Son sayıyı indirmek için tıklayınız.

Transkript

Son sayıyı indirmek için tıklayınız.
SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015
SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015
ISSN: 1309 - 2626
ODTÜLÜ
ODTÜLÜ
Enerji
Her şey watt için sevgilim!
İnsanlığın var oluş mücadelesi:
Daha çok, daha verimli enerji arayışı... Ama nasıl?
ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ TEKNOKENT’TEN HABERLER... ODTÜ ERDEMLİ KAMPUSU’NDAN HABERLER... ODTÜ KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDAN HABERLER...
İÇİNDEKİLER
Sevgili ODTÜ’lüler ve
ODTÜ Dostları,
ODTÜLÜ bu sayısında evrenimizin ve
dünyamızın geçmişi ile kıyaslandığında
bir göz kırpımı sayılabilecek bir zamandır
var olan insan medeniyetinin çekirdeğini
odağına alıyor: Enerji!
Kendi bedenlerimizi hareket ettirmekten
devasa bir sanayi devrimine, yıldızlararası
yolculuklardan savaşlara kadar kurduğumuz
her cümlenin gizli öznesi: Enerji.
İnsan medeniyeti, henüz çok genç.
Gezegenimizde var olan enerji türlerini
verimli kullanabildiğimizi söylemek
hayal olur. Var oluşumuzun en büyük
mücadelesinin enerjiyi kontrol altına almak
olduğuna, daha verimli olduğu kadar hep
daha çok enerji arayacağımıza kuşku yok.
Dosya konumuzun yazarı Tevfik Uyar’dan
alıntılarsak: “Kurduğumuz medeniyetin
güvencesi onu idame ettirmek için gereken
enerjiyi her daim bulabilmek.”
Bugün, geldiğimiz noktada, yeni doğmuş
insan medeniyetinin doğum yerinin
kaynaklarını tükettiğini biliyoruz. Bir tür
olarak varlığımızın devamlılığı sadece bu
dünyada sürdürülebilir bir enerji sistemi
kurmaya değil, ufkumuzda beliren dünya
dışı kolonizasyon için gerekli enerjiyi elde
edip edemeyeceğimize de bağlı. Kısacası,
ya medeniyetimizin temel dinamiklerini
değiştirmek ya da gezegenimizi
tüketmeden, verimli enerji kullanabilmenin
bir yolunu bulmak zorundayız. Ya da belki de,
bu ikisini bir arada yapabilir olmalıyız.
ODTÜLÜ, enerji sayısını tam da bu varoluş
mücadelesinin eksenine oturtuyor ve fosil
yakıtlar, tükenen kaynaklar, yeni keşfedilen
yöntemler gibi bugünün eldeki sorunlarına
olduğu kadar insanlığın önündeki yolun
uzandığı ufka bakıyor. Fermi Paradoksu’nun
kilit sorusunu “Herkes nerede?”yi şimdilik
bir kenara bırakarak kendi adımlarımıza
odaklanarak soruyoruz: Neredeyiz ve nereye
gideceğiz?
Doç. Dr. Barış Sürücü
02
ODTÜ’DEN HABERLER
44
“BIZE ESMEYI ANLAT”
ODTÜ RÜZGEM
48
MAVI GEZEGENIN ZORUNLU
ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI
Prof. Dr. Raşit Turan
16
HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM
Tevfik Uyar
24
İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI
ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ...
Kaan Öztürk
52
28
FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA
İHTIYACIMIZ VAR!
KÜRESEL MÜCADELE VE
İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE
56
Alparslan Bayraktar
NÜKLEER BUGÜNE
TARTIŞMALARLA GELDI
Atacan Soyak
60
YENI BIR MACERAYA ATILMAK:
METAN HIDRAT YATAKLARI
Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna
62
YERKÜRENIN ISISI:
JEOTERMAL ENERJI
Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna
32
DOĞU AKDENIZ’DE ENERJI OYUNU
VE KIBRIS SORUNU
Dr. Hayriye Kahveci
34
GEZEGENIN GELECEĞI IÇIN
BIYOENERJI
Prof. Dr. Göksel Demirer
36
NE ONLARLA, NE ONLARSIZ:
FOSIL YAKITLAR
64
SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI”
Yrd. Doç. Dr. Emre Artun
Görkem Öge
40
HIDROELEKTRIK ENERJISI
68
ERDEMLİ’DEN HABERLER
Doç. Dr. Elçin Kentel
70
KUZEY KIBRIS KAMPUSU
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mezunlarla
İletişim Dergisi
Temmuz-Eylül 2015
Sayı 57
ISSN: 1309 - 2626
“ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ
Kariyer Planlama Merkezi’nin
mali desteği ile yılda dört
kez yayınlanmaktadır.”
Yazışma Adresi
Mezunlarla İletişim
Müdürlüğü
ODTÜ Rektörlük 1.Kat
06800 Ankara
Tel: (0312) 210 71 07
Faks: (0312) 210 13 58
[email protected]
www.mezun.metu.edu.tr
ODTÜ Adına Sahibi
Prof. Dr. Ahmet Acar
Koordinasyon
Nokta Çelik
Sayfa Uygulama
Serhan Baykara
Yazı İşleri Müdürü
Doç. Dr. Barış Sürücü
Reklam Sorumlusu
Ekin Neşe Öztürk
Yardımcı Editör
Nihan Bora
Yayın Kurulu
Doç. Dr. Barış Sürücü
Damla Özlüer (Myra)
Nokta Çelik
Rauf Kösemen (Myra)
Yapım
MYRA
www.myra.com.tr
Röportaj Fotoğrafları
Bingül Özcan
Katkıda Bulunanlar
Ekin Neşe Öztürk
Melike Yaraş
Sultan Uçkaç Çelikcan
Talat Doğan
Tasarım Danışmanı
Rauf Kösemen
Editör
Damla Özlüer
Yayın Tasarımı
Çağlar Atalay
Düzeltme ve özür: ODTÜLÜ Dergisi’nin 56. sayısında yer alan “Geleceğin Teknolojisi: Fotonik” başlıklı yazının yazarını Yrd. Doç. Dr. Serdar Kocaman olarak düzeltir, özür dileriz.
Baskı
ODTÜ Basım İşliği
ODTÜLÜ
kısa kısa
ODTÜ’den Haberler
Orta Doğu Teknik Üniversitesi yazı hareketli geçirdi. Etkinlikler, ödüller ve
törenlerle dolu bir yazın ardından...
HAZİRAN 2015
2015 MEZUNLARI DIPLOMALARINI ALDI
Orta Doğu Teknik Üniversitesi 2014 - 2015 Eğitim - Öğretim Yılı
Diploma Töreni, 28 Haziran 2015 Pazar günü ODTÜ Stadyumu’nda
yapıldı. Saat 17.30’da başlayan törende 2.387 öğrenci lisans,
498 öğrenci yüksek lisans ve 130 öğrenci doktora diploması aldı.
Ankara Kampusu’ndan Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencisi Gizem
Grünberg ile Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü öğrencisi
Murat Özatay; Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndan Bilgisayar Mühendisliği
Bölümü öğrencisi Rustam Alashrafov ile Makina Mühendisliği
Bölümü öğrencisi Mohammad Asgari üniversite birincisi olarak
mezun olmaya hak kazandı.
TEMMUZ 2015
ODTÜ ADAY ÖĞRENCILERLE
BULUŞTU
TEMMUZ 2015
ODTÜ TERCIH DANIŞMANLIĞI
ODTÜ Tercih Danışmanlığı 5-16 Temmuz tarihleri arasında ODTÜ
KKM Kümbet Salonu’nda yapıldı. Öğrencilere ODTÜ Genel Tanıtımı
yapıldıktan sonra öğrenciler her bölümde belirli saatlerde
düzenlenen ofis görüşmelerine yönlendirildi. Aday öğrenciler lisans
eğitimleri boyunca okuyacakları kampusu, laboratuvarları ve
öğretim görevlilerini tanıma fırsatı buldu.
2
ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM
2-4 Temmuz tarihlerine ODTÜ KKM’de, 3-5 Temmuz
tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre
ve Sergi Sarayı’nda ve 7-8 Temmuz tarihlerinde İzmir
ODTÜ Ege Mezunlar Derneği’nde düzenlenen ODTÜ
Tercih Fuarları’nda LYS sonuçları belli olan birçok
aday öğrenci ile bölüm temsilcileri bir araya geldi.
Ankara’da fuar kapsamında yapılan ODTÜ Bölüm
Tanıtım Sunumları’nda öğrenciler düşündükleri lisans
programları hakkında bilgiler edinirken, diğer tüm
fuarlarda detaylı sorularını da stantlardaki öğretim
görevlileri ile paylaşma imkanı buldu.
AĞUSTOS 2015
ODTÜ ROBOT TOPLULUĞU’NA ÖDÜL
AĞUSTOS 2015
ODTÜ BURS FONU IÇIN
101 KILOMETRE
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu’nun (TÜBİTAK) Alternatif Enerjili Araç
Yarışları, “hidromobil” ve “elektromobil”
kategorilerinde düzenlenen yarışlarla sona erdi.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, yerli
otomobil çalışmalarına ilişkin, “2016 yılında da
30-40 aracı, tüm mevsim, iklim ve arazi koşullarında
test etmek için üreteceğiz” dedi. ODTÜ Robot
Topluluğu, Alternatif Enerjili Araç Yarışlarında
Türkiye’nin yerlilik teşvik ödülünü kazandı.
ODTÜ mezunu Haluk Akalın
(BA ‘91), ODTÜ’de ihtiyacı olan
öğrenciler yararına çalışan ODTÜ
BURS FONU’na bağış toplayarak
destek olmak için dünyanın
en prestijli ve çekici ultra trail
koşularından biri olan UTMB-“Ultra
Trail du Mont Blanc”a katıldı.
EYLÜL 2015
ODTÜ KKK
ÖĞRENCILERINE
ÖDÜL
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu
öğrencileri, 9. BÖTE (Bilgisayar
ve Öğretim Teknolojileri)
Kurultayı kapsamında
düzenlenen yarışmada “Barış ve
Teknoloji” konulu tasarımlarıyla
afiş kategorisinde üçüncülük
ödülü aldı. Bu yıl Yakın Doğu
Üniversitesi’nde gerçekleştirilen
yarışmaya afiş, eğitim yazılımı,
web sayfası, mobil teknoloji,
ilköğretim fen bilimleri ve 3
boyutlu eğitsel oyun olmak
üzere 6 kategoride 103 öğrenci
katıldı.
AĞUSTOS 2015
ÇIĞIR AÇAN YENILIKÇI ODTÜ’LÜ
ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Mezunu (2007) ve şu anda
Stanford Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak görev
yapan Gözde Durmuş, MIT Technology Review’un her sene seçtiği “35
Yaş Altı Yenilikçiler (Innovators Under 35)” listesinin “Biyoloji ve Tıpta
Çığır Açan Yenilikçiler” (Pioneers) kategorisinde yer aldı.
EYLÜL 2015
YAEM ULUSAL KONGRESI YAPILDI
Yöneylem Araştırması ve Endüstri Mühendisliği
(YAEM) 35. Ulusal Kongresi, 9-11 Eylül 2015’te Orta
Doğu Teknik Üniversitesi’nde düzenlendi. Kongrenin
ana teması “Doğal Kaynakların Yönetiminde
Yöneylem Araştırması ve Endüstri Mühendisliği”
oldu. Bu tema ile yaşamın devamlılığı ve sistemlerin
işlerliği için esas olan ancak hızla tüketilen kısıtlı
doğal kaynakların etkili yönetiminde YAEM’in
rolüne dikkat çekmek ve kullanımını teşvik etmek
amaçlandı.
SAYI 57
3
ODTÜLÜ
haber
2015’in
Yeşil
Beyinleri
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nun, Sürdürülebilir Çevre ve
Enerji Sistemleri Yüksek Lisans Programı tarafından lise
ve üniversite öğrencilerine yönelik düzenlediği “Yılın Yeşil
Beyinleri” Uluslararası Proje Yarışması’nın finalistleri belirlendi.
31 Farklı Ülkeden 254 Proje
Fransa’dan Çin’e, Ruanda’dan Vietnam’a kadar
“Yılın Yeşil Beyinleri” Uluslararası Proje
Yarışması’na bu yıl 31 farklı ülkeden 254 proje
katıldı. Yarışmanın üniversite kategorisinde 66,
lise kategorisinde 188 proje yarıştı. Yarışmanın
ödül sahipleri, 9 Ekim’de ODTÜ Kuzey Kıbrıs
Kampusu’nda uluslararası jüri önünde yapılacak
sunumların ardından ilan edilecek.
İşte Finalistler…
Yarışmanın liselere yönelik “Yılın Genç Yeşil
Beyni” kategorisinde Bursa Gemlik Hisar
Anadolu Lisesi’nden Ali Karasöğüt ve Serpil
Korkmaz, “Karıştırıcıdan ve Isıl İşlemden
Geçirilmiş Pirinanın, Buğday ve Yeşil Mercimek
Tohumlarının Çimlenme Süresini Azaltıcı ve
Uzamasını Hızlandırıcı Etkilerinin Araştırılması”,
Ordu Altınordu Başöğretmen Anadolu Lisesi’nden
Esra Avcı ve Yağmur Bircan, “Yerel Tohumlara
Doğal Koruma: Propolisle Kaplama”, Siirt Türk
Telekom Fen Lisesi’nden Şirin Erbek ve Zeynep
Esmeray, “Kaya Kınasının AntibakteriyelAntioksidan Etkinliği ve Bitki Gelişimi Üzerine
Etkileri”, Eskişehir Emine Emir Şahbaz Bilim ve
Sanat Merkezi’nden Emre Palaz ve Zeki Özkaya,
“Gümüş Kaplı Mandalina, Limon ve Portakal
Kabuklarından ve Atık Sepiolit Talaşı Kullanarak
Antibakteriyel ve Ağır Metalleri Absorbe Eden
Su Filtresi”, İstanbul Özel Bahçeşehir Anadolu
4
HABER
Lisesi’nden Mustafa Berk Turgut ve Mesut
Çalışkan, “Baraj Tabanı Toprak Temizleme
Sistemi” başlıklı projeleri ile finale kaldılar.
Üniversite öğrencilerine yönelik “Yılın Yeşil
Beyni” kategorisinde Hindistan JK Lakshmipat
Üniversitesi’nden Arsalan Obaidi ve Gaurav
Suthar, “Frensel Merceklerini Kullanarak Atık
Su Arıtımı ve Atık Sulardan Küçük Çaplı Elektrik
Üretimi”, Hollanda Rotterdam Üniversitesi
Uygulamalı Bilimler Bölümü’nden S.V. Wijk
ve C.M.A Lammers, “Manyetik Soğutma ile
Hava Arındırma”, Endonezya Bogor Tarım
Üniversitesi’nden Opal Priya Wening ve Dwi
Darmawan, “Motorlu Araçlar Egzoz Gazının
Çevre Dostu Kullanımı Kitosan ve Zeolit Emici
Maddeleri”, Hindistan Matunga Kimyasal
Teknoloji Enstitüsü’nden Amita Dhadphale
ve Pratik Bhishma, “Eko-pedler: Biyobozunur
Emiciler”, Bangladeş Dhaka Üniversitesi İşletme
Enstitüsü’nden Naziza Akhter Alam ve Musharrat
Rahman Chandrika, “Floresan Ampullerinin
Conan Yoluyla Geri Dönüştürülmesi” başlıklı
projeleri ile finale kaldılar.
Ötrofikasyonun Önüne Geçmek”, İzmir Özel Ege
Lisesi’nden Berkay Çuhadar ve Kerim Eraslan,
“Titanyum Dioksit Destekli Ispanak ve Mor
Lahana Klorofilleri ile Hassaslaştırılmış Güneş
Pillerinin Görünür ve UV Işıkta Performansı”,
Pakistan Lahore Grammar School 55’ten
Sharmeen Azeem ve Nimra Noor “Rezervuar
Çökelleşmesi”, Hindistan Quantum School’dan
G. Hyndavi ve V. Mahalakshmi, “Soğuk Beton
Binalar-Klimasız”, İstanbul Hisar Eğitim Vakfı
Özel Anadolu Lisesi’nden Alper Aksoy ve
Kaan Gümrah, “Disprozyum Metalinin Geri
Dönüşümü”, KKTC Yakın Doğu Koleji’nden İzel
Dayıoğlu ve Egemen Ertugan “Sürdürülebilir
Çevre İçin Yeşil Soğutma”, Güney Kore, Kore
Minjok Liderlik Akademisi’nden KangSan Kim ve
JungEun Park “Kompakt Jeneratörün, Atmosferik
Elektriği ve Halbach Sıralı Mıknatısı Uygulamalı
Elektromekanik Pili Kullanılışlı Hale Getirmesi”
başlıklı projeleri ile özel ödülün sahibi oldular.
Özel Ödüller de Sahiplerini Buldu
Yarışma kapsamında bazı projeler de özel
ödüle layık görülürken, katılımcıların özel
ödül sertifikaları öğrenim gördükleri okullara
gönderildi. Yarışmanın liselere yönelik
kategorisinde Muğla Marmaris Halıcı Ahmet
Urkay Anadolu Lisesi’nden Mualla Elif Engin
ve Melisa Kuş, “Güneş Barajı”, Hindistan St.
Paul’s School’dan Juhi Vijay ve Himanshi
Chawla, “Belediyelerin Katı Atık Yönetimine
Yemek Yakıtı ve Biyolojik Gübreler için Anaerob
Çürüme Yoluyla Çevre Dostu Yaklaşım”,
Özel İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi’nden
Gizem Tort ve Çağlayan Bianca Braggiotti,
“Geri Dönüşümle Orman Yaratılabilir mi?”,
Giresun Nurettin Canikli Anadolu İmam Hatip
Lisesi’nden Oğuzhan Akkaya ve Şeyma Nur
Dikilitaş, “Kılçıklar Gübre Olsun, Çevremiz
Temiz Olsun”, Konya Selçuklu Atatürk Mesleki
ve Teknik Anadolu Lisesi’nden Fatma Betül
Özdemir ve Ahmet Ataşoğlu, “Ötrofikasyona
Sebep Olan Maddeleri (Azot, Amonyak, Fosfat)
Su Mercimeğinin Arıtıcı Özelliğini Kullanarak
Yarışmanın üniversitelere yönelik kategorisinde
ise Endonezya Padjadjaran Üniversitesi’nden
Fikri Noor Azy ve Fikri Abdullah, “Su
Yönetiminin Etkili Olması İçin Yeni Yapay Akifer
Konsepti”, Bangladeş Mühendislik ve Teknoloji
Üniversitesi’nden Imran Khan ve Fahmin
Rahman “Termoelektrik Fırın: Elektrik Üretimi
İçin ‘EkoFırın’”, İran Rab-rashid Yüksek Öğretim
Enstitüsü’nden Amir Shakeri Fard ve Sevda
Shakeri Fard, “Enerji Tüketimi Yönetimi için En
Üst Düzey Etkiye Sahip Gaz Tüpleri Yaratmak
Amaçlı Yenilikçi Metot”, Claude Bernard Lyon 1
Üniversitesi’nden Anass Bouchnita ve Mohamed
Amine Benchaib “Güneş Pili Hücrelerinin
Isısı Üzerinde Rüzgâr Etkisi ile Zorlamalı Isı
Yayınımını Kullanarak Çift Eksenli Güneş
Pili İzlemesi İçin Optimizasyon Algoritması”
Japonya Hokkaido Üniversitesi’nden Lucy
Lahrita ve Tonni Agustiono, “Mikrobik Yakıt
Hücreleri: Yerinde Elektrik Üretimi ve Mikroplu
Atık Sularını Aynı Anda İyileştirebilmek için
Özgün Bir Yol”, Endonezya Bandung Teknoloji
Enstitüsü’nden Adi Theodosius Sembiring ve
Joshua Darryl “Ekvator’daki Ülkeler için Yeni
Nesil Güneş Fırınlarına Uygun Isıl Depolama
Amacıyla Faz Değiştirici Malzeme Kullanma”
başlıklı projeleri ile özel ödül kazandılar.
SAYI 57
5
ODTÜLÜ
haber
“Türk Araştırma Üniversiteleri
Güç Birliği”nin temeli atıldı
Avrupa Birliği projelerinde önde gelen 6 Türk üniversitesi, ODTÜ önderliğinde düzenlenen “Avrupa Araştırma
Alanında Türk Üniversiteleri” başlıklı uluslararası konferans ile Türkiye’deki araştırma üniversitelerinin
yurtdışında daha başarılı olması için bir güç birliği oluşturdu.
Türk üniversitelerinin Avrupa Araştırma
Alanı’ndaki (ERA – European Research
Area) etkinliğinin artırılması ve bu amaç
doğrultusunda yükseköğretim sektöründe
yapılması gereken değişiklikleri desteklemek
üzere, Avrupa Komisyonu Araştırma ve Yenilik
Çerçeve Programı kapsamında en çok sayıda
projesi olan altı Türk üniversitesi; Bilkent
Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul
Teknik Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi
“Avrupa Araştırma Alanında Türk Üniversiteleri”
başlıklı uluslararası konferans düzenledi.
T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri
Işık ve Avrupa Komisyonu Araştırma ve
Yenilik Genel Direktörü Robert-Jan Smits’in
katılımıyla 8-9 Ekim tarihlerinde Ankara
HiltonSA’da gerçekleştirilen konferans
Avrupa Komisyonu’nun ve TÜBİTAK’ın
destekleriyle gerçekleşti. Türk üniversitelerinin
Avrupa’da daha etkin olması için Türkiye’de
ilk kez bir güç birliği oluşturmak amacıyla
6
HABER
düzenlenen konferans Türkiye’nin en önemli 6
üniversitesinin gerçekleştirdiği ilk ortak etkinlik
olmasıyla da dikkat çekti.
İşbirliğinin ilk adımı olan konferansta Türk
Araştırma Üniversiteleri Güç Birliği’nin
(TAÜG), Türk araştırma, inovasyon ve
yükseköğretim sektöründe atılması gereken
adımları belirlemek üzere çalışmalar yapılması
ve ortak girişimler başlatılması hedefleniyor.
Türkiye’deki benzer profile sahip araştırma
ağırlıklı diğer üniversitelerin katılımıyla
daha da güçleneceği öngörülen TAÜG’nin,
ülkemizdeki ve Avrupa’daki ilgili kurumlar ile
işbirliği içinde çalışarak Türk üniversitelerinin
yurtdışında tanınırlığını ve rekabet avantajını
artırıcı faaliyetler gerçekleştirmesi planlanıyor.
Konferansta Avrupa’daki ve Türkiye’deki
araştırma ve yenilik alanında politika belirleyici
kurumların üst düzey yöneticilerinin yanı sıra,
Bakanlıklar, elçilikler, üniversiteler ve sanayi
kuruluşlarından temsilciler de katıldı.
ODTÜ KKK’de Yenilikçi Tasarım:
Sinyal Emici Tekstil
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu, askeri teçhizatların
radara yakalanmasını engelleyen tekstil malzemesi tasarladı.
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Cumali Sabah’ın koordinatörlüğünde
İskenderun Teknik Üniversitesi ve
Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinin
birlikte yürüttükleri çalışma ile tasarlanan
tekstil malzemesi, radar sinyalinin geldiği
yöne yansıma ve iletimini engelliyor.
Tasarlanan yapı 4.5 GHz civarında sinyalin
sönümlenmesini sağlıyor ve bu yapıyla
kaplanan cisimlerin tespit edilmesini
engelliyor. Çalışmanın çıktılarıyla top, tank,
yerde konuşlanmış uçak gibi hemen hemen
tüm askeri teçhizatların radara yakalanmaması
için ürün prototipi oluşturulması hedefleniyor.
Patent Başvurusunda Bulunuldu
Dünyanın en saygın dergilerinden Journal of
Industrial Textiles’de yayınlanan ve iki yılı
aşkın süredir üzerinde çalışılan yapı ile ilgili
patent başvurusunda da bulunuldu. Konuyla
ilgili daha önce de çalışmalar olduğunu, ancak
son çalışmanın kullanılan teknikler açısından
diğerlerinden farklı olduğunu belirten Orta
Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs
Kampusu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cumali
Sabah, şunları söyledi:
“Radar, nesneleri dalgalarının yansıması
yardımıyla tespit eden 360 derecelik algılama
alanına sahip bir cihazdır. Dolayısıyla açılı
sinyal göndermektedir. Tasarladığımız yapı
açıdan bağımsız olarak da çalışabiliyor. Bu da,
sinyal hangi noktadan, hangi açıyla gelirse
gelsin söz konusu tekstil malzemesinin
arkasına saklayacağımız nesnenin radar
sistemleri tarafından algılanmasını engelliyor.
