Yusuf Has Hacib (M.S. 1017
Transkript
Yusuf Has Hacib (M.S. 1017
A Y I N D O S Y A S I 21 Yusuf Has Hacip’in, ünlü eseri “Kutadgu Bilig” neredeyse bin yıldır insanlara yol göstermeyi sürdürüyor… Kutadgu Bilig, Avusturya Ulusal Kütüphanesi"nde T öğrenmiştir. Eldeki bilgilere ürk Dil Kurumu’nun sözlügöre; M.S. 1017 Karahanlı ğünde atasözünün tanımı Devleti’nin Balasagun şehrinde şöyle; “Uzun deneme ve dünyaya geldi. 1077 yılında gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt Kaşgar’da vefat etti. Türbesi bu verici nitelikte söz.” Anonim özelkenttedir. lik taşıyan, atalardan kaldığı “Kutadgu Bilig”, kutlanYrd. Doç. Dr. kabul edilen ve toplumun yüzyıldıran bilgi veya kutlu olma lar boyunca geçirdiği gözlem ve bilgisi demektir. Bilim çevreleSinan Gönen* denemelerden, ortak düşünce, rinde bu açıklama üzerinde tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden anlaşmakla birlikte, kut kelimesinin anlamı üzeoluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü, rinde bir türlü fikir birliğine varılamamıştır. kalıplaşmış söz. Bu tanımdan yola çıkarak Vámbéry, Radloff ve Thomsen bu sözün saadet “Kutadgu Bilig” için atasözü kitabı, yazarı Yusuf anlamında kullanıldığını ileri sürerken Barthold, Has Hacip için de “atasözlerinin atası” diyebiliriz. majeste (haşmetmeab) olarak değerlendirmiştir. 940 yıl önce tamamladığı bu ünlü eseri, günü- Arsal ve Kafesoğlu, kelimenin siyasi iktidar kavmüze gelinceye kadar insanlara yol göstermiş, ramını ifade ettiğini, talih, saadet, bahtiyarlık varlığını sürdürmeyi bilmiştir. Onun kitabında gibi karşılıkların ikinci planda kalan ve ancak okuduğumuz özlü sözler o kadar tanıdık ki, o sonraları ortaya çıkan tali anlamlar olduğu zamana dek atasözü olarak belleğimize kazın- kanaatindedirler. Karamanlıoğlu, kut kavramımış olanlar böylece netleşip özdeyiş kimliğine nın tamamen devlet sözünün bugün de ifade ettiği anlamlar karşılığı olduğunu kabul ediyor; bürünüyor. Balasagunlu Yusuf olarak da bilinen Yusuf yani, hem hükümranlık, hem saadet. Bu yorum, Has Hacip, Türk düşünce tarihinin ilk büyük doğruya en yakın olanı gibi görünmektedir. hümanisti sayılabilir. Aynı zamanda bir tarihçi, Oysa Yusuf, bilerek böyle bir “dil oyunu” toplumbilimci ve ahlakçıdır. Büyük bir bilgi yapmış olabilir. Belki de, bu dil oyunu sayesindehazinesi olan “Kutadgu Bilig”de bilgeliği, doğru- dir ki, “Kutadgu Bilig” felsefi yoruma daha luğu ve yararlı olmayı savunmuş, kaderciliğe ve uygun bir hale gelmiştir: Hükümdar olabilecek kötümserliğe karşı çıkmıştır. kişi, hükümdar olmakla, ancak kendini gerçekNe yazık ki, yaşamına ilişkin bilgi yoktur. leştirebilir. Bu amaca eriştiğinde tamamlanmış Milletimize özgü hasletlerden biri olan tevazu- olur ve aynı anda mutluluğa da kavuşur. Zira nun etkisiyle olsa gerek, yazılarında kendinden mutluluğun önündeki en büyük engel bahsetmemiştir. “Kutadgu Bilig”den anlaşıldığı- “eksiklik”tir. na göre iyi bir öğrenim görmüş, Farsça ve Arapça Bugüne kadar, eserle ilgili yapılan çalışma* Selçuk Üniversitesi Atasözlerinin Atası 22 A Y I N D O S Y A S I larda, üzerindeki Hint-İran, Çin, Yunan ve İslam etkileri vurgulanmıştır. Bunların hepsi mümkün olabilir. Türkler İslamiyet’i doğrudan doğruya Araplardan değil, İranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir’deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin’i iki bin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. İslam felsefesi ise, Yunan felsefesinin en büyük mirasçısı olmuş; özellikle Aristoteles felsefesi, bu topraklarda, başta Fârâbî ve İbn-i Sinâ olmak üzere temsil edilmiştir. Ancak bu durumların hiçbiri “Kutadgu Bilig”in özgün olmadığını göstermez. Çünkü “Kutadgu Bilig”in önemi, hikâyesinde ve şeklinde değil, içerdiği tartışmaların konusudur. Sosyal hayat, ahlak, bilgi ve özellikle devlet anlayışı hakkındaki fikirler, tamamen eski Türk geleneklerinin sonucudur. Kutadgu Bilig’de iyiliği telkin eden sözlerin dayanağı ise, bütün dinlerde ve ahlakçı felsefe sistemlerinde rastlanabilen evrensel ilkelerdir ve kimsenin malı değildir. Bu tartışmaların dışında, çok yeni olarak, eser üzerinde bir Sümer etkisinden söz ediliyorsa da, bunu temellendirmek oldukça güçtür; yine de hükmü zamana bırakmak gerekir. Kutadgu Bilig, geçmişe referansla geleceği kurma çabası; yüzyıllar boyunca imparatorluklar kurmuş, bozkır atlı kültürünün pratik zekâ ve zihniyetini “teorileştirme” denemesidir. JeanPaul Roux’ya göre, Türk kültürü bakımından tartışılmaz bir öneme sahip Kutadgu Bilig, bunun yanı sıra başka bir işlevi daha gerçekleştirmiştir. Bu da, kavmî ve dilbilimsel köklerine hâlâ bağlı kalmayı sürdüren bir dinin, gerçekten evrensel nitelikte bir dine dönüşmesine yardımcı olmaktır. K u t a d g u Bilig ve Türklük bilgisi: Türk dili ve edebiyatının olduğu kadar, Türk kültür tarihinin de en muazzam eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig, hâlâ el sürülmemiş bir abide hâlinde, karşımızda durmaktadır. Bugüne kadar, yalnız Kutadgu Bilig’in değil, ondan önce veya sonra yazılmış pek çok eserin, güvenle yararlanılacak bir şekilde işlenmemiş olmalarının sebepleri vardır. Bu sebeplerden biri, Türklerin ayrı devir ve farklı kültürel alanlarda vücuda getirmiş oldukları bu gibi eserlerin doğru okunup anlaşılmasını temin edecek esasların hâlâ yeterince hazırlanamamış olmasıdır. Türk dil bilgisi, kısa müddet içinde, büyük adımlar atmış olmakla beraber, diğer filolojilere nispetle, daha yeni bir ilim şubesidir. Bu sahada yapılmış; fakat dağınık bir hâlde bulunan araştırmaların neticelerini kontrolden geçirip kolayca müracaat edilebilecek el kitapları hazırlamak, henüz tam manasıyla gerçekleştirilememiştir. Kendi sahasındaki araştırmaları teşvik ve tanzim edecek bir teşkilata sahip olmayan bu ilim şubesinin gelişmesi, feragatle çalışan ve sayıları sınırlı olan âlimlerin şahsi gayret ve imkânlarına