terörle mücadele - Atılım Üniversitesi

Transkript

terörle mücadele - Atılım Üniversitesi
TERÖRLE MÜCADELE
VE TÜRKĠYE’NĠN ĠZLEDĠĞĠ YOLLAR
Konuşmacı: Em. Tümgeneral Osman Pamukoğlu
Konu: Terörle mücadele ve Türkiye’nin izlediği yollar
Yer: Atılım Üniversi tesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu
Tarih: 13.05.2008
Sunucu: Sayın Rektör Yardımcısı, Sayın Akademisyenler, Değerli Konuğumuz, Sevgili
Öğrenciler; Atılım Üniversitesi, Uluslararası Medya ve Araştırma Topluluğu tarafından
düzenlenen Emekli Tümgeneral Sayın Osman Pamukoğlu’nun sunacakları “Terörle
Mücadele ve Türkiye’nin İzlediği Yollar” konulu konferans programına hoş geldiniz. Şimdi
konferans programlarını gerçekleştirmek üzere değerli konuğumuzu kürsüye davet ediyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Arkadaşlar bugün sizlerle burada olmaktan ben
de mutluyum. Türkiye’nin genel meselelerinden bahsedeceğim. Yani bugün ve gelecekte
nelerle karşı karşıya kalacağız, bunun bilinmesi lazım ve bu bilgi de en çok gençlere lazım.
Buna sizlerin ihtiyacı var. Bir de bilginin gençlere çok doğru, dürüstçe ve net bir şekilde, yalın
bir şekilde aktarılması gerekiyor. Çünkü benim gördüğüm Türkiye ve programlar, röportajlar
ve yayın vs hangisini düşünürseniz veya dikkate alırsanız alın, hep aynı. Türkiye sözlü,
konuşarak yaşayan bir toplum haline gelmiş. Bu ülkede, eylem, aksiyon, hareketler
görülmüyor. Herkes konuşuyor ve konuşmalar da gittikçe yaygın ve derin bir hale geliyor.
Meseleler aslında; Orta Doğu’da Amerika’nın yürüttüğü emperyalizm, bizim Kıbrıs
meselemiz, ülkenin içerisinde gerici ve feodal akımların hareketleri ve PKK diye kısaltılan
Partiya Karkerén, Kürdistan İşçi Partisidir. Kürdistan İşçi Partisinin yirmi beş yıldır sürdürdüğü
bu silahlı mücadele. Siz bunlardan en çok PKK’yla yürütülen silahlı mücadeleyi merak
ediyorsunuzdur.
Kürtçülük meselesi ve Kürt Devleti kurma meselesi yeni bir şey değil, 1830’lardan beri var.
Yani Osmanlı’da da vardı. Cumhuriyet döneminde Atatürk zamanında da vardı. Atatürk
döneminde de irili ufaklı on yedi silahlı, hükümete ve devlete karşı baş kaldırma ama bu hani
Atatürk gibi birinin devletin başında olması bu işleri iki haftayla en fazla iki ay içerisinde
bitirdi. Yani Tunceli diye geçen Dersim İsyanları, Ağrı İsyanları ve Şeyh Sait İsyanları
bunların en büyükleridir. Atatürk silahlı bir harekatın ne demek olduğunu çok iyi bildiği için
onların harekatına karşı, yurdun harekatı da çok süratle ve keskin bir şekilde tatbik ettiğinden
hepsi söndü, bitti. Şunun bilinmesi lazım Atatürk’ün tabiriyle; ”Bir ulusa karşı veya bir devlete
karşı yapılacak tecavüzün ve saygısızlığın büyüğü küçüğü olmaz”. Böyle bir hareket
yaptıkları zaman siz devletseniz, hükümetseniz. Bir ulusal gücünüz, bir milli gücünüz varsa
bunun tepkisinin çok yüksek olması lazımdır. Yani ortaya kan çıktıysa, silah patladıys a,
şiddet yükseldiyse bunun tam karşılığını vermeniz lazım. Bunu alttan alarak bir yere
gidemezsiniz. Bu mücadele mutlaka bunu gerektirir. Karşı taraf silah çekiyor, kan döküyor.
Sende demokratik haklar yok bilmem ne özlük, bireysel özgürlükler bunların hepsi boş laf.
İnsanların tarihini okuduğunuzda, siyasi tarihine ve savaş tarihine baktığınızda yani sosyal ve
kültürel tarihilerini incelediğinizde beş bin yıllık yazım tarihi baştan aşağı hepsi savaştır. Bu
garip bir türdür, omurgalı memeli yani insan. Bu türün dışında başka hiçbir tür kendi türünü
yok edecek gibi çarpışmaz. Mesela hayvanlar da çarpışır, kendi akranları ve emsalleriyle
veya karşı cinslerle, fakat gücünü ispatladığı an onu öldürmez. Ama bunu şöyle yapar.
Gençlerini silahlandırır ve başka gençlerin üzerine sürer. Sebebi şudur; aç gözlüdür,
ikiyüzlüdür ve ahmaktır. Onun için bunlara iki de bir peygamber gönderilir. Adam gibi adam
olsunlar diye. Gariptir, onlar geldikçe de ihtilaf daha çok artar. Bu defa Hristiyan, Müslüman,
Musevi meselesi çıkar. Eskiden beş kere savaşıyorlarsa, bu defa on beş kere savaşırlar.
Yani bir türlü düzelmez. Bundan milyonlarca yıl önce yeryüzünde canlı türleri olarak çok
güçlü, çok hakim türler vardı. Hepsi zaman içinde çekildiler. Bu kavga, bu hırs, bu ahmaklıkla
kaç yüz bin yıl daha yeryüzünde kalabileceğine kim karar verecek? Milyon yıl öncekiler
1
çekildiğine göre; onlardı hakim olanlar, üstün olanlar, güçlü olanlar. Önce hakimler, güçlüler
ve üstünler gidiyor. Sonra bu Kürt Devleti kurma meselesi, aşağıya sıçradı, yani bugün
Kuzey Irak denilen yere, bu Mesud’un babası Mustafa Molla Barzani’nin ellili ve altmışlı
yıllarda bunlar yürüttü bu kanunu. Yani devleti aşağıda kullanalım. Sonra PKK çıktı. PKK
klasik olmayan bir mücadele türü, biz terör diyoruz. Uyguladığı gayri nizama yani tamamen
hileye, tamamen aldatmaya dayalı, tamamen zekaya dayalı ve muharebe tekniği de; baskın
ve pusu 84’te çıktı. İlginçtir, Kürt Devleti kuracağız diye Şemdinli ve hududu basarak çıktı.
Siyasi bir örgüttür PKK. Kürt Devleti kuracağız diye, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletine
başkaldırabilir, hem de silahlı olarak yani ben bunu silahlı yapacağım, dedi. Yani seni bu
topraklardan kovacağım. On yıl bu böyle geldi gitti. Üç tane çapulcu vardır, beş tane bilmem
ne vardır. 84’te Harp Garbi, altmış tane PKK’lı var. Hakkari biliyorsunuz, çok farklı bir yer yani
tamamen dağlık. Bizim kışlamızda bile iki bin altı yüz metredir. Yani o tansiyon için iki bin
sekiz yüz, üç binlere çıkmak zorunda, üç bin sekiz yüzlere çıkabilir, orada mümkün. Behzat
kod adlı biri var. Köylüler gelmiştir, mezralardan, köylerden; Jandarmaya, Kaymakama,
Valiye kimi buluyorlarsa devleti temsil edenlere demişler ki “Bakın silahlı kızlar ve oğlanlar
dolaşıyor. Bunlar bizi cami avlusunda topluyorlar. köy odasına, muhtarın evine, topluyorlar,
bize Kürdistan diyorlar. Bağımsızlık diyorlar, savaşacağız diyorlar. Bu emperyalist Türkleri
topraklarımızdan atacağız diyorlar. “Bunlara verilen cevap şudur: “Tamam biz biliyoruz, hadi
siz gidin. Biz bakarız, biz gideriz.” “Efendim, bir daha söylüyorum; bu bizim bildiğimiz eşkıya
değil, çantaları var, sırtlarında. Çıkartıp kitap okuyorlar. Bizim anlamadığım ız, şeyleri
söylüyorlar. Bu böyle kız kaçırmış, bilmem oraya buraya tecavüz etmiş, mal çalmış,
kundaklamış; eşkıya değil, başka tip bunlar. Tamam biz biliyoruz, haberimiz var; siz gidin. On
sene sonra biz gittiğimizde tam dağlarda on üç bin silahlı militan vardı, Dağkapı’da. Hakkari
Bölgesinde de 93 Temmuzunda ben gittiğimde bize ait hiçbir şey yoktu; bütün hakimiyet
onlardaydı. Bizde herkes karakolunu savunuyor. Kışlayı savunuyor, kışlada kalmış. Gündüz
altı kere yol kesiyor. İstediğini öldürüyor, istediğini götürüyor. Vahim bir durumdu. Yani akıl
almaz bir şekilde en sağlam yer neresiydi, biliyor musunuz? Botların bastığı yer.
Hayattaysanız, sağlam. Neden? Mayın yok, en azından. Yani pusuya düşmediyseniz veya
baskına uğramadıysanız, önemli değil. Sonuçta bütün dünya istihbaratı biliyor, herkes biliyor.
93 başında bunlar artık biz devleti kuracağız, parlamentoyu yerde açacağız, durumuna
geldiler. Böyle hayaller neredeyse savunma şeklindeyken, biz o bölgede böyle bir şey
olamaz dedik. Bizi öldürmeye mi geliyorsunuz? Bizi buradan atmaya mı geliyorsunuz?
Tamam, el mi yaman bey mi yaman görüşürüz. Her gün bunu yeniden kendi değirmen
taşına, yap da görelim bakalım. Sonra çıktık, dağ, taş dere, tepe ne varsa İran, Irak bizim
topraklar bunları kaldırdık, attık. Büyük fedakarlıklar olur; hiçbir şeyi dikkate almadık. Bazen
sorarsın; subaylara, astsubaylara, askerlere: Bunu ne için yaptık? Efendim Çanakkale’de,
Sakarya’da dedelerimiz veya anneler için. Hayır, onun için yapmadık. Gururumuz için yaptık.
Hiç kimse için yapmadık. Çünkü başkası için yaptık olunca olmuyor, hayal kırıklığı o luyor.
Gelip dönüyorsun, Batıya bakıyorsun herkes şinanay; türaat, Hacivat’la Karagöz oynuyor.