Örneğin, tekstil malzemesi tankın geometrik
şeklini alsa dahi açı bağımsız olma özelliği,
radara yakalanmasını engelliyor.”
SAYI 57
7
ODTÜLÜ
teknokent
Yeni Dünyanın
Yeni İş Modelleri
X Yazı
UFUK BATUM
Başkan,
Girişim & Mentor Ligi
8
Dünyada çok ilginç ve heyecanlı gelişmeler yaşanıyor. Dünya hızla değişiyor, dönüşüyor.
En akıllı ve donanımlı beyinlerin, anlı şanlı düşünce kuruluşlarının, dimağların, kahinlerin
öngördüğü beklentilerin veya tahmin yürüttüğü konuların hemen hiçbiri doğru çıkmıyor.
Tahminler sürekli kayıyor, beklentiler her daim değişiyor, revizyon üstüne revizyon yapılıyor,
yine de arzu edilen sonuçlara kolaylıkla ulaşılamıyor. Çünkü oyunun adı: DEĞİŞİM!
Her zaman, her yerde, her koşulda DEĞİŞİM!
YENI DÜNYANIN YENI IŞ MODELLERI
A
slında insan doğası değişimi istemez,
tercih etmez çünkü değişim belirsizlik
yaratır, insanı ürkütür. Gelişmiş pazarlar
için, zengin ülkeler için, varlıklı kesimler için
değişim çok yüksek düzeyde risk içerir. Nasıl
olsa onlar mevcut oyunda rahat ve avantajlı
durumdadır. İşte pratik hayatımızdaki insan
ve şirket ilişkileri, toplumlar ve ülkeler arası
ilişkiler de biraz buna benzer. Güçlü konumda
olanlar durumu korumaya gayret ederler, işte
buna “status quo” (statüko), bunu korumaya
çalışanlara da statükocu denir.
Siyasette de, ticarette de, sanayide de,
uluslararası ilişkilerde de, kamu yönetiminde de
statükoculuk söz konusu olabilir. Mevcut durumu
korumak muhafazakârlığı gerektirir.
Muhafazakâr kesimler bazen statükoculuğu
korumak için dini ve inancı kullanma, onu bu
amaç için bir araç olarak görme eğilimine
girebilir.
Fakat gel gör ki bütün çabalara rağmen değişim
dünyayı sallıyor. Arap Baharı’ndan Wall Street’in
İşgali’ne kadar yaşananları düşününce, her
alanda ve uygulamada ezberin hızla bozulduğunu
kabul etmek durumundayız. Geçenlerde yaptığım
ABD ziyaretimde bunu daha bir yakından görme
ve teyit etme fırsatım oldu. Kaliforniya
Üniversitesi’nin Berkeley Yerleşkesinde
yürütülen uluslararası girişimcilik zirvesi için
San Francisco’daydım. Eşzamanlı olarak, bir
şirketin genç girişimciler arasında düzenlediği İş
Planı Yarışması da yürüyordu. Nitekim zaman
zaman yarışma programına da dahil olma imkânı
buldum. Çok da heyecanlı ve keyifliydi. Hatta
dünyadan seçilerek ABD’ye davet edilen iyi iş
fikirleri arasında Türk gruplar da vardı. Tabii
girişimcilik ve inovasyon hocası olarak
Türkiye’de kurulan ekosistemle gurur
duyduğumu ifade etmek isterim.
İnovasyonda toprak acaba ABD’nin ayağının
altından kayıyor mu? Sadece ABD’nin de değil,
Avrupa’nın da belki. ABD, başta otomotiv olmak
üzere belli sektörlerde rekabetçiliğini kaybetti.
Hatta o kadar ki yüzlerce milyar dolarlık devlet
yardımları bile Chrysler, Ford ve General Motors
üçlüsünü kurtarmaya tam olarak yetmedi.
Önümüzdeki 5-10 yıllık süreçte otomotiv ve yan
sanayinin Türkiye gibi daha rekabetçi ülkelere
kayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Avrupa’nın
rekabetçilikteki erozyonu ve kan kaybı devam
edecek gibi. Hepimizin bildiği ve okuduğu gibi
yaşlı kıta ekonomik ve sosyal krizden kolay kolay
çıkamıyor.
Sermaye, bilgi, “know-how”, nitelikli işgücü,
teknolojik ve üretim altyapısı batıdan doğuya
doğru kayıyor. Hem de artan bir hızla. Yarının
buluşları ve yaratıcı iş fikirleri doğudan çıkacak.
Türk üniversitelerinde verdiğim derslerimde,
her geçen dönem batı ülkelerinden gelen öğrenci
sayım artıyor. Bazıları Türkçe de öğreniyor ve
mezun olduğunda Türkiye’de iş bulma olanaklarını
zorluyor, benden de referans mektupları istiyor.
Acaba bütün bu gelişmeler bir tesadüf mü?
Sermaye, bilgi, “know-how”,
nitelikli iş gücü, teknolojik ve
üretim altyapısı batıdan doğuya
doğru kayıyor.
İşte bu bağlamda; Intel, IBM, Ericsson, Roche,
Nokia, Cisco, Coca Cola, Apple, Airbus, Google gibi
yeni ve eski kuşak şirketler yaratıcı iş fikirlerini
ve sıra dışı iş modellerini arıyorlar. Bunu da
yarışmalarla, iş planı ve girişimcilik eğitimleriyle,
farklı işbirliği modelleriyle gerçekleştirmeye
çalışıyorlar. Çok da doğru yapıyorlar. Bugün artık
sermayeye ulaşmak eskiye göre çok daha kolay ve
olanaklı. Dünyanın sermaye birikiminde göreceli
bir bollaşma var.
Şimdi daha kritik ve stratejik olan yaratıcı ve
gerçekten fark yaratan iş fikirlerini üretebilmek.
Bu bağlamda, ülkemizde bu alandaki yaratıcılığın
önünü açmamız gerekiyor. Toplumumuzda,
yaratıcılık ve farklılaşma tarihsel ve kültürel olarak
arzu ettiğimiz seviyede değil. Ancak bu demek
değil ki bunu gerçekleştiremeyiz. Bilakis yaratıcılığı
ve girişimcilik ruhunu her ortamda beslemek ve
geliştirmek hepimize düşen en önemli görevler
arasında. Çünkü gelecek burada yatıyor...
SAYI 57
9
ODTÜLÜ
haber
ODTÜ TEKNOKENT,
“Engelsiz Erişim Projesi”yle
Engelleri Ortadan Kaldırıyor
Hareketli rampa,
merdiven ve
asansörleri ile
çıkılacak yerdeki
yükseklik zemine
eşitleniyor.
ODTÜ TEKNOKENT, EES (Engelsiz Erişim Sistemleri) projesi ile engellilerin yaşadığı sorunlara umut ışığı oldu.
Engellilerin günlük hayatta karşılaştığı sorunlara yönelik çözüm arayışına giren ODTÜ TEKNOKENT,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Öğretim Üyesi Ataman Özdemir’in projesi ile tekerlekli sandalye
kullanan yürüme veya görme engelliler için hayatı kolaylaştırmayı hedefliyor.
EES projesinin amacı hareketli rampa sistemi
ile güvenli ve daha az maliyetli ürünleri
yaygınlaştırarak engelleri ortadan kaldırmak.
ODTÜ’de kullanılmaya başlanan sistem
Meclis’e de kuruldu ve Dünya Engelliler
Haftası sebebiyle düzenlenen “Engelsiz Meclis
Bilgilendirme ve Tanıtım Toplantısı”nda
beğeniyle karşılandı. EES sistemi hareketli
rampa, merdiven ve asansörleri kapsıyor.
Çıkılacak yerdeki yüksekliği zemine eşitleyen
sistem ile mimari aynı kalıyor ve hem engelliler,
hem de yürüme yolunu kullananlar rahatlıkla
faydalanabiliyor. Seri üretime geçmek için
bir firma ile anlaşılması beklenen sistem,
10
HABER
yaygınlaştığı takdirde otobüslerde, rampalarda,
metrolarda ve bireysel taşıma araçlarında
kullanılabilecek. İç mekânlarda elektrikle, dış
mekânlarda güneş enerjisiyle çalışması aynı
zamanda çevre dostu olma özelliği de taşıyacak. Projeyi tasarlayan ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Öğretim Üyesi Ataman Özdemir, yurtdışından
gelen ürünlerin tanesinin 10- 15 bin Euro
civarında olduğunu belirtiyor ve sistem
yaygınlaştığında ise %70’e yakın daha ucuz
kurulumların gerçekleşebileceğinin ve işlerliği
olan bir erişimin sağlanacağının üzerinde
duruyor.
BIGG TeknoSTART İle Hayallerini Gerçekleştir!
TeknoSTART, resmi uygulayıcı olan ODTÜ
TEKNOKENT tarafından yürütülen TÜBİTAK
1512 Teknogirişim Sermaye Desteği Programı,
1. Aşama hizmetlerinin yürütüldüğü geniş
kapsamlı bir girişimcilik programı.
şirketleşmelerine, uluslararasılaşmalarına dek
takip ediyor ve başarı hikâyeleri oluşturmaları
için destek sağlıyor.
Program kapsamında ODTÜ TEKNOKENT’in
deneyimiyle girişimci adaylarına iş fikirlerini
hayata geçirebilmeleri için eğitimler,
mentorluk, danışmanlık gibi pek çok destek
sağlanıyor. Program, girişimci adaylarının
girişimcilik maceralarını iş fikri aşamasından
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet
Acar açılış konuşmasında.
Yeni Girişimler Kuluçkada
ODTÜ TEKNOKENT ve Koç Üniversitesi
Kuluçka Merkezi işbirliği yapıyor,
Türkiye’deki teknoloji tabanlı girişimcilik
ekosistemi gelişiyor. Yeni Fikirler Yeni İşler
(YFYİ) kapsamında seçilecek teknoloji
tabanlı şirketler, Koç Üniversitesi Kuluçka
programı dahilinde yürütülen hızlandırma
programına başvurabiliyor. Ayrıca YFYİ
dışında ODTÜ ve ODTÜ TEKNOKENT ve
Koç Üniversitesi Kuluçka Merkezi tarafından
belirlenecek girişimler karşılıklı olarak
kuluçka merkezlerinden faydalanma ve
ofis hizmeti gibi destekler alabilecek hale
geliyor. Girişimciler ODTÜ TEKNOKENT’in
ABD’de Silikon Vadisi’nde bulunan T-Jump
SF Merkezi’nde düzenlenecek programlara
katılabiliyor. ODTÜ Rektör Yardımcısı
ve ODTÜ TEKNOKENT
Yönetim Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Volkan Atalay ile
Koç Üniversitesi Araştırma
ve Geliştirmeden Sorumlu
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M.
İrşadi Aksun imza töreninde.
SAYI 57
11
ODTÜLÜ
haber
Türkiye Gamescom’da
İlk Kez Ülke Standı Açtı
Türkiye, Almanya’nın Köln şehrinde yedincisi düzenlenen Gamescom’da bu yıl ilk kez ülke standı ile yer
aldı. Ekonomi Bakanlığı tarafından desteklenen, ODTÜ TEKNOKENT ve DOGED işbirliği ile hazırlanan standın
düzenlenmesi ve organizasyonu, Setimedia’nın katkısıyla yapıldı.
Türk oyun sektörünü, ODTÜ TEKNOKENT’te
yer alan oyun firmalarını ve ODTÜ
TEKNOKENT ön kuluçka programı Animasyon
Teknolojileri ve Oyun Geliştirme Merkezi’ni
(ATOM) dünyaya tanıtma ve firmaların
uluslararası bağlantılar kurmalarına imkân
tanımayı amaçlayan Türkiye standında,
oyun sektöründen önemli katılımcılar yer
aldı. ODTÜ TEKNOKENT’in üyesi olduğu
Avrupa İşletmeler Ağı aracılığıyla ayarlanan
eşleştirme etkinliği kapsamında Sektörel
Ticaret Heyeti’nde yer alan 11 firma tarafından
100’ü aşkın görüşme gerçekleştirildi.
Büyük ilgiyle karşılanan Türkiye standının
sürprizi ise milyonlarca oyuncunun beğenisini
kazanan Mount & Blade serisinin yaratıcısı
Taleworlds Entertainment’in yeni oyunu
Bannerlord’u tanıtması oldu. Hem yerli
hem de yabancı basının büyük ilgisini çeken
12
HABER
yeni oyunuyla Taleworlds Entertainment,
önümüzdeki günlerde adından sıkça söz
ettireceğinin sinyallerini verdi.
Alanında dünyanın en büyük fuarı kabul
edilen, bilgisayar oyunlarının tanıtıldığı
Gamescom 2015 interaktif oyun ve eğlence
fuarının bu yılki partner ülkesi İngiltere
oldu. Bilgisayar oyunları ve interaktif eğlence
ürünlerinin sergilendiği fuarda Microsoft,
Sony, Electronic Arts, Konami, Nintendo,
Sega ve Warner Bros gibi firmalar yeni oyun
sistemlerini görücüye çıkardı. Fuarda FIFA,
Need for Speed, Star Wars-Battlefront,
Fallout 4, Maifa 3 ve Crytek’in Arena of Fate
oyunları dikkati çeken oyunların başında
geldi. Organizasyonun resmi yayını tarafından
yapılan açıklamaya göre, fuar bu yıl 345.000’i
aşkın ziyaretçiyi misafir ederek Gamescom
tarihinde yeni bir rekora imza attı.
ODTÜ’den Münazara Turnuvası
Türkiye’de münazara kültürünün oluşmasına katkıda bulunmak, üniversiteler arasında iletişimi
güçlendirmek amacıyla düzenlenen ODTÜ Open Münazara Turnuvası’nın ikincisi, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu
Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Liderliğini Mehmet Ali Kıraçoğlu’nun
yürüttüğü, ODTÜ Münazara Topluluğu
organizasyon ekibi tarafından düzenlenen,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi
Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Yeditepe
Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Bilgi
Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nden
yaklaşık 60 öğrencinin katıldığı 2. ODTÜ Open
Münazara Turnuvası, 5 tur, yarı final ve final
etapları ile yapıldı.
İngiliz Parlamenter münazara stilinin
uygulandığı turnuvada, eşbaşkanlığını Fırat
Özata ve Umut Yorgancı’nın yaptığı jüri
komitesi tarafından kendilerine verilen
konulara, yarışmacılar 15 dakikalık süre
içinde hazırlandılar. Bu sürede buldukları
argümanları kullanarak 7 dakikalık
konuşmalar yapıp jüri üyelerini ikna etmeye
çalıştılar.
3 gün süren ve ODTÜ A, ODTÜ C, Open A
(ODTÜ ve Koç Üniversitelerinden birer
katılımcı) ve Koç Saygı takımlarının yarıştığı
final sonunda ODTÜ C takımından Erdem
Şahin ve Musa Karacabay şampiyon oldu. Aynı
takımdan Erdem Şahin eleme turlarının en iyi
konuşmacısı oldu.
SAYI 57
13
ODTÜLÜ
haber
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndan Petrol
Mühendisleri Topluluğu’nun Avrupa Yarışması’na
Dünyanın en ünlü petrol mühendisliği okulları ve petrol şirketleri tarafından takip edilen Student Paper Contest
makale/sunum yarışmasında birinci olan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu öğrencisi Noof Abdalla, 2016’da Petrol
Mühendisleri Topluluğu’nun Avrupa’da yapılacak olan yarışmasına Türkiye adına katılma hakkı kazandı.
Dünyada yaklaşık 125 bin üyesi bulunan
SPE (Society of Petroleum Engineers/Petrol
Mühendisleri Topluluğu) tarafından öğrencilere
yönelik düzenlenen Student Paper Contest
makale/sunum yarışmasının lisans kategorisinde
Türkiye birincisi ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu
Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği 4. sınıf
Gökyüzünde Yarışmak
ODTÜ Enformatik Enstitüsü öğretim görevlisi Dr. Banu
Aysolmaz, Aladağlar’da düzenlenen Aladağlar Sky Trail yarışında
kadınlar arasında birinci oldu.
Aladağlar Sky Trail, Türkiye’de düzenlenen ilk “Sky Trail”. Bir
yarışın Sky Trail kategorisinde değerlendirilmesi için 3.000
metreden fazla tırmanış içermesi ve 42 km’nin üstünde olması
gerekiyor. Yarış 45 km uzunluğunda ve 3.000+ m tırmanış
içeriyor.
Banu Aysolmaz yarış tecrübelerini blogunda yazdığı yazı ile de
paylaştı: http://www.kertenkeleler.com/raidlight-aladaglar-skytrail-yukseklerde-kosmak/
14
HABER
öğrencisi Noof Abdalla oldu. Abdalla, makale
yarışmasını, özel araştırma dersi kapsamında
hazırladığı “Rezervuarla İlgili Özelliklerin
Dönüşümlü Polimer – Su Enjeksiyonuna Etkisi”
başlıklı makalesiyle kazandı ve 2016’daki makale
yarışmasında Türkiye’yi temsil etme hakkı elde
etti. SPE tarafından lisans, yüksek lisans ve
doktora öğrencileri için düzenlenen makale/
sunum yarışması, her yıl topluluk tarafından
belirlenen 10 bölgede, petrol mühendisliği
öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştiriliyor.
Yarışmanın Türkiye ayağını kazanan öğrenciler,
sonrasında Avrupa Bölgesi için düzenlenen
yarışmada Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden
gelen öğrencilerle birlikte yarışıyorlar. Bölge
yarışmasını kazananlar da SPE’nin her yıl
sonbahar aylarında binlerce petrol mühendisinin
katıldığı Annual Technical Conference
and Exhibition’da tüm bölge birincileriyle
yarışıyorlar. Yarışma aynı zamanda dünyanın
en ünlü petrol mühendisliği okulları ve petrol
şirketleri tarafından da takip ediliyor.
ODTÜLÜ
dosya
HER ŞEY WATT
İÇİN SEVGİLİM
X Yazı
TEVFIK UYAR
16
Nasıl anlatsam? Nereden başlasam? Kaç kişiydik o zaman?
20.000 kişi kadardık herhalde. 400.000 yıl kadar önceydi.
Homo erectus, ateşi kontrol etmeyi öğrendi ve var olan
her şeyimizi o güne borçluyuz.
HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM
SAYI 57
17
ODTÜLÜ
dosya
18
HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM
H
ava, su, ateş ve toprak. Esasında
dört element teorisi o kadar da kötü
değildir; zira her biri enerjiyi kontrol
etme biçimimizi yansıtır. Hava ve su, eskinin
değirmenlerini, bugünün rüzgâr ve hidro
türbinlerini döndürür. Ateşi saymıyorum
bile. Topraktaki enerjinin kullanımı tarımın
kendisidir ve biyolojik enerji ihtiyacımızı zaten
kendisi sağlar ki giderek yaygınlaşan biyoyakıt
tüketimiyle onun da biyolojik değil ama
mekanik enerji tüketimimizde hatırı sayılır bir
paya sahip olmaya aday olduğunu söyleyebiliriz.
Fizikteki klasik tanımıyla enerji iş yapabilme
kabiliyetinin bir ölçüsüdür. Bunu elektrikler
kesildiğinde derinlemesine hissederiz:
TV’lerin, akıllı telefonların, bilgisayarların
olsa neye yarar, elektrik gelmeyince... Her
birisi kabiliyetsiz birer devre yığınına
dönüşürler. Tüm enerji santralleri bir gecede
yok olsa odunlukta duran balta karşılığında
bir kamyon iPhone vermeye razı olursunuz.
Yani kurduğumuz medeniyetin güvencesi onu
idame ettirmek için gereken enerjiyi her daim
bulabilmektir. Çevremizde gördüğümüz her
şey uygarlık olarak kontrol edebildiğimiz enerji
sayesinde imal edebildiklerimiz. Fabrikalar
suyla çalışmıyor, güneşle aydınlanmıyor,
değirmenin suyu dereden gelmiyor .
Geriye dönüp baktığımızda devrimleri, enerjiyi
kullanma biçimimizin yaptığını görüyoruz.
Tarım devrimi bitkilerin kimyasal enerjiyi
depolama kabiliyetlerini kontrol altına alma
becerimizi ifade eder. Sanayi devrimiyse önce
buhar, sonrasında fosil yakıtları kullanma
becerimizle ilgili, ki o da bir önceki devrime çağ
atlattı: Tarımda makinalaşma ülküsü köylünün
ayağını yerden kesmekle değil, az zamanda çok
iş yapmakla ilgiliydi.
Kurduğumuz
medeniyetin güvencesi
onu idame ettirmek için
gereken enerjiyi her daim
bulabilmektir.
daha fazlasını artık kaldırmıyor. Bilgi
ölçeğimizi ve yaşam sınırlarımızı Güneş
Sistemi ya da galaksi mertebesine çıkarmak
istiyorsak dünyadan dışarı çıkmak zorunda
olduğunu biliyoruz. Bugün Mars’a
yerleşemiyorsak onu berkitecek kadar enerjiyi
temin etmek için daha vaktimiz olmasından;
yoksa oraya da basınçlandırılmış ve
oksijenlendirilmiş bir AVM yapmak teorik
olarak mümkün. Fakat pratikte işin rengi öyle
değil: Daha Dünya’nın yer çekiminden
kurtulurken hatırı sayılır bir miktar enerji -ve
para!- harcıyoruz. Oraya yerleştireceğimiz bir
nüfusun nereden alışveriş yapacağı değil ama
nasıl besleyeceğimiz çetrefilli bir soru. Ve evet,
bu bakış açısıyla baktığımızda, aslında
beslenmenin bir keyifle karın doyurma biçimi
değil, enerji sağlama yolu olduğunu anlıyoruz.
Peki bunu ne zaman yapabileceğiz dersiniz?
Yani bütün Güneş Sistemi’nde cirit
atabileceğimiz gün gelir mi sizce? Kendimizi
merkeze almaktan vazgeçersek; bunu yapan
uzaylı kardeşlerimiz var mıdır acaba?
Henüz tamamlanmayan bilgi devrimini yeni bir
enerjinin kontrolüne bağlayamıyor olsak da
(nükleer enerji bu çağa çok uygun düşse de
emniyet açısından sakıncaları mevcut) bu
devrimi tamamlamak ve bu dönemden sağ
çıkmak için fosil yakıtlarla enerji elde etmeyi
bırakmamız gerektiğini biliyoruz; zira Dünya
SAYI 57
19
ODTÜLÜ
dosya
Daha Dünya’nın
yer çekiminden kurtulurken
hatırı sayılır bir miktar enerji
-ve para!- harcıyoruz. Güneş
sisteminde cirit atabileceğimiz
gün gelir mi sizce?
Spekülatif olduğu kabul edilen fakat enerji
meselesini galaktik düzeyde ölçekleme
esasına dayanan bir kategorizasyon var.
1964 yılında Sovyet astronom Kardashev’in
ortaya attığı bu fikre göre henüz sadece
birinin var olduğundan emin olduğumuz
“uzay uygarlıkları” sarf ettikleri enerji
miktarına göre 3’e ayrılabilirler. Kardashev’in
baş harfiyle şereflendirilen bu ayrım
literatürde K1, K2 ve K3 olarak geçiyor
(Solda, aşağıda). Birer cümleyle özetleyecek
olursak; K1 uygarlıkları gezegenindeki
tüm enerji kaynaklarını kullanabilen
uygarlıklar. K2 uygarlıkları ise, gezegenlerinin
çevresinde döndüğü yıldızın tüm enerjisini
soğurabilenler. K3 uygarlığı bu ikisine göre
epey aşmış görünüyor: Galaksideki tek bir
yıldız enerjisini bile israf etmeyen, ileri
derecede tutumlu, yüksek teknolojik ve
kabiliyetli uygarlıklar. K1’den K3’e sayılar
birer birer artıyor görünse de gelişmişlik
bakımından her biri diğerinin yanında devede
kulak hücresi.
ENERJI SARFIYATI / S
K1
4×1012 watt
K2
4×1026 watt
K3
4×1037 watt
20
1973 yılında Carl Sagan, Kardashev’in
söylediklerinden yola çıkarak nümerik
yöntemlerle bir formül geliştirdi ve bu
formülü kullanarak insanlığın mevcut
Kardashev seviyesini K0,7 olarak hesapladı.
Esasında K1 olmak o kadar da kolay değil.
