MEVLÂNÂ`NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHYÂ B. MUÂZ ER
Transkript
MEVLÂNÂ`NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHYÂ B. MUÂZ ER
-II- Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 2 Yaz/Summer 2010 ISSN 2146-1449 MANİSA Yılda iki sayı yayımlanan ulusal hakemli bir dergidir. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği'nin yayın organıdır. -III- Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK Editör: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Bu Sayının Editörü Prof. Dr. Atabey KILIÇ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gürol PEHLİVAN Yabancı Dil Danışmanları Prof. Dr. Metin EKİCİ Mehmet Nuri ERDEM Emine ERSÖZ Redaksiyon Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK Mehmet ERSAL Mehmet ALTUNMERAL Gülcihan PEHLİVAN Pınar ERSAL Sanat Danışmanı Özkan BİRİM Teknik Sorumlu Mehmet Nuri ERDEM Yazışma Adresi 5527 sok. No: 41/11 Uncubozköy / MANİSA Elmek: [email protected] YAYIN KURULU Esin ÇELEBĠ BAYRU (Uluslararası Mevlânâ Vakfı II. BaĢkanı) Prof. Dr. Rahmi KARAKUġ (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Himmet KONUR (Dokuz Eylül Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nuri ġĠMġEKLER (Selçuk Üniversitesi Mevlânâ AraĢ. Ens. Md.) Yrd. Doç. Dr. Cahit TELCĠ (Celal Bayar Üniversitesi) -IV- BĠLĠM KURULU Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ (Muğla Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet AKKUġ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Rami AYAS (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Osman BĠLEN (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Ġlhan GENÇ (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Turan GÖKÇE (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Gürer GÜLSEVĠN (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. AyĢe ĠLKER (Celal Bayar Üniversitesi) Prof. Dr. Alimcan ĠNAYET (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan KARAĠSMAĠLOĞLU (KırıkkaleÜniversitesi) Prof. Dr. Zeki KAYMAZ (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Bilal KEMĠKLĠ (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKĠN (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Atabey KILIÇ (Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ (Marmara Üniversitesi) Prof.Dr. Aynur KOÇAK (Kocaeli Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. AyĢe ÜSTÜN (UĢak Üniversitesi) Prof. Dr. Emine YENĠTERZĠ (Mevlânâ Üniversitesi) Doç. Dr. Safi ARPAGUġ (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Ziya AVġAR (Bozok Üniversitesi) Doç. Dr. Gülgün ERĠġEN YAZICI (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa SARI (Mevlânâ Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer Faruk TEBER (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Ahmet Hakkı TURABĠ (Marmara Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Gül GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sezai KÜÇÜK (Sakarya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. A. Yılmaz SOYYER (Süleyman Demirel Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATÇI (Gazi Üniversitesi) YurtdıĢı Temsilcileri Prof. Dr. Amin ODEH (Ürdün) Prof. Dr. Ahmad Naseem SHAH (Hindistan) Prof. Dr. Elfine SIBGATULLĠNA (Rusya Federasyonu) Dr. Seema ARĠF (Pakistan) Dr. Güzel TYUMOVA (Tataristan) -V- -VI- İÇİNDEKİLER EDİTÖRDEN... ........................................................................................................................ IX MİSAFİR EDİTÖRDEN... Prof. Dr. Atabey KILIÇ ..................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. MEVLEVÎLİK KÜLTÜRÜNE KATKI: MESNEVÎ ŞERHLERİ PROJESİ Contribution to Mevlevism Culture: The Project of Masnavi Commentaries Prof. Dr. Atabey KILIÇ <<<<<<<<<<<<<.<<<<<<<<<<<<<<.1 MEVLEVÎ MÛSİKÎSİ ÜSTÜNE About The Mawlawıyah Music Doç. Dr. Fazlı ARSLAN<<<<<<<<<<<<.<<<<<<<<<<<<<<<..9 MEVLÂNÂ’NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHY B. MUÂZ ER-RÂZÎ A Forerunner of Rumi: Yahya b. Muadh al-Radhi Doç. Dr. Salih ÇİFT<<<..<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<19 ŞEM’Î’NİN MESNEVÎ’Yİ LAFZEN OKUMA TEKLİFLERİ Şem’î’s Proposals Upon Lıteral Readıng of Mesnevî Öğr. Gör. Dr. Abdülkadir DAĞLAR<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<27 MESNEVÎ’NİN BİR BEYTİ IŞIĞINDA GÖNÜL AYNASI VE MEVLÂNÂ’NIN “GÖNÜL”E BAKIŞI A Mırror of the Heart in The Lıght of a Couplet of Masnavı and Rumı’s Vıew of the Heart Öğr. Gör. Dr. Nurgül SUCU<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.37 ANKARAVÎ ŞERHİ’NİN TE’LÎF SÜRECİ The Writing Process of Ankaravî’s Commentary Dr. Ahmet TANYILDIZ<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.45 SERTÂRİK MESNEVÎHÂN ŞEFİK CAN DEDE’NİN MESNEVÎ ÜZERİNE ÇALIŞMALARI Mesnevîhân Şefik Can Dede’s Invaluable Work On The Mathnawı H.Nur ARTIRAN<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<55 DEĞERLENDİRMELER 1001 Günlük Mevlevî Çilesi: MUTFAKTA PİŞEN CANLAR Yrd.Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.62 BİR DEĞER EĞİTİMİ KİTABI OLARAK MESNEVÎ Dr. hc. Esin Çelebi Bayru<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<68 -VII- -VIII- EDİTÖRDEN Sufi AraĢtırmaları dergisinin ikinci sayısıyla huzurunuzdayız. Doğan bir çocuğun yaĢatılması esas olduğu gibi, dergimizin de uzun yıllar yaĢmasını arzu ediyoruz. Bunun gerçekleĢmesi için bilim insanlarımızın çok değerli katkıları, doğan çocuğun anne sütü mesabesindedir. Birinci ve ikinci sayılarda gördüğümüz destek bu amacımızın gerçekleĢmesi konusunda bizi ümitli kılmaktadır. Yeni açılan üniversitelerimizde görev alan araĢtırmacılarımızın yapacakları çalıĢmalar da bu konuda ayrı bir ümit kaynağımızı oluĢturmaktadır. Sufi AraĢtırmalarının, tasavvuf alanında yapılmıĢ olan çalıĢmaların yayımlanarak değerlendirilmesine imkân tanımasının yanı sıra, tasavvuf mirasının günümüze aktarılmasına ve bu yolla günümüz insanının gönül dünyasının zenginleĢtirilmesine, daha tahammüllü, daha tevekküllü, daha hoĢ görülü, daha rızalı, kısacası daha ahlaklı bir toplum oluĢmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Farklı fikir ve hayat tarzlarının ilahi fıtrat/yaratılıĢ kuralı olduğu hatırlanırsa ifade etmeye çalıĢtığımız ahlaki yapıya hiç Ģüphesiz her zaman ihtiyaç olacaktır. Bu ihtiyacı karĢılayacak olanlar ise, Allah‟ın lutfuyla çok değerli bilim ve gönül insanlarımızdır. Bu sebeple onlara minnettarız ve duacıyız. Bu sayımızın editörlüğünü üstlenen Prof. Dr. Atabey KILIÇ hocamıza çok teĢekkür ediyoruz. Hocamızın teĢekkür ettiği, bu sayıda yayımlanan çoğu yazının ortaya çıkmasına imkân sağlayan kurum ve Ģahıslara biz de kalbi Ģükranlarımızı sunuyoruz. Keza çalıĢmaları dergimizde yayımlanan saygıdeğer araĢtırmacı ve gönül dostlarına ve bu çalıĢmaları değerlendiren hakem heyetine teĢekkür borcumuzu ifa etmeliyiz. Son olarak dergimizin mutfağında fedakârca çalıĢan ve emeğini hiç esirgemeyen M. Veysi DÖRTBUDAK‟a ve sevgili Gürol PEHLĠVAN‟a teĢekkür etmeyi bir tahdisi nimet olarak görüyorum. Üçüncü sayımızda görüĢmek üzere sevgiyle kalın. Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM -IX- MİSAFİR EDİTÖRDEN Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergimizin bu sayısı; 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde YozgatSorgun‟da, Sorgun Belediyesi‟nin katkılarıyla, Erciyes Üniversitesi Klâsik Türk Edebiyatı Topluluğu ve Bozok Üniversitesi Türkçe Kulübü‟nün ortaklaĢa düzenlemiĢ olduğu “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne : Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda sunulan 24 tebliğden tarafımıza gönderilen bir kısmının dergi kurallarına uygun olarak hakem sürecini tamamlayanlarından oluĢmaktadır. Bahsi geçen sempozyum, eminiz ki, Anadolu‟nun bir ilçesinde mahallî imkânların istifadeye sunulması sûretiyle, akademik danıĢmanlar nezâretinde iki üniversite kulübünün güç birliği yoluyla gerçekleĢtirdikleri ilmî seviyesi bir hayli yüksek bir tasavvufî faaliyet ve kayda değer bir teĢebbüs olarak hatırlanacaktır. Nasip olursa, “Neşvegâh-ı Sûfiyâne” silsilesi hâlinde devam etmesini arzuladığımız bu sempozyumlar baĢta Ġç Anadolu olmak üzere, ülkemizin değiĢik bölgelerinde devam ettirilecektir. Mevlânâ DüĢüncesi AraĢtırmaları Derneği (MEDAR) baĢkanı kıymetli gönül insanı Mehmet Veysî DÖRTBUDAK Beyefendi, bahsi geçen sempozyumda sunulan bildirilerin dergimizde yayımlanması sûretiyle bilim âleminin istifadesine sunulması yönündeki teklifimizi himmet buyurup kabul etmekle âlîcenaplık göstermiĢlerdir. Kendilerine bildiri/makale sâhibi gönül erleri adına Ģükran duygularımızı arz ediyoruz. Bu sayının hazırlanması süresince kıymetli mesâîlerini sarf eden kıymetli bilim ve gönül adamı Gürol PEHLĠVAN Beyefendiye teĢekkür borçlu olduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu kalemden olmak üzere, Sorgun‟da bir sempozyum düzenlenmesi fikrine baĢından beri sıcak bakıp gereken hemen her desteği tereddütsüz karĢılayan belediye baĢkanı Ahmet ġĠMġEK Bey‟e, Sorgun Millî Eğitim Müdürü Yusuf YAZICI Bey‟e, Bozok Üniversitesi Türkçe Kulübü danıĢmanı kıymetli dostumuz Doç. Dr. Ziya AVġAR Bey‟e, sempozyuma ülkemizin çeĢitli bölgelerinden katılan kıymetli bilim adamlarına, sempozyum programının baĢından sonuna kadar büyük bir nezâket ve baĢarı ile yürümesinde önemli hizmetleri bulunan kıymetli meslektaĢım Öğr. Gör. Dr. Abdülkadir DAĞLAR Beyefendi‟ye, sempozyum boyunca büyük bir heyecan ve hevesle varlıklarını hissettiren her iki topluluk öğrencilerine kalbî Ģükranlarımızı arz etmek isteriz. Son olarak, Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergimizin uzun yıllar tasavvufî araĢtırmalar için önemli bir merkez olarak hizmet etmesi niyâzımızla, özellikle bu sayı için hakemlik görevini üstlenen kıymetli bilim adamlarımıza minnet duygularımızı sunarız. Prof. Dr. Atabey KILIÇ Mart 2011 KAYSERĠ -X- MEVLEVÎLİK KÜLTÜRÜNE KATKI: MESNEVÎ ŞERHLERİ PROJESİ* Contribution to Mevlevism Culture: The Project of Masnavi Commentaries Prof. Dr. Atabey KILIÇ ÖZET Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin Mesnevî-yi Ma‟nevî‟si Türk edebiyatında en çok Ģerh edilen eserlerdendir. Gerek metni gerekse Ģerhleri, Mevlevîlik kültürü için son derece önem arz eden ilk el kaynaklardır. Bu vesileyle henüz gün yüzüne çıkmamıĢ klâsik Mesnevî Ģerhlerini ilmî usullerle hazırlayarak ilgililerinin istifadesine sunmanın ve arûz/imlâ husûsiyetlerine dikkat ederek Lâtin alfabesiyle bir Mesnevî metni ortaya koymanın gereği açıktır. Bu çalıĢmada Mesnevî metni ve Ģerhleri üzerine hazırlanan projenin taslağı verilecektir. Anahtar Kelimeler: Mevlevîlik, Mesnevî, Mesnevî ġerhleri ABSTRACT Mevlânâ Jalaluddin Rumi's Masnavi„l Ma'nevi is one of the most commented Turkish literatureworks. Both the text and commentaries are extremely important first-hand sources for the Masnavi culture. On this occasion, it is obviously essential to deliver to the persons interested the uncovered classical Masnavi commentaries prepared with scientific procedures and to put out a text in Latin alphabet making sure of prosody/ spelling. In this study, the draft of the project prepared on Masnavitext and commentaries will be presented. Key Words: Mevlevism, Masnavi, Masnavi Commentaries ――――――――― Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir. Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, [email protected] * S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 1 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin en önemli eseri olan Mesnevî-yi Ma‟neviyye‟nin bizatihi metni kadar Ģerhleri de Mevlevîlik kültürünün müesses bir nizama kavuĢmasında ve yaygınlaĢmasında hayatî görev üstlenen kaynaklar arasındadır. Ancak son dönemde kaleme alınan Ģerhlerin dıĢında bilhassa klâsik dönem Mesnevî Ģerhleri dünyâsına pek nüfûz edilememiĢtir. Mesnevî irfânının kaynağına daha yakın olan ilk dönem Ģerhleri günümüz okuyucusuna ve Mesnevî muhiplerine maalesef ulaĢabilmiĢ değildir. Hem akademik hem de popüler anlamda hissedilen bu ihtiyaca cevap vermek niyeti ile Anadolu sahasında kaleme alınan klâsik Türkçe Mesnevî Ģerhlerini ilim ve irfân âleminin yararına sunmak için bir Mesnevî ġerhleri Projesi düĢünülmüĢtür. Mesnevî gibi evrensel kültüre ait bir Ģâheserin lafzı, ilmî okuma yöntemleri ıĢığında Lâtin harfleri ile basılı hâle getirilmemiĢtir; bu yüzden Farsça ve klâsik Ģiir bilgisi olmayan Mesnevî muhipleri orijinal okunuĢu ve Ģiirsel âhenginden yoksun bir Ģekilde sadece tercümeleri veya bazı Ģerhleri ile iktifâ etmektedir. 2 Bilindiği üzere Ģerh metinlerinin birçoğu ortaya çıkmadığı için bu külfetli ve hacimli projenin ciddî ekip çalıĢması gerektirdiği ortadadır. Bu sebeple Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı‟nda hazırlanan seri doktora tez çalıĢmaları ile söz konusu projeye akademik bir hüviyet kazandırılmıĢtır. Yapılan/yapılacak çalıĢmalarda, belirlenen bir sistem çerçevesinde Mesnevî beyitlerinin arûz imlâsına uyularak yapılmıĢ çevriyazılarıyla birlikte beyitlerin metindeki tercümelerine yer verilmiĢ/verilecektir. Mesnevî‟nin tüm metninin bu Ģekilde günümüz alfabesine aktarılması, Mevlânâ‟nın Ģiirdeki vezin tasarruflarını belirlemenin ötesinde Mesnevî‟nin Farsça metnine aĢinâ olmayan okurun da rahatlıkla yararlanabileceği bir metni gün yüzüne çıkarmaya vesile olacaktır. Bu sebeple yapılan ilk iĢ, Mesnevî Ģerhlerinin eski yazılı metinlerinin ilmî usûllere uygun olarak günümüz alfabesine aktarılmasıdır. önünde bulundurularak dört farklı tez çalıĢması olarak taksîm edilmiĢtir. ġem’î ġem’ullâh - ġerh-i Mesnevî 1. Cilt: [Abdülkadir Dağlar; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (I. Cilt) (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009, 1455 s.] Abdülkadir Dağlar bu çalıĢmasında ilk olarak Türk edebiyatında geleneksel Ģerh meselesini tartıĢmıĢ, Türk edebiyatı araĢtırmacılarının konu ile ilgili çalıĢma, tespit ve hükümlerini değerlendirerek Ģârihlerin eserlerinde kullandıkları usûllerin ortak noktalarını belirlemeye çalıĢmıĢtır. Ardından ayrıntılı bir literatür taraması sonucunda geleneksel Ģerh dünyasının ve özelde Mesnevî Ģerhleri ve Ģârihleri hakkında bilgi vermiĢtir. Dağlar‟ın çalıĢmasındaki asıl kısım ise ġem‟î ġem‟ullâh ve ġerh-i Mesnevî‟yi tahlil ettiği bölüm ile Ģerh metni içeren bölüm ve fonksiyonel sözlüktür. AraĢtırmacı Ģârih ve Ģerh hakkında çeĢitli tahlillerde bulunmuĢ, eserin yazma eser kütüphanelerindeki nüshalarını inceleyip nüsha Ģeceresi oluĢturmuĢ ve metin tenkidi yoluyla müellif nüshasına en yakın metni oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. ÇalıĢmanın sonunda ise metin içinde geçen kelime, kavram ve terkiplerle ilgili Ģârihin verdiği anlamlardan yola çıkarak fonksiyonel bir sözlük hazırlamıĢtır. ledir: Bu çalıĢmanın hazırlanma Ģablonu Ģöy- 4058 beytin tercüme ve Ģerhi - Metin incelemesi - 5 nüshadan tenkitli metin - Transliterasyon (ġem‟î‟nin Mesnevî‟yi okuma metotları ile) ve transkripsiyon çalıĢması - Lugavî anlamlar ve Metin Ġçi Bağlamlı (Fonksiyonel) anlamlar sözlüğü Mesnevî ġerhleri Projesi‟ne Anadolu sahasındaki ilk tam Türkçe Mesnevî Ģerhi olan ġem‟î ġem‟ullâh‟ın ġerh-i Mesnevî‟si ile baĢlandı. Toplam altı cilt olan bu eser, hacmi de göz S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 3 ġem’î ġem’ullâh ġerh-i Mesnevî I. Cilt 8a-8b “1 Bi’şnev ezney çun ≈ikäyet mìkuned Neyden istimäú eyle niçe ≈ikäyet eyler Ezcüdäyìhä şikäyet mìkuned (16) belki ≈aøìøatda cüdälıølardan şikäyet eyler ki yär-ı øadìm ve va≠an-ı a´lìsinden cüdä vü dùr olmışdur (17) sen anı ≈ikäyet ve bìhùde ef˚än u şikäyet eyler ®ann eyleme neyden muräd mürşid-i kämildür ki gerçi ®ähiren ∆aløıla (18) mu´ä≈abet idüp anı ve bunı ≈ikäyet eyler lìkin derùn-ı pür-sùzı bir nefes va≠an-ı a´lì yädından ve úälem-i (19) ezelìde olan itti≈ädından färı˚ u ˚äfil degüldür belki ol úälemde olan Ÿevø u ´afädan cüdä oldu˚ınuè derd ü eleminden (20) ney gibi feryäd u fi˚än idüp änenfeänen saúy u kùşişden ∆älì olmayup yine evvelki mertebeye vu´ùl bulma˚a (21) iødäm u ihtimäm eyler şikäyet ≈a◊ret-i Mevlänuè kendüsine göre degüldür zìrä kendüsi vä´ılìnden idi (22) belki ol cänibi ferämùş idenlere göredür ki tä şikäyetüè sebebini fehm idüp ol cänibe küllì meyl ü ra˚bet (23) peydä olup vu´ùline saúy u kùşiş eyleyeler çùn imäle ile istifhämdur keyfe maúnåsına ki bu maúnå üzre şer≈ (24) olındı ve bu hem vechdür mı´räú-ı evvelde neyden istimäú eyle çünki ≈ikäyet eyler belki cüdälıødan şikäyet eyler (25) pes neyüè sözini istimäú idüp ˚aflet eyleme belki anuè şikäyetini da∆ı gùş-ı cänıla ı´˚ä eyler zìrä (26) saèa ol şikäyetden nefú-i ke§ìr vardur zìrä şikäyetüè sırrını fehm itdükde saèa bir sùz u ≈aräret peydä oldı (27) seni va≠an-ı a´lì cänibine ≠älib ü rä˚ıb eyler bu vech üzre çun imälesizdür ki istifhäm maúnåsı yoødur. (28) Sürùrì Efendi ra≈metullähi úaleyh şikäyeti taødìm ve ≈ikäyeti teõ∆ìr eylemişdür neyden muräd insän-ı kämildür ki (29) mürşid-i kämil yine andan úibäretdür neyle münäsebeti ve mürşidüè neye olan müşäbeheti yuøarı yanında…” S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 2. Cilt [Turgut Koçoğlu; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (II. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009, 1352 s.] Turgut Koçoğlu, ġem‟î ġem‟ullâh Efendi‟nin ġerh-i Mesnevî‟sinin ikinci cildini ele aldığı bu çalıĢmasında önce giriĢ mahiyetinde Ģerh kavramını değerlendirerek Türk edebiyatında vücuda getirilmiĢ Mesnevî Ģerh ve tercümelerine değinmiĢtir. Ardından ġem‟î ġem‟ullâh Efendi‟nin hayatı ve eserlerine yer vermiĢ ve ġerh-i Mesnevî‟nin ikinci cildini; nüshaları, Ģerhin yazılıĢı, dil ve muhteva özellikleri ve diğer tam Mesnevî Ģerhleri ile mukayesesi gibi baĢlıklar altında incelemiĢtir. ÇalıĢmanın ikinci önemli kısmı ise Ģerhin metni ve metinden hareketle hazırlanmıĢ olan sözlüktür. Bu çalıĢmanın Ģablonu da Ģu Ģekildedir: - 3810 beytin tercüme ve Ģerhi - Metin Ġncelemesi - 4 nüshadan tenkitli metin - Transkripsiyon çalıĢması - Fonksiyonel Sözlük 4 ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 2, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi No: 6401, 1b “[H1b] (1) baúde edäõi mä-vecebe min≈amdillähi’l-øadìr ve’´-´alätu úalänebiyyihi’l-beşìru’n-neŸìr ve ´a≈bihi’lkirämi ve’l-a∆yär ve (2) älihi’l-emcädi ve’lebrär läzım olan va´f-ı ®ıllulläh-ı fi’l-úälem ve meläŸ u melce-yi benì-Ádemdür ki maø´ùd Sul≠än (3) Muräd ≈a◊retleridür ki sul≠än-ı selä≠ìn-i cihän ferìd-i zamän va≈ìd-i devrän menbaúu’l-cùdi ve’l-emän maúdenu’l-fa◊li (4) ve’l-úirfändur edämallähu teúälä úumrahu ve iclälehu ve ebbedallähu ∆iläfetehu ve iøbälehu bu ev´äf ile mev´ùf olan saúädetlü ve mürüvvetlü (5) pädşäh-ı úälem-penäh ≈a◊retleri cänibinden Me§nevì-yi Şerìfüñ lisän-ı Türkìyile şer≈ olınması içün fermän-ı şerìf-i väcibü’l-ittibäú (6) värid olma˚ın bu úabd-i faøìr-i pür-taø´ìr Şemúì-yi ≈aøìr ol işäret-i pür-beşäret ve úinäyet-i pür-≈imäyet mùcebince cän u dilden saúy u (7) kùşiş idüp biúavni’l-Meliki’l-Müteúäl cild-i evvel tamäm şer≈ olınup şimdi cild-i §änìyi şer≈ itmege şürùú eyledi (8) yä ∆ayru’n-nä´irìn sen kemäli lu≠fuñdan ∆ayr ile ∆atm eyle” 3. ve 4. Ciltler [Oğuzhan ġahin; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (III- IV. Cilt) (İnceleme - Tenkitli Metin – Sözlük), Devam Eden Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.] Bu tez çalıĢması tamamlanma aĢamasındadır. ÇalıĢmada ortaya konulması düĢünülen taslak Ģu Ģekildedir: - 3. Cilt: 4810 beytin tercüme ve Ģerhi - 4. Cilt: 3855 beytin tercüme ve Ģerhi - Metin incelemesi S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 -Transkripsiyon sistemiyle tenkitli neĢir çalıĢması - Fonksiyonel Sözlük ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 3, Süleymâniye Kütüphanesi Ġsmihan Sultan 272, 1b. “…bi’l-úadli ve’l-i≈sän saúädetlü ve mürüvvetlü Sul≠än Muräd `an bin Sul≠än Selìm `an ~a◊retleridür edämellähu úumrehu ve devletehu ve ebbede iøbälehu ve sal≠anatehu ilåintihäyi’z-zemän ve inøırä◊i’ddevrän ki ~a◊ret-i Mevlänänuñ øuddise sırrahu’l-úazìz Me§nevì-yi Şerìfi lisän-ı Türkì ile şer≈ olınmaø muräd-ı şerìfleri oldu˚ıyiçün säkin-i künc-i va≈det ve ≠älib-i genc-i øanäúat müläzım-ı ∆alvet ü úuzlet tärik-i dünyä-yı pürmi≈net eføaru’l-verå øalìlü’l-bi◊äúa Şemúì-yi ≈aøìr cild-i evveli ve cild-i §änìyi úavn-i Yezdänì vü tevfìø-i Ra≈mänì ile tamäm idüp el-än cild-i §äli§üñ şer≈ine şürùú eyledi ümmìŸdür ki lu≠f-ı İlähì ile vech-i a≈sen üzre a∆ìrine irişe…” ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 4, Süleymâniye Kütüphanesi Dâru’l-Mesnevî 204, 1b2a. “…bu ev´äf-ı ≈amìde ile mev´ùf olan saúädetlü ve mürüvvetlü päd-şäh-ı úälempenäh ≈a◊retleri ≠arafından Me§nevì-yi şerìfüñ lisän-ı Türkì ile şer≈ olınması içün fermän-ı şerìf-i väcibü’l-imti§äl vürùd bulma˚ın bu bende-yi ◊aúìf Şemúì-yi şikeste-≈äl ol pürbeşäret sebebi ile cän u dilden saúy u kùşiş iderise biúavnillähi’l-Meliki’l-Vehhäb Me§nevì-yi şerìfden defter-i §äli§üñ şer≈ini tamäm eyledi fermän-ı úälì sebebi ile defter-i räbiúuñ şer≈ine şürùú eyledi yä Müyessire’lmurädät sen äsän eyle tä ki suhùletile itmämı müyesser ola” 5. ve 6. Ciltler [Zehra GümüĢ; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (V-VI. Cilt) (İnceleme - Tenkitli Metin Sözlük), Devam Eden Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.] S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 5 Bu tez çalıĢması da tamamlanma aĢamasındadır. ÇalıĢmada ortaya konulması düĢünülen taslak Ģu Ģekildedir: - 5. Cilt: 4333 beytin tercüme ve Ģerhi - Transkripsiyon sistemiyle tenkitli neĢir çalıĢması - Fonksiyonel Sözlük - 6. Cilt: 4944 beytin tercüme ve Ģerhi - Metin incelemesi ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 5, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2072, 1b. 6 “Derva´f-ı päd-şäh-ı cihän-penäh Sul≠än Muräd `an ibni Sul≠än Selìm `an saúädetlü päd-şäh-ı úälem-penäh ≈a◊retlerinüè emr-i şerìfi ile ki ≈a◊ret-i Mevlänänuè øaddesellähu sırrahu’l-úazìz Me§nevì-yi Şerìfinüè şer≈ine şürùú olınmış idi tevfìø-ı Ra≈mänì vü úinäyet-i Yezdänì ile dört cildinüè şer≈ olınması müyesser oldı ve Hicret-i Nebeviyyenüè tärì∆i tamäm biè yıl olduøda mäh-ı Mu≈arremüè evvel çehär-şenbih güni bu bende-yi ≈aøìr Şemúì-yi pür-taø´ìre saúädetlü päd-şäh-ı heftiølìmüè fermän-ı şerìfi tekrär väøıú oldı defter-i ∆ämisi lisän-ı Türkì ile şer≈ eylemege şürùú eyledüm ve minellähi’l-úavni ve’ttevfìø” ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 6, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2072 1b-2a. “Kitäb-ı müste≠äba Şemúì-yi ≈aøìr-i pürtaø´ìrüè lisän-ı Türkì ile väøıú olan şer≈inüè dìbäcesi `udäy-ı ÿü’l-celälüè ≈amd-i celìli ve `udävend-i ÿül-cemälüè §enä-yı cemìli ile muúanven øılındı tä ki bu şer≈e küllì şän u şeref ≈ä´ıl olup ve tamäm ra˚bet ü iltifät bulup maøbùl-i ehl-i cihän ola” Mesnevî ġerhleri Projesi‟nin diğer kolu da meĢhur Mevlevî Ģeyhi Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî‟nin Ģerhidir. Anadolu sahasında yapılan ikinci tam Türkçe Ģerh olan Mecmû‟atu‟lLetâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif de aynı sistem içerisinde bilim ve kültür dünyasının istifadesine sunulacaktır. Bu maksatla baĢlatılan çalıĢmada Ģerhin ilk cildi tez olarak hazırlanmıĢtır: Ġsmâîl Rusûhî-yi Mecmû’atu’l-Letâyif ve Ma’ârif Ankaravî Matmûratu’l- 1. Cilt [Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî-Şerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif) (I. Cilt) (İnceleme-MetinSözlük), YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2010, 1449 s.] Ahmet Tanyıldız, çalıĢmasının giriĢ kısmında Ankaravî‟nin hayatı, kiĢiliği ve eserlerine temas etmiĢ, ardından Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif‟in birinci cildini; Ģerh metodu, Ģârihin bakıĢ açısı, metnin içeriği, kelime S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 dünyası, dinî ve felsefî ekollere bakıĢ açısı, Ģerhin kaynakları, diğer Ģârihlerle etkileĢimi vb. yönleriyle değerlendirmiĢtir. Daha sonra Ģerh metnine ait nüshalar tasnîf ve tavsîf ederek iki nüsha üzerinden Ģerhin metnini kurmuĢtur. ÇalıĢmanın son bölümünde ise Ģerh metninde geçen kelime ve terkiplerin lugat anlamları ve gramer yönünden açıklamaları ile kelimelerin metin bağlamında üstlenmiĢ olduğu anlamlarından oluĢan fonksiyonel bir sözlük oluĢturmuĢtur. ÇalıĢmanın Ģablonu Ģu Ģekildedir: - Metin Ġncelemesi - Tenkitli metin - Transkripsiyon çalıĢması - Metin Ġçi Bağlamlı (Fonksiyonel) Sözlük ve Gramer Sözlüğü 7 Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî - Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif, Afyon Gedik Ahmed PaĢa Kütüphanesi, No: 18215, 12a. “(1) Me§nevì Bi’şnev in ney çun ≈ikäyet mìkuned Ezcüdäyìhä şikäyet mìkuned İşit bu ney niçe şikäyet ider şikäyet degül [A12a] (1) belki cüdälıølardan olan ser-güŸeştin ≈ikäyet ider ey gùş kunende-yi esrär-ı ≠arìøat ve şinevende-yi güftär-ı ≈aøìøat (2) ~a◊ret-i Mevlänä øuddise sırruhu evvelä bi’şnev diyü istimäúa emr idüp ˚ayrı úibäretile ibtidä eylemediklerinde nükte-yi úa®ìme vardur (3) zìrä ney ki ä˚äz-ı ≈ikäyet mìkuned diseler øäbil idi ney ki her dem na˚me-yi ämälì kuned (4) diseler ve bunuè em§äli nice gùne úibäretile taúbìr øılsalar øädir idiler ve läkin bi’şnev diyü istimäúa emrile evvel ibtidä (5) eylediler anuèçün ki dìn ü ≠arìøatde ibtidä väcib ü läzım olan istimäúdur anuèçün ba´ardan ve säyir-i aú◊ädan (6) ve ceväri≈den dìn ü ≠arìøatde semú evlädur ve ef¬aldur” Sonuç Mesnevî ġerhleri Projesi tamamlandığında Mesnevî metninin tamamının okunuĢunu ilmî bir Ģekilde Lâtin harfleriyle ortaya koyan bir çalıĢma gerçekleĢmiĢ olacaktır. Mesnevî Ģerhlerinin metinlerinin ilim dünyasına kazandırılması ile muhtevalarındaki zenginliklerin dökümü mümkün olacaktır. Bu sayede tek tek Ģerh sözlükleri oluĢturulabileceği gibi büyük bir Ģerhler sözlüğü veya konulu Ģerh sözlükleri hazırlanabilir.1 Mesnevî-yi Ma‟nevî gibi dünyanın ortak kültür mirasından kabul edilen bir Ģâheser üzerinde geleneğin yapmıĢ olduğu bütün tercüme ve Ģerh eserleri en kısa zamanda akademik ve popüler dünyanın yaygın ve rahat kullanımına kazandırılmalıdır. Bu yolla Mesnevî‟nin beyitlerine verilen anlamları bir arada mukayeseli olarak veren modern ilmî çalıĢmalar daha kolay ortaya konacaktır. ――――――――― Bu tarzda hazırlanmıĢ bir sözlük taslağı için bk. Atabey Kılıç “Mesnevî ġerhleri Sözlüğü” Uluslararası Mevlânâ ve Tasavvuf Kültürü Sempozyumu, 9-10 Ekim 2010, Manisa. 1 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 8 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 MEVLEVÎ MÛSİKÎSİ ÜSTÜNE About The Mawlawıyah Music Doç. Dr. Fazlı ARSLAN ÖZET Doğunun edebiyatına, sanat ve felsefesine tarifsiz derinlik katan Mevlevîliğin bir penceresi de mûsikîye bakar. Bilindiği gibi döneminin gerektirdiği ilmi donanıma sahip olan Mevlânâ, aynı zamanda “aşk” insanıdır. Duyguların ifade araçlarından birisi belki en önemlisi de mûsikî olduğuna göre aşkı musikiden ve dolayısıyla Mevlânâ’yı musikiden uzak düşünmek imkânsızdır. Zamanının bir entelektüeli olarak Mevlânâ, musikinin değerine hakkıyla vakıftır. Şiirlerinde musiki kavramlarını, derin mistik, felsefi anlamlar yükleyerek kullanmış, meclisinde musikiye yer vermiştir. Sonraki dönemlerde de Mevlevîler onun izinden gitmişlerdir. Mevlevîler üstadlarından aldıkları ilhamla Mevlevîliği geliştirip şekillendirmiş ve “sema” esnasında kullanılan kendine has ezgi karakterine, güfteye, icra biçimine sahip, ağdalı musiki eserleri meydana getirmişlerdir. Bu çalışmada Mevlevî mûsikîsinin ortaya çıkışı, sema içerisindeki hareketlerin sembolik anlamları, Mevlevî ayinlerinin müzikal değerine değinilerek bu bestelerin Türk ve Doğu mûsikîsine katkılarına ve millî kültürümüz açısından önemine işaret edilecektir. Anahtar sözcükler: Mevlevîlik, mûsikî, sema, Türk kültürü ABSTRACT One window of the Mawlawiyah, which adds to the Eastern literature, art and philosophy an inexpressible depth, is to music. As is known, Mawlānā is a person of “love”. If music is one or maybe the very important way of feelings’ expressions, then we cannot imagine love far from music and therefore Mawlānā far from music. Mawlānā, used music at his gatherings and so did his followers. Mawlawians, with the inspiration of their master, developed and shaped the practising of Sema, they invented the music which had the specific character, lyrics and the way of performance. In this study, mentioning the origin of Mawlawiyah music, the symbolic movements of sema’s action and musical values of ceremonies of Mawlawiyah, we are going to point to the contribution of this art to Turkish and Eastern music and to the cultural importance of it. Key words: Mawlawiyah, music, sema, Turkish culture ――――――――― Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir. Erciyes Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 9 GiriĢ 10 Ġnsan duyguları içinde en yoğun, en yüksek seviyeli, en fazla etkileyici olanı aĢktır. Ondan daha esrarlı olanı yoktur. Mûsikî de duyguları ifade etmede en güzel vasıtalardan biridir. AĢk bilinmez, çözülmez ancak bazı Ģeylerde onun tecessüm ettiğini, yaratılmıĢ olanlarda, aĢkla yaratıĢın eserini görebiliriz. AĢkın, kendisinde tecessüm ettiği kiĢilerden birisi de Mevlânâ‟dır. Öyle bir Ģahsiyet ki “Asr-ı saadetten sonra beĢeriyet henüz daha samimisini, daha heyecanlısını, daha merhametlisini, daha vefalısını, daha coĢkununu tanımamıĢtır.”1 Ģeklinde tavsif edilmiĢtir. Ölümünün arkasından 737 yıl geçti. Bütün dünyanın ilgisini çekmeye devam etmektedir. Birçok ülkede çok sayıda insan onu anlamaya çalıĢmaktadır. Onu anlamak için Farsça öğrenmektedir. Mevlevî mûsikîsini araĢtırmakta, bu sebeple Türk mûsikîsini öğrenmektedir. Yüzyıllardır tüm dünya insanlarını bu kadar yakından ilgilendiren, peĢine takan Ģeyin Mevlânâ‟daki bilgi ve aĢk olduğu ortadadır. Evet aĢkın olduğu yerde, güzel sanatların her Ģubesini görmek mümkün. Özellikle musikiyi. Mevlevîlik de aĢk esası üzerine bina edildiği için bu binanın temellerinden birisi de mûsikîdir diyebiliriz. Nitekim Mevlânâ‟nın zamanından beri zikir meclisinde mûsikî kullanılmıĢ ve Mevlevîlikte kullanılmaya devam ediyor. Mesnevi‟nin ilk beyitlerinin “ney” ile ilgili olması tesadüf değildir. Mevlânâ‟nın verdiği bu ilham yüzyıllar boyunca milyonları etkilemiĢ, mûsikîde yeni bir türün doğmasına sebep olmuĢtur: “Mevlevî ayini”. Mevlevî ayinlerinin kaynağı -onun zamanında günümüzdeki Ģekliyle icra edilmese de- Mevlânâ‟dır. Ayinler, onun meclisinde, vecd ve zevk eseri olarak herhangi bir usûl ve kaideye bağlı kalmaksızın zaman zaman yaptığı semâlardan alınan ilhamla, kendisinden sonra düzenlenip geliĢtirilerek ĢekillenmiĢtir.2 1. Mevlevî Mûsikîsinin Ortaya ÇıkıĢı Mevlânâ‟ya göre mûsikî, insana mutluluk verir, cana safâdır, ruhu arındırır.3 Mevlânâ‟nın bu düĢünceye sahip olmasında onun ilmî-fikrî donanımının ve kiĢilik özelliklerinin etkisi büyüktür. O Ģiiriyle, sanatıyla, düĢünce ve fikirleriyle coĢkun bir sufidir, doyumsuz bir aĢk içinde Ģiirle, mûsikî ile yoğrulmuĢtur.4 ――――――――― Abdülkadir Karaaslan, “Mevlânâ‟nın ġahsiyeti”, Mevlânâ Güldestesi (1968), s. 30 (17.12.1954 Vatan gazetesinden) 2 Nuri Özcan, “Mevlevî Ayini”, DİA, c. XXVIII, s. 464. 