyebil
meli. Burjuvazinin görsel ve yazılı basını,
toplumsal siyasal ve iktisadi olayları zaten
çok yaygın duyuruyorlar. Ama onlar söz-
20
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
konusu olaylara dair kesin gerçeği gizleye
rek, duy ur uy orl ar. Çünk ü kes in gerç ek,
olayl ar ın det ayl ar ı aras ınd a boğ unt uy a
getirerek gizledikleri; kapitalist sömürü,
devlet baskısı ya da sömürgeci politikadır.
İşte komünist bir ajitatörün, burjuva bası
nın gizlediği ve böylece yığınların bilinçle
rinin iğdiş edilmesini sağladığı çarpıtmayı
açığa vurması –kesin ve tam gerçeği– en
yakın ve en çarpıcı bir tarzda sergilemektir.
Peki, gerçeğin tam ve kesin bilgisini
nasıl elde edecek işini bilir ajitatör? Tam
ve kesin gerçeği elde etmenin birkaç boyu
tu var. Birincisi marksist bilgi birikimi ve
diy al ekt ik yönt em i olayl ar a uyg ul am a
yeteneği elde etmiş olmak gerekir. Kuşku
suz marksist bilginin ve diyalektik yönte
min birçok alandan edinilmiş olması gere
kir. Dünya devrimlerinin tarihi, sınıf müca
delelerinin tarihsel deneyleri ve ülke tari
hinde sınıfsal ve ulusal kavgaların, başkal
dırı ve direnişlerin bilgisini de buraya dahil
etmeliyiz. Kısaca, ajitasyon için, bir konu
yu “tüm toplum bilgisini sunmak” derken
kast ed il en bud ur. Tüm topl um bilg is in i
mat ery al ist bakış açısıyla özetl ey en tek
bilim, marksizmdir. O yüzden tam ve kesin
bilginin ilk temeli budur.
İkinc i boy ut, marks izm bilg is in in ve
ülke gerçekliğinin somutlaştırılmasının ifa
desi olan parti program, strateji ve temel
taktikleridir. Ajitasyonun hedefi, nihayetin
de işçi sınıfını (ve emekçileri) parti politi
kalarına kazanmak, parti çizgisinde eyleme
çekmektir. Ajitasyon rastgele herhangi bir
görüş açısına göre değil, komünist partisi
nin görüş açısına göre olacaksa, bir ajitatö
rün bun u edinm es i ve gerç eğ in tam ve
kes in ifad es in i bu bilg iyl e som utl am as ı
gerekir.
Üçünc ü boy ut, üzer ind e ajit asy on un
örg ütl en ec eğ i kon uy u büt ün yönl er iyl e
öğrenmek, gerçeğin tam ve kesin bilgisini
sunmanın temelidir. İki alanda bilgi biriki
mini edinen, siyasal eğitimini gerçekleşti
ren ajitatörlerin teşhir eylemi karşısında,
karşıdevrimin hiçbir yalan makinası, uğur
suz borazanı dayanamaz.
Böyle bir bilgi birikimi kısa zamanda
ya da gerekli olduğu her an edinilemez.
Ama, eğer güncel durumun gereksinimine,
prat ik müc ad el en in hed efl er in e uyg un
programlar yapılır ve eğitime girişilirse,
sonuç alınacağı görülecektir.
İşini bilen ajitatörler, eylem halindey
ken de, işin gereklerine harfiyen uymalıdır.
Nedir bunlar?
Ben her şeyi bilirim; örneğin, zamları
teşhir etmenin nesi var ki, diye düşünme
melidir. Ele alacağı konuya, bir de eyleme
girişmeden önce, titizlikle hazırlanmalıdır.
Konuşma ya da yazıda kullanacağı malze
mey i, uns url ar ı, olg ul ar ı top arl am al ı ve
kullanılabilir hale getirmelidir. Açıkçası,
ele alacağı konuyu bütün yönleriyle bilme
li ve kavramak zorunda saymalı kendini.
Ancak bu şekilde konusuna hakim olabilir.
Konusuna hakim bir ajitatör ise, hitap etti
ği kitlenin tüm özgünlükleri dahil, her
durumda gerçeklerin teşhirinde tam başarı
elde edecektir. Dinleyenlerin ajitasyona
vereceği tepkileri anında değerlendirmeyi,
öfkenin, tepkinin uyanan mücadele isteği
nin eyl em e (ve örg ütl enm ey e) kan al iz e
edilmesini rahatlıkla başaracaktır. Kendisi
nin ayak izl er in e bas ar ak yür üy ec ek
21
İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları
eylemci ve örgütçülere ortamı son derece
elverişli hale getirecektir.
Ajitatör hitap ettiği kitlenin durumu,
sınıfsal özellikleri, soruna ilgi dereceleri,
bekl ent ileri gibi uns url arı hesap ederek
konuşmasının içeriğini değilse bile, biçimini, örn ekl erini ve çağr ısının uns url arını
anında düzenl eyip gerekl i değişiklikleri
yapabilmelidir. Bunu başaran bir ajitatör,
konuşma (ya da yazıda) ele aldığı konuda
asıl mesajın üzerinde yoğunlaşmayı,
ayrıntılarda boğulmamayı ve beklemedik
tepkilerle dikkatlerin dağılmamasını sağ
layabilir. Yani, açıkçası, konusuna hakim
ve konusunu somut koşulları hesaba katarak sunmayı planlamış bir ajitatör hücumunu yönelttiği bilinçleri gerçeğin bilgisiyle
aydınlatmayı en kısa yoldan başaracaktır.
İşini bilen ajitatör, ajitasyonda kullan
dığı dile de hakim olmalıdır. Yazılı ve söz
lü olarak kullandığı dilin, temel özellik
lerini kavramak, kelime hazinesi gelişkin
olmak, deyim ve halk sözl erini bilmek,
kavramların bilgisiyle donanımlı olmak;
gerç ekl erin bilg isini sunarak suçl uyu
suçüst ü yakalayıp kitl eleri aydınl atm a
çalışmasının en büyük yardımcısıdır. Hele
de yığın ajitasy onund an söz ediyors ak,
dilin zenginliklerinden ve olanaklarından
yararlanmak, en az gerçeğin bilgisine sahip
olm ak kadar öneml idir. Coğr afy amızd a
komünist ve devrimci ajitatörlerin zayıf
larından biri de, dil alanındadır. Ajitatör
lerin eğitim konularından biri, hiç tereddüt
süz kendi dilini, yığınların kullandığı dili,
dolayısıyla siyasal faaliyette kullanacağı
dili kull anm ayı, konuşm a ve yazm ayı
öğrenmek olmalıdır.
22
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
Oportünist EMEP’in Reformist
Politik Çizgisi
TDKP, reformculuk yoluna, başlangıç
noktası olarak yasalcı pratikciliğin “teori
si”ni yapmakla daldı. Ama, zamandaş ola
rak ve yasal partinin henüz pratiğine geç
meden önce, reformculaşmasının diğer bir
alanı da, kitle hareketlerine müdahale ve
kitle çalışmasının politik içeriğiydi. Bu
alanda, ‘92-’93’lerden başlayarak ekono
mist-sendikalist çizgiye geriledi. Yaklaşık
4-5 yıl, politik çalışmasının içeriği ekono
mist-sendikalist nitelikte sürdükten sonra,
bu kez ekseninde burjuva demokrasisinin
elde edilmesi hedefinin durduğu bir refor
mizme evrim gösterdi. Daha doğrusu, eko
nomist-sendikalist çizginin, yalnızca faşist
diktatörlüğe karşı, devrimci sınıf ve emek
çi kitle haraketinin gelişmesini önlemekle
kalmadığını, EMEP grubunu büyütmeye
de beklediği kadar fayda sağlamadığını
anl ay ınc a, gör ec e akt if bir ref orm izm e,
“devletin demokratikleştirilmesi, ordunun
demokratikleştirilmesi, demokratik anaya
sa” politikasında ifadesini bulan bir politik
ref orm izm e evr ild i. Şimd i bu ref orm ist
çizgide yürüyor.
EMEP grubunun, sürecin bu iki nokta
sında* birbirine yakın iki reformist politik
müdahale ve çalışma çizgisinin niteliğini
ve politik işlevini sergilemek devrimci açı
dan son derece gerekli ve zorunludur.
Ekonomist-Sendikalist
Kendiliğindencilik
TDKP grub u, sözk on us u dön emd e,
mantıksal ve teorik dayanağı kitle kuyruk
* Burada okuyucuya kolaylık olsun diye dönemlere ayırma, TDKP politikalarındaki
değişikliğe göre yapıldı.
2393
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
çuluğuyla belirlenen, ekonomist-sendika
list çizgi izledi. Bu, politik kitle çalışması
ve sınıf ve emekçi halk hareketine müda
hal ed e önc üy ü, kend il iğ ind en har ek et in
geri bilinci, ekonomist-sendikalist bilinci
seviyesine uydurma, geriye çekme biçi
minde kendisini gösterdi.
Kitle hareketine yönelik, ajitasyon şiar
ları formüle edip yaymada öncünün rolünü,
kendiliğinden hareketin önünde secdeye
varmaya indirgedi, kendiliğinden hareketin
bilinç seviyesine düşürmeyi öngördü ve
uyguladı. Özellikle ‘91’den sonra işçi sınıfı
har ek et in d e kitl e grev i dalg as ın ın ger i
çekildiği ve duraksamalı gelişmenin yaşan
dığı koşullarda, sınıf hareketi tekil, kısmi
direnişler ve ağırlıklı olarak ekonomik içe
rikli eylemlerle sürerken, TDKP reformcu
önderliği ve yazarları, komünist öncü çalış
ması nın ajit asy on un u da kend il iğ ind en
hareketin ileri sürdüğü bu ekonomik talep
ler ve özelleştirmeye ve işçi kıyımına karşı
taleplerle sınırlamayı teorileştirdiler.
Özgürlük Dünyası’nın oportünist yazar
ları, Haziran 1993 tarihli 56. sayıda “Pan
kart, Slogan ve Kitle Mücadelesi” başlıklı
yazıda şunları söylüyorlar:
“…İçerik yığın mücadelesinin talepleriyle uygunsa, yani kitlelerin o anki taleplerini doğru ifade ediyorsa, kaçınılmaz olarak yaygınlaşıp yığınlara mal olacaktır.”
“...yığ ınl arı ayağ a kald ıran sloganlar
(....) bizz at kitl e müc ad el es in in içind en
çıkan belki sınıfın nabzını elinde tutan par
ti ve sendikalar tarafından mükemmelleşti
rilen, içeriği doldurulan sloganlar olmuş
lardır.”
“Son yılların kitlesel eylemlerinde ve
özell ikl e de ‘93 1 May ıs’ınd a da açık
biçimde görüldüğü gibi bugün ‘İş Ekmek
Özgürlük’ sloganı ve onun değişik biçimle
ri yığ ınl ar ı birl eşt ir en ve bug ünk ü sın ıf
hareketinin talepleriyle uygunluk gösteren
bir slogandır.” (sf.62)
Ayrıca, Özgürlük Dünyası ve haftalık
ve günlük yayınlarında bu çevrenin yazar
ları, antiemperyalist demokratik devrimin
programa ilişkin ve stratejik sloganların,
devrimci durum dışında, her zaman propa
ganda sloganı olarak ve tali düzeyde tutul
maları gerektiği görüşünü vaazedip duru
yorlar. Özgürlük Dünyası’nın oportünist
yaz arl ar ı; ajit asy on çal ışm as ın a yön el ik
özet olarak şu fikirleri öne çıkarıyorlar.
– Kitl en in o ank i tal epl er iyl e denk
düşen sloganlar kitleler tarafından benim
sen ir, bu ned enl e kom ün ist önc ün ün
yoğunlaştıracağı ajitasyon sloganları bun
larla sınırlı olmalı.
– Yığınları ayağa kaldıran sloganlar,
bizzat kitle mücadelesinin içinden çıkan
sloganlardır. Yani komünist öncü ajitasyon
sloganlarını kitle mücadelesinin içinden
çıkarmalıdır, komünist öncü bilinçli çalış
masıyla üretmemeli ve kitlelere “dayatma
malıdır.”
– Devr imc i dur um dış ınd a strat ej ik
sloganlar ancak propaganda sloganları ola
rak kalırlar ve tali düzeyde tutulmalıdırlar.
Oportünist yazarların dile getirdikleri
düşünceler bunlar.
Komünist öncünün çalışmasında, ajitas
yon çalışması ve özel etkili biçimi olarak
ajitasyon şiarları, kitle eylemiyle bütünlük
lü bağı içinde sınıf ve emekçi yığınların
24
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
devrime hazırlanması ve devrim mevzileri
ne çekilmelerinde temel bir rol oynayaca
kları gibi, kitleleri bilinçlendirmenin temel
bir çalışma biçimidirler.
Komünist öncünün ve önderliğin göre
vi; Lenin’in de vurguladığı gibi kendiliğin
den “hareketi programının seviyesine yük
seltm ekt ir”. (Ne Yapm al ı?, sf. 59, İnt er
Yay ınl ar ı) Bur ad an har ek etl e, kom ün ist
öncü, sistemli ve sürekli propaganda, aji
tasyon, teşhir çalışmasıyla, her toplumsal
olay ve görüngüden yararlanarak, işçi sınıfı
har ek et in e sosy al ist ve devr imc i bil inc i
taşır. Emekçi halk hareketinin demokratik
devrimin kesin zafere ulaştırılması bilin
ciyl e müc ad el e etm es in e önd erl ik eder,
hegemonya kurmaya çalışır.
Bu nedenle komünist öncü; TDKP gru
bunun oportünist yazarlarının vaazettiği
gibi, özellikle devrimin ilk adımı antiem
peryalist demokratik devrimin stratejik slo
ganlarının propagandasını yaparken, kitle
eylemlerinde mutlaka “tali düzeyde tut
mak” sınırlamasına düşmemelidir, düşmez.
Temel sloganlar ve hedeflerin sınırlan
dırılması, oportünist reformculuğun başlıca
tasfiyeci özelliklerinden biridir. Lenin gericilik yıllarında tasfiyecilerin bu konumdan
saldırılarına şu sözlerle devrimci hücuma
geçiyordu;
“Yasadışı partinin ‘önemine ve rolünün
küçümsenmesine’ karşı mücadele verme
mizi özellikle gerektiren şey, yasadışı ve
yasal faaliyetlerin birliğidir. Daha küçük
mes el el erd e dah a müt ev az i ölç ül erd e,
belirli anlarda, yasal sloganların kısıtlan
mamasını daha az uzlaşılmaz yapmaması
nı, proletaryanın tarihsel hedefini çarpıt
mamasını sağlamamızı bizden istemekte
dir.” (Lenin’den aktaran T. Clif, Lenin-Par
ti İnşası, sf. 237)
Dem ek ki, kom ün ist önc ün ün baş ta
gelen görevi ve partinin yasadışı temelinin
korunmasının da bağlı olduğu amaç, tarih
sel hedefi ve temel sloganlarının korunma
sı, sınırlama veya tümden terketme yoluyla
tasfiye edilmemesidir.
Devrimci durum yoksa, temel sloganlar
yalnızca propaganda sloganı ve özellikle
tali düzeyde atılmalı, biçimindeki sınırlayı
cı bir perspektif, tasfiyeci bir perspektiftir.
Lenin, gericilik döneminde bile, tasfiyeci
menşeviklerin, demokratik devrimin strate
jik slog anl ar ın ı ajit asy on çal ışm as ınd an
tasfiye etmeyi vaaz etmelerini, şöyle akta
rıyor:
“Şimdi de tasfiyecilerin, marks ist slo
ganları yumuşatmalarını gözd en geçirelim.
(…) Bay L.S. (Tasf iy ec i gaz et e Luç’un
yazarı- PD) şöyle yazıyor: ‘…Biz inanıyo
ruz ki, ancak, bir yandan işçi sınıfının geli
şimini daha da ileriye götürmek bakımın
dan temel nitelikte olan, öte yandan yığın
lar için ivedilik kazanabilecek, kısmi iste
mler olarak ortaya atılmalı, sosyal demok
ratlar (komünist öncü iddiasındakiler kas
tediliyor- PD) dikkatlerini o istekler üzeri
ne topl am al ıd ır. Prav da’nın (Bolş ev ik
gazete-PD) ortaya attığı üç istekten sadece
biri –sekiz saatlik işgünü– işçilerin günde
lik sav aş ım ınd a bir rol oyn ay ab il ir ve
oynamaktadır. Öteki iki istek (demokratik
cumhuriyet ve toprak devrimi gibi iki stra
tej ik tal ep vey a slog an- PD), şimd ik i
durumda, uyarma (ajitasyon- PD) konusu
25
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
olarak değil, propaganda konusu olarak iş
görebilir.” (abç)
Lenin bu aktarmadan sonra, şu devrimci
eleştiri hücumuna geçiyor:
“Luç neden sekiz saatlik işgünü isteğini
kab ul ediy or da ötek il er i redd ed iy or?
Neden sekiz saatlik işgününün, işçilerin
gündelik savaşımında ‘bir rol oynadığına’
işçiler adına karar veriyor da genel siyasi
isteklerle köylü isteklerinin böyle bir rol
oynamadığını öne sürüyor.
Dert Luç’un alışageldiği üzere kendi
liberal darkafalılığını ‘yığınlara’ ‘tarihin
akışına’ yükleyen reformculuğunda.
Luç, marksist sloganları yumuşatmakta,
bu sloganları dar, reformcu, liberal ölçüte
uydurmaya çalışmakta ve böylece işçiler
arasında burjuva fikirlerini yaymaktadır.”
(Tasfiyecilik Üzerine, sf. 268-269)
Özgürlük Dünyası’nın oportünist yazar
ları da, bugün işçi sınıfı kitle hareketindeki
yükselişin inişli-çıkışlı gelişmesi, istenen
ve beklenen hızda, güçlülükte ve devrimci
likte sıçrama yaşamamasından o denli etki
leniyorlar ki, ikiz kardeşleri tasfiyeci Luç
yazarları gib i dem okrat ik devrimin tüm
stratejik sloganlarını ajitasyon çalışmasın
dan tasfiye etmek gerektiğini belirtiyorlar.
Tali düzeyde yalnızca propaganda sloganı
olarak kullanma lafzını da daha kaba
reformcu ÖDP’den lafızda farklı görünmek
için söylüyorlar.
Evet, işçi sınıfı hareketinin geniş kitle
leri tarafından henüz yükseltilmiyor diye
ve devrimci durum dışında, devrimin stra
tejik sloganlarını ajitasyon çalışmasından
tasfiye etmek, düpedüz reformcu işçi poli
tikasıdır. Ve Özgürlük Dünyası’nın oportü
nist yazarları bilgiçlik taslayarak bu tasfi
yeyi savunuyorlar. Ama yalnızca bununla
da kalmıyor, reformcu işçi politikasının
ekonomist-sendikalist türevini vaaz etme
cesareti de buluyorlar.
Komünist öncünün ajitasyon çalışması
nı ve şia rl ar ın ı o ank i işç i har ek et in in
benimsediği talep ve şiarlarla sınırlama,
öncü çalışmayı o anki kendiliğinden hare
ketin seviyesine indirgemek anlamına gel
diği gibi, o anki kendiliğinden hareketin
şiarları dışındaki, yalnızca genel veya stra
tejik değil, kısmi sloganları da sınırlandıra
rak tasfiye etmek sonucunu da doğurur.
‘92-93’ler işçi sınıfının kendiliğinden hare
keti, tekil direnişler ve ağırlıklı olarak eko
nomik sendikal şiarların yükseltildiği bir
mecrada aktı. En ileri şiarlar olarak “İşçi
kıyımına hayır”, “Özelleştirmeye hayır”
gibi sloganlar öne çıktı. Özgürlük Dünyası
yazarları doğrudan işçi kitlelerine yönelik
iki saldırı politikasına karşı mücadeleden
başk a ajit asy on çal ışm as ı ve slog anla r ı
yoğ unl aşt ırm an ın yanl ış old uğ un u, bu
dön emd e vaa z edec ek denl i ekon om istsendikalist bir tasfiyeciliğe battılar.
Oysa; sosyalist ve devrimci sınıf bilin
ci, işçi sınıfına, ekonomik-sendikal müca
dele alanının dışından, işbirlikçi tekelci
kapitalist toplumun bütün sınıflarının iliş
kileri alanından, toplumsal yaşamın bütün
alanlarının en çarpıcı gerçeklerinin bilgi
sinden götürülmesi gerekir. Bunun en etkili
yolu ve aracı örgütlenmiş, süreklileştirile
bilmiş politik kitle ajitasyonudur. Ve bu
kampanyalar biçiminde de diğer zamanlar
da ve özellikle kitle eylemlerinde de, yazı
lı-sözlü görsel araçlarla da, konuşma-me
26
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
tinlerle de kısa çarpıcı ve vurgulayıcı slo
ganlarla da, sürekli sistemli ve yoğun ola
rak yapılması zorunlu başlıca öncü devrim
ci gör evd ir. Oport ün ist reform istlerimiz
Özgürlük Dünyası yazarlarının ileri sür
dükleri gibi, kendiliğinden hareketin az
sayıdaki öncü ögelerine yapılan propagan
da ile pedagojik işle asla başarılamaz. İşçi
sın ıf ın ın dikk at in in kapi tal ist topl umun
bütün sınıfları arasındaki ilişkilere, sömü
rün ün ve zulm ün en canl ı, en çarp ıc ı
örneklerine çekilmesi, bütün sorunlar kar
şısında sosyalist ve devrimci sınıf görüş
açısıyla tavır alması, eylemlerini geliştir
mesi yoluyla eğitilir. Büyük yığınlar sınıf
eğitimlerini mücadele okulunda alırlar.
Bu mücadeleler içinde, kitlelerin müca
delenin içinde kendi deneyleriyle doğrulu
ğun u inan dır ılm al ar ıyl a içiç e, kom ün ist
önderliğin, vermesi gereken bilinçlendirme
çabası ve sloganları, asla kitlelerin o anki
ger i bil inç sev iy es iyl e sın ırl and ır ıl a
maz. Özg ürl ük Düny as ı’n ın oport ün is t
yazarının belirttiği gibi sınırlandırılırsa bu,
o an sınıf hareketi ekonomik talepler ve
slog anl ar ı yüks elt iy ors a, yaz arl ar ın ın
vaazedip TDKP grubunun uyguladığı gibi,
öncü adına, ekonomist-sendikalist bir aji
tasyon çalışması yapılır, ekonomist-sendi
kalist bilinçli sınıf hareketi geriliğe mah
kum edilir. Ve bu yolla hiçbir zaman işçi
sınıfı hareketi, devrimci politik bir ordu
olarak hazırlanamaz ve devrimci politikleş
mesi gerçekleştirilemez. İşçi sınıfı, sendika
bürokratlarının reformcu partilerin, burjuva
politikalarının egemenliğine terkedilmiş
olur.
Özgürlük Dünyası yazarı, vaaz ettiği bu
ekon om ist-send ik al ist işç i pol it ik as ın ı,
doğru göstermek için bazı uyduruk reviz
yonist teorik dayanaklar da ileri sürüyor:
“Ajitasyon sloganları yığınların o anki
taleplerini doğru ifade ediyorsa, kaçınıl
maz olarak yaygınlaşıp yığınlara malola
caktır”, o halde ajitasyon sloganları olarak
bunları yükseltmekle yetinmek gerekir.
Oysa, o anki kendiliğinden hareketin
geri bilinci, elvermese de işçi sınıf hareke
tin in topl ums al yaş am ın yak ıc ı kısm i,
genel sorunlarını ajitasyon konusu ve slo
ganları yapması gerekir ki, öncü konumun
da kalınabilsin. Kendiliğinden hareketin
önünde secdeye varan, kendiliğinden hare
ketin düzeyinden daha ileri gitme(!) diyen
artçı, kuyrukçu konuma düşülmesin. İşçi
sınıfının kendiliğinden hareketi, sendika
bürokratlarının burjuvazinin değişik parti
ve akımlarının mahkum ettiği ekonomistsendikalist konumdan, devrimci politik bir
kon um a sıçr ay ab ilm es i için, oport ün ist
yazarın vaaz ettiğinin tersine o an kendili
ğinden hareket, geniş yığınlar tarafından
talep haline getirilememiş, slogan olarak
henüz benimsenmemiş olsa da, tüm yakıcı
topl ums al pol it ik sor unl ar ı, ajit asy on un
konusu ve sloganları haline getirmek yal
nızca gerekli değil, zorunludur da.
Zaten kitlelerin, o anki bilincini tekrar
lam akl a, kitl el er devr im bil inc in i alm ış
olsalar, önder bir partiye, devrimin öznel
koşullarına, devrimci iradeye de gerek kal
mazdı. Özgürlük Dünyası’nın oportünist
yazarı da öznel koşulların temel rolünü
yads ıy an bu kend il iğ ind enc i pers p ekt ifi
propaganda ediyor.
27
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
Oport ün ist yaz ar ın geç en sayf al ard a
özetlediğimiz diğer uyduruk revizyonist
teo rik day an ağ ı da, “Slog anl ar da kitl e
hareketinin içinden çıkarlar, kitle hareketi
ne dayatılamazlar”! tezidir.
Yazar, leninizmin, mücadele biçimleri
ne ilişkin temel anlayışlarından biri olan;
“mücadele biçimleri keyfice tespit edilip
kitlelere dayatılamazlar, kitle hareketinin
ortaya çıkardığı biçimlerin genelleştirilip
yaygınlaştırılması ve bilinç yoluyla gelişti
rilebilirler” anlayışını ajitasyon çalışması
na da sözde adapte ediyor, kendince katkı
da (!) bulunuyor.
Oysa, mücadele biçimlerinin gelişmesi
ile, kitle hareketine bilinç taşınması tama
men farklı iki konudur. Birincisi, nesnel
politik koşullardan kaynaklanır. Öncü tara
fından ancak aşama aşama geliştirilebilir
ler. İkincisi, yani bilinç ise asla aşama aşa
ma verilemez. Burjuvazi tarafından top
lumsal yaşamın çatışmalarından, öncü adı
na hareket edenlerden, kitleler hangi bilinci
edinm işl ers e, o bil inç l e bil inçl en irl er,
bilinçleri aşama aşama geliştirilemez.
Bir önderlik çalışması olarak bilinçlen
dirme, aşama aşama geliştirilmemelidir.
Köt ü ünl ü ekon om ist l er in ve ref or mist
menşeviklerin aşamalı bilinçlendirme poli
tikasının tersine; daha demokratik devrim
içindeyken işçi ve yarı proleter kitleler sos
yalist devrim ve proletarya diktatörlüğü
bilinciyle eğitilmeye çalışılmalı, işçi ve
küç ük burj uv a emekç i kitl el er in bil inc i
devrimin programı düzeyine çıkarılmalıdır.
Bir diğer ifadeyle, komünist öncünün dev
rimci perspektifi ve görevi, kendiliğinden
“har ek et i progr am ın ın sev iy es in e yük
selt”mektir (Lenin), Özgürlük Dünyası’nın
yazarının vaaz ettiği kötü ünlü “sosyal-de
mokr at (kom ün ist- PD) pol it ik ay ı trad e
unionist politikaya indirmek” değil.
Buradan komünist öncünün, stratejik
sloganlarını yayarken, bunlar henüz geniş
yığınlar açısından ajitasyon, eylem direktif
vb. sloganları haline gelmemiş sloganlar,
henüz propaganda sloganları olarak kalsa
lar bile bu, sloganları “tali düzeyde” tutma
ması, “öne geçirmesi”, “yoğunlaştırması”
gerektiği devrimci sonucu çıkar.
İkincisi, ajitasyon çalışmasında, dev
rimci durum dönemi dışında da, devrimin
stratejik sloganlarının yer almaları gerekti
ği devrimci sonucu çıkar. Örneğin, Kürt
ulusal devrimi patlak verip sürerken, henüz
devrimci durumu yaşamaktan uzak olan
işç i sın ıf ı har ek et in e yön el ik çal ışm ad a
“Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulusuna özgürlük”
sloganını ajitasyon sloganı olarak kullanıl
mamalı mı? Örneğin, henüz devrimci duru
m yokken, Susurluk’la su yüzüne çıkan
faşist devletin cellat yüzünü geniş kitlelere
sergilemek, geniş kitleleri faşist devlete
karşı eylemlere çekmek için, “Kahrolsun
faş is t dik t at örl ük” slog an ıyl a aj it as yon
yapılmamalı mı? Özgürlük Dünyası’nın,
ekonomist-sendikalist aşamalı bilinçlendir
me politikasının tersine, bunlar yapılmalı
ki komünist öncü devrimci bilinçlendirme
önderlik görevini başarıyla gerçekleştirmiş
olsun.
Üçüncüsü, devrimci bilinçlendirmenin
ve sloganların yine mücadele biçimlerinin
tersine kitle hareketinden değil, komünist
öncünün programı, stratejisi, politika ve
taktiklerinden, toplumsal sınıflar arasında
28
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
ki ilişkinin niteliğinin komünist yorumun
dan, bilimsel bilgiden üretilmesi gerektiği
sonucu çıkar. Özgürlük Dünyası ve EMEP
oport ün izm i, kitl e har ek et in in bekl en en
devrimci sıçramayı yapmamasından o den
li umutsuzluğa kapılmışlar ki, bilinçlendi
rmen in, ‘93-’97 dön em ind e ekon om istsend ik al ist ajit asy on ve slog anl arl a,
‘97’den itibaren burjuva anayasal demok
ratik ajitasyon ve sloganlarla aşama aşama
yapılması, kitle hareketinin o anki bilinç
seviyesi dışında ajitasyonun yoğunlaştırıl
maması ekonomist ve menşevik aşamalı
bilinçlendirme politikasını çıkarıyor, inşa
ediyorlar. O denli karamsarlığa kapılmışlar
ki, ajitasyon sloganları da kitle hareketin
den çıkarılmalı, dayatılmamalı sonucu ken
diliğindenci oportünist politikasına varabi
liyorlar. Aşamalı bilinçlendirmeyle, sınıfın
komünist partisinin öncü rolünü bilinçlen
dirici rolü yadsınıp, kendiliğinden hareket
düzeyine indirgenmeyle, hiçbir zaman kitle
har ek et i devr imc il eşt ir il em ez, devr im e
dönüşmesine önderlik edilemez. Yine aji
tasyon sloganları da o anki kitle hareke
tinden çıkarılırlarsa, o zaman öncülere ihti
yaç olmaz, kitle hareketinin kendiliğinden
mücadelesiyle yetişen sendikacılar ve sen
dikal örgütlenme yeterlidir, EMEP’li dev
rimci öncü iddiasıyla ortaya çıkan kadrolar
da, iyi birer sendikalist olurlarsa politikala
rına daha uygun davranmış olurlar.
EMEP ve Özgürlük Dünyası oportüniz
mi, aşamalı bilinçlendirme reformist poli
tika sıyl a, ‘93-’97 dön em ind e, ajit asy on
sloganları olarak, kendiliğinden kitle hare
ketinin ulaştığı “İşçi kıyımına hayır” ve
“Özelleştirmeye hayır” sloganları dışında
kısmi politik sloganların ajitasyon slogan
ları olarak geliştirilmelerini bile yadısıyan,
kendiliğindenciliğin en geri ve kaba biçimi
olan ekonomizme batmayı vaaz etti.
Örneğin sözkonusu dönemde, işçi sınıfı
hareketi, Kürt ulusal sorununda belirsiz
“kardeşlik” sloganı dışında, hemen hiçbir
slogan yükseltmedi diye, EMEP ve Özgür
lük Dünyası yazarlarının ekonomist anlayı
şı, “OHAL, koruculuk, özel timler, JİTEM,
kontrgerilla dağıtılsın”, “Kirli savaşa son”,
“Kürdistan’a askere gitme” gibi en masu
mane politik reform şiarlarını bile reddetti.
Oportünistlerin mantığına göre, kitle hare
keti ancak ekonomik iyileştirme ve varolan
hakları koruma sloganlarının yüks eltebildi
ğin e gör e önc ü de kend is in i o düz eyl e
sınırlamalıdır ki, kitle hareketiyle bütünle
şebilsin! Geçen dönemde komünist gençle
rin güzel bir ifadelendirmeyle söyledikleri
gibi kitleselleşme adına kitleleşme!
Ufk u “İş Ekm ek Özg ürl ük”l e Sın ırl ı
İktidar Perspektifsizliği
TDKP grubu yine bu reformist anlayışı
nın sonucu olarak, ajitasyonda en ileri slo
gan olarak, “İş ekmek özgürlük” sloganını
yoğunlaştırmakta, daha öteye geçmeyi red
detmektir. Hatta öyle ki, bu slogandan
daha ileri bir politik hedefi ifade eden slo
ganları neredeyse propaganda sloganları
olarak telaffuz etmeyi bile yadsımaktadır.
Kolayca bilineceği gibi, işsizlik kapita
lizmin ayrılmaz yol arkadaşıdır. İşsizlik,
kalıcı olarak ve ancak sosyalizm altında
gid er il eb il ir. Ama yin e de kap it al izm in
yıkıcı sonuçlarından biri olan işsizliğe kar
şı iş talebi, bir devrim talebi değil, yaşam
koşullarının iyileştirilmesi kapsamında bir
29
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
tal ept ir. Kom ün istl er, elb ett e işç i sın ıf ı
hareketi ve emekçi kitleler için yakıcı kıs
mi sorunlar üzerine talepler ve sloganlarla
ajit asy on yapm ay ı, devr im slog anl ar ı
yanısıra ek olarak bu kısmi sloganlarla aji
tasyon yoğunlaştırmayı önemserler, bunlar
birbirleriyle bağdaşır. Bu kısmi taleplerin,
dahası doğrudan eylem sloganları haline
geleceğini de bilerek, hem ajitasyon slo
ganl ar ı hem de tal epl er olar ak form ül e
ederler, eylem sloganları olarak yükseltir
ler. Örneğin Özgürlük Dünyası yazarları
nın geçen dönem boyunca en ileri ajitasyon
sloganları olarak belirledikleri “İşçi kıyı
mın a, özell eşt irm ey e hay ır” slog anl ar ı
bugün eylem sloganlarıdırlar. Ama –TDKP
grubunun yaptığı gibi güdükleştirmeden–
kısmi sloganları ajitasyon ve eylem slogan
ları olarak yoğunlaştırmak gerekiyor diye
demokratik devrimin sloganlarını ajitas
yonda reddetmek reformculuktur. TDKP
grubunun yaptığı da budur. “Ekmek” slo
ganı da herkesin bildiği gibi yaşam koşul
larını iyileştirme talebi olarak kısmi bir
taleptir, işbirlikçi tekelci kapitalizmin yok
sullaştırıcı sonucuna karşı mücadelenin bir
talebi ve eylem sloganıdır. “Özgürlük” slo
ganı ise kitleler tam bir bilinçle, devrimci
bir bilinçle henüz kullanmasalar da dev
rimci bir slogandır. Ama Özgürlük Dünyası
yazarları, kendiliğinden hareketi benimse
diğinden daha ileri giden bir ajitasyonu
reddettikleri için, buradaki “Özgürlük” slo
ganını da, kendiliğinden hareketin eksik
bil inc ind en ötey e kull anm am ay a önem
veriyorlar. Örneğin “Faşizme ölüm, halka
özg ürl ük” slog an ı yüks eltm em ey i vey a
“Faşizme ölüm, Kürdistan’a özgürlük” slo
ganını yükseltmemeyi öğütlüyorlar. Dola
yıs ıyla, hem iş ve ekmek gib i kısmi ve
gen iş kitl el er in hem en her zam an zat en
yüks eltt ikl er i kısm i tal epl er i kaps ıy or
olması ve hem de “özgürlük” talebinin kit
le hareketinin kendiliğinden kavr ayışının
ötesine geçmeyen bir tarzda sınırlanması
nedeniyle, TDKP grubu ajitasyonunda tek
temel şiar olarak yer verdiği “İş ekmek
özgürlük” sloganında bulunan “özgürlük”
sloganıyla bile reformcu bilinç yayıcıdır.
Ki daha önemlisi ajitasyon sloganı olarak,
demokratik devrimin stratejik sloganlarını
yükseltmeyi Özgürlük Dünyası yazarları
nın anlayışı zaten reddediyor. Bu da, neden
“İş ekm ek özg ürl ük” slog an ı içind ek i
“özgürlük” sloganını bir devrim sloganı
bil inc iyl e yaym akt an TDKP grub un un
kaçındığını daha iyi açıklıyor.
TDKP grubu, stratejik sloganlarla aji
tasyon yapmayı, aynı zamanda İşçi Emekçi
Sovyetleri Cumhuriyeti veya İktidarı gibi
iktidar sloganlarını ajitasyonda kullanmayı
(devrimci durum öncesi) tümüyle reddetti
ği için, ajitasyon çalışmasında devrimci
iktidar perspektifsizliğini de teorileştiriyor.
Ki, bu grubun örgütlenmede yasalcılığı,
mücadele biçimlerinde ılımlılığı ve barış
çılığ ı, saflarını olabildiğince silahlı dev
rimc i akıml ard an ayırm a pol it ik as ı vb.
reformcu eğilimleriyle, ajitasyonunu dev
rimci açıdan sınırlaması ve devrimci ikti
dar perspektifsizliğini benimsemesi birbir
leriyle aynı doğrultuda uyumlu reformcu
politikalardır ve birbirlerini tamamlamak
tadırlar.
Oysa, örneğin ancak devrimci durum
koşullarında “Yaşasın İşçi Emekçi Halk
30
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
Sovyet Cumhuriyetleri Birliği” bir eylem
sloganı haline gelse de, devrimci durum
öncesi koşullarda, propaganda-ajitasyon
sloganı olarak işlev görür. Ve komünist
öncünün görevi, işçi sınıfı hareketi, emekçi
ve ezilenlerin kitle hareketinin işbirlikçi
tekelci kapitalizme ve faşist rejime karşı
arayış içinde olduğu koşullarda “Yaşasın
İşçi Emekçi Sovyet Cumhuriyetleri Birli
ği” sloganını yalnızca propaganda sloganı
olarak sınırlamamak, hem propaganda hem
de ajitasyon sloganı olarak yükseltmek,
kendiliğinden harekete katılan kitlelere bu
devrimci iktidar hedefine yürümek bilinci
ni verm ekt ir. Hel e bug ünk ü Türk iy e ve
Kürdistan koşullarında “İşçi Emekçi Sov
yet Cumhuriyetleri Federasyonu”nu bir aji
tasyon sloganı olarak da yükseltmek ve
yaym akt an kaç ınm ak kısm i slog anl arl a
yetinen kaba bir reformculuktan başka bir
şey değildir. Özgürlük Dünyası yazarları
nın “devrimci durum” dönemi dışında stra
tejik sloganları ajitasyon sloganı olarak
yaymayı reddeden anlayışı, tam da bu kaba
reformcu anlayıştır, devrimci iktidar per
spektifsizliğinin hem göstergesi hem sonu
cudur.
Özgürlük Dünyası’nın kısmi sloganlarla
“kitlelerin taleplerine uygun” sloganlarla,
kitle hareketiyle bütünleşme beklentisiyle
kendinden geçmiş yazarları devrimci ikti
dar persp ekt ifs izl iğ i anl ay ışl ar ın ı örn ek
verdikleri devrim deneylerine ilişkin tahlil
lerde de gösteriyorlar.
“‘Emek-Bar ış-Özg ürl ük’. Kos koca
Ekim devriminin slogan olarak milyonlar
ca Rus işçi ve köylüsünü ayağa kaldıran
sınırsız bir güce sahip bir manivela gibi,
köhnemiş Rus çarlığı ve otokrasiyi alaşağı
etmiş, bütün Avrupa’da savaşa karşı güçle
ri birleştirme işlevini yerine getirmiştir.”
(Özgürlük Dünyası, s. 56, sf. 61)
Önc el ikl e, “Ekm ek, bar ış, özg ürl ük”
sloganının Ekim devriminin değil, Şubat
devriminin başlıca sloganı olarak Rus çar
lığ ı ve otokr as is in i dev irm ed e kitl el er i
sef erb er ett iğ in i vurg ul ay al ım. İkinc is i,
Şubat’ta geçici hükümet yoluyla iktidarı
ele geçiren Rus burjuvazisi menşeviklerle
ve sosy al ist devr imc il erl e itt if ak içind e
emperyalist savaşı sürdürünce, “barış” slo
ganı başlıca bir slogan olmaya, Ekim dev
rimine de işçi, köylü ve asker kitlelerini
seferber etmenin aracı olmaya devam etti.
Ama, Ekim devr im in in tem el slog an ı,
demokratik devrimin çözümlerini de karar
lılıkla gerçekleştirecek tek iktidarın ve kur
tuluş için tek iktidarın proletarya ve yoksul
köylülerin sosyalist iktidarı olduğunu vur
gulayan “Bütün iktidar işçi ve köylü sov
yetlerine” sloganıydı. Özgürlük Dünyası,
devrimci iktidar perspektifsizliğine öylesi
ne dalmış ki, Ekim devriminin temel sloga
nının “Proletarya ve yoksul köylülüğün
sosy al ist ikt id ar ı” old uğ un u gör em iy or,
görmek istemiyor!
Özgürlük Dünyası, işçi, emekçi kitle
hareketinin devrimcileşeceğine karamsar
lıkla da beslediği devrimci iktidar perspek
tifsizliğini, proletaryanın temel hedefi olan
sosyalizm sloganının propaganda sloganı
olarak yaygınlaştırılmasını küçümseyerek
daha da koyu hale getiriyor, reformcu poli
tikaya çıkmazcasına batacağını gösteriyor.
“‘İşçi kıyımına hayır’, ‘Özelleştirmeye
hayır’ sloganını küçümsemek onun yerine
31
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
‘Kahrolsun kapitalizm, yaşasın sosyalizm’i
geçirmeye çalışmak (…) saf idealizmdir.
Elbette, ‘Yaşasın devrim, yaşasın sosya
lizm’ her zaman kitle mücadelesinin içinde
bir propaganda sloganı olarak kullanılacak
tır, ama bütün acil taleplerin önüne geçerek
yığ ınl ar ı birl eşt ir ic il iğ i ve ‘müc ad el ey e
sevk edici özelliği’nin olduğu dönem ‘dev
rimci durumdur’.” (Özgürlük Dünyası, s.
56, sf.62)
Elbette EMEP grubunun kısmi talepleri
yükseltmekle yetinip sosyalizm propagan
dasını (devrim sloganları ajitasyonunu da)
küçümseyen reformcu işçi politikası, dev
rimci iktidar perspektifsizliği yanısıra, işçi
sınıfı hareketini sosyalizm bilinciyle daha
demokratik devrim içindeyken eğitip dona
tarak, devrimin kesintisizliğini sağlayacak
güç olarak hazırlamayı reddeden bir sağ
oportünizmi de sergilemektedir. İşçi sınıfı
hareketinin kendiliğinden yükseliş içindey
ken art an orand a ort ay a çık ard ığ ı önc ü
öğeleri ve kendiliğinden hareketin artırdığı
mücadeleci işçi kesimini sosyalizm bilin
ciyle sürekli eğitmek, demokratik devrim
içind eyk en kom ün ist önc ün ün sosy al ist
çalışmasının bir boyutunu oluşturuyor. Bu
sosyalist görevi (propaganda çalışması ve
propaganda sloganlarıyla) sürekli ve sis
teml i olar ak yer in e get irm ek, önc ün ün
demokratik devrim içindeyken sosyalist
çalışmasını eksiksiz yerine getirmek zorun
lul uğ un un bir parç as ı olm akl a kalm az.
Aynı zamanda, proletarya hareketinin ne
denli çok sayıda öncüsü ve ne denli artan
sayıda kitlesi sosyalist bilinci alırsa (komü
nist öncü bu görevi ne denli tam yaparsa)
artan sayıda neferi sosyalist bilinci almış
proletarya hareketi demokratik devrimi çok
daha tutarlı hale getirebilir. Demokratik
devrimde en tutarlıca dövüşmenin yanısıra,
kendisini devrimi kesintisizce proletarya
diktatörlüğüne vardırmaya hazırlamış olur.
Özg ürl ük Düny as ı yaz arl ar ı, o denl i
karamsarlığa kapılmışlar ki, aman ne kadar
sınırlanmış kısmi taleplerle sınırlı kalmayı
başarır ve üstelik kitlelerin o anki talepleri
ni aşan sivriliğe düşmezsek o kadar kitlele
ri ürkütmeyiz! demeye getiriyorlar. Sosya
lizm için müc ad el e bil inc in i laft a bil e
küçümseyerek, gerçekte ise tamamen bir
yana bırakarak, kesintisiz devrim perspek
tifs izl iğ in e sah ip old ukl ar ın ı kan ıtl am ış
oluyorlar.
Marksist leninist komünistler her somut
koşulda kitle hareketini geliştirmeye yara
yan işçi ve emekçi kitle hareketinin kısmi
isteklerini formüle edip sloganlar biçimin
de yayarak-yükselterek, kitle eylemi ola
nakl ar ın ı değ erl end irm ed e kull anm ay ı
önems erl er. Çünk ü ajit asy on çal ışm as ı
ped ag oj i çal ışm as ı değ ild ir, anc ak kitl e
hareketinin devrimci eylemiyle birleşen bir
ajitasyon ve propaganda çalışması sonuçta
devrimi hazırlayabilir. Kitlelerin yalnızca
devr imc i prop ag and a ve ajt asy on u en
yoğun biçimde alarak değil, yanısıra içinde
yer aldıkları devrimci eylemler tarafından
eğitilerek, kendi deneyleriyle devrimci slo
ganların doğruluğuna inanmalarına önder
lik edilerek devrime hazırlanabilir.
Burada, komünist ve devrimci hareke
tin, kısm i ist ekl er in hang il er in in hang i
somut durumda ve yerde işçi ve emekçile
rin eylemlerini tutuşturacağını, hangi tak
tiklerin devrimci kitle eylemlerini geliştire
32
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
ceğini kavramada, bütün bu bakımlardan
kısmi sloganları formüle etme, iyi düşünül
müş taktikleri geliştirme, stratejik slogan
lara bağlama ve stratejinin hizmetine sun
mada, yetenek zayıflıklarını bir kez daha
vurgulayalım. Bu zayıflıkları gidermenin
önemsenecek devrimci görev olduğu bilin
ciyle hareket edilmelidir. Ancak bu zayıf
lıkları kullanarak (üstelik kendileri de bu
alanda pek yetenekli olmayan, Özgürlük
Dünyası yazarları veya yetenekli reformcu
lar sloganları olabildiğince sınırlandırılmış
kısm i tal epl erl e sın ır lam a ref orm izm in i
haklı göstermeye çalışan sağ revizyonist
anlayışa karşı komünistler ve tutarlı dev
rimciler sonuna değin mücadele etmede ve
yenilgiye uğratmada kararlı davranmalıdır
lar, davranacaklardır.
kal ist çizg i izl ed i mi? Evet, prat ikt e d e
izlediği çok rahatlıkla tespit edilebilir.