Einstein’in denklemiyle hesap edecek
olursak K1 olmak demek saniyede 2 kg
maddeyi enerjiye dönüştürebilmek veya 280
kg hidrojeni füzyonla helyum yapabilmek
HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM
demek. Enerji üretmek için anti madde gibi
yeni ve alternatif kaynaklar yaratmadan ya da
bütün yüzeyi veya tüm yörüngeyi inanılmaz
verimli güneş panelleriyle kaplamadan
K1 olamayacağız gibi görünüyor. Başka
spekülasyonlarıyla da meşhur fizikçi Michio
Kaku’ya göre nasılsa demokrasilerde çare
tükenmeyeceğinden 100 ila 200 yıl içerisinde
K1 seviyesine ulaşabileceğiz. Bu kadar
enerji üretmenin yaratacağı atık problemini
herkesin yeteri kadar dikkate almadığını
düşünsem de 100 yıl içerisinde galaktik nüfus
cüzdanlarımıza “uygarlık” hanesi ekletip
altına K1 yazabilmeyi ben de istiyorum.
K1’i halletmiş olduğumuzu -ya da “büyük
sessizliğin” sona erdiğini ve tanıştığımız
akranlardan bazılarının K1’i aşmış olduklarınıvarsayalım. K2 olabilmek için ne lazım?
3 fotoğraf, bir ikametgah ilmuhaberi,
K1 olduğunuzu gösteren nüfus cüzdanı
değil. Bilinen yöntemlerle ilerleyeceksek
Dyson Küresi gibi, kendi yıldızınızın tüm
enerjisini kullanabileceğiniz, onu çepeçevre
sarabileceğiniz bir enerji santralleri sistemi
kurmamız şart. Henüz kullanamadığımız
kaynakları hesaba katacaksak, eğer mümkünse
anti madde ya da karadelik enerjisi gibi enerji
kaynaklarına ihtiyacımız var (Teoride anti
madde ve maddenin birleşmesi açığa enerji
çıkardığı için karşı madde ile enerji temin
etmek veya çok daha çılgınca yollarla bir
karadelikten enerji soğurabilmek mümkün.
Pratikte bunu nasıl yapacağımız soru işareti).
SAYI 57
21
ODTÜLÜ
dosya
K2 olduk da, K3’ü mü düşüneceğiz demeyin...
Bütün yıldızımızın enerjisini kullanabildiğimiz
gün artık Jüpiter’de bile balondan kentler kurup
yaşayabileceğimizi varsayabiliriz.
Ne var ki bir süre sonra satın alacak
arazi kalmaz ve belki de gözümüzü yakın
yıldızlardaki kupon arazilere dikeriz. Zira
nüfus artışına ve yaşam tarzına bağlı olarak
Bütün yıldızımızın
enerjisini
kullanabildiğimiz
gün artık
Jüpiter’de
bile balondan
kentler kurup
yaşayabileceğimizi
varsayabiliriz.
22
HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM
enerji ihtiyacı artarken malzemeye olan ihtiyaç
yerinde saymayacak. Bizim de bir tür virüs
olduğumuzu farz edersek daha yayılacak çok
alan gerekeceği malum. K3 olmak bir gereklilik
haline geldiğinde bunu nasıl yaparız ya da yapan
nasıl yapmıştır? Yanıt arayacağımız sorular
bunlar. Herhalde galaksideki diğer yıldızları
soğurmaya başlayacak kadar ilerlediysek bugün
hiç bilmediğimiz enerji kaynakları kullanmaya
başlamış olacağımız tahmin edilebilir.
Galaksi merkezlerindeki süper kütleli
karadelikler ya da K2’de adını andığımız
antisinden karanlığına tüm gizemli maddeler
belki de ocağımızın tütmesi için gereken
kaynaklar olacaklar.
Buraya kadar her şey güzeldi fakat enerjinin
sefasını sürmeyi düşünürken cefasını
çekmeyi ihtimal dışı bırakıyor olabiliriz.
Bu kadar enerji tüketmenin bir de atık
üretmesi var. Fosil yakıtları hunharca
kullanmanın bize küresel ısınmayı hediye
ettiğini biliyoruz. Bu atıkların denizleri
kirlettiğini, tamamen denizden beslenen
eskimoların artık dünyaya sağlıklı bir
bebek bile getiremediklerini, İzmit’teki
Dilovası’nda anne sütlerinin artık zehirli
olduklarını, bebek dışkılarında ağır metaller
keşfedildiğini de biliyoruz. Yani öyle üç
kuruşa beş köfte olduğunu söylemek mümkün
değil.
Bu yüzden Kardashev’in uygarlık sınıflaması
“İyi de neredeler o zaman hocam?” diye soran
Fermi’nin ortaya koyduğu paradoks ile de
yakından ilişkili. Evrendeki “büyük sessizlik”
gerçeği, kainatta K2 veya K3 seviyesine
çıkmış bir uygarlık varsa, en azından bunların
izlerini daha rahatlıkla tespit edebiliyor
olmamız gerektiği akıl yürütmesiyle ters
düşünüyor. Elbette “Neredeler?” sorusuna
verilecek pek çok yanıt var (Stephen Webb’in
75 yanıtı derlediği “Where Are They” adlı
kitabını öneririm). En popüleri şu: Belki de
uygarlıklar K1’e veya K2’ye erişemeden kendi
atıklarında boğulup ölüyorlar. Ya da öyle
kritik bir noktaya geliyorlar ki, daha fazla
gelişemiyorlar; fazla üremeye kalkan
bakterilerin bir süre sonra kendi atıklarıyla
kendilerini sınırlamaları gibi.
Tüm bunlardan yola çıkarak söyleyebileceğim
şey mühim olanın ne kadar enerji
tükettiğimiz değil, bunu kendimize zarar
vermeden nasıl yapabileceğimiz olduğu.
Mühim olan ne kadar enerji
ürettiğimiz değil, bunu
kendimize zarar vermeden
nasıl yapabileceğimiz.
SAYI 57
23
ODTÜLÜ
dosya
İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI
Oradaydık Şimdi Buradayız...
X Yazı
KAAN ÖZTÜRK
24
Enerji üretiminin geçmişi insandan eski. Ecdadımızın
en az 400.000 yıl önce ateş yaktığı biliniyor ancak ateşi
ısınma dışında bir amaçla kullandığına dair bir delil yok.
Yemek pişirmeyi, kap kacak yapmayı, metal işlemeyi akıl
etmek, haşarı torunları biz Homo Sapiens’in becerisi.
İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ...
bunları inek ve koyunlara yedirebilir, sonra da
onların eti ve sütünden enerji elde edebilirdi.
“İş yapma” amaçlı enerji üretimi ise ne
buğdaydan ne de (eskiden) ateşten gelebilirdi.
Bu amaçlar için, besindeki kimyasal enerjiyi
kinetik ve potansiyel enerjiye dönüştüren
biyolojik “transducer”lar kullanıldı: İşçiler,
yük hayvanları, köleler. Kaldıraç, çark, makara,
palanga, arşimet burgusu gibi basit makineler
kas gücünün verimini artırdı.
Yunan-Roma çağında su ve rüzgar enerjisini
kullanan değirmenler ortaya çıktı. Bunlar
sadece tahıl öğütmüyor, ana aksa bağlı bazı
mekanizmalar sayesinde farkli işler de
yapabiliyordu. Sözgelişi bir kam miline bağlı
testerelerle kereste kesebiliyor, aksa dik
çıkıntılarla çekiçleri kaldırıp maden
cevherlerini ufalayabiliyor veya ergitme
fırınlarını körükleyebiliyorlardı. Ortaçağ’da
kuzey Avrupa’nın gürül gürül sularına ilişmiş
değirmenler verimli birer imalathane gibiydiler.
Ancak, 18. yüzyıla gelindiğinde kas ve su gücü
yetersiz kalmış, yeni enerji teknolojilerine
duyulan ihtiyaç artmıştı. Pratik amaçlı ilk
buhar makinesini, madenlerde biriken suları
boşaltma amacıyla 1712’de Thomas Newcomen
icat etti. 1769’da James Watt’ın icatlarıyla buhar
makinesinin verimliliği iki katına çıktı.
E
nerjiye üç amaçla ihtiyaç duyuyoruz:
Vücudumuzdaki kimyasal süreçleri
devam ettirmek için, ısınmak için ve
fiziksel anlamda “iş yapmak” yani binalar
dikmek, kanallar açmak, metal filizlerini
ergitmek gibi işler için. Bu üç amaç da tarih boyu
birbirini destekledi.
Tarımın başlaması birinci amaca yönelik
enerji sağladı. Çiftçiler, avcı-toplayıcılara göre
daha fazla gıda üretebildiler ve bunları kış için
depolayabildiler. Gıda arttıkça nüfus arttı, nüfus
arttıkça gıda üretimi arttı.
Saman ve kabuk gibi selülozik yan ürünlerdeki
enerjiyi insan doğrudan sindiremiyordu. Ama
Buhar makinesi istenen yere kurulabilirdi,
değirmenler gibi belli bir noktaya çakılı
kalması gerekmiyordu. Buharlı imalathaneler
yaygınlaştı ve çevrelerinde kalabalık
yerleşimler oluştu. Şehirleşme hızlandı,
altyapılar kuvvetlendi, üretim ve ticaret hacmi
arttı. Buharlı lokomotif ve gemiler ulaşımı
hızlandırdı. Tüccarların ve malların yanı sıra,
askerler ve ağır silahlar da dünyanın en ücra
köşelerine hızla ulaşabilir oldular. Enerji onu
kullanabilene güç getiriyordu, hem fiziksel, hem
ekonomik, hem de siyasi anlamda.
Genç Fransız mühendis Sadi Carnot, 1824’te,
termodinamik bilimini kuran çalışmasında
buhar makinelerini “ısı makinesi” adıyla
SAYI 57
25
ODTÜLÜ
dosya
soyutlaştırarak genelleştirdi ve sıcaklık
farklarından yararlanarak enerji üreten
makinelerin ideal şartlar altında bile tam verimle
çalışamayacağını gösterdi. Bu sonuç, sonraki
fizikçilerin entropi kavramını, termodinamiğin
ikinci yasasını ve devridaim makinelerinin
imkansızlığını keşfetmelerini sağlayacaktı.
1840’lı yıllarda İngiliz fizikçi James Joule, su
dolu ve tamamen kapalı bir kazanın içine bir
termometre ve bir aksa dik olarak bağlanmış
metal kanatlardan oluşan bir turnike yerleştirdi.
Turnikenin dönerek karıştırdığı suyun
hafifçe ısındığını, turnikeyi düşen bir ağırlığa
bağladığında sudaki sıcaklık artışının ağırlığın
yaptığı “iş”e orantılı olduğunu gözledi.
I. Dünya
Savaşı sırasında
Lincoln Motor
Fabrikası’nda
çalışan kadınlar,
Detroit, Michigan.
26
19. yüzyılın başlarında fizikte “kinetik” ve
“potansiyel” enerji kavramları yerleşmişti,
ama başka enerji biçimleri bu resme henüz
dahil değildi. Joule’un ve çağdaşlarının dikkatli
gözlemleri, mekanik “iş” ile ısı arasındaki temel
bağlantıyı ortaya çıkardı. Yüzyılın sonuna doğru
İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ...
Maxwell ve Boltzmann, 20. yüzyılın başında
ise Einstein sayesinde “sıcaklık”ın aslında
atomların ortalama kinetik enerjisi olduğunu
anladık ve böylece çember tamamlandı.
Eski çağlardan beri ham halde kullanılan
petrolün rafine edilmesiyle elde edilen kerosen,
19. yüzyılda ısınma ve aydınlatma için yaygın
şekilde kullanılır oldu. Artan talep yüzyılın
ortasından itibaren dünyanın her yerinde
petrol kuyuları açılmasına sebep oldu. Gelişen
petrokimya teknolojisi yeni ürünler icat ettikçe
petrole talep daha da arttı.
Yoğun enerji içeren akaryakıtlarla beraber,
bunları kapalı pistonlarda damlacıklar halinde
kontrollü şekilde yakan içten yanmalı motorlar
icat edildi. Bu motorlar buhar makinelerine göre
çok daha verimli, güçlü ve küçük olabiliyorlardı.
Bu icat kısa zamanda otomobiller, otobüsler,
uçaklar, motosikletler, elde taşınabilen
jeneratörler gibi değişik biçimler alarak
uygarlığımızı kökünden değiştirdi.
Aynı dönemde elektrik sanayii gelişti. Elektrik,
güç aktarımı için neredeyse ideal bir enerji
biçimiydi. Herhangi bir enerji kaynağının
döndürdüğü jeneratörlerle üretilebilir, uzağa
aktarılabilir, çok farklı cihazları çalıştırmakta
kullanılabilirdi. Başta, saniyede 50-60 kere
dalgalanan alternatif akımın mı yoksa sabit
doğru akımın mı kabul edilmesi gerektiği
konusunda kısa bir kararsızlık dönemi (ve
Westinghouse ile Edison arasında vahşi bir ticari
çekişme) yaşansa da, alternatif akımın uzun
mesafede aktarılmaya daha uygun olduğu, daha
az kayıp verdiği ve daha fazla güç taşıyabildiği
görüldü.
20. yüzyılın ortasında, nükleer enerji reaktörleri
geliştirildi. Bu yeni enerji kaynağı 1950-1970
döneminde “sayaç takmaya bile değmeyecek
kadar ucuz” olmayı vaadediyordu, fakat bu vaadi
yerine getirememesi bir yana, gerek radyoaktif
atıkları saklama probleminin çözülememesi,
gerekse de Three Mile Island, Çernobil ve
Fukuşima gibi kazaların yarattığı dehşet
sebebiyle gitgide gözden düştü.
Nükleer enerjinin başka bir biçimi olan füzyon ise
altmış yıllık bir serap olarak duruyor önümüzde.
Mükemmel bir enerji kaynağı: Hammaddesi bol,
radyoaktif atığı yok, tehlikesiz. Ancak, füzyon
reaksiyonunu başlatmak için sıcak hidrojen
plazmasını manyetik alanda hapsedebilmek
gerekiyor ve bu hâlâ büyük ölçekte başarılamadı.
Füzyon reaktörleri yakın gelecekte ticari hale
gelebilecek gibi görünmüyor.
Geçtiğimiz yüzyılda jeotermal, rüzgâr, dalga, gelgit
ve güneş ışığı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını
kullanan teknolojiler de geliştirildi, ama bunlar
şimdilik büyük şehirlerin ihtiyacını istikrarlı
derecede karşılayacak kadar enerji üretemiyorlar.
Önümüzde
açık bir gerçek
var: Enerji
kaynaklarımız
sınırsız bile
olsa, fazla enerji
kullanmanın
getirdiği kirlenme,
atıklar ve kaynak
israfı hepimizi
tehdit etmekte.
Tek kalıcı çözüm
tüketimi azaltmak,
araçlarımızı ve
cihazlarımızı daha
tutumlu hale
getirmek.
Enerji ihtiyacımız artarak devam ediyor.
Geleceğin ne getireceğini tahmin etmek zor,
ama önümüzde açık bir gerçek var: Enerji
kaynaklarımız sınırsız bile olsa, fazla enerji
kullanmanın getirdiği kirlenme, atıklar ve kaynak
israfı hepimizi tehdit etmekte. Tek kalıcı çözüm
tüketimi azaltmak, araçlarımızı ve cihazlarımızı
daha tutumlu hale getirmek.
SAYI 57
27
ODTÜLÜ
dosya
ENERJI GÜVENLIĞI VE SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUM:
Küresel Mücadele ve
İşbirliğinde Türkiye
X Yazı
ALPARSLAN BAYRAKTAR
Kurul Üyesi, Enerji
Piyasası Düzenleme
Kurumu (EPDK)
Başkan, Uluslararası
Enerji Düzenleyicileri
Konfederasyonu (ICER)
& Enerji Düzenleyicileri
Bölgesel Birliği (ERRA)
28
Sürdürülebilir toplumlar için doğru enerji politikalarının ulus-ötesi
işbirliği ile ilişkisi ve enerji güvenliğinin realist, “ekonomik milliyetçilik”
paradigmasının ötesinde kurumsal ve teknolojik inovasyonlara
dayalı olduğu ve karşı karşıya olunan problemlerin işbirliği
olmaksızın çözülemeyecektir.
KÜRESEL MÜCADELE VE İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE
E
nerji güvenliği ve iklim değişikliği
günümüz dünyasında enerji
politikalarının temel belirleyicisi
olan iki konudur. “Enerji güvenliği” kavramı
geleneksel olarak “arz güvenliği” ifadesi
ile karşılanagelmiş olsa da ortaya çıktığı
on dokuzuncu yüzyıldan itibaren zaman
içinde evrilmiştir. 1970’lerde yaşanan
enerji krizleri, özellikle 1980’lerden
itibaren yoğunlaşan serbestleşme ve
neoliberal ekonomik yapılanma, ‘talep
güvenliği’, ‘transit güvenliği’ ve ‘enerji
yoksulluğu’ faktörlerini de kavrama dahil
etmiştir.1 Sanayileşme, enerji ihtiyacını
artırmış, dünya savaşları ve enerji krizleri,
enerji arz güvenliğini en önemli unsur
haline getirmiştir. Bu dönemi, özellikle
net ithalatçı konumdaki ülkelerce enerji
ithalatına bağımlılığın azaltılması, Orta
Doğu’dan yapılan ithalatın sona erdirilmesi,
petrol tüketiminin azaltılması ve nükleer
yayılmanın kontrolü gibi politikalar takip
etmiştir.2
Bunun yanı sıra Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Paneli tarafından 2007 yılında
yayımlanan Dördüncü Değerlendirme
Raporu sonrası karbon salımlarının en
büyük kaynağı olan enerji sektöründe, iklim
değişikliği ile mücadele ajandada üst sıralara
tırmanmıştır. Bugün, “sürdürülebilirlik”
amacının ulus-ötesi çabalar olmaksızın
başarılamayacağı düşüncesi artık temel
politikaları da bu doğrultuda şekillendirmeye
başlamıştır. Bu yazıda, enerji güvenliğinin
literatürde kabul gören dört boyutu olan
(1) erişim, (2) makul fiyat, (3) verimlilik
ve (4) çevrenin korunması3 dikkate
alınacaktır. Bununla beraber, sürdürülebilir
toplumlar için doğru enerji politikalarının
ulus-ötesi işbirliği ile ilişkisi ve enerji
güvenliğinin realist, “ekonomik milliyetçilik”
paradigmasının ötesinde kurumsal ve
teknolojik inovasyonlara dayalı olduğu ve
karşı karşıya olunan problemlerin işbirliği
olmaksızın çözülemeyeceği ortaya konmaya
çalışılacaktır.
Avrupa Birliği’nde (AB) yıllardır süren
çabaların sonucu olarak ortaya çıkan “Enerji
Birliği” paketini incelediğimizde, enerji
güvenliğinin şu unsurları kapsadığını
görüyoruz: arz güvenliği, etkin piyasa,
tüketicilerin güçlendirilmesi, enerji
verimliliği, emisyonların azaltılması ve
araştırma-geliştirme (Ar-Ge/inovasyon).4
AB’nin parçalanmış ve etkin olmayan enerji
piyasalarından Enerji Birliği’ne geçişi, 2020 ve
2030 hedefleri ve son dönemde Komisyon’un
hakim durumdaki tedarikçi Gazprom’a dair
yürüttüğü soruşturma, neoliberal “piyasalar
ve kurumlar” paradigmasının realist “bölgeler
ve imparatorluklar” paradigmasını yerinden
ettiğinin en somut örneklerinden biri
olarak gösterilebilir. Her ne kadar petrol ve
doğal gazın ekonomik mallar olduğu, enerji
politikalarının piyasa kurallarından ayrı
düşünülemeyeceği gibi varsayımlar Ukrayna
krizlerinden sonra yeniden sorgulansa da
satıcının hakim olduğu yapılanmanın yerini
alıcının hakim olduğu piyasa yapılanmasına
bırakması ile varsayımların geçerliliği
yeniden ortaya konmuştur.5 Bununla birlikte,
özellikle doğal gazda hâlâ bölgesel piyasaların
varlığı, küreselleşmenin eşitsizliği, enerji
SAYI 57
1 Daria Nochevnik, (2015)
“Redefining Energy Security for
Europe and Beyond”, European
Energy Review, giriş tarihi:
12.05.2015.
2 Benjamin Sovacool ve Marilyn
A. Brown (2009), “Competing
Dimensions of Energy Security: An
International Perspective”, Georgia
Institute of Technology, Working
Paper, s. 7
3 A.g.k.
4 Energy Union Package: A
Framework Strategy for a
Resilient Energy Union with a
Forward-Looking Climate Change
Policy” COM (2015) 80, http://
eur-lex.europa.eu/resource.
html?uri=cellar:1bd46c90-bdd411e4-bbe1-01aa75ed71a1.0001.03/
DOC_1&format=PDF; “Transforming
Europe’s Energy System:
Commission’s Energy Summer
Package Leads the Way”, http://
europa.eu/rapid/press-release_IP15-5358_en.htm
5 “Europe 2020 Targets” http://
ec.europa.eu/europe2020/europe2020-in-a-nutshell/targets/index_
en.htm; “2030 Energy Strategy”
http://ec.europa.eu/energy/en/
topics/energy-strategy/2030energy-strategy; Aad Correljé ve
Coby van der Linde (2006), “Energy
Supply Security and Geopolitics:
A European Perspective”, Energy
Policy, 34; Frank Umbach (2010),
“Global Energy Security and the
Implications for the EU”, Energy
Policy, 38.
29
ODTÜLÜ
dosya
kalkınma amaçları devlet-piyasa,
özel sektör-kamu sektörü, devlet-toplum
gibi ayrımları ortadan kaldırarak devlet,
piyasa, toplum ve akademi işbirliğini
ön plana çıkardıysa, enerji güvenliği ve
sürdürülebilirlik ulusal-bölgesel-küresel
ayrımını ortadan kaldırıp yoğun işbirliği
ağlarını hayata geçirecektir. Büyümenin
doğuya kaymasıyla Joseph Nye ve Robert
Keohane’in tabiriyle “karmaşık birbirine
bağımlılık” halinin daha da karmaşıklaşması
bu tür ağları ve gelişmekte olan ekonomilerin
bu ağlara katılımını daha da önemli hale
getirmektedir.
Sürdürülebilir
politikalarda
liderlik son derece
önemli.
6 R. Leal Arcas and
J. Schmitz (2014),
“Unconventional
Energy Sources and
EU Energy Security: A
Legal, Economic and
Political Analysis” Oil,
Gas and Energy Law
Intelligence, 12(4),
s. 3-4.
7 Bu artış özellikle
gelişmekte olan
ve hızla gelişen
ekonomilerden
beklenmektedir.
“BP Energy Outlook
2015”, Şubat 2015,
http://www.bp.com/
content/dam/bp/pdf/
Energy-economics/
energy-outlook-2015/
Energy_
Outlook_2035_
booklet.pdf
8 Correljé ve van der
Linde, s. 539-40.
30
yoksulluğu, iyi yönetişim ve etkin finansal
altyapı ihtiyacı gibi unsurlar yeni yapılanmaya
uyumda çözülmesi gereken önemli sorunlar
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda,
hükümetlerin, uluslararası/küresel,
bölgesel kurumlarla işbirliği ve ulus-ötesi
platformlardaki aktif varlığı öğrenme ve
tecrübe maksimizasyonu, daha da önemlisi
sürdürülebilir politikalarda liderlik son derece
önemlidir.
AB tecrübesinin de gösterdiği gibi enerji
alanında artık “iç” ve “dış” diye bir ayrım
söz konusu olmamaktadır. Ticaret,
kalkınma, çevre, yatırım ve sanayi
açılarından hangisinden bakılırsa bakılsın,
düzenlemelerin ve politikaların mutlaka
ulus-ötesi ele alınması, hukuki ve politik
öngörülebilirliğin sağlanması ve korunması
enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik için
olmazsa olmazdır.6 Nasıl teknolojik ve
kurumsal inovasyon sayesinde geleneksel
yöntemlerle elde edilen petrol ve gaz
kaynakları, yerini özellikle Kuzey Amerika’da
geleneksel olmayan yöntemlerle çıkarılan
kaya gazı ve kaya petrolüne bırakıyorsa,
geleneksel enerji politikaları da yerini
mutlaka yenilikçi ve daha akılcı politikalara
bırakmaktadır. Yine nasıl büyüme ve
Türkiye, net enerji ithalatçısı olarak
serbestleşme sürecini tamamlamak üzeredir.
Bununla birlikte, ideal yapılanmaya
kavuşulması için önümüzde pek çok adımın
da bulunduğu, bunlardan en önemlisinin
ise dışa bağımlılığı bir güvenlik problemi
olmaktan çıkaracak ticaret merkezi
konumuna ulaşma olduğu savunulabilir.
