Mümtaz Soysal`a Armağan
Transkript
Mümtaz Soysal`a Armağan
MÜMTAZ SOYSAL'A ARMAĞAN M ÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI YAYINLARI: 32 M ÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI ARM AĞANLAR D İZİSİ: 8 Prof. Dr. Mümtaz Soysal’a Armağan M ülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: 32 M ülkiyeliler Birliği Vakfı A rm ağanlar Dizisi: 8 İletişim K onur Sokak N o:l 06650 K ızılay - ANK ARA Tel/Faks: 0 3 1 2 .4 1 7 80 98 Ankara, A ralık 2009 ISBN 978-975-7400-26-4 Basım Tarihi: 28/12/2009 Basım Adedi: 500 Baskı Herm es O fset Ltd. Şti. Kazım K arabekir Cad. 39/16 İskitler-A N K A RA Tel: 0.312 384 34 32 w w w .herm esofset.com .tr HAZIRLAYANLAR Cem EROĞUL İlter ERTUĞRUL Selin ESEN Fazıl SAĞLAM Murat SEVİNÇ V VI İÇİNDEKİLER Kürsüden M üm taz H ocam İçin Celal GÖLE M üm taz S oysal’a A li ÇOLAK I. BÖLÜM Prof. Dr. M üm taz Soysal’ın Yaşam öyküsü Prof. Dr. M üm taz Soysal’ın Yayınları Prof. Dr. M üm taz Soysal’la Söyleşi Sunuş N. İller ERTUĞRUL Kırk Yıl Ö ncesinden İzlenim ler B i Isay KURUÇ Söyleşi N. İlter ERTUĞRUL Ek-1: Anayasa ya G iriş' in Önsözü Ek-2: Bir Diplom asi Dersi H Avni AK SO Y Ek-3: Prof. Dr. M üm taz Soysal Ahmet Zeki BULUNÇ Ek-4: “ Halkım a İhanet Etm em ” Ek-5: “ M üm taz” H ocam Niyazi ALTUNYA Ek-6: M üm taz Soysal ve Yön Dergisi N a zif EKZEN 115 Ek-7: M üm taz Soysal R a u f DENKTAŞ Ek-8: “ Suçsuz A nayasa” 117 Ek-9: “ Güzel H uzursuzluk” 122 II. BÖLÜM 127 Çerkeş Ethem N asıl Hain Oldu? Sina AKŞIN 141 T ürkiye ve Ç ifte Vatandaşlık R onaA YBAY 149 Yüz Kızartıcı Suç Devrim A YDIN D em okratik Toplum da Hoşgörüsüzlük: N efret Söylem i ve N efret Söylem inin İfade Ö zgürlüğünden Ayrıştırılm ası Sorunu 163 Ömür A YDIN-Naz ÇA VUŞOĞL U 179 K uşaklararası Adalet A. Ülkü AZRAK Yeni A nayasa Yapımı ve Yöntem leri Ü zerine 201 Süheyl BATUM- Ş eref İBA Bir Anayasa M ahkemesi K ararının Yarattığı İlginç Tartışm a: M eclis Kom isyonları Yasa Önerilerini Ne Ö lçüde D eğiştirebilir? 219 Cem EROĞUL T ürkiye’de C um hurbaşkanının Halk Tarafından Seçilm esinin Siyasal Sisteme Olası Yansım aları Selin ESEN VIII 249 Yüksek Seçim K urulu’nun “M ahkem e'’ Niteliği Ü zerine Bir D eğerlendirm e 281 Levent GÖNENÇ A nayasalarda Sonsuzluk G üvenceleri 293 Zafer GÖREN Hukuk Devleti İlkesinin Ulusal ve U lusüstü Boyutta K orunm ası ile İlgili Sorunlar-”Yasin El K adı” Örneği 309 Ece GÖZTEPE Anayasa ve İdare H ukuku’ndan K esitler V I I 341 Sait GÜRAN A nayasal Bir İlke O larak M asum iyet Karinesi 369 Osman Korkut KANADOGLU Laiklik İlkesine Bağlı Güncel A nayasal Sorunlar 387 Fazıl SAĞ LAM Prof. M üm taz Soysal’ın Dinamik Anayasa A nlayışı ve Kuruluş Anayasalarını Y eniden Okum ak 411 Murat SEVİNÇ 439 D üşüncenin K eftareti Erdoğan TEZİÇ Türk Anayasa Hukuku G eleneğinde ve Özbudun A nayasa Taslağında Hukuk Devleti Anlayışı 447 Oktay UYGUN Venedik K om isyonu’nun Referandumlarda İyi Uygulama Kodu (Çev.) Sultan TA HMAZOĞL U UZEL TÜRK IX 469 X KÜRSÜDEN Prof. Dr. M üm taz Soysal, A nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku kürsüsünün yetiştirdiği en önem li isim lerden biridir. M üm taz Hoca, yalnızca hukuk ve siyaset bilim inde değil, sosyal bilim lerin diğer dallarındaki derin bilgi birikim iyle uzm anlık alanını çok boyutlu kılabilm iş nadir akadem isyenlerdendir. Soysal’m önemi, yalnızca akadem ik alanda yaptığı katkılarla sınırlı değildir. Soysal, hem siyasetçi, hem de gazeteci kim liğiyle T ürkiye’de önem li izler bırakm ış ve bitm eyen enerjisiyle bu çabasını sürdüren bir isimdir. M üm taz Hoca, yetiştirdiği yüzlerce öğrencisine dem okratik değerleri aşılamış; benim sediği fikir ve değerleri, gördüğü onca baskıya boyun eğmeden, hem akadem ik hem de siyasal yaşam ında aynı tutarlıkla savunm a cesaretini gösterm iştir. M üm taz S oysal’ın 80. yaşı nedeniyle yayım lanan bu A rm ağan’da on sekiz yazı yer alm aktadır. Bu yazılar, hem M üm taz H oca’nın kürsüdaşları, hem de geçm işte ve günüm üzde onunla özel ya da akadem ik yakınlığı bulunan m eslektaşları tarafından kalem e alınm ıştır. M eslektaşlarınca M üm taz H o ca’ya arm ağan edilen bu m akaleler, ona verilen değerin ve önemin m ütevazı bir yansım asıdır. Bu A rm ağan’m ortaya çıkm asını sağlayan Siyasal Bilgiler Fakültesi D ekanlığı’na ve M ülkiyeliler Birliği Vakfı B aşkanlığı’na candan teşekkür sevimli bir borçtur. XI XII PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL HOCAM İÇİN.. Prof. Dr. Celal GÖLE A .Ü .Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Fakültem izin çok değerli hocalarından, aynı zam anda dekanım ız Prof. Dr. M üm taz Soysal için hazırlanan bu arm ağanda kendisi için bir yazı yazm aktan dolayı m utluluk ve onur duyuyorum . İnanıyorum ki; bu arm ağanın Fakültem izin kuruluşunun 150. Yılında, Prof. M üm taz Soysal hocam ın da 80. yaşında çıkarılm ası, bu arm ağana ayrı bir güzellik katm ıştır. K anım ca, hocalarım ız için arm ağanlar onlar hayattayken çıkarılm alı ve kendilerine sunulm alıdır. Bu açılardan, bu arm ağanın hocam ız Prof. Soysal için yayınlanm asını gerçekleştiren kürsüsündeki m eslektaşlarını ve M ülkiyeliler Birliği yöneticilerini kutluyorum. Soysal hocam ız, orta öğretim tahsilini G alatasaray L isesi’nde tam am ladıktan 1953 yılında Fakültem izden, 1954 yılında da fark derslerini vererek H ukuk F ak ü ltesin d en m ezun olm uştur. Akadem ik çalışm alarına 1955 yılında Türkiye ve Ortadoğu Am m e İdaresi’nde asistan olarak başlayan Hocam ız, 1956 yılında Fakültem izin akadem ik kadrosuna katılmış; 1958 yılında Ü lkem izde ilk olarak "Siyaset D oktoru” unvanını almış; 1963 yılında Anayasa Hukuku Doçenti; 1969 yılında da Anayasa Hukuku Profesörü olm uş, 1992 yılında da Fakültem izden em ekliye ayrılm ıştır. H ocam ız S oysal’ın 1955 yılında başlayan akadem ik yaşam ı görkemli gelişm eler yanında üzücü, üzücü olduğu kadar düşündürücü olaylarla doludur. Bu dönem de, kendisi 1955-56 yıllarında, Birleşm iş M illetler B ursu’yla “London School o f Econom ic”e gitm iş; 1959-60 yıllarında da Rockefcllcr bursuyla Princeton ve Berkcley Üniversitelerinde araştırm alar yapmış; 1960 XIII Devriminden sonra, 1961 yılında Kurucu M eclis üyeliğine seçilm iş; 1961 A nayasası’nın AV CIO ĞLU hazırlanm asında ilgili kom isyonda ve Cem al Reşit EY Ü PO G LU görev yapm ış; Doğan ile birlikte ülkem izin siyasi yaşantısında ürettiği fikirlerle önem li bir yer edinen “ Yön” dergisini çıkarm ış; Sosyalist K ültür D em eği’nin kurucuları arasında yer alm ış; 1971 yılında da Fakültem izin dekanı olm uştur. Hocam ız Soysal, Fakültem izin dekanı olarak görev yaparken “ 12 Mart M u h tıra sın d a n sonra 18 M ayıs 1971 tarihinde Fakültem ize gelen askerler tarafından tutuklanm ıştır. H ocam ızın dersten çıkarılıp askeri bir cipe bindirilerek M am ak C ezaevi’ne götürülüşünü, bir asistan olarak diğer asistan arkadaşlarım la birlikte, Fakültem izin giriş kapısındaki m erdivenlerde üzüntü ve acı ile izlemiştim. M am ak C ezaevi’nde birbuçuk yıl hapis yatan Hocam ız 10 M art 1972 tarihinde Fakültem izdeki görevine iade edilmiş; 1974 - 78 yılları arasnıda U luslararası A f Ö rgütü’nde Başkan Yardım cısı ve Y önetim K urulu üyesi olarak çalışm ış; 1978 - 80 yılları arasında Kıbrıs Toplum lararası Görüşm elerinde Kıbrıs T ürk T arafı’nın Danışm anlığını yapm ış; 1991 yılında da S H P ’den Ankara M illetvekili olarak Parlam entoya girm iştir. 1994 yılında kısa bir süre için Dışişleri Bakanlığı görevini de yürüten Soysal Hocam, 1995 yılında D S P ’den Z onguldak M illetvekili seçilm iş; 1999 yılında M illetvekilliğinden istifa ederek halen genel başkanlığını yürüttüğü B ağım sız C um huriyet P artisi’ni arkadaşlarıyla beraber kurm uştur. Hocam ız Soysal, tüm yaşam ında, çok okunan, yol gösterici, sorunlara çözüm üretici ve m antık dolu görüşlerini Forum , Akis, Em ek ve O rtam dergileri ile Yeni İstanbul, Ulus, Barış, M illiyet ve H ürriyet gazetelerinde yazdığı köşe yazıları ile kam u oyuna çok başarılı bir şekilde sunm uştur. Halen de C um huriyet G azctesi’nde yazdığı köşe yazıları ile bu m isyonunu en iyi şekilde yerine getirm ektedir. Soysal Flocam, bir M ülkiye aşığıdır. Kendisi, M ülkiye ve M ülkiyelilere her zam an ve her ortam da sahip çıkmış; M ülkiyelilerin gönlünde tabir caizse taht kurm uştur. H ocam ın M ülkiye sevgisinin tem el nedeni, kanım ca Cum huriyetim izin, kam u yararını esas alan “ M ülkiye” felsefesini benim sem iş ve özüm sem iş M ülkiyeliler ile yüceleceğine olan inancıdır. XIV Soysal Hocam , çalışm aları, eserleri, renkli kişiliği, mantık dolu söylem leri ve toplum sal sorunlara çözüm üreten yazıları ile ülkem izin akadem ik ve siyasi yaşam ında hep ön planda olm uştur. Kendisi aynı zam anda çok seçkin bir A nayasa Hukukçusu olarak da, M uam m er Aksoy, Bahri Savcı hocalarım ızın Fakültem izde çok başarılı bir şekilde yarattıkları “A nayasa Plukuku G eleneği”ni en iyi şekilde sürdürm üştür. Binlerce öğrenci ve çok sayıda akadem isyen yetiştiren Prof. Soysal Hocam , yukarıda belirtm eye çalıştığım fevkalade parlak akadem ik çalışm aları, eserleri, köşe yazıları ve renkli kişiliği ile M ülkiye T arih i’nin efsane akadem isyenleri arasındaki yerini alm ıştır. Kendisine, bundan sonraki yaşam ında da, çok sevdiği eşi ve çocukları ile birlikte sağlık ve mutlu günler diliyorum. XV XVI MÜMTAZ SOYSAL’A ARMAĞAN Ali Çolak M ülkiyeliler Birliği Vakfı Başkanı M ülkiyeliler B irliği’nin 1986 yılında yapılan Genel K urulu’nda, Siyasal B ilgiler Fakiiltesi’nin görevi olan ancak yerine getirilm eyen Fakültem izden ayrılan öğretim üyelerine “ A rm ağan” hazırlanm ası görevinin M ülkiyeliler Birliği V akfı’nca üstlenileceği ifade edilmişti. Vakfım ız bugüne kadar bu görevini başarıyla yerine getirm iş ve o günden bu yana sırasıyla değerli hocalarım ız Bahri S avcı’ya, Sadun A ren’e, C ahit T alas’a, Cevat G eray’a ve N ejat B engül’e A rm ağan kitaplar çıkarm ıştır. M ülkiyeliler B irliği Vakfı, M ülkiye’nin 150. Yılının kutlandığı bu yıl Alpaslan Işıklı’ya A rm ağan’dan sonra sevgili hocam ız M üm taz S oysal’a A rm ağan’ı da tam am layarak bu önemli geleneği sürdürüyor. 1984 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesini yazm aya karar verdiğim ve bunu çevrem le paylaştığım günlerde bir televizyon haberi dikkatim i çekti. Bir uluslararası m ahkem ede T ürkiye’nin tezlerini M üm taz Soysal ve Türkkaya Ataöv savunacaklardı. Benim tercih ettiğim okulun hocalarının böylesine önem li bir görevi üstlenm esi haberini büyük bir coşkuyla arkadaşlarım la paylaşm ış ve sıralam ada birinci sıraya Siyasal’ı daha bir gururla yazmıştım . S iyasal’ı tercih etm em de değilse de, ailem in Tıp Fakültesini yazm am yönündeki ısrarlarına rağm en tercihim den vazgeçm em em de belki de bu olayın bir etkisi vardır. 1402 sayılı yasa ile pek çok hocam ız okuldan uzaklaştırıldıkları için olsa gerek Fakültede derslerini düzenli izlediğim birkaç hocadan biriydi M üm taz Soysal. A nayasaya Giriş isimli ders notlarından oluşan kitabında “ Kom ünizm propagandası” yaptığı için yargılandığını öğrendiğim de ilk yaptığım iş bu kitabı üst sınıflardan bulup okumaktı. Ben kendi adım a herhangi bir propaganda unsuru bulam am ıştım am a olağanüstü dönem lerin olağandışı bir hukuk anlayışı ürettiklerini kavram ıştım . M üm taz H o ca’dan iki ders aldım F akülte’de ama ondan aldığım ız ders ve feyz sadece Fakülte yaşam ından ibaret değil. M üm taz Hoca, daha sonra siyasete girdiğinde de, ilkelerin m akam lardan daha önemli olduğunu ve çekilirken bile vuruşulabileccğini öğretm eye devam etti hepimize. M üm taz Soysal, bugün onurla savunduğum uz M ülkiye değerlerinin oluşum u ve gelişim ine yaşam ı ve yapıtları ile büyük katkı yapanlar arasındadır hiç kuşkusuz. XVII Ders anlatırken, konuşurken ne kadar sevecen, yum uşak, n aif tavırlı ise, politik m ücadelesinde o kadar kararlı ve direngendir M üm taz Soysal. Siyasete girdikten sonra da em ekten ve kamu yararından yana tavrını gösteren m ücadelesi, özelleştirm e karar ve uygulam alarını A nayasa M ahkem esi önünde yargılatm ası, zor koşullarda dahi yılgınlığa düşm eyen 'vuruşarak çekilme" yaklaşım ı O ’nun sakin, derinlem esine bilgili ve bir o kadar kararlı duruşunun bir sonucudur. Bu duruş tüm M ülkiyelilere M ülkiyelilik ruhunu bir kez daha hatırlatırken, hasım ları için bizim bildiğim iz onların bilm ediği iyi birer ders niteliğindedir. Evi bom balanm asına ve SBF Dekanı olarak 12 M art darbecileri tarafından tutuklanm asına rağm en düşündüklerini kararlılıkla savunm aya devam eden, ülkesini bilgisiyle, aklıyla, yüreğiyle her platform da savunan, özelleştirm elere karşı hukuk m ücadelesini büyük bir kararlılıkla sürdüren M üm taz SoysaPın politik görüşlerine ister katılın ister katılm ayın bu kararlılığa ve m ücadele azm ine saygı duym aktan başka bir şey gelm ez elinizden. Değerli H ocam Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr Fazıl Sağlam , Doç. Dr. Selin Esen, Dr. M urat Sevinç ve sevgili arkadaşını İlter Ertuğrul bu kitabı Hocanın 80. yaşına yetiştirm ek için insanüstü bir çaba gösterdiler. Bu kitabı yayına hazırlayanlar başta olm ak üzere bu A rm ağan’a yazılarıyla katkıda bulunan değerli öğretim üyelerine ve araştırm acı yazarlara yaptıkları katkı, gösterdikleri özen ve em ekleri için V akfım ız adına teşekkür ediyorum . Bu Arm ağan kitabın M ülkiye’nin 150. yılına denk gelm esi de güzel bir zam anlam a oldu. Aynı yıl içinde ikinci arm ağan kitabı sizlerlc buluşturduğum uz için sevinçliyiz. Değerli Hocam ıza 80. yaşında bu kitabı arm ağan etm enin gururuyla, bundan sonraki yaşam ında sağlık ve m utluluklar diliyoruz. XVIII I. BÖLÜM -2- MÜMTAZ SOYSAL’IN YAŞAMÖYKÜSÜ Z onguldak’ta doğdu (15 Eylül 1929). Bahriye Kolağası Beşiktaşlı Osm an M uhtar Bey ile Sam iye H anım ’ın oğlu. İlkokulu Z onguldak’ta okudu (1936-1941). G alatasaray L isesi’ni bitirdi (1941-1949). Lisans eğitim ine Siyasal Bilgiler O kulu’nda başladı, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden m ezun oldu (1949-1953). Fark derslerini vererek Hukuk F akültesi’ni bitirdi (1954). A skerliğini A nkara’da yaptı (1954-1955). Türkiye ve O rtadoğu Amm e İdaresi Enstitüsü’ne asistan olarak girdi (1955). Birleşm iş M iletler bursuyla LSE (London School o f E conom ics)’ye gitti (1955-1956). Siyasal B ilgiler F akültesi’nde İdare H ukuku asistanı oldu (1956). Demokratik iktisadi Planlama İçin Siyasi Mekanizma isimli çalışm asıyla T ürkiye’de ilk “Siyaset D oktoru” unvanını aldı (24 H aziran 1958). Rockefeller bursuyla A B D ’ye gitti. Princeton ve C alifom ia (Berkeley) Üniversitelerinde çalışm alar yaptı (1959-1960). Kurucu M eclis’e ve A nayasa Kom isyonu üyeliğine seçildi (6 O cak 196129 Ekim 1961). Dış Politikada Yasama-Yürütme Münasebetleri, Siyasi İktidarın Dış Politika Alanında ve Yasama-Yürütme Münasebetleri Çerçevesinde Kullanılışı Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme isimli çalışm asıyla A nayasa Hukuku doçenti oldu (15 Kasım 1963). -3- Dinamik Anayasa Anlayışı: Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme çalışm asıyla Anayasa Hukuku profesörü oldu (24 H aziran 1969). Doğan A veıoğlu ve Cemal R eşit Eyüboğlu ile Yön dergisini çıkardı (20 Aralık 1961-30 Haziran 1967). Sosyalist K ültür D erneği’nin kurucuları arasında yer aldı (1962). Siyasal B ilgiler Fakültesi dekanı oldu (1971). 12 M art M uhtırasından sonra tutuklandı (18 M ayıs 1971). İki dönem de toplam bir buçuk yıl M am ak C czaevi’nde yattı. Siyasal Bilgiler F ak ü ltesin d ek i görevine iade edildi (10 M art 1972). U luslararası A f Örgütü (A m nesty International) Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Başkan yardım cılığı yaptı (1974-1978). UNESCO, birinci “ İnsan Hakları Öğretim i Uluslararası Ö dülü”nü aldı (1979). Kıbrıs Toplum lararası G örüşm elerinde Kıbrıs T ürk T arafı’nın Anayasa Danışm anlığını yaptı (1978-1980). Bu nedenle, U luslararası A f Örgütü Yönetim Kurulu üyeliğinden istifa etti. 19. Dönem M illetvekili Genel Seçim lerinde S H P ’den A nkara milletvekili seçildi (20 Ekim 1991). Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığına başladı (1991). Siyasal Bilgiler F ak ü ltesin d en emekli oldu (14 Nisan 1992). Ö zelleştirm eye karşı m ücadele etm ek üzere KİGEM (Kamu İşletm eciliğini G eliştirm e M erkezi)’ni kurdu (Nisan 1994). KİGEM 1996’da vakfa dönüştü. Dışişleri Bakanı oldu (27 Tem m uz 1994). Başbakan Çiller ile anlaşm azlığa düşm esi üzerine istifa etti (28 Kasım 1994). -4- 20. Dönemde D S P ’den Z onguldak milletvekili seçildi (24 Aralık 1995). Grup Başkanvekili oldu. D S P ’den istifa etti (29 Tem m uz 1998). M illetvekilliğinden istifa etti (22 M art 1999). Halen genel başkanlığını yürüttüğü B ağım sız C um huriyet P artisi’ni kurdu (24 Tem m uz 2002). Forum, Akis, Emek ve Ortam dergilerinde, Yeni İstanbul, Ulus, Cumhuriyet ve Barış gazetelerinde yazılar yazdı. 1974’te M illiyet'te açtığı “Açı”yı, 1991 ’de Hürriyet'o. taşıdı, halen Cumhuriyet'te sürdürüyor. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca bilen S oysal’ın, ilk eşi yazar Sevgi Soysal’dan, Defne ve Funda adlı iki kızı var. Sevinç K arasapan’la evli. -5- -6- MÜMTAZ SOYSAL’IN YAYINLARI* I - KİTAPLARI 1. TÜRKÇE KİTAPLARI Türkiye’deki İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi ve Murakabesi (A.H. HANSON ile birlikte), A nkara, TO D A İE Yayını, 1954. 75 s. (+20 s. Ek) Avrupa Birliği ve Türkiye, Gençliğin A vrupa Kampanyası Türkiye Sekreterliği Y ayınları, İstanbul, Anıl M atbaası, 1954. 64 s. Demokratik İktisadi Planlama İçin Siyasi Mekanizma A nkara, (M üşterek Yayın) A.Ü. SBF Yayınları No: 85-67, TO D A İE Yayını, No: A.26, A jans-Türk M atbaası, 1958. X+171 s. Dış Politikada Yasama-Yürütme Münasebetleri Siyasi İktidarın Dış Politika Alanında ve Yasama-Yürütme Münasebetleri Çerçevesinde Kullanılışı Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme (Teksir). Ankara, 1 9 6 3 .1V+243 s. Dış Politika ve Parlamento, Ankara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 183-165, Sevinç M atbaası, 1964. X II+294 s. Halkın Yönetime Etkisi, Ankara, TO D A İE Yayını, 1968. XV+146 s. Anayasaya Giriş, Ankara, A.Ü. SBF Y ayınları, No: 240, Sevinç M atbaası, 1968. X V + 289s. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın yayınları Kitapları, Çevirileri, Makale ve Yazıları olarak üç ana bölümde toplanmıştır. Kitapları Türkçe ve yabancı dilde olanlar olarak iki alt bölümde sunulmuştur. Dergilerde yayımlanan ilk makalesinin tarihi 1 Mayıs 1955, yayımlandığı dergi Forum’dur. Ayrıca Akis’te isimsiz dış politika yazıları yazmış, Yön dergisini çıkarmıştır. Bilimsel dergilerde yayımlanan makaleleri dışında, çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri de vardır. 1 Mart 1974’te Milliyet’e getirdiği “Açı”, sonra Hürriyet’te ve Cumhuriyet’te sürmüştür. “P” ile başlayan günler dışında, 35 yıldır haftada dört yazı yazmaktadır ki, 2009 sonu itibariyle- bu 7.000'in üzerinde köşe yazısı demektir. Buna diğer gazetelerde yazdıkları dahil değildir. Bu nedenle, bu bölümde gazete yazılarına yer verilememiştir. Anayasaya Giriş, (Genişletilm iş 2. Baskı) Ankara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 271, 1969. 334 s. Dinamik Anayasa Anlayışı: Anayasanın Diyalektiği Üzerine Bir Deneme, Ankara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 272, Sevinç M atbaası, 1969. V III+ 1 14 s. 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul, G erçek Yayınevi, 1969. 151 s. (Son baskısı, 11. Baskı, 1997’de, 281 s. olarak yayınlandı.) Siyasal Düşünceler ve Rejimler (Teksir), A nkara, 1972-1973, A.Ü. SBF ve Basın ve Yayın Yüksek Okulu Ders Notları, 179 s. Güzel Huzursuzluk, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1975. 226 s. Anayasa Hukuku Ders Notları, Birinci Sınıf. Ankara, 1980. Demokrasiye Giderken, İstanbul, Hil Yayın, 1982. 144 s. Aklını K ıbrıs’la Bozmak, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 170 s. A nayasa’nın P iif Noktası. Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 172 s. Balinanın Böcekleri, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 179 s. İçgüveysinin Encamı, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995, 163 s. İdeoloji Öldü mii?, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 173 s. Öpülesi Gemiler, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 164 s. Çürüyüşten Dirilişe, İstanbul, Cumhuriyet (gazete eki olarak çıkm ıştır), 1999. 95 s. 2. YABANCI DİLDE YAZDIĞI KİTAPLARI Les Relations Publiques en Matière Administrative, II. L'Action des Administrés sur le Fonctionnement de 1’A dministration Publique, à / ’E xclusion du Droit Electoral. Version Définitive du Rapport Général. XlIIe Congrès International des Sciences Administratives (Paris, 20-23 Juillet 1965). Bruxelles, Institut International des Sciences A dm inistratives. 140 s. Public Relations in Administration, IL The Influence o fT h e Public on The Opération o f Public Administration , Brussels, International Institute o f A dm inistrative Sciences, 1966. 132 s. Local Government in Turkey, Ankara, a Publication o f the Institute o f Public Adm inistration for Turkey and the M iddle East, A.Ü. Basımevi, 1967. VIII+65 s. II. ÇEVİRİLERİ Amme İdaresi ve Demokrasi (Yazan, G unnar H ECKSCHER), A.Ü. SBF Dergisi, C: IX, No: 2, 1954, s: 127-166. İdaredeki Atasözleri (Yazan, H.A. SIM ON), A.Ü. SBF Dergisi, C: XI, S.4, Aralık 1956, s: 85-109. Amme İdaresi Notları (Yazan, Albert GORV IN E), Ankara, 1957. IV+108 s. Devlet Planlarının Hazırlanması (Yazan, John D. M İLLET), Ankara. A.Ü. SB F-TO D A İE-N ew York Ü niversitesi Amme İdaresi ve Sosyal Hizmet Fakültesi M üşterek Tercüm eler Serisi, No: l,Y eni M atbaa, 1957. 77 s. Milletlerin Yakınlaşmasında Mukayeseli Hukukun Tesiri (Yazan, R.H. GRA V ESO N ), A nkara, T ürk Hukuk Kurum u Yayını, 1959. 19 s. Mukayeseli Devlet İdaresi Alanında Öğretim ve Araştırına (Yazan, M anfred C. VERNON ), A .Ü SBF Dergisi, C: XV, No: 4, 1960, s: 151-162. Devlet Sistemleri-Mukayeseli Devlet İdaresine Giriş (Yazan, M anfred C. VERNON ), A nkara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 121-103, Sevinç Basımevi, 1961. X II+ 2 1 2 s. Anayasa Üzerine Düşünceler-Federalistlerin Makalelerinden Seçmeler (Yazan, H A M ILTO N , M A D ISO N ve JAY), İstanbul, T ürk Siyasi İlimler Derneği Y ayınları, Siyasi İlim ler Serisi, No: 3, Yenilik Basım evi, 1962. XII+95 s. A Survey on the Financial Administration o f Turkish Municipalities (Yazan, Fehmi YAVUZ), A nkara, Sevinç M atbaası, 1962. VIII+27 s. Biiyük Britanya 'da Millileştirilmiş Sanayiler Üzerindeki Parlamento Denetimi (Yazan, Daniel N orm an C H ESTER ), Ankara, TO D A İE Yayını, 1963. 13 s. III - MAKALE VE YAZILARI 1.A .Ü . S B F D E R G İSİ’NDE YAYINLANAN MAKALELERİ Devlet Memurlarının Sınıflandırılması, C: XI, S.3, Eylül 1956, s: 423437. İngiliz İşçi Partisi, C: XII, No: 1, M art 1957, s: 74-91. -9- Türk Parlamentolarında Meclis Balkanlarının Durumları, C: XII, No: 2, Haziran 1957, s: 76-83. Türk İktisadında Devletin Payı ve Rolü, C: XII, No: 3, Eylül 1957, s: 2635. Yeni Bir Bakanlığın Kuruluşu - TBM M Olağanüstü Toplantısı, C : XIII, No: 3, Eylül 1958, s: 276-285. Parkinson's Law, (C.N. Parkiııson’un kitabının tahlili) C: XIII, No: 3, Eylül 1958, s: 297-299. Anayasa Hukuku Açısından “K apalılık” ve “A çıklık” Kavramları, C: XXIII, No: 1, 1968, s: 261-274. Political Prerequisites For An Efficient Administration, C: XXIII, No: 2, 1968, s: 163-168. Özel Yüksek Öğretim ve Anayasa, C: XXIII, No: 2, 1968, s: 169-188. Derneklerin 'Siyasetle İştigali’, C: XXIII, No: 3, 1968, s: 229-240. Adverse Effect o f Local Government on Political Modernization, C: XXIII, No: 4, 1968. s: 175-182. Ortadoğu Teknik Üniversitesinin Yönetim Yapısı ve Anayasa, C: XXIV, No: 1, 1969, s: 83-90. Haklar ve Özgürlükler Bakımından 1961 Anayasasının Evrensel Anlamı, C: XXIV, No: 1, 1969, s: 91-94. Anayasa Diyalektiği Açısından Özerk Kuruluşların Görevi, C: XXIV, No: 4, 1969, s: 111-124. 2. FO R U M DERGİSİ’NDE YAYINLANAN M AKALELERİ İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi, sayı 27 (1 M ayıs 1955), s: 12-13. İktisadi Devlet Teşekküllerinin Murakabesi, sayı 28 (15 M ayıs 1955), s: 11-13. Bütünlük, sayı 63 (1 Kasım 1956), s: 11-12. Memurların Çoğalışı, sayı 65 (1 Aralık 1956), s: 9-10. Komitoloji Kanunları, sayı 66 (15 Aralık 1956), s: 15-16. Okuyucu Mektupları, sayı 69 (1 Şubat 1957), s: 20-21. - 10- Bir Düşünürün Ölümü, sayı 77 (1 Haziran 1957), s: 19. Eksik Kalmış Kitaplar, sayı 95 (1 M art 1958), s: 12-14. Meclis Başkanlığı ve Demokratik Gelişmede Yeni İmkânlar, sayı 97 (1 Nisan 1958), s: 9-13. Koordinasyon Bakanlığı, sayı 104 (15 Tem m uz 1958), s. 9-11. Türkiye’nin Son Ortadoğu Siyaseti Yavaşlama, sayı 107 (1 Eylül 1958), s: 10-12. ve Batılılaşma Temposunda Bir Eğitim Teşebbüsü: O.T.Ü. sayı 130 (15 A ğustos 1959), s: 9-10. A B D ’nin Dış Siyasetindeki Yeni Gelişmeler ve Türkiye, sayı (15 A ralık 1959), s: 6-9. Batıya Varışın Eğitimsel Yolları, sayı 145 (1 N isan 1960), s: 8-12. Siyasette Burjuvalaşma, sayı 150 (1 Tem m uz 1960), s: 8-9. Suçsuz Anayasa, sayı 152 (1 Ağustos 1960), s: 11-12.* Kurucular, sayı 156 (1 Ekim 1960), s: 8-9. 3. YÖN DERG İSİ’NDE YAYINLANAN MAKALELERİ Sosyal Devlet, sayı 1, 20 Aralık 1961. Kurucu M eclis’te, sayı 2, 27 A ralık 1961. Mebus Maaşları, sayı 3, 3 O cak 1962. Milliyetçilik, sayı 4, 10 Ocak 1962. Kalkınma ve Hukuk, sayı 5, 17 Ocak 1962. Toprak Kavgası, sayı 6, 24 Ocak 1962. Sosyalizmin Sınırları, sayı 7, 31 O cak 1962. Özel Teşebbüs, sayı 8, 7 Şubat 1962. Bilimde Özel Teşebbüs, sayı 9, 14 Şubat 1962. Teşhiste Yanılma, sayı 10, 21 Şubat 1962. Yanlış Reçete, sayı 11, 28 Şubat 1962. ' Tam metni, Söylcşi’nin sonuna konan eklerde (Ek-8'de) verilmiştir. - II - 138 Bu Rejim Nasıl Yaşar, sayı 12, 7 M art 1962. Sümerbank'ın Başarısı, sayı 14, 21 M art 1962. Petroldeki Fitiller, sayı 16, 4 N isan 1962. Uyanış Saati, sayı 17, 11 N isan 1962. Göl Kıyısında, sayı 26, 13 H aziran 1962. Transformismo, sayı 28, 27 H aziran 1962. Demokrasi Anlayışımız, sayı 30, 11 Tem m uz 1962. Boşluk, sayı 3 1 ,1 8 Tem m uz 1962. Göz Oyan Kargalar, sayı 32, 25 Tem m uz 1962. Plan ve İnsan, sayı 33, 1 Ağustos 1962. Köyde Sosyalizm, sayı 38, 5 Eylül 1962. Yargıçlar ve Toplum, sayı 39, 12 Eylül 1962. Biiyiik Yalan, sayı 40, 19 Eylül 1962. İktisadi Kamu Teşebbüsleri ve Plan, sayı 40, 19 Eylül 1962. Karşı İhtilal, sayı 41, 26 Eylül 1962. Plan ve Statüko, sayı 42, 3 Ekim 1962. İlerici Cephenin Bütünlüğü, sayı 43, 10 Ekim 1962. Zeytin Dalı, sayı 46, 31 Ekim 1962. Devrimcinin Halkçılığı, sayı 47, 7 K asım 1962. A tatürk’ten Sonraki İnönü, sayı 48, 14 Kasım 1962. Birlikte Yaşama, sayı 50, 28 Kasım 1962. A P ’nin Öğrettikleri, sayı 5 1 , 5 A ralık 1962. İkinci Yılın Eşiğinde, sayı 53, 19 Aralık 1962. Merhaba Huzur, sayı 67, 27 M art 1963. Ağaç, Hukuk ve İnsan, sayı 69, 10 N isan 1963. Eğitimde Bölgeler Arası Dengesizlik, sayı 70, 17 Nisan 1963. Nakarat, sayı 72, 1 M ayıs 1963. 27 Mayıs, sayı 76, 29 M ayıs 1963. - 12- Kiracılar ve Anayasa, sayı 77, 5 H aziran 1963. Kapılar Açılırken, sayı 79, 2 Ekim 1964. Yasakların Ciicii, sayı 80, 9 Ekim 1964. Uçmayan Pilotlar, sayı 82, 23 Ekim 1964. Çıktık Açık Alınla, sayı 83, 30 Ekim 1964. Aldatış, sayı 87, 27 Kasım 1964. Hayal Perdesi, sayı 89, 11 Aralık 1964. Milli Kalıntı Sistemi, sayı 92, 1 O cak 1965. B izans’ın Son Günleri, sayı 93, 8 Ocak 1965. Dış Hegemonya Tartışması, sayı 94, 15 O cak 1965. Beklerin Hatası, sayı 95, 22 O cak 1965. Küçüklükler Komedisi, sayı 100, 26 Şubat 1965. Kovansız Arılar, sayı 102, 12 M art 1965. Sistem Yapar, sayı 112, 21 M ayıs 1965. Afyon, sayı 115, 11 H aziran 1965. Türkiye Gerçek Demokrasiye Doğru Yavaş Yavaş İlerlerken Çok Komik Bir Şey Oldu, sayı 116, 18 Haziran 1965. C ezayir’deki Yalnız Adam, sayı 117, 25 Haziran 1965. Memurun Uyanışı, sayı 118, 2 Tem m uz 1965. Başkalık, sayı 123, 6 Ağustos 1965. Testi Kırılmadan, sayı 132, 8 Ekim 1965. Ortanın Solu mu Sorumlu, sayı 133, 15 Ekim 1965. Okutmadıklarıımz, sayı 138, 19 Kasım 1965. Yalnızlık, sayı 143, 24 Aralık 1965. Komprador Dinciliği, sayı 149, 4 Şubat 1966. Gençlik ve Dış Politika, sayı 179, 2 Eylül 1966. -13- IV. DİĞER DERGİ VE GAZETELERDE YAYINLANAN YAZI, KONUŞMA VE SÖYLEŞİLERİ “Planlam a ve D em okrasi,” Planlama, sayı 1(1), 1961, s: 63-66. “The Role o f Local G overnm ent in Political D evelopm ent,” Local Government and National Development içinde, Ankara, TO D A İE yayını, 1968, s: 91-96 “ Anayasayı Sosyalistçe K orum ak,” Emek, 19 M ayıs 1969. “ İkili A nlaşm alar Konusunda A nayasa M ahkem esine de D üşen G örevler V ardır,” Ulus, 1969. “ Kavgayı A nlam ak,” Dost, 1 Nisan 1971. “ Dürüst, Çalışkan ve Bilgili, ” Ortam, 19 Nisan 1971. “ Güzel H uzursuzluk ” Ortam, 26 N isan 1971.* “ Başkalaşan Anayasa, ” Ortam, 28 Haziran 1971. “ Elele V erm ek,” Barış, 2 Aralık 1973. “ Ü slup,” Barış, 27 Aralık 1973. “ Sınırlı D üşünm ek,” Barış, 7 Şubat 1974. “ Erim ’in K itapları ve Soljenitsin”, Barış, 18 Şubat 1974. “ İnsan H aklarının Ulusal Düzeyde Korunması, ” (Özet), İnsan Haklarının Felsefi Temelleri Uluslararası Semineri. Ankara: 09-13 H aziran 1980, (1982), s: 113-115. “ Bunalım Tohumları, ” (Yeni A nayasa Tasarısı Üzerine) İktisat Dergisi, sayı 215, 1982. “T ürk A nayasacılığında K em alist Yaklaşım ın A nlam ı,” Türkiye İş Bankası Uluslararası Atatürk Sempozyumu, (İstanbul, 17-22 M ayıs 1981) 1983, s: 211-218. “ Y akınlık” (Osm anlı D evrinde Türk-Erm eni İlişkileri) Milliyet Sanat, sayı 107, 11.1984, s. 3. * Tam metni, Söyleşi'nin sonuna konan eklerde (Ek-9’da) verilmiştir. - 14- “ İnsan H aklan ve Başörtüsü Ü zerine,” (K onuşm a) İslâm, sayı 3(28), 1985, s: 12-13. “ Milli Egem enlik İlkesi Ü zerine Sempozyumu, 1986, s: 22-27, 37-44. T artışm alar,” Milli Egemenlik “İnsan Hakları A çısından Tem el H aklar ve Ö zgürlüklerin N iteliği (ve Tartışm alar),” Anayasa Yargısı, (Ankara, 25-26. 4.1986), 1987, s: 39-59. “İki Kavram , Ö zerklik ve Tarafsızlık,” Bahri S a vcıya Armağan, Ankara, 1988. “ M eclis, Toplum dan Daha M uhafazakârdır,” (Söyleşi) İktisat Dergisi, Tem m uz 1993. “ D önekliğin Felsefesi. ” İktisat Dergisi, Tem m uz-A ğustos 1993. “ Halka İhanetin Adı Solculuk O lam az - M erkez Sağ, Ulusal Sol, ” Cumhuriyet, 22 Aralık 1994. “ İdeolojik Bocalam a - İkinci Cum huriyet, Yeni Züppelik, K âr Tutkusu,” Cumhuriyet, 23 Aralık 1994. “ Sol Üretmezse, H alk K öktendincilere K ayar,” Cumhuriyet, 24 Aralık 1994. “ Halkıma İhanet Etm em ,” (Söyleşi) Cumhuriyet, 25 O cak 1995.* " Tam metni Söyleşi’nin sonuna konan eklerde (Ek-4’tc) verilmiştir. - 15- - 16- MÜMTAZ SOYSAL’LA SÖYLEŞİ SUNUŞ N. İlter ERTUĞRUL M üm taz Soysal ya da herkesin hitap ettiği şekilde ‘M üm taz H oca’, yalnız M iilkiye’de okuyanların değil, scveni-sevm eyeni, kızanı-küseni, hepsi için, bütün bir 68 kuşağının ve ondan sonraki diğer kuşakların 'H o c a ’sı sayılır. 60 ve 7 0 ’li yıllardaki anayasa dersleri birer efsaneye dönüşm üştür ve o dönem in M ülkiyeli olm ayan birçok üniversite öğrencisi bile, onun S B F ’deki derslerini izlediğini -doğru ya da yanlış- övünerek anlatır. Üstelik dersi, büyük büyük lafların abartılı jestlerle anlatıldığı bir ‘gösteri’ değildir. Hatta, dersi, büyük beklentilerle gelenleri hayal kırıklığına uğratacak kadar yalındır. Yıllar sonra nedenini sorduğum da şu yanıtı vermişti: "Ders, vasat öğrenciye göre anlatılır Dersi, yan çevrilm iş koltuğun kolluğuna ya da kolçaklı sandalyenin kolçağına adeta her an kalkıverecek gibi eğreti bir şekilde kalçasını iliştirmiş bir ‘H o ca’nın son derece yum uşak el hareketleri (iki elin parm aklarını iç içe geçirm e, sağa veya sola, hatta geriye doğru bükm e) ve heyecansız bir ses tonuyla anlattığı, ‘teknik’ bilgilerdir. Kuşkusuz, zekâsının bir örneği olarak, her an hocasının açığını yakalam a derdiyle “başladığı yeri acaba ne zaman unutacak” m erakıyla izlediğiniz uzun tüm celerde hiç hata yapm az; hatta, sanki m uzipliğinizi fark etm iş de, asıl o sizinle dalga geçiyorm uş gibi, yan cüm leciklerle uzattıkça uzatır, am a yine hatasız bağlar. Yalnız okulda ‘ho ca’ değildir. Diplom asi dersleri de hocalığı kadar ünlüdür. D ışişle rin d e D aire Başkanı öğrencilerinden birinin m esleğin ilk yıllarına ait bir anısı, H oca’nın uluslararası toplantılarda, hiç terk etm ediği o ‘İngiliz ü slubu’yla, her taşı yerini getirip gediğine koyduğu -klasik- derslerinin bir örneğidir (Ek-2). O dersler, kim isi için dudakta zarif bir tebessüm dür, kimisi için kılçığı boğazdan atılam ayan bir öksürük nöbeti. Bu satırların yazarının, M üm taz H oca’ya -her iki anlam da da- ‘nesnel’ yaklaşm ası zordur. Onu, ‘u zak’taıı da tanır, ‘yakın’dan da. Çünkü adının efsaneye çıktığı yıllarda Milliyet gazetesindeki ilk köşe yazısından itibaren (1 M art 1974) sürekli okuyucusudur. Yazar, okur’u tanım az ama, okur için ‘y azar’ her gün her yazısına tepki verdiği, desteklediği, kızdığı, öfkelendiği, acıdığı, sevdiği vb. kısaca İnsanî bütün tepkileri gösterdiği, ‘aileden birisi’dir. - 17- Ve en önem lisi Ö Ğ R EN D İĞ İ kişidir. O radan öğrendikleriyle bazen bir dünya kurar, belki bir dünyayı yıkar, günlük tartışm alarında ondan çaldığı fikirleri kendisininm iş gibi satar, hatta bazen daha da abartıp, destekleyicisi olarak, onu gösterir: “Bak, Mümtaz Hoca da benden yana ” der.* ‘M üm taz Hoca okuru’nun, ‘Hoca M üm taz’la karşılaşm ası ise, m eşhur “100 Soruda A nayasa” kitabıyladır. 1978’de Bolu şehir stadının yanında üç katlı bir binada açılan A İT İA ’ya bağlı Sevk ve İdarecilik Y üksek O kulu’nda, ders kitabımızdı. Dersi Fatih Güm üş verirdi, asistanı da İbrahim K aboğlu’ydu. ‘O kuru’ ve ‘kitap öğrcncisi’nin yanm a ‘hoca-öğrenci’ m ertebesi, 1981 ’dc M ülkiye’ye girince eklendi. Anayasa ve (Tekin A kıllıoğlu ile birlikte) İnsan H aklan dersim ize geldi. Böylece, biz de o ‘ayrıcalıklı’ öğrenciler sınıfına dahil olmuştuk. Tabii, bu dönem de 12 Eylül, Y Ö K ’ü kurm uş ve 1982 sonbaharında ‘sa n zarflar' yola çıkm ıştı. M üm taz H oca’ya ‘sarı z a r f gelm edi. Bu nedenle eleştirildi de; kim ilerine göre; “o artık askerle uzlaşm ış”tı. Oysa 12 Eylül, Y Ö K ’ten çok önce ve iktidara gelir gelm ez hemen, onunla -kendi yetki sınırları içinde- hesabını görm üş, verebileceği en ağır cezayı verip iktidarının ikinci gününde D enktaş’ın danışm anlığından almıştı. Daha fazlasına da gücü yetm ezdi, çünkü karşısındaki sadece bir ‘hoca’ değildi. M üm taz Hoca, -bir vehim bile olsadışarıdakilenn T ürkiye’yi, içeridekilerin dünyayı, ‘başlarına yıkacağını' sandıkları bir insandı. 12 M art’ta, okuldan askeri bir jeeple götürülm eden önce kom utanın cl işaretini yanlış anlayan jandarm aların silahla dekanının üzerine koşuştuğu güne de; aradan uzun yıllar geçtikten sonra 12 M art ve 12 E ylül’ün ihtiram duruşuna da tanık olan bir M ülkiyeli, o iki anısını ve Anayasa hocası M üm taz S oysal’dan aldığı ‘ilk ders’i anlattı (Ek-3). * 5jC * * * “Mümtaz Soysal okuru” olma, 20 yıl sonra onun köşe yazılarından derlenmiş ‘konulu kitaplar’ çıkartılırken katmerlendi. Yaşar BAKAN ile Mümtaz Soysal’ın köşe yazılarını tek tek okuyarak konularına ayırmış, 30’u aşkın konu belirlemiştik. Düşünceler Günlüğü dizisinin Bilgi Yayınevi tarafından sadece 6 tanesi yayımlanabildi. O ayrı bir okuldu. Bu kitap çalışmasından söz etmişken, çok erken kaybettiğimiz Yaşar BAKAN’ı bir kez daha sevgiyle anıyorum. KİGEM ’i de birlikte kurduğumuz Yaşar BAKAN’ı, bir kalp krizi sonucu 16 Ağustos 1999’da kaybettik ve o büyük deprem felaketinin olduğu gün Ankara’da toprağa verdik. - 18- Y azar-okur, hoca-kitap öğrencisi ve hoca-öğrenci aşam alarından sonra M üm taz Hoca O kulu’nun dördüncü aşam ası, T B M M ’de M üm taz S oysal’ın danışm anlığıdır. 1993 Tem m uzunda başlayan bu ‘m ektep’, 1994’te KİGEM de kurulunca, bu satırların yazarına, paha biçilm esi ve belki dünyada bir daha eşibenzerinin bir araya getirilm esi olanaksız bir kadronun bizatihi ralıle-i tedrisinden geçm e olanağı sağlam ıştır. Orası, içinde T ürkiye’nin en büyük anayasacıları, en büyük idare hukukçuları, en büyük iktisatçıları, en, en, en .... olan bir gönüllü üniversite dir. O üniversiteye, tarihi bir m ücadeleyi birlikte yürüttüğüm üz konfederasyonlar, sendikalar ve m eslek odaları dahildir. Bu satırların yazarı, o üniversitenin hem öğrencisi, hem m em uru, hem hadem esidir. Birlikte özelleştirm eye karşı verdiğim iz m ücadele, o üniversitenin bitirm e sınavıdır. Notu belki pek yüksek değildir am a, en azından sınavdan çakılm am ış; özelleştirm e kimi alanda on, kimi alanda onbeş ya da daha fazla yıl engellenm iş, dünyaya örnek olacak bir hukuksal m ücadele verilm iştir. Notu, tarih takdir edecektir. G rup odalarından genel kurul kulislerine, personelinden m illetvekillerine koca bir meclis; onun içinde T ürkiye’ye şöyle ya da böyle yön vermiş politikacılar, bakanlar, başbakanlar ve iltifatta da hakarette de bonkör ‘bir kısım m edya’ bu m ücadelenin dekorudur. O üniversitede öğrenim in bir gereği olarak, bu m ücadelenin -ne kadar budansa, örselense, tırpanlansa da- “antiemperyalist cumhuriyet hukuku” ve o geleneğin sayesinde verildiğinin kayda geçirilm esi keyifli bir görevdir. Çünkü, özellikle im tiyaz ve im tiyaz sözleşm elerini yönetsel yargı denetim i dışına çıkarm aya çalışan yasal düzenlem elere karşı, yönetsel yargının görev alanını korum aya çalışan, düzenlem enin geç bir saatte getirildiği M eclis’te, anında kürsüye çıkıp tepki gösteren M üm taz Soysal, A nayasa hukuku profesöründen çok, “idare hukuku asistanı Mümtaz ’’dır. Anayasa M ahkem esi’ne açılan dava dilekçelerine bakıldığında kolayca görülür ki, dilekçedeki görüşler Tahsin Bekir B ah a’nın, Sıddık Sami O n ar’ındır. Orada, öğrenilm iş ve devam ettirilm iş bir gelenek vardır. * * * * 1993’ten sonra danışm anı, 1994’ten sonra K İG E M ’de genel sekreteri, 2 002’de Bağım sız Cum huriyet P a rtisin d e yine genel sekreteriydim . Bunların dışında da birçok unvanım oldu, am a “en çok hangisini tercih edersin’’ derseniz, bir num ara “Mümtaz Soysal 'ın danışmanlığı "dır. Yalnız, bu aynı zam anda şu dem ek değildir: “ Mümtaz Soysal'm müridi". Ne ben olabilirdim , ne de o isterdi. Hiç de olm adı, tam tersine, birçok kez, “s iz ”li soru cüm lelerine, “ben " li yanıtlar verm ek ve bu farkı hep belirtm ek zorunda kaldım. O başkaydı, ben başkaydım ; - 19- hâlâ o başka, ben başkayım . Ben onun katılm adığı şeyleri ona rağm en yaptım , o benim yapm ası gerektiğini düşündüğüm şeylerin tam tersini, bana rağmen. Bu yüzden, bu söyleşide ‘taraflı ya da tarafsız’ olm aya değil, sadece bilmediğim şeyleri öğrenm eye ve bilm ediğim yönleriyle de M üm taz H oca’yı gelecek kuşaklara aktarm aya çalıştım. * * * * M üm taz Soysal, ‘ak si’, ‘inatçı’ bilinir. Bana göre ise ‘utangaç’tır ve gereğinden fazla alçakgönüllüdür. En önemli işleri bile, “eee, ne var, öyle oldıı işte ” diye geçiştirm eye çalışır. İçine kapanık olduğu doğrudur. Bu, söyleşinin bazı yerlerinde kendisinin de söyleyeceği 'ihtiyatlıhğm m ' sonucudur belki. Çünkü, o çocukluğunda, kendisini bir halıya hapsedip, saatlerce oradan çıkm am a eğitimi yapm ıştır. O lduğu yeri kolay terk etmez, kolay kolay ileri adım atm az. İnsan ilişkilerinde de böyledir; kolay açılm az. Ancak, bildiğim , onun kadar çevresindekilere inisiyatif veren çok az insan vardır. Hatta, bunu abarttığı bile söylenebilir. Peki neden aksi ve inatçı sayılm ıştır? Çünkü, onun için hayatta ‘evet’ler ve İıa y ır’lar vardır. Evetler evettir, hayırlar lıayır. Pazarlık etmez. Bir insanın inandığı şeylerden dönm em esi, doğru olduğuna inandığı şeyler için sonuna kadar m ücadele etm esi, “başkaldırf’ya “ elveda” dem em esi inatçılık ise, evet inatçıdır ve onun için M üm taz SO Y SA L ’dır... İltifat da alm ıştır, hakaret de görm üştür. Ancak, itifat, M üm taz S oysal’la aynı görüşte olanlara; hakaret, M üm taz Soysal’la zıt görüşte olanlara ait değildir. Tam tersine, M üm taz H oca’ya hakaret edenler de, iltifat edenler de M üm taz Hoca karşıtlarıdır. Bunun nedeni son derece basittir: M üm taz Hoca, inandığı şeyi yapar, inanm adığı şeyi yapm az. Onu seven ya da sevm eyen herkes de bunu bilir. Bu yüzden hiçbir fikrine katılm ayanlar bile, ona saygı duyar. Üstelik, akla ziyan ölçüde naziktir. M eclis’te m illetvekilleri odaya geldiğinde sekreterler, ellerinde notlar, ajandalar ‘m akam ’a koştururken; o, tam tersine ‘m akam ’dan kalkıp gelir, “şurayı bağlayabilir misiniz lütfen’’ der. Gerçekten ‘ak si’ olduğu durum lar yok m udur, ona biraz sonra değineceğim . Onun, ‘hayır’ dediği şeylerden, siyasi bir çıkar uğruna bile dönm ediğinin en veciz örneklerinden biri olarak 1995’te Cumhuriyet’’ten T ürcy Köse ile yaptığı söyleşiyi E k-4’e koydum. Orada ‘hayır’ dediği şeye hâlâ hayır diyor, orada ‘evet’ dediği şey ise, bugün bile -bilinip bilinm eden- onun en çok eleştirildiği konulardan biri. Üstelik onun ’evet’ dediği şey, o dönem için (iktidar ortağı DYP dahil) T ürkiye’de birçok kişi açısından “teröre destek” anlam ı taşıyordu am a o, o zam an da aynı şeyleri söylüyordu, bugün de. 1990’ların ortalarında U luslararası A f Ö rgiitü’nün eski ikinci başkanı gibi T ürkiye’de bir insan hakları m ücadelesi verip düşünce suçunu terör suçu sayan -20- Terörle M ücadele K anunu’nun ikinci m addesinin değiştirilm esi için çabalayan Dışişleri Bakanı da odur; insan hakları kılıfı ardında G üneydoğu’yu komşu kapısı yapıp ‘b aşk a’ faaliyetler gösterenlerin U luslararası A f Örgütü kalkanı ardına gizlenm elerine izin verm eyen Dışişleri Bakam da. Ters düştüğüm üz de olm uştur. Ama, söyleşi sırasında, ben bile yıllar sonra öğrendim ki, yapılam ayan Birleşm e(m e) K urultayı’nda salona gitm em e nedeni sadece bir ilke m eselesidir; Parti M eclisi’nde, “ ben K urultay’a gidilmesinden yanayım ama, parti disiplinine uyarım ” dem iştir, genel başkanı K arayalçın’a ve ertesi gün herkes onu Kurultay salonunda beklerken, Parti M eclisi kararına uymuş, gitm em iştir. Hatta kırıldığım da olm uş, Türkiye’nin dönüm noktalarından biri olacak bir aşam ada, yeni birleşm iş C H P ’nin 9 Eylül 1995 kurultayında genel başkan adayı olm ayarak, yalnız kendisi açısından değil Türkiye açısından tarihi bir fırsatın kaçırılm asına neden olduğunu düşünm üşüm dür. Çünkü, -bana göre(ki seçim sistem i kazanm a şansını artırıyordu) o kurultay kaybedilse bile, artık C H P ’nin m uhalefet lideri M üm taz Soysal ve m uhalefet çizgisi ‘pilav üstü az k uru’ misali sosyal dem okrasi değil, ‘so l’du.* Böylece, sonraki kurultaylarda artık ne R icky M artinvari gösteriler yapılabilirdi, ne de T ürkiye’de artık meclis içi ‘sol’, günlük gazete haberlerinden oluşturulan bir politika çizgisine m ahkûm kalırdı. Olmadı. * * * * M üm taz S oysal’ın 80 yaşm a ve M ülkiye’nin 150. yılına rastlayan A rm ağan’daki bu söyleşiyi “bant çözüm ü” olarak aynen vermek mümkündü. Ancak, bunu eksik buldum. M üm taz Hoca için 4 0 ’lar-50’ler-60’lar, benim kuşağım için 7 0 ’ler-80’ler-90’lar daha dün gibi; ama, üniversitedeki öğrencilerim iz için 9 0 ’lar bile, M İLATTAN Ö N C E ... M üm taz H oca’nın çok iyi bildiğinden herkesi de bilir sanarak bir-iki cüm le ile geçiştirdiği bazı yerlerden önce kısa açıklam alar yazdım; okuyucunun gözünde dönem i canlandırabilm esi için H oca’nın andığı yazılardan bazılarını ekledim, bazen de dip notlar koydum. Bir de pek alışılm ış bir şey olm asa da, M üm taz Hoca ile söyleşiden önce Bilsay K U R U Ç ’un "Kırk Yıl Öncesinden İzlenim ler”'\n\ verdim. M üm taz H oca’nın esas ‘aksi’liği, övüldüğü zam an ortaya çıkar. Övülünce utanır, ne yapacağını bilem ez ve o zam an aksileşir. Bunu en iyi bilenlerden biri olan Bilsay Bu satırların yazarının “sosyal demokrasi” karşısındaki tutumunu en iyi açıklayan, Kurthan Fişek’in sürekli kendi siyasi yerini tarif için kullandığı cümledir: "Hayatımda hiç sosyal demokrat olacak kadar sağda olmadım. ” -21 - KURUÇ, Soysal’ın utangaçlık sınırları içinde bir dönem ve Soysal analizi yaptı. O kuduğunuzda kendiniz karar vereceksiniz ama, bence 6 0 ’lı ve 70’li yıllar için m ükem m el bir tasvir, 150. yılına yakışır bir M ülkiye ve m uhteşem bir Türkiye tahlili de oldu. M üm taz H oca’nın anlatm aktan utanacağı şeyleri dönem in içine yerleştirdi. O bilgiler olm azsa, söyleşide bazı yerler havada kalırdı. M üm taz S oysal’ın Anayasa ya Giriş kitabına da Bilsay Hoca değindi. Aslında, Anayasa ’y a Giriş kitabını, tam m etin burada verm ek isterdim. Kırkıncı yılını dolduran bu kitabın bir “tıpkı basım ı” yapılm alıdır. O kitabı okum adan, o yıllarda M üm taz S oysal’ın niçin M üm taz Soysal olduğunu kavram ak zordur ve M üm taz SoysaPın üniversite eğitim ine getirdiği devrim ci değişikliği d e ... O kitap için Hoca itinayla Sıkıyönetim M ahkem esi tarafından hapis cezasına çarptırılm ış, ama Askeri Yargıtay tarafından her seferinde bozulm uştur. M üm taz Soysal’da, a f nedeniyle yargılam anın düşm üş olm ası biraz buruk bir etki yaratm ıştır, çünkü o beraat etmeyi tercih ederdi. Anayasa ya Giriş kitabının tam m etnini burada verm ek olanaksız olduğu için, H oca’nın üniversite eğitim ine bakışının bir işareti olarak, yalnızca “ Önsöz”ü eklerin en başına aldım. İlk kez okuyanlar tabii ki fark edecck ama, ben vurgulam adan geçem eyeceğim , bir üniversite ders kitabının, hele bir hukuk ders kitabının nasıl olm ası gerektiğine ilişkin sözleri ve sonundaki içtenliği bence onu anlatm ak için yeterli. M üm taz H oca’nın eğitim ciliğini, bir eğitim cinin anlatm ası daha doğru olurdu. Niyazi ALTU NYA, T O D A İE ’de hocası, 20 yıl sonra S B F ’de doktora tez danışm anı olan ’M üm taz’ H oca’yı E k-5’te anlattı. Hem de M üm taz Soysal’m dünya görüşünü en iyi anlatan iki temel kavram “özgürleştirm e” ve “özerklik” çerçevesinde. 150. yıl kutlam alarına uygun biçim de M ülkiye’nin eğitim tarihim ize katkılarını da aktararak. Yön dönem ini, hem Y Ö N ’ün, hem D E V R İM ’iıı em ekçilerinden, bir Doğan Avcıoğlu öğrencisi N azif EKZEN, çok alçakgönüllü bir biçim de ve “kimse kızm asın” ya da "kusura bakm ayın” dem e gereksinim i duym adan Ek6 ’da yazdı. M üm taz H oca’nın, Kıbrıs çalışm alarını, Başbakan Recep Tayyip ER D O Ğ A N ’ın açıkça ‘‘danışmanını değiştir” dediği kişinin, yani Sayın D enktaş’ın değerlendirm esi herhalde en uygunu olurdu. Sayın D enktaş’ın Ek7 ’deki bu değerli katkısı, tarihe düşülm üş bir nottur. Sayın C um hurbaşkanına şükranlarım ı sunuyorum . Sayın D enktaş’a ulaşm am ızı sağlayan K uzey Kıbrıs Türk C um huriyeti’nin eski Türkiye büyükelçisi Ahm et Zeki Bulunç, aynı zam anda daha önce isim siz belirtilen katkılardan E k-3’ün de sahibi. “Bir Diplomasi D ersi ”ni ise, diplom asi kulislerinden huzurunuza, Dışişleri B akanlığı’nda daire başkanı, sevgili dostum , H. Avni AKSOY getirdi (Ek-2). -22- M üm taz Soysal’ın yapıtlarının listesinin oluşturulm asında Ali Ç ankaya’nın değerli çalışm asına bilgisayar ortam ında, -kendisi zaten başlıbaşına bir “kaynakça” olan- sevgili dostum Serdar Şahinkaya sayesinde ulaştım. İlhan K A R A K O Y U N ’un, M üm taz SO YSAL hakkında yaptığı yüksek lisans tezinin tam m etnini bir CD içinde kapım ın önüne kadar Sosyal Bilim ler Enstitüsünde doktora tezini verm ek üzere olan Tekin A vaner getirdi. Hem T ekin’e, hem de sayın İlhan K A R A K O Y U N ’a teşekkür ediyorum . Yapıtlarının listesini tam am lam am için M üm taz Hoca evini ve kendi kütüphanesini açtı. Um arım eksik bir şey bırakm am ışım dır. K apakta kullandığım ız fotoğraf, siyah-beyaz fotoğrafın p ir’i ve T ürkiye’nin m edar-ı iftiharı Ara G Ü L E R ’in. Fotoğraflarının kullanılm asına izin verdiği için şükranlarım ı sunuyorum . Fotoğrafı Ara G üler’den isteyen ve bize ulaştıran ise M üm taz H oca’nın küçük kızı Funda. Ayrıca, akadem ik cam ianın gelecekte sesini ve im zasını daha çok duyacağı Esra D ik’e, Kamu Yönetim Bölüm sekreterim iz Serap Ç am alan’a ve bazı m etinlerin bilgisayar ortam ına aktarılm ası için sabahlara kadar çalışan Anıl E rtuğrul’a teşekkür ederim. * * * * Bu Arm ağan için “ İlk Y ürürlüğü D urdurm a” kararını anlatan ve yorum layan bir yazı yazm am gerekiyordu, yetiştirem edim . Affınıza sığınıyorum. Ancak, hukuksal öyküsünü ve dava dilekçesi ile A nayasa M ahkem esi kararını 'Biz Vatan Hainliğine Devam Ediyoruz Hâlâ '*da verm iştim . M eraklıları oradan ulaşabilir. Ö zelleştirm eye karşı m ücadelenin A nayasa yargısına arm ağanı olan ilk yürürlüğü durdurm a kararı, M üm taz Soysal’ın Anayasa hukuku açısından ilklerine eklenm elidir. A slında bir “ ilk” girişim im iz daha olacaktı, dilekçeyi hazırlam ış, gerekçeyi yazm ış, ancak yeterli im zayı toplayam am ıştık. O da, A nayasa M ahkem esi’nin yasalar için “yok hükmünde sayılma ” kararı verebileceği tezidir. Ö zellikle A nayasa M ahkem esi’nin daha önce iptal ettiği yasaların ya da hüküm lerin, yasam a organı tarafından tekrar tekrar yürürlüğe sokulm ası ya da yurt dışına usulüne uygun olm ayan TB M M kararıyla asker gönderilm esi vb. gibi, A nayasa’ya açık aykırılık ve yasam a yetkisinin anayasaya açıkça aykırı olarak kötüye kullandığı durum larda yasanın “ yok hükm ünde olduğuna” karar verilebilir. Çünkü yasam a organı, A nayasa M ahkem esi’nin daha önceki kararlarına karşın ve iptal edileceğini bile bile sırf A nayasa’nın 153. * Ümit Yayıncılık, 2004, Ankara. -23- m addesindeki “İptal kararlan geriye yürümez. ” hükm ünden yararlanm ak için yasa çıkarm akta; yasa, iptal edilse bile, yasanın yürürlüğe girdiği tarih ile iptal kararının yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönem de yürürlükte kalm asından -kendisine ya da başkalarına- çıkar sağlam aktadır. Bu tür yasaların, hiçbir hukuksal sonuç doğurm ayacak biçim de, "yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yok sayılm asına” karar verilm esi, en başta yasam a organına saygınlık kazandıracaktır. A radan 15 yıl geçm esine karşın, A nayasa M ahkcm esi’nin yürürlüğü durdurm a (YD) kararı verip verem eyeceğine ilişkin tartışm a hâlâ sürmektedir* ve karara karşı olanların önemli bölüm ünü liberal kanat oluşturm aktadır. YD kararını daha çok “yasam a yetkisinin sınırlanm ası” olarak görenler, A nayasa M ahkem esi’nin yetkisini aştığını ileri sürm ektedirler. Anayasa M ahkem esinin 3 6 ’mcı Kuruluş Y ıldönüm ü nedeniyle 27-28 Nisan 1998’de düzenlenen Sem pozyum ’da Kemal G özler ile (şu anki İçişleri bakanı, o dönem de Kırklareli Ü niversitesi rektörü) Beşir Atalay bu görüşleri, -üstelik, biraz hadlerini aşan ve bilim sel eleştiri sınırlarını zorlayan biçim dem ahkem e üyelerini eleştirerek dile getirm işlerdi. O ve sonraki kararı veren m ahkem e üyelerini savunm ak o sem pozyum un dinleyicileri arasında bulunan bu satırların yazarına düşm üş ve daha sonra m ahkem e üyelerinden “biz söyleyemiyoruz, sağolıın” türü teşekkürler almıştı. Y ıllar geçtikçe, hukuksal m ücadeledeki birikim arttıkça -doğru ya da yanlış- şöyle bir sonuca ulaştığım ı ifade etm eliyim. Kişisel dünya görüşlerini tüm üyle göz ardı etm em ekle birlikte, yaklaşım daki tem el fark, alınan eğitimden kaynaklanıyor; yani M ülkiye’de okum ak ile H ukuk F akültesi’nde okumak. M ülkiye, ‘kam usal’ bir hukuk anlayışı ile öğrenci yetiştirirken, hukuk fakülteleri ‘özel’ hukuk anlayışı ile öğrenci yetiştiriyorlar. Bu nedenle hukuk fakültelerinden m ezun olan yönetim hukukçuları bile özde ‘özelci’ oluyorlar. Soruna liberal hukuk anlayışının, ‘tarafların eşitliği’ penceresinden bakıyorlar. İdare hukukunun yetki alanını dar ve daraltıcı biçim de yorum luyorlar. Anayasa yargısına da aynı gözle bakıyorlar. Oysa M ülkiye, dinam ik ve diyalektik bir anayasa anlayışına sahip, idari yargıya da, anayasa yargısına da öyle bakıyor. Bizim aldığım ız eğitim açısından, yürürlüğü durdurm a, ‘doğal’ bir karar, tıpkı yarın öbür gün verilecek ‘yok hükm ünde sayılm a’ kararı gibi. İptal kararını verm eye yetkili olan bir yargı yerinin, yürürlüğü durdurm a ya da yok hükm ünde * Örneğin bkz. “Prof Dr. Ergim Özbudım’a Armağan” (Yetkin Yayınları, 2008, Ankara) içinde başta Sami Selçuk olmak üzere çeşitli yazarların makaleleri. Sami Selçuk’un anılan makalesi, G özler’in o sempozyumda sunduğu “Realist Yorum Teorisi ve Mekanist Anayasa Anlayışı ” başlıklı bildirinin geliştirilmiş ve süslenmiş biçimidir. -24- sayılm a kararı verm em esi, buna yetkisinin olm am ası, eşyanın tabiatına aykırı. Kamu hukuku açısından bakıldığında bu son derece açık, üzerinde tartışm aya gerek bile yok. Daha büyük bir kararı alm aya yetkili organın, alacağı daha küçük kararlar, o karara ‘m ündem iç’, o kararın içinde. A nayasa M ahkem esi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlem ekle yetkili ve görevli yargı yeri. Onun iptal ettiği bir yasa, yasam a erkinin yetki alanına m üdahale değil, sıradan bir hukuka/anayasaya aykırılık kararı. Ayrıca, iptal kararının sorum lusu da A nayasa M ahkemesi değil, anayasaya aykırı yasayı çıkaran yasama organı. Yaptığı da basit bir hukuksal denetim. Bu hukuksal denetimi, siyasi tartışm a konusu haline getirenler ise, politikacılar ve başkalarını siyasi davranm akla suçlarken, asıl kendileri konuya siyasi olarak bakan hukukçular. İlk alındığı zam an bu kararı edep sınırlarını zorlayan biçim de eleştiren politikacılar, kendileri m uhalefete düşünce, o karara sarılır hale geldiler. Başta bu karara karşı oy kullanan M ustafa Bumin ve H aşim Kılıç gibi hukukçular bile zam anla kararı savunur hale geldiler, hazırladıkları yasa taslağında YD kararına yer verdiler. Yasam a organının niye anayasaya aykırı yasa çıkardığının hesabını, ona ve çoğunlukta bulunan siyasi partiye sorm ak yerine, anayasaya aykırılığı belirleyen yargı organına sorm ak, ne derece doğrudur, üzerinde düşünm ek gerekir. Aslında ileri sürülen tezler, son derece tahrik edici ve bizim gibi "yoğurt siyah mı, beyaz mı ” m ünazaralarıyla, doğruyu savunm ak yerine, yanlış da olsa bir fikri iyi savunmak üzerine ihtisastan geçm iş bir kuşak için, tam “ gökte ararken, yerde bulunm uş” tartışm a m alzem eleri. Üstelik, bu satırların yazarının üslubuna ve m eşrebine de uygun. Ancak. M üm taz Soysal ocağında öğrendik ki, m arifet pişkinlik değil, pişm ektir. O yolda pişm eye devam edeceğiz. Bu yüzden, ileri sürülen tezlere ve o tezlere güvenip olm adık işlere kalkışan siyasi iktidar sahiplerine şöyle bir uyarıda bulunm ak belki herkes için daha yararlı: Beğensek de beğenm esek de, katılsak da katılm asak da, rejim ler, aslında kurucu iktidarın yaptığı kum havuzları. Tali iktidarlar, kendi güvenceleri için, bu kum havuzu içinde oynam ayı öğrenm ek zorundalar. Dışına çıkıp başlarına bir şey geleceği zaman, kendilerini uyaran da Anayasa M ahkem esi... Çünkü, yine beğensek beğenm esek, katılsak katılm asak da, rejim ler savaş, ihtilal, darbe vb. gibi olağanüstü koşullarda “k a n ”\a. kuruluyorlar. Bu yüzden, sayısal çoğunlukla rejimi değiştirebileceğini sanm ak galiba yaşamsal bir hata. D üşünüyorum da, rejim lerin, olağanüstü durum larda, ancak kanla değiştirilebileceğini en iyi bilenler olm ası gereken anayasa hukukçuları, bu beyhude çabaları alkışlarken, acaba, kendileri hiçbir sorum luluk taşım adan o siyasilerin hayatları üzerinde kum ar oynam am akta m ıdırlar? Ve yine -25- düşünüyorum , acaba, buna hakları var mıdır? Yarın o siyasiler yargılanırken, bugün onu destekleyen ağzından alev saçan hukukçuların kaçı ortada olacaktır? Siyasi sorum luluk sahiplerinin bunu dikkate alm aları ve kendilerini o tahrikçilerden korum aları, kendi hayatları üzerine bahis oynanm asına engel olm aları gerekm ez mi? M üm taz Hoca ile gerçekleştirem ediğim iz bir “ilk ”i, bundan sonra başkalarının gerçekleştirm esi dileğiyle buraya aktarıyorum . Ayrıca, bunda çekingen davranm ayı da doğru bulm uyorum , çünkü hukuk dinam ik bir süreçtir, nasıl yürürlüğü durdurm a kararı, süreç içinde, “iptal edilen hiikmiin, iptal karan yayınlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulması ” biçim ine dönüşm üşse, yok hükm ünde olma kararı da, kendi süreci içinde evrilir ve hangi durum larda verileceği yerini bulur. * * * * Söyleşide m anşetlik yerler de var; ama bu “bilim sel” bir yayın olduğu için özel bir vurgu kullanm adım , altını çizm edim , spot çıkarm adım. Sadece, okuma ve bilgiye ulaşm a kolaylığı açısından ara başlıklar ekledim. A nayasalarım ızda kullanılan ifadeyle “başlıklar metne dahil değildir.” Tüm sorum luluk bana aittir. Bu söyleşide bazı şeyler birden çok kez geçti. B unların biri de “sigara”ydı tabii. M üm taz Hoca, babasını, ağabeyini, karısını sigaradan kaybetm işti, hayatta yalnız bir iki kere tadına bakm ak için sigara içmişti; hatta öğrenciler sigarayı daha çok tuvaletlerde içtiğinden sigarayı, ken ef kokusuyla özdeşleştirm işti. D anışm anlığına başlam adan önce tiryakiliğim in sorun olabileceği uyarısı yapıldı. Oysa, hiç öyle olmadı. M cclis’te onun odasında ve onun bulunduğu kapalı yerlerde hiç sigara içmedim; am a o, şehirlerarası yolculuklarım ızda benim için hep sigara molası verdi. Bu söyleşi sırasında da yeri geldikçe “ bırak şunu ” dem ekten geri durm adı. Ben de onun bu tavrını, kendi tiryakiliğim le birleştirdim ve A K P ’nin dinsel nedenlerle yapıp, sıhhi ve A B ’sel bir havaya büründürdüğü Türkiye’yi “ dum ansız hava sahası” ilân etm esine protestom u, bu satırların arasına gizledim. M üm taz H oca’nın “ kedi sevgisi” bilinir ve tabii, söyleşide bir “kara kedi” de vardı. Hangisi mi, m ühendis olacak olanı!!! -26- KIRK YIL ÖNCESİNDEN İZLENİMLER Bilsay KURUÇ 1960’ın ilk günlerinden 1970’lerin son günlerine kadar geçen yirm i yıl, onu yaşayanlar için, öm ürlerinin öteki zam an dilim lerine göre apayrı bir dönem dir. Zam anın o yirm i yıllık yolculuğunda kişilikler yeniden şekillenm iştir. Toplum , kurum lar ve kişiler buna birlikte katılm ışlardır. Bu, hızın hüküm sürdüğü bir yolculuktur. Toplum un da, insanların da acelesi vardır. Birçok şey bir an önce olsun istenm iştir. Tem po, oluşan kişiliklere dam ga vurm uştur. 1960’la açılan dönem bir radikalleşme çağıdır. Haklı bir radikalleşm e zam anıdır. A şırılıkları ve birçok eksiği, yanlışı vardır. Şimdi de, geriye bakarken, insanın izlenim lerini kalıcı biçim de etkilem iş yönleri bulunabilir. Ö zellikle o zam anın kişilerini kahram anlaştırm a, bazı olguları büyütm e, bazılarını küçültm e eğilim leri söz konusu olacaktır. Ama, bunlar tüm geçm işe bakışlarda görülen şeylerdir. Bir radikalleşm e zam anının izlenim lerinde haydi haydi bulunm ası olağandır. 1960’ın ilk günlerinden (belki biraz daha öncesinden) başlayarak sorunlara farklı bakılm ıştır. Yeni sorunlar farkedilm iştir. Gitgide daha çok farkedihniştir. 1960 yılı, yepyeni bir şeyle, ’27 M ayıs’la başlam ıştır. ’27 M ayıs’ yepyeni bir olaydır. İnsanları, kurum lan etkilem iştir. Am a, olaylar büyük de olsa, hızlı da gelişse, gelen yeni sorunlar karşısında tezler ortaya çıkm aksızın insan kişiliğinin oluşm ası eksik kalıyor. Bu bakım dan, 1960’lar nadir rastlanan özelliklere sahiptir. Bereketlidir. Yeni sorunlar karşısında tezler doğm uştur. Tezler insanları düşündürm üş, tartıştırm ış ve hareketlendirm iştir. 1960’larda ve sonra 1970’lerde olaylar tezleri, tezler olayları kovalam ıştır, diyebiliriz. Toplum a yeni bir öğrenm e zam anı açılm ıştır. Kendi m eslek dünyam ızla söze başlam ak gerekirse, 1960’lar ve 1970’ler iktisatçıların ençok ‘ekonom ik büyüm e’ye m eraklandığı yıllardır. ‘B üyüm e’ alanı 1950’lerden beri dünyada, iktisat yazınında da popülerdir. İktisatçılar m eslek yaşam larında, o yıllarda çoğunlukla ‘büyüm e’yi m erak ederek büyüm üşlerdir; çocukluktan ergenliğe geçm işlerdir. 1960’ın vurgulam ak gereken özelliği, kendi kendimize yapabildiğimiz bir ‘kalkınm a’yı ülkenin gündem i yapm aktır. İktisatçı bununla özdeşleşm eye başladıkça, ‘ekonom ik büyüm e’ye ilgisi bu gündem e oturdukça kendini bulm aya yöneldiğini hissedecektir. İktisatçının m eşgul olduğu ‘değişkenler’ o zaman anlamlı olacaktır. Kendi ülkesine ayak basacaktır. M eslekte, kişiliği şekillenecektir. - 27 - İktisatçının dünyasında yaşadığım ız değişme, kom şu m esleklerle de yan yana yaşandı. Siyaset ve idare, toplum bilim leri de 1960’larda yeni duyarlılıklar kazanm ıştı. Toplum dönm üş üniversiteye bakıyor gibiydi. ‘K alkınm a’nın çok yönlü olduğu, çok şey dem ek olduğu ve herkesi bir eşitlik içinde kucaklayarak bir yeni yaşam ve çalışm a biçim ine erişilebileceği ortakça algılanm aya başlıyordu. G örüş farklarını ve tezleri yaratan şey ‘kalkınm a’nın şöyle mi olacağı, böyle mi olacağı idi. Farklılıklar daha sonra artacaktı. Am a, bir o rta k n o k ta vardı: K alkınm a kendi kendim ize yapabileceğim iz bir büyük çabaydı. İşin özü, bu çaba ile kendimizi aşabilmekti. Bu toplum un gizli arzusuydu. Toplum un bu gizli arzuyu ve oradan oluşacak gücü keşfedebilm esi, bilim katında ve siyaset katında bir kilit değer halinde ortaya çıkm asına bağlıydı. İşte, işin özü üzerinde durursak, yolum uz 1960’ların Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne ve M üm taz SO Y SA L’a çıkacaktır. 1960’ların T ürkiye’si fabrika çağma yeni geçiyordu. B urası henüz bir tüketiciler ülkesi değildi. Y oksulluktan ‘orta halli’liğe geçiyordu. Siyasal değişiklikler dünyasının kabına sığm az aktörü ‘orta s ın ıf biraz tüketici, esasta reform cu (ve devrim ci) özelliklere sahipti. Dayanışm acıydı. ‘Orta s ın ıfın o değerlerinin örnek olduğu insanlar gelirleriyle yaşarlardı. Henüz servet edinme, m addî ve m alî varlık sahibi olma hırsları yoktu. M addî hedef, bir konut sahibi olmaktı. O rtak arzu, eşit haklar sahibi olm ak isteyen, hukuk zem inini kurm aya çalışan insanlar m anzarasına kavuşm aktı. Bu, toplum sal bilincin hızlı gelişm esine ve siyasallaşm asına çok elverişli bir zemindi. * * * * 1960’ların üniversitesi ve özellikle Siyasal B ilgiler Fakültesi toplum un arzularına, taleplerine duyarlılığı yüksek bir yerdi. Bu bakım dan, ‘hâkim bir nokta’ idi. M ülkiye, eskiden beri farklı ve kendine özgü bir kurum du. Şem atik bakışla, A nkara Ü niversitesi’nin fakültelerinden biriydi. Ama, bu resm i yerinin ötesinde bir kim liği vardı. Bazı farklılıkları görebilm ek için farklı gözlem ler gerekir. Çok dikkatli bir devlet adam ı olan İsmet Paşa, M ülkiye’niıı A nkara'ya taşınm asından sonra hem en tüm ‘4 A ralık’lara gelm iştir. Bu ilginçtir. Başbakan, cum hurbaşkanı, m uhalefet lideri olarak gelm iş, bunları aksatm am aya özen gösterm iştir. Sanki, herkesin dikkatini yılda bir kez, ama m utlaka M ülkiye’nin üzerine çekm ek istem iştir. Belki M ülkiye’yi devletin ağırlık m erkezlerinden biri sayarak, buna işaret etmiş; belki birçok yeni devlet görevinin yeni kuşaklarca üstlenilm esine ayrı önem vererek bunu gösterm ek istemiştir. 1960’tan sonra ülkenin yeni başlangıçlar yapm ası bekleniyordu. Özelikle üniversite düzeyinde bir yeni başlangıç havası hüküm sürüyordu. M ülkiye, kendini devletin ağırlık m erkezlerinden biri saym a alışkanlığını yitirm eksizin, -28- toplum un kabarm aya başlayan taleplerine bilim sel yanıt aram akla yüküm lü sayarak yeni bir boyut arıyordu. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Toplum sal taleplerle oluşm aya başlayan ülke gündem i bilim sel ve akadem ik yaşama dam gasını vuruyordu. B unlar toplum un kendini aşm a talepleri sayılabilir: Hem kendi has ürünüm üz olan bir ‘kalkınm a’yı, hem de eşitlikçi bir zem ini ve bunun hukuk düzenini arayan taleplerdi. Bunlar, M ülkiye’ye sanki devlete ve toplum a karşı görevler veren gelişm elerdi. Daha önce yaşanm am ış gelişm elerdi. B irden hızlanan zam anın özellikleriydi. Ü zerinde daha önce enine boyuna düşünme, bilim in dağarcığı ile ölçüp biçm e, tasarım yapm a fırsatı olm am ıştı. Siyasal B ilgiler’in o güne kadar ölçülü, ayarlı, herkesin birbirinden bilgili olduğu aile yaşamı, hızlanan zam anın getiriverdiği yeni sorunlarla bozulm adı. 1960’lar, SBF içinde ‘ kanatlar’ın oluşm aya başladığı, am a ‘M ülkiyelilik’le bir arada tutulduğu yıllardı. Orası, dünya görüşlerinde farklar olan, am a birbirinden uzak durm ayan kişiliklerin fakültesiydi. Ö ğretim kadrosuna yeni katılanlar için de, gözetilecek önem li şey bu bir arada yaşamdı. Sorunların ve tezlerin yeniliği düzeni değiştirm iyordu. O günlerin akadem ik kadrosundan bazı adları hem en hatırlayabiliriz: Tahsin B ekir BALTA, Selıa M ERAY, Yavuz ABA D A N , İlhan UNAT, Sadun AREN, Bahri SAVCI, Fehm i YAV UZ, T uran GÜN EŞ, M uam m er AKSOY, Cahit TA LA Ş, Besim ÜSTÜNEL, M ehm et SELİK, Ö zhan ULU ATAM , Üren ARSAN, Cem SAR, T uncer BULUT AY, K orkut B O R A T AV, Taner TİM UR, Deniz BAYKAL, N erm in ABADA N (UN A T), Uğur KORUM , H alûk ÜLM AN, İbrahim YASA, Türkkaya ATAÖV, Ö zer OZAN KAYA , Oral SANDER, Cevat G ERAY, Ruşen K ELEŞ, Erden ÖNEY, H aşan ERSEN, Alpaslan IŞIKLI, Vahdet AYD IN , Ahm et Y ÜCEKÖ K, G ündüz Ö K Ç Ü N , Ahm et Şükrü ESM ER, M etin K IR A TLI, Cem al M IH Ç IO Ğ LU , O ğuz O N A RA N , Duygu SEZER, M ete T U N Ç A Y ’ı hatırlayabiliriz. A ziz KÖK LÜ, Bedri G ÜRSOY, Reşat AKTAN, Aydın Y A LÇ IN , K em al M İM A R O Ğ LU , Fahir ARM A O Ğ LU , C um hur FERM A N , İlhan ÖZTRA K , Safa R EİSO Ğ LU , O rhan TÜRK A Y , Necdet SERİN, M ehm et G Ö N LÜ B O L, Ahm et DEM İR, Feyyaz G Ö LC Ü K LÜ , Bülent DA VER, Y ılm az GÜN AL, Güney D EV R ES, L atif Ç A K IC I’yı yine 6 0 ’lı yıllardan hatırlayabiliriz. K uşak farkları ve görüş farkları yine o yılların özelliğidir. Toplum sal talepler ivme kazandıkça üniversite düzeyinde artan duyarlılık, genç kuşakların ağırlığının da artışıyla S B F ’deki görüş farklarını büyütm eye başlar. 1960’ların ikinci yarısı, bu gelişm enin hızlanm a ve keskinleşm e dönem idir. SBF öğrencileri 1960 yılına âdeta ‘devlet baskısıyla’ radikalleşerek girm işlerdi! ’27 M ayıs’tan önceki 29 N isan olayları, devletten gelen bir haksız zorbalığa direnm e çizgisinin başlangıcı olm uştu. D aha sonra 1963 kış aylarında bir senatörün (o zam an TB M M iki m eclisliydi) Prof. Sadun AREN hakkında itham cdici sözler söylem esi üzerine, öğrenciler F akülte’den M eclis’e kadar kar -29- altında yürüyüp bunu protesto etmişlerdi. Bu eylemi, kendilerini ‘fişleyen’ istihbarat örgütünün farkında olarak, yani, Okulu bitirdikten sonra teker teker aleyhlerine kullanılacağını bilerek, böyle bir bedeli göze alarak yaptıklarını hatırlıyorum . Daha sonra, dünya platform undaki iki olağanüstü gelişm e, öğrencilerin toplum sal duyarlılığını ‘öğrenci hareketleri’ne dönüştüren zem inler yarattı. B unlardan biri, A m erika’nın başlattığı ve yaygınlaştırdığı V ietnam Savaşı idi. Öteki de, 1968’de, F ran sa’dan sonra dünya gençliğini alev gibi saran öğrenci hareketleri oldu. Zem inler üst üste geldi. Ö ğrencilerin eğitim e dönük taleplerini kısa sürede aşan etkiler yaptı. H er ülkenin özel koşularındaki sorunların dile getirildiği büyük platform lar yarattı. SBF de, bu platform lardan biri oldu. 1960’ların ilk yarısında başlayıp ikinci yarısında hızlanan hareketlerde, Fakülte yönetim i öğrencileri üniversite yörüngesinde ve içinde tutm ak için basiretli davrandı. Bunda başarılı oldu. Ö ğrencilerle tem as içinde kaldı. Karşılıklı anlayış yarattı. Bu tutum la öğrencileri olabildiğince koruyabildi. 1970’ten sonraki gelişm eler, üniversitenin ve S B F ’nin koruyucu takatinin ötesine geçecek, kurum u ve öğrencileri hed ef haline getirecektir. 1960’ların, S B F ’deki ‘a k tif öğrencilerinden ilk akla gelenler arasına Hüseyin ERG U N , A lper AKTAN, Sadi N EB R EK Lİ, Ö m ür SEZG İN , Cevdet ER D O ST, Ercan EYÜ BO G LU sayılabilir. * * * * 1960’lı yılların, toplum daki arzuyu ve gücü seferber etm eye başlayan yeniliklerinin m erkezinde 1961 Anayasası vardı. Bu yepyeni bir siyaset belgesiydi. Cum huriyet rejim inin ruhunu koruyarak tazelenm e belgesi, diyebiliriz. Toplum gelişm esinin etrafına duvarlar çekm eyen, çok boyutlu olabilm esini isteyen özelliğe sahipti. O günün bilim çevresinin katkılarına sınırsız kolaylıklar açılarak hazırlanm ıştı. Son şekline SBF büyük katkı yapm ış, âdeta Anayasayı sahiplenm işti. SBF, daha önce hiçbr akadem ik kurum da görülm eyen biçim de yeni anayasa ile özdeşleşm işti. Bu sahiplenm e ve özdeşleşm e, 1960’lardan başlayarak, Fakülte’nin üzerinde toplanan dikkatleri olduğu kadar, birtakım niyetleri de büyütm üştü. C um huriyetin tazelenebilm esi, toplum un kendini aşm a potansiyelini yakalam ak vc kavram akla olacaktı. Buna, A nayasanın kendini aşacak bir niteliğe sahip olm ası ile varılacaktı. Bir tür ‘anayasa diyalektiği’ ile. Düşünce, tez ve m im arî katkı M üm taz SO Y SA L ’indi. Cum huriyet rejim ine özgü gelişm e çizgisini yeni A nayasanın dokusuna yerleştirebilm eyi SOYSAL, âdeta kendine bir görev olarak biçm işti. A kadem ik yaşam ında doruğa giden yol, toplum un arzuları ve gücünün seferber edilebilm esinden geçiyordu. Toplum un kendini aşabilm esi, kendi yapısını aşabilen bir anayasa üzerinden olacaktı. Bu özgün, -30- yerli ve m oral bakım ından haklı bir çizgiydi. SO Y SA L ’m tezi, böylece yeni Anayasanın hangi yönde gelişebileceğini de ortaya koyuyordu. Anayasaya Giriş kitabı, bunu biitünleyen yazıları ve o yıllarda yaptığı konuşm alar, bir yazılı ve sözlü külliyat şeklinde tezini orta koydu. M eramı, gittikçe genişleyen çevrelerde anlaşılm aya başladı. Uyandırdığı yankı, siyaset dünyasında da önem iyle orantılı biçim de iz bırakıyordu. B unlar beş, altı yıla sığan gelişm elerdi. Zam anı hızlandıran nitelikteydi Karşı görüşler ortaya çıkm ıyor, ama toplum un gelişm esini durdurm a niyetleri su yüzüne çıkm aya başlıyordu. Niyet sahiplerinin azım sanm ayacak bir fiziksel güçte olduğu 1970’ten başlayan dram larla görülecektir. Toplum un. SO Y SA L ’m öngördüğü anayasa dinam izm i ile gelişm esini durdurm a ve vites değiştirtm e hareketleri de 1960’ların ikinci yarısında başlar. En ‘yum uşak’ görünen çizgi, günün Başbakanı Süleym an D E M İR E L ’inkidir: “ Bu Anayasa ile devlet yönetilem ez!” demiş ve bir m ücadele bayrağı açmıştır. Bu, Anayasayı kalın bir m uhafazakâr kabuğun içine almak, kabilse anayasa hareketini ‘oyunun kuralları’ içinde durdurm a niyetidir. ‘S ert’ çizgi, herkesin anlayacağı ve ‘gereğinin’ hem en yapılacağı biçim de ortaya çıkm ıştır. ‘S ert’ çizginin sahibi, D E M İR E L ’i 12 M art 1971 ’de B aşbakanlıktan uzaklaştıran darbenin başındaki günün G enelkurm ay Başkanı M em duh TA Ğ M A Ç oldu: “T ürkiye’de siyasal gelişm e ekonom ik gelişm eyi aşm ıştır. Bu tehlikelidir. D urdurulm alıdır!” demişti. Sanki SO Y SA L ’ın ‘anayasa diyalektiği’ni durdurm akta D E M İR E L ’in yetersizliğini vurgulam ıştı! ’27 M ayıs’ ve 1961 A nayasası S B F ’ye bir profil vermişti. Anayasayı sahiplenm e, bu profile akadem ik düzeyde olgunlaşm a yılları kazandırdı. ’27 M ayıs’ın oluşum unda S B F ’nin bir rolü yoktu. Ama, Fakülte 1971 ’e Anayasanın savunma kalesi olarak girdi. Hem devlete, hem de toplum a karşı yüküm lülükleri bağdaştırarak ilerlemek, bundan rahatsızlık duyanlar açısından, S B F ’yi günahkâr kılmıştı. 1971’de ve sonra 1980’dc askerî darbelerin hedefi oldu. Bu gelişm eleri, dinam ik anayasa tezinin sahibi M üm taz SOYSAL, kendi kişiliğini dram lar, sorunlar ve yeni tezler içinde şekillendirerek ve kendini aşarak yaşadı. Daha sonra yaygınlaşan suikastlerden ilkinin ona tertiplendiğini, bir gece (kendisi tesadüfen yokken) evinin bom ba ile kundaklandığını hatırlayabiliriz. Tarih, galiba 1970 olacak (Ertesi gün, hafifçe gülerek “ Dün akşam deplasm andaydım . R astlam adı!” dem işti.). 1971 ’in ilk aylarında S B F ’ye dekan seçildi. Ülkenin, üniversitenin ve fakültenin üzerine gitgide koyulaşan tu h af bir karanlığın indiği günlerdi. * * * * 12 M art darbesi, S B F ’nin yaşam ında artan bir keskinlikle hissedildi. Anayasayı ‘lüks ve zararlı' bulanlar, artık SBF’yi hedef kabul etmişlerdi. -31 - Öğretim kadrosunu, ‘zararlı’ elem anlardan başlayarak bir tasfiye ile ‘düzeltm ek’, öğrencilere de haşin bir gözdağı verm ek, 12 M art rejim inin üniversite ve özellikle SBF politikası olarak şekilleniyordu. 1971’in N isan-M ayıs aylarıyla birlikte rejim in üniversite operasyonları tırmandı. Ö nce Bahri SAVCI, M uam m er A K SO Y ve Cahit TALA Ş gözaltına alındılar. Tırm anış asıl hedefine M ayıs ortalarında erişti: Dekan SOYSAL, Anayasa dersinde iken F akülte’ye gelen bir binbaşı ve em rindeki askerî personel, “bilgisine başvurm ak üzere” kendisini m akam ından alıp götürdüler. Gözaltına alm an öğretim üyelerinin, SOYSAL dahil, ‘suçları’ belli değildi! “Önce alalım, suçları daha sonra belli olur!” ilkesine göre götürülm üşlerdi. M üm taz SO Y S A L ’ın ‘suçu’ birkaç ay içinde belli oldu: ‘A nayasa’ kitabı (ve kitaptan ötürü kendisi) yargılanacaktı! Kitap, SO Y SA L ’ın Anayasayı değiştirm e, yani ‘rejim i devirm e’ girişimiydi! Davası, D ışkapı’daki O rdonat O kulu’nun duruşm a salonuna çevrilm iş bir m ekânında yapıldı. Sıkıyönetim davaları orada görülüyor, sanıklar M am ak’taki askerî cezaevinden oraya getiriliyordu. Fakülte öğretim üyelerinden gözaltında olm ayanların bir bölüm ü SO Y SA L ’ın duruşm alarında bulunm aya özen gösterdiler. Eski dekan İlhan UNAT, o sıralarda H ukuk Fakültesinde asistan olan U ğur M U M CU hem en tüm duruşm alara gelm işlerdi. A skerî iddia m akam ında, daha sonraki yıllarda m uhafazakâr partilerden birinden politikaya girecek olan Baki TUĞ vardı. SOYSAL, kitabından ve düşüncelerinden ötürü yargılanm asının, başkaları tarafından ‘SO K R A T E S ’in y arg ılan m asın a benzetilebileceğini söylem işti. Baki TUĞ, buna karşılık “ SO K R A T E S’in bir Yunan m ahkem esinde yargılandığını, oysa bunun bir Türk m ahkem esi olduğunu” söyledi! 2500 yıl öncesinin ‘antik’ dünyasını sıkıyönetim m ahkem esine getiren kara mizah, o tu h af karanlığın bir tuzu biberi idi ve her yerde vc her an bunun örneklerine rastlanıyordu. M ahkeme, sonbaharda SO Y SA L’ı m ahkûm etti. Bu sürpriz olmadı. M ahkûm iyet kararı dış dünyada yankı buldu. Kısa süre sonra, SOYSAL Amncsiy International’ın en değerli m ahkûm u oldu. O sıralarda, galiba 1971 ’in yaz aylarında M am ak A skerî C ezaevi’nde iken, SEVGİ ile evlendiler. SEVGİ, her gün ziyarete giderdi. D önüşünde çoğunlukla F akülte’ye uğrardı. O günlerden birinde, “Yarın, cezaevinde evleneceğiz. Am a, kim se duymasın. İstem iyor.” demişti. M ÜM TAZ, bu ciddi ve özel ‘eylem ’in özel kalm asını, am a böylece güzel bir sürpriz etkisi yapm asını istemiş olm alıydı. Birkaç yıl sonra (ülke norm al yaşam koşullarına yönelirken) arka arkaya iki güzel kızları oldu. Bebekler, aralarındaki sevginin olduğu kadar, haksızlıklara karşı gösterdikleri dayanışm anın ve direncin de ödülleriydi. Ülke 12 M art’a gelirken, düşünce farklılıkları keskinleşti, sol ve sağ kanatlar oluştu. Sol siyaset 1960’ların ilk yarısında kendini yaratm aya girişti. Yeniydi, ama gürbüzdü. Kısa sürede ülkenin düşünce ve tartışm a alanını kapladı. O güne kadar yasak olan bilgileri ve düşünceleri keşfetmek, bunları sindirm eye vc yeni tezlere dönüştürm eye çalışm ak gittikçe genişleyen çevreler oluşturdu. SBF bu çevrelerin en önem lilerinden biri olm aya başladı. Fakülte saatlerce süren forum ların bir merkeziydi. 12 M art’ın şiddetli kesintisine vc yarattığı yıkım a rağmen, 1960’tan sonraki yirm i yıllık dönem e dam gayı vuran ‘so l’ oldu. Bu daha önce yaşanm am ış bir şeydi. O dönem de ‘so l’, C um huriyetçilikle sosyalist eğilimlerin bir (ilk) karışım ıydı. K endine göre bir yelpazesi vardı. Bu yelpaze S B F ’nin öğretim kadrosuna ve öğrencilerine de yansıyordu. M eziyetlerini ve zaaflarını içinde taşıyordu. 1960’tan sonraki yıllarda ‘sağ’, düşünce planında bir çıkış yapamadı. Kısır kaldı. C um huriyet öncesinde ve C um huriyete m uhalif çizgilerde zem in aradı. O dönem in genç kuşakları için o dönem e özgü yeni bilgi üretemedi. Dış dünyanın T ürkiye’ye em poze etm ekten geri durm adığı düşünce vc siyaset çizgilerine yakınlaştı. Toplum un taleplerini keşfederek, toplum un bünyesinde yeni güçler bularak ve bu potansiyeli zenginleştirerek özgün bir gelişm e yolu açılabileceği düşüncesini şüpheyle karşıladı. İnsan ve çalışm a haklarının gelişm esine karşı, sağın düşünce kısırlığından kaynaklanan aşırı ihtiyatlı tutumu siyasette de bir kaym a yarattı. ‘S ağ’ siyaseti ülkede restorasyon arayan çevrelere yakınlaştırdı. Sürekli restorasyonun ilk pilot projesi olan 12 M art rejimi böyle doğdu. O doğum yolunda iken, ‘sağ ’ siyaset ‘kalkınm a'nın m ühendisliğini öne çıkarm a çabasındaydı. D E M İR E L ’in “ fıkaralıktan kurtulm a” sloganı, insan vc çalışm a haklarının gelişm esini kapsam ıyordu. Altyapıdan başlayarak yatırım lar artarsa insanların gelir artışlarına ve bunun getireceği olanaklara kavuşacağını, bundan ötesinin ayrıntı olacağını öne sürüyordu. Uygulam a bu idi. A nayasayı, içerdiği dinam izm den çekinerek, Türkiye için büyük dikilm iş bir elbise sayıyordu. '12 M art’la restorasyon rejim i getirenler de A nayasaya ve onun getireceği genişlem eye böyle bakıyorlardı. 1960’larda A nayasanın ete kem iğe büründürülm esi başlam ıştı. Restorasyon bunu durdurdu vc ‘sağ ’ partilerin çoğunlukta olduğu parlam entoya ‘elbise’yi daraltan ilk değişiklikleri yaptırdı. İşin ilginç ve yine kara m izahın fırça izlerini taşıyan bir yönü şu oldu: 1960’larda, yeni Anayasayı ete kem iğe büründürm e çalışm alarına ‘Anayasanın öngördüğü reform lar’ adı verilm işti. ’ 12 M art’tan sonra, M üm taz SO Y SA L’ın ‘A nayasa’ kitabıyla yargılandığı günlerde, restorasyon sözcüleri (12 M art m uhtırasındaki bir sözcüğü alarak) hüküm etin önemli görevinin ‘anayasanın öngördüğü reform ları’ yapm ak olduğunu vurgulam aya başladılar! Bu resm i ve vazgeçilm ez dil iki yıl (yani, SOYSAL askerî cezaevinde kaldığı sürece) - 33 - yürürlükteydi. O süre içinde, rejim in yönetim i, toprak reform u ile ilgi bölüm ler başta olmak üzere 1961 A nayasasının ‘bol elbisesi’ni daraltan değişiklikleri parlam entonun ‘sa ğ ’ çoğunluğuna kabul ettirdi. Daha doğrusu, değişiklikler ‘sağ’ ile tam m utabakat içinde yapıldı. Restorasyon rejim ini filizlendirecek oluşum lar 1960’ların başlarında henüz zayıftı. Siyaset dünyasının ‘sağ ’ kanadı henüz toparlanm am ıştı. Çalışan sınıfların talepleri ve orta sınıfın reform istekleri engellenem iyor, gelişiyordu. Fabrika çağm a girm iş olan ülkede ilk direnişler, grevler birbirini izliyordu. A nkara’da işsizler U lus’tan Başbakanlığa kadar durdurulam ayan bir yalın ayak yürüyüş yapm ışlardı. İstanbul’da, Saraçhane’de iş yasalarının bir an önce çıkarılm asını isteyen, gövde gösterisi ölçeğinde büyük işçi m itingi yapılmıştı. Bunlar orta sınıfın ön safında yer tutan öğrenci gruplan için yeni toplum bilgileri olm uştu. Siyaset dünyasının içinde ve dışındaki ‘sa ğ ’ bunlardan irkilmiş, ama bundan öteye bir eylem tasarlayanıam ıştı. 1970’e gelindiği zam an durum farklılaşm ıştı. A rtık ‘sağ ’ın tasarım ları vardı. R estorasyonun, ülkenin ana politika zemini olm ası yolundaki girişim in 15-16 Haziran 1970’teki işçi sınıfı eylem inden sonra karara bağlandığını düşünm ek m üm kündür. Bu bir ciddi dönüm noktasıydı. İşçiler, ilk kez sınıf halinde haklarım haykırıyorlardı. Ve yine ilk kez orta sınıfın desteğini görüyorlardı. İşçi sınıfı ile orta sınıf Anayasanın verdiği hakların zem ininde tarihi bir ittifak yapıyorlardı. ‘Oyunun kuralları’ içinde kalan ‘sağ ’ yetersizdi. Gittikçe güçlenen bu önem li ittifaka bir şey yapam ıyordu. D EM İREL, ‘sol’ gösteriler karşısında “yollar yürüm ekle aşınm az!” dem enin ötesine geçem iyordu. Ülkenin düşünce yapısı ve siyaset zem ini sola kayıyordu. Restorasyon üç yönlü müdahaleyi önem sedi, am açladı ve öyle yaptı. ’ 12 M art’tan sonra sendikalar ve işçiler ilk sindirilenlerdi. Hemen sonra, orta sınıfın ‘öncü kitlesi’ kabul edilen öğrenciler, onların “akıl hocaları” sayılan öğretim kadroları ve aydınlara sıra geldi. Bunu gecikm eden izleyen adım, toplum a ‘büyük dikilm iş’ A nayasaya ve sim gesi olan S O Y S A L ’a el koyarak atıldı. R estorasyon ilk hedef yaptığı ‘tehlikeli ittifak’ı dağıtm a noktasına 1971 sonu ve 1972’in ilk yarısm da erişti. Bu ilk hedefti. Restorasyon zam an içinde daha geniş bir çevreye de ulaştı. 1971 ’de S B F ’de ve Basın Yayın Yüksek O kulu’nda (şim diki İletişim Fakültesi) bulunanlar, Dekan SO YSAL ayrıldıktan sonra zam an zam an yapılan askeri baskınlarla, öğretim üyesi odalarının arandığını, yasak sayılan ya da ‘şüpheli’ görülen kitap ve benzeri kaynaklara el konulduğunu hatırlayacaklardır. Ü niversite bütünüyle sessizleştirilm işti. Toplum la bağ kesilm işti. Zaten toplum da sesini kaybetm işti. Artık toplum un talepleri yoktu. O tarihler, A vrupa’nın T ürkiye’yi tanım aya başladığı zamandı. A vrupa’nın bu öğrenm e isteğini ’ 12 M art’ rejim inin uygulam aları sağladı! Avrupa, daha önce Y unanistan’da 1967’dcki ‘A lbaylar darbesi’nde öğrendiği bilgilerle ’ 12 M art’ T ürkiye’sinde yeni bir staj yapm aya girişti. Bir darbe rejimi sayesinde bir ülke bilgisi edindi. S O Y S A L ’dan başlayarak yeni insanlar tanıdı ve 1961 A nayasası ile çizilm iş bir uygar düzene sem pati gösterdi. Bu, A vrupa’nın T ürkiye’deki Cum huriyet değerlerine yakınlık gösterdiği yegâne dönem oldu. Restorasyonun sesi 1973 sonbaharındaki seçim lerden sonra kısıldı. Toplum un taleplerini durdurm akta ‘ 12 M art’ rejim ini açıkça ya da zım nen desteklem iş olan sağ partiler seçim de kaybettiler. CH P um ulm adık şekilde birinci parti olm uştu. Tek başına iktidar değildi, ama kazanan o idi. Restorasyonun resm î söylem i kısa sürede son buldu. Yeni hüküm etin uzun süren kuruluş aşam ası tam am lanm adan, 1974’ün ilk aylarında üniversite ve toplum norm al soluk alıp verm eye başlıyordu. 1974’ün ilkbaharında zaman yine hızlanm aya başladı. Üç yıl, durdurm a derecesinde yavaşlatılm ış olan siyaset yaşam ı canlandı. Yeni adlar öne çıktı. A ğırlık m erkezi yine ‘so l’da oluşm aya başladı. Toplum da tazelenen arayış ‘A kgünler’ başlığı altında C H P ’ye yönelm işti. Bu rüzgâr K ıbrıs çıkartm asıyla güçlendi. 1974’ün sonuna yaklaşırken, CHP daha güçlü biçim de iktidara gelebileceğini hesaplayarak hüküm etten çekildiği sıralarda, 1960’tan beri ülkenin orta sın ıf özlem lerine hitap eden bir ‘bağım sızlık’ ve ‘insanca, hakça d ü zen’ arayışı ivme kazanm ıştı. Siyasette Bülent ECEVİT en önemli ve karizm a sahibi ad olarak sivrilmişti. 1960’lar, 12 M art restorasyonunun dişlilerinden geçerek 1970’lere dönüşüverm işti. Toplum sal talepler atık siyasallaşm a aşam asına geçmişti. N abız yükselm işti ve bunu kontrol altına alm ak m aharet isterdi. Toplum un özlem leri büyürken ve siyasallaşırken, ekonom ide kaynaklar daralıyordu. 1960’lar büyük bir kaynak sıkıntısı yaşam adan, yüksek büyüm e hızları ile geçilmişti. Y üksek hızların sürekliliği, 1970’e gelindiği zaman bir istikrar program ı ihtiyacı doğurm uş ve Adalet Partisi hüküm eti IM F ile anlaşm a yapm ıştı. Fakat, aynı sıralarda ekonomi bir ‘p o zitif şok’un etkisine girmiş, A vrupa’da çalışan işçilerin gönderdiği dövizler bir sağanak şeklinde gelm eye başlam ıştı. H er yıl daha fazlası geliyordu. 1973 bitip de restorasyon tükenirken, yeni kurulacak hüküm eti um utlandıran önem li bir kaynak buradaydı. Ancak, 1974’ten sonra ‘negatif şo k lar’ başladı. Önce, Kıbrıs harekâtının maliyeti, sonra A m erika’nın koyduğu am bargo ve durgunluğa giren A lm anya’nın yeni yabancı (Türk) işçi alm am a kararı, hem güvenilen kaynakları kuruttu, hem de m aliyetleri yükselterek ekonom inin açıklarını büyüttü. 1975 ilkbaharında, D E M İR E L ’in başkanlığında hüküm et olan ‘M illiyetçi C ephe’ (M C) ekonom inin büyüm e hızını düşürm ek istem eyince açıklar gitgide büyüdü. -35- MC, açıklan dış finansm anla kapatm aktan başka çare göremedi. Dış borç, o günlerin dünya konjonktüründe, Türkiye için ancak kısa vadeli ve yüksek faizliydi. İç kaynak yaratam ayan hüküm et, açığı borçla, borcu yeni borçla kapatm aya yöneldi. Bu çıkm az bir yoldu. 1977 başında, D EM İR EL’in deyişiyle “ekonom i yetm iş ‘cen t’e m uhtaç” bir noktaya geldi. Kaynak kıtlığının bu tablosu, bikaç yıl içinde ülkeyi yeni ve ’ 12 M art’tan daha ağır bir restorasyona ve toplum u ağır bir drama götüren zem inin parçalarından biri oldu. * * * * 19 7 0 ’li yılların S B F ’si akadem ik yönden canlı ve m akbul bir merkezdi. Öğretim kadrosu gençlerle besleniyordu. Asistanlık sınavları en iyi m ezunların öncelikle başvurduğu yarışm alar gibiydi. Açılan bir asistan kadrosu için yapılan sınava bazıları yurt dışında derece almış, yedi, sekiz doktora sahibi adayın girdiğini hatırlarım. 1960’lara göre gençleşm iş kadroya yeni adlar katılmıştı: Yılm az AKYÜZ, Nuri Yıldırım, Şevket PAM UK, Halil BERKTAY, Kurthan FİŞEK, Cem EROĞUL, Şükrü GÜREL, Güneri AKA LIN, Ç elik KURDOĞLU, Ercan UYGUR, Y avuz SABUNCU, Ö m ür SEZGİN, Rona AYBAY, Sina AKŞİN, Ümit H A SSA N , Ö m er M ADRA, Ç elik A R U O B A , Celal GÖLE, Tekin AKILLIOĞ LU, Ö zdem ir A KM U T, Lâle DAV UT, Yüksel ERSOY, Şafak EREL, Pars ESİN, Tam er M Ü FTÜOĞ LU, Yüksel KOÇ, Ersin ONU LD U RA N , İlber ORTAYLI, Baskın ORAN, Gazi ÖZHA N, H üseyin PA ZA R C I, Erdal Ü N SA L’ı hatırlayabiliriz. O tarihlerde, SBF bünyesinde yer alan Basın Yayın Yüksek O kulu’nun öğretim kadrosunu da yukarıdaki adlardan ayırm am ak doğru olur. M urat KATO GLU, Ünsal OSKAY , Turan EROL, Nilgün ABİSEL başlangıçta küçük olan kadronun ilk hatırlanabilecek adlanndandır. 19 7 0 ’li yılların üniversitesinde ve S B F ’sinde Fakülte kurulu akadem ik yaşam ın en önemli organı idi. H aftalık ve bazen de daha sık yapılan toplantılar ciddi idi. Ders program larında akadem ik düzeyi yükseltm e ihtiyacından doğan değişiklikler önce ‘kürsü’lerde ve bölüm lerde görüşülür, sonra Fakülte K urulu’nda bir bütünlüğe erişm ek üzere yeniden İncelenirdi. O rada, bunun için kom isyonlar kurulur, asistanların ve öğrencilerin görüşleri alınır, tartışılırdı. Fakültenin bilim düzeyi, öğretim kadrosunda gençleştirm enin de verdiği itici güçle, üzerinde titizlenilen şeylerin başında gelirdi. Fakültenin, ülke tablosuna göre oluşan ‘kanatlar’ı arasında, bilim düzeyinin gerekleri bakım ından uzlaşm azlık olduğunu hatırlam ıyorum . Bunu hem kadronun kişisel plandaki olgunluğuna, hem M ülkiye’nin zamanla yıpranm ayan ya da az yıpranan birleştiriciliğine, hem de toplum u 1974’ten sonra saran umut ve iyim serliğe bağlayabiliriz. Umut vc iyimserlik, siyaset alanından ülkeye yayılm aya başlayan zıtlaşm alara, yavaş yavaş tırm anan ve 1977’de yüksek noktaya çıkan sokak - 36 - çatışm aları vc siyasal cinayetlcrc rağm en, toplum un iyi şeylere erişebilm e inancına dayanıyordu. Toplum bu inanca muhtaçtı ve iyi şeyleri, erişilebilir şeyleri gündem de tutabiliyordu. * * * * Ç atışm alar ve keskinleşen zıtlaşm alar 1970’lerin ilk ve özellikle ikinci yarısında üniversite platform una yerleşti. Fakülte yönetim inin öğrencileri koruyabilm esi gittikçe zorlaştı. K üçük bir grup halinde oluşan ‘sağcı’ öğrencilerin Fakülteye gidip gelm esi, sınavlara özel b ir düzenlem eyle girm eleri gibi çaresizlik önlemleri alma zorunluluğu baş gösterdi. (1980’den sonraki yılların siyaset yapısı içinde, o ‘sağcı’ öğrenciler biraz yaşlanarak m illetvekili, bakan ve başbakan oldular!) Bunlar, ülkede yönetim in norm al kanallarının yavaş yavaş tıkandığını, hoşgörünün siyasetten başlayan bir zayıflık hastalığına uğradığını gösteren işaretlerdi. Siyaset alanının çıkardığı iyi örnekler azalıyordu. M ülkiye, geçm işinde de öğretim kadrosundan T B M M ’ye milletvekili ve bakan vermişti. ’27 M ayıs’tan sonra, Fehmi Y AV UZ ve C ahit TALA Ş ilk bakanlardandı. 1965’te Turan GÜNEŞ (CHP), Sadun AREN (TİP) vc Aydın YALÇIN (A P) m illetvekili oldular. 19 7 3 ’tc Besim ÜSTÜNEL ve Deniz BAYKAL C H P ’den M eclis’e girdiler. Bu çizgi 1977’de G ündüz ÖKÇÜN, M uam m er AKSOY ve A hm et T aner KIŞLALI ile devam etti. 1977 yılı, işçilerin bir sınıf çizgisi oluşturarak, orta sınıfla, onun ‘reform cu’ talepleriyle daha önceki yıllara göre daha iddialı bir ham le içinde buluştuklarını gösterdi. Bunun siyasal ağırlığı C H P ’ııin arkasıııdaydı. 1977 seçimi coşkulu oldu. Sadece halk değil, seçimi izlem eye gelen A vrupa m edyası bile bunun havasını yaşadı. O tarihte gazcteci olan, bugünkü A vrupa Konseyi R aportörü İsveçli Tlıomas IIA M M A R B E R G ’in E C E V İT ’in bir m itinginde ağladığını hatırlarım . SBF toplum un bu coşkulu ve yeni taleplerle kabaran arzularını yönetm eye girişen bir ‘beyin takım ı’m n m erkeziydi, dersek abartm ış oluruz. Ancak, dıştan biraz böyle görünüyordu. 1970’te, SO Y SA L ’ın M ülkiyesi’ne böyle bakan ve onu sessizleştirm eyi önem seyen siyaset içi ve dışı güçler, 1970’lerin ikinci yarısında M ülkiye’ye yine bir ‘sessizleştirm e’ niyetiyle bakm aya başladılar. SB F ’yi yine hedef seçtiler. 1978 ve 1979 yıllarında, kitlelerin bir duraklam a ve bocalam a dönem ine girm eleri, bu niyetleri yeni ve daha ağır bir restorasyon projesinin vazgeçilm ez parçası haline getirdi. K itleler o günlerin zor ekonom ik koşullarında bir geçiş dönem inin sabrına kavuşam adan, birkaç yıl önceki siyasal pozisyonlarını tutm akta tereddüt geçirdikleri sırada, 1980 restorasyonu geldi. Bu S B F ’de, 1971-72 yıkım ından daha ağır sonuçlar yarattı: 1983’ün 1402 uygulam ası, Fakülte öğretim kadrosunu yok etm e ham lesiydi. 1402’dcn geriye bina ve bazı öğretim üyeleriyle sindirilm iş öğrenciler kaldı. - 37 - M ülkiye, 1960’tan sonraki yirm i yılda tezler, kitaplar, yayınlarla dolu bir dönem yaşadı. O dönem de ön plana çıkan sorunları irdeleyen incelem e ve araştırm alarda ilk akla gelen kurum SBF olm uştur. O yıllarda, fen bilim lerinde olduğu kadar, ekonomide, sosyal ve siyasal bilim lerde de araştırm aların m erkezi üniversite idi. Toplum un bilgide ve yaratıcılıkta ilk kaynağı orasıydı. Ü niversiteyi desteklem ek ya da engellemek, bu nedenle araştırm a kapasitesini ve çalışm alarını da etkileyen girişim ler olm uştur. Özellikle SBF bünyesinde, akadem ik çalışm aların 1960’larda ve 1970’lcrdeki bolluğu, çeşitliliği ve yaratıcılığı ile 1980’lerdeki kısırlaşm ası karşılaştırılınca bu görülebilir. S B F ’de yayınlanan birçok kitabın arasında üçü ayrı birer değere sahip görünüyor. Sadun A R E N ’in, 1950'Ierin sonunda ve 1960’ların başında yazm ış olduğu Para, İstihdam ve İktisadi Politika öğretici kitaplar için bir simgedir. İktisadı rnakro düzeyde ve K eynesçi yaklaşım la öğrencilere sevdirm e am acıyla yazılm ış gibidir. Ö ğrenciler bunu böyle kabul etm işlerdir. Seha M E R A Y ’ın, büyük em ekle ve bir bölüm ünü O sm an O L C A Y ’la birlikte hazırladığı Lozan Tutanakları ciltleri öğrencilerden çok, ciddi araştırm acılar ve devlet yönetim inin ciddiye alınacak düşünce ve karar sahipleri için 'olm azsa olm az’ niteliğinde bir bilgi hâzinesidir. M üm taz S O Y S A L ’ın Anayasaya Giriş kitabı ise, başlığı alçakgönüllülük taşıyan, ama içeriği ‘G iriş’in çok ötesinde sağlam bilgi, m antık ve yorum la örülm üş bir eserdir. Öğrenci ve öğretim üyesinden başlayıp toplum da herkesi vatandaşlığın aslî ve asgarî görevine çağırır. C um huriyet rejim inin kendine özgü diyalektiği içinde, onlara toplum bilincine erişm e yollarını gösterir. Bunu algılayan ve benim seyen, kitabı el üstünde tutm uştur; kavram ayan ve karşı çıkan yargılam a yoluna gitmiştir. 1980’in 12 Eylül rejim i için, SO Y SA L ’ı yeniden yargılam aya gerek kalm am ıştı. Artık anayasının ve toplum un kaderi restorasyonun elindeydi. 1982 Anayasası bu fiilî güçle ısm arlandı ve biraz daha daraltılm ış bir ‘giysi’ olarak yürürlüğe konuldu. O hercüm erç içinde, SBF kendi ‘anayasa taslağı’nı hazırlayarak bir vicdan görevi de yaptı. Bu, sonuçsuz kalacağı bilinerek yapılan bir görevdi. Toplum un ve S B F ’nin ileride daha iyi değerlendirilecek bir dönemi 1980’de kapanırken, SO Y SA L ’ın 1978’den başlayarak Kıbrıs T ürk yönetim inin ve daha sonra Cum huriyetinin danışm anı olduğunu hatırlam ak gerekir. SO Y SA L’ın ve K ıbrıs’ın yaşam ında yeni bir dönem in neler getirdiğini, buna yakından v ak ıf olanlar m utlaka bütün yönlerini dikkate alarak anlatm alıdırlar. * * * * “Akan bir suda iki kez yıkanılm az!” sözü eskidir. Eskiyi birebir yaşayabilm enin ya da başarıyla taklit edebilm enin olanaksızlığını insan unutursa, -38- bu sözü anım sam alıdır. Ama, eskinin ciddi birikim i, onu silm e çabalarıyla yüzleşip yeni birikim leri filizlendirir. İnsan bunu da unutm am alıdır. Kırk yıl öncesine bakıp bugüne ve bugünden yarına dönerken, toplumun, devletin, üniversitenin ve özel bir kurum olan S B F ’nin yeni birikim alanları olacağını düşünm ek, özellikle sosyal bilim cilerin beklentisi olm alıdır. M ülkiye’nin İsmet P aşa’nın ‘yıllık ziyaretleri’ ile vurgulanan ‘grande école’ kimliği, I9 6 0 ’larda ve 1970’lerdc yeni anayasanın toplum sal hakları ve talepleri ön plana çıkardığı toplum da yeni bir boyut ile, toplum un kendini aşma potansiyelini kavrayan, buna yanıt verm ek isteyen üniversite kurum u boyutu ile zenginleşm iştir. M üm taz SO Y SA L ’ın insan ve bilim adamı olarak cevherini ışıldatan boyut bu olm uştur. S B F ’nin toplum un gelişm e ritm ini kavraması, cevherin ışıldam asıyla içiçedir. Bu, özel bir okulun tarihinde ileride iftiharla hatırlanacak bir zam an dilim idir. Am a, istisnaî bir dilim gibi düşünülm em elidir. ‘Suyun akışı’ içinde, çeşitli zam an dilim lerinin birbiriyle hesaplaşm ası, yeni bilim adam larını, onların toplum un gelişm e zenginliği içinde olgunlaşan duyarlılıklarını besler. S B F ’yi, ‘grande école’lügünü sürdürürken, toplumla daha üst bilim düzeylerinde yeni buluşm alara götürür. Bunu beklem ek hakkım ızdır. -39- - 40 - SÖYLEŞİ M üm taz Hoca, 1995’te Bilgi Y ayınevi’nden çıkan kitaplarının arkasında kendisini şöyle tanıtır: " Trablus, Balkan ve Çanakkale’den sonra Osmanlı Donanmasını bırakıp Karadeniz’deki Kuva-yı M illiye'ye katılan Bahriye Kolağası Beşiktaşlı Osman Muhtar ’m oğlu ” ‘O sm an’ aynı zam anda M üm taz H oca’nın ilk adıdır. Onun için söyleşiye buradan başladım : O. Mümtaz SoysaPın Osman’ı Ben doğar doğm az, babam ın annesi “aaa, bu aynen bizim O sm an’a benziyor dem iş’’. O sm an’a benziyor deyincc, o zaman tabii, bir kere soyadı yok, addan sonra babanın adıyla anıldığından ‘O sm an O sm an’ olacak. Babam ın bir üvey kardeşi varmış, anne bir baba mı ayrı ya da tersi mi bilmiyorum . Babam a da sorm am ışım , "niye M üm taz” diye? Babam a çok benziyorum diye, ‘O sm an O sm an’ olm ayacağına göre, am canın adını vermişler, ‘Osm an M üm taz’ olmuş. N itekim bu Osm an, soyadı çıktıktan sonra kullanılm az oldu ‘M üm taz Soysal’ kaldı. Ama nüfus kağıdına göre yazılm ası gerektiğinden, öyle yazılıyor. H âlâ da var. Havaalanında falan tanım ıyorlarsa, "Osman bey, uçuşunuz h a zır” diye anons ediyorlar. Böyle bir m üm tazlık (!) var. Osman Muhtar Bey ER TU G R U L - Osm an B ey’e gelirsek, babanıza... SOYSAL - Hemen mi geçeceğiz babam a... Ben kendim yazacak olsam hemen geçmem. Çünkü, babam ın beni, babam olarak etkileyişinden öteye, tarih içinde onun yaşadıklarını okudukça, kendimi babam dan çok etkilenm iş saym ayı, kendim yarattım. ER TUĞRUL - Babanızı ne kadar biliyorsunuz siz? SOYSAL - Babam 1961’dc öldü. ER TUĞRUL - Çok sonra. SOYSAL - Kurucu m eclis bitm işti, seçim olacaktı, M enderes asıldıktan sonra öld ü ... Babam , aslında üzülm üştü. Birçok insan ve çok cum huriyetçi olm asına karşın babam da, M enderes’in asılm asına üzülm üştü. Kanserden öldü, sigaradan... Sen bıraktın değil mi? ERTUĞRUL - (G ülerek) Hayır. SOYSAL - (Gülerek) İyi yaptın (!) Çok sigara içiyordu, o zamanki insanlar gibi, ciğer kanserinden, zam anla kalp falan da zayıflıyor. 75 yaşında falan öldü. -41 - Bir manga Bahriyeli Yalnız ölm eden birkaç gün önce dedi ki; “kime nereye söylenecekse, söyleyin, benim tabutumu bahriye erleri taşısın. Bir manga, taşıyacak kadar kişiyi çağırın” dedi. Ama öyle bir tören bölüğü değil, cenazeyi taşıyacak kadar, bir m anga... Allah Allah, ne yapacağız şim di? Sıkıyönetim de var. Dönemin sıkıyönetim kom utanına gidildi, ağabeyim rica etti, gerçekten yolladılar. Öyle bando m ızıka değil, kıta falan gelm edi, onun istediği gibi, tabutu taşıyacak kadardı. G eldiler B eşiktaş’taki evden aldılar, Sinan Paşa-yı A tik Caırıii’ne götürdüler. Rahm etli babam öyleydi. Onun hikâyesi kitaplarda var. “Babanıza çok soru sorun” ER TU Ğ R U L - Önemli olan M üm taz H oca’nın gözündeki hikâyesi... SOYSAL - Peki sırasıyla gidelim. Bir kere çarkçı, şimdi çarkçı denm iyor, ayıp oluyorm uş. Gemi m akinaları işletme m ühendisi deniyor şimdi. U zun... Oysa bunun bir tek adı var. Denizci bir m illette bu eski tabirler unutulm az, bilakis kalır. Çarkçı dersin, kim se de bileyci-çarkçı zannetm eyecek herhalde, bunu m uhafaza et değil mi? O nlar ‘engineering’ diyorlar. Çünkü, buhar m akinesi çıktığı zam an m ühendislik gerekiyorm uş, nitekim babam da, zannediyorum annesi ya o sırada (üvey kardeş falan olduğuna göre) tekrar ayrılm ış ya da adam ölm üş de sonradan evlenm iş... Ben onu sorm adım . Ç ocukken sorulm uyor böyle şeyler, sonra büyüyünce de ayıp oluyor. Benden, bundan sonraki çocuklara tavsiye. Babanıza m utlaka çok soru sorun, bizim babam ıza soru sorulm azdı, az konuşurdu. D uyduğum bazı şeyleri sonradan anlatınca çok da m akbule geçti; bir gem isinin batırılışı nasıl olm uş mesela. O zam an rakı kadehleri vardı şu kadar (eliyle çaybardağı boyunda, ince, uzun eski zam an kadehlerini gösteriyor, zam anın İstanbul’unda rakı, bu kadehlerde sek içilirdi) ondan bir tane içeceği zam an -bazı akşam lar keyfe gelm işse iki- o zam an konuşurdu. Konuştuklarından anlıyorum ki, annesinin oğlu olarak kalmış. Yani, babadan hiç söz etmedi. Demek ki küçükten itibaren öyle. Baba tarafı galiba Balkan. Bir sürü, kaç dalga gelm iş değil mi? İstanbul’da mı doğm uş, oraya mı gelm iş? Bir yoksulluk olmuş, fakat ev kalmış. B eşiktaş’ta bir evim iz vardı, şimdi Tekke sokak. C am inin tekkesi de varm ış da, onun yanından bir sokak içeriye doğru gidiyordu. Suat Park sinem ası vardı, onun bahçesine bakıyordu. Kapısı K öyiçi’ndeydi. Yandan çıkıldığı zam an yan sokaklara oraya çıkılırdı, parktan hemen sonra. B arbaros bulvarı açılırken oraları yıkıldı. B eşiktaş tram vay deposu onun yakınındaydı. Cam inin bahçesinden geçince, ana yola çıkıyorduk. - 42 - Babam, sıkıntıdan dolayı bedava okum ak için, K asım paşa’daki Tersane-i A m ire’ye gitmiş, subay olarak m ezun olmuş. Bizim bahriyenin tarihinde var, ben baktım sonra. Babam ın kayıtlarını da çıkardım. Sonuç olarak babam, çarkçı, gemi m akinaları işletme m ühendisi şimdiki adıyla. Çok iyi bilirdi herşeyi, pratik olarak yetişm iş dem ek ki, evde tam irleri, lehim mehim, hep o yapardı: "Söyle bakalım demirden bu boruyu nasıl döndürürsün?” Kuvvetle çevirsen çat diye kırılacak, ben tabii bir şey diyem iyorum ... İçine kum dolduracaksın -senin de aklında olsun- iki tarafından ağaç tıpayla tıkayacaksın, O ndan sonra ateşe tutacaksın, kırılm adan eğilecck. Başka türlü kırılır, içine bir şey koym azsan da kırılır. Bunları anlatırdı, ben de seyrederdim . Mühendis olacak kara kedi ERTUĞRUL - Siz de, kendi tam iratınızı hep kendiniz yaparsınız... SOYSAL - Ben babam ı seyrederdim ; kara kedi var şimdi evde, ben bir şey yaparken gelip o beni seyrediyor. Çok m eraklı, ben ona m ühendis olacak diyorum . Ama o kadar m eraklı ki, aklın alm az, mesela m usluktan su akıyor, gidiyor, bakıyor. M esela kordon görüyor o kordondan yürüyor, o kordondan ne geliyor acaba falan diye. Neyse, ben babam ı o bakım dan severdim , belli ki hayatını kendisi kazanm ış ve belli ki devlet sayesinde okum uş subay olmuş. İzzettin Subay olduktan sonra nerelerde görev yaptığına gelince, galiba birincilikle bitirm iş. M ezun olduktan sonra padişahın İzzettin yatında başlamış. Ben bunları hep anlattığından ekleyerek çıkarıyorum , K orfıı’da -sonra baktım doğru olacakya V enizelos’un ya da kralın kızının elini tutm uş, iskele tav asın d a... İskele tavası dedikleri, lum bar ağzına çıkan m erdiven vardır ya onun aşağısında; önce küçük tekneden ayak basarsın ona tava derler, tava gibi olduğu için orada elini tutm uş da, m eşhurm uş “ Bahriyeli O sm an” diye B eşiktaş’ta. Bir kere bizim ailenin en uzunu, biraz Funda ona çekm iş... Bayağı uzun boylu, yakışıklıym ış. Avııillah O ndan sonra galiba Avııillah korvetine (küçük zırhlı) vermişler. Beyrut lim anında 1912 Trablus harbi sırasında Şubat ayında A nkara torpidosu ile birlikte karakol nöbeti sırasında batırılm ışlar. Liman ağzına gelm işler. İtalya ile savaş halindeyiz, İtalya bizim donanm ayı nerede bulursa batırıyor y a ... İtalyanlar m eşhurdu, şimdi o biraz kayboldu, benim çocukluğum da öyleydi, en hızlı destroyerleri İtalyanlar yapardı. -43- Hani bizim tepe sınıfı gem iler var ya, C um huriyetin ilk muhripleri Adatepe, K ocatepe, Tınaztepe, onlar İtalyan yapısıdır. Çünkü en hızlı onlardır, 35 mil falan gidiyorlar. İtalyanlar o zam an en hızlı üç gem isiyle B eyrut’a liman ağzına gelm işler, aralarından biri de Garibaldi diye yeni, bizim Yavuz ne ise, onların öyle saydıkları bir şeymiş. " Teslim olun" dem işler bunlara, teslim olm ayınca bayrakları çekip güm m diye vurm uşlar. Batm ak üzereyken güç bela kendisini tekrar limana atmış, lim anın içinde oturm uş. Bende resm i var, pruvası yüzüyor suyun üstünde. O rada yaralanm ış ayağından, "yüze yüze çıktık” diye anlattı bana. Demek ki, limanın içinde açıkta, rıhtıma yanaşam am ışlar, parçalanm adan oraya gelmiş: "Bizim canımız çıkıyor, Araplar rıhtıma yığılm ışlar seyrediyorlar” diye anlatırdı. Yavuz Ondan sonra Y avuz gelince, A lm anların yanm a Türk subaylar verilir ya, A lm anlar da fes filan takarlar, Y avuz’a verilm iş. Y avuz’un ilk Türk çarkçılarından biri. Bak mesela, ben ona sorm am ışım ; o zam an, ne bileyim “Sivastopol’a gittin de ne zaman bombaladın" diye sor değil mi; “var miydin orada” d e... Çünkü, sonradan okuyorum , G oeben’in hatıraları var Fransızca, kum andan yazmış, şuraya gitm işler, şunu yapm ışlar, bunu yapm ışlar diye. O nları sonradan öğreniyorum . Babam a sormadım. Yavuz, aslında işlevleri sınırlı kalm ış bir gemi. Büyük H arp’te R uslar Z onguldak’ı bom bardım ana geldikleri zam an, Yavuz lim andan çıkınca, hepsi kaçarm ış, böyle bir dehşet yaratıyor, daha önce de gidip oraları bom baladı ya, korkup kaçarlarm ış. Böyle bir korku aleti olarak kullanılm ış daha çok, ama savaşta yaradığı pek bir iş var denemez. M esela Ç anakkale’de gidip savaşmam ış, bilakis onu bir yere koym uşlar, hatta bir yerde bir torpil yemiş galiba durduğu yerde, daha sonra İstinye koyuna saklam ışlar. ER TUĞRUL - G elibolu (D enizden Saldırı) diye çok hoş bir kitap var, M arm ara’daki deniz savaşlarını da anlatıyor.” SO Y SA L- Denizaltıları falan... Sonra biliyorsun, Y avuz’u gemi olarak kullanm ıyorlar da, bataryalara büyük top lazım oluyor Ç anakkale’de. Y avuz’un bazı toplarını söküyorlar, oraya götürüyorlar. Demek ki sökülüşünde de bulunuyor ki. onları söküp Nara diye bir gem iye yüklem işler. Ç anakkale’den GELİBOLU, Denizden Saldırı, Victor Rudenno, Çev: Dilek Cenkçiler, Ed: Yard. Doç. Dr. Mithat Atabay. ODTÜ Yayıncılık, 2009, Ankara. -44 - sızan İngiliz denizaltısı, yakalıyor bunları, su üstüne çıkıyor, “sizi batıracağız” diyor. “Biz yolcu gem isiyiz” diyor bunlar aldatm ak için. “Hayır periskopla gördüm, geminin kıç üstünde Alman subaylarla rakı içiyordunuz” diyor. O zam an İngiliz centilm enliği var, “gemiyi tahliye edin, batıracağız” diyorlar. O kitaptan sonra okuyorum . N ara gem isine, denizaltı subaylarından biri çıkıyor: “İçerisi cephane dolu, batıracağız” deyince, bunlar filikaya binip çıkm ışlar, yani ölm em işler orada. O hikâyeyi babam dan da duym uştum , babamı en çok bu etkilemiş, anlatıyordu, “ bizi kötü topla batırdılar, bizi top atışıyla batırdılar” diyordu. T orpido harcam am ışlar. M üthiş bir patlam a, batarken kıç üstünden battı diyor. “Su sıkıştı da patladı ” falan diyorlar, aslında içindeki cephaneler patlamış.* Alemdar H arp bittikten sonra İstanbul’a dönüyor. Ondan sonra Alem dar var. Babam, Alem dar olayında gem iyi İstanbul’dan kaçıranlardan değil, o ayrı bir ekip. O nlar kaçırıp sonra dağılm ışlar. Fransızları esir aldıkları o olayda da yok. Aslında bizim kitaplar onu eksik yazıyor. Biliyorsun biz, ilk barışı Fransızlarla im zaladık. 1921’dir hatta. İngilizlere kazık atm ışız. İngilizler F ransızlar’a çok kızar. Onlar da onlara kazık attılar; ona karşılık petrol olan kısmı onlar aldılar. Sykes-Pickot’daki çizgiye göre H akkari’nin ucundan F ilistin’e çizgi çizilecekti, onun kuzeyi F ransa’nın o lacaktı... Ö bür taraf İngilizlerin olacaktı. Sonra İngilizler bunu değiştirdi. Buna yol açan A lem dar gem isinde babam yokmuş. Önce, padişaha teslim etm ek üzere, Fransızlar A lem dar’ı esir alıyorlar, subayları kam aralara kilitliyorlar, yanlarında da bir hücum bot geliyor. A lem dar’a da beş tane silahlı Osman M uhtar’ın gemisi, Nara, 450 tonluk, buharlı bir nakliye gemisiydi, Gelibolu’ya silah ve mühimmat götürüyordu. M armara’ya sızan İngiliz denizaltılardan biri olan E 11 tarafından, 24 Mayıs 1915’te (o zamanki teknolojinin izin verdiği ölçülere göre) 40° 51’ Kuzey, 25° Doğu’da, Tekirdağ açıklarında batırıldı. Denizaltının kaptanı Kıdemli Yüzbaşı Martin Eric Nasmith, 19 Mayıs-7 Haziran 1915 arasındaki Marmara seferinden dönüşünde Victoria savaş madalyası’yla, N ara’ya tahrip maddelerini döşeyen ikinci komutan teğmen D’Oyly-Huglıes, Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi. N asm ith’in N ara’nın batırılmasını aktaran denizaltı devriye raporu şöyle bitiyor (Rudenno, 176): “Ambarın arka kısım 15 santimlik mermilere doluydu ve bunların üstünde, üzerinde Knıpp markası yazılı elli kadar büyük metal fişek kasası duruyordu. Tahrip kalıbı, ambarın arka kısmında geminin yanma yerleştirildi ve 15 santimlik mermiler ve fişeklerle dolduruldu. Herkes gemiye döndü ve tahrip kalıbı ateşe verildi. Gemi büyiik bir gürültüyle patladı ve büyük bir alev ve duman bulutu göğe yükseldi. Pruvası havaya kalktı ve birkaç dakika sonra battı. ” - 45 - adam koyuyorlar. Bunlar piş piş piş içeriden kapıları kırıp Fransızları esir alıyorlar. Aslında tam film lik... Halbuki gem inin kendisi de yapıldı, E reğli'de, gittin mi sen, gördün mü? Tıpkısının aynısını yaptılar, Bandırm a g ib i... H atta ondan daha başarılı ama, gidip adını Latin harfleriyle yazm ışlar A LEM D A R diye, halbuki, eski harfle yazılm ış olması lazım. A lem dar’ın arkasında bir m üze yapılm ış, bir resim verdim, asacaklardı... Fransızlar esir alınanları kurtarm ak için, B ouillon'u gönderirler A nkara’ya ilk temas. O sebeple geliyor ve A nkara’da buna iyi davranıyorlar. Kuva-yı M illiye hüküm etinin Batı ile ilk teması. Esirlerin geri verilm esi kararlaştırılıyor ve onlar da gelm işken, bir dostluk andlaşm ası yapalım diyorlar.* Babam , o sırada İstanbul’dan kaçıyor, A nkara’daki Kuva-yı M illiye hüküm eti tarafından A lem der’a tayin ediliyor, ikinci çarkçı olarak, Birinci çarkçı Adil bey, ikinci çarkçı babam. O da geldi sonradan Z onguldak’a yerleşti. A lem dar’la asıl yaptıkları, tarihlere baktım , birkaç bahis var. 30 A ğustos’tan sonra Pontus çeteleri azıtıyor, deniz eşkıyalığı yapıyorlar. Korsanlık gibi, ne kadar M üslüm an T ürk gem isi teknesi bulurlarsa soyuyorlar. A lem dar onların üstüne yollanıyor, onun da hikâyeleri var, birisi yazmış. Hatta uskurunun bilmem neresi bozuluyor da, “Osman Efendi tamir e tti” diye yazıyorlar, babam tam ir etmiş falan. O sırada A m asra kom utanlığına bağlı Z onguldak lim anına gönderiliyor. Babam ın annesi de Z onguldak’a gelmiş. İstiklal harbi sırasında getirm iş dem ek ki... Anne Babam ın annesi, annem i görm üş, N üfus M üdürü Ahm et E fendi’nin kızı. Ahm et Efendi o zam ana göre iyi okum uşlardan biri. Kastamonu lisesi mezunu. O zam anlar birkaç lise var A nadolu’da y a ... Z onguldak’ta lise yok, ortaokul bile sonradan olmuş. Zaten Z onguldak diye bir yer yok. Z onguldak biraz büyüyüp m utasarrıflık olunca, annem in baba tarafı Bartınlı, Bartın nüfus m üdürünü Z onguldak’a atıyorlar. ER TUĞRUL - O zam an Bartın daha mı büyük? * 16 Mayıs 1916’da imzalanan ve her iki tarafın imzacılarının adıyla (İngiltere adına Sir Mark Sykes, Fransa adına Charles François Georges-Picot) anılan andlaşma. Sykes-Picot’da Musul, Fransızlara bırakılmıştı. Mümtaz Soysal, Ankara ile Fransa arasında imzalanan ve İttifak cephesinde ilk yarılma olan Ankara andlaşmasına varan sürecin, Alem dar’ı esir alan Fransız subayların, gemiyi tekrar ele geçirerek bu kez Türk subaylar tarafından esir alınmasıyla başlayan olaylar sonucunda geliştiğini ve Fransızlar, Ankara ile anlaştığı için İngiltere’nin SykesPicot’yu değiştirerek, M usul’u kendisine aldığını söylüyor. - 46 - SOYSAL - Tabii, Ereğli’den de büyük idari birim olarak. Am a, köm ür olunca Zonguldak daha çabuk büyüyor. Harpte, daha önem li oluyor, bom balanıyor vs. Annem de 7-8 yaşlarındaym ış harp başladığında. Bitince, 1920’lerdc genç kız olmuş. Annem i beğeniyor annesi. 1914 ’te bom bardım an olsa, babamla evlenişi 1921-1922 olabilir, 16-17 yaşında falan evlendiriliyor. Bababey Annem in babası, “Bababey" çok esaslı bir adam dı. Arada Farsça, Arapça patlatır, hatta Fransızca da patlatırdı. Bababey, am a biz çocuk diliyle “B ababii” derdik, anneannem in kocasına. Asıl baba var, bir de bababii... Babam , ‘bastonlu b a b a ’ olarak bilinirdi m ahallede. Ç ok şık giyinirm iş babam , bir de bastonu var, A tatürk’ün dc öyle fotoğrafları var ya; sigara içilecek, bir de baston alınacak, herkes ö y le... Z onguldak’ta iki katlı bir ev yaptırm ış. Ahşaptı o zam an Z onguldak’ın bütün evleri. Büyük bir ev onunki, iki katlı, hatta birkaç yerini kiraya vermiş, bir de kızına yaptırm ış bir ev, babam la annem orada oturuyorlar. Bahçeyi hiç unutm am , erik ağaçları filan, orada çok eğlenirdim , kanallar yapardım , tulum ba vardı. Annem in babası böyle bir insandı. H arbe gitm em iş, nüfus m üdürü ya, askere gidecekleri belirliyor. Fakat, şunu anlatırdı mesela B artın’da. Bartın taburu 300 kişi mi ne gitm iş Ç anakkale’ye, -kaç kişiyse- onlardan kimse dönm em iş m esela, hepsi şehit olmuş; onları anlatırlardı. Öyle bir hava içinde büyüm üş, harp filan da görm üşler, babam da gelince bizim evde tam cum huriyet... İstiklal madalyası İstiklal m adalyası vardı bizim evde. Babam ölünce büyük oğula geçti. A ğabeyim göçünce, aslında benim olm ası gerekiyorm uş, ondan sonra yaşayan büyük oğula geçm esi gerekirken, ben de bunun kavgasını mı yapacağım , ağabeyim in büyük o ğ lu n d a... Ağabey ER TUĞRUL - Ağabeyiniz? SOYSAL - M uzaffer Soysal. O gazeteciydi. Önce Z onguldak’ta yerel gazeteci olarak başladı, sonra spor basınına geçti. Kırınızı Beyaz , Stat falan ondan sonra da Son Saat (Cihat B aban’ın gazetesinde) sonra vakt-i zam anında Milliyet'1te galiba, sonra da Türkiye gazetesinde çalıştı. Siyasi olarak fazla aktif olm am aya çalıştı. Ü niversiteyi yarıda bırakm ıştı. Ama Z onguldak’ta çok iyi Fransızca öğrendi, çünkü eskiden Zonguldak yarı yarıya Fransızdı. Fransızca dersine Fransızlar gelirdi. Edebiyat fakültesini yarıda bıraktı, sonra Fransızcası - 47 - olduğu için kültür ataşesi oldu dışarılarda, Brüksel, Paris, sonra öldü, sigaradan g itti... 70 yaşında gitti. Yahu, bırak şu sigarayı (!) ER TUGRUL - Olur. 70 fena yaş değil... Aile SOYSAL - Babam ın ilk eşinden iki kızı var: A liye Abla, Semira Abla. Onların annesi, 1. Dünya S avaşı’nda salgınlar olm uş ya İstanbul’da, öyle bir hastalıktan gitmiş. Birinci kızını okutam am ış, tam büyük harp zamanı annesi ölmüş. A liye abla, şen şakrak iyi bir kızdı, beraber büyüdük... Aliye A bla’yı okutam am ış ama Sem ire A bla’yı okutm uş. Önce Kandilli lisesi, sonra ısrar etmiş, “hukuka gitsin” diye, onu hukukçu yapm ış. Semire Ablam , Türkiye’nin ilk kadın yargıçlarından. 1939’da savaş başladığında, B ursa’da hâkimdi. Eşi, N azım U zunhekim ’le H ukuk fakültesinde tanışm ışlar, ondan sonra evlenm işler, sonra kaym akam lık yapm ış. Cum huriyetin memuru işte... A ilede biraz deniz m erakı olduğu için, D eniz Nakliyat Genel M üdürü oldu. Sonra, Hava Y ollan G enel M üdür Yardım cılığı yaptı. O radan emekli oldu. Satışlar falan ondan sonra, o başında olsa im kânı yok satm azdı. A ilede en cum huriyetçim iz denem ez ama, hepim iz aşağı yukarı öyleydik. Sonra kızlardan Selma Abla geliyor. T ürkiye’nin ilk kadın m atem atik profesörü... Kadın m atem atikçiler var da, ilk kadın m atem atik profesörü o. İT Ü ’de Cahit A R F ’ın asistanı olarak başlamış. H âlâ yaşıyor 84 yaşında. Yakın zam ana kadar yazıyordu. C um huriyet kadınları takvim inde resmi çıktı, m atem atikçi falan diye 4 6 ’da Ü niversiteler Kanunu çıkıyor ya, Cahit Arf, İstanbul Ü niversitesi’nde kalmış, Selma A bla’yı da İT Ü ’ye yollam ış. O ranın ilk kadın asistanı “K ara Selm a” olarak biliniyor, esm er olduğu için; bir de Sarı Selma varmış, karıştırm am ak için öyle derlerm iş. Selma A bla iyi bir m atem atikçiym iş. Onun kitabını ben yazm ak istiyorum. Ondan sonra Süheyla Abla (Özcan) var. O da hukuk mezunu. K ıbrısçık’a tayini çıkm ış, katır sırtında gitmiş, 1950’lerin başı, dayanam adı oraya, 3-6 ay falan kaldı, sonra İstanbul’a döndü, evlendi, çocukları oldu. Ben babam ın 6. çocuğuyum. D üşünüyorum da, ne büyük bir şey ... Ön yüzbaşılıktan emekli bir adam, emekli maaşı ve şirketten aldığı parayla çocuk okutuyor beş çocuk, hatta altı çocuk, abla da var. Sevindiler tabii parasız yatılı olunca. M atem atikçi abla da yatılıyı kazanm ıştı. Ortaokul üçüncü sınıfta girmiş, o da parasız yatılı okudu. İyi öğrenci diye Çapa Kız Ö ğretm en’den K andilli’ye alm ışlar, İkinci Kandilli m ezunu da o. Sonra Y ılm az var küçüğüm. O da hukuk mezunu. Deniz N akliyat’ta m üfettişlik, m üdürlük yaptı. ER TU G R U L - Vc aynı zam anda B eşiktaş eski divan başkanı. - 48 - SOYSAL - Tabii, ben de kongre üyesiyim . Biz Süleym ancıyız (!) (Gülüyor) İlk anı: Atatürk ve halılar ER TU Ğ R U L H ocam Z onguldak’tan İstanbul’a ne zam an nakloluyorsunuz? SOYSAL - Baba emekli o lunca... Ama her yaz İstanbul’a gelinirdi baba evine. Tatil olunca, vapurla bazen ikimiz, bazen üçüm üz, bazen dördüm üz. Ama bütün yaz kalm ak üzere değil. M esela şeyi hatırlıyorum . A tatürk’ü gördüğüm ü düşünüyorum ben. Biz bir gün iki abla, daha Yılm az doğm am ıştı, dem ek ki ilkokulun başlarındaydım , B eşiktaş’tayız: '‘A tatürkgeçti" falan dediler. Bir araba geçti... Ama asıl A tatürk’ü iki yaşında görm üşüm . 3 1 ’de Z onguldak’a gelmiş. Anneannem , bayram lara çok düşkündü, ağlardı hep bayram larda, harp içinde yaşadığı için herhalde. A tatürk’ün gelişinden, aklım da bir tek şey var. Atatürk falan yok, caddelere halılar serilmiş. Beni biraz yüksek bir yere oturtuyorlar, koca caddeye bakıyorum , önüm de rengârenk h alılar... Ö yle kırm ızı tören halısı falan değil, halk evinden getirm iş halıları. Eskiden öyle karşılanırm ış Atatürk. Evden halıları getiriyor ve İskele’dcn bilm em ne binasına kadar yol, halkın getirdiği halılarla kaplı. N e güzeldi. Hani zorla yapılıyor falan diyorlar ama, aslında insanlar benim sem iş. Hele savaşı bilenler... M esela harpte Rus bom bardım anı v a r... Sonra Fransız işgali var. Scnegalli, zebella gibi askerler. Bunları güya M üslüm an asker diye getirmişler. A nnem in anlattığına göre; kızları kadınları taciz ederlerm iş: ‘‘Sokağa çıkılm azdı” derdi. Zebella sözü oradan kalmış. Bunları yaşam ışlar. Ondan sonra da kurtuluş’u gerçekten yaşamışlar. Bunun için öyle bir cum huriyetçilik vardı. Ondan hatırlıyorum ki, beni çok etkilem iş, gözüm de A tatürk falan yok, zaten çok küçüğüm ne hatırlayacağım ki, ama gözüm de hep o halılar var. Hayatım ın o aşam asından gözlerim in önünde bu var. Beni çok etkilem iştir, A tatürk’ün gelişi. Caddeden îskele’ye kadar halılar, üstelik Z onguldak’ın her tarafı köm ürdür, buna rağmen, millet hiç ona bakm am ış halıları döşem iş, ilk hatıram b u ... ERTU Ğ R U L - Ben de ilk anınız ne diye soracaktım , kendiniz anlattınız. SOYSAL - G aliba limanda babam karşılam ış A tatürk’ü ... Babam savaştan sonra emekli olm uş, köm ür işletm esinde, limanda çalışm ış... O zam an madeni, Fransızlar (B elçikalılar) işletiyor... Babaevi SOYSAL - Babam, 1948’de em ekli oldu ve İstanbul’a geldiler. Zaten baba tarafı İstanbul, kütük İstanbul, yazları çok gidip gelirdik. Söylem iştim , gidip gelinen ev, babam ın oturduğu ev, istim lâk oldu. Lütfı K ırdar zam anında mı - 49 - ne, İtalyan Prost diye bir m im ar gelm işti harpten sonra, bulvarı o açtırdı. Barbaros genişleyince, birtakım dükkânlar, evler yıkıldı. B abam lar İstanbul’a geldiğinde B eşiktaş’taki ev yoktu, kirada geldiler herhalde. Ben yatılı devam ettim, bir buçuk yıl çünkü. Hafta sonları çıkıyordum. Babam Beşiktaşlı olduğu için bu defa da oradan bir arsa almıştı. Em ekli parasıyla iki katlı küçük bir ev yaptırdı, hesaplı hesaplı. Sonra bizlere kaldı. Biz ne yapacağız? M ahalleli rahat bırakm adı, etrafım ıza apartm anlar çıktı, biz arada kaldık. Sonuçta herkesin yaptığı gibi bir m üteahhit bulundu. Funda şimdi orada oturuyor. Ayşe Öğretmen ER TUGRUL - İlkokul? SOYSAL - Birinci yıl öğretm enim iz güzel bir kadındı: C ahide Hanım, alım lı bir hanım. İkinci yıl A yşe Ö ğretm en geldi. Aslında güzel bir kadın değil, fakat çok iyi bir öğretm endi. A tatürkçü olduğu belli oluyor. Cum huriyetçi bir kadın, çok iyi bir hocaydı, çok etkiledi beni, çok m untazam dı. T ebliğler dergisi okurdu mesela, ona göre eğitim verirdi. Z onguldak’ın zenginlerinden Taşçılar vardı. O nların kızı Füsun bizim sınıftaydı. Birinci sınıftaki öğretm enim iz. T aşçılar’ın kızı Füsun var diye sınıfta, sınıfın iyilerini bir m asaya ayırm ıştı. Beni çok rahatsız etmişti, öbürleri adi sıralarda oturuyorlar, bir de sınıfın önünde Taşçıların yaptırdığı bir masa var... ERTUGRUL - Haksızlığa başkaldırı oradan mı başlıyor? SOYSAL - Beni de oraya oturttular aslında da, çok utanırdım ben. Sonradan gelen A yşe Ö ğretm en çok eşitlikçi bir öğretm endi, kim seye ayrım yapm adı. Severdi, beğenirdi beni de, o ayrı hikâye... O rada çok iyi bir eğitim olm uştu benim için. Belki başka yerlerde o kadar iyi değildi. M esela Avustralya konusunu okuduk ilkokulda. Sen ilkokuldayken A vustralya konusu okutulur m uydu? K um havuzunda A vustralya haritası yaptık, gem iler koyduk, onlara yün yükledik, ihracatı falan, böyle pratik şeyler... Seçim yaptırdı. G eçenlerde E reğli'ye gittim. Bizden B urhan diye bir çocuk vardı. Sonra verem den ölmüş. Z onguldak’ta çok verem olurdu. Verem olunca T K İ’den çıkarm ışlar, onun annesi de beni çok severdi, o anlatm ış. Tatbikat olm uş sınıfta, öğretm en dem okrasi tatbikatı yapm ış, ben cum hurbaşkanı seçilmişim, onları anlatm ış. B urhan’ın oğlu karikatürist olmuş, babasına bir kitap yapm ış, o kitapta var. Öyle bir ilkokul oldu. Binası da çok iyiydi. N itekim lise yapılınca o bina ortaokul oldu. Lise oraya gitti. Birinci sınıfta N am ık Kemal, ikinci sınıfta Gazi İlkokulu, bina değişti yani. Z onguldak iyiydi. O yıllar işte. O fabrika resmi var ya o y ıl... ER TU G R U L - Evet sizin yaşasın 2. sanayi program ım ız afişi önündeki fotoğrafınız. - 50 - SOYSAL - Birinci sınıftayken resim, ben 3 6 ’da ilkokula başladım, demek ki 37 oluyor. 36-37 ders yılı. Z onguldak’ta Atatürk anıtı filan yoktu. Sonradan bir İnönü anıtı yapıldı. Sen görm üşsündür Parkta duruyordu. ER TUĞRUL - N iye İnönü anıtı yapıldı? SOYSAL - İnönü zam anında yapıldı, A tatürk heykeli yapılm adan, İnönü’nünkü yapıldı. Heykel diye A tatürk anıtı yoktu Z onguldak’ta, biz anıt diye Uzun M ehm et parkında kocam an bir madenci lam bası dururdu, oraya çelenk koyardık. Sultani’ye giriş ER TUĞRUL - Siz ilkokulu Z onguldak’ta bitirdiniz. Ortaokula da orada mı başladınız, yoksa doğrudan G alatasaray’da mı? SOYSAL - O rta l ’e Z onguldak’ta başladım . O zam an sonuçlar çok geç gelirdi. A ralık’ta mı ne geldi; biz vapurla üç günde gittik İstanbul’a. ER TUĞRUL - Çok deniz vardı herhalde? SOYSAL - D eniz vardı, Anafarta vapuruyla gittik, küçük, Cide postası gider ya. G alatasaray’ı kazanınca üç günde gittik. Ona ayrı bir kitap yazarız, K aradeniz fırtınalarıyla. Demek ki Aralık başında falan belli oldu G alatasaray. Okulda Pazartesi töreni olur, m üdür konuşur ya; m üdürün yanında çıktım, işte “arkadaşınız Sultani’y i kazandı” bilmem ne. O sm an Faruk D erim er diye, sonradan m üsteşar oldu. Bir arm atör yaptırm ıştı okulu. Arm atörse gem ileri değil, m otorları var. Z onguldak’ta millet okum aya hevesli. Fransızlar gitmişti. Yoksa, hocalık yaparlardı ve ben de Fransızca alırdım am a yoktu. Alm anca başladık. ERTUĞRUL - Ben de biraz A lm ancanız var, nereden geliyor diyordum ? SOYSAL - Üç ay falan okunan A lm ancadan k alm a... Sözlük olduktan sonra rahat okuyorum , dinlerken kelim eleri seçebiliyorum , am a bilmediğim kelim e çok. O radan kalma. G alatasaray’a gittik. Y etiştirici okuduk. 1 yıl aşağıda, şimdi üniversite olan binada. 7 yıl yukarıda, o zaman da 4 yıldı lise. 8 yıl okudum. Fransızca oradan, bir dc ikinci dil olarak İngilizce vardı. ERTU Ğ R U L - Siz İtalyancayı da G alatasaray’dayken mi öğrendiniz? SOYSAL - N e zam an öğrendim ? M ülkiye’ye gelm iştim de, bir ara yazın İtalyan K ültür’e gittim. “Parler en chantant” derler ya, şarkı söyleyecek kadar. Bir kere, İtalyanca çok kolay, dinlerken anlıyorum , yazı hiç problem değil, yazm asına yazarım da. Hatta bir ara İtalyanca basın toplantısı da yaptım. ERTUĞRUL - Ne zam an? SOYSAL - A po kaçtı İtalya’ya gitti. Karayalçın, Dışişleri kom isyon başkanı, ben de kom isyon üyesiyim. Bir vesileyle İtalya’da bir toplantıya gittim. Karayalçın da o toplantıya geldi. İkimiz de o sırada orada olduk. Ben -51 - büyükelçilikte kalıyordum , İnal B atu’nun evinde. K arayalçın nerede kalıyordu bilm iyorum ama, Apo gelince, V iyana’ya, bir yere gitti, R om a’dan uzaklaştı. Kala kala ben kaldım. İnal Batu var. Yaz zamanıydı galiba. İtalyanca bilenler de izindeym iş, elçilikte İtalyanca bilen yok. Gazeteciler sardı. Bir şeyler söylem ek gerekir. Büyükelçi de bilmiyor. “Eee, ben yapayım bildiğim kadarıyla bari" dedim. Ben basın toplantısı yaptım , anlattım , ne nedir. O sırada İtalyanlar çekiyor, m eğer bizim kam eralar da çekmiş. Tabii, Türkiye de olayları çok yakından izliyor. Defne çok gülm üş o gün: “Baba utanmıyor m usun” dedi. “Kızım ne yapayım dilimin döndüğü kadar. " Böyle İtalyanca bir basın toplantısı dahi yaptık. Bir tane de beyanat verdim. O zam an M illiyet' in İzm ir caddesindeki bürosundaydık. Corriera de/la Sera, İtalyanların en ciddi gazetesinden biri gelmiş, herhalde o İngilizce Fransızca bilm iyordu, İtalyanca beyanat verdim. M ülkiye’de İtalyanca bir kitap geçti elime. Benim “ A nayasaya G iriş” kitabının adı da oradan gelme. “ Introduzione alla C ostituzione” biraz vulgarize bir anayasa giriş kitabı. M ülkiye’nin kütüphanesinde, onu gayet rahat okuyordum . Hukukta hele, birçok kelim e Latince kökenli olduğu için. “Batı’ya açılan pencere” ER TUĞRUL - G alatasaray? SOYSAL - G alatasaray’a genellikle “ T ürkiye’nin B atı’ya açılan penceresi” derler. Batı söz konusu olunca ya pencereden ya köprüden söz edilir zaten. (Karşılıklı gülüşm eler.) Yanlış mı? Aslında konu ya da sorun T ürk toplununum çağdaşlaşm asıdır. Buna hep yanlış adlar takılır, A vrupalılaşm ak, batılılaşm ak diye, M ustafa K em al’in sözü “çağdaş uygarlık”tır, hatta seviyesine değil -o da yanlış kullanılıronun üstüne çıkmaktır. Çünkü o zam an Türkiye C um huriyeti’nin iddiası büyük bir iddiadır, dünya çapında bir iddiadır. O bakım dan, GalatasaraylIlar çoğunlukla “A vrupa’y a girilsin’’ diye çırpınm aktan yanadırlar. Ben A vrupa’ya girilsin diye çırpınm aktan yana değilim. A vrupa’ya küsüp sırtım ızı çevirm ek gerektiğini de iddia etm iyorum . O bizim ilişkide bulunacağım ız, belki de en rahat ilişkide bulunacağım ız bir camiayı tem sil eder. Bizim o konuda genel yaklaşım ım ız da yanlıştır. Bu konuyu işleyenler, T ürkiye’nin A B ’ye girm esinin onlar için ne kadar yararlı olacağını söyleyerek, onların yararı açısından işlerler. Oysa, eğer bunda bir yarar m eselesi söz konusuysa, bizim en çok ticaret yaptığım ız yer olduğu için, o bakım dan bir yararı olur. Ama, onu zaten başka türlü halletm ek de m üm kündür. Onun dışında uygarca bir ilişkiye girm ek gerekir. -52- Sırası gelm işken o konudaki bakışım ı da söyleyeyim . “Karşıyız, çi'mkii onurla oynuyor, onurlu olursa gireriz" diye söyleniyor. Tabii yanlış değildir, tabii ki onurlu olm ası gerekir, onursuzlaştığı zam an tabii ki koparılm ası gerekir. Ama onun ötesinde bir alışveriş çerçevesidir, birtakım doğru ve iyi kullanılırsa yararlı olabilecek yönleri özellikle eğitim alanında ERASM US vb. gibi, o çeşit öğretim e ilişkin yararları vardır. Çünkü bizim toplum um uzun Batı dillerini iyi öğrenm esi gerekir. Onun dışında, bu, bizim çağdaşlaşm a hedefim iz açısından ölçülmelidir. A vrupa’nın bazen çağdaş sayılm ayacak davranışları da oluyor, onlara karşı çıkm ak gerekir. ER TUĞRUL - İçine daha fazla girince daha mı çok görüyorsunuz bunları, fikir daha çok mu netleşiyor? Sizinki daha çok görerek... SOYSAL - Görerek, yaşayarak ER TUĞRUL - Bunu biraz açsanız? SOYSAL - O rada yaklaşım hep şöyle; “Türkiye azgelişmiş bir ülkedir, onlara hep yol göstermek gerekir. ” Kriterleri de, A vrupa’nın kriterleri, “bunlara uydukları sürece çağdaştırlar, uymadıkları zaman da çağdaş değildirler" diyorlarsa da, kendilerinin kriterleri, bu kriterlerden de farklıdır. G alatasaray’ın bence önem li olan kısmı, açılan pencere falan değil, bir dil kazandırm ış olm asıdır, Batı dillerinin önem ini gösterm iş olmasıdır. Artık pek öyle değil am a, T ürkiye’nin Dışişleri uzun bir süre, daha çok G alatasaray ve daha sonra M ülkiye gibi iki halkası olan bir zincirden oluştu. Bu bakım dan da Türk D ışişleri’nin de kendisine özgü bir havası vardır -vardı, şimdi gitti o da aslında- ve C um huriyet’in belli bir dönem inde de bunun etkisi olm uştur. G alatasaray’dan yetişenler daha bağım sızlıkçı oldular. Sultani - Mülkiye ERTUĞRUL - S ultani’nin verdiği bakış açısı, bir tür M ülkiye midir, yoksa daha Batıcı gibi mi? Bazı yabancı okullar gibi daha yukarıdan mı bakar T ürkiye’ye? SOYSAL - O nlar daha dışarıdan bakarlar, G alatasaray içeriden bakar. G alatasaray aynı zam anda sultani m ektebi olduğu için O sm anlı’dan bir kopuşu da ifade etmez. Aynı Türklüğün üzerine başka bir şey daha eklemek am acını gütm üştür. Daha, Tevfik Fikretçi’dir. Tevfık Fikret de yanış anlaşılır T ürkiye’de, yanlış sunulur. Hep M ehm et A k if in karşıtı gibi sunulur. Onunla karşılaştırılacak bir durum yoktur. Mehmet A k if te din unsuru ağır basar; Tevfik F ikret’te ulus ve beşeriyet, yani insanlık unsuru ağır basar. N itekim M ustafa K em al’in en beğendiği ve esinlendiği Türk şairi odur. M ülkiye, -başlangıçta bir ilgisi olm am akla beraber- bir anlam da G alatasaray düşüncesinin daha da yerlileştirilm esidir, daha ulusallaştırılm asıdır. - 53 - O bakım dan ben G alatasaray’dan sonra M ülkiye’ye gelince bir çelişki hissetm edim. ER TUĞRUL - G alatasaray zor bir okul muydu? SOYSAL - Zordu, çünkü yabancı dilde eğitim veriyordu, -bizim sistem im iz hep öyle olageldi- tarih, coğrafya, ulusa ilişkin kültür dersleri Türkçe, diğerleri Fransızca. Zorluğu ondan, yalnız cebir, geom etri falan değil, biyoloji, felsefe de Fransızca okunuyordu. G alatasaray’ın bir zorluğu da disiplinli bir okul olm asıydı. Yatılı okul bakım ından, M ülkiye’nin ‘okul’ dönem ine (SBO ) benzer bir tarafı vardı. Ben onu da okudum. G irdiğim de Siyasal B ilgiler’e, Siyasal Bilgiler Okulu idi. Her gece serbest değildi. Haftada üç gece galiba, 23.00’e kadar dışarıda kalınıyordu. D iğer günler 20.30’da gelm ek gerekiyordu. Akşam yem ekleri orada yeniyordu. G ece bir işiniz varsa, izin alıyordunuz vs. Sıkı disiplini olan bir okuldu. ERTUĞRUL - Kitaplar? SOYSAL - Fransızca kitaplar zor bulunurdu zaten, bulunduğu zam an da çok pahalı olurdu. Y üksek K aldırım ’dan gidip alınırdı. Bak, o çok iyi bir şeydi. T ürkiye’de şimdi böyle şeyler yapılm ıyor galiba. Her sene parasız yatılılara bütün Fransızca kitaplar verilirdi. Ders yılı sonunda onu aynen iade ederdik. Ü zerine yazı falan da yazılm azdı. Y ıllardır okunan kitaplardı. Bazıları beni çok etkilediği için, birkaç tanesini bende olsun diye yıllar sonra parayla gidip aldım. Öyle bir okuldu yani G alatasaray ve ben çok m em nun kaldım. Parasız yatılılık (Bu satırların yazarı da orta ve liseyi parasız yatılı okuduğu için söyleşinin bu bölüm ünün ortak bir ruh hali içinde karşılıklı gülüşm elerle yapıldığını yatılı okuyanlar kolaylıkla anlayabilir.) ER TUĞRUL - Sabah etütleriniz var mıydı G alatasaray’da, sabah kaçta kalkardınız? SOYSAL - 6 .0 0 ’da yandaki Katolik kilisesinin çanları çalardı, (gülüyor) onunla birlikte kalk zili çalardı, 6.30’a kadar hazırlanıp etüde inerdik. 7.30’a kadar sabah etüdü vardı. O ndan sonra kahvaltı, ardından 5 saat ders, o zaman T ürkiye’de bütün liselerde öyleydi. Ö ğle yem eğine kadar -ki 13.00’te yeniyordu galiba- ondan sonra teneffüs. Ö ğleden sonra 14.30’dan 16.00’ya kadar, 17.00’den 19.00’a kadar, akşam 19.30’dan 21.00’e kadar etiid vardı. Etüdler derslerin bir buçuk katıydı neredeyse... ER TU Ğ R U L - Dışarıya çıkış? SOYSAL - H afta içi yasaktı ER TU Ğ R U L - Tüm üyle mi? SOYSAL - Evet, özel izin alm ak gerekirdi. Diyelim ki dişçiye gideceksen ya da doktora, izin alınırdı. - 54 - Pazar gecesi 19.00’da girilirdi. O zam anlar Cum artesi de ders vardı, 13.00’e kadar ders yapılırdı. Yem ekten sonra evciler evlerine giderlerdi. Ben daimi bekâr denen kategoride... ERTUĞUL -D a im i...? SOYSAL - Daimi bekârlar, hafta sonlan da eve çıkm ayanlar. Ailem Z onguldak’ta olduğu için son sınıfa kadar öyle. A ilem geldikten sonra da devam ettirdim. Hafta sonları eve çıkm azdım . Dolayısıyla Cum artesi günü öğlen çıkılır, akşam 19.00’da gelinirdi. Pazar günü de kahvaltıdan sonra çıkılır, 19.00’da girilirdi. Öğlen serbest. Bir öğle yemeği için sadece Pazarları imkân vardı. Biz daimi bekârlara evlerden az para geldiği için, fazla harcayacak param ız da olmazdı. ER TUĞRUL - Sınıflar? SOYSAL - G alatasaray’da genellikle dört, sonuna doğru da 3 şube olurdu. Sınıflar küçüktü 40-45 kişilik. O zam ana göre küçük sayılır. ER TUĞRUL - K abataş’la filan kıyaslarsanız hele... SOYSAL - 70’ler v s.’ydi onlar. Onlarla kıyasladığınızda küçüktü. O bakım dan iyi dersler oluyordu. Laboratuarlar, donanım iyi. Kütüphane, belki Türkiye’nin en güzel kütüphanelerinden, özellikle Fransızca açısından, serbestçe gidilirdi. 17.00-19.00 etüdünde kütüphaneye gidebilirdiniz. Ama 17.00-19.00 etüdünde sınıfta rom an okum ak yoktu. Ders çalışılırdı. 19.30-21.00 etüdünde rom an okursun, dergi de okunurdu; her şeyin bir disiplini vardı. ER TUĞRUL - Günceli izleyebiliyor m uydunuz? SOYSAL - G azete alınabilirdi, öyle fazla bir kontrol olmazdı. ER TU Ğ R U L - Siz öğrenciyken siyaset var mıydı lisede? SOYSAL - Lisede pek hissedilm ezdi. O zam an doğru dürüst siyaset yoktu, tek parti dönem iydi zaten. Ancak, 1946’da çok partililik başladı. 1949'da da ben mezun oldum oradan. Ama, genellikle Fransız hocalar dolayısıyla ideolojik bir açıklık vardı, cum huriyetçilik özellikle. Ama, hiç padişahçılık diye bir akım olm adı. Halbuki Sultani olduğuna göre öyle bir akını olm ası gerekirdi. O sm anlıcılık diye bir şey de olm adı. C um huriyetçi bir yer, ama disiplinli bir yer. A tatürk zaten iki kere gidip gelm iş alafrangalık dolayısıyla... 1941 ’de girdim. Büyük bölüm ü savaş zam anına rastladığı için Fransız hocaların bir kısmı de G aulle’cü hareketin m ensuplarıydı. Bir kısmı M usevi olduğu için kaçm ıştı, bir kısmı da A vrupa’daki M usevilerden iyi Fransızca bilenlerdi. M esela fizik hocası, kim yacı, fen derslerini daha çok A lm anya ya da Avusturya v b .’den gelm iş insanlar Fransızca olarak verirlerdi. Harp içinde, G alatasaray’da hocalar iyi hocalardı. O bakım dan N azizm e karşı da G alatasaray’ın daima bir tepkisi olmuştur. Bir ara G alatasaray’da Turancılar türedi. Türkçülüğün ağır bastığı bir dönem oldu. Alm an üstünlüğü varken, İstanbul’da öyle bir hareket vardı. Turancılık -55- hareketinin sanki uzantısı olan, muallim muavini dediğim iz, son sınıfta olup da etütlerde belleticilik yapanlar. Türkçü hocalar, bize rastlam adı, onlar hep A şubesine giderdi, B ’ye gelenler biraz daha soldan, hep solcu hocalarla okuduk. Okuya okuya tam solcu olduk, ama başım a bir şey gelm edi lisedeyken, ER TUĞRUL - Sizin bunca yıllık hayatınızda G alatasaraylılık pek öne çıkm az da, onun için o dönem e dair daha fazla soruyorum . Hatta, çoğu sizin G alatasaray’da okuduğunuzu bilmez. SOYSAL - Bizim kültürüm üz Beşiktaşlı olduğu için, çocukluğum da da yazları İstanbul’a gidip geldiğim den B eşiktaş’ı tutarım da onun için. Kara kartal ER TU Ğ R U L - B eşiktaş’ın ilk maçını ne zam an seyrettiniz ya da ezbere saydığınız bir B eşiktaş 11 ’i var mı? SOYSAL - Tabii tabii. 