Kendi gururumuz için bizi yenemezsin. Gel dövüşelim ve gördüler. Bize silahla kaba dayılık,
yap görelim. Silah nasıl kullanılır sana gösteririz. Kimin bileği kuvvetliymiş gösteririz. Kimin
karın kası güçlüymüş gösteririz. Kimin bacakları uzun gösterelim. Kim daha zekiymiş
gösteririz ve 95 sonunda o on iki, on üç bin kişinin sayısı beş bin, beş bin beş yüzlere düştü.
Metina, Zapşili, Berçana, Avaşin, Mezi Karyaderi, Basya, Habur, Kandilaltı, Zagros, Jerma
Betkar Kaleleş aşağı yukarı bu kampların hepsi Hakkari’yi kuşatan kamplar, Hakkari’yi böyle
çevirmişler. Bizde orta da kaldık. Devamlı şu hareketi yapıyor, çemberde. O zaman
karakollar kapısıdır, dediler, Hakkari kırk dört karakolunun yirmi sekizi basılm ıştır. Daha
doğrusu hepsi basıldı da yirmi sekizi birkaç kere basılmıştır. Bir daha karakol falan basamaz
hale geldiler. Çünkü karakolu basacak adamları ve durumları kalmadı. Ne yapıldı? Üzerimize
gelmiş bir yığını geri ittik. Yani topraklardan uzaklaştırdık, attık. Fakat kökü kazınmadı. Kökü
niye kazınamıyor? Onu pratik düşünün. Bir defa güçlü bir siyasi irade yok. Yani bunu
bitireceğim, bitecek diye bir irade yok. Bunu oradaki mahalli yönetimden isteyecek. Yani
askeri ve sivil bürokratından isteyecek siyasi irade yok.
2
Dün akşam “Teke Tek” programında söyledim. Diğer üniversitelerde veya halkla
görüşmelerde söyledim. Şimdi bakın seferberlik var mı? Yok. Savaş var mı? Savaş hali yok.
Sıkı yönetim var mı? Yok. Yani kanunlar gereği yok. Peki olağanüstü hal var mı? Yok.
Anayasa gereği var mı? Yok. Eee yoksa peki İçişleri Bakanın nerede? Bunlar yoksa bunun
askerle ilgisi yoktur. İçişleri Bakanı nerede? Jandarma Genel Komutanı nerede? Emniyet
Genel Müdürü nerede? Evin Van’ın Çatak İlçesinde bilmem ne mağara da iki tane kaleşnikof
bulunmuş da, iki tane ayak, üç tane de roket; bunu kim açıklıyor, Genel Kurmay Sitesinde.
İçişleri Bakanı nerede? Bu adama sorun. Bunun başında Başbakan var. Yani neden böyle
bunu düşünmek zorunda herkes. Şunun için düşünmek zorunda; Devlet, arkadaşlar siyasi bir
örgüttür, siyasi bir kurumdur. Topluluk, halk ve ulus bunu düşünmeden de var etmiştir. Bir
güvenlik sağlar, iki adaleti yerine getirir. Bunun için çıkmıştır. Peki nasıl çalışıyor, bu sistem?
Şöyle çalışıyor. Halk var, yani toprak üstünde yaşayan bir top, insan topluluğu var. Halk
adına halk deyin, ulus deyin, millet deyin. Şimdi bunu yönetim şeklinde kabul eden yönetim
şeklinde temsilcinin gönderdiği meclis diye bir yer var, meclis. Yani benim adıma
çalışacaksın diye, halkın gönderdiği insanlar var. Bu insanların toplandığı yere meclis denir.
Bu meclisten çıkan bir hükümet var, yani icranın başında olan her şeyi yürüten. Sonuçta şu;
toprak, halk, meclis, hükümet. Çünkü halk hesabı bu gönderilerden sonra çıkar. O
gönderenlerin var ettiği hükümetten soracak. O hükümetin içerisinde bu sağda sorun taşıyan
insanlardan soracak. Bürokraside halk hesap soramaz. Bürokrasi halkın muhatabı değildir.
Bürokrasi halka hizmet etmek için vardır. Hammurabi’den beri, Babil’den beri var. Kimdir,
bunlar? Ya sivil bürokratlardır, ya askeri bürokratlardır. Bunlar hükümete karşı sorumludur.
Hükümettir, bunların amiri. Kanunlar gereğidir, bütün dünyada böyle; rejimlerde böyle çalışır.
Mesela Kuzey Irak’a harekat yapılıyor, hükümet falan yoktur ortada. Bunu bize nasıl
açıklayacaksınız? Başbakan açıklayacak. Ordular siyasi hududu geçmiştir. Bunu sen mi
söyleyeceksin? Ortada yok. Bunu onlara bıraktık. Hayır sen bırakamazsın sorumluluğu. Sen
öyle sorumluluk falan bırakırsan sen bunu yükleme sorumluluğu kimseye gitmez, kimsede
alamaz, hakkı da yoktur. Bunu niye söylüyorum? Çarpık, ya da tarihi yazılacak. Ben şimdi
söyleyeyim. Şurada da vardır da, belgeselini falan gördünüz herhalde.
Dünya harbinde bir buçuk milyon kaybımız var; Trakya ve Anadolu’ya on yılda dört buçuk
göçmen girdi, hastalıklarla beraber ve bir buçuk milyon insan kaybettik. Büyük genç kadrolar
gitti. Özellikle Çanakkale’de, büyük miktarda gitti. Sakarya’da da gitti. Ama orada Kurtuluş
Savaşında bizim zahiyatımız on bin beş yüzdür. Bakın burada ne yedi bin asker; ne polisi ne
öğretmenleri, ne doktorları yok. Diğer memur, mühendisler yok ve yirmi bin de halk, çoluk
çocuk; genç ihtiyar, bu ne peki? Kafa kafaya geldiniz, zaten; yani kayıp anlam ında. Kayıbın
ne kıymeti var? Bu şiddetin yüksekliğini anlatıyorum, kayıp. Şiddet yüksekse kayıp da
yüksektir. Bu demek işte bu. Adamlar yirmi dört yılda bu kaybı meydana getirdiler. Bunu
anlamak için ne yapmak lazım, ne anlatmak lazım, nasıl anlatmak lazım, hangi dille hangi
Türkçe’yle ve hangi üslupla anlatmak lazım? Her şey ortada. Bitse, halk tabiriyle canıma
minnet bitse, hayır bitmedi. İşte evvel ki gün iki haftadır bakıyorum. Gene on beş, on altı tane
çocuk öldü; ölüyor devamlı. Bir defa şu var şunu bilin, bunu ben attıysam, ben sana
söyleyeyim. Kimin üstüne geldiyse, o zarara uğrar. Karakol basılmış olur. İnsiyatif onda,
hareket zamanı seçen, o, silahları seçen o, yeri seçen o, bundan kurtulamazsın. Sen
seçeceksin. Bizim karakola gelmiş, püskürtmüş. Ne demek, püskürtmüş. Rus ordusu mu
geliyor, püskürtüyorsunuz. Bilmem İran ordusu mu geliyor, püskürtüyorsun. Ne püskürtmesi?
Püskürtmeyeceksin. Kene gibi yapışacaksın adama. Nereye gidiyorsa, oraya kadar
gideceksin. Kovalayacaksın. Gelmiş, bende onu geri atmışım. O kim ki sen koca devletsin;
neyin eksik senin? Paran var, pulun var, silahın var, mermin var, erzakın var. Hava aracın
var, deniz aracın var. Tankın var, topun var, helikopterin var, uçağın var; ne demek
püskürtmek? Kabak karpuza şükretmek. Püskürtmüş. Püskürtmeyeceksin, gırtlağını
sıkacaksın. Kuyruğundan yakalayacaksın, bırakmayacaksın; nereye kadar gidiyorsa. O
siperlerden çıkıp onun üstüne atlayacaksınız. Niye siyasi iradeden bahsediyorum? Bu siyasi
irade sorunu. Bakınız, Anayasa gereği, kanunlar gereği Türk ordularının harbe
hazırlanmasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti sorumludur. Bu sorumluluğu adam
gibi yerine getirip getirmediğinde denetleme sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti Meclisi’ne
3
aittir. Sistem niye çalışmıyor? Sistem şunun için çalışmıyor. Çünkü bu ülkede insanlar hiçbir
zaman gerçek demokrat olamadı. Gerçek demokrat olmak için özgür ve cesur olmak lazım,
özgür ve cesur. Özgür olmayan insanlarda cesaret olmaz, onlar erdemlikle gösterilir. Kanun
bağıyla birbirine bağlı, parayla birbirine bağlı hiyerarşik yapılardan ve kurumlardan,
kuruluşlardan insanlar büyük fedakarlıklar yapmazlar. Büyük fedakarlık yapamaz insanlar.
Parayla bağladıysanız, kanun yoluyla bağladıysanız, fedakarlık demiyorum. Büyük fedakarlık
yapamazlar. Çünkü bağımlıdırlar. Bağımlı insanlar, cesur olamazlar. Özgür olmadıkları içinde
cesur olamazlar. Cesaret olmayınca da bir insanda başka hangi yeteneği olursa ols un,
hiçbirini kullanamaz. Siz gençlerin en üstünde duracağı.bu çarkın iyi dönmesi için demokrasi
denen şey Anglosakson sistemiyle halkın mutlaka hükümetlerin denetlediği yerde geçmeli.
Halk, hükümetini denetleyemiyorsa, bu sistem yürümez. Siz şunu bilmelisiniz. Aslında bizim
iki düşmanım ız oldu. Bunun birinin adı cehalet, öbürünün adı da yoksulluk; bu seksen yılda
bu hükümetler –özellikle yani Atatürk dönemi çok özel ve fevkalade olağanüstü– iki düşmanı
yok edemediler; cehalet ve yoksulluk. Bu ikisi yok edilemediği sürece başımıza her şey gelir.
Neden? 1: Aç insandan büyük şeyler beklemeyin. Açtır, kadını aç, erkeği aç, çocuğu aç.
Bundan asil duygular, yüksek hareketler bekleyemezsin. Bu bir canlı, beslenme, barınma
derdine düşmüş. Hiçbir şey yapamaz. 2: Cahil, yani muhakeme etme, sistematik düşünme,
bilmediği içinde mantık denilen şeyde bilinenlerden hareket etmedir, mukayese etmedir.
Bunları nasıl yapsın? Efendim şimdi kömür dağıtılıyor, o dağıtılıyor, bulgur mulgur. Tabi
uyanık dağıtır. Aç.
Ben size bir şey söyleyeyim. Aç bir insanı yarım çuval un verin bu ülkenin altını üstüne getirir.
