Barzani dünya zirvesinde
Transkript
Barzani dünya zirvesinde
1 Berivan Aymaz: SÖYLEŞİ Alman dış politikasında yeni dönem Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:37 - 19 - 25 Ocak 2015 S04-05 basnews.com Dr. Ulrike Dufner: Barzani uluslararası partner S06 Sinema tartışması: Sinemanın ulusu var mı? S14 Barzani dünya zirvesinde Uzun süredir dünyanın gündeminde olan Kürdistan’ın bağımsızlık tartışması, IŞİD’in bütün cephelerde yenilgiye uğratılmasının ardından yeni bir dönemece giriyor. KBY, diplomaside hızlı bir hafta geçirirken Mesud Barzani’nin Münih’te düzenlenecek olan 51. Güvenlik Konfransı’na ve Davos Zirvesi’ne davet edilmesi, KBY’yi dünya siyasi zirvesine taşıyor. Geçtiğimiz hafta Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, ABD Başkanı Obama ve IŞİD’le Küresel Mücadele Özel Temsilcisi emekli general John Allen’in Hewler’e yaptıkları ziyaretlerde Kürdistan’ın artık global güvenlik stratejisinin önemli bir partneri olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunuldu. S10 Ali Qazî: Hayallerim gerçekleşiyor Amed’de yoksulluk kalkanı Çok uzaktan, çok yakından Hrant’ın vasiyeti S08 MİTHAT SANCAR s03 MESUT YEĞEN Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen: S13 IŞİD Kobanê’de intihar ediyor Dört aydan bu yana kuşatma altında tuttuğu Kobanê’den sökülen IŞİD, yitirdiği mevzileri geri almak için toplu intihar saldırıları gerçekleştiriyor. S09 Hepimiz Kürd’üz Berlin ile Erbil arasında gelişen ilişkiler iki ülke ilişkileri açısından zirveye ulaştı. IŞİD saldırıları ardından Almanya, Ortadoğu’da gelişen yeni konjonktürün dışında kalmamak için KBY’ye yaptığı askeri ve insani yardımlar ile Berlin-Erbil arasında yeni bir köprü kurdu. Erbil’i ziyaret eden Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen şunları söyledi: “Birkaç gün önce Erbil’deydim ve durumu yakından görme fırsatım oldu. IŞİD’le mücadelede uluslararası toplumun “Hepizim Kürd’üz’’, “Hepimiz Ezdi’yiz’’ demesi gerektiğini düşünüyorum.’’ S02 - 03 s05 Paris’in üzerindeki gölge BİLAL SAMBUR s13 02 BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak 22015 MANŞET Almanya’da Kürd algısı Hepimiz Kürd’üz Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen: A Reşad Ozkan lmanya ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında son zamanlarda gelişen ilişkiler iki ülke ilişkileri açısından zirveye ulaştı. Özellikle IŞİD saldırıları ardından Almanya’nın Ortadoğu’da gelişen yeni konjönktürün dışında kalmamak için Kürdistan Bölgesi’ne yaptığı askeri ve insani yardımlar ile Berlin-Erbil arasında yeni bir ilişki köprüsü kuruldu. Almanya’nın son zamanlarda Ukrayna’da Rusya ile yaşadığı sorunlar, Suriye ve Irak’ta gelişen durumun dışında kalması gibi uluslararası siyasette ikinci ligdeki ülkeler kategorisine düşme olasılığı Berlin’de ‘yeni ve aktif bir dış politika’ arayışının dillenmesine neden oldu. IŞİD’in Musul ve Kürdistan saldırıları ardından ABD, İngiltere ve Fransa’nın bölgeye aktif müdahelesi, Güney Kürdistan ile köklü ancak ‘pasif’ ilişkilere sahip olan Almanya’nın da bölgede aktif olmasını zorunlu kıldı. IŞİD saldırısının yarattığı drama daha fazla sessiz kalamayan Alman siyaseti, durumu değerlendirerek, Kürdlere silah ve insani yardımda bulunmaya karar verdi. Ülkedeki ‘kriz bölgelerinde uzak durma, savaş alanlarına silah göndermeme’ gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma ‘ahlaki hassasiyetlere’ sahip Alman kamuoyu da Kürdistan’daki trajediye sessiz kalmadı ve hükümetin silah yardımını destekledi. Bunun sonucunda Erbil geçtiğimiz günlerde en çok Alman siyasilerin ve hükümet yetkililerinin ziyaret ettiği başkentlerden biri oldu. Erbil’in son konuğu kente 3 ay içinde ikinci kez gelen Savunma Bakanı Ursula von der Leyen oldu. Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, perşembe günü Erbil’e gitti. Savunma Bakanı, güvenlik nedeniyle gizli tutulan ziyaretinde KBY Başkanı Mesud Barzani ile görüştü. Von der Leyen’in yaklaşan kış öncesi ne tür ihtiyaçlar olduğunu yerinde görmek için bölgeye gittiği bildiriliyor. Von der Leyen, bir günlük ziyareti kapsamında Barzani ile yaptığı görüşme sonrası KBY’ye ek askeri teçhizat yardımı yapılacağını açıkladı. Savunma Bakanı, Barzani’nin, IŞİD’in döşediği mayınlar nedeniyle evlerine dönemeyen insanlara yardım etmek amacıyla Almanya’dan daha fazla mayın tarama aracı talep ettiğini de ifade etti. Von der Leyen, Almanya’nın desteğini artıracağını ve insanların evlerine dönebilmesi için en önemli ön koşulun mayınların temizlenmesi olduğunu, ayrıca Kürtler ile uzun vadeli bir işbirliği yapılacağını kaydetti. Almanya Savunma Bakanı, Barzani’nin ikinci talebinin ise Kürd peşmergelerin eğitimleri için daha fazla destek olduğunu belirtti. Selahaddin kasabasındaki Başkanlık Sarayı’nda gerçekleşen görüşmeden sonra Barzani’yle ortak basın toplantısı düzenleyen Leyen, “Kürdistan bölgesi ile ilişkilerimiz çok derindir. Buraya gelmemdeki asıl amaç, peşmerge güçlerine gönderdiğimiz silahların etkili olup olmadığını ve askeri eğitim çalışmalarının nasıl gittiğini daha yakından takip etmektir” dedi. Peşmerge güçlerinin “kahramanlığına” ve “cesaretine” büyük saygı duyduklarını dile getiren Leyen, “Teröristlere karşı kahramanca savaşıyorlar. Ayrıca Kürdistan bölgesinde yer alan 2 milyona yakın sığınmacı için de KBY-Almanya ilişkileri 8 Ağustos: ABD savaş uçakları Kürdistan’da IŞİD’i ilk kez bombalıyor. ABD ve İngiliz uçakları Şengal’e insani yardım ulaştırıyor. Federal Almanya hükümeti KBY ile ilişkiye geçip savaş mağdurlarına yardımcı olmak için 2 milyon 900 bin Euro yardımda bulunuyor. 10 Ağustos: Alman Hükümeti’nin büyük koalisyon ortağı olan Hıristiyan Birlik partileri CDU/CSU Federal Parlamento Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen hükümete KBY’ne daha çok yardım için harekete geçmesini ve dış siyasetinde temel değişikliğin yapılmasını talep ediyor. 11 Ağustos: ABD başta olmak üzere birçok ülke Peşmerge’ye silah ve askeri yardıma başlıyor. M uhalefet partilerinin (Yeşiller ve Sol Parti) karşı çıkmasından dolayı Alman hükümeti ilk etapta “askeri ve silah“ yardımı dışında “insani yardımların“ yapılmasıyla sınırlı kalmak istiyor. 12 Ağustos: Şengal faciasının medyaya yansıması ardından, CDU’lu siyasetçilerin Avrupa Birliği, ABD ve kamuoyunun baskısına dayanamayan federal hükümet siyasetini değiştirmeye çalışıyor ve Peşmerge’nin Almanya’da silah eğitimini alabileceğini ima ediyor. Peşmerge’ye silah yardımını da göndemine alacağına sinyal veriyor. Yeşiller ve Sol Parti Almanya’nın bölgeye “insani yardımlarla sınırlı” kalmasını talep ediyor ve kesin olarak Kürdlere askeri eğitim ve silah verilmesine karşı çıkıyorlar. 14 Ağustos: Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier “Irak’taki dramatik gelişmelerden dolayı Kürdlere silah yardımının artık kaçınılmaz” olduğunu belirtiyor. 17 Ağustos: Almanya Dışişleri Bakanı Thomas Morawski Kürdhalkını takdir ediyoruz. Peşmerge’nin eğitilmesiyle ilgili uyumlu çalışma devam edecek. Amerika ve Avrupa ülkeleriyle Peşmerge’yi eğitmeye devam edeceğiz. Bu amaçla 100 uzman askeri Erbil’e göndereceğiz. Bundan sonra da Peşmerge’ye ne lazım olursa temin etmek için çaba göstereceğiz” diye konuştu. Barzani’den teşekkür Barzani’nin görüşmede, Almanya’nın birkaç gün içinde ilk bölümü Erbil’e ulaşacak silah sevkiyatı için teşekkür ettiği ve bu kararın Almanya için kolay olmadığının farkında olduğunu söylediği bildirildi. Barzani’nin IŞİD’e karşı mücadelede uluslararası toplumdan daha modern silahlar talep ettiği de bildirildi. Barzani’nin hali hazırda kendilerine klasik silahların yollandığını, ancak modern ve ağır silahlar yollanması durumunda IŞİD’e karşı mücadelede artık başka bir desteğe ihtiyaçları kalmayacağını söylediği bildirildi. Barzani’nin, kara birlikleri gönderilmesini beklemediğini, ancak olası bir karar değişikliği durumunda buna da onay vermeye hazır olduklarını ifade ettiği bildirildi. ‘IŞİD ile mücadele edebilecek tek güç: Kürdler’ Musul’da, Şengal’de, Guwer’de ve bir çok stratejik noktada IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge kampını da ziyaret eden Bakan Leyen, Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid Kadir ile Alman askeri danışmanların IŞİD’e karşı savaş için peşmergeleri eğittiği kampta incelemelerde bulundu. MANŞET BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 3 SÖYLEŞİ Von der Leyen açıklamasında IŞİD’e karşı istikrarlı bir şekilde savaşabilecek tek gücün Kürdler olduğunu vurguladı. Daha önce Almanya’nın Peşmerge’ye silah gönderdiğini anımsatan Seyid Kadir, “Peşmerge güçleri yakında IŞİD’in işgali altındaki bütün toprakları kurtaracak” dedi. Leyen’in ise, “Peşmerge, IŞİD’in ortadan kaldırılamaz bir güç olmadığını ispatladı” yorumunda bulundu. KBY’ye yaptığı ziyaret ardından döndüğü Berlin’de Federal Meclis’te konuşan Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, “Uluslararası toplum Kürdlere daha çok güvenmeli ve yardım etmeli’’ dedi. Leyen, “Kürdistan Bölgesi’ne son ziyaretim de gösterdi ki; dünyada IŞİD’le mücadele edecek ve IŞİD’i yenecek yegane güç Kürdlerdir. Kürdler gerçekten IŞİD’le mücadelede son derece başarılı.’’ Almanya Savunma Bakanı sözlerini şöyle sürdürdü: “Birkaç gün önce Erbil’deydim ve durumu yakından görme fırsatım oldu. Tüm Frank-Walter Steinmeier Hewler’e geliyor. Gündemleri: Teröre karşı Alman-Kürd askeri işbirliği ve savaş mağdurlarının durumu. Steinmeier basına yaptığı açıklamada “KBY’ye her türlü yardıma hazırız“ diyor. 15 Ağustos: 4 Alman nakliye uçağı kriz bölgesine ilkönce 36 ton battaniye, gıda ve sağlık yardımlarını götürüyor. 31 Ağustos: Federal Başbakan Angela Merkel’ın isteği üzerine acilen toplanan Alman hükümeti Peşmerge’ye silah yardmını yapmaya karar veriyor. 1 Eylül: Hükümet Federal Parlamento’ya silah yardımı önerisini sunuyor. Karar hükümet partilerinin oylarıyle kabul ediliyor. Yeşiller ve Sol parti karşı oy kullanıyor. Ancak partisinin isteğine karşı Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir ve bazı parlamenter arkadaşları “Evet“ oyunu veriyor. 25/26 Eylül: Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Hewler’i ziyaret ediyor. Gündemleri: Peşmerge’nin Alman ordusu tarafından eğitilmesi ve silah yardımı. Almanya, Peşmerge ordusuna askeri eğitim ve silah yardımına başlıyor. 6 Ekim: Almanya Gelişme Politikası ve Ekonomik İşbirliği Bakanı Gerd Müller KBY’deki mülteci kamplarını ziyaret ediyor. Kürd siyasetçi ve bakanlarla biraraya gelen Alman Bakan hükümetine ve uluslararası camiaya seslenerek “IŞİD teröristleri burada soykırım yapıyor, acilen harekete geçmemiz gerek“ diyor. 19/20 Ekim: ABD hava kuvvetleri, Barzani’nin isteği üzerine havadan Kobanê direnişçilerine gıda, askeri malzeme ve silah yardımında bulunyor. Kürd yönetiminin gönderdiği ağır silahlar arasında Almanya’nın Peşmerge’ye verdiği anti-tank Milan raketleri de bulunuyor. 22 Ekim: Almanya Başbakanı Angela Merkel, Irak ve Suriye’deki gelişmeleri Avrupa ve dünya hep bir ağızdan Charlie Hebdo’ya desteğini sunmak için “Hepimiz Charlie’yiz’’ diyor ve bu son derece önemli. IŞİD’le mücadelede uluslar arası toplumun “Hepizim Kürd’üz’’, “Hepimiz Ezdi’yiz’’ demesi gerektiğini düşünüyorum.’’ Almanya’nın silah yardımı Almanya Irak’taki IŞİD ilerleyişinin ardından KBY’ye en fazla yardım eden ülkeler arasında yer alıyor. Almanya Eylül ayında ilk aşamada 4 bin kişilik Peşmerge gücünün ihtiyaçlarını karşılayacak silah ve mühimmat göndereceğini açıklamıştı. Bu kapsamda 4 bin G3 piyade tüfeği, 1 milyon mermi, 4 bin P1 tipi tabanca, 500 bin mermi, 20 milan tanksavar sistemi ve 300 tanksavar füze, 100 bazuka, 5 bin el bombası, 50 askeri aracın KBY’ye yollanacağı duyurulmuştu. Almanya ayrıca Kürdistan’a bugüne kadar 50 milyon dolarlık insani yardımda bulundu. görüşmek üzere ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile biraraya geliyor. 29 Ekim: Peşmerge güçleri ağır silahlarla Kobanê’nin yardımına gidiyor. Beraberlerinde ağır Alman silahlarınıda götürüyor. 20 Aralık: Almanya, Peşmerge’nın eğitimi için 100 askeri uzmanı Hewler’e gönderme kararı alıyor. Peşmerge’ye yapılan silah yardımlarına kesin olarak karşı çıkan Sol Parti Federal Parlamento Grup Başkanı Gregor Gysi “Peşmerge’nin Almanya’da eğitilmesine taraftar olabileceklerini“ ifade ediyor. 2015/12 Ocak: Hewler’de Barzani tarafından karşılanan Alman Savunma Bakanı von der Leyen “Peşmerge bizim özgürlüğümüz ve güvenliğimiz için de savaşıyor. Onlara daha çok silah ve daha çok eğitim vermeye hazırız“ diyor. 15 Ocak: Peşmerge’nın eğitimi için askeri uzman gönderme kararı Federal Parlamento’ya sunuluyor. Almanların çoğu Kürdistan’ı ne görmüş ve ne de oraya hiç gitmişlerdir. Kürdistan hakkında bildikleri medyadan okuduklarından ibarettir. Kürdler hakkında medyadan edindikleri bu resim olumlu klişe, beklentiler veya bilgisizlik üzerinde kuruludur. Çoğu Almanların gözünde bugün olumlu bir yerde duruyorlar. Tabi ki Kürdistan Bölgesi’ndeki istikrarın bundan oldukça büyük bir payı vardır. Bu sallantılı savaş bölgesine ilk kez Alman silahlarının gönderilmesine bile kayda değer bir eleştiriye tutulmadı. Buna Peşmerge’nin eğitimi için federal orduya ait askeri malzemeler ve askeri personel de dahildir. Bir zamanlar Alman medyasındaki Kürd resmi/algılanması başka idi. Özellikle 1990’lı yıllara kadar Kürd konusu şu idi: İsyan, şiddet ve PKK. Tabi ki bu Kürd resmi dolaylı olarak mainstreamın haber akışında devam ediyor. Körfez savaşında da Alman medyasında her şeyden önce Kürdlerin - Irak’ın onlara karşı kullandığı kimyasal silahlar, Türkiye’de siyasi ve polisiye takibe uğramaları - kurban oldukları yazılıp çizildiği de görüldü. Bununla beraber ayrıca Almanya’ya daha çok Kürd siyasilerinin sığınması, bize bunların kim oldukları tanıma şansını verdiği gibi ayrıca Kürdler hakkında gerçek bir algılanmanın doğmasına da imkan verdi. Kürdler hakkında edindiğimiz resmi ancak medyanın işleyiş tarzına göz attığımızda anlayabiliriz. Çünkü bu resim boşluklar ve mainstreamin haberciliği, ihtilaf haberciliği veya ikisi tarafından şekilleniyor. Büyük bir ihtimalle Kürdistan da Alman medyasının sabit bir muhabiri yoktur. Pek ala yerel çalışanlar olabilir (varsa da ancak dolaylı yollardan), bunların aktardıkları, yerel hassasiyetler ve veriler medya ürünlerini teşkil ediyor. Bunun yanında ‘orada’ doğrudan okuyucuya haber ulaştıran muhabirler de olabilir ancak bunlar gerçekten gelişmelerin çok uzağında bulunuyorlar, birçok ülke için sorumludurlar veya büroları herhangi bir ülkenin başkentinde bulunuyordur. Mesela Kürdler hakkında haber yapanlar İstanbul da otururlar. Başkent odaklı habercilik hükümetlerin müdahalelerine kesin bir yoğunlaşma ve gazetecilerin alan daralmasına yol açıyor. Bunun için Kürdlerle ilgili sorun sadece ‘Kürdler hakkında nasıl bir resim ediniyoruz’ değil, mesele edindiği- miz bir resim var mı, acaba hakikat medyada yer alıyor mudur?’ Bunun önkoşulu ise, medyanın dış haberciliğe bir ilgisi olup olmadığı sorunudur. Maalesef daha çok medyanın dış haberciliğe ilgisi olmadığıdır. Çünkü dış habercilik çok pahalıdır. Medyanın gelişmelerin doğrudan olduğu alanda olmasına değmiyor ve çok masraflı oluyor. Ayrıca ‘bir şeyler oluyorsa’ kargaşa meselesinde, şiddet ve savaş olduğu zaman oldukça yerinde gösteriliyor. Bunun nedeni de “paraşütlü-muhabirler/ fallschirm-korrespondenten“ diye adlandırdığımız muhabirlerin özel olarak çatışmalı bölgelere gitmeleri ve her şeyden habersiz bir şekilde güncel çatışmalı bölgelerden haber aktarmalarıdır. Böylece buna uygun resimler, haberlerle daha çok tiraj daha çok televizyon seyircisi kazanılmaya çalışılıyor. Mesela Erbil gibi oldukça gelişmekte olan bölgelerde “Güzel hava haberleri/ Schönwetterberichte’nın karşılaştığı zorluklar da var. Alman hükümetinin bir faaliyeti veya Alman askeri varlığı söz konusu olduğunda, eğer iç siyaset bağlantılı veya Almanları ilgilendiren bir konu ise, tabi ki durum başka arz ediyor. Önemli Kürd temaları için ise bunun yanında beleşçilerin rolü kalıyor. Kendi araştırmaları için hala para harcamak isteyen premium-medyada ise, durum daha iyidir. Zor dış haber temalarından bölgesel rahatlayıcı haberlere doğru durum da aynıdır. Tabi ki Alman gazetecileri arasında kimi Kürd taraftarları vardır, elbette burada da bazı kalpler tehdit altında olan azınlıklar ve halklar için atıyor, severek bir porsiyon egzotik ve romantik ile his bağlılığı var, bununla da harika bir şekilde şal şapik ile giyimli Peşmergeler’den istifade ediliyor. Medya eski peşin hükümlerle hareket ettiği zaman Kürdler medyada yer alır: “Onlar aralarında asla birlik olmazlar“, her şeyden önce, eğer Kürdler şiddetli protestolar yaparlarsa; eğer kendileri oldukça medyanın sahneleme bilgisinin kurallarının hizmetine girerlerse, eğer iyi ve kötü varsa. Bunlardan dolayı şimdilik Kürdler medyada olumlu bir resme sahipler, çünkü şimdi Kürdler en iyiyi teşkil ediyor, tüm dünyayı IŞİD’e karşı savunuyorlar. Ancak kesin olarak bundan sonra da bir gün gelir ve Alman muhabirleri bunalıma girmiş bir şekilde haber merkezlerini, Kürdler hakkında tekrar bir şeyler yapmak gerekiyor, diye inandırmaya çalışırlar… 03 Hrant’ın vasiyeti MİTHAT SANCAR Hrant katledileli sekiz yıl oldu. Yakın tarihin acılı dönemeçlerinden biriydi bu cinayet. Görünüşe göre, her şey ortadaydı. Hrant, bir süredir tehdit ediliyor, hedef gösteriliyordu. Öyle gizli saklı da değil, apaçık ve küstahça bir cüretle yapılıyordu bütün bunlar. Hakkında uyduruk sebeplerle davalar açıldı. Yargılanması bile, linç gösterilerine dönüştü. Hrant, giderek büyüyen haklı bir tedirginlik duyuyordu. Bunu da defalarca dile getirdi. Cinayet geliyorum diyordu. Ve 2007 yılının 19 Ocak’ında geldi. Toplumun çok büyük bir bölümünün kayıtsız bakışları altında ve devletin bütün kademelerinin gözetiminde işlendi bu cinayet. Bu şartlarda cinayetin nasıl planlandığını ve arkasında hangi güçlerin bulunduğunu ortaya çıkarmak, hiç de zor değildi, aksine bayağı kolay olmalıydı. Üstelik tetiği çeken kişi de, kısa süre içinde yakalanmıştı. Ama olmadı. Katilin ve onunla birlikte birkaç kişinin yargılanması, cinayeti aydınlatmak değil, karartmak üzerine kurgulandı. Her şey bu kadar ortadayken, kimler ve neden ısrarla cinayetin üstünü örttüler? Bu sorunun cevabı, Hrant’ın etnik ve siyasi kimliğinde saklı. Hrant, öncelikle Ermeni olduğu için hedef seçildi. Ama sıradan bir Ermeni değildi o. Hrant’ın şahsında Türkiye Ermenileri ilk defa bu kadar açık bir şekilde kendi kimlikleriyle büyük kamunun önüne çıkıyorlardı ve “Ermeni meselesi”ni içeride siyasal tartışmanın konusu haline getiriyorlardı. Hrant, yaşadıkça ve konuştukça, Türkiye toplumunu yüzleşmeye davet ediyor, hatta mecbur bırakıyordu. Cinayetteki sorumluluk zinciri, sadece planlama/organize etme ve tetiği çekme/çektirme halkalarından ibaret değildir. Cinayeti engellememek ve sonrasında gerçeğin ortaya çıkmasını önlemek de bu zincire dahildir. Cinayetin örgütlü bir eylem olduğundan şüphe yok. Bu örgütün ortaya çıkarılması gerçekliğin büyük bir kısmını aydınlatacaktır. Ancak bununla, cinayetin temelindeki hakikatin de aynı şekilde aydınlanacağı söylenemez. Zira o sorumluluk zincirinde yer alan bütün şahısların ve çevrelerin tek bir örgütün parçası olduklarını ve örgüt emriyle hareket ettiklerini söylemek de zor. Cinayeti planlama, icra etme, engellememe ve aydınlatmama zincirinde yer alan bütün şahıslar ve makamlar arasındaki asıl derin ve kuvvetli bağ, olağanlaştırılmış Ermeni düşmanlığı ve nefretidir. Bu bağı görmeden cinayetin hakikatine ulaşmak mümkün değil. Bu ise, idarî ve hukukî süreçleri çok aşar. Bu lanetten kurtulmanın, cesur ve samimi bir yüzleşmeden başka bir yolu yoktur. Cenaze töreni, bunun için ciddi bir umut yaratmıştı. Lakin buradan cinayetin derin anlamına dair açık ve kapsamlı bir sorgulama doğmadı maalesef. Böyle bir sorgulama, cinayetin hemen ardından ve sonrasında hep vurguladığım gibi, 1915’i işin içine katmayı kaçınılmaz kılar. Hrant cinayetinin hakikati, tam da burada yatıyor. Hrant, milyonlarca Ermeni gibi, yasının tutulmasına bile izin verilmeyen kayıplarla büyüdü. Bunun acısını ve bir bireyin tek başına asla kaldıramayacağı ağırlıktaki yükünü bilincinde hissettiğinde, içinde yaşadığı toplumla paylaşmak istedi bunu, ama toplumsal hafızaya giydirilmiş çelik bir kafesle ve inkar üstüne inşa edilmiş bir nefret duvarıyla karşılaştı. Bunları aşmak için çok uğraştı. Öyle özenli ve samimi bir dil kurdu ki bu yolda, zihinleri sarstı, inkardan beslenen her türden milliyetçiliğin yarattığı sahte güvenleri bozdu. Ve tam da bu nedenle katledildi. Şimdi 2015’teyiz, yani soykırımın yüzüncü yılında. Soykırımla yüzleşmekten kaçma yollarının iyice daraldığı, hatta tıkandığı bir zamanın içindeyiz. Bu yoldan, çoğulcu demokratik bir ortak yaşam kültürü, dolayısıyla toplumsal barış çıkmadı, çıkamaz da zaten. Bunun için seçilmesi gereken yol, yüzleşmedir. Hrant’ın hayatıyla yazdığı, ölümüyle imzaladığı vasiyet de bundan başka bir şey değildir… 04 BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak 42015 MANŞET MANŞET BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 5 SÖYLEŞİ Almanya Yeşil Partisi’nden Berivan Aymaz: Almanya’nın Ortadoğu politikası değişiyor Alman ordusunun, Peşmerge’yi eğitmesi, askeri yardım, savunma bakanı ve askeri yetkililerin Kürdistan’a sık ziyaretleri söz konusu. Özellikle askeri alanda temkinli bir siyaset izleyen ve kamuoyu hassasiyetinin olduğu Almanya dış siyasetinde BM veya NATO gibi bağlayıcı uluslararası bir karar olmadan bu tür girişimde bulunulmasının esas nedenlerini nasıl okumak gerekir? Almanya tarihi geçmişinden dolayı militarist girişimlerden uzak duran bir dış politikayı esas alıyordu. Ancak özellikle 90’lı yılların sonlarından itibaren bu konuda bir değişim yaşandı. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle birlikte dış politikada da değişiklikler yaşandı. Bunun belirgin sonucu önce, Kosova Savaşı, Afganistan Misyonu sonra özellikle Güney Kürdistan’a silah yardımında bulunulması olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelişmeler Almanya gündemini uzun bir dönem meşgul etti. Bu kararlar kolay verilmedi. Yoğun tartışmalara yol açtı, partiler üstü tartışmalar yaşandı. Güney Kürdistan’a silah yardımı tartışmaları özellikle iki noktada yoğunlaştı. ‘Silah yardımı Kriz bölgelerinde etkileyici midir, yoksa krizlerin daha da derinleşmesine mi yol açıyor? İhraç edilen silahların akıbeti nasıl kontrol edilecek. Sosyal Demokratlar ve özellikle Hıristiyan Demokratlar, Kürd halkının karşı karşıya olduğu acil durumu göz önün- enerji kaynaklarına yoğunlaşması gerektiği tartışılıyor. Fakat bu anlamda Kürdistan işaret edilmiyor. Açıkça şunu da söyleyeyim, dış politikada ekonomik çıkarları ve insan hakları tartışmalarını ayrı düşünmek gerekiyor. Yani Almanya hükümeti bugün, ‘ben Kürdlere silah yardımında bulunuyorum, çünkü uzun vadeli onlar benim ekonomik partnerim’ söylemini asla kullanamaz ve bu ciddi bir skandal olarak karşımıza çıkar diye düşünüyorum. İşte bir yandan ‘bir insanlık dramı yaşanıyor ve bu drama karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek için dış politikamızdaki tabuları yıkıyor ve icraatlarında bulunuyoruz’ diyorsanız bu konuda da hükümetin samimi olması gerekiyor. Ve ekonomik, ticari çıkarların bertaraf edilmesi gerekiyor. Ama meseleyi bu konunun dışında bağımsız olarak ele aldığımızda KBY’nin özellikle gaz ve petrol alanında önemli olduğunu Almanya zaten biliyor! Almanya Yeşiller Partisi’nden Berivan Aymaz, Berlin’in Ortadoğu ve Kürdistan’a yönelik izlediği statükocu politikasını değiştirme sürecine girdiğini, KBY’nin çoğulcu ve etnik gruplara saygılı yaklaşımının ve Batılı değerlere yakınlığının, Erbil’in Avrupa’da ıstikrarlı ve güvenilir bir partner olarak algılanmasını sağladığını söyledi. Berivan Aymaz, Almanya’da IŞİD saldırıları ile birlikte Ortadoğu’ya yönelik gelişen yeni algıları, Berlin’in Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerini, Yeşiller Partisi’nin Kürdistan’daki gelişmeler karşısında takındığı tutumu ve özellikle Kürdistan’a silah yardımı konusunda parti için yaşanan tartışmalara dair BasHaber Gazetesi’nin sorularını yanıtladı: de bulundurarak, bir insanlık dramının yaşandığına vurgu yaparak böyle bir karar aldılar. Ancak şu anda Almanya’da yeni bir tartışma gündemde. Silah ihracatı yapıldı ama Almanya’nın kısa bir sürede 100 kadar askerini Güney Kürdistan’a eğitim için yollaması söz konusu. Bu konuda anayasal bir engel de söz konusu. Çünkü bağlayıcı uluslararası bir karar yok. Yani şu an da Güney Kürdistan ile ilgili ne NATO ne de BM’nin bir kararı yok. Hükümet ise IŞİD karşıtı koalisyona işaret ediyor ve koalisyonun kararlarının uluslararası bağlayıcı nitelikte olduğunu söylüyor. Yani gördüğünüz gibi aslında Güney Kürdistan’da yaşananlar Almanya’nın dış politikasını ciddi bir şekilde etkiliyor ve Berlin’in dış politikada yeni bir döneme girdiğine işaret ediyor. Irak, İran ve Türkiye gibi geçmişte güçlü ekonomik ve siyasi ilişkilere sahip ülkelerin tepkisini çekme olasılığına rağmen, Berlin’in Ortadoğu’da geleneksel “izle-gör” siyasetini terk ederek Kürdistan’ın bağımsızlığını etkileyecek askeri yardımlarda bulunması, Almanya’nın bu geleneksel dış politikasını terk ettiği anlamına geliyor denebilir mi? Almanya’nın dış politikasında iki anlamda yeni gelişmeler var. Demin söylediğim gibi dış politikada militarist girişimlere yaklaşım açısından bir değişiklik söz konusu ve geleneksel politikada çok belirgin bir değişiklik var. Ayrıca sizin de söylediğiniz gibi özellikle Ortadoğu politikasında yeni bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Çünkü uzun bir dönem Almanya ve aslında Avrupa siyaseti, Ortadoğu ile ilgili sözde ‘stabiliteyi koruma’ anlayışı altında statükocu bir politika güdüyordu. Burada özellikle bölgesel güçlerin, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler arasındaki dengelerin sıkı bir şekilde korunması durumu önem taşıyordu. Ama şimdi görüyoruz ki bugüne kadar aslında dikkate alınmamış ve henüz bağımsız bir devlet statüsüne ulaşmamış olan Kürdler muhatap alınıyor. Berlin yeniden şekillenen Ortadoğu’yu Fransa, İngiltere ve ABD’ye bırakmak istemiyor. Bunun için de muhatap olabilecekleri en istikrarlı yapı KBY. Çünkü KBY uzun dönem Avrupa ve ABD ile istikrarlı bir ilişki sergiledi. Özellikle Batı değerlerine yakınlığı biliniyor ve İsrail için tehdit unsuru değil. Ve bir güven ilişkisi var. Bölgede mümkün olduğunca demokratik yapılar geliştirmek istiyor. KBY de azınlıklara kucak açan bir bölge oldu. Özellikle dinsel azınlıklar için, Hıristiyanlar için, Ezdiler için. Ama onun dışında da Türkmenler ve birçok etnik grubun dilinin resmi dil olarak tanınması gibi uygulamalar bölgede KBY’nin istikrarlı ve uzun vadede güvenilir bir partner olabileceğinin işaretlerini veriyor. Bu gelişmeler Almanya’nın dış politikasının değişmesinde büyük rol oynadı. Ama durumun sadece bununla sınırlı olduğunu sanmıyorum. Özellikle Almanya’nın Rusya ile ciddi sorunlar yaşaması da rol oynuyor diye düşünüyorum. Kürdistan bağımsızlık ilanına giderse Almanya’nın koruyucu ülkelerden biri olabileceği, bağımsızlığı tanıyan ilk ülkelerden olabileceği yönündeki görüşlere ne diyorsunuz? Bu konuda dikkatli davranılması gerekir. Almanya Dış İşleri Bakanı Güney Kürdistan’ı ziyaretinde özellikle silah yardımı tartışmalarında, ‘Kürdistan’ın bağımsızlık ilan etmesini hiçbir şekilde desteklemiyoruz, tasvip etmiyoruz’ açıklamalarında bulundu. Yani gerçekten Kürdlere yapılan bu yardım aynı zamanda Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor mu emin değilim. Evet silah yardımında bulunuyor, ama bölge ile ilgili uzun vadeli ve bölgenin demokratikleşmesi, huzura ermesi için hiçbir konsept kamuoyuna sunulmadı. Ve yine uzun vadeli bölge demokrasisi için Türkiye’yi, Suriye’yi, İran’ı da bağlayan Kürdistan sorunu için henüz hiçbir politikaları yok gibi. Almanya’da Kürdistan’a silah verilmesi konusu ciddi tartışmalara neden oldu. Savaş ve kaos alanlarına müdahale veya silah yardımı yapılması konusunda “ahlaki hassasiyetlerin” güçlü olduğu Alman toplumunun Kürdistan’a yardım yapılması konusundaki bu olumlu isteğinin nedeni nedir? Öncelikle değişik anketler olduğunu söylemeliyim. Ve bu anketlerin hepsi sizin söylediğiniz sonuca varmıyor. Kamuoyunun büyük çoğunluğunun silah ihracatını savunduğunu söyleyemeyiz. Evet kamuoyu yoğun bir şekilde bu meseleyi tartıştı. Ama şöyle bir gerçeklik var: Özellikle Kürdlerin IŞİD saldırılarına karşı çaresiz kalmaları ve yaşanan insanlık dramı medya tarafından yoğun bir şekilde işlendi. Ve bu Almanya kamuoyunda Kürdlere bir şekilde yardım edilmesi, sessiz kalınmaması yaklaşımlarına yol açtı. Yani bunu inkar etmek mümkün değil. Bir de tabi Ruanda jenosidi hatırlandı, dünya kamuoyu buna sessiz kalmıştı. Ve ‘bir Ruanda felaketi daha yaşanmaması için’ kamuoyu, Kürdistan’daki dram karşısında vicdani olarak kendisini sorumlu hissetti. Fransa’da gerçekleşen radikal İslamcıların saldırısı Avrupa’nın IŞİD saldırısı altındaki Kürdlere yardım etmesine karşılık bir cezalandırma olarak da yorumlanıyor. Saldırganların izahı da bu yönde. IŞİD türevi İslam’ın Kürdlerle dayanışan Avrupa’yı da savaş cephesi ilan etmesi Kürd-Avrupa ilişkilerinde nasıl bir moment sağlar? Saldırganlarla yapılan telefon görüşmeleri de bunu doğrular nitelikte. ‘Fransa koalisyonla birlikte şu an Irak ve Suriye de IŞİD’e karşı savaşıyor ve biz bunun intikamını alıyoruz’ söylemlerinde bulunuyorlar. Bu söylem Almanya kamuoyunda çok fazla gündem oluşturmadı. Daha çok ön plana çıkan, bu saldırının basın fikir ve sanata yönelik boyutu oldu. Özellikle Almanya ve Fransa’da da radikalleşen gençlerin sayısı artıyor. Bu, insanlar tarafından ve Almanya Siyasit tarafından da bir tehlike olarak görülüyor fakat ilk önce kendilerine yönelik bir tehdit algılıyorlar. Almanya ve Güney Kürdistan arasında sıkı güvenlik işbirliği politikaları gelişiyor. Almanya’daki Kürd toplumunun Alman siyasetini, kamuoyunu etkileme, lobi yapma konusunda nasıl sıkıntıları var? Bunu aşmanın yöntemleri nelerdir? Almanya’da yaşayan büyük bir Kürd kitlesi var. IŞİD’in Kürdlere saldırısı başladığında Kürdler burada yoğun eylemlerde bulundular. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de aynı şey oldu. Ama bütün bu girişimler, eylemler Almanya dış politikasını etkileyecek düzeyde değil. Çünkü bu eylemler ilk defa yapılmıyor. Kürdler yıllardır her fırsatta yaşadıkları her dram karşısında sokaklara dökülüyor, ama gündem yaratamıyorlar. Yani aslında siyasi örgütlerin yurtdışı temsilcilikleri gibi hareket ettiklerini görüyoruz. Bunun meşru bir yanı var, böyle örgütlenmelerin olması gerektiğini düşünüyorum. Bazen Kürd topluluğunun ihtiyaçları örgütlerin çıkarları ile çelişebiliyor. Bunun için bulunduğunuz ülkenin sosyal ve siyasal yapısını iyi tanımanız, kamuoyu ve toplum ile ortak bir dil yakalamanız gerekiyor. Güney Kürdistan için başka bir eksiklik var ama KBY’nin en azından Berlin’de federal bir yönetim olarak algılanması söz konusu. Örneğin Güney Kürdistan’da saldırıların yaşandığı dönemde diplomatik görüşmeler daha çok Erbil ve Berlin hattında yürüdü. Bu durum herhalde Güney Kürdistan’ın siyasi kültürü ile alakalı olmalı diye düşünüyorum. Amerika ile durum farklı olabilir. Amerika’daki faaliyetlerin bölgeden aktif yürütüldüğünü tahmin ediyorum ama Avrupa için bunu söylemek mümkün değil. Almanya’nın Kürdistan’a ilgisinin nedenlerinden birinin Rusya’nın gaz monopolüne karşı bir alternatif yaratmak olduğu biliniyor. Alman hükümeti sizce de Kürdistan’ı gelecekteki aktif ticari partnerlerinden biri olarak görüyor mu? Almanya’da şimdilik bu tartışma yürütülmüyor. Rusya ile yaşanan sorunlardan dolayı Almanya’nın alternatif Partiniz içinde Kürdistan’a silah yardımı konusunda farklı eğilimler var. “Kürd dostu” olarak bilinen Claudia Roth silah yardımına karşı iken, Türkiye kökenli Eş Başkan Cem Özdemir net bir şekilde silah yardımı talep ediyor. Yeşiller bu tartışmada hangi noktaya dayandı? Aslında Yeşiller Partisi’nde dış siyaset ve politika her zaman sancılı geçmiştir. Bunun sebeplerinden biri uluslararası siyasetin genellikle krizleri merkeze alan bir siyaset olması ve savaş ile barışın tartışıldığı bir alan olmasıdır. Kendisini ‘barış partisi’ olarak tanımlayan Yeşiller içerisinde dış politika ve uluslararası sorunlar her zaman tartışılmıştır. Yeşiller, her türlü militarist girişimlerin bir insanlık dramına yol açabileceğini ve soykırımların önlenmesinin uluslararası kararlarla mümkün olabileceğini, silahların kullanılmasının da ancak BM kararı bağlayıcılığı ile mümkün olabileceğini savunuyorlar. Partimiz için Kürdistan konusunda yaşanan en ciddi sorunlardan biri BM‘nin bağlayıcı bir kararının olmamasıdır. Yeşiller, Almanya’da son yıllarda gelişen silah ihracatındaki artıştan çok endişeli ve silah ihracatını sınırlayan yasalara ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bunları savunan bir partinin Güney Kürdistan’da yaşanan sorunlar karşısındaki durumlarda silah yardımına olur vermesi mümkün değil. Diğer taraftan öne sürdükleri; ‘Silahların sonunda kimin eline geçeceği belirsizdir’ söylemi idi. Silah yardımının yapılmasını isteyen kesim ise özellikle Kürdlerin yaşadığı dramı ve şu anda bir soykırımla karşı karşıya olduklarını ve kendilerini koruyacak silahlarının olmadığını vurguluyordu. Ve BM’nin bağlayıcı bir kararının olmayışı, ayrıca Rusya’nın vetosunun söz konusu olabileceği düşünülüyordu. Parlamento grubumuzdaki büyük bir kesimin silah yardımına karşı oy kullanmasını destekliyoruz. Ama grubumuzdaki bir kesimin de silah yardımından yana oy kullanmamasını anlayışla karşılıyor ve bunu vicdani bir davranış olarak değerlendiriyoruz.- Alman ordusunun, Peşmergeleri eğitmesi, askeri yardım, savunma bakanı ve askeri yetkililerin Kürdistan’a sık ziyaretleri söz konusu. Özellikle askeri alanda temkinli bir siyaset izleyen ve kamuoyu hassasiyetinin olduğu Almanya dış siyasetinde BM veya NATO gibi bağlayıcı uluslararası karar olmadan bu tür bir girişimde bulunmasının esas nedenlerini nasıl okumak gerekir? Röportajın tamamı basnews.com sitesinde yayımlanacaktır. 05 Çok uzaktan, çok yakından MESUT YEĞEN Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Charlie Hebdo katliamının “Siz İslamcılar!”, “Siz İslamofobikler!” tahterevallisinde düşünüleceği, tartışılacağı az çok belliydi. Öyle de oldu. Memlekette tefekkür işleri çoktandır münazara disiplininde gerçekleştiğinden başka türlüsü sürpriz olurdu. Tartışmanın ana seyrinde bir sürpriz olmadı; lakin, yan yollarında da öyle. Üzerine düşünülen vakanın, mevzunun esasına, bütününe bakmamaya bir kez karar verildiğinde devreye giren bildik bütün entelektüel taktikler kullanıma alındı tartışma boyunca. Faili ve saiki örtmek isteyenler yapıyı/tarihi ve sebebi; yapıyı/tarihi ve sebebi örtmek isteyenler de faili ve saiki göstermeye koyuldular. Gerek çok, gerekse de çokça yerde olduklarından olsa gerek, dindar/muhafazakar kalem erbabı vakanın esasını, vakanın bütününü örtecek taktikler geliştirmekte daha hevesli, daha mahir göründü. Faili ve saiki görünmez kılmak için merceği bazen ‘vakanın’, ‘mevzunun’ çok uzağında, bazen çok yakınında tuttular, bazen de vakanın çeperine kaydırdılar merceği; vakaya, mevzuya bazen çok uzaktan, bazen çok yakından, bazen de çeperinden bakılmasını istediler. “Dünya’da, Ortadoğu’da, Fransa’da adalet yok, bu işler bu yüzden oluyor” diyerek bakışların vakadan, failden ve saikten uzaklaşıp tarihe, yapıya, sebebe çevrilmesini istedi kimisi. Kimisi de “katliamın kolayca yapılabilmiş olmasının ve faillerin öldürülmesinin ardında kesin bir yeniği var” diyerek bakışların vakanın ötesine geçecek kadar vakaya yakınlaşmasını istedi. Kimisi de “bu işler Batıda olunca mesele oluyor, Batı harici yerlerde yaşanan benzer trajediler bu kadar gürültü koparmıyor” diyerek bakışların vakanın çeperine kaymasını istedi. Bu üç bakış teklifini, bu üç entelektüel taktiği (vakadan uzaklaşmak, yakınlaşmak, sapmak), ortaklaştıran tek şey hepsinin birden vakanın esasını, bütününü örtmesi olmadı; her üç bakış teklifi vakaya, mevzuya dair bir şeyleri göstermek itibarıyla da ortaklaştılar. Mevzuya, vakaya dair bir şeyleri göstererek mevzunun, vakanın esasını, bütününü gözden kaçırmak: Her üç entelektüel taktiğin niyeti/neticesi bu oldu. “Paris’teki katliam Dünya’da, Ortadoğu’da, Fransa’da adaletin olmayışıyla alakalıdır” bakışını teklif edenler, katliam vakasının anlaşılması için bakılması gereken, doğru bir yeri göstermiş oldular elbette; ne ki, gösterdikleri bu doğru yerde “fail kimdi ve saiki neydi” sorularının yanıtı yoktu. Dünya’nın, Ortadoğu’nun, Fransa’nın adaletsiz bir yer oluşu bugünün meselesi olmadığından “bugün olan bitende yeni olan nedir” ve buralardaki adaletsizlik bugünden yarına kalkmayacağına göre “katliam vakasının tekrarı nasıl önlenir” sorularının da. Geçmişteki benzer, başka yığınla vakada komplo olduğu aşikar olduğundan, “katliamda bit yeniği var, kesin komplodur” diyerek vakaya, vakanın ötesine geçecek kadar yakından bakmayı önerenler de bir şeylere işaret etti elbette. Tabii ki, vakayı, faili ve saiki görünmez kılarak. IŞİD ve El Kaide, Paris katliamını ve benzeri onlarca işi yaptıklarını kıvançla duyurmuşken, varlığı meçhul bir komplonun peşine düşenler, IŞİD’i, El Kaide’yi, Selefi fanatizmini, yani katliamın failini ve saikini görmezden gelmeyi, en azından ikincilleştirmeyi teklif etmiş oldular. “Batıda olanla Batı dışında olana verilen tepkilerin asimetrikliğine” bakın diyen teklif de doğru bir şeyi gösterdi elbet. Tabii ki, bakışı vakadan kaydırarak. “Dünyanın, insanlığın vicdanının nasıl bir asimetriyle malul olduğuna bakalım” diyen teklif soylu bir teklif olabilirdi gerçekten; bakışımızı vakadan kaydırmasaydı eğer. Vakaya baktıktan sonra, vakaya bakarken bu asimetriye de bakalım denseydi eğer, soylu bir bakış teklif edilmiş olurdu gerçekten. Oysa, bakışımızı vakadan kaydırmayı öneren entelektüel bir taktikten fazlası olmadı vicdan asimetrisine bakın demek. Günün sonunda bütün bu bakış taktikleri vakadan önceki normatif, siyasi konumlarını tahkim etmekte dindar/muhafazakar kalem erbabının epey işine yaramıştır herhalde. Olur da bir gün dertleri normatif konumlarını tahkim etmenin ötesine geçerse, faili ve saiki, sebebi ve tarihi bir defada kat eden, vakaya ne çok yakından, ne çok uzaktan, hem yakından hem uzaktan bakmayı da denerler herhalde. 06 MANŞET BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 Kürdler kendi gücünü yeterince kullanamıyor H Özcan Şahin einrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Ulrike Dufner, Almanya’nın Kürdistan’a silah yardımı ve askeri desteğinin tutarlı olmadığını ve Almanya’nın amacının stratejik ve analiz edilmiş bir amaç olmadığını söylüyor. Dufner, Berlin-Erbil ilişkileri konusunda BasHaber’in sorunlarını yanıtladı. Alman toplumunun Kürdistan’a yardım konusundaki yaklaşımı Silah göndermek asker göndermekten daha ucuzdur. Almanya koalisyon güçlerinin müdahalesine katılmadı. Silah göndermesinin yanı sıra neden müdahaleye katılmadığı da tartışılabilir. Bence bu çok tutarlı bir tavır değil. Ben şahsen bu silah gönderme işinde çok stratejik ve analiz edilmiş bir amacın sonucu olarak görmüyorum. Bütün dünya IŞİD konusunda panik oldu. Özellikle IŞİD’in yaptığı katliamlar karşısında bir tepki gösterilmesi gerektiği konusunda herkes hem fikirdi. IŞİD’e karşı nasıl bir stratejik plan geliştirileceği konusunda herkesin kafasında soru işaretleri var. Çünkü silahlı mücadelenin yanı sıra hem Irak’ta hem Suriye’de IŞİD’e destek veren toplumsal kesimler de var ve bunlarla da mücadele etmek gerekiyor. Yani Irak ve Suriye’de kriz ortamında ortaya çıkabilecek gruplar var. El Kaide, El Nusra var ve bunlarda sırada bekliyor. O yüzden eğer bu yardımlar uzun vadeli stratejik planlar doğrultusundaysa tamam ama sadece panik anında verilen bir reaksiyon ise bence bu riskli bir yaklaşım olur. Türkiye’ye IŞİD baskısı Bence çok tartışılan bir konu olarak IŞİD’e destek veren kimlerse onlara karşı bir baskı oluşturmak gerekiyor. En azından bizim bildiğimiz kadarıyla Türkiye IŞİD’e destek veren veya onlara göz yuman ve varlığına imkan sağlayan bir ülke haline geldi. Ama ne Almanya, ne Amerika, Türkiye’ye yeterince baskı yapmadı. ‘Kobanê’de sınır kontrolü yapıyorsun ama IŞİD’e karşı bu kontrolü neden yapmıyorsun’ gibi bir baskı oluşturabilirdi. Bu konuda yeterince baskı yaratılmadı. İkinci olarak da Irak yıllardır terk edilmiş bir ülke haline gelmiş. Savaş yapıldı ve savaştan sonra bir çaresizliğe bırakıldı ve aktif bir politika üretilmedi. Bu yüzden Almanya’nın bölgede aktif bir politika ürettiğinden bahsedemiyoruz maalesef. Almanya bu konuda yetersiz kalıyor ama aynı durumda sayabileceğimiz Ukrayna konusunda toplantılar ve öneriler sunuyor sürekli aktif bir politikayı ve teması sürdürüyor. Bunun gibi bir politikayı Türkiye ve Kürdistan için uygulaması her iki taraf için güzel ve sevindirici olur. Bunu umut ediyoruz. Barzani uluslararası bir partner Almanya, Kürdistan ile çalışıyor ve silahlı destek veriyor. Bu konuda daha çok Barzani’den bahsediliyor. PKK ve PYD açısından bakınca Almanya’nın PYD’ye yaklaşımı değişti ama PKK konusunda terör örgütü listesinde olması dolayısıyla tavrı değişmedi. PKK terör listesinde olduğu ve hala bir örgüt niteliğinde bu yüzden silahlı destek Barzani’ye yapılıyor ve ondan sonrasına karışılmıyor. Barzani Türkiye dahil olmak üzere bütün uluslar arası camia için daha kabul edilebilir bir partner haline geldi. Pegida’ya destek artıyor PEGİDA, Charlie Hebdo saldırından sonra 30 bin kişi topladı. Batının İslamileşmesine karşı çıkma adı altından kitlesel ve toplumsal bir hareket haline geldi ama bunun arkasından ırkçı ve yabancı düşmanlığı yapan bir kitle ortaya çıkıyor. Almanya’da hala ne hükümet ne de muhalif partiler bu PEGİDA korkularıyla nasıl baş edeceği konusunda net bir tavır koymadı. Yeşiller Partisi karşı tavır sergiledi daha sonra Angela Merkel, PEGİDA’nın yürüyüşlerine katılmamak gerektiğini söyledi. Diğerleri ise PEGİDA’nın dertlerini anlamak gerektiğini söylediler. Almanya’da bu kadar büyük toplumsal bir hareketin ortaya çıkması kaygı verici olarak görülüyor. Özellikle Müslüman ülkelerden bakıldığında ürkütücü bir durum. Çünkü insanlarda İslamofobinin Almanya’da da var olduğuna dair kaygılar üretebiliyor. PEGİDA, IŞİD ile paralel bir şekilde yükseliyor. Kullandıkları sloganlar da ilginç ve basit sloganlar ama halk buna rağmen PEGİDA’ya destek vermeye başlıyor. Korkutucu olan bir başka şey ise PEGİDA’nın yaptığı toplantılarda insanlar artık açık bir şekilde ‘Evet, belki söylemek doğru değil ama yabancılar Almanya’dan gitsin’ diyorlar. Almanya’da insanlar bunları söylemezlerdi. Geçen haftalarda Almanya’da camilere ve Musevilere karşı saldırılar artmış bu da bizim için kabul edilemez bir durum. Kürdler kendi gücünü yeterince kullanamıyor Şimdiki gidişata bakılınca öyle görünüyor. Ama bence Kürdistan iktisadi gelişim konusunda kendi gücünü yeterince kullanmıyor. Geleceğe yönelik sadece gazla ilgili değil ticaret meselesi ile ilgili de Kürdistan çok stratejik bir konumdadır. Hem doğal kaynaklara sahip hem komşu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi ile birlikte ticaret potansiyeli bakımından çok stratejik bir öneme sahiptir. Eğer Kürdistan çevresinde istikrarlı ve güvenli bir politika geliştirilse o zaman ekonomik açıdan böyle olacaktır. Bence Kürdistan bunun yeterince farkında değil. Bu anlamda Kürdistan’ın petrol zengini diğer ülkelerdeki gibi tüketime yönelik bir ülke olmak yerine üretken bir ülke olmalıdır. Doğal kaynaklardan gelen gelirlerin dağıtılmasıyla yetinilmemesi ve ekonomik bir kalkınma ile birlikte daha güçlü hale gelecektir. BasHaber MANŞET 19 - 25 Ocak 2015 KBY’nin AB Temsilcisi Ajgely: AB, Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor K Yeşiller Partisi barışçıl Yeşillerde ortak bir tavır yok. Bahsettiğiniz gibi iki farklı tavır var. Yeşiller Partisi barış hareketinin üzerine kurulmuş bir hareket ve kriz bölgelerine silah verilmemesi ve satılmaması konusunda kriterleri olan bir partidir. Hatta bunun yasaklamasını bile isteyen bir partidir. Claudia Roth daha çok bu konularda insanı yardım yapılmasını savunuyor Cem Özdemir ise IŞİD’e karşı silahlı mücadele dışında başka bir mücadele verilemeyeceğini söylüyor. Şu anda bu partide bu iki görüş yan yana politika üretmeye çalışıyor. Bu tartışma nasıl devam edecek izleyip göreceğiz. Alman solu tutarsız Alman sol partilerinin bazı konulardaki duruşu biraz farklıdır. Mesela geçenlerde dış politika sözcüsü ‘PKK yasağına karşıyız ama silah verilmesine de karşıyız’ diyordu. Bu çelişkili bir durumdu ve eleştiri yağmuruna tutuldu. Buradaki ayrım Yeşiller Partisi’ndekine benziyor. Yeşillerden farklı olarak PKK’nin serbest bırakılması ve terör listesinden çıkarılıp legal bir örgüt olduğunu kabul etmek gerektiğini söylüyorlar. Kürdistan konusunda ise emin olamıyoruz çünkü Almanya sol partilerinin birçok konuda tutarsız politikaları bulunuyor. Özellikle Gysi’nin bu konularda birçok tutarsız tutumu söz konusudur. Bazen siyasi partilerce sadece seçmen kitlesine bir şey verebilmek için bu gibi tavırlar sergilenebiliyor BY’nin AB Temsilcisi Dilawer Ajgeyi, AB’nin açıkça ifade etmese de Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklediğini söyleyerek, bu konuda Almanya’nın belirleyici bir rol oynadığını söyledi. KBY’nin uzun zamandır Almanya’da ciddi etkinlikler yürüttüğünü, bunun sonuncunda ikili ilişkilerin geliştiğini, Kürdistan’ın güvenliğinin ve stratejik konumunun AB için çok önemli olduğuna dikkat çekti. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Ajgeyi, Almanya-AB ve Kürdistan ilişkilerini değerlendirdi: KBY’nin güçlü olması Avrupa için önemlidir Almanya Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında direk görüşmeler yapılmaktadır. Bu görüşmeler daha sık yapılabilir. Yaklaşık 14 Avrupa Birliği Üyesi Ülkesinin Erbil’de temsilcilikleri var. İlişkiler çok kuvvetli. İngiltere, Fransa, İtalya Almanya Danimarka ve İsveç gibi ülkelerin dış işleri bakanları ayda bir Erbil’e geliyorlar. Mesud Barzani ile ve diğer yetkililer ile görüşüyor, KBY’yi bağımsız bir yönetim olarak görüyorlar. Kürdistan’daki siyaset ve güvenliği Bağdat’takinden daha güçlü görüyorlar. Kürd siyasetindeki tolerans ve katılımcılık AB’dekine benzemektedir. Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve medya özgürlüğü hususunda KBY’nin AB’ye benzeyen yaklaşımları var. KBY Parlamentosu kısa bir süre içerisinde bunu sağalmayabilmiş durumda. Farklı inanç ve milletlerden insanlar problemsiz bir şekilde birarada yaşayabiliyor, parlamentoya girebiliyor. Hristiyan, Ermeni, Süryani, Asuri ve Türkmenler parlamentoya girebiliyor ve parlamento bu temsilliyeti sağlayabiliyor. Irak’ta beraber yaşayamayan Şii ve Süniiler KBY idaresinde bir arada yaşayabiliyor. Bu Kürd siyasetinin sonucu ve Avrupa’da gözlemlenen bir durumdur. Avrupa bunu ortaklık olarak görüyor. Avrupa’nın siyaseti ve KBY’nin siyaseti birbirine benziyor. Bir ortaklık var. Aralarında coğrafi olarak da sadece Türkiye var. KBY’nin bu durumu ve siyaseti Ortadoğu’da da Avrupa IŞİD’e karşı Kürdleri destekliyor. KBY’nin güçlü olması Avrupa için önemlidir. Stratejilerini gerçekleştirebiliyor. Rusya gazına alternatif arıyorlar Almanya Avrupa Ülkeleri arasında önemli bir ekonomiye sahiptir. Almanya’nın Avrupa için önemli bir yere sahiptir, Almanya yardımda öne çıktığı zaman bu diğer Avrupa Ülkelerini ’de etkiliyor. Diğer Avrupa ülkeleri de KBY’ye destek veriyor. KBY’nin de gaz ve petrole dair stratejileri var. Almanya’da gaz ve petrol stratejileri üzerine Rusya ile görüşmelerde bulunuyor. Rusya, Bulgaristan ve Macaristan’a gaz ve petrol satıyor. Ukrayna olaylarından sonra Rusya üzerinde baskılar oluştu. Putin bu gazı siyasi kart olarak kullanıyor. Avrupa’da başka alternatifler arıyor. O alternatifler de Kıbrıs, Türkiye ve İsrail’dir. Bu devletlerin birbirine yakın olması lazım. Bu da zor görünüyor, o koridorun açılması zordur. Başka alternatifleri de Irak’tır. Irakta 6 trilyon metreküp gaz rezervi var. Bu rezervin 4 trilyon metreküpü KBY’nin toprakları, 2 trilyon metreküpü de Sünni topraklarındadır. Sunilerin sahip oldukları gaz da KBY üzerinden Türkiye ve Avrupa pazarına çıkabilir. Avrupa ülkeleri petrol ve gaz rezervleri için KBY’yi önemli buluyor. Güney Irak ve Kuveyt ve başka stratejilerden de bahsedebiliriz. KBY, Almanya’da ciddi etkinlikler yürüyüyor KBY, Almanya’da önemli etkinlikler yürütüyor. Özellikle Alman partilerine yakınlaşması SPD ve diğer partiler ile yakınlaşması çok önemli. Onlar da KBY’ye ziyaretlerde bulunuyor. Kürdistan partileri ile görüşüyorlar. Tarihi ilişkiler var. Almanya ve Avrupa’nın karar merkezleri Mesud Barzani’nin rolünün önemli olduğunu söylüyor. Suriye de Mesud Barzani gibi bir lider olmadığı için yardımda bulunmadıklarını söylüyorlar. KBY Başkanı Mesud Barzani Avrupa’da bir sürü görüşmelerde bulunuyor. Davos görüşmeleri ve başka görüşmelere katılıyor. Peşmergelerin Kobanê’ye gönderilmesi ve diğer meselelerde Mesud Barzani’nin rolünü tarihi buluyorlar. AB, Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor Almanya AB’ye önderlik yapıyor, AB’nin siyasetini yürütüyor. Kürdistan’ın bağımsızlık meselesi Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkiler bağlıdır. KBY, Bağdat ile ilişkileri düzelip petrol ve doğalgaz satışında bulunabilir. Bağımsızlık Kürd halkının verebileceği bir karardır. Eğer halkın iradesi bağımsızlıktan yana ise halk bağımsızlığın kendileri için iyi olduğunu düşünüyorsa buna karar verir. AB de Bağımsız Kürdistanı savunuyor ve destekliyor. Açıkça söylemiyorlar, ama Kürdistan bağımsızlığı Kürdler’in güvenliği için gerekli olduğunu söylüyorlar. Irak’ın o kadar silaha rağmen Kürdler’i koruyamadığını söylüyorlar. Eğer Kürdistan daha güçlü olsaydı IŞİD, Kürdistan’a saldıramazdı. KBY, Avrupa ve Batı için önemli. Arap ülkelerine komşu. KBY başka bir öneme de sahip. İran’a ve Suriye’ye yakın. AB, KBY’nin Türkiye ile ilişkilerinin iyi olmasını da ister. Bence ilişkiler iyi. Çünkü Türkiye’de de Kürdler var. Türkiye’de çözüm süreci başlamış ve AB ile KBY bunu destekliyor. 07 İkişer ikişer memleketler FERHAT KENTEL Hrant’ın katlinin yıldönümündeyiz. Gene sokaklara çıkacağız; hâlâ gerçek failleri ortaya çıkarılamayan o korkunç cinayeti lanetlemekle ve “unutmama” sözümüzle yetineceğiz. Yıldönümünün şerefine şimdilik elimize iki tane daha “sanık” polis verdiler. Uluslararası alanda sürekli gurur, onur, itibar vb. “duygularla” iştigal eden devlet Hrant cinayetinde “utanacak” bir şey bulamıyor; “itibar zedelenmesi” gibi bir şey yaşamıyor. Kuruluşundan önceye dayanan ve sürekli olarak Batı karşısında eziklik ve üstünlük kompleksi arasında gidip gelen ve bu kadar çok görüntüye önem veren bir devletin yetkililerinin Hrant’ın cinayeti konusunda “itibar”a ilişkin tek bir laf etmemeleri ilginç değil mi? Çünkü bu cinayeti çözmenin getirisi mi yok? “Üzüntüden daha önemli şeyler” mi var? Bakan Yıldız, Soma’nın mezarlık patronuna “gene” bir termik santral ihalesi verdikten sonra “Ülke menfaati üzüntümüzden önemli” şeklinde açıklama yapmış. Ölen işçiler sadece “üzüntü” kaynağı demek ki... Yani gayet “çıkarlarla” ve “rasyonel” düşünüyor gibi sayın bakan ama ihalede “şartları sağladığını” söylediği” Soma Holding’i -hadi bırakalım duygusallığı- “rasyonel” bir şirket olarak algılamak mümkün mü? 301 işçisini koruyamayan adamın “şartları sağlaması” mümkün mü? Ve hani bu Soma Holding’in adamı işçilerinin maaşlarını ödeyemiyordu? Hani aparatçikler de dahil olmak üzere, bütün milletçe -hükümeti temize çıkarmak için- bu adamın üzerine çullanmıştık? 301 tane maden işçisi öldükleriyle kaldı demek ki... Aynı Hrant gibi... Tabii ki her şeyin daha da kötüsü var. 301 işçi ölür... Tavırlar alırsınız; tavırlar alırız... Siz oradasınızdır; biz burada... Hrant öldürülür... Bir takım insanlık eksikliği dikkat çeken yaratıklar beyaz bere takıp, “daha da kan isteriz!” diye bağrışırlar... Cizre’de son günlerde beş tane çocuk öldürüldü... Bir görgü tanığı “hiç bir olay, eylem etkinlik yokken gaz bombaları ve silahla ateş açarak gelen” polislerin gene geldiğini, “çocuklara bağırıp, çağırıp, daha sonra gaz bombaları attığını, ardından silah sesleri geldiğini ve bir çocuğun başından aldığı bir mermi ile yere düştüğünü” anlatıyor... Hepimiz bilmiyor muyuz, ne olursa olsun, kimimizin o polislere toz kondurmadığını? Her halükarda o çocukların “hak edecek bir şeyler yaptığını” düşündüğünü? Siz hangi tarafta yer aldınız? Hrant’ta, Soma’da, Cizre’de? Bir de kutuplaşmalarımızda hiç yeri bile olmaya çocuklar var. Van’da karakolda öldürülen Afgan mülteci çocuk mesela... Gene “tesadüf” işte; olayı kaydetmesi gereken kamera bozukmuş... Gene geçtiğimiz günlerde Denizli’de bir Roman çocuk tabancayla vurularak öldürüldü. Bir atölye sahibi 9 el ateş etmiş zihinsel engelli ve böbrek yetmezliği olan, hiç okula gidememiş 10 yaşındaki çocuğa. Arayanı soranı olmayan Afgan çocuk, Roman çocuk... Memleketi sağdan soldan, karikatür özgürlüğü, nefret suçu, kutsallarımız kavgası vererek kurtardığını zanneden kapkaranlık vicdanlıların umurunda bile değil... Kutuplaşmalar Türkiye’nin adeta kaderi gibi... Her konuda iki tane Türkiye var. Falanca konuda kutuplaşanlar başka bir kutuplaşmada yan yana gelebiliyorlar. Son zamanlarda bu konuda yaratıcılıkta sınır tanımıyoruz. Yüzyıldır tecrübe ettiklerimize yenileri de ekleniyor. Düne kadar “Müslümanlar ve diğerleri” gibi kutuplaşmalarımız vardı; şimdi “cemaatçi -AKPci” savaşlarından “Müslüman Müslümana karşı” kutuplaşmamız bile oldu. Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle Akit gazetesini basan Ülkücüler... Peygamberin karikatürünün çizilmesinde sorun görmeyen Atatürkçü Cumhuriyeti basan milliyetçi-muhafazakarlar... Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler, Trabzonsporlular... Bir tek memleketten birbirinden bu kadar çok farklı “iki memleket” çıkar mı? Birilerimizin diğerlerine sağır olması değil mesele; sağırlığın kendisi dolaşıyor ortalıkta; dokunduğu yeri başkasına karşı düşmanlaştırıyor. 08 BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak 82015 HABER Alî Qazî: Hayallerim Barzani eliyle gerçekleşiyor K Rawîn Stêrk ürdlerin iki önemli tarihi problemi olan brakujî (kardeş kavgası) ve bağımsızlık konusundaki yaklaşımlarına dair engeli geride bıraktığını ve bunun hayati önemde mutluluk veren bir gerçek olduğunu ifade eden Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Genel Başkanı ve Mahabat Kürd Cumhuriyeti Başkanı Qazi Muhammed’in oğlu Ali Qazi, babasının Mele Mustafa Barzani’ye teslim ettiği Kürdistan bayrağının bugün Mesut Barzani eliyle bağımsızlığa doğru dalgalanmaya devam ettiğini belirtti. Qazi, “Hayallerim bugün sayın Barzani tarafından gerçekleştiriliyor. Bu beni çok mutlu ediyor ve huzur veriyor” dedi. Kürdistan’ın çevresinde ülkelerle süren tarihi savaşların gölgesi altında dünyaya gelen, hayatı boyunca sürgün, işkence, izlenme, ölüm tehditleri ve daha birçok bedeli ödemekle geçirdiği hayatının son bölümünü Avrupa’da geçiren Qazi, bağımsızlık, ulusal birlik, kongre ve Kürd hareketlerinin iç etkileşimlerine dair görüşlerini BasHaber Gazetesi ile paylaştı. Babam Kürdistan Bayrağını Barzani’ye emanet etti 17 Aralık 1945’te binlerce kişinin katılımı ile Mahabad’da İran bayrağı indirilerek Kürdistan bayrağı dalgalandırılıp, 21 Ocak’ta Mahabad Cumhuriyeti ilan edildiğinde Kürdistan’ın her yerinden insanların buluştuğunu, Kürdistan’dan birçok asker ve milisin Mahabad Cumhuriyeti’ne hizmet edebilmek için geldiklerini ve aynı zamanda Molla Mustafa Barzani’nin de orada bulunduğunu hatırlatan Qazi, “Molla Mustafa Barzani, babamın yanına gelerek, Kürdistan dağlarına gidip seni orada koruyalım, sen önderimizsin, sen başkanımızsın, bir asker gibi seni korumaya hazırım dedi. Babam Molla Mustafa Barzani’ye dedi ki; Molla Mustafa Barzani ben rahat ve huzurlu günlerde halkımın içinde oldum. Eğer ben gidersem ve Kürdistan’da savaş çıkarsa binlerce insanın ölebilir. Molla Mustafa Barzani’de babama, sen bilirsin eğer kalmak istiyorsan kalabilirsin dedi. Babam Mahabad’tan ayrılmadı. Babamın masasının üstünde bir tane Kürdistan bayrağı vardı. Babam onu Molla Mustafa Barzani’ye emanet etti” dedi. Bağdat’ta 5 yıl yattım Hayatı boyunca ölüm tehditleri, sürgün ve cezaevleri gölgesi altında yaşamak durumunda kalan ve uzun yıllardır Avrupa’da yaşayan Qazî, “Bir ara, iki haftalık bir süre Ankara’da da cezaevinde kaldım. Daha sonra Saddam beni davet etti. Kendisiyle çalışma teklifini geri çevirmem üzerine de tutuklatıp 5 yıl cezaevine attı. Irak Hükümeti’nin hala beni sorgusuz ve sualsiz yakaladığını anlayamıyorum. 1991’deki devrimde beni bıraktılar ve Almanya’ya geri döndüm. Şimdi her şeyi geride bıraktık ve çok şükür ki Kürdler çok ağır sonuçlar doğuran iki büyük sorunu geride bıraktı. Bunların ilki ve önemlisi kardeş kavgasıdır. Artık kimse Kürdleri birbiriyle çatıştıramaz. İkincisi ise bağımsızlıktır ki onun da zamanı gelmiştir ve Kürdistan bağımsızlığa gidiyor. Şu anda 81 yaşındayım. İnanıyorum ki Kürdistan’ın bağımsızlığını göreceğim. Görüyorum ki Kürdistan’ın tüm halkı kenetlenmiş durumda. Allah yardımcımız olsun. Mesud Barzani Kürdistan’a başkanlık yapabilecek liyakat ve yetenektedir. Dediğim gibi babam Kürdistan bayrağını Molla Mustafa Barzani’ye verdi, Molla Mustafa Barzani de oğluna verdi o bayrak şimdi Kürdistan’ın dağlarında özgürce dalgalanıyor. Bugün Peşmerge Kuvvetleri Mesud Barzani’nin öncülüğünde IŞİD’i Kürdistan topraklarından çıkarıyor. Mesud Barzani’nin emin adımlar attığını ve doğru yolda olduğunu söyleyebilirim. Mesud Barzani Kürdistan’a başkanlık yapabilecek liyakat ve yetenektedir. Hayalim onun elleriyle gerçekleşiyor. Bundan çok ama çok mutlu oluyorum” diyerek konuşmasını sürdürdü. Tüm Doğu Kürdistan partileriyle dostuz Doğu Kürdistan’daki siyasal durum ve partilerin birbirleriyle olan etkileşimleri konusunda da bilgi veren Qazî, “Doğu Kürdistan halkı milli kimliklerine sahip çıkan bir halktır. Doğu Kürdistan halkının gönlü Bölgesel Kürd Yönetimi’ndeki Kürd halkıyla beraberdir. Peşmergelerimizin zafere ulaşmasını istiyorlar. Kürd kimliği Doğu Kürdistan halkı tarafından çok benimseniyor. Doğu Kürdistan’daki siyasi partilerin bir cephede birleşmeleri için birkaç defa çalıştım. Patilerimiz birlik olmaya ittifak kurmaya hazır değillerdi. Diğer bir taraftan eğer dünya devletleri ile bir söylem ile ilişki kurarsak muhakkak bize yardım edeceklerdir. Maalesef Doğu Kürdistan’daki siyasi partiler ittifak kurmayı beceremediler. Bu onların eksikliğidir. Doğu Kürdistan halkı bundan çok rahatsız. Ben Kürdistan Özgürlük Partisi Başkanı’yım. PAK, Bölgesel Kürd Yönetimi Peşmergeleri ile beraber IŞİD’e karşı cephelerde çatışan Doğu Kürdistan’ın ilk partisidir. Peşmergelerimiz IŞİD’e karşı büyük zaferler elde ettiler. Büyük çatışmalara girdiler. Peşmergelerimiz IŞİD’in 68 üyesini öldürdü. Bizimde bir şehidimiz ve beş yaralımız oldu. Kak Mesud peşmergelerimize teşekkür etti. Peşmergelerimiz IŞİD’ karşı cephelerde savaşıyorlar. PJAK ve PDKİ ile de dostluklarımız var. Birbirimize saygımız var. İlişkilerimiz var. Biz Doğu Kürdistan’daki tüm siyasi partilerin dostuyuz” dedi. Tek kurtuluş yolu birlik Kürdlerin tek kurtuluşunun birlik olduğunu ve bu nedenle ulusal kongrenin toplanmasının şart olduğunu aktaran Qazî, kongre için yüksek umut taşıdığını ve tüm Kürdistan güçlerinin bir araya gelerek kongreyi gerçekleştirmelerine çok az zaman kaldığını söyledi. Türkiye’de devam eden Çözüm Süreci ve Kuzey Kürdistan’daki siyasal duruma ilişkin ise Qazî, “Türkiye’de yaşanan barış meselesinden çok ümitliyim. Türkiye Hükümeti umarım Kürdlerin farklı bir millet olduğunu, bizim dilimiz olduğunu kabul eder. Kendi yönetimimizi kurmamıza ve topraklarımızı yönetmemize izin verir. Bu hususta ümidim var. Hiç unutmam bundan 7-8 sene önce eğer Kürd deseydin sana 7 yıl hapis cezası veriyorlardı. Eğer Kürdistan deseydin 12 yıl hapis cezası veriyorlardı. Bugün ise görüyoruz ki Davutğlu, Van’da Kürdçeyi öğrenmediği için hayıflandığını söylüyor. Kürdler artık inkar edilmiyor. Kuzey Kurdistan’daki halkımızın temel hak ve hukuklarını alacaklarını ümit ediyorum. İnşallah Öcalan da cezaevinden çıkar ve bir şehre yerleşip orda oturur.” ifadelerini kullandı. Qazî, Rojava ve Güney Kürdistan’ın gelecekte birleşip birleşemeyeceği konusunda ise şöyle konuştu; “Böyle bir umudum var. Ben de öyle inanıyorum ki bu gerçekleşecek. Kuzey, Rojava, Doğu ve Güney güçleri şu anda IŞİD’e karşı beraber savaşıyorlar. Bu Kürdistan için büyük bir şeydir. Bölgesel Kürd Yönetimi Peşmergeleri’nin Kuzey Kürdistan’dan Rojava’ya geçmesini çok anlamlı buluyorum. Kobanê’ye Kürd kardeşlerine yardım eli uzatmak için gittiler, bunu büyük bir zafer olarak görüyorum. Bunun sonucu şudur: Tüm Kürdler kardeştir. Ümid ediyorum ki Kobanê de bir an önce özgürleşir ve Rojava da IŞİD’ten temizlenip Bölgesel Kürd Yönetimi ile birleşir” KOBANÊ BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 9 SÖYLEŞİ IŞİD Kobanê’de intihar ediyor! D ördüncü ayını geride bırakan Kobanê savaşında geçtiğimiz hafta çatışmalar sakin seyirden, Peşmerge’nin nöbet değişimi ile birlikte yeniden şiddetlenmeye başladı. Kürd güçlerine karşı giderek zayıflayan IŞİD, intihar saldırılarına ağırlık veriyor. Son hafta 400 silahlı elemanını bölgeye kaydırdığı ve ağır silah takviyesi yaptığı bildirilen IŞİD, işgal ettiği sokaklarda evleri ateşe vererek, panik yaratmaya ve koalisyon güçlerinin keşif uçuşlarını engellemeye çalışıyor. Dördüncü ayını geride bırakıp beşinci ayına giren Kobanê’deki savaşta son günlerde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Kürd güçlerinin kentin yüzde 80’ni kurtarmalarının ardından intihar saldırılarını attıran IŞİD, bu eylemlere ağrılık vermeye başladı. Son günlerde yabancı savaşçılarının da içinde olduğu iyi eğitimli 400’ün üzerinde üyesini Kobanê’ye gönderen örgüt, bölgede savaşı kazanmak için her yöntemi deniyor. Geçtiğimiz günlerde 4 tonluk bomba yüklü bir araçla intihar saldırısı düzenleyen örgütün savaşın başından beri binlerce kayıp verdiği bildiriliyor. Son günlerde silah ve güç takviyesi alan IŞİD’in düzenlediği bombalı intihar saldırıları ve çatışmalarda 8 YPG/YPJ savaşçısının yaşamını yitirdiği belirtildi. 