Son sayıyı indirmek için tıklayınız.
Transkript
Son sayıyı indirmek için tıklayınız.
SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015 SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015 ISSN: 1309 - 2626 ODTÜLÜ ODTÜLÜ Enerji Her şey watt için sevgilim! İnsanlığın var oluş mücadelesi: Daha çok, daha verimli enerji arayışı... Ama nasıl? ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ TEKNOKENT’TEN HABERLER... ODTÜ ERDEMLİ KAMPUSU’NDAN HABERLER... ODTÜ KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDAN HABERLER... İÇİNDEKİLER Sevgili ODTÜ’lüler ve ODTÜ Dostları, ODTÜLÜ bu sayısında evrenimizin ve dünyamızın geçmişi ile kıyaslandığında bir göz kırpımı sayılabilecek bir zamandır var olan insan medeniyetinin çekirdeğini odağına alıyor: Enerji! Kendi bedenlerimizi hareket ettirmekten devasa bir sanayi devrimine, yıldızlararası yolculuklardan savaşlara kadar kurduğumuz her cümlenin gizli öznesi: Enerji. İnsan medeniyeti, henüz çok genç. Gezegenimizde var olan enerji türlerini verimli kullanabildiğimizi söylemek hayal olur. Var oluşumuzun en büyük mücadelesinin enerjiyi kontrol altına almak olduğuna, daha verimli olduğu kadar hep daha çok enerji arayacağımıza kuşku yok. Dosya konumuzun yazarı Tevfik Uyar’dan alıntılarsak: “Kurduğumuz medeniyetin güvencesi onu idame ettirmek için gereken enerjiyi her daim bulabilmek.” Bugün, geldiğimiz noktada, yeni doğmuş insan medeniyetinin doğum yerinin kaynaklarını tükettiğini biliyoruz. Bir tür olarak varlığımızın devamlılığı sadece bu dünyada sürdürülebilir bir enerji sistemi kurmaya değil, ufkumuzda beliren dünya dışı kolonizasyon için gerekli enerjiyi elde edip edemeyeceğimize de bağlı. Kısacası, ya medeniyetimizin temel dinamiklerini değiştirmek ya da gezegenimizi tüketmeden, verimli enerji kullanabilmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Ya da belki de, bu ikisini bir arada yapabilir olmalıyız. ODTÜLÜ, enerji sayısını tam da bu varoluş mücadelesinin eksenine oturtuyor ve fosil yakıtlar, tükenen kaynaklar, yeni keşfedilen yöntemler gibi bugünün eldeki sorunlarına olduğu kadar insanlığın önündeki yolun uzandığı ufka bakıyor. Fermi Paradoksu’nun kilit sorusunu “Herkes nerede?”yi şimdilik bir kenara bırakarak kendi adımlarımıza odaklanarak soruyoruz: Neredeyiz ve nereye gideceğiz? Doç. Dr. Barış Sürücü 02 ODTÜ’DEN HABERLER 44 “BIZE ESMEYI ANLAT” ODTÜ RÜZGEM 48 MAVI GEZEGENIN ZORUNLU ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI Prof. Dr. Raşit Turan 16 HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM Tevfik Uyar 24 İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ... Kaan Öztürk 52 28 FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA İHTIYACIMIZ VAR! KÜRESEL MÜCADELE VE İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE 56 Alparslan Bayraktar NÜKLEER BUGÜNE TARTIŞMALARLA GELDI Atacan Soyak 60 YENI BIR MACERAYA ATILMAK: METAN HIDRAT YATAKLARI Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna 62 YERKÜRENIN ISISI: JEOTERMAL ENERJI Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna 32 DOĞU AKDENIZ’DE ENERJI OYUNU VE KIBRIS SORUNU Dr. Hayriye Kahveci 34 GEZEGENIN GELECEĞI IÇIN BIYOENERJI Prof. Dr. Göksel Demirer 36 NE ONLARLA, NE ONLARSIZ: FOSIL YAKITLAR 64 SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI” Yrd. Doç. Dr. Emre Artun Görkem Öge 40 HIDROELEKTRIK ENERJISI 68 ERDEMLİ’DEN HABERLER Doç. Dr. Elçin Kentel 70 KUZEY KIBRIS KAMPUSU Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlarla İletişim Dergisi Temmuz-Eylül 2015 Sayı 57 ISSN: 1309 - 2626 “ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ Kariyer Planlama Merkezi’nin mali desteği ile yılda dört kez yayınlanmaktadır.” Yazışma Adresi Mezunlarla İletişim Müdürlüğü ODTÜ Rektörlük 1.Kat 06800 Ankara Tel: (0312) 210 71 07 Faks: (0312) 210 13 58 [email protected] www.mezun.metu.edu.tr ODTÜ Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet Acar Koordinasyon Nokta Çelik Sayfa Uygulama Serhan Baykara Yazı İşleri Müdürü Doç. Dr. Barış Sürücü Reklam Sorumlusu Ekin Neşe Öztürk Yardımcı Editör Nihan Bora Yayın Kurulu Doç. Dr. Barış Sürücü Damla Özlüer (Myra) Nokta Çelik Rauf Kösemen (Myra) Yapım MYRA www.myra.com.tr Röportaj Fotoğrafları Bingül Özcan Katkıda Bulunanlar Ekin Neşe Öztürk Melike Yaraş Sultan Uçkaç Çelikcan Talat Doğan Tasarım Danışmanı Rauf Kösemen Editör Damla Özlüer Yayın Tasarımı Çağlar Atalay Düzeltme ve özür: ODTÜLÜ Dergisi’nin 56. sayısında yer alan “Geleceğin Teknolojisi: Fotonik” başlıklı yazının yazarını Yrd. Doç. Dr. Serdar Kocaman olarak düzeltir, özür dileriz. Baskı ODTÜ Basım İşliği ODTÜLÜ kısa kısa ODTÜ’den Haberler Orta Doğu Teknik Üniversitesi yazı hareketli geçirdi. Etkinlikler, ödüller ve törenlerle dolu bir yazın ardından... HAZİRAN 2015 2015 MEZUNLARI DIPLOMALARINI ALDI Orta Doğu Teknik Üniversitesi 2014 - 2015 Eğitim - Öğretim Yılı Diploma Töreni, 28 Haziran 2015 Pazar günü ODTÜ Stadyumu’nda yapıldı. Saat 17.30’da başlayan törende 2.387 öğrenci lisans, 498 öğrenci yüksek lisans ve 130 öğrenci doktora diploması aldı. Ankara Kampusu’ndan Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencisi Gizem Grünberg ile Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü öğrencisi Murat Özatay; Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndan Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğrencisi Rustam Alashrafov ile Makina Mühendisliği Bölümü öğrencisi Mohammad Asgari üniversite birincisi olarak mezun olmaya hak kazandı. TEMMUZ 2015 ODTÜ ADAY ÖĞRENCILERLE BULUŞTU TEMMUZ 2015 ODTÜ TERCIH DANIŞMANLIĞI ODTÜ Tercih Danışmanlığı 5-16 Temmuz tarihleri arasında ODTÜ KKM Kümbet Salonu’nda yapıldı. Öğrencilere ODTÜ Genel Tanıtımı yapıldıktan sonra öğrenciler her bölümde belirli saatlerde düzenlenen ofis görüşmelerine yönlendirildi. Aday öğrenciler lisans eğitimleri boyunca okuyacakları kampusu, laboratuvarları ve öğretim görevlilerini tanıma fırsatı buldu. 2 ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM 2-4 Temmuz tarihlerine ODTÜ KKM’de, 3-5 Temmuz tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda ve 7-8 Temmuz tarihlerinde İzmir ODTÜ Ege Mezunlar Derneği’nde düzenlenen ODTÜ Tercih Fuarları’nda LYS sonuçları belli olan birçok aday öğrenci ile bölüm temsilcileri bir araya geldi. Ankara’da fuar kapsamında yapılan ODTÜ Bölüm Tanıtım Sunumları’nda öğrenciler düşündükleri lisans programları hakkında bilgiler edinirken, diğer tüm fuarlarda detaylı sorularını da stantlardaki öğretim görevlileri ile paylaşma imkanı buldu. AĞUSTOS 2015 ODTÜ ROBOT TOPLULUĞU’NA ÖDÜL AĞUSTOS 2015 ODTÜ BURS FONU IÇIN 101 KILOMETRE Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) Alternatif Enerjili Araç Yarışları, “hidromobil” ve “elektromobil” kategorilerinde düzenlenen yarışlarla sona erdi. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, yerli otomobil çalışmalarına ilişkin, “2016 yılında da 30-40 aracı, tüm mevsim, iklim ve arazi koşullarında test etmek için üreteceğiz” dedi. ODTÜ Robot Topluluğu, Alternatif Enerjili Araç Yarışlarında Türkiye’nin yerlilik teşvik ödülünü kazandı. ODTÜ mezunu Haluk Akalın (BA ‘91), ODTÜ’de ihtiyacı olan öğrenciler yararına çalışan ODTÜ BURS FONU’na bağış toplayarak destek olmak için dünyanın en prestijli ve çekici ultra trail koşularından biri olan UTMB-“Ultra Trail du Mont Blanc”a katıldı. EYLÜL 2015 ODTÜ KKK ÖĞRENCILERINE ÖDÜL ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu öğrencileri, 9. BÖTE (Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri) Kurultayı kapsamında düzenlenen yarışmada “Barış ve Teknoloji” konulu tasarımlarıyla afiş kategorisinde üçüncülük ödülü aldı. Bu yıl Yakın Doğu Üniversitesi’nde gerçekleştirilen yarışmaya afiş, eğitim yazılımı, web sayfası, mobil teknoloji, ilköğretim fen bilimleri ve 3 boyutlu eğitsel oyun olmak üzere 6 kategoride 103 öğrenci katıldı. AĞUSTOS 2015 ÇIĞIR AÇAN YENILIKÇI ODTÜ’LÜ ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Mezunu (2007) ve şu anda Stanford Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak görev yapan Gözde Durmuş, MIT Technology Review’un her sene seçtiği “35 Yaş Altı Yenilikçiler (Innovators Under 35)” listesinin “Biyoloji ve Tıpta Çığır Açan Yenilikçiler” (Pioneers) kategorisinde yer aldı. EYLÜL 2015 YAEM ULUSAL KONGRESI YAPILDI Yöneylem Araştırması ve Endüstri Mühendisliği (YAEM) 35. Ulusal Kongresi, 9-11 Eylül 2015’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde düzenlendi. Kongrenin ana teması “Doğal Kaynakların Yönetiminde Yöneylem Araştırması ve Endüstri Mühendisliği” oldu. Bu tema ile yaşamın devamlılığı ve sistemlerin işlerliği için esas olan ancak hızla tüketilen kısıtlı doğal kaynakların etkili yönetiminde YAEM’in rolüne dikkat çekmek ve kullanımını teşvik etmek amaçlandı. SAYI 57 3 ODTÜLÜ haber 2015’in Yeşil Beyinleri ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nun, Sürdürülebilir Çevre ve Enerji Sistemleri Yüksek Lisans Programı tarafından lise ve üniversite öğrencilerine yönelik düzenlediği “Yılın Yeşil Beyinleri” Uluslararası Proje Yarışması’nın finalistleri belirlendi. 31 Farklı Ülkeden 254 Proje Fransa’dan Çin’e, Ruanda’dan Vietnam’a kadar “Yılın Yeşil Beyinleri” Uluslararası Proje Yarışması’na bu yıl 31 farklı ülkeden 254 proje katıldı. Yarışmanın üniversite kategorisinde 66, lise kategorisinde 188 proje yarıştı. Yarışmanın ödül sahipleri, 9 Ekim’de ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda uluslararası jüri önünde yapılacak sunumların ardından ilan edilecek. İşte Finalistler… Yarışmanın liselere yönelik “Yılın Genç Yeşil Beyni” kategorisinde Bursa Gemlik Hisar Anadolu Lisesi’nden Ali Karasöğüt ve Serpil Korkmaz, “Karıştırıcıdan ve Isıl İşlemden Geçirilmiş Pirinanın, Buğday ve Yeşil Mercimek Tohumlarının Çimlenme Süresini Azaltıcı ve Uzamasını Hızlandırıcı Etkilerinin Araştırılması”, Ordu Altınordu Başöğretmen Anadolu Lisesi’nden Esra Avcı ve Yağmur Bircan, “Yerel Tohumlara Doğal Koruma: Propolisle Kaplama”, Siirt Türk Telekom Fen Lisesi’nden Şirin Erbek ve Zeynep Esmeray, “Kaya Kınasının AntibakteriyelAntioksidan Etkinliği ve Bitki Gelişimi Üzerine Etkileri”, Eskişehir Emine Emir Şahbaz Bilim ve Sanat Merkezi’nden Emre Palaz ve Zeki Özkaya, “Gümüş Kaplı Mandalina, Limon ve Portakal Kabuklarından ve Atık Sepiolit Talaşı Kullanarak Antibakteriyel ve Ağır Metalleri Absorbe Eden Su Filtresi”, İstanbul Özel Bahçeşehir Anadolu 4 HABER Lisesi’nden Mustafa Berk Turgut ve Mesut Çalışkan, “Baraj Tabanı Toprak Temizleme Sistemi” başlıklı projeleri ile finale kaldılar. Üniversite öğrencilerine yönelik “Yılın Yeşil Beyni” kategorisinde Hindistan JK Lakshmipat Üniversitesi’nden Arsalan Obaidi ve Gaurav Suthar, “Frensel Merceklerini Kullanarak Atık Su Arıtımı ve Atık Sulardan Küçük Çaplı Elektrik Üretimi”, Hollanda Rotterdam Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Bölümü’nden S.V. Wijk ve C.M.A Lammers, “Manyetik Soğutma ile Hava Arındırma”, Endonezya Bogor Tarım Üniversitesi’nden Opal Priya Wening ve Dwi Darmawan, “Motorlu Araçlar Egzoz Gazının Çevre Dostu Kullanımı Kitosan ve Zeolit Emici Maddeleri”, Hindistan Matunga Kimyasal Teknoloji Enstitüsü’nden Amita Dhadphale ve Pratik Bhishma, “Eko-pedler: Biyobozunur Emiciler”, Bangladeş Dhaka Üniversitesi İşletme Enstitüsü’nden Naziza Akhter Alam ve Musharrat Rahman Chandrika, “Floresan Ampullerinin Conan Yoluyla Geri Dönüştürülmesi” başlıklı projeleri ile finale kaldılar. Ötrofikasyonun Önüne Geçmek”, İzmir Özel Ege Lisesi’nden Berkay Çuhadar ve Kerim Eraslan, “Titanyum Dioksit Destekli Ispanak ve Mor Lahana Klorofilleri ile Hassaslaştırılmış Güneş Pillerinin Görünür ve UV Işıkta Performansı”, Pakistan Lahore Grammar School 55’ten Sharmeen Azeem ve Nimra Noor “Rezervuar Çökelleşmesi”, Hindistan Quantum School’dan G. Hyndavi ve V. Mahalakshmi, “Soğuk Beton Binalar-Klimasız”, İstanbul Hisar Eğitim Vakfı Özel Anadolu Lisesi’nden Alper Aksoy ve Kaan Gümrah, “Disprozyum Metalinin Geri Dönüşümü”, KKTC Yakın Doğu Koleji’nden İzel Dayıoğlu ve Egemen Ertugan “Sürdürülebilir Çevre İçin Yeşil Soğutma”, Güney Kore, Kore Minjok Liderlik Akademisi’nden KangSan Kim ve JungEun Park “Kompakt Jeneratörün, Atmosferik Elektriği ve Halbach Sıralı Mıknatısı Uygulamalı Elektromekanik Pili Kullanılışlı Hale Getirmesi” başlıklı projeleri ile özel ödülün sahibi oldular. Özel Ödüller de Sahiplerini Buldu Yarışma kapsamında bazı projeler de özel ödüle layık görülürken, katılımcıların özel ödül sertifikaları öğrenim gördükleri okullara gönderildi. Yarışmanın liselere yönelik kategorisinde Muğla Marmaris Halıcı Ahmet Urkay Anadolu Lisesi’nden Mualla Elif Engin ve Melisa Kuş, “Güneş Barajı”, Hindistan St. Paul’s School’dan Juhi Vijay ve Himanshi Chawla, “Belediyelerin Katı Atık Yönetimine Yemek Yakıtı ve Biyolojik Gübreler için Anaerob Çürüme Yoluyla Çevre Dostu Yaklaşım”, Özel İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi’nden Gizem Tort ve Çağlayan Bianca Braggiotti, “Geri Dönüşümle Orman Yaratılabilir mi?”, Giresun Nurettin Canikli Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden Oğuzhan Akkaya ve Şeyma Nur Dikilitaş, “Kılçıklar Gübre Olsun, Çevremiz Temiz Olsun”, Konya Selçuklu Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nden Fatma Betül Özdemir ve Ahmet Ataşoğlu, “Ötrofikasyona Sebep Olan Maddeleri (Azot, Amonyak, Fosfat) Su Mercimeğinin Arıtıcı Özelliğini Kullanarak Yarışmanın üniversitelere yönelik kategorisinde ise Endonezya Padjadjaran Üniversitesi’nden Fikri Noor Azy ve Fikri Abdullah, “Su Yönetiminin Etkili Olması İçin Yeni Yapay Akifer Konsepti”, Bangladeş Mühendislik ve Teknoloji Üniversitesi’nden Imran Khan ve Fahmin Rahman “Termoelektrik Fırın: Elektrik Üretimi İçin ‘EkoFırın’”, İran Rab-rashid Yüksek Öğretim Enstitüsü’nden Amir Shakeri Fard ve Sevda Shakeri Fard, “Enerji Tüketimi Yönetimi için En Üst Düzey Etkiye Sahip Gaz Tüpleri Yaratmak Amaçlı Yenilikçi Metot”, Claude Bernard Lyon 1 Üniversitesi’nden Anass Bouchnita ve Mohamed Amine Benchaib “Güneş Pili Hücrelerinin Isısı Üzerinde Rüzgâr Etkisi ile Zorlamalı Isı Yayınımını Kullanarak Çift Eksenli Güneş Pili İzlemesi İçin Optimizasyon Algoritması” Japonya Hokkaido Üniversitesi’nden Lucy Lahrita ve Tonni Agustiono, “Mikrobik Yakıt Hücreleri: Yerinde Elektrik Üretimi ve Mikroplu Atık Sularını Aynı Anda İyileştirebilmek için Özgün Bir Yol”, Endonezya Bandung Teknoloji Enstitüsü’nden Adi Theodosius Sembiring ve Joshua Darryl “Ekvator’daki Ülkeler için Yeni Nesil Güneş Fırınlarına Uygun Isıl Depolama Amacıyla Faz Değiştirici Malzeme Kullanma” başlıklı projeleri ile özel ödül kazandılar. SAYI 57 5 ODTÜLÜ haber “Türk Araştırma Üniversiteleri Güç Birliği”nin temeli atıldı Avrupa Birliği projelerinde önde gelen 6 Türk üniversitesi, ODTÜ önderliğinde düzenlenen “Avrupa Araştırma Alanında Türk Üniversiteleri” başlıklı uluslararası konferans ile Türkiye’deki araştırma üniversitelerinin yurtdışında daha başarılı olması için bir güç birliği oluşturdu. Türk üniversitelerinin Avrupa Araştırma Alanı’ndaki (ERA – European Research Area) etkinliğinin artırılması ve bu amaç doğrultusunda yükseköğretim sektöründe yapılması gereken değişiklikleri desteklemek üzere, Avrupa Komisyonu Araştırma ve Yenilik Çerçeve Programı kapsamında en çok sayıda projesi olan altı Türk üniversitesi; Bilkent Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi “Avrupa Araştırma Alanında Türk Üniversiteleri” başlıklı uluslararası konferans düzenledi. T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ve Avrupa Komisyonu Araştırma ve Yenilik Genel Direktörü Robert-Jan Smits’in katılımıyla 8-9 Ekim tarihlerinde Ankara HiltonSA’da gerçekleştirilen konferans Avrupa Komisyonu’nun ve TÜBİTAK’ın destekleriyle gerçekleşti. Türk üniversitelerinin Avrupa’da daha etkin olması için Türkiye’de ilk kez bir güç birliği oluşturmak amacıyla 6 HABER düzenlenen konferans Türkiye’nin en önemli 6 üniversitesinin gerçekleştirdiği ilk ortak etkinlik olmasıyla da dikkat çekti. İşbirliğinin ilk adımı olan konferansta Türk Araştırma Üniversiteleri Güç Birliği’nin (TAÜG), Türk araştırma, inovasyon ve yükseköğretim sektöründe atılması gereken adımları belirlemek üzere çalışmalar yapılması ve ortak girişimler başlatılması hedefleniyor. Türkiye’deki benzer profile sahip araştırma ağırlıklı diğer üniversitelerin katılımıyla daha da güçleneceği öngörülen TAÜG’nin, ülkemizdeki ve Avrupa’daki ilgili kurumlar ile işbirliği içinde çalışarak Türk üniversitelerinin yurtdışında tanınırlığını ve rekabet avantajını artırıcı faaliyetler gerçekleştirmesi planlanıyor. Konferansta Avrupa’daki ve Türkiye’deki araştırma ve yenilik alanında politika belirleyici kurumların üst düzey yöneticilerinin yanı sıra, Bakanlıklar, elçilikler, üniversiteler ve sanayi kuruluşlarından temsilciler de katıldı. ODTÜ KKK’de Yenilikçi Tasarım: Sinyal Emici Tekstil Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu, askeri teçhizatların radara yakalanmasını engelleyen tekstil malzemesi tasarladı. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cumali Sabah’ın koordinatörlüğünde İskenderun Teknik Üniversitesi ve Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinin birlikte yürüttükleri çalışma ile tasarlanan tekstil malzemesi, radar sinyalinin geldiği yöne yansıma ve iletimini engelliyor. Tasarlanan yapı 4.5 GHz civarında sinyalin sönümlenmesini sağlıyor ve bu yapıyla kaplanan cisimlerin tespit edilmesini engelliyor. Çalışmanın çıktılarıyla top, tank, yerde konuşlanmış uçak gibi hemen hemen tüm askeri teçhizatların radara yakalanmaması için ürün prototipi oluşturulması hedefleniyor. Patent Başvurusunda Bulunuldu Dünyanın en saygın dergilerinden Journal of Industrial Textiles’de yayınlanan ve iki yılı aşkın süredir üzerinde çalışılan yapı ile ilgili patent başvurusunda da bulunuldu. Konuyla ilgili daha önce de çalışmalar olduğunu, ancak son çalışmanın kullanılan teknikler açısından diğerlerinden farklı olduğunu belirten Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cumali Sabah, şunları söyledi: “Radar, nesneleri dalgalarının yansıması yardımıyla tespit eden 360 derecelik algılama alanına sahip bir cihazdır. Dolayısıyla açılı sinyal göndermektedir. Tasarladığımız yapı açıdan bağımsız olarak da çalışabiliyor. Bu da, sinyal hangi noktadan, hangi açıyla gelirse gelsin söz konusu tekstil malzemesinin arkasına saklayacağımız nesnenin radar sistemleri tarafından algılanmasını engelliyor. Örneğin, tekstil malzemesi tankın geometrik şeklini alsa dahi açı bağımsız olma özelliği, radara yakalanmasını engelliyor.” SAYI 57 7 ODTÜLÜ teknokent Yeni Dünyanın Yeni İş Modelleri X Yazı UFUK BATUM Başkan, Girişim & Mentor Ligi 8 Dünyada çok ilginç ve heyecanlı gelişmeler yaşanıyor. Dünya hızla değişiyor, dönüşüyor. En akıllı ve donanımlı beyinlerin, anlı şanlı düşünce kuruluşlarının, dimağların, kahinlerin öngördüğü beklentilerin veya tahmin yürüttüğü konuların hemen hiçbiri doğru çıkmıyor. Tahminler sürekli kayıyor, beklentiler her daim değişiyor, revizyon üstüne revizyon yapılıyor, yine de arzu edilen sonuçlara kolaylıkla ulaşılamıyor. Çünkü oyunun adı: DEĞİŞİM! Her zaman, her yerde, her koşulda DEĞİŞİM! YENI DÜNYANIN YENI IŞ MODELLERI A slında insan doğası değişimi istemez, tercih etmez çünkü değişim belirsizlik yaratır, insanı ürkütür. Gelişmiş pazarlar için, zengin ülkeler için, varlıklı kesimler için değişim çok yüksek düzeyde risk içerir. Nasıl olsa onlar mevcut oyunda rahat ve avantajlı durumdadır. İşte pratik hayatımızdaki insan ve şirket ilişkileri, toplumlar ve ülkeler arası ilişkiler de biraz buna benzer. Güçlü konumda olanlar durumu korumaya gayret ederler, işte buna “status quo” (statüko), bunu korumaya çalışanlara da statükocu denir. Siyasette de, ticarette de, sanayide de, uluslararası ilişkilerde de, kamu yönetiminde de statükoculuk söz konusu olabilir. Mevcut durumu korumak muhafazakârlığı gerektirir. Muhafazakâr kesimler bazen statükoculuğu korumak için dini ve inancı kullanma, onu bu amaç için bir araç olarak görme eğilimine girebilir. Fakat gel gör ki bütün çabalara rağmen değişim dünyayı sallıyor. Arap Baharı’ndan Wall Street’in İşgali’ne kadar yaşananları düşününce, her alanda ve uygulamada ezberin hızla bozulduğunu kabul etmek durumundayız. Geçenlerde yaptığım ABD ziyaretimde bunu daha bir yakından görme ve teyit etme fırsatım oldu. Kaliforniya Üniversitesi’nin Berkeley Yerleşkesinde yürütülen uluslararası girişimcilik zirvesi için San Francisco’daydım. Eşzamanlı olarak, bir şirketin genç girişimciler arasında düzenlediği İş Planı Yarışması da yürüyordu. Nitekim zaman zaman yarışma programına da dahil olma imkânı buldum. Çok da heyecanlı ve keyifliydi. Hatta dünyadan seçilerek ABD’ye davet edilen iyi iş fikirleri arasında Türk gruplar da vardı. Tabii girişimcilik ve inovasyon hocası olarak Türkiye’de kurulan ekosistemle gurur duyduğumu ifade etmek isterim. İnovasyonda toprak acaba ABD’nin ayağının altından kayıyor mu? Sadece ABD’nin de değil, Avrupa’nın da belki. ABD, başta otomotiv olmak üzere belli sektörlerde rekabetçiliğini kaybetti. Hatta o kadar ki yüzlerce milyar dolarlık devlet yardımları bile Chrysler, Ford ve General Motors üçlüsünü kurtarmaya tam olarak yetmedi. Önümüzdeki 5-10 yıllık süreçte otomotiv ve yan sanayinin Türkiye gibi daha rekabetçi ülkelere kayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Avrupa’nın rekabetçilikteki erozyonu ve kan kaybı devam edecek gibi. Hepimizin bildiği ve okuduğu gibi yaşlı kıta ekonomik ve sosyal krizden kolay kolay çıkamıyor. Sermaye, bilgi, “know-how”, nitelikli işgücü, teknolojik ve üretim altyapısı batıdan doğuya doğru kayıyor. Hem de artan bir hızla. Yarının buluşları ve yaratıcı iş fikirleri doğudan çıkacak. Türk üniversitelerinde verdiğim derslerimde, her geçen dönem batı ülkelerinden gelen öğrenci sayım artıyor. Bazıları Türkçe de öğreniyor ve mezun olduğunda Türkiye’de iş bulma olanaklarını zorluyor, benden de referans mektupları istiyor. Acaba bütün bu gelişmeler bir tesadüf mü? Sermaye, bilgi, “know-how”, nitelikli iş gücü, teknolojik ve üretim altyapısı batıdan doğuya doğru kayıyor. İşte bu bağlamda; Intel, IBM, Ericsson, Roche, Nokia, Cisco, Coca Cola, Apple, Airbus, Google gibi yeni ve eski kuşak şirketler yaratıcı iş fikirlerini ve sıra dışı iş modellerini arıyorlar. Bunu da yarışmalarla, iş planı ve girişimcilik eğitimleriyle, farklı işbirliği modelleriyle gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Çok da doğru yapıyorlar. Bugün artık sermayeye ulaşmak eskiye göre çok daha kolay ve olanaklı. Dünyanın sermaye birikiminde göreceli bir bollaşma var. Şimdi daha kritik ve stratejik olan yaratıcı ve gerçekten fark yaratan iş fikirlerini üretebilmek. Bu bağlamda, ülkemizde bu alandaki yaratıcılığın önünü açmamız gerekiyor. Toplumumuzda, yaratıcılık ve farklılaşma tarihsel ve kültürel olarak arzu ettiğimiz seviyede değil. Ancak bu demek değil ki bunu gerçekleştiremeyiz. Bilakis yaratıcılığı ve girişimcilik ruhunu her ortamda beslemek ve geliştirmek hepimize düşen en önemli görevler arasında. Çünkü gelecek burada yatıyor... SAYI 57 9 ODTÜLÜ haber ODTÜ TEKNOKENT, “Engelsiz Erişim Projesi”yle Engelleri Ortadan Kaldırıyor Hareketli rampa, merdiven ve asansörleri ile çıkılacak yerdeki yükseklik zemine eşitleniyor. ODTÜ TEKNOKENT, EES (Engelsiz Erişim Sistemleri) projesi ile engellilerin yaşadığı sorunlara umut ışığı oldu. Engellilerin günlük hayatta karşılaştığı sorunlara yönelik çözüm arayışına giren ODTÜ TEKNOKENT, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Öğretim Üyesi Ataman Özdemir’in projesi ile tekerlekli sandalye kullanan yürüme veya görme engelliler için hayatı kolaylaştırmayı hedefliyor. EES projesinin amacı hareketli rampa sistemi ile güvenli ve daha az maliyetli ürünleri yaygınlaştırarak engelleri ortadan kaldırmak. ODTÜ’de kullanılmaya başlanan sistem Meclis’e de kuruldu ve Dünya Engelliler Haftası sebebiyle düzenlenen “Engelsiz Meclis Bilgilendirme ve Tanıtım Toplantısı”nda beğeniyle karşılandı. EES sistemi hareketli rampa, merdiven ve asansörleri kapsıyor. Çıkılacak yerdeki yüksekliği zemine eşitleyen sistem ile mimari aynı kalıyor ve hem engelliler, hem de yürüme yolunu kullananlar rahatlıkla faydalanabiliyor. Seri üretime geçmek için bir firma ile anlaşılması beklenen sistem, 10 HABER yaygınlaştığı takdirde otobüslerde, rampalarda, metrolarda ve bireysel taşıma araçlarında kullanılabilecek. İç mekânlarda elektrikle, dış mekânlarda güneş enerjisiyle çalışması aynı zamanda çevre dostu olma özelliği de taşıyacak. Projeyi tasarlayan ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Ataman Özdemir, yurtdışından gelen ürünlerin tanesinin 10- 15 bin Euro civarında olduğunu belirtiyor ve sistem yaygınlaştığında ise %70’e yakın daha ucuz kurulumların gerçekleşebileceğinin ve işlerliği olan bir erişimin sağlanacağının üzerinde duruyor. BIGG TeknoSTART İle Hayallerini Gerçekleştir! TeknoSTART, resmi uygulayıcı olan ODTÜ TEKNOKENT tarafından yürütülen TÜBİTAK 1512 Teknogirişim Sermaye Desteği Programı, 1. Aşama hizmetlerinin yürütüldüğü geniş kapsamlı bir girişimcilik programı. şirketleşmelerine, uluslararasılaşmalarına dek takip ediyor ve başarı hikâyeleri oluşturmaları için destek sağlıyor. Program kapsamında ODTÜ TEKNOKENT’in deneyimiyle girişimci adaylarına iş fikirlerini hayata geçirebilmeleri için eğitimler, mentorluk, danışmanlık gibi pek çok destek sağlanıyor. Program, girişimci adaylarının girişimcilik maceralarını iş fikri aşamasından ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar açılış konuşmasında. Yeni Girişimler Kuluçkada ODTÜ TEKNOKENT ve Koç Üniversitesi Kuluçka Merkezi işbirliği yapıyor, Türkiye’deki teknoloji tabanlı girişimcilik ekosistemi gelişiyor. Yeni Fikirler Yeni İşler (YFYİ) kapsamında seçilecek teknoloji tabanlı şirketler, Koç Üniversitesi Kuluçka programı dahilinde yürütülen hızlandırma programına başvurabiliyor. Ayrıca YFYİ dışında ODTÜ ve ODTÜ TEKNOKENT ve Koç Üniversitesi Kuluçka Merkezi tarafından belirlenecek girişimler karşılıklı olarak kuluçka merkezlerinden faydalanma ve ofis hizmeti gibi destekler alabilecek hale geliyor. Girişimciler ODTÜ TEKNOKENT’in ABD’de Silikon Vadisi’nde bulunan T-Jump SF Merkezi’nde düzenlenecek programlara katılabiliyor. ODTÜ Rektör Yardımcısı ve ODTÜ TEKNOKENT Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Volkan Atalay ile Koç Üniversitesi Araştırma ve Geliştirmeden Sorumlu Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. İrşadi Aksun imza töreninde. SAYI 57 11 ODTÜLÜ haber Türkiye Gamescom’da İlk Kez Ülke Standı Açtı Türkiye, Almanya’nın Köln şehrinde yedincisi düzenlenen Gamescom’da bu yıl ilk kez ülke standı ile yer aldı. Ekonomi Bakanlığı tarafından desteklenen, ODTÜ TEKNOKENT ve DOGED işbirliği ile hazırlanan standın düzenlenmesi ve organizasyonu, Setimedia’nın katkısıyla yapıldı. Türk oyun sektörünü, ODTÜ TEKNOKENT’te yer alan oyun firmalarını ve ODTÜ TEKNOKENT ön kuluçka programı Animasyon Teknolojileri ve Oyun Geliştirme Merkezi’ni (ATOM) dünyaya tanıtma ve firmaların uluslararası bağlantılar kurmalarına imkân tanımayı amaçlayan Türkiye standında, oyun sektöründen önemli katılımcılar yer aldı. ODTÜ TEKNOKENT’in üyesi olduğu Avrupa İşletmeler Ağı aracılığıyla ayarlanan eşleştirme etkinliği kapsamında Sektörel Ticaret Heyeti’nde yer alan 11 firma tarafından 100’ü aşkın görüşme gerçekleştirildi. Büyük ilgiyle karşılanan Türkiye standının sürprizi ise milyonlarca oyuncunun beğenisini kazanan Mount & Blade serisinin yaratıcısı Taleworlds Entertainment’in yeni oyunu Bannerlord’u tanıtması oldu. Hem yerli hem de yabancı basının büyük ilgisini çeken 12 HABER yeni oyunuyla Taleworlds Entertainment, önümüzdeki günlerde adından sıkça söz ettireceğinin sinyallerini verdi. Alanında dünyanın en büyük fuarı kabul edilen, bilgisayar oyunlarının tanıtıldığı Gamescom 2015 interaktif oyun ve eğlence fuarının bu yılki partner ülkesi İngiltere oldu. Bilgisayar oyunları ve interaktif eğlence ürünlerinin sergilendiği fuarda Microsoft, Sony, Electronic Arts, Konami, Nintendo, Sega ve Warner Bros gibi firmalar yeni oyun sistemlerini görücüye çıkardı. Fuarda FIFA, Need for Speed, Star Wars-Battlefront, Fallout 4, Maifa 3 ve Crytek’in Arena of Fate oyunları dikkati çeken oyunların başında geldi. Organizasyonun resmi yayını tarafından yapılan açıklamaya göre, fuar bu yıl 345.000’i aşkın ziyaretçiyi misafir ederek Gamescom tarihinde yeni bir rekora imza attı. ODTÜ’den Münazara Turnuvası Türkiye’de münazara kültürünün oluşmasına katkıda bulunmak, üniversiteler arasında iletişimi güçlendirmek amacıyla düzenlenen ODTÜ Open Münazara Turnuvası’nın ikincisi, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Liderliğini Mehmet Ali Kıraçoğlu’nun yürüttüğü, ODTÜ Münazara Topluluğu organizasyon ekibi tarafından düzenlenen, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nden yaklaşık 60 öğrencinin katıldığı 2. ODTÜ Open Münazara Turnuvası, 5 tur, yarı final ve final etapları ile yapıldı. İngiliz Parlamenter münazara stilinin uygulandığı turnuvada, eşbaşkanlığını Fırat Özata ve Umut Yorgancı’nın yaptığı jüri komitesi tarafından kendilerine verilen konulara, yarışmacılar 15 dakikalık süre içinde hazırlandılar. Bu sürede buldukları argümanları kullanarak 7 dakikalık konuşmalar yapıp jüri üyelerini ikna etmeye çalıştılar. 3 gün süren ve ODTÜ A, ODTÜ C, Open A (ODTÜ ve Koç Üniversitelerinden birer katılımcı) ve Koç Saygı takımlarının yarıştığı final sonunda ODTÜ C takımından Erdem Şahin ve Musa Karacabay şampiyon oldu. Aynı takımdan Erdem Şahin eleme turlarının en iyi konuşmacısı oldu. SAYI 57 13 ODTÜLÜ haber ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndan Petrol Mühendisleri Topluluğu’nun Avrupa Yarışması’na Dünyanın en ünlü petrol mühendisliği okulları ve petrol şirketleri tarafından takip edilen Student Paper Contest makale/sunum yarışmasında birinci olan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu öğrencisi Noof Abdalla, 2016’da Petrol Mühendisleri Topluluğu’nun Avrupa’da yapılacak olan yarışmasına Türkiye adına katılma hakkı kazandı. Dünyada yaklaşık 125 bin üyesi bulunan SPE (Society of Petroleum Engineers/Petrol Mühendisleri Topluluğu) tarafından öğrencilere yönelik düzenlenen Student Paper Contest makale/sunum yarışmasının lisans kategorisinde Türkiye birincisi ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği 4. sınıf Gökyüzünde Yarışmak ODTÜ Enformatik Enstitüsü öğretim görevlisi Dr. Banu Aysolmaz, Aladağlar’da düzenlenen Aladağlar Sky Trail yarışında kadınlar arasında birinci oldu. Aladağlar Sky Trail, Türkiye’de düzenlenen ilk “Sky Trail”. Bir yarışın Sky Trail kategorisinde değerlendirilmesi için 3.000 metreden fazla tırmanış içermesi ve 42 km’nin üstünde olması gerekiyor. Yarış 45 km uzunluğunda ve 3.000+ m tırmanış içeriyor. Banu Aysolmaz yarış tecrübelerini blogunda yazdığı yazı ile de paylaştı: http://www.kertenkeleler.com/raidlight-aladaglar-skytrail-yukseklerde-kosmak/ 14 HABER öğrencisi Noof Abdalla oldu. Abdalla, makale yarışmasını, özel araştırma dersi kapsamında hazırladığı “Rezervuarla İlgili Özelliklerin Dönüşümlü Polimer – Su Enjeksiyonuna Etkisi” başlıklı makalesiyle kazandı ve 2016’daki makale yarışmasında Türkiye’yi temsil etme hakkı elde etti. SPE tarafından lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri için düzenlenen makale/ sunum yarışması, her yıl topluluk tarafından belirlenen 10 bölgede, petrol mühendisliği öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştiriliyor. Yarışmanın Türkiye ayağını kazanan öğrenciler, sonrasında Avrupa Bölgesi için düzenlenen yarışmada Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelen öğrencilerle birlikte yarışıyorlar. Bölge yarışmasını kazananlar da SPE’nin her yıl sonbahar aylarında binlerce petrol mühendisinin katıldığı Annual Technical Conference and Exhibition’da tüm bölge birincileriyle yarışıyorlar. Yarışma aynı zamanda dünyanın en ünlü petrol mühendisliği okulları ve petrol şirketleri tarafından da takip ediliyor. ODTÜLÜ dosya HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM X Yazı TEVFIK UYAR 16 Nasıl anlatsam? Nereden başlasam? Kaç kişiydik o zaman? 20.000 kişi kadardık herhalde. 400.000 yıl kadar önceydi. Homo erectus, ateşi kontrol etmeyi öğrendi ve var olan her şeyimizi o güne borçluyuz. HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM SAYI 57 17 ODTÜLÜ dosya 18 HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM H ava, su, ateş ve toprak. Esasında dört element teorisi o kadar da kötü değildir; zira her biri enerjiyi kontrol etme biçimimizi yansıtır. Hava ve su, eskinin değirmenlerini, bugünün rüzgâr ve hidro türbinlerini döndürür. Ateşi saymıyorum bile. Topraktaki enerjinin kullanımı tarımın kendisidir ve biyolojik enerji ihtiyacımızı zaten kendisi sağlar ki giderek yaygınlaşan biyoyakıt tüketimiyle onun da biyolojik değil ama mekanik enerji tüketimimizde hatırı sayılır bir paya sahip olmaya aday olduğunu söyleyebiliriz. Fizikteki klasik tanımıyla enerji iş yapabilme kabiliyetinin bir ölçüsüdür. Bunu elektrikler kesildiğinde derinlemesine hissederiz: TV’lerin, akıllı telefonların, bilgisayarların olsa neye yarar, elektrik gelmeyince... Her birisi kabiliyetsiz birer devre yığınına dönüşürler. Tüm enerji santralleri bir gecede yok olsa odunlukta duran balta karşılığında bir kamyon iPhone vermeye razı olursunuz. Yani kurduğumuz medeniyetin güvencesi onu idame ettirmek için gereken enerjiyi her daim bulabilmektir. Çevremizde gördüğümüz her şey uygarlık olarak kontrol edebildiğimiz enerji sayesinde imal edebildiklerimiz. Fabrikalar suyla çalışmıyor, güneşle aydınlanmıyor, değirmenin suyu dereden gelmiyor . Geriye dönüp baktığımızda devrimleri, enerjiyi kullanma biçimimizin yaptığını görüyoruz. Tarım devrimi bitkilerin kimyasal enerjiyi depolama kabiliyetlerini kontrol altına alma becerimizi ifade eder. Sanayi devrimiyse önce buhar, sonrasında fosil yakıtları kullanma becerimizle ilgili, ki o da bir önceki devrime çağ atlattı: Tarımda makinalaşma ülküsü köylünün ayağını yerden kesmekle değil, az zamanda çok iş yapmakla ilgiliydi. Kurduğumuz medeniyetin güvencesi onu idame ettirmek için gereken enerjiyi her daim bulabilmektir. daha fazlasını artık kaldırmıyor. Bilgi ölçeğimizi ve yaşam sınırlarımızı Güneş Sistemi ya da galaksi mertebesine çıkarmak istiyorsak dünyadan dışarı çıkmak zorunda olduğunu biliyoruz. Bugün Mars’a yerleşemiyorsak onu berkitecek kadar enerjiyi temin etmek için daha vaktimiz olmasından; yoksa oraya da basınçlandırılmış ve oksijenlendirilmiş bir AVM yapmak teorik olarak mümkün. Fakat pratikte işin rengi öyle değil: Daha Dünya’nın yer çekiminden kurtulurken hatırı sayılır bir miktar enerji -ve para!- harcıyoruz. Oraya yerleştireceğimiz bir nüfusun nereden alışveriş yapacağı değil ama nasıl besleyeceğimiz çetrefilli bir soru. Ve evet, bu bakış açısıyla baktığımızda, aslında beslenmenin bir keyifle karın doyurma biçimi değil, enerji sağlama yolu olduğunu anlıyoruz. Peki bunu ne zaman yapabileceğiz dersiniz? Yani bütün Güneş Sistemi’nde cirit atabileceğimiz gün gelir mi sizce? Kendimizi merkeze almaktan vazgeçersek; bunu yapan uzaylı kardeşlerimiz var mıdır acaba? Henüz tamamlanmayan bilgi devrimini yeni bir enerjinin kontrolüne bağlayamıyor olsak da (nükleer enerji bu çağa çok uygun düşse de emniyet açısından sakıncaları mevcut) bu devrimi tamamlamak ve bu dönemden sağ çıkmak için fosil yakıtlarla enerji elde etmeyi bırakmamız gerektiğini biliyoruz; zira Dünya SAYI 57 19 ODTÜLÜ dosya Daha Dünya’nın yer çekiminden kurtulurken hatırı sayılır bir miktar enerji -ve para!- harcıyoruz. Güneş sisteminde cirit atabileceğimiz gün gelir mi sizce? Spekülatif olduğu kabul edilen fakat enerji meselesini galaktik düzeyde ölçekleme esasına dayanan bir kategorizasyon var. 1964 yılında Sovyet astronom Kardashev’in ortaya attığı bu fikre göre henüz sadece birinin var olduğundan emin olduğumuz “uzay uygarlıkları” sarf ettikleri enerji miktarına göre 3’e ayrılabilirler. Kardashev’in baş harfiyle şereflendirilen bu ayrım literatürde K1, K2 ve K3 olarak geçiyor (Solda, aşağıda). Birer cümleyle özetleyecek olursak; K1 uygarlıkları gezegenindeki tüm enerji kaynaklarını kullanabilen uygarlıklar. K2 uygarlıkları ise, gezegenlerinin çevresinde döndüğü yıldızın tüm enerjisini soğurabilenler. K3 uygarlığı bu ikisine göre epey aşmış görünüyor: Galaksideki tek bir yıldız enerjisini bile israf etmeyen, ileri derecede tutumlu, yüksek teknolojik ve kabiliyetli uygarlıklar. K1’den K3’e sayılar birer birer artıyor görünse de gelişmişlik bakımından her biri diğerinin yanında devede kulak hücresi. ENERJI SARFIYATI / S K1 4×1012 watt K2 4×1026 watt K3 4×1037 watt 20 1973 yılında Carl Sagan, Kardashev’in söylediklerinden yola çıkarak nümerik yöntemlerle bir formül geliştirdi ve bu formülü kullanarak insanlığın mevcut Kardashev seviyesini K0,7 olarak hesapladı. Esasında K1 olmak o kadar da kolay değil. Einstein’in denklemiyle hesap edecek olursak K1 olmak demek saniyede 2 kg maddeyi enerjiye dönüştürebilmek veya 280 kg hidrojeni füzyonla helyum yapabilmek HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM demek. Enerji üretmek için anti madde gibi yeni ve alternatif kaynaklar yaratmadan ya da bütün yüzeyi veya tüm yörüngeyi inanılmaz verimli güneş panelleriyle kaplamadan K1 olamayacağız gibi görünüyor. Başka spekülasyonlarıyla da meşhur fizikçi Michio Kaku’ya göre nasılsa demokrasilerde çare tükenmeyeceğinden 100 ila 200 yıl içerisinde K1 seviyesine ulaşabileceğiz. Bu kadar enerji üretmenin yaratacağı atık problemini herkesin yeteri kadar dikkate almadığını düşünsem de 100 yıl içerisinde galaktik nüfus cüzdanlarımıza “uygarlık” hanesi ekletip altına K1 yazabilmeyi ben de istiyorum. K1’i halletmiş olduğumuzu -ya da “büyük sessizliğin” sona erdiğini ve tanıştığımız akranlardan bazılarının K1’i aşmış olduklarınıvarsayalım. K2 olabilmek için ne lazım? 