Sözkonusu bu dönem boyunca TDKP,
rastlantısal istisnai olaylar hariç, genel bir
çizgi ve merkezi olarak, ekonomist-sendi
kal ist çizg i izl ed i. Sür ec in başl ar ınd a,
Ankara işçi eylemlerinde, Türk-İş yönetici
si send ik a ağal ar ın ın ger ic i dis ipl in in in
kırılmasına, eylemler sürecinde eleştirilme
lerine ve eylem anlarında sloganlarla dev
rimci yönelim ve etkiye karşı çıktı. İşçile
rin geri bilincinin yol açtığı, sendika ağala
rının gerici disiplinine boyun eğmeyi “işçi
dis ipl in i” olar ak kuts ad ı. Send ik a üst
bürokrasisiyle işçi tabanı arasındaduran ve
politik mücadeledeki işlevi de en ileri biçi
miyl e ant if aş ist ref orm ist olan send ik a
şube platformlarını “dönemin en devrimci
kitle örgütlenmeleri” (Devrimin Sesi) ola
rak göklere çıkardı, kutsadı. Sendika şube
platformlarının çizgisini aşmamayı vaaz
etti.
Sözkonusu bu dönemde, özellikle döne
min (burada dönemleştirme TDKP politi
kalarındaki değişime göre kolaylık olsun
diye yapıldı) sonlarına doğru gerçekleşen
önemli bütün politik kitle eylemlerinde,
TDKP grubu, hep işçi sınıfını ve örgütlen
melerini, ilgisiz kılmaya, eylemleri karala
maya çalıştı. Örneğin, 1995 Gazi Ayaklan
ması’nda, TDKP grubu ayaklanmayı pro
vokasyon ve katılanları provokasyona gel
mekle suçladı. Kutsadığı Demokrasi Plat
form u ve Mem ur Send ik al ar ı Merk ez i
Koordinasyonu’nun “yurtseverlik” adına
Ankara 18 Mart mitingini iptal etmesiyle
bu grup ve sendikacıları da uzlaşarak onay
verdikleri gibi, bu ayaklanma ekseninde
Ekonomizmden Politik
Reformizme
Eski TDKP grubu ve EMEP oportüniz
mi; 1993-’97 yılları arasında ekonomistsendikalist çizgi izledikten sonra, reformiz
min ve kend il iğ ind encil iğ in bu en kab a
biçiminin, yalnızca antifaşist mücadeleye
zarar vermekle kalmadığını, kendi grubu
nun geniş işçi kitleleriyle birleşmesini de
sağlayamadığını, kendilerine de bir fayda
sının olmadığını kendi deneyleriyle daha
iyi gördükçe, kendiliğindenciliğin bir biçi
mind en diğ er biç im in e geçt il er. Ekon o
mist-send ik al ist çizg id en, anay as al
demokratizmle belirlenen politik reformiz
me terfi ettiler.
Şu sor ul ab il ir: ‘93-’97 dön em ind e
TDKP grubu pratikte de ekonomist-sendi
33
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
ülke çapındaki yaygın gösterilere katılma
dılar, işçi sınıfına, emekçi memurlara katıl
ma ve müdahale çağrısı yapmadılar. Yine
‘96 1 Mayıs’ındaki tutumuyla da EMEP,
ekonomist-sendikalist bir pratik sergiledi.
EMEP’in send ik a bür okr as is i, yorg un
“devrimciler”, yasalcı aydınlar ve işçi aris
tokr as is i vb. topl ums al tab an ın a denk
düşen ekonomist-sendikalist çizgisi yalnız
ca militan ve yasadışı çizgideki eylemliliğe
küfrederek ve tekelci medyayla ağız birliği
içinde “vandalizm” suçlamasıyla yetinme
dil er. Tav ırl ar ın ın çarp ıc ı, sev iy es iz ve
çür üm üş yan ıydı bu. Pol it ik bak ımd an,
EMEP grubu, “İşçilerin kendi talepleri ve
sloganları” dediği ekonomik-sendikal çer
çevedeki sloganları yükselttikleri söyle
mindeki politik çizgiyi kendisi izledi, mer
kezi bir politika olarak. Yani, politik tavrı,
ekonomik-sendikal sloganları ve ek olarak
aynı çerçeveyi aşmayan “İş, ekmek, özgür
lük” sloganı atmakla yetinmek oldu.
Yine, ‘96 ölüm orucu ve süresiz açlık
grevi genel direnişine politik olarak ilgisiz
kalan, EMEP’in, Ünaldı işçilerinin ekono
mik talepli ve sendikalaşma mücadelesini
aşırı yücelten tutumu da ekonomist-sendi
kalist çizgisini yansıtıyordu.
Örneğin Emek yazarları, Metin Gökte
pe’nin katillerinin yargılanmasında, slo
ganların, “basın özgürlüğü”nde yoğunlaştı
rılması gerektiği yönünde kitleyi eleştire
bilm ekt ed irl er. Bu mesl ek i dar gör üşl ü
oportünizm, işçiden köylüye değişik emek
çi sınıf ve kesimlerden, binlerce devrimci,
yurtsever ve sıradan insanın kontrgerilla
cin ay etl er iyl e katl ed ild iğ i bu dön emd e,
Met in’in katl ed ilm es in e karş ı devr imc i
hes ap sorm a eyl eml er i değ il, “yarg ıl a
ma”yla yetinen mesleki reformist mücade
leden başka bir şey üretebilir mi?
‘97 1 May ıs İst anb ul eyl em ind e de,
faşist polis terörüne boyun eğmekten geri
durm ad ıkl ar ı gib i, faş ist pol is ter ör üyl e
işbirliği yapan sendika bürokratları yanın
da saf tuttular.
Öğrenci gençliğe yönelik, MHP’li faşist
çetelerin saldırıları karşısında kavga kaç
kınlığını, üniversite yöneticilerine bürokra
tik başvuru ve devrimci hareketin mücad
elesinden kopmayı savunmaktan geri dur
madılar.
Belirgin politik eylemler ve sorunlarda
EMEP’in prat ik tut um u, bu ve benz er i
örneklerde görüldüğü gibi ekonomist-sen
dikalist çizgide olmuş ve devrimci politik
yönde asla “sapma”mıştır!
EMEP oportünizmi, ekonomist-sendi
kalist pratik çizgisini, aynı zamanda lafızda
marksist-leninist teorik ilke ve anlayışları
bolca tekrarlayarak örtmeyi, bu iki şeyi
kabaca birbirine yamayarak, liberal savrul
malara karşı bolca marksist laflar ederek
tabanını, kadro kitlesini daha kolayca ken
dil iğ ind enc il ik bat akl ığ ın a sür ükl em ey i
başardı.
Ama, ekon om izm ve send ik al izm in,
kendi partisine bile kitle kazandıramadığı
nı, ÖDP gibi aynı kulvarda yarıştığı küçük
burjuva liberal reformcu partinin, yasalcılı
ğa elv er işl i iler ic i kes im üzer ind e dah a
etkili olduğu görüldükçe, EMEP, tam da
tüccar mantığıyla muhasebe yapıp birbirle
riyle özdeş iki politika geliştirdi: burjuva
dem okr as is i eld e edilm es in i eks en alan
anayasal demokratizm politikası ile orta
34
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
burjuvazi ve yerli sanayi ile ittifak ve bur
juva gerici muhalefet partileriyle ittifak
politikası!
Ara Aşama Stratejisi: Anayasal Burjuva
Demokrasisi
EMEP oportünizmi, ‘97 başından itiba
ren daha “aktif” bir reformcu politika tespit
etti: “Ordunun, devletin demokratikleştiril
mesi”, “demokratik anayasa”.
EMEP oportünizmi, dönemin temel tak
tiği olarak ifade etse de, maocu ara aşama
stratejisi bakış açısıyla ele alıyor sorunu ve
dah as ı gerç ekt e bu EMEP’in ref ormc u
politik stratejisidir.
EMEP lideri ve Emek yazarı bunu şöyle
ifade ediyorlar: “Halkın gerçekleri öğrene
bilmesi için demokratik anayasa zorunlu
dur.” (Levent Tüzel, Demokratik Türkiye
İçin Açıklaması, Emek, 28 Mart 1997)
“Dem okr at ik devl et (…) ord un un
demokratikleşmesi, sermayeye karşı prole
ter ve emekçi mücadelesinin önemli mev
ziler kazanması anlamına gelecektir.” (A.
Cihan Soylu, Demokratik Devlet ve Ordu
nun Demokratikleşmesi başlıklı makale,
Mercek Köşesi, Emek, 30 Mart 1997)
Faşist kurumların, terör ve yasakların
kaldırılarak, burjuvazinin faşist olmayan
diktatörlüğü altında demokratik hakların
demokratik bir anayasayla “güvence” altı
na alındığı burjuva demokrasi, EMEP’in
pol it ik strat ej is in i oluşt ur uy or. Kend is i,
benzetmede utangaç davransa da biz söyle
yelim, Yunanistan, Portekiz, İspanya tipi
bir burjuva demokrasisine geçişi, EMEP
oportünizmi, ara aşamanın politik stratejisi
olarak ele alıyor. Yani, faşizmden burjuva
demokrasisine geçişi, mücadele stratejisi
olarak alıyor, işçi sınıfı ve kitle hareketine,
bu stratejik hedef perspektifiyle müdahale
ediyor, önderlik etmeye çalışıyor. İşçi sınıfı
hareketi ve emekçi kitle hareketinin, Kürt
ulus al devr im iyl e birl eş ik bir devr im e
dön üş eb il ec eğ ind en, devr imc i sıçr am a
yapabileceğinden umudu kesmiş EMEP’in
oportünist liderleri, işçi ve emekçi kitle
hareketini anayasal demokratik bir burjuva
iktidarının kuyruğuna takma, EMEP’i de
burjuva demokrasisinin “sol” muhalefeti
yapma stratejisi çiziyor, devrim hedefi ve
stratejisini tasfiye etmeyi vaaz ediyorlar.
EMEP’in “Türkiye’nin burjuva demok
rat ikl eşm es i strat ej is i” kaps am ınd a yer
alan, faşist kurumların, 12 Eylül Anayasa
sı’nın tasfiye edilmeleri ve faşist katillerin
yargılanması talepleri, EMEP’in bütünlük
lü olarak yönlendirdiği, perspektiften ayrı
olar ak ve t ek baş ın a ele alınd ıkl ar ınd a,
reform talepleri olarak kitle eylemlerini
başlatıp geliştirmenin aracıdırlar. Devrimci
ikt id ar persp ekt if in e bağl anm ış tarzd a
yürütülen mücadelenin bir parçası olarak,
bu antifaşist taleplerle yürütülecek kitle
eylemleri, devrimci bir rol oynar, devrimin
hazırlığını hızlandırırmanın önemli araçla
rından biri olurlar.
Ama, “devletin ve ordunun demokratik
leşt ir ilm es i” büt üns ell iğ i ve hed ef in e,
dem okr at ik burj uv a anay as as ı hed ef in e
bağlı olarak ele alınıp, kitle eyleminin önü
ne bu talepler ve bu talepleri mücadelenin
bağlandığı “devletin demokratikleştirilme
si”, “demokratik anayasa” hedeflerine kon
duğunda, burjuva demokrasisi kuyruğuna
bağlanmış kitle eylemi gelişir. Devrimci
ikt id ar persp ekt if i, devr imc i amaç ve
35
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
hed efl er tasf iy e edilm iş olur. EMEP’in
rev izy on ist lid erl er in in yapt ığ ı eks iks iz
olarak budur. Sözde liberalizme ve emper
yal ist yen i düny a düz en in in burj uv a
demokrasisi politikasının sol aktörü olmak
la eleştirdiği, ÖDP’nin reformcu liberal
politik konumuna EMEP liderleri gelmiş
bulunuyorlar.
Kitleselleşme sorununun basıncı altında
sıradan bir militanın ufku günlük mücade
leyle sınırlı mantığına hitap eden EMEP
liderleri, antifaşist taleplerle kitle mücade
lesini geliştirmek nasıl ki devrimci olmak
tan çıkarmıyorsa, demokratik anayasa ve
mevcut devletin demokratikleşmesi talep
leri ve hedefiyle kitle mücadelesini geliş
tirm ek de devr imc i olm akt an çık arm az
yanıltıcı basit mantığını taşıyabiliyorlar.
Oys a, ikis i özd eş şeyl er değ ild irl er.
Birincisinde, antifaşist talepleri tekil veya
demet halinde kitle eylemlerini geliştirme
nin aracı yapmak, tek başına hedefi belirle
mez. Bu taleplerle mücadelenin hedefinin
ne olacağını, önderlik eden örgütün propa
ganda-ajitasyon ve pratik mücadelesiyle
hangi hedef doğrultusunda yönlendirmekte
olduğu belirler. Eğer çalışmasının perspek
tifi işçi sınıfı ve emekçi halkların devrimci
demokratik diktatörlüğü ise ve içeriği de
buna uygun olan örgüt(ler) tarafından, anti
faşist taleplerle kitle eylemleri yükseltili
yorsa, o taktirde, mücadele kitleleri devri
me hazırlayacaktır, devrimcidir. Yok eğer,
önderlik eden örgütler, perspektif olarak,
hedef olarak, devrimci demokratik iktidarı
değil de, “devletin demokratikleşmesi” ve
“demokratik anayasa”yı koyuyorlarsa, –
ÖDP ve EMEP’in yaptıkları gibi– o taktir
de geliştirilen mücadele, yine faşizme karşı
mücadelede de sınırlı bir rol oynar, ama
devr imc i bir rol değ il, ref ormc u bir rol
oyn ar, burj uv a dem okr at ik anay as al bir
karakter taşır.
Çünkü, demokratikleştirilecek devlet,
işbirlikçi tekelci burjuvazinin bugün faşist
olan devletidir. Yarın demokratikleşse de
yine aynı sınıfın bu kez “demokratik” dik
tatörlüğü olacaktır. Bu hedefte yürütülecek
antifaşist talepli eylemler, mücadele, devri
me dönüşmek, devrimi tutuşturmak yerine
burjuva demokrasisiyle “taçlanacak”, söne
cektir.
Yine, demokratik anayasa hedefi de, bu
antifaşist mücadelenin devrim perspekti
fiyl e yür üt ülm es i ger ekt iğ in i redd etm e
görüşüdür, perspektifidir. Çünkü, anayasa
tekil yasalar gibi şu ya da bu siyasi yasak
veya hakkı kapsamakla kalmaz, ekonomiktoplumsal-siyasal bir düzen öngörür, kap
sar. Doğrusu, sınıflar mücadelesinde, zafer
kazanan sınıfın kazanımları ve egemenliği
nin kayda geçmesini ifade eder anayasa.
Demokratik anayasa, bugünkü koşullarda
işbirlikçi tekelci burjuvazinin devletinin,
faşist özelliklerinden arındırılıp, emekçi
halklara ve işçi sınıfına bazı demokratik
hakl ar ı kaps ay an parl am ent er burj uv a
demokras is i biçimindeki bir diktatörlük
olarak sürmes i demektir. Peki antifaş ist
taleplerle kitle eylemlerinin geliştirilmesi
nin önüne hedef olarak demokratik anaya
sa konursa, bu demokratik anayasal burju
va dikt at örl üğ ü ve sist em in e bağl anm ış
kar akt erd e bir müc ad el e değ il de
nedir? Dosdoğru, antifaşist taleplerle kitle
eylemlerini, demokratik anayasal burjuva
36
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
iktidarına-sistemine bağlamak, “demokra
tik haklar”ı elde etmek uğruna, devrimi
hazırlamayı tasfiye etmek demektir.
EMEP’in revizyonist liderleri, devrimci
politik stratejiyi tasfiye ederlerken bunu
yalnızca “devletin demokratikleştirilmesi”,
“demokratik anayasa” stratejisi politikasıy
la yapm akl a kalm ıy orl ar. Bu pol it ik ay ı
“devrimci iktidar” talepleriyle örtmekten
artık yavaş yavaş vazgeçiyorlar. Parlamen
ter yold an, dem okr at ik anay as al yold an
halk egemenliği kurmayı, iktidar hedefi
olarak koyuyorlar.
“…işçi sınıfı partisinin asgari programı
(…) halk ın dem okr at ik egem enl iğ in i
hedefler (abç) (Özgürlük Dünyası, sayı 86,
Teori Taktik ve Günlük Mücadele, sf. 26)
“…bağımsızlık ve demokrasi talebiyse,
halkın egemenliği talebiyle…” (agy. sf. 38)
Yani, işçi sınıfı ve emekçi halkın sovyet
tipi, komün tipi devrimci diktatörlüğünü ya
da halkın devrimci diktatörlüğünü telaffuz
etmeyi bir kenara bırakıp, parlamenter ve
anayasal bir literatür olan “halkın egemen
liğ i”ni ben ims ey en EMEP lid erl er in in,
ÖDP’nin parlamenter liberalizminden, ana
yas al burj uv a dem okr at izmd en ne fark ı
var? Bu literatürü, EMEP’in yazılı mater
yallerinde diyelim ki hukuki kaygılarla da
yapıyor değiller, tam tersine yasal da olsa
hukuki kaygının pek duyulmadığı, duyul
maya da gerek olmayan, sözde çok teorikpolitik dergi Özgürlük Dünyası’ndaki yazı
larda kullanıyorlar. Yani bilinçli tarzda ve
işçi emekçi halkın devrimci diktatörlüğü
hedefini tasfiye etmek için “halk egemenli
ği” kavramını kullanıyorlar. Demokratik
anayasal stratejiye nitelik olarak uygun bir
ikt id ar form ül asy on u inş a ediy orl ar. O
zaman ÖDP’yi parlamenter liberalizmle
suçlamaları tam bir ikiyüzlülük olmuyor
mu? ÖDP’nin din in e k üfr ed en kend is i
müslüman olsa bari!
Önderlik mi, Kendiliğindenliğe
Secdeye Varmak mı?
EMEP oportünistlerinin, ‘93-’97 döne
mindeki ekonomist-sendikalist, ‘97’den iti
bar en kar ar ald ıkl ar ı burj uv a anay as al
demokratist çizgisi, bir yanıyla faşist dikta
törlüğün sert saldırıları karşısında işçi ve
emekçi kitle hareketinin inişli-çıkışlı geliş
mesi ve diğer etkenler nedeniyle de dev
rimci sıçrama yapmanın zorluklarını yaşa
masından, bu durumun baskısı altında kal
maları ve karamsarlıklarından geliyorsa,
diğer yanıyla öncellerinden itibaren her
zaman varolagelen devrimci önderliğin –
irad en in rol ün ü küç üms ey en– yads ıy an
kendiliğindenci mantıklarından geliyor.
EMEP’li oportünist liderler ve yazarlar,
öteden beri vurguyu hep nesnel koşullar
üzerine yapıyorlardı ve kendiliğinden hare
ket i yüc elt iy orl ard ı. ‘93-’97 dön em i ve
bugün izledikleri çizgi, pratik tutum vb.
yansıdığı gibi, bu ekonomist-sendikalist ve
politik reformist çizgilerin kendileri kendi
liğindenciliğin oportünist çizgileri oldukla
rı gibi, oportünist yazarların doğrudan dev
rimin nesnel-öznel koşullar ilişkisini ele
alan görüşlerine de yansıyor.
Bu, geçmişte böyle olduğu gibi bugün
de böyl e. EMEP oport ün izm in in önd e
* 1983’te TDKP Ecevit’le ittifak yapılması gerektiğini savunmuştu.
37
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
gel en tems ilc il er ind en A. Cih an Soyl u,
Kurtarıcılar yazısında konuya ilişkin şu
görüşleri koyuyor:
“İşçi sınıfının (…) kendi günlük hare
ket i içind e patr onl ar a karş ı ekon om ik
mücadele yürüterek ve sendikalarda örgüt
lenerek, sosyalizm bilincine ulaşmasının
zor olması gerçeği.” (abç.) (Emek, 17 Tem
muz 1997)
Burada da açıkça yansıdığı gibi, işin
lafzında bile, bu iflah olmaz oportünistler
zor olsa da kendiliğinden mücadeleyle işçi
sınıfının sosyalist bilinci alabileceği görü
şüne, bu pespaye kendiliğindenci görüşe
sahipler. Bu kendiliğindenci vaazla yetişe
cek kadrolar elbette öncü devrimci çabayı
temel almayı yadsıyan bir tarzı ve yolu
tutarlar.
Yin e ayn ı yaz ıd a oport ün ist yaz ar,
öncülere olan ihtiyacı, temel bir ihtiyaç
öncünün rolünü temel bir rol alarak değil,
“yardımcı, tali” bir rol gören şu görüşleri
dile getiriyor.
“…sosyalist aydın ve devrimci işçilerin
yardımına ihtiyaç vardır.”
Oysa, devrim kitlelerin eseri olsa da,
önc ü part in in rol ü, “yard ımc ı” değ il,
önderlik edicidir ve başlıca iki temel rol
den birini oynar. Bu gerçek muzaffer ve
yenilgi almış sayısız devrimin pratiği tara
fından kanıtlandı ve devrim deneylerinden
dersler çıkararak, strateji ve taktiklerini,
örg ütl enmes in i gel işt ir en burj uv az in in,
bugünkü olanakları ve konumu karşısında,
işçi sınıfı hareketinin, iktidar mücadelesin
de başarıya ve zafere ulaşmasında, komü
nist önderlik çalışmasının rolü azalmamış,
artmıştır.
Oportünizmin Burjuvaziyle Uzlaşma,
Üç Dünyacı Politikaları ve Devrimci Hare
ketin Kopuşu
EMEP oportünizmi, ekonomist kendili
ğindenciliğe battıkça, kitleselleşme sorunu
nun basıncı ve toplumsal tabanının etkisiy
le burjuvaziyle uzlaşma ve hatta üç dünya
cı gerici politikalara ve tavırlara yöneldi.
Bu, ayn ı zam and a devr imc i har ek ett en
hızla kop uş ve düşm anl ıkl a el ele gitt i.
Şimdi burjuva anayasal demokratizm bata
ğında yüzerken aynı politikaları teorize
ederek sürdürüyor. Tıpkı geçmişte TKP ve
Aydınlık, bugün ÖDP ve Aydınlık revizyo
nistlerinin yaptıkları gibi.
EMEP oportünizminin teorik dergilerde
yazarlarının, sözde “uzlaşmaz” görünümlü
“marksist” lafızları, ekonomist ve anayasal
demokratist politik çizginin üzerine kılıfı
diye yamadıklarından haberdar olanlar bel
ki ilk bakışta bu iddiayı aşırı ve haksız bir
eleştiri sanabilirler. Ama, EMEP oportüniz
min in, burj uv az in in part il er i, san ay i ve
ticaret örgütlenmeleri ve orta burjuvaziyle
uzlaşma, “ulusal ve ülke sanayini koruma”
politikalarını sergilemek, iki şeyi devrimci
hareketin daha iyi kavramasına yarayacak
tır. Birincisi EMEP oportünizminin savrul
duğu burjuva liberalizmini, ikincisi ekono
mist ve reformist kendiliğindenciliğin kaçı
nılmaz ve önlenemez olarak burjuva liberal
savrulmalara yol açacağını!
EP, 1996 yılında üç mitinge, bilinçli bir
tavırla katılım çağrısında bulundu ve katıl
dı. Ayd ın’da ekm ek zamm ın ı prot est o
mitingi örgütleyenler arasında ANAP ve
DSP Ayd ın İl yön et ic il er i de vard ı. EP
Aydın İl Örgütü de ANAP ve DSP’yle bir
38
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
likte ekmek zammını protesto mitingini
örgütleyenler arasında yer aldı.
Mitinge katılma çağrısında da bulundu.
Ve bu pol it ik ay ı Evr ens el gaz et es ind e
savundu.
Antep 14 Eylül 1996 mitingi ise Gazi
antep Ticaret Odası öncülüğünde örgütlen
di. İnşaat Mühendisleri Derneği, Organize
San ay ii Bölg es i San ay ic il er i Dern eğ i,
Gaziantep Halıcılar Odası da destek verdi
ler. Irak’a emp ery al izm in ekon om ik
ambargosunu protesto için yapıldı. Mitingi,
burjuva demokrat aydın örgütleri (Eczacı
lar, mühendis odaları vb.) yanısıra belediye
başkanları ANAP, RP, CHP, DSP gibi geri
ci faşist burjuva partileri ile EP ve HADEP
dest ekl ed il er. Kat ılm a çağr ıs ı yapt ıl ar,
katıldılar ve mitingi savundular.
14 Eyl ül 1996 Burs a mit ing in i ise
Koç’ların, OYAK’ların desteğinde faşist
bir send ik ac ı olan Türk Met al Başk an ı
Mustafa Özbek düzenledi. Amacı “Bedel
siz oto ithalini protesto edip getirilen yasa
yı kald ırm ak”. Must af a Özb ek, Koç ve
OYAK Holding’in bu amaç doğrultusunda
faşist miting düzenlerken sınıfın ve özel
olarak da otomotiv işçilerinin kıyıma uğra
tılması tehlikesine karşı tepkisini arkasına
almayı ve faşist diktatörlükle, işbirlikçi
tekelci burjuvaziyle, işbirliğini güçlendir
mekti. Evrensel yazarları faşist Özbek’in
burjuvaziyi ve faşizmi kitle desteği artıra
rak güçl end ir en oyun un dest ekl em ek
gerektiğini savundular.
“Büyük patronların” burada söyledikle
rinde doğruluk payı var. Gerek bedelsiz
ith al at ger eks e Körf ez Sav aş ı sonr as ı
Güneydoğu’da sınır ticaretinin engellen
mesi esnafı, işçileri, küçük üreticileri vuran
uluslararası sermayenin dayatılmasıdır. Bu
yüzden de bu mitinglerin desteklenmesi
geniş işçi ve emekçi yığınlarının bu vesi
leyle de tepkilerini dile getirmesi doğrudur.
“Elbette işçiler, esnaflar, diğer emekçi
kesimler bu mitinglere katılacak.” (Sabri
Durmaz, Patronlara “Kader Cilvesi”, 14
Eylül 1996, Evrensel) Tabi ki bu paragrafta
Evrensel yazarı aynı zamanda, Antep orta
ölçekli (kısmen büyük) sanayi burjuvazisi
ve gerici partilerle, emperyalist tekellerde
ekonomik çıkar çelişkisi, nedeni ile girişti
ği dalaşta eylem birliği ittifak içinde olmak
gerektiğini de vurgulamış oluyor.
EP ve Evr ens el yaz arl ar ı böyl ec e
mitinglerde sosyal demokrat, gerici, islam
cı gerici ve faşist burjuva partileri ile faşist
sendikacılarla ittifak yapmayı, Koç’larla,
OYAK’larla uzlaşmayı savunmuş oluyor
lar. İşçi ve emekçi kitleleri burjuva partile
riyle ve sendikacılarıyla eylem birliği yap
maya, mitinglerine katılmaya çağırıyorlar
dı.
Sosyal demokrat, islami gerici, faşist
burjuva partileri (CHP, DSP, RP, ANAP)
bilindiği gibi burjuvazinin değişik akımla
rının temsilcileri ve öncülerdir. Yanısıra
işbirlikçi tekelci burjuvazi ve devletin kitle
dayanaklarının da başlıca araçlarının önün
de yer alıyorlar.
Komünist ve devrimci hareket, işçi sını
fı ve emekç i ve ezil en kes iml er in kitl e
hareketini ancak burjuvazinin devletinden
old uğ u kad ar her renkt en part il er ind en
bağımsız bir politik çizgide yürütülebilirse,
geliştirilebilirse devrimi zafere ulaştırabilir.
39
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
Ülk em izd e Şef ik Hüsn ü TKP’sin in
kemalizm kuyrukçuluğu sonraki modern
revizyonist TKP’nin burjuvaziye ve özel
olar ak sosy al dem okr as i kuyr ukç ul uğ u,
hatta devrimci hareket içindeki küçümse
nem ey ec ek ölç üd ek i sosy al dem okr as i
kuyrukçuluğu bağımsız yani devrimci kitle
hareketinin yükselişini daima zayıflatmış
ve darbelemiştir. 12 Eylül yenilgisi döne
minde bu kuyrukçuluk, devrimci kadroları
düzen için öğüten başlıca araç olduğu gibi,
bizzat TDKP’de Ecevit’le eylem birliği *
biçimindeki tasfiyeci kuyrukçuluk olarak
nüksetmiştir. Bugün sosyal demokratlarla
işbirliği stratejisini inşa eden, sunan tescilli
devlet yandaşı revizyonist Perinçek’tir.
EP ve Evrensel yazarları Aydın, Antep
mitinglerinde burjuva partilerle eylem bir
liği yaparak herşeyden önce Perinçek’lerin,
TKP’nin revizyonist burjuva kuyrukçuluğu
politikasını izliyorlar. Burjuvazi partilerine
kuyr ukç ul uk rev izy on ist pol it ik asıyl a,
bağ ıms ız kitl e har ek et i, devr imc i kitl e
hareketi geliştirilmesi bir yana, devrimci
pot ans iy el i küç ült er ek anc ak ger il et ir.
Reformizm ve kendiliğindenciliğin en geri
biçimi olan ekonomist-sendikalist çembere
mahkum ederek devrimci potansiyeli sön
dürür.
Öte yandan geçmişten bu yana, sosya
lizm iddiasıyla ortaya çıkan karşıdevrimci,
modern revizyonist TKP ve Aydınlık-İP
işçi sınıfı hareketini sendika bürokrasisinin
ve ağalığının kuyruğuna takılma çizgisi
izlediler. Bugün Aydınlık-İP revizyonistleri
bu revizyonist politikanın şampiyonluğunu
yapıyor.
Komünist hareket, sendika alt bürokra
sisinden reformcu da olsalar bazı sendika
larla, faşizme ve tekelci burjuvazinin saldı
rısına karşı, eğer işçi sınıfı hareketinin iler
letilmesine yarıyorsa ve işçi kitlesinin dev
rimci mevzilere çekilmesine yardımcı olu
yorsa ancak o taktirde eylem birliğine gire
bilir. Onun dışında sendika alt bürokrasisi
ne ama özell ikl e send ik a ağal ığ ı olar ak
nitelendirdiğimiz sendika üst bürokrasisi
ne, karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütme
zse sınıfı hareketini bağımsız devrimci bir
çizgide geliştiremez. Sınıf hareketini sen
dik al izm in güçs üzl eşt ir ic i ve çür üt üc ü
yönetiminden kurtaramaz.
Evr ens el yaz arl ar ı ve EP, işç i sın ıf ı
hareketi içinde ekonomist-sendikalist bir
çizgide, mücadeleyi komünist öncü adına,
sav und ukl ar ı gib i bun a uyg un olar ak
reformcu sendika alt bürokratlarıyla uzlaş
ma ve eylem birliği çizgisi de izliyorlar.
Ama, ekonomist-sendikalist anlayışı onları
sendika bürokratlarıyla uzlaşmada daha da
geriye itiyor. Kimi zaman Türk-İş yönetici
si Meral’lerin ve hatta faşist M. Özbek’le
rin kuyrukçusu durumuna düşürüyor. ‘95
sonbahar Ankara gösterilerinde EP yöneti
cis i N. Kör oğl u, Evr ens el’de, “Şimd i
eylem sürecinde B. Meral’leri eleştirmek
yanlıştır” diyerek uzlaşıyor ve B. Meral’in
kuyruğuna takılmayı vaaz ediyordu. ‘96’da
ise Evrensel yazarları işçilerle işbirlikçi
holdinglerin çıkarı ve sendika ağalarının
güçl end ir ilm es i için Burs a mit ing in i
düzenleyen ve mitingte kirli savaş slogan
larını yükselten M. Özbeklerle eylem birli
ğine girmeyi, mitinge katılım çağrısıyla
faşist Özbeklere kuyrukçuluğu vaaz edi
40
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
yorlardı. Yıldırım Koç’un liberal işçi poli
tikacılığına düşüyorlardı. Bununla devrim
ci sınıf hareketi değil olsa olsa liberal işçi
hareketi geliştirilir.
EP ve sendikacıların kitlelerinin olduğu
yerlere, burjuva partilerini teşhir etmeye
gitm ek sözd e takt iğ iyl e, bu mit ing l er e
katılmayı savunmaktır. Ama unutulmamalı
ki, bu kuyrukçu sözde teşhir taktiği, burju
va partilerin kitle desteğini güçlendirmeye
hizmet eder. Geniş kitlelerin en acımasız
kapitalizmi savunan parti olarak tanıdığı
ANAP’la ekmek zammını protestoda birle
şirse bu ANAP’ın yeniden canlandırılması
na yol açar. Tıpkı Kutlu revizyonistinin
‘80’li yıll ard a Dem ir el’e eyl em birl iğ i
geliştirmesinin Demirel’i yeniden güçlen
dirdiği gibi. Her üç mitingte EP’te yansı
yan bir diğer şey de “yerelcilik”ten yararla
narak kitleselleşme umuduyla yerel çapta
burjuva partiler hatta burjuvalarla eylem
birliğine girmekten geri durmamak oldu.
Ama bu, yaln ızc a burj uv a lib er al kitl e
har ek et i üret ir, devr imc i kitl e har ek et i
değil. Karabük Demir Çelik deneyi çok iyi
gösterdi ki yerel burjuvaziyle işbirliği yal
nızca işçi hareketinin potansiyelini söndü
rerek liberalleştirir, kapitalizmle kaynaştı
rır.
Antep ve Bursa mitingleri, emperyaliz
me karşı mücadele konusunu kapsıyorlar
dı.
EP il örgütleri ve Evrensel yazarları,
kitlelerin antiemperyalist taleplerini hay
kırmak için her iki mitinge de katılma çağ
rısı yaptılar.
Komünist ve devrimci hareket, elbetteki
antiemperyalist talepleri yaymak için,
emperyalist ambargoyu protesto için ve
“bedelsiz ithalat” dalaşının arkasında yatan
gerçekleri açıklamak için mücadele eder.
Ama komünist ve devrimci hareket,
emperyalist ambargoyu protestoyu, Gazi
ant ep san ay i ve tic ar et burj uv az is iyl e,
emperyalist uşağı ve emperyalist politika
ların savunucusu burjuva partilerle birlikte
değil, bağımsız bir tarzda gerçekleştirir. Ki,
ancak o taktirde emperyalizme karşı müca
del eyl e kend i ülk e burj uv az is ind en de
bağ ıms ız bir işç i emekç i devr imc i kitl e
hareketini geliştirebilir.
Yine, komünist hareket, “bedelsiz itha
lat” yasasının, burjuva partiler ve tekellerin
it dalaşı olduğunu, işçi kıyımının bizzat
yerli tekellerle emperyalist burjuvazinin
ort ak suç u old uğ u gerç eğ in i bıkm ad an
açıkl ar. Başk a emp ery ali st tek ell erl e it
dal aş ınd a Fia t ve Ren au lt emp ery al ist
tekelleri ve Koç ile OYAK yerli tekelleri
nin kuyruğuna asla takılmaz. Ama Evren
sel yazarı İ. Sabri Durmaz, “Ülke sana
yii”ni çök ert iy or kayg ıs ıyl a ve işç il er in
taleplerini dile getirmeleri için, Koç’lar
Oyak’lar için eylem yapan Özbek’in mitin
gine katıl çağrısıyla, Fiat-Renault ve KoçOyak tekellerinin-diğer emperyalist tekel
lerle çıkar dalaşında-arkasına işçi sınıfı kit
lel er in i bağl am ak pol it ik as ın a düş üy or.
Ayrıca, yerli tekellerin işçi kıyımı suçunun
üstünü örtüyor.
EP ve Evrensel yazarları, Antep ve Bur
sa mitinglerinde burjuvaziyle eylem birliği
içinde antiemperyalist mücadele vermek
tavrına düşüyorlar. Revizyonist üç dünyacı
tav ırl ar ı yen id en hortl at ıy orl ar. EP’lil er
daha geçen yıllarda –kendilerinin de eleş
41
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
tird ikl er i– Brez ily a Part is i’nin düşt üğ ü
yere burjuvaziyle ittifak içinde sözde anti
emperyalist mücadele revizyonist çizgisine
kendileri de düşmüş oluyorlar.
Bu tavırlar sonrası süreçte, yaşanan ses
sizlik, bir anlık EP’in geçici ve biraz da
rastlantısal uzlaşıcı yalpalamasıyla, sessiz
likle geçiştiriyor, yanlış izlenimi verdiyse
de EP oportünizminin gerçeği böyle değil
di.
EP’in oportünist yazarları, burjuvaziyle
uzlaşma çizgisini ve üç dünyacı gerici poli
tikayı teorize etmekte gecikmediler.
“Antep orta ve küçük sanayicileri de
dahil olmak üzere, küçük esnaf, zaanatkar
vb. halk kesimlerinin, Irak ambargosunu ve
pazar üzerindeki baskıları ve sıkıntıları dile
getiren miting çağrıları oldu. Bu konuda
alınacak taktik bir tutumun işçi sınıfı açı
sınd an strat ej ik önem i ned ir? Günl ük
çıkarları açısından bakıldığında, işçilerin,
dün kendilerine karşı en acil talepleri için
mücadele ettikleri küçük ve orta sanayici
lerin de katıldığı (Özgürlük Dünyası’nın,
oportünist yazarı gerçeği biraz çarpıtıyor,
orta çaplı sanayici ve tüccarların ve sosyal
demokrat belediye başkanının desteklediği
değ il, önc ül ük ett iğ i bir mit ingt i ve EP
dahil diğerleri onların kuyruğuna takıldı
lar– PD.) bir mitingi desteklemeleri anlaşı
lamaz. Ama sınıfın ve emekçi sınıfların
uzun vad el i çık arl ar ı, part in in strat ej ik
bak ış açıs ı göz ön ün e alınd ığ ınd a, sın ıf
bilinçli işçilerin, orta burjuvazinin de dahil
old uğ u halk kes iml er in in kısm i de ols a
antiemperyalist, antitekel taleplerini des
tekl em es i, progr am hed efl er i açıs ınd an,
ort a b urj uv az in in tar afs ızl aşt ır ılm as ı,
bağımsızlık talebini tutarlılıkla savunma,
ulusal ve halkçı ekonominin propgandasını
yapma konusunda işçi sınıfına olanak sağ
lar. En öneml is i, emekç i halk kitl el er i
göz ön ünd e, işç il er i, sad ec e kend i dar
çıkarlarını savunmakla yetinen bir sınıf
olm akt an çık ar ıp topl um un ve ülk en in
çıkarlarını gözeten toplumsal mücadelede
dikkate alınması gereken bir güç olarak
a l g ı l a n m a s ı n ı s a ğ l a r. ” ( b o l d l a r
PD’nin) (Mehmet Erdal, Teori, Taktik ve
Günlük Mücadele, Özgürlük Dünyası, s.
86, sf. 29).
“Berg am a köyl ül er in in taş ıd ığ ı M.
Kemal posteri ile, işbirlikçi egemen sınıfla
rın elinde şovenizmin ve ırkçılığın bayrağı
na dönüştürülmüş Atatürk imajı karşı kar
şıya duruyor.” (A. Cihan Soylu, Emek, 31
Ağustos 1997, aç. PD).
EMEP’le aynı çizgideki bu önde gelen
oportünist yazarları burjuvaziyle uzlaşma
ve üç dünyacı işbirliği politikasını teorik
dayanaklarıyla savunmada pervasız davra
nıyorlar. Program ve strateji sorunu olarak
koyuyor ve savunuyorlar. Orta burjuvazi
ve politik temsilcilerine tecrit ve karşıdev
rimle birlikte savaşanlara da tasfiye politi
kası değil tarafsızlaştırma ve geçici ittifak
politikası, orta burjuvaziyi halk içinde ele
alan görüş, maocu, burjuvaziyle uzlaşma
politikasıdır. Yalnızca işçi sınıfının kesinti
siz devrim stratejisine karşıt olmakla kal
maz, Çin devriminden çok daha farklı ola
rak Türkiye’de politik bakımdan da tümüy
le gericileşmiş olan bu sınıfla, “taktik itti
fak”a girm ek, “tar afs ızl ık” bekl em ek,
küçük burjuva liberal işçi politikasıdır. İşçi
sınıfının devrimde hegemonyasını baltala
42
Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi
yıcı liberal ve gerici “ulusal” “orta” burju
vazinin kuyruğuna takarak devrimi refor
mize ederek yenilgiye uğratma politikası
dır. Ekonomik baskı nedeniyle, emperya
listlere ve tekellere karşı, antiemperyalist,
antitekel bağımsızcılık ve ilericilik bekle
mek, ekonomist gerici bir mantıktır. Burju
vaz in in kuyr uğ un a işç i sın ıf ı har ek et in i
takmaktan başka bir rol oynamaz.
Ama yukarıdaki gerici teorik görüşlerin
gün ah ı bun unl a sın ırl ı değ il. Ger ic il iğ i
daha fazla gelişmiş olan orta burjuvaziyi
desteklemek ile “toplum ve ülke çıkarlarını
göz etm ek”, “ulus al-ülk e” ekon om is in i
savunmak, “toplumun çıkarını” savunmak
pol it ik as ı ger ic i üç düny a teo ris in in
“emp ery al izm e karş ı yerl i burj uv az iyl e
işbirliği” politikasından başka hiçbir şey
değildir. EMEP’li oportünist yazar “önder
ler” üç dünyacı bu gerici politikayı vaaz
edecek denli revizyonizme batmışlardır.
Bu ger ic i pol it ik ayl a par al el olar ak,
EMEP’li yazar M. Kemal’in ulusal miras
çılığına da soyunuyor, kemalizm kuyruk
çuluğunu da vaaz ediyor. Bergama köylü
lerinin antiemperyalist mücadelede, yanıla
rak bayrak yapmaya çalıştıkları “M. Kemal
posteri”ni, EMEP’li yazar, gerçekten ve
bilinçle ulusal motif ve miras olarak göre
biliyor. Kemalizme karşı yürütülen onca
mücadelenin ardından ‘60’ların kemalizm
hayranlığına dönmek yalnızca tradeji değil,
traji-komikliktir de.
EP’li revizyonist yazarların bu üç dün
yacı gerici politikasıyla, gerisinden yürü
dükleri tescilli işbirlikçi revizyonist Perin
çek’in sözd e emp ery al ist Kuzey’e karşı
ezilen Güney dünyasını, burjuvazilerini,
ülk em iz in burj uv az is i ve devl et in i,
MGK’yı savunan gerici politikası arasında
ne fark var? Perinçek’in sadık izleyicisi
EP’li revizyonist yazarlar bizlere “Perinçek
yetiştirmeleri” olarak kara çalacak denli
düzeysiz yalancılık yapacaklarına, Perin
çek’in gerici üç dünyacı politikalarına düş
memeye çaba harcamaları gerekmez miy
di?
Özg ürl ük Düny as ı’nın rev izy on ist
yazarları, burjuvaziyle uzlaşma politikası
na battıkça devrimci hareketle “kopuş stra
tejisi” adını verdikleri politikayı dile geti
rip uyguladılar. Köprüleri bir daha kurma
mak üzer e yıkm ay ı uyg un görd ül er ve
tabanlarına da benimsetmeye çalıştılar. Bu,
bu çevrenin, devrimcilikten kendiliğinden
ciliğin değişik türevleri ve yasalcılığa geç
mesiyle uyumluydu. Ama Özgürlük Dün
yas ı’nın rev izy on ist yaz arl ar ı, kitl es in i
devrimci harekete düşmanlık içine sokmak
için, daha pervasız kara çalmalara girişti
ler: “Terörist sosyalizm”, “gürültü grupla
rı”, “gericiler”! Orta burjuvaziye ilericilik
atfeden bayların devrimci hareketi nitele
meleri kendilerinin bu konuda da TKP-Ay
dınlık konumuna gerileyip çürüdüklerin
den başka bir şeyi göstermiyor, getirmiyor.
EMEP revizyonizmi; kendiliğindenci
oportünizmiyle, burjuva anayasal demok
ratizmiyle, yasalcılığıyla, üç dünyacı poli
tikasıyla, reformizmin bataklığında batma
ya özgürdür. Bu özgürlüğüyle, kopuş stra
tejisi izlemesi de –kara çalmaları liderleri
nin kendi seviyesizliklerini gösterir yalnız
ca– biz marksist leninist komünistlere ve
tutarlı devrimcilere yalnızca onur verir.
43
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
Güney Kore İşçi Sınıfı
Hareketi’nin “Gecikmiş
Yükseliş”i *
Hochul Sonn**
(Çeviren: Hakan Deniz)
Güney Kore, genellikle, bir zamanların
yard ım a muht aç ülk es in in en baş ar ıl ı
NIC’lerden (1) birine dönüşümünden söze
den, ekonomik başarı hikayesi olarak tanı
nır. Fakat bu başarının, dünyanın en uzun
çalışma saatleri ve dünyanın en yüksek iş
kazası oranı ile örneklenebilen, Kore işçi
sınıfının acımasızca sömürüsü sayesinde
olanaklı kılındığına, yorumcuların çok azı
dikkat eder. “Zayıf işçi sınıfı” ve Kore’de
sınıfsal politikanın yokluğu bu aşırı sömü
rüyü kolaylaştırdı.
Buna rağmen, 1980’lerden itibaren G.
Kore işçi hareketi hızla gelişti. Sonunda,
devletin ve sermayenin şiddetli baskılarına
rağmen, bağımsız ve ilerici fakat yasadışı
send ik al ar ın uzun zam and ır bekl en il en
ulus al konf ed er asy on u KCTU (Kor ea n
Confederation of Trade Unios=Kore İşçi
Send ik al ar ı Konf ed er asy on u) 1995’te
kuruldu. Bütün dünyanın bildiği gibi, bu
yeni güçlenen hareket ile hükümetin “neoliberal” politikalarının çatışması, Kore tari
hindeki ilk genel greve yol açarak hükü
metin fiili yenilgisi ile sonuçlandı.
Tarihsel Zemin
Genelde ilerici hareketler ve özellikle
işçi hareketi açısından bir çeşit “Kore istis
* Yazı, ABD’de yayınlanan Monthly Review dergisinin, Temmuz-Ağustos 1997 tarih
li sayısından alınmıştır.
** Hochul Sonn, Sogang Üniversitesi (Seul, G. Kore) Siyaset Bilimi bölümünde Pro
fesör ve Kore İşçi Sınıfı Araştırmaları ve Politikası Enstitüsü Başkan yardımcısıdır.
44
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
nası” vardır. G. Kore, iki yönden istisnadır.
Bu tür hareketlerin “geçmişteki yokluğu”
ve “gecikmiş yükselişi”.
3. Dünya standartlarına göre değerlen
dir ild iğ ind e bil e, G. Kor e işç i har ek et i
1980’lere kadar istisnai düzeyde zayıftı.