5 m eşhur forvetin bulunduğu kadroyu sayarım. O zaman öyle sayılırdı. Kaleci, iki bek, üç haf, beş de forvet sayılırdı ER TU Ğ R U L - 2-3-5 SOYSAL - Beşli forvet: ortada Kemal, sol iç Şeref, Şükrü sol açık, sağ açık Süleym an... Hafta Çengel Hüseyin, bekte H risto vardı, kaleci M ehm et Ali miydi “kova”? ER TU Ğ R U L - Kaptan Baba Hakkı herhalde SOYSAL - K aptan Hakkı, sopayla idare ederdi. ER TU Ğ R U L - Şeref stadı? SOYSAL - M açlar Ş eref stadında. A m cam -acaba kulüpte de mi görevliydi- kapıdan beni bedava sokardı. Bizim aileden değil am a yakın kom şularım ız arasında B eşiktaş’ın m uhasebecisi vardı, Hakkı Bey diye... Beşiktaş zaten semt kulübü. Fenerbahçe’den de çok daha semt, G alatasaray’dan da ve hâlâ da öyle. B eşiktaş’ta m ahalle ruhu vardı. Semt kulübü olduğu için hep takım dan söz edilirdi, herkes B eşiktaşlıydı, konuşm alar falan, ben de Beşiktaşlı oldum. ERTUĞRUL - G alatasaray’a gitm eden önce? SOYSAL - Tabii, okula gidince bir defa hatırlıyorum , herkes GalatasaraylI neredeyse. Sınıfta bir Fiyaka Y ılm az vardı, o Fenerliydi. Bir tane daha vardı galiba o da evi K adıköy’de olduğu için. Bir iki Fenerli vardı. Beşiktaşlı olarak Arabacı İlhan vardı. A rabacı İlhan, İlhan E vliyaoğlu.’ O nunla ikimiz Beşiktaşlıydık. Başka da Beşiktaşlı yoktu. * Galatasaray’dan sonra Mülkiye’yi bitiren İlhan Evliyaoğlu, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Müsteşarlığı, Sadi Irmak (17 Kasım 1974- 31 Mart 1975) ve Bülent Ulusu -56- Onun için m açlarda o hafta B eşiktaş yenilm işse, m üm kün olduğu kadar yedide yem eği yiyip ortadan kaybolm ak gerekirdi (Karşılıklı kahkahalar.) Galatasaray’da bir Beşiktaşlı SOYSAL - Ç ok güzel bir rıhtım ı vardı G alatasaray’ın. Üç gün o rıhtımda gidip geldim ; “ne yapacağız şim d i” diye, “Beşiktaş’tan vaz mı geçeceğiz”, şartm ış gibi çünkü. G alatasaray’ın üniform ası da vardı. Üniform ayı yatılı öğrencilere vermediler. Parasız yatılılara elbise dikilirdi her sene. Bordo rengiydi galiba. G alatasaray üniform ası vardır: Açık kurşunî pantolon, mavi kadife ceket. Burasında da (yaka cebini işaret ediyor) G alatasaray arm ası var... Evcilerin hepsi öyle gelirdi. Ondan bende yoktu. Aile de Beşiktaşlı zaten. ER TUĞRUL - V erm ediler de mi yoktu. Siz mi takm adınız? SOYSAL - V erm ediler, parasız yatılılara. Demek ki devlet öyle istiyordu, terzi gelirdi, ölçü alırdı dikerdi. ER TU Ğ R U L - Kasket? SOYSAL - Kasket, bütün T ürkiye’de vardı da, G alatasaray’da yoktu galiba, hatırlam ıyorum . Biz zaten yatılı okuduğum uz, sokağa da çıkm adığım ız için hatırlam ıyorum . Çünkü yaşam adım ben kasket... Y alnız o rıhtım da öyle gidip geldiğim i gayet iyi hatırlıyorum . Ülgen diye bir çocuk vardı. O da benim le gidip geliyordu. Uğraştı beni GalatasaraylI yapm ak için. Y alanlar da attıydı, K adıköy cam iinin alem leri altındandı falan dedi, olabilir mi? Evci dediklerim de Kadıköylü oldukları için Fenerliydiler... N itekim St. Joseph’e gidenler olurdu. ER TUĞRUL - Y ürüdünüz yürüdünüz... SOYSAL - D üşünüyorum ne yapacağız diye. Sonuçta karar verdim B eşiktaş’ta kalayım. Eskiden daha sert davranırlarm ış GalatasaraylI olm ayana, Bizde hiçbir zam an öyle olm adı. Hatta m eşhur Ulvi Yenal vardır, onunla sonradan G alatasaray’da bir toplantıda bir araya geldik de bir yerde söz aldı ve “bu Mümtaz Soysal 7 döven olmadı mı diye" takıldı. Benim zam anım da GalatasaraylI değildir diye dövülen olm adı, am a eskiden olurm uş galiba, M uhsin Hoca, m üdür m uavinlerinden biri aynı zam anda, kulübün yönetim kurulundaydı. Kulübün müzesi de lisedeydi. hükümetlerinde (20 Eylül 1980- 10 Aralık 1981) Turizm ve Tanıtma (10 Aralık 1981-13 Aralık 1983) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptı. -57- Her yıl iftihar ER TU Ğ R U L - Peki okulda spor, m üzik, resim başka şeyler yaptınız mı? SOYSAL - Yok yapm azdım , bana "gir, ders ça lış ” derlerdi. ERTUĞRUL - Niye, çok mu inektiniz? SOYSAL - Eskiden okulda iftihar listeleri vardı ya, G alatasaray’da her şubeden iftihara geçilm ezdi. Kaç şube varsa -üç, dört - onlar içinde birinci olm ak gerekirdi. Birinci ve İkinciler iftihar listesine girerdi. B, daimi bekârlar sınıfı olurdu. A gündüzlüler, C de karışıklar. Bir ara bir iki tane gündüzlü gelip gitti, onun dışında bizim şubede yoktu. A ’da iki üç tane. Kural yatılılıktı, gündüzlü azdı... Bizim şubeyi ben temsil ediyor gibiydim, benim birinci olm am isteniyordu sınıfta, onun için Yahudi yarış atı gibi... (Gülüyor) Solfej falan yapardım am a ses mes kötü. Halbuki çok iyi hocalar vardı m üzikte. M eşhur M uhittin Sadak mesela, viyolonselist, o m üzik hocamızdı. M üzikten bana pek parlak not vermezdi. 5 ya da 7 filan. H ocaya gidip benim adıma yalvarıyorlardı; "Hocam, iftihar listesine geçecek" d iy e ... ER TUĞRUL - (Şaşkınlıkla) Her sene geçtiniz mi yani iftihar listesine? SOYSAL - (U tanarak) Geçtim. ER TUĞRUL - (Hâlâ inanam am ış bir biçim de) H er sen e ... Gittiğinizden itibaren bütün yıllar? SOYSAL - Evet. İstisnasız her sene geçtim Bir tane de saatim var. O zaman bir altın saat verilirdi. Ama, 1949’da, M iilkiye’ye başlam ıştım , törene gidem edim . Babam la kardeşim gitmiş, babam aldı. Onun üzerine, tek m ektubunu yolladı. "Oğlum" falan diye. Ç ok hoşuna gitmiş. İyi bir mektup yazmış. Sultani’ye gidiyor düşün, B eşiktaş’tan K asım paşa’ya yürüyerek giden adam, Sultani’ye gelip oğlunun altın saatini alıyor. Galatasaray’da ilk kadın hoca ERTUĞRUL - Sizin dönem inizde G alatasaray’da kız öğrenci yok herhalde? SOYSAL - Yoktu. Tam m anastır. Kız da yoktu, kadın hoca da yoktu. Son sınıftayken 12. sınıfta kadın hoca gelecek dediler. Tarih hocası. Sağlık bakanının kardeşiymiş. K adın hoca gelecek diye, daimi bekâr sınıfında tıraşlar olundu. (K arşılıklı g ü lü şm eler) Hazırlıklar yapıldı. Çıka çıka em ekliliğini doldurm uş 70 yaşında bir kadın geldi, 70 olmasa bile en azından 65 yaşlarında bir kadın geldi... (Karşılıklı kahkahalar) -58- İyi bir tarihçiydi belli ki. Ondan önce kadın hoca yoktu. Şimdi, m üdür bile kadın.* Denizci mi, hariciyeci mi? ER TU Ğ R U L - Siz önce denizci olm ak istiyorsunuz ama göz num arası nedeniyle gidem iyorsunuz sanırım ? SOYSAL - Doğrudur. Daha çok babam istemedi denizci olmamı, çünkü o çok çekmişti. Aile daha iyi bir şey olm am ı isterdi, Sultani’ye gitmişken. Ü çüncü dereceden başlayacaktık, üstelik ben ticaret gem ilerine gitm ek istiyordum. B ahriye’yi isteseydim belki babam “g i t ” derdi am a, bana. “oğlum sen gemide geçinemezsin ” dedi. K arakter olarak. Kendisi dc bulunm uş görm üş, özellikle ticaret gem ilerinde her çeşit adam bulunuyor. Hariciyeci olm am falan bekleniyordu. ERTUĞRUL - D enizcilik okulu için göz num arası şartı gerçekten var m ıydı? SOYSAL - Evet, o belliydi. Son sınıfta canım kaptan olm ayı tekrar istedi. Çünkü, bizden birkaç çocuk N orveç’e gitti, bizden bir sın ıf yukarıda. N orveç’in denizci yetiştirm e şekli öyledir. Önce tayfa olarak giriyorsun, sonra okuyorsun kaptanlığı falan, yani her şeyinden geçiyorsun. -Geçen gün rastladım birineO nlara heves ettim, ben de kaptan olm aya kalkıştım, ama sonra öğrendim k i... Lisede gözlük takm ıyordum . Ama, gözlerim bozulm uştu. N eden bozulmuşftı dersen, bir kere savaş zam anlarında İstanbul’da bütün pencereler m avi kağıtlarla kaplanm ıştı. Karartm a vardı. O zam an 21.00’de yatakhaneye çıkılırdı, 21.30’da herkes yatağa girm ek zorunda. Sönük bir ışık. Ben dc o sönük ışıkta okum aya çalışırdım : M onte Cristo falan. G özüm bozulm uş ama farkına varm adım , sonra kötü görm eye başlayınca doktora gittik, 1,5 m iyopiden başladım , halbuki 0 ,7 5 ’in üzerindekini sınava bile alm azlarm ış, m uayenede 0 ,7 5 ’in üzerinde isen geri çevirirlerm iş. B abam da istemediği için, başvurm adan vazgeçtik. Eniştelerden birinin de Deniz N akliyat’la bağlantısı var. Sanki, ben gidersem aldırm ayacak gibi havalar esti. Yatılılık bağımsızlıktır ER TU Ğ R U L - Siyasal Bilgiler O kulu’na g iriş... SOYSAL - Bir kere yatılı olması. Hani abla parasız yatılı gitti ya, hani ben de parasız yatılı gittim ya; aileye yük olm am ak. A blam da da vardı, bende de Galatasaray Lisesi’ne ilk kez 1965’te kız öğrenci alındı. 24 Ekim 2007’dc okulun müdireliğine (asaleten) atanan Meral MERCAN, Sultani’ye giren ilk 9 kız öğrenciden biriydi. - 59 - vardı, bu bir. İkincisi daha bağım sız olm ak aslında, ev sistem i yerine, daha bağımsız. ER TUĞRUL - Yatılılık bağım sızlıktır, ben de öyleydim , ailem in yanma gitmedim. SOYSAL - Sen de mi parasız yatılı okudun? Yatılılık bağım sızlık dem ektir aslında, ne kadar sıkı disiplin olursa olsun, kendin ve dünya ile karşı karşıya kalıyorsun. ER TU Ğ R U L - Evet, kendin ve hayat. SOYSAL - O nun psikolojisini anlatm am a gerek yok ER TU Ğ R U L - Gene de anlatın, bizden başkaları da bilse iyi olur hocam. Adam olmak için SOYSAL - Bana sorarsan adam olm ak için, ya hapse gireceksin, ya askere gideceksin ya da parasız yatılı okuyacaksın... Üçü birden olursa... ER TU Ğ R U L - Sizde üçü birden var. (Karşılıklı kahkahalar) SOYSAL - Hay A llah ... Ben, bir de, üç çete m ensubuyum . M ülkiye çetesi, G alatasaray çetesi, Beşiktaş çetesi. (Gülm eye devam .) ER TUĞRUL - Siyasal’a girişte kalm ıştık hocam. SOYSAL - M ülkiye bir çete... Aslında giderek zayıflatılıyor, M ülkiyeliler B irliği’nde de hissediyorum onu. ERTUĞRUL - M ülkiye cuntası devam ediyor am a, kırm ak için çok çalışılıyor. SOYSAL - Bütün iktidarlar... ER TUĞRUL - Bütün iktidarlar ve diğer üniversiteler. Bütün fakülteler hatta... M ülkiye çetesine sınavla mı girdiniz? SOYSAL - O zam an zaten yatılı okul, deniz ticaret vardı, o zam anki adıyla; sonra Y üksek D enizcilik Okulu oldu. M ühendis m ektebine sınavla giriliyordu am a, yatılısı yoktu bildiğim kadarıyla. İki yatılıdan birini kafam a koym uştum. D enizciliğe girm ek istem em dc biraz o düşünceden. Bir de yan yana kurululardı, G alatasaray ile D enizcilik... Yatılı olarak bir de Siyasal Bilgiler vardı. Mülkiye binası ER TUĞRUL - O dönem deki okulu biraz anlatır mısınız? SOYSAL - Bizim öğrenciliğim izde yapısı değişikti m ülkiyenin. Bir kere dışarıdaki m erdivenler yoktu. K apıdan girerdin, şimdi dört köşe, o zam an yuvarlak sütunluydu. Sütunlu salon diye bilinirdi. O giriş kapısından ikinci kata, iki taraftan, iki m erdivenle çıkılırdı. Giriş güzeldi. Büyük amfi, o kısım lar yoktu. - 60 - Yan binada, şimdi bir kütüphaneye, bir de büyük am fiye giden salon var ya, oranın hocalar ve öğrenciler kısm ıyla tek ilgisi yatakhane ve yem ekhane idi. Alt kattan caddeye doğru dönersen yüzünü, solda asıl büyük yem ekhane vardı. Birinci sınıfta oraya girdik. Bir de m erdivenden inince oradan sokağa çıkılırdı, büyükçe bir çıkış. Fakülte olunca, bir kere oradan başladı M ülkiye’nin bozulm ası. Çünkü M ülkiye’de (O kul’ken) yem ekler orada yenirdi öğlen akşam. Yatılı y a ... O kısm ın alt katı da yatakhaneydi, üst katı da yatakhaneydi.. Sınıfa göre değişirdi yatakhane, alt katta mı başladık ne? Alt katta yatakhaneden başladık, sonra üste çıktık. Hepsi büyük yatakhanelerdi. G alatasaray’dakiler de öyleydi, büyük yatakhaneler vardı 100 kişilik falan en üst katta. Eski yatılı okullarda küçük oda pek itibarlı değildi. Belki de daha ekonom ik oluyordu. M ülkiye’de de öyleydi. Alt kattan kafeteryaya doğru giderken, orada büyük bir kapı vardı. O kapı gündüzlülerle derslikler ve hocalar kısmı ayrılır, yatılıları ayırırdı. Bazı hocaların odaları vardı. Lojm an gibi. M esela Bahri S avcı’nın orada odası vardı. Kapının dışındaydı sigortalan, biz hep sigortalarını gevşetirdik, hocaların. O rada dolaplar falan vardı, yani yatılı okul havası vardı. Sonra caddeye paralel giden sokakta bir çıkış kapısı vardı. Yatılı kısm ın giriş-çıkış kapısı orasıydı. ER TU Ğ R U L - O zam an büyük am fi yok. Bizim zam anım ızda altta bir kapı vardı ana caddeye çıkan o mu? SOYSAL - O da sonradan. Şimdi öyle bir kapı yok. O nlar hep oda falan oldu. Alt kat sonuna kadar yatakhane, karşı tara f da yatakhane. Dört tane yatakhane vardı. Y anılm ıyorsam . Büyük salondan giriyorsun ya, kafeterya kısm ına, tam karşısını düşün, orada büyük bir kapı vardı. O kulun yanından geçen, yukarılara gecekondulara doğru giden bir sokak var, bir de tam onu kesen, ana caddeye paralel bir sokak vardı. O sokağa çıkılırdı ve yatılı kısım, belirli bir saatten sonra oradan işlerdi. Büyük ana kapı öyle her gün herkese açık değildi. Hocalar, erkân falan geldiğinde açılırdı. Yandan da gündüzcüler için kapı vardı. Yatılıların kapısı haftada galiba iki ya da üç gün 20.30’dan sonra kapanırdı. İçeriye girm ek zorunda kalırdık. M ülkiyenin o zam anında gece 23.30’da dönm ek gerekiyordu. K alm ak istiyorsan nöbetçi m üdür m uavininden izin alınırdı. Şimdi ikinci kat denilen yer idari birim lerdi. Dekan odası, genel sekreterlik... Sınıfların hepsi üçüncü kattaydı. Zaten üç dört tane sın ıf vardı, başka bir şey yoktu. K onferans salonu falan öbür taraftaydı. Şimdiki kafeteryanın olduğu yerden aşağıya inilen bir m erdivenle sinem a salonuna, konferans salonuna gidilirdi. Alt kata. M im arisi farklıydı, havası farklıydı yatılı okul gibi. -61 - Fakülte olunca Birinci sınıfın M ayıs ayında fakülte olduk.' O ndan sonraki ders yılında, bursa geçtik. Ondan önce yatılı idik, burs diye bir şey yoktu. Yatılısın, sana bakıyorlar yatıyorsun, yiyorsun, içiyorsun; tıpkı G alatasaray’da olduğu gibi, yaşıyorduk, ablam da ayda bir şeyler yolluyordu bana. Sonra, burs açalım dediler. İki kurum un bursu vardı, Dahiliye ve M aliye. O nların bütçesine sıkıştıralım dendi. D ışişlerinin de bursu yok. O ndan sonra bursa geçildi 100 lira ile başladı. Galiba 17,5 lirası yurda. Y em ek için fış alınm aya başlandı. O, 30 lira filandı galiba. Alt kattaki yem ekhane büyütüldü. M ülkiye’de bayağı lokantalar gibi, beyaz örtülü m asalarda yem ek yenirdi. G alatasaray’da da öyleydi yem ekler, servis yapılm ış olurdu. Zam anı geldiğinde oturup yiyordun, para m ara söz konusu değildi. ERTUĞRUL - G arsonlar rru getiriyordu? SOYSAL - G arsonlar getiriyordu. Önce birinci sınıfta fişli yem eğe geçildi, kuyruğa girip yem ek alıyordun, sonra diğer sınıflara uygulandı. Birkaç kişi o fişlerin taklitlerini de yaptılar. Sonuçta M ülkiye G alatasaray’ın devam ı gibiydi ve o zam an G alatasaray’dan gelen dc çok olurdu. ER TU Ğ R U L - Öğrenci sayısı? SOYSAL - B izim dönem im izde ellisi burslu, ellisi burssuz 100 kişi alındı. B urssuzlar arasında GalatasaraylI daha çoktu. Bir de o dönem de kalanlar çok olurdu. Bizim sın ıf yüz elli kişi filandı. ER TUĞRUL - M ülkiye’de kız öğrenci var ama değil mi? SOYSAL - Bizim le birlikte giren burslu iki kız vardı am a herhalde dışarıda kalıyorlardı ya da evleri A nkara’daydı. Sonra ikisi de m aliyeci oldu. Bir de kalanlardan vardı. Üç tane kız vardı dem ek ki. Çünkü o zam an çok kalınıyordu. Kıl payı geçme sistemi ER TU Ğ R U L - Not sistemi neydi o zam anlar, üssü m izan mı? SOYSAL - En serti vardı, ortalam ası 7 olacak. 5 ’le geçiliyordu, ama kırık olursa kalıyordun; öbür notlar kurtarırsa, ortalam a tutarsa geçiliyordu. Bazen yarım notla falan kalındığı da olurdu. N otlar belli olduktan sonra fakülte kurulunda limitte kalm ış yarım not filan lazım, onu doldurursa hocalardan biri, “yarım not da benden ” falan diye, o zam an ortalam ayı tutturup geçiyordu. Her yıl böyle iki üç kişi kıl payı geçerdi. Ben bir ders için bekleyenler bilirim. Şimdi üssü mizan falan yok değil mi? Nisan 1950’de yürürlüğe giren yasayla SBO, fakülte oldu ve Ankara Üniversitesi’ne bağlandı. -62- ER TUĞRUL - Yok aırıa geçm e notu yetmiş. SOYSAL - Kalite düşm edi değil mi? ER TUĞRUL - Kaliteyi düşürm eye çalışan 12 Eylül ve Y Ö K ’tü. Biz, geçm e notu 70 ile başladık ve üç dersten kalan bir yıl kaybederdi. YÖK geçm e notunu 5 0 ’ye düşürdü. SOYSAL - S ın ıf kalm a var değil mi? Bizde bir dersten kalan oluyordu. Ben gayet iyi biliyorum . Anayasa dersi nasıl verilmeli (M üm taz Soysal beş yıldır A kdeniz Üniversitesi Hukuk F akültesi’nde anayasa dersi veriyor.) SOYSAL - Şimdi A ntalya’da alttan alm a, üstten alm a var. M esela üç dört sene önceden kalm ış öğrenciler var. Derse girm iyor, her sene sorduğum soruları kafadan atıyor, pek ciddiye alm ıyor. Kötü bir sistem belli ki. ER TU Ğ R U L - Siz A ntalya’da Anayasa mı veriyorsunuz? SOYSAL - Birinci sın ıfa... Bu sene yarım dönem gideceğim. A nayasa 1, A nayasa 2 diye bölm üşler, ben onu saçm a buluyorum eskiden beri. Biri güya genel esaslar oluyordu. Ben birkaç sene öyle okuttum, İkincisi T ürk Anayasa hukuku. Halbuki M ülkiye’de birinci sınıfta bir Anayasa var, ikinci sınıfta da Türk A nayasa Düzeni diye bir ders var. Siyasal partiler vs. her yönüyle M ülkiyede bu konu bayağı etraflı okutulur. A ntalya’daki hukuk fakültesi olduğu için. Eskiden varm ış, bir ara kaldırm ışlar, şimdi yeniden 4. sınıfa Anayasa Yargısı diye bir ders konacak. Benim ilk senem de Anayasa Yargısı kalkmıştı. İnsan H akları diye yukarı sınıflara bir ders konacak. ERTUĞRUL - Biz sizin söylediklerinizin üstüne İnsan Hakları alırdık, bir de K arşılaştırm alı Siyasal Sistem ler vardı. SOYSAL - Bir söm estr de öyle bir ders okuttum A ntalya’da. ER TUĞRUL - A ntalya’ya nasıl gitniniz? SOYSAL - Dekanı M eral (Ö ztoprak Sağır), bizim m ezunlardandı. Benim asistanım olm ak istedi, sonra gitti sosyolog oldu. S ivas’ta hocalık yaptı. Fakülteye dekan olm uştu, o benden istedi, "gelir misiniz hocam " diye. Yeni kurulm uş bir fakülteydi, gittiğim de tek profesör bendim galiba... YÖM YÖK ER TU Ğ R U L - A ntalya’da Hukuk Fakültesi nasıl? SOYSAL - G eçen sene H ukuk kontenjanı olarak 20 kişi vermişlerdi, gayet güzeldi o sınıf. K alanlarla birlikte 25-30 kişilik bir sınıf ders yapıyorduk. İyiydi. Bu sene 2 0 ’den, birden bire 150’ye çıkarm ışlar iyi mi? ERTUĞRUL - Uffff., o nasıl bir artış? SOYSAL - B öyle bir şey olur mu? - 63 - ER TU Ğ R U L - 2 0 ’den, 150’ye nasıl çıkar? SOYSAL - Ö nce niye 20 değil m i? Ondan önce 4 0 ’mış, rektöre kızdıkları için YÖK indirm iş ya da benim için yaptılar? ERTU Ğ R U L - Bu sene bütün T ürkiye’de kontenjan artırdılar ama, 2 0 ’den 150’ye garip? SOYSAL - O radaki H ukuk Fakiiltesi’ni önce A lanya’da açm ışlar, hani vardı ya bir ara, her ilçeye bir fakülte kam panyası, tutm am ış, kim se gitmemiş, Sonra m erkezde olsun denm iş, am a bina yok, bir yere sığıntı başlam ış, sonra bir bina yapm ışlar. Şimdi H ukuk Fakültesinin binası var. Am a, bu sene öğrenci 150 olunca, öyle bir sın ıf yok. İdari bilim lerde bir amfi var. Eskiden Pazartesi gidiyordum , şim di o dershanenin boşluğuna göre ders günü belirlenince C um a’ya kaldı. ERTUĞRUL - Cum a günü son saat olunca, öğrencilerin çoğu arazi olur ama, sizi izlem eye özel geliyorlardır H ocam SOYSAL - Esas önem li olan sesim falan gidiyor. İmza da alm ıyorum , derste anlattıklarım dan soruyorum , gelen geliyor. Hariciye kurdu ER TUĞRUL - M ülkiye’yc dönelim mi? SOSYAL - Siyasal B ilgiler’e, “ben hariciyeci olacağım ” diye gelmiştim. Birinci sınıfta daha, Turhan Feyzioğlu, “n ’apacaksın sen hâriciyeyi, hoca o l ” demişti. Ben okulu bitirdiğim zam an o yurt dışındaydı. Ben de “kurtuldum bu işten " diye sevinm iştim . M eğer yazarm ış oralardan, “bunu alın ” diye. İkinci sınıftan üçüncü sınıfa geçerken bir gezi olm uştu. Benim de yurt dışı hevesim geçmişti. Türkiye, A vrupa K onseyi’ne girm iş 1952 filan olm alı, biz de İnsan H akları B eyannam esi’ne imza atmışız. A vrupa Birliği diye bir şey olacak; Türkiye, A vrupa devleti olm aya doğru gidiyor falan. T ürkiye’de bir de yarışm a açılıyor. G ençliğin A vrupa Kam panyası diye bir kam panya varm ış, Avrupa K onseyi’nin finanse ettiği galiba. O zam an talebe birlikleri vardı ya, bir M T T B ' bir de T M T F '... Solda olanlar oradan para alıp G ençliğin A vrupa K am panyası’nı kurm uşlar. Bir kom pozisyon yarışm ası açm ışlardı. Ben ondan bir ödül aldım. ER TU Ğ R U L - Ödül neydi? SOYSAL - Ödülü, Avrupa seyahati. Edinburgh M üzik Festivali’ne* ’ Milli Türk Talebe Birliği. * Türkiye Milli Talebe Federasyonu. ’ Ağustos ve Eylül aylarında Edinburgh kentinde düzenlenen uluslararası festival. Klasik müzik, opera ve tiyatro gösterilerinin yer aldığı Festival’ın ilki 1947’de düzenlenmişti. - 64 - gidiyorsun Am a öğrenci gibi gidiyorsun. Vapurla M arsilya’ya, oradan trenle P aris’e, P aris’ten vapurla İngiltere’ye, oradan otobüsle E dinburgh’a gidiyorsun. Üç opera, sekiz konser, bilm em ne izliyorsun, gençlik kam plarında kızlar oğlanlar, iyiydi yani. Oraya gittim geldim, bir kere hariciyeci olma kurdum u döktüm geldim: Buymuş Avrupa. Siyasi şube ER TU Ğ R U L - O zam an da ilk iki yıl ortak, üçüncü sınıfta mı, bölüm seçiliyor? SOYSAL - İlk üç yıl ortak, dördüncü sınıfta seçiliyor. O nedenle bizim okum adığım ız konu kalm azdı. B ir tek sonradan 1. sınıfa m uhasebe kondu, onu alm adık. O yüzden H ukuk’un fark sınavı da çok kolay olurdu. Yabancı dil sınavıyla ayrılıyorduk am a, G alatasaray’dan bile gelse, kimse dilden m u af tutulm uyordu. Bir kur üste veriyorlardı. M esela biz ikinci kurdan başlam ıştık. O ndan sonra ben siyasi şubeye gittim. 9 kişiydik biz galiba. Orayı da bitirdim. ERTU Ğ R U L - M üikiye’yi de iftiharla bitirm işsinizdir artık? SOYSAL - Evet. Pekiyi ile. ER TU Ğ R U L - Siz öğrenciyken çevirm enlik yapm ışsınız... SOYSAL - Ben son sınıfta öğrenciyken, Am m e İdaresi Enstitüsü kuruldu, bizim okulun spor salonunda. Sonra AID ile A m erikalılar geldi. N ew York Ü niversitesi’ylc bizim fakültenin bir anlaşm ası vardı. O radan da hocalar geldi. Birtakım dersler İngilizce verilm eye başlandı. Bu anlaşm a dolayısıyla genç doçentlerin büyükçe bir kısmı A m erika’ya gitmişlerdi. O kulda İngilizce bilen pek adam yok. Ama bunlar gelince, İngilizce bilen adam lazım. Benim de adım nereden duyulduysa, G alatasaray’da öyle haftada iki üç saat falan İngilizce almışız, ikinci dil olarak okuyorduk ya. B iraz İngilizcem vardı, kendi kendim e de ilerlettiydim . "Bu Mümtaz va r” dediler ve hay d a... A m m e İdaresinin ve öbür hocaların ders notlarını ben çeviriyordum . İngilizlerin gâvur kağıtları vardı. Uzun, koloniyal dedikleri, söm ürgelerde kullandıkları, tek aralıkla yazılmış bö y le... Sayfasını üç liradan çeviriyordum , para da alıyordum, bursa ilaveten. H erhalde bu arada burs da 125 ya da 150 liraya çıkmıştı. Akademik kariyere giriş Turhan Feyzioğlu ilk sınıfta bana takm ıştı ya “hoca o l" diye. Bu vesileyle, bu defa hocalar taktılar; ‘‘böyle bir adam var, bunu okula alalım ” diye. D ekan Y avuz A badan’dı. Ben de o sıralar "ne yapabilirim ” diye düşünüyorum . M erakım siyaset miyaset, anayasa m anayasa olduğu için böyle bir şeyler yapabilirim diye düşünüyordum . H ariciye’nin sınavı her sene m untazam an açılm ıyor. Açılsa bile A ralık’ta filan açılıyor. A nkara’dayım, aileye yük olm ak da istem iyorum. N e yapacağım, - 65 - ya İstanbul’a gideceğim , oralarda bir fakülteye gireccğim , hatta hazırlık olsun diye İstanbul İktisat’a da başvurdum , çünkü S iyasal’da lisans üstü program yoktu. ER TU Ğ R U L - Yok m uydu o zaman? SOYSAL - Yoktu, sonradan geldi. İlk doktor benim biliyorsun siyaset bilim inde. 1 num aralı siyaset bilim i doktorası bende. ER TUĞRUL - Öyle mi bilm iyorum . SOYSAL - T ürkiye’de ilk siyaset bilimi doktorasını biz başlattık. ER TUĞRUL - Aslında siz S iyasal’a asistan olarak girm ek istem işsiniz ama, Amme İdaresi’ne girm işsiniz. SOYSAL - K onuşm aya gittim; “ne yapacaksın Siyasal’d a ’’ dedi, Yavuz Abadan, N erm in’den falan söz etmedi. M eğer o girecekm iş. "Birleşmiş Milletler, Amme İdaresi Enstitüsü kurdu, asistan arıyorlar, iyi de para veriyorlar” dedi. 1 T em m uz’da işe başladım , 5 misli para alıyordum. Ben askerdeyken idare hukuku asistanlığı sınavı açıldı. M etin Kıratlı ile girdik, ben kazandım , askerliğe döndüm. Askerlik bitince de BM bursu çıktı, onunla da LSE (London School o f E conom ics)’ye gittim. Bir sene orada kaldım. Eylül ayında döndüm. LSE ER TUĞRUL - Ne çalıştınız L S E ’de. SOYSAL - L S E ’ye gittiğim de, kafam da eskiden beri planlam a kavramı vardı. Ama, L S E ’yi kuran -İngiliz İşçi P artisi’nin ideologu oym uş vaktiyleLasky ölmüştü. O nun yerine, sanki tepki olarak, A lm anya’dan ithal bir rektörü başına getirdiler. Ama onun zam anından kalma İşçi P artisi’ne yakınlığı olan akadem isyenler vardı. O nlardan biri R obson diye bir profesördü. Onun sem inerlerine devam etm eye başladım . Ama doktoraya kayıt olm adan. Zaten hemen alm az İngilizler de, sem iner öğrencisi olarak devam etm eye çalıştım. Adam, ‘‘burada yapın doktorayı” falan dedi. Am a, ben kalm ak istem iyordum. Zaten babam hastaydı. Bir de İngiltere’de bu işler uzar, bizden farklıdır doktora eğitimi. Bizdcki gibi dersler yoktur ama, bir hocan vardır, o seni uğraştırır. Ben yanaşm adım . Fakat, epeyce m alzem e topladım, notlar aldım. Dönünce baktım ki, bizde doktora program ı başlam ış. Ben askerdeyken bizde yoktu, hukukta doktora yapm aya karar vermiş, doktora öğrencisi olarak yazılmıştım. Sonra baktım , S iyasal’da açılm ış, oraya başvurdum . Bazı derslerden de m u af ettirdim kendimi, “L ondra’da şunları gördüm " diyerek. Geri kalanları da kolayca verdim. Tezim in planını falan da yapm ıştım İngiltere’de. T ürkiye'de bir num aralı siyaset bilim i doktoru benim. -66- Anayasa hukukuna geçiş SOYSAL - O zam an doktoradan iki yıl sonra doçentlik sınavına girebiliyordun. Ben tam ona hazırlanırken, 27 M ayıs oldu. 27 M ayısçılar üniversite kanununda değişiklik yaptılar, süreyi dört yıla çıkardılar. Üstelik biz devrim den yanaydık, 27 M ayıs’ı savunuyorduk, iki yıl devrim den kaybettik. Ondan sonra 1963’te doçentliğe girdim. Sınav İstanbul’da oldu, deneme dersini dc İstanbul’da verdim. İdare hukuku asistanıyken, anayasa hukukuna geçm ek istedim. D oçentliği anayasa hukukundan istedim. Ve tabii büyük yararı oldu idare hukukunun, ondan sonra A nayasa kolay geliyor. ERTUĞRUL - O zaman idare hukuku kürsüsünün başında kim var? SOYSAL - Başta T urhan Feyzioğlu vardı. Bana kancayı takm ıştı ya illa akadem isyen yapacak diye. İngiltere’den döndükten sonra İstanbul’da, dalga geçiyordum , biraz vakit geçsin diye, telefonla aradı, “neredesin, hemen trene atlayacaksın, hemen geleceksin, asistan olacaksın ” diye. A par topar gittik. Hiç unutm uyorum , bir günde bütün işlem leri yaptı. Bir günde ben asistan oldum, fakülteye. ER TU Ğ R U L - Bir yandan bu kadar iyilik, sonra acısını çıkartmış SOYSAL - İki ay sonra mı ne, 4 Aralık konuşm asında, "nabza göre şerbet vermeyin ” dedi diye, onu bakanlık em rine aldılar. İki ay hocam oldu, onun derslerine insan hakları notlarını filan hazırlıyordum. O iş bitti, onun üzerine idare hukukunu Tahsin Bekir Balta aldı. Hukukta da ders veriyordu, Tahsin Bekir Balta. Feyzioğlu görevden alınınca, dersleri o üzerine aldı. Ben çok m em nunum onun asistanı olduğum dan, çok iyi bir hukukçu, iyi kalpli bir insandı. O m esela idare hukukunu bırakıp A nayasa kürsüsüne geçm em e hiç ses etmedi, bilakis "iyiyaparsın ” dedi. ER TU Ğ R U L - O zam an A nayasa kürsüsünde kim var? SOYSAL - Bahri Savcı var. Bahri Savcı öyle "gel" filan demedi. Ama "ben geleceğim ” deyince m em nun da oldu. Bu arada N erm in girm iş, doçent de olmuştu. 1963’te de ben doçent oldum. Üç tez ER TU Ğ R U L - D oçentlikte o zam an tez vardı, değil mi. SOYSAL - D oçentlik bayağı zordu ve tez en önem lisiydi. Benim üç tezim var, üçü de iyidir. Birincisi, doktora tezim, bu “Planlam a”. İkincisi, “ Parlam ento ve Dış Politika”. O biraz klasik bir kitap oldu, T ürkiye’de başka öyle kitap yok. Onu herdem kullananlar var ama, eskidi tabii. Ben interdisipliner konular seçiyordum. M esela, ekonom ik planlam a, ekonom i, siyaset bilim i, idare hukuku falan karıştırıyordum . Bunda da dış politika ile parlam entonun rolünü ele adım. Profesörlükte de takdim tezi yazılıyordu. Ş erif M ardin ile birlikte doçent olm uştuk. Sonra bize dediler ki, "kanım değişecek, sizin de süreniz m üsait”. -67- Belirli bir tarihe kadar tez vereceksin de, onun da bir heyeti kuruluyor tekrar. Onun üzerine kapandım . O “Dinamik Anayasa A nlayışı” var ya, onu 13 günde yazdım ben. Kısa, küçük bir kitaptır ama, severim de o kitabı. S ınıf bakışı vardır. Bürokrasiyi de sın ıf gibi aldık, bir de siyasi elit vs. O sırada Güniz S okak’ta oturuyordum , evli de değildim. Çekildim , 13 günde oturup bitirdik, yetiştirdik. Yıl 1969. Dem ek ki 6 yıl doçentlik yaptık. Bütün tezli dönem lerinden geçtik eski sistemin. D oçentlik sınavında eski Türkçe okum a da vardı. A nayasa’da ve galiba idare hukukunda vardı, m atbu yazıyı okum a. Bana 1912 tarihli bir kararnam eyi okuttular. ERTU Ğ R U L - Eski yazı okum ayı nerede öğrenm iştiniz? SOYSAL - Kendim . Alıyorsun bir alfabe teker teker okuyorsun. Kendi kendine, tahm inle... O kurken yeniden hatırlıyorsun. Şimdi yavaş yavaş unuturken, onu yeniden canlandırm ak istiyorum mesela. K elim eleri bilm ek lazım okuyabilm ek için. Ben de çocuklara eski kelim eleri öğretiyorum . O sm anlıca hukuk ibarelerini. “Hocam n ’apıcaz bunları?” U tanm ıyor m usunuz İngilizceyi öğrenirken, Shakespeare İngilizcesini öğretiyorlar, ona “eski İngilizce” deyip sırt çevirm iyorsunuz da, Osm anlıcayı niye öğrenm iyorsunuz? Kendi dilim iz işte... Amerika’ya gidiş ER TU Ğ R U L - A m erika’ya ne zam an gittiniz? SOYSAL - 1959’da gittim Princeton’a. Rockefeller fonuyla.. Bir adam gelm işti A m erika’dan. D oktorluktan sonra, bu defa P rinceton’a gittim. Kaliteli bir grup geldi, siyaset bilim iyle uğraşan. V em on’un, m ukayeseli devlet idaresini çeviriyordum , falan. D em ek ki o sırada, onlar iletmişler. R ockefeller’in bir adamı A nkara’ya geldi. A kadem isyenlerden adam yetiştirm ek istiyorlar, vergiden düşecekler anlaşılan (gülüyor). ‘F ellow ship’ deniyor ona, akadem ik m isafir gibi, ‘scholarship’ (burs) değil de, akadem ik ziyaretçilik program ım ız var dediler. A m erika’ya yazıldı mazıldı. Princeton dediler. Eh iyi bir şey, H arvard’dan sonra ikinci o kul... O raya gittik am a, şanssızlık tabii. Biz “A m erika’da ne kızlar olacak” diye gittik, kız öğrenci alm ıyorm uş, Sultani gibi. Zenciler ve kızlar gelm iyordu. (Karşılıklı gülüşm eler) Princeton, biraz kuzeyde olm akla birlikte -N ew Y ork’un hem en altında, N ew Jersey’de, 50 km falan N ew Y ork’a- daha çok güneydeki iyi ailelerin, paralıların çocuklarını yolladıkları bir okuldu. Bir sürü sarı saçlı oğlan vardı, kızlar yoktu. ER TU Ğ R U L - Yani, sizin ‘P rinceton’daki inzivanız’ diye söylenen bu, okulda kız yok. -68- SOYSAL - Dışarıdan öyle gözüküyordu da, ben ayarlam ıştım canım, R ockfers’ten bir Fransız falan vardı. ER TU Ğ R U L- Siz sonradan mı m eşhur oldunuz bu kadınlar konusunda, yoksa hep mi öyleydiniz? SOYSAL - Şöhretim yok benim ki. ER TU Ğ R U L - Bahri Savcı öyle söylem iyor am a, üstelik tam tersini söylüyor. SOYSAL - Bahri S avcı’ya herhalde öyle gözükm üşüm dür, biraz keşiş olduğu için. Ayağına bir şey gelince reddeder m isin? Doğan Avcıoğlu ve Kurucu Meclis ER TU Ğ R U L - D oğan Avcıoğlu ile nerede tanıştınız? SOYSAL - Doğan, ben askere gitm eden önce T O D A İE ’ye asistan gelm işti. F ransa’dan gelm işti, böylelikle tanıştık, Sonra o C H P ’nin araştırm a bürosuna geçti. O zam an CH P Karanfil Sokağın başında, bir yokuş çıkıyordu. C H P ’nin araştırm a m erkezine girdi. ERTU Ğ R U L - M areşal meselesi o zam andan mı kalm a? SOYSAL - O, A nayasa K om isyonu’ndan kalma. D oğan’la ben ‘‘m areşal’’ diyorduk birbirim ize... N apolyon’un resm i vardır F ransa’da kahvelerde, nasıl bizim kahvelerde Y avuz’un resmi vardır ya da dünya güzeli bilm em kimin. Bizim generaller de N apolyon’un o resm ini taklit ederler ya. D oğan’la birbirim ize derdik. O CHP araştırm a m erkezindeyken ben uğruyordum . O fikir oradan çıktı. Kurucu M eclise adam aranıyordu. C H P ’ye 50 kontenjan verilm işti, İsmet P aşa’ya 6 kişilik kontenjan verdiler, “bunu genel başkan önersin ” diye. Beni, D oğan’ı, Coşkun K ırca’yı. O zaten PM üyesiydi galiba. İsm et Paşa “kıymetli bilim adamları" diye bizi tanıttı P M ’de. En çok oyu biz aldık. Partilerde herkes birbirinden korkar oy verm ez ya, “bunlar zararsız" diye en çok oyu biz aldık, girdik. Kurucu M eclise kontenjandan girişim iz böyle oldu. A nayasa kom isyonuna seçtiler bizi, üçüm üzü de seçtiler: C oşkun Kırca, D oğan Avcıoğlu, ben. Ü çüm üz biraz gençlik kanadı. Ben daha doçent olmamıştım. Anayasaya Giriş' te de vardır o: 27 M ayıs ihtilal mi, devrim mi, inkılap mı? O sırada ben ilginç olan iki şeyle m eşguldüm . Biri V ernon’dan m ukayeseli devlet idaresi. Onun ders notlarını zaten ben çevirm iştim . Sonra o notları, kitap haline getirdi. O kitabı çevirdim. Ders kitabı gibi oldu. Hem onu çeviriyordum , hem de F akülte’nin bir yayını çıktı. M avi-beyaz kapaklı: “Federalist Papers ’’. -69- Am erikan anayasası yapılırken federalistler diye bir grup var. Kendi düşüncelerini savunm ak için bir iki gazetede seri m akaleler yazm ışlar. Onlar sonra A m erika’da bir kitap haline getirildi “Federalist Papers” diye. Kendi tezleri. N iye federalizm olm alıdır, başkan nasıl olm alıdır? vb. O nu da çeviriyordum . Yani yaptığım işle, kom isyondaki şey birbirine uyuyordu. Yön'ün ilk sayılarında ben o dönem i anlattım . A nayasa kom isyonu ve anayasanın yapılış şekli. Bir seri yazı çıktı. ERTU Ğ R U L - 61 Anayasası sizin istediğiniz gibi oldu mu? SOYSAL - 27 M ayıs aslında ilginç. Bir anlam da devrim anayasası. Cunta m unta deniyor ya. Bu anayasa öyle bir anayasa olacak ki, -benim kitaplarda vardır o- T ürkiye’yi daha dem okratikleştirecek, devrim leri ekonom ik açıdan vs gerçek rayına oturtacak. Hâlâ da baktığın zam an o yönü vardır. Bize iyi geldi. D oğan’la ben daha kuvvetli bir anayasa olsun istiyorduk, Ekonom ik kalkınm a bakım ından yürütm e daha kuvvetlensin. Planlam ayı koyduk anayasaya ama, daha zorlayıcı olsun istiyorduk. Am a İstanbul’dan gelen anayasacılar olduğu için, ya da Miinci Kapani ya da daha özgürlükçü, daha liberal olanlar. O nlarla aram ızda çekişm e olurdu. Biz, biraz daha sol kanat gözüküyorduk. Yapabildiğim iz kadar bir anayasa yaptık am a, Turan G üneş’in tabiriyle biraz " Çalıkuşu anayasası ” oldu. Y oksullara da acıyan falan. Doğan ve Turan Güneş F ransa’da okudukları için, ben de GalatasaraylI, C oşkun Kırca da öyle, biraz Fransız devrim ciliği ağır bastı. Sonra onun parlam entodan geçişinde epey güçlükler oldu. K am ulaştırm ada taksitle ödeme. Gerçek bedeli üzerinden a m a ... Toprak reform u yapılacak filan yapılacak diye bakıyorduk. Sonra ‘‘kanunla belirlenir ”q bağlandı. ERTU Ğ R U L - Sizin kitabınızda “Sosyal devlet, sosyalist devlet değildir” diye bir bölüm olm asını, ben daha çok o dönem tartışm alarına cevap diye düşünm üşüm dür. SOYSAL - Sosyal devlete karşı çıktılar. Bir paşa vardı. Onu M B K ’e alm am ışlardı am a, dışarıdan geliyordu. Galiba biraz Aydem irciydi. O, “ne dem ek” dedi, “sosyal devlet, sosyalist mi, komünistlik mi geliyor?” Sosyal’i zorla kabul ettirdik. Ama, biz biraz sosyalist olsun istiyorduk. Ama değil. Biraz daha radikal olabilirdi. K alkınm aya daha çok yer verebilirdi. 24 Anayasası’na bakış ERTU Ğ R U L - Siz, 24 A n ay asasın d ak i yapıdan yana olduğunuzu hep söylersiniz, nedir o tartışm a? SOYSAL - 24 A nayasası’nm içine bu yapı oturtulabilirdi. O nun için uğraştık. A nayasa Kom isyonunun ilk toplantılarında çalışm a belgeleri neler olacak konusu tartışıldı. O sırada İstanbul’da bir anayasa taslağı hazırlanm ıştı. O biraz kom ikti bize göre, her şey özerk falan. İstanbul H ukuk yaklaşım ı vardı. - 70 - Halbuki biz, Siyasal yaklaşım ı olsun istiyorduk. Fakültede de, İdari Bilim ler E nstitüsü’niiıı bir anayasa taslağı çıkmıştı. O sırada "bu komisyon çalışma belgeleri olarak neleri kabul edecek" tartışm ası vardı. O rada bir m ücadele verdik. Ben, "24 Anayasası da bu belgeler arasında yer alsın ” dedim. Çünkü asıl devrim anayasası odur. M eclis üstünlüğünü savunuyor am a, aynı zam anda cum huriyetçi bir anayasa. Üstelik, işin içine fazla sosyal devlet girsin de istem iyordum . Çünkü bana göre o sosyal dem okratlığa kaydırabilirdi. Bizim niyetim iz -biraz daha soldan olduğum uz için- “çalıkuşu işleriyle uğraşmasın, önemli olan ekonomik-soysal kalkınm adır” diyorduk. Onun için, 24 A nayasası’nm tüm üyle yok sayılm asına karşıydık. U ğraştık ve 24 A nayasası da çalışm a belgesi oldu. Yani, o ilk Kem alist dönem den pek fazla kopm ayacağız. ER TUĞRUL - " 2 4 m esas alacağız başka maddeler ekleyeceğiz” anlam ına mı geliyor bu, yoksa "yeni bir anayasa yapılacak ama 24 Anayasası da, o anayasa esas belgeler içinde mi olacak ”? SOYSAL - Yeni anayasa yapılacak am a 2 4 ’ten de tam kopan bir anayasa olm ayacak. Bu arada çalışm a belgesi olarak, bir de İstanbul’da hazırlanan bir m etin vardı. Biz onu biraz alaya alıp, "ona dayanmasın, buna dayansın” diye ısrar ettik. 24 Anayasası biraz buna da yarıyordu. O nlar bir sürü saçma sapan şey koym uşlardı. Bir de aslında, Forum ' da yayım lanm ış bir yazım vardır, onu A m erika’dan yazmıştım , 27 Mayıs yapıldığında ben A m erika’da Princeton'daydım . Saat farkı dolayısıyla öğle üzeri öğrendim . Üzüldüm ve Forum ' da da yazdım: Suçsuz Anayasa. * Aııayasacı olarak ben, 24 A nayasası’nın esas olarak kalm asını tercih ederdim. Onun bazı yerlerine yeni düşünceler neler varsa, haklar, özgürlükler vs. bir şeyler ekleyelim , am a anayasa geleneği devam etsin. 36 yıl uygulanm ış. A nayasalar, hep söylenir ya, şarap gibi eskidikçe değerlenir. B unlar hemen İstanbul’dan üstüne atladılar, "yeni anayasa yapalım ” diye. ER TU Ğ R U L - 24 A nayasası’nın kaldırılm ası açısından söylüyorsunuz SOYSAL Onu yazdım , suçsuz anayasa, m asum anayasa gibi. M enderes’in hatalarını bu anayasaya yüklediler, "bu anayasa yüzünden o ldu” dediler. Halbuki, gerçekten bir devrim cinin eline geçm iş olsaydı o anayasa, o m eclise hakim olduğu zam an herşeyi yapabilirdi. Engeller falan konuldu ya anayasa m ahkem esi vs. Bunları aslında devrim ciliğin önünde engeller olarak görm eye alışm ıştık. Şimdi bunlar geliyor diye, 24 A nayasası’nı suçlam ak marifet oldu ve bunu önlem ek için yazmıştım . M ümtaz Soysal’ın Forum dergisinde yayınlanan "Suçsuz Anayasa” yazısı, şekline dokunulmadan Ek-8’de verilmiştir. -71 - ER TU Ğ R U L - Bu önem li bencc. Siz 61 ’i yaptınız, 2 4 ’ü tüm üyle reddedersiniz diye düşünülm üştür? SOYSAL - T am tersi, tam tersidir. “Suçsuz Anayasa"y\ bunun için yazdım. Ben bu görüşteydim . T uran Güneş de benden yana oluyordu, biraz İstanbul’la alay ediyordu. Nitekim , ha bire anayasa değiştirip değiştirip gitm ektense, cum huriyetin kendi anayasasını alıp tekrar daha cum huriyetçi, daha devrim ci yapm ak m üm kündü. Şimdi bir sürü engeller var. ER TU Ğ R U L - A nayasanın kapsam ı, büyüklüğü küçüklüğü hakkındaki düşünceleriniz... SOYSAL - Ç ok ayrıntılı istem iyordum , kısa olsun, daha çok siyasal güce serbestlik versin, o sırada tabii siyasi gücü ele geçirdik ya biz devrim ciler (!), bunun önüne İstanbul’dan B izans’tan falan engeller çıkar, onun için devrim ci bir anayasa olsun istiyorduk. ER TU Ğ R U L - O devrim ci anayasa A K P ’nin iktidar olduğu bir dönem de ne olur? SOYSAL - Tabii tabii, bu haliyle b ile... ER TU Ğ R U L - Ö zellikle mali hüküm ler, sosyal devlet, devletçilik vb. açısından baktığınız zam an 82 A nayasası 61 A nayasasındaki o tem el ruhun gerisinde değil. SOYSAL - Değil değil. ER TU Ğ R U L - Ve liberal bir anayasa sayılam az. Ö zelikle bizim m ücadele etm em izi sağlayan m addelere baktığınız zaman. 82 A nayasası 61 Anayasasındaki m addelerin bazılarını neredeyse aynen alm ıştır. Şöyle yaygın bir kanı var: “Dünyada küreselleşme, Türkiye’de de 82 Anayasası, öyleyse 82 Anayasası liberaldir”, bence çok oturm uyor. SOYSAL - Zaten küreselleşm e dalgası sonradan geldi. 82 “huzur” anayasasıdır. Devleti korum aya çalışan ama abartan, bir de, anayasanın içine dini sokan. ER TU Ğ R U L - Tabii, 8 2 ’de m esele şuydu, hak ve özgürlüklerin var olduğu belirtildikten sonra uzuuun bir sınırlam a listesi gelirdi SOYSAL - İşte anayasanın uzun olm asını onun için istem iyorduk, bu özgürlük var, bu hak var, o kadar. E R TU Ğ R U L - Tem el hak ve özgürlüklerin özüne dokunulam az ilkesi... Peki, K urucu M cclis üyeliği devam ederken, S iyasal’da ders verebiliyor m uydunuz? SOYSAL - O sıralar asistandım ben derslere giriyordum . V ernon’u çeviriyordum. ER TU Ğ R U L - K urucu M eclis üyesi olm ak size kişisel olarak nasıl bir hava kattı? -72- SOYSAL - Yeni (şu anki) meclisi ilk biz açtık. A yrıca m illetvekili olunca bir sürü avantajlar oluyor falan. M illetvekilliği çok körletici bir şey, zam an israfı çok, her zam an istediğin gibi bir odan olsa çalışacaksın, öyle olm uyor, genel kurula girdin mi saatlerce çıkam ıyorsun. Meclis’e dönüş ER TU Ğ R U L - 30 yıl sonra m eclise döndüğünüzde ne hissettiniz? Aynı şeyi hissettiniz mi? SOYSAL - Yoo. Biraz tiksinti verici falan geldi. Benim le birlikte D E P ’ten gelen K ürtler de geldi. Onları bizim Hikm et getirdi eksik olm asın. Bana da ilk kazığı attı biliyorsun. ER TUĞRUL - Değişen bakanlar kurulu listesi. SOYSAL - H ikm et’i ben çok eskiden tanırdım. Biz Yön'ü çıkarırken, gelip giden öğrencilerden biri de oydu. O nur Öym en vb. öğrenciliklerinden beri ToVün etkisi altında kalan insanlar. Tabii biraz Beşiktaşlılık da var.* Arkadaş olduk. Bir ara m illetvekili de oldu.* O sıralarda Anadolu K ulübü’nde, öğlen, haftada bir gün yem ek falan yerdik. O bana bir şeyler sorardı, ben de m ecliste olanları öğrenm iş oluyordum . Sonra H ikm et bana, 1991 seçim lerinden önce "ille girmen gerekir siyasete” dedi. "Dışişleri bakanlığı" falan dedi, sonuçta ikna etti. Ben 67 yaşım dolm adan S B F ’den istifa ettim vc m eclise girdik. K oalisyon oldu. Liderim iz Erdal İnönü, hüküm et kuracak. Bizden de “ministrable" bakan olabilecek dediklerini çağırıyor, görüşüyor. “Sayın Soysal ne istersiniz?” dedi. Dedim, “ben dışişlerinden başkasının camiasını tanımıyorum O sırasıyla söyledi, “Adalet ister misiniz, hükümet sözcüsü olmak ister misiniz ” vs. Ben dedim “o camiaları tanımıyorum, yapamam Olm ayacak diye çıktım. Sonra o gün saat beşte bakanlar kurulu açıklanacak. A şağıya indim, hakikaten bunu kabul etm ediğine göre “olm ayacak” diye. D em irel’in partisinde bizim M ülkiye m ezunları vardı, “hocam kutlarız” dediler, “dışişleri bakanı oluyorsun. ” Listede görm üşler. Bizim ki (Erdal İnönü) partinin bakan olacaklar listesinde beni gönderm iş. Hikm et de bunu haber alınca, kapıyı vurup çıkmış, partideki odasını toplam ış, çantasını alıp sanki partiyi terk etmiş gibi gitmiş. * Bu söyleşinin yapıldığı günlerde Hikmet Çetin’in Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne başkan adaylığı sözkonusuydu. Hikmet Çetin, 1977’de CHP’den milletvekili 1978’de Ecevit’in kurduğu hükümette de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısıydı. 1987’de SHP’den milletvekili oldu. SHP Genel Sekreterliği, SHP-CHP birleşmesinde, CHP genel başkanlığı yaptı. 2004-2006 yılları arasında N A TO ’nun Afganistan temsilciydi. - 73 - Sonradan anlıyorum ki, ya D em irePe gitti ya da Ç ağlar'a galiba. “Dışişleri bakanı olmazsam istifa ederim ” demiş. Millet hep tebrik etm eye başlam ıştı, eve kaçtım saat üçte filan. Bir şey olacağını da tahm in ediyordum. N ur (B atur) telefon etti, “hocam değiştirildiniz” dedi. Ö yle bir şey yaşadık baştan. Sonra grupta sorular soruldu; “ böyle bir değişiklik oldu mu ” diye? Erdal bey hiç yalan söylem iyor ya (!) “yo k böyle bir ş e y ” dedi. ER TUĞRUL - Sonra 1994’te Karayalçm Hikm et Ç etin’i aldı, siz dışişleri bakanı oldunuz. 32. günde eski dışişleri bakanı olarak A hm et D avutoğlu’na not verdiniz ya, siz kendinizi nasıl bir dışişleri bakanı bulursunuz, kaç not verirsiniz? SOYSAL - Kendim e de 7,5 veririm. Tam istediklerim i yapamadım. Mamak’a gidiş Turhan F eyzioğlu’nun M üm taz Soysal’ın yaşam ında önem li bir yeri var. Siyasal’a başladığı yıldan itibaren, akadem isyen olm ası için ısrarcıdır. Kendisi yurtdışındaykcn bile, konunun peşini bırakm am ış, “bunu alın" diye oradan m ektuplar yazm ıştır. Dönünce, M üm taz Soysal’ı İstanbul’dan telefonla buldurm uş, “hemen g e l” dem iş bir günde kürsüsüne asistan yapm ıştır. Tabii, bu ‘önemli y er’in yalnız iyi yönleri yoktur, bir de kötü yönleri vardır. 12 M art’ta gözaltına alındığı zam an, tutuklanm asına yol açan “ Güzel H uzursuzluk”u TB M M kürsüsünden okuyan odur. 12 E ylül’den sonra Soysal, D enktaş’ın danışm anlığından alındığında yerine getirecek olan da. M üm taz S oysal’ın tutuklandığı günün öyküsünü bir öğrenci gözüyle eski KKTC A nkara Büyükelçisi Ahm et Zeki BU LU N Ç aktardı. Bunun ‘içeriden’ görüntüsünü ise, onlardan önce tutuklanm ış olan Uluç G ürkan’dan dinledim. Bilindiği gibi M üm taz Soysal bilgisine başvurulm ak üzere götürülm üştü. M üm taz Soysal, Cahit Talaş, hazırlıksız, öyle pardösüler, takım elbiseler içinde koğuşa getirilince, ‘içeridekiler’, "kendilerini ziyarete geldiklerini” sanm ışlar ve onları tutuklandıklarına ikna etmeleri bayağı zam an almış. ERTU Ğ R U L - Nasıl tutuklandınız? SOYSAL - İlk toparlam ada bulam am ışlar beni, ertesi günü gittim. Bülent Nuri Esen dahil. Sonra onlar teker teker salıverildiler. Gözaltı süresi o sırada 30 gündü. Yıldırım B ölge’deyiz. 29. günün gecesi, “Meclis S aati”ni dinliyorum , transistorlu bir radyoyla. Feyzioğlu çıktı. Beni Siyasal B ilgiler’e alan, “dışişlerine gitme akademik kariyere g ir ” diyen kişi. Benim Ortam dergisinde yayım lanan “ Güzel H uzursuzluk” yazım ı kürsüden okudu: “Bu da mı suç değil? ” dedi. - 74 - Halbuki suç dediği şey, evet, bu hareketler, huzursuzluk yaratıyor ama; toplumda çalkantı yaratıyor diyorlar ama; bu huzursuzluk bazı şeyleri hatırlatıyor, yapılm ası gerekenleri hatırlatıyor. T ürkiye’nin yarım kalmış devrim leri vardır, şunlar bunlar. * Anladım . "Bundan gideceğim ” diye, çocuklara da söyledim. Ondan bir gün önce, yani sürenin dolm asına iki gün kala T R T ’yle ilgili bir dava vardı. 3. Ağır C eza’da. Televizyon daha yeni başlam ış T ürkiye’de, halka anayasayı sevdireceğiz, T R T ’dc bir anayasayı tanıtm a program ım vardı. M eğer burada ekonom ik sosyal haklardan söz ederken -bunlardan benim haberim yokbirtakım görüntüler çekm işler, süslem ek için program ı... O nlardan birinde bir işçi "biz haklarımızı kanımızla savunuruz” falan gibi şiddet içerirm iş gibi olan bir ifade söylem iş. O ndan dolayı açılan bir dava vardı ve on beş günde bir gidiyorduk, kam eram anlar vs. Ciddi bir dava değildi, nitekim sonuçta ondan beraat ettik hep birlikte. Çünkü, o lafı edenin bir provokatör olduğu anlaşıldı. Beni tutuklayacaklar ya, "ne olabilir” diye, onu da sivil adliyeden askeri m ahkem eye yollam ışlar. 28. gün onun duruşm asına gittim. Orada askeri savcılar bile güldüler, "bundan adam tutuklanmaz’’ diye reddedildi. Ben de "bu iş bitti eve gideceğiz a rtık ” derken, "hayır siz geri döneceksiniz gözaltına ” dediler. O gece Feyzioğlu’nun M eclis konuşm ası oldu. K onuşm anın ertesi sabahı, tutuklanm ası gereken kim ler varsa İlhami Soysal, Bahri Savcı vb. gittik. Pazar günüydü. M ahkem eye çıktık, onun da dereceleri var biliyorsun, Ali Elverdi 1. nolu Sıkıyönetim M ahkem esi’nin başkanı. Hakim , am a tuğgeneral. Yukarılarda bir yerde oturuyor, bir kağıt uzattı "bu sizin m i” dedi. Baktım, “ Güzel H uzursuzluk”un fotokopisi. A celeyle fotokopi çıkardıkları için, sayfa diplerinde tarih filan olur, o da yok. "Ne zaman yayınlandı” dedi. O zam an bir aymış periyodiklerde zam an aşım ı süresi. H erhangi bir tarih söyle, bilm iyorum d e ... Ben de s a f saf, "Nisan 7n bilmem kaçında çıktı ” dedim; "tutuklandınız ” dedi.* (Karşılıklı gülüşm eler) 142’den hem d e... Bilsem bundan tutuklanacağım ı. M art filan derdim. Çünkü, bunlar başka şeyin peşindeler: Eylem ci çocukları kışkırtıyor, örgütlüyor filan. Bir dc B ursa’da ölenlerden birine m ektup gelm iş -onu da sonradan öğrendik- "filan giin filan saatte Cebeci köprüsünün altında buluşacağız, Hoca 26 Nisan 1971 ’de Ortam dergisinde yayımlanan “Güzel Huzursuzluk” yazısı, şekline dokunulmadan Ek- 9 ’da verilmiştir. ' Mümtaz Soysal 18 Mayıs 1971’de gözaltına alındı. 13 Haziran 1971’de, 1 Nolu Askerî Mahkeme tarafından tutuklandı. Güzel Huzursuzluk’un yargılaması 3 Nolu Askerî M ahkem e’de yapıldı, beraatle sonuçlandı, Askeri Yargıtay 1. Dairesi tarafından 9 Mart 1972’de onaylandı. -75- da gelecek, orada buluşalım " diye. Bütün bunlarla uğraşıyorlar, bulam ıyorlar bir şey. İşkencelerde bir sürü insana sorulm uş bu. Sonunda Hukuk F akültesi’nde sevgili m eslektaşlarım ızdan birisi; “niye uğraşıyorsunuz’’ demiş, “onun kitabı başlı başına komünizm propagandası. ” İddianame beklemek Ben “G üzel H u z u rsu zlu k san tutuklanınca “nasıl olsa bir yerden sıyırtırız" diyorum . Çünkü, kitap falan yok, bilm iyorum öyle bir şey. G irdik hapishaneye bekliyoruz. Silivri’dekiler gibi, iddianam e bekliyorum ben. M ayıs bitti, H aziran bitti, Tem m uz bitti, A ğustos bitti ve sonuçta E ylül’de geldi. Bir “ Güzel H u z u rsu zlu k san geldi, yazıdan tutukladıkları için o vardı iddianam ede. 159 m uydu neydi, hüküm etin m anevi şahsiyeti vs., ondan beraat ettik. Bir de kitap, kom ünizm propagandası... Tutuklanm adan önce de tevekkeli değil, Baki T u ğ ’a* ifade verdim. Sosyalizm falan bir şeyler soruyor, m eğer benim kitaptan soruyorm uş, ben de s a f s a f anlatıyorum sosyalizm nedir diye. “Bundan tutuklama isteyeceğim ” dc demedi. K itaptan olduğunu ima eden bir şey söylem edi. H erhalde, “solcusun” dem ek istedi. Ama kitaba dair bir şey anlam adım . Sonradan düşünüyorum , m eğer iddianam eyi böyle hazırlam ak için bunları sormuş. İddianam e, E ylül’de geldi; A ralık’ta m ahkûm olduk. Uluslararası A f Örgütü (UAÖ) ve NobePe giden yol ER TU Ğ R U L - Dava ile U A Ö ’nün bağlantısı nasıl kuruluyor? SOYSAL - Y arım da olsa ilk N o b el’i alm ış T ürk olarak diyorsun... U A Ö ’ne giriş, yine fakülteyle ilgili. Dekanlığım sırasında içeri alınm am , arkadan bütün bu gençliğin yaptıklarından Siyasal B ilgiler’i sorum lu tutm aları ve Siyasal B ilgiler’iıı başında da dekanı bu olduğuna göre ve eskiden beri solcu diye bilindiğine göre, onu ezelim diye B alyoz harekâtında alınanlarla birlikte ben de girdim ya. Askeri Y argıtay iki kere bozdu. Önce bir ısrar ettiler, m ahkem e tutuklamadı. Bunun üzerine bir bilirkişi oluşturdular İstanbul Ü niversitesi’nden; üçü mü, dördü mü sosyologtu. Biri N evzat Y alçıntaş, biri A m iran Kurtkan. * Mümtaz Soysal Baki Tuğ’u şöyle tarif etti: “Neydi o dönemin iinlii savcısı, Uğur Mumcu’nun kitabında da var." Birlikte ismi tamamladık. Ben Tuğ dedim, “kubbede hoş bir seda”sı bile kalmamış ki- sonra zorla Baki’yi hatırladık. İnsanların hoş olmayan şeyleri hatırlamama eğilimi onda da, herhalde bende de, etkisini göstermişti. Soysal, savunmasında ne demişti: “Sokrates’i (suçlayanları ve) yargılayanları kimse hatırlamıyor ama, Sokrates 'in acı sonunu herkes hatırlıyor. ” -76- Fındıkoğlu kabul etm em iş, m eşhur cezacı Sulhi D önm ezer de kabul etmemiş. Askerliğini yapm akta olan bir ceza asistanı varm ış, A yhan bilm em ne. Anayasacı olarak yobazlardan biri bilm em ne Selçuk. Adı mı soyadı mı. Öyle insanlar ki unutuluyor adları.* O nlar oy birliği ile “suç v a r ” dem işler. Onun üzerine tekrar tutukladılar beni, ikinci taksit yatm a öyle oldu. Böyle olunca dava m eşhur bir dava haline geldi. Fransızlar “cause célèbre” derler ya ünlü bir dava haline geldi. O arada A vrupa’da, şurada burada yazanlar, çizenler oldu. A m nesty International de ilgileniyorm uş bu çeşit düşüncelerim den dolayı, hele bir de ders kitabından ötürü yattığım için, gelip gitm işler T ürkiye’ye. Sonuçta, ikinci çıkıştan sonra bir davet geldi. A m nesty International’ın D anim arka’da genel kurulu var, gözlem ci gibi. Orada, ben bir iki kere konferans verdim falan, gözleri tutm uş dem ek ki, “sizi Amnesty International merkez yönetim kuruluna aday göstereceğiz” dediler. M eğer, millet oraya girm ek için birbirini yermiş, orada seçiliverdim. Ondan sonra 4 yıl, 1974-78 arasında önce uluslararası yönetim kurulunda üyeydim , sonra da başkan yardım cısı, yani iki num arası oldum. Ham m arberg, şimdi A vrupa Konseyi başkanı, gelmiş gitmiş ben içerideyken, sonradan iyi arkadaş olmuştuk. A m nesty’de genel sekreterlik de yaptı. A m nesty böyle oldu. Ben onların gözünde ilk A vrupa dışından, bilinen A vrupa dışından üye oluyordum , ilk üçüncü dünyadan üye oluyordum . “ Açılım ” yani, orada da A m nesty’nin dünyaya açılım ında görevli olduk. Hindistan, Pakistan ne bulabiliyorsak. O nun için ikinci başkan oldum. A m nesty’yi dünya örgütü haline getirm ek için. A m nesty’nin de kuralları çok sıkı, çok güzel bir ilkesi vardı. H er tutuklu için bir çeşit baba mı, veli mi, yani dışarıdan bir kişi, diyelim İlter hapisteyse ben senin sorum luluğunu alıyorum . Ama o sorum luluk üç cepheden de; yani, hem kapitalist dünya için, hem kom ünist dünya için, hem de üçüncü dünya için. Üçü de “bu adam hapiste olm am alı” dem eli... M üm kün olduğu kadar kaynakları da, hem oradan, hem buradan. Am erika da yer alıyor. Sovyetler’i dc zaten böyle şeylerle çökerttiler. İnsan hakları öne çıktı, benim hapishane m eselesi insan hakkı oldu. İnsan hakları adam ı olduk. Nobel barış ödülü ER TU Ğ R U L - Nobel ödülü? * Mümtaz Hoca, tam hatırlayamadığı üç bilirkişiyi, söyleşi tamamlandıktan dava dosyasına bakıp bildirdi: Ayhan Önder, A. Selçuk Özçelik, Sabahattin Zaim. - 77 - SOYSAL - Bu ilkeyle dünyaya açıldık diye N obel barış ödülünü bize verdiler. Onun konferansını ben verdim, ödül töreninde. Barış ödülünü, Norveç Parlam entosu’nda bir kom isyon var, onlar kararlaştırıyorlar. Dolayısıyla ödül kararının İsveç’le bir alakası yok. Töreni Stockholm ’de oluyor. Stockholm ’deki törene, İsveçli olduğu için. Genel Sekreter M artin Ennals gitti. Bunun bir dc konferansı oluyor. Hani Pam uk da verdi ya konferans. Konferansını da N orveç’te ben verdim. Nobel listesine ism im iz girdi. UNESCO ödülü ER TU Ğ R U L - Sizin UN ESCO insan hakları eğitimi ödülünüz de var. SOYSAL - B unlar dolayısıyla adım ız insan haklarına çıktı. U N ESC O da insan hakları eğitimi ödülü koydu. İlk ödülü T ürkiye’ye getirdik. Böyle şeyler m em lekette tersine tepiyor. T ürkiye’de bana yapılanlar dolayısıyla Türkiye ödül almış oldu. (Acı gülüm sem eler.) İçeride de bozuldular: "Türkiye’de kaç yıldır insan haklan eğitimiyle uğraşanlar var, niye Soysal alıyor”. Siz de girseydiniz hapse, siz dc alsaydınız. (Karşılıklı gülüşm eler) İçe işleyen devletçilik SOYSAL - N e var şimdi senin sorun? ER TUĞRUL - Ö zelleştirm eye karşı m ücadele var tabii ki. SOYSAL - Benim kanım a işlemiş bir şey var, başından beri ben devletçi olm uşum, çocukluğum dan beri. O da nereden? M esela ben gem ilere meraklıyım , şileplere falan. Hep bakıyorum , falanca arm atörün diyorlar, hep insanların oluyor. Halbuki ben, gem ileri benim gibi hissediyorum . Sonra, devlet, cevher taşım acılığı için, A vrupa’dan, ikinci elden üç şilep aldı. Birini adı Bakır, birinin. Demir, birinin de Krom. Bacaları kırmızı, üzerinde bir S harfi vardı, beyaz: Sosyete şilep. Daha doğrusu Sosyete Şilep Kum panyası diye bir de acaip bir adı vardı. Şirket dem ek istiyorlar. Devlet şirketi dem ek istiyorlar. Devlet şirketi de denm em iş, halbuki EKİ (Ereğli Köm ür İşletm esi) de şirketti. O gem ileri benim sem iştim , sanki benim m iş gibi. İnsan çocuklukta yaşayınca, "bunlar kimsenin değil, bizim. ” Ve de bu çocukça bir düşünceden anonim sahiplik, milletin ya da devletin falan. Bir de ailede gelenek var. Baba gitmiş İstiklâl H arbi’nde görev yapmış, anneanne gider her törene ağlar, Fransız işgali görm üş, Senegalli zebellalar kızların peçelerini çarşaflarını açarlarm ış filan. O hava içinde büyüdük. Zonguldak, Ereğli bunların hep milli m ücadelcde yeri var. Sonra, benim çocukluğum da o resim var ya, ikinci sanayi program ım ız. -78- Sonra, 1937’de, ikinci sınıftayken, füzyon oldu. K öm ür ocakları füzyonla birleştirildiler ve Ereğli K öm ürleri İşletm esi, eskiden Belçika şirketiyken, devlet şirketi oldu. Sonra, savaş zam anında babam orada çalışıyordu. Lim anda yüklem e işleri m üdürü, bilmem nesiydi. Biz alışverişi E konom a’dan yapardık. Ekonom a diye bir yer vardı. Tam sovyetle ilgili. (Karşılıklı gülüşm eler) Ekonom a’dan alışveriş ediyorduk. ER TU Ğ R U L - K ooperatif gibi bir şey mi bu? SOYSAL - K ooperatif değil am a, oradaki şirket m ensupları yarı fiyatına alırdık, devlet kolluyor m em urlarını. O atm osferde m üthiş devletçi olduk. Trenler falan bizim olm uş oldu. Z onguldak’ta köm ür trenleri vardı, hepsinin üstünde F ransa’dan B elçika’dan plakaları vardı. Böyle bir ortam da büyüdüğüm için bu bana çok doğal geliyor. “Böyle olması gerekir” diye düşünüyorum . Orada, mesela Süleym an Sırrı ocakları falan bütün bunlar füzyona girdiler. Hem yabancı şirketler kam ulaştırıldı, hem de ufak tefek özeller -şim di redevansla verilenler var ya- redevans benzeri yerler varm ış, onların tüm ü kam ulaştırıldı. D olayısıyla bunların hepsi bana çok doğal geliyordu. Ü stüne üstlük bir de parasız yatılı okudum , dolayısıyla devlet okutm uş oldu. Ailede devletin okuttuğu bir de Selırıa A bla vardı, böyle parasız yatılı okuyan. Böyle, içim e işlem iş bir devlet var, devletçilik, kam usalcılık var. Bundan dolayı kanıma dokunuyordu, sanki benim malımı satıyorlarm ış gibi, psikolojik bir şey, sen öyle hissetm iyor m usun? E R T U Ğ R U L -B e n d e... Dünyada, böyle bizim gibi bir özelleştirm e m ücadelesi oldu mu? SOYSAL - Pek olm adı. M esela uğraştık biz, destek bulalım diye. A vrupa’da daha çok ücret açısından oldu. Ü cretler düşecek filan diye, onu hallettiler. ERTUĞRUL - Aslında çok rahat şunu söyleyebiliriz, biz bu davaları ilk açtığım ız zam an, “aman canım, dava açmak da neym iş” denirdi, şim di hak aram ak denince herkesin aklına ilk önce dava açm ak geliyor. SOYSAL - Bir de şenle ben geliyoruz. (Karşılıklı gülüşm eler) ERTU Ğ R U L - (G ülerek) B üyük bir itibarım ız var, bize karşı olanlar arasında d a ... SOYSAL - Var tabii. Şimdi ne zam an evde bir şey bozulsa da, T elekom culardan biri gelse; “Hocam, bizi sizi çok severiz. ” “Ben de merak etmeyin, geri alacağız” filan diyorum. Bazı kesim ler açısından en azından em eğim iz boşa gitmedi. - 79 - ER TU Ğ R U L - B ir de, az süre değil, en az 10-15 yıl geciktirdik ve kriz geldi. Yakında başlarlar, “devlet ekonomide yer alsın ” dem eye SOYSAL - Bu krizde değeri anlaşıldı. Devletin elinde hiçbir araç yok bu krizi yenebilm ek için. Halbuki elinde olsa, hiç peynir ekm ek gibi gelir kriz. Sovyetler Birliği krizden rahatsız oluyor m uydu hiç? B öyle aciz bir devlet haline geldik. Kıbrıs ER TUĞRUL - K ıbrıs m eselesine nasıl geçtiniz? SOYSAL - M esela Kıbrıs m itingleri falan yapılırdı, ben hiç ilgilenm ezdim , çünkü Türkçüler yaparlardı daha çok. Sonra nerden oldu? A slında ilginç bir soru, ben nasıl başladım bu işe? ER TU Ğ R U L - Y ıllar önce bir sorduğum da, “biz orada soyut insan hakları ihlalleriyle uğraşıyoruz, burada somut bir insan hakları ihlali var, onun için girdim ” demiştiniz. SOYSAL - İnsan haklan m eselesinden girdim. A m nesty’deyken ben, K ıbrıs’la da ilgileniliyordu. R um lar hem en geldiler, “ işgal v a r” falan demeye başladılar. Asıl burada haksız olan onlar. A m nesty’deyken insan hakkı konusu olarak ilgilendim, o sırada M illiyet' te yazıyordum ben. M illiyete giriş sınavı SOYSAL - 1974'te M artında başladım M illiyet' te. ER TUĞRUL - Ben sizin yazm aya başladığınız günü anım sarım ... M illiyet'te nasıl başladınız? SOYSAL - H apisten çıktım, burada B arış' a yazm aya başladım. Yaşar, Ulus m atbaasını aldı. Benden yazı istedi, haftada iki falan yazıyordum galiba. Abdi (İpekçi) bana arada bir, M illiyet' te “ Düşünenlerin D üşüncesi” köşesinde yazı yazdırıyordu. İnsanlar genellikle oraya yazı yollarlar. Abdi bana sipariş ediyordu; “şu konuda yazıver" diye. Benim o ara yazdığım yazılar vardı, “ Her Şafakta Ölürüm ” vb. diye. O yazılar dolayısıyla da, Yaşar benden yazı istedi. Sonra, 1974’te, Abdi “seni M illiyet’e alalım ” dedi. “Am a önce Ercüment Karacan 7 ikna etmemiz gerek, adın da solcuya çıktı ” falan dedi. Ben de Ercüm ent K aracan’ın sınavından geçtim. Beni çağırdı, m akam ına geçtik. O aklınca yokluyor beni, ben de açık vereceğim de. “O olmayacak, bu olmayacak". Geçtik o sınavı, “tam am " dediler, başladık. İyi bir şey tabii, M illiyet'te köşe sahibi olmak. Ecevitler, Cem m em onlar, Çetin Altan, m uteber bir köşeydi. O raya girdik. 1974’ten bu yana dem ek ki 35 yıl olmuş, vay anasına, o zam andan beri haftada hep dört kez yazıyorum K ıbrıs’ı orada da yazdık. - 80 - Denktaş’ın danışmanı ER TU Ğ R U L - D erken... SOYSAL - E cevit’in (5 Ocak) 1978 hüküm etinde, fevkalade heyecanlandık, Ecevit hüküm et kuruyor falan diye. E cevit’in evindeydik galiba o gece. Ne olacak, bu adam larla hüküm et kuruyor, hangi bakanlıkları alacak? Ben ekonom i bakanlıklarını alsın istedim. Enerji tabii kaynaklar, maliye, nitekim aldı da. O vesileyle Ecevit, “yarın Denktaş gelecek, siz uğraşırsınız bu Kıbrıs işleriyle, yarın kahvaltı edeceğiz, siz de buyurun ” dedi. K ahvaltı ettik üçüm üz, Denktaş, ben, Ecevit. Ecevit, D enktaş’a “Mümtaz Bey, size yardımcı o lsu n ” dedi. Kıbrıs işi böyle başladı. Ondan sonra K ıbrıs’a gittim geldim ben. O arada, Kıbrıs m eselesini insan hakları açısından ele alan bir broşür hazırladım, bir m etin yaptım. Bunu niye anlatıyorum , Turhan Feyzioğlu gene çıktı sahneye, nerede, B odrum ’da bir büfe yem eği, sıraya girildi, yanım a geldi, adam ın artık bana gözükm em esi lazım değil mi, tutuklatm ış. 12 E ylül’e kadar ben D enktaş’ın yanındaydım . 12 E ylül’den sonra benim yerim e D cııktaş’ın danışm anı olmuş: “ Mümtazcığım bilmem ne.” İnsanlar nasıl? 12 Eylül 12 Eylül günü biz bütün T ürk solcuları acayip bir yerdeydik. Paris havaalanında öğrendik 12 Eyltil’ü. P aris’ten M arsilya’ya gitm ek üzereyiz. M itterand’ın kam panyası başlıyor, cum hurbaşkanlığına adaylığını koyacak. “Fransa da A kdeniz’de rol oynamalıdır" diye solcularla bir çıkış yapacak. Şimdiki Yorgo Papandreu’nun babası A ndreas Papandreu, P ortekiz’den Soares, Ispanya’dan Gonzales, onları bunları çağırmış. Türkiye’de o sıralar öyle bir sosyalist parti yok demek ki, T ürkiye’deki bizim solcu tayfayı çağırm ış, Aziz Nesin, ben, Ç etin Altan, P aris’te oturan h afif sürgün gibi olan üniversitede bir çocuk vardı. Biz orada öğrendik. Herkes şükretti, orada olduğuna. T ürkiye’de bir sürü kişi toparlanm ış. N eyse oradan M arsilya’ya gittik. Ben de D cnktaş’ın yanındayım . 15’inde görüşm e var, görüşm eye gireceğim . D enktaş’a telefon ettim oradan, M arsilya’da işim iz bitiyor, 13-14’ü, geleceğim , dedim. “Gel bakalım, bakalım n 'olacak” dedi. Oradakilerin her biri bir yere gitti. Aziz N esin B ulgaristan’a gitti. Çetin F ransa’da kaldı filan, kim se em in değil ne olacağından. Ben de kendim i feda ettim, gittim, İstanbul’dan aktarm a. İstanbul’da bir şey olmadı. Fakat oraya gittim, D enktaş dedi ki, "A nkara’dan mesaj geldi, Soysal görüşmelere girm eyecek” diye dedi. -81 - 12 Eylül parantezi (12 Eylül 1980’de yönetim e el koyan ve bütün siyasi partilerin, sendikaların ve K ızılay ile Y eşilay dışındaki tüm derneklerin faaliyetine son verecek olan Mili Güvenlik K onseyi’nin başkanı (aynı zam anda devlet başkanı) Kenan Evren, ilk basın toplantısında hüküm etin ne zaman kurulacağı sorusuna -engin İngilizcesiyle- şu yanıtı vermişti: “This weekend". 12 Eylülcülerin başbakanı T urhan Feyzioğlu olacaktı ve hatta Feyzioğlu, C oşkun K ırca’yı da dışişleri bakanlığına atam ıştı bile. Kırca, R om a’ya kadar gelm işken, geri döndü.* 12 Eylülcüler “A TA TÜ R K Ç Ü ”(!) olduklarından emin oldukları Feyzioğlu’nun yerine, 12 Eylül’den 12 gün önce 30 Ağustos 1980’de em ekliye ayrılm ış D eniz Kuvvetleri kom utanı emekli O ram iral Bülent U lusu’ya hüküm eti kurdurdular. Turhan Feyzioğlu ile M üm taz S oysal’ın yaşam çizgisi burada bir kez daha kesişti ve M üm taz Soysal, D enktaş’ın (anayasa) danışm anlığından alınıp yerine Turhan Feyzioğlu getirildi." Feyzioğlu göreve getirilm eden önce de, D enktaş’a “Soysal görüşmelere girm esin” dendi.) SOYSAL - Beni o görevden aldılar ve Feyzioğlu’nu onun yanm a verdiler. Ama Denktaş, “olsun, sen bir g ir ” dedi. “Biraz kafa tutmuş gibi oluruz, memnun olmadığımızı gösteririz” dedi. M em nun olm adığım ızı gösterm ek için ben görüşm eye girdim, askere rağmen. Ondan sonra bakanlar falanlar belli oldu. 12 Eylül, K ıbrıs’tan uzak tuttu beni. Ama nedense bana dokunm adı. Feyzioğlu öldükten sonra tekrar ben, K ıbrıs’a atandım. ER TU Ğ R U L - (Gülerek) Evet, 12 E ylül’de neden içeri alınm adınız? SOYSAL - G irm eyince zaten suç oluyor. ER TU Ğ R U L - Girince de suç oluyor ... “Kırmızı kravat takmadan girilmez” SOYSAL - Şim di de, biraz şüphe ile bakıyorlar herhalde. Ama ben, şöyle izah ediyorum 12 Eylüldekini. Şöyle oldu. Ben hapisteyken, bir de 'kravat meselesi ’ çıktı biliyorsun. B arolar Birliği Başkanı Faruk E rem ’di. O da işin içine öyle girdi. Ç ünkü 12 M art’tan çok kısa süre önce, D oğram acı’nın evinde kokteyl gibi bir şey olmuş. Ben de dekanım ya oraya çağırılm ıştım . * Kırca, 6 Ekim 1995-31 Ekim 1995 tarihleri arasında Tansu Çiller’in güvenoyu alamayan hükümetinde Dışişleri bakanı oldu. ’ Türkiye’de ve Kuzey K ıbrıs’ta, KKTC anayasasının Mümtaz Soysal tarafından hazırlandığı sanılır. Bu anayasanın hazırlayıcısı Soysal değil, Feyzioğlu’dur. Üstelik, -hele 1982 Anayasası ile karşılaştırıldığında- oldukça iyi bir anayasadır. -82- H acettepe’den bilm ediğim insanlar. O sırada konu, çocuklar, eylem ler, SiyasaPa filan geldi. H erkes bana takılıyor. Ben de dedim; “bizim fakültem iz öyledir. ” Dedim ki; “ bizde kırmızı kravat takmadan girm ek olm uyor”. O gün de koyu kırmızı bir kravatım vardı üzerim de... Ben, bazen öyle ayaküstü laflar ederim de, sonradan pişm an olurum* Ondan sonra 12 Mart oldu, biz toplandık. O arada H acettepe Senatosu toplanm ış. Ben onun aleyhine yazdım galiba, “iki ta m tıp fakültesi olur m u" diye? Biz özel üniversiteleri kapattırm ıştık. Turhan Tam ar, Ayla Tam ar. Turhan Tam ar iyi bir adamdı. Doğram acı da böyle şeyler yapınca, onun aleyhine bir iki yazı yazm ıştım ben. H acettepeliler de S iyasal’a yükleniyorlar ya, biz tutuklanınca, biri söz almış, "efendim zaten onun dekanı, sizin kokteylinizde böyle böyle dedi. ” “A a a " demiş, "kim vardı başka?” Birinin karısı bizde profesördü. Duygu. Adam da H acettepe T ıp ’ta. Bir isim daha var. "O zam an” demiş “bunu tutanak tutun, yazın, böyle böyle dedi diye. ” Gitmiş, başbakan N ihat E rim ’e vermiş. Bir de bu çıktı şimdi. N ihat Erim rektörlüğü aram ış, hakkım da soruşturm a başlamış. Faruk Ercin’i m uhakkik tayin etm işler. O soruşturm ayı kapatmış. Ben 12 M art’tan çıktım, gel zaman git zaman, bu olaydan 6-7 ay sonra İngiliz sefaretinde bir yem ek vardı. Y em ekten sonra kahve içiliyor. D oğram acı’yı görüyorum , kızgınım , bakm ıyorum olduğu tarafa. Kalktı yanıma geldi. "Soysal, oturabilir miyim ” dedi. "Her ne kadar böyle şeyler olduysa da, ben sizi çok severim. ” vb. Onu 12 E ylül’de YÖ K başkanı yaptılar ya, daha önce yaşanan olay nedeniyle ikinci bir kötülük daha yapm ak istem em iş olabilir. Onun ötesinde, ben dünya çapında ödül aldım ya, tekrar içeri alsalar, biraz daha aleyhlerine olacak. M uhtem elen biri söylem iştir, "onu almayın aleyhinize olur, başınıza iş çıkar” diye. ER TU Ğ R U L - Siz 1402’lik de olmadınız. SOYSAL - Ama kürsüm ün altını boşalttılar bir ben kaldım bir de Yavuz. C envi aldılar. Fazıl gitti. Niye görevden alınm adım belki dem inki gibi izah Mümtaz Soysal’ın ayaküstü ettiği laflardan biri de, onu DSP TBMM Grup Başkanvekilliği’ndcn götürdü. Çevresinde kimler olduğuna bakmadan ettiği bir söz ertesi gün Sabah gazetesinde manşet oldu. Eşiyle birlikte Eskişehir’de olan Ecevit, Soysal’a yine ‘basın’ aracılığıyla yanıt verdi ve ”Sayın Soysal, herhalde bunun üzerine DSP grup başvekilliğinden ayrılacaktır” dedi. Bülent Ecevit’in SoysaPın istifasını isteme nedeni, Rahşan Ecevit’ti. Ecevit’in yaptığı açıklama, basın yoluyla değil, Ecevit’in makamından (kuşkusuz Hüsamettin Ö zkan'ın bilgisi ve aracılığıyla) bir dosya içinde Soysal’a arz edilmek üzere gelmiş ve bu satırların yazarı tarafından açılmıştı. Okudum ve "Hocam, Ecevit istifanızı istemiş” diyerek kendisine uzattım. Tavrı doğaldı; "teyzene takıldık, desene" dedi. edilebilir. Belki, Sevinç, U N IC E F ’te çalışıyordu, “ ailece bunlara kötülük etm eyeyim” demiş olabilir. Ama asıl sebebin dış dünya olduğunu düşünüyorum ben. Bununla, N obel’i, U N E S C O ’yu da birleştiriyorum , dış dünyadan korkar ya bizim millet, ERTUĞRUL - Hakikaten millet dış dünyadan, B atı’dan, Batılılardan korkarken, siz de onlardan hiç korkm ayan, hatta onlara ters ve sert davranan biri olarak bilinirsiniz, nasıl oluyor bu? Ruh hali nedir? SOYSAL - (G ülerek) O nlar da bana bir şey yaparlarsa, sanki T ürkiye’yi başlarına yıkacağım ı düşünüyor, böyle sahte bir imaj oluşmuş, ben de bozm uyorum . Herkesi topladılar, beni alm adılar ama kürsüm ün altını boşalttılar. Aydın Yalçın, M ustafa Erdoğan’ı, bana rağm en aldı kürsüme. Tam onun beklediği durum. Benim anayasa kürsüsüne asistanlık ilanı verdirm iş, üç kişilik jüri kuruluyor ya, ben karşı oy verdim, bana rağmen benim kürsüm e girdi. Ondan önce bir olayım ız olmuştu. Hikm et Ö zdem ir’in Yön tezinde m ahkem elik olduk. Tezine aleyhte oy verdi ya da verdirtti. Konu Yön'le ilgili olduğu için ben aynı zamanda tez jürisinde olam azm ışım . Dava açtık, kazandık, onu engelleyem edilcr. Demek ki oradan da taktı, böyle bir şey yaptı. YÖN ER TUĞRUL - H ocam Yön'ü hiç anlatm adınız. O sırada sizin bir de parti girişim iniz var. SOYSAL - Ç alışanlar partisi. Sendikacılar, Seyfi Demirsoy, siyasal bir şey yapm ak istedi. Bize geldi, ben bir parti program ı yazdım . Biz bunlarla uğraşırken, Türkiye İşçi Partisi kuruldu. Her ne kadar T İP ’çilerle beraber olm adıksa da D oğan’la ben, "şimdi bizim tekrar bir parti kurmamız yanlış olıır' diye düşündük. Biz, kom ünist parti gibi bir şey değil de, h afif N asırım cı, bugünkü görüşlerim de, biraz asker desteği de olacak, devrim ci olacak, am a kom ünist partisi dam gasını yem em esi lazım diye düşündük. Ama bunu da hiçbir zam an çıkıp açıkça yazm adık, T İP ’le uğraşm aya kalkışm adık, sustuk. Dergi düşüncesi nereden geldi? A nayasa Kom isyonunda aşağı yukarı düşünceler böyleydi. Doğan belki evet dese, m illetvekili olabilirdi o sırada, ama Feyzioğlu partiye yeniden egemen oldu. Solcu olduğunu ve böyle kararlı olduğunu bildikleri için yapm azlar diye düşündü zannediyorum , buna soyunm adı. Böyle bir teşebbüste bulunsa belki olabilirdi, o da istemedi. Ben zaten fakülteye dönm ek istiyordum. Daha asistandım , doçent bile olmamıştım. Aıııa karar verdik ki, biz bir hareket başlatm alıyız. Onu iyi düşündük. M uazzam bir haber, bir şey yapm anız lazım ilk sayıda. Düşündük taşındık, tam o sırada 27 M ayıs bitiyor, asker gelm iş artık gidiyor, ne - 84 - olacak T ürkiye’de? "Bir görüş bildiren bir bildiri yayınlayalım, buna imza toplayalım, öyle çıkalım ” dedik. Onun ilk taslağı vardır bende. Doğan dedi ki, "sen bir y a z ”. Ben yazdım, çok beğendi o, bir iki yerine bir şey yaptık. "Hah böyle” dedi. Adını da ben bulm uştum zaten, söylem iştim sana. Ad düşünüyoruz şimdi, ne olacak? Ben dedim bir yön aram ası var, adı Yön olsun. Onu çok beğendi Doğan. D oğan’la kolay anlaşırdık bir noktaya kadar, sonra o işi iyice askerciliğe vurdu da, orada yan çizdim ben, çünkü olacak gibi değildi. Asıl finansör, Cem al Reşit Eyüboğlu’ydu. O CHP parti meclisi üyesiydi. Dolayısıyla orada adam ım ız vardı. İçerden iyi haber alıyorduk, çaktırm adan alıyorduk. B ir de Akis deneyim im iz vardı ikimizin de. Sonuçta böyle bir bildiri ile çıktık. Birkaç sayı idare etti o bildiri, ha bire yeni im zalar geldi. Bazen ben yazardım am a, daha çok Doğan yazardı, başyazıları. İçeride bir süre ben 10-12 sayı A nayasa K om isyonu’nda neler oldu, onu yazdım. Bir nokta geldi, iş biraz daha ciddileşiyordu. 12 M arta doğru geliniyor, o zaman inanıyordum , asker desteği falan tam am am a, bu cunta işlerine fazla itim adım yoktu. D oğan’ın çok iyi tem ası vardı. 9 M art’ta orada nitekim, bakan listesini bile yapm ışlar, ben dışişleri bakanıym ışım , benim ondan haberim yok, haberim olsa, "çıkartın başıma iş açacaksınız” filan diyeceğim. (Gülüşm eler) Birkaç kere dışişleri bakanlığına geldik (!). ER TU Ğ R U L - Arada Sosyalist K ültür Derneği kuruldu... SOYSAL - O arada Devlet Planlam a teşkilatı kuruldu. Bizim fikirlerim iz yavaş yavaş uygulam aya giriyor. Altıncı sayıda sosyalizm olarak çıktık. Ö ncekilerde cesaret edemedik. K apakları Turhan (Selçuk) yapıyordu. İlhan da (Selçuk) yazıyordu. Çetin Altan da bize yardım ediyordu. 7. sayı müthiş sattı, ikinci üçüncü baskıları yaptı. Böyle millet sosyalizm lafı duyunca... Böyle olunca kendi düşüncelerim izi T İP ’ten biraz daha farklı olarak yayalım diye düşüdük. M esela (A tilla) Karaosm anoğlu da buna oynuyordu o zam an biraz. Sonradan A m erika’ya gitti, kafası değişti. Ona benzer, yine D P T ’den birkaç kişi O sm an Nuri Torun, Necat Erder, Ayhan Ç ilingiroğlu. Ve diğerleriyle Sosyalist K ültür Derneğini kurduk Sosyalist K ültür Derneği kuruldu diye, İngiltere’den Sosyalist Enternasyonal genel sekreteri, “ Türkiye’de önemli şeyler oluyor” diye, A nkara’ya geldi, benim le görüşm eye. Dedim "daha parti falan kurmadık, bakalım ” filan dedik. Sonra dağıldı millet, o iş çok yayılmadı. 12 M art tarihine kadar dahi yaşam adı. İşler biraz gerginleşti. Biz onu bıraktık, dem ek ki o sırada Doğan, artık iyice darbe havası geliyor diye, ona soyunm uş olabilir. D ernekçiliği filan bırakıp, öyle olabilir. ER TUĞRUL - Siz Devrim dergisinde yoksunuz... SOYSAL - Yokum. O ndan önce soğum a gelm işti. Doğan hızla olsun istiyordu. Ben, her zam anki ihtiyatlılığım la, m aceraya girmedim. -85- MEHTAP ER TU Ğ R U L - M EH TA P hocam? SOYSAL - M EH TA P da matrak. İnönü, idari reform a karar verdi. Tahsin Bekir, İnönü’nün çok sevdiği ve saygı duyduğu bir insandı. Onun etkisiyle zannediyorum , ilk personel dairesi başkanlığına bunu getirdi. Tahsin B ekir’le aşağı yukarı yaşıt. Fransız usulü yetişm iş, iyi bir idareci diye biliniyor. Valilik fılaıı yapm ış galiba. Planlam a dairesi de, “idari reform nasıl olacak’’ diye bir kom isyon kurdu. D em irel’i o zam an tanıdım, o da askerliğini yapıyordu Planlam a’da. Su işleri m üdürü ama askerliğini yapm am ış, “Planlam a’d a y a p sın ’’ demişler. O geliyordu kom isyona, pek de devamlı olm adı, kaytarıyordu da, K ızılırm ak sokakta yapılırdı toplantılar. Am m e İdaresi Enstitüsünün yeri oradaydı o zam anlar. Oradan M eşrutiyet’in başına kadar Dem ire!’le bir gece yürüdük. Oradan bir tanışıklığım var eskiden beri. İngiltere’den bir uzm an da gelmişti. Bir kom isyon kuruldu. M EHTAP, M erkezi H üküm et Teşkilatı Araştırm a Projesi, ben de onun genel raportörü oldum. O benim için iyi bir deneyim oldu. Bütün T ürk idaresini yakından görm e imkânı oldu. Onu iyi organize ettik, gelenler gidenler, çalışm a grupları kuruldu, hâlâ da temel eser galiba. Ben başından beri onu söylüyorum , idareyi başkası, özel kişi ya da şirketler yapam az, idareyi idareden başkası reform e edemez, kendi kendisini reform e etmesi lazım. Ö yle olm azsa zaten yürüm ez. Kendi içinden gelecek, idarenin çeşitli parçaları, neyin reform e edilm esi gerektiğini kendileri hissedecek, alttan gelecek. Tepeden inme değil, çok uğraşıyordum , geceleri çalışıyordum . M EH TA P dolayısıyla A m m e İdaresi’ne gittim geldim. D oçentken, Eğitim M üdürlüğü’nü yaptım. Hâlâ da orada iyi bir iş yapıldı zannediyorum . TODAİE’yi BM kurdu ERTUĞRUL - Şöyle bir şey sorabilir m iyim ? A m erika’ya ideolojik bakışım ız belli. T O D A İE ’yi de Am erika kurdurm uyor mu sonuçta? SOYSAL - B M ’den Am erikalı gelmedi. Ben daha son sınıftayken kuruldu Am m e İdaresi. Başına da İsveç’ten biri geldi. İsveç’te M uhafazakâr Partinin kurucusunun oğlu, Hetchcr. Babası İsveç’in en ünlü iktisat tarihçisiymiş. Amerikalı değildi. A m erikanlaşm a, biraz AID ile başladı. AID, öğrencileri alıp A m erika’ya götürüyor falan ya. BM, 5 0 ’lerde, T ürkiye’yi O rtadoğu’daki yenilenm enin m erkezi olarak görüp Am m e İdaresi Enstitüsü’nü kuruyor; onun için Türkiye ve Ortadoğu. Ortadoğu ülkelerinden de adam lar gclecek diye düşünüyorlar. Nitekim hatırlıyorum başlangıçta bir Habeş geldi, Ü rdün’den biri geldi. - 86 - Tekrar Kıbrıs ERTU Ğ R U L - K ıbrıs’ın son bölüm ü? Feyzioğlu’ndan sonra tekrar döndünüz D enktaş’ın yanm a ve özellikle son bölüm de kavga daha büyük oldu. SOYSAL - Dünya çullanıyordu. Buna karşılık m ücadele verdik. ER TU Ğ R U L - Bazı zevat, çok tezvirat yapıyor bu konuda... SOYSAL - O nlara göre Türkiye hayırlı bir iş yapıyordu. Annan planıyla Türkiye için Kıbrıs m eselesi kapanm ış olacaktı. Biz buna karşı çıkıyorm uş gibi gösteriliyorduk. A nnan planına evet dediler. O nlar az daha kazanıyordu, Allahtan Rum hayır dedi. Sonuçta ona rağm en kazanıyorlardı, R uslar kurtardı. ERTUĞRUL - Nasıl oldu o? SOYSAL - R um lar son ana kadar ne koparabilirlerse koparm ak için çaba gösterdiler, H ayır dem em ek için şart koştular ki, Annan planındaki bir nokta da değişsin son dakikada. N edir o? T oprak konusunda da uzlaşılm ıştı, sınıra yakın olan kısımdaki verilecek olan topraklar hem en verilecekti. Yalnız bir süre, devir yapılıncaya kadar oradaki halkın güvenliği bakım ından Türk askeri gene sınırda kalacaktı. Rum lar, dediler ki, “bu asker hemen çekilmezse biz hayır deriz”, İngilizler de buna yattı. Bizim kiler de buna yattı, Annan planını kurtaracaklar ya, evet densin diye. G üvenlik Konseyi de “evet” diyordu, herkes “e v et” diyordu. Rusya vetosunu bastı, Güvenlik K onseyi’nde. R uslar’m soğuk savaştan sonra kafa tuttukları ilk olay oldu: “Amerikalıların her dendiğine de evet denm ez ” gibilerden, 40 yılda bir bizim lehim ize vetoyu koydular, yattı iş. Sonra Rumlar sanki öyle yapm am ış gibi yaptılar. Hesap, başka hesap ER TUĞRUL- H ocam bir de şu “özgürlük savaşçısı çocuk ” m eselesini sorabilir m iyim ? H aşan Cem al hep yazar ya, “Mümtaz Soysal, Tiananmen meydanındaki özgürlük savaşçısı çocuğa karşı çıktı ” diye, şunu bir aidatsanız... SOYSAL - O çocuğun halini gördüm . B atılılar böyle bir şeye bayılıyorlar, eline alıp oynuyor yani. Orhan Pam uk falan g ib i... O çocuğun haline üzüldüm ben. BM binasının önünde çocuğun etrafını çevirdiler. Belli ki, çocuğun özgürlük davasıyla, çocuğun haliyle Filan hiçbir şekilde gerçek ilgileri yok. Bir olay olmuş Ç in’i yıpratacak, ellerine de böyle gariban bir çocuk geçirdiler; o da ona aldanıp, oralarda gidip özgürlük kahram anlığı yapıyor, halbuki hesap, büyük hesap. Asıl beni en çok kızdıran, o sırada tutulmuş hatırat gibi, gazeteleri açıyorlar, duym adıkları duygulan da kendilerine enjekte edip, hatırat gibi yazıyorlar. Halbuki en büyük sahtekârlık bu. Ben şimdi hatırlam akta güçlük çekiyorum , sanki o gün düşünm üş gibi yazıyorlar. Sonradan hatırat yazmak kadar büyük sahtekârlık yoktur. H atırlayabildiğin kadar yazarsın, insan ister -87- istemez kendinden yana yontm aya çalışır, tamam. Ama, öyle bir defter tutsan bile, o anda söylediklerini de gidip notere bırakıyor musun, bırakm ıyorsun. Tarih yazan, tarih yapana karşı ER TUĞRUL - Size şunu sorm ak istiyordum, yeri geldi: Siz bir taraftan tarih yazansınız; anayasa hocalığınız, kitaplarınız, yazılarınız vs. Diğer taraftan tarih yapansınız; 61 anayasası, kurucu m eclis üyeliği, dekanlık, m illetvekilliği, bakanlık, genel başkanlık. Tarih yaparken, tarih yazanı ne kadar düşünüyorsunuz? SOYSAL - O iyi bir şey değil. Biraz şizofrenik bir şey. Yani hem siyasetçi olarak bir şeyler yapm ak istiyorsun ve siyasetçi olarak da biraz siyaset yapm an lazım; bir yandan da kendini hocaym ış gibi ya da tarih yazıyorm uş gibi; “bu yapılır mı, yapılmaz m ı”, “nasıl davranılır" o fren oluyor. Çok iyi bir siyasetçi olmanı engelliyor. Dıştan bakıldığında daha iyi gözüküyorsun, işte dengeli m engeli vs. ama çılgınlık yapam ıyorsun. Kendi huyum u da biliyorum ben. ER TUĞRUL - Ben sizi tarih yazana karşı sorum luluk duyarak kendini sınırlam ış biri olarak g örürüm ... SOYSAL - Kendimi gözlüyorum , “sonradan ben bunu nasıl izah edeceğim, izah edebileceğim bir hale gelsin.” Fazla bir sorum luluk oluyor o. Halbuki o kadar sorum luluk ağır, biraz daha sorum suzca davranm ak lazım, belki de tabiatım da yok, fazla ihtiyatlıyım. Son söz yerine Bu söyleşide her şey yer almadı, biliyorum . Çünkü bir armağan çerçevesinde bilim adam ı ve anayasa hukukçusu “ M üm taz H oca”yı gelecek nesillere aktarıyorduk. Bazı konuları ben sorm adım , bazı konuları da (geçirdiği trafik kazası gibi) M üm taz Hoca konuşm ak istemedi, bazı konuları bilimsel bir yayın için gereksiz gördü, saygıyla karşıladım, bazıları da o ff the record’du. Yakın dönem lere ve güncel tartışm alara az girdik, ben biraz daha girilm esinden yanaydım , ama Hoca, son derece ikna edici bir şey söyledi, sustum: “Kitabı daha kapatmadık" Nice kitaplar hocam. - 8 8 - Ek-1 (ANAYASA’YA GİRİŞ) Ö n sö z Bu kitap, alışılm ış anlam da bir «ders kitabı» değil. Gerçi «Anayasaya Giriş» başlığı altında toplanan konular yine bir öğrenim yılının saatlerine sığdırılm ış alanları kapsıyor ama, üniversitelerde «ders kitabı» sözünden anlaşılan şey, bundan çok daha başka: o ada layık yayınların daha «ağır», daha «kalın» ve daha «renksiz» olm ası bekleniyor. Buna karşılık,- sürekli gözlem lerden doğan bir başka amacı var kitabın. O am aç da şu: üniversite kürsüsüyle üniversite sıraları arasındaki boşluğu ortadan kaldırm ak, şatoları yığınlardan ayıran hendekleri doldurm ak. Orta öğretim kuram larını bitirip fakültelere gelen genç insanların sorunları kavram aya hangi noktadan başlayabilecekleri ve neleri sindirip neleri sindirem eyecekleri konusunda pek gerçekçi olm ayan varsayım lar hayli yaygın. Ö ğreticiler öğrencilerin düzeyinden uzaklaştıkça, özellikle Türkiye gibi bir ülkenin koşullarından ötürü henüz tam bir sindirm e yeteneği kazanam am ış körpe kafalar, birdenbire büyük engellerin önünde buluyorlar kendilerini: karşılaşılan sorunlar açısından yararlılığını pek kcstirem edikleri kavram ları, benim sem ekte güçlük çektikleri bir dille kendilerine anlatm ağa kalkan koca kitaplar. Oysa, bir öğrenim basam ağından başka bir öğrenim basam ağına yeni geçen insanlar, hiç alışm adan, böylesine büyük adım lar atm ağa zorlanm am alı, o zam ana kadar edinebildikleri seziş yeteneklerini böylesine aşan sunuşlarla karşı karşıya bırakılm am alı. Belki de, fakültelerin ilk sınıflarında pek yaygın bir yakınm a konusu olan «verim düşüklüğü», herşeyden önce, sunucularla alıcılar arasındaki bu «akortsuzluk»tan ileri geliyor ve bunun da baş sorum lusu herhalde öğrenciler değil. T ürkiye’nin eğitim düzeni bozuksa, bunun bedelini bilm eceler karşısında zihin körleterek, ezberciliğe sürüklenerek, hatta yıllarını yitirerek niçin yalnız onlar ödesin? Gerçi, üniversite öğretim inin belli bir düzeyi tutturm ak, sorunları belli bir ağırlıkla ortaya koym ak ve geride kalm ışlarla oyalanm ayıp kendisini en iyilere göre ayarlam ak zorunda olduğu kolayca söylenebilir. Ama, böyle bir tutum gerçekçi olmaz: T ürkiye’nin koşullan içinde, her yıl, üniversitelerin ilk sınıflarındaki sıralar, seçtikleri ya da seçmek zorunda kaldıkları bilim dalı için gerekli tem el yetişm eden geçm em iş binlerce, oııbinlerce genç insanla doluyor. Bunları yok saym ak, alışılm ış üniversite ölçülerine uym ayı belki sağlar am a, T ürkiye’nin eğitim sorunlarından birini de çözüm lenm em iş olarak bırakır. Böyle bir tutum «halkçı» da olmaz: fakültelerin ilk yıllarında kolay aşılam ıyacak ve sözde «yüksek kaliteli» engeller kurmak, belli olanaklardan yoksun bırakılm ış insanlar Türk toplum unun kaderi üzerinde söz söylenebilecek yerlere gelm eden kalsınlar demektir. Oysa, eğitim düzeni -89- bozuk olan bir ülkede, her öğretim aşam ası, kendi standardlarını değiştirm ek pahasına da olsa, bir önceki aşam anın aksaklıklarını onarm akla yüküm lü sayılmalı. O nun içindir ki, bu yayın, bir «açm a ve alıştırm a kitabı» niteliğini taşıyor. Elbette istenen şey, öğrencilerin bu bilgi düzeyiyle yetinm eleri ve daha fazlasını düşünm ekten kaçınm aları değil. Tam tersine, konular öyle bir biçim de ortaya konm alı ki, hem öğrencide kendi bildiklerini derinleştirip yeniden değerlendirm ek isteği uyansın, hem de, ilk yıllarda, bıkkınlık ve ürkeklik yerine yeni bilgilere karşı köklü bir açıklık yerleşsin. Bu nedenle, bölüm lerin sonuna yazar adlarının alfabe sırasına göre konan «yardım cı okum a» listeleri, herhangi bir yorum lam ada ve değerlendirm ede bulunm adan, bazı konularda uyanabilecek merakı giderm ek am acını güdüyor. Bunların her konuyu bütünüyle kapsayan birer «tam liste» olm adığı besbelli. Y ayınların türkçe olm asına, azçok yakın bir tarihte çıkm ış bulunm asına, çeşitli görüşleri tem sil etm esine ve genellikle kolay bulunup okunabilir olm asına dikkat edilm iştir. Bu yüzden de, o listeleri «bilim sel» yapıtların sonuna eklenm iş bibliyografyalardan saym am ak gerekir. Örneğin, çeşitli dergilerde yayınlanan «bilim sel m akaleler» bu listelerde yok. K aynaklar arasında ders kitapları da yeralm aktadır ama, ağırlığın bunlar üzerinde olm am asına özellikle dikkat edilm iştir. Yine de bazı durum larda konuların niteliği, gereken dengenin kurulm asını önlem iş olabilir. Bir bakıma, bu listeleri kısa kitap m etnini dipnotlarıyla ağırlaştırm am ak için ayrıca sunulan kaynak göstergeleri saym ak da m üm kün. Şurası da belli ki, yararlanm a borcu yalnız bunlardan ibaret değil: aslında, borçlanm a listesini yabancı yazarlara, türkçedeki bilim sel m akalelerin ve hatta henüz yayınlanm am ış yapıtların sahiplerine kadar uzatm ak gerekirdi. Ama, herşeyden önce, bu yardım cı okuma listeleri, günün yaygın sorunları konusundaki m eraklarını giderm ek ve yazaı ınkinden başk a g ö rü şleri de öğren m ek isteyenlere kolaylık sağlam aktadır. Öğrenciler, hem başka tutum ların neler olduğunu görm ek, hem de adlarını sık sık duydukları kim selerin ne gibi görüşler savunduklarını ortaya çıkarm ak olanağını bulacaklardır. Yalnız «ne neym iş» sorusuna cevap arayanlar değil, «kim neym iş»i m erak edenler de bu listelerdeki yayınları karıştırm alı. Bu yayın, tam anlam ıyla bir «hukuk kitabı» da olm uyor; hatta, bir bakıma, şim diye kadarki «anayasa» kitaplarında «hukuk» un ağır basm asına karşı bir tepki bu. Ama, hukuk kavram larının büsbütün ihmal edildiği, bunlara hiç değinilm ediği de söylenem ez; tam tersine, kitap, asıl konusu olan «anayasa hukuku»nu daha anlam lı bir çerçeveye oturtm ak am acını güdüyor. Bunun ötesinde, anayasa hukukunun bütün inceliklerini böyle bir yayında aram am ak gerekir. Niyet, fazla dozlarla öğrencileri hukuktan soğutm ak değil, onları anlamlı bir hukuk öğrenim ine ısındırm aktır. Dünyadaki rejim sorunlarının ışığında bugünkü T ürk anayasa sistem ini anlam ağa yarayacak «giriş» bilgilerini verm ek am acını güden kitapta, konuların -90- ve kavram ların sıralanışı bakım ından özel bir yöntem izlendiği herhalde dikkati çekecektir. Fakültelerin ilk sınıflarında okutulan «anayasa hukuku» dersleri genellikle iki temel kitaba dayanır: bunlardan biri «genel esasları»ı verir, öbürü de «Türk anayasa hukuku»nu. Oysa burada böyle bir ayırım yok. D ünyadaki ve T ürkiye’deki oluşum la kavram ların tanım lanm ası birbirine karıştırılm ıştır, hem de bile bile. B ölüm uzunluklarının daraltıcı bir eşitlik anlayışıyla ayarlanm am ası, biraz da bu oluşum un bütünlüğünü bozm am ak ve gereksiz kesilm eler yaratm am ak tasasından ileri geliyor. Örneğin, «insan haklan», «demokrasi», «parlam enter sistem » gibi kavram lar belirli başlıklar altında ele alınıp bunlarla ilgili salt genellem elere gidilm em iştir. Tersine, T ürkiye’nin rejim ve anayasa sorunları dolayısıyla sık sık geçen bu kavram lar, tarihsel oluşum ları içinde, özel koşullara bağlılıkları ortaya konarak açıklanıyor. İngiltere’de «Sanayi Devrim i»nin ne gibi koşullar içinde gerçekleştiğini bilmeden, «ekonom ik düzenle rejim lerin bağlantısı», «parlam enter sistem in başarısı» ya da «oy hakkının kısıtlanm ası» gibi sorunlarda anlam lı tartışm alara girişm ek m üm kün mü ? Bütün çaba, bugünün sorunlarını insanlığın büyük oluşum una oturtabilm ek, ona göre değerlendirebilm ek. Böylece, 1961 A nayasası, dünyanın çeşitli köşelerindeki belli koşullara göre oluşm uş kavram ları yine belli koşullar içindeki bir ülkeye uygulam ak am acını güden belge niteliğini daha açıklıkla kazanıyor. Başka bir açıdan da, böyle bir tutum, büyük gidişin içinde bu belgeye nasıl olup da yaratıcı bir rol verilebileceğini ortaya çıkarm aktadır. Yoksa, metin olarak hayli uzun, ayrıntılı ve açık olan 1961 A nayasası, çoğunlukla yapıldığı gibi, kolayca okunuveren ve okundukça kendi kendisini açıklayan bir belge de sayılabilirdi. İşte, «Anayasaya Giriş», bu dış görünüşün verdiği basitlik izlenim ini silmek, m addelerin ulu, fakat boş ve anlam sız form üller olarak tekrarlanm asını önlem ek, genç kafaları «anayasa yobazlığı»ndan uzak tutm ak istiyor. A nayasalar, bir büyük oluşum içine yerleştirilip ona göre de ğerlendirilm edikçe, gerçekten birer «kâğıt parçası» olm aktan öteye geçem ezler. Bütün bunların sonunda, böylesine genelleştirici bir tutumun, tam kapsam lı ve ayrıntılı tem el kitapları yazm ak ödevini de ortadan kaldırm adığını açıkça belirtm ek gerekir. Am a, üniversite üyelerinin ilk ödevi, her yıl önlerindeki sıraları dolduran genç insanları düşünm ek. İşte, bu küçük kitap o ödevi yerine getirm enin sevinciyle yazıldı. A nkara, O cak 1968 Mümtaz Soysal Ankara Üniversitesi Siyasal B ilgiler Fakültesi Ek-2 BİR DİPLOMASİ DERSİ H. Avni A K SO Y Kuala L um pur’da, ilk yurtdışı görevimdeyiırı. Birleşm iş M illetlerin UNISPAL (U nited Nations Inform ation System on the Question o f Palestine) diye bir oluşum u var. 18-22 Aralık 1989 tarihlerinde U N ISPA L’ın M alezya hüküm etiyle birlikte düzenlediği bir STK sem pozyum u yapılıyordu. Büyükelçiliğim ize de davetiye geldi. Bir de baktık ki, katılım cılar arasında M üm taz H ocam ız da var. Pek sevindim. O kuldan m ezun olduktan altı yıl sonra yeniden görecektim en sevdiğim hocalarım dan birini. Eşi Sevinç Hanım la birlikte gelecekm iş. Hocanın uçağı biraz gecikm eli de olsa K uala L um pur’a indiğinde havaalanında onları karşılam ak üzere hazır bekliyordum . Özel giriş kartlarım ız sayesinde güm rük hattının ötesine geçtim ve pasaport sırasına girm eden yakaladım hocamızı. Hiç beklem iyordum am a hatırladı beni. Neyse, "Avniciğim, küçük bir sorunumuz var” dedi, "biz pasaportları evde unutmuşuz. ” Bir an öylece kalakaldım. Nasıl yani?? “E, peki Türkiye’den nasıl E senboğa’da şeref salonundan çıkış yapm ışlar ve pasaportları olm adığını farketm em iş kimse. Ben ne yapsak, nasıl yapsak diye kara kara düşünürken, hoca farketti ki yanlarında K KTC diplom atik pasaportları var. İyi de, M alezya K K T C ’yi tanım ıyor ki... Gerçi K K T C ’yi tanım am akla birlikte K K TC pasaportlu insanların bu pasaportlarıyla ülkesine girm elerine izin veren devletler var, üstelik İngiltere gibi devletler. Biz de mesela T ayvan'ı tanım ıyoruz ama, Tayvanlılar kendi pasaportlarıyla T ürkiye’ye giriş yapabiliyorlar. Ama M alezya bu, laftan anlarlar mıydı acaba? Çaresiz, şansım ızı bir deneyelim dedik. Pasaport m em uru önce anlam adı, sonra “siz Kıbrıs adasından mı geliyorsunuz?” diye sordu. Olum lu cevap üzerine, artık K uzey K ıbrıs’tı, G üney K ıbrıs’tı diye incelem eden giriş dam gasını bastı. M alezya, Kıbrıs adası gibi ‘İngiliz U luslar T opluluğu’ diye anlam sız bir şekilde Tiirkçeye çevrilen kuruluşun üyesi ve bunun üyeleri birbirlerinden çoğunlukla vize talep etm iyorlar. H ocam ızı ve Sevinç Hanım ı kalacakları otele getirdim. N edense o zamanki Büyükelçi, M ülkiye m ezunu olm asına rağm en H ocam ıza biraz mesafeli davrandı. Zorla yapıyorm uş gibi bir akşam yem eği verdi. çıktınız?” diye sordum. -92- Sem pozyum başladı. Açılışa Büyükelçi de geldi. Ben her gün gidip dikkatle izliyorum. O nun dışında, M üm taz Hocamı bulm uşken, yanından ayrılm ıyorum . H ocanın sırası geldiğinde, her panele m oderatörlük, her toplantıya başkanlık eden Senegalli kadın büyükelçi nedense yoktu, yerini yardım cılarından “K ıbrıs” (yani bildiğim iz G üney Kıbrıs Rum Yönetim i) B üyükelçisi A ndreas M avrom m atis alm ıştı. Rum ya adam, ille M üm taz H oca’yı zor durum da bırakacak aklınca. Her konuşan F ilistin’in ve Filistinlilerin problem lerinden bahsederken, M avrom m atis sözü hocaya bırakm adan önce, “benim ülkem gibi y a b a n a bir gücün işgali altında olan Filistin” gibi bir laf etti. Bu sözü söylerken de M üm taz H oca’ya dik dik bakıyordu. Ben “du bakali” diyerek, hocanın nasıl bir karşılık vereceğini beklem eye koyuldum . M üm taz Hoca konuşm asında Filistin halkının sıkıntılarının aslında bir insan hakları sorunu olduğunu vurguladı, Asyalı halkların doğasında bulunan kadercilik gibi hasletlerin insan hakları farkındalığı bakım ından önem li bir dezavantaj olduğunu, A syalIların da artık evrensel insan hakları standartlarını tanıyıp Filistin halkının davasına “m azlum halkla” veya “ m üslüman kardeşleriyle” dayanışm a seviyesinden daha üste çıkıp bir insan hakları sorunu olarak bakm aları gerektiğini söyleyen bir konuşm a yaptı. Sonra ekledi: “Nitekim , halkıyla dayanışma gösterdikleri halde bu kendi kaderini tayin etmek gibi en temel milli hakkını savunan Filistinlilerin devlet kurma hakkını tanımakta ayak siirüyenler var. Oysa Filistinlilerin en inkâr edilmez hakkı kendi kaderini tayin etmektir, tüm diğer halklar g ib i” dedi ve sonra M avrom m atis’e dönerek “değil mi sayın başkan? ” dedi. Sayın başkanın o anda boğazına birşeyler kaçm ış olm alı ki, birden öksürm eye başladı, uzunca bir süre öksürdü, sonra baktı olacak gibi değil, kendini dışarı attı ve öksürm esine lobide devam etti. Hoca, bu lafıyla büyük alkış aldı. Ben de büyük bir hocam dan bir diplom asi dersi daha almış oldum. Ek-3 Prof. Dr. M ÜM TAZ SOYSAL Dr. Ahm et Zeki BULUNÇ Bizim kuşak Kıbrıs Türkleri için T ürkiye’ye gelm ek hem bir özlem , hem de bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Bu, özellikle benim açım dan bir olanaksızı gerçekleştirm ekti. Çünkü her şeyden önce lise öğrenim inden sonraki bir öğrenim düzeyi hakkında bilgim yoktu. Rahm etli babam ilkokul ikinci sınıftan terk, sadece ism ini ve baba adını eski Türkçe yazabilen bir işçi idi ve çalışm aktan başka bir dünyası yoktu. Rahm etli annem hiç okula gitm em iş B af kasabasının ücra küçük bir köyünden L efkoşa’ya zengin bir T ürk ailesinin yanm a “beslem e” olarak verilerek büyütülm üştü. Lise son sınıfa geçtiğim yıl en yakın arkadaşım kom şu çocuğu, rahmetli malul gazi Yüksel Enver’in A nkara’ya üniversite öğrenim ine gitm esiyle Ü niversite’yi öğrenmiştim . Lise son sınıfım, üniversite hayali ile ve rahm etli babam la “ben de Ankara'ya üniversiteye okumaya g i d e c e ğ i m babam ın da “benim gücüm yok okutamam, sen Kömürcü köyüne bile gidemezsin ” m ünakaşalarıyla geçti. Bütün yıl boyunca boş zam anlarım da ve özellikle yaz aylarında çok çeşitli işlerde çalışarak para biriktirdim . Bu arada babam ısrarımı, kararlılığım ı ve bir bakım a yaşam la m ücadelem i görünce bana “seni dilenip dirsenip okutacağım ” diyerek son ham lelerde güç verdi. Bu koşullarda Eylül 1963 tarihinde A nkara’ya öğrenim için geldim. F akülte’de dersler başlayalı henüz iki üç ay olm uştu ki, Rum lar önceden hazırladıkları Akritas P lam ’nı 21 A ralık 1963 tarihinde, 48 saat içinde Kıbrıs T ürk halkını “ imha ederek” E N O S İS ’i gerçekleştirm ek hedefiyle uygulam aya koydular, Türklere karşı saldırılarını ve katliam larını başlattılar. Bu koşullar karşısında T ürkiye’de üniversite öğrenim ini sürdüren biz K ıbrıslı T ürk öğrencilerin hem en hem en tam am ı, çeşitli aşam alardan geçerek ve çeşitli yollarla m ücadele etm ek üzere M ücahit olarak K ıbrıs’a döndük. İki yılı aşkın bir süre sonra, 1966-1967 öğrenim yılında terhis edilerek topluca tekrar T ürkiye’deki üniversite öğrenim im ize geri gönderildik. Benim için her şey olan, bana yeni ufuklar kazandıran ve her zam an kıvançla, onurla ve gururla mensubu olduğum , iftihar ettiğim A nkara Üniversitesi Siyasal B ilgiler Fakültesi’ndc (M Ü L K İY E 'D E ) okum a övüncüne ve ayrıcalığına kavuştum. B enim hayatım da ve bugünüm de apayrı bir yeri olan M ülkiye’nin ve her zam an saygıyla, sevgiyle andığım çok değerli hocalarım ın yüksek niteliklere sahip olm am ızdaki payları ve katkıları hiçbir şekilde ifade edilem ez ve her hangi bir - 94 - ölçüyle ölçülem ez. M üm taz H ocanı ile hoca-öğrenci ilişkilerinden de öte ayrı bir hukukum uz ve bir bakım a kesişm e noktalarım ız oldu. İlk ders M üm taz Hocam ız birinci sınıfta A nayasa Hukuku dersini veriyordu. Benim için genel olarak hukuk, özel olarak Anayasa Hukuku yepyeni konulardı. Başlangıçta kendimi, bilinm ezler denizinin derinliklerinde kaybolm uş gibi hissetm iştim . A ncak M üm taz H ocam ızın ders anlatım ı, A nayasa’y a Giriş kitabının zenginliği ve akıcılığı bir yandan diğer arkadaşlarım gibi beni de kendine bağlıyor, bir yandan genel olarak anayasayı ve M üm taz Hocam ızın yaratıcılığında “ dinam ik anayasa” anlayışını öğreniyor, bilinm ezlikleri aşıyor, olayları farklı bir gözle anlayarak, sorgulayarak, yargılayarak ve yorum layarak anlam aya ve çözm eye başlıyordum . Bu durum, özellikle Anayasa dersine ilgimi ve öğrenm e arzum u giderek daha çok artırıyordu. Kendimi derslere hazırlanm akta ve sınıfta izlem ekte çok iyi hissediyordum . Her geçen gün güvenim artıyordu; arkadaşlarım la tartışm alara etkin bir şekilde katılabiliyor, o günlerdeki siyasi gelişm eleri daha iyi analiz etm eye başladığım ı fark ediyordum. Kıbrıs dönüşü F akülte’ye yeniden başladığım da hedefim ve am acım daha başka yıl kaybetm eden öncelikle ikinci sınıfa geçmekti. Dersler Kıbrıs dönüşünde daha zor geliyor, yıl kaybetm e tedirginliğini, telaşını ve stresini yaşıyordum . İşte bu koşullarda Şubat sınavları gelip çatmıştı. Sınav günü kura ile çekeceğim iz dersten sınava girecektik. Hangi dersin çıkacağını bilm ediğim iz için dokuz dersim izin tam am ına da aynı ağırlığı vererek hazırlanm ak gerekiyordu. Tahm inler, olasılıklar ve varsayım lar bana göre değildi. O nedenle bir M ülkiye öğrencisine yakışır şekilde kelim enin tam anlam ıyla “İN EK ” gibi çalışıyordum . N ihayet sınav günü gelip çatmıştı. Kurada A nayasa Hukuku dersi çıkmıştı. Bu benim için bir bakım a sevindirici ve rahatlatıcı bir durum du ama o oranda da korkutucu ve endişe verici idi. Çünkü bu M üm taz Hocam ızın Anayasa Hukuku dersi idi. Sorular kolay ve rahatlatıcı gelmişti. Hem en cevapları yazm aya koyuldum. Yanlış hatırlam ıyorsam toplam üç soruya 5-6 sayfalık yanıt vermiştim. Sınav bittiğinde sevinçten uçarak amfiden çıkm ıştım . A rkadaşlarım la da soruları ve yanıtları tartıştıktan sonra kesinlikle 10 üzerinden 10 alacağıma inancım ve güvenim artm ıştı. Sonuçları heyecanla bekledim. İlan tahtasına asılan not çizelgesinde 10 beklentisi ve um uduyla ismimi ararken çarpıcı bir notla karşılaştım ; aldığım not 10 değil, sadece 1.5 idi. Yani bir buçuktu. Ne gözüm e inanabildim ne de gerçekliğine. Bu olamazdı. Bir yanlışlık olmalıydı. Bu sonuçla hemen hem en bir yıl daha kaybetm em kesinleşiyor gibi idi. K endim le büyük bir m ücadele ederek ve hayatım da ilk kez not itirazı için M üm taz H ocam ’a gitmeye karar verdim. Sonuçta gittim. Fakültenin ikinci katında M üm taz Hocam ızın odasının önüne gittim. Bütün kararlılığım a karşın bir türlü cesaret edip kapıyı çalamadım. U zun bir süre orada kapı önünde tereddüt içinde kalakaldım . Kendi kendim le bu -95- m ücadeleyi verirken odanın kapısı içerden açıldı ve yüz yüze gelecek şekilde kendim i M üm taz H ocam ın karşısında buldum. "Ne var” diye hocam sordu. Nihayet titrek ve heyecanlı bir sesle, dizlerim in de titrediğini hissederek "Hocam, sınavda tam not almayı bekliyordum ve kesin doğru cevaplar verdiğimden eminim. Ama tam not yerine 1.5 aldım. Acaba maddi bir hata oldu mu diye düşünüyorum ” dedim. M üm taz Hocam , "peki gel odaya kâğıdına bakalım ” dedi. Odasına girdik, ismimi sordu ve kâğıdım ı buldu. Hocam , "Ne bu? Kaç sayfa yazmışsın böyle” sorularını sordu, kâğıtlara baktı ve "yanlış y o k ” dedi. "Notun doğruymuş. ” “N eden hocam ” dedim. "Çok yazmışsın. Bu soruların her biri en çok iiç dört satırlık, bir veya ikişer cümlelik cevaplar olmalıydı. ” Birinci soruyu okudu: "Parlamenter sistemin temel özelliği nedir?” Parlam enter sistem in temel özelliği, tem sili bir parlam entoya karşı hüküm etin sorum lu olm asıdır. "Eeee, hocam ben onu yazdım ” dedim. "Evet yazdın, ama daha üç sayfa dolusu bir şeyler de yazdın.” "Hocam yazdıklarım yanlış mı? "Hayır yazdıkların doğru, ancak tek başına sadece benim istediğimi yazmadın. Ben yazayım hoca kendi istediğini bulsun türünden bir cevap verdin.” M eselenin özünü kavram ıştım . Ben soruya cevap verirken parlam enter sistem hakkında ne biliyorsam , yazabildiğim kadar hepsini yazmıştım . Çünkü soru 4 puanlık bir soru idi ve öyle kısa bir cevapla not alam ayacağım ı düşünm üştüm . Em in olm adığım için de her şeyi yazmıştım . K uşkusuz diğer sorulara verdiğim yanıtlar da aynı nitelikte idi ve "peki hocam, ne yaptığımı anladım ” diyerek hem teşekkür ettim, hem de özür dileyerek odadan ayrıldım. Bu olay benim için hayatım ın önem li bir dersi olm uştu. M eselelerin özüne inmek esas olm alıydı; özü kaçırılm am alıydı. Hocamı gayet iyi anlam ıştım. Haziran sınavlarında A nayasa Hukuku dersinden 9 alm ıştım . Bu anım Fakültede iken M üm taz Hocam la yüz yüze teke teke konuştuğum ilk ve son olay olmuştu. 12 Mart Yıllar geçiyordu. 1968 öğrenci olayları yaygınlaşıyor, boykot ve eylem ler Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de etkisini gösteriyordu. Sık sık Fakülte ve özellikle SBF Yurdu “Toplum Polisi” ve Jandarm a tarafından basılıyordu. Bu baskınların en önem lileri 1969 Ekim ayında ve 1970 yılında olanlardı. Yıllar, olaylı geçiyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi m ercek altındaydı ve ilk baskın yapılan yerlerden biriydi. Derken 12 M art 1971 M uhtırası geldi ve sıkıyönctin ilan edildi, yurttan atıldık, yurt boşaltıldı. Bir gün sınıfta derste iken, tarihini şu anda hatırlayam ıyorum , sınıfın kapısı açıldı ve D ekanım ız M üm taz Hocamızı askerlerin tutuklam ak için okulu kuşattıkları haberi verildi. Hemen sınıflar boşaltıldı, bütün öğrenciler Fakülte binasının giriş kapısı önünde toplandı. B ir süre sonra iki subayın refakatinde beyaz (krem ) pardösüsünü giymiş olarak Dekanım ız M üm taz Hoca göründü. -96- m erdivenlerden indi, F akülte’nin karşısındaki caddede bekleyen iki m anga kadar askerlerin yanındaki jeepe götürülm ek üzere üç beş adım attıktan sonra -yanlış hatırlam ıyorsam - binbaşı olan subaya “araç buraya gelsin, biz oraya gitmeyelim’’'’ dedi. B inbaşı 70-80 m etre kadar ileride duran askerlere Jcep’in gelm esini işaret etti. A ncak askerler bunu anlam adılar, öğrenci ve hocaların bir engellem esi olduğunu zannederek silahlarını çapraz şekilde tutarak avcı kolu şeklinde koşarak bulunduğum uz yöne doğru gelm eye başladılar. Komutu veren subay, askerlerin yanlış anladığını fark etti. O nlara doğru fırlayıp önlerini keserek durdurdu ve “jee p i gönderin ” emrini verdi. Jeep geldiğinde M üm taz Hocam ız binm ek üzere iken, sanki biri kom ut verm işçesine bütün öğrenciler ve hocalarım ız o an yapabilecekler tek şey olan güçlü bir alkış kopardılar ve bu alkışlar arasında D ekanım ız M üm taz Hoca uğurlandı. Jeepin hemen arkasından bir Volkswagen arabaya M ehm et Selik hocam ızla birlikte, şu anda kimler olduğunu hatırlayam adığım , iki üç hocam ız binerek M üm taz Hocam ızı izlediler. Bu olaydan sonra F akülte'de boykotlar arttı, sonuçta büyük çoğunluğum uz Haziran sınavlarını boykot ettik. KTFD’de memur grevi M üm taz H ocam la, ikinci konuşm am bir telefon konuşm ası oldu. K ıbrıs’ta 1976 yılında kamu görevlilerinin (m em urların) hak arayışları çerçevesinde grevli eylem ler yapıyorduk. Kıbrıs T ürk Amme M em urları Sendikası (K TA M S) Genel Sekreteri idim. G rev eylem lerim iz oldukça sert, gergin ve uzun süreli geçiyordu. O tarihlerde Kıbrıs Türk Federe Devleti Başbakanı N ecat Konuk Beydi. Bizlere geçici olarak üç ay süre ile işten el çektirtm işlerdi. Grev pazarlıklarında gelinen en son noktada varılan m utabakatta grevde geçen günlerin ödenm em esi hususunda Hüküm et diretiyordu. Biz de Sendika olarak bir ayı aşkın bir süre grevde geçen günlerin diğer taleplerim iz yanında ödenm esi koşuluyla greve son verebileceğim izi ısrarla belirtiyorduk. G örüşm eler tıkanm ıştı, grevi kırıcı girişim ler artıyordu, arkadaşlarım ızda yorgunluk ve bıkkınlık belirtileri görülüyordu. Bu ortam da aklıma, sürekli yazılarını okuduğum , anayasal hakları, grev hakkını, dem okrasiyi ve em ekçileri savunan M üm taz H ocam ’a K T F D ’deki durum u anlatm ak ve basın yoluyla desteğini istem ek geldi. Bir akşam saat 20.00-21.00 gibi telefon ile M üm taz H ocam ’a ulaştım. Kendimi tanıttım , eski öğrencisi olduğum u söyledim , dem okratik ve sendikal haklarım ızın çiğnendiğini, antidem okratik baskılar altında sendikal m ücadele verdiğim izi ve grevi kırm ak için siyasi otoritenin girişim lerini anlattım , basın desteğini rica ettim. Bir gün sonra M üm taz Hocam müthiş bir yazı yazdı. Birkaç kez daha konuştuk, gelişm eler hakkında bilgi verdim, o da bir iki yazı daha yazdı. Sayın Başbakan Necat K onuk bu yazılardan çok etkilendi ve rahatsız oldu. İnönü’nün dem okrasi okulundan m ezun olduğunu ifade ederek Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler M üdürü, M üm taz Hocam ızın SBF Basın - 97 - Yayın Yüksek O kulu’ndan öğrencisi ve etkin diyalogları olan rahm etli İsfendiyar A ltuğ’un girişimi ile K T F D ’ne olayları yerinde görm esi ve ne denli dem okratik davranıldığını gözlem lem esi için B aşbakan tarafından davet edildi. Hocam ız bir süre sonra K T F D ’ye geldi, tem aslar yaptı. Bu arada grev sorunu Sendikanın talepleri doğrultusunda çözüldü. M üm taz H ocam ızın yazıları daha ilk günlerden etkisini gösterm işti. Kişisel olarak ben bu olayı, M üm taz H ocam ın ileride çok katkısı olacak ve bugünkü tezlerim izin de tem ellerini teşkil eden Kıbrıs konusuna girişinin ilk adım ları olarak, naçizane değerlendiriyorum . Danışmanlığa giden yol M üm taz H ocam ile ilgili üçüncü anım 1977 yılı yaz ayında oldu. A nkara’da evlenm iş ve yerleşm iş olan fakülteden iki arkadaşım ız K ıbrıs’a gelm işlerdi. A rkadaşlarım ızı bir gıııp halinde A lay köydeki evlerinde ziyarete gittik. A nkara’dan iki günlük Milliyet gazetesi getirm işlerdi. M üm taz Hocam ızın bu gazetelerde iki makalesi vardı. Hocam ız yazılarında Kıbrıs uyuşm azlığının çözüm üne ilişkin düşüncelerini açıklıyor, m evcut durum un değerlendirm esini yapıyordu. Çözüm önerilerinin esası federal-konfederal bir yapıyı öngörüyordu. Ö neriler ve değerlendirm eler insan haklarını, dem okrasiyi, barışı, dostluğu gerçekten savunanların karşı çıkam ayacakları, aksine sonuna kadar destekleyecekleri nitelikler taşıyordu. Bir anayasa hukukçusunun, bir bilim insanının ortaya koyduğu görüşlerdi. Yıllardır özlem ini duyduğum , bizi, tezlerim izi ve K ıbrıs’taki gerçekleri dünya kam uoyuna duyuracak özgün ve nitelikli, içi dolu dolu yazılardı. Evrensel değerler haline gelm iş insan hakları, dem okrasi, özgürlük, barış gibi kavram ları gerçekten savunan, benim seyen ve kabul eden devlet, kurum ve kişilerin ortaya konan görüşleri desteklem esi gerekirdi. M üm taz hoca önerilerini, görüşlerini ve değerlendirm elerini çağdaş dünya gerçeklerine ve Kıbrıs Türk halkının tem el haklarına uygun bir şeklide ortaya koyuyordu. Bu yazıları okuduğum zam an neden M üm taz Hocam ızın KTFD Başkanı Denktaş B ey’in görüşm elerdeki A nayasa Danışm anı olm adığını; m evcut Anayasa danışm anlarının nasıl ve neden tercih edildiklerini arkadaşlarım la sorguladık ve tezlerim izin savunulm asındaki yetersizliği tartıştık. Daha o günlerde M üm taz H ocam ızın Kıbrıs uyuşm azlığı, Kıbrıs Türk halkının çıkarlarının ve ulusal çıkarlarım ızın korunm ası için kesin bir tutum u vardı. Bu tutum unu da önce yazılarında daha sonra görüşm e süreçlerinde ve gelişm elerde, bugün olduğu gibi kararlılıkla, inançla, anayasa hukuku ve bilim sel tutarlılıkla sürdürdü. M üm taz Hocam ın, "keşke KTFD Devlet Başkanı Denktaş B e y ’in görüşmelerdeki Anayasa Danışmanı olsaydı ” düşüncem ve içten gelen isteğim, Kıbrıs Türk halkı için bam başka başka biri yeri, önemi ve değeri olan rahmetli Başbakan Bülent Ecevit hüküm etinin göreve geldiği 1978 yılında Başbakan -98- Eccvit’in A nkara’daki bir görüşm e sırasında Sayın D eııktaş’a önermesi ve kabul görm esi üzerine 1978 yılından itibaren resm en A nayasa Danışm anı olarak göreve başladı. M üm taz Hocam ız, Kıbrıs uyuşm azlığının çözüm çalışm alarına etkin katkı yapm aya, Türk tarafının tezlerinin güçlü dayanaklarını ortaya koym aya ve öneri paketlerinin geliştirilm esine unutulam ayacak çok önemli ve büyük katkılar yapm ış, hukuki ve bilim sel tem ellerinin geliştirilm esinde belirleyici bir rol oynam ıştır. 12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün saygı duruşu M üm taz H ocam ile bir kesişm e anım da 12 Eylül 1980 darbesinden sonrasına aittir. Kıbrıs uyuşm azlığına bir çözüm bulm ak am acıyla görüşm elerin sürdürüldüğü bir süreçte T ürkiye’de 12 Eylül darbesi olm uştu. Yeni oluşan askeri yönetim de, 12 M art 1971’i yaşam ış olan bir kişi olarak K ıbrıs konusunda ilk aklım a gelen hususlardan biri, M üm taz H ocam ızın görüşm elerdeki A nayasa D anışm anlığının ne olacağı idi. A nım sadığım kadarıyla Kıbrıs konusunda F ransa’da yapılacak bir toplantıya M üm taz Soysal H ocam ızın katılması istenm em iş, ancak rahm etli T urhan Fevzioğlu’ııun girişimi sonucunda bu toplantıya M üm taz Hocam ız görevli olarak katılm ıştı. Fransa toplantısından sonra M üm taz Hoca, A nkara’ya gitm eden İstanbul üzerinde doğrudan bir durum değerlendirm esi yapm ak am acıyla L efkoşa’ya gelm işti. L efkoşa’da Saray H otel’de kalıyordu. O gece boş zam anında birlikte olmuş ve Lcfkoşa sokaklarında bir saati aşkın bir süre yürüyerek gelişen durum ları sohbet şeklinde değerlendirm iştik. Bu sohbetim izde, aklım da olan ve kuşku duyduğum yeni dönem de danışm anlık durum unun ne olacağını sordum. "Galiba bu benim bu konudaki son görevim olacak. Bu toplantıya gitmem zaten istenmiyordu. Danışmanlığa yeni yönetimin devam etmemi istemeyeceğini düşünüyorum" demişti. N itekim öyle oldu ve galiba 1984 yılı sonuna ya da 1985 yılının ilk yarısına kadar görüşm elerdeki Anayasa D anışm anlığı görevine ara vermek zorunluluğu ile karşılaşm ıştı. KTFD’den, KKTC’ye Kıbrıs Türk halkı Rum tarafının, ENOSİS hedefinden vazgeçm em esi ve A da’nın tam am ını kendi egem enliği altına alm a am acını terk etm em esi nedeniyle sürdürdüğü katı uzlaşm az politikası ve B ağlantısız Ülkeler gibi çeşitli uluslararası platform larda ve Birlem iş M illetler Ö rgütü’nde Türkiye aleyhine kararlar aldırtarak uluslararası alanda Türkiye üzerinde yaratm aya çalıştığı siyasal baskılarla hedef ve am açlarını gerçekleştirm eye yönelik girişim leri ve propagandaları sonucunda, K TFD M eclisi oybirliği ile 15 K asım 1983 tarihinde K uzey Kıbrıs T ürk C um huriyeti’nin kuruluşunu kabul ve ilan etmiş ve Bağım sızlık Bildirisini onaylam ıştır. Rum -Y unan İkilisinin girişim leriyle bu süreçte BM G üvenlik Konseyi, 18 Kasım 1983’te 541 ve 11 M ayıs 1984’te -99- 551 sayılı kararlarıyla K uzey Kıbrıs Türk C um huriyeti’nin tanınm am ası vc desteklenm em esi hususunu uluslararası toplum a duyurm uştur. Bu süreçte Rum tarafının uzlaşm alığı daha katılaşm ıştır. T ürk tarafının hiçbir girişim ine karşılık verm eyen ve uzlaşm azlığı körüklem eyi bir strateji olarak benim seyen Rum tarafı m üzakerelerden kaçm ayı bir politika olarak benim sem işti. T ürkiye’nin karşılaştığı uluslararası baskılar, A B D ’nin dayatm acı tutumu, Rum tarafının m üzakerelerden kaçma politikası ve K uzey Kıbrıs C um hııriyeti’ndeki o günlerdeki gelişm eler nedeniyle kam uoyu oluşturm ak için çeşitli kitle toplantıları düzenleniyordu. O dönem de Kıbrıs M ülkiyeliler Birliği Başkanı idim. M ülkiyeliler Birliği olarak bir konferans düzenlem e kararı aldık. Konuşm acı olarak en yetkin ve etkin kişi olarak M üm taz Soysal Hocam ızı davet ettik. Hocam ız çok etkileyici ve gerçekleri dile getiren, pozisyonum uzu ortaya koyan nefis bir sunum yaptı. M üm taz H ocam ızın konferansta dile getirdiği ve bugün de hâlâ kanım ca geçerliliğini koruyan en önem li ve çarpıcı, sonuna kadar savunulm ası gereken şu sözleri olm uştu: "KKTC, Kıbrıs 'takı antlaşmalarla kabul edilmiş ve kurucu ortak iki halktan biri olan Kıbrıs Tiirk halkı selfdeterminasyon hakkım kullanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’ni kurmuştur. Görüşmeler yoluyla gerçeklere dayalı kalıcı bir anlaşma için kararlılığımızı ve girişimlerimizi sürdürüyoruz. Rum tarafı buna yanaşmamaktadır. Biz onları bekleyecek değiliz. Bir yandan bu girişimlerimizi sürdürürken bir yandan da Kıızey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin gelişmesi güçlenmesi için de çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden vazgeçme söz konusu olamaz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihe şaka olsun diye kurulmadı. Bugünkü durum da bir çözümdür. ’’’ Değişen koşullar dikkate alınarak sağlıklı kararlar verilm esi için m utlaka her aşam ada yeni durum a göre değerlendirm eler yapılm ası gereği vardır. M üm taz H ocanı ile ilgili bir anım bunun doğruluğunu gösterm ektedir. Değişen koşulların, geçm işin olum suzlukları yerine daha güçlü, sağlıklı ve olumlu yaklaşım lar, değerlendirm eler yapılm asına olanak verdiğini, değer yargılarının değişebileceğini, 1980’lerin sonunda M üm taz H ocam la birlikte yaşadığım bir olay gösterdi. M üm taz H ocam ızın 12 M art 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri yönetim leri dönem lerinde m aruz kaldığı m uam elelere karşılık 1980’lerin sonunda ya da 1990’ların başında, hocam ın görevli olarak K K T C ’nde bulunduğu bir sırada Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri K om utanlığı’na yaptığım ız bir ziyarette konu askerin moral gücü, sınır bölgelerindeki karakollardaki yaşam koşullarının, başlangıçtaki koşullarla karşılaştırılam ayacak kadar olağanüstü iyileştirilm iş olması gibi konularla sohbetin derinleştiği bir noktada Barış Kuvvetleri K om utanı, M üm taz H ocam ’a sınır bölgelerini gezip gezmediğini sordu. Hocam sınır bölgelerini gezm em işti. Hemen orada bir program yapıldı, em irler verildi ve bölge sorum luluğunu yüklenm iş olan Tüm en K om utanlarım ızın refakatinde sınır bölgelerini H ocam la birlikte gezdik. - 1 00 - Sınırdaki karakollara gittiğim izde yapılan karşılam alar, verilen tekm iller ve M üm taz H ocam ’a gösterilen olağanüstü ihtim am , saygı beni derinden duygulandıran, boğazım da m utluluk düğüm leri oluşturan m uhteşem tablolarla karşılaştım . Sanki H ocam a bir tür “ iade-i itibar” yapılıyordu. Özellikle F akülte’de 12 M art 1971 dönem inde yaşadığım tutuklam a olayı ile o gün yaşananları karşılaştırınca, şu anda bile tanım layam ayacağım bir coşku, m utluluk ve huzur duym uştum . Dün geride kalm ıştı ve gerçek bugün yaşanıyordu. Annan Planı’na dair bir anı M üm taz H ocam ile Annan Belgesi (Planı) sürecini A nkara’da KKTC Büyükelçisi olarak her kadem esini birlikte yaşadık, çalıştık, gerekli m ücadeleyi farklı platform larda sürdürdük. O nların anıları bu yazının şim dilik kapsamı dışındadır. A ncak BM Genel Sekreteri Kofı A nnan’ın 4 Şubat 2004 tarihli “Türk ve Rum Liderlerini” 13 Şubat tarihinde N ew Y ork’ta görüşm eye davet eden m ektubu ile ilgili küçük bir anıyı burada anlatm akta bir sakınca olm adığını değerlendiriyorum . C um hurbaşkanım ız D enktaş tem aslarda bulunm ak üzere A nkara’da idi. 4 Şubat günü havaalanına hareket etm ek üzere iken, hatta Sheraton otelden çıkış işlem lerinin tam am landığı bir anda, T.C. Dışişleri B akanlığı’ndan Kofı A nnan’ın N ew Y ork’a davet m ektubu geldiği bilgisi ulaştı. C um hurbaşkanım ız Denktaş, “o zaman dönüşümüzü yarm a erteleyin, burada iken bunu bir değerlendirelim, ondan sonra döneriz” dedi. G ece Cum hurbaşkanım ızın oteldeki odasında çok üst düzeyde ve geniş kapsam lı bir toplantı yapıldı. M ektup nitelik olarak çok ağırdı ve hatta “bir teslim ferm am ” olarak da değerlendirilm işti. Bununla birlikte genel eğilim C um hurbaşkanım ızın N ew Y ork’a gitmesi yönünde idi. A ncak C um hurbaşkanım ız D enktaş New Y ork’taki görüşm eye gitm ek istemiyordu. “Ben Annan Planı ’na karşı bir mücadele veriyorum. Annan, P la n ’m özüne ilişkin değişiklik önerilerini kabul etmeyeceğini ve görüşme masasına getirmeyeceğini belirtiyor; yani müzakere kabul etmiyor. Müzakere yapılmayacaksa, Annan ’a Plan 'daki boşlukları doldurma yetkisi verildiğine ve onun koşullarıyla masaya oturacağımıza göre ben orada neyi görüşeceğim, neyi tartışacağım? " şeklinde itiraz ediyor ve değerlendirm elerini yapıyordu. Sonuçta gitm eden önce belirlenecek kırmızı çizgiler çerçevesinde bir m üzakere yapılm ası ve bunların kabul edilm em esi halinde m asadan kalkılm ası, belirlenecek kırmızı çizgilerin yazılı ve resm i olarak C um hurbaşkanım ız D enktaş’a verilm esi koşullarıyla N ew Y ork’a gitm e kararı verildi. Ertesi gün 5 Şubat 2004 tarihinde sabah saat 8 ’de Sheraton otelin alt katındaki özel bir odada C um hurbaşkanım ız Başkanlığında M üm taz Hocam, Dışişleri Bakanlığından üst düzeyde bir yetkili ve ben, belirlenecek kırmızı çizgileri ve yazılacak resmi yazının içeriği ile ilgili olarak iki saati aşkın bir toplantı yaptık. Sonuçta m utabık kalınan bir metnin ve - I 101 - kırmızı çizgilerin yazılı olarak Cum hurbaşkanım ızın K K T C ’ne dönüşünden hem en sonra ulaştırılm ası kararı verildi ve C um hurbaşkanım ız K K T C ’ye aynı gün döndü. Daha sonra C um hurbaşkanım ız D enktaş’ın yaptığı açıklam alarda belirttiği gibi m utabık kalm an ve kararı alınan yazının kendisine verilm ediğini; bunun yerine C um hurbaşkanım ıza, ne olursa olsun m asadan kalkm am ası gerektiğini bildiren bir yazı verildiğini ifade etti. N ew Y ork’taki görüşm eleri haberlerin dışında izleyemedik. M üm taz H ocam ile son geceye kadar telefon görüşmesi olanağını bulam adım , gerek saat farklılığı gerekse görüşm e ortamı nedeniyle telefonlar kapalı idi ya da ulaşılam azdı. Son gece M üm taz Hocam ile kısa bir telefon görüşm esi yapabildim . G örüşm eler tam am lanm ıştı ve Şubat sonuna kadar “ liderlerin” K ıbrıs’ta ikili görüşm e yapm aları, bir m utabakata varılm am ası halinde Türkiye ve Y unanistan’ın da katılacağı BM Genel Sekreteri A nnan’ın B aşkanlığı’nda dörtlü görüşm e şeklinde İsviçre’de devam edilm esi kararının alındığını belirtti. Sonrası malum. İsviçre’deki bir araya gelişte de sonuç alınam adı. Buna karşın tarafların üzerinde anlaşm aya varm adıkları, anlaşılm ayan bütün hususları ve boşlukları A nnan’ın doldurduğu, ekleri ve Rum Y önetim i’nin diğer ülkelerle tek yanlı yaptığı anlaşm aları ve 1964 yılından itibaren uygulam aya koyduğu yasaları da içeren 9000 sayfalık “A nnan Planı” 24 N isan 2004 tarihinde K K T C ’de ve G K R Y ’de aynı gün ayrı ayrı referandum a sunuldu. KK TC halkının büyük bir çoğunlukla EVET dediği “Annan Plam ”nı, Rum halkı H A Y IR diyerek büyük bir çoğunlukla reddetti. O ndan sonraki gelişm eler, bizi günüm üzdeki Talat-H ristofyas görüşm e sürecine kadar getirdi. Bu aşam ada M üm taz Hocam la ilgili olarak son yazabileceğim husus, KKTC halkının “ A nnan Planı”na evet oyu verm esi, milli davam ıza büyük emekleri geçm iş ve katkılar yapm ış H ocam ’da ciddi bir burukluk, üzüntü, hatta kızgınlık ve bir tür küskünlük yaratm ıştır. G özlem leyebildiğim ve hissettiğim kadarıyla bu durum 19 N isan 2009 tarihinde K K T C ’de yapılan genel seçim lere kadar devam etti. Bu seçim lerde halkım ızın KK TC devletine, egem enliğine sahip çıktığını ve ulusal Kıbrıs davasına bağlılığını gösteren iradesini ortaya koym ası sonucunda sözünü ettiğim burukluğu da ortadan kaldırdığını görmekteyim . Son söz: Değerli ve sevgili M üm taz H ocam her şeye karşın Kıbrıs konusundaki ve K K T C ’nin varlığı, T ürkiye’nin ve KK TC Halkının ulusal çıkarlarını korum a ve doğru bir uzlaşm ayı sağlam a konusundaki m ücadelesini, yazılarıyla, her platform daki görüşm e ve konferanslarıyla bütün gücü ve inancıyla sürdürm ektedir. Saygıdeğer Hocam , Kıbrıs Türk halkı size şükran duym aktadır. Katkılarınız ve verdiğiniz m ücadele unutulm ayacaktır. - 102- Ek -4 25 “HALKIMA İHANET ETMEM!” "Türey KÖSE - Saddamcı olduğunuz savlan, bizzat genel başkanınız tarafından dile getirildi. Ne dersiniz? M üm taz SOYSAL - Ben bu çeşit tartışm alara girm ek istemiyorum. Kim olduğıım ortada benim. Gizlim, saklım yok. Beni bilen bilir. Saddam konusunda devletin dosyalarına hâkim olanlar, ne dem ek istediğim i anlar. T ürkiye’nin B ağdat politikası, ülke çıkarlarına uygun olarak saptanm ış bir devlet politikasıdır. Tür ey KÖSE - Cumhuriyetçi sol anlayışınız, sağcılık suçlamalarına hedef olmanıza da yol açtı. Bunları nasıl karşılıyorsunuz? M üm taz SOYSAL - Frenkçesiyle bu n a.’B onjour’ (günaydın) demek lazım. Ben sağcıysam , bütün insanlar da lokomotiftir. Türey KÖSE - Aydın Güven GÜRKAN, sizi desteklemeyeceğini açıklarken, sizin düşüncelerinizle çağdaş bir sosyal demokrasinin oluşturulabileceğine inanmadığını söyledi... M üm taz SOYSAL - Valla ben çağdaşlık, ilericilik, globalcilik uğruna T ürkiye’nin gerçeklerine uygun, ama T ürkiye’yi ileri götürebilecek politikalardan vazgeçm em . D ünyaya çağdaş gözükeceğim diye kendi halkıma ihanet edemem . Ben kendi halkımı çağdaşlaştırm ak için, T ürkiye’yi çağdaşlaştırm ak için bu tutarlı politikaları savunuyorum. Tür ey KÖSE - Kurultay yarışında en önemli açmazınızın Güneydoğu delegeleri olduğu görüşüne katılıyor musunuz? M üm taz SOYSAL - Açm az olarak görm üyorum . Birtakım hesaplarla bu konunun dem agojisi yapıldığı inancındayım . İster Kürt sorunu deyin, ister G üneydoğu sorunu deyin, sorunun çözüm ü, etiketinin adını değiştirm ekle olmuyor. Ç özüm şiddetle de, insanları ezerek de gerçekleşm iyor. Çözüm insan haklarındadır. Bütün insanları eşit vatandaş saym aktadır. Eşitsizlikler varsa, haksızlıklar varsa devlet görevlerini yerine getirm elidir. Devlet. Kürtçe konuşan insanına T ürkiye’de her yere gelm ek şansını tanım alıdır. Devletin ödevlerinin başında eğitim gelir. Devlet, bu eğitimi resmi dille vermelidir. Devletin 6 yaşında bir Kürt çocuğunu alıp, ilkokulda K ürtçe eğitim verm eye ve sonra da bugünün T ürkiyesi’nde yapayalnız bırakm aya hakkı yoktur. Bununla, ancak Ş ırnak’tan D iyarbakır’a gidilebilir. Kürt çocuklarının çok iyi Türkçe öğrenm eleri gerekir ki, ondan sonra girdikleri sınavlarda başarılı - 103- Ocak 1995, Cumh olsunlar, toplum un cn yüksek yerlerine gelsinler. Özel okullar açılabilir, ama devlet yine bu özel okullarda da temel öğretim dilinin Türkçe olmasını isteyecektir. A çar özel Kürt kültürü okulu, onu da okutur, ama zorunlu temel eğitim Türkçe olur. İsteyen yan okulunu kurar, ‘Ben K ürt kültürü de okutacağım ’ der, onu yapar. Televizyon da kurulabilir. Bunlar özgürlük sorunlarıdır. Bunların nasıl çarpıtıldığını ve bana karşı kullanıldığını anlam ıyorum . Bu tehlikeli bir dem ogojidir ve o insanlara haksızlık etmek demektir. O nları bu toplum da ayrılığa m ahkûm hep ikinci planda olm aya m ahkûm etmek dem ektir. Tür ey KÖSE - Bu konuda 'Cumhuriyet, tarihi boyunca Ankara'da hata yapılmamıştır ’sözleriniz tartışmalara yol açtı... M üm taz SOYSAL - K onuşm anın içinden bir cüm le seçilince böyle yanlış anlam alar oluyor. ‘Ankara hata yapm adı’ dem ekle şunu dem ek istedim: Yani Güneydoğu dışında, A nkara’da, İstanbul’da insanlar Kürt diye ayrıldı mı? ‘Kürtler bu işe girer, bu işe girem ez’ dendi mi? Bu anlam da, T ürkiye’nin herhangi bir yerinde, ırka dayalı bir ayrım cılık resmi olarak yapılm adı. Toplum um uzda Türk-Kiirt ayrımı yeni yeni çıkarılm ak isteniyor. Tabii ki A nkara’nın politikasında C um huriyetin ilk yıllarında hatalar yapılm ıştır. Ama C um huriyeti o hatalara iten dış etkenler olmuştur. İsyanlardan sonra Cum huriyet, belki o isyanlar dolayısıyla ortaya çıkan durum ları başka türlü çözebilecekken, şiddet yoluyla çözm ek zorunda kalmıştır. Yoksa, bakarsanız, A nkara’da Milli M ücadele’de bu hata yapılmadı. Milli M ücadcle’de toplanan M eclis, o zam anki adıyla Lazistan, Klirdistan m ebuslarının bulunduğu bir M eclisti. Ve A nkara’da kurulan devlet, birlikte kuruldu. - 104- Ek-5 “MÜMTAZ” H O CA M ... Dr. Niyazi ALTU NYA Şanslıyım Şanslıyım, çünkü ilkokuldan yükseköğrenim in sonuna kadar tüm öğretm enlerim çoğunlukla yetkin ve seçkin kişilerdi. M üm taz Soysal Hocam da bunların en seçkinlerinden biri. O, bilim ve düşün adam lığının yanında, bir öğretm en olarak da seçkin bir kişidir. Onu “M üm taz” bir hoca yapan bu çok yönlü yetkinliği ve inatla sürdürdüğü sağlam dünya görüşüdür. Onu, bazı çevrelere göre tutucu, inatçı, şahin hatta darbeci (!) yapan güzel yönü de budur. M üm taz Hocam ı ilk kez 1969 sonbaharında tanıdım. Bu güzel ve bana şans yaratan karşılaşm a Türkiye ve O rta Doğu A m m e İdaresi (T O D A İE )’nde verdiği “Türkiye’nin Siyasal Yapısı ve Sorunları” dersinde gerçekleşti. Hiçbir ön bilgim olm ayan bu ders ve hocası beni büyülem ekle kalm adı, akadem ik ilgimi de yönlendirdi. Y aklaşık yirmi yıl sonra onu Siyasal Bilgiler F akültesi’nde doktora tez danışm anı olarak seçmem de bu yönlenm enin sonucudur. T O D A İE ’de yapılan yöneticilik eğitimi (o zam anki adıyla “Genel K urs”) benim gibi yüzlerce kamu görevlisini etkilem işse bunda, m eslek yaşamını profesör olarak tam am layan ya da sürdüren Tahsin Bekir Balta, Fehmi Yavuz, Kemal Fikret Arık, Ş eref Gözübüyük, İbrahim Yasa, Cemal M ıhçıoğlu, M üm taz Soysal, Cevat G eray gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarının özel bir yeri vardır. M üm taz Hoca, asistan olarak girdiği bu kurum da en etkili olanlardan biridir. Onun, çiçeği burnunda bir profesör olarak bize verdiği doyum suz dersler, şu anda bile zihnim de canlanıyor. Uyguladığı “ Sokratik Yöntem ” m eslek yaşam ım da da yararlı oldu. Hiç dikkatim dağılm adan izlediğim o bir saat kırk beş dakikalık dersin tadı hâlâ dam ağım dadır. M ülkiyeli E ğitim ciler... 2009’da 150. yıldönüm ünü kutlayan M ülkiye, T ürkiye’de sivil kamu yönetim i geleneğinin oluşm asına öncülük ettiği gibi, eğitim reform larına da önemli katkılar yapm ıştır. M ülkiye’deıı on bir yıl önce (1848) kurulan Öğretm en O kulu’nun (D arülm uallim in) bu konuda M ülkiye’dcn daha etkili olduğu söylenem ez. H atta kuruluşunun üzerinden altm ış yıl geçtiği halde kendini yenileyem eyen bu Ö ğretm en O kulu’nda esaslı bir reform yapan da M ülkiyeli M ustafa Sâtı B ey’dir. II. M eşrutiyet ve C um huriyet dönem lerinde önemli görevler üstlenm iş olan M ülkiyelilerden ilk akla gelenler; M aarif Nazırı Em rullah Efendi, Darülm uallim in M üdürü M. Sâtı, C um huriyet dönem i Milli Eğitim inin ilk Teftiş Kurulu Başkanı A bdülfeyyaz Tevfık Bey, Talim ve Terbiye - 105- Kurulu üyesi, başkanı ve Bakanlık M üsteşarı İhsan Sungu, Prof. M ustafa Şekip Tunç, Talim ve Terbiye K urulu’nun ilk başkanı M ehm et Emin Erişirgil, Avrupa öğrenci m üfettişi ve Talim ve Terbiye Kurulu üyesi Zeki M esut Alsan, Bakanlık M üsteşarı Nafı A tuf K ansu’dur. Bunlara Cum huriyet dönem inde iki kıışak daha eklenm ektedir. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Fehmi Yavuz, Prof. Bahri Savcı, Prof. Dr. Cahit Talaş ve ardından Prof. Dr. M üm taz Soysal, Prof. Dr. Cevat Geray, son kuşaktan Prof. Dr. Alpaslan İşıklı. Bu kişiler eğitime hocalık yanında düşün ve eylem adam ı, yönetici olarak da nitelikli hizm et vermişlerdir. Em rullah Efendi ve Fehm i Yavuz bakanlık yapm ışlardı. Soysal ve G eray bana dershane ortam ında hocalık yaptılar. Geray Hocam ız, AÜ Eğitim [Bilimleri] F akültesi’nde ülkem izin ilk Halk Eğitimi B ölüm ü’nü kurdu, bu konuda ilk kapsamlı bilim sel kitabı yazdı ve bu alana akadem ik ve yönetici kadro yetiştirdi. Talaş ve Işıklı H ocalar bana ve benim gibi biçok öğretm ene sendikacılığı öğreten öncülcrdir (Bu konuda, TO D A İE öğretim üyesi Prof. Dr. Mesut G ülm ez’i hiç unutur m uyuz?) İşte M üm taz H oca’nın M ülkiyeli eğitim ciler geleneği içinde özel bir yeri vardır. O, eğitim alanına siyasal bilim ve hukuk açısından önemli kuramsal katkılarda bulunm uştur. Bunlardan ikisine değinm ekle yetineceğim . B unlar eğitim hakkı ve ödevi ile üniversite özerkliği kavram larıdır. Eğitim Hakkı ve Ödevi M üm taz H oca’ya göre eğitim tem el bir insan hakkıdır. Onun tem el bir hak olm asının nedeni, insan aklını özgürleştiren baş etmen olm asıdır. H oca’yı şahin, hatta darbeci yapanların kavrayam adıkları ya da inkâr ettikleri gerçek, H oca’nın özgürlük kuram ında yatar. Ona göre soyut özgürlükler birer idealdir, hedeftir. Onların gerçekleşm esi, özgürleştirm eyle olur. Ö zgürleştirm e ise, kişinin bilim e dayalı bir eğitim görüp aklını çalıştırabilm esiyle; iş güç sahibi olup ekonom ik bağım sızlık kazanm asıyla olanak kazanır. Aksi halde hak ve özgürlüklerin “doğuştan” var olması savı havada kalır. D olayısıyla insanın aklını özgürleştirm e, maddi ve manevi varlığını geliştirm e ve onun gelişim inin önündeki tüm engelleri kaldırm a; insan haklarına dayanan, sosyal hukuk devletinin de başta gelen ödevidir. M üm taz H oca’nın genç bir akadem isyenken kalem e alanları arasında yer aldığı 1961 A nayasası’nın 50. m addesinin ilk cüm lesi, “ Halkın öğrenim ve eğitim ihtiyaçlarım sağlama Devletin başta gelen ödevlcrindendir. " diyordu. B öylece eğitim, tem el bir kamu görevine dönüşüyor, parayla alınıp satılması da engelleniyordu. Bu hüküm, 1982 Anayasasının taslağına girdi, ancak darbeci generallerce m etinden çıkarıldı. Çünkü, 1961 A nayasası’yla insan haklarına “dayalı devlet” 1982’de insan haklarına “saygılı devlet "e dönüştü. D olayısıyla “ başta g elen ” eğitim, artık devletin “sıradan " bir ödevine dönüşecek ve parayla alınıp satılabilecekti. - 106- M üm taz H oca’ya göre eğitim, aynı zam anda ulusal bütünlüğü, toplum sal kaynaşm ayı sağlam ada, bireye ve toplum a yön duygusu kazandırm ada da önemli bir etmendir. Toplum sal bütünlük sağlanm azsa, kişinin yeterince özgürleşm esi de düşünülem ez. Bireylerin de içinde özgürce yaşayıp özgürleşecekleri toplum a karşı ödevleri vardır ve bu ödevler de eğitim le öğrenilir. Üniversite Özerkliği Ü niversite sorunu 1980’den beri yanlış kavram larla tartışılm aktadır. 1961 A n ay asasfn d a bu kurum lar “ Üniversiteler” kenar başlığı altında düzenlenen “özerkliğe sahip kamu tiizel kişileri ” olarak tanım lanarak “kendileri tarafından seçilen organlar eliyle yönetilirdi” (m. 120). 