bağlı kalmıştır. Diğer mühim sebeplerden biri de, Türklük bilgisi sahasında; bir taraftan kendi kolları, diğer taraftan da Türklük bilgisiyle çok yakından temasta bulunması gereken ilim şubeleri arasında sıkı iş birliğinin sağlanamamış olmasıdır. Kutadgu Bilig’in Arap harfleriyle yazılmış olan nüshaları, tam olarak, ancak son yıllarda yayınlanabilmiştir. Bu eser üzerinde bugüne kadar yapılan araştırmalara esas teşkil eden nüshanın, son devir Uygur harfleriyle yazılmış Türkler İslamiyet’i doğrudan doğruya Araplardan değil, İranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir’deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin’i iki bin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. olması da, kendisinden geniş ölçüde istifadeye engel olmuştur. Eseri ilk okuma ve tercüme tecrübeleri, Türk dil bilgisinin daha başlangıcına ve çok eksik olan bir hazırlık devresine tesadüf etmiştir. Bu ilk tecrübelerin en mühimini teşkil eden Rus oryantalist Vasili Vasilyeviç Radloff’un neşrettiği çalışmada, muhitin alışmadığı bir alfabe ve transkripsiyon sistemi kullanılmıştır. A Y I N D O S Y A S I Türk dil bilgisi, kısa müddet içinde, büyük adımlar atmış olmakla beraber, diğer filolojilere nispetle, daha yeni bir ilim şubesidir. Bu sahada yapılmış; fakat dağınık bir hâlde bulunan araştırmaların neticelerini kontrolden geçirip kolayca müracaat edilebilecek el kitapları hazırlamak, henüz tam manasıyla gerçekleştirilememiştir. Bu durumun eserin yazılmış olduğu dilin fonetiğine aykırı olması, sadece konuya ilgili olanların değil, aynı zamanda bu sahada çalışanların da bu emeğin mahsulünden istifadesini güçleştirmiştir. Onun için bu araştırmalar da, tıpkı eserin nüshaları gibi, geniş okuyucu kitlelerine ulaşamamış, ilim çevrelerinde de önemine yakışan ilgiyle karşılanmamıştır. Böylece eser hakkında şimdiye kadar bildiklerimiz, asıl metnin incelenmesinden çok, şu veya bu münasebetle, parça-parça yapılan temas neticelerine dayanır. Bunun sonucunda, öne sürülen fikirler bazen birbirini tamamlasa da, çok defa yanlış ve birbirine zıt bir nitelik de göstermektedir. Kutadgu Bilig’in bir kenarda unutulup kalmasının sebeplerinden biri de, Türk-İslam muhitinin çok mühim bir merhalesini teşkil etmesine rağmen, bugüne kadar tamamen meçhul kalmış olmasıdır. Türk tarihinin hiçbir devri tam manasıyla işlenmiş, maddi ve manevi varlıkları, tarih çerçevesi içinde, ahenkli bir şekilde yerleştirilmiş değildir. Varılan neticelerin kendinden evvelki ve sonraki devirlerle bağlantısının kurulduğunu iddia etmek, bugün için, mümkün değildir. Bunların ne ana kaynakları taranmış ve kontrol edilmiş, ne de bu devrin kültür malzemesi herkesin istifade edebileceği bir hâle getirilmiştir. Bu vaziyette ele geçen herhangi bir eseri ve onunla bağlantılı olan meseleleri, muhit ve tarih çerçevesi içinde tetkik etmek çok güçtür. B a r t h o l d , Karahanlılar devletinin tarihine ait pek eser yazılmamış olduğu fikrindedir; buna delil olarak bilhassa Şark tarihçilerinin bu sahaya ait bütün malumatı İran’da yazılmış eserlerden almış olmalarını göstermektedir. Kutadgu Bilig’in şairi Y u s u f ’ u n büyük Türk hükümdarı Tonga Alp Er (Efrâsyâb) hakkındaki malumatı İran kaynaklarından öğrendiğini kaydetmesi buna eklenebilir. Yusuf’un Kutadgu Bilig’de fikirlerine müracaat ettiği şahıslar ile isimlerini zikretmediği devlet adamlarının sözleri, halk arasında dolaşacak şifahi nakillere benzemediği gibi, Mahmud Kâşgari’nin eserinde gördüğümüz edebî parçaların da hepsi, halk ede- biyatı mahsulü olmasa gerektir. Mahmud’un “Türk şairinin adı” diye tarif ettiği Çuçu, belki fazla izaha lüzum göstermeyen bilinen bir şahsiyetti. Türk milletinin ayrı ayrı devirlerini bildiren en mühim eserler, birer tesadüf eseri olarak keşfedilmiştir. Orhun abideleri ve hâlâ pek az kısmını görebildiğimiz muazzam Uygur edebiyatı bu şekilde öğrenilmiştir. Türk siyaset, edebiyat ve kültür tarihinin aydınlanması için, böyle tesadüfleri beklemek doğru değildir. Eski Türk kültür merkezlerinde, bir plan dâhilinde, kazılara devam etmek zorunlu bir vazifedir. Aynı şekilde, dünya kütüphanelerinin tozlu rafları arasında, aynı tarzda yapılacak planlı araştırmalardan da çok verimli neticeler alınacaktır. Y u s u f ile M a h m u d , aynı devir ve aynı muhitin yetiştirdiği Türk münevverlerinin temsilcileridirler. Eserlerini birbirlerinden uzakta yazmış, birbirlerini tanımamış ve bilmemiş olmalarına rağmen, ikisi de aynı malzeme üzerinde çalışmışlar ve birbirlerini tamamlamışlardır. Mahmud, bilhassa dil sahasında, devri için özgün, çağının ilerisinde bir filolog zihniyetiyle çalışmış, nispeten yeni olan mukayeseli dil tetkiki tarihinde mühim bir yer almağa hak kazanmıştır. M a h m u d ’ u n ilgisi, yalnızca d i l alanıyla sınırlı değildir. O Türk milleti ve Türk memleketleri hakkında tarihî malumatı ihmal etmediği gibi, kendi devri için de değerli gözlemlere sahiptir. Türk dünyasının mühim bir kısmını dolaşmış, Türk halkının yaşayışını görmüş, bizzat göremediği Türk kavim ve ülkeleri hakkında bilgi toplamıştır. Geniş sahaya yayılmış olan bu kavimlerin oturdukları yerleri bir harita üzerinde tespit ve ayrı Türk boylarının birbirleriyle olan münasebetlerini tetkik etmiştir. Eserine, herhangi bir sözü belgelemek için koyduğu edebî parçalar yalnız bu maksatla toplanmış şeyler olmayıp icabında müracaat ettiği ve el altında bulundurduğu eserlerden alınmış olsa gerektir. Belki Mahmud bu eserlerden başka bir şekilde de yararlanmış olabilir. Muhakkak ki, Mahmud’un yazmış olduğunu söylediği, fakat bugüne kadar meçhul kalmış olan gramer kita- 23 24 A Y I N D O S Y A S I bından başka bilinmeyen eserleri de vardır. Mahmud’un bize kadar gelmiş olan eserinden, onun daha çok Türk millî bünyesinin dış kısmıyla ilgili olduğu görülüyor. Yusuf ise, bu millî bünyenin iç kısmı üzerinde durmaktadır. O