3. Peşmerge birliği Kobanê heyecanı yaşıyor Kobanê’den dönüş yolunda olan ikinci grubun Peşmerge Komutanı Emid Şevket Muzuri, Kobanê’de son günlerde takviye alan IŞİD’in saldırılarını yoğunlaştırdığını söyledi. IŞİD’in saldırılarının püskürtüldüğünü kaydeden Muzuri, örgütün ilerleme kaydedemediği ve kentin yüzde 80’inden daha fazla bir bölümünün Kürd güçlerinin elinde olduğu ve kurtarılması gereken 2 mahalle kaldığını belirtti. Bu iki mahallede de bazı bölgelerin kurtarıldığını aktaran Muzuri, kalan bölgelerin de kısa zamanda kurtarılacağını söyledi. Üçüncü Peşmerge Birliğinin durumunun iyi, maneviyatının ise güçlü olduğunu dile getirdi. ‘Güney Kürdistan’da yardım için çabalayacağız’ Kobanê’deki sivillerin mevsim şartlarından dolayı zor günler geçirdiğine dikkat çeken Muzuri, yardım çağrısında bulundu. Muzuri, “Sivillerin durumu çok kötü. Çünkü ne mazot, ne su, ne yiyecek, ne giyecek ne barınacak bir yerleri yok” diyerek dört parçadaki kürdlere ve uluslararası güçlere yardım çağırısında bulundu. Kobanê’de bulundukları süre içinde Hewler’den de yardımın ulaştığını belirten Muzuri, şöyle devam etti: “Siviller için acil yardıma ihtiyaç var. Burada günlük yaşam içinde her şeye ihtiyaç duyuluyor. Özellikle yakacak ve ilaç yardımı acil yapılmalı.” ‘Dört koldan yapılan saldırı boşa çıkarıldı’ Kobanê’de bulunan gazeteci Mehmet Zeki Çiçek, YPG’nin birkaç gün önce 48. Caddenin güneyinde bir eylem gerçekleştirdiğini ve bu operasyon sonucunda 4 sokağın IŞİD’den temizlendiğini, bu sırada bir tank ve zırhlı araç imha edildiğini belirtti. Bu operasyondan sonra IŞİD’in yaklaşık 4 ton bomba yüklü bir araçla saldırı düzenlediğini aktaran Çiçek, “Bu saldırı boşa çıkarıldı” dedi. Örgütün bu hezimet sonrasında Termik Yolu ve Miştenur arasından bir saldırı başlattığını kaydeden Çiçek, “Eş zamanlı olarak Miştenur etekleri, Dibistana Reş bölgesi, Termik Yolu güzergahı ve doğuda asayiş binası çevresinden 4 koldan başlayan bir saldırıları oldu. Bununla birlikte şiddetli çatışmalar yaşandı” diyerek öğlen saatlerine doğru bu saldırının kırıldığını belirtti. ‘Sivillere acilen yardım ulaştırılmalı’ Kentte hala yaşayan binlerce sivilin olduğuna dikkat çeken Çiçek, bir kısmının şehrin içinde güvenli bölgelerde olduğunu bir kısmının ise sınır hattındaki ara bölgede yaşadığını söyledi. Dört aydır yaşam mücadelesi veren bu siviller içinde kadınların, çocukların ve yaşlıların olduğunu ifade eden Çiçek, “Buradaki kanton yönetimi sivillerin ihtiyacını karşılamak için var gücüyle çalışıyor ancak yetmiyor. Kentte stoklar tükenmek üzere. Bu noktada hem kanton yöneticilerinin hem de sivillerin insani koridorun açılmasına yönelik talepleri var” diye konuştu. Kobanê’de 4 ayın bilançosu İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları için Gözlemevi (SOHR), IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarının bilançosunu açıkladı. Buna göre saldırıların başladığı günden bugüne, IŞİD’den 1091kişi öldürüldü, Kürdlerden ise 462 kişi yaşamını yitirdi. Bilançoya göre, IŞİD’den ölenlerin 49’u intihar saldırılarında öldü. SOHR’un bilançosunda, “32 Kürd sivil öldü. IŞİD 17 sivili infaz etti. Dört kişinin başını kesti, dört kişi ise IŞİD bombardımanında öldü” denildi. Kobanê Kanton yönetimi Suruç’ta Kobanê Kantonu Eşbaşkanı Enwer Muslim ile Kobanê sağlık bakanı Dr. Nahsun Ahmed’in de aralarında bulunduğu heyet, geçişler ile ilgili yaşanan sorunlar ve yardımlar konusunda devlet yetkilileri ile temaslarda bulunmak üzere Suruç’a geldi. Devlet yetkilileri ile yapılan görüşmenin olumlu geçtiğini belirten Muslim, geçişlerde engellemelerin yaşanmaması yönündeki taleplerini dile getirdikleri aktardı. Müslim, “Umuyoruz ki verilen sözler tutulur.” 09 Provokasyonlar ve Süreç HAKAN TAHMAZ Son dönemde provokasyon lafını çok sık duyar olduk. Olur, olmaz birçok şeyi provokasyon diye tanımlamak sözcüğün anlamını yitirmesine, ağırlığının zayıflamasına ve içinin boşalmasına yol açıyor. Çözüm Süreci’nde yaşanan olayları salt bu sözcükle açıklamak ise toplumdaki güvensizliği pekiştiriyor. Bu sözcükle tarif edilen cinayetlerin, saldırıların, vakaların failleri bulunmuş açığa çıkarılmış değil; istisnasız hepsi karanlığa terk edildi. İşin tuhaf yanı Çözüm Süreci’nde yaşanmış birçok olaya ilişkin hem hükümetin hem de Kürd siyasal hareketin benzer tanımlamalar yaptığına şahit oluyoruz. Her ne kadar taraflar provokasyonun yapanların adresini zaman zaman çok farklı gösteriyor olsalar da yinede bu ortaklık fazlasıyla dikkat çekici. Provokasyonların adresi olarak PKK, AK Parti, HÜDA PAR ikilisini, DTK, paralel yapıyı (Gülencileri) , HDP, devlet içindeki çözüm karşıtların, AK Parti ise PKK içindeki çözüm karşıtlarını adres göstermesi neredeyse bir alışkanlık oldu. Sorunlara bu tarz yüzeysel yaklaşmak “yeni gerçek provokasyonlara” kapı aralamak olduğu gibi süreci zorlayan vakaları önleyici radikal tedbirlerin almasının ertelenmesi sonucunu da doğuruyor. Cizre’de yaşananlara tarafların yukarıda izah etmeye çalıştığım çerçevede yaklaşmaları sonu on günde 5 çocuk yaşamını yitirdi. Ölenlerin polis kurşunlarıyla olduğu iddiası ise durumun daha vahim ve daha derin olduğunu gösteriyor. Bir hafta önce öldürülen Nihat Kazanhan ile iki hafta öldürülen Ümit Kurt ve Çelebi Sakçak’ın öldürülme anları, bu ölümlerin Çözüm Süreci ile ilişkisini ve tehlikenin boyutlarını gözler önüne seriyor. Ümit Kurt ve Çelebi Sakçak, 6-8 Ekim olayları sırasın kazılan hendeklerinin Abdullah Öcalan’ın isteği üzerine YDG-H kongresinde alınan karar gereğince kapatılması sırasında; Nihat Kazanhan ise yine Öcalan’ın gençlere gönderdiği mesajın okunması anında öldürüldüler. Yani bu gençler, Öcalan’ın, hükümetin 6-8 Ekim olayları sonra gündeme getirdiği “kamu düzeni bozan eylemlere” YDG-H’nin son vermesi için yaptığı girişimlerin sonuç verme ihtimalinin yüksek olduğu bir anda öldürüldü. Buradan, bu ölümlerin faillerinin Çözüm Süreci’nin ilerlemesini engellemek istedikleri sonucu rahat çıkar. Öcalan’ın girişimlerinin bizzat hükümetin isteğiyle gerçekleştiği ise çok açık bir gerçek. Peki, nasıl oluyor da ölümlerin önüne geçilemiyor ya da süreci provoke etmek isteyenlerin gerçek adresi ortaya çıkarılamıyor? Bir yıl öncesine kadar benzer şeyler Lice’de yaşanıyordu. İki yıldır bu güçlerin kontrol edilememiş olması şaşırtıcı ve izah edilebilecek bir durum olmasa gerek. Cizre’ye, hakkında Hrant Dink’in katledilmesi olayında soruşturma yürütülen ve yurtdışına çıkış yasağı konulan polisi, ilçe emniyet müdürü yapmak; parelel yapı soruşturmasına uğramış bürokratı kaymakam olarak atamak veya Öcalan’a Özgürlük İmza Kampanyası’na Batman’da, Mardin’de imza veren belediye başkanlarını parti il başkanlarını gözaltına alan ve sorgulayan polis müdürlerinin varlığı bu türden olaylara zemin hazırladığı gerçeği kavranamadan bu durumu engellemek mümkün değil. Bu nedenle tarafların provokasyon var sözleriyle sınırlı açıklamalarının artık çok fazla bir anlamı yok. Hiçbir şeyi izah etmeye yetmiyor. Çözüm Süreci’nin siyasal tarafları bu önlenemeyen ölümler karşısında biraz susmalılar, toplumla daha fazla dalga geçmemeliler. 31 Eylül 2014 tarihli Bakanlar Kurulu kararının gereğini yapmalılar. Çözüm Koordinasyon Kurulu’nun “toplumun doğru ve doğrudan bilgilendirmesi “görevini yerine getirmek için taraflar sözlerini ortaklaştırmalı; tetiği çektirenlerle, çekenleri açığa çıkarmalılar. Bölgeye, vukuatlı kamu görevlileri gönderme uygulamasına son vermeli. Aksine bölgede görev yapacak kamu görevlilerinin tespitinde bölge hassasiyetleri dikkate alınmalıdır. Bölge sürgü yeri olmaktan çıkarılmalı. 10 MANŞET BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 Barzani dünya zirvesinde U zun süredir dünyanın gündeminde olan Güney Kürdistan bağımsızlık tartışması ve IŞİD’in bütün cephelerde yenilgiye uğratılmasının ardından yeni bir dönemece giriyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) diplomaside hızlı bir hafta geçirirken KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Şubat ayında Münih’te düzenlenecek olan 51. Güvenlik Konfransı’na ve Davos Zirvesi’ne davet edilmesi, Güney Kürdistan’ı dünya siyasi zirvesine taşıyor. Geçtiğimiz hafta Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, ABD Başkanı Obama ve IŞİD’le Küresel Mücadele Özel Temsilcisi emekli general John Allen’in Hewler’e yaptıkları ziyaretler de Kürdistan’ın artık global güvenlik stratejisinin önemli bir partneri olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunuldu. Allen ve Leyen ziyaretleri sonrasında Peşmerge birliklerinin IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyi işaret ederek, verdikleri “IŞİD ile savaşacak tek güç Kürdlerdir” mesajı da dünyanın Kürdistan’a bakışının yansıması olarak gündeme oturdu. Birçok cephede birden IŞİD’e karşı operasyonlar düzenleyen Peşmerge birlikleri, IŞİD’i çoğu noktada bozguna uğrarıtırken Şengal, Musul ve Guwer’in tamemen temizlenmesinin de yakın olduğu bildiriliyor. Ayrıca 29 Ekim’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin talimatıyla IŞİD’in saldırdığı Kobanê’ye giderek YPG ve YPJ ile birlikte savaşan Peşmerge birliği üçüncü kez görev değişimi yaptı. Yaklaşık bir aydır Kobanê’de bulunan ikinci Peşmerge birliği Suruç’tan Hewler’e geri dönerken yeni ekip de Kobanê’ye geçti. Barzani Güvenlik Zirvesi’ne katılacak Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani Münih’te düzenlenecek Güvenlik Konferansı’na katılmak üzere Almanya’ya gidecek. Almanya’nın Münih kentinde düzenlenecek 51. Güvenlik Konferansı’na katılmak üzere KBY Başkanı Mesud Barzani Almanya’ya gidecek. Güvenlik Konferansı Hazırlık Komitesi’nin daveti üzerine konferansa Kürdistan Bölgesi’ni temsilen Barzani’nin katılacağı açıklandı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in başkanlık edeceği konferansa 30 ülkeyi başkan ve bakanları temsil edecek. Konferansın 6-8 Şubat tarihlerinde gerçekleşeceği bildirildi. 1963’den beri Münih kentinde gerçekleşen Güvenlik Konferansı 90’lı yıllarda Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla önemini kaybemişti. 2014 yılında 50.’si gerçekleşen konferansa dünyada ‘terör’ tehdidinin artması üzerine katılım yüksek olmuştu. Barzani Davos’a katılıyor Almanya’da Güvenlik Zirvesi’nin yanı sıra Başkan Barzani uluslararası bir forumda daha ülkesini temsil edecek. Bu yıl 45’incisi düzenlenecek olan DavosKlosters Zirvesi’ne iki bin 500 civarında iş dünyası ve sivil toplum temsilcisi ve 40’ın üzerinde devlet ve hükümet başkanı katılacak. Dünya Ekonomik Forumu Zirvesi Davos 21- 24 Şubat’ta gerçekleşecek. “Yeni Küresel Bağlam” ana temasıyla gerçekleşecek toplantılarda konular “Çevre ve Kaynak Kıtlığı, İstihdam Becerileri ve İnsani Sermaye, Cinsiyet Eşitliği, Uzun Vadeli Yatırım, Altyapı ve Kalkınma, Gıda Güvenliği ve Tarım, Uluslararası Ticaret ve Yatırım, İnternetin Geleceği, Küresel Suç ve Yolsuzluk, Sosyal Kapsama ve Finansal Sistemlerin Geleceği” şeklinde belirlendi. 280 toplantıdan oluşan forumda “Kriz ve İşbirliği” başlıklı tema altında yapılacak olan “Jeopolitik krizlerin çözümü” konulu oturumda “uluslararası toplum Ukrayna, Ortadoğu ve dünyanın diğer bölümlerini istikrarsızlaştırmayı sürdüren çatışmalarla sürekli barışa ilişkin hangi yardımda bulunabilir?” sorusunun yanıtı aranacak. Bu tartışmanın katılımcıları arasında, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi, Ürdün Kralı Abdullah El Hüseyin, Irak Başbakanı Haydar Al Abadi, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko bulunuyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin hem Güvenlik Zirvesi’ne hem de Davos’a katılması, bağımsızlığa adım adım giden Güney Kürdistan’ın uluslararası plat- formda artık partner olarak görülmeye başlandığına işaret ediyor. Barzani, Kızılhaç Başkanı ile görüştü Diplomatik trafiğin yoğun olduğu Güney Kürdistan’da Barzani bu kez de Kızılhaç Başkanı Peter Maurer’i ile görüştü. Görüşmeye dair yapılan açıklamalarda Barzani, Kürdistan’da terörü bitireceklerinin mesajını verdi. Barzani, “Teröristler, Kürdistan’daki ilerlemeyi ve büyümeyi durdurmak istedi. Sahip oldukları güçle Kürdistan bölgesini işgal etmeye yeltendiler. Bu amaçla topraklarımıza saldırdılar. Fakat Peşmerge güçlerinin ve Kürd halkının bu şekilde bir savunma yapacağını ve Kürdistan bölgesinin dostu olan ülkelerin de böyle bir yardımda bulunacağını beklemiyorlardı” ifadelerini kullandı. Kızılhaç Başkanı Peter Maurer ise Peşmerge’nin, IŞİD’le mücadelesine ve Kürd hükümetinin sığınmacılara yönelik yardımlarına değinerek, “Yüzbinlerce sığınmacıya kapılarını açan Kürdistan hükümetine ve halkına teşekkür ediyoruz. askeri yetkilileri kabul etti. Allen, Peşmerge güçlerinin, Musul’a bağlı Zumar, Rabia ve Şengal bölgelerinde elde ettiği başarılardan dolayı Barzani’yi tebrik etti. Peşmerge’nin kahramanca mücadelesiyle IŞİD’i hezimete uğrattığını belirten Allen, Barzani’nin de terörle savaşta önemli bir rol oynadığını dile getirdi. IŞİD’e karşı savaşabilecek en önemli güçlerden birinin Kürdler olduğunu vurgulayan Allen, Peşmerge’nin, “IŞİD efsanesini bitirdiğini” söyleyerek, ABD olarak Peşmerge güçlerine ve Kürdistan Bölgesi’ne desteklerini sürdüreceklerini bildirdi. John Allen, ayrıca göç etmek zorunda kalan halka da yardım eden Kürdistan Bölge Hükümeti’nin, her türlü takdiri hak ettiğini kaydederek, “Bu çabalar, Kürdistan’ın dünyada önemli bir konum elde etmesini sağladı” ifadesini kullandı. Barzani de konuşmasında ABD Başkanı Obama’ya ve Amerikan halkına desteklerinden dolayı teşekkür etti. HABER 19 - 25 Ocak 2015 199 yeni cezaevi açılıyor İ “IŞİD’i yenecek tek güç Kürdlerdir” Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı Mesud Barzani, Erbil’de ABD Başkanı Obama’nın IŞİD’le Küresel Mücadele Özel Temsilcisi Emekli General John Allen ile birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk, ABD Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones ve Erbil Başkonsolosu Joseph Pennington ile BasHaber ç Güvenlik Yasası, Demokratikleşme Paketi farklı platformlarda tartışılmaya devam ederken, cezaevleri kapasitesinin dolmasına sadece ve sadece 3 bin 700 kişi kaldığı, Adalet Bakanlığı resmi sitesinde yayınlanan raporla ortaya çıktı. Mevcut duruma ilişkin çözüm önerileri ortada dururken, çözüm cezaevi sayısı artırılmakta görülüyor. Çözüm Süreci bağlamında ele alınan cezaevlerindeki tutukluların durumu hala tartışılırken, üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve tartışmalara neden olan İç Güvenlik Paketi’nin ‘dolmak üzere’ olan cezaevleri sorununa çözüm olamayacağı kamuoyunda hâkim görüş olarak yer buluyor. Demokratikleşme Paketi’nde ele alınması planlanan hasta tutukluların durumunun yanı sıra hapishanelerdeki mevcut mağduriyet ve uygulamaların ne olacağı hala belirsizliğini koruyor. Tartışmalar devam ededursun; Adalet Bakanlığı’nın 2014 yılı sonu verileri cezaevlerindeki durumun vahametini gözler önüne seriyor. Buna göre, Türkiye genelinde cezaevleri sayısı 355, bu cezaevlerinin toplam kapasitesi ise 163 bin 129. Türkiye Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün 2015 Ocak ayı verilerine göre toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 159 bin 396’yı buluyor. Bu verilere göre Türkiye’deki cezaevlerinde sadece 3 bin 700 kişilik kapasite kalmış. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre 2002 yılından itibaren 80 yeni hapishane yapılmış olmasına rağmen, hapishanelerdeki doluluk oranı göz önüne alındığında ortada büyük bir yanlış olduğu görülüyor. Yine Adalet Bakanlığı verilerine göre 2000 yılından bu yana cezaevlerinde, hayatını kaybedenlerin sayısının 2 bin 847 olduğu göz önüne alındığında hapishanedeki yaşam şartlarının ne düzeyde olduğu ve tutukluların hangi uygulamalara maruz kaldığı Her gün çok sayıda insanın siyasi ve adli nedenlerden tutuklandığı Türkiye’de cezaevleri kapasitesinin dolmasına 3 bin 700 kişi kaldı. Bu soruna çözüm üretilmesi ve haksız yargılamaların önüne geçip hapishanelerdeki mağduriyetin giderilmesi beklenilirken Adalet Bakanlığı’nın 199 yeni hapishane açacağı bildirildi. Çocuk, kadın, yaşlı ve engelli tutukluların sorunları devam ederken sadece İHD’ye başvuran hasta tutuklu sayısı 500’ü buluyor. soru işaretleri uyandırıyor. İstatistik sonuçlarında ölüm nedenine bakıldığında ise, ‘eceliyle’ öldüğünün raporlandığı görülüyor. Bu sonuçlar akıllara, hasta tutuklular ve verilen uzun tutukluluk durumunun yeniden gözden geçirilmesini getiriyor. Yüz çocuğa bir psikolog Hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlü çocuk sayısı ise 2 bin 157’yi buluyor. Rakamlar bu durumdayken Türkiye’de ikisi eğitim evi, üçü kapalı cezaevi olmak üzere sadece beş çocuk cezaevi bulunuyor. Çocukların hapishanelerdeki sayısı artarken şartları ise giderek kötüleşiyor. İstatistiklere göre her 100 çocuğa bir psikolog düşüyor. Bunun yanı sıra çocuklar özellikle Kürdistan’da ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyor ve birçoğu F tipi cezaevlerinde tutuluyor. Türkiye genelinde yeterince eğitim evi (ıslahevi) bulunmadığı için çocuklar yetişkin cezaevlerinde kalıyor ve yetişkinlere uygulanan uygulamalara maruz kalıyor. Yetişkin cezaevlerindeki ziyaret günleri ile çocuk cezaevlerindeki ziyaret günleri arasında ise bir fark bulunmuyor. Hapishanelerde çocuklu kadın sayısı artıyor Kadın tutuklu ve hükümlüler için de durum pek fark arz etmiyor. Türkiye’de biri açık olmak üzere altı kadın cezaevi bulunmasına karşın cezaevlerindeki kadın sayısı 5 bin 750 ve kadınların birçoğu erkek cezaevlerinde kalmak zorunda bırakılıp, özel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlüklerle karşılaşıyor. Eşlerin birlikte özel zaman geçirebildiği ‘Pembe Oda’ uygulaması ile birlikte cezaevlerinde doğum yapan kadın sayısının da hapishanelerde yaşamak zorunda bırakılan çocukların sayısının da arttığı ifade ediliyor. Bu çocuklar kreş ve okul imkânlarından mahrum kalıyor. Birçok kişi haklarını bilmiyor Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) yönetim kurulu üyesi Mustafa Eren hapishanelerdeki mağduriyetleri araştırmak ve çözüm önerileri sunmak için yaptığı çalışmalarda hapishaneleri ziyaret ettiğini ve şartlar ve uygulamalar hakkında bilgi alıp atölyeler düzenlediğini söylüyor. Ancak bu araştırmalar sırasında mağdur olan tutuklularla görüşemedikleri, bunun devlet tarafından güvenlik ihlali sayıldığını söyleyen Eren, “Mağdur olan tutuklularla görüşemediğimiz için sıkıntılar yaşıyoruz” diyor. Eren, “Hapishanelerdeki kişiler bize mektup göndererek şikâyetlerini iletiyorlar ve bununla ilgili adımlar atıyoruz. Siyasi tutuklular hakları konusunda bilinçli oldukları için bize gelen şikâyetler daha çok adli tutuklu ve hükümlüler’’ belirtiyor. 11 Belki de SENNUR BAYBUĞA Sistem dediğin koskoca bir ağ. Ne zaman ne tarihte kimler tarafından akıl edilip örgütlenmeye başlanmış, tekerleği bulan insanoğlu mu başımıza bugünün belasını tebelleş edip buldum diye bağırmış bilmiyorum. Devlet, onu oluşturan aygıtlar ve o aygıta göre şekillenmiş bir milim ötesine şahsiyet tesis edemeyen insanlar. Ve terbiyenin vücud bulmuş son haddi silahlar. Öldürmekle, eğitmek arasında ne kadar sıkı bir ilişki var farkında mısınız? Doğduğumuz evlerde uslandırabildikleri kadar uslandırdıkları, sonra okulların merhametsiz yalanlarla dolu ‘bilgi’lerine hapsettikleri ruhumuzu, yetmezse bir yaşa geldikten sonra askere gönderip iyi birer ağ örücü haline getirdikleri vatandaş bizler. O meşum kültürü taşıyacak, o kötü soruları soracak, o verdiğin cevaplardan seni mahkum edecek, beğenmezse susturacak tüm malzeme bu devletçe sonra ailece ve en sonda ve neredeyse biz itiraz edenlerce bile çoğaltılan bir şey. Hepsi birbirine bağlı hepsi birbirinden bağımsız gibi görünen. İdeolojiler, dinler, yönetme biçimleri ve yönetilme biçimleri, tümü bu kötü keşfin bir örümcek ağı gibi bizi sarmaladığı ağın birer küçük parçaları. Devletin yaptığı bir katliamı anlatırken, artık ölen çocukların morglarda çekilmiş fotoğraflarını yayınlamadan duyarlılık bile yaratamayacağımızı düşünürken, aslında o fotoğrafı koyarken hiç birşey hissetmediğin, koyanın bile anlamayacak şekilde parçası olunan katliamcı insan hali. Sesimiz nasıl da yüksek çıkıyor, bağıra bağıra erkek çıkıyor ama kimse birbirini kesinlikle duymuyor. Dinlemeye gerek yok artık duymuyor diyorum heyy. Bir türlü doyurulamamış, hep yarı açlık sınırında bırakılmış taleplerimiz ve ruhumuzun, kendini doyurmak için üzerine basa basa yükseldiği her türlü sosyallik durumunda, edindiğimiz terbiyenin bizden nasıl kıyımcılar yarattığı ortada değil mi? Çok çok çalıştığım günlerin akşamında bazen eve döndüğümde, bedenimin halsizliğinden küçücük bir tabak çorbayı zor içerken, bu kadarcıkla doyan bir insanın neden gününü o anlaşılmaz, kendini de yok eden çalışma hırsı ile geçirdiğini düşünürüm. Bıraktım doymayı, barınmayı daha başka sadece ‘insana özgü’ olan sahip olma hırsımızın yarattığı cinayetlerimizin hangi taammüde dayandığını bulamam bile. Ve işte siyaset ihtiyacımızın da alemi nizamata verme hastalığımız dışında hadi ‘iyi’insanlar için kurayım cümleyi, dünyayı güzelleştirme ya da insanlığı kurtarma yüce idealimiz dışında, aslında bir tabak çorba ile doyabilen bedenimizin yaşadığı çok dışsal ve başka açlıkların doyurulmaya çalışılması olduğunu da görüyorum son zamanlarda. Sosyal medya denen devasa bir dünyanın içinde, eğlenceli zaman geçirirken bir yandan da ‘sosyal’ yanımızın, hangimizde neye karşılık geldiğini gözlemleme şansım oluyor. Devrimcilerimiz çok devrimci görüyorum, öyle ki oturdukları yerde yazı yazdıklarını bilmesem kapılıp gitmek üzere bir gence dönüşebilecek kadar şaşırtıyorlar beni. Ağlayanlarımız çok ağlıyor, üzülenlerimiz en çok üzülüyor ve işlenmiş cinayetlerin en pornografik fotoğraflarını koyma yarışında geride kalırlarsa sanki bu dünya onların üzülmediğini düşünecek diye korkuyorlar. Belki ben de korkuyorum, emin değilim. Buralarda, yazılı dünyanın içinde turlarken zamanımın epeycesinde; evet, bizi baştan başa sarmalamış binlerce yıldır örülen o ağın tüm fotoğrafını kısa sürede çekebilecek duruma geldiğimizi de görüyorum. Artık şarkılardan, marşlardan ve dünya kahramanlık hikayelerinden, feda edilmiş bedenlerden kendine gelecek hayali devşiremeyen ben, okuduğum tüm o yüksek sesle yazılmış kitapların arasındaki fısıltıların peşine düştüm bir süredir. O fısıltılarda bulmayı umud ettiğim insan, dolayısıyla kaybolmuş kendim için her tarafımıza örüldüğü bas bas bağrılan o ağdan kurtulmanın yolunu bulacak diye hayal ediyorum. Sadeleşeceğiz ve bize öğretilen karmaşık bilgilerdern kurtulup, birbirimizi kandırmaya ve öldürmeye son vereceğiz böylece. 12 BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak12 2015 ROJAVA Rojava’da yeniden Arap Kemeri mi? S uriye’de 1960’lı yıllardan itibaren Rojava Kürdistanı’da uygulanmaya başlanan ve bölgeyi Kürdsüzleştirerek Araplarına yerleştirmeyi amaçlayan Arap Kemeri politikasının sonuçlarından biri olarak 150 binin üzerinde Kürd hem kimliksizleştirildi hem de kendi topraklarında mülteci durumuna getirildi. Rojava Kürdlerini “Türkiye asıllı” diye tanımlayarak vatandaşlıktan çıkaran Baas Rejimi, Kürdlerin topraklarına da el koyarak buralara çölden getirilen Bedevi Arapları yerleştirdi. 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş sonrasında sınırda değişen dengeler Rojava’da vatansız ve kimliksiz Kürdlerin durumunu da netleştirerek Rojava’da kantonların ilanına zemin hazırladı. Suriye iş savaşının başlaması ile birlikte Arap Kemeri poltikası bir başka isimle yeniden gündeme geldi. Rojava’yı Kürdsüzleştirmeyi amaçlayan IŞİD, el koyduğu Kürd köylerine Arapları yerleştirerek, Baas rejiminin uygulamalarını devam ettiriyor. Radikal İslamcı grupların hem Suriye hem de Rojava’ya yönelik saldırıları ile Kürdler yine mülteci durumuna düşürülürken, sığındıkları Türkiye’de bu siyaseti tamamlayan uygulamalara maruz kalıyorlar. Kürdlerin sınırda kalıp ilerde geri dönmesini engellemek isteyen Türkiye, Suriye’den göçen Arapları sınırdaki kamplara yerleştirirken, 2011 yılından sonra başlayan çatışmalarından dolayı göç eden Kürdlerin ise Kuzey Kürdistan’ın ve Türkiye’nin değişik kentlerine dağılmasına neden olarak gittikleri yerlere entegre olmalarını sağlıyor. Bu durumun 800 km uzunluğundaki sınır koridorunda demografik değişimlere neden olmasının ön görüldüğü iddia ediliyor. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşla birlikte bölgede dengeler değişirken yıllardır unutulan bir mesele de yeniden gün yüzüne çıktı. 1963 yılında Suriye’de Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle Suriye Kürdleri’nin de kaderi değişmişti. O dönem 150 bin civarında Kürdün kimliksizleştirilmesi ve mülteci statüsüne alınmasıyla birlikte bölgede bir Araplaştırma politikası başlamıştı. Baas Rejimi, Rojava Kürdlerinin bir kısmının Türkiye’den geldiklerini öne sürerek, vatandaşlık hakları ile birlikte arazilerine de el koyarak, çöl- den getirdiği Bedevi Araplara dağıttı. Kürdler yıllarca birçok baskıya maruz kalarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Ortadoğu’da başlayan ve domino taşı gibi birçok ülkeye yayılan Arap Baharı Kürdleri de etkiledi. Arap Baharı ile siyasal ve sosyal kimliği değiştirmeye yönelik ayaklanmalar Tunus’tan, Libya ve Mısır’a kadar birçok ülkeye yayıldı. Arap Baharı isyanlarının son adresi Suriye oldu. 2011 Yılında Suriye’de Arap Baharı etkisiyle başlayan isyanlar zamanla dalga dalga tüm ülkeye yayılırken Kürdler bu isyanda yer almadı. İç savaştan uzak duran Kürdler de Rojava’da özerklikleri için uğraştı. Türkiye Hükümeti yıllarca vatansız ve kimliksiz bırakılan Kürdlerle sınır komşusu olmamak, Kürdlerin bölgede güçlenmesini engellemek için Suriye’de muhalifleri ve radikal grupları desteklemeye başladı. Türkiye’nin çoğunluğu Kürd düşmanı olan Suriyeli muhalif grupları destekleyrek, Rojava’daki Kürdlerin kazanımlarını engelleme siyaseti izledi. Daha da ötesi Güney Kürdistan ile Rojava’nın birleşmesini ve ilerde Kürdlerin alternatif denize çıkış yollarını kesmek için bölgenin Kürdsüzleştirilmesini amaçlayan IŞİD’in şovenist politikalarını destekledi. Türkiye’nin de bu yöndeki tutumlarının etkisi ile Kürdler yeni bir Arap Kemeri politikasıyla karşı karşıya kaldı. Rojava’dan kitlesel göç Rojava’da Kürdlere özellikle insani yardımların gönderilmesi konusunda ambargo uygulamaya başlayan Türkiye, 2011 yılından bu yana göç eden Suriyeli Arap mültecileri geri dönüş umuduyla sınır hattına kurulan çadır kentlerde toplu halde tutarken göçen Kürdlerin bir çoğu Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’nin farklı kentlerine dağılarak kendi imkanlarıyla yaşamaya başladı. Evleri yakılıp, arazilerine el konulan ve topraklarını tekeden Kürdler yerleştikleri uzak kentlerde yeni bir yaşam kurma telaşına düştü. Sınırın diğer tarafında da IŞİD özellikle sivilleri hedefleyen ve bölgeden göçmelerini sağlayan vahşi saldırılarını sürdürüyordu. Tam bir imha hareketi şeklinde süren bu saldırılar sonucu Rojava ve Suriye’nin farklı bölgelerinden 1 milyonu aşkın Kürd, Türkiye, Ürdün, Irak, Güney Kürdistan ve Lübnan ile dünyanın farklı ülkelerine sığınmak zorunda kaldı. “Tampon bölge Kürdsüzleştirme amaçlı” Türkiye’nin Rojava’ya yönelik tüm bu politikalarını ve bölgenin Kürdsüzleştirme çalışmalarını değerlendiren Gazeteci Fehim Işık, Türkiye’nin Arap Kemeri politikasını hayata geçirmesinin zor bir durum olduğunu ifade ediyor. Ancak Türkiye’nin Kobanê çatışmalarının yoğun olduğu dönemde gündeme getirdiği ‘tampon bölge’ fikrinin hayata geçirilmesi için bölgenin Kürdsüzleştirilmesinin önemli bir adım olduğunu belirten Işık, IŞİD’in de bu politika ile Kürd köylerine saldırdığını söyledi. Türkiye’de Arap mültecilerin ‘tampon bölge’ uygulaması için özellikle sınır hattında konumlandırıldığını belirten Işık, “Ancak ABD’nin güvenlikli bölge ya da tampon bölge fikrine karşı çıkması, Kobanê’nin düşmemesi, Güney Kürdistan’daki gelişmelerle birlikte bölgede Kürdsüzleştirme politikalarının askıya alınmasını sağladı” dedi. “Türkiye bölgeyi Kürdsüzleştiremeyecek” Rojava’da hayata geçirilemeyen Kürdsüzleştirme politikaları Türkiye’ye sığınan mültecilerin asimile edilmek istenmesi ile sürdürülüyor. Özellikle yoğun göçlerin yaşandığı dönemlerde Kürd mültecilerin, İdari Gözetim adı altında Arap mültecilerin bulunduğu çadır kentlere gönderilmesi, AFAD kamplarında bulunan Kürd mültecilere Arapça ve Türkçe eğitim verilmesi de bu politikaların bir yansıması oldu. Işık, Türkiye’nin bu tür politikalar uygulamasının en büyük sebebi olarak Türkiye’ye gelen Kobanêlilerin Kürd siyasi hareketinden etkilenmesini iste- memesinden kaynaklı olduğunu söyledi. Işık, Türkiye’nin Kürd mültecilere yönelik politikalarına ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Türkiye, Kürdlerin bölgede statü sahibi olmalarını istemediği gibi Türkiye’de de Kürd siyasi hareketinden etkilenmelerini istemiyor. Üstelik nefret politikalarından dolayı AFAD kampında kalmayanlar mülteci bile sayılmadı. Mültecilik statüsünü verdiklerini de sindirebilmek adına Arap mültecilerin arasına gönderiyor. Ancak Türkiye tüm politika ve uygulamalarına rağmen bölgeyi Kürdsüzleştiremeyecek.” HABER BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 13 SÖYLEŞİ Amed’in yoksulluk kalkanı K ‘Kürdlere hizmet korkuttu’ Bölgenin PYD’nin kontrolünde olmasının Türkiye’ye rahatsızlık verdiğini belirten Gazeteci Fehim Taştekin hükümetin içte mültecilere yönelik politikaları dışta Rojava tutumunun en önemli sebebinin özerkliği önleme çabasından kaynaklandığını belirtti. Özellikle Kobanê’ye yönelik ilk günlerdeki tavrının önemli bir korkuyu barındırdığına işaret eden Taştekin, “Türkiye ilk günlerde Kobanê halkına yardım ederek Türkiye’deki Kürd yapılanmasına hizmet etmekten korktu. Bu nedenle mültecilere kimliklerinden dolayı çifte standart uyguladı. Bu nedenle de Türkiye’ye göç eden birçok Kürd mülteci dağılmak zorunda kaldı. Ya da yerel yönetimlerin imkanlarıyla barınmaya çalışıyor. Türkiye’de bu kriz üzerinden bir dış politika uygulamasında bulunarak bölgede Kürd varlığını engellemeye çalışıyor. Üstelik AFAD kamplarında bulunan Kürd mültecilere yönelik verilen dil eğitimlerinde Kürdçe’nin olmaması da bu korkudan kaynaklanıyor. Yani, hükümet yüzleşmek istemediği bir tepkiden dolayı Arapça ve Türkçe eğitim veriyor. Ancak tüm bunlar yaşansa da hükümetin istediği Kürdsüzleştirme politikalarının hayata geçirilemeyeceği kanısındayım” dedi. Son olarak, Türkiye hükümeti Rojava’da gerçekleştiremediği tampon bölge ve Kürdsüzleştirme politikalarına paralelel olarak göç eden Kobanêlileri entegre etmeye çalışıyor. Kobanêli Kürdlerin gözaltına alınması gerektiği durumlarda onları Arap mültecilerin bulunduğu çadırkentlere göndermesi, AFAD kamplarında kalmayanların mülteci sayılmaması, yeniden Kobanê’ye dönebilme ihtimallerinin olması, AFAD çadırlarında kalmayanlara yardımların dağıtılmaması ve de en önemlisi bu kamplarda kalanlara verilen eğitim dilinin Arapça ve Kürdçe olması hükümetin Rojava poltikalarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Mustafa Turan uruluş amacı Diyarbakır’daki yoksulluk haritasını çıkarmak için daha çok alan araştırmaları yapmak ve meslek edindirme kursları vasıtasıyla yoksulluğa çareler üretmek olan Sarmaşık Derneği, arka plandaki ağır yoksulluk ve açlık buhranı karşısında istemeden de olsa bir anda hayır kurumu hüviyetine bürünmek zorunda kalıyor. Sarmaşık Derneği’nin Diyarbakır’daki faaliyetlerini sorduğumuz Derneğin Genel Sekreteri Mehmet Şerif Camcı yoksulluğun tehlikeli boyutlarda olduğunu ama Kürdistan’ın diğer il ve ilçelerinin Diyarbakır’dan farklı olmadığını ve bu ağır tablonun 90’larla şiddetlenen savaştan bağımsız olmadığını söyledi. Diyarbakır’da 30 bin kişi açlık sınırında Sarmaşık Derneği’nin 2005 yılında kamuoyunu Kürdistan’daki ağırlaşan yoksulluk koşullarından haberdar etmek ve buna neden olan etkenleri saha çalışmaları ile araştırmak amacıyla kurulduğunu belirten derneğin Genel Sekreteri Mehmet Şerif Camcı ilk başlarda bu soruna çözüm üretebilecek yapıları harekete geçirip, toplumu; yoksullukla mücadelede daha duyarlı hale getirmek ve toplumsal dayanışma yönünü diri tutmak için stratejiler geliştirdiklerini, alışılmış tarzda 5-10 kişinin bir araya gelip bu alandaki boşluğu doldurmak amacıyla hareket etmediklerini, kentteki yoksulluk durumuyla ilgili bütün