1982 Anayasasında “Yükseköğretim ku ru m la n ” kenar başlığı altında sadece “bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler ” (m. 130) olarak tanım lanm ıştır. Bu fark hukuk açısından çok önem lidir. Çünkü, “evrensel”\ araştıran kurum lar artık “erk"ini “ö z ”ünden almayan , kendi dışında atanan kişilerden oluşturulan bir m ekanizm a (YÖK) tarafından yönetilen “Yükseköğretim Kurum lan ”na dönüşüyordu. Üstelik, 1900'den beri tem el görevi “bilim y a p m a ” olan Türk Üniversitesi, 1980’den sonra artık önceliği “ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirm e ”ye veriyordu. Oysa nitelikli insan gücü üniversite dışındaki kurum larda da yetiştirilebilirdi. Örneğin, Prof. H irş’in dediği gibi H arp Okulu kendi alanında nitelikli insan gücü yetiştiren önem li bir kuruluştur. M üm taz H oca’ya göre “özerk” demek, erkini, yani yönetm e gücünü kendi özünden alm ak dem ektir. Bu da tek başına bilim sel özerklikle sağlanam az; üniversite gerçekten “üniversite" olacaksa, yönetsel özerklik şarttır ve onun m ekanizm ası öğretim elem anlarının kendi içlerinden serbestçe seçtikleri kişilerle oluşabilir. Hoca, 1960’ların sonunda yazdığı birkaç makale, anayasa hukuku kitapları ve 200 1 'd e kalem e aldığı Çürüyüşten Dirilişe adlı elkitabıyla bu kavram ları, iyi niyetli her okuryazarın anlayabileceği biçim de açıklam ıştı. Bu yazılarındaki yalın anlatım, siyasal bilim lerle ve eğitim bilim leri ile uğraşanlar için çok öğreticidir. Başta gelen ödev ve özerklik kavram larını bir kenara atıp cicili bicili yapılar içinde parayla satılan eğitim gerçekten hak olabilir mi? Serm ayenin tem silcisi bir yöneticinin iki dudağı arasından çıkan sözlerle yönetilen yüksekokullar topluluğu üniversite olabilir mi? B uralarda “serbestçe" bilim ve bilim sel eğitim yapılabilir mi? H oca'nın söylediklerini anlayanlar, bu sorulara doğru yanıtlar verebilirler. Sekseninde İdealist Bir Öğretmen K ültürüm üzde, “hoca" sözcüğü, “ öğretmen ”den hâlâ daha geniş ve derin, hatta biraz da kutsal bir anlam içeriyor. M üm taz H oca’nın seksen yaşında da - 1 07 - görevini elli yıl önceki coşkuyla sürdürdüğünü görüyoruz. Üstelik oturduğu, gazetecilik ve parti genel başkanlığı yaptığı A nkara’daki birçok üniversite birim inde ders verebileceği halde A ntalya’daki A kdeniz Ü niversitesi’nde hocalık yapm ası birçok insanı şaşırtabilir. Ama bu, Hocayı yakından tanıyanların şaşacağı bir tavır değildir. O, uçakta, otom obilde, trende bitm eyen enerjisiyle hem haftada dört gün köşe yazısını yazıyor, hem derslerine hazırlanıyor, hem de parti çalışm alarını sürdürüyor. Yaptığı tüm işlerde bilim adam lığından, hocalığından, konferanslarındaki müthiş m antık örgüsü ve etkileyici sunuşundan hiçbir ödün verm eden... Sevgili “M üm taz” Hocam; çok yaşa ve tükenm ez enerjinle her gün yenilenen ustalığınla bize öğretm enlik yapm aya devam et!.. - 10 8 - Ek-6 MÜMTAZ SOYSAL VE YÖN DERGİSİ N azif EKZEN C um huriyet’in 86 yıllık “sol” düşünce hayatında ayırt edici yeri olan Yön dergisinin çıkış nedeni derginin ilk sayısındaki “ Yön B ildirisi”nde şu sözlerle yer alıyor. "Türk halkının, çok çeşit iktisadi, siyasi ve sosyal meseleleri ortasında, kendisini bütün özlemlerine kavuşturacak bir Yön aramakta olduğu bu günlerde, toplum hayatının çeşitli kesimlerinde görev almış olan bizler, altına imzalarımızı attığımız bu bildiri ile ortak amaçlarımızı açıklamayı doğru bulduk. Böyle bir bildirinin meselelerimizi çözmekte faydalı olabilecek olumlu tartışmalara yol açacağını düşünüyoruz A ranm akta olan Y ön’c, Yön dergisi ile tartışm a ortam ı yaratılıyordu. Yön dergisi ile; “T ürkiye’nin tarihinde en az elli yıllık bir geçm işi olan bir düşünceyi, yani sol düşünceyi yerleştirm ek, yaym ak için bir dergi çıkıyordu”2 Sol düşünceyi yerleştirm ek hedefi ile yola çıkan Yön dergisinin kurucuları, D oğan Avcıoğlu, M üm taz Soysal ve Cem al Reşit Eyüboğlu’dur. 20 A ralık 1961 tarihinde ilk sayısı yayınlanan dergi 30 Haziran 1967 tarihinde 222. sayısında yayın hayatına son verm iştir. 1963 yılının Haziran ayında, 75. sayısındaki C .H üsnü T aray’ın bir yazısı nedeniyle kapatılm ıştır. Bir yılı aşan bir süreden sonra 1964 yılının Eylül ayından itibaren yayınına yeniden devam etmiştir. Derginin çıkış sayısında yer alan “Yön B ildirisi”nde imzası olanların sayısı 164 kişidir. Bu sayı daha sonra 1042 kişiye ulaşacaktır. K urucular ile birlikte derginin başlangıçtaki yazı kadrosu: Doğan A vcıoğlu, M üm taz Soysal, İlhan Selçuk, Sadun Aren, İlham i Soysal, Çetin Altan ve çizer olarak da Turhan S elçuk’tan oluşm aktadır. Y azar kadrosunda daha sonra Altan Öymen, U ğur M um cu, Erol Toy isimleri yer alacaktır. Niyazi Berkes orta sayfada Az G elişm işlik üzerine çalışm alarını yayınlam ıştır. Basın ve Edebiyat her sayıda özenle yer alan sayfalardır. K uruculardan D. A vcıoğlu ve M. Soysal, Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde kuruluş çalışm aları sürdürülen Türkiye Orta Doğu Am m e İdaresi Enstitüsünde asistanlık dönem lerinde tanışm ışlar, 27 M ayıs İhtilalinden sonra oluşturulan 1 Yön Dergisi, sayı:l, 20 Aralık 1961, Ankara Mümtaz Soysal, “40. Yılında Türkiye’nin Düzeni” Mülkiyeliler Birliği-Bilay Vakfı, Ankara, Aralık 2008 - 1 09 - Kurucu M ecliste bulunm uşlar ve 1961 A nayasasının hazırlanm ası sırasında birlikte Anayasa Kom isyonunda çalışm ışlardır. 1955 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde başlayan çalışm a arkadaşlığı A nayasa Kom isyonu çalışm aları dahil kesintisiz devam etmiştir. Yön dergisini çıkarm aya karar verilm esinde, 1955 yılında başlayan ve kesintisiz bir biçim de 1961 Anayasasının hazırlanm ası sürecinde de devam eden ortak düşüncelerinin büyük etkisi var. 1961 seçim leri ile alınm ış olan sonuçlar M. Soysal ve D. A vcıoğlu’nu birlikte Yön dergisini çıkarm a konusunda harekete geçirm iştir. "1961 Seçimlerinin sonııcıınc/ct Anayasayı yapanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Türkiye 'nin demokratikleşmesine, toplumsal gelişmesine büyük katkı sağlayacak bir atılım yarım kalmıştı. Bir kin ya da öç duygusu biçiminde sonuçlanan seçimler sonucunda yaşanan hayal kırıklığı Yön ’ün çıkışını sağladı ”.3 Yön dergisinin yayınlanm aya başladığı 1961 yılının A ralık ayını esas alırsak son altı aylık dönem içinde; 9 Tem m uz 1961 tarihinde yapılan halkoylam ası ile Kurucu M eclisin hazırlam ış olduğu “ 1961 A nayasası” kabul edilmiş, 15 Ekim tarihinde yapılan genel seçim ler ile iki m eclisli yeni parlam ento çalışm alarına başlam ış ve seçim lerin sonucunda CHP ve Dem okrat P arti’nin devamı olarak kurulan AP birbirlerine çok yakın oy alarak bir koalisyon hüküm eti kurm uştur. Seçim ler sonucu M ecliste ortaya çıkan siyasi tablonun 27 M ayıs öncesi siyasi tablodan çok farkı yoktur. En önem lisi “ sol” düşüncenin tem sil edilebildiği bir ortam oluşam am ıştır. 1961 yılının Şubat ayında bir grup sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi kurulm uştu, ancak “sol” düşünce ile organik bir bağı yoktu. Türkiye İşçi Partisi “sol” bir parti olarak Türk siyasi hayatına, Yön dergisinin çıkm aya başlam asından yaklaşık altı ay sonra, 1962 yılı Şubat ayında bir grup sosyalist aydının katılm ası ile girmiş olacaktır. K uşkusuz bu yolun açılm asında Yön dergisinin başlattığı, sol ve sosyalizm tartışm asının büyük rolü vardır. M üm taz Soysal’ın ifadesi ile, "ilk sayıda doğrusu sosyalizm diye çıkmaktan çekinilm işti”. İlk sayıda "Yeni Devletçilik" kullanılm ıştı. Bir “ askeri dönem ” henüz bitmişti, dolayısıyla sosyalizm bayrağı ile çıkılm ası belki yanlış olabilirdi. Derginin m utlaka yaşatılm ası isteniyordu. Sosyalizm sözcüğünün kullanılm ası için 1. sayıdan sonra altı sayı beklendi Yön dergisinin 7.sayısının kaç kez yeniden basıldığı ve toplam olarak kaç adet sattığı bugün için bile bilinm em ektedir. Sadece 7. sayının çıktığı haftada değil sonraki hafta içinde de 7. sayının yeni baskıları yapıldı. 3 Erol Toy, “40.Yılında Türkiye’nin Düzeni” Mülkiyeliler Birliği-Bilay Vakfı, Ankara, Aralık 2008. - 110 - Yön dergisinin 7. sayısı 1962 yılının Şubat ayında, “ sosyalizm ” sayısı olarak çıktı. Sayının tam am ı sosyalizm e ayrılm ıştı. Sosyalizm çeşitleri tanıtılıyordu. Fabiancılıktan başlayarak, Sosyal Dem okratlığa, azgelişmiş ülkelerdeki sosyalizm pratiklerinden Arap Sosyalizm ine uzanan çeşitli sosyalizm renklerine ilişkin yazılar yer almıştı. M. Soysal sosyalizm sayısı için şunları söylüyor, “ 7. sayının kaç baskı yaptığını hatırlamıyorum. O hafta basıyorduk tükeniyordu, yeniden basıyorduk. 1. sayıdan çok satmıştı ancak 1. sayı için ek yeni baskı yapmamıştık. ” Yön dergisi 7. sayı ile birlikte T ürk toplumsal hayatına, dünyada elli yıldır tartışılm akta olan bir toplum sal örgütlenm e biçim ini sokuyor ve “sosyalizm ” tartışm alarını “karakolluk bir olay olm aktan çıkartarak” m eşrulaştırıyordu. Yön, yayın hayatı boyunca, 1961-1967 dönem inde sosyalizm konusunda yaptığı öncülüğe benzer bir biçim de T ürk toplum unda tartışılm asından korkulan pek çok konuyu gündem e getirerek tartışılm asını sağlam ıştır. Yön Bildirisi D erginin çıkışına karar verildikten sonra yaklaşık bir ay süre ile 1. sayının çalışm aları yürütüldü. Avcıoğlu, 1955 yılında A m m e İdaresi Enstitüsünde A sistan olarak çalışm aya başladıktan som aki dönem de A nkara’da Akis dergisinde çalışıyor ve Ulus gazetesinde de yazarlık yapıyordu. Ayrıca CHP A raştırm a Bürosunda görev alm ıştı. D ergicilik konusunda deneyim i vardı. Dergi haftalık olacak, canlı olacak, haber dergisi olacak “haberleri taze olduğu için bir düşünce dergisi görünüm ü verm eden” haber dergisi olacaktı. Çıkış bildirisi için “taslağın hazırlanm a” görevi M üm taz S oysal’a verilm iştir. Daha sonra Avcıoğlu ile birlikte bu taslağın üzerinden geçildi ve son şekli verildi. B ildiriyi tanıtm a ve im zaları alm a görevini de M üm taz Soysal yüklendi. İlk sayıda yer alan 164 im zanın tam am ını kişileri dolaşarak Soysal topladı. Bildiri dört ana bölüm den oluşm uştur. Birinci bölüm ün dört alt başlığı, ikinci bölüm ün üç alt başlığı, üçüncü bölüm ün üç alt başlığı ve dördüncü bölüm ün beş alt başlığı vardı. On dokuz başlığı kapsayan Yön M anifestosu’nun son paragrafı şu değerlendirm e ile bitiyor: "Varmak istediğimiz amaçların şu veya bu noktaları tartışma konusu edilebilir. Bu bildirinin yayınlanmasındaki maksat da bu çeşit tartışmalara yo l açmaktır. Bugün içinde bulunduğumuz buhranlardan kurtulmanın birinci şartını, Türk toplumunıın çeşitli kesimlerinde görev almış olanların ve millet kaderine hakim olabilecek mevkilere gelmiş bulunanların düşüncelerini açıkça ortaya koyarak, bir teınel kalkınma felsefesi etrafında birleşmelerinde görüyoruz. ” M üm taz S oysal’ın, Siyasal Bilgiler Fakültesinde 1958 yılında verdiği doktorasında üzerinde çalıştığı tez, Demokratik İktisadi Planlama İçin Siyasi - 111 - Mekanizma başlığını taşıyordu. Yön Bildirisinin m etni bu tem el tez üzerine oturmuştu. Türkiye hızlı bir kalkınm a ihtiyacı içinde idi. Bunun sağlanm ası için planlam aya dayalı bir çaba ve siyasi yapılanm a gerekiyordu. Daha açık anlatımı ile, Planlı K alkınm a ve bunun Dem okrasi ile bağdaştırılm ası. Yön Bildirisinin giriş bölüm ünden sonra gelen 1. bölüm ünde, hızlı kalkınm anın neden gerekli olduğu çok net anlatılm aktadır: '‘Atatürk devrimleri ile amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını sonuçlandırmanın Türk demokrasisini yaşatmanın, sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerinde oturtmanın, ancak iktisadi alanda hızla kalkınmakta, yani milli istihsal seviyesini hızla yükseltmekte göstereceğimiz başarıya bağlı olduğuna inanıyoruz. ” D erginin çıkışından kapanışına kadar geçen yaklaşık 6 yıllık dönem içinde, Planlı K alkınm a üzerine yapılan çalışm alar öncelikli olarak yer aldı. I. Beş Yıllık Plan çalışm alarını yürüten 1.P lancılar olarak bilinen grubun, CHP-AP Koalisyon hüküm eti ile; T oprak R eform u,V ergi R eform u ve KİT Reformu konusunda plan hazırlıkları sırasında çıkan anlaşm azlık sonucu Planlam adan istifa etmeleri sonrasında Yön dergisinde “Planlı K alkınm a” konusundaki çalışm aları yer aldı. Yön Bildirisi ağırlıklı olarak M üm taz Soysalın çerçevesini çizdiği bir m etindir. Son şeklini D .A vcıoğlu ile birlikte düzenlem işlerdir. Yön Dergisi: Sol Düşüncenin Tartışma Ortamı Yön dergisinde A vcıoğlu ve Soysal hedefledikleri gibi derginin 7.sayısından başlayarak “sol” dünya görüşünün tartışılm asını ve geniş kitlelere benim setilm esini sağlayacak yolu açm ışlardır. Yön yayın hayatına başlam adan, 1961 yılının Şubat ayında 12 sendikacı tarafından; Kemal Türkler, Kemal Sülker, Rıza Kuas, İbrahim D enizcier ve Şaban Y ıldız’ın başım çektiği grubun girişim i ile TİP kurulm uştu. 1962 yılının M ayıs ayında T İP ’e M ehm et Ali A ybar, Yunus Koçak, Fethi Naci ve Bellice B oran’ın aralarında bulunduğu, 1960 yılı Ocak ayında yeniden faaliyete geçmiş olan Türkiye Sosyalist Partisi’nin4 yöneticileri davet edilerek katılm ışlardır. TİP, sosyalizm i savunan bir parti olarak T ürk siyasi hayatında yer almış, bir sonraki 1965 seçim lerinde de T B M M ’de yer almıştır. Yön ve T İP ’in Türkiye de “sol” düşünceyi kitlelere ulaştırm ak için hem en hem en aynı dönem de çalışm aya başladıkları açıktır. 4 Türkiye Sosyalist Partisi, 1946 seçimleri öncesinde Esat Adil Müstecaplıoğlu tarafından kurulmuştu. Ancak Parti, 1952 yılında kapatılmıştı. 1960 yılının Ocak ayında, 27 Mayıs’tan kısa bir süre önce, Parti’nin yeniden açıldığı ve faaliyete geçtiğini görürüz (Family Tree of the Turkislı Radical Left, 1918-2001. broadleft.org). - 112 - Yön haftalık dergi olarak yayına başladığı 20 A ralık 1961 tarihinden sıkıyönetim tarafından kapatıldığı 75. sayısına, 1963 yılının H aziran ayına kadar, haftada ortalam a 30 bin adet satıyordu. Dergi 1963 yılında 21 M ayıs olaylarından sonra ilan edilen sıkıyönetim içinde H aziran ayı başında A nkara Sıkıyönetim K om utanlığınca süresiz kapatıldı. M ayıs ayının son haftalarında bazı gazeteler ve Akis dergisi de kapatılm ıştı. Yön dergisinin kapatılm asına gerekçe olarak 75. sayıda Cemal Hüsnü T aray’ııı “Kim Sorum lu” başlıklı yazısı gösterilm işti. Ancak Yön hakkında dava açılm adı. Süresiz kapatm a 1964 yılının Eylül ayına kadar sürdü. Kapatm anın gerçek nedeninin derginin “sol” içerikli yayın politikası olduğu açıkça biliniyordu. Yön ’ün yeniden yayın hayatına başladığı bu tarihten kapanana kadar geçen sürede haftalık satışlarının 10 bin düzeyine düştüğü görülm üştür. 1964 yılının Eylül ayından başlayarak 1967 yılının H aziran ayına kadar geçen dönem i, Yön dergisi açısından ikinci dönem olarak görm ek m üm kündür. 1965 yılında yapılan genel seçim lerde AP tek başına çoğunlukla iktidar olm uştur ve bu arada TİP 15 m illetvekili ve S enato’da yer alan bir üyesi ile M eclise girm iştir. Kısacası 1961 yılı Aralık ayında “sol” düşünce için çıkılan yolda önem li bir m esafe alınm ıştır. Yön yazarlarından Sadun Aren ve Çetin Altan TİP M illetvekili olarak M eclise girm işlerdir. Bu ikinci dönem de Yön “sol” bir dergi olarak artık tek başına da değildir. Sol düşüncenin dünyadaki tem el kaynakları Türkçeye çevrilip okuyucuya ulaşırken, artan sayıda sol dergi dc yayınlanm aya başlam ıştır. Ç ıkışından kapanana kadar geçen sürede Yön değerlendirm esi olarak bilinen 1. sayfada yer alan başyazıyı D.Avcıoğlu ya da M. Soysal yazmıştır. O haftanın başyazısını hangisi yazarsa yazsın büyük bir coşku ile okunan yazılar oluyordu. O kunanlar ülke çapında tartışm aya dönüşüyor, paneller yapılıyor, sem inerler düzenleniyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinde çok canlı söylem lere neden oluyordu. Bunun sonucunda ister istem ez bir sın ıf hareketi yetişm eye başlamıştı. Sosyalizm tartışm asını başlatan 7. sayısı gibi, Yön dergisinin Nazım H ikm et’i yeniden T ürkiye’ye tanıştırdığı 83. ve 86. sayıları vardır. “ Yön Bir Dem agojiyi Daha Yıkıyor” kapağı ile çıkan 83. sayıdan sonra 20 Kasım 1964 tarihinde, “ Bir Türk Şairinin Ö lüm ü” 86. sayısı hazırlandı. Yön'ün Ankara Sıkıyönetim K om utanlığınca kapatıldığı günlerde N azım H ikm et öldü. Yön 1964 yılı Eylül sonunda yeniden çıkm aya başladıktan sonra ilk sayılarında Nazım Hikm et sayılarını hazırladı. Aynı zam anda Yön Yayını olarak Nazım Hikmetin Milli Kurtuluş Savaşının Destanı kitap olarak basıldı ve ücretsiz olarak dağıtımı yapıldı. Bu 1938 sonrasm da N azım H ikm et şiirlerinin ilk kez açıktan okuyucu ile buluştuğu dönem oldu. - 1 13 - 1967 yılı H aziran ayı sonunda Yön dergisinin kapanm a kararı alındığında bunun gerekçesini D .A vcıoğlu şöyle duyuracaktı: "Haftalık Yön Dergisinin amacı, Türkiye 'nin tablosunu ve çıkış yollarını ısrarlı bir yayın ile ve ana çizgileri ile gözler önüne sermektir. Şimdi boşluk, kitaplar ya da üç aylık derilerle doldurulabilecek, yarının Türkiye’sinin nasıl inşa edileceği konusundaki uzun araştırmalarla, iç ve dış olaylarda günlük doğru haber geniş ve sağlam yorum sağlama noktasında görülmektedir. ” Yön ’ün kapanm adan önceki dönem inde M üm taz Soysal’ııı daha az yazmaya başladığını görürüz. Yön dergisinin kapanm asından iki buçuk yıl sonra 20 Ekim 1969 tarihinde kuruculuğunu C. Reşit Eyiipoğlu ile D. A vcıoğlu’nun yaptığı haftalık Devrim gazetesi yayınlanm aya başladı. 12 M art sonrasında. M ayıs 1971 tarihinde A nkara Sıkıyönetim Kom utanlığı tarafından kapatılan gazetenin G enel Yayın Yönetm eni de D. Avcıoğlu idi. T ürk tarihinin 1955-1970 dönem i ile ilgili araştırm a yapanlar, Yön ve Devrim çizgisini Avcıoğlu nedeniyle, birlikte değerlendirm e eğilim indedirler. M üm taz Soysal, Devrim gazetesinde, ne kurucular arasında, ne de yazar olarak yer almıştır. Ek-7 MÜMTAZ SOYSAL R au f DENKTAŞ Basında “M üm taz Soysal” imzalı yazıları ilgi ile okurdum . Bir zam anlar yazdıkları, düşünceleri nedeniyle, tutuklanıp hapis yatan bir Profesör, bir düşünür! Buna rağm en insan sevgisi, denize olan tutkusu kadar engin bir insan. M üm taz Beyle, rahm etli Ecevit sayesinde (1977 veya 7 8 ’de) tanışmıştım. K ıbrıs'ta görüşm eler devam ediyordu. Bir Anayasa profesörü olarak bana yardım cı olabilir miydi! Yine rahm etli E cevit’in yardım ı ile Prof. M üm taz Soysal ile 2 0 0 4 ’e kadar birlikte çalıştık. Zekâsı, bilgisi ve daim a barıştan yana ağırlığını koyması sayesindedir ki, Rum liderlerinin kelim e oyunlarına yenik düşm edik. Birçok kez, benim diretm ek istediğim bir konuda, büyük bir nezaketle, “resm in bütününe baktığım ızda, bu konuda yum uşayabiliriz” mesajını verir, fakat son kararı daim a bana bırakırdı. K endisine olan engin güvenim nedeniyle de, “ Son K arar” daim a “uzm an-danışm anım ın” tavsiyesi doğrultusunda olurdu. Barışseverdi, ancak kalıcı bir barış için taviz verem eyeceğim iz, esneklik gösterem eyeceğim iz prensipler, gerçekler vardı. Bu konularda çok titizdi. Karşım ızdaki Rum liderlerini benim kadar biliyor, güler yüzler arkasına saklanan sinsi oyunun hiç değişm ediğini görebiliyordu. Am erikan, İngiliz ve BM tem silcileri ile yaptığı görüşm elerden sonra “direnebildiğimiz, davaya sahip çıkabildiğimiz ölçiide kazanacağız; bunlardan fazla bir yardım beklememeliyiz” görüşünü kendine öz nezaketi içinde bana ve ilgililere duyuruyordu. Kendini “ Kıbrıs uzm anı” addeden bazı kişiler “Mümtaz Beyle Kıbrıs meselesi halledilemez. O aşırı bir uzlaşm azdır” diyenler peyda olm uştu. Öyle ki, gün geldi, “ danışmanını değiştirme zamanı gelmedi m i? ” diye fısıltılar başladı. “Siyasetiniz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 'nin devamı ve Tiirk-Yunan dengesinin iki eşit halk arasında yeni bir ortaklık ise, ben bu konularda uzmandanışmanımdan m em nunum ” yanıtını vererek, üzerim ize gelen dalgayı b ertaraf edebiliyordum . Esas hed ef benden de kurtulmaktı. “Ayrı egemenlikte ısrarlı olmamak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 'ne fa zla asılmamak gerekir" diyen ve Annan Planının Referandum a götürüldüğü günlerde, basında, boy boy resimleri ile Annan Planının kabulü yönünde beyanatlar verip, m akaleler yazanlar karşısında da Prof. M üm taz Soysal Bey “Anadolu halkının coşkusu, inancı, K ıbrıs’ın Türkiye için stratejik önem i” konularında taviz verm eden davayı desteklem iştir. - 115- Onu tanım ak, onunla birlikte hayati önem i olan, m üşterek milli bir davayı savunm ak ve ayrı yolda gidenlere gün gele genç bir dem okratik devlet teslim ederek “ buyurun meseleyi hallediniz” diyerek alnım ızın akı ile görev değişikliği yapm ak m üşterek kaderim iz olm uştur. Şimdi arada sırada bir araya geldiğim izde de Prof. M üm taz Soysal, bana “merak etme; hiçbir hükümet K ıbrıs’tan vazgeçemez’’ diyerek m aneviyat verm ektedir. K endisine ve ailesine sağlık içinde uzun, mutlu yıllar dileğiyle saygılar sunarım. - 116- E k -8 / Ağustos 1960, Forum SUÇSUZ ANAYASA 1924 A nayasasının büyük talihsizliği, W estm inster usulü bir dem okrasinin işleyişiyle ve m odern devlet idaresi anlayışiyle en iyi uzlaşabilecek bir vesika olm asına rağm en, kendi dışındaki sebeplerle ortaya çıkan durum lardan sorum lu sayılm asındadır. G erçekten, 27 M ayıs hareketinden önceki durum 1924 Anayasasının hüküm lerinde doğm uş değildir; o durum un gerçek sorum lularından olan seçim sistem i A nayasayla getirişm iş değildir; o durum un gerçek sorum lularından olan karakter zayıflıkları, sorum suz önderlikler ve aslında bütün m illete m aledilcbilecek kusurlar, A nayasadan doğmuş değildir; karanlık unsurlara yaranıp koca m eydanlarda kurban kesm e yarışına girişenleri, devletin en sorum lu m akam larında akla, bilgiye, çalışkanlığa yüz çevirenleri ve nihayet bütün bunlar olurken susanları, küçülenleri 1924 Anayasası yaratm am ıştır. Bütün bu tem el sebepler ortadan kalm adıkça, 1924 Anayasası bile 27 M ayıs öncesindeki durum un ortaya çıkm asına engel olam azdı. Türkiye C um huriyet’ten beri kurulm ak istenilen hüküm et şekli, hiçbir, zam an açıkça ifade edilm iş olm asa bile, ana hatları bakım ından İngiltere'deki örneğine yönelm iştir. İngiliz dem okrasisi, T ürk siyasi hayatında siyasi m ekanizm alar üzerinde düşünm üş olanlara, F ransa’daki, İtalya’daki A lm anya’daki, İsviçre’deki veya A m erika’daki örneklerinden çok daha çekici gelm iştir. G erçekten, İngiliz hüküm et sistem i, yüz yıllardır süregelen uzun bir evrim sonunda, bugünün “kuvvetli, fakat sorum lu” hüküm et anlayışına en çok yaklaşan sistem dir. İşin asıl dikkat edilecek tarafı, bu sistem in görünüşündeki basitlik ve sadeliktir. Sistem, anahtarları bakım ından, iki büyük partiye, bu partiler içinde kuvvetli bir disipline, hüküm etin, arkasındaki çoğunluk sayesinde m em leketi yöneltm ek, m uhalefetin de, arkasındaki azınlık yoluyla hükümeti eleştirm ek hakkına ve nihayet m ahkem elerin bağım sızlığına dayanm aktadır. İngiltere’de bir A nayasa yazılacak olsa, kâğıt üzerine dökülecek olan kurallar, çok m uhtem eldir ki, bu esaslardan ibaret kalacaktır. Belli esasların dışında kalan noktalar ise -ki İngiliz sistem inin işleyebilm esini asıl bunlar sağlam aktadırdevlet adam larında sorum luluk duygusu, dem okrasi geleneği, hürriyet ve hüküm et anlayışı, halk efkârının denetlenm esi gibi, Anayasa m etinlerine sığdırılam ayacak unsurlardan m eydana gelm ektedir. Elbette, Türkiye gibi gelenekleri bakım ından İngiltere’den hayli farklı bir m em lekette, Anayasa kurum larının, yazılı kuralların lüzum u inkâr edilemez. Ancak, bu kurum lar ve kurallar üzerinde düşünürken, bunların sağlayabilecekleri ile sağlayam ayacakları arasında bir ayırm a yapm ak, anayasa - 117- m etinleriyle sağlanam ayacak şeyler için boş yere kurum lar ve kurallar meydana getirip de sonradan hayal kırıklığına düşm ekten sakınm ak gerekir. Bu noktadan hareket edilince görülecektir ki, 1924 A nayasası, kendi dışındaki m eseleler ve davalar çözüm lendikten sonra, m odern devlet anlayışını, “kuvvetli, fakat sorum lu” hüküm et prensibini engellem eyen sağlam bir tarihi m etin olarak hâlâ ayakta kalabilm ektedir. Karşılaşılan m eselelerin bir kısmı, şim diye kadar Anayasayla ele alınm am ış olan seçim sistem i, partilerin bünyesi gibi konularla ilgilidir. Bunları belli esaslara bağlayıp A nayasaya koym ak başka şey, bunlar yüzünden m em leketin içine düştüğü durum u 1924 A nayasasının kötülüğüne yorm ak başka şeydir. 1924 Anayasası, dayandığı devlet ve hüküm et anlayışı bakım ından “yanlış” bir Anayasa değildir, olsa olsa “eksik” bir Anayasadır. 1924 A nayasasında bulunan en büyük kusur, Türkiye Büyük M illet M eclisine, dolayısiyle M eclise hakim olan parti grubuna, dolayısiyle o partiye önderlik eden kim selere bırakm ış olm asıdır. Aslına bakılırsa, W estm inster dem okrasisindeki durum da bundan pek farklı değildir. Asıl sebepler, M eclis içindeki iktidar-m uhalefet nispetlerini ölçüsüz derecelere vardıran seçim kanununda aranm alıdır. Seçim çevrelerini, dolayısiyle listeleri küçültm ek suretiyle basit çoğunluk sistem ini devam ettirm ekle, yahut yine iki partili sistem i bozm ayacak nisbi tem sil usullerinden en elverişlisini seçm ekle M eclis’teki nisbetler m eselesi çözüm lendikten sonra, öbür davaları ele alm ak kolaylaşacaktır. Bu arada, belki m illetvekili sayısını belli bir rakam da dondurm ak da düşünülebilir; fakat bunu yaparken, modern parlam entolar dahi ağırlık noktasının encüm en çalışm alarında toplandığını hatırlam ak, bu çalışm aları aksatacak, m illetvekillerini ağır yük altında bulunduracak çok küçük sayılara inm em ek gerekir. M illetvekili ödeneklerinde yapılacak birkaç m ilyonluk tasarruf, encüm enlerinin yetersizliği yüzünden iyi çalışam ayan bir parlam ento kurm ayı haklı gösteremez. Türkiye Büyük M illet M eclisi içinde yapılm ası gereken belki de en önem li düzeltm e, M eclis B aşkanının bağım sızlığını sağlayacak seçim ve statü yollarının bulunm asıdır. Parlam enter dem okraside M eclis Başkanının tarafsızlığı, aslında sağlanm ası siyasi sebeplerle pek güç olan bir cum hurbaşkanlığı tarafsızlığından çok daha tem elli sonuçlar doğurm aktadır. D üzeltm e gayretlerini, 1924 A nayasasının gerçekçi bir görüşle düzenlediği cum hurbaşkanlığı statüsü üzerinde değil de, M eclis başkanlığı statüsü üzerinde toplam ak ve mesela Avam K amarasındaki speaker’inkine benzer bir statü bulm ak daha doğru olabilir. 1924 Anayasası bu im kânların hiçbirine kapıları kapanmış değildir. 1924 Anayasası, sorum lu önderler elinde, T .B .M .M ’ııdeki çoğunluğun m em leketi yöneltm ek, m uhalefet azınlığının da hüküm eti eleştirm ek hakları üzerine kurulacak normal bir düzene de kapıları kapanm ış değildir. Bu düzeni - 118 - tam olarak kurabilm ek, soru, gensoru ve m eclis soruşturm ası gibi kuram ların iyi işleyebilm esini sağlam ak ise, önce bir içtüzük m eselesi, sonra da -daha önem li olarak- m em leket siyasetinde rol alanların taşıyacakları zihniyet m eselesidir. Tıpkı bunun gibi, 1950 ile 1960 arasında Türk dem okrasisinin başına gelenlerden parti disiplinini sorum lu tutm ak ve -bilim sel kurulunun dağıttığı anketteki sorulardan sezileceği üzere- bunu önleyici hüküm leri A nayasaya koym ak da yirm inci yüzyılın siyasi gidişine ayak uydurm am ak olur. Çağım ızın siyaseti siyasi partiler çevresinde dönm ektedir. Parti disiplini ise, belli bir çoğunluğa dayanarak çalışan parlam enter hüküm etlerin bulunduğu sistem lerde, bu dayanışın kaçınılm az bir sonucu olm uştur. Eğer son yıllarda T ürkiye’deki parti disiplini soysuzlaşm ışsa, bunun kabahati A nayasada değil, M eclis çatısı altına sokulm a fırsatı bulanların karakter zayıflığındadır. Partiler, partilere önderlik edenler ve nihayet seçm enler, kökleri çok daha derinlerde olan bu zayıflığın M eclise bulaşm asına engel olm aya çalışm adıkça, konulan bütün yasaklar ve kurallar parti disiplininin soysuzlaşm asını durduram ayacaktır. Öte yandan, sorum lu önderler elinde, parti disiplini, siyasi toplulukların zayıf karakter yığınları haline gelm esini önleyecek m üsbet bir ayıklam a ve tem izlik aracı da olabilir. 1924 A nayasası, m eclis sayısı bakım ından da tarihi gidişe uygun bir gerçekçilikle tek m eclis esasını koym uştur. Tek m eclis-çift m eclis konusu, burada özetlcneıneyecek kadar uzun, A nayasa hukukunun ve siyasi bilim lerin klasik konularından biri. Fazla teferruata girm eden şu kadarını belirtm ek m üm kün ki, federal bünyeli devletler dışında, ikinci meclis denem elerinden pek başarılı sonuçlar elde edilm iş değildir; ikinci m eclisler, tarihi sebeplerle yaşayabildikleri yerlerde de, millet iradesini daha kuvvetle aksettiren birinci meclis yanında gitgide sönm ekte, önem lerinden kaybetm ektedirler. Belki, bugünkü şartlar altında, T ürkiye’de kurulacak bir ikinci m eclisin gelenekçi olm ayacağı, aksine devrim lerin korunm ası için bir tem inat sayılabileceği söylenebilir; fakat bu devrim lerin tem elini teşkil eden ve iktisadi-toplum sal reform lar yoluyla daha da işlenm esi gereken halkçı felsefe ile, seçilişi, kuruluşu ve üyelerinin yetişm e tarzı bakım ından nihayet toplum un im tiyazlı bir tabakasını aksettirecek ikinci m eclis arasında nasıl bir uzlaşm aya varılacağı, böyle bir meclisteki devrim ciliğin ne kadar süreceği cevaplandırılm ası hayli güç bir sorudur. Kaldı ki, son olaylar ve aslında pek çoğu türlü diplom alı (pek m uhtem elen ikinci m eclise seçilebilm e ehliyetini de taşıyan) D.P. Meclis G rubunun davranışı, devrim lerin gerçek bekçiliğini sözde “aydın p o litik a c ıla rd a değil, toplum un siyasi kalıplara sığm ayan canlı kuvvetlerinde aram ak gerektiğini açıkça ortaya koym uştur. İkinci m eclisle her şeyin diizelivereceğini sanm ak, daha derinlerde yatan toplumsal ve iktisadi sebepleri görm em ek olur. 1924 A nayasası, “bağım sız m ahkem eler”den bahsetm ek suretiyle, dem okratik m odern devlet idaresinin tem el şartlarından birini de ortaya koym uştur. Bu bağım sızlığı sağlam ak için gerekli kurum lan m eydana getirm ek, gerekli kanunları çıkarm ak, istenilen zihniyet değişikliğine vardıktan sonra, hiç de güç değildir. Bağım sız m ahkem eler m eselesi köklü bir çözüm e bağlanabilirse, son yılların cankurtaran sim itlerinden biri olarak ortaya atılan Anayasa M ahkem esi konusu da önemini kaybedecektir. G erçekten, T ürk yargı sistemi, A nayasaya aykırı görülecek kanunları uygulayıp uygulam am ak konusunda, hiç olm azsa nazari bakım dan, yargıçları yetkili kılm aktadır. Bu noktada, Y argıtay’ıyla, D anıştay’ıyla, işlenm em iş nice im kânların yattığı şüphesiz. Bağım sız m ahkem e geleneği, İngiltere’de, A vam K am arası kanunlarının m ahkem eleri m utlak olarak bağlayan şartları altında bile tem ek hak ve hürriyetlerin korunm asını sağlayabilm ektedir; T ürkiye’de çok daha elverişli bir hukuki zem in ortada dururken, bağım sızlık geleneğini yerleştirecek çareler aram ak yerine, devşirm e kurum lardan medet um m ak, m eseleleri olduğundan daha fazla basitleştirm ek sayılm az mı? Kaldı ki, bütün azam etiyle kurulacak bir Anayasa M ahkem esinin, ilerde, Türk idaresinin daha uzun m üddet muhtaç olduğu devrim ciliği frenleyecek ve hukuki bahanelerle toplum sal-iktisadi reform ları köstekleyecek bir kurul şekline girm esi, başka yollarla da sağlanabilecek olan hak ve hürriyet bekçiliği ödevinden uzaklaşıp siyasi durgunluk unsuru haline gelm esi pekâlâ m üm kündür. A m erika’daki Yüce M ahkem enin N ew Deal sırasında F. D. R oosevelt’e neler ettiği, T rum an’ın çelik sanayii ile olan m ücadelesini nasıl baltaladığı unutulm am alıdır. Bu nokta, düşünceleri 1924 A nayasasının görünürdeki eksikliklerinden birine götürm ektedir. Bu da, İkinci Dünya H arbi sonrası A nayasalarının belkem iğini teşkil eden iktisat siyasetiyle ilgili hüküm lerin yokluğudur. Ancak, burada da dikkat edilm esi gereken nokta, 1924 Anayasasının, sü r’atli, kuvvetli ve sorum lu hüküm ete im kân veren tem el felsefesi bakım ından, m odern iktisat siyasetlerinin yürütülm esi için gayet elverişli bir çerçeve teşkil ettiğidir. Y apılacak şey, belki haklar ve hürriyetler kısm ına, m odern anayasalarda ve evrensel beyannam elerde sık sık rastlanan hak ve hürriyetleri eklem ek olabilir. Aslında bu hak ve hürriyetler, gerçek anlam larını A nayasa dışında kalan kanunlarla alm aktadırlar; bu kanunları ise, A nayasaya konulacak birkaç cüm leyle sınırlandırm ak m üm kün olam ayacağına göre, hak ve hürriyetlerin metinde yer alm ası -tıpkı öbür m odern anayasalarda olduğu gibi- ancak sem bolik bir değer taşıyacaktır. İktisat siyaseti bakım ından bunların dışındaki m eseleler, 1924 A nayasasının bükülgen çerçevesi içinde -kolaylıkla- çözüm lenebilecektir. Milli zaruret olarak ortaya çıkan iktisadi planlam ayla ilgili kurum ların m eydana getirilm esi daha çok kabine ve hüküm etin iç teşkilatlarına bağlı ve hiçbir Anayasa koyucunun tam olarak bilem eyeceği teknik şartlara dayanan bir - 120 - konudur. Anayasa ve M eclis İçtüzüğü bakım dan yapılacak şey, olsa olsa, bir yıldan daha uzun süreli planlarla yıllık bütçelerin incelenm esinden, oylanm asından ve denetlenm esinden doğacak meseleleri en elverişli kurallara bağlam ak olabilir. Planlam a çalışm alarının ister istem ez öbür bakanlıkların üstüne çıkaracağı M aliye B akanlığının durum u bugünkü fiili durum dan pek farklı olm ayacaktır ve bunun B akanlar K urulundaki toplu sorum luluk esasını bozacak ciddi bir A nayasa m eselesi sayılm am ası gerekir. Ayrıca, ikinci m eclisler gibi, iktisat m eclislerinin de, asıl millet iradesini kuvvetle tem sil eden m eclisler karşısında uğradıkları fiyaskoyu akıldan çıkarm am alı, bir sürü de yeni yeni kurum lar, meclisler, m ahkem eler m eydana getirm ek hastalığından uzaklaşıp eldeki im kânların gerçekçi bir görüşle düzeltilm esine önem verilm elidir. K urum lar, kurallar elbette önem lidir, elbette bunların en elverişli şartları yaratacak şekilde olm alarına dikkat etm ek gerekm ektedir. Fakat her işte olduğu gibi burada da m eseleler gelip insan unsuruna dayanıyor. İnsanın gerisinde ise eğitim var: sadece kuru öğretim den ibaret olm ayan, insanlara insanca, insanlık gururuyla yaşam ayı gösteren bir eğitim. Yoksa, N azilerden önceki Alm anya, kuru öğretim bakım ından dünyada hiçbir m em leketten geri kalm ıyordu; tıpkı H itler’den önceki W eim ar A nayasasının, kurum lan ve kurallariyle, dünyanın en m ükem m el anayasalarından biri oluşu gibi. Niçin, suçluluk aynasında kendi hayalim izi geriye itip, 1924 Anayasasını öne sürüyoruz? - 121 - Ek: 9 26 Nisan 1971, Ortam GÜZEL HUZURSUZLUK Aslına bakarsanız, Erim hüküm eti, hem birbirini tam am larm ış gibi görünen, hem de özde birbiriyle çatışan iki program tem eline dayanıyor: huzur ve reform. Hüküm etin kuruluş, güvenoyu alış ve ayakta kalış nedenlerini kısaca bu iki kelim eyle açıklam ak m ümkün. Tabii, bu tem ellerden hangisinin daha önem li, daha ivedi ve daha “canalıcı” olduğu, çeşitli çevrelerin çıkarlarına ve tutum larına göre değişiyor: ordunun bir bölüm üne, ilerici basına, bazı m eslek odalarına ve gençlik kuruluşlarına bakarsanız, kabine reform yapm ak için işbaşına getirilm iştir, reform yaptıkça ayakta kalır ve yapam azsa yine bu nedenle gider. Yerlerde sürüklenen öğretm enleri, yıllar yılı jandarm a ve polis karakolunda dövülen insancıkları unutup birkaç patlam a, soygun vc kaçırm a olayını “büyük huzursuzluk” sayan çevrelere sorarsanız, “her şeyden önce huzur” gerekli olduğuna göre, hüküm et de bunu sağlam ak için kurulm uştur, sağlayam azsa yıkılır. Şimdi, bütün avutuculuğu, uzlaştırm acılığı ve geçiştiriciliği bir yana bırakıp içtenlikle, özdenlikle düşünün: T ürkiye’nin koşulları içinde “birbirini tamam layıcı nitelikte” saydığınız, “biri gerçekleşirse öbürü de olur” dediğiniz huzur ile reform , sanıldığı kadar ikiz kardeş m idirler acaba? Daha doğrusu, şöyle soralım: ciddi reform lara girişseniz yine de “ülkede huzursuzluk havası esiyor” feryatlarıyla karşılaşm az m ısınız? D iyelim ki gerçek toprak reform u yapm ağa başladınız; toprakları ellerinden alınan çevreler, “ kutsal m ülkiyet elden gidiyor” edebiyatına başlam azlar mı? Ciddi bir vergi reformu İstanbul’un, İzm ir’in, A dana’nın vurgun çevrelerini büyük bir “huzursuzluğa” düşürm ez mi? Asıl önem lisi, bu çevrelerce kullanılan m egafonların, hoparlörlerin gücüdür. M ilyonlarca insanın yıllardır süren sıkıntıları şim diye kadar kulaklara nihayet bir m ırıltı ya da boğuk bir uğultu olarak gelm iştir de, bu çevrelerin en küçük tedirginlikleri birdenbire büyük sesler yaratır, ortalık birbirine girer. Son günlerin düşündürücü örneği ortada: B aşbakan Yardım cısı K araosm anoğlu’nun birkaç cüm lesi T ürkiye’nin bütün siyasal kadrolarını ve iş çevrelerini büyük bir huzursuzluğun içine atm ağa yetti de arttı bile. H uzur ile reform arasında gerçek bir bağlantı, sağlam bir bölünm ezlik kurulm ak isteniyorsa, her şeyden önce “ huzur” kavram ı üzerinde anlaşm ak gerek. Sorunu biraz daha belirleyebilm ek, günün olaylarına indirebilm ek için “eğitim ” konusunu ele alalım . Çok kişiye göre, özellikle yüksek öğretim - 122 - alanında “huzursuzluk” dem ek, ayda bir boykot ilân eden, hocalarına kafa tutan, bina işgaline girişen, sol ya da sağ yum ruğunu havaya kaldıran, silâhlanan, vuruşan öğrenci dem ektir. Huzursuzluğu böyle anlayanların m iyop ve dargörüşlü olanları, “çalışm a düzeni ve öğretim özgürlüğü” yasaları çıkararak, özerkliği kısıtlayarak, sert tedbirler uygulayarak huzur getireceklerini sanırlar. Aynı “huzursuzluk” görüntüsünden hareket edenler içinde daha ileri görüşlü ve iyi niyetli olanlar ise, üniversite reform u gerçekleşince, öğrenciler yönetime katılınca, öğretim üyeleriyle daha iyi bir diyalog kurulunca huzurlu ortamın yaratılabileceğini ileri sürerler. A slında, huzursuzluk tanım lam ası aynı kaldıkça, her iki yan da yanılm aktadır. Önce şunu kafalara sokm ak gerek: boykot, işgal, m iting ve ideolojik kavga, artık olağan ve evrensel hale gelm iş birer eylem ve ifade biçimi. “Gençlik olayları” denen olayların büyük kısmı, kuşaklar arasındaki ezelî kavganın biraz daha yaygınlaşm ış, biraz daha sertleşm iş görüntülerinden ibaret. B ir tek bom bayla yüzbinlerin öldürülebildiği bir “uygarlık” düzeyinde, “şiddet eylem leri” denen şeyler olsa olsa birer çatapat eğlencesi sayılabilir. Ne yapsanız bunlar olacak, oluyor. Yeni bir üslııp, yeni bir tutum bu. Dıştan bakıldığı zam an bütün eğitim sorunlarını çözm üş görünen toplum larda da bunlar olağanlaşıyor. T ürkiye’de bunları “huzursuzluk” saym ak ve şiddet tedbirleriyle ya da üniversite reform uyla hepsinin ortadan kalkacağını sanm ak büyük yanılm a olur. Eğitim alanındaki asıl huzursuzluk, toplum un çok huzurlu, çok durgun göründüğü yıllarda vardı. Ama, sessiz, duyulm ayan bir huzursuzluktu bu: okuyam am ış, kendi kendini oluşturam am ış, bir kapkaç toplum da çiğnenm emek için gerekli kafa silahlarıyla donatılm am ış m ilyonlarca insanın ezik ve çığlıklaşm am ış huzursuzluğu. K im se bunu huzursuzluk saym azdı; hatta T ürkiye’nin “ eğitim sefaleti”ııi ortadan kaldıracak birtakım adım lar atılmağa örneğin K öy Enstitüleri kurulm ağa başlandığı zam an “ A nadolu’nun huzuru bozuldu” diyenler bile çıktı. Şimdi de toplum yapısını tem elinden değiştirici eğitim adım ları atm ağa, ezilm iş yığınlara bütün öğrenim kapılarını açacak köklü tedbirler alm ağa başlayın, siz o zam an görürsünüz huzursuzluk çığlıklarını. Ç ok uzaklara gitmeğe gerek yok: önüm üzdeki sonbaharda, özel okulların kapanm ası dolayısıyla üniversiteler bakım ından önem li kalıp değişikliklerinin yapılm ası zorunluluğu ortaya çıkınca, en büyük tedirginlik, kapılara yığılan öğrencilerde değil, kapıların gerisindeki tutucularda görünecek. Reform ya da “eğitim devrim i” elbette toplum da çalkantılar yaratacak, bazı çevreler de bunun adını “huzursuzluk” koyacaklardır. İşte o anlam da “huzur”la reform bağdaşm az, bağdaşm am alı. Bazılarının huzursuzluğu sessiz m ilyonların huzura kavuşturulm ası için ödenm esi gereken zorunlu fiyat. T ürkiye’de de bu fiyat herhalde bir gün ödenmeli. - 123 - - 124- II. BÖLÜM - 125- ÇERKEZ ETHEM NASIL HAİN OLABİLDİ ? Prof. Dr. Sina AKSİN Etlıem, “ çift kişilikli” (EFE, 2007: 620) bir insandı. Bir kişiliği ile hain olam ayacak biri, öbür kişiliği ile de hain olm aya elverişli bir yapıdaydı. Yazımda, bu değerlendirm eyi tem ellendirm ek istiyorum. Etlıem ’in Yaşamöyküsii: Ethem (1885-1948) Bandırm a ve M ihaliç ilçeleri arasındaki Em re köyünde oturan, “soylu” Çerkez boyu Şapşılva m ensup Ali B ey’in beş oğlundan en küçüğüdür. Ali Bey, çiftlik sahibi, değirm encilik de yapan varlıklı bir insandır. Hürriyetin ilanından önce Ali, Yakup Ağa adıyla bölgede dolaşan Dr. N azım ’la tanışıp İttihat ve Terakki (İT) örgütüne giriyor. E them ’in iki ağabeyi zaptiyelerle birlikte R um eşkıyası ile savaşırken ölüyorlar. Ö bür iki ağabeyi okuyorlar ve birincisi 1901 'de, İkincisi 1902’de H arbiyc’den m ezun olup subay oluyorlar. R um eli’deki çetelerle m ücadele ederken Resneli N iyazi’nin aracılığıyla 1906'da onlar da İT ’ye giriyor. Reşit daha som a E şref Sencer Kuşçubaşı tarafından İT ’nin özel harekât örgütü olan Teşkilat-ı M ahsusa’ya alm ıyor ve bu örgütle Trablusgarp Savaşında, sonra da Balkan Savaşı sıralarında Batı T rakya’da görev yapıyor. Ethem ağabeyleri gibi okutulm uyor, ancak rüştiyeden (ortaokul) m ezun olabiliyor. 19 yaşında evden kaçıp İstanbul’da asker yazılıyor. Bakırköy Süvari Küçük Zabit M ektebine girip birincilikle zabit vekili olarak bitiriyor. Balkan Savaşına katılıp yaralanıyor. Birinci Dünya Savaşında Teşkilat-ı M ahsusa’da R auf B ey’in buyruğu altında İran ve ira k ’ta hizm et ediyor, yine yaralanıyor.1 Bu bilgilere E them ’in anılarından bazı noktalar eklenebilir. Onun anlattığına göre babalarının “ m alikânesi” Bursa vilayetindeym iş. “ Ş eref ve haysiyeti” ile tanınm ış biriym iş. (K utay’ın sözünü ettiği “soylu” aşirete bir gönderm e olabilir.) Babası onu en küçük oğul olarak çok severm iş, ağabeyi de (hangisi, belli değil) kendisini evlatlarına tercih ederm iş. Subay olm ayı çok istemiş, fakat babası onu “bu şereften m ahrum ” etmiş. Hatta askerlik bile 1 Bu bilgiler, genellikle güvenilir bir kaynak sayılmayan derlenmiştir. (I, 1973: 13-14) - 1 27 - KUTAY’dan yapm am ası için bedel ödem eye hazırlanırken, İstanbul’a kaçıp süvari askeri yazılmış. Rüştiyeden m ezun olduğundan söz etm iyor, fakat okuryazar olduğunu ve ağabeylerinin tatilde yanlarında getirdikleri askerlik kitaplarını çiftlikte okuduğunu belirtiyor. (ÇEH, 1962: 11-12)2 A raştırm am da iki nokta dikkatim i çekti. Biri E them ’in hastalığı konusu. Ethem M illî M ücadele boyunca ağırca bir hastalıkla boğuşuyordu. Midesi ağrıyor, ateşi yükseliyordu. Dem irci m uharebeleri sırasında mide sancılarını “artarak, dayanılm az bir hal alm ıştı” diye tanım lıyor. K om utayı bırakarak, K ütahya’da bir ay dinleniyor, biraz iyileşiyor, fakat bu arada zayıflamış oluyordu. Eylül başlarında A nkara’da iken ona genç bir doktor tahsis ediliyor. “Zeki, hakikatli, fakat genç ve tecrübesiz” olan bu doktor mide ıstırabından ve baş ağrılarından şikâyet ettikçe ona bol bol aspirin yuttururm uş. Oysa sonradan A lm anya’daki tedavisi sırasında bunun zararlı olduğunu öğrenmiş. Dem ek ki E them ’in yakasını bırakm ayan bir mide hastalığı vardı (ÇEH, 1962: 100, 106107). Fakat E them ’in anılarında adı belirtilm eyen mide hastalığı yanında, K U T A Y ’a göre, “ asıl illet” olan kem ik verem i de varmış. Yine aynı kaynağa göre A lm anya’daki doktorlar hastalığına karşın kalbinin sağlam lığına hayret etm işler ve öldüğünde kalbinin alınıp tıp m üzesine konulm asını önermişler. Ethem bir yanıt verm em iş ve iş orada kalmış. (II, 1973: 183, 298-299)3 Dikkati çeken başka bir nokta, Ethem ’in hiç aile kurm am ış, çoluk çocuğa karışm am ış olm asıdır. K U TA Y ’m R eşit’ten naklen söylediğine göre, Ethem on beş yaşında iken aileden bir kızla nişanlanm ış, fakat sonra kıza giderek asker olacağını, hayatta en sevdiği şeyin savaşm ak olduğunu, savaştan sağ çıkacağını sanm adığını söyleyerek nişanı bozm uş. B abası buna çok kızmış. A m m an’dayken yine evlenm esi söz konusu olmuş, am a Ethem yanaşm am ış. (II, 1973: 357) B öylece okum ak, subay olm ak istediği halde okum aktan yoksun bırakılan, öm rünün büyük bir bölüm ünde ağır bir hastalıkla uğraşm ak zorunda kalan, aile 2 EFE bu kaynağı kuşkuyla karşıladığını söylüyor (2007: xxxııı). KUTAY da bu anıların Atina’da Mevlanzade Rıfat’ın Tevfık’tcn dinleyip yazdıkları olduğunu, oysa bir de Ethem’in Hafız Reşat Efendi'ye yazdırdığı anıları bulunduğunu, bu defterin elinde olduğunu ileri sürüyor. Çerkez Ethem Dosyası’nı buna dayanarak yazmış (I, 1973: 9). Ama neresi Ethem, neresi Kutay, belli değil. Bana göre ÇEH’in sahih olması olasılığı yüksektir. Örneğin hastalığı ile ilgili ayrıntıları ancak kendisi bilebilirdi. Onıın için ÇEH’i sahih kabul ederek büyük ölçüde yararlandım. 3 Hastalığına karşın Ürdün Ordusunun başındaki İngiliz Glubb Paşa ona Hassa Kuvvetleri Kumandanlığını önermiş. (II, 1973: 306-308) - 128- sahibi olm anın m utluluğunu yaşam a olanağını bulam ayan, trajik bir kişilik buluyoruz karşım ızda. O zam an E them ’in bir sözü, daha bir anlam kazanıyor: “Ben, babam ın çok sevdiği en küçük oğlu, ağabeyim in de (hangisi?) evlatlarına tercih ettiği bir kardeşi idim .” Ağabeyinin ve babasının bu büyük sevgisi m uhtem elen kardeşin/oğlun m utsuz yaşam ına bir acım a duygusu içeriyordu. Yüzyılın Başında İki Tür Türk İnsanı : Başka çalışm alarım da belirtm iş olduğum gibi, 1908’de II. M eşrutiyet, devrim niteliğinde bir dönüm noktası olm uştur. Fransız Devrimi gibi burjuva dem okratik nitelikte olan ve iktidara gelen bu devrim le birlikte o güne değin sürm üş olan eski düzenin yerine yeni düzeni getirm e yolunda çabalar harcanm aya başlanm ıştır. Yeni düzen için, düşün düzlem inde ilk kez m ücadele bayrağını açan N am ık K em al olm uştur. Eski düzen 1908 öncesinde O sm anlıya egem en olan feodalizm -şeyhlik ve ağalık düzeni-ortaçağ idi. Yeni düzen feodalizm i reddediyor, kapitalizm aydınlanm a-dem okrasi (eşitlik ve özgürlük) için m ücadele ediyordu. Yeni düzenin düşünsel başlangıcı N am ık K em al’di dedik. Yeni düzenin siyasal örgütü ise, 1867’de kurulan Yeni O sm anlılar Cem iyetiyle 1889’da kurulan İttihat ve Terakki Cem iyetiydi (İT). İT m ekteplilerin siyasal örgütüydü. Söz konusu m ektepler II. M ahm ut’un kurduğu Tıbbiye ve H arbiye ile ardından gelen batı örneğindeki öbür çağcıl (m odern) yüksek eğitim kum rularıydı. Dem ek ki O sm anlı’da yeni düzenin bir özelliği de m ekteplilikti. Daha çok askerlikle ilgili bir terim olm asına karşın eski düzenin bakışım lı (sim etrik) özelliği de alaylılıktı. Yani, O sm anlı bağlam ında feodalizm -şeyhlik ve ağalık düzeni-ortaçağın yanına alaylılığı ekleyebiliriz. Dem ek ki iki tür toplum düzeninin kendine uygun iki tür insan örneği vardı: yeni insan ve eski insan. Eski insan feodal öndere (şeyh, ağa, aşiret reisi, bey, paşa, padişah) bağlıdır, ona sadıktır, onun uğrunda ölür. Soyut olan din uğrunda davrandığını söylese de, bu, dini kullanan feodal öndere bağlılık olarak som utlaşır. Yeni insan soyut ve dem okratik (eşitlikçi-özgürlükçü) bir kavram olan vatan sevgisi ile doludur, vatan uğrunda ölm eye hazırdır. Şimdi E them ’c bakalım . A caba Ethem yeni insan mıydı, eski insan mıydı? A çıklam aya çalışacağım gibi, o, her iki türe ait özellikler gösteriyordu. Yani bir - 129- çeşit ‘şizofrenik’, ya da E F E ’nin deyisiyle “çift kişilikli” insan. (2007: 620)4 Ethem ’in Yeni İnsan Tiirii Özellikleri: Bir kez, E them ’in ailesi İttihatçıydı. Hem de 1908 öncesinden. Babası ve iki ağabeyi eldeki bilgilere göre H ürriyetin İlanından önce bu örgüte girm işlerdi. Ayrıca, ağabeyi Reşit, İT ’nin gizli harekât örgütü Teşkilat- ı M ahsusa 4ya girmiş, Balkan Savaşında ve sonrasında Batı T rakya’da görev yapm ış. Ethem ‘in İT ’ye girm iş olduğuna dair seçik bir bilgiye rastlam adım , fakat E them ’in de I. Dünya Savaşında, yarı gizli Teşkilat-ı M ahsusa’da görev yapm ış, R a u f Beyle birlikte Irak ve İran taraflarındaki harekâta katılmış olm ası, onun da İT ’li olduğunun işareti sayılabilir. O kuryazar olması, ağabeylerinin askerlikle ilgili kitaplarını m erak ederek okum ası, anılarındaki düzgün Türkçesi ve O sm anlıcası, dinsel söylem e başvurm am ış olması, m ektepli olm asa da onu m ektepliliğe yaklaştırıyor. K utay’m dediği gibi rüştiyeyi bitirdiyse, bunu daha da rahat söyleyebiliriz. 1. Dünya Savaşı sona erdiğinde Ethem eşkıyalığa başlam ıştır. Eski İzm ir Valisi Rahmi Beyin oğlu A lpaslan’ı fidye için kaçırm ası bir eşkıyalık eylem idir. Fakat eski kom utanı R au f Beyin uyarısı üzerine M illî M ücadeleye katılıyor. Millî M ücadeleye katılması ve burada olağanüstü yararlıklar gösterm iş olması E them ’i yeni insan yapar, kendisinde vatan sevgisi bulunduğunu gösterir. Bilindiği gibi, dört cephede gerçekleşen İç Savaşın üç cephesinde M arm ara Anzavur, Diizce-Bolu, Y ozgat cephelerinde- E them ’in K uva-yı Seyyaresi sayesinde dem okratik-ulusçu hareket Padişahçıların hakkından gelebilm iştir. Yine biliyoruz ki D üzce-Bolu ayaklanm ası A nkara’nın ilçesi Beypazarına kadar dayandı ve H alide E dip’in anlattığına göre. M illî M ücadele önderleri her an A nkara’dan kaçmak, gerekirse vuruşarak kaçm ak için önlem alıyorlardı. E them ’in Eski İnsan Tiirii Özellikleri: Ethem yeni insan özellikleri yanında eski insan özellikleri de taşım aktadır. Ethem zorbadır. Yani zor kullanm aktan kaçınm az. K uva-yı M illiyenin Salihli-A laşehir cephesini tutm akta olan, A laşehir eşrafından M ütevellizade M ustafa Beyin 500 kişilik A laşehir m üfrezesiyle Poyraz eşrafından Hacı Ali Beyin 500 kişilik Poyraz m üfrezesinin buradaki egem enliğini kırm ak ve bu 4 Efe, onca olaydan sonra, Atatürk’ün ölümü üzerine Ethem’in , “her şeye rağmen ölümü büyük bir kayıptır” anlamında çekmiş olduğu başsağlığı teli dolayısıyla böyle bir yargıya ulaşıyor. - 130- cepheyi ele geçirm ek için onlarla silahlı savaşım a girişir. Bunlar güya Hürriyet ve İtilafla, İngiliz M uhipler C em iyetiyle tem as halindeym işler. Para verm edikleri için bir karı-kocanın, ırzlarına tecavüz edip öldürdükleri kimi kızların ve bazı A laşehirlilerin cesetlerini ortaya çıkarm ış Ethem. Onlarla m ücadeleye girmiş, kendi anlatışına göre on adam asm ış, birçoklarının evlerini yaktırm ış ve sonuç olarak rakip çeteleri bölgeden kaçırm ış (ÇEH, 1962: 15-22). A nlaşılan her yerde bu yöntem leri kullanm ış. Kuva-yı Seyyarenin bir divanıharbi vardı. B aşkanlığını E them ’in ağabeyi Tevfık yapıyordu ve isyan bastırdıkları yerlerde hızla ve kolayca idam kararları alıp uyguluyorlardı. Ö rneğin, 26 M ayıs’ta D üzce’ye giren Ethem, 53 kişiyi idam ettirmiştir. (SAR1HAN, 1995: 56) İkinci olarak Ethem eşkıyadır.Y ani zorbalığı keyfî olarak, para toplam ak için kullanır. Ethem anılarında Yunan tehlikesi belirince Rahm i Beyin oğlunu kaçırıp eşinden 50.000 lira (53 bin olduğu söyleniyor), isyan sırasında Adapazarı tüccarlarından A rapzade “bilm em kim den” 50.000 lira, K aracabey eşrafından bir kişiden 5000 lira “aldığını” söylüyor (ÇEH, 1962: 12). Başka bir kaynakta, E them ’in D üzce’de çınar ağaçlarına ipler astıktan sonra eşraftan kişi başına 3000 ile 10.000 lira arasında paralar topladığı söyleniyor. E skişehir’de zenginleri toplayıp 6 saat içinde 80.000 altın toplam alarını istem iş (SARIHA N, 1984: 55, 56). Kuva-yı Seyyareden İsmail Hakkı, 20 T em m uz’da K ütahya eşrafından 24 saat içinde 60.000 lira istemiş. Bir hafta sonra onlardan 50.000 lira daha talep etmiş. (SARIHA N, 1995: 135) E them ’e sorulsa, belki bu para toplam a işini K uva-yı Seyyarenin sürdürülm esi için zorunlu bir ‘vergilendirm e’ olarak niteleyecekti. Ama keyfî olarak, ölüm tehdidi altında bu biçim de para toplam ak ‘eşkıyalıktır’. Bilindiği üzere birçok ülkenin dem okrasi m ücadelesi keyfî vergilere (hüküm darların ‘eşkıyalığına’) son verm ek için yapılm ıştır. İngiltere’de, F ran sa’da m utlakiyete karşı m ücadele, vergilerin keyfîliği yüzünden yapılm ıştır. A B D ’nin bağım sızlık m ücadelesinin konusu da buydu. Sened-i İttifak’in (1808) hüküm lerinden birine göre, büyük ayanlara danışm adan yeni vergi konm ayacaktı. Dem ek ki keyfî vergilendirm e ya da ‘eşkıyalık’, eski düzenin ve E them ’in özelliklerinden biridir. Üçüncü olarak E them ’de efelik (kabadayılık) tavrını görüyoruz. Efelik tavrı, ileri derecede gurur, onuruna (şerefine) aşırı düşkünlük, gururun, onurun incindiği duyum sanır duyum sanm az zorbalığa (daha uygar biçimi düello ya da belki Japon kültüründeki harakiri) başvurm a, ‘tükürdüğünü yalam am a’ durum udur. Bu da eski düzenin bir özelliğidir. Ethem bu bağlam da kovboy filmlerini anım satırcasm a A tatürk’le ve İnönü ile silahlı bir kapışm aya ne denli yaklaştığını ayrıntılı biçim de anlatıyor. İddiasına göre, Y ozgat dönüşü - 131 - A nkara’ya geldiğinde M. Kemal onunla karşılaşm am ak için E skişehir’e, sonra da A fyon’a gitmiş. İkinci olay E skişehir’de İnönü ile olmuş. İstiskal edildiğini düşündüğü için ‘hesaplaşm ak’ niyetiyle İnönü’nün odasına dalmış, fakat İnönü onun gönlünü alarak yum uşatm ış. İstanbul’dan gelecek İzzet Paşa heyetini karşılam ak için M. K em al’in A nkara delegasyonuna soktuğu Ethem, Eskişehir’de mola verildiği sırada kendisine bir tuzak kurulm uş olduğu sonucuna ulaşınca yine hesaplaşm ak niyetiyle trene gitmiş, fakat durum u sezen M. Kemal treni hareket ettirm iş (ÇEH, 1962: 80, 129-134, 140-145)5. Bunlar Ethem ’in anlattıkları. E them ’i eski düzenin insanı yapan dördüncü etkene geldik. Babasının kaprisi ya da büyük sevgisi yüzünden, ağabeyleri yüksek örgenim görürken, Ethem bundan yoksun kaldı. Ağabeyleri m ektepli oldular, kendisi alaylı kaldı. Bunun E them ’in psikolojisine nasıl etkiler yaratm ış olabileceğini tahm in edebiliriz. B ir kez, şu ya da bu derecede babasına karşı bir olum suzluk, hatta belki bir hıncı vardı. İkinci olarak kendisinden çok daha talihli olan ağabeylerine karşı bir kıskançlık duyduğunu tahm in etm ek yanlış olm az diye düşünüyorum . A ğabeylerinin onu korum ak gayreti içinde oldukları anlaşılıyor. O nlar mektepli, kendisi alaylı olduğu halde, Ethem parlak zaferlere imza atm ış bir çete kom utanıydı. Onların böyle bir başarısı yoktu. Ağabeyleri E them ’i hem koruyor, hem m uzaffer kardeşlerinin peşinden gidiyorlardı. E them ’i yum uşatm ak, bir şeyi kabul ettirm ek isteyenler, araya R eşit’i koyuyorlardı. Şunu da ekleyeyim. D üzenli ordu kurulurken, buna karşı çıkm ak, Kuva-yı M illiyeyi tek çözüm olarak gösterm ek, m ektepliliğe karşı alaylılığı savunm ak olarak yorum lanm alıdır. Ethem'iıı Başka bir Özelliği : E them ’in M illî M ücadele sırasındaki önemli bir özelliği de ileri derecede şım arm ış olm asıdır. ‘Vatan kurtaran kahram an’ durum undan ileri geliyordu şım arıklığı. G erçekten de, dem okratik-ulusçu m ücadele onun sayesinde ayakta kalabilm işti. O, ulusal bir kahram andı. Ama tabii onun da m egalom ani derecesinde şım arm am ası gerekirdi. Y ozgat’a giderken, A nkara’da M. Kemal, Fevzi ve İsm et’le yapılan toplantıda onları iddiası doğruysa- resm en paylam ış. S ivas’tan beri bir yıl geçtiği halde merkezi takviye etm em ekle, ccphclerdc başarısızlıkla, kendisini düşm anla savaşm ak yerine isyanlarla uğraşm ak zorunda bırakm akla, durum u kavram am ak ya da kişisel, önem siz şeylerle ilgilenm ekle suçlam ış. Ö bür üç kişiden birinin cephenin 5 Kılıç Ali de Ethem’in M. Kemal'le ‘kovboyvari’ karşılaşmalarını anlatıyor. (TURGUT, 2005: 133-136) -13 2- sorum luluğunu alm asını, S alihli’de bulunup A li F uat'ın kom utası altında olm asını istemiş. Bunun üzerine M. Kem al E them ’e hak verdiğini söyleyerek F evzi’yi görevlendirm iş. (ÇEH, 1962: 56-58) Ethem Y ozgat’ta da m uzaffer olunca m egalom anisi daha da arttı. K ayseri’ye çekilm ek zorunda kalan Kılıç A li’yi paylayarak A nkara’ya gönderm iş. A deta kovduğunu söylüyor. A nkara Valisi Yahya G alip’i, Yozgat isyanında sorum luluğu var diye, divanıharbinde yargılanm ak (ve herhalde asılm ak) üzere istedi. Bu, tam bir m eydan okumaydı. M. Kemal, Yahya G alip’in azledildiğini, fakat doktor raporuna göre Y ozgat’a gidem eyecek derecede hasta olduğunu bildirdi. E them ’e bakılırsa M. Kemal divanıharbin kendisini de sorum lu tutacağından korktuğu için Y. G alip’i gönderm em işti. M. Kemal bir de B ursa’da bulunan R eşit’i acele çağırarak aracılığını istedi. B öylece Ethem istem eyerek de olsa, R eşit’in hatırı için Y. G alip’in affına razı oldu (“vicdanım razı olm ayarak ve son defa olarak” diyor). (ÇEH, 1962: 74-78)6 A tatürk Nutuk 'ta durum u şöyle açıklıyor: “ Doğrudan doğruya valilere ve herkese em irler veriyorlar ve em irlerinin ademi icrası halinde idam edileceği tehdidini de ilâve ediyorlardı.” A tatürk’e göre, Y. Galip olayı, Ethem ’in Ankara ve A nkara’daki hüküm et üzerinde bir “nüfuz tecrübesi” idi. A nkara’ya gelince BM M Reisini M eclisin önünde asacağını söylediğine Y ozgat M ebusu Süleym an Sırrı Bey tanıkmış. Fakat A tatürk devlet adamıdır: “ Biz, bütün m alûm at ve istihbaratım ıza rağmen, bu “ kardeşleri” daima şayanı istifade bir halde bulundurm ak cihetini tercih ettik. Bu sebeple, kendilerini idare ettik.” (A TA TÜ RK , 1960: 469-470). Gediz Taarruzu: Ethem Baltayı Taşa Vuruyor. Gediz taarruzu, gemi azıya almış olan E them ’in baltayı taşa vurduğu an (ya anlardan biri) olarak görünüyor. Ali Fuat Paşa Garp Cephesi Kum andanıydı. Fakat E them ’in elinde oyuncak durum undaydı, onun kuklasıydı. Bunun böyle olduğu, A. F u at’ı M. Kemal A n kara’ya çağırdığı zaman, ‘resim halinde’ ortaya çıkar. Arkadaşını İstasyonda (' Y. Galip olayının “Ethem Ankara’dan geçerken adalet sehpasını Meclis önünde kurmak niyetinde imiş!” gibi dedikodulara yol açtığını Ethem’in kendisi söylüyor. Ve M. Kemal’in korkmakta haklı olduğunu belirtiyor. O sıralarda hızla gelişen Yunan taarruzu yüzünden konu üzerinde durmadığına işaret ediyor. Sanki M. Kemal’le yalnızca hesaplaşmak değil, Ankara’da iktidarı ele geçirmeye niyetliymiş gibi ifadeler bunlar. Ruhbilimsel çözümleme bakımından, Ethem’in, M. Kemal’i kendisini okutmayan babasının yerine koymuş olması olasılığı akla geliyor. -133- karşılam aya giden M. Kemal hayretler içinde kalır. Çünkü G aip Cephesi K um andanı olan Paşa, general üniform asıyla değil, K uva-yı M illiye kıyafetiyle trenden iner. Üstelik om zunda bir filinta (küçük tüfek) vardı. Bırakın generali, herhangi bir subayın norm al koşullarda asla taşım ayacağı bir silahtı bu. Fakat Gediz Taarruzundan önce, Tem m uz başlarında Yozgat harekâtı ertesinde, Dem irci m uharebelerine bakm am ız gerekil-. 22 H aziran’da başlayan Y unan taarruzu kısa zam anda Batı A nadolu’nun büyük bir bölüm ünün işgaliyle sonuçlanm ış bulunuyordu. B alıkesir’den sonra B ursa da 8 T em m uz’da düştü. Y unanlılar artık Doğu T rakya’yı fethe hazırlanıyorlardı. Batı Anadolu yenilgisi Yunan O rdusunun hem sayıca, hem silahça büyük üstünlüğünden kaynaklanıyordu. Bölgede T ürk O rdusu neredeyse yoktan var edilm eye çalışılırken, K uva-yı M illiye İç Savaş ortam ı ve olanaklarının cılızlığı nedeniyle, G üneydoğu A nadolu’daki başarıları gösterem iyordu. E them ’in verdiği bilgiye göre, İnönü’de A. F u at’ın başkanlığında toplanan savaş m eclisi, kuzeyde A. F uat’ın İnönü’de kesin bir savunm a yapm ası, güneyde A fyon istikam etinden gelecek Y unanlılara karşı M iralay Fahrettin Beyin yerine M. K em al’in kum andayı alması, ortada D em irci’den ilerleyen Y unanlılara karşı da E them ’in Kuva-yı Seyyaresinin karşı-taarruzda bulunm ası kararlaştırıldı. (ÇEH, 1962:82)7 Burada hem en dikkati çeken nokta M illî M ücadelenin önderine cephede olupbitti biçim inde (öyle anlaşılıyor) görev verilm esiydi. A nım sanırsa, Y ozgat’a giderken de M. K em al-Fevzi-İsm et üçlüsünden birinin Y unan cephesinden sorum lu olm asını Ethem şart koşm uş, görev F evzi’ye verilm işti. Şimdi cephenin bir bölüm ünde M. Kemal görevlendiriliyordu. Daha doğrusu, Ethem görevlendiriyordu. D enebilir ki bu, herhalde E them ’in M illî M ücadelenin önderlerine (önderine) yenilginin sorum luluğunu bulaştırarak onları yıpratm ak taktiği idi. Böylece, kendisine tepede, iktidarda yer açabilecekti. E them ’in m egalom anisi M. K em al’in yerine geçebileceğini düşündürtecek kadar şişmiş m iydi? B ilm iyoruz. Belki de o noktaya gelince kuklası olacak birini başa oturtacaktı. Zaten kuklası olan A. Fuat, böyle bir role biçilm iş kaftandı.8 E them ’in dediğine bakılırsa, M. Kemal kendisine verilen kom utanlığı kabul 7 Ethem’in Fevzi ve M. Kemal’e cephede komutanlıklar ‘yüklediğini’ doğrulayan bilgilere başka bir kaynakta rastlamadım 8 Fevzi, Rıza Nur’a ağzından kaçırmış: Ali Fuat ve Ethem, ordu ile Ankara’yı basacaklar.” (NUR, 1968: 689-690) Daha ileride değineceğim gibi, Ethem’in aslında A. Fuat’ı değil, Enver’i Ankara’da egemen kılmak için çabalıyor olması da bir olasılıktı. Yine Nur’un Fevzi’den öğrendiğine göre, Ankara’da, Ethem’in olası bir saldırısına karşı koymak için askerî önlemler alınmış. - 134- etmiş. Bu doğruysa, Yunan taarruzundan sonra durum unun ne denli zayıfladığını gösterir. Yine E them ’in söylediğine göre, M. Kemal 14 Tem m uz günlü teliyle kum andayı devredip şifreyle bile yazılam ayacak bir zorunluluktan, A nkara’ya dönmüş. Ayrılm a nedenini kendisine sözlü olarak açıklam aları için Tevfik Rüştü ile H üsrev Sami görevlendirilm iş. (ÇEH, 1962:92)’ Ethem K ütahya hapishanelerinden 400 kadar m ahpusu da silahlandırarak 4500 atlı, 550 piyade, 4 dağ topu, 14 m akineli tüfekle Y unanlılara karşı yürüdü. Oysa karşısında 10.000 mevcutlu A yvalık tümeni varmış. Buna karşın ve sonunda D em irci Y unanlılarda kaldıysa da, K uva-yı Seyyare başarılı m uharebeler yaptı, düşm ana ağır kayıplar verdirdi. (ÇEH, 1962: 84-100) Bundan sonraki haftalarda E them ’in hastalığının arttığını, bunun için K ütahya’da bir ay kadar dinlenm ek zorunda kaldığını görüyoruz. Sonra Eskişehir ve A nkara’ya gidiyor. 4 E ylül'dc Yunan Ordusu ani bir taarruzla G ediz’i ele geçirdi. Bunu başaran düşm an tüm eni Gediz bölgesine gelm ekle Yunan O rdusunun ana kuvvetlerinden uzak kalm ış oluyordu. Ethem söz konusu tüm enin ayrı konum undan yararlanarak ona bir darbe vurm ayı ve G ediz’i kurtarm ayı düşünüyordu. Bunu A. F u a t’a kabul ettirdi. Alayunt istasyonunda 16 E kim 'de bir harp meclisi toplandı. K atılanlar A. Fuat, grup K um andanı M iralay Köprülü Kâzım (Ö zalp), 8. Fırka K om utanı İzzettin (Çalışlar), 11. Fırka Komutanı K aym akam A rif (Ayıcı), Ethem ve onun kurm ay başkanı Halil. Yalnız İzzettin üniform alıydı, ötekiler Kuva-yı M illiye kıyafetindeydiler. G ediz’e taarruz planları yapıldı. O ysa G enelkurm ay bu taarruza karşıydı. O rdu güçlenm eden bir yöredeki başarının yararsız olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, Ordu o sırada Konya isyanını bastırm akla meşguldü. B öylece em re aykırı olarak G ediz Taarruzu 24 Ekim ’de yapıldı. 25 E kim ’de G ediz kurtarıldı, am a üç gün sonra Yunalılar G ediz’i geri aldılar. Y unanlılar ağır kayıplar verdiler.10 Sonuç ne olursa olsun, em re itaatsizlik söz konusuydu ve kabul edilem ezdi. 7 K asım ’da M. Kemal A. F u at’ı A nkara’ya çağırdı. 8 K asım ’da A. Fuat M oskova B üyükelçiliğine atandı. (B ir rivayete göre 9 M. Kemal komutayı Fahrettin’e devretmiş ve 16 Temmuz’da (1920) Afyon’dan ayrılmış. Ayrılmasının gerekçesi, Ankara’da BMM’de, Yunan taarruzu durdurulamadı, Ethem yaralandı diye esen panik havasıymış. Ethem bu zaferin Venizelos hükümetinin düşmesine yol açtığını ileri sürüyor. Oysa hükümetin düşmesi 25 Ekim’de Kral Aleksandr’ın ölümü ve sonrasındaki gelişmeler sonucunda olmuştur. M. Kemal A. F u at’a Ethem ve kardeşlerini de M oskova’ya götürm esini -herhalde şaka yollu?- önerm iş.) Aynı gün M. Kemal, İsm et ve R efet’le görüşerek Kuva-yı M illiyeyi düzenli orduya bağlam a kararı aldılar. 9 K asım ’da G arp Cephesi ikiye bölünerek, kuzeyinde İsm et, güneyinde Refet görevlendirildi. Yanlış bir Durum Muhakemesi'. E them ’in önündeki yol artık çatallanm ış bulunuyordu. Ya BM M hüküm etinin orduya devlet ciddiyeti getirm ek isteyen kararlarına uyacaktı, ya da tutturduğu yolda ısrar edecek, İsm et ve R efet’i A. Fuat gibi kuklalaştırm aya, bunu başaram azsa kukla olabilecek kom utanların gelm esi için çabalayacak, bu arada yasal cephe kom utanına m eydan okuyacaktı. Bu, isyan dem ekti. Bu yolda başarılı olm ası onu iktidara getirebilirdi. Bunun olabilm esi için ulusal kahram an ününden yararlanarak B M M ’deki m ebusların çoğunluğunun desteğini alm ası gerekirdi. Bu destek belki Kuva-yı Seyyarenin A nkara’yı işgal etm esiyle, yani silah zoruyla da sağlanabilirdi. Ya da birinci yolu seçerek askeri disipline girm eyi kabul edecek, Türk tarihine bir kahram an olarak geçecekti. B ildiğim iz gibi, Ethem ikinci yolu seçti ve kaybetti. K aybedince teslim olsaydı belki -tartışm alı biçim de de olsa- ulusal kahram an niteliğini kısm en koruyabilirdi.11 Çünkü ondan yana bir hayli m ebus vardı. Ethem eski insan nitelikleri taşım asaydı ve kendini m egalom aniye kaptırm asaydı sanırım sağlıklı bir durum m uhakem esi yapar ve birinci yolu seçerdi. N eden? Çünkü M illî M ücadele, 22 H aziran Yunan taarruzu ertesinde düştüğü m aneviyat bozukluğu ve perişanlıktan kurtulm aya başlam ıştı. Bir kez Doğuda Erm enilcr yenilgiye uğratılarak Eylül sonunda Sarıkam ış ve Ekim sonunda Kars kurtarılm ış bulunuyordu. İkinci olarak, E them ’in küçüm sem eye çalıştığı, fakat çok ciddi bir hareket olan Konya isyanı, E kim ’in ortasında, Ethem ’in fazla bir katkısı olm adan bastırıldı. Ü çüncü olarak, Sovyet para ve silah yardım ı başlam ış, ilk ağızda 4 E kim ’de A nkara’ya 200 kilo altın gelmişti. Bunlar olm asa bile, düzenli ordu kurulm adan Y unanlıların kesin yenilgiye uğratılam ayacağını, Balkan ve Dünya Savaşlarında hizm et görm üş olan, Millî M ücadelcdc Yunan ordusu ile savaşm ış olan E them ’in çok iyi anlam ası 11 II. Dünya Savaşında Almanlara teslim olup onların kuklası olan Fransız Vichy Hükümetinin devlet başkanlığını üstlenen Mareşal Petain, savaşın sonunda yapılan muhakemesi sonunda idam edilmedi, çünkü o, I. Dünya Savaşı kahramanıydı. Oysa Vichy Başbakanlığı yapan Laval, düşmanla işbirliği yaptı diye idam edildi. - 136- gerekirdi. Ayrıca, Padişahçıların en esaslı propaganda m alzem esi çeteciliğin, başıbozukluğun kötülükleriydi -keyfî şiddet (idam lar) ve zorla toplanan keyfî vergiler vb. Düzenli ordunun kurulm ası Padişahçıları en esaslı propagandalarından yoksun bırakacaktı. E them ’in Yunanlılara Sığınması : E them ’i doğru yola getirm ek için gösterilen çabaları burada anlatm ak yersiz olur. 26 A ralık’ta Ordunun K ütahya’ya girm esiyle E them ’c karşı harekât başlam ış oldu. Ethem G ediz’e çekildi. Bu noktada, 29 Aralık günü, kendisinin de itiraf ettiği üzere, büyük bir hata yaparak B M M ’ye, m ebuslara hakaret eden bir tel çekti. M ebusların en büyük icraatının m aaşlarını artırm ak olduğunu, BM M hüküm etine dalkavukluk ederek kutsal görevlerini kişisel çıkara feda ettiklerini, İzzet Paşa heyetinin A n kara’da alıkonm asının “tarihte görülm em iş” bir olay olduğunu, serbest bırakılm ası gerektiğini söyledi (ÇEH, 1962: 151-152, 167. EFE, 2007: 196-197, 736).12 Tüm üyle akılsızca bir davranıştı, çünkü onun için A nkara’da tek umut, kendisini tutan kimi m ebusların desteğiydi. Başka bir yol, Kuva-yı Seyyarenin Orduyu yenilgiye uğratm asıydı, fakat bu da olmadı, olamazdı. Çünkü düzenli ordu birlikleri kurm akta hayli m esafe alınm ıştı ve K uva-yı Seyyare kendi kardeşlerine kurşun atm aya hiç de hevesli değildi.13 Üstelik Y unanlılar saldırırken ya da saldırm aya hazırlanırken iç savaş yapm ak hainlik -hem de büyük hainlik- niteliğinde bir davranıştı. A yrıca Padişahçıların üç kez ‘canına okum uş’ E them ’in, İzzet Paşa heyetinin avukatlığını yapm aya kalkışm ası da akıl alır şey değildi. E them ’in İsm et ve R efet’e çektiği teller de çok laubali ve hakaret edici biçim de kalem e alınm ışlardı. Acaba bu denli ölçüsüz davranışlarında ağabeylerinin subay oluşu (kendisinin olm ayışı), R eşit’in mebus oluşu (kendisinin olm ayışı) bir rol oynuyor m uydu? Olabilir. Ethem çıkış yollarını kendi elleriyle kapatırken, Y unanlılara sığınmak alm aşığı ortaya çıkıyordu. Bir M illî M ücadele kahram anı için korkunç bir seçenekti bu. Fakat Ethem eski insan özelliklerinin -efelik, kabadayılık- ve m egalom anisinin, inatçılığının kurbanıydı artık. Y unanlılarla işbirliği, yani vatan 12 Ethem mebusları toptan eleştirirken, ağabeyi Reşit’i de eleştirmiş oluyordu. Muhtemelen bu, bilinçli olarak, yani ağabeyini de eleştirdiğini bile bile yazılmıştı. 13 Zaten karşısındaki kuvvetler, kendi kuvvetlerinin (iç katıydı (4650’ye karşı 15.311). (SARIHAN, 1984: 97) - 137- hainliği yollarına giriyordu. Bu sıralarda Reşit Yunan işgal bölgesine geçmiş ve onlarla bir anlaşm a yapmış. Ethem anılarında bundan söz etm iyor. Buna göre Y unanlılar Kuva-yı Seyyarenin bölgesi sayılan G ediz-Sim av-D em irci-G ördes-K ütahya bölgesini “tarafsız” bölge sayıp burada harekât yapm ayacaklardı (EFE, 2007: 263). Bir de E them ’in sözünü ettiği Y unanlılarla yapılm ış dört günlük ateşkes anlaşm ası var. (ÇEH, 1962: 162) Bu arada, 2 O cak günü İstanbul hüküm etiyle tem as aram ış, İstanbul’a yakınlığının kanıtı olarak B M M ’ye çektiği 29 Aralık telini bildirm iştir (SARIHA N, 1984: 102).14 Tevfık Paşadan Ankara ile savaşm ak için izin istemiştir. İstanbul’dan yanıt geldiyse, bunun ne olduğunu bilmiyoruz. Ama V ahdettin’in bu işe çok şaştığını tahm in edebiliriz. İç Savaşını başarısızlığa uğratm ak için kilit bir rol oynam ış bir adam, şimdi ona yeniden iç savaş defterini açmayı öneriyordu. A nlaşılıyor ki, Y unanlılar ve İstanbul hüküm etiyle birlikte M illî M ücadelenin hakkından gelebileceği um udunu besliyordu E them .15 N e var ki Y unanlıların Eskişehir bölgesinde başlattıkları taarruz 11 Ocak 1921 günü İnönü zaferim izle sonuçlandı. Bu, E them ’in sonu dem ekti. A nkara artık büyük güçlerle E them ’e yüklenebilecekti. Şimdi E them ’in önündeki alm aşık ya teslim olmak, ya Y unanlılara sığınmaktı. Teslim olması durum unda kendisine ilişilm eyeceği yolunda birtakım haberler gönderildi. Ama Ethem ve ağabeyleri sığınm a hazırlıklarına giriştiler. Tevfık A khisar’da sığınm anın koşullarını belirleyen bir protokol im zaladı (21 Ocak 1921). Bundan sonra, arada Kuva-yı Seyyareyi terk edenler dolayısıyla sayısı azalan adam larını ya teslim olm ak ya da Y unanlılara sığınm ak konusunda serbest bıraktı. Ağabeyleri 25 subay, 700 kadar er ile Y unanlılara sığındılar. (EFE, 2007: 295-296. ÇEH, 1962: 176) Fakat bir yol daha vardı. K üçük çeteler halinde dağlarda barınıp Y unanlılara karşı savaşımı sürdürm ek. Örneğin, E them ’in önem li adam larından Parti Pehlivan bu yolu seçti, m ücadelede hayatını yitirdi (EFE, 2007: 296-297). 14 29 Aralık telinde İzzet heyetini kollayan ifadeler belki de böyle bir açılımı olanaklı kılmak için konmuştu. 15 Ethem, Yunanlıların Manisa silah deposundan Kuva-yı Seyyareye cephane gönderme sözü verdiklerini söylüyor. (ÇEH, 1962: 170) - 138- Ethem dc aynı yolu seçti. Hem de ağabeylerinden niyetini gizleyerek. 50 kadar adam ıyla Sındırgı dağlarına çıktı. Ne var ki hastalığı, sancısı çok arttığı için Yunan işgal bölgesinde, Susurluk ‘a üç saat uzaklıkta Eski M anyas köyüne, sonra da Y unanlılara sığınm ak zorunda kaldı. (ÇEH, 1962: 177-192) Burada dikkati çeken nokta, Ethem ’in üçüncü alm aşığı seçtiğini ağabeylerine söylem em esi, ancak onlar sığındıktan sonra arkalarından yazdığı bir mektupla onları bilgilendirm esidir. E them ’in seçtiği yol vatan haini olm am ak için bir çaba, bir girişim olarak yorum lanabilir. A ğabeylerine böyle bir olanağı düşünm e fırsatı tanım am ış olm ası ise aralarındaki mesafeyi (hatta onları aldattığını) gösterir. N itekim daha sonra 150’likler affedildiğinde ağabeylerinin yurda dönm esi, kendisinin dönm em esi de yine aralarındaki m esafe olarak yorum lanabilir. E them ’in “trajik” kişiliğinden söz ettim. Askerlerini O rduya ya da Y unanlılara teslim olm ak şıklarıyla karşı karşıya getirdiği sıralarda kurmay başkam ın görüşm ek için Yunanlılara gönderirken “ ... dilim adeta dönm üyor, gözlerim den yaşlar boşanıyordu” diyor. Daha sonra hastalığının artması yüzünden Yunanlılara sığınırken de çektiği m anevî ıstırabı uzun uzadıya anlatıyor (ÇEH , 1962: 158, 184-190).16 Dem ek ki çift kişilikli olm asının ıstırabını çekiyordu. Bir nokta daha Sındırgı dağlarına kaçarken Ethem bir tasarım ından söz ediyor. Anadolu içlerine, “ şark vilayetlerine geçm ekten” söz ediyor (ÇEH, 1962: 172). Acaba eski bir Teşkilat-ı M alısusacı olarak, Doğuda E nver’le mi buluşm ak istiyordu? Ve tabii akla gelen büyük soru: son çözüm lem ede E them ’in isyanı Enverci bir hareket m iydi? Celalettiıı Arif- Hüseyin A vni’nin E rzurum ’da kotarm aya çalıştıkları, Enverci olması kuvvetle muhtem el olan kom ployla ilişkili m iydi? Sonuç : E them ’in “çift kişilikli” olduğu söylendi. O, yeni insan yönüyle Padişahçıların İç Savaşında yerini alm ış, çok önem li savaşlar kazanm ış ulusal bir kahram andı. Am a onun eski insan yönü de vardı ve bu onun vatan haini olm asına kapı açtı. Zorbalık, eşkıyalık (keyfî vergi toplam ak), efelik (kabadayılık), alaylılık ondaki eski düzen özellikleriydi. Buna şım arma (m egalom ani) öğesini de eklersek tablo büyük ölçüde bütünlenir. Tabii A. 16 Diyor ki: “Bundan sonra yaşamak istiyorsam, vatanıma ve vatandaşlarıma sıkıntılı ve felâketli bir gününde hizmet edebilmek ve imdadına yetişebilmek emeliyledir.” (1962: 175) - 139- F uat’ın ve başkalarının E them ’e boyun eğerek karşısında z a a f gösterm iş olm alarını ve 22 H aziran 1920 Y unan taarruzu sonucunda M illî M ücadele çevrelerinde esen büylik m aneviyat çöküntüsünü de hesaba katm ak gerekir. E them ’in vatana ihaneti yalnızca Y unanlılara sığınm ası, onlarla şu ya da bu derecede işbirliği yapm asında değildir. Salt M illî H üküm ete isyan etmesi de vahim bir durum dur. Y unanlılar ülkeyi istila ederken isyan etm iş olm ası ise onu vatan haini yapar. İhanet durum u kapsam ında olan bir başka nokta da E them ’in ihanet içindeki İstanbul H üküm etine yanaşm ak istemesidir. Son olarak, Etlıem isyanının Enverci bir kom plo olm ası olasılığı ciddiye alınırsa, bu yönde ayrı bir araştırm a yapılm ası gerektiğini belirtm em gerekir. YARARLANILAN KAYNAKLAR Kemal A TA TÜ RK (1960), Nutuk II (İstanbul: T ürk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları) ÇEH (1962), Çerkez Ethem ’in Hatıraları (İstanbul: Dünya Yayınları) A hm et EFE (2007), Çerkez Ethem (İstanbul: Bengi Yayınları) Cemal K UTA Y (1973), Çerkez Ethem Dosyası (iki cilt, İstanbul: Boğaziçi Yayınları) Rıza N U R (1968), Hayat ve Hatıratım III (İstanbul: A ltındağ Yayınları) Zeki SA RIH A N (1984), Çerkez Ethem'in İhaneti (İstanbul: K aynak Yayınları) Zeki SARIHAN (1995), Kurtuluş Savaşı Günlüğü III (Ankara: Türk Tarih K urum u Yayınları) Hulusi TU R G U T (2005), A tatürk’ün Sırdaşı Kılıç A li'nin Anıları (İstanbul: Türkiye İş Bankası K ültür Yayınları) - 140- TÜRKİYE VE ÇİFTE VATANDAŞLIK Prof.Dr. Rona AYBAY Giriş 12 H aziran 2009 günü Resmi G azete’de yayım lanarak aynı gün yürürlüğe giren Yeni T ürk V atandaşlığı K anunu (TVK), 19 6 4 ’te kabul edilen ve sonraki yıllarda çok sayıda hükm ü değiştirilerek bütünlüğü bozulan 403 sayılı T V K ’nın yerine geçm iştir. Yeni kanunun içerik bakım dan önem li yenilikler getirm esinin yanında, iki önem li kavram a açık-seçik tanım getirm esi dikkat çekici bir özelliktir. Bu kavram ların birincisi "çok vatandaşlık" tu. Kanuna göre “çok vatandaşlık deyimi, T ürk vatandaşının aynı anda birden çok vatandaşlığa sahip olm ası dem ektir. Böylece yabancı dillerdeki "multi nationality" ve benzeri deyim lerin T ürkçe’deki resmi karşılığı belirtilm iş olm aktadır. Aşağıda açıklayacağım ız gibi, yeni kanunun düzenlem esi bir Türk vatandaşının aynı zam anda bir başka devletin de vatandaşı oluşunu “sakıncalı” bir durum olm aktan çıkarm ıştır. İkinci önem li tanım “ yabancı” kavram ıyla ilgilidir. K anuna göre “yabancı” Türkiye Cum huriyeti D evleti ile vatandaşlık bağı bulunm ayan” kişi dem ektir. Bu yalın ve doğru tanım karşısında 1950’lerden beri T ürkiye’de yayım lanan hem en her Y abancılar Hukuku kitabında yer alan ve “ Devlet Hukuku Enstitüsü’nün 1892 Cenevre toplantısında kabul edildiği” söylenen garip tanım ın artık kullanılm ayacağın um m ak istiyorum .1 “Ç ok (çifte) vatandaşlık” sorunu V atandaşlık H ukukunun soyut ve kuramsal düzeyde kabul edilen en temel ilkelerinden biri “herkesin yalnız bir uyrukluğu olm ası gerektiği”dir. Bu ilke, kişinin aynı anda birden çok devletin uyrukluğuna sahip olm asının, sakıncalı bir durum olduğu anlam ına gelir. Ancak, özellikle İkinci D ünya S avaşı’m izleyen yıllardan bu yana çok artan uluslararası seyahatler ve ilişkiler, geçim ini yabancı 1 Küçük değişikliklerle de olsa hemen her kitapta yer alan bu tanıma göre “yabancı, ülkesinde bulunduğu devletin vatandaşlığını iddiaya hakkı olmayan kimsedir”. Bu tanımın yanlışlığı ile ilgili eleştirilerimiz için bkz. (AYBAY, 2007: 11 vd). - 141 - I ülkelerde sağlayan insanların sayısındaki artış gibi gelişm elerin sonucu olarak, bu ilke gücünü yitirm iş görünmektedir. Konuya tarihsel açıdan bakıldığında, T ürkiye’nin geçm işinde çifte uyrukluğun, gerek kültürel gerek hukuksal bakım dan “istenilm eyen” bir durum olduğu görülür. Ö rneğin O sm anlı dönem inin ilk yazılı anayasası olan 1876 “ Kanun-ı Esasi”si mebus (m illetvekili) seçilm eyi Osm anlı uyruğu olma koşuluna bağlam ış, fakat ayrıca “tâbiiyet-i ecnebiye iddiasında bulunan'' yani yabancı bir devletin uyrukluğuna sahip olduğunu herhangi bir şekilde ileri sürm üş olanların mebus seçilem eyeceğini belirtm işti (m adde 68). Osmanlı A n ay asasfn m bu hükm ü, o dönem de çifte uyrukluğun sakıncalı bir durum sayıldığını gösteriyor. C um huriyetin ilanından sonra yapılm ış ilk A nayasa olan 1924 Anayasası da konuyla ilgili olarak 1876 A nayasası’nın hükm ünü aynen yinelem iştir (m. 12). Böylece, O sm anlı dönem iyle C um huriyet dönem inin bu konuda aynı değer yargılarını paylaştıkları ortaya çıkm aktadır. “ Yabancı devlet uyrukluğu iddiasında bulunm a” konusu, 1946 yılında yapılan m illetvekili seçim lerinin ardından, bazı m illetvekillerinin - o zam anki uygulam aya göre - “ m azbatalarının tasdiki (onaylanm ası) “ aşam asında da tartışm a yaratm ıştır. O zam anlar, T ürkiye’de seçim lerin yargı organının denetim de yapılm ası ve m illetvekili seçilenlere “ m azbatalarının” yargıçlar eliyle verilm esi henüz kabul edilmiş değil. Bir kişinin milletvekili seçilm iş olup olm adığına (m azbatasının tasdikine) TBM M kendisi karar veriyor. İşte 1946 seçim lerinden sonra, aralarında M aliye Bakanlığı yapm ış ve benzeri önemli görevlerde bulunm uş kişiler de olan bazı m illetvekillerinin, Milli M ücadele dönem inde yabancı devlet konsolosluklarından pasaport alm ış oldukları ileri sürülerek, “yabancı devlet uyrukluğu” kazanm ış oldukları dolayısıyla milletvekili seçilm elerine olanak bulunm adığı ileri sürülm üş ve bu konu T B M M 'de hararetli tartışm alara yol açm ıştır (bkz. Akşam,1 ve 12 Aralık 1946; Cumhuriyet, 15 Aralık 1946). Doğrusu, Türk toplum unun geleneksel yapısı, çeşitli savaşlar, yabancıların içişlerine karışm aları ve işgaller gibi acılar ve sıkıntılar; yabancılara, genel olarak, biraz şüpheyle bakılm ası sonucunu doğurm uştur. 1930’larda ve 1940’larda, hemen her yabancının potansiyel bir “casus” sayıldığı dönem ler olm am ıştır denilem ez. B öyle bir ortam da, bir Türk vatandaşının aynı zamanda bir başka devletin de vatandaşlığına sahip olm ası, doğal olarak, sakıncalı ve tehlikeli bir durum sayılm ıştır. -142- Günüm üzde ise, çifte uyrukluk konusunda, T ürk toplum unun değer yargılarında köklü değişiklikler olduğu gözlem lenm ektedir. Bu değer yargılarının değişm esinde ve çifte uyrukluğun artık eskisi kadar yadırganm am asında, T ürkiye’nin dışa açılm ası, uluslararası ulaşım ve iletişim alanındaki gelişm eler de rol oynam ış olabilir. A m a bu değişim de en büyük etken, hiç kuşkusuz, yaşam ını Türkiye dışında çeşitli alanlarda çalışarak kazanan Türklerin sayısındaki artıştır. B ir T ü rk ’ün, aynı zam anda başka bir devletin uyrukluğuna da sahip olm ası artık sakıncalı görülm eyip, hoşgörüyle karşılanan, giderek istenilir (arzu edilir) bir durum olarak kabul edilebilm ektedir. Konu, Federal A lm anya’da yaşayan ve geçim ini sağlayan çok sayıda T ürk vatandaşı olm ası nedeniyle, özellikle bu iki ülkeyi yakından ilgilendirm ektedir. Türkiye’de, bir T ü rk ’ün aynı zam anda bir yabancı devletin de uyruğu olmasını, kınanacak bir durum sayan toplum sal değer yargılarında değişm eler olm uştur. Çifte uyrukluk, artık yadırganan bir durum olm aktan çıkm ış ve eskiye oranla daha kolay kabul edilebilir hale gelm iştir. Bunda, Türkiye dışında özellikle de, Federal A lm anya’da yaşayan Türklerin önem li rolü vardır. A yrıca, son yıllarda T ürkiye’nin özellikle A kdeniz yöresindeki Alanya, A ntalya ve D idim gibi kentlerde ve beldelerde birbiriyle tanışan yabancılarla Türkler arasında evlenm eler de sıklaşm ış görünm ektedir.2 B ununla birlikte, “ çifte” (çok) uyrukluğun, çeşitli yönlerden zorluklar içeren bir durum olduğu da gözden kaçırılm am alıdır. Mümtaz Soysal, durum u şöyle açıklam ıştır: “Çifte vatandaşlık, bir bakım a, bulunulan düzeyden daha yüksek bir düşünce ve duygu düzeyine yükselm ek demektir. 2 Akşam gazetesinin “ 152 yabancı gelin aldık” başlığıyla verdiği habere göre, Alanya’da 2007’nin Ağustos ayına kadar Türklerle evlenen yabancı kadınların sayısı 152’ye ulaşmıştır. “Alanya Belediyesi Evlendirme Dairesi”nden alınan bilgiye göre, 2007 yılından bugüne kadar 152 Türk, yabancı bayanlarla evlilik gerçekleştirdi. Bunların arasında 53 kişiyle Alman gelinler ilk sırada yer aldı. Almanları 20 gelinle Norveç, 15 gelinle Hollanda, 15 gelinle Rusya, 7 gelinle Danimarka, 8 gelinle İsveç, 5’er gelinle Avusturya, Ukrayna, Finlandiya, 3 ’er gelinle İngiltere, Kırgızistan, Kazakistan, 2 ’şer gelinle Özbekistan, İrlanda ve 1’er gelinle Polonya, Moldovya, Slovakya, Litvanya ile Fas takip etti. Yapılan evliliklerde en fazla yaş farkı 1946 doğumlu 61 yaşındaki Alman vatandaşı Brigitte Helene Wanda Wilschke ile 1977 doğumlu 30 yaşındaki İbrahim Çapar arasında gerçekleşti. Öte yandan 10 Türk kızı da yabancı uyruklu erkeklerle nikâh kıydılar.” {Akşam, 28 Ağustos 2007). “Hürriyet gazetesinin Didim’de 91 İngiliz gelin” başlığıyla verdiği habere göre de, Didim Belediyesi evlendirme memurluğu 1999 yılında 10, 2000 yılında 17, 2001 yılında 23 ve 2002’de 41 olmak üzere 91 İngiliz uyruklu bayan Türklerle evlenme işlemini yapmıştır. (Hürriyet, 17 Aralık 2002). Ç ifte bağlılık, çifte vatan sevgisi, kolay gerçekleştirilecek ve yaşanacak kavram lar değil. İnsanları buna alıştırm ak, onları yabancı topraklara yollayan ve kendi topraklan üzerinde çalıştıran ülkelerin, yani Türkiye ile A lm anya’nın ortak ödevidir. (SOYSAL, “Ç ifte V atandaşlık Talim i”, Hürriyet, 17 O cak 1995). T ürkiye’de çifte uyrukluk konusundaki değer yargılarının, genel olarak, değiştiğini söylem ek yanlış olm azsa da, konunun çapraşık ve tartışm alı yönleri olduğu bir gerçektir. Örneğin, 1993 yılı Eylül ayı içinde, bazı üst düzey devlet görevlerine atanacak kişilerin, aynı zam anda bir başka devletin (A B D ’nin) uyruğu olduğu iddiaları, çelişen görüşlerin ileri sürülm esine yol açm ıştır. Tartışm ada; taraflardan biri, A B D ’de yaşayan Türklerin çifte uyrukluk sahibi olm asım n “kabul edilebilir” sayılm ası ile çifte uyrukluk sahibi bir kişinin T ürkiye’de en üst düzey bir göreve atanm asının aynı şey olm adığı görüşünü savunm uştur (SELÇUK, İçilen Ant, V erilen Söz Y alan m ı?” , Cumhuriyet, 3 Eylül 1993:.2).Buna karşı olan görüş ise, çeşitli yabancı ülkelerde yaşam akta olan Türklerin, o ülkelerin de uyrukluğunu kazanm alarının T ürk hüküm etlerince yıllardan beri savunulan bir dava olduğunu hatırlatarak, şim di belli görevler için bile olsa, buna karşı çıkm anın bir çelişki olacağını ileri sürm üştür ( bkz. ÖYM EN , “ Sınırım ızdaki konu”, Milliyet, 2 Eylül 1993: s.3). Bu tartışm a ortaya çıkm adan önce T ürkiye’de değişen değer yargıları, çifte uyrukluğun kolaylaştırılm asını sağlam aya yönelik bazı yasaların yapılm asına yol açm ıştır, ancak bu yasaların yeterli olduğu söylenem ez. Bu yetersizliğin başlıca kaynağı da, sorunun niteliğinin bir tek devletin yasam a organınca yapılacak kanunlarla çözülm esine olanak olm am asıdır. Çünkü bir devlet, (burada Türkiye) yapacağı yasalarla başka bir devletin (örneğin Federal A lm anya’nın) uyrukluk hukukunu düzenleyem ez, kişilere o ülkenin uyrukluğunu kazandıram az. Am a aynı zam anda başka bir devletin (örneğin Federal A lm anya’nın) uyruğu olan vatandaşlarım ıza ya da eski vatandaşlarım ıza, hazırlam ış olduğum uz ön-tasanda öngörülen ve 1995 yılında T V K ’da yapılan değişiklikle gerçekleştirilen biçim de bazı ayrıcalıkların ve olanakların sağlanm asına engel yoktur. 1991 yılında A lm anya’da yürürlüğe giren (o zam ana göre yeni) Y abancılar Y asası’nın, A lm anya’da çalışıp, geçim ini sağlam ış yabancılara, görece daha kolay yollardan Federal A lm an uyrukluğu kazanm a olanağı tanım ıştı. A ncak T ürk vatandaşlarının Federal A lm an vatandaşlığı kazanabilm esi - 144- için önem li bir koşul vardı: T ürk vatandaşlığı ile ilişkisinin kesilm esi.3 İşte bu koşul, T ürklerin istekleriyle çelişm ekteydi, çünkü Türkler, Federal A lm an uyrukluğunu kazanırken, T ürk vatandaşlığını da elde bulundurm ak istem ektedirler. Bu durum da, hukuk bakım ından bir açmaz, bir ikilem oluşturm aktaydı. Bu açm azı aşm ak ve soruna Türk yasaları açısından bir çözüm bulabilm ek am acıyla A lm anya’daki T ürk G öçm enler B irliği’nin istem i üzerine, A lm anya’ya giderek, Türk G öçm enler B irliği’nce düzenlenen toplantılarda yaptığım tem asların ve görüşm elerin sonucunda, T V K ’da değişiklik öngören bir yasa öntasarısı hazırladım. Bu ön-tasarı, 1991 yılında o zam anki iktidar ve m uhalefet partilerine m ensup bazı m illetvekillerince4 aynen benim senerek, 1991 yılı başında T B M M ’ne kanun teklifi olarak sunulm uştur. Ön-tasarım ız, kom isyon aşam asında kabul gördü ise de kanunlaşam adı ama daha sonra T ürk V atandaşlığı K anunu’nun 29. m addesinde yapılan değişiklikle, önerdiğim iz çözüm ilke olarak benim sendi. Bu çözüm e göre, Türk vatandaşlığından izinle çıkm ış olanlara T ürkiye’de “ ayrıcalıklı” bir yabancı statüsü tanınıyor; bu eski vatandaşlar T ürkiye’de seçm e-seçilm e ve kam u hizm etine girm e gibi haklar dışında, ilke olarak, vatandaşlarla eşit haklara sahip oluyordu. Çifte vatandaşlık konusu, T ürk siyasal yaşam ında, zam an zam an m illetvekili seçilm iş kişilerle ilgili olarak oldukça şiddetli tartışm alar yaratm aktadır. 1999 yılında m illetvekili seçilm iş bir kişinin (M erve Safa K avakçı’nın), T V K ’da öngörülen izni alm aksızın yabancı bir devletin ‘A B D ’nin) uyrukluğunu kazandığının ortaya çıkm ası üzerine, kendisinin “kaybettirm e” yoluyla Türk vatandaşlığından yoksun bırakılm ası, bu konuda ilginç bir örnek oluşturm uştur ((Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. AYBAY, 2008: .226 vd). 2007 yılının ekim ayında da benzer bir tartışm alı durum ortaya çıkmıştır. G azetelere yansıyan bilgilere göre, m illetvekili seçildikten sonra devlet bakanı 3 Daha sonra 2000 yılında yapılan değişiklikle, Almanya’da doğan çocuklara koşullu olarak Alman vatandaşlığı verilmesi kabul edilmiştir. Ancak “çifte vatandaşlığı önlemek” amacıyla, bu çocuklar ergenlik yaşma ulaşınca (18-23 yaş arasında) Alman ya da yabancı (Türk) vatandaşlığı arasında tercih yapmak zorundadır. 4 Ercan Karakaş, Bülent Akarcalı, Birgen Keleş. Ayrıntılı bilgi için bkz. (AYBAY, 2008: 206 vd) - 145- da olan Mehmet Şimşek, Türk vatandaşlığının yamnda İngiliz (Birleşik Krallık) uyrukluğuna da sahiptir. Ancak, kendisi yabancı devlet uyrukluğunu, TVK uyarmca “izinle” kazanmıştır. Türkiye Barolar Birliği’nce hazırlanan “Gerekçeli Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi (2007)” başlıklı çalışmada, bu yeni tartışmanın bir sonucu olarak, milletvekili andına “Türkiye Cumhuriyeti 'nden başka hiçbir devletin anayasasına sadakat borcu altında olmayacağıma" sözleri eklenmiştir (madde 93). Önerilen maddenin gerekçesinde “Bir milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na sadakat borcu altında olması, aynı zamanda bir yabancı devletin anayasasma sadakat borcu altında bulunmamasını zorunlu kılar” denilmiştir. Yeni TVK’nm getirdiği çözüm Yeni TVK’nm getirdiği yenilikler arasmda en önemlisi “çok vatandaşlıkla ilgilidir demek yanlış olmaz. Önceki kanunun 25/a maddesine göre "izin almaksızın, kendi istekleriyle yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar ”m, Türk vatandaşlığım kaybetmelerine Bakanlar Kurulu’nca karar verilebiliyordu. Bu yasa hükmü karşısında, geçimini sağladığı devletin ülkesindeki ekonomik ve sosyal koşulların zorlamasıyla da olsa, yabancı devletin uyrukluğunu kazanmış olan Türkler için, Türk vatandaşlığını yitirme olasılığı her zaman sözkonusuydu. Üstelik, eski TVK m.25/a’nın uygulanmasında, İdarece "seçici ” davranıldığı; aynı durumda olan çok sayıdaki Türk’ten sadece bazılarına “kaybettirme” işlemi uygulandığı yani bir anlamda "ayrımcılık" yapıldığı da bir gerçekti. Eski TVK’nın yürürlükte olduğu dönemde yapılan değişikliklerle “sınırlı” ve -deyim yerindeyse- “üstü kapalı” biçimde tanınmış olan çok (çifte) uyrukluk durumları, yeni TVK ile açıkça tanmmış ve yasal hale getirilmiştir. Yeni TVK’nm “Çok vatandaşlık” başlıklı 44. maddesine göre "Herhangi bir nedenle yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanan kişilerin, bu durumlarına ilişkin belgeleri ibraz etmeleri ve yapılacak inceleme sonucunda kayden aynı kişiler olduklarının tespiti halinde, nüfus aile kütüklerindeki kayıtlarına çok vatandaşlığa sahip olduklarına dair açıklama yapılır”. Bu yeni yasa hükmündeki "herhangi bir nedenle " sözcükleri, yabancı bir devlet vatandaşlığının kendi isteği ile kazanılması hallerini de kapsamaktadır. - 146- Dolayısıyla, artık kendi isteğiyle yabancı devlet vatandaşlığını kazanmış olanların Türk vatandaşlığından yoksun bırakılmaları sözkonusu olmayacaktır. Yeni TVK, “çok (çifte) vatandaşlık” konusunda apaçık bir biçimde hoşgörülü bir anlayış benimsemişse de, yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılar için “taşıdıkları devlet vatandaşlığından çıkma” koşulu aranabilecektir. “Bu takdirin kullanılmasına ilişkin esasların tespiti Bakanlar Kuruhı’nun yetkisindedir” (m. 11/2). Bu hükmün uygulanmasıyla, bazı yabancı devletlerin vatandaşlarının Türk vatandaşlığını kazanmaları halinde önceki vatandaşlıklarıyla ilişkinin kesilmesinin zorunlu kılınabileceği anlaşılmaktadır. Yabancı devletler arasında böyle bir ayrıma gidilmesinin “siyasal” nitelikli nedenleri olabilir; vatandaşlık verilecek kişilerin, Türk vatandaşlığını belli yabancı devletlerin vatandaşlığı ile birlikte kazanmaları “sakıncalı” sayılabilir. Ancak, tersi durumda yani, halen Türk vatandaşı olanların bu “sakıncalı” devletlerden birinin vatandaşlığım kendi isteğiyle kazanması halinde, yeni TVK’da engelleyici bir hüküm yoktur. YARARLANILAN KAYNAKLAR Gazeteler: Hürriyet Milliyet Akşam Cumhuriyet Öteki Kaynaklar: -Rona AYBAY (2008), Vatandaşlık Hukuku, 3.bası, İstanbul Bilgi Üniv. yay. -Rona AYBAY (2007), Yabancılar Hukuku, 2.bası, İstanbul Bilgi Üniv. Yay. - 147- -İlhan SELÇUK (1993), Cumhuriyet, 3 Eylül 1993 “İçilen Ant, Verilen Söz Yalan mı?”, -Mümtaz SOYSAL (1995), “Çifte Vatandaşlık Talimi” Hürriyet, 17 Ocak 1995. -Altan ÖYMEN (1993), “Sınırımızdaki konu”, Milliyet, 2 Eylül 1993 - 148- YÜZ KIZARTICI SUÇ Dr. Devrim AYDIN 1 - GİRİŞ Zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas “gibi yüz kızartıcı suçlardan" dolayı mahkûm olmak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 76. maddesinde milletvekili seçilmeye engel hallerden biri olarak düzenlemesinin yanı sıra diğer başka kanunlarda da hak mahrumiyeti doğuran nedenlerden biridir. Bu incelemede “yüz kızartıcı suç” kavramı ve bu nitelemenin ceza hukuku açısından doğru olup olmadığı ile “gibi” edatının kullanılmış olması nedeniyle yorum ve/veya kıyas yoluyla diğer başka suçların da yüz kızartıcı suç sayılarak hak yoksunluğu sonucu doğurmaya neden sayılıp sayılamayacağı konuları ele alınacaktır. Türkçe Sözlükte yüz kızartıcı terimi; utandırıcı, utanılacak anlamındadır (TDK Türkçe Sözlük, 1998: 2490) . Sözlükte yüz kızartıcı suç; utanç verici, insanlık onuruna yakışmayan suç olarak açıklandıktan sonra Anayasa’da ve kanunlardaki sıralamaya benzer biçimde “Zimmet, irtikâp, ihtilas, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlar yüz kızartıcı suçlardır.” açıklamasına yer verilmiştir (TDK Türkçe Sözlük, 1998: 2490). Görüldüğü gibi Anayasa’da sayma suretiyle bir kısım suçun “yüz kızartıcı suç” olarak nitelenmesi, kanunların yanı sıra sözlükleri de etkilemiştir. Oysa etik - ahlaki bir değerlendirmeyle bazı suçların utandırıcı, yüz kızartıcı suç olduğu kabul edilse bile bunların sadece kanunlarda sayılan birkaç suçla sınırlı kalamayacağı ve dahası, bu konuda nesnel bir ölçü olmadığı için belli bir sınırlama da yapılamayacağı açıktır (ÇAĞLAYAN, 1977: 40). Her ne kadar ceza hukuku ile ahlak kuralları arasında belli bir ilişki ve bağ varsa ve belli bir suçtan dolayı mahkûm olmanın sonucunda belli bir hak yoksunluğu kanunlarda öngörülmüş olsa da bu hak yoksunluğu, etik - ahlakî bir değerlendirmeye dayandırılamaz. Bu - 149- nedenle hiçbir ceza kanununda ve ceza hukuku kitabında, yüz kızartıcı olan olmayan biçiminde bir suç tasnifine yer verilmemiştir (DURSUN: 36). Ahlaki bir ölçütle, bazı suçların yüz kızartıcı suç olarak kanunda sayılmış olması da tutarlı değildir. Çünkü kabahatler, taksirli suçlar ve siyasi suçlar dışında kalan diğer bütün suçlar ahlak kurallarıyla da çatışmaktadır. Bu nedenle kanunların “yüz kızartıcı/haysiyet kırıcı” suçlar arasında saymadığı suçların bu nitelikte olmadığını kabul etmek isabetli sayılmaz (TOROSLU, 1992: 20). Örneğin cinsel suçlar, uyuşturucu madde imal ve ticareti, insan öldürme, yağma, insanlığa karşı suçlar veya bozuk gıda satma gibi suçların zimmet veya rüşvet kadar yüz kızartıcı olmadığı savunulamaz. 2 - YÜZ KIZARTICI SUÇ KAVRAMININ KAPSAMI Yüz kızartıcı suç kavramına 1982 ve 1961 Anayasalarında da yer verilmiş olmasına karşın, kavramın Türk hukuk metinlerine geçişi daha eskiye Osmanlı dönemi hukuk düzenlemelerine dayanmaktadır. 16 Cemâzeyelâhir 1332 (1914) tarihli “Çarşı ve Mahallât (Kır) Bekçileri Hakkında Kanunu Muvakkat”ın 2. maddesinde bekçi olabilmek için “bir gûna cinayet ve muhilli namus ve iffet bir cünha ile hükümlü bulunmamak” gerekmekteydi (bkz. TOROSLU, 1992: 20; YÜCE, 1974: 2).1 1926 tarihli ve 788 sayılı Memurin Kanunu”nun 4/c maddesinde memur olabilmenin şartları arasında “muhilli haysiyet ve namus bir cürümle” mahkûm bulunmama koşulu mevcuttu. 1982 Anayasası’nda, milletvekili seçilme yeterliğini ve yasaklarını düzenleyen 76. maddede “zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas “eibi yüz kızartıcı suçlarla’’ hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler" ifadesi yer almaktadır. “Yüz kızartıcı” suç ifadesi Anayasa’mn yanı sıra diğer bazı kanunlarda da yer almakta ve belli bazı hak mahrumiyetlerine neden olmaktadır. Anayasanın milleti temsil edecek kişilerin belli koşulları taşımalarını beklemeleri doğal olduğu gibi, bu kişilerin belli suçları işlememiş olmalarını, 1 Osmanlı dönemi ceza kanunu, Fransız Ceza Kanunu’na dayanmaktaydı. Fransız Ceza Kanunu’nda, o dönemin ceza hukuku anlayışına uygun olarak “yüz kızartıcı cezayı gerektiren ağır cezalık suçlara” “terzil edici suçlar/muhilli haysiyet ve namus suçu" (peine afflictive/infamente) denilmekteydi. 2002 yılında Milletvekili Seçilme Kanunu’ndan “gibi yüz kızartıcı suçlardan” ibaresinin çıkarılmasını teklif eden bazı milletvekilleri de bu yönü vurgulamış olmalarına rağmen teklifleri kabul edilmemiştir. (Teklif metni için bkz: http://www2.tbmm.gov.tr/d2l/2/2-1046.pdf. Son erişim 21. 10. 2009) - 150 - kam u hizm etlerinden yasaklanm am ış olm alarım aram aları da doğaldır (TA NÖR & Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU , 2004: 215). A nayasa’daki bu düzenlem enin yanı sıra diğer başka kanunlarda da yüz kızartıcı suçtan m ahkûm olm ak hak m ahrum iyetlerine, kam usal görevler üstlenm eye, sigorta şirketi ve banka kurucusu olm aya engeldir.2 C eza hukukunun, toplum un ahlak anlayışına ters düşen davranışları cezalandırdığını savunan görüşlere göre, ceza hukukunun tem el am acı toplum sal ahlak anlayışını korum aktır. Oysa m odern ceza hukukunda suçlar toplumsal değer yargılarına ve ahlaka aykırı oldukları için değil, toplum sal düzene ve hukuka aykırı oldukları için cezalandırılm aktadırlar (İÇEL & DOĞ A N A Y , 1999: 16; TO R O SLU , 2009: 25 vd.). Suç, kanun koyucunun değerlendirm esine göre bireysel ve toplum sal değerlere aykırı olduğu için kanunla yasaklanan ve cezalandırılan davranışlardır (TO RO SLU , 2009: 87). M odem ceza hukuku, cezanın infazı aşam asında ve sonrasında hüm anizm ilkesine dayanm aktadır. Buna göre ceza infaz edilirken insan onuruna aykırı işlem yapılam az. C ezanın amacı ise suçluyu yeniden sosyalleştirerek toplum sal sorum luluğa sahip bir birey olm asını sağlam aktır. M odern ceza hukukunda suç politikasının tem el am acı suçluyu toplum a yeniden kazandırm ak olduğu için suç işlendikten sonra da kişi vatandaşlık haklarından yoksun bırakılam az ve toplum a dönm esine engel olunacak yaptırım lar uygulam az (İÇEL & DOĞ A N A Y , 1999: 73). Ceza hukukunun bu hüm anist am açları, geçm işinde belli suçlardan dolayı m ahkûm olan kişilere kam u hizm etlerine girm ek veya belli görevleri üstlenm ek biçim deki 2 Milletvekili Seçimi Kanunu m. 11’e göre; affa uğramış olsalar bile zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlardan dolayı mahkûmiyet milletvekili olmaya; Hâkimler ve Savcılar Kanunu m. 8’e göre; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmak savcı ve hâkim olmaya; Bankalar Kanunu m. 7’ye göre basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmak banka kurucusu olmaya; Sigorta Murakabe Kanunu m. 2 ’ye göre zimmet, ihtilas, rüşvet, irtikâp, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûmiyet sigorta şirketi kurucu olmaya; Şehir ve Kasabalardaki Mahalle Muhtar ve İhtiyar Kurulları Tüzüğüne göre hırsızlık, kaçakçılık, dolandırıcılık, sahtecilik ve sahte kâğıtları bilerek kullanmak, inancı kötüye kullanmak gibi yüz kızartıcı suçlardan biri ile veya ağır hapis cezasıyla hükümlü veya kamu hizmetlerinden yasaklı olmak, muhtar ve ihtiyar kurulu üyesi olmaya engeldir. -151 - hak yoksunlukları getirilm esine engel değildir ( bkz. EREM , 1980: 98 vd.).3 A ncak sorun, hak yoksunluğuna neden olan bazı suçların “yüz kızartıcı/utandırıcı” nitelikte görülm esine karşın hem bu ifadenin hukuki olm am ası hem de kanunlarda sayılanlar dışında diğer başka suçların da toplum un nezdinde utandırıcı/yüz kızartıcı olabileceği gerçeğinin inkâr edilmiş olm asıdır. Suçların etik - ahlaki bir ayrım a tabi tutulm ası ise m odern ceza hukukunun niteliği ile uyuşm adığı gibi (Ç A Ğ LA Y A N , 1977:36), m addi kanunilik ilkesine4 yönelm e sonucunu da doğurabilecektir. Yüz kızartıcı suç ifadesinin neyi ifade ettiği, öteden beri ceza hukukunda tartışm alıdır (EREM , 1976:. 172). Çünkü ceza hukukunda suçların, fail ve suçluların tasn if edilm esinde “yüz kızartıcı olan ve olm ayan” gibi bir ayrım yer alm am aktadır. Ceza hukuku açısından konuya bakıldığında, suçların gruplandırılm asında ahlaki bir ayrım a gidilerek yüz kızartıcı (utandırıcı) olan ve olm ayan suçlar diye bir ölçüt yoktur. Bütün suçların zararlı ve tehlikeli olduğu, toplum un en azından geneli tarafından onaylanm ayan davranışlar olduğu kabul edilir. Bu nedenle her suçun toplum düzenine aykırılık oluşturduğu kabul edilir. Ceza hukukunda suçların gruplandırılm asında ahlaki bir ölçüte başvurulm az. Ceza hukuku fiilden çok faille ilgilendiği için, m odern ceza hukuku suçlu 3 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, m.53’te, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak hükümlünün mahkûm olduğu cezanın infazı tamamlanıncaya kadar hangi haklardan yoksun kalacağı sayma suretiyle belirtilmiş ancak maddede yüz kızartıcı suç gibi bir ayrım yapılmamıştır. 4 Kanunilik ilkesine göre; suç, ceza ve güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulabilir. Evrensel Beyanname, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi, Anayasa ve Türk Ceza Kanunu hükümleri, biçimsel (şekli) kanunilik ilkesini kabul etmiştir. Buna göre; suçlar, cezalar ve güvenlik tedbirleri sadece kanunla konulup kaldırılabilir. Kanunilik ilkesinde davranışa suç olma vasfını kanun verir. Bir davranış antisosyal, ahlaka aykırı ve hukuka aykırı olsa da kanun açıkça yasaklamadıkça suç sayılmaz. Oysa maddi kanunilik ilkesine göre, bir davranışın suç olması ve cezalandırılması için kanunla açıkça yasaklanmış olması gerekmez. Bir davranışın antisosyal ve toplum değerlerine aykırı olması o davranışın cezalandırılması için yeterlidir. örneğin zina fiili; boşanma nedeni, tazminat nedeni ve ahlaka aykırı olmasına rağmen, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda açıkça yasaklanmadığı için cezalandırılamaz. Oysa maddi kanunilik ilkesine göre, zina davranışı antisosyal ve toplumun değer yargılarına aykırı olduğu için, kanunda suç olarak düzenlenmemiş olsa da cezalandırılabilir. Maddi kanunilik ilkesinin sakıncası, mahkeme ve yargıçların bireysel ve toplumsal değer yargılarına aykırı olan davranışları, kanunlarda açıkça suç olarak yasaklanmamış olsa bile cezalandırmalarıdır, örneğin yüz kızartıcı suç kavramının yorumlanmasında yargıcın kendi kişisel değerlendirmesine başvurarak, toplumsal amaç ve değerleri dikkate alarak karar vermesi gerektiğini ileri süren fikir için bkz.. (KEYMAN, 1981: 80). - 152 - insanın da kişiliğe sahip olduğu gerçeğinden hareketle yargılam a aşam asında ve hüküm den sonra, suçlunun insan onuruna uygun m uam eleye tabi tutulm asını esas alır. Ceza hukuku açısından doğru olan, eğer belli suçlardan dolayı m ahkûm iyet hak yoksunluğuna neden olacaksa, bunların açıkça listelenm esidir. N itekim 2008 yılında A vukatlık K anunu hüküm lerinde değişiklik yapıldığında avukatlığa engel nedenler arasında bir dizi suçtan m ahkûm olm ak sayılmış olm asına karşın uzun zam andır eleştirilen “ gibi yüz kızartıcı suçlardan” ifadesine yer verilm em iştir.5 H ukuk devletinin en önemli unsurlarından biri, insan haklarına saygı gösterm esi ve insan onurunu tem el değer olarak ele alm asıdır. H ukuk devletinde insanın onuru, hukuk kuralları karşısında en önde gelen değerdir. İnsanın onuru sadece yaşam ı boyunca değil, öldükten sonra da devam eder. Bu nedenle ceza kanunlarında hakaret suçunun yanı sıra ölünün hatırasına hakaret suçu da düzenlem iştir. Her insanın saygı görm e hakkı olduğu için bir suç işlediği iddia edilen şüpheli ve sanıkların yanı sıra bir suçtan dolayı m ahkûm olan hüküm lüler de saygı görm e hakkına sahiptiler. H akkında ceza davası açılm ış ya da en ağır ceza gerektiren suçlardan m ahkûm edilm iş olsa da hiç kim senin onuru elinden alınam az (SC H LEH O FFER :, 2006: 577 VD.). Yüz kızartıcı ifadesi, bireyin utanm asına, toplum içinde küçük düşm esine neden olacak suç anlam ında kullanıldığına göre bunun içeriği toplum dan toplum a, zam andan zam ana ve bireyden bireye değişecektir. M odern infaz hukukunun genel esaslarına aykırı biçim de, kişinin dam galanm asının yolu açılm ış olacaktır. 3 - MAHKEME KARARLARINDA “GİBİ YÜZ KIZARTICI SUÇ” İFADESİNİN YORUMLANIŞI M ahkem e kararlarında da yüz kızartıcı suçun ve “gibi” edatının kapsamı 5 Avukatlık Kanunu m. 5’e göre; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak avukat olmaya; Devlet Memurları Kanunu m. 48’e göre; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak memur olmaya engeldir. Mülga Adli Sicil Kanunu’nda “yüz kızartıcı suçlar”dan dolayı mahkûmiyet, adli sicil kayıtlarının silinmesi açısından farklı sonuçlar doğurmaktaydı. 25.5.2005 tarih ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu, bu ayrıma son vermiştir. - 153 - konusunda farklı görüşler vardır.6 ö rn e ğ in Y argıtay b ir kararında “kaçakçılık” suçunu (1. D aire K. 2851); bir başka kararında ise “ sarkıntılık” suçunu (2. Daire K. 10552) kanunlarda örneklem e suretiyle sayılan suçlardan farklı görerek yüz kızartıcı suç saym am ıştır. Buna karşın Y argıtay C eza Genel K urulu 1996’da verdiği bir kararında “Yüz kızartıcı suç, yasalarda tanımlanmamış olup uygulamaya bırakılmıştır. Bu suçlar ahlak düzeninin şiddetle reddettiği, toplumun çok büyük ahlaki tepkiler gösterdiği suçlardır. Bu niteliklere uyan “ırza tasaddi ” suçu yüz kızartıcıdır. O halde, yasa maddesinde bir takım suçlar sayıldıktan sonra “gibi suçlar” ya da “benzeri suçlar" denildiği takdirde, maddede yazılı suçların benzerlerinin neler olduğu yasaları uygulamakla görevli yargı organlarınca saptanacak ve Yargıtay tarafından uygulamada birlik sağlanacak biçimde denetlenecektir. Aksi halde; yani hükmün maddede sayılı suçlarla sınırlı tutulması halinde metne aykırı olarak hem yasanın tek tek sayma yöntemini yeğlediği gibi yerinde olmayan bir sonucuna ulaşılacak hem de tüm metinlerde yer alan GİBİ sözcüğünü yasa koyucunun yersiz ve anlamsız tekrarladığı belirlenmiş olacaktır ki buna yasal ve hukuksal imkân görülmemiştir.” (K. 171)7 dem iştir. Ceza hukukunun tem elini oluşturan “kanunilik ilkesi” suç, ceza ve güvenlik tedbirlerinin açık ve kesin olarak belirlenm iş olm asının yanı sıra ceza infaz kurallarının ve cezanın sonuçlarının da açık ve kesin olm asım gerektirir. Bu nedenle etik-ahlaki bir değerlendirm eyle bir kısım suçların, diğer suçlardan farklı olarak yüz kızartıcı/utandırıcı olduğu kabul edilecek olsa bile bunlar, kanunda açıkça belirtilm elidir (EREM , 1976: 173; 6 Türkiye Büyük Millet Meclisi de 12. 5. 1937 gün ve 991 sayılı meclis yorumu kararında, yüz kızartıcı suçların hangi suçlar olduğunun tespitinin mahkemelerin takdirine bırakıldığını belirtmiştir. Bkz. (TOROSLU, 1992: 20; EREM: 1976: 172). 7 Ancak Yargıtay’ın bu kararına muhalif kalarak karşı oy yazan üyenin gerekçesi daha isabetlidir. Bu üyenin görüşüne göre "Gibi sözcüğünü sayılan suçlarla sınırlı tutarak hükümlü lehine yorum yapmak modern infaz sistemine göre uygundur. ... Günümüzün ileri ceza ve infaz hukukunun en önde gelen gayesi, hükümlünün uslanmış olarak toplum içine bırakılmasıdır. Şu halde gerek ceza davasının takibinde gerek cezanın infazında göz önünde tutulması gereken husus, modern infaz sistemine göre cezası infaz edilmiş olan suçlunun, ıslah edilmiş bir kimse olarak işlediği suçun nadimi (nedamet duyan/pişman) olduğunun kabulüdür. Oysa maddede öngörülen unsur ve şartların gerçekleşmesi halinde birçok suçlara ilişkin sabıka kaydının silinmesini kabul ediyoruz. "Yüz kızartıcı suç" diye vasıflandırdığımız bazı tür suçlara ait sabıka kaydının Adli Sicil’den silinmesine imkân vermiyoruz. Bunun doğal sonucu olarak da o mahkûmiyetlerin suçlunun alnında ölünceye kadar bir leke olarak kalması, toplum içinde resmi görevlerde, özel sektörlerde çalışma imkânı bırakmıyoruz topluma kabul etmiyoruz. Bu modern infaz sistemi ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle yasalarda aynı şekilde sayılan suçlarla ilgili olarak "gibi" edatını sayılan suçlarla sınırlı olarak dar yorum yapılması gerekeceği görüşündeyim." - 154 - ÇA ĞLAY AN, 1977: 43). A ksi halde Y argıtay’ın görüşü kabul edilecek olursa “gibi” edatının kullanılm asının da bir sonucu olarak diğer başka suçlar da yüz kızartıcı suç olarak kabul edilerek hak yoksunluğuna dayanak oluşturacaktır. Bu durum da m odem ceza hukukuna aykırı biçim de kıyas/benzetm e yoluyla kanunda açıkça sayılm ayan suçlar da hak yoksunluğuna yol açacaktır. B unun bir diğer sakıncası da bütün suçların değil, sadece kanunda sayılan birkaç suçun ve m ahkem elerin kıyasla belirleyeceği diğer suçların ahlaki bir değerlendirm eyle yüz kızartıcı sayılm ası olacaktır (Ç A Ğ LA Y A N , 1977: 41; TO ROSLU: 1992: 21). Ö rneğin zim m et suçu yüz kızartıcı suç olarak kabul edilirken ihaleye fesat karıştırm a, cinsel saldırı ya da hakaret suçunun neden utandırıcı suç sayılm adığını açıklam ak zordur. Öte yandan D anıştay bu konuda 2007 yılında verdiği bir kararm da Y argıtay’la aynı yönde karar vererek “teknisyen olan davacının, fuhuş yapan bayanlara m üşteri tem in etm esi fiilini”(12. D aire K. 2007/4812); yüz kızartıcı suç olarak görm üş olm asına rağm en, 1983 yılında verdiği bir başka kararında “gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesini sadece kanunda sayılan suçlardan ibaret saym ıştır.8 Y argıtay ve D anıştay “gibi” edatından yola çıkarak, kanunlarda sayılanların dışında diğer başka suçların da hak m ahrum iyetine dayanak olabileceği yönünden karar verm esine karşm A skeri Y üksek İdare M ahkem esi (A Y İM ) ve Y üksek Seçim K um lu (YSK) “gibi” edatının diğer başka suçlan da içerm ediği görüşündedir. A Y İM ve YSK, “yüz kızartıcı suçlar” ifadesini “ sadece 8 “ Yasada bazı suçlar sayıldıktan sonra "gibi" sözcüğünün kullanılmış olmasının yasakoyucunun sayılan suçlar dışında kalan bazı suçların da yüz kızartıcı suç olarak kabul edilmesine mi olanak vermek istediği hususları üzerinde durmak gerekmektedir. ... Bunun bir rastlantı sonucu olmadığı kuşku götürmez, öyleyse bu yasakoyucunun, yüz kızartıcı suçları bunlardan ibaret kabul ettiğini, hükümlerde yer alan "gibi" sözcüğünün "sayılan suçlardan biri" anlamında kullanıldığını ortaya koymaktadır... Bir an için, sözkonusu 48.maddenin 5fıkrasında bazı suçlar sayıldıktan sonra, "gibi" sözcüğünün kullanılmış olmasının bu suçlar dışında kalan bazı suçların da yüz kızartıcı suçlardan sayılmasına olanak verdiği düşünülse bile, bu hükümlerdeki ifade tarzı karşısında, ancak, sayılan suçların niteliğini taşıyan suçların yüz kızartıcı olarak kabul edilebileceği kuşkusuzdur. " (Danıştay 1. Daire K 260). - 155- bu tür yüz kızartıcı suç” biçim inde anlam aktadırlar.9 Y üksek Seçim K urulu (YSK) da “ gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesini, AYİM kararlarında olduğu gibi sadece kanunda sayılanlardan ibaret kabul etm ektedir. Y SK 1999’da verdiği bir kararında “ u za geçm e ve ırza tasaddi suçlarından m ahkûm iyeti (K. 1816); bir başka kararında ise hırsızlıktan m ahkûm iyeti yüz kızartıcı suç kapsam ında görm eyerek, bu suçlardan m ahkûm olan kişilerin seçim lerde aday olabileceği yönünde karar verm iştir.10 9 “Türk pozitif hukukunda "yüz kızartıcı sııç" kavramı tanımlanmamıştır. Hangi suçlar yüz kızartıcıdır, hangileri değildir yargısına baz oluşturacak elde somut bir done bulunmaktadır... Bu anlayış doğrultusunda bazı yasal kurallarda yüz kızartıcı suç olarak ismen sayılan suçlar yanında, ayrıca "gibi" sözcüğüne yer verilmiş olmasının ne anlama geldiğinin tartışılması önem kazanmaktadır... Yüz kızartıcı suçlar olarak sadece kanunlarda ismen belirtilenlerin kabul edilebileceği noktasında Kurulumuzda görüş birliği sağlanmıştır." (AYİM 1. Daire K. 91/122735). AYİM 1. Dairesi bir başka kararında da “... Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesinin 8 KASIM 1966 gün ve 7051/5781 sayılı ilamı, Danıştay Birinci Dairesinin 8 KASIM 1983 gün ve 220/260 sayılı isticarı mütalaası, Yüksek Seçim Kurulunun 14 MART 1987 gün ve 109/18 sayılı kararı da bu kabul tarzını doğrulamaktadır. Açıklanan bu nedenlerle, davacının işlediği sabit olup hüküm giydiği "Tervici merama kaadir olmadığı halde olduğundan bahisle menfaat temin etmek" suçunun benzetme yoluyla memur için dolandırıcılık sucuna vücut verdisi ve viiz kızartıcı suç olarak savılması gerektiği hakkındaki düşünce ve iddialar Kurulumuzda kabul görmemiştir. ” demiştir. (AYİM.l. Daire K. 89/308372). 10 “Hırsızlık malını bilerek satınalma suçunun, seçilmeye engel teşkil edip etmiyeceği konusunun incelenmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu 'nun 11 inci maddesine göre yüz kızartıcı suçtan dolayı mahkûmiyet affa uğramış olsa bile seçilmeye engeldir. Hangi suçların yüz kızartıcı suç olduğu 11 inci maddede bir bir ve sınırlı biçimde sayılmıştır. Maddede seçen "gibi" sözcüsünün örnekleme amacını taşımadığı, tersine orada savılan suçları amaçladığı Yüksek Secim Kurulu'nun yerleşmiş sörüslerindendir. Başka bir anlatımla sadece anılan maddede belirtilen suçlardan mahkum edilenlerin seçilme yeterliliği bulunmamaktadır. Bu hüküm, benzetme yoluyla başka suçlardan hüküm giyenlere uvsulanamaz. ...Kurulun böyle bir görüsü benimsemesinin temelinde vatan asıl amaç, uygulama birlisini sağlamaktır. Aksi takdirde ham i sucun yüz kızartıcı suç olduğunun belirlenmesinde istikrar sağlanamaz. ”(YSK K. 2493) YSK’nın kamuoyunda yakından bilinen bir diğer kararı da Ayşe Tükrükçü hakkındaki kararıdır. 1993 yılında eşi tarafından sokakta erkeklere pazarlandığı için fiıhuş yapmaktan (765 sayılı mülga TCK m. 419) dolayı kısa süreli bir ceza alan Tükrükçü’nün “yüz kızartıcı” suçtan mahkûm olduğu nedeniyle il Seçim Kurulu milletvekili seçimlerinde aday olamayacağı yönünde karar vermiş, ancak YSK bu suçtan mahkûmiyetin kanunda sayılan “yüz kızartıcı“ suçlardan biri sayılamayacağı yönünde karar vermiştir {Bkz. Milliyet, 10 Haziran 2007 ve Radikal, 10 Haziran 2007). -156- 4 - SONUÇ A nayasa gibi siyasal bir belgede ve diğer kanunlarda içeriği ve sınırları belirsiz etik bir değerlendirm enin hukuksal sonuçlar doğuracak biçim de kullanılm ası isabetli değildir. G eçm işinde belli suçları işlemiş kişilerin kimi haklardan yoksun kalm aları kabul edilebilir. A ncak günüm üz ceza ve infaz hukuku, çok sınırlı haller hariç, hak yoksunluklarının öm ür boyu devam etm esini kabul etm em ektedir. K işinin geçm işinde işlediği belli bir suçtan dolayı kimi haklarından yoksun kalm ası, sonuçta cezanın diğer sonuçlarıdır. A ncak bütün suçların değil de sadece bir kısım suçun hak yoksunluğu sonucunu doğurm ası kabul edilebilir olsa da bu suçların ahlaki bir değerlendirm eyle belirlenm esi doğru değildir. Bir diğer sorun ise A nayasa ve kanunlarda geçen “zim m et, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanm a, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesinin yürürlükteki Ceza K anunu ile uyum suz olm asıdır. Zim met, irtikâp, ve rüşvet suçları T ürk Ceza K anunu’nda (TC K ) kam u idaresinin işleyiş ve güvenilirliğine karşı işlenen suçlar arasında açıkça düzenlenm iş olm asına rağm en “ ihtilas” suçu düzenlenm em iştir. G eçm işte “ ihtilas suçu” olarak nitelen fiil, işleniş biçim ine göre zim m et suçunu oluşturabilir. “Hırsızlık, dolandırıcılık, inancı kötüye kullanm a (güveni kötüye kullanm a), dolanlı iflas (hileli iflas) ise T C K ’da, m alvarlığına karşı işlenen suçlar arasındadır. Fakat T C K ’da “sahtecilik” suçu diye özel bir suç yoktur. Kam u güvenine karşı suçlar arasında hem “parada sahtecilik” hem de “resm î belgede sahtecilik suçları” düzenlenm iştir. “ Sahtecilik” ifadesinin bunların hangisi kapsadığı açık değildir. A ncak buradaki ilk sorun, sadece kam u idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine, m alvarlığına ve kam u güvenine karşı işlenen bir kısım suçun “yüz kızartıcı” olarak kabul edilm iş olm asıdır. Ö rneğin kam u idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar arasında düzenlenm iş olan “yetkili olm adığı iş için m enfaat tem ini ve kam u görevlisinin ticareti” ; m alvarlığına karşı işlenen suçlardan biri olan “yağm a” suçlarının sayılm am ış olm asıdır. Aynı hukuki konuyu ihlal eden bu suçlar anayasa ve kanun koyucu tarafm dan ahlaka aykırı görülm em iş m idir? Ö rneğin aynı hukuki konuyu ihlal eden ve basit hali bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası gerektiren hırsızlık suçunun, basit hali altı yıldan on yıla kadar hapis cezası gerektiren yağm a suçundan daha yüz kızartıcı, utandırıcı olduğunu savunm ak m üm kün değildir. Görüldüğü gibi “yüz kızartıcı suç” ifadesini seçilip kullanılm ış olm ası bir yana, bu nitelikte görülen suçların seçim i de sorunlu ve hukuk tekniğinden uzaktır. -157- “Zim met, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanm a, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesinden çıkan ikinci sorun ise daha ciddi sorunlar doğurm aktadır. “Gibi” edatından yola çıkılarak yapılacak bir genişletici yorum un sınırları belirsizdir. Bu ifadede geçen suçların hukuki konularından yola çıkılarak sadece kam u idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine, m alvarlığına ve kam u güvenine karşı işlenen diğer suçlar mı yüz kızartıcı sayılacaktır? Sadece bu üç hukuki konuyu ihlal eden suçlar yüz kızartıcı suç olarak görülecekse, yukarıda yüksek m ahkem e kararlarından verilen örneklerde olduğu gibi çok ciddi ahlaki kökleri olan “cinsel suçlar” yüz kızartıcı suç olarak görülecek m idir? Eğer ahlaki kökenleri dikkate alınacaksa insan öldürm e, işkence, yalan yere yem in etm ek, casusluk, halkı kin ve düşm anlığa tahrik suçlarının da bu kapsam da görülm em esi için neden yoktur. Hem anayasa hem kanun koyucunun burada kullandığı terim in anlam ı belirsiz ve sanıldığından daha geniş bir anlam ifade ettiği için norm un kullandığı söze önem veren gram atik ve m antıki yorum yaparak bir sonuca varm ak güçtür.11 B urada kullanılan “yüz kızartıcı suç” ifadesi teknik bir hukuki kavram olm adığı için içeriğini ne olduğu belirsizdir. Y asa koyucunun iradesini anlam ak ve yasa koyucunun bu terim i kullanm aya iten nedenleri bulm ak için tarihi ve sistem atik bir araştırm a yapm ak im kânı da yoktur. Çünkü ne A nayasa’nm ne de bu ifadelerin kullanıldığı diğer kanunların gerekçelerinde bu ifadeye ilişkin bir açıklam a yoktur. N orm un am acını araştıran am aççı yorum yöntem ine başvurulm ası halindeyse kanun hükm ünün am acı, norm un tem elinde yatan m enfaatler ve bunların derecelendirilm esi dikkate alınarak sonuca varılacaktır (KEYM AN, 2005: 49-50; K O C A & Ü ZÜ LM EZ, 2008: 45-46). A ncak bu yorum yöntem ine başvurulm ası halinde kanunda açıkça sayılm ayan diğer başka suçların da “yüz kızartıcı” suç olarak nitelenerek hak yoksunluğu doğurm ası m üm kündür. Bu durum da ise ceza hukukunun genel esaslarına aykırı biçim de “açıklık ve kesinlik” kuralı ihlal edilm iş olacaktır. Ceza hukukundaki “kıyas/benzetm e yasağı” ilkesi, bir olaya ilişkin hukuk kuralının, kanun tarafından düzenlenm em iş benzer başka olaylara uygulam am asını ifade eder (K O CA & Ü ZÜ LM EZ, 2008: 43; TO R O SLU , 2009: 61-62). K ıyas yasağı sadece suç, -ceza ve güvenlik tedbirleri açısından değil, suçun sonucu olan cezalar ve hak yoksunlukları bakım ından da geçerlidir (K O CA & Ü ZÜLM EZ, 2008: 44). 11 Hukuk normlarının yorumlanması konusunda bkz. (KEYMAN, 2005: 46 vd). -158- K anunun görünüşteki anlam ı ile gerçek anlam ı arasında bir fark olduğu zam an daraltıcı ve genişletici yorum a başvurulur. K anunun görünüşteki anlamı gerçek anlam ından daha geniş ise daraltıcı yorum ; görünüşteki anlam ı gerçek anlam ından daha dar ise genişletici yorum a başvurulur(TO R O SLU , 2009: 55 56). Yukarıda, “gibi yüz kızartıcı” ifadesinin kapsam ının hukuki değerlendirm eye dayanm adığı, içeriğinin belirsiz olduğu ve kanunlarda açıkça sayılanların dışında diğer başka suçlarm da “yüz kızartıcı” olarak değerlendirilm esi halinde, kanunlarda sayılm ayan diğer suçlarından m ahkûm iyetin de hak yoksunluğuna neden olacağı belirtilm işti. Y ukarıda sıralan nedenlerle, yüz kızartıcı suç ifadesi hukuk sistem im izden çıkarılm alıdır. Bu ifade hukuk sistem inden çıkarılıncaya kadar bu suçların sadcce kanun m addelerinde sayılanlardan ibaret olduğu kabul edilm eli ve kanunlarda geçen “ gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesi daraltıcı yorum yapılarak, “sadece bu tür yüz kızartıcı suçlar” ya da “burada ismen sayılan suçlar” biçim inde anlaşılm alıdır {Bkz. TO R O SLU , 1992: 21 - 2 2 ; DURSUN). YARARLANILAN KAYNAKLAR Mahkeme Kararlan: Yargıtay 1. C eza Dairesi, E. 1961, K. 2851, G. 15.11.1990 {Kazancı Bilişini, son erişim: 21. 10. 2009). Y argıtay 2. C eza Dairesi , E. 9958, K. 10552, G. 5.11.1992 {Kazancı Bilişini, son erişim: 21. 10. 2009). Y argıtay Ceza Genel K urulu, E. 3-144, K. 171, G. 2. 7. 1996 {Kazancı Bilişim, son erişim: 21. 10. 2009). Danıştay 12. Daire, E. 2005/2197, K. 2007/4812 {Kazancı Bilişim, son erişim: 06. 11. 2009). D anıştay 1. Daire, E.220, K. 260, G. 09.11.1983 {Kazancı Bilişim, son erişim: 06. 11. 2009). - 159- AYİM 1. Daire, K. erişim: 21. 10. 2009). 91/122735,G. 29.01.1991 (.Kazancı Bilişim, son AYİM 1. Daire K. erişim: 21. 10. 2009). 89/308372, G. 19.09.1989 (Kazancı Bilişim, son YSK, K.1816, İ. 1352, G. 1999 (Kazancı Bilişim, son erişim: 21. 10. 2009). YSK, K.2493, İ. 1652,G. 1999 (Kazancı Bilişim, son erişim: 21. 10. 2009). Gazeteler: Cum huriyet M illiyet Radikal Öteki Kaynaklar: M. M uhtar ÇAĞ LA Y A N (1977), “ Yüz K ızartıcı Suç Üzerine Bir İncelem e ve Ö nerim iz”, (Adalet Dergisi 1 - 2: 36 - 51). Selm an DURSUN, “ Yüz K ızartıcı Suç K avram ı” (Polis Dergisi 36, www. egm. gov.tr/egitim /dergi/eskisayi/36/w cb/ceza_hukuku/liste.htm , son erişim 06. 11.2009) Faruk EREM (1980), Ceza Hukukunda Ümanist Doktrin (Ankara: Sevinç M atbaası) Faruk EREM (1976), “ Yüz K ızartıcı Suç K avram ı” (Ankara Barosu Dergisi 2: 1 7 2 - 173). - 160 - Kayıhan İÇEL & Süheyl D O N A Y (1999), Karşılaştmnalı ve Uygulamalı Ceza Hııkukul. Kitap (3. Baskı, İstanbul, Beta). Selahattin (A nkara :Doruk). K EY M A N Hukuka (1981), Giriş ve Metodoloji Selahattin KEY M A N (2005), Hukuka Giriş (3. Baskı, Ankara:Yetkin). M ahm ut KO CA & İlhan Ü ZÜLM EZ (2008), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler (Ankara: Seçkin). Horst SC H LEH O FFER (2006), “ A nayasa’nın İnsan Onuru Garantisi Devletin C ezalandırm a Y etkisinin M utlak ve Göreceli Sınırları Ü zerine” (Çev. İlker Tepe, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi 5 -S u ç Politikası, Ankara: Seçkin: 557 - 564). Bülent TA N Ö R & N em ci Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU (2004), 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku (6. Baskı, İstanbul: Beta). N evzat TO R O SLU (1992), “ Yüz K ızartıcı Suçlar” (Denetim Dergisi 6/73 [O c ak -Ş u b at]: 20 -22). N evzat TO R O SLU (2009), Ceza Hukuku Genel Kısım (Ankara: Savaş). Turhan Tufan Y ÜCE (1974), “ Yüz Kızartıcı Suç” ( Cumhuriyet ,11 Mart) - 161 - - 162 - DEM OKRATİK TOPLUM DA HOŞGÖRÜSÜZLÜK: NEFRET SÖYLEMİ VE NEFRET SÖYLEMİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN AYRIŞTIRILM ASI SORUNU Dr. Öm ür AYDIN Prof. Dr. Naz ÇAVU ŞO Ğ LU “Soğukkanlılıkla söylenen yalanlara karşı ahlaki önyargılar çok daha acımasızdır... A vrupa Güvenlik ve İşbirliği T eşkilatı’nın (A G İT) 2008 yılında nefret suçlarına ilişkin yayınladığı yıllık rapor, bu suçların A vrupa’da her geçen yıl bir önceki yıla göre artışta olduğunu gösteriyor. Ö rneğin İngiltere’de resmi kurum lar tarafından 2005 -2 0 0 6 yılları arasında kayda alınan ırkçı nitelikte olaylar bir önceki yıla göre %4 artarken, ırksal ve dinsel tem elli şiddet eylem lerindeki artış % 1 2 ’ye ulaşıyor (Annual R eport For 2007). F ransa’da 2007 yılında M üslüm anlara dönük nefret suçları 2 0 0 6 ’ya göre %25 (Annual Report For 2007: 87) 2, İsveç’te Y ahudilere dönük nefret suçları 2006’da 2005’c göre yaklaşık % 20 artm ıştır (A nnual R eport For 2007: 70). A lm anya’da da aşırı sağ kökenli şiddet eylem lerinin artış oranı bir önceki yıla göre % 9 .5 ’tur (Annual Report For 2007: 44). N efret suçlarındaki bu trajik artış A vrupa’da toplum sal ve siyasal alanda hoşgörüsüz bir söylem inin giderek yükseldiğini gösteriyor. Son yıllarda yapılan seçim lerde aşırı sağ partilerin sandıklardan güçlenerek çıkm ası da bu eğilimi doğruluyor. -I - 1 (ARENDT, 1996: 307) ' Rapora göre 2006’da kayda alman ırkçı şiddet olaylarının %66’sı Kuzey Afrika kökenli kişileri hedef almıştır (Annual Report For 2007: 43). - 163 - A G İT ’in 2009 yılında nefret suçlarının önlenm esi am acıyla çıkardığı kılavuzda nefret suçu, “ önyargılı bir m otivasyonla işlenen cezai bir suç” (Hate Crim e Law s a Practical Guide: 2009: 16) olarak tanım lanm ıştı. Buna göre nefret suçu iki unsurun bir araya gelm esiyle oluşur. İlk unsur, sıradan ceza kanunları kapsam ında değerlendirilebilecek bir eylem in varlığı, ikinci unsur ise bu eylemi m otive eden önyargılardır (H ate C rim e Laws a Practical Guide: 2009: 16). Önyargılı m otivasyon, nefret suçunu diğer sıradan suçlardan ayırır (H ate Crim e Laws a Practical Guide, 2009: 16). Çünkü şahsa veya m ülküne karşı işlenen suç, o kişinin '’ırkı, etnik kökeni, dini, cinsiyeti, cinsel yönelimi, fiziksel veya zihinsel engelleri veya bir guruba aidiyeti' nedeniyle işlenm ektedir (Annual Report for 2007: 11). Bugün dem okratik ülkeler ‘şiddet eylem lerini cezalandırm aya’ veya ‘ayrım cılığı önlem eye’ dönük yasal düzenlem elere sahip olm akla beraber, AGİT nefret suçlarının bireye dönük sıradan şiddet eylem leriyle aynı kategoride değerlendirilm em esi ve nefret suçunu etkin cezai yaptırım a bağlayan bağım sız yasaların çıkarılm ası gerektiğini belirtm ektedir. A G İT ’ e göre ülkelerin bu yönde yasalara sahip olm asının birkaç önemli nedeni vardır (Hate Crim e Laws a Practical Guide, 2009: 22-23). İlk olarak, toplum bu tür yasaların var olduğu bir ortam da önyargı tem elli suçları daha kolay reddedebilecek ve kınayabilecektir. İkinci olarak, nefret suçu sıradan suçlardan farklı olarak yalnızca m ağdur üzerinde değil aynı zam anda onun m ensubu olduğu grubun diğer üyeleri üzerinde de etki yarattığından salt bireylere karşı işlenen suçlardan daha ağırdır. Üçüncü olarak, ceza kanunları bir suçta failin yalnızca eylem inin yarattığı sonuçla ilgilenm ekle kalm az aynı zam anda failin m aksadını da sorgular. Bu nedenle nefret suçunu harekete geçiren önyargılı m otivasyon daha ağırlaştırılm ış bir cezayı hak eder. Özet olarak AGİT raporu toplumsal ve siyasal alana yerleşm iş önyargıların harekete geçirdiği eylem lerin etkin bir şekilde cezai yaptırım a bağlanm asını önerm ektedir. K onuya ‘nefret söylem i’ açısından bakıldığında da benzer okum aları yapm ak m üm kün. H er ne kadar ‘nefret söylem i’ ile ‘nefret suçu’ aynı anlam a gelm ese de ikisi arasında yakın bir ilişki ve paralellik var. AGİT kılavuzuna göre nefret söylemi, nefret suçunu oluşturan ilk unsuru -cezai bir eylemin varlığınıiçinde barındırm asa da her ikisine zem in hazırlayan m otivasyon aynıdır: önyargılar (H ate C rim e Law s a Practical Guide, 2009: 25). N efret söylem inin yaratacağı hoşgörüsüz ortam daha sonra şiddet eylem lerine dönüşüp nefret suçuna zem in sağlayabilecektir (Annaul R eport for 2007: 123). Bu nedenle bugün devletler, yükselm ekte olan bu eğilim le hukuksal ve kam usal politikalarla m ücadele etm ek durum unda. Bu, aynı zam anda, devletin hak ve özgürlükleri korum ada üstlendiği p o zitif yüküm lülüğün de bir gereği. D iğer yandan nefret söylem iyle m ücadelede izlenecek politikaların beraberinde kimi sorunları getirm esi de kaçınılm azdır. Bu söylem in engellenm esine dönük çabalar ifade - 164 - özgürlüğünün norm alanı üzerinde baskı yaratarak daralm aya yol açabilir. Bu nedenle nefret söylem inin ifade özgürlüğünden ayrıştırılm ası her zam an sorunlu bir alan olarak belirir. Çünkü devletler, bir yandan ayrım cılığı önlem ekle diğer yandan ise ifade özgürlüğünü korum akla yüküm lüler (B Ö Y LE, 2001: 487). -IIBugün BM, AGİT, Avrupa Birliği ve A vrupa Konseyi gibi uluslararası/ulusalüstü örgütler yukarıda sözü edilen sorun alanlarına ilgi duym akta ve devletler için bütünleyici politikalar geliştirm ektedirler. Nefret söylem inin ‘tanım lanm ası ve ifade özgürlüğünün norm alanından dışlanm ası’ ve bu söylem e tem el teşkil eden ‘önyargıların ortadan kaldırılm ası’, sorunun iki önem li ayağıdır. Özellikle AG İT ve A vrupa K onseyi’nin bu konulara ilişkin çalışm aları yol gösterici olarak ele alınabilir. Nefret söylem i konusunda gerek ulusal devletlerin gerekse uluslararası kuruluşların üzerinde uzlaştıkları ortak bir tanım dan söz etm ek zordur. Ancak yapılan tanım lam alar genel olarak; toplum da hoşgörüsüzlük yaratan düşünce açıklam alarının nefret söylem i içinde değerlendirilebileceği yönündedir (Fact Sheet on H ate Speech, 2008: 2). Avrupa Konseyi B akanlar K om itesi’nin 1997 yılında aldığı bir tavsiye kararında(https.7/w cd.coe.int/com .instranet.InstraServlet?com m and=com .instran et.C m dB lobG et& InstranetIm age=568168& SecM ode= 1& D ocId=582600& U sage =2) nefret söylem i; “ırkçı ııefreî, yabancı düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı (anti- semitizm) ve hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi” olarak tanım lanm ıştı. Kişiler çoğu zam an kendilerinin seçm ediği bir aidiyetten, varoluştan veya farklı olm aktan ötürü bu söylem in hedefi olurlar (W EBER, 2006: 98,113). Söylemin tem elinde farklılığa karşı taham m ülsüzlüğün yattığı söylenebilir. Bu nedenle nefret söylem inin hedefinde yer alan ‘grubun karakteristiğini’ belirlem ek önem kazanır. Avrupa Konseyi bünyesinde üye ülkelerde ırkçılık, ayrım cılık, Yahudi düşm anlığı ve hoşgörüsüzlükle bütünlük ve süreklilik arz eden bir yaklaşım la m ücadele etm ek am acıyla 1993 yılında kurulan Irkçılık ve H oşgörüsüzlüğe K arşı A vrupa Kom isyonu (ECRİ), K onsey üyesi devletlerin ırkçılık ve ayrım cılık uygulam alarını içeren 4 -5 yıllık dönem raporları yayınlayarak A vrupa’nın hoşgörüsüzlük haritasını ortaya koym aktadır. E C R I’nin bu raporları ve genel politika önerileri dikkate alındığında toplum da ‘incinm eye açık3‘ 3 (ECRİ General Policy Recommendation No: 1. 4 October 1996). - 165 - ( vulnerable ) ve ‘potansiyel m ağdur4* (potential victims ) olarak anılan kesim lerin bu tür söylem lerin hedefinde yer aldığı görülür. Her toplum tarihsel ve sosyolojik koşullan dolayısıyla farklılaşan grup karakteristiğine sahip olm akla beraber genel olarak etnik ve dinsel azınlıkların, Y ahudilerin, göçm en ve m ültecilerin, yabancı işçilerin, eşcinsellerin ve Ç ingenelerin/R om anların bu tür hoşgörüsüz söylem lerin hedefinde yer aldığını söylem ek m üm kündür. Gerek E C R I’nin 1999’dan gerekse A G İT D em okratik K urum lar ve İnsan Hakları B ürosu’nun (O D IH R ) 2 0 0 6 ’dan bu yana yayınladıkları ülke raporları 11 Eylül sonrası yaşanan gelişm elerin bu tür söylem leri arttırdığını ortaya koyuyor. Bu nedenle devletlerin kendi toplum larında var olan potansiyel m ağdurları belirlem eleri ve buna göre politikalar hazırlam aları önem lidir. E C R I’nin bugüne kadar geliştirdiği 12 adet genel politika önerisi5 devletlere ırkçılık, ayrım cılık ve hoşgörüsüzlükle m ücadele am acıyla alacakları tedbirler konusunda kılavuz olma özelliğine sahip. ECRİ önerileri tem elde ‘hukuk’ ve ‘kam u politikaları’ yoluyla alınacak önlem leri kapsar. Bu önerilerde öne çıkan noktalardan bazıları şunlardır(ECRI G eneral Policv Recom m endation No. 1. 4 October 1996): - ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve hoşgörüsüzlükle m ücadelenin iç hukukta norm lar hiyerarşisinde üst sıralarda yer alan bir hukuki m evzuat ile (örneğin anayasa veya tem el bir hukuk m etniyle) gerçekleştirilm esi, ilgili uluslararası hukuk belgelerinin imzalanm ası; - ırkçı veya yabancı düşm anlığı niteliği taşıyan suçların özel nitelikte/m üstakil suçlar olarak düzenlenm esi ve bu tür suçları işleyen failin am acının ayrıca dikkate alınması; - ırkçı nitelikte örgütlenm elerin azınlık toplulukları üzerinde yaratacağı tehdit göz önünde bulundurularak bu tür örgütlerle ilgili yasaklayıcı tedbirler alınması; - kam uoyunu ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve hoşgörüsüzlükle m ücadeleye ilişkin hukuki m evzuat hakkında bilinçlendirm ek; - kam u hizm etlerinin, toplum da hiçbir ayrım gözetilm eyerek herkese açık olm asını sağlamak; - yerel, bölgesel ve ülke düzeydeki ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve hoşgörüsüzlüğün niteliği, nedenleri ve ortaya çıkışları ile ilgili araştırm alar yapmak; 4 iECRI General Policv Recommendation No: 4. 6 March 1998). ECRİ tavsiye kararlarının tümü için (http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/activities/GeneralThemes en.asp). - 166- bkz. - okul ders program larının (örneğin tarih dersinin) kültürel çeşitliliğin olum lu yönlerini vurgulayacak şekilde düzenlenm esi, ırkçılık ve hoşgörüsüzlükle m ücadele konusunda eğitim personelinin ve öğrencilerin bilinçlendirilm esi (ECRİ G eneral Policy Recom m endation No. 10, 15 Decem ber 2006); - ulusal düzeyde ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve hoşgörüsüzlükle m ücadele am acıyla uzm anlık organlarının oluşturulm ası (ECRİ G eneral Policv R ecom m endation No. 2 . 13 June 1997); - II. Dünya Savaşı sırasında ırkçı ve ayrım cı politikalara m aruz kalmış olan Ç ingeneler/R om anlar’ın, A vrupa'nın kültürel çoğulculuğunun bir parçası olarak sosyal ve ekonom ik hayata katılm aları konusunda devletlerin etkin önlem ler alm ası (ECRİ G eneral Policv Recom m endation No. 3 . 6 M arch 1998.)6; - dinsel kaynaklı her türlü aşırılıkla m ücadeleyi göz önünde tutarak A vrupa’da M üslüm an azınlığın ayrım cılığa uğram am ası için gerekli tedbirlerin alınm ası, bu bakım dan eğitim politikalarının toplum un kültürel çoğulculuğu dikkate alınarak düzenlenm esi, iş hayatında ve sosyal hayatta M üslüman azınlığa dönük ayrım cılığın önlenm esi (ECRİ General Policy Recom m endation No. 5, 27 April 2000); 11 Eylül sonrası ortaya çıkan terörle m ücadele politikalarının göçm enler, yabancılar ve azınlıklar üzerinde yarattığı olum suz etkilerin giderilm esi (ECRİ General Policy R ecom m endation No. 8, 17 M arch 2004); - Y ahudilere dönük soykırım inkârı yoluyla gerçekleşen antisem itist söylem lerin yasaklanm ası, eğitim program larında bu konuda bilinçlendirici yöntem ler kullanılm ası, m edyanın bu tür söylem lerin engellenm esi konusunda yönlendirilm esi, konuyla ilgili araştırm a projelerinin desteklenm esi (ECRİ General Policy Recom m cndation No. 9, 25 June 2004); 6 İHAM da Rom an/Çingeneler'e dönük ırkçı nefretin engellenmesi konusunda devletlere yükümlülükler getirmektedir. Örneğin Nachova ve Diğerleri v. Bulgaristan (6 Haziran 2005) davasında Roman kökenli iki asker kaçağı, güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyonda öldürülmüşlerdi. Operasyon esnasında güvenlik görevlilerinden birinin “Kahrolası Çingeneler!”