da milletinin tarihine ve Türk fikir mahsullerine yakından vakıftır ve sırası geldikçe bunlardan bol bol istifade eder. Türklerin içtimai teşkilatını yakından bilir. Gençliğinden beri devlet teşkilatı içinde mühim vazifeler görmüş ve belki de ölünceye kadar aynı teşkilat içinde çalışmaya devam etmiştir. Yusuf’un eseri ilk bakışta doğrudan doğruya devlet teşkilatıyla ilgili görünse de, şair eserinde, tecrübenin verdiği bir olgunlukla, cemiyeti teşkil eden fertler ile bunların cemiyet içindeki mevki ve vazifelerini tayin etmeğe daha çok yer vermiştir. alakadar eden ilim şubeleri ile edebiyatlarını takip ettiği kolaylıkla anlaşılabilir. Kitapta bu muhitin eski Türk malzemesini teşkil eden burkancılık (Uygurların Budizme verdikleri ad; Burkan, Buda demektir) kültür ve felsefesine de aşina olduğunu belirten emareler vardır. Makam sahiplerinde ve bilhassa devlet başkanlarında bulunması gereken vasıflarda, Y u s u f ile İslam âleminin ilk ve büyük filozofu F a r a b i (ölümü, 950) arasında, çok sıkı bir yakınlık vardır (krş. Sadri Maksudi Arsal, Hukuk Felsefesi Tarihi, İstanbul, 1946, s. 130 vd.). Şairin soydaş ve vatandaşı olan Farabi’nin eserlerini mütalaa etmiş ve onun fikirlerini belki herkesten daha iyi anlamış olduğunu kabul etmek mümkündür. X. ve XI. asırların başlıca mümessillerinden olan bu iki mütefekkirin eserlerini mukayeseli bir tetkike tabi tutmak, bu yakınlığın nerelere kadar gittiğini göstereceği gibi, Türk fikir hayatının gelişmesini izaha yarayacak mühim sonuçlar da verebilecektir. Burada Kutadgu Bilig’in yazıldığı devir ve muhitin içtimai bünyesi, gerek ayrı fertler, gerekse ayrı sınıf ve zümrelerin bilgi ve fikir seviyeleriyle anlatılacaktır. Eserin tahlili sırasınEserinde Bir Defa Adı Geçiyor da bu sahalarda Türklerin geliştirdiği özellikler ile komşu millet ve kültür daireleriyle olan Yusuf kendi adını, eserinde yalnız bir defa münasebetlerinin etkileri üzerinde de zikretmektedir (bk. beyit 6627). ayrıca durulacaktır. Yusuf bu meseOnun hâl tercümesi hakkında Eserde kullanılan lelere, bazen bunlara tahsis etmiş bildiklerimiz, Kutadgu Bilig’i bazı terimler, olduğu ayrı bâblarda, bazen de dolayokuyuculara takdim etmek Arapça ve Farsça lı olarak temas etmektedir. maksadıyla, sonradan eklenmiş eserlerden de olan manzum ve mensur mukadEserin esasını teşkil eden olgun dimelerde verilen bilgilerden ibaistifade edildiğini insan kavram ve tarifi yanında, daha rettir. Bunlardan anlaşıldığına göstermektedir. birçok faziletler vardır. Bunlar aragöre, şair Balasagun = Kuzsında her türlü bilgiyi edinmek, okuEser incelendiği Ordu’da (A ve C nüshalarını kopmak, yazmak, güzel yazmak, bütün zaman Yusuf’un yalayanlar bu ismi artık bilmialfabeleri ve bütün dilleri bilmek, şiir Arapça ve Farsça yorlar) doğmuştur. Asil bir aileyazmak, söz sanatları, hesap ve geoye mensup olup ilmi, faziletleri, bildiği, İslam metri öğrenmek, astronomi ilmine dinin kurallarına hakkıyla dünyasını vâkıf olmak, tıp bilmek, rüya tabir uymasıyla cemiyetin içinde en etmek vb. gibi, devrin ilim şubelerini alakadar eden yüksek hürmet mertebesine erişteşkil eden mevzuları vardır. Bunların ilim şubeleri ile miş bir zattır. Eserini yanı sıra, Türklere has avcılık, ok edebiyatlarını Balasagun’da yaz mağa başlamış, atmak, kuşçuluk ve satranç oyunları sonra Kâşgar’a giderek, orada takip ettiği gibi maharetlere ait bahisler de vartamamlamış ve Tavgaç Kara kolaylıkla dır. Yusuf bunları bazen ayrı bir bilgi Buğra hanlar hanının huzurunşubesi gibi vasıf landırıyor, bazen de anlaşılabilir. bunların sosyal hayata uygulanması üzerinde duruyor. Yusuf, münevver ve mütefekkir bir şahsiyet sıfatıyla, kendi devir ve muhitinde elde edilebilecek bütün bilgi ve fikirleri edinmeğe çalışmış, bunların bir kısmını bizzat elde etmiştir. Eserde kullanılan bazı terimler, Arapça ve Farsça eserlerden de istifade edildiğini göstermektedir. Eser incelendiği zaman Yusuf’un Arapça ve Farsça bildiği, İslam dünyasını A Y I N da okumuştur. Hükümdar, şairin kalem kudretini takdir ederek ona iltifat etmiş ve yanına alarak ona “has hacip” unvanını vermiştir. Bundan dolayı adı Yusuf Has Hacip veya Yusuf Uluğ Has Hacip diye anılmaya başlamıştır. Eserin içinde, şairin temas ettiği mevzulardan hayatının bazı noktalarını, bir dereceye kadar, tespit veya tahmin etmek mümkünse de, tam bir hâl tercümesini vücuda getirmeye imkân yoktur. Üzerinde 18 ay uğraştığı eserini 462’de (1069/1070) tamamladığına ve yazmaya başladığında 50 yaşlarında olduğuna bakılırsa, Y u s u f 410 (1019) yılı, civarında doğmuş olmalıdır. Ölümü hakkında malumat yoktur. Eserin ilave kısmında, kendisinden bahsederken, ihtiyarladığını hayatını insanlara hizmetle geçirerek, Tanrıya ibadette geç kaldığını söylemesinden, oldukça uzun yaşamış olduğu düşünülebilir. D O S Y A S I Eserin metni tamamen anlaşılmadan ve eserde geçen konular üzerinde mümkün olan bütün tahliller yapılmadan, ayrı ayrı parçalardan herhangi bir netice çıkarmaya kalkışmak, insanı yanlış yollara sevk edebilir. Eserin metni tamamen anlaşılmadan ve eserde geçen konular üzerinde mümkün olan bütün tahliller yapılmadan, ayrı ayrı parçalardan herhangi bir netice çıkarmaya kalkışmak, insanı yanlış yollara sevk edebilir. Nitekim bugüne kadar yapılan bazı tecrübelerde de bunu görmekteyiz. Bu ihtiyat kapısını açık bırakmak şartıyla, Kutadgu Bilig’de kut (saadet, ikbal, devlet), Ay-Toldı; ukuş (akıl), Ögdülmiş’in şahıslarında temsil edilmişse de aslında bu tanımlamalarda şairin kendisini tasvir etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu ikisi hakkında eserden öğrendiklerimiz, Y u s u f ’un şahsı hakkında bildiklerimize uymaktadır. Her türlü faziletlere sahip fakat kendi muhitinde bu faziletlerinden istifade edilemediği için vaktini boşa harcayan Ay-Toldı, bir gün hükümdar Kün-Toğdı’nın iyiliklerini, meziyetlerini ve kendi