3 fotoğraf, bir ikametgah ilmuhaberi, K1 olduğunuzu gösteren nüfus cüzdanı değil. Bilinen yöntemlerle ilerleyeceksek Dyson Küresi gibi, kendi yıldızınızın tüm enerjisini kullanabileceğiniz, onu çepeçevre sarabileceğiniz bir enerji santralleri sistemi kurmamız şart. Henüz kullanamadığımız kaynakları hesaba katacaksak, eğer mümkünse anti madde ya da karadelik enerjisi gibi enerji kaynaklarına ihtiyacımız var (Teoride anti madde ve maddenin birleşmesi açığa enerji çıkardığı için karşı madde ile enerji temin etmek veya çok daha çılgınca yollarla bir karadelikten enerji soğurabilmek mümkün. Pratikte bunu nasıl yapacağımız soru işareti). SAYI 57 21 ODTÜLÜ dosya K2 olduk da, K3’ü mü düşüneceğiz demeyin... Bütün yıldızımızın enerjisini kullanabildiğimiz gün artık Jüpiter’de bile balondan kentler kurup yaşayabileceğimizi varsayabiliriz. Ne var ki bir süre sonra satın alacak arazi kalmaz ve belki de gözümüzü yakın yıldızlardaki kupon arazilere dikeriz. Zira nüfus artışına ve yaşam tarzına bağlı olarak Bütün yıldızımızın enerjisini kullanabildiğimiz gün artık Jüpiter’de bile balondan kentler kurup yaşayabileceğimizi varsayabiliriz. 22 HER ŞEY WATT İÇİN SEVGİLİM enerji ihtiyacı artarken malzemeye olan ihtiyaç yerinde saymayacak. Bizim de bir tür virüs olduğumuzu farz edersek daha yayılacak çok alan gerekeceği malum. K3 olmak bir gereklilik haline geldiğinde bunu nasıl yaparız ya da yapan nasıl yapmıştır? Yanıt arayacağımız sorular bunlar. Herhalde galaksideki diğer yıldızları soğurmaya başlayacak kadar ilerlediysek bugün hiç bilmediğimiz enerji kaynakları kullanmaya başlamış olacağımız tahmin edilebilir. Galaksi merkezlerindeki süper kütleli karadelikler ya da K2’de adını andığımız antisinden karanlığına tüm gizemli maddeler belki de ocağımızın tütmesi için gereken kaynaklar olacaklar. Buraya kadar her şey güzeldi fakat enerjinin sefasını sürmeyi düşünürken cefasını çekmeyi ihtimal dışı bırakıyor olabiliriz. Bu kadar enerji tüketmenin bir de atık üretmesi var. Fosil yakıtları hunharca kullanmanın bize küresel ısınmayı hediye ettiğini biliyoruz. Bu atıkların denizleri kirlettiğini, tamamen denizden beslenen eskimoların artık dünyaya sağlıklı bir bebek bile getiremediklerini, İzmit’teki Dilovası’nda anne sütlerinin artık zehirli olduklarını, bebek dışkılarında ağır metaller keşfedildiğini de biliyoruz. Yani öyle üç kuruşa beş köfte olduğunu söylemek mümkün değil. Bu yüzden Kardashev’in uygarlık sınıflaması “İyi de neredeler o zaman hocam?” diye soran Fermi’nin ortaya koyduğu paradoks ile de yakından ilişkili. Evrendeki “büyük sessizlik” gerçeği, kainatta K2 veya K3 seviyesine çıkmış bir uygarlık varsa, en azından bunların izlerini daha rahatlıkla tespit edebiliyor olmamız gerektiği akıl yürütmesiyle ters düşünüyor. Elbette “Neredeler?” sorusuna verilecek pek çok yanıt var (Stephen Webb’in 75 yanıtı derlediği “Where Are They” adlı kitabını öneririm). En popüleri şu: Belki de uygarlıklar K1’e veya K2’ye erişemeden kendi atıklarında boğulup ölüyorlar. Ya da öyle kritik bir noktaya geliyorlar ki, daha fazla gelişemiyorlar; fazla üremeye kalkan bakterilerin bir süre sonra kendi atıklarıyla kendilerini sınırlamaları gibi. Tüm bunlardan yola çıkarak söyleyebileceğim şey mühim olanın ne kadar enerji tükettiğimiz değil, bunu kendimize zarar vermeden nasıl yapabileceğimiz olduğu. Mühim olan ne kadar enerji ürettiğimiz değil, bunu kendimize zarar vermeden nasıl yapabileceğimiz. SAYI 57 23 ODTÜLÜ dosya İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI Oradaydık Şimdi Buradayız... X Yazı KAAN ÖZTÜRK 24 Enerji üretiminin geçmişi insandan eski. Ecdadımızın en az 400.000 yıl önce ateş yaktığı biliniyor ancak ateşi ısınma dışında bir amaçla kullandığına dair bir delil yok. Yemek pişirmeyi, kap kacak yapmayı, metal işlemeyi akıl etmek, haşarı torunları biz Homo Sapiens’in becerisi. İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ... bunları inek ve koyunlara yedirebilir, sonra da onların eti ve sütünden enerji elde edebilirdi. “İş yapma” amaçlı enerji üretimi ise ne buğdaydan ne de (eskiden) ateşten gelebilirdi. Bu amaçlar için, besindeki kimyasal enerjiyi kinetik ve potansiyel enerjiye dönüştüren biyolojik “transducer”lar kullanıldı: İşçiler, yük hayvanları, köleler. Kaldıraç, çark, makara, palanga, arşimet burgusu gibi basit makineler kas gücünün verimini artırdı. Yunan-Roma çağında su ve rüzgar enerjisini kullanan değirmenler ortaya çıktı. Bunlar sadece tahıl öğütmüyor, ana aksa bağlı bazı mekanizmalar sayesinde farkli işler de yapabiliyordu. Sözgelişi bir kam miline bağlı testerelerle kereste kesebiliyor, aksa dik çıkıntılarla çekiçleri kaldırıp maden cevherlerini ufalayabiliyor veya ergitme fırınlarını körükleyebiliyorlardı. Ortaçağ’da kuzey Avrupa’nın gürül gürül sularına ilişmiş değirmenler verimli birer imalathane gibiydiler. Ancak, 18. yüzyıla gelindiğinde kas ve su gücü yetersiz kalmış, yeni enerji teknolojilerine duyulan ihtiyaç artmıştı. Pratik amaçlı ilk buhar makinesini, madenlerde biriken suları boşaltma amacıyla 1712’de Thomas Newcomen icat etti. 1769’da James Watt’ın icatlarıyla buhar makinesinin verimliliği iki katına çıktı. E nerjiye üç amaçla ihtiyaç duyuyoruz: Vücudumuzdaki kimyasal süreçleri devam ettirmek için, ısınmak için ve fiziksel anlamda “iş yapmak” yani binalar dikmek, kanallar açmak, metal filizlerini ergitmek gibi işler için. Bu üç amaç da tarih boyu birbirini destekledi. Tarımın başlaması birinci amaca yönelik enerji sağladı. Çiftçiler, avcı-toplayıcılara göre daha fazla gıda üretebildiler ve bunları kış için depolayabildiler. Gıda arttıkça nüfus arttı, nüfus arttıkça gıda üretimi arttı. Saman ve kabuk gibi selülozik yan ürünlerdeki enerjiyi insan doğrudan sindiremiyordu. Ama Buhar makinesi istenen yere kurulabilirdi, değirmenler gibi belli bir noktaya çakılı kalması gerekmiyordu. Buharlı imalathaneler yaygınlaştı ve çevrelerinde kalabalık yerleşimler oluştu. Şehirleşme hızlandı, altyapılar kuvvetlendi, üretim ve ticaret hacmi arttı. Buharlı lokomotif ve gemiler ulaşımı hızlandırdı. Tüccarların ve malların yanı sıra, askerler ve ağır silahlar da dünyanın en ücra köşelerine hızla ulaşabilir oldular. Enerji onu kullanabilene güç getiriyordu, hem fiziksel, hem ekonomik, hem de siyasi anlamda. Genç Fransız mühendis Sadi Carnot, 1824’te, termodinamik bilimini kuran çalışmasında buhar makinelerini “ısı makinesi” adıyla SAYI 57 25 ODTÜLÜ dosya soyutlaştırarak genelleştirdi ve sıcaklık farklarından yararlanarak enerji üreten makinelerin ideal şartlar altında bile tam verimle çalışamayacağını gösterdi. Bu sonuç, sonraki fizikçilerin entropi kavramını, termodinamiğin ikinci yasasını ve devridaim makinelerinin imkansızlığını keşfetmelerini sağlayacaktı. 1840’lı yıllarda İngiliz fizikçi James Joule, su dolu ve tamamen kapalı bir kazanın içine bir termometre ve bir aksa dik olarak bağlanmış metal kanatlardan oluşan bir turnike yerleştirdi. Turnikenin dönerek karıştırdığı suyun hafifçe ısındığını, turnikeyi düşen bir ağırlığa bağladığında sudaki sıcaklık artışının ağırlığın yaptığı “iş”e orantılı olduğunu gözledi. I. Dünya Savaşı sırasında Lincoln Motor Fabrikası’nda çalışan kadınlar, Detroit, Michigan. 26 19. yüzyılın başlarında fizikte “kinetik” ve “potansiyel” enerji kavramları yerleşmişti, ama başka enerji biçimleri bu resme henüz dahil değildi. Joule’un ve çağdaşlarının dikkatli gözlemleri, mekanik “iş” ile ısı arasındaki temel bağlantıyı ortaya çıkardı. Yüzyılın sonuna doğru İNSANLIĞIN ENERJIK TARIHI ORADAYDIK ŞIMDI BURADAYIZ... Maxwell ve Boltzmann, 20. yüzyılın başında ise Einstein sayesinde “sıcaklık”ın aslında atomların ortalama kinetik enerjisi olduğunu anladık ve böylece çember tamamlandı. Eski çağlardan beri ham halde kullanılan petrolün rafine edilmesiyle elde edilen kerosen, 19. yüzyılda ısınma ve aydınlatma için yaygın şekilde kullanılır oldu. Artan talep yüzyılın ortasından itibaren dünyanın her yerinde petrol kuyuları açılmasına sebep oldu. Gelişen petrokimya teknolojisi yeni ürünler icat ettikçe petrole talep daha da arttı. Yoğun enerji içeren akaryakıtlarla beraber, bunları kapalı pistonlarda damlacıklar halinde kontrollü şekilde yakan içten yanmalı motorlar icat edildi. Bu motorlar buhar makinelerine göre çok daha verimli, güçlü ve küçük olabiliyorlardı. Bu icat kısa zamanda otomobiller, otobüsler, uçaklar, motosikletler, elde taşınabilen jeneratörler gibi değişik biçimler alarak uygarlığımızı kökünden değiştirdi. Aynı dönemde elektrik sanayii gelişti. Elektrik, güç aktarımı için neredeyse ideal bir enerji biçimiydi. Herhangi bir enerji kaynağının döndürdüğü jeneratörlerle üretilebilir, uzağa aktarılabilir, çok farklı cihazları çalıştırmakta kullanılabilirdi. Başta, saniyede 50-60 kere dalgalanan alternatif akımın mı yoksa sabit doğru akımın mı kabul edilmesi gerektiği konusunda kısa bir kararsızlık dönemi (ve Westinghouse ile Edison arasında vahşi bir ticari çekişme) yaşansa da, alternatif akımın uzun mesafede aktarılmaya daha uygun olduğu, daha az kayıp verdiği ve daha fazla güç taşıyabildiği görüldü. 20. yüzyılın ortasında, nükleer enerji reaktörleri geliştirildi. Bu yeni enerji kaynağı 1950-1970 döneminde “sayaç takmaya bile değmeyecek kadar ucuz” olmayı vaadediyordu, fakat bu vaadi yerine getirememesi bir yana, gerek radyoaktif atıkları saklama probleminin çözülememesi, gerekse de Three Mile Island, Çernobil ve Fukuşima gibi kazaların yarattığı dehşet sebebiyle gitgide gözden düştü. Nükleer enerjinin başka bir biçimi olan füzyon ise altmış yıllık bir serap olarak duruyor önümüzde. Mükemmel bir enerji kaynağı: Hammaddesi bol, radyoaktif atığı yok, tehlikesiz. Ancak, füzyon reaksiyonunu başlatmak için sıcak hidrojen plazmasını manyetik alanda hapsedebilmek gerekiyor ve bu hâlâ büyük ölçekte başarılamadı. Füzyon reaktörleri yakın gelecekte ticari hale gelebilecek gibi görünmüyor. Geçtiğimiz yüzyılda jeotermal, rüzgâr, dalga, gelgit ve güneş ışığı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan teknolojiler de geliştirildi, ama bunlar şimdilik büyük şehirlerin ihtiyacını istikrarlı derecede karşılayacak kadar enerji üretemiyorlar. Önümüzde açık bir gerçek var: Enerji kaynaklarımız sınırsız bile olsa, fazla enerji kullanmanın getirdiği kirlenme, atıklar ve kaynak israfı hepimizi tehdit etmekte. Tek kalıcı çözüm tüketimi azaltmak, araçlarımızı ve cihazlarımızı daha tutumlu hale getirmek. Enerji ihtiyacımız artarak devam ediyor. Geleceğin ne getireceğini tahmin etmek zor, ama önümüzde açık bir gerçek var: Enerji kaynaklarımız sınırsız bile olsa, fazla enerji kullanmanın getirdiği kirlenme, atıklar ve kaynak israfı hepimizi tehdit etmekte. Tek kalıcı çözüm tüketimi azaltmak, araçlarımızı ve cihazlarımızı daha tutumlu hale getirmek. SAYI 57 27 ODTÜLÜ dosya ENERJI GÜVENLIĞI VE SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUM: Küresel Mücadele ve İşbirliğinde Türkiye X Yazı ALPARSLAN BAYRAKTAR Kurul Üyesi, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkan, Uluslararası Enerji Düzenleyicileri Konfederasyonu (ICER) & Enerji Düzenleyicileri Bölgesel Birliği (ERRA) 28 Sürdürülebilir toplumlar için doğru enerji politikalarının ulus-ötesi işbirliği ile ilişkisi ve enerji güvenliğinin realist, “ekonomik milliyetçilik” paradigmasının ötesinde kurumsal ve teknolojik inovasyonlara dayalı olduğu ve karşı karşıya olunan problemlerin işbirliği olmaksızın çözülemeyecektir. KÜRESEL MÜCADELE VE İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE E nerji güvenliği ve iklim değişikliği günümüz dünyasında enerji politikalarının temel belirleyicisi olan iki konudur. “Enerji güvenliği” kavramı geleneksel olarak “arz güvenliği” ifadesi ile karşılanagelmiş olsa da ortaya çıktığı on dokuzuncu yüzyıldan itibaren zaman içinde evrilmiştir. 1970’lerde yaşanan enerji krizleri, özellikle 1980’lerden itibaren yoğunlaşan serbestleşme ve neoliberal ekonomik yapılanma, ‘talep güvenliği’, ‘transit güvenliği’ ve ‘enerji yoksulluğu’ faktörlerini de kavrama dahil etmiştir.1 Sanayileşme, enerji ihtiyacını artırmış, dünya savaşları ve enerji krizleri, enerji arz güvenliğini en önemli unsur haline getirmiştir. Bu dönemi, özellikle net ithalatçı konumdaki ülkelerce enerji ithalatına bağımlılığın azaltılması, Orta Doğu’dan yapılan ithalatın sona erdirilmesi, petrol tüketiminin azaltılması ve nükleer yayılmanın kontrolü gibi politikalar takip etmiştir.2 Bunun yanı sıra Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından 2007 yılında yayımlanan Dördüncü Değerlendirme Raporu sonrası karbon salımlarının en büyük kaynağı olan enerji sektöründe, iklim değişikliği ile mücadele ajandada üst sıralara tırmanmıştır. Bugün, “sürdürülebilirlik” amacının ulus-ötesi çabalar olmaksızın başarılamayacağı düşüncesi artık temel politikaları da bu doğrultuda şekillendirmeye başlamıştır. Bu yazıda, enerji güvenliğinin literatürde kabul gören dört boyutu olan (1) erişim, (2) makul fiyat, (3) verimlilik ve (4) çevrenin korunması3 dikkate alınacaktır. Bununla beraber, sürdürülebilir toplumlar için doğru enerji politikalarının ulus-ötesi işbirliği ile ilişkisi ve enerji güvenliğinin realist, “ekonomik milliyetçilik” paradigmasının ötesinde kurumsal ve teknolojik inovasyonlara dayalı olduğu ve karşı karşıya olunan problemlerin işbirliği olmaksızın çözülemeyeceği ortaya konmaya çalışılacaktır. Avrupa Birliği’nde (AB) yıllardır süren çabaların sonucu olarak ortaya çıkan “Enerji Birliği” paketini incelediğimizde, enerji güvenliğinin şu unsurları kapsadığını görüyoruz: arz güvenliği, etkin piyasa, tüketicilerin güçlendirilmesi, enerji verimliliği, emisyonların azaltılması ve araştırma-geliştirme (Ar-Ge/inovasyon).4 AB’nin parçalanmış ve etkin olmayan enerji piyasalarından Enerji Birliği’ne geçişi, 2020 ve 2030 hedefleri ve son dönemde Komisyon’un hakim durumdaki tedarikçi Gazprom’a dair yürüttüğü soruşturma, neoliberal “piyasalar ve kurumlar” paradigmasının realist “bölgeler ve imparatorluklar” paradigmasını yerinden ettiğinin en somut örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Her ne kadar petrol ve doğal gazın ekonomik mallar olduğu, enerji politikalarının piyasa kurallarından ayrı düşünülemeyeceği gibi varsayımlar Ukrayna krizlerinden sonra yeniden sorgulansa da satıcının hakim olduğu yapılanmanın yerini alıcının hakim olduğu piyasa yapılanmasına bırakması ile varsayımların geçerliliği yeniden ortaya konmuştur.5 Bununla birlikte, özellikle doğal gazda hâlâ bölgesel piyasaların varlığı, küreselleşmenin eşitsizliği, enerji SAYI 57 1 Daria Nochevnik, (2015) “Redefining Energy Security for Europe and Beyond”, European Energy Review, giriş tarihi: 12.05.2015. 2 Benjamin Sovacool ve Marilyn A. Brown (2009), “Competing Dimensions of Energy Security: An International Perspective”, Georgia Institute of Technology, Working Paper, s. 7 3 A.g.k. 4 Energy Union Package: A Framework Strategy for a Resilient Energy Union with a Forward-Looking Climate Change Policy” COM (2015) 80, http:// eur-lex.europa.eu/resource. html?uri=cellar:1bd46c90-bdd411e4-bbe1-01aa75ed71a1.0001.03/ DOC_1&format=PDF; “Transforming Europe’s Energy System: Commission’s Energy Summer Package Leads the Way”, http:// europa.eu/rapid/press-release_IP15-5358_en.htm 5 “Europe 2020 Targets” http:// ec.europa.eu/europe2020/europe2020-in-a-nutshell/targets/index_ en.htm; “2030 Energy Strategy” http://ec.europa.eu/energy/en/ topics/energy-strategy/2030energy-strategy; Aad Correljé ve Coby van der Linde (2006), “Energy Supply Security and Geopolitics: A European Perspective”, Energy Policy, 34; Frank Umbach (2010), “Global Energy Security and the Implications for the EU”, Energy Policy, 38. 29 ODTÜLÜ dosya kalkınma amaçları devlet-piyasa, özel sektör-kamu sektörü, devlet-toplum gibi ayrımları ortadan kaldırarak devlet, piyasa, toplum ve akademi işbirliğini ön plana çıkardıysa, enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik ulusal-bölgesel-küresel ayrımını ortadan kaldırıp yoğun işbirliği ağlarını hayata geçirecektir. Büyümenin doğuya kaymasıyla Joseph Nye ve Robert Keohane’in tabiriyle “karmaşık birbirine bağımlılık” halinin daha da karmaşıklaşması bu tür ağları ve gelişmekte olan ekonomilerin bu ağlara katılımını daha da önemli hale getirmektedir. Sürdürülebilir politikalarda liderlik son derece önemli. 6 R. Leal Arcas and J. Schmitz (2014), “Unconventional Energy Sources and EU Energy Security: A Legal, Economic and Political Analysis” Oil, Gas and Energy Law Intelligence, 12(4), s. 3-4. 7 Bu artış özellikle gelişmekte olan ve hızla gelişen ekonomilerden beklenmektedir. “BP Energy Outlook 2015”, Şubat 2015, http://www.bp.com/ content/dam/bp/pdf/ Energy-economics/ energy-outlook-2015/ Energy_ Outlook_2035_ booklet.pdf 8 Correljé ve van der Linde, s. 539-40. 30 yoksulluğu, iyi yönetişim ve etkin finansal altyapı ihtiyacı gibi unsurlar yeni yapılanmaya uyumda çözülmesi gereken önemli sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, hükümetlerin, uluslararası/küresel, bölgesel kurumlarla işbirliği ve ulus-ötesi platformlardaki aktif varlığı öğrenme ve tecrübe maksimizasyonu, daha da önemlisi sürdürülebilir politikalarda liderlik son derece önemlidir. AB tecrübesinin de gösterdiği gibi enerji alanında artık “iç” ve “dış” diye bir ayrım söz konusu olmamaktadır. Ticaret, kalkınma, çevre, yatırım ve sanayi açılarından hangisinden bakılırsa bakılsın, düzenlemelerin ve politikaların mutlaka ulus-ötesi ele alınması, hukuki ve politik öngörülebilirliğin sağlanması ve korunması enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik için olmazsa olmazdır.6 Nasıl teknolojik ve kurumsal inovasyon sayesinde geleneksel yöntemlerle elde edilen petrol ve gaz kaynakları, yerini özellikle Kuzey Amerika’da geleneksel olmayan yöntemlerle çıkarılan kaya gazı ve kaya petrolüne bırakıyorsa, geleneksel enerji politikaları da yerini mutlaka yenilikçi ve daha akılcı politikalara bırakmaktadır. Yine nasıl büyüme ve Türkiye, net enerji ithalatçısı olarak serbestleşme sürecini tamamlamak üzeredir. Bununla birlikte, ideal yapılanmaya kavuşulması için önümüzde pek çok adımın da bulunduğu, bunlardan en önemlisinin ise dışa bağımlılığı bir güvenlik problemi olmaktan çıkaracak ticaret merkezi konumuna ulaşma olduğu savunulabilir. 