/‘ToM damn GypsiesV diye bağırdığı ileri sürülmüştü. Mahkeme yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdiği bu davada bu hakkın korunmasında ayrımcılık yapılmaması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme devletlere bu tür olayların meydana gelmesinde ırkçı motivasyonun etken olup olmadığını ciddi şekilde soruşturma ödevi yüklemiştir (bkz. par. 35 ve 160). - 167 - ırkçı, antisem itist ve yabancı düşm anlığı içeren propagandaların internet yoluyla yayılm asının engellenm esi için devletlerarası işbirliğinin yapılm ası (ECRİ General Policy R ecom m endation No. 6, 15 D ecem ber 2000) Gerek ECRİ gerekse AGİT çalışm alarında vurgulanan önem li sorunlardan birisi de devletlerin ırkçılık, yabancı düşm anlığı ve hoşgörüsüzlükle ilgili m eydana gelen olaylar hakkında veri çalışm aları yapm am aları veya bu verileri eksik tutm alarıdır (Annual Report For 2007: 47). Bu konuyla ilgili kapsamlı araştırm aların yapılm ası bu tür suçlarla m ücadelede alınacak önlem ler için anlamlı bir yol haritası ortaya çıkarabilir. E C R I’nin 4 no.lu tavsiye kararı (ECRİ General Policy R ecom m endation No. 4, 6 M arch 1998) ülkelere, potansiyel m ağdurların ırkçılık ve ayrım cılık konusunda algı ve deneyim lerine ilişkin anketler yapılm asını önerir. Bu tür anketler nefret söylemi ve nefret suçu m ağdurlarının yaşadıkları toplum u nasıl algıladıklarına ilişkin önem li ipuçları verebilir. Tavsiye kararı potansiyel m ağdurların kim ler olduğuna dair bir sıralam a yapm azken, belirlem eyi devletlere bırakır. A ncak bu araştırm alarda risk kapsam ında görülebilecek gruplar genel olarak, azınlıklar ve göçm enler gibi hassas topluluklardır. -IIINefret söylem ini engellem eye dönük yukarıda sözü edilen hukuksal ve kam usal politikalar toplum un çoğulcu yapısının korunm ası ve önyargıların ortadan kaldırılm ası bakım ından önem li bir işleve sahip olm akla beraber diğer yandan bu politikalar, ifade özgürlüğünün norm alanını baskı altına alabilir. Bu nedenle, ‘eleştirel, saldırgan olm ayan’ düşünce açıklam alarının korunm ası ile ‘şiddet çağrısı içeren’, ‘hoşgörüsüzlük yaratan’ düşünce açıklam alarının yasaklanm ası arasında zor bir sınam a yapm ak gerekir. Ayrım cılığın önlenm esi ve ifade özgürlüğünün korunm ası noktasında bir denge bulm a çabası bugün insan hakları hukukunun önemli sorunlarından birisidir. N efret söylem i, ifade özgürlüğünün norm alanından nasıl ayrıştırılır? B ireyler bu tür hoşgörüsüz söylem leri dile getirirken çoğu zam an yerleşik toplumsal önyargılardan, tarihsel olaylardan, siyasal kışkırtm alardan beslenir ve m otive edilirler. Bu nedenle verili toplum sal koşullar altında ileri sürülen görüşlerin nefret söylemi özelliği taşıyıp taşım adığını test etm ek zor olabilir. Hatta bu türden konuşm alar çoğu zam an ilk bakışta önem siz ve hatta rasyonel de gelebilir (Fact Sheet on H ate Speech: 2). İnsan H aklan A vrupa M ahkemesi (İHAM ), ifade özgürlüğü ve sınırlarına ilişkin bugüne kadar geliştirdiği içtihatta bu sorunu farklı örneklerde sınam a olanağı bulm uştu. M ahkem e’nin bu alana ilişkin değerlendirm eleri sorunun yanıtını bulm ak açısından önem lidir. İHAM - 168- kararlarında nefret söylem i, bugüne değin açık bir şekilde tanım lanm ış olm am akla beraber; “hoşgörüsüzlük kaynaklı (dinsel hoşgörüsüzlük de dâhil) nefret yayan, bunu teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren” (G ündüz v. Türkiye, 14.06.2004: par. 40; Erbakan v. Türkiye, 06.07 2006, par. 56. İHAM kararları için bkz. http://echr.coe.int/echr/en/hudoc~) ifade biçim leri için bu kavram ın kullanıldığını görüyoruz. M ahkem e’nin içtihadı dikkate alındığında nefret söylem ine ilişkin yaklaşım ın iki tem el eksene oturtulduğu görülür. Birinci eksende, Sözleşm e’nin 10. m adde (ifade özgürlüğü) korum asından çıkarılıp doğrudan 17. m adde (hakların kötüye kullanılm ası) çerçevesinde incelenen düşünce açıklam aları yer alır. Burada m ahkûm edilen ifadenin ‘etkisi’ değil çoğu zam an ‘kendisidir’. İkinci eksende, Sözleşm e’nin 10. m adde kapsam ında değerlendirildiği halde, etkisi bakım ından dem okratik bir toplum için ‘açık ve yakın tehlike’7 içeren düşünce açıklam aları yer alır. D olayısıyla M ahkem e’nin ‘dışlam a’ ve ‘etki testi’ olm ak üzere iki tür teknikten yararlandığını söyleyebiliriz. Birinci eksende; faşizm ve ırkçılık içeren, nasyonal sosyalizm savunusu yapan, Yahudi düşm anlığı ve soykırım inkârına dayalı düşünce açıklam aları yer alır (M CG O N A G LE, 2005). Bu tür düşünce açıklam aları Sözleşm e’nin dayandığı değerleri yok etm eyi am açladığından (TU LK EN S, 2006: 55) dem okratik bir toplum da yaratacakları etki test edilm eksizin kategorik olarak Sözleşm e korum ası dışında bırakılırlar. Michael Kühnen v. Federal Almanya (12.05.1998) davası M ahkem e’nin konuya ilişkin yaklaşım ını ortaya koyması bakım ından önemli bir yere sahiptir. Başvurucunun A lm an N asyonal Sosyalist P artisi’ni (N SD A P) yeniden etkin hale getirm ek am acıyla hazırladığı broşürlerden birinde şu ifadeler yer almıştı: “ Bizi neo-nazi olarak adlandırıyorlar! O zam an biz de kodam anlara, bolşeviklere, siyonistlere, dolandırıcılara, dalavericilere, parazitlere karşıyız! K apitalizm e, kom ünizm e, siyonizm e, yabancı işçilerle yabancılaşm aya, çevrenin tahribatına karşıyız! Bizler A lm anya’nın birliğinden, sosyal adaletten, ırksal övünçten, insanların birliğinden, yoldaşlıktan yanayız!” 1919 yılında Amerika’da ilk defa yargıç Holmes’ün dile getirdiği “açık ve yakın tehlike ölçütü” bir ifadenin şiddete yönelten açık ve yakın bir risk içermemesi durumunda sınırlanmaması gerektiğini ileri sürer. Bu ilke halen Amerikan Yüksek Mahkemesi içtihadında etkinliğini korumaktadır (Ayrıntı için bkz. ROSENFELD, 2003: 1534-1535; BR1NK, 2001: 122). - 169- İnsan H aklan A vrupa Kom isyonu (İH A K ) bu ifadeleri, Sözleşm e korum ası dışında tutm uş ve başvuruyu kabul edilem ez bulm uştur. M ahkeme, ırkçı mesaj içeren ifadeye karşı geliştirdiği yasaklayıcı içtihadını yakın tarihli N onvood v. Birleşik Krallık (16.11.2004) davasında da sürdürm üştür. Ayrıca bu dava, M ahkem e’nin A vrupa’da M üslüm anlara dönük ırkçılık konusunu 17. m adde kapsam ında değerlendirdiği ilk karar olma özelliğine de sahip (TU LK EN S; 2006: 55). Başvurucu aşırı sağcı Britanya U lusal P artisi’nin (British National Party -B N P ) bölgesel düzeyde tem silcisi olup, K asım 2001 ve O cak 2002 tarihlerinde bir binaya astığı afişte şu sözler yer alıyordu: “ İslam, B ritanya’dan dışarı - B ritanyalılar’ı K oruyun” (İslam out o f Britain - Protect the British People). Bu ifadeler, İHAM tarafından B ritanya’da yaşayan M üslüm anlara dönük ırkçı ve hoşgörüsüz bir açıklam a olarak nitelenm iş ve başvuru kabul edilem ez bulunm uştur. M ahkeme, II. Dünya Savaşı sonrasında, Yahudilere dönük gerçekleşen soykırım ın inkârını da ifade özgürlüğü kapsam ında değerlendirm ez. Bu yaklaşım ının iki tem el gerekçeye dayandığı söylenebilir. İlk olarak Yahudi soykırım ının varlığı hukuksal olarak kanıtlanm ıştır. D olayısıyla buna dönük inkârın, bir olgudan değil, önyargılı bir değerden beslendiği düşünülebilir. İkinci olarak soykırım , Avrupa tarihinde acı bir hafıza olarak yerini alm ış bu nedenle de toplum un ve özellikle gençlerin bu tür yıkıcı söylem lerin etkisinden uzak tutulm ası gerektiği düşünülm üştür (M C G O N A G LE: 20). Garaudy v. Fransa (07.07.2003) davasına konu olayda, Fransız düşünür Roger G araudy 1995 yılında yayınladığı “İsrail Politikasının K urucu M itleri” (Les Mythes Fondateurs De La Politique israélienne) adlı kitabında Yahudi soykırım ını, “ İsrail devletinin saldırgan politikalarının m eşrulaştınlm ası için uydurulm uş bir yalan” olarak tanım lam ış ve hakkında açılan davalardan çeşitli cezalar almış ve İH A M ’a başvurm uştu. İHAM bu davada, soykırım inkârının 10. m adde korum asından yararlanam ayacağını belirterek başvuruyu reddetm iştir. Her ne kadar M ahkeme, tarihsel olayların aydınlatılm asını kendi yetkisi içinde görm ese de Yahudi soykırım ı gibi tarihsel gerçekliği şüphe bırakm ayacak şekilde kanıtlanm ış bir olayda durum un değiştiğini düşünm ekte ve soykırım inkârına dayalı düşünce açıklam alarının önyargılı bir m otivasyondan beslendiğini göz önüne alm aktadır (Lehideux ve Isorni v. Fransa, 23.09.1998: par. 47). İkinci eksende; Sözleşm e’nin 10. m adde kapsam ında değerlendirildiği halde dem okratik bir toplum da yarattığı etki bakım ından ifade özgürlüğünden yararlandırılm ayan hoşgörüsüz açıklam alar yer alır. M ahkeme bu türden düşünce açıklam alarını zam an içinde geliştirdiği ölçütler aracılığıyla sorgular. Buna göre bir düşünceyi ifade eden kişinin ‘kim liği’, ‘ifadenin içeriği’, ‘am acı’, - 170- ‘ifadenin kim e dönük olduğu ve hed ef kitlesi’, ‘ifadenin dile getirildiği ortam ve toplum sal koşullar’, kısacası ifadenin ‘bağlam ı’, yapılacak testte önem kazanır (TU LK EN S; 2006:55; W EBER, 2006: 100). Kom isyon aşam asını geçerek M ahkem e önüne gelm iş olan Jersild v. Danimarka (23.09.1994) ile Giindiiz v. Türkiye (14.06.2004) ve Necmettin Erbakan v. Türkiye (06.07.2006) davaları bu testlerin ne şekilde yapıldığını gösterm esi bakım ından önem e sahiptirler. Jersild v. Danimarka davasına konu olayda, gazeteci Jens O laf Jersild K openhag’da yaşayan ve kendilerine ‘Yeşil C eketliler’ adını veren bir grubu röportaj için bir televizyon program ına davet etm iş ve grup üyeleri D anim arka’da yaşayan göçm enler ve etnik gruplar hakkında, “ ...b ir gorilin fotoğrafını alın ve bir zenciyle karşılaştırın, aynı beden yap ısı... zenciler insan değiller, hayvanlar... bu durum Türkler, Y ugoslavlar ve diğer bütün yabancı işçiler için de geçerlidir...” (Jersild v. Danim arka, 23.09.1994: par. 12) gibi küfürlü ve aşağılayıcı sözler s a rf etm işlerdi. Bunun üzerine ulusal m ahkem eler, Jersild’i bu kişileri, ırkçı beyanlarda bulunacaklarını önceden bildiği halde program a çağırarak bu yönde beyanlara teşvik ettiği gerekçesiyle para cezasına çarptırm ıştı. İHAM başvuruya konu olm am akla beraber, Yeşil C eketliler’in s a rf ettiği ırkçı görüşlerin Sözleşm e korum asından kesinlikle yararlanam ayacağının altını çizm iş ve konuyu basın-yaym organlarının sorum luluğu çerçevesinde tartışm ıştır. M ahkem e Jersild’in kendini bu kişilerden tam am en soyutlayarak program ı sürdürdüğünü belirterek (par.34) program a bir bütün olarak bakıldığında, program ın halkı yakından ilgilendiren bir konuda (ırkçılık ve yabancı düşm anlığı) dikkat çekm ek am acıyla hazırlandığını belirtm iştir. D olayısıyla M ahkem e, Jersild ’in am acını, program sırasında izlediği tutum u ve program ın hazırlanm a gerekçesini dikkate alarak verilen cezayı orantılı bulm am ıştır (par.34). M ahkem e’nin 2004 yılında sonuçlandırdığı Gündüz v. Türkiye davasına konu olan olayda, 12 Tem m uz 1995’te bir televizyon program ına katılan Aczm endi Tarikatı lideri M üslüm G ündüz şu görüşleri dile getirmişti: “ ... kendisine dem okrat, laik diyen bir kim senin dini yoktur... T ürkiye’de dem okrasi despot, Allahsız ve dinsizdir... laik sistem iki yüzlü ve m ünafıktır... bazı kim selere bir şekilde diğerlerine başka şekilde davranm aktadır... Diktatörlük kanunlarına göre bunların suç olduğunu bilerek söylüyorum ... N eden konuşm ayacakm ışım ? Ö lüm den öte yol mu var? ... B ir kim se Türkiye -171 - C um huriyeti’nin yetkili kıldığı belediye m em urunun kıydığı nikâhla evlendikten sonra gerdeğe girerse, bu birleşm eden doğan çocuk piçtir.” (Gündüz v. Türkiye: par. 11) Program da yer alan bir başka katılım cının bu konuşm a üzerine, bu kişilerin dem okrasiyi yıkıp yerine şeriata dayalı bir rejim getirm ek am acında olduğunu söylediğinde ise Gündüz, “tabi o da olacak, o da olacak” (par. 15) demiş; yargılam ası esnasında ise “ şeriat rejim inin baskıyla, güçle veya silahla değil fakat insanları ikna ederek gerçekleşeceğini” belirtm iştir. Gündüz, bu konuşm aları nedeniyle halkı din tem elinde kin, nefret ve düşm anlığa tahrik etm ekten ötürü ceza alm ıştır. İHAM bu davada, “kişileri ve grupları aşağılayan, kin ve nefret içeren görüşlerin Sözleşm e korum asından yararlanam ayacağını” (par.41) vurgulayarak ifadenin kendisini hoşgörüsüz bir söylem olarak değerlendirm ektedir. G ündüz’ün şeriat rejimi kurm a noktasındaki am acı da sorgulanm ış ve şeriat projesinin Sözleşm e değerleriyle bağdaşm az bulunduğu vurgulanm ıştır (par.51) A ncak M ahkem e, G ündüz’ün görüşlerinin toplum ca zaten bilindiğini ve bunları aktarm ası için program a çağrıldığını, program a başka katılım cıların da çağrılarak bir denge gözetildiğini (par.53), bazı ifadelerin hakaret içerm esine rağm en program ın canlı yayınlanm asından dolayı G ündüz’ün bunları düzeltm e im kânına sahip olm adığım söyleyerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini tespit etm iştir, (par.49) Necmettin Erbakan v. Türkiye davasına konu olay ise, N ecm ettin E rbakan’ın Refah Partisi Genel Başkanı sıfatıyla 25 Şubat 1994 tarihinde yerel seçim kam panyası sırasında B ingöl’de halka açık düzenlenen bir toplantı sırasında yaptığı şu açıklam alara ilişkindir: A rtık bu ülkede 12 tane parti yok, 2 tane parti var: hak ve batıl, hakkı temsil eden B ingöllü kardeşim in im anını tem sil eder. Onun kendi partisi, bu partinin adı Refah Partisidir. Peki, öbür parti hangisi? Diğerleri, diğerleri ne dem ek diğerleri? R efah P artisi’nin dışındakilerin hepsi batıldır, hepsi bir tek parti sayılu. Çünkü bunlar gâvur aşığı. B unlar bağım sız değil B atıya bağlı, geliyorlar iş başına, talimatı oradan alıyor, bizim halkım ızı eziyor. B unların hepsi faizci, hepsi söm ürücü, hepsi ezici ve de üstelik biz İslam âlem ini bırakacağız, H ıristiyanlarla beraber olacağız. K anunlarım ızı gâvurlar yapacak, bizleri onlar idare edecek . .. ” (Erbakan v. Türkiye: par.59) Bu konuşm aları nedeniyle Erbakan hakkında konuşm anın yapıldığı tarihten 4 yıl 5 ay sonra (par.69-70) soruşturm a başlatılm ış; Erbakan, T.C.K. 312. m addesi gereğince ‘halkı dine, etnik kökene ve bölge ayrım ına dayalı kin ve düşm anlığa tahrik etm ekle’ suçlanarak para cezası, kimi siyasi haklardan - 172- yoksunluk ve 1 yıl hapis cezası alm ış ancak cezası ertelenm iştir. E rbakan’ın ifade özgürlüğüne m üdahale edildiği gerekçesiyle İH A M ’a yaptığı başvuruda T ürk hüküm eti, konuşm anın bağlam ına değinm iş, konuşm anın dinsel terör uygulayan H izbullah örgütünün etkin olduğu bir yerde-B ingöl’de yapıldığını ve S ivas’ta bir otelin yakılarak 33 kişinin öldürülm esi olayından 6 ay sonra gerçekleştiğini belirtm iştir, (par. 10) M ahkem e yaptığı değerlendirm ede; tanınm ış bir siyasetçi tarafından halka açık bir toplantıda dile getirilen bu görüşlerin dini değerler çerçevesinde şekillenm iş bir toplum sal bakış açısını gösterdiğini, farklı grupların karşı karşıya getirilm esinin çoğulculuğu zedeleyeceğini, toplum un inananlar ve inanm ayanlar gibi basit bir bölünm eye indirgenm esinin dine dayalı politik bir çizgi oluşturduğunu (par.62) belirterek söylem i hoşgörüsüz olarak değerlendirm iş; konuşm anın yapıldığı tarih ve yerdeki -hüküm etin de ileri sürdüğü- toplumsal koşulları dikkate aldığını ve siyasetçilerin halka yönelik konuşm alarında hoşgörüsüzlüğü beslem ekten kaçınm aları gerektiğini vurgulam ıştır. Ancak M ahkem e’nin kararında; soruşturm aya konu olan kanıtların şüphe uyandırm ası, verilen cezanın orantısızlığı, soruşturm anın 4 yıl 5 ay gibi uzun bir aradan sonra yapılm ış olm ası göz önüne alındığında bu düşüncelerin açık ve yakın bir tehlike olarak görülem eyeceği (par.68) ileri sürülerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılır. Y ukarıda özetlenen davalar ifade özgürlüğünün nefret söylem inden ayrıştırılm asına dönük ölçütlerin ne şekilde kullanıldığını gösterm ekle beraber m edyanın ve siyasetçilerin ifade özgürlüğünü kullanırken yüklendiği sorum lulukları belirlem esi açısından da önem lidir. G erek ECRİ raporlarında gerekse A GİT raporlarında, nefret söylem inin yaratılm ası, yayılm ası ve toplum sal dilde inşa edilm esi bakım ından siyasetçilerin ve basın-yayın organlarının önemli sorum luluklara sahip olduğu açıktır. Benzer şekilde İHAM da m edya ve siyasetçilerin kullandığı dilin yaratacağı etkiyi ayrıca değerlendirm e konusu yapm ıştır. M ahkem e’nin yerleşik içtihadında siyasetçilerin ve m edyanın ifade özgürlüğü alanı geniş tutulm uş ve politik ifade ile basın özgürlüğüne nitelikli bir korum a sağlanm ıştır. Bu, her iki grubun toplumda üstlendikleri işlevin bir gereği olarak tem ellendirilm iştir (bkz. Incal v. Türkiye, 09.06.1998: par. 46; Castells v. İspanya, 23.04.1992: par. 46; Lingens v. A vusturya, 08.07.1986: par. 41). Diğer yandan siyasetçilerin ve basın yayın organlarının kullandıkları hoşgörüsüz dil de toplum üzerinde aynı değerde bir etki bırakacaktır. Bu nedenle M ahkem e, bu iki grubun kullanacağı dili özenle seçmesi gerektiğini belirtm ektedir. Gündüz v. Türkiye davasında M ahkem e bu sorunu değerlendirm e konusu yapm ış ve Refah Partisi ile ilgili aldığı kararla bu davayı karşılaştırm ıştır. Gerek G ündüz’ün gerekse Refah P artisi’nin politik - 173- projesi aynı olm akla beraber; M ahkem e, iktidarda olan bir siyasal partinin şeriat rejim ini savunm asıyla sıradan bir kişinin savunm asının aynı etkide olm ayacağını söylem iştir (par.51). Basın yayın organlarının ırkçı ve hoşgörüsüz nefret söylem lerini toplum a aktarm a konusunda sorum luluğunun ne olduğuna gelince; M ahkeme nefret propagandası içerm eyen ve toplum sal bir konuda farkındalık ve duyarlılık yaratm ayı am açlayan bilgilendirm eleri ifade özgürlüğü korum asından yararlandırm aktadır. Bu çerçevede yapılan haber ve program larda; habercinin amacı, tutum u, katılım cılarla kurduğu özdeşlik, tartışılan konuların niteliği, görüşlerin dengelenm esi gibi ölçütler M ahkem e’nin değerlendirm elerinde ön plana çıkm aktadır. -IVOtorite, iktidar, özgürlük, totalitarizm ve antisem itizm üzerine çalışm alarıyla bilinen ünlü siyaset bilim ci H annah Arendt, 1958 yılında yayınladığı, ‘İnsanlık Durum u ’ (Human Condition ) adlı eserinde ‘çoğulluğu’, insanın tem el yaşam durum u (A R EN D T, 2003: 36); ‘kam usal alanı’ ise insanın çoğulluk içinde farklılığını ortaya koyabileceği b ir özgürlük alanı olarak nitelem işti (A R EN D T, 2003: 2006). A rendt’e göre şiddet eğilimli ideolojiler, insanlığın tem el durum u olan çoğulluğu ortadan kaldırarak insanı ve kam usal alanı tek tipleşm eye yöneltir ve bireyin kendi özgün varlığını anlayabilm e çabasını yok eder. N efret söylem inin hedefine konulan şey de çoğu zam an bireyin ‘kendisi’ değil sahip olduğu ‘kim lik veya aidiyetidir’. D olayısıyla farklı olana karşı duyulan ''önyargılı nefret ’ esasen bireyin varoluşunu hed ef alır. N efret söylem ini bu türde bir okum ayla ele alm ak, bununla m ücadelenin gerekçeleri bakım ından önem li bir perspektif sunuyor. YARARLANILAN KAYNAKLAR Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlan: Erbakan v. Türkiye, 6 Tem m uz 2006 (http://eclir.coe.int/echr/en/hudoe) - 174- N orw ood v. (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc) Birleşik Krallık, 16.11.2004 G ündüz v. Türkiye, 14.06.2004, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc G araudy v. Fransa, 07.07.2003, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc Lehideux ve Isorni http://echr.coe.int/echr/en/hudoc M ichael K ühnen v. (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc) v. Federal Fransa, A lm anya, 23.09.1998, 12.05.1998 Jersild v. D anim arka, 23.09.1994, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc Incal v. Türkiye, 09.06.1998 (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc) Lingens v. Avusturya, 08.07.1986 (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc) Castclls v. İspanya, 23 04.1992 (http://eclir.coe.int/echr/en/hudoc) Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararları: A vrupa Konseyi B akanlar Komitesi Tavsiye Kararı, 30 O ctober 1997, (https://w cd.coe.int/com .instranet.InstraServlet7com m and-com .instranet.C m dB l obG et& InstranetIm age=568168& SecM ode=l & D ocId=582600& U sage=2). ECRİ Tavsiye Kararları: ECRİ tavsiye kararlarının tüm ü için bkz. (http://w w w .coe.int/t/dghl/m onitoring/ecri/activities/G eneralThem es en.asp). “ C om bating Racism , X enophobia, A ntisem itism And Intolerance”, ECRJ General Policy Recommendation No. / , 4 October 1996. - 175- “Com bating Racism and Racial D iscrim ination in and T hrough School Education”, ECRI General Policy Recommendation No. 10, 15 D ecem ber 2006. “The Fight against A ntisem itism ”, ECRI Genera! Policy Recommendation No. 9, 25 June 2004. “ Com bating Racism while Fighting Terrorism ”, ECRI General Policy Recommendation No. 8 , 17 M arch 2004. “C om bating the D issem ination o f Racist, X enophobic and A ntisem itic M aterial Via T he Internet”, ECRI General Policy Recommendation No. 6, 15 D ecem ber 2000. “C om bating Intolerance and Discrim ination against M uslim s”, ECRI General Policy Recommendation No. 5, 27 April 2000. “ National Surveys on The Experience and Perception o f D iscrim ination and Racism From T he Point o f View o f Potential V ictim s”, ECRI General Policy Recommendation No. 4, 6 M arch 1998. “ C om bating Racism and Intolerance against R om a/G ypsies”, ECRI General Policy Recommendation No. 3, 6 M arch 1998. “ Specialised Bodies to C om bat Racism, Xenophobia, Antisem itism And Intolerance at National Level”, ECRI General Policy Recommendation No. 2, 13 June 1997. “C om bating Racism, Xenophobia, A ntisem itism And Intolerance”, ECRI General Policy Recommendation No. / , 4 O ctober 1996. Diger Kaynaklar: A GIT Raporu-/l/?»//a/ Report For 2007 (O ctober 2008), “ Hate Crim es in The O sce Region Incidents And Responses”, ('httr>;//w w w .osce.orsi/publications/odihr/2008/10/33850 1196 en.pdf) - 176 - Hannah A R EN D T (2003), İnsanlık Durumu (Çev: B. Sina Şener, İstanbul: İletişim), David O. BRINK (2001), “ M illian Principles, Freedom o f Expression and H ate Speech” (Legal Theory 7). Boyle BOYLE (2001) “ Hate Speech-The United States Versus the Rest o f the W orld?” ( Maine Law Review, 53/2: 487) Fact Sheet on Hate Speech-Council o f Europe (2008 Novem ber), (w w w .coe.int/t/D C /Files/Source/FS_hate_en.doc- s.2). Tarlach M CG O N A G LEG (?), “W resting (Racial) Equality from Tolerance of H ate Speech”, (Dublin University Law Journal 21, http://w w w .ivir.nl/staff/m cgonagle.htm l-) Tarlach M C G O N A G LEG (2005), “ Council o f Europe Approaches and Legal D evelopm ents under the European C onvention on Hum an Rights C om bating Racially M otivated Crim e and Hate Crim es Through Legislation” ([Irish] National Consultative Committee on Racism and Interculturalism, Dublin Castle, 8 June) (http://w w w .ivir.nl/staff/m cgonagle.htm n. O SC E/O D IH R (2009), Hate Crime Laws a Practical Guide, (http://w ww .osce.org/item /36671 .htmO. Michel R O SEN FELD (2003), “ Hate Specch in C onstitutional Jurisprudence: A C om parative A nalysis” (Cardozo Law Review April) A nne W EBER (2006), “The C ase-Law o f The European Court o f Human Rights on A rticle 10 ECHR Relevant for C om bating Racism and Intolerance” (Expert Seminar: Combating Racism while Respecting Freedom o f Expression, Organised by ECRI, Strasbourg, 16 17 N ovem ber: 98 ve 113) (http://w w w .eoe. int/t/dghl/m onitoring/ccri/activities/Thcm es/frccdom expression E N .asp) - 177- - 178- KUŞAKLARARASI ADALET Prof. Dr. A.Ülkü AZRAK I Bıı yazının başlığı “Geleceğe Dönük Adalet" ya da batı literatüründe zam an zam an kullanıldığı gibi “Gelecek Kuşaklara Yönelik Adalet” (In Fairnis to Futur Generations) de olabilirdi. Fakat bu çalışm a için seçtiğim “Kuşaklararası Adalet” (Intergenerational Equity) biçim indeki başlık, bana daha kapsamlı bir konuyu ifade eder gibi göründü. Çünkü bu adalet kavramı sadece gelecek kuşaklarla değil, fakat bugünün farklı kuşaklarıyla da ilgilidir. Ö nce “adalet” kavram ı üzerinde biraz durm ak istiyorum. Düşünce tarihinin ilk dönem lerinde adalet kavram ı bugünkünden daha yalın bir biçim de ele alınm aktaydı. Aristoteles “ Politika ” adlı eserinde adaletten söz ederken şunları söylem ekteydi : “ Adalet devletten kaynaklanmaktadır. Çünkü adaletin ne olduğunu hükme bağlayan hukuk, devletin düzenidir “ (RU SSEL, 2007: 207). Aksi görüşü savunan Romalı hukukçu Domitius Ulpianus ise, adaletin hukuktan önce varolduğunu ve hukuku yarattığını, ünlü Digesta’sının I. kitabında şöyle ifade etmişti : “Hukuk adaletten gelir. Adalet hukukun anasıdır ” (STAM M LER, 1928: 2, Ulpian: libro prim o institutionum , D.1,1; R AINER & FILIP, 1998: 1 ). K A N T ’ın ahlâk felsefesinde adaletli davranışın insanın kendine yapılm asını istem ediği şeyi başkasına da yapm am ası gerektiği söylem ini içerir. Bu söylem den insanın kendisinden sonraki kuşaklara karşı da sorum luluk taşıdığı düşüncesine varılabilir. Şu da var ki, “ adalet” in bir hukuk kavram ı olarak içeriğinin belirlenm esinde ciddi bir güçlük vardır. Bu yüzden kimi hukukçular içeriği tartışm alı olan adalet kavram ının p o zitif bir tem ele dayanm adığını ve dolayısıyla “hukuk devleti”nin tanım ında da bu kavram dan yararlanılm asının yanlış olduğu - 179 - düşüncesindedirler1. Uygulam aya gelince; hem Türk A nayasa M ahkemesi (K .2007/97)2, hem Alm an Federal Anayasa M ahkemesi (2 BvR 1724/09), adalet kavram ını hukuk devletinin tem el unsurları arasında sa y m ıştır3. Adalet kavram ının çeşitli açılardan ele alınarak incelenm esi, onun H ukuk Devletinin tem el öğelerinden biri olup olm adığı sorununun çözüm üne yardım cı olacağından, bu konunun incelenmesi gerekm ektedir. G erçekten her şeyden önce adaletin A ristoteles’in ortaya koyduğu gibi, “dağıtıcı adalet” (ıdüzeltici adalet= iustitia distributiva) ve “dengeleyici adalet” (delikleştirici adalet = iustia commutativa) diye ayrılm ası (A R İSTO TELES, N ikom ak’ın Etiği , 1130 b 30 -1131 a 9 akt. R Ü TH ER S,1999: 203) bu konudaki klasik bir yaklaşım olarak benim senm iş olup günüm üzde de varlığını sürdürm ektedir (GÜRİZ, 1990: 11 vd). Devlet, yargı alanında “ dengeleyici a dalen gerçekleştirm esine karşılık, idari faaliyetler ve özellikle sosyal kamu hizmetleri alanında “ dağıtıcı adaleti” gerçekleştirir. Şunun da işaretlenm esi gerekir ki, 1982 A nayasası’nın 65. maddesi ‘'''dağıtıcı adalet" m devlet eliyle gerçekleştirilm esine, bütçenin im kân verdiği ekonom ik ve mali güç ile ilişkili olarak, sınır getirm iştir 4. Çağdaş dünyada bunlara bir de “ sosyal adalet” (iustitia socialis) eklenm iştir. 1961 A nayasası’nın “Tem el H akların N iteliği ve K orunm ası” başlığını taşıyan 10. m addesinin 2. fıkrasında “ Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru . sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşm ayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır” denm iştir. Bu çağdaş ve ilerici hüküm ne yazık ki 1982 1 Pozitivist görüşe yakın hukukçuların yaklaşımı budur. Bunun bir örneğine şu eserde rastlanabilir : GÖZLER, 2000:152). GÖZLER, Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarının da yanlış olduğunu ileri sürmektedir. Batılı pozitivist hukukçular , ezcümle AvusturyalI KELSEN ve Alman hukuk felsefecilerinden RADBRUCH da adalet kavramının içeriğinin belirsizliği nedeniyle pozitif hukuku bu kavrama dayandırma olanağının bulunmadığını ileri sürmekteydiler. 2 Kararda şöyle deniyor : “...yasaların...âdil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir” . Belli cezalara karşı kanun yolu yargılamasının kabul edilmemesini öngören bir yasa hükmü karşısında , yüksek mahkeme iptal kararında aynen yukarıdaki ifadeye yer vermiştir. Bkz. K.2009/114. 3 Alman Federal Anayasa Mahkemesi : Anayasa Şikayeti yoluyla yapılan bir başvuruyla ilgili olarak verdiği kararda, ağır hastalığa müptela olan bir kişinin yargılanmasının adaletli olup olmayacağı ve hukuk devleti ilkelerine uyup uymayacağı sorununu ele alarak incelemesini bu yönde yapm ıştır. 4 Batının bilim dünyasında, dağıtıcı adaletin benzer nedenlerle sınırlanmasını “toplum y ararı” (bonum comımınae) ile açıklayanlar da vardır. Örnek olarak bkz. (GEIGER, 1959: 784). - 1 80- A nayasası’na alınm am ıştır. Sosyal devlet ilkesine dayanan planlı ekonom ilerde, liberal ekonom ilerdeki konsensüse (uzlaşm aya) dayalı “dengeleyici adalet '’’in yerini , “dağıtıcı adalet" alır. Dağıtıcı adalet kavram ıyla ilintili olan en önemli ilke “eşitlik ilkesi”dir. B irbirinin aynı olan olaylara aynı hukuki hüküm lerin uygulanm ası ve aynı durum da olanlara da eşit m uam ele yapılm ası adalet ilkesinin gereğidir. Ancak, m utlak eşitlik ile göreli eşitlik arasında ayrım yapılm ası gerekir. İnsan onuruna saygı, temel haklara ilişkin güvence, seçim hakkı, yargıya başvurm a hakkı gibi konularda m utlak eşitlik ilkesi gcçerlidir. Buna karşılık sosyal yardım , özendirici önlem ler, dolaysız vergiler ve idari yaptırım lar gibi konularda da göreli eşitlik söz konusudur. Ç ağdaş toplum larda farklı işlevlerin adaletli dağıtılm ası ihtiyacı, başka bir eşitlik ilkesinin ortaya atılm asına yol açm ıştır ki, o da “şans ve fırsat eşitliği”dir. Bunun en tipik örneği, kendini geliştirm e şansının tüm halk kesim lerine bahşedilm esidir ki, güç olan da buna olanak sağlayacak bir toplum düzeninin tüm koşullarıyla gerçekleştirilm esidir. Bu konu, çalışm anın başlığını oluşturan “geleceğe dönük adalet” kavram ıyla ilişkilidir. Çünkü şans ve fırsat eşitliğinin sağlanm adığı bir toplumda “geleceğe dönük adalet” kavram ve ilkesinin geçerlik kazanm ası m üm kün değildir. II 1. Son yıllarda adalet ilkesi kapsam ında çok ilgi çekici bir perspektif ortaya çıkm ıştır ki, o da “kuşaklar arası adalet” ya da bu çalışm anın başlığındaki gibi “geleceğe dönük adalet” olarak ifade edilm ektedir. Bunun özü şudur: Bir ülkede kısa vadede olum lu sonuçlar verecek, fakat halihazırda çocuk yaşta olanlar ve henüz dünyaya gelm em iş, am a gelecek olan kuşaklar için adaletsiz sonuçlar yaratacak bir politika izlendiği takdirde “kuşaklararası adalet” çiğnenm iş olacaktır. Toplum da bugün çeşitli alanlarda şöyle veya böyle yaratılabilm iş bir uzlaşm ayla, ya da böyle bir uzlaşm a söz konusu olm adan tek yanlı olarak alınm ış kararlar ve yapılan uygulam alar, gelecek kuşakları, onların hiçbir katkısı olm aksızın olum suz biçim de etki altına alacağından adaletli görülemez. H er şeyden önce, gelecekte hiçbir biçim de değiştirilem eyecek, düzeltilem eyecek sonuçlar yaratan kararların alınarak uygulam aya konm ası, gelecek kuşaklara adaletsiz davranılm asının tipik bir örneğini oluşturur. Şunun da gözden kaçırılm am ası gerekir ki, özellikle tüm evreni etkisi altına alan çevre sorunları ulusal sınırları aşarak uluslar arası boyutlara çoktan ulaşm ış bulunm aktadır. Bunların başında, aşağıda daha ayrıntılı biçim de açıklanacağı - 181 - gibi, teknolojik gelişm eler ve bu gelişm elerin yarattığı, dünya iklimini değiştiren olum suz etkiler gelm ektedir. Öte yandan siyasal iktidarların, izleyecekleri politikaları belirlerken bir yandan kendi siyasal çıkarlarını, beri yandan da dayandıkları sosyal katm anların çıkarlarını sürekli bir biçim de ön planda göz önünde bulundurm aları, ülkenin doğal ve fınaıısal kaynaklarını geleceğin kuşaklarının gereksinm elerini hesaba katm adan kullanm aları, kuşaklararası adalet kavram ve ilkesinin küresel planda hızla artan bir önem e kavuşm asına yol açm ıştır. K uşaklararası adalet, maddi kaynakların (doğal zenginliklerin), yaşam şans ve kalitesinin kuşaklar arasında adaletli dağıtım ını ifade eder. Başka bir söyleyişle, kuşaklararası adalet, her kuşağın kamusal borçlanm a, iş alanlarının daralm ası (işsizlik) ve çevrede giderilm esi güç ya da olanaksız zararlar yaratılm ası gibi olum suzlukları kendisinden sonraki kuşaklara aktarm am ak doğrultusunda sorum lu davranm ası anlam ına gelir5. Bu denli inandırıcı bir kavram ve ilkeye real politikada bu kadar az yer verilm esi neden ileri gelm ektedir? G eleceğe dönük adaletin gerçekleştirilm esinin yapısal engelleri nelerdir? Bu engeller nasıl ortadan kaldırılabilir? Bu soruları doğru cevaplandırabilm ek için her şeyden önce çağdaş dem okrasilerin önceliklerinin göz önünde tutulm ası gerekir. İçinde bulunulan zam anın sorunlarının çözülm eğe çalışılm ası ve bu arada geleceğin ihm al edilm esi çağdaş dem okrasilerin yapısal bir problem idir. Oysa m alî politika, çevre politikası, eğitim politikası ve sosyal güvenlik politikası gibi alanlarda yapılan yanlışlar gelecek kuşakların yaşam kalitesini ciddi biçim de olum suz etkiler. A çık ya da üstü kapalı kam usal borçlanm aların yarattığı malî yüklerin zam an bakım ından ileriye kaydırılm ası siyasi kadrolar için çekici bir şeydir; ama bu, sonraki kuşakların uygulam ak isteyecekleri siyaseti geçm iştekinden bağım sız bir biçim de şekillendirm e şansım tüm üyle ortadan kaldıran ya da çok sınırlayan bir etken olarak ortaya çıkabilir. Her siyasal parti kısa aralıklarla çoğunluğun oylarım elde etme zorunluluğu karşısında halihazırdaki seçm enlerin çıkarlarının tatm inine yönelir. Bu olgu, bir siyasal parti içinde geleceğe dönük politikalar oluşturm a hususunda çaba harcayan politikacılarla kısa vadeli çıkarlar vaad etm eye yönelen politikacılar arasında yarışm a daim a birincilerin aleyhine sonuçlanır . Bunun önüne geçebilecek tek şey, anayasada ve yasalarda, geleceğe dönük politikalar oluşturulm asını zorlayıcı hüküm lere yer verilm esidir (TREM M EL: 1-2). 5 Bu husus, yukarda sözü edilen, KANT’m ahlâk felsefesinde ortaya çıkan yaklaşımla uyum göstermektedir. - 182 - 2. ilişkisi: Sürdürülebilirlik kavramının geleceğe dönük adalet kavramıyla U luslararası belgelerde ve literatürde “sürdürülebilirlik” (sustainibility = Nachaltigkeit) , “şimdiki ve gelecek kuşaklara sosyal, kültürel, ekonomik ve doğa! çevre konularında tatmin edici olanaklar sunularak yaşam kalitesinin sürekli biçimde yükseltilmesi” biçim inde tanım lanm ıştır (GLADW IN K EN N ELY & K RA U SE, 1995: 877. K A RA BU LU T, 2004: 7 3 ’ten naklen). Sürdürülebilirlik kavram ı genel olarak kabul edildiği üzere üç temel öğeyi içerir: 1 - Ekolojik anlam da sürdürülebilirlik, şim diki ve gelecekteki kuşaklar için kültürel ve doğal çevrenin ve iklim koşullarının korunm asından oluşur. 2E konom ik anlam da sürdürülebilirlik, ekonom ik kaynakların tüm kuşaklar için söm ürüden korunm ası ve ekonom ik refahın sağlanm asıdır. 3- Sosyal anlam da sürdürülebilirlik, toplum un tüm bireylerinin katılım ının sağlanm ası ve toplum sal güçler arasında denge sağlanarak geleceği de kapsayan, yaşanm ağa değer bir sosyal ortam ın yaratılm asıdır. Sürdürülebilirlik kavram ının tanım ı ve içerdiği öğeler, bu kavram ın kuşaklararası adalet kavram ıyla sıkı bir ilişki içersinde olduğunu ortaya koym aktadır. Öte yandan “ sürdürülebilirlik” kavram ı içinde yer alan “sürdürülebilir 1983 yılında, Norveç Başbakanı Dr. G ro H arlem B R U N D TLA N D ’in başkanlığında kurulan Brundtland Komisvonu’nca 1987 yılında açıklanan bildirgede şöyle tanım lanm ıştı : kalkınma “ (sustainable development) “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan karşılayan kalkınma ” 6. K om isyon’un görüşüne göre, ekonom ik kalkınm anın gerçekleştirilm esi uğrunda çevrenin tahrip edilmesi karşısında böylesi bir kalkınm a gerçek bir kalkınm a sayılam ayacağı gibi, bunun sürdürülebilirliği de söz konusu değildir. Bu raporun yayım lanm asından 5 yıl sonra Rio de Janeiro’da çeşitli ülkelerden 30.000 tem silcinin katılım ıyla toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Dünya Zirvesi nde de çalışm aların ağırlık m erkezini “sürdürülebilir kalkınma ” konusu oluşturm uştur. T ürkiye’nin de katıldığı bu zirvede üzerinde anlaşm aya varılan 14 Tem m uz 1992 tarihli Bildirgede kabul edilen ilkeler özet olarak şunlardır: 1. Sürdürülebilir kalkınm anın m erkezinde insan vardır sağlık ve doğayla uyum lu bir verim li yaşam). 2. D evletler kaynaklarını B irleşm iş M illetler Sözleşm esi’nin 6 Öbür adı “W orld Commission of Environm ent and Development” olan bu komisyonun 1987’de yayımladığı raporda kullanılan orijinal ifade şöyledir : “Sustainable development is development that meets the needs o f the present without compromising the ability o f future generations to meet their own needs ”. - 183 - ve uluslar arası hukuk kurallarının çerçevesinde kendi belirleyecekleri çevre ve kalkınm a politikalarına göre işletme ve kullanm a hakkına sahiptir. Bu hakkın öteki devletlerde ve kendi ülkesinde çevreye zarar vermesinin kendi yargısı ve öteki kontrol sistem leriyle önlenm esini garanti edecektir. 3. Kalkınma hakkı, şim diki ve gelecekteki kuşakların kalkınm a ihtiyaçlarına uygun bir biçim de kullanılacaktır. Bunun dışında, yoksulluğun giderilm esi, gelişm ekte olan ülkelerin gelişm iş ülkelere göre çevre ve özellikle iklim in korunm asının yükleyeceği külfetler bakım ından ekonom ik öncelik taşım ası, kalkınm a ve çevre korum asının geleceğe dönük adalet kavram ıyla bir bütün oluşturm ası, devletlerin çevre etki değerlendirm esinin ciddi bir biçim de yürütülm esi için m evzuatına hüküm ler koym ası gibi ilkeler 27 m adde içersinde ön görülm üştür. Belirtilmesi gereken husus şudur ki T ürkiye’nin de imzaladığı bu bildirge hukuki anlam da bağlayıcı olmayıp, iklimin ve çevrenin korunm asının sürdürülebilir kalkınm a bir bütün olarak yürütülm esi konusunda bir takım tavsiyeleri içerm ektedir. Bu zirveden 10 yıl sonra, 26 Ağustos-4 Eylül 2002 tarihleri arasında Johannesburg’ta toplanan ve T ürkiye’nin de bizzat Cum hurbaşkanı ile tem sil edildiği “Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi”nde de benzer konular m üzakere edilm işse de ağırlığın çevre korunm ası konularında olduğu görülm ektedir. Bu toplantının sonunda çıkan siyasal bildirge ve uygulam a planının içeriğine bakılırsa, uzak tarihlere yollam ada bulunan bazı tem ennilerden öteye geçm ediği anlaşılır. Ö rneğin : “ Kimyasal ve zehirli atıkların olumsuz etkileri 2020 yılına kadar en aza indirilmelidir”, “zarar gören halik bölgeleri 2015 ’e kadar -m üm kün- olduğu ölçüde iyileştir ilm elidir” , “kullanılabilir temiz su kaynakları sorunu 20015 yılm a kadar çözülm elidir”, “orman ve benzeri doğa! zenginliklerin yitirilmesi süreci durdurulmalıdır”. Şunun belirtilm esi gerekir ki, Rio Zirvesi olsun Johannesburg zirvesi olsun neoliberal çevre korum acılığı yaklaşım ını belgelendirildiği toplantılar olduğu anlaşılm aktadır. G erçekten, ekolojik dengeyi korum a politikalarının uluslar arası ticaret için engel oluşturm am ası çabasına yer veren Rio Zirvesi sonuç bildirgesi (A janda 21) , Johannesburg Zirvesinde de alınan kararlara da öncülük etm iştir. Bunun kadar ciddi bir soıun da, K yoto P rotokolü’nde “fo sil yakıtlar" ın kullanım ının en aza indirilm esinin ve karbondioksit, metan, hidroflorokarbon ve diğer zehirli gazlara büyük ölçüde sınırlam a getirilm esinin ön görülm esine karşılık, bu zirvenin sonunda kabul edilen B ildirge’nin 19. m addesinde “ daha temiz fo sil yakıtların kullanılmasının “ nın önerilm esi, dünya çapında bir skandali belgelem ektedir. Aynı m addede “ biiyiik hidroelektrik projelerinin desteklenmesi” gibi bir ifadenin yer alması dünyanın bazı - 184- bölgelerinde kendisini gösteren su sorununu görm ezden geldiğinin kanıtıdır. Oysa T ürkiye’de olduğu gibi kam u malı statüsünde olan su kaynaklarının özelleştirilm esi de yavaş, fakat em in adım larla gündem e gelm ektedir. Çevre konusunda kullanm a - korum a dengesi bugüne kadar kurulam am ıştır. Özellikle T ürkiye’de yanlış yerleşim politikası, kritik bölgelerdeki nüfus yoğunluklarını artırıcı etkenlerin sınırlandırılm am asının doğal varlıkların hızla tüketilm esine yol açması gibi olgular güncelliğini korum aktadır. Eğilim, korum a değil kullanm a doğrultusundadır. Sürdürülebilir kalkınm a faktörünün öne geçirilm esinin çevre sorunlarım ağırlaştırıldığının da unutulm am ası gerekir. B unlar ve diğer bazı olgular, aşağıda daha ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, kuşaklararası adaletin gerçekleştirilm esinin ciddi engelleri olarak görünm ektedir. III 1. Çevre koruma değerlendirilmesi: sorununun kuşaklararası adalet açısından Çevre korum a konusunun, yukarda da değinildiği gibi, sadece bugünün kuşakları bakım ından değil, aynı zam anda geleceğin kuşakları bakım ından da büyük önem taşıdığında kuşku yoktur. Burada söz konusu olan, hüküm etlerin ve insanların çevreye m üdahalelerinin yarattığı ve gelecek kuşakları da, onların hiçbir katkısı olm aksızın, etkileyen olum suz sonuçların saptanm ası ve bunların en aza indirilm esi, hatta m üm künse tüm üyle giderilm esidir. 1.1. G ünüm üzde tüm insanlığı tehdit ettiği gibi kuşaklararası adaleti de tehlikeli ve kapsam lı bir biçim de zedeleyen olum suz gelişm e, “küresel iklim değişikliği”dir. Gerçekten dünyam ız, çok tehlikeli boyutlara ulaşan iklim değişikliği olgusuyla karşı karşıya bulunm aktadır. Küresel ısının 50 yıldır, önce yavaş, daha sonra hızlı bir tem poyla yükseldiği bilim sel olarak ortaya konm uştur. Bunun nedeni, bilim sel olarak açıkça ortaya konduğu gibi, insan eliyle yaratılan sera gazları salınım ıdır. Yukarda Rio Bildirgesi ile ilgili olarak yapılan açıklam alarda adı geçen gazlar sanayi, ulaşım, tarım ve savunm a sektörlerinde ortaya çıkm aktadır. Bu salınım ları yok eden orm anların giderek azalması tehlikeyi ağırlaştırm aktadır. Ozon tabakasının incelm esi, hatta delinm esi sonucunda ortaya çıkan yeryüzü ısınması ve bu yüzden buzulların erim esi deniz seviyesinin yükselm esiyle gelecekte bazı yaşam bölgelerinin su en - 185- altında kalm asına, böylecc gelccek kuşakların yaşam alanlarının daralm asına yol açacaktır'. Öte yandan, yıllar boyıı dünyanın gelişm iş bölgelerindeki ulusötesi şirketlerin az gelişm iş bölgelerin halklarını söm ürerek büyüm elerinin ve bunu yaparken de iklim değişikliğine yol açan teknolojiyi kullanm alarının faturasını ön planda bu sonuncular ödem ektedirler. Ö zellikle güneydoğu Asya ülkelerinde son yıllarda görülen tayfun, sel basm ası, yer kaym ası gibi afetler, Latin A m erika’nın yağm ur orm anlarının kâr hırsının kurbanı olarak hızla azalm ası, buralarda sıcaklığın artm ası, A frika'da kuraklığın giderek yaygınlaşm ası bu bölgelerde yaşayan halkları yok olm a tehlikesiyle karşı karşıya bırakm aktadır. K yoto P ro to k o lü , özellikle dünyanın az gelişm iş bölgelerinde küreselleşm e süreçleriyle ortaya çıkan yıkım ın m aliyetini bu bölgelerdeki halkların sırtına yükleyen, bozulan iklim koşullarının yol açtığı çevresel zararların giderilm esi bahanesiyle yeni kâr alanları yaratan ulusötesi şirketlerin bu gelişm edeki sorum luluklarını göz önünde bulundurm adığı için ciddi biçim de eleştirilm ektedir. Bu nedenle “Halkların İkliın Değişikliği Protokolü” adı altında sivil inisiyatifle oluşturulan bir alternatif protokolde, sera etkisi yaratan gazların salınım ında önem li indirim lere gidilm esi; yeniden dönüşüm yöntem leri, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılm ası; sürdürülebilir olm ayan üretim araçları için yeni seçenekler konusunda araştırm a ve geliştirm e ulusal program ların hazırlanm ası; kuzey yarı kürenin kirletici sanayilerini G üneye aktarm alarına son verilm esi de dahil, sürdürülebilir kalkınma politikalarının geliştirilm esi gibi am aç ve hedefler öngörülm üştür (DURU, 2008). Y erkürenin hızla ısınm asının başlıca nedeni olan fosil yakıtların kullanım ının sınırlandırılm ası hususundaki âcil önlem lerden biri üzerinde yaptığı çalışm alarla ünlenm iş olan A B D .’li bilim adamı Dr. Jam es HAN SEN , ilginç bir öneri sunm uştur. Buna göre fosil yakıtlara kullanım a göre oram artan (m üterakki) bir vergi uygulanm ası yoluna gidildiği takdirde, bu caydırıcı bir önlem olabilir (HA N SEN , 2008). Daha önceki kuşakların izledikleri enerji politikası, nasıl günüm üzün kuşaklarının om uzlarına tüm olum suzlukları yüklem iş bulunuyorsa, bugün 7 Türkiye, karbondioksit salınımında %1.3 payla dünya listelerinde 13. Sırada yer alıyor. 1990’da amosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit salınırken, 2009’da bu miktar 400 milyon tona yükselmiştir. Bu sayılar, Türkiye’nin küresel ısınmaya katkısının nasıl bir hızla arttığını göstermektedir. - 186- izlenen enerji politikasında değişiklik yapılm adığı takdirde, geleceğin kuşakları da benzer olum suzluklarla çok daha yüksek oranda karşılaşacaktır*. Bunların başında atm osfer ısısının ciddi ölçüde yükselm esi (40 dereceye yakın sıcaklığın m evsim norm ali olm ası) ve bunun sonucunda ekim alanlarının kurum ası ve tüm ırm akların taşıdığı su m iktarının düşm esi, barajlardaki suların azalm ası ve yüksek basınç kuşağının kuzeye kaym ası sonucunda T ürkiye’ye egemen olabilecck tropikal iklim koşullarının düzensiz, ani ve şiddetli yağm urlara, sellere, hortum, kasırga ve yer kaym aları gibi olaylarla karşılaşılabilecektir. K aradeniz bölgesi dışında ise yağışlar ciddi ölçüde azalacak, ekosistem in değişm esi, birçok canlı türünün yokolm a tehlikesiyle karşılaşm asına neden olacaktır ( Bkz. w w w .cevrconline.com /kuresel/kuresel% 20isinm a% 20Turkev.htm ). Y apılacak şey Kyoto Protokolü’nü bir an önce im zalayıp karbon em isyonlarını en aza indirm ek konusunda bu protokolü kabul etmiş olan öteki ülkeler üzerinde baskı kurm aktır. Yalnız T ürkiye’nin bunu yapabilm esi için, önce kendisine çeki düzen verm esi gerekm ektedir. Çünkü T ürkiye’de hava kirliliği ve atm osferin ısınması, ayrıca kül atıklarıyla ırm akların ve denizlerin kirletilm esi gibi zarar verici olayların baş sorum lusu devlettir. T ürkiye’de bugün fosil yakıt kullanan yaklaşık 13 elektrik santralı bulunm aktadır. Bunların hemen hepsi ithal edilen köm ürü (hem de K olom biya’dan ithal edilen en düşük kalitelisini) kullanm aktadır. Bu kadar zarar verici tesis yeterli görülm em iş olacak ki 46 yeni term ik santral kurulm ası planlanm ış bulunm aktadır. Bunlarm çoğu köm ürle çalışacaktır9. 1.2. Nükleer enerji üretimi de gelecek kuşakların sağlıklı yaşam ını tehdit eden bir etken olarak ortaya çıkm aktadır. Tem iz enerji üretim i olarak propagandası yapılan nükleer enerji üretim inin hem radyoaktif sızıntılarının s Türkiye karbondioksit salınımmda dünyada %1,3’lük payla 13. Sırada yer alıyor. 1990 yılında atmosfere 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, bu sayı yıllar boyu artış göstermiştir ve 2010 yılında 400 milyon tonu aşması beklenmektedir. Şu anda %72.6 oranındaki sakınım artışıyla OECD ülkeleri arasında en yüksek salınım artışına sahip ülkeyiz. 9 600 nıv gücünde, kömürle çalışan bir termik santralın yıllık kömür tüketimi ortalama 5 milyon ton, üreteceği kül miktarı 3 milyon tondur. Atmosfere bıraktığı gaz ve diğer radyoaktif maddelerin miktarı yıllık 15 milyon tondur. Bu rakamlar zaman zaman arıza yapan ve bacasına ekonomik nedenlerle bir filtre bile yerleştirilmemiş bulunan Muğla-Yatağan santralı esas alınarak belirlenmiştir. Arazide depolanan kömürün yerin altına sızan sular nedeniyle yer altı sularını da kirletmekte olduğunun da unutulmaması gerekir. Yatağan santralının bulunduğu bölgede alman yer altı suyu örnekleri, buradaki santralın havayı kirlettiği kadar yer altı sularının da kirlettiğini açıkça göstermiştir. - 187 - hemen hem en hiç önlenem em esi, hem de radyoaktif atıkların güvenli bir biçim de depolanm asında ortaya çıkan güçlükler l0, teknik sorunlar ve m alî yük geleceğe dönük adalet ilkesine de ciddi bir biçim de gölge düşürm ektedir. Her şeyden önce nükleer enerji santrallarında bugüne kadar ortaya çıkan kazalar, bu tesislerin ne denli tehlikeli olduğunu ortaya koym aktadır. Bu kazalardan en büyüğü T ürkiye’nin çok yakınındaki U krayna’da Ç ernobil nükleer santralında 30 Nisan 1986 tarihinde m eydana gelen kazanın T ürkiye’de yarattığı ölüm le sonuçlanan kanser olayları Türk Tabipleri Birliğinin 2006’da yayım ladığı raporda gösterilm iştir. Fakat yalnız Ç ernobil’de değil dünyanın başka yerlerinde de birçok atom reaktörü kazası m eydana gelm iştir. B unlardan en önem li birkaç tanesi şunlardır: • 1975’te Japonya’da Tsuruga 1 atom santralının boru hattında ortaya çıkan kırık nedeniyle 37 işçi radyasyona m aruz kaldı. • 1979’da A B D ’nin Pennsylvania eyaletinin H arrisbur bölgesinde Three M iles Island kazası olarak bilinen kazada atom çekirdeğinin erim esi sonucunda büyük bir kaza oldu. • 1999’da Japonya’da Tokaim ura nükleer santral kazası sonucunda 49 işçi yüksek radyasyon aldığı için hastaneye kaldırıldı. Santral civarında yaşayan 310 bin kişi uzun süre evlerinden çıkarılm adı ve 10 kilom etre karelik alan yasak bölge ilân edildi. • 2 004’te Japonya’nın M iham a kentindeki atom santralında radyoaktif buhar sızıntısı sonucunda 1 kişi öldü, 10 kişi dc yaralandı. 7 H aziran 1997 tarihinde İstanbul Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile T ürk Fizik D erncği’nin A k k u y u ’da bir nükleer santral yapılm asına ilişkin proje dolayısıyla, M ersin’de ortaklaşa düzenlediği sem pozyum da sunulan bilim sel bir raporda A lm anya’daki atom santralarında m eydana gelen ufak kazalar ve radyoaktif sızıntılar ve bu sızıntıların bu santraların çevresinde 5 kilom etre karelik alanda çocuk lösem ilerinin % 700 arttığı belirtilm iştir. Bütün bu olum suz örneklere ve bölge halkının itiraz ve protestolarına karşın Türk hüküm eti deprem tehlikesine m aruz olduğu bilim adam larınca kanıtlanan M ersin’in Akkuyu sahil ve balıkçı köyünde nükleer santral yapım ında ısrarlı davranm akta ve bu hususta artık dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral yapm a şansı kalm am ış olan yabancı firm alara yaptırm ak üzere ihaleye çıkm ağa 10 2007 yılına kadar saptanan rakamlara göre Alman nükleer santrallarında 7196 ton plütonyum atık olarak uzaklaştırılmaktadır. Bilimsel veriler plütonyumun tamamen yok olması için 24.110 yıl geçmesi gerekiyor. Bu gerçek, gelecek kuşakların sağlığının ne uzun süreli ve ağır bir tehlikeyle karşı karşıya bırakıldığını göstermektedir. - 188- hazırlanm aktadır11. Oysa T ürkiye’nin dc im zaladığı A vrupa Çevre Sağlığı Bildirisine göre enerji üretim i tesisleri kurulabilm esi için yöre halkının görüşünün alınm ası zorunludur. Gene T ürkiye’nin tara f olduğu Barselona Sözleşm esinde A kdeniz kıyısında kurulacak term ik ve benzeri santralların A kdeniz’i kirletm esi tehlikesi karşısında yapılm adan önce böyle bir projenin A kdeniz’e kıyısı olan öteki ülkelerin bilgisine sunulm ası gerekir. Akkuyu nükleer santralı konusunda bunlardan hiç biri yapılm adığı gibi Ç evre Etki D eğerlendirm e (Ç ED ) R aporu alınm ası yoluna da başvurulm adığı görülm ektedir. Şunun da unutulm am ası gerekir ki, nükleer santralın mutlaka deniz kıyısında kurulm ası sebepsiz değildir. Gerçekten santralın çalışırken tesisin içinde ısınan suyu dışarı atıp, tesise soğuk su alm ası zorunludur. Böyle bir transaksiyon, denize deşarj edilen sıcak suyun oradaki balıkların yaşam ına son vermesi, ya da onları göçe zorlam ası nedeniyle bölgede balıkçılıkla yaşamını sürdüren bölge halkının geçim kaynağını ortadan kaldıracağı yadsınam az bir gerçektir. T ürkiye’nin tem iz ve ucuz enerji niteliğindeki güneş enerjisi, jeoterm al enerji vc rüzgâr enerjisi bakım ından ne kadar zengin olanaklara sahip olduğu ortadayken hava kirliliğine ve yerkürede ısının artm asına yol açan fosil yakıttan elektrik enerjisi elde etme yöntem lerine başvurm ası, sadece şim diki değil, gelecek kuşakları da olum suz etkileyecek adaletsiz bir davranıştır. 1.3. Toprağın ve suyun kirlenmesi ve sonuçları: Toprağın ve suyun kirlenm esinin geleccğe dönük sonuçları da kuşaklararası adaleti zedeleyen bir olgu olarak ortaya çıkm aktadır. Gerçekten toprağın alıcı ortam olarak kirlenm esi birçok yoldan gerçekleşir. Kirliliğe neden olan bazı faaliyetler sonucunda ya da tehlikeli m addelerin ve atıkların toprağa deşarjı ve sızm ası suretiyle toprak kirliliği ortaya çıkar ı:. 11 A vrupa’da 1986 yılından bu yana hiçbir ülkede artık nükleer santral yapımı söz konusu olmamıştır. Bu nedenle bu alanda çalışan firmalar ve bunların personeli işsiz kalmıştır. Bu firmaların şimdi gelişmekte olan ülkelerden sipariş alma hususunda çok lıeveskâr olmalarının nedeni dc budur. 12 Toprağın kirletilmesinin önlenmesi için T oprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği çıkarılmış bulunmaktadır (RG. 31 Mayıs 2005). İlginç olan husus, bu yönetmeliğin 1. maddesinde “ ... gerekli tedbirlerin alınması esaslarını sürdiirülebUer kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde ortaya koymak” tan bahsedilmiş olmasıdır. - 189 - 1.3.1. T ürkiye’de son ydlarda toprağın tehlikeli biçim de kirletilm esi, altın üretim iyle ortaya çıkm ıştır. B ergam a’da altın üreten b ir yabancı firm anın (Eurogold), ucuz ve hızlı bir üretim i sağlam ak için kullanılan “siyanür liçi yöntemi "ile toprağa zehirli ve bu nedenle çevre sağlığı bakım ından büyük bir tehlike yaratan bir m addeyi enjekte etmesi, bölgede tarım sal üretim i en az 50 yıl boyunca olanaksız hale getireceği için bölge halkının protestosuyla karşılaşm ış, yargıya yapılan başvurular altın işletm e ruhsatının iptaliyle sonuçlanm ışsa da D anıştay’ın konuya ilişkin olarak verdiği 2005 ve 2006 tarihli kararlarının idarece uygulanm am ası, sorunun AİHİM önline getirilm esine neden olmuş ve AİHM de davacıları haklı görerek tazm inata hükm etm iştir (Sözü edilen yargı kararlarının analizi için bkz. YAĞ LI, 2007). D anıştay 6. Dairesi U şak’ın Eşm e ilçesinde faaliyet gösteren Kışladağ altın m adeni üretim i için verilm iş olan olum lu ÇED raporu üzerine Ç evre ve O rm an B akanlığı’nca işletme ruhsatı verilm esini hukuka aykırı bularak ÇED raporunun yürütülm esinin durdurulm ası kararı verm iştir (9.7.2007, bkz. YAĞLI, 2007). 1.3.2. Suyun kirletilm esine gelince; bu konudaki kirletm e eylem inin etkilerinin çok uzun süreceği ve kirliliğin giderilm esinin de bazı durum larda neredeyse olanaksız olduğu düşünülürse, bunun da kuşaklararası adaleti ne denli zedelediği açıkça görülebilir. N e yazık ki, üç yanı denizle çevrili T ürkiye’de deniz kirliliği büyük boyutlardadır. Ö zellikle İstanbul'da uzun yıllardır denizden yararlanılm ası olanaksız hale gelm iştir. B unun yanında çok önem li bir kirlenm e olayı da göller, içme suyu rezervuarları ve akarsularda ortaya çıkmıştır. En dram atik olanı da İstanbul ve civarındaki barajların çevresinde, yakın m esafelerde izinsiz olarak yerleşim (gecekondu) bölgeleri yaratılm ış olm ası ve B üyükşehir B elediyesinin de oy kaygısıyla buna engel olm am ış bulunm asıdır13. Bu konuda önlem alınm ası hususunda çok geç kalınm ış olm ası, 31.12.2004 tarihinde Resm i G azetede yayım lanm ış olan Su Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği’nden beklenen sonuçların elde edilm esini güçleştirm ektedir. Adı geçen yönetm eliği göre, içme ve kullanm a suyu rezervuarları ve benzeri su kaynaklarının korunm ası bağlam ında buralara katı atıkların atılm ası, arıtılm ış olsa dahi atıksuların deşarjı, buralarda akaryakıtla çalışan kayık, m otor ve benzeri araçların kullanılm ası yasaklanm ıştır (md. 1 6 ). Bu gibi m ekânlarda 300 m etrelik kısa m esafeli, 1 kilom etrelik orta m esafeli ve 3 kilom etrelik uzun mesafeli korum a alanları ön görülm üştür. Bu alanların her birinde de yapılam ayacak şeyler belirlenm iştir. Y önetm eliğin hüküm leri ciddi biçim de 13 Ömerli barajının çok yakınında inşa edilen gecekondulardan oluşan Sultanbeyli ve Şamandıra yerleşim bölgeleri, atık sularıyla yıllar boyu bu barajı kirletmişlerdir. - 190 - uygulanm ası koşuluyla, suların kirletilm esinin önlenm esi olanağının geleceğe dönük olarak yaratıldığı söylenebilir. IV 1. Hükümetlerin iç ve dış borçlanmalarından doğan kuşaklararası adalete ilişkin sorunlar: D em okrasilerde görülen bir yapısal sorun, içinde yaşanan zam anın sorunlarının çözüm ünün, geleceğin sorunlarının çözüm üne tercih edilm esi eğilimidir. Bu nedenledir ki gelecek seçim leri kazanm a kaygısını ön planda yer verm eyen ve uzun vadeli politikalara ağırlık tanıyan siyasi partilerin, halka kısa vadeli çıkarlar vaad eden rakipleri karşısında pek fazla şansı olduğu söylenem ez. Bu gerçek kendisini en açık biçim de iktisat ve m aliye alanlarında gösterm ektedir. Hüküm etlerin kısa vadeli iktisadi çıkarları karşılam ak için çözüm olarak gördükleri iç ve dış borçlanm aların sadece gelecek kuşakları değil, hatta yeni doğan ve yetişm ekte olan kuşakları da çok ağır mali sorunlarla karşı karşıya bırakm ası, dem okratik rejim lerin en önem li konuları arasm da yer alm aktadır. Yeni doğan kuşaklardan söz edilm esinin nedeni insanın, doğumla birlikte hak sahibi süje niteliğini kazanm asıdır. Türkiye dem okrasisi gibi katılım cı karaktere sahip olm ayan dem okrasilerde ekonom i politikasının çıkar gruplarının baskısı altında olması, kuşaklararası adaletin belirleyici olması şansını ortadan kaldırm aktadır. Özellikle aşırı borçlanm anın önüne geçebilecek anayasal ve yasal düzenlem elerin eksikliği T ürkiye’de ciddi bir olum suzluk olarak kendini gösterm ektedir. Yalnız bu bağlam da şu hususun da işaretlenmesi gerekir: kam u borçlanm ası iki farklı am aca yönelik harcam alardan kaynaklanır. B unlardan biri tüketim harcam aları, öteki ise ulusal serm aye birikim ini artıracak yatırım harcam alarıdır. Asıl sorun tüketim harcam alarının yarattığı mali yükten kaynaklanm aktadır. Çünkü tüketim i karşılam ak am acıyla borçlanm ak, bugünkü kuşaklar için, geleceğin kuşaklarının feda edilm esi dem ektir. Oysa yatırım amaçlı borçlanm alar, tam am lanm a sürecinde bugünkü kuşaklara ek gelir sağlarken, tam am landıktan sonra geleceğin kuşaklarına da hizmet sunma olanağını yaratır. Yalnız bu konuda da söz konusu yatırım harcam alarına ilişkin borçlanm anın bugünkü kuşaklara yükleyeceği yükle sağlayacağı yararın dengelenm esine özen gösterilm esi gerekir (SA V A Ş, 1989: 98) . Alman A nayasası (Bonn Tem el Yasası) bu konuyu 115. m addesinde şöyle düzenlem iştir : “ Kredilerden elde edilen gelirler bütçede ün görülen yatırım harcamalarının toplamını aşamaz. Bıınun istisnası, genel ekonomik dengenin bozulmasına karşı alınacak önlemlerdir ” . Bu düzenlem eye rağm en Alman federal devletinin bütçesinde öngörülen borçlanm aların her yıl artm asının önüne geçilem em esi karşısında Federal Borçlanm a Kom isyonu ve Federal Borçlar - 191 - Şûrası adlarını taşıyan iki organın kurulm ası ve bu suretle kam usal borçlanm a sürecinin kontrol altında tutulm ası önerilm iştir (FUNK.E, 1995: 55). Alm an anayasa hukuku öğretisinde, dem okratiklik ilkesiyle korunan gelecek kuşakların karar verm e özgürlüğü, Bonn Tem el Y asası’nın yukarda sözü edilen 115. m addesinin 1. fıkrasıyla yeterince güvence altına alındığı ileri sürülm ektedir (115. m adde ile ilgili açıklam alar için bkz. SIEKM AN N,1999: 2049, paragraf 12. ). Bununla birlikte bunu yeterli görm eyen bazı partilerin (FD P ve SPD) parlam ento gruplarından 27 m illetvekili, Tem el Y asa’nın 20. m addesine şöyle bir (b) fıkrasının eklenm esini önerm işlerdir : “ Devlet, kararlarında sürdürülebilirlik ilkesini göz önünde bulundurmak ve gelecek kuşakların çıkarlarını korumak zorundadır." 14 Bu 27 milletvekili bununla da yetinm eyerek Tem el Y asa’nın 109. m addesinin 2. fıkrasının şu yolda değiştirilm esini önerm işlerdir : “ Federal Devlet ve Eyaletler bütçelerinde genel bütçelerinin dengeli olmasına, sürdürülebilirlik ilkesine ve gelecek kuşakların çıkarlarına uygun davranmalıdır”. Bu öneriler 2008'de Federal M eclise sunulm uş, fakat 2009 Eylül ayında sona kavuşturulam am ıştır. eren yasam a dönem inde yasalaştırılm a şansına Türk anayasa hukuku bu soruna bugüne kadar ilgi duymuş değildir. Sadece kimi iktisatçılar bu konuyu ele alarak bazı öneriler oluşturm uşlardır. Bu önerilerden en ilgi çekici bir kaçı şunlardır : A nayasaya 1. Dış borçların m utlaka bir yasayla yapılm ası, 2. Dış borç m iktarının; borç servisinin döviz gelirlerinin belli bir yüzdesini oluşturacak şekilde sınırlanm ası yolunda hüküm ler konması gerekir (SA V A Ş, 1989: 98). Bu sonuncusu Alman A nayasasındaki form üle bir ölçüde yaklaşm aktadır. 14 Federal Alman Parlamentosu’nun bir dönem önceki Türk asıllı Sol Parti mensubu üyelerinden Sevim DAĞDELEN, 11 Ekim 2007 tarihli basın açıklamasında partisinin bu konudaki karşı görüşünü kısaca şöyle dile getirmiştir : “Kuşaklararası adaletin sağlanması adı altında gündeme gelen tartışmalar ve bugün Meclis’e sunulan anayasa değişikliği taslağı, aslında gençlerle emeklileri karşı karşıya getirmenin aracı haline getirildi. Böylece kuşaklararası çatışma yaratılmak isteniyor...” . - 192 - 2. Özelleştirmelerin kuşaklararası adalet üzerindeki etkisi 15 : K uşaklararası adaleti ilgilendiren başka bir konu da, kamu m allarının ve kam u hizm etlerinin özelleştirilm esi sorunudur. Bir küresel süreç olarak ağırlık kazanan özelleştirm e, Türkiye’de “ büyümeyi hızlandırmanın, kamudaki yapısal dengesizlikleri düzeltmenin, kamu finansman açıklarım azaltmanın ve enflasyonu düşürmenin aracı" olarak tanım lanm aktadır l6. Ö zelleştirm enin gerçek am acı olan “ devletin sahip olduğu her türlü mal varlığını özel mülkiyete devretme” am acı ise öne çıkarılm am aktadır1' . Sözü edilen mal varlıklarından en önem lileri akarsular, göller, orm anlar gibi doğal zenginliklerdir. A karsular ve göllerin işletilm esinin 49. yıllığına özel sektöre devredilm esi hazırlığı 15 Türkiye’de 1980’li yıllardan bu yana önceleri yavaş, sonra hızlanan bir tempoyla, kamu hizmeti olup olmadığına bakılmadan Devletin mülkiyetindeki kamu işletmeleri özelleştirilmiştir ve bu süreç şimdilerde biraz yavaşlayarak sürmektedir. Çok sık tekrarlanan bir söz, "devletin kiiçültülmesi”dir. Fakat öyle görünüyor ki devletin ekonomik faaliyet alanlarından tamamıyla tasfiye edilmesi amaçlanmaktadır. Oysa bizim gibi önceki dönemlerde devletleştirme, ya da millileştirme yapmış Fransa’da sanayi sektöründe 6 tane, fınans sektöründe de 7 tane özel teşebbüs 13 Şubat 1982 tarihli yasayla millileştirilmiş (bkz. Loi de nationalisation du 13 février 1982-Wikipedia), buna karşılık 1986 ile 1994 yılları arasında özelleştirmeler de yapılmıştır, fakat Türkiyc’dekilerden farklı olarak, bunların “temel kamu hizm etleri”nden (Les grands services publics) sadece bir kaçını ( Charbonnges de France %110, Gas de France %20, Electricité de France 60%, France Télécom %60) kapsadığını görüyoruz bkz. (ENCAOUA & DANTINI,Jean-Jacques, 1989: 42) . Almanya’ya gelince bu ülkede yaygın bir özelleştirme söz konusu olmadığı gibi, özelleştirmeler de bazı kamu teşebbüslerindeki devlet payının düşürülmesi biçiminde olmuştur, bkz. (KÖN1G,1988: 251 vd). Yalnız şunun eklenmesi gerekir ki, iki Almanya 1990 yılında birleştikten sonra, doğudaki sosyalist rejimin daha önce devletleştirmiş olduğu kamu işletmeleri büyük ölçüde özelleştirilmiştir. 16 (“Özelleştirme”: 1993) ; (ATASOY, 1990, “Kamu Hizmetinde Özelleştirme”, 1997: l ’dcn naklen). 17 (ATASOY, 1990, “Kamu Hizmetinde Özelleştirme”, 1997: 2 ’den naklen). - 193 - yapılm aktadır ıs. Bu projenin gerçekleştirilm esi suyun devredileceği şirketlerin sadece kendi kâr am açlı işletme politikalarıyla bugünkü ve gelecekteki kuşakların su ihtiyacını nasıl baskı altına alacağını ve gelecekteki su varlığım ızı da nasıl tehlikeye atacağım tahm in etm ek güç değildir (GÜ NEŞ, 2007). Orm anlara gelince; T ürkiye’nin önem li doğal zenginliklerinden olan orm anların yıllar boyunca sık sık tekrarlayan yangınlar ve zam an zam an ortaya çıkan kaçak kesim lerle ne denli zayıfladığı ortadayken “2B” uygulam ası denen ve O rm an Y asası’nın değiştirilen 2. m addesi gereğince, (yangın hariç) çeşitli nedenlerle orm an alanının dışına çıkan alanların m ülkiyetinin satış yoluyla özelleştirilm esi olgusuyla karşılaşılm ıştır. Bu konuya ilişkin yasal düzenlem e A nayasa M ahkem esinin 200 2’de verdiği kararla iptal edilmiş (K. 2002/21) ve daha sonra A nayasanın konuya ilişkin 168. Ve 170. m addelerinde değişiklik yapılm ışsa da C um hurbaşkanı A .N .Sezer, bu değişikliğe ilişkin 4.4.2003 tarihli ve 4841 sayılı yasayı T B M M ’ne iade etmiştir. Fakat süreç burada bitmemiş, bu kez O rm an K anunu’nda ve K adastro K anunu’nda 5831 sayılı kanunla değişiklik yapılarak C um hurbaşkanı A .G ül’e sunulm uş, o da bu kanunu onaylam ıştır. Böylece 2B olarak anılan ve orm an alanı dışına çıkarılan arazilerin satışı tekrar gündem e gelm iştir. Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılan bu çok büyük alanlarının özelleştirme sonucu yaratan satışıyla, geleceğe dönük orman ihtiyacının karşılanm ası olanağı daraltılm ış olm aktadır. Kuşaklararası Adalet Konusunda Hukuki Düzenlemeler Batı ve O rta A vrupa’da ve O rtadoğu’da birçok ülke kuşaklararası adalet’e ilişkin anayasal ve yasal düzenlem eler yapm ıştır. Bunların kısaca gözden geçirilm esinin, kanısındayım . örnek olabilm eleri bakım ından yararlı olacağı 18 2007’de Ankara ve İstanbul’da su kıtlığı belirdiği günlerde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Devletin 12-13 akarsu küçük göl üzerindeki işletme hakkının 49 yıllığına özel sektöre devrcdilcceğini açıkladı. Bunun üzerine 22-23 Mart 2008’de Yıldız Teknik Üniversitesi’nde "Kapitalizm Kıskacında Su(suzluk) Alternatiflere' başlığı altında düzenlenen bir sempozyumda Dünya Su Konseyi (WWC) ve Diinya su Forumu 'nun (WWF) suyu sadece bir ticari meta olarak gördüğü ve suyu ticarileştirmeye yönelik politikaların insan sağlığını nasıl tehlikeye attığı ayrıntılı bir biçimde anlatıldı. Özellikle bu alanda uzman olan YTÜ. Öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Ü stün’ün bu yoldaki girişimlerin gelecek kuşakların su ihtiyacını baskı altına alabilecek çok tehlikeli girişimler olduğu üzerinde ısrarla durdu. - 194- Bu konuda anayasalarda ilk düzenlem eler 1990 yılından sonra ortaya çıkm ıştır. Gerçekten doğu Alm an eyaletlerinden bazılarında “gelecek kuşaklar için adalet” kavram ı yer alm aktadır. 1992 Saksonya A nayasasfnm 10. m addesinin 1. fıkrasında şu ifade kullanılm ıştır : “Yaşamın temeli olan çevrenin korunması, gelecek kuşaklara karşı da sorumluluğun gereği olarak eyaletin ve eyalette yaşayan herkesin ödevidir” . 1993 Thiiringen eyaleti anayasasının “ B aşlangıcf’nda “gelecek kuşaklara karşı sorumluluk” ibaresi yer alm aktadır. 1992 Saksonya-Anhalt A nayasasfnm 35. m addesine göre “ eyalet ve yerel yönetimler şimdiki ve geleceğin doğal temellerini korur ve geliştirir” . İlginç olan, husus, iki A lm anya’nın birleşm esinden sonra kurulan yeni eyaletlerin anayasalarında gelecek kuşaklardan söz edilmesidir. Federal A lm an Cum huriyeti A nayasası’na (Bonn Temel Yasası) Parlam entoda uzun süre tartışıldıktan sonra çevrenin korunm ası, sürdürülebilirlik v.b. am açlardan hareket edilerek 1994’te eklenen 20a numaralı m addede “ Devlet gelecek kuşaklara karşı sorumluluğun gereği, doğal yaşamın temellerini anayasal düzenin çerçevesi içinde yasama, yürütme ve yargı yoluyla korur” şeklinde bir hüküm kabul edilmiştir. Bu m addede çevre korum a ile gelecek kuşakların çıkarları kavram ları birbirine bitiştirilm iştir. Şöyle ki sürdürülebilirlik ilkesi gereği, çevrenin sürekli korunm ası ve geliştirilm esi, doğan zenginliklerin korunm ası ve özellikle yenilenem eyen doğal kaynakların (örneğin m adenlerin) tutum lu kullanılm ası gibi hususların bu m addenin özünde saklı olduğu kabul edilm ektedir (W A EC H TER , 1996: 326). K uşaklararası adalete yer veren başka bir anayasa 2 Nisan 1997 tarihli Polonya A nayasası’dır. Bu anayasanın “B aşlangıç” bölüm ünde “ 74. M addesinin 1. fıkrasında şöyle bir hüküm yer alm aktadır : “ Devlet, bugünkü ve gelecekteki kuşakların ekolojik (çevresel) güvenliğini sağlayıcı bir siyaset izler'” . Güney Afrika Apartheid politikasına son verdikten sonra 1994’te kabul ettiği anayasasında “ Çevre” başlığını taşıyan 24. M addenin (b) bendinde şöyle bir hüküm ön görm üştür : “ herkes gelecek kuşakların yararına çevrenin korunmasını ...sürdürülebilir bir ekolojik gelişimi isteme hakkına sahiptir...” . A nayasanın bu hükm ünün gereklerinin yerine “ Ombudsman"\n görev yapm ası öngörülm üştür. getirilm esi için bir En etkili ve kapsam lı sonuçlar yaratan çözüm ü İsrail Parlamentosu (Knesset) bulm uştur. Gerçekten Knesset Parlam entonun içtüzüğüne 1991’de eklediği bir m addeyle “Geleceğin Kuşakları için Komisyon” (Com m ission for Futur G énérations ) adı altında bir kom isyon kurm uştu. İsrail, böylece anayasayı değiştirm eden daha basit bir yol tercih etmiş bulunuyordu. Bu kom isyonun - 195 - görevi, Knesset'te her yasa taslağı ya da teklifini ekolojik açıdan ve kuşaklararası adalet açısından inceleyerek bir rapor sunmaktır. D em okratik bir güvence yaratılabilm esi am acıyla da bu raporlar düzenli bir biçim de basına verilerek kam uoyunun aydınlatılm ası sağlanm aktadır (TREM M EL: 4-5). Macaristan'da 2003 yılında kabul edilen bir yasayla “Geleceğin Kuşakları için Ombudsman” adı altında bir kuruluş yaratılm ıştır. Bu kuruluşun görevi “yaşamın doğal temellerini ve bugünün kuşaklarıyla geleceğin kuşaklarının sağlığını korumak “ olarak belirlenm iştir 19. SONUÇ YERİNE Kuşaklararası adalet kavram ı, göreli olarak yeni bir kavram dır. Bu kavram ın ortaya çıkm asına çevre korum a fikri ve süreçleri yardım cı olmuştur. Yalnız şu da var ki, geleceğe dönük adalet düşüncesi geniş kapsam lı yaklaşım ve düzenlem eler doğrultusunda gelişm iştir. G erçekten özellikle “ sürdürülebilir kalkınma" ancak çevrenin korunm ası ve geliştirilm esiyle sağlanabilir. Burada şu ayrıntıyı da gözden kaçırm am ak gerekir: doğal kaynakların genelde yenilenebilir bir karaktere sahip olm am aları, bunların tutum lu kullanılm asını zorunlu kılar. Bu nedenledir ki, doğal kaynakların, özellikle yeraltı zenginliklerinin işletilm esinin hiçbir koşul ve sınır ön görülm eksizin yabancı girişim cilere verilm esi çok rizikolu bir davranıştır. Çünkü yabancı girişim ciler bu alanlarda yaptıkları yatırım ların am ortism anım en kısa sürede geri çevirm ek ve ondan sonra da kârlarını kısa sürede m aksim ize etm ek eğilim indedir. Bunun doğal sonucu olarak, bu yabancı girişim cilerin yapm ayı am açladığı şey, yenilenem eyen doğal kaynakların üretim inde tutum lu davranm ak değil, vahşi üretim yöntem leriyle ve hızlı bir tem poyla bunları tüketerek, elde ettiği yüksek kârı dışarıya transfer edip ülkeyi terk etm ektir. G eleceğin kuşakları için en adaletsiz olan ve bu yüzden önlenm esi gereken de böyle bir sonuçtur. T ürkiye’de altın üretim iyle uğraşan yabancı girişim cilerin faaliyetlerinin bu açıdan değerlendirilm esinde yarar olduğu kanısındayım . Ö te yandan hüküm etlerin hem en hepsinde bugünün m alî sorunlarına çözüm bulabilm ek için genellikle başvurdukları çare iç ve dış borçlanm alardır. Bunun sadece az gelişm iş, ya da gelişm ekte olan ekonom ilerde rastlanan bir olgu olduğu zannedilm em elidir. Bugün en A vrupa Birliği içinde en güçlü ekonom iye sahip olan Alm an Federal Cum huriyeti ciddi bir borçlanm a sürecinin içine sürüklenm iştir. Dünyanın en güçlü ekonom isine sahip olduğu bilinen ABD 19 “...preservation o f natural foundations o f life and health o f present and future generations. . - 196 - dc aynı durum dadır. Bu durum kuşaklararası adaleti ciddi biçim de zedelem ektedir. Onun içindir ki, Federal Alm an A nayasasının 115. M addesinin “ kredilerden elde edilen gelirlerin bütçede ön görülen yatırım giderlerini aşam ayacağı” şeklindeki hükm ünü yeterli görm eyen m illetvekilleri “gelecek kuşakların çıkarlarının korunm asını” ön gören bir hükm ün anayasaya alınm asını önerm işlerdir. T ürkiye’de de öğretide “malî anayasa” kavram ını ortaya atanlar bununla, hüküm etin sınırsız borçlanm ak suretiyle sadece bugünün kuşaklarını değil, gelecek kuşakları da ağır bir malî yükün altına sokm asını engelleyecek hüküm lerin anayasaya konm asını önermişlerdir. Şunu da işaretleyerek açıklam alarım a son verm ek istiyorum: kuşaklararası adaletin bazı anayasalarda öngörülm esinin bir yararı da, bu konuda ortaya çıkabilecek ihm allerin ya da aykırılıkların anayasa m ahkem esinin denetim iyle ortadan kaldırılm ası olanağının yaratılm ış olmasıdır. YARARLANILAN KAYNAKLAR Yönetmelikler: Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetm eliği, RG. 25831, 31 M ayıs 2005. Anayasa Mahkemesi Kararlan: E .2006/65, K .2009/114, G. 23.07.2009, RG .'dc henüz yayım lanm am ıştır. E.2003/102, K.2007/97,G. 12.12.2007, RG.26772, 30 Ocak 2008. E .2 0 0 1 /3 8 2 ,K .2 0 0 2 /2 1 ,G . 23.1.2 0 0 2 , RG. 24896, 4 E k im 2 0 0 2 . Federal Alman Anayasa Mahkemesi Kararlan: 06.10.2009 tarihli ve 2 BvR 1724/09 sayılı karar. İnternet kaynaklan: - 197- w \vw .cevreonline.coın/kuresel/kurescl% 20isinm a% 20Tıırkev.htın Loi de nationalisation du 13 février 1982-W ikipedia Öteki Kaynaklar: Veysel A TA SO Y (1990), Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu (Ankara) Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser (2006), (Türk Tabipler Birliği Yayınları). Bülent DURU (2008), “ İklimsel Adalet İçin Yeni Bir Girişim : Halkların İklim Değişikliği Protokolü" (Birikim 1 Tem m uz) David EN C A O U A & Jean-Jacques SANTINI (1989), "Les Privatisations d A nalyse et B ilan” ( L'Actualité Economique 65/1 En France : Éléments mars). Willi G EIG ER (1959), Gerechtigkeit in “Staatslexikon ” (C. 3, 6. Bası , Freiburg: Herder Verlag). N. Thom as GLA D W IN , J. Jam es K EN N ELY & Tarashelom ith KRAUSE (1995) “Shifting Paradgms For Sustainable D evelopm ent” (Academy o f Management Review 20/ 4) Schm itz FEU ER H A K E (1998), Die Kernenergiedebatte in Deutschland. Stefan FU N K E (1995), Die Verschuldungsordnung, - Ein Beitrag J'manzwirtschaftlicher Ordnungspolitik, (Berlin). Kemal G Ö ZLER (2000), Türk Anayasa Hukuku Dersleri (Bursa: Ekin) Mürşit GÜN EŞ, “Suyun Özelleştirilm esi H ata O lur”, Milliyet, 9 Ağustos 2007. A dnan G ÜRİZ (1990) “Adalet K avram ı” ( Anayasa Yargısı 1). - 198- Jam es HANSEN (2008), Twenty Years Later: Tippiiig Points Near on Global Warming, 2008. E lif K A R A B U LU T (2004). “ Sürdürülebilir Kalkınm a Anlayışının İşletm elerde U ygulanm ası” {TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi AğustosKasım ) . Klaus KÖN IG (1988), “Entw icklungen der Privatisiering Bundesrepublik D eutschland” f VerwArch, Bd.79- Heft3) in der M ichael RAINER & Johanna FILIP (1998), Texte zum römischen Recht (Viyana: Springer Verlag). Bertrand RÜSSEL (2007), Philosophie des Abendlandes, Europa Verlag (Zürich). Bernd RÜTHERS (1999), Rechtstheorie (M ünih) Vural Fuat SAVAŞ (1989), “ İktisat Politikası A nayasası” {Anayasa Yargısı 5 ). Helm ut SIEKM AN N (1999), M ichael SACHS :Münich). Grundgesetz- Kommentar (Hrsg. von R udolf STA M M LER (1 9 2 8 ), Rechtsphilosophie (Berlin-Leipzig) Jörg TR EM M EL, “ V erankerung von G encrationengerechtigkeit” {ON line Akademie, Friedrich-Ebert Stiftung, www.fes-online-akademie.de ) K. W A ECH TER (1996), “ U m w eltschutz als Staatsziel” {Natur und Recht). Ahm et YAĞLI (2007), Bergama Ovacık Altın Madeni- Çevre Hakkı ve İdarenin Sorumluluğu (İstanbul) (1993), “Özelleştirm e” {İSO Dergisi Aralık) (\991), Kamu Hizmetinde Özelleştirme (KİGEM ). - 199 - - 200- YENİ ANAYASA YAPIM FORMÜLLERİ VE YÖNTEM LERİ ÜZERİNE Prof. Dr. Süheyl BAT UM Doç. Dr. Ş eref İBA GİRİŞ T ürkiye’de sürekli gündem de olan “yeni anayasa” tartışm aları, Ergun Özbudıın taslağı ile hız kazanm ıştır. “ Sivil anayasa” diye nitelenen Özbudun Taslağının hazırlanm a yöntem inin dem okratik team üllere uygun olup olm adığı güncel tartışm aların ağırlık m erkezlerinden birini oluşturm uştur. Taslağın, literatürde olm ayan biçim de “ sivil anayasa” olarak kavram laştırılm ası, hazırlık aşam asının katılımcı anlayıştan uzak dar-çem ber bir öğretim üyeleri heyeti ile kurulu iktidarın kimi tem silcilerinden oluşan bir “anayasa yapım ekibi” tarafından yazılm ış olm ası haklı eleştiri oklarına hedef olm uştur. Parlam ento dışında hazırlanan taslak, tekliflcştirilm ediği için parlam ento içine girem emiştir. Bir yandan da, normal bir yasam a dönem inde yürürlükteki anayasa çerçevesinde olağan yasam a ve denetim yetkilerini kullanm ak üzere seçilm iş bir Türkiye Büyük M illet M eclisi’nin, sil baştan yeni bir anayasa yapam ayacağı dile getirilm iştir. Yeni anayasa yapım ı, yürürlükteki anayasada değişiklik yapm aktan oldukça farklı bir süreçtir. Asli kurucu iktidar yetkisi anlam ına gelen yeni anayasa yapım ının, çağdaş dem okratik m odellere ve yöntem lere uygunluğu çok kritik bir önem e sahiptir. Yeni anayasanın yapım ının tüm aşam alarına, m üm kün olduğunca geniş toplum kesim lerinin katılım ını am açlayan form ül ve yöntem ler, yeni yapılacak anayasanın m eşruiyetiyle yakından ilgilidir. Yakın dönem başarılı uygulam a örnekleri “Kurucu M eclis” ve “ Kurucu referandum ” yöntem lerinin, başta sivil toplum kuruluşları olm ak üzere en azından isteyen her bireyin görüş, katkı ve düşüncelerinin dikkate alındığı, hiçbir kesim im dışlanm adığı profesyonel katılım ağları ve iletişim köprüleriyle desteklem esi gerekm ektedir. -201 - 1. Neden Yeni ve Çağdaş Bir Anayasa T ürkiye’de anayasa, siyasal tartışm aların odağında yer alan ve sıcak gündem den hiç düşm eyen konuların başında yer alır. Bunun temel nedeni, iyi bir anayasanın her derde deva olacağı, ülkem izin tüm sorunlarına çözüm getireceği varsayım ıdır. Aslında ülkem iz, anayasalarını liberal dem okratik sistem in örgütlenm esine yönelik olarak yeniden yapan bir çok orta ve Doğu Avrupa ülkesiyle kıyaslandığında, hiç küçüm senm eyecek ölçüde köklü bir “ anayasa yapm a” birikim ine ve geleneğine sahip olan bir ülkedir (BATUM , 2009: vı). Öyleyse, T ürkiye’de yapılm ası gereken, sözü edilen birikim i, geniş katılımı esas alan dem okratik anayasa yapım yöntem leri ve form ülleriyle taçlandıran yeni ve çağdaş bir anayasa ortaya çıkarmaktır. T ürkiye’de anayasa yapım ında, genel olarak tepkisel yaklaşım egem en olm uştur. Her yeni anayasa ya da anayasa değişikliği, önceki dönem lerde yaşanan sorunlara reaksiyon niteliğinde hüküm ler getirm iştir. Anayasa yapımı, doğası gereği sadece norm atif düzenlem e cam bazlığı ve hukuk tekniği ustalığı değildir. D isiplinler arası bilgi ve birikim gerektirir. A nayasa yoluyla toplum un önünü açacak yol haritaları sunma ideali, toplum dan destek gördüğü ve özüm sendiği ölçüde anlam lı bir iştir. AB A nayasa T aslağı’nın Başlangıç Kısm ında Thucydides Il’ye gönderm e yapan “ A nayasam ız dem okrasi olarak adlandırılır, çünkü iktidar azınlığın değil, çoğunlugunelindedir.’Vwww. http://europeanconvention.cu.int/docs/Treatv/850T R .pdf , erişim :28.9.2009) şeklindeki alıntı, böyle bir mesaj içerm ektedir. Öyleyse, anayasa bireyin ve dolayısıyla gönüllerde yer tutacak kadar toplum un kendi hazırladığını düşündüğü bir m etin olm alıdır. Y ürürlüğe girer girm ez ezberlere de giren dillerden düşm eyen bir şarkı gibi (İBA, 2009: 46-50) toplumu hukuk yoluyla yukarıdan dizayn etm e eskim iş ve klasik bir anlayıştır. Yeni anayasa yapım ında ya da anayasa değişikliği politikalarında yükselen değer, “ uzlaşm a” ve ikna’dır. Türkiye özelinde, uzlaşm a kültürünün daha da önemli olduğu kuşkusuzdur. Anayasa yapım sürecinde iç dinam iklerin etkisi olduğu kadar dış dinam iklerin de çok önemli bir payı vardır. Bu katkıların boyutunu ölçm ek için, anayasa değişikliklerinin perde gerisini irdelemek gerekir. Anayasa değişikliği kanun tekliflerinin, Türkiye Büyük M illet M eclisi Genel K urulundaki ve kom isyondaki görüşm e tutanakları ve kom isyon raporları gibi yasama m ateryallerinden, izini sürm ek çoğu zam an yeterli olm aktadır. Gerçekten de tarihi değere sahip bir arşiv belgesi niteliğindeki Meclis tutanakları, her değişikliğin arka planına ışık tutan açık yürekli konuşm a ve belgelerle doludur. - 202- 19. Yüzyıl O sm anlı-Türk anayasacılık hareketlerinin dinam iklerini iç ve dış baskılar karşısında bunalan küçük bir yönetici azınlığın çabaları olarak değerlendiren Atatürk, 1.12.1921 tarihinde T B M M ’de yaptığı bir konuşm ada şunları söylem iştir. "efendiler, bir paşanın tahtı riyasetinde üçü H ıristiyan olm ak üzere 16 m em ur, 10 ulema ve iki askerden m ürekkep bir heyet B abIali’de toplandı (elindeki K anun-i E sasi’yi göstererek) ve bu kitabı yazdı. ..efendiler, bu kitap düşm anlarım ızı m uvakkaten olsun m em nun etm ek gayesini gözetm iş bir kitaptır...B u kitabın m ahiyetinin millet ile, iradei milliye ile hiç alakası yo k tur . . ( T BMM Zabıt Ceridesi) A nayasal gelişm elerim izin başlıca itici gücü, batılılaşm a cereyanı olm uştur. 1808 tarihli Sened-i İttifak, O sm anlI’nın M agna C arta’sı olarak anılm akla birlikte etkili şekilde uygulam aya geçem em iştir (ARSLAN, 2005:120). 1876 A nayasası, Tanzim at ve Islahat Ferm anlarıyla kaydedilen gelişm elerin anayasallaştırılm asıdır. 1921 A nayasası, yeni rejim in bir “geçiş anayasası”, bir dem okratik ihtilal anayasasıdır. 1924 A nayasası da, istikrara kavuşturulm uş olan bir devletin, 1789 Fransız devrim inin liberal ideolojisini yansıtan anayasasıdır (TA NÖR, 2008: 45). O sm anlı-Türk anayasal gelişm elerine ilişkin bu genel değerlendirm elerden sonra, 1982 Anayasası ve geçirdiği son değişikliklerden bazılarını dikkatli ve seçici gözlerle okum ak gerekm ektedir. Özellikle, ülkem izde geçerli olan hüküm et sistem i bağlam ında derin etkileri ortaya çıkacak anayasa değişikliklerinin örnek incelem e konusu yapılm ası gerekir. Daha sonra, yeni anayasa söylem lerine değinm ek uygun görünm ektedir. 1982 A nayasası, bir önceki 1961 A nayasasına tepki olarak hüküm et sistem ini, “rasyonelleştirici” nitelikte yeni kurallar öngörm üştü. Yeni anayasa, yasam a organının kurum sal ve işlevsel özellikleriyle ilgili kayda değer yenilikler getirm işti (İBA & B O ZK U RT, 2006). Örneğin, C um huriyet Senatosu lağvedilerek iki m eclisli yapıdan yeniden tek-m eclisli parlam ento yapısına dönülm üştü. O torite yönünde yolunu şaşırtm ış olan 1982 A nayasası da, toplum kuşaklarının önüne “anayasa yoluyla çözüm ” sunam am ıştı. Yürürlüğe girdikten sonra yeni yeşeren dem okrasi ortam ında her kesim in yoğun ve haklı eleştiri oklarına hedef olmuştu. Ara rejim dönem inde yapılm ış olan 1982 A nayasası, defolu olarak piyasaya sürülen bir elbise m uam elesi görm eye başlamıştı. Öte yandan, -203 - özgürlükler bağlam ında 1961 A nayasasıyla sağlanan kazanım ları geriye götüren bu anayasa, daha yolun başında değişiklik ihtiyaçlarıyla birlikte anılm aya başlanm ıştı. A nayasanın kurduğu hüküm et modeli ve rejim tartışm aları, siyasi ajandaların ön sıralarında yer bulmuştu. Yaklaşık 26 yaşında olan 1982 Anayasası dönem inde yasam a-yargı ve yürütm e organlarının ilişkileri ve dolayısıyla, siyasi rejim arayışlarına ilişkin tartışm alar güncelliğini hiç yitirm em iştir. Bugüne kadar 1982 Anayasasında 15 kez değişiklik gerçekleştirilm iştir. A nayasanın “C um huriyetin Tem el O rganları” Kısm ının, “Y asam a” başlıklı Birinci B ölüm ünde yer alan doğrudan parlam entoyla ilgili 26 m addenin 15’inde çeşitli tarihlerde 17 kez değişiklik yapılm ıştır. Bu değişikliklerin 9 ’u yasam a organının işleyişine, 8 ’i kuruluşuna ilişkindir. Yasam a ve denetim çalışm alarında verim liliğin ve etkinliğin arttırılm ası gerekçesiyle yapılan anayasa değişikliklerine uyum sağlam ak am acıyla Türkiye Büyük M illet M eclisi İçtüzüğü’nde değişiklikler yapm a ihtiyaçları ortaya çıkmıştır. 1982 Anayasası dönem inde başkanlık ve yarı-başkanlık sistem ine geçilm esine yönelik öneriler ve siyasi projeler moda olmuştu. Aslında bu konuda fiilen kayda değer bir girişim de bulunulm am ıştı. Ancak, 2007 yılında 11. C um hurbaşkanı seçim inde yaşanan siyasi krizin yeni ve radikal kimi gelişm elere gebe olduğu belliydi. Bunun da m anevra alanı elbette Anayasa metni oldu. Bir yandan “ sivil anayasa” hazırlıkları ve söylem leri yoğunluk kazandı. Diğer yandan da, anayasa düzlem inde bir nokta atışı yapılarak sadece cum hurbaşkanı seçim iyle ilgili kuralların değiştirilm esi gündem e geldi. A nayasa tekniği yönünden yaşanan, tam da, siyaset sahnesinde yaşanan krize verilen hazırlıksız ve tipik bir tepkisel anayasa değişikliği örneği sergilenm işti. 11. Cum hurbaşkanı seçim takvim inin işlem eye başlam asına yakın, Yargıtay O nursal Başkanı Sabih K anadoğlu’nun, o günkü parlam ento kom pozisyonunda kilitlenm eye yol açacak bir hukuki görüşü basında yer alm aya başlam ıştı. Kanadoğlu, TBM M Genel Kurulunun toplantı yetersayısını düzenleyen A nayasanın 96. m addesinde “başkaca bir hüküm yoksa” ibaresinin, belli hallerde genel toplantı yeter sayısının (184 m illetvekili) yetm eyeceği anlam ına geldiğini; cum hurbaşkanı seçim iyle ilgili 102. m adde çerçevesinde yapılacak M eclis toplantısının (Birleşim ) ancak TB M M üye tam sayısını 2/3 çoğunluğu yani 367 m illetvekilinin hazır bulunm asıyla açılabileceğini ileri sürdü. Ses getiren bu ilginç görüş etrafında yoğun tartışm a başladı. A nayasacılardan başlayarak bu tartışm aya katılm ayan neredeyse kalmadı. Kantarın topuzunu kaçıranlar, kam plara bölünenler oldu. -204- “ 367 tezi” alarak literatüre giren görüş, oldukça zorlam a ve savunulabilirliği za y ıf bir hukuki yorum du. İlkin, önceki cum hurbaşkanı seçim lerinde böyle bir konu gündem e bile gelm em işti.20 A nayasa yorum teknikleri bağlam ında, Türkiye Büyük M illet M eclisi birleşim leri için gündem konusu ne olursa olsun tek bir toplantı yetersayısı olduğu uygulam asını çürütecek yeni bir gerekçe yoktu. Anayasa M ahkem esi ilk kez önüne gelen davada, usul yönünden “ eylemli içtüzük kuralı” yolundan giderek “ 367 tezi” ni doğrulayan sürpriz bir karar vermiştir. Buna göre, Türkiye Büyük M illet Meclisi Genel K urulu’nun 27.4.2007 tarihli 96. B irleşim de yapılan cum hurbaşkanı seçim i birinci turunu iptal etmiş ve diğer turlara devamı önlem ek için dc seçim işlem inin yürürlüğünü durdurm uştur. Anayasa M ahkemesi Kararında; “ A nayasanın 102. m addesinin ilk fıkrasında C um hurbaşkanının seçimi için öngörülen üçte iki çoğunluk, dava konusu M eclis kararına ilişkin birinci oylam a yönünden hem toplantı hem de karar yetersayısını kapsam aktadır. Bu nedenle İçtüzüğün 121. m addesinde yapılan gönderm e doğrultusunda aynı yetersayının benim senm iş olduğunun kabulü gerekir.” (K. 2007/54) gibi zorlam a değerlendirm eler vardır. Anayasa M ahkemesi kararında, belli yorum tekniklerine aşırı ağırlık verilm esine bağlanabilecek bu tip gerekçeler yer alsa da, yine de hukuken kendi içinde tutarlı bir karar verildiğini kabul etm ek gerekir. Y üksek M ahkem e’nin bu kararının ardından 22. Dönem M eclisince cum hurbaşkanının seçilem eyeceği anlaşıldığından erken seçim kararı alınm ıştır. K anadoğlu’nun hukuki zaferi, başka konularda da ilginç ve yeni görüşlere ccsaret verdi. Bunlar arasında, cum hurbaşkanını seçem eyen bir m cclisin fcsholm uş sayılacağı için “erken seçim kararı” dahi alam ayacağı ve böylece siyasi bir açm azla karşı karşıya kalınacağı biçim indeki bir fantezi dikkate değerdi. İşte böyle bir siyasi atm osferde, pragm atist bir anlayışla, Anayasa M ahkem esi’nin 367 tezi konusundaki kararından sonra 11. Cum hurbaşkanı seçim inde M ecliste yaşanan siyasi kriz üzerine cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esiyle ilgili A nayasa değişikliğine gidildi. Yaşanan bunalım a, net bir tepki ifadesi olarak A nayasanın 96. maddesindeki “ başkaca hüküm yoksa” ibaresini metinden çıkaran bir anayasa değişikliği gerçekleştirilm iştir. 211 Örneğin, Turgut Özal’ın seçildiği turlarda kullanılan toplam oylar 2/3 çoğunluğa ulaşmamıştır. -205- Dalıa da önemlisi, A nayasanın cum hurbaşkanı seçim ini düzenleyen 101. ve 102. m addeleri de değiştirilm iştir. 31.5.2007 tarihli ve 5678 sayılı A nayasa değişikliği kanunu, kabaca, cum hurbaşkanını siyasal bir pozisyon ve kim lik haline getirecek “ 5+5” form ülünü ve halk tarafından seçim i benim sedi. Başka bir deyim le, parlam enter rejim in ana param etreleri aynen korunduğu halde, yalnızca “cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esi” noktasında değişiklik yapıldı. Finlandiya, İrlanda, Bulgaristan, Slovakya benzeri bir m odele adım atılm ış oldu. Parlam enter cum huriyet m odelinin ana param etrelerine dokunulm adan sadece cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esi, hüküm et sistem leri bağlam ında klasikleşm iş ayrım lara uym ayan bir siyasal m odele doğru kayış anlam ına geleccktir. Ancak, halk tarafından seçilen cum hurbaşkanı ile hüküm etin aynı siyasal çizgiden olup olm am asına göre değişik hipotezler de ortaya atılm aktadır (İBA, 2008: 33). Kanun teklifinin TB M M Genel K urulu ve A nayasa K om isyonu’ııdaki görüşm elerde söz alan m illetvekilleri, anayasa değişikliğinin kızgınlıkla, alelacele ve duygusal bir şekilde yapıldığını ve tehlikeli bir sürece girileceğini sıklıkla dile getirdiler (A nayasa Kom isyonu Raporu: 10). Gerçekten de, acil bir ham leyle ve hışım la kabul edilen anayasa değişikliği paketi, aynı anayasa m etninde çelişkili m addeler kalm ası sonucunu doğuran özensizlik veya unutkanlık ürünü bir girişim niteliği taşım aktadır. 77. m addedeki değişiklikle T B M M ’nin seçim dönem i 4 yıla indirildiği halde, 94. m addede Başkanlık Divanının görev süresi, 2+3 =5 yıl olarak öylece kalmıştır. Ayrıca halk tarafından seçilecek cum hurbaşkanının, klasik görev ve yetkileri kağıt üzerinde aynen korunm uştur. Anayasa değişikliği sonrasında, siyasal rejim bakım ından, artık eskisi gibi olm ayacağı kesindir. Ancak, parlam enter rejim geleneğim izin nereye ve ne ölçüde kayacağını şim diden kestirm ek güçtür. Şu halde, cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esine ilişkin anayasa değişikliği, tam bir tepkisel anayasa değişikliği öyküsü oluşturm aktadır. Bu örnek olay incelem esinden de anlaşılacağı üzere, anayasa m etninde değişiklik yapm ak her durum da fiili çözüm anlam ına gelm em ektedir. Genel olarak 1982 Anayasasında bugüne kadar 15 kez değişiklik, 4 kez halk oylam ası yapılm ıştır. Bu değişikliklerin arka planında yer alan bir dış dinamik; AB m üktesebatına uyum çabasıdır. Bugüne kadar, AB m üktesebatm a -206- uyum am acıyla kanun düzeyinde 10 paket çıkarılm ıştır. Ayrıca, üç anayasa değişikliği paketinin geri planında uyum am acı vardır. Ö te yandan, dem okratikleşm e hedefi, klasikleşen iç dinam iklerim izden birisidir. 1982 A n ay asasfn m geçirm ekte olduğu hızlı değişim trafiği, Türkiye’de anayasa hukukunun dinam ik bir disiplin haline gelm esine zem in oluşturm uştur. 86 m addesi ve başlangıç m etni (dibace) değişm iş olan 1982 A nayasası, tutarlı bir hukuki m etin olm aktan çıkm ış, içsel bütünlüğünü ve dil uyum unu kaybetm iştir. Sil baştan yeni bir anayasa yapım ı, oldukça m asum bir ihtiyaç olarak görünm ektedir. Yeni bir anayasa cazibesi bununla da sınırlı değildir. D eğişik toplum kesim leri, yeni bir anayasanın kendilerine ilaç gibi gelecek yeni kazanım lar sağlayacağı beklentisi içine girm işlerdir. Bir yandan da, anayasanın yürürlükteki anayasaya göre oluşm uş norm al bir dönem parlam entosunca yapılıp yapılam ayacağı konusunda bile uzlaşm a yoktur. T eknik deyim iyle, asli kurucu iktidar yetkisinin kullanım ıyla ilgili asgari bir anlayış birliği görünm em ektedir. Anayasa yapm ak yetkisiyle özel olarak oluşturulacak bir kurucu meclis gerektiği yönünde görüşler de dile getirilm iştir. A nayasa uzm anlarınca hazırlandıktan sonra kam uoyuna açıklanan yeni anayasa taslağı, “ sivil anayasa” olarak anılm ıştır. A nayasa yapm a dinam iklerinin ve usulünün son iki anayasadan farklı, en azından daha dem okratik olduğunu belirtm ek üzere yapılm ış görünen bu yakıştırm a, literatürde olm ayan bize özgü bir nitelem edir (İBA, 2008: 8). Parlam ento dışında tartışılan “sivil anayasa taslağı”, parlam ento içinde resm en işlem e girem em iştir. 22. ve 23. Yasama D önem lerinde, anayasa yapım ının Türkiye Büyük M illet M eclisi’ndeki mutfağı işlevini gören ve daha önce başarıh çalışm alara im za atmış olan “A nayasa U zlaşm a K om isyonu” toplanam am ıştır. Bilindiği gibi, her anayasa, o toplum un yaşam senedidir. Soysal’m vurguladığı gibi, M üm taz “Batı A vrupa ülkelerinin çoğunda “anayasa” sözü, neredeyse, keyfilikten uzaklaştırılm ış bir sınırlı iktidarın ve daha geniş bir özgürlük düzeninin etiketi haline gelm iş duygusal ve kutsal bir anlam kazanm ış.” (SO Y SA L, 1987: 15) G erçekten de, yaşlı anayasalar, toplum ların tarihi kazanım larm ın ve özgürlük m ücadelelerinin hafızası işlevini görm ektedir. Gelişm iş ve istikrarlı toplum ların, genellikle, kısa (çerçeve) m etinler şeklinde ve çok az sayıda değişikliğe uğram ış anayasalarına m istik anlam lar yükledikleri ve büyük saygı gösterdikleri bilinen bir gerçektir. Konuyu tartışan M üm taz Soysal, -207- “A nayasaların uzun ve ayrıntılı oluş derecesi, çoğu zam an, anayasa yapım cılarının, bu “ anayasa-ötesi kurallar” bakım ından, daha sonraki toplum sal güçler dengesine olan güvenlerine bağlıdır. K endilerinden sonraki dengeye pek güvenem eyen yapıcılar, anayasaya yalnız tem el ilkeleri koym akla yetinm ez, bunların ayrıntılı biçim de düzenlenişini de geniş ölçüde anayasayla çözm eye çalışırlar.” (SOYSAL, 1987: 149) A nayasa m etninin uzunluğu, birçok bakım dan kaygıyla bakılm ası gereken bir konudur. Her şeyden önce, kazuistik (ayrıntıcı) düzenleniş, değişen koşulların gereği olarak daha sık anayasa değişikliği gereksinim i ortaya çıkarabilir. Çok sayıda m addeden oluşan hacim li bir kitap gibi anayasa metni, istikrarsız ve kaotik bir siyasal düzenin habercisi olabilir. Duayen anayasacılarım ızdan Tarık Zafer T U N A Y A ’nm, “insan derisiyle kaplı anayasa” nitelem esinde ustalıkla anlatm aya çalıştığı gibi, A nayasalar birçok işlevinin yanı sıra, insan odaklı bir yaklaşım la çağdaş ve dem okratik bir toplum düzeninin garantisini sağlayan üst-norm lardır. Liberal anayasacılık, insan hak ve özgürlükleri, azınlığın çoğunluk karşısında korunm ası, hukukun üstünlüğünün bağım sız ve tarafsız yargı yoluyla tem inat altına alınm ası, siyasal tarafsızlık, çoğulculuk gibi esaslara dayanan bir “ sivil din” (ARSLAN, 2005: 36) niteliğine bürünm üştür. Sami S elçuk’a göre, Türkiye, m eşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşm ış bir Anayasayla yeni bir yüzyıla girm em eliydi (SELÇUK, 1999: 53). Çarpıcı konuşm aya karşın, Türkiye üçüncü bin yıla yeni bir anayasayla giremedi. Bununla birlikte, A B ’ye uyum çerçevesinde çok önem li anayasa değişiklikleri gerçekleştirm iş, dem okrasi standartlarının iyileştirilm esi konusunda kayda değer adım lar atılmıştır. 2. Yeni Anayasa Yapım Formülleri ve Yöntemleri A nayasa öğretisinde, anayasayı, ‘tem el y asa’ niteliği de olsa, ‘yasa’ olarak değerlendiren görüşler olm uştur. 1651 yılında yayım ladığı L eviathan’da Hobbes, “yasalar, tem el ve tem el olm ayan biçim inde snıflandırılır; ancak ben hiçbir yazarda, bir tem el yasanın ne dem ek olduğunu görebilm iş değilim. Yine de yasalar bu biçim de diğerinden ayırt edilebilir.” Diyordu (OD ER, 2004: 90). B aşka bir söyleyişle, anayasa, değiştirilm esi zorlaştırılm ış yasa olarak değerlendiriliyordu. Pozitivizm açısından, anayasanın -208- ayırt edici özelliği, yasaların üstünde yer alm asıdır. Jean Jacques R ousseau’nun “toplum sözleşm esi” kuramı, kabaca, toplum u oluşturan tüm bireylerin bir araya gelerek bireysel iradelerini birleştirm ek suretiyle oluşturdukları ortak irade ya da bireysel iradelerinin bir tür toplam ı olan genel iradenin doğuşuna yol açan bir “akit” olarak algılanıyordu. Siyasal toplum un tem elini oluşturan toplum sözleşm esi, vatandaşların tüm ünün katılım ını, dolayısıyla im zasını gerektirir. Çünkü, ortak iradeyi oluşturan bireylerin hiç birinin katılım payından vazgeçm esi ya da başkasına devretm esi m üm kün değildir. G erçekten de R ousseau’nun ideallerinde, doğrudan dem okrasi vardı. A nayasa yapım ı, yeni baştan bir anayasanın hazırlanm ası ve kabul edilm esi anlam ına gelm ektedir. Yürürlükteki anayasanın kısm en değiştirilm esi ise revizyondur. A nayasa yapım ı değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Yeni bir devletin ortaya çıkm ası, var olan bir devletin radikal bir rejim değişikliğine gitmesi, anayasayı yenilem e gereği doğm ası gibi. A nayasa yapım ında otoriter usullerin ortak paydası, halkı bu süreçten dışlam alarıdır. T am tersine, dem okratik yöntem ler ise, anayasa yapım sürecine halkın katılım ını öngörür. Devlet ve toplum ilişkilerinin kurucu belgesi olan anayasalarm , birer toplum sözleşm esi sayılm ası, anayasa yapım ına, bireylerin tüm ünün katılm asını gerekli kılar. Dünyanın ilk yazılı A nayasası özelliğine sahip 1787 ABD A nayasası’nın yapılışı toplum sözleşm esi gereklerine uygundu. Oysa 1789 Fransız Devrimi sonrasında Kıta A vrupa’sında yükselen değer haline gelen anayasacılık hareketleri, anayasa yapım ında tüm bireylerin katılımı kaygısını taşım ıyordu. B ununla birlikte, dünyadaki toplum sözleşm esi algılam asına dayalı liberal anayasacılık hareketlerinin tüm ünü etkisi altına alan üç geçerli anayasa yapım formülü ortaya çıkmıştı (K A BO G LU , 2005: 24). i-hazırlanm asına onaylanm ası, halkın katılm adığı A nayasanın halk tarafından ii-halkın seçtiği bir kurucu m eclis tarafından hazırlanan A nayasanın yine kurucu meclis tarafından onaylanm ası iii-halk tarafından seçilen bir kurucu A nayasanın halk tarafm dan onaylanm ası -209- m eclis tarafm dan hazırlanan A nayasa yapım ında ideal olan doğrudan dem okrasi form ülüdür ve meclis halinde toplanan halkın anayasayı bizzat yapm asıdır. G ünüm üz koşullarında bu m üm kün olm adığından dem okratik ilkelere uygun üç uygulam a biçim inden söz edilebilir. Bunlardan birincisi, halkın hazırlanm asına katılm adığı anayasayı onaylam asıdır. İkincisi, A nayasanın halk tarafından seçilm iş bir kurucu meclis tarafından hazırlanıp kabul edilm esidir. Ü çüncüsü ise, halkın seçtiği kurucu m eclisçe hazırlanan tasarının sonradan halkın oyuyla kabul edilm esidir (K A BO Ğ LU , 2005: 23). H alkın tem silcilerinin katılm adığı M eclislerde yapılan anayasaların, tüm milleti ya da halkı tem sil ettiği ve toplum sözleşm esi niteliği taşıdığı varsayım ı, m illi egem enlik kuram ından kaynaklanır. Sınırlı oyla seçilm iş bir M eclis tarafından yapılan 1830 Fransız A nayasası, bu form üle uygun bir örnek oluşturm aktadır. Daha dem okratik olan form ül ise, anayasalar kim tarafından yapılırsa yapılsın en son aşam ada halkın oyuna sunulm ası ve halk tarafından kabul edilerek yürürlüğe girm esidir. Başka bir anlatım la, “ kurucu referandum ” formülü, anayasaların katılım cı bir anlayışla halkın tüm ünün görüşlerini dikkate alınm asını öngören b ir m ekanizm adır (BATLIM, 2009: 23). A nayasaların toplum sözleşm esi niteliğini taşım ası ve bu doğrultuda toplum un tüm kesim lerinin üzerinde uzlaştığı bir m etin olması, dem okratik m eşruluk anlam ına gelir. Gerçekten de, anayasacılık tarihi, anayasaların, dem okratik m eşruluğa sahip oldukları ölçüde kabul gördüğü ve bunun sonucunda uzun ömürlü olduğunun örnekleriyle doludur. 2.1. Kurucu İktidar A nayasa yapım ı, siyasal sistem in üzerine dayandığı tem elleri ve ilkeleri oluşturm a yani bir “kurm a işlem i” niteliğinde olduğu için, anayasa yapan veya değiştiren siyasal iktidara “kurucu iktidar” adı verilir. K urucu iktidar tarafından yapılan anayasayla kurulan devlet organlarına (yasam a, yürütm e ve yargı) ise “kurulm uş (kurulu) iktidar” adı verilir. Asli kurucu iktidar, yeni bir anayasa yapm a iktidarıdır. Kendisinden önce var olan anayasanın m addi ve şekli sınırlarına uym ak suretiyle anayasada değişiklik gerçekleştiren iktidara ise “tali (türev) kurucu iktidar” adı verilir (BATLIM, 2009: 41). Asli kurucu iktidar, kendisinden önce var olan bir anayasa hükm üne uym ak zorunda olm aksızın anayasayı ilk kez ya da sil baştan yapan hukuk-dışı ve sınırsız bir iktidardır. Cem E roğul’a göre, “asli kuruculuğun özelliği, tem el kural koym a yetkisini dayandıracak daha eski bir temel kurala sahip olm am asıdır.” (ERO Ğ U L, 1974: 23). Asli kurucu iktidar, kendi varlığından önce gelen pozitif hukuk norm u ile bağlı değildir. -210- A nayasa M ahkem esi, A nayasanın 10 ve 42. M addeleriyle ilgili anayasa değişikliğini şekil yönünden iptal ettiği kararında, asli kurucu iktidar kavram ı üzerinde değerlendirm elerde bulunm uştur. “Asli kum cu iktidar, ülkenin siyasal rejim inde çeşitli etkenlere bağlı dayalı olarak ortaya çıkan kesintilerin ürettiği ve ortaya çıkış biçim i itibariyle hukuksal çerçeve dışında yer alan, yeni hukuksal düzenin tem el esaslarının ne olacağını belirleyen anayasa koyucu iradedir. Katılım cı, m üzakereci ve uzlaşıyı esas alan dem okratik ülkelerde, asli kurucu iktidarın sahibi halktır.” (K. 2008/116) Y üksek M ahkem eye göre, asli kurucu iktidarı, ülkedeki olağanüstü koşulların ürettiği anayasa koyucu irade olarak algılam ak gerekir. Kararda, asli kurucu iktidar düm eninde halkın yer alm asının dem okratik gereklere en uygun yol olduğu vurgusu da yapılm aktadır. M üm taz Soysal, “ Anayasanın Anlam ı” adlı eserinde, konuya ilişkin çarpıcı değerlendirm elerde bulunm uştur. “Zaten, çoğu zam an, anayasaların, değiştirilişleri gibi, yapılışları da toplum sal güçlerin tam bir denge içinde bulundukları sırada olmaz. Anayasaların birçoğu, içlerinde pek parlak deyim lerle belirtilen toplum sözleşm esi düşüncelerine, yani toplum un bütününce benim senm iş bir belge olduklarım anlatan sözlere karşın, aslında bir ihtilalin, ya da yerleşik düzeni altüst edici büyük bir olayın arkasından yapılır.” (SOYSAL, 1987: 10-11). Asli kurucu iktidarın yeni bir anayasa yaparken uym ak zorunda olduğu bir usul yoktur. Ancak, asli kurucu iktidarların şim diye kadar uyguladıkları yaygın usullerden söz edilebilir. 2.1.1.Monokratik Yöntemler O tokratik ya da m onokratik yöntem lerle anayasa yapım ında tem el amaç, halk için yeni bir anayasa yapm aktır. Yeni anayasanın yapılışı, uzm anlık gerektiren profesyonel bir iştir. Bu yüzden halk tarafm dan yapılm ası ya da anayasa yapım sürecine halkın dahil edilm esi şart değildir. Bir siyasal sistem de egem en durum daki m onark tarafından halka bahşedilen bir anayasa “ ferm an”, hüküm dar ile parlam ento arasında uzlaşm ayla yapılan bir anayasa “ m isak” tipindedir. -211 - N ostaljik bir tarihsel aşam a olarak anayasa yapım ında m onokratik yöntem ler, günüm üzde uygulam adan kalkm ış durum dadır. 2.1.2. Demokratik Yöntemler Asli kurucu iktidar dem okratik yöntem lerle de yeni anayasa yapabilir. D em okratik anayasa yapm a yöntem lerinden birincisi, farklı toplum sal katm anların tem silcilerinden oluşan ve siyasal partiler dışında, sivil toplum örgütleri, toplum sal ve siyasal kesim ve katm anların tem silcilerini de içeren ve sadece anayasa yapm akla görevli bir kurucu m eclis ( ya da anayasa yapm a meclisi) toplanm ası ve anayasanın, bu kurucu m eclis ya da anayasa yapm a m eclisi tarafından yapılm ası yöntem idir. Diğer yöntem ise, iktidarı elinde bulunduran gücün ya da güçlerin, bir anayasa taslağı hazırlayıp halk oylam asına sunup, halkın doğrudan oyuyla kabul ettirip tüm toplum un ortak belgesi olm asını sağlam aları yöntem idir. Bu yöntem , kurucu referandum dur (BA TU M , 2009: 48). Şu halde, Egem enliğin halka veya m illete ait olm asına bağlı olarak “kurucu m eclis (konvansiyon)” ya da “kurucu referandum ” yöntem leri devreye girebilir. 2.I.2.I. Kurucu Meclis Egem enliğin kaynağını millet olarak gören sistem lerde, halk tarafından yeni anayasayı yapm ak am acıyla seçilm iş özel m eclise, “ kurucu m eclis” adı verilir. G örev ve yetkileri yönünden, iki tür kurucu m eclisten söz edilebilir. A m erikan tipi kurucu m eclis, sadece anayasayı yapar. Oysa, Fransız tipi kurucu meclisler, anayasa yapm a görev ve yetkisine ek olarak norm al yasam a işlem leri de yaparlar (G Ö ZLER , 2009: 27). Kurucu meclisler, diğer yasam a organlarından farklıdır. İlkin, kurucu m eclisler ilke olarak anayasa yapm ak üzere seçilirler. Bazı istisnai örnekler dışında sadece bu görev ve yetkiyle donatılırlar. A m erikan tipi kurucu m eclis örneği böyledir. Halen yürürlükte olan ABD A nayasasını hazırlayan 1787 Philadelphia Konvansiyonu, bu geleneği başlatan uygulam adır. Diğer bazı uygulam alarda ise kurucu meclisler, anayasa yapım ının yanı sıra olağan yasama ve parlam enter denetim işlevlerini de üstlenm iştir. F ransa’da 1848, 1875,1945 kurucu m eclisleri ile T ürkiye’de 1961 ve 1982 kurucu m eclisleri buna örnek oluşturm aktadır. -212- K urucu m eclislerin sadece bu adı taşım ası yanıltıcı olabilir. D em okratik seçim lerle halk tarafm dan seçilm iş olm ası şarttır. Ülkem izde hem 1961 hem de 1982 A nayasaları, kurucu m eclisler aracılığıyla hazırlanm ış ve referandum ile kabul edilm iştir. O sm anlı-Türk anayasal gelişm eleri çerçevesinde 1876, 1921 ve 1924 anayasalarının yapılışında, kurucu m eclisler ve referandum yöntem leri kullanılm am ıştır. Bununla birlikte, 1921 Teşkilat-ı Esasiye K anunu’nu hazırlayan TBM M , her ne kadar anayasayı hazırlam ak için kurulm uş özel bir M eclis olm asa da, o dönem in koşullarında, “selahiyeti fevkaladeyi haiz” özel bir meclisti. Nitekim , 23 Nisan 1920’de açılan yeni M eclisin isim tartışm aları sırasında A tatürk tarafından “ M eclis-i M üessesan (K urucu M eclis)” adının önerilm ek istendiği ancak daha sonra bundan vazgeçildiği bilinm ektedir (İBA, 2006: 51). Dolayısıyla, Birinci M eclis’,i fiili bir kurucu m eclis olarak nitelendirm ek uygun görünm ektedir (TEZİÇ, 1998: 154; Ö ZBU D U N , 1998: 122). 1961 A nayasası, K urucu Meclis tarafından yapılan ilk anayasam ız özelliği taşım aktadır. 13 A ralık 1960 tarihli ve 157 sayılı “ K urucu M eclis H akkındaki K anun” ile kurulan iki kanatlı Kurucu M eclis, ihtilalci subayların üye olduğu M illi B irlik K om itesi ve sınırlı temsil esasına göre kurulan Tem silciler M eclisi’nden oluşm uştu. 1982 A nayasası da, en azından teorik bakım dan “K urucu M eclis” tarafm dan yapılan ikinci anayasam ızdır. 1982 Anayasasını hazırlayacak Kurucu M eclis’in, 1961 dönem im de olduğu gibi iki kam aralı olm ası ve M illi G üvenlik Konseyi ile D anışm a M eclisi’nin bir arada toplanm asıyla kurulm ası öngörülm üştü. Ancak, 1982 A nayasası dönem im deki Kurucu M eclis’in iki kanadı hiçbir zam an ortak toplantı yapm adığı için kağıt üzerinde kalmış, kanatlar çalışm alarını ayrı ayrı yapm ışlardır. Danışm a M eclisinde kabul edilen anayasa taslağı üzerinde nihai değişiklikleri yapm a yetkisi, M .G .K .’ne tanınm ıştı. H er iki anayasayı da yapan kurucu m eclislerin seçim ve temsil niteliği asgari dem okratik standartlan karşılam aktan uzaktı. Bu nedenle, 1961 ve 1982 anayasalarının hazırlanış yöntem lerinin dem okratik olduğunu söylem ek m üm kün görünm em ektedir. 2.1.2.2,Kurucu Referandum D em okratik ülkelerde, siyasal sistemi kuran ve hukuk düzeninin om urgasını oluşturan en tem el belge olan anayasaların dem okratik yöntem lerle hazırlanm ası esas olm alıdır. İktidarı elinde bulunduran güçlerin hazırladıkları bir anayasa taslağını halkın rızasını alm ak için doğrudan halkın oyuna sunm alarına kurucu referandum adı verilir. Bu yöntem , anayasaların sil baştan, yeniden yapılm asında da, değiştirilm esinde de çok yaygın olarak uygulanm aktadır. - 213- Günüm üzde, İspanya, D anim arka, İsviçre gibi birçok ülkede, kısmi anayasa değişikliklerinin bile referandum a götürülm esi zorunludur. H alk egemenliği ilkesinin gereği olarak yarı-doğrudan dem okrasi araçlarından birisi olan referandum un anayasaların kabulü sürecinde uygulanm asıdır. K urucu referandum yoluyla kabul edilen anayasa da, bir meclis veya kom isyonca hazırlanır. Ancak, kabul için halk oyuna sunulur. Anayasanın halk oylam ası sonucu kabul edilmesi, m eşruiyet açığım giderici bir yöntem olarak algılanm aktadır. Oysa, plebisiter halk oylam aları, görüntüde dem okratik olsa da, amacı, uygulanış biçim i, hazırlanış biçim i dem okratik tuzaklarla dolu olabilm ektedir. 1961 ve 1982 A nayasaları, kurucu referandum yoluyla doğrudan halk tarafından kabul edilm iştir. Bununla birlikte, dem okratik olm ayan koşullarda gerçekleştirilen her iki referandum da daha çok plebisiter nitelik sergilem iştir. Dünya üzerindeki yaklaşık 200 ülkenin yarısından fazlası, 1970’lerden itibaren anayasasını yeni baştan yapm ıştır, literatüre “yeni anayasa yazım dönem i” olarak geçen bu süreçte, anayasa yapım ında katılım ve dem okratik yöntem ler ön plana çıkm ıştır. 1996 tarihli G üney Afrika A nayasasının, özellikle 1990 ile 1996 yılları arasındaki hazırlanış süreci de, dem okratik çoğulculuğa uygun ve tüm siyasal kesim lerin katılımı ve katkısıyla hazırlanan anayasa yapılış süreçlerine başarılı bir model olacak niteliktedir. 1993 yılında anayasanın yapılış yöntem ine uzlaşılan genel ilkelere ilişkin bir “geçici anayasa” yürürlüğe sokuldu. 1994 yılında iki kanatlı kurucu meclis seçim leri gerçekleştirildi. Halktan hem tem silcilerini hem de kurucu m eclisi seçm eleri istendi. Ayrı ayrı çalıştığında normal m eclisler gibi hareket eden yapı, birleşik toplantı halinde kurucu mcclis sıfatını alıyordu. Anayasanın her bölüm ü için ayrı kom isyonlar kuran kurucu meclis halktan gelen talepleri titizlikle inceledi. Ülke çapında medya ve geniş bir tanıtım kam panyası yürütüldü. 160 bin tirajlı m eclis gazetesi halka ulaştırıldı. 1996 yılında geçici anayasada saptanan ilkelere uygun anayasa metni hazırlandı ve bu uygunluğun denetim i için taslak m etin A nayasa M ahkem esine gönderildi (BATUM , 2009: 228). SONUÇ 1982 A nayasasının yapılış süreci, cılız dem okratik yöntem lere dayandığından, m eşruiyet tartışm alarıyla birlikte anılm ıştır. 1982 A nayasasının geçirdiği perakende değişiklikler, anayasacılık gelişm elerim iz bakım ından olum ludur. Ancak, değişiklikler sonrası günüm üzdeki haliyle 1982 Anayasası, - 214- gerek norm atif bütünlük gerekse anayasa dili bakım ından içsel ahengini de yitirm iştir. Öte yandan, A vrupa Birliği ile bütünleşm e sürecindeki Türkiye, A B ’ye uyum ve dem okratikleşm e yönünde yeni anayasa değişiklikleri gerçekleştirm ek zorundadır. Bu gibi dışsal dinam ikler bir yana, anayasa şikayeti, om budsm an gibi yeni kimi siyasal kuram ların anayasal düzenim ize kazandırılm ası ve özellikle A nayasa M ahkem esi ve diğer yargı kuruluşları gibi var olan kuram larım ızın revize edilerek geliştirilm eleri gereği ortadadır. Şu halde, T ürkiye’de yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bu yöndeki girişim lerin zam anlam ası oldukça önem lidir. Yeni anayasa girişim leri üzerinden vuruşm a alanları oluşturm ak, özden uzaklaşm a anlam ına gelir. Yeniden anayasa yapım ı, her şeyden önce bir uzlaşm a konusu ve sam im iyet işidir. Yeni anayasa yapm ak, geçm işle veya bir yerlerle hesaplaşm a alanı değildir. Yeni anayasa yapım ında ideal olan, doğrudan dem okrasi modelidir. Tüm halkın bir meclis halinde toplanm ası ve kendi anayasasını yapm ası günüm üz koşullarında uygulanabilirliği olm ayan bir dem okratik rüyadır. Asli kurucu iktidar, dem okratik anayasa yapım m odellerini en üst düzeyde devreye koyabilir. Halkın seçtiği kurucu m eclisçe hazırlanan yeni anayasa tasarısının sonradan halkın oyuyla kabul edilm esi, dem okratik anayasa yapm anın en geçerli yöntem i olarak kabul görm ektedir. Halkın anayasa yapm ak üzere seçtiği kurucu m eclisin, halka kulaklarını tıkam ası, kendini seçenlerden kopuk hareket etmesi istenilen bir durum değildir. G üney Afrika gibi sorunlu bir ülkenin yaptığı anayasa yapım süreci, yakın dönem lerin en başarılı m odellerinden birisidir. Böyle bir anlayışla hareket edildiği takdirde, toplum um uzun önünü açacak sivil bir anayasal reform un başarılabilm esi m üm kündür. YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararlan: E.2007/45, K.2007/54, 1.5.2007. - 215- Internet Kaynaklan: w w w .http://euroD ean-convention.eu.int/docs/Treatv/850TR .pdf (erişim :28.9.2009) Öteki Kaynaklar: A nayasa K om isyonu R aporu ( S.Sayısı: 1409), Dönem: 22/5 Zühtü A R SLAN (2005), Anayasa Teorisi (Ankara: Seçkin Yayınevi). Süheyl BATUM (2009), 99 Soruda Neden ve Nasıl Çağdaş Bir Anayasa (İstanbul: XII Levha Yayınları). Kemal G Ö ZLER (2009), Kısa Anayasa Hukuku (Bursa: Ekin Yayınevi) “ Yeni A nayasa Y apm ak” (Çankaya Üniversitesi Ş eref İBA (2009), Gündem Dergisi 32: 46-50). Ş eref İBA (2009), Parlamento İçtüzük Metinleri (İstanbul: İş Bankası K ültür Yayınları). Ş eref İBA (2009), “ K ırgızistan’ın A nayasa Serüveni ve Jogorku K eneş” ( TİKA- Avrasya Etüdleri Dergisi). Ş eref İBA (2008), Anayasa Hukuku ve Siyasal Kurumlar (2. Bası, Ankara: Turhan). Ş eref İBA (2007), “ Ezber Bozan K arar” (Meclis Bülteni 140). Ş eref İB A (2008), Dergisi 23). “G üle Güle Parlam enter R ejim ” ( Çelik-İş Sendikası Ş eref İBA & R au f Bozkurt (2006), 100 Som da Türk Parlamento Hukuku (3. Baskı, Ankara: Nobel). İbrahim Ö .K A B O Ğ LU (2005), Anayasa Hukuku Dersleri (2. baskı, İstanbul: Legal Yayınevi) - 216- Bertil Em rah O D ER (2004), Avrupa Birliği 'nde Anayasa ve Anayasacılık (İstanbul: A nahtar K itaplar Yayınevi). Ergun Ö ZB U D U N & Ö m er Faruk G EN Ç K A Y A (2009), Democratization and the Politics o f Constitution-Making in Turkey (Budapest, New York: CEU Pres) Sami SELÇ U K (1999), Konuşma (Ankara: Liberte). Bülent TA N Ö R (2008), Anayasal Gelişme Tezleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları-Cogito) Serap Y AZICI (2009), Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları) TB M M Zabıt Ceridesi - 217- - 218- BİR ANAYASA M AHKEM ESİ KARARININ YARATTIĞI İLGİNÇ TARTIŞMA: MECLİS KOM İSYONLARI YASA ÖNERİLERİNİ NE ÖLÇÜDE DEĞİŞTİREBİLİR? Prof. Dr. C em EROĞUL GİRİŞ A nayasa M ahkem esi’nin 2008 yılının sonunda verdiği bir karar (K .2008/183), ilginç bir tartışm aya yol açtı. C um huriyet H alk Partisi TBM M G rubu’nun açtığı davanın konusu, 4.6.2008 günlü, 5766 sayılı “A m m e A lacaklarının Tahsil Usulü Hakkında K anunda ve Bazı K anunlarda D eğişiklik Yapılm ası H akkında K anun”un 18., 26. ve Geçici 3. m addelerinin iptali istemiydi. Davacı parti grubunun gerekçesi, söz konusu hüküm lerin tasarı m etnine Plan ve Bütçe K om isyonu tarafından eklendiği, A nayasa’nın 88. m addesine göre yasa önerme yetkisinin yalnızca bakanlar kurulu ile m illetvekillerine tanındığı, bu durum da, ilgili kom isyonun, kaynağını anayasadan alm ayan bir devlet yetkisi kullanarak A nayasa’nın 6. m addesini, anayasanın bağlayıcılığını düzenleyen 11. m addeyi, TB M M çalışm alarının içtüzüğe göre yürütülm esini buyuran 95. m addeyi çiğnediğiydi. Anayasa M ahkem esi, l ’e karşı 10 oyla aldığı kararda, iptal başvurusunun biçim yönünden yapıldığı, bu tür başvurular için parti gruplarının yetkisi bulunm adığı, ayrıca on günlük başvuru süresinin de aşıldığı gerekçesiyle başvuruyu reddetti. K arşıoy kullanan üye ise, bunun biçim değil öz yönünden bir başvuru olduğunu, dolayısıyla yetkisizlik ve süre aşım ının bulunm adığını, davacı parti grubunun istem inde haklı olduğunu, dava konusu hüküm lerin anayasaya aykırılık nedeniyle iptal edilm esi gerektiğini savundu. - 219 - Bu görüşlerin değerlendirilebilm esi için, iki konunun açıklığa kavuşturulm ası gerekir. Birinci konu, m eclis kom isyonlarının yasa önerilerinde1 değişiklik yapm a yetkisinin anayasal sınırıdır. Buna bağlı ikinci konu ise, sınır aşıldığında, anayasaya uygunluk denetim inin nasıl yapılacağıdır. Yazı bu konuları, iki altbaşlık altında ele alıyor. Birinci altbaşlıkta, yeri geldikçe ABD, İngiltere ve F ransa’yla karşılaştırm alar da yapılıyor. I. Yasama Komisyonlarının Yasa Önerilerinde Değişiklik Yapma Yetkisinin Anayasal Sınırı: M eclislerin, kendi çalışm alarına hazırlık yapm ak üzere kom isyon kurm aları, çok eski bir yöntem. D evrim den önceki son toplantısını 1614’te yapan Fransız Etats Généraux (Etajenero) m eclisinde bile var. F ransa’da 1789 D evrim i’nden sonra kurulan m eclislerde, kom isyonlar gitgide öne çıkıyorlar. 1792-1795 Convention (K onvansiyon) m eclisinde, işi hüküm etin yerine geçecek ölçüde ileri götürüyorlar (PRELOT, 1961: 740). Bu durum a tepki olarak, 1795 A nayasası’mn 67. m addesi, m eclislerde sürekli kom isyon kurulm asını kesinlikle yasaklıyor. A ncak ayrıksı olarak, belli bir konuda hazırlık yapm ak üzere geçici bir kom isyon kurulabileceği kabul ediliyor. Ne var ki, m eclis o konuda kararını verir verm ez, kom isyonun derhal dağıtılacağı hükm e bağlanıyor (DU VERGER, 1964: 46). Fransa’da kom isyonlar, ancak yirm inci yüzyılın başında, 1902’de, yeniden sürekli hale geliyor. K ısa bir süre sonra da, 1910’da, meclis kom isyonlarının parti gruplarına dayanacağı kuralı getiriliyor. Üçüncü (18751940) ve Dördüncü C um huriyet (1946-1958) boyunca, kom isyonlarla gruplar büyük bir ağırlık kazanıyorlar. 1946’da, her iki kurum ilk kez anayasada yer alıyor (PR ELO T, 1961: 740). Bugün yürürlükte olan 1958 A nayasası ise, partilerden söz etm ekle birlikte, parti gruplarına anayasada yer vermiyor. Ayrıca, iki m eclisteki kom isyon sayısını, bakanlıklara rakip olm alarını engellem e kaygısıyla, altıyla sınırlandırdığı gibi, her öneri için ayrı bir kom isyon kurularak yasa yapm a süreci içinde bu sürekli kom isyonlara hiç başvurulm am asınm yolunu da açıyor (TU RPIN , 1994: 412-416). İngiltere’de kom isyonların kuruluşunu, neredeyse parlam entonun bugünkü iki m eclise bölündüğü 1332 yılına dek götürenler var. Ancak, tasarıların konularına göre kom isyon kurm a geleneğinin 1571’de başladığı anlaşılıyor (K A RA M U STA FA O G LU , 1965: 17). Bugün İngiltere’de, yasa önerileri, A ’dan başlayarak bir harfle anılan sürekli kom isyonlarda inceleniyor. 1 Bu yazıda, “yasa önerisi”, hem hükümetten kaynaklanan tasarıları, hem de milletvekillerinin tekliflerini kapsayacak anlamda kullanılmakta. -220- Ü ye sayıları 16-50 arasında değişen bu kom isyonlar, yasa önerisinin konusuna göre, her seferinde yeniden oluşturuluyor. Üyelikte başlıca iki ölçüt gözetiliyor: uzm anlık ve parti gruplarının güçleri oranında tem silini sağlam a. 2006-2007 toplantı yılından beri, bu kom isyonlara Public Bili Committee ya da General Committee adı veriliyor (ERO G U L, 2008b: 12). İngiliz örneğini izleyen A B D ’de, sürekli kom isyon yöntem i daha koloni dönem inde ortaya çıkıyor. B irlik kurulduktan sonra (1787), Tem silciler M eclisi bu yöntem i aralıksız olarak uyguluyor. 1816 ’da, Senato da aynı yola giriyor (K A RA M U STA FA O Ğ LU , 1965: 21-22). Bugün T em silciler M eclisi’nde 19, Senato’da ise 17 sürekli kom isyon (Standing Committee) görev yapıyor (EROGU L, 2008b: 89). K om isyonların yapı ve işlevleri, yavaş da olsa, sürekli bir evrim içinde. A nayasa’nın 1. m addesinin 5. bendi, yasam a m eclislerinin kendi çalışm a yöntem lerini belirleyeceklerini öngörüyor. N e var ki kom isyonlar, yalnızca kendi m eclislerinin içtüzük kurallarıyla değil, yasalardan, iki büyük partinin m eclis gruplarının aldığı kararlardan, kom isyonların kendilerinden ve görenekten kaynaklanan bir dizi kuralla da bağlı bulunuyorlar (SM ITH & DEERIN G , 1984: 39). Sürekli bir evrim geçirm elerinin nedeni bu. Yasam a m eclislerinde kom isyonların en güçlü olduğu ülke, ABD. Buna da şaşm am ak gerekir. Çünkü A B D ’de, yürütm enin yasa önerm e yetkisi yok. Başkan K ongre’nin bir yasa kabul etm esini istiyorsa, bunu kendi yandaşı bir Tem silci ya da Senatör aracılığıyla önerm ek zorunda. Her iki m ecliste de, kom isyonlar son derece etkili. Yasa önerilerinin yüzde doksanı daha kom isyon aşam asında ölüyor. (K om isyonlara “yasa m ezarlığı” denm esinin nedeni bu.) Yalnızca kom isyonlar değil, altkom isyonlar da çok güçlü. (Tem silciler M eclisi’nde 90, S enato’da 70 dolayında altkom isyon var.) K om isyona gelen önerinin hangi altkom isyona gönderileceğine kom isyon başkam karar veriyor. Bu karar da, çok kez önerinin geleceğini belirliyor. K om isyon çalışm asının en önem li aşam ası, hearing'ler (görüş alm alar). B unlar kam uya açık. (Ayrıca, yayınlanıyorlar da.) İlgililer burada görüşlerini duyurm a fırsatını buluyorlar. K onu enine boyuna tartışıldıktan sonra, öneri m etninin yeniden kalem e alındığı ve yazanağın (raporun) yazıldığı “ mark-up session” aşam asına geçiliyor. Y azanakta, önerinin ilk biçim i, kom isyonda yapılan değişiklikler, m evzuatta ortaya çıkacak sonuçlar, gerekçeleriyle birlikte ayrıntılı bir biçim de açıklanıyor. B öylece her meclis, önüne gelen öneriyi her yönüyle değerlendirm e olanağına sahip bulunuyor. B ir m ecliste kabul edilen öneri, öteki m eclise gönderiliyor ve yine kom isyon sürecinden geçiyor. Önerinin yasalaşabilm esi için, m eclislerin aynı m etin üzerinde anlaşm ası zorunlu. İki m eclis arasında anlaşm azlık çıkarsa, iki m eclisin üyelerinden kurulu bir uzlaştırm a kom isyonu ( Conference Committee) devreye giriyor. M eclislerin değiştirem eyecekleri, yalnızca kabul ya -221 - da reddecekleri son m etni bu kom isyon hazırlıyor (ER O G U L, 2008b: 89-91, 9596). Görüldüğü gibi, A B D ’de, yasam a süreci içinde, son söz m eclislerde olm akla birlikte, m eclislerin oy verecekleri m etni belirlem ede kom isyonların çok büyük bir ağırlığı var. İngiltere’de kom isyonların işleyiş biçim i ise, A B D ’den çok değişik. Bir kere, İngiliz parlam entarizm inde ağırlık hüküm ette. B u nedenle, kom isyonların bağım sız bir güç kullanm aları söz konusu değil. A B D ’den farklı olarak, kom isyonların önüne gelen yasa önerilerinin çok büyük çoğunluğu, hüküm et kaynaklı. Ayrıca, öneriler, kom isyon aşam asından önce, genel kurulda görüşülüp değerlendiriliyor (YAPICI, 2007: 60-61). Öte yandan, yukarıda belirtildiği gibi, kom isyonlar oluşturulurken parti gruplarının güçleri oranında tem sili gözetiliyor. Y ine A B D ’den farklı olarak, İngiltere’de sıkı bir parti düzencesi (disiplini) var. Bunu sağlayan parti değnekçileri (“whip" ler), üyelerin başlarına buyruk davranm alarını engellem ekle görevli. Sonuçta, yasa önerilerini inceleyen kom isyonlar, geniş ölçüde çoğunluğun, başka bir deyişle iktidarın güdüm ünde çalışıyorlar. N e var ki, İngiliz dem okrasisinin oydaşm acılık geleneği, çoğunluk güdüm ünün belli bir uzlaşm a sınırını aşm am asını da sağlıyor. F ransa’da, yukarıda belirtildiği gibi, Ü çüncü ve Dördüncü C um huriyet dönem inde, parlam ento kom isyonları ölçüsüz bir güç kazandılar. 1958’de başlayan Beşinci Cum huriyet, bu gücü kırdı. Bir kere, her m ecliste kom isyon sayısı altı ile sınırlandırılarak bakanlıklara koşut, dolayısıyla da onlara rakip olabilecek güçte kom isyonlar kurulm ası engellendi. A yrıca, her yasa önerisi için özel bir kom isyon kurulabileceği öngörülerek, sürekli kom isyonların tekeli kırılm aya çalışıldı. Gerçi uygulam ada, özel kom isyon yolu yaygınlık kazanam adı. Bugün de yasa önerilerini, genellikle bu altı kom isyondan biri inceliyor. Ancak, hüküm etten kaynaklanan bir öneri, diyesim (yani) bir hüküm et tasarısı söz konusu ise, kom isyon öneri m etninde değişiklik yapam ıyor. Yalnızca genel kurula değişiklik önerisinde bulunabiliyor. Bu yeni düzenleme, kom isyonların önlerine gelen m etinler üzerinde serbestçe kalem oynattıkları geçm işteki uygulam ayla tem elli bir fark yaratıyor. K om isyonlar, meclis üyelerinden gelen önerileri ise, yeniden kalem e alabiliyorlar. A ncak bunu da, yalnızca biçim sel bir zorunluk bulunuyorsa yapabiliyorlar (HA URIOU, 1975: 1079). Öte yandan, kom isyonların yasa önerilerini sürüncem ede bırakm a olanakları da ellerinden alınm ış durum da. Çünkü, bugün yürürlükte olan anayasaya göre, hüküm et m eclislerin gündem ine egemen. İstediği yasa önerisini gündem in istediği sırasına koyabiliyor. Üstelik, bunu yapm ak için kom isyon incelem esinin bitm esini beklem esine gerek yok (BU RD EA U , 1993: 573). Dolayısıyla, bugün artık F ransa’da, yasa yapm a sürecinde kom isyonların gücü iyice kırılm ış durum da. -222 - Bizde kom isyon (o zam anki adıyla, encüm en) yöntem i, 1876 A nayasası kabul edildikten sonra kurulan M eclis-i U m um i’yle birlikte ortaya çıkmıştır. A ncak sürekli kom isyon yöntem ine geçiş, 1908’den, İkinci M eşrutiyet’in ilanından sonra olm uştur. Encüm enler, ilk çıkışlarında, şubelerin bir çalışm a aracı olarak görülm üşlerdir. 1877 tarihli ilk Heyet-i M ebusan içtüzüğü, o günlerde F ransa’da, B elçika’da, H ollanda’da geçerli olan şube (“bureau” ya da “ section”) yöntem ini (K A RA M U STA FA O G LU , 1965: 24-27) örnek alarak, Heyet-i M ebusan’m, üyeleri adçekm eyle iki ayda bir yenilenecek beş şubeye bölünm esini öngörm üştü. İşler önce başkanlıkça bu şubelere gönderiliyor, işin niteliğine göre her şube kendi içinden genellikle bir, ancak durum gerektiriyorsa iki ya da üç kişi seçiyor ve böylece, toplam beş, on ya da on beş kişiden oluşan bir meclis kom isyonu oluşturuluyordu. Bir mebus, en çok iki kom isyona üye olabiliyordu. Encüm en üyelerinin doğrudan doğruya genel kurulca seçilm esi de olanaklıydı. Bu geçici kom isyonların yanı sıra, içtüzük, adını belirterek üç encüm enin daha seçilm esini öngörm üştü. Şubelerin yenilenm esiyle birlikte iki ayda bir seçilecek, onar kişilik bir layiha (yasa önerileri) ile bir istida (dilekçe) encümeni. Bir de bütçe ve kesinhesap tasarılarıyla gelir ya da harcam a öngören öteki yasa önerilerini incelemek üzere on beş kişilik bir M uvazene-i M aliye Encümeni. Layiha E ncüm eni’nin görevi, m ebuslardan kaynaklanan yasa önerilerini inceleyip genel kurula görüş sunm aktı2 (İBA, 2007: 381-384). Heyeti A yan’ın yine 1877’de kabul ettiği ilk içtüzüğe göre, kararlaştırılacak işlere bakılarak, kom isyonlar doğrudan doğruya genel kurul tarafından oluşturuluyor; bunlara beş, yedi ya da dokuz üye seçiliyordu. Ayrıca, üyeleri iki ayda bir değişen ve beşer kişiden oluşan bir Layiha Encüm eni3 ile bir İstida Encüm eni kurulm ası öngörülm üştü. Her A yan üyesi en çok iki kom isyona seçilebilirdi (İBA, 2007: 362-363). 1920’de kurulan TBM M , 1927’de yeni bir içtüzük kabul edinceye dek, M eclis-i M ebusan içtüzüğünü kendine uyarlayarak kullandı. Üyeleri şubelere bölm e ve bir layiha kom isyonu oluşturm a yöntem leri korundu. Ayrıca, İkinci M eşrutiyet’te kabul edilen, sürekli kom isyonlar seçme yöntem i sürdürüldü. Birçok değişikliğe uğram akla birlikte, 1927 tarihli içtüzük uzun 2 Hükümetten kaynaklanan tasarılar, konularına göre, şubelerde oluşturulan komisyonlarda inceleniyordu. Mebuslardan gelen önerileri genel kurul benimserse, bu doğrultuda bir yasa önerisi hazırlanması için Şura-yi Devlet’e başvuruluyordu. Bu yöntem İkinci Meşrutiyet’te kaldırıldı. Her iki meclisin üyeleri doğrudan doğruya yasa önerme hakkını kazandılar. Ancak yine de, üyelerden kaynaklanan yasa önerilerini incelemek üzere meclislerde birer layiha encümeni görevlendirilmesi yöntemi korundu. 3 Layiha Encümeni’nin görevi, üyelerden kaynaklanan yasa önerilerinin ilk incelemesini yapmaktı. Tıpkı Mebusan’da olduğu gibi, bu öneriler genel kurulda benimsenirse, bu doğrultuda bir yasa önerisi hazırlanması için Şura-yi Devlet’e başvuruluyordu. -223 - yıllar yürürlükte kaldı. 1960’tan sonra kurulan m eclisler bile, kendilerine yeni bir içtüzük yapıncaya dek, Ekim 1957’ye dek geçirdiği değişikliklerle birlikte 1927 içtüzüğünü kullanm ayı sürdürdüler (B A K IRC I, 2000: 53-62). 1927 içtüzüğü, artık eskimiş olan şube yöntem ini bir yana bırakarak sürekli kom isyonlar yöntem ini kesinlikle benim sedi.4 Ondan sonra kabul edilen bütün içtüzükler, kom isyonların sayılarında ya da adlarm da değişiklikler yapılsa da, uzm anlık kom isyonları yöntem ini hep korudular. Bugün de T B M M ’de, kimi anayasadan, kimi yasadan, kimi de içtüzükten kaynaklanan toplam on yedi sürekli kom isyon görev yapm aktadır. A nayasa, 95. m addesinde, T B M M ’nin, çalışm alarını kendi yaptığı içtüzüğe göre yürüteceğini hükm e bağlam ıştır. Yasa koym a sürecini düzenleyen 88. m adde de, yasaların görüşülm e yöntem lerinin içtüzükçe belirleneceğini öngörm üş, ancak öneri yetkisini bakanlar kurulu ile TB M M üyelerine özgülem iştir. A nayasada kom isyonlara böyle bir yetki tanınm am ıştır. Bu durum da, içtüzüğün konum uzu ilgilendiren hüküm leri, yalnızca, önerilerde değişiklik yapılm asında kom isyonların yetkisine ilişkin olanlardır. İçtüzüğe göre, yasa önerilerinin hangi kom isyonlarda inceleceğini m eclis başkanı belirler ve dağıtım ı ona göre yapar (md. 23, 73, 74). Gündemi kom isyon başkanı belirlem ekle birlikte, kom isyon kendi gündem ini değiştirebilir (md.26). K om isyonlar, kendilerine gönderilen yasa önerilerini “ aynen veya değiştirerek” kabul ya da reddedebilirler; birbirleriyle ilgili önerileri birleştirerek görüşebilirler. Ancak kom isyonlar, “kanun tek lif edem ezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle uğraşam azlar, ... kanun tasarı ve tekliflerini bölerek ayrı ayrı m etinler halinde G enel K urula sunam azlar” (md. 35). Esas kom isyonlar kendilerine gönderilen önerileri en çok kırk beş gün içinde sonuçlandırm azlarsa, hüküm etin ya da öneri sahibinin istemi üzerine, genel kurul yasa önerisini doğrudan doğruya gündem ine alabilir (md. 37). Kom isyonlar, karara bağladıkları yasa önerilerine ilişkin olarak birer yazanak (rapor) hazırlarlar ve burada, yaptıkları değişikliklerin gerekçelerini belirtirler (md. 42). Kom isyon kendi m etninin değişiklik önergelerinden önce oylanm asını isteyebilir. Bu m etin kabul edilirse, değişiklik önergeleri reddedilm iş sayılır (md. 82). Hüküm et, m illetvekilleri ya da esas kom isyon hem kom isyonda hem de genel kurulda değişiklik önergeleri verebilir. Kom isyonda verilecek değişiklik önergelerine ilişkin olarak içtüzükte herhangi bir sınırlam a yer alm am ıştır. K om isyonlar, genellikle, önergelerle ilgili olarak genel kurulda öngörülm üş 4 Sürekli komisyonlar yöntemi yerleşince, artık yalnızca milletvekillerinden kaynaklanan önerileri inceleyecek ayrı bir layiha komisyonuna gerek kalmadı. -224- sınırlam aları uygularlar. Genel kurulda verilecek önergelere ilişkin çeşitli sınırlam alar üç küm eye ayrılabilir: 1) G örüşülm ekte olan önerinin konusu olm ayan başka yasalarda değişiklik getiren ve “yeni bir kanun teklifi” niteliğini taşıyan değişiklik önergeleri hiçbir biçim de işlem e konm az. 2) G örüşülm ekte olan önerinin m etninde bulunm ayan ancak konusuyla “çok yakın ilgisi bulunan bir m addesinin değiştirilm esini isteyen ve kom isyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler” yeni bir m adde olarak görüşm eye açılır. B urada dikkat edilmesi gereken nokta, önergede istenen değişikliğin, önerinin konusu olan yasaya ilişkin olm akla birlikte, yasanın kom isyon m etninde bulunm ayan bir m addesiyle ilgili olm asıdır. 3) Kom isyon m etninde bulunan bir m addenin çıkarılm ası, değiştirilm esi, m addeye sözcük eklenm esi ya da çıkarılm ası ile ilgili olarak önerge verilebilir. M eclis başkanı, önergeye katılıp katılm adığını hüküm ete ve kom isyona sorar. Kom isyonun katılm adığı bir önergeyi genel kurul kabul ederse, kom isyon ilgili m addeyi geri isteyebilir. Genel kurul bu istem i kabul ederse, kom isyon yeni bir m etin hazırlayabilir ya da kendi m etninin kabulünü isteyebilir. Son kararı genel kurul verir (md. 87). Yukarıda sıralanan anayasa hüküm leri ile içtüzük düzenlem eleri birlikte incelendiğinde, yazının konusu olan davayı doğrudan doğruya ilgilendiren kurallar şöyle özetlenebilir: 1) Yasa önerm e yetkisi, yalnızca hüküm ete ve m illetvekillerine aittir. K om isyonların böyle bir yetkisi yoktur. 