etrafına faziletli adamları topladığını öğrenir. Onun hizmetine girmek, kendisine faydalı olmak amacıyla uzun ve eziyetli bir yolculuğa katlanarak, hükümdarın bulunduğu şehre gider. Servetine işaret eden yanında götürdüğü altın, onun sadece hükümdarın hizmetine girmek ona emeliyle harekete geçtiğini gösteriyor. Eserde bu seyahat ve yabancı şehirdeki ilk günler, şair tarafından, çok doğal bir şekilde ve hissedilerek yazılmıştır. Bu kısımda Ay-Toldı’nın seyahati ve hakkındaki tasvir ile bu seyahate 25 neden olan fikrin, şairin doğrudan doğruya kendi hayatı ve tecrübesinden çıkarılmış olması mümkündür. Şairin bu hükümdarı daha Taraz hâkimiyken yakından tanıdığı ve tahta çıkınca da yanına gittiği düşünülebilir. Kitapta Ay-Toldı’nın bundan sonraki hususi hayatı hakkında bilgi yoktur. Yalnız ihtiyarlayarak, ölüm yatağına düşünce, daha genç yaşında olduğu anlaşılan oğlu Ögdülmiş meydana çıkar. Gerçi “oğul” tabiri, eserin bazı yerlerinde, genellikle küçüklere hitap için kullanılmaktaysa da, bu kelimeyi, 186. ve 190. beyitlerde Yusuf’un kendi oğlu manasında anlamak da mümkündür. Şairin dağınık veya toplu hâlde kendi hâletiruhiyesini anlatan parçalar ile Ögdülmiş’in hayatının son zamanları karşılaştırılırsa, Ögdülmiş’in tasvirinde yine Y u s u f ’ u n kendisini bulmak mümkündür. Bilhassa hayatının sonlarına doğru Ögdülmiş’in, kendisini sıkı bir nefs muhasebesinden geçirerek, dünya işlerini bırakmak ve ibadetle meşgul olmak arzusu, şairin eserinin sonunda kendisi hakkında söylediği sözlere tamamen uymaktadır. Şairin Tasavvur Ettiği İdeal Hayat Bununla beraber Kutadgu Bilig’in bir otobiyografi olduğu düşüncesine kapılmamak gerekir. Eserde tasvir edilen hayat ile idealize edilmiş olan şahısların, şairin kendi devrinden önceki bir zamana ait olduğu açıkça bellidir. Y u s u f, ideal fertlerden teşekkül eden cemiyet ve devleti gözler önüne serdikten sonra, kendi devrinden acı acı şikâyet eder; eserinde büyük bir meziyet olarak gösterdiği hareket ve düşüncelerin artık kalmadığını söyler: “onlar o zaman adam idi iseler, bugünkü halk nedir; eğer biz adam isek, onlara şüphesiz melek demeli” (bk. beyit 6427-6528). Eserin kaleme alınmasında asıl maksadın insanları şairin tasavvur ettiği ideal bir hayata kavuşturmak olduğu açıktır. Yusuf, inanmış bir Müslümandır. O Allah’ın varlığına ve birliğine, gönülden inanır. Allah insanı seçerek yaratmış ve ona en büyük faziletleri vermiştir. Hayır ve şer Allahtan’dır ancak, insan ne ekerse, onu biçer. İbadet lazımdır, fakat bu tek başına bir gaye değildir; insanın iyiliği, 26 A Y I N D O S Y A S I onun toplum içinde faydalı olup olmamasıyla ölçülür (bu mevzuda, Ögdülmiş ile Odgurmış arasında geçen konuşma dikkate değerdir). Ölüm mefhumu, insanları iyi yola sevk etmek için, en mühim etkenlerden biridir. İyi ve kötü şahıslar için, sevap ve günah olarak, cennet ve cehennemden ziyade, insanların onlar hakkında, bu dünyada verdikleri hüküm önemlidir. İyi ad bırakarak ölmek ve öldükten sonra, iyi olarak anılmaya devam etmek, insan için en yüksek gaye ve asıl mükâfattır. Yukarıda da işaret edildiği gibi, Y u s u f , devrinin en geniş manada, bir âlim ve düşünürüdür. Onun askerî zümreyle alakası olmadığı, bu zümreye temas ettiği vakit kullandığı ifade tarzından bellidir. Y u s u f , gerek şair ve gerek mütefekkir sıfatıyla, kendi öneminin farkındadır ve bundan iftiharla söz etmekten geri kalmaz. Yusuf, Kutadgu Bilig’in ithafiyesinde (bk. beyit 112 — 115) eserinin ebediyeti hakkında emin olduğunu söyler; aradan geçen dokuz asır onu haklı çıkarmıştır. Bu bile, şahsiyetinin kuvvetini göstermek için yeterli bir delildir. O tarihe karışarak unutulup gidecek bir hükümdara eserini ithaf ederek yeniden bir hayat bağışlamakla kalmamış, Türk tarihinin önemli bir devresi için, kendisinin severek kullandığı tabirle “sönmeyen bir meşale” yakmıştır. İsminden de anlaşıldığı gibi (kut-ad-gu bili-g), insana her iki dünyada, tam anlamıyla, kutlu olmak için gerekli olan yolu göstermek maksadıyla, kaleme alınmış bir eserdir. Birbiriyle çok sıkı bağlı olan fert, toplum ve devlet hayatının ideal bir şekilde tanzimi için lazım olan zihniyet, bilgi ve faziletlerin ne olduğu, ne şekilde elde edileceği ve nasıl kullanılacağı üzerinde duran şair-düşünür, kendi devrinde gündelik hayatın üstünde yükselenlerin düşüncelerine de tercüman olmuştur. O, iyi olmaları için, makam sahiplerine tatsız mecazlarla ahlak dersi veren kuru bir nasihatçı değildir. Y u s u f bu eseriyle, hayatın manasını tahlil ve insanın cemiyet; dolayısıyla devlet içindeki vazifesini tayin eden bir hayat felsefesi sistemi kurmuştur. Yusuf’un Kutadgu Bilig’i ne sebeple kaleme aldığı açık olarak bilinmemekle beraber, eserde bunun dışarıdan gelen bir emir veya arzu üzerine yazılmış olduğunu gösteren bir işarete de tesadüf edilmez. O devirde Orta Asya’da hanedan mensuplarının birbirine karşı mücadelelerinin kuvvetlenmiş olması ve bu iç kargaşa arasında, gerek fertlerin durumunun, gerekse cemiyet ve devlet esaslarının sarsıldığı göz önünde tutulursa, cemiyetin temelini teşkil eden ahlak prensiplerini yeniden düzenlemenin bir zaruret hâline gelmiş olduğu düşünülebilir. Y u s u f eserinin ayrı bir bâbında; şairlerin yüksek makam sahiplerini överek veya kınayarak onlardan çeşitli çıkarlar sağladığını belirtir. Ancak, o bu şairler zümresinden değildir; eserini göze girmek, iltifat görmek ve ihsan koparmak maksadıyla, şahsi menfaat sağlamak için yazmamıştır. Yoksa eseri, bir methiye mecmuasından ibaret olurdu. Hâlbuki burada fert ve makam sahiplerinden, yerine getirilmesi her devirde güç olan fazilet ve fedakârlıklar istenilmekte; geçmişte var olduğu söylenen ideal bir cemiyetin tasviri yoluyla, şair kendi devrini tenkit etmiştir. Şahsî ihtiraslar ve geçici menfaatlerin arkasından koşuşan insanlar arasında, bu fikirlerin müdafaası kolay olmamıştır. Şair, bu