2013 ile 2035 yılları arasında enerji talebinin %37 oranında artması7 beklenmekte olup bu talebin karşılanması arz-değer zincirinin tamamında yüksek miktarda yatırım ihtiyacı anlamına gelmektedir. Ülkemiz arz-talep merkezleri arasında doğal bir geçiş ülkesi konumunda olup gerekli fiziksel altyapının kurulması ama ondan da önemlisi kurumsal ve yapısal reformlarla, yenilikçi politikaların geliştirilmesi halinde bölgenin ticaret merkezi olmaya en uygun adaydır. Enerji güvenliğini sağlama araçları olarak sayılabilecek “önleme, caydırma, çevreleme ve kriz yönetimi”8 açısından bakıldığında öncelikle, Türkiye, Uluslararası Enerji Forumu, Uluslararası Enerji Ajansı, Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel enerji yönetişiminin bir parçası olup sağlıklı yatırım ortamının sağlanması, krizlerin ortaya çıkmadan önlenmesi için stratejilerin belirlenmesi gibi süreçlerin aktif katılımcısıdır. Bunların yanında özellikle ihracatçı ülkelerle güçlü ikili ilişkileri de birlikte hareket problemini KÜRESEL MÜCADELE VE İŞBIRLIĞINDE TÜRKIYE Teknolojik ve kurumsal inovasyon başarının anahtarı. ortadan kaldırabilecek bir aktör olduğuna işaret etmektedir. Bu tür bir rol, maliyetli tek taraflı politikaların da en baştan caydırılmasını kolaylaştıracaktır. Talep tarafının bilinçlendirilmesi, akıllı yatırımlarla dağıtık üretim, enerji tasarrufu ve talep katılımı, dinamik fiyatlama, stratejik stoklar da ülkemizde hayata geçirilen ve olgunlaşması halinde ülkemizi gerçek anlamda bir cazibe merkezi haline getirip, doğal geçiş ülkesi imajından pratik ticaret merkezi konumuna taşıyacak unsurlardandır. Günümüzde sürdürülebilirlik temelinde şekillenen dinamik ve akılcı enerji politikalarında on sekizinci yüzyıldan beri değişmeyen tek gerçek, teknolojik ve kurumsal inovasyonun başarının anahtarı olduğudur. Aktörler, endişeler, ifadeler, kavramlar değişse de başarılı enerji politikalarının bu iki alanda inovasyonu başaranlarca uygulanabildiğini görüyoruz. Bunun en somut kanıtları olarak; 1973 Petrol Krizi’nin serbestleşme, yeni teknolojiler ve küresel enerji rejimini kurması, AB’nin, egemenliğin en kritik olduğu sektör olan enerjide birlik oluşturması ve iklim değişikliği gibi çok boyutlu ve küresel bir sorunun emisyon ticareti ve temiz kalkınma mekanizmaları gibi araçlarla çözülebileceğinin ortaya konması ve ABD’de yaşanan kaya gazı teknolojisi devrimi sayılabilir. Ülkemizin jeopolitik konumu, bölgesel ve küresel diplomatik başarıları ve güçlü ikili ilişkileri her ne kadar önemli avantaj ve kazanımlarsa da, bu yeni paradigmada ticaret merkezi olmaya yeterli değildir. Ancak kurumsal ve teknolojik inovasyon sayesinde enerji güvenliği sorunuyla küresel boyutta verilen mücadeleye katkı ve sürdürülebilir toplum yolunda liderlik hedefleri yakalanabilecektir. SAYI 57 31 ODTÜLÜ dosya Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunu ve Kıbrıs Sorunu X Yazı DR. HAYRIYE KAHVECI Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, ODTÜ KKK 2000’li yılların başından itibaren İsrail ve Güney Kıbrıs’ın başlatmış olduğu hidrokarbon arama çalışmalarıyla Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengeler açısından yeni bir döneme girildi. yaklaşık olarak 4.5 trilyon ayak küp doğal gaza sahip olduğu açıklanmıştır.2 Küresel enerji piyasaları açısından bakıldığında bölgedeki hidrokarbon potansiyeli bir oyun değiştirici olarak değerlendirilemese de (yaklaşık 38 Tcf) bölge ve söz konusu ülkeler açısından büyük bir önem taşımaktadır. Örneğin Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyılarında yapılan keşiflerin toplamı 239 trilyon ayak küp civarındadır. 3 Doğu Akdeniz’de bir hidrokarbon ihracatı rejiminin ortaya çıkmaya başladığı bu dönemde bu süreci yönetecek olan dinamiğin İsrail’in yapmış olduğu keşifler olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda bölgedeki yeni jeopolitik dengeler bölgenin özel koşulları elverdiğince İsrail doğal gazının hangi yollardan ihraç edileceğine bağlı olarak yeniden yapılanacaktır. T arihsel olarak bakıldığında, Doğu Akdeniz bölgesi dünyanın hidrokarbon enerjisi açısından zengin olan bölgelerine yakın olmasına rağmen 1999 yılından itibaren İsrail tarafından denizde yapılan doğal gaz keşiflerine kadar dikkate alınır bir potansiyelden söz etmek mümkün değildir. Bu duruma tek istisna Suriye’deki petrol üretimidir. İsrail açıklarında 1999-2013 yılları arasında yaklaşık olarak 35 trilyon ayak küp doğal gaz keşfi yapılmıştır.1 Bunun yanında Kıbrıs açıklarındaki Afrodit sahasının da 32 Son birkaç yıldır konuya ilişkin gündeme gelen tartışmalara baktığımızda bölge potansiyelinin dünya piyasalarına ulaştırılabilmesi için dört ana ihracat mekanizmasının tartışıldığını gözlemlemekteyiz. Bunlardan birincisi bölgedeki sahaların birbirinden bağımsız olarak geliştirilmesine olanak sağlayabilecek deniz yüzeyindeki üretim, depolama ve yükleme (FPSO- Floating, Storage and Offloading) sistemidir. Gerek maliyet yüksekliği gerekse bölge açısından bütünlüklü bir ihracat rejiminin geliştirilebilmesi açısından kapsamlı bir çözüm sunamaması nedeni ile bu seçenek henüz ciddi bir proje haline gelememiştir. DOĞU AKDENIZ’DE ENERJI OYUNU VE KIBRIS SORUNU Tartışılan bir diğer seçenek ise gerek karada (LNG Terminal-Liquidified Natural Gas Terminal) gerekse denizde (FLNG- Floating Liquidified Natural Gas Terminal) oluşturulacak sıvılaştırma terminalleridir. Söz konusu sıvılaştırma terminallerinin maliyetlerinin yüksek olması, karada (özellikle İsrail’de) oluşturulacak bir terminalin maruz kalacağı güvenlik tehditleri gibi konular nedeni ile ciddi engeller taşımaktadır. Yukarıda bahsi geçen seçeneklere ek olarak bir de Sıkıştırılmış Doğal Gaz (Compressed Natural Gas) sistemi tartışılmaktadır. Henüz deneme aşamasında olan bu sistem ile doğal gazın denizde yüzen araçlarda sıkıştırılarak sanal bir boru hattı gibi belirli bir güzergâhta bir noktadan diğer bir noktaya taşınması hedeflenmektedir. Uluslararası piyasalarda petrol ve doğal gaz fiyatlarının son dönemde ciddi bir düşüş yaşaması, bölgedeki doğal gaz miktarının uluslararası rekabet edebilirliğinin düşük olması gibi nedenler bahsi geçen maliyeti yüksek projeler önünde büyük engeller oluşturmaktadır. Son yıllarda en çok tartışılan ve bölge açısından bütünlüklü ve uzun vadeli ihracat rejimi geliştirilebilmesine olanak sağlayacak ihracat mekanizmaları ise bölgedeki çeşitli aktörler tarafından gündeme getirilen boru hattı senaryolarıdır. Bu bağlamda üç ana senaryodan bahsetmek mümkündür: İsrail-KıbrısYunanistan Boru Hattı, İsrail-Bölge Ülkeleri (Mısır, Filistin, Ürdün) Boru Hattı ve İsrail-Türkiye Boru Hattı. Bu hatlardan birincisi gerek mesafe, gerek söz konusu güzergâhın jeolojik yapısı, gerekse yüksek maliyet açısından ekonomik olarak fizibilitesi düşük bir proje olarak değerlendirilse de hem Yunanistan hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından siyasi nedenlerle desteklenmektedir. İsrail-Bölge Ülkeleri Boru Hattı ise söz konusu ülkelerin siyasi sorunları ve birbirleri ile sahip oldukları sorunlu komşuluk ilişkileri nedeniyle hayata geçirilmesi zor projeler olarak gündeme gelmektedirler. Üzerinde en çok durulan hem fizibilite hem de bölge için uzun vadeli bir ihracat yolu oluşturmada en yapılabilir görünen proje ise İsrail-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı projesidir. Söz konusu proje bir yandan AB’nin üzerinde hassasiyetle durduğu enerji erişim güvenliği meseleleri ile uyumlu, bir yandan da özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin benimsemiş olduğu enerji geçiş kavşağı (hub) olma stratejisi ile uyumludur. Ne var ki söz konusu proje iki önemli siyasi nedenden ötürü geliştirilememektedir. Doğu Akdeniz hidrokarbon keşifleri uluslararası kamuoyunun uzun zamandır azalmış olan ilgisini Kıbrıs sorununa çekiyor. Bunlardan birincisi Türkiye ve İsrail ilişkilerinin özellikle Mayıs 2009 Mavi Marmara olayından sonra gergin bir seyir izlemesi, bir diğeri ise söz konusu boru hattının Kıbrıs güzergâhından (kara ve ya deniz kıyıları) geçecek olmasıdır. Kıbrıs Sorunu devam ederken böylesi bir projenin hayata geçmesi mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda çok zor görünmektedir. Kıbrıs’ta yeniden başlayan müzakere sürecine ilişkin olarak çeşitli çevrelerce gündeme getirilen doğal gazın olumlu etkisi gereğinden fazla vurgulanmaktadır. Gelinen aşamada, Doğu Akdeniz hidrokarbon keşiflerinin uluslararası kamuoyunun uzun zamandır azalmış olan ilgisini Kıbrıs sorununa çekmekte etkili olduğu bir gerçektir. Ancak geçtiğimiz bir yıla bakıldığı zaman doğal gaz konusu müzakere sürecinde çözüme yönelik itici bir rol oynamaktan ziyade sürecin gerilmesine hatta neredeyse kopma noktasına getirilmesine neden olan bir unsur haline gelmiştir. Bu da, Doğu Akdeniz doğal gazına ihracat yolları geliştirme çabalarının tek başına Ada’da çözüme ulaşılabilmesi için yeterli olamayacağını göstermektedir. SAYI 57 1 EIA, “Overview of Oil and Natural Gas in the Easten Mediterranean”, 15 August 2013, http://www.eia.gov/beta/ international/regions-topics. cfm?RegionTopicID=EM 2 Karen Ayat, “Commercialization of Aphrodite Underway”, Natural Gas Europe, 27 April 2015, http://www.naturalgaseurope. com/commercialization-ofaphrodite-underway-23344 3 EIA. 33 ODTÜLÜ dosya Gezegenin Geleceği için Biyoenerji Yenilenebilir kaynaklardan biyoenerji üretiminin küresel ölçekteki önemi önümüzdeki dönemde hızla artmaya devam edecektir. X Yazı PROF. DR. GÖKSEL DEMIRER ODTÜ Çevre Mühendisliği ENVE 34 ‘89 GEZEGENIN GELECEĞI IÇIN BIYOENERJI U luslararası Enerji Ajansı’na (UEA) göre dünyanın daha güvenilir ve sürdürülebilir bir enerji politikasına sahip olması için yenilenebilir enerji kaynaklarının daha etkin bir rol oynaması gerekmektedir. UEA’nın tahminlerine göre yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik miktarı 2008-2035 yılları arasında üç katına çıkacaktır. Biyoenerji üretiminin de aynı dönemde dört kat artacağı öngörülmektedir (IEA, 2010). Diğer bir deyişle, yenilenebilir kaynaklardan biyoenerji üretiminin küresel ölçekteki önemi önümüzdeki dönemde hızla artmaya devam edecektir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi iklim değişikliği ile mücadeledir. Atmosferdeki yüksek CO2 düzeyleri sonucu ortaya çıkan küresel ısınma sorununa yönelik hızla artan duyarlılık nedeniyle 1997 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Kyoto Protokolü uygulamaya koyulmuş ve 170’i aşkın ülke tarafından imzalanmıştır (Gutierrez vd., 2008). Türkiye dahil olmak üzere, bu ülkelerden pek çoğu Kyoto Protokolü çerçevesinde yükümlülüklerini karşılayamama ve bunun sonucunda da ağır yaptırımlara maruz kalma riski taşımaktadır. Bu yönde atılabilecek en önemli adımlar arasında yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ve CO2’in düşük maliyetli ve etkin yöntemlerle mitigasyonu1 bulunmaktadır. Halihazırda küresel yenilenebilir enerji üretiminde en büyük paya sahip biyoenerji çeşitli biyokütle kaynaklarından (mısır, şeker kamışı, palmiye yağı, soya, kolza tohumu, vd.) ve atıklardan (tarımsal ve hayvansal atık ve artıklar) üretilebilir. Bitki bazlı biyokütleden ısı, yakıt ya da elektrik formunda biyoenerji üretimi sürecinde ortaya çıkan CO2 fotosentez yoluyla tekrar biyokütle üretiminde kullanılacağı için, bu süreç sürdürülebilir bir döngüye karşılık gelir (Souza vd., 2015). Biyoenerjinin ısı, elektrik ve yakıt üretiminde kullanımına yönelik, var olanın ötesinde, çok önemli bir potansiyeli de söz konusudur. Doğru olarak yönetildiğinde bu potansiyelin: Biyoenerjinin, var olanın çok ötesinde bir potansiyeli var. • Küresel birincil enerji arzına daha büyük ölçüde katkıda bulunması, • Sera gazı emisyon azaltımı başta olmak üzere çok önemli çevresel katkılar sağlaması, • İthal fosil yakıtların yerel biyokütle kaynaklarıyla ikamesi ile enerji güvenliği ve ticareti dengelerini geliştirmesi, • Kırsalda ekonomik ve toplumsal kalkınma olanakları yaratması, • Atık ve artıkların biyoenerji üretiminde kullanımı ile azaltımlarının ve dolayısıyla kaynakların daha verimli kullanılmaları konularında önemli katkılarının olması öngörülmektedir (IEA, 2009). Pek çok sektörde biyoenerji kullanımı söz konusudur. 2010 yılı itibarıyla, 56 Eksajul’e (1EJ = 1018 J = 22.7 milyon ton eşdeğer petrol) ulaşan biyokütle kullanımının %62’si konutlar ile ticari binalarda, %15’i sanayide, %9’u ulaşımda, %8’i ise bölgesel ısıtmada gerçekleşmiştir (IREA, 2014). Atıklardan biyoenerji üretimi, biyokütlenin eldesi için arazi kullanımı gerektirmemesi, bu atıkların çevreye vereceği zararların önlenmesi ya da azaltılması, hem enerji üretim hem de atık yönetim maliyetlerinin düşürülmesi, halk sağlığının iyileştirilmesi vd. nedenlerle hem çevresel hem de ekonomik avantajları olan bir uygulamadır. Araştırma grubumuzun başlıca çalışma alanları arasında yer alan, atıklardan biyoenerji eldesi konusunda 1997’den bu yana yaptığımız çalışmalar arasında endüstriyel atıksular (zeytinyağı, şeker, peynir, alkollü içecek vd.), katı atıklar ve artıklar (evsel katı atıkların organik bölümü, hayvansal gübre, pamuk işleme atıkları, tarımsal artıklar, sera atık ve artıkları vd.), alg biyokütlesi (yosun) ile arıtma çamurlarından biyogaz eldesi şeker endüstrisi atıkları ve alg biyokütlesinden biyohidrojen eldesi vd. yer almaktadır. SAYI 57 Kaynaklar Gutierrez R., Gutierrez-Sanchez R., Nafidi A., 2008. Trend analysis using nonhomogeneous stochastic diffusion processes. Emission of CO2; Kyoto protocol in Spain. Stoch. Environ. Res. Risk Assess., 22, 57–66. International Energy Agency, 2009. Bioenergy – a Sustainable and Reliable Energy Source, IEA BIOENERGY: ExCo: 2009:06. International Energy Agency, 2010. World Energy Outlook 2010, OECD/ IEA, Paris, Fransa. International Renewable Energy Agency, 2014. Global Bioenergy, Supply and Demand Projections, A working paper for REmap 2030. Souza G. M. vd., 2015. Bioenergy & Sustainability. Policy Brief. June 2015, SCOPE, Paris. 1 Tepki azaltım 35 ODTÜLÜ dosya X Yazı YRD. DOÇ. DR. EMRE ARTUN ODTÜ KKK Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği PETE ‘03 Ne Onlarla, Ne Onlarsız: Fosil Yakıtlar 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle özellikle kömür kullanımıyla başlayarak, 19. ve 20. yüzyıllarda dünyada ortaya çıkan teknolojik gelişmeler ve nüfus artışıyla birlikte, kömürün yanında petrol ve doğal gazdan elde edilen enerjiye olan ihtiyaç giderek arttı. Bu ihtiyaç içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da artarak devam ediyor. 36 NE ONLARLA, NE ONLARSIZ: FOSIL YAKITLAR C anlı organizmaların oksijensiz ortamda öldükten sonra milyonlarca yıl boyunca kimyasal çözülmesi ile oluşan; yüksek oranlarda hidrokarbon içeren kömür, petrol ve doğal gaz gibi doğal enerji kaynakları fosil yakıtlar olarak adlandırılıyor. Bu yakıtlar geçmişten günümüze hem endüstriyel hem de günlük kullanım anlamında çok geniş bir kullanım alanı buldu. Yeryüzüne doğal yollarla sızmış ve havuzlar oluşturmuş petrol ve diğer fosil yakıtlar çok eski zamanlarda ısınma ve aydınlatma amacıyla kullanılıyordu. 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle özellikle kömür kullanımıyla başlayarak, 19. ve 20. yüzyıllarda dünyada ortaya çıkan teknolojik gelişmeler ve nüfus artışıyla birlikte, kömürün yanında petrol ve doğal gazdan elde edilen enerjiye olan ihtiyaç giderek arttı. Bu ihtiyaç içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da artarak devam ediyor. 19. yüzyılda nüfus artışıyla orantılı olarak artan ısınma ve aydınlanma için gerekli enerji ihtiyacı, verimli bir akaryakıt ihtiyacını ortaya Fosil yakıtlar geçmişten günümüze çok geniş bir kullanım alanı buldu. çıkardı; yapılan su sondajları sırasında yeraltında olduğu anlaşılan petrolün bu ihtiyaca çözüm sunabileceği düşünüldü. 1859 yılında, Edwin Drake tarafından o zamanki su sondajlarının yapıldığı yöntem geliştirilerek bugün halen kullanılan sondaj yöntemiyle ilk kez Pennsylvania’da ticari anlamda petrol üretildi. Bu önemli olay petrol endüstrisinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Sonraki yıl Amerika’da hızla artan petrol üretimiyle petrol fiyatları birden yirmi dolardan iki dolara geriledi. Petrol fiyatlarındaki arz/talep dengesine dayalı bu ilk dalgalanma, gelecekte ortaya çıkacak olan, bugün de sıkça tanık olduğumuz, fiyat dalgalanmalarının bir SAYI 57 37 ODTÜLÜ dosya habercisiydi. Sonraki dönemlerde; ABD, Venezuela, Rusya ve Orta Doğu ülkelerindeki büyük keşifler, Dünya Savaşları ve Orta Doğu’da petrole bağlı diğer bölgesel savaşlar (İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı vb.), ambargolar ve politik gerilimler sonucu ortaya çıkan petrol krizleri ve ekonomik krizler sonucu petrol fiyatları, devamlı artan enerji talebine rağmen, tarihte sürekli dalgalanan bir profil ortaya koymuştur. Bu dalgalanmalar ve devamlı artan enerji ihtiyacı, üretimi ekonomik anlamda verimli hale getirmek için petrol endüstrisindeki teknolojik gelişimi zorunlu kıldı. Rezervuarlarda kayaç/sıvı özelliklerini ve geçirgen ortamlarda çok fazlı akışı anlamamızı sağlayan, sondaj/üretim mekanizmalarını açıklayan teorilerle birlikte petrol mühendisliği bilimi geliştirilirken, özellikle son 30 yılda petrol endüstrisinde çok önemli teknolojik değişiklikler meydana geldi. Bunlardan en önemlilerini sayarsak: 1.Yüksek derinlik, basınç ve sıcaklıkta sondaj yapılabilmesini sağlayan malzemelerin geliştirilmesi ve su üstünde yüzebilen, sondaj/üretim yapabilen platformların geliştirilmesi, derin denizlerde de sondaja/ üretime olanak tanıdı, 2.Bilgisayar teknolojilerinin donanım ve yazılım alanlarında hızla gelişimi sonucu, çok detaylı modelleme çalışmaları yapılmaya başlandı, 3.Geliştirilen hassas sensörler aracılığıyla kuyu dibinde ve kuyu boyunca farklı derinliklerde çok yüksek frekans ve miktarda (basınç, sıcaklık vb.) veri toplanabilmeye başlandı. Bu verilerin bazılarının tam anlamıyla analizi hâlâ yapılamasa da, bir kısmı ile rezervuarı ve akış dinamiklerini tanımlama konularında önemli aşamalar kaydedildi, 4.Ekonomik anlamda verimli şekilde üretmeye yetecek doğal enerjisini kaybetmiş rezervuarlara farklı türde sıvılar (su, doğal gaz, karbondioksit, nitrojen, kimyasal katkılı 38 su, buhar, vb.) basarak rezervuar basıncını artırarak, petrolü öteleyerek veya fiziksel özelliklerini değiştirerek petrol üretimini artırma yöntemleri, ekonomik üretimi olmayan (ağır petrol vb.) rezervlerin tekrar ekonomik değer kazanmasını sağladı, 5.Dikey kuyulara alternatif olarak yatay kuyular açarak petrol rezervuarıyla büyük uzunluklarda temas sağlayan kuyular üretim verimliliğini artırdı, 6.Geçirgenliği düşük rezervuarlarda yüksek basınçla basılan su sayesinde çatlaklar oluşturarak, petrolün bu çatlaklar aracılığıyla kuyulara akması sağlandı. Bu teknolojiler ve diğerleri sayesinde petrol endüstrisi sürekli kâr marjı artan bir endüstri haline geldi. Tarihine bakıldığında; petrol endüstrisinin farklı endüstrilerde üretilen teknolojileri çok hızlı şekilde kendi içinde uyarlayan ve kendi içinde ürettiği teknolojileri farklı endüstrilere pazarlayabilen bir endüstri olduğunu görüyoruz. 