2) Kom isyon yalnızca değişiklik önerisinde bulunabilir. Kom isyon, incelediği metinde, yeni bir yasa önerisi niteliğini taşıyan bir değişiklik önerem ez ya da genel kurulda, bu nitelikte bir değişiklik önergesi verem ez. 3) G enel kurulda görüşm eler, kom isyonun hazırladığı m etin üzerinde yapılır. Bu metin, öneride kom isyonun yapm ayı uygun bulduğu değişiklikleri içerir. Dava konusu olay şöyle gelişiyor: Hüküm et, “A m m e Alacaklarının Tahsil Usulü H akkında K anunda ve Bazı K anunlarda D eğişiklik Yapılm ası H akkında” bir yasa tasarısı sunuyor. Meclis başkanlığı, tasarıyı Plan ve Bütçe K om isyonu’na gönderiyor. Kom isyon, yazanağını hazırlayıp meclis başkanlığına sunuyor. M eclis başkanlığı, kom isyondan gelen metinde, tasarıda bulunm ayan dokuz m adde ile on geçici m addenin eklendiğini, bunlarla on ayrı yasada değişiklik önerildiğini saptıyor. Bunun üzerine başkanlık, İçtüzük’ün 14 m addesinde kendisine verilen kom isyonları denetlem e yetkisini kullanarak, İçtüzük’ün 35. m addesine göre kom isyonların yeni yasa önerisinde bulunam ayacakları uyarısıyla, yazanağı Plan ve Bütçe K om isyonu’na geri gönderiyor. Kom isyon başkanı, ertesi gün, konuyu kom isyona getirm eden, yazanağı yeniden m eclis başkanlığına sunuyor. Y apabileceği başka bir şey bulunm adığı için, meclis başkanlığı, gündem de sırası gelince tasarıyı genel kurulda görüşm eye açıyor. Ö nerinin bütünü üzerinde konuşm alar sırasında, -225- anam uhalefet partisi CHP adına grubunun görüşlerini dile getiren Trabzon M illetvekili M ehm et A k if H am zaçebi, “B aşkanlığın görüşüne göre, tasarıyla ilgisi olm ayan birçok m adde kom isyon görüşm eleri sırasında tasarıya ilave edilm iştir. Gerçekte, iyi incelendiğinde, kom isyon görüşm eleri sırasında tasarıya ilave edilen m addelerin tasarının bütünlüğüyle ilgili düzenlem eler olduğu anlaşılacaktır” diyor.5 Önerinin bütünü üzerine görüşm eler tam am lanm ak üzere iken, iki m illetvekili yapılan işin usulsüz olduğunu ileri sürüyor. Bunun üzerine başkanlık, birleşim e kısa bir ara verdikten sonra yöntem konusunda görüşm e açıyor. Y apılan işin içtüzüğe aykırı olduğunu savunan m illetvekillerinden M ersin M illetvekili M ehm et Şandır, “Kanun tasarı ve teklifinde değiştirilm esi istenen kanuna, kom isyon değiştirilm esi istenen m addenin dışında diğer m addelerde değişiklik yapabilir; buna itiraz yok am a kanun tasarısında olm ayan bir kanunda, değiştirilm esi istenm eyen bir kanunda kom isyon değişiklik yapam az, m adde ihdas edem ez” diyor. Tunceli M illetvekili K am er Genç, aynı doğrultuda şunları söylüyor: “Kom isyona üç m addelik veya beş m addelik bir kanun teklifi gelm iş. Kom isyon oturur, kendiliğinden yüz m addelik bir kanun m etni ortaya çıkarırsa bu olm az değerli m illetvekilleri. Bu tam am en devlet bütçesini çığırından çıkarır, bu tam am en yasam a yetkisini çığırından çıkarır.” A yrıca, diyor K am er Genç, meclis başkanının geri gönderm e yazısı üzerine kom isyonun yeniden karar verm esi gerekirken, kom isyon başkanının yazanağı kendi kendine m eclis başkanlığına bir daha gönderm esi de içtüzük kurallarına aykırıdır. Yapılan işi savunanlardan K ayseri M illetvekili M ustafa E litaş’ın gerekçesi şöyle: “ Burada ifade edilen, kom isyonların kendi başlarına, kom isyon namı, adı altında kanun teklifi yapam ayacaklarını düzenleyen bir durum söz konusu. ... Burada, kom isyondaki ilave edilen m addeler kom isyon tarafından verilmiş kanun teklifleri olarak değerlendirm ek yerine, kom isyon üyesi m illetvekili arkadaşlarım ızın yaptığı değerlendirm e olarak dikkate alınm asının daha uygun olduğu kanaatindeyim .” K ocaeli M illetvekili N ihat E rgün’ün görüşü de aynı yönde: “K onu değişm em iş, am m e alacakları ile ilgili düzenlem e, değişik kanunlarda düzenlem e yapan bir tasarı bu.” dedikten sonra, kom isyonda yapılan işin, hepsi kam u alacaklarına ilişkin olan, ancak tasanda gözden kaçmış olan birtakım yasaların ve konuların öneriye eklenm esi olduğunu belirtiyor. Ayrıca şu önem li bilgiyi de veriyor: “Bu önergelere, bu tekliflere H üküm et katılm ış.” Usul tartışm ası tam am landıktan sonra, oturum u yöneten başkan, bu uygulam anın “tekerrür etm em esi” gerektiğini, yapılan işin em sal olm ayacağını, belirtiyor. İtirazlar sürdürülünce, başkan kom isyona, İçtüzük'ün 88. m addesindeki olanağı kullanarak yazanaklarını geri çekip çekm eyeceklerini soruyor. Kom isyon 5 Görüşmelerden yapılan bütün alıntıların kaynağı, TBMM internet sayfasında yayımlanan ilgili tutanaklardır. -226- yazanağını geri çekm eyince, yapılabilecek başka bir şey olm adığından, oturum başkanı önerinin m addelerine geçilm esini oya koyuyor. Geç saatlere dek süren uzun tartışm alardan sonra, öneri aynı gün yasalaşıyor. Tartışm adaki görüşleri değerlendirebilm ek için, önce kom isyonların yasa önerip önerem eyeceğine bakm ak gerekir. İkinci M eşrutiyet’ten sonra parlam enter yaşam a geçtiğim izde, bizim başlıca örneğim iz Fransa olm uştur. Yukarıda da belirtildiği gibi, o sırada Üçüncü C um huriyet dönem ini yaşayan F ransa’da, bir kom isyonlar saltanatı sürm ektedir. Kuram aksi görüşte olsa da, uygulam ada kom isyonlar yasa önerisinde bulunabilm ektedirler (JO SEPH BA RTHELEM Y, 1934: 201). İki meclisin de kom isyonları öylesine güçlüdürler ki, zam an zam an hüküm etlerin ya da bakanların iktidardan düşm elerine bile yol açabilm işlerdir (PR ELO T, 1961: 741). Bizde de başlangıçta, kom isyonlar kendilerine gönderilen önerileri baştan sona değiştirebiliyorlardı (K A RA M U STA FA O Ğ LU , 1965: 35). Dahası, anayasa gibi en önem li konuda, öncülük bütünüyle kom isyonlardaydı. G erçekte yeni bir anayasa niteliği taşıyan büyük 1909 anayasa değişikliği, M eclis-i M ebusan Kanun-u Esasi E ncüm eni’nin öncülüğünde, Heyet-i Ayan Kanunu-u Esasi Encüm eni ile sıkı bir pazarlık çerçevesinde gerçekleştirilm iştir (ER O G U L, 2008a: 1-10). 1924 Anayasası da, önce, TBM M K anun-u Esasi E ncüm eni’nin kendi kendine hazırlam ayı uygun bulduğu bir yasa önerisi (bir “teklif-i kanuni” ) biçim inde çıkm ıştır ortaya (G Ö ZÜ B Ü Y Ü K & SEZG İN , 1957: 1-26).6 Bugünkü kurallar zam anla yerleşti. 1924 A nayasası’nın 15. m addesi, yasa önerm e hakkını hüküm ete ve meclis üyelerine tanımıştı. Aynı yönde bir hüküm , 1876 A nayasası’nın 53. m addesinde de yer almıştı. Ne var ki, bu düzenlem elere dayanarak kom isyonlara yasa önerm eyi açıkça yasaklam a yoluna gidilm em işti. Saptayabildiğim kadarıyla, kom isyonların yasa önerem eyecekleri kuralı, ilk kez 1927 içtüzüğünün (Dahili Nizam nam e) 29. m addesiyle geldi (İBA, 2007: 256). Y ukarıda belirtildiği gibi, bugün yürürlükte olan İçtüzük’ün 87. maddesi, “yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulm az” diyor. Kimi zam an durum çok açık. Örneğin, 2003 N isan ayında, genel kurulda İş K anunu’nun değiştirilm esine ilişkin bir yasa tasarısı görüşülürken, Vergi Barışı K anunu’nda değişiklik öngören bir önerge veriliyor. O turum u yöneten başkan, bir yöntem tartışm ası bile açm adan, bunun yeni bir yasa önerisi 6 1961 ile 1982 Anayasaları da anayasa komisyonlarınca önerilmiştir. Ancak, bu durumu, yukarıda sözü edilen uygulamalarla karşılaştırma olanağı yoktur. 1961 ile 1982 Anayasaları, kurucu meclislerce hazırlanmış ve halkoylamasıyla kabul edilmiştir. Bu yeni yöntemde, komisyonca önerilmenin anlamı, artık tamamen değişmiştir. -227- niteliğinde olduğunu söyleyerek önergeyi işlem e koym uyor (G Ö K Ç İM EN & HAS, 2006: 68). 1961 Anayasası yürürlükteyken verilm iş bir A nayasa M ahkemesi kararm da (K. 1975/198) da bu konu tartışılıyor (B A K IRC I, 2000: 361-362). Olayın kahram anı yine Plan ve Bütçe Kom isyonu. Genel kurul, 11 sayılı Y G K ’yi (yasa gücünde kararnam e) yürürlükten kaldırm ayı kararlaştırıyor ve kom isyona bu yönde bir yasa önerisi hazırlam a görevi veriyor. A ncak kom isyon, yalnızca 11 sayılı Y G K ’nin değil, 12 sayılı Y G K ’nin ek geç. 10 m addesinin (g) bendinin de yürürlükten kaldırılm asını öneriyor ve bu öneri genel kurulca yasalaştırılıyor. A nayasa M ahkem esi, söz konusu kararında, burada İçtüzük’ün 36. m addesinde yer alan “ kom isyonlar kanun tek lif edem ezler” kuralı çiğnenm iştir, bu da önemli bir biçim bozukluğudur diyerek, çoğunlukla iptal kararı veriyor. Kararı özellikle tartışm alı kılan yön, yürürlükten kaldırılan iki kararnam edeki düzenlem elerin birbirinin neredeyse sözcüğü sözcüğüne aynısı olması. İkisinde de, TR T genel m üdürlüğünün istisnai m em uriyet sayılm ası öngörülm üş. Y alnızca 11 sayılı kararnam e yürürlükten kaldırılsaydı, 12 sayılı kararnam edeki hükm e göre istisnai m em urluk düzenlem esi sürecekti. Dolayısıyla, meclis istencini gerçekleştirm enin tek yolu, 12 sayılı kararnam enin ilgili hükm ünün de kaldırılm asıydı. Gerçi, yapılan işlem biçim açısından içtüzüğe tüm üyle aykırıydı.7 A ncak aynı kararın bir başka yerinde Anayasa M ahkem esi şöyle bir değerlendirm ede bulunm uştu: “ ... sonunda konuya M eclislerin tam am en hakim oldukları ve kendi iradelerine göre tam bir serbestlik içinde işi karara bağladıkları bilinen bir gerçektir. Bir kanun tasarı veya teklifinin b ir kom isyonda incelenm esinin veya hiç incelenm em esinin M eclis iradesinin gereği gibi belirm esine engellik edeceğinin düşünülm esi de m üm kün değildir.” Yazının konusu olan dava ile ilgili olarak yukarıda aktarılan meclis tartışm alarında, M ehm et Şandır, kom isyon, değiştirilm esi önerilm iş bir yasada, öneri dışında kalan m addelerde de değişiklik yapabilir, ancak bam başka bir yasada değişiklik önerem ez, diyor. İlk bakışta, bu sav inandırıcı. Ne var ki, hüküm etten gelen tasarıda, yalnızca Am m e A lacaklarının Tahsil Usulü Hakkında K anun’da değil, buna ek olarak yaklaşık daha yirmi yasada değişiklik yapılm ası öneriliyor. K om isyonun yaptığı iş, bu yirm i yasaya on kadar yenisini eklem ek, başka bir deyişle, tasanda değiştirilm esi öngörülen “bazı kanunlar”ın 7 Bence, biçim açısından bir başka aykırılık da, yasa yoluyla YGK’de değişiklik yapılmış olmasıydı (EROĞUL, 2005). Ancak Anayasa Mahkemesi konunun bu yönünü incelemcdi. -228- sayısını artırm ak. B unların hepsinde de, tıpkı hüküm et tasarısında olduğu gibi, kam u alacaklarıyla ilgili düzenlem eler öneriliyor. Dolayısıyla, ortada genel olarak bir konu birliği olduğu açık. Gerçi, m eclis başkanlığının geri gönderm e yazısına verdiği yanıtta, kom isyon başkanı, “ K om isyonum uzda ülkem izin son derece önem li sorunlarının çözülm esi konusunda ihtiyaç duyduğu diğer düzenlem eler de Tasarıya eklenm iştir” diyerek (K .2008/183), yeni yasa önerilerinde bulunulduğu izlenim ini veriyor. Ancak, tasarı ile eklem eler dikkatle incelendiğinde, bunlara yeni öneriler değil de, çok kapsam lı toplu bir değişiklik dem ek daha doğru görünüyor. Sanırım burada, esas gözetilm esi gereken nokta, yasa sayısından çok, konu birliğinin bulunup bulunm am ası. U ygulam aya bakıldığında, Plan ve Bütçe K om isyonu’nun, yasam a etkinliğinde özel bir ağırlık taşıdığı hem en görülüyor. Ö rneğin 21. yasam a dönem i için yapılan bir araştırm aya göre, m eclis başkanlığına sunulan önerilerin yaklaşık yarısı, esas kom isyon olarak Plan ve Bütçe K om isyonu’na gönderilm iş (ÇELİK ER, 2006: 26). Bu kom isyon, yalnızca bütçe ve kesinhesap tasarılarını değil, devlet gelir ve giderlerini etkileyen bütün önerileri incelem ekle görevlidir. Bu da uygulam ada, uluslararası antlaşm aların onaylanm asm ı uygun bulma yasaları bir yana bırakılırsa, yasaların yarısından çoğu demektir. Bu uygulam anın anayasaya uygunluğu tartışılabilir. Anayasa, iktidarın izlencesinin (program ının) gerçekleştirilm esi için bütçenin ayrı bir önem taşıdığını göz önünde bulundurarak, yalnızca Bütçe Kom isyonu için, öteki kom isyonlar için öngördüğü meclis gruplarının güçlerine göre temsil kuralını bozm uş, iktidara saltık üstünlük sağlayan bir düzenlem e kabul etm iştir. Böyle kurulm uş bir kom isyonu, akçal yönü olan bütün yasa önerileri için esas kom isyon saymak, anayasanın yalnızca bütçe (ve kesinhesap yasası) için getirdiği bir ayrıcalığı genelleştirm ek oluyor. Başka bir deyişle, anayasanın dem okratik düzenin gereği olarak koyduğu temel kural, kom isyonlarda parti gruplarının güçleri oranında temsil edilecekleri kuralı, Plan ve Bütçe K om isyonu’na tanınm ış olan yaygın yetki nedeniyle, işlerliğini geniş ölçüde yitirm iş oluyor. Bu işleyişin parlam enter dizgenin usdüzeni (m antığı) ile çelişm em esi için, iktidarın kom isyonlara egem en olması gerekir. Yoksa, Üçüncü ve Dördüncü Cum huriyet Fransasında görüldüğü gibi, parlam enter dizgeye göre iktidarın asıl sahibi olm ası gereken hüküm etlerin iktidarsız bırakılm ası tehlikesi doğar. Bu da dem okrasinin önde gelen kurallarından biri olan, çoğunluğun yönetim hakkına aykırı düşer. Bu gerek gözetildiği için, hem 1961, hem de 1982 A nayasası’nda, genel olarak kom isyon üyeliklerinin parti gruplarının gücüne göre paylaştırılm ası öngörülm üşken, Bütçe K om isyonu için ayrıksı bir düzenlem e getirilm iş, toplam üye sayısının yarısından çoğunun iktidara verilm esi kuralı kabul edilm iştir. Ancak burada hiç tehlike yok da değildir. Bir -229- kere, Plan ve Bütçe K om isyonu’nun bu denli ağırlık taşım ası, bunun “bakan yetiştiren kom isyon” olarak anılm asına yol açm ıştır. Remzi Ç iftepınar’dan aktararak Ç E L İK E R ’in verdiği bilgiye göre, 1995-2002 yılları arasında görev yapan bakanların 4 3 ’ü, daha önce Plan ve Bütçe K om isyonu’nda üyelik yapm ıştır (2006: 17). Dolayısıyla, üyelerin bakan olm a beklentisinin, görevdeki hüküm etin işlerini güçleştirm esi tehlikesi doğabilir. Beşinci C um huriyet Fransasm da, bu nedenle, bakan olacak kişinin parlam ento üyeliğinin düşeceği kuralı konm uştur.8 İkincisi, genel kurulda gider artırıcı öneride bulunulm ası anayasa tarafından yasaklanm ışken, kom isyon için böyle bir yasak yoktur. Bu da kom isyon üyelerini, kendi seçm enleri ya da kendilerine yakın buldukları çıkar kümeleri lehine düzenlem eler kabul ettirm e çabasına itebilir. Bu durum da, genel çıkarı gözetm esi gereken hüküm etin işini güçleştirebilir. Genel kurulda yaptığı ve yukarıda bir bölüm ü aktarılan konuşm asında Kam er G enç’in, “bu tam am en devlet bütçesini çığırından çıkarır” uyarısının gerekçesi işte budur. Gerçekten de, Plan ve Bütçe K om isyonu’na tanınan öneri olanağı, zaten hüküm etle işbirliği yapılıyor gerekçesiyle hiç sınırlanm azsa, devletin gelir-gider dengesini sarsıcı, ayrıca, birtakım özel çıkarları gözetici sonuçlar yaratabilir. Bütün bu veriler ışığında, kom isyonların yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkilerinin anayasal sınırı nasıl çizilebilir? K A R A M U STA FA O Ğ LU , ilkeyi şöyle koyuyor: “ K om isyonlar ancak kendilerine yollanan kanun tasarı ve tekliflerini kabul, değiştirerek kabul ya da reddedebilirler. Doğrusu da budur; kom isyonların görev ve yetkilerinin sınırı hiçbir şekilde bundan öteye gitm em ek gerekir” (1965: 191). A ncak hem en arkasından şöyle bir saptam ada bulunuyor: “Ama, hem en belirtelim ki, parlâm anter uygulam ada ... olgular hiç de yukarıda belirtilen ilkeler ve kurallar yönünde işlem em ektedir. Tersine kom isyonlar tasarı ya da teklifler üzerindeki incelem e yetkilerinin sınırlarını aşm akta, kendilerine yollanm ış m etinleri ilk şeklinden oldukça değişik kılıklara sokm akta ve genel kurulun önüne de değiştirge adı altında bir K arşı Tasarı (contre-projet; counter bili) ile çıkm aktadırlar.” Yazar, bu uygulam anın, uzm anlık kom isyonları dizgesinde (sistem inde), “eşyanın tabiatından doğm a bir durum ” olduğu sonucuna varıyor (1965: 192). Sanırım, anayasayı zorlayan, hüküm ete ve m illetvekillerine özgülenm iş bulunan yasa önerm e yetkisine el atılm asıyla sonuçlanan bu durum u böylece 8 Eylül 2008’de yapılan son anayasa değişikliğinde bu kural biraz yumuşatılmıştır. Bakanlık ile parlamento üyeliği yine bağdaşmıyor. Ancak artık, bakanlıktan ayrılan üye, yeni bir seçime katlanma zorunluğu olmadan, isterse parlamento üyeliği görevine dönebiliyor. - 230- kabullenm em ekte yarar var. Ancak bunun için, yararlan açık olan sürekli kom isyon kurum undan vazgeçm ek düşünülm em eli. O layım ızda, meclis başkanlığının tutum u yol göstericidir. İçtüzük sınırları içinde, başkanlıkça yapılabilecek her şey yapılıyor. Önce yazanak, uyarıyla birlikte kom isyona geri gönderiliyor. Sonra, genel kurulda yöntem tartışm ası açılıyor. Tartışm a bittikten sonra da, oturum u yöneten başkan, İçtüzük’ün kom isyonların yetkilerine ilişkin 35. m addesinin, “ kanun tek lif edem ezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle uğraşam azlar” hükm ünü anım satıyor ve şöyle bir uyarıda bulunuyor: “ Bu hüküm , kom isyonların kendilerine havale edilm eyen bir kanunda değişiklik yapam ayacaklarını açıkça gösterm ektedir.” Fırsatı değerlendiren bir milletvekili, başkana, “ Sayın Başkan, bu açıklam anızla siz bu yapılanın yanlış olduğunu mu ifade ediyorsunuz?” diye doğrudan doğruya sorunca, başkan, “ Efendim ben tekerrür etm esin diye söylüyorum ” yanıtını veriyor. M illetvekili, “ Tekerrür etm em esi ayrı bir hadise” diyerek diretince de, oturum başkanı, “ Yani bir em sal olm ayacak bu efendim ” diyerek tartışm ayı kapıyor. Görüldüğü gibi, m eclis başkanlığı hem gereken uyarıları yapıyor, hem de anayasayı zorlayan bu uygulam anın örnek alınm ayacağını açıkça belirtiyor. K om isyonların yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkilerinin anayasal sınırını çizm eye çalışırken, konuyu iki yönden ele alm akta yarar var: biri, yetkinin varlığı, İkincisi yetkinin niteliği. Y etkinin varlığı konusunda ilke şu olmalı: “ Değiştirm e hakkı, sonuçta bir öneri hakkıdır. Öyleyse, öneri yetkisi kim deyse, değişiklik isteme yetkisi de ondadır; mantıken, ilk yetkiye sahip olm ayan, İkincisine de sahip değildir” (JO SEPH -B A R TH ELEM Y & DUEZ, 1933: 733). A nayasa’nın 88. m addesi çok açık: Yasa önerm e yetkisi hüküm ete ve m illetvekillerine ait. Yasa önerm e yetkisinin bir “devlet yetkisi” olduğu kuşkusuz. A nayasa’nın 6. m addesine göre, “ H içbir kim se veya organ kaynağını A nayasadan alm ayan bir Devlet yetkisi kullanam az.” Böyle bir yetkinin örneğin m eclis kom isyonlarına tanınabilm esi için, bunun açıkça anayasadan kaynaklanm ası gerekir. A nayasada bu yolda herhangi bir düzenlem e olm adığına göre, kom isyonlara yasa önerm e yetkisi tanınam ayacağı çok açık. Öte yandan, yukarıda anım satılan ilkeye göre, değiştirm e yetkisi önerm e yetkisinden ayrılam ayacağından, kom isyonlara değiştirm e yetkisi de tanınam az. İçtüzük hüküm leri buna göre yorum lanm alı ve gereken değişiklikler yapılm alıdır. 35. m addedeki “kanun tasarı ve tekliflerini değiştirerek kabul” sözü, önerinin özüne dokunm ayan, yenilik getirm eyen bir işlem olarak yorum lanm alıdır. Nasıl ki, kom isyonun ret görüşü öneriyi ortadan kaldırm ıyorsa, değişiklikler de asıl öneriyi ortadan kaldırm am alıdır. Dolayısıyla, genel kurulda tartışılan kom isyon metni, asıl öneriye bağlı kalan bir m etin olm alıdır. Bu tartışm a sırasında, elbette, kom isyonun yazanağı m illetvekillerinin önünde olacaktır. K om isyon, önerinin yaratabileceği çelişkilere ya da ortaya çıkabilecek boşluklara yazanağında dikkat -231 - çekecektir. A ncak m etinde öze ilişkin değişiklik yapm a ya da eklem elerde bulunm a konularında, esas değerlendirm eyi, kom isyon değil genel kurul yapm alıdır. 87. m addedeki “ esas kom isyon değişiklik önergeleri verebilir” sözü de bu ışıkta yorum lanm alıdır. Kom isyon da sonuçta m illetvekillerinden oluştuğuna göre, böyle bir yetkinin anayasaya aykırı olm adığı savunulabilir. A ncak bunun için, kom isyon önergelerinin, öteki önergelere baskın çıkm asına yol açacak uygulam alara gidilm em elidir. Örneğin, 82. m addeye göre, kom isyon, genel kurulda kendi m etninin öncelikle oylanm asını isteyebiliyor, kom isyon metni kabul edilirse m illetvekillerinden kaynaklanan bütün önergeler oylanm adan reddedilm iş sayılıyor. Kanım ca, ne hüküm etin ne de m illetvekillerinin sahip olm adığı böyle bir yetki, A nayasa’nın 88. m addesiyle bağdaşm az. Uygulam ada pek başvurulm asa da, içtüzüğün bu düzenlem esi kaldırılm alıdır. D eğiştirm e yetkisinin niteliği üzerinde düşünülürse, konu bu yönden de aydınlatılabilir. Bunun için, F ran sa’da yaşanan bir olay, bize ışık tutabilir. 1986 yılında, hüküm et, çalışma saatlerine ilişkin düzenlem eyi yasa gücünde kararnam e ile yapm ak istedi. B unun için, bizde olduğu gibi, bir yetki yasası ile parlam entodan izin alm ası gerekiyordu. A ncak A ralık 1986’da, cum hurbaşkanı, bu yolda düzenlenecek bir kararnam eyi im zalam ayacağını açıkladı. Bunun üzerine hüküm et, parlam entoda görüşülm ekte olan bir yasayla ilgili değiştirge önergesi vererek, kararnam e ile gerçekleştirem ediği düzenlem eyi görüşülm ekte olan yasa m etnine ekletti. M uhalefet m illetvekilleri, konuyu A nayasa K onseyi’nin öndenetim ine taşıdılar. İşte K onsey’in, bu başvuru üzerine 23 Ocak 1987 günü verdiği (86-255 D.C. sayılı) karar, buradaki konum uzla doğrudan doğruya ilgili. Konsey, hüküm etin elbette değişiklik önerm e yetkisi vardır, ancak yapılan işlem değişiklik değildir, diyerek anayasaya aykırılık kararı verdi. K onsey’in iki gerekçesi vardı. Bir kere, değişiklik, kapsam ve önem bakım ından, ölçüsüz olm am alıdır. Başlı başına düzenlem e gerektiren bir konu, başka bir m etne eklenem ez. İkincisi, değişikliğin içeriğinin, değiştirilen m etnin konusuyla doğrudan doğruya ilgili olm ası gerekir. Bu iki niteliği taşım ayan değişiklikler yasa değiştirge önergeleri sayılm azlar, dolayısıyla da işleme konam azlar (BURDEAU , 1993: 633-634). Sanırım bu iki ölçüt kullanılırsa, olayım ızda yaşanan duraksam anın nedeni açıkça görülebilir. Plan ve Bütçe Kom isyonu, hüküm etin kam u alacaklarına ilişkin olarak değiştirilm esini önerdiği yasalara, öneride yer alanların yaklaşık yarısı kadar yeni yasa ekledi. D olayısıyla, kapsam ve önem açısından, ölçüyü aştı. Kapsam bu denli genişleyince de, düzenlem e konusuyla daha uzaktan ilgili konular da tasarıya katılmış oldu. Ü stelik de, F ransa’daki durum un aksine, bizde bu işlem i yapan, anayasaca yetkisi açıkça tanınm ış olan hüküm et değil, anayasa ile içtüzüğe göre bu konudaki yetkisinin sınırı tartışm alı olan bir meclis kom isyonu. Kimi m illetvekillerinin karşı - 232- çıkışının, m eclis başkanlığının uyarılarının ve konunun A nayasa M ahkem esi önünde dava konusu yapılm asının nedeni bu. Sonuç olarak, kom isyonların yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkilerinin anayasal sınırı konusunda şunlar söylenebilir: 1) K om isyon, genel kurula götüreceği öneri m etninde, önerinin özüne bağlı kalm alı, öze ilişkin herhangi bir değişiklik ya da eklem e yapm am alıdır. 2) Kom isyon, öneriye ilişkin olarak gördüğü çelişkileri, eksikleri kendi yazanağında belirtm elidir. 3) Bütün değiştirge önergeleri genel kurula gelm eden kom isyona gönderilm eli ve kom isyon bunlara ilişkin olarak kendi görüşünü belirlem elidir. 4) K om isyonun verebileceği değiştirge önergeleri, hüküm et ya da m illetvekillerinden kaynaklanan bir önerinin özüne bağlı kalan ve yenilik getirm eyen bir metin olm alıdır. 5) Genel kuruldaki oylam alarda, kom isyon önergelerine herhangi bir öncelik ya da üstünlük tanınm am alıdır.9 II. Anayasal Sınır Aşıldığında, Denetimin Nasıl Yapılacağı. Y azıya konu olan davanın ilk incelem esinde, A nayasa M ahkemesi, dosyada eksiklik bulunm adığına, işin esasının incelenm esine oybirliğiyle karar veriyor. Esasın incelenm esi sırasında ise, “ davacının başvuru dilekçesindeki iptal istemi, Y asa’nın yapılış şekline yönelik olup iptali istenen kuralların ‘şekil’ yönünden denetim ini gerektirm ektedir” diyerek, yasaların biçim denetim i için öngörülm üş özgül yetki ve süre koşullarına uyulup uyulm adığını araştırıyor. Oysa, A nayasa M ahkem esi İçtüzüğü’nün ilk incelem eyi düzenleyen 8. 9 TBMM’de hazırlanmış bulunan yeni içtüzük teklif taslağına bakıldığında, yasa önerilerine ilişkin komisyon yetkilerinde, çelişkili bir tutum takınıldığı görülüyor. Yeni 32. maddede, bir yandan, bugün yürürlükte bulunan içtüzüğün, genel kurul görüşmeleri için öngördüğü birtakım kısıtlamalar, komisyon görüşmeleri için de kabul ediliyor: İçtüzük’ün 87. maddesinde bulunan ve “Görüşülmekte olan tasarı veya teklifin konusu olmayan kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulmaz” hükmü ile “Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu bir kanunun, tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır” hükmü, komisyon yetkilerini düzenleyen maddeye taşmıyor; üstelik, önergenin yeni madde olarak üzerinde görüşme açılabilmesi için, komisyonun artık yalnızca salt çoğunlukla değil, üçte iki çoğunlukla karar vermesi öngörülüyor. Öte yandan ise, bu tutumla tamamen çelişir bir biçimde, şöyle bir yeni düzenleme getiriliyor: “Komisyonlar kendi görev alanlarıyla ilgili uygun gördükleri konularda kanun teklif edebilir, araştırma ve görüşme yapabilir, rapor hazırlayabilirler.” (TBMM internet sayfası.) - 233- m addesine göre, raportörlerin bu aşam ayla ilgili hazırlayacakları yazanakta (raporda), başvuru dilekçeleri incelenirken, iptal davası açm a yetkisi bulunanlar tarafından ve yasal süre içinde verilip verilm ediği hususları da gösterilir.” Bu düzenlem eden de anlaşıldığına göre, yetki ve süre konularının ilk inceleme aşam asında ele alınm ası gerekiyor. U ygulam ada da, iptal başvurularını ilk beş gün içinde inceleyen raportörler, ilk incelem eye ilişkin olarak başkanlığa sundukları yazanaklarında, yöntem e ilişkin başka konuların yanı sıra, “başvuruyu yapanın yetkili olup olm adığı”, “başvurunun süresinde yapılıp yapılm adığı” konularında da saptam alarını belirtiyorlar (K A RA G Ü LM EZ, 2006: 193). Ne var ki, olayım ızda, iptal davasının biçim yönünden açıldığı davacının dilekçesinde açıkça belirtilm ediğinden, ilk inceleme, A nayasa’nm, iptal davasında yetki ve süre konularını düzenleyen 150. ve 151. m addelerdeki genel kurallara göre yapılıyor. Ancak esasa geçilip davanın bütünüyle biçim e aykırılık yönünden açıldığı anlaşılınca, A nayasa’nın, yasaların biçim yönünden aykırılığının denetlenm esini düzenleyen 148. m addesinin ikinci fıkrası uygulanıyor. Söz konusu fıkraya göre, “Kanunların şekil bakım ından denetlenm esi, son oylam anın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı; ... hususları ile sınırlıdır.” Ayrıca, yasaların biçim yönünden aykırılığı nedeniyle iptal davası açm a yetkisi, T B M M 'de, yalnızca üye tam sayının beşte birine ait. 150. m addedeki genel kurala ayrık olarak, biçim açısından başvurularda, iktidar ve anam uhalefet partileri meclis gruplarının dava açm a yetkisi yok. Süreler de değişik. 151. madde, iptal başvuruları için altm ış günlük bir süre tanım ışken, md. 148/2’ye göre, yasaların biçim yönünden aykırılığı nedeniyle iptal başvurularında süre on gün. Oysa dava, anam uhalefet partisi m eclis grubu tarafından açılıyor. Üstelik dilekçe, iptali istenen yasanın Resmi Gazete'de yayım ından kırk gün sonra, diyesim , on günlük anayasal sınır çoktan aşıldıktan sonra veriliyor. Bu durum da m ahkem e, l ’e karşı 10 oyla, davacının yetkisizliği ve süre aşımı gerekçesiyle başvurunun reddine karar veriyor. Karara m uhalif kalan üyenin karşıoyunda ise şu görüş savunuluyor: “A nayasa’nın 148. m addesinde öngörülen şekil denetim i, A nayasa’nın 88. m addesinin birinci fıkrası hükm üne uyularak süregelen yasalaştırm a faaliyetleri bakım ından anlam lı olup; 88. m addenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir yasalaştırm a sözkonusu ise artık 148. m addede belirtilen sözkonusu şekil sakatlığından sözedebilm eye im kân yoktur. Bu halde, doğrudan 88. m addenin birinci fıkrasının ihlâli nedeniyle, yapılacak anayasal denetim ‘şekil bakım ından’ değil ‘esas bakım ından’ sözkonusu olacaktır.” Bir yasanın önerilm e ve kabul edilm e süreci içinde, son oylam ada öngörülen çoğunluğun bulunup bulunm adığı konusu dışında, anayasaya başka noktalarda aykırı daha birçok uygulam anın ortaya çıkabileceği kuşkusuzdur. -234- A nayasa’nm yasa önerme hakkım hüküm et ve m illetvekillerine özgüleyen 88. m addesinin birinci fıkrası, işte bu değişik noktalardan biridir. Bu nitelikteki düzenlem elere aykırı uygulam aların da anayasaya uygunluk denetim ine bağlanm ası gerektiği elbette savunabilir. A ncak bunun gerekçesi olarak ileri sürülen, bu tür işlem lerin öze ilişkin olduğu savı inandırıcı değildir. Anayasa M ahkem esi’nin yazım ıza konu kararında bir kez daha belirttiği gibi, “ Biçim kuralları, bir tasarı ya da teklifin kanunlaşm asına kadar geçirdiği tüm evrelerde uyulm ası gereken usul ve şekil kurallarının bütününü ifade eder” (K .2008/183). Yetki öğesi de, biçim kuralları içinde yer alu. “Yetki unsuru bakım ından sakatlıklar, işlemi aynı zam anda şekil bakım ından da sakatlar. Çünkü yetkisiz bir organ tarafından veya A nayasanın çizdiği yetki alanı dışında yapılan bir işlem şekil bakım ından sağlıklı, geçerli bir işlem olarak doğmaz. Anayasa M ahkem esinin böyle bir işlemi, daha esasa girm eden, şekil yönünden iptal etm esi gerekir” (Ö ZBU D U N , 2008: 405). Ne var ki, 1982 A nayasası, yasaların biçim açısından denetim ini, hem başvuru yolu, hem başvuru yetkisi, hem başvuru süresi, hem de anayasaya aykırılık ölçütü bakım ından, aşırı derecede sınırlandırm ış durum dadır. Bir kere, biçim açısından aykırılık başvurusunda, yalnızca iptal davası yolu kullanılm akta, görülen bir davada uygulanacak bir yasa hükm ünün biçim yönünden anayasaya aykırı olduğu ileri sürülem em ektedir. İkincisi, biçim yönünden iptal davası açm aya, yalnızca cum hurbaşkanı ile TB M M üye tam sayısının beşte biri oranında m illetvekili yetkili kılınmış, iktidar ve anam uhalefet meclis grupları yetki dışı bırakılm ışlardır. Görüldüğü gibi, “ 1982 A nayasası, kanunların şekil denetim i yoluna başvuracakları bu kurum u anlam sızlaştıracak derecede aşırı sınırlandırm ıştır” (YA NIK, 2007: 36). Üçüncüsü, yasaların biçim yönünden aykırılık başvurusunda, olağan altm ış günlük süre, on güne indirilmiştir. D ördüncüsü ve tüze (hukuk) devleti ilkesi bakım ından en sakıncalısı, bu denetim in ölçütü, son oylam anın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı noktasına indirgenm iştir. Oysa, son oylam ada gerekli çoğunlukla kabul edilmiş bir m etin bile, m evzuatta “yasa” olarak yer alm asına yer bırakm ayacak ağırlıkta tüzel sakatlıklar taşıyabilir. Bir yasanın biçim yönü, T E Z İÇ ’in “dış unsurlar” dediği bütün konuları kapsar. Bu alana, yalnızca dar anlam da yöntem i ilgilendiren, öneri, gerekçe, kom isyon ve genel kurul aşam alarında içtüzük kurallarına uygunluk, kabul yetersayısı gibi konular değil, yetkili kişi ya da organ ile yetki alanı konuları da girer (TEZİÇ, 1972: 53-99). Bu açıdan bakıldığında, anayasada, yasaların biçim açısından geçerliğini ilgilendiren, çok önem li düzenlem eler vardır. Örnekse; değiştirilem eyecek hüküm leri düzenleyen 4. madde, kaynağını anayasadan alm ayan bir devlet yetkisinin kullanılam ayacağına ilişkin 6. madde, yasama - 235- yetkisinin sahibini ve devredilm ezliğini belirten 7. madde, yasa önerm e yetkisini hüküm etle m illetvekillerine özgüleyen 88. madde, yasaların cum hurbaşkanınca yayınlanm asını, gerek görüldüğünde kısm en ya da tam am en geri gönderilm esini düzenleyen 89. madde, yasa gücünde kararnam e çıkarılabilm esi için zorunlu olan yetki yasalarının görüşülm e yöntem ini düzenleyen 91. madde, meclis başkanlık divanını düzenleyen 94. madde, meclis çalışm alarının içtüzük hüküm lerine göre yürütüleceğini öngören 95. m adde, m eclis toplantı ve karar yetersayılarını belirten 96. madde, yasaların biçim yönünden denetim ini düzenleyen 148. ile 149. m addeler, bütçe ve kesinhesap yasa tasarılarının görüşülm esini düzenleyen 162. ve 164. m addeler, anayasanın değiştirilm esine ilişkin 175. madde; anayasada yer alan, hepsi de yasaların biçim yönünden anayasaya uygunluğunu ilgilendiren, kim ileri düzenin tem eliyle doğrudan doğruya ilişkili bulunan düzenlem elerdir. B unların içinden, bir tek son oylam ada yeterli çoğunluğun bulunm ası gereğini öngören kuralın seçilm esi, bütün biçim yönünden uygunluk denetim inin buna indirgenm esi, tüze (hukuk) devletiyle hiçbir biçim de bağdaştırılam ayacak bir anlayıştır. Bunun böyle olduğunu açıkça görebilm ek için, birkaç çarpıcı örnek düşünm ek yet erlidir. T ek lif ve kabul yetersayılarına ulaşan, ivedilikle de görüşülm eyen bir anayasa değişikliği, cum huriyetin tem el nitelikleri arasından diyelim “ sosyal bir hukuk devleti” olma niteliklerini çıkarırsa, ne yapılacaktır? B urada tartışılan dava konusunda olduğu gibi, son oylam ası yapılan yasayı bir kom isyon ya da başkanlık divanı ya da cum hurbaşkanı önermişse, ne olacaktır? Bütçe K om isyonu’nda incelenm eyen bir bütçe ya da kesinhesap yasa tasarısı, son oylam ada geçerli oy oranına ulaşm ışsa, ne olacaktır? D iyelim m uhalefet üyesi bir meclis başkanvekilinin yönettiği bir oturum da, gündem de de bulunm am asına karşın bir yasa önerisinin son oylam ası yapılıp kabul edilirse ya da diyelim m addeleri hiç oylanm am ış bir yasa önerisi son oylam ada gerekli çoğunluğa ulaşm ışsa, ne yapılacaktır? 1982 A nayasası’nın tüze usdüzenini (hukuk m antığını) çiğneyen bu düzenlem esini aşabilm ek için çeşitli çabalara girişilm iş olm asına şaşm am ak gerekir. Ö rneğin A nayasa M ahkem esi, son anayasa değişikliğine ilişkin olarak 2 ’ye karşı 9 oyla verdiği iptal kararında (K .2008/116), şöyle bir gerekçe kullanmıştır: “ ... değiştirilm esi tek lif edilem eyecek bir A nayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi yasam a organının yetkisi kapsam ında bulunm adığından, yetkisiz olduğu bir alanda yasam a faaliyetine hukuksal geçerlilik tanım ak da m üm kün değildir.” N e var ki, 1982 A nayasası’nın, 4. m addedeki değiştirilm ezlik hükm üne karşın, anayasa değişikliklerinin öz yönünden denetlenm esine olanak verm ediği gerçeği karşısında, tüzel açıdan, A nayasa M ahkem esi’nin bu yorum una katılm a olanağı yoktur. Yeri gelm işken, bu konudaki eski bir - 236- değerlendirm em i anım satm ak isterim: “Am a, kanaatim izce, meclisin bu yetkiyi gaspetmiş olması, anayasa mahkemesini yetkili kılmaz. A nayasa m ahkem esi m eclisin böyle bir teşebbüsünü iptale yeltenirse, o da hukukî dayanağı olm ayan bir yetki kullanm ış olur. Bunu yapm ası, siyasî açıdan tem enni edilebilse dahi, hukuken savunulm ası bize geçerli görünm em ektedir” (EROĞU L, 1974: 166167). T E Z İÇ ’in düşündüğü bir çıkış yolu, iptal davasının hem biçim hem de öz yönünden açılm ası durum unda, 148. m addenin ikinci fıkrasındaki aşırı kısıtlam anın bir yana bırakılm asıdır: “ 150. m addedeki şekil yönünden denetim ölçüsü, 148. m addenin 2. fıkrasındaki, ‘K anunların şekil bakım ından denetlenm esi, son oylam anın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı’ ilkesi ile bağlı değildir. Çünkü şekil aykırılığını esasla birlikte denetleyen Anayasa M ahkem esi, esasa etkili olabilecek başkaca şekil aksaklıklarını da dikkate alm ak zorundadır” (1982: 204). A LİEFEN D İO G LU da, hiç değilse dava açm a süresi bakım ından aynı görüştedir. A yrıca, davanın bir bütün olduğunu, iki yönden birden açılm ış bir davada, Anayasa M ahkem esi için, “ şekil dâvasını esastan ayırıp öncelikle inceleyip karara varm aktaki zorluk gözden uzak tutulam az” dem ektedir (1984: 113). N e var ki, anayasa hükmü, böyle yorum lara yer bırakm ayacak bir açıklıktadır. “Bu görüntü karşısında, diyor SOYSAL, varılabilecek doğru çözüm şu olabilir: yasaların biçim bakım ından anayasaya uygunluğunun denetlenm esinde, hem iptal nedeni, hem dava açma hakkı ve süresi bakım ından 148. m addedeki özel hüküm geçerlidir.” Bunu söyledikten sonra, “ Bütün yanlışlığıyla” diye bir değerlendirm e eklem ekten de kendini alam ıyor (1990: 374). G önülsüz de olsa, bu görüşe katılanlardan biri de ONAR (2003: 151). Buna karşılık, K A R A G Ü LM EZ, hem biçim hem öz yönünden açılm ış davalarda, A nayasa’nın 149. m addesinin ikinci fıkrası gereğince, incelemenin, dava yetkisi, süre, iptal nedeni açılarından, önce biçim yönünden yapılm ası gerektiğini; davanın öz yönüne geçilip geçilm eyeceğini, biçim yönünden verilecek kararın belirleyeceğini söylüyor: İptal kararı verilm işse, öz yönüne geçilm eyecek, iptal kararı verilm em işse, incelem e bu sefer öz yönünden yürütülecek (2006: 201). Şu da var ki, yasaların biçim yönünden denetim inde, iptal nedeni olarak, yalnızca son oylam anın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığına bakılacağı kabul edildiğinde bile, sorunsuz bir çözüm e ulaşılm ış olm am aktadır. Gerçekten de, hem karar yetersayısı, hem cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasaların oylanm ası, hem olası bir iptal kararının yürürlüğünün ertelenip ertelenem eyeceği, hem de A nayasa M ahkem esi’nin davacının gerekçesiyle bağlı olm am ası açılarından, ortaya birçok sorun çıkm aktadır. A nayasa’nın 96. m addesine göre, TBM M , üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır; genel kural olarak, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar -237- verir, ancak hiçbir durum da, karar yetersayısı, üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından az olam az. Bu düzenlem enin, toplantı yetersayısı ile karar için gerekli en düşük sayı bölüm leri açıktır. M eclis, en az 184 kişi ile toplanır, en az 139 kişi ile karar verir. Buna karşılık, “toplantıya katılanlar” sözü yorum gerektirir. M eclis toplantısında hazır bulunup oylam aya katılm am ış olanlar, “toplantıya katılanlar” sayısına eklenecekler mi, eklenm eyecekler mi? K arar yetersayısı, toplantıya katılanların salt çoğunluğu olduğuna göre, bu salt çoğunluğun gerçekleşip gerçekleşm ediğini saptayabilm ek için, bu konuda açık bir bilgiye sahip olm ak zorunludur. 1961 A nayasası’na göre, toplantı yetersayısı üye tam sayısının salt çoğunluğu, karar yetersayısı da toplantıya katılanların salt çoğunluğuydu. 1982 A nayasası, toplantı yetersayısını üye tam sayısının üçte birine düşürdü. Buna karşılık, karar yetersayısı toplantıya katılanların salt çoğunluğu olarak kaldı. K arar için en az üye tam sayısının dörtte birinden bir fazlasının aranm ası, durum u değiştirm iyor. Her iki anayasada da, karar yetersayısı, toplantıya katılanların salt çoğunluğu. A ncak her iki anayasa dönem inde de, bu konuda kimi duraksam aların ortaya çıkması, bu düzenlem enin sorunsuz olm adığını gösteriyor. En büyük sorun da, toplantıda bulunup oya katılm ayanların toplantıya katılanlar arasında sayılıp sayılm ayacağı. 1961 A nayasası dönem inde kalem e alınm ış şu sözler, toplantıya katılm akla oya katılmayı özdeşleştiren görüşün özlü bir açıklam ası: “A nayasanın 86. m addesindeki ‘toplantıya katılanlar’ deyim i, bir kararın alınm asında fiilen oy kullananları ifade eder. M eclislerde bulunup oya katılm ayanları kapsam ı içine alm az. Karar, belli bir konu üzerinde irade açıklam ası olduğuna göre, bu irade ancak oy kullananlar sayesinde oluşm aktadır. M eclis genel kurullarında m evcut olup da, bu irade oluşm asına katılm am akla, genel kurulda m evcut olm am ak arasında bir fark yoktur” (TEZİÇ, 1972: 75). A nayasa M ahkem esi’nin de, bu görüşü savunan birçok kararı var. C um huriyet Senatosu’nda yapılan bir oylam aya ilişkin karar (K. 1965/59), buna örnek. Olayda başkan, oylam aya 86 üyenin katıldığını, yasanın 57 oyla kabul edildiğini açıklıyor. A nayasa M ahkem esi ise, o sırada üye tam sayısı 185 olduğuna göre, karar alınabilm esi için en az 93 üyenin oylam aya katılmış olm asını gerekli görüyor. Oya katılm ayanlardan en az 7 üyenin, tutanaklara göre toplantı salonunda bulunduklarının anlaşılm ası da bu görüşü etkilem iyor. M ahkem e, “ O ylar verilirken geçici bir süre için de olsa toplantıyı terk etm iş olabilirler. Kaldı ki, bu üyelerin oylam a boyunca toplantıda hazır bulundukları farzedilse dahi, açık oya katılm adıklarından yeter sayıya girem ezler” diyor. M illet M eclisi, 1973’te kendine yeni bir içtüzük kabul ediyor. Yeni içtüzüğün 122. m addesine göre, “ G enel K urulda bulunup da oya katılm ayanlar yeter sayıya dahil edilirler.” A ynı hüküm, bugün yürürlükte olan içtüzüğün karar yetersayısını düzenleyen 146. m addesinde de yer alıyor. Bu yeni -238- içtüzük düzenlem esi üzerine, A nayasa M ahkemesi içtihat değiştiriyor (TEZİÇ, 1980: 169-170; BAKIRCI, 2000: 148-149). 1976’da verdiği bir kararda (K. 1976/51), m ahkeme, M illet M eclisi’nde bir yasanın tüm ü üzerinde görüşm eler yapılırken, o sırada başka yasalar için gerçekleştirilen açık oylam alarda kullanılan ve üye tam sayısının salt çoğunluğuna ulaşm adığı anlaşılan toplam oy sayısının, “o sırada m ecliste bulunanları yansıttığı kabul edilemez. Başkan duraksam adığına, kim se de yoklam a istem ediğine göre, toplantı yetersayısının var olduğu kabul edilm eli” diyor. N e var ki, içtüzük düzenlem esi değişse bile, ilgili anayasa hükmü değişm ediğine göre, toplantıya katılanlarla oya katılanlar özdeştir görüşünü bugün de savununlar var (ÖZBUD UN, 2008: 409). Görüldüğü gibi, içtüzük değişikliğine karşın, durum tartışm alı olm ayı sürdürüyor. U ygulam ada, bir yasa önerisinin son oylam asının üç tür oyla gerçekleştirilebildiği görülüyor. Oylam a türüne göre de, anayasanın ilgili hükm ünün yorum u değişiyor. İşaretle oylam a yapılıyorsa, yalnızca olum lu ve olum suz oylar sayılıyor; lehte oylar daha çok ise, oy sayısı belirtilm eden, başkan tarafından yasanın kabul edilm iş olduğu bildiriliyor. Ne toplantıya katılanların, ne de oy verenlerin sayısı belirtilm ediği için, kararın toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla alınıp alınm adığı belli olmuyor. Açık oya ya da anayasa değişikliklerinde söz konusu olduğu gibi gizli oya başvurulduğunda ise, sonuç açıklanırken, hem oya katılanların sayısı, hem de verilen oyların renkleri belirtiliyor. Olağan yasalarda, toplam oy kullanan sayısı 184’e ulaşm am ışsa, toplantı yetersayısının bulunm adığı sonucuna varılıyor. Dolayısıyla bu tür oylam alarda, içtüzüğün 1973’ten sonra getirdiği toplantı ve karar yetersayısı ayrım ı uygulanm ıyor, oya katılm ayanın toplantıya da katılm adığı kabul ediliyor. Son oylam a, cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasalar için ayrı bir tartışm anın kaynağı. 5272 sayılı Belediye K anunu’nun iptaline ilişkin kararında (K .2005/8), Anayasa M ahkemesi, yasanın son oylam ası yapılırken, daha önce reddedildiği anlaşılan geç. 4. m addenin m etinden çıkarılm am ış olm asını, geç. 4. m adde m etinden çıkarıldıktan sonra yasanın tüm ünün yeniden oylanm adan kabul edilm iş sayılm asını iptal gerekçesi kabul ediyor, l ’e karşı 10 oyla alınan bu karara karşıoy yazan üyenin görüşüne göre ise, cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasalar yeniden oylanırken yalnızca geri gönderilen m addeler oylanm alıdır. Geri gönderilen m addeler arasında yer alan geç. 4. madde reddedilm iştir. Buna karşılık, geri gönderilen öteki iki m adde ayrı ayrı oylanarak kabul edilm iştir. Bu durum da, biçim yönünden bir aykırılık bulunm adığından, iptal kararı verilm esi yanlıştır. Bu görüşü savunan üyeye göre, A nayasa’nın cum hurbaşkanınca geri gönderilen yasaların yeniden görüşülm e yöntem ini düzenleyen 89. m addesinin ikinci fıkrasında yer alan, “Türkiye Büyük M illet -239- Meclisi sadece uygun bulunm ayan m addeleri görüşebilir” sözü, geri gönderilm eyen m addelerin de yeniden görüşülüp oylanm asını yasaklam aktadır. Buna karşılık, İçtüzük’ün 81. m addesinin son fıkrasına göre, TBM M , yalnızca geri gönderilen m addeleri değil, yasanın tüm ünü de yeniden görüşm eye karar verebilir. Öte yandan, karar ne olursa olsun, her durum da yasanın tüm ünün son oylam ası yapılır. Karara karşı çıkan üyeye göre, içtüzüğün bu düzenlem esi anayasaya aykırıdır. Bu konuda sanırım şöyle bir değerlendirm e yapm ak doğru olur. TBM M sadece geri gönderilen m addeleri görüşebilir sözü, iki biçim de anlaşılabilir. Ya m uhalif kalan üyenin yaptığı gibi, bu bir yasak olarak değerlendirilir, ya da çoğunluğun yaptığı gibi, bu bir olanak olarak yorum lanır. Yalnızca söze bakılırsa, birinci yorum daha doğru görünüyor. Ne var ki, böyle bir yorum, yasa yapm a sürecinde istenm eyen sonuçlara yol açabilir. Cum hurbaşkanının geri gönderdiği maddeler, geri gönderilm eyenlerle ilintili olabilir. Bu durum da, geri gönderilenler yeniden düzenlenirken, ilintili bulundukları öteki hüküm lerde de değişiklik yapılm ası zorunlu olabilir. Öte yandan, TBM M , cum hurbaşkanının geri gönderm e gerekçesini göz önünde bulundurarak, yasanın tüm ünü yeniden düzenlem ek isteyebilir. Dar bir sözel yorum la bu kapıyı kapam ak, yasama yetkisinin gerekleriyle bağdaşm az. Sonuçta, bence içtüzüğün ve çoğunluğun benim sediği görüş doğrudur. A ncak bu örnek bize, anayasa yazım ında ne denli titiz davranm ak gerektiğini bir kez daha gösteriyor. Aynı karar (K.2005/8), bir başka ilginç tartışm aya kaynak olm uştur. Sorun şudur: Son oylam aya bakılarak biçim yönünden iptal edilen bir yasayla ilgili olarak, kararın yürürlüğe girm e tarihi ertelenebilir mi? Gerçekten dc bu kararda, iptal kararının, yayım ından altı ay sonra yürürlüğe girm esi öngörülm üş, bu karar da l ’e karşı 10 oyla alınm ış, ancak kararın bu yönüne bir başka üye m uhalif kalm ıştır. Ertelem e kararına katılm ayan üyenin görüşüne göre, son oylam a gibi çok önemli bir konuda biçim sakatlığının saptanm ası, ilgili yasanın gerçekte hiç varlık kazanm adığını gösterir. Bu durum da, eski yasa yürürlüğünü sürdürecektir. O rtaya boşluk çıkm ayacağına göre, gerçekte yasa niteliği kazanm adığı anlaşılan bir metnin, iptal kararından sonra yürürlükte kalabileceğini kabul etm eye olanak yoktur. Kanım ca, 1982 Anayasası gibi, biçim yönünden iptal olanağını son oylam anın sağlığı ile sınırlam ış bir anayasal çerçevede, bu görüş doğrudur. Son oylam ası yapılm am ış ya da oylam ada yeterli çoğunluğu bulam am ış bir metne yasa deme olanağı yoktur. Bu nitelikteki bir iptal kararı, gerçekte yokluğun saptanm asından başka bir şey değildir. İptal olanağı varken yokluk kararı vermenin doğru olup olm adığı tartışılabilir. Anayasa M ahkemesi birkaç kez yokluğu tartışm ış, ancak bugüne dek hiç yokluk kararı verm em iştir. N e var ki, yokluk tartışm asında m ahkem enin geliştirdiği ölçütlere bakıldığında, biçim -240 - yönünden iptal kararının yoklukla özdeş olduğu hemen görülür. M ahkem eye göre, “ Yokluk, bir norm un var olm adığının ifadesidir. Y asalar bakımından, parlam ento iradesinin olm am ası, C um hurbaşkanının yayım lam a iradesinin bulunm am ası, resmi gazetede yayım lanm am ası gibi bir norm un varlığının zorunlu koşulları bulunm adığı sürece ‘v ar’lıktan söz etm ek olanaksızdır” (K .2008/116). Y asalar bakım ından, parlam ento istencinin bulunup bulunm adığının belirlenm esinde, son oylam anın en güçlü gösterge olduğu kuşkusuzdur. Bu göstergede sakatlık varsa, ilgili yasada, “parlam ento iradesinin olm am ası” durum u ortaya çıkm ış dem ektir. Öyleyse, Anayasa M ahkem esi’nin kendi ölçütüne göre, iptal ettiği yasa gerçekte varlık kazanm am ıştır. Varlık kazanm am ış bir yasanın yürürlüğü u zatılm ay ac ağ ın a göre, gerçekte bir yokluk saptam ası olan biçim yönünden iptal kararından sonra, iptal kararının yürürlüğe girm esini ileri bir tarihe bırakm ak yanlıştır. Biçim yönünden iptal nedenini son oylam anın sağlığıyla sınırlayan düzenlem e, A nayasa M ahkem esi’nin davacının gerekçesiyle bağlı olmaması nedeniyle de sorunludur. M ahkem enin kuruluşunu düzenleyen 2949 sayılı yasanın 29. m addesine göre, Anayasa M ahkemesi, “ ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanm aya m ecbur değildir ... başka gerekçe ile de A nayasaya aykırılık kararı verebilir.” Şimdi şöyle bir dıırum düşünelim : Anayasa M ahkem csi’ne, bir yasanın öz yönünden anayasaya aykırı olduğu savıyla bir dava açılm ış olsun. M ahkeme de, bu dava dolayısıyla önüne gelen yasanın, m ecliste yapılan son oylam asında, kabul için gereken oy sayısına ulaşm adığını görsün. M ahkeme, iptal istemi ile bağlı olup gerekçeyle bağlı olm adığına göre, bunu bir aykırılık nedeni sayabilecek midir, sayam ayacak m ıdır? Sayacaksa, biçim yönünden uygunluk denetim i yaptığına göre, dava yetkisi ile süresi bakım ından, A ııayasa’nın 148. m addesinin ikinci fıkrasını uygulam a durum unda kalacaktır. Ancak davacı, öz yönünden başvurduğu için, bu gereklere uymam ış, örneğin anam uhalefet partisi m eclis grubu, davayı on günlük süre geçtikten sonra açmış olabilir. A nayasa M ahkem esi bu kurallara uyarsa, örneğin m eclisteki son oylam ada, (anayasa en az 139 oy gereklidir derken) yalnızca 135 oy alm ış b ir metni, yasadır diyerek ciddi ciddi inceleyecek, öz yönünden anayasaya aykırı olup olmadığını karara bağlayacak demektir. Böyle bir durum u hiçbir tüze usdüzenine (hukuk m antığına) sığdırm a olanağı yoktur. Y asaların biçim yönünden iptal nedenini son oylam aya indirgeyen, dava yetkisini ve süresini aşırı kısıtlayan 1982 Anayasası düzenlem esinin ortaya çıkardığı durum işte budur. Usa uygun tek çözüm, 1982 A nayasası’nın yasaların biçim yönünden uygunluk denetim ine getirdiği düzenlem enin kaldırılm ası ve “ hangi şekil aykırılığının kanun yapm a iradesini sakatlayacağı hususunun, A nayasa -241 - M ahkem esi’nin takdirine bırakılm ası”dır (ON AR, 2003: 152). 1961 Anayasası dönem inde uyguladığı bu ilkeyi, Anayasa M ahkem esi bir kararında (K. 1975/198) şöyle dile getiriyor: “ içtüzüklerin biçim e ilişkin tüm hükümleri aynı önem derecesinde değildir. B unlar arasında Yasam a M eclislerince verilen kararların geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. İlk küm eye gireceklere aykırı tutum un iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına uym am anın iptali gerektirm eyeceğini kabul etm ek yerinde olur. A nayasa’da gösterilm eyen ve yalnız içtüzükte bulunan biçim kuralları arasında böyle bir ayırım yapılm ası zorunludur. Çünkü İçtüzüklerdeki biçim kurallarına aşırı bağlılık Yasam a M eclislerinin çalışm alarını gereksizce aksatır. İçtüzük hüküm lerine aykırı düşen işlem lerden hangilerinin iptal nedeni sayılacağı, sorunu, uygulanacak içtüzük hüküm lerinin önem ine ve işin niteliğine göre çözülecek ve incelem eleri sırasında A nayasa M ahkem esince değerlendirilip saptanacak bir konudur. Şimdiye değin M ahkem enin bu sorun üzerindeki görüşü hep böyle olagelm iştir.” Gerçi A nayasa M ahkemesi, kendi koyduğu bu ilkeyi, her zaman aynı tutarlılık ve titizlikle uygulayabilm iş değildir. Yine de, tek çözüm budur. Um ulur ki, yasaların biçim yönünden denetim ine ilişkin olarak 1982 A n ay asasfn m getirdiği aşırı kısıtlam a kaldırılır ve zaman içinde Anayasa M ahkemesi, hangi içtüzük kurallarına uyulm am asının m eclisin istencinin sakatlanm asına yol açacağı konusunda, kendi içinde tutarlı ve istikrarlı bir içtihata ulaşır. Her türlü olasılık önceden kestirilem eyeceğinden, bu çözüm dışındaki her çözüm ün, örneğin anayasada ayrıntılı yeni düzenlem elere gitm enin yeni sorunlara yol açm ası kaçınılm azdır. SONUÇ Anayasa M ahkem esi’nin 2008 yılının sonunda verdiği bir karar (K .2008/183), bu yazıda ele alınan iki ilginç tartışm aya yol açtı: 1) M eclis kom isyonlarının yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkisinin anayasal sınırı nedir? 2) Bu sınır aşıldığında, anayasa uygunluk denetim i nasıl gerçekleştirilebilir? Birinci konu tartışılırken, kom isyonların rolü ve yetkileri, ABD, İngiltere ve F ransa’yla da karşılaştırılarak tartışıldı. Yasa önerilerinde değişiklik yapm a konusunun, bizde ilk kez 1927’de yapılan içtüzükte düzenlendiği ve kom isyonların yasa önerem eyecekleri kuralının kabul edildiği görüldü. Bu kural bugün de geçerli olm akla birlikte, olayım ızda da yaşandığı gibi, özellikle Plan ve Bütçe K om isyonu’nun bu kurala her zam an yeterince uym adığı belirtildi. -242 - Bu durum karşısında, çözüm olarak, içtüzük kurallarının sıklaştırılm ası, kom isyonların, yasa öneri m etinlerinin ve değişiklik önergelerinin özüne bağlı kalm alarının sağlanm ası gerektiği savunuldu. Bu am aca ulaşm ak için ne gibi düzenlem eler yapılabileceği de araştırıldı. İkinci konu tartışılırken, sorunun esas kaynağının, yasaların biçim yönünden denetim ini son oylam ayla sınırlayan ve hem dava yetkisi, hem de süresi bakım ından, aşırı kısıtlayıcı düzenlem eler getiren 1982 A nayasası’ndan kaynaklandığı belirtildi. Ö te yandan, iptal nedenini son oylam aya indirgeyen bu düzenlem enin bile, birçok soruna kaynaklık edebileceği ortaya kondu. Hepsi de son oylam a sınırı içinde kalan bu sorunların başlıcaları; toplantıya katılanların sayısının kesin olarak belirlenm esi, cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasaların son oylam asının nasıl yapılacağı, biçim yönünden iptal kararı verilm iş bir yasanın yürürlüğünü sürdürüp sürdürem eyeceği, A nayasa M ahkem esi’nin davacının gerekçesiyle bağlı olm am asının biçim yönünden iptalin kaçınılm az göründüğü durum larda nasıl içinden çıkılm az durum lara yol açabileceği; olarak belirlendi. Sonuç olarak, yasaların biçim yönünden iptalinde 1982 A nayasası’nın, ister dava yetkisi ve süresi, ister iptal nedeni bakım ından getirdiği aşırı sınırlam aların kaldırılm ası gerektiği, tek elverişli çözümün, hangi biçim aksaklıklarının m eclis istencini saptıracağını belirlem e yetkisinin Anayasa M ahkem esi’ne bırakılm ası olduğu savunuldu. YARARLANILAN KAYNAKLAR Yasalar: 10.11.1983 günlü, 2949 sayılı “Anayasa M ahkem esinin K uruluşu ve Y argılam a Usulleri Hakkında Kanun” . RG. 18220, 13 K asım 1983 4.6.2008 günlü, 5766 sayılı “ Am m e A lacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı K anunlarda Değişiklik Yapılm ası Hakkında Kanun”. RG. 26898 Mük., 6 Haziran 2008 İçtüzükler: “ Anayasa M ahkemesi İçtüzüğü”. RG. 19300, 3 Aralık 1986 - 243- “Türkiye Büyük M illet M eclisi İçtüzüğü” . (TBM M henüz yeni bir içtüzük kabul etm ediğinden, 1982 A nayasası’nın geçici 6. m addesi gereğince, M illet M eclisi’nin 1973 içtüzüğünü kullanm akla birlikte, çeşitli tarihlerde bu içtüzükte çok kapsamlı değişiklikler gerçekleştirm iştir.) “ Yeni TBM M İçtüzük (http://w w w .tbm m .gov.tr) Taslağı”. TBM M internet sayfası: TBMM Tutanakları: “ Dönem: 23, Cilt: 22, Yasam a Yılı: 2, 4 Haziran 2008 günlü, 113. Birleşim Tutanağı” . TBM M internet sayfası: (http://w w w .tbm m .gov.tr) Anayasa Mahkemesi Kararları: E. 1964/38, K. 1965/59, G. 16.11.1965. RG. 12200, 12 Ocak 1966 E. 1975/45, K. 1975/198, G. 14.10.1975. RG. 15525, 11 M art 1976 E. 1976/27, K. 1976/51, G.18 ve 22.11.1976. RG. 15939, 16 Mayıs 1977 E .2 0 0 4 /118, K.2005/8, G. 18.1.2005. RG. 25785, 13 Nisan 2005 E.2008/16, K .2008/116, G.5.6.2008. RG. 27032, 22 Ekim 2008 E.2008/71, K .2008/183, G.25.12.2008. RG. 27195, 9 Nisan 2009 Öteki Kaynaklar: Y ılm az A LİEFEN D İO G LU (1984), “ Türk Anayasa Y argısında İptal Davası ve İtiraz Yolu” (Anayasa Yargısı, I: 101-137) Fahri BAKİRCİ (2000), TBMM'nin Çalışma Yöntemi (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları) Georges BURDEAU , Francis HAM O N, M ichel TR O PER (1993), Droit Constitutionnel (23° édition, Paris: L.G.D.J.) Ercan Ç ELİK ER (2006), “Plan ve Bütçe Kom isyonu: Gelişimi ve Yasam a - 244- Sürecindeki İşlevi” ( Yasama , 2 {Temmuz-Eylül}: 5-31) M aurice D U V ERG ER (1964), Constitutions et Documents Politiques (3° édition, Paris: Presses Universitaires de France) Cem EROGUL (1974), Anayasayı Değiştirme Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 371) Sorunu (Ankara C em ER O Ğ U L (2005), “TBM M Y G K ’lerde Değişiklik Yapabilir m i?” (A nkara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 60/3 {Temmuz- Eylül}: 109-121) Cem ER O Ğ U L (2008a), “ 1908 D evrim i’ni İzleyen Anayasa Değişiklikleri” {1908-2008: Jön Türk Devrimi'nin Yüzüncü Yılı toplantısında sunulan bildiri. Yayım aşam asında.) Cem ER O Ğ U L (2008b), Çağdaş Devlet Düzenleri (6. bası, Ankara: Kırlangıç Yayınevi) Semra GÖ K ÇİM EN & Volkan HAS (2006), “ İçtüzüğün 8 7 ’nci M addesi Ç erçevesinde D eğişiklik Ö nergeleri” ( Yasama , 1 {Nisan- Haziran}: 46-73) Ş eref G Ö ZÜ BÜ Y Ü K & Zekâi Sezgin (1957), 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri (Ankara Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 78 - 60) A ndré HAU RİO U , Jean GICQ U EL, Patrice G ELA RD (1975), Droit et Institutions Politiques (6° édition, Paris: Editions M ontchrestien) Constitutionnel Ş eref İBA (2007), Meclis İçtüzük Metinleri (Ankara: TBM M Basımevi) JO SEPH -B A R TH ELEM Y (1934), Essai sur te Travail Parlementaire (Paris: Librairie Delagrave) JO SEPH -B A R TH ELEM Y & Paul DUEZ (1933), Constitutionnel (nouvelle édition, Paris: Librairie Dalloz) -245- Traité de Droit Ali K A R A G Ü LM EZ (2006), “ İptal Davaları ve İtiraz Başvurularında İlk İncelem c Aşam ası” (Anayasa Yargısı İncelem eleri-I , Editörler: M ehm et TURHAN & Hikm et TÜLEN , Ankara: Anayasa M ahkemesi Yayınları) Tuncer K A R A M U STA FA O G LU (1965), Yasama Komisyonlar (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları: 201) Meclisinde Erdal O NA R (2003), Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Siyasal ve Yargısal Denetimi ve Yargısal Denetim Alanında Ülkemizde Öncüler (Ankara) Erguıı Ö ZBUDU N (2008), Türk Anayasa Hukuku (9. baskı, Ankara: Y etkin Yayınları) M arcel PR ELO T (1961), Institutions Politiques et Droit Constitutionnel (2° édition, Paris: Librairie Dalloz) Steven S. SM ITH & C hristopher J. DEERIN G (1984), Committees in Congress (W ashington: Congressional Q uarterly Inc.) M üm taz SOYSAL (1990), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (8. baskı, İstanbul: G erçek Yayınevi) Erdoğan TEZİÇ (1972), Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Kanun Kavramı (İstanbul Ü niversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları: 384) Erdoğan TEZİÇ ( 1980), Türk Parlamento Hukukunun Kaynakları ve İlgili Anayasa Mahkemesi K ararlan (İstanbul Ü niversitesi H ukuk Fakültesi Yayınları: 614) Erdoğan TEZİÇ (1982), “ 1982 A nayasasına G öre A nayasaya Uygunluğun Denetim i” (İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, 3/1-3: 199-208) Dom inique TURPIN (1994), Droit Constitutionnel (2° édition, Paris: Presses Universitaires de France) M urat YANIK (2007), “ Kanunların Şekil Y önünden Uygunluğunun Denetim i” ( e-akademi, 70 {Aralık}: parg. 1-73) -246- A nayasaya H avvana YAPICI (2007), “ K om isyonların Yasam a Sürecindeki Rolleri Bağlam ında K om isyon Aşam asındaki Özel Yöntem ve U ygulam alar” ( Yasama , 5 {Nisan-Haziran}: 57-81) -247- -248- TÜRKİYE’DE CUM HURBAŞKANININ DOĞRUDAN HALK TARAFINDAN SEÇİLMESİNİN SİYASAL SİSTEME OLASI YANSIM ALARI Doç. Dr. Selin ESEN GİRİŞ 2007 yılında Anayasanın 101. ve 102. m addelerinde yapılan değişiklikle cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçilm esi yöntem i terk edilerek, beş yıllığına doğrudan halk tarafından ve en çok iki dönem için seçilm esi esası getirilm iştir. Söz konusu anayasa değişikliğine ilişkin yasa önerisi 10.5.2007’de TBM M Genel K urulunda kabul edilm iştir. Yasa, 25.5.2007’de yeniden görüşülm ek üzere Cum hurbaşkanı A hm et Necdet Sezer tarafından T B M M ’ye geri yollanm ış; TBM M Genel Kurulu, Anayasa Değişikliği Hakkındaki 5678 Sayılı Yasayı 31.5.2007’de aynen kabul etmiştir. Bunun üzerine Cum hurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulan yasa, 21.10.2007 tarihinde gerçekleştirilen halkoylam asında geçerli oyların yüzde 6 8 .9 ’u ile kabul edilmiş; buna ilişkin Y üksek Seçim Kurulu Kararı 31.10.2007 tarihli vc 26686 sayılı Resm i G azete’de yayım lanm ıştır. Söz konusu anayasa değişikliğine ilişkin genel gerekçede, cum hurbaşkanını halkın seçm esinin, dem okratik katılım ın sağ lanması bakım ından daha ileri bir düzenlem e olacağı ve yönetenleri belirlem e sürecine ulusun etkin katılım ının sağlanacağı belirtilm iştir. T eklif sahipleri, bu değişiklikliğin, görev süresi beş yıl olan cum hurbaşkanına, dört yıllığına seçilecek olan T B M M ’de oluşacak farklı siyasal çoğunluklarla birlikte çalışm a olanağı sağlayacağını ve bunun da halkın seçtiği cum hurbaşkanının tarafsız, par tiler üstü bir tutum sergilem esini m üm kün kılacağını da savunm uştur (Anayasa Kom isyonu Raporu, 7 M ayıs 2007). Yeni anayasa değişikliği, yürütm e içindeki iki başlı yapıyı daha da belirginleştirm iş ve yürütm e organı içinde dem okratik m eşruiyeti artan cum hurbaşkanının konum unu güçlendirm iştir. Bu değişikliğin olum suz etkiler yaratm a olasılığının yüksek olduğu görülm ektedir. Bunun birinci nedeni, bir -249- arada yaşam a (cohabitation) dönem leri gibi, yarı başkanlık sistem inin özünden kaynaklanan olum suzluklardır. İkincisi ise, hüküm et sistem i değişikliğine giden anayasa koyucunun, bunu bütüncül bir yaklaşım la ele alm am ış olm asından doğabilecek sorunlardır. Gerçekten de bir hüküm et sistemi değişikliği yapılırken yasam a, yürütm e ve yargı organlarına ilişkin anayasal düzenlem eler gözden geçirilerek, bu üç erk arasında, yeni kabul edilen hüküm et sistem inin iyi işlem esini sağlayacak fren ve denge m ekanizm alarının oluşturulm ası gerekir. Cum hurbaşkanı, 1982 Anayasasının ilk biçim inde bile, klasik parlam enter sistemin cffesinde bir güçle donatılm ıştır. 1982 A nayasa koyucu, cum hurbaşkanlığı m akam ını ortaya çıkması beklenen siyasal bunalım lara etki edecek ve hatta bu tür bunalım ların doğm asını engelleyecek bir vesayet makamı olarak öngörm üş; büyük ölçüde bu m akam ın tarafsız kalacağına yönelik bir varsayım dan hareketle de cum hurbaşkanına geniş yetkiler tanım ıştır. İşte bu özelliği nedeniyle 1982 A nayasası, klasik parlam enter sistem in ötesinde, “zayıflatılm ış parlam eııtarizm ”, “yarı parlam cntarizm ” (ÖZBUD UN, 2009: 350; K A LA YCIOĞLU , 2007: 180) ya da “başkanlı parlam entarizm ” (ÇAĞLA R, 1990: 104-105) olarak da adlandırılm ıştır1. Dolayısıyla, cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esi yöntem i, A nayasa bütüncül bir yaklaşım la gözden geçirilm ediğinden, 1982 A nayasasının diğer düzenlem elerinden kaynaklanacak sorunlara da gebedir. Aşağıda, öncelikle yarı başkanlık sistem inin temel özellikleri hakkında bilgi verilecek; ardından yeni anayasa değişikliğinin yaratacağı olası sakıncalar, cum hurbaşkanının tarafsızlığına ve yetkilerine ilişkin anayasal düzenlem eler çerçevesinde ele alınacaktır. Son olarak, yarı başkanlık sistem inin en zor biçim i olarak tanım lanabilecek bir arada yaşam a ( cohabitation) dönem lerinde görülebilecek olası siyasal bunalım lara değinilerek yeni düzenlem enin Türkiye’de hüküm et sistem inde bir değişiklik yaratıp yaratm ayacağı üzerinde durulacaktır. Yarı-Başkanlık Sisteminin Özellikleri Bir hüküm et sistem inin tanımı yapılırken genel olarak yasam a ile yürütm e organları arasındaki ilişkiye bakılır. Parlam enter, başkanlık ve yarı-başkanlık sistem lerinin ortak noktası, yasama organının genel seçim le belirlenm esidir. 1 Öğretide bazı yazarlar, 1982 Anayasası döneminde, belli koşullar altında Türkiye’de siyasal sistemin fiilen yarı başkanlığa yaklaştığını dile getirmiştir. Örn. bkz. (YAZICI, 2002: 147). -250- Y ürütm e organı ise parlam enter sistem de devlet başkanı ve hüküm et olmak üzere iki kanatlıdır. Simgesel yetkilere sahip olan devlet başkanı genellikle parlam ento ya da içinde parlam entonun da olduğu daha geniş bir kurul tarafından seçilir. Yürütm enin asıl başı olan hüküm et de yasam a organından çıkar ve ona karşı sorum ludur. Yasam a organı hüküm eti düşürm e yetkisine sahipken, yürütm e organı da yasam a organını feshedebilir. Başkanlık sistem inde ise, yasam a ve yürütm e organları arasında sert güçler ayrılığı vardır. Yürütm e organı tek kişiden oluşur. Yürütm e erkini tek başına kullanan devlet başkanı, m eşruiyetini doğrudan ya da dolaylı olarak belli bir dönem için halk tarafından seçilm esinden alır. Başkan, impeachment gibi ayrıksı durum lar dışında kural olarak görevden alınam az. Yarı başkanlık sistem i ise hem klasik parlam enter, hem de başkanlık sistem inin bazı özelliklerini taşıyan m elez bir hüküm et sistem idir. Ayrı bir hüküm et sistem i olarak “yarı başkanlık” terim ini ilk kez ünlü siyaset bilimci M. Duverger Fransız V. Cum huriyetinin hüküm et sistem ini açıklam ak için kullanm ıştır (D U V ER G ER , 1970: 277-282’den akt. V ESER, 1999). Duverger, yarı başkanlık sistem inin üç unsuru olduğunu belirtir. Bunlar; devlet başkanının halk tarafından seçilm esi; devlet başkanının önemli yetkilere sahip olması; ve hüküm etin, parlam enter sistem de oldıığıı gibi parlam entoya karşı sorumlu olm asıdır (D U V ER G ER , 1980: 166)2. Yazara göre, W eim ar Alm anyası, Finlandiya, Avusturya, İrlanda, İzlanda, Fransa ve Portekiz bu tanıma uym aktadır. Duverger, bu ülkelerin arasına daha sonra başta Polonya ve Rom anya olm ak üzere Doğu Avrupa ülkelerinin bazılarını da eklem iştir (S1MOVIC, 2007:3). D uverger’nin tanım ı, özellikle devlet başkanının sahip olması gereken önem li yetkilerin neler olduğunun açık olm am ası ve yarı başkanlık sistem iyle yönetilen ülkelerin belirlenm esinde kullanılan ölçütlerin öznelliği3 nedeniyle öğretide sıkça eleştirilm iş; aynı zam anda da bu tanım ı geliştirm eye yönelik çok sayıda girişim olm uştur. Bu girişim lerin en önem lilerinden biri, G. Sartori’ye 2 19. yüzyılda 1830-1848 arasında Fransa’da uygulanan ve “O rleans’cı parlamenlcrizm” olarak adlandırılan sistemin yarı başkanlık sisteminin çekirdeğini oluşturduğu söylenebilir. İki dünya savaşı arasında Federal Alman (1919 Weimar), Finlandiya (1919), Avusturya (1920), Estonya (1933), İrlanda (1937) ve İzlanda (1945), Fransız V. Cumhuriyetinden önce yarı başkanlık olarak adlandırılabilecek hükümet sistemleriyle yönetilmişlerdir. (CANAS, 2004: 108). ' Örneğin, II. Dünya Savaşı sonrasında Finlandiya’nın hükümet sistemini Povvell parlamenter (1982: 56-57), Duverger yarı başkanlık (1980:174-176), Lijphart ise başkanlık (1984: 70-71) olarak tanımlamıştır. -251 - aittir. Yazar, D uverger’nin tanım ını bir adım ileri taşıyarak yarı başkanlık sistem inin beş unsurdan oluştuğunu belirtm ektedir. S artori’ye göre başkan, (doğrudan ya da dolaylı) halk tarafından belli bir süre için seçilir. Devlet başkanı yürütm e erkini başbakanla paylaşır. Dolayısıyla, yarı başkanlık sistem inin klasik parlam enter ve başkanlık sistem lerinden ayrılan yönü, yarı başkanlıkta yürütm e içinde görülen bu gerçek ikili iktidar ve ikili otoritenin varlığıdır. Yarı başkanlık sistem inde başkan yasam a organından bağım sızdır. A ncak yalnız başına ya da doğrudan hüküm et etm eye yetkili değildir. Başbakan ve kabinesi ise parlam entonun güvenoyuna bağlıdır ve onun desteğine gereksinim duyar. Buna karşılık başkandan bağım sızdır. Y ürütm e organı içindeki ikili otorite yapısı, her birinin bağım sızlık potansiyeli devam etm ek kaydıyla, farklı dengelere ve yürütm e içinde güç ağırlıklarının kaym asına izin verir. (SA RTO RI, 1994: 132). Yarı başkanlık sistem inde görülen bu esneklik, devlet başkanının kişilik özellikleriyle de birleşince siyasal sistem de yürütm enin iki unsurundan birini diğerine göre daha üstün konuma getirebilm ektedir. Ö ğretide D uverger’nin tanım ından yola çıkarak hüküm et sistem lerini sınıflayan başka girişim ler de olm uştur. Örneğin, M. Shugart ve J. Carey, başbakan ve hüküm eti kimin denetlediği sorusundan yola çıkarak hüküm et sistem lerini tasnif etme yoluna gitmiştir. Buna göre hüküm et sistem leri sa f başkanlık (pure presidential), başbakancı-başkaıılık (premier-presidential ), başkancı-parlam enter ( President-parliamentary ), başkanlı parlam enter (parliamentarism with directly elected president) ve sa f parlam enter (pure parliamentary) olm ak üzere beş kategoriye ayrılm ıştır. Avusturya, İrlanda, İzlanda gibi ülkelerin örnek olarak verilebileceği başkanlı-parlam enter sistemde, devlet başkanım halk seçm ekle birlikte sistem parlam entarizm gibi işlemekte; yürütm enin sorum lu ve yetkili kanadı başbakan ve hüküm et olm aktadır. Bu nedenle yazarlar, bu hüküm et sistem iyle sa f parlam entarizm arasında önemli bir fark olm adığına işaret etm ektedir. Rusya, Gürcistan, Tayvan ve 1996-2005 arasında U krayna’nın, geçm işte de W eim ar A lm anyası’nın örnek verilebileceği başkancı-parlam cnter (President-parliamentary) sistem de devlet başkanı önemli yetkilere sahiptir. Bakanları atar ve görevden alır; parlam entoyu fesheder ve/veya yasam a yetkileriyle donatılm ıştır. Yürütm enin iki kanadı arasında devlet başkanının ağırlığı söz konusudur. Fransa, Polonya gibi ülkelerde görülen başbakancı-başkanlık (premier-presidential) sistem inde ise başbakan devlet başkanından bağım sızdır. Yürütm e içinde başbakan ağırlıklıdır. Ancak devlet başkanının da önemli yetkileri vardır. Sonuçta, başkancı-parlam enter ve başbakancı-başkanlık sistem leri yarı başkanlık sistem inin iki farklı biçim idir (SH U G A R T ve CAREY, 1992: 23-27) - 252 - G ünüm üzde R. Elgie gibi bazı yazarlar ise, devlet başkanının yetkilerinin neler olduğunun nesnel olarak belirlenm esinde yaşanan güçlükleri aşm ak için, belirli bir süre için doğrudan halk tarafından seçilen devlet başkanıyla birlikte yasam a organına karşı sorum lu olan başbakan ve bakanlar kurulunun bulunduğu hüküm et sistem ini yarı başkanlık olarak tanım lam aktadır (ELG IE, 1999: 13). Bu tanımdaki genişlik öğretinin bir bölüm ü tarafından eleştirilm iş; bunun üzerine yazar, her ülkedeki m evuzatı ve uygulam ayı göz önünde bulundurarak yarı başkanlık sistem ini, yüksek derecede başkanlık sistem ine yaklaşm ış olan (Guyana, Nam ibya; Peru ve G. Kore); devlet başkanının sim gesel yetkiler kullandığı (Avusturya, Bulgaristan, İzlanda Portekiz, Slovenya ve İrlanda); ve devlet başkanıyla başbakanın yetkilerinin dengede olduğu (Hırvatistan, Fransa, Finlandiya, Litvanya, Polonya, M oğolistan, Slovakya, Rom anya vb.) üç alt kategoriye ayırm ıştır (ELG IE, 2005: 102-109). Sonuç olarak, yarı başkanlık sistem inin tanım lanm asında ve hangi ülkelerin bu hüküm et sistem ini benim sediği konusunda öğretide tam bir görüş birliği olm adığı görülm ektedir. Bununla birlikte, devlet başkanının yasama organıyla aynı m eşruiyete dayanm asının, yani belli bir süre için doğrudan halk tarafından seçilm esinin, sistem in yarı başkanlık olarak tanım lanm ası için gerekli koşullarından biri olduğu söylenebilir. Bir sistem in yarı başkanlık olarak tanım lanabilm esi için devlet başkanı, hüküm et ve parlam entonun birbirine eşit m eşruiyet kaynağına sahip olm asının yanı sıra, söz konusu üç unsurun birbirini etkilem eye olanak tanıyacak ölçüde yetkilerle donatılması gerekm ektedir. Bu yetkiler, tarafların siyasal denetim ya da siyasal karar alma sürecinde işbirliği yapm asına hizm et edecek nitelikte olmalıdır. Devlet başkanına tanınan ve bu am acın gerçekleştirilm esine olanak sağlayacak yetkilerin bir bölümü yasam a organını feshetme, genel seçim leri ilan etme, hüküm eti atam a, istifasını kabul etm e, kamu görevlilerini atanm a, yasam a organına mesaj yollam a, yasa tasarısı sunma gibi olum lu; bir bölüm ü ise yasaları veto etme, atam aları ve uluslararası anlaşm aları onaylam am a, kararnam eleri im zalam am a gibi olum suz nitelik taşıyabilir (CANA S, 2004: 100). Hüküm et sistem inin yarı başkanlık olarak tanım lanabilm esi için, devlet başkanının belli bir süre için doğrudan halk tarafından seçilm esinin yanı sıra, anayasa ve yasaların devlet başkanına tanıdığı yetkiler ile uygulam ada devlet başkanının bu yetkileri ne ölçüde kullandığı ya da kullanm adığı da göz önünde bulundurulm alıdır. Klasik parlam entarizm den farklı olarak, devlet başkanı yarı başkanlık sistem inde sim gesel bir figür değildir. Başkanlık sistem inde görüldüğü kadar de iııre geniş yetkilere sahip olm asa da, devlet başkanının yarı başkanlık sistem inde, siyasal ortam elverdiğinde klasik parlam enter sistem de rastlanm ayacak ölçüde hüküm etin kuruluşunu etkilemeyi ve/veya ülke siyasetinde belirleyici olmayı sağlayacak biçim de yetkilerini de facto genişletm esi olanaklıdır. Dolayısıyla, yarı başkanlık sistem i, devlet -253 - başkanının yürütm enin diğer kanadıyla aynı dem okratik m eşruiyete sahip olm asının verdiği güçle, de iııre yetkilerini de facto genişletm eye uygun bir hüküm et sistem idir. Devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçilm esinin daha dem okratik olm ası; yürütm e organının sorum luluğunun parlam enter sistem e göre daha da pekişm esi; sabit bir süre için seçilen başkanının bu süre içinde görevden alınam am asının yürütm e organına istikrar kazandırm ası; sistemin, yürütm enin iki kanadı arasında uzlaşm aya dayanm ası; yürütm enin iki başlı yapısının bir kişinin m utlak iktidarına izin verm em esi; başkanın siyasi partilerin dışında kalarak hakem gibi hareket etm esinin m üm kün olm ası, yarı başkanlık sistem inin avantajları arasında sayılm aktadır. B una karşılık, sistem in s a f başkanlık sistem ine kaym aya uygun yapısı; özellikle devlet başkanıyla hükümet arasında görev ve yetki dağılım ının açık olmadığı durum larda, bunun yürütm enin iki kanadı arasında bunalım yaratm a eğilimi taşım ası; parlam entoyla cum hurbaşkanının aynı m eşruiyet zem inine dayanm asından kaynaklanabilecek sakıncalar ise yarı başkanlık sistem ine yöneltilen eleştirilerden bazılarıdır. Hüküm et sistem iyle dem okrasinin iyi işlemesi arasında bir ilişki söz konusudur. Yasam a, yürütm e ve yargı organları arasında yetki ve görevler açısından belli bir dengenin olması, dem okrasinin işleyişi açısından da önem taşır. Üç erkten birinin aşırı zayıflatılm ası ya da aşırı güçlendirilm esi dem okratik rejimin istikrarını tehlikeye sokabilir. Yarı başkanlık sistem inde de özellikle, aynı m eşruiyet zem inine dayanan yürütm e organının iki kanadı ile parlam ento arasında görev ve yetkiler açısından olm ası gereken bu dengenin de facto ortadan kalktığı ya da kurum sal olarak bulunm adığı durum larda dem okrasinin işleyişi açısından tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir'1. Hukuk devleti ve uzlaşm a gibi temel dem okratik değerlerin tam olarak yerleşm ediği, devlet başkanının geniş yetkilerle donatıldığı yarı başkanlık sistem lerinde dem okratik perform ansın düşük olma olasılığının beklenen bir sonuç olduğu söylenebilir. Buna karşılık, devlet başkanı halk tarafından seçilm ekle birlikte, uygulam ada sistem in parlam enter sistem gibi işlediği ülkelerde siyasal krizlerin yaşanm a olasılığı düşüktür. Ayrıca, çok parçalı ekonom ik, toplum sal ya da siyasal yapıya sahip ülkelerde, yarı başkanlık sistem inin en zor biçim i olan bir arada yaşama 4 Devlet başkanlarının güçlü yetkilerle donatıldığı siyasal rejimlerin daha kötü demokratik performans sergilediğine ve demokrasinin bu ülkelerde pekişmesi olasılığının daha düşük olduğuna ilişkin saptama için bkz. (BELIAEV, 2006: 375-395); Doğu Avrupa'da yarı başkanlık sistemini benimsemiş ülkeler açısından benzer bir saptama için bkz. (ROPER, 2002:266 ). -254- (cohabitation) dönem lerinde dem okratik rejim in krize girm e olasılığının yüksek olduğu da göz ardı edilm em elidir (ELG IE ve M CM ENAM IN : 2008, 340-341; C O LTO N ve SKACH: 2004, 19)5. 2007 Tarihli Anayasa Değişikliğinden Cumhurbaşkanının Siyasal Sistem İçindeki Konumu Sonra Cumhurbaşkanının Tarafsızlığı Anayasa değişikliği, 1982 Anayasasının ilk biçim inde olduğu gibi, cum hurbaşkanının tarafsızlığı ilkesini benim sem iştir (md. 101). Oysa ki, cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esinin kaçınılm az sonuçlarından biri, bu m akam a aday olacakların seçim kam panyası yapm ası, bu kam panyada seçm ene ister istem ez bazı vaadlerde bulunacak olm asıdır. D em okrasilerde halktan yetki alm anın yolu, halkın karşısına siyasal program la çıkm ayı gerektirm ektedir. Ayrıca günüm üz dem okrasisi büyük ölçüde siyasal partilere dayanm aktadır. Bir siyasi parti desteğini arkasına alm adan bir adayın seçilm esi güçtür. Seçim lerin gün geçtikçe pahalı bir uğraş haline gelm esi, adayların bir siyasi partiye angaje olm asını gerektirm ektedir. Ayrıca, A nayasanın 101. m addesinin yeni biçim inde aday olabilm ek için, en az 20 milletvekili ya da son yapılan m illetvekili genel seçim lerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasal partiler tarafından ortak aday olarak gösterilm ek koşulu aranm aktadır. Yani, cum hurbaşkanlığı seçim lerinin siyasal partilerle ilişkilendirilm esi, adayların parti desteğini alm asının sağlanm ası koşulu, bizzat anayasa tarafından düzenlenm iştir. O ysa ki, 101. m addenin ilk biçim inde cum hurbaşkanlığı için bir siyasal parti tarafından aday gösterilm eye ilişkin bir düzenlem e yoktu. TBM M üyesi olm ayan birinin aday gösterilm esi için üye tam sayısının en az 1/5’inin yazılı önerisi gerekiyordu. TBM M üyesi olanların ise herhangi kişi ya da parti tarafından aday gösterilm esine ilişkin bir hüküm yer alm ıyordu. Ancak, Anayasanın yanı sıra, yasalar ve TBM M İçtüzüğünde de siyasal parti gruplarının cum hurbaşkanlığına aday gösterem eyeceğine ilişkin bir yasak bulunm am asına karşın, bu yönde bir anayasal geleneğin yerleşm iş olduğu söylenebilir. 101. m addenin yeni biçim i, bir yandan siyasal partileri aday belirlem e sürecinin asli unsurlarından biri haline getirm iş; öte yandan da cum hurbaşkanı 5 Dört yazar da, haklı olarak, illa yarı başkanlık sistemini benimsemek isteyen bir ülkenin, bunun devlet başkanına az yetkiler tanıyan biçimini yeğlemesinin demokrasinin istikrarını sağlamak açısından daha uygun olacağını ileri sürmektedir. -255- seçilenin varsa partisiyle ilişiğinin kesileceğine ve m illetvekilliğinin de sona ereceğine ilişkin düzenlem eyi korum uştur. Yani anayasa koyucu, aynı m addenin 3. fıkrasındaki düzenlem eyle çelişen biçim de, herhangi bir partiyle ilgisi olm ayan, tarafsız bir cum hurbaşkanı öngörm ektedir. Ayrıca, cum hurbaşkanı göreve başlarken “görevlerini tarafsızlıkla yerine getirm ek için” çalışm ak üzere and içecektir (ırıd. 103). Yukarıda da belirtildiği gibi, doğrudan seçmen oyuyla işbaşına gelen herkes belli vaadlcrde bulunacak ve bir siyasal program la halkın oyunu isteyecektir. C um hurbaşkanı, seçim ler sırasında ileri sürdüğü vaadlerini yerine getirm ek için çaba içine girm ek ve seçim lerde kendisine destek veren siyasal parti ya da partilerin istem lerini de ister istem ez göz önünde bulundurm ak zorunda kalacaktır. Yeni düzenlem enin, aynı kişinin en çok iki kez cum hurbaşkanı seçilebileceğini de öngörm esi, Özellikle ikinci defa seçime girecek cum hurbaşkanının tarafsız davranm asını zorlaştıracaktır. C um hurbaşkanının ikinci kez seçilebilm esi, ister istemez, görevdeki cum hurbaşkanının ilk dönem de yaptığı işlerle ilgili bir siyasal hesaplaşm aya da dönüşecektir (ERO G U L, 2009: 344). C um hurbaşkanı, kendi siyasal program ını uygulayabilm ek için hüküm ete fazla ödün vermek, boyun eğm ek ya da hükümeti ve parlam ento çoğunluğunu karşısına alıp siyasal gerilim yaratarak am acına ulaşm ak yolunu deneyebilecektir. Yani, cum hurbaşkanı de iııre yetkilerinin ötesinde, sahip olduğu siyasal gücü ve popülariteyi kullanarak yetki alanını de facto genişletcbilecektir. Öte yandan, cum hurbaşkanlığı ile TB M M seçim lerinin farklı zam anlarda yapılacak olması, cum hurbaşkanının parlam entoda istediği çoğunlukla çalışm ak için genel seçim lerde şim diye kadar görülm em iş biçim de ta ra f olması tehlikesini de taşım aktadır. Hem devlet başkanının halk tarafından seçilm esi yöntem ini kabul etmek, hem de aynı devlet başkanının yansız ve partiler üstü kalm asını savunm ak ve beklem ek, yarı başkanlık sistem inin m antığıyla bağdaşm am aktadır (SOYSAL, 2006: 305). Dolayısıyla, Söz konusu anayasal düzenlem eler korundukça, “partiler üstü” olm aktan çok, olsa olsa resmi olarak “partisiz” cum hurbaşkanlarından söz etm enin m üm kün olacağı söylenebilir. C u m h u rb a ş k a n ın ın Y etk ileri 1982 Anayasası cum hurbaşkanını, klasik parlam enter sistem de görülenin ötesinde yetkilerle donatm ıştır. Üstelik Anayasa, tanıdığı bu geniş yetkilerin hangilerinin cum hurbaşkanı tarafından tek başına, hangilerinin karşı imzayla kullanılacağını da açıklığa kavuşturm am ıştır. Öğretide genel olarak, cum hurbaşkanının tarafsız devlet başkanı olm asından kaynaklanan yetkilerini tek başına kullanacağı, diğerlerinin ise çift imza kuralına bağlı olacağı kabul edilm ektedir. Bu doğrultuda, cum hurbaşkanının yasam a ve yargıya ilişkin yetkileri ile yürütm e alanına girm ekle birlikte, M G K ’yi toplantıya çağırm ak ve -256- bu Kurula başkanlık etm ek, TBM M adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkom utanlığını temsil etmek gibi törensel ve tem sili nitelikteki yetkilerini başbakan ve ilgili bakan olm aksızın kullanabileceği kabul edilm ektedir. Bunun dışında, icrai karar alma yetkisi olan kişi ve kuruluşlara yapılacak atam aların çift imza kuralına dayanması gerekir (Ö ZBU D U N , 2009: 326). N e var ki uygulam ada cum hurbaşkanının üniversite rektörlerini, YÖK üyelerini atam a, diğer bazı kurum ve kurullara üye seçm e yetkisini tek başına kullandığı görülm ektedir. C um hurbaşkanının parlam enter sistem de törensel nitelikte görülebilecek yetkilerinin bir bölüm ü, halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanı tarafından gerçek bir yetkiye dönüştürülebilecek niteliktedir. C um hurbaşkanının başbakanı atama yetkisi bu çerçevede değerlendirilebilir. Klasik parlam enter sistem lerde devlet başkanı, parlam entonun çoğunluğunun desteğini alam ayacak bir kişiyi başbakan olarak atayam az. Kuşkusuz, aynı durum , hüküm etin varlığı parlam entonun güvenoyuna bağlı olduğundan, yarı başkanlık sistem iyle yönetilen ülkelerin çoğunluğu için de gcçerlidir. N e var ki, seçim ler sonucunda parlam entoda açık bir çoğunluk ortaya çıkm am ışsa ya da parçalanm ış bir çoğunluk söz konusuysa, devlet başkanının hüküm etin oluşum unda etkisi artabilir. Bu durum da, devlet başkanı kendi siyasi fikirlerine yakın birini hüküm eti kurm ak üzere görevlendirebilir. Özellikle böyle bir atama, parlam entonun çoğunluğunun olumlu oyunu gerektirm iyorsa, devlet başkanının hüküm etin oluşum undaki dolaylı etkisi daha da artacaktır. Hüküm etin kuruluşta güvenoyuna gereksinim duym adığı sistem lerde devlet başkanının önayak olm asıyla kurulan hüküm et, parlam ento çoğunluğu tarafından a k tif biçimde desteklenm ese de göreve devam edebilecektir. 1982 A nayasası, parlam enter sistem e uygun olarak cum hurbaşkanına başbakanı atam a ve istifasını kabul etme yetkisi verm iştir (md. 104 ve 109). Söz konusu düzenlem e aynen korunduğuna göre, parlam entonun çoğunluğunun açık desteğini kazanan bir adayın dışında cum hurbaşkanının başka birini ataması 2007 A nayasa değişikliğinden sonra da olası görünm em ektedir. Aynı zam anda, yeni kurulan bakanlar kurulunun T B M M ’den güvenoyu alm a zorunluluğu da cum hurbaşkanının hüküm eti kurm ak üzere bir kişiyi başbakan olarak atam a yetkisini keyfi olarak kullanm asını önleyecektir. Buna karşılık, cum hurbaşkanıyla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal eğilimi taşım adığı ve aynı zam anda meclis çoğunluğunun yekpare bir görüntü sergilem ediği durum larda cum hurbaşkanının A nayasanın 104. m addesine dayanarak hüküm etin kuruluşunu etkilem esi olasıdır. Seçim vaadlerini yerine getirm ek için cum hurbaşkanının parlam entodaki m uhalefetle işbirliği içine girm eye yönelm esi ve parlam ento içinden kendi siyasal eğilim ine uygun bir hüküm eti çıkarm aya - 257- çabalam ası, klasik parlam enter sistem lerde görülm eyecek türde bir siyasal istikrarsızlığın kaynağı olabilir. Kaldı ki, C um hurbaşkanının, başbakanın atanm asında takdir yetkisini kullanm a yoluyla hüküm etin oluşum una m üdahale etmesi, 1982 A nayasası dönem inde 2007 A nayasa değişikliğinden önce bile görülm üş bir durum dur. Anım sanacağı üzere, 28 Şubat sürecinin ardından 18 Haziran 1997’de Refah Partisi (R P) Genel Başkanı N ecm eddin Erbakan başbakanlıktan istifa etmiş; aynı zam anda da C um hurbaşkanı Süleym an D em irel’e Refah Partisi (RP), Doğru Yol Partisi (DYP) ve Büyük Birlik Partisinin (BBP) genel başkanlarının im zasının bulunduğu ve hüküm et kurm a görevinin DYP genel başkanı Tansu Ç iller’e verilm esini isteyen bir deklarasyon sunm uştur ( Milliyet , 19 Haziran 1997). Ne var ki C um hurbaşkanı, hükümeti kurm a görevini Tansu Ç iller’e değil, M esut Y ılm az’a vermiştir. Bu kararına ilişkin olarak yaptığı yazılı açıklam ada da, “ A nayasa’nın 109’uncu m addesinde, ‘Başbakan, C um hurbaşkanı’nca TB M M üyeleri arasından atanır’ şeklindeki düzenlem enin, başbakanı atama hakkının C um h u rb aşk an ın a ait olduğunu ifade ettiğini” belirtm iştir (Sabah, 21 Haziran 1997). Bu açıklam a ile D em irel’in, A nayasanın 109. m addesini cum hurbaşkanına tanınan bir takdir yetkisi olarak yorum ladığı anlaşılm aktadır. D em irel’in işaretiyle D em irel’e yakın olanların D Y P’den ayrılıp Dem okrat Türkiye Partisini (DTP) kurm ası ve bu partinin Mesut Yılm az koalisyon hüküm etinde yer alm ası da, siyasal krizi çözm ek ve olası bir askeri darbeyi önlem ek gibi iyi niyetli bir am aç da taşısa, cum hurbaşkanının parlam ento dengeleriyle nasıl oynayabildiğini, hüküm etin oluşum unu nasıl etkileyebildiğini gösterm ektedir. Bu olay aynı zam anda, cum hurbaşkanının, hüküm etin kuruluşunu ve kaderini de iure belirlem e yetkisi olm am asına karşın, siyasal alanda de facto nasıl etkili olabileceğine ilişkin dikkat çekici bir örnek olarak verilebilir6. C um hurbaşkanının hükümetin oluşumuna müdahale etmesinin siyasal bir krize neden olmasına Bulgaristan’ın yakın siyasal tarihinden de örnek verilebilir. 1982 Anayasasının son biçimiyle 1991 Bulgaristan Anayasası cumhurbaşkanının seçim yöntemi ve yetkileri açısından önemli benzerlikler taşımaktadır. 1991 Bulgaristan Anayasasına göre, cumhurbaşkanı beş yıllığına, en çok iki dönem için, doğrudan halk tarafından seçilir (md.93 vc 95). Anayasa, cumhurbaşkanına başbakanın atanması konusunda geniş bir takdir yetkisi tanımamıştır. Cumhurbaşkanı hükümetin kuruluşunda doğrudan belirleyici değildir. Bu konuya ilişkin ayrıntılı bir anayasal düzenleme vardır. Cumhurbaşkanı, Millet Meclisinde en fazla üyesi bulunan adaya siyasal partilerin parlamento grupları ile yapacağı görüşmelerden sonra hükümeti kurma görevini verir. Bu kişinin yedi gün içinde hükümeti kuramaması halinde Mecliste en fazla üyesi bulunan ikinci siyasal partinin göstereceği aday cumhurbaşkanınca görevlendirilir. Bulgaristan’da cumhurbaşkanına parlamentoyu fesih yetkisi, 1982 Anayasasında olduğu -258- C um hurbaşkanının gerekli gördüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık etmesi ve bakanlar kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırm ası yetkisi gibi, hükümetin kurulamaması durumunda yaşanacak siyasal istikrarsızlığı aşmak amacıyla sınırlı olarak tanınmaktadır. Buna göre, Mecliste en çok üyeye sahip birinci; daha sonra da ikinci büyük parti hükümeti kurmayı başaramazsa; cumhurbaşkanının görevlendirdiği küçük siyasal partilerden biri de hükümeti kuramazsa cumhurbaşkanı Meclisi feshedebilir (md.99). Cumhurbaşkanının başbakanı ve bakanları görevden alma yetkisi yoktur. Cumhurbaşkanının üst düzey devlet kurum ve organlarına atama yetkisi ise 1982 Anayasasından daha sınırlıdır (md.147/1 ve 129/29). Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler, geçici hükümetin atanması; başbakanın atanması; Ulusal Meclisin feshi; yasaları Meclise bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme; cumhurbaşkanlığı tarafından oluşturulan kurumlara yapılan atamalar; seçim ve referandum takviminin belirlenmesi; yasaların yayımlanması olarak Anayasanın 102. maddesinde tek tek sayılmıştır. 1991 genel seçimleri, ülkedeki çeşitli muhalefet güçlerini tek çatı altında toplayan Demokratik Güçler Birliği’nin (UDF) 240 milletvekilliğinin 110’unu; eski Komünistlerden oluşan Bulgar Sosyalist Partisi’nin (BSP) 106’sını; Etnik Türklerin Partisi olan Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin (MRF) ise 24’ünü almasıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla, siyasi partilerden hiçbiri parlamentodaki sandalyelerin salt çoğunluğunu elde edememiştir. Bunun üzerine Demokratik Güçler Birliği (UDF) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (MRF) bir koalisyon hükümeti kurmuştur. 1992 tarihinde yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerini de UDF’nin adayı Zhelyu Zhelev kazanmıştır. Cumhurbaşkanıyla koalisyonun büyük ortağı aynı siyasal partiden geliyor olmasına karşın, bir süre sonra yürütmenin iki kanadı arasında gerilim ortaya çıkmış; Cumhurbaşkanı Zhelev, beklenen reformlann yapılmadığı gerekçesiyle hükümeti yoğun biçimde eleştirmeye başlamıştır. Bunun üzerine, UDF başkanı ve başbakan Philip Dimitrov, cumhurbaşkanını partisini terk etmek ve seçmenlerine ihanetle suçlamış; bu gerginlik hükümetin düşmesine kadar varmıştır. Cumhurbaşkanı Zhelev, hükümetin küçük ortağı olan MRF ile UDF’ye karşı ittifak çabalarına girişmiştir. Yeni hükümetin UDF tarafından kurulamaması; BSP’nin başbakan adayının anayasaya göre gerekli koşulları taşımadığının ortaya çıkması üzerine, cumhurbaşkanı MRF’yi hükümeti kurmakla görevlendirmiştir. MRF’nin genel başkanı Ahmet Doğan, partisinin başbakan adayının, cumhurbaşkanı Zhelev’in özel danışmanlarından biri olan Ljuben Berov olduğunu açıklamıştır. Böylcce adayın cumhurbaşkanı tarafından doğrudan belirlenmiş olduğu ortaya çıkmış; BSP Berov’u destekleyince hükümet kurulabilmiştir. (ULUŞAHİN, 2007: 131-132). Sonuçta cumhurbaşkanı Zhelev, kendi kişisel popülaritesi ve etkisine dayanarak parlamentoda hükümetin sahip olduğu çoğunluk desteğini bölmüş, ve kendi isteği doğrultusunda bir kişiyi başbakanlık koltuğuna oturtmuştur. Anayasal yetkilerinin çok ötesinde prestij ve popülarite sahibi olan cumhurbaşkanı, bu özelliğini siyaset sahnesinde bir süreliğine gerçek bir güce dönüştürmeyi başarmıştır. Bunu yaparken, hem doğrudan halktan aldığı destekten kaynaklanan meşruiyetine, hem de Anayasanın kendisine verdiği ulusun birliğini sağlama görevine dayanmıştır. - ı 259- parlam enter sistem de törensel nitelik taşıyan bir yetkidir. Bu nedenle, cum hurbaşkanının bakanlar kurulunu toplantıya çağırdığı ve kurula başkanlık ettiği durum larda, bakanlar kurulunun sorum luluğuna katılm asını gerektirecek nitelikte işlem yapm am ası esastır (ARSEL, 1965: 374). 1982 Anayasasının yeni biçim ine göre halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanı, özellikle yürütm e organının iki kanadının da aynı siyasal partiyi tem sil ettiği durum larda, bütün bakanlar kurulu toplantılarına katılıp başkanlık edebilecektir. Bu da cum hurbaşkanını uygulam ada yürütm enin gerçek başı haline getirecektir. Kararnam eleri im zalam a yetkisi de cum hurbaşkanına 104. m addede tanınan yetkilerdendir. Cum hurbaşkanının KHK, bakanlar kurulu kararnam eleri ve ortak kararnam eleri im zalam ayı reddedip reddedem eyeceği hem öğretide tartışılm ış, hem de Anayasa M ahkemesi kararına konu olm uştur. Ö ğretide genel kabul gören görüş, cum hurbaşkanının hukuka aykırı olan kararnam eleri im zalam aktan kaçınabileceği, buna karşılık hukuka aykırı olm ayan kararnam eler üzerinde yerindelik denetim i yapam ayacağı biçim indedir (Ö ZBU D U N , 2009: 328; SABUNCU, 2006: 238; TURH A N , 1989: 124; SEVİNÇ, 2002: 131; EROGUL, 1978: 52)'. Anayasa M ahkem esinin görüşü de bu yöndedir (K. 1993/18). Bazı yazarlarsa cum hurbaşkanının olağan K H K ’ler için geri çevirm e yetkisi okluğunu; ancak bakanlar kurulunun ısrar ettiği bir K H K ’yi ikinci kez geri çcvirem cyeceğini savunm aktadır (bkz. SAĞLAM , 2000; GÖREN , 2006: 228). 2007 A nayasa değişikliğiyle dem okratik m eşruiyeti güçlenen cum hurbaşkanının kararnam eler üzerinde daha çok söz sahibi olm ak isteyeceği öngörülebilir. Üstelik yakın geçm işte bunun örneklerine rastlandığını da anım sam akta yarar vardır. Örneğin, Cum hurbaşkanı Turgut Özal, 1991 genel seçim lerinden sonra kurulan Doğru Yol Partisi (DYP)- Sosyal Dem okrat Halkçı Parti (SHP) koalisyon hüküm etiyle yaşadığı gerilim sırasında, bakanlar kurulunun çok sayıda atam a kararnam esini im zalam ayı geciktirm iş ya da rcddetm iştirs. Bunun üzerine hükümet, Ö zal’ın bu yöndeki engellem elerini aşm ak için kam uoyunda by-pass olarak adlandırılan ve bazı bürokratların atam asını cum hurbaşkanının im zasına gerek olm adan yapm ayı olanaklı kılan bir yasa çıkarm ış; ancak yasa A nayasa M ahkemesi tarafından anayasaya aykırı bulunarak iptal edilm iştir (K. 1993/18). Cum hurbaşkanı A hm et N ecdet Sezer de 7 Cumhurbaşkanının istisnasız biitün bakanlar kurulu kararnamelerini imzalaması gerektiği yönündeki görüş için bkz. (GÖZLER, 2000: 31-37; GÖZLER, 2008: 435). s Örneğin, 1993 Martına gelindiğinde 47 kararname Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmayı bekliyordu (GÖNENÇ, 2008: 509) -260- Turgut Ö zal’Ia aynı yolu izleyerek bakanlar kurulunun atam a kararnam elerinden bazılarını im zalam am ış; öyle ki, bu biçim de bakanlar kurulunun oluşum una bile m üdahale etm iştir9. Yalnızca atam a kararnam elerini değil, cum hurbaşkanının zam an zam an olağan K H K ’leri10 ve m üşterek kararnam eleri de im zalam adığı olm uştur. C um hurbaşkanına tanınan bir başka yetki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılm asına karar vermedir. A nayasanın 92/2. m addesine göre, TBM M tatilde ya da ara verm e halindeyken ülke ani bir silahlı saldırıya uğrarsa ve bu nedenle silahlı kuvvetlerin kullanılm asına derhal karar verilm esi gerekiyorsa cum hurbaşkanı buna karar verebilir. İcrai nitelik taşıyan bu yetkinin parlam enter sistem de siyaseten sorum lu olan bakanlar kuruluna ait olması gerekir. Halk tarafından seçilen cum hurbaşkanı ise, yürütm enin gerçek başı olarak bu yetkiyi tek başına kullanm aya ya da en azından bakanlar kurulunca verilecek kararın esas unsuru olm aya gayret edebilecektir. Olağanüstü dönem lere ilişkin anayasal düzenlem eler de cum hurbaşkanını siyasal yaşam da güçlü kılmayı sağlayacak niteliktedir. 1982 A nayasasına göre, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etm e yetkisi cum hurbaşkanı başkanlığındaki bakanlar kuruluna aittir. Olağanüstü hal ve sıkıyönetim kararnam eleri de cum hurbaşkanı başkanlığındaki bakanlar kurulu tarafından çıkarılm aktadır (nıd. 122 ve 123). Hem ilan kararı hem de olağanüstü hal ve sıkıyönetim kararnameleri “çok iradcli-kollcktiP’ karaktere sahip işlemlerdir. M üşterek kararnam elerden farklı olarak, burada cum hurbaşkanının iradesi sonradan eklenen, biçim sel ve sim gesel değil; kararın oluşum una katılan kurucu ve yapıcı nitelik taşır (TA N Ö R ve Y Ü ZB A ŞIO G LU , 2006: 397). Parlam enter sistemde, yürütm enin siyaseten sorum lu kanadının bakanlar kurulu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, cum hurbaşkanının görüşünü bildirm e ve gerektiğinde uyarm a dışında, olağanüstü hal vc sıkıyönetim ilanını ya da bu nitelikteki 9 Örneğin, Abdullah Gül’ün başbakanlığında 2002’de kurulan 1. AKP hükümetinde Cumhurbaşkanı, Beşir Atalay’ın Milli Eğitim bakanı olarak atanmasına karşı çıkmış; bunun üzerine Atalay, devlet bakanı olarak bakanlar kurulunda yer almıştır (Hürriyet, 18 Kasım 2002). Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığında kurulan 2. AKP Hükümetinde de Atalay milli eğitim bakanı olarak atanmak istenmiş, Ancak Cumhurbaşkanı Sezer bunu reddetmiştir (Turkish Daily News, 23 Şubat 2005). 10 Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile bakanlar kurulu arasındaki ilk çatışma 2000 yılının Ağustos ayına rastlar. Cumhurbaşkanı, bir KHK’yi 8.8.2000 tarihinde bakanlar kuruluna geri göndermiş; bakanlar kurulu KHK’yi 14.8.2000’de yeniden cumhurbaşkanına yollamış; cumhurbaşkanı 21.8.2000’de KHK’yi imzalamayacağını açıklamıştır (GÖZLER, 2000: 1,1. dipnot). -261 - kararnam elerin çıkarılm asını engelleyici bir tutum içinde olm am ası gerekir. Ancak doğrudan halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanının, ülke ve devlet için çok önemli bir konuda bütün insiyatifı ve kararı bakanlar kuruluna bırakm asını beklem ek fazla iyimser bir öngörü olacaktır. Ayrıca şiddet olayları nedeniyle olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanından önce cum hurbaşkanı başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, yine cum hurbaşkanının başkanlık ettiği Milli Güvenlik K urulunun (M GK ) görüşünü alm ak zorundadır. Dolayısıyla, olağanüstü yönetim usullerinin yürürlükte olduğu dönem lerde hem, aşağıda açıklanacağı üzere M GK, hem dc kendi başkanlığında toplanan bakanlar kurulunun çıkaracağı olağanüstü ve sıkıyönetim hal kararnam eleri aracılığıyla cum hurbaşkanının siyasette m erkezi bir konum a kavuşm ası olanaklıdır. Ülkenin yakın geçm işinde sıklıkla herhangi bir nedene dayalı olağanüstü durum yaşandığı göz önünde bulundurulduğunda, bu yolla cum hurbaşkanının siyaseten güçlenm esinin güçlü bir olasılık olduğu söylenebilir. Cum hurbaşkanına M GK ile ilgili olarak tanınan yetkiler de, siyasal koşulların uygun olm ası durum unda cum hurbaşkanlığı m akam ının güçlenm esini sağlayacak niteliktedir. M GK, cum hurbaşkanının başkanlığında toplanan ve gündem i başbakan ve genelkurm ay başkanm ın görüşlerini dikkate alm ak koşuluyla cum hurbaşkanı tarafından belirlenen bir kuruldur. M GK, kararları bağlayıcı nitelikte olm am akla birlikte, milli güvenlik gibi Cum huriyet hüküm etlerinin büyük bölüm ünün birincil sorunlarından olan çok önem li bir alanda bakanlar kuruluna önerilerde bulunm aktadır. TBM M tarafından seçilm iş olm akla birlikte hem Turgut Özal, hem de Süleym an D em irePin cum hurbaşkanlığı dönem lerinde M GK, adeta alternatif bir yasam a organı haline dönüşm üştür. Öyle ki, ülkenin siyasal gündem ini hüküm etten ve T B M M ’den çok, M GK toplantılarının ardından yapılan açıklam alar belirlemiştir. Sonuçta, M GK, cum hurbaşkanlarının siyasal yeteneklerini kullanarak kendilerini gündem de tuttukları, kendi kurdukları partilerin, parlam entonun, hatta m edyanın eleştirisine m uhatap olm adan siyasete yön verm eyi denedikleri bir kurum sal çerçeve olm uştur (K A LAYCIOG LU, 2007: 181). 2001’de Anayasada, 2003’te Milli G üvenlik Kurulu ve M illi G üvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununda yapılan değişiklikler, M G K ’nin siyasal sistem içindeki yerini ve ağırlığım sınırlandırm ıştır. Söz konusu değişikliklerle M G K ’de çoğunluğun askerler yerine sivil üyelerden oluşm ası; Kurul kararlarının tavsiye niteliğinin vurgulanm ası; toplantıların her ay yerine iki ayda bir yapılm ası; bakanlar kurulunca kabul edilen tavsiye kararlarının uygulanm asının izlenm esinin sivil otoriteye bırakılm ası; M GK Genel Sekreterliğinin görev ve yetkilerinin sekreterya işleriyle sınırlandırılm ası, bu kurulun ve dolayısıyla M GK aracılığıyla cum hurbaşkanının siyasette etkinliğini azaltacak niteliktedir. Ancak Silahlı K uvvetlerin hâlâ siyasette etkili bir güç olduğu göz önünde bulundurulduğunda, - 262 - önem li ülke m eselelerinde cum hurbaşkanının bu Kurul aracılığıyla sesini duyurm ası ve farklı ittifak arayışlarına girmesi olasıdır. A nayasaya göre C um hurbaşkanı, gerekli görürse yasam a yılının ilk günü T B M M ’de açılış konuşm ası yapabilir (md. 104). Bu yetki 1924 A nayasasında da cum hurbaşkanına tanınan vc “ d ire k tif’ yönü ağır basan bir yetkiydi. 1961 A nayasası, yasam a organıyla cum hurbaşkanlığını birbirinden ayırm ak am acıyla bu düzenlem eyi kaldırm ıştır. Y ürürlükteki A nayasa ise, bu yetkinin kullanılm asını cum hurbaşkanının takdirine bırakm ıştır (SOYSAL, 1993: 207). Benzer bir yetki hem parlam enter hüküm et sistem ine sahip Birleşik K rallık’ta, hem de başkanlık sistem iyle yönetilen A m erika Birleşik D evletlerinde (ABD) devlet başkanına tanınm aktadır. Birleşik K rallık’ta Kraliçenin her yıl Lordlar K am arasında okuduğu Taç Söylevinin m etni hüküm et tarafından yazılm aktadır. C um hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiği İrlanda’da da, kamusal önem taşıyan konularda cum hurbaşkanının parlam entonun iki kanadından birine ya da ulusa hitaben yapacağı konuşm aların içeriği hüküm et tarafından onaylanm alıdır (An. md. 13/2). A B D ’de ise başkan, Kongrenin kabul etmesini istediği yasalara ilişkin bir program ı yasam a organına bu yolla sunabilir. A nayasanın 104. m addesinde düzenlenen söz konusu yetki, cum hurbaşkanının tek başına kullanabileceği bir yetki olduğu için, A B D 'deki düzenlem eye daha yakın durm aktadır. Dolayısıyla, m eşruiyetini halktan alan bir cum hurbaşkanının bu yetkiyi uygulam ada, 1924 Anayasasına benzer biçim de, T B M M ’nin çıkarm asını istediği yasalara yönelik bir direktif biçim inde kullanm ası olasılık dahilindedir. Y ukarıda sayılanlardan başka, yasaları T B M M ’ye geri gönderm e, anayasa değişikliğine ilişkin yasaları halkoyuna sunabilm e, bazı yasam a işlem lerinin anayasaya uygunluğunun denetim i için A nayasa M ahkem esine başvurm a, belli koşulların oluşm ası durum unda TB M M seçim lerinin yenilenm esine karar verme yetkileri yoluyla da cum hurbaşkanına siyasal gelişm eler karşısında tavır sergileyebilm e olanağı tanınm aktadır (YÜCEL, 2009: 256). Bunlar içinden, 1982 Anayasasının 89/2. m addesinin 2 0 0 1 ’de değiştirilm esiyle cum hurbaşkanına, T B M M ’ce kabul edilen bir yasayı kısm en ya da tam am en geri gönderm e yetkisi verilm esi üzerinde ayrıca durulm ası gerekir. 89/2. m adde uyarınca tanınan kısm i veto yetkisiyle cum hurbaşkanı, ilgili yasanın T B M M ’ye geri gönderm ediği m addelerini Resmi G azcte’de yayım layarak yürürlüğe sokabilir. C um hurbaşkanının bu yetkisini kanun tekniği açısından belli bir bütünlüğe sahip yasalar için kullanm ası hukuk sistem inde bazı sorunlar doğurabilir. Örneğin, Cum hurbaşkanı tarafından bir veya birkaç m addesi geri gönderilen kanunun TB M M tarafından yeniden görüşülm em esi ya da hiç görüşülm em esi olanaklıdır. Bu durum da, yarım olarak yürürlüğe girmiş kanun, - 263- sürekli yarım olarak uygulanm ak zorunda kalacaktır. C um hurbaşkanının bir daha görüşülm ek üzere M eclise geri göndereceği m addelerin yasanın bütünlüğünü etkileyebilecek m adde veya m addeler olm ası durum unda kanunun yürürlüğe girm esiyle ilgili sorunlar yaşanm ası da olası görünm ektedir. Örneğin, bir yasada, bazı m addelerin yayım ından altı ay sonra yürürlüğe gireceğini kurala bağlayan bir yürürlük m addesinin gönderm e yaptığı m addenin cum hurbaşkanı tarafından M eclise geri gönderilm esi durum unda ortaya çıkan hukuki sorun nasıl çözülecektir? Bu bakım dan, M eclisin “yasa yapm a” yetkisine yönelik yeni ve ciddi bir engel oluşm am ası için C um hurbaşkanının kısmi geciktirici veto yetkisini kullanırken yasanın bütünlüğü ve yürürlüğü açısından dikkatli bir tutum sergilem esi ve kısm en geri gönderm e hallerinde, yayım lanm asını uygun gördüğü geri kalan m addeleri yayım lam am ası gerekir. Aksi halde, 1982 Anayasası ile C um hurbaşkanına verilen geciktirici veto yetkisi bazı durum larda “m utlak veto” ya da “önleyici veto” yetkisine dönüşebilecektir (İBA, 2002: 8990). Dolayısıyla, söz konusu anayasa değişikliğinin, yürütm enin sorum suz kanadı konum undaki cum hurbaşkanın yetkisini yasam a organı aleyhine genişleten bir sonuç yaratabileceği söylenebilir. A nayasanın 104/1. m addesi, cum hurbaşkanına aynı zam anda “Anayasanın uygulanm asını, Devlet organlarının düzenli ve uyum lu çalışm asını gözetm e” yetkisi ve görevi de verm iştir. Bu düzenlem e, cum hurbaşkanlarına yasama politikasına karışm a olanağı sağlayacak niteliktedir". Bu m addeye dayanarak cum hurbaşkanının siyasal ya da hukuki tartışm alara tara f olması olasıdır (TU RHA N, 1989: 168). Örneğin, cum hurbaşkanı, başkan ve üyelerini kendisinin atadığı ve ancak kendisinden gclecek istem doğrultusunda inceleme, araştırma ve denetim yapan Devlet D enetlem e Kurulu (DDK) aracılığıyla bıınu gerçekleştirebilir. Her ne kadar D D K ’nin kararlarının bağlayıcılığı yoksa da, cum hurbaşkanının, bu Kurulun raporlarını beğenm ediği bir hüküm ete karşı kam uoyu oluşturm ak am acıyla kullanm ası olanaklıdır. 11 Benzer düzenlemelere yarı başkanlık sistemiyle yönetilen başka ülkelerde de rastlanmaktadır. Örneğin 1958 Fransız Anayasasına göre, cumhurbaşkanı Anayasaya gereken saygının gösterilmesini temin eder. Kamu otoritelerinin düzgün işlemesi ve devletin devamlılığını yapacağı hakemlikle sağlar. Ulusal bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve uluslar arası anlaşmalara saygı gösterilmesinin garantörüdür (md.5). 1997 Polonya Anayasasına göre devlet başkam Polonya Cumhuriyetinin hem en üst temsilcisi, hem de devlet otoritesinin devamlılığının garantörüdür. Anayasaya uyulmasını; egemenliğin, devletin güvenliğinin, toprak bütünlüğünün korunmasını temin eder (md. 126/1 ve 2). 1976 Portekiz Anayasasına göre de, devlet başkanı ulusun bağımsızlığını, devletin birliğini ve demokratik kurumların düzgün biçimde işleyişini güvenceye alır (md. 120). - 264- Anayasanın 104. m addesinin son fıkrası, cum hurbaşkanına yasalarla başka “seçm e ve atam a görevleri” verilebileceğini öngörm ektedir. Örneğin, cum hurbaşkanı bu düzenlem eye dayanarak Radyo ve Televizyon Yüksek Kuruluna doğrudan üç, başka kuruluşlarca gösterilecek adaylar arasından beş (2954 sayılı Türkiye R adyo ve Televizyon Kanunu md.6); A tatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek K urum unun Yüksek Kuruluna dört (2876 sayılı A tatürk Kültür, Dil ve T arih Y üksek Kurum u Kanunu md.5); Taşınm azlar K ültür ve Tabiat Varlıkları Y üksek Kuruluna üç (2863 sayılı K ültür ve Tabiat Varlıklarını Korum a Kanunu md. 53) üye seçm ektedir. C um hurbaşkanı seçm e ve atam a işlem lerini uygulam ada tek başına yapm aktadır. A nayasada ve yasalarda öngörülen bu seçm e ve atam a yetkileri, cum hurbaşkanına “ tarafsız devlet başkanı” sıfatıyla tanınm ıştır. Oysa ki, yukarıda da belirtildiği gibi, doğrudan halkoyuna dayanan m eşruiyete sahip ve ikinci kez seçilm e olanağı olan cum hurbaşkanının tarafsız davranm ası güçtür. Y asa yoluyla bu alanın genişletilm esi olanağı, bu gerekçelerle cum hurbaşkanının yürütm e organı içinde daha da güçlenm esini sağlayacak unsurlardan biri olacaktır. Cum hurbaşkanına parlam enter sistem in ötesinde geniş yetkiler veren 1982 A nayasası, 125/2. m addesiyle, cum hurbaşkanının tek başına yaptığı işlem leri yargı denetim i dışında tutm uştur. 105. m addede de cum hurbaşkanının re ’sen imzaladığı kararlar ve em irler aleyhine yargı m ercilerine başvurulam ayacağı öngörülm ektedir. C um hurbaşkanının karşı imza kuralına dayanm ayan ve devlet başkanı sıfatından kaynaklanan işlem leri, icrai nitelik taşım adığından yargı denetim ine konu olm ayabilir. Buna karşılık, karşı imza kuralı dışında tutulan ve icrai nitelik taşıyan işlem lerinin yargı organınca denetlenem em csi, halk tarafından seçilen cum hurbaşkanının siyasal sistem içinde güçlenm esini sağlayacak unsurlardan biri olabilir. G örüldüğü üzere, 1982 Anayasasının klasik parlam enter sistem in ötesine geçen biçim de tanıdığı ve önemli bir bölüm ü, “devleti korum ak ve Anayasayı kollam ak” am acıyla devletin başı olan “tarafsız” cum hurbaşkanı tarafından kullanılm ası öngörülen çok sayıda yetki, giderek gerçek anlam da yürütm e yetkilerine dönüşecek niteliktedir. C um hurbaşkanının yetkilerine ve siyasi sorum suzluğuna ilişkin düzenlem eler bu biçim iyle korundukça, cum hurbaşkanının sadece devleti tem sile dayanan simgesel sınırlar içinde kalm ayacağı açıktır. TBM M tarafından seçilen cum hurbaşkanlarının bile yer yer anayasal sınırları zorlayacak biçim de siyasete yön verm eye çalıştığı ve bunda da zam an zam an başarılı olduğu am m sanırsa, halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanının haydi haydi kendini günlük siyasetin belirleyici unsurlarından biri olarak görm esi kaçınılm az olacaktır. - 265- Devlet başkanı doğrudan halk tarafından seçilen bazı ülkelerde sistem in parlam enter sistem gibi işlem esinin nedenlerinden biri devlet başkanına sim gesel yetkiler tanınm ası; bir başka nedeni de, bu ülkelerde toplum un siyasal olarak parçalanm am ış olm asıdır. Gerçekten de, derin toplum sal uzlaşm azlıkların ya da dış siyasete ilişkin önem li sorunların olm adığı ülkelerde devlet başkanlarının etkisi siyasal rejim içinde azalm aktadır. Örneğin, Finlandiya’da İkinci Dünya Savaşından sonra devlet başkanım siyasal sistem içinde güçlü bir aktör haline getiren en önem li etmen, dış politikada liderliği üstlenm esi olm uştur. Özellikle soğuk savaş dönem i ve Sovyet tehdidi, dış politikanın önem ini bu ülkede artırm ıştır. 1990’larda ise uluslar arası gerilim in azalm ası Finlandiya’da devlet başkanlığı profilini genci olarak zayıflatm ıştır. 1980’lerin başından itibaren hüküm et istikrarının da pekişm esiyle başbakan siyasal sistem de gerçek ve etkili bir konum a kavuşm uştur. Doğu blokunun dağılm ası ile Sovyetler Birliğinin Finlandiya için tehdit olm aktan çıkm ası ve A vrupa B irliğiyle bütünleşm e süreci, F inlandiya’da dış ve iç politika arasındaki sınırları bulanık hale getirm iştir. Bu durum da, yürütm enin iki kanadı arasındaki yerleşm iş yetki paylaşım ı etkisini yitirm iş; başbakan yürütm enin etkili kanadı haline gelm iştir (NOUS1A1NEN, 2001:102). U ygulam ada başbakanın güçlenm esi yönünde oluşan bu evrim 2000’de yürürlüğe giren yeni anayasal düzenlem elere de yansım ıştır. Söz konusu değişikliklerle devlet başkam nın yetkileri biçim sel olarak da sınırlanm ıştır12. T ürkiye’ye bakıldığında ise, hem iç hem de dış siyasetin çok boyutlu ve karm aşık bir görüntü sergilediği görülm ektedir. A vrupa Birliği, Kıbrıs sorunu, kom şu ülkelerle ilişkiler gibi uluslararası konuların yanı sıra, Türk-K ürt, dindar-laik gibi toplum sal katm anlara bölünm üş ve bu bölünm elerin yarattığı sorunlarla uğraşan bir ülke olan T ürkiye’de, m eşruiyetini doğrudan seçm enden alan bir cum hurbaşkanının bu m eselelere uzak kalm ak istem eyeceğini öngörm ek yanlış olm ayacaktır. l2Artık devlet başkanı dış politikayı belirleme yetkisine sahip değildir. Bununla birlikte Devlet Konseyiyle yakın işbirliği içinde Finlandiya’nın dış politikasını yürütür. Avrupa Birliği ise bakanlar kurulunun yetki alanı içindedir. Devlet başkanı hükümetin kuruluşunda ikincil bir aktör haline getirilmiştir. Devlet başkamnın kararname çıkarma yetkisi Devlet Konseyine aktarılmıştır. Devlet başkamnın atadığı üst düzey kamu görevlilerinin sayısı azaltılmıştır. Devlet başkanı, birkaç ayrıksı durum dışında, bakanlar kurulunun önerisiyle Devlet Konseyinde karar alabilmektedir. Görüldüğü gibi, devlet başkanı artık yetkilerinin büyük bölümünü tek başına kullanamamaktadır (NOUSIAINEN, 2001: 106). Devlet başkamnın yetkileri onca sınırlanmış olmasına karşın, 2000 yılında merkez bankası başkanlığına yaptığı atamada hükümetin tavsiyesine uymamasında da görüldüğü gibi, devlet başkamyla hükümet arasında zaman zaman gerilimin yaşanmaya devam ettiğini de eklemek gerekir (NOUSIAINEN, 2001: 108) - 266- Bir arada Yaşama (Cohabitation) Dönemlerinin Yaratabileceği Sakıncalar Yarı başkanlık sistem inde devlet başkam yla hüküm et ve parlam ento çoğunluğunun aynı ya da farklı siyasal akım dan ya da partiden gelm esi devlet başkam nın siyasal sistem içindeki konum unu etkilem ektedir. Fransa örneğinde görüldüğü gibi {bkz. EROGUL, 2008: 184), yürütm enin iki kanadı ile parlam ento aynı siyasal partiden gelirse devlet başkam nın siyasal yaşam da etkisi artm akta, sistem başkanlık sistem i gibi işlem ektedir. Buna karşılık yürütm enin iki kanadı farklı siyasal partilerin tem silcisiyse başbakan öne çıkm akta, sistem parlam enter sistem e yaklaşm aktadır. Bu olasılıklar içinde devlet başkam yla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal akım dan ya da partiden gelm esi, yarı başkanlık sistem inin en az sorunlu biçim i gibi durm aktadır. İkisi de genel oydan gelm enin verdiği güçle donatılan cum hurbaşkanlığıyla T B M M ’nin aynı siyasal parti egem enliğine geçm esinin, Türkiye’de de istikrarlı bir yönetim sağlayacağı iddia edilebilir. Ancak, Tiirk toplıım unda siyasal iktidarın kendini gönüllü olarak sınırlam ası ve hukuk devleti ilkesine bağlı kalması geleneğinin henüz tam olarak yerleşmediği göz önünde bulundurulduğunda, bu olasılık yönetilenlerin temel güvenceleri bakım ından ciddi tehlikeler taşım aktadır (SOYSAL, 2006: 302; Ö ZBUDU N, 1993: 140-141; ONA R, 2005: 95). Öte yandan, siyasal parti önderlerinin bu m akam a talip olm aları ve seçilm eleri olasılığı da ayrıca tartışılm aya değerdir. Siyasal parti önderinin aşırı güçlü olması, T ürkiye’de siyasal partilerin yapısal özelliklerinden biridir. Zaten çok güçlü olan parti önderinin cum hurbaşkanlığının yanı sıra, TB M M çoğunluğunu da denetim i altına alm ası otoriter yönetim lerin ortaya çıkm ası için gerekli zemini hazırlayabilir (K A M A LA K , 2006: 331-332). Kaldı ki, cum hurbaşkanına klasik parlam enter sistem lere özgü sim gesel yetkiler veren 1924 Anayasası dönem inde bile cum hurbaşkanları, egemen oldukları Meclis çoğunluğunun etkisiyle; ayrıca tarihsel ve güçlü kişiliklere sahip olm aları nedeniyle, uygulam ada siyasal sistem içinde çok etkili ve önem li olabilm işlerdir (TU RHA N, 1989: 112). Devlet başkam yla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal partiden ya da akım dan gelm ediği bir arada yaşama ( cohabitation ) dönem i, yarı başkanlık sistem lerinin en güç, belki de siyasal istikrarsızlığa en açık biçim idir. G erçekleşm e olasılığı ‘cohabitation ’ dönem ine göre daha düşük olsa da, aynı sonuca parlam ento çoğunluğunun desteğine sahip olm ayan azınlık hüküm etleri için de varılabilir (SKACH, 2005: 116). Son anayasa değişikliği, T ürkiye’de "cohabitation ’dan kaynaklanan siyasal istikrarsızlıkların doğm asına yol açacak niteliktedir. Kaldı ki, yarı başkanlık sistem ini benim sem iş, uzlaşm a kültürüne - 267- sahip yerleşik dem okrasilerde bile yürütm enin iki kanadı arasındaki görüş ayrılıkları ciddi siyasi çatışm alara yol açabilm ektedir13. Türkiye gibi siyasal uzlaşm adan çok uzlaşm azlık geleneğinin güçlü olduğu ülkelerde ise, bu tür çatışm aların siyasal sistem de istikrarsızlık, hatta toplum sal kavga yaratm a olasılığı göz ardı edilm em elidir (SOYSAL, 2006: 309). Kaldı ki, cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçildiği dönem de bile benzeri çatışm alara tanık olunm uştur. Örneğin, Cum hurbaşkanı Turgut Özal ile kendi partisi A navatan Partisinin (AN AP) genel başkanı M esut Yılm az Hüküm eti arasındaki ilişkiler, beklendiğinin aksine, her zam an uyum içinde gitm em iştir. 1991 genel seçim lerinden sonra Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat Halkçı P arti’den (SH P) oluşan koalisyon hüküm eti ile Cum hurbaşkanı Özal arasındaki ilişkiler de zorlu bir ‘cohabitation' dönemi olarak nitelenebilir. Ö zal’ın, bu dönem de hüküm et kararnam elerini im zalam ayı geciktirm esi ya da reddetm esi, yürütm enin iki kanadı arasındaki ilişkileri daha da gergin bir hale sokm uştur. Üstelik yürütm enin iki kanadı arasındaki gerilim , yalnızca bunların farklı siyasal partilerden ya da akım lardan geldiği zam anlarda ortaya çıkm am ıştır. Cum hurbaşkanı A hm et Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit benzer dünya görüşüne sahip olm asına karşın, cum lıurbaşkanıyla DSP-M HPANAP koalisyon hüküm eti arasındaki gerilim ve uyuşm azlık dikkat çekici boyutlara ulaşm ıştır. Y ürütm enin iki kanadı arasındaki ilk ciddi çatışm a, köktcndinci ve ayrılıkçı faaliyetlere katılmış olan devlet m em urlarının işlerine son verilm esini düzenleyen K H K ’yi cum hurbaşkanının, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle im zalam ayı reddetm esiyle 2000 yılında yaşanm ıştır. Hüküm et, cum hurbaşkanım rejim düşm anı güçlerle m ücadele kapasitesini zayıflatm akla suçlam ıştır. Cum hurbaşkanı ile hüküm et arasında yaşanan gerginliğin bir başka nedeni de bankacılık ve enerji sektöründeki yolsuzluklar olm uştur. Hüküm etin yolsuzlukların üzerine yeterince gitm ediğini iddia eden C um hurbaşkanı Sezer ile hüküm et arasındaki ipler M GK toplantısında kopm uş; bu da 2001 ekonom ik krizinin tetikleyicilerinden biri olm uştur ( Cumhuriyet, 20 Şubat 2001). Bu örnekler, hem bir arada yaşam a dönem lerinin yaratabileceği olası sıkıntılara ışık tutmakta, hem de cum hurbaşkanının, 1982 A nayasasında kendisine tanınan yetkileri tam olarak kullanm ası durum unda, siyasi sistem in tem el ve önemli 13 Örneğin, Fransa’da 1997-2002 arasında yaşanan ‘cohabitation ’ dönemininde, 11 Eyliil olaylarından sonra, Cumhurbaşkanı Chirac’ın Fransa’nın Afganistan’a asker göndereceğini açıklamasının ertesi günü, savunma bakanı Alain Richard ABD ile görüşmelerin hala sürdüğünü belirtip cumhurbaşkanını yalanlayarak yürütmenin iki kanadı arasındaki çekişmeyi gözler önüne sermiştir (ELGIE ve MCMENAMIN, 2008: 337). - 268- aktörlerinden biri haline gelebileceğini gösterm ektedir. Kuşkusuz, meşruiyeti halk iradesine dayanan bir cum hurbaşkanı için bu durum un gerçekleşm e olasılığı daha da yüksektir. C um hurbaşkanının ideolojik ya da partizan güdülerle hareket etm esi, onun hüküm eti ve parlam ento çoğunluğunu karşısına alırken daha cesur davranm asına yol açacaktır. Bu da gösterm ektedir ki, halk tarafından seçilen cum hurbaşkanının T B M M ’dc farklı siyasal çoğunluklarla birlikte çalışm ak durum unda kalm ası, anayasa koyucunun iddia ettiği gibi (A nayasa Kom isyonu Raporu, 7 Mayıs 2007), onun tarafsız ve partiler üstü bir tutum sergilem esini her zaman m üm kün kılmaz; aksine ta ra f haline gelm esine uygun bir ortam yaratır. Sistem Yeni Biçimiyle de Parlamenter Sistem Gibi İşleyebilir mi? Yukarıda da belirtildiği gibi, uygulam ada bütün yarı başkanlık sistem leri aynı biçim de işlem em ektedir. F ransa’nın model olduğu yarı başkanlık sistem inde devlet başkanına parlam entoyu feshetme, hüküm etin kuruluşunda belirleyici bir role sahip olma, bazı yasaları halkoyuna sunma, olağanüstü hallerde gerekli önlem leri alm a gibi önem li yetkiler tanınm ıştır. R usya’nın örnek verilebileceği bazı yarı başkanlık sistem lerinde ise, devlet başkam nın sayılan bu yetkilerine ck olarak kararnam e çıkarm a, hüküm eti görevden alm a gibi çok daha geniş yetkileri vardır. Bu ülkelerle karşılaştırınca 1982 Anayasasının cum hurbaşkanına tanıdığı yetkilerin daha m ütevazi olduğu açıktır. İşte bu gerekçeyle, cum hurbaşkanının siyasal sistem de başat güç olm asını sağlayacak yetkilerden m ahrum olduğu; bu nedenle yürütm enin iki başlı yapısının siyasal bir istikrarsızlığa neden olm ayacağı ileri sürülebilir. Ö rneğin İrlanda, İzlanda, Avusturya, Slovenya gibi ülkelerde devlet başkanı doğrudan halkoyuyla seçilm esine karşın, siyasal sistem parlam enter rejim gibi işlemektedir. Acaba T ürkiye’de de siyasal sistem in eskisi gibi işlemeye devam etm esi mümkün müdür? Yukarıda örnek olarak verilen ülkelerde devlet başkam halkoyuyla seçilm esine karşın, sistem in klasik parlam entarizm gibi işlem esinin nedenlerinden biri, bu ülkelerin bazılarında anayasanın, devlet başkanlarına - 269 - klasik parlam enter sistem lerde görüldüğü gibi çok sınırlı yetkiler tanım ış olm asıdır1 . A ncak bu bile sistem in klasik parlam enter sistem gibi çalışm asının bir güvencesi olm ayabilir. Örneğin, Slovenya’da 1991 Anayasasının kabulünden sonra seçilen ilk iki devlet başkanı (M ilan K uchan ve Janez Drnovshek), hem bu A nayasadan önce devlet başkanlığı, başbakanlık gibi önem li siyasi görevlerde bulunm uş olm alarının yarattığı alışkanlıkla; hem de doğrudan halkoyuyla seçilm e yoluyla elde ettikleri dem okratik m eşruiyetin yarattığı güçle. Anayasanın çizdiğinin çok ötesinde Slovenya siyasetini etkilem iştir (BOBAN, 2007: 172). 14 Örneğin İrlanda Anayasası (md. 13/10), Anayasada aksi açıkça belirtilmedikçe cumhurbaşkanının bütün yetkilerini hükümetle birlikte kullanacağım belirterek karşıimza kuralına yer vermiştir. Cumhurbaşkanına yasayla verilebilecek başka yetkiler de karşı-imza kuralına bağlı tutulmuştur (md. 13/11). Cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği yetkiler ise Temsilciler Meclisinin çoğunluğunun desteğini yitirmiş olan başbakanın fesih talebini reddetme (md. 13/2); Yüksek Mahkemeye (Supreme Court) yasanın anayasaya aykırılığı savıyla başvurma (md.26); yargıçları atama; Devlet Konseyinin üyelerinin bir bölümünü atama gibi yetkilerdir. Bunlar içinde yargıçları atama ve bağışlama yetkisini hükümetin talimatı doğrultusunda kullanır. Parlamentoyu toplantıya çağırma gibi bazı yetkilerini ise Devlet Konseyinin görüşünü aldıktan sonra kullanabilmektedir. Cumhurbaşkanı, parlamentonun kabul ettiği bütün yasaları imzalayıp yayınlamak zorundadır (md. 25/1). Bunun istisnası, Parlamentonun her iki kanadından birinin belli sayıdaki üyesinin yasayı imzalamaması yönünde kendisine yapacakları başvurudur. Slovenya’da da Anayasa, doğrudan beş yıllığına ve en çok iki dönem için seçilen devlet başkanına sınırlı ve törensel nitelikte yetkiler vermiştir. Başkanın en kayda değer yetkilerinden biri savaş ve olağanüstü hallerde kararname çıkarmaktır. Başkan, bu yetkisini bile hükümetin teklifi üzerine ve Ulusal Meclis toplanık değilse kullanabilmektedir. Hükümetin kuruluşunda da başkanın etkisi çok sınırlı tutulmuştur. Devlet başkanı, parlamentodaki siyasal parti gruplarının önderlerine danıştıktan sonra Ulusal Meclise başbakan adayı önerir. Adayın Meclisin desteğini alamaması durumunda en az on milletvekili de başbakanlık için aday gösterebilmektedir (md. 111). Bakanlar ise başbakanın teklifi üzerine doğrudan Ulusal Meclis tarafından atanır ve görevden alınır (md.112). Ardı ardına yapılan hükümeti kurma girişimlerinden sonuç alınamaması durumu dışında devlet başkamnın parlamentoyu feshetme yetkisi yoktur. Parlamentoya yasa tasarısı sunma, parlamentonun kabul ettiği yasaları veto etme ya da KHK çıkarma gibi yasama niteliğinde hiçbir yetki başkana tanınmamıştır. Dış politikayı yönetme yetkisi de hükümettedir (BOBAN, 2007: 169-170). - 270- Dolayısıyla, hüküm etin yürütm e organının gerçek başı olması, aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu siyasal, toplum sal ya da ekonom ik koşullar, siyasal kültür ve devlet başkam nın kişiliği, yasam a organı içindeki çoğunlukla olan ilişkisi gibi başka etm enlere de bağlıdır. Siyasal parti önderlerinin devlet başkanlığına aday olduğu ülkelerde başkanların daha etkili bir konum da olacağı öngörülebilir. Devlet başkanı aynı zam anda sıkı parti disiplinine sahip parlam ento çoğunluğunun önderi konum undaysa, hem parlam entoyu hem de hüküm eti denetim i altında tutabileceğinden, F ransa’daki gibi güçlü konumda olacaktır (D U V ER G ER , 1980: 184). Buna karşılık, devlet başkanı parlam entoda çoğunluğu oluşturan partinin yalnızca bir üyesi ise parlam enter sistem de görülen sim gesel nitelikte bir devlet başkanı gibi davranabilir. Bu durumda, parlam entoda çoğunluğa sahip siyasal partinin önderi başbakanlık koltuğunu doldurur ve yasam a organını da kontrol eder. Nitekim, 1971’den beri A vusturya’d a 1" ve çoğunlukla İrlanda’da siyasal partilerin devlet başkanlığı seçim lerindeki adayları genel başkanları değil, partilerinin ikincil konum da bulunan üyeleri olm uştur (VESER, 1999: 48). Ülkedeki belli başlı siyasal partiler devlet başkanlığı için ortak bir adayda anlaşm ışsa, başkan hiçbir parti tarafından güçlü biçim de him aye edilm ezse ve kendisi de hakem gibi davranm ayı yeğleyip yetkilerini sonuna kadar kullanm a konusunda hevesli olm azsa sistem in parlam enter sistem gibi işlemesi m üm kün olabilir (LINZ, 1994: 59). Kuşkusuz, bu koşulların bir arada bulunm asının, en azından siyasal, toplum sal gelenekler ve geçm iş deneyim ler göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye için düşük bir olasılık olduğu ileri sürülebilir. SONUÇ C um hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilm esi yönünde 1982 A nayasasında 2007 yılında yapılan değişiklik, T ürkiye’de cum hurbaşkanının konum unu ve yürütm enin iki başlı yapısını güçlendirm iştir. Söz konusu değişiklikle T ürkiye’de yarı başkanlık sistem inin gerekli unsuru oluşm uştur. Kuşkusuz anayasasında yarı başkanlık sistem ini benim sem iş bir ülkenin uygulam ada farklı bir hüküm et sistemi gibi çalışm ası m üm kündür. Tespiti daha 15 Avusturya’da devlet başkamnın yasama, yürütme ve yargı alanlarına ilişkin anayasal yetkileri İrlanda ve Slovenya gibi ülkelere göre daha geniştir. Devlet başkamnın yetkileri arasında, federal hükümetin önerisiyle olağanüstü hallerde kararname çıkarmak; Anayasa Mahkemesi üyeleri de içinde olmak üzere yargıçları ve birçok kamu görevlisini atamak; başbakanı ve onun önerisi üzerine bakanları atamak; başbakanı veya bakanlar kurulunu görevden almak; federal meclisi toplantıya çağırmak, tatil ve feshetmek sayılabilir ( PRAKKE, 2004: 24-25). -271 - güç olm akla birlikte, anayasasında yarı başkanlık sistemi öngörülm em iş bir ülkenin hüküm et sistem inin uygulam ada yarı başkanlık sistem i gibi işlem esi de söz konusu olabilir. Dolayısıyla, T ürkiye’de de 2007 tarihli anayasa değişikliğinin hüküm et sistem inin eskisi gibi işlem esine engel olm ayabileceği düşünülenebilir. Ancak, T ürkiye’nin siyasal kültürü ve dem okrasi geleneği göz önünde bulundurulduğunda, doğrudan seçim le işbaşına gelm iş bir cum hurbaşkanının İrlanda, İzlanda ya da A vusturya örneklerindeki gibi siyasal tartışm alara bulaşm am ası, hatta anayasal yetkilerini kullanm aktan kaçınması olasılığı zay ıf gözükm ektedir. 1982 Anayasasının cum hurbaşkanına tanıdığı yetkiler, cum hurbaşkanının siyasal yaşam ın önem li aktörlerinden biri olm asına olanak verecek türdendir. Üstelik bu yetkilerden hangilerinin karşı imza kuralına bağlı olduğunun A nayasa’da ya da yasalarda açıkça öngörülm em iş olm ası da cum hurbaşkanının konum unu güçlendirm ektedir. 1982-2007 arasında göreve gelen cum hurbaşkanları bile, doğrudan halk tarafından seçilm em iş olm alarına karşın, çoğu zam an siyasal sorunlara m üdahale etm ekten ve anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanm aktan kaçınm am ışlardır. 1982 Anayasasının cum hurbaşkanına tanıdığı yetkilerin genel özelliğinin, tarafsız konum daki cum hurbaşkanının anayasal kurum ların düzenli işleyişini sağlam aya ve gerektiğinde kriz çözm eye yönelik yetkiler niteliğinde olduğu söylenebilir. Oysa ki anım sanm ası gereken noktalardan biri, kriz çözm ek için donatılan bir iktidarın de facto üstün iktidar haline gelebileceğidir. Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında, kriz rejim inin her zam an ayrıksı bir rejim olm adığı kolayca görülebilir. C um hurbaşkanının doğrudan halkoyuyla seçilm esi, onun de facto yetkiler üstlenm esinin ya da buna yönelm esinin m eşru zeminini oluşturacaktır. Kaldı ki, kağıt üzerinde geniş yetkileri olm ayan, ancak doğrudan halkoyuyla seçilm iş bir cum hurbaşkanının bile, arkasına parlam ento çoğunluğunu aldığında güçlü bir siyasal aktör olma olasılığı yüksektir. Parlam ento tarafından seçilen cum hurbaşkanının ise, ne kadar isterse istesin, böyle bir gücü yakalam ası zayıf bir olasılıktır. Ayrıca, yarı başkanlık sistem lerinin en temel özelliklerinden biri olan halk tarafından seçilen devlet başkam nın m eşruiyetinin yürütm enin diğer kanadı olan hüküm etle aynı kaynaktan gelm esi, cum hurbaşkanının siyasal karar alm a sürecine daha etkili biçim de katılmasını teşvik edici ya da destekleyici bir rol oynayacaktır. Aynı zam anda da cum hurbaşkanının kendini normal siyasal sürecin üzerinde görerek zam an zam an hukuk devleti ilkesine uygun düşm eyecek davranışlar içine girm esini cesaretlendirecek sonuç da doğurabilecektir. C um hurbaşkanlarının, bundan böyle siyasal karar alma sürecinde etkili olması durum unda, yarı başkanlık sistem inin doğasından kaynaklanacak olum suzluklarla karşılaşm a olasılığı söz konusu olacaktır. Cum hurbaşkanıyla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal partiden geldiği zam anlarda yönetim in -2 7 2 - daha istikrarlı olacağı varsayılabilir. Buna karşılık, aynı siyasal akım dan gelm esine karşın yürütm enin iki kanadı arasında gerilim in ortaya çıkması olasılığı da göz ardı edilm em elidir. Bu tehlike, bir arada yaşam a dönem lerinde çok daha fazladır. K uşkusuz iyi yönetim , istikrarlı yönetim in yanı sıra etkin yönetim i, hızlı karar almayı da gerektirir. Y ürütm enin iki kanadının da aynı m eşruiyet zem inine dayanm ası, ülkeyi etkin biçim de yönetm ek açısından sakıncalar doğuracak niteliktedir. Nitekim , yakın zam anlara kadar T ürkiye’de aynı siyasal partiden geldiği ya da aynı dünya görüşünü paylaştığı halde yürütm enin iki kanadı arasında gerilim in yaşandığı; hatta zam an zam an bunun siyasal krize kadar vardığı unutulm am alıdır. Son yirmi beş yılda dem okrasiye geçen ülkelerin önem li bölüm ü yarı başkanlık sistem ini benim sem iştir. Bu nedenle, yarı başkanlık sistem inin güncel bir eğilim olduğu yönünde yaygın bir kanı vardır. Ne var ki, son yıllarda bu eğilimin tersine bir seyir izlediği de göze çarpm aktadır. Gerçekten de, bu rejimi benim sem iş Finlandiya (2000), Portekiz (1982), Ukrayna (2005), Polonya (1997), Fransa (2008) gibi ülkeler anayasalarında yaptıkları değişikliklerle devlet başkam nın yetkilerinin sınırlanm ası ya da parlam ento veya anayasa m ahkem esi gibi karşı siyasal kurum ların güçlendirilm esi yoluna gitmiştir. M oldova (2001) ise yarı başkanlık sistem ini terk edip parlam enter sisteme geçmiştir. Dolayısıyla, yeni anayasal düzenlem eyi günüm üzde dem okratik ülkelerde görülen genel eğilim e uygun bir değişiklik olarak yorum lam ak da gerçeği tam olarak yansıtm ayacaktır. Sonuçta, son anayasa değişikliğiyle ortaya çıkması olası siyasal krizleri önlem enin iki yolu olduğu söylenebilir. Birinci yol, cum hurbaşkanına koşulsuz olarak T B M M ’yi dağıtm a, T B M M ’ye yasa tasarısı sunm a gibi yetkiler vererek onu gerçek bir siyasal güç haline getirecek anayasa değişikliklerini yapm aktır. Bu yapılırken, 1982 A nayasası, hatta siyasal partiler ve seçim yasaları gibi siyasal alanı düzenleyen diğer m evzuat da bütünüyle gözden geçirilm eli; cum hurbaşkanının istenm eyen biçim de siyasal sistemi tıkam asını ya da siyasal alanda A nayasanın öngördüğünden daha ağırlıklı bir rol üstlenm esini önleyecek fren ve denge m ekanizm aları yaratılm alıdır. Tem el hak ve özgürlüklerin geniş boyutlarıyla güvence altına alınm adığı, yargı bağım sızlığının tam olarak sağlanam adığı yarı başkanlık sistem lerinde, devlet başkanlarının popülist politikalarını denetleyecek ya da sınırlayacak kurum ve araçlar ya yoktur, ya da işlevlerini yeterince yerine getirem ez. Kuşkusuz, bu tür kurum ve araçların eksikliği, hem yönetim in istikrarını tehlikeye düşürür, hem de dem okrasinin krize girm esine zem in hazırlar. Bu nedenle, dem okratik siyasal kültürün yeterince yerleşm ediği Türkiye gibi ülkelerde yarı başkanlık sistem inin olum suz yönlerinin belirm esi olasılığı yüksektir. Bu tür sorunlardan kaçınm anın yolu, -273 - aslında devlet başkam nın yetkilerini olabildiği kadar sınırlam ak, yani rejim in sa f parlam enter sistem gibi işlem esini sağlam aktır. Dolayısıyla ikinci yol, cum hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçim i yöntem inden vazgeçm ek olabilir. Cum hurbaşkanının parlam ento tarafından seçilm esi ve ona çok az yetki tanınm ası, yarı başkanlık sistem inin yaratacağı çatışm a ve istikrarsızlık ortam ından kaçınm anın en iyi yoludur. Bu, aynı zam anda Türkiye’nin toplumsal ve siyasal özelliklerine ve tarihsel deneyim ine de daha uygun düşer. Sonuçta, kanım ızca Türkiye için en uygun çözüm, parlam entoda bulunan siyasal partilerin aynı aday üzerinde uzlaşam am asından kaynaklanacak siyasal bunalım ları önleyecek rasyonelleştirilm iş parlam entarizm in araçlarını da öngörerek cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçilm esini ve siyasal sistem içindeki yerinin 1961 A nayasasında öngörülen sınırlara çekilm esini sağlayacak anayasal düzenlem elerin yapılm asıdır. YARARLANILAN KAYNAKLAR Yasalar: 31.5.2007 günlü, 5678 sayılı “ Türkiye C um huriyeti A nayasasının Bazı M addelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında K anun” , RG. 26554, 16 Haziran 2007. TBMM Tutanakları: A nayasa K om isyonu Raporu, Yasama Yılı:5, 7 M ayıs 2007, B. 102. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22, Anayasa Mahkemesi Kararlan: E. 1992/37, K. 1993/18, G. 27.04.1993, RG. 22436, 17 Ekim 1996. Giinliik Gazeteler: Hürriyet Turkish Daily N ews M illiyet Sabah - 274 - C um huriyet Öteki Kaynaklar: İlhan A RSEL (1965), (Ankara: Mars M atbaası) Türk Anayasa Hukukunun Umumi Esasları Mikhail V. BELIA EV (2006), “ Presidential Powers and C onsolidation o f New Postcom m unist D em ocracies” (Comparative Political Studies 39: 374398). Davor BOBAN (2007), “M inim alist” C oncepts of SemiPresidentialism :are Ukraine and slovenia sem i-presidential states?” (Politicka Misao, XLIV/5: 155-177). Vitalino CAN AS (2004), “The Sem i-Presidential System ” (ZaÖRV , 64 :95-124). Tim othy J C O LTO N ve Cindy SKACH (2004), “Sem i-Presidcntialism in Russia and Post-Com m unist Europe: Am eliorating or A ggravating Dem ocratic Possibilities?”, W orking Paper (http://w w w .clubm adrid.org/cm adrid/fileadm in/4-C olton S kach.ndf) Bakır ÇA Ğ LA R (1990), “Anayasa M ahkemesi K ararlarında D em okrasi” (Anayasa Yargısı 7: 51-127). Bakır Ç A ĞLAR (1988), “ İktidar Yapısında “ 82 Form ülü” ve KarşıTezler” (İHİD Prof. Dr. Lütfı Duran 'a Armağan Özel Sayısı 9/1-3: 57-68). M aurice DU VERGER (1980), “ A New Political System M odel: SemiPresidential G overnm ent” (European Journal o f Political Research 8/2: 165187). M aurice D U V ERG ER (\ 910), Institutions et Droit Constitutionnel (Paris). Robert ELGIE, ve Iain M CM EN A M IN (2008), “ Sem i-Presidentalism and D emocratic Perform ance” (Japanise Journal o f Political Science, 9/3: 323-340). - 275- Robert ELG IE (2005), “A Fresh Look at sem ipresidentialism Variations on a Them e” (Journal o f Democracy, 16: 99-112). Robert ELG IE (1999), “The Politics o f Sem i-Presidentialism ” (SemiPresidentialism in Europe ed.: Robert Elgie, Oxford: Oxford University: 1-21). C em ER OGUL (2009), Anatiizeye Giriş (10. Bası, Ankara: İmaj). Cem ER O G U L (2008), Çağdaş Devlet Düzenleri (6. Bası, Ankara: İmaj). Cem ER O G U L (1978), “C um hurbaşkanının D enetim İşlevi” (AÜ. SBF Dergisi, X XX IIIIL/2: 35.58). Levent G ÖN ENÇ (2008), “Presidential Elem ents in Governm ent Turkey” (European Constitutional Law Review: 488-523). Zafer G Ö REN (2006), Anayasa Hukuku (Ankara: Seçkin). Kemal G Ö ZLER (2008), Türk Anayasa Hukuku Dersleri ( 5. Bası, Bursa: Ekin). Kemal G Ö ZL ER (2000), Cumhurbaşkanı-Hükumet Çatışması (Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi? (Bursa: Ekin). Ş eref İBA (2002), “Türk Parlam ento Hukuku A çısından Son Anayasa D eğişiklikleri”, (AÜHFD 51/1: 79-95). İhsan K A M A LA K (2006), “Türk Siyasal Sistem ine (Y arı) Başkanlık Sistem inin İthalinin Sonuçları Üzerine Bir D enem e” (Başkanlık Sistemi ve Türkiye Ülkeler Deneyimler ve Karşılaştırmalı Analiz, Editör: İhsan Kamalak, İstanbul; Kalkedon: 311-337). Ersin K A LA Y C IO Ğ LU (2007), Cumhurbaşkanı Seçimi Öncesi Cumhurbaşkanlığı. Sempozyum (Ankara: Türkiye B arolar Birliği Yayınları 116: 176-185). Juan J. LINZ (1994), “ Presidential or Parliam entary Dem ocracy: Does it Make a D ifference” ( The Failure o f Presidential Democracy, eds.: Juan J. LINZ & A rturo VALEN ZU ELA , Baltim ore and London: Johns Hopkins University Press: 3-87). A rend LIJPH A R T (1984). Democracies: Patterns o f majoritarian and consensus government in twenty-one countries (New Haven, C T : Yale University Press). Jaakko N O U SIA IN EN (2001), “From Semi Presidentialism to Parliam entary Governm ent: Political Constitutional D evelopm ent in Finland” (Scandinavian Political Studies, 24/2: 95-170). Erdal ONA R (2005), “T ürkiye’nin Başkanlık veya Y arı-Başkanlık Sistem ine Geçm esi D üşünülm eli m idir?”, Başkanlık Sistemi, Türkiye B arolar Birliği Yayını, Ankara: 71-104. Ergun Ö ZBUDU N (2009), Türk Anayasa Hukuku ("10. Bası, Ankara: Yetkin). Ergun Ö ZBUDU N (1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı (Ankara: Bilgi Yayınevi). Steven D. RO PER (2002), “Are All Sem ipresidential R egim es the Same? A C om parison o f Prem ier-Presidential R egim es” (Comparative Politics 34/3: 253-272). G .Bingham PO W ELL (1982), Contemporary democracies: Participation, Stability, and Violence (Cam bridge, MA: Harvard University Press). Lucas PRA KKE (2004), “The R epublic o f A ustria” (Constitutional Law o f ¡5 EU Member States, eds: Lucas PRA KKER & C onstantijn K ORTM AN N Deventer: KIuwer:4-71) Yavuz SA BUNCU (2006), Anayasaya Giriş (Ankara: İmaj). Fazıl SAĞLAM (2000), “Kanun H ükm ünde K ararnam e Cum hurbaşkanını Zorlam ak Yanlış” (Milliyet, 19 Ağustos). Sorunu: Giovanni SARTORI (1994), Comparative Constitutional Engineering: an Inquiry into Structures, Incentives and Outcomes (Basingstoke: M cmillan). M urat SEVİNÇ (2002) “Güncel Gelişm elerin Işığında 1982 Anayasasına G öre C um hurbaşkanının K onum u” (A.Ü. SBFD ergisi, 57/2: 109-139). - 277- M atthew Sobcrg SH U G A RT (2005), “ Sem i-Presidential Systems: Dual Executive and M ixed A uthority Patterns” ( French Politics 3: 323-351). M atthew Soberg SH U G A RT ve John CAREY (1992), Presidents and Assemblies - Constitutional Design and Electoral Dynamics (Cam bridge: C am bridge University Press). D arko S1MOVIC (2007), “The Definition o f Sem i-Presidential Regime R eform ulated”, (http://w w w .enelsvn.gr/papers/w 7/Paper% 20bv% 20D arko% 20Sim ovic.pdf). Cindy SKACH (2005), B orrow ing Constitutional Designs: C onstitutional Law in W eim ar G erm any and the French Fifth R epublic (Princeton: Princeton University Press). M üm taz SOYSAL (1993), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (10. Baskı, İstanbul: Gerçek). M üm taz SOYSAL (2006), “Türk Siyasal Sistemi Ü zerine G örüşler” (Başkanlık Sistemi ve Türkiye Ülkeler Deneyimler ve Karşılaştırmalı Analiz, Ed.: İhsan Kamalak, İstanbul: Kalkedon). A lfred STEPAN ve Cindy SKACH (1993), “ Constitutional Fram ew orks and Dem ocratic C onsolidation: Parliam entarism versus Presidentialism ” ( World Politics, 46/1: 1-22). Bülent TANÖ R ve Necm i Y Ü ZB A ŞİO Ğ LU (2006), 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku (8. Bası, İstanbul: Beta). M ehm et TU R H A N (1982), Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası (Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları). N ur ULUŞAHİN (2007), S a f Hükümet Sistemleri Karşısında İki Başlı Yürütme Yapılanması (Ankara: Yetkin). Ernst V ESER (1999), “ Sem i-Presidentialism -D uverger’s Concept- A New Political System M odel” {Journal o f Social Sciences and Philosophy, 11/1: 3960). - 278- Serap YAZICI (2002), Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri Türkiye İçin Bir Değerlendirme (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları). Bülent YÜCEL (2009), Parlamenter Hükümet Sisteminin Rasyonelleştirilmesi ve Türkiye Örneği (Ankara: Adalet). - 279- -280- YÜKSEK SEÇİM KURULU’NUN “M AHKEM E” NİTELİĞİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Doç. Dr. Levent Gönenç D em okrasinin küresel yükselişine paralel olarak gittikçe önem kazanan “ seçim ” kavram ı esas olarak, yönetilenlerin yönetenleri oylarıyla belirlem esini sağlayacak m ekanizm aların kurulm asını ifade eder, ancak günüm üzde bir rejim in gerçek anlam da dem okratik bir rejim sayılabilm esi için sadece seçim sandığı kurulm asının yeterli olm adığı, seçim lerin evrensel olarak kabul gören belli standartlara uygun yapılm ası gerektiği savunulm aktadır. Bu bağlam da ortaya konan “ serbest ve adil” (free andfair) seçim kriterlerine göre, seçim lerin yönetim ve denetim inde bağım sız ve tarafsız organların söz sahibi olm ası büyük önem taşır (ELK LIT ve SV EN SSO N , 1997). Bu kısa çalışm a notunda, Türkiye’de seçim lerin yönetim vc denetim inden sorum lu olan Y üksek Seçim K urulu’nun (YSK) “ m ahklem e” niteliğine ilişkin tartışm alar üzerinde durulacaktır. Y K S ’nın anayasal statüsünü değerlendirm eden önce, seçim lerin yönetim inde vc denetim inde yetkili ve görevli kurum ların ülkem izdeki tarihi gelişim ini gözden geçirm ek faydalı olabilir. Osm anlı İm paratorluğu zam anında, 1876 A nayasası’na göre (K anun-u Esasi) ilk seçim ler 1877 yılında yapıldı. Bu seçim lerin yasal çerçevesi, Kanun-u Esasi yanında, 28 Ekim 1876 tarihli “Talim at-ı M uvakkate” (TM ) ve İstanbul ve civarı için çıkarılan 1 Ocak 1877 tarihli “ B eyannam e” (BEY) isimli H üküm et bildirisi ile çizilm işti (TANÖR, 1996: 152). Bu m evzuat çerçevesinde, seçim lerin yönetim ve denetim inden esas olarak mülki am irler sorum luydu. Seçim sürecindeki yargısal faaliyete ilişkin yetkileri açık olm am akla birlikte— bazı yazarlar tarafından yasam a, bazı yazarlar tarafından yargı organı niteliğinde olduğu kabul edilen (K A RA H A N O Ğ U LLA R I, 2005)— ”Şura-yı D evlet”, m evzuatta mebus tutanaklarıyla ilgili incelem e mcrci olarak gösterilm işti (TM , m. 4; BEY, m. 6) (ARASLI, 1989: 154). O sm anlı İm paratorluğu zam anında yapılan ikinci seçimler, yani 1908 seçim leri için bir m illetvekili seçimi yasası hazırlanm ıştı (TA NÖR, 1996: 183). 20 Tem m uz 1908 tarihli “ İntihab-ı M cbusan Kanun-ı M uvakkati” (İM K M ), 1876 tarihli m evzuattan farklı olarak, seçim lerin yönetim ve denetim inde sadece veya ağırlıklı olarak mülki am irleri değil, “ Dahiliye -281 - N ezareti” (yani İçişleri Bakanlığı) ve “ heyet-i teftişiyeleri” de görevlendirm işti. Bu kurullar, belediye reisi başkanlığında, belediye meclisi üyeleri ve idare m eclislerinin seçilm iş üyeleri arasından belirlenen 4 ila 10 üyeden oluşm aktaydı (İM K M , m. 10)'. 1908 İM KM , milletvekili tutanakları açısından da önceki m evzuattan daha ayrıntılı bir düzenlem e içerm ekteydi. Buna göre, milletvekili tutanakları Dahiliye N ezareti’nde toplanacak ve buradan Heyet-i M ebusan’a, yani parlam entonun tem sili kam arasına ulaştırılacaktı (İM K M , m. 55, 56). Tutanaklar hakkında son sözü söyleyen yine Heyet-i M ebusan’dı (İM K M , m. 76). Osmanlı İm paratorluğu’nda uygulanan seçim yönetim modeli, ufak tefek farklılıklarla, C um huriyet dönem inde çıkarılan iki seçim yasasında da kabul edildi. 14 Aralık 1942 tarih ve 4320 sayılı “ M ebus Seçim K anunu” ve 5 Haziran 1946 tarih ve 4918 sayılı “ M illetvekillileri Seçim i K anunu”; İçişleri Bakanlığı, mülki am irler ve heyet-i teftişiyelerden oluşan seçim organlarının yapısını esas olarak m uhafaza etti, ancak 1942 tarihli yasayla, heyet-i teftişiyeleıin yerini “teftiş heyetleri”; 1946 tarihli yasayla ise teftiş heyetlerinin yerini “seçim kurulları” ve “ seçim kom isyonları” aldı (TU N CER, 2003: 174-192)2. 1942 ve 1946 tarihli yasalarda, mebus m azbatalarının tasdikine ilişkin açık herhangi bir hüküm bulunm am akla birlikte, M eclis İçtüzüğü’ndeki bu konuya ilişkin düzenlem elerde M eclis’in yetkili olacağı belirtilm ekteydi. Daha sonra 1954 tarihinde bu düzenlem eler M eclis İçtüzüğü’nden çıkarıldı3. Y ukarıda ana batlarıyla açıklanan, Osm anlı İm paratorluğu’ndan Türkiye C um huriyeti’ne uzanan erken dönem seçim m evzuatında, esas olarak klasik seçim yönetim ve denetim m odelinin benim sendiği söylenebilir. G erçekten bu dönem de, seçim lerin İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı mülki am irler tarafından 1 Bu madde 1927 ve 1931 yıllarında olmak üzere iki kez değişikliğe uğramıştır. Kanun metni ve değişiklikler için bkz. (ERDEM, 1982: 138-51; 164-65) : Bu kanunların metinleri için bkz. (ERDEM, 1982: 174-192) 3 İkinci Bap, “İntihap Mazbataları”, 13-21. maddeler (Umumi Heyet’in 11.03.1954 tarihli 64. İnikadında kabul olunan Nizamname teklifiyle meriyetten kaldırılmıştır). Bkz. “2 Mayıs 1927 tarihli TBMM Dahili Nizamnamesi”, (İBA, 2007: 253) İçtüzük değişikliğini veren Afyon Karahisar Milletvekili Kemal Özçoban, teklifinde şu ifadelere yer vermiştir: “Şimdiye kadar bizde cari olan sisteme göre nihai itiraz merci olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi gösterilmişse de halen yürürlükte bulunan Seçim Kanunu ile kurulmuş bulunan Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları ise katiyetten ziyade istişari bir mahiyetten ileri gidememiş olduğunu bittecrübe müşahade eylemiş bulunuyoruz. Nihai kararı Büyük Millet M eclisi’ne vermenin fiilen olmasa dahi manen şüphe ve tereddütleri izale edememiş olduğu bir hakikattir. Zira çoğunluk tarafın vereceği en salim ve dürüst kararlar bile münakaşa ve tenkid mevzuu olmaktan kurtulamamıştır.” (TBMM ZC, Devre IX, 1954, C. 29, S. Sayısı 194). - 282- organize edilm esi; mebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıkların M eclis tarafından çözülm esi örneğin İngiltere ve A m erika’da geleneksel olarak uygulanan yöntem i hatırlatm aktadır. Zam anla seçim organları arasına eklenen kurullar ise O sm anlı-Türk seçim tarihinde, erken dönem de uygulanan seçim yönetim ve denetim m odelini bir ölçüde klasik m odelden ıızaklaştırm ıştır. Heyet-i teftişiyelerden, teftiş heyetlerine; teftiş heyetlerinden seçim kurullarına uzanan çizgide, seçim idare organlarının yapısı değişm iş ve yetkileri genişlem iştir. Özellikle, 4918 sayılı “ M illetvekilleri Seçimi K anunu”nu kapsamlı biçim de değiştiren 9 Tem m uz 1948 tarih vc 5258 sayılı Kanun, seçim kurulları ve seçim kom isyonlarının seçim yönetim indeki ağırlığını arttırm ıştır. Bu bağlam da, söz konusu değişiklikle getirilen en önem li yenilik, il ve ilçe seçim kurullarında m eslek kuruluşları ve siyasi parti tem silcilerine yer verilm iş olm asıdır'1. Bu düzenlem e yapılırken güdülen am aç, seçim organlarının yapısında bir tür iç denge kurarak, seçim lerde tarafsızlığın sağlanm asıdır, ancak özellikle siyasi parti tem silcileri ve siyasi partilerle bağı olan m ahalli yöneticilerin kendi partileri lehine hareket etm eleri sonucu, bu düzenlem e kendisinden beklenen am acı gerçekleştirm ekte yetersiz kalm ıştır (ARASLI, 1989: 157). Öte yandan, m ebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıklarda M eclis’in aldığı bazı kararlar, M eclis’in bu konudaki yetkisinin de sorgulanm asına yol açm ıştır'. Sonuçta, seçim işlerinin yargısal nitelikli organlara bırakılm ası konusu gündem e gelm iştir. Seçim yönetim ve denetim inin daha tarafsız bir çerçeveye kavuşturm ak için ilk olarak 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı “ M illetvekili Seçimi K anunu” ile, seçim kurullarının yapısı değiştirilm iş ve “ İçişleri Bakanlığı-M ülki am irlerSeçim k u ru llarf’ndan oluşan seçim organları; “ Yüksek Seçim Kurulu (YSK)-İl 4 Kanun metni için bkz. (ERDEM, 1982: 193). 5 Bu konuda tartışma yaratan Meclis kararlarından biri İstanbul (Demokrat Parti) DP milletvekili Zeki Rıza Sporel ile ilgili karardır. Sporel, Milli Mücadele zamanında, İstanbul’da m uvazzaf veteriner subayı olarak çalışırken Ordu hizmetine çağrılmış, ancak sağlık özrü beyan ederek gitmemiştir. Bunun üzerine “Heyet-i Mahsusa” tarafından Sporel’e O rdu’dan tardedilme cezası verilmiştir. “Meclis Tutanakları İnceleme Komisyonu” bunu kamu hizmetlerinden yasaklılığı gerektiren bir durum olarak değerlendirmiş ve DP’lilerin m uhalif oylarına karşılık Cumhuriyet Halk Partililer’in (CHP) oylarıyla Sporel’in tutanağını iptal etmiştir (Karar için bkz. TBMMTD, D. 8, C. 3, B: 13, 6. 12. 1946, ss. 36-59; Tutanakları İnceleme Komisyonu Raporu (4/48), S. Sayısı, 19). Sporel daha sonra, 1950 yılında, DP adayı olarak, Rize’den yeniden milletvekili seçilmiş; bu kez iktidara gelen DP’nin oylarıyla tutanağı kabul edilmiştir (Karar için bkz. TBMMTD, D. 9, C. I, B: 6, 5. 6. 1950, s. 161). Bu konuda bkz. (GOLOĞLU, 1982: 85-88) - 283 - seçim kurulları-îlçe seçim kurulları-Sandık kurulları” olarak yeniden düzenlenm iştir6. Daha sonra, 17 Şubat 1954 tarih ve 6272 sayılı “ M illetvekili Seçimi K anun’un Bazı M addelerinin Değiştirilm esine ve Bazı M addeler Eklenm esine Dair K anun” ile mebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıkları kesin olarak karara bağlam a yetkisi de Y S K ’ya tanınm ıştır7. Böylece, T ürkiye’de “ Yargısal N itelikli Bağım sız Seçim Kurulu M odeli” uygulanm aya başlam ış; 1961 Anayasası dönem inde çıkarılan, 26 N isan 1961 tarih ve 298 sayılı “ Seçimlerin Tem el Hüküm leri ve Seçm en H üküm leri Hakkında K anun” ile de bu yapı m uhafaza edilm iştir. Günüm üzde bu düzenlem e halen yürürlüktedir. Yukarıda açıklam aya çalıştığım ız çerçevede YSK, seçim lerin yönetim i ve denetimi olm ak üzere ikili bir fonksiyon yerine getirm ektedir. Bu kendine özgü yapısı Y S K ’nın anayasal konum u konusunda da tartışm alara neden olm aktadır. Tartışm alar özellikle Y S K ’nın bir (yüksek) “ m ahkem e” olup olm adığı noktasında yoğunlaşm aktadır. YSK, 1982 A nayasası’nın “Cum huriyetin Tem el O rganları” K ısm fn ın “ Yargı” B ölüm ü’nde değil, “ Y asam a” B ölüm ü’nde, T B M M ’nin seçim esaslarıyla bağlantılı olarak düzenlenm iştir (M adde 79)8. A nayasa’daki yeri ve düzenlenişi göz önüne alındığında, Y SK ’nın bir yargı organı olm adığı açıktır. Bu tespit “ organik” ölçüt çerçevesinde doğru olm akla birlikte, Y SK ’nın temel işlevlerinden birinin seçim uyuşm azlıklarını kesin olarak çözüm e bağlam ak olduğu göz önüne alındığında, acaba Kurul “ fonksiyonel” açıdan bir yargı organı ya da yargı organının parçası sayılam az mı? Yargı işlevi: “ ...o b je k tif hukukun (soyut hukuk kurallarının) bağım sız ve tarafsız yargı organları (m ahkem eler) tarafından, yargısal usullere uyularak, som ut bir olaya veya ilişkiye uygulanm ası...” olarak tanım lanabilir (ARSLAN ve TA N R IV ER, 2001: 35). Bu tanım çerçevesinde Y S K ’nın seçim uyuşm azlıklarını çözerken yargılam a işlevi yerine getirdiği savunulabilir. Buna rağm en YSK, aşağıda olarak açıklayacağım ız gibi, Anayasa M ahkemesi tarafından bir “ m ahkem e” sayılm am aktadır. Y S K ’nın da aynı yönde kararları m evcuttur. Oysa, hakim ler 6 5545 sayılı Kanun, m. 57-82. Kanun metni için bkz. (ERDEM, 1982: 200-241). 5545 sayılı Kanun açısından, seçim işlerinin tümüyle niye yargı organlarına bırakılmadığı sorusu akla gelebilir. Burada İlhan A rsel’e göre, kanun koyucu hakimlerin saygınlık ve tarafsızlıklarının seçim uyuşmazlıklarıyla zarar görmesini engellemek istemiş ve seçim işlerini yürütme görevinden kaynaklanan sorumluluğu hakimlerle siyasal aktörler arasında bö 1üşttirmüştür. (ARSEL: 1965: 212-213). 7 5545 sayılı Kanun’un 123. maddesinde yapılan değişiklik için bkz. (ERDEM, 1982:240). 8 YSK, 1961 Anayasası’nın 75. maddesinde de aynı şekilde düzenlenmiştir. - 284- tarafından hukuki uyuşm azlıkların kesin olarak karara bağlanm ası m ahkem elerin tanım layıcı özellikleri arasında sayılm aktadır (SH A PİRO , 1981: 8-17; GROSS, 2000: 465-466; COUNC1L ON TH E ROLE OF CO U RTS, 1989: 18-23; 24-25). Bu konuda bir sonuca varabilm ek için, öncelikle YSK ve Anayasa M ahkem esi’nin bu konudaki içtihadını tahlil etm em iz faydalı olur. YSK kararları incelendiğinde, Y S K ’nın başlangıçta “ idari” ve “ kazai” fonksiyonlarını göz önüne alarak bir ayrım yaptığı görülm ektedir. K urul’un 1961 Anayasası dönem inde verdiği bir kararında şu ifadelere yer verilm ektedir: “Y üksek Seçim K urulu’n u n ... görev ve yetkileri incelendikte, bunların bir bölüm ün yönetm e görev ve yetkileri, o bir bölüm ün de, yargı görevi ve yetkileri niteliğinde oldukları açıkça anlaşılır. Kurulumuz, yönetici nitelikteki görev ve yetkilerini ilgilendiren işlerde, uyguladığı yasa hüküm lerinin birisinin A nayasa’ya aykırılığı ileri sürüldüğünde veya kendisi gerekli gördüğünde, bu hükm ün A nayasa’ya aykırılığından dolayı iptalini, A nayasa’nın 149. m addesiyle kendisine de bu hakkın tanınm ış olm ası sebebiyle, A nayasa M ahkem esi’nden isteyemez. Buna karşılık yargı görev ve yetkilerini ilgilendiren işlerinde ise, uygulanacak bir yasanın hüküm lerini veya bir hükm ünü A nayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birisinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, A nayasa’nın 151. m addesi uyarınca, A nayasa M ahkem esi’nin bu konuda vereceği karara kadar işin sonuçlandırılm asını, belli edilen süre kadar, geri bırakır; çünkü K urulum uz yargı görevlerini yaparken veya yargı yetkilerini kullanırken, diğer yargı yerleri ile eşit durum dadır.”9 Başlangıçta bu şekilde karar veren YSK, daha sonra içtihadını değiştirm iştir. YSK 1982 Anayasası dönem inde verdiği bir kararda: “ ...A n ay asa’mn 152. m addesinde m ahkem enin görülm ekte olan bir davada uygulanacak m addenin A nayasa’ya aykırılığı sonucuna varması veya tarafların bu yolda öne sürdükleri iddiayı ciddi görmesi 9 YSK, 1963/618; Karar için bkz. (YSKK-Kasım 1962-Şubat, 1964: 161-65); alıntı için bkz. (YSKK-Kasım 1962-Şubat, 1964: 163-64). YSK 1961 Anayasası döneminde verdiği bir başka kararda önceki içtihadını sürdürmüş, tarafların ileri sürdüğü anayasa aykırılık iddialarının ciddi olup olmadığını araştırmış ve iddiaların ciddi olmadığına kanaat getirmiştir. Bu çerçevede, söz konusu kararda, kanun hükmünün Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle konunun Anayasa M ahkem csi’ne intikal ettirilip oradan alınacak karara göre işlem yapılması gerektiğine ilişkin talep, Anayasa M ahkemesi’ne gidilmesini gerektirecek ciddi bir sebep gösterilmemesi ve YSK tarafından böyle bir ciddi sebebin varlığının tespit edilememesi gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. YSK, 1969/78, Karar için bkz. (YSKK-1969: 55-62).^ -285 - halinde itirazen A nayasa M ahkem esi’ne başvurabileceği öngörülm üş ise de YSK sözü edilen m addede geçen “ m ahkem e” kavram ına dahil değildir.” 10 demiştir. Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığına ilişkin YSK kararlarında ortaya çıkan çelişki, A nayasa M ahkemesi kararlarında da gözlenm ektedir. Anayasa M ahkemesi 1961 Anayasası dönem inde verdiği S ayıştay’ın anayasal sistem içindeki yeriyle ilgili bir kararda, YSK ile Yüksek H akim ler K urulu’nu karşılaştırarak şu sonuçlara varmıştır: " ... A nayasam ızın düzenlenm esinde, benzer kurum ve m üesseselerin aynı bölüm lerde toplanm ası için çaba harcandığı, ancak çeşitli sebeplerle bunun eksiksiz olarak yerine getirilem ediği görülm ektedir. Bu bakım dan bir kurum ve kuruluşun A nayasa’daki yerinin, onun bünyesini gösteren kesin bir ölçü olarak alınm ası doğru değildir. A nayasa’da bunun en açık örneği Y üksek Seçim K urulu ile Yüksek Hakim ler Kuruludur. Y üksek Seçim K u ru lu n a , yüksek bir yargı o rg a n ı olduğu ve kararları d a kesin nitelikte b u lu n d u ğ u (abç ) ve D anıştay’ca da böyle kabul edildiği halde, A nayasa’nın yargı bölüm ünde değil, görevinin konusu bakım ından olan ilgisine göre yasam a bölüm ünde (M adde 75), tam am ıyla idari görev yapan Y üksek H akim ler Kuruluna da, görevinin çeşidine göre A nayasa’nın yürütm e bölüm ünde değil, hakim lerle ve yargı organlarıyla yakın ilişkisi nazara alınarak yargı bölüm ünde (m adde 143, 144) yer verilm iştir.” (K. 1969/5) Y S K ’nın “kesin hüküm ” niteliğinde karar verdiğine de dikkat çekilen bu kararda A nayasa M ahkemesi, Y S K ’yı açıkça bir “ m ahkem e” olarak nitelendirm em ekle birlikte “yüksek yargı organı” olarak kabul etm iştir. Anayasa M ahkemesi 1982 Anayasası dönem inde verdiği bir kararda ise, Y S K ’nın bir “ m ahkem e” sayılam ayacağını açıkça ortaya koym uştur. Kararda şu ifadelere yer verilm iştir: Bir kuruluşun mahkeme sayılabilmesi için, karar organlarının hakimlerden teşekkül etmesi, yargılama tekniklerini uygulayarak ve genelde dava yolu ile uyuşmazlıktan ve anlaşmazlıkları çözümlemekle görevli olması ve Anayasa’da sayılan ve başında bir yüksek mahkemenin bulunduğu yargı düzenlerinden birinde yer alması gereklidir. Anayasa ’nm 79. maddesinde seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılması öngörülmüş ve seçimlerin başlamasından bitimine kadar seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapm a ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili şikayet ve İtirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet 10 YSK, 1995/364 (Y SK K -1995-1996-1977: 102-103). -286- Meclisi Üyelerinin seçiın tutanaklarım kabul etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir. Ayrıca Anayasa ya göre Yüksek Seçim Kurulu 'nun kararlarına karşı başka bir mercie başvurulamaz. Başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere seçim kurulları A nayasa’nm yargı bölümünde yer almadıkları gibi yargı organlarının sahip olması gerekli olan ve yukarıda sayılan anayasal niteliklerin tümüne de sahip değildirler. Anayasa ve seçimle ilgili yasalara göre, seçim kurulları genelde seçimin yönetim, denetim ve gözetimi He görevli olan ve istisnai olarak da seçimle ilgili uyuşmazlıkları çözümleyen kuruluşlardır. Seçimle ilgili uyuşmazlıkları kesin nitelikte olarak çözümlemiş olmaları, Yüksek Seçim Kurulu ’nun tümünün yüksek yargıçlardan kurulu bulunması, il ve ilçe seçim kurulu başkanlann yargıç olmaları bu kurulların mahkeme olarak nitelendirilmeleri için yeterli değildir. Aynı şekilde itçe seçim kurulu başkamnın bazı cezai yaptırımlar uygulamaya yetkili olması da, bu kurul başkanlığının mahkeme sayılmasını gerektirmez (K. 1992/7). G örüldüğü gibi A nayasa M ahkemesi, Y S K ’nın m ahkem e olm adığı sonucuna varırken, hem “ organik” hem “fonksiyonel” ölçütü uygulam ıştır. Bir başka ifadeyle, YSK hem A nayasa’da yargı organı bölüm ünde düzenlenm ediği için, hem de A nayasa M ahkem esi’nin tanım ladığı biçim iyle yargılam a işlevi yerine getirm ediği için m ahkem e sayılm am ıştır. Yukarıda değindiğim iz gibi, A nayasa M ahkem esi’nin bu kararı uygulam ada ciddi sorunların ortaya çıkm asına neden olabilecek bir karardır. Birincisi, seçim kanunlarını uygulam akla görevli olan YSK, “davaya bakm akta olan m ahkem e” sayılm adığı için, bu kanunları uygulanm ası sırasında, res’en bir anayasaya aykırılık tespit etse veya tarafların anayasaya aykırılık iddialarını ciddi bulsa dahi, anayasaya aykırılık savıyla A nayasa M ahkem esi’ne başvuram am aktadır (K A N A D O G LU , 2004: 173). Bu durum da, seçim kanunlarının anayasaya uygunluğunun denetlenebilm esi için geriye bir tek “ iptal davası” yolu kalm aktadır. Bilindiği gibi, iptal davasının belli süreler içerisinde açılm ası gerekir. Y ürürlükteki seçim kanunları açısından bu süreler geçtiğine göre, seçim kanunlarının anayasaya uygunluğunun denetim i— belki de ju re değil am a de facto — im kansız hale gelm iştir. İkincisi, YSK bir m ahkem e sayılm adığı için, anayasal sistem im izde m ahkem eler için geçerli olan (A nayasam ız’ın 138. m addesinde yer alan ilkeler gibi) genel ilkeler YSK için geçerli olm ayacaktır. Bu ise, seçim lerin “adilliği vc serbestliği”ni olum suz yönde etkileyebilecek bir eksikliktir. - 287- D oktrinde bazı yazarlar, A nayasa’da yargı bölüm ünde düzenlenm em iş olm asına rağm en Y S K ’nın bir “yargı organı” sayılm ası gerektiğini belirtm ektedir. Mukbil Ö zyörük bu görüşü şu şekilde ifade etm iştir: “ ... bir merciin herhangi bir kararı aleyhine, herhangi derecedeki bir m ahkem eye gidilem iyorsa, o m erciin, başka görevleri de olsa, onun bir “ m ahkem e” (hatta “yüksek m ahkem e”, yani üst bir yargı m erci) olduğunu kabul etm ek m ecburiyetindeyiz. Örneğin, Sayıştay ve Y üksek Seçim Kurulu, A nayasam ız tarafından Y üksek M ahkem eler bölüm ünde zikredilm em iş oldukları lıalde, “ kesin hüküm ler” verm elerinden dolayı, “ Y argı” kavram ı m uvacehesinde onları birer yüksek m ahkem e saym aya m ecburuz.” (Ö ZY Ö R Ü K , 1972-1973: 44) Yıldızhan Y ayla’ya göre, YSK: “ ...seçim yargısının üst derece m ahkem esidir.” (YA YLA, 1986: 140) Erdoğan T eziç’e göre ise Kurul: “ ...Y argıtay ve D anıştay’ın kendi içlerinden çıkardıkları, karma, egemen, üst yargı m erciidir.” (TEZÎÇ, 2007: 275) Aynı şekilde Kemal Başlar da, “uyuşm azlığı çözm e” ölçütünü esas alarak; “ ...seçim uyuşm azlıklarını çözm ekle görevli olan il, ilçe ve yüksek seçim kurullarının da A nayasa’nın 152. m addesi anlam ında mahkeme olduğunun kabul edilm esi gerekir.” (BAŞLAR, 2005: 44) demektedir. Buna karşılık bazı yazarlar, Y S K ’nın bir yargı organı olduğu görüşüne katılm am aktadır. Örneğin, Kemal G özlcr’e göre: “ Yüksek Seçim K urulu’nun yargı organı niteliğinde bir kurul olduğu yolunda görüşler varsa da, Yüksek Seçim Kurulu, bir yargı organı değil, üyeleri hakim lerden oluşan ve kararları kesin olan bir idari kuruldur. Çünkü bir kere Y üksek Seçim Kurulu A nayasa’nın “yargı” değil, “ yasam a” bölüm ünde düzenlenm iştir. Yüksek Seçim Kurulu A nayasam ız’ın 145-158. maddeleri arasında sayılan yüksek m ahkem elerden biri değildir. İkinci olarak bu organın tek görevi de, seçim uyuşm azlıklarını karara bağlam ak değildir; bu organın asıl görevi kadar ve belki ondan daha önemli ikinci bir görevi daha vardır: O da seçim leri yönetm ektir. Seçim leri yönetm ek görevinin ise yargısal değil, idari bir görev olduğu tartışm asızdır. Dolayısıyla ortada üyeleri hakim lerden oluşm uş bir kurul vardır; ama bu kurulun sadece uyuşm azlık çözm e değil, yönetm e görevi de vardır.” (GÖ ZLER, 2008: 253) Fikrimizce, bu sorunun çözüm ünde izlenecek en sağlıklı yol, sonuç bölüm ünde önereceğim iz gibi, yeni yapılacak bir anayasada Y SK ’nın yargı bölüm ünde bir yüksek m ahkem e olarak düzenlenm esidir11. Örneğin, Y S K ’ya benzer yargısal nitelikli seçim kurullarının bulunduğu Latin Am erika ülkelerinin 11 Aynı yönde bkz. (ÜNLÜ, 2003: 2) -288- bir kısm ında, örneğin P a ra g u a y ’d a 12, bu seçim kurulları A nayasa’nın “yargı” bölüm ünde düzenlenm iş vc bu kurullar açıkça m ahkem e sayılm ıştır. Türkiye için de benzer bir çözüm önerilebilir. Ancak bu yapılana kadar veya bu yapılm adığı takdirde, Y S K ’nın anayasal konum unun, özellikle seçim kanunlarının anayasaya uygunluğunun itiraz yoluyla denetlenm esine imkan verecek bir biçim de yorum lanm ası gerekir. Bu konudaki görüşüm üzü dört unsur çerçevesinde açıklayabiliriz: Birincisi, Anayasa M ahkem esi’nin, yukarıda aktardığım ız E. 1967/13, K. 1969/5 karar sayılı kararında vurguladığı gibi, Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığını değerlendirirken sadece K uruFun A nayasa’da nerede düzenlendiğine bakarak bir sonuca varmak uygun değildir. Tersinden bir örnekle açıklam aya çalışırsak; örneğin bir anayasa değişikliğiyle Anayasa M ahkem esi’nin “Y argı” bölüm ünde değil de, “Y asam a” bölüm ünde düzenlenm esi onun “yüksek m ahkem e” niteliğini ortadan kaldıracak mıdır? Bu m antıkla, Y S K ’nın A nayasa’nın “Y argı” bölüm ünde düzenlenm em iş olması onun yargısal bir kurul olma niteliğini değiştirm ez. İkincisi, YSK idari bir fonksiyon yanında kazai bir fonksiyon da yerine getirm ektedir. Dolayısıyla, Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığı tartışm asında bu ikili yapısının göz önüne alınm ası yerinde olur. K u ru ru n idari fonksiyonu, kazai fonksiyonunu ortadan kaldırm ayacağı gibi, tersi de söz konusu olamaz. Öyleyse, bu iki fonksiyonu birbirinden ayrı düşünm ek ve Y S K ’nın yukarıda andığım ız 1963/618 sayılı kararında ortaya koyduğu gibi, Y SK ’yı kazai fonksiyonu açısından m ahkem e saym ak yerinde o lu r” . Üçüncüsü, Kemal G özlcr’in isabetle belirttiği g ib i14, eğer YSK A nayasa’nın 67. m addesinde söz edilen seçim leri denetleyecek “ yargı 12 Böliim III (Yargı), Kısım 5 (Seçim Yargısı), m. 273-275. International Constitutional Law, Paraguay-Constitution: <lıtto://www.servat.unibe.ch/icl/naOOOOO ,html> 13 Nccmi Yüzbaşıoğlıı da bu noktanın altını çizmektedir: “A nayasa’nın 79. maddesi çerçevesinde, hem yüksek hakimlerden oluşması, hem seçimle ilgili uyuşmazlıkları çözmeye yetkili olması, hem de bu uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin verdiği kararların kesin hüküm niteliğinde olması özellikleriyle, YSK bir mahkeme niteliğine sahiptir. YSK seçimle ilgili bütün işlemleri yapma yaptırma yetkilerini kullanırken de (yönetsel) idari bir organdır. Başka bir ifadeyle YSK, seçimle ilgili konularda hem yönetsel hem yargısal yetkilere sahip, çifte kimlik taşıyan bir devlet organıdır.” (YÜZBAŞIOGLU, Tarihsiz: 186) 14 Gözler Y SK’nın esas olarak bir “idari kurul olduğunu düşünse de, Kurul’a ilişkin değerlendirmelerinde şu ifadelere yer vermektedir: “Ancak YSK’nin seçim uyuşmazlıkları konusunda kesin karar verdiğine bakılarak bu kararlarının yargı kararı olduğu ve bu kararları itibariyle YSK’nin yargı organı olması gerektiği de ileri sürülebilir. Ayrıca Anayasanın 67nci maddesine göre seçimlerin “yargı denetimi” altında yapılması şarttır. Eğer YSK, bir yargı organı değil ise, Türkiye’de seçimlerin hangi yargı organının denetimi altında yapıldığının gösterilmesi gerekir.” (GÖZLER, 2008: 253). - 289 - organı” değilse, bu organın hangisi olduğunun A nayasa’da açıkça belirtilm esi gerekir. Hatta bir adım daha ileri gidilerek şu söylenebilir: A nayasa’nın 79. m addesinin 1. fıkrasında yer alan: “ Seçim ler, yargı organlarının genel yönetim ve denetim i altında yapılır.” (abç ) hükm ünde geçen “yargı organlarının” ifadesinden yola çıkarak, sadece Y S K ’nın değil, diğer seçim kurullarının da yargı organı içinde kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılabilir. Dördüncüsü, bu yorum yapılırken anayasa uygunluk denetim inin gereklerinin de göz önüne alınm ası şarttır. Anayasa koyucunun itiraz yolunu getirirken am acı uygulam ada ortaya çıkabilecek anayasaya aykırılıkların kanunun yürürlükte olduğu zam an içinde Anayasa M ahkem esi’nin önüne getirilebilm esini sağlam aktır. Hangi kanunların anayasa yargısı denetim i dışında olduğu A nayasa’da açıkça sayılm ıştır. Bu kanunlar arasında seçim kanunları yoktur. Yani, A nayasa koyucunun, A nayasa’nın genel sistem atiği içinde seçim kanunlarını anayasa yargısı denetimi dışında tutmak gibi bir amacı veya niyeti olduğu söylenem ez. Öyleyse, A nayasa’nın ruhuna uygun olarak, Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığı konusunu değerlendirirken, seçim kanunlarının anayasaya uygunluk denetim i dışında kalm asına neden olabilecek bir yorum un tercih edilm em esi g erekir15. YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararlan: E. 1967/13,K. 1969/5,G. 14,15,16.01.1969.http://w w w .anavasa. gov.tr/eskisi te/KAR ARL A R /IPTA LIT1R A Z/K 19 6 9 /K 1969-05.HTM E. 1992/12,K. 1992/7,G. 18.02.1992.httn://www .anavasa.gov.tr/eskisite/K A RARLAR/IPT A LIT1RA Z/K 19 9 2 /K 1992-07.htm Öteki Kaynaklar: Ahmet Haindi ÜNLÜ Ü zerine” (Danıştay Dergisi). (2003), “ Y üksek Seçim Kurulunun Niteliği 15 Sultan Tahmazoğlu Uzeltürk’ün de işaret ettiği gibi: “YSK’nın yargısal işlevleri açısından da YSK’nın teknik anlamda mahkeme kavramının gereklerini yerine getirmiyor olması onun geniş anlamda mahkeme olarak algılanmasına engel değildir ve bu yorum anayasa yargısının amacına çok daha uygun görünmektedir.” (UZELTÜRK, 2006: 255) -290- İlhan ARSEL (1965), (A nkara.M ars Matbaası). Türk Anayasa Hukukunun Umumi Esasları Bülent TANÖ R (1996), O sm anlı-Türk A nayasal G elişm eleri (3. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları). Council on the Role o f Courts (1989), “ W hat Courts Do and Do not Do Effectively”, (American Court Systems: Readings in Judicial Process and Behavior içinde, 2. Baskı, Der: Sheldon G oldm an ve Austin Sarat, London: Longman). Edward G RO SS (2000), “Court System s and Law ” ( Encyclopedia o f Sociology içinde, 2. Baskı, Der: Edgar F. Borgatta ve Rhonda J. V. M ontgom ery, New Y ork :M acm illan Reference). Erdoğan TEZİÇ (2000), Anayasa Hukuku (12. Baskı, İstanbukBeta). Jorgen ELKLIT & Pallc SV EN SSO N (1997), “ W hat M akes Elections Free and Fair?” (Journal o f Democracy 8/3). Kemal BA ŞLA R (2005), (Ankara: Roma Yayınları). Anayasa Yargısında Mahkeme Kavramı Kemal G Ö ZLER (2008), Türk Anayasa Hukuku Dersleri (5. Baskı, Bursa: Ekin). M ahm ut G O LO G LU (1982), Demokrasiye Geçiş, 1946-1950 (İstanbul: Kaynak Yayınları). M artin M. SH A PIRO (1981), Courts, A Comparative and Political Analysis , (Chicago:The U niversity o f Chicago Pres). Mukbil Ö ZY Ö RÜ K (1972-1973), İdare Hukuku Dersleri (Ankara). N ccm i Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU (Tarihsiz), “ 3 Kasım 2002 Seçim leri Üzerindeki G ölgeler”, (Erdoğan Teziç’e Armağan içinde, İstanbu 1:Galatasaray Üniversitesi Y ayınları Arm ağan Serisi No. 5). -291 - O. Korkut KAN ADOĞLU (2004), Anayasa Mahkemesi (İstanbul: Beta). O nur K A R A H A N O Ğ U LLA R I, Türkiye’de İdari Yargı Tarihi (Doçentlik Ç alışm ası, Ankara). Oya ARASL1 (1989), Seçim Sisieıni Kavramı ve Türkiye’de Uygulanan Seçim Sistemi Kavramı (1876-1987) (Ankara) Ram azan ARSLAN & Süha TANRI VER (2001), Yargı Örgütü Hukuku (Ankara: Yetkin Yayınları). Sultan TA H M A ZO G LU U ZELTÜ RK (2006), “Türk A nayasa M ahkemesi Kararlarında Seçim Sistem leri,” (Anayasa Yargısı 23). Ş eref İBA (2007), Osmanlı 'dan Günümüze Meclis İçtüzük Metinleri (Ankara: TBM M Yayınları). T arhan ERDEM (1982), Anayasalar ve Seçim Kanunları, 1876-1982 (İstanbul: M illiyet Yayınları). Yıldızhan YAYLA (1986), Anayasa Hukuku Ders Notlan (2. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi). -292 - ANAYASALARDA SONSUZLUK GÜVENCELERİ Prof. Dr. Zafer GÖREN I. Anayasanın Fonksiyonları ve Değiştirilemez Kurallar G ünüm üzde çağdaş Anayasa, devletin bütünlüğünü sağlam ak, egem enliğin kullanılm asını m eşru kılmak, devlet erkini hukuksal bakım dan sınırlam ak, denetlenebilir kılmak, vatandaşların özgürlük vc eşitliğini güvence altına alm ak, toplum sal barışı korum ak ve öncelikle to p lu m için devam lı b ir d ü zen o lu ş tu rm a k fonksiyonlarına sahiptir. Bu perspektifle Anayasa, toplumun temel ve sarsılm az yapısını oluşturan bir istikrar kaynağı olmalı, dem okratik niteliği gereği halihazırdaki çoğunluğun geçici hevesiyle değiştirilm emeli, ulusun yerleşik ve sürekli iradesinin anlatımı olm alıdır. Bu nedenle Anayasaların sürekli ve değişm ez olması istenir. Ancak A nayasanın istikrarı durağanlıkla karıştırılm am alıdır. Anayasa sadecc bugünün değil geleceğin de gereksinm elerini karşılayabilm elidir. Anayasa ulusun isteklerini büyük ölçüde karşılam aktan uzaklaşır ve salt bir dizi katı kurallar bütünü olarak algılanm aya başlanırsa, değiştirilm esi m üm kün olm alıdır. Şüphesiz böyle bir durum anayasal gelişim in en zor sorunlarından biridir. Ancak bir A nayasa Yargısı sistem ine sahip devletler bu sorunu daha kolay çözebilirler. A nayasa M ahkemeleri yapacakları yorum larla bu sorunların üstesinden gelebilirler. Böylece parlam entonun tereddütle karşılanacak karm aşık siyasal reform girişim lerine gerek kalm az (STERN, 2001: 1039 vd.). Bazı A nayasalar istikrarı artırm ak için “değiştirilem ez ya da ebedi kurallar” içerirler. Bu kuralların genelde am acı, özgün Anayasayı, yani cum huriyetçilik ilkesi, dem okratik hukuk devleti niteliği gibi devletin temel öğelerini korum aktır. - 293 - A nayasanın aynı zam anda toplum dinam iğine, siyasal, ekonomik, teknolojik gelişm elere uyum sağlam ası gereği nedeniyle A nayasalardaki “değişm ez kurallar” da zamanla ortaya çıkacak yeni gelişm elere uyum sağlayabilm ek için “ ulusun özenle korum ak istediği ebedi değerleri” içermeli, toplumda bu değerlerin sonsuzluğu konusunda oydaşm a bulunm alıdır. Örneğin Anayasam ızın “değiştirilem ez hüküm ler” başlığını taşıyan 4. m addesinde yer alan, Devletin kim liğini, tem el felsefesini oluşturan ilkeler, değişik koşulların ürünü olan 1924, 1961 ve 1982 A nayasalarında özenle vc sadakatle korunm uştur. Şu halde bu ilkelerin korunması konusunda Türk toplum unda bir “ konsensüs” bulunm aktadır. Bu ilkelerin başında Cum huriyet, laiklik ve üniter devlet ilkeleri yer alm aktadır (KABO GLU, 2009:36). II. Ulusun Anayasa Koyan Erki Teorisi A nayasa hukuku öğretisinin, “ulusun A nayasa koyan erki teorisi” , Emm anuel Sieyes tarafından “ulus egem enliği” düşüncesinden geliştirilm iştir. Bu teori, kısa bir süre sonra Fransız devrim inin tem elini oluşturm uş ve hızla A vrupa ve D ünyaya yayılm ıştır. Bu A nayasa m odeline göre ulus, “Anayasayı koyan erk” (pouvoir constituant) olarak bir A nayasa hazırlam akta vc bu A nayasa ile “ Anayasaya bağlı crk” i (pouvoir constitué) yaratm aktadır. A nayasaya bağlı erk, A nayasa dışında var olam az ve A nayasaya kesin olarak bağlıdır. A nayasaya bağlı erk, A nayasayı değiştirm e yetkisine sadece ulusun koyduğu bu Anayasa ile özel olarak yetkili kılındığında sahiptir. Ulus, yeni bir A nayasa yapm a konusundaki sınırsız ve devredilem ez yetkisini m uhafaza eder. Anayasam ızın 6. m addesinde yer alan “ egem enlik kayıtsız şartsız M illetindir.” kuralı da A nayasanın yorum unda, “ Anayasayı koyan erk teorisi”nin esas alınm ası gerektiğini gösterm ektedir. Bu teori ulustan kaynaklanm ayan ve başka m eşruluk kaynaklarına dayanan bir devlet erkinin varlığını reddetm ektedir (krş. M ÖLLER, 2004: 1 vd, 254 vd.) Buradan ve Başlangıç K uralları’nın 3 paragrafındaki “ egem enliğin kayıtsız şartsız Türk m illetine ait olduğu” ve son paragrafındaki “bu Anayasa Türk M illeti tarafından, dem okrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine em anet ve tevdi olunur.” ibarelerinden, Anayasam ızın da, Anayasayla bağlı erkin dayandığı, “ulusun A nayasa koyan erki m odeli” ndcn kaynaklandığı - 294 - sonucu çıkm aktadır. A nayasam ızın 4. m addesini bu arka plan perspektifiyle incelemek gerekir (Icrş. M ÖLLER, 2004: 1 vd, 245 vd.). III. Anayasa Değişikliklerinin Sınırları A nayasaların sürekli vc değişm ez olması istenir. Bununla birlikte belli toplum sal koşullar altında yaratıldıklarından, yeni toplum sal gelişm eler, değiştirilm elerini ve gelişm elere uyumlu hale getirilm elerini gerektirir (M a i e r :55). Ancak Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olan parlam ento tarafından yapılacak Anayasa değişikleri ile çekirdek A nayasanın yani A nayasanın koruduğu “ebedi değerlerin” kaldırılm am ası için, bazı A nayasalar değiştirilem ez ilkeler içerirler. Bu değiştirilem ez ilkelerin de Anayasa değiştiren yasa koyucu tarafından A nayasaya uygun yollarla ortadan kaldırılam am asının sağlanm ası gerekir. Böyle bir sınırlam a gelecek nesilleri belki de benim sem eyecekleri kurallarla bağlam ak şeklinde yorum lanm am alıdır. Şüphesiz norm atif gücünü kaybetm iş hiçbir A nayasa belli A nayasa değişikliklerinin yasaklanm ası ile hayatta tutulam az. Buna karşılık bir A nayasa, Anayasayı değiştirm ek üzere öngörülen nitelikli meclis çoğunluklarının takdirine terk edildiğinde topum için devam lı bir düzen olm a fonksiyonunu yerine getiremez. A n ay asa koyan e rk in A nayasada yapılacak değişikliklerle ilgili olarak getirdiği değiştirilem ez kurallara çeşitli A nayasalarda rastlanılm aktadır. Örneğin 1787 ABD Anayasası md. 5, federe devletlerin senatoda eşit olarak temsil edilm eleri konusunda onların rızası olm adan değişiklik yapılm am asına; 1949 F. Alm anya Anayasası md. 79, federal yapının ve A nayasanın 1. ve 20. m addelerindeki ilkelerin dcğiştirilm em esine; 1958 Fransa Anayasası md. 89, 1967 İtalya Anayasası md. 139, hüküm et biçim inin Cum huriyet oluşunun değiştirilem em esine ilişkin kurallar içerm ektedirler. A vrupa Birliği ülkelerinden 1975 tarihli Yunanistan Anayasasının 110. m addesinde A nayasanın değiştirilem eyen kurallarına ve 1992 tarihli Portekiz C um huriyeti A nayasasının 288. m addesinde de hayli uzun bir değiştirilem ez ilkeler listesine yer verilm iştir. A nayasaların bu hiç değiştirilem eyen kuralları, özgün A n a y asa ya da ç e k ird e k A nayasayı, Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olarak parlam entonun m üdahalelerine karşı korum akta ve çekirdek A nayasaya “sonsuzluk güvencesi” sağlam aktadır (M a i e R: 56). Sonsuzluk garantisine göre - 295 - belli Anayasa korunm uşlardır. ilkeleri, A nayasa değişikliklerine karşı ebediyyen A nayasanın değiştirilem eyecek kuralları, Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olarak Parlam entoyu bağlar (STERN, 1984: Prf. 5, IV 6; STEIN, 1993: 159; MAIER: 57). Anayasalardaki “ so n su zlu k g a r a n tile ri”nc ilişin açık kurallar, Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olarak parlam entonun gerçekleştirdiği meşru Anayasa değişikliklerine sınır getiren Anayasa norm larıdırlar. Bu nedenle bu norm ları “A n a y asa d eğ işik lik lerin in s ın ır la n ” olarak tanım lam ak daha uygun düşer. Sonsuzluk yaratılm ıştır. garantisi ile Anayasanın içinde bir norm hiyerarşisi Anayasam ızda değiştirm e yasağının korunm asına ilişkin açık bir kural yer alm am aktadır. A nayasada değiştirm e yasağının korunm asına ilişkin açık bir kurala yer verm eyen F. A lm anya A nayasasının 79. m addesi için de A lm anya’da öğretide, Anayasanın yaratıcılarının bu m addenin değiştirilm esinin zaten geçersiz olacağını düşündükleri varsayım ından yola çıkılarak, sonsuzluk garantisinin ya da A nayasanın değiştirilem ez ilkelerini düzenleyen m addesinin de değişm ezlik korum asından faydalandığı genel olarak kabul edilm ektedir. İşlevsel bir yorum un bu sonuca varılm asını gerektirdiği, aksi halde değiştirilem ezlik garantisinin anlam sız olacağı, norm un am acıyla yani Anayasa koyucunun bu norm u getirm ekteki am acıyla bağdaşm ayacağı ileri sürülm ektedir (MÖLLER, 2004: 1 vd, 245 vd.). Bu görüşe göre değişm ezlik yasağını içeren kuralın kendisinin değiştirilem ez olduğu, norm un mantığı ve am acından kaynaklanm aktadır. A nayasaya bağlı erkin ancak özel bir yetkisi varsa yetkilerini Anayasa değişikliği yoluyla genişletebileceği, A nayasanın tem elinde yatan “ulusun anayasa koyan erki teorisi”nin sonucudur. Böyle bir yetkilendirm e sadece Anayasanın ulus tarafından yaratılan ilk m etninde yer alabilir. A nayasaya bağlı erkin ortaya koyduğu sonraki m etinlerle böyle bir yetkilendirm e m üm kün değildir. Buradan değişm ezlik yasağını içeren kuralın ne sınırlanabileceği ne de genişletebileceği sonucu çıkm aktadır. - 296 - Değişm ezlik yasağını içeren kural ile sadece orada belirtilen ilkeler değil, bu ilkelerin içerikleri de değiştirilem ez kılınm ışlardır. Burada sözü geçen değiştirilm esi m üm kün olm ayan kuralların, m etin olarak lafızlarının değiştirilm eden bırakılm ası am a A nayasanın başka yerlerinde anlam larının değiştirilm esi ve bu kurallarla bağdaştırılm ası m üm kün olm ayan başka özel kurallar yaratılm ası halinde de bu ilkelere dokunulm uş olacaktır. Diğer yandan bu kurallarda maddi içerikleri değiştirilm eden salt lafzi değişiklikler yapılabilir. D eğişm ezlik yasağını içeren kurala aykırı bir A nayasa değişikliği batıldır. Yani başlangıçtan itibaren hiçbir hukuki sonuç doğurm az. Anayasa değişikliklerinin yazılı olmayan sınırları da var mıdır? Bu sorunun tüm A nayasalar için geçerli olacak şekilde cevaplandırılm ası olanaksızdır. Bir A nayasada m eşru bir A nayasa değişikliği için yazılı olm ayan sınırların mevcut olup olm adığı, o Anayasanın sistem atik yorum undan ve tarihsel yorum undan çıkarılabilir. A nayasa değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları problem atiki üç değişik Anayasa türü için düşünülm elidir: - Bazı A nayasalarda Anayasa değişikliklerinin sınırları açıkça norm landırılm ıştır. - Bazı A nayasalar açık bir norm landırm a içerm eden Anayasa değişiklikleri için üstü kapalı sınırlar içerirler. - Bazı devletlerde A nayasa kuralları yazılı bir A nayasa belgesinde derlenm em iştir. Bir Anayasa değişikliğinden ve bunun sınırlarından m antıklı olarak söz edebilm ek için yasam a yoluyla değiştirilebilir yazılı bir A nayasanın varlığının gerekli olduğu açıktır. A nayasam ızda olduğu gibi bir Anayasa, A nayasa değişikliğinin sınırlarını açıkça norm landırıyorsa, Anayasa değişikliği için bu yazılı sonsuzluk koşulu’ndan kaynaklanan başka sınırların bulunup bulunm adığı sorusu önem taşım aktadır. Bir Anayasa, yazılı bir sonsuzluk koşulu içerm iyorsa, Anayasa değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları sorunu daha büyük bir önem taşıyacaktır. -297- Çünkii bu tür A nayasalar için yazılı değişiklikleri için tek sınır oluşturacaktır. olm ayan sınırlar m eşru A nayasa A lm anya’nın A nayasa tarihinde W eim ar A nayasası bu tür bir Anayasa için örnek oluşturm uştur (MURSWIEK, 2008:4). IV. Anayasa Değişiklikleri İçin Yazılı Sınırlar Anayasalarda Anayasa Değişikliklerinin Yazılı Olmayan Sınırları 1. D eğişm ezlik k u ra lın ın değişm ezliği Bazı temel A nayasa ilkelerinin yazılı bir değişm ezlik kuralı ile değişm ezliği, ancak Anayasayı değiştirm e yetkisi konusunda yazılı olm ayan belli sınırların bulunm ası halinde kabul edilebilir (MURSWIEK, 2 0 08 : 5). Çünkü A nayasa değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları olm asaydı Anayasayı değiştiren yasa koyucu kolaylıkla yazılı değişm ezlik kuralını dikkate alm ayabilirdi. Ö nce değişm ezlik kuralını kaldırabilir ve daha sonra değişm ezlik kuralı ile korunan ilkeleri değiştirebilir ve kaldırabilirdi. Ancak aslında değişm ezlik kuralının A nayasada norm landırılm asıyla zım nen -yazılı olm adanbu kuralın kendisinin değiştirilem ez olduğu şart koşulm uştur (Krş. MAUNZ, 1952: 141 (145); STERN, 1984: 115 vd). Öğretide Anayasa koyucu “değişm ezlik kuralının değiştirilem ez olm ası”nı isteseydi, “değişm ezlik kuralının da değiştirilem ez” olduğunu A nayasada açıkça kurala bağlaması gerekirdi görüşü de savunulm uştur {LÜDER MEYER, 1957: 275 (285) vd.;, LUTZM EYER, 1962: 51) Ancak bu görüş aşağıdaki hususları gözden kaçırm aktadır: A nayasayı değiştirm e, hiyerarşik olarak A n ay asa koym adan ayrılm adıkça, değişm ezlik kuralının değişm ezliğine ilişkin bir kural, sonsuzluk güvencesine ilişkin kuralları, Anayasayı değiştiren yasa koyucunun m üdahalesinden korum ak için elverişli olm ayacaktır. Teorik olarak Anayasa koym a ve Anayasa değiştirm e arasında bir fark olm adığını kabul ettiğim izde, A n a y asa koyucu başlangıçtaki Anayasa koyucu, Anayasayı değiştiren yasa koyucu ise, A nayasa yürürlüğe girdikten sonra onun yerine geçen A n a y asa koyucu olur. Bu kabule göre A nayasa koyucu ve Anayasa değiştirici hiyerarşik olarak farklı basam aklarda bulunm azlar. Biri A nayasa yürürlüğe girm eden önce, diğeri A nayasa yürürlüğe girdikten sonra aynı fonksiyonu ifa eder. Bu görüşe göre Anayasayı değiştiren yasa koyucu, A nayasa koyucu gibi A nayasa üzerinde tasarru f edebilir. Her ikisi İçeren de aynı basam akta bulunduğundan ve aynı fonksiyonu ifa ettiklerinden Anayasa koyucu, değişm ezlik kuralı ile sadece kendi kendini sınırlam aya çalışmıştır. Bu görüşün savunulm ası m üm kün değildir. Çünkü norm atif olarak kendi kendini sınırlam ak hukuk mantığı açısından olanaksızdır. Yasa koyucu, çıkardığı bir yasaya, gelecekte bu konuda başka hiçbir yasa çıkarm ayacağına ilişkin bir yasak koyduğunda, koyduğu bu yasağı tekrar kaldırabilir. Yasa koyucu kendi çıkardığı yasalarına yürürlükte oldukları sürece bağlıdır. Ancak onların yürürlüğünü bir aetus contrarius (daha önceki bir hukuki işlemi ortadan kaldıran hukuki işlem) ile her zam an kaldırabilir. Aynı şey A nayasa koyucu için de geçerlidir. G erçek hukuki ödevler heterenom (ayrı türden) ödevlerdir. Yani başka hukuk süjeleri karşısında düşünülebilecek ödevlerdir. Hukuki ödevler sadece bir subordination (bağım lılık) ilişkisi içinde tek taraflı kurulabilirler. Bir hukuk süjesi bir başka süjeye ancak, ilgili süjenin üzerinde tasarru f edemeyeceği tek taraflı ödevler yükleyebilir. N orm koyucu, başka bir norm koyucunun norm koyma yetkisini ancak hukuk düzeninde daha yüksek bir basam akta bulunuyorsa hukuken etkili olarak sınırlayabilir. Bu nedenle A nayasa koyucu tarafından konulan sınırlara Anayasa değişikliği ile yeni sınırların konulm ası hukuken m üm kün değildir. Örneğin sonsuzluk kaydı ile değiştirilem ez olarak tanım lanm ış bir Anayasa kuralına, Anayasayı değiştiren yasam a organı tarafından ek bir hukuki ilke dahil edilirse bu ilke değiştirilem ezlik güvencesine sahip olm ayacaktır (MURSWIEK, 1978: 175 vd. özellikle 180 vd.). A n ay asa değişikliğinin yazılı sın ırla rın ın h u k u k i b a k ım d a n geçerli olabilm esi için iki k o şulun g erçekleşm esi g e re k m e k te d ir: -Ö ncelikle A nayasa koyma, Anayasayı değiştirm eden, böylecc A nayasa koyucu, Anayasayı değiştiren yasam a organından ayrılm alıdır. Anayasa koyucu ve Anayasayı değiştiren yasam a organı sadece organizasyon açısından değil fonksiyonel açıdan da farklı süjclcrdir. -İkinci olarak bu iki süje arasında hiyerarşi vardır. A nayasada düzenlenm iş bir devlet organı olarak Anayasayı değiştiren yasam a organı Anayasaya bağlıdır. Yetkilerini Anayasadan alır ve onları A nayasa çerçevesinde - 299 - kullanm ak zorundadır. A nayasada düzenlenm iş hiçbir devlet organı sınırsız yetkiye sahip değildir. Tüm yetkileri Anayasa ile sınırlanm ıştır (MURSWIEK, 1978: 180 vd.). Anayasayı değiştiren yasam a organının yetkilerinin sınırları, Anayasaya bağlı olm ayan A nayasa koyucu tarafından belirlenm iştir. Anayasa koyucu Anayasayı yaratan organdır. Anayasanın yaratıcısı olarak A nayasaya bağlı tüm organların üzerinde yer alır. A nayasayı koyan erk ’in, A nayasaya bağlı erk ’ten ayrılm ası ve bu iki fonksiyon arasındaki hiyeraşinin kabulü, A nayasada yer alan sonsuzluk kuralı için sadece düşünce bazında bir koşul olm aktan ibaret değildir. Sonsuzluk koşulunu içermekle böyle bir Anayasa, bu ayırımı ve hiyerarşiyi üstü kapalı olarak zaten belirgin kılınıştır. Böyle bir ayırım olm asaydı sonsuzluk güvenccsi am acından sapm ış olacaktı. Sonsuzluk güvencesinin normlandırılnıasıyla, Anayasa koyucu ve Anayasayı değiştiren yasama organı ayırımı, yazılı olmayan bir şekilde normlandırılnuştır. Bu Anayasa fonksiyonlarının birbirinden ayrılm ası ve bunlar arasındaki hiyerarşi Anayasa tarafından hukuken şart koşulm uştur. Burada hukuki A nayasa koşulları söz konusudur. Bu koşullar A nayasanın sistem atiğinden çıkarılabilir vc A nayasa koyucu tarafından Anayasanın yürürlük iradesine dahil edilm işlerdir. Bu nedenle yürürlükteki Anayasa hukukunun yazılı olm ayan öğeleridirler (MURSVVIEK, 2 0 0 8 : 16). Bu durum A nayasa değişikliği için yazılı sınırları olm ayan A nayasalar için de geçerlidir. Çünkü bu A nayasalara göre de - bir hukuk devleti Anayasası oldukları sürece- her Anayasa organı sınırlı ve ancak Anayasada norm landırıldığı kadar yetkilerle donatılm ıştır. Aynı durum örneğin Anayasayı değiştirm e yetkisine sahip ancak yürütm e vc yargı yetkisi olm ayan yasama organı için de geçerlidir (MURSVVIEK, 2 0 0 8 : 18). Bazı A nayasalar A nayasa koyan erk ile Anayasa değiştirm e yetkisi ayırım ım açıkça zikretm ektedirler. Örneğin F. Alm anya Anayasası Başlangıç B ölüm ü’nde :” “ Alman M illeti kendi A nayasa koyma iktidarına dayanarak” bu Anayasayı kabul etm iştir.” ibaresini içerm ektedir. “Anayasa koyma iktidarı” bir olağanüstü devlet fonksiyonu olarak vurgulanm ıştır (MURSVVIEK: KN. 124 vd, 134 vd; M Ö L L E R , 2004: 247 v d ). -300- Benzer bir anlatım halk oylaması ile kabul edilen Anayasam ızın Başlangıç B ölüm ü’nde de bulunm aktadır “ Türk vatanı ve M illetinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünm ez bütünlüğünü belirleyen bu A nayasa....................... TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, dem okrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” Buna göre değiştirilem ezlik ilkesinin değiştirilem ezliğinin, pozitif hukuksal bir norm landırm aya ihtiyacı yoktur. Söz konusu değiştirilem ezlik, aynı şekilde zorunlu olarak A nayasada açıkça norm landırılm ası gerekm eyen Anayasa koym anın, A nayasa değiştirm eden farklı olduğu gerçeğinin yazılı olm ayan bir sonucudur. 2. Anayasa Koymanın Anayasa Değiştirmeden Ayrılmasından Doğan Diğer Sonuçlar Anayasayı değiştiren yasama organı, doğal olarak ve evleviyetle hiyerarşik olarak kendisinden daha yüksek bir makam olan Anayasa koyan iktidar ve bu iktidarın süjesi üzerinde tasarru f edemez. Bir çok çağdaş dem okratik Anayasada, Anayasa koyma iktidarının hangi süjeye ait olduğu ifade edilm ektedir. Bu iktidarın ulusa yani, ilgili devletin ulusına ait olduğu belirtilm ektedir. F. Alm anya Anayasası Başlangıç B ölüm ü’nde “Alman milleti” Anayasa koyan iktidarına dayanarak bu Anayasayı kabul etmiştir. “ ibaresi yer alm aktadır. Anayasam ızın B aşlangıç B ölüm ü’nde ise bu iktidarın sahibi “Türk M illeti”dir. A nayasa koym a iktidarının (Anayasayı koyan erk ) belli bir hukuk süjesinde karar kılması, bir A nayasanın en tem el kararıdır ve geri kalan her şey ona dayanır (MURSWIEK, Praeam bcl KN. 182). Bu karar, A nayasa değiştiren yasam a organının inisiyatifinde değildir. Böylecc yazılı olm ayan bir dizi Anayasayı değiştirm e sınırının, Anayasa koyma ve A nayasa değiştirm enin sistem atik düzeninden çıktığını görüyoruz. Bu tür sınırlar 1924 ve 1961 A nayasalarında da m evcuttu.(1924 Anayasası md. 1, 2, 3 ; 1961 Anayasası md. 1, 2, 3, 4 ) -301 - Anayasa değiştirm enin yazılı olm ayan ek sınırları belli durum larda başka Anayasa ilkelerinden de çıkarılabilir. Örnek olarak A nayasam ızın, egem enliğin kayıtsız şartsız T ürk m illetine ait olduğuna ilişkin ilkesi gösterilebilir (m adde 6 ve Başlangıç 3 paragraf) (K IRC H O F, 2004: Prf. 21 KN 84; KIRCHOF, 1991: 11(13)). A nayasam ız kendini bağım sız bir Devletin Anayasası olarak tanım lam aktadır. Bunun aksine bir A nayasa değişikliği m üm kün değildir (MURSVVIEK, 1993: 161 (162 VD.)). Çünkü Anayasayı değiştiren yasam a organı A nayasanın tüm ü üzerine tasarruf edemez, A nayasanın hukuksal statüsüne dokunm ayan sınırlı değişiklikler yapabilir. Şu halde T ürk M illetinin egemenliği ve Türkiye Devletinin bağım sızlığı yazılı sonsuzluk güvenceleri içinde açıkça belirtilm ediği halde Anayasa değişikliği dışında tutulm uş A nayasa ilkeleridir. Kaldı ki A nayasam ız bakım ından Başlangıç 3. paragrafta yer alan “ millet egem enliği İlkesi” 2. m addede sözü edilen Başlangıçtaki tem el ilkelere dahil olduğundan zaten değiştirilm esi m üm kün olm ayan kurallar kapsam ındadır. Aynı şey doğal olarak Devletin varlığı için de geçerlidir. Devletin hareket serbestisini kaldırm aya yönelik A nayasa değişiklikleri -örneğin vergi toplam anın yasaklanm ası- bu nedenle geçerli değildir. Devlet iç barışı, meşru bir egemenlik kullanımı tekeli ile sağlayan, özel kişiler tarafından egem enlik kullanım ını yasaklam a yetkisine sahip ve bu yasağı uygulayan bir organizasyondur. Anayasa devletin bu temel am acı ifa etmesini şart koşm aktadır. Bu çekirdek fonksiyonu yerine getirmek, yetkili devlet organlarının anayasal ödevidir. Anayasayı değiştiren yasam a organı, devlet organlarını bu görevi ifa etm ekten yoksun tutamaz. Anayasa değişikliğinin temel hak anlayışına ilişkin olarak da sınırları vardır. Temci haklar aynı zam anda üçüncü kişilerin m üdahalelerine karşı devlet ödevleri olarak anlaşılm ak zorundadır. Dolayısıyla tem el hakların yatay etkisini reddeden bir A nayasa değişikliği geçersizdir. Anayasa değişikliğinin sınırları, devletler hukukundan, uluslararası teamül hukukundan da çıkarılabilir. Şu ana kadar belirtilmiş olan iç ya da bağım sız anayasa - hukuksal sınırlardan farklı olarak bu sınırlar Anayasa değişikliğinin dış heteronom sınırları olarak adlandırılabilirler (Krş. MURSWIEK, 2008: 14). D evletler anayasal düzenlerinin kurulm asında, insan haklarının m inim um standardını korum a am acını taşıyan zorlayıcı norm larla bağlıdırlar (Krş. MURS\VIEK, 2008: 14). V .S o n u ç “ D eğiştirilem eyecek H üküm ler” başlığını taşıyan Anayasam ızın 4. m addesindeki “sonsuzluk güvencesi” ile bazı önem li temel ilkeler Anayasa değişikliği dışında tutulm uştur. Böylcce Anayasanın çekirdek varlığı (özgün Anayasa) Anayasayı değiştiren yasam a organının m üdahalelerine karşı korunm ak istenmiştir. Sonsuzluk güvencesinin A nayasada yer alm asıyla, zım nen bu kuralın kendisinin değiştirilem ez olduğu şart koşulm uş ve A nayasa koyucu ve Anayasayı değiştiren yasama organı ayırım ı ile bu organlar arasındaki hiyerarşi yazılı olm ayan bir şekilde norm landırılm ıştır (M AU NZ, 1952: 141(145); STERN, 1984: 115 vd). Anayasam ızın Başlangıç B ölüm ü’nde Anayasanın Türk milleti tarafından, Türk evlatlarına emanet edildiği vurgulanarak A nayasa koyucu ve Anayasayı değiştiren yasa koyucu ayırımı belirgin kılınm ıştır. D eğiştirilem ezlik ilkesinin dcğiştirilcm ezliğinin, pozitif hukuksal bir norm landırm aya ihtiyacı yoktur. Söz konusu değiştirilem ezlik, aynı şekilde zorunlu olarak A nayasada açıkça norm landırılm ası gerekm eyen A nayasa koym anın, Anayasa değiştirm eden farklı olduğu gerçeğinin yazılı olm ayan bir sonucudur. Anayasanın 4. m addesine göre A nayasanın 1. m addesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile ikinci m addesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 maddesi hükümleri değiştirilem ez ve değiştirilm esi tek lif edilemez. Bu kural Anayasanın özünü ( özgün=çekirdek Anayasayı) ilgilendiren Anayasa değişikliklerini A nayasanın kendisinin yasakladığını gösterm ektedir. Bu kural Devletin şeklinin C um huriyet olduğunu ve Türkiye C um huriyetinin insan haklarına saygılı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere (A tatürk inkılap ve - 303 - ilkelerine bağlılık, A tatürk m edeniyetçiliği, çağdaş m edeniyet düzeyine ulaşma azmi, milli egem enlik, A nayasanın ve hukukun üstünlüğü, özgürlükçü dem okrasi, erkler ayrılığı, sosyal adalet ve eşitlik, insan onurunun ve kişinin m addi ve manevi varlığının korunm asına) dayanan, A tatürk m illiyetçiliğine bağlı, dem okratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliğinin, Türkiye devletinin ülkesi ve m illetiyle bölünm ez bir bütün olduğu ilkesinin ve A nayasanın 3. m addesindeki diğer ilkelerin değiştirilem ez olduğunu vurgulam akta vc bu temel devlet niteliklerini ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerinin yasak olduğunu ortaya koymaktadır. A nayasanın 2. m addesindeki dem okratik hukuk devletinin öğelerine, A nayasaya uygun düzeni oluşturan temel haklar, Anayasanın taşıyıcı organizasyon ilkesi olan erkler ayırımı ilkesi dc dahildir. Tem el haklar dışında çoğunluğun iradesi ile iktidarın kullanılm asını m eşru kılan, dem okrasinin açık vc serbest sürecini garanti eden A nayasanın dem okratik düzeninin tüm maddi ve usule ilişkin koşulları A nayasanın özünü oluşturur. Buna seçim ilkeleri de dahildir. Kamu oyunun oluşum una siyasi partilerin katılımı, siyasi parti özgürlüğü, eşit şansa sahip olm aları, parlam enter sistem, A nayasanın sosyal hukuk devletinin varlık koşulları ve temel ilkeleri Anayasa değişikliği dışında tutulm uştur (GÖREN, 2000: 2; GÖREN & İZGİ, 2002: 1516 vd; STERN, 2001:1039 vd). Anayasam ız, 1, 2 ve 3. m addelerinde ve Başlangıçta belirlenen temel ilkelerde A nayasanın ruhunu, temel felsefesini ortaya koym uştur (A LİEFEN D İO G LU , 1990:30; K. 1971/80, AYM KD 10: 63).Anayasanın netliği vc açıklığı A nayasanın toplum sal değişim lere uyum sağlam asına yetm iyorsa Anayasayı değiştiren yasam a organının yine A nayasada öngörülen değiştirm e koşullarına uyarak A nayasanın değiştirilm esi ve boşluklarının doldurulm ası konusundaki yetkisi Devletin hukuksal temel düzeni olan Anayasanın sürekliliğinin sağlanm asına hizmet eder. Ama aynı am aca, Anayasanın kim liğinin ve onun kurduğu hukuksal tem el düzenin sürekliliğinin ortadan kaldırılm ası yasağı da hizm et etm ektedir. A nayasa, bu sürekliliğin korunabilm esi için dem okratik hukuk devletinin m eşru yollardan kendi kendini yok etm esini önlem eye çalışm aktadır. A nayasam ız cum huriyetçilik ilkesinin ve Türkiye C um huriyetinin insan haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen tem el ilkelere dayanan, Atatürk m illiyetçiliğine bağlı, dem okratik, laik ve iiniter hukuk devleti niteliklerinin -304- m eşru yoldan kaldırılm asını yasaklayarak, kendi sürekliliğini ve geçerliliğini güvence altına alm aya çalışm aktadır. Böylcce devletin varlığı, devam lılığı ve bağım sızlığı da garanti edilm iş olm aktadır. Anayasa, toplum yapısının tem el ve sarsılm az yapısını oluşturan bir istikrar kaynağı olm alı, dem okratik niteliği gereği halihazırdaki çoğunluğun geçici hevesiyle değiştirilm em eli, halkın yerleşik ve sürekli iradesinin bir anlatım ı olm alıdır. Bu nedenle Anayasaların sürekli ve değişm ez olm ası istenir. Bununla birlikte A nayasanın istikrarı durağanlıkla karıştırılm am alıdır. Anayasa sadece bugünün değil geleccğin de gereksinm elerini karşılayabilm elidir. A nayasa ulusun isteklerini büyük ölçüde karşılam aktan uzaklaşır ve salt bir dizi katı kurallar bütünü olarak algılanm aya başlanırsa, değiştirilm esi m üm kün olm alıdır. Şüphesiz böyle bir durum anayasal gelişim in en zor sorunlarından biridir. Ancak bir A nayasa Yargısı sistem ine sahip devletler bu sorunun kolaylıkla üstesinden gelebilirler. Parlam entoların tereddütle karşılanacak karm aşık siyasal reform girişim lerine gerek kalmadan A nayasa M ahkem elerinin yapacakları yorum larla bu sorunlara çözüm getirilm eleri m üm kündür (KLAUS, 2001: 1039 vd.). Devlet için bir düzen oluşturm ak ve toplum için sarsılm az bir istikrar kaynağı olm ak fonksiyonunu pekiştirm ek için A nayasalarda değiştirilem ez ya da ebedi kurallara yer verilir. Ancak Anayasanın aynı zam anda toplum dinam iğine, siyasal, ekonomik, teknolojik gelişm elere uyum sağlam ası gereği nedeniyle, Anayasalardaki “değişm ez kurallar” da zam anla ortaya çıkacak yeni gelişm elere uyum sağlayabilm ek için ulusun özenle korum ak istediği ebedi değerlerin anlatımı olm alı, toplumda bu değerlerin sonsuzluğu konusunda oydaşm a bulunm alıdır. Örneğin Anayasam ızın “ değiştirilem ez hüküm ler” başlığını taşıyan 4. m addesinde yer alan, Devletin kim liğini, temel felsefesini oluşturan ilkeler, değişik koşulların ürünü olan 1924, 1961 ve 1982 A nayasalarında özenle ve sadakatle korunm uştur. Şu halde bu ilkelerin korunm ası konusunda Türk toplum unda bir “konsensüs” bulunm aktadır. Bu ilkelerin başında C um huriyetçilik ilkesi, laik devlet vc üniter devlet ilkeleri yer alm aktadır (KA BO GLU, 2009: 36). - 305 - KISALTMALAR AMKD AöR Art Abs B C Diss E EuR GG K KN Kt Md Nr S V Vd Anayasa Mahkemesi Kararl arı Dergisi A r c h i v des ö f f e n t l i c h e n Recht s = Dergi Artikel = madde Fıkra Bası Cilt Dissertation Esas Europarecht=Dergi Grundgesetz Karar K e n a r not K a r a r tarihi Madde Nummer=sayı Sayfa vom=tarafından ve de v a mı YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararlan: E. 1970/53.K. 1971/80, G. 21.10.1971, A M KD 10 Öteki Kaynaklar: Y ılm az ALİEFENDİOGLU (1990), “ Anayasal N orm lar Hiyerarşisinin Tem el Hakları Korum a İşlevi”, (Türk Raporu) (VIII. Avrupa A nayasa M ahkem eleri Konferansı, 7-10 M ayıs 1990, C.II) Zafer GÖREN (2000), “ A nayasanın K orunm ası”, Cumhuriyet , 7 Kasım Zafer GÖREN & Ö m er İZGİ (2002), Türkiye C um huriyeti A nayasasının Yorum u C. 2 (Ankara). İbrahim Ö KABOGLU (2009), Anayasa Hukuku Dersleri (4. Baskı, İstanbul) Paul K.IRCHOF (2004), H andbuch des Staatsrechts II, 3 B. 2004, Prf. 21 KN 84; Paul KlRCHOF (1991) Deutsches Verfassungsrecht und Europaeischcs Gem einschaftsrecht, EuR, Beiheft 1 G rossner Lutz M EYER (1962), Die V erfassungsm aessigkeit des Art 79 Abs. I Satz 2 des G rundgesetzes für die B undesrepublik D eutschland, Diss. M ünchen Arndt Lüder M EYER (1957), Rechtsfragen der Grundgesetzaenderung, AöR 82; W alter MAIER, Saats und V erfassungsrecht C. I, Achim 193 Theodor MAUNZ (1952), Verfassung, in: FS Laforet Starke und schw ache N onnen in der Hauke MÖLLER (2004), Die verfassungsgebende G ew alt des Volkes und die Schranken der V erfassungsrevision, Eine U ntersuchung zu Art. 79 Abs. 3 GG und zur verfassungsgebenden G ew alt nach dem G rundgesetz, Verlag im Internet Gm bH, Diss., Hamburg, Dietrich M u r s w ie k (2008), U ngeschriebene Ew igkeitsgarantien in Verfassungen, Institut für öffentlichen Rechts http//www. iura.uniFreibursi.dc/institiitc/ioeffr3/forschung/papcrs.php. Freiburg, November Dietrich MURSWIEK (1978), Die verfassungsgebende G ew alt nach dem G rundgesetz für die B undesrepublik D eutschland, 1978 Dietrich MURSWIEK (1993), M aastricht und pouvoir costituant, Zur Bedeutung der verfassunggebenden Gewalt im Prozess der europaeischcn Integration, Der Staat 2 -307- Dietrich Praeambel MURSWlEK, in: Bonner K om m entar zum G rundgesetz, Ekkchart STEIN (1993), Staatsrecht, 14 B., Tübingen Klaus STERN (2001), “Constitutionalism M ovem ent and N ew C onstitutions”, U luslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, 9-13 Ocak (Ankara ) Klaus STERN (1984), Das Staatsrecht der B undesrepublik Deutschland, C. 1, 2. B., M ünchen HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN ULUSAL VE ULUSÜSTÜ BOYUTTA KORUNM ASI İLE İLGİLİ SORUNLAR - “YASİN EL KADI” ÖRNEĞİ Doç Dr. Ece G öztepe Giriş I. Birleşm iş M illetler’in Terörle M ücadele Araçları a) BM GK Kararları b) “Akıllı” Tedbirler (smart sanctions) II. Avrupa B irliği’nin Terörle M ücadeleyi D esteklem esi ve Sorunlar a) Tedbirler b) İlk Derece M ahkcm esi’nin Kararları c) A T A D ’ın Kararları III. Türkiye’de BM GK K ararlarının Uygulanm ası a) Danıştay O nuncu D airesi’nin kararı b) Danıştay İdari Dava Dairelerinin Kararı c) Değerlendirm e Sonuç Yerine: Hukuk Devleti Terörizm le M ücadeleye Engel mi? -309- GİRİŞ Yasin El K ad ı’nın adı ve hakkında D anıştay’ın verdiği iki karar Türk kam uoyunda daha çok İslami serm ayenin siyasi iktidarla ilişkisi çerçevesinde anıldı ve haber konusu oldu. Başbakan Recep Tayyip E rdoğan’ın danışm anı Cüneyd Z ap su ’nun El Kadı ile ticari ortaklığı ve başbakanın kam uoyundaki tartışm alar üzerine El K adı’ya “kefil olduğunu” belirtm esi, El Kadı hakkında üç farklı hukuki düzlem de verilen kararların ortaya attığı hukuki sorunların Türk kam uoyunda tartışılm asını büyük oranda engelledi. Oysa Birleşm iş M illetler (BM ) G üvenlik Konseyi kararlarının BM üyesi devletler tarafından uygulanm ası m eselesinin yanısıra, Güvenlik Konseyi kararlarını esas alan tüzük ve kararlarla El K a d fn ın m alvarlığının dondurulm asına karar veren Avrupa Birliği B akanlar K onseyi’nin ve T ürkiye’de D anıştay’ın aynı konu hakkm daki B akanlar Kurulu kararına ilişkin iki kararı pekçok önemli hukuki sorunu içinde barındırm aktadır. Özellikle BM düzeyindeki uluslararası hukuk ile AB hukuku ve AB organlarının kararları arasındaki gerilim, giderek karm aşıklaşan ve katm anları çeşitlenen farklı düzeylerdeki hukuk düzenlerinin ilişkilerinin hangi esaslara tabi olacağı sorununun etraflı biçim de tartışılm asını gerektirm ektedir. Çünkü mesele farklı hukuki düzeylerdeki hukuk norm larının basitçe özel-genel norm ya da öncekisonraki norm kuralı çerçevesinde çözüm lenm esine indirgenem eyecek denli karm aşık bir nitelik arz etmektedir. Bu çalışm a BM Güvenlik K onseyi’nin terörizm le m ücadele ve barışın sağlanm ası am acı çerçevesinde 1998’den itibaren aldığı kararların üye devletler tarafından hangi araçlarla ve nasıl uygulanacağı sorusuna verilen yanıtlarla ilgili olarak ortaya çıkan hukuki tartışm aları, bu konudaki yargı kararları ışığında ele alm aktadır. Bu çerçevede T ürkiye’de Danıştay kararları, A B ’de ise İlk Derece M ahkemesi (İDM ) ile A vrupa Toplulukları Adalet D ivam ’m n (ATAD) El Kadı ile ilgili verilen, terörizm le m ücadele tedbirlerinin konu edildiği kararlar ele alınacaktır. BM düzeyindeki uluslararası hukuk norm ları ile uluslararası kuruluşların ve ulus-devletlerin temel hak ve özgürlüklerin korunm asına ilişkin yüküm lülüklerinden kaynaklanan olası çatışm a noktaları ise, terörizm le m ücadelede hukuk devleti ilkesinin korunm ası sorununu çalışm anın m erkezine oturtm aktadır. A vrupa düzeyindeki yargı kararlarında (İlk D erece M ahkem esi, ATAD ve A vrupa İnsan H aklan M ahkem esi/A İH M ) tem el soru, bu m ahkem elerin BM Güvenlik Konseyi kararlarının insan hakları standartlarına uyup uym adığının yargısal denetim inin yapılm ası yetkisine sahip olup olm adıkları ve eğer bu yetkinin varlığı kabul edilirse, bu denetim in sınırlarının ve kapsam ının ne olacağı sorusunda düğüm lenm ektedir. Grâinne de Burca A T A D ’ın tem yiz m ercii sıfatıyla verdiği El Kadı ile ilgili kararının A B ’nin uluslararası hukukla ilişkisi açısından dönüm noktası niteliğinde olduğunu belirtirken, bu durum un M ahkcm e’nin geçm işte verdiği kararlarla açık bir çelişki arz ettiğini ileri sürm ektedir (BURCA, 2008: 4 ) 1. B ıırca’ya göre bu da şim diye kadarki içtihatlarında (Dünya Ticarct Örgütü ile ilgili antlaşm alar hariç olm ak üzere) uluslararası hukuk-A B hukuku ilişkisinde anayasalcı (constitutionalist ) yaklaşım ı benim seyen A T A D ’ın, çoğulcu (pluralist ), yani AB hukukunun özerk, ayrı ve öncelikli bir hukuk düzeni oluşturduğu görüşüne doğru kaydığını gösterm ektedir ki, bu da pek çok açıdan sorunlu bir durum teşkil etm ektedir (krş. DE W ET, 2009: 284 vd.; BESSON, 2009: 237 vd.). I. Birleşmiş Milletler’in Terörle Mücadele Araçları a) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Kararları Birleşm iş M illetler G üvenlik Konseyi 15 Ekim 1999 tarihinde 1267/1999 sayılı kararıyla terörü destekleyen T aliban’a ve A fganistan topraklarında T aliban’ın desteği ve yardım ıyla terörist eylemci yetiştiren kam plar kuran Osam a Bin L adin’e karşı gerekli tedbirleri listelem iş ve alınacak tedbirleri som utlaştırm ıştır. K ararın 2. paragrafında Osam a Bin L adin'in yargılanabileceği bir ülkeye teslim edilm esi talep edilm ektedir. AB İlk Dcrece M ahkem esi (İDM), ATAD ve D anıştay’ın kararlarına konu olan tedbir ise 4. paragrafın b) bendinde yer alm aktaydı. Buna göre üye devletler, doğrudan ya da dolaylı olarak T aliban’a ait olan para ve diğer m alvarlıklarını dondurm ak için gerekli tedbirleri alm akla yüküm lü kılınm ışlardır. Aynı kararın 6. m addesi uyarınca BM GK geçici içtüzüğünün 28. maddesi doğrultusunda bir “ Y aptırım lar K om itesi” (Sanctions Committee ) kurulm uştur. BM GK üyesi devletlerden oluşan bu K om ite’nin görevi, 4. m addenin b) bendindenki tedbirlerin üye devletler tarafından yerine getirilm esini gözetm ek, bu bentte sözü edilen maddi kaynakları tesbit etm ek ve yine aynı bentte yer alan insani am açlı istisnalar hakkında karar vermekti. 1 Burca örnek olarak şu kararları göstermektedir: Haegeman v Belgitim ( 1974), 181/73, ECR 449; Kupferberg (1982), 104/81, ECR 3641 (AB hukuk düzeninde uluslararası antlaşmaların yeri hakkında); Anklagemyııdigheden v Poulsen and Diva Navigation (1992), C- 286/90, ECR 1-6019; Racke GmbH&Co. V Hauptzollamt Mainz (1998), C -162/96, ECR 1-3655 (AB hukukunda uluslararası teamül kurallarının yeri konusunda). -311 - BM GK 19 Aralık 2000 tarihli ve 1333/2000 sayılı kararıyla 1267/1999 sayılı kararındaki tedbirleri som utlaştırm ış ve geliştirm iştir. Buna göre, Yaptırım lar K om itesi’nin saptayarak bir listede ilan ettiği ve O sam a bin L adin’le ve El K aide örgütüyle ilişki içinde olan kişi ya da kurum ların m alvarlıklarının dondurulm ası ve bin Ladin ve El K aide’nin bu m alvarlıklarından yararlanm asının engellenm esi talep edilm ektedir. Bunu sağlam ak için K om ite’nin, üye devletlerin ve yerel örgütlerin yardım ıyla sürekli güncellenen bir listede El K aide ve bin L adin’le ilişki içinde olan kişi ve örgütleri G üvenlik K onseyi’ne bildirm esi talep ediliyordu2. B M G K ’nin 1390/2002 kararının 3. m addesiyle tıpkı 1333/2000 kararının 23. m addesinde olduğu gibi, m alvarlıklarının dondurulm ası tedbirinin devam ettirileceği ve bu kararın on iki ay sonra tekrar gözden geçirileceği belirtilm ektedir. Bu kararın bir özelliği de listeye alınm aları için B M G K ’ye isim önerisinde bulunan devletlerin, gizli servislerinden edinilen bilgiler olsa bile bunu paylaşm a yüküm lülüğü getirilm iş olm asıdır. Böylcce hem isim önerip hem de bunun gerekçesini oluşturan bilgilerin saklanm ası uygulam asından vazgeçilm iş olm aktaydı. A ncak bu konudaki asıl düzeltm e 1526/2004 nolu kararla yapılm ıştır. 17. maddede, listeye isim öneren üye devletlerin bu isimle ilgili olası en çok bilgiyi K om ite’ye iletmeleri, El Kaide, Taliban ya da Osam a bin L adin’le ilgili olarak saptanan bağlantının açıklanm ası talep edilm ektedir. 20 Aralık 2002 tarihli ve 1452/2002 sayılı BM GK kararı ise alınacak tedbirlerin uygulanm asını kolaylaştıran hüküm leriyle bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilir. Bu kararın 1. m addesinde önceki kararların uygulanm asında bir dizi istisnaya izin verilm ektedir. Üye devletler, Y aptırım lar K om itesi’nin onayını alm ak koşuluyla insani nedenlerle m alvarlıklarının dondurulm ası tedbirine istisna getirebilm ektedirler. 1730/2006 ve 1735/2006 sayılı BM GK kararlarıyla ise hem listeye alınm a, hem de adların listeden silinm esi konusunda iyileştirm eler yapılm ıştır. İlk anılan kararla listeden silinm e talebinde bulunm a yetkisi, ilgili kişinin vatandaşı olduğu ya da ikamet ettği ülke dışında doğrudan doğruya kendisine de tanınm ıştır ki, hem El Kadı hem de Al Barakaat davasında K om ite’ye bireysel başvuru hakkının tanınm am ış olm asının da iptal gerekçeleri arasında yer aldığı düşünülürse, bu yenilik çok önem li bir hukuki güvence olarak nitelenebilir. 1735/2006 sayılı kararın 13. paragrafında dile getirilen, Yaptırım lar 2 BMGK 1333/2000, 8. maddenin c) bendi; benzer bir ifade 1267/1999 kararının 9. maddesinde de dile getirilmiştir. -312- K om itesi’nin liste prosedürü ile ilgili ilkeler belirlem esi kuralına uygun biçim de Komite, belli aralıklarla “ Guidelines o f the C om m ittee for the C onduct o f its W ork” başlıklı bir metin hazırlayıp yayınlam aktadır3. 1735/2006 sayılı kararda bunun yanısıra ayrıntılı biçim de liste prosedürünün adım ları açıklanm ış, işbirliği, işbölüm ü ve koordinasyon ilkeleri sayılm ıştır. Sırasıyla yaptırım lar, listeden çıkartm a, istisnalar, tedbirlerin uygulanm ası usulü, koordinasyon ve İzlem e E k ib i’nin (Monitoring Team ) görevleri başlıkları altında terörle m ücadele araçlarının çerçevesi çizilm iştir. Bu iki kararın güncellenm iş ve içeriği geliştirilm iş biçim leri belli aralıklarla BM GK kararı olarak yayınlanm aktadır-4. b) “Akıllı” Tedbirler (smart sanctions) “Akıllı” tedbirler kavram ı literatürde seçilm iş, hedefi belli anlam ında kullanılıp geniş kapsam lı ya da genel ticari yaptırım ların karşıtı olarak anlaşılm aktadır. Ancak bu tanımda seçilm iş tedbirlerin neden aynı zam anda “ akıllı” olduklarının yanıtı yer alm am aktadır. Bu sıfatla kastedilen öncelikle, açık ve kesin olm am akla birlikte, siyaseten daha etkili olm alarıdır. Bunun yanında genel ekonom ik yaptırım ların önceden öngörülm eyen ve istenm eyen sosyal sonuçları da seçilm iş tedbirlerin siyaseten daha etkili olm aları yönündeki beklentileri g ü çlendirm ededir (krş. C A M ER O N , 2003: 160). N itekim 1990’daıı başlayarak Birleşm iş M illetler, ABD ve AB tarafından uygulanan onlarca ekonom ik yaptırım ın genel niteliği, Irak’a uygulanan ekonom ik am bargonun gayrıinsani sonuçları karşısında büyük eleştiri konusu olm uştur. Haiti (19931994) vc Y ugoslavya’ya (1992-1995) uygulanan genel ekonom ik yaptırım lar da çocuk ölüm lerinin artm ası ya da sağlık sistem inin çökm esi gibi sonuçlar doğurm uş olsa da, insani yıkım ın boyutu Irak’ta had safhaya ulaşm ış ve BM başta olm ak üzere genel yaptırım kararı alan ülkeleri bu pratiği gözden geçirm ek zorunda bırakm ıştır (bkz. CORTR1G HT/LOPEZ, 2002: 1 vd.; BOTHE, 2008: 541 vd.). Akıllı tedbirlerin hedefi bu anlam da sona erdirilm ek istenen, yaptırım uygulanan eylem ya da işlem lerin doğrudan gerçek failleri ve bunların ilişkili oldukları şirket ya da kuruluşlardır. Bu nedenle seçilen araçlar hem daha 3 Son güncellcme 8 Aralık 2008 tarihlidir (Bakılan tarih 9 Haziran 2009). 4 Son olarak bkz. BMGK 1822/2008 (9 Haziran 2009 itibariyle). BMGK’nin terörizmle mücadele araçlarının genel bir değerlendirmesi için bkz. BIANCHI, 2007: 881 vd.; GU1LD, 2008: 173 vd. - 313- etkilidir, hem de istenm eyen sonuçlar m inim ize edilm iştir. Akıllı tedbirler başlığı altında uygulanan yaptırım lar mali, bazı ticari m allara ve silahlara yönelik am bargo ile seyahate ilişkin olm ak iizere dört başlıkta toplanabilir. Mali yaptırım araçlarından en önem lisi m alvarlıklarının dondurulm asıdır. Y aptırım uygulanan ülkenin üst düzey yöneticilerinin ve bunların ilişkili oldukları şirket ya da kuruluşların m alvarlıkları dondurulm akta, bu kişiler mali açıdan bir darboğaza sokulm aktadır. Ticari m allara yönelik am bargolarda ise özellikle petrol (İrak, Sierra Leone, Angola) ve elm as gibi (A ngola, Sierra Leone) m allar m erkezi bir rol oynam ıştır. Silah am bargosu ise en kesin, am a bir o kadar da etkisiz yaptırım araçlarından birisidir. Şim diye dek uygulandığı hiçbir ülkede hedeflenen am aca ulaşılam am ıştır. Özellikle sınır kontrollerinin çok gevşek olduğu Afrika ülkelerinde silah am bargosu silah kaçakçılığını artırm aktan başka bir işe yaram am ıştır (CORTR1GHT/LOPEZ, 2002: 14 vd.; ELLİO TT, 2002: 174 vd.). Seyahat sınırlam alarında ise, özellikle yaptırım uygulanan ülkenin yönetici sınıfına vize sınırlam ası getirilm esi, o ülkenin havayollarına kısm en ya da tam am en am bargo uygulanm ası en çok başvurulan araçlardandır. Özellikle Libya, Angola, A fganistan ve Liberya örneklerinde bu yaptırım türü çok etkili olmuş ve uzun vadede yönetici sınıfın uluslar arası düzlem de legal ticari faaliyette bulunm asının büyük ölçüde önüne geçilm iştir (ELLİO TT, 2002: 173 vd.). II. Sorunlar Avrupa Biıiiği’nin Terörle Mücadeleyi Desteklemesi ve a) Tedbirler Avrupa Birliği B akanlar Konseyi B M G K ’nin 1267/1999 kararının AB düzeyinde uygulanm asını sağlam ak am acıyla 15 Ekim 1999’da ortak bir k arar alm ıştır. Bu karar doğrultusunda T aliban’a ait ya da onların nam ve hesabına işletilen uçakların AB ülkelerine ya da ülkelerinden yaptığı uçuşlar yasaklanacak, bunun yaııısıra T aliban’ın yurtdışındaki parası ve diğer maddi kaynakları dondurulacaktı. Bunu m üteakip B akanlar Konseyi 14 Şubat 2000’dc çıkardığı 337/2000 nolıı tüzükle AT A ntlaşm ası’nın 60. ve 301. m addesine dayanarak Taliban uçaklarının uçuşlarını yasaklam ış ve T aliban’m m alvarlığının dondurulm asıyla ilgili düzenlem eler getirm iştir. 5 1999/727/GASP, ABI. L 294/1 (16.11.1999) (AB metinlerine yapılan atıflar, belgelerin Almancalarına yapılmıştır). -314- 1333/2000 sayılı BM GK kararı doğrultusunda B akanlar Konseyi 2001/154/G A SP kararını alm ıştır6. Kararın 4. maddesi Osam a bin Ladin ve onunla bağlantılı kişi ve örgütlerin m alvarlıklarının dondurulm asını öngörürken, bu kişi ve örgütlerin Y aptırım lar Kom itesi tarafından güncellenen liste doğrultusunda saptanacağını öngörüyordu. 6 M art 2001 tarihli ve 467/2001 sayılı tüzükle7 alınm ası gerekli tedbirler AB düzeyinde bağlayıcı biçim de karara bağlanıyordu. Bu tüzüğün de hukuki dayanağını AT A ntlaşm ası’nın 60. ve 301. m addesi oluşturuyordu. Kararın giriş bölüm ünün 3. paragrafında BM GK kararlarının uygulanabilm esi ve AB düzeyinde rekabeti önleyici tedbirlerin alınm asından kaçınabilm ek için bu kararların uygulanm asının Topluluğun yetki alanına girdiği ve kararların uygulanm ası için alınacak tedbirlerin Topluluk tarafından alınm ası gerektiği belirtilmiştir^. Bu tüzüğün ekinde Y aptırım lar K om itesi’nin yayınladığı listede yer alan kişi ve kurum ların listesi de yayınlanm ış, AB K om isyonu bu listeyi K om ite’nin güncellenm iş listesi doğrultusunda değiştirm ekle yetkili kılınm ıştır. K om ite’nin 17 Ekim 2001 ve 9 Kasım 2001 tarihli güncellenm iş listesinde Yasin El Kadı ile Barakaat International Foundation da El Kaide ile bağlantılı kişi ve kurum lar arasında sayılm ıştır. Kom isyon da kendisine verilen yetki doğrultusunda 2602/2001 ve 2199/2001 sayılı tüzüklerle sözü edilen kişi ve vakfı 467/2001 sayılı tüzüğün ekini güncelleyerek listeye almıştır. BM GK 1390/2002 kararına uyarak Bakanlar Konseyi 27 M ayıs 2002’de 2002/402/G A SP kararını alm ış vc A ntlaşm a’nm 60., 301. ve 308. m addelerine dayanarak dava konusu 881/2002 sayılı tüzüğü çıkarm ıştır. Bu tüzüğün 2. m addesine göre, ekli listede adı geçen gerçek ve tüzelkişilere m alvarlıkları ne doğrudan, ne de dolaylı biçim de kullandırılam az ve bu kişilerin, m alvarlıklarından yararlanm ası anlam ına gelecek mal ve hizm etlerden yararlanm ası da engellenir. 20 Aralık 2002 tarihli ve 1452/2002 sayılı BM GK kararının A B ’deki karşılığı, B akanlar K onseyi’nin 27 Şubat 2003 tarihli ve 2003/140/G A SP sayılı kararı ve buna ilişkin 27 M art 2003 tarihli 561/2003 sayılı tüzüktür. Tüzüğün 2a m addesi, hangi hallerde m alvarlığının dondurulm ası tedbirinden imtina edilebileceğini düzenlem ektedir. Buna göre tüzüğün ikinci ekinde adı belirtilen üye devlet m akam ları, ilgilinin başvurusu üzerine, tem el gıda m addesi, kira ya da ipotek, ilaç ya da tıbbi tedavi, vergi, sigorta ödentisi, kam usal sosyal güvenlik 6 ABI. 2001 L 57/1 (27.2.2001). 7 ABI. 2001 L 67/1 (9.3.2001). s Yetki tartışması için bkz. HÖRMANN, 2007: 120 vd. - 315- primleri; hukuki hizm etler ya da dondurulm uş m alvarlıklarının olağan idaresi için gerekli olan giderlere harcanacaksa, Y aptırım lar K om itesi’nin de onayı alındıktan sonra, tedbirin kaldırılm asına karar verilebilir. Yasin El Kadı ve A l Barakaat Foundation dava dilekçelerinde üç tem el nedenden dolayı haklarında tesis edilen işlem in iptalini talep etm işlerdir: El Kadı adil yargılanm a hakkının, m ülkiyet hakkının ve nihayet etkili yargısal denetim e ilişkin tem el hakkının ihlal edildiğini ileri sürm üştür. Al Barakaat Foundation ise B akanlar K onseyi’nin dava konusu tüzükleri çıkarm a yetkisinin olm adığını, AT A ntlaşm ası’nm 249. m addesinin ihlal edildiğini ve bu nedenlerle temel haklarının ihlal edildiğini ileri sürm üştür. b) İlk Derece Mahkemesi’nin (İDM) Kararları9 İDM dava konusu tüzüğün davacıların temel haklarım ihlal edip etm ediğini denetlerken, Birleşm iş M illetler’in kurduğu uluslararası hukuk düzeni ile BM üyesi devletlerin ya da A B ’nin kurduğu hukuk düzenleri arasındaki ilişkinin değerlendirilm esi gerektiğini belirtm iştir10. BM Ş artı’mn 103. m addesine göre üye devletler, Şartı im zalam adan önce ya da sonra üstlendikleri uluslararası yüküm lülüklerle BM Ş artı’nın çelişm esi halinde, BM Şartından kaynaklanan yüküm lülüklerin önceliği söz konusudur. Bu nedenle üye devletler 25. m addedeki yüküm lülükleri öncelikle yerine getirm ek zorundadırlar. AT A ntlaşm ası’nın 307. maddesi ve bununla bağlantılı olarak 297. m addesi BM Ş artı’nın bu maddesini hiçbir biçim de etkilem em ekte ve etkisiz kılm am aktadır. A B ’nin BM GK kararlarıyla bağlı olup olm adığı sorusunu ise (bkz. O O STH U IZEN , 1999: 549 vd.) M ahkem e dolaylı biçim de yanıtlam ıştır. Şarta göre AB bununla bağlı değildir, çünkü AB ne BM üyesidir, nc de üye devletlerin yerine geçerek onları tem sil etm ektedir. A ncak yine de m ahkem e 1972 tarihli Fruit Com pany" kararına atıfla, kıyas yoluyla A B ’nin de BM Şartıyla bağlı olduğunu belirtm iştir. Buna göre, daha önceden üye devletlerin BM Şartı kapsam ında sahip oldukları yetkileri eğer AB/AT üstlendi ise, bu durum da AB de Şart ile bağlı kabul edilm elidir. Bu nedenle A B ’nin üye devletlerin BM çerçevesindeki yüküm lülüklerini yerine getirm elerini engelleyecek hiçbir tedbir 9 Kararların kapsamlı değerlendirmeleri için bkz. ECKES, 2008: 74 vd.; KOTZUR, 2008: 673 vd.; STEİNBARTH, 2006: 269 vd.; TZANOU, 2009: 123 vd. 10 E! Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 178 vd.; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 228 vd. " AT AD, Fruit Company (12.12.1972), Slg. 1972, 1219, par. 18. -316- alam ayacağını belirtm iştir12. ve bunların yerine getirilm esini engelleyem eyeceğini İkinci adım da M ahkeme, BM tedbirlerini uygulam aya yönelik Topluluk işlem lerinin yargısal denetim konusu yapılıp yapılam ayacağı sorusunu ortaya atmıştır. Çünkü bir hukuk topluluğu olarak ne üye devletler, ne de Topluluk organları yargısal denetim den m uaf değildirler. Ancak BM GK kararlarının uygulanm asına yönelik tedbirlerde A B ’niıı içeriğe ya da bunun değiştirilm esine yönelik m ekanizm aların tesisinde herhangi bir takdir yetkisi olmadığı belirtilm ektedir. Bu nedenle dava konusu tüzüklerin yargısal denetim i, dolaylı biçim de BM GK kararlarının hukuka uygunluğunun denetim i anlam ını da taşım aktadır. M ahkeme, BM Ş artı’nın 103. ve AT A ntlaşm ası’nın 307 maddesi doğrultusunda, bir BM kararının Topluluk tarafından korunan tem el haklara aykırılığı iddiasıyla dahi olsa yargısal denetim konusu yapılam ayacağını, aksi takdirde bu kararların etkisiz hale getirileceğini belirttikten sonra, ilke olarak (abç) BM kararlarının Topluluk hukukuna uygunluğunun denetlenem eyeceğine, M ahkcnıe’nin BM kararlarını olabildiği ölçüde Topluluk hukukuna uygun yorum lam akla ve üye devletlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan yüküm lülükleriyle bağdaşır bir çözüm bulm akla yüküm lü olduğunu belirtm iştir13. Ancak bu argüm anı takip eden paragrafta M ahkeme şaşırtıcı bir adım atarak i us cogens ilkesini ortaya atmış vc BM kararlarının denetlenem ezliğini göreli hale getirm iştir. Buna göre, devletlerarası team ülleri kodifıye eden U luslararası A ntlaşm alara İlişkin Viyana Sözleşm esi’nin 53. m addesi devletler hukukunun bağlayıcı bir norm uyla (ius cogens) çatışan sözleşm elerin hüküm süz olduğunu belirtm ektedir. Iııs cogens 'le kastedilen ise, uluslararası devletler topluluğu tarafından bütünüyle kabul edilen, aksine bir uygulam anın kabul edilm ediği ve ancak aynı nitelikteki bir norm tarafından değiştirilebilen kurallar bütünüdür. Bunun yanında BM Ş artı’nın B aşlan g ıcın d a ve I. B ölüm ünde temel insan hakları ile antlaşm alardan doğan yüküm lülüklere saygı önem le vurgulanm ıştır. Bu ilkeler gerek BM üyeleri, gerekse organları için aynı ölçüde bağlayıcıdır. 24. m addenin ikinci fıkrasına göre G üvenlik Konseyi, kendisine Şart ile verilm iş olan görevleri yerine getirirken Birleşm iş M illetler’in Am aç ve 12 E! Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 203; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 253. 13 El Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 225; A! Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 276. Bu gerekçenin insan haklarını korumada yetersiz kalacağına ilişkin bir eleştiri için bkz. SCIIMALENBACH, 2006: 349 vd. - 317- İlkeleri’ne uygun hareket eder. Bu nedenle BMGK. kendisine verilen yaptırım yetkisini kullanırken de bunu, devletler hukukuna ve B M ’niıı ilkelerine uygun biçim de vc bu sınırlar içinde kullanm alıdır. İDM , BM GK kararlarının bağlayıcılığının sınırının ius cogens olduğunu belirttikten sonra, bu sınırların ihlali halinde - her ne kadar bu olasılığın çok düşük olduğunu dile getirse de kararların BM üyesi devletler ve AB için bağlayıcı olam ayacağını söylem iştir. AB B akanlar K onseyi’nin herhangi bir takdir yetkisi kullanm aksızın BMGK kararlarını doğrudan doğruya AB düzeyinde uygulam aya yönelik olan dava konusu tüzüğünün yargısal denetim e tabi olup olm adığı sorusu, böylecc ius cogens kapsam ındaki ilkeler açısından olum lanm ış olm aktadır. Bunu m üteakip İDM her iki davada ileri sürülen hak ihlallerini teker teker ele alm ıştır. M ülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını, 1452/2002 sayılı BM GK kararında öngörülen istisna düzenlem eleri nedeniyle ius cogens 'e aykırı bulm am ıştır. Bunun yanında m alvarlıklarının dondurulm ası tedbiri m alvarlığına el konm ası anlam ına gelm em ekte, hakkın özüne bir m üdahale niteliği taşım ayıp sadece kullanımını sınırlam akta, listeler ve alınan tedbirlerin devam ettirilip ettirilm eyeceği düzenli biçim de gözden geçirilm ekte ve nihayet ilgililere vatandaşı oldukları ya da yaşadıkları ülke aracılığıyla Y aptırım lar K om itesi’ne başvurarak durum larının gözden geçirilm esini talep etme hakkı tanınm aktadır1'. Adil yargılanm a hakkının ve dava konusu tüzük çıkarılm adan önce kendilerinin dinlenm em iş olm asının temel haklarını ihlal ettiği iddiasını da İDM, Topluluk organlarının BM GK kararlarını uygulam a konusunda hiçbir takdir ve denetim yetkilerinin olm am ası nedeniyle reddetm iştir. Y aptırım lar K om itesi’ne ilgililerin doğrudan doğruya başvurm a haklarının olm am asını da M ahkem e ius eogens'e aykırı görm em iştir. Bununda ötesinde alınan m alvarlığının dondurulm ası tedbirine dayanak teşkil eden olgu ve delillerin ilgililere bildirilm em esini de İDM, Y aptırım lar Kom itesi bunun uluslararası güvenliğe aykırı olduğu görüşünde ise, tem el hakları ihlal eden bir durum olm adığına karar verm iştir15. İDM ius cogens sınırları içinde kalm ak koşuluyla, BM GK kararlarının Topluluk hukuku tarafından korunan tem el hak ve özgürlüklere aykırılığının dolaylı olarak denetlenem eyeceğini, B M G K ’nin olgu ve delilleri değerlendirm esinin, alınan tedbirlerin bunlar ışığında am aca uygun ve ölçülü 14 BM Antlaşması’nın bağlayıcılığı ile ilgili değerlendirmeler için bkz. EI Kadı, T -315/01 (21.09.2005), par. 227-231; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 278-282. 15 El Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 274; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 320. - 318 - olup olm adığına karar verilm esinin, Topluluk m ahkem elerinin yetkisinde olm adığına karar vermiştir. Çünkü aksi takdirde B M G K ’nin yetkisine m üdahale edilm iş olunacaktır. Bunun yanında kimin ya da hangi örgütün dünya barışına bir tehdit oluşturduğuna ilişkin karar siyasal bir karar olduğundan, bu konudaki tek yetkili BM Şartı ile dünya barışının korunması ve uluslararası güvenliğin sağlanm ası ile yetkili kılınan organlardır. Bu organlardan birisi olan Y aptırım lar K om itesi’nin verdiği kararlara karşı başvurulacak bağım sız bir uluslararası m ahkem e kurulm am ış olması ise ius cogens 'e aykırılık teşkil etm em ektedir. c) ATAD’ın Kararları Yasin El Kadı ve Al Barakaat Foundation AT A D ’a yaptıkları temyiz başvurusunda temel haklarının ihlal edildiği iddiasının yanısıra, iptali istenen tüzüklerin yasal dayanağının olm adığını ve tüzüklerin AT A ntlaşm ası’mn 249. m addesine aykırı olduğunu iddia etm işlerdir. ATAD 60. ve 301. maddelerin, dava konusu tüzükler için yeterli hukuki dayanak oluşturam ayacağını belirttikten sonra, 308. m addede belirtilen koşulların gerçekleşip gerçekleşm ediğini tartışm ıştır. Yani A ntlaşm a’da başka herhangi bir hüküm bulunm am ası nedeniyle. Topluluğun am açlarını gerçekleştirm ek için gerekli önlem leri alabilm ek için bu m addeye dayanılarak işlem tesis edilip edilem eyeceği hususunu ele alm ıştır. A TA D ’a göre 308. m adde Avrupa Topluluklarının am açlarına ulaşm ak için alınabilecek tedbirlere dayanak oluşturabilir; oysa Ortak G üvenlik vc Dış Politika bir AB politikası olup 308. m addenin açık lafzı gereği bu kapsam daki tedbirlerin dayanağı olam az16. Ancak ATAD 308. m addedeki Topluluk am acı ile dava konusu tüzüklerle am açlanan terörizm le mücadele, Osam a bin Ladin, El Kaide ve T aliban’la işbirliği yapan kişi ya da kuruluşların m alvarlıklarını dondurarak terörizm e katkıda bulunm alarını engellem e am açlarının gerçekleştirilm esi arasında ilişki kurulabileceğini belirtm iştir1 . Çünkü herbir üye devletin kendi önlem lerini alm asının beklenm esi halinde hem üye devletler arasında rekabeti engelleyici farklı tedbirler söz konusu olabilecek, hem de ortak pazardaki serm aye ve mal akışı sekteye uğrayabilecektir. Bu nedenle ATAD tüzükle 308. m adde arasında bir bağlantının mevcut olup yeterli dayanak oluşturduğuna karar verm iştir18. Tem yiz başvurusunda El Kadı beş iddiayı dile getirm iştir: lfl Yasin El Kadı ve Al Barakaat Foundation davaları temyiz aşamasında birleştirilmiştir: ATAD, C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 180-198. 17 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 222. 18 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 230. - 319- İlk D crece M ahkem esi (İDM ) BM GK kararlarının 25. madde uyarınca bağlayıcılığı ile 103. m addede düzenlenen üye devletler açısından uygulam a önceliğini birbirine karıştırm ıştır, BM GK kararlarının otomatik olarak üye devletlerin iç hukukuna aktarılm ası gerektiği anlayışı yanlıştır, İD M ’nin BM GK kararlarını yargısal denetim e tabi tutma yetkisinin olm adığı konusundaki görüşü yanlıştır, ius cogens'e yapılan a tıf da çelişkilidir, çünkü İD M ’nin yargı yetkisinin olm adığı kabul edildiği takdirde iııs cogens'e dayanılarak yapılan istisna da temel ilkeyi çürütm ektedir, B M G K ’nin alınacak tedbirlere karşı bağım sız bir uluslararası m ahkem eye başvuru hakkı tanım am ış olması, üye devletlerin olgu ve delillerin saptanm ası ve başvuru yollarının sağlanm ası konusunda iyileştirm eler yapam ayacağı, bu konuda takdir yetkilerinin olm adığı anlam ına gelemez. ATAD bu iddialara ilişkin tarafların görüşlerini özetledikten sonra, 278. paragraftan başlayarak BM hukuku ile Topluluk hukukunun ilişkisine ve lıerbir düzenin sahip olduğu ya da olması gereken hukuki güvencelerle ilgili görüşünü açıklam aya başlam ıştır. A T A D ’ın kararının can alıcı noktası da burada başlam aktadır. M ahkeme ilk olarak, A B ’nin bir hukuk topluluğu olduğunu ve ne üye devletlerin, ne de Topluluk organlarının işlem lerinin Topluluk A ntlaşm alarına uygun olup olm adığına ilişkin denetim den m uaf tutulam ayacaklarını belirtm iştir19. Bunun yanısıra uluslararası antlaşm alar, Topluluk antlaşm alarında yer alan yetki düzenine ve bu hukuk düzeninin özerkliğine m üdahale edemez. Ayrıca A TA D bu hukuk düzeninin korunm asıyla yetkili kılınmış bir organdır ve tem el hak ve özgürlükler de Topluluk hukukunun genel ilkelerinin ayrılm az bir parçasıdır. Genel ilkelerin belirlenm esinde ATAD üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden ve üye devletlerin ta ra f olduğu insan haklarını korum aya yönelik antlaşm alardan yararlanm aktadır. M ahkem e A vrupa İnsan Hakları Sözleşm esi’nin bu noktada özel bir yeri olduğunu da vurgulam ıştır20. Geçm iş kararlarında da belirttiği üzere A T A D ’a göre insan haklarına saygı Topluluk işlem lerinin hukuka uygunluğunun koşuludur ve insan haklarına saygı ilkesini ihlal eden işlem ler Topluluk tarafından geçerli kabul edilem ez21. Bu doğrultuda uluslararası bir atlaşm adan doğan yüküm lülüklerin yerine getirilm esinde de bu ilkeden sapılm ası ve Topluluğun anayasal ilkelerinin 19 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 281. 20 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 283. 21 Gutachten 2/94, par. 34; Rs. Schmidberger, C-l 12/2000, Slg. 2003,1-5659, par. 73 (12.6.2003). - 320- ihlal edilmesi söz konusu olam az22. Ancak M ahkem e denetim yetkisinin Topluluk işlem ine yönelik olduğunu ve uluslararası antlaşm anın bu denetim in kapsam ına girm ediğini özellikle belirtm iştir. Bu nedenle ius cogens ilkeleriyle sınırlı olsa dahi BM GK kararlarının ATAD tarafından denetim i söz konusu olam az23. Öncelikle AT yetkileri uluslararası hukuk dikkate alınarak kullanılm ak zorundadır24. Dünya barışının korunm ası ve uluslararası güvenliğin sağlanm ası konusunda yetkili kılınan Birleşm iş M illetler’in kararlarının uygulanm ası söz konusu olduğunda da aynı ilkeler geçerlidir. Bu kararların A B ’de uygulanabilm esi için öncelikle GASP kapsam ında ortak bir karar alınması ve A T ’nin bir işlem inin gerekli olduğuna karar verilmesi gerekm ektedir. Bu doğrultuda BM GK kararlarının AT hukukuna uyarlanm ası gerekiyorsa Topluluk organları kararın am acını, lafzını ve kararda belirtilen temel yüküm lülükleri gereğince dikkate alm ak zorundadır. ATAD, BM GK kararlarının tiye devletler tarafından uygulanm asında BM Ş artı’nın belli bir model öngörm ediğini, üye devletlerin bu kararlan uygularken kendi iç hukuk sistem lerine uygun araçları kullanm alarına olanak tanındığını belirm iştir25. Bu nedenle BM GK kararlarının uygulanm asına yönelik olsa da bir Topluluk işlem inin yargı denetimi dışında tutulm asının Topluluk A ntlaşm ası’nda herhangi bir dayanağı bulunm am aktadır. Üye devletlerin diğer uluslararası antlaşm alardan kaynaklanan yüküm lülükleriyle AT A n tlaşm asın d an kaynaklanan yüküm lülüklerinin çatışm ası halini düzenleyen 307. maddenin, Topluluğun tem elini oluşturan ilkelerin sorgulanm asına, özellikle tem el hakların korunması vc Topluluk işlem lerinin bu haklarla bağdaşıp bağdaşm adığına ilişkin yargı denetim inin yapılm asına bir istisna getirem eyeceği belirtilm iştir. M adde 300/V H ’ye göre, bu m addeye uygun olarak im zalanan uluslararası antlaşm alar üye devletler ve AT için bağlayıcıdır. Bu bağlayıcılık BM Ş artı’na uygulanacak olursa, BM Şartı ikincil hukuk norm ları karşısında önceliğe sahiptir26; ancak bu öncelik birincil 22 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 285. J3 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 286 vd. 24 C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 291 vd. Bu doğrultuda Mahkeme’nin geçmiş içtihatlarından bkz. Rs. Poulsen ve Diva Navigation, C-286/90, Slg. 1992,1-6019, par. 9; Rs. Racke, C -162/96 (16.06.1998), par. 45; Rs. Kommission/Rat, C-91/05, par. 65 (20.05.2008). 25 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 296 vc 298. 26 Bkz. Rs. Intertanko, C-308/06, par. 42 (3.6.2008). -321 - hukuk norm ları ve Topluluk hukukunun tem el ilkeleri27 karşısında söz konusu değildir28. N itekim m adde 300/V I’da A T A D ’ın görüşüne başvurularak bir uluslararası antlaşm anın AT A ntlaşm ası'na aykırı olduğuna karar verilirse, bu antlaşm anın yürürlüğe girm esinin m üm kün olm adığı açıkça düzenlenm iştir. ATAD kendi denetim yetkisini, Topluluğun hukuk düzeninin özerkliğinden çıkartm aktadır. Dava konusu tüzük de bu hukuk düzeninin bir parçası olduğu için M ahkem e bu işlem in temel hak ve özgürlüklere uygun olup olm adığını denetlem e yetkisine sahip dem ektir29. M ahkem e’ye göre, BM nezdinde başvuru ve denetim m ekanizm aları öngörülm üş ve bunlar davacıların başvuruları incelenirken iyileştirilm iş olsa da, yargısal bir denetim in güvencelerine sahip olm adığından, AB düzeyindeki yargısal denetim daha da önem kazanm aktadır. M ahkem e ayrıca K om ite’ye yapılan listeden çıkartılm a başvurusundan sonra gerçekleşen prosedürün devletlerarası ve diplom atik bir doğası olduğunu, Kom ite üyesi devletlerin oybirliğine ihtiyaç duyulduğunu, bireylerin haklarını korum ak ve savunm ak için herhangi bir hukuki araca sahip olm adıklarını, ancak vatandaşı oldukları ya da ikam et ettikleri devletin görüş bildirm e yetkisi bulunduğunu vurgulayıp yargısal korum anın eksik unsurlarına dikkat çekm iştir. Bunun yanında listede adı geçen bireylere listeye alınm alarına sebep olan olgu ve delillerin gösterilm esi ve bildirilm esi zorunlu olm adığından ATAD, AB düzlem indeki yargısal denetim in daha da büyük önem taşıdığını vurgulam aktadır30. Ancak M ahkem e terörizm le m ücadele çerçevesinde alınan önlem lerin etkili, ilgililer açısından ise “ sürpriz” olabilmesi için, ilk kez listeye alınm a öncesinde bildirim de bulunm a yüküm lülüğünün Y aptırım lar K om itesi’nden beklenem eyeceğini de ayrıca belirtm iştir31. BM hukuku ile Topluluk hukuku ve her iki düzlem in işlem leri arasındaki ilişkiyi “çoğulcu” (pluralist ) (BÜRCA, 2009: 857 vd.; N O LLK A EM PER, 2009: 27 Genel ilkeler normatif olarak Antlaşmalarda çok kısa biçimde düzenlenmiş olup (örneğin, AB Antlaşması’mn 6/1 maddesinde sayılan ve AB’nin temel unsurlarını oluşturan özgürlük, demokrasi, insan hakları ile temel hak ve özgürlüklere ve hukuk devleti ilkesine saygı ya da 6/II maddesinde belirtiidiği gibi, AÎHS’de sayılan temel haklar ile üye devletlerin anayasalarında ortak olan değerler) bu konudaki geniş içtihat ATAD tarafından geliştirilmiştir. Kapsamlı bir araştırma için bkz. BERNITZ/NERGELIUS/GARDENER, 2008. 28 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 304 vd 308. 29 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 317. 30 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 323 vd. 31 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 338 vd. Aynı doğrultuda başka bir karar içiıı bkz. Rs. Möllendorf-Niehuss, C-l 17/06, par. 63. - 322 - 867 vd.) hukuk düzeni anlayışı çerçevesinde değerlendiren ATAD davadaki talepleri değerlendirm eye geçm iştir. M ahkeme öncelikle Topluluk üyesi devletlerin anayasal geleneklerine, A İH S ’nin 6. ve 13. m addesi ile 7 Aralık 2000 tarihinde N icc’te deklare edilen A vrupa Tem el H aklar Ş artı’nın 47. m addesine dayanarak, etkili yargısal korum aya sahip olm anın, Topluluk hukukunun temel ilkelerinden birisi olduğunun A T A D ’ın yerleşik içtihatlarında kabul edildiğini dile getirm iştir. Davacıların bu haklarının da dava konusu tüzüklerde yeterince güvence altına alınm adığına karar verm iştir32. A ncak terörizm le m ücadele ile tem el hak ve özgürlüklerin korunm ası dengesinde ATAD Avrupa İnsan H akları M ahkem esi’nin Chahal k ararına’3 atıfla güvenlik ve gizlilik esası ihlal edilm eksizin, m ahkem elerin görevinin uygun tekniklerle bireylere etkili usuli güvence sağlam ak olduğunu ve bu iki hukuki değer arasında bir denge kurulm ası gerektiğini v u rg u lam ıştır4. M ahkem e, AB B akanlar Konseyi dava konusu 467/2001 tüzüğünü değiştiren K om isyonun 2062/2001 ve 2199/2001 tüzüklerinin yayınlanm asından sonra, davacılara haklarındaki iddialar ve deliller hakkında bilgi verilm ediğini, kendilerine savunm a hakkı tanınm adığını belirtm ektedir. Bunun sonucunda davacılar kendileri hakkındaki iddialara bir m ahkem e önünde cevap verm e ve kendilerini savunm a hakkından m ahrum bırakılm ışlardır3*. El K adı’nın, m ülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ise ATAD tarafından kabul edilm em iştir. G erek kendi içtihatları, gerekse A İH M ’nin içtihatları doğrultusunda M ahkeme, m ülkiyet hakkının sınırsız olm adığını, kam u yararı gerekçesiyle, hedeflenen am açla sınırlam a arasındaki ölçülülük ilkesi ihlal edilm ediği ve hakkın özüne m üdahale edilm ediği oranda sınırlam anın mümkün olduğunu belirtm ektedir’6. Bu sebeple El K a d ı’nın m ülkiyet hakkının ölçülülük ilkesi çerçevesinde sınırlandığı kabul edilm ekle birlikte M ahkeme, listeye alınm a kararm a karşı etkili başvuru yolları öngörülm ediği için tüzüğün davacılarla ilgili kısm ının iptaline karar vermiştir. Ancak giderilem ez zararların doğm asını engellem ek ve tüzüğün am acını tam am en ortadan kaldırm am ak için, kararın açıklanm asından başlayarak en geç üç ay içinde B akanlar K onscyi’nin kararda sözü edilen ihlalleri giderecek biçim de tüzüğü yeniden düzenlem esine 32 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 334 vd.; Ayrıca bkz. Rs. Unibet, C-432-05, Slg. 2007,1-2271 par. 37. 33 ECHR judgement, Chahal v. UK, Nr. 70/1995/576/662 (15.11.1996), par. 131. 34 C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 344. 35 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 348 vd. 36 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 355 vd. -323- vc o zam ana dek tüzüğün davacılar için dc yürürlükte kalm asına karar verilm iştir37. Bunun üzerine Kom isyon, 881/2002 sayılı tüzüğün 7. m addesinin birinci fıkrasıyla BM G K kararları doğrultusunda tedbir alınacak kişilerin adlarına ilişkin listeyi değiştirm eye yetkili kılınan organ olarak, 2 Aralık 2008 tarihli AB Resmi G azetesinde yayınlanan 1190/2008 sayılı tüzüğü çıkarm ıştır38. Tüzüğün giriş bölüm ünün üçüncü paragrafında davacılara listeye alınm a sebepleri hakkında bilgi verildiği ve kendilerine bu bilgiler ışığında savunm a hakkı tanındığı belirtilm ektedir. Aynı tüzüğün altıncı ve yedinci paragrafında davacılardan El Kadı ve Al B arakaat V akfı’ndan gelen açıklam a ve bilgiler doğrultusunda K om isyon’un, adı geçen gerçek vc tüzelkişinin tüzüğe ekli listede adlarının yer alm asının uygun olacağı kanaatine vardığı belirtilerek, aynı tüzüğün ekinde bu kişilerin adlarına yer verilm iştir. K om isyon bu tarihten sonra altı tane daha tüzük değişikliği39 yaparak m alvarlığı dondurulacak kişilerin listesine eklem eler yapm ıştır. Bu tüzüklerden ilkinde, ATAD kararında belirtilen güvencelere ve buna uygun prosedüre herhangi bir a tıf olm am akla birlikte, 23 Aralık 2008 tarihli Resmi G azetc’de yayınlanan tüzükten başlayarak tüzük m etninde, Y aptırım lar K om itesi’nin listede yaptığı değişiklik doğrultusunda A B ’nin ilan ettiği listenin dc değiştirildiği, K om ite’nin değişiklik gerekçelerinin AB K om isyonu’na bildirildiği, ilgililerin K om isyon’a başvurm aları halinde kendilerinin sebepler hakkında bilgilendirilip bu iddialara cevap hakkı tanınacağı ve yapacakları savunm alar ışığında tüzüğün tekrar gözden geçirilebileceği belirtilm ektedir. Böylelikle A T A D ’ın kararında dile getirilen hukuki güvenceleri ilgililere tanıyan bir prosedür izlenm iş ve Topluluk hukukunun tem el ilkeleri güvence altına alınm ış olm aktadır. III. Türkiye’de BMGK Kararlarının Uygulanması 1363/2001 nolu BM GK kararının 8. m addesi, kararların doğrudan doğruya uygulanabilirliği sözkonusıı olm adığı için üye devletleri, BM GK 37 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 369 vd. ile 376. 38 ABI. L 322/25 (2.12.2008). 39 Sırasıyla bkz. VO 1314/2008 (ABI. L 344/64, 20.12.2008); VO 1330/2008 (ABI. L 345/60, 23.12.2008); VO 184/2009 (ABI. L 63/11, 7.3.2009); VO 265/2009 (ABI. L 89/6, 1.4.2009); VO 344/2009 (ABI. 105/3, 25.4.2009); VO 490/2009 (ABI. L 148/12, 11.6.2009). kararlarının ve özellikle 2. m addede belirtilen tedbirlerin en kısa zamanda uygulanm asını sağlayacak yasal ve idari düzenlem eleri yapm aya, mevcut düzenlem eleri ise gözden geçirm eye davet etm ektedir. Aynı ifadeler 1390/2002 nolu kararın 8. m addesinde de tekrarlanm aktadır. Danıştay Onuncu Dairesi ile D anıştay İdari Dava Dairelerinin iki kararı, İDM ile ATAD kararları arasındaki yaklaşım farkından çok daha büyük bir keskinlik gösterm ektedir. Aşağıda öncelikle dava konusu özetlenip bu iki kararın temel yaklaşımı ve gerekçeleri açıklandıktan sonra, her iki karardaki hukuki argüm anların BM GK kararları ışığında bir değerlendirm esi yapılacaktır. a) Danıştay Onuncu Dairesi’nin Kararı4" B akanlar K urulu’nun 2001/3483 sayılı ve 22.12.2001 tarihli kararıyla41 davacı Yasin El K adı’nın T ürkiye’de bulunan bankalar ve diğer mali kurum lar ile gerçek vc tüzelkişiler nezdindeki kiralık kasa m evcutları da dahil olmak üzere, tüm hak ve alacakları ile m alvarlıklarının dondurulm asına vc bu m alvarlıkları ile ilgili her türlü işlemin M aliye B akanlığı’nın iznine bağlanm asına karar verilm iştir. Davacı, herhangi bir yargı kararı olm aksızın ve suçlu olduğu tesbit edilm eksizin hakkında karar verildiği ve B akanlar Kurulu kararının süresi belirsiz olduğu için bu idari karar hakkında iptal davası açmıştır. Davalı kurum lar Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve M aliye B akanlığı’dır. Yapılan savunm ada BM Ş artı’nın ve BM GK kararlarının Türkiye için bağlayıcı olduğu ve T ürkiye’nin 1267/1999, 1333/2000 ve 1373/2001 sayılı BM GK kararları doğrultusunda karar aldığı belirtilm iştir. Davanın gelişim sürecinde, BM GK kararı uyarınca oluşturulan Y aptırım lar K om itesi’nin listesi yayınlandıktan sonra M aliye Bakanlığı, teröre kaynak sağlayan kişi ve organizasyonlar hakkında araştırm a ve inceleme yapm ak üzere bir m üfettiş görevlendirm iştir. Görevlendirilen m üfettiş 9.11.2001 tarihli bir yazı ile davacı El K ad ı’nın, kara para aklam a faaliyeti içinde olduğu konusunda ciddi em arelere rastlanıldığını belirterek her türlü mal, hak vc alacaklarına 4208 sayılı Kanunun 9 uncu m addesi42 uyarınca tedbir 40 E. 2002/984, K. 2006/4795, karar tarihi: 4 Temmuz 2006. 41 Resmi Gazete 30.12.2001 (mükerrer). 4208 sayılı Karapanaın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Kanunun 9 uncu maddesi: Tedbir Konulması - 325- konulm asının uygun olacağı sonucuna ulaşıldığını M aliye Bakanlığı Mali Suçları A raştırm a Kurulu B aşkanlığı’na (M A SA K ) bildirm iştir. M ASAK ise bu m üfettiş raporu üzerine ekinde herhangi bir belge içermeyen bir yazıyla İstanbul C um huriyet B aşsavcılığına, 4208 sayılı K anunun 9. m addesi uyarınca tedbir alınm ası talebiyle başvurm uştur. Talebi inceleyen İstanbul 4. Sulh Ceza M ahkemesi ise “ tedbir talebine herhangi bir delil ve belge eklenm ediğinden talebin reddine” usulden karar vermiştir. Görüldüğü üzere Sulh Ceza M ahkemesi, adı geçen K anunun 9. m addesine uygun olarak delillere bakarak karar vermesi gerektiğinden, kanuna uygun bir karar vermiştir. Savcılığın bu durum da yapm ası gereken şey, gerekirse “ gizlidir” ibaresiyle, davacı hakkında tedbir alınm asını gerektirecek belgeleri talep yazısına ekleyerek m ahkem eye sunm ak olm alıydı. Oysaki ne savcılık, ne dc M ASAK m ahkem enin bu red gerekçesinden sonra harekete geçm em iş, talep edilen delilleri m ahkem eye sunm am ıştır. M ahkem enin red kararından sonra Dışişleri Bakanlığı 21.11.2001 tarihli bir yazıyla, M ASAK ve M İT ’ten edinilen bilgiler doğrultusunda Yasin El K adı’nın m alvarlıklarının dondurulm ası için bir Bakanlar Kurulu kararnam esinin çıkarılm asının uygun olacağını belirten görüşünü B akanlar K urulu’na iletm iştir43. Danıştay tetkik hakimi görüşünde, BM Şartı ve BM GK kararları Türkiye açısından bağlayıcı olm akla birlikte, Şartın 25. m addesinin Konsey kararlarının uygulanm a biçim ini düzeıılem eyip bu konuyu iç hukuka bıraktığını belirtm iştir. Kaıaparanın aklanmasına yönelik ciddi emarelerin varlığı halinde, bankalar ve banka dışı mali kurumlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki kiralık kasa mevcutlan da dahil olmak üzere hak ve alacakların dondurulmasına, tasarruf yetkisinin tamamen veya kısmen kaldırılmasına; mal, kıymetli evrak, nakit ve diğer değererin zaptına, bunların bir tevdi mahalline yatırılmasına ve hak ve alacaklar üzerinde diğer tedbirlerin konulmasına hazırlık tahkikatı sırasında sulh ceza hakim i; yargılama sırasında ise mahkeme tarafından karar verilebilir. Tedbire ilişkin talepler, evrak üzerinden yapılacak inceleme sonucu derhal ve nihayet 24 saat içerisinde sonuçlandırılır. Gecikmesinde sakınca görülen hallerde cumhuriyet savcıları da hak ve alacakların dondurulmasına karar verebilir. Cumhuriyet savcılığı bu kararı en geç 24 saat içinde sulh ceza hakimine bildirir. Hakim en geç 24 saat içinde onaylanıp onaylanmamasına karar verir, onaylanmama halinde, cumhuriyet savcılığının kararı hükümsüz kalır. 43 Yasin El Kadı ile ilgili kapsamlı bir araştırmacı gazetecilik örneği için Bkz. ŞENER, 2006). - 326- Bu nedenle de iç hukukum uzda anayasal ve yasal düzenlem eler yapılması gerektiğini belirtm iştir. Bu tedbirler arasında BM GK 1373/2001 kararının 3. m addesinin d) bendinde belirtildiği üzere 9 Aralık 1999 tarihli Terörizm in Finansm anının Ö nlenm esine Dair U luslararası Sözleşm e44 de dahil olm ak üzere terörizm e ilişkin sözleşm e ve protokollere ta ra f olunm asının vc ülkelerin karşılıklı anlaşm alar yoluyla işbirliğini geliştirm elerinin istendiği belirtilm iştir. Tetkik hakimi yiııe o dönem de yürürlükte olan 4208 sayılı Karapanın A klanm asının Ö nlenm esine Dair K anun ile 4422 sayılı Ç ıkar Amaçlı Suç Ö rgütleriyle M ücadele Kanunu kapsam ında sözü edilen Konsey kararlarının iç hukukta uygulanm asını sağlayacak tedbirlerin alındığını, bu doğrultuda başvurulan Ceza M ahkem esi’ne gerekli bilgi ve belgelerin sunulm ası gerektiğini vurgulam ıştır. D anıştay savcısı ise BM GK kararlarının A nayasanın 90. m addesi uyarınca kanun hükm ünde olduğunu, bu nedenle Güvenlik K onseyi’nin 1267/1999, 1333/2000 ve 1373/2001 kararlarının uygulanm ası için ayrıca bir işleme gerek olm ayıp davacının m alvarlıklarının dondurulm ası için T ürkiye’de ayrıca bir takibat yapılm asına ya da kesinleşm iş yargı kararı bulunm asına gerek olm adığı yönünde görüş bildirm iştir. O nuncu D aire kararının en önem li yönü, BM GK kararlarının bağlayıcılığı ve bıınun gerçekleştirilm e biçimi konusundaki tesbitinde yer alm aktadır. M alıkem c’ye göre, “ B irleşm iş M illetler A ndlaşm asınm 25 inci m addesinde yer alan G üvenlik Konseyi K ararlarının üye ülkelerce uygulanacağı şeklindeki hükm ün, K onsey kararlarının uygulanm a biçim ini düzenlem eyip, bu konuyu iç hukuka bırakm ış olm ası karşısında, Güvenlik Konseyi K ararlarının iç hukukum uz çerçevesinde Anayasa ve yasal düzenlem eler doğrultusunda uygulanacağı açıktır” . M ahkeme, bu doğrultuda 1373/2001 nolıı kararın 3. m addesinin d) ve e) bentlerinde sözü edilen Terörizm in Finansm anının Önlenm esi Antlaşm asının hüküm lerinin de iç hukuka atıfta bulunduğunu belirtm ektedir. Bunun yanında M ahkem e A nayasa’nm 35. m addesindeki mülkiyet hakkına, 13. ve 16. m addesindeki tem el hak ve özgürlüklerin sın ırla n d ırm a sıy la ilgili genel hüküm lere atıfla alınabilecek tedbirlerin anayasal çerçevesini de çizm iştir. M ahkem c’ye göre bu sınırlar çerçevesinde idarenin yasayla yetki 44 Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme, TBMM tarafından 10.1.2002 tarihinde 4738 sayılı kanunla onaylanması uygun bulunarak, 17.1.2002 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. - 327- tanınm am asına rağmen m ülkiyet hakkını sınırlandırm ası kaynağını Anayasadan alm ayan bir devlet yetkisinin kullanılm ası anlam ına gelip A nayasa’nın 6. maddesini ihlal etm ek anlam ına gelm ektedir. M alıkem e’yc göre BM GK kararlarının uygulanm ası için gerekli iç hukuk düzenlem esi T ürkiye’de yapılm ış olup 4208 ve 4422 sayılı kanunlar m alvarlıklarının dondurulm ası tedbiri için hakim kararını zorunlu kılmıştır. M ahkem e bu doğrultuda, ilgili m ahkem eye Yasin El Kadı ile ilgili bilgi ve belgelerin iletilm esi gerektiğini, bunun yapılm ayıp idarenin bir kararıyla m alvarlıklarının dondurulm ası kararının davacı ile ilgili kısm ının iptali gerektiğine hükm etm iştir. Karara yazılan tek karşıoy gerekçesi ise, BM GK Y aptırım lar K om itesi’nin listesinde yer alan isimlerin bir iç hukuk işlem inde tekrarlanm ası ile BMGK kararlarında alınm ası talep edilen tedbirlerin uygulanm ası arasındaki ilişkinin değerlendirilm esinde çoğunluk görüşünden ayrılm aktadır. Buna göre, dava konusu B akanlar Kurulu kararında Y aptırım lar K om itesi’nin sürekli güncellenen listesindeki isim lerin tekrarlanm asından başka bir şey yapılm am ıştır. Hakim e göre bu işlem le B M ’nin talep ettiği yaptırım lar da iç hukukum uza aktarılm ış olmaktadır. Oysa bu listedeki isim lerle ilgili olarak alınacak tedbirlerin geııcl çerçevesi BM GK kararlarında çizilm iş olm akla birlikte, üye devletlerden bu tedbirlerin uygulanm ası için gerekli iç hukuk düzenlem elerinin yapılm ası talep edilm ektedir. Dolayısıyla tedbirler, isim listesine m ündem iç değildir. Karara karşıoy yazan hakim in BM GK kararlarının kanun hükm ünde olduğu ve kararlardaki tedbirlerin uygulanm ası için ayrıca hakim kararına gerek olmadığı yönündeki görüşü, kanunlardaki belirlilik ilkesinin gereklerini yerine getirem em ektedir. Çünkü A n a y asam ın 90. m addesinin 5. fıkrasına göre kanun hükm ünde olup anayasaya aykırılığı ileri sürülem eyeceği kabul edilse bile, ilgili BM GK kararları alınacak tedbirlerin üye devletlerin iç hukukunda hangi m akam lar tarafından ve hangi süreyle alınacağına ilişkin herhangi bir hüküm içerm em ektedir. D olayısıyla bir kanundan beklenen kesinlik ve açıklık bu kararlarda m evcut değildir ve olam az da. Bu argüm an bir adım ileriye götürülecek olursa, üye devletlerde her m akam kendisini yetkili görüp alınm ası gerekli tedbirlerin alınm asını kararlaştırabilecektir. 45 Ulustistü ve ulusal mahkemelerin BM hukukuna üstünlük tanırken, insan haklarına ilişkin korunması gereken ilkelerle bir denge kıınnası gerektiğine ilişkin bir argüman için bkz. DE SENA/VITUCCI, 2009: 193 vd. -328- b) Danıştay İdari Dava Dairelerinin Kararı46 Danıştay Onuncu D airesi’nin kararının tem yiz aşam ası, El Kadı ile ilgili alınan ekonom ik tedbirlerin T ürkiye’deki boyutunu hukuki alandan siyasi alana taşım asıyla özel bir önem arz etm ektedir. Başbakanın danışm anı Cüneyd Z apsu’nun eski iş ortağı olan vc başbakanın bizzat “param kadar kefilim ” dediği El Kadı, El K aide ile bağlantılı olduğu konusunda güçlü em areler bulunduğu gerekçesiyle M ASAK m üfettişi tarafından M aliye B akanlığı’na m alvarlığının dondurulm ası önerisiyle bir rapora konu olduğu ve ismi BM GK listesinde yer aldığı halde, İstanbul 4. Sulh Ceza M ahkem esi’nin verdiği usulden red kararına karşı hiçbir girişim de bulunulm am ış olm ası nedeniyle siyaseten dc tartışılan bir vaka haline gelm iştir. İlk hukuki m esele davalı idarenin tem yiz istem inde bulunup daha sonra bu istemini geri çekm esinde ortaya çıkm ıştır. Davalı idare olarak Başbakanlık, Dışişleri ve M aliye B akanlığı’ndan sadece ilk ikisi tem yiz talebinde bulunm uştur. Gazete haberlerine göre başbakan E rdoğan’ın devreye girm esiyle ilk olarak Başbakanlık, daha sonra ise Dışişleri Bakanlığı tem yizden feragat talebinde bulunm uşlardır. Tem yizden feragat dilekçesi B aşbakanlık adına m üsteşar yardım cısı tarafından, Dışişleri Bakanı adına ise hukuk m üşaviri tarafından im zalanm ıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri (DİDD), 4353 sayılı ve 8.1.1943 tarihli “ M uhakcm at Um um M üdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının Takibi U sullerine ve M erkez vc V ilayetler K adrolarında Bazı Değişiklikler Y apılm asına Dair Kanun”un 22. m addesinde idari davalarda tem sile yetkili olan kişinin ilgili bakanlıkların hukuk m üşaviri olm asından hareketle, önce yetki unsurunu tartışm ıştır. Bir sonraki aşam ada ise 4353 sayılı kanunda idari davalardan feragatin düzenlenm em iş olm asını, kanunun diğer hüküm lerini de dikkate alarak tartışm ıştır. DİDD, tem yizden feragatin kabul edilm em esini gerekçelendirirken, ikili bir yol izlemiş ve birbirinden bağım sız iki argümanı birlikte değerlendirm iştir. DİDD bir yandan tem yizden feragat için tem sile yetkili olan hukuk m üşavirlerinin en üst idari am irden, yani Başbakan ve Dışişleri bakanından açık yetki alm aları gerektiğini belirtm iş ve som ut olayda bu yetkinin mevcut olm adığını belirtm iştir. Bunun yanında bazı üyeler ise iç hukukun bir parçası olan bir uluslararası antlaşm anın gereklerini yerine getirm eye yönelik olan bir idari işlem e karşı açılan davada tem yizden feragatin, aynı zam anda uluslararası yüküm lülüklerin ihlali anlam ına gclebileccğini, bu nedenle idareye karşı açılan 46 E. 2006/2824, K. 2007/115 (22.02.2007). -329- davalarda kanun yollarının tüketilm esi gerektiği görüşünü belirtm iştir. Açıklanan nedenlerle tem yizden feragat talepleri dikkate alınm ayarak tem yiz incelem esine esastan geçilmiştir. M ahkeme, dava konusu B akanlar Kurulu kararının BM G K Y aptırım lar K om itesi'nin hazırladığı listenin tekrarından ibaret olduğunu, bunun dışında bir tasarrufunun bulunm adığını, böylelikle yaptırım ların iç hukukum uza aktarılm asının sağlandığını belirtm ektedir. M ahkeme B M G K kararlarının hukuki niteliğini BM Şartı, A nayasa ve konuyla ilgili yasalar ışığında değerlendirm eye çalışm ıştır. Buna göre BM Ş a rtfn ın 2. m addesinin 7. fıkrası ile VII. Bölüm de yer alan zorlayıcı önlem lerin üye devletler tarafından uygulanm ası yüküm lülüğü, BM GK kararlarının bağlayıcılığını ortaya koym aktadır. M ahkem e bu noktada üye devletlerin iç hukukuyla ilgili olarak Ş art’ta öngörülm eyen bir önerm eyi dile getirm ekte ve “ üye ülkelerin üstlendikleri bu yüküm lülüğü yerine getirm ek için iç hukuklarında ayrıca bir yasal düzenlem e yapm alarına gerek yoktur” ifadesini kullanm aktadır. Oysa bu cüm lenin hem en ardından, B akanlar K urulu’na düşen görevin, atacağı bir karar ile (yani bir iç hukuk işlemi ile) B M G K 'nin aldığı zorlayıcı önlem leri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yürürlüğe koymak ve uygulanır hale getirmek olduğu belirtilm ektedir. D olayısıyla birbirini takip eden iki cüm le arasında m utlak bir çelişki sözkonusudur. Bunun da ötesinde M ahkeme, herhangi bir gerekçe gösterm eksizin bu konuda yetkili organın Bakanlar Kurulu olduğu düşüncesindedir “ ...Bakanlar Kurulunun yetkili olduğunun kabulü gerekm ektedir” . Bu çelişkili ifadeleri m üteakip M ahkem e, iç hukuktaki 4422 ve 4208 sayılı kanunlarda öngörülen hakim güvencesinin BM GK kararları için gerekli (abç) olm adığım , am a elbette idari bir işlem olan Bakanlar Kurulu kararına karşı idari yargı yolunun açık olduğunu belirterek, idarenin tem yiz talebini kabul etmiştir. 10. D aire’nin aldığı m alvarlığının dondurulm ası tedbirinin kaldırılm ası kararı bozularak dosya adı geçen daireye gönderilm iştir. Bu karar sonrasında El K adı’nın T ürkiye’deki m alvarlığının dondurulm ası tedbiri tekrar uygulanm aya başlanmıştır. c) Değerlendirme B M G K ’nin 1363/2001 (md. 8), 1390/2002 (md. 8), 1455/2003 (md. 5) ve 1526/2004 (md. 20) kararlarında üye devletlere G üvenlik Konseyi kararlarının gereklerini yerine getirebilm ek için “gerekli yasal ve idari düzenlem eleri yapm a” çağrısında bulunulm aktadır. Dolayısıyla BM GK, kararların doğrudan uygulanabilir nitelikte olm adığını, üye devletlerin bu kararların uygulanm asını sağlam ak am acıyla bir iç hukuk işlemi tesis etm eleri gerektiğini dolaylı biçimde vurgulam aktadır. Üye devletlerin görevi, BM GK kararlarının uygulanm asını -330- sağlayacak m ekanizm aları geçirm ektir. iç hukukun gerekleri doğrultusunda harekete BM GK kararlarının uygulanm ası için bir iç hukuk işlemi gerçekleştirildikten sonra bu işlemin yargısal denetim konusu yapılıp yapılam ayacağı ya da denetim bloğunun ne olacağı m eselesi, tam am en ilgili ülkenin iç hukukuna göre karar verilm esini gerektiren bir durum dur. BM Ş artfn d a ya da genel devletler hukukunda buna ilişkin bir düzenlem e mevcut değildir. BM Ş a rtfn m 103. m addesi Şart ile üye devletlerin diğer uluslararası yüküm lülükleri arasındaki önceliği düzenlem ekte, iç hukuktaki hiyerarşi üzerine bir kural içerm em ektedir. Yine Viyana Sözleşm esi’nin 27. m addesi de BM GK kararlarının yerine getirilm em esinde iç hukukun gerekçe gösterilem eyeceğini belirtm ekle yetinm ektedir. Bu da yalnızca BM G K kararlarının uygulanm asının zorunlu olduğunu gösterm ekte, ancak bunun biçimi konusunda herhangi bir kural içerm em ektedir. A nayasa’nm 90. maddesi de yalnızca usulüne göre yürürlüğe konm uş antlaşm aların anayasaya aykırılığının ileri sürülem eyeceğini belirtirken, bunların kanun hükm ünde olduğunu belirtm iştir. Türkiye’nin BM Daim i T em silcisi’nin B M G K ’yc 16 N isan 2003 tarihinde sunduğu rapor47 da, BM GK kararlarının doğrudan uygulanm a niteliğine sahip olm adığını doğrulam aktadır. Bu rapor, BM tarafından hazırlanm ış standart soruların yazılı olarak yanıtlanm asından ibarettir. BM GK kararlarının üye devletlerde doğrudan etkisinin olm adığını ve üye devletlerin bu kararları iç hukuklarına aktarm aları gerektiğini, soruların formüle ediliş biçim inden çıkartm ak müm kündür. Konsolide listeyle ilgili ikinci soruda, T ürkiye’nin 1267/1999 nolu BM GK kararını hukuk sistem ine ve idari yapısına nasıl entegre ettiği, sekizinci soruda iç hukuka göre terörizm le m ücadele kapsam ında başka hangi tür önlem lerin alındığı, dokuzuncu soruda ise anılan BMGK kararındaki m alvarlıklarının dondurulm ası tedbirinin uygulanm ası için nasıl bir yasal düzenlem e yapıldığı, m evcut yasal çerçevede bu kararın uygulanm asını zorlaştıracak düzenlem elerin m evcut olup olm adığı sorulm aktadır. Görüldüğü gibi, BM kararlarının üye devletlerde doğrudan doğruya uygulanabilir nitelikte olm adığı bu sorularda ve verilen yanıtlarda açıkça ifadesini bulm aktadır. Bunun yanında uluslararası hukuk literatüründe El Kadı ile ilgili olarak BM, AB vc T ürkiye’deki hukuki tartışm alardan öncc de BM GK kararlarının 47 United Nations Security Council, S/AC.37/2006/(1455)/6: “Note Verbale dated 16 April 2003 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Chairman of the Committee”. -331 - doğrudan etkisi tartışılm ış ve kararlar bağlayıcı olm akla birlikte, muhatapları üye devletler olduğu için iç hukukta doğrudan uygulanabilir nitelikte olm adıkları hususunda ağırlıklı bir görüş oluşm uştur48. Uluslararası hukukun en tem el başvuru eseri olan Encyclopedia o f Public International Law (E P IL )’da Birleşmiş M illetler m addesini yazan Frowein, m eseleyi çok güzel vc sade bir biçim de özetlem iştir. Buna göre BM kararları doğrudan üye devletlere yöneliktir. Eğer bir BM kararıyla yüküm lülük altına sokulan devlet bu kararın gereklerini yerine getirm ezse, bu uluslararası hukukun ihlali anlam ına gelse de, o devletin m ahkem eleri iç hukuku uygulam ak zorundadırlar. Dolayısıyla ister BM Ş artı’mn 25. m addesine, isterse başka bir m addesine dayansın, BM kararlarının üye devletlerde uygulanabilm esi için bir iç hukuk işlem ine ihtiyaç duyulm aktadır. Bunun yanında vurgulanm ası gereken bir diğer husus ise, bütün BMGK kararlarının otom atik olarak bağlayıcı nitelik taşım adığıdır. Sadecc tavsiye niteliğinde olan kararlar olabileceği gibi, em redici hüküm ler içeren kararlar da olabilir. D olayısıyla genel bir formül yerine, kararın lafzının dikkate alınm ası gerekm ektedir49. Üye devletlerin BM GK kararlarını uygularken bağlı oldukları hukuk norm larının ve ilkelerinin ne olduğu yine B M G K ’nin 1456/2003 nolu kararının 6. m addesinde belirtilm iştir. Buna göre, üye devletler terörizm le m ücadele kapsam ında aldıkları tedbirlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan yüküm lülükleriyle - som ut olarak insan hakları, m ülteci hakları ve insancıl hukukla - uyum içinde olm asını güvence altına alm ak zorundadırlar. BMGK kararlarının bağlayıcılığıyla çelişm eyen bu hükm ün, bütün BM sistemi dikkate alınarak değerlendirilm esi gerekm ektedir. Bu durum da Türkiye açısından, taraf olunan insan haklarına ilişkin bütün antlaşm alar, A vrupa İnsan Hakları M ahkem esi’nin içtihatları, Avrupa K onseyi’nin ilke kararları vb. norm lar, bu yüküm lülüklerin yerine getirilm esi am acına yönelik tedbirlerin m inim um standardını oluşturm ak zorundadır. 48 Bkz. FROWEIN, 2000: 1036; SCHREUER, 1993: 467; KLEIN, 2004: 268; OOSTHUIZEN, 1999: 549 vd.; RE1NISCH, 2001: 851 vd. 49 Bkz. FROWEIN, 2000: 1035. -332- SONUÇ YERİNE: Hukuk Devleti Terörizmle Mücadeleye Engel mi? Uluslararası örgütlerin eylem vc işlem lerinden doğan zararlara karşı başvurulabilecek bir mercii genellikle m evcut değildir. Bu durum un tem elinde yatan varsayım , uluslararası örgütlerin bireyleri doğrudan doğruya etkileyecek gücc/kapasiteye sahip olm am alarıdır. Devletler arasında yapılan uluslararası antlaşm aların ve bu çerçevede alınan kararların ulusal ya da ulusaltı düzeyde uygulanm asının ta ra f devletlere bırakıldığı, dolayısıyla sorum luluğun tara f devletlerin sahip oldukları korum a m ekanizm aları kapsam ında üstlenildiği kabul edilm ektedir (krş. SCH REU ER, 1993: 447 vd.). Ancak son yıllarda B M ’nin terörizm le m ücadele kapsam ında başvurduğu araçlar (Terörizm le M ücadele Kom itesi ya da Y aptırım lar K om itesi gibi) vc bu bağlam da G üvenlik K onseyi’nin aldığı kararlar, bu varsayım ı çürütm ektedir. BM düzeyinde alınan kararlar üye devletler tarafından uygulanm aktadır, ancak bu uygulam adan doğan zararlardan tek başına üye devletlerin sorum lu olduğunu söylem ek doğru değildir. Çünkü teröristlerin listesini ilan eden G üvenlik K onseyi’nin yanlış isimleri listeye alm ış olm asından devletler sorum lu tutulam am alı, hatta devletlere bu türden hatalara karşı BM A n tlaşm asfn ın 103. m addesinden kaynaklanan yüküm lülükleriyle, bireylerin temel hak vc özgürlüklerini koruyarak devletin sorum luluğunu yerine getirm esine olanak tanıyacak araçların varlığı tanınm alıdır (aynı doğrultuda bkz. BÜRCA, 2008: 9; RE1NISCH, 2001: 851 vd.). BM A nlaşm asının VII. Bölümündeki 103. m adde BM kararlarının önceliğini düzenlem ektedir. El Kadı kararındaki temel mesele, yerel m ahkem elerin (AB düzeyinde ve ulusal düzeyde) B M G K ’nin bir kararının incelenmesi talebi karşısında m ahkem enin bu konuda yetkili olup olmadığı sorusu ve bunu olum lam ası halinde de, bu yetkinin kaynağının ne olduğu, kararın hangi hukuki değer ya da standartlara dayandırıldığı ile ilgilidir. AB Birinci Derecc M ahkem esi’nin görüşüne göre uluslararası hukuk hiyerarşik olarak düzenlenm iş bir hukuk düzeni olup AB de bu düzen içinde B M ’nin altında yer alır. Buna rağm en M ahkem e ius cogens çerçevesinde BM işlem lerinin de m inim um standartlara uygun olup olm adığını denetlem e yetkisini kendisinde görm üştür. -333- ATAD ise BM GK işlemini AB hukukuna aktaran normu kontrol ederken, hiçbir biçim de BM GK işlem inin geçerliliğini denetlem ediğini özellikle vurgulam ıştır". Buna karşın ATAD, uluslararası hukuku yatay biçim de algılam akta ve AB hukukunu diğer ulusal ve uluslararası hukuk sistem lerinden ayrı bir anayasal düzlem olarak ele alm aktadır (BÜRCA, 2008: 34). Bazı yazarlar, Birinci Derece M ahkem esi’nin yargı yetkisinden bu denli çekinm esini ve hiyerarşik olarak AB hukukunu BM hukukunun altında konum landırm asını eleştirm işlerdir51. Bazı yazarlar ise A İH M ’nin Behrami ve Saramati kararında M ahkem e’nin koşulsuz biçim de BM GK kararlarını denetlem e yetkisi olm adığı konusundaki görüşünü eleştirerek, M ahkem e’nin insan haklarının korunması hakkm daki önemli “dinam ik ve evrimsel karakterini” reddettiğini ve A vrupa düzlem inde insan hakları ihlallerinde oluşabilecek korum a boşluklarına hoşgörü gösteren bir yaklaşım sergilediğini belirtm ektedir (M ILANOV1C/PAP1C, 2009: 267 vd.). Sonuçta ATAD BM GK kararını AB hukukuna uyarlayan tüzüğü adil yargılanm a hakkını (dne process right) ihlal ettiği gerekçesiyle iptal etm iştir52. Bu karar doğrultusunda BMGK, 1822(2008) (30 H aziran 2008) kararıyla terörist listeleri konusundaki pratiğinde kiiçiik de olsa bazı iyileştirm eler yapm ıştır. T ürkiye’de ise Danıştay İdari Dava Daireleri BM GK kararlarının doğrudan uygulanabilirliğini kabul ederek, herhangi bir iç hukuk işlem ine gerek olm adığına karar vermiştir. Oysa dava konusu B akanlar K urulu kararının kendisi ve buna eşlik eden, terörle m ücadelenin önlenm esine ve kara paranın aklanm asına yönelik yasal düzenlem eler, bunun aksini kanıtlam aktadır. Bunun yanında BM GK kararlarının doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilm esi ile A nayasa’nın 2. m addesindeki hukuk devleti ilkesinin korunm ası arasında hiçbir bağlantı kurulm am ası ve hukuk devletinin en önemli unsuru olan yargısal denetim yetkisinin tartışılm am ış olması kararın önem li bir eksikliğidir. Oysa Türk hukukunda BMGK kararlarının iç hukukta uygulanm asına yönelik çok sayıda norm atif düzenlem e yapılm ıştır ve bunların ihlali halinde, hukuk devleti ilkesine uygun biçim de yargısal korum a sağlanm ıştır. Her ne kadar BM GK Y aptırım lar K om itesi’nin aldığı m alvarlığının dondurulm ası kararlarıyla insan haklarının korunm ası arasında bir uyuşm azlık görm eyen görüşler mevcut ise de (LY SEN, 2003: 291 vd.), uluslar arası düzeyde salt diplom atik araçlarla 50 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 286-287. 