2013 ile 2035 yılları arasında enerji talebinin
%37 oranında artması7 beklenmekte olup bu
talebin karşılanması arz-değer zincirinin
tamamında yüksek miktarda yatırım
ihtiyacı anlamına gelmektedir. Ülkemiz
arz-talep merkezleri arasında doğal bir
geçiş ülkesi konumunda olup gerekli
fiziksel altyapının kurulması ama ondan da
önemlisi kurumsal ve yapısal reformlarla,
yenilikçi politikaların geliştirilmesi
halinde bölgenin ticaret merkezi olmaya en
uygun adaydır. Enerji güvenliğini sağlama
araçları olarak sayılabilecek “önleme,
caydırma, çevreleme ve kriz yönetimi”8
açısından bakıldığında öncelikle, Türkiye,
Uluslararası Enerji Forumu, Uluslararası
Enerji Ajansı, Dünya Ticaret Örgütü gibi
küresel enerji yönetişiminin bir parçası
olup sağlıklı yatırım ortamının sağlanması,
krizlerin ortaya çıkmadan önlenmesi için
stratejilerin belirlenmesi gibi süreçlerin
aktif katılımcısıdır. Bunların yanında
özellikle ihracatçı ülkelerle güçlü ikili
ilişkileri de birlikte hareket problemini
KÜRESEL MÜCADELE VE İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE
Teknolojik ve
kurumsal inovasyon
başarının anahtarı.
ortadan kaldırabilecek bir aktör olduğuna
işaret etmektedir. Bu tür bir rol, maliyetli
tek taraflı politikaların da en baştan
caydırılmasını kolaylaştıracaktır. Talep
tarafının bilinçlendirilmesi, akıllı yatırımlarla
dağıtık üretim, enerji tasarrufu ve talep
katılımı, dinamik fiyatlama, stratejik stoklar
da ülkemizde hayata geçirilen ve olgunlaşması
halinde ülkemizi gerçek anlamda bir cazibe
merkezi haline getirip, doğal geçiş ülkesi
imajından pratik ticaret merkezi konumuna
taşıyacak unsurlardandır.
Günümüzde sürdürülebilirlik temelinde
şekillenen dinamik ve akılcı enerji
politikalarında on sekizinci yüzyıldan beri
değişmeyen tek gerçek, teknolojik ve kurumsal
inovasyonun başarının anahtarı olduğudur.
Aktörler, endişeler, ifadeler, kavramlar
değişse de başarılı enerji politikalarının
bu iki alanda inovasyonu başaranlarca
uygulanabildiğini görüyoruz. Bunun en
somut kanıtları olarak; 1973 Petrol Krizi’nin
serbestleşme, yeni teknolojiler ve küresel enerji
rejimini kurması, AB’nin, egemenliğin en kritik
olduğu sektör olan enerjide birlik oluşturması
ve iklim değişikliği gibi çok boyutlu ve küresel
bir sorunun emisyon ticareti ve temiz kalkınma
mekanizmaları gibi araçlarla çözülebileceğinin
ortaya konması ve ABD’de yaşanan kaya gazı
teknolojisi devrimi sayılabilir. Ülkemizin
jeopolitik konumu, bölgesel ve küresel
diplomatik başarıları ve güçlü ikili ilişkileri her
ne kadar önemli avantaj ve kazanımlarsa da,
bu yeni paradigmada ticaret merkezi olmaya
yeterli değildir. Ancak kurumsal ve teknolojik
inovasyon sayesinde enerji güvenliği sorunuyla
küresel boyutta verilen mücadeleye katkı ve
sürdürülebilir toplum yolunda liderlik hedefleri
yakalanabilecektir.
SAYI 57
31
ODTÜLÜ
dosya
Doğu Akdeniz’de Enerji
Oyunu ve Kıbrıs Sorunu
X Yazı
DR. HAYRIYE KAHVECI
Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler,
ODTÜ KKK
2000’li yılların başından itibaren İsrail ve Güney Kıbrıs’ın başlatmış
olduğu hidrokarbon arama çalışmalarıyla Doğu Akdeniz’deki
jeopolitik dengeler açısından yeni bir döneme girildi.
yaklaşık olarak 4.5 trilyon ayak küp doğal gaza
sahip olduğu açıklanmıştır.2
Küresel enerji piyasaları açısından bakıldığında
bölgedeki hidrokarbon potansiyeli bir oyun
değiştirici olarak değerlendirilemese de
(yaklaşık 38 Tcf) bölge ve söz konusu ülkeler
açısından büyük bir önem taşımaktadır. Örneğin Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyılarında
yapılan keşiflerin toplamı 239 trilyon ayak küp
civarındadır. 3
Doğu Akdeniz’de bir hidrokarbon ihracatı
rejiminin ortaya çıkmaya başladığı bu dönemde
bu süreci yönetecek olan dinamiğin İsrail’in
yapmış olduğu keşifler olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda bölgedeki yeni jeopolitik dengeler
bölgenin özel koşulları elverdiğince İsrail doğal
gazının hangi yollardan ihraç edileceğine bağlı
olarak yeniden yapılanacaktır.
T
arihsel olarak bakıldığında, Doğu
Akdeniz bölgesi dünyanın hidrokarbon
enerjisi açısından zengin olan
bölgelerine yakın olmasına rağmen 1999
yılından itibaren İsrail tarafından denizde
yapılan doğal gaz keşiflerine kadar dikkate
alınır bir potansiyelden söz etmek mümkün
değildir. Bu duruma tek istisna Suriye’deki
petrol üretimidir. İsrail açıklarında 1999-2013
yılları arasında yaklaşık olarak 35 trilyon ayak
küp doğal gaz keşfi yapılmıştır.1 Bunun yanında
Kıbrıs açıklarındaki Afrodit sahasının da
32
Son birkaç yıldır konuya ilişkin gündeme gelen
tartışmalara baktığımızda bölge potansiyelinin
dünya piyasalarına ulaştırılabilmesi için dört
ana ihracat mekanizmasının tartışıldığını
gözlemlemekteyiz. Bunlardan birincisi
bölgedeki sahaların birbirinden bağımsız olarak
geliştirilmesine olanak sağlayabilecek deniz
yüzeyindeki üretim, depolama ve yükleme
(FPSO- Floating, Storage and Offloading)
sistemidir. Gerek maliyet yüksekliği gerekse
bölge açısından bütünlüklü bir ihracat rejiminin
geliştirilebilmesi açısından kapsamlı bir çözüm
sunamaması nedeni ile bu seçenek henüz ciddi
bir proje haline gelememiştir.
DOĞU AKDENIZ’DE ENERJI OYUNU VE KIBRIS SORUNU
Tartışılan bir diğer seçenek ise gerek karada
(LNG Terminal-Liquidified Natural Gas
Terminal) gerekse denizde (FLNG- Floating
Liquidified Natural Gas Terminal) oluşturulacak
sıvılaştırma terminalleridir. Söz konusu
sıvılaştırma terminallerinin maliyetlerinin
yüksek olması, karada (özellikle İsrail’de)
oluşturulacak bir terminalin maruz kalacağı
güvenlik tehditleri gibi konular nedeni ile ciddi
engeller taşımaktadır.
Yukarıda bahsi geçen seçeneklere ek olarak
bir de Sıkıştırılmış Doğal Gaz (Compressed
Natural Gas) sistemi tartışılmaktadır. Henüz
deneme aşamasında olan bu sistem ile doğal
gazın denizde yüzen araçlarda sıkıştırılarak
sanal bir boru hattı gibi belirli bir güzergâhta
bir noktadan diğer bir noktaya taşınması
hedeflenmektedir. Uluslararası piyasalarda
petrol ve doğal gaz fiyatlarının son dönemde
ciddi bir düşüş yaşaması, bölgedeki doğal gaz
miktarının uluslararası rekabet edebilirliğinin
düşük olması gibi nedenler bahsi geçen
maliyeti yüksek projeler önünde büyük engeller
oluşturmaktadır.
Son yıllarda en çok tartışılan ve bölge açısından
bütünlüklü ve uzun vadeli ihracat rejimi
geliştirilebilmesine olanak sağlayacak ihracat
mekanizmaları ise bölgedeki çeşitli aktörler
tarafından gündeme getirilen boru hattı
senaryolarıdır. Bu bağlamda üç ana senaryodan
bahsetmek mümkündür: İsrail-KıbrısYunanistan Boru Hattı, İsrail-Bölge Ülkeleri
(Mısır, Filistin, Ürdün) Boru Hattı ve
İsrail-Türkiye Boru Hattı. Bu hatlardan birincisi
gerek mesafe, gerek söz konusu güzergâhın
jeolojik yapısı, gerekse yüksek maliyet
açısından ekonomik olarak fizibilitesi düşük bir
proje olarak değerlendirilse de hem Yunanistan
hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından
siyasi nedenlerle desteklenmektedir.
İsrail-Bölge Ülkeleri Boru Hattı ise söz konusu
ülkelerin siyasi sorunları ve birbirleri ile sahip
oldukları sorunlu komşuluk ilişkileri nedeniyle
hayata geçirilmesi zor projeler olarak gündeme
gelmektedirler.
Üzerinde en çok durulan hem fizibilite hem de
bölge için uzun vadeli bir ihracat yolu oluşturmada
en yapılabilir görünen proje ise İsrail-Türkiye
Doğal Gaz Boru Hattı projesidir. Söz konusu proje
bir yandan AB’nin üzerinde hassasiyetle durduğu
enerji erişim güvenliği meseleleri ile uyumlu, bir
yandan da özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde
Türkiye’nin benimsemiş olduğu enerji geçiş
kavşağı (hub) olma stratejisi ile uyumludur. Ne
var ki söz konusu proje iki önemli siyasi nedenden
ötürü geliştirilememektedir.
Doğu Akdeniz hidrokarbon
keşifleri uluslararası kamuoyunun
uzun zamandır azalmış olan
ilgisini Kıbrıs sorununa çekiyor.
Bunlardan birincisi Türkiye ve İsrail
ilişkilerinin özellikle Mayıs 2009 Mavi Marmara
olayından sonra gergin bir seyir izlemesi, bir
diğeri ise söz konusu boru hattının Kıbrıs
güzergâhından (kara ve ya deniz kıyıları)
geçecek olmasıdır. Kıbrıs Sorunu devam
ederken böylesi bir projenin hayata geçmesi
mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda
çok zor görünmektedir.
Kıbrıs’ta yeniden başlayan müzakere sürecine
ilişkin olarak çeşitli çevrelerce gündeme
getirilen doğal gazın olumlu etkisi gereğinden
fazla vurgulanmaktadır. Gelinen aşamada, Doğu
Akdeniz hidrokarbon keşiflerinin uluslararası
kamuoyunun uzun zamandır azalmış olan
ilgisini Kıbrıs sorununa çekmekte etkili olduğu
bir gerçektir. Ancak geçtiğimiz bir yıla bakıldığı
zaman doğal gaz konusu müzakere sürecinde
çözüme yönelik itici bir rol oynamaktan ziyade
sürecin gerilmesine hatta neredeyse kopma
noktasına getirilmesine neden olan bir unsur
haline gelmiştir. Bu da, Doğu Akdeniz doğal
gazına ihracat yolları geliştirme çabalarının tek
başına Ada’da çözüme ulaşılabilmesi için yeterli
olamayacağını göstermektedir.
SAYI 57
1 EIA, “Overview of Oil and
Natural Gas in the Easten
Mediterranean”, 15 August
2013, http://www.eia.gov/beta/
international/regions-topics.
cfm?RegionTopicID=EM
2 Karen Ayat,
“Commercialization of
Aphrodite Underway”, Natural
Gas Europe, 27 April 2015,
http://www.naturalgaseurope.
com/commercialization-ofaphrodite-underway-23344
3 EIA.
33
ODTÜLÜ
dosya
Gezegenin
Geleceği için
Biyoenerji
Yenilenebilir kaynaklardan biyoenerji
üretiminin küresel ölçekteki önemi
önümüzdeki dönemde hızla artmaya
devam edecektir.
X Yazı
PROF. DR. GÖKSEL DEMIRER
ODTÜ Çevre Mühendisliği
ENVE
34
‘89
GEZEGENIN GELECEĞI IÇIN BIYOENERJI
U
luslararası Enerji Ajansı’na (UEA) göre
dünyanın daha güvenilir ve sürdürülebilir
bir enerji politikasına sahip olması
için yenilenebilir enerji kaynaklarının
daha etkin bir rol oynaması gerekmektedir.
UEA’nın tahminlerine göre yenilenebilir enerji
kaynaklarından elde edilen elektrik miktarı
2008-2035 yılları arasında üç katına çıkacaktır.
Biyoenerji üretiminin de aynı dönemde dört kat
artacağı öngörülmektedir (IEA, 2010). Diğer bir
deyişle, yenilenebilir kaynaklardan biyoenerji
üretiminin küresel ölçekteki önemi önümüzdeki
dönemde hızla artmaya devam edecektir.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi iklim
değişikliği ile mücadeledir. Atmosferdeki yüksek
CO2 düzeyleri sonucu ortaya çıkan küresel ısınma
sorununa yönelik hızla artan duyarlılık nedeniyle
1997 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Kyoto Protokolü
uygulamaya koyulmuş ve 170’i aşkın ülke
tarafından imzalanmıştır (Gutierrez vd., 2008).
Türkiye dahil olmak üzere, bu ülkelerden pek çoğu
Kyoto Protokolü çerçevesinde yükümlülüklerini
karşılayamama ve bunun sonucunda da ağır
yaptırımlara maruz kalma riski taşımaktadır. Bu
yönde atılabilecek en önemli adımlar arasında
yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ve CO2’in
düşük maliyetli ve etkin yöntemlerle mitigasyonu1
bulunmaktadır.
Halihazırda küresel yenilenebilir enerji
üretiminde en büyük paya sahip biyoenerji
çeşitli biyokütle kaynaklarından (mısır, şeker
kamışı, palmiye yağı, soya, kolza tohumu, vd.)
ve atıklardan (tarımsal ve hayvansal atık ve
artıklar) üretilebilir. Bitki bazlı biyokütleden ısı,
yakıt ya da elektrik formunda biyoenerji üretimi
sürecinde ortaya çıkan CO2 fotosentez yoluyla
tekrar biyokütle üretiminde kullanılacağı için,
bu süreç sürdürülebilir bir döngüye karşılık gelir
(Souza vd., 2015).
Biyoenerjinin ısı, elektrik ve yakıt üretiminde
kullanımına yönelik, var olanın ötesinde, çok
önemli bir potansiyeli de söz konusudur. Doğru
olarak yönetildiğinde bu potansiyelin:
Biyoenerjinin, var olanın çok
ötesinde bir potansiyeli var.
• Küresel birincil enerji arzına daha büyük
ölçüde katkıda bulunması,
• Sera gazı emisyon azaltımı başta olmak üzere
çok önemli çevresel katkılar sağlaması,
• İthal fosil yakıtların yerel biyokütle
kaynaklarıyla ikamesi ile enerji güvenliği ve
ticareti dengelerini geliştirmesi,
• Kırsalda ekonomik ve toplumsal kalkınma
olanakları yaratması,
• Atık ve artıkların biyoenerji üretiminde
kullanımı ile azaltımlarının ve dolayısıyla
kaynakların daha verimli kullanılmaları
konularında önemli katkılarının olması
öngörülmektedir (IEA, 2009).
Pek çok sektörde biyoenerji kullanımı söz
konusudur. 2010 yılı itibarıyla, 56 Eksajul’e
(1EJ = 1018 J = 22.7 milyon ton eşdeğer petrol)
ulaşan biyokütle kullanımının %62’si konutlar ile
ticari binalarda, %15’i sanayide, %9’u ulaşımda,
%8’i ise bölgesel ısıtmada gerçekleşmiştir (IREA,
2014).
Atıklardan biyoenerji üretimi, biyokütlenin
eldesi için arazi kullanımı gerektirmemesi, bu
atıkların çevreye vereceği zararların önlenmesi
ya da azaltılması, hem enerji üretim hem de
atık yönetim maliyetlerinin düşürülmesi, halk
sağlığının iyileştirilmesi vd. nedenlerle hem
çevresel hem de ekonomik avantajları olan bir
uygulamadır. Araştırma grubumuzun başlıca
çalışma alanları arasında yer alan, atıklardan
biyoenerji eldesi konusunda 1997’den bu yana
yaptığımız çalışmalar arasında endüstriyel
atıksular (zeytinyağı, şeker, peynir, alkollü
içecek vd.), katı atıklar ve artıklar (evsel katı
atıkların organik bölümü, hayvansal gübre,
pamuk işleme atıkları, tarımsal artıklar, sera
atık ve artıkları vd.), alg biyokütlesi (yosun)
ile arıtma çamurlarından biyogaz eldesi şeker
endüstrisi atıkları ve alg biyokütlesinden
biyohidrojen eldesi vd. yer almaktadır.
SAYI 57
Kaynaklar
Gutierrez R., Gutierrez-Sanchez
R., Nafidi A., 2008. Trend analysis
using nonhomogeneous
stochastic diffusion processes.
Emission of CO2; Kyoto protocol
in Spain. Stoch. Environ. Res. Risk
Assess., 22, 57–66.
International Energy Agency,
2009. Bioenergy – a Sustainable
and Reliable Energy Source, IEA
BIOENERGY: ExCo: 2009:06.
International Energy Agency, 2010.
World Energy Outlook 2010, OECD/
IEA, Paris, Fransa.
International Renewable Energy
Agency, 2014. Global Bioenergy,
Supply and Demand Projections, A
working paper for REmap 2030.
Souza G. M. vd., 2015. Bioenergy
& Sustainability. Policy Brief. June
2015, SCOPE, Paris.
1 Tepki azaltım
35
ODTÜLÜ
dosya
X Yazı
YRD. DOÇ. DR. EMRE ARTUN
ODTÜ KKK Petrol ve
Doğal Gaz Mühendisliği
PETE
‘03
Ne Onlarla, Ne Onlarsız:
Fosil Yakıtlar
18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle özellikle kömür kullanımıyla başlayarak, 19. ve
20. yüzyıllarda dünyada ortaya çıkan teknolojik gelişmeler ve nüfus artışıyla birlikte,
kömürün yanında petrol ve doğal gazdan elde edilen enerjiye olan ihtiyaç giderek
arttı. Bu ihtiyaç içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da artarak devam ediyor.
36
NE ONLARLA, NE ONLARSIZ: FOSIL YAKITLAR
C
anlı organizmaların
oksijensiz ortamda
öldükten sonra
milyonlarca yıl boyunca
kimyasal çözülmesi ile
oluşan; yüksek oranlarda
hidrokarbon içeren kömür,
petrol ve doğal gaz gibi doğal
enerji kaynakları fosil yakıtlar
olarak adlandırılıyor. Bu
yakıtlar geçmişten günümüze
hem endüstriyel hem de
günlük kullanım anlamında
çok geniş bir kullanım
alanı buldu. Yeryüzüne
doğal yollarla sızmış ve
havuzlar oluşturmuş petrol
ve diğer fosil yakıtlar çok
eski zamanlarda ısınma
ve aydınlatma amacıyla
kullanılıyordu. 18. yüzyılda
Sanayi Devrimi’yle özellikle
kömür kullanımıyla
başlayarak, 19. ve 20.
yüzyıllarda dünyada ortaya
çıkan teknolojik gelişmeler
ve nüfus artışıyla birlikte,
kömürün yanında petrol
ve doğal gazdan elde edilen
enerjiye olan ihtiyaç giderek
arttı. Bu ihtiyaç içinde
bulunduğumuz 21. yüzyılda da
artarak devam ediyor.
19. yüzyılda nüfus artışıyla
orantılı olarak artan ısınma
ve aydınlanma için gerekli
enerji ihtiyacı, verimli bir
akaryakıt ihtiyacını ortaya
Fosil yakıtlar
geçmişten günümüze
çok geniş bir kullanım
alanı buldu.
çıkardı; yapılan su sondajları
sırasında yeraltında olduğu
anlaşılan petrolün bu
ihtiyaca çözüm sunabileceği
düşünüldü. 1859 yılında,
Edwin Drake tarafından o
zamanki su sondajlarının
yapıldığı yöntem geliştirilerek
bugün halen kullanılan
sondaj yöntemiyle ilk kez
Pennsylvania’da ticari
anlamda petrol üretildi.
Bu önemli olay petrol
endüstrisinin başlangıcı
olarak kabul ediliyor.
Sonraki yıl Amerika’da hızla
artan petrol üretimiyle petrol
fiyatları birden yirmi
dolardan iki dolara geriledi.
Petrol fiyatlarındaki arz/talep
dengesine dayalı bu ilk
dalgalanma, gelecekte ortaya
çıkacak olan, bugün de sıkça
tanık olduğumuz, fiyat
dalgalanmalarının bir
SAYI 57
37
ODTÜLÜ
dosya
habercisiydi. Sonraki dönemlerde; ABD,
Venezuela, Rusya ve Orta Doğu ülkelerindeki
büyük keşifler, Dünya Savaşları ve Orta
Doğu’da petrole bağlı diğer bölgesel savaşlar
(İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı vb.),
ambargolar ve politik gerilimler sonucu ortaya
çıkan petrol krizleri ve ekonomik krizler
sonucu petrol fiyatları, devamlı artan enerji
talebine rağmen, tarihte sürekli dalgalanan bir
profil ortaya koymuştur. Bu dalgalanmalar ve
devamlı artan enerji ihtiyacı, üretimi
ekonomik anlamda verimli hale getirmek için
petrol endüstrisindeki teknolojik gelişimi
zorunlu kıldı. Rezervuarlarda kayaç/sıvı
özelliklerini ve geçirgen ortamlarda çok fazlı
akışı anlamamızı sağlayan, sondaj/üretim
mekanizmalarını açıklayan teorilerle birlikte
petrol mühendisliği bilimi geliştirilirken,
özellikle son 30 yılda petrol endüstrisinde çok
önemli teknolojik değişiklikler meydana geldi.
Bunlardan en önemlilerini sayarsak:
1.Yüksek derinlik, basınç ve sıcaklıkta sondaj
yapılabilmesini sağlayan malzemelerin
geliştirilmesi ve su üstünde yüzebilen,
sondaj/üretim yapabilen platformların
geliştirilmesi, derin denizlerde de sondaja/
üretime olanak tanıdı,
2.Bilgisayar teknolojilerinin donanım ve
yazılım alanlarında hızla gelişimi sonucu,
çok detaylı modelleme çalışmaları yapılmaya
başlandı,
3.Geliştirilen hassas sensörler aracılığıyla
kuyu dibinde ve kuyu boyunca farklı
derinliklerde çok yüksek frekans ve miktarda
(basınç, sıcaklık vb.) veri toplanabilmeye
başlandı. Bu verilerin bazılarının tam
anlamıyla analizi hâlâ yapılamasa da, bir
kısmı ile rezervuarı ve akış dinamiklerini
tanımlama konularında önemli aşamalar
kaydedildi,
4.Ekonomik anlamda verimli şekilde
üretmeye yetecek doğal enerjisini kaybetmiş
rezervuarlara farklı türde sıvılar (su, doğal
gaz, karbondioksit, nitrojen, kimyasal katkılı
38
su, buhar, vb.) basarak rezervuar basıncını
artırarak, petrolü öteleyerek veya fiziksel
özelliklerini değiştirerek petrol üretimini
artırma yöntemleri, ekonomik üretimi
olmayan (ağır petrol vb.) rezervlerin tekrar
ekonomik değer kazanmasını sağladı,
5.Dikey kuyulara alternatif olarak yatay
kuyular açarak petrol rezervuarıyla
büyük uzunluklarda temas
sağlayan kuyular üretim
verimliliğini artırdı,
6.Geçirgenliği düşük
rezervuarlarda
yüksek basınçla
basılan su
sayesinde
çatlaklar
oluşturarak,
petrolün bu
çatlaklar
aracılığıyla
kuyulara
akması
sağlandı.