Bu iki şey becerilemediği için her şeyde sorun var. Okumuyor, okusa anlamıyor. Dinliyor, A
derken B anlıyor. Her şey kötü gidiyor. Bu ikisini halledelim. Yani üstünden gelelim. Bakınız
arkadaşlar o kafanızdaki kendinize göre her biriniz için bu ülke hakkında olumsuz veya zayıf
gördüğünüz her şey ortadan kalkar. Bunun başka bir yolu yok, başka bir çıkarı yok. Birde şu
var, bizim çocukluğumuzda devlet adamı diye bir laf vardır. Biz hep böyle duyardık, devlet
adamı. Devlet adamı çok farklı biridir. Hakikaten de farklı biridir. Bir defa neydi? Devlet, 1:
Kararlıydı, 2: Beyefendiydi. Bir şeyi bir kere söylerdi. Üçü de yok, oldu; üçü de şuanda yok.
Her gün elli defa konuşan, her konuştuğunda arkadan düzelten elli kişi belki öyle heyetler
ortalıkta dolaşıyordu, şuanda öyle durum. Bugün denilen akşam değiştiriliyorlar. Akşam
denilen sabah tutmuyor. Birde şu var. Millete bahane anlatılıyorlar. Millete, halka bahane
anlatılmaz, mazeret söylenmez. Bazen işte öyle istedik, senin bildiğin gibi değil devlet. Seni
oraya zincirle mi getirip koydular? Yani sorumluluğu kaldıramamanın getirdiği bir şey var,
güven duyguları sarstığı için ve gücü iradesi yetmediği için. Seni oraya zincirle mi vurdu?
Sen oraya geleceğim diye elli takla atmadın mı? Sanki bunu zorla iskeleden suya itmişiz gibi,
sen oraya geleceğim diye, elli manevra yapmıyor muydun? O zaman kaldırın sorunu,
kaldırın, ağlama yok. Bizdeki sıkıntı şu, bakıyor insanlara. Özgürlük istiyor, izin bekliyor; hak
istiyor, lütuf bekliyor; böyle bir hayat yok. Hayat eylemdir. Atatürkçü düşünce güzel düşünce.
Nedir, düşünce? Düşündük, düşündük; düşünme geniş bir şey. Şu şekle gelirse, kamu
nizamında bunun adı fikir olur. Yumruk kalkarsa bunun adı eylem olur. Hala düşünüyorum.
Hadi yumruğu bırak, şu kamu düzeniyle. Geçen onlara gittim, Ankara içine baktım, hepsi de
yaşlı başlı insanlar. Nerede gençler dedim. Biz böyleyiz dediler. Böyleysen, tamam. Ben ne
yapayım, sizi? Peki dedim, size bir soru sorayım. Atatürkçü Düşünce sistemi lafı bu ülkede ilk
defa ne zaman söylendi ve ne zaman kayda geçti? Söyleyin bakayım . Koca salon dondu,
kaldı. Ne zaman söyledi, kim söyledi ve ne zaman kayda geçmiştir? Hiç merak etmedin mi,
bunu kurarken? Nereden geldi? Kim icat etmiş bunu? Düşünenler biraz daha iyi birde sırf
konuşup hiç şey yapmayanlar var, sıkıntıya girmeyelim. Düşünmek için sıkıntı, ben size bir
şey söyleyeyim. İnsan doğası itibariyle, insan kalben, içten, ruhen bir şey söylerse, bir şey
söylediği an inanarak söylüyorsa ama yürekten söylüyorsa ben size söyleyeyim o neyse
kesinlikle eyleme döner. Eyleme dönmeyen her şey sahtedir. O adamda söyle, onun ağzı da
kendi kulağı için konuşur. Eylem, mutlaka eyleme dönmesi lazım. Hani öyle yaparız, böyle
yaparız falan denilen şey bu insanın yaradılışında var. Eğer gerçek inanarak hissederek
söylüyorsa bunu, bunun mutlaka sonunda harekete dönmesi lazım. Yani bir aksiyon, bir
eylem, bir harekete döner. Dönmüyorsa, hiçbir şey yok. Birde toplumsal durumlarda çok
büyük yapay ve suni durumlar var ülkede. Biz çocukken yani daha ilkokuldayken bu Kıbrıs’ta
4
itiş kakış oldu. Bu ona ateş ederdi, işte bu komiteci vurur da, işte bir çocuğu yaralardı, kadın
öldürür Türklerden. Ben size bir şey söyleyeyim. Bu sizin bildiğiniz hiçbir iletişim sistemi
yoktu, hiç böyle bir şey yok. Yani bu bilgisayarlar, televizyonlar neler vardı? Bir tane radyo, iki
düğmeli radyo pilli çalışıyordu, İnsanlar bunu dinliyorlardı Türkiye’de. Bunu açarlar dinlerlerdi.
Bakın bugün diyelim, Kıbrıs’tan bir Rum komiteci işte bir bilmem ne ateş etmiş. Bir çocuğa
ateş etmiş veya bir Türk erkeğini, kadınını öldürmüş. Ertesi gün inanamazdınız. Kars’tan
Edirne’ye kadar; Erzurum, Kars efendim Adana, İzmir, Ankara, Tekirdağ ayağa kalkardı.
Nasıl oluyordu, bu? Ne organizasyon öyle şimdiki gibi binlerce örgütü, yok sivil; hayır hiçbir
şey yok. Binlerce var, herkes sokakta.
Bayrak mayrak da dağıtmıyorlar, herkes bayrağını nereden buluyorsa, kendi buluyordu. İşte
bu doğal, bu doğal şimdi buna baktığınızda bunun bir psikolojisi var. Ha bunlar kimdir? Şöyle;
biz yetişemedik, tabi. Bunlar, çocukluğu veya gençliği Atatürk dönemindeki insanlar, yani
Cumhuriyet ruhu ve gururu var onlarda; onun için yapıyorlar. İkaza gerek yok, yok mail
gönderme yok, gazeteli yayınlar, yok gazeteyi gören kim nerede, kim görmüş? Şu haberi
getiriyorum. Şimdi bunu herkes dinlemese bile kahvede dinleyen ona söylüyor, o ona
söylüyor; o mahalleye söylüyor. Şehire söylüyor, kasabaya söylüyor. Herkes birbirine
söylüyor ve ertesi gün sanki bütün Türkiye’yi tek elden biri yönetiyormuş gibi herkes sokağa
çıkıyor ve bu ürkütücü bir şey, bu ne oldu biliyor musun? Daha iyi, siyasi anlamda, işte o
Zürich, Londra anlaşmaları derler. İşte Demokrat parti, Menderes döneminde Kıbrıs’la ilgili
büyük hakların bize doğru geçmesini sağladı. Halkın bu hareketini izliyor. İngilizler izliyor,
Avrupa izliyor, bütün dünya izliyor. Yani Türkler tepkili, her yerde tepkili onlar tek bundan
anlıyor. Onları tank, top, tüfekle falan korkutamazsınız. Onlar kamu gücünden ve halk
gücünden anlar. Bunun büyüklüğünün ne demek olduğunu bilirim ve o 59, 68 Zürich
görüşmeleri, Zürich ve Londra görüşmeleri Kıbrıs’ta bize imtiyazlar, hakların bizim istediğimiz
gibi avantajlar sağlayacaklar gibi sonuçlanmasına sebebiyet vermiştir. İşte aksiyon dediğim
budur. Yoksa üç kişinin sap alıp ortaya çıkması bilmem ne değildir. Bunun bir ruhu var. Şimdi
bunu görmek mümkün değil. Fakat arkadaşlar bu olmadan da hiçbir şey olmuyor. Yani şey
yapmak mümkün değil, yani yükselmek, genişlemek ve işlerin kötü giden kısmın ın önüne
geçmek mümkün değil. Sizin bilmeniz gereken bir şey şu, bunu liderlik konferanslarında da
anlatıyor. Bugünkü konu o değil, tabii önderlik kontrollüğü. Şunu bilin, yarın siz de şirketlerin
veya kurumların başına geçeceksiniz özel veya kamu kurumundan, devlete kadar. Hiçbir şey
başındaki adamın seviyesinden yukarıya çıkamaz. Sınırınız en baştaki adamın sınırı
kadardır. O adamın ipi ne kadarsa kuyuya o kadar sallandırırsın. Hiçbir şey yapamazsın. Bu
şey gibi, testi gibi; testiyi şurada su çukuruna daldırdığım zamanda aynıdır, suyu alır;
okyanusa daldırdığımız zaman da testiye alacağı su aynıdır. Hiçbir şey fark etmiyor, her şey
öndere bağlı. Önder yoksa, mücadele yoktur. Bu bütün dünyada da böyle, bütün toplumlarda
da böyle önder yok. Önder, insanlar aslında yolda yürürler, yani yürüyüş halindedirler.
Yürüyüş halinde bulunurlar. Ama şunu bilemezler, yani sezgi güçleri yok, yani yerinde yok.
Tam insan normal insandır. Tam insan sever, nefret eder, yiyecek, içecek, barınacak,
üreyecek; çocukları besleyecek, büyütecek falan filan bunların geleceği ne olacak diyecek.
Yani sonunda iş iki tane halk sergi altında toprakla falan bitecek; yani bu arada gider gelir,
bunlar. Bu normaldir. Şimdi öbürkülerde de yani önderlikte aykırılık vardır. Birde normal
insanlar hiçbir zaman kendine benzeyen insanların arkasına takılmazlar. Yani bu da zaten
bizden.ne olacak der. Yani bir şey görmesi lazım. Aykırılık veya müstesnalık veya çok ak ıl
almaz şeyler. Yani önderliğe aittir şöyle bir şey kullanır, normal yani tam insan. Efendim
mesela yiğitlik, yiğit mi deli mi böyle bu çok ince bir çizgi, muharebede de vardır. Yani yiğit,
herkesten farklı hareketler yapıyor. Yani ölümü bile göze alır. Çizgiyi bir milim atlayın, milim
milim atlayın. Ya bu deli derler ya. Allah Allah neden? Buradaki şu tam insan artık bunun
yaptığını şeyi veremez. Yani hükmedemez, bir değerlendirme kıymetlendirme yapamadığı
için buna deli der çıkar. Deli lafı en kolay laftır. Yani ne yaptığ ını anlamıyorum, artık onun
ben, fark edemiyorum. Bunun tanımlaması budur. Şehit de yani bunu çok görüyorsun. Yani
bir yere kadar yiğit yani canını esirgemiyor. Bir yerden sonra öyle bir şeyler yapıyor ki, akıl
5
almaz şekilde her an vurulabilir. Her şeyi göze alabiliyor. O zaman da deli diyor. Şunu öne
getirmek istiyorum.