51 EECKHOUT, 2007: 183 vd.; ALMQVIST, 2008: 303 vd. 52 AB düzeyinde kararın insan hakları perspektifinden değerlendirilmesi için bkz. ZIEGLER. 2009: 288 vd. - 334 - desteklenen bir denetim m ekanizm asının varlığı insan haklarının korunm asında gerek BM , gerekse A vrupa Konseyi nezdinde bugün gelinen noktadan geri adım atılması anlam ına gelen her türden tedbirin reddini zorunlu kılm aktadır53. YARARLANILAN KAYNAKLAR Siegbert A LBER (2008), “ K urzbesprechung der Schlussanträge des Generalanw alts Poiares M adııro vom 16.1.2008 in der R echtssache C-402/05 P (K adi/R at und Kom m ission und vom 23.1.2008 in der R echtssache C -415/05 P (Al Barakaat International Foundation /Rat und K om m isson)” ( EnZW , 6: 164166) Jessica A LM Q V IST (2008), “A Hum an Rights C ritique o f European Judicial Review. C ounter-Terrorism Sanctions” (International and C om parative Law Quarterly, 57: 303-331) Kai AM BOS (2006), “Terrorism usbekäm pfung seit dem 11. Septem ber 2001” (Politik und Recht: PVS Sonderheft 36: 416-448) Roberta A R NOLD (2006), “ Hum an Rights in Tim es o f Terrorism ” (ZaöRV, 66:297-319) U lf BERN1TZ, Joakim N ER G ELIU S& Cecelia GA R D EN ER (2008), The General Principles o f EC Law in a Process o f Development, 2nd Edition (Alphen aan den Rijn: Kluwer). Sam antha BESSON (2009), “ European Legal Pluralism after Kadi” (European Constitutional Law Review, 5: 237-264) A ndrea BIANCHI (2007), “A ssessing the Effectiveness o f the UN Security C ouncil’s A nti-terrorism M easures: The Q uest for Legitim acy and C ohesion” (European Journal o f International Law, 17/5: 881 -919) 53 Bu konuda özellikle BM düzeyindeki insan haklarının korunması mekanizmalarını ele alan çalışmalar için bkz. KELLER/FISCHER, 2009: 257 vd.; FEINÂUGLE, 2007: 75 vd. - 335- Thom as J. B IER STEK ER & Sue E. EC KERT et al. (2005), “ Consensus from the Bottom Up? A ssessing the influence o f the sanctions reform processes” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 15-30) Thom as J. B IER STEK ER & Sue E. EC K ER T et al. (2005), “Targeted Sanctions ans State Capacity. Tow ards a fram ework for national level im plem entation” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 57-64) M onica De BOER, Claudia HILLEBRA N D & A ndreas N Ö LK E (2008), “ Legitim acy Under Pressure: The European W eb o f C ounter-Terrorism N etw orks” (Journal o f Common Market Studies, 46/1: 101-124) Raphael B OSSON G (2008), “The Action Plan on C om bating Terrorism : A Flawed Instrum ent o f EU Security G overnance” (Journal o f Common Market Studies, 4 6 /1 :2 7 -4 8 ) Michael BOTHE (2008), “ Security C ouncil’s Targeted Sanctions against Presum ed Terrorist” (Journal o f International Criminal Justice, 6: 541-555) Ian C A M ERON (2003), “ UN Targeted Sanctions, Legal Safeguards and the European Convention on Hum an R ights” (Nordic Journal o f International Law, 72: 159-214) Ian C A M ERON (2005), “Protecting Legal Rights. On the (in)securityof targeted sanctions” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 181-206) David C O R TR IG H T & George A. LOPES (2002), “ Introduction: Assessing Smart Sanctions: Lessons from the 1990s” (D avid C ortright/G eorge A. Lopez (Eds.), Smart Sanctions. Targeting Economic Statecraft içinde, Lanham: Row m an& Littlefield Publishers, s. 1-22) Grâinnc DE BÜRCA (2008), “The EU, the European C ourt o f Justice and the International Legal O rder after K adi” (Fordham Law Legal Studies Research Paper No. 1321313 (available at SSRN: http://ssrn.com /abstract= 1321313) Grâinne DE BÜRCA (2009), “The European Courts and The Security Council : Between D édoublem ent Fonctionnel and Balancing o f Values: Three -336- Replies to Pasquale de Sena and Maria Chiara Vitucci” (European Journal o f International Law, 20: 853-862) Pasquale DE SENA & M aria Chiara VITUCCI (2009), “The European Courts and the Security Council'. Between D édoublem ent Fonctionnel and Balancing o f Values” (The European Journal o f International Law, 20/1: 193228) A nthonius W. DE VRIES & H adew ych H A ZELZET (2005), “The EU as a new A ctor on the Sanctions Scene” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 95-107) Erika DE W ET (2009), “The Role o f European Courts in the Developm ent o f a Hierarchy o f Norm s within International Law: Evidence o f C onstitutionalisation?” (European Constitutional Law Review, 5: 284-306) Christina ECKES (2008), “Judicial Review o f European Anti-Terrorism M easures - The Yusuf and Kadi Judgem ents o f the C ourt o f First Instance” (European Law Journal, 14/1: 74-92) Piet EEC K H O U T (2007), “ Com m unity Terrorism Listings, Fundam ental Rights, and UN Security Council Resolutions. In Search o f the Rights Fit” (European Constitutional Law Review, 3: 183-206) K im berly Ann ELLIO TT (2002), “Analyzing the Effects o f Targeted Sanctions” (D avid C ortright/G corge A. Lopez (Eds.), Smart Sanctions. Targeting Economic Statecraft içinde, Lanham : Row m an& Littlefield Publishers, s. 171-182) Kim berly Ann ELLIO TT (2005), “Trends in Econom ic Sanctions Policy. Challenges to conventional w isdom ” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 3-14) Bardo FA SSB EN D ER (2007), “Art. 19 Abs. 4 GG als G arantie innerstaatlichen R echtsschutzes gegen Individualsanktioncn des UNSicherheitsrates” (Archiv des öffentlichen Rechts, 132: 257-286) Clem ens A. FEIN Ä U G LE (2007), “ Die Terroristenlisten des Sicherheitsrates - Endlich R echtsschutz des Einzelnen gegen die Vereinten N ationen?” (Zeitschrift fü r Rechtspolitik-. 75-78) -337- Jochcn A br.FRO W EIN (2000), “ United Nations (European Public International Law içinde, Vol. IV, Am sterdam: Elsevier, s. 1029-1043) Elspeth G U ILD (2008), “The Uses and Abuses o f C ounter-Terrorism Policies in Europe: The C ase o f the ‘Terrorist L ists’” (Journal o f Common Market Studies, 46/1: 173-193) Andreas HARATSCH (2006), “ Die Sb/a/zge-Rechtsprechung des Europäischen G erichtshofs für M enschenrechte - Das Kooperationsverhältnis zw ischen EGM R und EuGH (ZaöRV, 66: 927-947) Felix HERZOG (2006), “»Terroristische N etzw erke« und para-totalitäres Strafrechtsdenken (Kritische Vierteljahresschrift: 343-348) Christian H ILLG RU BER (2007), “ Der Staat des G rundgesetzes - nur “ bedingt abw ehrbereit”?” (Juristenzeitung-. 209-218) Saskia HÖRM ANN (2007), “ Die Befugnis der EG zur Um setzung von Resolutionen des UN-Sicherheitsrates zur B ekäm pfung des internationalen Terrorism us” (Europarecht l: 120-133) Angus JO H N STO N (2007), “Thaw ing out? The European Courts and the Freezing o f Terrorist Assets” (The Cambridge Law Journal: 273-276) Helen K ELLER & A ndreas FISCH ER (2009), “The UN A nti-terror Sanctions Regim e Under Pressure” (Human Rights Law Review, 9/2: 257-266) Eckart KLEIN (2004), “ Die internationalen und die supranationalen O rganisationen” (W olfgang G ra f Vitzthum (H rsg.), Völkerrecht, 3. Auflage, Berlin: De Gruyter, s. 245-355) M arkus KOTZUR (2008), “ Kooperativer G rundrechtsschutz in der Völkergem einschaft / Z ur Rechtsm ittelentscheidung des EuGH (Große Kamm er) in den verb. Rsn. Kadi u.a.” (Europäische Grundrechte Zeitschrift, 22-23: 673680) G öran LYSEN (2003), “Targeted UN Sanctions: Application o f Legal Sources and Procedural M atters” (Nordic Journal o f International Law, 72: 291 304) -338- M ILAN OVIC & PAPIC (2009), “ As Bad as it gets: The European Court o f H um an R ights’s Behramai and Samarati Decision and G eneral International Law ” (International and Comparative Law Quarterly, 58: 267-296) Andre N O LLK A EM PER (2009), “The European Courts and The Security Council: Three R eplies” (European Journal o f International Law, 20: 862-870) Gabriel H. O O STH U IZEN (1999), “ Playing the devil’s Advocate: the United Nations Security Council is Unbound by Law” (Leiden Journal o f International Law, 12: 549-563) August REINISCH (2001), “ Developing Human Rights and Hum anitarian Law A ccountability o f the Security Council for the Im position o f Econom ic Sanctions” (The American Journal o f International Law, 95/4: 851-872) Fredrik ROGGAN & Nils BERGEM ANN (2007), “ Die “neue Sicherheitsarchitektur” der Bundesrepublik D eutschland” (Neue Juristische Wochenschrift, 13: 876-881) Hans SCH LARM ANN & Jan-Peter SPIEG EL (2007), “Terror und kein Ende K onsequenzen der EG -V erordnungen zur Bekäm pfung des internationalen Terrorism us für in Deutschland tätige U nternehm en” (Neue Juristische Wochenschrift, 13: 870-875) Kirsten SCH M A LEN B A C H (2006), “N orm entheorie vs. Terrorism us: Der Vorrang des U N-Rechts vor EU -Recht” (Juristenzeitung-. 349-353) C hristoph SCH REU ER (1993), “The W aning o f the Sovereign State: Towards a New Paradigm for International Law ?” (European Journal o f International Law, 4: 447-471) Carina STA IBA N O (2005), “Trends in UN Sanctions. From ad hoc practice to institutional capacity building” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 31-54) Sebastian STEIN BARTH (2006), “ Individualrechtsschutz gegen M aßnahmen der EG zur Bekäm pfung des internationalen Terrorism us. Die Entscheidungen des EuG in den Rs. “ Y usuf u.a.” sowie “ Kadi” (ZeuS, 2: 269285) - 339 - Kendall W. STILES & Adam TH A TN E (2006), “ Com pliance with International Law. International Law on Terrorism at the U nited N ations” (iCooperation and Conflict, 41/2: 153-176) N edim ŞENER (2006), Hayırsever Terrorist, İstanbul: Güncel Yayıncılık. M aria TZA N O U (2009), “ Case-note on Joined Cases C-402/05 P & C415/05 P Yassin A bdullah Kadi & A1 Barakaat International Foundation v. Council o f European U nion & C om m ission o f the European C om m unities” (German Law Journal, 10/2: 123-154) C hristopher UNSELD (2009), “Der terroristische A usnahm ezustand und die Brille des Rechts oder: Zw ischenstandsbericht von der Entstaatlichung des Politischcn” (Humboldt Forum Recht, 5: 74-90) Curtis A. W ARD (2005), “The C ounter-Terrorism Com m ittee. Its relevance for im plem enting targeted sanctions” , (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 167-180) A ndrew T. W ILLIAM (2009), “Taking Values Seriously: Tow ards a Philosophy o f EU Law ” (Oxford Journal o f Legal Studies, 29/3: 549-577) Katja S. ZIEG LER (2009), “ Strengthening the Rule o f Law, but Fragm enting International Law: The Kadi Decision o f the ECJ from the Perspective o f Hum an R ights” (Human Rights Law Review, 9/2: 288-305) -340- ANAYASA VE İDARE HUKUKU’NDAN KESİTLER V 11 Prof. Dr. Sait GÜR AN Anayasa madde 101; Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı; Cumhurbaşkanı ’nın kanunları yayınlaması; vekâleten atama; liyakat sistemi; TBMM Başkanı ’nın seçimi; Anayasa Mahkemesi’nin “yokluk” anlayışı; Anayasa madde 13'den doğan bir sorun; Anayasa Mahkemesi'ne göre İdari Yargı'da ıslah; 1921'den 1924 Anayasasına değişen yerel yönetim amlayışı; Anayasa Mahkemesi’nin “Hukuk Devleti” kavramının kapsamına katkıları; Hukuk güvenliği; Blirlilik ve öngörülebilirlik; Kazanılmış haklar; geriye yürümezlik; ahde vefa; Ceza Yargılama Usulü uygulamasında Hukuk Devleti sorunları; Yargı Reformu Stratejisi Anayasa ve İdare H ukuku’ndan K esitler başlığı altında yazdıklarım a1 , bu defa, C um hurbaşkanlığı’na ilişkin bir kaç konudan sonra, Anayasa M alıkem esi’nin 2008 sonları ve 2009’da yayınlanan ve içinde İdare Hukuku bulunan bazı kararları ve bundan önceki altı çalışm ada olduğu gibi, bazı güncel olaylar ile devam edeceğim. CUMHURBAŞKANI GÜL’ÜN GÖREV SÜRESİ Bu incelem e dizisinin son yazısında (2008: 100), onbirinci C um hurbaşkanı olarak, G ül’ün, yedi yıl için göreve geldiğini, beş yıla inm esinin hangi halde olabileceğini “ izah etm iş” idim. Demek yeterince 1 Bu başlık altında, daha önce incelediğim konular, sırasıyla, aşağıdaki altı ayrı yerde yayınlandı: İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi Pertev Bilgen’e Armağan (13/1-3); Yıldızhan Yayla’y a Armağan (İstanbul, 2003a); Ünal Tekinalp ’e Armağan, (İstanbul, 2003b); Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, Ergin Nomer’e Armağan Sayısı (22/2, İstanbul, 2003c); Yavuz Alangoya ’y a Armağan (İstanbul, 2006); Ali Ülkü Azrak 75. Yaş Armağanı (İstanbul, 2008) -341 - anlatam am ışım ki, beş yıl iddiaları süre gelm ekte. Halbuki, G ü l’ün seçim işlem inin yapıldığı tarihteki m adde 101, diyor ki, “Cumhurbaşkanı, TBMM’nce ... yedi yıllık bir şiire için seçilir.” Bu hükm e göre, seçm e iradesi ve “ birel işlemi” ile birlikte, TB M M , G ül’ü, hem C um hurbaşkanlığına getirm iştir, hem de yedi yıl görev yapacaksın demiştir. Böylece, İdare Hukuku deyişi ile, “ Gül, yedi yıl için C um hurbaşkanlığına getirilm iştir” şeklinde değişm ez, dokunulm az birel “müesses durum” oluşm uştur. Bu hukuksal durum , ancak, baskın politik, hukuksal, ekonom ik, siyasal, sosyal ve başka kam u yararı var ise değiştirilebilir. Bunun için de, TBM M , A nayasa’ya geçici m adde koyar ve Gül, yedi yerine beş yıl görev yapar. Gerisi, olm ayan bir İdare H ukuku’na göre ahkâm buyurm aktır. CUMHURBASKANI’NIN DOKUNULMAZLIĞI C um huriyet A nayasaları, dokunulm azlık konusunu düzenlem ezlik etmemiş; aksine, ayrıntılı hüküm lere yer verm iştir. 1961 ve 1982 A nayasaları’nda, dokunulm azlığın kaldırılm asına itiraz yolu da açılm ıştır. Dokunulm azlık, TBM M üyesi olm ayanların bakan atanm ası halinde, bu kişilere “dahi” tanınm ış (A nayasa 1 12/son) iken; bu durum da, C um hurbaşkanı'nın dokunulm azlığına ilişkin hüküm bulunm am ası, 24, 61 ve 82 A nayasa yapıcılarının ve son 25 senedeki T B M M ’nin, yani toplam 65 yıllık yaşamda, “unutkanlık” ve başkaca benzer bir sebeple açıklanam az. Aksine, hüküm konulm am ası, “b i l i n e r e k yapılm ış bir düzenlem e” biçim idir. Bu nedenle, A nayasa’da bir boşluk da yoktur. Çünkü, mesele, m adde 104'de, B aşlangıç’ta, “Yüce” sıfatı ile nitelenip tanım lanan TC D evleti’nin başı ve Türk M illeti’nin birliğinin tem silcisi olarak düşünülen ve de TBM M adına Türk Silâhlı K uvvetleri’nin Başkom utanlığını temsil eden kim sede, doğal olarak bulunduğu “ v a r s a y ı l a n k i m l ik ”tir. Aynı kişinin, ayrıca, m illetvekilleri ve H üküm et üyeleri gibi, Parlam ento çalışm alarına da, açış konuşm ası dışında, herhangi bir katılımı öngörülm em iştir. Varsayım, bu kim likteki kişinin, kelim e kelim e anlam ıyla da, C um hur’un, yani U lus’un başının, dokunulm azlığa ihtiyaç gösterecek eylem ler, tutum ve davranışlar ve de geçm iş içinde olm ayacağı; T B M M 'nin de, aksine bir kişiyi o yüce makam a getirm eyeceğidir. Bu varsayım a uym ayan bir kişinin TBM M tarafından C um hurbaşkanı yapılm ası halinde ne olacaktır? B öyle bir Cum hurbaşkanı tercihi, A nayasa’nın öngörm ediği ve bu yüzden koruma -342 - sağlamadığı bir görevlendirm edir. M evcut yasalar uyarınca işlem yapılacaktır. Bu yorum un açıklanm aya ihtiyaç gösteren bir yanı olduğu kuşkusuzdur. Şöyle ki, bu yorum ile A nayasa m adde 105/son ile 148’deki “ vatana ihanet yargılam ası” nasıl te ’lif edilecektir? Uygun yanıt, şu olacaktır: Bu m addeler, az önceki genel ceza sorum luluğu içinde “özel ve ayrık bir parantez” olup, eğer suçlam a bu konuda ise, bunun yetkilisi ve prosedürü m adde 105/sonda yazılı olandır ve yargılam a da Y üce D ivan’da cereyan edecektir. C um hurbaşkanı’mn, suç olarak, “ sadece” m adde 105 suçu işleyebileceği kabul edildiğinde, yanıt bekleyen sorular vardır. Birincisi, C um hurbaşkam ’nın, gerçekten, başka suçlar işlemesi halinde, cezai sorum luluk taşım ayacağına ve işlem yapılam ayacağına göre, bu eylem ine cezai yaptırım uygulanm ayacak; olsa olsa, “ istifa” ile yetini lecektir. A nayasa’nın öngördüğü bu ise, ancak istifa gerçekleşm ezse, ne olacaktır? Yanıt, “yapılacak bir şey yok” m udur; yoksa “bu tutumu m adde 105 ihlâlidir” midir, yoksa başka bir yanıt mı vardır? Sanırım, en uygun çözüm , m adde 105 suçu dışında kalan suç iddiaları halinde, soruşturm a, suçlam a işlem leri C .Başsavcılığı tarafından yapılacak, dava açıldığı takdirde, yargılam a Y argıtay’da cereyan edecek; C:Başsavcılığı işlemleri ile birlikte, TBM M B aşkanı’nın geçici vekâleti başlayacaktır. Bu yorum a “ hayır” diyenlerin, istifayı reddeden C um hurbaşkanı ile yaşamayı kabul etmeleri veya C um hurbaşkanı’nı da dokunulm azlık zırhı ile kuşandırm ak gibi, başka bir öneri getirm eleri gerekir. KANUNLARIN YAYINLANM ASI TBM M tarafından kabul edilen kanunların yayınlanm ası, 1924 ve 1961 ’de olduğu gibi, 1982 A nayasast’nda da (Ö ZBU D U N , 2004: 295), D evlet’in başı olan C um hurbaşkanı’na verilm iştir. Bu işlem ile, kanun, infaz kabiliyetini Eğer, Cumhurbaşkanı, gerçekten dokunulmazlıktan yararlanmak ihtiyacı içindeki bir durumda ise, demokratik hukuk devletinde, bunun çözümü “istifa”dır. Eğer, ortada işlem yapacak bir olay yok iken, Cumhurbaşkanı’nı, sırf dokunulmazlığı yok diye, kolluk göz altına alabiliyor, savcı dava açabiliyor, yargıç tutuklayabiliyor vs ise, cümlenin gerisini tamamlamağa gerek yoktur. -343 - kazanır, yani, hem Devlet makam ları tarafından icra edilebilir olurken, vatandaşlar bakım ından da bağlayıcılık kazanır ve kanunların C um hurbaşkanı tarafından onaylanm ası, “uygun görülm esi” anlam ım taşır (ARSEL, 1965: 374375). Kuşkusuz, uygunluk, her şeyden önce A nayasa’ya uygunluk ve m adde 104’deki ifade ile, Devlet organlarının düzenli ve uyum lu çalışm ası yönünden uygunluk anlam ındadır. C um hurbaşkanının kanunları yayınlam a işleminde ne zam an gerekçeaçıklam a yazacağını Anayasa m adde 89 öngörm üştür. Bu yetki, kendisine, sadece geri gönderm e işlem inde tanınm ıştır. Yetkinin sebebi, T B M M ’ni, yaptığı ve geri dönen yasasını, kısm en ya da tam am en ikinci defa görüşm e öncesinde aydınlatm ak, az önce açıkladığım içerikli uygun bulunm ayan noktalara dikkatini çekm ek ve giderilerek, “uygun hale” getirilm esini istemektir. Anayasa, C um hurbaşkanına, m adde 104’deki açış konuşm ası dışında, T B M M ’nin ilerideki çalışm alarına ilişkin olarak fikir beyan etm esini ve özellikle “ yönlendirm esi” ni, bir kuvvetler ayrılığı meselesi görm üş ve yasaklam ıştır. Basından öğreniyoruz ki, Cum hurbaşkanı Gül, askerlerin ve sivillerin yargılanm ası, adli ve askeri yargı kapsam lı suçlar konularını yeniden düzenleyen Ceza Kanunu değişikliğine ilişkin 5918 sayılı kanunu onamış; fakat, bir takım “u y u m su zlu k ların varlığına işaret ederek “tereddütler” in yeni yasalarla giderilm esini istem iştir. G ül’ün temel tereddütii ve endişesi şudur: Bu yasanın “uygulanm asında, askerlik hizmeti bakımından d i s i p l i n e ve h ıı k ıı k i giive n ç e l e r e ilişkin olarak ortaya çıkm ası muhtem el tereddütleri giderecek yasal düzenlem elerin de yapılm asında fayda görülm ektedir. ... gerekli yasal düzenlem elerin i v e d i l i k l e yapılması...''' (Hürriyet , 9 Tem m uz 2009: 27). “ Belirsizlik” taşıyan bu yazılım ile, Gül, A nayasa’nın hukuk devleti ilkesine aykırı olan ve bu nedenle onam ayıp T B M M ’ne geri göndermesi gereken bir yasayı im zalayarak yürürlüğe sokm uş olduğunu açıklam aktadır. G ü l’ün uyum suzluk ve tereddüt içerikli olduğunu bildiği ve onayında ifade ettiği yasayı im zalam asına ilişkin bu değerlendirm em iz, A nayasa M ahkem esi’nin, vurguları tarafım ızdan yapılan, 15 Ocak 2009 tarihli Esas: 2004/70, K: 2009/7 sayılı kararında şöyle ifade edilm iştir: “ A nayasa’nın 2. m addesinde düzenlenen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlem elerin hem kişiler hem de idare yönünden h e r h a n g i b i r duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde a ç ı k , n e t , a n l a ş ı l ı r , u y g u l a n a b i l i r ve nesnel olması, ayrıca kam u otoritelerinin keyfi uygulam alarına karşı koruyucu -344- önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığım bilmelidir. Ancak bu durum da kendisine dlişen yüküm lülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, norm ların öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlemelerde bu giiven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” 3 V EKALETEN ATAM ALAR Sözü C um hurbaşkanlığından açmış iken, bu defa, C um hurbaşkanlığı’nın, Personel Hukuku en sorunlu olup, en az işlenen konularından biri olan ve kamu yönetim inin “ liyakat” ilkesine tam uyum isteyen duyarlı noktalarına atam alara ilişkin bulunan ve İdare Hukuku olarak paylaştığım ız bir yazısına yer verelim. Bilindiği ve daha önceki m uhtelif yayınlarım da değindiğim gibi, özellikle, B akanlar Kurulu kararı veya üçlü kararnam e ile yapılan atam alarda, m evzuatta, “hizm etin daha iyi işlem esi” kam usal amacı ile doğru ve yerinde olarak yer verilen hüküm lerin, adına “ kadrolaşm a” denilen partizan biçim de kullanılm ası, 3 Yasa metinlerinin “hukuk düzeninden beklenen belirlilik ve öngörülebilirliğe sahip olması” ve bu noktanın, hukuk güvenliği ve hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurunu teşkil etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, 2008 yılından bu yana tekrarla işlediği ve üzerinde durduğu ve iptal nedeni yaptığı bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre, Anayasa’mn 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devletinin “temel öğelerinden biri de güvenilirliliktir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. ... Hukuk güvenliği, “belirlilik ve öngörülebilirlik” gerektirir. ... Diğer bir ifadeyle, bu durumda yasa koyucu düzenlenecek yaşamsal alanın özelliğine uygun olarak genel-soyut düzenlemeye elverişli olanı gerçekleştirmeli ve normu kamu yararı amacı çerçevesinde, herkes için geçerli, genel, nesnel ve sınırlarını belirli bir biçimde koymalıdır. Ancak bu durumdaki bir kural, hukuk güvenliğine, hukuk düzeninden beklenen belirlilik ve öngörülebilirliğe ve hukuk devleti anlayışına aykırı düşmeyecek nitelik kazanabilir.” (K. 2008/75) ve Mahkemc’ye göre, mevzuatta belirlilik, aynı zamanda kamu yararı konusudur; şöyle ki, “Çevre düzeni planı konusunda yetkili olan bakanlığın belirlenerek yetki karmaşasına son verilmesi “kamu yararı” kavramı ile ilgilidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. ... (Ç)evrc düzeni planı hazırlanması konusunda iki bakanlık arasında yıllardır var olan çatışmayı sona erdirmeye yönelik olan düzenleme kamu yararına uygun olup...” ( K. 2008/97). -3 45 - çok partili hayatın “ değişm ezi vazgeçilm ezi” olm uştur ve sürm ektedir, görünüşe göre de gelecek zamanlı bir uygulam adır. Çünkü, aksine A nayasa ve yasalara karşın, yapılan, liyakat yerine, iktidar ganim etine ulaşm a ve dağıtma (yağm a=spoil) (GÜ RA N, 1980) ve bu am açla dağıtım m erkezlerini kontrolde tutm a (kadrolaşm a) esası uyarınca hareket etm ektir. Y asaların ve içtihadın engelleyici açık buyrukları, iktidar tarafından ya çiğnenerek veya dolanılarak hedefe gidilm ektedir. Bu bağlam da, sıkça yararlanılan yöntem lerden biri de vekâlet'tir. Vekâleten atam a konusunda, önceki C um hurbaşkanı Ahm et Necdet Sezer’in, B aşbakan E rdoğan’a gönderdiği bir yazıyı (TC Cum hurbaşkanlığı, 07.03.2005 gün B .01.0.K K B .01-83-6-2005-93 sayılı karar) kısaltarak ve italik koyu vurgular yaparak aktaralım: 1-...G erekçelerden de anlaşılacağı gibi üst düzey yöneticilik görevine atanm ak istenenlerin kim ileri kam u yararı ve kam u hizm etinin gereği olarak bu görevlerde bulunm am ası gereken kişilerdir. Oysa, uygulam ada bu kişilerin atanm ak istenilen görevlerde vekaleten çalıştırıldığı anlaşılm aktadır. Böylece, vekaleten görevlendirm elere kalıcılık sağlandığı ve hizm etin aksam am ası için istisnai bir yöntem olan vekalet statüsünün bir istihdam m odeline dönüştürüldüğü saptanm aktadır. Devlet M em urları Y asası’nda, bir görevin vekaleten yürütülm esi, m em urun geçici olarak görevinden ayrılm ası ya da kadronun boş olm ası durum larına özgü ve kam u görevinin aksatılm adan sürdürülm esinin gereği olarak, geçici bir önlem , niteliğinde öngörülm üştür. Danıştay 5. Dairesi, önce de belirtildiği gibi vekalet, hizm etin gereklerinden kaynaklanan geçici bir uygulam adır. Asıl olan, kadrolara, yasal koşulları taşıyanlar arasından, kariyer ve liyakat ilkelerine uygun atam a yapılm asıdır. Asli ve sürekli görevlere vekaleten atam a, hizm etin aksam adan yürütülm esi am acıyla getirilen istisnai ve geçici bir görevlendirm e yöntemi olduğuna göre, bu tür görevlerin, gerekli koşulları taşıyan kamu görevlileri arasından asaleten atam a yapılarak yürütülm esi olanaklı iken, vekaleten atanmış kişiler eliyle yürütülmesi, istisnai ve geçici olması gereken uygulamaya kalıcılık ve süreklilik kazandırmaktadır. Bu durum, A nayasa ve yasa koyucunun am acına ve hukuka aykırılık oluşturm aktadır. -346- Ayrıca, yönetim in genelgelerine de yansıyan D anıştay’ın yerleşik görüşüne göre, vekaleten atananlar asilin tüm yetkilerine sahip olacağından ve vekil atanmasıyla görevin niteliği ve gerekleri değişmeyeceğinden, asilde bulunması gereken koşulların vekilde de aranması zorunludur. Dolayısıyla, asaleten atanması yetkili üst makamlarca uygun görülmeyen bir kamu görevlisinin aynı ya da farklı bir görevi yetkili alt makamın onayıyla vekaleten yürütmesi yargı kararları ile de bağdaşmamaktadır. 2- Geri gönderilen atam a kararnam elerinin 5 5 ’i de, geçm işte başarılı hizmet gören ve başarısızlığı saptanam ayan kam u görevlilerinin görevden alınm asına ilişkindir. Bulunduğu üst düzey göreve, m esleği ile ilgili alanlarda geniş bilgisi ve üstün deneyim i ile, tüm kadem elerden geçerek yükselm iş olan ve başarısızlığı saptanam ayan kam u görevlilerinin salt siyasal nedenlerle görevden alınm ası kam u hukuku, gelenekler ve kam u yararı ile bağdaşm am aktadır. N e var ki, bu görevlilerin bir çoğunun yetkileri fiilen sona erdirilerek, görevin, yerine atanm ak istenilenlere vekaleten yürüttürüldüğü gözlenm ektedir. Ayrıca, görevden alınm ası uygun görülm eyen ya da görülm eyeceği düşünülen kam u görevlilerinin işlem lerine ilişkin kim i nedenlerle incelem e ve soruşturm a yaptırılarak, hem yıllarını devlete hizm etle geçirm iş kamu görevlilerinin haksız nedenlerle suçlu durum a düşürüldüğü, hem de bu gerekçe ile görevlerinden alınm ası yolunda kararnam e hazırlandığı saptanm aktadır. K uşkusuz yapılan işler yargı denetim ine bağlıdır. Ancak, bu tür uygulam alar, kişilere yaşattığı olum suzluklar yanında yarattığı karm aşa ve sindirm e yüzünden kamu hizm etinin aksam asına ve kam u kurum larına duyulan güvenin azalm asına neden olm aktadır. 3- Devlet belli ilkeler doğrultusunda varlığını sürdürm ektedir. D evlet’in varlığını ilkeli biçim de sürdürm esi ehil devlet m em urlarıyla olanaklıdır. Devlet m em uru hüküm eti değil, D evlet’i temsil etm ektedir. Çünkü, hüküm etler geçici, devlet kalıcıdır. Devlet politikası olabilecek konu ve alanlar hüküm etten hüküm ete değişirse devletin sürekliliği sağlanam az. - 347 - Ayrıca, bu durum , anayasal vc yasal kurallara, kamu yararına ve kamu hizm etinin gereklerine uygun düşm em ektedir. Yukarıda belirtilen gerekçelerle, kam u görevlerinin sürekli olarak vekaleten yürütülm esi uygulam asına son verilm esinde, D evlet’e ve hukuka olan güvenin ve saygının yitirilm em esi yönünden zorunluluk görülm ektedir. TBMM BAŞKANI SECİMİ İŞLEMİ M ehm et Ali Ş ahin’in TB M M Başkanlığına seçimi ile sonuçlanan son TBM M Başkanı seçimi işlem inin nasıl cereyan ettiğini, bir gazeteden aktardığım ız, bazı açıklayıcı eklem elerle koyu italik vurgularda bulunduğum uz bilgilerle hatırlatalım : Başbakan Erdoğan, içinde bulunduğum uz Yasam a D öneıni’nin birinci periyodunda görev yapan Koksal Toptan gibi “tarafsızlığını ve liyakatini ispat etmiş bir kişiyi” aday gösterm ez dem iştik. Bu nedenle, M ehmet Ali Şahin’in adının ön plâna çıktığını söyleyenlere biz de katılmıştık. Sağ olsun bizi mahcup etmedi. Ve dün yeni TBM M Başkanı seçim süreci başladı. Bu satırlar yazılırken birinci oylam anın sonucu belli olm uştu. Buna göre A K P’nin a d a y ı, CHP’nin a d a y ı , M HP’nin a d a y ı diğer iki aday yarıştılar vc “A K P’nin a d a y ı Şahin” TBM M Başkanı seçildi (EK Şİ, Hürriyet, 05 Ağustos 2009: 27). Ekşi, seçim deki bu gelişm eyi, siyasal açıdan, geçm iş TBM M uygulam alarından ve hatta İngiliz A vam K am arası’ndan örnekler getirerek eleştirirken ve 28. sayfada Cüneyt Ü lsever de siyasal değerlendirm ede bulunarak bu seçim den duyduğu iki rahatsızlığı, “ AKP paylaşm ayı sevm iyor ve dem okrasiyi sadece rakam üstünlüğü olarak anlıyor” şeklinde özetlerken, çok temel bir hukuksal soruyu kim se sorm uyor. Hatta, A K P ’nin kendi adayını açıklayınca, CHP ile M HP de kendi adaylarını açıkladılar; ve bu kişiler bu sıfatları, yani “partilerinin adayı sıfatı” ile seçime girdiler. Anayasa “ Başkanlık Divanı” başlıklı 9 4 ’ncü m addesinin 2 ’nci fıkrasının 2 ’nci paragrafında şu hükm e yer veriyor: Siyasi parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler.” TBM M İçtüzüğü, m adde 10/2 aynı hükmü tekrarladıktan sonra, paragraf 3 ’de şunu ekliyor: TBM M Başkan adayları, M eclis üyeleri içinden, ... Başkanlık D ivanı’na bildirilir. Eğer bu iki hüküm yeterince açık değil ise, m adde 11/fıkra 4 şöyle yazıyor: Başkanlık D iv an fn d a kendilerine düşen yerler için siyasi parti grupları adaylarını gösterir. -348- Önce, iki hüküm arasındaki farkı izah edelim. Üyelikler için grupların aday gösterm esi norm aldir. Çünkü o yerler, partilere, Anayasa ile, güçleri oranında özgülenm iştir. İçinde bir tür “partisel” unsur vardır. Fakat, TBM M Başkanlığı, kim liği itibariyle, “partiler üstü ve tarafsız” bir m akam dır; TBM M Başkanı, m illetvekillerinin, partilerinin ne düşündüğü fikri dışında, kendi bağımsız, özgür kişisel iradeleri ile seçecekleri kişidir. Bu nedenle, gruplarda bu konu görüşülem ez, karar alınam az, aday gösterilem ez ve bu suretle m illetvekili kendi kişisel tercihleri ile baş başa bırakılır.'1 M illetvekillerinin bu özgürlük, bağım sızlık vc tarafsızlık ve kişisel vicdan muhasebesi ile karar vermesi öngörüldüğü için, A nayasa’nın (M d.83 ve 100), parti gruplarında görüşm e ve karar yasağı getirdiği iki konunun, m illetvekillerinin dokunulm azlıklarının kaldırılm ası ile meclis soruşturm ası olduğu dikkatten kaçmamalıdır." Şimdi, yukarıdaki “am açlar” ile getirilen bu hüküm lerin metninin, parti gruplarında görüşülüp adayların grup tarafından kararlaştırıldığı bir başkanlık seçim inde, seçim işlem inin hukuken geçersiz kılacağında kuşku yoktur. Aday gösterm enin, partilerin başkanları tarafından, resmen veya gayrı resm i biçimde, fakat olgu olarak, doğrudan doğruya şahsen veya parti içi istişare de yapılarak gerçekleştirildiği bu som ut seçim de, Anayasa, “salt m etinci” okuyuşla değerlendirilerek, “ madem grup toplantısı ve belirlem esi yoktur, o halde adaylık ve seçim işlemini hukuken sakat ve geçersiz kılan bir aykırılık yoktur” mu denilecek? Y oksa “am açsal-işlevsel” yorum cihetine gidilerek, adaylık ve izleyen seçim işlem i, A nayasa’ya aykırı ve hukuken geçersiz mi sayılacak? Am açsal y o aım ile okunup uygulanacak bir örnek verilm ek gerekse, bundan daha uygun örnek bulunam ayacağı açıktır. O halde, M ehm et Ali Ş ahin’in -b ir başkası da olsaydı fark etm ezdi- TBM M Başkanı seçildiği seçim işlemi, Anayasa vc İçtüzüğün am ir hüküm lerine aykırı biçim de yapılm ış, geçersiz bir seçimdir. Bu durum da, TBM M Başkanı seçim inin, “partilerin aday gösterdiği” kişiler arasında yapılm ası, m illetvekillerinin seçim iradesini sakatlayan bir 4 TBMM Başkanfnın “yansızlığını sağlamayı amaçlayan” bir ilke de, grupların Başkanlık için aday gösterememeleridir (TANÖR & YÜZBAŞIOĞLU, 2005: 240); Madde 94 hükümleri, Meclis Başkanı’nın “tarafsızlığını sağlama” amacını gütmektedir.Gerçekten, Meclis çalışmalarının partizanlıktan uzak bir hava içinde ve tarafsızlıkla yönetilmesi, sağlıklı bir demokrasinin vazgeçilmez şartlarından biridir (ÖZBUDUN, 2004: 286). 5 Bu hükümlerin (Md.83 ve 100) amacı, milletvekillerinin, bu işlemlerde, kendi siyasi partilerinin baskısı altında kalmamalarını ve vicdani kanaatleri doğrultusunda oy kullanabilmelerini sağlamaktır. (ÖZBUDUN, 2004: 288) -349- aykırılıktır. Sakatlık, adayların belirlenm esi işlem inde ortaya çıktığından, ortada, yetki değil, “usul-şekil” sakatlığı bulunm aktadır. Sakatlık, A nayasa düzeyinde olduğu için ve son tahlilde m illetvekillerinin seçim iradesini belirlediğinden, “sonucu etkileyen esaslı ” bir usul sakatlığıdır ve Şahin’in TB M M Başkanı m akam ındaki varlığını ve bu göreve devam ını hukuka aykırı kılm aktadır.6 ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI A nayasa M ahkem esi’nin (bundan böyle M ahkeme) seçtiğim bazı kararları, İdare Hukuku yönünden, ya gerekçeleri, ya da sonuçları bakım ından dikkatimi çekti; bu çalışm ada kısa vurgularla değineyim istedim. Anayasa Mahkemesi’nin “Yokluk” Anlayışı Türban odaklı Anayasa değişikliği aleyhine C H P ’nin açtığı davada, Anayasa M ahkemesi, yokluktan ne anladığını ve hangi kapsam da düşündüğünü açıklam ıştır (K .2008/116). M ahkem e’ye göre, yokluk, bir normun var olm adığının ifadesi olup, yasalar bakım ından yokluktan, ancak, “bir normun varlığının zorunlu koşullarının bulunmadığı ltaller”de söz edilebilir. Bu haller ise, “parlam ento iradesinin olm am ası, C um hurbaşkanı’nın iradesinin bulunm am ası, resm i gazetede yayım lanm am ası gibi” durum lardır. O halde, soru, “gibi” lerin ne olduğu/olm adığıdır. 6 İptale mahkum bir seçim ile oluşmuş Başkanlık Divanı’nın, bu Divan’ın işlemlerine ve yönetimindeki Genel Kurul oturumlarına ve onun işlemlerinin geçerliliğine sirayeti vc yokluk’a kadar varabilecek etkisi konusunda, Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı için bkz. (ÖZBUDUN, 2004: 391 vd., n. 11). -350- Davacı C H P ’ııin, dava dilekçesinde, A nayasa ınadde 4 ’e aykırı “ içerikli” düzenlem elerin yok hükm ünde olduğunu ileri sürm esi7 ve bu yönde karar verilm esini talep etmesi karşısında, A nayasa M ahkem esi, ilk önce bu noktayı ele almış ve yukarıdaki yanıtı vermiştir. Bu yanıtı ile, M ahkeme, yokluk halini, sadece, yasama sürecindeki em redici yetki ve usul koşullarına inhisar ettirmiş, içerik yönünden fonksyon gasbı, ya da bu davada görüldüğü gibi ağır ve açık yetki tecavüzü teşkil eden ihlâlleri, yok hükm ünde saym am ıştır. Ü zülerek belirteyim ki, yokluk konusunda kabul edilen ve davaya uygulanan bu yokluk yorum u8, İdare H ukuku’nun yokluk kavramı ile bağdaşm am aktadır. Çünkü, İdare H ukuku’nda -k u şk u su z Anayasa H ukuku’nda da- yokluk, işlemin, hem yetki, usul-şekil gibi biçimsel, hem de başta konu unsuru gelm ek üzere içeriğe ilişkin unsurlarında oluşabilen bir sakatlıktır. Bunu, sadcce usul-şekil ve yetki unsuruna hapsederek daraltm ak, Anayasa M ahkem esi’nin “var olan” yetkisini budam aktır. Eğer, A nayasa m adde 4 korunacak ve uygulanacak ise, bu konudaki ihlâllere karşı etkili yaptırım iptal Bu yetkisizlik 4 ncii maddede “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” şeklinde öylesine açıktır, mutlak ve emredici bir dille ifade edilmiştir ve bu koruma mekanizmasına öylesine bir anlam yüklenmiştir ki, aksi yöndeki bir Anayasa değişikliği, Anayasa buyruğu ve yasağının çiğnenmesi içerikli “ağır ve açık yetki tecavüzü” oluşturacaktır. Bu tür bir yetki tecavüzü taşıyan bir işlemin “yok” hükmünde (keenlcmyekün) olduğu ve bu nedenle hukuken hiç doğmamış sayılacağı; bu yüzden hiçbir makam ve kişiyi bağlamayacağı ve uyma ve uygulama görev ve yükümü getirmeyeceği, Türk hukukunda öğreti ve içtihadın birleştiği doğrulardandır. Bu tür işlemlerin resen veya istem üzerine “yok’Muğunun tespitinin ise, tüm yargı organlarının doğal yetki alanı içerisinde olduğu tartışmasızdır. - Kuşkusuz burada yetkisizlik kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç maddesi olmadığını tekrar belirtmekte yarar vardır. - Anayasanın ilk üç madde dışındaki hükümlerinde yapılacak ve ilk üç maddede belirtilen hususları değiştirip başkalaştırma sonucunu doğuracak tüm yasa düzenlemeleri de 4 ncii maddedeki yasağın kapsamına girmektedir (Bkz. GÜRAN, “Anayasada Türban Değişikliği” Cumhuriyet, 27 Ocak 2008). 8 “Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasayı değiştirme yetkisi TBMM’ne ait olup, Meclis bu yetkisini üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve beşte üç çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabilmektedir. - TBMM üyelerinin üçte birinden fazla sayıda Milletvekilinin imzasıyla teklif edilen ve 9.2.2008 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilmekle yasalaşan 5735 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM’nin Anayasayı değiştirme yetkisi kapsamındadır. Dava konusu Yasa Cumhurbaşkanı’nca 23.2.2008 günlü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. - Açıklanan nedenlerle dava konusu Yasa’nın yokluğunun saptanması isteminin reddi gerekir.” -3 5 1 - değil, işlem in tüm unsurlarını içine alan yokluktur. Kaldı ki, özellikle TBM M tarafından gerçekleştirilip D evlet’in başı tarafından da onaylanm ış bir Anayasa değişikliğinin yok hükm ünde olduğuna hükm edilm esindeki hukuksal ağırlık ve hukuksal sonuçlar, iptal ile m ukayese edilem eyecek derecede büyüktür. Anayasa ’yi Avrupa B irlisi’tıe Uyıımlandırırken Bir “Örnek Olay” Türkiye, A vrupa B irliği’ne (AB) uyum landırılırken, 2001 yılında, 4709 sayılı kanun ile Anayasasının 13. m addesini değiştirdi ve temel hak ve hürriyetlerin, m adde 13 ’teki sebeplerden herhangi biri ile sınırlanabilm esi ilkesini bırakarak, “ yalnızca ilgili m addede belirtilen sebeplerle sınırlam a” ilkesini benim sedi. Böylece, eğer ilgili m addede yer verilm em iş ise, ulusal güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık gibi kam usal ihtiyaç veya zorunluluklar, sınırlam a sebebi olm aktan çıktı. Bu yazılım , hiç değilse az sonra örneğini vereceğim durum larda, İdare H ukuku’nun ve H ürriyetler R ejim i’nin temeli olan “özgürlükler ile kamu y a ra n arasındaki hassas denge ”yi etkiledi mi? Bu soru gündeme, 145 m illetvekilinin açtığı M alıkem esi’nin verdiği K. 2008/ 148 sayılı karar ile geldi. davada, A nayasa 19.09.2006 tarih ve 5543 sayılı İskân K anununun 13 üncü m addesinde; m illî güvenlik nedeniyle iskân edilecek yerleşim ünitelerinde yaşayan ailelerin iskânının, Milli Güvenlik K urulunun önerileri doğrultusunda Bakanlar Kurulunca alınacak kararda belirtilecek şekil ve şartlar çerçevesinde yapılacağı öngörülm üştür. Bu düzenlem enin, Anayasa m adde 13’te yapılan değişiklikten sonra A nayasa’ya aykırı hale geldiği iddiası ile açılan davada, M ahkeme, italik vurgusu tarafım dan yapılm ış olan kararında, aşağıdaki gerekçe ile, yasa m addesini yeni A nayasa 13’e aykırı bularak, iptal etmiş ve konuyu A B ’ye uyum landırılm ıştır. Şöyle ki, M alıkem e’ye göre: A nayasa’nın 13. m addesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulm aksızın yalnızca A nayasa’nın ilgili m addelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla sınırlanabileceği, bu sınırlam aların A nayasa’nın sözüne ve ruhuna, dem okratik toplum düzeninin ve lâik Cum huriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olam ayacağı belirtilm iştir. Yerleşm e özgürlüğü sadece A nayasa’nın 23. m addesinde sayılan özel 23. maddede, sınırlama nedenlerine bağlı olarak sınırlandırılabilecektir. -352- herkesin, yerleşm e ve seyahat özgürlüğüne sahip olduğu belirtildikten sonra, yerleşm e özgürlüğüyle ilgili sınırlam a nedenleri suç işlenm esini önlem ek, sosyal ve ekonom ik gelişm eyi sağlam ak, sağlıklı ve düzenli kentleşm eyi gerçekleştirm ek ve kam u m allarını korum ak olarak gösterilm iştir. M addede yerleşm e özgürlüğüyle ilgili sınırlam a sadece yasa koyucuya bırakılm akla kalm am ış, nitelikli yasa kaydıyla sınırlam a benim senerek, aynı zam anda sınırlam anın hangi neden, am aç ya da koşullarla yapılm ası gerektiği de tek tek sayılmıştır. A nayasa’da sınırlam a nedenlerinin sayılarak belirlenm iş olm ası, yasa koyucunun bunlar dışında kalan bir sınırlanması sonucunu doğuracak nedenle yerleşme özgürlüğünün düzenlemeler yapamayacağını gösterm ektedir. Dava konusu kurallarda belirtilen “millî güvenlik ”, yerleşm e özgürlüğüyle ilgili sınırlam a nedenleri arasında sayılm am ıştır. A nayasa’nm ilgili m addesinde gösterilen sınırlam a nedenlerine dayandırılm ayan kuralla, aile veya fertlerin m illî güvenlik nedeniyle zorunlu iskâna tabi tutulm ası, A nayasa’nm 23. m addesinin güvence altına aldığı yerleşm e özgürlüğü alanına yapılan açık müdahale niteliğindedir. Bu nedenlerle, dava konusu kurallar A nayasa’nın 13. ve 23. m addelerine aykırıdır ve iptalleri gerekir. Bu saptam adan sonra, somut ve güncel bir konuya geçelim. A nayasa’nm 23. m addesi, yerleşm e hürriyetine ilâveten seyahat hürriyetini de düzenlem iş ve “yalnızca” suç soruşturm a ve kovuşturm ası sebebiyle ve suç işlenmesini önlem ek am acı ile sınırlam aya izin vermiştir. Dom uz gribinin yaşandığı bir süredir, yurt dışından gelen dev gezi gem ilerindeki TC uyruklu veya yabancı yolcular, Karaköy Yolcu S alonu’ndan, uçakla gelenler Yeşilköy A tatürk Hava Lim anı’ndan T ürkiye’ye giriş sırasında, 1593 sayılı Umumi H ıfzısıhha K anunu gereği, şüphe halinde, nezaret altına alınabilecek, e tra f için tehlikeleri kaybolana kadar tecrit edilebilecektir. H avaalanı Sağlık Denetlem e M erkezleri Y önetm eliği’ne göre, enfeksiyonun olası yayılm asını önlem ek am acıyla, hasta olm ayan şüpheli kişiler hakkında, faaliyetlerinin kısıtlanm ası veya diğerlerinden ayrılm ası ve gerektiğinde iyileşene kadar tedavisi olan karantina ve tecrit işlemleri yapılabilecektir. Seyahat hürriyetinin bu durum da sınırlanm asının, g e n e l s a ğ l ı k nedeniyle yapıldığı kuşkusuzdur. Genel sağlık ise, A nayasa m adde 23 özel m addesinde yoktur, yorum la m evcut sebepler içine sokulm ası da olanaksızdır. - 353 - Ortada, TC D evlcti’nin, vatandaşlarına karşı, A nayasa m adde 56 gereği taşıdığı, önleyici ve bastırıcı genel sağlık görev ve sorum luluğunu, A nayasa M ahkem esi’nce, yukarıdaki gerekçe ile derhal yürürlüğü durdurulacak ve iptal edilecek olan A nayasa’ya aykırı bir kanunla yürütm esi gibi bir İdare Hukuku “örnek” olayı vardır. Dom uz gribi şüphesi ile karantina, tanı ve tedavi am acıyla tecrit işlemi ile seyahatten alıkonulacak yabancı veya vatandaş, açacağı dava sonunda, yasayı iptal ettirdiğinde, A B ’ne uyum lu, hayatla uyum suz A nayasam ızda m adde 23 değiştirilip, maddeye, kam u düzeni, bundan çekiniliyor ise kamu sağlığı özel sebebi eklenene kadar, herhalde, bulaşıcı hastalıkların, T ürkiye’ye gelm eyecekleri güvencesini verm eleri gerekecektir.'’ İdari Yargılama Usulii 'nde “Islah ”/ Reddederken Yanlış Dengelenen Yansan Kamu Yararları İdare H ukuku’nun varlık nedeni, özelliği ve hedefi, “yanşan kamu yararlarının dengelenm csi” dir. Burada hüner, hangi kamu yararının, diğerine tercih edileceğinin belirlenm esindeki isabette yatm aktadır. A nayasa-İdare yargıcı da, ister gözü kapalı evrensel, ister gözü açık yerli hanım eliyle olsun, uyuşm azlık halinde, terazisi ile doğru tartıp, bu konuda son sözü söyleyecek olan otoritedir. Nitekim, A nayasa M ahkemesi (bundan böyle M ahkeme) H U M K ’nda, m üddeabihin ıslah yolu ile arttırılm ası yasağım , adli yargı davaları için kurduğu isabetli bir dengelem e ile, A nayasa’ya aykırı bularak iptal etmiş (K. 1999/33); iptale gerekçe yaptığı olum suzlukların idari yargıda da bulunm asına ve gideren olum lulukların bulunm am asına rağmen, reddetm iştir; üstelik üç yargıcın ayrıntılı açıklam alarına rağm en (K. 2008/121). Türk İdare H ukuku’nda, lıerne kadar, idare yargıcının “re ’sen incelem e” yetkisi var ise de; ek olarak, davacının, dilekçesinde yazdığı hukuka aykırılık 9 Kuduz gibi vakalarda insanlarla hayvanların, bulaşıcı hayvan hastalıklarında hayvanların, bulundukları köylerden, çiftliklerden başka yerlere naklinin önlenmesi, herhalde, bu genel sağlık konusunun, suç işlenmesini önlemek amacına sokularak çözümlenecektir. Bu, hukuken mümkün ise, domuz gribi karantinası ve tecridine ilişkin yukarıdaki sorun da halledildi demektir. Yoksa ? Ayrıca, Anayasa’nm, Devlet’e, madde 56 görevini yüklemesi, madde 23 özgürlüğünün kullanılmasındaki güvenceyi ve sınırlama koşulları ile bağlı olmayı bertaraf etnıcz; aksine, 23, madde 56’ya sınır çizer. nedenleri ile bağlı olm aksızın davanın hukuksal tem elini değiştirerek hüküm tesis edebilir ise de; delil serbestliği ve ispat yükünde esneklik gibi genişlem eler de görülm ekte ise de; iki yasak, bir anda, bu olum lulukların etkisini yok etm ektedir. Bunlardan biri, tam yargı davalarında, davayı açarken talep olunan tazm inat miktarım , ileride, “ek dava” yolu arttırabilm e olanaksızlığıdır. Diğeri de, dava sırasında, ancak “bilirkişi uzm anlığı” ile hesaplanabilen tazm inat rakam ının, sabit kalm ası ve m ahkem enin de talepten fazlaya hükm edem em esidir. Ancak, davacıya, m üddeabihi, ıslah olanağı ile düzeltm e şansı verilerek giderilebilecek olan bu sakıncanın, idari yargıda neden esirgendiğini M ahkeme: İdari yargılam anın bir hedefinin de, “ idarenin sürekli dava tehditi altında kalm am ası, uyuşm azlıkların m üm kün olan süratle sonuçlandırılm ası, idarenin faaliyetlerindeki etkililiğin ve istikrarın sürm esi, davalar nedeniyle yönetim ce savunm alar hazırlanm ası ve gerekli idari önlem lerin alınm ası gibi neden ve olgular olduğu” şeklinde açıklam ıştır. Dengelem enin bir yanındaki bu kamu yararına karşı, davacının ıslah yoluna giderek m üddeabihi gerçek rakkam ına getirmesi, “o kadar m inim al bir işlem ”dir ki, yukarıdaki sakıncaları nasıl doğuracak; bu sakınca, o kadar büyük mü ki bunun için İdare H ukuku’nun “tam tazm in” ilkesi feda edilecek? İdari Y a rg fd a ıslah yolunu açm am akla, M ahkem e’nin, 1999 tarihli kararında ıslaha “ evet” derken yaptığı dengelem ede yazdığının aksine, hak aram a özgürlüğü önem li ölçüde nasıl zorlaşm ayacak ve bu nedenle dem okratik toplum düzeninin gerekleri ile nasıl bağdaşacak ve 13. m addeye uygun bir sınırlam a kabul edilecek? Ayrıca., M ahkem e’nin kararında İdari Y argı’da ıslaha gerek görm ez iken dayandığı “her iki yargı sistem inde davacı ve davalı durum unda bulunanların aynı durum da bulunm adıkları” olgusu, ıslah’a izin verm ek ya da verm em ek som ut konusunda farklı sonuçlara vardıracak bir farklılık değildir. Hatta, ek dava süresi bulunm ayan tam yargı davasında, ıslah, yargılam a usulünün kaçınılm az bir unsuru, davacı aleyhine eşitsizlik yaratan bir eksikliğidir ve sebep olunan hukuksal ve m addi m ağduriyet m utlaka giderilm elidir. M ahkem e’nin 1999 kararı, dengelem enin ne kadar isabetli bir örneği ise, 2008 kararı da, yarışan iki kam u yararının o kadar yanlış dengelem e üzerine kurulm uş olduğu isabetsiz bir karardır. M üddeabih ıslahı, yukarıda yazdığım tam tazm in engelleri de dikkate alınarak, tam yargıda da, belli koşullara bağlanm ış ek dava olanağı ile birlikte derhal tanınm alıdır. Islah’ın gerekliliğine, İdare’ye ve yargılam a usulüne etkisi “önceliği” yerine, bireyin hak aram ası ve hakkını elde etm esindeki “ önem ” açısından bakıp değerlendirince, yarışan iki kamu - 35 5 - yararından davacınınkinin ağır bastığı ve Anayasa m adde 10, 36 ve 125’iıı, ancak bu suretle hayata geçebileceği, kolayca fark edilecektir. Daha Az “Merkezi İdare” Daha Çok “Yerel Yönetim” Bir süredir, çeşitli nedenlerle, M erkezi İdare nitelikli hizm etlerin yerel yönetim lere verilm esi ve bu aktarım ın doğal parçası olarak m evcut il özel idaresi ve belediyelerin yönetsel özerkliğe ve m eclislerinin de “yerel m eclisler” işlevine kavuşturulm ası eğilim leri görülm ektedir. Konunun, federal bir devlet yapısının ilk adım larından biri olup olm adığı başta gelm ek üzere, siyasal yanına hiç girm eden, salt hukuk boyutunda kalındığında, söz konusu “ dönüşüm ” ün olabilm esi için, bazı hususların hatırlanm ası gerekm ektedir. Türkiye C um huriyeti D evleti’nin kuruluş dönem inde, bu noktada, “belirleyici bir değişim” yaşanm ıştır. Bunun da siyasi yanını bırakıp, “olgusal” açıdan bakınca görüntü şudur: 1921 A nayasasfnda (M d .11-14) iller, yerel yönetim tüzel kişiliğinin yanında “muhtariyet” sahibidir; kam u hizm etlerinin görülm esinde, m adde 1 l ’de sayılanlar dışında, asıl görev ve yetki illerdedir. İl M eclisleri (Şura), ilin icra organını kendi içinden kendisi seçer. Vali ise, ilde, yerel yetki kullanm ayan ve yerel sıfatı da bulunm ayan, sadece M erkezi Y önetim ’in görevlisi durum undadır. A nayasa’daki yerel yönetim sistem i şudur: “ m ahalli idareyi asli yetkili, m erkezi yönetim i ise sınırlı ve istisnai yetkili sayacak kadar adem im erkeziyeteilik” (YA YLA, 1982: 124); “ siyasi adem im erkeziyete kadar varabilecek böylesine bir m uhtariyet anlayışı” (Y A Y LA , 1982: 128) l0. Sadece üç yıl sonra, 1924 A nayasası’ııda (Md. 89-91), TC D evleti’nin idari yapısı tersine çevrilm iştir. Önce, sistem, Merkezi idare temelli ve denetimli yapılm ış; il, öne çıkan işlevi ile bu İdare’nin birincil taşra birimi durum una getirilm iştir. İl’in, İl Özel İdaresi adı altındaki yerel yönetim m odelinde, tüzel kişilik devanı etm iş ise de m uhtariyet (özerklik) vasfı kaldırılm ıştır. İki şapkalı Vali, artık, hem M erkezi İdare ajanı, hem de, il yerel yönetim inin icra organı ve tem silcisidir. Yerel il m eclislerinin özeliği olan görev tablosu ve önceliği kaldırılm ış ve bu durum 1961 A nayasası’nda (M d.116) “ m üşterek mahalli 10 Anayasa madde 14 gereği illerde Meclisi tarafından atanırlar, M eclis’in vekili ve karşıdan bakıcı, onların vaziyetini tetkik edici bildirici vaziyetinde”dir. Komisyon sözcüsü Vehbi -356- görev yapacak olan “v a /f’ler, Büyük Millet temsilcisidir ve “yalnız nazır, yani ve gördüklerini merkezi hükümete Bey (YAYLA, 1982: 125). ihtiyaçlar” şeklinde ifade edilm iştir. Bu model, bu gün 1982 A nayasası’nda varlığını sürdürm ektedir. Böylesi “ tem el” terk ve değişikliğin sebebi ne olm uştur? Önce T anör’üıı bir saptam asını aktaralım: G örüldüğü gibi, Türkiye, M ütareke dönem ine, bütün olum suz koşullara karşılık, özellikle, yakın tarihinden süzülen ekonom ik, sosyal, siyasal, kültürel ve kurum lar avantajlarla da girm iştir. Bu olumlu miras, 19181920 arasındaki sıçram ayı m üm kün kılmış, adeta bunun için tram plen görevini yerine getirm iştir. Bu açıdan da, 1918-20 büyük dönüşüm ü, geçmişin, bir ölçüde yine geçm işten alm an m alzem elerle aşılm ası anlam ına gelir. Dolayısıyla, keskin bir kopuştan (rupture) çok, “ tarihsel süreklilik içinde bir geçiş”ten söz etmek daha yerinde olacaktır (TA NÖR' 1995: 177-178). Tanör devam la, “Asıl kopuş, bence 1922 ’den sonra yaşanacaktır.” (TA N Ö R ’ 1995: 178). " T anör’ün “asıl kopuş” adını verdiği “köktenci” değişikliği, Yayla, şöyle sebeplendiriyor: Bunda, uygulanm ayan yönetim ilkelerinden12 çok, “ uygulanan” düzenin rolü vardır. O da, giderek m erkezileşen, öyle olm ak zorunda bulunan; bir çok bölücü olayla m ücadele etm iş olan TBM M H ükum eti’nin uygulam asıdır ve tabii, siyasi, askeri ve idari bakım lardan ister istem ez m erkezileşm işti^” (Y A Y LA , 1982: 135, n.21)13 Üstelik, genç cum huriyetin çağdaşlaşm ası için, reform lar yapılacak; yeni yönetim in bütün ülkeye yayılacak düşünce yapısı, her yerde aynı güçte etkisini gösterecek; iktisadi ve sosyal dengesizlikler aşılacak, m ahalli yönetim ler kendi becerileri ve im kânlarıyla kaderlerine terk edilm eyecektir.” (YA YLA, 1982: 135). Y ayla’nın her iki açıklam asına katılm akla beraber, 21 tarzı yerel yönetim den 24 tarzı yerel yönetim e geçilm esinin, kanunca, temeI ve öncelikli sebebi, karşı siyasal gücü aşan Cum huriyetçi kadroların, “halkçılık ilkesinin, uluslaşm a sürecinin unsurlarını teşkil eden tek Ulus, tekil Devlet ilkeleri ile 11 Koyu italik vurgu tarafımızdan yapılmıştır. u Ve, (ARSEL, 1965: 73); “Ne var ki, 1921 Anayasası’nm öngördüğü yerinden yönetim kurumlan ve mekanizmaları uygulama alanı bulabilmiş değildir.” (TANÖR, 2000: 266); “ 1921 Anayasası’nm “öngördüğü vilâyet ve nahiye şuralar ve diğer organları ise oluşmamıştır. Yerel yöneticilerin halkça seçilmesi önerileri de iyi karşılanmamıştır.” (TANÖR, 2000: 267); “Her vilâyetin veya her mıntıkanın ayrı ayrı birer idare teşkil etmesine karşı duran Mustafa Kemal, ağırlığını merkeziyetçilikten yana koymuş bulunmaktadır.” (TANÖR, 2000: 267). 131924 Anayasası, “ 192 Linkinden farklı olarak, vilâyet ve nahiye şuralarına da yer vermemiş, merkeziyetçiliği yeniden öne çıkartmıştır.” (TANÖR, 2000: 295). -357- bağdaşm ayan bir anlam ve işlev yüklem eden yorum lanm ası ve uygulanm ası” düşüncesidir. 14 Bu güne geldiğim izde, Anayasa m adde 2-4, 123, 126 ve 127 önceki paragraftaki 1924 yerel yönetim sistem ini sürdürm ektedir. Bu maddeleri A nayasa’nm değişm ez m addeleri ve onun doğal devam ı m addeler (Md.5-11 gibi) ile birlikte okuyunca, 1920 benzeri m uhtar, asli yetkili il özel idareleri için; böylece, M erkezi İdare’nin görev ve yetkilerini yerele aktarm ak, il genel m eclislerini yerel şuralara çevirm ek ve de çok dilli yerel yönetim e dönm ek için; çok tem el Anayasa değişikliklerinin yapılm ası zorunludur. Bu değişiklikler yapılm adan önce, A nayasa’nın değişm ez ve değişikliği tek lif bile edilm ez hüküm lerinin nasıl aşılacağının; ayrıca, A nayasa M ahkem esi’nin de daha önce yaktığı kırmızı ışığı (K. 2008/116) nasıl yeşil ışığa çevireceğinin açıklanm ası gerekir.15 Çünkü, A nayasa M ahkem esi, T B M M ’ne bağlı olarak kurulan ve görev yapm ası öngörülen Kamu Denetçiliği Kurum u K anunu’nu (N o.5548) iptal ederken, T ürk İdare Teşkilâtı konusunda bir temel taşını hatırlatıyordu: A nayasa’da kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kamu tüzelkişiliği kurulabilm esi konusunda yasa koyucuya takdir hakkı tanıması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ’nin bu konuda sınırsız bir yetkiye sahip olması anlamını taşımamaktadır. Türkiye Büyük M illet M eclisince bir kamu tüzel kişiliğinin kurulm asında, Anayasa’da öngörülen kurallara uygun hareket edilmesi zorunludur. Bir kamu kurum u ya da kuruluşu kurulurken Anayasa’da öngörülen idari teşkilat yapısı dışına yıkılmaması gerekm ektedir.(K .2008/185)"’ 14 “Türk Dcvrim i’nin başlıca özellikleri bir kaç noktada toplanabilir. Uluslaştırma ve ulusal devlet kurma misyonu, herhalde ilk başta gelenidir.” (TANÖR, 2000: 321, n.25). 15 Yerel yönetim yasasını içeriği, ancak, bundan sonra konuşulacak bir konudur. 16 Vurgu tarafımızdan yapılmıştır. -358- Anayasa Mahkemesi’nin “Hukuk Devleti” Kavramına Kazandırdığı içerik Hukuk fakültelerindeki derslerde, yayınlarda, yargılam alarda tara f dilekçelerinde, m ahkem e kararlarında, “hukukun tem el ilkeleri” olarak sözü edilen bazı kavram ları, A nayasa’nın da bir “ kanun” olduğunu söyleyen A nayasa M ahkem esi, kararlarında, Anayasa m adde 2 ’deki “ Hukuk Devleti İlkesi” kapsam ında saym akta ve uygulam akta. Bu uygulam ası ile, A nayasa M ahkemesi, bıı kavram ları, hukukun temel ilkesi olm aktan çıkartarak, bunları, hem “pozitif hukukun bir parçası” yapm akta, hem “ A nayasal değer” kazandırm akta, hem de, hukuk devleti özeline dahil etm ekte. Ayrıca, Anayasa M ahkemesi, bu ilkelerin birbirleri ile olan ilişkisini ve birbirlerini tam am lam asını da ortaya koym akta. K ararlardan alıntılarla görelim... Anayasa M ahkem esi, C um huriyet’in tem el niteliği hukuk devleti ilkesi ve kavram ı hakkında yıllardır ifade edegeldiği “genel tanım”mı, yakın zam anlarda, bir kez daha tekrarlıyor. “A ııayasa’nın 2. m addesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlem leri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hııkıık düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, A nayasa’ya aykırı durum ve tutum lardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetim ine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.” (K. 2008/53)17 Ardından ekliyor; hukuk devleti ilkesinin “ önkoşullarından biri” olarak “hukukgüvenliği”ni görüyor ve şöyle tanımlıyor: “ Hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanm ası am açlanm aktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk norm larının öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlem elerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntem lerden kaçınm asını gerekli kılar.” 17 “Esasın İncelenmesi (*) C-§ 6” (RG: 08.04.2008-26841) (*) Bundan böyle Eİ olarak yazılacaktır. Aynı tanım, 2009 yılı kararlarında da tekrarlanarak tescil edilmiştir. K: 2009/7 “Eİ.B-§2 - 359- (K.2008/53, C-§ 9) 18 ; “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin düzenli sürdürülebilm esi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluşturarak aynı zam anda istikrara da hizm et eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilm esi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaşılabilir olm alarına bağlıdır.” (K. 2008/75, Eİ.A-§); “ Hukuk devletinin temel öğelerinden biri de güvenilirliliktir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlem lerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanm ası, hukuk devleti ilkesinin olm azsa olm az koşuludur.” (K. 2008/75, C-§ 5); “ Hukuk güvenliği, norm ların öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlem elerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntem lerden kaçınm asını gerekli kılar.” (K. 2008/141, Eİ. § 5; K. 2009/7, Eİ.B-3-§7) 19 M ahkeme, hukuk güvenliğinden söz edilebilm esi için, özellikle yasa m etinlerinin yeterince açık olm asına, ilk düzenlem elerin “ kanun” ile yapılm asına, çelişki ve kuşkuya m eydan verilm em esine ve iki ilke arasındaki bağlantıya işaret ediyor ve bunu, bu yazının daha önceki sayfalarında yer verdiğ “temel imiz, “belirlilik ve öngörülebilirlik” sözcükleri ile ifa ediyor ve şöyle açıklıyor: “ Hukuk güvenliği, “belirlilik ve öngörülebilirlik” gerektirir” (K .2008/75, Eİ.C-§ 6) ve “A nayasa’nın 2. m addesinde düzenlenen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlem elerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksam aya ve kuşkuya yer verm eyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olm ası, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulam alarına karşı koruyucu önlem içerm esi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırım ın veya sonucun bağlandığını bilm elidir.” (K. 2009/7, Eİ.B-3-§7) 18 Hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden biri de “hukuk güvenliği ilkesizdir. K. 2009/5 Eİ. C- § 6. 19 “Hukuk güvenliği, temel hak güvenciIerinde korunan ortak değerdir.” AYMK K. 2006/54, Eİ. B§3 -360- A nayasa M ahkem esi, hukuk güvenliği kapsam ına, “kazanılmış lıak ve yasaların geriye yü rüm ezliği” ilkelerini de dahil ederek, bunları hukuk devletinin yapı taşları sayıyor. M ahkem eye göre: “ Kazanılm ış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisini oluşturm aktadır. Kazanılm ış bir haktan söz edilebilm esi için bir hakkın, yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilm iş olması gerekm ektedir. Kazanılm ış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşm iş ve kişisel alacak niteliğine dönüşm üş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir” (K. 2005/110, Eİ. B-§ 4) ; “ Hukuksal güvenliğin bir sonucu da kazanılm ış haklara saygı gösterilm esi ilkesidir. Kazanılm ış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan ve kendisi yönünden kesinleşm iş ve kişisel alacak niteliğine dönüşm üş haktır. K işilerin hukuk düzenine güvenerek elde ettikleri hakların sonradan çıkarılacak yasal düzenlem elerle ihlal edilm em esi bu ilkenin gereğidir.” (K. 2006/54, Eİ. B-§ 4 )20 ; “ Kazanılm ış hak, özel hukuk ve kam u hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlam aya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanm ası ile onlar için doğan öznel hakkın korunm asıdır. Kazanılm ış bir haktan söz edilebilm esi için bu hakkın, yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilm iş olması gerekir. Kazanılm ış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşm iş ve kişisel niteliğe dönüşm üş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar, kazanılm ış hak niteliğinde değildir.” (K. 2009/7, Eİ.B4-§4) Yasaların geriye yürüm ezliği, güvenlik, öngörülebilirlik, belirlilik ve kaznılm ış hak ile beraber, aynı çerçeve içinde m ütalâa edilen bir hukuk devleti öğesidir. Şöyle ki: “ Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlam a yüküm lülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülm em esini gerekli kılar. “Y asaların geriye yürüm ezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirm esi, kazanılm ış hakların korunm ası, mali hakların iyileştirilm esi gibi 20 “beklenen hak, eski yasa zamanında henüz tüm sonuçlarıyla doğmamış bulunan fakat doğması olasılık içinde olan haktır. Bir hakkı doğuran olayın eski yasa zamanında ortaya çıkması, hatta hakkı oluşturan öğelerden bir kısmının da eski yasa zamanında oluşması mümkündür. Fakat, hak tüm sonuçlarıyla doğmamışsa, bunu doğuran olay eski yasa zamanında ortaya çıksa dahi bu olaya yeni yasa hükümleri uygulanır.” (K:2008/142, Eİ: §10). -361 - ayrıksı durum lar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylem lere uygulanm ak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçm işe ve kesin nitelik kazanm ış hukuksal durum lara etkili olm am ası hukukun genel ilkelerindendir.” (K. 2008/142, Eİ: § 7 ) ; “H ukuk devletinin sağlam akla yüküm lü olduğu hukuki güvenlik, kural olarak yasaların geriye yürüm em esini gerekli kılar. Yasalar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylem lere uygulanm ak üzere çıkarılırlar.” (K. 2009/45, Eİ. B- § 18). Haliyle, A nayasa M ahkemesi, “ahde vefa ”y ı da, sözleşm e hukukunda, kısa, fakat kesin bir ifadeyle, şöyle değerlendiriyordu: “ Hukuk devletinde hukuk güvenliği sonucu olan ahde vefa ilkesi de sözleşm e özgürlüğünün korunm asını zorunlu kılar.” (K. 2009/5, Eİ. § -6) Konu sözleşm elerden açılm ışken, ekleyelim ki, A nayasa M ahkemesi, ahde vefa ilkesi ve hukuk devleti bağlantısını, 2002 yılında kurm uş ve ihlâlini de yasanın iptali nedeni yapm ıştı.“1 A çıklam aları, A nayasa M ahkem esi’nin, yasaların genelliğini ve de kamu yararı, takdir yetkisi konularını hukuk devleti kapsam ına alan kararları ile tam am layalım : “ Y asaların ve yasalarla getirilen kuralların genel olm ası, hukuk devleti ve yasa önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur. Y asaların genelliğinden anlaşılan, belli kişileri hedef alm ayan, özel bir durum u gözetm eyen, önceden saptanıp 21 “Dava konusu kural ile daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri sonucunda belli koşullara bağlanmış olan sözleşmeler yasayla hükümsüz kılınmaktadır. Oysa, sözleşmelerin sona erdirilmesi veya diğer koşullarla ilgili uyuşmazlıkların çözümü sözleşmelerde belirtilen usul ve esaslara ya da bu konuda hüküm bulunmayan hallerde genel hukuk kurallarına bağlıdır. - Öte yandan, bir hukuk devletinde hukuk güvenliğinin sonucu olan ahde vefa ilkesi de sözleşme özgürlüğünün korunmasını zorunlu kılar. Açıklanan nedenlerle, mevcut sözleşmelerin yasa ile sona erdirilerek sözleşme özgürlüğüne müdahale edilmesi Anayasa’nııı 2. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” (AYM K K. 2002/28); “Sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukuk Devletinin gereğidir. Devletin tarafı olduğu ve devam etmekte olan bir yargılamada, kendi lehine bazı sonuçlar sağlayacak ve geriye yürüyecek biçimde yasa çıkarması yoluyla yapılan müdahale hak arama özgürlüğünü ve adalet duygusunu zedeler.” (AYMK K. 2008/150, Eİ. C-§4) soyut biçim de herkese uygulanabilecek kurallar içerm esidir” (K. 2008/141, Eİ. § 10) ; “A nayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlem lerinin kişisel yararlan değil kam u yararım gerçekleştirm ek am acıyla yapılm ası zorunludur. Anayasa M ahkem esi’nin bir kuralın kam u yararı açısından A nayasa’ya aykırılık sorununu çözüm lerken yapacağı inceleme, Y asa’nın yalnızca kam u yararı am acıyla yapılıp yapılm adığını araştırm aktır.”(K. 2008/75, Eİ.A-§ 4 ve § B-5)22 ; “ Yasaların kam u yararının sağlanm ası am acına yönelik olm ası, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetm esi A nayasa’mn 2. m addesinde düzenlenen hukuk devleti olm anın gereğidir. Bu nedenle, yasa koyucunun hukuki düzenlem elerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kam u yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanm ası gerekir.” (K. 2009/7, Eİ.B-8-§3) BİTİRİRKEN Kam uoyuna Bir Duyuru Ceza Y argılam a Usulü alanına girm ekle beraber, Hukuk Devleti bağlamı nedeniyle, yazının genel çerçevesi içinde kalan aşağıdaki konuya yer vermeyi gerekli gördüm. N isan ayının sonlarına doğrıı, Türkiye B arolar Birliği Başkanı ve elli yedi baro başkanı ile hukuk fakültelerinin ceza hukuku profesör ve doçentlerinden ağırlıklı bir kesimini oluşturan on dördü, “H u k u k Devleti İç in ” kam uoyuna bir duyuru yayınladılar. Bir gazete tam sayfasını kaplayan duyuru, özellikle öne çıkmış bulunan özellikli bir davadaki aram a, soruşturm a işlem leri ve yargılama sırasında yayınlanm ış olmak itibariyle, dikkatle okunm ası gereken bir dizi saptam ayı ve uyarıyı içerm ektedir.23 Ceza yargılam a usulü bakım ından nelerin hukuka aykırı biçim de uygulandığına işaret eden ve nelerin yapılm am ası ve yapılm ası gerektiğini, bir ders notu sadeliği ve netliği ile açıklayan duyurunun elli m addelik bir uzunluğa 22 “Hukuk devleti, yasaların kamu yararına dayanması ilkesini dc içerir” (K. 2008/75, A-§ 4). 2> Cumhuriyet, 25 Nisan 2009. Duyurunun internet ortamında yayınlanan metni için “istanbulbarosu.org.tr” adresinde “haberler”i, sonra “haberler ve duyuru arşivi”ni ve son olarak 19 n o ’lı kutuyu tıklayınız, duyuru birinci madde olarak yer almaktadır. -363- sahip olması da dikkat çekicidir ve bir hukukçu olarak üzüntü ve endişe vericidir. Yargı Reformu Stratejisi Ç alışm ayı bitirirken, Adalet Bakanlığı, “ Yargı Reformu Stratejisi” (YRS) başlıklı metni gönderdi. Toplam 83 kalem de değişikliği öngören m etinde, ilgili çeken bazı noktalara işaret etm ek istedim. Yapılan önerilerin, verilen yabancı örneklerin hep “ iyi yanı” gösterilm iş. Bunların, aksayan, eleştirilen yanlarına -ki m uhakkak ki vardır- hiç yer verilm em iş; T ürk Y argısı’nın bünyesine uym a/uym am a, beklenen katkıyı sağlam a sağlam am a konusuna hiç değinilm em iş. Gönderim yazısında, H SY K ’nun bu yapısının ulusal egem enliğe aykırı olduğu eleştirisine yer verilirken, adeta bir “ m eşruiyet şüphesi” havası ortaya çıkm ış.24 Halbuki, 1924 Anayasası dahil, “Y argı” m ahkem elere aittir ve tekelindedir. Yargı, m eşruiyetini, D evlet’in diğer iki dalı TB M M vc C um hurbaşkanı dahil Y ürütm eİdare gibi, “ Devlet D üzeni’nin Kurucu Belgesi ve Egem enliğin Kullanım Şem ası” m evkiindeki A nayasa’dan alır. O A nayasa ki, U lus’un “yetkilendirdiği tem silciler” tarafından yapılm ıştır ve de 61 ve 8 2 ’de görüldüğü üzere, ayrıca U lus’un “ doğrudan iradesi” ile onaylanm ıştır. Bu süreç, aynı zam anda, U lus’un, Y argı’nın oluşum ve işleyişine katılım ının da ifadesidir.25 Bu kurgu karşısında, T B M M ’nin, Y argı’mn yönetim organlarının oluşum unda rey sahibi olm am ası. 24 Meşruiyet konusunu, TBMM tarafından seçilmiş üyeler bulunmaması nedeniyle, Anayasa Mahkemesi bakımından da ileri sürenler bulunuyor. 25 Unutmayalım ki, Yargı, siyasal bir organ değildir ki, yönetsel organlarında, Ulus’un veya temsilcilerinin “seçme ve belirleme” yetkisi olsun. Kaldı ki. Adalet Bakanı ve müzteşarının, HSYK’ndaki varlığı bile, ne demokratiklik, ne meşruiyet, ne de siyasal temellidir. Sadece, Hükümet ile Yargı arasında “yönetsel” içerikli bir “katılım”dan ibarettir vc aslında, bu tür katılımlarda, Bakan’ın bu yerini ve görev vc sorumluluğunu abartmaması, ender durumlarda Kurul’a gelerek başkanlık etmesi gerekir. Ne demek istediğimi şöyle anlatabilirim. Fransız Devlet Şurası Conseil d ’Etat’nın Başkanı (President) Başbakan’d\r. Başbakanı da Adalet Bakanı temsil eder. Adalet Bakam da, ancak ve sadece, Başkanlık yetkisini kullanmasına ihtiyaç gösteren (invoke) e n d e r durumlarda (on rare occasions) Devlet Şurası’na başkanlık eder. Onun dışında, Başkanlık yetkileri, bir Devlet Şurası mensubu olan Vice-President tarafından kullanılır (BROWN & BELL, 1988: 84). -364- dem okrasi ve m eşruluk sorunu yaratm ayacağı gibi, olm ası da, mevcut olm ayan bir şeyi m evcut şekle çevirm ez veya bir şey katmaz. Gönderilen YRS Taslağı Eylem P lâm ’nda da, Anayasa M ahkemesi hakkında önce yazılanları görelim: “Giderek artan iş yükü ve çeşidi karşısında 11 üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi 'nin tek kuru! ile etkili ve verimli çalışma yürütmesi, temel hak ve özgürlüklere yeni boyutlar kazandıracak içtihatlar üretmesinin oldukça zorlaştığı, bu nedenle Avrupa ülkelerindeki anayasa mahkemelerinin görev tanımları ve oluşum şekilleri doğrultusunda mahkemenin yeniden yapılandırılm ası ... sağlanacaktır. ” Kısa vadede gerçekleştirilm esi plânlanan bu değişim in içeriğinde, M ahkem e’yi iki daireli yapm ak ve üye sayısını 15’e yükselterek, yeni üyelerin seçim ini dc şu andaki T B M M ’ne seçtirm ek bulunduğunu gazetelerden biliyoruz. Bunun, A nayasa M ahkem csi’nin mevcut içtihadının değiştirilm esine yönelik bir operasyon olduğunu ve siyasetçinin, ileride M ahkem e’yi kontrol amacı taşıdığını herkes görüyor. Asıl söylem ek istediğim ise, ufak bir hatırlatm a. ABD Yüksek M ahkem esi (US Suprem e C ourt) iki yüz yılı aşan süredir, tek h ey ’et halinde çalışıyor ve yedeği bile bulunm ayan dokuz yüksek yargıçtan oluşuyor. Kaydı hayat koşulu ile görev yapan ve çoğunluğunun yaşı yetm işin üzerinde bulunan bu yüksek yargıçların, sadece, “elerk” adı verilen vc her yıl değişen o yılki hukuk fakültesi m ezunu “ bir adet” yardım cısı var. Bu dokuz yargıç ve tek M ahkeme, 250 milyon nufuslu bir ülkede, sadece A nayasaya aykırılık davalarına bakm ıyor, bizde, Yargıtay, Danıştay ve Askeri Y argıtay’ın alanına giren davalar da görev alanında, çünkü Ü lke’nin tek yüksek m ahkem esi. Hem ilk derece m ahkem esi, hem de tem yiz; üstelik hem maddi olgu, hem de hukuk incelemesi yapıyor. Ayrıca, ABD B aşkanı’nı görev suçundan yargılıyor. Ve de, yılda “yüz bin başvuru” geliyor. Tem el hak ve özgürlüklere yeni boyutlar kazandıracak içtihatlar üretm e konusunda, herhalde D ünya’daki lider m ahkem elerden biri. Yeni bir model ve çözüm aranırken, bilinsin ki, başarılı örnekler, çok daireli Avrupa m odelinden ibaret değil. Y R S ’nde İdari Yargı ile ilgili öngörüler de yer alıyor. Bunlardan biri, yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilm esi ve etkinleştirilm esi (Sf.40). İY U K ’nun 11 ııci m addesindeki ihtiyari itirazın ve özellikle 13 ncü maddedeki eylem den tam yargı davasındaki, tam am en yargı yoluna gidilm esini en aza -365- indirme am açlı İdare’ye zorunlu başvuru yöntem inin başarısızlığı ve özellikle sonuç alma sürecini geciktirm ekten öteye gidem ediği, bu öneriyi çözüm gibi düşünenlerce bilinm iyor m u? Aynı şekilde istinafın da, D anıştay’a ulaşma yolunun kapanm ası ile açık tutulm ası arasındaki denge doğru kurulam azsa, birinci ihtim alde, hak aram a hürriyetine ağır bir kısıtlam a teşkil edeceği, ikinci ihtim alde, zaten uzun zam an tüketilen yargılam a sürecini, lüzum suz ve yararsız bir tekrarla daha da uzatacağı hiç düşünülm üyor m u? İstinaf yargıçlarının, şim diki B ölge İdare M ahkem esi yargıçlarından oluşm ası ile Danıştay m ensuplarından oluşturulm ası da düşünülm eden geçilm eyecek bir nokta. Sayfa 40/ § 8 .6 ’daki “ idarenin takdir hakkı kullanım ını yeknesak hale getirm ek” tutucu ana fikri ve hedefi, T ürk İdare H ukuku’nun dinam ik ve değişken felsefesini ve işlevini bilm em ek, İdare H ukuku’nu dondurm ak dem ektir. Kuşkusuz, en son, fakat en önemli nokta, “Reform ” sözcüğü uygun görülen bu düzenlem elerin hangi siyasi kadrolar tarafından yapılacağı; sayısal artış öngörülen hususlarda nitel yükselm enin de beraber sağlanıp sağlanam ayacağı ve bu suretle, bir operasyon vesilesi mi teşkil edeceği ya da sonuçsuz bir denem ede mi kalacağı ya da gerçek bir iyileştirm e, çıta yükseltm e etkisi mi yaratacağıdır. Kişisel kanım, yukarıda değindiğim bildirinin yayınlanm ası ihtiyacının -g erçekten- duyulduğu bir ortam da, m evcut toplam koşulların, sonuncusu için elverişli vc yeterli olm adığıdır. Nitekim, sözünü ettiğim iz elverişsiz, yetersiz ve gücün kontrol edilem ediği ortam ların, Y argıtay Başkanı, 2009-2010 Adli Yıl Açış Töreni konuşm asında atlayıp, konuşm a m etninde yazdığı ve daha sonra gazetecilerle konuşurken seslendirdiği nitelemesi ile, “yandaş Yargı”ya (Hürriyet, 8 Eylül 2009: 1 ve 29) yol açacağını 26 ve bu suretle, hem Y argı’yı, hem de Hukuk D evlcti’ni tahrib edeceğini durduk yerde boşuna söylem edi; söylem ez de. Dileriz yanılırız; ancak, biliyoruz ki, hem görünen köy kılavuz istem iyor, hem de vatandaş ve idare hukukçusu olarak geçirdiğim yarım yüz yıl, ancak yanılm ak arzu ve düşüncesinde yanılacağım ızı kanıtlıyor. YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararlar E. 1999/1, K. 1999/33 G. 20.07.1999, RG. 24220, 04 Kasım 2000. 26 Biz ekleyelim, yandaşlığı benimsemeyenler üzerinde de “baskıcı ve tasfiyeci” sonuçlar doğuracağı. - 366 - E. 2001/293, K.2002/28 G. 13.02.2002, RG. 24730, 18 Nisan 2002. E. 2003/87, K. 2005/110, G. 28.12.2005, RG. 26348, 16 Kasım 2006 E. 2006/64, K. 2006/54, G. 04.05.2006, RG. 26189, 5 Ekim 2006 E. 2005/38, K. 2008/53, G. 07.02.2008, RG. 26841, 8 Nisan 2008 E. 2007/105, K. 2008/75, G. 06.03.2008, RG. 27173, 18 Mart 2009 E. 2003/60 K. 2008/97 G. 02.05.2008, RG. 27243, 30 M ayıs 2009 E.2008/16, K .2008/116 G. 05.06.2008, RG. 27032, 22 Ekim 2008 E.2004/103, K. 2008/121 G. 12.06.2008, RG. 27089, 23 Aralık 2008 E.2006/37, K.2008/141 G. 18.09.2008, RG. 27089, 23 Aralık 2008 E.2006/76, K.2008/142, G. 18.09.2008, RG. 27089, 23 Aralık2008 E. 2006/158, K .2008/150 G. 24.09.2008, RG. 27125, 29 Ocak 2009 E. 2006/140, K. 2008/185 G. 25.12.2008, RG. 27190, 4 Nisan 2009 E. 2004/87, K. 2009/5 G. 08.01.2009, RG. 27160, 05 M art 2009. E. 2004/70, K. 2009/7 G. 15.01.2009, RG. 27255, 11 Haziran 2009 E. 2008/92 , K. 2009/45 G.05.03.2009, RG. 27243, 30 M ayıs 2009 Diğer Kararlar TC C um hurbaşkanlığı, 07.03.2005 gün sayılı karar. - 367- B .01.0.KK B.01-83-6-2005-93 Gazeteler Hürriyet (çeşitli sayılar) C um huriyet (çeşitli sayılar) Öteki Kaynaklar İlhan A R SEL (1965), Türk I.Kitap (Ankara, 1965) Anayasa Hukukunun Umumi Esasları, L.Neville BROW N & John S. BELL (1988), French Administrative Law, (5.basi, Oxford) Sait GÜRAN (1980), Memur Hukukunda Kayırma ve Liyakat Sistemleri (İstanbul) Ergun ÖZBUDU N (2004), Tiirk Anayasa Hukuku (8. Bası, Ankara) Bülent TA N Ö R & Necmi Y Ü ZB A ŞIO G LU (2005), Türk Anayasa Hukuku (7.Bası, İstanbul) Bülent TA N Ö R (2000), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (8.bası, İstanbul). Bülent TA N Ö R (1995), Kurtuluş Üzerine (İstanbul) Yıldızhan YAYLA (1982) Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-İ Mezuniyet Ve Tefrik-İ Vezaif (İstanbul,) - 368 - ANAYASAL BİR İLKE OLARAK MASUMİYET KARİNESİ Doç. Dr. Osman Korkut KAN ADOGLU I. Giriş M asum iyet karinesi buglin ceza hukukunun açık ve tartışm asız genel kurallarından biri olduğu gibi aynı zam anda anayasal boyutunun da önemli bir unsurudur. Hüküm lülüğü yargı kararıyla kesinleşm eyen bir yurttaşa suçlu olarak davram lam am ası, Anayasadan kaynaklanan vazgeçilm ez bir zorunluluktur. Bununla beraber m asum iyet karinesinin teorik ve pratik açıdan açıklığa kavuşturulm ası da gerekm ektedir. Teorik açıdan bugüne değin m asum iyet karinesinin anayasal açıdan nasıl gerekçelendirileccği ve hangi kapsam a -sad ece ccza yargılam ası hukukunda değil- sahip olduğu tam olarak açıklanam am ıştır1. Bu durum m asum iyet karinesinin, hukuk devleti ilkesinin bir görünüm ü olarak nitelendirilip nitelendirilem eyeceği ya da bunun ötesinde tem el hak karakteri taşıyıp taşım adığına bağlıdır. Özellikle A nayasa M ahkem esinin m asum iyet karinesine ilişkin içtihadı tam bir belirginliğe sahip değildir. Pratik açıdan ise m asum iyet karinesi, her şeyden önce m edyanın yoğunlaşan haber akışı ve suç takibiyle görevli m akam ların kam usal faaliyetleriyle tehdit altındadır. M edyanın suç işleme şüphesi altında bulunan yurttaşlara peşin hüküm le yaklaşım ına yargı m akam ları eliyle destek olunm ası2, ceza hukuku siyaseti bakım ından olduğu kadar anayasa hukuku bakım ından da sıkıntı yaratan bir sorun haline gelmiştir. 1 Genel olarak ceza hukuku bakışıyla bkz. (FEYZİOĞLU, 1999); (ÜZÜLMEZ, 2005); (ŞAHİNKAYA, 2008). Türk Anayasa Hukuku yazımında masumiyet karinesi bugüne değin tam anlamıyla aydınlatılmamıştır. 2 Örneğin Almanya’da D üsseldorf Eyalet Mahkemesi, suçlu sanılan tanınmış ve ileri gelen bir kişi hakkında, kişinin kendisine henüz bu konuda bilgi verilmeksizin savcının bir derginin yazı işleri müdürüne soruşturma talimatı verilmiş olduğunu açıklamasını hukuka aykırı bulmuştur. Aynı şekilde Mahkeme, savcılığın geniş kapsamlı soruşturma önlemlerinin planlandığını açıklamasını, sonradan bu önlemlere fiilen başvurulmamış olması karşısında hukuka aykırı bulmuştur. Mahkemenin bu kararı ve değerlendirmesi için bkz. (B f.ck u r, 2004: 414-418). - 369 - Bu sorunun çözüm ünde öncelikle m asum iyet karinesine ilişkin teorik alandaki boşluklar doldurularak uygulam adaki eksikliklerin giderilm esi için gerekçeler üretilm elidir. Bu am açla ilk olarak m asum iyet karinesinin geçerli hukuk bakım ından konum unun belirlenm esi yararlı olacaktır (II). Anayasa M ahkem esi’nin (AY M ) konuya ilişkin içtihadının özellikle Alm an Federal Anayasa M ahkemesi (FAYM ) içtihadıyla karşılaştırm alı kısa bir analizi yapıldıktan sonra (III), m asum iyet karinesinde yalnızca bir hukuk devleti güvencesi değil, aynı zam anda anayasal korum a altındaki genel kişilik hakkı bağlam ında bir temel hakkın da söz konusu olduğu ortaya konulm alıdır (VI). Diğer tem el hak güvencelerinde olduğu gibi m asum iyet karinesinin de çok boyutlu bir niteliği vardır. Buradaki her bir boyut, bu tem el hakkın farklı işlevlerini ortaya koyacaktır. Bu boyutları doğrultusunda m asum iyet karinesi temel hakkı da yasal düzenlem eler ve bunların uygulam asında farklı etkiler gösterecektir (V). II. Hukuksal Bir İlke Olarak Masumiyet Karinesi: Mevcut Hukuktaki Durum 1. Anayasal Düzeyde M asum iyet karinesi, suçların ve cezaların kanuniliği, ceza sorum luluğunun şahsiliği, genel m üsadere yasağı, kişi özgürlüğünün idari m üeyyidelerle kısıtlanam ayacağı, Uluslararası Ceza Divanının yetkileri saklı kalm ak üzere, vatandaşların suç sebebiyle yabancı ülkeye verilem em esi gibi ilkelerle birlikte hukuk devleti ve güvenliğini gerçekleştirecek düzenlem eler olarak Anayasam ızda (md. 38/4) açıkça öngörülm üştür: “ Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılam az.” 1982 A nayasası, m asum iyet karinesini yalnızca hukuk devletinin güvencesi olarak görm ekle yetinm em iş, 15. m addesiyle bu karineyi olağanüstü yönetim usulleri altında bile dokunulam ayacak “ sert çekirdekli haklar” (diğer “ sert çekirdekli haklar için bkz. (T a n ÖR & Y ÜZBAŞIO ğ LU, 2006: 142) arasında saym ıştır : “ ... suçluluğu m ahkem e kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılam az” 1982 A nayasasının 90. m addesinde 2004 yılında yapılan değişiklik sonrasında, yasaüstü değeri tartışm asız olan ve A nayasadaki tem el hak hüküm lerinin yorum unda belirleyici (yön gösterici) olarak göz önünde bulundurulm ası gereken İnsan H akları A vrupa Sözleşm esine (İHAS) göre de - 370- “Hakkında suç isnadı olan bir kimse, hukuka göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar m asum sayılır” (md. 6/2)3. T araf devletler iç hukuktaki etkisinden bağım sız olarak kendi hukuk düzenlerinde egem enlik yetkileri altındaki tüm kişilere, İHAS ve ek protokollerde yer alan hak ve özgürlükleri sağlam akla yüküm lüdür. Bu nedenle Türkiye de ulusal hukukunda ve yaptığı hukuki işlem lerde m asum iyet karinesine uym akla yüküm lüdür. Bu yüküm lülüğün yerine getirilip getirilm ediğini denetlem ekle yetkili İnsan Hakları Avrupa M ahkem esi (İH A M ) içtihadı ile m asum iyet karinesi ve bu karinenin gereklerini som utlaştırm ıştır (Bu konudaki İHAM içtihadı için genel olarak bkz. (ÇELİK, 2009). Bazı örnekler vermek gerekirse; Herhangi bir devlet tem silcisinin açıklam alarından, bir suç nedeniyle hakkında dava açılm ış, fakat ilgili yasa hüküm lerine göre m ahkum edilm em iş kişinin suçlu olduğu izlenimi ediniliyorsa, İHAS md. 6/1 ’de garanti edilen adil yargılam a hakkının bir alt unsuru olarak İHAS md. 6 /2 ’de garanti altına alınan m asum iyet karinesi ihlal edilm iş olur. Açıklam anın, masum iyet karinesini ihlal edip etm ediğine, som ut olayın özel koşullan esas alınarak karar verilir (A .L./A lm anya, Nr. 72758/01, 28.4.2005, prg. 31). İHAS md. 6/2, m asum iyet karinesini yalnızca şüpheli ya da sanık yararına garanti ederken, 1982 Anayasası gerek 38., gerekse 15. m addelerinde herkesin bu güvenccden suçluluğu m ahkem e kararıyla kesin hükm e bağlam ncaya değin yararlanm asını öngörm üştür. Bu düzenlem eler, karinenin kişisel korum a alanı arasında önem li bir farklılığa işaret eder. İHAS düzenlem esinin dar sınırları içinde kalınırsa, sadece şüpheli m asum iyet karinesinin korum asından yararlanacak, buna karşın henüz şüpheli olm ayan yararlanam ayacaktır. Buradan hareketle, henüz ya da artık şüpheli olm ayan kişiler hakkında, örneğin medyanın (ön)yargılı haber yapm ası halinde, m asum iyet karinesinin ne ölçüde kullanım alanı bulacağı sorununa ilişkin belirli çıkarım larda bulunulabilir. İH A M ’a göre bir ceza ertelem esinin iptali, m ahkem ece m ahkum un denem e süresinde yeniden suç işleyebileceği kanaatine varm asıyla gerekçelendiriliyorsa (B öhm er/A lm anya, Nr. 37568/97, 3.10.2002, prg. 58) ya da m uhakem enin meni kararı sonrasında dava m asraflarına ilişkin hükmü. 3 Neredeyse tüm dünyanın tanıdığı bu ilke BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (md. 14/2) ve Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de (md. 8/2) pozitif düzenleme haline getirilmiştir, bkz. ( G e m a l m a z , 2003). -371 - m ahkem e ilgilinin kusurunu gerekçe göstererek veriyorsa (M inelli/İsviçre Nr. 8660/79, 25.03.1983, prg. 36 vd.), m asum iyet karinesi ihlal edilmiştir. Y ine bir kararında İHAM , şu ifadeleri kullanm ıştır; “Ceza yargılam ası, davanın gcrckçelendirilm esine dair bir kararla sonuçlandırılm adıkça, sanığın suçsuzluğuna ilişkin şüphelerin dile getirilm esi düşünülebilir; ancak beraat kararı kesin hüküm haline geldikten sonra bu şekildeki şüphelere dayanılm ası artık hukuken geçerli değildir” (Sekanina/A vusturya, Nr. 13126/87, 25.08.1993, prg. 30)4. Belirtmek gerekir ki, İHAM , Sözleşm enin 6/2. m addesini yorum ladığı diğer bazı kararlarında, ceza takibiyle sorum lu m akam ların sadece ceza yargılam ası sırasında değil, yargılam a öncesi alanda da belirli bir kişinin suçluluğunun sabit olduğundan hareketle açıklam alar yapm alarını, m asumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirm iştir. Böylelikle özellikle polis ve savcılık m akam larının kam uoyuna yaptığı açıklam alara sınır getirilm iştir. Bu durum da masum iyet karinesinin korunup korunm adığı, özellikle som ut açıklam aya ve seçilen anlatım biçim ine bağlıdır5. Önemli bir diğer nokta, İHAS md. 6 /2 ’nin müdahaleleri önleyici boyutu yanında İHAM , bu m addeden korum a yüküm lülüklerinin çıktığı sonucuna da varmaktadır. Somut olayda m asum iyet karinesinin ihlali doğrudan devletten kaynaklanm ıyor ve devlete de isnat edilem iyor, aksine özellikle m edya tarafından suç takibiyle yüküm lü devlet organlarının açıklam aları üzerine verilen haberlerde, sanıklar yargılam a sona ermeden m ahkum ilan ediliyorlarsa, davalının ceza yargılam asının kam uoyunda önyargıdan uzak bir ortam da gerçekleşm em esi nedeniyle devlet sorum lu olur {Bkz. LlNDNER, 2008: 241). 4 Bu bağlamda öğretiye göre, maddi nedenlerle verilen beraat kararından sonra dava içeriği ilgili sanki ceza gerektiren bir davranışta bulunmuş gibi tanımlanırsa ya da davanın devam etmesi halinde ilgilinin her halde mahkum olacağı ifade edilirse, İHAS md. 6/2 ihlal edilmiş olur, bkz. (F row ein & P eu k er t , 1996: Art. 6, Rdnr. 17). 5 Örneğiıı İHAM, Butkcvicius/Litvanya kararında savcının bir gazete röportajındaki “suçluluğu için kesin deliller” şeklindeki önyargılı açıklamalarını masumiyet karinesinin ihlali olarak nitelendirmiştir (Nr. 48297/99, 26.03.2002, prg. 5054). Y.B. ve Diğerleri/Türkiye kararında da İHAM, polis yetkililerinin başvurucuların savcının karşısına çıkarılmadan önce basına gösterilmelerini ve yine polisin basın açıklamasında, başvuruculardan suçluluğu “ispatlanmış” “yasa dışı örgüt üyesi” olarak söz etmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirmiştir ( Nr. 48173/99, 28.10.2004, prg. 40-52). Karar için bkz. (DİNÇ, 2006: 288-291). -372- Devlet bu sorum luluğunu, ancak söz konusu temel yüküm lülüğünü üstlendiği takdirde yerine getirm iş olur. 2. hakkın korunm ası Yasal Düzeyde Asli niteliğine rağm en m asum iyet karinesi ne Türk Ceza K anununda (TCK) ne de Ceza M uhakem esi K anununda (CM K) açık ve temel bir kural olarak yer alm ıştır6. Doğrudan suçsuzluk karinesinin som utlaştırılm ası ve hüküm verm ede geçerli bir kural olan şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesi (in dubio pro reo) de yürürlükteki hukukum uzda yazılı bir hale getirilm em iştir. Ancak dolaylı olarak C M K ’nın 217. m addesinde ifadesini bulan “vicdani kanaat” ölçütü vc bununla bağlantılı yine aynı Kanunun 223. m addesinin 2 (c) ve 3. fıkralarında belirtilen kusur ilkesi, şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesinin kaynağını oluşturm aktadır. Diğer yandan CM K, içerdiği bir dizi hüküm le m asum iyet karinesini desteklem ek bir yana bu ilkeye karşıt düzenlem eler de getirm ektedir. Bunlar arasında ilk aşam ada soruşturm a m akam larının, suçlu olduğu henüz sabit olm am asına rağm en şüpheliye karşı dikkate değer temel hak m üdahalelerinde bulunm alarına yetki veren kurallar akla gelm ektedir. Ceza soruşturm asının başlam asıyla, CM K md. 2 ’ye göre yurttaş, şüpheli haline gelm ektedir. CM K Dördüncü Kısım kapsam ındaki tutukluluk ve çeşitli derecelerde temel hak daraltm alarına yol açan soruşturm a (korum a) önlem leri, - suçsuz olarak addedilen - şüpheliyi ayrıca tehdit etm ektedir. III. AYM İçtihadında Masumiyet Karinesi AYM , 1961 Anayasası dönem inde m asum iyet karinesini açıkça bir temel hak olarak nitelendirm iştir. Yasa dışı kuruluşlara üye olunması suç sayılan durum larda, kimi eylem leri işleyenlerin aksini ispat etm edikçe o kuruluşun üyesi sayılm alarını öngören, C M U K ’a 5.3.1973 gün ve 1696 sayılı Yasa ile eklenen Ek 2. m addenin iptaline karar veren A Y M ’ye göre (K. 1980/11)7; “Ceza Yargılam ası H ukukum uzun ilke olarak benim sediği ‘m asum luk karinesi’ sanık Alman Ceza ve Ceza Usul Kanunlarında da durum aynıdır. Sadece suçsuzluk karinesinin kısmen ifadesi olarak bazı hükümler Alman Ceza Usul Kanunu (md. 119/1, 136/2, 160/2, 170/2) ve Ceza Kanununda (md. 164, 344) yer almaktadır. 7 Bu karar, 1961 Anayasası döneminde AYM ’nin, esasın incelenmesi sırasında masumiyet karinesini gerekçe olarak kullandığı tek karardır, bkz. (Anayasa Yargısı, 1981:85). -373- için vazgeçilm ez bir ‘h ak ’tır. Bu hak, sanığın, hüküm lülük kararı verilinceye suçsuz sayılm asını gerektirm ektedir.” 1982 Anayasası dönem inde m asum iyet karinesine yer verdiği ilk kararında (K. 1992/20, AYM KD 28/1: 297), her türlü suçun sanıklarının, suçsuzluk varsayım ından yararlanm ası gerektiğini belirtm ekle yetinen AYM , daha sonraki kararlarında da m asum iyet karinesine ilişkin 1961 Anayasası dönem indeki açıklık ve netliği gösterem em iştir. Bu kararların tüm ünde AYM , m asum iyet karinesini ancak savunm a hakkının bir dayanağı olarak değerlendirebilm iştir (K. 1992/39, AYM KD 28/2: 447; K .2002/36, AYM KD 38/2: 605; K.2004/56, AYM K D 4 1 :1 5 1 ). FAYM ise m asum iyet karinesinin anayasal çıkış noktasını, yadsınm az bir biçim de hukuk devleti ilkesinde görm ektedir. Tutuklam anın anayasaya uygunluğu sorunu hakkındaki belirleyici olan 1965 tarihli ilk kararında şu güçlü gerekçeyi kullanm ıştır; “Bu m asum iyet karinesi gerçi A nayasa’da açıkça yer alm am ıştır, fakat genel hukuk devleti inancına uygundur ve İHAS md. 6/2 üzerinden Alm an C um huriyetinin p o zitif hukukuna aktarılm ıştır” (BVerfGE 19, 342, 347). M asum iyet karinesi ile genel hukuk devleti anlayışı arasındaki bu bağlantı uzun yıllar sürm üş, 1987 yılında verdiği kararla birlikte FAYM, m asum iyet karinesini açıkça bir tem el hak olarak nitelendirm eksizin, karinenin kaynağına temel hakka ilişkin görüşlerini de eklem iştir. F A Y M 'e göre BVerfGE 74, 358, 379) m asum iyet karinesi ile sanığın, cezalandırılm a istem ine hukuk devletine uygun, adil bir yargılam a içinde karşı koyma ve kendini savunm a hakkı arasında sıkı bir bağlantı bulunm aktadır ve karine, içerik ve sınırları bakım ından insan onuruna saygı ilkesiyle belirlenen, kusur ilkesi üzerinde inşa edilen maddi ceza hukukunun doğal bir sonucudur. FAYM , m asum iyet karinesinin temel hak boyutunu, belirgin bir biçim de ilk kez 1990 tarihli bir kararında ifade etmiştir. Bu karara göre m asum iyet karinesi, Anayasa md. 2/1 (genel kişilik hakkı) ve adil yargılanm a hakkındaki düzenlem elerde bir tem el hak boyutuna da sahiptir. Alm an Ceza Yargılam a Kanununun 153/2. maddesi uyarınca esas davanın görülm esinden suçlandırm a kararının ilanına kadar verilen m uhakem enin meni kararının gerekçelerindeki suç tespitleri, “bağım sız bir temel hak ihlali” tespitine yol açabilir (BVerfGE, NJW 1992: 2011). Yine 2001 yılında verdiği bir kararında FAYM , m asumiyet karinesinin hangi temel hak hükm ünde yer aldığını açıklam aksızın şu ifadeyi kullanmıştır; “ M asum iyet karinesine karşı bu temel hak ihlali ... “ (2BvR 413/00, 12, 14). - 374- AYM ile F A Y M ’mn yukarıda belirtilen kararlarını esas aldığım ızda birbiriyle tam am en zıt iki ayrı gelişm e çizgisini görm ekteyiz. AYM , masum iyet karinesini bir hak olarak nitelediği ilk kararı sonrasında bu içtihadının gerisine düşerek, m asum iyet karinesinin sadece savunm a hakkıyla olan bağlantısını kurmakla yetinm iştir. Oysa FAYM , ilk kararlarındaki çekingenliği atarak, masum iyet karinesinin temel hak niteliğini ortaya koyabilm iştir. Bir temel hak olarak kabulü halinde ise m asum iyet karinesinin korum a alanının genişleyip güçleneceği rahatlıkla ileri sürülebilir. IV. Temel Hakkın Koruduğu Hukuksal Bir Değer Olarak Masumiyet Karinesi8 Yukarıdaki açıklam alar da gösterm ektedir ki, m asum iyet karinesinin hukuk devleti ilkesinden kaynaklanm ası yanında, bir temel hak boyutu da vardır. A ncak karine, tem el hak dogm atiğine uygun, açık ve net bir tespite gerek duym aktadır. Bu aşam ada, m asum iyet karinesinin genel kişilik hakkıyla olan ilişkisini ele alm adan önce ilk olarak, temel hak kökenli kusur ilkesiyle9 aralarında bir paralellik kurulm ası akla gelebilir. M eşrulaştırm aya yönelik bu paralellik için şu gerekçeye dayanılabilir: Ceza ve ceza benzeri yaptırım ların, Fiilin ağırlığı ve failin kusuru ile adil bir ilişki içinde bulunm ası gerekiyorsa, sonrasında davalının cezalandırılabilm esi de davalının suçluluğu kesin hüküm le belirlenm edikçe söz konusu olamaz. Ancak kusur ilkesiyle m asum iyet karinesinin farklı korum a işlevleri gösterdiği de göz ardı edilm em elidir. Kusur ilkesi, esas olarak cczalandırılabilirliğin maddi koşuludur ve bu özelliğiyle davalıyı cezadan korur. M asum iyet karinesi ise ilgiliyi ceza hukuku suçluluğu bakım ından layık olm adığı erken hüküm lerden korur. Dolayısıyla karinenin ağırlık noktası yargılam a usulüyle ilgili zam ansal boyuttadır10. M ahkem enin vicdani kanaatine göre suçluluğunun belirlenem ediği noktada, kusur ilkesi ve m asum iyet karinesi, şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesi (in dubio pro reo) kapsam ında buluşurlar ve beraat kararına yol açarlar. s B u v e izley en b ö lü m ü n y a z ılm a sın d a şu m a k a led e k i an a g ö rü şte n y a ra rla n ılm ıştır; LlNDNER, 2008: 244-258). l) (K u su r ilkesi için g e n e l o la ra k bkz. ( K o c a & ÜZÜLMEZ, 2008: 36); k u su rlu lu ğ u n ö zg ü rlü k k a v ra m ıy la ilgisi için bkz. ( E r e m , 1968: 452) 10 İH A S md. 6/2’de genel olarak suçluluğun “hukuken” ispatından söz edilse de karinenin zamansal boyutu, yargıcın mahkumiyet kararıyla sona ermeyip, etkisini bu kararın kesin hüküm haline gelmesine kadar sürdürmelidir. Alman FAYM ’nin tercihi de bu yöndedir, bkz. ( N i e m ö l l e r & S c h u p p e r t , 1982: 471). - 375 - İkinci olarak m asum iyet ilkesiyle usul hukukuna ilişkin bir genel hüküm niteliğindeki adil yargılanm a hakkı (Adil yargılanm a hakkı için bkz. (İNCEOGLU, 2008; ÇELİK, 2007; YENER 2004) arasında bir bütünlük oluşturulması düşünülebilir. Buna göre m asum iyet karinesi, adil yargılam a ilkesinin bir alt unsuru olarak kurgulanabilir. A ncak bu yapının zayıflığı, m asum iyet karinesinin korum a alanını m ahkem e önündeki yargılam ayla sınırlam ası ve yargılam a usulü dışında suçla ilgili bağlantıları kapsam am asıdır. Ö rneğin devletin, başvurucunun m em uriyete kabulünü, kesin hüküm olm aksızın bir suça işaret ederek reddetm esi ya da basının, ileri gelen bir kişinin sözde ispatlanm ış suçunu, henüz ceza davası sonuçlanm aksızın haber yapm ası (Bu değerlendirm e ve örnekler için bkz. ( L in d n e r 2008: 244-245). Nihayet, m asum iyet karinesinin, bireyin kişiliğinin bütünlüğü bakım ından sahip olduğu doğrudan ilişki, onun genel kişilik hakkının bir görünüm ü olarak ifade edilm esini anlaşılır kılmaktadır. Farklı katm anları içeren bağım sız bir temel hak olarak genel kişilik hakkı çeşitli korum a alanlarına sahiptir. Bu korum a alanlarının, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılabilir olduğu iddia cdilem ese de, ilgili oldukları bazı hak kategorilerinden söz edilebilir". Ö zellikle bilim sel teknik gelişm enin ve değişen yaşam koşullarının ortaya çıkarabileceği tehlikelere karşı koyabilm ek için çeşitli kişilik unsurlarının boşluk bırakm am ak üzere güvence altına alınm ası zorunlu bir ihtiyaç haline gelm iştir. Nitekim kişisel bilgiler ilgilinin göz ardı edem eyeceği ve de önleyem eyeceği biçim de kullanılıyorsa, bu tür bir tehlike durum u, belirli bir hukuki çıkarın som ut tehdidi olarak ön plana çıkar ve kişilik hakkının bir görünüm ü olarak bireye kendi kişisel verilerini açıklam a ve kullanılm asını belirlem e yetkisi verir. Kendi kişisel verilerini açıklam a ve kullanılm asını belirlem e hakkı, özel yaşam ın korunm asına ilişkin hak ile yan yana bulunur ve daha geniş bir koruma sağlar (Kişisel verilerin kullanım ını belirlem e hakkı için bkz. K a n a d o ğ LU, 2009: 62 ve 76). Bu hak, kişinin ceza yargılam ası hukuku çerçevesinde suçluluğu kesin hüküm le tespit edilem edikçe, suçsuzluğunu ifade etm e ve suçsuz gösterilm e hakkını da içerir. Bir suç işlenm esiyle ilgili olarak belirli bir kişinin kam uoyuna yansıtılm ası sadece hukuksal bir hassasiyet doğurm ayacak, kişinin sosyal ve 11 Örneğin Türk hukukunda kişilik hakkı, kişinin hayatı, vücut tamlığı ve hareket özgürlüğüne ilişkin alan olarak nitelendirilen “maddi kişisel değerler” ile kişinin ruhi bünyesi ve toplum içindeki yeri ile ilgili “manevi kişisel değerler” olarak ikiye ayrılabilmektedir, bkz. ( U z e l t ü r k , 2004: 9). Kişilik hakkının Alman hukukundaki, kendi kökenleri hakkında bilgi sahibi olma hakkı, şerefin korunması, kendi resmi ve sözleri üzerindeki hak gibi çeşitli görünümleri için bkz. ( P i e r o t h & S c h l i n k , 1996: 98-99). -376- mesleki çevresinde de bir değersizlik hükm üyle karşılaşm asına yol açacaktır. Suç işlemekle suçlanm a, kişinin kendi bilgilerinin kullanılm asını belirlem e hakkına bir m üdahale olduğu kadar doğrudan şerefine de dokunm aktadır. Bu bağlam da genel kişilik hakkı bir temel hak olarak, bireyin anayasal korumasını sağlar, m asum iyet karinesi de bu korum a kapsam ında yer alır. M asum iyet karinesinin genel kişilik hakkı kapsam ında görülm esi ve buna bağlı olarak “kişinin suçluluğu m ahkem e kararıyla sabit olm adıkça suçlu ya da şüpheli olarak tanım lanm am asındaki hukuksal yarar, genel kişilik hakkının koruma alanına girer.” şeklindeki bir tanım, bu alandaki güvenceyi artıran sonuçlar doğuracaktır. Şöyle ki, belirtilen tanım sadece suçluluk değil, şüpheli olma halini de suçluluk kesin hüküm le belirlenm edikçe fiili ve hukuki nitelikteki önlem ler için esasta bir dayanak noktası olarak görm em ektedir. Ailevi, mesleki ve sosyal çevrenin, ccza takibinin soruşturm a ile yargılam a aşam aları arasındaki farkı kolaylıkla ayırt edem eyeceği göz önüne alındığında, tanımdaki bu genişletm enin olumlu görülm esinde yarar vardır. Bu durum a bir de beraat kararıyla sonuçlansa da çoğu halde soruşturm a önlem lerinin kalıcı bir “ lekeye” dönüştüğü gerçeği eklenirse bu yarar daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca soruşturm a ve şüphe aşam asında alınacak önlem ler insanın sosyal varlığı ve moral değerleri açısından bir çöküşe de yol açabilecektir. M asum iyet karinesinin korum a alanının, şüphe haliyle olan ilişkisi kopartılırsa, henüz uygun bir mahkum iyet kararı olm aksızın, sanki suçluluğu da içeriyorm uş gibi şüphe haliyle kurulacak bir bağlantı, m asum iyet karinesine olan m üdahaleleri daha güçlü bir şekilde haklı kılacaktır. Geniş anlam da, şüphe halini de kapsayacak şekilde yorum lanm ası halinde m asum iyet karinesi, kişiyi suçlu ve şüpheli gösterilm esine karşı sadece ceza yargılam asında değil, tüm hukuksal ilişkilerinde genel olarak koruyacaktır. N itekim Alm an FAYM de m asum iyet karinesine bu doğrultuda ikili bir işlev tanım ıştır (B V erfG E 74, 358, 371): Birincisi m asum iyet karinesi, somut bir ceza yargılam asında yasal usule uygun biçim de suçluluk ispatlanm adan sanığa karşı etkisi bakım ından cezaya denk gelecek önlem lere hükm edilm esini yasaklar. İkincisi, kişi kesin hüküm olmadığı sürece, bir suçun suçlusu yapılm asına yönelik açıklam alara katlanm ak zorunda değildir. Burada m asum iyet karinesinin özel kişiler arasındaki etkisi de ortaya çıkm aktadır. Ancak bağım sız bir m ahkem e objektif bir yargılam a sonucu ilgilinin suçluluğuna hükm ederse, olay hakkında hukuki ve etik anlam da bir -377- değersizlik hükm ünde bulunulabilir ve ilgili herhangi bir kişilik hakkına dayanm aksızın bu beyanlarla yüzleşm ek zorundadır1'. V. Masumiyet Karinesinin Temel Hak Boyutları M asum iyet karinesinin genel kişilik hakkının bir görünüm ü olduğu kabul edildikten sonra açıklığa kavuşturulm ası gereken bir diğer nokta m asum iyet karinesi kapsam ında korunan temel hakkın hangi boyutlara sahip olduğunun belirlenm esidir. 1. Karinesi Bireyi Devlete Karşı Koruyan Bir Hak Olarak Masumiyet N egatif statü haklan olarak temel hak norm ları, temel hak sahiplerine temel hak ihlallerine karşı bu ihlalin sonlandırılm asına ya da giderilm esine yönelik sübjektif ve yasakoyucunun m üdahale alanı dışında kalan bir talep hakkı vermektedir. Bu hak, Anayasanın sınırlam a kaydı ve sınırlam anın sınırına ilişkin kuralları çerçevesinde som utlaşır. Suçluluğu bu amaçla yapılan yargılam a sonucu kesin hüküm le tespit edilm ediği sürece, suçlu olarak tanım lanm am a veya şüpheli olarak davranılm am aya ilişkin hukuki m enfaate devletin haksız biçim de m üdahalesi, m asum iyet karinesi temel hakkının ihlaline neden olur. Örneğin bir ceza yargılam ası yapılm aksızın (ya da sadece görünüşte yapılarak) bir m ahkûm iyet 12 Bu aşamada sözü edilen durumun masumiyet karinesiyle bir ilgisi kalmamıştır. Artık bundan sonra devreye yeniden sosyalleşme hakkı gibi genel kişilik hakkının diğer görünümleri girecektir. - 378- kararı verilm esi, ilgili bir m ahkem e kararı olm aksızın işlenmiş olan bir suçla bağlantı kurularak idarenin önlem ler alm ası11 gibi. Devletin tem el hakkın koruduğu bu m enfaate yapacağı herhangi bir m üdahalenin anayasal açıdan haklı olabilm esi için öncelikle bir sınırlam a kaydının var olması gerekir. İkinci koşul ise anayasal sınırlam a kaydına dayanan düzenlem enin, sınırlam anın sınırına ilişkin ilkelere aykırı olm am asıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere m asum iyet karinesinin genel kişilik hakkı kapsamında değerlendirilm esi halinde, A nayasam ızda kişilik unsurlarını koruyan özel bir m adde yer alm adığından, m asum iyet karinesinin korunması, ancak onurlu bir yaşam sürm e hakkı (Başlangıç 6. paragraf) ile m addi ve manevi varlığını korum a ve geliştirm e hakkına (md. 17) dayaııdırılabilir. A nayasal korum a altındaki bu hakkın anayasaya uygun sınırlandırılabilm esi için özellikle sınırlam ada kullanılan aracın anayasanın ilgili m addelerinde belirtilen am açlara ulaşm ak için elverişli, gerekli (zorunlu) ve orantılı olm ası gerekm ektedir. Ancak bu aşam aya geçilm eden önce m asum iyet karinesinin dokunulm az çekirdeği olan özünün de belirlenm esi gerekir. Genel kişilik hakkının bir görünüm ü olarak m asum iyet karinesinin mutlak korum a altında olduğu dokunulm az alanlara şu örnekler verilebilir: Öncesinde yapılm ış bir ceza yargılam ası olm aksızın veya saptırılmış “görünüşte” bir ceza yargılam asına14 göre bir cezaya ya da ceza benzeri bir yaptırım a hükm edilm esi, 13 AYM, devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan haklarında kamu davası açılan avukatların mesleklerini yapmalarını yasaklayan -1136 sayılı Avukatlık Kanunun 154. maddesini, suçsuzluk karinesini iptal gerekçesi olarak kullanmaya gerek duymaksızın, yalnızca 1982 Anayasasının 49. maddesindeki çalışma hak ve ödevine aykırı bulmuştur, bkz. K. 1985/6, AYMKD 21: 119-123). Buna karşılık AYM, aynı Kanun maddesinde yer alan haklarında tutuklama müzekkeresi çıkarılan avukatların zorunlu olarak meslekten yasaklanmalarını öngören düzenlemeyi ise suçsuzluk karinesini bir kez daha göz ardı ederek anayasaya aykırı bulmamıştır. Avukatlık Kanununda 2001 yılında yapılan değişikliğe kadar yürürlükte kalan bu düzenleme de göstermektedir ki, ülkemizde suçsuzluk karinesinin anayasal içeriği ve önemi yeterince anlaşılamamıştır. Yine Türk hukukunda bazı suç tiplerinde (örneğin Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu md. 4) idareye verilen yetkiler bakımından suçsuzluk karinesinin ihlal edilmekte olduğu da haklı olarak ileri sürülmektedir, bkz. Y a l ç i n k a y a : 128). 14 Hukuk tarihinin lekeli sayfalarında kalması gereken “şeklen, görünüşte ve gerçeğe uygun olmayan” ceza yargılamaları, günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki söz konusu olmaya devam etmektedir. - 379 - bu yolla m asum iyet karinesi tam am en inkar edilmiş olacağından hiçbir şekilde haklı görülemez. Aynı durum , henüz m ahkum iyet kararı verm e aşam asına gelmeden, yargılanan kişinin suçlu olduğu varsayılarak dava m asraflarına hiikm edilm esinde de söz konusudur. Dava m asraflarının tahsili meşru bir am aca yönelik olsa da mali boyutuyla çoğunlukla m asum iyet karinesinin ardında kalacaktır. N itekim CM K md. 327’ye göre beraat veya ceza verilm esine yer olm adığına karar verilm esi halinde ve yine CM K md. 325/3’e göre sonuç sanık lehine ortaya çıkm ış ise yargılam anın değişik evrelerinde yapılan yargılam a giderleri devletçe üstlenilir. Savcılığın ya da polisin suç isnat edilen kişinin suç işlediğinden hiçbir şüphesi olm adığını basm a açıklam ası örneğinde olduğu gibi bir kişinin kam uoyunda bilinçli olarak suçlu gibi gösterilm esi de m asum iyet karinesinin özüne dokunur ve haklı kılınamaz. D evam eden soruşturm a hakkında basının bilgilendirilm esi, anayasal meşru bir am aç olarak kabul edilebilir. Ancak açıkça ve kasten peşin hüküm içeren bir açıklam a, meşru am aca ulaşm ada zorunlu bir araç olarak nitelendirilem ez. M asum iyet karinesine m utlak korum alı alan dışında özellikle ölçülülük ilkesine dikkat edilerek m üdahale edilebilir. Burada ilk olarak ceza yargılaması kapsam ındaki soruşturm a önlem leri arasında yer alan ve özel şüphe durum unu gerektiren tutuklam a kurum u akla gelm ektedir. Tutuklam a bağlam ında anayasal korum a altındaki iki değer çatışm aktadır. Bu değerlerden biri m asum iyet karinesi, diğeri ise etkin ceza takibindeki kam usal çıkardır. Çatışm anın uyum laştırılm ası için her iki anayasal değerin ölçülü bir dengeye getirilm eli ve m üm kün olduğu kadar uyum laştırılm alıdır (Bugün A lm anya’da çatışm anın çözüm aracı olarak kullanılan pratik uyuşum form ülü için bkz. K A N A D O Ö L U , 2000: 115 vd).. N itekim A lm an FAYM , tutuklam anın hukuksal geçerliliğini şöyle form üle etm iştir; “Tutukluluk, ölçülülük ilkesinin belirlem esi ve icrası içinde gerçekleşm elidir; özgürlüğe m üdahale ancak bir yandan somut em arelere dayanan olguların gerekçelendirdiği ilgilinin suçsuzluğu üzerindeki ivedi şüpheye, diğer yandan ise kam usal topluluğun olayın tam am en aydınlatılm ası ve faillerin hızla cezalandırılm asına yönelik m eşru talebinin, şüphelinin geçici olarak tutuklanm asından başka bir yolla güvence altına alınam am ası koşuluyla kabul edilebilir.” (B V erfG E 19, 342, 347. Alman hukukunda tutukluluğun infazına ilişkin son gelişm eler hakkında bkz. B r u n e & M Ü L L E R , 2009: 143- -380- 146). Bununla beraber m asum iyet karinesi, tutuklam anın zam an olarak da sınırlandırılm asını gerektirir15. 2. Koruma Yükümlülüğü Olarak Masumiyet Karinesi (Yansıma Etkisi) M asum iyet karinesi devlet tarafından ihlal edilebileceği gibi özel hukuk ilişkilerinde de ihlal edilebilir. İşverenin, işçinin iş akdini, güya o işçi şirket m alvarlığını zim m etine geçiriyor diye henüz bu konuda bir yargı kararı olm aksızın feshetmesi ya da basının bir suç haberi verm esi ve şüphelileri tarafsız okuyucu gözünde suçlulukları ispatlanm ış şekilde gösterm esi örneklerinde olduğu gibi (Ö rnekler için bkz. LlNDNER, 2008: 256-257). Bu örnek olaylarda hak sahibi ve yüküm lüsünün karşı karşıya gelm esinden çok, özel hukuk kişileri arasındaki her iki tarafın farklı temel haklar tarafından korunan çıkarlarının içinde yer aldığı yatay ilişkiler söz konusudur. Bu nedenle tem el hakların yatay etkisinin söz konusu olduğu bu hallerde, işçinin işveren ya da suç ithamı altında bulunanın basın karşısında bu faaliyetlerin önüne geçilm esini talep edebileceği doğrudan bir temel hakkı yoktur. Bu durum da temel haklar, anayasal bir değer hükm ü olarak hukukun tüm alanlarında, özel hukukta ise özellikle medeni hukukun genel hüküm lerinden yansıyarak etkisini gösterir (Tem el hakların özel hukukta etkisi için bkz. KANADOĞLU, 2000:17-18). Tem el hakkın koruduğu bir çıkar -yukarıdaki örneklerde m asum iyet karinesi- üçüncü bir kişinin davranışıyla -işverenin iş akdini feshi ya da m edyanın haber verm esiyle- zarar görmesi halinde çözüm , zarar gören çıkar ile zarar verenin bir diğer temel hak tarafından korunan çıkarının -çalışm a ve sözleşm e özgürlüğü ile düşünce ve basın özgürlüğünün- karşılıklı tartım ı ve zarar görenin, zararının kabul edilm ez olduğu noktada korunm ası gereğidir. Özel hukuk bağlam ında devletin yüküm lülüğü, zarar görene, m üdahalenin engellenm esi, maddi ve m anevi tazm inat taleplerini tanım ak ve bu taleplerin yargı eliyle yerine getirilm esini sağlam aktır. 15 Alman FAYM’e göre tutuklama hukukundaki hızlandırma (çabuklaştırma) ilkesi masumiyet karinesi bakımından uzayan tutuklama sürelerine karşı bir düzeltici olarak özel bir anlam taşımaktadır. FAYM’nin bu konudaki içtihadı ve değerlendirilmesi için bkz. (J a hn , 2006: 653). -381 - Bir temel hak olarak m asum iyet karinesi de özel kişiler arasındaki dolaylı etkisini, zarar gören lehine ve zarar veren aleyhine bir korum a yüküm lülüğü olarak gösterm ektedir. Bu noktada yapılm ası gerekli olan özenli bir tartım da somut olayın tüm koşul ve özellikleri dikkate alınm alıdır. Örneğin basının haber verm esine ilişkin tartım da, suçun ağırlığı ve niteliği, yakın çevredeki anlamı, haber vermedeki nitelik ve kişiyle bağlantı, haberin ciddiliğine duyulan şüphe gibi birçok unsurun hesaba katılması gerekir. Önyargılı, yargılama taınam lanm aksızm şüpheli ya da sanığı suçlu ilan eden habercilik, şüpheli ya da sanığın m asum iyet karinesinin karşısında korum a görm em elidir. A ksine bu kişiler, basına karşı koruııabilm elerini sağlayacak uygun hukuki taleplere sahip olm alıdırlar. Bir temel hak pozisyonu olarak m asum iyet karinesinin ve onun korum a yüküm lülüğü boyutunun güçlü bir şekilde belirginleştirilm esi, basın hukukunda şüphelinin haklarının da güçlenm esine yol açabilecektir. M ahkem elerin genel kişilik haklarına yapacağı özel vurgu, bireyin kişilik haklarının m asum iyet karinesi bakım ından da basın özgürlüğüyle olan ilişkisinde uygun bir konuma gelm esini sağlayacaktır. YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararları: E. 1979/38, K. 1980/11, G. 29.1.1980, AYM KD. 18. E. 1984/12, K. 1985/6, G. 1.3.1985, AYM KD 21 E. 1991/18, K. 1992/20, G. 31.3.1992, AYM K D 28/1 E. 1992/8, K. 1992/39, G. 16.6.1992, AYM K D 28/2 E. 2000/48, K. 2002/36, G. 20.3.2002, AYM K D 38/2 E. 2002/70, K. 2004/56, G. 6.5.2004, AYM K D 41 Federal Alman Anayasa Mahkemesi Kararları: B VerfGE 19, 342, 347. BVerfGE 74, 358, 379. -382 - BVerfGE 74, 3 5 8,371. B VertG E, NJW 1992 2BvR 413/00, 12, 14. insan Haklan Avrupa Mahkemesi Kararları: A.L./A lınanya, 72758/01, G. 28.4.2005 Böhm er/Alm anya, 37568/97, G. 3.10.2002 Bııtkeviciııs/Litvanya, 48297/99, G. 26.03.2002 Y.B. ve Diğerleri/Türkiye, 48173/99, G. 28.10.2004 Sekanina/A vusturya, 13126/87, G. 5.08.1993 M inelli/İsviçre, 8660/79, G. 25.03.1983 Öteki Kaynaklar: Anayasa Yargısı C. / (1981) ( Ankara: Anayasa M ahkemesi Yayınları). Toussaint H. BECKER (2004), “ Schm erzengeldansprüche Beschuldigter bei M edieninform ationen der Staatsanw altschaften” {NJW). & S. M üller (2009), “ W ohin U ntersuchungshaftvollzug?” (ZR P: Zeitschrift fü r Rechtspolitik 5). V. Brune geht A. Ç ELİK (2009), “ A vrupa İnsan Hakları Sözleşm esi ve T ürk Hukukunda M asum iyet K arinesi” {Terazi Hukuk Dergisi 4). A. Ç ELİK (2007), Adil Yargılanma Hakkı (Ankara:Adalet). -383 - der Güney DİNÇ (2006), Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Ankara: TBB Yayınları). Faruk EREM (1 9 6 8 ), Umanist Doktrin Açısından Ti'trk Ceza Hukuku, C: /, Genel Hükümler (8. Baskı, Ankara: AÜHF Yayınları). Metin FEYZİOĞLU (1999), “ Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşm esi” (AÜHFD I1L/I-4). J. FROWEIN & W. PEUKERT (1996), Europeaische M enschenrechtskonvention, EM R K - Kom m entar, 2. Baskı, Engel Verlag, M. Semih GEMALMAZ (2003) , İnsan Hakları Belgeleri C. III-IV (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi). M. JAHN (2006) , “ Stürmt K arlsruhe die Bastille? B undesverfassungsgericht und die überlange U ntersuchungshaft”, NJW 10 Das O. Korkut K a NADOGLU (2009) , “Türkiye C um huriyeti A nayasası’nda Özel Y aşam ” {Özel Yaşamın Gizliliği, Ankara: TBB Yayınları). O. Korkut KANADOGLU (2000) , Türk ve Alman Anayasa Yargısında Anayasal Değerlerin Çatışması ve Uyumlaştırılması (İstanbul.- Beta Basım Yayım) M. KOCA & İ. ÜZÜLMEZ İ. (2008), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler ("Ankara: Seçkin). M. NlEMÖLLER & G. F. SCHUPPERT (1982) , “Die R echtsprechung des B undesverfassungsgerichts zum Strafverfahrensrecht”, AÖR 107 J.F. LINDNER J. F. (2008), U nschuldsvcrm utung”, AÖR 133. “ Der V erfassungsrechtssatz von der -Sibel İNCEOĞLU (2008), İnsan H aklan Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı (3. Bası, İstanbul: Beta). B. PlEROTH & B. G rundrechte SCHLINK (1996), (Heidelberg: M üller Verlag). -384- Staatsrecht II, C. F. Y. ŞAHİNKAYA (20 0 8 ), Suçsuzluk Karinesi (A nkara: Seçkin). B ülent TANÖR & N ecini YÜZBAŞIOGLU (2 0 0 6 ), Türk Anayasa Hukuku (İstan b u l: Beta). S u ltan UZELTÜRK (2 0 0 4 ), 1982 Anayasası ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine Göre Özel Hayatın Gizliliği Hakkı (İstanbul: Beta). İ. ÜZÜLMEZ (2 0 0 5 ) “T ü rk H ukukunda S uçsuzluk K arinesi ve S o n u çları” ( TBB Dergisi, 18/58 [M ayıs-H aziran]). Ş. YALÇINKAYA, S u çsuzluk K arinesi Ü. YENER (ed.) (2 0 0 4 ), A dil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku (A nkara: Seçkin). - 385 - -386 LAİKLİK İLKESİNE BAĞLI GÜNCEL ANAYASAL SORUNLAR1 Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Giriş 1) Konu Seçimi ve Mümtaz SOYSAL’la İlgili Notlar a) M üm taz H oca için çıkarılacak A rm ağan’da katkıda bulunm ak büyük bir onurdur. Bu katkı için “ laiklik ilkesine bağlı güncel anayasal sorunlar” konusunun uygun bir seçim olacağını düşündüm . Bir yıl kadar önce aynı konuyu Bilgi Ü nivcrsitesi’nde düzenlenen bir sem inerde2 bildiri olarak sunm uştum . Bildiri m etni üzerinde daha bir süre çalışarak konuyu m akale form atında geliştirdim . Bu çalışm alar sırasında Cem E R O Ğ U L ’un da Prof. M uam m er AKSOY için çıkarılan A rm ağan’da paralel bir konuyu işlediğini gördüm (EROĞU L, 1991: 183-190). EROĞUL yazısında “laik bir ülkede yaşama hakkı"nın varlığını ortaya koym aya çalışm ış. Tıpkı Friedrich M Ü L L E R ’in nisan başında ülkem izde verdiği konferansta’ “ kişinin insan haklarına dayalı bir demokrasiye olan hakkı'nâzn 4. kuşak bir hak olarak söz etmesi gibi. Gerçi ER O Ğ U L’un yazısını basılm adan önce de okum uştum . Ama o zam an “4. kuşak hak” çağrışım ı söz konusu değildi. Ü stelik konum u seçerken, doğrusu bu yazı 1 Bu metinle ilgili eleştiri ve uyarıları için Cem Eroğul ve Selin Esen’e teşekkür ederim. : AB Fransa Dönem Başkanlığı Çerçevesinde, Bilgi Üniversitesi AB Enstitüsü, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA) ve Grenoble İnstitute o f Political Studies işbirliği ile 23/ 24 Ekim 2008 tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’ndc düzenlenen “Avrupa Perspektifinden Türkiye ve Fransa Cumhuriyet Sistemlerinin Tarihi ve Gelişimi” konulu seminer. Friedrich M ülleı’in 03.04.2009 tarihinde Maltepe Üniversitesinde sunduğu “Yapılandırılmış Hukuk Öğretisi Açısından Ulusal ve Uluslararası Alanda İnsan Haklarının Kuramı ve M etodiği” başlıklı konferans; bu konferansın ana hatları Almanca ve Türkçe olarak Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nde bu yıl içinde yayımlanacak. -387- aklıma gelm em işti. İşte benzer durum larda benzer davranışların ortaya konulm ası, bizim kürsüyü birleştiren ve bütünleştiren unsurlardan biri olmalı. b) M üm taz SO Y SA L’a son yıllarda yöneltilen en yaygın eleştiri, “ ulusalcı” bir yönde değişm iş olm asıdır. M art ayında SO Y SA L onuruna S B F ’dc düzenlenen toplantıda da kendisine bu yönde sorular yöneltildi. Ben bu görüşe hiç katılmadım. Bcnce M üm taz Hoca 60 ve 7 0 ’li yıllarda hangi duruşu sergilediyse, bugün de ayrı duruşu sergiliyor. Kolaya kaçmayan, eyyama ve m odaya göre eğilip bükülm eyen dosdoğru ve dik bir duruş. O zaman bu duruş, kendisinin sıkıyönetim m ahkem elerinde yargılanm asına ve hüküm giym esine yol açtı. Çoğu kim senin sorum luluktan kaçındığı bir dönem de SBF Dekanı olm aktan kaçınm adı. Tutuklandığı sırada dekanlık görevini yürütüyordu. SBF Anayasa kürsüsü için açılan sınava başvurduğum sırada SOYSAL hapisteydi. Kürsü Başkanım ız Bahri SAVCI, onıın yokluğunda asistanlık sınavının yapılm asını uygun görm em iş ve sınavı ertelemişti. Bir yıl kadar sonra SOYSAL tahliye edilince, sınav, onun da bulunduğu bir ortam da yapıldı. Ama SOYSAL, “Anayasa H ukuku’na Giriş” kitabını yazdığı için 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına m ahkûm edilmişti. Bence bir değişim den söz edilecekse, önce M üm taz H oca’ya “ulusalcı” suçlam asını (!) yöneltenlerin durdukları yere bakm ak gerekir. “ Küresel egem en” in penceresinden bakarsanız, M üm taz H oca’yı ulusalcı olarak nitelem eniz doğaldır. “ Küreselleşen dünyada ulus kavramı eskim iştir” diyenlere şaşıyorum . Ulusal devlet gerçeği nerede ve ne zam an ortadan kalktı? K üreselleşm eye egem en olan devletler kendi menfaatleri gölgelendiği her konuda en koyu bir ulusçuluk sergileyebiliyorlar. Fark şurada: O nlar “küresel egem en” oldukları için ulusçuluklarını dem onstre etmeleri gerekm iyor. Aksine küresel çıkarlarıyla çatıştığı ölçüde ulusalcılığı ezm eye çalışıyorlar. Ama bence bu ezm e girişim inde bile dışarıdan pek görülm eyen yeni bir ulusçuluk anlayışı saklı. İşte SOYSAL, 60 ve 7 0 ’li yıllarda henüz etkinlik kazanm am ış olan küresel saldırının, ulusun ve ülkenin bütünlüğü için taşıdığı büyük tehlikeyi görüyor. Kolaya kaçmıyor, m odaya kapılm ıyor ve 60 ve 7 0 ’li yılların duruşuyla küresel egem enlere karşı ulusal çıkarları korum aya çalışıyor. Gelelim konum uzu oluşturan laiklik ilkesine. Soysal, CHP-M SP koalisyonunun fikir babası olm akla tanınır. SO Y SA L bu yaklaşım ıyla İslami kim liğini vurgulayan bir partiye laik düzenle uzlaşm ası için bir şans tanınması düşüncesine destek vermiştir. Belki kendisini bu noktada yanılm ış olmakla eleştirm ek m üm kündür. Ama o dönem aydınlarının telaffuz dahi edemediği bir -388 - girişim i savunan SO Y SA L ’ı katı bir laikliğin (onların deyişiyle “ laikçiliğin) yandaşı olarak nitelem ek abestir. Ama bu şansın çok kötü kullanıldığı, deneyim le sabit olduktan ve hele dışarıdan tezgâhlanan “ Ilımlı İslam C um huriyeti” gibi daha büyük bir tehlike ortaya çıktıktan sonra, SO Y SA L’ın Cum huriyetin temeli olan laikliği savunm ası, onun kişiliğine yaraşır bir davranıştır. Bu da bir değişim sayılacaksa, o zam an “iyi ki değiştin ve iyi ki varsın M üm taz Hoca ” dem ekten başka bir söz gereksizdir. 2) Konunun İşleniş Biçimi T ürkiye’de laiklik kavram ı üzerinde sürekli konuşuluyor ve tartışılıyor. Bu konuşm a ve tartışm alara bilen ve bilm eyenin de katılması, dem okratik bir toplumda doğal karşılanm alıdır. A ncak burada bir nokta büyük bir önem taşıyor. Bu kavram ı yalnızca sosyoloji ya da siyaset bilim ine ilişkin bir kavram olarak tartışm ak, özellikle T ürkiye’de havanda su dövm eye benzer. Çünkü laiklik, Türkiye açısından sosyoloji ya da siyaset bilim ine ilişkin bir terim olm anın ötesinde anayasal-hukuksal bir kavram dır4. Bu özelliği ile de norm atif bir nitelik taşır. Üstelik bu norm, A nayasa’mn değişm ez kuralları arasında yer alır ve toplum sal yaşam ı, din ve devlet ilişkilerini dolayısıyla dinsel cem aat üyeleriyle devlet ilişkilerini etkiler ve onlara yön verir. Bu nedenle laiklik kavram ının anayasal-hukuksal boyutunu ihmal eden bir tartışm a, özellikle Türkiye açısından abesle iştigaldir. Tabii bu kavram ın içeriği, A nayasa’nm nesnel yaşam ilişkilerinden seçerek norm laştırdığı bir kesittir. Bu açıdan laikliğin norm olarak kavranm ası, anlam landırılm ası ve som utlaştırılm ası da, sosyolojiye ve/veya siyaset bilim ine ilişkin bilgilerden kopuk olarak yapılam az. Ama bu anlam landırm a ya da som utlaştırm ada belirleyici, hatta ondan da öte bağlayıcı olan hukuksal perspektiftir. Bu yazıda laiklik ilkesinin anayasal-hukuksal boyutu ön plana alınarak içinde yaşadığım ız zam an dilim inde karşılaştığım ız güncel sorunlar iki ana bölüm e ayrılarak tartışılacaktır. Birinci bölüm de laiklik ilkesi açısından yaşadığım ız kavram kargaşası ele alınacak (I); ikinci bir bölüm de ise yargısal uygulam a alanında laiklik ilkesiyle ilgili son gelişm elerden çıkarılabilecek sonuçlar ve dersler üzerinde durulacaktır (II). A Laiklik ilkesinin anayasal - hukuksal boyutunu irdeleyen önemli çalışmalardan biri olarak bkz. (EROĞUL, 1991: 183-190) - 389- I. Laiklik İlkesi ve Kavram Kargaşası Laiklik ilkesi bakım ından güncellik taşıyan en önemli sorunlardan biri, laiklik terimi üzerinde yaratılan kavram kargaşasıdır. Bu nedenle önce bu kargaşa üzerinde durm ak gerekir. Bu kargaşa bilinçli olarak yaratılm ıştır ve ideolojik kökenlidir. Kargaşanın temel motifi laiklik ilkesinin A nayasa’nın değiştirilem eyen ve değiştirilm esi tek lif edilem eyen ilkeleri arasında yer alm asıdır. Kargaşayı yaratanların amacı ise bellidir: Değiştirilem eyen ve değiştirilm esi m üm kün olm ayan bir anayasa norm unun sulandırılması, norm atif gücünün etkisizleştirilmesi ve m üm künse içinin boşaltılması. Laikliğe karşı yürütülen bu ideolojik saldırı, birbirine bağlı dört temel söylemde dile getirilm ektedir: 1) “Laikçi” Sözcüğü ve Ilımlı İslam Projesi a) Laikçi Sözcüğünün Anlamsızlığı Laiklik ilkesini yozlaştırm ak için başvurulan ideolojik araçlardan biri “ la ik ç i' sözcüğüdür. Terim ya da kavram dem iyorum . Bu sözcük, Türk A nayasası’nın değişm ez bir ilkesini başkalaştırm a çabasına hizm et eden ve arada bir de sözde küçültücü am açla kullanılan uydurma bir sözcüktür. “R epublikçi”, “teolojikçi”, “ ekonom ikçi” ya da “ dem okratikçi” demek ne kadar gülünçse, laikçi dem ek de o kadar gülünçtür (karşl. ATEŞ, Cumhuriyet, 18 Ekim 2008). Bu sözcüğün, çevirilerde bile kullanılm ası ise ideolojik bir tahrifattır. Türk Anayasalarının Alm anca çevirilerinde laik terim i “ laizistisch” olarak ifade edilir'. Ama A lm anca’da bu terim le kastedilen “ laikçi” değil, A nayasalarım ızda kullanıldığı biçim iyle “laik” kavram ıdır. C İA ’nin Türkiye M asası Eski Şefi G raham Fuller, “Yeni Türkiye C u m h u riyetr başlıklı bir kitap yazmış. Kitabın Türkçe çevirisinin birçok yerinde “ laikçi” sözcüğünün kullanılm ış olm ası dikkatim i çekti. Acaba İngilizce aslı ne olabilir diye m erak ettim. Rastgele bir taram a yaparak laikçi sözcüğünün geçtiği 8 yer belirledim (2008: 105, 109, 126, 150, 203, 321). Kitabın İngilizce aslından ilgili yerleri buldum. V e “ laikçi” olarak çevrilen sözcüğün İngilizce 5 Gerek HIRSCH’in 1961 Anayasası çevirisinde ve gerekse RUMPF'un 1982 Anayasası çevirisinde bu terim kullanılmıştır. - 390- aslının “secularist ” olduğunu gördüm . İşin ilginç yanı İngilizce aslında bu terim le birlikte “ radikal” vurgusunun da yer alması. K itapta “ radical secularist” olarak geçen terim , “ radikal laikçi' diye çevirm iş. Oysa, “radikal se k u la risfin karşılığı olsa olsa “ laik” olur. Çünkü laisizm, din ve devlet ayrılığı bakım ından devletin belirleyici rolünün daha ağır bastığı bir ilkedir. Bu nedenle laiklik, seküler anlayışa kıyasla din ve devlet ayrılığı açısından daha radikal bir çözüm öngörür. Buna karşılık seküler anlayış, devletin din ve m ezhepler karşısında yansızlığını vurgulam akla yetinm ez, din ve mezheplerle eşgüdüm ve işbirliği ilişkisini benim ser (karşl. B IELEFELD T. 2006: 69). Ancak gerek seküler devlet ve gerekse laik devlet anlayışında, din ve vicdan özgürlüğünün kullanılm ası her iki anlayışın özünden kaynaklanan belirli sınırlara tâbi olur. Bunun dışında laik ya da seküler anlayış ve uygulam anın özü, yazılı anayasadan ya da geleneksel hukuktan kaynaklanan n orm atif etkisiyle, dinin, özellikle belirli bir din ya da m ezhebin, devlet yönetim inde ve siyasal toplum üzerinde doğrudan belirleyici bir rol oynam asını önler. b) Ilımlı İslam Projesi: Tabii Fuller’in kitabı, Kemal A tatürk’ün kurduğu laik Cum huriyetin değil, adının da çağrıştırdığı gibi, “ Ilımlı İslam Projesi”ne hizm et edecek yeni bir C um huriyetin tablosunu çizm ektedir. O zam an laikçi sözcüğü, orijinal m etinde geçen terim in doğru çevirisi değil, bu tabloyu temel alan ideolojik bir yorum un ürünüdür. Tabii A nayasa’nın öngördüğü laiklik ilkesi, böyle tabloya izin vermez. Ama ne yazık ki dışarıdan ustalıkla kurgulanm ış olan bu tablo, bugünkü gelişm elerin sanki bir aynası gibi gözüm üze yansıtılıyor. F uller’in kitabında yeni T ürk dış politikasının fikir babası olarak kendisinden sitayişle söz edilen (2008: 305 - 308) Ahmet Davutoğlu, bugün parlam ento dışından Dışişleri Bakanı olarak atanm ış bulunm aktadır. F ullcr’in kitabında Fethullah G ülen’e 20 sayfalık bir yer ayrılm ıştır (2008: 113-132). Buradaki açıklam alara göre “G iilen’in karizmatik kişiliği kendisini Türkiye 'nin bir numaralı İslami şahsiyeti yapmaktadır. Gülen hareketi, ülkedeki en geniş ve en güçlü ali yapı ve /inansal kaynaklara sahip hareket olarak toplum havalına damgasını vurmaktadır ” (2008: 114 vd.). K itapta G ülen hareketi, “ calvinist” nitelem esiyle ödüllendirilm ekte (2008: 116) (!) ve bu hareketin “ ciddi bir medya imparatorluğu ” kurduğu, “polis teşkilatı içinde önemli bir etki gücüne kavuşmuş” olduğu (2008: 120) belirtilm ektedir. Gülen hareketi bugün - 391 - artık kendisini saklam a gereksinim i duym adan C um huriyet değerlerine karşı girişilen bir soğuk savaşın anahtar ismi durum una gelm iş, m edyası ve polis gücünün bu hareketin etkisi altındaki kesimi ile işbirliği içinde ve özellikle siyaset ve yargı düzeni üzerinde anayasal kurum lara karşı saldırgan ve zedeleyici bir rol oynam aya, adeta sivil bir darbe girişim inin baş aktörü olarak faaliyet gösterm eye başlam ıştır. c) Türk Laisizmini Eleştirmek K uşkusuz laikçi sözcüğünü kullananlar yalnızca Ilımlı İslam P rojesi’ne hizmet sunanlardan ibaret değildir. Kendilerini bu görüşle özdeş saym ayan ya da dinsel ideolojiyle doğrudan ilgili olam ayan birçok aydının aynı sözcüğü kullandığını biliyoruz. Uygulam a yönünden T ürk laisizmi de eleştirilebilir ve bu eleştirilerin bir parçası olarak laikçi sözcüğünü kullananlar da olabilir. Hatta anayasal düzeyde de laiklikle ilgili düzenlem elere eleştiri yöneltilebilir. Bunun bazı örneklerine ileride “ Laiklik İlkesi ve Resmi G örüş” başlığı altında değineceğiz. Bu bağlam da şu kadarını belirtm ekle yetinelim. Burada öncelikle altı çizilm esi gereken nokta, bu eleştirilerde laiklik ilkesinin dokunulam az ve değiştirilem ez içeriği ile bu nitelikte olm ayan kural ve uygulam aları birbirinden ayırmasını bilebilecek bir düzeye erişm e zorunluluğudur. Bu da laiklik ilkesinin anayasal anlam ı konusunda bilgi sahibi olmayı gerektirir. Bu bilgi olm adan üretilen düşünceler yüzeysellikten kurtulam az. aa) Bu bağlam da verilebilecek ilk örnek, Diyanet İşleri B aşkanlığı’nın genel idare içinde yer alm asına ilişkin Anayasa kuralıdır6. Bu kural, laiklik ilkesinin dokunulam az, değiştirilem ez nitelikteki içeriği ile doğrudan ilgili bir kural değildir. A nayasa’nın 136. m addesi, bu örgütün “ lâiklik ilkesi doğrultusunda, biitiin siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” görevlerini yerine getirm esini öngörüyor. Buna uygun görev yapan bir Diyanet İşleri B aşkanlığı’nııı laiklik ilkesi ile çelişen bir yönü yoktur. Ancak A nayasa’nın bu kuralını laiklik ilkesinin içeriğine ilişkin kurucu bir unsur olarak görm ek m üm kün değildir. Nitekim uygulam ada da görüldüğü üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı, belli bir mezhebin belirleyici etkisi altında faaliyet gösteriyorsa ve bütçesi devlet örgütü içindeki anayasal işlevini kat be kat aşm ışsa bu örgütün kaldırılm asını istemek laiklik ilkesine aykırı bir istem olarak değerlendirilem ez. N itekim Siyasi Partiler K anunu’nun 89. m addesinde yer alan “ Siyasi partiler ... Diyanet İşleri 6 Gerek Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerekse bir alt paragrafta (cc) değinilecek olan zorunlu din dersi için karş. (EROĞUL, 1991:189). - 392- Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin anayasanın 136’ncı maddesi lıiikmüne aykırı amaç güdemezler” şeklindeki yasak, “laik devlet niteliğinin korunması" başlığı altında bu gün de geçerliliğini koruduğu halde, Anayasa M ahkem esi 22.05.1997 tarihinde verdiği kararda (siyasi parti kapatma K. 1997/3) bu maddeyi parti kapatm aya yol açacak anayasal yasaklar kapsam ında görm em iştir. Bunun anayasal anlamı şudur: Diyanet İşleri T eşkilatı’nın genel idare içinde yer alm asına karşı çıkm ak, Anayasanın 68. m addesinin 4. fıkrasında yer alan “ demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı “ eylem ya da söylem niteliğinde görülemez. bb) A nayasa’nm 24. m addesinin 3. fıkrasında “ Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kuramlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer a l ı r denilmiş olm asına rağmen, fiilen İslam D in i’nin belli bir mezhebinin eğitimi niteliğini kazanm ış bulunan bu dersleri, uygulandıkları biçimiyle, anayasanın laiklik ilkesiyle bağdaştırm ak olanaksızdır. N itekim gerek AİIIM ve gerekse Danıştay, bu içerikte bir din kültürü ve ahlâk öğretim i dersinin zorunlu din dersi niteliği kazanacağını belirtm işlerdir. AİHM , din kültürü ve ahlak dersinin bu içeriği ile zorunlu tutulm asının A İH S’nin 9. m addesine aykırı olduğunu karar verm iştir (1448/04). Bu karara da gönderm e yapan Danıştay ise aynı gerekçeyle anılan dersin hem A İH S ’ııe ve hem de A nayasa’nın 24. m addesine aykırı olduğu sonucuna varm ıştır (8. Daire K. 2008/1461). cc) Buna karşılık aynı m addenin son fıkrasında laiklik ilkesinin dolaylı bir tanım ına yer veren yasaklar, ileride açıklayacağım ız gibi laiklik ilkesinin dokunulm az ve değiştirilem ez nitelikteki içeriğini som utlaştırm akta ve bu yönüyle de Türk laisizm inin özelliğini belirlem ektedir. Bunları savunanlara laikçi diyenler, antilaik bir ideolojinin m ensubu olm asalar da objektif olarak o ideolojiye katkı sağlam ış olm aktadırlar. 2) “Batılı Anlamda Laik Olma” Söylemi Laikçi kavram ının ortaya çıkışında rol oynayan bir başka çarpıtma, “ Batılı anlamda laik olma" söylem inde dile getirilm ektedir. Bunlar “ batıda laiklik nasılsa bizde de öyle olsun" diyorlar ve bu görüşü benim sem eyen ve A nayasa’nın öngördüğü laiklik ilkesini savunanlara “ laikçi” nitelem esini yakıştırıyorlar. Bu bağlam da bir de “p asif laiklik” söylemi ortaya atıldı7. Aşağıdaki açıklam alarım ız T ürkiye’de bunun neden olanaksız olduğunu 7 röportajı. Ergun ÖZBUDUN’un 23.09.2009 tarihli Akşam Gazetesin’dc yayımlanan -393 - yeterince ortaya koyuyor. Bu konuda sözü SO Y SA L ’a bırakm anın uygun olacağını düşünüyoruz.8 a) Dinlerin Kavramı Belirleyici Rolü Türkiye C um lıuriyeti’nin Batılı anlamda laik olm ası, bilimsel açıdan hiçbir dayanağı ve tutarlılığı olmayan b ir istemdir. Bir kere Batı’da benimsenmiş yeknesak bir laiklik anlayışı yoktur. K ullanılan terim ler bile farklıdır: F ransa’da “laiklik”, İngiltere ve A m erika’da “sekülariznı”, A lm anya’da “Prinzip der religiösen Neutralitaet”0 terim leri kullanılıyor. Bu terim lerdeki farklılık bile laiklik konusundaki anlayış farklılığının açık bir göstergesidir. Bu da son derece doğal bir gözlem dir. Çünkü laiklik ilkesinin ya da sekülariznı ilkesinin içeriğini belirleyen temel faktör, o ülkedeki egemen dindir; dinin devlete karşı aldığı tavır ya da devlet karşısındaki konum udur. Bu nedenle “Batıda laiklik nasılsa bizde de öyle olsun ” söyleminin bir anlam ifade edebilmesi için, Batıda devletin karşı karşıya geldiği egemen dinin İslamiyet olması gerekir. Ya da İslamiyet’in, Hristiyanlık’tan din olarak ya da kurum olarak herhangi bir farklılığının bulunmadığının ileri sürülm esi ve bunun da kanıtlanm ası gerekir. Batıda laik, seküler ya da nötr devlet, İslam iyetle bir azınlık sorunu olm anın dışında karşı karşıya gelmedi ki T ürkiye’deki laisizm ona benzesin. İşte F uller’in, Gülen Hareketini “ calvinist ” olarak nitelem esi de T ürkiye’deki laiklik kavram ında istenen değişim e yapay bir dayanak aram a çabasının pek de inandırıcı olm ayan bir ürünüdür. b) Türk Laisizminin Farklılığı: Anayasa M ahkem em iz 1971 yılında verdiği bir kararda laiklik kavram ının unsurları şöyle özetlem iştir: 8 SOYSAL (2009). 