İşçi hareketleri komünizmle bir tutuluyor
du ve “sınıf” kelimesi akademik alanda
dahi yasaktı. Bunun bir kaç nedeni var.
1. Kore savaşı ve ulusun bunun ardın
dan gelen bölünüşünün sonucu olarak ide
olojik mücadele alanının aşırı ölçüde darlı
ğı.
2. Sendikalar üzerindeki devlet baskısı
ve “devlet korporosyoncusu” kontrol.
3. Sanayinin esas olarak küçük fabrika
lara dayalı biçimlenişi nedeniyle işçi sınıfı
nın dağınıklığı.
4. Ulus çap ınd ak i eğit im tutk us un un
sonucu olan yüksek düzeydeki toplumsal
hareketlilik ve sınıftaki buna bağlı bireyci
leşme.
Fak at, 1980’ler in baş ınd a birş eyl er
değişmeye başladı. 1980’de, Cumhurbaş
kanı Park suikasti ardından gelen birkaç
aşamalı askeri darbe sırasında, ordunun
resmi rakamlarla 200, fakat iddialara göre
2000 sivili öldürdüğü Kwangju katliamı,
G. Kor e’dek i rad ik al har ek etl er i Kor e
savaşından bu yana ilk kez canlandırdı.
Sonuç özellikle öğrenciler arasında ani bir
“Marksizm patlaması”(2) ve radikal hare
ketler oldu.
Bu hareketler, 1970’lerin ağır, sanayi
leşm es i ile yen i ort ay a çık an işç i sın ıf ı
içinde yavaşça yayıldı. Küçük fabrikaların
baskın olduğu dönemdeki parçalanmış işçi
sınıfının aksine, sanayinin yeni koşulların
da yüks ek der ec ed e yoğ unl aşm ış büt ün
ekonomiyi felç edebilecek stratejik güce
sahip, fakat “premodern” iş ilişkileri ve
koşullarının acısını çeken bir sınıf ortaya
çıktı.
Bu yüzden, özellikle Sovyet blokunun
çöküşünden sonra dünyanın birçok yerinde
marks izm benz er i gör ülm em iş bir kriz
içindeyken, G. Kore’de marksizm de işçi
sınıfı hareketi de benzeri görülmemiş bir
“patlama” ve “yükseliş” yaşadı. Özellikle,
askeri hükümetin egemenliğini sürdürme
planına muhalefet eden 1987’deki Haziran
Halk Hareketi ile kazanılan “demokratik
leşme” bu eğilimi hızlandırdı. Baskıcı dev
let aygıtının zayıflaması, Kore işçi sınıfının
uzun sessizliğini kırıp tüm ülkede sokakla
rı doldurduğu tarihi Büyük Temmuz-Ağus
tos İşçi Hareketi’ni ateşledi.
Bu hareket kısmen, asıl derdi “düzen”
ve “ekonomi” olan orta sınıfın düşmanca
yaklaşımı yüzünden yenildi. Fakat yenilgi
nin asıl nedeni işçi hareketinde merkezi bir
örg ütl enm e ve önd erl iğ in olm am as ıyd ı.
Hareketin kendisi yeni bir sendikal önder
liği ortaya çıkardı. Yeni önderler, insanlık
dışı iş koşullarına karşı mücadelede yasal
sınırları aşmayı ve bazen şiddet içeren, öz
savunma biçimlerini kullanmayı da içeren
“mil it an send ik ac ıl ık” ded ikl er i yol u
benimsediler. Bu yeni militanlık, Amerikan
Askeri Yönetimi’nin Japon sömürgecili
ğinden kurtuluşun ardından tabandaki sol
cu sendikaları etkisizleştirmek için örgütle
diğ i ve tar ih i boy unc a sad ec e hük üm et
tarafından kontrol edilmekle kalmayıp aynı
zam and a dikt at örl üğ ü dest ekl ey en
FKTU’nun (Kore İşçi Sendikaları Federas
45
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
yonu- Federation of Korean Trade Unions)
uzlaşmacı ve bağımlı yaklaşımı ile keskin
bir zıtlık oluşturdu.
Örn eğ in, “mil it an send ik ac ıl ık”,
Kore’deki en büyük fabrikalardan biri olan
Hyundai Ağır Sanayi’sinde devletin şiddet
li baskısına karşı her yıl tekrarlanan grevle
re yol açtı. Her seferinde devletin yanıtı,
onbinden fazla özel görev kuvveti polisini
kull anm ak ve sad ec e kar a değ il, den iz
gücü ve helikopterleri de harekete geçire
rek bilinen çok yönlü ve büyük askeri ope
rasyonlar yapmak oldu.
1989’da yasadışı demokratik sendikala
rın önd erl iğ i, send ik al ar aras ı bölg es el
day an ışm an ın yaln ızc a ayn ı sekt örd ek i
send ik al ar ın day an ışm as ınd an çok dah a
etkili olduğunu kavrayarak, polis baskısına
karşı mücadele etmek için bölgesel temel
de örgütlenen Demokratik Sendikalar Ulu
sal Konseyi’ni kurdu. KCTU, bu konsey
den ortaya çıktı.
Soyvet Bloku 1987’de çökmeye başla
dığında, doğal olarak radikal hareketler her
yerde bu ters akıntının sıkıntılarını yaşar
ken Güney Kore’de bunun etkileri bir ölçü
de ertelendi. 1990’a kadar, birçok eylemci
ve ilerici aydın Perestroyka’nın sosyalizmi
güçlendirdiğine inanıyordu. Fakat askeri
darbenin başarısızlığı (‘91 yazındaki başa
rısız “Kızılordu darbesi”ni kastediyor- çn.)
ve Sovyetler Birliği”nin 1991’deki çöküşü,
Kor el i rad ik al har ek etl er in en azınd an,
marksist bir yeraltı partisi ve açık bir sos
yalist parti kurma çabalarının genç alevleri
üzerinde, soğuk duş etkisi yaptı. Birçok
önder, özellikle de aydınlar, açık beyanat
larla hareketi terketti.
Fakat işçi sınıfı hareketi farklıydı. Soy
vetl er Birl iğ i’nin çök üş ü yen i send ik al
militanlığı bastırmadı. Çünkü, işçi hareke
tinin dayandığı temel, Sovyetler Birliği’nin
ya da dogmatik marksizm-leninizmin varlı
ğı değil, Kore kapitalizminin çıplak ger
çekliğiydi.
Tekelci sermayenin ve sözde “demokra
tik” ve “sivil” hükümetin vahşi baskısına
rağmen, bu yeni işçi hareketi birçok kahra
manca direnişi başarıyla örgütledi ve kilit
sanayi dallarında etkisini genişletti. Sonun
da, 1995’te Kore’li işçiler FKTU karşısın
da, dah a önc e benz er i bul unm ay an
KCTU’yu, yaln ızc a dem okr at ik bir işç i
hareketi değil, aynı zamanda “gerçekten
demokratik bir toplum” yaratma platfor
muyla kurdular. Böylece, Kore’de ilk kez
bağımsız bir sendika federasyonu oluştu.
Genel grev sürecinde KCTU’nun yaklaşık bin sendikaya bağlı yarım milyon üyesi
varken, daha eski olan FKTU’nun 1,2 milyon üyesi vardı. Fakat KCTU Kore’nin üç
can alıcı sanayi dalında tüm kontrolü elinde tutuyordu. Otomotiv, gemi inşası ve ağır
sanayi. Bunun yanında, toplu taşımacılık
ile hastaneler, medya ve araştırma enstitüleri gibi kilit önemdeki beyaz yakalı işçiler
arasında.
Tarihi Genel Greve Sebep Neydi?
Kore’deki son genel grevi anlayabilmek
için, Gün ey Kor e iş ilişk il er i hakk ınd a
temel bilgilere sahip olmak gerekir. Kore
çalışma yasalarında da (iş hukuku- çn.)
işçilerin temel haklarını sınırlayan birçok
premodern, antidemokratik madde vardı.
Bunların tipik örnekleri “dört yasak”tır... 1)
İş uyuşm azl ıkl ar ınd a “üçünc ü kiş il er in
46
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
müdahalesi” yasağı, 2. Hükümet kontro
lündeki antidemokratik FKTU’ya tekelci
bir egemenlik sağlayan birden çok sendi
kanın yasaklanışı, 3) Memurlara ve öğret
menlere örgütlenme yasağı, 4) Sendikala
rın politik etkinliklerde bulunması yasağı.
KTCU önderliğindeki Kore işçi sınıfı
bu insanlık dışı sistemi demokratikleştir
mek için çok sayıda direniş gerçekleştirdi.
Hükümet, sadece antidemokratik iş yasala
rını değil, kötü ünlü Ulusal Güvenlik Yasa
sı gibi başka kanunları da kullanarak bu
direnişleri bastırdı. Bugünkü rejimde, ceza
evlerindeki siyasi mahkumların en büyük
bölümünü işçilerin oluşturması gerçeği bu
durumu açıkça ortaya koyuyor.
Fakat, iş uyuşmazlıklarının ekonomik
ve toplumsal zararları hızla yükselerek reji
min bunları daha fazla sürdüremeyeceği bir
noktaya vardı. Bu problemi çözmek ama
cıyla, bugünkü sivil hükümet, 1993’deki ilk
döneminde büyük bir reform planının par
çası olarak çalışma reformu yapmayı dene
di. Sermaye özellikle de Kore’nin aile mül
kiyetindeki Konglamera’ları (3) olan CHA
EBOL’lar buna, yatırım yapmayı reddede
rek “serm ay e grev i” ile karş ıl ık verd i.
Sonuçta, ekonomi zayıfladı. Ve hükümet
reformdan vazgeçerek işçilere karşı eski
uygulamalarına geri döndü.
Bil ind iğ i gib i, 1980’ler in ort al ar ın a
kadar Güney Kore, ucuz ve yüksek disip
linli işgücüne dayalı ihracata dönük sana
yileşme ile sağlanan hızlı ekonomik büyü
menin en başarılı örneklerinden biriydi.
Fakat ‘80’lerin sonunda durum değişmeye
başl ad ı. Kor e’nin “ulusl ar ar as ı rek ab et
gücü” işçi hareketindeki gelişimle hızla
yükselen ücretler ve Güneydoğu Asya’da
ort ay a çık an ikinc i kuş ak NIC’ler ile
Çin’den kaynaklanan rekabet karşısında
geriledi. Aynı zamanda ekonomik gelişme
nin iki motoru olan devlet eliyle sanayileş
me ve CHAEBOL yapısı büyüsünü kaybet
meye başladı. Aşırı devlet müdahalesi ve
düzenlemesi olumsuz bir etkene dönüştü.
Tekil şirketlerden çok, aşırı derecede
büyümüş CHAEBOL gruplarının rekabet
gücüne dayanan ekonomi giderek daha da
verimsizleşti. Sonunda, Uruguay Toplantı
sıyla belirginleşen globalizasyondaki ivme
lenme büyük ölçüde ihracata dayalı Kore
ekonomisinde yeni bir krize yol açtı.
Kor el i kap it al istl er, bu yap ıs al kriz i
aşmak için, esnek birikme olarak tanınan
bir tür “bağımlı Post-Fordist birikim reji
mi” olan “yeni iş idaresi stratejisi”ni (4)
geliştirdiler. Ayrıca asıl amacının uluslara
rası rekabet gücünü artırmak olduğunu ileri
sürerek, uluslararası neoliberalizmin Kore
versiyonu olan Sekehwa’yı (tam globali
zasyon politikası) devlet eliyle ortaya koy
dular. Böylece, devlet giderek daha fazla
bir “kalk ınm ac ı siv il dikt at örl ük”, dah a
açık söylemek gerekirse “önce uluslararası
rekabet gücü, sonra demokrasi ve bölü
şüm” sloganı ile desteklenmiş bir “ulusla
rar as ı rek ab et dikt at örl üğ ü” biç im in e
dönüştü.
Bu girişimler, işçi sınıfının güçlü dire
niş i ile karş ıl aşt ı. Bu yüzd en serm ay e
esnek birikim stratejisinin önünü açmak
için iş kan unl ar ın ı değ işt irm ek zor und a
kaldı. Son olarak globalizasyon politikasını
uyg ul am ak amac ıyl a OECD’ye kat ılm a
kararı, hükümeti asgari uluslararası norm
47
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
lar ı sağl am ak için esk im iş yas al ar ı
“modernleştirmeye” zorladı.
Bu çapraz ateşin basıncı altında, 1996
yazında, Kim rejim yasalarını birbirine zıt
iki ayr ı yönd e düz eltm ey e kar ar verd i.
Uluslararası baskıları ve sınıfın taleplerini
karşılamak için, memur ve öğretmenlerin
örgütlenme hakkı hariç “Dört Yasak”ı kal
dırarak “kolektif iş ilişkileri”nde reforma
kalkıştı. Aynı zamanda, işten çıkarmayı (5)
kolaylaştırarak, sözleşme dışı işçi (6) çalış
tırılmasına izin vererek sermayeye “birey
sel çalışma ilişkileri”ni sıkılaştırma olanağı
tanımaya karar verdi.
Kapitalistlerin, Kore’de, işten çıkarma
koşulları gibi bireysel iş ilişkilerinin geliş
miş ülkelerden daha “ileri” olduğu hakkın
daki sızlanmaları sonucunda, Kore ve Batı
arasındaki farklılık, yani Kore’de sosyal
ref ah ın çok yet ers iz olm as ı hiç dikk ate
alınm ad an hük üm et ikn a edild i. Sosy al
refah harcamalarının hükümet bütçesine
oran ı açıs ınd an Kor e utanç ver ic i bir
düzeyde, dünya sıralamasında 132. sırada
bulunuyor. Yeni çalışma yasasını emek ve
sermayenin katılımı ve uzlaşması ile hazır
lay ar ak devl et iş yaş am ınd a Bat ı tarz ı
“demokratik toplumsal uzlaşma”yı uygula
maya koymayı umut etti.
Fakat, KCTU bunu, yeni bireysel iş iliş
kilerini kabul edemeyeceği açıklamasıyla
yanıtlarken, sermaye de yeni kolektif iş iliş
kilerini reddetti. Yeni çalışma yasası tüm
sınıf mücadelesinin savaş alanı haline geldi.
Genel Grev’de Ne Oldu?
İşçilerin de, sermayenin de onayını ala
mayınca devlet yasayı onların rızası olma
dan değiştirmeye yöneldi. Bu sırada eko
nomik kriz ağırlaştı. Ekonomik büyüme
yavaşladı. Birçok şirket, özellikle de orta
ve küçük ölçekli firmalar büyük oranda ifl
as etti. Aynı zamanda, ihracat geriledi ve
ticaret açığı iyice büyüdü. Kore harikası
buharlaşmış gibiydi.
Bu noktada, Kim Young-San hükümeti
iki kilit konuda felaket denebilecek strate
jik kar arl ar verd i. Ekon om ik dur um un
kötüleşmes i ve Chaebol’ların çığlıkları,
iktidar bloku içindeki reformcular karşısın
da “önce ekonomi” diyen neolibarelleri
güçlendirdi. Sonuç ise sermayenin talepleri
karşılanırken çalışma yasalarındaki belirle
yici yas aklar ın kald ır ılmas ı ref ormun un
ertelenmesiydi. Yeni yasa, zaten antide
mokratik olan iş ilişkilerinde gerilemeyi ve
sermayenin Kore işçi sınıfına karşı devlet
destekli vahşi bir topyekün saldırısını tem
sil ediyordu.
İkinci karar da birincisi kadar önemliy
di. Yaklaşan Başkanlık seçimleri ve yıllık
toplusözleşme görüşmelerine bağlı bahar
direnişleri yüzünden yakın gelecekte yasa
yı değiştirememenin korkusuyla, hükümet
mümkün olan her yolu kullanarak yasayı
1996 sonundan önce çıkarmaya karar ver
di. Dahası, yaklaşan Başkanlık seçimleri
sırasında Ulusal Güvenlik Planlama Ajan
sı’nı (7) (KCIA’nın yen i adı) işl erl iğ e
kavuşturmak amacıyla güçlü muhalefete
rağmen, Başkan Kim Young- San, Ulusal
Güvenlik Planlama Ajansı yasasını yeni iş
kanunu ile birlikte paket olarak çıkarmaya
karar verdi. Bu yasa, Kim’in göreve geldi
ği ilk yıllardaki siyasal reformlar sırasında
yetk il er in i elind en ald ığ ı, ins an hakl ar ı
48
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
ihlalleriyle kötü bir ün yapmış olan bu gizli
ajansı yeniden kuracaktı.
Sınıfın tepkilerinden çekinen hükümet,
yeni iş yasası taslağını kendi milletvekille
rind en bil e gizl i tutt u. Dah as ı, önc ed en
hükümetin taslağına siyasi tutuculukları ve
yaklaşan seçimde Chaebol’ların gücünden
korkmaları nedeniyle çok sınırlı düzeyde
karşı koyan muhalefet partileri aniden tavır
değiştird il er. Pol it ik inis iyatifi ele alma
çabasıyla ve işçi sınıfına özel bir jest ola
rak yasanın 1997’den önce çıkmasına karşı
çıktılar. Bu değişim, hükümeti iki antide
mokratik yasayı gizli askeri operasyonlar
gibi yönetilen bir “kaçak oturum” ile bası
na ve muhalefet partilerine önceden haber
bile vermeksizin 26 Aralık’ın ilk saatlerin
de yasalaştırmaya zorladı.
Hükümetin bu küstahça tutumu patla
maya hazır barut fıçısını ateşledi. Öncesin
de defalarca genel grev tehdidinde bulunan
KCTU, genel greve gideceğini açıkladı.
Birçokları sonuçtan çeşitli nedenlerle kaygı
duy uy ord u. Kitl en in baş ınd ak i KCTU
önderliği daha önce denenmemişti. Tatil
sezonu nedeniyle zamanlama avantajı yok
tu. Ekonomik durumun kötü olması yüzün
den kamuoyunun sınıfa karşı tavır alması
olasılığı kaygılandırıyordu. Bu nedenle,
KCTU önderliği “esnek bir strateji” uygu
lamaya karar verdi. Topyekün bir savaş
yerine bir tür vur-kaç taktiği olarak çok
aşamalı bir genel grev planladı.
Sonuç umulandan çok daha başarılıydı.
Kitle anında yanıt verdi. Aslında, öfke yük
lü işçiler esnek stratejiyi sert bir şekilde
fazla uzlaşmacı olmakla eleştirdiler. Bu
yönüyle, grevi somut olarak başlatmakta
(KCTU’nun devlet baskısı ile tümden yok
olabileceği korkusu ile) çekingen davranan
genç önderliği, son anda greve zorlayan
kitleler oldu. Bunun yanında, FKTU da kit
lelerden tecrit olmamak için kendi genel
grevini başlatarak greve katıldı. Kim reji
minde düşüş içinde olan halk hareketleri de
hızla canlandı.
İki antidemokratik yasaya karşı ulusal
bir cephe örgütlendi ve sadece halk kesim
leri değil, “sivil örgütlenmeler” (8) (orta
sın ıf tem ell i topl ums al har ek etl er in bir
Kor e vers iy on u) de bu ceph ey e kat ıld ı.
“Sıradan vatandaşlar”, özellikle de grevle
re düşmanca yaklaşan genelde tutucu “yeni
ort a sın ıf”, yen i çal ışm a yas as ın ın iş
güvencesini yok etmesi yüzünden bu sefer
ki grevi destekledi. Polisin şiddetli müda
halelerine rağmen hükümeti teşhir etmek
için ülkenin her yerinde her gün büyük
gösteriler düzenlendi. Temel sanayi dalları
felç oldu. Devletin otoritesi neredeyse felç
oldu. Kamuoyu, hükümeti şaşkına çevirdi.
Yab anc ı dem okr at ik har ek etl er ve işç i
har ek etl er ind en ulusl ar ar as ı day an ışm a
yağdı. Bu yüzden yasaya aykırı davranışla
rın cezalandırılacağına dair peşpeşe uyarı
larına rağmen, halka açık bir yerde yaptık
ları açlık grevi merkezinden genel grevi
yöneten KCTU önderlerini hükümet tutuk
layamadı.
Duraklamalarla 20 gün süren grevin üç
aşam as ı boy unc a KCTU önd erl iğ ind ek i
528 sendikadan 400 binden fazla işçi bir
kereden fazla ve günlük ortalama olarak
her gün 168 sendikadan 190 bin işçi greve
katıldı. Grevlere ve kitle gösterilerine katı
lanların toplam sayısı sırasıyla 3.6 ve 1.1
49
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
milyonu buldu. FKTU’nun sayıları da bun
lara eklendiğinde rakamlar ikiye katlanabi
lir. Ancak, KCTU ile rekabet edebilmek
için resmi sayıları abarttığından, verilerinin
güvenirliğinden emin olan yalnızca FKTU.
Bunların yanından 22 ülkede destek göste
rileri ve çeşitli yabancı işçi örgütlerinin
223 dayanışma mesajı var.
En sonunda, grevin önceden duyurulan
4. aşamasından hemen önce, Başkan utanç
verici bir özür dileyişle hatasını kabul etti
ği ve çalışma yasasının yeniden ele alına
cağına söz verdiği bir açıklama yapmak
zorunda kaldı. Bu işçi sınıfına fiili bir tes
lim oluştu.
Grevin Olumsuzluğu
Yan an kıv ılc ıml ar hal a var. KCTU,
savaşın daha bitmediğini söylüyor. Fakat
artık durum netleşti, savaş fiilen sona erdi.
Kesin olmasa da geçici bir bilanço çıkar
mas ın ın vakt i geld i. Söz ver ild iğ i gib i,
hükümet muhalefet partileriyle görüşerek
iş yasasını düzeltti. Sonuç hükümetin ilk
taslağına benziyor. Dört yasak, memur ve
öğretmenlerin örgütlenme hakkı hariç kal
dırılıyor. Bu nedenle KCTU, Kore işçi sını
fının sadece fiili değil resmi temsilcisi hali
ne geld i. Se nd ik al ar ın FKT U’d an
KCTU’ya geç iş i çokt an başl ad ı. Ayn ı
zamanda küçük sınırlamalarla sermayenin
isteklerinin çoğu da karşılandı. Demokrasi
kampında yer alanların birçoğu savaşımın
yoğunluğ u karş ıs ınd a kazan ımın çok az
olduğuna inanıyor.
Başkan’ın, iş yasalarını muhalefet parti
leriyle görüşerek yeniden düzeltme sözün
den sonra KCTU önderleri açlık grevini
bitirdi ve greve devam etme planını geri
çekti. Fakat düzeltilen yasaların işçileri tat
min etmemesi ve bireysel çalışma ilişkile
rinin kötüleştirilmesi halinde yeni bir grev
yapma tehdidinde de bulundular. Beklenil
diği gibi, partilerin bir aylık görüşmeleri
sonucunda ortaya çıkan yasa hayal kırıcıy
dı. KCTU, yasanın Ulusal Meclis’ten geç
mes i dur um und a dörd ünc ü gen el grev e
gideceğini bildirdi. Fakat, büyük bir CHA
EBOL’un iflası ve bununla bağlantılı dev
mali skandal ile birlikte üst düzeydeki bir
Kuzey Kore’li yöneticinin siyasi ilticası
gibi, beklenmedik olaylarla şekillenen yeni
politik konjonktür, KCTU’yu bir kez daha
söz ünd en vazg eçm ey e zorl ad ı. Yen i iş
yas as ın ın değ işt ir ilm es i için sav aş ım ı,
yazın yapılan yıllık toplusözleşme görüş
meleri döneminde yürütmeye karar verdi.
Altın fırsat ve hareketin itilimi kaybe
dilmişti. Başkan’ın yasayı yeniden yapma
sözünden sonra, grevi erteleme kararının
canalıcı bir taktik hata olduğu ortaya çıktı.
KCTU’nun, grevin 4. aşamasını başlatma
tehdidini ilk geri çekişinden sonraki bir
ayda konjoktür ikinci geri adımı da zorla
yacak yönde değişti. KCTU, en başta grevi
erteleyerek avantajını elden kaçırmasaydı
sonuç hükümet ve sermayenin tam teslimi
yeti olabilirdi. Bu başarılamasa bile, kaba
kuvvet karşısında “kahramanca bir gör
kemli son”un yakın gelecekte -muhtemelen
yaklaşan Başkanlık seçiminde bir işçi sınıfı
aday ı çık ar ılm as ıyl a- har ek et in yen id en
yükselişi ile sonuçlanması çok güçlü bir
olasılıktı. “Demir tavında dövülür” basit
gerçeğini unutarak KCTU önderliği fırsat
50
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
elindeyken son darbeyi indirmeyi başara
madı.
Kazanımlar, Tehlikeler, Görevler (9)
Yine de, bu durum grevin taşıdığı tarih
sel önemi azaltmaz. Bunun Kore tarihinde
ki ilk genel grev, özellikle de politik bir
genel grev olması gerçeği tarihsel olarak
çok önemlidir. Ayrıca, Kore tarihinde ilk
kez, Kore işçi sınıfı devlet ve sermayenin
topyekün bir saldırısını yenilgiye uğratma
yı başardı. Bugüne kadar işçi sınıfı hareke
tinin görülmedik düzeyde zayıf olduğu bir
ülkede kazanıldığını gözönüne alırsak bu
zaf er in dah a da öneml i old uğ u gör ül ür.
Kore aynı zamanda, dışa dönük ekonomik
yapısı nedeniyle sermaye tarafından özel
likle metropollerde yapısal krizi gidermek
için geliştirilen globalizasyon stratejisin
den ileri düzeyde zarar gören bir ülkedir.
Kore’deki sınıf mücadelesi böylece, ulusal
ölç ekt eki mücadelelerin globalizasy on
çağınd a etk isiz ve hatt a günd em dışı
olduğundan söz eden alışılmış düşünceye
meydan okudu.
Grev, burjuva politikası hakkında işçi
sınıfının gözünü açarak ve sınıfı, kendini
politik olarak örgütleme acil gereksinimini
kavramaya zorlayarak işçi sınıfı hareketinin “tam gelişiminde” (olgunlaşmasınaçn.) en az 10 yıl kazandırdı. Bununla da
kalmayarak demokratik savaşın içindeki
diğer halk güçleri üzerinde ulusal düzeyde
önderliğini sergileyerek Kore işçi sınıfı ilk
defa olarak dar “ortak” çıkarlarını ifade
etmenin ötesine geçti ve kendi sınıfı çıkar
ları genel olarak halk ın çıkarl arı olarak
kavranılan bir tür “hegemon” sınıf olarak
davranmaya başladı. Bunun bir sonucu ola-
rak, yakın zamanda yapılan ulusal düzey
deki bir araştırmaya yanıt veren seçmen
lerin % 40’tan fazlası, Aralık’taki Başkan
lık seçiminde KCTU Başkanı’na oy verebileceğini söyledi. Son olarak bu grev, ser
mayenin küreselleşmesine ve uluslararası
neoliberalizm e karş ı savaşm ak için işç i
sınıfının uluslararası ittifakı (dayanışması,
birlikteliği- çn.), yani “tabandan küresel
leşme” yolunda önemli bir dayanak noktası
oldu.
Aynı zamanda, G. Kore işçi hareketi
birçok tehlike ile karşı karşıya. Aşırı iyim
serl ikt en uzak durm alıyız. KCTU’nun
“endüstriyel korporatizm” ve “işletme sen
dikacılığı” (10) tuzaklarına yakalanarak
yeni bir CIO olm ası tehl ikesi var. Yeni
çalışma yasasının iş güvencesini kaldır
ması nedeniyle Kore işçi sınıfı bireycileş
me tehlikesiyle karşı karşıya. Küreselleş
menin basıncı ve zayıflamış bir ekonomi
işçileri “önce ekonomik canlanma” ya da
“önce firmayı kurtarmak” propagandasına
onay verm eye itebilir. Bunun yanınd a,
özellikle Kuzey Kore’deki kötü ekonomik
durum gözönüne alınırs a, Koreli işç iler
“kızıl kompleksi”nin ve “Kuzey Kore fak
törü”nün üstesinden gelmek zorundalar.
İşçi sınıfı kendini politik olarak örgütlemek
için demokr atikl eşm e sonr ası Kore’de
belirleyici siyasal ayrım olan bölgeciliği de
yenmek zorunda. Politik olarak örgütlenme
başarılsa bile, Batı sosyal demokrasisinde
olduğu gibi burjuva politikasına eklemlen
me tehlikesi pusuda bekliyor.
Sınırs ız ulusl ararası rekabet çağının
özell ikl e dezavant ajl ı koşull arınd a, geç
harekete geçen Kore işçi sınıfının önünde
51
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi”
belli başlı beş zorlu görev var. İlk olarak,
işyerini demokratikleştirmek, çağdışı fab
rika despotizmini kaldırmak zorunda. İkin
ci görev, “sivil toplum” düzeyinde birleşik
bir işçi sınıfı yaratmak ve onun üzerinde
hegemony asını kurm ak. Bunun için,
KCTU ve FKTU, KCTU önderliği altında
tek bir ulusal örgütte birleşmeli. Örgütlü
işçi yüzdesinin düşüklüğünü dikkate alarak, birleşik sendika bir yandan kendini
örg ütl erk en örg üts üz işç ileri de örg üt
lemeli. İşçi sınıfı içindeki bölgesel, sek
törel, firm a temelind e, büyükl ere karş ı
küçük firmalar şeklindeki çeşitli bölün
müşlüklerin üstesinden gelmeli. Üçüncüsü,
Kore işçi sınıfı, politik olarak örgütlenmeli.
Dördüncüsü, başka yerlerdeki işçi hareket
leri gibi, daha radikal sosyalist bir bilinç
gelişt irm ekl e kitl e bağl arını korumak
arasınd aki zorl u deng eyi korumanın bir
yolunu bulm alı. Son olarak serm ayenin
küreselleşmesi ile başa çıkabilmek amacıy
la ulusl ararası mütt efikl er edinmek için
çok çaba harcamalı.
Geç harekete geçmiş olsa da, Güney
Kore işçi sınıfı, sermayenin baskısından
kurtulmuş insanca bir topluma doğru zorlu,
fakat sağl am adıml ar atıyor ve atm aya
devam etmeli.
Çeviriyle ilgili notlar
1. NIC’ler: Yeni gelişmiş ülkeler
2. Siyasal veya ekonomik bir mücadele
olarak değil, eğitim yoluyla sınıf atlama
anlamında.
3. Yığışım, sermaye grubu ya da top
luluğu, holding yakın kelimeler, ama tam
karşılamıyor.
4. Yeni yönetim stratejisi de denilebilir.
5. “Geçici işten çıkarma”da (zorunlu
ücretli izin gibi) buna dahil edilebilir.
6. Sözleşmeli de olsa geçici (örneğin
mevsimlik işçiler. “part-time” çalışma bu
“irregular varker” tanımına giriyor.
7. “Ulusal Güvenl ik Planl ama Kon
seyi”de denilebilir.
8. “Sivil toplum örgütleri”de denilebilir.
9. Ara başlığı çeviride ekledim. Metin
de yok.
10. Bu ikisi sırasıyla “İndustrial Cer
poratision) ve “Business Unionizm” olarak
geçiyor. “End üstr iyel demokr asi” ve
“işyeri sendikacılığı” terimleri uygun görünüyor.
52
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Doğu Avrupa’da yeniden “sol”a dönüş
yakın dönemene damgasını vurdu. Önce
“Doğu” Avrupa'nın tekelci devlet kapita
lizmleri bir bir yıkıldı. Komünist etiketli,
güçlü (!) partiler tarumar oldu. Çoğu CIA
besl em el i, emp ery al izm dest ekl i sağc ı,
ekon om ik pol it ik al ar ı açıs ınd an lib er al
partiler yeni iktidarın sahipleri ilan edildi
ler. Eski komünist partiler kendilerini “ye
ni” sürece “uyarladılar”; isimlerini, örgüt
leme biçimlerini, programlarını değiştire
rek kendilerini yenilediler. Yıkımı büyük
gürültülere yol açan eski partiler, çok geç
meden serbest seçimler yoluyla bir kez
daha yönetimi devraldılar. Bu hızlı gelişme
ve dönüşümdeki çabukluk birçok kesimde
şaşkınlık yaratmıştı.
Farklı tarihi süreçlerin ürünü olsalar da
Avr up a'nın her iki yak as ınd ak i “sol”a
18 yıllık Muhafazakar Parti hükümetle
rin ardından Tony Blair liderliğinde İngiliz
İşçi Partisi ezici bir zafer kazandı. Çok
geçmeden Fransa'da da Fransız Sosyalist
Parti benzer bir başarıya imza attı. Daha
önc e İsv eç, Port ek iz, Yun an ist an'da sol
partiler hükümeti ve en son İtalya'da “Zey
tin Ağacı Koalisyonu” adı altında “sol”
partilerden oluşan bir hükümet koalisyonu
kurulmuştu. Böylelikle Avrupa neredeyse
tam am en “sol”laşt ı. Avr up a'nın büy ük
çoğunluğunda sosyalist, sosyal demokrat,
işçi ve benzeri isimleri olan burjuva “sol”
partiler ya tek başına hükümet oldular ya
da Hollanda, Danimarka, Avusturya, Fin
landiya, İrl and a, Lüks emb urg ve Belçi
ka'da olduğu gibi hükümet koalisyonları
nın ortağı.
53
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
yönelim benzer iktisadi ve politik oluşum
ların yarattığı sonuçların ürünüdür. Fakat
Avrupa bir yana dünyanın bir başka bölge
sinde Latin Amerika'da en köklü politik
gel en ekl er e sah ip Meks ik a'da 70 yıll ık
Kurumsal Devrimci Parti'nin aldığı seçim
yenilgisi ve “sol” partilerin seçim zaferi ile
hükümete gelmesi, “sol” dalganın Avru
pa'nın dışında da “muhafazakar”, “sağcı-li
beral” hükümetlerin duvarlarını sarsmaya
başladığını gösteriyor.
“Sol” dalga, yalnızca “sol” tandanslı
siyasal partilerin güçlenmesi, bir çok yerde
tek başına hükümeti oluşturmaları ya da
koalisyon ortağı olmayı başarmaları biçi
minde izah edilemez. Yakın süreçte “sol”
söyleme ilginin bir hayli arttığı görülüyor.
Burjuva bilim adamları arasında “Marks
birçok yönden haklıydı“ görüşü yaygınlık
kazanmaya başlarken, üniversitelerde de
marksizme ilginin arttığından sözedilebilir.
“Sol”a ilgi, bu elit entelijensiya ile sınırlı
değildir. Che Guevera'nın dünya çapında
bir kez daha ilgi odağı haline gelmesi, Che
resim ve figürlerinin basılı olduğu her türlü
malzemenin derin bir ilgiye mazhar olması
ve yine aynı Che'nin 13 yaşındaki ABD'li
genç kızların tişörtlerini süslemeye başla
ması, '68'in en çok bilinen “gerçekçi ol,
imkansızı iste” sloganının yeniden yaygın
laşm as ı sad ec e kap it al istl er in her şey i
metalaştırdığı gerçeği ile izah edilemez.
Tıpk ı Per ul u devr imc il er in ayl ar sür en
Japon Büyükelçiliği işgalinin dünya çapın
da Tupac Amaru şahsında yarattığı sempati
halesinin geçici bir romantizm olarak açık
lanamayacağı gibi. Keza yeri gelmişken
Meks ik a yerl il er in in isy an çığl ığ ı
EZLN’nin adı anılmadan geçilemez. Bütün
bunl ard an da anl aş ıl ac ağ ı gib i, farkl ı
anlamlar yüklenmiş olmasına karşın “sol”a
politik olduğu kadar kültürel ve etik bir
yönelimden bahsetmek gerekir. Ama bütün
bunların bir toplamı ve sonuçlarının nedeni
olarak, birikmiş ve hızla birikmeye devam
eden bir devrimci tepkiden ve bu tepkinin
karşılığı olarak adı açıklıkla tanımlanma
mış bir özlemden söz edilmelidir.
Tepk i; son 25-30 yıld ır doz u art ar ak
büyüyen ekonomik, ideolojik, politik, kül
türel ve etik kapitalist saldırı dalgasının
dünya emekçi halklarında ve genel olarak
ilerici insanlıkta yarattığı artan hoşnutsuz
luğun sonucudur.
Özl em; bu hoşn uts uzl uğ un yar att ığ ı
arayıştır.
Kapitalist Saldırının Tarihsel Arka Planı
Dünya kapitalizmi, II. emperyalist sava
şın ardından nispeten sancısız bir gelişme
dön em in e gird i. Alm any a ve İng ilt er e
savaştan yeni çıkmışlardı. Her iki ülke de
harap haldeydi. İngiltere ve Fransa savaşın
galip tarafında yer alsalar da savaş yılları
onların da ekonomilerini yıpratmış, zayıf
latmıştı. Diğer Avrupa ülkelerinin durumu
da pek farklı değildi. “Üzerinde güneş bat
mayan imparatorluk” eski gücünden uzak
laşmıştı. ABD, emperyalist liderlik yarışın
da öne geçmişti. Savaş yıkıntıları arasında
kendine gelmeye çalışan kapitalist Avrupa
ülkelerine karşın ABD süreçten güçlenerek
kapitalist dünya liderliğini tam anlamıyla
ele geçirerek çıkmıştı.
54
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Savaşın hemen ertesinde Avrupa ikiye
bölünmüş; bir tarafta sosyalist SSCB'nin
desteğinde halk cumhuriyetleri kurulmuş
Doğu Avrupa, diğer yandan emperyalist
ABD hamiyesinde burjuva Batı Avrupa.
ABD, sosyalist Avrupa’ya karşı burjuva
Avrupa'yı yeniden ayağa dikmek için üstün
bir çaba gösterdi. Avrupa'ya yoğun ABD
sermaye akışı gerçekleşti. Bu arada Türki
ye ve Yunanistan da “bu yardımdan” yarar
landılar.
ABD liderliğinde, sosyalizme yönelen
Doğu Avrupa ülkelerine karşı, sıkı sıkıya
kenetlenen kapitalist Avrupa ülkelerinde
savaş sonrası ilk on yıl deyim yerindeyse
her açıdan bir yeniden imar dönemi oldu.
Söz konusu dönemde (1950-60) Avrupa
halkl ar ı “ref ah topl um u” dem ag oj is i ile
avut uld u. Yaş am koş ull ar ınd a meyd an a
gelen kimi iyileştirmeler, işsizliğin nere
deyse yok olma seviyesine düşmesi, dahası
işgücü eksikliğini giderebilmek amacıyla
Portekiz, Türkiye, Yunanistan gibi ülkeler
den işgücü “ithalatı”na yönelinmesi, yay
gın sosyal güvenlik uygulamaları, işsizlik
sig ort as ı, eğit im ve sağl ıkt a emekç il er
yararına düzenlemelere gidilmesi, geniş
emekçi yığınları arasında burjuva “sosyal
devlet”e olan inancı pekiştirdi. Bu dönem
de devletin istihdam ettiği işçi sayısı arttı.
Devlet KİT'leri giderek çoğaldı. İşsizlik
sigortası, hastalık ve sakatlık yardımları ile
emeklilik ödenekleri önemli oranda artışlar
kaydetti.
Bütün bunların sonucunda Avrupa “eski
günlerine” dönmekle kalmıyor, eskisinden
daha güçlü olma olanaklarını yakalıyordu.
Üretimdeki büyük gelişmeler, geri kapita
list ülkelere yönelik emperyalist ilişkilerle
birleştiğinde Avrupa'nın sanayisi gelişmiş
ülkelerinde zenginlik artıyor, bu artış işçi
lerin ve diğer emekçilerin yaşam koşulla
rında iyileştirmeler biçiminde yansıyordu.
1960'lar ın ikinc i yar ıs ınd an sonr a
durum değişmeye başladı. ABD'nin loko
mot if old uğ u, mal i piy as al ar ın dol ar a
endekslendiği bu sistem '70'lere gelindiğin
de önce sarsıldı, sonra çöktü. Aşırı üretim
krizi bir kez daha ve kaçınılmaz olarak
kap it al ist serm ay e bir ik im in in yak as ın a
yapıştı. Petrol krizi ile sarsıntının sonuçları
daha da ağırlaştı. Enflasyon yükselmeye,
işsizlik önemli artışlar kaydetmeye başladı.
Tekeller arası rekabet daha da kızıştı. Ser
maye üretim sürecinde eskiye oranla yete
rince “kar”lanmamanın sıkıntısına düştü.
Kapitalistleri esasen yeni arayışlara iten
'70'lerin sonlarındaki ikinci kriz dalgasıydı.
70'ler in ort al ar ınd a hızl an an ve gid er ek
tar aft ar topl ay an neo-lib er al ekon om ik
politikalar bu ikinci kriz dalgasıyla birlikte
doğrudan uygulamaya sokuldu. Neo-libe
ral politikalar, basit ve önemsiz değişiklik
leri değil kapitalist birikim temelinde kök
lü değişiklikleri ifade ediyordu. Yalnızca
ekonomik yapıda değil, politika, kültür ve
etik alanda derin izler bırakıyordu. 1929
büyük kriz dalgasının ardından ele alınan
ama esasen 1945'lerden sonra uygulamaya
sokulan keynesci politikalar, yine bir kriz
dalg as ı ile terk ed il iy ord u. Kap it al istl er
gömlek değiştirme dönemine girmişlerdi.
Bu dönemde yaşanan olaylar kapitalistlerin
gömlek değiştirmeye başladıklarında bütün
toplumsal yapıyı nasıl baştan aşağı etkile
diklerini ve bütün toplumsal örgütlenmeyi
55
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
yeni biçimlere büründürmek için nasıl çır
pındıklarını gözler önüne serdi. Dün onlar
için zorunlu olan bir çok şey bugün gerek
siz hale geliyordu.
Sermaye birikimini engelleyen ya da
yavaşlatan her şey sökülüp atılmalıydı. Her
türlü ‘kaynak‘ sermayenin emrine verilme
liydi. Hiç bir gerekçe, sermayenin özgürce
serpilip gelişmesinin önüne engel olamaz
dı. Eng el olm ay a kalk anl ar “tuzl a buz”
olurlardı.
Sermayenin kaynak sorununu gidermek
için gözünü ilk diktiği yer, her zamanki
gibi işçi sınıfının ekonomik ve demokratikpolitik tarihsel kazanımlarıydı. Öncelikle
işçi ücretleri reel olarak düşürülmeliydi.
Daha az işçiyle, daha yüksek iş verimliliği
elde edilmeliydi. İşçilerin kazanılmış eko
nomik ve sosyal hakları gaspedilmeliydi.
Sosyal güvenlik harcamaları mutlaka azal
tılmalı, kapitalistlerin bu konudaki yüküm
lülükleri giderek ortadan kaldırılmalıydı.
Devlet “gereksiz” bütün yüklerinden arın
malıydı. Eğitim ve sağlık gibi emekçiler
için devletçe karşılanması zorunlu hizmet
lerden devlet derhal elini çekmeliydi. Her
iki alan da özelleştirilmeli, böylelikle hem
devletin bu iki temel alana yönelik harca
maları ortadan kaldırılarak kapitalistlerin
hizmetine sunulmalı, hem de özelleştirme
yol uyl a tekellere peşkeş çekilmeliydi.
Tarım ürünlerine uygulanan sübvansiyon
lar kaldırılmalı, yoksullara yönelik her tür
lü devl et dest eğ in e son ver ilm el iyd i.
Büyük devlet işletmeleri özelleştirilerek
kapitalistlerin doymak bilmez iştahlarını
gidermede kullanılmalıydı. Devletin görevi
“bekçilik” olacaktı. Bunun için polis, ordu
ve istihbarat birimleri güçlendirilmeliydi.
Çünk ü serm ay en in “kayn ak”lar ın a göz
dikenlerin kafası hızla ezilecekti.
Kapitalizm, gözü dönmüş bir canavar
gibi “para” kokusu aldığı her yere saldırı
yordu. Burjuvazi bu saldırganlığının poli
tik sözc ül er in i ve pol it ik arg üm anl ar ın ı
yaratmakta gecikmedi. Burjuvazinin vahşi
politikalarını uygulayacak partiler kısa ara
lıklarla iktidara geldi. Reagan ve Thatcher
dönemin karakteristik politikacıları olarak
boy verdiler. Thatcher'in tek cümlede özet
lediği sözler kapitalizmin “yeni” dönemi
nin en karakteristik yanını işaret ediyordu.
Thatcher; “Toplumsal çıkar yok bireysel
çık ar var” diy ord u. Gel işm iş kap it al ist
ülk el erd e muh af az ak ar-sağ hük üm etl er
kurulurken, emperyalizmin yeni sömürge
lerinde normal gelişim sağlanamadığı yer
lerde hükümet bunalımları, askeri darbeler
ve iç kargaşalıklar yaratma vb. yollarla
faşist ya da eskisinden daha gerici yöne
timler iş başına getirildi.
1980'lerin sonunda sosyal-emperyalist
blokun yıkılmasıyla neo-liberal politikalar
düny an ın her tar af ınd a uyg ul an ır old u.
Modern revizyonist ülkelerin yıkıntıları
üzerinde neo-liberal saldırganlık bir yağ
madan öte bir çapul hareketine dönüştü.
Modern revizyonist blokun parçalanarak
yıkılması ile birlikte kapitalist saldırı ve
vahşet, bentleri yıkan nehir yatakları gibi
halkları perişan etti.
Neo-Liberal Kapitalist Saldırının
Yarattığı Sonuçlar:
Dümeninde IMF ve Dünya Bankası gibi
ABD etkinliğindeki uluslararası finans oli
56
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
garşisinin bulunduğu, ekonomide neo-libe
ralizm, politikada Yeni Dünya Düzeni ve
buna uygun “yeni sağ”, “yeni sol”, üretim
sürecinde esnek üretim (post-fordizm) ola
rak isimlendirilen bu süreç, gelişmiş kapi
talist ülkeler ve yeni sömürge ülkeler ara
sındaki uçurumun her bakımdan derinleş
mesine yolaçmakla kalmadı ama bununla
birlikte zenginler ve yoksullar arasındaki
uçurumun muazzam boyutlara ulaşmasına
neden oldu.
Güneydoğu Asya ya da Afrika'da sıkça
gör ül en içl er acıs ı sef al et manz ar al ar ı,
Newyork, Paris ya da Londra'nın tarihi ve
modern dekorunun parçası haline geldi.