Bu
teknolojiler
ve diğerleri
sayesinde
petrol
endüstrisi
sürekli kâr
marjı artan bir
endüstri haline
geldi. Tarihine
bakıldığında; petrol
endüstrisinin farklı
endüstrilerde üretilen
teknolojileri çok hızlı şekilde
kendi içinde uyarlayan ve kendi
içinde ürettiği teknolojileri farklı
endüstrilere pazarlayabilen bir endüstri
olduğunu görüyoruz. 2000’li yılların başında
artan ve tarihsel zirve noktasını gören petrol
fiyatlarıyla en zorlu ve operasyon maliyeti
en yüksek olan rezervuarlar bile kâr marjı
NE ONLARLA, NE ONLARSIZ: FOSIL YAKITLAR
Bugün dünyanın günlük ortalama petrol ihtiyacı
her geçen yıl ortalama 1 milyon varil civarında
artıyor. Bu nedenle de, tahminlere göre, yenilenebilir
kaynaklar 2040 yılına gelindiğinde
dünyanın tüm enerji ihtiyacının ancak
%5’ini karşılayabilecek.
yüksek olan rezervler
haline geldi. Bunlara
yukarıdaki 5 ve 6.
maddelerdeki
teknolojilerin
yardımıyla,
artık
üretilebilir
hale gelen
kaya gazı
ve petrolü
eklenince,
dünyanın
enerji
denklemi
son 10 yılda
tamamen
değişti.
Ek olarak,
kutuplarda sondaj
çalışmaları henüz
yeni başlıyor ve doğal
gaz hidratları gibi
konularda araştırmalar
hızla devam ediyor.
Her ne kadar fosil yakıtlar
dünyanın enerji ihtiyaçlarını
bugün karşılayabiliyor ve yeni
teknolojilerle erişebildiğimiz fosil yakıt
kaynakları her geçen gün artıyorsa da,
milyonlarca yıl boyunca ortaya çıkmış
ve kendini yenileyemeyen bu kaynakları
birkaç yüzyıl içinde tüketmek çok doğru
SAYI 57
bir yaklaşım olmasa gerek. Öte yandan,
yenilenebilir enerji kaynaklarının bugünkü
ihtiyaçlara cevap veremediği de ortada.
ABD Enerji Bakanlığı, dünyada birincil
enerji kaynaklarının %86,4’ünü fosil yakıtların
oluşturduğunu ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının (güneş+rüzgâr+biyoyakıtlar)
tüm enerji ihtiyacının ancak %2’sini
karşılayabildiğini belirtti. Bugün dünyanın
günlük ortalama petrol ihtiyacı her geçen
yıl ortalama 1 milyon varil civarında
artıyor. Bu nedenle de, tahminlere göre,
yenilenebilir kaynaklar 2040 yılına
gelindiğinde dünyanın tüm enerji ihtiyacının
ancak %5’ini karşılayabilecek. Bu veriler
göze alındığında, fosil yakıtların gelecekte
uzun bir süre daha dünyanın birincil enerji
kaynağı ve enerji denkleminin en önemli
parçası olarak kalacağını anlayabiliyoruz.
Bu rakamları daha sürdürülebilir bir şekle
sokmak için yenilenebilir enerji kaynaklarının
ekonomik anlamda enerji ihtiyaçlarını
karşılaması ve enerji tüketiminin mümkün
olduğunca azaltılması gerekiyor. Bugün alışık
olduğumuz enerji tüketimi anlayışı ve nüfus
artışı düşünüldüğünde, enerji tüketiminin
azalması pek kolay görünmüyor. Dolayısıyla,
tüm enerji kaynaklarını bir bütün olarak
gören ve her kaynağın uzun vadede verimli
ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını
amaçlayan bir düşünce yapısının ve bu yapıyı
teknolojiyle besleyen araştırma-geliştirme
çalışmalarının önemini anlayabiliriz.
39
ODTÜLÜ
dosya
Hidroelektrik Enerjisi*
X Yazı
Ülkemizin en önemli yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan
hidroelektrik enerjisinin kullanılması dışa bağımlılığımızı azaltmak
ODTÜ İnşaat Mühendisliği
için gerekli. Ancak hem yeni HES’lerin yapılması ve işletilmeleri,
ENVE ‘93
hem de mevcut HES’lerin işletilmeleri aşamasında çevreyi en iyi
şekilde koruyacak ve yerel halkın istek ve taleplerine cevap verecek
uygulamalar tercih edilmeli.
DOÇ. DR. ELÇIN KENTEL
40
HIDROELEKTRIK ENERJISI
Su, havzadaki tüm
ihtiyaçlar arasında adil
bir şekilde dağıtılmalıdır.
Şekil 2. HES’lerin Kurulu Gücündeki Artış
(ETBK , 2014)
25.000
Hidrolik enerji kurulu gücü (MW)
20.000
15.000
10.000
2013
2014
2011
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
0
2004
5.000
2003
H
idroelektrik enerjinin ülkemiz
için önemi yıllar ile brüt elektrik
üretimimizin gelişimine bakıldığında
ortaya çıkıyor (Şekil 1). Hidrolik ve rüzgâr
başta olmak üzere yenilenebilir enerji
yatırımları 2010 yılından bu yana hız kazandı.
Ülkemizdeki hidroelektrik santrallerinin
(HES) kurulu gücündeki artışın (Şekil 2)
ana sebepleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’nın 2010-2014 Dönemi Stratejik
Planı’nda belirlediği stratejik temalar
arasında “yenilenebilir enerji kaynaklarının
enerji arzı içindeki payını artırmak”
temasının bulunması ve 2008 yılından
başlamak üzere özellikle hidrolik, rüzgâr
ve jeotermal olmak üzere yenilenebilir
enerji kaynaklarına sağlanan teşviklerin
artırılmasıdır (ETBK, 2014). Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı’nın 2014 yılı faaliyet
raporunda (ETBK, 2014) “Ülkemizin
sahip olduğu hidrolik, rüzgâr, güneş ve
jeotermal enerji potansiyallerinin enerji
üretiminde kullanılması için gerekli yasal
altyapı oluşturulmuş ve bürokratik engeller
azaltılmıştır.” deniyor. Ancak santrallerin
kurulması ile ilgili yasal düzenlemeler
Şekil 1. Türkiye Brüt Elektrik Üretiminin Yıllar İtibarıyla Gelişimi (TEİAŞ, 2015)
3,0E+5
2,0E+5
1,5E+5
1,0E+5
Jeoter.+Rüz
Hidrolik
SAYI 57
2009
2007
2005
2003
2001
1999
1997
1995
1993
1991
1989
1987
1985
1983
1981
1979
0,0E+5
1977
0,5E+5
1975
Elektrik enerjisi üretimi (GWh)
2,5E+5
Termik
41
ODTÜLÜ
dosya
1 Küçükali ve Barış, 2009; Öztürk,
2011; Aksu, 2011; Başkaya vd.,
2011; Koç, 2012; Islar, 2012; Barış ve
Küçükali, 2012; Kentel ve Alp, 2013,
Koç, 2014.
Kaynaklar
Aksu, C. (2011) Güney Ege Bölgesi
(Aydın-Denizli-Muğla) Yenilenebilir
Enerji Çalışma Raporu. T.C. Güney
Ege Kalkınma Ajansı.
Barış, K. ve Küçükali, S. (2012)
Availability of renewable energy
sources in Turkey: Current situation,
potential, government policies and
the EU perspective. Energy Policy,
42, 377-391.
Başkaya, Ş., Başkaya, E., ve Sari,
A. (2011) The principal negative
environmental impacts of small
hydropower plants in Turkey.
African Journal of Agricultural
Research, 6(14), 3284-3290.
ETBK (2014) Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı 2014 Faaliyet Raporu.
Islar, M. (2012) Privatised
Hydropower Development in Turkey:
A Case of Water Grabbing? Water
Alternatives, 5(2), 376-391.
Kentel, E. ve Alp, E. (2013)
Hydropower in Turkey: Economical,
social and environmental aspects
and legal challenges. Environmental
Science and Policy, 31, 34-43.
Koç, C. (2012) Problems and
Solutions Related to Hydroelectric
Power Plants Constructed on the
Buyuk Menderes and the West
Mediterranean Basin. Energy
Sources, Part A: Recovery, Utilization,
and Environmental Effects, 34(15),
1416-1425.
Koç, C. (2014) A study on the
development of hydropower
potential in Turkey. Renewable and
Sustainable Energy Reviews, 39,
498-508.
Küçükali, S. ve Barış, K. (2009)
Assessment of small hydropower
(SHP) development in Turkey:
Laws, regulations and EU policy
perspective. Energy Policy, 37,
3872-3879.
Öztürk, A. (2011) Sustainability
Assessment of a Hydropower
Project: A Case Study of Kayraktepe
Dam and HEPP. ODTÜ Fen Bilimleri
Enstitüsü’ne Yüksek Lisans
Derecesinin bir kısmı olarak teslim
edilmiş olan tez çalışması.
TEİAŞ (2015) Türkiye Elektrik İletim
A.Ş. web sayfası (http://www.
teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik
%C4%B0statistikleri/istatistik2013/
istatistik2013.htm) (2 Ağustos 2015
tarihinde erişilmiştir).
WCD (World Commission on Dams)
(2000) Dams and Development – A
New Framework for DecisionMaking. The Report of the World
Commission on Dams, Earthscan
Publications Ltd., London, UK.
yapılmış olmasına rağmen bu santrallerin
çevre ve özellikle yerel halkı olumsuz yönde
etkilememesini sağlamak üzere alınması
gereken önlemlerle ilgili gerekli yasal
düzenlemelerde hâlâ eksiklikler bulunuyor1.
Mevzuat altyapısındaki son düzenlemeler
ile özel sektör tarafından gerçekleştirilen
enerji üretim tesisi yatırımları hızla artıyor.
Başlıca amacı kâr etmek olan özel sektör
işletmelerinin, enerji üretim tesisleri
yapıp işletirken uyması gereken çevresel ve
sosyal kuralların yasalar ile düzenlenmesi,
işletmecilerin bu kurallara uymalarının
takip edilmesi ve uymayanlar için gerekli
önlemlerin alınması sürdürülebilir bir
gelişme sağlanabilmesi için şart.
* Bu yazı hazırlanırken Muğla
Belediyesi için hazırlanmış
olan Hidroelektrik Santralleri
Raporu’ndan (2015)
yararlanılmıştır.
42
HIDROELEKTRIK ENERJISI
Son yıllarda ülkemizde pek çok havzada,
hatta aynı ırmak kolu üzerinde, genellikle
birden fazla HES kuruluyor. Aynı ırmak
kolu üzerine yapılan HES’ler ırmaktaki
sürekliliğin daha fazla kesilmesine ve
dolayısıyla ırmak ekosistemlerinin olumsuz
yönde etkilenmesine sebep oluyor (WCD,
2000). Kümülatif etkiler sonucunda
doğal kaynakların daha fazla kaybı,
yaşam ortamlarının kalitesinin, çevresel
sürdürülebilirliğin ve ekosistem bütünlüğünün
bozulması söz konusu oluyor (WCD, 2000). Bu
olumsuz etkilerin engellenebilmesi için suyun
havzadaki tüm ihtiyaçlar arasında adil bir
şekilde dağıtılmasını sağlayacak entegre havza
yönetim planları çerçevesinde davranılmalıdır.
ODTÜLÜ
DOSYA
“Bize Esmeyi Anlat”
X Yazı
ODTÜ RÜZGEM
Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri
Araştırma ve Uygulama Merkezi
44
Yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynağı arayışında rüzgâr
enerjisi, ilk sırada yer alıyor. Bahsi geçen ulusal hedeflere ulaşırken,
yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemlilerinden rüzgârın daha
etkin ve etkili kullanılması ve dolayısıyla, bir küresel kazanım olarak
değerlendirilmesi gerekiyor.
“BİZE ESMEYİ ANLAT”
G
ünümüzde enerji ihtiyacı, küresel
ısınma, hızla artan nüfus, kentleşme ve
sanayileşme ile bağlantılı olarak
giderek artıyor. Enerji projeksiyonlarına
bakıldığında, sürdürülebilir kalkınmanın
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile
mümkün olacağı anlaşılıyor. Bu çerçevede,
Onuncu Kalkınma Planı’nda (Kalkınma
Bakanlığı, 2013) ülkemiz üretim sistemi içinde
yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının
payının azami ölçüde yükseltilmesinin
hedefleneceği vurgulanıyor. Buna paralel
olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da
yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi
konusunda öncü ulusal hedefler belirledi.
Örneğin, 2023 yılı için, tüketilen enerjinin
%30’unun yenilenebilir enerji kaynaklarından
karşılanması hedefleniyor (ETKB, 2010).
Yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgâr,
atmosferik hava olaylarının etkisiyle ortaya
çıkan yüksek ve alçak basınç bölgeleri arasında
oluşan hava akımıdır. Rüzgârlar, mevsimsel
ve günlük olarak değişebildiği gibi, bölgelere
göre yıl içinde baskın bir karakterle süreklilik
gösterebilir. Her ne kadar küresel ısınma ve
uzun vadeli iklim değişiklerinden etkilense de,
her bölgenin yöreye özel bir rüzgâr potansiyeli
sürekliliği vardır. Bu çerçevede, yenilenebilir
ve sürdürülebilir enerji kaynağı arayışında
rüzgâr enerjisi, ilk sırada yer alıyor. Bahsi
geçen ulusal hedeflere ulaşırken, yenilenebilir
enerji kaynaklarının en önemlilerinden
rüzgârın daha etkin ve etkili kullanılması
ve dolayısıyla, bir küresel kazanım olarak
değerlendirilmesi gerekiyor.
Küresel Rüzgâr Enerjisi Konseyi (GWEC), 2014
Küresel Rüzgâr Raporu (GWEC, 2015) verilerine
göre rüzgâr enerjisi üretiminde, sadece 2014
yılında 23 GW’lık kapasite eklenmesiyle,
114.609 MW toplam kapasiteye ulaşan Çin
dünyada lider konumdadır. Çin’i, 65.879 MW
toplam kapasite ile Amerika takip etmektedir.
Avrupa’da rüzgâr enerjisinde öncü ülkelerden
biri olan Almanya 39.165 MW toplam kapasite
ile üçüncü sırada yer almaktadır.
Türkiye’de ilk rüzgâr enerjisi çalışmaları 1980’li
yıllarda Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) Genel
Müdürlüğü tarafından başlatıldı. İlk rüzgâr
türbin çiftliği 1998 yılında Çeşme’de 0,6 MW
toplam güç kapasitesi ile kuruldu, 10 Mayıs
2005 tarihinde de kabul edilen “Yenilenebilir
Enerji Yasası”nı takiben Türkiye rüzgâr enerjisi
santralleri kurulumuna yönelik büyük bir
atılım içerisine girdi. 2002 yılında Elektrik
İşleri Etüd İdaresi ile Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüklerinin işbirliği ile hazırlanan
rüzgâr haritasından sonra, 2006 yılında yine
Elektrik İşleri Etüd İdaresi hizmet alımı yolu
ile REPA Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası’nı
hazırlatarak 2007 yılı başında yayına koydu.
2007 yılının Kasım ayında Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından Rüzgâr
Enerjisi Santralleri (RES) üretim lisansı
başvuruları kabul edildi, bir gün içinde rekor
sayılabilecek ölçüde başvuru gerçekleşti. 2010
yılı Aralık ayı içerisinde “Yenilenebilir Enerji
Yasası” güncellendi ve “yerli ürün” kullanımına
teşvikler getirildi. Yüksek rüzgâr potansiyeline
sahip olan ve Küresel Rüzgâr Raporu’na
(GWEC, 2015) göre olumlu bir gelecek vadeden
ülkemizde, 2014 yılı sonu itibarıyla toplam
kurulu kapasite ise 3762,5 MW. Bununla
birlikte, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
tarafından 2015 yılı sonuna kadar 5000 MW;
2023 yılı sonuna kadar da toplam 20.000 MW
kurulu güce ulaşılması hedefleniyor. Böylece,
toplam elektrik üretim kapasitesinin yaklaşık
%20’si rüzgâr enerjisinden karşılanmış olacak.
SAYI 57
RÜZGEM Laboratuvarları
45
ODTÜLÜ
DOSYA
2015 yılı sonuna kadar 5000 MW;
2023 yılı sonuna kadar da toplam
20.000 MW kurulu güce
ulaşılması hedefleniyor. Böylece,
toplam elektrik üretim
kapasitesinin yaklaşık %20’si
rüzgâr enerjisinden karşılanacak.
ODTÜ RÜZGEM
Türkiye’nin rüzgâr enerjisi konusunda ortaya
koyduğu ulusal hedeflere ulaşabilmesini, bu
hedeflere ulaşırken teknolojik dışa bağımlılığı
en aza indirmeyi ve dünya rüzgâr enerjisi
pazarında pay ve söz sahibi olabilmesine
katkıda bulunmayı amaçlayan ODTÜ
RÜZGEM – Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri
Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye’de
rüzgâr enerjisi alanındaki ilk ve tek araştırma
merkezi olarak 28 Şubat 2011 tarihli Resmi
Gazete ilanı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın
(Kalkınma Bakanlığı) altyapı proje desteği ile
kuruldu.
Merkez, Havacılık ve Uzay Mühendisliği
Bölümü öğretim üyelerinin öncülüğünde,
dokuz farklı bölümün (Havacılık ve Uzay,
Makina, Elektrik Elektronik, Metalurji ve
Malzeme, İnşaat Mühendislikleri ile İstatistik,
Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama ve İşletme
Bölümleri) işbirliği çerçevesinde faaliyet
gösteriyor.
ODTÜ-RÜZGEM, rüzgâr enerjisi
teknolojilerinde yenilikçi tasarım ve yetkin
test/akreditasyon faaliyetleri ile ulusal
odak noktası olmak ve uluslararası düzeyde
araştırma yapmak uzgörüsüyle kuruldu.
Merkez, rüzgâr enerjisi alanında bilimsel
ve teknolojik araştırmalar yaparak özgün
teknolojiler geliştirmeyi hedefliyor.
46
“BİZE ESMEYİ ANLAT”
Merkezin ulusal ve uluslararası çeşitli
platformlarda üyelikleri bulunuyor. Ulusal
alanda, ODTÜ bünyesindeki Yenilenebilir
Enerji, Eko-sistemler ve Sürdürülebilirlik
Araştırma Platformu’nun (YESAP) bir parçası
olan RÜZGEM, Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği
(TÜREB) üyesi. Uluslararası alanda ise,
rüzgâr enerjisi konusunda Avrupa’daki öncü
platformlardan Avrupa Enerji Araştırmaları
Birliği – Rüzgâr Ortak Programı (EERA JP
Wind – European Energy Research Alliance)
asosiye üyesi ve Avrupa’daki önemli araştırma
merkezleri ve üniversitelerin tescilli organı olan
Avrupa Rüzgâr Enerjisi Akademisi (EAWE –
European Academy of Wind Energy) asil üyesi.
Yaklaşık 30 öğretim üyesi, 20 doktora ve
yüksek lisans düzeyindeki araştırmacısı ile
çalışmalarına devam eden Merkez, rüzgâr
enerjisi teknolojileri araştırmaları ile ilgili en
güncel teknolojiye sahip ölçüm sistemleri ve
test düzenekleri ile donatılmakta olan dört ana
laboratuvardan oluşuyor:
• Aerodinamik Laboratuvarı
• Yapı ve Malzeme Laboratuvarı
- Kompozit Malzeme Laboratuvarı
- Yapısal Mekanik ve Malzeme Laboratuvarı
- Yapısal Dinamik Laboratuvarı
• Elektromekanik Laboratuvarı
• Yüksek Başarımlı Hesaplama Laboratuvarı.
Merkezde dört ana laboratuvar kapsamında
rüzgâr enerjisi ve türbin sistemleri temelinde
çalışmalar yapılıyor. Bu çalışma alanları, rotor
aerodinamiği, kanat tasarımı ve
optimizasyonu, rüzgâr türbin sistem tasarımı,
rüzgâr çiftliği tasarımı ve optimizasyonu,
topoğrafik analizler ve mikro-yerleştirme,
enerji depolama, güç elektroniği, şebeke
entegrasyonu ve akıllı-şebeke sistemleri,
yenilikçi kontrol teknikleri ve adaptif kontrol,
akıllı yapılar, kompozit malzemeler, kompozit
malzeme mekaniği, malzeme
karakterizasyonu, hasar mekaniği, yapısal
optimizasyon, yapısal dinamik ve
aeroelastisite, kompozit malzemeler için
yenilikçi üretim teknikleri, kule ve temel
tasarımı gibi teknik konuları içerir, Merkez
bünyesinde laboratuvar çalışmalarının yanı
sıra mimari ve bölgesel entegrasyon, kamusal
farkındalık, kamusal kabullenme ve rüzgâr
enerjisinin sosyo-ekonomik boyutları gibi
sosyal konular üzerine de çalışmalar
yürütülüyor.
RÜZGEM’in en büyük altyapı yatırımlarından
biri olan “Büyük Rüzgâr Tüneli”, Türkiye’de ve
Avrupa’da bulunan sayılı rüzgâr tünellerinden
biri. Rüzgâr sektörünün yanı sıra havacılık ve
inşaat sektörlerinde ihtiyaç duyulan çeşitli
aerodinamik testlerin (açık-jet, atmosferik
sınır tabakası) yapılacağı, çok amaçlı 3 farklı
test odasının bulunduğu tünel, 2.100 m2’lik
taban alanına sahip ayrı bir hangar binasında
yer alacak ve 2016 yılında aktif hale gelecek.
RÜZGEM, Türkiye’nin yenilenebilir enerji
kaynakları arasında yüksek potansiyele sahip
olan rüzgâr enerjisi konusunda ortaya koyduğu
hedeflere ulaşmasında temel oluşturan
özgün teknolojilerin geliştirilmesine
yönelik Ar-Ge faaliyetlerinde bulunacak,
rüzgâr enerjisi endüstrisine tasarım,
analiz, test ve teknoloji desteği verecek;
ayrıca rüzgâr enerjisinin sosyo-ekonomik
boyutunun anlaşılmasına yönelik çalışmalar
gerçekleştirecek. RÜZGEM, rüzgâr enerjisi
teknolojileri ve sosyo-ekonomik alanlarda
gerçekleştireceği akademik çalışmalar,
bilimsel araştırmalar, düzenleyeceği
çalıştaylar, eğitim seminerleri ve koordine
edeceği ulusal ve uluslararası işbirlikleri
ile ulusal bir odak noktası haline gelmeyi
amaçlıyor.
SAYI 57
Kaynaklar
Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı. 2010. 2010 – 2014
Dönemi strateji planı. http://
www.enerji.gov.tr/yayinlar_
raporlar/ETKB_2010_2014_
Stratejik_Plani.pdf
GWEC. March 2015. Global wind
report annual market update
2014. http://www.gwec.net/
wp-content/uploads/2015/03/
GWEC_Global_Wind_2014_
Report_LR.pdf
Kalkınma Bakanlığı. 2013.
Onuncu kalkınma planı 20142018. Ankara.
47
ODTÜLÜ
dosya
X Yazı
PROF. DR. RAŞIT TURAN
ODTÜ Güneş Enerjisi Araştırma
Merkezi Direktörü
PHSY
‘83
Mavi Gezegenin
Zorunlu Çıkışı:
Güneş Enerjisi
Mavi gezegeni felaketten kurtarmak için hidrokarbonları yakmaktan
vazgeçmemiz gerekiyor. Günümüzde muazzam rakamlara ulaşan enerji
gereksinimini (17 TW-yıl) karşılayacak, CO2 çıkartmayan seçenekler yaratmamız
gerekiyor. En güçlü seçenek, en çok bildiğimiz ve tüm yaşamın kaynağı olan
Güneş’ten geliyor.
48
MAVI GEZEGENIN ZORUNLU ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI
Atmosferde
hapis kalan
CO2 gazı, ısının
dışarıya kaçmasını
engellemeye
başladı. Böylece,
hep birlikte, Dünya
ile Güneş arasında
oluşan dengeyi
bozmamızın
cezasını çekmeye
hazırlanıyoruz.
G
ezegenimizdeki karmaşık yaşam, 2
milyar yıl önce tek hücreli öncüllerin
güneşten fotosentez yapabilmesi
ile başladı. Öncesinde, milyonlarca yıl,
Güneş’in yarattığı gel-gitler, atmosferik
karmaşa, oksijen oluşumu ve yerkabuğunun
soğuması yaşamın ilk oluşumunun koşullarını
hazırladı. İlk canlılara enerji sağlayan güneş,
günümüze kadar yaşamın tüm formlarının
gelişiminde bazen doğrudan, bazen dolaylı rol
oynadı. Gezegenin ısınma/soğuma döngüsü
büyük bitki ve canlı stoklarının var olup yok
olmasına ve yer altında sıkışmasına neden
oldu. Tek hücrenin yaptığı fotosentezle oluşan
canlılar petrol, doğal gaz ve kömür oluşumunu
sağladı. 20. yüzyıl başında, insanoğlu yarattığı
sentetik yaşamı sürdürmek ve geliştirmek
üzere fosil yakıtları (hidrokarbonları) daha
yoğun kullanmaya başladı. İlk olarak buharlı
makinaları keşfetti ve etrafında bulduğu
her şeyi yakarak, bu makinaların yaşamın
parçalarını üretmesini sağladı. Sonra yeni
makinalar, yeni ürünler, daha yeni makinalar,
yeni evler, yeni fabrikalar, çelik, bakır, demir,
elektrik vs. için hidrokarbonları yakmaya ve
tüketmeye devam etti. Zamanla, yaktığımız her
şeyden ortaya çıkan CO2 gazı o kadar arttı ki,
atmosferin dengesini bozmaya başladı. Önceleri
dünya sonsuz, insanoğlu küçük bir canlı idi.