3 Mehmet Önder, “Mevlânâ Celâleddin”, Mevlânâ Güldestesi (1970), s. 10. 4 Önder, “Mevlânâ Celâleddin”, s. 10. 1 N. S. Banarlı, Mevlânâ‟nın, mûsikîyi hangi amaçla kullandığı hakkında Ģunları söyler: “BaĢta söz sanatı (Ģiir) olmak üzere bütün güzel sanatları “nefis” denilen ağır yükten kurtarmak için kullanmıĢtır.”5 Mevlânâ nasıl sema ederdi? Tabii ki onun semaında günümüzdeki gibi tespit edilmiĢ kurallar yoktu. Gölpınarlı‟ya göre herhangi bir vesileyle cezbeye, vecde gelince sema etmekteydi.6 Mevlânâ‟nın düĢüncelerinin bir tarikat kimliğine bürünüp teĢkilatlandırılması oğlu Sultan Veled‟in zamanında baĢlamıĢtır.7 Mevlânâ, Sultan Veled ve ilk Çelebiler zamanında sema esnasında söylenmek için özel olarak hazırlanmıĢ eserler (Mevlevî ayinleri) yoktu. Kavval ve güyende denilen hanendeler, Ģeyyad denilen çalgı çalanlar aĢıkane Ģiirleri terennüm edip semaın vecd vasıtası olurlardı.8 Ancak Mevlevî âyininin belli bir âdâb ve erkâna tâbi olarak yapılması XV. yüzyılda Sultan Veled‟in torunu Emîr Âlim Çelebi‟nin oğlu Pîr Âdil Çelebi dönemine rastlar.9 Bu konudaki son düzenlemeler ise Konya‟daki âsitânenin Ģeyhlerinden Pîr Hüseyin Çelebi tarafından XVII. Yüzyılda gerçekleĢtirilmiĢtir. “Mukābele-i ġerîf” adıyla da anılan Mevlevî âyini haftada bir defa Ġstanbul dıĢındaki dergâhlarda Cuma namazından sonra, Ġstanbul Mevlevîhânelerinde ise haftanın belirli gününde öğle veya yatsı namazının ardından Mevlevîhânelerin “semâhâne” denilen bölümünde yapılırdı. Ayrıca “ihyâ geceleri” adı verilen kandil ve bayram geceleriyle hilâfet merâsimlerinde de âyin icrâ edilirdi.10 Mevlânâ zamanında kudüm, ney ve rebap kullanıldığını Ģiirlerinden çıkarmak mümkün:11 ――――――――― Nihad Sami Banarlı, “Mevlânâ‟nın Vuslat Gecesi”, Mevlânâ Güldestesi, (1968), s. 37 (17.12.1960 tarihli Hürriyet‟ten) 6 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka 1963, s. 71. Gölpınarlı, burada “nara atardı”, Ģeklinde ifadelere de yer veriyor ki cezbe kelimesi, günümüzdeki meczupla bir araya getirildiğinde yanlıĢ anlaĢılmaya sebep olabiliyor. Bu da Mevlânâ gibi bir entelektüelin ilmî, fikrî konumuna zarar veriyor kanaatindeyiz. 7 Cinuçen Tanrıkorur, Mevlevîliğin, Sultan Veled tarafından babası Mevlânâ‟nın insanlık felsefesini ve yaĢama tarzını takliden kurulmuĢ, sonra zamanla adap ve erkânıyla müesseseleĢmiĢ bir tarik (tasavvufi anlamda Allah‟a ulaĢma yolu) olduğunu yazıyor. Bkz. Tanrıkorur, Osmanlı Dönemi Türk Mûsikîsi, Ġstanbul: Dergâh Yay., 2003, s. 109. 8 Selami Bertuğ, “Sema‟ ve Eski Bir Kitabda Bulunan Âyin Notası”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 74; Gölpınarlı o zaman okunan bu Ģiirlerin bestelerinin de anonim olabileceğini belirtir. Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka, 1983, s. 455. 9 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 75. 10 Nuri Özcan, “Mevlevî Ayini”, DİA, c.XXVIII, s. 464. 11 Tanrıkorur, ODTM, s. 108; Sonraları Türk müziği sazlarının birçoğu kanun, ud, kemençe ve tanbur kullanılmıĢtır. Hatta Galata Mevlevîhanesinde bir defa 5 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 KamıĢ kuru, çomak kuru, bakır kase üzerine gerilen deri de kuru. O halde bu Allah sesi nereden geliyor.12 Mevlânâ‟nın mûsikîye bakıĢını nasıl değerlendirmek gerekiyor? Halil Can‟ın ifadesiyle, onu bir tarikat kurucusu, bir tekke Ģeyhi veya pir olarak anlamamak, onu aĢk, musiki ve raksın meftunu adeta sembolü bir hakîm13 görmek gerek. Onu, zamanın kültüründen haberdar bir entelektüel saymak bu sebeple mûsikî bilgisi olan birisi kabul etmek -rebap çaldığı rivayetleri de dikkate alınırsa-14 zorunludur. “KamıĢ denilen bitkinin ve ney denilen nefesli sazın ne kadar yalnız, ne kadar yanık, zayıf, hisli ve o ölçüde ifadeli, güçlü bir nesne olduğunu Ģiir ve felsefe tarihinde ilk keĢfedenin Mevlânâ olduğunu15 Arap ve Ġranlı Ģairleri iyice okuduğunu, Ġbn Sina ve diğer Ġslam filozoflarının felsefi nazariyelerini adamakıllı bildiğini16 göz önünde bulundurursak Ģu rivayetler Mevlânâ‟nın yukarıda arz edilen kimliğine gölge düĢürür: Mevlânâ bir gün kuyumcular çarĢısından geçerken Selahaddin-i Zerkûb‟un dükkânından çekiç seslerini duymuĢ vecde gelerek semaa baĢlamıĢ ve Selahaddin‟i de semaa çekmiĢ ancak Selahaddin yorulmuĢ semaı bırakmıĢ fakat altınların ziyan olmasına rağmen çıraklarına altını dövmelerini emretmiĢ. Yine Mevlânâ birisinin pazarda dilgü dilgü diye tilki sattığını görünce vecde gelerek sema etmeye baĢlamıĢ ve “dil kû dil kû…(gönül nerede..) anlamına gelen beyti okumuĢ medreseye kadar dönerek gitmiĢ.17 Mevlevîliğe ait bazı değerleri tezyif ettiği için Gölpınarlı‟yı eleĢtiren Asaf Halet Çelebi de bu rivayetlere rahatça yer verebilmektedir.18 Bu tür rivayetlerin menkıbe kitaplarında yer alması mümkündür ancak bugün bunları üstelik bilimsel yazılarda, toplantılarda kullanmanın Mevlânâ‟yı yüceltmeye ne kadar yarayacağı piyano denenmiĢ ancak esasa uymadığı görülerek terkedilmiĢ. Viyolonsel sazı da denemiĢtir baĢarı sağlanmıĢtır. Bkz. Nezih Uzel, “Paris‟de Mevlevî Semineri”, Mevlevî Güldestesi, (1975), s. 48; Charles Fonton‟un eserinde mevcut bir çizimde tanbur ve musikar yer almaktadır. Bkz. 18. Yüzyılda Türk Müziği, (Çev. Cem Behar), Ġstanbul: Pan Yay., 1987, s. 92; Avrupaî keman ve çeng için bkz. Mahmut Ragıp Gazimihal, Konya‟da Musiki, Ankara: CHP Halkevleri Yayını, 1947, s. 29. 12 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 16; “Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 56. 13 Halil Can, “Dînî Musiki”, Musiki Mecmuası, sayı 308, (Haziran 1975) s. 25. 14 Halil Can, “Dînî Musiki”, s. 25; Selami Bertuğ, “Sema‟ ve Eski Bir Kitabda Bulunan Âyin Notası”, s. 74. 15 Ahmet Kabaklı, “Çıldıran Ney”, Mevlânâ Güldestesi, (1968), s. 47. (15.11.1963 tarihli Tercüman‟dan). 16 Gölpınarlı, Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, s. 441. 17 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 64-65 18 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ġstanbul: Nurgök 1957, s. 149-179. tartıĢılmalıdır. Mevlânâ‟yı büyük bir din ve sanat bilgini olarak kabul edeceksek böyle menkıbeleri tekrar etmeye ne hacet? Mevlânâ‟dan çok daha önce sema kelimesi mûsikî/mûsikî dinleme karĢılığı Ġslam literatüründe kullanılmaktaydı. Adabu‟s-sema, ġerhu‟ssema risaleleri mevcut idi. Mesela vefatı 912 olan Ġbn Hurdazbiz, Kitabu Adabi‟s-Sema‟yı yazıyor, fıkıhçılara karĢı semaı savunuyor.19 1191 de Halep‟te Ģehit edilen ĠĢrakilerin Ģeyhi ġihabüddin Sühreverdi semaın bir ibadet olduğunu ilan ediyor.20 Mevlânâ‟nın yaĢadığı asır, bilim tarihi açısından çok önemli eserlerin kaleme alındığı, mûsikî teorisine dair de Urumiyeli Safiyyüddin‟in iki büyük eser yazdığı dönem. Kısacası mûsikî/sema denen olgu biliniyor ve Mevlânâ da bunu kullanıyor doğal olarak. Bunu birtakım meczub hareketlerle anlatmak pek mantıklı görünmüyor. Menkıbe kitaplarında yer alan bu rivayetlerin hâlâ kullanılması kabul edilebilir olmasa gerek. Türk mûsikîsi, Doğu mûsikîsi kavramları içinde bir de Mevlevî mûsikîsi adlandırması ne kadar doğrudur? Mevlevî mûsikîsinin hususiyeti nerededir? Mesut Cemil bu yönde kendisine sorulan bir soruya Ģöyle cevap veriyor. “Mevlevî musikisi de Ġslam-ġark musiki müessesesi içinde, yalnız bu musikiye has malzeme ve unsurlarla meydana getirilmiĢ fakat Ģekil ve karakterindeki özellikleri ile ayrı bir üslup, mektep vasfını ve Mevlevî musikisi adını kazanmıĢtır. Gerçekten Osmanlı Türklerinin klasik devrinde Mevlevî seremonisine refakat eden “ayin-i Ģerif” müzikal formunda telif edilmiĢ musikinin, cami musikisinden, klasik profan musikiden, halk musikisinden, askeri yeniçeri musikisinden bu üslup ve iklim bakımından maada icra, Ģekil ve Ģartları, vasıta ve aletleri ile de ayrılarak istiklâl kazandığını zengin repertuarını tetkik ederek görüyoruz.”21 2. Mevlevî Ayinleri Ayinler, na‟t-i Ģerif, ney taksimi, Sultan Veled devri denilen üç devir, dört selamdan oluĢan sema, Kur‟andan bir aĢır, bir dua ve gülbanktan ibarettir.22 Burada Mevlevî ayinlerinin nasıl icra edildiği konusuna girmeyeceğiz. Ayinlerdeki ve bu ayinlerin icra edildiği mekândaki her bir unsura Mevlevîliğin hangi sembolik anlamları yüklediğini belirterek, müziğin ve zikrin, bir arada ne ――――――――― Bkz. Farmer, The Sources of Arabian Music, Leiden: 1965, s. 25. 20 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 177, 21 Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki Mecmuası, sayı 190 (Aralık 1963), s. 260. 22 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 15. 19 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 11 kadar felsefi anlamlar kazandığını ve bu ameliyenin insan eğitiminde ne denli büyük bir yer tuttuğuna değineceğiz. 12 Mevlevî mûsikîsini, Mevlevî ayinleri oluĢturur. Mevlevî ayinleri, Nâyî Osman Dede‟nin Miraciyesi (2.5 saat süren icrası ve çok sayıda makam kullanması ve tek örnek olması ilginçtir)23 hariç tutulursa, Türk mûsikîsinin en asil, en sanatlı, en nadide eserleri sayılmıĢtır. Bu eserler ses veya saz icracıları için de birer “mektep eser” olarak görülmüĢlerdir.24 Ayin bestekârlığı diğer tarz bestekârlıktan büsbütün baĢka vasıflara ihtiyaç gösteren bir Ģube kabul edildiği için her bestekârın ayin besteleyemeyeceği ifade edilir.25 Diğer Türk müziği repertuarına nispetle çok az sayılabilecek ayin vardır. Tanrıkorur‟un verdiği bir listeye göre, 103 adet ayin bestelenmiĢtir. (Hüseyin Sadettin Arel‟in bestelediği 51 ayini ise hiç icra edilmedikleri gerekçesiyle listeye dahil etmemiĢtir.)26 Mevlevî ayinlerinin üç tanesi 16. yüzyıldan kalmadır ve bestekârı belli değildir. Pençgah, Dügah ve Hüseyni üç eser.27 17 yüzyıldan ise bir eser kalmıĢtır.28 Günümüze bu kadar az sayıda eser kalmasının sebebi bütün Doğu mûsikîlerine has bir durum sebebiyledir. Nota kullanımı kabul görmemiĢ, usta çırak iliĢkisi/meĢke dayalı öğretim sistemi ile sayısız eser tarihin karanlıklarına gömülmüĢtür. Oysa Doğu mûsikîsi Urmevî ve Kutbeddîn-i ġîrâzî gibi dehalara sahiptir ve onların harf nota sistemleri 13. yüzyılda ortaya konmuĢtur. Ancak Doğu toplumları bunları yüzyıllarca ihmal etmiĢlerdir. 3. Ayinleri Nasıl Tanımladılar? ――――――――― Sadettin Heper, Miraciye‟yi klasik Türk mûsikîsi repertuarımızın en kıymetli varlığı ve Osman Dede‟nin mûsikî sahasındaki dehasının en baĢta gelen delili olarak kabul eder. Bkz. Heper, “Türk Musikisi ve Nây-î Osman Dede”, Mevlânâ Güldestesi, (1964) s. 62. 24 Ayinlerdeki üstün sanatı ifade etmek için çeĢitli tanımlamalar yapılıyor. Örneğin Halil Can ayinlerden bahsederken, onlara abide diyor. BaĢlarındaki peĢrevleri de o abidelerin giriĢlerine yapılan çok süslü bağçeler olarak nitelendiriyor. Halil Can, “Mevlevî Musikıysinde Beyatî Ayinin Yeri ve Bestekârı”, Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 52; Galip Alnar, Mevlevî ayinlerinin daima öteki tekke musikilerinin önünde olduklarını belirtir ve onları yüksek sanat musikisiyle yarıĢmaya savaĢan sanatkârca ve çok ince bir musiki olarak niteler. Bkz. “Mevlevî Musikisi”, Türk Musikisi Dergisi, sayı 29. (Mart 1950), s. 7. 25 Halil Can, “Ruy-i Irak Ayin-i ġerifi Bestekârı Ahmed Avni Beyefendi”, Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 66. 26 Tanrıkorur, Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Ġstanbul: Dergâh yay., 2003, s. 126 vd. 27 Sadeddin Heper, “Mevlevî Âyinleri”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 60; Bu üç ayini Meragi, Molla Cami, Meragi‟nin oğlu Abdülaziz‟in bestelemiĢ olabileceği yolunda düĢünceler var. Bkz. Köroğlu, Erdoğan, “Mevlevî Âyinleri ve Usullerimiz”, Musiki Mecmuası, sayı 134 (Nisan 1959), s. 57. 28 Sadettin Heper, “Eylül Töreni”, Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 49. 23 Ayinleri niçin seviyorum diyor Osman ġevki Uludağ. Cevabı Ģöyle: “Herhalde mistik ruhlu olduğum için değil. 15. asırda yapılıp bugün hâlâ tazeliğini muhafaza eden çinilerle döĢenmiĢ bir duvar, abanozdan yapılmıĢ bir çekmece veya kutuya, yorgunluk bıkkınlık duyulmadan yapılan sedef yahut fildiĢi iĢlemeler, bir santimetre karesinde elliden fazla atması bulunan ve genel heyeti ile dikkatli bir ressamın fırçasından çıkmıĢ sanılan ince ipek bir halı, bende ne tesir yaparsa bu ayinler de bana aynı sanat, zevk, sabır, titizlik tesiri yapar.”29 Mesut Cemil ayinler hakkında Ģöyle diyor: “Mevlevî musikisi dans, Ģiir, jest, kostüm, ıĢık ve mizansen gibi sanat ve sanat unsurları ile beraber geliĢmiĢ fakat hepsinden ziyade saf musiki olarak da tesir değerinden kaybetmeyecek bir sıhhat ve sağlamlık gösterebilmiştir. Mevlevî tekkeleri ve dergâhlarının fonksiyonu kalmadığından beri Mevlevî ayininin bütünündeki vizüel unsurlar kısa bir zaman içinde kaybolmuĢtur. Henüz bazı derviĢler ve Ģeyhlerin hayatta ve tam bir ayini icraya yetecek sayıda oldukları yakın geçmiĢ senelerde bu eski ve bütün dünya kültür ve sanatı bakımından son derece değerli eserin filmle tespiti iĢi mümkün olmamıĢtır…Bu ayinlerden Ģu veya bu vesile ile dinlemeye muvaffak olduğumuz dağınık ve bir bütün fikri vermekten uzak parçalar bile hatta mesnevinin farsça metnini anlamadığımız halde bile hatta çalan ve söyleyenlerin mikrofonunun arkasına saklandıkları Ģartlar altında bile en geliĢmiĢ bir musiki kültürünün halis iĢaretlerini vermektedir. Mevlevî na‟tının ve ayinlerinin yalnız bir kısmını, az muvaffak icra imkânlarıyla dinleyen pek çok batılı musiki şahsiyetlerini veya başka meslekten kültürlü yabancıların hayret ve heyecan içinde kaldıklarına şahit olduğumu söylerken o anlardaki gibi acı duyuyorum. Mevlevî sanatı ve sadece Mevlevî musikisi sanat tarihimizde ve dünya sanat tarihinde karanlıklar içinde kalmıĢtır. Sanat tarihçilerimiz kadar geleceğin sanatçı ve bestecilerine bakir ve zengin kaynak olduğundan Ģüphe edilemez.30 Heper, ayinlerin Türk müziğinin terakkisine yaptığı katkıyı Ģöyle dile getirir: “Mevlevî ayinleri klasik musikimizin esasını teĢkil eden muazzam eserlerdir. Bu ayinlerin musikimizin inkiĢaf ve tekâmülünde baĢlıca amil olduklarına Ģüphe yoktur.”31 Mevlevî ayinlerini klasik Osmanlı mûsikîsinden ayıran Necip Asım Bey‟in görüĢleri önemlidir. O, ney ve kudüm ile Mevlevîhane――――――――― Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, Türk Musikisi Dergisi, sayı, 24 (1949), s. 3. 30 Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki Mecmuası, sayı 190 (Aralık 1963), s. 260. 31 Sadettin Heper, “Musikimiz ve Mevlevî Ayinleri”, Musiki Mecmuası, sayı, 190 (Aralık 1963), s. 261. 29 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 lerdeki sema fasıllarının o mekânlara gerçekten uygun, vecd veren Ģeyler olduğunu vurgularken, bunun da sebebini, o müziğin Türk zevkine uygunluğuna ve asli vatanın mahsulatından olmasına bağlar.32 Türk Mûsikîsinin lâ-dinî sahasında yaĢanan bozulmanın, Mevlevî âyini besteciliğindeki gelenekçi yapının korunması sebebiyle bu sahaya çok fazla sirâyet edemediği, Mevlevî âyinlerinin lâ-dinî sahada yapılan eserlere de tesirleri olduğu bir gerçektir.33 4. Semboller Mevlevî ayini sadece müzik olmayıp sadece görsel unsurlardan da ibaret değildir. BaĢtan sona bir takım sembollerle örülüdür. Sembollere geçmeden önce ayinlerin, insan eğitimindeki rolüne dair birkaç hususa vurgu yapmakta yarar var: Mevlevî ayininin tam bir zikir olduğunu Tanrıkorur Ģöyle ifade eder: “Mevlevî zikri kıyâmi, devrâni, hafî yapılan bir zikir türüdür. Müziğin eĢliğindeki -sadece devran eden semazenlerin çıplak veya mesli ayak hıĢırtılarının duyulduğu- bu sessiz zikirde sağa sola, öne arkaya baĢ veya vücudu döndürmek ya Allah veya Allah hu nidaları çıkarmak ve hançereyi ritmik nefes alıĢ-veriĢleriyle zorlamak yoktur. Zikir gizlice Ġsm-i Celal çekmekten ibarettir. Mevlevî mûsikîsi mana olarak sathi taĢkınlıkların çok ötesinde insana yaratılıĢındaki amacı düĢündürüp deruni bir vecd içinde onu mana aleminin burçlarına kanatlandıran bir mûsikîdir. Hele Mevlânâ‟nın gerek murakabe gerek cezbesinde mûsikînin yeri ve önemi göz önüne alınacak olursa Mevlevîliği mûsikînin dıĢında düĢünmenin mümkün olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu açıdan Mevlevî ayininin bütün nizam ve sembolleriyle semavî bir mûsikî olduğu söylenebilir.34 Mevlevîhaneler insan eğitim yapan mekânlardır: “Mevlevîhaneler insanı en ham halinde alıp çeĢitli bedeni fikri ve ruhi eğitim devrelerinden geçirerek piĢirdikten sonra insan-ı kâmil haline getirmeyi amaçlayan manevi ocaklardı. Asitane adı verilen büyük mimari programlı (1001 günde çile çıkarılıp dede olunabilen) Mevlevîhanelerin eğitim bölümü olan ――――――――― Necip Asım, “Türk Musikisi” Malumat, sayı 103 (5 TeĢrîn-i Evvel 1313), s. 1065-1066; Fazlı Arslan, “Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Musikisi Siyasetinde Necip Asım”, Doğu Araştırmaları, sayı 3 (2009/1), s. 43. 33 Bkz. AyĢe BaĢak Ġhan, XIX. Yüzyıla Kadar Olan Mevlevî Âyinlerinde Usûl-Vezin İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul 2006, s. 6. 34 Tanrıkorur, ODTM, s. 111; Mevlevî ayinlerini, Ahmed Avni Konuk, ahkâm-ı Ģeriyyeyi icradan sonra yapılan bir meclis-i aĢktır” Halil Can, “Dini Musiki”, Musiki Mecmuası, sayı 308 (Haziran 1975), s. 26; Halil Can, “Ruy-i Irak Ayini ġerifi Bestekârı Ahmed Avni Beyefendi”, s. 66. 32 matbah-ı Ģerifte piĢirilen yemek değil derviĢ (yani insan) idi.”35 Mevlevî ayini, sema, raks, devran, zikir vb. birçok adlandırmalarla ifade edilmektedir. Raks olarak tanımlamaya karĢı çıkan, yazarı belli olmayan bir yazıda “sema” fikrî bir ibadet olarak tavsif edilir: “Mevlânâ‟nın çok sevdiği sema bir ibadet-i fikriyedir. Bilmeyenler buna raks derler.”36 Mevlevîlikte âyinin sembolik anlamlarına gelince M. Refi‟ Cevad Ulunay‟ın ifadesine göre ayin tamamen rumuzdur. Ayinde en ufak bir hareket dahi rumuz dıĢına çıkamaz.37 Mevlevî âyininin kendisi, kıyamet gününü tasvîr eder. Mevlevî derviĢinin baĢındaki sikke mezar taşı, tennure kefeni, sırtındaki hırkası da kabridir. Kâinâtı temsil eden semâhânenin sağ tarafı görünen maddî âlem (nâsût âlemi), sol tarafı ise görünmeyen mânâ âlemidir (gayb, melekut âlemi). Ney insan-ı kâmili, neyin üflenmesi ölümden sonra sur sesiyle dirilmeyi anlatır.38 Kudümün ilk vuruĢu Allah‟ın “Kün (Ol)” emrinin ifadesi olup kalkarken yere ellerle vurma hem olmayı hem de sûru iĢitince kabirden kalkmayı (haĢr) temsil eder. Semâhânenin, hatt-ı istivânın baĢlangıcı sayılan noktası, yâni şeyhin bulunduğu yer mutlak varlık âlemine, tam karĢısındaki nokta ise insan mertebesine iĢârettir. Bu durumda posttan sağa doğru hareket mutlak varlıktan insana iniĢi (kavs-i nüzûl), hattı- istivânın sonunda posta sola doğru yürüyüĢ ise insandan mutlak varlığa çıkıĢı (kavs-i urûc), yâni seyr-i sülûkü (mânevî olgunluğa eriĢme yolculuğu) anlatır. Bu da tasavvuftaki devir anlayıĢının Mevlevî âyinine aksetmesidir. ――――――――― Tanrıkorur, ODTM, s. 109-110. “Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 54. 37 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, s. 14. 38 Sembollerde sıralama da yapılmıĢtır. Mevlevîlikteki ilk sembolün ney ikinci sembolün de kudüm olduğu ifade edilir. Mevlânâ neyle insanı remzeder. Ney yani insanın vatan-ı aslisinden ayrılıĢı Mesnevi‟nin dibacesinde yer almıĢtır. Dinle neyden ki Ģikayet ediyor. Ayrılıkları hikâyet ediyor. Ġkinci sembol kudümdür. Kudüm, kamus manasına göre bıçağın taĢa vurulmasıdır ki buna tasavvufta vücudun insilahı derler. Mevlevîler bu insilah-ı vücudu semaa kalktıkları zaman üzerlerinden hırkaları atarak tecerrüdü remzederler. M. Refi‟ Cevad Ulunay, s. 14-15; “Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi, s. 56; Mesnevi‟nin ilk beytine oldukça farklı ve ilginç bir anlam yükleyen Ahmet Kabaklı‟ya ait yazı en sonda yer almaktadır. 35 36 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 13 Devr-i Veledî‟deki üç dönüĢ ilme‟l-yakîn, ayne‟l-yakîn ve Hakka‟l-yakîn mertebelerine aynı zamanda mutlak varlıktan cansızlar, bitkiler ve canlılar âlemine eriĢmeye iĢarettir. Semâ esnâsındaki selâmlar zât, sıfat, fiil, vahdet gibi tasavvufî anlamlar taĢır. Birinci selâm insanın Allah‟ı ve ona kulluğunu idrak etmesi, ikinci selâm insanın Allah‟ın büyüklüğü ve kudreti karĢısında hayranlık duyması, üçüncü selâm insanın hayranlık duygularının aĢka dönüĢmesi, Hakk‟a tam teslîmiyet yâni vuslattır. Dördüncü selâm ise mânevî yolculuğunu mi‟râcını tamamlayan insanın yaratılıĢtaki vazîfesine, kulluğuna dönüĢüdür.39 5. Mevlevîhanelerin Konservatuvarlar ve Güzel Sanatlar Akademileri ĠĢlevi 14 Mevlevîhanelerin güzel sanatlar akademisi, konservatuvar, Edebiyat fakültesi olarak hizmet ettiğini vurgulayan Süheyl Ünver, Mevlevîlerin güzel sanatlarla iliĢkisi konusunda Ģöyle der: “Mıtrıbde vazife ile veya misafir olarak bulunanlar dedenin odasında musiki sohbetleri, temrinleri yapıyorlar. El iĢlerine meraklı olanlar yine bunlardan her birine meraklı bir dedenin odasında resimle tezyinatla, oymacılık, hakkâklık, güzel yazı öğrenim ve öğretimine devam ediyorlar. Resim yapanlar, levhaları tezhip usuliyle süsleyenler, ciltlere elleriyle nakıĢ yapan ve bunları vernikle ömrünü artıran ciltçiler.”40 ÇeĢitli sanat dallarında ustalaĢmaları ruhlarının inceliği ile bizzat ilgilidir. Ruhun inceliğinde de mûsikînin rolü inkâr edilemez. Bu hakikat, aslında bütün tarikatlarda vardır: “Dergâhlar (genel anlamda tekkeler) insanı sadece en ham ve karmaĢalı halinde alıp uzun süren bir eğitim (çile) sonunda „piĢmiĢ‟ bir insan-ı kâmil haline getirmekle kalmıyor. Zikir sema ve nevbe meclisleri içinde onu mûsikî ile de eğiterek ruhunu tasfiye ediyorlardı.”41 Mevlevîlikte mûsikî iĢte bu amaç için kullanılmıĢ. Mûsikîsiz devranın ne kadar mümkün olabileceği gerçekten düĢünülmelidir. Mûsikînin bu sahada kullanılması -hem de en sanatlı eserlerle/ayinlerle- gerçekten önemlidir. “Mevlevîlerin zikri olan sema, mutlaka mûsikî eĢliğinde yapıldığından, Mevlevîhanelerde42 az sonra değineceğimiz gibi nazarî ve amelî ――――――――― Özcan, “Mevlevî Ayini”, s. 465; Ayrıca bkz. Tanrıkorur, ODTM, s. 111. 40 Süheyl Ünver, “Mevlevîlik Medeniyeti”, Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı (Temmuz 1964), s. 38. Ayrıca bkz. Tanrıkorur, ODTM, s. 109. 41 Tanrıkorur, ODTM, s. 108; Ayrıca bkz. Süleyman Arısoy, “Mevlevî Musikisi Ruhiyatı” Musiki Mecmuası, sayı, 142 (Mevlânâ Özel Sayısı), s. 310. 42 Süheyl Ünver, Feridun Nafiz Uzluk‟tan naklen Osmanlı havzasında yüz civarında Mevlevîhane olduğunu yazmaktadır. Bkz. “Osmanlı Ġmparatorluğu 39 mûsikî eğitimi yaptırılmıĢ, bu sebeple Türk mûsikîsinin en büyük bestekârları ve nazariyecileri Mevlevîhanelerden yetiĢmiĢlerdir. Ünver‟in ifadesiyle, yaradılıĢları itibariyle çok hassas ve kabiliyetli olanlar arasında bestekârlar yetiĢmiĢtir. Yine Ünver, ney sazının ancak Mevlevîlerden öğrenilebileceğini kaydeder.43 Bu eğitimin yanı sıra eski edvarlardan yararlanarak yeni Türk müziği nazariyatının tespitinde, eserlerin notaya alınarak gelecek nesillere intikâlinde Mevlevîlerin hizmeti büyüktür. Dolayısıyla Klasik Türk müziğinin Mevlevîhanelerde korunduğunu, geliĢtiğini söylemek gerekir. Osman ġevki Uludağ da bu hususta Ģöyle yazmaktadır: “Mevlevîler musikinin haĢmetli saraylarını yapmıĢlardır. Türk ruhu bu süslü ve ihtiĢamlı musikiyi yarattığı gibi onun sade güzelliğini de yapmıĢtır. ĠĢte Mevlevî ayinlerinin karĢısında BektaĢi nefesleri ki ötekilere tavus kuĢu dersek bunların adı güvercin olmuĢ olur. Birisi ifrat derecesinde süslenmiĢ, gururlu, vekarlı, heybetli, beriki ise sade, güzel, civelek, zariftir.”44 Mevlevî sanat anlayıĢının mahsulü olarak ilk anda akla gelen isimler Ģunlardır: Osman Dede, Kûçek DerviĢ Mustafa Dede, Itrî, Neyzen Yusuf PaĢa, III. Selim, Hamamizade Ġsmail Dede (efsane) ġeyh Galip, Esrar Dede, Nasır Abdülbaki Dede, Zekâi Dede, Zekâizade Hafız Ahmed Irsoy, Ahmed Avni Konuk, Bolahenk Nuri Bey.45 Rauf Yekta, Farabî zamanından itibaren ilk Osmanlı padiĢahları devrine kadar birçok nazariyecilerin çıktığını fakat son yüzyıllarda mûsikînin nazari cephesinin tamamen terk edildiğini, mûsikîĢinasların paĢaları ve büyük asilzadeleri eğlendirmek için bu sanatı icra ettiklerini belirtir. Farabî ve Ġbn Sina gibi isimleri zikrettikten sonra kendi zamanında bir Türk mûsikîĢinası tarafından hiçbir eser yazılmadığını, Farabî, Ġbn Sina gibi nazariyecilerin tesis ettikleri kurallara göre kendi öz mûsikîsinin nazariyesini izah etmeye muktedir yeni bir Türk mûsikîĢinasının da bulunmadığını ifade eder. Kendisinin mûsikî nazariyesi çalıĢmaları için bir hoca aradığını ve aradığını da Beyoğlu Mevlevîhanesinde bulduğunu belirtir. Bu isim adı geçen Mevlevîhanenin Ģeyhi Ataullah Efendi„dir. Rauf Yekta Türk Mûsikîsi nazariyatını ihya etmek için eski mûsikî yazmalarından yararlanır. O dönemde (1890‟lar) farklı mûsikî üstatları ve Mevlevîhaneleri ve Son ġeyhleri”, Mevlânâ Güldestesi (1964) s. 30. 43 Ünver, “Mevlevîlik Medeniyeti”, s. 38. 44 Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, s. 3. 45 Tanrıkorur, ODTM, s. 109, 126-127. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 yazarlarla tartıĢmalara girer. Bunlardan en meĢhuru Ahmet Mithat Efendi ile yaptığı “Kemana Bir KiriĢ Zammı” tartıĢmasıdır. Orada Rauf Yekta‟nın bazı cümlelerinden anladığımız kadarıyla Ġstanbul‟da eski mûsikî yazmalarını anlayabilen ve mûsikî teorisini bilen birkaç kiĢi var ve bunlar Beyoğlu Mevlevîhanesi ġeyhi Ataullah Efendi, Yenikapı Mevlevîhanesi ġeyhi Celaleddin Efendi‟dir. Kendisi bu isimlerden baĢka kimsenin Türk mûsikî teorisi hakkında hiçbir Ģey bilmediğini iddia ile muarızlarına birkaç soru sorar ve bu sorulara cevap alamayacağını iddia eder. Gerçekten verilen bir haftalık sürenin ardından hatırı sayılır bir cevap alamaz.46 Bu arada meĢhur Miraciye‟nin bestekârı Beyoğlu Kulekapı Mevlevîhanesi Ģeyhi Nâyî Osman Dede‟nin de, Yenikapı Mevlevîhanesi Ģeyhi Abdülbâki Nâsır Dede‟nin de kendilerine ait bir harf notası icat ettikleri bilinmektedir.47 6. Mevlevî Mûsikîsine Gösterilen Ġlgi Bu Mûsikînin Kültürel Değeri Mevlevî ayinlerinin, hem yurt içinde hem de yurt dıĢında icra edilmekte olduğu, son yıllarda Batılıların bu konuya çok daha fazla ilgi duydukları bir gerçektir. Bugün ayinler bir gösteriden ibarettir. Mevlevîlik günümüzde eskiden olduğu gibi bütün prensipleri yaĢamadığı için yapılanlar sadece bir gösteriden ibaret kalmaktadır. Tabir caizse iĢin ruhu gitmiĢtir. Türkiye‟nin de değiĢik yerlerinde semanın hiçbir kuralına riayet etmeden bu ayini yapmaya çalıĢanlar maalesef Mevlevîliği nasıl anladıklarını ortaya koyan ibret verici manzaralar sergiliyorlar. Oysa semanın yukarıda değindiğimiz muhtevasına, anlamına bakılacak olursa, bu gün yapılanlar o devasa dinî-felsefî kültürün, medeniyetin sadece bir silüeti olabilir. Semazenler eskiden Mevlevî derviĢlerin bizzat kendileri idi. Devran esnasında duydukları haz, vecd ve Ģevkin tarifi -kaynakların bizlere aktardıklarına göre- mümkün değil. Bir gösteriden ibaret de olsa bugün dahi sema törenleri Mevlânâ‟nın felsefesini yaymak için vazgeçilmez bir vesile ――――――――― Bu tartıĢmanın seyri için bakınız, Fazlı Arslan, Başmuharrir‟in Mûsikîşinaslığı, Ahmet Mithat ve Müzik, Ankara: Yayınevi yay., 2009, s. 168 vd; Muhammed Ali Çergel, Çergel, Raûf Yektâ Bey‟in İkdâm Gazetesi‟nde Neşredilen Türk Mûsikîsi Konulu Makâleleri, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul 2007. 2007, s. 442,440; Rauf Yekta, Türk Musikisi, s. 56. 47 Bkz. Yekta, s. 52-53; Hayri Yenigün, “ġeyh Abdülbâki Dede”, Musiki Mecmuası, sayı 241 (Aralık 1968), s. 5. Yekta, Abdülbaki Dede ile ilgili bilgiyi aktarırken dipnota Ģu ilginç cümleyi not düĢmüĢtür: “Gerçekten Mevlevîlere Türk Benediktenleri denilebilir. Çünkü bunların çoğu Ģair, edip, musikiĢinas veya bazı sanatlarda ustalaĢmıĢ idiler. Maalesef bugün içlerinden pek azı eskilere benzemektedir.” s. 53. 46 olmaya devam etmektedir. Semazenler olmadan bir yabancıya hatta bir vatandaĢımıza dahi ayin bestelerini dinletebilmenin ne kadar zor olduğu açıktır. Besteler çok ağır, sözler Farsça. Ancak semazenlerin eĢliğinde bu bestelerin icrası ilgiyi dikkati artırıyor. Batı‟da özellikle Doğu mistisizmi ve müzikoloji çalıĢmaları yapanların sema törenlerine çok fazla ilgi duydukları48 göz önünde bulundurulduğunda bu müziğin Mevlânâ öğretisinin anlaĢılmasına ne derece katkı sunduğu açıktır. Avrupa‟da, Amerika‟da Mevlevîliğin anlatıldığı, ayinlerin icra edildiği çok sayıda programlar yapılmıĢ ve yapılmaktadır. Ġlk yurt dıĢı Mevlevî töreni Paris‟te 1966‟da gerçekleĢtirilmiĢtir.49 1975‟te de yine Paris‟te yarı ilmî bir Mevlevî semineri düzenlenmiĢtir. “Paris‟te Mevlevî Semineri” baĢlıklı yazısında 1975 yılında yapılan bu faaliyeti Nezih Uzel kaleme almıĢtır.50 Yabancıların bu konuya ilgisini en güzel ifade edenlerden birisi olan Cinuçen Tanrıkorur‟un bir hatırasına değinmeden geçemeyeceğim: Tanrıkorur‟un böbrek hastalığı sebebiyle Kasım 1989‟da Washington‟da bulunduğu sırada kendisine Amerikalı iki genç geliyor ve 17 Aralık‟ta Batı Wirginia‟da bir Ģeb-i arus töreni düzenlemek için Tanrıkorur‟un fikrini soruyorlar. 17 Aralık günü Batı Wirginia‟da bir çiftlikte bulunan hususi bir malikânede -bu malikâne mesken olarak değil çeĢitli manevi konularla ilgili seminerler için kullanılıyormuĢ.- bir ayin icra ediliyor, ilahiler söyleniyor. Elli altmıĢ kadar Amerikalı yerde huĢu içinde oturup bu ayine katılıyor. Tanrıkorur‟un ifadesiyle, Ģöminede yanan odunların kibar çıtırtısı dıĢında salonda çıt çıkmıyor. O günden sonra Amerikalılar buna doymuyor ve her on beĢ günde bir sohbet ve mûsikî için grup arkadaĢların birinin evinde toplanıyorlar. Bu olayı aktardıktan sonra devam eden cümleleri üstadın kaleminden aktaralım: “BaĢlarında beyaz örtüleriyle hanımların eĢleri veya arkadaĢlarıyla birlikte yerde iki diz üstünde niyaz vaziyetinde tertemiz yüreklerindeki derin huĢu içinde Allah hü dediklerini görmek, insanı uzaklara ta uzaklara götürmeye ――――――――― Karl Signel, “Mevlevîler Londra‟da”, Mevlânâ Güldestesi, (1973), s. 55. 49 Bu tören hakkında detaylı bilgi için bkz. “Paris‟te Mevlânâ‟yı Anma Törenleri”, Mevlânâ Güldestesi (1966), s. 65-72. 50 Nezih Uzel, “Paris‟te Mevlevî Semineri”, s. 43. Bu seminerde semazenbaĢı Ahmet Bican Kasaboğlu semaın bütün anlamlarını yavaĢlatılmıĢ hareketlerle Parislilere öğretmeye çalıĢmıĢ. Nezih Uzel‟in ifadelerinde Ģu husus dikkat çekmektedir. Seminer izleyicilerinin sabırsız oldukları, hareketlere çabuk alıĢmak ve cezbe ismi verilen yüksek ruhi ihtizaz derecelerine kısa yoldan ulaĢmak istiyorlardı. SemazenbaĢı onlara tennurenin de nasıl dikildiğini öğretmiĢtir. Etrafımızı çeviren insanların ilgi dereceleri gözlerimizi yaĢatıyordu. s. 49-50. 48 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 15 yetiyordu. Bildiğimiz kadarıyla bu insanların hiçbiri Müslüman değildi ve batıda böyle bir soru kimseye sorulamayacağı için bilmemize imkân da yoktu. (zaten iĢin o tarafı fazla önemli de değildi. Ya biri kalkıp cevap olarak acaba siz ne kadar Müslümansınız? dese napardık?) Ama her Ģeyi, Hristiyan olarak doğup büyüyüp, Hristiyan bir ülkede iĢleri-güçleri, çoluk çocuklarıyla o dinin havasında Ģu kadar yıldan beri yaĢadıklarını unutup kendilerini müzik ve zikrin cazibesine kaptırıp sallanmaları, Ġslam tasavvufunun gücü kadar batılılardaki hür iradeye dayalı arayıĢ ve davranıĢ özgürlüğünün de göstergesi değil miydi? Zikirle, ibadetle, dinle yobazlık arasında uzak yakın bir iliĢki kurulamayacağını yani din‟i yobazlık, yobazlığı din zannetmenin sadece geliĢememiĢlik olduğunu belki çok uzun yıllar sonra acaba biz de öğrenebilecek miydik?... 