eseri sayesinde, “has hacip” veya “uluğ hacip” mevkisini elde etmiştir. Fakat çevresindekilerin “diken”leri Y u s u f ’ u vakit vakit acı şikâyetlere sevk etmiştir. Günümüzde dahi böyle bir tezle ortaya çıkacak bir düşünürün karşılaşacağı zihniyet göz önüne getirilirse, eserin içten gelen bir duygu ve bulunduğu cemiyete karşı derin bir mesuliyetle kaleme alınmış olduğu düşüncesi kuvvetlenir ve şair bir mücahit mertebesine yükselir. Diğer Eserinde Aruz Kalıbını Kullandı Türk yazı dili malzemesine hâkim ve inceliklerine vâkıf olan; bu sahada Uygurların geleneklerini devam ve inkişaf ettiren diğer eserinde, İran sanatkârlarını örnek tutarak, aruz kalıbını kullanmıştır. Bunun kendisi için büyük bir meziyet veya kusur olduğu hakkında herhangi bir mütalaada bulunmadan önce, çağdaşlarının eserlerinin meydana çıkmasını beklemek daha doğru olur. Eser, şairin seçtiği, yarı hikâye-yarı temsil tarzındadır. Arada hareketi hazırlayıcı ve açıklayıcı monologlar ve canlı tabiat tasvirleriyle süslenmiş sahneler, mükemmel bir üslûp ve mimari içine yerleştirilmiştir. Yusuf’un, her şeyden önce, bir şair olduğunu unutmamak lazımdır. Kutadgu Bilig ne olayları nakleden bir tarih, ne şehirleri tasvir eden bir coğrafya, ne din âlimlerinin içtihatlarını toplayan bir telif, ne hâkimlerin fikirlerini savunan bir felsefe ve ne A Y I N D O S Y A S I de şeyhlerin vecizelerine dayanan bir nasihat kitabıdır. Burada açıkça tarif edilen hiçbir isim yoktur. Bir edebî eserden böyle bir teferruatı beklemek ve esere, ayrı sahaların karanlık noktalarını aydınlatıp aydınlatmadığı bakımından paha biçmeye çalışmak dar görüşlülük olurdu. Yusuf, gündelik hayat kaygılarının üstüne çıkmış ve kendi muhitinin seviyesinden çok yükselmiş olmakla beraber, insan olarak, o muhitin bir semeresidir. Düşünce ve tasvirlerini, içinde bulunduğu muhitin anlayabileceği şekil ve usullerle terennüm etmek mecburiyetindedir. Şair eserinde, devrinin üslup ve tarzına uyarak, kendi fikirlerini takviye için, çok kişinin fikir ürünlerine müracaat etmiş görünmektedir. Eğer müracaat edilen bu şahıs ve eserler, bugün bizim için bir şey ifade etmiyorsa, burada suç, öncelikle o günkü Türk muhiti ile bugünkü arasındaki seviye farkında aranmalıdır. Aynı önemde suçu olanlar, o devir hakkında bilgiye sahip olmadıkları gibi, bu yolda hiçbir esaslı teşebbüste bulunmayan bilim insanlarımızdır. Eserde çeşitli konulara ait fikirleri nakledilen ve cemiyetin muhtelif zümrelerine mensup şahısların isimleri geçmektedir. Bunların ya şairin devrinde yaşayıp eserleriyle tanınan ya da bu gibi vesilelerle böyle eserlerde adları geçen kimseler olduğuna şüphe yoktur. Mesela, bunlar arasında böke yavgusı (5043, 5523), ıla atlığı (841,1629, 2319), ıla begi (1779), ıla erkini (4752), il kend begi (216, 3460), Uluğ kend begi (5354), öge buyrukı (2941), Ötüken begi (1962, 2682), Türk buyrukı (1163), Türk hanı (3817), uç ordu begi (1594), uç ordu hanı (2966, 3815) ve yagma begi (1758) gibi, nispeten belirtilmiş olan şahsiyetler ve budun başçısı, ajun tutguçı, ajun ilçisi, ajunçı beg, ilçi beg, ilçi bügü, bügü beg, bügü bilge beg, bügü ilçi beg, törü bilmiş er, törü birgüçi vb. gibi, imalarla zikri geçen devlet adamları yanında, âlim, hâkim, şair, muallim, kumandan, kahraman, dindar, tecrübeli ihtiyar, ruhaniler zümresine mensup zatlar ve başka birçok kimselerin fikirleri söylenmekte ve Arapça eserler (tazi tili) ile İran uleması (tejik bilgesi) zikredilmektedir. Hükümdar, akıbeti temsil eden Odgurmış ile görüştükten sonra Ögdülmiş’e, dünyadaki hayatın ne olduğunu anlayarak, üzerindeki ağır yükü taşımakta devam etmek istemediğini söyler. Bunun üzerine, bu zat, hükümdarın yapacağı işleri hatırlatır ve ona iyi ad kazanması için yeni bir faaliyet saha- Uygur alfabesininse, Orta Asya, Altın-Ordu ve İran sahalarındaki Türk devletlerinde XVII. asra kadar ve bazı hâllerde F a t i h S u l t a n Mehmed devrinde İstanbul’da bile kullanıldığı görülüyor. sı gösterir. Müslümanların birbirleriyle kardeş olduklarını, onlara karışmamak lazım geldiğini, fakat kâfirlere karşı harekete geçmesini, ev-barklarını yakmasını, mallarının hazineye alınmasını, “putları”nı kırarak, yerine mescit yapmasını ve onlar arasında İslamiyeti yaymasını tavsiye eder. Şair bu eseriyle, Kâşgarlı yöneticilere, garb-i Türkistan devletlerinin işlerine karışacak durumda olmadıklarından, şarka doğru, Burkancı (Budist) Uygurlar ve onların komşularına karşı harekete geçmelerini tavsiye eder. Ona göre bu, aynı zamanda dinî bir vazifedir. Kutadgu Bilig’de askerî kuvvet hakkında yürütülen fikirlerden, bu devletin, pek büyük teşebbüslere girişecek durumda olmadığı sonucuna varılabilir. Kutadgu Bilig'in Asıl Nüshaları Kutadgu Bilig’in bundan sonraki tarihi de mühimdir. Eser, yazıldıktan bir müddet sonra unutulmuş veya çok dar bir muhitin istifadesine münhasır kalmıştır. Kutadgu Bilig iki defa, eserin kıymetini takdir eden zümrelerce tarihin karanlık perdesinin arkasından aydınlığa çıkarılmıştır. Her ikisinde de esere eklenmiş olan mukaddimeler, bunları yazanların fikir seviyelerini gösterdiği gibi, bu muhitlerin eser hakkındaki görüşlerini de ihtiva etmektedir. Bu sonradan yazılmış olan satırlarda, Türk tarihi ve bilhassa kültür tarihi için, istifade edebileceğimiz bazı noktalar da vardır. Y u s u f kendi eserini kısa, fakat veciz bir şekilde takdim etmiştir (bk. beyit 350-352): “Kitab atı urdum Kutadgu Bilig Kutadsu okıglıka tutsu elig 27 28 A Y I N D O S Y A S I Sözüm sözledim men bitidim bitig Sunup iki ajunnı tutgu elig Kişi iki ajunnı tutsa kutun Kutadmış bolur bu sözüm çın bütün” (Kitap, adını Kutadgu Bilig koydum / Okuyana kutlu olsun ve yol göstersin / Sözümü söyledim ve eserimi yazdım / Elini uzatan iki dünyayı kut ile tutarsa / o kutlu olmuş olur; bu sözüm doğrudur, inan) darların halka, halkın hükümdarlara karşı