9 Alman Hukuku açısından bu farklılık, Federal Anayasa Mahkcmesi’nin türbanla ilgili 24.09.2003 tarihli kararında açıkça dile getirilmiştir. Dava sırasında özellikle davacı, başörtüsünü yasaklamanın “laik bir anlayış”ın sonucu olduğu, oysa Federal Alman Cumhuriyeti’nin laik devlet anlayışından farklı ve dinsel çoğulculuğu dikkate alan bir yansızlık (Neutralitaet) esasını benimsediğini belirtilmiş, bu yaklaşım, çoğunluk kararında da dolaylı bir biçimde benimsenmiştir. Bu konuda bkz. (SAĞLAM, 2004: 2942). - 394 - “Türkiye Cum huriyeti Anayasasında kabul edilen lâiklik ilkesi: Özellikle; Dinin Devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme, — Dinin, bireylerin m anevî hayatına ilişkin olan dinî inanç bölüntüde aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir hürriyet tanım ak suretiyle dinî Anayasa inancası altıncı alma, — Dinin, bireyin m anevî hayatını aşarak toplum sal hayatı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kam u düzenini, güvenini ve çıkarlarını korum ak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye kullanılm asını ve söm ürülm esini yasaklama, — Devlete, kam u düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dinî hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma niteliklerinden oluşm uş bir ilkedir. ” (K. 1971/79: 61).70 Şu halde A nayasa M ahkem esi’ne göre: Laiklik ilkesi, bireyin m anevî yaşam alanı (forum internum ) içinde kalan din özgürlüğüne sınırsız bir güvence getirm ekle birlikte, kişinin bu alanı aşarak kamu düzenini ve güvenliğini bozacak bir biçimde toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara girişmesini de sınırlamakta, dinin kötüye kullanılmasını ve söm ürülm esini önleyici yasaklar öngörm ekte ve bunları sağlam ak üzere devlete denetleyici bir rol yüklem ektedir. A nayasa M alıkem csi’nin bu yaklaşım ı, kendi icat ettiği bir yorum değildir. Bunun p o zitif dayanağı, A nayasa’nın 24. m addenin son fıkrasında yer alan, dinin kötüye kullanılm asına ve din istism arına ilişkin yasaklardır. Anayasa M ahkem esi son iki kararında bunun altını şöyle çiziyor: “Anayasakoyucıı ülkenin koşullarını dikkate alarak dini veya din duygularını ya h u t dince kutsal sayılan şeyleri siyasi çıkar ya h u t niifıız sağlamak amacıyla kullanılm asını laiklik ilkesinin korunm ası bakımından zorunlu görerek yasaklam a yo lu n u seçmiş ve bunları siyasal ifade ve eylem özgürlüğünün kapsamı dışında bırakmıştır. Laiktik ilkesinin değerlendirilmesinde bu kuralın göz ardı edilmesi olanaksızdır ” (K .2008/116: 10 Bu tanım, 1982 Anayasası’nda da geçerli olup, sonraki kararlarına da düzenli olarak yansıtılmıştır. -395- Anayasa Mahkcmesi’nin Kararın B -Anayasaya aykırılık bölüm ünün 3. paragrafı). sorunu, 2, b) İçerik Y önünden başlıklı Bu yasaklar, Türk laisizminin farklılığını gösterm ekte; laiklik ilkesinin asgari içeriğini belirlem ektedir. Bu nedenle “Laikliğin anayasada tanımı yoktur.n iddiası içi boş ve geçersiz bir iddiadır. A nayasanın öngördüğü bu yasak alan, din ve vicdan özgürlüğünün de konusu olamaz. Çünkü hukuk düzeni bir hak ve özgürlüğün kötüye kullanılm asına cevaz vermez. Bu yasakların bir kısm ının yaptırım ını oluşturan eski TCK’nun 163. maddesinin kaldırılmış olması, bu gerçeği değiştirmez. 163’ün kaldırılm ış olması, A nayasa’ın 24. m addesinde öngörülen yasak alanı, başka suç tanım larının kapsam ına girm ediği oranda bireysel suç olmaktan çıkarır, ancak anayasal yasak varlığını ve hukuksal etkisini korum aya devam eder ve özellikle siyasal parti yasağında belirleyici bir rol oynar. c) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türk Laisizmi: Türk laisizm inin bu farklılığını en iyi anlayan kurum lardan biri Avrupa İnsan Hakları M ahkem esi’dir (AİHM ). M ahkeme, O sm anlı dönem indeki teokratik rejim in yıkılarak yerine cum huriyet rejim inin kurulduğunu, bu rejim çerçevesinde T ürkiye’nin, “ İslının ve diğer dinleri, özel dinî uvsulama alanıyla sınırlandıran laiklik tipini sectiC’in i' belirtm ektedir". Burada bir parantez açarak Son A nayasa M ahkem esi kararında bu gerçeğin nasıl ifade edildiğin görelim: “Lâik düzende ... din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. ... Laikliğin bu işleviyle toplum sal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu açıktır.” ( parti kapatm a K .2008/2:K apatm a D eğerlendirilm esi” başlıklı bölüm ün 23. paragrafı). İsteminin İşte AİHM , bu anlayışın, yani “dinleri, özel dinî uygulam a alanıyla sınırlandıran laiklik tipinin, AİHS’nin temelini oluşturan değerlerle de uyum 11 13.02.2003 tarihli Büyük Daire kararı: “ 125. The Court further observes that there was already an Islamic theocratic regime under Ottoman law. When the former theocratic regime was dismantled and the republican regime was being set up, Turkey opted for a form of secularism which confined Islam and other religions to the sphere of private religious practice...” - 396 - içinde olduğunu belirtiyor. Ama daha da önem lisi, A İH M ’nin bu anlam da bir laiklik anlayışının, “Türkiye’deki demokratik sistemin korunm ası için g e r e k ir olduğunu vurgulam asıdır.12 A İH M ’nin bu görüşleri, içtihat niteliğindedir. Bilindiği üzere Büyük D aire’ye yapılan bir tem yiz başvurusunun kabul edilebilm esi için, davada Sözleşmenin ... yorumlanmasını veya uygulanmasını etkileyen ciddi bir sorunun ... varlığı gereklidir. Bu nedenle Büyük Dairenin bu kararı din ve vicdan özgürlüğünün ve laiklik ilkesinin yorum u açısından ayrı bir ağırlığa sahiptir. Burada asıl şaşırtıcı olan, bu ağırlığın bizim bilim çevrelerim izde yeterince değerlendirilem em iş olmasıdır. Genç bir doçentim iz Alm anca yazdığı bir m akalede A İH M ’nin türban konusunda “ Türkiye'nin özel koşullarının etkisi altında kaldığı "nı belirterek M ahkemeyi eleştiriyor (G Ö ZTEPE, 2007: 49-65). Eleştirel yaklaşım bilimsel çalışm anın özüdür. A ncak yapılan eleştirinin tutarlı bir dayanağı olmalıdır. A İH M ’nin “T ürkiye’nin özel koşullarının etkisi altında kaldığı” savının haklı bir eleştiri olabilmesi için, İslam iyet’le ile Hristiyanlık arasında gerçekten önem li bir farklılığın bulunm am ası gerekir. Oysa aynı doçentim iz, Alm an A nayasa M ahkcm esi’nin din ve vicdan özgürlüğü ve başörtüsüyle ilgili bir kararının analizini yaptığı bir başka m akalesinin sonunda, İslam ’ın H ristiyanlık’tan çok farklı olduğunu belirtm ekte ve “abartılı bir hoşgörüye dayanarak dinin, seküler bir devletteki yerini ve işlevini ölçüsüz bir biçim de artırm am ak” gerektiğini isabetle vurgulam aktadır (G Ö ZTEPE, 2004: 47-66). Bir başka ortak m akalede ise A İH M ’nin türban konusunda verdiği karar, Türkiye açısından “Pirrhus za feri' olarak nitelendiriliyor (K A RA H A N O Ğ U LLA R I & ALTIPARM AK , 2004: 249-276)13. 12 29.06.2004 tarihli 4. Daire kararı: “The notion of secularism was consistent with the values underpinning the Convention and upholding that principle could be regarded as necessary for the protection of the democratic system in Turkey.” (106); 10. 11. 2005 tarihli Büyük Daire kararı: “ As the Chamber rightly stated (see paragraph 106 o f its judgment), the Court considers this notion of secularism to be consistent with the values underpinning the Convention. It finds that upholding that principle, which is undoubtedly one of the fundamental principles of the Turkish State which arc in harmony with the rule of law and respect for human rights, may be considered necessary to protect the democratic system in Turkey” (114). 13 Adı geçen makaleye www.politics.edu.tr/karahan/makaleler sitesinden de ulaşılabilir. Oldukça üst düzeyde bir tartışma boyutu sergileyen bu makalenin ayrıntılarına girmek konumuzun sınırlarını aşar. -397- Her iki m akalenin takıldığı ana nokta, AİH M kararında din ve vicdan özgürlüğünün laiklik ilkesine feda edilm iş olm asıdır. Oysa dinsel açıdan örtünm ek, bir özgürlük kullanımı değil, dinsel bir buyruğun yerine getirilmesidir. Gerçi dinsel buyruklara uyma da ilke olarak din ve vicdan özgürlüğünün kapsam ı içinde yer alır. A ncak bu özgürlük, dinin değil, laik düzenin tanıdığı bir özgürlüktür ve bu özelliği ile dinsel gereklerden bağım sız bir korum a alanına sahiptir. İçeriğini ve sınırlarını din değil, laik düzenin gerekleri belirler. Bu nedenle AİHM’nin, İslam dininin egemen olduğu Türkiye’de laiklik ilkesinin farklılığını ve Türkiye demokrasisi için taşıdığı önemi benimsemesi ve kendi çizdiği çerçevede T ürk yargı organlarına belli bir takdir marjı tanım ası kadar doğal bir şey olam az. M ahkem e asıl böyle davranm asaydı eleştirilm esi gerekirdi. A İH M 'nin türban konusunda verdiği kararları laik olmayan İslamcı siyasetçilerin eleştirmesini anlayabilirim. Türkiye Cum huriyetini bir ılımlı İslam Cumhuriyetine dönüştürme siyaseti güden yabancı devletler de Batı türü bir sekülarizm i T ürkiye’ye benim setm e gayreti içinde olabilirler. Bunu da yadırgam am . Ama kendisini laik olarak tanım layanların aynı yaklaşım içinde olm alarını anlayam ıyorum ve doğrusu yadırgıyorum . 3) Laiklik İlkesi ve Resmi Görüş A nayasa’da öngörülen ve biraz önce içeriğini ana hatlarıyla açıkladığım ız laiklik ilkesinin yargı organlarınca düzenli ve istikrarlı bir biçim de uygulanması, “resmi ideoloji” söylemiyle yıpratılmaya çalışılıyor. Bunlara göre, yargı, resmi ideolojiyi yansıtm am alı, tarafsız kalmalıdır. İdeolojiden arınmış bir anayasa söylem i de bu yaklaşım ın bir uzantısıdır. Bu tür talepler çoğu kez belli bir siyasal ve ideolojik hedefi gizlemek am acıyla kullanılır. Asıl amaç, bu hedefi engelleyen anayasa kurallarım ortadan kaldırm ak ya da içini boşaltm aktır. İdeolojiden arınm ış anayasa söylem inin arkasında çoğu kez böyle bir örtülü amaç yatar. Anayasam ız, her ilke ve kuralıyla hukuksal A nayasanın 11. m addesi bunu başka anayasalarda görülm em iş bir açıklıkta dile getirm iştir. Bizim anayasamızda Ö zellikle bizim bağlayıcılığı olan bir belgedir. program kural yoktur. Bu nedenle Anayasanın bağlayıcı normlarına “resmi ideoloji” demek abestir. A nayasa M ahkemesi, Y argıtay ve Danıştay gibi Y üksek M ahkem eler, laiklik söz konusu olduğunda “ biz tarafız” diyorlarsa, - 398 - bunda şaşılacak bir yön yoktur. Çünkü onlar A nayasa ile bağlıdırlar. Anayasa organları açısından bağlayıcı Anayasa kurallarına karşı tarafsızlık söz konusu olamaz. Hemen belirtelim ki şeriatçı görüşü benim sem iş bir kim senin Anayasanın öngördüğü laiklik ilkesini resmi görüş ya da resmi ideoloji olarak nitelem esinde yadırganacak bir yön yoktur. İfade özgürlüğü kapsam ı içinde hoş görülebilir. Ayrıca bir düşünürün ya da bilim adam ının şeriatçı görüşü benim sem eksizin A nayasa’nın laiklik anlayışım ya da onun uygulanış biçim ini resm i görüş olarak eleştirm esi (bu yönde bkz. ERD EM , 2003) de ifade özgürlüğünün kapsamı içinde sayılabilir. A ncak devletin organları ve özellikle yargı yerleri anayasa kuralları ve onların düzenli uygulanışı için resmi söylem ifadesini kullanamazlar1'. İfade özgürlüğü ya da bilim özgürlüğü, kişilere A nayasa’da yer alan kurallara uymak kaydıyla bu kuralları benim sem em e ve eleştirm e hakkını verebilir. Ama devlet organlarının böyle bir özgürlüğü yoktur. 4) Kişi Laik Olmaz - Devlet Olur Söylemi: “Kişi laik olıııaz-Devlet olur ” söylemi, totaliter ve faşizan bir söylemdir. A çıkça dile getirem ediği bir başka söylemi maskelemek için uydurulm uştur. Bu anlayışa göre “Ya dindar olacaksınız; o zaman laik olamazsınız. Ya da dinsiz ya da ateist olacaksınız, işte o zaman laik olma hakkınız var. Burada “laikler dinsizdir ” söylemi, dolaylı olarak em poze edilm eye çalışılıyor. Laiklik devlete özgü bir sıfat olsa bile, kişiden bağımsız bir devlet olabilir mi? Devleti etkin kılan, devlet cihazında görev alan kişilerdir. Bu kişiler en azından devlet görevi yerine getirirken laik olmak zorundadırlar. Ama bunun da ötesinde eğer din ve vicdan özgürlüğü bir temel baksa, bir kişi devlette görev almasa bile, hem laik hem de dindar olabilir. Bunun çarpıcı bir örneği 2003 yılında F ransa’da yaşanm ıştır. Kendilerini “laik M iisliim anlar ” olarak tanım layan ve sessiz çoğunluğu temsil ettiklerini belirten 500 kişilik bir grup, 2003 yılında Sarkozi’nin bir İslam Konseyi oluşturma " Bu açıdan Yargıtay Ceza Genel Kuıulu’ııun 2004 yılında verdiği 23.11.2004 gün ve E.2004/ 8-130, K. 2004/ 206 sayılı kararda resmi ideoloji ya da benzer ifadelerin kullanılmış olması bu açıdan bir talihsizliktir. Ancak Yargıtay Anayasa Mahkemesi’nin laiklik anlayışından bir sapma özelliği gösteren bu içtihadını kısa bir süre sonra düzeltmiştir. AYM ve AİHM kararlarına da gönderme yapan bu karar için bkz. YCGK 15.03.2005, E. 2004/8-201, K.2005/30. - 399- am acıyla yaptığı toplantıya davet edilm em iş olm alarını sert bir dille eleştirm iş ve alternatif bir “ Laik Miisli'ımanlar Konseyi ’ kurarak tem sil istem inde bulunm uşlardır ( HUTH, Deutsche IVelle, 26 M ayıs 2003). Görülüyor ki hem laik hem de M üslüm an olm ayı seçmek, özgürlük kavram ının bir gereğidir. Ama siz dindar olmayı bir anayasal hak değil de Tanrı buyruğu ya da dinsel bir emir olarak algılarsanız, o zaman laiklikle dindarlığı bağdaştırmakta güçlük çekersiniz. Ama bunun mantıki sonucu, devletin laik hukuk düzeni ile değil, -T ürkiye’deki egemen din açısından söylüyorum - şeriatla yönetilme talebine kadar uzanır15. Böyle bir yönetim ise A vrupa dem okrasisi ile bağdaşm az. Bunu yalnızca ben söylem iyorum . AİHM dc söylüyor. A İH M ’nin birçok kararına dayanarak herkese dem okrasi dersi verm eyi alışkanlık haline getirenlerin bu konuda tam bir sessizliğe bürünm elerini de anlam ak m üm kün değil. II. Laiklik İlkesiyle Çıkarılabilecek Sonuçlar ve Dersler İlgili Son Gelişmelerden 1) Yargısal uygulam a alanında laiklik ilkesiyle ilgili son gelişm elerle bağlantılı olarak üzerinde durulm ası gereken ilk nokta, AKP ile ilgili davada kapatm a yerine hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımının uygulanmış olm asıdır. Bu sonuç kimseyi yanıltmamalıdır. Bu karar bir aklama değil, AKP’nin anti-laik eylemlerin odağı olduğunun tespitidir. Çünkü A nayasa’ya göre, kapatm a yerine hazine yardım ından yoksun bırakm a kararının verilebilm esi için davalı partinin anti-laik eylem lerin odağı durum una gelm esi zorunludur. N itekim A K P ’nin anti-laik eylem lerin odağı durum una geldiği kararda açıkça belirtilmiştir: “Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak Anayasanın 24. maddesindeki açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken, 15 Karş. Emre KONGAR, "Devlet laik olabilir, bireyler laik olamaz" demek, ancak, müslüman olanların, demokrat ve laik olamayacakları inancını yansıtan, şeriat devletinin müslümanhğm gereği olduğu konusundaki siyasal ve ideolojik yaklaşımı kamufle eden bir söylemdir”, Cumhuriyet, 20.07.1998. -400- dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duygulan siyasal mücadele aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Toplumsal sorunların ve ülkenin aşması gereken birçok engelin yoğunluğu ve karmaşıklığı dikkate alındığında, dinselliğin sırf siyasal mücadelede üstünlük sağlaması nedeniyle siyasal alanda gerektiğinden daha fazla yer alması, toplum ile toplumsallık ekseninde yürütülmesi gereken siyaset arasındaki sağlıklı temsil ilişkisini zedeleyebilir. Bu ilişkinin zedelenmesi siyaset ile toplum arasında yabancılaşmaya ve siyasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabilir. Bu sakınca, söz konusu eylemlerin devlet iktidarını kullanan bir parti tarafından işlenmesi durumunda daha da artar. .... Üniversitelerde uygulanan (başörtüsü yasağının, Kuran Kurslarına yönelik yaş kısıtlamasının, İmam Hatip Liselerine uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılmasına) yönelik toplumsal talepler”... toplumda ayrışma ve gerginliklere yol açacak düzeyde siyasetin temel sorunu haline dönüştürülmüş, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmış, toplumun temel ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarının siyasetin gündeminde yer alması giiçleşmiştir. ... Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yo l açabileceği inkâr edilemez.” (parti kapatm a K. 2008/2: Kapatma İstem inin paragrafları). D eğerlendirilm esi” başlıklı bölüm ün 27, 29 ve 30. M ahkeme, anti-laik eylemlerin parti organları ve üyelerince kararlılıkla ve yoğun bir biçimde işlendiği sonucuna vararak, “odaklaşm a” koşulunun gerçekleştiğine, bire karşı on oyla karar vermiştir. Bu bağlam da bir başka noktaya daha işaret etm ek gerekir: Kapatma yaptırımı açısından beşe karşı altı oyla çoğunluk sağlanmış olm akla birlikte A nayasa’nın aradığı 3/5 çoğunluğa ulaşılamamıştır. Bu nedenle hazine yardımından yoksun bırakma kararma ilişkin gerekçenin dört üye tarafından benimsenmiş bir görüş olduğu gözden uzak tutulm am alıdır. Kararda odaklaşmaya ilişkin gerekçeyle buna uygulanacak yaptırıma ilişkin gerekçe arasında ölçüsüzlüğe varacak derecede göze çarpan çelişkiler bundan kaynaklanm aktadır. Bu çelişkiler açısından M ahkem e’nin çoğunluk görüşünü anlayabilm ek için altı üyenin karşı oy yazılarının okunması zorunludur. - 401 - 2) Bir başka önemli nokta, Anayasa Mahkemesi’nin AKP kararında, laiklikle ilgili olarak “resmi görüş” söylem ini havada bırakacak bir yaklaşım sergilem iş olm asıdır. Bu yaklaşım da dem okrasi ile laiklik arasında zorunlu bir ilişkinin varlığından söz edilm ekte ve A nayasa’nın 68/4. m addesinde yer alan yasakların “yalnızca laikliğe veya demokrasi ilkesine değil, ‘demokratik ve laik cumhuriyet’ ilkesine aykırı olamayacağı, (dolayısıyla) her iki kavramın birlikte Türkiye Cumhuriyetinin niteliğini somutlaştırdığı” vurgulanm aktadır. Daha da önem lisi bu yaklaşım ın, anayasa hukukunun önem li bir yorum ilkesine (pratik uyuşum, “praktische Konkordanz ” ilkesine) bağlanm asıdır. Aynen şöyle diyor M ahkeme: “ .. laikliğe aykırı eylemlerde bulunduğu ileri sürülen siyasi partiler hakkında yapılacak değerlendirmelerde her iki kavramın azami geçerlilik kazanacağı bir yorumun esas alınması gerekmektedir .” Bu yaklaşım , “ Türkiye 'de demokrasinin laikliğe ya da cumhuriyete feda edildiği” yönündeki iddiaların dayanaksızlığını ve kofluğunu açıkça ortaya koym aktadır. N itekim A nayasa M ahkem esi’nin “ kapatm a yerine hazine yardım ından yoksun bırakm a” kararını verm esinde bu yaklaşım ın da önemli rol oynadığı yadsınam az16. 3) AKP kendisini iktidara getiren rejim in değerini bilmeli ve Anayasa M ahkem esi’nin kararını, bu yöne işaret eden ciddi bir uyarı olarak değerlendirm elidir. Bunun daha açık anlam ı şudur: İçinde yaşadığım ız rejim, anti-laik eylemlerin odağı durum una geldiği belirlenen bir siyasal partinin iktidarda kalmasını, Mahkemenin azınlık oylarıyla sağlayabilecek kadar esnektir. Rejimin böylesine bir esnekliği tolere edebilm esi, dem okrasiye olan inancın bir ifadesi olarak değerlendirilm elidir. Bu esnekliği, daha fazla zorlamak, özellikle belli kışkırtm alara kapılarak yeni Anayasa değişiklikleriyle laiklik ilkesinin içini boşaltmaya kalkışmak, bir çeşit sivil 16 Aslında temel ilkeler arasındaki bağlantı ve bütünlük, AYM’nin eski kararlarında da görülür. Örnekler: “Hukuk Devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü laiklikten almış, milliyetçilik ilkesi laiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi laiklikle anlam kazanmıştır. ... Demokratik düzen, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimde ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz ... Anayasa’daki laiklik ilkesine ... aykırı eylemlerin demokratik bir hak olduğu savunulamaz” (K.89/12 : 143 - 158.)”. AYM’nin Refah Partisi ile ilgili kararında da bu bağlantı dile getirilmiştir. Ancak pratik uyuşum ilkesine uygun bir yorumun bilinçli bir biçimde ilk kez AKP kararında ele alındığını belirtmek gerekir. -402 - darbe girişimi anlamına gelir. Bu tür girişim ler yerine laik ve demokratik rejime bağlı kalarak ve onun çizdiği sınırlar içinde dinsel kimliği yaşamak ve hukuk devletinin nimetlerinden yararlanmak daha sağlıklı bir yoldur. AKP’nin kapatma davasına sunduğu savunma, bunun ne denli önem taşıdığının paradoksal bir örneğidir. (A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerine ilişkin) “ Anayasa değişiklerinin iptal edilmiş olması, bu davanın en önemli dayanağını da ortadan kaldırmış bulunmaktadır. ... Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası ç ö k m ü ş tü r (K. 2008/2: Kararın “ Davalı Partinin Esas H akkm daki Savunm ası başlıklı IV. Bölüm ünde aktarılan AKP Savunm asının VI. Bölüm ünde yer alan “Yasam a faaliyetinden dolayı partim iz sorum lu tutulam az” başlıklı savunm anın 3. paragrafı) aşarak Anayasanın güçler arasında öngördüğü medeni işbirliğinin sınırlarını Anayasa M ahkem esi’ne saldıranlar17, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini denetlemekle yetkilerini aştığını, ulusal iradeyi hiçe savdığını ileri sürenler, iş kendilerini savunmaya geldiğinde, Mahkemenin verdiği iptal kararı ile temize çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu hazin paradokstan tüm siyasal aktörlerin ibret alm ası gerekir. Hukuk devleti ve onun en güçlü koruyucusu olan A nayasa M ahkem esi herkese lazımdır. Onun yetkilerini kuşa çevirm ek ve onu siyasallaştırm ak, bindiği dalı kesm ekten başka bir anlam taşım az. Ayrıca bu yönde yapılacak düzenlem elerin, hukuk devleti ilkesini etkisiz kılması durum unda, yeni bir A nayasa ihlali olarak değerlendirilebileceği de göz önünde tutulm alıdır. 4) Oysa AKP iktidarının ilk dönem lerinde anayasaya bağlılık açısından genellikle doğru bir çizgi izlenm iştir. Fazilet Partisi’nin kapatılm asından sonra bugün AKP kadrolarını oluşturanlar, otokritik yaparak değişim sürecine girmiş, şeriatı amaçlamanın ve anti-laiklik söylemin yanlışlığını vurgulamış, türban gibi hassas konuların uzlaşma ile çözüleceğini belirtm iştir. Hatta 22 Tem m uz 2007 seçim lerinden sonra AKP yönetim i, Cumhurbaşkanlığı seçimini de uzlaşm a ile çözeceğini açıklam ıştır. AKP’nin bu çizgiden sapmasında, ondan ileri gitm e ya da onu peşinden sürüklem e siyaseti güden MHP’nin büyük rol oynadığım göz önünde tutm ak gerekir. C um hurbaşkanlığı seçim inde M H P ’nin oylam aya katılacağını belirtm esi A K P ’yi, bu konuda kam uoyuna açıkladığı 17 Bu tür saldırıların Anayasayı zedeleyen yönlerine ilişkin yazılarım için bkz. “Demokrasi, Kurşun ve Anayasa Mahkemesi”: Cumhuriyet, 4 Mayıs 2007; “Anayasa Mahkemesine Saldırı I ve 11 ”: Cumhuriyet, 25 ve 26 Temmuz 2008. -403- uzlaşm a kararından vazgeçirm iş; aynı şey türban konusunda gereksiz ve başarısız bir anayasa değişikliğine girişm ekle tekrarlanm ıştır. 5) Oysa türban sorununu çözmenin anahtarı laik düzenin içtenlikle benimsenmesi ve bu düzen içinde uzlaşmanın sağlanmasıdır. Laiklik ilkesiyle çatışarak türbana çözüm üretilemez. Türban, özgürlük kavramı içinde yer alıyorsa, bunu sağlayan hukuksal etken, laiklik ilkesidir. AİHM kararlarıyla AYM kararları, bu konuda çözüm ü sağlayacak olanaklar içerm ektedir. Önemli olan bunların doğru okunması ve değerlendirilmesidir. Bu açıdan AİHM ve / veya AYM kararlarının türban sorununu çözümsüzlüğe ittiği görüşü doğru değildir. 6) A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerinde yapılan değişikliğin iptal edilmiş olması, uzlaşma çizgisinden sapmanın yanlışlığını bütün açıklığı ile ortaya koym uştur. Bu karar, yapılan anayasa değişikliklerinin, değişm ez nitelikteki ilke ve kuralların içini boşalttığı ve bu tür anayasa değişikliklerinin, yargısal denetim e açık olduğu anlam ına gelm ektedir. Bu bağlam da bir noktanın açıklığa kavuşturulm ası gerekir. A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerinde yapılan değişikliği, objektif anlam ıyla A nayasa’nın değişm ez ilke ve kuralları kapsam ında görm ediğim i daha önceki yazılarım da belirtm iştim (SA Ğ LA M , Cumhuriyet, 7 M art 2008). Anayasa M ahkemesi Başkanı KILIÇ da karşı oy yazısında “yapılan değişikliklerin uygulamaya geçirilebilmesi için yasal bir düzenlemeye ihtiyaç gösterdiğini, eski metne göre yeni bir hukuksal sonuç doğurmaya elverişli olmadığını ve madde gerekçelerinin bağlayıcılık taşımadığını” belirtm ek suretiyle aynı görüşü paylaşıyor. Anayasa değişikliğini gerçekleştiren siyasal iktidar, bu görüşü benim sem iş ve uygulam ayı buna göre yönlendirm iş olsaydı, Anayasa M ahkem esi, büyük bir olasılıkla iptal kararı vermez, yapılan değişikliğin kendiliğinden yeni bir hukuksal sonuç yaratm adığını belirterek davayı yorum lu ret kararıyla sonuçlandırırdı. O zam an A nayasa’nm değişm ez ilke ve kurallarıyla ilgili bir sorun gündem e gelmez; olası sorunlar, çıkarılacak yasanın laiklik ilkesine ya da hukuk devleti ilkesine uygunluğunun denetim iyle sınırlı kalırdı. A nayasa M ahkemesini iptal kararı verm eye yönelten olgular, siyasal iktidarın, gerek yasama süreci içinde ve gerekse yasa çıktıktan sonra türbanın herhangi bir sınırlayıcı yasal düzenlem eye tabi olm aksızın serbest kaldığı yönündeki ısrar ve dayatm alarından kaynaklanm ıştır. Özellikle YÖK Başkanı, türbanın serbest kaldığı yönünde aktif bir rol üstlenm iş ve R ektörlere bu yönde -so n ra d an D anıştay’ın yetki yönünden iptal ettiği- bir talim at göndermiştir. Bu gelişm eler, yapılan değişikliğin gerekçedeki anlam ıyla uygulam aya girdiğini ve yürütm enin bu anlam ı benim sediğini açıkça gösterm iştir. Bu aşam adan sonra A nayasa M ahkem esi’nin -404 - bunu görm ezlikten gelm esi beklenem ez. Çünkü hukuk kuralları m etinlerinden ibaret değildir. Bu m etinler, düzenledikleri ve biçim lendirdikleri nesnel yaşam ilişkileri üzerinde som utlaşm akla anlam kazanır. Siyasal iktidarın yasanın objektif anlam ını aşacak biçim de bu ilişkilerin doğal ve hukuksal akışına m üdahalelerde bulunm ası, M ahkem eyi genetik yorum yapm aya yönlendirm iştir. Bu durum u bir başka yazım da şöyle özetlemiştim: “Doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum: Hem anayasa değişikliği ile türbanın kamusal alanda serbest kaldığını ileri süreceksin ve hem de bunu temel veri olarak kararma dayanak yapan Anayasa M ahkem esi’ne ateş püsküreceksin. Bu dunun, hukuk mantığının nasıl işlediğini bilmeyen, pozitivist hukuk anlayışını bile viilgarize edenlerin içine düştükleri hazin paradoksu yansıtmaktadır." (Cumhuriyet , 25 Tem m uz 2008). G örülüyor ki bu kararın oluşm asında değişikliğin gerekçesi ve bu gerekçeye uygun bir hukuksal sonucun yaşama geçirilmesinde ısrar edilmiş olması önemli bir rol oynam ıştır. Aşağıda karar gerekçesinden seçtiğim iz pasajlar bunu doğrulam aktadır (AYM K. 2008/16: Kararın aykırılık sorunu, 2, b) İçerik Y önünden başlıklı bölüm ünden): B -Anayasaya “ 5735 sayılı K anun’un genel gerekçesi, 1. ve 2. maddelerin gerekçeleri, Anayasa Komisyonu ve Genel Kurul görüşmelerinde yapılan açıklamalar incelendiğinde: temel hedefin, bir kamu hizmeti niteliği bulunan yükseköğrenim hakkını kullananlar yönünden dinî amaçlı örtünme serbestîsi tanınması olduğu anlaşılmaktadır. “... Meclis görüşmelerinde, dava konusu kuralların, ... toplumdaki kaygıların giderilmediği ve güvence taleplerine sessiz kalındığı, demokratik uzlaşma yolları dışlanarak meydan okumanın veya dayatmanın yöntem olarak benimsendiği gerekçeleriyle eleştirildiği tutanaklardan anlaşılmaktadır. “... yasa ile açıkça yasaklanmadıkça yüksek öğretimde kıyafetin herhangi bir ölçüye tabi tutulmaksızın serbest bırakıldığı, yükseköğrenim hakkını kullananlara bu kıyafetleri taşımaktan dolayı herhangi bir yaptırım uygulanamayacağı ortaya çıkmaktadır. “...farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olasılığınım) ortaya çıkması durumunda taşman dinsel simgenin başkalarının üzerinde yaratacağı baskı ve olası eğitim aksamaları ile kamu düzeninin bozulması karşısında, üniversite -405- yönetimlerinin ve kamu kurumlarının müdahalesine olanak verilmemesi, herkesin eşit şekilde eğitim hakkından yararlanmasını engelleyebilecektir. ... Anayasal düzenimizde yasa koyucuyu yasal düzenlemeye zorlayıcı bir hukuksal yaptırım mekanizması bulunmadığından , başkalarının özgürlükleri ve kamu düzenini koruyucu yasal önlemlerin alınmasının yasa koyucunun takdirine kalacağı açıktır. ... ülke nüfusunun biiyiik çoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğu dikkate alındığında, bu takdirin dinsel özgürlüklerin sınırlandırılmasında kullanılmasının güçlüğü açıktır. Temel düzen normu olan Anayasa kuralları değiştirilirken, çoğunluk inancının dışında kalan insanların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasının yasa koyucunun takdirine bırakılmaması, kayıtlar ve güvence mekanizmalarının doğrudan anayasada yer atması, demokratik anayasacılık deneyiminin sonucu olan insan haklarına dayalı devlet olmanın da bir gereğidir. Toplumsal sorunların Anayasa 'nın açık hükümleri çerçevesinde ve demokratik barışı ve uzlaşıyı esas alan yöntemlerle çözümü yerine, dinin, din duygularının veya dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmek suretiyle kullanılmasına Anayasa izin vermemektedir.'" 7) A nayasa değişikliklerinin yalnızca biçim yönünden denetleneceğine ilişkin kuralın geçerliliği, türev kurucu iktidarın yetki alanı içinde kalan değişikliklerle sınırlıdır. D eğişm ez nitelikteki kuralların özüne dokunan düzenlem eler, A nayasa M ahkem esi’nin denetim yetkisi ve görev alanı içindedir. Bu saptam a, Anayasa M ahkem esi kararında şöyle açıklanm aktadır (K .2008/116: Kararın B-A nayasaya aykırılık sorunu, 2, a) “T ek lif edilebilirlik yönünden” başlıklı bölüm ünden): “Anayasa yi değiştirme yetkisinin, hukuksal geçerlilik ve etkinlik kazanabilmesi için Anayasa ’nın 4. maddesinde teklif edilemez olarak belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, ... gerekir. Teklif edilebilir olmayan bir Anayasa değişikliğinin ... (Anayasa’da öngörülen) teklif çoğunluğu koşulunu yerine getirmiş olması, hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun s ır f sayısal çokluğun gücüyle etkin kılınmasının gerekçesi olamaz. Zira kurulu iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin geçerliliği, asli kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır. ... ... 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. ... -406- ... Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya A nayasa’nm sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa y a uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır." SONUÇ YERİNE: Türkiye’de İslam i kim liği yaşam ak isteyenler için rejim le kavgalı olmak gerekm iyor. 2001 Anayasa değişikliklerinden sonra Türkiye dem okrasisi, bir cendere içine sıkışm aktan kurtulm uştur. Onun olanaklarından yararlanarak da İslami kimlik yaşanabilir. Aynı şey etnik kim likler için de geçerlidir. Ama bunun için o değişm ez ilkeleri benim sem ek, onlarla kavgaya girm em ek gerekir. Böyle bir ortam ın varlığı, uzlaşm a kapılarını açar. Kullanm asını bilenlere, AİHM kararları bu açıdan da etkili bir anahtardır. Böyle bir yolun seçilm esi son günlerin ana tartışm ası olan “askeri darbe” girişim ine karşı da en güvenceli bir yöntem dir. Kendilerini “ dem okrat” olarak niteleyen sivil kesim lerin antidem okrat tutum ve davranışlarıyla askeri darbelerin oluşm asında önem li bir rol oynadıkları ya da en azından yadsınam ayacak bir sorum luluk taşıdıkları da tarihsel bir gerçektir. Bu bağlam da altı çizilm esi gereken son bir nokta “darbe”nin yalnızca asker kökenli olduğuna dair yaygın, ama yanıltıcı inançtır. D em okrasinin nim etlerinden yararlanarak “ insan haklarına dayalı ulusal, dem okratik ve laik hukuk devletini” ortadan kaldırm ak ya da içini boşaltm aya yönelik sivil darbe girişim leri, en az askeri darbeler kadar vahim ve tehlikelidir. YARARLANILAN KAYNAKLAR Anayasa Mahkemesi Kararları: E. 2008/26, E. 2008/ 16, K .2008/116, G. 05.06.2008, RG 27032, 22 Ekim 2008 E. 2008/1 (parti kapatm a), K. 2008/2, G. 30.07.2008, Ekim 2008 RG. 27034, 24 E. 1996/ 3 (Siyasi parti kapatm a), K. 1997/ 3 G. 22.05.1997, RG. 24067, 2 Haziran 2000 -407- E. 1989/1. K. 1989/12, G. 07.03.1989, AYM K D 25 E. 1970/53, K. 1971/79, G. 21.10.1971, AY M K D 10 Yargıtay Kararları: YCGK E. 2004/ 8-130, K. 2004/ 206, G. 23.11.2004 Y C G K E. 2004/8- 201, K.2005/30, G. 15.03.2005. Danıştay Kararları: 8. Daire, E. 2007/ 679, K. 2008/ 1461, G. 29.02.2008, Bankası , Kazancı İçtihat AİHM Kararları: 13. 02. 2003, CASE OF REFAH PARTİSİ (THE W ELFARE PARTY) AND O THERS V. TU R K EY (Applications nos. 41340/98, 41342/98, 41343/98 and 41344/98) 29. 06. 2004, Case o f Leyla Şahin v. Turkey (A pplicasion No. 44774/98 - Fourth Section) 10. 11. 2005, Case o f Leyla Şahin v. Turkey (Applicasion No. 44774/98 Grand Cham ber) AİHM , 9 Ekim 2007, 1448/04 (Haşan ve Eylem Zengin/Türkiye kararı: Kazancı İçtihat Bankası). Öteki Kaynaklar: Kemal ATEŞ (2008), “Türkçede Bilinm eyen Bir Ek” ( Cumhuriyet 18 Ekim). Heiner BIELEFELD T (2006), Bedrohtes M enschenrecht - Erfahrungen mit der Religionsfreiheit: Herder K orrespondenz 60, 2006/2 Fazıl Hüsnü ERDEM (2003), “Türk Devlet Düzeni ve D em okratik Kamu Düzeni” (A nkara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 52/1). -408- Cem ER O Ğ U L (1991), “ Öznel Bir Hak O larak Laiklik” (Prof. Dr. M uam m er A K SO Y ’a A rm ağan Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, X L V I/l-2: 183-190). Graham E. FULLER (2008), Yeni Türkiye Cumhuriyeti (İstanbul: Tim as Yayınları) Ece G Ö ZTEPE (2007), “ Das Kopftuchverbot: Die letzte Bastion des türkisehen Laizism us” : D ie Stellung der Frau im islam ischen Religionsunterricht, Hrsg. Janbernd Oebecke /M uham m ad Sven Kalisch/ Em anuen Tovvfigh, Peter Lang Verlag, Frankfurt a.M .: 49 - 65. Ece G Ö ZT EPE (2004), “ Başörtüsü Tartışm asında Yeni B ir Sahne: Federal A lm an A nayasa M ahkem esi’nin Kamu G örevlilerinin Din Ö zgürlüğüne İlişkin Kararı: Birinci Perde” ( Türkiye Barolar Birliği Dergisi 51: 47 - 66). Lisa HUTH (2003), Deutsche Welle, 26 Mayıs. Onur K A R A H A N O Ğ U LLA R I& K ercm A LTIPA R M A K (2004), “Pyrrhus Zaferi: Leyla Şahin/Türkiye, A İH M / Hukuk, Düzenleyici İşlem / K anun” (Hukuk ve Adalet Dergisi, 1/3 [Tem m uz-Eylül] 2004:249-276 ve www .Dolitics.cdu.tr/karahan/m akaleler) Em re KON GAR (1998), Cumhuriyet, 20 Temmuz. Fazıl SAĞLAM (2008), “ Anayasa Mahkemesine Saldırı I ve II “ : Cum huriyet, 25 ve 26 Tem m uz Fazıl SAĞLAM (2008), “Anayasa Mahkemesi ve Türban'’’ Cumhuriyet, 07 M art Fazıl SAĞLAM (2007), “ Demokrasi, Kurşun ve Anayasa Mahkemesi” : Cumhuriyet, 04 Mayıs Fazıl SAĞLAM (2004), “C um huriyetin Temel İlkelerinin G elişim inde Laiklik İlkesinin Belirleyici R olü” (Sekseninci Yılında Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu, Ankara 31 Ekim - I Kasım 2003, Ankara: TBB Yayını: 29-42). M üm taz SOYSAL (2009), “ Pasifliğin Salaklığı" Cumhuriyet, 14. Ekim. -409- -410- PROF. MÜMTAZ SOYSAL’IN DİNAM İK ANAYASA ANLAYIŞI VE KURULUŞ ANAYASALARINI YENİDEN OKUMAK* Dr. M urat SEVİNÇ Giriş Prof. M üm taz SoysaPın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı 114 sayfalık eseri 1969 yılında yayınlanm ıştır. Bu kısacık kitap herhalde bir anayasanın nasıl ele alınm ası, yorum lanm ası, anayasaların hangi değerlendirm elere açık ya da kapalı olduğunun saptanabilm esini anlatan en yetkin eserlerden biridir ve kanım ca Soysal’ın bu alana en değerli katkı lam d an d ır. Öncelikle ilk paragrafın ilk cüm lesi, 2000’li yılların T ürkiye’si açısından, gerek anayasa tartışm alarının bir ülkenin siyasal düzeniyle ne kadar iç içe olduğunu gösterm esi gerekse bu ilişki nedeniyle aslında siyasal olan tüm alt üst oluşların nasıl anayasal tartışm a şeklinde ortaya çıktığını sergilem esi açısından son derece manidar: “ Anayasa sözünün bıkkınlık verecek kadar sık kullanıldığı başka bir toplum bulm ak herhalde çok güç. Türk toplumu, her tartışm asında, her yazısında, her söylevinde ‘anayasa’ sözünün edildiği bir toplum oldu.” (s .l) Bir anayasanın nasıl okunması gerektiği ya da okunabileceğini anlatır S oysal'ın metni. 1961 A nayasası’nın okunm asına yönelik hazırlanm ış gibi görünse de genel çıkarım lar yapm ak m üm kün. Bu çalışm ayı asıl olarak ilgilendiren kısım özellikle ilk sayfalar yani 27 M ayıs öncesindeki anayasaya ve anayasa sistem ine ilişkin değerlendirm eler. Dolayısıyla 1921 ve 1924 A n a y asaların ın bir kez daha hatırlatılm asına ve bugün için sıkça tartışma konusu edilen bazı düzenlem elerine değinm eden önce, S oysal’ın kitabının bu kısm ında (s. 1-28 arası) dile getirdiklerini özetlem ekte yarar var: A nayasalar sonsuza dek ayakta kalacak m etinler olamaz. Bu nedenle önem li olan toplum sal gelişm enin belirli bir noktasında bulunan toplumda, Çalışmanın ortaya çıkmasında yardımlarını esirgemeyen meslektaşlarım Faruk Alpkaya ve B. Erdem Denk ile Hocam Cem Eroğul’a teşekkür borçluyum. - 4 11 - siyasal yaşam ı belirleyen tem el m etnin nasıl olm ası ya da nasıl yorum lanm ası gerektiğidir. Demek ki Soysal’a göre anayasalar kaçınılm az şekilde toplumsal yaşam ın bir aşam asını anlatır. Bu satırların hem en ardından 2009 Türkiyesi için de geçerliliğini koruyan bir saptam a yapıyor Soysal: “ Son yıllarda, T ürkiye’deki hukuk tartışm alarının en belirli özelliği, nerdeyse geçen yüzyılları hatırlatacak bir kutuplaşm anın görülm esi: bazıları hüküm lerin hurda ayrıntıları ve kelim elerin ince anlam ları arasında ‘pozitivist’ bir titizlikle kaybolurken, bazıları, özellikle haklar ve özgürlükler konusunda, pek yüce ve soyut sözler ederek ‘doğal hukuk’ alanına doğru kaym aktadırlar.”(s.3) Ardından kendi çalışm asının iki kutuptan da biraz uzaklaşacağını vurguluyor. Yazar, bir anayasa (örneğin 1961) toplum un belli bir aşam asında neyi sağlamak için ortaya çıkar? sorusunu yöneltiyor. Yalnızca bir dönem in endişelerini giderm ek için mi yoksa A nayasa’nın içine işleyen daha derin bir am aç mı vardır? Ardından gelen sorular, böyle bir am acın olduğu varsayım ından hareket ediyor. Eğer bir anayasanın derin anlamı varsa, bu anlam o m etnin kendi içinde bulunan ilişkilerden çıkarılm aya çalışılabilir: “ İncelem enin pozitivist tutum a yaklaşan yönü burada: aranan anlam, yapıcıların sübjektif am açlarında değil, metnin kendi içinde, ortaya konan yapıtın özünde aranm aktadır. Öte yandan, yine de bir ‘am aca göre’ yorum söz konusu.” (s.5) Dem ek ki bir metni anlam landırm ada yapıcıların öznel am acı önem lidir ama bir de metnin ihmâl edilm em esi gereken kendi iç dinam ikleri vardır. İkisi de göz önünde bulundurulm alı. A nayasa hukukunun başlıca kaygısının denge aramak olduğunu hatırlatan Soysal, ardından, bunun özgürlük ve otorite arasında soyut bir denge yaratm a çabası olm aktan öte, sosyal güçler arasında olabildiğince uzun sürecek bir denge arayışı olduğunu vurguluyor. Bu denge bazen egemen olana hizmet eden bir fren bazen de gelişm e olanakları arayan güçler için ayrılm ış bir alandır. Ama sonuçta, denge arayışı hep var. Soysal 1961 A nayasasının çok partili yaşamı bam başka tem ellere oturtan bir m etin olarak değerlendirirken diğer yandan tarihsel oluşum içinde “keskin bir viraj” olduğu değerlendirm esine de katılmıyor, (s.7) T anzim at’tan o güne (27 M ayıs) gelen bir oluşum çizgisi var ve 1961 Anayasası bu çizginin bir uzantısı. Ancak çok da doğal kabul edilem eyecek bir uzantı. Tabii 1961 Anayasasını hazırlayanlar ve hazırlayıcıların, 27 M ayısı destekleyenlerin anayasaya ilişkin genel görüşü, 1924 A nayasası’nm yanlışlıkları/eksikliklerine bir tepki olduğu yönündeydi. Soysal bu kanıyı eleştirip 1924 Anayasasına “ insaflı” yaklaşanlardan: iktidarın (DP) hatalı davranışlarıyla A nayasa’nın eksiklikleri arasında bir ayrım yapılm ası - 412- gerektiği kanısında. Tabii bu itiraz bugün için de çok önemli çünkü sorunu yalnızca anayasanın m etninde ve hukuki çözüm lerde aram anın olum suz yanı, yakıcı siyasal sorunların çözüm ünün de m adde değişikliklerinde aranm ası oluyor. Soysal’ın ifadesiyle: “ ...m uhalefet partilerinin üzerinde durduğu sorunlar, ancak anayasayla ilişkili olarak çözüm lenebilecek sorunlar niteliğine bürünm üştür... kurum sal ve kuralsal çözüm lerin kolaylığı, bu durum da rol oynayan en önemli etken: parlam entodaki çoğunluğun anayasaya aykırı tutum lar içine düştüğü durum larda, anayasaya uygunluğun yargısal denetim ini savunduğunuz ya da tek m eclisin aceleciliği karşısında iki m eclisliliğin erdem lerini saydığınız zaman, hem som ut hem de başka yerde denenm iş çözüm ler ileri sürm enin rahatlığı içindesiniz... Buna bir de T ürkiye’deki politika kadrosunun büyük ölçüde hukukçulardan kurulu oluşunu da eklem ek gerek: kurallara ve kurumsal düzenlem elere dayanan çözümler, hukukçu yaklaşım ına daha uygun geliyor.”(s,10) Bu saptam a kuşkusuz günüm üz için de geçerli. Son yıllarda hem en tüm siyasal m ücadele sorunlarının m ahkem elere havale edilm esi ve çıkan kararları da sorunun çözümü olarak algılam ak, S oysal’ın 40 yıl önce saptadığı yanlışlığın günüm üzdeki yansıması. Buraya kadar olan özeti konuya giriş sayıp S oysal’ın 1924’e ilişkin saptam alarını aşağıda, sırası geldikçe nakletm ek daha uygun olabilir. Kuruluş anayasalarını bir kez daha okurken önem li olan herhalde, anayasaların inişli çıkışlı bir çizgi üzerinde, toplum sal güçler arasındaki m ücadelede denge kurm aya çalışan ya da çalışm ası gereken m etinler olduğunu düşünm ek. Yani neden yapıldığını, hangi gereksinim i karşılam aya ya da neyi önlem eye yönelik olduğunu, sın ıf kavgasının nasıl izler bıraktığını, yapıcılarının niyeti dışında bir derin anlam çıkarm anın olanaklarını anlam aya çalışmak. D olayısıyla S oysal’ın dinamizmini bir metnin kendi dinam ikliği olarak algılam anın yanı sıra, m etinler tarihinde işgal ettiği yer o yerin, diğer m etinler üzerindeki belirleyiciliğini de kapsadığını düşünm ek herhalde çok da yanlış olmaz. Çünkü anayasa tarihi inişli çıkışlı da olsa, keskin virajlar dönmek zorunda da kalsa, darbelerle kesintiye de uğrasa, sonuçta her adım da, bir öncekinin izini bulm ak m üm kün. Yalnızca T ürkiye’de değil, kurum lar ve anayasalar tarihinin incelendiği her yerde, en devrim ci görünen değişikliklerin dahi az ya da çok bir süreklilik arz ettiği görülebilir. Dolayısıyla tarihi ve geleneği yadsım ak anlam lı ve gerçekçi olm ayacağı gibi m üm kün de değil. Dolayısıyla kuruluş anayasalarına bir kez daha ve yalnızca göz atm ak dahi, -413- bugüne dair söz söyleyebilm ek, önerilerde bulunabilm ek için gerekli, besleyici olabilir. Bu nedenle, anayasacılığım ıza dair çalışm alar, K urtuluş Savaşı ardından yaratılan yeni anayasal ya da en geniş anlam ıyla hukuk ve bürokrasi düzenini anlam a çabaları, 18. yüzyıl sonu O sm anlı İm paratorluğuna, anayasal belgeler tarihi ise 1808 yılında ilan edilen Sened-i İttifak’a dek geri götürülür. Bu çalışma o kadar geriye gitmeyecek. K urtuluş Savaşı sırasında, savaş ve o dönem ülke koşullan göz önünde bulundurularak hazırlanıp yalnızca üç yıl yaşayabilen 1921 tarihli A nayasa’dan (Tcşkilât-ı Esasiye K anunu) söz edip 1924 Anayasası ile hedeflenen yeni anayasal düzeni anlam landırabilm eye çalışacak. Tabii bunu yaparken, 2009’un can yakıcı siyasal sorunlarını, akim bir köşesinde tutm ayı da ihmâl etmeden. K urtuluş Savaşı, benzer savaşları daha çok çeteler ve halk savaşları yoluyla yani fiili olarak yürüten diğer pek çok çağdaşı kurtuluş m ücadelesinden farklı olarak, başından sonuna dek hukuksal zem inin yaratılm asına özen göstererek verilmiştir. G enelge, yerel ve ulusal kongreler ve en sonunda kabul edilen 1921 Anayasası bu savın önemli kanıtları. 1921 Anayasası 1921 A nayasası, sonrasında H alkçılık Programı olarak adlandırılan, ilk sunulduğunda içeriğine tam karar verilem eyen, ardından gönderildiği Encüm en-i M ahsus (ad hoc- geçici) adlı kom isyonda tartışılan, görüşülm esi ve kabulünde özel yeter sayılar aranm ayıp iki ay tartışm anın sonunda adi kanunlar gibi kabul edilen bir belge. Prof. Dr. Bülent T anör’ün Osmanlı- Türk Anayasa! Gelişmeleri adlı büyük eserinde belirttiği gibi bu belge, hazırlanış ve kabul özellikleri bakım ından anayasacılığım ızın en dem okratik, belki de tek dem okratik örneğidir. A tatürk'ün o sırada Sovyetler B irliği’nde de uygulanan Yüce Sovyet ve Prczidyum sistem ine benzer bir yapıyı içeren teklifi de dahil bazı öneriler kabul görm em iş ve Anayasa 20.01.1337 (1921) gün ve 85 num aralı Kanun ile kabul edilm iştir. 23 m adde ve M adde-i M ünferide’den oluşan, daha çok savaş ve devrim dönem lerine m ahsus konvansiyonel (m eclis hüküm eti) sistem kuran bu kısa anayasa, bazı hüküm leri hiç uygulanm asa ve çok kısa öm ürlü de olsa, herhalde N isan 1920’de M eclis’in açılm asıyla vücut bulan millet egem enliği dönem inin en dikkat çekici belgelerinden. Ö ncelikle aynı toprakta yeni bir devlet kurulm ası (3. madde), Türk devleti yerine etnik vurgu taşım ayan Türkiye D evleti’nin tercih edilmesi, egem enliğin m illete verilerek ilk kez böylesine açık şekilde yeryüzüne indirildiğinin kabulü önem li yapı taşlan. -414- Halk idaresine ilişkin hüküm (md. 1) ve yerel yönetim anlayışı ise, yeni olması bir yana, gerek 1924 Anayasası ile terk edilm iş olması gerekse günüm üzdeki sistem tartışm aları açısından son derece önemli. A nayasa’nın ilk m addesi egem enliği m illete verdikten sonra dayandığı ilkeyi açıklar: İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Halkın kendi kaderine kendisinin yön verm esi ilkesinin benim senm esi, K urtuluş Savası sırasında yaşanan, O sm anlı’ya rağmen oluşturulan yerel ve ulusal kongreler deneyim inin güçlü izini taşır. Anayasa ile kurulan yeni sistem ulusun tem sili anlayışına dayanan, yürütm e işlerinin kendi içinden çıkan ve yasam aya büyük ölçüde yön veren İcra Vekilleri Heyeti tarafından yürütüldüğü, resmi olarak devlet başkanlığı makamı yaratm am ış (fiilen M eclis Başkanı M. Kemâl idi) bir meclis hükümeti sistemiydi. Zaten M ustafa Kemâl, savaş boyunca meclis hükümeti sistem ini şiddetle savunm uş, halkları oyalam ak olarak gördüğü güçler ayrılığını, Soysal’ın A nayasaya G iriş'te anım sattığı gibi “ parlam entoların yanında hüküm darları da ayakta tutabilm ek için bulunm uş” kötünün iyisi bir çözüm olarak algılam ıştır, (s. 160-162) Tabii yeni bir devlet kurarken meclis hüküm eti sistem inin kurucular için elverişli bir araç olarak algılanm ası doğaldı. S oysal’a göre: “ Şurası açıkça belli ki, m eclis hüküm eti sistem i, bütün K urtuluş Savaşı boyunca, bir yandan bağım sızlık için vuruşanlara ulusal destek sağlarken, bir yandan da İstanbul’daki saltanatın yıkılm asını kolaylaştıracak hukuksal temeli atmış oluyordu.”(s. 163) Yerel düzeydeyse, özerkliğe sahip vilayet şuraları, yasalara bağlı kalm ak kaydıyla sağlık, m aarif, iktisat, tarım, m edreseler ve sosyal yardım laşm a gibi konularda yetkili kılınm ıştı. Keza, halka en yakın birim olan nahiye şuraları da özerkti. H alk tarafından seçilen şuranın ve onun tarafından seçilen idare heyetinin, derecesi özel yasalarca (kavanini m ahsusa) saptanan yargısal, iktisadi ve mali yetkileri vardı. A nayasa’nın İdare başlıklı 10. ve sonraki m addeleri, benim senen yönetim in nasıl ve hangi idari yapılanm anın kabulüyle yaşama geçirileceğini anlatır. Söz konusu düzenlem elerle ülke, coğrafi ve iktisadi gereklilikler nedeniyle vilayet (md. 11-14), kaza (md. 15) ve nahiyelere (md. 1621) ayrılm ış, vilayet ve nahiye şuraları oluşturulm uş ve bunlara muhtariyet (özerklik) verilm iş (yalnızca idari alanda), bu şekilde halkın yerel düzeyde yönetim e katılma hakkı geniş şekilde tanınm ıştır. Yalnızca Nahiyeleri düzenleyen m addeleri nakletm ek dahi A nayasa’nın nasıl bir yerel yönetim sistemi öngördüğünü anlatm aya yeter: -415- “ N ahiye hususi hayatında m uhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir, (m d lö ) Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de m üdürü vardır, (md. 17) N ahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya m üntehap âzadan terekküp eder, (md. 18) İdare heyeti ve nahiye m üdürü, nahiye şûrası tarafından intihap olunur. (m d l9 ) N ahiye şûrası ve idare heyeti kazai, iktisadi ve mali salahiyeti haiz olup bunların derecatı kavanini m ahsusa ile tayin olunur, (m d.20) nahiye bir veya birkaç köyden m ürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir. (m d21)” 22. ve 23. m addeler ise devlet ile yerel yönetim ler arasındaki yetki-görev ilişkisini denetleyecek olan Umumi M üfettişliklere ilişkindi. Yani m erkezi yönetim in mahalli idaereler üzerindeki denetim i um um î m üfettişliklere bırakılm ıştı. Y ıldızhan Yayla, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-i Mezuniyet ve Tefrik-i Vezaif adlı eserinde, A nayasa’nın böyle bir denetim i öngörm ekle mutlak m uhtariyete gidilm ek istenm ediğini gösterdiğini belirtiyor (s. 128). Zaten A nayasayı hazırlayanlar da tam bir özerkliğin söz konusu olm adığını ve m üfettişliklerin biraz da bu yüzden kabul edildiğini açıklam ışlardı. Y ayla’nın saptam asıyla: “ Şimdi, ortaya bir sorun çıkıyor: eğer, umumi m üfettişlikler, mahalli idarelerin görev ve kararları arasında bir sınırlam a yapılm aksızın hepsini, hem de sürekli denetleyen bir m erkezi m akam ise, bu denetim nasıl nitelenm elidir? İdari vesayet adı verilen istisnai ve idari bir denetim m idir bu? Sonra, ‘m urakabenin’ etki ve sonucu ne olacaktır? B unlar, 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanununda açıklığa kavuşm uş değildir.”(s.l2 9 ) A ncak bu geniş yerel yönetim anlayışı uygulam a alanı bulam am ıştır. Bugünden bakıldığında bu geniş yerel yönetim anlayışı nasıl değerlendirilebilir? Anlamı gerçekten nedir? Başta Bülent Tanör olm ak üzere konu üzerine yazıp çizenler hem en hep aynı şeyleri vurgular: 1921’in yerel yönetim anlayışı, o dönem deki güçlü halkçılık düşüncesinin, yerel kongre iktidarları devrinin ve adem im erkeziyetçi düşüncenin etkisidir. Yayla, Prens Sabahattin’in adem im erkeziyete ilişkin geliştirilm iş açıklam alarının da bu dönem e rastladığını vurguluyor, (s. 116) Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı adlı eserinde 1921 ’e fazlaca değinm em iş, Anayasaya Giriş adlı kitabında ise, genel eğilim doğrultusunda bu yerel yönetim anlayışını “ halkçılığa” bağlam ıştır: “ Hatta, 1921 Anayasası bir ‘halk hüküm eti’ kurm ak am acında o derece ileri gitm ektedir ki, illerdeki ve bucaklardaki yönetim in seçim le işbaşına gelen ‘şû ra’lara (yönetici m eclislere) bırakılm asını, eğitim, sağlık, ekonomi, bayındırlık ve sosyal yardım gibi işlerin onlara devredilm esini öngörm ektedir. - 41 6 - Ancak, K urtuluş S avaşı’nın havası içinde bu pek dem okratik hüküm ler gerçek anlam ıyla uygulanabilm iş değildir.” (s. 159) K uşkusuz ilgili hem en her kitapta yer alan bu satırlara yöneltilecek bir itiraz yok. Ancak sorun, bugünden bakıldığında ve aşağıda anlatdacak olan M. K em âl’in Anayasa Taslağı düşünüldüğünde, son derece özgün bir tartışm anın m erkezi olm ası beklenebilir bu konunun yeteri kadar incelenm em iş olması. Burak Ç elik’in G alatasaray Ü niversitesi Yayınlarından çıkan Yüksek Lisans tezi 1921 Anayasası üzerine ve yerel yönetim konusuna kısa da olsa değinilmiş. Ç elik’c ve gönderm ede bulunduğu M eclis tartışm alarına göre 1921 Anayasası hakkında yapılan görüşm elerde, yerel yönetim konusunda ilgi daha çok “ m em ur otokrasisine karşı verilen savaşa” (s.76-77) yöneltilm iş. M ebuslar, söz konusu m em urların (ceberut) seçim le gelecek olm asının onların çalışm alarına da yansıyacağını, aşağıdan yukarıya yönetim anlayışının gerçek bir seçim sağlayacağını savunuyor. Yine, yukarıda belirtildiği gibi Yüce Sovyet sistemi de esin kaynaklarından. B. Çelik tezinde, bu öykünm eyi “ ittifak siyasetleri” bağlam ında ele alıyor.(s.85) Tabii bir de, iç siyasete gönderm e var ki, aşağıda 1924 Anayasası anlatılırken ele alınacak. Burada yalnızca şunu söylem ek yeterli olabilir: K urtuluş Savaşı ve sonrasındaki bazı gelişm elere, M. K em âl’in açıklam alarına vs. bakıldığında bu yerel yönetim anlayışının, uygulanm asa da bir süre tüm görüşm elerde gündem e gelen Kürt sorununa yönelik bir m anevra olarak düşünüldüğünü varsayabiliriz. Ulusal hareketin, K urtuluş S avaşı’nm koşullarından doğan tem el anayasal ilkelerinin bir araya geldiği bu öz A nayasa metni, kısa öm ründe çok büyük bir dönüşüm e tanıklık etm iştir. 30.10.1338 (1922) gün ve 307 num aralı kararla Osm anlı İıııparatorluğu’nun son bulup TBM M hüküm etinin teşekkülüne dair Heyet-i U m um iye kararı alınm ış; tartışm aların ve sonunda M. K em âl’in verdiği gözdağınm ardından 1/2.11.1338 (1922) gün ve 308 num aralı Heyet-i Um um iye kararıyla saltanat hilafetten ayrılarak kaldırılm ıştır. Tabii en önem lisi, 29.10.1339 (1923) gün ve 364 sayılı Kanun ile Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir hükm ü kabul edilm iş, ayrıca hüküm et sistem iyle ilgili bazı değişiklikler de yapılm ıştır: C um hurbaşkanlığı m akam ının (11. madde) ve bakanlar kurulunun oluşturulm ası (12. madde), seçim şeklinin saptanm ası (10. m adde) hakkındaki düzenlem eler gibi. Aynı gün alınan 30 sayılı karar ise “ ... Reisicumhurun Derhal İntihabı Hakkında Heyet-i Umumiye K aran ” başlığını taşım aktadır. V ekillerin ve başvekilin seçilm esini parlam ento elinden devlet başkanına veren ve dolayısıyla m eclis hüküm eti sistem ini parlam enter sistem e dönüştürm e yolunda 1924 A nayasasına hazırlık m ahiyetinde kabul edilebilecek olan bu - 417- değişikliklerin ardından son büyük atılım, 3.3.1340 (1924) gün ve 431 sayılı Kanunla Hilafetin kaldırılm asına ilişkin düzenlem enin kabulüdür. 13 m addelik bu Kanunla O sm anlı H anedam ’nın Türkiye C um huriyeti dışına çıkarılm asına da karar verilm iştir. Bu, hem laiklik yolunda atılmış bir adım hem de ulus devlet yaratm a sürecinde ulus öncesine ait bir kurum dan vazgeçm e olarak değerlendirilebilir. N itekim aynı gün çıkan biri eğitim kurum larının birleştirilm esine diğeri E vkaf ve Şeriyc V ekâleti’ni kaldırıp yerine Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Bakanlığını kuran yasalar da bu am aca yöneliktir. Geçiş dönem inin ardından artık yeni bir anayasaya ihtiyaç vardı. Ayrıca olağanüstü koşulların ürünü olan ve dolayısıyla olağan dönem için yetersiz 1921 Anayasası ile onun düzenlem ediği alanlarda, çelişm eyen hüküm leriyle hâlen yürürlükte kabul edilen 1876 Kanunu Esasi ikili bir anayasa sistemi yaratıyordu ki C um huriyet’i ilan etmiş bir parlam entonun buna izin verm esi söz konusu olamazdı. 1924 Anayasası Yeni anayasa çalışm aları Kanun-ı Esasi Encüm eni tarafından başlatıldı. Kurucu meclis kim liğinde olm ayan am a asli kurucu iktidar yetkisi kullanarak yeni anayasa hazırlığına girişen, yasam a dönem inin ikinci yılındaki bir M eclis söz konusuydu. Tabii hâlihazırdaki parlam entonun, kendi içinden çıkan kom isyonla yeni bir anayasa yapabilm esi o dönem zirveye çıkm ış olan, T B M M ’nin dolayısıyla m illetvekillerinin egem enliğin tek ve gerçek tem silcisi olduğu algısıyla açıklanabilir. Hâl böyle olunca anayasanın özel olarak örgütlenm iş bir kurucu m eclisçe hazırlanm asına ve tabii halkoyuna sunularak kabulüne gerek duyulm am ış. A nayasa tasarısı hazırlanm ası yönünde bir öneri de yok. K om isyon (Encüm en) bu hazırlığı, anayasa önerisi, tartışm a ve kabulünü düzenleyen bir hüküm olm am asından da yararlanıp kendiliğinden yapabilm iştir. Ardından M eclis’tc görüşm e ve kabul yetersayıları üzerine hayli uzun tartışm alar yapılm ış, sonunda Genel K urul (H eyet-i Um umiye), başlığı ile içeriği uyuşm ayan bir karar almıştır. 11.3.1340 (1924) gün ve 83 num aralı Genel Kurul kararının başlığı Teşkilat-ı Esasiye Kamımı 'mm Ekseriyeti Mutlakanın Sülüsan Ekseriyetiyle Kabul Edilmesine Dair Heyet-i Umumiye Karan. Oysa bu başlığın şöyle: altında yer alan karar metninde, “ ... kanunun ekseriyeti m utlakanın sülüsan ekseriyetiyle m üzakere ve kabulü takarrür etm iştir.” satırları var. Yani başlığa göre toplam üye sayısının salt çoğunluğunun üçte ikisinin aranm ası yalnızca kabul için geçerliyken, karar bu sayıyı hem müzakere hem de kabul için öngörüyor. O ysa tutanaklar okunduğunda bu sayının yalnızca kabulde arandığını -418- görüşme yetersayısının ise üye tam sayısının salt çoğunluğu olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla kararın metni değil başlığı doğru. Ü zerinde durulm ası gereken ilk konu herhalde A nayasa’mn hangi m etinler göz önünde bulundurularak hazırlandığı, kısacası kaynaklan. Konuyla ilgili bilgiye gerek tutanaklarda gerekse tutanakları Türkçeleştirip 1957’de yayım layan Ş. Gözübiiyük ve Zekai S ezgin’in 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri (okuduğunuz yazıda tutanaklardan alıntılar bu eserden yapılacaktır) adlı eserine Ö nsöz yazan T. Bekir B ah a’nın satırlarında rastlam ak mümkün. G örüşm elerden anlaşılıyor ki, yabancı m etinlerden yapılan aktarm a çok sınırlı. Fransa Üçüncü C um huriyet A nayasası ve 1921 tarihli Polonya (Lehistan) Anayasası yalnızca bazı özellikleri nedeniyle göz önünde bulundurulm uş. B alta’nın Ö nsöz’deki cüm leleriyle: “ M ahaza metinlerin m ukayesesi gösteriyor ki, A nayasam ıza yabancı m etinlerden yapılm ış iktibaslar pek m ahduttur... m ahdut haller hariç anayasam ız um um iyetle rejim im izin o güne kadarki gelişim ini esas alarak, 93 K anunî Esasisi hüküm leriyle, belli başlı dem okratik m em leketlerin anayasa m üesseselerini de göz önünde tutarak Meclis, kendi anlayışına göre tedvin etmiş bulunm aktadır.” Adı geçen Fransız Üçüncü C um huriyet Anayasası 1875 tarihli. Ülke, 1871 ’de yaşanan ve derin izler bırakan Paris K om ünü’nün ardından 1875’e dek, Bourbon, Bonaparte ve O rleans hanedanları arasındaki çekişm e nedeniyle yaşanan belirsizliklerle dolu bir dönem yaşam ış ve W allon adlı m illetvekilinin verdiği önergenin kabulüyle Üçüncü C um huriyet’e geçmişti. 1875’te başlayan yeni anayasal düzen parlam enter cum huriyeti kurm aya yönelikti ve 1940’taki işgalle son buldu (1946 A nayasası ile Dördüncü C um huriyet’e geçildi). 1875 A nayasası’nın özelliği o güne dek m onarşilerde uygulanan parlam enter sistemi cum huriyete uyarlam asıydı. Dolayısıyla yukarıda anlatılm aya çalışıldığı gibi Türkiye’nin de 1876 m eşruti m onarşi, 1909 değişikliğiyle gelen parlam enter özellikler, 1921 ’in zorunlu olarak başvurduğu m eclis hüküm eti, 1921-24 arasında sistemi giderek parlam enterleştiren sürecin ardından, parlam enter cum huriyeti yaratan 1875 A nayasası’ndan esinlenm esi, üzerinde yaşadığım ız toprağın anayasal gelişim çizgisine uygun. Genel kanı 1875 A nayasası’mn, 1924 A nayasası’nda devlet şeklinin C um huriyet olduğu yönündeki hükm ün değiştirilem ezliğiyle ilgili 102. m addesinin üçüncü fıkrasına ilham kaynağı olduğu yönünde. A ncak tutanaklar dikkatle incelendiğinde, örneğin C um hurbaşkanı’nın yetkilerinin artırılarak parlam ento karşısında güçlendirilm esine yönelik önerilere şiddetle karşı çıkanların ve çift meclisli sistem e geçilm esi konusunda kabul görm eyen önerilerde bulunanların, F ransa’daki iki m eclisli sistem ve İngiltere’de benzer sim gesel yetkilerle donanm ış devlet başkanı m odellerinden etkilendiğini tahm in edebiliriz. 1921 - 419- tarihli Polonya A nayasası ise Mart Anayasası olarak biliniyor. Savaş sonrası dem okratik zihniyetle, azınlık hakları ve inançlar karşısında yansızlık ilkelerini vurgulayan ve Üçüncü Cum huriyet A nayasası’ndan çokça etkilenerek hazırlanan bir metin. Balta, Ö nsöz’de 1924 A nayasası’nın Polonya A nayasası’nın bölüm sistem atiği ve birinci m addesinin yazılış şeklinden etkilenildiğini vurgulam ış. 20.04.1340 tarih ve 491 sayı ile ilan edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu Türkiye C um huriyeti’nin ilk anayasasıdır. Anayasa altı bölüm ve 105 m addeden oluşuyor: Esas H üküm ler (Ahkâmı Um um iye), Yasam a Görevi (Vazifei Teşriiye), Y ürütm e Görevi (Vazifei İcraiye), Yargı Erki (Kuvvei Kazaiye), Türklerin Kamu Hakları (Türklerin Hukuku Âm m esi), Türlü M addeler (M evaddı M üteferrika). K uşkusuz A nayasa’nın her maddesi üzerinde durm ak olanaksız ve gereksiz, ancak Esas H üküm ler bölüm ü bundan istisna edilebilir. A nayasa’nın birinci m addesi bugüne dek değişm eyen bir temel ilkeyle başlıyor: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Cum huriyet, ilan edildiğinde kuşkusuz yalnızca bakanlar kurulunu kast etmeyip aynı zam anda tüm idareyi kapsar şekilde, bir hükümet şekli olarak tanım lanm ıştı. C um huriyet’in bir devlet biçimi olduğu düşünülürse 1924’teki ifade daha anlam lıdır. A nayasa’nın 102. m addesinin dördüncü fıkrası, sonraki anayasa geleneğim iz açısından da değerli bir değiştirilem ezlik hükm ü getirm iştir. Buna göre, devlet şeklinin Cum huriyet olduğu yönündeki birinci m addesinde değişiklik (tâdil ve tağyir) hiçbir şekilde teklif dahi edilemez. C um huriyet’in yalnızca bir sözcük değil, sistem olarak algılandığı meclis görüşm elerinden de anlaşılıyor. Bu nedenle, görüşm eler sırasında ilk sekiz m addede yer alan ilkelerin de değiştirilem ezlik kapsam ına alınm ası ve benzeri yöndeki öneriler kabul görm em iştir (s. 462-465). İkinci m addenin ilk şekline göre, Türkiye Devletinin dini, din-i İslâmdır: resmi dili Türkçedir; M akam Ankara şehridir. Devletin teokratik niteliğine ilişkin bu ifade 1876 m etninde vardı, 1921 m etnine ise 1923’teki değişiklikle eklenm işti. 1924 A nayasasına da konm uş olması, saltanat ve hilafetin olm adığı bir sistem de farklı anlam a geliyordu çünkü düzenlem eyi yapan dünyevi iradeydi. Bu ve benzeri bazı düzenlem eleri o dönem in koşullarında toplumda ve siyasal yaşam da hâkim olan egemen dünya görüşüne verilm iş geçici bir ödün olarak değerlendirm ek yaygın ve sonrası düşünüldüğünde herhalde haklı bir kanıdır. Nitekim hem en üçüncü madde, Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir diyerek 1921’de kabul edilen ilkeyi tekrarlam ış ve egem enliğin artık yeryüzünde -420 - olduğunu bir kez daha vurgulayarak laikleşm e yolunda atılan hallice adımı perçinlem iştir. Dördüncü m adde ise, yukarıda anlatılan ve 1921 Anayasasına hâkim olan halkçılık ilkesinin en güçlü ifadesi konum undaki ‘egem enliğin kullanılm ası’ m eselesini kökten değiştirm ektedir. Hatırlanacağı gibi 1921’de, idare usulünün , halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayandığı hükme bağlanm ıştı. Tutanaklar okunduğunda (s. 101-103) hakim iyete kayıtsız şartsız sahip olan bir m illetin kendi kaderi üzerinde zaten söz sahibi olduğunun düşünülüp bu ifadenin terk edildiği anlaşılıyor. S oysal’a göre 1921 ve 1924 A nayasaları M eşrutiyet’lerle başlam ış, Locke’cu ya da M ontesquieu’cü bir gidişten birdenbire R ousseau’cu bir anlayışa sıçram anın ifadesi ve bu düşünürle kurulan yakınlık daha çok millet egem enliğinin, genel iradenin bölünm ezliğine benzer olması. Bu iki A nayasa ile, Türk tarihinde ilk kez, “ millet egem enliği” kavram ı parlam entonun varlığıyla kaynaştırılm ış şekilde, temel hukuk m etnine girm iş oluyordu (s. 12) “ ... bugün, geriye baktığım ız zaman, bize “ sınırsız meclis iktidarı”nm başlangıç noktası gibi gözüken dönem, Anadolu ihtilâlcilerinin gözüne “ iktidarı sınırlam a” çizgisinin doğal sonucu ve bitiş noktası olarak gözükm ekteydi.” (s. 13) A ncak herhalde 1921 ’deki idare m antığından (1. m addesinin ikinci satırındaki ifadeyle başlayan) ‘vazgeçilm esi’, üzerinde biraz daha durulm ayı hak eder. Aslında 1924 tasarısı halkın özellikle yerel düzeyde güçlü ve ak tif siyaset yürütm esi ülküsünden vazgeçm iştir. A nayasa’da Vilayet ve N ahiye şuralarına da yer verilm em iş ve yönetim anlayışında tüm ağırlık egem enliğin tem sil edildiği parlam ento ile hüküm ete aktarılm ıştır. Bu değişiklik günüm üzde dahi hatırlanm ayı/tartışılm ayı hak eden bir kopuşun göstergesi ve aşağıda idari birim lerin anlatıldığı kısımda tartışılm aya çalışılacak. Egem enliğin kullanılışıyla ilgili dördüncü m adde hükm ü, özellikle çok partili yaşam a geçildikten sonra ciddi sorun ve tartışm aların odağında bulunm ası açısından dikkate değer: Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. 1921’in kurduğu m eclis hüküm eti sistem ini anım satan bu düzenlem e, hedefi 1961 A nayasası’ndaki gibi siyasal dem okrasiyi kurm aktan çok yeni ilkelere dayanan bir devlet yaratm ak olan 1924 Anayasası hazırlayıcılarının işlerini kolaylaştırm aya yönelik düşünülm eli. Söz konusu egem enlik anlayışı, çok partili yaşam da özellikle DP ile CHP arasındaki ilişkilerin gerginleşm esinin ardından, D P ’nin elinde (daha sonra patlayan) bir silah olm uştu. Bu nedenle de özellikle 1957 seçim lerinin ardından A nayasa’nııı bazı frenlerden yoksun olduğu savı sıkça savunulm uş ve m uhalefet, sonrasında 1961 Anayasasını hazırlayanlara -421 - rehberlik edecek önerilerde bulunm uştu. S oysal’ın bu konuya ilişkin ve 1924 A nayasası’na gereğinden fazla suç yüklenilm esini önlem eye yönelik, D P ’nin egem enlik anlayışına zıt saptam ası da dikkate değer: “ 1924 A nayasasının ‘iktidarı kötüye kullanabilecek olanlara karşı frenler’den yoksun oluşunu, herhangi bir teorik tem elden çok, türk toplum undaki ‘iktidarı sınırlam a’ çabalarının bu özelliğiyle izah etm ek herhalde daha doğru olacak. Ayrıca, anayasa yapm anın dış düşm ana karşı yürütülm üş bir m ücadeleden hem en sonraki bir dönem e rastlam ış olm ası da, kendisine karşı korunulm ası gereken gücün toplum içinde değil, toplum dışında aranm asına yol açmış sayılabilir ve kısıntısız ‘milli iradenin’ tek bir organda toplanm ası, millet varlığını dışa karşı sağlam laştırm anın yollarından biri olarak gözükm üş olabilir.” (s. 13) İlk bölüm ün kalan m addeleri, yasam a, yürütm e ve yargı yetkilerini düzenlem eye yönelik. Beşinci m addeye göre, Yasama yetkisi ve yiiriitme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır. Böylece yasam a bir yetki, yürütm e ise güç olarak tanım lanm ıştı. Gerçi sonraki bölüm lerde yasam a ve yürütm e güçleri ‘görev’ yargı ise ‘kuvvet’ olarak tanım lanm ıştır. Altıncı m addeye göre, Meclis yasama yetkisini kendi kullanır. Yedinci madde, Meclis, yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tâyin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanır. Meclis, Hükümeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir diyerek m eclis hüküm eti sistem i ile parlam enter eğilimi bir araya getirmiş. D olayısıyla hem güçler birliği hem de yasam a ile yürütm enin işlevsel açıdan ayrılığı söz konusu. Zaten, ruhunda meclis hüküm eti sistem inin ağırlığı olsa da, A nayasa’nın bütününde bu iki özellik bir arada bulunuyor. Yargı yetkisini düzenleyen sekizinci m addeye göreyse Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. İkinci Bölüm, yasam aya ayrılm ıştır. 18 yaşım bitiren her ‘erkek’ seçmen (m d.lO) 30 yaşını bitiren ise m illetvekili olabilir. K om isyon tasarısı Türk diyerek seçm e hakkını kadınlara da tanır görünüyordu. A ncak görüşm eler sırasında itirazlar yöneltilince, ilgili yasada oy hakkının yalnızca erkeklere tanındığı ve bu nedenle anayasadaki Türk ifadesinin seçm ek söz konusu olduğunda kadını kapsam adığı vurgulanm ıştır. “Türkiye bir Halk D evletidir... Efendiler, Türk kadını bu Türk halkının hiç olm azsa yarısı değil m idir?” diyerek tepki gösteren Kütahya m ebusu Recep B ey’in itirazları, kadın ve erkek ifadesinin eklenm esi önerisi itibar görm eyerek m addeye erkek sözcüğü eklenm iştir (s. 109-114). Seçim dönem i değiştirilip dört yıla çıkarılm ış ve ayrıca m illetvekilleri, yalnız kendini seçen çevrenin değil, bütün milletin vekilidir denilerek önceki ve sonraki anayasa geleneğim izden farklı bir ifade kullanılm ıştır (md. 13). Em redici vekâleti -422 - reddeden tem sil anlayışı uyarınca m illetvekillerinin tüm milleti temsil ettiği 1876’dan bugüne kabul görm üştür. 1924 A nayasası’nm bu düzenlem esi ise, her ne kadar tem sil anlayışında ve uygulam ada bir farklılık yaratm am ış olsa da, yalnız kendini seçen çevrenin değil vurgusuyla, milletvekili ile onu seçen çevre arasında da bir bağ olduğunun da altını çizm iştir. Ayrıca m illetvekilliği ile hüküm et m em urluğunun bir kişide birleşem eyeceği de hükm e bağlanm ıştır (md. 23). A nayasaya göre M eclis her yıl K asım başında toplanır ve altı aydan fazla ara verem ez (md. 14). 17. m adde m illetvekili sorum suzluğu ve dokunulm azlığına ilişkin. Bu düzenlem e m illetvekili dokunulm azlığı zırhını gereğinden fazla kalınlaştırm ış olsa da genel olarak 1982 A nayasası’ndaki düzenlem eden daha sade ve m akûl olduğu da söylenm elidir. 26. m addeyse M cclis’in görevlerini sayar. M adde m etnini tüm üyle aktarm akta yarar var: Kanun koym ak, kanunlarda değişiklik yapm ak, kanunları yorum lam ak, kanunları kaldırm ak, D evletlerle sözleşm e, andlaşm a ve barış yapm ak, harb ilân etmek, Devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve onam ak, para basmak, tekelli ve akçalı yüklenm e sözleşm elerini ve im tiyazlarını onam ak ve bozmak, genel ve özel a f ilan etm ek, cczaları hafifletm ek ve değiştirm ek, kanun soruşturm alarını ve kanun cezalarm ı ertelem ek, m ahkem elerden çıkıp kesinleşen ölüm cezası hüküm lerini yerine getirm ek gibi görevleri Büyük M illet M eclisi ancak kendisi yapar. Görüldüğü gibi A nayasa ile parlam entoya kuruculuk, yasam a, icraî ve idari (sözleşm e, antlaşm a yapılm ası, para basılm ası ve sıkıyönetim ilanı gibi), ayrıca bazı yargısal nitelikli işlem ler hakkındaki nihai kararı alm a yetkileri tanınm ıştır (genel ve özel af, ölüm cezalarının yerine getirilm esi gibi). M addenin sonundaki gibi görevleri şeklindeki ifade, M eclis’in yetkilerinin bu m addede sayılarak tüketilm ediği, başkaca m addelerle bunlara aykırı olm ayan görevlerin de verilebileceği anlam ına gelir. Düzenlem enin ilk şeklinde, ahkâmı şer'iyenin ten/izi yani şeriat kurallarının uygulanm asını sağlam ak da M eclis’in görevlerinden biri olarak sayılm ıştı. Bu düzenlem e 1921’den devralınm ıştı ve söz konusu görevi T B M M ’ye verm ek paradoksal şekilde aslında laikleşm e yönünde atılm ış bir adım. M eclis’in yetkisinde olan bir başka konu, Kom isyon m etninde olm ayıp görüşm eler sırasında, uzun tartışm aların ardından uygun bulunan (s.225-236) yasaları yorumlama yetkisidir, (m d.26) Henüz anayasa yargısının bulunm adığı bir hukuk sistem inde benzer görev, hata yapabilecekleri ya da yanlı davranabilecekleri pek hesaba katılmam ış olan m illetin tem silcilerine bırakılm ıştı ki bu aynı zam anda meclis üstünlüğüne halel getirm em ek ve kuşkusuz yargının yorum yetkisini budam ak anlam ına geliyordu. 1876’da bu -423 - yetki, konusuna göre Tem yiz M ahkem esi ve Şûra-yı D evlet’in, anayasal konulardaysa Heyet-i A yân’ın elindeydi. A nayasa’nın 24. m addesi, erken seçim kararının üyelerin tam sayısının salt çoğunluğuyla alınabileceğini hükm e bağlar. Bu düzenlem e çok önem li, çünkü tasarının tartışılm asında en can alıcı konuların başında, C um hurbaşkanı’nın M eclis ve m illete bildirm esi koşuluyla seçim leri yenilem e kararı verebilm esi geliyor. Aslında buna bir tartışm adan çok şiddetle karşı çıkm ak denilm eli çünkü sıra m addenin görüşülm esine geldiğinde önerinin yeni baştan düzenlenm esi teklifi dahi kabul görm em iştir. Haklarını korum aya kararlı Meclis söz konusu düzenlem eyi iki kabul, iki çekim sere karşı 126 oyla reddetm iştir, (s. 179-215) Tutanaklarda yer alan sayfalar dolusu itirazlar, ulus tem silcilerinin M. K em âl’in büyük saygı gören kişiliğine rağm en haklarına nasıl sahip çıktığını ve egem enlik yetkisini kullanm akta sergiledikleri kıskançlığı gösteriyor. Saruhan vekili Reşat B ey’in, C um hurbaşkam ’mn fesih yetkisine sahip olm am ası gerektiği yolunda yaptığı uzun ve ağdalı konuşm ada, M. K em âl’in annesinin mezarı başında sa rf ettiği, “ Hakim iyeti M illiye uğrunda canımı verm ek benim için vicdan ve nam us borcu olsun.” sözlerinden örnek vermesi de anlam lı (s. 186-187). Reşat B ey’in konuşm asının sonundaki şu sözleri M eclis’teki hem en her üyeye hâkim olan son derece katı ve bir o kadar da duygusal havayı yansıtm ası açısından anılm aya değer: “ Kanaati katiyem şudur ki farzı mahal olarak Allah R eisicum hur olsa, kati arzediyorum , kestiriyorum ... H aşa... Melâikei kiram Heyeti V ekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur (alkışlar).” Y ürütm e görevini düzenleyen Ü çüncü Bölüm devlet başkanının seçim ine ilişkin 31. m addeyle başlar. K om isyon’un, C um hurbaşkanının M eclis dışından da seçilebilm esi ve daha sonra 1961 Anayasası ile kabul edilecek olan, görev süresinin yedi yıl olm asına ilişkin önerileri tartışm aların ardından kabul görm em iştir. Kabul edilen hükme göre Türkiye C um hurbaşkanı M eclis’in kendi üyeleri arasından TBM M tarafından bir seçim dönemi yani dört yıl için seçilir, görev süresi yenisinin seçim ine dek sürer ve yeniden seçilm ek olanaklıdır. Kom isyon önerisinde bu süre yedi yıldı. Yedi yılı savunanların, C um hurbaşkam ’nın aynı zam anda m illetvekili olm asından hareketle, yeniden mebus seçilem em esi durum unu düşünerek yaptıkları değerlendirm e yabana atılır türden olm asa da (s. 240), sonuçta benim senm iş. Devletin başı olarak tanım lanan C um hurbaşkanının bu sıfatı gereği göreli de olsa yansızlığını sağlayacak bazı düzenlem eler yapılm ıştır. Örneğin, görevi süresince M eclis tartışm a ve görüşm elerine katılam az, oy verem ez (md. 32). Ancak C um hurbaşkanı’nın m illetvekilliği ile bağını koparm aya yönelik bir hüküm yok. A ksine m illetvekilliğinin süreceği Kom isyon tarafından belirtiliyor (s.254). Bu nedenle, -424- ‘hususatı şahsiye’ sinden dolayı sorum luluğu söz konusu olduğunda milletvekili dokunulm azlığını düzenleyen 17. m adde hüküm lerine tâbidir. Bunun dışındaki sorum luluğu ise parlam enter sistem in m antığına uygundur. 41. m addeye göre C um hurbaşkanı vatan hayınlığı halinde T B M M ’ye sorum ludur. Kom isyon m etninde ancak hıyaneti vataniye ifadesi vardı, görüşm elerde ancak kısmı çıkarıldı. Yine 41. m addenin ilk fıkrasına göre, C um hurbaşkanı’nm kararlarından (siyasal sorum suzluk gereği) doğacak sorum luluk 39. madde gereğince (tüm kararlarının Başbakan ve ilgili bakan tarafından im zalanacağını öngören hüküm ) bu kararları im zalayan Başbakan ve ilgili bakanındır. Tabii 41. m addede vatana ihanetle suçlanm a konusunda çok eksik var. Hüküm, sorum luluğun içeriğini, itham ın hangi kurulca vc nasıl yöneltileceğini ve yargılam anın nasıl yürütüleceğini düzenlem iyor. N itekim konu K om isyon’a geri gönderiliyor (s.355) ancak nihai m etin tüm eksiklikleriyle kabul ediliyor. Konunun bu şekilde ele alınm asında devlet başkanı olacak kişinin dile getirilen türde suç ya da hatalar işlem eyeceği yönündeki inancın büyük etkisi var kuşkusuz. Tartışm alarda M ustafa K em âl'in kişiliğine yönelik saygı ve iltifat hissedilm ekle birlikte, C um hurbaşkanı’nın konum unu güçlendirm eye yönelik bazı K om isyon önerileri de reddedilm iştir. Örneğin, Kom isyon (M ustafa K em âl’in hazırladığı taslaktaki 36. m addeye de uygun olarak) üçte iki çoğunluk aram asına rağmen, geri gönderilen yasanın C um hurbaşkanı tarafından ilan zorunluluğu için M eclis’in adi çoğunlukla yeniden kabulü yeterli sayılm ıştır (md. 35). Ayrıca tartışm aların ardından benim senen ulus egem enliği ilkesine uygun olarak, m addeye anayasa ve bütçe yasaları geri gönderilem eyecek istisnalar olarak eklendi. Ayrıca Kom isyon C um hurbaşkanını tüm askeri güçlerin başkom utanı yapm ışken, M eclis uzun tartışm aların ardından (s.276348) T B M M ’nin manevi kişiliğine bırakıp C um hurbaşkanı’nın ancak temsil edeceğini hükm e bağlam ıştır (md. 40). M illetvekilleri söz konusu düzenlem enin kabulünde, askerliğin hem bir m eslek olm asından kaynaklanan teknik (her C um hurbaşkanı askerliği bu şekilde iyi bilem eyecek) hem hukuksal (sorum luluğu olm ayan bir konuda yetkiyle donatm ak) hem de siyasi özellikleri üzerinde durm uştur. G örüşm eler sırasında söz alan İsm et İnönü’nün, ordunun görevini yurt savunm asıyla sınırlayan anlatım ı, Cum huriyet tarihinin sonraki aşam aları göz önünde bulundurulduğunda dikkate değer: “Ordu beslem ekten gaye nedir? Ordu beslem ekten bir tek gaye vardır ki o da seferde muzaffer olm ak vc hariçten m em leketin m aruz olacağı hücum a karşı m emleketi m üdaafa edebilm ektir.” (s.338). Sonuçta kabul edilen düzenlem e yetki ve sorum luluk ilkesine de uygun düşer: Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nin yüce varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harb kuvvetlerinin komutası barışta (hazerde) özel kanuna göre Genelkurmay -425- Başkanlığına ve seferde Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tcıyin edilecek kimseye verilir. 35. m addeye göre Cum hurbaşkanı kanunları on gün içinde ilan eder; bu bir duyurm adır, onay değil. Çünkü tasarı ya da öneri m ecliste kabul edildiği anda artık yasa sıfatım alır. Eğer yasayı uygun bulm azsa bir kez daha görüşülm ek üzere on gün içinde, anayasa ve bütçe yasası hariç, gerekçeli olarak geri gönderir (yaptığı işlem sıkça yanlış ifade edildiği gibi veto değil geri gönderm edir). Bunlar dışında C u m h urbaşkanının devlet başkanı olm asından kaynaklanan daha çok sim gesel yetkileri söz konusu: Yabancı devletlere temsilci atayıp kabul etm e (m d.37), hüküm etin teklifi üzerine belli kişilerin cezalarını kaldırm ak ya da hafifletm ek (m eclis soruşturm asına uğrayıp hüküm giyen bakanlar hariç) gibi. Ezcüm le C um hurbaşkanı her ne kadar parti ve m illetvekilliğiyle bağları sürse de yetki, görev ve sorum lulukları bakım ından parlam enter sistem in devlet başkanı m odeline uygundur. 1924 A nayasası’nın uygulandığı 36 yıl içinde devlet başkanlarının yönetim ve siyasi gelişm elerde çok etkili olm asının nedeni anayasanın tanıdığı yetkilerle değil, olsa olsa devlet başkanlarının güçlü tarihsel kişilikleriyle açıklanabilir. A nayasaya göre yürütm enin asıl sorum lu ve etkili kanadı hüküm et. 44. m addeye göre B aşbakan, C um hurbaşkanınca m illetvekilleri arasından seçilir, diğer bakanlar Başbakanca belirlenir ve C um hurbaşkanı tarafından onaylanan hüküm et tutacağı yolu ve siyasi görüşünü bir hafta içinde M eclis’c bildirip güvenoyu ister. Bu şekilde hüküm etin kurulm ası M eclis’e ait bir yetki olm aktan çıkarılm ıştır. M addenin ilk şeklinde hüküm etin program ını en geç bir hafta içinde sunm ası ve güvenoyuna sunulm ası yer alm azken hüküm, kısa bir müddette Meclise bildirir ifadesi ile bitiyordu. T B M M ’nin egem enlik yetkisine nasıl tutkuyla sahip çıktığını da sergileyen uzun tartışm aların (s.356-390) ardından kabul edilen söz konusu ilke (nihai aşam ada Kütahya m ebusu Recep B ey’in önerisiyle) sonraki anayasalarda da yer almıştır. Ayrıca 22. m addenin, düzenlenm esini İçtüzük’e bıraktığı hüküm eti dem etlem e yolları soru, gensoru, m eclis soruşturm ası ve araştırm asının varlığı, bakanların tek tek ve toplu sorum luluğunun kabulü, parlam enter ile m eclis hüküm eti arası karm a sistem in, klasik parlam enter rengini veren özellikler. Rejimin konvansiyonel özellikleri ise özellikle egem enliğin kullanılış şekli ve yedinci m addenin ikinci fıkrasına göre M eclis hüküm eti her zaman düşürebiliyorken yürütm enin fesih yetkisinin olm am asıdır. Dolayısıyla 1924 A nayasası’nm 1921 ’in kurduğu yapıyı büyük ölçüde terk eden, ancak parlam enter sistem in bazı araçlarından da yoksun ve bu nedenle iki arada kalm ış bir hüküm et sistemi yarattığı söylenebilir. -426- Dördüncü B ölüm ’de yargı erki var. İlk m addeler yargı bağım sızlığını sağlam aya yönelik. Y argıçlar tüm davaların görülm esinde bağım sızdırlar, tek sınırları yasalardır ve m ahkem e kararları herkesi bağlar (md. 54). Y argıçlar yalnızca yasada gösterilen hallerde görevden alınabilir (md. 55) ve özlük hakları da yasayla saptanır (md. 56). Sonraki birkaç madde, yargılam aya ilişkin temel kişi haklarına ilişkin. 61.-67. m addeler Yüce D ivan’ın kuruluş ve işleyişiyle ilgili. Bakanları, D anıştay ve Y argıtay başkan ve üyelerini ve C um huriyet Başsavcısını görevlerinden doğacak işlerden dolayı yargılayacak Divan için sekiz m adde ayrılm ış ki gereksiz bir tercih olduğu söylenm eli. A nayasa’nın günüm üzde bir dem okratik rejim de aksi düşünülem eyecek, olağanüstü yargı yerleri kurulm asını olanaksızlaştıran doğal yargıç ilkesinden söz etm ediği de vurgulanm alı. Hatta görüşm elerde, Eskişehir m ebusu A. A zm i’nin olağanüstü yargı yolu kurulm asını yasaklayan önerisi (s.414) kabul edilm em iş, gerektiğinde İstiklal M ahkem eleri kurulabileceği de belirtilm iş ve nitekim kurulm uştur. A nayasa’nın söz etm ediği diğer bir konu, yasaların anayasaya aykırılığının yargı organlarına bırakılm ası konusuna değinm em esi yani anayasa yargısına yer verm em esidir. Yukarıda da belirtildiği gibi M eclis’in yorum şeklinde yapacağı bir siyasal denetim söz konusu. Tabii gerek benim senen milli egem enlik anlayışı gerekse A B D ’de 19. yüzyıl başında bir yargı kararıyla başlayan anayasaya aykırılık denetim inin 1924 A vrup a’sında olm am ası bu durum un gerekçeleri olsa gerek. Ayrıca Anayasa, idari yargıya yargı yerine yürütm e başlığı (Şûra-yı Devlet) altında yer vermiştir. Tabii yargı kısm ındaki bu düzenlem eler Bülent T anör’ün adı yukarıda anılan eserinde belirttiği gibi, yeni rejim in ideolojik ve politik am açlarıyla yakından ilgilidir ve zaten M ustafa Kemâl de M art 1924’tcn itibaren yeni rejim in ve inkılâpların bekçisi olan yargıyı, tutuculuğa karşı reform ların destekçisi bir güç olarak görm eyi istediğini açıklam aya başlam ıştı. T anör’e göre, İnkılâpçı rejim in yasam a ve yürütm e işlem ve eylem leri üzerinde etkili bir yargı denetim ini istem ediği açıkça görülm ekteydi (s.307-308). Beşinci Bölüm Türklerin Kamu Hakları başlığını taşıyor. 68. m adde klasik liberal özgürlükçü, doğal hukukçu anlayışın göstergesi ve 1961 ile 1982 A nayasaları’nın özgürlüklerin sınırlanm ası için bolca yer verdikleri gerekçelerden yoksun: Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer. Bu kısma ilişkin fazlaca bir tartışm a olm am ış, yalnızca örneğin doğal afetler sırasında konacak bazı yüküm lülüklerin reddedilm esi ve sıkıyönetim halinde M cclis’in derhal toplanm ası kuralları tartışm alar ardından eklenmiş. Anayasa, klasik kişi hak ve özgürlüklerinin, yargısal güvence haklarının, siyasal ve kam u yaşam ına katılma haklarının hem en tüm ünü tanıyor ve kişi haklarını sayarken (md. 70) m ülk edinm eyi ihmâl etm iyor. Sosyal haklar dem eti, 1923’te toplanan İzmir - 427- İktisat K ongresi’nde verilen özel girişim ci kararların etkisinde hazırlanan ve klasik jandarm a devlet yaratm ayı hedefleyen bir anayasacılığın gölgesinde. Tabii o dönem de özellikle Büyük B uhran ve II Dünya Savaşı ardından anayasal ya da yasal düzeyde kabul gören bir refah devleti m odelinin pek yaygın olm adığı da hatırlanm alı. Yine de bu hakların yoksul olduğu hatta yalnızca 87. m addede düzenlenen parasız ilköğretim le sınırlı kaldığı bir gerçek. M addeye göre, İptidai tahsil bütün Türkler için mecburi ve Devlet Mekteplerinde meccanidir. İlk şeklinde devlet okullarında yoktu, tartışm alarda eklendi. Çok dikkat çekici olan bir nokta, 1945’teki Türkçeleştirm ede A nayasa’nın bu m addesinin ilk hâlinde olm ayan Kadın, erkek bütün Türkler ifadesinin eklenm iş olması. A nayasa’nın ilk şeklinde, kamulaştırılan toprağın bedelinin peşin ödeneceğini hükm e bağlayarak toprak reform u önüne set çeken (1937'de değiştirildi) düzenlem eye yer verilirken, özel m ülkiyet ve özel girişim ciliğin güvence altına alınm ası metne hâkim olan genel felsefeyi ortaya koyması açısından anlamlı. Bu kısımda, günüm üzdeki tartışm alar açısından da önem li olan bir konu, hiç kuşkusuz pek çok m addede geçen Türk ve Türkler sıfatı. 88. m addeye göre: Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir. Tanım, ülkede din ve ırk farklılıkları olduğunun kabul edildiğinin göstergesi; bu durum da Türk sıfatına ırksal anlam yüklenm ediği açık. Ülkede yaşayanları bir araya getiren ortak payda vatandaşlık. Herhalde A tatürk’ün, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir şeklindeki ifadesini de böyle okum ak gerekir. 1924 A nayasası’nda yer alan bu ifadelendirm e sonraki anayasalarım ızdaki Türk’tür şeklindeki formülden daha başarılı görünüyor. M eclis tartışm alarında Türk harsını diyerek yurttaşlık ile m illi kültür arasında bağ kurm aya çalışanlar olm uştur (s.436). Düzenlem enin ilk şeklinde vatandaşlık bakımından ifadesi yoktu. Bu durum da ırkı farklı da olsa herkese T ürk denilecek olm ası tabiiyet yerine milliyetin tercih edildiği izlenimi uyandırm ıştı. Ayrıca milli m ücadelenin sıcaklığı hâlâ hissedilirken herkese Türk denilecek olm ası rahatsızlık yaratm ıştı. İstanbul m ebusu H. Suphi düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Lâfzen bir tefsir bulabiliriz. M addeye tefsir ile geçebilir, fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olam azlar. Hatta M eclis de firari rum ve ermenileri Türk yapam az.” (s.437). Suphi B ey’in asıl tepki duyduğu, ülkede yaşayan farklı dinlere m ensup insanların yıllarca aynı kültürü paylaşıp ardından “ lisan ayrılığı, mektep ayrılığı ve devlet ayrılığı” gütm eleri. Osm anlı kapsayıcı bir sıfatken onun yerini tam am ı Türk ve M üslüm an olm ayan C um huriyet’in almış olması m eclis üyelerini farklı kökenler konusunda hayli güç durum da bırakmış. Bu güçlüğü dile getiren Gelibolu m ebusu Celal Nuri Bey, “B unlara eğer T ürklük sıfatını verm eyecek olursak ne diyeceğiz?” diye sorduğunda - 428- salonda Türkiyeli sesleri yükselirken Konya m ebusu N aim Hazım tarafından bu yönde bir değişiklik de önerilm iş, buna mukabil kabul edilm em iştir (s.4 4 1). Sonunda kabul gören Suphi B ey’in vatandaşlık bakımından ifadesinin eklenm esi yönündeki ifadedir. Altıncı B ölüm ’ün illere ilişkin ilk m addesinde, T ürkiye’nin coğrafi durum u ve ekonom ik ilişkiler bakım ından idari birim lere bölündüğü hükme bağlanıyor ve il, ilçe, bucak, kasaba, köy şeklinde ayrılan bölüm lerden il, şehir, kasaba ve köylere tüzel kişilik tanınıyor. 1876 Kanunu E sasi’ye dönüş m ahiyetindeki bu düzenlem e, yeni A nayasa’mn, 1921 ’in son derece geniş yerel yönetim anlayışını bir yana bıraktığının kanıtı. Burada, söz konusu değişimi anlam landırm a çabası için büyükçe bir parantez açm ak gerekiyor. A nayasa’nın 91. m addesine göre “ Vilayetler um uru (illerin işleri) tevsii m ezuniyet (yetki genişliği) ve tefriki vezaif (görev ayrım ı) esası üzerine idare olunur.” Y ayla’nın yukarıda anılan eserindeki ifadesiyle: “ Görüldüğü üzere, 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu da, m erkeziyet ya da ademi m erkeziyet terim lerini kullanm am ış, ‘tevsii m ezuniyet ve tefriki v e z a if demiş; fakat açık, belirgin bir şekilde, 1921 Anayasasının ademi m erkeziyetçi düzenini terk etmiştir. Belki, ‘um um i m üfettişliklerin’ anayasa m etninde yer alm am ış olm asına bakarak, aksine bir sonuç çıkarm anın m üm kün olduğu ileri sürülebilir. A ncak 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu, Kanunu E sasi’den de farklı olarak, kanun koyucuyu daha serbest bırakan, oldukça genel düzeyde bir sınırlam a yapm akla yetinm iştir. M uhtem eldir ki, bunda, T B M M ’nin milli iradeyi tem sil, hatta bizatihi milli irade olma anlayışı... etkili olm uştur.” (s. 134) 1921 A nayasası’nın kurduğu idari yapının, idari ilkelerinin uygulanm adığını bir kez daha yinelem enin bir anlam ı yok. Önemli olan herhalde neden uygulanm adığı üzerinde durm ak, en azından bir soru işareti yaratm ak. M ustafa Kemâl, ulus devlet yaratm ayı am açlayan bir liderdi ve bu yolda ilk akla gelecek olanın yetkileri yerele yaym aktansa m erkezde toplayan bir yönetim biçim i tercihi olm ası doğaldı. Ancak yine de 1921 ’in hazırlıkları sırasında sıkça halk egemenliği vurgusu yapan ve bu nedenle yerel birim leri güçlendiren anayasa koyucunun, 1924 Anayasası hazırlıkları sırasında bu konuya eğilm em esi ilginç ve üzerinde pek durulm ayan bir konu. Bir yandan isyanlarla, diğer yandan devrim lerle ve bir ülke ve ulus yaratm akla m eşgul olan kurucuların m erkezi yönetim i daha kullanışlı bulm asına şaşm am ak gerektiği doğru. A ncak Y ayla’nın vurguladığı gibi genç C um huriyet millet egem enliğine dayanıyordu ve dem okrasi en azından am açtı; dolayısıyla hem adem im erkeziyetçilik hem de m erkeziyetçilik birlikte gerekm ekteydi, (s. 135) A ncak yönetim ilkeleri ve bu -429- ilkelerin algılanışında giderek m erkeziyetçiliğe savrulm a bu yazının konusu değil. Burada önem li olan iki anayasa arasındaki bıı önemli farkın gözden ırak tutulması. 1924 A nayasası’nın görüşülm esinde, örneğin C um hurbaşkanının fesih yetkisi saatlerce konuşulurken, koskoca bir idari yapının terk edilmesi üzerine çok az tartışılm ıştır. Hatta buna bir tartışm a dem ek dahi doğru olmaz. Şöyle ki: T B M M ’nin 20.4.1924 (1340) günü (2. İntihap Devresi, 2. İçtima Senesi, 42. İçtima) yaptığı toplantıda konu gündem e gelince (Göziibüyük/Sezgin, s.448-450), Eskişehir M ebusu A bdullah Azmi E fendi’nin 1921 ’in şûralarına dikkat çektiğini görürüz. Celal Nuri B ey’in, yeni sistem de de tüzel kişilik olduğu yönündeki açıklam ası pek tatm in edici bulunm ayınca Nuri Bey, vilayet, nahiye ve köylerin tüzel kişiliği olduğunu, bu şekilde kendilerini yöneteceklerini, yetki genişliği ve görev ayrım ı bulunduğunu belirterek ikna etm eye çalışm ış ve Ahm et Remzi B ey’in “Tevsii m ezuniyetten m aksat nedir?” (s.450) sorusu üzerine, yeni yapıyı anlatan ve “ ne olm adığını” anlatan şu açıklam ayı yapm ıştır: “Tevsii m ezuniyetten m aksat, her emri, her işi m erkezin değil, m ahallerine de, valilere de vesair teşkilâta da bir nevi hak verip kendi işlerini kendilerine gördürm ekten ibarettir. Bu da bazı hususatı teshil içindir. Federasyon; devletim izin, m illetim izin terakkiyatım kâfıl olacak bir usul değildir. Bu devlet, milleti vahidedir. Onun için federasyon usuliyle idare edilem ez. Federasyon usulüne gidilem em iştir. Ademi m erkeziyet usulüne gidilm em iştir. Türk Devletinin bir m erkezi vardır. Bunlar, m erkezden idare olunur. Yalnız m ahalline ait olan ve diğer tarafa taallûku olm ıyan işlerin, m ahalline ruhsat ve m ezuniyet vermek suretiyle idaresi dem ektir ve şahsiyeti m âneviyenin istilzam ettiği gayeyi de tem in etm ektir.” Bu sözlerin ardından m adde, üzerinde durulm adan oylanıp kabul edilmiştir. Yukarıda 1921 A nayasası’nın yerel yönetim e ilişkin düzenlem elerinin, pek çok açıklam asının yanında bir de, K ürt sorununa yönelik bir m anevra olarak düşünülebileceği varsayım ından söz edilm işti. Tabii bu yazının konusu kuruluş yıllarındaki Türk-K ürt ilişkilerini ve sorun teşkil eden konuları ele alm ak değil. Üstelik yazarın, hem ulusal hem uluslararası ve hayli karm aşık boyutları olan o dönem in Kürt sorununa ilişkin, hali hazırda yazılm ış olanlar dışında söyleyecek bir sözü de yok. Soruna ilişkin miladı I. Dünya Savaşı sayarsak: Erm eni Tehciri sırasında Kürtlerle kurulan ilişki, ardından 8 O cak 1918 tarihli 14 m addelik W ilson İlkelerinin ünlü 12. m addesi ve Ekim 1918’de im zalanan M ondros Ateşkes A nlaşm ası’ndaıı M usul sorununun çözüm üne dek Kürt sorunu hep gündem in yakıcı m addesi (anlaşm a ve uluslararası konferanslar -P a ris ve -430- Londra gibi- dahil). Tüm K urtuluş Savaşı serüveni, bir yandan Kürtlerle bağlaşıklık kurm a, diğer yandan m illiyetçi Kürt hareketi ve özellikle üç önem li isyanla m ücadelenin de tarihi. D olayısıyla kuruluş anayasaları da kaçınılm az şekilde söz konusu bu devletleşm e, uluslaşm a çabasının ürünü. A nayasalara böyle bakınca, 1921 Anayasası sistem inin K ürtlere bir “kapı açm a” olarak değerlendirilm esi de m üm kün olabilir. Kurtuluş Savaşı ve özellikle Kürt m eselesinin (M usul dışında) bir ölçüde halledildiği (ayrı bir devlet kurmaları engellenirken, 39/4. m addeyle, diğer uyruklar gibi, özel ve ticari ilişkilerinde din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dillerini kullanm alarının önüne kısıtlam a getirilem eyeceği de güvence altına alınm ıştı) Lozan’dan yaklaşık dokuz ay sonra kabul edilen ilk C um huriyet Anayasası, güçlü yerel yönetim sistem ini terk ediyor. Fakat bu süreçte M. K em âl’in 1923 yılının başı ve sonunda hâlâ 1921 A nayasası’nın yerel yönetim modelini benim sediğini ya da öyle göründüğünü düşünm em ek de pek mümkün değil. Bilindiği gibi A tatürk’ün 16-17 O cak 1923 tarihinde İzm it’te gazetecilerle yaptığı söyleşinin bir kısmı 1987’ye dek gizlendi ve Eylül 1987’de 2 0 0 0 'e Doğru Dergisi tarafından ortaya çıkarıldı. Tutanağın 15. sayfasında yazanları, M. K em âl’in A. Em in B ey’in Kürtlerle ilgili sorusuna verdiği yanıtı bir kez daha hatırlatm akta yarar var: “ Kürt meselesi; bizim yani Türklerin m enfaatine olarak da katiyyen m evzubahis olamaz. Çünkü m alum ualiniz bizim hudud-u m illiyem iz dahilinde mevcut Kürt anasır o surette tevattun etm iştir ki pek m ahdut yerlerde hali kesafettir. Fakat kesafetlerini kaybede ede ve T ürk anasırının içine gire gire öyle bir hudut hasıl olm uştur ki Kürtlük nam ına bir hudut çizmek istersek Türklüğü ve T ürkiye’yi m ahvetm ek lazımdır. Faraza, Erzurum ’a kadar giden, E rzincan’a, Sivas’a kadar giden, H arput'a kadar giden bir hudut aram ak lazım dır. Ve hatta, K onya çöllerindeki K ürt aşaririni de nazar-ı dikkatten hariç tutm am ak lazım gelir. Binaenaleyh başlıbaşına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilat-ı esasiye Kanunu mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir (vurgu bana aittir. MS). Bundan başka T ürkiye’nin halkı m evzubahs olurken, onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunm adıkları zaman, bundan kendilerine ait m esele ihdas etm eleri daim a variddir. Şimdi Türkiye Büyük M illet M eclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin sahib-i selahiyet vekillerinden m ürekkeptir ve bu iki unsur bütün m enfaatlerini ve m ukadderatlarını tevhid etmiştir. Yani onlar bilirler ki bu m üşterek bir şeydir. Ayrı bir hudut çizm eye kalkışm ak doğru olm az.” -431 - G örüldüğü gibi 1923 yılının başında M. Kemâl, iç içe geçen Türk-K ürt nüfuslarının ayrı sınırlar arkasında yaşam asına karşı. Türkiye halkı dendiğinde de ikisinin de birlikte ifade edilm esi gerektiğini aksi halde sorun çıkm a olasılığı bulunduğunu vurguluyor. M. Kemâl bu vurguyu yaparken 1921 A nayasası’nın yerel yönetim m odelini göz önünde bulundurm uş. Yani, iki unsurun yan yana yaşam asının yolunu, kendileri idare edecekleri düşüncesinde bulmuş. L ozan’ın ardından, her ne kadar Musul m eselesi henüz çözülm em iş olsa da bu görüşün değişebileceği beklenir. Ancak 1998’de, Cum hurbaşkanlığı arşivindeki bir çalışm a sırasında “ şans eseri” ortaya çıkan bir belge, böyle söylemiyor. 1998 yılında yayınlanan İlk Anayasa Taslağı, M. K em âl’in bu yöndeki tercihinin 1921 sistem inin sürdürülm esi yönünde olduğunu gösteriyor. Çankaya K öşkü’nde A tatürk’ün kütüphanesindeki bir belgesel hazırlığı sırasında şans eseri bulunan taslak, M. Kemâl tarafından m üsvedde olarak yazılm ış, H. Rıza Soyak tarafından tem ize çekilm iş, önce Adalet Bakanı, ardından Ekim ’de uzm anlar kuruluna gönderilm iş. M. K em âl’in başkanlığında istasyon binasının alt katında toplanan K om isyon’da, M cclis’teki anayasa kom isyonu üyeleri, B akanlar ve G azi’nin bizzat davet ettiği uzm anlar (Ziya Gökalp, Yunus Nadi, Ahm et Ağaoğlu, Y usuf Akçura gibi) görev yapm ış. Kom isyon çoğu zam an M. Kemâl başkanlığında toplanm ış ve 21 Ekim ’de, anayasa taslağına son şekli verilerek M. K em âl’e em anet edilmiş. O da İsmet İnönü ile birlikte 28 Ekim gecesi mavi ve kırm ızı kalem lerle m etin üzerinde düzeltm eler yapm ış. Ancak birkaç ay sonra M eclis’e gelen anayasa taslağında en dikkat çekici yönlerden biri, M. K em âl’in düzeltm eler yaptığı m etinde yer alan (m d.105-114 arası) ve 1921’dekinin hem en hem en aynısı olan yerel yönetim m odelinden eser olmaması. Üstelik yeni idari modelin, yukarıda anlatılm aya çalışıldığı gibi hiçbir ciddi tartışm a olm adan kabul edilmesi. D olayısıyla 1924’teki kurucu gücün yerel özerkliklere hiç de sıcak bakm adığı, benim sem ediği doğru ancak bu yolun M. Kemâl tarafından da desteklendiği kanım ca kuşkulu. 29.10.1923 gün ve 364 sayılı altı m addelik anayasa değişikliği içeren Y asa’nın varlığı da bu soruya derli toplu bir yanıt verm ek için yeterli olmuyor. A nayasa değişikliklerinin, anayasanın ilgili m addelerinin yerini mi aldığı yoksa onlara ek mi olduğu da ayrıca tartışmalı. M. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931) adlı eserinde, 1, 2 ve 4 ’ün eskilerinin yerine geçtiğini, 10, 11 ve 12’nin ise eski 10. m addenin önüne eklenm iş olabileceğini tahmin ediyor ki doğrusu da bu olsa gerek. 1924 A nayasası’nın sonraki hüküm leri bütçe ve mali konulara ayrılmış. Anayasanın Dayanakları başlıklı kısım önemli. 102. m adde A nayasa’nın - 432- değiştirilm esine ilişkin. Üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yapılan teklifin kabulü ancak tam sayının üçte ikisinin oyuyla mümkün. Yani günüm üzle karşılaştırıldığında biraz daha ağır koşullara bağlanm ış anayasa değişikliği. Ayrıca yukarıda belirtildiği gibi hüküm bir de devlet şeklinin Cum huriyet olduğu yönündeki düzenlem enin değiştirilem ezliği kuralını içeriyor. Bazı temel ilkelere yer veren anayasa m addelerinin değiştirilem ezliği ve hatta değiştirilm esinin tek lif dahi edilem em esi kuralı, 1961 ve 1982 A nayasalarfnda da farklı kapsam larda yer alması ayrıca tartışm alı. A nayasa M ahkemesi kararlarına konu olm ası açısından 102. m addenin söz konusu son fıkrası daha da dikkate değer. 103. m adde A nayasa’nın hiçbir m addesinin herhangi bir nedenle göz ardı edilem eyeceğini ve hiçbir yasanın A nayasa’ya aykırı olam ayacağını hükm e bağlıyor. Bu konudaki denetim in, ortada henüz bir A nayasa M ahkemesi olm adığı için siyasal denetim yoluyla yapılm aya çalışıldığına yukarıda değinilmişti. Y argısal denetim ise, T ürkiye’de yargıçlar, kurallar hiyerarşisi içinde anayasaya aykırı yasaları uygulam aktan kaçınm a yöntem ine yanaşm adıkları için yapılam am ıştır. Dolayısıyla T ürkiye’de 1961 A nayasasına dek anayasaya aykırılığın yargısal denetim inin yapılam am ış olması, yalnızca A nayasa’daki hüküm yokluğuyla açıklanam az. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da Şubat 1931 ’deki kararıyla, bu konudaki olası bir gelişm eyi önlem iştir. 1924 A nayasası, yürürlükte kaldığı süre içinde beş kez değiştirilm iştir. Değişikliklerin tarih vc künyesini, G özübüyük/K ili’nin Türk Anayasa Metinleri adlı eserinde (s. 120) bulm ak olanaklı. Burada bazılarına özellikle değinm ekte yarar var: 1928 yılında yapılan değişiklikler, 1924’ten sonra girişilen ve devrim ler süreci olarak da adlandırılan dönem deki laikleşm e çabasına uygun. 2. m addenin devletin dininin İslam olduğunu düzenleyen hükm ü, milletvekili (md. 16) ve C um hurbaşkanı (m d.38) yem inlerindeki vallahi sözcüğü kaldırılmış, bunun yerine namusum üzerine söz veririm ifadesi eklenm iştir. Ayrıca 26. m addeye göre T B M M ’nin görevlerinden biri olarak sayılan Şeriat hükümlerinin gözetilmesi de m etinden çıkarılm ıştır. 1934 yılında 10. ve 11. m addelerde kadın erkek eşitliğini yaşam a geçirebilm ek açısından son derece anlam lı iki değişiklik daha yapılm ış; kadınlara da seçm e vc seçilm e hakkı tanınm ıştır. Özellikle bu düzenlem e çağdaşı dem okratik ülkelerle karşılaştırıldığında hayli ileridir. Ancak aynı yasa seçm e yaşını da 18’dcn 2 2 ’ye çıkararak (md. 10) bu kez geri bir adım atmıştır. 1937’de, o dönem A vrupası’ndaki siyasi eğilim lerin de etkisinde kalındığından olsa gerek tek parti konum undaki C H P ’nin altı umdesi A nayasa’nın ikinci m addesine eklenm iştir: Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve İnkılâpçıdır. 1931’de Türk O cakları’nın kapatılıp partiye bağlı Halkevleri açıldığı, 1936’da İçişleri B akanı’nın parti genel sekreteri, valilerin dc il başkanı haline getirildiği düşünülürse, altı ilkenin ikinci m addeye eklenm esinin parti devlet kaynaşm asını her düzeyde yaratm aya -433- yönelik olduğu görülebilir. 1937 Şubatı’nda 74. m addeye kam ulaştırm alarda ödem enin peşin olacağı yönünde bir ek yapılm ıştır. Bununla, çiftinin topraklandırılm ası ve orm anların devletleştirilm esinde ödem e şeklinin yasayla saptanacağı hükme bağlanarak taksitlendirm e im kânı sağlanm ış ve toprak reform unun önündeki engel, en azından anayasal düzeyde ortadan kaldırılm ıştır. Ayrıca 75. m addede yer alan, kim senin tarikatından dolayı kınanam ayacağı yolundaki düzenlem e çıkarılıp yalnızca ‘din, m ezhep ve felsefi görüş’ bırakılarak tarikatçılık anayasal dayanaktan m ahrum bırakılm ıştır. Yine aynı günlü yasayla, m illetvekillerinin görev ve yetkilerine ilişkin 47. m addeye siyasi müsteşarlar eklenm iştir. Hem en hiç uygulam a alanı bulam ayan, C um huriyet tarihim izin idare alanındaki anılm aya değer bu ilginç ve kısa öm ürlü deneyimi aynı yılın K asım ayında yapılan değişiklikle m etinden çıkarılm ıştır. Son olarak, biçim sel görünm ekle birlikte 1950’de iktidara gelen ve gelir gelm ez A rapça ezan yasağını kaldıran DP (D em okrat Parti)’nin ideolojisini sergilem esi açısından anlam lı bir değişiklikten söz etm ekte yarar var. 1945’te, A nayasa’nın içeriğine dokunulm adan dili Türkçeleştirilm iş, ‘Teşkilat-ı Esasiye K anunu’ndan anayasaya geçilmişti. D em okrat Parti, 24.12.1952 gün ve 5997 sayılı yasayla eski m etni yeniden yürürlüye koym uştur. Oysa kabul etm ek gerekir ki 1945 m etni herkesçe anlaşılm ası daha kolay, bu nedenle de daha dem okratik bir dile sahipti. Sonuç 1924 Anayasası bir ulus devlet yaratm aya niyetli devlet adam ları tarafından hazırlanm ıştı. O dönem için hiç de geri sayılam ayacak hak ve özgürlükler demeti sunm ası, ulusal egem enlik ilkesini yasallığa kavuşturm ası, meclis hüküm etine m eylederken parlam enter sistem in tem el özelliklerini de içermesi, yıllar içinde gerçekleşen değişikliklerle giderek daha laik bir nitelik kazanm ası, sağlam yapılı bu anayasanın sacayakları. Tabii anılan özelliklerin zam an içinde olum lu/olum suz etkileri olm uştur. Bir metni böyle bir ayrım a tabi tutmak ilk başta yadırgatıcı bir yöntem gibi görünebilir. Ancak her anayasa ya da yasa metni devlet ya da toplum un belli bir zam an dilim indeki gerçeğini sergilerken, yaşadığı ya da yaşam ası m uhtem el sorunları da çözm eye yönelir. Bu durum da, 1924 A nayasası’nı hazırlayanların hem parlam enter hem de meclis hükümeti sistem inin etkisinde kalm am ası ve rahat hareket etm elerini sağlayacak esnek bir model benim sem em eleri pek m üm kün olm asa gerek. Çünkü ana sorun siyasal dem okrasi inşasından çok savaş sonrası koşullarda yeni devlet için gerekli ham lelerin yapılm asıydı. İşte 1924 A nayasası’nın çoğulculuğu yeterince içerm eyen çoğunlukçu anlayışın hâkim olduğu meclis hüküm eti özellikleri, Fransız D evrim i’nden miras ulus egem enliği ve parlam entonun egemenliğin - 434 - kullanıcısı olduğu yönündeki ilkeler, öncelikle bu amacı gerçekleştirm eye yönelikti. A ncak tek parti dönem inde sorun yaratm ayan ve kuruculara esnek bir çerçeve sağlayan A nayasa ve söz konusu egem enlik anlayışı, çok partili yaşama geçildikten sonra ciddi çatışm alara neden oldu. Bunda hiç kuşkusuz egemenliğin kayıtsız şartsız millette oluşunu egemenliğin temsil edildiği tek organ olan meclis çoğunluğunun kayıt ve şarta bağlanamayacak olması şeklinde yorum layan D P ’nin büyük katkısı vardır. Tabii A nayasaya yöneltilen tüm bu eleştiriler kısm en A nayasa’nın yapısından olduğu kadar, belki de daha çok dönem in koşulları ve uygulayıcıların niyetlerinden de kaynaklanm ıştır. Soysal’ın dinam ik anayasa okum asının 1924 A nayasası’nın değerlendirilm esine yaptığı katkı ve diğer okum alardan farklı yanı da bu. Öyle bir farklılık ki, sonrasındaki anayasa metinleri ve günüm üzdeki anayasa tartışm aları açısından da yaşamsal önemde. S oysal’a göre, hukukla bağlı iktidar düşüncesi hem en tüm ülkelerde, önce yasama organının devlet yapısı içindeki üstünlüğünü sağlam ak sonra bu organın yetkilerini kısıtlam ak şeklinde olmuş. T ürkiye’de 1950’lerde yaşananların klasik dem okrasideki evrensel gidişe aykırı yönü ise, parlam ento üstünlüğünün, herhangi bir kısıtlanm a aşam asından geçmeden, doğrudan doğruya çoğunluk egem enliğine dönüşm üş olm asıdır, (s. 14) Sorun, parlam entoyu, içindeki güçlerin neler olduğunu ya da olabileceğini düşünm eden soyut bir kavram olarak almak, parlam ento egem enliği gibi bir ilkenin gerçekte kim in egem enliği anlam ına geleceğinin ihmâl edilm esi sonucunu yaratır ki 1950 sonrası yaşanan bııdur. Klasik dem okraside, çoğunluğun yönetim hakkı kadar onu sınırlayan “azınlığın korunm ası” ilkesi de son derece önem li ve işte 1924’te eksik olan bu. Yürütm eyi, hüküm eti, m eclisin yürütm e organı gibi gösteren Anayasa hüküm leri S oysal’a göre Milli M ücadele’nin teorik kalıntılarından ibaretti ancak D P ’nin dizginsiz uygulam aları ve m eclis gücüyle kendi ağırlığı arasında kurduğu özdeşlik nedeniyle m uhalefet ezilm iştir. Ancak Anayasa değişiklikleri yapılam am asının, anayasaya aykırı yasaların yargı tarafından uygulanm asından kaçm ılm am asının, asker-sivil aydın ve bürokrasi ile yeni palazlanan sın ıf arasındaki iktidar m ücadelesinin ve bürokrasinin hayal kırıklıklarının; ayrıca bu siyasal m ücadelenin işçi-köylü ayağının olm am asının sorum lusu 1924 Anayasası değildir. Kanım ca günüm üzdeki dahil tüm anayasa tartışm alarında da önem li olan soru şu: anayasa hangi dinam ikler sonucu ortaya çıkar ve m etnin sahibi kim dir? Bu soruların yanıtı hiç kuşkusuz hem o m etnin değerlendirilm esinde hem de uygulanm asında yaşam sal önem dedir. Prof. M üm taz Soysal’ın başka pek çok değerli yapıtının yanında Dinamik Anayasa Anlayışı adlı kitabı, anayasaların kuru, durağan m etinler değil, bir ülke siyasal düzeninin tüm unsurlarıyla iç içe geçm iş belgeler olduğunu söylem esi açısından yeniden ve tüm anayasalarım ızla birlikte, güncel siyasal sorunları da göz önünde bulundurarak okunm ası gereken bir temel eser. - 435 - YARARLANILAN KAYNAKLAR Y avuz ABADA N & Bahri SAVCI (1959), Türkiye’de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış (Ankara: Ajans ürk M atbaası) Faruk A LPK A Y A (1998), Türkiye Cumhuriyeti ’nin Kuruluşu (1923- 1924) (İstanbul: İletişim Yayınları) İlhan A R SEL(1965), Türk Anayasa Hukuku''nıtn Umumi Esaslar, Birinci Kitap Cumhuriyetin Temel Kuruluşu (Ankara: M ars M atbaası) Burak Ç ELİK (2007), Ulusal Kurtuluş Savaşı Döneminde Anayasa! Gelişmeler ve 1921 Anayasası (İstanbul: G alatasaray Ü niversitesi Yayınları) C em EROĞUL (1974), Anayasayı Değiştirme Sorıımı (Ankara: Sevinç M atbaası) C em ER O Ğ U L (2009), Anatitzeye Giriş (10. Baskı, Ankara: İmaj Yayınevi) “Gizlenen Tutanak, Atatürk: K ürtlere Ö zerklik” (1987) (2000 ’e Doğru Dergisi, 35: 8-15) Ş eref G Ö ZÜ B Ü Y Ü K & Zekai SEZGİN (1957), 1924 Anayasası hakkındaki Meclis Görüşmeleri Ankara: Balkanoğlu M atbaacılık) C um hur KESKİN (1996), “Türkiye’nin Kürt Politikası ve Resmi İdeoloji” (Türkiye’nin Kürt Sorımu, İstanbul: TÜ SES Yayınları, 47-86) Suna KİLİ & Ş eref G Ö ZÜ BÜ Y Ü K (2000), Türk Anayasa Metinleri (2. Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası K ültür Yayınları) Kemâl KİRİŞÇİ & Garcth M. W INROW (2009), Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, 5. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. Baskın ORAN, L o za n ’ın ‘Azınlıkların Korunm ası’ Bölümünü Yeniden Okurken (A.Û . SBFD ergisi, 49/3-4: 283-301) - 436- Ergun Ö ZB U D U N (1992), 1921 Anayasası (Ankara: A tatürk Araştırma M erkezi Yayını) Taha PARLA (2002), Türkiye’de Anayasalar (3. Baskı, İstanbul: İletişim) Bahri SAVCI & Y avuz ABADAN (1959), Türkiye'de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış (Ankara: Ajans T ürk M atbaası) Ö m ür SEZGİN (1984), Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu (Ankara: Birey ve Toplum Yayınları) M üm taz SOYSAL (1969), Anayasaya Giriş (Ankara: Sevinç M atbaası) M üm taz SOYSAL Gerçek Yayınevi) (1986), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (Ankara: M üm taz SOYSAL M atbaası) (1969), Dinamik Anayasa Anlayışı (Ankara: Sevinç Bülent TA N Ö R C um huriyet Kitapları) (2009), Kurtuluş Kuruluş (9. Baskı, İstanbul: Bülent TA N Ö R (1978), “ L ozan’a Giden Yıllarda Türk A nayasa Tezinin D oğuşu” (L ozan’ın 50. Yılına Armağan, M illetlerarası Hukuk ve M illetlerarası M ünasebetler Enstitüsü, İstanbul: Fakülteler M atbaası, s. 199-231). Bülent TA N Ö R (1998), Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri (İstanbul: YKY) M ete TUNÇ AY (1981), Türkiye Cumhuriyeti 'nde Tek Parti Yönetimi ’nin Kurulması (1923-1931) (Ankara: Yurt Yayınları) Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı (1998), (Çeviri yazı: Levent Kavas, İstanbul: Boyut Yayın Grubu) Taner TİM U R (1997), Türk Devrimi ve Sonrası (4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi) -437- Y ıldızhan YAYLA (1984), Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-i (2. Baskı, İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilim ler Fakültesi/G üryay M atbaası) Mezuniyet ve Tefrik-i Vezaif Ahm et Y Ü C EK Ö K Gerçek Yayınevi) (1984), 100 Soruda Tiirk Devrim Tarihi (İstanbul: -438- DÜŞÜNCENİN KEFFÂRETİ Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ M üm taz Soysal Hoca, 1961 A nayasasfnın ilk biçim iyle yürürlükte olduğu 1960’lı yılların sonuna doğru, anayasa hukukçularının dışında da ilgiyle okunan iki de kitap yayınlam ıştı: • • A n a y asay a G iriş (2.baskı 1969) D in am ik A n a y asa A nlayışı 1969 Her iki kitapta da 1961 Anayasası ile ilgili değerlendirm eler yaparken, aynı zam anda A nayasa’nın “ayakta kalabilm esinin” koşullarını da incelem ekteydi. G erçi H o ca’nın bir tür öngörü, ya da frenklerin ‘futuriste ” (gelecekçilik) olarak adlandırılabilecek bir yaklaşım la, 1961 A nayasası’nın özgürlükçü anlayışının devam edip etm eyeceğinden duyduğu endişeleri giderecek güçlü dayanaklarını ararken, gene A nayasa’dan yola çıkarak öngörülerini, özgürlükçü bütün hukuk m etinleri için geçerli olabilecek biçim de ortaya koymuştu. “A n ay asay a G iriş” kitabı dolayısıyla düşüncelerinin “keffâreti”, ya da bedeli altı yıl sekiz aylık ağır hapis hükm ü oldu. Bir yılı aşan süre Askeri Cezaevinde kaldıktan sonra, verilen hüküm Askeri Yargıtay tarafından bozulup 1974 yılında da A nayasa M ahkem esi’nin iptal kararından sonra a f kapsamına girdi ve böylece özgürlüğüne kavuşabildi. Bu yazının sınırlı çerçevesi içinde, günüm üzün ve geleceğin önemli gördüğüm tem el sorunlarını, M üm taz S oysal’ın adı geçen yayınlarından esinlenerek iki başlık altında açıklam aya çalışacağım : Birincisi, 1961 A nayasası’nın egem enliğin kullanılm ası ve oluşturulan -439- kıırumsal dengenin ötesinde, hangi koşullarda ayakta kalabileceğidir. İkincisi ise, 1960’h yılların ortasında, ürkek bir biçim de telâffuz edilen “ Kürt Sorunu ” ile ilgili olarak, M üm taz S oysal’ın düşünceleri, bugünle bağlantılı olarak değerlendirilecektir. I - Anayasal Düzenin Güvenceleri Türk toplum unda anayasa hukukunun temel kurum ve kavram ları ile yoğun bir biçim de düşünülüp tartışıldığı dönem leri, başkaca ülkelerin tarihlerinde olduğu gibi, siyasi hayatın hareketliliğinden soyutlam ak m üm kün değil. Osm anlı İm paratorluğu dönem inde ilk ‘A nayasa’nın ya da Kanun-ı Esasi’nin yapılışı (1876) ve uzun bir aradan sonra değiştirilm esi (1909), çalkantılı siyasi ortam dan, gerginlikten sıyrılabilm enin bir teminatı olarak değerlendirilm işti. Milli m ücadele ve C um huriyetin ilânı, Türk A nayasacılık hareketinde yeni bir süreci başlatm ıştı. Egem enliğin m illete ait olması ile, hukuki zeminde, 1921 ve 1924 Anayasalarında egem enlik, m illetin yegane ve hakiki m ümessili olan Büyük M illet M eclisi’nde tecelli ve tem erküz ediyordu. Bundan böyle, Osm anlı D evleti’nden farklı olarak, T ürk A nayasa H ukuku’nda, ‘yasam a’ faaliyeti ‘yürütm e’den değil, ‘yürütm e’ ‘yasam a’dan çıkm aktadır. İkinci Dünya Savaşı bitim inde, çok partili siyasi hayata geçilm esinden sonra, 'eksiksiz’ bir demokrasinin kurulm ası hususundaki öneriler, 1957 seçim lerini izleyen günlerde, 1924 A nayasası’nda hangi alanlarda değişiklikler yapılacağı, m uhalefet partilerinin m utabakatı ile oluşm uştu; bu da yakın bir gelecekte 1961 A nayasası’nın esasını oluşturacaktır. Ana hatları ile, yeni anayasal yapı, çoğunlukçu bir yönetim anlayışından çoğulcu bir yönetime, kanun devleti anlayışından hukuk devleti anlayışına geçebilmenin ve bunun teminatı üzerine oturtulmuştu. Daha başka bir ifade ile, yeni Anayasa, dem okratik laik düzenin, ancak liberal bir sosyal devlet yapılanm ası ile ayakta kalabilm esi için, kurum lar ve kurallar dengesi sağlanarak m üm kün olabileceği anlayışına dayanan bir anayasa m ühendisliği ile kalem e alınmıştı. Çok partili dönem in ilk dem okratik seçimi, 14 M ayıs 1950 tarihinde yapıldı. Seçim sonucu, sandıktan çıkan D em okrat Parti çoğunluğu da, tek parti dönem inden gelen anlayışa bağlı kalarak, bütün bir milleti ve dolayısı ile de “m illi iradeyi ’ kendisinin tem sil ettiğini sık sık dile getirecektir. Bu anlayış aslında 1789 Fransız Devrim i ile ortaya konan milli egem enlik teorisinden güç - 440- alıyordu. Buna göre milli egem enlik kendi dışında ve üstünde sınırlayıcı bir güç kabul etmeyen en üstün irade olarak tanımlanmıştı. T ürkiye’de 1924 Anayasası (ıu.3), egem enliğin kayıtsız şartsız m illete ait olduğunu, Türk milletini yalnızca T B M M ’nin tem sil edeceğini, millet adına egem enlik hakkının yalnız M eclis tarafından kullanılacağını öngörm üştü (m.4). Başka bir anlatım la bütün yetkiler hukuken m ecliste toplanmıştı. 1961 ve 1982 A nayasalarındaki düzenlem elere rağmen, tek parti ve sonraki anlayışın, yarım yüzyıldır zam an zam an tekrarlandığına şahit olunm aktadır. En yakın örneklerden biri, 2008 yılında, yükseköğretim kuram larında türbanı serbest bırakm ak am acıyla, A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerinde yapılan değişikliklerin A nayasa M ahkem esi tarafından iptal edilm esinden sonra, T B M M ’nde 411 m illetvekilinin türbana serbestlik yönünde oluşan iradesinin denetlenm esi, “m illi irade”ye karşı geliş olarak değerlendirilm işti. Oysa, 1961 Anayasası ile ulaşılan ve 1982 Anayasası ile devam ettirilen düzenlem e çerçevesinde artık, egem enliğin aidiyetinden farklı olarak kullanılm ası hukukla kayıtlı bir yetki olduğu çoktan anayasa hukukum uza yerleşm iş bulunuyordu. Başka anlatım la, “egem enlik kayıtsız şartsız m illetindir” (1982 m.6/1); fakat A nayasa’daki bu hüküm, egem enliğin kullanılm asını değil, m illete ait olduğunu ifade ediyor. Egem enliğin kullanılm ası ise kayıtlı şartlı bir yetkidir. Zira 1961 (m .4/2) ve 1982 (m .6/2) Anayasaları benzer ifadelerle, Türk M illeti’nin egem enliğini, A nayasa’nın öngördüğü esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanacağını ve hiçbir kişi veya organın kaynağını A nayasa’dan alm ayan bir devlet yetkisini kullanam ayacağım belirtirken, 1921 (m .2) , 1924 (m .4 ve 5) A nayasalarında egem enliğin kullanılm asındaki hukukla bağlı olmama anlam ından sıyrılarak, hukukla bağlı bir yetki haline dönüştürm ektedir. 1961 A nayasası’nın “ Kurucu M eclis” aşam asındaki çalışm alarına, “Tem silciler M eclisi” kanadı Anayasa K om isyonu’nda da yer alan M ümtaz Soysal’a göre, 1961 A nayasası’nda, kurum lar yolu ile oluşturulm ak istenen denge aslında, yasam a m eclisine genel oydan gelecek çoğunluğa karşı duyulan güvensizlikti. Bu bakım dan, 1961 A nayasası’nın getirdiği en büyük yeniliklerden biri A nayasa M ahkemesi ve kanunların A nayasa’ya uygunluğunun denetlenm esiydi (1969b: 64). Bu düzenlem e aslında, çoğunluk demokrasisinden çoğulcu liberal demokrasiye geçişin de kuram sal güvencesiydi. Hemen şunu hatırlatalım ki, kanunların Anayasa’y a uygunluğunun yargısal denetimi, eşitliğe dayalı demokratik düzene ait olmaktan çok, özgürlükçü siyasi liberal felsefeye aittir. Nitekim, Türk Anayasa M ahkem esi de, 1961 Anayasası dönem inde verdiği bir kararında, Anayasa M ahkem esi’nin tem el işlevini açıklarken "... çağdaş Anayasalar, kendilerini... -441 - istenmeyen ve uygun olmayan değişikliklere karşı koruyan ve güvence altına alan hükümleri ve kuruluşları birlikte getirme yolunu seçmişler ve sonunda sağlamayı başarmışlardır. Bu nitelikte bir yolu seçmenin bir anlamı da, klasik demokrasiden daha ayırımlı bir sistem olarak, A nayasa’y ı yasama organının kendisine ve daha açık bir deyimle çoğunluğun baskısına karşı koruyacak hükümlere ve kurumlara da yer verilmiş bulunmasıdır'’ (K.1975/87: 428 ) diyor. M üm taz Soysal, 1960’lar Türkiye’sinde, 1961 Anayasası ile öngörülen düzenlem elerin yanı sıra, “eğitim yolu” ile de sorunların aşılabileceği yönündeki “ rom antikliğe” kapılm anın tek başına çare olam ayacağını, bunun için en etkili yolun ekonom ik ve soysal yapıyı değiştirici eylem ler olduğuna işaret ediyordu (1969a: 288). Bugün için de üzerinde yeterince durulm ayan bu görüşün, gelecekte yeni bir A nayasa hazırlanm ası veya değiştirilm esi tartışm alarına ışık tutacağında hiç şüphe yoktur. M üm taz Soysal, düşünce ağını örerken şu tespiti de yapıyor: 1961 A nayasası, bir yandan kurum lar ve kurallar dengesini düzenlerken, öte yandan da, Türk toplum unun tarihsel oluşum u açısından “sosyal güçler" arasında yeni bir denge kuran aşam adır (1969a: 289). Bu tespitten sonra da şu soruyu soruyor: “ 1961 A nayasası’nın Türk toplum undaki sosyal güçler arasında kurduğu denge, sürekli ve dayanıklı bir denge midir? Yoksa tarihsel oluşum un belli bir aşam asında ortaya çıkan bu denkleşm e, çok daha sağlam gelişm elere doğru bir temel olarak mı kullanılm alıdır? Asıl cevap bekleyen soru burada” diyor. Ama sorunun cevabını da verm ekten kaçınm ıyor. Bir toplum un politik düzenini çok daha sağlam güçlere dayandırm ak gerektiğini ortaya koyduktan sonra, Türk toplum unun geriye dönüşünü önleyebilecek tek kuvvetin, ekonom ik ve sosyal yapı değişikliğini öngören bir ideoloji etrafında örgütlenm iş yığınların ağırlığı olduğunu ileri sürüyor. Bunun için de çok geniş bir düşünce ve örgütlenm e özgürlüğü içinde tartışılacak bir ortam ın varlığını dile getiriyor (1969a: 290). Kırk yıl önce dile getirilen bu tem enni, ne yazık ki, bu satırların yazılm asından çok kısa bir süre sonra, 12 M art rejim inin boğucu havasında ışığını kaybedecektir. M üm taz H oca’nın endişeleri, “ A nayasa’ya Giriş” kitabındaki sararm ış yapraklarının son satırlarında, günüm üzde halen düşündürücü diriliğini gelecekte kalem e alınacak yeni bir anayasa için de koruyor: “ 1961 A nayasası, dünyanın ve T ürkiye’nin büyük tarihsel oluşumu içinde değerlendirildiği zam an, yaratıcı bir belge niteliğini, ancak bütün gelişm elere açık bir tutum la uygulandığı ölçüde kazanabilir. Yoksa, bugün varılan denge, yepyeni oluşum lara kaynaklık etmek yerine, kendi kendini sınırlayan bir kısırlığın durgunluk düzeni olarak çürüyüp gider” (1969a: 291). -442- Tabiî son cüm ledeki hatırlatm a, um utların gerçekleşm ediği ve hayal kırıklığı yaratan durum lardaki hüzünlü kopm aları da bir ölçüde dile getiriyordu. 12 M art Rejimi ile 1961 A n ay asasfn d a yapılan kısm i budam alar, 12 Eylül’deki yıkılm anın da sanki bir tür tatsız habercisiydi. II - Ulus Devlet ve Türk Vatandaşlığı C um huriyet A nayasaları egem enliğin m illete ait olduğunu belirtirken, buradaki millet kavramı kendisini oluşturan bireylerin toplam ını değil, fakat onların iradelerinden ayrı üstün bir varlığı ifade ediyor. Oysa Anayasa H ukuku’nda halk, belli bir dönem de farklı özellikleriyle yaşam akta olan bireylerden oluşan sosyolojik bir varlığı ifade etm ektedir. Başka bir anlatım la millet, belli bir dönem de yaşayanları değil fakat geçmiş ve gelecek nesilleri de kucaklayan manevi bir varlıktır*. Osm anlı İm paratorluğu çok m illetli, am a ulusal olm ayan bir devletti. Uluslaşm a süreci im paratorluğun son yıllarında başlam ış, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile siyasi, mali, iktisadi ve kültürel bağım sızlık kazanılm ıştır. Milli m ücadele ile çok uluslu im paratorluktan milli devlete aşam a aşam a geçilerek im paratorluktaki “tebaa” anlayışından milli devletin “ vatandaşlık” anlayışına ulaşılmıştır. 1924 A nayasası (m .88), Türkiye Cum huriyeti vatandaşlığını “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olm aksızın T ürk ıtlak olunur” (denir) ifadesi ile tanım lam ıştı. Biraz önce halk kavram ım açıklarken belirtildiği gibi, “ahali” yani halk, toplum daki farklılıkları ifade etm ekteydi. Bu bakım dan 1924 A nayasası’ndaki “ T ürk” kelim esi dini, ırki bir anlam taşım aksızın yalnızca vatandaş karşılığı olarak kullanılm ıştı. 1924 A nayasası’nın kabulünden önce M ustafa Kemal, “Türkiye C um huriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” ifadesi ile de “M illet” anlayışının ırki ve dini bir esasa dayanm adığını daha açık bir biçim de dile getirm işti. M üm taz Soysal, Anayasa’ya Giriş (s.205) kitabında milli devlet konusunda, 1961 A nayasası’nın “vatandaşlık” la ilgili olan hüküm lerini hatırlatarak, 54. m addeye göre “T ürk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan ' Millet ve Halk kavramları arasındaki farklılığın hukuki ifadesi daha once 1961 Anayasası’nda yapıldığı gibi (m.76 ve m.l 16), 1982 Anayasası’nda da (m.80 ve m.127) yer alıyor. Şöyle ki; 1982 Anayasası’na gore milletvekilleri bütün bir Milleti temsil ederken, mahalli idarelerin temsilcileri Halkın “mahalli müşterek ihtiyaçlarını” karşılamak üzere seçilirler. - 443 - I herkes Türktür” . Anayasa böylelikle dil, ırk ve din esaslarına dayanan bir ulusçuluktan uzak kaldığını, vatandaşlık bağını T ürklük için yeterli bulduğunu söylem ektedir. M üm taz Hoca, kırk yıl önce bugün de hayli tartışılan vc üzerinde m ürekkep akıtılan bir konuya parmak basm ıştı. Şöyle ki, 1961 A nayasası’nda (m .3) resmi dilin Türkçe olduğuna ilişkin hükm ü “T ürkiye’de herkesin Türkçe konuşm ak zorunda oluşu şeklinde anlam am ak gerekir” diyerek daha sonra yapılacak bir büyük yanlışlığı öngörm ekteydi. Bu yanlışlık, 1982 A nayasası’nın “düşünceyi açıklam a ve yaym a hürriyeti” ile ilgili 26. m addesinin daha sonra mülga olan (03.10.2001-4709/m.9) 3. fıkrasında yer alan “yasak lan m ış dil” ibaresiydi. A ncak çok daha önce 1969 yılında M üm taz Soysal, “ ... sert uygulam alar yüzünden, anadilleri Türkçe olm ayan başka T ürkler’in kendi dillerini ve kültürlerini geliştirm ek hakkından yoksun b ıra k ılm a la rın a işaret ederken; bu Türkler arasında en kalabalık grubu “K ürtçe” konuşanların m eydana getirdiğini belirtmişti. Sayılarının o tarihte 2.181.000 civarında olduğu belirtilen bu vatandaşlarım ız T ürkiye’nin en çok ihmal edilm iş topraklarında yaşıyorlardı. Yine M üm taz Soysal devam la şu tespiti yapıyor: “ Onun içindir ki dil konusu bu ihmalle yan yana konulduğu zaman çok daha ciddi bir sorun halini alıyor. İhmal devam ettikçe, Kürtçe kültürün gelişmesi, bir tepki olarak, Türk toplamımdan kopuş amaçları güden bir kiirt ulusçuluğu 'na da çevrilebilir. Özellikle petrol konusunda bu durumdan yararlanmak isteyen büyük şirketler veya uluslar arası sorunlarda bunu Türkiye 'ye karşı bir şantaj olarak kullanmak eğiliminde otan devletler de böyle bir gidişi teşvike hazır durumdadırlar. Bu nedenlerle Kürtçe konusunu asla sert tedbirlerle çözümlenmesine uğraşılacak bir sorun olarak değil, her şeyden önce ekonomik ve sosyal bir reform konusu olarak görmek gerekir. Kürtçe konuşulan bölgeler ekonomik bakımdan bütün toplumla kaynaştıkça temel reformlar yapılıp oralardaki feo d a l yapı ortadan kaldırıldıkça ve reformcu atılımlar o bölgeleri yeni bir sosyal yapıya kavuşturdukça dil sorunu da bir kopuş kaynağından çok, bir bölgesel renklilik unsuru olarak görülecek, hatta önemli bir konu olmaktan çıkacaktır G ünüm üzde “ ki'ırt kim liğinin” güvenceye kavuşturulm ası için ileri sürülen v a ta n d a şlık tanım ının yeniden yapılm ası, ve anadilde kürtçe eğitim talepleri gündem deki sıcaklığını korum aktadır. Hemen belirtm ek gerekir ki, kiirtçenin okullarda ve yüksek öğretim kurum larında eğitim dili olarak kullanılm ası talepleri hukuken isabetli değildir. Buna karşılık kiirtçenin öğretim i ayrı bir konu olup hukuken m üm kündür. N itekim bir süre önce güneydoğu bölgesinde Milli Eğitim B akanlığı’nca K ürtçe öğretm ek am açlı kurslar açılm ası konusu bir yönetm elikle düzenlenm işti. -444- K ürt kim liğinin anayasal güvenceye alınm ası, anayasada öngörülen (1982/m 3,5) tekil (üniter) yapı karşısında hukuken m üm kün değildir. Çünkü kürt kim liğinin A nayasa’da yer alm ası, iki m illetli bir devlet yapılanm asına yol açacağı için, devletin tekil (üniter) yapısı ile hukuken bağdaşm az. Bununla bağlantılı olarak vatandaşlık kavram ı konusuna gelincc, 1982 Anayasası da 1961 Anayasası gibi “ Türk D evleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes T ürktür” (m .66/1) diyor. Bu konuda uzm an bir hukukçuya göre (N O M ER, 2009: 51) “ 1982 tarihli Türkiye C um huriyeti Anayasası vatandaşlık anlayışını cn modern manasıyla kabul etm iş gözükm ektedir.” . M üellife göre, bu hükümdeki “Türk vatandaşlığı kavram ında, kişilerin ırki, dini ve kültürel özellikleri yer alm am akta, kurucu bir unsur olarak görülm em ektedir.”. Buna göre, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan kişi kökeni ne olursa olsun, Türk Devletinin kendisine verm iş olduğu “Türk Vatandaşı” adım taşım aktadır. “Türk V atandaşlığı” yerine anayasal vatandaşlık, Tiirkiyelilik, Türkiyeli gibi kavram ların kullanılm ası da önerilm ektedir. Bu türden yapay kavram ların kullanılm ası toplum yapım ızda kaynaşm ış olarak yer alan çeşitli etnik (ırki), dini veya kültürel özelliklere sahip kim likleri ve özellikle de etnik ayırım cılığı ön plana çıkararak devletim izin tekil yapısını bozm a tehlikesi vardır. Bu tür kimlikleri alt kim lik olarak vatandaşlık kavram ının kurucu unsurları haline getirm ek ve vatandaşlık kavram ını da üst kim lik olarak tanım lam ak, vatandaşlar arasında am acı bölücülük olan “ etnik” ayrım cılığı harekete geçirerek ulusal kim liği zayıflatm aktan başka bir anlam taşım az (N O M ER, 2009: 53). G ünüm üz tartışm alarında, Bu bakım dan bir özgürlük sorunu olarak etnik kim liği kabul etm ek başkadır, onu hukuki bir unsur olarak vatandaşlık kavram ı içerisine alm ak başka şeydir. 1982 Anayasası zem ininde tartışm aya devam etiğim iz vatandaşlık, milli devlet, üniter (tekil) yapı konuları, 1961 A nayasasfııda da aynı çerçevede düzenlenm işti. M üm taz Soysal Hoca, kuşkusuz geleceğe bakarak konuyu değerlendirm işti: “Türk toplum yapısındaki renklilik veya bölge özellikleri A nayasa’da “ federal” bir kuruluşu gerektirecek ölçülerde düşünülm em iştir. 3. m addesinde “Türkiye Devleti, ülkesi ve m illetiyle bölünm ez bir bütündür” diyen A nayasa herhangi bir federal yapı öngörm üş değil. Bu bakım dan milli devlet kavram ını, Türk D evleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı insanların, yani Türk ulusunun egem enliği ve bütünlüğü üzerine kurulm uş “tek yapılı” devlet anlam ında düşünm ek gerekir (1969a: 206). A şılan yılların sayısı ne olursa olsun, cesaretle kalem e aldığı, açıkladığı - 445- konularla, başta öğrencilerinin ve okurlarının bakış “ Açı” larım zenginleştirm esi bir faninin ulaşabileceği en yüce m utluluk olmalı. Kırk yıl öncesindeki düşüncelerinde, bugünün konularına cevap arayanların bulunduğunu görebilm ek, ödüllerin en büyüğü olmalı. Hapislik günlerinin “sebep unsuru”, tefekkür dünyasının yayınları olunca, keffâretinin de ölçülem ez değer taşıdığında kuşku yok. Sağlıklı ve huzurlu günler M üm taz Hoca. YARARLANILAN K AYNAK LAR Anayasa Mahkemesi Kararlan: E. 1973/19, K İ 975/87, G. 15.4.1975, AM KD 13. Öteki Kaynaklar: Ergin NOM ER (2009), Türk Vatandaşlık Hukuku (17. Bası, İstanbul) M üm taz SOYSAL (1969a), Anayasaya Giriş (2. baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları). M üm taz SO Y SA L (1969b), Dinamik Anayasa Anlayışı, Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme ( Ankara: A nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları) - 446- TÜRK ANAYASA HUKUKU GELENEĞİNDE VE ÖZBUDUN ANAYASA TASLAĞINDA HUKUK DEVLETİ ANLAYIŞI Prof. Dr. Oktay UYGUN I - Hukuk Devleti Kavramı T üm devlet faaliyetlerinin hukuka uygun olm asını zorunlu kılarak yurttaşların luıkıık güvenliğinin sağlandığı adil bir düzeni ifade eden hukuk devleti (R echsstaat) kavramı A lm anya’da ortaya çıkmıştır. Bu kavram ın içeriğini oluşturan ilkeler ve kuram ların çoğu ise F ransa’da gelişm iştir. Günüm üzde, çoğulcu-özgürlükçü dem okrasilerin tüm ü hukuk devleti ilkesini benim sem iştir. Bu konuda Alm anya ve F ran sa’da “ hukuk devleti” (R echsstaat/Etat de Droit), Anglo Sakson ülkelerde ve diğer pek çok ülkede “ hukukun üstünlüğü” (Rule o f Law) gibi farklı terim ler kullanılsa da, aslında kavram lar arasında önemli bir farklılık yoktur. Bütün bu terim ler yine Alm an kökenli bir kavram ın; polis devleti anlayışının karşıtı olarak kullanılır. 17. ve 18. yüzyıllarda kara A vrupa’sında egemen olan polis devleti anlayışı, hukukla bağlı olm ayan devleti ifade eder. Egemen bir devletin hukukla bağlı olm am ası, modern çağın başında Avrupa kamu hukukunda yerleşm iş bir anlayıştır. Jean Bodin ve Thom as Hobbes gibi A vrupa’da modern devlet kuram ının öncülerinden olan düşünürlerin belirttiği gibi, egem en bir devletin en önemli özelliğinden biri de, kendi koyduğu kurallarla bağlı olm am asıdır. Egemen güç, istese de, kendi elini kolunu bağlayam az. Hukuk kuralları devletin değil, yurttaşların uyması gereken kurallardır (BALTA, 1970: 104-105; G Ö ZÜ BÜ Y Ü K , 2006: 21-22;ÖZBUDU N, 2000: 113-114; TA N Ö R & Y ÜZBAŞİO ĞLU, 2000: 99; RUM PH, 1995: 58). A vrupa’da Fransız D evrim i’nden sonra, süreç içinde, polis devleti anlayışından hukuk devleti anlayışına geçilm iştir. Hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü kavram ları, devletin bütün faaliyetleri bakım ından hukuka uygun davranm asını ifade eder. Diğer bir deyişle, hukuk, devletin egemen yetkilerinin sınırını çizer. Bu yönüyle ele alındığında, hukuk devleti ilkesinin m utlak - 447- egem enlik değil, yalnızca sınırlı egem enlik anlayışıyla bağdaştığı söylenebilir. Bu noktada dem okratik devlet ilkesi ile hukuk devleti ilkesi arasındaki farka da değinm ek yararlı olur. D em okrasi ilkesi, devleti egem enliğin kaynağı ve kullanımı bakım ından tanım lar. Egem enliğin kaynağının halkta olduğunu, egem enlik yetkisini kullananların halkın tem silcileri olduğunu belirtir. Egem enliğin sınırları konusunda bir şey söylem ez. Hukuk devleti ilkesi ise, egem enliğin hukukla sınırlı olduğunu, devletin tüm faaliyetlerinin hukuka uygun yürütülm esi gerektiğini belirtir(G Ö REN , 2006: 135). G ünüm üzde dem okrasi kavramı, genel olarak hukuk devleti, laiklik, çoğulculuk gibi uygar uluslar tarafından benim senen bütün ilke ve değerleri kapsayıcı bir anlam kazandığından, söz konusu ayrım eski önem ini yitirm iştir. Yine de, ülkem izde halk egem enliğinin m utlak olduğunu, halkın iradesinin her şeye kadir olduğunu, böyle sınırsız bir egem enlik anlayışının gerçek dem okrasi olduğunu savunan görüşlerin varlığı dikkate alındığında, her iki ilkenin de özel olarak vurgulanm ası yararlı olacaktır. Nitekim 1961 ve 1982 A nayasaları, cum huriyetin nitelikleri arasında her iki ilkeyi de güçlü bir biçim de belirtm e gereği duym uştur. Hukuk devleti ilkesini benim sem eyen bir dem okrasi, çoğunluğun despotizm ine dönüşm e tehlikesini içinde barındırır. II - Hukuk Devleti - Kanun Devleti Ayrımı Hukuk devleti kavram ı, sıklıkla kanun devleti kavram ıyla karıştırılır. Devletin, yurttaşlarıyla olan ilişkisini kişisel ve keyfi kararlarla değil, herkes için geçerli genel kanunlara dayandırm ası gerektiğini ifade eden kanun devleti kavramı, polis devleti anlayışından hukuk devleti anlayışına geçişte önem li bir aşam a olm uştur. Ancak kanunlarla yönetilen her devlet, hukukun üstünlüğünü kabul eden veya bütün faaliyetleri bakım ından hukuka uygun davranan bir devlet anlam ına gelmez. Burada “kanun” ile “ hukuk” kavram ları arasındaki fark öne çıkar. Kanun kavram ı, (kral veya parlam ento gibi) yurttaşların tüm ü için bağlayıcı kurallar çıkarm aya yetkili bir organ tarafından konulan, genellik, soyutluk ve süreklilik özelliği gösteren yazılı kuralları ifade eder. Böyle bir kanun haksız, adaletsiz olabileceği gibi, toplum sal gerçeklikle de örtüşm eyebilir. Nitekim eskiden, sanıkların ifadesinin alınm asında işkence yapılm asına, borcu nedeniyle kişinin hürriyeti bağlayıcı cezaya çaptırılm asına veya köleliğe izin veren kanunlar, günüm üzde hukukun üstünlüğü ilkesi ile bağdaşm az bulunm aktadır. Bu durum da, hukuk kavram ının kanundan daha geniş bir anlamı olduğu açıktır. Hukuk, elbette kanun, anayasa, yönetm elik gibi kurallarla som utlaşır. Ancak bu, hukukun şekli yönüdür. Şekil ise hukukun üç boyutundan yalnızca biridir. Hukukun şekil (norm -kural) boyutunun yanı sıra sosyal olgu ve etik - 448- değer boyutları da vardır. Bu bağlam da hukuk, yalnızca yetkili organın koyduğu herhangi bir kural değildir. Bu kuralın toplum sal gerçeklikle örtüşm esi ve toplum un benim sediği etik değerlere aykırı olm am ası gerekir. Aksi halde genel, soyut ve sürekli bir norm olarak uygulanm a yeteneği kazanam az ve toplumsal barışı tesis edecek, ortak aklın ürünü, saygı duyulan “üstün” bir norm niteliğine dönüşm ez. Bir örnek vermek gerekirse; günüm üzde işkenceye, köleliğe veya ırk ayrım cılığına izin veren bir kanun, insan saygınlığının ciddi ihlali ve tem el etik değerlere aykırı görülecektir. Feodal m ülkiyet anlayışına göre biçim lenen kurallar, toplumsal gerçeklikle örtüşm ediğ
Benzer belgeler
Sinemada Anlam ve Anlatım
Fakültem izin çok değerli hocalarından, aynı zam anda dekanım ız Prof. Dr.
M üm taz Soysal için hazırlanan bu arm ağanda kendisi için bir yazı yazm aktan
dolayı m utluluk ve onur duyuyorum . İnanıy...