İşsizlik, artan yoksullaşma, sosyal güven
likten yoksunluk, bakıma muhtaç olanlara
devl etç e yap ıl an yard ıml ar ın azalm as ı,
kimi yerlerde giderek son bulması, milyar
larca insanın geleceğe ilişkin hiç bir güven
duymamasına, umutsuzluk ve karamsarlığa
düşmesine ve bütün bunların bir sonucu
olar ak uyuşt ur uc u ve alk ol kull an ım ı,
fuhuş, tecavüz ve cinayet gibi olaylarda
patlamalar yaşamasına neden oldu.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
(UNDP) yayımladığı “1996 İnsan Gelişme
Raporu”, dünya genelinde kapitalist bar
barlığın yol açtığı sonuçları sınırlı da olsa
ort ay a koy uy or. Kim i burj uv a yaz arl ar
“UNDP, yoksulların durumundan dolayı
zenginleri suçlayarak sınıf savaşımı propo
gandası yapıyor” gibi sözlerle, sınırlı da
olsa ortaya çıkan gerçeklerin karşısında
ürküntüye kapılmış görünüyorlar. Rapor
incelendiğinde ulaşılabilecek en önemli
sonuçları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
1. Gelişmiş kapitalist ülkeler daha da
gelişirken, geri kapitalist ülkelerde karşı
laştırmalı gelişme oranı düşmektedir. Her
iki ülke grubu arasında uçurum derinleş
mekt ed ir. UNDP Başk an ı Jam es Speth,
“Göstergeler artık dünyanın zenginler ve
yoksullar olarak ikiye ayrıldığını, eskiye
oranla çok daha net biçimde ortaya koyu
yor” görüşüyle durumu özetlemiş oluyor.
Rap or a gör e, düny a nüf us un un yüzd e
20'sini oluşturan en yoksul ülkelerin küre
sel gelir içindeki payları yüzde 1,1. Bu
oran, 1960'da yüzde 2,3'tü. Bu ülkelerin
toplam gelir içindeki payları yarı yarıya
düştü. Dünya ülkelerinin en zengin yüzde
20'si ile en yoksul yüzde 20'si arasındaki
fark; 1960'da 30 kat iken, 1970'de 32,
1980'de 45, 1990'da 60 kat oldu.
Kişi başına milli gelir Mozambik'te 80
dol ar, Çad'da 170 dol ar, Nep al'de 200
dolar, Haiti'de 220 dolar, Bangladeş'te 230
dolar düzeyinde kalırken Japonya'da 27
bin, Almanya'da 24 bin, ABD'de 22 bin
500 dolara tırmandı. Geri kapitalist ülkele
rin topl am borçl ar ı 1980'de 685 mily ar
dolardan 1993'de 1770 milyar dolara yük
seldi. En yoksul ülkelerin toplam borçları
1980-1994 yılları arasında yüzde 400 arttı.
Son on yıllık dönemde Latin Amerika'dan
Avrupa ve Japonya'ya 500 milyar dolar
transf er edild iği belirlenmiştir. Düny a
nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan geri kal
mış ülkelerin dünya ticaretindeki payı yalnızca binde 3'tür.
Hammadde fiyatları 1990'lı yıllarda on
yıl önceye göre yüzde 45 oranında geriledi.
Zenginlerin fiyatları belirleyen güçte olma
ları hammadde ihracatçısı durumunda olan
57
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
yoksul ülkeleri çaresiz bırakıyor. 1960'da 1
ton kahve ile 37,5 ton kimyasal gübre satın
alınırken, 1982'de 1 ton kahve ile 1,5 ton
kimyasal gübre satın alınabiliyordu.
2. Zengin ve yoksul sınıflar arasındaki
uçurum akıl almaz boyutlara ulaştı. Dünya
nın en zengin 358 kişinin geliri 2 milyar
300 milyon insanın (dünya nüfusunun yüz
de 45'inin) gelirine eşit. Alt ve üst gelir
grupları arasındaki denge, 20 yıllık sürede
yakl aş ık yüzd e 150 oranınd a yoks ull uk
aleyh in e boz uld u. 1995'te yay ınl an an
“Dünya Bankası Raporu”ndaki belirleme
ler de farklı değil. Dünyada 1 milyar insan,
yani her beş kişiden biri yoksulluk sınırı
içinde yaşıyor. Bu rakamın 50 yıl içinde 4
katına çıkacağı hesaplanıyor. Her yıl 13-18
mily on ins an yoks ull uk son uc u ölüy or.
Geri kapitalist ülkelerde 1.3 milyar insan
sefalet içinde yaşıyor. Her yıl 14 milyon
çocuk açlıktan ölüyor. Meksika'da en zen
gin insanın sahip olduğu 6.6 milyar dolar
lık servet 17 milyon insanın gelirine eşit.
Microsoft'un sahibi ABD'li Bill Gates'in
gelirinin 14.07 milyar dolar olduğu düşü
nüldüğünde kaç yoksulun gelirine eşitlene
ceğini hesaplamak artık anlamsızlaşıyor.
Dünyada her dakikada 47 kişi yoksullar
ord us un a kat ıl ıy or. UNDP'nin ABD'li
yöneticisi Gustav Speth çıkan veriler karşı
sında şaşkınlığını gizleyemiyor. “Küresel
bir seçkinler oligarşisi olağanüstü bir ser
vet biriktirirken insanlığın yarısı, yani 3
milyar insan hala günde 2 dolardan az bir
gelirle yaşıyor. Böyle iki sınıflı bir dünya
da yoksul insanlar için öfke ve ümitsizlik
zemini hazır. Giderek keskinleşen aradaki
fark, insanlık dışı bir görünüm arzediyor.”
BM Kalkınma Programı, Temmuz 1996
raporuna göre beş milyonu gelişmiş ülke
lerde olmak üzere 100 milyon insan evsiz.
120 milyon insan işsiz, bunların 35 milyo
nu gelişmiş ülkelerde. 70 ülkede ortalama
gelir 1980 düzeyinin altına indi. 43 ülkede
ise 1970 yılındaki düzeyinin de gerisine
düştü.
3. Çok ulusl u şirk et (ÇUŞ) olar ak
adlandırılan uluslararası tekellerin sayısı
1970'de 7 bin kadar iken bugün 37 bine
ulaşmış bulunuyor. Bu 37 bin tekelin dün
yaya yayılmış 200 bin şube, acenta ya da
üretim birimi bulunuyor. En büyük 200
uluslararası tekelin 172'si ABD, Almanya,
Japonya ve Fransa'da konumlanıyor. En
büyük 200 tekelin 10 tanesinin yıllık top
lam karları (34.8 milyar dolar) geri kalan
180 tekelin yıllık toplam karına (38.6 mil
yar dolar) neredeyse eşit. Yatırımları 1983
yılından beri dünya ticaretinden 5, dünya
üretiminden 10 defa daha hızlı büyüyor.
Uluslararası tekellerin günlük döviz işlem
leri 1973 yılında 10-20 milyar, 1983'te 60,
1995'te 1.3 trilyon dolara yükseldi. 19831993 yılları arasında tahvil piyasa hacmi
30 milyar dolardan 500 milyar dolara tır
mandı.
General Motors'un 1993 yılında yıllık
cirosu Danimarka'nın GSYİH'ne denk: 135
milyar dolar, Ford'un cirosu ise Norveç'in
GSMH'den dah a yüks ek; (103,5 mily ar
dolar) Toyota 85,3 milyar dolarlık cirosuy
la 82,5 mily ar dol arl ık Finl and iy a
GSMH'ini geride bırakıyor.
1995 yılına gelindiğinde uluslararas ı
tekelin cirolarına ilişkin rakamlar daha da
büyüyor. Örneğin Japon Mitsubishi tekeli
58
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
nin yıllık cirosu 180 milyar dolara erişir
ken Avusturya GSMH'ye ulaşmış bulunu
yor.
Dah a gen el bir rak am ver el im. ABD
esk i Çal ışm a Bak anl ar ı’ndan Rob ert
Reich'in belirttiğine göre ABD'de zenginlik
1975-1995 yılları arasında yüzde 60 büyü
müş. Ama bu artan zenginlik nüfusun yüz
de 1'inin cebini şişirmiş.
4. Spekülatif amaçlı ekonomik faaliyet
lerd e patl am a yaş an ıy or. Düny a fin ans
piyasalarında günlük değişim 1986 yılında
290 milyar, 1990'da 700 milyar, 1994'de 1
trilyon doları aşmıştır. “Yalnızca uluslara
rası mali işlemlerin toplam değeri, fiziksel
mal üretiminin toplam değerinin tam yedi
katı büyüklüğünde” (The Wall Street Jour
nal).
Neo-liberal kapitalist saldırı dalgasının
ezilenler cephesinde ve buradan başlayarak
bütün toplumsal yaşamda yol açtığı derin
tahribatlar hakkında kapitalist çevrelerin
endişe dolu sözleri bir çok şeyi özetlemeye
yeter.
“Günümüzde küreselleşen kapitalizmin,
emek ve serm ay e aras ınd a, serm ay ed en
yana gerçekleşen büyük bir gelir kayması
yaratan yıkıcı bir eğilime” sahip olduğunu
söyl üy or kap it al istl er için fik ir üret im i
yapan Prof. Heilbroner. IBM, 4 yılda işçi
sayısını 122 bin kişi azaltı. İşçi maliyeti
üçte bir oranında düştü. ABD Merkez Ban
kası direktörü Grens Pen'de bu tip gelişme
ler nedeniyle aynı yönde konuşuyor: “Ar
tan işsizlik, toplumumuza ciddi bir tehdit
oluşt ur uy or.” Clint on'un dan ışm anl ığ ın ı
yapmış olan Lauro Tyson; “ABD'de ekono
mik büyümenin arkayüzü işçi ücretlerinin
düşüşü, eşitsizliklerin büyümesi, zenginyoksul uçurumunun 20 yıl önceye göre çok
daha vahim” olmasıdır diyor.
Uluslararası tekeller için çalışan ulusla
rarası stratejik incelemeler merkezi ekono
mistlerinden Edward Luttak her şeyi çok
daha açık ve net biçimde ifade ediyor. Lut
tak'a göre “kapitalistler daha da zenginle
şirk en, işç i sın ıf ı yoks ull aş ıy or. Glob al
rekabet insanları öğütüyor, toplumu parça
lıyor”.
Kapitalistlerin aşırı kar hırsının en üst
düzeyde tatmini için uğraş veren burjuva
profesörler, devlet adamları ve özel strate
jistler aynı noktalarda buluşuyorlar, “Yıkı
cı bir eğilim”den, “ciddi bir tehditten” söz
ediyor, “insanları öğüt”üp “toplumu parça
layan” sistemden bahsediyorlar. Bu söyle
min kendisi bujuva cephenin emekçilere
yönelik yıllardır süren saldırı dalgasının
sonuçları üzerine yeni bir pozisyon alma
ihtiyacı duyduğunu gösteriyor.
Politikada “Yeni”likler
ve “Dalga”lar
Sömürünün daha da yoğunlaştırılması,
serm ay e bir ik im in in önünd ek i her türl ü
engelin kaldırılması, işçi ve emekçilerin
yaş aml ar ın ın çek ilm ez hal e gelm es i ile
sürüp giden neo-liberal saldırı dalgası koyu
bir siyasal gericilikle at başı yürüdü. Her
şeyd e old uğ u gib i burj uv az in in büt ün
kurumları da sermayenin yeni ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden şekillendi. “Sağ” ve
“sol” burjuva partiler arasında programatik
düzeyde, söylem biçiminde dahi hiç bir
ayrım kalmadı. Neo-liberalizm bir tanrı
buyruğu kadar kesin ve reddedilemez bir
59
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
gerçeğe dönüştürüldü. Bütün burjuva parti
ler ve sözcüler aynı ses tonuna sahip bir
koroya dönüştü. En pespaye “sağ” politika
lar büyük yenilikler olarak sunuldu. Devle
tin küçülmesi, özelleştirmelerin yapılması,
sosyal güvenlik kurumlarının işlevsizleşti
rilmesi, eğitim ve sağlığa, tarımsal ürünle
re devlet sübvansiyonlarının kaldırılması
vb. uygulamalar büyük “özgürlükçü” geliş
meler olarak propaganda edildi. Reagan,
Thatcher, Özal, bu “yeni”liğin sembolleri
oldular.
Son 15 yıla damgasını vuran muhafaza
kar sağ hükümetler kapitalistlerin ihtiyaç
ları doğrultusunda iktisadi, siyasi ve sosyal
bir dizi değişiklikler gerçekleştirdiler ve bu
yönüyle esasen misyonlarını tamamladılar.
İnsanlığın bütün birikmiş-kültürel, sosyalsiy as al kaz an ıml ar ın ı aşır ı kar için yok
edip yağmalamaya yönelen kapitalistler,
aralarında şiddetlenen rekabetin, bu reka
betin bir sonucu olarak hızla büyüyen ve
farklılaşan tekniğin, bu farklılaşmanın üre
tim süreçlerindeki etkilerinin ve bu etkilen
melerin işin örgütlenmesine yansımalarını
ve tüm bunlara bağlı olarak toplumun bu
yeniliklere uygun siyasal ve sosyal olarak
uluslar aras ı tek ell er lih en e bir yeniden
düz enl em es in e iht iy aç duy uy orl ar. Bu
bakımdan “yeni” sağ misyonunu tamamla
yıp “eski”meye başladı. Eski “sol”, muha
fazakarların sloganlarını sol sosa batırarak
“yeni”lendi. Bunun içindir ki “sol” dalga
nın öncü kuvvetleri burjuva partiler ikili
bir görevin yerine getirilmesinden sorumlu
bulunmaktalar. Birincisi yukarıda burjuva
sözcüler tarafından dile getirilen, emekçi
ler ceph es ind e hızl a bir ik en öfk en in
sön üml end ir ilm es i, ikinc is i topl ums al
yaşamın ve örgütlenmenin kapitalistlerin
ihtiyacı doğrultusunda yeniden düzenlen
mesinin önündeki engellerin kaldırılması.
15 yıldır “sağa” dümen kıran burjuva
siy as al oluş uml ar “aşağ ıd an” bask ın ın
dayanılmaz ağırlığı altında “sol”a dümen
kırmaya yöneldiler. '70'li ve '80'li yıllarda
sağ politikalar o denli yaygınlaştı ki eski
kavramlarla gelişmeleri ifade edebilmek
bile neredeyse olanaksız hale geldi. Burju
va ideolojik saldırı, beyinleri bu yönde de
esir aldı. Muhafazakar tutucu sağ partiler
liberalizmin bayraktarlığına soyundu, “sol”
partilere de yalnızca liberalizmin kuyruk
çuluğu düşüyordu. Bu dönemde gerçekte
revizyonist adı “Komünist” partiler “sol”
partilerin, yani sosyal-demokrat, sosyalist
ve işçi partilerin boşalttığı kulvara yerleşti.
Süreç yeni bir aşamaya doğru evriliyor:
Bu evr ilm en in bel irl eyic i esas fakt ör ü
işsizlik, açlık ve sefalet içinde kıvranan ve
yaşam koşulları her gün biraz daha bozulan
mily onl ar ın neo-lib er al izm e duyd ukl ar ı
şiddetli tepkidir. Son yıllarda “sol” partile
re giderek daha fazla oy veren milyonlar,
neo-liberal yıkım politikalarına karşı duy
gularını ifade ediyorlar. Kazanılmış hakla
rına sahip çıkmak, patronlara meydanları
bırakmadıklarını göstermek, “kader”lerrine
razı olmayacaklarını anlatmak için “sol”
partilere oy verdiler, “sol” partiler de onla
rın bu yönlü istemlerine sahip çıkar görün
düler. “Sürpriz” oylar bu nedenle büyüdü.
Ama bu “sürpriz” sonuçların aslında bekle
nen bir gelişme olduğu son bir kaç yıldır
dünya çapında yaşanan işçi, çiftçi, öğrenci
mücadeleleri incelendiğinde de daha iyi
60
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
anlaşılır. Fazla uzağa gitmeden kapitaliz
min en gelişmiş olduğu Avrupa ülkelerine
bakmak yeterli bir veri sunar. Belçika’da
jandarmaya barikat kuran çiftçilerin, yine
Yunanistan ve Fransa'daki eylemleri, Fran
sa'da 1995'te gerçekleşen büyük çaplı işçi
öğrenci eylemleri ve büyük genel grev vb.
olaylar Avrupa'nın bir çok bölgesinde irili,
ufaklı biçimde boy göstermişti. Denilebilir
ki, “sol” partilere yönelik yaşanan “sürp
riz” bu şiddetli tepkinin sandığa yansıması
dır.
4. Uzun vadeli faiz oranları yüzde 7'yi
geçmeyecek.
Mastricht Anlaşması Avrupalı emekçi
halklar için Neo-liberal saldırının daha da
körüklenmesi anlamına geliyordu. Zira alı
nan kararların her biri Avrupalı emekçilere
yönelik hak gasplarının artmasına neden
olduğu gibi, emekçilerin yaşam düzeyleri
nin daha büyük bir hızla düşmesinden baş
ka birşey de ifade etmiyordu. Örneğin bur
juva ekonomisi bakımından bütçe açıkları
nın GSYİH'nin yüzde 3'ü düzeyine çekil
mesi demek toplumsal yaşamda emekçiler
lehine bir dizi düzenlemeye son verilmesi
anlamına gelir. İlaç yardımının kaldırılma
sı. İşsizlik yardımları ödeme süresinin ve
miktarının kısıtlanması bunlardan bazıları
dır. Mastr icht'te fin al e yakl aş ılm as ıyl a
daha sıkı biçimde uygulamaya konulmak
istenen kararın Avrupa emekçilerinde tep
kiy i hızl and ırd ığ ın ı bel irtm ek ger ek ir.
Örneğin kamu açıklarının GSMH içindeki
payı 1994 yılında bir hayli yüksekti. Bu
oran Fransa'da yüzde 6, İngiltere'de yüzde
6.5, İtalya'da yüzde 9, Portekiz'de yüzde
5.7, İsveç'te yüzde 10.4, İspanya'da yüzde
6.6, Yunanistan'da yüzde 12.5 düzeyindey
di.
Fransa'da önemli bütün devlet işletme
leri bir kaç yıl içinde özelleştirmişti. Bun
lardan bazıları; Total, BNP, Credit local de
France, Rhöne-Poulene (1993), ELF, Agu
itaine, VAP, Renault (1994), Seita (1995)
tamamen ya da kısmen özelleştirildi. Bu
oranda demiryolları (SNCF), havayolları
(CNAF), şehiriçi taşımacılığı (RATP) da
Mastrich Anlaşması’na uyum gerekçesiyle
özelleştirilecek kurumlar arası alındı.
“Sol” Dalga ve Avrupa
Emperyalist-kapitalist rekabetin büyü
mesi, emperyalist ülkeleri rakiplerine bir
çok bakımdan engel olan, kendileri için ise
sın ırs ız (siz söm ür ü okuy un) özg ürl üğ ü
sağlayan bölgesel işbirliklerine yöneltti.
Bu emperyalist “yeni yaşam alanlarından”
biri NAFTA'dır. “Kuzey Amerika Serbest
Tic ar et Antl aşm as ı” ABD, Kan ad a ve
Meks ik a'dan oluş uy or. AET'nin kab uk
değiştirerek AB'ye dönüşmesi aynı ihtiya
cın ürünüdür. Almanya, Fransa, İngiltere,
İtalya gibi “güçlü” AB ülkeleri Rusya'nın
sınırlarına kadar bütün Avrupa'yı tek bir
pazara, “yaşam alanı”na dönüştürüyorlar.
Avrupa'nın bu yapılanması Mastricht
Anlaşmasıyla yeni bir yol aldı. Anlaşma
sonucu, AB ülkeleri 1999 yılı sonuna kadar
şu gerekleri yerine getirme kararı aldılar:
1. AB üyeleri bütçe açıklarını GSYİH'in
yüzde 3'ü düzeyine düşürecekler.
2. Devlet borçları GSYİH'nın yüzde 60
düzeyine çekilecek.
3. Enflasyon yüzde 3 oranını aşmaya
cak.
61
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Bir başka örnek de yaşlılık aylığı kap
samında verilebilir. Çıkarılan yeni yasalar
yaşlılık aylığı hesaplarında en iyi 10 yıl
değil, 25 yıl hesaplanıyor. Tavan yaşlılık
aylığı hakketmek için gerekli katkı süresi
37.5 yıldan 40 yıla çıkarıldı ve ilaç paraları
iadelerinde kısıntıya gidildi.
Alm any a, Frans a, İsp any a, İtaly a ve
İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonuç
ları Avrupa halklarının neden “sol”a yönel
diklerini çıplak biçimde ortaya koyuyor.
Adı geçen ülkelerdeki insanlara “Aşağı
daki on konuda hangisi sizi en çok endişe
lend ir iy or?” sor us u sor ul uy or. Sor ul ar a
verilen cevapların yüzdeleri şöyle;
Avrupalı emekçilerin en büyük sorunla
rı işsizlik. Ankete göre işsizliğin hemen
ardından suç ve şiddet (ahlaki yozlaşma),
sonra da fakirlik ve sosyal eşitsizlik (fiziki
yozlaşma) geliyor. Anketi yapanlar diğer
sonuçlarıyla birlikte Avrupalıların karam
sar old uğ u yarg ıs ın a var ıy orl ar. Ank et
sonuçlarına göre Almanya'nın yüzde 76'sı,
İsp any an ın yüzde 48'i, İtaly a'nın yüzde
66'sı hükümetine güvenmiyor. İngiltere'de
ise seçim sonrasında halkın yüzde 72'sinin
hükümete güvendiği ortaya çıkmış. Yine
aynı ankete göre halkın büyük çoğunluğu
(Alm any a yüzde 81, Frans a yüzde 77,
İspanya yüzde 62, İtalya yüzde 63, İngilte
re yüzde 42) ekon om in in dur um und an
endişe ediyor.
Avrupa halklarının son yıllarda karşı
karş ıy a kald ıkl ar ı sor unl ard an baz ıl ar ı
biraz daha yakından incelendiğinde, neden
bu denli “endişeli” oldukları daha iyi anla
şılır.
Fransa'da son onbeş yılda işsizlik oranı
yüzde 5'den yüzde 13 sınırlarına dayandı.
Bu, 3.5 milyondan fazla Fransızın işsiz
olduğu anlamına geliyor.
Yıllara göre Fransa'da işsizlik oranı
Yıl
Yüzde
1975
4
1980
6.2
1985
10.2
1990
8.9
1994
12.5
1996
12.8
Fransa'da yüksek işsizlik oranları mer
cek altına alındığında sorunun bir başka
boyutu görülür. Fransa'da işsizlerin önemli
bir bölümü 16-25 yaş arası gençlerden olu
şuyor. (yüzde 23.2) Bu oran da gösteriyor
ki 25 yaşın altındaki her dört genç Fransız
dan biri işsiz. Yine bir başka önemli nokta
da işsizliğin en fazla kalifiye olmayan düz
işçiler arasında görülmesi. Kalifiye olma
yan düz işs izl er aras ınd a işs izl ik oran ı
yüzde 21.5, işsizliğin nispeten düşük oldu
ğu kesim ise kalifiye kol işçileri (10.2).
Çok somut bir örnekle Avrupa sermaye
sinin işsizlik sorununu ele alış tarzını göre
lim. Electrolux; dalında lider, mali durumu
çok iyi, kar oranının ise bir hayli yüksek
olduğu belirtiliyor. Buna karşın patronlar
12 bin işçiyi işten atma kararı aldılar. Bu
karar alınır alınmaz firmanın hisse senetle
ri borsada yüzde 14 yükseldi. İşten atma
kararının “savunma” değil “saldırı” amaçlı
olduğu çok açık. Patronlar pervasızca hare
ket ediyorlar ve aşırı kar hırsı sınırsız bir
saldırganlığa dönüşüyor.
62
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Yaln ızc a işs izl ik değ il yoks ull aşm a
olgusu da Avrupa halkları için her geçen
gün daha da büyük önem kazanıyor. Fran
sa'da onbeş yıl içinde GSYİH yüzde 30
büyürken, toplam ücretler alım gücü olarak
yüzde 23 arttı. Birim işgücü maliyetlerinde
yıllık artış oranı 1980'de yüzde 13, ‘88'de
yüzde 4, ‘90'da yüzde 3,5, ‘94'de ise yüzde
1,5 olarak gerçekleşiyor. Şirketlerin amor
tisman hariç net karları ise yüzde 121'lik
bir artış gösterdi. Bir başka hesaplamaya
göre 1994-’96 yılları arasında Fransa'nın
25 büyük tekeli, karlarını beşe katladılar.
Buna karşın çalışanların yüzde 60'ı ortala
ma ücretin altında aylık alıyor.
Tek başına bu rakamlar bile sefalet ve
zeng inl iğ in nas ıl hızl a karş ı kut upl ard a
biriktiğini gösteriyor. Bugün burjuva ölçü
lere göre Avrupa'da 50 milyonu aşkın kişi
yoksulluk sınırının altında yaşıyor, ve bu
rakam her yıl bir milyon artıyor. Fransa'da
500 bin kişi evsiz, 1,5 milyon insan sağlık
koşullarına uygun olmayan evlerde yaşı
yor. 1 milyon kişi yılda 4.500 dolar yardım
alarak “idare” edebiliyor. Bir başka bulgu
da Frans a gerç eğ in in ayn as ı ner ed eys e.
Yüksekokullarda okuyanların yüzde 49'u
zengin çocuğu ve işçi çocuklarının oranı
sadece yüzde 6. Fransa'da yüzde 20'lik en
üst tabaka gelirin yüzde 43,8'ini alıyor. En
alttaki yüzde 20'lik kesime ise kalan yüzde
6,1. En zengin bu yüzde 20 mülkiyetin de
yüzde 68,8’ini elinde bulunduruyor.
“İng ilt er e'de Eşitl iğ in Dur um u” adl ı
The İnstitute of Fiscal Studies'in yayınladı
ğı rapordaki belirlemeler ise İngiliz işçi ve
emekç il er in gid er ek köt ül eş en yaş am
koşullarını gözler önüne seriyor. Raporun
önsözünde ülkenin son 20 yılına damgasını
vuran en önemli olayın gelir dağılımında
büyüyen uçurum olduğu ileri sürülüyor.
Rapor'da 1983-93 yılları arasında toplu
mun en düşük yüzde 5'inin ücretlerinde
herhangi bir değişim olmazken, en zengin
yüzde 5'in gelirlerinde yüzde 50 artış orta
ya çıktığı belirtiliyor. 1961-93 yılları ara
sında reel ücretlerde artış yüzde 30 düze
yinde kalırken en zengin yüzde 5'in gelirle
rindeki artış yüzde 45'ten fazla. 1970'lerde
yoks ull uk sın ır ın ın alt ınd ak il er nüf us un
yüzde 6'sını oluşturuyorken bugün bu oran
yüzde 20 düzeyine ulaşmış bulunuyor.
En yoksul yüzde 10 GSMH'nın yüzde
3'ten daha azını alırken, en zengin yüzde
10 GSMH'nın yüzde 33'ten fazlasını alıyor.
Bir başka belirleme de İngiltere 'de böl
geler arasında büyüyen eşitsizliktir. Galler
ve İskoçya en fazla yoksullaşan bölgeler
olarak öne çıkıyorlar.
Bir başka yazının konusu olmakla bir
likte sermayenin temerküzündeki artışın
tekellerin artan etkinliğinin Avrupa sınıfsal
ve sosy al yaş am ınd a önemli son uçl ar
doğ urd uğ u ve doğ urm ay a dev am ett iğ i
belirtilebilir.
Alm any a'da (1987) san ay i işl etm e
lerinin bind e 3'ü (1000) topl am san ay i
işl etm el erin in yıll ık cir os un un yüzd e
43,4'ünü gerçekleştiriyorlar. Demek oluyor
ki binde 3, yüzde 99,7'nin toplam cirosu
nun yar ıs ın ı üret iy or. Yin e bu bind e üç
çalışanların yüzde 39,4'ünü istihdam edi
yor.
1950'de 886 bin 500 zanaatçı işletme
faaliyet gösteriyor, 1986'da bu rakam 489
bin e düş üy or. 1950'de tar ım sektör ünd e
63
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
çalışanların sayısı ise 1 milyon 646 bin
751, 1988'de bu rakam 1 milyon eksiliyor
ve 665 bin 517'ye düşüyor. Keza 1971'de
173 bin 576 olan perakende ticaretle uğra
şanların sayısı 1988'de 73 bine geriliyor.
Zanaat, tarım ya da perakende ticaretin
deki işletme ya da çalışanlar sayısındaki bu
önemli düşüş iki temel sonuç doğuruyor.
Tek ell er küç ük işl etm elere yaş am şans ı
bırakmadan hızla büyüyor. İkincisi kapa
nan küçük işletme sahipleri ve aileleri işçi
lerin saflarına akıyor. Gelişme iki yönlü
oluyor. Tekellerin sayısı artıkça küçük üretimle uğraşanların sayısı düşüyor, işsizlerin
sayısı da büyüyor. Küçük üretimin hızlanan tasfiyesi ile işçileşenler, hemen iş bulamıyor. İşçileşmek iş bulmak anlamına gel
miyor. Büyüyen gerçekte işsizler ordusu
dur.
Daimler Benz'le ilgili birkaç veri duru
mu açıkl am ay a yet er. Dai ml er Benz'in
cirosu 1993'te 97 milyar 737 milyon DM,
1994'te 104 milyar 75 milyona çıkarken
çalıştırdığı işçi sayısı 366 bin 736'dan 310
bin 551'e düşer. Bir başka Alman sanayi
devi Simens AC için de aynı şeyler söyle
nebilir. 1993'de 81 milyar 648 milyon DM
olan ciro 1995'de artarak 88 milyar 763
milyon DM'ye yükselir. Buna karşın işçi
sayısı 391 binden 373 bin 800'e geriler.
indirileceğini, KDV oranlarının azalacağı
nı, ücretlerin yükseleceğini, büyük çaplı
özelleştirmelerin durduralacağını, emekli
lerin haklarının korunacağını vb. bir dizi
konuda emekçilerin haklı telaplerinin kar
şılanacağını ileri sürdü.
İngiliz İşçi Partisi lideri Blair, Jospin
kadar “bonkör” davranmadı. Neo-liberal
politikalara esasen sadık kalacağını, ama
bu pol it ik al ar yür üt ül ürk en yoks ull ar ın
haklarının korunacağını vaad etti. 18 yıllık
muhafazakar cendereden sonra Tony Blair
İng il iz emekç il er i için en azınd an bir
nefeslenme molası olarak algılandı.
Jospin nispeten klasik sosyal-demokrat
söylemle amacına ulaşırken, Blair pespaye
neo-liberal politikaları “yeni-sol” olarak
sahiplendi. “Yeni sol”, “ekonominin kendi
kur all ar ı çerç ev es ind e işl em es in e özel
önem verilmelidir“ düşüncesindedir. Her
şey bu düstura uygun olmalıdır. Bunun için
teşv ikl er ver ilm el i serm ay en in “güv en”
içinde hareketi sağlanmalı, üretim süreci
nin yeni durumuna uygun olarak eğitim
yeniden örgütlenmeli, sermayenin lehine
olmak üzere “siyasi istikrar” mutlaka sağ
lanmalıdır. İskoçya ve Galler'de yerel mec
lislerin oluşturulması, Kuzey İrlanda soru
nunun çözümü için bazı adımlar atılması
bu aranan “istikrar” ihtiyacının ürünüdür.
İngiliz ve Fransız emperyalistleri dünya
çap ınd a şidd etl en en rek ab et kavg as ınd a
etkin olmak ve öne geçmek için çok yönlü
bir çabanın içindedirler. Fransa, ABD'nin
tazyikleri sonucu Afrika'daki pazarlarını
birer birer kaybetmekte, sözün doğrusu;
Afrika'dan sökülüp atılmaktadır. İngiltere
bug ün e değ in sürd ürd üğ ü ABD eks enl i
Vaadler ve Gerçekler
Fransız Sosyalist Partisi lideri Jospin,
Fransızların en öncelikli sorunlarını çöz
meye yönelik vaadlerde bulunarak sürdür
dü seçim kampanyasını. Jospin, 700 bin
kişiye yeni iş mikanı sağlanacağını, hafta
lık çalışma süresinin 39 saatten 35 saate
64
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
politik duruşu kısmen değiştirerek daha
rekabetçi kendi deyimleriyle “kişilikli” bir
dış pol it ik a izl em ek ist iy or. ABD'den
“bağ ıms ız”laşm ak ist ey en İng ilt er e ile
Fransa AB'de hem daha etkin olmak hem
de diğ er ulasl ar ar as ı rek ab et alanl ar ın a
hazırlıklı girmenin çabaları içindedirler.
Son birkaç yılda kapitalistlerin aşırı kar
hırsı gibi, emperyalistlerarası rekabet de
adet a dizg inl er ind en boş andı. Her bir
emperyalist ülke açısından emperyalist-ka
pit al izm in “eşits iz gel işm e yas as ı”nın
“mağdurları” olmamak, şiddetlenen reka
betten başarıyla çıkmak için bir dizi iç ve
uluslararası önlem alma ihtiyacı kaçınıl
maz hal e geld i. SSCB'nin yık ılm as ıyl a
dünyanın yeniden paylaşımı gündeme gel
di. Önceden Balkanlar’da kozlarını paylaş
tı emperyalistler. Bugünlerde sıra Kafkasya
ve Ortaasya'da. Enerji kaynaklarını (petrol,
doğalgaz) denetleyenlerin rakiplerine göre
üstünlük elde edecekleri açıktır. Buna karşı
hegemonya savaşında rakip sayısının artığı
da bir başka gerçektir. Bu dur umd a
“güç”lenmek, ülke içinde siyasi “istikrarı”
eld e etm ek emp ery al ist burj uv az i için
öncelikli bir konu haline gelmiştir. Emper
yalist burjuvazinin “sol” hükümetleri bu
ihtiyaca cevap verebildikleri ölçüde ikti
darda kalmaya devam edeceklerdir.
Fransa ve İngiltere'deki çiçeği burnunda
söz kon us u “sol” hük üm etl er in işç i ve
emekç il er in leh in e hen üz cidd iy e alın ır
hiçbir adım atmadıkları ortadadır. Halkla
rın yaş am ınd a öneml i hiçb ir değ iş im
olmadı. Fransız “sosyalist” hükümetinin
ilk icraatı, “yüksek gelir grubu”ndan alaca
ğını iddia ettiği ek vergilerden vazgeçmesi
oldu. Büyük çaplı özelleştirmelere karşı
olduğunu, bu nedenle, kapatılması planla
nan otomobil fabrikasına ilişkin kararın
iptal edilmesi için düzenlenen kampanyala
ra aktif olarak katılan Fransız sosyalistleri,
daha iktidarlarının ilk günlerinde söz konu
su fabrikanın kapatılmasına onay verdiler.
İngiliz İşçi Partisi ise icraatlarıyla kendisi
ne umut bağl ay an herk es i şaş ırtm ay a
devam ediyor. Devlet yönetimine ilişkin
büt ün öneml i bür okr at ik atam al ard a
Muhafazakar Partilileri tercih etmesi Blair
yanlılarını bile çileden çıkarmış durumda.
“Sol dalga”nın ardındaki itici kuvvetin
emekç il er in bir ikm iş tepk is in in old uğ u,
kimi “sol” hükümet değişikliklerinin bu
tepkinin oyların rengine yansıma gerçeğini
ifade ettiğini belirttik. Ama aynı zamanda
seçilen “sol” partilerin, burjuvazinin çıkar
larını savunan diğer siyasal partilerden
farksız olduğunu ve esasen ömürlerinin
uzunluğunu emekçilerin acil sorunlarına
yaklaşım tarzları olduğu kadar emperya
list-kapitalist burjuvaların ihtiyaçlarını ne
ölçüde karşılayacaklarının belirleyeceğini
vurguladık. Bir kez daha belirtilmelidir ki,
söz konusu partiler, emekçilerin taleplerini
ne karşılama isteğindedirler ne de prog
ramları ve yaklaşım tarzları ile böyle bir
yeteneğe sahip olabilirler. Onların görevi
emekçileri aldatmak ve birikmiş öfkeleri
nin herhangi bir patlamaya yol açmadan
sönümlenmesini sağlamaktır. Aynı zaman
da sermayenin çıkarları doğrultusunda top
lumsal yaşamın, ihtiyaç duyulan alanların
da yeniden düzenlenmesi için adımlar atıl
masına hizmet etmektir.
65
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Bütün bunların toplamından ne sonuç
çıkarılabilir? “Sol” partileri hükümete geti
ren sorunlar çözülmek bir yana daha da
ağırl aş ar ak varl ıkl ar ın ı kor uy ac akl ard ır.
İşsizlik artacak, ücretlerin düşme eğilimi
sürecek, eğer işçi sınıfı ve emekçiler tara
fından önü kesilmezse sosyal güvenlikle
ilgili hak gaspları devam edecek, özelleş
tirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma
kon ul ar ınd a işç il er leh in e herh ang i bir
gelişme olmayacak, çiftçiler her zamanki
gib i mağd ur edil ec ek, evs izl er in say ıs ı
büy üc ek, sosy al yaş amd ak i çür üm e ve
çözülme her zamankinden daha çok etkili
olacak vb.
örtüşmediği görülüyor. Yapılan bir anket
çalışmasında halkın yüzde 80'i özelleştir
meye taraftar değil ve özelleştirilen büyük
KİT'lerin tekrar devletleştirilmesini des
tekliyor. Nüfusun yüzde 43'ü ve İşçi Parti
si'ne oy ver enl er in yüzd e 61'i Sosy al ist
Planlamadan yana görüş bildiriyor. Halkın
yüzde 76'sı ise sınıf mücadelesinin sürdü
ğünü kabul ediyor. “Komünist” partilerin
klasik sosyal-demokrat partilere dönüştüğü
kimse için sır değil. (Gerçekte ideolojik
düzl emd e kom ün ist sıf at ı taş ım ay ı hak
eden ama pratik etkinlikte genelde başarılı
olmayan kardeş partileri nitelemenin dışın
da tut ar ız.) Kez a “sol” send ik al ar ın da
(Fransa'da sendikalaşma oranı yüzde 9'a
kadar düştü. İngiltere'de ise 1975'lerden bu
yana sendikalar, toplam üye sayısının yüz
de 50'sini kaybetti.) “eski tarz”da işçileri
aldatma şanslarının önemli ölçüde zayıfla
dığı açık. Zira burjuvazi ile işçiler arasında
uzlaşma köprüsü rolü oynayan eski sendi
kal anlayışın zemini giderek ortadan kalkıyor. Uzlaşmaya yanaşmayan ve saldırganlı
ğı her geçen gün artan burjuvaziye karşı
“uzlaşma” beklentileri, sadece zavallılığın
dışa vurumu anlamına gelir.
İşç il er in tal epl er in i yer in e get irm ey e
aday ve bu yönd e müc ad el ec i send ik al
anlayış ile yine aynı paralelde sınıfın genel
olarak iktisadi ve siyasi çıkarlarına sahip
çıkacak politik akım ve partilerin etkili
olma şansı artıyor.
Günümüzde söz konusu edilen “sol dal
ga” onu taşıyanları bir kenara fırlatarak,
“sol” koldan ilerleme potansiyeli taşıyor.
“Dalga”nın mevcut “sol”dan daha “sol”a
doğru açıkça eğilim gösterdiği ve göster
Günlerin Getirdiği
Emperyalist burjuvazinin mevcut “sol”
partilerin emekçi halklara yönelik kapita
lizmin vahşi saldırılarına karşı doğal olarak
kor uy uc u etk in tedb irl er alam ay ac ağ ı /
almayacağı ortada. O halde emekçilerin
yakıcı, güncel ve derhal çözüm bekleyen
talepleri hangi siyasal platformda ifadesini
bulacak. Doğal ve kaçınılmaz olarak söz
konusu “sol” partiler parçalanarak yeni sol
partilerin doğumuna yol açacaklar ya da –
eğer varlarsa– daha “uç”taki sol partiler
etkinlik kazanacak.
Avrupa'daki sol tandanslı partilerin ser
mayenin çıkarları doğrultusunda çaba gös
teren klasik burjuva partileri olduğu gerçe
ği Avrupalı emekçiler tarafından anlaşıldı
ğında, daha doğru ifadeyle bu bilince çıka
rıldığında Avrupa'da siyasal arayış hızlana
caktır. Daha bugünden İşçi Partisi'ni des
tekleyen İngiliz işçi ve emekçileri talepleri
ile İşçi Partisi'nin “yeni sol” programının
66
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
mey e dev am edec eğ i ner ed eys e kuşk u
götürmez bir gerçek.
Burada sorun daha “sol”da kimin dur
duğu. Avrupa açısından “euro-komüniz
min” günümüzdeki uzantılarının ve yanısı
ra kom ün ist sıf at ın ı hak eden part il er in
gelişme potansiyelinin her zamankinden
daha fazla olduğu ileri sürülebilir. Ayrıca
bir başka gelişme olarak da Fransız Komü
nist Partisi vb. gibi köklü geleneklere sahip
part il er in içind e işç i sın ıf ın ın çık arl ar ı
ekseninde politika yapmaya yönelen grup
lar ın, platf orml ar ın doğm a koş ull ar ının
daha fazla olanaklı hale gelişi, en azından
bu tip gelişmelerin nesnel zemini olgunlaş
mış bulunuyor. Demek oluyor ki “Avrupa
solunu” önümüzdeki dönem parçalanma
bekliyor. Bu parçalanma bir ayrışmanın ve
yeniden farklı tarzlarda birleşmenin ola
naklarını yaratabilir. Sol adına konuşan,
politika yapan her olgun sendika, dernek,
parti vs. bu parçalanma, ayrışma, oluşum
ile karşı karşıya gelmekten kaçınamazlar.
Bu ayrışma ve parçalanma sürecinin ilerici
bir nitelik taşıdığını, kom ün istl er in bu
sür eci doğr u tarzd a değ erl end ir eb ilmes i
gerektiğini belirtmek gerekir.*
“Sol”a yönelimin yakın tarihi süreçte
hızlanarak süreceği anlaşılıyor. Bu yöneli
mi yar at an madd i koş ull ar değ işm ed iğ i
sürece de bu eğilim devam edecek.
“Sol”a yönelim belli başlı üç biçimde
uç ver iy or. Bir inc is i; parl am ent er “sol”
partilerin güçlenmesi şeklinde gerçekleşi
yor. İkincisi; kitlesel ve militan grev ve
gösterilerde yankısını buluyor. Güney Kore
işçi sınıfının militan direnişi bunlardan
biri. ABD'deki UPS grevi bunun en güncel
örneği. Üçüncü; Meksika, Arnavutluk ve
çoktanberi devam eden Kürdistan devrimi
ve silahlı ayaklanmaları ile tepkinin silahlı
“şiddet”i de kapsayacak biçimde gösteril
mesi olarak açıklanabilir.
Doğ ald ır ki, “sol”a yön el imd e etk il i
olmaya çalışacak komünistlerin bu yöneli
min her üç biç im ind en de bul und ukl ar ı
yer e ve zam an a gör e yar arl anm as ın ı,
değerlendirip kullanmasını bilmeleri gerekir.
Bir inc i biç im in işç i sın ıf ı ve gen iş
emekçi yığınları parlamenter yolla burjuva
sist em e yen id en bağl am a yol u old uğ u,
ikinci gelişmenin kendiliğindenci ve düzen
sınırlarını aşmadığı ve ancak devrimci ve
komünist öncünün önderliği ile devrimci
sonuçlara vardırılabileceği, üçüncü biçimin
daha çok küçük burjuva önderliklerin dam
gasını taşıdığı ve devrimci patlamaların
kesin zafere ulaştırılamadan sönümlendiril
mesi tehlikesini gündemde tuttuğu bilince
çıkarılmalıdır. Ama bunların hiçbirisi başta
üçüncü ve ikinci biçim olmak üzere kitlele
rin “sol”a yönelik eğilimlerini kesintisiz ve
proleter devrimlere dönüştürülmesi koşul
larını artırdığı, artırmakta olduğu gerçeğini
karartmaz.
İşçilerin ve emekçilerin “sol”a yönelik
bu açıl ıml ar ı kuc akl an am azs a açıkt ır ki
yozlaşma kaçınılmaz olacaktır. Bu siyasal
yozlaşmanın kaynağı umutsuzluk ve çare
sizliktir. Bunun da anlamı açık; “sol”a doğ
ru giderken en sağa ulaşmak. Yani faşizmin
Avrupa semalarında bir kez daha hortlama
sı.
Faşizm Tehlikesi
67
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
Avrupa bakımından faşizm tehlikesinin
dah a bug ünd en öneml i bir yer tutt uğ u
gör ül üy or. 1972'de küç ük rad ik al sağ
örg ütl er in birl eşm es iyl e kur ul an Front
National’nın (Milli Cephe) 1984'de Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde Fransa çapında
yüzde 11 oy almasından sonra son seçim
lerde (1996) yüzde 15 oy toplaması tahli
kenin boyutlarını ortaya koymaya yeterli
dir.
FPÖ (Özg ür Avust ury a Part is i) 1987
seçimlerinde yüzde 9,7 oy aldı. 1990'da bu
oran yüzde 16,6'ya çıktı. 1994 seçimlerin
de ise yüzde 22,6 oy oranına ulaştı. Belçi
ka'daki Vlooms Blach (VB) ‘92 seçimle
rinde parlamentoya 12 milletvekili sokma
yı başardı. İtalya Toplumsal Hareket (MSI)
genel olarak yüzde 5 oy oranına sahipti.
Özellikle yoksul Güney kesiminde taban
buluyor. 1993 aralık genel seçimlerinde
yüzde 10 oy oranını aştı. Roma, Napoli
gibi büyük kentlerde yüzde 30 oranında oy
topladı.
Frans a, Belç ik a ve Avust ury a'dak i
faşist partilerin temel sloganları neredeyse
ayn ı. FN “Önc e Frans ızl ar” diy or.
FPÖ “Viyana Viyanalılarındır” şiarını yük
seltiyor. VB Fransızları takip ediyor, onla
rın da sloganı “Önce Belçikalılar”. Her üç
partinin aldıkları oy oranları dikkate alındı
ğında bu ırkçı-milliyetçi sloganların etki
gücü daha iyi anlaşılır.
Faş ist part il er in güçl enm es in e ned en
olan sorunlar ile, “sol” partilerin yelkenle
rin i şiş ir en tal epl er in yol açt ığ ı sor unl ar
aynıdır: İşsizlik, yoksulluk, evsizlik, gele
ceğ e olan güv ens izl ik, ahl ak i ve fiz ik i
çürüme vb. Farklı olan farklı çözüm yolla
rına yönelimdir. Faşist partiler “yabancı”
düşmanlığı temelinde propoganda yapıyor
lar. Bur ad ak i “yab anc ı”da kast ed il en in
“yab anc ı işç i” old uğ u açıkt ır. İşs izl iğ in
ned en i yab anc ıl ar gitt ikl er ind e her şey
düzelecektir. Bu söylemin arkasında Avru
pa’nın burj uv a devl etl er i vard ır. Faş ist
hareketlerin devletle bağlantıları defalarca
ortaya çıkmıştır. Faşist parti yöneticilerinin
bir çoğunun bulundukları ülkenin istihrabat
örgütleriyle doğrudan bağı olduğu açığa
çıktığında her zaman olduğu gibi kamu
oyundan gizlemeye çalışıldı. Ama Gladio
skandalları patladığında bir çok ülkedeki
faş ist part in in doğrudan NAT O eliyl e
örg ütl end iğ i bell i old u. Kontrg er ill an ın
mil it er güçl er i olar ak kull an ıl an faş ist
gruplar, emperyalist-kapitalist burjuvazinin
ikiy üzl ü ve saht ek arl ığ ın ı bir kez dah a
ortaya koydu.