Şimdilerde ise, insanların yarattığı bulutlara
dünya dar gelmeye başladı. Atmosferde hapis
kalan CO2 gazı, ısının dışarıya kaçmasını
engellemeye başladı. Böylece, hep birlikte,
dünya ile güneş arasında oluşan dengeyi
bozmamızın cezasını çekmeye hazırlanıyoruz.
Ne olacağını kestirmek kolay değil.
Yerbilimciler ve çevre uzmanları, çoğu felaketle
sonuçlanan birçok senaryo üzerinde duruyor.
SAYI 57
49
ODTÜLÜ
dosya
Her geçen gün
güçlenen güneş
elektriği, fosil
yakıtlar karşısında
kesin bir üstünlüğe
doğru ilerliyor.
Güneşin başlattığı yaşama, yine güneşin son
vereceğini düşünenler bile var.
Mavi gezegeni felaketten
kurtarmak için makinalarımızı,
arabalarımızı, başka biçimde
çalıştırmamız, evlerimizi
başka biçimde ısıtmamız/
aydınlatmamız gerekiyor.
Mavi gezegeni felaketten kurtarmak için
hidrokarbonları yakmaktan vazgeçmemiz
gerekiyor. Makinalarımızı, arabalarımızı,
başka biçimde çalıştırmamız, evlerimizi
başka biçimde ısıtmamız/aydınlatmamız
gerekiyor. Günümüzde muazzam rakamlara
ulaşan bu enerji gereksinimini (17 TW-yıl)
karşılayacak, CO2 çıkartmayan seçenekler
yaratmamız gerekiyor. En güçlü seçenek, en
çok bildiğimiz ve tüm yaşamın kaynağı olan
Güneşten geliyor. Sonsuz, sessiz, temiz ve
her yerden erişilebilir bir enerji kaynağı olan
Güneş, gerektiğinden binlerce kat fazlasını
bize ulaştırıyor. Sadece Tuz Gölü kadar bir
alana düşen güneş enerjisi Türkiye’nin tüm
enerji ihtiyacını karşılamaya yetiyor.
Yapmamız gereken, güneşten topladığımız
enerjiyi, diğer enerji türlerine dönüştürmenin
yollarını bulmak. Bu türler arasında elektrik
enerjisi özel bir öneme sahip. Elektriğe
dönüşen enerji diğer tüm enerji türlerine (ısı,
hareket vs.) kolaylıkla dönüştürülebiliyor.
Güneşten elektrik enerjisi elde etmenin
teknolojisi biliniyor, ancak, son yıllara
kadar yüksek maliyet ve gece üretiminin
olmaması güneş elektriğinin yaygınlaşmasını
engelliyor. Ancak, son yıllardaki gelişmeler,
güneş elektriğinin fiyatını diğer kaynaklarla
yarışır hale getiriyor. Öte yandan depolama
50
teknolojilerindeki gelişmeler, gece tüketimine
çözümler yaratıyor. Her geçen gün güçlenen
güneş elektriği, paradigma kayması
yaratarak fosil yakıtlar karşısında kesin bir
üstünlüğe doğru ilerliyor. Almanya gibi bazı
öncü ülkelerde güneş elektriğinin toplam
tüketimdeki yeri önemli rakamlara ulaşıyor
GÜNAM 7 YAŞINDA
Güneş enerjisini elektriğe dönüştüren, daha
verimli ve daha ucuz teknolojiler geliştirmek
önümüzdeki en önemli görev. Bilgi, emek,
zaman ve yüksek teknolojiye hakimiyet
gerektiren bu görevi Türkiye’de ODTÜ-Güneş
Enerjisi Araştırma ve Uygulama Merkezi
(GÜNAM) üstleniyor. Önümüzdeki Aralık
ayında 7. yaşını dolduracak olan GÜNAM,
güneşten elektrik enerjisi elde etmenin tüm
yöntemlerini geliştiriyor. Özellikle mevcut
teknolojiler arasında ilk sırada olan Si
kristalinden elde edilen fotovoltaik hücrelerin
üretimi ve geliştirilmesi konusunda birçok
öncü çalışma yapıyor. Kalkınma Bakanlığı’nın
desteklediği GÜNAM, büyük bir ulusal projenin
(Milli Güneş Enerjisi Santrali Geliştirilmesi –
MİLGES) öncüleri ve uygulayıcıları arasında
yer alıyor. GÜNAM, mavi gezegenin fosil yakıt
sarmalından
çıkış yolunu açan
kurumlar arasında
Güneş Enerjisi Araştırma
gurur verici bir
ve Uygulama Merkezi
yerde duruyor.
MAVI GEZEGENIN ZORUNLU ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI
GÜNAM
Website:
www.enka.com
Industry:
Construction
Company Size:
10,001+employees
Founded:
1957
Type:
Privately Held
Headquarters:
Balmumcu Mah.,
Zincirlikuyu Yolu
No:10 Beşiktaş
Istanbul, 34349 Turkey
Engineering for a better future
engıneerıng
procurement
constructıon
ENKA is a global operating and construction company that is concentrating on engineering and project management
activities, comprising general contracting, civil works, power plants, industrial plants, infrastructural projects, real estate
investment, manufacturing and trading.
ENKA took 52nd place on the "Top 250 International Contractors" list of Engineering News-Record (ENR) Magazine,
published in August 26, 2014. Additionally, ENKA took the first place among the 42 Turkish Contractors involved on the list.
ENKA has been in the forefront of the engineering and contracting world for 58 years. With its hundreds of accomplished
signature projects around the world, ENKA has been improving the quality of life of communities and contributing to
Turkey's economy.
Tengiz Oilfield Development,
Kazakhstan
OUR FIELDS OF ACTIVITY
Oil and Gas Facilities, Petrochemical Plants, Power Plants
Motorways, Bridges, Tunnels, New Towns&Housing Complexes
Business and Cultural Centers, Administrative Centers
Airports, Harbors, Industrial Plants, Offshore Construction
Shopping Malls, Hotels, Hospitals and Health Centers.
For More Information
please visit www.enka.com
MAIN BUSINESS LINES
Oil, Gas &
Petrochemicals
Power Plants
Infrastructure
Civil
ODTÜLÜ
dosya
Farklı Bir
Enerji Ahlâkına
İhtiyacımız Var!
ODTÜ Mezunları Derneği Sürdürülebilir Enerji Komisyonu Üyesi Arif Künar ile
insanlığın enerji açlığını ve yeni bir enerji ahlâkının mümkün olup olmadığı üzerine...
Medeniyetimizin git gide artan enerji açlığı
içinde temiz enerjiyi nereye yerleştirebiliriz?
İnsanlık için başka tür bir enerji kullanımı
fikri, misyonu mümkün mü?
Çok temel ve felsefî, can alıcı bir soru aslında
bu. İnsanlık tarihi boyunca kendi doğal
enerjisini kendi dışındaki kaynaklardan bir
hizmet olarak aldığı ve bu kaynakları enerjiye
dönüştürme sürecinde çok ciddi acılar, çok
ciddi yıkımlar, çok ciddi süreçler yaşamış.
Nükleer kazalar, kömür santrali kazaları,
yıkılan barajlar ve barajlardan kaynaklanan
iklim değişikliği gibi birçok trajedi... Ne
pahasına olursa olsun enerji elde etme
üstüne kurulu, üretim üstüne inşa edilmiş
bir dünya sistemi olduğu zaman insanlar da
52
bu sonsuz enerjiyi elde etmek için birçok şeyi
düşünmeden hareket etmiş.
Bugün gelinen noktada artık daha az, kendine
yeterli minimum enerji kullanımını ve
enerjiyi etkin ve verimli kullanmayı odak
haline getirmeliyiz. İnsanlığın giderek
daha fazla tüketeceği megabatlara doğru
ilerlediğimizde zaten sınırlı kaynakları
olan bir dünyada yaşadığımızı görmezden
geliyoruz demektir. Ay’dan, Mars’tan ne
elde edebilirize bakılacak o zaman; her ne
kadar şimdi bize bilimkurgu gibi gelse de.
Oysa bence dünyanın kaynakları fazlasıyla
yeterli. Ama enerjiyi ne için kullandığımız ve
nasıl kullandığımız çok önemli. Bence temel
soru da burada, yani mevcut kaynakların
yerine yeni temiz enerji kaynakları ikame
etmekten ziyade enerji kullanımımız üzerine
konuşmalıyız. Hem insanlar hem yaptığımız
yapılar hem ulaşım, sanayi, kullandığımız
teknolojiler...
FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA İHTIYACIMIZ VAR!
Nasıl bir dönüşümle minimum enerji
kullanır hale geliriz? Bunu becermemiz
lazım. İnsanlığın sınırı bence bu. Daha az
enerji kullanmamız mümkün mü? Daha
azla yetinebilir miyiz? Ya da başka türlüsü
mümkün mü? Bana göre mümkün. Çünkü
insanlık doğanın kendi doğal enerjisini
kullanarak zaten geçtiğimiz son bir yüz yıla
kadar yaşadı. Nükleerler, kömür santralleri,
doğalgaz santralleri yokken insanlar ne
yapıyordu?
Herşey sanayi devrimiyle başladı...
Evet sanayi devrimiyle başladı aslına bakılırsa.
Ondan önceki süreçte insanlar yine doğayla,
çevreyle uyumlu, çok ciddi enerji arzı, tüketimi
gerektirmeyen işleri yapıyordu. Binlerce,
milyonlarca, hatta milyarlarca insan bu
dünyada yaşadı. Ama son yüz, belki iki yüz
yıldır bu döngü tam tersine çevrildi. İnsanlık
burada ilerleme adına, modernizm adına,
sanayileşme adına bir hata yapıyor. Ve bunun
artık farkında ama geri dönüşü nasıl olacak?
Başka bir hayat, daha yavaş, daha sade, daha
az enerji kullanan bir yaşam biçimi, farklı bir
enerji ahlâkı mümkün mü? Bence temel soru
burada.
Temel olarak enerji meselesini tartışırken
varoluşsal bir krizimizi nasıl çözeceğimizi
tartışıyoruz değil mi?
Evet çünkü kaynaklar sınırlı. Bu kaynakları
maksimize edebiliriz ama bunun ötesinde,
kaynakların yetmediği noktada başka
gezegenleri istila etmek, onları da kendimize
köleleştirmek gibi zaten dünyada izlediğimiz
emperyal yöntemleri izlemeyi doğru
bulmuyorum. Çünkü bu dünya sadece bize ait
değil. Burada insanlığın temel hatası, her
şeyin kendine ait olduğunu sanmak.
Kendimizi merkez kılarak geri kalan her şeyin
tahakkümümüz altında olması gerektiğine
inanıyoruz. Bunu da enerjiyi sonsuz
kullanarak ya da sonsuz enerji elde
edebileceğimizi düşünerek gerçekleştiriyoruz.
Örneğin nükleer enerji. 1 gr uranyumdan
megabatlarca enerji elde edebiliyorsunuz.
Yani 1 kilo uranyumla 20 ton kömürün elde
ettiğinden daha fazla enerji elde
edebiliyorsunuz. Bu, şu demek: İnsanlık artık
Dünya’nın hakimi ve enerji kaynağını da
sonsuz elde edersek her şeyi, Dünya’yı ve
uzayı da ele geçiririz! Oysa ki insanlar
dünyaya ve evrene hükmetmek ve kendine
tâbi kılmak için yaratılmış canlılar değil.
Milyonlarca canlıdan ve cansızdan sadece
biri. Kendimizi ekolojik sistemin bir parçası
olarak düşünemezsek bu dünya da
yetmeyecek, diğer gezegenler de. Zaten
dünyada bu bakışın getirdiği felaketleri
kısmen yaşıyoruz. O zaman daha büyük
ölçekte yaşayacağız. Bunu durdurmak ve bu
fikri, bu beklentiyi, bu algıyı azaltmak lazım.
“İnsanlar
dünyaya ve evrene
hükmetmek
ve kendine
tâbi kılmak için
yaratılmış canlılar
değil. Milyonlarca
canlıdan ve
cansızdan sadece
biri.”
Öte yandan varoluşumuzun temelinde
yer alan bir merak var. Hayal kuran,
“olmayana ergi”yi sürekli kılan bir varlık
insan. Hep “Burada da ne varmış?” diye
bakan bir canlı türünden bahsediyoruz. Bu
türün durdurulması mümkün mü?
Durdurulamaz ama eskiden biliminsanları
vardı. Mesela Edison, Faraday, da Vinci... Bunlar
meraklarıyla ve engin bilgileriyle birçok şeyi
keşfedip bir takım denemelerle insanlığa bir
kısmı faydalı bir kısmı az da olsa zararlı şeyler
yaptılar. Ama artık tek bir biliminsanından
bahsetmiyoruz. Silikon Vadisi’nden,
SAYI 57
53
ODTÜLÜ
dosya
Daha az enerji
kullanmamız
mümkün mü? Daha
azla yetinebilir
miyiz? Ya da başka
türlüsü mümkün mü?
algısı, yeni bir yaşam tarzı mümkün olabilir
mi?” diye soruyoruz. Ben umutluyum ve bunu
başaramazsak yıkımlar artacak, iklim değişikliği
durdurulamaz hale gelecek.
Daha üç gün önce Ömer Madra 35 yılımızın
kaldığını söyledi. Çok da zamanımız yok gibi
görünüyor...
teknokentlerden bahsediyoruz. İçinde binlerce
biliminsanı, uzman var. Bir sistemin, bütün
büyük bir projenin parçası durumundalar. O
yüzden artık insanın kendi özündeki meraktan
konuşmadığımızı fark etmek lâzım. Artık
endüstriyel talep yaratmak, endüstriyel
çözümler üretmek, daha fazla üretmek, daha
fazla tüketmekten konuşuyoruz. Bunun için
çalışan biliminsanları, şirketler var artık. Sonsuz
enerji, sayaçsız enerji diye 50’lerde ABD nükleer
enerjinin lansmanını yaptı ancak Hiroşima’da
binlerce milyonlarca kişiyi yok ettiler. Sonra
yeniden enerji için dolaşıma sokuldu ama özü bir
silahtı, dünyaya hükmetmekti, iktidar savaşıydı.
Sonuçta daha çok enerji daha çok iktidar. Dünya
yetmiyor başka gezegenler o zaman... Ancak
bu arada iklim değişikliği ile karşılaşıyor, bu
bakışın zararlarını hep birlikte çekiyoruz. Bunun
değişmesi hem de acilen değişmesi gerekiyor.
Sistem bunun üzerine kurgulandığı için geri
dönüşü zor, o yüzden daha fazla enerji yerine ya
da yenilenebilir enerjiyi tıpkı fosil yakıtlar gibi
kullanabilir miyiz diye düşünmek yerine başka
bir enerji ahlâkı geliştirmemiz gerekiyor diyoruz.
“Daha sade, daha basit, sadece ihtiyaçlarımıza
yönelik ve dünyayı yok etmeyen, yeni bir dünya
54
2020 yılında, ABD ve Avrupa Birliği’nde yeni
yapılacak bütün evlerin dışarıdan elektrik
enerjisi almadan yani kendi kendine yeterli
olması ön koşul olacak. Şurada kaç yıl kaldı?
Beş. Bu karar “Küçük evler yapın, mümkün
olduğu kadar sade, pasif, küçük evler...” demek.
“Mümkün olduğu kadar güneşi, doğal ışığı, doğal
enerjiyi kullanan evler yapın. Evin içinde de en
son teknoloji olan, daha az enerji kullanan
teknolojileri kullanın. Enerji kullanımınızı
minimize edin ve bunu da kendiniz rüzgardan,
güneşten, jeotermalden, doğal enerji
kaynaklarından elde edin. Şebekeden,
nükleerden, kömürden, doğal gazdan elektrik
almayın çünkü vermeyeceğiz.” Yani artık kendi
kendine yeterli bir yaşamın da, bina ölçeğinde
bir yasası, zorunluluğu var. Artık minimum
enerji kullanmak ve kullanılan enerjiyle hayat
standardını, kaliteyi, verimliliği maksimum
arttırmak ön koşul. Dünya buraya gidiyor.
Örneğin geçen ay, Almanya’nın güneş
enerjisinden elde ettiği elektrik nükleerden elde
ettiğinden daha fazla oldu. Ki Almanya
güneşlenme açısından, kapasite ve performans
açısından Türkiye’nin neredeyse yarısı. Ama
dünyanın en fazla santrali ve güneş tarlası olan,
elektriğinin yarısını artık güneşten elde eden
FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA İHTIYACIMIZ VAR!
koca bir sanayileşmiş dünya devi. Münih’te kent
ulaşımının %15’i elektrikli araçlarla sağlanıyor.
Kısacası söylediklerim ütopya değil; yapılabilir,
ulaşılabilir hedeflerden bahsediyoruz. Enerji
bağımlılığını azaltan ve insanların kendi
kendilerine yetmeyi öğrenecekleri bir bakış.
Ama burada ülkelerin politikaları, hedefleri çok
önemli. Bu yüzden Türkiye’nin de bugünden
itibaren enerji verimliliğini, enerjinin etkin
kullanımını, yenilenebilir kaynakların
kullanımını gündemine alması, bütün enerji
politikalarını değiştirmesi lazım. Başka türlü
Türkiye ne krizden kurtulur, ne dışa
bağımlılıktan. Zaten Türkiye’nin başka şansı,
çözümü, alternatifi yok.
ayak izimi azaltmaya çalışıyorum. Şirkette
elektrikli araba kullanıyoruz. Bunun gibi küçük
de olsa adımlar atmalıyız. Herkesin elini taşın
altına koyması gerekiyor. Biz bunu yapamazsak
başkasına da öneremeyiz, başkasına da
yaptıramayız.
“Küçük evler
yapın, mümkün
olduğu kadar
sade, pasif,
küçük evler...”
Ülke politikası değişirken insanların tek
tek bireyler olarak da yaşam tarzlarını
değiştirmeleri gerekiyor. Sonsuz enerji
kullanalım, her yere arabamızla gidelim, her
yere uçakla gidelim demek artık mümkün
değil. Mesela bugün ben kendimden örnek
vereyim; yedi yıldır Ankara-İstanbul arasını
%99 uçakla kat etmiyorum. Otobüsle geliyorum
ve bunu da her yerde panelde, söyleşide
söylüyorum. Arif Künar olarak kendi karbon
SAYI 57
55
ODTÜLÜ
dosya
X Yazı
ATACAN SOYAK
Nükleer Bugüne
Tartışmalarla Geldi
Doğadaki bazı elementlerin yapısının değişebildiğinin ve değiştirilebileceğinin
keşfiyle ilk nükleer reaktör için adım atılmıştı. İnsanlığın en önemli keşiflerinden
kabul edilen nükleer enerji, aynı anda iyi ve kötü amaçlar için kullanıldı.
Atıklarının yok edilememesi ve reaktör sızıntılarıyla gelen büyük felaketlerle,
insanlık çok dikkatli ve etik bir yaklaşımla nükleeri ele alması gerektiğini
gördü. Bugün nükleer enerjinin getiri ve götürüleri, taşıdığı olası riskler geniş
platformlarda ele alınıyor.
56
NÜKLEER BUGÜNE TARTIŞMALARLA GELDI
L
atince’de tohum, çekirdek anlamında
kullanılan ‘nucleus’ kelimesinden
Fransızcaya geçen nükleer (nucléér)
deyimi, günümüzde ‘atom çekirdeği ile ilgili
olanı’ işaret eder. Antik Yunan’da ‘bölünemez’
olarak tasavvur edilen atom anlayışı uzun
zaman, 19.yy’a dek ciddi bir değişim geçirmedi.
Ancak 1800’lere gelinmesiyle önce atomun
sayılabilir olduğu ve sonra kütlesi; parçaları,
elektronları, protonları olduğu bulundu.
İlk Nükleer Reaktör
Nükleerin keşfinin öyküsü aslında bilimin
önemli bir eşik atlaması anlamına da
geliyor. Bu, bir yanıyla da, bilinen en küçük
birimin de aslında parçalanabilir bir yapıdan
oluştuğunun keşfinin öyküsü. X -ışınının
tesadüfen gözlemlenmesinin ardından
araştırmaya koyulan bilim adamları, doğadaki
bazı elementlerin yapısının değişebildiğini ve
değiştirilebileceğini keşfettiler. Böylece atom
deneyleri sonunda uranyum elementinin belli
işlemler sonunda yüksek miktarda enerji açığa
çıkardığı görüldü. 1940’lı yılların başında
Chicago Üniversitesi’nde bu enerjinin muhafaza
edilebilir hale gelmesi sağlandı. Ve ilk nükleer
reaktör çalışır hale geldi.
Einstein ve Manhattan Projesi
ABD, Kanada ve İngiltere’nin 1942 - 46 yıllarında
ortak sürdürdüğü nükleer silah üretme
çalışmaları, Hiroşima ve Nagasaki’yle İkinci
Dünya Savaşı’nı dönüm noktasına getirdi. Savaş
sırasında Almanlardan önce nükleer bombayı
üretebilmek için 130.000 insan projede yer
aldı. 1938 yılında Alman bilim adamı Otto
Kahn Nükleer Fisyon’u yani Büyük bir atomun
çekirdeğini parçalayıp iki küçük atom ve bir
miktar nötron elde etmeyi başardı. Ortaya çıkan
nötronlar ortamdan uzaklaştırılmadıklarında
uranyumla tepkimeye girmekteydi ve bu
tepkime kontrol altında tutulmadığında çok
yüksek miktarda enerji açığa çıkmaktaydı.
Böylece Almanlar atom bombası yapma imkanı
bulmuşlardı. Nazilerin eline bu gücün geçmesine
engel olmak için 1939 yılında fizikçi Leo Slizard
Hiroşima ve Nagazaki’den
beri bu boyutlarda bir
nükleer saldırı yaşanmadı
fakat nükleer santrallerde
pek çok kaza oldu.
Einstein’la mektuplaşarak durumu açıkladı.
Einstein da bu durumu ABD başkanı Franklin
D.Roosevelt’e iletti. Böylece o sırada uranyum
üzerinde çalışmalar yürüten bilim adamları bir
komitede toplandı ve çalışmalar başladı.
A.B.D’nin New Mexico eyaletinde 16 temmuz
1945’de Nükleer Bilimi , A.B.D ordusunun
Manhattan projesi hizmetinde teknolojik
ürününü ortaya koydu. İlk atom bombası
Jornada del Muerto Çölünde patlatıldı.
Patlamada oluşan gaz bulutu 1200 metre
yükseldi. Bir kaç hafta sonra 6 ağustosta
Hiroşima’ya atılan ‘’ Little Boy ’’ ilk anda 80 bin
insanın canını aldı ve çok daha fazla insanı ağır
yaraladı. 3 gün sonra Nagasaki şehrine ‘Fat Ma’
adlı bomba havadan bırakıldı. Yerden 500 metre
yükseklikte patlayan bomba sıcaklığı 3.900°C’ye,
rüzgarı saatte ortalama 1.000 km hıza çıkararak
binaların yerle bir olmasına, tüm canlıların
yanarak yok olmasına neden oldu.
O zamanlardan günümüze bu boyutlarda bir
nükleer saldırı yaşanmadı fakat enerji üretmek
için kurulan nükleer santrallerde pek çok çevre
felaketi yaşanmakta, nükleer silahlanmaya
olduğu kadar nükleer enerji santrallerine karşı
da güçlü bir insani hareket yürütülmekte.
Karlı Sektör ‘Nükleer Enerji’
2.Dünya Savaşından sonra elektrik üreten
nükleer reaktörler kuruldu ve günümüzde
Dünya çapında üretilen enerjinin ortalama
%17’sini oluşturmaktadır. AB ülkelerinde
enerjinin %32’si, ABD’de %20’si nükleer
enerjidir. Ciddi bir kullanım alanına sahip olan
SAYI 57
57
ODTÜLÜ
dosya
Çernobil kazasında
serpintilerin
Karadeniz kıyıları ve
İsveç’e uzanması gibi,
bir kazanın etkilerini
kestirmek çok zordur.