kurumlarla bir araya geldiklerini ve yaklaşık 8 ay yürütülen tartışmalar, toplantılar, ziyaretler ve Diyar- bakır’daki sivil toplum kuruluşlarının yüzde 90’ının konsensüsü ile 2006’nın Mart’ında derneğin kuruluşunu ilan ettiklerini belirti. ‘Yoksulluk içler acısıydı’ Camcı, Kent Yoksulluk Haritasını çıkarma çalışmaları neticesinde, ummadıkları ve insanın tüylerini diken diken eden bir manzara ile karşılaştıklarını ve bu manzara karşısında mevcut öngördükleri stratejilerini değiştirmek zorunda kaldıklarını söyledi. Camcı şöyle devam etti: “Diyarbakır’da 37 bin kişiyi kapsayan bir saha çalışmasında yaptığımız yüz yüze görüşmeler neticesinde kentteki yoksulluğun düzeyini, nedenlerini açığa çıkarmaya çalıştık. O araştırmalardan elde ettiğimiz sonuçlar bize ne durumda olduğumuzu gösterdi. O sonuçları incelerken gördük ki tarihi boyunca kalkınmanın, refahın, siyasal bir merkez olmanın, beşiklik ettiği 33 medeniyetin tümünün cazibe merkezi olan bu kentin geçmişine yakışmayan sonuçlarla karşılaştık. Yani bir öğün yemek için bile destek alamazsa geceyi aç geçirme riski ile karşı karşıya kalan, Cumhuriyetin kuruluşundan beri uygulanan Kürdistan’ın geri bırakılması politikaları, 90’lardan sonra zorla göç ettirme ile birlikte daha sistematik bir hal aldığını dile getiren Camcı, şöyle devam etti: “Şu an yaşanan ağır yoksulluk, bizatihi devlet eliyle yaratılan yoksulluktur. Kürdler, Kürdistan’ın her il ve ilçesinde karşı karşıya bulundukları bu açlık ve yoksulluğu, orta vadede, kendilerini yönetme statüsünü elde etme süreciyle birlikte çok kolaylıkla ortadan kaldırabilecek olanaklara sahiptir. Bu coğrafyada yer altı ve yer üstü kaynakları, elverişli coğrafya, iklim ve üretimi Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Mustafa Kılıç, Berfîn Mijdar / Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır: Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan Paris’in üzerindeki gölge BİLAL SAMBUR hane fertleri ortalaması 6.2 olan 5 bin ailenin var olduğunu gördük. Bu 30 bin nüfusa denk düşen kitle, iş verseniz bile hanede çalışabilecek fertleri olmayan, düzenli tek kuruş bile geliri olmayan ve sadece yardımlarla karnını doyurmaya çalışan ailelerden oluşuyor. Başlarken, bir hayır kurumundan ziyade bu konuda araştırma yapan ve belirli eğitim ve meslek edindirme kurslarıyla yoksul kesimleri üretime katıp belli bir gelirle geçimlerini sağlayabilecekleri bir düzeye getirmeyi amaçlamıştık. Ama karşılaştığımız realite, stratejimizi değiştirmemize sebep oldu.” Bünyesinde kurulan Gıda Bankası aracılığıyla açlık sınırındaki bu kesimlere temel ihtiyaçlarını karşılamaları için düzenli ve insan onurunu zedelememeye özen göstererek destekler yaptıklarını belirten Mehmet Şerif Camcı, “Kentin yoksulluk sorununu bir anda ortadan kaldıramayacağımızı biliyoruz ama toplumsal dayanışma mekanizmalarını devreye sokup açlık sınırındaki bu insanlarımıza hayata tutunabilmeleri için destek sunabiliriz” dedi. ‘Kürdlere statü ile bu sorun çözülebilir’ Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat 13 gerçekleştirmek için gerekli insan kaynağı da dâhil bütün faktörler vardır. İsteyen herkes, Devlet Planlama Teşkilatı’nın sitesinden iller bazında aktarılan yatırım miktarlarına bakıp Kürdistan’ın nasıl sefalete mahkûm edildiğini görebilir” Kürd kamuoyunun bu konuda yeterli duyarlılığı gösterip göstermediği yönlü sorumuza da Camcı, Kürdistan’daki açlık ve yoksulluğun siyasal mücadele ile çok ilintili olduğunu ve devletin bu tavrının sebebinin de bizatihi siyasal mücadeleyi bertaraf etme amaçlı olduğunu söyledi. İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: [email protected] www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. 7 Ocak 2015 tarihinde Paris’te Charlie Hebdo isimli magazin dergisine El-Kaide militanları tarafından yapılan baskında on iki dergi çalışanı öldürüldü. Derginin Hz. Peygamber’in karikatürlerini basmasını saldırının nedeni olarak ifade eden militanlar, katliamla Peygamber’in intikamının alındığını dünyaya ilan ettiler. El-Kaide, sadece silahlı eylemler yapan bir terör organizasyonu değildir. El-Kaide, özünde İslam’ı Batı’nın kültür emperyalizmine karşı koruma iddiasında olan bir yapıdır. El-Kaide ideolojisinin merkezinde ve temelinde Batının kültür emperyalizmine karşı savaş vardır. Charlie Hebdo dergisinin bastığı karikatürleri, Batı’nın İslam’a yönelik bir kültür saldırısı ve emperyalizmi olarak algılayan El-Kaideci zihin yapısı, buna katliamla cevap vermiştir. Paris katliamını yapan teolojik ideolojizm için ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü gibi iki temel özgürlük kategorisinin hiçbir anlamı yoktur. El- Kaide ideolojizminin dayandığı dünyaya en yabancı olan değer, özgürlüktür. El-Kaide için asıl olan kendi inanç dünyalarıdır. İnanç karşısında özgürlüğün hiçbir anlam ve değeri yoktur. Charlie Hebdo saldırısını gerçekleştiren karanlık zihin dünyasına, ifade ve basın özgürlüğünü anlatmanın hiçbir anlamı yoktur. Paris katliamını yapan El-Kaide barbarlar çetesi örneği, özgürlüğü inkar etmenin insanı ve hayatı birlikte inkar ve yok etmek olduğunu hepimize çok acı bir şekilde göstermiştir. Charlie Hebdo katliamı, İslamofobiye veya Batılı ülkelerin İslam ülkelerindeki kolonyalist politikalarına bir tepki olarak anlaşılamaz. Bu katliam, Batıyla girişilen iktidar ve hegemonya mücadelesinin bir sonucudur. El-Kaide, Paris katliamıyla Batıya had bildirmeye kalkmakta ve ona, Fransa örneğinde sınırlarını göstermeye çalışmaktadır. Paris katliamı, El-Kaide’nin Batıya bir meydan okumasıdır. El-Kaide, Nusra, Boko Haram ve DAİŞ gibi uzantılarıyla insanlığa saldırıyor. DAİŞ, Kürdistan’da Şengal ve Kobanê’ye saldırdı ve büyük katliamlarda bulundu. El-Kaide, Ortadoğu’da egemenliğini kurmak için Şii-Sunni savaşı çıkartmayı ve Kürdlerin olmadığı bir Ortadoğu’yu kurmayı hedefliyor. Kobanê’ye ve Şengal’e yapılan saldırı, tesadüfi ve geçici bir saldırı değildir. El-Kaide’nin stratejik ve ideolojik aklı, Paris katliamı gibi Kobanê’ye saldırmayı da gerekli kılmaktadır. Paris ve Kobanê saldırılarının bir bütün olarak ele alınması gerektiğinin farkına varmak için ElKaide’nin düşman listesine iyi bakmak lazım. Irak’ta El-Kaide’nin kurucusu konumundaki Zerkavi’nin şu ifadelerini iyi okumak lazımdır: “ Bizim dört düşmanımız vardır: Amerikalılar, Kürdler, Irak hükümetini destekleyenler ve Şiiler.” El-Kaide, Ortadoğu’da ve Avrupa’da düşman olarak konumlandırdıklarıyla savaşıyor. Kobanê ve Şengal katliamları karşısında DAİŞ, Kürdistan’a niçin saldırıyor sorusunu şaşkınlıkla soranlar, El-Kaide’nin ideolojisinin, stratejisinin ve hedeflerinin farkında değildirler. DAİŞ, Kobanê’ye niçin saldırıyorsa aynı nedenle Paris’te Charlie Hebdo katliamını gerçekleştirmiştir. Kobanê ve Paris’i birlikte ele almayan bir bakış açısı, El-Kaide’nin insanlık düşmanı küresel bir tehdit olduğunu kavrayamaz. El-Kaide ideolojisinin temel özelliği insan, din, ahlak ve maneviyat dahil her şeyi araçsallaştırmasıdır. Asıl olan El-Kaide ve ideolojisidir. Herkes ve her şey bunlara hizmet ettiği sürece bir anlam taşımaktadır. El-Kaide, insan ve din dahil her şeyi araçsallaştırdığı için ölme ve öldürme üzerine bir ideolojiye ve pratiğe dayanmaktadır. Yapılan terör eylemlerinin gerçek İslam’la ilgili olmadığını söylemek tatmin edici olmamaktadır. Bu söylemin aşılarak İslam kültüründe ve toplumunda ElKaide isimli bir barbar yapının oluşmasına imkan veren karanlık gölgeyle yüzleşilmesi gerekmektedir. 14 BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak14 2015 SİNEMA Sinemanın ulusu mu olmalı, coğrafyası mı? L Fatoş Yıldız umiere Kardeşlerin 28 Aralık 1895’te bir trenin istasyona girişini görüntüleyerek başlattıkları sinema sanatı zaman içinde insanın yaşamında temel sanat dallarından biri haline geldi. Transnation devasa filmlerin yapıldığı günümüzde Kürdlerin henüz ‘ulusal sinemalarını’ yaratım çabası sürüyor. Kürd sinemasının geçmişte her ne kadar tekil örnekleri sahneye yansısa da 90’lı yıllara geldiğimizde Kürdler var oluş mücadelelerini sinemaya kategorik olarak yansıtmaya başladılar. Kürdçe filmler çekilmeye başlandı ve Kürd yönetmen adayları günden güne çoğaldı. Sinema diğer sanat dallarından farklı olarak işbirliği ve kolektif bir emek temelinde yükselir. Sinemanın yoğun kolektif bir emekle şekilde yapılıyor olması sinemada ‘ulusallık’ kavramını tartışmaya açmıştır. Sinema ile geç tanışan Kürd sanatçılar, sinemayı diğer sanat dalları gibi ulusal taleplerini dile getirmede bir araç haline getirirken, bu durum ‘ulusal sinema’ tartışmasına zemin oluyor. Bu yılı Ekim ayında 51.’si düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yönetmen Ertem Görenç’in “Artık Türk sinemasına hakaret etmeyi bırakın, Türkiye sineması diye bir şey yoktur” sözleri ile fitili yeniden ateşlenen konuyu, ‘Kürd sinemasını Türkiye sineması bağlamında mı yoksa ayrı mı değerlendirmek gerekir’ sorusunu sinemacılara sorduk. ‘Bu tartışma sanatkarane değil’ ‘Türk sineması, Türkiye sineması’ tartışmasının sanatkarane ve estetik bir tartışma olmadığını belirten Yönetmen Ömer Leventoğlu, ulusal sinema tartışmalarını; “Tartışma her şeyden önce sinemanın temel konusu değildir. Bu sinemayı iyi bir yere götürmez. Kürdler sinemaya başlarken ulusal taleplerini yansıtmak istiyorlar. Fakat günümüzde bugün bu tartışmaların yaşanıyor olması yersiz bir tartışma. Biz her şeyden önce bizzat sinemanın sinema diline yoğunlaşmalıyız. Onun estetiğine, onun söyleme edasına, onun söyleyişteki görkeme yoğunlaşmalı ve orada derinleşmeliyiz. Ayrıca dünyaca tanınmış yazarlar sinemacılar kısacası sanatçılar aldıkları ünü ve iyi bir sanatçı olmalarını geldikleri ulustan ötürü almıyorlar. Örneğin Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şey onun Rus olması değildir. Keza aynı şekilde Balzac, Tolstoy, Sartre gibi yazarların tanınıyor ve iyi bir yazar olmalarının geldikleri ulusla bir ilgisi yoktur. ‘Türkiye Sineması’ kavramı doğru bir tanımlama değildir. Kürdlerin sinemadaki kendine has özellikleri bu şekilde ‘Türkiye’ kavramının içinde eritiliyor. Sinema dediğimiz zaman bir üsluptan bahsediyoruz. Ama Türkiye dediğimiz zaman o üslubu reddediyoruz. İran sineması dediğimiz zaman bir anlatımdan söz ediyoruz. Bir film izlediğiniz zaman filmin içindeki öğeler, karakterler, dekor, anlatım tarzı gibi argümanlar size o filmin hangi sinemaya ait olduğunu söylüyor. Fakat Türkiye sineması dediğimiz zaman bir anlatım tarzı, üslubu yok oluyor. Ontolojik olarak kendi içinde çelişik bir kavramdır Türkiye sineması kavramı” şeklinde değerlendiriyor. ‘Kürd sineması kuşkusuz vardır’ Kürd sineması tartışmasının yüzeysel bir tartışma olmadığını, Kürd gerçekliğinin varoluşundan ötürü böyle bir tartışmanın sürdüğünü belirten Kürd yönetmen Kazım Öz ise, “Bu tartışma bugün adı konmuş Kürd filmleri çekildiği için var. Kürd sanatı var mı daha doğrusu ‘Kürd var mı?’dan itibaren gelen bir tartışma bu. Kürdler var ise onların sineması, tiyatrosu, sanatı da var demektir. Dolaysıyla Kürd sineması da kuşkusuz vardır.” diyor. Sinemanın Türkiye’de yaşanan mevcut koşullardan bağımsız bir şekilde sürdürülmediğini, bugün Türkiye gibi kavramların kullanıldığını ve yarın daha başka kavramlarla, tanımlarla da ifade edilebileceğini aktarıyor Öz. ‘Sinemada Türkiye’ başlığı altında da bir tanımlamanın yapılabileceğini çünkü Kürdlerin de diğer etnik grupların da bugün sinema yaptıkları ve resmi sınırlar bağlamında Türkiye olarak uluslararası festivallere katıldıkları coğrafyanın Türkiye coğrafyası olmasından kaynaklı olduğunu dile getiriyor. Sinemanın bu tarz tanımlamalarla ayrılmasından ziyade düşünceler açısından ayrılmasının daha doğru olduğunu öne süren Öz, “Sinemaya düşünce açısından bakmamız gerekiyor. Fakat bugün Kürdlerin varoluş mücadelesi söz konusu olduğu için Kürd sineması kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Bir Alman sineması, Rus sineması, Fransız sineması kavramları çok önemli değildir çünkü onların varoluş gibi bir problemleri yoktur. Fakat Kürdler açısından bu daha farklı bir durumdur” şeklide değerlendiriyor. ‘Türk sinemasının karşıtı Türkiye sineması değil’ Dünyada hiçbir sinemanın coğrafi bölge olarak tanınmadığını, ‘Türkiye sineması’ kavramının doğru bir kavram olmadığını esas doğru olanın ‘Kürd Sineması ve Türk sineması’ olduğunu öne süren Türk Sinema Tarihçisi Burçak Evren de, tartışmaya, “Türkiye sineması bir bölgeyi kapsıyorken Türk sineması bir milliyeti kapsıyor. Türkiye sineması kavramının çok farklı okumalara açık olduğunu söyleyebilirim. Fakat doğru olan şeyin Türk sineması ve Kürd sineması kavramının olmasıdır. Türk sinemasının karşıtı Türkiye sineması değildir. Türk olmayanların kendilerini tanımlarken Türkiye gibi coğrafik bölge terimi ile tanıtmaları doğru değil. Kürd iseler Kürd sinemacı desinler. Kürd sinemacılarının kendilerini Türkiye sineması içinde ifade etmek istiyor olmaları doğru değildir. Türk sineması Türk sinemasıdır, Kürd sineması Kürd sinemasıdır. Başka türlüsüne evrensel değerlerle karşı çıkıyorum. Her sinema kendisini kendi kültürü ile tanımlarken Türkiye sineması derken ne anlayabiliriz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir tanımlama yoktur” görüşleriyle katılıyor. “Türkiye sineması demenin bir anlamı yok” Sinemacıların yıllarca devletin resmi söylemleri ile konuştuğunu, tartışmanın ancak Kürd sinemacıların çıkıp ‘biz de varız bu tanımlama olmaz’ dedikten sonra başladığına dikkat çeken senarist Hüseyin Kuzu da, “Zamanında politik sorunsalın bir uzantısı olarak, bari ‘Türkiye Sineması’ diyelim demeyi önerdiler. Bu kabul görmedi ve bu tartışma da hala sürüyor. Bu tanım Türkçeyi de zorluyor. Çünkü Fransa Sineması demiyor ve Fransız Sineması diyoruz. Yani, yerleşik tanımlar hep ulusal kimlik üzerinden yapılıyor! Türkiye sineması demenin de bir anlamı yok çünkü bu ifade eski sorunsalın bir terimi ve kültürel asimilasyon paradigmasını da aşamıyor. Dolaysıyla Kürd sineması demek daha doğru. “Türkiye sineması kavramı daha doğru” En son çektiği ‘Sesime Gel’ filmi ile gündeme gelen Hüseyin Karabey de, “Kürd sineması ya da ille Kürdçe sinema yapacağım diye bir derdim yok ama illa bir tanım kullanacak olursak ben Türkiye sineması demeyi daha doğru buluyorum. Asıl önemli olan şey şu; biz Kürd sinemacıları Türk sineması içine dahil etmesinler. Ayrıca Kürd sineması dememiz içinde ancak Kürdler kendilerinin finanse ettiği, kendilerinin oynadığı ve gösterdiği filmler için Kürd filmi diyebilirler. Günümüzde böyle bir durum olmadığına göre hiç kimse ben Kürd sinemacısı olacağım ya da ben Kürd sineması yapacağım şeklinde ifadeler kullanamaz. Onun kendisi Kürd’tür yapacağı film de Kürdçe’dir o kadar” diyor. YAYIN BasHaber 19 - 25 Ocak 2015 15 SÖYLEŞİ Dermanê derdê ‘Ma’ K Laser Mario ürdçenin en dezavantajlı ve az imkana sahip lehçesi olan, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in kaybolma tehlikesi altında bulunan diller listesinde bulunan Kirmancki, çeşitli yerlerdeki bireysel ya da grup çalışmaları sayesinde varlık yokluk mücadelesi veriyor. Son derece kısıtlı imkanlarla dil ve kültür üzerine yapılan bu çalışmalar, Kirmancki’nin erime girdabından kurtulmasına can simidi oluyor adeta. Yazın anlamında çok kaynak ve edebi eserin bulunduğu Kirmancki’de, gün geçtikçe hem okur hem de yayın sayısı da artış gösteriyor. Bu azme yeni katılan çalışmalardan biri de Ma Dergisi. İstanbul’da bir grup Kirmancki gönüllüsünün bir araya gelerek kendi imkanlarıyla çıkardıkları Ma, öykü, deneme, şiir, anı, gezi, masal, araştırma gibi birçok alana ilişkin konuyu içinde barındırıyor. Mikail Aslan’ın öncülüğüne çıkan ve içinde Zaza kültürü ve Kirmancki ile ilgili önemli isimlerin bulunduğu ‘Ma’ dergisi, bu bölünmüşlüğü dışlamadan ve sadece Dersim tarihi üzerine kurulmuş olan