Bu insanların psikolojisi değil, bu halleri çok farklı. Şimdi böyle çok sümsük gibi gördüğünüz
bir arkadaş ölüm çizgisinde akıl almaz, aslan gibi olabilir. Siz gençler olduğunuz için size
erken öğrendiğim için söyleyeyim. İnsanın karakteri nerede çıkabiliyor biliyor musunuz? Tam
ölüm dirim çizgisinde ondan öte insan karakterini kesinlikle bilemezsiniz. Tam sıfırsınız. Yani
bir saniye bu tarafta hayat, bir saniye öbür tarafta ölüm tam bu çizgide, ruh halinde kesin
karakter ortaya çıkıyor. Bir bakıyorsun, aslan. Bir bakıyorsun, yalnız bir insan. Yani bütün
iletişimleri kopartmış. Bir bakıyorsun, çok inançlı biri. Yani kendini tanrıya teslim etmiş
durumda. Ondan önce hayatta her şeyi göreceksiniz. Ama bu çizgiyi ancak orada olanlar
görür. Bunu temenni etmem kimse bu çizgide olmasın. Bu insanların hal ve hareketleri belli
olmadığı için bu topraklarında altından rüzgar geçtiği için, tarihin sel yatağı olduğu için bu
Anadolu her zaman bu ve buna benzer şeylere hiç beklemediğiniz yaşlarda belki de
çocuklarınızda rastlayacaksınız. Yani bu bizim bireyimizde olmaz, bizim hayal etmemizle
böyle mutluluklar olmaz bu periler ancak peri masallarında vardır. Ama insanlar hayali sever.
Yani böyle kendini kandırmayı falan da severler. Yani sonunda pamuk balyası mı yoksa taş
duvar mı ta ki vuruncaya kadar. Bugün terörde gelinen durum şudur, hancı sarhoş yolcu
sarhoş veya hancı uykuda yolcu uykuda. Şuan Amerika’nın Orta Doğu’daki Kürt Devleti planı
yürüyor. Bu devleti kurdular. PKK’nın da amacı Kürt devleti bizim topraklarım ızda kurmaktı.
Bu bir orada, bir burada, bir kuzeyde, bir güneyde hep tarih içinde gitmiş gelmiştir. Güneyde
Kürt devleti artık kurulduğu için, Amerika’nın ve onun yandaşlarının yaptığı şey şu; bu devleti
Türklere kabul ettirmek; onun için işte hava sahasını açı ver, karadan gel kıyılar bir şeyler
yap; yaptıkları bu. Ama hiçbir zaman sonunu aldırtmaz. Zaten sonu nasıl alırız, yani
borularda bu da ayrı bir şey de. Böyle şey bu pehlivanlarda kötü pehlivanlarda el ense vardır,
çeker meker dalmaz tekrar bırakıverir, devamlı el ense yapıyor. Çekiyor, ense tekrar
bırakıyor. Ama eliyle kavrıyor. İşte PKK’yı da birden dışlayamıyor. Dışlayamıyor, çünkü PJAK
diye başka Kürt örgütü var. PKK’nın İran topraklarında faaliyet gösteren örgütü var. O işine
geliyor, onu kullanıyor. Bu PKK’yı da çok hırpalamada, işte bunlara siyasi haklar, aflar maflar
falan diyor. El enselerle gidiyoruz. Sonuç, bu mevcut hükümetler ve bu şeylerle efendim
muhalefet falan filan görünen adamlarla olacak bir şey yok. Ortada her şey, buradaki şey şu
Kürt Devletinin varlığını devlete, hükümete kabul ettirmek tabi halka da belli şeylerle bunu
sindire sindire yürütmek. Çünkü arkadaşlar o Hürmüz Boğazından öyle günde on dört milyon
varil petrolün çıkması lazımdır. Onun başka yolu molu yok, onların damarları bu, hayatı bu.
Amerika bütün alternatif bütün enerji şeyleri kaynaklarını her şeyi denedi, yol yok, çıkış yok,
hiçbir şey yok. Mecbur, mahkum. Buralarda otuz yıl daha duracak. İşte zaten öyle bir
manevra yapıyor ki Bulgaristan üst, Romanya üst, Ukrayna üst, Gürcistan üst, Azerbaycan
üst. Özbek, Türkmen çorba çanağına dönmüş, Afganistan devam ediyorum. Kara
kısaltıyorum, dar dengesini kaybetmiş, kuzey bölgesinde kontrolü olmayan Pakistan ve üç
dört yıldır per perişan olmuş, bilmiyorum çoluk çocuk herkesi gördü ve içinden çıkılmaz halde
her gün yüzlerce insanın öldüğü Irak ve Kürt devleti her şeyi kapattı, kapattı çemberin
içerisinde. Buradaki hesabın zaman içerisinde bu Rusya’nın palazlanarak ki yani Rusya’nın
coğrafyası palazlanma ve büyümeye ve hak talep etmeye müsait bir coğrafya bu bir gün
gelecek daha o gelmeden çeşitli tedbirler bunu daha önceden NATO’nun işte bir mavi kuşağı
falan diye Yunanistan, Türkiye, İran’la; Irak’ı tutmaya çalışırdı. Yani Sovyet aşağıya.indi.
Şimdi de bir yeşil kuşak diye bir şey çıktı. Yeşilli meşilli gidiyor, böyle bunlarla oyalamaya
çalışıyor. Ben bir şey söyleyeyim. Ben bir şeyi takip ediyorum. Eskiden bayraklar falan bize
yeterdi, büyüklüğü. Ben bu ülkede şunu görüyorum.
Yani yarım istemdeki hale döndükçe bizde bayrakların direkleri uzuyor, bir de ebatları
büyüyor. Bakın bakalım, bir şey yapamayınca bu taraftan bir şey oluyor. Hani insanların bazı
organları körelince diğer organları falan gelişir ya böyle bir şey var, bu bir. Bunu kabul
ettirmek için dolanıyor. Bir şey daha sizi, siz sormadan bir de Kerkük meselesi mesela
referandumla hareket ediyorum. Fakat bizde hiçbir taraf yok, talimat alıyoruz, devamlı.
Talimat onu yap, bunu yap, şunu yap. İşte Avrupa Birliği hayaldi. İşte Avrupa Birliği şudur,
zaten adamlar yapacağını yaptı. Şimdi şu var, birde. Birisi geldi, doğru Diyarbakır’a gidiyor.
6
Orada zaten elli sekiz tane belediye başkanı şunlar bunlar Türkler şikayetçi diye, oraya. Bunu
Nasıl çıkılacak bunun içerisinden yani bu bir ne kim ne yapacak da çıkılacak? Türkiye’ye
bakıyorsunuz, son birkaç yıldır. Türkiye’nin görüntüsü değişti. İnsan görüntüleri değişti.
İnsanların görüntüsü değişti. Paralar, pullar, kaynaklar şunlar; altmış dört milyar dolar halkın
kredi kartı borcu var. Bak istikrar mistikrar bozuluyor. Bak adamın ödü kopuyor veya kadının,
gırtlağına kadar borç. Bir tabir vardır. Bağımsızlık kaybetmenin en kestirme yolu arkadaşlar
borçlanmaktır. Hemen en kestirme yoludur. Birde eskilerin bir lafı vardır. Bir millet postaneleri
ve bankalarını kaybederse artık o bağımsız değildir. Eskilerin postane dediği telefon, telgraf.
Atatürk’ün bir sözü var; ben Kurtuluş Savaşında telgrafla idare ettim der. Şimdi bundan sonra
neyle idare edeceksiniz? Sizde mi bunlar?
12 Eylül Darbesi, üniversiteyi yok etti. Bu yok etmeyi açında açın. İçini açın, d ışını açın;
yukarıya doğru, yanlara doğru açın. Eskiden her şey gençlikti. Her şey gençliğe ait. Gençliğe
ait demek; tekme, tokat, sopa, balta, bıçak değil. Bende bu işte varım. Benim de fikrim var.
Benim de düşüncem var. Benim de kararım var. Benim de görüşüm var, meselesi. Düşünce
fikirle meselesi, bu ortadan kalkınca normal bir şey canlı türü çıktı. Gençlik arkadaşlar enerji,
heyecan ve tutku demektir; yakıcılık demektir. Bir millet yakacak en büyük kötülük gençliğin
heyecanını, tutkusunu ve yakıcılığını söndürmektir. Savaşı bile gençler yapar. İhtiyarlar
sebep olur, onlar çıkartır. Ama gençler ölür. Başka hiç kimseye de bir şey olmaz, gençler ve
anneler. Hiç kimseye bir şey olmaz savaşta. İki grup acı çeker; bir çocuklar, iki anneler.
Gerisi laftır, konuşur dururlar. Acı macı da duymazlar, onu da söyleyeyim. Dillerinin
ucundadır. Onun için gençliğin kendi uluslarından yaşadıkları toplumda ve yaşayacakları,
çünkü kaynakları burasıdır. Yani kendi halkı, kendi toprakları, kendi geçmiş i ne derseniz
deyin. Bakın hiç kimsenin ülkesine böyle rahat girebiliyor musunuz, sokuyorlar mı? Herkes
kendi toprağında horoz, kendi çöplüğünde horoz biz de buradayız. Burada da sıkıntılar var,
yani hem içten, hem dışardan sıkıntı. Ben dışarıdaki sıkıntıları çok görmüyorum. Yani yetmiş
milyonlu Türkiye’ye ve bu coğrafyada hiç kimse hiçbir halt yiyemez. Ne zaman kadar insanlar
böyle gurur ve haysiyetlerinin kırılmasına müsaade edebilirler? Ne kadar, ne kadar
dayanabilirler? Yani devamlı verici, verici, verici, verici, verici böyle bir şey olabilir mi? O
zaman insanın yeryüzünde varolmasının manası ve maksadı nedir? Bu tür nedir, ne amaçla
var? Zaten bir tek orta uzunlukta bir ömrü var. Biz Kuleli Askeri Lisesindeyken, -arkadaşlar
altmışlı yılların ortasında ben size söyleyeyim- bu ülkede yaş ortalaması kaçtı, biliyor
musunuz? Kırk yedi. Evet. Kırk yedi, bu ülkede yaş ortalamasıydı. Seksen yaşında yaşayan
da vardı; otuz iki de giden de vardı; yirmi sekizinde giden de vardı. Tabi getirince kırk yediydi,
hiç unutmuyorum. Bu kadar basit ya çok bir şey de değil. Efendim işte tıp gelişti, efendim işte
beslenme, şu oldu bu oldu, tamam ne oldu? Şimdi bakıyorum, altmış yedi, alm ış sekiz
görünüyor. Bu çok mu? Benim babam doksan yedi yaşında, tabi ve haberleri izliyor. Devamlı
onlara ajans der. Nedir bu diyor? Bu çocuklar her gün sapır sapır ölüyor, diyor. Hayatımda
hiç ben ondan hakaret duymadım.