51 16 Asaf Halet Çelebi, büyük Hind dansörü Ram Ğopal‟in danslarını gördüğü zaman hissettiği bedii heyecandan gözyaĢlarını tutamadığını, Türk Ocağının Mevlânâ‟nın hatırasını ihya ettiği bir programda da ondan daha fazlasını hissettiğini, yanı baĢında tanıĢtığı Ġsveç sefiri M. Toerston‟un da vakur sükûtu içinde ağladığını aktarır.52 Sonuç Türkiye‟de her yıl Konya‟da Mevlânâ‟yı anma törenlerinden sonra Mevlevî ayinleri hakkında çıkan yazılara bakıldığında eleĢtirilen birçok noktanın olduğunu görürüz. Bu programlardaki titizlik son yıllarda artsa da eleĢtirilen hususların bazılarının devam ettiğini görüyoruz. Özellikle Konya dıĢındaki törenlerde. Etem Üngör, 1968‟deki törenin ardından kaleme aldığı tenkit yazısında ciddi eleĢtiriler yapmıĢtır. Bu ayinlerin nasıl icra edilmesi gerektiği noktasında bir fikir vermek amacıyla yazısından özetle alıntılar yapıyoruz ve aslında her konser salonunda riayet edilmesi gereken kuralları bu yazıda görebiliyoruz. Gördüğü hataları dile getiren Etem Üngör diyor ki özetle; bu gösteri bir sinema, tiyatro konseri değildir. Ġbadettir. Saygıya layıktır. Bu ibadetin değerini anlamalı ve anlatmalıyız. Törenin kendisine mahsus bir adabı olmalıdır. Kundaktaki çocukların törende bulunmaması gerekir. Salonda ayran vs. satıĢı yasaklanmalıdır. Ayin baĢladığı sırada kapılar kapatılmalı giriĢ çıkıĢ önlenmelidir. Ayin sırasında alkıĢın gereksizliği anlatılmalıdır. Fotograf çekmek yasak――――――――― “When are we going to zikir again?” Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ġstanbul: Ötüken 1998, s. 290-292. 52 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 180. 51 lanmalıdır. Kadınlar pantolon gibi laubali kıyafetler giymemelidir. Hatta alkol alarak gelenler olurmuĢ ve rakı kokusu mıtrıptan bile duyulabiliyormuĢ. Ġcra berbat. Çok defa hele giriĢlerde ritim isabetsizliği mevcut. Ayinhanların provasızlığı hemen belli olduğu gibi kaynaĢmıĢ bir koral icra da verilemiyor. Tenor, bariton ve bas seslerin birbirine uyacak adedi ölçülmeli hatta oturuĢta bile dikkate alınmalıdır. Neysen kadrosu da zayıf. Saz grubuna yaylı tanbur ve kemeçe de katılmalıdır. Törende tek ayin icrası hem mıtrıbı hem de dinleyenleri cezp etmiyor. ġevke getirmiyor. Her yıl üç değiĢik ayin icra etmelidir.53 Bugün ayin icralarında son derece basit, yakıĢıksız davranıĢlar sergilenmekle beraber iĢin aslında bazı değiĢikliklerin neden düĢünülmediği tartıĢılabilir. Ayinler Mevlevî mûsikîsinin kutsalları yerine konulmuĢ veya bu tür fikirlere Ģiddetle karĢı çıkılmıĢ olmalı ki örneğin Farsça sözlerin sadeleĢtirilmesi üzerine gidilmemiĢtir. En azından son zamanlarda yapılan besteler üzerinde bu düĢünülebilirdi. AnlaĢılır güftelerin duyguyu daha da artıracağında Ģüphe yoktur. BektaĢi nefeslerini, sözleri Türkçe diğer dini eserleri hatırlayalım. Çok etkileyici eserler yapılagelmiĢtir. Bu kutsallaĢtırma, yeniliğe, dinamizme engel olabilir. 20. yüzyılda da 16. yüzyıldan kalan ayinler gibi ayin yapılırsa burada bir yeknesaklık var demektir. Ġnsanlar değiĢiyor. ġartlar değiĢiyor. GeliĢmeler takip edilmezse tarihin bir antikası olarak kalmaya mahkûm olmak kaçınılmazdır. Ayinleri çok sevdiğini, beğendiğini, hayranlığını yazan Osman ġevki Uludağ aynı yazının sonunda da Ģunları söyleyebiliyor. “Mistisizm devri artık geçmiĢtir. Ġnsanlar gittikçe daha dinamik oluyorlar. Yirminci asırda bir milletin yaĢaması için geçmiĢ yılların hasret ve iĢtiyakına kapılmak tehlikelidir. MaddileĢen ve maddeleĢen dünya içinde mana halinde kalınamaz. Biz nefesleri de ayinleri de yalnız eskiden yaĢanan ahlakın çerçevesi içinde görürüz…Tank ve tayyare devrinde Bâli Bey süvarileri neyse yirminci asırda da ayin ve nefes odur.”54 Ayinlere hayran olan birisinin bu fikirleri üzerinde düĢünmeye değer. Peki ya Ģimdi yeni nesil bu müziği nasıl sevecek ve dinleyecek? Aslî ve Ģeklî bazı unsurları korunarak bu eserlerin güfte ve bestelerinde ve icrasında bazı yenilikler yapılabilir. Bu tutum onları tarihte kalmıĢ görmekten daha iyidir. Ayinler üzerine müzikal analiz çalıĢmaları yapılmaya baĢlanmıĢtır ancak yeterli değildir. Uzun yılar önce Gölpınarlı sormuĢtu: Mevlevî müziği nedir? Klasik müziğin Mevlevî müziğine ――――――――― Etem Üngör, “Mevlevî Musikisi ve Bu Yılki Anma Töreni II”, Musiki Mecmuası,sayı: 230, (Ocak 1968), s. 8-9. 54 Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, s. 22. 53 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 veya Mevlevî müziğinin klasik Türk müziğine neler vermiĢtir? ġarkılarında halk ve batı müziğinin etkisinde kalan Dede‟nin ayinlerinde bu tesir yok mu? Ayinin ilahiden ne farkı var? Bu tür sorulara verilecek cevapların bir kitap olabileceğini söylemiĢti Gölpınarlı.55 Ama o günden beri bu ince noktalara eğilen bir çalıĢma olmadı. Bu noktaları tekrar hatırlatalım ve ilgililerin dikkatini yeniden çekelim. Kültürümüzün, medeniyetimizin klasiklerini günümüzde nasıl dinamik tutabileceğimizin hesaplarını yapalım. Gazimihal, Mahmut Ragıp, Konya‟da Musiki, Ankara: CHP Halkevleri Yayını, 1947, s. 29. Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka, 1983. Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka, 1963. Heper, Sadeddin, “Türk Musikisi ve Nây-î Osman Dede”, Mevlânâ Güldestesi, (1964). --------, “Mevlevî Âyinleri” Mevlânâ Yıllığı (1963). --------, “Eylül Töreni”, Mevlânâ Güldestesi (1965). Kaynakça Alnar, Galip, “Mevlevî Musikisi”, Türk Musikisi Dergisi, sayı 29. (Mart 1950). Arısoy, Süleyman, “Mevlevî Musikisi Ruhiyatı” Musiki Mecmuası, sayı, 142 (Mevlânâ Özel Sayısı). Arslan, Fazlı, Başmuharrir‟in Mûsikîşinaslığı, Ahmet Mithat ve Müzik, Ankara: Yayınevi Yay., 2009. --------, “Musikimiz ve Mevlevî Ayinleri”, Musiki Mecmuası, sayı, 190 (Aralık 1963). Ġlhan, AyĢe BaĢak, XIX. Yüzyıla Kadar Olan Mevlevî Âyinlerinde Usûl-Vezin İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul: 2006. Kabaklı, Ahmet, “Mevlânâ‟yı Anarken”, Mevlânâ Güldestesi (1972), s. 28. (19.12.1960 tarihli Tercüman‟dan). Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ġstanbul: Nurgök yay., 1957. Kabaklı, Ahmet, “Çıldıran Ney”, Mevlânâ Güldestesi, (1968), (15.11.1963 tarihli Tercüman‟dan). Ayla, Safiye, “Naât-ı Mevlânâ ve Itri‟ye Dair”, Mevlânâ Güldestesi (1968), (Radyo Dergisinden 1954). Karaaslan, Abdülkadir, “Mevlânâ‟nın ġahsiyeti”, Mevlânâ Güldestesi (1968), (17.12.1954 Vatan gazetesinden). Banarlı, Nihad Sami, “Mevlânâ‟nın Vuslat Gecesi”, Mevlânâ Güldestesi, (1968) (17.12.1960 tarihli Hürriyet‟ten). Köroğlu, Erdoğan, “Mevlevî Âyinleri ve Usullerimiz”, Musiki Mecmuası, sayı 134 (Nisan 1959). Bertuğ, Selami, “Sema‟ ve Eski Bir Kitabda Bulunan Âyin Notası”, Mevlânâ Yıllığı (1963). Mauguin, Bernard, “Mevlevî Müziği Teksif Müziği”, Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı (Temmuz 1964). Can, Halil, “Dînî Musiki”, Musiki Mecmuası, sayı 308, (Haziran 1975). --------, “Mevlevî Musikıysinde Beyatî Ayinin Yeri ve Bestekârı”, Mevlânâ Güldestesi (1965). --------, “Ruy-i Irak Ayin-i ġerifi Bestekârı Ahmed Avni Beyefendi”, Mevlânâ Güldestesi (1965). Çergel, Muhammed Ali, Raûf Yektâ Bey‟in İkdâm Gazetesi‟nde Neşredilen Türk Mûsikîsi Konulu Makâleleri, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul: 2007. Farmer, Henry George, The Sources of Arabian Music, Leiden: 1965. Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki Mecmuası, sayı 190 (Aralık 1963). Önder, Mehmet, “Mevlânâ Celâleddin”, Mevlânâ Güldestesi (1970). Özcan, Nuri, “Mevlevî Âyini”, DİA, c. XXVIII. Rauf Yekta, Türk Musikisi, Ġstanbul: Pan Yay., 1986. Signel, Karl, “Mevlevîler Mevlânâ Güldestesi, (1973). Londra‟da”, “Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi (1965).(Yazar belli değil) Fonton, Charles, 18. Yüzyılda Türk Müziği, (Çev. Cem Behar), Ġstanbul: Pan Yay., 1987. Tanrıkorur, Cinuçen, “When are we going to zikir again?” Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ġstanbul: Ötüken, 1998. ――――――――― Tanrıkorur, Cinuçen, Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Ġstanbul: Dergâh, 2003. 55 Gölpınarlı, Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, s. 464. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 17 Uludağ, Osman ġevki, “Mevlânâ ve Musiki”, Türk Musikisi Dergisi, sayı, 24 (1949). Ulunay, M. Refi‟ Cevad, “Mevlevîlikte Rumuz”, Mevlânâ Yıllığı (1963). Uzel, Nezih, “Paris‟de Mevlevî Semineri”, Mevlevî Güldestesi, (1975). Üngör, Etem, “Mevlevî Musikisi ve Bu Yılki Anma Töreni II”, Musiki Mecmuası, sayı, 230, (Ocak 1968). Ünver, Süheyl, “Osmanlı Ġmparatorluğu Mevlevîhaneleri ve Son ġeyhleri”, Mevlânâ Güldestesi (1964). Ünver, Süheyl, “Mevlevîlik Medeniyeti”, Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı (Temmuz 1964). Yenigün, Hayri, “ġeyh Abdülbâki Dede”, Musiki Mecmuası, sayı 241 (Aralık 1968). “Paris‟te Mevlânâ‟yı Anma Törenleri”, Mevlânâ Güldestesi (1966). 18 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 MEVLÂNÂ’NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHY B. MUÂZ ER-RÂZÎ A Forerunner of Rumi: Yahya b. Muadh al-Radhi Doç. Dr. Salih ÇİFT ÖZET İlk dönem tasavvufunun dikkate değer isimlerinden biri olan ve yaşadığı dönemin çeştili dinî-tasavvufî oluşumlarıyla değişik düzeylerde temasları bulunan Yahyâ b. Muâz er-Râzî hakkında bugüne değin dikkate değer bir çalışma yapılmamıştır. Bununla birlikte yüzyıllar boyunca onun fikirleri ve hikmetli sözleri hem mutasavvıflar tarafından tekrarlanmış hem de sufî olmayan müelliflerin eserlerinde nakledilegelmiştir. Yahyâ’nın tasavvuf anlayışını devam ettiren isimler arasında en önemli olanı ise Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’dir. Anahtar kelimeler: Tasavvuf, Yahyâ b. Muâz er-Râzî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî ABSTRACT As a distingusihed figure in early sufism, Yahya b. Muadh al-Radhi has been neglected until recent years. He was in touch with some religious and mystical groups of his time. However he wasn’t belong to any of those groups. Through centuries many mystics and authors affected by him and some of them cited his original ideas in their texts. Among those figures, Mawlana is the most important one. Key words: Sufism, Yahyâ b. Muadh al-Radhi, Rûmî. ――――――――― Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir. Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 19 Tasavvufî düĢüncenin sistemleĢme evresinde yaĢayan mutasavvıfların geliĢtirdikleri fikirler ve kaleme aldıkları eserler sayesinde tasavvuf temel dinî disiplinler arasında yerini almıĢtır. Bu dönemin mühim simalarından biri de Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟dir (ö. NiĢâbur 258/876). Tasavvuf tarihi ve düĢüncesi üzerine yaptığı araĢtırmalar ve bu alandaki yetkinliğiyle tanınan Mısırlı ünlü âlim Ebu‟l-Alâ Afîfî (ö. Ġskenderiye 1966), Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟yi, “NiĢâbur‟da üçüncü asrın ikinci yarısında yaĢamıĢ olan üç büyük sûfînin ilki” olarak nitelendirmektedir.1 Bu derece önemi hâiz bir mutasavvıfın hayatı hakkında bilinenler ise maalesef ehemmiyetiyle orantılı değildir. 20 Nisbesinden de anlaĢılacağı üzere aslen Reyli olan Yahyâ b. Muâz er-Râzî bu Ģehirde doğmuĢ olmalıdır. Ancak doğum tarihi belli değildir. Tabakât müellifi Sülemî‟nin birinci tabakada yer alan sûfîler arasında saydığı Yahyâ b. Muâz, aynı zamanda Kerrâmiyye‟nin kurucusu Muhammed b. Kerrâm‟ın (ö. 255/869) da hocası olan Ahmed b. Harb‟in (ö. 234/849) müridlerindendir. Yahyâ b. Muâz‟dan istifade eden isimler arasında ise Ebû Osman el-Hîrî (ö. 298/910), Yusuf b. Hüseyin er-Râzî (ö. 304/916) ve Ahmed el-Havvâs (ö. 291/904) bulunmaktadır. Döneminin ünlü mutasavvıfları olan Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 234/848 ?), (Hâtim el-Esam 237/851), Ebû Türâb en-NahĢebî (ö. 245/859), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909) ve Hakîm Tirmizî (ö. 320/932) ise görüĢtüğü diğer ünlü sûfilerdir. Asrının mühim zühd ve tasavvuf hareketleriyle belli dönemlerde, çeĢitli düzeylerde iliĢkileri olmakla birlikte, daha ziyade bağımsız hareket etmeyi yeğlediği anlaĢılan Yahyâ b. Muâz‟ın fikirleri zühdden tasavvufa geçiĢ evresinin izlerini taĢır. Kalbin mânevî düzeyleri ile tasavvufî makâmlara yönelik tasnifleri, mahabbetle ilgili, öncekilere nazaran aĢırı denebilecek yorumları, raks ve semâın yüceltilmesine dair görüĢleri ve fakrın yerine gınâyı tercih etmiĢ olması bu hususlara örnek olarak gösterilebilir. Bunlar onun tarafından tam bir sûfî nazarıyla ele alınıp iĢlenmiĢ meselelerdir. Bununla birlikte Yahyâ b. Muâz, belli hususları dile getirme noktasında çağdaĢları olan Bâyezîd-i Bistâmî ve Hallâc-ı Mansûr gibi cesur davran――――――――― 1 Ebu‟l-Alâ Afîfî, “Melâmîlik, Sûfîlik ve Ehl-i Fütüvvet”, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler (trc. Ekrem Demirli), Ġstanbul 2000, s. 159. Seyyid Hüseyin Nasr da Yahyâ b. Muâz‟ı ilk dönem Horasan tasavvuf ekolünün önemli isimlerinden biri olduğunu söylemektedir, bk. “Ġran‟da Tasavvufun Tarihi”, Makaleler II (trc. ġehabeddin Yalçın), Ġstanbul 1997, s. 133. mamakla beraber Hâris Muhâsibî kadar da temkinli olmaya gayret etmiĢ değildir. Yahyâ b. Muâz‟ın tasavvufî görüĢlerinin, kendisinden hemen sonra gelen Hakîm Tirmizî düzeyinde spekülasyona müsait olmadığını da ayrıca vurgulamak gerekir. Onun temsilcisi olduğu tasavvuf anlayıĢı bu iki grup arasında bir yerde bulunmaktadır. Yahyâ b. Muâz er-Râzî tasavvuf tarihinde “vâiz” sıfatı ile anılan ilk sûfîdir. Bu da onun, kendisinden önce açıktan dile getirilemeyen pek çok tasavvufî meseleyi halk içinde rahatlıkla bahis mevzuu edebilecek tecrübeye, bilgi birikimine ve özgüvene sahip olduğunun kanıtı durumundadır. Diğer taraftan tasavvufun bir zühd hareketi Ģeklinde ortaya çıktığı dönemde servet ve refaha takılıp, mânevî geliĢmeyi ikinci plana iten anlayıĢa alternatif olma amacını güttüğü bilinmektedir. Bu doğrultuda, tasavvufta baĢından beri hâkim olan fakr taraftarlığı Ģeklindeki genel tavrın aksine, fakrın karĢısına gınâyı (zenginlik) koyarak, zenginliğin fakirlikten üstün olduğunu söyleyen ve bunu açıktan savunabilen, bilinen ilk mutasavvıf Yahyâ b. Muâz‟dır. Bu yaklaĢımının doğal uzantısı olarak o, tıpkı kendisinden yaklaĢık iki yüz yıl sonra vefât etmiĢ olan Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr (ö. 440/1048) gibi derviĢlere ziyafet meclisleri düzenleyen ve bu amaçla borçlanmayı dahi göze alabilecek kadar bu iĢlere hevesli olan bir mutasavvıf olarak temayüz etmiĢtir. Tasavvuf tarihinde, seyr u sülûk boyunca aĢılması gereken belli makâmlardan sistematik olarak bahseden ilk sûfîlerden biri yine Yahyâ b. Muâz‟dır. Onun makâmlarla ilgili olarak yapmıĢ olduğu yedili tasnif daha sonraki mutasavvıflar tarafından da kullanılmıĢtır. Ayrıca tasavvufî düĢüncenin temel meselelerinden olan velâyet konusundaki ilk teorik izahların sahiplerinden biri olan Yahyâ b. Muâz, bu çerçevede velâyet hiyerarĢisinde farklı sûfîler tarafından değiĢik Ģekillerde konuĢlandırılan abdâl (büdelâ) kavramını klasik bağlamı dıĢında değerlendirmek suretiyle ilk görüĢ beyan eden mutasavvıflardan biri olarak karĢımıza çıkmaktadır. Nefs konusunda, çağdaĢı Hâris Muhâsibî‟ye benzer Ģekilde, kendine özgü görüĢler ortaya koyan Yahyâ b. Muâz er-Râzî, nefsi kontrol altına almak için riyâzetin gerekliliği ve bu husustaki uygulamaların Ģekli konusunda çeĢitli uyarı ve önerilerde bulunmuĢtur. Yahyâ b. Muâz, bu hususta öncelikle bazı temel ilkeler ortaya koymuĢtur. Buna göre, “insanın biyolojik ve psikolojik yapısıyla ve dinin temel esaslarıyla çeliĢmeme” bu ilkelerin ana çerçevesini oluĢturmaktadır. Bu noktada o, nefsi terbiye etme gayesiyle dînen helâl olan Ģeyleri kiĢinin kendisine haram kılmasını doğru bulmaz. Yahyâ S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 b. Muâz, bu tarz bir anlayıĢın ve buna bağlı olarak devreye sokulacak olan uygulamaların insanı harama kadar götürecek derecede tehlikeli sonuçlar doğurabileceği kanısındadır. ĠĢârî tefsir hareketinin ortaya çıkıp geliĢmesine öncülük eden önemli mutasavvıflardan biri olan Yahyâ b. Muâz er-Râzî, aynı zamanda kendi döneminde yaĢamıĢ olan diğer bazı sûfîler gibi hadis ilmiyle meĢgul olmuĢ, hadis rivâyetinde bulunmuĢ ve muhtemelen bu özelliğinden dolayı, kendisine ait bazı hikmetli sözler daha sonraları, hadis adı altında, özellikle tasavvufî eserlerde nakledilegelmiĢtir. Bunlar arasında en meĢhur olan “nefsini (kendini) bilen Rabbini bilir” meâlindeki sözdür. Yahyâ b. Muâz‟ın, kaynaklar tarafından nakledilen duâları, tasavvuftan zühde geçiĢ döneminin husûsiyetlerini yansıtan en önemli metinler olarak takdim edilebilir. Söz konusu duâ metinleri, muhtevâ itibariyle ele alındığında, bunların esas olarak onun ihlâs, mahabbet ve recâ kavramları üzerine kurulu olan tasavvuf anlayıĢını en güçlü Ģekilde yansıtan cümleleri bünyelerinde barındırdıkları görülecektir. Yahyâ b. Muâz‟a ait elde mevcut bir eserin bulunmayıĢı nedeniyle ona ait fikirler birbirinden farklı disiplinlere mensup müellifler vasıtasıyla nakledilen sözlerinden hareketle tespit edilebilmektedir. Tesir sahasının geniĢliği hakkında bir fikir vermesi açısından, meĢhur filozof Ebû Hayyân et-Tevhîdî‟nin (ö. 414/1023) ona ait sözleri ve duâları eserlerinde naklettiğini ve bu tarzda kaleme aldığı bir eserinde onun duâlarındaki üslubu aynen benimsediğini söylemek yeterli olacaktır.2 ――――――――― 2 Ebû Mutî‟ Mekhûl en-Nesefî, Lü‟lü‟iyyât, Süleymaniye Ktp., Ayasofya/ 4801, 167b, 177a, 186a. Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‟ fî târîhi‟t-tasavvufi‟l-İslâmî (nĢr. Kâmil Mustafa el-Hindâvî), Beyrut 2001, s. 193; Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Tabakâtü‟s-sûfiyye (thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ), Beyrut 2003, s. 107; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İşârâtü‟l-İlâhiyye, Kuveyt 1981; Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 51; Abdülkerim KuĢeyrî, er-Risâletü‟l-Kuşeyriyye (thk. Abdülhalîm Mahmûd, Mahmûd b. eĢ-ġerîf), Kahire 1995; s. 28, 65; Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb (trc. Süleyman Uludağ), s. 222, 298; Hatîb Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIV, 208- 209; Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ (trc. Süleyman Uludağ), Ġstanbul 2002; s. 357-370; Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns (trc. Lâmii Çelebi, haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara), s. 180, 182; Ebu‟l-Alâ Afîfî, Tasavvuf: İslam‟da Mânevî Devrim (trc. H. Ġbrahim Kaçar, Murat Sülün), Ġstanbul 1996, s. 138; Süleyman AteĢ, İşârî Tefsir Okulu, Ġstanbul 1998, s. 171; Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, Ġstanbul 2003, s. 9299; Annemarie Schimmel, Mystical Dimensions of Islam, Chapel Hill 1975, s. 51-52, 200; Louis Massignon, Zühd döneminde Râbiatü‟lAdeviyye‟nin, tasavvuf evresinde ise Yahyâ b. Muâz‟ın öncülük etmiĢ olduğu mahabbet ve recâ ağırlıklı tasavvuf anlayıĢı doğal olarak daha esnek bir din ve tasavvuf yaĢantısının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıĢtır. Güçlü mahabbet anlayıĢının tesiriyle korku (havf) yerine ümîde (recâ) ağırlık veren ve bunun doğal neticesi olarak Yaratan‟la “senli-benli” denebilecek tarzda bir üslupla “söyleĢen” Yahyâ b. Muâz‟ın bu tavrını tıpkı duâlarında olduğu gibi Ģiirlerinde de gözlemlemek mümkün olmaktadır. Bu yönüyle o, kendisinden önce yaĢamıĢ olan, bazı ilk dönem zâhidelerinin yolunu benimsemiĢ gibi gözükmektedir.3 Bu doğrultuda, Yahyâ b. Muâz‟ın aĢağıdaki Ģiiri bir örnek olarak takdim edilebilir: Âşık yalnızca mâşûku arzular, Sevmez onu bu boş dünya için. Ne Firdevs, ne içindekiler, Ne köşklerdeki hûriler için.4 Mahabbet meselesinde Yahyâ b. Muâz‟ın hareket noktası Yaratan-yaratılan (Hâlık-mahlûk) iliĢkisidir. Ona göre Allah, kullarını severek yaratmıĢtır ve hâlen de sevmeye devam etmektedir. Dolayısıyla insanın halk ediliĢiyle baĢlayan mahabbet çift yönlü ve sürekli bir eylemdir. Bir tarafta Yüce Yaratıcı Allah, diğer yanda ise insan bulunmaktadır. Ancak, bu eylemde Allah‟ın insana olan sevgisinin niteliğini tayin ve tespit etmek imkân dâhilinde değildir. Bununla birlikte Yahyâ b. Muâz, bu sevgiyi birilerine anlatmak ve dolayısıyla tasvir etmek gerektiğinde, bunu kısmen anne-babanın evlâda karĢı olan sevgisiyle kıyaslamanın mümkün Essays on the Origin of the Technical Language of Islamic Mysticism (Ġng. trc. Benjamin Clark), Indiana 1997, s. 180, 182. Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟nin hayatı ve eserleri hakkında müstakil bir çalıĢma için ayrıca bk. Salih Çift, Tasavvufta Sevgi ve Ümit Yolu: Yahyâ b. Muâz er-Râzî, Bursa 2008. 3 4 Râbiatü‟l-Adeviyye hakkında bk. Abdurrahmân Bedevî, Şehîdetü‟l-ışki‟l-İlâhî Râbi‟atü‟l-Adeviyye, Kahire 1962. Sülemî, Beyânu ahvâli`s-sûfiyye (nĢr. Süleyman AteĢ, Tasavvufun İlkeleri Sülemî‟nin Risâleleri içinde), Ankara 1981, s. 138. Yahyâ b. Muâz‟ın bu Ģiirinde mahabbeti dile getiriĢ biçimi ve kullandığı kelimeler Yûnus Emre‟nin: “Cennet cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç hûri İsteyene ver sen anı Bana seni gerek seni” dizelerinin Arapça ifade edilmiĢ sekli olarak karĢımıza çıkmaktadır. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 21 olabileceğini söylemektedir. Buna rağmen Allah‟ın, kuluna olan sevgisinin büyüklüğü her türlü karĢılaĢtırmanın ötesindedir.5 Allah‟ın insana olan sevgisi bu Ģekildeyken, insanın Allah‟a karĢı olan sevgisinin istenen düzeye ulaĢabilmesi özel bir gayreti gerekli kılmaktadır. Bunun için lazım olan çabayı ortaya koyan mürîd neticede Allah‟ın kendisine yönelik olan sevgisine karĢılık vermiĢ olacaktır. Bu sayede mahabbet makâmına nâil olan kul artık Allah‟ın cemâl ve celâl tecellîleri arasında bir fark gözetmez olur. Bu durumu vecîz bir Ģekilde tasvir eden Yahyâ b. Muâz er-Râzî mahabbeti, “cefâ ile azalmayan, iyilikle de artmayan Ģey”6 diye tanımlamaktadır. 22 Özellikle zâhir ehli açısından zındıklıkla itham edilmeyi gerektirecek derecede keskin ifadeler kullanmak suretiyle mahabbet hakkındaki kanaatlerini ortaya koyan Yahyâ b. Muâz‟ın bu doğrultudaki cümlelerinden bir diğeri ise Ģöyledir: “Hardal tanesi kadar mahabbet, mahabbetsiz yetmiĢ sene ibâdetten daha çok hoĢuma gider.”7 Yahyâ b. Muâz‟ın bu cümlesinde özetlenen yaklaĢımı, tasavvuf tarihinin ünlü sîması Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr baĢta olmak üzere daha sonra yaĢamıĢ olan ve aynı çizgiyi benimseyen baĢka mutasavvıflar tarafından da ――――――――― 5 6 7 Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 52. Yahyâ b. Muâz‟ın, mahabbetin kaynağı ile ilgili görüĢünün bir benzerini çağdaĢı Muhâsibî‟de bulmak mümkündür. Muhâsibî‟ye göre kulun Allah‟ı sevmesinin esası Allah‟ın kulu sevmesinde saklıdır, bk. Abdülhalîm Mahmûd, Muhâsibî, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, s. 307. Sülemî, Hakâiku‟t-tefsîr, I, 96; Beyhakî, Şu‟abu‟l-îmân, I, 383; KuĢeyrî, Risâle, s. 488; Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb, s. 453; Ġbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XXXI, 74; Ġbnü‟lCevzî, Sıfatü‟s-safve, Beyrut 1979, IV, 93; Ġbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu‟s-sâlikîn, Kahire 1983, III, 16. Ġbn Kayyım burada, Yahyâ b. Muâz‟ın ilgili sözünün Ģerh edilmesi gerektiğini düĢünmekte ve bu çerçevede Ģunları söylemektedir: “Sevgiliye irade, istek ve özlem zâtından dolayıdır…Zâtî mahabbetle dolmuĢ bir kalp, sevgilisinden bir iyilik geldiği zaman sevenin kalbinde sevgiden baĢka bir Ģey bulamaz ki, onu iyilik sevgisiyle mahabbetinden alıkoysun. Bilakis bu sevgiyi hiçbir sebep olmaksızın zâtı hak etmiĢtir.” Annemarie Schimmel ise, ilk defa Yahyâ b. Muâz tarafından ortaya konulan mahabbet konusundaki bu yorum Ģeklinin daha sonraki Ġranlı Ģâirler tarafından da sıklıkla iĢlendiğini ve son haddine vardırıldığını söylemektedir, bk. Mystical Dimensions of Islam, s. 52. KuĢeyrî, Risâle, s. 492. Yahyâ b. Muâz‟ın, özellikle mahabbet konusunda meramını çok daha çarpıcı bir Ģekilde ifade için zaman zaman sarf ettiği bu tarz sözlerden dolayı olsa gerek, bazı araĢtırmacılar onu panteistliğe meyilli mutasavvıflar arasında göstermiĢlerdir, bk. Richard Hartmann, “Sülemî‟nin Risâletü‟l-Melâmetiyye‟si” s. 308. devam ettirilmiĢtir.8 Yine güçlü mahabbet duygularının tesiri ile dile getirdiği anlaĢılan bir Ģiirinde Yahyâ b. Muâz Ģöyle demektir: Kişinin derdi, Melik‟ine olan sevgisiyse eğer, Derman verecek tabip olarak O‟ndan başka kimi ister! ter.9 Allah‟la birlikte, her anı zevk ile geçer, Sen onu gâh isyan, gâh itaat halinde gör is- Ona göre, mahabbetin mevcudiyetinin göstergelerinden bir diğeri ve belki de en önemlisi mahabbetin kaynağı ve muhatabı konumunda olan Allah‟ın koymuĢ olduğu hükümlere riâyettir. Zira hem Allah‟ı sevdiğini söylemek hem de O‟nun hudûduna riâyet etmemek kiĢinin bu iddiasındaki samimiyetsizliğinin iĢaretidir.10 ĠĢte bundan dolayıdır ki Yahyâ b. Muâz “mahabbette samimiyet, kiĢinin sevgilisine itaat ederek amel etmesidir”11 demektedir. Bununla bağlantılı olarak onun mahabbet makâmına nâil olmak isteyenlere yaptığı bir baĢka tavsiye ise Allah‟ın edebi ile edeblenmeye çalıĢmaktır.12 Zira seven, her Ģeyiyle sevgiliye benzemeye çalıĢır. Yahyâ b. Muâz‟ın ilk temsilcilerinden olduğu recâ ve mahabbet ağırlıklı tasavvuf yorumu ister istemez hayata ve varlığa karĢı daha hoĢgörülü bir yaklaĢımı beraberinde getirmiĢtir. Bu bakıĢ tasavvuf tarihinde güçlü bir damar Ģeklinde varlığını bugüne değin sürdürmüĢtür. Yahyâ b. Muâz‟dan itibaren söz konusu tavır Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr gibi belli isimler tarafından devam ettirilmiĢ ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟de en belirgin Ģeklini almıĢtır. Mevlânâ‟nın bu anlayıĢında Yahyâ b. Muâz‟ın herhangi bir rolünün olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte hayata ve varlığa bakıĢ açılarındaki birlik ve bununla bağlantılı olarak çeĢitli dinî-tasavvufî meseleleri değerlendirme biçimlerindeki güçlü benzerlikten dolayı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin, Yahyâ b. Muâz‟ın temsil ettiği anlayıĢla aynı çizgide yürüdüğünü söylemek mümkündür. Nitekim tasavvuf tarihi araĢtırmalarının ünlü ismi Annemarie Schimmel de, Yahyâ b. Muâz er-Râzî ile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin aynı ――――――――― 8 9 10 11 12 Bk. Muhammed b. Münevver, Tevhîdin Sırları, s. 304. Bk. Ebû Nasr Serrâc, Lüma‟, s. 226. KuĢeyrî, Risâle, s. 408. Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, s. 182. KuĢeyrî, Risâle, s. 373. Bu ifade daha sonra Muhyîddîn Ġbnü‟l-Arabî tarafından “Allah‟ın ahlâkı ile ahlâklanmak” Ģekline dönüĢtürülmüĢ ve tasavvufu tarif için kullanılmıĢtır, bk. William Chittick, Hayâl Âlemleri (trc. Mehmet Demirkaya), Ġstanbul 1999, s. 39. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 tasavvufî neĢvenin silsilesinde yer alan iki mühim isim oldukları kanaatini taĢımaktadır.13 Bu iki büyük ruh arasındaki temasın zâhirî bağlantıları net olarak belirlenemese de, Ferîdüddîn-i Attâr‟ın eserleri vasıtasıyla Mevlânâ‟nın, Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟nin tasavvufî yorumlarından haberdar olduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim kaynakların verdiği bilgiye göre Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mekke‟ye giderken uğradığı NiĢâbur‟da ġeyh Ferîdüddîn-i Attâr‟ın sohbetinde bulunmuĢ ve Attâr da ona Esrâr-nâme isimli eserini hediye etmiĢtir.14 Bu çerçevede Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn‟in gerçekten de adı geçen kitaptan istifade ettiğini ve burada geçen bazı hikayeleri Mesnevî‟sine aldığını belirtmektedir.15 Bu iki büyük mutasavvıf arasında mevcut olan genel manadaki benzerliklerin dıĢında, Yahyâ b. Muâz‟a atfedilen bazı sözlerin anlam itibariyle özdeĢlerini Mevlânâ‟da bulmak mümkündür. Örneğin “ölüm güzel Ģey, dostu dosta kavuĢturuyor” sözü Yahyâ b. Muâz‟ın, Mevlânâ ile aynı yolun yolcusu olduğuna delâlet eden cümlelerdedir.16 Yine güçlü mahabbet anlayıĢının yansıması olan ölüm ile ilgili bir baĢka sözünde Yahyâ b. Muâz, kendi ölüm gecesini düğün gecesi ilan eden Mevlânâ Celâleddîn‟in bu yaklaĢımını çağlar öncesinden müjdelemektedir. Burada Yahyâ b. Muâz ölümü düğüne, Allah‟ı sevgiliye, cenneti ve oradaki nimetleri de düğün yemeğine benzetmekte ve Ģöyle demektedir: “Düğüne düğün yemeği için gitmekle, orada mâĢukla buluĢmak için gitmek arasında ne büyük fark vardır.”17 Bunların dıĢında Mevlânâ Celâleddîn ile Yahyâ b. Muâz‟ın, belli tasavvufî gruplarca farklı Ģekillerde yorumlanan tevekkül konusunda da aynı yaklaĢıma sahip oldukları gözlenir. Bu hususta dönemindeki tasavvuf erbabının genelinin aksine kendine has bir tavır geliĢtiren ve bununla bağlantılı olarak sûfinin kendi elinin emeği ile geçimini temin etmesi gerektiğine inanan er-Râzî gınâ (zenginlik) taraftarı bir sûfidir. Mevlânâ‟ya gelince, o da her ne için olursa olsun derviĢler arasında yaygın olan dilenmeyi kabul etmez, “elinizin emeğiyle, alnını- zın teriyle kazanıp yiyin” der.18 Mevlânâ bu görüĢünü temellendirirken tıpkı Yahyâ b. Muâz gibi hayatın gerçeklerinden ve Kur‟ân‟ın ilgili hükmünden hareket eder. Mesnevî‟de Ģöyle der o: “Muhtaçları doyurun demiĢ; bu, kazan da doyur, demektir. Ezelden beri bir gelir olmadıkça harcamaya da imkan yoktur.” “Muhtaçları doyurun diye buyurmuĢ, Ģartsız bir buyruk, ama sen onu, kazanç elde edin de sonra muhtaçları doyurun, diye oku.”19 Mevlânâ ve özellikle de Mevlevîlik ile adeta özdeĢleĢen semâ konusuna gelince; sûfîlerin genelde semâya olumlu baktıkları bilinmektedir.20 Bununla birlikte, ilk dönem tasavvufunda baĢta Melâmetiyye mensupları olmak üzere21 Hakîm Tirmizî gibi bazı mutasavvıflar ise semâ aleyhinde görüĢ belirtmiĢlerdir.22 Ġlk dönem sûfîlerinin çoğunluğunun aksine Yahyâ b. Muâz er-Râzî semâyı savunan, hatta önemseyen isimler arasında yer almaktadır.23 Ona göre güzel ses, içindeki Allah sevgisiyle yanıp kavrulan kalbe yine Allah‟tan gelen serinletici bir esintidir.24 Yahyâ b. Muâz‟ın, semânın yanında raksla ilgili görüĢü de müspettir. Bu bağlamda o, kendisinden nakledilen bir Ģiirinde Ģöyle demektedir: Raks ile yerleri dövdük, Manâlarının sırrı uğruna. Yoktur raksın ayıbı, Kendini Sende yitirmiş kula. Yerleri dövüşümüzdür bizim bu, Senin vâdine çıktığımızda.25 Yahyâ b. Muâz‟ın bu dizelerinden anlaĢıldığı kadarıyla onun nazarında raks normal zamanda ve irâdî olarak yapılan bir iĢ değil, bilakis vecd halinin etkisine girildiğinde kendiliğinden ortaya çıkan irade dıĢı bir eylemdir. Bu ――――――――― 18 19 ――――――――― 13 14 15 16 17 bk. Annemarie Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş (trc. Senâil Özkan), Ġstanbul 1999, s. 11. bk. Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, s. 634. bk. Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, Ġstanbul 1985, s. 44-45. Bk. Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ, I, s. 359; Annemarie Schimmel Mystical Dimensions of Islam, s. 52. Beyhakî, Şu‟abu‟l-îmân, I, 373. Ayrıca bk. Louis Massignon, Doğuş Devrinde İslam Tasavvufu, s. 136. 