kültürel dili biraz kırıp genişleterek, herkesin kendi kültürel zenginliğini bulabileceği bir yayın yapıyor. Ma, Kırmancki kültürünü ve Kırmanckiyi kendi özgünlüğünde yansıtma amacı güdüyor. Derginin yayın kurulu üyesi Gule Mayera, derginin çıkış fikrinin Mikail Aslan, Devrim Tekinoğlu ve Doğan Munzuroğlu’nun buluşmasıyla ortaya çıktığını ve Kırmancki’de eksikliği hissedilen kültür sanat yayınlarındaki boşluğu doldurma amaçlarının olduğunu belirterek, “‘Ma’ Kırmancki’de ‘biz’ demek, derginin sloganı olarak da Türkçe anlamı derdimize derman anlamında ‘Derdê marê derman’ sloganını kullandık. Dergimizin beşinci sayısını çıkardık. Daha önce yapılan dergilerde genellikle Dersim tarihinin acıları işlenirdi ama biz bunun yanında kültür sanat ağırlıklı çalışmalara yer vermeyi düşüyoruz. Mesela önümüzdeki sayıda Hızır Orucu ve Gağan geleneğini işleyeceğiz. Bundan sonra kültür sanat ağırlıklı tematik çalışmalar yayınlayacağız. Her sayıda bir tarih yazısı ve fabl tarzı masala dayer veriyoruz” diyor. Yayın kurulunun bireysel çabalarıyla finanse ettiği derginin henüz 5. sayısının yayımlanmasına rağmen önemli bir ilgi ile karşılandığını ve yakında kendini finanse edebilecek duruma geleceğini aktaran Mayera, derginin dil ve uslup konusunda katı kuralları olmadığını belirtti. Mayera, “Büyük hassasiyetlerimiz yok çünkü zaten zor olan bir şey yapıyoruz ve bunun daha da zorlaşmasını istemiyoruz. Bizim için önemli olan insanların kendi dilinde kültürlerini yazıp okuması ve bunda kendinden bir şeyler bulabilmesi” dedi. Derginin dağıtımını da hali hazırda kendi imkanlarıyla yaptıklarını sözlerine ekleyen Mayera ayrıca başta İstanbul olmak üzere Dersim, Diyarbakır, Bingöl gibi şehirlerde de derginin bulunabileceğini ve yakında bunlar dışında birçok şehirde okuyucuların dergiye kolayca ulaşabileceğini söyledi. Kürdlerin silahsız mücadele tarihi İşgalini yaşadıkları ülkelerle olan münasebetleri genelde silahlı ve savaş zemininde bir seyir izlediği düşünülen Kürdlerin, silahsız, siyaset ve legal alan mücadeleleri pek üzerinde durulmamış bir durum olageldi. Yazar Celal Temel’in İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları’ndan çıkan ‘1984’ten Önceki 25 yılda Kürdlerin Silahsız Mücadelesi’ isimli kitabı tam da tartışılmayan bu alanı konu ediniyor. Güney Kürdistan’da Irak ile silahsız mücadele dönemiyle başlayan Temel, o dönem güney siyaseti ile Bağdat yönetimi arasındaki diplomatik, siyasi ve ekonomik münasebetlere çeşitli başlıklar altında geniş yer veriyor. Ardından Kuzey Kürdistan’da 49’lar Davası olarak bilinen vakadan, 27 Mayıs’a, TİP döneminden 60 yıllarda Kürd haklarının batının gündemine taşın- masına, TKDP deneyiminden doğu mitinglerine, İki Saitler olayından DDKO davasına, 90’lı yıllarda Kürd basınına ilişkin gelişmelere kadar geniş bir yelpazede bu kez bu yaka Kürdlerinin siyasal tarihini masaya yatırıyor. Kuzey Kürdlerinin 1958’e kadar olan aşamasını sessizlik süreci olarak niteleyen yazar, Musa Anter’in ‘Kımıl’ isimli şiirini ‘Uyanışın Tetikçisi’ olarak değerlendirip bu dönemi de “Uyanış Dönemi” olarak tanımlıyor. Her dönemin legal alan mücadelesini tüm kategorileri ve detaylarıyla aktaran Temel, “Bir ülke, bir millet ve bir dil sömürgeci uygulamalarla karşı karşıya ise ve yok sayılıyorsa o ülkenin ve o milletin tarihini öğrenmek çok zor olur. Çünkü ‘olmayanın’ tarihi olmaz. Bundan kötüsü, inanç, ideoloji, siyasi ve toplumsal kaygıların objektif tarihinin öğrenilmesinin önüne geçmesidir. Son dönemlerde, Kürdistan tarihi, neredeyse PKK’nin kuruluşu ve 1984’deki silahlı mücadele ile başlatılıyor. Ondan önceki tarih yok sayılıyor” ifadeleriyle, Kürd ulusal mücadelesinin yakın tarihine ışık tutuyor. Yazarın 1958 ile başlayan ve 1983’te sona eren bu döneme Yeniden Uyanış Dönemi demesinin sebeplerinden biri 1938 Dersim katliamı sonrasında Kürdistan’da başlayan sessizliğin bozulmasıdır. 1958’de Melle Mustafa Barzani’nin Moskova’dan Irak’a gelmesinden ve Kürdlerin Irak yönetiminde söz sahibi olmasından sonra Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin kendi güçlerinin farkına varıp haklarını talep etmeye başlaması yazarın özellikle eğildiği bölümlerden biri. Devlete karşı yasal zeminde verilen ulusal mücadeleyi irdeleyen kitap daha önce açığa çıkmamış birçok belgeye de yer verirken Kürd silahsız mücadelesi hakkında önemli baş ucu kaynağı niteliği kazanıyor. 15 Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na mektup FERHAT PİRBAL Ben Ferhad Pirbal, ‘’Dr. Ferhad’’ olarak tanınırım. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürd Dili ve Sanatı öğretmeniyim. 73 kitabın yazarıyım. Bunlardan 28’i Kürd dili, edebiyatı ve sanatı üzerine akademik araştırmaları içeren kitaplardır. 8 roman kitabım var ve bunlardan bazıları 7 farklı dile çevrilmiş. Kale kenti Hewlerliyim. Sorbon Üniversitesi’nde İrancılık üzerine iftihar doktoram var. Sayın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı; Bir rüya gördüm: Bir balina. Kadın bedenli ve ruhum kadar hafif. Kuyruğunu gölün beyaz sularından çıkardı ilkin, kırmızı-kırmızı idi, pençeleri yeşil, sarı gövdeli, kuyruğunu sallıyordu. Bu yaratığın büyük ayağı Dicle’de baş kaldırdı... Gördüm! Korkunç bir şey gördüm rüyamda, bunu size bildirmek istiyorum... Bu rüyayı size söylemezsem Türkiye yıkılır, viraneye döner! Bir rüya gördüm: Türkiye’nin yarısı kalır eğer siz resmi olarak Türkiye’de Türklerden sonra ikinci ulus olarak Kürdleri ve haklarını tanımazsanız. 3 ay sonra viran olur Türkiye, siz bunu yasal güvenceye kavuşturmazsanız... IŞİD orta yerden bir fırtına estirir Paris’teki gibi ancak Allah bilir nereye! Parça parça oluyordu Türkiye, eğer Kürdlerin otonomi hakkını parlamentoda onaylamazsanız! Kürdler okullarını, kendi dillerini, tarih ve kültürlerini okusun, kendi yaşamlarının her miliminde söz sahibi olsun, sokak sokak kendi kendilerini yönetsinler, dönüm dönüm, bizim deyimimizle dağ dağ, inek inek!.. Bazen güzellik Kürdler için olsun, hayrı Türkler’in. Bazen de güzellik Türkler için olsun hayrı Kürdler’in. 1650’lerde buralara gelen ünlü Fransız coğrafyacı ve gezgin Jean – Babtist Taverniee’nin dediği gibi ‘Kürdler temiz niyetli, vefalı ve temiz yüreklidirler.’ Ben sizin küçüğünüzüm sayın Türkiye Başbakanı. Siz Allah’a şükredin ki; Anadolu’nun ezilen ve sömürülen sınıflarına insanlık dışı bir şekilde zülmeden adaletsiz Türk devletine PKK karşı çıktı, çok vahşi bir yöntemlerle bile değil... Bunu siz kendiniz de biliyorsunuz! Bir filozof olarak bende, dünyanın bir takla atarak Kürdleri ve Türkleri bir milyon kilometre birbirinden uzaklaştırmasını çok isterdim. Ancak hepimiz de çok iyi biliyoruz ki böyle bir şey olmaz. Yani bizim birbirimizle iyi komşu olmaktan başka çaremiz yok. Hewlêr’in en eski yerlileri olan Türkmenler üzerine yemin ediyorum. Bence siz Türkiye’nin tüm liderleri ve sultanlarının tarihine bir bakın ve hepsinin tersine, Türkiye’nin şanlı barış tarihinde, Ortadoğu’da hiç birinin yapamadığını yapın. Kahraman, tarihte kendinden önce kimselerin yapamadığını yapan kIŞİDir. Siz Cezayir’deki General Charles de Gualle’yi hatılayın. Rusya’ya, Polonya’ya, Hind’e bakın. Kürdler o kadarını da istemiyor! Siz kendiniz de çok iyi biliyorsunuz, ama ben size bir şey söyleyeceğim: Bugün Ortadoğu’daki tüm kapıların kilidi Mesud Barzani’nin elinde, bu yüzden onun öncülüğünü ve görüşlerini yadsıyarak tek adım atmak mümkün değil. Büyük Kürdistan yani Kuzey, Güney, Rojava ve Doğu Kürdistan’dır kastım, onun komutası altında! Büyük Kürdistan’ın tümü, sizinle vefalı komşular oluruz. Daha doğrusu sizden bir parça. Bölgede Kürd-Türk konfederalı gibi bir şey. Arap burjuvazisi şaşkın ve aptallaşmış. İşte kendine ve İslama mezar kazıyor. İran İslam Cumhuriyeti sermayedarları da ölüm döşeğinde. Türkiye’nin ekonomisi Kürdler olmadan kalkınmaz. Türkler’in gücü Kürdler olmadan tamamlanmaz. Biliyorum, balinanın hikayesini tamamlamadım. Ancak Türkiye’nin barış programını uygulayabilmesi için önünde 3 aylık bir zaman kalmış. Birçok defa şaka yaparken şöyle derim; Türkiye barış için sadece Kürdistan Gazetesi’nin Başyazarı’nın 1898-1902’deki taleplerini karşılasın yeter. Bir gün sizinle karşılaşırsak eğer, Kürdlerin ilk gazetesi olan Kürdistan’ın bir nüshasını size sunarım. Çünkü siz Türkiye tarihinde Kürd ve Kürdistan adını resmen anan, Kürdistan Bayrağı önünde duran ilk liderisiniz! Allah uzun ömürler versin! 16 MÜZİK BasHaberSÖYLEŞİ 19 - 25 Ocak16 2015 Sait Gezici: Kürd düğünlerinin ‘Pop Star’ı H Mustafa Kılıç er yerde olduğu gibi Kürdistan ve Türkiye’de de, değişen ve gelişen yaşam döngüsü, kendisiyle birlikte hayatın her alanı için yenilikler getiriyor kuşkusuz. Söz konusu yeniliklerin bazıları bir noktadan sonra gelenek halini alabiliyor, yerleşik kültürel bir norm gibi geleceğe akmayı başarabiliyor. Düğün müzisyenliği de bu gelenekleşen yeniliklerden biri. Özellikle Kürdistan’da yakın geçmişe kadar orkestra ve düğün müzisyenliği, (dengbêjlik geleneğini saymazsak) pek söz konusu olan bir durum değildi. Politikleşen hayat, beraberinde düğünlerin de politikleşmesini getirdi. Meydanlarda kitleleri coşturan sanatçıların zamanla siyasi kişilerin düğünlerinde baş göstermeye başlaması, beraberinde bunun alt tabakalara da kaymaya başlaması ile artık Kürdistan’da düğün müzisyenliği diye bir sektör oluşmuş durumda. Aktüel ya da entelektüel cenahların ilgisini çekmese de bu sektör konusunda dikkat çekici bir izlek söz konusu, müzik, düğün ve gelenek arasında. Sektör haline gelmesi de kaçınılmaz rekabeti söz konusu kılıyor. Düğünler, katılan müzisyenin namı oranında ciddiye alınmaya başlarken, düğün sahipleri de düğününe getirmeyi başardığı müzisyenin namı oranında ‘caka satar’ noktaya gelebiliyor. Eh, bu yumuşak karın üzerinde ise bu sektörün starları doğuyor. Cafcaflı dünyanın starları TV programlarıyla belirlenirken, ‘baldırı çıplakların popstarları’ ise çamurlu sokak düğünlerinde boy göstererek belirleniyor. Tanınmış birçok Kürd müzisyeni de entelektüel zeminlerde gizleme gereği duyacak kadar küçümsediği bu düğün müzisyenliği pastasına dadanmış durumda. Televizyonların ‘aşiret düğününde … kilo altın takıldı’ nosyonlu haberleri sayesinde, düğün müzisyenleri yükünü almaya başlamışken, yüksek topuklu Kürd müzisyeninin de bu alana dalış yapması şaşırtıcı olmasa gerek. Düğün müzisyenliği dünyasının aranan ‘starı’ olmayı başarmak ise pek kolay olmasa gerek. Zira Kürd müziği denince akla dengbêjlik gelir ve zengin müzikal kalite, toplumun, yani alıcının çıtasını da yukarılara çekmiştir. Dolayısıyla düğünlerde aranan isim haline gelmenin kritik taktikleri olduğunu anlamak mümkün. Bu camianın deyim yerindeyse güncel ‘popstarlarından’ biri de Sait Gezici ya da Saide Mala Kinê. Namı diğer, ‘Koma Mala Kinê’ isimli grubun solisti. Burada durup soluklanılması gereken bir ayrıntı ise ‘Kinê’… Zira Sait Gezici, Kürd müziğinin ünlü dengbêjlerinden Miradê Kinê’nin oğlu. Miradê Kinê Kürdistan tarihinde düğün ve geleneksel festivallerde (zew) herkes tarafından bilinen ve hala dinlenen bir dengbêj. Süleymaniye’den Duhok’a, Qamişlo’dan Mahabad’a kadar tanınmış, sesi ve kemençesiyle Kürdistan tarihine sosyolojik hizmetlerde bulunmuş bir müzisyen. Müziğini, İstanbul gibi büyük bir metropolde Kürd düğünlerinde icra eden Said Gezici hemen hemen tüm Kürd düğünleri, festivalleri ve politik şölenlerinin aranan isimlerinden biri. Babasının tavrını ve mirasının taşıyıcısı olarak karşımıza çıkan Gezici, İstanbul’un Kürd semtlerinde herkes tarafından bilinen bir düğün müzisyeni. O da babası gibi Mardin’in Kerboran (Dargeçit) ilçesinde doğmuş ve Kürdistan’ın yedi gün yedi gece süren düğüninin aranan müzisyenleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ancak sonraları İstanbul’a gelip sanatını burada icra etmeye karar veriyor. “Babam kalp krizi sonucu öldü” Gezici, babasının ölümü hakkında belki de herkes tarafından yanlış bilinen bir gerçeği paylaşıyor ilkin. Babasının bazılarının söylediği gibi zehir verilerek bir cinayet sonucu öldürüldüğünü kabul etmiyor. Babasının kalp sorunları olduğunu, kalp krizi sonucu vefat ettiğini, kalp sorununun ailede genetik bir durum olduğunu söylüyor. Şer / ceng kayıtlarının Kürdistan’daki izleri Dikkatimizi o dönemdeki müzik kayıt- larına çeken Gezici şöyle diyor: “Babamın son dönemlerinde Kürdistan’da yeni yeni ses kayıtlarınıortaya çıkmaya başlamıştı. Ve bölge bölge gezerek edindiği tarihi rolleri olan birikimi bize aktarmayı başardı. Bazı kayıtları kesintisiz 120 dakika sürüyor. Ve bunları Kürdistan tarihinde sözlü divan olarak görebiliriz. Her biri ayrı bir bölgede olan çatışmaları ve gelişen özgürlük ayaklanmaları olan politik kayıtlardır. Bizim de ‘şer/ceng’ dediğimiz müzik kayıtları örneğin, Ose Zerî, Seyrê û Eliyê Memed, Seva Xacîya, Ome Klika, Tewar, İbo Beg, ve daha nice kayıtları sosyolojik olarak Kürdistan tarihinde önemli bir sözlü kaynaktır. Ki bu kayıtların çoğu pilli kasetçalarlarla kayıt yapılmış.” İstanbul’da genelde hafta sonları yapılan Kürd düğünlerine, festival ve şölenlere müziği ve grubuyla katılan Gezici gençlik yıllarından itibaren ciddi performans sergilemeye başlar. Babasını idol olarak gören Gezici, İstanbul’da Kürdlerin yaşadığı semtlerde düğünlerin aranan müzisyenlerinden. Ayrıca farklı müzik türlerinde kayıtları olan Gezici, şimdi bir albüm çalışması yapaıyor. “Dem û Dewrana Berê” ismiyle yakında raflardaki yerini alması beklenen albüm çalışmasında da babasının yürüdüğü yoldan örnekler olacağını ifade eden Gezici, artık deyim yerindeyse bir düğün müziği Pop Star’ı. Ailesinin izlerinin Hindistan’a kadar uzadığını dile getiren Gezici, “Kesin olmamakla beraber ailemizin Hindistan’dan gelen göçebe Dom aşiretine veya Pakistan’dan yine göçebe bir aşiret olan Qereçî toplumuna üye olduğu düşünülebilir. Fakat benim araştırmalarıma ve aile büyüklerimizden duyduğum kadarıyla ailemiz Şengal bölgesinden, o dönemde gelişen katliamdan kaçarak bir çeşit sürgün yaşamış ve yukarı Mezopotamya’ya yani şimdi ki Tor bölgesine yerleşmiş. İstanbul ve düğün müziği Düğün müzisyenliği hakkında da bilgi veren Gezici şöyle konuşuyor: “Biz grup olarak her an düğünlere gitmeye hazırlıklıyız. Boş zamanlarımızda provalar yaparak kendimizi geliştiriyoruz. Kürd düğünlerini güncel politik olaylardan bağımsız düşünemeyiz. Her düğün zamanla müzisyenin de etkili söylemleriyle bir şölene ve Kürdistan mücadelesine atıfta bulunan sloganlara dönüşüyor. İnsanlar bu sloganları ve etkileyici söylemleri duyarak halaya daha güçlü katılıyor. İstanbul’da Kürd düğünlerinde artık bir sürü enstrüman kullanıyoruz. Rıbab bunların piri tabi ki de. Özellikle düğünler daha hazırlık aşamasındayken insanlar bizimle iletişim kurup ‘düğünümü hangi tarihe alayım, siz hangi tarihte müsaitsiniz’ diyerek sıra alıyor. Neredeyse her hafta sonu insanlarımızın düğünlerini keyifli hale getirmeye çalışıyoruz. Bu bize ‘Koma Mala Kinê’ grubu olarak kendimizi insanlara ifade etmemize yardımcı oluyor.” Sadece İstanbul değil, Kürdistan ve Türkiye’nin birçok ilindeki Kürd düğünle- rine de teşrif eden Gezici, düğünlerde bu kültürü sürdürmenin de bir tür yurtseverlik olduğuna atıfta bulunuyor. Tanınmış sanatçıların bu piyasaya girmesinde ise bir beis görmeyen ancak, herkesin kendi rüştünü kendi mecrasında ispatlaması gerektiğini düşünüyor. Gezici, bu dünyanın birinci sırasında yer alanlardan biri olarak, kültürel norm haline gelen mesleğini bazen, özellikle düğünlerin en coşkun anlarında adeta bir ‘ulusal kurtuluşçu’ tavrıyla sürdürmeye devam ediyor. O artık bir ‘düğün Pop Star’ı..
Benzer belgeler
13.09.2014
bölge devletlerinin planıyla gerçekleştirildiğini söyleyen Elîko ile Rojava’daki durumu, olası Kürd Ulusal Kongresi’ni, Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürd partileri
arasındaki siyasi ilişkiler...