2000’li yılların başında artan ve tarihsel zirve noktasını gören petrol fiyatlarıyla en zorlu ve operasyon maliyeti en yüksek olan rezervuarlar bile kâr marjı NE ONLARLA, NE ONLARSIZ: FOSIL YAKITLAR Bugün dünyanın günlük ortalama petrol ihtiyacı her geçen yıl ortalama 1 milyon varil civarında artıyor. Bu nedenle de, tahminlere göre, yenilenebilir kaynaklar 2040 yılına gelindiğinde dünyanın tüm enerji ihtiyacının ancak %5’ini karşılayabilecek. yüksek olan rezervler haline geldi. Bunlara yukarıdaki 5 ve 6. maddelerdeki teknolojilerin yardımıyla, artık üretilebilir hale gelen kaya gazı ve petrolü eklenince, dünyanın enerji denklemi son 10 yılda tamamen değişti. Ek olarak, kutuplarda sondaj çalışmaları henüz yeni başlıyor ve doğal gaz hidratları gibi konularda araştırmalar hızla devam ediyor. Her ne kadar fosil yakıtlar dünyanın enerji ihtiyaçlarını bugün karşılayabiliyor ve yeni teknolojilerle erişebildiğimiz fosil yakıt kaynakları her geçen gün artıyorsa da, milyonlarca yıl boyunca ortaya çıkmış ve kendini yenileyemeyen bu kaynakları birkaç yüzyıl içinde tüketmek çok doğru SAYI 57 bir yaklaşım olmasa gerek. Öte yandan, yenilenebilir enerji kaynaklarının bugünkü ihtiyaçlara cevap veremediği de ortada. ABD Enerji Bakanlığı, dünyada birincil enerji kaynaklarının %86,4’ünü fosil yakıtların oluşturduğunu ve yenilenebilir enerji kaynaklarının (güneş+rüzgâr+biyoyakıtlar) tüm enerji ihtiyacının ancak %2’sini karşılayabildiğini belirtti. Bugün dünyanın günlük ortalama petrol ihtiyacı her geçen yıl ortalama 1 milyon varil civarında artıyor. Bu nedenle de, tahminlere göre, yenilenebilir kaynaklar 2040 yılına gelindiğinde dünyanın tüm enerji ihtiyacının ancak %5’ini karşılayabilecek. Bu veriler göze alındığında, fosil yakıtların gelecekte uzun bir süre daha dünyanın birincil enerji kaynağı ve enerji denkleminin en önemli parçası olarak kalacağını anlayabiliyoruz. Bu rakamları daha sürdürülebilir bir şekle sokmak için yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomik anlamda enerji ihtiyaçlarını karşılaması ve enerji tüketiminin mümkün olduğunca azaltılması gerekiyor. Bugün alışık olduğumuz enerji tüketimi anlayışı ve nüfus artışı düşünüldüğünde, enerji tüketiminin azalması pek kolay görünmüyor. Dolayısıyla, tüm enerji kaynaklarını bir bütün olarak gören ve her kaynağın uzun vadede verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını amaçlayan bir düşünce yapısının ve bu yapıyı teknolojiyle besleyen araştırma-geliştirme çalışmalarının önemini anlayabiliriz. 39 ODTÜLÜ dosya Hidroelektrik Enerjisi* X Yazı Ülkemizin en önemli yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan hidroelektrik enerjisinin kullanılması dışa bağımlılığımızı azaltmak ODTÜ İnşaat Mühendisliği için gerekli. Ancak hem yeni HES’lerin yapılması ve işletilmeleri, ENVE ‘93 hem de mevcut HES’lerin işletilmeleri aşamasında çevreyi en iyi şekilde koruyacak ve yerel halkın istek ve taleplerine cevap verecek uygulamalar tercih edilmeli. DOÇ. DR. ELÇIN KENTEL 40 HIDROELEKTRIK ENERJISI Su, havzadaki tüm ihtiyaçlar arasında adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Şekil 2. HES’lerin Kurulu Gücündeki Artış (ETBK , 2014) 25.000 Hidrolik enerji kurulu gücü (MW) 20.000 15.000 10.000 2013 2014 2011 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 0 2004 5.000 2003 H idroelektrik enerjinin ülkemiz için önemi yıllar ile brüt elektrik üretimimizin gelişimine bakıldığında ortaya çıkıyor (Şekil 1). Hidrolik ve rüzgâr başta olmak üzere yenilenebilir enerji yatırımları 2010 yılından bu yana hız kazandı. Ülkemizdeki hidroelektrik santrallerinin (HES) kurulu gücündeki artışın (Şekil 2) ana sebepleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2010-2014 Dönemi Stratejik Planı’nda belirlediği stratejik temalar arasında “yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payını artırmak” temasının bulunması ve 2008 yılından başlamak üzere özellikle hidrolik, rüzgâr ve jeotermal olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına sağlanan teşviklerin artırılmasıdır (ETBK, 2014). Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2014 yılı faaliyet raporunda (ETBK, 2014) “Ülkemizin sahip olduğu hidrolik, rüzgâr, güneş ve jeotermal enerji potansiyallerinin enerji üretiminde kullanılması için gerekli yasal altyapı oluşturulmuş ve bürokratik engeller azaltılmıştır.” deniyor. Ancak santrallerin kurulması ile ilgili yasal düzenlemeler Şekil 1. Türkiye Brüt Elektrik Üretiminin Yıllar İtibarıyla Gelişimi (TEİAŞ, 2015) 3,0E+5 2,0E+5 1,5E+5 1,0E+5 Jeoter.+Rüz Hidrolik SAYI 57 2009 2007 2005 2003 2001 1999 1997 1995 1993 1991 1989 1987 1985 1983 1981 1979 0,0E+5 1977 0,5E+5 1975 Elektrik enerjisi üretimi (GWh) 2,5E+5 Termik 41 ODTÜLÜ dosya 1 Küçükali ve Barış, 2009; Öztürk, 2011; Aksu, 2011; Başkaya vd., 2011; Koç, 2012; Islar, 2012; Barış ve Küçükali, 2012; Kentel ve Alp, 2013, Koç, 2014. Kaynaklar Aksu, C. (2011) Güney Ege Bölgesi (Aydın-Denizli-Muğla) Yenilenebilir Enerji Çalışma Raporu. T.C. Güney Ege Kalkınma Ajansı. Barış, K. ve Küçükali, S. (2012) Availability of renewable energy sources in Turkey: Current situation, potential, government policies and the EU perspective. Energy Policy, 42, 377-391. Başkaya, Ş., Başkaya, E., ve Sari, A. (2011) The principal negative environmental impacts of small hydropower plants in Turkey. African Journal of Agricultural Research, 6(14), 3284-3290. ETBK (2014) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2014 Faaliyet Raporu. Islar, M. (2012) Privatised Hydropower Development in Turkey: A Case of Water Grabbing? Water Alternatives, 5(2), 376-391. Kentel, E. ve Alp, E. (2013) Hydropower in Turkey: Economical, social and environmental aspects and legal challenges. Environmental Science and Policy, 31, 34-43. Koç, C. (2012) Problems and Solutions Related to Hydroelectric Power Plants Constructed on the Buyuk Menderes and the West Mediterranean Basin. Energy Sources, Part A: Recovery, Utilization, and Environmental Effects, 34(15), 1416-1425. Koç, C. (2014) A study on the development of hydropower potential in Turkey. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 39, 498-508. Küçükali, S. ve Barış, K. (2009) Assessment of small hydropower (SHP) development in Turkey: Laws, regulations and EU policy perspective. Energy Policy, 37, 3872-3879. Öztürk, A. (2011) Sustainability Assessment of a Hydropower Project: A Case Study of Kayraktepe Dam and HEPP. ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü’ne Yüksek Lisans Derecesinin bir kısmı olarak teslim edilmiş olan tez çalışması. TEİAŞ (2015) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. web sayfası (http://www. teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik %C4%B0statistikleri/istatistik2013/ istatistik2013.htm) (2 Ağustos 2015 tarihinde erişilmiştir). WCD (World Commission on Dams) (2000) Dams and Development – A New Framework for DecisionMaking. The Report of the World Commission on Dams, Earthscan Publications Ltd., London, UK. yapılmış olmasına rağmen bu santrallerin çevre ve özellikle yerel halkı olumsuz yönde etkilememesini sağlamak üzere alınması gereken önlemlerle ilgili gerekli yasal düzenlemelerde hâlâ eksiklikler bulunuyor1. Mevzuat altyapısındaki son düzenlemeler ile özel sektör tarafından gerçekleştirilen enerji üretim tesisi yatırımları hızla artıyor. Başlıca amacı kâr etmek olan özel sektör işletmelerinin, enerji üretim tesisleri yapıp işletirken uyması gereken çevresel ve sosyal kuralların yasalar ile düzenlenmesi, işletmecilerin bu kurallara uymalarının takip edilmesi ve uymayanlar için gerekli önlemlerin alınması sürdürülebilir bir gelişme sağlanabilmesi için şart. * Bu yazı hazırlanırken Muğla Belediyesi için hazırlanmış olan Hidroelektrik Santralleri Raporu’ndan (2015) yararlanılmıştır. 42 HIDROELEKTRIK ENERJISI Son yıllarda ülkemizde pek çok havzada, hatta aynı ırmak kolu üzerinde, genellikle birden fazla HES kuruluyor. Aynı ırmak kolu üzerine yapılan HES’ler ırmaktaki sürekliliğin daha fazla kesilmesine ve dolayısıyla ırmak ekosistemlerinin olumsuz yönde etkilenmesine sebep oluyor (WCD, 2000). Kümülatif etkiler sonucunda doğal kaynakların daha fazla kaybı, yaşam ortamlarının kalitesinin, çevresel sürdürülebilirliğin ve ekosistem bütünlüğünün bozulması söz konusu oluyor (WCD, 2000). Bu olumsuz etkilerin engellenebilmesi için suyun havzadaki tüm ihtiyaçlar arasında adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayacak entegre havza yönetim planları çerçevesinde davranılmalıdır. ODTÜLÜ DOSYA “Bize Esmeyi Anlat” X Yazı ODTÜ RÜZGEM Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi 44 Yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynağı arayışında rüzgâr enerjisi, ilk sırada yer alıyor. Bahsi geçen ulusal hedeflere ulaşırken, yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemlilerinden rüzgârın daha etkin ve etkili kullanılması ve dolayısıyla, bir küresel kazanım olarak değerlendirilmesi gerekiyor. “BİZE ESMEYİ ANLAT” G ünümüzde enerji ihtiyacı, küresel ısınma, hızla artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme ile bağlantılı olarak giderek artıyor. Enerji projeksiyonlarına bakıldığında, sürdürülebilir kalkınmanın yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile mümkün olacağı anlaşılıyor. Bu çerçevede, Onuncu Kalkınma Planı’nda (Kalkınma Bakanlığı, 2013) ülkemiz üretim sistemi içinde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payının azami ölçüde yükseltilmesinin hedefleneceği vurgulanıyor. Buna paralel olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi konusunda öncü ulusal hedefler belirledi. Örneğin, 2023 yılı için, tüketilen enerjinin %30’unun yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanması hedefleniyor (ETKB, 2010). Yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgâr, atmosferik hava olaylarının etkisiyle ortaya çıkan yüksek ve alçak basınç bölgeleri arasında oluşan hava akımıdır. Rüzgârlar, mevsimsel ve günlük olarak değişebildiği gibi, bölgelere göre yıl içinde baskın bir karakterle süreklilik gösterebilir. Her ne kadar küresel ısınma ve uzun vadeli iklim değişiklerinden etkilense de, her bölgenin yöreye özel bir rüzgâr potansiyeli sürekliliği vardır. Bu çerçevede, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynağı arayışında rüzgâr enerjisi, ilk sırada yer alıyor. Bahsi geçen ulusal hedeflere ulaşırken, yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemlilerinden rüzgârın daha etkin ve etkili kullanılması ve dolayısıyla, bir küresel kazanım olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Küresel Rüzgâr Enerjisi Konseyi (GWEC), 2014 Küresel Rüzgâr Raporu (GWEC, 2015) verilerine göre rüzgâr enerjisi üretiminde, sadece 2014 yılında 23 GW’lık kapasite eklenmesiyle, 114.609 MW toplam kapasiteye ulaşan Çin dünyada lider konumdadır. Çin’i, 65.879 MW toplam kapasite ile Amerika takip etmektedir. Avrupa’da rüzgâr enerjisinde öncü ülkelerden biri olan Almanya 39.165 MW toplam kapasite ile üçüncü sırada yer almaktadır. Türkiye’de ilk rüzgâr enerjisi çalışmaları 1980’li yıllarda Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) Genel Müdürlüğü tarafından başlatıldı. İlk rüzgâr türbin çiftliği 1998 yılında Çeşme’de 0,6 MW toplam güç kapasitesi ile kuruldu, 10 Mayıs 2005 tarihinde de kabul edilen “Yenilenebilir Enerji Yasası”nı takiben Türkiye rüzgâr enerjisi santralleri kurulumuna yönelik büyük bir atılım içerisine girdi. 2002 yılında Elektrik İşleri Etüd İdaresi ile Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüklerinin işbirliği ile hazırlanan rüzgâr haritasından sonra, 2006 yılında yine Elektrik İşleri Etüd İdaresi hizmet alımı yolu ile REPA Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası’nı hazırlatarak 2007 yılı başında yayına koydu. 2007 yılının Kasım ayında Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından Rüzgâr Enerjisi Santralleri (RES) üretim lisansı başvuruları kabul edildi, bir gün içinde rekor sayılabilecek ölçüde başvuru gerçekleşti. 2010 yılı Aralık ayı içerisinde “Yenilenebilir Enerji Yasası” güncellendi ve “yerli ürün” kullanımına teşvikler getirildi. Yüksek rüzgâr potansiyeline sahip olan ve Küresel Rüzgâr Raporu’na (GWEC, 2015) göre olumlu bir gelecek vadeden ülkemizde, 2014 yılı sonu itibarıyla toplam kurulu kapasite ise 3762,5 MW. Bununla birlikte, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 2015 yılı sonuna kadar 5000 MW; 2023 yılı sonuna kadar da toplam 20.000 MW kurulu güce ulaşılması hedefleniyor. Böylece, toplam elektrik üretim kapasitesinin yaklaşık %20’si rüzgâr enerjisinden karşılanmış olacak. SAYI 57 RÜZGEM Laboratuvarları 45 ODTÜLÜ DOSYA 2015 yılı sonuna kadar 5000 MW; 2023 yılı sonuna kadar da toplam 20.000 MW kurulu güce ulaşılması hedefleniyor. Böylece, toplam elektrik üretim kapasitesinin yaklaşık %20’si rüzgâr enerjisinden karşılanacak. ODTÜ RÜZGEM Türkiye’nin rüzgâr enerjisi konusunda ortaya koyduğu ulusal hedeflere ulaşabilmesini, bu hedeflere ulaşırken teknolojik dışa bağımlılığı en aza indirmeyi ve dünya rüzgâr enerjisi pazarında pay ve söz sahibi olabilmesine katkıda bulunmayı amaçlayan ODTÜ RÜZGEM – Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye’de rüzgâr enerjisi alanındaki ilk ve tek araştırma merkezi olarak 28 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete ilanı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın (Kalkınma Bakanlığı) altyapı proje desteği ile kuruldu. Merkez, Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinin öncülüğünde, dokuz farklı bölümün (Havacılık ve Uzay, Makina, Elektrik Elektronik, Metalurji ve Malzeme, İnşaat Mühendislikleri ile İstatistik, Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama ve İşletme Bölümleri) işbirliği çerçevesinde faaliyet gösteriyor. ODTÜ-RÜZGEM, rüzgâr enerjisi teknolojilerinde yenilikçi tasarım ve yetkin test/akreditasyon faaliyetleri ile ulusal odak noktası olmak ve uluslararası düzeyde araştırma yapmak uzgörüsüyle kuruldu. Merkez, rüzgâr enerjisi alanında bilimsel ve teknolojik araştırmalar yaparak özgün teknolojiler geliştirmeyi hedefliyor. 46 “BİZE ESMEYİ ANLAT” Merkezin ulusal ve uluslararası çeşitli platformlarda üyelikleri bulunuyor. Ulusal alanda, ODTÜ bünyesindeki Yenilenebilir Enerji, Eko-sistemler ve Sürdürülebilirlik Araştırma Platformu’nun (YESAP) bir parçası olan RÜZGEM, Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği (TÜREB) üyesi. Uluslararası alanda ise, rüzgâr enerjisi konusunda Avrupa’daki öncü platformlardan Avrupa Enerji Araştırmaları Birliği – Rüzgâr Ortak Programı (EERA JP Wind – European Energy Research Alliance) asosiye üyesi ve Avrupa’daki önemli araştırma merkezleri ve üniversitelerin tescilli organı olan Avrupa Rüzgâr Enerjisi Akademisi (EAWE – European Academy of Wind Energy) asil üyesi. Yaklaşık 30 öğretim üyesi, 20 doktora ve yüksek lisans düzeyindeki araştırmacısı ile çalışmalarına devam eden Merkez, rüzgâr enerjisi teknolojileri araştırmaları ile ilgili en güncel teknolojiye sahip ölçüm sistemleri ve test düzenekleri ile donatılmakta olan dört ana laboratuvardan oluşuyor: • Aerodinamik Laboratuvarı • Yapı ve Malzeme Laboratuvarı - Kompozit Malzeme Laboratuvarı - Yapısal Mekanik ve Malzeme Laboratuvarı - Yapısal Dinamik Laboratuvarı • Elektromekanik Laboratuvarı • Yüksek Başarımlı Hesaplama Laboratuvarı. Merkezde dört ana laboratuvar kapsamında rüzgâr enerjisi ve türbin sistemleri temelinde çalışmalar yapılıyor. Bu çalışma alanları, rotor aerodinamiği, kanat tasarımı ve optimizasyonu, rüzgâr türbin sistem tasarımı, rüzgâr çiftliği tasarımı ve optimizasyonu, topoğrafik analizler ve mikro-yerleştirme, enerji depolama, güç elektroniği, şebeke entegrasyonu ve akıllı-şebeke sistemleri, yenilikçi kontrol teknikleri ve adaptif kontrol, akıllı yapılar, kompozit malzemeler, kompozit malzeme mekaniği, malzeme karakterizasyonu, hasar mekaniği, yapısal optimizasyon, yapısal dinamik ve aeroelastisite, kompozit malzemeler için yenilikçi üretim teknikleri, kule ve temel tasarımı gibi teknik konuları içerir, Merkez bünyesinde laboratuvar çalışmalarının yanı sıra mimari ve bölgesel entegrasyon, kamusal farkındalık, kamusal kabullenme ve rüzgâr enerjisinin sosyo-ekonomik boyutları gibi sosyal konular üzerine de çalışmalar yürütülüyor. RÜZGEM’in en büyük altyapı yatırımlarından biri olan “Büyük Rüzgâr Tüneli”, Türkiye’de ve Avrupa’da bulunan sayılı rüzgâr tünellerinden biri. Rüzgâr sektörünün yanı sıra havacılık ve inşaat sektörlerinde ihtiyaç duyulan çeşitli aerodinamik testlerin (açık-jet, atmosferik sınır tabakası) yapılacağı, çok amaçlı 3 farklı test odasının bulunduğu tünel, 2.100 m2’lik taban alanına sahip ayrı bir hangar binasında yer alacak ve 2016 yılında aktif hale gelecek. RÜZGEM, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları arasında yüksek potansiyele sahip olan rüzgâr enerjisi konusunda ortaya koyduğu hedeflere ulaşmasında temel oluşturan özgün teknolojilerin geliştirilmesine yönelik Ar-Ge faaliyetlerinde bulunacak, rüzgâr enerjisi endüstrisine tasarım, analiz, test ve teknoloji desteği verecek; ayrıca rüzgâr enerjisinin sosyo-ekonomik boyutunun anlaşılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirecek. RÜZGEM, rüzgâr enerjisi teknolojileri ve sosyo-ekonomik alanlarda gerçekleştireceği akademik çalışmalar, bilimsel araştırmalar, düzenleyeceği çalıştaylar, eğitim seminerleri ve koordine edeceği ulusal ve uluslararası işbirlikleri ile ulusal bir odak noktası haline gelmeyi amaçlıyor. SAYI 57 Kaynaklar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. 2010. 2010 – 2014 Dönemi strateji planı. http:// www.enerji.gov.tr/yayinlar_ raporlar/ETKB_2010_2014_ Stratejik_Plani.pdf GWEC. March 2015. Global wind report annual market update 2014. http://www.gwec.net/ wp-content/uploads/2015/03/ GWEC_Global_Wind_2014_ Report_LR.pdf Kalkınma Bakanlığı. 2013. Onuncu kalkınma planı 20142018. Ankara. 47 ODTÜLÜ dosya X Yazı PROF. DR. RAŞIT TURAN ODTÜ Güneş Enerjisi Araştırma Merkezi Direktörü PHSY ‘83 Mavi Gezegenin Zorunlu Çıkışı: Güneş Enerjisi Mavi gezegeni felaketten kurtarmak için hidrokarbonları yakmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Günümüzde muazzam rakamlara ulaşan enerji gereksinimini (17 TW-yıl) karşılayacak, CO2 çıkartmayan seçenekler yaratmamız gerekiyor. En güçlü seçenek, en çok bildiğimiz ve tüm yaşamın kaynağı olan Güneş’ten geliyor. 48 MAVI GEZEGENIN ZORUNLU ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI Atmosferde hapis kalan CO2 gazı, ısının dışarıya kaçmasını engellemeye başladı. Böylece, hep birlikte, Dünya ile Güneş arasında oluşan dengeyi bozmamızın cezasını çekmeye hazırlanıyoruz. G ezegenimizdeki karmaşık yaşam, 2 milyar yıl önce tek hücreli öncüllerin güneşten fotosentez yapabilmesi ile başladı. Öncesinde, milyonlarca yıl, Güneş’in yarattığı gel-gitler, atmosferik karmaşa, oksijen oluşumu ve yerkabuğunun soğuması yaşamın ilk oluşumunun koşullarını hazırladı. İlk canlılara enerji sağlayan güneş, günümüze kadar yaşamın tüm formlarının gelişiminde bazen doğrudan, bazen dolaylı rol oynadı. Gezegenin ısınma/soğuma döngüsü büyük bitki ve canlı stoklarının var olup yok olmasına ve yer altında sıkışmasına neden oldu. Tek hücrenin yaptığı fotosentezle oluşan canlılar petrol, doğal gaz ve kömür oluşumunu sağladı. 