Faşist partilerin daha da güçlenmesinin
önündeki en büyük engel olarak Avrupa
halklarının demokratik bilinci gösterilebi
lir. Faş izm in Avr up a ve düny a çap ınd a
yarattığı tahribatın zihinlerde bıraktığı iz
henüz tazeliğini korumaktadır.
Hem bu olgular hem de (20'li, 30'lu yıl
larda olduğu gibi) sistemli politik bir akım
olmanın ötesinde dağınık tepki gruplarını
andıran faşist hareketlerin halkların talep
lerini formüle edecek bir toplumsal model
sunamamaları faşizmin önündeki nesnel
engellerdir. Kabul edilmelidir ki '“sol” dan
etkili bir çıkış olmaması halinde, her şeye
karşın faşist partilerin güçlenmeye devam
edec eğ i ve bur ad an har ek etl e “sol dal
ga”nın bir sağ, faşist “dalga” halinde belir
68
“Sol” Dalga Nereye Kadar?
mesi halinde şaşırmamak gerektiği belirtil
melidir.
Almanya'da işsiz 4 milyon 447 bin kişi
den bir i olan Nic o “Bu böyl e gitm ez,
Almanlar işten çıkarılıp yerlerine yabancı
ları alıyorlar”. Ya da 16 yaşındaki Patrick,
“yabancılar veba kadar tehlikeli” diyor.
“Veba kadar tehlikeli” faşizmin bir kez
daha Avrupa halklarının başına bela olma
ması Avrupalı komünistlerin, devrimcile
rin, ilericilerin militan antifaşist mücadele
siyle gerçekleşebilir. Faşist hareketlerin, en
kudurgan temsilcileri oldukları emperya
list-kapitalizmin sonuçları üzerine dema
gojilerinin işçi yığınları üzerinde ciddi bir
etkide bile bulunmasını engellemenin tek
yolu, işçi sınıfı hareketine komünist hare
ketin devrimci önderlik görevlerini başa
rıyla gerçekleştirmesinden geçecektir.
69
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
Siyasal Rejimin Açmazı ve
Devrimci Görevler
– Hüseyin Demircioğlu –
Son dönemlerde, devletin yüksek kade
mel er ind e ve siy as al part i sözc ül er in in
açıklamalarında da görüleceği gibi rejim
oldukça sıkıntılı dönemler yaşıyor. Kuşku
suz, bu sıkıntının odağında “Kürt Sorunu”
ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi bulun
maktadır. Gerek iktisadi olgular bakımın
dan ve ger eks e siy as al pl and a, baz en
dol ayl ı ve baz en de dol ays ız bir etk id e
bulunan Kürt ulusal sorunu artık uluslara
rası bir sorun olarak da TC'yi derinden
sarsmakta ve zora sokmaktadır.
Verili somut siyasal koşullar da göster
mektedir ki, bütün faşist ve gerici partiler,
itibarların ı ve güv en il irl ikl erin i kaybet
mekle kalmamış, gerekli kitle desteğini de
öneml i ölç üd e yit irm işl erd ir. Son yer el
seç iml erd e RP ve MHP'nin oyl ar ınd ak i
görece yükselme, en başta mevcut büyük
partileri düşündürmüş ve nedenleri üzerin
de durmaya yöneltmiştir. Mevcut politika
ve icraatları gözönünde alındığında; bütün
partilerin geleneksel politikalarının iflas
ettiği, siyasal partilerin tekmili birden bir
kokuşma, içten içe çürüme ve yozlaşma
için e gird ikl er i, ahl ak i bir çök ünt ün ün
yaşandığı ve halktan soyutlandıkları orta
dadır.
Refah Partisi, siyasi yaşamından henüz
bir yönetme deneyimi bulunmadığından ve
mevcut kirlilik ve kokuşmadan yeterince
nasiplenmediğinden bu yönüyle diğer par
tilerden ayrılmaktadır. Ancak, RP'yi asıl
konuşturan faktörler; onun sahte eşitlik,
“Adil düzen” masalını tekrarlaması, mev
cut siyasal rejimin dışında bir oluşum ola
rak kendini tanıtmaya çalışması ve toplum
sal çelişkilere, haksızlıklara yer yer dokun
70
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
mal ard a bul unm as ınd and ır. MHP ise,
tamamen ırkçılık bayrağını dalgalandırıp,
PKK düşmanlığını temel alan bir anlayışla
saldırgan bir şovenizm taraftarlığı yaparak
mevcut potansiyeli kanalize etmeye çaba
harcıyor.
Halihazırda hiç bir parti %25'leri aşabi
lecek bir oy potansiyeline sahip değildir.
Bunun en belirgin nedeni Kürt sorunudur.
Kürdistan'da yükselen mücadele tüm dev
let kurumlarının yanısıra, siyasal partileri
de eritmiş ve gerçekliklerini tüm çıplaklı
ğıyla dışa vurmuştur. Şimdilerde Karayal
çın da dah il tekr arl an an “ya bit ec ek ya
bitecek” nakaratı, nerdeyse mevcut gerici
ve faşist partileri bitirme noktasına getir
miş bulunurken, Kürt ulusal kurtuluş güç
lerinin giderek güç kazandığı açıktır.
Daha açık anlatmak gerekirse, “milli
mutabakat” iflas etmiştir. MGK başkanlı
ğınd ak i pol it ik a ve dir ekt ifl erl e işl ey en
parl am ent o ve koa lisy on; çöz üms üzl ük,
açmazlık ve handikaplarla karşı karşıyadır.
70 yıldır zorla halka dayatılan kemalist
resmi ideoloji de aynı şekilde sorunlara
yanıt olamadığı gibi, faşist bürokrasi ve
ideo logl ar d a art ık bun u sav un am az
durumdadır. Ne idüğü belirsiz olan kema
lizm; kah ırkçı, kafatasçı ve turancılığa
karşı gibi gösterilerek yığınlara “sol” ola
rak sunulmaya çalışılmış ve bunda zaman
zaman da başarılı olunmuş, kah dinsel ide
oloj iy e day al ı şer ia tç ı güçl er e panz eh ir
old uğ u söyl en er ek, söz üm on a lai kl iğ in
teminatı olarak gösterilmiş ve yine çoğun
lukla komünizmin gelmesinin esas engeli
olarak kemalizmin daha fazla savunulması
ist enm iş ve bund a da gör ec e ve takt ik
başarılar elde edildiği görülmüştür.
Faşist rejim, sermaye ve onun ideolog
ları kemalizm aracılığıyla gerek sağa ve
gerekse “sol” olarak bilinen pek çok çevre
yi aynı potada eritmeyi başarmış ve sömü
rü düzenini bu şekilde sürdüregelmiştir.
Doğr us u, Türk iy e'nin gel en eks el “sol”u
uzun yıll ar kem al izm'in der in etk il er in i
taşımış ve politik mücadelede bir türlü ide
olojik bağımsızlığını kazanamamıştır. Bu
durum, ancak 1970'li yılların başında İ.
Kaypakkaya tarafından aşılabilmiştir.
Geleneksel “sol”un kemalizm'in etkisini
taşıması herşey bir yana, yığınların ve işçi
sınıfının siyasal bilincini karartmış ve pers
pektifsiz bırakmıştır. Uzun yıllar revizyo
nist TKP ve işç i part i(ler i)si, kem al izm
bayrağıyla yürümüş ve onu “sol” olarak
tanıtmaya araç olmuştur.
Son on yıllık bir süre içinde yükselen
Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi (KUKM)
kemalizmin ipliğini pazara çıkarınca, pek
çok devr imc i çevr en in yan ıs ır a, rad ik al
islamcılar da bayrak açtı. Gelinen noktada
kemalizmin sefaleti yaşanmakta ve iflas
kabul edilen bu “ideolojinin” hiç bir olu
şum tarafından cesaretle savunulamadığı
görülmektedir.
On yıllardır okullarda, askeri kışlalarda
ve diğer resmi kurumlarda beyinlere şırın
ga edilen kemalizmin, militarizmin elinde
bir zor sopası olarak işçi ve emekçi yığın
lara karşı kullanıldığı görüldükçe, kimseler
tarafından savunulamaz bir duruma gelme
si kaçınılmaz oldu.
Resmi ideolojinin iflası ve yıkımı, üni
versite ve diğer kurumların yanısıra, burju
71
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
va ideologlarını da yeni arayışlara yöneltti.
“İkinci cumhuriyetçiler”, bir kısım alevi
dernekleri ve bazı islamcı çevreleri bu yeni
arayışların kapsamı içerisinde yer almakta
dır. Kez a “mis ak-ı mill i”cil ik “ülkenin
bölünmez bütünlüğü” üzerinde and içerek
var olmaya çaba harcayan, Cem Boyner
başkanlığındaki “Yeni Demokrasi Hareke
ti” vb. oluşumlar da aynı çizgi üzerinde
bulunmaktadırlar.
Açıktır ki, siyasal rejim ve sermaye,
değişen koşullara uygun düşecek yeni poli
tik arayışlar içindedir ve deneme yoluyla
hangi oluşumun güç olabileceğini bekle
mektedir.
Son dönemlerde pek çok resmi kuru
mun öne sürdüğü “din ve devletin barışma
sı” yönündeki arayışın en güçlü olasılık
olarak öne çıktığı söylenebilinir. Bu çözü
mün iki ayağından birini devletten giderek
kopan radikal islamın yeniden devlete bağ
lanması oluştururken, diğerini de Kürt Ulu
sal Mücadelesi'nin ayrılma yönündeki iste
minin boğulması ve değişik ulus ve etnik
kökene bakılmaksızın “üniter devlet” anla
yışının kotarılması oluşturmaktadır.
Bel irtm ek ger ek ir ki siy as al rej im;
yığınların nabzını elinde tutmak için bir
yandan politik atmosferi koklamakta, diğer
yandan da buna uygun düşecek çözüm ara
yışlarına ağırlık vermektedir.
Peki, nedir bu yeni koşullar ve değişen
atmosfer? Şimdi de bulguları değerlendir
meye çalışalım.
Ort ad oğ u’n un başt a ABD ve diğ er
emperyalist devletler bakımından önemi
gözönüne alındığında, Türkiye'nin bölge
için oldukça büyük bir yer kapladığı görü
lecektir. “Yeni Dünya Düzeni”nin her ne
kadar “ölü doğan bir bebek” olarak, düzen
sizlik olduğu kanıtlandıysa da, emperya
listler bu politikadan vazgeçmiş sayılmaz
lar. “Yeni Dünya Düzeni” ABD'nin “koru
yucu” şemsiyesi altında, tam bir hegemon
ya içind e söm ürg e ve bağ ıml ı ülk el er in
hizaya gelmesi demekti. ABD'nin bilgisi
olmadan yaprak kıpırdamayacak, taş yerin
den oynamayacaktı.! “Körfez savaşı”nın
ard ınd an Irak'a ders ver ilm iş ve hiz ay a
get ir ilm işt i. Ezil en ulusl ar ın kurt ar ıc ıs ı
kes il en ABD ve diğ er emp ery al istl er,
Güney Kürdistan topraklarında “tampon
bölge” kurmak suretiyle uydu bir Kürdis
tan'ın inşası için koşulları olgunlaştırıp,
gerekli vizeyi de kamuoyuna sunmuşlardı.
Körf ez sav aş ınd a Türk iy e, tam am en
emperyalist efendilerin buyruğuyla sonu
belirsiz bir maceraya girişti. Nasıl olsa
“bir koyup üç alacak”lardı. Emperyalist
plan; Musul ve Kerkük'ün de dahil olduğu
bu zengin petrol bölgesini Irak'ın deneti
mind en kop ar ıp Türk iy e'nin den et im in e
vermeyi öngörüyordu. Ancak, emperyalist
lerarası uzlaşmaz çıkar çelişkileri, ganimeti
payl aşm ad a kend in i dış a vur unc a plan
gerçekleşmedi.
Çekiç Güç'ün bu bölgeye konumlandı
rılması baştan itibaren Türkiye kerhen des
tekl ed i. Zir a, ikt is ad i-siy as i ve ask er i
bağımlılık bunu dayatıyordu. Türkiye ege
men sınıfları “Birleşik bir Kürdistan”ın
oluşumuna karşı olduklarını, hatta Güney
Kürdistan'daki gelişmelerin dahi kendileri
ni huzursuz ettiğini her vesileyle ifade ede
rek, Kuz ey Kürd ist an'ın kend il er ind en
kop ar ılm a iht im al in in kab ull en em ez bir
72
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
durum olduğunu belirtip, bu hususta bir
çıkar çatışması bulunduğuna ilişkin efendi
lerine serzenişte bulundular.
Sonuçta Türkiye; zengin koca tarafın
dan fena halde aldatılmış, “Körfez sava
şı”nda her türlü uşaklık rolüne karşın, bıra
kalım “üç alma”yı, savaştan dolayı pek çok
olanaktan yoksun kalmış, Irak'a uygulanan
emperyalist ambargodan da birinci derece
den olumsuz etkilenerek derin bir iktisadi
krize yuvarlanmıştı.
Gerek ABD'yi gerekse diğer emperya
listleri asıl kaygılandıran PKK'ydi. Zira
PKK bir türl ü hiz ay a gelm ey ip, “Yen i
Düny a Düz en i”ne kaf a tutm ay a dev am
ettikçe bunun emperyalistlerin çıkarına ters
düşeceği ortadaydı ve bu durum “uydu bir
Kürdistan” için baş engel teşkil etmektey
di... PKK'nin bu özellikleri onun pek çok
devlet tarafından “terörist” ilan edilmesine
gerekçe yapılıyordu. Nitekim, Türkiye'nin
“terörizme karşı mücadele”de yalnız bıra
kılmaması ve her türlü silah, askeri araç ve
teçhizatla donatılması, emperyalistlerin en
temel görevlerinden birisiydi. Türkiye'nin
sık sık efendilerinden “terörizmin bitiril
mesi” amacıyla yardımla birlikte süre iste
mesinin temelinde bu anlayış yatmaktadır.
Şayet, PKK teslim alınır, radikalizmden
arındırılır ve uysallaşırsa, o durumda “uy
du Kürd ist an” plan ı dah a kol ay yaşam
bulacak ve Talabani-Barzani işbirlikçileri
nin sahip oldukları “itibar”da kendilerine
tanınacaktı.
Bütün bu dış ilişki ve çelişkilerin Türki
ye'yi derinden etkilediği, iç kamuoyunun,
bas ın ve bür okr as in in bu sor unl ar a ilg i
duyduğu, tartıştığı ve çözüm önerileri üze
rinde hesapların yapıldığı, gelişmelerden
görülmektedir. TC'nin “terörizmin kökü
nün kazınması” amacıyla efendilerine biç
tiği sürenin tutmaması, KUKM'nin bıraka
lım teslim alınmasını, her türlü şiddet ve
zorbalığa karşın giderek daha geniş bir ala
na yayılması, hesapları alt üst etmektedir.
Gel in en nokt ad a Kürd ist an Ulusal
Sorunu; Türkiye'nin gerek iktisadi ve siya
si, gerek toplumsal ve yaşamsal tüm birim
lerini derinden sarsmaktadır. Bunca güçlü
bir devlet geleneği, küçümsenemez ordu ve
militarizm (bütün uydurma kahramanlıkla
ra bakılmazsa) tam anlamıyla bir çözülme
ve yenilgi psikozu içindedir. Kısacası; “üç
beş çapulcu” devlete ve siyasal rejime diz
çökt ürm üş; ord u, bür okr as i, ist ihb ar at
birimleri ve parlamento çözümsüzlük ve
acizlikle işin içinden nasıl çıkılacağının
hesabını yapmaktadır.
Gen elkurm ay ve MGK'nın “alç ak
yoğ unl ukt a sav aş” itir af ı bil e dur um u
anl atm ay a yetm em ekt e, onl arc a sav aş
uçakları ve helikopterler, tanklar, dağın
t aş ın may ınl anm as ı, yak ıl an orm anl ar,
yıkılan ve talan edilen köyler, ilçeler ve
iller, onbini aşan insan kaybı, ekonomik
iflasın yanında siyasal erkin içine girdiği
der in ve kaps aml ı bun al ım, gerç ek bir
savaşın tablosunu en çıplak şekliyle gözler
önüne sermektedir.
TC artık Kürt ulusunu yönetemez duru
muna düşmüştür. Tersini söylersek, Kürt
Ulusu eskisi gibi yönetilmek istemeyip,
bağımsızlığını haykırmaktadır. Sömürgeci
lik zinciri giderek zayıflamakta, kopmaya
yüz tutmaktadır.
73
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
10 yıldır devam etmekte olan kirli sava
şın faturası oldukça ağırdır. Bu faturaya en
büyük itiraz Türk tekelci sermayesinden
gelm ekt ed ir. Serm ay e öneml i bir paz ar
kaybıyla yüzyüzedir. Başta tüketim nesne
leri gelmek üzere, pek çok metanın Kürdis
tan'da satılmasının yolları giderek ortadan
kalkmaktadır. Beyaz ve kahverengi eşya ile
tekstil ürünleri pazarı daraldıkça, sermaye
nin kar oranları da düşme kaydetmektedir.
Üstelik, yıllardır Kürdistan'dan Türkiye'ye
akmakta olan artıklar ve kar transferleri de
durmuş bulunmaktadır. Aynı şekilde, Tür
kiye ekonomisini besleyen önemli bir ham
madde kaynağı da durmuştur.
Her ne kadar sermaye, sürmekte olan
savaşa karşı sesini yükseltmeye çalışıyorsa
da bu, onların olası bir “Bağımsız Kürdis
tan”a yeşil ışık yaktıkları anlamına gelme
mektedir. Sermayenin talebi daha çok “kıs
mi haklar”ın tanınması ve savaş giderleri
nin kısıtlanması yönündedir. Türk tekelci
sermayesi, “Misak-ı Milli” sınırlarının ve
“Ülkenin bölünmez bütünlüğü”nün korun
masını esas alan ve bunda ısrar eden bir
çözümü isterken, bir kısım burjuva demok
ratik taleplerin tanınması eğilimini taşı
maktadır. Onlar, Kürtlere eğitim-öğretim
ve kültürel haklarını vermekle “ülkenin
birliği”nin korunacağı hesabı ile ehveni-şer
tutumunu benimsiyorlar.
Sermayenin çıkarı; Kürdistan'daki ham
madde ve artıkların transferinin devamını,
ucuz işgücü olanaklarından yararlanma ve
kend i ürünl er in in bu paz ard a serb estç e
dolaşımını gerektirmektedir.
Hükümette Revizyon ve Kabine
Değişikliği Neye İşaret
Kürt Ulusal hareketi giderek, uluslara
rası düzeyde kendisinden daha sıkça söz
ettirmekte, evrensel bir çok kurum soruna
ilgi duymaktadır. TC'nin yoğun olarak işle
diği suçlar ve insan haklarının hayasızca
çiğn enm es i, “kend i topr akl ar ın ı sav aş
uçaklarıyla bombalaması” ve daha pek çok
ins an i boy ut un sıkç a ihl al edilm es i, bu
kur uml ar ın ilg is in i çekm ekt ed ir. Alm an
menşeli askeri araçların Kürt halkına karşı
kull anm as ı ves il es iyl e uyg ul an an kıs a
erimli ambargolar, ABD'nin askeri yardım
ları insan hakları ihlalinin kaldırılmasına
endekslemesi ve ambargo tehditi, Ortadoğu
sorununda TC'nin işlevi, olası bir “Kürt
Devl et i” proj es in in hay at a geç ir ilm es i,
Kıbrıs sorununda TC'nin haksız bir zemin
de ısrar etmesi ve vb pek çok uluslararası
sorun gözününde bulundurulduğunda, hiç
kuşkusuz TC'nin dış ilişkileri ve politikası
önem kazanacaktır.
Ancak unutmadan belirtelim ki, emper
yalistlerin bütün bu sorunlara ilgi duyması
nın tem el ned en i onun ins an hakl ar ı ve
ulusl ar ın bağ ıms ızl ığ ın ı sav unm as ınd an
kaynaklanmamaktadır. Bu, tamamen bir
çık ar ve heg em ony a kurm akl a ilg il id ir.
Emp ery al istl er in asıl dest ek sund uğ u
gücün TC olduğu unutulmamalıdır. Yaptı
rım tehditlerinin altında daha fazla taviz
kop arm ak ist em i yatm akt ad ır. Hay at i
önemde olmadıkça TC, zaten tavizde sınır
tanımaz bir esnekliğe, (bağımlılığın da bir
sonucu olarak) zaten sahiptir.
Her şeyin iç içe geçtiği, kimin elinin
kimin cebinde olduğu, at izinin it izine
karıştığı bu karmaşık ilişkiler yumağında
elbetteki sorunları ve ilişkileri doğru kav
74
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
ramak ve tahlilde bulunmak oldukça güç
tür.
TC'nin Dış işl er i Bak anl ığ ı ve faş ist
bürokratlarının bu karmaşık ilişkiler içinde
değiştirmesi ne tesadüfi bir olay ve ne de
basit bir kabine değişikliği olarak görüle
mez. Bunun altında daha çok TC'nin ve
emperyalistlerin çıkarlarının bir çatışma
dönemine girdiği, emperyalist baskıların
daha fazla yoğunlaşacağı yatmaktadır. Hik
met Çetin'in uluslararası tekeller ve lobiler
le içli dışlı olması bir güvensizlik kaynağı
olarak görülmekteydi. Ve Çetin'in bu güç
ler in tal im atl ar ın ın dış ın a çıkm ay ac ağ ı
sezileri, O'nun değiştirilmesine vesile ola
rak görülebilir.
Burada, emperyalistlerin “Kürt politika
sı”nın da görece bir değişikliğin gözlem
lendiği diğer bir faktör olarak belirtilebili
nir. Bu değişikliğin daha çok, TC'nin uygu
ladığı şiddet ve savaşın zayıflatılması ve
giderek terkedilmesi yönünde kendini dışa
vurduğunu belirtmek abes olmasa gerek!..
Mümtaz Soysal'ın Dışişler Bakanlığı’na
terfi edilmesini daha çok belirtmeye çalış
tığ ım ız bu karm aş ık ilişk il er in son uc u
olduğu söylenebilinir. Yanısıra, Soysal'ın
özell eşt irm ey e karş ı tut um u ve sor un a
engel çıkarma girişimlerinin de bu şekilde
ortadan kalkacağı hesabı yapılmıştır. Soy
sal, bugüne değin, her ne kadar burjuva
liberal bir aydın intibasını vermişse de,
O'nun ırkçılık düzeyine varan milliyetçiliği
ve Kürt sorunundaki tutuculuğu Dışişler
için biç ilm iş kaft an olar ak gör ülm es in e
neden olmuştur. Mümtaz Soysal, uşak ve
uydu basın ve medya tarafından “Batı kar
şıtlığı”, “antiemperyalist fikirlere sahip”
biri olarak tanıtıldıysa da bu gerçek dışıdır.
Soysal, antiemperylist bir niteliğe sahip
değildir. O'nun bazı reformlar yanlısı oldu
ğu, devletin ve siyasal rejimin dikenlerin
den kısmen de olsa arınması gerektiği ve
“sosyal demokrasi” (!)yi savunduğu söyle
nebilir. Bu nitelikler ve özellikler itibariyle
Soys al, Dış işl er i’nd e TC'nin çık arl ar ın ı
daha çok savunacak, yer yer emperyalistle
rin haks ızlıklarına tutum alarak çıkışlar
yapacak ve fakat klasik dışişleri politika
sından da ayrılmayacaktır.
Emperyalist baskılara rağmen Irak'la
diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi doğrul
tusunda çaba içine girecek ve en önemlisi
de Kürt düşmanlığı tutumunu en açık şekil
de dışa vurup, olası bir “Kürt Devleti”nin
oluş um un a eng el olm ay a çal ış ac akt ır.
Mümtaz Soysal'ın Dışişleri Bakanlığı'na
atanmasına bir başka faktör de, SHP için
deki muhalif kanadın dizginlenmesi yat
maktadır. Koalisyonun koltuk destekçisi ve
“kirli savaş”ın ortağı SHP; tüm kamuoyu
baskısına, yoğun oy kaybına ve kendi taba
nının itirazlarına rağmen kirliliğe, siyasi
yozlaşma ve çürümeye, sermaye ve faşiz
min tal epl er in e yan ıt olm ay a dev am
etmektedir. Son revizyonunda bunu gözö
nüne serdiği açıktır. SHP, oy kaybının ger
çek nedenini araştırma yerine, artan milli
yetçilik ve şovenizm dalgasına o da kendi
ni kaptırmış ve mitinglerde daha fazla Kürt
düşmanlığı politikasıyla oy kaybının önle
neceği hesabı içindedir.
Koa lisy on un gid er ek zay ıfl am as ı ve
milletvekili istifalarının bir türlü bitmek
bilmemesi sonucu, bu kez faşist MHP'nin
de fiilen koalisyona eklemlendiği ve Tür
75
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
keş'in sık sık T. Çillerle gizli görüşmeler
yap ar ak takt ikl er verd iğ i bil inm ekt ed ir.
Hatta öyle ki, MHP ve bazı bağımsız mil
letvekillerinin SHP'siz bir koalisyon planı
yaparak, olası bir erken seçimle DYP ile
ittifak içine girebileceği dahi düşünülmek
tedir.
MHP zaten başlangıçtan itibaren faşist
kirli savaşın önemli bir dinamiği durumun
dad ır. Pek çok kadr os u, Kürt ill er ind e
korucubaşı, özel tim komutanıdır. Yine,
son yerel seçimlerde karakol ve polis okul
larındaki sandıklarda, tüm oylar MHP'ye
atılmıştır. Ordu içinde, ikinci ve üçüncü
derecedeki subayların önemli bir bölümü
MHP'lidir. Zaten Kürt düşmanlığı ile artan
şovenizm ve ırkçılık da en fazla MHP'nin
işine yaramakta, güç kazanmasını sağla
maktadır.
Ord un un da çöz ülm e, mor als izl ik ve
gerilla karşısında tutunamayıp dağılmayla
yüzy üz e kalm as ı, gid er ek kirl i sav aş ın
çoğunlukla sivil faşist odaklar tarafından
yürütülmesi planını daha çok öne çıkar
maktadır.
MGK'nın son on yılın dökümünü yaptı
ğı “Kürt raporu” bu çözümsüzlüğü bir kez
daha ortaya koymaya yetmektedir.
Bu süre içinde toplam 960 köyün yakı
lıp harabeye çevrildikten sonra boşaltıldığı,
yalnızca operasyonlara 987 trilyonun har
candığı ve savaş faturasının 4.2 katrilyon
olarak tahmin edildiği, operasyonlar sonu
cu yüzbinlerce hektar ormanın yakıldığı ve
bu durumun doğal ekolojik dengeyi bozdu
ğu; pek çok mağara ve tarihi kültür mirası
nın yok olduğu, MGK'nın raporunda itiraf
edilmektedir.
TC ve Gen elkurm ay ’ın kend i ins an
kayb ın ı dev aml ı olar ak düş ük göst er ip,
öldürülen gerilla sayısını yüksek gösterme
si ve bu şekilde psikolojik savaş üstünlüğü
nü elinde tutarak moral kazanmaya önem
verdiği bilinmesine karşın, yine de verdiği
rakamların tüyler ürperten boyutta olduğu
ortadadır. Buna göre; 244 subay, 621 astsu
bay, 930 uzman çavuş, onbaşı, 5644 er ve
275 emniyet mensubu olmak üzere toplam
7614 kişinin yaşamını yitirdiği yazılmakta
dır. Bu say ıl ar a 4036 köy kor uc us u da
ekl en inc e 11.750 (onb irb in) kiş il ik bir
ord uy u sav aşt a kayb ett iğ i bizz at MGK
tar af ınd an kab ul edilm ekt ed ir. Bu sür e
içinde 2 savaş uçağı, 3 helikopter, 5 savaş
tankı devre dışı kalmış ve binlerce sakat
insan bu ayıbı taşıyarak savaşa devam edil
mesi istenmiştir.
Savaşta gerilla ve KUKM kayıplarının
dök üm ü de şöyl e sır al anm akt ad ır: 6443
ger ill a, 3330 PKK yanl ıs ı (ki bunl ar ın
çoğunluğu PKK sempatizanı bile sayılma
yacaktır) aynı süre zarfında 13.000 gerilla
nın sakat kaldığı ve onbinlerce kişinin de
gözaltına alınarak çoğunun tutuklandığı da,
MGK'nın raporu arasında yer almaktadır.
(Kaynak Özgür Ülkeye aittir)
Bu sayıların da kanıtladığı gibi, gerilla
ve Ulus al Kurt ul uş Müc ad el es i “üç beş
çap ulc u” ile ifad e edilm ey ec ek kad ar
büyük, donanımlı ve yetkindir.
MGK'nın kendi denetimine aldığı ve
hizaya soktuğu burjuva basını, bu kirlilik
içinde promosyon savaşı ile kupon verme
ye devam etmektedir. Kokuşmuş ve köhne
miş burjuva siyasal rejim kadar, basın da
kirl enm iş, yozl aşm ış ve köhn em işt ir.
76
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
Onyıllardır milyonlarca işçi ve emekçiyi,
yığınları terörize eden, karayı ak gösteren
ve insan beyni ve yüreğini teslim alarak
kirliliğe alıştıran basın ve medyadır. Günü
müzde medyadan daha fazla, insanı afyon
layıp uyuşturan başka bir nesneden bahse
dilemez.
Şay et 10 yıld ır dev am eden “kirl i
savaş”ın acı ve dram at ik son uçl arı hala
bil inm iy ors a ve hal a bu kör kuy un un,
“devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü”
adı altında saklanarak anlaşılması sağlana
mıyorsa bunun en baştaki nedeni medyadır.
Şayet bu medya, İngiliz basın kuruluşu
BBC'nin İsrail askerlerinin Filistinli bir
gerillanın kolunu nasıl kırdığını saptadığı
gibi saptasaydı, ve aynı yayın kuruluşunun
Falkl and Adal ar ınd ak i İng il iz vahş et in i
tarafsız ortaya koyma tutumunu benimse
miş olsaydı acaba kirli savaş hala bu denli
savunulabilinir miydi?
ABD'nin Vietnam vahşetini izleyen bir
gazetecinin, askerlerin yaşlı bir Vietnamlı
kad ın ın baş ın a day att ıkl ar ı sil ah ı vey a
küçük bir çocuğun arkadan nasıl kurşun
landığını görüntülemesi savaşın kaderini
ABD’nin aleyhine değiştirmeye yetmedi
mi?
TC, ABD'nin Vietnam'daki uygulamala
rın ın da, İsr ai l'in mazl um Fil ist inl il er e
uyguladığı terörün de beterini Kürdistan'da
uygulamaktadır. Ne var ki medya, kör ve
sağır yaşamakta ve sermayenin buyrukla
rından ayrılmamakta ayak direttikçe sava
şın vahşet tablosunu yığınların öğrenmesi
ne olanak yoktur.
Basın kuruluşları; televizyon ve gazete
ler tekelci sermayenin ellerindedir. Serma
ye, bu kuruluşlara kar amacının yanısıra,
kurulu sistemin korunması görevi yükle
miştir. Pek çok basın kuruluşu devlettten
kredi alarak ayakta durmaktadır. Böyle bir
ilişki ister istemez basına diyet, borç öde
me yükl em ekl e kalm am akt a, ideo loj ik
etk inl ik sağl am an ın da vazg eç ilm ez bir
aracı durumuna getirmektedir. Köşe yazar
ları, gerçeği ortaya koyma, doğru haber
yayma ve yazma, inceleme ve sorgulama
yerine, sahibinin sesine göre şekillenmekte
ve ona uygun konuşmaktadır.
Bir kısım bağımsız ve demokrat basın,
hem gücü itibariyle ve hem de siyasal reji
min ağır bask ıl ar ın a mar uz kald ığ ınd an
yeterli etkinliği ortaya koyamamaktadır.
Faşist rejimin muhalif basına yönelik saldı
rıları, ağır cezalar uygulaması ve kapatarak
milyarlık para cezalarına tabi tutması da
egem enl er in tah amm üls üzl üğ ün ü ort ay a
koymaktadır. Son bir yıl içinde, pek çok
akademisyen, araştırmacı yazar, sendikacı
ve aydın “terör suçlusu” olarak tanımlan
mış ve cezaevlerine kapatılmıştır. Onlarca
devrimci ve sosyalist dergiye uygulanan
ağır para cezaları ve kapatma davaları yet
miyormuş gibi yazıişleri müdürleri de olur
olmaz bahanelerle tutuklanıp cezalandırıl
maktadır.
Faşist rejimin ve sermayenin bu taham
mülsüzlüğü ve siyasal saldırıları, onun bir
avuç egemenler dışında milyonlarca işçi ve
emekçiye ve Kürt ulusuna uyguladığı dik
tatörlüğün bir sonucudur. Devlet ve rejim
sermayeye demokrasi, milyonlarca işçiye,
emekçi memurlara ve tüm halka koyu bir
baskı, terör, işkence ve tutuklama uygula
maktadır. Bu terörü kınayan, ona destek ve
77
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
güç vermeyen her kurum, kişi, çevre ve
parti hemen soruşturma ve kovuşturmalara
maruz kalmaktadır.
Parl am ent o; en açık dej en er asy on a,
yozl aşm ay a ve kok uşm uşl uğ a örn ekt ir.
Kendisi generaller tarafından kapatıldığın
da ve göstermelik parti kapatmaları günde
me geldiğinde avazı çıktığı kadar bağırıp,
yakınan burjuva faşist parti liderleri, asker
lerin papucunu dama atarcasına cuntacı,
darbeci ve yasaklayıcıdırlar. 2 Nisan darbe
si bunlardan biridir. MGK'nın buyruğuyla
DEP milletvekillerinin dokunulmazlığının
kaldırılarak vekilliklerinin düşürülmesi...
ardından hepsinin apar-topar tutuklanarak
sorg ul anm as ı, burj uv a parl am ent on un
sah ip old uğ u “dem okr as i”(!) anl ay ış ın ı
gözler önüne sermektedir.
Koa lisy on hük üm et i, örn eğ in e end er
rastlanan bir pişkinlikle alttan yığınları ve
işçi sınıfını, “demokratikleşme paketi” ile
oyalamakta, açıkça alay etmektedir. Onla
rın demokratikleşme dediği, tıpkı 141 ve
142'nin kaldırılarak, yerine daha baskıcı ve
terörcü bir yasa olan “anti-terör yasası”
örneğinde olduğu gibi, yeni faşist yasa ve
kar an am el er çık ar ıp ezil enl er i terb iy e
etmenin bir aracı durumuna getirmekten
başka ne olabilir ki?
Hele hele işçi sınıfı suskunluğunu koru
dukça, memurlar sustukça kısacası, tüm
halk yığınları geniş ve kitlesel bir direniş
ve mücadele ortaya koymadıkça, burjuva
zinin; ezilenlerin lehine düzenlemelerde
bulunmasına ve demokratik haklar tanın
masına hemen hemen hiç olanak yoktur.
Özg ürl ük ve dem okr as i müc ad el es i,
tüm yığınların sınıfsal kavgası ve direni
şiyle başarılı olabilir. Kazanılmış haklar
her dön emd e müc ad el e son uc und a eld e
edilmiş ve hiçbir zaman burjuvazi tarafın
dan hed iy e edilm em işt ir. Bu bağl amd a,
koa lisy on un “dem okr at ikl eşm e” mas al ı
kimseyi aldatıp, rehavete götürmemelidir.
Diyelim ki, basına yönelik baskılar ve
verilen cezaların kaldırılması ve olası bir
“bas ın aff ı” anc ak, cidd i ve kar arl ı bir
mücadele sonucunda hayat bulur. Yazarla
rın, sendikacıların ve aydınların susturul
masını amaçlayan bu yaptırımların boşa
çıkarılması tamamen bir kampanya sonucu
yap ıl ar ak, oluşt urul ab il ec ek cidd i bir
kamuoyu baskısı bu yasayı iptal edecek ve
rafa kaldıracaktır. Yoksa, siyasal rejimin
hiçbir gereklilik yokken, kendisinin çıkart
tığı bir yasayı iptal etmesi ve o yasadan
hüküm giyenleri salıvermesi düşünülemez.
Türk egemenlik sistemi, başka KUKM,
olmak üzere hem işçi sınıfına ve hem de
emekçi memur hareketine yönelik oldukça
kapsamlı bir saldırı, susturma ve sindirme
içind ed ir. Bu sald ır ıl ard an gençl ik ve
kadınlar da nasibini almaktadır. Rejim, tüm
kötülüklerin, zamların ekonomik bunalı
mın nedeni olarak, Kürt Ulusal Mücadele
sini göstermekte ve bunu vesile yaparak,
herkesin fedakarlık yapmasını istemekle
kalmayıp devlete itaat edilmesini empoze
etmektedir. Bir yandan bankalara, ve tekel
ci sermayeye ucuz faizle kredi verirken,
diğer yandan da 1 milyona yakın işçinin
bağıtlanmış toplu iş sözleşmesi farklarını
ödememekte, “zorunlu tasarruf fonu” adı
altında toplanan paraları zamanı geldiği
halde iade etmeyip el koymakta ve memur
larla alay edercesine 1 kg peynir dahi alı
78
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
namayacak kadar komik bir “zam”la onları
açlıkla yüzyüze bırakıp “fedakarlık” iste
mektedir.
Bir yandan teslim alınan sendikalar ve
onl ar ın bür okr at başk anl ar ı arac ıl ığ ıyl a
sınıf, eylemsizliğe ve hareketsizliğe sürük
lenirken, diğer yandan da özelleştirme sila
hı ile işçi sınıfının sendikal kazanımları ve
örgütlülüğü dağıtılarak kanatları yolunmak
istenmektedir. Özelleştirme planı devreye
konulduğundan bu yana pekçok işletme,
işyeri ve belediye de bu fırsattan yararlanıp
yüzbinlerce işçiyi işinden etmiştir. Henüz
özelleştirme gerçekleşmediği halde, bunca
işçinin işten atılması düşündürücüdür. Yal
nızca belediyelerde bile Mart'tan bu yana
50 bini aşkın işçinin iş akdinin feshedilme
sinin özelleştirmeyle direk bir bağı bulun
madığı ortadadır.
Görüldüğü gibi, hem özel tekelci ser
maye ve hem de kamu sektörü özelleştir
meyi bahane edip, sınıfın en yiğit, mücade
leci ve deneyimli kesimini üretim dışına
atmakta ve bu şekilde sınıfın eylemi dina
mizmini içten içe zayıflatmayı amaçlamak
tadırlar.
İşçi sınıfı, sermaye ve siyasal rejimle
bir hesaplaşmaya girmez, kitlesel bir eylem
ortaya koymaz ve somut iktisadi ve siyasi
tal epl erl e meyd anl ar a dök ülm ezs e dah a
kaps aml ı bask ıl arl a yüzyüz e kal ac akt ır.
İşçi sınıfı, sendikal gericilik barikatını mut
lak a yıkm al ı ve send ik al bür okr as in in
rejimle danışıklı dövüşünü deşifre etmeli
dir.
Sendikal bürokrasinin, işçi sınıfı içinde
ki burjuva ajanlar veya onların gizli temsil
cileri olduğu unutulmadan sınıfın, ilk dar
beyi bu kesime vurması, küçümsenemez
bir başarı ve ilerleme olacaktır.
İşçi sınıfı, kendi gücüne güveni esas
almadıkça, inisiyatifi ele geçirmedikçe ve
kendi öz sınıf talepleriyle meydanlara çık
mad ıkç a, işt en atılm al ar a, zor çal ışm a
koşullarına ve rejimin yoğun saldırılarına
set çekemez. İşçi sınıfı, Kürt Ulusal Müca
delesine destek vermeyi bir demokrasi ve
özgürlük sorunu olarak görmelidir. Zira
Kürt ulusunun özgürlüğe kavuşması, işçi
sınıfının, demokrasi ve siyasal özgürlük
mücadelesine de hizmet edecektir.
İktisadi ve Siyasal Bunalım, Devrimci
ve Sosyalist Güçlere Yeni Olanaklar Sunu
yor
Bir ülkede; siyasi ve iktisadi göstergele
rin istikrarlı seyretmesi, toplumsal huzur
suzluk ve hoşnutsuzluğun kendini dışa vur
mam as ı, egem enl er in nef es bor ul ar ın ın
açık ve sistemin herhangi bir ciddi tehditle
yüzy üz e olm ad ığ ın a işar ett ir. Bu tür
durumlarda siyasi iktidar kendini kolaylık
la üretebilir. Devamlılığından zorlanmadan
ilerleyebilir ve alttan yığınları yönetmekte
pek fazla engelle karşılaşmaz.
Mevcut gösterge ve toplumsal görüngü
ler Türk egemenlik sisteminin huzur ve
istikrarını değil, bunalım içinde olduklarını
ve yönetmekte hayli zorlandıklarını göster
mektedir. Ne var ki, derin iktisadi ve siya
sal bunalım, sınıf çatışmaları ve bir dev
rimci ve sosyalist alternatifle birleşemezse,
işçi sınıfı ve diğer muhalif toplumsal dina
mikler, bir eylem dalgası ile faşist iktidarı
tehdit etmekten uzaksa; daha da önemlisi,
öznel (subjektif) koşullar yetersiz ve elve
rişli değilse bu durum; en başta mevcut
79
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
iktidarların büyük bir tehdit altında olma
dığını ifade eder.
Türk siyasal rejiminin durumu da, verili
konjonktürde buna benzer bir durum gös
term ekt ed ir. Sist em i pekç ok hast al ık
kemirmekte, ateşi yükselmekte ve fakat
bütün bunlar onu ölüme ve yıkıma götüre
cek düzeyden uzaktır.
Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi
kendi öz dinamikleriyle önemli bir mesafe
sağlamış; taleplerini, sömürgeci egemenlik
sistem in e day atm ış, ancak işçi sınıfı ve
emekçilerin gerekli desteğini kazanamadı
ğından hedefine ulaşamıyor. Bundan dış
koşulların da etkisi ve rolü unutulmamalı
dır.
İşçi sınıfı; özelleştirme, işsizlik ve sen
dikasızlık saldırısına maruz kalmasını, enf
lasyonun getirdiği önemli geçim sıkıntıları
na rağmen, hala bir direniş ve mücadele
kararlılığı sergilemiş değildir. Korku yıl
gınl ığ ı aşam am ış, güc ün e güv ens izl iğ i
yıkamamış ve devrimci ve sosyalist hare
ketlerden uzak durmaya devam eden işçi
sınıfından bilinçli ve iradi bir mücadele
kararlılığını beklemek abestir.
Gerek işçi sınıfımız ve gerekse emekçi
memur hareketinin, onca saldırı ve dayat
malara, yaptırım ve haksızlıklara rağmen
güçli bir karşı koyuş ortaya koyamaması
kendi başına irdelenmeye muhtaçtır.
Sınıfın tam bir hareketsizlik ve eylem
sizlik içinde olduğunu ileri sürmek yanlış
olacaktır. Hatırı sayılır eylemlilikler, yer
yer polis ve diğer militarist güçlerle lokal
düzeyde karşı koyması ve iktisadi hakların
kazanımı için ülke çapında eylemlere baş
vurması gözardı edilemez gelişmelerdir.
Zaten sınıfın bilinç düzeyi, örgütlenmede
aldığı mesafe, dayanışma kültürü, deney ve
tecrübe zenginliği, sendikal bürokrasi ve
gericilik tarafından pasifizm ve reformcu
öğelerle sisteme bağlanması ve özellikle de
marksis-leninist donanıma sahip bir öncü
den yoksunluğu, siyasal rejimi sarsacak
eylemler ortaya koymasına engeldir.
Gerek özgürlük ve demokrasi mücade
les ind e kend ind en söz ett ir en devr imc i
har ek et ve ger eks e, kom ün ist zem ind e
yeralan politik oluşumlar olsun (mevcut
durumlarıyla) sınıfa ve emekçilere gerekli
güv en i verm ekt en uzakt ır. Dem okr at ik
devrimci hareketlerin bazı bireysel eylem
lerine rağmen, sahip olduğu kültür ve ahla
kın yanısıra, çarpık demokrasi bilinci, hot
zotçuluğu ve kitlelere güvensizliği, yanlış
strateji, program ve taktiklerle birleşince
bu durum, işçi sınıfı ve emek cephesinin
kend il er ind en uzak durm as ın a ned en
olmaktadır. Bu kesimin kendi saflarında
cereyan eden şiddet girişimleri ve yer yer
silah kullanılması da sınıfın tepkisini çek
mektedir.
Komünist saflarda yeralan ve marksiz
mi leninizmi temsil eden grup, hareket ve
“parti”lerin bütün siyasal olgunluk, yerleş
miş sosyalist kültür, ahlak ve mücadelede
işçi sınıfını temel almaları tek başına yeter
li değildir. İyi niyetli ve samimi tüm uğraş
lara rağmen hala marjinallikten kurtulama
mal ar ı, işç i sın ıf ı ve emekç il er e yet erl i
güveni vermekten uzak olmaları, düşündü
rücüdür.
Toplumsal olaylara ve siyasal rejimin
içinde bulunduğu genel ve kapsamlı buna
lımların yarattığı olanaklara rağmen ML'le
80
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
rin bir güç olamamasının nedenleri üzerine
yoğunlaşmak ve marjinalliği aşmak önem
taşımaktadır. Faşist siyasal iktidarın hemen
hemen hergün yeni saldırılara başvurması
na, kazanılmış kısmi hakları rafa kaldırma
sına ve yeni iktisadi ve siyasi yaptırımlar
devreye koymasına karşın sosyalistlerin
her somut durumu iyi değerlendirip taktik
ler geliştirdiğini söylemek ham hayal olur.
Karşıdevrimin her bir saldırısı, devrimci ve
sosy al ist takt ikl erl e yan ıtl anm ad ıkç a ve
yığınların beklentilerine karşılık verilme
dikçe, komünistlerin görevlerini ve tarihsel
sorumluluğunu yerine getirdiği söylene
mez.
Açıkç a söyl em ek ger ek irs e, nesn el
koşulların sunduğu herbir olanağın mark
sist-leninistler tarafından yeterince değer
lendirilemediği ve bu durumun da işçi sını
fının güvensizliğine neden olduğu açıktır.