20 21 22 23 24 25 Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s. 188. Mevlânâ, Mesnevî (haz. Abdülbakî, Gölpınarlı), Ġstanbul 1984, V, 61. Süleyman Uludağ, İslam Açısından Mûsikî ve Semâ, Ġstanbul 1992, s. 243-278. Bk. Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, s. 138, 190. Mesela bk. Hakîm Tirmizî, Kitâbu‟l-menhiyyât (nĢr. Muhammed Osman el-HuĢt), Kahire 1986, s. 91. Bk. Afîfî, “Melâmetîlik, Sûfîlik ve Ehl-i Fütüvvet”, s. 189. Ebû Nasr Serrâc, Lüma‟, s. 262. Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 61. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 23 gayr-ı irâdî olma özelliği sebebiyle raks neticesinde kiĢiye gayba dair gizli bilgiler açılmaktadır.26 Raks ve semâ bu yönleriyle mühim olmakla birlikte, Yahyâ b. Muâz‟ın, semâ ile ilgili bazı uygulamaların kimi çevrelerce istismar ediliyor olmasından dolayı rahatsızlık duyduğu anlaĢılmaktadır.27 Yahyâ b. Muâz‟ın semâ ile ilgili kanaatlerini paylaĢan Mevlânâ‟ya göre de semâ “dostun hâllerini görmek, lâhut perdelerinden Hakk‟ın sırlarını duymaktır.28 Yahyâ‟nın Ģiirinde kullandığı ifadeleri çağrıĢtıran dizelerinde ise o Ģöyle der: 24 Abdülhalîm Mahmûd, Muhasibî, Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, trc. M. BeĢir Eryarsoy, Ġstanbul 2005. Afîfî, Ebu‟l-Alâ, Tasavvuf: İslam‟da Mânevî Devrim, trc. H. Ġbrahim Kaçar, Murat Sülün, Ġstanbul 1996. --------------. “Melâmîlik, Sûfîlik ve Ehl-i Fütüvvet”, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler, trc. Ekrem Demirli, Ġstanbul 2000. AteĢ, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Ġstanbul 1998. “Semâın ne olduğunu biliyor musun? Bedevî, Dostun aĢk vuruĢları, darbeleri önünde baĢını top gibi yapıp, baĢsız-ayaksız dosta koĢmaktır.”29 Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed, Şu‟abu‟l-îmân, nĢr. Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1990. Netice itibariyle; zühd döneminde Râbiatü‟l-Adeviyye ile baĢlayan, havftan ziyade recâyı öne çıkaran mahabbet ağırlıklı din ve tasavvuf anlayıĢının Fudayl b. Ġyâz ile geliĢen ve Yahyâ b. Muâz er-Râzî ile hatları belirginleĢen Ģeklinin en mükemmel ifadesini bulduğu kiĢi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟dir, demek pek de abartılı bir yorum olmasa gerektir. Bibliyografya Abdurrahmân, Şehîdetü‟l-ışki‟l-İlâhî Râbi‟atü‟l-Adeviyye, Kahire 1962. Bolat, Ali, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, Ġstanbul 2003. Can, ġefik, Mevlânâ, Ġstanbul 1995. Chittick, William, Hayâl Âlemleri (trc. Mehmet Demirkaya), Ġstanbul 1999 Çift, Salih, Tasavvufta Sevgi ve Ümit Yolu: Yahyâ b. Muâz er-Râzî, Bursa 2008. Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İşârâtü‟l-İlâhiyye, Kuveyt 1981. Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, trc. Lâmiî Çelebi, haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Ġstanbul 1995. Ebû Mutî‟ Mekhûl b. Fazl en-Nesefî, Kitâbu‟llü‟lü‟iyyât fi‟l-mevâiz, Süleymaniye Ktp., Ayasofya 4801 (165a-264b). ――――――――― Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‟ fî târîhi‟ttasavvufi‟l-İslâmî, nĢr. Kâmil Mustafa elHindâvî, Beyrut 2001. 26 27 28 29 Yahyâ b. Muâz‟ın, semâ zamanlarını ilâhi sırların keĢf edilme anları olarak nitelemesi daha sonra Gazzâlî tarafından da benimsenmiĢ ve geniĢ bir Ģekilde yoruma tâbi tutulmuĢtur. Bu konuda Gazzâlî Ģöyle demektedir: Kâdir-i Mutlak, insanların kalbine bir sır koydu. Bu sır ateĢin demirde saklanması gibi saklandı. Ne zaman bir taĢ demire çarparsa o saklı ateĢ (sır) ortaya çıkar. Semâya kalkmak ve güzel bir mûsikî dinlemek insandaki cevheri harekete geçirir. Bu ise, kalp ile kâinatı ve mânevî âlemleri birbirine bağlayan bir hâl meydana getirir. Kâinât güzelliğin ve âhengin âlemidir. Her bir ritm, güzellik ve âhenk bu âlemin bir cilvesidir. Güzel bir ses ve hoĢ bir Ģarkı bu âlemin hârikalığının bir aksidir. Semâ kalbi uyandırır ve vecde getirir. Eğer bir insanın kalbi Ģiddetli Allah aĢkıyla ve zevkiyle dolarsa, semâ o kalpteki ateĢi körükler. Semâ kalbe bir kıvılcım atar ve oradaki bütün kirleri yakıp yok eder. Birçokları arınmaya çalıĢır fakat semâ olmadan bunu baĢarmaları mümkün değildir”, bk. Kimyâ-yı Sa‟âdet (trc. A. Faruk Meyân), Ġstanbul 1971, s. 337. Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü‟l-kulûb, Kâhire 2001, II, 1095; Gazzâlî, İhyâu ulûmi‟d-dîn, Beyrut ts., II, 269. ġefik Can, Mevlânâ, s. 265. ġefik Can, Mevlânâ, s. 265. Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, Beyrut 1405. Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü‟l-kulûb, Kahire 2001. Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ, trc. Süleyman Uludağ, Ġstanbul 2002. Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhyâu ulûmi‟d-dîn, Beyrut ts. -----------------. Kimyâ-yı saadet, trc. A. Faruk Meyan, Ġstanbul 1971. Gölpınarlı, Abdülbâkî, Mevlânâ Celâleddîn, Ġstanbul 1985. Hakîm Trirmizî, Kitâbu‟l-menhiyyât, nĢr. Muhammed Osman el-HuĢt, Kahire 1986. Hartmann, Richard, “Sülemî‟nin Risâletü‟lMelâmetiyyesi”, trc. Köprülüzâde Ahmed Cemâl, DEFM, sene: 3, sy. 6 (1340/1924), s. 277-322. Hatîb Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Beyrut ts. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb, trc. Süleyman Uludağ, Ġstanbul 1982. Schimmel, Annemarie, Mystical Dimensions of Islam, Chapel Hill 1975. Ġbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, nĢr. Ömer b. Garâme el-Amrî, Beyrut 1995. -----------------, Ben Rüzgarım Sen Ateş, trc. Senâil Özkan, Ġstanbul 1999. Ġbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu‟s-sâlikîn, Kahire 1983. Sülemî, Ebû Abdurrahman, Beyânu ahvâli`ssûfiyye, nĢr. Süleyman AteĢ, Tasavvufun İlkeleri Sülemî‟nin Risâleleri içinde, Ankara 1981, s. 132-139 Ġbnü‟l-Cevzî, Sıfatü‟s-safve, Beyrut 1979. KuĢeyrî, Abdülkerîm, er-Risâletü‟l-Kuşeyriyye, thk. Abdülhalîm Mahmûd, Mahmûd b. eĢġerîf, Kahire 1995. Massignon, Louis, Essays on the Origin of the Technical Language of Islamic Mysticism, Ġng. trc. Benjamin Clark, Indiana 1997. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, haz. Abdülbâkî Gölpınarlı, Ġstanbul 1984. -----------------, Hakâiku‟t-tefsîr, Ġmrân, Beyrut 2001. thk. Seyyid -----------------, Tabakâtü‟s-sûfiyye, thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ, Beyrut 2003. Uludağ, Süleyman, İslam Açısından Mûsikî ve Semâ, Ġstanbul 1992. Muhammed Ġbn Münevver, Tevhîdin Sırları, trc. Süleyman Uludağ, Ġstanbul 2003. Nasr, Seyyid Hüseyin, “Ġran‟da Tasavvufun Tarihi”, Makaleler II, trc. ġehabeddin Yalçın, Ġstanbul 1997. 25 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 26 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 ŞEM’Î’NİN MESNEVÎ’Yİ LAFZEN OKUMA TEKLİFLERİ* Şem’î’s Proposals Upon Lıteral Readıng of Mesnevî Öğr. Gör. Dr. Abdülkadir DAĞLAR ÖZET Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî-yi Ma’nevî adlı şâheserine Anadolu sahasında 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar mensur-manzum şekillerde ve çeşitli hacimlerde ellinin üzerinde şerh yazılmıştır. Osmanlı ilim ve edebiyat dünyasının meşhur şârihlerinden Şem’î Şem’ullâh’ın 16. yüzyılın sonlarında bitirdiği ‚Şerh-i Mesnevî‛si ilk Türkçe tam Mesnevî şerhi olarak bilinmektedir. Şem’î bu eserinde Mesnevî’nin tamamını mısrâ mısrâ tercüme ve şerh etmiştir. Mesnevî’de geçen Farsça ve Arapça kelimeleri önce gramer zemini üzerinde ardından da Mesnevî’de geçtiği yer bağlamında kavramsal olarak açıklayan Şem’î, zaman zaman Mesnevî metnini vezin, kâfiye ve Farsça gramer yordamıyla lafzen okuma yönünde teklif ve ikazlarda da bulunmuştur. Bu tebliğ çerçevesinde Şem’î’nin, Şerh-i Mesnevî’sinin 1. cildinde bu konuda yaptığı teklif ve ikazlar değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Mesnevî, Şem’î, Şerh-i Mesnevî, Lafzen Okuma ABSTRACT For the Mesnevî of Mewlana Jalaluddin Rumi, over 50 annotations in verse form, in prose form and of various volumes were written in Anatolian region from 15th to 20th century. Şerh-i Mesnevî written by the end of 16th century by Şem‘î Şem‘ullâh, a distinguished annotator of the Ottoman literature, is known to be the first full Turkish annotation of Mesnevî. In his work, Şem‘î translated and annotated the entire Mesnevî verse by verse. Şem’î, who studied the Persian and Arabic words in the Mesnevî grammatically and terminologically according to their meanings in the context, also gave warnings and made proposals on reading the Mesnevî literally with the assistance of rhyme, syllabic meter and Persian grammer. In accordance with this declaration, warnings and proposals of Şem’î in the 1st volume of Şerhi Mesnevî will be assessed. Key Words: Mesnevî, Şem’î, Şerh-i Mesnevî, Literal Reading ――――――――― Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir. * Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, [email protected] S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 27 AraĢtırma sahasında Lâtin alfabesini kullanan bilim dünyası, Arap harfli tarihî metinlerin neĢrinde öteden beri çeĢitli problemler yaĢamaktadır. Bilim adamları da çeĢitli ilmî tavır ve usûllerle bu problemleri bertaraf etmeye çalıĢmıĢlardır. Arap harfli Arapça, Farsça ve Türkçe tarihî elyazması metinlerin yine Arap harfleriyle yeniden neĢirlerini hazırlayanların yanında bu metinlerin tamamını normal bir Ģekilde veya ilmî transkripsiyon sistemine uygun olarak Lâtin harflerine aktaranlar da bulunmaktadır. Türkçe tarihî elyazması metinlerin neĢrinde ise bu iki uygulama ile beraber, Türkçe kısımların Lâtin, Arapça ve Farsça kısımların da Arap harfleri ile yazılması yönünde bir tutum da dikkati çekmektedir. 28 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin Mesnevî-yi Ma‟nevî adlı eserinin kendi metninin, tercüme ve Ģerhlerinin neĢirlerinde de benzeri farklı tutumlar gözlemlemek mümkündür: Reynold A. Nicholson Mesnevî‟nin tenkitli metnini1 Arap harfleri ile neĢretmiĢtir. Âmil Çelebioğlu‟nun Nahîfî‟nin manzum Mesnevî tercümesi üzerine hazırlamıĢ olduğu neĢirde2 Mesnevî‟nin metni Arap harfleri ile verilmiĢtir. Bursevî3 ve Ahmed Avni Konuk‟un4 Mesnevî Ģerhlerinin neĢrinde Mesnevî metni ile Arapça ve Farsça alıntılarda Arap harfleri kullanılmıĢtır. Abdülbâki Gölpınarlı5 ve Adnan Karaismailoğlu6 neĢirlerinde ise Mesnevî‟nin doğrudan tercümesi verilmiĢtir. Bu çalıĢmaların yanında Mesnevî beyitlerinin okunuĢunu ve Lâtin harfleri ile yazılıĢını gös――――――――― Reynold A. Nicholson, The Mathnawî of Jalâlu‟ddîn Rûmî, Cilt 1-8, London, 1925-1940. Bu çalıĢmanın sadece 1, 3 ve 5. ciltleri tenkitli metindir. 1 Âmil Çelebioğlu, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Mesnevî-yi Şerif, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, Cilt 1-3, Ġstanbul: Sönmez NeĢriyat, 1967 (I. Cilt) / 1972 (III. Cilt). 2 Ġsmail Güleç, İsmail Hakkı Bursevî, Mesnevî Şerhi: Rûhü‟lMesnevî (Mesnevî‟nin ilk 748 beytinin şerhi), Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2004. 3 Ahmed Avni Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi I, Cilt 1-2, haz. Selçuk Eraydın-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Gelenek Yayınları, 2004 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi II, Cilt 3, haz. Osman Türer-Mustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ, Ġstanbul: Gelenek Yayınları, 2005 / Cilt 4, haz. Osman TürerMustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ, Ġstanbul: Kitabevi, 2005 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi III, Cilt 5-6, haz. Selçuk EraydınMehmet Demirci-Mustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ-Necdet Tosun, Ġstanbul: Kitabevi, 2005 / 2006 (6. Cilt) // Mesnevî-i Şerîf Şerhi IV, Cilt 7, haz. Selçuk Eraydın- Mustafa Tahralı-Necdet Tosun, Ġstanbul: Kitabevi, 2006 / Cilt 8, haz.: Sâfi ArpaguĢ-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Kitabevi, 2007 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi V, Cilt 9-10, haz. Mehmet Demirci-Süleyman Gökbulut-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Kitabevi, 2008 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi VI, Cilt 11-12-13, haz.: Dilaver Gürer-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Kitabevi, 2008 / 2009 (13. Cilt). 4 Abdülbâki Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi, Cilt 1-6, 3. Basım, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000. 5 Adnan Karaismailoğlu, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, Cilt 1-2, Ankara: Akçağ Yayınları, 2004. 6 teren neĢirler de vardır: Tâhirü‟l-Mevlevî Ģerhinde7 Mesnevî‟nin sadece ilk cilt beyitlerinin, Hüseyin Top da eserinde8 Mesnevî‟nin ilk 1001 beytinin okunuĢunu ve popüler amaçla Lâtin harflerine aktarılıĢını göstermiĢtir. Öncelikli amaçlarından biri de Mesnevî‟nin Lâtin harfleriyle okunuĢunu vermek olan çalıĢmalardan bazılarını -ġem‟î‟nin Mesnevî Ģerhi üzerineAbdülkadir Dağlar9 ve Turgut Koçoğlu10, Ankaravî‟nin Mesnevî Ģerhi üzerine de- Ahmet Tanyıldız11 yapmıĢlardır. Bu çalıĢmalarda Mesnevî‟nin beyitlerinin okunup ilmî transkripsiyon sistemi ıĢığında Lâtin harflerine aktarılması ile ilgili çeĢitli tavır ve usûller dikkati çekmektedir. Dili ve anlam dünyası bakımından tercüme ve/veya Ģerhe ihtiyaç duyulan metinlerin tekke, mektep ve medrese gibi mahfillerde mütercim/Ģârih rehberliğinde çeĢitli gruplar tarafından topluca okunup anlaĢılması faaliyetleri üzerine kurulmuĢ olan Ģerh geleneği, esasında tâlim ve tedris amacı taĢımaktadır. Bu durumda, genel olarak Ģerhleri “meĢrûh eserleri okuma ve anlama kılavuzları” olarak kabul etmek mümkündür; Ģerhler kelimeden mısrâ veya cümle bütününe kadar metnin okunuĢu ile ilgili ipuçları verir, metni yorumlamada çeĢitli bakıĢ açıları sağlar. Muhitinde Farsça muallimi olarak temayüz eden ġem‟î ġem‟ullâh Efendi, aralarında Bostân, Gülistân, Mantıku‟t-Tayr ve Dîvân-ı Hâfız gibi Farsça klâsiklerin yanında Mesnevî-yi Ma‟nevî‟yi de okutup tercüme ve Ģerh etmiĢtir. ġem‟î‟nin 1587-1595 yılları arasında te‟lif ettiği ġerh-i Mesnevî adlı eseri, Mesnevî‟nin altı cildinin tamamına yapılan ilk Türkçe tercüme ve Ģerhtir, bu özelliğiyle ayrı bir önemi hâizdir.12 Eserinde beyit esasından hareketle Mesnevî‟nin her bir beytini, genelde mısrâ mısrâ bazen de bütün olarak tercüme eden ġem‟î, tercümenin ardından da Ģerh etmiĢtir. ġem‟î bu arada, Mesnevî‟nin Farsça ve Arapça kelimeleri ile ilgili ciddî açıklamalar yapmıĢtır ki eseri bu yönüyle bir Mesnevî sözlüğü olarak görmek de mümkündür. ――――――――― Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Cilt 1-14, 2. Basım, Ġstanbul: ġâmil Yayınları, 1975. Bu çalıĢmanın ilk beĢ cildi Mesnevî‟nin ilk cildinin Ģerhidir. 7 Hüseyin Top, Mesnevî-i Ma‟nevî Şerhi (İlk 1001 Beyit), Konya: Tablet Yayınları, 2008. 8 Abdülkadir Dağlar, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (I. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009. 9 Turgut Koçoğlu, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (II. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009. 10 Ahmet Tanyıldız, İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî - Şerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif) (I. Cilt) (İnceleme-Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2010. 11 12 Dağlar, a.g.t., s. 70-87. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Genel olarak eserlerinde Ģiir metinlerini doğru okuma yollarını ve Ģiir kurallarını öğreten bir edebiyat muallimi profili çizen ġem‟î, bu eserinde Mesnevî‟nin arûz, kâfiye, kelime bilgisi ve gramer kuralları yordamlarıyla nasıl okunabileceğinin ipuçlarını göstermiĢtir. Çünki øalbüè senüè räzuèuè gùr-∆änesi ola yaúnì sırruèı çünki ifşä eylemeyesin ... [gùr∆äneõ-ide hemze säkin oøunmaø gerekdür vezn içün]” (Ş 176/1) (- HT) Mesnevî-yi Ma‟nevî‟nin nesir değil de nazım formunda bir metin olduğu gerçeğinden hareketle, mısrâ ve beyitlerinin vezin ve kâfiye ölçülerinde nasıl okunması gerektiği ile ilgili somut ve görsel denemeleri, en azından Farsça ve Arap yazısı bilgisine sahip olmayan Mesnevî meraklılarının istifâdesine sunmanın önemi ortadadır. Kaldı ki, Arap harfli tüm metinlerde olduğu gibi, Mesnevî‟yi lafzen okunma Ģekli ve tercihleri ondan ne anlaĢıldığının da ciddî bir göstergesidir.13 Kalbin; sırrının mezârı olursa ...” (TM 174/1; c. 1, s. 163) AĢağıda, ġem‟î‟nin Mesnevî‟yi lafzen okumaya dâir verdiği ipuçlarından, yapmıĢ olduğu kılavuzluktan hareketle Mesnevî‟nin ilk cildinden seçilmiĢ örnek beyitlerin nasıl okunabileceği üzerinde durulmuĢ, bu beyitleri okuma Ģekilleri Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin Top‟un okuma biçimleriyle mukayese edilmiĢtir.14 1. Arûz Kılavuzu Remel bahrinin “fâ‟ilâtün fâ‟ilâtün fâ‟ilün” kalıbıyla nazm edilmiĢ olan Mesnevî-yi Ma‟nevî‟nin bu Ģerhinde ġem‟î arûzla ilgili teorik bilgiler vermez, okuma esnâsında mısrâların bu kalıba tam olarak oturması için ne gibi tasarruflarda bulunulabileceğinin yollarını gösterir: “Gûr hâne râz-ı tû çün dilĢeved “Bì∆aber k’an şäh øa´d-ı canş kerd bì∆aber ki ol şäh anuñ cänına øa´d eyledi cäneşde nùn vezn içün säkin oøunmaø gerekdür cäneşde olan ◊amìr-i ˚äyib merd-i zer-gere räciúdür” (ġ 193/2) “Bîhaber kâ‟nĢâh kasd-î cânĢ kerd ġâhın canına kasdettiğinden haberi olmayan ...” (TM 191/2; c. 1, s. 169) “Bîhaber k‟anĢâh kasd-î cânĢ kerd ġâhın kasdediciliğinden habersiz ...” (HT 191/2; s. 151) “Cüz ki ´ä≈ib-Ÿevø ki’şnäsed biyäb Ki ´ä≈ib-Ÿevødan ˚ayrı kim aèlar fehm eyle [şinäsed fiúl-i mu◊äriú müfred-i müŸekker-i ˚äyibdür] Ù şinäsed äb-ı ∆oş ezşùre-äb 1.1. Harekeli Harflerin Sâkin veya Sâkin Harflerin Harekeli Okunması ∆oş ve leŸìŸ äbı tel∆ u şùre-äbdan o aèlar zìrä ≠atdı... ki şinäsedde ki istifhämdur imtinäú içün ve şìn vezn içün säkin oøunur” (ġ 281/1) “Näyib-i ~aøø u ∆alìfe-y men tuyì “Cüz ki sâhib zevk ki Ģînâsed biyâb, ~aøøuè näyibi ve benüm ∆alìfemsin [∆alìfeõ-ide hemze yä-yı säkine oøunmaø gerekdür vezn içün]” (ġ 660/2) (- TM) “Nâib-i Hakk û halîfe men tüî Hakk‟ın vekîli ve benim halîfem sensin” (HT 651/2; s. 365) “Gùr-∆äne-y räz-ı tù çün dil şeved ――――――――― Bu konuda bkz. Ahmet Tanyıldız, “Mesnevî ġerhlerinde Sözden Ma‟nâya Yorum Farklılıkları”, Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/6 (Prof. Dr. Cem Dilçin Adına - ġerh/Annotation), (Fall 2009), s. 407-426. 13 Örneklerde sırasıyla ġem‟î (ġ), Tâhirü‟l-Mevlevî (TM) ve Hüseyin Top‟un (HT) aynı beyit veya mısrâ üzerine okumaları yer almaktadır; ġem‟î‟den alınan beyitler ve mısrâlar koyu Ģekilde ve paragraf girintisi fazladır. Örnekler Abdülkadir Dağlar, Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin Top‟un yukarıda künyesi verilen çalıĢmalarından alınmıĢ olup bu çalıĢmalardaki beyit/mısrâ numaraları parantez içinde verilmiĢtir. Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin Top‟tan örnek alınırken hiçbir tasarrufta bulunulmamıĢ, kitaplarından aynen alıntılama yapılmıĢtır. 14 Ô Ģinâsed âb-ı hoĢ ez Ģûre âb. BilmiĢ ol ki, tatlı suyu acı sudan ayırt edecek olan zevk sâhibidir” (TM 273; c. 1, s. 207) “Cüz ki sâhib zevk ki Ģînâsed biyâb Ô Ģinâsed âb hoĢ ez Ģûre âb BilmiĢ ol ki tatlı su ile acı su arasındaki farkı, zevk sâhibi (tatma duygusu olan) anlar” (HT 276; s. 186) “Ger hemì∆¥ähì úa´ä tu’fken nu∆ust eger ister iseè úa´äèı evvel sen bıraø ... [tu efkende elif ve fä säkindür vezn içün]” (ġ 1644/2) “Ger hemî-Hâhî aSâ tu-„fken nuHust istersen evvelâ asânı sen at” (TM 1615/2; c. 3, s. 819) örneklerinde harekeli harflerin sâkin, “Deri§ir mìguft canrä süst şev úaøabince cäna eydürdi ki süst ü kähil ol ... deri§rde hemze meksùr olup úaøab maúnåsına S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 29 olmaø rùşendür nihäyeti vezn içün §äya da∆ı kesre virilür i§ir úaøabince maúnåsınadur e§er olup maúnå böyle olmaø hem ∆ùbdur anuè e§er ü maúnåsında cäna süst ü kähil ol dirdi bu vech üzre hemze ve §ä meftù≈dur” (ġ 457/2) “Vez eser mî gûft canrâ sûst Ģev Zımnen ve fi‟len ise, rûha atâlet ve miskinlik tavsiye ediyordu” (TM 447/2; c. 1, s. 288) “Vez eser mî gûft canrâ sûst Ģev ama sözünün özünde cana „gevĢek ol‟ diyordu, sanki tembellik, gevĢeklik tavsiye ediyordu” (HT 448/2; s. 263) Eger benüm göèlüm dervìşlik sebebinden ´ıçradı ise ... Behr-i ∆¥ìşem nìst an behr-i tuvest ol ∆u´ù´ kendümden ötüri degüldür senden ötüridür [tùstda väv fet≈ile oøunmaø gerekdür vezn içün]” (ġ 2440) “Ger zi dervîĢî dilem ez Sabr cest, Behr-i HîĢem nîst ân behr-i tu est. örneklerinde de sâkin harflerin hareke ile okunmasının aruz için gerekli olduğu ifâde edilmiĢtir. MüĢedded “Zêr-i kalb û zêr-i nîkû der ayâr, Kalp altını da, hâlis altını da ...” (TM 296/1; c. 1, s. 221) “Zer-i kalb û zer-i nîkû der ayâr Kalp altın ile hâlis altın ayarda anlaĢılır” (HT 299/1; s. 197) örneklerinde müĢedded, muhaffef kelimelerin Æıfl ≈accämuè ol nìşinden ditrer ve ∆avf eyler ≈accäm müşeddeddür ammä bunda vezn içün mu∆affef oøunur ≈accäm ≈acämat idici maúnåsınadur ammä cerrä≈ maúnåsına istiúmäl olınur” (ġ 246/1) “Tıfl mîlerzed ezan nîĢ-i hacâm Çocuk, hacamat neĢteri karĢısında titrer” (TM 238/1; c. 1, s. 192) “Beççe mî lerzed ezan nîĢ-i hacâm Zarûret ilcâsiyle gönlümün sabr ve tahammülü taĢtıysa kendim için değil, senin için idi” (TM 2403; c. 4, s. 1158) 1.2. Kelimelerin Muhaffef Okunması æalb altunı ve ∆äli´ altunı úayärda ... [zer bunda iki ma≈alde bile teşdìdiledür]” (ġ 304/1) “Beççe mìlerzed ezan nìş-i ≈acäm “Ger zidervìşì dilem ez´abr cest 30 “Zerr-i øalb ü zerr-i nìkù derúayär veya “`un revan şud hem-çü seyl ezçepp ü rast ™ol ve ´a˚dan yaúnì e≠räfdan øan seyl gibi revän oldı çep ´ol räst ´a˚ maúnåsınadur çepde pä müşeddeddür vezn içün” (ġ 714/1) “Hun revan Ģüd hemçü sîl ez çepp ü râst Sağdan, soldan kan selleri aktı” (TM 699/1; c. 2, s. 421) “Hun revan Ģüd hemçü seyl ez cebb ü râst Soldan sağdan sel gibi kan aktı” (HT 704/1; s. 395) “Çün ziúUmmer an resùl inrä şinìd Çünki ol resùl-i Rùm ≈a◊ret-i úÖmerden ... [úUmer bunda mìmüè teşdìdiyile oøunur vezn içün]” (ġ 1539/1) “Ez-Umer çun ân resûl înrâ Ģenîd O elçi, Hazret-i Ömerden bunları iĢitince ...” (TM 1514/1; c. 3, s. 778) Çocuk hacamatçının neĢteri karĢısında titrer” (HT 244/1; s. 172) “Berdükan bùdì nigehbän-ı dükän dükkända dükkänuè nigehbänı ve ≈äfı®ı idi ... dükän a´lı müşeddeddür lìkin vezn içün ta∆fìf olınmışdur” (ġ 250/1) “Ber dûkân bûdî nigehbân-î dükân Dükkânda bekçilik eder ...” (TM 242/1; c. 1, s. 194) “Ber dükân bûdî nigehbân-î dükân Dükkanda dükkan bekçiliği yapar” (HT 248/1; s. 174) örneklerinde de müĢedded kelimelerin muhaffef okunmasının vezn için daha doğru olduğu belirtilmiĢtir. 1.3. Kelimelerin, Harf Hazfı veya Ziyâdesiyle Okunması “~amleşän ezbäd bäşed dembedem ol şìrlerüè ≈areket ü ≈amlesi dembedem yilden olur ... [≈amle-yi şän taødìrindedür ki vezn içün hemze ≈aŸf olınmışdur]” (ġ 612/2) “Hamle Ģan ez bâd bâĢed dembedem ki saldırıĢımız, rüzgârın tahrîkiyledir” (TM 601/2; c. 2, s. 379) “Hamle Ģân ez bâd bâĢed dembedem S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Onların zaman zaman hareketi, oynaması rüzgardan olur” (HT 603/2; s. 338) “Däne bäşì mur˚ekänet berçinend Däne olur iseè seni øuşçu˚azlar dirürler ve yirler [berçìnend idi vezn içün yä ≈aŸf olındı]” (ġ 1860/1) “Dâne bâĢî murğakânet ber-çenend Dâne gibi olursan seni kuĢcağızlar toparlar ...” (TM 1830/1; c. 3, s. 924) “An úAräbì ezbiyäbän-ı baúìd Ol úAräbì dùr u baúìd biyäbändan [úaräbì a´lı aúräbìdür ki vezn içün elif ≈aŸf olınmışdur]” (ġ 2818/1) Aslında vasl-ı hâ aruzda bir kusur olarak kabul edilmektedir. Ancak, Ģâirler nâdiren de olsa belki de zarûret dolayısıyla bu yolu kullanmıĢlardır: “K’ezvey ägeh geşt heme pìr ü cevän ki ol meclisde ≈ä®ır olan cemìú-i pìr ü cevän ol näleden ägäh u ∆aberdär oldı geşt laf®ı vezn içün tìz oøunmaø gerekdür” (ġ 2148/2) “K‟ez-vey âgeh gêĢt hem pîr û cevân o iniltiyi bulunanların, ihtiyârı da, genci de duydu ...” (TM 2113/2; c. 4, s. 1042) örneğinde vezin için “geĢt” kelimesinde meddin açılarak “heme” kelimesine ulanarak hızlı bir Ģekilde okunması gerektiği ifâde edilmiĢtir. 2. Kâfiye Kılavuzu15 “An a‟râbî ez beyâbân-ı baîd O Bedevî, uzak çöllerden ...” (TM 2775/1; c. 5, s. 1313) örneklerinde kelimelerin, bir harflerinin hazf edilerek okunması, “Cebr çi’bved besten-i işkesterä Lu˚atda cebr nedür ´ınmışı ´arup ba˚lamaødur [işkestede hemze zäyid vezn içündür]” (ġ 1089/1) “Cêbr çibved: besten-î iĢkesterâ Cebr nedir? Kırık bir kemiği sarıp bağlamak ...” (TM 1068/1; c. 2, s. 595) örneklerinde ise kelimenin, bir harf eklenerek okunması gerektiği vurgulanmıĢtır. “`alfehum sedden fe a˚şeynähumù Biz anlaruè öèinden sedd eyledük ve anlaruè ardından sedd eyledük pes biz anları i≈ä≠a eyledük ki anlar ≠arìø görmezler ebedì ¬aläletde øalurlar kibr ü úinädlarına sebeb budur Mìnebìned bendrä pìş ü pes ù o ardında olan bend ü øaydı görmez fe mìm ◊ammıla ve işbäúıla oøunmaø gerekdür” (ġ 3291) a˚şeynähumda ġem‟î, aruz hususunda olduğu gibi kâfiye konusununda da teorik açıklamalar yapmadan, kelimelerin kâfiyeye uygun olarak nasıl okunması gerektiği hakkında ikazlarda bulunmuĢtur. AĢağıda ġem‟î‟nin kâfiyeye uygun okuma ile ilgili tasarrufları ele alınacaktır. 2.1. Kâfiye Kelimesinde Mukayyed Revînin Mutlak Revî Yapılması ġiirde kâfiye harfi olan “revî” sâkin ise “mukayyed” harekeli ise “mutlak” adını alır. AĢağıdaki örnekte “derkûlhâ” kelimesindeki sâkin “lâm”ın kâfiye icâbı (“lûlehâ” kelimesine uydurulmak için) fetha ile okunması gerektiği belirtilmiĢtir: “Şeh çü ≈av◊ì dan ≈aşem çün lùlehä Päd-şähı bir ≈av◊ ve ≈aşem ü erkänı lùleler gibi bil Áb ezlùle revan derkùlehä äb lùleden göllere cärìdür kùlhädan muräd reúäyädur kùl käf-ı úArabìnüè ◊ammesiyile bir deredür ki anda ∆urde ≠aş ve øum ola ve Türkìde göl dirler ki úArab ˚adìr dir [kùlhäda läm fet≈ile oøunmaø gerekdür]” (ġ 2866) “ġeh çü havzî dan haĢem çün lûlehâ, Ab ezlûlehâ revan der gôlehâ. “Halfehum sedden feağĢeynâhumû, Mî nebîned bendrâ pîĢ-û-pes ô. Onların önlerine ve ardlarına sed yaptık ki, o önde ve arkada olan bendi görmezler” (TM 3238; c. 5, s. 1499) örneğinde de, klâsik nazımda vezin ve kâfiye zarûretinden dolayı kelimenin sonuna harf katma anlamına gelen “iĢbâ‟” hâdisesine değinilmiĢtir ki görüleceği üzere hem vezin hem de kâfiye için kelime harf eklenmesiyle okunmuĢtur. 1.4. Vasl-ı Hâ ile Okuma PâdiĢâhı havuz, etbâını o havuzun muslukları farzet. Su, göle musluklardan akar.” (TM 2822; c. 5, s. 1332) 2.2. Kâfiye Kelimesinde Revî Harfinin DeğiĢtirilmesi “Cüzv-i küll ezküll-i ù gerded pedìd ――――――――― Bu bölümdeki kâfiye ile ilgili terminoloji için bkz. M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi (Biçim-Ölçü-Kafiye), Ġstanbul: 3F Yayınevi, 2007, s. 265-272. 15 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 31 Küllüè cüzõi ol cüzõüè küllinden ®ähir olur yaúnì úaøl-ı cüzõì úaøl-ı küllìden øuvvet ü kemäl bulur An çünan ki mesti-yi úaøl eznebìd Ancılayın ki nebìdden úaøluè mestligi ®ähir olur nebìd ∆urmädan ≈ä´ıl olan şeräbdur ki nebìŸü’t-temr dirler a´lı Ÿäl-i muúceme iledür lìkin øäfiyeden ötüri däl-i mühmele oøunur” (ġ 2086) “Cüz‟-i küll ez-küll-i û kerded bedîd, Ân-çun-ân kî mesti-î aKl ez-nebîd. Küllün cüz‟ü, onun küllünden zâhir olur. Nitekim nebizden akl sarhoĢ olur” (TM 2051; c. 4, s. 1013) örneğinde “nebîz” kelimesinin “pedîd” ile kâfiyelenebilmesi için “zâl” harfi “dâl” harfine çevrilmiĢtir. 2.3. Kâfiye Kelimesinde “Ridf” Harfinin DeğiĢtirilmesi 32 “Ridf”, revî harfinden önceki sâkin “elif, vâv, yâ” harfleridir. Kâfiye zarûretinin ortaya çıktığı durumlarda bu harflerin birbirleri ile değiĢtirilmesi gerektiği belirtilmiĢtir: Ender â der sâye-î nahl-î ümîd. Lâkin arslanlığa itimad etme de ümid ağacının gölgesine gel” (TM 2959; c. 5, s. 1388) Yukarıdaki örneklerde “imâm” ve “i‟timâd” kelimelerindeki ridf harfleri olan “elif”ler, kâfiye gereği “yâ” ile değiĢtirilmiĢtir. 2.4. Kâfiye Kelimesinde “Hazv”da DeğiĢiklik Yapılması Kâfiye harflerinden “ridf” ve “kayd”dan önceki harfin harekesine “hazv” denir. AĢağıdaki örnekte ġem‟î “∆ord” ile “nekerd”i kâfiyeli hâle getirmek için mazmûm (ötreli) “∆ä” harfinin harekesini meftûh (üstünlü) yapmıĢ, böylece, revînin sâkin olması durumunda hazvin farklı olmasından kaynaklanan kâfiye kusurunu ortadan kaldırmıĢtır: “Çün ki bùyì bürd ü şükr-i an nekerd Çünki bir bùy iltdi ve anuè şükrini eylemedi Küfr-i niúmet ämed ü bìnìş ∆ard ol kimse küfrän-ı niúmet geldi ve burnını yidi [∆ordda ∆ä fet≈ile oøunmaø gerekdür øäfiye içün]” (ġ 451) “Tä becäy-ı ù şinäsìmeş imìm Tä vezìr yerine anı imäm u ∆alìfe aèlayalum Dest ü dämenrä bedest-i ù dihìm dest ü dämenümüzi anuè eline virelüm yaúnì aèa küllì teslìm olalum imìm a´lında imämdur ki øäfiye içün elif yäya øalb olındı” (ġ 679) “Tâ becây-i ô ĢinâsîmeĢ emîm, Dest ü dâmen râ bedest-î ô dihîm. Ki o vezîrin makâmında imam ve muktedâ tanıyalım; ve elimizi, eteğimizi onun eline teslîm edelim” (TM 666; c. 2, s. 405) “Tâ becây-î ô ĢinâsîmeĢ emîm Dest ü dâmen râ bedest-i ô dihîm Tâ ki onun yerini alacak imamı bilelim. Eli, eteği onun eline verelim.” (HT 669; s. 376) “Lìk berşìrì mekun hem iútimìd “Çünki bûyî bürd ü Ģükr-î an nekerd, Küfr ü ni‟met âmed û bînîĢ hord. Bir kimse, mânevî koku duyup da o nîmetin Ģükrünü îfâ etmezse, küfrân-ı nîmet gelir, onun burnunu yer ve düĢürür” (TM 441; c. 1, s. 284285) “Çünki bûyî bürd ü Ģükr-î an nekerd Küfr-i ni‟met âmed û bînîĢ hôrd (Ma‟nevî) Bir koku alıp da onun Ģükrünü îfâ etmiyen kimsenin bu nankörlüğü, onun burnunu yer, bitirir.” (HT 442; s. 260) 2.5. Kâfiye Kelimesinde “Tevcîh”te DeğiĢiklik Yapılması Ġçinde te‟sîs harfi bulunmayan kâfiye kelimelerinde mukayyed revîden önceki harfin harekesinin yani tevcîhin değiĢtirilmesi yoluyla kâfiye sağlanması gerektiğine metnin pek çok yerinde rastlanmaktadır. AĢağıdaki örneklerde ġem‟î tevcîhlerde değiĢiklik yaparak, revînin sâkin olması durumunda tevcîhin farklı olmasından kaynaklanan kâfiye kusurunu bertaraf etmiĢtir: Lìkin arslanlı˚uè üzre hem iútimäd eyleme iútimäd idi øäfiye içün elif yäya øalb olındı ve evlå yä ile yazılmaødur Ender ä dersäye-yi nä∆l-i ümìd ümìd na∆linüè säyesine gel” (ġ 3007) “Tä kenìzek dervi´äleş ∆aş şeved Tä kenìzek anuè vi´älinde tendürüst ü ∆oş ola Áb-ı va´leş defú-i ìn äteş şeved “Lîk ber Ģîrî mekün hem i‟temîd, S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 zer-gerüè vi´äli äbı bu äteş ü ≈aräreti defú idici ola ... ∆oşda ∆ä fet≈ile oøunmaø gerekdür” (ġ 201) “Tâ kenîzek der visâleĢ hoĢ Ģeved, Âb-ı vasleĢ def‟-i in âteĢ Ģeved. Tâ ki bunun visâliyle câriye iyileĢsin, âb-ı visâli onun hasret ateĢini söndürsün” (TM 199; c. 1, s. 172) “Tâ kenîzek der visâleĢ hoĢ Ģeved Âb-ı vasleĢ def‟-i an âteĢ Ģeved Ver ki, câriye onun visâliyle (onunla buluĢmakla) Ģifâ bulsun, onun vuslat suyu bu âteĢi söndürsün” (HT 199; s. 154) “Gufte ìnek mä beşer ìşan beşer Eytmişler işte biz beşerüz anlar da∆ı beşerdür ... Mä vü ìşan beste-yi ∆¥äbìm ü ∆¥ar biz ∆¥äb u ∆ora muøayyedüz anlar da∆ı ∆¥äb u ∆ora muøayyedlerdür ... ∆or yimek maúnåsınadur ∆orda ∆ä fet≈ile oøunmaø gerekdür øäfiye içün” (ġ 271) Gayr-ı in heft âsmân-î mu‟teber Onlar, bu bilinen muteber yedi gökten baĢka göklerde seyrederler. Bu gökler ise bilinen, bu meĢhur yedi göğün ötesindedir.” (HT 755; s. 425) örneğinde de “diger-müĢtehir” kelimeleri arasında kâfiye sağlamak için “hâ” harfinin harekesini (tevcîh) kesreden fethaya çevirmek gerektiği ifâde edilmiĢtir. 