20. yüzyıl başında, insanoğlu yarattığı sentetik yaşamı sürdürmek ve geliştirmek üzere fosil yakıtları (hidrokarbonları) daha yoğun kullanmaya başladı. İlk olarak buharlı makinaları keşfetti ve etrafında bulduğu her şeyi yakarak, bu makinaların yaşamın parçalarını üretmesini sağladı. Sonra yeni makinalar, yeni ürünler, daha yeni makinalar, yeni evler, yeni fabrikalar, çelik, bakır, demir, elektrik vs. için hidrokarbonları yakmaya ve tüketmeye devam etti. Zamanla, yaktığımız her şeyden ortaya çıkan CO2 gazı o kadar arttı ki, atmosferin dengesini bozmaya başladı. Önceleri dünya sonsuz, insanoğlu küçük bir canlı idi. Şimdilerde ise, insanların yarattığı bulutlara dünya dar gelmeye başladı. Atmosferde hapis kalan CO2 gazı, ısının dışarıya kaçmasını engellemeye başladı. Böylece, hep birlikte, dünya ile güneş arasında oluşan dengeyi bozmamızın cezasını çekmeye hazırlanıyoruz. Ne olacağını kestirmek kolay değil. Yerbilimciler ve çevre uzmanları, çoğu felaketle sonuçlanan birçok senaryo üzerinde duruyor. SAYI 57 49 ODTÜLÜ dosya Her geçen gün güçlenen güneş elektriği, fosil yakıtlar karşısında kesin bir üstünlüğe doğru ilerliyor. Güneşin başlattığı yaşama, yine güneşin son vereceğini düşünenler bile var. Mavi gezegeni felaketten kurtarmak için makinalarımızı, arabalarımızı, başka biçimde çalıştırmamız, evlerimizi başka biçimde ısıtmamız/ aydınlatmamız gerekiyor. Mavi gezegeni felaketten kurtarmak için hidrokarbonları yakmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Makinalarımızı, arabalarımızı, başka biçimde çalıştırmamız, evlerimizi başka biçimde ısıtmamız/aydınlatmamız gerekiyor. Günümüzde muazzam rakamlara ulaşan bu enerji gereksinimini (17 TW-yıl) karşılayacak, CO2 çıkartmayan seçenekler yaratmamız gerekiyor. En güçlü seçenek, en çok bildiğimiz ve tüm yaşamın kaynağı olan Güneşten geliyor. Sonsuz, sessiz, temiz ve her yerden erişilebilir bir enerji kaynağı olan Güneş, gerektiğinden binlerce kat fazlasını bize ulaştırıyor. Sadece Tuz Gölü kadar bir alana düşen güneş enerjisi Türkiye’nin tüm enerji ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Yapmamız gereken, güneşten topladığımız enerjiyi, diğer enerji türlerine dönüştürmenin yollarını bulmak. Bu türler arasında elektrik enerjisi özel bir öneme sahip. Elektriğe dönüşen enerji diğer tüm enerji türlerine (ısı, hareket vs.) kolaylıkla dönüştürülebiliyor. Güneşten elektrik enerjisi elde etmenin teknolojisi biliniyor, ancak, son yıllara kadar yüksek maliyet ve gece üretiminin olmaması güneş elektriğinin yaygınlaşmasını engelliyor. Ancak, son yıllardaki gelişmeler, güneş elektriğinin fiyatını diğer kaynaklarla yarışır hale getiriyor. Öte yandan depolama 50 teknolojilerindeki gelişmeler, gece tüketimine çözümler yaratıyor. Her geçen gün güçlenen güneş elektriği, paradigma kayması yaratarak fosil yakıtlar karşısında kesin bir üstünlüğe doğru ilerliyor. Almanya gibi bazı öncü ülkelerde güneş elektriğinin toplam tüketimdeki yeri önemli rakamlara ulaşıyor GÜNAM 7 YAŞINDA Güneş enerjisini elektriğe dönüştüren, daha verimli ve daha ucuz teknolojiler geliştirmek önümüzdeki en önemli görev. Bilgi, emek, zaman ve yüksek teknolojiye hakimiyet gerektiren bu görevi Türkiye’de ODTÜ-Güneş Enerjisi Araştırma ve Uygulama Merkezi (GÜNAM) üstleniyor. Önümüzdeki Aralık ayında 7. yaşını dolduracak olan GÜNAM, güneşten elektrik enerjisi elde etmenin tüm yöntemlerini geliştiriyor. Özellikle mevcut teknolojiler arasında ilk sırada olan Si kristalinden elde edilen fotovoltaik hücrelerin üretimi ve geliştirilmesi konusunda birçok öncü çalışma yapıyor. Kalkınma Bakanlığı’nın desteklediği GÜNAM, büyük bir ulusal projenin (Milli Güneş Enerjisi Santrali Geliştirilmesi – MİLGES) öncüleri ve uygulayıcıları arasında yer alıyor. GÜNAM, mavi gezegenin fosil yakıt sarmalından çıkış yolunu açan kurumlar arasında Güneş Enerjisi Araştırma gurur verici bir ve Uygulama Merkezi yerde duruyor. MAVI GEZEGENIN ZORUNLU ÇIKIŞI: GÜNEŞ ENERJISI GÜNAM Website: www.enka.com Industry: Construction Company Size: 10,001+employees Founded: 1957 Type: Privately Held Headquarters: Balmumcu Mah., Zincirlikuyu Yolu No:10 Beşiktaş Istanbul, 34349 Turkey Engineering for a better future engıneerıng procurement constructıon ENKA is a global operating and construction company that is concentrating on engineering and project management activities, comprising general contracting, civil works, power plants, industrial plants, infrastructural projects, real estate investment, manufacturing and trading. ENKA took 52nd place on the "Top 250 International Contractors" list of Engineering News-Record (ENR) Magazine, published in August 26, 2014. Additionally, ENKA took the first place among the 42 Turkish Contractors involved on the list. ENKA has been in the forefront of the engineering and contracting world for 58 years. With its hundreds of accomplished signature projects around the world, ENKA has been improving the quality of life of communities and contributing to Turkey's economy. Tengiz Oilfield Development, Kazakhstan OUR FIELDS OF ACTIVITY Oil and Gas Facilities, Petrochemical Plants, Power Plants Motorways, Bridges, Tunnels, New Towns&Housing Complexes Business and Cultural Centers, Administrative Centers Airports, Harbors, Industrial Plants, Offshore Construction Shopping Malls, Hotels, Hospitals and Health Centers. For More Information please visit www.enka.com MAIN BUSINESS LINES Oil, Gas & Petrochemicals Power Plants Infrastructure Civil ODTÜLÜ dosya Farklı Bir Enerji Ahlâkına İhtiyacımız Var! ODTÜ Mezunları Derneği Sürdürülebilir Enerji Komisyonu Üyesi Arif Künar ile insanlığın enerji açlığını ve yeni bir enerji ahlâkının mümkün olup olmadığı üzerine... Medeniyetimizin git gide artan enerji açlığı içinde temiz enerjiyi nereye yerleştirebiliriz? İnsanlık için başka tür bir enerji kullanımı fikri, misyonu mümkün mü? Çok temel ve felsefî, can alıcı bir soru aslında bu. İnsanlık tarihi boyunca kendi doğal enerjisini kendi dışındaki kaynaklardan bir hizmet olarak aldığı ve bu kaynakları enerjiye dönüştürme sürecinde çok ciddi acılar, çok ciddi yıkımlar, çok ciddi süreçler yaşamış. Nükleer kazalar, kömür santrali kazaları, yıkılan barajlar ve barajlardan kaynaklanan iklim değişikliği gibi birçok trajedi... Ne pahasına olursa olsun enerji elde etme üstüne kurulu, üretim üstüne inşa edilmiş bir dünya sistemi olduğu zaman insanlar da 52 bu sonsuz enerjiyi elde etmek için birçok şeyi düşünmeden hareket etmiş. Bugün gelinen noktada artık daha az, kendine yeterli minimum enerji kullanımını ve enerjiyi etkin ve verimli kullanmayı odak haline getirmeliyiz. İnsanlığın giderek daha fazla tüketeceği megabatlara doğru ilerlediğimizde zaten sınırlı kaynakları olan bir dünyada yaşadığımızı görmezden geliyoruz demektir. Ay’dan, Mars’tan ne elde edebilirize bakılacak o zaman; her ne kadar şimdi bize bilimkurgu gibi gelse de. Oysa bence dünyanın kaynakları fazlasıyla yeterli. Ama enerjiyi ne için kullandığımız ve nasıl kullandığımız çok önemli. Bence temel soru da burada, yani mevcut kaynakların yerine yeni temiz enerji kaynakları ikame etmekten ziyade enerji kullanımımız üzerine konuşmalıyız. Hem insanlar hem yaptığımız yapılar hem ulaşım, sanayi, kullandığımız teknolojiler... FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA İHTIYACIMIZ VAR! Nasıl bir dönüşümle minimum enerji kullanır hale geliriz? Bunu becermemiz lazım. İnsanlığın sınırı bence bu. Daha az enerji kullanmamız mümkün mü? Daha azla yetinebilir miyiz? Ya da başka türlüsü mümkün mü? Bana göre mümkün. Çünkü insanlık doğanın kendi doğal enerjisini kullanarak zaten geçtiğimiz son bir yüz yıla kadar yaşadı. Nükleerler, kömür santralleri, doğalgaz santralleri yokken insanlar ne yapıyordu? Herşey sanayi devrimiyle başladı... Evet sanayi devrimiyle başladı aslına bakılırsa. Ondan önceki süreçte insanlar yine doğayla, çevreyle uyumlu, çok ciddi enerji arzı, tüketimi gerektirmeyen işleri yapıyordu. Binlerce, milyonlarca, hatta milyarlarca insan bu dünyada yaşadı. Ama son yüz, belki iki yüz yıldır bu döngü tam tersine çevrildi. İnsanlık burada ilerleme adına, modernizm adına, sanayileşme adına bir hata yapıyor. Ve bunun artık farkında ama geri dönüşü nasıl olacak? Başka bir hayat, daha yavaş, daha sade, daha az enerji kullanan bir yaşam biçimi, farklı bir enerji ahlâkı mümkün mü? Bence temel soru burada. Temel olarak enerji meselesini tartışırken varoluşsal bir krizimizi nasıl çözeceğimizi tartışıyoruz değil mi? Evet çünkü kaynaklar sınırlı. Bu kaynakları maksimize edebiliriz ama bunun ötesinde, kaynakların yetmediği noktada başka gezegenleri istila etmek, onları da kendimize köleleştirmek gibi zaten dünyada izlediğimiz emperyal yöntemleri izlemeyi doğru bulmuyorum. Çünkü bu dünya sadece bize ait değil. Burada insanlığın temel hatası, her şeyin kendine ait olduğunu sanmak. Kendimizi merkez kılarak geri kalan her şeyin tahakkümümüz altında olması gerektiğine inanıyoruz. Bunu da enerjiyi sonsuz kullanarak ya da sonsuz enerji elde edebileceğimizi düşünerek gerçekleştiriyoruz. Örneğin nükleer enerji. 1 gr uranyumdan megabatlarca enerji elde edebiliyorsunuz. Yani 1 kilo uranyumla 20 ton kömürün elde ettiğinden daha fazla enerji elde edebiliyorsunuz. Bu, şu demek: İnsanlık artık Dünya’nın hakimi ve enerji kaynağını da sonsuz elde edersek her şeyi, Dünya’yı ve uzayı da ele geçiririz! Oysa ki insanlar dünyaya ve evrene hükmetmek ve kendine tâbi kılmak için yaratılmış canlılar değil. Milyonlarca canlıdan ve cansızdan sadece biri. Kendimizi ekolojik sistemin bir parçası olarak düşünemezsek bu dünya da yetmeyecek, diğer gezegenler de. Zaten dünyada bu bakışın getirdiği felaketleri kısmen yaşıyoruz. O zaman daha büyük ölçekte yaşayacağız. Bunu durdurmak ve bu fikri, bu beklentiyi, bu algıyı azaltmak lazım. “İnsanlar dünyaya ve evrene hükmetmek ve kendine tâbi kılmak için yaratılmış canlılar değil. Milyonlarca canlıdan ve cansızdan sadece biri.” Öte yandan varoluşumuzun temelinde yer alan bir merak var. Hayal kuran, “olmayana ergi”yi sürekli kılan bir varlık insan. Hep “Burada da ne varmış?” diye bakan bir canlı türünden bahsediyoruz. Bu türün durdurulması mümkün mü? Durdurulamaz ama eskiden biliminsanları vardı. Mesela Edison, Faraday, da Vinci... Bunlar meraklarıyla ve engin bilgileriyle birçok şeyi keşfedip bir takım denemelerle insanlığa bir kısmı faydalı bir kısmı az da olsa zararlı şeyler yaptılar. Ama artık tek bir biliminsanından bahsetmiyoruz. Silikon Vadisi’nden, SAYI 57 53 ODTÜLÜ dosya Daha az enerji kullanmamız mümkün mü? Daha azla yetinebilir miyiz? Ya da başka türlüsü mümkün mü? algısı, yeni bir yaşam tarzı mümkün olabilir mi?” diye soruyoruz. Ben umutluyum ve bunu başaramazsak yıkımlar artacak, iklim değişikliği durdurulamaz hale gelecek. Daha üç gün önce Ömer Madra 35 yılımızın kaldığını söyledi. Çok da zamanımız yok gibi görünüyor... teknokentlerden bahsediyoruz. İçinde binlerce biliminsanı, uzman var. Bir sistemin, bütün büyük bir projenin parçası durumundalar. O yüzden artık insanın kendi özündeki meraktan konuşmadığımızı fark etmek lâzım. Artık endüstriyel talep yaratmak, endüstriyel çözümler üretmek, daha fazla üretmek, daha fazla tüketmekten konuşuyoruz. Bunun için çalışan biliminsanları, şirketler var artık. Sonsuz enerji, sayaçsız enerji diye 50’lerde ABD nükleer enerjinin lansmanını yaptı ancak Hiroşima’da binlerce milyonlarca kişiyi yok ettiler. Sonra yeniden enerji için dolaşıma sokuldu ama özü bir silahtı, dünyaya hükmetmekti, iktidar savaşıydı. Sonuçta daha çok enerji daha çok iktidar. Dünya yetmiyor başka gezegenler o zaman... Ancak bu arada iklim değişikliği ile karşılaşıyor, bu bakışın zararlarını hep birlikte çekiyoruz. Bunun değişmesi hem de acilen değişmesi gerekiyor. Sistem bunun üzerine kurgulandığı için geri dönüşü zor, o yüzden daha fazla enerji yerine ya da yenilenebilir enerjiyi tıpkı fosil yakıtlar gibi kullanabilir miyiz diye düşünmek yerine başka bir enerji ahlâkı geliştirmemiz gerekiyor diyoruz. “Daha sade, daha basit, sadece ihtiyaçlarımıza yönelik ve dünyayı yok etmeyen, yeni bir dünya 54 2020 yılında, ABD ve Avrupa Birliği’nde yeni yapılacak bütün evlerin dışarıdan elektrik enerjisi almadan yani kendi kendine yeterli olması ön koşul olacak. Şurada kaç yıl kaldı? Beş. Bu karar “Küçük evler yapın, mümkün olduğu kadar sade, pasif, küçük evler...” demek. “Mümkün olduğu kadar güneşi, doğal ışığı, doğal enerjiyi kullanan evler yapın. Evin içinde de en son teknoloji olan, daha az enerji kullanan teknolojileri kullanın. Enerji kullanımınızı minimize edin ve bunu da kendiniz rüzgardan, güneşten, jeotermalden, doğal enerji kaynaklarından elde edin. Şebekeden, nükleerden, kömürden, doğal gazdan elektrik almayın çünkü vermeyeceğiz.” Yani artık kendi kendine yeterli bir yaşamın da, bina ölçeğinde bir yasası, zorunluluğu var. Artık minimum enerji kullanmak ve kullanılan enerjiyle hayat standardını, kaliteyi, verimliliği maksimum arttırmak ön koşul. Dünya buraya gidiyor. Örneğin geçen ay, Almanya’nın güneş enerjisinden elde ettiği elektrik nükleerden elde ettiğinden daha fazla oldu. Ki Almanya güneşlenme açısından, kapasite ve performans açısından Türkiye’nin neredeyse yarısı. Ama dünyanın en fazla santrali ve güneş tarlası olan, elektriğinin yarısını artık güneşten elde eden FARKLI BIR ENERJI AHLÂKINA İHTIYACIMIZ VAR! koca bir sanayileşmiş dünya devi. Münih’te kent ulaşımının %15’i elektrikli araçlarla sağlanıyor. Kısacası söylediklerim ütopya değil; yapılabilir, ulaşılabilir hedeflerden bahsediyoruz. Enerji bağımlılığını azaltan ve insanların kendi kendilerine yetmeyi öğrenecekleri bir bakış. Ama burada ülkelerin politikaları, hedefleri çok önemli. Bu yüzden Türkiye’nin de bugünden itibaren enerji verimliliğini, enerjinin etkin kullanımını, yenilenebilir kaynakların kullanımını gündemine alması, bütün enerji politikalarını değiştirmesi lazım. Başka türlü Türkiye ne krizden kurtulur, ne dışa bağımlılıktan. Zaten Türkiye’nin başka şansı, çözümü, alternatifi yok. ayak izimi azaltmaya çalışıyorum. Şirkette elektrikli araba kullanıyoruz. Bunun gibi küçük de olsa adımlar atmalıyız. Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Biz bunu yapamazsak başkasına da öneremeyiz, başkasına da yaptıramayız. “Küçük evler yapın, mümkün olduğu kadar sade, pasif, küçük evler...” Ülke politikası değişirken insanların tek tek bireyler olarak da yaşam tarzlarını değiştirmeleri gerekiyor. Sonsuz enerji kullanalım, her yere arabamızla gidelim, her yere uçakla gidelim demek artık mümkün değil. Mesela bugün ben kendimden örnek vereyim; yedi yıldır Ankara-İstanbul arasını %99 uçakla kat etmiyorum. Otobüsle geliyorum ve bunu da her yerde panelde, söyleşide söylüyorum. Arif Künar olarak kendi karbon SAYI 57 55 ODTÜLÜ dosya X Yazı ATACAN SOYAK Nükleer Bugüne Tartışmalarla Geldi Doğadaki bazı elementlerin yapısının değişebildiğinin ve değiştirilebileceğinin keşfiyle ilk nükleer reaktör için adım atılmıştı. İnsanlığın en önemli keşiflerinden kabul edilen nükleer enerji, aynı anda iyi ve kötü amaçlar için kullanıldı. Atıklarının yok edilememesi ve reaktör sızıntılarıyla gelen büyük felaketlerle, insanlık çok dikkatli ve etik bir yaklaşımla nükleeri ele alması gerektiğini gördü. Bugün nükleer enerjinin getiri ve götürüleri, taşıdığı olası riskler geniş platformlarda ele alınıyor. 56 NÜKLEER BUGÜNE TARTIŞMALARLA GELDI L atince’de tohum, çekirdek anlamında kullanılan ‘nucleus’ kelimesinden Fransızcaya geçen nükleer (nucléér) deyimi, günümüzde ‘atom çekirdeği ile ilgili olanı’ işaret eder. Antik Yunan’da ‘bölünemez’ olarak tasavvur edilen atom anlayışı uzun zaman, 19.yy’a dek ciddi bir değişim geçirmedi. Ancak 1800’lere gelinmesiyle önce atomun sayılabilir olduğu ve sonra kütlesi; parçaları, elektronları, protonları olduğu bulundu. İlk Nükleer Reaktör Nükleerin keşfinin öyküsü aslında bilimin önemli bir eşik atlaması anlamına da geliyor. Bu, bir yanıyla da, bilinen en küçük birimin de aslında parçalanabilir bir yapıdan oluştuğunun keşfinin öyküsü. X -ışınının tesadüfen gözlemlenmesinin ardından araştırmaya koyulan bilim adamları, doğadaki bazı elementlerin yapısının değişebildiğini ve değiştirilebileceğini keşfettiler. Böylece atom deneyleri sonunda uranyum elementinin belli işlemler sonunda yüksek miktarda enerji açığa çıkardığı görüldü. 1940’lı yılların başında Chicago Üniversitesi’nde bu enerjinin muhafaza edilebilir hale gelmesi sağlandı. Ve ilk nükleer reaktör çalışır hale geldi. Einstein ve Manhattan Projesi ABD, Kanada ve İngiltere’nin 1942 - 46 yıllarında ortak sürdürdüğü nükleer silah üretme çalışmaları, Hiroşima ve Nagasaki’yle İkinci Dünya Savaşı’nı dönüm noktasına getirdi. Savaş sırasında Almanlardan önce nükleer bombayı üretebilmek için 130.000 insan projede yer aldı. 1938 yılında Alman bilim adamı Otto Kahn Nükleer Fisyon’u yani Büyük bir atomun çekirdeğini parçalayıp iki küçük atom ve bir miktar nötron elde etmeyi başardı. Ortaya çıkan nötronlar ortamdan uzaklaştırılmadıklarında uranyumla tepkimeye girmekteydi ve bu tepkime kontrol altında tutulmadığında çok yüksek miktarda enerji açığa çıkmaktaydı. Böylece Almanlar atom bombası yapma imkanı bulmuşlardı. Nazilerin eline bu gücün geçmesine engel olmak için 1939 yılında fizikçi Leo Slizard Hiroşima ve Nagazaki’den beri bu boyutlarda bir nükleer saldırı yaşanmadı fakat nükleer santrallerde pek çok kaza oldu. Einstein’la mektuplaşarak durumu açıkladı. Einstein da bu durumu ABD başkanı Franklin D.Roosevelt’e iletti. Böylece o sırada uranyum üzerinde çalışmalar yürüten bilim adamları bir komitede toplandı ve çalışmalar başladı. A.B.D’nin New Mexico eyaletinde 16 temmuz 1945’de Nükleer Bilimi , A.B.D ordusunun Manhattan projesi hizmetinde teknolojik ürününü ortaya koydu. İlk atom bombası Jornada del Muerto Çölünde patlatıldı. Patlamada oluşan gaz bulutu 1200 metre yükseldi. Bir kaç hafta sonra 6 ağustosta Hiroşima’ya atılan ‘’ Little Boy ’’ ilk anda 80 bin insanın canını aldı ve çok daha fazla insanı ağır yaraladı. 