haklarını; halkın itaatl i olması için, hükümdarların tebaasına nasıl muamele edeceği, kimlere yakın, kimlere uzak duracağı, idarede nasıl bir siyaset ve feraset kullanacağı anlatılır. Kitapta askerin tanzimi ve harp etmek usulleri ile düşmanın mağlûp edilmesi için çareler gösterilir. Çin ve Maçin hâkimleri ve Şark ilindeki bütün Türk ve Çin, bu kitabın faydalı bir eser olduğunda müttefiktirler. Şark meliki ve Maçin beylerinin hepsi bu kitabı benimsemişlerdir. Miras yoluyla kendilerine kalan bu eseri başkalarına vermemişlerdir. Ayrı memleket, şehir ve saraylarda bu illerin hâkimleri, kendi âdet ve usullerine göre, kitaba ayrı ayrı ad vermişler; Çinliler, Edebü ‘l-müluk; Maçinliler Enisü’l-memalik; Şark ilinin büyükleri Ziynetü ‘l-ümera; İranlılar Şahname ve Turanlılar Kutadgu Bilig demişlerdir. Bunlardan anlaşıldığına göre, mukaddimeyi yazanın muhitinde Kutadgu Bilig bir nevi siyâsetname olarak telakki edilmektedir. etmektedir. Türklerin muhtelif zümrelerince esere verilmiş olduğu söylenilen diğer isimler de, bunun bu şekilde anlaşıldığını göstermektedir. Eserin asıl önemli olan insanî ve beşerî kıymeti, bu suretle ikinci plana atılarak, kitapta çok tali bir yer işgal eden askerlik işleri gibi meseleler ön plana alınmıştır. Arapça ve Farsçada pek çok kitap olduğu halde, Şark ilinde, bütün Türk ve Çin’de bunun gibi bir kitabın, bundan evvel ve sonra, yazılmamış olması kaydından da, bu mukaddimeyi yazanın irfanca pek parlak bir seviyede olmadığı anlaşılıyor. Eserin üzerine bina edilmiş olduğu 4 temelin (burada: “nik şerif”) üçüncüsü olan “ukuş”, mukaddimede “hired”, dördüncüsü olan “akıbet” ise “kanaat” şeklinde geçmekte olup bu keyfiyet son zamanlarda Kutadgu Bilig’in üzerinde uğraşanları yanlış yola sevk etmiştir. Eserin en mühim motiflerinden birini teşkil eden “akıbet”in burada “kanaat” (bazen “kanaat” ve “afiyet”) şekline girmesinin sebebi, bir yanlış okuma neticesi olabilir; her hâlde mukaddimeyi yazanın buna yeni bir mana vermek istemiş olmasını tasavvur etmek mümkün değildir. Eserin esasını teşkil eden dört şey (neng) ile bunları canlandıran sembolik şahsiyetler şunlardır: (bk. beyit 355-357); 1. Kün-Toğdı — köni törü (doğru kanun), 2. Ay-Toldı — kut (saadet, ikbal, devlet), 3. Ögdülmiş — ukuş (a k ı l) ve 4. Odgurmış — akıbet (hayatın sonu). Kitaba ilk ilave edilen manzum mukaddimede, bir taraftan eserin kendisi ve müellifi hakkında bilgi verilmekte, diğer taraftan mukaddimeyi yazanın fikirlerine göre, eserin en önemli kısımları tebarüz ettirilmektedir. Bu 77 beyitlik mukaddimeyi yazan şair, gerek kendisi, gerek çevresi ve devri hakkında açık bir fikir edinmemize yarayacak hiçbir ipucu vermemiştir. Kutadgu Bilig’in üslubunu benimsemiş olan bu şairin, eserin esas fikrini iyi kavramamış olmasına rağmen, terkip kudretine sahip bir sanatkâr olduğu görülüyor. Türk muhitinde daha sonraları umumî olan bazı yorum ve terimler dışında, manzum mukaddime nin dili Kutadgu Bilig’inkine çok yakındır. Bu önsözden artık bu muhitte birçok Türkün Kutadgu Bilig’in manasını doğrudan doğruya anlayamadıkları ve izaha lüzum görüldüğü anlaşılıyor. Eserin “Buğra Han vakti içinde”, “han dilince”, söylendiği ve „Kâşgar ilinde” tamamlandığı kaydıyla ile Arapça ve Farsçaya mukabil, “bizim d ilimiz” ve kendi şiiri için Türkçe” tabirlerini kullanmasından, mukaddimeyi yazan şa i r i n, Kâşgar dışında ve daha sonraki bir devre mensup olduğu anlamı çıkıyor. Mukaddimeyi yazanın, Balasagun yerine, Kuz-Ordu ismini kullanmış olmasının da, devrini tayinde bir yardımı olacağı görülmektedir. Bu mukaddimeye göre, eser çok kıymetli bilgileri ve hâkimlerin sözleriyle teyit edilmiş fikirleri kapsaBunlardan yan, çok faydalı ve “aziz” bir kitapanlaşıldığına göre, tır. Bu kitap herkesin işine yaradığı mukaddimeyi gibi, bilhassa hükümdarlara (burada ilig veya beg yerine melik tabiri kulyazanın muhitinde lanılmaktadır) memleket idaresi için Kutadgu Bilig bir gereklidir. Bir devletin ayakta durnevi siyâsetname ması veya yıkılmasının sebeplerini olarak telakki izah eder ve onu korumanın şartlarını anlatır. Memleketi idare etmek edilmektedir. için lazım olan vasıfları, hüküm- Üçüncü Defa Sahnede Kutadgu Bilig’in üçüncü defa meydana çıkarılması, daha sonraki bir devreye aittir. Bu defa esere manzum mukaddimenin eksik ve kötü bir özeti olan mensur bir önsöz eklenmiş; fakat bunun ne zaman ve nerede yazıldığı hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Dil ve A Y I N D O S Y A S I üslup hususiyetleri, bu önsözün daha yeni bir devreye ait olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Mukaddimeyi yazanın, eser ve kıymeti hakkında, özel bir görüşü de yoktur. Eseri okuyan ve onu izah edenin, k i t a b ı n k e n d i s i n d e n d a h a “aziz” olduğu kaydından, eserin bu devirde yeterince anlaşılamadığı sonucu çıkarılabilir. Coğrafya ve kavim isimleri burada daha çok basitleştirilmiş, millet ismi olarak, Türk tabiri büsbütün at ı lmış, yerine Çin, Maçin ve Meşrik tabirleri kullanılmıştır. Manzum mukaddimedeki melik tabiri yerine, padişah kelimesi tercih edilmiştir. Y u s u f ’ u n doğduğu yer için Balasagun ismi kullanılmış ve şairin eserinden dolayı almış olduğu “has hacip” unvanı burada “uluğ has hacip” şekline girmiştir. Bu mukaddimelerden Kutadgu Bilig’in ikinci ve üçüncü defa canlanmasının, eserin asıl yazılmış olduğu muhitin dışında ve birbirinden oldukça uzun aralarla gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ancak bunları, zaman ve mekân bakımından, daha dar bir çerçeve içine almak şimdilik güçtür. Her iki mukaddimedeki coğrafi terimler, bunların Kâşgar’ın batısında yazılmış olduğunu göstermektedir. Türk ülkesinin şark bölgelerinde, böyle bir eserin dikkati yeniden üstüne çekmesine en uygun yer olarak, Türk kültür merkezlerinin en mühimi olan Semerkand düşünülebilir. Manzum mukaddimedeki bazı yeni sözcükler (örnek: ukuş yerine hired) bu merkezin İran etkisi altında bulunduğu devri hatırlattığı gibi, devlet idaresi ve bilhassa askerlik işlerinin ön plana alınmış olması da, mukaddimenin yazıldığı muhitin kargaşalık devrine tesadüf etmiş olmasıyla izah edilebilir. Kutadgu Bilig’in bugün elimizde bulunan her üç nüshası, eserin bu üçüncü tedvinine aittir. Aynı nüshanın birer el yazması kopyası olan elimizdeki nüshalar aralarındaki farklara bakılırsa, eserin yazıldığı ta r i h ten asırlarca sonra tespit edilmiş olan bu yeni metinlerin, ne gibi değişikliklere uğramış olacağını tasavvur etmek güç olmaz. Mevcut nüshaların birbirlerine olan münasebetleri hakkında bir hüküm vermek için daha erken olmakla beraber, Mısır ile Herat nüshalarının, Fergana nüshasına nispetle, birbirine daha yakın olduğu söylenebilir. Türk d i li n i n XI. asırdan sonraki gelişimi göz önünde tutulursa, bu değişikliklerin eserin lehine değil, aleyhine olduğu kolayca tahmin edilebilir. Metinde, eserin yazıldığı tarihte bulunması gereken bazı ses ve eklerin daha sonraki şekilleriyle karışık kullanıl- masını, kafiye ve vezin bozuklukları ile yabancı sözcüklerin bulunmasını, Y u s u f ’un kaleminden ziyade, eserin geçirdiği bu maceralara atfetmek daha doğru olacaktır. Bunlara bir de el yazması metni yine el yazması olarak kopyalayanların bilerek veya bilmeyerek kattıkları uygunsuzluklar da eklenmelidir. Daha eski devirlere ait nüshalar, hiç olmazsa, eserin ikinci defa yazılmış şekli ele geçinceye kadar, eserde görülen uygunsuzlukları şair hesabına kaydetmek, ona karşı büyük bir haksızlık olacaktır. Bu Türk d i l i n i n tarihî gelişimi meselesini de lüzumsuz bir karışıklığa itecektir. Y u s u f ’ u n , Kutadgu Bilig’i yazarken, kullanmış olduğu alfabe sık sık tartışma konusu olmuştur. Bu devirde Kâşgar ve civarının İslam muhitiyle olan sıkı bağlılığı ve İslam edebiyatının buralarda kendine bir zemin hazırlamış olduğu da göz önüne alınınca, Türklerin o devirde, millî alfabeleri olan Uygur alfabesi yanında, Arap alfabesini de yakın olmaları kabul edilebilir. Kutadgu Bilig’in i t h a f edildiği hükümdarın devrine ait Yârkend’de tanzim edilmiş mahkeme kayıtları arasında, Uygur harfleriyle yazılanlarla birlikte, Arap harfleriyle yazılmış Türkçe ve Arapça vesikalar da tespit edilmiştir. Bu vesikaların bazılarında şahitlerin imzaları Uygur harfleriyle d i r. Y u s u f ’ a gelince, yukarıda da işaret edildiği gibi, şa i r i n bu alfabelerden ikisini de aynı kolaylıkla kullanacak durumda olduğu şüphesizdir. Yalnız M a h m u d K â ş g a r i , bu muhitte, bilhassa resmî muamelede, hangi alfabenin esas olarak kullanıldığı meselesinde kesin hükme varmıştır. Mahmud’un ifadesinden Türk yazısı olarak adlandırılan Uygur alfabesinin o muhitte artık Türkler arasında (eskiden kullanılmış olan diğer alfabeler yerine) tek bir yazı olarak kullanıldığı anlaşılır. Kâşgar’dan yukarı Çi n’e kadar, bütün Türk ülkelerinde hükümdar ve beylerin yarlığ (ferman) ve mektuplarının Uygur alfabesiyle yazıldığına bakılırsa, idarede bu alfabenin hâkim olduğu anlaşılır. Uygur alfabesi ile yan yana kullanılan Arap alfabesinin hangi tar i hten itibaren hâkim vaziyete geçtiğini şimdilik bilmiyoruz. Uygur alfabesininse, Orta Asya, Altın-Ordu ve İran sahalarındaki Türk devletlerinde XVII. asra kadar ve bazı hâllerde F a t i h S u l t a n Mehmed devrinde İstanbul’da bile kullanıldığı görülüyor. Bu durumda, Kutadgu Bilig’in 29 A Y I N 30 hükümdara takdim edilen asıl nüshasının Uygur harfleriyle yazılmış olduğunu kabul etmek, şimdilik, daha doğru olur. Kutadgu Bi l ig’i n bizi burada alakadar eden ve bugün elimizde bulunan nüshalarına esas olan üçüncü defa yazılışında kullanılan alfabeye gelince, bunun Arap harfleriyle yazılmış olduğunda şüphe edilecek bir cihet yoktur. Uygur alfabesi ile yazılmış olan Herat nüshasının da Arap harfleriyle yazılmış bir nüshadan kopyalandığı muhakkaktır. D O S Y A S I yanlışlıklara düşmüş olmasından da, metni yeterince anlamadan kopyaladığı anlaşılmaktadır. B. F e r g a n a n ü s h a s ı : Kutadgu Bilig’in ele geçen nüshaları arasında en mühimi olan Fergana nüshası hakkında, nüshayı bulan Fitret, Maarif ve okutguçı mecmuaKâşgar’dan yukarı Çin’e kadar, sında, eser hakkında genel bilgiyle bu nüshanın 145. sahifebütün Türk ülkelerinde hükümsinin tıpkıbasımını vermiş; dar ve beylerin yarlığ (ferman) fakat nüshanın açıklamasını ve mektuplarının Uygur alfabeyapmamıştır. Bu makaleden siyle yazıldığına bakılırsa, yalnızca nüshanın sahifeleriidarede bu alfabenin hâkim nin dağılmış ve sonradan bir araya getirilerek, dikilmiş olduğu anlaşılır. olduğunu ve dörtlük lerin altın suyuyla yazıldığını öğreniyoruz. Bu nüshayı 1913 yılında Nemengân’da bir Kutadgu Bilig’in bugünkü nüshaları şahsın özel kütüphanesinde görmüş olan A. Herat n ü s h a s ı : Kutadgu Bilig’in ilk A h m e d Zeki V e l i d i de eserin ithaf kısmına malûm olan ve dolayısıyla bu eser üzerindeki ait bir başlık ile metinde Kutadgu Bilig’in ismi çalışmalara esas teşkil eden nüshası Herat nüs- geçen kısmından üç beyit nakletmekle yetinmiş; hasıdır ki, Arap harfleriyle kopyalanmış bir el fakat nüsha hakkında ayrıca malumat vermeyazmasından Uygur harflerine çevril miştir. miştir. Nakledilen başlık ve beyitlerdeki farklar Kopyalayan kişinin oldukça işlek yazabilecek bir her hâlde dikkatsizlik eseri olacaktır ve bunların şekilde Uygur alfabesine vâkıf olduğu görülü- aynı nüsha olduğunu kabul etmek mümkündür. yor. Ancak nüsha çok itinasız yazılmıştır. Belli Nüshanın baş ve son kısmı eksiktir. Nerede, başlı bir kütüphane veya şahıs için değil, sanki ne zaman, kimin tarafından ve kimin için yazılmüsvedde olarak tasarlanmıştır. Bi rçok defa mış olduğu hakkındaki kayıtlar da bu eksik saybeyitlerin, mısraların yerleri değişmiş, kelime ve falarla birlikte kaybolmuştur. Yazıldığı tarih satırlar atlandığı gibi, zaman zaman satır tek- hakkındaki bilgimiz de yalnız tahminden ibararları olmuştur. Sonra yanlışlığın farkına varı- rettir. Takriben 30 sayfalık bir kısım eksiktir. larak düzeltilmeye çalışılmış; eksik satırlar Birkaç sayfa dışında, nüsha çok iyi muhafaza olması gereken yerde satır aralarına sıkıştırılmış edilmiştir. ve mükerrer satırlar, itinasız bir şekilde üzerleri çizilerek iptal edilmiştir. Seyitleri ihtiva eden C. M ı s ı r n ü s h a s ı : Kutadgu Bilig’in kısım eksiktir. Bunun, kopyalayan yazıcının Mısır nüshası 1896’da Kahire’de, Hidiv dikkatsizliği yüzünden ileri geldiği düşünülebi- (Osmanlının Mısır valisi) Kütüphanesinin o leceği gibi, bu kısmın kopya edilen nüshada da zamanki müdürü Alman âlimlerinden Moritz eksik olması ihtimali vardır. 