2.6. Her Ġki Mısrâda Kâfiye Kelimelerinde DeğiĢiklik Yapılması AĢağıdaki örnekte ilk mısrâda “≈icäb” kelimesindeki ridf-i elif ridf-i yâ‟ya çevrilerek “≈acìb”, ikinci mısrâda “ceyb” kelimesindeki kayd harfi (sâkin yâ) ridf harfine çevrilerek “cìb” kelimesine dönüĢtürülmüĢtür: “Çeşm-bendest äteş ezbehr-i ≈acìb Áteş ≈icäbdan ötüri göz ba˚ıdur úaväma a´lı ≈icäbdur øäfiye içün ≈acìb oøunur Ra≈metest in ser beräverde zicìb “Güfte înek mâ beĢer îĢan beĢer, bu äteş ceyb ü ˚aybdan başın øaldurmış ve ®ähir olmış ra≈metdür [ceyb a´lı cìmüè fet≈iyiledür bunda øäfiyeden ötüri cìme kesre virmek läzımdur]” (ġ 801) Mâ vü îĢan beste-î hâbîm ü hor. “ÇêĢm bendest âteĢ ez-behr-i hacîp, ĠĢte biz de insanız, onlar da. Biz de yemeye ve uyumaya mecbûruz, onlar da dediler.” (TM 263; c. 1, s. 201) Rahmetest in serberâverde zicîp. “Güfte înek mâ beĢer îĢan beĢer Bu ateĢ, sathî görüĢlülere perde olmak için bir göz bağıdır. Yoksa ceyb-i gayb-ı Ġlâhiden zuhur etmiĢ bir rahmettir” (TM 785; c. 2, s. 466) Mâ vü îĢân beste-î hâbîm ü hor “ÇêĢm bendest âteĢ ez-behr-î hacîb ĠĢte, biz de insanız onlar da insan, biz de uykuya ve yemeğe bağlıyız (mecburuz, muhtâcız) onlar da dediler” (HT 266; s. 181) örneklerinde “hoĢ-âteĢ” ve “beĢer-hor” kelimeleri arasında kâfiye sağlamak için “hâ” harflerinin harekesini (tevcîh) zammeden fethaya, “Säyiran deräsmanhä-yı diger Ol a∆terler idicilerdür ˚ayrı äsmänlarda seyr Rahmetest in ser ber âverde zi cîb (Bu) AteĢ, (nasipsizlerden) gerçeği gizlemek için bir göz bağıdır. (Aslında ma‟nâ) yakasından baĢını çıkaran bir rahmettir.” (HT 787; s. 443) 3. Harf ve Hareke Kılavuzu Metinde karıĢması muhtemel kelimelerin harflerini ve harekelerini sözlü olarak belirtmekle yanlıĢ okuma ve yorumlamanın önüne geçilmiĢtir: “~äl-i tù dìdem neveştem øäl-i tù ˙ayr-ı in heft äsmän-ı müşteher bu müştehir olan yedi äsmändan ˚ayrı ... müştehir ism-i fäúildür lìkin bunda øäfiye içün hänuè fet≈iyile oøunur” (ġ 765) “Sâiran der âsmanhây-î diğer, Gayr-i in heft âsmân-î nâmver. O yıldızlar, Ģu meĢhur yedi gökten baĢka göklerde seyrederler” (TM 749; c. 2, s. 447) “Sâirân der âsmânhây-î diğer senüè ≈älüèi gördüm yaúnì tamäm bildüm senüè sözüèi dürdüm yaúnì minbaúd sözlerüèe iútiøäd u iútimäd eylemezem neveştem nùn ve vävuè fet≈asıyıla fiúl-i mä◊ì nefs-i mütekellim-i va≈dedür ≠ayy eyledüm maúnåsına” (ġ 359/2) “Hâl-i tû dîdem nenûĢem kâl-i tû Hâlini görüp anladığım için, dedikoduna kulak asmam” (TM 349/2; c. 1, s. 247) “Hâl-i tû dîdem nenevĢem kâl-i tû S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 33 Martavalına kanmam (yalanını yutmam).” (HT 353; s. 220) örneğinde “nüviĢtem”, “neveĢtem” kelimesinin “Bendegì der˚ayb ämed ∆ùb geş `ıdmet ü bendelik ˚aybda ∆ùb u la≠ìf gelür [geş käf-ı Färsìyile ∆ùb u näzük maúnåsınadur] ~ıf®-ı ˚ayb äyed deristiúbäd ∆aş ˚aybuè ≈ıf®ı istiúbädda ∆oş gelür” (ġ 3684) “Bendekî der ğayb âyed hûb-u-keĢ, Hıfz-ı ğayb âmed der isti‟bad hueĢ. Gâibâne ibâdet güzel ve latîftir. Ġsti‟bâd yânî ibâdette gaybı muhâfaza etmek hoĢtur” (TM 3627; c. 5, s. 1678) örneğinde de “geĢ” kelimesinin “keĢ” okunmaması için uyarı yapılmıĢtır. “Künd ü mande mìşevì vü ser-nigùn 34 çönge ve yor˚un ve zebùn ve başı aşa˚a olursun yaúnì mädäm ki ≈ämil-i ≈avässın ≈älüè ∆aräbdur a≈väl-i beşeriyyetden ∆alä´ bulmaz ve vä´ıl u maøbùl-i ~aøø olmazsun ve bir dem taúab u za≈met ü meşaøøatdan ∆älì degülsin künd käf-ı úArabìnüè ◊ammesiyile çönge maúnåsınadur künd yerine gend käf-ı Färsìnüè fet≈asıyıla øokmış maúnåsına ma≈alle müläyim degüldür nite ki aşa˚ada väøıú olan beytden ®ähirdür ...” (ġ 3232/2) “Kûned-û-mandê miĢêvî ser nigun yorgun ve âciz kalmıĢsın” (TM 3180/2; c. 5, s. 1475) örneğinde ise, muhtemelen mısrânın baĢkalarınca yanlıĢ okunmuĢ ve yorumlanmıĢ olmasından dolayı, kelimenin “gend” değil “künd” okunması gerektiği ifâde edilmiĢtir. 4. Bâb (Vezin) Kılavuzu Kelimelerdeki harflerin farklı harekeler ile okunmaması için bazen harekesinin yanında Arapça kelime bilgisi kâidelerine göre bâbları, aynı bâbdaki baĢka bir kelime örneği ile belirtilmiĢtir, Ģu öneklerde olduğu gibi: “Guft el-∆aløu úıyälun li’l-İläh ≈a◊ret-i Resùl ´allallähu úaleyhi ve sellem eytdi ∆alø Alläh taúälånuè úıyälidür ... úıyäl kesri úaynıla cemú-i úıyeldür ciyäd cemú-i ciyed oldu˚ı gibi” (ġ 941/2) “Guft „el Halk û iyalun lil Ġlâh‟ Nitekim sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz „el halku iyâlullâh‟ buyurmuĢtur” (TM 921/2; c. 2, s. 531) “Gûft elhalkû ıyâlün lil‟ilâh (Peygamber) buyurdu: Halk Tanrının âile efrâdı (gibi)dir.” (HT 927/2; s. 507) “Derdhä ezmerg mìäyed resùl Mara◊ u derdler mevtden resùl gelür yaúnì andan ∆aber getürür Ezresùleş rù megerdän ey fa◊ùl ey fa◊ùl anuè resùlinden yüz döndürme ve iúrä◊ eyleme fa◊ùl bunda fänuè fet≈iyiledür resùl vezni üzre” (ġ 2343) “Derdhâ ez merg mîâyed resûl, Ez resûleĢ rû megerdân ey fuDûl. Derdler, insana ölümün elçisi olarak gelir. Ey fodul kimse, ölüm elçisi olan hastalıklardan yüz çevirme, yânî onlarla ünsiyyet et ki ölüme de alıĢmıĢ olasın” (TM 2305; c. 4, s. 1119) 5. Gramer Kılavuzu Metnin okunuĢunda doğruluğun sağlanması için bazı gramer kuralları da kılavuz olarak devreye sokulmuĢtur. 5.1. Ġzâfet Muzâfunileyh) Terkîbi (Muzâf- Farsça izâfet terkîbi kâidesi üzere terkiplerde genellikle kelimenin muzâf olup olmama durumları dikkate alınarak yanlıĢ okuma ve yorumlamanın önüne geçilmiĢtir: “Ney ≈adì§-i räh-ı pür-∆un mìkuned Ney ∆ùnıla pür olmış yoluè sözini eyler ... [≈adì§ räh laf®ına ve räh laf®ı pür laf®ına mu◊äfdur]” (ġ 13/1) “Ney hadîs-i râh-i pür hûn mîküned Ney, kanlı bir yoldan bahseder” (TM 13/1; c. 1, s. 66-67) “Ney hadîs-î râh-ı pürhûn mîküned Ney, kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede ...” (HT 13/1; s. 42) “Pìş-i sul≠änan mih ü bü’gzìdeem sul≠änlaruè øatında ulu ve mu∆tär u maøbùlem [sul≠änän mu◊äf degüldür]” (ġ 1142/2) (- TM) “Şükr kun çün kerd ~aø ma≈bùs şän şükr eyle çünki ~aøø taúälå ≈a◊reti anları úaŸäb u øahrı zindänına ma≈bùs eyledi [ma≈bùs şän laf®ına mu◊äf degüldür]” (ġ 2609/2) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 “ġükr kun çûn kerd HaK mahbûs Ģân Allahın onları dünyâda toprak altında, ukbâda ise cehennemde habseylediğine Ģükr ve hamdet” (TM 2571/2; c. 4, s. 1220) “Destişan kej päyışan kej çeşm kej Anlaruè eli egri anlaruè aya˚ı egri gözi egri yaúnì ~aøø içün bir nesneye yapışmazlar ve ~aøø yolına gitmezler ve ~aøøı görmezler Mihrişan kej ´ulhışan kej ∆aşm kej anlaruè ma≈abbeti egri zìrä Alläh içün degüldür anlaruè ´ul≈ı egri zìrä rı◊ä-yı İlähì içün degüldür anlaruè ˚a◊abı egri zìrä bu˚◊ u úadävetleri Alläh içün degüldür” (ġ 2610) “Dest Ģân kej pâyĢân kej çeĢm kej, Mihr Ģân kej SulhĢân kej HıĢm kej. Onların elleri de, ayakları da, gözleri de, muhabbetleri de, sulhleri de, gazabları da eğri idi” (TM 2572; c. 4, s. 1220) 5.2. Kelimelerin Müfred ve Mürekkep OluĢları AĢağıdaki beyit, kelimenin veya kelimelerin basit ve birleĢik oluĢlarına göre nasıl okunup yorumlanmaları gerektiği hususunda ġem‟î‟nin dikkatlerini örneklemek için verilmiĢtir: “Terk-i ∆¥äb u ˚aflet-i ∆argùş kun `argùş ∆¥äb u ˚afletini terk eyle zìrä ∆argùş egerçi gözi açıø uyur lìkin ≈aøìøatda ∆¥äbdur ki ˚aflet anuèıla biledür [kun emr-i ≈ä◊ır müfred-i müŸekkerdür] ˙ırre-yi in şìr ey ∆ar gùş kun ey ∆ar bu şìrüè ˚ırre vü ∆urùşını istimäú eyle mı´räú-ı evvelde olan ∆argùş müfreddür mı´räú-ı §änìde olan ∆ar gùş mürekkebdür ∆ar gùşdan ki ∆ar eşek maúnåsınadur şìr ∆argùşa ∆ı≠äb u úitäb ≠arìøıyıla didi gùş semú maúnåsınadur ki Türkìsi øulaødur ˚ırre ˚aynuè kesriyile ˚ırrìden maúnåsınadur ki emr-i ≈ä◊ır ´ì˚asında ma´dardur” (Ş 1177) “Terk-i Hâb û gaflet-i HargûĢ kün, Gurre-î in Ģîr ey Har gûĢ kün. TavĢan uykusile gafletini bırak da hey eĢek; bu arslanın böğürtüsünü dinle” (TM 1155; c. 3, s. 635) 5.3. Fiillerden Önce Gelen Bâ’nın OkunuĢu Farsça gramerinde mâzî, muzârî ve emir kiplerinde fiillerin önüne gelen bâ‟nın harekesinin ne olması gerektiği husûsunda ġem‟î doyurucu bir açıklama yapmıĢ, yanlıĢ okumalara mahal vermemiĢtir: “mä◊ì ve mu◊äriú ve emr-i ≈ä◊ır ´ì˚asında olan bä beş yirde ma◊mùmdur ki evvelinde ≈urùf-ı şefeviyyeden bir ≈arf ola ≈urùf-ı şefeviyye dörtdür ki bä fä mìm vävdur bürden ve fermùden ve mänden ve vezìden gibi me§elä mä◊ìde bübürd ve mu◊äriúde büberd ve emr-i ≈ä◊ırda büber dirler ve mä◊ìde büfermùd ve muú◊äriúde büfermäyed ve emr-i ≈ä◊ırda büfermäy dirler ve mä◊ìde bumänd ve mu◊äriúde bumäned ve emr-i ≈ä◊ırda bumän dirler ve mä◊ìde büvezìd ve mu◊äriúde büvezed ve emr-i ≈ä◊ırda büvez dirler ve şol yirde ki ≈arf-i evvel ma◊mùm ola nùşìden ve dù∆ten ve sù∆ten gibi mä◊ìde bünùşìd ve büdù∆t ve büsù∆t dirler mu◊äriúde bünùşed ve büdùzed ve büsùzed dirler ve emr-i ≈ä◊ırda bünùş ve büdùz ve büsùz dirler bu beş ma≈alden ˚ayrıda kesre ile oøunur ve ma´ädırda olan bä ki bir maúnå ifäde eyler olsa ol bä meftù≈dur me§elä ®arfiyyet ve il´äø ve istiúänet ve mu´ä≈abet maúnåları gibi” (ġ 579) “Tä bugùyem şer≈-i derd-i iştiyäø tä iştiyäø derdinüè şer≈ini diyem” (ġ 3/2) “Tâ bigûyem Ģerh-i derd-i iĢtiyâk ĠĢtiyak derdini Ģerhedebilmem için” (TM 3/2; c. 1, s. 54) “Tâ bi kûyem Ģerh-i derd-i iĢtiyâk ki bu özlem derdimi ona anlatıp Ģerhedeyim” (HT 3/2; s. 32) “Terk-i ceng u rehzenî ey zen bigû, Ver nemî gûyî be terk-i men bigû Kadın; artık benimle uğraĢmayı ve yolumu vurmayı bırak! Bunu yapamayacaksan bâri benim yakamı bırak” (TM 2396; c. 4, s. 1155) “Men nihädem ser bübür in gerdenem ben baş øodum ve rä◊ì vü mu≠ìú oldum benüm boynumı kes ... [bübür emr-i ≈ä◊ırdur bürìdenden]” (ġ 1250/2) “Men nihâdem ser bi-bür in gerdenem ĠĢte gerdanım, yalan söylüyorsam onu kes” (TM 1227/2; c. 3, s. 659) “Ù büdùzed ∆ırøa-yı dervìşrä dervìşüè ∆ırøasını ol `udä diker ... [büdùzed fiúl-i mu◊äriú müfred-i müŸekker-i ˚äyibdür]” (ġ 695/2) “Ô bidûzed Hırka-î dervîĢ râ S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 35 DerviĢin hırkasını diken de odur” (TM 681/2; c. 2, s. 415) “Ô bidûzed hırka-î dervîĢrâ DervîĢin hırkasını diken de O‟dur.” (HT 685/2; s. 386) “Guft säõil çun bumand in ∆äkdän Bir säõil eytdi bu zemìn bu §aøìlligi ile niçe øaldı [bumänd fiúl-i mä◊ì müfred-i müŸekker-i ˚äyibdür]” (ġ 2526/1) “Goft sâil çûn be mând în Hâkdân Der miyânı în muhît-i âsmân Bir sorucu: O halde Ģu arz, onu kaplamıĢ olan semânın ortasında nasıl duruyor? diye sordu” (TM 2489; c. 4, s. 1186) “Hem-çü perväne büsùzäned vücùd perväne gibi vücùdını yandurur” (ġ 4019/2) “Hemçu pervânê bısôzâned vucud pervâne gibi cismini yandırır” (TM 3955; c. 5, s. 1812) 36 Sonuç Mesnevî tercüme ve Ģerhleri üzerine yapılan incelemelerde müĢâhede edildiği üzere, beyitleri okuma tercihleri tercüme ve Ģerh Ģekillerini doğrudan ilgilendirmektedir. ġem‟î‟nin eserinin tümünde yapılan ikazlarda, metni aruza ve kâfiyeye göre okumanın çok mühim olduğu, aruz ve kâfiye için -anlamı değiĢtirmemek kayd u Ģartıyla- kelimenin fesâhatından bile ödün verilebileceği anlaĢılmaktadır. Bu çalıĢma, ġem‟î‟nin sadece Mesnevî‟nin lafzen okunuĢu ile ilgili yapmıĢ olduğu kılavuzluğun, aslında diğer Farsça (ve hattâ Türkçe) manzum metinler için de geçerli olabileceğini göstermektedir. KAYNAKÇA DAĞLAR, Abdülkadir, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (I. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009. SARAÇ, M. A. Yekta, Klâsik Edebiyat Bilgisi (Biçim-Ölçü-Kafiye), Ġstanbul: 3F Yayınevi, 2007, s. 265-272. Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Cilt 1-5, 2. Basım, Ġstanbul: ġâmil Yayınları, 1975. TANYILDIZ, Ahmet, “Mesnevî ġerhlerinde Sözden Ma‟nâya Yorum Farklılıkları”, Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/6 (Prof. Dr. Cem Dilçin Adına ġerh/Annotation), (Fall 2009), s. 407-426. TOP, Hüseyin, Mesnevî-i Ma‟nevî Şerhi (İlk 1001 Beyit), Konya: Tablet Yayınları, 2008. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 MESNEVÎ’NİN BİR BEYTİ IŞIĞINDA GÖNÜL AYNASI VE MEVLÂNÂ’NIN “GÖNÜL”E BAKIŞI A Mırror of the Heart in The Lıght of a Couplet of Masnavı and Rumı’s Vıew of the Heart Öğr. Gör. Dr. Nurgül SUCU ÖZET Bir gönül sultanı ve gönül eğitimcisi olan Mevlânâ, eserlerinde ele aldığı her mevzu ile, insanlara temiz bir gönül elde etmenin önemini ve bunun yollarını göstermiştir. Mevlânâ, eserlerinde insan vakıasının zaman ve mekân üstü gerçeklerine ebediyet ufkundan ışık tutmuştur. Bu nedenle üzerinden asırlar geçse bile, onun eserleri; mevzuu, muhtevası ve üslubu itibariyle tazelik ve taravetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Hâlen, gönül bahçelerine, çağlar öncesinden gelen bir bahar melteminin hayat bahşeden esintisi gibi, cennet rayihaları yaymaya devam etmektedir. Bu makalede, Mesnevî-i Şerîf’in 1. cildinde yer alan 34. beyitden yola çıkarak Mevlânâ’nın “gönül”e bakışı ve Mesnevî’de söz konusu edilen gönül çeşitleri ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevi, Gönül, Ayna ABSTRACT Rumi, a sultan of the hearts and a heart trainer, emphasised the importance of having a clean heart and pointed to ways of achieving this via all kinds of themes in his works. In his works, Rumi shed light on the timeless and spaceless realities of the human phenomenon from the horizon of eternity. Therefore, his works have never lost their freshness and relevance by virtue of their themes, content and style even after long centuries. Currently, he is infusing in gardens of the heart heavenly fragrances just like a life-giving breeze from centuries before. In this article, Rumi’s view of the “heart” and the types of heart mentioned in Masnavi will be investigated on the basis of the 34th couplet in the 1st volume of Masnavi. Key Words: Rumi, Masnavi, Heart, Mirror ――――――――― Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected]. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 37 Mevlânâ, Mesnevî‟nin 1. cildinin 34. beytinde; 1 Āyine'et dānī çirā ġammāz nīst Z'ān ki jengār ez ruḫ eş mümtāz nīst 38 “Senin aynan neden gammaz değildir, bilir misin? Çünkü onun yüzü kir ve pastan arınmamıĢtır.” diyerek gönlü bir aynaya benzetir ve bu aynanın temiz tutulması, cilalanması gereği üzerinde durur. Zira gönül aynasına güzelliklerin en hakikisi akseder. Nasıl ki bir aynanın gerçekleri berrak biçimde gösterebilmesi için temiz tutulması, tozunun alınması gerekirse can aynasının da Cenab-ı Hakk‟ın sıfatlarına mazhar olabilmesi için üzerindeki “mâsivâ”2 pasının atılıp Allah aĢkıyla cilalanması gereklidir. Cenab-ı Hakk‟ın tecellisi ancak “kalb-i selîm” olarak adlandırılan Hakk‟a vasıl olmuĢ gönüllerde zuhur eder. Manaların ve hakikatlerin çehresi ancak her türlü paslardan silinerek sırları aydınlanmıĢ bir can aynasında yüz gösterir.3 Gönüllerini Allah aĢkıyla cilalamıĢ olanlar, her an oraya bir baĢka güzelliğin aksettiğini görürler ve her an Allah‟ın sayısız kudret akıĢından birine Ģahit olurlar. Yani kendilerinde gizli bulunan “ahsen-i takvîm”4 hakikatini keĢfederler. Pek çok insanın güzelliklerine sarıldığı mecazi renk ve kokuları aĢıp “marifetullah”5a ererler ve bu yüceliklerinin neticesi olarak “hakka‟l-yakîn”6 mertebesine ulaĢıp ilahî sonsuzluğu oradan seyrederler. Beyitte aynanın pasından bahsedilmesi, eski aynaların camdan değil de, madenî levhalardan yapılmasından dolayıdır. Madenî levhaların havayla temas edince rutubetten paslanıp sathına akseden Ģeyleri göstermediği gibi, gönül aynası da nefis pasıyla cilasını kaybedince feyz-i ilahîye ma‟kes olmak nimetinden mahrum kalır. Buna binaen her insanın yapması gereken ilk iĢ, gönül aynasındaki pası temizlemektir. Gönüldeki pasın giderilmesi ise ancak Allah‟ı zikir ve yâd etmekle mümkündür. Nefsin bulanıklığı gitmez, kalp aynasının pası açıl――――――――― Mesnevî-i Şerif, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, Hzl. Âmil Çelebioğlu, Ġstanbul 1967, C. I, s. 3. 2 Allah‟tan baĢka her Ģey, “mâsivâullâh” da denir. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul 2001, s. 235. 3 Ken‟an Rifâî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf, Ġstanbul 1973, s. 14. 4 En güzel Ģekil; Cenab-ı Hakk‟ın en mükemmel mazharı, halifesi, olgun insan. Bkz. Uludağ, age., s. 33. 5 Birtakım ruhani hâlleri yaĢayarak, manevi ve ilahî hakikatleri tadarak, iç tecrübeyle ve vasıtasız olarak Hakk‟a dair elde edilen bilgi. Uludağ, age., s. 234. 6 Bir Ģeyi tadarak ve yaĢayarak öğrenmek, kesin ve apaçık bilgi. Salikin yalnızca ilim yönünden değil, aynı zamanda hâl ve müĢahede yönünden de Hak‟ta fani ve Hak ile baki olması. Uludağ, age., s. 153-154. 1 mazsa, ruh Allah‟ın tecellisine mazhar olamaz.7 Mevlânâ bu hususu Ģöyle açıklar: “Gönül kirden, süsten temizlenirse, Hak güneĢinin nuru orada parıldar.”8 Mevlânâ, Mesnevî‟de gönül aynası üzerinde hassasiyetle durur; bu aynanın kibir, haset, hırs, gıybet, yalan, riya ve benzeri manevi hastalıklardan temizlenmesinin önemine dikkat çeker. Hatta bu hastalıklardan kurtulmanın yollarını gösterir. Mesnevî‟de bu fikri destekleyen çok sayıda örnek ve hikâye yer alır. Hz. Musa‟nın Tûr-i Sînâ‟da Cenab-ı Hakk‟ın tecellisine mazhar olmasının anlatıldığı bölüm de bunlardan biridir. Cenab-ı Hak Musa (A.S.)‟a; “Ey Musa, elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıksın.” diye emretmiĢti. (Tâhâ, 20/22) Hz. Musa bu emri yerine getirmiĢ ve eli cihan güneĢi gibi bembeyaz ve nur saçıcı olarak görünmüĢtü. Çünkü Hz. Musa‟nın gönül aynasına gayb âleminin uçsuz bucaksız ve suretsiz olan namütenahiliği aksetmiĢti. Yani, Musa (A.S.), elini, sanat-ı ilahiyyeyi görmekten gayrı her Ģeyden müstağni kılarak kalbinin üzerine koyunca, eli, tecelli nurlarıyla parlayan bembeyaz bir ıĢık halesi hâline gelmiĢti. Musa (A.S.)‟ın gönlüne akseden uçsuz bucaksız namütenahilik, hakikatte ne göklere, ne yere, ne de denizlere sığar. Çünkü bu sayılanların, sayılabilir bir hududu vardır. Hâlbuki hududu olmayanın, hududu olana sığması imkânsızdır. Bunun içindir ki, hududu olmayan zat ve sıfatlar ancak her türlü dünya kirlerinden sıyrılmıĢ bir gönül aynasına akseder. Zira gönül aynası da, tıpkı kendisine akseden güzellik ve ilahî esrar gibi hudutsuzdur. Cenab-ı Hakk‟ın tecellileri ile dolan gönül aynası, hadsiz hesapsız namütenahiliğin aksettiği bir mekândır.9 Mademki Ġlahî nazar yalnızca böyle gönüllere layıktır, o hâlde gönül temiz tutulmalı, samimiyet ve aĢkla doldurulmalı; kötülükler ve olumsuzluklar orada asla kendine yer bulamamalı, insan Rabbinin huzuruna pırıl pırıl, saf bir gönülle çıkmalıdır. Fîhi Mâ Fîh‟te buna dair Ģöyle bir hikâye anlatılır: Hz. Yusuf‟un bir arkadaĢı yolculuktan döner. Yolculuktan dönenlerin hediye getirmesi âdettir ya, Hz. Yusuf sorar: “Bana hediye getirdin mi?” ArkadaĢı cevap verir: “Sen Mısır‟ın sultanısın. Neye ihtiyacın olabilir diye çok düĢündüm, ne kadar aradıysam da hiçbir Ģeyi sana layık görmedim. Altın madenine altın, ya da okyanusa su arz etmenin ne anlamı var? ――――――――― Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Ġstanbul, t.y., C. I, s. 88. Çelebioğlu, age., C. I, s. 3. 9 Osman Nuri TopbaĢ, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Ġstanbul 2006, s. 51-76. 7 8 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Ancak senin güzelliğin müstesnadır ki, onun eĢi bulunmaz. Nihayet münevver bir kalp gibi, cilalı bir aynayı huzuruna getirmeyi münasip gördüm. Ey güneĢ gibi semanın nuru olan Hz. Yusuf, o aynadan güzel yüzünü göresin.” der.10 Hikâyenin ardından Mevlânâ izah eder: Cenabı Hakk‟ın da her Ģeyi vardır, hiçbir Ģeye ihtiyacı yoktur. Bu nedenle insan, kul olarak, Allah‟ın huzuruna, zatını seyretmesi için parlak bir ayna, yani tertemiz bir gönül götürmelidir. Zira insandaki gönül, Cenab-ı Hakk‟ın kendi zatını müĢahede etmek için nazar ettiği bir aynadır. Ancak ayna tozlanınca görüntüyü yansıtmaz. Bu nedenle gönül aynasının daima tertemiz ve pırıl pırıl olması gerekir. Gönül aynasının kiri ise; kibir, kıskançlık, hırs, açgözlülük, kin, nefret, düĢmanlık, iki yüzlülük, yalan, hile ve riya gibi olumsuzluklardır.11 Gönül, yani manevi kalp, mekân olarak maddi kalbin yerindedir fakat gözle görülmez, elle tutulmaz. Ġman ve ibadetlerle, özellikle de zikirle uyanır, aydınlanır, nurlanır, derinleĢir ve bilginleĢir. Bir acayip âlem olur. Böyle bir kalbe sahip olanlar için de; “gönül ehli”, “uyanık kalpli”, “diri kalpli”, “selim kalpli” gibi tanımlamalar yapılır. Kalp, manevi yönü itibariyle hak ve hakikat pusulasıdır ve bu görev ona Cenab-ı Hakk‟ın tayini ile yüklenmiĢtir. Lakin kalp, yaratılıĢ maksadının aksine bir Ģartlandırılma ile bu fıtri yörüngeden uzaklaĢtırıldığı zaman, menfiliklere sürüklenmekten kurtulamaz. Bu takdirde, sahibini dünya ve ahirette abat etmek yerine berbat etmenin amili olur. Bu sebepledir ki, onu yaratılıĢ gayesine göre yönlendirecek tesirlere tabi kılmak ve ilahî gayeye yönelik temayüllerini takviye edip geliĢtirmek, nefis terbiyesi ve gönül eğitiminde çok ehemmiyetli bir meseledir. Bu teĢhisten sonra, hastalığın tedavi yollarına da iĢaret eden Mevlânâ, insanın asli gayesinden sapmaması için nefsini bilmesi ve onu zapturapt altına alması gerekliliği üzerinde hassasiyetle durur: “Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır!.. ÖlmüĢ görünse bile ölmemiĢtir; günah iĢlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuĢmuĢ bir hâlde, donmuĢ gibi beklemektedir! Nefis güçlense, fırsat bulsa hemen Firavunluğa baĢlar; yüzlerce Musa‟nın yüzlerce Harun‟un yolunu keser! Nefis ejderhası yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düĢerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat mal mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği çaylak kesilir. Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını baĢına al da, onu güneĢin altına getirme! Dikkat et ki, ejderha donmuĢ hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! Onu mat et de, mat olmaktan, yani manen ölmekten emin ol! Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir!”12 Cami ve tekkelerin levhalarında yer alan; “HoĢ Gör Yâ Hû”, “Bu da Geçer Yâ Hû”, “Edeb Yâ Hû” ve “Hîç” lafızları da Mevlânâ‟nın üzerinde durduğu gönül eğitiminin temel prensipleri ve ihtar talimatlarıdır. “HoĢ Gör Yâ Hû” lafzı; hiçbir mahluku incitme, hiçbir mahluktan da incinme!” talimatıdır ki, bu özellik “kalb-i selîm”in en önemli vasfıdır. Bu lafız, diğer bir manada; sebepler âleminin dıĢına çık, murad-ı ilahîye razı ol, talimatı olarak da düĢünülebilir. “Bu da Geçer Yâ Hû” ifadesi ise insana Ģöyle seslenir: “Ey Hak yolu yolcusu, Ģunu bil ki, gönle, her gün yeniden yeniye fikirler, üzüntüler gelir. Sen de onları güle güle karĢıla. O ekĢi yüzlü, asık suratlı derdi hoĢ tut. O ekĢiliği Ģeker gibi tatlı say. Bulutun da görünüĢte yüzü ekĢidir. Ama çorak yerleri yok eder, oraları gül bahçeleri ile süsler. Gam fikrini, kederi, üzüntüyü gelip geçici bir bulut gibi kabul et de, o asık suratlıya karĢı pek o kadar surat asma. Belki de elde etmek için koĢup durduğun o gevher, yani manevi saadet onun elindedir. Kederler, ıstıraplar sana manevi inciler getirmese de, eli boĢ olarak senin karĢına çıksalar bile, onlar senin tatlı huyunu artırmıĢ olurlar. Bir baĢka yerde, bu sabır ve tahammül huyunun sana faydası dokunur. Beklemediğin bir sırada, bir gün dileğine kavuĢursun. ġunu iyi bil ki, senin sevinmene, gülmene mani olan kederler, ıstıraplar, kâinatı yaratan büyük bir sanat sahibinin emri ile onun hikmeti ile gelmiĢlerdir. Ey delikanlı, sana gelip çatana, bir musibet, bir felaket deme. Belki de sana felaket gibi görünen, bir mutluluk yıldızıdır.”13 “Ey Hak yolcusu, gamın, kederin varsa sevin, neĢelen; çünkü gam, buluĢma tuzağıdır. Ġnsan gamlı olduğu zaman Hakk‟a sığınır, Hakk‟ı hatırlar. Sonra bu yolda alçakgönüllü olmak, alçaklarda dolaĢmak, hor görülmek, manen yükselmektir. Aslında gam ve keder bir hazinedir. Senin hastalığın ve baĢına gelen belalar, sıkıntılar da birer hazinedir. Fakat bu düĢünce, çocuklara nasıl tesir eder? Bunun bir hakikat olduğunu nasıl anlarlar?”14 Gam ve kederin kıymetini bilip ondan memnun olmak gerekir. Zira sıkıntının insan ruhunu cilalamak gibi bir meziyeti vardır. Gam ――――――――― ――――――――― Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Hzl. Selçuk Eraydın, Ġstanbul 2006, s. 249-250. 11 Emine Yeniterzi, Sevginin Evrensel Mühendisi Mevlânâ, Konya 2007, s. 160. 12 10 Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Hzl. ġefik Can, C. 3, s. 78. 13 Can, age., C. 5, s. 295-297. 14 Can, age., C. 3, s. 55. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 39 ve keder, gönül aynasının üzerindeki tozları üfleyen manevi bir lütuf rüzgârıdır, onu kötü bir fırtınaya benzetmemelidir. “Edeb Yâ Hû” ifadesi, insanı ahlakın zirve noktası olan edebe davet ederken, “Hîç” lafzı, benlikten sıyrılmaya iĢaret eder. Ġlahî esrardan bir nasip alabilmenin yolu, nefsani arzulardan sıyrılmaktan geçer. Dolayısıyla, manevi tekâmülün baĢlangıç noktası, “hiç”liğin farkına varabilmektir. Mevlânâ, varlık duvarını yıkıp “hiç”liğini idrak etmeyen insanın hakiki sevgili olan Cenab-ı Hakk‟ı bulamayacağını söyler ve bu konuyla ilgili Ģöyle bir hikâye anlatır: 40 Deniz kenarında bir duvar vardı. Duvar yüksekçe olduğu için onu aĢıp suya ulaĢmak mümkün değildi. Duvarın üzerinde ise susuzluktan kavrulmuĢ dertli biri bulunuyordu. Onu sudan men eden, üzerinde olduğu yüksek duvardı. O kimse ise, duvarın üzerinde, suya kavuĢmak isteyen bir balık gibi çırpınıp duruyordu. Ansızın duvarın üzerinden bir tuğla parçasını söküp suyun içine attı. Tuğlanın düĢmesi ile birlikte, suyun sesi bir abıhayat gibi geldi. Susuzluk mihneti çeken bu kimse, su sesinin verdiği neĢeden dolayı duvardan tuğlaları koparıp koparıp suya atmaya baĢladı. Su ona; ey derviĢ, bana böyle tuğla atmaktaki telaĢın neden, diye seslenince, susuzluktan yanan derviĢ cevap verdi ve dedi ki; “Ey su, bu atıĢtan bana iki fayda vardır. Onun için bu sanattan vazgeçmem. Birinci fayda; su sesini dinlemektir ki, o, susamıĢlara musiki nağmeleri gibi gelir ve yine o su sesi, ölüye sesi ile tekrar diriliĢ imkânı veren Ġsrafil‟in sûru gibidir. Yine o ses, bahar mevsiminde nisan ayının bereketli yağmurları gibidir. Bağlar ve bahçeler, o semanın gözyaĢlarıyla hasret giderir, hayat bulur ve nakıĢlanır. Ġkinci fayda Ģudur ki; koparmıĢ olduğum her tuğla ile duvar alçalıyor. Ben de o nispette, ey su, sana yaklaĢmıĢ oluyorum.” Mevlânâ, hikâyenin akabinde bu meseleyi Ģöyle izah eder: “Ey Ģuurlu kimse! Yüksek bir duvardaki tuğlaların azalmasından Ģüphesiz duvar alçalır. Duvarın alçalması suya yakınlık hâsıl eder. O tuğlaların duvardan ayrılması, vuslat dermanı olur. Allah‟a secde etmek, o yapıĢık tuğlaları koparmakla olur ki, kurbiyeti mucip olur. Kur‟an-ı Kerim‟de “Secde et ve yaklaĢ” (Alak, 96/19) buyrulmuĢtur. Bu varlık duvarı yüksek bulundukça, baĢı eğmeye, yani secde etmeye mani olur. Bu toprak vücudun arzularından kurtulmadıkça, eğilip abıhayat sahibine secde etmek ve o manevi derya suyundan kana kana içmek imkânsızdır. Duvarın üstünde kim daha ziyade susamıĢ ise, duvarın taĢını ve tuğlasını o daha çabuk koparır. Suyun sesine her kim daha ziyade âĢık ise, ona hicap ve mani olan varlık duvarından daha büyük parçalar koparır.15 Hikâyede, deryaya kavuĢmaya set olan duvar, insandaki nefsani emeller ve hakikate ermeye mani olan fani dünyanın nihayetsiz arzuları, hassaten “benlik”tir. Derya ise “muhabbetullah” ve “marifetullah”tır. Kalbi ilahî muhabbete teĢne olanlar, ömür boyu o deryaya varabilmenin iĢtiyakı içindedirler. O muhabbet ve marifet deryasından gelen her ses, her nefes, onları sonsuz lezzetlere gark ederek yüksek bir Hak yolculuğuna hazırlar. Muhabbetullah ve marifetullah ile duygulanan insan için bu dünya, idrak ve Ģuura sunulan bir hikmet aynasıdır. Ġnsan, maddesi değil, manası ile mükerrem olduğu için, kulluğun kemaline de ancak ruhunun, gönlünün ve duygularının derinliği nispetinde eriĢebilir. “A gönül; bu yolu dedikodu ile vermezler sana, yokluk kapısından baĢka bir yerde kavuĢma yoktur sana… Onun kuĢlarının uçtuğu havada kanat çırpmadıkça kol kanat vermezler sana…”16 Nasıl ki dıĢ görünüĢümüzü kavramak için bir aynaya muhtaç isek; iç âlemimizi, karakterimizi, huy ve temayüllerimizi teĢhis ve gerektiği Ģekilde tedavi için de, bizi iç âlemimizle tanıĢtıracak bir “gönül aynası”na muhtacız. Bu safiyetteki bir gönül ise ancak Cenab-ı Hakk‟ın has kullarında mevcuttur. Hz. Ebubekir‟in Allah Resulü‟nün yüzüne bakınca “Ne kadar güzelsin ya Resulallah!” demesine mukabil; Ebû Cehil‟in o mübarek yüzden nefret etmesinin sebebi de budur. Zira her ikisi de “âyine-i Muhammedî”de kendi sîretlerini görmekteydiler. Hiçbir ayna hatır için yalan söylemez ve çirkini güzel, güzeli de çirkin olarak göstermez. Kendisine akseden Ģey her ne ise, görüntüsü de ondan ibarettir. “Ayna ile terazi, birisi incinecek yahut utanacak diye doğru söylemekten sakınır mı? Susar mı? Ayna ile terazi, öyle kadri yüce ve doğru mihenk yerleridir ki, sen onlara iki yüz sene hizmet etsen, sonra aynaya desen ki: „Ben sana bu kadar sene hizmet ettim, hatırım için beni çirkin gösterme.‟ Teraziye de desen ki: „Yalvarırım sana; fazla tart, eksiğimi açığa vurma.‟ Onlar sana cevap verir de derler ki: „Zavallı, herkesi kendine güldürme, kendini âleme maskara etme.‟ Ayna ile terazi hile bilmezler, yalan söylemezler. Doğruluktan ayrılmayan ayna ile terazi derler ki; „Allah, gerçeklerin bizim vasıtamızla tanınması, anlaĢılabilmesi için kadrimizi yüceltti, bizi bu iĢte görevlendirdi. Bu doğruluğumuz olmasaydı, gerçeği olduğu gibi ortaya koymasaydık, bizim ne değeri――――――――― Tâhirü‟l-Mevlevî, age., C. 7, s. 396-400. Mevlânâ Celâleddin, Rubâîler, Hzl. Abdülbaki Gölpınarlı, 70/24. 15 16 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 miz kalırdı? Ġyilerin, güzellerin yüzlerini nasıl görür, nasıl gösterebilirdik?