İşçi sınıfı yazımızdaki iç tutarlılığa ve teş
hir ve propoganda da neleri nasıl kullandı
ğımızdan ziyade, pratiğimize bakıyor. Han
gi toplumsal olaya karşı, nasıl bir pratik ve
eylem sergilediğimiz işçi sınıfını daha faz
la ilgilendiriyor. Taktik savaşımda, devrim
ci mücadele araçlarını yerli yerinde kulla
nıp kullanmadığımız, bu araçların işçi sını
fı tarafından benimsenip benimsenmediği,
enflasyon, işsizlik, zamlar, faşist yasalara
karşı mücadele vb. vb. gibi somutluklarda,
ML'lerin hangi somut siyasal eylem progr
amları geliştirdikleri ve hangi kampanyala
rı örgütledikleri işçi sınıfı ve emekçileri
örgütlemede önem taşımaktadır. Sözgelimi
faşist rejim ve bürokrasinin gerçekleştirdi
ği yolsuzluk ve hızsızlıkların ve tekelci
serm ay ey e peşk eş çek il en trily onl ar ın,
somut olarak ve belgeleriyle gözler önüne
sergilenmesi ancak bir kampanya ile sağla
nır. Aynı dur um, sağl ık eğit im ve kirl i
savaş için de geçerlidir. Bunların yerine
get ir ilm es i gör ev i, sosy al ist önc ün ün
sorumlulukları arasındadır. Somut siyasal
kampanyalar ve bu kampanyalarda kullanı
lan propaganda ve ajitasyon araçları ve
etkin bir dil, işçi sınıfının örgütlenip öncü
ye güven duymasını sağlamada önemli bir
yere sahiptir.
Ne var ki, marksisit-leninist hareketle
rin (kimi yerel çalışmalarını saymazsak)
güçlü, birleşik kampanyalar gerçekleştir
diklerini söylemek oldukça güçtür. Kısaca
sı, bu alanda izlenen politika; “deve kuşu
misali”ni anımsatır türdendir.
Devrimci-demokratik saflarda olduğu
gibi, marksist-leninistler bakımından da
eylem birliği, sınıf çıkarlarını gözetme ve
devl et in sald ır ıl ar ın a karş ı ort ak tut um
alma ve ortak savaşımı geliştirme bilinç ve
sorumluluğu yanlış ve çarpıktır. Bu çarpık
lık da yığınları olumsuz etkilemekle kal
mamakta, uzak durmaya sevketmektedir.
Her grubun kendini beğenmesi ve beğen
dirmeyi esas alması, grupsal rekabetin her
zeminde kendisinden sözettirmesi, sınıfın
şimşeklerini üzerine çeken bir başka konu
dur. Bu anlayış, işçi ve emek cephesini de
grupl ar a bölm ekt e ve karş ıdevr im ve
mücadelede gücünün zayıflamasına neden
olmaktadır.
Marksist-leninistlerin (en azından bir
böl üm ün ün) ort ak irad e ort ay a koym a
yönündeki samimi çabaları, işçi ve emekçi
leri de heyecanlandırmakta, ilgi ve desteği
ni almaktadır. Birlik yönünde atılan her
81
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
som ut adım, hiç kuşk u yok k i, mevc ut
olumsuzluk ve handikapların önemli bir
bölümünü aşacak, sınıfın sosyalistlere bes
lediği güvensizliği giderecek ve öncü ile
sınıfın ayrı duruşunu önemli ölçüde yok
edecektir. Birlik; mevcut koşulların, devri
me sunduğu olanakları daha iyi görecek,
değ erl end ir ec ek ve kan al iz e edec ekt ir.
Marjinal bir yapının kendi olanaklarıyla
baş ar am ad ığ ın ı, ort ak sosy al ist irad e
kolaylıkla başaracak ve toplumsal olaylara
müd ah al e etm ed e yol alac akt ır. Siy as al
kampanyaların hayat bulması, siyasal teş
hir görevinin yerine getirilmesi ve propa
gand a ve ajit asy on un etk il i, cezb ed ic i
gücünün ortaya konması; güçlü bir irade ve
ML'ler in birl iğ in in sağl anm as ıyl a dah a
başarılı olacaktır.
Sosyalist saflardaki dağınıklığın kısmen
gid er ilm es i, işç i sın ıf ın ın küm el end iğ i
işletme ve fabrikalarda kendini konuştur
makla kalmayacak, buralarda yoğunlaşarak
bir kale haline getirmeyi başarmada daha
büyük olanaklara sahip olacaktır. Fabrika
ve işl etm el er in feth ed ilm es i ve üret im
disiplini içinde işçi sınıfının örgütlenmesi,
devr im ord us un u enin e ve der inl iğ in e
yetkinleştirecektir.
Parti kültürü ve fikrinin geliştirilmesi,
siyasal olgunluk ve tutarlılığın yerleştiril
mesi, bilinçte ve örgütlenmede daha önem
li mesafelerin alınması, en başta teori ile
prat ik aras ınd ak i gör ec e kop ukl uğ a son
verecek, sınıfın bütün olanaklarını merke
zileştirip harekete geçirecektir.
Mevc ut dur umd a; var olan devr imc i
olanakların devrime kanalize edilememesi
nin temel nedeni, güçlü ve tutarlı bir siya
sal oluşumun bulunamamasından kaynak
lanmaktadır. Siyasal rejim ve devletin içine
girdiği yıkım, ekonomik darboğaz, siyasal
bunalım, kangrene dönüşen pekçok soru
nun bir türlü aşılamaması, muazzam çürü
me, yozl aşm a ve hoşn uts uzl uk, gid er ek
devrime kanalize etmektedir. Siyasal parti
ler, kitl el er i kend il er in e bağl am ad a ve
inandırıcı olmaktan her geçen gün daha
fazla uzaklaşmaktadır. Bütün bu veriler,
sosyalistlere daha büyük görevler yükle
mekte ve sorumluluğunu arttırmaktadır.
Kitle mücadelesinde esas engel haline
gel en pas if izm ve sağc ıl ığ ın aşılm as ı,
öncünün içinde bulunduğu zaafların gide
rilm es i ve yen i ufukl ar ın açılm as ı için,
somut eylem planları ve güçlü kampanya
larl a tüm araçl ar ın devr ey e kon ulm as ı
gerekmektedir. Nesnel koşulların yarattığı
elverişli durumu değerlendirmek ve devri
me kan al iz e etm ek pol it ik önc ünün en
temel görevidir. Ve bunu başarmak, öznel
koşulları işlevine kavuşturmak elimizdedir.
Devrimci Yaşam Dergisi
Eylül 1994
82
Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler
83
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
Bir Deneme
Marksizmde Kategori ve
Kavramların Yeri, Kavramların Dili
1- Kavrayışın ve pratiğin
dayanak noktaları olarak
kategori ve kavramlar
Tart ışm as ız kab ul ett iğ im iz olg u
şu: Kategoriler ve kavramlar doğayı yeni
den şekillendirme –ki bu fiili bir gelişme
dir– ve kavrama sürecinde oluşurlar. Kate
goriler ve kavramlar, insanların kavrayış
faaliyetinin veya hareketinin birer aracıdır
lar. Bu olg uy u, tart ışm as ız bir gerç ek
yapan nedir? Bu sorunun cevabını kavra
ma sürecinin gelişme seyrinde görüyoruz.
İnsanların doğa hakkında kapsamlı ve
der in bilg iy e sah ip olm al ar ı, böyl el ikl e
doğa üzerinde etkide bulunmaları, doğanın
olanaklarının (güçlerinin) insanın varlığını
sürdürebilmesi için kaçınılmaz olan gerek
sinimlerine tabi kılınması, işte bu kavrayı
şın vey a bil inçl enm en in (bil inçl il iğ in)
amacıdır.
Bilinçlenme veya kavrayış oldukça kar
maşık bir süreçtir. Ama bütün karmaşıklı
ğına rağmen bu süreci birbirini takip eden
–tam aml ay an– iki aşam ad a topl ar ız.
a) Duyumsal kavrayış, b) Teorik düşünme.
a) Duy ums al kavr ay ış aşam as ı: Bu,
insanın bütün –beş– duyum organlarıyla
pasif değil aktif-canlı; pratik faaliyet için
deki gözlemidir. Doğadaki ve de toplum
daki süreçleri ve gelişmeleri salt bu şekilde
gözlemlemekle en fazlasıyla gerekli mater
yaller toplanmış olur, ama bu materyallere
dayanarak gerçek üzerine derin bir bilgiye
sahip olmak henüz sözkonusu değildir. Bu
aşamada; canlı gözlem, bilimsel-gerçek
kavrayışın bir önkoşulunu oluşturur.
84
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
Duyumsal kavrayış aşamasında nesne
ler üzerine doğadaki ve toplumdaki süreç
ler ve gelişmeler üzerine önemli bilgiler
elde etmiş oluruz. Ama bu bilgiler/veriler
yüz eys eld ir-gözl eml en en in yüz ey ind ek i
gelişmeler hakkındaki bilgilerdir. Dolayı
sıyl a kavr ay ış sür ec in in bu aşam as ınd a
yani duyumsal kavrayış sürecinde önemli
olanl a öneml i olm ay an, zor unl u olanl a
tesadüfi olan, genel olanla münferit olan
arasında bir ayrım koyacak durumda ola
mayız. Bilincin veya kavrayışın (idrakın)
amacı bu ayrımı/farkı koymaktır. Aksi tak
dirde insanın doğayı, onun yasalarını tanı
ması ve onu kendine tabi kılması bir hayal
dir.
b) Teorik düşünme aşaması: İlk aşama
da, duyum organlarımız vasıtasıyla elde
ettiğimiz materyali belli bir düzene sok
mak, orad ak i yüz eys el gör ün üml er in in
altındaki gerçeği; özü, zorunluluğu; neden
selliği, belli bir yasaya uygunluğu bulup
çık artm ak için (bil inc e çık artm ak için)
kavrayış süreci devam ettirilir ve yeni kav
rayış araçlarıyla bir üst aşamaya çıkartı
lır. Bu üst aşamayı veya kavrayış/bilinçlen
me sürecinin ikinci aşamasını soyutlama
ve genelleme oluşturur. Böylelikle soyutla
ma ve genelleme teorik düşüncenin araçla
rı olurlar.
Bilinç, beynin bir ürünüdür, bir fonksi
yon ud ur, yüks ek der ec ed e örg ütl enm iş
madde olarak beyin bilincin, düşünmenin
organıdır. Beynin –tabii ki burada sözko
nusu olan, insan beynidir– soyutlama ve
genelleme faaliyeti ile objektif dünyanın
yas al ar ı keşf ed il ir. Nesn el er in içt e gizl i
kalan, öze tekabül eden bağları, ilişkileri
açığa çıkartılır. Soyutlama ve genelleme,
kavr ay ış ın old ukç a etk il i bir er arac ıd ır
lar. Soy utl am ayl a doğ ad a ve topl umd a
süreçlerdeki ve gelişmelerdeki önemli olan
ile önemli olmayan, zorunlu olan ile tesa
düfi (raslantı) olanı ayrıştırırız. Genelleme
de bize nesnelerin ve görünümlerin (geliş
melerin) iç temel ve bağını, nedenini ve
yasasını ve bütünselliklerini ortaya çıkart
mamıza olanak sağlar. Genelleme olmaksı
zın bilimsel kavrayış da olmaz.
Gen ell em en in son uçl ar ı tesp it edil ir
(saptanır). Bunlar anlamlarını kavramlarda,
kat eg or il erd e, yas al ard a vs. bul url ar.
Örneklersek; kavram olarak "devrim"de
onun esas ve özgül içeriği genelleştirilmiş
tir. Kavram olarak "işçi sınıfı" veya "burju
vazi" de bu sınıfların esas ve özgül yönleri,
bu sınıfların her birini bir diğeri karşısında
karakterize eden özellikleri genelleştiril
miştir. Kavram olarak "insan" da, bütün
ins anl ar a özg ül ne vars a onl ar ın heps i
genelleştirilmiştir.
Demek oluyor ki, kategoriler ve kav
ramlar, insanın soyutlama ve genelleştirme
faaliyetinin sonucudur. Kavram ve katego
riler, bilince çıkartılanların ifade formları
dırlar. Kavram ve kategoriler, kavrayışın
düğ üm nokt al ar ıd ır. Çünk ü kavr am ve
kategoriler nesnelerin doğadaki ve toplum
daki süreçlerin gelişmelerin en önemli ve
esasa özgü yönlerini ifade ederler.
Kavr am ve kat eg or il erd e, ins an ın
(düş ünc es in in) obj ekt if düny ay ı hang i
ölçüde özümlediğini görürüz. Çünkü kav
ram ve kat eg or il er ins an düş ünc es in in
kaz an ıml ar ın ı, obj ekt if düny an ın özün e
sızma derecesini, bu alandaki ilerleyişini
85
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
ifade ederler. Yanıltıcı olmayanlar; kavram
ve kategoriler, salt safi düşüncenin ürünü
değildirler. Kavram ve kategoriler, insanın
sadece teorik değil, aynı zamanda pratik
faaliyetinin de ürünleridirler. Dolayısıyla;
ins an ın prat iğ i ne denl i kaps aml ı/der in;
zengin olursa, insanın pratiğindeki tekno
loji ne denli yüksek seviyede olursa, doğa
dak i ve topl umd ak i gel işm el er in özün e
inme; onların iç, en önemli bağlarını ortaya
çıkarma daha çok olanaklı olur ve böylece
yeni ve daha derin anlamlı kategori ve kav
ramlar oluşturulur veya sözkonusu alanda
ki kavram ve kategoriler daha da kapsam
laşırlar; yani sözkonusu olayın içeriği, özü
kategori ve kavramlarla daha kapsamlı ola
rak tanımlanabilir. İlkel toplumdaki insa
nın, kend in i doğ a güçl er in e tab i kılm a
sürecinden bugüne gelen gelişmesi; doğaya
tabi olmaktan, onu kendine tabi kılması,
onun bilinçlenmesinin ve bunu da bir dizi
kavram ve kategorilerle ifade etmesinin
sürecidir. Öyle ki, insan, doğa yasalarını, o
objektif yasaları tanımak ve kendi çıkarı
için onlardan yararlanmak durumuna çok
tan gelmiştir. Yasalar ise; ister toplumda
isterse de doğada olsun, ancak ve ancak
kategori ve kavramların yardımıyla tanım
lanabilirler. Bu anlamda Lenin şöyle der:
"…kategoriler, … dünyanın kavranma
sının aşamalarıdır, ağdaki düğüm noktala
rıdır; bu noktalar ağı kavramaya ve ona
hakim olmaya yardımcı olurlar." (Lenin;
"Aus dem Phil os oph isch en Nachl ass",
Dietz Verlag Berlin, 1958, s. 97)
Kategorilerin ve kavramların oluşması
na götüren yol, uzun ve karmaşıktır: Bu
yolda; veya bu süreçte kavrayış ve pratik iç
içe geçmiş, kaynaşmıştır. Pratikten kastedi
len, özellikle üretim faaliyetidir. Kısacası,
kategori ve kavramların oluşumunun temel
ve çıkış noktası pratiktir. Öyleyse; bir kate
goriyi teorik olarak formüle etmeden, bir
kavramı bilimsel olarak formüle etmeden
önce, objektif gerçeklik sürecinde; dünya
nın fiilen özümlenmesi sürecinde uzun ve
karmaşık bir yolun/mesafenin katedilmesi
gereklidir.
Kavr am ve kat eg or il er in içer ikl er i
objektiftir. Çünkü onlar gerçek dünyayı,
kendi (dünyaya) özgü bağlamlarıyla yansı
tırlar. Yani kavram ve kategoriler objektif
dünyanın fotoğraflarıdır.
Kategori ve kavramlar tarihi bir karak
ter taşırlar. Onlar tarihi koşulların ürünü
dür; insanlığın pratik faaliyetinin ve kavra
ma faaliyetinin, tarihi gelişme seyri içinde
doğarlar.
Kat eg or i ve kavr aml ar ın tar ih i bir
karakter taşımaları, maddi koşulları doğdu
ğunda yeni kavram ve kategorilerin oluştu
rulacağı anlamına geldiği gibi, yine maddi
koşulları doğarsa mevcut kavram ve kate
gorilerin gelişecekleri ve değişime uğraya
cakları anlamına da gelmektedir. Öyle ki,
bu gelişim ve değişim sürecinde birtakım
kavram ve kategoriler –insanın kavrayış ve
pratik faaliyetinin seyri içinde– daha fazla
anlamlı, daha belirgin anlamlı.
Demek oluyor ki, kavram ve kategorile
rin gelişmesi tamamen kavrayışın genel bir
yasasına tabidir. Bu yasa, insan bilgisinin;
bilinçlenmenin görece gerçeklerden geçe
rek mutlak gerçeğe doğru gelişme yasası
dır. Böylelikle veya bu süreç içinde idrakın
gelişmesinin her bir yeni tarihi aşaması
86
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
kavram ve kategorilerimizi daha da somut
laşt ır ır, der inl eşt ir ir ve bunl ar ın herb ir i
görece gerçekleri ifade ederler ve her bir
kavram ve kategori mutlak gerçeğe doğru
katedilen yolun ileri aşamalarını oluşturur
lar.
Görüyoruz ki, kavram ve kategoriler
kavrayışımızın dayanak noktalarıdırlar. Biz
onl ar ı, gerç eğ in doğr u tan ıml anm as ı ve
kavranması için dayanak noktaları olarak
kullanırız. Pratiğimizi belirleyen düşünce
lerin her biri, ifadelerini belli yasalarda,
kavramlarda ve kategorilerde bulmaktadır
lar. O halde; kendini kavram ve kategori
lerde, teorilerde ve yasalarda (kavram ve
kategoriler için söylediklerimiz teori, yasa,
hipotez, düşünce vs. için de geçerlidir) ifa
de eden siyasi düşüncemiz yanlış ise bizim
pratiğimiz de yanlış olur veya yanlış faali
yete sürükler.
ğin kategorileri de dahildir) oldukça genel
karakterde olan kavramlardır. Felsefede
kat eg or il er doğ ad a ve topl umd a her bir
sürecin, her bir hareketin yönlerini ve iç
bağlamlarını genelleştirirler. Örneğin; içe
rik, biçim, çelişki, nicelik, nitelik, ölçü vs.
Bunlar materyalist diyalektiğin kategorile
rinden sadece bazılarıdır.
İster tek tek bilim dallarına özgü kav
ram ve kategoriler olsun, isterse de felsefe
de kavram ve kategoriler olsun, bunların
hepsi –yukarıda belirttiğimiz gibi– tarihi
karakter taşırlar. Yani bunlar, ister özgül,
ist ers e de en gen el kar akt erl i ols unl ar,
süreç içinde; insan bilgisinin, bilincinin
gelişmesine paralel olarak gelişmişlerdir.
İnsanlık tarihi veya insanlığın bilgilenme
tarihi aynı zamanda kategori ve kavramla
rın gelişme tarihidir.
Objektif dünya, sadece, insan bilincin
den bağımsız oluşuyla tanımlanamaz. Bu,
sorunun bir yönüdür. Sorunun diğer yönü
de, objektif dünyanın sürekli hareket ve
değişim içinde olduğudur. O halde burada
sözkonusu olan, objektif dünyanın sürekli
gelişme ve değişim içinde insan iradesin
den bağımsız olarak var olmasıdır. Her an,
insan iradesinden bağımsız olarak objektif
dünyada bir şeyler ölüyor, eskiyor, bir şey
ler doğuyor vs. Dünyanın bu şekilde kavra
nışı; gelişim ve değişen-hareket içinde olan
dünya olarak kavranışı diyalektik materya
lizm ile metafizik materyalizm (idealist
düny a gör üş ü-fels ef e) aras ınd ak i tem el
farklılıktır.
Demek oluyor ki, objektif dünya geliş
me ve değişim içindeyse, kavram ve kate
goriler de objektif gerçeği yansıtıyorlarsa;
2) Materyalist diyalektikte gelişme
ve değişmenin kategori
ve kavramları
Her bir bilim dalının kendine özgü kav
ram ve kategorileri vardır. Örneğin politik
ekonomi biliminde "meta", "para", "işgü
cü", "emek", "artıdeğer" vs. fizikte "ışık",
"kitle" vs. sözk on us u her bir bilim için
temel olan kavramlar, o bilim dalının kate
gorileri olarak adlandırılırlar.
Her bir bilim dalının kendine özgü kav
ram ve kat eg oril eri fels efed e kullanılan
(felsefi) kavram ve kat eg oril erd en ayırt
edilmelidir. Çünkü birinci durumdaki kav
ram ve kat eg or il er özg ün iken, ikinc i
durumdakiler (felsefi) geneldirler: Felsefe
de kategoriler (buna materyalist diyalekti
87
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
yani gelişen ve değişen dünyanın her bir
gelişim ve değişimini yansıtıyorlarsa, onlar
da –kavram ve kategorilerde– gelişim ve
değişim içindedir. Aksi takdirde gelişen
gerçekliği; değişen objektif dünyayı; deği
şen ve gelişen-hareket içinde olan doğa ve
toplumu değişimleri, gelişmeleri ve hare
ketleri içinde yansıtamazlar. Buna göre,
sadece değişen, gelişen kategori ve kav
ramlar, hareketli-akıcı kavram ve kategori
lerle teçhizatlanmış bir düşünce, gelişen
gerç ekl iğ i doğr u olar ak yans ıt ır. Marks
şöyle diyor:
"… Maddi üretim biçimlerine tekabül
eden sosy al ilişk il er i üret en ins anl ar ın
düşünce ve kategorileri, yani tam da bu
sosyal ilişkilerin soyut ideal ifadesini de
üretirler. Öyleyse kategoriler, ifade ettikleri
ilişkiler ne kadar ebedi iseler, o kadar ebe
didirler. Onlar, tarihi ve geçici ürünlerdir."
(K. Marks, P.W. Annenkov'a Mektup, 28
Aral ık 1846, Fels ef en in Sef al et i, s. 15,
Alm.)
Marks'ın kapitalist üretim biçimini ana
liz ediş in e bakt ığ ım ızd a, diğ er şeyl er in
yanısıra şunu da görürüz: Marks tarafından
formüle edilen her bir ekonomik kategori
ve kavram, belli tarihi bir ilişkiyi, olguyu
ifade eder. Ve toplumsal ilişkilerdeki her
bir hareket ve değişim, kategori ve kav
ramlara da yansır. Yani kategori ve kav
ramlardaki hareket, karşılıklı etki ve birbir
lerinin yerini alma; bir kavram ve kategori
nin diğer bir kavram ve kategoriye dönüş
mes i topl ums al ilişk il erd ek i har ek et ve
değişimi yansıtır.
Kavr am ve kat eg or il er in diy al ekt iğ i
şöyledir: Her bir kavram ve kategori ve
bunların bütünü, objektif dünyanın (doğa
ve toplumda) her bir görünümünün (yansı
masının) bağlam ve karşılıklı bağımlılığını
yansıtır, açığa çıkartır, fotoğrafını çeker,
kavram ve kategorilerin bu özelliği; diya
lektiği dikkate alınmazsa objektif dünya;
gerçeklik kavranamaz.
Kısaca belirtmek gerekir ki; kavram ve
kategorilerin tarihi felsefe ve bilimlerin
gelişme tarihidir. Felsefenin gelişme tarihi
ni, akımlarını incelemek, aynı zamanda
kategorilerin ve kavramların tarihini de
incelemek anlamına gelir. Her bir filozof
kavram ve kategorileri felsefe anlayışına
göre tanımlamıştır.
3- Kavram ve kategorilerin
somut kullanımı
Bilimsel kavrayış ve teori ile pratiğin
sıkı bağı açısından, kavram ve kategorile
rin somut kullanımı, zorunlu bir önkoşul
dur. Yanl ış; soy ut kull an ım biz i yanl ış
sonuçlara; teori ve pratiğe götürür ve biz
bunu Türkiye sınıf mücadelesi pratiğinde
görüyoruz. Kavram ve kategoriler, somut,
belli bir durum, gelişme üzerine kullanıl
dıkl ar ınd a vey a som utl aşt ır ıld ıkl ar ınd a
kavrayış ve pratiğin dayanak noktaları ola
bilirler. Dolayısıyla kavram ve kategorile
rin somut kullanım sorunu, aynı zamanda
teorinin pratik ile bağı sorunudur. Kavram
ve kategoriler üzerine bilgi sahibi olmak
vey a diy al ekt iğ in kat eg or il er in i çok iyi
tanımak teorinin pratik ile bağlam birliği
için bir garanti değildir. Biz, kavram ve
kategorileri gerçekten çok iyi tanıyabiliriz,
bil eb il ir iz, ama onl ar ı, anal iz in, som ut
gelişmelerin/süreçlerin araçları olarak kul
88
Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili
lanamazsak çok kolayca-belki de farkına
varmadan canlı pratikten kopmuş oluruz.
Bu kopuş bizi, kendimize özgü bir hayal
dünyası kurmaya götürür ve biz o dünyada
gerçekleri değil, görmek istediğimizi görü
rüz. Bu oldukça nostaljik bir dünyadır.
89
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
Ekim Devriminden 19. Parti
Kongresi'ne SB'de Sosyalizmin
İnşa Sorunları
IV
Sosyalizmde Devlet ve Hukuk
Sovyet Devletinin Gelişmesi
lüğü ve sosyalizmin inşası, kapitalizmin
çöküşünün kaçınılmaz olduğunu ifade edi
yordu. Teori pratiğe geçirilmişti. Hem de
başarıyla.
"Burjuvazi, üretim aletlerini, yani üre
tim ilişkilerini yani bütün toplumsal ilişki
leri sürekli devrimcileştirmeden varola
maz" (Marks/Eng els; Seç ilm iş Yaz ıl ar ı,
C.1. S. 26, "Komünist Manifesto”, Alm.)
"Devasa üretim ve dağıtım araçlarını
(har ik al ar yar at ır gib i) ort ay a çık art an
modern burjuva toplum, davet ettiği yeraltı
güçleri üzerinde artık hakimiyet kurama
yan cadı ustasına benziyor" (A.g.k. S.28)
"Üret ic i güçl er" eng ell er i aşınc a,"...
bütün burjuva toplumu alt üst ederler, bur
juva mülkiyetin varlığını tehlikeye sokar
lar... Burjuvazinin, feodalizmi yerle bir
Bu ve bundan sonraki makalemizde,
birbiriyle içiçe geçmiş iki sorunu ele alaca
ğız: Sosyalizmde devlet ve hukuk sorunu.
I- Sorunun Anlamı Üzerine
Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğre
tisi temelinde dünyanın ilk sosyalist toplu
mu kuruldu. Sosyalist toplumsal ilişkiler
üzerine yükselen bu yeni toplumda sömürü
yoktu. Yeni insanın yaratılması, toplumun
kom ün izm e doğr u gel işm es i için büt ün
maddi koşullar sürekli geliştiriliyordu. Bu
toplum; sosyalist sovyet toplumu veya top
lum düz en i, prol et ary an ın, köyl ül üğ ün,
aydınların zihni gücünün devasa bir geliş
mesinin esas ve temel koşuluydu. Büyük
Ekim Devrimi, kurulan proletarya diktatör
90
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
ettiği silahları, şimdi bizzat burjuvaziye
karşı yönelmiştir" (A.g.k. s.29).
"Öyleyse, büyük sanayinin gelişmesiyle
burj uv az in in ayakl ar ı alt ınd ak i tem el,
onun, ürettiği ve ürünlere el koyduğu temel
çekilmektedir. O, herşeyden önce kendi
mezar kazıcılarını üretiyor. Onun çöküşü
ve proletaryanın zaferi, aynı anda, kaçınıl
mazdır" (A.g.k. s.35).
Bunl ar, kap it al ist topl um un gel işm e
yasalarıdır. 148 sene önce Marks ve Engels
tarafından formüle edilen bu yasaları, bin
bir türlü denemeye rağmen hiçbir güç orta
dan kald ır am am ışt ır, hiçb ir güç onl ar ı
değiştirememiştir.
"O zamana kadar (Marks'a kadar olan
dönem kastediliyor- çn.) tarih ve politika
üzerine görüşlerdeki keyfiyet ve kaos, yeri
ni şaşılacak derecede bütünlüklü ve ahenk
li bilimsel bir teoriye bıraktı; bu teori, top
lumsal yaşamın bir formundan üretici güç
ler in büy üm es in in son uc u olar ak başk a
yüksek bir formun nasıl geliştiğini gösteri
yor" (Lenin, seçilmiş eserleri (2 ciltlik), C.
I, s. 65, Berlin 1955, Alm.)
Marks izm; Marks, Eng els, Len in ve
Stal in'in öğr et is i, topl ums al ilişk il er in
gelişme tarihini ve yasalarını açığa çıkart
mış ve kuramlaştırmıştır. O, aynı zamanda
toplumun nasıl ve hangi yönde gelişeceğini
de araştırmış ve yasalarını formüle etmiştir.
Marksizm, bir bütün olarak politik ekono
minin, tarihin, felsefenin, hukuk ve ahlak
anlayışının çözümlenemez görünen karma
şık sorularını cevaplandırmıştır.
"Marks'tan önceki 'sosyoloji' ve tarih
yazımcılığı, en iyi durumda, parça parça
toplanmış işlenmemiş gerçeklerin bir top
lamının ve tarihi sürecin münferit yönlerini
anlatan bir birikim bırakmıştır. Marksizm,
toplumsal ekonomik formasyonların doğu
şunun, gelişmesinin ve çöküşünün süreci
nin kapsamlı, bütün yönlü araştırılmasının
yol un u göst erd i; bun u birb ir iyl e çel işk i
içindeki bütün eğilimlerin toplamını araştı
rarak ve toplumun çeşitli sınıflarının tam
anl am ıyl a sapt an ab il ir yaş am ve üret im
ilişkilerine dayandırarak, münferit "hakim"
düşüncelerin seçim veya yorumunda sub
jektivizmi dışlayarak ve maddi üretici güç
ler in o aşam as ınd ak i ist isn as ız büt ün
düşüncelerin ve bütün eğilimleri köklerini
göstererek yapmıştır. İnsanlar, kendi tarih
lerini kendileri yaparlar... Marks, tarihin
bilimsel araştırmasının... yolunu göstermiş
tir" (Lenin; "Karl Marks", C. 21, S. 45/46
Alm.)
Marks, devl et ve huk uk un bil ims el
araşt ır ılm as ın ın da yol un u göst erm işt ir.
Marks'tan önce burjuva hukuk bilimi acı
nac ak, zav all ı bir dur umd ayd ı. Birk aç
örnek;
A. Comte: "Hukuk kelimesi bugünkü
siyasi dilimizden çıkartılmalıdır... bu her
iki teolojik-metafizik kavramlardan birisi
(hukuk/diğeri (neden) gibi ahlak dışıdır,
anarşiktir, akıl dışıdır ve sofistiktir. Tanrı
sal bir tabana oturmayan pozitif bir devlet
te huk uk düş ünc es i ger iy e dön üş üms üz
olar ak yok olup gid er... Yan i hiçk ims e
daima görevini yerine getirmekten başka
hakka sahip değildir."
G.F. Hegel: "Hak (hukuk- çn.), esasen
kutsaldır.. Herşeyden önce hukuk, herşey
den önce, özgürlüğün doğrudan doğduğu
dolaysız var oluştur".
91
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
Hegel'e göre hukuk, "ide olarak özgür
lüktür". Burjuva hukuk bilimi Hegel'in bu
ve buraya aktarmadığımız bir dizi hiçbir
ş ey ifad e etm ey en, hiçb ir bil ims el yan ı
olm ay an kavr aml ar ın a day anm akt ad ır.
Burjuva hukuk bilimi hala Hegel'i aşama
mıştır.
Birisi hukuku tarihten siliyor, diğeri de
"ide", yani son kertede madde ötesi ilişkide
veya toplumun maddi ilişkilerinin ötesinde
arıyor.
Marks şöyle diyor;
"Ben im araşt ırm am ı, devl et forml ar ı
gibi hukuk ilişkilerinin de kendi kendine
kavr anm ay ac ağ ı, ins an zihn in in gen el
gel işm es iyl e kavr an am ay ac ağ ı, bil ak is
maddi yaşam ilişkilerinden kaynaklandık
ları... sonucuna götürüyor." (Politik Ekono
minin Eleştirisine Katkı" Önsöz, seçme.
yazılar. C.1. s. 337. Alm.)
Hal böyl e olm as ın a rağm en, huk uk
konusu burjuvazinin marksizme, somutta
da Sovyet devletine; proletarya diktatörlü
ğüne en çok saldırdığı bir konuydu. Burju
vazi, güya açık bir alan bulmuştu. Mantık
şu; Madem ki, herşey bir sınıfın çıkarları
için düzenleniyor, o halde hukuka ne gerek
var. Nasıl olsa başkalarının yaşama hakkı
yok! Sosyalist hukuk anlayışı veya prole
tarya diktatörlüğünde hukuk anlayışı red
dedildi. Burjuvazi ve onun emrindeki her
türden revizyonistler, proletarya diktatörlü
ğün ü (sosy al ist devl et i) huk uks uzl uğ un
devleti, barbarlığın ifadesi olarak damgala
dılar. Tabii ki bu karalamanın gerçekle hiç
bir ilişkisi yoktu.
Sosyalist devlet, proletarya diktatörlü
ğü, toplumsal ilişkileri hukuksal düzenle
me dışında asla ve asla ele alamaz. Hukuk
sal düzenleme olmaksızın proletarya dikta
törlüğü; sosyalist devlet düşünülemez.
"Açık ki burada aynı ilke, meta müba
delesini –şayet eşit değerlerin mübadelesi
söz konusuysa– düzenleyen ilke hakim.
İçerik ve biçim değişmiş, çünkü değişmiş
koşullar altında hiç kimse kendi emeğin
den başka birşey veremez ve çünkü diğer
taraftan, kişisel tüketim araçlarından başka
hiçbir şey tek tek bireylerin mülkiyetine
geçemez. Tüketim araçlarının, üreticiler
aras ınd a payl aş ım ın a gel inc e; (bur ad a)
eşdeğer metaların mübadelelerinde olduğu
gib i ayn ı ilk e hak imd ir; ayn ı mikt ard a
emek bir formda, başka bir forumdaki aynı
miktarda emekle mübadele edilir.
Aynı hak (hukuk- çn.) burada –ilkeye
göre ilke ve pratik çelişki içinde olmasalar
da– met a müb ad el es ind e eş değ erl er in
mübadelesi ortalama olarak (münferit bir
dur um için değ il) var olurk en burj uv a
hukuktur.
Bu ilerlemeye rağmen, bu aynı hukuk
daima bir burjuva engel ile mahsurludur.
Üretcilerin hakkı, hizmetlerine (çalışmaları
sonucu ürettikleri ürünlere- çn.) göre oran
saldır; eşitlik, aynı ölçüyle emekle, ölçül
mekten ibarettir.
Birisi, fiziki veya zihni olarak diğerin
den daha üstündür. Yani aynı zaman içinde
daha çok emek (ürün- çn.) üretir veya daha
çok çalışabilir; ve ölçü olarak hizmet gör
mesi için emek, genişlemeye veya yoğun
luğ a gör e bel irl enm el id ir. Aks i takt ird e
ölç ü alam az. Bu eşit hak, eşit olm ay an
emek için eşit olmayan haktır. O, sınıfsal
farkl ıl ık tan ım az. Çünk ü herk es işç id ir.
92
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
Ama o, sess izc e, eşit olm ay an bir eys el
yeteneği ve bundan dolayı, üretme yetene
ğini doğal imtiyaz olarak tanır. Bu, dolayı
sıyla bütün hukuk gibi içeriğine göre eşit
sizliğin huk uk ud ur. Hak, doğ as ı gereği,
sadece eşit ölçünün kullanımında var ola
bilir, ama eşit olmayan bireyler (ve onlar,
eşit olmasalar, farklı bireyler olamazlar)
sadece aynı ölçüyle ölçülebilirler... Ayrıca;
bir işçi evlidir, diğeri değil, birinin diğerin
den daha çok çocuğu vardır vs. Toplumsal
tüketim fonuna eşit katkı ve eşit payda,
fiilen biri diğerinden daha fazla alacaktır...
Bütün bu uygunsuzluklardan (eksiklikler
den- çn.) kaçınmak için hak, daima eşitsiz
olmalıdır.
Ama bu uygunsuzluklar, komünist top
lumun ilk evresinde –tam da kapitalist top
lumdan uzun doğum sancılarıyla nasıl çık
tıys a– kaç ın ılm azd ır. Huk uk, ekon om ik
şekillenmeden toplumun ekonomik şekil
lenme tarafından belirlenen kültür gelişme
sinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz"
(Marks, Marks-Engels Seçme Yazıları C.II.
s. 15/16, Gotha Programının Eleştirisi,
Alm.).
Sorun burada bütün çıplaklığıyla açık
lanıyor. Sosyalist toplumun ne derece inşa
edildiği, komünist toplumun ikinci evresi
ne ne derece yaklaşıldığı, komünist toplu
mun ilk evresinde (sosyalizmde) Marks'ın
belirttiği gibi var olan burjuva hukuk ufku
nun ne denl i aşıld ığ ıyl a eş anl aml ıd ır.
"Böylelikle; komünist toplumun ilk evre
sinde (bu mutad olarak sosyalizm olarak
tanımlanıyor) 'burjuva hukuk' tam olarak
yok edilm em işt ir, bil ak is, kısm i olar ak,
sadece elde edilmiş ekonomik altüst oluşa
tekabül eden, yani sadece üretim araçlarına
ilişk in olar ak yok edilm işt ir. Burj uv a
hukuk; üretim araçlarını tek tek bireylerin
özel mülkiyeti olarak tanıyor, sosyalizm
(ise) onl ar ı ort ak mülk iy et yap ıy or. Bu
noktaya kadar ve sadece bu noktaya kadar
'burj uv a huk uk' ort ad an kalk ar. Ama o,
diğer kısmında var olmaya devam eder.
Toplumun üyeleri arasında ürünlerin ve
emeğin paylaşımında düzenleyici olarak
var olm ay a dev am eder. 'Çal ışm ay an
yememelidir'; bu sosyalist ilke çoktan ger
çekleştirildi; 'aynı miktarda emeğe aynı
miktarda ürün'- bu sosyalist ilke de çoktan
gerçekleşitirildi. Ama bu henüz, komünizm
değildi ve bu eşit olmayan bireyler için eşit
olmayan (fiilen eşit olmayan) emek mikta
rını eşit miktarda ürünler olarak (dağıtan)
'burjuva hukuku' henüz yok etmiyor.
Marks, bu bir 'uyumsuzluk'tur diyor.
Ama o, komünizmin ilk evresinde kaçınıl
mazd ır. Çünk ü ütopy ay a düşm eks iz in,
ins anl ar ın, kap it al izm in yık ılm as ınd an
hemen sonra hukuk normları olmaksızın
toplum için çalışmayı öğreneceklerine ina
nılamaz. Çünkü kapitalizmin yok edilme
siyle böyle bir değişim için ekonomik ön
koşullar hemen ortaya çıkmazlar. 'Burjuva
huk uk' norml ar ınd an başk a norml ar da
yok. Bu noktaya kadar, üretim araçlarına
olan toplumsal mülkiyeti koruyarak işve
rimliliğinin eşitliğini ve üretimin bölüşü
mündeki eşitliği koruma görevi olan devlet
zorunlu olacaktır.
Kapitalistler, sınıflar kalmadıktan sonra
ve bundan dolayı baskı altında tutulacak
sın ıf kalm ay ınc a devl et ölec ekt ir. Ama
devl et tam am en ölm em işt ir. Çünk ü fii li
93
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
eşits izl iğ i tey id eden 'burj uv a huk uk'un
muh af az as ı dev am edec ekt ir. Devl et in
tamamen ölmesi için, eksiksiz komünizme
ihtiyaç vard ır". (Len in, Seçm e Eserleri,
CII. (2 ciltlik), S. 330/331, Devlet ve Dev
rim Alm.)
Buradan da anlaşılıyor ki komünist top
lumun ilk evresi olan sosyalizmde, devlet
ve hukuk bir zorunluluktur ve önemli olan,
sadece bu zorunluluğu görmek değildir.
Önemli olan devlet ve hukuk anlayışının,
sosyalizmin inşasında zorunlu araçlar ola
rak ne derece doğru geliştirilip ve kullanıl
dığıdır. Bu anlamda sovyet tecrübesi, biz
lere veya daha sonraki nesillerin sürekli
incelenmesi ve sonuçlar çıkartılması gere
ken bir kaynaktır.
Marks ve Lenin'in yukarıya aktardığı
mız anlayışlarında kalıcı bir devletten ve
onun hukuk anlayışından bahsedilmiyor.
Sözkonusu olan, adı üstünde komünizmin
ilk evresi, yani sosyalizm. O halde sosya
lizm kap it al izmd en kom ün izm e geç işt e
yaşanılması mutlak olan bir geçiş dönemi
dir. Öyleyse bu geçiş dönemine takabül
eden devlet ve hukuk da geçicidir.
Her ne kadar sosyalizmde kapitalizmin,
giderek azalması, etkisini yitirmesi gere
ken bir takım özellikleri hala varsa da sos
yalizm, kapitalizmden temelden nitel ola
rak farkl ıd ır. Her ne kad ar sosy alizmd e
"burjuva hukuk"un ufku henüz aşılmamış
sa da bu, sosyalizmde burjuva hukuk anla
yışının hak im old uğ u anl am ın a gelmez.
Burjuva hukuk anlayışının izlerini de taşı
yan bu hukuk, geçiş döneminin hukukudur,
sosyalist hukuktur. Bu hukuku oluşturan ve
ona uygulanma olanağı sağlayan tek güç
de prol et ary a dikt at örl üğ üd ür; sosy al ist
devlettir.
Proletarya diktatörlüğü altında, sosya
list hukuk çerçevesinde sınıf mücadelesi
yen i forml ar alır. Bunl ar, gen el olar ak
bilindiği gibi iç savaştır; sömürücü sınıfla
rın veya kalıntılarının direncini kırmak ve
bastırmaktır; küçük burjuvazinin, özellikle
de köylülüğün tarafsızlaştırılmasıdır, yeni
insanın eğitimidir, yeni disiplin eğitimidir.
Sın ıf müca del es in in bu ve benz er i
forml ar ın a karş ı müc ad el ed e prol et ary a
diktatörlüğü, amaca uygun yöntemleri kul
lanır. Sosyalist hukuk bu alanda önemli bir
rol oynar. Burjuva hukuk ve onun bir ifa
desi olarak mahkeme, karşıdevrimci güçle
rin direncini yok etmekte ve sosyalist disi
plini geliştirmekte önemli bir araçtır.
"Proletarya diktatörlüğü... Sömürücüle
rin, kap it al istl er in, topr akb eyl er in in ve
onların maşalarının direncini kırmak için
acımasız sert, seri ve kararlı güç kullanma
yı önkoşul yapar... Ama proletarya dikta
törlüğünün özü sadece zor kullanmaktan
ve genel olarak zordan ibaret değildir.. pro
letarya diktatörlüğü... sömürücüler karşı
sında sadece zor değildir, hatta esas itiba
riyle zor da değildir." [Lenin Seçme Eser
leri (2 ciltlik). C.II. S. 557 (Macar İşçileri
ne Selam"), s. 569 (Büyük İnisiyatif]
Stalin, "Leninizmin sorunları üzerine"
yazısında proletarya diktatörlüğünün temel
yönlerini şöyle formüle eder:
"1. Proletaryanın iktidarı, sömürücüle
rin bastırılması için ülkenin savunulması
için, başka ülkelerin proleterleri ile bağla
rın pekiştirilmesi için, bütün ülkelerde dev
rimin zaferi ve gelişmesi için kullanılır.
94
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
2. Prol et ary an ın ikt id ar ı, emekç i ve
sömürülen yığınların burjuvaziden nihai
ayrılması için, proletaryanın bu yığınlar ile
ittifakının pekiştirilmesi için, bu yığınların
sosyalist inşaya çekilmeleri için bu yığınla
rın proletarya tarafından devletsel yönlen
dirilmeleri için kullanılır.
3. Proletaryanın iktidarı, sosyalizmin
örgütlenmesi için, sınıfların ortadan kaldı
rılması için sınıfsız topluma, sosyalist top
luma geçiş için kullanılır. Proletarya dikta
törlüğü, bütün bu üç yönün birleşmesidir"
(C.8, s. 27. alm.)
Aynı yerde Stalin, devamla şöyle diyor:
"Bu yönlerden birisi proletarya diktatörlü
ğünün yegane karakteristik özelliği olarak
gör ül em ez vey a ters i; bu özell ikl erd en
sadece birisinin dahi olmaması, kapitalist
kuşatma koşullarında proletarya diktatörlü
ğünün diktatörlük olmaktan çıkması için
yeter. Bundan dolayı bu üç yönden hiçbiri
si dışlanamaz, şayet proletarya diktatörlü
ğü kavr am ın ın çarp ıt ılm as ı tehl ik es iyl e
karşı karşıya kalınmak istenmiyorsa, sade
ce bu üç yön, birlikte, bize, proletarya dik
tatörlüğünün tam ve tamamlanmış bir kav
ramını verir" (s. 27-28).
Aynı yerde Stalin, proletarya diktatörlü
ğünün temel görevlerinin ve sorunları çöz
medeki metodların somut koşullar tarafın
dan belirlendiğini de anlatır.
"Prol et ary a dikt at örl üğ ün ün çeş itl i
süreçleri, özgün formları, çeşitli çalışma
metodları vardır. İç savaş periyodunda dik
tatörlükte zor özelliği özellikle göze çarpar.
Ama bund an içs av aş pery od und a inş a
çalışması yapılmaz sonucu asla çıkartıla
maz. İnşa çalışması olmaksızın içsavaşı
sürdürmek olanaksızdır: Sosyalizmin inşa
sı sürecinde/aşamalarında –tersine– dikta
törlüğün barışçıl, örgütsel ve kültürel çalış
ması, devrimci yasallık vs. özellikle göze
çarpar. Ama bundan da, inşa sürecinde dik
tatörlükte zor özelliğinin ortadan kalktığı
veya kalkabileceği sonucu asla çıkartıla
maz. Bask ın ın org anl ar ı; ord u ve diğ er
örgütler, şimdi, inşa döneminde iç savaş
sür ec ind e old uğ und an dah a az ger ekl i
değildir. Bu organlar olmaksızın diktatör
lüğün birazcık da olsa teminat altına alın
mış bir inşa çalışması olanaksızdır. Devri
min şimdilik sadece bir ülkede zafere ulaş
tığı unutulmamalıdır. Kapitalist kuşatma
var olduğu müddetçe bütün sonuçlarıyla
birlikte müdahale tehlikesinin de var olaca
ğı unutulmamalıdır" (s. 28).