3 gün sonra Nagasaki şehrine ‘Fat Ma’ adlı bomba havadan bırakıldı. Yerden 500 metre yükseklikte patlayan bomba sıcaklığı 3.900°C’ye, rüzgarı saatte ortalama 1.000 km hıza çıkararak binaların yerle bir olmasına, tüm canlıların yanarak yok olmasına neden oldu. O zamanlardan günümüze bu boyutlarda bir nükleer saldırı yaşanmadı fakat enerji üretmek için kurulan nükleer santrallerde pek çok çevre felaketi yaşanmakta, nükleer silahlanmaya olduğu kadar nükleer enerji santrallerine karşı da güçlü bir insani hareket yürütülmekte. Karlı Sektör ‘Nükleer Enerji’ 2.Dünya Savaşından sonra elektrik üreten nükleer reaktörler kuruldu ve günümüzde Dünya çapında üretilen enerjinin ortalama %17’sini oluşturmaktadır. AB ülkelerinde enerjinin %32’si, ABD’de %20’si nükleer enerjidir. Ciddi bir kullanım alanına sahip olan SAYI 57 57 ODTÜLÜ dosya Çernobil kazasında serpintilerin Karadeniz kıyıları ve İsveç’e uzanması gibi, bir kazanın etkilerini kestirmek çok zordur. Çernobil’deki gibi Nükleer santrallerde meydana gelen kazaların ve sızıntıların çoğunun insan kaynaklı olması, bu enerji kaynağına olan güvenilirliği azaltır. nükleer enerji silah sektöründen endüstriyel enerji ihtiyacını karşılamaya kadar pek çok alanda kârlı bir sektördür. Öyle ki Dünya’da 400’den fazla nükleer santral bulunmakta ve bu rakam artıştadır. Fosil yakıttan çok daha karlı ve çok daha uzun bir geleceği olan nükleer enerji havayı kirletmez kolayca muhafaza edilir. Karbon salınımın tehlikeli boyutlarda gittikçe artmakta olduğu uzun zamandır bilinmektedir ve ölçümlerle doğrulandı. Dünya İklim değişikliği konferanslarında da önemi dile getirilen meselede ortak bir çözüm bulunamadı. Nükleer enerjinin, iklim değişikliği sorununa en azından geçici bir çözüm olduğunu savunanlar var. Elbette bu tür önerilere karşı ciddi argümanlarla karşı çıkılmakta. Bu argümanlar karşılıklarıyla birlikte şöyle sıralanabilir: Havayı kirletmeyen ve çok yoğun miktarda enerji üretebilen nükleer enerji yine de bir yenilenebilir enerji değildir. Nükleer atıkların yok edilme işlemi çok uzun yıllar sürmektedir. 58 Öyle ki bu süreçlerde meydana gelebilecek bir radyoaktif sızıntı korkunç bir çevre felaketine yol açabilir ve durdurulamaz bir yayılma gösterebilir. Atıkları uzaya gönderme ve yeraltının derinliklerine gömme projeleri yapılmasına rağmen örneğin , Almanya’nın tuz madenine gömdüğü atık varillerine madenin çökmesinden sonra ne olduğu belli değil . Atıkları uzaya yollama fikri ise ayrı bir etik tartışmaya yol açmaktadır. Tıpkı Çernobil kazasında serpintilerin Karadeniz kıyılarına ve İsveç’e kadar uzanmış olması gibi olası bir kazanın etkilerini kestirmek çok zordur. üstelik Nükleer santrallerde meydana gelen kazaların ve sızıntıların çoğunun insan kaynaklı olması, bu enerji kaynağına olan güvenilirliği azaltır. Çernobil faciasından sonra uzun süre o derece ciddi bir kazanın yaşanmamış olması nükleer enerjiye olan ilgiyi her geçen yıl arttırdı. 2011 yılında ise Japonya’da yaşanan depremin ardından gelen tsunami , Fukuşima nükleer santralinin 6 metrelik duvarlarını aşarak yeni bir faciaya sebep oldu. Çernobil’e eşdeğer görülen bu kazada ciddi can kaybı yaşanmamış olsa da insan aklının gelecekte olabilecekler karşısında hala yeterli öngörüye sahip olamadığı görüşü güçlendi. 19 Şubat 2015’te Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nde resmi görevliler tarafından sızıntı olduğu haberi yayınlandı. Radyoaktif atık suyun biriktirildiği tanklardan birinden 100 ton sızıntı olduğu açıklandı. Bu suyun denize ya da yeraltı sularına karışıp karışmadığına dair kesin bir şey söylenmedi. NÜKLEER BUGÜNE TARTIŞMALARLA GELDI Greenpeace’in Ukrayna’da 2011 yılında yaptığı bir araştırmaya göre bazı bitkilerde ve sütte özellikle çocuklar için tehlikeli düzeyde radyasyon olduğu tespit edildi. Bugün hala Ukrayna ormanlarının %40’ı neredeyse 30 yıl önceki Çernobil faciasının etkisiyle radyoaktif kirlenme altında. Nükleer: Ticari Bir Güç Elbette yaşanan nükleer facialar , nükleer teknolojiye ve bilime sırt çevirmek ve bu alanda bir ilerleme ve gelişmenin olamayacağı yargısına varmak için yeterli olamaz , fakat bu enerjiye olan ilginin asıl itici sebebi kârdır, ticaridir. Ayrıca nükleer silah üretimi için nükleer santral şart olmamasına rağmen bu tür silahların üretiminde çok büyük kolaylık sağladığı da bir gerçek. Dünyada en çok nükleer santrali olan ülkeler aynı zamanda en çok nükleer silah üretip pazarlayan ülkeler. İşte bu durum nükleer karşıtı hareketlerin en güçlü tepkisini çekmekte. Fukuşima ve Godzilla 2014 yılında gösterime giren yeni Godzilla Filmi Fukuşima ve nükleer enerji hakkında ilginç hatırlatmalar ve görsellerle dolu, radyasyonla beslenip, ortalığı yıkarak gezen Godzilla hem çok tehlikeli, insanları korkutup sığınaklara kaçırıyor hem de sonunda daha büyük bir düşmanı yenip insanları kurtardıktan sonra okyanusun derinliklerine geri dönüyor. Filmde bir nükleer santralde yaşanan felaket anı kurgulanmış, bir başka sahne girişi yasak bir yerleşim bölgesinde yıkık aniden terkedimiş bir evde geçiyor. Fukuşima’nın izleri kolay unutulacak gibi değil. Kazadan sonra kirlenen bölgede uzun yıllar yaşamak mümkün olmayacak. Tahliye edilen 160.000 kişinin hayatı eskisi gibi olmayacak. Fukuşimadan sonra Japonya’da 47 ticari reaktör kapatıldı. Artık Japon halkının büyük bir kısmı nükleere karşı ve ciddi bir kamuoyu baskısı var. Fukuşima’nın Çevreye Etkisi Santraldeki Radyoaktif atıklar ve kimyasallar felaket esnasında soğutma suyuna karışarak serbest kaldı ve yaklaşık 300.000 ton radyoaktif su basınçtan patlamayı önlemek amacıyla dışarı salındı. Böylece toprağa ve denize karışan radyoaktif izotoplar sahil boyunca yayıldı . Kanser riskini arttıran radyoaktif parçacıklar ön görülemez alanlara yayılmış oldu.İlk patlamanın etkisiyle havaya yayılan kirlilik sebebiyle 30 km’lik alan boşaltıldı ve bu uzaklıkta dahi radyasyon normalden fazla ölçüldü. Tokyoda ölçülen radyasyon normalin iki katıydı. SAYI 57 Nükleer enerjiye olan ilginin asıl nedeni kâr getirmesidir. 59 ODTÜLÜ dosya Yeni Bir Maceraya Atılmak: Metan Hidrat Yatakları İnsanlık bir süredir derin denizdeki metan hidrat yataklarını araştırıyor. Kontrol edilmesi ve nakledilmesi için tam güvenilir bir yöntem üzerine çalışılan metan hidrat yatakları, derinliklerini bilemediğimiz derin denizin bir parçası. Yerküre levhalarına bağlı bu yatakların keşfi yeni bir macera mı? X Yazı PROF. DR. MAHMUT PARLAKTUNA ODTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği PETE 60 ‘80 YENI BIR MACERAYA ATILMAK: METAN HİDRAT YATAKLARI İ ngiliz kimyacı Humprey Davy ve asistanı Michael Faraday 19. yüzyıl başlarında klor gazı – su karışımının sıcaklığının düşürülmesiyle klor gazı atomlarının suyun donma sıcaklığının üzerindeki sıcaklıklarda buz benzeri kristaller içinde hapsolduğunu gözlemlemiş ve 1823 yılında Faraday bu ilginç maddeyi klor klatrat hidratı olarak adlandırmıştır. Klatratlar bir kafes yapısı oluşturan bir tip molekül ile kafes yapısı içine hapsolmuş bir başka molekülden oluşan kimyasal maddelerdir. Klatrat hidrat ise su moleküllerince oluşturulan kafes yapısında, her bir kafes içinde bir tek gaz molekülünün bulunduğu yapıyı tanımlamaktadır. İlk tanımlanmalarından sonra uzun yıllar laboratuvar merakı olan klatratlar, 1930 başlarında petrol endüstrisinin dikkatine doğal gaz boru hatlarının düşük sıcaklık koşullarında buz benzeri yapılarla tıkanmasıyla gelmiştir. Bu yapıların doğal gaz hidratları olduğu ve doğal gaz içinde mevcut su buharının yoğuşması sonrası oluşan klatratların tıkanmaya neden olduğu anlaşılınca petrol endüstrisi bu yapıların oluşumunun engellenmesi için yöntemler geliştirmiş ve metanol, etilen glikol gibi kimyasalların boru hattına basılması yoluyla tıkanmanın önüne geçilebilmiştir. 1960’lı yılların ortasında ise Sovyet biliminsanlarınca Sibirya’nın tundra bölgelerindeki doğal gaz rezervuarlarında metan hidratın olduğunun keşfedilmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda soğuk tundra bölgeleri ve derin deniz ortamlarında metan hidratların varlıkları doğrudan örnek alımıyla veya dolaylı yöntemlerle ispatlanmıştır. Ülkemiz karasularında metan hidrat yapılarının varlığı birçok çalışma ile gösterilmiştir.Yerküredeki hidrat yapılarında mevcut metan miktarının tahminiyle ilgili çalışmalarda yerküredeki toplam organik karbonun yarısından fazlasının hidrat yapısında olduğu ve bu yapılardaki metan miktarının 1015 m3’ten fazla olduğu rapor edilmektedir (Kvenvolden, 2002). Alışılagelmiş doğal gaz rezervlerinin 2014 yılı sonu itibariyle 187,5 × 1012 m3 (BP, 2015) 1960’lı yılların ortasında Sovyet biliminsanlarınca Sibirya’da doğal gaz rezervuarlarında metan hidratın olduğunun keşfedilmesiyle yeni bir dönem başladı. olduğu göz önüne alınırsa hidrat yapılarındaki metan miktarının ne kadar önemli olduğu görülebilmektedir. Her ne kadar Sovyetler Birliği döneminde bir hidrat rezervuarından doğal gaz üretimi Batı Sibirya’daki Messoyakha sahasında yapılmış olsa da günümüzde metan hidrat yapılarından gaz üretimi konusunda önemli faaliyetleri olan ülkeler, geleneksel fosil kaynak yakıtları kısıtlı olan Japonya, Güney Kore ve Hindistan olarak görülmektedir. Japonya’nın güney batısında yer alan Nankai Through yapısında 1995 yılında başlayan çalışmalar sonrası 16 – 27 × 1012 m3 gaz içerdiği tahmin edilen hidrat rezervuarından üretim denemelerinin 2015 yılı içinde başlatılması beklenmektedir. Hidrat rezervuarındaki katı hidrat yapısının, rezervuarı oluşturan kayaçlar için çoğunlukla çimento malzemesi olması ve gazı üretebilmek için katı hidrat yapısının bozunmasının (kafes yapısının bozularak serbest su ve serbest gaz fazlarının elde edilmesi) zorunlu olması nedeniyle, bozulma sonrası çimentosu kaybolan kayaç taneciklerinin gazla birlikte üretilmeleri, bu üretim sonrası rezervuarın bütünlüğünün kaybolma riski, 1 m3 lük katı hidrat yapısından bozunma sonrası 0,8 m3 serbest suyun açığa çıkması ve gazla birlikte yüksek miktarda su üretilmesi gibi konularda teknolojik gelişmeler hidrat rezervuarlarından gaz üretiminin ticari olarak kabulü için gerekli görülmektedir. SAYI 57 Kaynaklar BP Statistical Review of World Energy (2015), http://www. bp.com/en/global/corporate/ about-bp/energy-economics/ statistical-review-of-worldenergy.html. Korsakov, O.D., Byakov, Y.A., Stupak, S., (1989), Gas Hydrates in the Black Sea Basin, International Geology Review, pp. 1251-1257. Kvenvolden, K.E., (2002), Methane Hydrate in the Global Organic Cycle, Terra Nova, 14, pp. 302 – 306. 61 ODTÜLÜ dosya YERKÜRENIN ISISI: Jeotermal Enerji Jeotermal enerji yenilenebilir enerji kategorisinde yer almaktadır. Ancak bu ısı kaynağının günümüz teknolojisi ile kullanılabilir olabilmesi için yeryüzüne bir aracı ile taşınması zorunluluğu mevcuttur. Doğanın bu enerjiyi yeryüzüne taşımak amacıyla kullandığı aracı yerin derinliklerine süzülen yağmur sularıdır. X Yazı PROF. DR. MAHMUT PARLAKTUNA ODTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği PETE 62 ‘80 İ zmir’in Balçova ilçesindeki Agamemnon Kaplıcaları, Denizli Pamukkale’deki Hierapolis tarihte tedavi amaçlı kullanılan önemli sıcak su kaynaklarıdır. Öte yandan, Anadolu’nun her köşesinde hamam – kaplıca olarak kullanılan sıcak su kaynaklarına rastlamak mümkündür. Bu kaynakların oluşumunun temel bileşeni ‘yerküre ısısı’ olarak tanımlanan jeotermal enerjidir. Jules Verne’nin ‘Arzın Merkezine Seyahat’ isimli bilimkurgu romanının kahramanları YERKÜRENIN ISISI: JEOTERMAL ENERJI İzlanda’da sönmüş bir yanardağın boşluklarından yerin derinliklerine inmekte ve artan derinlikle sıcaklığın artışına şahit olmaktadır. Yerkürenin en dış katmanı olan ve yer kabuğu olarak adlandırılan, üzerinde yaşadığımız karalar ve okyanuslardan oluşan bölümünde sıcaklığın derinlikle artışı ortalama her 100 m için 3 °C iken bazı bölgelerde bu değerin çok üzerine çıkmaktadır. Sıcaklığın derinlikle artış hızının yüksek olduğu bölgelerin büyük Kapasite kullanımında lider ülkelerden biri olan İsveç’te, binaların %20’si jeotermal ısı pompasıyla ısıtılıyor. çoğunluğu yer kabuğunu oluşturan plakaların sınırlarında yer almaktadır. Jeotermal enerji açısından zengin ülkelerin (Endonezya, Japonya, İzlanda, Yeni Zelanda, Filipinler, Türkiye, İtalya gibi) plaka sınırlarında veya yakınlarında olması jeotermal enerji ile plaka hareketlerinin yakın ilişkisi olduğunun göstergesidir. Yerkürenin iç ısısı plaka hareketlerinin itici gücü olup yerkürenin sahip olduğu ısının iki temel kaynağı bulunmaktadır: Dünya’nın oluşumu aşamasında sahip olduğu ısı ile radyoaktif elementlerin bozuşmasından açığa çıkan ve radyojenik ısı olarak adlandırılan ısı. Her iki ısı kaynağının boyutları düşünüldüğünde jeotermal enerji yenilenebilir enerji kategorisinde yer almaktadır. Ancak bu ısı kaynağının günümüz teknolojisi ile kullanılabilir olabilmesi için yeryüzüne bir aracı ile taşınması zorunluluğu mevcuttur. Doğanın bu enerjiyi yeryüzüne taşımak amacıyla kullandığı aracı yerin derinliklerine süzülen yağmur sularıdır. Derine gittikçe ısınan ve yoğunluğu azalan yağmur suyu, aynı zamanda geçtiği yapılarda farklı mineralleri bünyesine alarak jeotermal akışkanı oluşturur. Jeotermal akışkan yerküredeki dolaşımı sürecinde yeryüzüne ulaşabileceği bir çatlak bulabilirse doğal kaynak çıkışlarını ve bilinen kaplıca-hamam kaynaklarını oluşturur. Yüzyıllar boyunca insanoğlu bu doğal çıkışlardan yıkanma, ısınma ve tedavi amaçlı yararlanmış ancak özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren açılan kuyulardan elde edilen daha yüksek debili jeotermal akışkanı, akışkanın sıcaklığına bağlı olarak çok farklı uygulamalarda kullanmaya başlamıştır. Yüksek debide jeotermal akışkanı üretime alma ile jeotermal sistemin yenilenebilir olma özelliği enerjiyi taşıyan aracı akışkan olan suyun bütçesine bağlı olmaktadır. Jeotermal sistemden yapılan üretim debisi sistemin doğal beslenmesinin üzerinde olduğu sürece sistem yenilenebilir özelliğini kaybedebilmekte ve ekonomik açıdan enerji üretimini sağlayacak koşullara yönelik sürdürülebilirlik kavramı devreye girmektedir. Yüksek sıcaklıklı jeotermal akışkanın temel kullanım alanı su buharı ve/veya jeotermal akışkanın ısıtılmasıyla buharlaştırılan ikincil akışkanın buharı kullanılarak gerçekleştirilen elektrik üretimidir. 1904 yılında İtalya’nın Larderello sahasında 0,25 MWe kurulu kapasiteyle başlayan jeotermal enerjiden elektrik üretimi sürekli artış göstermektedir. Bu gelişimde yeni jeotermal sahaların keşfedilmesi yanı sıra teknolojide olan gelişmelerle elektrik enerjisi üretim sıcaklığının daha düşük değerlere inmesidir. Ülkemizde jeotermal enerjiden elektrik üretiminin tamamı Ege Bölgesi’nde Denizli, Aydın, Manisa ve Marmara Bölgesi’nde Çanakkale illerindeki santrallerden yapılmakta olup mevcut kurulu gücü 400 MWe seviyesindedir (Bertani, 2015). Öte yandan, düşük ve orta entalpili jeotermal akışkanlar doğrudan ısı uygulamalarında kullanılagelmektedir. Son yıllarda diğer tüm uygulamaların önüne geçen uygulama jeotermal ısı pompası olarak adlandırılan ve sığ derinliklerdeki göreli düşük sabit sıcaklık değerini yazın soğutma, kışın ise ısıtma amacıyla kullanan uygulamadır. Bu yöntem ile klasik anlamda jeotermal kaynağı bulunmayan İsveç, kapasite kullanımında lider ülkelerden biri konumuna gelmiştir. Bu ülkede binaların %20’si jeotermal ısı pompası ile ısıtılmaktadır (Lund ve Boyd, 2015). Ülkemizde ise üç temel doğrudan kullanım alanı konut ve sera ısıtmacılığı ile banyo ve yüzme uygulamalarıdır (Mertoğlu vd., 2015). SAYI 57 Kaynaklar Bertani, B., (2015), ‘Geothermal Power Generation in the World 2010-2014 Update Report’, Proceedings World Energy Congress 2015, Melbourne, Australia, 19-25 April, 2015. Lindal, B., (1973), ‘Industrial and Other Applications of Geothermal Energy’ Geothermal Energy, Ed. Armstead H.C.H., UNESCO, Paris. Lund, W.J., Boyd, T.L., (2015), ‘Direct Utilization of Geothermal Energy 2015 Worldwide Review’, Proceedings World Energy Congress 2015, Melbourne, Australia, 19-25 April, 2015. Mertoğlu, O., Şimşek, Ş., Basarır, N., (2015), ‘Geothermal Country Update Report of Turkey (2010 – 2015)’, Proceedings World Energy Congress 2015, Melbourne, Australia, 19-25 April, 2015. 63 ODTÜLÜ dosya Sinema ve Edebiyatta “Enerji” Bilim ve sanat dünyasında enerji ve türleri, onu kullanan, yönlendiren, üreten ve dönüştüren medeniyetlerin gelişmişlik düzeylerini gösteren en önemli olgulardan biri olmuştur ve aslında tam olarak var olmanın ve gücün temeli, çıkış noktasıdır. elde etme ve kontrol altında tutabilme çabası çevresinde süregidiyor oluşudur. Bu durum da ister karamsar ister iyimser olsun öyküye -ki iyimserine rastlamak zordur- ve öykünün lokomotifi olan kişilere bilimkurgusal bir nitelik kazandırır genellikle. Bir adım ileriye, bir adım gerideyken ulaşma çabası da zaten, bilimkurgunun bulanık sularda yüzülen, tekinsiz mecralara yelken açılan kanadının vazgeçilmez olgularından biridir. X Yazı GÖRKEM ÖGE H er medeniyetin geliştikçe ve ilerledikçe, güçlenme çabasında olacağı öngörüsüyle enerji, anlatı sanatlarında tüm zamanlar için amaçlanan, hedeflenen ve heyecan verici bir cazibe nesnesi olarak konu edilmiştir. Ancak elbette doğası gereği kontrol altında tutulmasının kolay olmadığı ve bu başarılamadığında da o uygarlığın en büyük laneti olabileceği hiçbir zaman gözden kaçırılmamıştır. Enerjiyi konu edinen öykülerin temel ortaklıklarından biri, yukarıda değindiğimiz “medeniyet göstergesi” anahtar kelimesiyle bağlantılı olarak gelişmiş, ileri düzey enerjiyi 64 SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI” Bilimkurgunun bir tür olarak 1950’lerde bilimsel bir nitelik ve zemin kazandığını iddia etmek yanlış olmaz. Daha öncesinde çoklukla fantezi türüne daha yakın olduğunu ve bilimsel bir yaklaşım gözetildiğinde de bilimsel olmaktan çok, günün şartlarında henüz ”geleceğe ait bilime hazır olunmadığı” ana temasını odağa alan öykülere ilgi duyduğunu görürüz. Yani aslında -ne yazık ki günümüzde bile terk edilememiş bir alttür olan- “yolunda ve beklendiği şekilde gitmeyen bilimsellik” gibi yarı teknofobik bir yaklaşım ya da tamamen bilimi, sadece bir tür çıkış noktası olarak kullanan pür eğlencelik bir tavır ve doku söz konusudur 50’li yıllar öncesi bilimkurgularda. 