Yani böyle hakaret hami bir söz sinkaf Türkçesi, adamı artık tutamıyorsun. Böyle şey olur mu
diyor. Savaş bile başlar biter diyor. Biz bunları yaşadık, diyor. O şöyle altı, on yedi sene
Osmanlı vatandaşı aynı zamanda sonradan Cumhuriyet adam ı işte, iki vatandaş oluyor. Yani
gençliğinde yani siz veya sizin bir alt yaşlarında henüz, daha Osmanlı; yani padişahı var,
halifesi var. Sonra Cumhuriyeti var, sonra seferberlik bilmem ne bunlar askere gidiyor. Dört,
beş, altı sene dönmezlerdi, bunlar. “Ya baba ne oldu, bu doksan yedi yıl?” diyorum. “Ne
doksan yedisi, daha dün” diyor. Bak onu bile doksan yedi kesmiyor; dün diyor. Babam kadar
kaç kişi yaşayacak? Zaten yaşamış. Şunu demek istiyorum. İnsanlar kazançlar, beslenme
ona bağlı, barınma, çocuklar, eğlence, bilmem; tamam olacak. Ama şu var, ne yapıyorsun?
Yani bu topraklar için, toplumun için, ulusun için, milletin için ne yapıyorsun? Yani nedir yap,
bak; yani ne bırakacaksın, bize kendin dışında? Bizi bırak, kendi kuşağına; kendi nesline ne
bırakacaksın? Yani bu da benden deyin. Ne vereceksin? Vermeyeceksen, hiçbir şey yok.
Vermeyeceksen, tek hücreliden, antioksitlerden, çok hücrelilerden memelilere kadar; zaten
vermeyeceksin. Besleniyor, barındırıyor, ürüyor, çocuklarını eğitiyor, onları koruyor. Tamam
bana o zaman söyle farkını. On bin fite çık, aşağıya bak. Bu insanlar zaten yoktur. Canları
hiçbiri orada. Sadece insanların yaptıkları sanal şeyler vardır, şehirler gibi. On altı, on yedi
7
bin fitler var; artık o da yok. Sadece karalar ve su alanları var, işte hayat budur. Bunu erken
anlamaktır. Yoksa, itişip kakışıp kazanalım etmek, tabii yapılsın. Ne? Hangi açılım da
söylemeliyim. Yani bu devlet denilen, bu devlet aslında size hizmet etmek için kurulmuş. Yani
size hizmet etmiyorsa hiçbir varlık sebebi yoktur. Ama bu denetimi de çevirmeniz lazım.
Bunu döndürmeniz gerekir. Devletlerin hayatını ben şöyle görüyorum, benim tarafımdan. Bu
devletle toplumlar arkadaşlar ya emir veriyor, ya emir alıyor. Devlet, ve toplum meselesi bu;
bir şey daha var. Hepinize birey birey söylüyorum. Hiç unutmayın. Doğduğunuz andan,
ölüme kadar birer avcı gibisiniz, avcı. Bu sözümü unutmayın. Aslında bu doğduğunuz andan
başladı. Siz içgüdüsel olarak da bazı şeyler yaptınız. Annenize, babanıza, etrafınızdakilere
ve selvilerin altına kadar gidecek bir durumdasınız, avcı. Avcıysanız; üç haliniz var. Ya
avlarsınız, ya da avınızı kaçıracaksınız. Bu günlük hayat ınızdan ömrünüzün sonuna kadar da
böyle olacak. Buraya kadar, ben söyleyeceklerimi burada bitiriyorum. Şu ana kadar olan
sabrınız için teşekkür ederim. Arkadaşlar teşekkürler.
Sunucu: Soru alacak m ısınız efendim?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Tabii, tabii soru sorun. Evet arkadaşlar şimdi
sizden özgür ve cesaretinizi ortaya koyacak sorularınızı bekliyorum. Buyurun.
Soru: Hukuk Fakültesi öğrencisiyim. Diyarbakır’dan geliyorum, ben. Az önce parmak
bastığınız olayları ikinci, üçüncü göz olarak dahi olsa şahit oldum, birebir orada yaşadığım
için. Çok güzel bir noktaya parmak bastınız. Yarım torba un için bir devlet yok edilebilir. Aç
bir insan bunu yapabilir, diye belirttiniz. Sizce askeri anlamda yapılan aktarımların üçte biri
ekonomik anlamda o halkın doyurumu ve cehaletinin giderilmesi için, eğitime yapılm ış
olsaydı. Bu noktaya gelir miydi terör?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Tabii şöyle, doğru söylüyorsunuz. Orada yirmi
beş senedir, harcanan parayı iki yüz milyar dolardan, dört yüz milyar dolara kadar değişen bir
kıymetlendirme var, dediğiniz doğru. Ancak şu var; o bölgenin o hale gelmesi uzun yılların
ihmali. Ben ihmal deyince neyi kast ettiğimi biliyorsunuz. Yani alt yapılarının güçlendirilmesi,
bir de bu mezralar.
Bu mezralar, eşkıya düzenine aittir; kaçakçılık ve eşkıya. Şimdi bunun Türkçesi budur. Yani
üç bin sekiz yüz metrede on üç tane ev var. Ne evi? İran tarafından mal geldi gitti, Irak
tarafından geldi. Tabi bu mezralar toparlanmış hali. Şimdi mezraların fazlalığı eşkıyaya
yataklık için, yatak eski Osmanlı eşkıyaları da öyle; yatak olmadan arkadaşlar, eşkıyalar
barınamazlar; yataklık yapılmadan. Dediğiniz doğru, orada yapılması gereken bir şey yok.
Fakat ben de şunu söyleyeyim. O bölgeye o kadar çok devlet yardımı yapılm ış ki
helikopterle, ben albaydım. İlk dolaştığımda tabi böyle aklım fikrim bir dağlarda şunda bunda
olmadığı için adamlar nerede, ne yapabilirim diye düşündüğümde hep böyle şeyler
görüyordum; tesisler, dikdörtgen, kare; böyle yükselmiş duvarlar falan. Allah Allah diyorum ya
burada her şey koca koca tesisler hep yarım, hep yarım boydan boya. Bir gün nedir bu
dedim? Dediler ki, efendim devletin bu bölgede, bu bölgeyi geliştirmek için verdiği yardımlar
bunlar; krediler aldılar, böyle bu kadar çıktılar, göstermelik. Paraları pulları aldılar. Hepsi
Muğla’ya gitti; Atalya’ya gitti, bilmem nereye gitti. Yirmi üç, üç bin iki yüz metre de yirmi üç
evlik bir mezra var. Devlet ne yapmış, oraya? Çoklu kabloyla altm ış, çoklu kablo çekmiş, yani
burada yirmi üç tane ev var, çocuklar. Yani oralarda çok büyük zorlama olmuş. Yani ama ne
takip eden, ne denetleyen, ne hesap soran, ne bilmem ne; müsrif bir devlet olduğu için,
müsrif. Dedikleri doğru toparlanması lazım. Ama bu sadece paradan ziyade birde bölgenin
doğru dürüst iyi idare edilememesi var.
Soru: Teşekkür ediyorum.
Soru: Bir ya da bir buçuk ay önce Atatürk’ün son askeri Yakup Satar’ı kaybettik.
Televizyonda her hangi bir haber kanalında topu topu bir buçuk, iki dakika göründü. Ondan
8
sonra tamamen televolesel haberler göründü. Acaba uyutuluyor muyuz? İkinci bir sorumda,
Atatürk’ün kurmak istediği köy enstitülerini neden bugüne kadar kuramadık, o topraklarda?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Uyutulma meselesinde Yakup dede örneği deve
de tüy kalır. Deveyi yutturdular size. Yakup dede orada kulak durumunda, bu bir. İkincisi köy
enstitüleri bu ülkenin kalkınması için bölgesel en politik, en doğru, en kısa yol; yani kültür ve
sosyal anlamında ve her şey anlamında, yani meslek edinme anlamında. Ama işte oraya
komünistler geliyor korkusuyla yok ettiler. Bu komünist korkusu bütün bizim görevimiz dahil,
hep biz geldi gelecek, geldi gelecek ne gelen var, ne giden var; sonra kendi kendini yok etti,
bitti. Bu hep bir kandırmacaydı. İşte o da bir yutturmaydı. Komünistler buraya geliyor,
komünizm. Neymiş komünizm? Komünizm ya da üretim araçlarının merkezi, devletin elinde
olması. Yani hep ideolojiler çarpıştı. O çarpışma da Sovyet ideolojisi gibi algılandığından köy
enstitüsü söndürdüler. Hem sen yönetiyorsun, hem el kaldırıyorsun.
Soru: Ben de asker torunuyum. Sizin kitabınızda benim şu dikkatimi çekti ve belgeselinizde
demiştiniz. “Doğu’da görev yaptığımda oradaki karakollara yüz asker yerine üç yüz asker
konulsaydı, bu kadar büyüyemezlerdi orada” dediniz. Ben şunu hatırlıyorum. Benim de büyük
babam albay olduğu zaman –babanız gibi yaşasaydı. Belki şuan doksan yedi yaşında
olacaktı– 82-83 yıllarında orada görev yaparken kendisi de bundan bahsedermiş. Yirmi veya
otuz asker yerine, yüz asker konulsaydı; bu PKK o zaman büyüyemezdi demiş. Hükümet o
zamandan bu döneme kadar bunu nasıl hissedememiş? Yani o doksan zamanında siz
hissetmişsiniz. Bunu hala dile getiriyorsunuz. Bu kaç yıl hesapladım; yine yirmi yıl boyunca
bu hesaplanabilir.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Bunun için yüksek IQ, gerekmiyor, Einstein olmak
gerekmiyor.
Soru: O kadar hükümet değiştiği halde bunu niye duymamazlıktan geliyorlar?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Hükümet kendisi var, ama bu işlerle ilgileniyor
mu? Şunu demek istiyorum. Bir defa ben önce şunu söyleyeyim. Ben karakollardan
hoşlanmam. Karakol, burada durursanız ölürsünüz. Karakol neymiş? Yok, karakol. Serbest
bırakıyor, her yeri. Karakol yok, çok asker yok. Yani gökyüzünde bak sığırcıklar, kargalar çok
yoğun uçarlar, böyle kalabalık. Güven duyguları düşüktür. Ancak topluca bir şey yaparlar.
Kerkenez en küçük şeydir, yırtıcıdır. Kerkenezden, kartala kadar; adları şahin, doğan hiç
gördün mü? İkisi yan yana uçarlar.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Tamam bitti, işte. Hayatta hep yuvaya
bakacaksın. Birde orada durursan, ölürsün. Bak benim ast teğmenlerim, askerlerim hep
durmayacaksın. Devamlı yürüyeceksiniz. Yürü, devamlı yürüyeceksiniz. Yürüme şu
bakımından; Türk askeri her yerde yürüyünce adam şaşırıyor, nerede ne yapacağız diye.