Demek oluyor ki,
- Sömürücülerin direncini kırmak için
- Kap it al ist kuş atm ay a, müd ah al ey e
karşı mücadele için
- Sosyalist inşa için; (ekonomiden kül
türel çalışmaya kadar vs.) güçlü olan bir
proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır.
Bu, var olmanın olmazsa olmaz ön koşulu
dur.
"Güçlü ve devasa bir proletarya dikta
törlüğü - bu, şimdi bizim ölen sınıfların
son kalıntılarını yok etmek ve hırsızlıkları
nı boşa çıkartmak için ihtiyaç duyduğumuz
şeydir" (Stalin, C.13, s. 188, Alm.).
"Güçlü ve devasa bir proletarya dikta
törlüğü" sosyalist hukuk olmaksızın düşü
nülemez. Bundan, proletarya diktatörlüğü
yasalarla sınırlandırılmış bir güçtür sonucu
çıkartılmamalı . Proletarya diktatörlüğü
hiçb ir yas ayl a sın ırl and ır ıl am az. Onun
95
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
yas as ı devr im in ger eks in iml er id ir. Ama
bundan da proletarya diktatörlüğünün hiç
bir yasa tanımadığı sonucu çıkartılmamalı
dır. Proletarya diktatörlüğü kendi yasaları
nı oluşturur, bu yasaları kullanır, onlara
uyulm as ın ı tal ep eder ve uym ay anl ar ı
cezalandırır. Bu anlamda sosyalist hukuk
olmaksızın proletarya diktatörlüğü de ola
maz.
Proletarya diktatörlüğü anarşi ve düzen
sizlik değildir. Tersine proletarya diktatörl
üğü sıkı disiplinli kendi sıkı ilkelerine göre
hareket eden güçtür.
Proleter devrimin görevlerini çözümle
mek göreviyle karşı karşıya olan proletarya
diktatörlüğü; sosyalist devlet, aynı zaman
da tarihin tanımış olduğu en yüksek, en
gelişmiş demokrasinin de ifadesidir.
"Sovyet düzeni, işçiler ve köylüler için
en yüksek ölçüde demokratizmdir ve aynı
zam and a o, burj uv a dem okr at izm iyl e
kopuş ve demokrasinin yeni bir evrensel
tipinin doğuşu anlamına gelir. Bu proleter
demokrasidir veya proletarya diktatörlüğü
dür" (Lenin, C.33, S. 34, "Ekim Devrimi
nin Dördüncü Yıldönümü", Alm.).
Sömürücü sınıfların kalıntılarını baskı
alt ınd a tutm ak, dış müd ah al ey e karş ı
savunmayı güçlendirmek, sosyalist mülki
yeti korumak ve bunun için organlar oluş
turmak, aynı zamanda insanlık tarihinin
tanıdığı en gelişmiş demokrasiyi kurmak,
işte bu proletarya diktatörlüğü ile sosyalist
demokrasinin diyalektik birliğidir. Bütün
bunlar, bundan sonraki makalede ele alaca
ğımız gibi, Stalinist Anayasa'da ifadesini
buluyorlar.
Her koşul altında hukuk, siyasi ilişkile
rin bir formudur. Bu form, hukukun karak
terini belirler: K. Marks, P. A. Annenkow'a
yazdığı mektupta şöyler diyor:
"Üret im in, dol aş ım ın ve tük et im in
gelişmesinin belli aşamalarını veri olarak
ele alırsanız sosyal kurumlaşmanın, aile
nin, kastların veya sınıfların örgütlenmesi
nin, kısaca burjuva toplumun (societe civi
le) buna uygun bir formunu elde edersiniz.
Böyle bir toplumu veri olarak ele alırsanız,
buna uygun bir siyasi durum (etat politi
que) elde edersiniz ki bu, sadece, bu toplu
mun resmi ifadesidir" (Marks-Engels, Seç.
yazıları, C.I, 1953 s. 414. Alm.)
Marks'ın aşağıya aktaracağımız anlayı
şında taban-üst yapı ilişkilerinin yanısıra
hukukun kaynağını ve özünü görüyoruz:
"İktidar, hukukun tabanı olarak görülür
se... hukuk, yasa.., sadece, devlet gücünün
dayandığı.. başka ilişkilerin ifadesi olur.
Bireylerin maddi yaşamları –ki bu, asla
onların iradelerine bağımlı değildir– birbir
ler in i karş ıl ıkl ı olar ak etk il ey en üret im
biçimleri ve dağıtım formları devletin reel
tabanıdır ve özel mülkiyet ile işin bölün
müşlüğünün zorunlu olduğu bütün aşama
larda ve bireylerin iradesinden tamamen
bağımsız olarak bu böyledir. Bu gerçek
ilişkiler asla devlet gücü tarafından yaratıl
mam ışl ard ır. Onl ar, dah a ziy ad e devl et
gücünü yaratan güçtür. Bu ilişkiler altında
hakim olan bireyler, –iktidarlarının devlet
olarak kurumlaşmak zorunda olduğunu bir
ken ar a bır ak ırs ak– bu bell i ilişk il erl e
koşullanan iradelerine devlet iradesi olarak
yasa olarak genel bir ifade verirler, bu, içe
riği sürekli bu sınıfın ilişkileriyle koşullan
96
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
mış –özel ve polisiye hukukun (medeni
hukuk çn) çok parlak bir şekilde gösterdiği
gibi– bir ifadedir" (Marks-Engels, C.3, s.
311, Alman İdeolojisi, Alm. ).
Pol it ik a mülk iy et e bağl ıd ır, sın ıfs al
karakterli mülkiyet varlığını siyasi iktidarla
sürdürebilir. Bu bir irade beyanıdır, şu sınıf
veya bu sınıf adına. O halde yasa, bu irade
bey an ın ın ifad es id ir. Bu ayn ı zam and a
huk uk ve yas an ın keyf iy et in bir ifad es i
olmadıklarını, tam tersine, yasa ve hukuku
üretici güçlerin gelişme seviyesinin üretti
ğin i (gel işm e sev iy es in e tek ab ül eden
hukuk ve yasa) gösterir.
Marks, burjuva toplumda hukuku, zen
ginlerin, özel mülk sahiplerinin imtiyazı
olarak tanımlar, (Bkz. Kutsal Aile, S. 123,
C.2, Alm.).
Marks ve Engels, Komünist Manifes
to'da burjuva hukuku şöyle açıklarlar. "...
Hukukunuz, sadece sınıfınızın yasa seviye
sine çıkardığı iradedir. Bu, içeriği sınıfını
zın maddi yaşam koşullarında verili olan
bir iradedir" (Marks-Engels, seç. yazılar.
C.I, S. 41, 1975, Alm.).
Bütün üst yapılar gibi hukuki üst yapı
da; bir bütün olarak hukuk da son kertede
toplumun ekonomik yapısının üretim iliş
kilerinin sınıfsal karakteriyle açıklanır.
"Elimd e Nap ol yo n'un Cod e'si (1804
tarihli Fransız medeni yasası, bu 1907'de
Napolyon'un medeni yasası olarak yeniden
düzenlendi- çn.) var. O, modern burjuva
toplumunu üretmedi. 18. yüzyılda doğan
ve 19. yüzyılda gelişmesine devam eden
burjuva toplum, medeni yasada, daha çok
sadece yasasal bir ifade bulmaktadır. O,
toplumsal ilişkilere artık tekabül etmeyince
sadece bir balya kağıt olur.. eski yasalar
yeni toplumsal gelişmenin temeli olamaz
lar" (Marks, C. 6, S, 245, 25 Şubat 1849
tarihli ve 231 numaralı "Neue Rheinische
Zeitung"daki makalesi).
Öyleyse, toplumun ekonomik gelişme
sin e tek ab ül etm iy orl ars a, çok güz el
mod ern yas al ar da anl ams ızd ır. Huk uk
veya hukuki üst yapı, toplumsal ilişkilere
tekabül ettikleri müddetçe anlam kazanır
lar. O halde sosyalist toplumda da hukuk,
toplumsal gelişmenin ifadesi olmak zorun
dadır. Sosyalist hukuk proletaryanın dev
letsel iradesinin ifadesidir; sosyalist hukuk
yoksa proletarya diktatörlüğü de yoktur.
Hukuk ve yasa, sosyalist devrimin ilerletil
mesi, sınıfsız topluma giden yol önündeki
engellerin yıkılması için kullanılır.
Devlet gibi hukuk da komünist toplu
mun ikinci aşamasında; en yüksek aşama
sınd a ölüp gid ec ekt ir. Ama o zam an a
kadar, insanların, özel yasalar olmaksızın
yaşamasını ve toplumu ilerletmesini öğren
miş olmaları gerekir. Ve devlet gibi hukuk
da, özel düzenlemeler, zorlama olmaksızın
yaşamasını öğrendikten, böyle bir yaşam
tarzı normal yaşam tarzı olarak görüldük
ten sonra ölüp gidecektir. Ama o zamana
kadar, yani proletarya diktatörlüğünde sıkı
dis ipl in, den etl em e, yas al önl eml er; bir
bütün olarak sosyalist hukuk kaçınılmaz
dır.
Marks ve Engels geçiş dönemi devleti
olarak proletarya diktatörlüğü sorununu
teorik olarak açıklamışlardı. Onların bu
konudaki teorik açıklamaları Lenin ve Sta
lin tarafından, özellikle de Stalin tarafından
97
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
sovyet pratiğinde sınanmış ve geliştirilmiş
tir.
Lenin ve Stalin devlet üzerine düşünce
lerini yanlış görüşlerle mücadele içinde
geliştirmişlerdir. Örneğin Kautsky şöyle
diy ord u. Marks bir büt ün olar ak devl et
mekanizmasının yıkılmasını değil, sadece
onun bürokratik-askeri yönünün yıkılması
nı benimsiyordu! Proletarya diktatörlüğün
den, "öcü"den korkar gibi korkan revizyo
nistler ve sosyal demokratlar, burjuva dev
letin giderek demokratikleştiğinden bahse
diyorlar ve proletaryanın böyle bir devleti
ele geçirmekle sosyalizmi kuracağını vb.
savunuyorlardı.
Anarşistler de bir bütün olarak devlet
olgusunu reddediyorlar, onu hemen yok
etm ey i hed efl iy orl ard ı. Bun un ötes ind e
troçkistler ve buharinciler, tek ülkede sos
yalizmin inşa edilemeyeceğini savunarak
daha başta Sovyetler Birliği'nde inşa edilen
devletin sosyalist devlet olmadığı anlayı
şından hareket ediyorlardı.
Lenin ve Stalin, bütün bu ve benzeri
yanlış görüşlere karşı mücadele ederek ve
pratik içinde sosyalist devleti kurarak, sos
yalist hukuku geliştirerek mücadele etmiş
lerdir. Bizim sorunumuz da bu mücadele
nin sonuçlarını; sovyet devletinin ve huku
kunun gelişmesini bu ve bundan sonraki
makalede incelemektir.
nom ik tem el üzer in e etk is i kon us und a
tam am en yen i ve old ukç a güç sor unl ar
ortaya çıkmıştı. Sovyet proletaryası tarihin
o zamana kadar görmediği yeni koşullarla
karşı karşıyaydı. Söz konusu olan, toplu
mun tamamen yeni tarzda sosyalist şekil
lendirilmesiydi. Bu şekillendirmede sosya
list devlete ve hukuka devasa rol düşüyor
du. Sovyet devleti ve onun tarafından oluş
turulan sovyet hukuku, daha baştan karşı
devrimci iç ve dış güçlere karşı mücadele
içind e gel işm ey e başl am ışt ı. Prol et ary a
diktatörlüğü pekiştirilip ülkede sosyaliz
min inşası başarıyla sürdürülürken, sovyet
devletinin ve hukukunun oynadığı rolde
bütün çıplaklığıyla açığa çıkıyordu; sosya
lizmin inşasında sovyet devleti ve hukuku
yaratıcı bir güçtü.
Stalin, sovyet devletinin gelişmesini,
onu iki evr ey e ayır ar ak inc el er. Sovy et
devleti, gelişmesinin bu her bir evresinde
farklı görevlerle karşı karşıyaydı. Görevle
rinin farklılığı, somut koşullardan kaynak
lanmaktaydı. Sovyet devletinin ilk evresi,
Ekim Devrimi’nden sömürücü sınıfların
tasfiye edildiği döneme kadar olan süreci
kapsamına alır. Bu evreyi kendi içinde de
üç ayrı aşamaya ayırmak mümkündür. Biz
bunu yapmayacağız. Ama böyle bir ayrı
mın maddi temeli olduğu için belirtmekle
yetineceğiz.
Birinci evrenin ilk aşaması Ekim Devri
mi’nden yeni politik ekonomiye (1921, ilk
baharı- NEP) geçişe kadar olan dönemi
kapsar. İkinci aşama, yeni politik ekonomi
nin uygulanmaya konmasından sınıf olarak
kulakların tasfiyesinin başlamasına kadar
olan dönemi (yoğun kolektifleştirmenin
II. Sovyet Devletinin Gelişmesi
Ekim Devrimi’yle proletaryanın siyasi
iktidarı ele geçirmesinden sonra, kendi dik
tatörlüğünü kurmasından ve üretim araçla
rının sovyet devletinin (halkın) eline geç
mesinden sonra üst yapı kurumlarının eko
98
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
sürdürüldüğü 1929 yazına kadar) kapsar.
Üçüncü aşama ise 1929 yazından, kırdaki
(ve geride kalan sanayi burjuvazisi) sömü
rücü sınıfların tümüyle tasfiyesine kadar
olan dönemi kapsar.
Sovyet devletinin ikinci evresi, sözko
nusu sömürücü sınıfların tasfiyesinden sos
yalizmin nihai inşasına kadar olan dönemi
kapsar. Bu evreyi iki aşamaya bölebiliriz.
Birinci aşama, sömürücü sınıfların tasfiye
sinden Stalinist Anayasa’nın ilanına kadar
olan dön em i kaps ar. İkinc i aşam a ise
1936'dan Stalinist Anayasa koşullarındaki
sovyet devletinin gelişmesini ve de komü
nizme geçiş koşullarının tartışıldığı, sadece
ve sadece tartışıldığı dönemi kapsamına
alır.
çıkarı için baskı altında tutarken, bizim
devl et im iz, söm ür en azınl ığ ı emekç i
çoğunluğun çıkarı için baskı altında tutu
yor. İkinci fonksiyon, ülkenin, dışarıdan
gelen baskılara karşı savunulmasıydı. Keza
bu noktada da o görünüşte eski devletleri
anıms at ıy ord u. Ama bur ad a öneml i bir
fark(var): ülkelerini silahla koruyan eski
devletler bunu, sömüren azınlığın zengin
likl er in i ve imt iy azl ar ın ı kor um ak için
yap arl erk en biz im devl et im iz emekç i
çoğunluğun kazanımlarını dışardan gelen
bask ınl ar a karş ı kor uy ord u. Üçünc ü bir
fonksiyonu da vardı: Yeni sosyalist ekono
min in embr iy onl ar ın ın gel işm es in i ve
insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini
amaçlayan devlet organlarımızın iktisadiörgütsel ve kültürel-eğitici faaliyeti. Ama
bu yeni fonksiyon bu evrede önemli bir
gelişme gösteremedi" (XVIII. Parti Kong
resi’ne sunulan Siyasi Rapor, C. 14, s. 228,
Alm.).
Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk
evresinde gündeme gelen veya onun ilk
evresini karaterize eden sorunlar çözüme
ulaştırıldı mı? Şimdi buna bakalım.
Sovy et devl et i, gel işm es in in büt ün
bir inc i evr es i boy unc a, gid er ek azal an
dozajda olsa devrilen sınıfların direncini
kırmakla uğraşmıştır ve bu görevi başarıy
la yerine getirmiştir. Kapitalistler ve büyük
toprak sahipleri mülksüzleştirildikten son
ra, eski imtiyazlarını yeniden elde etmek
için sürdürdükleri mücadele sovyet devleti
tarafından acımasızca bastırılmıştır. İç ve
dış düşmanların beyaz terörüne karşı devri
min kızıl terörüyle cevap verilmiştir. Kızı
lord u bu müc ad el e içind e kur ulm uş ve
1- Gelişmesinin İlk Evresinde
Sovyet Devleti
Bu konuda Stalin şöyle diyor:
"İlk evre, Ekim Devrimi’nden sömürü
cü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem
dir. Bu dönemin esas görevi, devrilen sınıf
ların direncini bastırmaktı, müdahalecilerin
baskılarına karşı ülke savunmasının örgüt
lenmesiydi. Sanayiin ve tarımın yeniden
inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için
koş ull ar ın haz ırl anm as ıyd ı. Dol ay ıs ıyl a
devletimiz bu dönemde iki esas fonksiyonu
yerine getiriyordu; ilk fonksiyon ülke için
de devrilmiş sınıfların baskı altında tutul
malarıydı. Bu noktada devletimiz, görü
nüşt e esk i devl etl er i anıms at ıy ord u. Bu
devletlerin fonksiyonu direnenleri baskı
altına almaktan ibaretti, ama bizim devleti
mizin onlardan temel farkı, eski devletler,
sömürülen çoğunluğu sömüren azınlığın
99
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
gelişmiştir ve o, sovyet devletinin, sovyet
ülkesinin iç ve dış düşmana karşı savunul
ması için güçlendirilmiş ve modernleştiril
miştir.
Sömürücü sınıfların iktidarı yıkılmış,
proletarya diktatörlüğü kurulmuştu, ama
bu kapitalistlerin ve toprak beylerinin eko
nomik olarak tamamen tasfiye edildikleri
ve sosyalist devletin ekonomik olarak çok
güçlü olduğu anlamına gelmiyordu. Örne
ğin san ay id e sosy al ist sekt ör ün pay ı
1924'te yuvarlak olarak yüzde 76'ydı. Bu
oran 1925'de yüzde 82'ye çıktı. Herhalü
karda bu dönemde sanayide kapitalist sek
törün payı yüzde 25 ila yüzde 20 arasın
daydı. Bu oran, küçümsenemez bir payın
ifadesiydi. Ayrıca bu dönemde sosyalist
san ay i mod ern değ ild i, esk i tekn ol oj i
hak imd i. Öyl ek i sav aş ın ned en old uğ u
yık ımd an dol ay ı san ay i üret im i hen üz
savaş öncesi seviyesine ulaşamamıştı. Bu
dönemi –somutta da 1924 yılını– kastede
rek Stalin sanayinin durumunu şöyle açık
lıyordu. "O dönemde sanayimiz, özellikle
ağır sanayi acınacak durumdaydı. Tedricen
eski haline getirilmesine rağmen, üretimi,
savaş öncesi seviyesine henüz gelmemişti.
Taban olarak eski, geri ve yetersiz bir tek
niğe sahipti. Ama o, sosyalizme doğru geli
şiyordu. O zaman sanayimizde sosyalist
sektörün payı yaklaşık yüzde 80'di. Ama
kapitalist sektör, ne de olsa, sanayinin yüz
de 20'sinden azını kapsamıyordu. (SSCB
Anayasası Taslağı üzerine, S. 59, C. 14,
Alm.).
Tarımın durumu sanayinin durumundan
dah a da köt üyd ü. Yin e o dön em i
–1924'ler– kastederek Stalin tarımın duru
munu şöyle açıklıyordu:
"Tarımımız hiç de iç açıcı bir resim ser
gilemiyordu. Toprakbeyleri sınıfı tasfiye
edilmesine rağmen tarım kapitalistleri sını
fı, kulakların sınıfı hala önemli bir faktörü
oluşturuyordu. Genel anlamıyla tarım o
zaman geri ortaçağ tekniği ile küçük köylü
bireysel işletmelerinin sınırsız bir okyanu
sunu anımsatıyordu. Bu okyanus içinde
münf er it nokt al ar, adac ıkl ar, kolh oz ve
sovhoz ekonomileri vardı ama onlar eko
nomimiz açısından henüz birazcık da olsa
önem taşımıyorlardı. Kolhoz ve sovhoz
ekonomileri zayıftılar. Kulak ise güçlüydü.
O zamanlar biz kulakların tasfiyesi üzerine
değil, sınırlandırılması üzerine konuşuyor
duk" (Stalin, a.g.k., s. 59).
(Sanayi ve tarımda sosyalizmin geliş
mesi daha önceki makalelerde ele alındığı
için burada aynı şeyleri tekrarlamak iste
miyoruz.)
Açık ki bu dönemde tarımın durumu,
sanayinin durumundan da kötüydü. Düş
man kırsal alanda daha güçlü, proletarya
diktatörlüğü ise daha zayıftı.
Ticaretin durumu da hiç iç açıcı değildi.
Met a cir os und a sosy al ist sekt ör ün pay ı
yüzde 50 ile yüzde 60 arasındaydı. Geriye
kalan yüzde 50 ila yüzde40 oranındaki pay,
tüccarların, spekülatörlerin ve başka özel
tüccarların elindeydi (A.g.k., s. 59).
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre
sind e ve özell ikl e de devr imd en hem en
sonraki yıllarda ekonomide çeşitli ekonomi
formları bir arada var olmuşlardı. Patriar
kal köylü ekonomisi, küçük meta üretimi,
özel iktisadi kapitalizm (kulakların ve ulu
100
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
sall aşt ır ılm am ış işl etm el er e sah ip olan
kapitalistlerin ekonomisi); devlet kapitaliz
mi (yabancı kapitalistlere verilen imtiyaz
lar sonucu doğmuş olan ekonomileri) ve
sosyalist sektör. Bu beş iktisadi formu, sos
yalist ekonomi, küçük meta ekonomisi ve
kapitalist ekonomi diye üç ana grupta top
layabiliriz.
Daha o dönem devrimci altüst oluşun
doğrudan siyasi bir sonucu olarak tek tek
sın ıfl ar ın dur um und a tem el değ işm el er
olmuştu. İşçi sınıfı ezilen sınıf olmaktan
çıkmış, hakim sınıf olmuştu. O, artık diğer
emekçilerle birlikte devlet tarafından top
lumsallaştırılmış olan üretim araçlarının
sah ib i kon um und ayd ı. Bun un ötes ind e
emekçi köylülük, büyük kapitalistlerin ve
büyük toprak beylerinin boyunduruğundan
kurtulmuştu, toprağa, hayvana ve envante
re sahip olmuştu. Sosyalist devlet, emekçi
köylülüğü, bütün olanaklarını seferber ede
rek destekliyordu. Sovyet kırında orta köy
lülük merkezi bir konuma gelmişti. Ama
milyonlarla ifade edilen emekçi köylü kit
leleri, bir bütün olarak sosyalist gelişme
yoluna henüz girmemişti. Onlar bu dönem
de hala kapitalist unsurları üreten küçük
köylü meta ekonomisinin taşıyıcısı konu
mundaydılar.
Sanayi ve tarımın eski haline getirilme
si bu evrenin en önemli görevlerinden biri
siydi ve bu görev 1927'de başarıyla sonuç
landırıldı. Bu görevin yerine getirilmesin
den sonra Bolşevik Parti XIV. Parti Kong
resi'nin tarihi nitelikteki kararları ışığında
sovyet ülkesinin sosyalist sanayileştirilme
si için devasa çalışmayı başlattı. Sosyalist
san ay il eşm en in gerç ekl eşt ir ilm es i ayn ı
zamanda kırsal alanda kapitalist unsurların
tasfiyesinin maddi koşullarının da hazırlan
ması ve tasfiyenin gerçekleştirilmesi anla
mına geliyordu. Sovyet devleti bu görevle
ri başarıyla yerine getirmiştir. Böylelikle
bir bütün olarak kapitalist unsurların tasfi
yesi koşullarının hazırlanması, sovyet dev
letinin gelişmesinin ilk evresinde başarıyla
tamamlanmış ve sınıf olarak kulakların tas
fiyesine girişilmişti. Bu dönemde işçi sınıfı
ve emekçi köylülük sovyet toplumunun iki
temel sınıfı konumuna gelmişlerdi. Burju
vazi artık temel sınıf değildi, ama bu onun
sınıf olarak tamamen yok edildiği anlamı
na gelmiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi
ekonomide hala küçümsenemeyecek bir
ağırlığı vardı. Bu, özellikle kulaklar (diğer
adıyla zengin köylülük- köy burjuvazisi)
için daha ziyade geçerliydi. 1928'de sovyet
kır ınd a kul akl ar ın say ıs ın ın 5,6 mily on
civarında olması bu gerçeği yansıtıyor.
Stalin, XVI. Parti Kongresi'ne sunduğu
siyasi raporda diğer şeylerin yanısıra şöyle
diyordu. Sınıf olarak kulakları tasfiye etme
pol it ik as ın a geç iş, kol ekt ifl eşt irm en in
yoğun gerçekleştirilmesi, 1929'un ikinci
yar ıs ınd a büt ün ceph el erd e sosy al izm in
taarruza geçmesi hazırlanmıştır. Stalin'in
bu son uc a varm as ın ın madd i ned enl er i
şunlardı:
- İşçi sınıfının aktivitesi artmıştır.
- Bolşevik parti milyonlarca emekçi kit
le nezdinde görülmemiş bir otoriteye sahip
olmuştur.
- Yoksul ve orta köylü kitlelerinin akti
vitesi de giderek artmıştır.
- Bu köylü kitlesinin kolektif inşaya
radikal bir katılımı gündeme gelmiştir.
101
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
- Bir büt ün olar ak sovy et devl et in in
başarıları özel olarak da sanayi alanındaki
ve tarımdaki (kolhoz ve sovhoz çiftlikleri
nin kurulması ve gelişmesi) başarılar körün
görebileceği, sağırın duyabileceği boyutla
ra varmıştı.
- Kırsal alanda sovyet ekonomisi kol
hoz ve sovhoz ürünleriyle kulakların ürün
miktarını aşacak duruma gelmişti ve böyle
likle kırsal alanda ekonomi, bireysel çiflik
lere dayanmaktan kolektif çiftliklere (kol
hoz ve sovhoz) dayanmaya geçiyordu.
Sovyet ülkesinin içinde bulunduğu eko
nom ik ve siy as i dur um, bu evr ed e esas
sorunun kapitalizm ile sosyalizm arasında
ki mücadele olduğunu göstermektedir. Bu
sorun "kim kimi" yok edecek sorunuydu.
Bu mücadelede devrik sınıflar sadece ken
di güçl er in e değ il, yab anc ı serm ay ey e,
emperyalist ülkelerin desteğine de güveni
yorlardı. O dönemdeki enternasyonal duru
mu göz önüne getirelim.
Sovyet devleti kapitalist okyanusta bir
adaydı, dört bir yanı düşman devletlerle –
taktik açıdan Türkiye cephesi hariç– sarıl
mıştı ve proletarya diktatörlüğünü yıkmak
için 14 emperyalist devlet sovyet ülkesine
karş ı yerl i karş ı-güçl er i dest ekl ey er ek
fiilen müdahale etmişlerdi. Mücadelenin
son uc u bil in iy or: Sovy et devl et i büt ün
imkanlarını harekete geçirerek, beyaz terö
re devrimin kızıl terörüyle cevap vererek
düşm an güçl er i yenm iş ve hak im iy et in i
korumuştu. Sovyet devletini bu mücadele
sinde, enternasyonal işçi hareketi yalnız
bırakmamıştı.
Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk
evresind e hang i temel sorun u çözmekle
karşı karşıya olduğunu Stalin'in nasıl for
müle ettiğini yukarıya aktarmıştık. O kısmı
burada da verelim.
"Bu dön em in esas gör ev i, devr il en
sınıfların direncini bastırmaktı, müdahale
cilerin baskılarına karşı ülke savunmasının
örgütlenmesiydi; sanayi ve tarımın yeniden
inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için
koşulların hızlandırılmasıydı."
Sovy et devl et in in, gel işm es in in ilk
evresinde hangi ana yönde ilerleyeceği bu
temel göreve bağlıydı. Aynı yerde Stalin bu
tem el gör ev in sovy et devl et in i iki esas
fonksiyonla karşı karşıya bıraktığını tespit
ediyordu. Birinci fonksiyon, ülke içinde
devrilen sınıfların direncinin kırılması ve
onların baskı altına alınmalarıydı. İkinci
fonksy on, dış sald ır ıl ar a karş ı ülk en in
savunulmasıydı. Ayrıca üçüncü bir fonksi
yon da vardı, o da, devlet organlarının ikti
sadi örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetini
içeriyordu.
Sovyet devleti devrilen sınıfların baskı
altına alınışını çok çeşitli tarzda gerçekleş
tirmişti. Ama bunların içinde en önemlisi,
en göze batanı, sınıf düşmanlarına karşı
sürdürülen askeri mücadeleydi.
Gelişmesinin bu evresinde Sovyet dev
let i, ekon om ik güc ünd en ziy ad e ask er i
gücüne dayanıyordu. Bundan dolayı askeri
baskı altına alış, devrilen sınıfların eski
konumlarını elde etme denemelerinin aske
ri güçle parçalanması, karşıdevrimin beyaz
ter ör ün e karş ı, devr im in kız ıl ter ör ü bu
dönemin, bu dönemdeki sovyet devletinin
baskı altına alma fonksiyonunun karakte
ristik bir özelliğiydi.
102
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
Bu alanda alınan bütün tedbirleri, bura
da ele almanın anlamı yok, önemli gördü
ğümüz bir kaç noktayı belirtmekle yetine
ceğiz.
Daha Aralık 1917'de Lenin'in talimatı
üzerine "Karşıdevrim ve Sabatoja Karşı
Mücadele İçin Bütün Rusya Olağanüstü
Kom isy on u" kur ul ur. (We-Çe-Ka). Bu
örgütün faaliyeti oldukça önemli ve başarı
lıydı; bu örgütün faaliyeti vasıtasıyla bir
dizi karşıdevrimci örgütün tasfiye edilme
leri, kadetlerin, sosyal devrimcilerin, anar
şistl er in ve başk a ant is ovy et ik kompl o
gruplarının ayaklanmaları ve komploları
nın açığa çıkartılması ve yenilgiye uğratıl
maları ve dış güçlerin casusluk ve sabotaj
faaliyetlerinin açığa çıkartılması gerçekleş
tirilmişti. 1918 yılında genel mecburi aske
ri hizmet yürürlüğe kondu. Bunun ötesinde
ve en önemlisi yüzbinlerce gönüllü, iç ve
dış düşmana karşı mücadele için Kızılor
du’ya katıldı. Böylelikle Kızılordu, üç mil
yonluk bir insan gücüne sahip oldu.
Bunun ötesinde yukarıda da belirttiği
miz gibi kulaklara karşı taarruz XV. Parti
Kongresi’nde Stalin'in direktifiyle başlatıl
dı. Ve yoğun kolektifleştirmeye başlandı.
Sovyet devleti bu alanda bir dizi olağanüs
tü tedbiri uygulamaya koydu. Örneğin ceza
yasasının 107. maddesi gereği kulakların
tahıl fazlasına el kondu ve bunun yüzde
25'i kır yoksullarına verildi. Ve takip eden
zam an içind e de kırs al aland a kul akl ar,
sanayi alanında da geriye kalan kapitalist
ler mülksüzleştirildiler.
İç savaştan, iç ve dış karşıdevrimci güç
ler in yen ilg iy e uğr at ılm as ınd an sonr a
casusluk ve sabotaj faaliyeti, emperyalist
ülkelerin genç sovyet devletine karşı yıkıcı
mücadelelerinin temel biçimlerinden birisi
oldu. Sovyet önderlerinin öldürülmesi, fab
rik al ard ak i, işl etm el erd ek i, ulaş ımd ak i
sabotajlar, iç karşıdevrimci örgütlerin mali
olarak desteklenmesi vb. bu türden faali
yetl er in kaps am ın a gir iy ord u. Büt ün bu
türd en karş ıd evr imc i faa liy etl er açığ a
çık art ılm ış ve etk is iz hal e get ir ilm işt i.
Genç sovyet devletinin, dünyanın ilk işçi
ve köyl ü ikt id ar ın ın fırt ın al ı gel işm es i
önünde hiçbir engel duramıyordu. Böyle
likle sovyet devleti, gelişmesinin bu ilk
evresindeki temel fonksiyonlarından ikin
cisini de –"ülkenin dışardan gelen baskıla
ra karş ı savunulmas ı"– baş arıyla yerine
getirmiş oluyordu.
Genç sovyet devleti, kendi gerçeğini,
müc ad el e son uc u kap it al ist-emp er yal ist
dünyaya kabul ettirdi. II. Sovyet Kongresi
8 Kasım 1917'de barış kararnamesini kabul
etti ve savaşan ülkelere silahların bırakıl
masını önerdi. Sovyet devleti daha 1921'de
İng ilt er e ile tic ar i bir anl aşm a yapt ı. O
dönemin önemli uluslararası konferansla
rında (Cenevre, Den-Haag vs.) Sovyet dev
letinin temsilcileri, dünyada barış ilkelerini
aktif bir şekilde savundular. 1924-1925 yıl
lar ın d a ABD'nin dış ınd a büt ün öneml i
kapitalist/emperyalist ülkeler sovyet devle
tiyle diplomatik ilişkiler kurdular. Bunlar,
genç sovy et devl et in in gel işm es in in ilk
evresinde, barış politikasında ve kendini
savunmada elde ettiği devasa başarılardı.
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre
sinde söz konusu olan üçüncü fonksiyona
gelince: Burada dikkati, sovyet devletinin
gelişmesinin ilk evresi üzerine Stalin'den
103
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
aktardığımız anlayışa çekmek istiyoruz.
Orada üç fonksiyondan bahsediliyor ve ilk
iki fonksiyonda sovyet devleti "görünüşte
eski devleti anımsatıyor" tespiti yapılıyor
du. Ama üçüncü fonksiyon için böyle bir
tespit yapılmıyor ve bu dönemde bu alan
daki görevlerin yeterince yerine getirilme
diği belirtiliyor. Bunun böyle olmasının
maddi nedenleri vardı. Önemli olduğu için
biraz açalım.
Bu fonksiyonuyla sovyet devleti eski
devletleri anımsatmıyordu. Çünkü bu fonk
siyon (devlet organlarının iktisadi-örgütsel
ve kült ür el-eğits el faa liy et i) yen i tipt en
devlete; sosyalist devlete özgü olan fonks
iyondu ve ancak ve ancak sosyalist toplu
mun gelişmesine paralel olarak gelişebilir
di. Veya sovyet devletinin bu fonksiyonunu
yer in e get irm es iyl e sosy al ist topl um un
gelişmesi birbirini karşılıklı olarak etkile
yen diyalektik bir bütünü oluşturuyordu.
Demek oluyor ki bu fonksiyon, sosyalist
devrimin temel özelliklerinden birisiydi ve
eski ekonomik yapının devrimci-radikal
dön üş üm ün e yen i, sosy al ist ekon om ik
yapının da keza devrimci-radikal oluşturul
masına yönelikti. Stalin'in belirttiği gibi bu
fonksi yon, "yen i sosy al ist ekon om in in
embriyonlarının gelişmesini ve insanların
sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçla
yan" bir fonksiyondu.
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre
sinde, devletin iktisadi-örgütsel ve kültü
rel-eğitsel faaliyeti tam anlamıyla gelişe
memişti. Çünkü bütün ülkede bütünlüklü
sosyalist bir ekonomi henüz yoktu/kurul
mamıştı ve buna bağlı olarak da sovyet
devleti henüz ekonominin bütün alanların
da bütün iktisadi yaşamda örgütleyici ve
yönlendirici konumda değildi. Bu koşullar
da veya bu fonksiyonun yerine getirebil
mesi için ortamın hazırlanması gerekiyor
du. Bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, eko
nominin bütün alanlarında kapitalist unsur
lar ın tasf iy es in in gerç ekl eşt ir ilm es iyd i.
Bunun için gerekli hazırlık iki yönde geliş
me göstermişti.
a- Sanayiin eski haline getirilmesi ve
bunu aşarak sosyalizme maddi temel teşkil
edecek olan en önemli sektörlerin –örneğin
ağır sanayinin– çok yönlü gelişmesini sağ
lamak.
b- köylülerin kolektif işletmelerde birli
ğini sağlamak.
Ancak bu iki noktada yoğunlaştırdığı
mız sor un un devr imc i-rad ik al çöz üm ü,
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşama
sındaki üçüncü fonksiyonunu yerine getir
mesinin ön koşulunu hazırlamış olacaktı.
I. Dünya savaşı ve iç savaş döneminde
ülk e ekon om is i tam am en yık ılm ışt ı.
1920'de (Sovyet Kongresi'nde), ekonomi
nin en azından eski haline getirilmesini
sağlamaya yönelik bir dizi tedbir alındı.
Lenin'in bütün Rusya'nın elektriklendiril
mesi planı da ("Goelro-planı") bu dönemde
yürürlüğe kondu. Bu plana göre, on senede
30 büyük elektrik santralı inşa edilecekti.
Nitekim 1925-1927 yılları arasında böylesi
bir dizi santral inşa edildi. (Taşkent, Eri
van, Şatura vb.) Dinopropetrowsk'ta büyük
bir demir döküm işletmesi 1925 yılında
üretime başladı. İlk traktör ve otomobil
fabr ik as ı bu dön emd e kur uld u. (Stal in
İşletmesi vb). Tarımsal alandaki devletin
faa liy et i san ay i alan ınd ak in i dah a ger i
104
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
seviyede takip ediyordu. İç savaştan sonra
yaklaşık 20 milyon hektarlık bir alan ekile
miyordu. Tarımsal üretimi arttırmak için
teslim zorunluluğu yerine doğal vergi geti
rildi. Böylelikle bireysel emekçi köylüler
teşvik edildiler. Ama kırsal alanda tarımın
gelişmesi için alınan bütün tedbirlere rağ
men tarımın gelişmesi sanayinin gelişmesi
nin gerisinde kaldı. Birinci beşyıl planının
uygulanmaya konduğu dönemde (başlan
gıçt a) ülk ed e 25 mily on bir eys el köyl ü
işletmesi vardı. Kırsal alanda geri teknolo
jinin aşılması, sosyalist dönüşümün başla
tılm as ı sosy al ist san ay in in kur ulm as ın a
bağlıydı. Bu oldu ve sovyet devleti elde
ettiği modern tarım teknolojisine de daya
narak kırsal alandaki devrimini –kolektif
leştirme kulakların mülksüzleştirilmesi–
başlattı. Ama bu sözkonusu üçüncü fonks
iyonun, devletin gelişmesinin ilk evresinde
yerine getirildiği anlamına gelmemelidir.
Sovyet devleti, iktisadi-örgütsel ve kültü
rel-eğitsel faaliyetine gelişmesinin ilk evre
sinin sonunda başladı, ama bu faaliyet ger
çek anlamıyla, devletin gelişmesinin ikinci
evresinde gerçekleştirildi.
2- Gelişmesinin İkinci Evresinde
Sovyet Devleti
Bu konuda Stalin şöyle diyor: "İkinci
evre şehirde ve kırda kapitalist unsurların
tasfiyesinden sosyalist ekonomi sisteminin
tam zaferine ve yeni anayasının kabulüne
kad ar olan dön emd ir. Bu dön em in esas
görevi, bütün ülkede sosyalist ekonominin
örgütlenmesiydi ve kapitalist unsurların
son kalıntılarının tasfiyesiydi, kültür devri
minin örgütlenmesiydi, ülkenin savunul
ması için tamamen modern bir ordunun
örg ütl enm es iyd i. Sosy al ist devl et im iz in
fonksiyonları da buna göre değişti. Ülke
içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya
yüz tuttu-yavaş yavaş öldü. Çünkü sömürü
yok edildi. Artık sömürü yok ve bundan
dol ay ı bask ı alt ınd a tut ul ac ak kims e de
yok. Baskı fonksiyonu yerine devlet, sos
yalist mülkiyeti, halk mülkünü hırsızlardan
ve tal anc ıl ard an kor um ak fonks iy on un u
aldı. Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak
korunması fonksiyonu tamamen muhafaza
edildi. Bundan dolayı Kızılordu da, donan
ma da, keza yabancı casusluk servisleri
tarafından ülkemize gönderilen katillerin,
zarar vericilerin, casusların açığa çıkartıl
ması ve cezalandırılması için zorunlu olan
ceza organları, milli emniyet hizmeti de
kaldı (varlığını sürdürdü- çn.). Devletin
iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet
organlarının fonksiyonu muhafaza edildi
ve tamamen geliştirildi. Şimdi devletimizin
ülke içindeki esas görevi, barışçıl iktisadiörg üts el ve kült ür el-eğits el faa liy ett ir.
Ordumuza, ceza organlarına ve milli emni
yet hizmetine gelince; artık onların sivri
ucu ülke içine değil, bilakis dışarıya, dış
düşmanlara yöneliktir.
... Şimdi biçiminde ve fonksiyonlarında
ilk evresinin sosyalist devletinden önemli
ce farklı olan, tarihin tanımadığı tamamen
yeni, sosyalist bir devlete sahibiz” (C. 14,
s. 228/229).
Önc e, bir inc i evr ed en ikinc i evr ey e
geçişin nasıl olduğuna bakalım. Bu geçişin
nasıl olduğu birçok açıdan önemlidir. Soru
şu: bu sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa ted
rici bir geçiş miydi?
105
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
Önc e söz kon us u sür ec in koş ull ar ın ı
belirtelim:
- Sanayi ve tarımın eski haline getiril
mesi, işlev görür hale getirilmesi ve kapita
list uns url ar ın tasf iy es i için koş ull ar ın
hazırlanm as ı büt ün bunl ar 1929 sen es i
sonunda sovyet devletinin gelişmesinin ilk
evresinin görevleriydi. Bunlar aynı zaman
da ülke içi görevlerdi.
- Sovyet devleti kapitalist unsurları tas
fiye görevini, sınıf olarak kulakları tasfiye
politikasına geçiş sürecinde yoğun kolek
tifleştirme ile çözümledi. Devrilen sınıfla
rın baskı altında tutulması görevi de bu
politika temelinde yükselmekteydi. Yani
devrilen sınıfların en dinamik kalıntısı olan
kulaklar, bu politika temelinde nihai olarak
tasfiye edildiler.
- Sınıf olarak kulakların yoğun kolektif
leştirme bazında tasfiye edilmeleri aynı
zamanda, sovyet devletinin yeni bir temel
görevle karşı karşıya kaldığı anlamına da
geliyordu. Bu yeni görev, sovyet devletinin
gelişmesinin ikinci evresindeki görevlerdi.
Bu görevlerin neler olduğunu Stalin'in söz
leriyle yukarıya aktardık.
Bu geçiş, sovyet devleti, gelişmesinin
ilk evresinden ikinci evresine nasıl geçti,
bu sürecin içeriği neydi?
Burada söz konusu olan, eski bir nite
likten yeni bir niteliğe geçiştir. Bu sıçrama
lı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş
miydi? Bunu açıklamak için Stalin'in bir
anlayışını buraya aktaralım:
"Patlamalar için coşku duyan yoldaşla
rın bilgisine; söylenmesi gereken şu: Patla
ma vasıtasıyla eski bir nitelikten yeni bir
niteliğe geçiş, sadece dilin gelişme tarihin
de kullanılmaz değildir. Bu, taban ve üst
yapıyla ilgili başka toplumsal görünümler
de de her zaman kullanılamaz. Bu, düşman
sınıflara bölünmüş bir toplumda mutlak
geç erl id ir. Ama bu, düşm an sın ıfl ar ın
olmadığı bir toplum için mutlaka geçerli
değildir. 8-10 sene içinde ülkemizin tarı
mında burjuva, bireysel köylü ekonomile
rine dayanan düzenden sosyalist kolektif
ekonomi düzenine geçişi gerçekleştirdik.
Bu, kırda burjuva ekonomik düzeni tasfiye
eden ve yeni bir düzeni; sosyalist düzeni
yaratan devrimdi. Ama bu alt üst oluş pat
lama ile değil, yani mevcut iktidarın dev
rilmesi ve yeni birinin kurulmasıyla değil,
bilakis kırdaki eski burjuva düzenden yeni
düzene tedrici bir geçişle gerçekleşti. Bu
gerçekleşebildi, çünkü, o, yukarıdan bir
devrimdi. Çünkü alt-üst oluş, köylülüğün
esas kitlesinin desteğiyle mevcut iktidarın
inisiyatifi sayesinde gerçekleştirildi." (Sta
lin, C. 15, s. 221-222, Marksizm ve Dilbili
mi, Alm.)
Sovyet kırındaki söz konusu alt-üst oluş
bir devrimdi ve bu devrim sovyet toplumu
nu yeni nitel bir duruma götürmüştü. Ama
bu devrimci alt-üst oluş, mevcut siyasi ikti
darın (yeni sovyet devletinin) yıkılması ve
yeni bir siyasi gücün örgütlenmesiyle ger
çekleştirilmemişti. Bu bir sıçramaydı ve bu
sıçramayla sovyet toplumu, bu sıçramayı
örgütleyen sovyet devleti tarafından, onun
inisiyatifinde yeni nitel bir duruma gelmiş
ti.
Bu sıçrama, bolşevik parti önderliğinde
sovyet devleti tarafından gerçekleştirilen
tedrici bir geçişin ifadesiydi: Kırsal alanda
ki burjuva ekonomi düzeninden yeni sos
106
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
y a l i s t e k o n o m i d ü z e n i n e t e d r i c i
geçiş. Burada, kapitalist unsurların tasfiye
sin in koş ull ar ın ın acel ey e get ir ilm ey en,
seb atl a, itin ayl a, sab ırl a sürd ür ül en bir
hazırlığı sözkonusuydu. Bu hazırlık bağla
yıcı öneme haizdi. Milyonlarca köylü kitle
sinin siyasi olarak ikna edilmesi, kolektif
ekonomiye geçiş için zorunlu maddi temel
lerin yaratılması –tarımda teknoloji vs.–
proletarya, geniş köylü yığınlarının kolek
tifleştirme hareketinde –bu yukarıdan dev
rimd e– kend in i tak ip edec eğ in e emin
olmalıydı. İşte bundan dolayı sürekli hazır
lıktan bahs ediliyordu ve sovyet devleti,
sınıf olarak kulakları yoğun kolektifleştir
me temelinde tasfiye politikasına geçişin
koşullarını başarıyla hazırlamış ve geçişi
sağlamıştır.
Bir dah a Stal in'in sovy et devl et in in
gelişme evrelerini tespitine dönelim: Sta
lin, sovyet devletinin gelişme evrelerinin
sınırlarını şöyle belirliyor:
İlk evre: Ekim devriminden sömürücü
sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem.
İkinci evre: Kırda ve şehirde kapitalist
unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi
sist em in in zaf er in e ve yen i anay as an ın
kabulüne kadar olandönem.