‟”17 bir ejderhadır. ġeyhin yüzü, ona karĢı, göz çıkaran zümrüttür.20”21 Allah‟ın sevgili kulları da birer ayna gibi olduğundan onlara bakan herkes kendini görür. Hasta ve yaralı kimse nasıl kendini tedavi edemeyip bir doktor veya cerrah ararsa, ahlak hastası ve manen yaralı kimseler de bir tasfiye-i ahlak hekiminin yani gönlünü Cenab-ı Hakk‟ın tecelligâhı hâline getirmiĢ bir mürĢid-i kâmilin tedavisine ihtiyaç duyar. “Gönül aynası dünya sevgisi tozundan, nefsani arzulardan temizlenir, pak ve saf bir hâle getirilirse, orada su ve toprak nakıĢlardan baĢka Ģeyler görürsün. Gönül aynasında hem resmi, nakĢı görürsün; hem de resmi ve nakĢı yapanı; hem devlet, saadet yazgısı seyredersin, hem de onu yayanı ve döĢeyeni. Benim manevi yârim olan kâmil insanın hayali bana Halil Ġbrahim (A.S.) gibi göründü. GörünüĢte o maddi varlıktır, hakikatte ise maddi varlığı (putları) kırandır. Allah‟a Ģükürler olsun ki, kâmil insan göründü de can onun hayalinde kendi hayalini gördü. Ey kâmil insan! Dergâhının toprağı gönlümü büyüledi. Senin hakikatini, manevi gücünü göremeyenin, sana karĢı büyüklük taslayanın toprak baĢına olsun.”22 Bir kimse Hak katında makbul olup olmadığını anlamak için gönlüne nazar etmelidir. Kul, Allah‟ı gönlünde ne kadar hissediyorsa, Allah da ona o kadar yakındır. Bunun için her hâlükârda kalp tasfiyesine itina göstermelidir ki, Cenab-ı Hakk‟ın nur tecellileri ile gönüldeki hevesler kül olup cemal tecellileri zuhura gelebilsin. Nefis engelini aĢıp hakikat ve marifete ermenin reçetesi olarak, Peygamber mirasçısı bir velinin terbiyesine girmeyi sunan Mevlânâ Ģöyle der: “Bir kimsenin ayağına diken batınca, ayağını dizinin üstüne kor, iğne ucu ile dikenin baĢını arar durur. Ayağa batan diken böyle güç bulunursa, gönle batan diken nasıl bulunur? Eğer gönüllere batan dikenleri herkes görebilseydi; insanlara gamlar, kederler gelebilir miydi? Gönüllere batan manevi dikenleri çıkaracak o hekim çok mahirdi, üstattı.”18 “Daha küçük iken Ģehvet yılanını nefis mücadelesi ile öldür, yoksa o büyür, baĢına ejderha kesilir. Ama herkes kendi Ģehvet yılanını karınca gibi küçük görür. Bu yanlıĢ görüĢten kurtulmak için, sen kendini bir gönül sahibinden sor! Bakır, altın olmadıkça bakırlığını bilmez. Gönül de, manevi padiĢah olmadıkça hatalarını görmez, süfliliğini anlamaz. Ey gönül! Sen de bakır gibi iksire hizmet et; sevgilinin ve gönül alanın cefasını çek! Gönül alan sevgili kimdir? Ġyice bil ki, onlar gönül sahibi olanlardır. Gece ile gündüz birbirinden nasıl çekinir ve ayrılırsa, onlar da dünyadan öyle çekinir, öyle kaçıp dururlar. Allah‟ın has kullarını ayıplama, padiĢahı hırsızlıkla suçlama!”19 “ÇalıĢıp çabalamakla can gıdasını nasıl elde edeceksin? Onu ancak sana bir Ģeyhin himmeti bağıĢlar. Nefis, Ģeyhe uyduğunu, Ģeyhle beraber adım attığını görünce, ister istemez senin buyruğun altına girer. ġeyh senin dostun olunca, akıl o vakit köpek nefsini yener. Nefis yüzlerce gücü, kuvveti, hüneri ve marifeti ile ――――――――― Can, age., C. 1, s. 228. Can, age., C. 1, s. 21. 19 Can, age., C. 2, s. 518. 17 18 Manevi durumuna göre kalpler (gönüller) umumi tasnif itibariyle üç grupta mütalaa edilir. Bu tasnif; yaratılıĢ gaye ve haysiyetini muhafaza eden diri kalpler, mühürlenmiĢ ve ölü kalpler, hastalıklı ve gafil kalpler Ģeklindedir.23 Tasavvuf ehlinin eserlerinin çoğunda rastladığımız bu gruplandırmayı Mevlânâ‟nın eserlerinde de tespit etmek mümkündür. Bu durumda; yukarıda gönül aynası bahsinde ele aldığımız hususları da göz önünde bulundurarak, Mesnevî çerçevesinde Ģöyle bir tasnif yapabiliriz:24 1.Diri Gönüller: Gönül aynasını her türlü kir ve pastan arındırmıĢ, onu Cenab-ı Hakk‟ın tecelligâhı hâline getirmiĢ Allah‟ın has kullarının, evliyâullahın, mürĢid-i kâmillerin, peygamberlerin kalbi bu gruba dâhildir. “Kimin canı Ģehvetten, hiddetten, nefsani arzulardan arınmıĢ, temizlenmiĢse, o kimse mana âlemini ve mana sarayını çabucak görür. Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz, hiddet ateĢinden ve Ģehvet dumanından arınmıĢ olduğu için, nereye baksa, orada Allah‟ın hikmetini, kudretini, yaratma ――――――――― Zümrüt taĢının, yılan gözünü kamaĢtırıp görmez hâle getirdiği söylenir. 21 Can, age., C. 3, s. 201-202. 22 Can, age., C. 1, s. 264. 23 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ġmam Gazâlî, Ġhyâu Ulûmi‟ddîn, Ġstanbul, t.y, C. 3, s. 103-110; Osman Nûri TopbaĢ, Îmândan İhsâna Tasavvuf, Ġstanbul 2002, s. 155-163. 24 Bu tasnifte sıralayacağımız maddelerin her birine Mesnevî‟den doğrudan ve dolaylı olarak sayısız örnek göstermek mümkündür. Fakat biz konuyu sınırlandırma mecburiyetimizden dolayı birkaç örnekle iktifa edeceğiz. Mesnevî‟nin bazı bölümlerinde Mevlânâ mananın daha iyi anlaĢılması için benzerlikleri ve zıtlıkları iç içe kullanır. Bu nedenle aĢağıda vereceğimiz bazı örneklerin iki gruba birden dâhil edilebileceği görülecektir. Bu durumda biz söz konusu misali, kanaatimizce en baskın özelliğini gördüğümüz sınıfa dâhil ettik. 20 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 41 gücünü görürdü. Kimin gönlünden bir kapı açılırsa, o, her zerrede bir güneĢ görür.”25 “Allah‟ın nûru ile bakıp gören kiĢi, insanın ve eĢyanın bâtınına, iç yüzüne yol bulur.”26 42 “Hak yolunda yürüyenlerden biri, duygularından birinin bağı çözülür de biraz manaya vâkıf olursa, diğer duygularında da değiĢiklik olur. Duygulardan biri, duyulamayan Ģeyleri duydu, görülemeyecek Ģeyleri gördü ise; bütün duygulara gayb âleminin pencereleri açılır. Nasıl ki sürüden bir koyun sıçrar da derenin öte yanına atlarsa, onu gören sürüdeki baĢka koyunlar da birbiri ardınca o yana atlarlar. Sen de duygu koyunlarını güt, yaylaya gönder de, “Ahrace‟l-mer‟â; O (Allah ki), otlağı çıkardı.” (A‟lâ, 87/4) yaylasında yay, otlat! Orada, o manevi merada duyguların sümbül otlasınlar, reyhanlar yesinler de, hakikat gül bahçesine yol bulsunlar. Böylece senin her duygun duygulara peygamber olsun da, bütün duyguları çeksin, cennete götürsün. Gönüllerden geçen her Ģeyi anladığın için, baĢkalarının duyguları; senin duyguna dilsiz, dudaksız, hakikatten de öte, mecazdan da öte sırlar söylesin. Çünkü bu hakikat yorumlanabilir, mecazi olan da, vehmin, hayallere kapılmanın temelidir. Ayan olan, apaçık meydana çıkan, nebilerin ve velilerin gördüğü bir hakikat var ki, o hakikat hiç yoruma gelmez. Bütün nefsani duyguların senin Rahmani duyguna, irfan ve idrakine kul olursa, gökler bile senin arzularına boyun eğer.”27 “Göklerden de üstün olan gönül, “abdal”ın28, yahut peygamberlerin gönülleridir. Onların gönülleri çamurdan, yani kirli isteklerden, günahlardan arınmıĢ, temizlenmiĢ, saf bir hâl almıĢtır. Manevi neĢeleri arttıkça artmıĢ, coĢmuĢtur. Her iyi iĢe yarar olmuĢtur.”29 “Canla, gönülle giderler; ne ata binerler, ne yaya yürürler. Gönülsüzdür onlar, gönüllerini vermiĢlerdir; binekleri de yoktur, azıkları da. Tevekkül ve teslimiyet adımıyla ilerlerler; parça buçuğun da, bütünün de hakiki sahibine giderler.”30 2.MühürlenmiĢ ve Ölü Gönüller: Bu tür gönüller; peygamber, veli ve salih kulların sahip olduğu diri gönüllerin tam zıddıdır. Bu tür kalp ――――――――― Can, age., C. 1, s. 106-107. Can, age., C. 1, s. 228. 27 Can, age., C. 2, s. 499-501. 28 Sayıları yedi, yetmiĢ ya da kırk olarak gösterilen bir evliya zümresi. Dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahirete, gönlünü Hakk‟a veren saf derun insanlar, ermiĢler. Uludağ, age., s. 21. 29 Can, age., C. 3, s. 194. 30 Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Seb‟a (Yedi Meclis), Hzl. Abdülbâki Gölpınarlı, Ġstanbul 1994, s. 14. 25 26 sahiplerinin imana dair nasip kapıları kapanmıĢ ve nefsani iĢtihalardan baĢka bir talepleri kalmamıĢtır. “Allahım! Her Ģeyde ben, senin sanatına âĢığım; baĢıma gelen belalara, acılara, ıstıraplara sen verdiğin için sabrediyorum! Yine senden geldiği için lütuflarına, ihsanlarına, iyiliklerine Ģükrediyorum. AteĢe tapan kâfirler gibi nasıl seni görmez de, yarattığına, ortaya koyduğun sanat eserine âĢık olurum? Bu bir gerçektir ki, Allah‟ın sanatına, yaratma gücüne âĢık olan, üstün bir varlıktır. Gönlü uyanık, gözü aydın bir kiĢidir. Fakat sadece Allah‟ın sanat eserine, yarattığı güzele âĢık olan kimse de, hakikati görememiĢ bir kâfirdir.”31 “Acaba Firavun‟un ordusu bu âlemin, kuĢluk vaktinin güneĢi ile doluluğunu nasıl olur da göremiyor? Gözleri açık, kulakları açık ve bu parlak zekâları ile beraber hakikati görüp iĢitmiyorlar! Allah‟ın gözleri bağlamaktaki gücüne, kudretine hayranım! Ben, onların gafletine ĢaĢıyorum; onlar da benim peygamberliğime, Hakk‟a davet ediĢime ĢaĢıyorlar. Onlar, bir baharın yetiĢtirdiği dikenlerdir; ben ise o baharın çimeniyim, yaseminiyim! Ben, onlara imanla, ilahî aĢkla dolu nice kadehler sundum. Fakat gördüm ki, onların önünde onlara sunduğum mana Ģarabı dondu, taĢ kesildi. Hakikat bahçesinin güllerinden bir demet yaptım, onlara götürdüm. Verdiğim güllerin her biri diken oldu. Onları Hakk‟a çağırmak için döktüğüm tatlı diller, onlara söylediğim tatlı sözler zehir oldu, iğne oldu… Onlara sunduğum mana Ģarapları, götürdüğüm hakikat bahçesinin gül demetleri, kendi benliklerinden, varlıklarından geçenlerin canlarının nasibi idi. Kendinde olanlara, kendilerine tapanlara bu kadehler, bu demetler nasıl nasip olur? Bizim yanımızda, uyurken uyanık (yani dünyaya karĢı uykuda, ahirete karĢı uyanık) olan bir kiĢi gerek ki, uyanıkken rüya görsün!”32 “BaĢ gözü kör olan kiĢi, görünen pisliklere bulaĢır, kirlenir. Fakat gönül gözü kör olan, gizli pisliklere düĢer. Görünen pislikler su ile temizlenir; görünmeyen, gizli olan, içte bulunan pislik ise, su ile temizlenmek Ģöyle dursun, arttıkça artar. Ġçteki pislikler belirince, onları gözyaĢından baĢka bir Ģeyle yıkamak, temizlemek mümkün değildir. Cenab-ı Hak kâfire „Pis‟ dedi. (Tevbe, 9/28) O pislik, onun dıĢında değildir ki…”33 3.Gafil ve Hastalıklı Gönüller: Bu tür gönül sahipleri ise diri gönül sahipleri ile ölü gönül sahipleri arasında bir mevkidedirler. Bunların hâli, bedenen hasta insanların musta――――――――― Can, age., C. 3, s. 99. Can, age., C. 3, s. 102. 33 Can, age., C. 3, s. 184. 31 32 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 rip hayatına benzer. Ne dünyevi hayatlarında bir âhenk ne de içlerinde huzur vardır. Ġç âlemlerindeki belirsizlik dıĢ âlemlerini, dıĢ âlemlerindeki düzensizlik de iç âlemlerini olumsuz yönde etkiler. Gönüllerindeki hastalık tüm hâl ve hareketlerine sirayet eder. ġüphe, kararsızlık ve tutarsızlık içinde bocalar dururlar.34 Mevlânâ; yukarıda da iĢaret ettiğimiz gibi, hastalıklı gönül sahiplerine, bir gönül aynası önünde hastalıklarını teĢhis etmeyi ve o mürĢid-i kâmilin tedavisine can u gönülden talip olup benlikten sıyrılarak ölmeden önce ölmeyi, günah kirlerini tövbe ve gözyaĢı ile yıkamayı önerir. “Ey kara tencere! Kat kat isler içindesin. Bu is senin iç yüzünü karartmıĢ. Senin gönlünde pas üstüne paslar var. Bu paslar öyle yığılmıĢ ki, gönül gözün görmez olmuĢ. Ġlahî sırlara karĢı perdelenmiĢ, kör olmuĢ gitmiĢ. O is, yeni bir tencereye vursa, arpa kadar bile olsa eseri o tencerede görülür. Çünkü her Ģey zıddı ile meydana çıkar. Kalaylı tencerenin beyazlığı üstünde o kara is, fena bir Ģekilde kendini gösterir. Fakat dumanın etkisi ile tencere kararınca onun üstündeki kara lekeyi çabucak kim görebilir? Demirci zenci olursa duman onun yüzünde bir iz bırakmaz. Fakat beyaz tenli birisi demircilik ederse, dumanın tesiri ile onun yüzü kararır. O da günahın tesirini çabucak anlar da; „Aman ya Rabbi!‟ diye ağlayıp sızlamaya baĢlar. Fakat günah iĢlemekte ayak direr, kötülüğü âdet edinirse, kalp gözüne toprak doldurmuĢ olur; o günahı görmez, vicdan azabını da hissetmez olur. Tövbe etmeyi hatırına bile getirmez. Günah onun gönlüne tatlı gelir. Derken dinsiz olur gider. O piĢman oluĢ, o „Ya Rabbi!” deyiĢ ondan gider; gönül aynasına beĢ kat pas çöker. Onun demir kalbini, kaskatı olan kalbini paslar yemeye koyulur, temelini de yok etmeye giriĢir. Beyaz bir kâğıt üzerine yazı yazarsan, o yazı, bakınca okunur. Yazılı bir kâğıt üzerine yazarsan, yazdığın anlaĢılmaz. Okunması güçleĢir ve yanlıĢ okunabilir. Çünkü mürekkebin siyahlığı üst üste gelince, iki yazı da körleĢmiĢtir, manası kalmamıĢtır. Eğer o kâğıda üçüncü kere yazı yazarsan, onu kâfir kalbi gibi simsiyah edersin. Öyle ise her Ģeyin çaresini bulan Allah‟a sığınmaktan baĢka ne çare vardır? Bakır gibi olan günahkârın ümitsizliğine iksir, Allah‟ın rahmet nazarıdır. Ümitsizlikleri Hakk‟a arz edin ve O‟ndan rahmet ve hidayet ümidinde bulunun ki, devasız dertten yani kalbinizin kararmasından, paslanmasından kurtulasınız.”35 ――――――――― TopbaĢ (2002), s. 161. 35 Can, age., C. 2, s. 513-514. 34 “Mezar yapmak; ne taĢladır, ne tahta ile ne de keçe iledir. Lekesiz bir gönülde, kendi iç temizlik âleminde, kendine bir mezar kazman ve Allah‟ın yüce varlığı önünde kendi benliğini defnetmen gerekir. Allah yolunda toprak olarak gama gömülmeden, O‟nun aĢkının mecnunu, güzelliğinin meftunu olman gerekir ki, nefsin O‟nun manevi nefesinden feyz alsın. Mezarın üstüne türbe yapmak, kubbe kurmak, yüksek duvar örmek mana sahiplerince makbul bir Ģey değildir. Diri iken atlaslara bürünmüĢ, ipekliler giymiĢ kiĢiye bir bak; giydiği atlas, ipek, onun aklının elini tutuyor mu? Onun idrakine, anlayıĢına yardım ediyor mu? Giydiği değerli, süslü elbiselerle gurura kapıldığı için onun canı Münker ve Nekir‟in azabına uğramıĢ, gamlı gönlünde ise gam akrebi yer tutmuĢtur. Onun dıĢarıdan görünüĢü süslü püslü, fakat gönlü huzursuzdur, düĢüncelere dalmıĢtır, inlemektedir.”36 “Gönüldeki uyanıklık, huzur ve manevi zevkler, aradığına olan bağlılıktan, sevgiden ileri gelir. Bütün dünya iĢlerinden vazgeç, dünyalık sevgisini gönlünden at da, o üveyik kuĢu gibi canla baĢla „Kû-kû (Nerede-nerede)‟ diye gerçek sevgiliyi ara. Ey gaflet perdesi ile gözü kapanmıĢ kiĢi, Ģu âyete iyi bak: Cenab-ı Hak; „Bana dua ediniz ki, kabul edeyim.‟ (Mü‟min, 40/60) diye buyurdu. Kimin gönlü illetlerden, hastalıklardan temizlenmiĢ ise, onun duası celal sahibi Allah‟ın huzuruna kadar gider.”37 “Ben gönül sahibi bir arifim, baĢka birine ihtiyacım yok, Hakk‟a ulaĢmıĢım, diye böbürleniyorsun. Senin bu hâlin, bulanık suyun, „Ben suyum, niçin yardım arayacakmıĢım?‟ demesine benzer. Nefsani isteklerle kirlenmiĢ gönlünü, sen temiz, günahsız bir gönül sandın da gönül ehlinden, velilerden kendini çektin, ayırdın. Dünyada yemek, içmek için yaĢayan, süt ve bal sevdasına düĢen, nefsani arzulara bulaĢmıĢ olan gönlünün, gerçekten gönül sayılmasını reva görür müsün? (…) Sen; „Bende de gönül var‟ diyorsun, diyorsun ama gönül arĢın üzerinde olur, hâlbuki sen aĢağılardasın. Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir fakat o su ile abdest alınmaz. Balçığın içinde su vardır ama balçığa yenilmiĢ, balçıkta kaybolmuĢtur. Sen de gönlüne; „Bu da gönüldür‟ diyemezsin. Çünkü senin gönlün de kirli emellere, Ģehvete, hiddete, mevki hırsına, dünya isteklerine mağlup olmuĢ, onlar arasında kaybolup gitmiĢtir.”38 ――――――――― Can, age., C. 3, s. 23. Can, age., C. 3, s. 180. 38 Can, age., C. 3, s. 193-194. 36 37 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 43 SONUÇ: Bir gönül eğitimcisi olan Mevlânâ; “gönül”ü bir aynaya, onu Cenab-ı Hakk‟ın tecellisine mazhar olmaktan alıkoyan manevi hastalıkları ise aynanın pürüzsüz görüntüsüne mani olan toz, kir ve pasa benzetir. Cenab-ı Hakk‟ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan ve bu sebeple eĢref-i mahlukat olan insana düĢen en önemli görev, en kıymetli sermayesi olan gönlünü her hâlükârda temiz tutmak ve Yaratanın karĢısına pırıl pırıl bir gönülle çıkmaktır. Bunun yolu da nefis terbiyesi ile benlik engelini aĢıp ikiliği ortadan kaldırmak, bu yolda çekilecek sıkıntılara rıza göstererek gönül aynasını Hak aĢkıyla cilalamaktan geçer. Tasavvufi kaynaklarda yer alan umumi kalp tasnifini Mesnevî-i ġerîf‟e de uyarlamak mümkündür. Buna göre; Mesnevî‟de manevi durumlarına göre; diri gönüller, ölü gönüller ve hastalıklı gönüller olmak üzere üç türlü gönülden ve bunların özelliklerinden bahsedildiğini söyleyebiliriz. 44 KAYNAKLAR: AteĢ, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Kevser Yay., Ġstanbul t.y. Can, ġefik, Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken Yay., Ġstanbul 2004, 6C. Çelebioğlu, Âmil (hzl.), Mesnevî-i ġerîf Aslı ve SadeleĢtirilmiĢiyle Manzum Nahîfi Tercümesi, Sönmez NeĢriyat, Ġstanbul 1967, C. 1. Eraydın, Selçuk (hzl.), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Ġz Yay., Ġstanbul 2006. Gölpınarlı, Abdülbâki (hzl.), Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis), Kent Basımevi, Ġstanbul 1994. Gölpınarlı, Abdülbâki (hzl.), Mevlânâ Celâleddin, Rubâîler, Ajans-Türk Matbaacılık, Ankara 1982. Ġmam Gazâlî, Ġhyâu Ulûmi’d-Dîn, Bedir Yay., Ġstanbul t.y., 4C. Ken‟an Rifâî, ġerhli Mesnevî-i ġerîf, Hülbe Yay., Ġstanbul 1973. Tâhirü‟l-Mevlevî, ġerh-i Mesnevi, ġamil Yay., Ġstanbul t.y., 18C. TopbaĢ, Osman Nuri, Îmândan Ġhsâna Tasavvuf, Erkam Yay., Ġstanbul 2002. TopbaĢ, Osman Nuri, Mesnevî Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yay., Ġstanbul 2006. Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., Ġstanbul 2001. Yeniterzi, Emine, Sevginin Evrensel Mühendisi Mevlânâ, Konya 2007. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 ANKARAVÎ ŞERHİ’NİN TE’LÎF SÜRECİ* The Writing Process of Ankaravî’s Commentary Dr. Ahmet TANYILDIZ ÖZET XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve meşîhat dünyasının önemli isimlerinden olan İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, Mevlevî âdâb ve erkânı üzerine kaleme aldığı on altı eseri ile Mevlevîliğin felsefî ve fıkhî savunuculuğunu yapmıştır. Erbâbı arasında ona Hazret-i Şârih pâyesini kazandıran yegâne eseri ise Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif adlı Mesnevî şerhidir. Bu eser Ankaravî’nin zihninde yer etmiş olan büyük şerh düşüncesinin en önemli somut örneğini teşkil etmektedir. Şârih bu vesîleyle eserini te’lif etmekle kalmamış, ilerleyen zaman içerisinde yer yer esere eklemelerde bulunarak tekâmül etmiş bir şerh metni ortaya koymaya çalışmıştır. Bu çalışmada Şerh-i Mesnevî’nin üç aşamalı te’lîf süreci değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’lMa’ârif, Te’lîf Süreci ABSTRACT İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, who is one of the outstanding people of the field of science and religion in Ottoman, 17th century, supported being Mevlevî in terms of philosophy and religion through the 16 works of which he wrote on the tradition of Mevlevî. Among his materpieces, his essential work making him gain the position "Hazret-i Şârih" is the work of Mesnevî, Mecmû'atu'lLetayif and Matmûratu'l-Ma'ârif. This work of art is the most outstanding, concrete example for the big thought of Mesnevî, having a significant role in Ankaravî's mind. Not only Ankaravî wrote his work simply but also he struggled to come up with a work got perfect through additional contributions to it, over time. In this working, the writing process of Şerh-i Mesnevî made in three steps is going to be evaluated. Key Words: İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif, The Writing Process. ――――――――― Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir. Erciyes Üniversitesi, Rektörlük Türk Dili Bölümü, [email protected] * S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 45 GiriĢ XVII. yüzyıl Mevlevî düĢüncesinin teorik altyapısını te‟lîf ettiği eserlerle somut bir yapıya dönüĢtüren ve çeĢitli mahfillerde müdafâasını gerçekleĢtiren Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, ilim ve tasavvuf dünyasında saygın bir konum elde etmiĢtir. Onun imparatorluğun ve ilmin merkezi Ġstanbul‟da Ģöhret bulmasında, Ģüphesiz gençlik döneminde Mısır‟da kaldığı süre içerisinde aldığı ilmî eğitimin ve Konya‟da yaĢadığı tasavvufî deneyimin de etkisi vardır. ġerh-i Mesnevî‟nin meydana getirilmesinde etkin olan ilmî ve tasavvufî serüvenine kısaca değinmek yerinde olacaktır. H.1000/M.1591 yılının sonunda Mısır seyahatine çıkan Ankaravî, orada kaldığı yedi sene zarfında ilim ve fenle meĢgul olmuĢ, Mevlevîliğe intisâb edip Mesnevî-yi Şerîf kırâatına mezun olmuĢtur. 1008/1599 yılında Mısır‟dan Ankara‟ya dönüp yerleĢmiĢ ve Mesnevî-yi Şerîf kırâatı ve vaazına baĢlamıĢtır.1 46 Ankaravî, Mısır‟dan döndükten sonra H.1008-1015/M.1599-1606 yılları arasında yedi yıl boyunca Ankara‟da kalmıĢ ve Mesnevî kırâatı ile meĢgul olmuĢtur. Bu eğitim ve irĢâd hareketini sürdürürken Ankaravî‟ye haset edip kin güdenler kendisini inkâr etmiĢ, ona bühtan ve iftiralarda bulunmuĢ, hatta onun helâkine niyetlenmiĢlerdir. Ankaravî bu zor dönemde gözlerinden rahatsızlanmıĢ ve sonunda hem oradan uzaklaĢmak hem de gözlerine derman bulmak niyetiyle H.1015/M.1606 yılının Muharrem ayında Konya‟ya gelmiĢ, bu arada I. Bostan Çelebi‟ye mürîd ve onun kardeĢi Ebû Bekir Efendi‟ye dervîĢ olmuĢtur.2 Esrâr Dede, Ankaravî‟nin ilk dönemlerinden ve Mısır‟a gidiĢinden söz etmez. Ayrıca Ankara‟da Bayrâmî bir Ģeyh olduğunu belirterek yakalandığı göz hastalığına Ģifâ bulmak amacıyla Konya‟ya geldiğini, Bostân Çelebi‟nin himmetiyle Ģifâ bulduğunu ve Mevlevîlikle tanıĢıp kısa bir sürede merhaleleri aĢarak Galata Mevlevîhânesi meĢîhatıyla Ģereflendirildiğini söyler.3 Ankaravî, H.1019/M.1610 yılının ġevvâl/Ekim ayında beĢ yıllık Konya hayatını nihayete erdirip Ģeyhi I. Bostan Çelebi‟nin ira――――――――― Sahîh Ahmed Dede; Mecmû‟atu‟t-Tevârîhi‟l-Mevleviyye (Mevlevîlerin Tarihi), Haz: Cem Zorlu, Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2003, s. 281. 2 Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2005. s. 117; Sahîh Ahmed Dede; Mevlevîlerin Tarihi, s. 286. 3 Esrâr Dede; Tezkire-i Şu‟arâ-yı Mevlevîyye İnceleme-Metin, Haz.: Ġlhan Genç, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2000, s. 209. 1 desiyle ve meĢîhat-nâmesiyle Galata Mevlevîhânesi‟ne gitmiĢtir. Ġstanbul‟a vardığı zaman Rumeli Kazaskeri Yahyâ Efendi ve Anadolu Kazaskeri Kemal Efendi kendisini ziyaret etmiĢ ve vaazını dinlemiĢlerdir.4 ġerhin Te’lîf Süreci5 Mukaddime ve Ġlk On Sekiz Beyit Ankaravî, Konya‟da dervîĢ olarak bulunduğu sırada Mesnevî‟nin Arapça mukaddimesini yine Arapça olarak Simâtu‟l-Mûkinîn adıyla Ģerh etmiĢtir (H.1017/M.1608). ġârihin zihninde var olan çoklu Ģerh projesinin ilk adımı olan bu eserin nüshaları 13 ila 23 varak arasında değiĢmektedir. Ankaravî risâlenin mukaddimesinde Mesnevî‟in dîbâcesindeki bazı müĢkül cümlelerin kimi Ģârihlerce hatalı yorumlandığını fark ettiğini belirtip o dîbâceye uygun bir Ģerh yazdığını ifâde eder. Eserin yazıldığı sıralarda gördüğü bir rüyada, kendisine söylenildiği gibi adını Simâtu‟l-Mûkinîn (Yakîn Ehlinin Sofrası) koyar.6 Ankaravî Mesnevî‟nin Ģerhine baĢlarken de bu risâlenin geliĢtirilmiĢ Türkçe tercümesini Fâtihu‟l-Ebyât ile beraber Ģerhin baĢına koymuĢtur. Burada Mesnevî‟nin mukaddimesindeki Arapça cümleler Türkçeye çevirilerek Ģerh edilmiĢtir. Ġleri sürülen fikirler âyet, hadis ve manzum parçalarla desteklenmiĢtir. H.1028/M.1619 yılının Rebî‟u‟l-evvel ayında ise Mesnevî‟nin ilk on sekiz beyit Ģerhi olan Fâtihu‟l-Ebyât‟ı kaleme almıĢtır. Ankaravî bu eseri müstakil olarak kaleme almıĢ olmasına rağmen Mesnevî ġerhi‟ne baĢladıktan sonra geliĢtirerek Simâtu‟l-Mûkinîn‟in tercümesiyle beraber büyük Ģerhin baĢına koymuĢtur. Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nin baĢına alındığı için kimi kaynaklarda ve kataloglarda Ģerhle karıĢtırılarak Ģerhin bütününe verilen bir isim hâline gelmiĢtir. Ancak Ankaravî Ģerhin mukaddimesinde iki ismi birbirinden ayırt edip risâlenin yazılıĢ serüvenini de açıklar.7 ――――――――― Sahîh Ahmed Dede; Mevlevîlerin Tarihi, s. 289. Ankaravî ġerhi‟nin te‟lîf süreci meselesi doktora tezimizin ilgili bölümünde ayrıntılı olarak ele alınmıĢtır. Daha fazla bilgi için bk. “Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî- Şerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟lMa‟ârif) (Cilt I) (İnceleme-Metin-Sözlük), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2010”. 6 Sahîh Ahmed Dede; Mevlevîlerin Tarihi, s. 289; Semih Ceyhan, Mustafa Topatan; Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce ve İlk On Sekiz Beyit Şerhi, Ġstanbul: Hayykitap Yayınları, 2008. 7 “Bu faøìr ü ≈aøìr-i ke§ìru’t-taø´ìr ol vaøtde ki ~a◊ret-i Pìrüè keläm-ı münìrin ibtidädan naøl u taørìr itmege şurùú eyledükde baú◊-ı yärän efä◊ullähu úaleyhim 4 5 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nde yer aldığı biçimiyle Semih Ceyhan ve Mustafa Topatan tarafından yayınlanmıĢtır. Öncesinde Ceyhan‟ın doktora tezinde ele aldığı ilk on sekiz beyit, bu çalıĢmada Mesnevî dîbâcesi ile birlikte değerlendirilmiĢtir.8 Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nin içinde de yer aldığı için çoğunlukla Ģerhle beraberdir. Bunun dıĢında kütüphanelerde kimi müstakil nüshaları da bulunmaktadır.9 sicälu’l-úirfän ol ta≈øìø ü beyänı isti≈sän idüp istidúä eylediler ki ol dürer-i maúänì vü maúärif ve ˚urer-i esrär u le≠äyif silk-i ta≈rìre dizile ve andan bir kitäb-ı müste≠äb düzile egerçi cümle-yi ebyäta şer≈ yazılmazsa bärì ibtidäda väøıú olan on sekiz ebyäta yazıla bu faøìrüè ol ≈ìnde Æarìøat-nämenüè ta´nìfine işti˚älüm oldu˚undan bunlara didüm ki inşäõallähu Teúälå baúde tekmìl-i Minhäcu’s-Sälikìn bu Ÿikr olınan ta≈øìø ü taørìri maúaziyädetin ta≈rìr ü tas≠ìr eyleyem ve baú◊-ı ebyä≠-ı müşkile vü kelimät-ı muú◊ılayı da∆ı cäbecä bulup bu ebyät-ı semänì úaşere ◊amm øılup anlara da∆ı şer≈ söyleyem pes ol kitäb-ı müste≠äb tamäm olduøda yärän-ı ´afä el-kerìmu iŸä úahede vefä (Kerim olan kişi ahdine vefalı olur) ma◊mùnın edä eylediler ve mäme◊äda olan vaúdenüè ®uhùrın istidúä øıldılar bu faøìr da∆ı ve emme’s-säõile felä tenher (Sakın isteyeni azarlama! Duha, 10) fe≈väsınca anları bu behreden nehy itmeyüp ibtidä-yı Me§nevì-yi Şerìfde väøıú olan hijdeh ebyät-ı la≠ìfenüè ve da∆ı baú◊-ı müşkil olan kelimät-ı şerìfenüè şer≈ine şurùú eyledüm ve bu kitäba Fäti≈u’lEbyät diyü näm söyledüm.”İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif, Afyon Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi, 18215, 1b. 8 Semih Ceyhan; Mustafa Topatan; Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce ve İlk On Sekiz Beyit Şerhi, Ġstanbul: Hayykitap Yayınları, 2008. 9 Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 42211 (117. varaktan itibaren); Ankara Adnan Ötüken Ġl Halk Kütüphanesi, 4212; Diyarbakır Ġl Halk Kütüphanesi, 1603, Afyon Ġl Halk Kütüphanesi, 17715; Süleymaniye Kütüphanesi Zühdü Bey Bölümü, 011; Süleymaniye Kütüphanesi Zühdü Bey Bölümü, 102; Süleymaniye Kütüphanesi Zühdü Bey Bölümü, 110; Süleymaniye Kütüphanesi Kasidecizâde Bölümü, 333; Süleymaniye Kütüphanesi Tâhir Ağa Bölümü, 246; Süleymaniye Kütüphanesi Gelibolulu Tâhir Bölümü, 013; Süleymaniye Kütüphanesi Süleyman Düğümlü Baba Bölümü, 346; Süleymaniye Kütüphanesi Pertevniyal Sultan Bölümü, 371; Süleymaniye Kütüphanesi ReĢid Efendi Bölümü, 413; Süleymaniye Kütüphanesi Süleymaniye Bölümü, 715; Süleymaniye Kütüphanesi Kılıç Ali PaĢa Bölümü, 819; Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü, 1564; Süleymaniye Kütüphanesi Lala Ġsmail Bölümü, 174; Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü, 274; Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü, 275; Süleymaniye Kütüphanesi Hacı BeĢir Ağa Bölümü, 347; Süleymaniye Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 429; Süleymaniye Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 450, Süleymaniye Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 593; Süleymaniye Kütüphanesi Laleli Bölümü, 1422; Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü, 1561; Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü, 1598; Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü, 2638. Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’lMa’ârif Ankaravî H.1030/M.1621 tarihinde Mesnevî‟nin Ģerhine baĢlamıĢtır. Yazılan bu ilk metinde Mesnevî beyitleri mevcut değildir. Beyit yerlerine surhla bir mîm iĢareti konularak Ģerhe baĢlanmıĢtır.10 Ankaravî bu müsvedde Ģerhi tamamladıktan sonra Ģerhin Mesnevî beyitleriyle beraber okunmasında sıkıntılar yaĢandığı için aynı yılın Zilhicce/Aralık ayında Mesnevî beyitlerinin de yer aldığı Ģerhi yazmaya baĢlamıĢtır.11 Ġkinci Ģerh metninin ilk üç cildi bittikten sonra Ankaravî‟nin geçirdiği göz rahatsızlığı ve çevresinde bulunan bazı insanlardaki isteksizlik, dördüncü cildin Ģerhini geciktirmiĢtir. Ankaravî dördüncü cildin mukaddimesinde manevî evlâdı DervîĢ Ganem‟in ısrarı ve niyâzıyla Ģerhe tekrar baĢladığını ifâde eder. DervîĢ Ganem‟in üçüncü cildin müsveddelerini temize çekmesi Ģeyhinin kalbine kuvvet vermiĢtir. Onun bu çabası çeşm-i zaîfine rü‟yet, cism-i nahîfine tâkat getirip Ģerhe baĢlamasına vesîle olmuĢtur.12 Dördüncü cilt H.1035/M.1626 yılında tamamlanmıĢtır.13 47 ――――――――― Bu Ģerhin yazma örneği için bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi, 274. 11 “Bu faøìr ü ≈aøìr biè otuz tärì∆inde bu kitäb-ı bìmi§l ü bìna®ìrüè şer≈ini ta≈rìr eylemege şurùú eyledükde…” (Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C VII, Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi, 178, vr. 2a). “Me§nevì-∆¥än olanlara biläteõemmül maúnåları vä◊ı≈ ve úinde’l-øıräõat fe≈väları eŸhän-ı päklarına läyı≈ olmadan ötüri her bir beytüè evveline sur∆ıla bemìm işäret 10 øılunmış idi baúdehu ol ebyäta işäret olan mìmler refú olup baú◊-ı yäränuè iltimäsıyla anlaruè mevä◊ıúına ebyät-ı şerìfe yazılmış ve kämil bir şer≈ düzülmiş idi.” (Ankaravî; ġerh-i Mesnevî, C I, Süleymaniye Kütüphanesi, ġehid Ali PaĢa, 1260, vr. 2a). 12 “Ammä ≈amdu lillähi ve tevfìkıhi ´o≈betimüzde olan baúz-ı yäränuè bu úilm-i şerìfe ≠älib olması ve bu şer≈-i la≠ìfüè ta≈rìrine işti˚äl øılması fi’l-≈äl ferä˚ u keläl úukdelerin bäl u pür-melälden izäle idüp lisänumı taúbìre ve kilk-i maúrifet-beyänumı mertebe-yi ta≈rìre yitürdi úale’l-∆u´ù´ ol veled-i mu≈terem caúalellähu mina´ä≈ibi’l-himem ve ´ära bi’l-úulùmi ˚aniyyen ve’˚tenem aúnå Dervìş ˙anemüè bu şer≈i yazması ve müsvedde olanı ı´lä≈ idüp düzmesi øalbime øuvvet virüp çeşm-i ®aîfimi rüõyet ve cism-i na≈ìfimi ≠äøat mertebesine irgürüp cän u cenänumı cild-i räbiúüè şer≈ine şurùú eylemege getürdi pes anuè muúävenet u mu≠älebeti sebebiyle bu a≈sen-i meräbiú olan cild-i räbiúüè şer≈ine mütevekkilen úalelläh şurùú øıldum” (Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C IV, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, 2064, vr. 1b-2a). 13 “Bi≈amdillähi’l-Meliki’l-úAlläm bu cild-i şerìfüè bu şer≈-i la≠ìfi da∆ı eymen-i ezmän ve eşref-i eyyämda tamäm oldı Hicret-i Nebeviyyenüè ´allallähu úaleyhi ve sellemüè biè otuz beş senesinüè mäh-ı Mu≈arreminüè Áşùrä güni nihäyet bulup ve bu şer≈üè da∆ı ta≈rìrinüè S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Ankaravî beĢinci cildin yarısına geldiği vakit Mesnevî‟nin yedinci cildi ortaya çıkmıĢtır. Bunun üzerine beĢinci cildin Ģerhini bırakmıĢtır.14 Bu sırada Şerh-i Ehâdîs-i Erbaîn adlı eserini ve Fâtiha Sûresi‟nin tefsîri olan Fütûhât-ı Ayniyye adlı risâlesini kaleme almıĢtır. Ardından semâ‟ın câiz oluĢuna dâir Arapça Huccetu‟s-Semâ‟ adlı eserini yazmıĢ ve Mesnevî‟nin yedinci cildini Ģerh etmeye baĢlamıĢtır. Bu cildin Ģerhinin yarısına gelince daha önce eksik bıraktığı beĢinci cilde dönmüĢ, beĢ ve altıncı cildin Ģerhini bitirmiĢtir. ġerhin altıncı cildi H.1036/M.1626 Ramazan‟ında bitmiĢtir.15 DervîĢ Ganem‟in yardımıyla Ģerhini H.1036/M.1626 yılında tamamlamıĢ olan Ankaravî yedinci cildi de H.1039/M.1629 yılından önce bitirmiĢ olmalıdır. Çünkü Ģerhin Afyon nüshanın birinci cildinde H.1039 tarihinde Sultan IV. Murâd‟ın bu Ģerhi beğendiğini ifâde edip hüsn-i hatla yazılmıĢ bir nüshasını istediğini belirtir.16 48 itmämı mübärek æadr gicesi tamäm oldı.” (Ankaravî; Şerh-i Mesnevî C IV, vr. 807). 14 “~attå bu faøìr ü ≈aøìr biè otuz tärì∆inde bu kitäb-ı bìmi§l ü bìna®ìrüè şer≈ini ta≈rìr eylemege şurùú eyledikde dìbäce-yi úArabiyye ile on sekiz beyt-i şerìf bu cild-i iútibärì taødìr olınmış ve bu nükteyi işúär eylemeden ötüri ol ma≈alde bir ∆u≠be beyän olınup ve sebúiyyätuè fe◊äyiline müteúallıø baú◊-ı aøävìl ü deläyil yazılup anda taúbìr ü taørìr øılınmış idi pes nice müddeti medìde mürùr ve úuhùd-ı baúìde úubùr idüp ta≈rìrimüz cild-i ∆ämisüè nı´fına geldikde ve hicret-i Nebeviyyenün biè otuz beş senesi olduøda ≈ikmet-i İlähì ve taødìr-i Rabbäniyye ile sekiz yüz on dört tärì∆inde yazılmış cild-i vä≈id içre yidi mücelled bir me´nevì beyne’n-näs ®uhùr øıldı ve ä∆ıru’l-emr sevø-ı İlähì ile bu faøìrüè eline geldi ol cild-i säbiúi minevvelihi ilää∆ırihi mü≠älaúa øıldıøda anuè evänì-yi ebyät-ı la≠ìfesinden züläl-i cän-ba∆ş-ı esrär-ı maúärif nùş øıldum ve ®ulumät-ı ≈urùf u kelimätında äb-ı ≈ayät-ı maúänì vü le≠äyifi buldum” (Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C VII, 2a). 