Yani orada yürüyor. Böyle yüzlerce solucanı, binlerce solucanı araziye salmış olur. Herkes
böyle hareketler yapıyor. Şimdi adam şaşırıyor. Gece olunca onlar birden birleşiyor, tepesine
biniyor; durma yok. Durdurursan hemen tepene biniyor. İşte karakollar hep ondan.
Karakoldan hoşlanmam.
Soru: Peki o zaman biz bunu hükümete nasıl anlatacağız. Yirmi yıldır, hala siz bunu
söylüyorsunuz.
Soru: Biz bunu nasıl belirteceğiz? Yani biz gençlik olarak biz mi çıkalım, benim büyük babam
doksan yedi, ben torun olduğum halde babaannem bunu bana anlatırdı. Şimdi Osman Bey
söylüyor, bunu. Biz bunun farkındayız. Siz nasıl farkında değilsiniz diye.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Meclis, hükümet; askerlere soracak. Bu karakollar
ne işe yarıyor. Nereden başlıyorlar?
9
Soru: Okunan kitaplar çıktı. Hala söyleniyor. Yüz yetmiyormuş, beş yüz olsun. Yani sayı
yetmiyormuş, orada daha çok olması gerekiyor. Siz hala ne oturuyorsunuz, orada. Niye
yükseltmiyor, oradaki sayılar?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Ne sayısı?
Soru: Yani belgeselinizde de, kitabınızda da dediniz oradaki PKK’nın çoğalmaması için.
Karınca yuvası gibi mi orada?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Bak aziz kardeşim sen Çakırcalı Mehmet Efe’yi
tanıyor musun?
Soru: Tanımıyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Peki Köroğlu
Soru: Evet.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Tamam. Bunlar ne yapar biliyor musun? Bunlar
on beş, yirmi tane adamı vardır. Sen şimdi cebinden bir lirayı al, havada vur. Yumurtayı
gördüğün an yüz metreden yumurtanın üstünden ondan bir şapka yaparlar, vurur. Öyle
gruplar göndereceksin. Osmanlı eşkıyayla çok uğraştı. Osmanlı’nın formülü şudur ki, üç ila
dört bin kişiyi bir ekip yapacaksın; hepsi seçme. Başına bir tane bu işlerden anlayan bir adam
getireceksin. Tamam mı? Bunun adına Eşkıya Takip Komutanlığı dendi, Osmanlı’ da. Bu bir
girdiği an dağlara otuz, kırk eşkıya grubunun üç, beş ayda ortadan kaldırır, atardı. Yanlız
bunların en büyük özelliği neydi? Seçmeydi, adamlar seçmeydi. Şu vardı, eşkıya nereye
gidiyorsa, bu eşkıya takip komutanlığı askerleri oraya kadar giderdi. Bir gün eşkıya bayıldı.
Git, git ayrılm ıyor, peşinden; devamlı git git aynı. En son yapacağı bir şey yok.
Soru: Tazı gibi
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: En son bir yerde ateş etmeye başladılar. Ateş
etmeye başladığı anda bitersin. Bunlar var. Niye bu tecrübeler necip parlamentomuzun aziz
insanları; sizin yapacağınız çok şey var. Düşündükçe bulursunuz. Gençlere ne yapacağını
göstermek onlara sınır koymaktır, gençlere kalıp vermeyeceksin gençlere hedefi
göstereceksin. Nasıl, nasıl söylemeyeceksin. Nasılı söylersen, kalıba girerler. Onların
yaratıcılığının önünü kesersin. Evet.
Soru: Kimseye zıt bir görüş olarak bir şey söylemek istemiyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Söyle söyle.
Soru: Ama asker bir aileden geliyorum ve az önce bir torba un muhabbeti oldu. Seksen üç,
seksen dört yıllarında Diyarbakır’da, Hakkari’de Türk askerlerinin boş kovanlarını doldurarak
PKK’ya yardım yapılacağına bence tarımla uğraşsalardı. Fakir kalmazlardı ve ayrıca şöyle
düşünüyorum. Şuan Ankara’nın köylerinde de aynı şeye muhtaç olan insanlar var ve asla
dağa çıkmayı ya da devletine silah sıkmayı teşebbüs etmiyorlar, bu birincisi. İkincisi böyle bir
PKK terör örgütünü koskoca Türk ordusu bitiremez miydi? Bence kesinlikle bitirirdi. Bu kadar
uzun sürmezdi. Derin devlet, devlet, millet ve dış güçler birleşince acaba bu danışıklı dövüş
müdür diye de sormak gerekiyor. Nasıl sizce?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Bir sadeleştirelim. Bu ülkenin birçok yerinde en az
onlar kadar yoksul, aç ve gelir düzeyi düşük insanlar var. Fakat onlar asla devletlerini karşı
bir harekat yapmıyorlar, bu doğru. İşte boş kovanları kum dolduruyor, mum dolduruyor. Yani
10
doldurmayın. Yani jandarman var, polisin var, muhtarın var onun var, bunun var. Ben de
gittiğimde onlar değil, başkalarına boş kovanlara kum doldurun diyorum. Derin devlet
dediğiniz ne? Derin devlet.nedir? Sadece şunu bilin, dünyanın her yerinde arkadaşlar. Devlet
kendi bekasını korumak için, evrensel yasalar kendi iç yasalarına uygu n olmayan hareketleri
de yapar. Dikkat edin, devletler. Bunların istihbarat servislerini de yaparlar. Dikkat edin,
devlet; devletin istihbarat servisleri. Bu operasyonu bunlar yapar ve bunlar çok yani aleni
yapılamadığı için bütün dünya da iki yüz iki devlet hepsini yapar. Bunlar için ayrılan paralar
var. Bunun adına örtülü ödenek denir.
Bu bizde de vardır, dünyanın her yerinde de vardır. Bu bir koruma refleksidir. Aleni açıktan
evrensel değerler ve yasalar, genel hukuk ve iç hukukunda olmayan şeyleri bunlar yapar ve
kendini de haklı görürler, devlet olarak yapar. Fakat siz eğer bu sistemi devlete ve hukukuna
ve kendi iç hukukunuza, örgütsel yapınıza, istihbarat örgütlerin ize yapamazsanız. Birileri
çıkar kendi kendine bir şeyler yapmaya kalkar. Böyle çıktığında devlet bunlara asla meydan
vermemeli. Çünkü bunlar her defasında devletin güç ve itibarını sarsar. Onun güvenliğine,
ona olan saygıya, itibara halel getirirler. İyi devlet, güçlü devlet bunlara meydan vermez.
Bunun adına çete mi diyorsun, alt mı diyorsun, üst mü diyorsun, ne diyorsan de. Meselenin
özeti budur. Oraya gelince, PKK, derin devlet PKK’sı orada adamlar dağda; adam manga
kurmuş, takım kurmuş, bölük kurmuş, tabur kurmuş. Bir ara bizim zamanımızda alay kurdu;
adam tam örgütlü. Silahlar belli kim nasıl kullanacak? Eğitim belli, yönetim belli, bölgeler
tahsis edilmiş. Yok etsene bunu derinle merinle ne ilgisi var. Derin, kimse git hadi yok edin
bakayım. Derin devlet. Yani silah kullanan, yok eden hadi yok et. Hadi nerede, devlet?
Madem derinin vardı, nedir bu adamlar hala gelip oralara buralara basıyor. Madem derinin
var, PKK’nın bütün kamplarda nerede olduğu bellidir, Kuzey Irak’ta. Niye gidip senin derinin
çalışmıyor? Derininiz merininiz yok, sizin. Üstelik sığsınız, derinlik olmadığı gibi. Evet.
Soru: Adım Ersin Pehlivan, 2004 yılında Hakkari Dağlar Tugayında askerlik görevimi yapma
şerefine nail olan bir genç arkadaşınız olarak
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Hangi taburdaydın?
Soru: 2. taburda görev yaptım.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Merkezde
Soru: Merkezde Otluca’da.
Soru: Komutanım çok güzel konuştunuz. Zaten kitaplarınızı da takip etmeye çalışıyoruz.
Benim size soracağım ayrıca şu siyasete atılmayı düşünüyor musunuz? Bundan sonraki
mücadeleniz nasıl, ne şekilde devam edecek ve bizler nasıl katılabileceğiz?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Peki dağ komandosu, şimdi şöyle sen ne
diyorsun? Bunu söyleyerek
Soru: Komutanım, ben
Soru: Ben yani bir şekilde sizin siyasi bir oluşum içerisinde olmanız gerektiğini
düşünüyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Hazır mı o şey?
Soru: Hazır değil, ama
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Toprak hazır mı, toprak? Yani fide dikeceğiz de
Soru: Valla ben hazır olduğunu düşünüyorum, komutanım.
11
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Ama sen tabi yani senin çevren ve tabi ben, şimdi
şey ben on beş gündür, Trabzon, Rize, Nevşehir, Kayseri, Denizli, Edirne. Tamam yani bin
üç yüz bin dört yüz küsurluk salonlarda ve gençlere hitap ediyorum, yani insanlar öyle. Fakat
sana bir şey söyleyeyim. Henüz ülke şeye hazır değil. Yani şöyle hazır değil. Otursana lütfen.
Şöyle yapacağız, onu. Mücadelenin bugüne kadar alıştığınız klasik şey mücadelesi gibi değil.
Yani karşı karşıya geleceğimiz, içerde ve dışarıda çok şeyler var. Birde halkın büyük bir gücü
ve teveccühü var. Şunu soruyorsan, ben şunu söyleyeyim. Ben girmiyorum. Yani
sevmiyorum. Türkiye’deki çabuk kaynatma sanatının çırakları, ustaları çabuk kaynatıyorlar,
sözler tutulmuyor. Hiçbir şey söylemiyor, yapmanız lazımdı, sizin. Bir daha nasıl yüzüne
bakarım, halkın? Yani bir şey verdin mi? Ya olacak ya yok olacağız. Ama siz genelde bunun
nereye konup gittiğini anladınız. Halkın %30’u inan oradaki mücadeleye giremez. Birde şöyle
pratik şöyleyim. Yani %8, %10 aldınız, içeri girdiniz. Altm ış, yetmiş kişi olmaz. Bu
Avrupalılarla yapılacak hesaplaşma da anlatamazsın, Amerika’ ya anlatamazsın. Çok belli bir
gücü olması lazım. İçeri öyle girilmesi lazım. Yani benim girmemin bir anlamı yok. Ben
Milletvekili olmayayım. Ne yapayım ben. İstemiyorum, yani öyle bir şey yok. Yani orada gidip
şunu anlatmak istiyorum. Henüz büyük kitle yolun nereye doğru gittiğini görmedi, kapalı
kardeşim; ön kapalı.