Stalin burada şehirde ve kırda kapitalist
uns url ar ın tasf iy es i ayr ım ın ı yap ı
yor. Bun un anl am ı var. Bun un anl am ı
"SBKP(B) Kısa Tarihi"nde şöyle anlatılı
yor:
"Sınıf olarak kulakların tasfiyesi politi
kasına geçişe kadar parti, tasfiye amacıyla
kapitalist unsurlara karşı ciddi bir taarruzu
daha ziyade şehirde, sanayi alanında sür
dürdü. Önce, tarım, köy, sanayinin, şehrin
gerisinde kaldı. Bundan dolayı taarruz, bir
yerd ek i sald ır ı kar akt er in i taş ıy or, tam
değildi, genel karakterde değildi. Ama şim
di, köyün geriliği geçmiş içinde kaybolur
ken, köylülüğün kulakların tasfiyesi için
mücadelesi bütün açıklığıyla öne çıkarken
ve parti, kulakların tasfiyesi politikasına
geçerken, kapitalist unsurlara karşı sürdü
rülen taarruz genel karakter kazanıyordu;
bir yerde sürdürülen taarruz, bütün cephe
de sürdürülen taaruza dönüştü." (s. 386,
Alm.)
Bu genel karakterli taarruz veya sınıf
olarak kulakların tasfiyesi, sovyet toplu
munun yeni bir aşamaya geçtiğinin ifade
siydi. Bu, sovyet devletinin gelişmesinin
ilk evresindeki sovyet toplumundan nitel
olarak farklı bir aşamadaki, sovyet devleti
nin gelişmesinin ikinci evresindeki sovyet
toplumuydu. Bu, artık gerçek anlamıyla
sosy al ist aşam ad a olan topl umd u. Bu,
Ekim Devrimi’ne eş değer olan bir durum,
bir sıçramaydı:
"Bu, olağanüstü derinlemesine (giden)
bir altüst oluştu, toplumu eski nitel duru
mundan yeni nitel durumuna bir sıçramay
dı, etkileri bakımından Ekim 1917'nin dev
rimc i alt-üst oluş un a eşd üş en bir alt üst
oluşt u." (SBKP/B Kıs a Tar ih i, s. 380,
Alm.)
Buradan çıkartılması gereken bir sonuç
şudur: Bolşevik parti önderliğinde ve sov
yet devleti tarafından örgütlü olarak ger
çekleştirilen sovyet toplumunun eski nitel
durumundan yeni nitel duruma geçmesi,
aynı zamanda sovyet devletinin de geliş
mes in in, ilk evr es ind en ikinc i evr es in e
geçişinin bir ifadesiydi; sovyet devleti de
107
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
gel işm es in in ilk evr es ind ek i nit el dur u
mundan gel işm es in in ikinci evresindeki
yeni nitel durumuna geçiyordu.
Böylelikle, sovyet devletinin ve toplu
munun gelişmesi, birbirini karşılıklı olarak
etkileyen bir ve aynı sürecin ifadesi olu
yordu.
Peki bu yukarıdan devrim hangi temel
sorunları çözmüştü? Bu sorunun cevabını
SBKP(B) Kısa Tarihi'nden aktaralım.
"Bu devrim bir vuruşla sosyalist inşanın
üç temel sorununu sonuçlandırdı.
a) O, ülkemizde sömürücü sınıfın sayı
ca en çok olanını, kulaklar sınıfını, kapita
lizm in rest or asy on un un kal es in i tasf iy e
etti.
b) O, ülk em izd e say ıc a en kal ab al ık
olan sınıfı, köylüler sınıfını, kapitalizmi
doğuran bireysel iktisat yolundan toplum
sall aşt ır ılm ış, kol ekt if, sosy al ist ikt is at
yoluna götürdü.
c) O, sovyet iktidarına, ulusal ekonomi
nin –tarımda– en geniş ve çok önemli ama
çok da geri alanında sosyalist bir taban
verdi.
Böylelikle ülkemizde kapitalist resto
rasyonun son kaynakları yıkıldı ve aynı
zamanda yeni, belirleyici, sosyalist ulusal
ekonominin inşası için zorunlu olan koşul
lar yarattı." (S. 380-381)
(Tabi yoğun kolektifleştirme sürecinde,
sorunun kavranmadığı bölgelerde önemli
hatalar da yapılmıştı. Bu hataların kaynağı
orta köylülüğe karşı tavrın yanlış anlaşıl
ması ve orta köylülüğün, bazı bölgelerde
kulaklara uygulanan politikaya maruz kal
masıydı. Bu durumu kulaklar da kışkırtma
metoduyla kendi çıkarları için kullanmış
lardı. Parti hatayı zamanında gördü ve yan
lış anlamayı düzeltti. Bu gelişme SB'nde
sosyalizmin inşasında önemli olmadığı için
üzerinde durmayı gerekli görmüyoruz.)
Bu üç temel sorunu çözümleyen devri
min sonucu neydi veya bu üç temel sorun
çözümlenince ne türden bir değişim ger
çekleşmiş oluyordu?
"Açık ki, kel im en in esk i anl am ıyl a
geç iş dön em in i art ık ger id e bır akt ık ve
bütün cephede doğrudan ve tam gelişmiş
sosyalist inşa dönemine girdik. Açık ki biz,
artık, sosyalizm dönemine girdik. Çünkü
şimdi sosyalist sektör, sosyalist toplumun
tamamlanmasından ve sınıf farklarının yok
edilm es ind en hen üz uzakt a olunm as ın a
rağmen, bütün ulusal ekonominin bütün
iktisadi kaldıraçlarını elinde tutmaktadır."
(Stalin, C. 13, s. 5, Alm.)
Stal in, sovy et ülk es in in, devl et in in
gel işm es in in yen i nit el aşam as ın ı böyl e
karakterize ediyordu. Yukarıda belirtilen üç
temel sorunun çözümlenmesinin sonucu
buydu.
Peki sovyet devletinin gelişmesinin ilk
evresinden ikinci evresine geçiş sürecinde
–örn eğ in 1930'un ilk yar ıs ınd a– kırs al
alanda parti ve devlet önünde duran göre
vin esası neydi?
Bunu Stalin şöyle saptıyor:
"…Tarımın kaderi ve temel sorunlar,
art ık şimd i, bir eys el köyl ü ekon om il er i
tarafından değil, bilakis kolektif ekonomi
ler (kolhozlar- çn.) ve sovyet ekonomileri
(sovhozlar- çn.) tarafından belirlenmekte
dir…
…kırsal alanda ekonomik dönüşümler
olmuştur ve bu bize, köyü yeni bir yola,
108
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
kol ekt ifl eşt irm e yol un a sevk etm ey i ve
böylece sosyalizmin başarılı inşasını sade
ce şehirde değil, bilakis kırda da teminat
altına almayı başardığımızı iddia etmemize
bir neden olmaktadır." (C. 12, s. 253, Alm.)
Kırsal alandaki alt-üst oluşun önemini
ve bu alandaki kararlılığı Stalin şöyle açık
lıyordu:
"Kırda, sovyet ve kolektif ekonomilerin
dah a da gel işt ir ilm el er i sor un un biz im
bütün inşamız açısından en acil sorun oldu
ğunu detaylı anlatmaya… gerek yok. Şim
di köylülüğün eskiden yeniye, kulak köleli
ğinden özgür kolektif ekonomiksel yaşama
doğru devasa, radikal bir dönüş yaptığını
körler dahi görüyorlar. Artık eskiye dönüş
yok. Kulaklık (zengin köylülük- çn.) çökü
şe mahkumdur ve tasfiye edilecektir. Geri
ye sadece bir yol kalıyor; kolektif ekono
milerin yolu." (A.g.k. 292)
SBKP(B)'nin XVI Parti Kongresi, tarihi
bir kongreydi. O, tarihe, sosyalizmin bütün
cepheleri de taarruzunun kongresi olarak
geçti:
– "…san ay im iz in art ır ılm ış gel işm e
temposu…"
– "…kolektif ve sovyet ekonomilerinin
artırılmış gelişme temposu…"
– "…Şehirde ve kırda kapitalist unsur
ların hızlandırılmış, iktisadi püskürtülme
si…"
– "… Sosyalist inşa için kitlelerin hare
kete geçirilmesi…"
– "Kapitalizme karşı kitlelerin harekete
geçirilmesi…" (Stalin, a.g.k., s. 271)
Bu gelişmelerin sonucu olarak, 1930
yılından itibaren sovyet devleti, iktisadi,
örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine kap
samlı yönelmeye başladı. Çünkü, böyle bir
faaliyetin maddi koşulları artık oluşmuştu
ve bu alandaki faaliyet sovyet devletinin en
önemli faaliyeti olmuştu.
Şimdi başa, sovyet devletinin gelişme
sinin ikinci evresi için Stalin'den aktardığı
mız anlayışa dönelim.
Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci
evresindeki temel görevi "…Bütün ülkede
sosyalist ekonominin örgütlenmesi, kapita
list unsurların son kalıntılarının tasfiyesi,
kültür devriminin örgütlenmesi, ülkenin
sav un ulm as ı için tam am en mod ern bir
ordunun örgütlenmesi…"
Bu görevler yerine getiriliyor ve devlet
giderek daha yoğun bir şekilde iktisadi,
örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyete yöne
liyor. Çünkü bu faaliyetin maddi koşulları
oluşuyor.
Temel görevin değişmesi devletin fonk
siyonlarının değişmesini de beraberinde
getiriyor.
Değişen birinci temel fonksiyon:
"Ülke içinde askeri baskı fonksiyonu
yok olmaya yüz tuttu. Yavaş yavaş öldü.
Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürücü
yok ve bundan dolayı baskı altında tutula
cak kimse de yok. Baskı fonksiyonuyerine
devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü
hırs ızl ard an ve tal anc ıl ard an kor um ak
fonksiyonu aldı."
Bu fonksiyon değişimi gerçekleşti ve
devlet bu alandaki görevini de yerine getir
di: Düşman unsurlar, yıkıcı faaliyetlerini
devlet ve kolektif mülkiyete zarar verme
ye, çapulculuğa, hırsızlığa yöneltmişler
di: Düşman unsurlar, saldırılarını özellikle,
sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluş
109
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
turan toplumsal mülkiyete yöneltmişler
di. Bundan dolayı da toplumsal mülkiyeti
korumak, hırsızlığa, çapulculuğa, sorum
suzluğa karşı mücadele önplana çıkmıştı.
Bu arad a şun u da bel irt el im: Sosy al ist
bilinçlenmesi yeterli olmayan, hala burjuva
kapitalist düşünce kalıntılarına sahip olan
emekçiler bir taraftan düşman unsurların
toplumsal mülkiyete saldırılarını –sorunu
kavr am ad ıkl ar ı için– kol ayl aşt ır ıy orl ar,
onlara alet oluyorlar, diğer taraftan da dev
letin bu alandaki faaliyetini bilinçsizlikten
dolayı zorlaştırıyorlardı. Bunun içindir ki,
toplumsal mülkiyeti koruma mücadelesi
ayn ı zam and a bir eğit im ve tut uml ul uk
mücadelesiydi.
İkinci temel fonksiyon:
"Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak
korunması fonksiyonu tamamen muhafaza
edildi."
Kapitalist kuşatma altında olan sovyet
devleti, bu alandaki görevini sadece yerine
getirmekle yetinmedi; bu alandaki görevini
kapsamlaştırdı ve ordusunu daha da güçlü
kıldı. II. Dünya Savaşı'nın sonucu, bunu
yeteri kadar kanıtlıyor.
Üçüncü temel fonksiyon:
"Devletin, iktisadi-örgütsel ve kültüreleğits el faa liy et org anl ar ın ın fonks iy on u
muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi.
Bu alandaki faaliyet, sovyet devletinin
gelişmesinin ikinci evresinde belirleyici bir
anlam kazandı. toplumun sosyalist şekil
lenmesi ilerledikçe bu alandaki faaliyet de
o derece önemli oldu. Aslında bu alandaki
faaliyet, sosyalizmin temel ekonomik yasa
sını ifade ediyordu. Bu konuda Stalin şöyle
diyor:
"Çok gelişmiş teknoloji bazında sosya
list üretimin devamlı mükemmelleştirilme
si ve kesintisiz büyümesiyle bütün toplu
mun sürekli artan maddi ve kültürel gerek
sinimlerinin azami olarak yerine getirilme
sinin teminat altına alınması." (C. 15, s.
291, Alm.)
Sovy et devl et i büt ün faa liy et in i bu
temel ilkeyi gerçekleştirmeye yöneltmiş
ti: Kap it al ist uns url ar ın büt ün alanl ard a
tasfiyesinden ve sosyalizmin bütün alanlar
da zaferinden sonra iktisadi-örgütsel ve
kült ür el-eğits el faa liy et devl et in tem el
gör ev i olm uşt u. Bu gör ev in üst es ind en
gelinmeksizin sosyalist ilerleme olanaksız
dı. (Bu alandaki faaliyet için sanayi ve tarı
mın sosyalistleştirilmesi makalelerine, 2.
ve 3. makalelere bakınız.)
Bütün bu gelişmeler hukuki ifadesini
Stalinist Anayasa'da (1936) buldu ve Stali
nist Anayasa, Sovyet toplumunun sınıfsal
yap ıs ın ın tam am en değ işt iğ in in ve bu
değişme temelinde sovyet halkının ahlakisiyasi birliğinin sağlanmış olduğunun açık
kanıtı olmuştu. Bundan sonraki makalede
bu gelişmeyi sovyet hukukunu- sosyalist
hukuku ele alacağız.
110
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
EK AÇIKLAMA
- Komünizme Geçiş ve Devlet Sorunu
SB'nde sosyalizmin inşasını etkilemedi
ğinden dolayı burada ele almadığımız bir
nokt ay ı bel irt el im: Kap it al ist kuş atm a
altında komünizme geçme ve devlet soru
nu:
Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası
başarıyla ilerliyor ve bu süreç içinde yeni
sor unl ar günd em e gel iy ord u. Günd em e
gel en sor unl ar tart ış ıl ıy or ve son uçl ar a
varılıyordu. O dönem tartışılan sorunlardan
birisi de kapitalist kuşatma altında komü
nizme geçilip geçilmeyeceği, şayet geçilir
se devletin ne olacağıydı. Tartışmaya Sta
lin de katılır ve tartışılan sorunları "SSCB
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları" eserinde
ele alır. Orada ele alınan konulardan birisi
de komünizme geçiş sorunudur.
Bu sorun Stalin'in ölümünden sonra ve
genellikle de önceleri "Stalinist" olup da
yani marksist leninist olup da sonra bundan
vazgeçerek "antistalinist", "antimarksist"
olanlar tarafından Stalin'e ve onun nezdin
de de marksizm-leninizme saldırmanın bir
aracına dönüştürüldü. "Vay efendim, Stalin
komünizmde de devleti savunuyor. Oysa
kom ün izmd e devl et olm az" vs. Bur ad a
söyl enm es i, hem de açıkç a söyl enm es i
gereken söz şu: "Bre dangalaklar, akılsız
başınıza yeni mi geldi, marksist-leninist
düşünceleri savunurken Stalin'in bu konu
daki anlayışını bilmiyor muydunuz?"
Tabi ki biliniyordu. Ama sorun bu değil,
sorun marksizm-leninizme saldırı olduğu
için Stalin'in bu konudaki anlayışı sadece
bir vesile.
Stalin, bu sorunu ilk kez XVIII. Parti
Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda "Teori
nin Baz ı Sor unl ar ı" başl ığ ı alt ınd a ele
almıştır. Komünizme geçmekte acele eden
ler vardı. "Sosyalizmi inşa ettik, sömürücü
sınıflar kalmadı, o halde komünizme geçe
lim" diyenler vardı. '50'li yılların başında
sürdürülen "Ekonomi Tartışması"na katı
lanlardan Jaraşenko da aynı soruyu günde
me getirdi.
Stalin, SB'nin o günkü gelişme seviye
siyle komünizme geçecek durumda olma
dığ ın ı sür ekl i vurg ul am ışt ır. Öyl e ki, o
komünizme geçişin değil, geçişi hazırla
manın koşullarından bahsetmiştir.
"Kom ün izm e geç iş i ilan etm ek için
değil, komünizme gerçek geçişi hazırla
mak için en azından üç temel önkoşul yeri
ne getirilmelidir." (Stalin, C. 15, s. 316,
Alm.)
Stalin, koşullardan,yerine getirilmesi
gereken ön koşullardan; komünizme geçi
şin değil, komünizme geçişi hazırlaması
gereken ön koşullardan ve bunların SB'de
henüz olmadığından bahsediyor.
Komünizme geçiş ve geçişin hazırlığı
bir ve aynı şey değildir. Bunun içindir ki,
Stalin geçişin değil, geçişi hazırlayan ön
koşull ard an bahs ediyor. Stalin, SB'nin
komünizm e geçişin hazırl ığına hazır
olmadığını tespit ediyor ve önkoşullar yerine getirild iği, yani komünizm e geçişin
hazırlığını içeren ön koşullar yerine getiril
diğind e SB'nin kapitalist sist emin var
olduğu, (onun kuşatması altında) komüniz
me geçebileceğini, ama bunun koşullu bir
geçiş olacağını tespit ederek, böyle koşullu
bir geçişte devletin, kapitalist kuşatmadan/
111
SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları
tehl ikeden dolayı –sadece bu nedend en
dolayı– var olacağını savunmuştur.
Durum bundan ibaret, Stalin, komüniz
me geçiş konusunda antimarksist teorilerin
üretildiği bir ortamda, bu antimarksist teorilere/düşünc elere karş ı mücadele etm e
gereğini görmüştür.
Tartışmanın kendisi teorik bir tartışma
olarak kaldığı ve sovyet devletinin geliş
mesini etkilemediği için onu burada ele
alm adık. [Bu konu için Bkz: SBKP(B)
XVIII. Part i Kongr esi Belg eleri (veya
Stalin'in aynı kongredeki siyasi raporu),
SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Soruları
ve Komünistl erin Görevl eri "Marks ist
Teoriye Katkıda J.V. Stalin", (I. Okçuoğ
lu)]
112
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
MLKP II. Kongre Duyuru ve
Çağrısı
İşçiler, Emekçiler, Gençler, Devrimci
ler, Yoldaşlar
Büyük emeklerle yaratılan ve örnek bir
devr imc i irad en in ürün ü olan Part im iz,
şimdiye değin kazanmış olduğu başarıları
na, bir yenisini daha ekledi. Sınıf düşmanı
nın giderek yoğunlaşan ve adeta kesintisiz
hale gelen saldırılarına, bu saldırılar sonu
cunda verdiğimiz ağır kayıplara karşın, II.
Kongremiz 7-12 Ağustos 1997 tarihinde
başarıyla toplandı. Partimiz, Kongre zafe
rimizlehaklı olarak övünebilir ve övünme
lidir de. Faşist rejime bu yolla da meydan
okuyoruz!
II. Kongremiz, görkemli Ölüm Orucu
ve SAG zaferinin 1. yılına denk geldiği
için, özelde Ölüm Orucu ve SAG şehitleri,
genelde ise Parti, devrim ve komünizm
şehitlerinin anısına, salonu süsleyen şehit
lerimizin bakışları altında, Enternasyonal
Marşı eşliğinde, saygı duruşuyla 7 Ağus
tos’ta resmen başladı. Coşkulu, olgun ve
düzeyli bir atmosferde süren çalışmalarını,
Enternasyonal Marşı ve savaş sloganlarıy
la 12 Ağustos’ta tamamladı. 6 gün, 16 otu
rum ve 70 saat süren Kongremiz, faşist
düşmanın yoğun saldırıları sonucu verdiği
miz ağır kayıplar nedeniyle olağanüstü bir
özell ik taş ıd ığ ı gib i, Part im iz in en zor
koşullarda bile Kongre platformunu topla
yabilecek yapıda olduğunu da gösterdi.
Partimizin yarattığı gelenekler bakımın
dan, bu durum özellikle önemlidir.
HHH
Uluslararası Durum Raporu’nu görüşen
Kongremiz; emperyalist-kapitalist sistemin
ekonomik ve siyasi durum ve gelişme eği
limini kaps amlı olarak değerlendirerek,
113
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
komünistlerin dünya çapındaki görevleri
nin altını çizdi. Günümüzde, proleter dün
ya devriminin nesnel koşulları ile öznel
koşulları arasındaki uçurumun doldurulma
sı ve her ülkede işçi sınıfının komünist
öncü müfrezelerinin oluşturulup pekiştiril
mes in in, yaş ams al önem in i vurg ul ay an
Kongremiz; bu görevin yerine getirilmesi
nin, burjuvazinin ideolojik saldırıları ve
modern revizyonizmin yeni biçimlerinin
yanı sıra, maoizm, troçkizm ve her renkten
rev izy on izm e karş ı kar arl ı ve uzl aşm az
ideolojik savaşımdan geçtiğinin altını çiz
di. Bu bakımdan, Partimizin özel bir rol
oynayarak, proletarya enternasyonalizmi
bayrağını yükseltmenin bugün her zaman
kind en dah a büy ük bir önem taş ıd ığ ın ı
belirledi.
Dünya politikasında Türkiye’nin duru
munu ve bölgemizde emperyalistler arası
çelişkileri tahlil eden Kongremiz, strateji
ve taktiklerimiz açısından gerekli sonuçları
çıkardı. Türkiye ve K. Kürdistan gibi, dün
yanın gerçekten de stratejik bir bölgesinde
bulunan bir coğrafyada devrim yapma ve
prol et ary an ın ikt id ar ın ı kurm a hed ef in i
önüne koyan Partimizin, yalnızca Türkiye
ve K. Kürdistan halklarının değil, bölge
proletaryası ve halklarının da yazgılarını
etkileyecek ve değiştirecek bir rol üstlendi
ğine işaret etti. Türkiye ve bir yere kadar
bölge devriminin umudu demek olan Parti
mizin, yalnızca Türk gericiliğinin değil,
onun stratejik bağlaşıkları olan emperyaliz
min ve siyonizmin de hedefleri arasında
olduğuna, zira Türkiye ve Kuzey Kürdistan
devr im in in gerç ekl eşt ir ilm es in in, düny a
emperyalizmine indirilmiş çok ağır bir dar
be olacağına vurgu yapan II. Kongremiz;
ABD başta gelmek üzere belli başlı emper
yalist devletlerin Ortadoğu bölgesine iliş
kin politikalarının ve taktiksel manevraları
nın yakından izlenmesini, bölge ülkelerinin
ve bu ülkelerdeki komünist ve devrimci
hareketlerin yakından tanınmasını, bütün
bu faktörlerin Türkiye ve Kuzey Kürdis
tan’dak i gel işm el er in bölg e ülk el er i ve
devrimci hareketi üzerindeki etkilerinin
hesaba katılmasını gerekli ve zorunlu gör
dü.
HHH
İç Siy as al Dur um ve Siy as al Takt ik
Rap or u’nu değ erl end ir er ek onayl ay an
Kongr em iz; Birl ik Kongr em iz in siy as al
öngörü ve perspektiflerinin 3 yıllık pratikte
sınanarak doğrulandığını özel olarak sapta
dı. Sömürgeci yarı-askeri faşist diktatörlü
ğün tarihinin en büyük ve en derin rejim
bun al ım ıyl a karş ı karş ıy a old uğ un a, bu
bun al ım ort am ınd a ger ic i egem en sın ıf
kliklerinin iç çelişki ve çatışmalarının arttı
ğına, Kürt ulusal kurtuluşçu devrimin yanı
sıra, Batı’da gelişmekte olan komünist ve
devrimci güçleri ezmek için diktatörlüğün
kendisini iç savaşa göre konumlandırdığına
ve artan şekilde tahkim ettiğine, ordunun
rolünün giderek daha fazla arttığına dikkat
çekt i. Kongr em iz; devr im in günc el bir
sorun olduğunu bir kere daha vurgularken,
devletten kopuş ve arayış sürecinde bulu
nan işçi ve emekçiler cephesinde devrimci
bir kitl e har ek et i gel işt irm en in acil bir
görev olduğunu, tasfiyeciliğe ve reformiz
me karşı bir barikat oluşturarak, komünist,
devrimci ve yurtsever güçlerin birleşik ve
merkezi örgütlülüğü ve ortak savaşımının
114
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
devrimci bir çizgide yürütülmesinin gerek
liliğini belirledi.
Egemen sınıflar ve faşist diktatörlüğün
kendini dayatan temel sorunları çözme güç
ve yeteneğine sahip olmamasını ve devri
mimizin çok belirgin olan eşitsiz gelişme
sini, iç siyasal durumun özgünlüğünü belir
leyen unsurlar olarak ele alan Kongremiz;
Türkiye’nin geleceğinin ve kaderinin Kür
distan’da süren ulusal kurtuluşçu devrimin,
Batı’daki devrimci işçi hareketiyle birleş
mesine bağlı olduğunu yeniden vurguladı.
Batı’da belirli bir anlamda var olan bu cep
henin, siyasal nitelik bakımından devrimci
bir sıçrama gerçekleştirmesi, birleştirilip
örgütlendirilerek derinleştirilmesi ve yeni
müc ad el e biç iml er iyl e güçl end ir ilm es i
sorununun, taktiğimizin kilit sorunu olma
ya dev am ett iğ in i bel irl ed i. Part im iz in,
bundan sonra da dikkatini, güç ve enerjisi
ni, devrimci iradenin bu can alıcı sorunu
nun çözümüne yöneltmesi, bütün politika
lar ın ı ve prat ik devr imc i çal ışm al ar ın ı
burada tekrar ve tekrar sınavdan geçirmesi,
taktik planımızın güncel hedefinin, genel
grev ve genel direnişin örgütlenmesi, bun
ların öznel koşullarının olgunlaştırılması
olarak bir kez daha somutlayan Kongre
miz, gerek böyle bir genel grevin-direnişin
gerçekleşmesi durumunda oluşacak dev
rimci ortamı, gerekse de siyasal durumun
şimdiden iç savaşa evrilen yönünü hesaba
katarak, taktiğimizin aynı zamanda, önü
müzdeki bu dönemin ihtiyaçlarını şimdi
den gözeten, dönemin mücadele ve örgüt
birimlerini ve bunlardan birisi olarak silah
lı mücadeleyi hazırlayan bir hattan ilerle
mesi gerektiğini de yeniden vurguladı. Par
tim iz, bu haz ırl ık gör evl er in i baş ard ığ ı
ölç üd e dön em i kaz an ac ak ve devr imc i
cüretle, ileri atılışını sürdürecektir.
HHH
Birlik devrimimizin ürünü olan partimi
zin, 3 yıllık ideolojik, siyasal ve örgütsel
alandaki pratiğini, Partimizin gelişim çiz
gisini değerlendiren Kongremiz;
* Birlik Kongresi ile resmileştirilen ide
olojik, siyasal ve örgütsel birliğin, ilkeli ve
sağlam bir birlik olduğunun pratikte de
kanıtlandığını, kaynaşma sürecinin sağlıklı
şek ild e işl ey er ek tam aml and ığ ın ı, bu
bakımdan ciddi sorunların esasen yaşan
madığını ve gerçekleştirilemez denilenin
geri dönülmezcesine başarıldığını;
* Part im iz in, kur ul uş und an bu yan a
sınıf mücadelesinin en önemli kopuşmala
rında izlediği siyasal ve örgütsel çizginin,
MLKP isminin geniş işçi ve emekçi yığın
larında yankılanmasını getirdiğini, Gazi
ayaklanması, kayıplara karşı mücadele, 1
Mayıslar, Ölüm Orucu ve SAG direnişleri,
barikat savaşları, gençlik eylemleri denilin
ce akla MLKP’nin geldiğini, kritik anlarda,
Partimizin, devrimci kuvvetler arasından
öne çıktığını;
* Partimizin, bu dönemdeki en önemli
çat ışm a anl ar ınd a, siy as al öng ör üs üyl e,
devrimci iradesi, ataklığı ve cüretiyle yal
nızca öncü niteliğini göstermekle kalmadı
ğını, ama aynı zamanda yığınlara yönelik
poltika yapma tarzıyla da gruplar dünya
sından kesin kopuşu sağladığını ve bu yol
la da önder parti mayasının atıldığını;
* Bu 3 yıllık pratikte devrimci güçler
arası dayanışma ve ortak mücadeleyi yük
seltme pratiğinde üstlendiği öncü rolün ve
115
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
ısrarın, partimizin komünist niteliğini oldu
ğu kadar, olgunluğunun ve önderlik yete
neğinin düzeyini de gösterdiğini, ilerici,
yurtsever ve devrimci güçlerle ilişkilerimi
zi düzenlemede de yeni bir ilişki, üslup ve
davranış çizgisini geliştirdiğini;
* 3 yıll ık prat iğ im iz in, sad ec e birl ik
devrimini gerçekleştiren güçlerin ve birlik
devriminin niteliksel düzeyini dosta düş
man a göst erm ekl e kalm ad ığ ın ı, ayn ı
zamanda parti nitelemesini ve MLKP ismi
ni ne kadar hakettiğini de kanıtladığını;
* Partimizin sürekli büyüme, gelişme,
ve kur uml aşm a yol und an ilerl ey er ek
bugünlere geldiğini; birkaç yılda kalıcı çok
şey yarattığını; kendilerini yenileyemeyen,
yar at ıc ı ve irad i davr an ıp, müc ad el en in
gerçek ihtiyaçlarını kavrayıp üst düzeyde
karşılayamayanların acınası durumlarından
bütünüyle farklı, apayrı bir gelenek yarattı
ğını; hemen her alanda yeni bir tarzı ve
süreci geliştirmeye çalışarak, azımsanma
yacak başarılar sağladığını; siyasal, örgüt
sel ve düş üns el pland a yen i yönt eml er,
yen i bak ış açıl ar ı ve yen i ilişk i tarzl ar ı
oluşt urd uğ un u; dön em in iht iy açl ar ın a
uygun yeni biçimler geliştirme ve uygula
mada cesur ve yaratıcı davrandığını;
* Part im iz in ve Kom ün ist Gençl ik
Örgütümüzün, faşist düşmanın bütün saldı
rı, imha ve tutuklamalarına karşın gelişim
lerini kararlılıkla sürdürdüklerini, bedel
ödeme yolundan bugünlere gelmelerinde
şehit ve tutsak yoldaşların katkılarının özel
bir rol oynadığını belirledi.
Partimizin gelişimini, önderliğin ve par
tinin çalışmalarını kapsamlı olarak değer
lendiren ve onları eleştirel bir şekilde genel
olarak olumlayan Kongremiz; karşı karşıya
olduğumuz sorunları saptayarak, geliştirme
perspektiflerini ortaya koydu. Pozitif ve
negatif öğeleriyle, başarı ve kazanımlarıyla
old uğ u kad ar, eks ik ve kus url ar ıyl a da
insan ömrü için bile az olan, ama partilerin
tarihi bakımından çok kısa kabul edilmesi
gereken geride kalan dönemin somut veri
leri gösteriyor ki, MLKP, devrimin önderi
ve örg ütl ey ic is i olar ak, prol et ary a ve
emekçi yığınların özgürlük ve sosyalizm
özlemlerini seslendiren, gerçek yığın hare
ketine dayanan, proletaryanın öncü siyasal
kurmayı, önder ve öncü savaşçı partisi ola
rak konumlanacak bütün potansiyellere,
yönelim, irade, cesaret, bilgi ve birikime
sah ip, bu uğurd a kend in i ort ay a koy an,
gelişen ve geleceği temsil eden bir güç
olduğunu söz götürmez bir biçimde ortaya
koymuştur. Ve doğal olarak kendisini, geli
şip belirginleşen geleceğiyle tanımlamada
haklı olduğunu da göstermiştir. Partimizin
büyük bir siyasal atılımı gerçekleştirdiğini
saptayan Kongre, örgütsel bakımdan buna
paralel bir gelişme hattı tutturamadığımızı
belirledi ve bu durumun aşılmasının mut
lak zor unl ul uğ un u vurg ul ad ı ve bun a
uygun bir hareket planı geliştirdi. Karşı
karşıya olduğu sorunları, gelişip büyüyen,
siyasal ve örgütsel bakımdan ileri atılan,
moral, disiplin, örgütlenme ve eylem gücü
yükselen, ilerici, anti-faşist ve devrimci
güçler arasında güven ve umut yaratan,
gelişmekte olan bir partinin sorunları ola
rak gören Kongremiz, açıkça ilan eder ki,
Partimiz bunları esas olarak ve büyük ölçü
de aşabilecek görüş açısı, güç ve iradeye
sahiptir.
116
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
Part i çal ışm al ar ın ın büt ün yönl er in i
değ erl end ir en, som ut yön el iml er im iz i
belirleyen Kongremiz; düşmanın yoğunla
şan saldırılarını, artan kayıplarımızı, dikta
törlüğün kendini sürekli tahkim etme çaba
sın ı; iç sav aş takt ikl er i ve yönt eml er in i
daha yaygın kullanmasını, egemen sınıfla
rın, emperyalizmin ve siyonizmin bölge
politikasını göz önünde tutarak; Partimizin
vuruş gücünü ve manevra yeteneğini arttı
racak, gelişen tekniği hakkıyla kullanacak,
kur uml aşm ay a özel bir önem ver ec ek,
yığın hareketine daha fazla bağlanacak,
parti tarzını daha fazla yerleştirecek, bolşe
vikleşme çabalarını hızlandıracak, kısacası
önder bir parti olarak gelişebilmesi için,
partimizin daha yüksek bir temelde yeni
den örgütlendirilmesi ve bu yolla cüretle
ileri atılmasını kararlaştırdı. Kuşkusuz, bu
bir yen id en tekr ar olm ay ac akt ır. Bun un
baş ar ıl ab ilm es i için Part im iz in, ger id e
kalan kendi pratiğini de aşması ve kendini
bir üst düzeyde üretmesi gerekmektedir.
Bunun başarılabilmesi, önder kadrolarımız
başt a gelm ek üzer e büt ün yold aşl ar ın
Marksizm-Leninizm’i kavrama düzeylerini
olduğu kadar, onu Türkiye ve Kürdistan
devriminin stratejik ve taktiksel sorunları
nın çözümünde yaratıcı bir biçimde kullan
ma ve kitlelere önderlik etmede ustalaşma
düzeylerini ve partiyi devrimin önderi ola
rak yükseltmelerine bağlıdır.
HHH
Kongremiz, bilimsel sosyalizmle işçi
sınıfı hareketi arasındaki mesafenin kapa
tılmasını ve Partimizi edimsel olarak da
proletaryanın ileri ve sınıf bilinçli öğelerini
saflarında toplayan bir güce dönüşmesini,
karşı karşıya bulunduğumuz, son derece
öneml i bir diğ er gör ev olar ak yen id en
belirledi. Bu görevi yerine getirmenin bir
dizi tarihsel ve güncel zorluklarını vurgula
yan Kongremiz, bu zorlukların bilincinde
olarak proletaryanın ileri ve sınıf bilinçli
öğelerini kazanmak için sistemli bir çaba
harcamanın ve bunu başarmanın mutlak
zorunluluğunun altını çizdi. Uluslararası
den ey im in ve ülk em iz den ey im in in bu
alanda pek çok veri sunduğunu göz önünde
tutan Kongremiz; başka alanlarda sergile
diğimiz devrimci cüret, irade, inisiyatif ve
yaratıcılığı, belirgin zaaflarımızın varlığını
sürdürdüğü bu alanda daha fazla sergile
memiz gerektiğini, emperyalizmin, burju
vazinin, revizyonizmin ve sendika bürok
rasisinin önümüze diktiği engellerin ve bu
görevin yerine getirilmesinin zorluklarının
bizi durdurmasına ya da yolumuzdan sap
tırmasına izin verilmemesini vurguladı.
Yoldaşlar,
II. Kongr em iz, başt a part i önd erl iğ i
olmak üzere tüm parti örgütlerimizi, parti
kitlemizi, komünist gençliğimizi, Birlik
Kongr em iz in gen el persp ekt ifl er i ve II.
Kongremizin belirlemeleri ışığında daha
fazla devrimci irade, daha fazla inisiyatif,
daha fazla yaratıcılık ve daha fazla özve
riyle görev başına çağırır. Unutmayalım ki,
değişik ulus ve ulusal azınlıklardan Türki
ye proletaryası, emekçileri ve gençliğine
dayanabildiği, onların en ileri öğelerini saf
larında örgütleyebildiği ve onların devrim
ci potansiyelini harekete geçirebildiği tak
tirde partimiz, önüne koyduğu görevleri
hakkıyla yerine getirebilecektir. II. Kong
117
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
remiz, partimizin yeni atılımlarının ifadesi
olsun!
İşçiler;
Faşizm ve sermayenin saldırılarına kar
şı mücadeleyi yükseltelim, ortak mücade
lemizi engelleyen sendika ağa ve bürokrat
larına dur diy el im! Faş izm, sermaye ve
gericiliğin bizleri bölmek için kullandığı
mill iy etç il ik, mezh epç il ik, bölg ec il ik
ayrımlarına karşı “İşçilerin Devrimci Birli
ği” şia rın ı yüks elt el im. Emp ery al izm e,
faşizme ve gericiliğe karşı devrim ve sos
yalizm için başkaldıralım ve bu savaşımın
önc ü ve önd er güc ü part im iz MLKP’yi
daha fazla sahiplenelim ve dünyamızın bu
bölg es ind e kom ün izm in kız ıl bayr ağ ın ı
yükseltelim! Öyleyse, genel grev ve genel
direniş hattından yürüyerek, faşist rejimin
bütün hesaplarını bozalım ve çok yönlü
saldırılarını birleşik bir devrimle püskürte
lim! Türkiye’nin geleceğinin ve kaderinin
Kürdistan’da süren ulusal kurtuluşçu devri
min Batı’daki devrimci işçi hareketiyle bir
leşmesine bağlı olduğunu unutmayalım!
Kürt ulusu;
Sömürgeci faşist diktatörlüğün ulusal
boyunduruğuna başkaldırın, haklı ve meş
rudur. Kendi ulusal devletini kurma hak
kın, her ulus gibi senin de en doğal hakkın
dır. Partimiz, bu hakkın en tavizsiz savunu
cusudur. Kürt ulusal kurtuluşçu devrimine
kendi bağımsız kimliği ve proleter sınıf
persp ekt if iyl e kat ıl an Part im iz, Bat ı’da
devrimci işçi hareketinin yükseltilmesini
siyasal taktiğinin temel sorunu olarak gör
mektedir. Devrimin eşitsiz gelişiminin ken
disinin de dengesiz olduğunu unutmadan,
halklarımızın birleşik devrimini örgütleye
lim! Kongremiz, Türkiye işçi sınıfının ve
emekç il er in in kahr am an Kürt halk ıyl a
sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı birleşik
cephesinin örülmesinin yaşamsal önemine
işaret eder!
Gençler
Faşizm ve gericilik, siz gençlere sömü
rü, zulüm, açlık ve işsizlikten, uyuşturucu
ve fuhuştan öte bir şey vermiyor, veremez
de. İliklerine dek çürümüş bu kontrgerilla
cumhuriyeti, yalnızca bugününüzü karart
makla kalmamakta, size ait olan geleceği
nizi de yıkıma uğratmaktadır. Bugün ve
gelecekte sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya
istiyorsanız, partimizin ve onun ideolojik
ve politik önderliğindeki Komünist Genç
lik Örgütü’müzün(KGÖ) saflarında birle
şin! Kendi geleceğinize sahip çıkın! Türk
militarizminin barbarca saldırılarının aleti
olmayı reddederek, askere gitmeyin! Unut
mayın ki, gençlik gelecektir; gelecek ise
devrimde ve sosyalizmdedir. Öyleyse dev
rim ve sosyalizm kavgasında daha büyük
yığınlar halinde yer alın, komünizmin kızıl
bayrağı altında toplanın!
İşçi ve emekçi kadınlar;
Ezilen ve sömürülen milyonların yarısı
nı oluşturan siz işçi ve emekçi kadınlar,
sömürücü sistemin varolduğu her yerde
old uğ u gib i, coğr afy am ızd a da, kend i
erkek sınıf kardeşlerinize kıyasla daha faz
la acı çekiyorsunuz. Bu faşist rejim, erkek
sınıf kardeşlerinize olduğu gibi, size de,
yoksulluk, cehalet, hastalık ve fuhuştan
başka birşey getirmiyor. Devrim, özgürlük
ve sosyalizm için erkek sınıf kardeşleriniz
le birlikte yıkılmaz bir duvar örün. Parti
miz MLKP’nin safl ar ınd a örg ütl en er ek,
118
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
emperyalizme, faşizme ve kapitalizme kar
şı yürütülen devrim ve sosyalizm kavgası
na daha güçlü katılın!
Emekçi memurlar;
Faşist rejimin siz emekçi memurlara da
verebileceği birşey yoktur. Sizi kapı kulları
olarak gören faşizm, yıllardır 657 pranga
sıyla insan olma onurunuzu ayaklar altına
aldı ve almaya devam ediyor. Ekonomik,
sosyal ve politik yaşamın her sorununda
kendinizi ifade etme ihtiyacınız var iken,
bunu dillendirdiğiniz her ortamda yasaklar
la, sürg ünl erl e, copl arl a karş ıl aşt ın ız.
Ancak bunlar yine de sizleri yıldırmadı,
kendi örgütlülüklerinizi kurdunuz ve geliş
tirdiniz. Ne var ki, yaşam bunun yeterli
olmadığını gösterdi. 657 prangasının par
çalanması ve grevli toplu sözleşmeli sendi
ka mücadelenizi ve örgütlülüğünüzü dev
rimc i bir çizg id e gel işt ir er ek, kur ul an
reformcu tuzakları aşarak, işçi sınıfı ve
diğer emekçilerle birlikte genel grev ve
genel direnişi yükseltin! Partimiz safların
da örgütlenin!
İlerici aydınlar, sanatçılar;
Sürmekte olan sınıf mücadelesinde bir
taraf olduğunuzu unutmayın! Faşist reji
min, devrimci ve emekten yana aydınları,
kültür ve sanat emekçilerini, şiddet, sansür
ve ekonomik yaptırımlar yoluyla cezalan
dırma ve susturma çabasını daha güçlü ola
rak boşa çıkarın! Kendi alanınızda devrim
ci bir sınıf cephesi yaratın! Komünizmin
kız ıl bayr ağ ı alt ınd a topl an ar ak, part il i
aydın ve sanatçı kimliğinizi yükseltin!
Cumartesi anaları, şehit, tutsak ve kayıp
yakınları;
Sizlerle haklı olarak övünüyoruz. Tür
kiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve halklarının
devrimci onuru olmakla kalmadınız, aynı
zam and a, söm ürg ec i faş ist dikt at örl üğ e
karşı yürütülmekte olan güncel kavganın
da öneml i bir bil eş en i dur um und as ın ız!
Yeni örgütlülüklere giderek, savaşımınızın
uluslararası boyutunu güçlendirerek, birlik
ve dayanışmanızı yükseltin!
Komünist, devrimci ve yurtsever özgür
tutsaklar;
Fiziksel olarak tutsak olsanız da, zihin
sel olarak tümüyle özgür olan siz devrimci
tutsakların, bundan sonra da, devrim ve
sosyalizm kavgasında seçkin bir rol oyna
maya devam edeceğinizden eminiz. Dev
rimci savaşımın tüm alan ve cephelerinde
ki kavgaya güç ve ilham kaynağı olmaya
devam ediyorsunuz! Siz devrimin, ulusal
kurtuluşun ve komünizmin yiğit evlatlarıy
la gurur duyuyoruz!
Yurtdışındaki göçmen işçiler, emekçi
ler;
Türkiye ve Kürdistan devriminin ulus
lararası sesi-soluğu olma çabanızı artırarak
sürdürün! Faşist diktatörlüğün çirkin ve
iğrenç yüzünü, yaşadığınız ülkelerdeki işçi
ve emekçilere gösterin! Yaşadığınız ülke
lerde işçi ve emekçilerin faşizme ve kapita
lizm e karş ı yür ütt üğ ü kavg ay a kat ıl ın!
Komünizmin kızıl bayrağı altında toplana
rak, ülkemiz devrimine ve partimize çok
yönlü desteğinizi artırarak sürdürün! Parti
mizin saflarında birleşin!
Komünist, devrimci ve yurtsever örgüt
ler;
Faşizme, emperyalizme ve şovenizme
karş ı, devr imc i birl iğ in oluşt ur ulm as ı,
119
MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı
yaşamsal önemini koruyor. Ortak düşmana
karş ı birl eş ik ve dah a üst bir sald ır ıy ı
örgütlemenin yolunun buradan geçtiğini,
yaşam fazlasıyla doğruladı. Gelin, süreci
tıkayıcı, reformizmi ve tasfiyeciliği güç
lendirici adımlardan kaçınarak, yeni bir
ilişki, üslup ve davranış çizgisini geliştire
lim. İvedi ve yakıcı bir görev olarak antifaşist devrimci cepheyi yükselterek zaferi
yakınlaştıralım!
İşçiler, emekçiler, gençler;
Faşist rejim hiçbir sorununuzu çözemi
yor. Tek çıkar yol olarak terör ve sömürüyü
daha da yoğunlaştırmakta görüyor. Bugün
egemen sınıfların mevcut siyasal rejimin
çerçevesi içerisinde yönetememe durumu
nun ötesinde, cumhuriyetin temel ilkeleri
nin yönlendirdiği devlet sorgulanıyor. Dev
let iyiden iyiye mafyalaşmış ve çeteleşmiş
tir. Liderleri, hükümetleri, meclisi ve sözde
bağımsız yargısıyla, faşist diktatörlüğün
yönetici tepesi MGK’yı gizleyen bir incir
yapr ağ ı olan serm ay e egem enl iğ in in bu
politik kurumlarının tamamen işlevsizleş
meleri muazzam bir çürümeyi de berabe
rinde getiriyor. Burjuva partiler umut ola
mıyor. Hükümetler büyük bir hızla eskiyor.
Gen er all er in day atm as ıyl a kurd ur ul an
ANASOL-D’de, karşı-devrim içi çatışma
lar ın der inl eşm es in i önl ey em ey ec ekt ir.
Faşist rejimin sorunlar yumağının artması
na bağlı olarak devrim daha da güncelleş
miştir. Devrim ve sosyalizmden başka kur
tul uş yol u yokt ur! Öyl eys e gen el grev,
genel direnişe kilitlenerek, faşist diktatör
lüğ ün sald ır ıl ar ın ı püsk ürt er ek part im iz
MLKP’nin önderliğinde zafere doğru yürü
yelim. Kardeşler, kafamıza, yüreğimize ve
kollarımıza vurulan köhne zincirleri kıra
rak, göky üz ün ü feth ed el im; söm ür ü ve
zulümden arınmış, savaşsız ve silahsız bir
dünya için yıldızlara ulaşalım!
Yaşasın partimiz MLKP!
Kahrolsun faşizm, kapitalizm ve emper
yalizm
Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!
Yaşasın II. Kongremiz!
II. Kongre kararlarıyla kuşanalım, yeni
zaferlere uzanalım!
120
7-12 Ağustos 1997
MLKP II. Kongresi