98. sahifenin tarafından bulunmuştur. Bu kütüphane düzensonundan itibaren 2739.-3473. beyitleri ihtiva lenirken, bodrum kata atılmış olan dağınık eden sahifeler, herhâlde tanzim edildikten sonra kitap ve sahife yığınları gözden geçirildiği sırakaybolmuştur. Arap harfleriyle yazılmış olan da, Kutadgu Bilig’e ait parçalar toplanarak, bir esas nüshada noktaların bulunmaması veya araya getirilmiş, böylece tesadüflerin yardımıybunların karışık olmasından ileri gelen yanlışlar la, bu mühim nüsha kaybolmaktan kurtarılmışda Herat nüshasında oldukça mühim bir yekün tır. Radloff ‘un verdiği bilgiye göre, bu nüshanın tutmaktadır. Kopyalayan büyük ihtimalle sayfaları 35—36 cm büyüklüğünde, satırları Kutadgu Bilig’in metnini pek iyi okuyamamış; 18,5 cm uzunluğunda ve satır araları 1,5 cm Uygur harflerine çevirirken, manalarını bilme- genişliğindedir. Yazısı açık ve okunaklı nesih diği ve bilhassa vokal işaretsiz yazılan kelimele- yazı karakteriyle yazılmıştır. Nüshanın başında ri çok defa kendi düşüncesine göre okumuŞ veya ve ortalarında bazı sayfalar, rutubet etkisiyle onların yalnızca şekillerini nakletmiştir. Bazı zedelenmiş; büyük bölümü iyi muhafaza edilkelimelerin altında manalarını kaydetmeye miştir. Kitabın bulunması esnasındaki vaziyetlüzum görmesinden ve böyle yaparken, bazen ten de tahmin edilebileceği gibi, nüshanın bazı A Y I N D O S Y A S I kısımları zayi olmuştur. Nüsha çok dikkatle yazılmış ve atlanılmış kelime ve beyitlerin, yerleri işaretlenerek, sayfa kenarına eklenmiş olduğuna bakılırsa, nüsha yazıldıktan sonra, tekrar karşılaştırılmış olacaktır. Fotoğraflardan nüshanın ithaf sahifesi ile bâblarının başka bir renkte ve belki de altın suyuyla yazılmış olduğu anlaşılıyor. D. Nüshalardan alıntı yapan mecmua: Kutadgu Bilig’in bu üç nüshasından başka, bir de ayrı ayrı vesilelerle, eserdeki bazı beyitlerin zikredilmesine rastlanmaktadır. Bunlardan iki beyit Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Kütüphanesinde bir mecmuada bulunmaktadır. Fuat Köprülü incelemesi sonunda, mecmuanın 755 (1354)’ten sonraki bir tarihte yazılmış olduğu kanaatine varmıştır. Mecmuadaki beyitler, o zaman artık “Moğul hattı” adıyla anılan Uygur harflerine ait fasılda bulunmaktadır. Kutadgu Bilig üzerinde çalışmalara başlarken, Fergana nüshası fotoğraflarının elde edilmesi için girişimlerde bulunulmuştu. 1934 yılında Türk Dil Kurultayı’na iştirak eden Samoyloviç, Rus İlim Akademisi’nin Kurultaya bir armağanı olarak, bu nüshanın bir fotoğrafını takdim etmiştir. Fakat aradan geçen zaman içinde bu fotoğraflar iyi muhafaza edilememiş ve tıpkıbasımın yayını öncesinde, yeni bir fotoğrafa ihtiyaç duyulmuştur. Bu defa da fotoğraflar çekilirken, öncekinden daha dar bir karton çerçeve kullanılmış ve sayfalar, ister büyük ister küçük olsun, bu çerçeve içine sıkışmak durumunda kalmıştır. Böylece bazı sayfaların baş ve sol kenarları fotoğrafların dışında kalmıştır. M ı s ı r n ü s h a s ı , yazı bakımından, nüshalar arasında en iyi olanıdır ve fotoğraf tekniği bakımından da kusursuzdur. Onun için tıpkıbasımı hiçbir müdahale yapılmadan, basılabilirdi. Maalesef yayıncılar en çok bu nüsha üzerinde uğraşmışlar, silik görünen her nokta ve çizgi üzerinden kalem gezdirmişlerdir. İyi niyetle yapılan bu çalışmanın eserin lehinde olmadığını söylemeye lüzum bile yoktur. Buna bir örnek olmak üzere, 274’te noktasız “t” ile yazılmış olan “tadung” kelimesinin, böyle bir tashihten sonra, “ladung” şekline girmiş olmasını göstermek yeterlidir. Nüshalarda eserin ismini taşıyan başlıklara gelince; Herat nüshasının ayrı bir baş sahifesi olmadığı görülüyor ki, bu hâl belki de nüshanın müsvedde mahiyetinde yazılmış olmasından ileri gelmiştir. Fergana nüshasının ilk sayfası kaybolduğundan, nüshanın başında eserin isminin, herhangi bir şekilde, belirtilmiş olup olmadığını bilemiyoruz. Mısır nüshasına gelince, bunun baş sayfası mevcuttur; fakat eserin isminin bulunması gereken yerde, Okıgıl silig gibi, büsbütün başka bir ibare görülmektedir. Kutadgu Bilig metninin Herat nüshasına ait bir kısmını ilk defa neşretmiş olan Vambery, U ygur harfleriyle dizdirmiş olduğu kısımda Kutadgu Bilig isminin matbaa harfleriyle basılmış şeklini alarak büyütmüş ve bunu kırmızı renkle eserin baş sayfasına koymuştur. Radloff ise, aynı nüshanın sonunda İstanbul’da ilave edilmiş olan bir kayıtta geçen Kutadgu Bilig kelimesini oradaki şekliyle büyüterek, bunu kendi yayınına başlık yapmıştır. Türk Dil Kurumu, tıpkıbasımları, Herat nüshasında görülen bu şekli aynen almış olduğu gibi, Fergana nüshasının mensur mukaddimesindeki yazılış şeklini taklit ederek büyütmüş ve bunu Fergana ve Mısır nüshalarının kabında, bir başlık gibi, bastırmıştır. Hiç isabetli olmayan bu tarz, âdeta ananeleşerek devam etmektedir ki bunun okuyucuları şaşırtmak ve yanlış yollara sevk etmekten başka bir sonucu yoktur. 31
Benzer belgeler
KUTADGU BİLİG
kalem kudretini takdir ederek
ona iltifat etmiş ve yanına alarak
ona “has hacip” unvanını vermiştir. Bundan dolayı adı Yusuf Has
Hacip veya Yusuf Uluğ Has Hacip
diye anılmaya başlamıştır.
Eserin iç...