Çernobil’deki
gibi Nükleer
santrallerde
meydana gelen
kazaların ve
sızıntıların
çoğunun insan
kaynaklı olması, bu
enerji kaynağına
olan güvenilirliği
azaltır.
nükleer enerji silah sektöründen endüstriyel
enerji ihtiyacını karşılamaya kadar pek çok
alanda kârlı bir sektördür. Öyle ki Dünya’da
400’den fazla nükleer santral bulunmakta ve
bu rakam artıştadır. Fosil yakıttan çok daha
karlı ve çok daha uzun bir geleceği olan nükleer
enerji havayı kirletmez kolayca muhafaza edilir.
Karbon salınımın tehlikeli boyutlarda gittikçe
artmakta olduğu uzun zamandır bilinmektedir
ve ölçümlerle doğrulandı.
Dünya İklim değişikliği konferanslarında da
önemi dile getirilen meselede ortak bir çözüm
bulunamadı. Nükleer enerjinin, iklim değişikliği
sorununa en azından geçici bir çözüm olduğunu
savunanlar var. Elbette bu tür önerilere karşı
ciddi argümanlarla karşı çıkılmakta.
Bu argümanlar karşılıklarıyla birlikte şöyle
sıralanabilir:
Havayı kirletmeyen ve çok yoğun miktarda
enerji üretebilen nükleer enerji yine de bir
yenilenebilir enerji değildir. Nükleer atıkların
yok edilme işlemi çok uzun yıllar sürmektedir.
58
Öyle ki bu süreçlerde meydana gelebilecek
bir radyoaktif sızıntı korkunç bir çevre
felaketine yol açabilir ve durdurulamaz bir
yayılma gösterebilir. Atıkları uzaya gönderme
ve yeraltının derinliklerine gömme projeleri
yapılmasına rağmen örneğin , Almanya’nın
tuz madenine gömdüğü atık varillerine
madenin çökmesinden sonra ne olduğu belli
değil . Atıkları uzaya yollama fikri ise ayrı
bir etik tartışmaya yol açmaktadır. Tıpkı
Çernobil kazasında serpintilerin Karadeniz
kıyılarına ve İsveç’e kadar uzanmış olması
gibi olası bir kazanın etkilerini kestirmek çok
zordur. üstelik Nükleer santrallerde meydana
gelen kazaların ve sızıntıların çoğunun insan
kaynaklı olması, bu enerji kaynağına olan
güvenilirliği azaltır.
Çernobil faciasından sonra uzun süre o derece
ciddi bir kazanın yaşanmamış olması nükleer
enerjiye olan ilgiyi her geçen yıl arttırdı. 2011
yılında ise Japonya’da yaşanan depremin
ardından gelen tsunami , Fukuşima nükleer
santralinin 6 metrelik duvarlarını aşarak
yeni bir faciaya sebep oldu. Çernobil’e eşdeğer
görülen bu kazada ciddi can kaybı yaşanmamış
olsa da insan aklının gelecekte olabilecekler
karşısında hala yeterli öngörüye sahip olamadığı
görüşü güçlendi. 19 Şubat 2015’te Fukuşima
Daiichi Nükleer Santrali’nde resmi görevliler
tarafından sızıntı olduğu haberi yayınlandı.
Radyoaktif atık suyun biriktirildiği tanklardan
birinden 100 ton sızıntı olduğu açıklandı. Bu
suyun denize ya da yeraltı sularına karışıp
karışmadığına dair kesin bir şey söylenmedi.
NÜKLEER BUGÜNE TARTIŞMALARLA GELDI
Greenpeace’in Ukrayna’da 2011 yılında yaptığı bir
araştırmaya göre bazı bitkilerde ve sütte özellikle
çocuklar için tehlikeli düzeyde radyasyon olduğu
tespit edildi. Bugün hala Ukrayna ormanlarının
%40’ı neredeyse 30 yıl önceki Çernobil faciasının
etkisiyle radyoaktif kirlenme altında.
Nükleer: Ticari Bir Güç
Elbette yaşanan nükleer facialar , nükleer
teknolojiye ve bilime sırt çevirmek ve bu alanda
bir ilerleme ve gelişmenin olamayacağı yargısına
varmak için yeterli olamaz , fakat bu enerjiye
olan ilginin asıl itici sebebi kârdır, ticaridir.
Ayrıca nükleer silah üretimi için nükleer santral
şart olmamasına rağmen bu tür silahların
üretiminde çok büyük kolaylık sağladığı da bir
gerçek. Dünyada en çok nükleer santrali olan
ülkeler aynı zamanda en çok nükleer silah üretip
pazarlayan ülkeler. İşte bu durum nükleer karşıtı
hareketlerin en güçlü tepkisini çekmekte.
Fukuşima ve Godzilla
2014 yılında gösterime giren yeni Godzilla Filmi
Fukuşima ve nükleer enerji hakkında ilginç
hatırlatmalar ve görsellerle dolu, radyasyonla
beslenip, ortalığı yıkarak gezen Godzilla hem çok
tehlikeli, insanları korkutup sığınaklara kaçırıyor
hem de sonunda daha büyük bir düşmanı
yenip insanları kurtardıktan sonra okyanusun
derinliklerine geri dönüyor. Filmde bir nükleer
santralde yaşanan felaket anı kurgulanmış, bir
başka sahne girişi yasak bir yerleşim bölgesinde
yıkık aniden terkedimiş bir evde geçiyor.
Fukuşima’nın izleri kolay unutulacak gibi değil.
Kazadan sonra kirlenen bölgede uzun yıllar
yaşamak mümkün olmayacak. Tahliye edilen
160.000 kişinin hayatı eskisi gibi olmayacak.
Fukuşimadan sonra Japonya’da 47 ticari reaktör
kapatıldı. Artık Japon halkının büyük bir kısmı
nükleere karşı ve ciddi bir kamuoyu baskısı var.
Fukuşima’nın Çevreye Etkisi
Santraldeki Radyoaktif atıklar ve kimyasallar
felaket esnasında soğutma suyuna karışarak
serbest kaldı ve yaklaşık 300.000 ton radyoaktif
su basınçtan patlamayı önlemek amacıyla
dışarı salındı. Böylece toprağa ve denize karışan
radyoaktif izotoplar sahil boyunca yayıldı .
Kanser riskini arttıran radyoaktif parçacıklar
ön görülemez alanlara yayılmış oldu.İlk
patlamanın etkisiyle havaya yayılan
kirlilik sebebiyle 30 km’lik alan
boşaltıldı ve bu uzaklıkta dahi
radyasyon normalden fazla
ölçüldü. Tokyoda ölçülen
radyasyon normalin
iki katıydı.
SAYI 57
Nükleer enerjiye
olan ilginin
asıl nedeni kâr
getirmesidir.
59
ODTÜLÜ
dosya
Yeni Bir
Maceraya Atılmak:
Metan Hidrat Yatakları
İnsanlık bir süredir derin denizdeki metan hidrat yataklarını
araştırıyor. Kontrol edilmesi ve nakledilmesi için tam güvenilir
bir yöntem üzerine çalışılan metan hidrat yatakları, derinliklerini
bilemediğimiz derin denizin bir parçası. Yerküre levhalarına bağlı bu
yatakların keşfi yeni bir macera mı?
X Yazı
PROF. DR. MAHMUT PARLAKTUNA
ODTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği
PETE
60
‘80
YENI BIR MACERAYA ATILMAK: METAN HİDRAT YATAKLARI
İ
ngiliz kimyacı Humprey Davy ve asistanı
Michael Faraday 19. yüzyıl başlarında
klor gazı – su karışımının sıcaklığının
düşürülmesiyle klor gazı atomlarının suyun
donma sıcaklığının üzerindeki sıcaklıklarda
buz benzeri kristaller içinde hapsolduğunu
gözlemlemiş ve 1823 yılında Faraday bu
ilginç maddeyi klor klatrat hidratı olarak
adlandırmıştır. Klatratlar bir kafes yapısı
oluşturan bir tip molekül ile kafes yapısı
içine hapsolmuş bir başka molekülden oluşan
kimyasal maddelerdir. Klatrat hidrat ise su
moleküllerince oluşturulan kafes yapısında,
her bir kafes içinde bir tek gaz molekülünün
bulunduğu yapıyı tanımlamaktadır. İlk
tanımlanmalarından sonra uzun yıllar
laboratuvar merakı olan klatratlar, 1930
başlarında petrol endüstrisinin dikkatine
doğal gaz boru hatlarının düşük sıcaklık
koşullarında buz benzeri yapılarla
tıkanmasıyla gelmiştir. Bu yapıların doğal
gaz hidratları olduğu ve doğal gaz içinde
mevcut su buharının yoğuşması sonrası
oluşan klatratların tıkanmaya neden olduğu
anlaşılınca petrol endüstrisi bu yapıların
oluşumunun engellenmesi için yöntemler
geliştirmiş ve metanol, etilen glikol gibi
kimyasalların boru hattına basılması yoluyla
tıkanmanın önüne geçilebilmiştir. 1960’lı
yılların ortasında ise Sovyet biliminsanlarınca
Sibirya’nın tundra bölgelerindeki doğal gaz
rezervuarlarında metan hidratın olduğunun
keşfedilmesiyle yeni bir dönem başlamıştır.
Günümüze kadar yapılan çalışmalarda soğuk
tundra bölgeleri ve derin deniz ortamlarında
metan hidratların varlıkları doğrudan
örnek alımıyla veya dolaylı yöntemlerle
ispatlanmıştır. Ülkemiz karasularında metan
hidrat yapılarının varlığı birçok çalışma ile
gösterilmiştir.Yerküredeki hidrat yapılarında
mevcut metan miktarının tahminiyle
ilgili çalışmalarda yerküredeki toplam
organik karbonun yarısından fazlasının
hidrat yapısında olduğu ve bu yapılardaki
metan miktarının 1015 m3’ten fazla olduğu
rapor edilmektedir (Kvenvolden, 2002).
Alışılagelmiş doğal gaz rezervlerinin 2014
yılı sonu itibariyle 187,5 × 1012 m3 (BP, 2015)
1960’lı yılların ortasında
Sovyet biliminsanlarınca
Sibirya’da doğal gaz
rezervuarlarında metan
hidratın olduğunun
keşfedilmesiyle yeni bir
dönem başladı.
olduğu göz önüne alınırsa hidrat yapılarındaki
metan miktarının ne kadar önemli olduğu
görülebilmektedir.
Her ne kadar Sovyetler Birliği döneminde bir
hidrat rezervuarından doğal gaz üretimi Batı
Sibirya’daki Messoyakha sahasında yapılmış
olsa da günümüzde metan hidrat yapılarından
gaz üretimi konusunda önemli faaliyetleri
olan ülkeler, geleneksel fosil kaynak
yakıtları kısıtlı olan Japonya, Güney Kore ve
Hindistan olarak görülmektedir. Japonya’nın
güney batısında yer alan Nankai Through
yapısında 1995 yılında başlayan çalışmalar
sonrası 16 – 27 × 1012 m3 gaz içerdiği tahmin
edilen hidrat rezervuarından üretim
denemelerinin 2015 yılı içinde başlatılması
beklenmektedir. Hidrat rezervuarındaki
katı hidrat yapısının, rezervuarı oluşturan
kayaçlar için çoğunlukla çimento malzemesi
olması ve gazı üretebilmek için katı hidrat
yapısının bozunmasının (kafes yapısının
bozularak serbest su ve serbest gaz
fazlarının elde edilmesi) zorunlu olması
nedeniyle, bozulma sonrası çimentosu
kaybolan kayaç taneciklerinin gazla birlikte
üretilmeleri, bu üretim sonrası rezervuarın
bütünlüğünün kaybolma riski, 1 m3 lük
katı hidrat yapısından bozunma sonrası
0,8 m3 serbest suyun açığa çıkması ve gazla
birlikte yüksek miktarda su üretilmesi gibi
konularda teknolojik gelişmeler hidrat
rezervuarlarından gaz üretiminin ticari
olarak kabulü için gerekli görülmektedir.
SAYI 57
Kaynaklar
BP Statistical Review of World
Energy (2015), http://www.
bp.com/en/global/corporate/
about-bp/energy-economics/
statistical-review-of-worldenergy.html.
Korsakov, O.D., Byakov, Y.A.,
Stupak, S., (1989), Gas Hydrates
in the Black Sea Basin,
International Geology Review,
pp. 1251-1257.
Kvenvolden, K.E., (2002),
Methane Hydrate in the Global
Organic Cycle, Terra Nova, 14,
pp. 302 – 306.
61
ODTÜLÜ
dosya
YERKÜRENIN ISISI:
Jeotermal Enerji
Jeotermal enerji yenilenebilir enerji kategorisinde yer almaktadır.
Ancak bu ısı kaynağının günümüz teknolojisi ile kullanılabilir
olabilmesi için yeryüzüne bir aracı ile taşınması zorunluluğu
mevcuttur. Doğanın bu enerjiyi yeryüzüne taşımak amacıyla
kullandığı aracı yerin derinliklerine süzülen yağmur sularıdır.
X Yazı
PROF. DR. MAHMUT PARLAKTUNA
ODTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği
PETE
62
‘80
İ
zmir’in Balçova ilçesindeki Agamemnon
Kaplıcaları, Denizli Pamukkale’deki
Hierapolis tarihte tedavi amaçlı kullanılan
önemli sıcak su kaynaklarıdır. Öte yandan,
Anadolu’nun her köşesinde hamam – kaplıca
olarak kullanılan sıcak su kaynaklarına
rastlamak mümkündür. Bu kaynakların
oluşumunun temel bileşeni ‘yerküre ısısı’
olarak tanımlanan jeotermal enerjidir.
Jules Verne’nin ‘Arzın Merkezine Seyahat’
isimli bilimkurgu romanının kahramanları
YERKÜRENIN ISISI: JEOTERMAL ENERJI
İzlanda’da sönmüş bir yanardağın
boşluklarından yerin derinliklerine inmekte
ve artan derinlikle sıcaklığın artışına şahit
olmaktadır. Yerkürenin en dış katmanı olan
ve yer kabuğu olarak adlandırılan, üzerinde
yaşadığımız karalar ve okyanuslardan
oluşan bölümünde sıcaklığın derinlikle
artışı ortalama her 100 m için 3 °C iken
bazı bölgelerde bu değerin çok üzerine
çıkmaktadır. Sıcaklığın derinlikle artış
hızının yüksek olduğu bölgelerin büyük
Kapasite kullanımında
lider ülkelerden biri
olan İsveç’te, binaların
%20’si jeotermal ısı
pompasıyla ısıtılıyor.
çoğunluğu yer kabuğunu oluşturan plakaların
sınırlarında yer almaktadır. Jeotermal enerji
açısından zengin ülkelerin (Endonezya,
Japonya, İzlanda, Yeni Zelanda, Filipinler,
Türkiye, İtalya gibi) plaka sınırlarında veya
yakınlarında olması jeotermal enerji ile
plaka hareketlerinin yakın ilişkisi olduğunun
göstergesidir.
Yerkürenin iç ısısı plaka hareketlerinin
itici gücü olup yerkürenin sahip olduğu
ısının iki temel kaynağı bulunmaktadır:
Dünya’nın oluşumu aşamasında sahip
olduğu ısı ile radyoaktif elementlerin
bozuşmasından açığa çıkan ve radyojenik ısı
olarak adlandırılan ısı. Her iki ısı kaynağının
boyutları düşünüldüğünde jeotermal enerji
yenilenebilir enerji kategorisinde yer
almaktadır. Ancak bu ısı kaynağının günümüz
teknolojisi ile kullanılabilir olabilmesi için
yeryüzüne bir aracı ile taşınması zorunluluğu
mevcuttur. Doğanın bu enerjiyi yeryüzüne
taşımak amacıyla kullandığı aracı yerin
derinliklerine süzülen yağmur sularıdır.
Derine gittikçe ısınan ve yoğunluğu azalan
yağmur suyu, aynı zamanda geçtiği yapılarda
farklı mineralleri bünyesine alarak jeotermal
akışkanı oluşturur. Jeotermal akışkan
yerküredeki dolaşımı sürecinde yeryüzüne
ulaşabileceği bir çatlak bulabilirse doğal
kaynak çıkışlarını ve bilinen kaplıca-hamam
kaynaklarını oluşturur. Yüzyıllar boyunca
insanoğlu bu doğal çıkışlardan yıkanma,
ısınma ve tedavi amaçlı yararlanmış
ancak özellikle 20. yüzyılın başlarından
itibaren açılan kuyulardan elde edilen
daha yüksek debili jeotermal akışkanı,
akışkanın sıcaklığına bağlı olarak çok farklı
uygulamalarda kullanmaya başlamıştır.
Yüksek debide jeotermal akışkanı üretime
alma ile jeotermal sistemin yenilenebilir
olma özelliği enerjiyi taşıyan aracı akışkan
olan suyun bütçesine bağlı olmaktadır.
Jeotermal sistemden yapılan üretim debisi
sistemin doğal beslenmesinin üzerinde
olduğu sürece sistem yenilenebilir özelliğini
kaybedebilmekte ve ekonomik açıdan
enerji üretimini sağlayacak koşullara
yönelik sürdürülebilirlik kavramı devreye
girmektedir. Yüksek sıcaklıklı jeotermal
akışkanın temel kullanım alanı su buharı
ve/veya jeotermal akışkanın ısıtılmasıyla
buharlaştırılan ikincil akışkanın buharı
kullanılarak gerçekleştirilen elektrik
üretimidir. 1904 yılında İtalya’nın Larderello
sahasında 0,25 MWe kurulu kapasiteyle
başlayan jeotermal enerjiden elektrik üretimi
sürekli artış göstermektedir. Bu gelişimde
yeni jeotermal sahaların keşfedilmesi yanı
sıra teknolojide olan gelişmelerle elektrik
enerjisi üretim sıcaklığının daha düşük
değerlere inmesidir. Ülkemizde jeotermal
enerjiden elektrik üretiminin tamamı
Ege Bölgesi’nde Denizli, Aydın, Manisa ve
Marmara Bölgesi’nde Çanakkale illerindeki
santrallerden yapılmakta olup mevcut kurulu
gücü 400 MWe seviyesindedir (Bertani, 2015).
Öte yandan, düşük ve orta entalpili jeotermal
akışkanlar doğrudan ısı uygulamalarında
kullanılagelmektedir. Son yıllarda diğer
tüm uygulamaların önüne geçen uygulama
jeotermal ısı pompası olarak adlandırılan
ve sığ derinliklerdeki göreli düşük sabit
sıcaklık değerini yazın soğutma, kışın ise
ısıtma amacıyla kullanan uygulamadır. Bu
yöntem ile klasik anlamda jeotermal kaynağı
bulunmayan İsveç, kapasite kullanımında
lider ülkelerden biri konumuna gelmiştir. Bu
ülkede binaların %20’si jeotermal ısı pompası
ile ısıtılmaktadır (Lund ve Boyd, 2015).
Ülkemizde ise üç temel doğrudan kullanım
alanı konut ve sera ısıtmacılığı ile banyo ve
yüzme uygulamalarıdır (Mertoğlu vd., 2015).
SAYI 57
Kaynaklar
Bertani, B., (2015), ‘Geothermal
Power Generation in the World
2010-2014 Update Report’,
Proceedings World Energy
Congress 2015, Melbourne,
Australia, 19-25 April, 2015.
Lindal, B., (1973), ‘Industrial and
Other Applications of Geothermal
Energy’ Geothermal Energy, Ed.
Armstead H.C.H., UNESCO, Paris.
Lund, W.J., Boyd, T.L., (2015),
‘Direct Utilization of Geothermal
Energy 2015 Worldwide Review’,
Proceedings World Energy
Congress 2015, Melbourne,
Australia, 19-25 April, 2015.
Mertoğlu, O., Şimşek, Ş., Basarır,
N., (2015), ‘Geothermal Country
Update Report of Turkey (2010
– 2015)’, Proceedings World
Energy Congress 2015, Melbourne,
Australia, 19-25 April, 2015.
63
ODTÜLÜ
dosya
Sinema ve Edebiyatta “Enerji”
Bilim ve sanat dünyasında enerji ve türleri, onu kullanan,
yönlendiren, üreten ve dönüştüren medeniyetlerin
gelişmişlik düzeylerini gösteren en önemli olgulardan biri
olmuştur ve aslında tam olarak var olmanın ve gücün
temeli, çıkış noktasıdır.
elde etme ve kontrol altında tutabilme çabası
çevresinde süregidiyor oluşudur. Bu durum
da ister karamsar ister iyimser olsun öyküye
-ki iyimserine rastlamak zordur- ve öykünün
lokomotifi olan kişilere bilimkurgusal bir
nitelik kazandırır genellikle. Bir adım ileriye,
bir adım gerideyken ulaşma çabası da zaten,
bilimkurgunun bulanık sularda yüzülen,
tekinsiz mecralara yelken açılan kanadının
vazgeçilmez olgularından biridir.
X Yazı
GÖRKEM ÖGE
H
er medeniyetin geliştikçe ve
ilerledikçe, güçlenme çabasında
olacağı öngörüsüyle enerji, anlatı
sanatlarında tüm zamanlar için amaçlanan,
hedeflenen ve heyecan verici bir cazibe
nesnesi olarak konu edilmiştir. Ancak elbette
doğası gereği kontrol altında tutulmasının
kolay olmadığı ve bu başarılamadığında da o
uygarlığın en büyük laneti olabileceği hiçbir
zaman gözden kaçırılmamıştır.
Enerjiyi konu edinen öykülerin temel
ortaklıklarından biri, yukarıda değindiğimiz
“medeniyet göstergesi” anahtar kelimesiyle
bağlantılı olarak gelişmiş, ileri düzey enerjiyi
64
SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI”
Bilimkurgunun bir tür olarak 1950’lerde
bilimsel bir nitelik ve zemin kazandığını
iddia etmek yanlış olmaz. Daha öncesinde
çoklukla fantezi türüne daha yakın olduğunu
ve bilimsel bir yaklaşım gözetildiğinde de
bilimsel olmaktan çok, günün şartlarında henüz
”geleceğe ait bilime hazır olunmadığı” ana
temasını odağa alan öykülere ilgi duyduğunu
görürüz. Yani aslında -ne yazık ki günümüzde
bile terk edilememiş bir alttür olan- “yolunda
ve beklendiği şekilde gitmeyen bilimsellik” gibi
yarı teknofobik bir yaklaşım ya da tamamen
bilimi, sadece bir tür çıkış noktası olarak
kullanan pür eğlencelik bir tavır ve doku söz
konusudur 50’li yıllar öncesi bilimkurgularda.
50’li yıllarda bilimkurgu öncelikle edebiyatta
kendini yeniler ve kendi tarihinin en önemli
atılımını yapar. Altın Çağ Bilimkurgusu olarak
isimlendirilen bu bilimkurgu dönemi ve bu
dönemde ortaya çıkan tavra sahip filmlerin
meydana getirdiği alttür, daha öncesinde
görülmeyecek –ve hatta sonrasında da pek
nadiren görülebilecek- biçimde, bilimsel
akademik kariyere sahip olan ancak yazarlıkları
ile öne çıkan kişilerin ellerinden çıkmıştır.
Alttürün ve bilimkurgu tarihinin bu en önemli
isimleri Arthur C. Clarke, Isaac Asimov, Robert
A. Heinlein’dır. Hem birer akademisyen ve
biliminsanı olmaları hem de eserlerindeki
bilime dayalı öngörüler edebiyattaki
ağırlıklarından çok daha fazlasını bilim
dünyasında kendilerine kazandırmıştır.
Kaba söylemle çürüyen, fakirleşen ve
kaynaklarını tüketen ve bu sebeple de yeni
kaynaklara ve enerjilere ihtiyaç duyan
dünya teması, bu akımın öncesinde hiç
konu edilmemiş olmasa bile ikna edici ve
düşündürücü biçimde ilk kez bu sanatçıların
eserlerinde konu edilmiştir. İşte günümüz
sinemasında belirttiğimiz yaklaşım ve ana
temalara sahip enerji konulu filmlerin
temellerinin 50’ler Altın Çağ Bilimkurguları’na
dayandığını söyleyebiliriz.
Gerçek bilimden ve bilimsel öngörülerden
hoyratça beslenen hocalarımızın bilimkurgu
dünyasına yaptıkları sağlam girişten bu yana
elbette başka bilimsel ve sanatsal çıkış noktaları
da söz konusu oldu. Bunların bence en heyecan
verici tarafı şu ki, insanoğlunun kaynak ve
enerji arayışı iki türdür; 1- Dışarıda 2- İçeride.