Soru: Kim açacak komutanım. Yani bir şekilde ya birilerin önde olması gerekiyor.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Kim açacak? Burada şu var, bu önderlik kararına
insanlar karar verir. Önderliği kimin yapması gerektiği konusunda halkın bir karar vermesi
lazım. Şöyle olmaz, insanlar. Hem cami de hem kilise de mum yakıyorlar. Ölü evinde ağlıyor,
düğün evinde oynuyor böyle olmaz. Böyle bir yere gelmeleri lazım. İnanmaları lazım. Çünkü
yapılacak işler var ve bu işler bir takım fedakarlıklar gerektirebilir. İnsanların bir takım
şeylerden vazgeçmesini gerektirebilir. Bakın şimdi o zaman bu Güneydoğu Anadolu dağıldı.
Buranın toparlanması lazım. Bir seferberlik lazım. Bir kere bu hamleyi yapmamız lazım.
Henüz halk çözülmedi. Evet yürüyorlar, on bin, yirmi bin, otuz bin, kırk bin ama o onlar gelir.
Toparlanır, onlar. Bunun yolu var, yöntemi var. Oraya bir kere daha hamle yapmalıyız, bir
seferberlik. Yoksulluğa bir hamle yapmalıyız. Bu açlar maçlar ortada durduğu sürece bu
yobazlar, gericilerin tesirinden kurtulamazlar. Sonra cehaletle ilgili seferberlikler yapmalıyız.
Bu idealist kadroları gerektiriyor, genç kadroları gerektiriyor. Zaten bunu ben size
söyleyeyim. Yapılacak şeyleri kesinlikle gençler yapacak. Öyle bir şey yapacaksan iki tane
kıymetli konunun, yani biri kadın kolları, biri gençlik kolları olacak. Bunlar çalışacak. Ama
bunların hazır olması lazım. Yani böyle hemen yorulabilen, yolun dışına kaçan, fazla dört
nala gelmeyen; işte yoruldum da bittim de, ben bu kadar ıyım, bırakıyorum, olmaz. Böyle
insanlar gerekmiyor. Henüz halk anlamadı, anlayamadı. Doğru ben şimdi sana sorayım. Ben
Türkiye’nin hiçbir yerinde artık yürüyemiyorum, hiçbir yerde oturamıyorum. O hale geldim; o
hale geldi, Türkiye. Ama bu yetmez, bu yetmez; yetmiyor, yani. Osman Paşa dedikleri zaman
ben herkesim ama ben görüyorum. Strateji de üç şey var; zaman, mekan ve güç; zaman en
kıymetlisi. Bunun zamanının iyi tayin edilmesi lazım. Zaten kurmuşlar, elli dört tane parti.
Turşu kurar gibi kurmuşlar, hepsi burada ortada. Ben niye girmedim? Geldiler bunların Genel
Başkanı ben dedim bu ülkeyi bu hale siz getirdiniz. Nasıl ben sizle beraber olacağım ki? Ha
onların şey şu, Osman Paşanın bir milyon oyu var, bir buçuk milyon oyu var. Zemin etüdü
yaptırdık, iki milyon oyu var.
Ondan sonra ben Osman Paşa’ya gidip bu sizin. Alnını karışlarım. Bizim çocukluğumuzda bir
şey vardır. Böyle garip bir şey yapmana senin anan güzel mi derler, şimdi ki durum bu.
Komando bakacağız, kararı halk verir, ben değil. Evet.
Soru: Ben de Ankaralıyım. Biraz önceki arkadaş çıktı ama. Babam da Tunceli Bozak’ta baraj
yapımında çalışıyor. Herkes işte Tunceli’de evlerine asmış. Burada baraj istemiyoruz. Baraja
hayır, baraj yok. Ondan sonra diyor, öbür gün geliyor, iki gün sonra yanımıza bize iş verir
misiniz? Babam soruyormuş, yani niye o zaman böyle böyle yazı asıyorsunuz. Bugün
12
geliyorsunuz bizden iş istiyorsunuz. Aynı zamanda asıl soruma geçmek istiyorum. Aynı
zamanda soruma geçecek olursak, hani ortada bir savaş var. Savaşta değil bunun adı, çok
farklı bir şey, çok adice bir şey. Sürekli pusu, işte orada karakol var. Gece gelelim, iki tane
roket atalım, sıkalım. Hani ben diyorum ki dost kim, düşman kim çıksın ortaya, hani duygusal
bir mekan seçelim. Malazgirt’i koyalım. Hani gelsinler, biz oradan girdik. Bizi Anadolu’da
çıkartmak istiyorlarsa geçsinler karşımıza çıkarsınlar. Yani dostumuz kim, düşmanımız kim?
Amerika diyoruz; sürekli düşman, düşman, düşman ama kim hükümete gelse, Amerika’nın
yanına gidiyor. Avrupa Birliği diyoruz; Fransa’nın hali İngiltere’nin yaptıkları ortada. Yine hala
işte Avrupa Birliği, Avrupa Birliği diyoruz. Yani dostumuz kim, düşmanımız kim buna bir karar
verelim, artık. Bunu söylemek istiyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Kim yapacak, bunu?
Soru: Ona artık siyasi irade mi deriz; yani önderlik mi deriz; bir şey gelsin yapsın bunu. Hani
ben sizin siyasete atılmanızı da istemiyorum. Artık çok basitleşti, iki televizyona çıkılıyor.
Hani sizin için demiyorum. Sizin isminiz basit, basitleşecek diye. Televizyona çıkılıyor. Hop
oradan o zaman geçeyim. Biraz da siyasette takılayım. Yani bununla basitleştirmesinler
istiyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Tabii doğrusu.
Biraz önce verdiğim cevap neydi? Şimdi gelelim, o Tunceli meselesine, halk bir şeyler
yapabilir. Gel git ve dalgalanma ona bakılabilir. O yanlız savaş neyin meselesidir, ben
söyleyeyim. Savaş takibi biz resmi olarak, devlet olarak kullanam ıyoruz. Ama bu şöyle, gayri
nizami harp deniyor, buna. Bu savaş Asya tipi bir savaş yani gerilla ve anti gerillalarla
yapılıyor. Klasik orduyla olmuyor. Bu dünyanın her yerinde yapıldı. Bu savaştır, herkes
batıyor. Aslında şöyle, adamlar açıkta, yani dağda açıkta adamlar. Yani silahı, örgütü,
teşkilatı, baraka.bölgesi; hayır şunu bilemiyorsun. Yer altında da milisleri var. Yani haberciler,
keşif asker toplayanlar, maliyeciler gibi. Bir defa mücadele dünyada daha önce de yani
yıllardır, yüz yıllardır yapılan mücadele tarzı değişik. Ordular hep beraber cephe tutalım,
sipere girelim, süngü takalım buna alıştılar. Hep beraber makineli tüfek ateş açalım falan bu
klasik konvansiyonel savaş, bu başka. Bu savaş tipi şöyle, zayıfın kuvvetliye karşı seçtiği bir
tür, PKK bunu yapıyor. Yani o ne senin kadar askeri olur, ne senin kadar silahı olur, ne senin
kadar parası olur. Önderliğe gelince biraz önce anlattığım gibi. Benim üslubum farklı,
söylediklerim farklı
Öğrenci: Basitleşmesin diyorum, ben.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Ben, zaten ona dikkat ediyorum. Birde şu var,
benim yani çıkma, çıkmama veya ben kitap yayınlarım. Yani her zaman benim yöntemlerim
farklıdır. Ama şu var, mesela Dağlıca Baskınından sonra onu benim anlatmam lazımdı ve
bütün Türkiye dinler, rezilliği. Çok sert bir stille anlatırım. Onu kimse benim üslubumla
anlatamaz. Şimdi Dağlıca’yı ben bilirim. Onu kimse bilemez. Paşa unvanı falan bitti. Devletin
unvanları, sıfatları beni ilgilendirmez. Benim adım var, soyadım var. Yani ben hiçbir zaman
bürokrat olmadım. Yani askerdeyken olmadım. Okuldan sonra zaten unvan münvan kabul
etmem. Benim adım var, soyadım var. Paşa her yerde var. Osmanlı’da da vardı, şimdi de
var, yarın da olacak; beni hiç ilgilendirmez.
Soru: Türkiye’nin terörle mücadelede izlediği yolları siz anlatm ışsınız, burada. Şimdi bizim
televizyonlarda gördüğümüz olay genelde şu şekilde gerçekleşiyor. Bizim otuz kişilik, kırk
kişilik bir tim grubumuz sırtında kırk kiloluk çantalarla o devasal kayaların arasında nerede
saklandığı belli olmayan elinde sadece tek tüfeği olan ve orada yetişmiş, orada büyümüş ve
oranın artık kurdu olmuş insanların üzerine doğru gidiyorlar. Kimse nerede saklandığını
bilmiyor. Nereden çıkabileceklerini de bilmiyor. İlk kurşun kime gelirse, hangi subaya, hangi
astsubaya, hangi ere denk gelirse, teröristtin yerini tespit edebilirlerse ediyorlar. İşte iki tane
13
terörist öldürüyorlar. Fakat karşı da burada vermiş olduğunuz zayiatı hiçbir zaman
karşılayacak bir bedel, karşılayacak bir sonuçta olmuyor. Türkiye’nin bence şuan kadar
izlediği yöntem şu şekilde oldu. Siz bunu destekliyor musunuz bilmiyorum? Orada belki bu
şekilde çok savaştınız, ama artık bu işin bu şekilde değil de insanların sempatisini artık
keserek, azaltarak olması gerektiğine siz de düşünüyor musunuz ya da bu şekilde biz
gönderelim, askerlerimizi hangisi vurulursa, hangisi eve artık geri dönerse o şekilde bir
mücadele yöntemi izlemeye askeriye ve devlet devam etsin mi?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Siz benim “unutulanlar dışında yeni bir şey yok”
kitabımı okudunuz mu?
Soru: Yok ben hiç bir kitabınızı okumadım.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Evet. Halkta beş yüz bin var.
Soru: Halk ölen insanlardan mı?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Siz şeyi izlediniz mi, kan uykusu belgeselini? On
dört milyon kişi izledi, on dört milyon; 2007 yılının bir numaralı belgeseli. Ama peki dönelim.