50’li yıllarda bilimkurgu öncelikle edebiyatta kendini yeniler ve kendi tarihinin en önemli atılımını yapar. Altın Çağ Bilimkurgusu olarak isimlendirilen bu bilimkurgu dönemi ve bu dönemde ortaya çıkan tavra sahip filmlerin meydana getirdiği alttür, daha öncesinde görülmeyecek –ve hatta sonrasında da pek nadiren görülebilecek- biçimde, bilimsel akademik kariyere sahip olan ancak yazarlıkları ile öne çıkan kişilerin ellerinden çıkmıştır. Alttürün ve bilimkurgu tarihinin bu en önemli isimleri Arthur C. Clarke, Isaac Asimov, Robert A. Heinlein’dır. Hem birer akademisyen ve biliminsanı olmaları hem de eserlerindeki bilime dayalı öngörüler edebiyattaki ağırlıklarından çok daha fazlasını bilim dünyasında kendilerine kazandırmıştır. Kaba söylemle çürüyen, fakirleşen ve kaynaklarını tüketen ve bu sebeple de yeni kaynaklara ve enerjilere ihtiyaç duyan dünya teması, bu akımın öncesinde hiç konu edilmemiş olmasa bile ikna edici ve düşündürücü biçimde ilk kez bu sanatçıların eserlerinde konu edilmiştir. İşte günümüz sinemasında belirttiğimiz yaklaşım ve ana temalara sahip enerji konulu filmlerin temellerinin 50’ler Altın Çağ Bilimkurguları’na dayandığını söyleyebiliriz. Gerçek bilimden ve bilimsel öngörülerden hoyratça beslenen hocalarımızın bilimkurgu dünyasına yaptıkları sağlam girişten bu yana elbette başka bilimsel ve sanatsal çıkış noktaları da söz konusu oldu. Bunların bence en heyecan verici tarafı şu ki, insanoğlunun kaynak ve enerji arayışı iki türdür; 1- Dışarıda 2- İçeride. Altın Çağ’ın kaynak ve enerji arayışı çoğunlukla uzakta ve dışarıdaydı; örneğin başka gezegenlerdeki değerli madenler. Bu arayışı temel alan bilimkurgular halen türün merkezinde. En yakın tarihli örneği olarak Avatar’ı bile verebiliriz. Ridley Scoot’ın eşsiz başyapıtı ’79 tarihli Alien’ın gemisi Nostromo da başka gezegenlerden dünyaya maden taşıyan devasa bir gemiydi (Tüm bu ve benzeri örneklerde insanoğlunun yayılmacı ve sömürgeci ruhu üzerine enfes altmetinler mevcuttur ki bu başka bir metnin konusu). İşte 50’lerden bu yana değişen şey, yakındaki arayışımız. Bu enerjiyi ve çözümü uzakta değil yakında ve içeride arama fikrinin babasının Albert Einstein olması, konuyu büyük bir keyif ve heyecanla, derinlemesine incelemenizi garanti ediyor elbette. Bu noktayı şöyle özetleyelim: Galaksimize açıldık ve yeni kaynaklar, enerjiler aradık. Einstein ise uzakları bir kenara atmamızı sağlayacak biçimde atomun içerisinde tüm insanlığın enerji ihtiyacını karşılayabilecek seviyede enerji saklı olduğunu gören ilk biliminsanıydı. İnsanlık da bu öngörüyle gözlerini uzaktan yakına çevirdi, buradaki gücün peşine düştü. Geleceğe Dönüş serisinin gizli kahramanı akım kapasitörü. İşte bu noktada, yine yukarıda belirttiğimiz, bu kadar küçük bir kaynaktan bu kadar büyük enerjilerin çıkabilecek olmasının getirdiği tehlike ortaya çıktı: Enerjiyi kontrol edebilme. Gayet iyi biliriz ki, post-apokaliptik (kıyamet sonrası bilimkurgusu) dediğimiz bilimkurgu alttüründe ve dünyanın sonu öykülerinde ilk akla gelen kıyamet senaryosu nükleer felakettir. Çünkü insanoğlu atomaltı enerjiyi kullanmaya çalışırken aslında, -her ne kadar Spielberg’ün Jurassic Park’ında genetik bilimi üzerine sarf edilen bir tespit olsa da buraya da gayet uygun- “Babasının silahını bulmuş çocuk” konumundadır. Hemen en yakın tarihli örneğini verelim: Dan Brown’ın Melekler ve Şeytanlar romanının aynı adlı sinema uyarlamasında, tüm Vatikan’ı yok etme gücünde olan güç, Avrupa Parçacık Fiziği Laboratuvarı’nda elde edilmiş olan anti-maddedir. Yine bilimkurgularda sıkça rastlanan bir tema olarak, yanlış ellere geçen ve amacı dışında kullanılan güç olgusu başroldedir bu öyküde de. Buradan şöyle bir tespit yapabiliriz: ileri düzey enerji ve arayışlarını konu edinen öykülerin SAYI 57 65 ODTÜLÜ dosya büyük çoğunluğu, konunun karamsar tarafını odağa alması, anlatı sanatlarının konuya bakışını özetler. Kaba söylemle sanatçılara göre, bu kadar büyük bir gücü ve günümüze göre ileri düzey enerjileri elde etmek, getirilerinden çok daha fazla risk getirecektir. O kadar çok filmde bu altmetne rastlayabiliriz ki! Tüm kıyamet sonrası öyküler örneğin... Birçoğunda kıyametin sebebi nükleer savaştır. Terminatör’ler, Matrix’ler ya da Mad Max, Omega Man, Last Man on Earth türü filmlerde hep çölleşmiş dünyalarla karşılaşırız ve meydana gelmiş kıyamet, keşfettiği gücü doğru biçimde kullanamayan insanın acziyetini gösterir. Morgan Freeman ve Keanu Reeves’lı, Chain Reaction peşine kötü adamların düştüğü alternatif bir enerji kaynağını konu ediniyor. Bu kıyametin sonrasına değil de sırasına bakalım dersek, verecek daha doğru örnekler mümkünse de özellikle hatırlatmak istediğim film Zack Snyder’ın muhteşem karakterler galerisi olarak isimlendirebileceğimiz Watchmen’i. O kadar renkli karakterler içinde bile gerek dünyanın en zeki insanı, gerek Yunan heykellerine benzer yakışıklılığı (çizgi romanda böyle anılır) ve gerekse de bunlar kadar etkileyici mor ceketi ve donuk suratı ile Ozymendias’ın bir ölçü öne çıktığı düşünülürse, onun enerji üzerine tespiti filmin en önemli cümlelerinden biridir. Ozy dünyanın en zeki ve “üstün” insanıdır ya da zaten öyle görünmektedir. Ve tüm dünyayı fosil yakıtlara bağımlılıktan kurtarabilecek ucuz ve yenilenebilir bir enerji projesi üzerine çalışmaktadır, onu heyecanlandıran yegâne şey budur. Ve dünyanın enerji sorununun çözülebilmesi halinde ortaya çıkacak durumu “Eğer kaynaklarımızı sonsuz yaparsak, savaşların modası geçer” olarak özetlerken “şan”ından da pek bir karizmatik görünmektedir (İzlemeyenler diğer paragrafa geçsin lütfen). Ve tabii filmde Soğuk Savaş Dönemi atmosferinde Sovyetler’le ABD arasında nükleer savaş çıkma olasılığının yüksekliğinin yarattığı gerilimi çözen kişi de Ozy olacaktır, ama bunu da yine sahip olduğu ileri teknoloji ve enerjiyle, milyarlarca kişinin kurtuluşu için milyonları öldürerek sağlayacaktır. Olaya bu kadar küresel değil, ulusal bakacak olursak akla gelen ilk örnek muhtemelen Phillip Noyce’un bir dönem çokça sevilen popüler ajan aksiyonu The Saint (Aziz) olurdu. Ülkesini çok seven ve ülkesinin en büyük problemi olduğunu düşündüğü soğuk iklime karşı toptan çözüm arayan bir “vatansever”in kötü karakter olarak sunulduğu filmde, Sovyetler Birliği’nin iklimsel sorunu, ileri düzey enerjilerle aşılmaya çalışılmaktadır. Üzerine çalışılan enerji ise soğuk füzyondur. Enerji üzerine çalışan biliminsanının enerji araştırmaları dışındaki becerisi de yakışıklı ve enerjik kahramanımızı kendine âşık edebilecek olmasıdır. The Saint’e kısmen benzer başka bir örnek de, Morgan Freeman ve Keanu Reeves’lı, pek fazla bilinmeyen aksiyon Chain Reaction. Bu kez üzerine çalışılan, kontrol edilemeyip ona ulaşmaya çalışanları öldüren, peşine kötü adamların düştüğü enerji, alternatif bir enerji. Reaktör patlamayıp Keanu hariç tüm ekibin hayatına mal olmasaydı, kim bilir bugün otomobillerimiz kilometrede kaç kuruş yakıyor olacaktı? Enerjiyi konu edinen öykülerin hepsi yepyeni enerjilere adım atmayla ve küresel/ulusal çözümler bulmaya dayalı değil elbette. Enerjiyi 66 SINEMA VE EDEBIYATTA “ENERJI” üretme bir yana, var olan enerjileri yönetme temasına da göz attığımızda benzer bir tavırla karşılaşıyoruz aslında. Burada da enerji dendiğinde akla gelen güç motifi yine yerli yerinde. Örneğin, Trevanian’ın ’79 tarihli unutulmaz romanı Şibumi’de, filozof katilimiz Nicolai Hel’in peşine düşen küresel güç tamamen dünyanın petrol kaynaklarını kontrolde tutarak enerji bütçesini yönlendiren ve kendi enerji türüne alternatif teşkil eden enerjileri ve bunlar üzerine çalışanları (örneğin rüzgâr enerjisi üzerine çalışan bir biliminsanını) gönül rahatlığı ile öldürmekten çekinmeyen bir otorite vardır. Yine ortada bir güç motifi söz konusu. Ve bu gücü küresel ölçeğe taşıyan şey, enerjiyi elinde tutabilme becerisi. Enerji üzerine yazılan öykülerde bir adım ilerideki enerji söz konusu değilse de mutlaka küresel ya da ulusal bir güç söz konusu olduğu için muhtemelen en fazla havası solunan tür siyasi gerilim ya da komplo öyküleri. Küba’ya nükleer başlık getiren Sovyetler ve bunu öğrenen ABD’nin, bir parkta başlayan eylemler yüzünden bir Afrika ülkesine sempati ve şirinlik ziyareti gerçekleştirme ihtiyacı duyan yerli malı politikacı gibi korkmasını anlatan öyküleri bile aslında enerjiye dayalı öyküler olarak görebiliriz. Çünkü söz konusu enerji olunca ister yeni enerji türleri olsun ister mevcut enerji kaynaklarını kontrol etme gücü olsun her şekilde küresel bir güç ve yönetim yeterliliği karşımıza geliyor. Ve söz konusu enerjilerin getirileri de zaten çoğu zaman insanoğlunun yanında değil, karşısında konumlanıyor. İnsanoğlunun faydasına değil hemen her zaman zararına kullanıldığını ya da en iyimser söylem ile bu riskin çok yüksek olduğu fikrini görüyoruz. İşte bu denklemde sokaktaki insan ise bu enerjilerin sadece tüketicisi ve güç otoritelerinin çizdiği kadere katlanmaktan başka çaresi olmayan bir kurban olarak sunuluyor; çünkü enerji her zaman sokaktaki insanın eline geçemeyecek kadar “değerli” bir şeymiş gibi görülüyor. Birçok öyküde, otoriteyle sorunu olan karakterlerin kendi enerji kaynaklarını Tıpkı Spider Man Peter Parker’a söylendiği gibi büyük güç, büyük sorumluluk getiriyor. var etmeye çalıştığını (Matrix’i bunun kitlesel başkaldırma örneği, Zor Ölüm 4’teki hacker karakteri de bireysel başkaldırma örneği olarak verebiliriz. Matrix’te makinaların insanları bir enerji kaynağı olarak kullanmaya çalışması da konumuz bağlamında ayrı bir ayrıntı) ve bu yolla, merkezî otoritenin yönetim ve kısıtlamalarından kurtulmaya çalıştığına rastlıyoruz. Sahibine sağladığı bu “bireyleri ve kitleleri kontrol etme gücü” nedeni ile enerjinin, hiçbir şartta “demokratik” bir olgu olamadığı da pek açık görünüyor. İşte insanoğluna sağladıklarının yanına onu bir lanet olarak görmemizi sağlayacak şey, onu kontrol etmenin zorluğu kadar insanın başını döndüren bir şey olması. Tıpkı Spider Man Peter Parker’a söylendiği gibi büyük güç, büyük sorumluluk getiriyor. SAYI 57 67 ODTÜLÜ erdemli kampusu Şekil 2. DEKOSİM projesi kapsamında bırakılan ARGO’lar Karadeniz’in ve Doğu Akdeniz’in büyük kısmında 15.350 km yol kat ederek veri topladılar. ARGO’lardan dördünün 2013’ten günümüze kadar izledikleri rotaları harita üzerinde görebilirsiniz. DEKOSİM Projesi’nin ARGO’ları 600. Dalışlarını Yaptı Şekil 1. ARGO’ların rotası boyunca yaptığı dalışlar ile su kolonunda derine doğru gerçekleşen fiziksel, kimyasal ve biyolojik değişimleri kaydedilir. Şekilde ARGO’ların Karadeniz’de gözlemlediği sıcaklık değişimlerinin kesiti verilmiştir. Karadeniz iklimi ve ekosistemi açısından hayati önem taşıyan oksijence zengin “soğuk orta tabaka” siyah koyu çizgilerle sınırlandırılmıştır. Bu tabakanın sürekli gözlemi Karadeniz ekosistemi ve iklim değişikliğine verdiği tepkileri anlamak için çok önemlidir. ARGO’lar sayesinde bu tabakanın kıyı bölgelerde de oluşabildiği fakat genel olarak küresel ısınma sebebiyle zayıfladığı gözlenmiştir. 68 ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü dünya üzerinde bulunan en gelişmiş denizel gözlem ağlarından birinin parçası olarak Akdeniz ve Karadeniz’in bilinmeyenlerini keşfediyor. Gözlem ağında ARGO adı verilen, otonom gözlem cihazları kullanılıyor. Akıntılarla birlikte hareket eden, önceden programlanan derinliklere inen ve yüzeye çıkışta okyanusların fiziksel, kimyasal veya biyolojik özelliklerini ölçen bu cihazlar topladıkları verileri uydular üzerinden biliminsanlarına HABER ulaştırıyorlar. Otomatik olarak çalıştıkları ve akıntılar ile yol aldıkları için ARGO cihazları gemi seferleri ile araştırılması zor olan deniz alanlarının incelenmesine imkân veriyorlar. Günümüzde dünya denizlerinde bulunan 3.800 kadar ARGO küresel iklim değişikliğinin takibinde en büyük rollerden birini üstlenmiş durumdadır. Türkiye denizlerinde ilk ARGO’lar 2002 yılında Amerikalı ve Ukraynalı biliminsanları işbirliğiyle ODTÜ-DBE tarafından Karadeniz’e bırakıldı. Bu ARGO’lar ömrünü tamamladığı 2009 yılına kadar Karadeniz’den 965 su kolonu profili aldılar. ODTÜ DBE DEKOSİM projesi kapsamında 2013 yılında Karadeniz’e 4, Akdeniz’e de 2 adet yeni ARGO cihazı bırakılmıştır. Bırakılan bu cihazlar otomatik olarak toplamda 15.350 km deniz seyiri yaparak şu ana kadar 600 su kolonu profili topladılar. ODTÜ DBE araştırmacıları Akdeniz’in 2014-2015 yıllarında kirlilik durumunu izlemek için toplam 66 noktada deniz suyu örnekleri topladılar. Ulusal Deniz İzleme Programı Akdeniz’de Devam Ediyor ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü 2011 yılından bu yana diğer Ulusal Deniz Bilimleri Enstitüleri ile ortak bir şekilde Bütünleşik Deniz İzleme Programı’nı yürütüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından koordine edilen program kapsamında tüm kıyı sularımızda aynı bilimsel kriterler kullanarak AB-Su Çerçeve Direktifi ile uyumlu, ekosistem yaklaşımlı bir şekilde veri toplanmaktadır. Bu izleme çalışmasının hedeflerinden birisi de denizlerimizde belirlenen hassas alanların mevcut durumunun tespit edilmesi ve yıllar arası karşılaştırma yaparak ihtiyaç duyulan iyileştirmelerin saptanmasıdır. Aynı verileri kullanarak denizlerimizde su kalitesi belirlenmekte ve ötrofikasyon riski taşıyan alanlarda su çerçeve direktifi ölçütlerine göre trofik durumun tespiti de yapılmaktadır. Yenilenen programa ayrıca son yıllarda özellikle kıyı kentlerinde kullanımı artan ve çevre kirliliği yaratan plastik atıkların (mikro-plastikler) deniz suyunda ve sedimanda izlenmesi de dahil edilmiştir. Program kapsamında 2014-2015 sezonunda ODTÜ-DBE Akdeniz’in bir ucundan diğer ucuna toplam 1.000 deniz mili seyir yaparak 66 noktada deniz suyu, deniz tabanı sedimanı ve deniz canlılarından örneklemeler yapmıştır. ODTÜ DBE bu örneklerde ölçülen kimyasal, fiziksel, biyolojik değişkenleri kullanarak Akdeniz’de organik ve metal kirleticilerinin mevcut seviyesini belirlemekte ve zamana bağlı değişimlerini araştırmaktadır. SAYI 57 69 ODTÜLÜ kuzey kıbrıs kampusu ODTÜ KKK 2017 Hedeflerine Emin Adımlarla İlerliyor! ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda, Ankara Kampusu’ndan gelen geleneklere uygun olarak, bir grup akademisyen, idari personel ve öğrencilerin öncülüğünde 2011 yılında başlatılan ve adına “Yeşil Kampus İnisiyatifi” denen girişim, üst yönetimin takdir ve desteği ile çalışmalarına devam ediyor. 70 ODTÜ KKK 2017 HEDEFLERINE EMIN ADIMLARLA İLERLIYOR! K ampusta enerji ve su kaynaklarının daha verimli ve tutumlu kullanılması amacına yönelik olarak çalışma planı hazırlayan girişim, üniversitelerin bulunduğu yöreye, ülkeye ve dünyaya yararlı çalışmalarda bulunması amacına da uygun olarak etkinlik alanını, ilk aşamada Kampusun kurulu olduğu kasabayı da kapsayacak şekilde genişletti. Çalışmaların kazanımlarının ölçülebilir olmasına dikkat edilerek 2017 yılına kadar erişilecek hedefler konuldu. Enerjinin israf edilmeden kullanılması ve bunun bir davranış biçimi olarak benimsenmesi yoluyla sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla Yeşil Kampus İnisiyatifi üniversite kamuoyunun farkındalık seviyesini yükseltmek ve onların katılımını sağlamak amacıyla Enerji Topluluğu öğrencilerinin hazırladığı posterler ve ilan panolarını kullanarak büyük bir kampanyayla çalışmalarına başladı. Enerji kullanımı ve dönüştürülmesiyle ilgili olan ve 2017 yılına kadar ulaşılması amaçlanan, Kampusta kişi başına ve bina kapalı birim alanı başına düşen enerji tüketiminin en az %10 azaltılması, Kampustaki faaliyetlerden kaynaklanan CO2 emisyonunun en az %10 daha az olmasının sağlanması, kişi başına düşen su tüketiminin %25 kadar azaltılması ve dolayısıyla da Kampusa su temini için harcanan enerjiden de tasarruf sağlanması, geri dönüştürülmemiş katı atık oranında kişi başına en az %15 azalma sağlanması olarak belirlenen hedefler doğrultusunda yapılan veya halen devam eden çalışmalardan bazıları şöyle: • KKTC Yenilenebilir Enerji Yasası’nın sağladığı izinle Kampusta güneş enerjisinden elektrik üretecek 1 MWp kurulu güçte, 12.000 m2’lik alanda PV panelli bir santralin kurulması için etüt ve fizibilite çalışmaları tamamlandı. Proje yatırımının kendisini 5-6 yıllık bir sürede geri ödeyeceği öngörülüyor. Kampusta halen kullanılan ve KKTC’nin fuel oil yakıtlı termik santrallerinden sağlanan elektriğin yerine büyük bir oranla güneş enerjisinden dönüştürülecek elektriğin kullanılacak olması Kampusun CO2 emisyonunun azalmasında da en önemli etken olacaktır. Kurulacak sistemde öğrencilerimizin uygulama ve araştırma yapmaları da mümkün olacaktır. • Kişilerin yapacağı küçük tasarruflar bir araya geldiğinde, “Damlaya Damlaya Göl Olur” deyimine uygun olarak önemsenecek bir miktar oluşturabileceği bakış açısıyla Kampustaki personel lojmanlarındaki duş bataryalarındaki, gereksiz su tüketimine yol açan, tasarım problemi tespit edildi. Enerji Topluluğu öğrencilerinin de desteği ile tasarım geliştirilerek su kullanım verimini arttıracak bir parça tasarlanıp atölye imkânlarıyla imal edildi ve hazırlanan açıklayıcı / ikna edici kartlarla birlikte lojmanlara dağıtıldı. Bu parçanın kullanılması sayesinde Kampus lojmanlarında günde ortalama toplam 14 m3 kadar su tasarrufu sağlanabileceği, Kampusa su temin eden pompaların kullandığı elektriğin fuel oil yakıtlı termik santrallerden sağlanıyor olması nedeniyle de su tasarrufunun termik santralde daha az yakıt kullanılmasını sağlayacağı ve bu yolla santralin yılda 2000 kg daha az CO2 emisyonu yapacağı bilgisi verildi. SAYI 57 Yeşil Kampus İnisiyatifi Üniversite kamuoyunun farkındalık seviyesini yükseltmek ve onların katılımını sağlamak amacıyla Enerji Topluluğu öğrencilerinin hazırladığı posterler ve ilan panolarını kullanarak büyük bir kampanyayla çalışmalarına başladı. 71 ODTÜLÜ kuzey kıbrıs kampusu • Kampustaki faaliyetlerin karbon ayak izini azaltmaya yönelik olarak “Katı Atık Geri Dönüştürme” projesi ilk önce bir yüksek lisans tez çalışması olarak başlatıldı ve elde edilen sonuçlardan yararlanılarak projenin uygulanmasına geçildi. • Personelin Kampusa geliş gidişlerinde kendi araçlarını kullanmaları yerine özel ulaşım hizmeti alınarak, şimdilik Lefkoşa-Kampus arasında sabah ve akşam semt servisi konulmasıyla hem yakıt tasarrufu hem de CO2 emisyonunda azalma sağlandı. Kampus içinde ve civarında öğrenci ve personelin bisiklet kullanmalarını teşvik için “Kampus Bisikleti” projesi uygulamaya geçirildi. Satın alınan bisikletlerin günlük olarak alınan kiralama bedelinin de öğrenci burs fonuna aktarılmasına karar verildi. Kampustaki faaliyetlerin karbon ayak izini azaltmaya yönelik olarak “Katı Atık Geri Dönüştürme” projesi ilk önce bir yüksek lisans tez çalışması olarak başlatıldı. 72 • Aydınlatma sistemlerinde mekanik balast yerine elektronik balast kullanılması bir tasarruf sağlayıcı proje olarak geliştirildi ve ilk olarak Kampus Misafirhanesinde uygulandı. Bu yolla yılda 270 kWh elektrik tasarrufu ve dolayısıyla termik santrallerde CO2 salınımında azalma sağlanabilir hale gelindi. Ayrıca lamba ömürleri %20 kadar uzatılmış oldu. Kampus çevre aydınlatılmasında “Led”li aydınlatmaya geçilmesi konusunda da bir çalışma başlatıldı. • Kampus ve KKTC’de kurulması söz konusu olabilecek rüzgâr enerjisi dönüştürücüleri konusunda yapılacak projelere rüzgâr hız değerlerinin sağlanması amacıyla Kampusta 60 m yüksekliğinde ölçüm direği ve gereken veri toplama değerlendirme sistemi inşa edildi. • Kampusa yakın bir konumda olan Güzelyurt çöplüğündeki vahşi depolama ve çöp toplayıcılarının kontrolsüzce çöp yakmalarının sebep olduğu çevre kirlenmesine yetkililerin ve KKTC halkının dikkatini çekmek ve çözüm önerileri oluşturmak amacıyla Yeşil Kampus Girişimi bir çalıştay düzenledi. Sorun akademik düzeyde ortaya konuldu ve tartışıldı. Bu çalışmaların da katkısıyla Güzelyurt çöplüğünde vahşi depolamadan vazgeçildi ve atıkların yakılması yasaklandı. ODTÜ KKK 2017 HEDEFLERINE EMIN ADIMLARLA İLERLIYOR! SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015 SAYI 57 TEMMUZ-EYLÜL 2015 ISSN: 1309 - 2626 ODTÜLÜ ODTÜLÜ Enerji Her şey watt için sevgilim! İnsanlığın var oluş mücadelesi: Daha çok, daha verimli enerji arayışı... Ama nasıl? ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ TEKNOKENT’TEN HABERLER... ODTÜ ERDEMLİ KAMPUSU’NDAN HABERLER... ODTÜ KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDAN HABERLER...