Altın Çağ’ın kaynak ve enerji arayışı
çoğunlukla uzakta ve dışarıdaydı; örneğin
başka gezegenlerdeki değerli madenler. Bu
arayışı temel alan bilimkurgular halen türün
merkezinde. En yakın tarihli örneği olarak
Avatar’ı bile verebiliriz. Ridley Scoot’ın
eşsiz başyapıtı ’79 tarihli Alien’ın gemisi
Nostromo da başka gezegenlerden dünyaya
maden taşıyan devasa bir gemiydi (Tüm bu ve
benzeri örneklerde insanoğlunun yayılmacı
ve sömürgeci ruhu üzerine enfes altmetinler
mevcuttur ki bu başka bir metnin konusu).
İşte 50’lerden bu yana değişen şey, yakındaki
arayışımız. Bu enerjiyi ve çözümü uzakta değil
yakında ve içeride arama fikrinin babasının
Albert Einstein olması, konuyu büyük bir keyif
ve heyecanla, derinlemesine incelemenizi
garanti ediyor elbette.
Bu noktayı şöyle özetleyelim: Galaksimize açıldık
ve yeni kaynaklar, enerjiler aradık. Einstein
ise uzakları bir kenara atmamızı sağlayacak
biçimde atomun içerisinde tüm insanlığın enerji
ihtiyacını karşılayabilecek seviyede enerji saklı
olduğunu gören ilk biliminsanıydı. İnsanlık da
bu öngörüyle gözlerini uzaktan yakına çevirdi,
buradaki gücün peşine düştü.
Geleceğe Dönüş
serisinin gizli
kahramanı akım
kapasitörü.
İşte bu noktada, yine yukarıda belirttiğimiz,
bu kadar küçük bir kaynaktan bu kadar büyük
enerjilerin çıkabilecek olmasının getirdiği
tehlike ortaya çıktı: Enerjiyi kontrol edebilme.
Gayet iyi biliriz ki, post-apokaliptik (kıyamet
sonrası bilimkurgusu) dediğimiz bilimkurgu
alttüründe ve dünyanın sonu öykülerinde ilk
akla gelen kıyamet senaryosu nükleer felakettir.
Çünkü insanoğlu atomaltı enerjiyi kullanmaya
çalışırken aslında, -her ne kadar Spielberg’ün
Jurassic Park’ında genetik bilimi üzerine
sarf edilen bir tespit olsa da buraya da gayet
uygun- “Babasının silahını bulmuş çocuk”
konumundadır. Hemen en yakın tarihli örneğini
verelim: Dan Brown’ın Melekler ve Şeytanlar
romanının aynı adlı sinema uyarlamasında, tüm
Vatikan’ı yok etme gücünde olan güç, Avrupa
Parçacık Fiziği Laboratuvarı’nda elde edilmiş
olan anti-maddedir. Yine bilimkurgularda sıkça
rastlanan bir tema olarak, yanlış ellere geçen ve
amacı dışında kullanılan güç olgusu başroldedir
bu öyküde de.
Buradan şöyle bir tespit yapabiliriz: ileri düzey
enerji ve arayışlarını konu edinen öykülerin
SAYI 57
65
ODTÜLÜ
dosya
büyük çoğunluğu, konunun karamsar tarafını
odağa alması, anlatı sanatlarının konuya bakışını
özetler. Kaba söylemle sanatçılara göre, bu kadar
büyük bir gücü ve günümüze göre ileri düzey
enerjileri elde etmek, getirilerinden çok daha
fazla risk getirecektir. O kadar çok filmde bu
altmetne rastlayabiliriz ki! Tüm kıyamet sonrası
öyküler örneğin... Birçoğunda kıyametin sebebi
nükleer savaştır. Terminatör’ler, Matrix’ler ya da
Mad Max, Omega Man, Last Man on Earth türü
filmlerde hep çölleşmiş dünyalarla karşılaşırız
ve meydana gelmiş kıyamet, keşfettiği gücü
doğru biçimde kullanamayan insanın acziyetini
gösterir.
Morgan
Freeman ve Keanu
Reeves’lı, Chain
Reaction peşine
kötü adamların
düştüğü alternatif
bir enerji kaynağını
konu ediniyor.
Bu kıyametin sonrasına değil de sırasına
bakalım dersek, verecek daha doğru örnekler
mümkünse de özellikle hatırlatmak istediğim
film Zack Snyder’ın muhteşem karakterler
galerisi olarak isimlendirebileceğimiz
Watchmen’i. O kadar renkli karakterler içinde
bile gerek dünyanın en zeki insanı, gerek Yunan
heykellerine benzer yakışıklılığı (çizgi romanda
böyle anılır) ve gerekse de bunlar kadar etkileyici
mor ceketi ve donuk suratı ile Ozymendias’ın bir
ölçü öne çıktığı düşünülürse, onun enerji üzerine
tespiti filmin en önemli cümlelerinden biridir.
Ozy dünyanın en zeki ve “üstün” insanıdır ya da
zaten öyle görünmektedir. Ve tüm dünyayı fosil
yakıtlara bağımlılıktan kurtarabilecek ucuz ve
yenilenebilir bir enerji projesi üzerine
çalışmaktadır, onu heyecanlandıran yegâne şey
budur. Ve dünyanın enerji sorununun
çözülebilmesi halinde ortaya çıkacak durumu
“Eğer kaynaklarımızı sonsuz yaparsak,
savaşların modası geçer” olarak özetlerken
“şan”ından da pek bir karizmatik görünmektedir
(İzlemeyenler diğer paragrafa geçsin lütfen). Ve
tabii filmde Soğuk Savaş Dönemi atmosferinde
Sovyetler’le ABD arasında nükleer savaş çıkma
olasılığının yüksekliğinin yarattığı gerilimi
çözen kişi de Ozy olacaktır, ama bunu da yine
sahip olduğu ileri teknoloji ve enerjiyle,
milyarlarca kişinin kurtuluşu için milyonları
öldürerek sağlayacaktır.
Olaya bu kadar küresel değil, ulusal bakacak
olursak akla gelen ilk örnek muhtemelen Phillip
Noyce’un bir dönem çokça sevilen popüler ajan
aksiyonu The Saint (Aziz) olurdu. Ülkesini
çok seven ve ülkesinin en büyük problemi
olduğunu düşündüğü soğuk iklime karşı toptan
çözüm arayan bir “vatansever”in kötü karakter
olarak sunulduğu filmde, Sovyetler Birliği’nin
iklimsel sorunu, ileri düzey enerjilerle aşılmaya
çalışılmaktadır. Üzerine çalışılan enerji
ise soğuk füzyondur. Enerji üzerine çalışan
biliminsanının enerji araştırmaları dışındaki
becerisi de yakışıklı ve enerjik kahramanımızı
kendine âşık edebilecek olmasıdır.
The Saint’e kısmen benzer başka bir örnek de,
Morgan Freeman ve Keanu Reeves’lı, pek fazla
bilinmeyen aksiyon Chain Reaction. Bu kez
üzerine çalışılan, kontrol edilemeyip ona
ulaşmaya çalışanları öldüren, peşine kötü
adamların düştüğü enerji, alternatif bir enerji.
Reaktör patlamayıp Keanu hariç tüm ekibin
hayatına mal olmasaydı, kim bilir bugün
otomobillerimiz kilometrede kaç kuruş yakıyor
olacaktı?
Enerjiyi konu edinen öykülerin hepsi yepyeni
enerjilere adım atmayla ve küresel/ulusal
çözümler bulmaya dayalı değil elbette. Enerjiyi
66
SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI”
üretme bir yana, var olan enerjileri yönetme
temasına da göz attığımızda benzer bir tavırla
karşılaşıyoruz aslında. Burada da enerji
dendiğinde akla gelen güç motifi yine yerli
yerinde. Örneğin, Trevanian’ın ’79 tarihli
unutulmaz romanı Şibumi’de, filozof katilimiz
Nicolai Hel’in peşine düşen küresel güç
tamamen dünyanın petrol kaynaklarını
kontrolde tutarak enerji bütçesini yönlendiren
ve kendi enerji türüne alternatif teşkil eden
enerjileri ve bunlar üzerine çalışanları (örneğin
rüzgâr enerjisi üzerine çalışan bir biliminsanını)
gönül rahatlığı ile öldürmekten çekinmeyen bir
otorite vardır. Yine ortada bir güç motifi söz
konusu. Ve bu gücü küresel ölçeğe taşıyan şey,
enerjiyi elinde tutabilme becerisi.
Enerji üzerine yazılan öykülerde bir adım
ilerideki enerji söz konusu değilse de mutlaka
küresel ya da ulusal bir güç söz konusu olduğu
için muhtemelen en fazla havası solunan tür
siyasi gerilim ya da komplo öyküleri. Küba’ya
nükleer başlık getiren Sovyetler ve bunu
öğrenen ABD’nin, bir parkta başlayan eylemler
yüzünden bir Afrika ülkesine sempati ve şirinlik
ziyareti gerçekleştirme ihtiyacı duyan yerli malı
politikacı gibi korkmasını anlatan öyküleri bile
aslında enerjiye dayalı öyküler olarak görebiliriz.
Çünkü söz konusu enerji olunca ister yeni enerji
türleri olsun ister mevcut enerji kaynaklarını
kontrol etme gücü olsun her şekilde küresel bir
güç ve yönetim yeterliliği karşımıza geliyor. Ve
söz konusu enerjilerin getirileri de zaten çoğu
zaman insanoğlunun yanında değil, karşısında
konumlanıyor. İnsanoğlunun faydasına değil
hemen her zaman zararına kullanıldığını
ya da en iyimser söylem ile bu riskin çok yüksek
olduğu fikrini görüyoruz.
İşte bu denklemde sokaktaki insan ise bu
enerjilerin sadece tüketicisi ve güç otoritelerinin
çizdiği kadere katlanmaktan başka çaresi
olmayan bir kurban olarak sunuluyor; çünkü
enerji her zaman sokaktaki insanın eline
geçemeyecek kadar “değerli” bir şeymiş gibi
görülüyor. Birçok öyküde, otoriteyle sorunu
olan karakterlerin kendi enerji kaynaklarını
Tıpkı Spider Man Peter Parker’a
söylendiği gibi büyük güç, büyük
sorumluluk getiriyor.
var etmeye çalıştığını (Matrix’i bunun kitlesel
başkaldırma örneği, Zor Ölüm 4’teki hacker
karakteri de bireysel başkaldırma örneği olarak
verebiliriz. Matrix’te makinaların insanları bir
enerji kaynağı olarak kullanmaya çalışması da
konumuz bağlamında ayrı bir ayrıntı) ve bu yolla,
merkezî otoritenin yönetim ve kısıtlamalarından
kurtulmaya çalıştığına rastlıyoruz.
Sahibine sağladığı bu “bireyleri ve kitleleri
kontrol etme gücü” nedeni ile enerjinin, hiçbir
şartta “demokratik” bir olgu olamadığı da pek
açık görünüyor. İşte insanoğluna sağladıklarının
yanına onu bir lanet olarak görmemizi
sağlayacak şey, onu kontrol etmenin zorluğu
kadar insanın başını döndüren bir şey olması.
Tıpkı Spider Man Peter Parker’a söylendiği gibi
büyük güç, büyük sorumluluk getiriyor.
SAYI 57
67
ODTÜLÜ
erdemli kampusu
Şekil 2. DEKOSİM projesi
kapsamında bırakılan
ARGO’lar Karadeniz’in ve Doğu
Akdeniz’in büyük kısmında
15.350 km yol kat ederek
veri topladılar. ARGO’lardan
dördünün 2013’ten günümüze
kadar izledikleri rotaları harita
üzerinde görebilirsiniz.
DEKOSİM Projesi’nin ARGO’ları
600. Dalışlarını Yaptı
Şekil 1. ARGO’ların rotası
boyunca yaptığı dalışlar ile
su kolonunda derine doğru
gerçekleşen fiziksel, kimyasal
ve biyolojik değişimleri
kaydedilir. Şekilde ARGO’ların
Karadeniz’de gözlemlediği
sıcaklık değişimlerinin kesiti
verilmiştir. Karadeniz iklimi
ve ekosistemi açısından
hayati önem taşıyan
oksijence zengin “soğuk
orta tabaka” siyah koyu
çizgilerle sınırlandırılmıştır.
Bu tabakanın sürekli gözlemi
Karadeniz ekosistemi ve iklim
değişikliğine verdiği tepkileri
anlamak için çok önemlidir.
ARGO’lar sayesinde bu
tabakanın kıyı bölgelerde de
oluşabildiği fakat genel olarak
küresel ısınma sebebiyle
zayıfladığı gözlenmiştir.
68
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü dünya
üzerinde bulunan en gelişmiş denizel gözlem
ağlarından birinin parçası olarak Akdeniz ve
Karadeniz’in bilinmeyenlerini keşfediyor.
Gözlem ağında ARGO adı verilen, otonom
gözlem cihazları kullanılıyor. Akıntılarla
birlikte hareket eden, önceden programlanan
derinliklere inen ve yüzeye çıkışta
okyanusların fiziksel, kimyasal veya biyolojik
özelliklerini ölçen bu cihazlar topladıkları
verileri uydular üzerinden biliminsanlarına
HABER
ulaştırıyorlar. Otomatik olarak çalıştıkları ve
akıntılar ile yol aldıkları için ARGO cihazları
gemi seferleri ile araştırılması zor olan deniz
alanlarının incelenmesine imkân veriyorlar.
Günümüzde dünya denizlerinde bulunan
3.800 kadar ARGO küresel iklim değişikliğinin
takibinde en büyük rollerden birini üstlenmiş
durumdadır. Türkiye denizlerinde ilk
ARGO’lar 2002 yılında Amerikalı ve Ukraynalı
biliminsanları işbirliğiyle ODTÜ-DBE
tarafından Karadeniz’e bırakıldı. Bu ARGO’lar
ömrünü tamamladığı 2009 yılına kadar
Karadeniz’den 965 su kolonu profili aldılar.
ODTÜ DBE DEKOSİM projesi kapsamında
2013 yılında Karadeniz’e 4, Akdeniz’e de 2
adet yeni ARGO cihazı bırakılmıştır. Bırakılan
bu cihazlar otomatik olarak toplamda 15.350
km deniz seyiri yaparak şu ana kadar 600 su
kolonu profili topladılar.
ODTÜ DBE
araştırmacıları
Akdeniz’in
2014-2015
yıllarında kirlilik
durumunu izlemek
için toplam 66
noktada deniz
suyu örnekleri
topladılar.
Ulusal Deniz İzleme Programı
Akdeniz’de Devam Ediyor
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü 2011 yılından bu yana diğer Ulusal Deniz Bilimleri
Enstitüleri ile ortak bir şekilde Bütünleşik Deniz İzleme Programı’nı yürütüyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
koordine edilen program kapsamında tüm kıyı
sularımızda aynı bilimsel kriterler kullanarak
AB-Su Çerçeve Direktifi ile uyumlu, ekosistem
yaklaşımlı bir şekilde veri toplanmaktadır. Bu
izleme çalışmasının hedeflerinden birisi de
denizlerimizde belirlenen hassas alanların
mevcut durumunun tespit edilmesi ve yıllar
arası karşılaştırma yaparak ihtiyaç duyulan
iyileştirmelerin saptanmasıdır. Aynı verileri
kullanarak denizlerimizde su kalitesi
belirlenmekte ve ötrofikasyon riski taşıyan
alanlarda su çerçeve direktifi ölçütlerine göre
trofik durumun tespiti de yapılmaktadır.
Yenilenen programa ayrıca son yıllarda özellikle
kıyı kentlerinde kullanımı artan ve çevre kirliliği
yaratan plastik atıkların (mikro-plastikler) deniz
suyunda ve sedimanda izlenmesi de dahil
edilmiştir. Program kapsamında 2014-2015
sezonunda ODTÜ-DBE Akdeniz’in bir ucundan
diğer ucuna toplam 1.000 deniz mili seyir
yaparak 66 noktada deniz suyu, deniz tabanı
sedimanı ve deniz canlılarından örneklemeler
yapmıştır. ODTÜ DBE bu örneklerde ölçülen
kimyasal, fiziksel, biyolojik değişkenleri
kullanarak Akdeniz’de organik ve metal
kirleticilerinin mevcut seviyesini belirlemekte
ve zamana bağlı değişimlerini araştırmaktadır.
SAYI 57
69
ODTÜLÜ
kuzey kıbrıs kampusu
ODTÜ KKK 2017 Hedeflerine
Emin Adımlarla İlerliyor!
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda, Ankara Kampusu’ndan
gelen geleneklere uygun olarak, bir grup akademisyen,
idari personel ve öğrencilerin öncülüğünde 2011 yılında
başlatılan ve adına “Yeşil Kampus İnisiyatifi” denen
girişim, üst yönetimin takdir ve desteği ile çalışmalarına
devam ediyor.
70
ODTÜ KKK 2017 HEDEFLERINE EMIN ADIMLARLA İLERLIYOR!
K
ampusta enerji ve su kaynaklarının
daha verimli ve tutumlu kullanılması
amacına yönelik olarak çalışma planı
hazırlayan girişim, üniversitelerin bulunduğu
yöreye, ülkeye ve dünyaya yararlı çalışmalarda
bulunması amacına da uygun olarak etkinlik
alanını, ilk aşamada Kampusun kurulu olduğu
kasabayı da kapsayacak şekilde genişletti.
Çalışmaların kazanımlarının ölçülebilir
olmasına dikkat edilerek 2017 yılına kadar
erişilecek hedefler konuldu.
Enerjinin israf edilmeden kullanılması ve
bunun bir davranış biçimi olarak benimsenmesi
yoluyla sürdürülebilirliğin sağlanması
amacıyla Yeşil Kampus İnisiyatifi üniversite
kamuoyunun farkındalık seviyesini yükseltmek
ve onların katılımını sağlamak amacıyla Enerji
Topluluğu öğrencilerinin hazırladığı posterler
ve ilan panolarını kullanarak büyük bir
kampanyayla çalışmalarına başladı.
Enerji kullanımı ve dönüştürülmesiyle ilgili
olan ve 2017 yılına kadar ulaşılması amaçlanan,
Kampusta kişi başına ve bina kapalı birim alanı
başına düşen enerji tüketiminin en az %10
azaltılması, Kampustaki faaliyetlerden
kaynaklanan CO2 emisyonunun en az %10 daha
az olmasının sağlanması, kişi başına düşen su
tüketiminin %25 kadar azaltılması ve dolayısıyla
da Kampusa su temini için harcanan enerjiden
de tasarruf sağlanması, geri dönüştürülmemiş
katı atık oranında kişi başına en az %15 azalma
sağlanması olarak belirlenen hedefler
doğrultusunda yapılan veya halen devam eden
çalışmalardan bazıları şöyle:
• KKTC Yenilenebilir Enerji Yasası’nın
sağladığı izinle Kampusta güneş enerjisinden
elektrik üretecek 1 MWp kurulu güçte,
12.000 m2’lik alanda PV panelli bir santralin
kurulması için etüt ve fizibilite çalışmaları
tamamlandı. Proje yatırımının kendisini 5-6
yıllık bir sürede geri ödeyeceği öngörülüyor.
Kampusta halen kullanılan ve KKTC’nin
fuel oil yakıtlı termik santrallerinden
sağlanan elektriğin yerine büyük bir
oranla güneş enerjisinden dönüştürülecek
elektriğin kullanılacak olması Kampusun
CO2 emisyonunun azalmasında da en
önemli etken olacaktır. Kurulacak sistemde
öğrencilerimizin uygulama ve araştırma
yapmaları da mümkün olacaktır.
• Kişilerin yapacağı küçük tasarruflar bir
araya geldiğinde, “Damlaya Damlaya Göl
Olur” deyimine uygun olarak önemsenecek
bir miktar oluşturabileceği bakış açısıyla
Kampustaki personel lojmanlarındaki duş
bataryalarındaki, gereksiz su tüketimine
yol açan, tasarım problemi tespit edildi.
Enerji Topluluğu öğrencilerinin de
desteği ile tasarım geliştirilerek su
kullanım verimini arttıracak bir parça
tasarlanıp atölye imkânlarıyla imal edildi
ve hazırlanan açıklayıcı / ikna edici
kartlarla birlikte lojmanlara dağıtıldı. Bu
parçanın kullanılması sayesinde Kampus
lojmanlarında günde ortalama toplam
14 m3 kadar su tasarrufu sağlanabileceği,
Kampusa su temin eden pompaların
kullandığı elektriğin fuel oil yakıtlı termik
santrallerden sağlanıyor olması nedeniyle
de su tasarrufunun termik santralde daha az
yakıt kullanılmasını sağlayacağı ve bu yolla
santralin yılda 2000 kg daha az CO2 emisyonu
yapacağı bilgisi verildi.
SAYI 57
Yeşil Kampus İnisiyatifi
Üniversite kamuoyunun
farkındalık seviyesini
yükseltmek ve onların
katılımını sağlamak
amacıyla Enerji Topluluğu
öğrencilerinin hazırladığı
posterler ve ilan panolarını
kullanarak büyük bir
kampanyayla çalışmalarına
başladı.
71
ODTÜLÜ
kuzey kıbrıs kampusu
• Kampustaki faaliyetlerin karbon ayak izini
azaltmaya yönelik olarak “Katı Atık Geri
Dönüştürme” projesi ilk önce bir yüksek
lisans tez çalışması olarak başlatıldı ve elde
edilen sonuçlardan yararlanılarak projenin
uygulanmasına geçildi.
• Personelin Kampusa geliş gidişlerinde kendi
araçlarını kullanmaları yerine özel ulaşım
hizmeti alınarak, şimdilik Lefkoşa-Kampus
arasında sabah ve akşam semt servisi
konulmasıyla hem yakıt tasarrufu hem de
CO2 emisyonunda azalma sağlandı. Kampus
içinde ve civarında öğrenci ve personelin
bisiklet kullanmalarını teşvik için “Kampus
Bisikleti” projesi uygulamaya geçirildi. Satın
alınan bisikletlerin günlük olarak alınan
kiralama bedelinin de öğrenci burs fonuna
aktarılmasına karar verildi.
Kampustaki
faaliyetlerin
karbon ayak izini
azaltmaya yönelik
olarak “Katı Atık
Geri Dönüştürme”
projesi ilk önce bir
yüksek lisans tez
çalışması olarak
başlatıldı.
72
• Aydınlatma sistemlerinde mekanik balast
yerine elektronik balast kullanılması bir
tasarruf sağlayıcı proje olarak geliştirildi
ve ilk olarak Kampus Misafirhanesinde
uygulandı. Bu yolla yılda 270 kWh elektrik
tasarrufu ve dolayısıyla termik santrallerde
CO2 salınımında azalma sağlanabilir
hale gelindi. Ayrıca lamba ömürleri %20
kadar uzatılmış oldu. Kampus çevre
aydınlatılmasında “Led”li aydınlatmaya
geçilmesi konusunda da bir çalışma başlatıldı.
• Kampus ve KKTC’de kurulması söz konusu
olabilecek rüzgâr enerjisi dönüştürücüleri
konusunda yapılacak projelere rüzgâr hız
değerlerinin sağlanması amacıyla Kampusta
60 m yüksekliğinde ölçüm direği ve gereken
veri toplama değerlendirme sistemi inşa
edildi.
• Kampusa yakın bir konumda olan
Güzelyurt çöplüğündeki vahşi depolama
ve çöp toplayıcılarının kontrolsüzce
çöp yakmalarının sebep olduğu çevre
kirlenmesine yetkililerin ve KKTC halkının
dikkatini çekmek ve çözüm önerileri
oluşturmak amacıyla Yeşil Kampus Girişimi
bir çalıştay düzenledi. Sorun akademik
düzeyde ortaya konuldu ve tartışıldı.
Bu çalışmaların da katkısıyla Güzelyurt
çöplüğünde vahşi depolamadan vazgeçildi ve
atıkların yakılması yasaklandı.
ODTÜ KKK 2017 HEDEFLERINE EMIN ADIMLARLA İLERLIYOR!
SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015
SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015
ISSN: 1309 - 2626
ODTÜLÜ
ODTÜLÜ
Enerji
Her şey watt için sevgilim!
İnsanlığın var oluş mücadelesi:
Daha çok, daha verimli enerji arayışı... Ama nasıl?
ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ TEKNOKENT’TEN HABERLER... ODTÜ ERDEMLİ KAMPUSU’NDAN HABERLER... ODTÜ KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDAN HABERLER...