Peki başa temele gelelim. Bir defa o sizin gördüğünüz gibi diyelim. Ben dağda Komanda
Tugayıyım. Böyle deve gibi insanlar falan yürümez. Biz toprak piresi gibiydik. Öyle gidilmez
bir. İki nereye gittiğini bileceksin. Bir yere gidiyorsak, biz orada insan olduğunu biliriz. Ateşi o
değil, biz açarız. Üç o bu muharebe tekniğinde baskın ve pusu esastır. O bizi basmadan, biz
onu basacağız. Bu önderikle ilgilidir, önderlik. Bunun dünya da ustaları vardır. Alberto Bayo
diye birini duydunuz mu? Hayır. Che Guevara’ yı duymuşsunuzdur. Bu işler aykırı, aykırı
zeka, hile, aldatma. Yirmi beş yıldır baştan konuşmanıza benziyor. Evet, doğru. Hala eski tas
eski hamam; bende onu anlatıyorum, zaten. Beş yıldır, eski tas eski hamam, en keskin dille.
Her şeyiniz yanlış gitti. Bende onu söylüyorum, zaten. Evet.
Soru: Gidişat maalesef kötü bir şekilde
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Hangi gidişat?
Soru: Üstünde olduğumuz gidişat, maalesef artık terörle mücadele değil de, hemen yanı
başımızda kurulacak olan Kürdistan diye adlandırılan devletle mücadele şekline bürünecek
ve bahsettiğimiz şekilde belki gayri nizami harp değil de, büsbütün olarak bir savaş ortamına
gireceğiz. Burada belki de önemli olan şey ruh belki de aradığım ız şey ruh ortaya çıkacak.
Bizler hala asker gönderirken davulla zurnayla
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: O iyi bir olay tabii.
Soru: Asker, uğurlayan bir milletiz, ama baktığım ız zaman artık toplumda maalesef çatlak
seslerin, farklı seslerin olduğunu da biliyoruz. Ancak ben kendi adıma bilmiyorum. Kendi
adıma terörle mücadele ya da Kürdistan kurulacak devletle mücadele Musul ve Kerkük’ünde
Türk gücünün hissedilmesi öyle öğrenebileceğimizi düşünüyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Evet, doğru söylüyorsun.
Soru: Bunun için neler yapıldı ya da yapılabilir?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Hiçbir şey yapılmadı, aziz kardeşim. Siz
yapacaksınız. Sizi bekliyor.
Soru: Şimdi yaklaşık iki ay öncesine kadar Sayın Erdal Sarızeybek geldi okulumuza.
14
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Ne yapm ış, burada? O benim yirmi sekiz tabur
komutanından biri.
Soru: Yani kendisine sorulan sorularda şu cümleyi kullanm ıştı. İste medya da sürekli
yazılıyor, çiziliyor; hem görsel hem yazılı medya da. İşte Dağlıca’nın kanı yerde kalmadı,
alındı. Öcümüzü aldık.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Getirsene onu bu salona benim yanıma
Soru: Kimi?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Dağlıca’nın öcü alındı…
Soru: İşte onu soracaktım. Kendisi Dağlıca’nın kanının yerde kalmadığını söyledi.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Nereden biliyormuş? Bak soracaksın. Nereden
biliyor bu Dağlıca’nın kanının yerde kalmadığını
Soru: Yapılanlardan dolayıdır, yani belki şuan yapılanlardan.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu:Tersimi oldu.
Örgenci: Yalandır inanmayın dedi.
Öğrenci: Tam tersini söyledi, yalandır inanmayın diyor.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu:Tamam.
Soru: Yani bu şekilde yalan da demedi, inanmayın da.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Bak onu dediyse tamam. Benim tabur komutanım
olur.
Soru: Yani bu Dağlıca’nın kanının yerde kalmadığına inanıyor musunuz?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Dağlıca serisi milli bir felakettir. Neden? Sekiz
tane asker gitti mi tıpış tıpış, gitti mi gitmedi mi? Gitti. Konuşacak bir şey yok. Birde şu var,
kanının yerde kalmaması bu da artık bir sırdır. Ne yaptın ki kanı yerde kalmadı. Hayır bana
yaptığını söyle. Hani bunu kim söylüyorsa, madem soru sordun. Ne yaptınız ki kanı
temizlendi. Sonra bak kardeşim kan temizlenme diye bir şey yok, o çocuklar öldü mü ölmedi
mi? Bitmiştir. Kan nedir? Öldü, çocuklar. Üstelik Dağlıca’ da sekiz tane çocuk gitti, ne oldu?
Hiç tarihte görülmemiş garip bir şeyle karşı karşıya kaldık. Neyini koruyacağım Dağlıca’nın?
Bakın milletleri yaralayan mesela otuz üç er, Mayıs 93; Temmuz 2003 çuval olayı; Dağlıca
kanı yerde kaldı. Milletlerin gururu vardır. Uluslar, devletlerin gururu vardır. Aynı bireylerin
gururudur. Gururu kırıla kırıla gidiyor, bu millet. Sadece şunu söyleyeyim. Başka bir şey
söylemeyeyim. Vatan bölünmez, kahrolsun PKK. Başka bir şey yok, Vatan bölünmez,
kahrolsun PKK. Sonra ne oluyor, dağlıyor. Ama uyduruk bir şarkıcı türkücü seçerken, altmış
dört bin tane mesaj, elektronik posta gidiyor. Sende diyorsun ki bunlarla dağ yollarına
çıkalım; yani yüksek siyaset. Ziya Paşa, arkadaşlar ünlü Türk şairlerinden biridir. (Arapça
kurtarma felah), Onun bir beyiti var. Kalkın ey felahı vatan dediler; kalktık, herkes oturdu, biz
ayakta kaldık.
Soru: Hoş geldiniz. Ben bu, kara harekatıyla desteklenen Kuzey Irak hareketini başarılı
bulup bulmadığınızı soracaktım.
15
-Güneş operasyonu.
Soru: Güneş operasyonu, evet.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Kara harekatı bir defa ne olup, ne olmadığını
anlayamadı değil mi, millet?
Soru: Evet.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Alabora oldu değil mi?
Soru: Süresinden erken bitirildi.
-Hocam Amerika Savunma Bakanı geldi arkasından.
Soru: Evet evet
-Onunla bir ilgisi olabilir mi?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Peki dün akşam ben Teke Tek’teydim, dinledin
mi? Bak onu ben birinci günü akşamı söyledim. Kırk yedi yerden aradılar televizyondan,
sabahın köründe. Benim İstanbul’da konferanslarım vardı. Bir seri toplantı ve programlarım
vardı. Ben yokum, çıkmıyorum dedim; kovdum ne yaparsam yaptım fakat akşam benle ilgili
bir yerde bir internet söylemediğim şeyi yazdı, kimseyle konuşmadım. Ne konuşuyorsam,
benim açıktır, her şeyim açıktır benim. Tanıyan bilir. Söylediysem söylerim. Yani söylemeden
ben konuşmam. Budur, Genel Yayın Yönetmeni şurada kaldır kardeşim; saçmalamayın. Ben
söyledim, ancak böyle söylemedim. Neyse akşam oldu, gene bunlar devam ediyor, diğer
gazeteler. Sky Türk’te o sunucu kızcağız aradı. Benle ilgisi yok demek için, söyledim. Üç,
dört, beş dakika konuştum, zaten. O kızcağız sordu; ilk defa sordu, birinci gün daha akşamı.
Öyleyiz böyleyiz toplanın gideceğiz, dönmeyeceğiz. Yayılacağız kamplarda oturacağız. Bizi
kimse çıkaramaz, o gün akşama kadar. Ben çıktığımda saat yirmi üç falan civarıydı. Sky
Türk’ deki kızcağız sordu, bana. Efendim ne kadar sürer? Yedi gün, yedi gün sonra
çıkacaksınız. Bu kadar. Ha komutanım sen bunu nasıl biliyorsun? Sen bunun adına ister
sezgi de, ister tecrübe de, ister düşmanı biliyor de, ister bizi biliyor de, ister hükümeti biliyor,
ister askeri biliyor de. Yedi günde çıkacaksınız, daha birinci gün akşamı çıktınız. Cevap odur.
Soru: En başta şunu söylemek istiyorum dağdaki teröristlerden çok meclisteki teröristlerin
daha tehlikeli olduğuna inanıyorum? Ancak onlar bize milletimize zarar verebilir. Dağdakiler
hiçbir şey yapamaz, Türkiye Cumhuriyeti’ne. Ben şunu merak ediyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Şu birinci soru cevap verelim. Dağdaki bir şey
yapamaz. Dağdaki yaptı. Otuz bin insanın canını aldı.
Soru: Yani Türkiye’yi bölemez anlamında söylüyorum. Elbette o ateş düştüğü yeri yakar.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Kanı durduracaksın.
Soru: Mutlaka ben bölünme açısından söylüyorum.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Ha bölünme şöyle dağdaki, sokaktaki bir
meclisine güç verir. Bu şey gibi yani suyu, unu, tuzu var ya böyle iç içe yani şunu Yani
ayıralım. Hayır bunlar et tırnak böyle iç içe geçmiş durumdadırlar. Partileri hep vardı, bunu da
söyleyeyim. Partileri hep vardı. Fakat bunun kadar böyle gözü kara ve dilleri papuç gibi değil.
16
Soru: Ben şunu merak ediyorum. Kuzey Irak’ta bir bağımsız Kürdistan devleti kurulduğu
zaman şu ülkeler yani tamamen bütün devletler tarafından tanıtıldığı zaman aynı bizim
Hatay’ı, 1938-39 arasında aldığımız gibi yani bağımsız Kürdistan kurulursa ilkelere göre
mevcut kurulmuş Kürdistan’a yani bizim Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu referandumla
ayırıp, bölme imkanları var mı bunu merak ediyorum?
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: Kısaca cevap vereyim. O devlet orada kurulursa,
bir selin önünde ne kadar sağlam çelik duvarlar, beton duvarlar yaparsan bir gün şişer.
Çünkü aşiret denilen şey böyle bıçakla şu dağ senin bu dere benim bu yol benim diye ayırdın
mı, orada siyaset dediğin ne olacak? Siyaset şu senin olsun, bu benim. Sosyal ve kültürel bir
mesele var, ekonomik bir bağ var. Hani ekonomik bağ yıllardır var, adamlar kaçakçılık
yapıyor, aşağıdan yukarı, doğudan batıya, güneyden kuzeye iç içe girmiş. Amcam dayım
aşağıdan, teyzem halam yukarıda nereye kadar tutacaksın, bunu. Bu öyle bir siyasi döngüyle
gelir ki ve ısrarla inatla gelir ki, yapmadığın süre seni böler. O devletin varlığı önce
Türkiye’dir. Veriyoruz, çünkü İran’a, veriyor şimdi Suriye sıçrayacak gibi buna mani
olunamaz.
17