15 Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C VI, vr. 630a; Ceyhan; Ġsmail Ankaravî ve Mesnevî ġerhi, s. 143. 16 “Günlerden biè otuz ≠oøuz tärì∆inde mübärek ÿi’løaúdenüè eväyilinde bir gün (…) Bu şer≈üè ≈üsn-i ∆a≠≠ıla yazılması ve saúädetle mü≠älaúa øılmalarından ötüri a≈sen-i tertìb üzre tekrär düzilmesi ∆u´ù´unda merkez-i räyet-i iøbäl ve mehbi≠-i saúädet ü kemäl olan cänib-i şevket-meõälleri cänibinden mi§äl-i väcibü’limti§äl gelüp teõlìf eyledüèüz şer≈-i Me§nevìnüè cümlesini ≈üsn-i ∆a≠≠ıla bir ∆oşca yazdurup cenäb-ı hümäyùnuma irsäl idesüz diyü bu cänibe vu´ùl bulduøda emrlerine imti§äli far◊-ı úayn ve fermän-ı hümäyùnlarına inøıyädı far◊ u dìn me§äbesinde bilüp mümä≠alet ü tesvìfden ≈aŸer øılup ∆a≠≠ı øıräõate äsän bir kätibe mümkin oldı˚ı mertebe yazdurup ve ∆azìne-yi dilde medfùn olan cevähir-i zevähiri da∆ı münäsib olan ebyät-ı melä≈at-simätuè şer≈ ü beyänı silkine cäbecä Yukarıdaki bilgilere ve nüshaların tasnîfine göre Ģerhin te‟lifinde üç aĢamalı bir sürecin olduğu görülmektedir. Ġlk Metin Ankaravî, Mukaddime ve Ġlk On Sekiz Beyit ġerhi‟nden sonra, H.1030/M.1621 yılında baĢladığı büyük Ģerhin ilk te‟lifinde ilgili kısımlarda Mesnevî beyitleri yazılmayıp beyit yerleri kırmızı mürekkepli bir mîm ile iĢaretlenmiĢtir. Bununla beraber Ģârih tarafından müĢkül olduğu düĢünülen kimi beyitler metinde yer almaktadır. MüĢkül olmadığı düĢünülen beyitler ise çoğunlukla yazılmamıĢ, yazılanların ise Ģerh kısmında anlam dünyalarının izahı sınırlı tutulmuĢtur.17 Mesnevî beyitlerine ve Ģerh metnine ayrı ayrı bakmayı icap ettirdiği için Ankaravî bu tarz te‟lîfte ısrarcı olmamıĢtır. Bu sebeple ilk te‟lîf olan ve çoğu kısmında beyitlerin yer almadığı bu Ģerh metni yaygınlaĢmamıĢtır. Bu tarzda kaleme alınan metnin üç nüshası tespit edilebilmiĢtir.18 Ġkinci Metin Ankaravî, yine H.1030/M.1621 yılında bazı derviĢlerinin, özellikle DervîĢ Ganem‟in gayretleriyle Ģerhin geniĢletilmiĢ te‟lîfine baĢlamıĢtır. Daha önce beyit yerlerine iĢaret olarak konulmuĢ mîm harflerinin yerine bu metinde bizzat beyitler konmuĢ ve kâmil bir şerh yazılmıĢtır. Anlam olarak eksik kalan kısımlar da tamamlanmıĢtır.19 Mevlevî muhîtinde yaygınlaĢan bu Ģerh metni, DervîĢ Ganem‟in istinsah ettiği metin yazdurdum evvelki nüs∆alara mu˚äyir bir bu da∆ı bir ∆oş kämil nüs∆a olup dergäh-ı saúädet-penähları ≠arafına irsäl olındı ve hediyye øılındı” (Şerh-i Mesnevî, C I, Süleymaniye Kütüphanesi, ġehid Ali PaĢa Bölümü, 1260, 2b). 17 “Ebyät-ı müşkile bunda biúaynihä yazılup ve ebyät-ı ˚ayr-ı müşkile me∆äfetun úani’t-ta≠vìli ve ra˚betün bi’li∆ti´äri’l-cemìl biúibärätihä yazılmış ammä maúnåları bas≠ olup läzım gelen şer≈ ü ì◊ä≈ fi’l-cümle terk olmış idi ve Me§nevì-∆¥än olanlara biläteõemmül maúnåları vä◊ı≈ ve úinde’l-øıräõat fe≈väları eŸhän-ı päklarına läyı≈ olmadan ötüri her bir beytüè evveline sur∆ıla bir ≈arf-i mìm işäret øılınmış idi.” (Şerh-i Mesnevî, C I, 1b) 18 Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi Bölümü Nu: 274; Süleymaniye Kütüphanesi ġehîd Ali PaĢa Bölümü, Nu: 1269; Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmut Efendi Bölümü, 2350. 19 “Baúdehu ol ebyäta işäret olan mìmler refú olup baú◊-ı yäränuè iltimäsıyıla anlaruè mevä◊ıúına ebyät-ı şerìfe yazılmış ve kämil bir şer≈ düzilmiş idi egerçi bi≈ükmi meşşä≠a-yı vøät ve bi≈asebi iøti◊ä-yı ezmän u säúat bu øadar mu∆adderät-ı maúänì vü maúärif ve ebkärı esrär u le≠äyif pes perde-yi ˚aybdan ®uhùra geldi ve eräyik-i su≠ùr üzre cilveger oldı.” (Şerh-i Mesnevî, C I, 2a) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 olmalıdır. Semih Ceyhan‟ın orijinal nüsha olarak belirttiği Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev PaĢa Bölümü, 306 numarada kayıtlı nüshaya göre bu metnin te‟lîfi H.1036/M.1627 yılında tamamlanmıĢtır.20 Ġstanbul ve Mısır matbaalarında basılan Ģerhler de bu nüsha esas alınarak hazırlanmıĢtır. Bu tarzda yazılmıĢ metnin 27 nüshası bulunmaktadır. ġerhin bu yaygın metninin nüshaları dört farklı koldan çoğaltılmıĢtır.21 Üçüncü Metin DervîĢ Ganem‟in istinsah ettiği metnin yaygınlaĢmasından sonra Ankaravî‟nin son yıllarında Ģerh yeniden gözden geçirilmiĢtir. Bunun sebebi devrin padiĢahı IV. Murad(d.1612-ö.1640)‟ın Ankaravî‟den Ģerhin bir nüshasını talep etmesidir. PadiĢah, ġerh-i Mesnevî‟nin tamamının hüsn-i hatla yazdırılıp huzuruna getirilmesini ferman buyurmuĢtur. H.1039/M.1629 yılının Zilkade ayında gelen bu talep üzerine Ankaravî, Ģerhi sunulacağı makamın yüceliğiyle örtüĢtürmek için geniĢletip ikmâl ederek diğerlerine mugâyir bir nüsha olarak saraya sunmuĢtur. Bu nüshada, Ģerhte mücmel kalan yerler mufassal hâle getirilmiĢ, eksik kısımlar tamamlanmıĢtır. Ġkmâl edilmesi gereken beyitlerin ilgili yerlerine yer yer ilaveler yapılmıĢtır. Metin, hattı kolay olan bir kâtibe de hızlıca yazdırılmıĢ ve saraya takdim edilmiĢtir.22 Bu metin Ģerhin diğer nüshaları kadar yaygın olmamasına rağmen Ankaravî‟nin birtakım eklemelerde bulunarak son Ģeklini verdiği (ikmâl ettiği) metin olması yönüyle önem kazanmaktadır. Mevcut nüshalar arasında sadece Afyon Gedik Ahmed PaĢa Ġl Halk Kütüphanesi, 18215 numarada yer alan nüsha Ģerhin son metnidir. Yukarıda verilen bilgilerden çıkan sonucu Ģerh metinlerindeki örneklerle somutlaĢtırmak mümkündür. AĢağıdaki tabloda Ģerhin üç nüshasından seçilen bölümler vardır. Görüleceği gibi aynı metin üzerinde üç farklı tasarruf söz konusudur. 49 ――――――――― Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, s. 287. Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî- Şerh-i Mesnevî, s. 139-150. 22 “Läkin nice cevähir ü rumùz ü nikät da∆ı ∆azìne-yi 20 21 dilde medfùn olmış ve perde-yi ∆afäda øalmış idi istedüm ki ol mücmel olan yirler mufa´´al ola ve näøı´ øalan ma≈aller kemäl bula bi≈amdillähi’l-Meliki’lMennän günlerden biè otuz ≠oøuz tärì∆inde mübärek ÿi’l-øaúdenüè eväyilinde bir gün ol girän-rıfúat ü äsmänrütbet `usrev ü Cem-cäh u Kisrä-menzilet […] murettibu erkäni’ş-şerúiyyeti úale’l-menheci’l-A≈medì muheŸŸibu dìväni’l-úurfiyyeti úale’l-medreci’lMu≈ammedì sul≠änu’l-maşrıøayn ∆äøänu’l-∆äfiøayn elleŸì läúıyäne ∆aväøìnu’l-úälemi úayni meläŸi ekäsireti’z-zamän meúäŸi øayä´ıreti’d-deverän netìce-yi Ál-i úO§män emere-yi şecere-yi bäl-i Or∆än filizze-yi kebed-i Selìm `än ˚urre-yi bedr-i Sul≠än Süleymän ve øurrat-i úayn-ı Me≈emmed `än es-sul≠än bin sul≠än Sul≠än Muräd `än bin A≈med `än ~a◊retleri […] bu şer≈üè ≈üsn-i ∆a≠≠ıla yazılması ve saúädetile mu≠älaúa øılmalarından ötüri a≈sen-i tertìb üzre tekrär düzilmesi ∆u´ù´ında merkez-i räyet-i iøbäl ve mehbi≠-i saúädet ü kemäl olan cänib-i şevket-meõälleri cänibinden mi§äl-i väcibu’l-imti§äl gelüp teõlìf eyledügièüz şer≈-i Me§nevìnüè cümlesini ≈üsn-i ∆a≠≠ıla bir ∆oşca yazdurup cenäb-ı humäyùnuma irsäl idesüz diyü bu cänibe vu´ùl bulduøda emrlerine imti§äli far◊-ı úayn ve fermän-ı humäyùnlarına inøıyädı far◊-ı dìn me§äbesinde bilüp mümä≠alet ü tesvìfden ≈aŸer øılup ∆a≠≠ı øıräõate äsän olan bir kätibe mümkin oldu˚ı mertebe yazdurup ve ∆azìne-yi dilde medfùn olan cevähir-i zevähiri da∆ı münäsib olan ebyät-ı melä≈at-simätuè şer≈ ü beyänı silkine cäbecä yazdurdum evvelki nus∆alara mu˚äyir bir bu da∆ı bir ∆oş kämil nus∆a olup dergäh-ı saúädetpenähları ≠arafına irsäl olındı ve hediyye øılındı ümmìddür ki na®ar-ı şerìfleriyile müşerref olduøda ma≈all-i øabùle gele ve maøbùl-ı humäyùnları ola biúavnillähi ve tevfìøıhi” (Şerh-i Mesnevî, C I, 2a) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 1. ġerhin Ġlk Hâli ġehit Ali PaĢa Nüshası Beyit Yok Me§elä bir kimse merkeb-i ≈ayväniyyeti ≠utsa pälän-ı niúmet-i dünyeviyyesi olmaz niúmet ü devlet-i dünyeviyye bulsa gürg-i mevt ve sebú-i seøämet merkeb-i teni rubùde øılur (44a) 1. ġerhin Ġlk Hâli ġehit Ali PaĢa Nüshası Dästän-ı şuden-i berkenìzek úäşıø pädşäh 50 Beyit Yok Ey dostän-ı ≈aøìøat bu ≈ikäyeti gùş idüè ki bu cümlenüè naød u ≈älidür zìrä ≈ikäyenüè meõäli budur ki Beyit Yok 2. ġerhin Ġkinci Hâli Pertev PaĢa Nüshası 3. ġerhin Son Hâli Afyon Nüshası Me§nevì An yekì ∆ar daşt päläneş nebùd Yaft pälan gurg ∆arrä derrubùd Me§nevì An yekì ∆ar daşt päläneş nebùd Yaft pälan gurg ∆arrä derrubùd Me§elä ol bir kimse merkeb-i cismäniyyeti ≠utdı anuè pälän-ı niúmet-i dünyeviyyesi olmadı çün niúmet-i pälän-ı dünyevì buldı gürg-i mevt ve sebú-i seøämet merkeb-i teni øapdı (14a) Me§elä ol bir kimse ∆ar ≠utdı anuè pälänı olmadı yaúnì semer bulmadı pes pälänı buldı bu kerre øurd ∆arı øapdı yaúnì ol bir kimse merkeb-i cismäniyyeti ≠utdı anuè pälän-ı niúmet-i dünyeviyyesi olmadı çünkim niúmet-i pälän-ı dünyeviyyeyi buldı gürg-i mevt ve sebú-i seøämet merkeb-i teni øapdı (26b) 2. ġerhin Ġkinci Hâli Pertev PaĢa Nüshası Dästän-ı berkenìzek úäşıø şuden-i 3. ġerhin Son Hâli Afyon Nüshası pädşäh Me§nevì Bi’şnevìd ey dùstän in dästän `od ≈aøìøat naød-i ≈äl-i mast än Ey dostän bu ≈ikäyeti gùş idüè ∆od fi’l-≈aøìøa o dästän bizüm naød-i ≈alümüzdür zìrä bu ≈ikäyeden meõäl ü maø´ùd budur ki úÁşıø şuden-i pädşäh berkenìzek ve ∆arìden-i pädşäh än kenìzekrä ve rencùr şuden-i kenìzek ve tedbìr-i şäh dermuúälece-yi ù Bu sur∆-ı şerìf ve bu beyän-ı la≠ìf bir pädşähuè bir cäriyeye úäşıø olması ve pädşähuè ol cäriyeyi alması beyänındadur ve cäriyenüè ∆aste olması ve şähuè ol cäriyenüè muúälecesinde tedbìr eylemesi beyänındadur Cesed ∆alø olmazMe§nevì Me§nevì dan evvel bir pädşäh-ı Bùd şähì derzamänì pìş ezìn rù≈ var idi ki mülk-i Bi’şnevìd ey dùstän in dästän Mülk-i dünyä bùdeş u hem mülk-i dìn dünyä ve hem mülk-i dìn `od ≈aøìøat naød-i ≈äl-i mast än Cesed ∆alø olmazdan evvel bir pädşäh-ı yaúnì saúädet-i däreyn İşidüèüz ey dostän bu dästänı yaúnì anuè vücùdında mev◊ùú rù≈ var idi ki mülk-i dünyä ve hem mülk-i dìn ey dostän-ı ≈aøìøat bu ≈ikäyeti gùş idüè yaúnì saúädet-i däreyn anuè vücùdında mev◊ùú idi (43b-44a) ≈aøìøatda ∆od ol dästän bizüm naød-i idi (13b-14a) ≈alümüzdür zìrä bu ≈ikäyeden meõäl ü maø´ùd budur ki pädşähdan muräd rù≈ ve kenìzekden muräd nefsdür pes bu teõvìl üzre taf´ìl ü ta≈øìøi gelür Me§nevì Bùd şähì derzamänì pìş ezìn Mülk-i dünyä bùdeş u hem mülk-i dìn Bu zamändan evvel bir zamända bir pädşäh var idi ki aèa hem mülk-i dünyä ve hem mülk-i dìn müyesser olmış idi yaúnì cesed ∆alø olmazdan evvel bir pädşäh-ı rù≈ var idi ki mülk-i dünyä ve hem mülk-i dìn yaúnì saúädet-i däreyn anuè vücùdında mev◊ùú idi (26a-b) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 1. ġerhin Ġlk Hâli ġehit Ali PaĢa Nüshası 2. ġerhin Ġkinci Hâli Pertev PaĢa Nüshası Me§nevì Bä˚banrä ∆är çün derpäy reft Düzd fur´at yaft ü kälä burd Beyit ve şerhi yok (92a-92b) teft Me§elä bä˚bänuè aya˚ına çünkim diken batdı bä˚bän kendü ≈äline meş˚ùl iken ∆ırsuz fur´at buldı metäúını úale’l-fevr iltdi (61b) 3. ġerhin Son Hâli Afyon Nüshası Me§nevì Bä˚banrä ∆är çün derpäy reft Düzd fur´at yaft ü kälä burd teft Me§elä bä˚bänuè aya˚ına çünkim diken batdı bä˚bän kendü ≈äline meş˚ùl iken ∆ırsuz fur´at buldı metäúını úale’l-fevr iltdi yaúnì düzd ki muräd şey≠ändur bä˚bän-ı cennet olan Ádemüñ päy-ı úaklına ∆är-ı fikr ü ®ann batma˚ıla kendü vehmine meş˚ùl oldu˚ın görüp fır´at bulup úale’l-fevr metäú-ı úı´met ve kälä-yı i≈≠iyä≠ını iltdi ve sırøa itdi (125b) 1. ġerhin Ġlk Hâli ġehit Ali PaĢa Nüshası 2. ġerhin Ġkinci Hâli Pertev PaĢa Nüshası 3. ġerhin Son Hâli Afyon Nüshası Guften-i Emìru’lMüõminìn úAlì ra¬ıyallähu úanh bäøarìni ∆od Guften-i Emìru’l-Müõminìn úAlì ra¬ıyallähu úanh bäøarìn-i ∆od ki çün ∆udù endä∆tì derrùy-ı men nefs-i men cünbìd ve i∆lä´-ı nemand mäniú kuşten-i tù än şud Guften-i Emìru’l-Müõminìn úAlì ra¬ıyallähu úanh bäøarìn-i ∆od ki çün ∆udù endä∆tì derrùy-ı men nefs-i men cünbìd ve i∆lä´-ı úamel nemand mäniú kuşten-i tù än şud Beyit ve şerhi yok (201a) Me§nevì Guft emìru’l-müõminin bäan cevän Ki behengäm-ı neberd ey pehlevän Emìru’l-müõminìn úAlì ~a◊retleri ol ceväna eyitdi ceng vaøtinde ey pehlevän (147a) Bu sur∆-ı şerìf ve bu beyän-ı la≠ìf Emìru’l-müõminìn úAlì ra¬ıyallähu úanh kendü øarìnine dimesinüè beyänındadur böyle diyü ki çünkim sen benüm yüzüme tükürük atduè benüm nefsüm ≈areket eyledi ve úamelde i∆lä´ eylemek øaldı seni depelemege mäniú ol oldı raveye úAbdu’l-Vä≈id bin Zeyd øäle seõeltu el-~asane’l-Ba´rì úani∆lä´ mä huve øäle seõeltu úan`uŸeyfe úani’l-i∆lä´ mä huve øäle seõeltu’n-Nebì ´allallähu úaleyhi ve sellem mä huve øäle seõeltu Cebräyìl úani’l-i∆lä´ mä huve øäle seõeltu Rabbi’l-úizzet úani’l-i∆lä´ mä huve øäle teúälå huve sırrun minsırrì istevedde úanhu øalbe men a≈bebtehu minúibädì pes bu maúnåyı şer≈ idüp Cüneyd-i Ba˚dädì ~a◊retleri dir el-i∆lä´u sırru beynellähi ve beyne’l-úabd läyaúlemhu melekun feyukibbehu ve läşey≠änu fìfesedihi ve lähuven fetemeìluhu ve bu ma≈alle münäsib Æarìøat-nämede taf´ìl olunmışdur anda ≠aleb olına Me§nevì Guft emìru’l-müõminin bäan cevän Ki behengäm-ı neberd ey pehlevän Emìru’l-müõminìn úAlì ~a◊retleri ol ceväna eyitdi ceng vaøtinde ey pehlevän (A327) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 51 KAYNAKÇA Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi AnkaravîŞerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟lMa‟ârif) (Cilt I) (İnceleme-Metin-Sözlük), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2010. Alî Enver; Semâ‟-hâne-yi Matbaası, Ġstanbul 1309. Edeb, Âlem Esrâr Dede; Tezkire-i Şu‟arâ-yı Mevlevîyye İnceleme-Metin, Haz.: Ġlhan Genç, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2000. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I, Afyon Gedik Ahmed PaĢa Kütüphanesi, 18215. Ġsmâil Rusûhî-yi Ankaravî, Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I, Süleymâniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi, 176. 52 Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i Mesnevî Mecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I, Süleymaniye Kütüphanesi, ġehid Ali PaĢa Bölümü, 1260. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C VI, Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C IV, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, 2064. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C V, Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C VI, Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289. Ġsmâil Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû‟atü‟lLetâyif ve Ma‟ârif, C VII, Süleymâniye Kütüphanesi Hâlet Efendi, 178. Mustafa Sâkıb Dede; Sefìne-yi Nefîse-yi Mevleviyân, Matbaa-yı Vehbiyye, Kahire 1283/1866. Sahîh Ahmed Dede; Mecmû‟atu‟t-Tevârîhi‟lMevleviyye (Mevlevîlerin Tarihi), Haz: Cem Zorlu, Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2003. Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2005. Semih Ceyhan; Mustafa Topatan; Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce ve Ġlk On Sekiz Beyit ġerhi, Hayykitap Yayınları, Ġstanbul 2008. Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C III, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, R 450. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 SERTÂRİK MESNEVÎHÂN ŞEFİK CAN DEDE’NİN MESNEVÎ ÜZERİNE ÇALIŞMALARI* Mesnevîhân Şefik Can Dede’s Invaluable Work On The Mathnawı H. Nur ARTIRAN** ÖZET Mutasavvıf, âlim, edip, bir babanın ilgi ve terbiyesiyle daha çok küçük yaĢlarda Hz. Mevlânâ, ġeyh Sâdi ve Hâfızın beyitlerini ezberleyerek büyüyen ġefik Can, Mevlevîlik içerisinde çok önemli bir makam teĢkil eden Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son temsilcisidir. Tüm hayatını Hz. Mevlânâ ve eserlerine adayarak geçiren bu güzide insan ilk önemli mânevî eğitimini ve Mesnevîhânlık icâzetini Tâhirü‟l-Mevlevî‟den almıĢtır. Hayatının en kemal devresi olan altmıĢ dokuzla doksan dört yaĢları arasında tamamlamıĢ olduğu Mesnevî ile ilgili tüm çalıĢmalarında çağımız insanının en kolay bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasını amaçlamıĢtır. ġimdiye kadar yapılan tüm Mesnevî Ģerh ve tercümelerinden oldukça farklı bir konuma sahip olan, Mesnevi tercümesinde; farklı sayfalar arasına dağılan hikaye ve konuları bir araya getirerek, beyitleri kendi içerisinde Ģerhli olarak tercüme etmiĢtir. ġefik Can‟ın Mesnevî dıĢında Hz. Mevlânâ‟nın Divân-ı Kebîr-i, Rubâîleri, Hayatı ġahsiyet Fikirleri ve Mitoloji üzerine de çeĢitli eserleri yayımlanmıĢtır. Biz bu tebliğimizde Sertârik Mesnevîhân ġefik Can Dedemizin Mesnevî üzerine yapmıĢ olduğu çalıĢmaların hazırlanıĢı, amacı, üslubu ve Mesnevî'yi okumada okuyuculara sunmuĢ olduğu kolaylıklar üzerinde duracağız. Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, Mesnevîhân, ġefik Can. ABSTRACT: ġefik Can a Sufi teacher and literary scholar who was raised with utmost care by his Father, memorizing the poems of Maulana, Hafiz and Sadi, was the last formally appointed Mesnevihan * in this century. This uniquely distinquished man who has devoted his entire life to Maulana and his poetry, received his formative education and his Mesnevihan endorsement (icazet) from Tahirü-l Mevlevi. ġefik Can‟s unadorned translation of the Mathnawi coincides with his „learned years‟ which were the last 25 years of his life from the age of 69 to 94 and aimed to provide the comtemporary readers to benefit from the wisdom of the Mathnawi with relative ease. In his translation of Mathnawi which has a unique place amongst all the other translations and annotations done before, he has compiled the stories and added valuable annotations to clarify the verses. Apart from the Mathnawi, many other books of ġefik Can have been published including Divan-ı Kebir, the Quatrains and the life and teaching of Maulana. In our humble presentation today, we will dwell on the invaluable work our beloved Mesnevihan Dede Sefik Can has devoted to the Mathnawi, the the manner in which the translation was done ; the style he adopted and how it aims to provide a relative convenience for readers to understand this Masterpiece. Mesnevihan is a title given to the masters who have acquired the knowledge and insight to be able to teach others. Key words: Mathnawi, Jalal al-Din al-Rumi, Mesnevihan, Sertarik, ġefik Can ――――――――― Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir. ** ġefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Derneği BaĢkanı. [email protected] * S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 53 GĠRĠġ: Cenâb-ı Hakk‟ın “Kün” emri tecellisiyle semâdan yeryüzüne ilâhi rahmet olarak inen Hz. Mevlânâ‟nın Mesnevî‟si, yazıldığı XIII. yüzyıldan günümüze kadar yüzlerce mütercimin kalemiyle farklı dillere çevrilmiĢ, birçok insan yaĢadığı ülkenin sosyal ve kültürel Ģartları, maddi mânevî kiĢisel görüĢ ve düĢünceleri doğrultusunda bu müstesna eserden faydalanmaya çalıĢmıĢtır. Tüm zamanların en önemli klasik eserlerinden biri kabul edilen Mesnevî yurt dıĢında olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi görmüĢ, çeĢitli zamanlarda birçok kiĢi tarafından tercüme, Ģerh ve seçmeleri yapılmıĢtır. 54 Tâhirü‟l-Mevlevî‟nin 1951 yılında vuslat etmesi; ġefik Can'ı kendi iç âlemindeki derinliğe çekmiĢ, maddi mânevî hayat tecrübesi, içinde bulunduğu çağın sosyal ve kültürel Ģartları, onu insanların en âcil ihtiyacı olarak gördüğü Hz. Mevlânâ‟nın eserlerine yöneltmiĢtir. Tâhirü‟l-Mevlevî‟nin uzun yıllar üzerinde çalıĢtığı Mesnevî Ģerhlerini[1] tamamlamaya fâni ömrü yetmeyince, üstadının bıraktığı yerden devam eden ġefik Can 5 ve 6 ciltleri Ģerh ederek bu muhteĢem eseri 18 cilt olarak tamamlamıĢtır. 1970‟li yıllarda ikmal edilen bu eser yayınevinin ihmali neticesinde ne yazık ki, ancak 2000 yılında basılabilmiĢtir. Hz. Mevlânâ ve eserleri üzerine yapmıĢ oldukları çalıĢmalardan dolayı çok yakın olarak tanıdığımız Ahmed Avni Konuk, Tâhirü'lMevlevî, Veled Çelebi Ġzbudak, Abdülbâki Gölpınarlı ve Sertârik Mesnevîhân ġefik Can, bu eĢsiz âbidevî eseri Cumhuriyet döneminde tam metin olarak yeni harflerle Türkçeye çeviren çok değerli üstatlarımızdır. Ön sözde yer alması gereken Tâhirü‟lMevlevî‟ye ait bazı resim ve mektuplar kaybedilerek, eserin genel muhtevasına gerekli dikkat ve özen gösterilmemiĢtir. Kitabın uzun bir süre yayınevinde bekletilmesi, içeriğine uygun bir kalitede basılmayıĢı, tarihi belge niteliğindeki çok değerli resim ve mektupların kaybedilmesi, ġefik Can‟ı oldukça müteessir etmiĢtir Ayrıca, Prof. Dr.Adnan Karaismailoğlu, Doç.Dr. Derya Örs ve Doç. Dr. Hicabi Kırlangıç‟ta yakın tarihimizde Mesnevî‟nin tamamını tercüme ederek hem kültür, hem de gönül dünyamızı zenginleĢtiren çok kıymetli akademisyenlerimizdir. 1978 yılında 69 yaĢındayken baĢlamıĢ olduğu; Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi [2] üzerinde 19 yıl çok büyük bir dikkat ve hassasiyetle çalıĢan ġefik Can, bu eseri de ancak 88 yaĢında tamamlayabilmiĢtir. Çok önemli diğer çalıĢmalarından biri olan Cevâhir-i Mesneviyye [3] isimli eseri 92, Mesnevî hikâyelerini [4] ise 94 yaĢında tamamlamıĢtır. Oldukça ileri yaĢlarda bile Mesnevî üzerine bu denli yoğunlaĢması onun Hz. Mevlânâ ve eserlerine karĢı göstermiĢ olduğu ilâhi aĢk u muhabbetin aĢîkâr bir tezâhürüdür. Biz bu tebliğimizde Sertârik Mesnevîhân ġefik Can Dedemizin Mesnevî üzerine yapmıĢ olduğu çalıĢmaların hazırlanıĢı, amacı, üslubu ve Mesnevî'yi okumada okuyuculara sunduğu kolaylıklar üzerinde duracağız. SERTÂRĠK MESNEVÎHÂN ġEFĠK CAN DEDE’NĠN MESNEVÎ ÜZERĠNE ÇALIġMALARI Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, ġefik Can‟ın Hz. Mevlânâ ve Mesnevî‟ye adanmıĢ bir asırlık hayat tecrübesi, maddi mânevî kültür birikiminin Hakk âĢıklarıyla paylaĢıldığı ilk önemli eserdir. Mutasavvıf, âlim, edip, bir babanın ilgi ve terbiyesiyle daha çok küçük yaĢlarda Hz. Mevlânâ, ġeyh Sâdi ve Hâfız‟ın beyitlerini ezberleyerek büyüyen ġefik Can, Mevlevîlik içerisinde çok önemli bir makam teĢkil eden Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son temsilcisidir. XIII yüz yıldan günümüze kadar yapılan tüm Mesnevî Ģerh ve tercümelerinden oldukça farklı bir konuma sahip olan bu çalıĢmada, çağımız insanının en kolay bir Ģekilde Mesnevîden faydalanması amaçlanmıĢtır. Tüm hayatını Hz. Mevlânâ ve eserlerine adayarak geçiren bu güzide insan ilk önemli mânevî eğitimini ve Mesnevîhânlık icâzetini Tâhirü‟l-Mevlevî‟den almıĢtır. 1935 yılında baĢlayan bu ulvî birliktelik,16 yıl baba oğul muhabbeti içersinde geçmiĢtir. Ġfâdenin en berrak, en basit, en sanatsal bir Ģekliyle, herkesin anlayabileceği edebî bir üslup içinde hazırlanan eserde, muğlâk, anlaĢılması zor olan beyitler kendi içersinde Ģerhli olarak tercüme edilmiĢtir. Zamanı en iyi derecede kullanmak amacıyla, dipnotlar Ģeklinde verilen geniĢ açıklama- S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 lar, Mesnevî‟nin esasını teĢkil eden ve bazı sembollerle anlatılan çeĢitli hikâye ve beyitlerin ifade ettiği mânâya ulaĢmakta okuyucuya çok büyük kolaylıklar sağlamıĢtır. Söz konusu eserde; hassas bir mizaç, güçlü anlaĢılır bir dil, çok derin edebiyat ve tarih bilgisi, geniĢ bir tasavvûf anlayıĢı, aĢk derecesine ulaĢan dîvân edebiyâtı hâkimiyeti, hemen göze çarpmaktadır. Eserdeki bu üstün niteliklerin yanı sıra, Mesnevîhân‟lığın günümüzdeki en mümtaz bir temsilcisi olarak, mânevî konulardaki aĢırı dikkat ve hassasiyeti, Hz. Mevlânâ ve Mesnevî yolunda herkesçe kabul edilen çok samîmî aĢk-u muhabbeti, hiç bir maddi kaygı taĢımayan bir çok âli hizmetleri, özelliklede Mesnevî‟nin lahûti mânâsına olan güçlü hakimiyeti eserin ilk sırada tercih edilmesine, Mesnevî‟nin çok daha geniĢ kitlelere ulaĢmasına etkili olmuĢtur. 1995 yılında 86 yaĢındayken yayımladığı 600 sayfaya yakın oldukça kapsamlı bir eser olan Mevlânâ Hayatı ġahsiyeti Fikirleri [5] kitabının, Rusça ve Çince dahil olmak üzere bir çok dünya dillerine çevrilmiĢ olması, onun bu konuda yurt dıĢındada ne kadar etkin ve güvenilir bir isim olduğunun açık bir göstergesidir. Birbirinin içine girmiĢ olan hikâyeleri, birbirinden ayırarak tercüme ettim. Hikâyelerin ifâde ettikleri hakikatleri Mevlâna‟nın açıkladığı Ģekilde aynen aldım. Gereken yerlerine koydum. Hikâyeler arasında geçen güzel sözler, derin anlamlı beyitler, hakikâtler, hikmetler okuyanlara bir kolaylık olsun diye, ihtiva ettikleri konulara göre, ayrı ayrı baĢlıklar halinde arz edilmiĢtir. O baĢlıklar dahi benim değildir. Mevlâna‟nın beyitlerinden çıkarılmıĢ baĢlıklardır. Metin tercümelerinde okuyacağınız satır baĢlarına konmuĢ olan ve numaralı bulunan bütün beyitler hep Mevlâna‟ya aittir. Açıklanması gereken hususlar, Rasûhî Ankaravî‟den, Tâhirü‟l- Mevlevî‟den, Bahrü‟lulûm‟dan, ve Hüseyin bin Hasan Harizmî tarafından yazılmıĢ olan Cevâhirü‟l-Esrâr adlı yazma Ģerhinden yararlanarak, sahife altlarına dipnotlar halinde yazılmıĢtır. Böylece birçok kitaplarda görüldüğü gibi kitaplarının sonuna eklenen notları karıĢtırmaktan, araĢtırmaktan, okuyucu kurtarılmıĢtır. Son yüzyılımızda Mesnevîyle ilgili en dikkat çeken çalıĢmalardan biri olan Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesiyle ilgili olarak kendi yazmıĢ olduğu ön sözde özetle Ģöyle demektedir: Tek gayem, okuyucunun yorulmadan, Ģerhlere bakmadan Mesnevî- ġerîf‟ten, adetâ tasavvuf ansiklopedisi sayılan bu Ģaheserden, bu irfan hazinesinden gereği gibi zevk alması, rûhen aydınlanması, huzûra kavuĢması en kolay bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasıdır.” “Ġlâhî aĢktan bahseden, bizim nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi haber veren, müsamahalı bir görüĢle insanı, insanlığı sevdiren bu mübârek kitabı, dikkatle okumaya ve içimize sindirmeye bugünün insanı olarak çok muhtacız. Bu Mesnevî‟de metin olarak Nicholson‟ın bastırdığı Mesnevî‟leri esas tuttum. Tercüme edilen beyitlere, onun verdiği numaraları verdim. Arz edilen ön sözden de anlaĢıldığı üzere söz konusu eserin en büyük özelliği, farklı sayfalar ve beyitler arasına dağılmıĢ olan hikaye ve çeĢitli konuların amaç, gaye ve özden hiçbir Ģey kaybetmeden sistematik bir Ģekilde yer değiĢtirmesi, beyitlerin belli bir akıcılık içersinde yeniden farklı baĢlıklar altında düzenlenmiĢ olmasıdır. Bazı beyitleri, rûha sâdık kalınarak, bir kaç kelime eklemek suretiyle açıklamalı olarak tercüme ettiğim gibi anlaĢılması zor olan bazı beyitleri de Ģerhlerden yararlanarak dipnot olarak geniĢlettim. AnlaĢılır hale getirdim. Bu tercümeler yapılırken, gerek Veled Çelebi merhumun, gerekse Tâhirü‟l-Mevlevî Hazretlerinin, Abdülbakî Gölpınarlı merhûmun tercümelerinden, kendisini dâima saygı ile andığım değerli müsteĢrik Nicholson‟ın Ġngilizce‟ye çevirdiği Mesnevî‟lerden yararlandım. Eserde dikkat çekici diğer bir konu da; Hz. Mevlânâ‟nın irĢâd maksadıyla söylediği, gerçekte her insanın hayatında çok önemli bir yer tutan bazı hikâye ve anlatımların, kendi öz benliğinden habersiz kiĢilerce asıl gaye ve maksadın dıĢında yanlıĢ algılanması nedeniyle, beĢinci ciltten üç, altıncı ciltten bir hikâyenin sadece sözün özü niteliğindeki beyitlerle eserde yer almasıdır. Böylece Mesnevî‟nin rûhuna ve aslolan gayesine sadık kalınarak, söz konusu hikâyelerin, ifaâde ettiği lahûti mânâdaki derinliği anlamakta zorlanan kiĢilerin, gereksiz ayak S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 55 sürçmelerinin önüne geçilerek, herkesin Mesnevî‟ye çok daha yakın olması arzu edilmiĢtir. “Kur‟ân‟ın Tefsiri”, “Ruhların Cilâsı” ve “Allah ÂĢıklarının Kitabı” olarak nitelenen böylesine eĢsiz tasavvûfi bir eseri yüz yıllar sonra aslından oldukça farklı bir vizyonda hazırlayıp okuyucuya sunmak, elbette çok büyük bir mânevî sorumluluk gerektirmektedir. Doksan altı yıllık yaĢamı içersinde bir an dâhi târik-i müstakimden ayrılmamaya a‟zamî dikkat ve gayret gösteren, çok güçlü bir imân derecesinde Hz. Mevlânâ‟ya bağlı olan ġefik Can‟da bu ilâhi sorumluluğun bilinci içersinde hazırlamıĢ olduğu eserle ilgili bu konuda Ģöyle demiĢtir: “Bendeniz, hâĢâ Hz. Mevlânâ‟nın yapmıĢ olduğu düzeni beğenmeyerek Mesnevî‟de böyle bir değiĢiklik yapma gereği duymadım. Bendeniz yine Hz. Mevlânâ‟nın âli rûhaniyetinden aldığım emir üzerine bu Mesnevî‟yi hazırladım” 56 Altı ciltlik Mesnevî‟nin tamamının ġefik Can tarafından Arap harfleriyle elde yazılmıĢ olmasıdır. Bu eser daha sonra yayınevi tarafından Latin harflerine çevrilerek basılmıĢtır. Orijinal el yazması Mesnevî‟nin, baskıya hazırlanması sırasında gözden kaçan ve çeviriden kaynaklan bazı eksikliklerin olması da muhtemeldir. Bunu gayet tabii karĢılamakla birlikte, söz konusu eserin orijinal el yazması ile karĢılaĢtırılması varsa bir eksiklik giderilmesi faydalı olacaktır. Böyle bir incelemenin en kısa zamanda tarafımızdan yapılması da en büyük niyâzımızdır. Prof.Dr. Reynold A. Nicholson tarafından Latince tercüme edilen bazı hikaye ve beyitler aĢağıdaki gibidir: Cilt.5: 1333-1337, 1343, 1345, 1356, 1363, 1364 ve 2497 numarayla baĢlayan hikayenin baĢlığının tümü Latince tercüme edilmiĢtir. Ayrıca 3329-3336 arası beyitler Latince olup 3391, 3392, 3731-3735 arası ve 3861 den 3864 beyte kadarda Latince tercüme edilmiĢtir. Özellikle mânevî konularda oldukça hassas ve mütedeyyin bir mizâca sahip olan ġefik Can‟ın, sadece kiĢisel kararları, Ģahsi görüĢ ve düĢünceleri doğrultusunda, Mesnevî‟de böylesine ciddi bir düzenleme yapabileceğini düĢünmek elbette son derece yanlıĢ olacaktır. Zaten söz konusu eser üzerinde on dokuz sene büyük bir dikkatle çalıĢılması, bu konuya gösterilen hassasiyetin çok küçük bir yansımasıdır. Cilt.6: da; 3847-3850 arası beyitleri 3857, 3858 ve 3941-3946 arası beyitleri Latince tercüme edilmiĢtir. Mesnevî üzerine 40 yıl araĢtırmalar yapan son yüzyılımızın çok değerli Ġngiliz müsteĢriklerinden Nicholson‟ında Ġngilizce olarak hazırladığı Mesnevî‟de bazı hikâyeleri Latince tercüme ettiği bilinmektedir. Cilt.6: ( 3843-3887 ) Arz edilen beyit numaraları arasında bulunan hikâye ve anlatımlar ana konuyu ihtiva edecek Ģekilde verilmiĢtir. Hikâyeler konsusunda farklı bir yaklaĢım sergileyen Nicholson‟da insanların yanlıĢ değerlendirmeleri neticesinde asıl hedeften uzaklaĢmalarına bu Ģekilde engel olmaya çalıĢmıĢtır. XIII yüz yıldan yakın tarihimize kadar Mesnevî her zaman icâzetli bir Mesnevîhân tarafından okunarak Ģerh edilmiĢtir. Mevlevî yolu içersinde çok önemli bir makam teĢkil eden Mesnevîhânlık, sadece Farsça olan beyitleri tercüme etmek değil, beyitlerin ihtiva ettiği mânâ zenginliğini, dinleyicinin mânevî hâl ve idrâki seviyesinde sunmaya çalıĢarak, gerektiğinde eserle dinleyici arasında seviyeli ve dengeli bir iletiĢim kurmaktır. Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî tercümesinin diğer çok önemli bir özelliği de; ġefik Can tarafından sözün özü Ģeklinde tercüme edilen beyitleri ise: Cilt.5: ( 1333 -1364 ) ( 2494- 2502 ) ( 3329-3340 ) ( 3391-3403 ) (3708-3736 ) ġefik Can‟ın Mesnevî‟yle ilgili üçüncü önemli çalıĢması, 2001 yılında iki cilt halinde yayımlanan “Cevâhir-i Mesneviyye” adlı eseridir. “Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi”nin hazırlık aĢamasında alınan bazı notlardan yola çıkılarak tarafımızca yayıma hazırlanan bu eserin en büyük özelliği, Mesnevî‟nin fihristi niteliğinde olmasıdır. Tarihi kaynaklara göre 1260- 1267 yılları arsında yazıldığı kabul edilen Mesnevî‟de, tüm zamanlara hitap edecek çeĢitli sosyolojik, psikolojik, tarihî, dini ve tasavvufî birçok konu, âyet, hadis ve hikâyeler vasıtasıyla zihinlerde yer edecek etkin bir üslupta okuyucuya aktarılmıĢtır. Altı ciltlik Mesnevî‟de yer alan 145 farklı konu Cevâhir-i Mesnevîyye‟de alfabetik sırayla bir araya getirilerek okuyucunun çeĢitli konular üzerinde hâkimiyeti sağlanmıĢtır. Söz konusu eserin dikkat çeken diğer bir özelliği de; bu S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 konuların ark arkaya diziliĢinde bir birini takip eden baĢlıkların, bir önceki metni tamamlayıcı özellikte olmasıdır. Asırlardan beri birçok kiĢi çeĢitli amaçlara mâtufen, yahut kendi beğenilerine göre Mesnevî‟den mensûr yada manzûm antolojiler meydana getirmiĢlerdir. XV. yüzyıldan itibaren baĢlayan bu usûlün ilk örneği Muînî‟nin, Sultan II. Murad‟a (ölm.1451) takdim ettiği ve Mesnevî‟nin bir bölümünün manzum tercümesini kapsayan Mesnevi-yi Murâdî‟dir (1438) Yusuf Sîneçâk‟ın (öl. 1564) Cezîre-i Mesnevî‟si ve Muğlalı ġâhidî Dede‟nin (öl.1550) GülĢen-i Tevhîd‟i de bu konudaki önemli eserler arasındadır. Mesnevî‟nin tamamını Ģerh etmekle “Hz. ġârih” unvanını alan Ankaravî Ġsmail Rüsûhî Dede (öl.1631)‟nin Mesnevî‟deki anlaĢılması zor deyimlerin açıklandığı ve âyetlerin indeksi niteliğinde olan Fâtihü‟l-ebyât ve Câmi‟u‟l-âyât adlı eserleri de bu tarzdaki önemli örneklerden bazılarıdır. 2004 yılında Konya Ġl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yayınlanan Yakup ġafak ve Nuri ġimĢekler‟in hazırlamıĢ olduğu “Konulara Göre Mesnevî‟den ÖzdeyiĢler” isimli eserde yakın tarihimizde aynı amaçla hazırlamıĢ kitaplardan biridir. ġefik Can‟ın “Cevâhir-i Mesneviyye” isimli çalıĢması yukarıda kısaca bahsedilen eserlerin çok daha kapsamlı ve farklı bir örneğidir 2003 yılında ilk baskısı yapılan “Mesnevî Hikâyeleri” de, ġefik Can‟ın diğer eserleri gibi türevi içersinde farklı bir konuma sahiptir. ÇeĢitli zamanlarda birçok kiĢi tarafından hazırlanan “Mesnevî Hikâyeleri” genellikle çocuklara hitap edecek Ģekilde veya eseri hazırlayan kiĢinin idrâk ve anlayıĢı nisbetinde özetlenerek seçmeler Ģeklinde okuyucuya sunulmuĢtur. Söz konusu eserde ise 255 hikâyenin tümü orijinal Ģekli muhafaza edilerek beyit numaralarıyla birlikte verilmiĢtir. Ayrıca hikâyelerin ihtiva ettiği derûni mânalarda genellikle beyitlerin altında okuyucuya sunulmuĢtur. Dipnotlar Ģeklinde yapılan açıklamalar ise hikâyelerin doğru ve kolay bir Ģekilde anlaĢılmasında yardımcı olmaktadır. Daha evvelde arz edildiği üzere Mesnevî hikâyelerinin ihtiva ettiği engin mânâları anlamakta zorlanan bazı kiĢiler zaman zaman önyargılı ve haksız eleĢtirilerde bulunmuĢlardır. Kitabın ön sözünde bu konulara açıklık getirmeye çalıĢan ġefik Can özetle Ģöyle demiĢtir: “Hz. Mevlâna vahdet-i vücut görüĢlerini ve tasavvufî hakikatları açıklarken konuların daha iyi anlaĢılması için bazı hikâyeler söylemiĢtir. Bu hikâyeler Kelile ve Dimne‟den, tarihten, Kur‟an kıssalarından, halk arasında söylenen hikâyelerden alınmıĢtır. Fakat Hz. Mevlâna bunları söylerken kendi güzel anlatıĢ tarzıyla bir takım çağrıĢımlarla (tedaî), hayallerle kendi yaratıcı muhayyelesinden ilham alarak kendine has hoĢ bir Ģekilde hikâye etmeyi baĢarmıĢtır. Bunların içinde her duyguya yer verilmiĢtir. AĢk, imân, fazilet, kahramanlık, doğruluk ve bunların dıĢında bütün insanî duygular yer almıĢtır. Büyük bir psikolog gibi bazen insan ruhunun derinliklerine inmiĢ, bazen faziletin ve kahramanlığın meth ü senâsını yapmıĢ, bazen de insanın süflî arzularını bütün açıklığıyla realist bir Ģekilde dile getirmiĢtir. Bu yüzden bazı kiĢilerin Hz. Mevlâna‟ya açık seçik yazdı diye tarizde bulunmaları, taĢ atmaları, onların Hz. Mevlâna‟yı gereği gibi anlamadıkları, ya da anladıkları halde kasten Hz. Mevlâna‟ya sataĢtıkları bir hakikattir. Ġtalyan yazarlardan Hz Mevlâna‟nın çağdaĢı olan Boccaccio, Dekameron adlı eserinde manastırdaki rahibelerin seviĢmelerinden apaçık bahsederken onu realist bir yazar diye alkıĢladıkları halde Hz. Mevlâna Mesnevî‟sinde sadece iki üç hikâyede açık açık insanın süflî arzularının baĢına neler getireceğini, insanı ne hallere düĢüreceğini ders olarak anlatınca haksız olarak eleĢtirilmiĢtir. Fransız romancılardan Gustave Faluber Madam Bovari adlı romanında, Emile Zola Nana adlı eserinde realist olarak alkıĢlanırken Hz. Mevlâna‟dan söz edilirken onu realist olarak görmek istememiĢlerdir. Hz. Mevlâna bazı hakikatlerin kolayca anlaĢılması için her yerden hikâyeler almıĢtır. Bu arada bir câriyenin eĢekle seviĢmesi gibi meĢhur hikâye de, Latin Ģairlerinden Apuleius‟un Altın EĢek kitabından alınmıĢtır. Bu kitap Milli Eğitim Bakanlığının klasik kitapları arasında yayınlanmıĢtır. Apuleius‟un Altın EĢek‟ini okuyanlar insan tabiatının süflî arzularını ifade eden bu kitabı alkıĢlarken aynı hikâye Hz. Mevlâna‟nın Mesnevî‟sinde olunca hor görülmüĢtür. Bu görüĢ tamamiyle bîtaraf değildir. Garez gelince insanın gözü kör oluyor, hakikati göremiyor. Hz. Mevlâna rubâ‟îlerinin birinde [Hezli men hezl nîst ta‟lîm est = Benim açık saçık yazıĢım insanların süflî duygularını uyandırmak için değildir, bir Ģeyler öğretmek içindir] demiĢtir. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 57 Mehmet Âkif merhum da Safahat‟ında: lek “Budur cihanda en beğendiğim mes- Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” demiĢtir. 58 ġefik Can‟ın Mesnevî ile ilgili en son çalıĢması “Okullar için Mesnevî‟den Seçmeler”[6] adlı eserdir. Milli Eğitim Bakanlığının Mesnevî‟yi okullara tavsiye etmesi üzerine tarafımızca hazırlanan bu eser 2005 yılında yayımlanmıĢtır. Mesnevî‟de çeĢitli vesilelerle anlatılan ve özellikle genç neslimizin temel eğitiminde mutlak olması gereken dini, tasavvûfî, sosyolojik ve psikolojik bazı konular 29 ana baĢlık altında toplanırken, Hz. Mevlânâ‟nın hayatı, Ģahsiyeti ve fikirleriyle ilgili genel bilgilere de yer verilmiĢtir. Mesnevî‟yi ilk defa okumaya baĢlayan her yaĢtaki insan için önemli bir hazırlık kitabı niteliğinde olan eserde; Allah, Peygamberimiz ve peygamberler, Kuran-ı Kerim, insan, cennet, cehennem, günah, tövbe, aĢk sevgi, bilgi, öğüt, ömür ve ölüm gibi konular iĢlenmiĢtir. ġefik Can‟ın diğer tüm çalıĢmalarında olduğu gibi burada da dip notlar Ģeklinde okuyucuya kısa açıklamalar yapılmıĢtır. Çok yönlü bir araĢtırmacı yazar olan ġefik Can Hz. Mevlânâ‟nın Mesnevî‟si dıĢında Divân-ı Kebîr‟i ve Rûbâileriyle ilgilide çalıĢmalar yapmıĢ bu konularda da çeĢitli kitapları yayımlanmıĢtır. Yunan Mitolojisi isimli eseri ise çeĢitli Üniversitelerin arkeoloji ve sanat tarihi bölümünde ders kitabı olarak okutulmaktadır. SONUÇ Makalemizin baĢlangıcından itibaren bir çok kez dile getirdiğimiz gibi, ġefik Can, Hz. Mevlânâ ve eserleriyle ilgili yapmıĢ olduğu tüm çalıĢmalarda öz‟e içerikteki lâhûti mânâya tümüyle sadık kalarak, kedi deyiĢiyle sadece: Okuyucunun yorulmadan, Ģerhlere bakmadan Mesnevî ġerîf‟ten, adetâ tasavvuf ansiklopedisi sayılan bu Ģaheserden, bu irfan hazinesinden gereği gibi zevk alması, ruhen aydınlanması, huzûra kavuĢması en kolay bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasını amaçlamıĢtır. KAYNAKÇA Can, ġefik. Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2004, 7.Basım. Can, ġefik. Cevâhir-i Mesneviyye, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2001, 2.Basım. Can, ġefik. Mevlana Celaleddin Rumi Mesnevi Hikayeleri, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2003. Can, ġefik. Mevlana - Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2009, 7.Basım. Can, ġefik. Okullar için Mesnevî‟den Seçmeler, Ötüken NeĢriyat, 2005, 1. Basım. Olgun, Tahir. Şerh-i Mesnevî Tâhirü‟lMevlevî, ġamil Yayınları 2000. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 1001 Günlük Mevlevî Çilesi: MUTFAKTA PİŞEN CANLAR* Yrd.Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER** “Canı Sen aldıktan sonra, Şeker gibi gelir ölüm bize; Sana kavuşma olduktan sonra, Candan da tatlıdır ölüm bize.” Hz. Mevlânâ Tarih 17 Aralık 1273; saat 16:00 civarı; gün baĢka coğrafyalarda doğmak üzere garbı kızıla bürürken, güneĢ batıyor gibi görünse de nöbeti gereği seyrini tamamlayıp bütün dünyayı aydınlatacaktı. ġems-i Tebrizî‟nin aracılığı ve Yüce Allah‟ın inayeti ile tüm dünyaya ıĢık olacak olan Mevlânâ güneĢi de aynı saatlerde batıyor; ama bu gidiĢ Sevgili‟yle buluĢmanın kutlu bir habercisi olmakla birlikte, yakın zamanda batmamak üzere tekrar doğacağı müjdesini de veriyordu… Mevlânâ Hakk‟a yürümüĢ; yıllardır gönlüne sevgisini nakĢettiği Sevgili‟sine kavuĢmuĢtu. Peki eserlerinde bazen açıkça, bazen sırlar halinde, bazen de en cahil kiĢinin dahi anlayabileceği tarzda ifade ettiği öğretileri, kendisinin Hakk‟a yürümesiyle görevini tamamlayacak mıydı? Ya da örnek ve yerli yerinde hoĢgörü dolu yaĢam biçimi bir-iki kuĢak dilden dile dolaĢıp sonra unutulup gidecek miydi? ĠĢte bütün bu soruları kendi kendine soran oğlu Sultan Veled, yakın dostu Çelebi Hüsâmeddin ve diğer müritler bu görevi üslenmiĢ, beklentiler doğrultusunda Mevlevîliği kurmuĢlar ve bir öğreti _________________________ * Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğdir. Selçuk Üniversitesi, Mevlânâ AraĢtırma ve Uygulama Merkezi Müdürü. sistemi haline getirmiĢlerdi. Bu sisteme göre; kiĢisel terbiyeyle insan önce kendi “iç”ini keĢfetmeli, kendisiyle ve çevresiyle barıĢık bir insan olmalı, “yerli yerinde” hoĢgörü sahibi olmalı ve Ģekle göre değil de “mânâ”ya göre hüküm verme sanatı kazanmalıydı. Ayrıca “duraganlık”ı terk edip sürekli yeni Ģeyler keĢfetme, kendini yenileme ve insanlara faydalı olmayı kendine düstur edinmeliydi. Bütün bunları yaparken de unutmaması gerektiği bu “yol”un “Ġslâm merkezli” olduğuydu. Mevlânâ‟nın döneminde oğlu Sultan Veled ve özellikle torunu Ulu Ârif Çelebi‟nin yaptığı ziyaretler sonucu Anadolu‟da yayılan Mevlevî kültürü, Osmanlı Devletinin kurulması ve geniĢlemesiyle devlet ileri gelenlerinin destek ve himayesiyle üç kıtaya yayılarak kurumsal hüviyetini ve nüfuzunu artırmıĢtı. Doğuda Ġran/Tebriz, Batıda Macaristan/Peçoy, Kuzeyde Ukrayna Kırım Özerk Bölgesi/Gözleve, Güneyde ise Arabistan/Mekke‟yi içine alan geniĢ coğrafya içerisinde 140‟a yakın noktada kurulan Mevlevîhâneler bölge insanlarına hem Ġslâm‟ı ve hem de dini güzel yaĢama sırlarını öğretmiĢtir. Konya‟da bulunan Merkez Dergâh (bugünkü Mevlânâ Müzesi) baĢta olmak üzere, Afyonkarahisar, Manisa, Kütahya, Halep, Ġstanbul‟da bulunan Galata, Yenikapı, BeĢiktaĢ ve KasımpaĢa, Bursa, Kastamonu, EskiĢehir, Kahire, Gelibolu ve Rumeli YeniĢehir (Yunanistan) Mevlevîhâneleri Çile çıkarılabilen ana Dergâhlardı. Âsitâne olarak adlandırılan bu Dergâhların haricinde Şeyh ve Dede unvanı alarak görevlendirilen Mevlevî büyüklerinin idaresindeki bugünkü Türkiye Cumhuriyeti toprakları dahilinde 80‟in üzerinde, yukarıda çerçevesi çizilen Osmanlı toprakları içinde de 60‟a yakın Zâviye vardı. Bu bildirimizde tarihte uygulandığı Ģekliyle Mevlevî olmanın, diğer bir tabirle piĢip olgunlaĢmanın “seyr u sülûk”unu anlatmaya çalıĢacağız. Mevlevî matbahında (mutfak) baĢlayan 1001 günlük Mevlevî çilesinin, insan gibi insan S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 59 olmanın aĢamalarını Mevlânâ‟nın Ģiirleri eĢliğinde aktarmaya çalıĢacağız… “Bu semtten bir koku almayacaksan gelme! Bu ırmaktan testini doldurmayacaksan gelme! Denizimize dalmayacaksan gelme! Elbiselerinden arınıp bizim suyumuzla yıkanmayacaksan gelme!” Hz. Mevlânâ NASIL MEVLEVÎ OLUNURDU? “Sen beni tanıdık biri sanma; uzak yerlerden gelmiş, garip bir misafir olarak kabul et! Beni bir emir, bir başbuğ olarak görme; kapına hizmetçi olarak kabul et! Aşkına susamış olan şu zavallıyı, hasta yerine koyma; şifa ilacına muhtaç biri olarak kabul et!” Hz. Mevlânâ 60 Mevlevîlik‟e girecek aday adayı Dergâha gelir müracaat ederdi. Dergâhın iki üst görevlisi vardı. Birincisi Tarikatçı Dede, ikincisi Mevlânâ zamanında aĢçılık görevini üstlendiği kaydedilen ÂteĢbâz-ı Velî‟nin makamını temsil eden Aşçı Dede. Bunların baĢında da Mevlânâ soyundan olması gereken Dergâhın “Çelebi”si vardı. Mevlevî adayını önce Tarikatçı Dedeye götürürlerdi. Dede kendisini sıkı bir imtihana tabi tutar; ailesinden izin alıp almadığını sorar, Dergâhta nefse verilen eziyetlerle dolu 1001 gün çile çıkarmadan Mevlevî olunamayacağını, bu Yol‟dan dönüĢün ise veballi olduğunu detaylarıyla anlatarak adayın samimiyetini ölçerdi. İkrâr vererek; yani bütün Ģartları kabul ederek ilk aĢamayı geçen aday önce hamama götürülüp beden temizliğinden geçirilir, sonra genellikle “Can” (bazen “Nev-niyâz” nadiren de “Sâlik”) ad ve sıfatıyla Dergâhın mutfağında (Matbah) bulunan Saka Postu‟na oturtulurdu. Can artık üç gün boyunca bu postta oturacak, yemek ve diğer zaruri haller dıĢında hiç kalkmayacak; kimseyle konuĢmayacak, kimse ona bir Ģey demeyecek ve kendisinden önce 1001 gün Çile çekip Dede olan Mevlevîleri seyredecektir. Tabiî ki bu sırada kendisi de ilgili Dede tarafından gözlemlenmektedir. Can tavırları neticesinde ya sınavın ilk aĢamasını geçecek; ya da postun ön tarafında uçları kendisine dönük ayakkabıları ters çevrilerek nazikçe “bu iĢi baĢaramayacaksın, evine geri dön” denilmiĢ olunacaktır. Üç günü baĢarıyla geçirebilmiĢ Can‟ı ise Aşçı Dede teslim alır; Can‟la diz dize oturarak onun baĢını Kıbleye gelecek Ģekilde dizine yas- latır; Can‟a giydireceği Sikke ve Tennureyi önce kalbine götürür, sonra öperek Can için Hz. Peygamber‟den Ģefaat, Hz. Mevlânâ‟dan himmet diler; üĢ defa Fâtiha, üç defa Ġhlâs surelerini okur; sonrasında üç defa tekbir getirerek yedi salâvât-ı Ģerîfe okur; devamında da üç kez daha tekbir getirerek ikinci tekbirde göğsü üzerinde tuttuğu Sikkeyi Can‟ın baĢına giydirir. Buna Mevlevîlikte Sikke Tekbirlemek denir. Daha sonra Sikkesi tekbirlenen Can‟ı alıp odasına götürür, karĢısında bulunan bir posta oturtarak; “ĠĢte üç günden beri Mevlevî Tarikatı‟nın namaz, niyâz, hizmet ve mihnetini gördün. Bu, tahammül ve sabır iĢidir. Birisi sana kötülükte bulunursa dahi, sakın karĢılık verme; kimseye el, dil uzatma; herkese eyvallah de; tevazûlu ol. Burada daha üç gün bulundun; daha görmediğin ve bilmediğin çok Ģey var.” Ģeklinde nasihat eder; Mevlevîlik Tarikatı hakkında bilgi vererek; bu Yol‟un aslının edepten geçtiğini, beden temizliğinden daha önemli olan ruh temizliğinin esas olduğunu, bu sebeple de öncelikle nefsin isteklerini terk etmek gerektiğini, tam bir niyâz ile dinî gerekleri yerine getirmesi gerektiğini iyice vurgulayarak, bu samimiyet ve özelliklerden dolayı devlet büyüklerinin bile Mevlevîlere saygı gösterdiklerinin altını çizerdi. Daha sonra adaya ebced hesabında karĢılığı rıza olan 1001 gün içerisinde Dergâhtan hiç ayrılmadan (zaruri hallere Can dıĢarı çıkabilir, ancak gece mutlaka Dergâha dönmesi gerekirdi) birçok hizmeti yerine getirmesi gerektiğini söyler; ondan son bir kez daha söz (ikrâr) alırdı. “Bu derdine dertle derman vereceğim ben, bu işini sabırla kolaylaştıracağım ben. Ya ayağını bu balçık bedenden kurtaracak, yada canını güzellere vakfedeceğim ben.” Hz. Mevlânâ 1001 GÜNLÜK BAġLIYOR “ÇĠLE” EĞĠTĠMĠ “Ey âşıklar kervanının yularını çeken! Başka yerde değilim, elinizdeyim ben. Gece gündüz bu katarın içindeyim; sonsuzluğa doğru yol almadayım ben.” Hz. Mevlânâ AĢçı Dede, Can‟dan “hepsine razıyım, hizmet ve ibadetle vaktimi geçireceğim…” cevabını aldıktan sonra onu Matbah-ı şerîf diye adlandırılan ve Mevlevîlikte kutsal sayılan mutfağa alırdı. Bazen de bu 3 günlük imtihanın sonunda 18 günlük bir Çile dönemi daha geçirilerek asıl Çileye soyunulurdu… Böylece 1001 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 gün boyunca devam edecek ve Mevlânâ‟nın bizzat kendi eliyle yazdığı Mesnevî‟nin ilk 18 beytine istinaden 18 hizmetin birincisine baĢlayan Can, burada da hizmetlerin her aĢamasında olduğu gibi diğer Dedelerin gözlemlerinden oluĢan imtihanlarla dolu dokuz gün daha geçirir, sonra çivili tahta üzerinde Semâ tâlim etmeye baĢlardı. Bir taraftan 1001 günlük Çile hizmetlerini yerine getiren Can, diğer taraftan mûsıkîye veya yetenekli olduğu diğer sanat ve iĢlerde eğitim almaya baĢlardı. Tamamen cahil olan Can‟lara ise okuma yazma öğretildikten sonra diğer eğitimler verilirdi. Artık Can için nefsin terbiyesinin ön planda tutulduğu imtihanlar baĢlamıĢtır. 1001 gün boyunca birçoğu eziyetlerle dolu hizmetler arka arkaya yapılacak; getir-götür iĢlerinin verildiği Ayakçılık hizmeti ile baĢlayıp, Dergâhın temizlenmesinin üstlenildiği Süpürgecilik görevi ile devam edecektir. Bu arada eksik olduğu veya yeteneği bulunduğu konularda da ilgili Dedelerden sürekli eğitim görecektir. Süpürgecilik görevini de baĢarıyla tamamlayan Can, kendisine hissettirilmeden her aĢamasında farklı sabır imtihanlarına da tâbi tutulacağı Bulaşıkçılık, Pazarcılık, Dolapçılık (yemek kaplarının kalaylı ve temiz tutulması), Tahmisçilik (kahve hazırlama), Meydancılık, Kandilcilik (Dergâhın kandillerini yakıp söndürme), Somatçılık (sofra kurup kaldırma), Çamaşırcılık, Yatakçılık, Şerbetçilik gibi görevlerini yerine getirerek çeĢitli aĢamalardan geçecek; “artık yetiĢtim, olgunlaĢtım, kıdem kazandım” diye aklından geçirdiği zamanlarda ise hizmetlerin en aĢağısı olan Abrîzcilik görevi verilecektir. “Sedefe benzerim ben; kırdıkları zaman gülerim ben. Rahatlığa ulaşınca değil; kırılıp ezildiğim zaman gülümserim ben.” Hz. Mevlânâ MEVLEVÎNĠN ÇĠLESĠ BĠTMEZ “Aşk ateşinden başka ne varsa tozdur, dumandır. Aşkın yakışından kaçma! Çünkü sana o dermandır. Duman seni pişirmez, olsa olsa karartır. Seni pişirmede usta olan ise ateştir, aşktır. Ateşi bırakıp dumana giden bulanır; aşka düşmediği için pişmez, ham kalır.” Hz. Mevlânâ Abrîzcilik görevi tuvalet temizliği iĢidir ve Can‟ın Dede unvanı almadan önceki Çiledeki son hizmetidir. Fakat 1001 gün boyunca zaman ve tarih mevhumunu kaybeden Can, Çilesinin bitmek üzere olduğunun ve bu hizmetin son imtihanlardan en ağırı olduğunun farkına bile varmazdı. 1001 gün hizmeti boyunca birçok eziyetlere katlanıp nefsini ayakları altında ezmeyi baĢarabilen ve tuvalet temizliği hizmetinden de baĢarıyla çıkıp sabırla hamlığını yok ederek Mevlevîlik‟e ilk adımını atan Can, bunları yerine getirirken Dergâh görevlisi Dedeler tarafından da dinî bilgilerle birlikte Mesnevî ve Mevlevîlik‟in âdâb ve erkânının öğretildiği dersler alırlardı. Matbah-ı Ģerîf‟te çiğ yiyeceklerin piĢmesi gibi güç hizmet ateĢinde piĢen ve bu hizmetlerin her aĢamasını da baĢarıyla geçen Can, ilk liyâkatını elde etmiĢ; dünyevî ve uhrevî bilgilerle teçhiz olmak üzere derslerine daha da ağırlık vermeye baĢlamıĢtır… Can, artık 3 gün Saka Postu‟nda oturmuĢ, 1001 gün Çilesini tamamlamıĢ ve 18 hizmeti yerine getirmiĢtir. Bu rakamların toplamı 1022 etmektedir ve bunun ebced karĢılığı da rızâ-yı Hû yani “Allah‟ın kendisinden razılığıdır.” Ancak hizmet daha bitmemiĢtir. Meydancı Dede akĢam üzeri elinde bir Ģamdanla Can‟ı namaza götürür ve sonrasında da bir yemeğin ardından Dergâhın meydanında niyâz vaziyetinde dururken Tarikatçı Dede; “Vakt-i şerifler hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin niyâzı kabûl ola, âşiyân-ı Mevleviyyede rahatı müzdâd ola, demler-safalar ziyâde ola; dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrizî, kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim, Hû…” Ģeklinde gülbang çekerek 3 gün sürecek hücreye kapanma günleri baĢlar. Can burada kendini iyice tanır sır olur; ama Çile henüz bitmemiĢtir… Eskilerin deyimiyle bu hâl; “Mevlevînin Çilesi bitmez” Ģekliyle dillerde dolanır ve bu Yol‟a girenlerin hayatları boyunca her türlü cefa ve elemlere katlanması ve iradesinin güçlü olması gerektiği vurgulanırdı. “Ağlasam da, inlesem de Sevgili duymaz beni; kulaklarına pamuk tıkamış asla dinlemez beni. Cefalar eder durur bana; ama pişmanlık duymaz; yaptıkları kendinde kalır, cefaları incitmez beni. Beni yok sayar, adam yerine koymaz; sitemini kerem sayarım; asla üzmez bu beni.” Hz. Mevlânâ 1001 GÜN 18 GÜNLÜK HÜCRE ÇĠLESĠ ĠLE SONA ERĠYOR “Hak yolunda sefere çıkmak istiyorsan eğer; mânâ atına bin, yüksel, yücelere ulaş! Hakikate susamış kişilerden ol; kanma suya; S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 61 yüksel, yükseldikçe de yüceliğe ulaş! Hem piş, hem de yakıcı ateş ol; mest olup, kendinden geç, „ben‟sizliğe ulaş!” Hz. Mevlânâ 62 Can‟ın 3 günlük Çilesinin ardından AĢçıbaĢı yanına gelerek Can‟a öğütler verecek ve çektiği; “Vakt-i şerifler hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin hizmetleri mübarek ola; dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrizî, kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim, Hû…” gülbangiyle 18 gün daha Hücre Çilesi‟ne kapatacaktır. 18 günlük son Çilesini de çıkararak Dede unvanı almaya hak kazanan Can, Meydancı tarafından Dergâhın Çelebisine götürülür, önünde diz çöker vaziyette oturtulurdu. Çelebi, Can‟ın sağ elini kendi sağ eliyle tutarak; Kur‟ân-ı Kerim‟in “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah‟a biat etmektedirler. Allah‟ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” meâlindeki Fetih Suresi‟nin 10. âyetini okur; daha sonra yanındaki makasla Can‟ın kaĢlarının ortasından ve bıyığından birkaç kıl keser ve Mevlevî hırkasını tekbirleyerek giydirirdi. Üç sene kadar önce Dergâha Can olarak giren aday artık bu “insan gibi insan” yetiĢtirme okulunda Dede unvanı almıĢ, olgunlaĢma yolunda bir hayli yol kat etmiĢtir. Kendisine 2-3 Dede ile birlikte kalacağı bir hücre tahsis edilen Dede, artık hem kendini yetiĢtirmeye devam edecek, hem de Çile döneminde aldığı dersler neticesinde uzmanlaĢtığı konuda yeni gelen Can‟lara ders verecektir. Ya da kendi istediği takdirde baĢka yerlerde bulunan Mevlevîhânelere aynı unvan ve görevle naklini isteyebilecektir… Mevlevîlik tarihi boyunca 1001 günlük bu Çileye soyunan Can‟lar genellikle bu zamanı baĢarıyla tamamlar ve Dede olurlardı. Ancak çeĢitli vesilelerle Çileyi kıran yani yarım bırakan Can‟lar da olurdu. Bu Can‟lar ileriki bir zamanda kendileri istedikleri takdirde Çilenin hangi döneminde Çileyi kırmıĢ olurlarsa olsunlar Saka Postu‟nda 3 gün oturmayla iĢe baĢtan baĢlarlardı. Tekrar Çile çıkarmak istemeyenler ise Dergâha gelip gitseler dahi hem kendilerinde bir eksiklik hissederler; hem de diğer Mevlevîler nezdinde daha az itibara sahip olurlardı. “Şimdiye kadar Sevgili‟den ne dertler çektim, ne cefalar gördüm, ne acılara katlandım; Sevgili yüzünden çok belalara uğradım. Sonunda çektiğim dertler, gözyaşlarıma karıştılar; orayı vatan edinip, gözümden ayrılmaz oldular. Binlerce ateş, binlerce âh, binlerce gam, binlerce duman… Bunun adı aşk! Binlerce dert, binlerce ıstırap, binlerce cefa… Bunun adı Sevgili!” Hz. Mevlânâ MEVLEVÎLĠK’TE “MUHĠB” DERECESĠ Mevlevîlik‟te genel çoğunluğu teĢkil eden bir de muhib sınıfı vardır. Bunlar ikrâr vermeyip 1001 gün Çile çıkarmadan tarikata intisap edenlere verilen sıfat olup bu Yol‟un ilk halkasını oluĢturur. Muhib olmak isteyen aday Dergâhın Ģeyhine müracaat eder, o da eğer reĢit değilse velisinden izin almak Ģartıyla samimiyetine inandığı adayı karĢısına alır, önce tam bir beden temizliğinden geçip abdest almasını söyler. Daha sonra kendisi de abdestli olduğu halde her ikisinin yüzleri de Kıbleye gelecek Ģekilde adayı soluna oturur. ġeyh; “Bilerek veya bilmeyerek işlediğim günahlardan duyup bilen Allah‟a sığınırım…” tarzında duada bulunurken aday da aynını tekrar eder. Bu duanın ardından adayın beraberinde getirdiği Sikkeyi iki eliyle tutan Ģeyh üç kez Ġhlâs Suresini okur ve Sikkenin her bir yönüne üfleyerek, adayın baĢı Kıbleye gelecek ve ayakları toplu olacak vaziyette sol dizine yatırtır ve Sikkeyi Kıbleye karĢı tutarak Mevlânâ‟yı tavsif eden cümleler söyledikten sonra Sikkenin sağ, sol ve ön kısımlarını öper; adaya da aynı Ģekilde öptürdükten sonra baĢına giydirir ve elini Sikkenin üzerine koymak suretiyle; “Allahu ekber, Allahu ekber, lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, Allahu ekber ve li‟llâhi‟l hamd.” der ve adayın sırtını üç kez sıvazlayarak dizinden kaldırır; sağ elini iki eliyle tutar, aday da aynı Ģekilde Ģeyhin elini tutar ve bu Ģekilde aynı anda birbirlerinin ellerini öperler. Artık aday muhib; yani Mevlânâ dostu olmuĢtur. Muhib bu törenin ardından sırtını Ģeyhe dönmeden geri geri giderek kapıdan çıkar; Mevlevî âdâbı, Semâ, mûsıkî, Mesnevî, güzel sanatlar vs. dersleri almak ve yetenekli olduğu konuda yetiĢtirilmek üzere ilgili Dedeye teslim edilirdi. Osmanlılar döneminde baĢta III. Selim, II. Mahmud ve Sultan ReĢad olmak üzere bazı sultanlar ve çok sayıda devlet ileri gelenleri muhib sıfatıyla Mevlevîlik‟e hizmetlerde bulunmuĢlar; birçok Ģâir, yazar, edîb, hattât, hakkâk ve mûsıkîĢinâs da aynı sıfatla eserler meydana getirmiĢlerdir. “Yarın ihtiyarlayacak güzel değiliz biz; S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 ebediyyen genç kalacak hâlimiz. Görmek istiyorsan sen de bizi, temizlen, arıt kirlerini! Böyle yapmayacaksan eğer, bizden uzak dur; başka yere et sefer!” Hz. Mevlânâ Son söz olarak I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu‟nun düzenlenmesinde emeği geçen ve katkıda bulunan herkese teĢekkür ve minnetlerimi sunar, Hz. Mevlânâ‟nın Türbesinin kapı üzerindeki anlamlı beyiti naklederek sözlerimi tamamlamak isterim: Mevlânâ ve Mevlevilik, Asaf Hâlet Çelebi, Hece Yay., Ankara, 2002 Mevlevîlikte Ma‟nevî Eğitim, Sâfi ArpaguĢ, Vefa Yay., Ġstanbul, 2009 Tarihi Boyunca Mevlevî Kıyafetleri, Hasan Özönder, Konya Ġl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay., Konya, 2006 Canlandırma Matbah Fotoğrafları: ġerafettin Derin “Kâbetü’l-uşşâk bâşed în makâm Her ki nâkıs âmed încâ şod tamâm” (ÂĢıkların kâbesidir bu makam Eksik gelen burda olur tamam) KAYNAKÇA: Divân-ı Kebîr ya Külliyât-ı Divân-ı Şems, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, I-II c., IV. Baskı, Tahran, 1374 hĢ./1995 Divan-ı Kebir‟den Seçmeler, I-IV c., Çev. ġefik Can, Ötüken Yay., Ġstanbul, 2000 Velednâme, Sultan Veled, NĢr. Celâleddîni Hümâî, Tahran, 1315 hĢ./1937, Çev. Abdülbaki Gölpınarlı, İbtidânâme, Ankara, 1976 Risâle-i Sipehsâlâr be Menâkıb-ı Hüdâvendigâr, Ferîdûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr, NĢr. Sa‟îd-i Nefîsî, Zindegî-nâme-i Mevlânâ Celâleddin-i Mevlevî, Tahran, 1325 hĢ./1947, Çev. Tahsin Yazıcı, Mevlânâ ve Etrafındakiler, Ġstanbul, 1977 Menâkıbü‟l-ârifîn, ġemseddin Ahmed-i Eflâkî, NĢr. Tahsin Yazıcı, I-II c., Ankara, 1976-1980, Çev. Tahsin Yazıcı, Âriflerin Menkıbeleri, I-II c., Ġstanbul, 1986-1987 Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, Abdülbaki Gölpınarlı, II. Baskı Ġstanbul, 1983 Mecmû‟atü‟z-zarâ‟if Sandûkatü‟l-ma‟ârif, Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-Ġstanbulî, Hzl. M. Serhan TayĢi, Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm, Ġstanbul, 2002 Mevlânâ ve Mevlevilik, Mehmet Önder, Ġstanbul, 1998 Mevlevî Usûl ve Âdâbı, H. Hüseyin Top, Ġstanbul, 2001 Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Abdülbaki Gölpınarlı, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2006 Hatıralarım, Veled Çelebi Ġzbudak, Ġstanbul, 1946 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 63 64 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 65 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 66 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 BİR DEĞER EĞİTİMİ KİTABI OLARAK MESNEVÎ* Dr. h.c. Esin ÇELEBİ BAYRU** Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 800 yıl kadar önce yaĢamıĢ olmakla birlikte günümüzde sadece yaĢadığı topraklarda değil, dünyanın dört bir tarafında tanınmakta ve eserlerinden faydalanılmaktadır. Nedir Mevlânâ‟yı ve dolayısıyla dünya klasikleri arasına çoktan girmiĢ Mesnevî‟yi değerli kılan? Farklı din, kültür ve yaĢam biçimini benimseyen insanlar yüzyıllar öncesi söylenmiĢ bu dizelerde neler buluyor? Mevlânâ, Mesnevî‟sini kastederek “Ben o ilâhî gül bahçesinden ancak bir gül getirdim. Anlayana ve önyargısız bakana bu gül o bahçenin vasıflarını anlatmaya yeter” demektedir. Ben de o gülden bir yaprak getirmeye, insanlara bir yaĢam kılavuzu, bir yol gösterici olmasına neden olan değerlerden bahsetmeye çalıĢacağım. Öyle ya; Hz. Pîr‟in “Gül zamanı geçtiyse, gülü gül suyundan ara!” dediği gibi, biz de yine kendisinin “Biz gittikten sonra Mesnevî’miz insanlara doğru yolu gösterecektir, kılavuz olacaktır.” buyurduğu üzere Mesnevî‟nin yaprakları arasından kokular almaya, onun iĢaret ettiği yöne giderek yolumuzu tayin etmeye çalıĢmalıyız. Öncelikle bilinmesi gerekir ki, Hz. Mevlânâ 6 ciltten oluĢan Mesnevî‟sini bütün kitapların anası “Ümmü’l-Kitâb” diye bilinen Kur‟ân-ı Kerim‟in bir tefsiri olarak niteler ve bu özelliğiyle de Mesnevî‟sinin asıl değerini ortaya koyar. Sonraki yüzyıllarda tefsir âlimlerinin Mesnevî‟yi klâsik tefsirlerden farklı kurgulanmıĢ, hikâyelerle okuyucusuna ilâhî yoldan haber veren bir eser olarak nitelemesi Hz. Pîr‟in zaten Ģüphe duymadığımız bu sözünün bir delili olmaktadır. ________________________________ Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğdir. Hz. Mevlânâ‟nın 22. KuĢak Torunu ve Uluslararası Mevlânâ Vakfı BaĢkan Vekili Hz. Mevlânâ bütün yazma nüshalarda da mevcut olan o tanınmıĢ rubaisinde Ģöyle demektedir: “Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Hz. Muhammed (SAV)’in yolunda bir zerreyim. Kim benim hakkımda bu sözümden başka bir şey söylerse, O kişiden de, söylediği o sözden de şikâyetçiyim” Hz.Mevlânâ‟nın eserlerini, yaĢam tarzını ve özellikle bugünkü konuĢmamızın temelini oluĢturan Mesnevî‟yi okurken, anlamaya çalıĢırken, yorumlarken bu rubaiyi bir Ģablon olarak kullanmak gerekir. Bu giriĢin ardından “Mesnevî‟nin değeri” ya da farklı bir bakıĢ açısıyla “Mesnevî‟nin değer verdiği konu” veya “Mesnevî‟deki değerler” hakkında dilimiz döndüğünce, testimizin o berrak su pınarından aldığı miktarca sizlere bilgiler aktarmaya çalıĢacağım. Mesnevî‟nin değeri ilâhî âlemin küçücük bir örneğini gözümüzün önüne sermesinden dolayıdır. Mesnevî‟nin değeri, “eşref-i mahlûkât” olan, bir kudsi hadiste “Sen olmasaydın dünyaları yaratmazdım” buyurulan ve yaratıldığında da “Ona kendi ruhumdan üfledim” müjdesiyle bütün meleklerin kendisine secde edilmesi emrolunan insanı temel almasından kaynaklanmaktadır. Mesnevî‟nin değeri, ilâhî yolu basit iĢaretlerle insanlara göstermesinden olduğu kadar, o yolun aĢamalarında insanı rastlayacağı tehlikelerden haberdar etmesinden, “tedbirli ol!” diye uyarmasındandır. Mesnevî‟nin değeri, bu uyarıları, bazen Âyet ve Hadislerle, bazen Ģiir ve özlü sözlerle, bazen de hikâyelerle yapıp herkesimden insanın anlamasını sağlamasındandır. Bundan dolayıdır ki, orijinal dili Farsça‟dan farklı S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 67 dillere çevrilse dahi anlamından bir Ģey kaybetmemektedir. 68 Yine bildiğiniz gibi Mesnevî‟nin ilk 18 beyitini Hz.Mevlânâ kendi yazmıĢ, geri kalan yaklaĢık 26 bin beyiti Hz. Pir söylemiĢ talebesi Çelebi Hüsameddin kâğıda dökmüĢtür. Mesnevî‟deki konularda da tam bir olgunluk ve fikir birliği vardır. Ġlk ciltte söylenen değerlerle son ciltte söylenenler arasında fark yoktur, çeliĢki yoktur. Hatta yazılımı uzun süren bu eserin baĢtan sona bir konu bütünlüğü içerisinde olması, ilk ciltlerde söylenen bazı hususların sonraki ciltlerde daha da açıklanmaya çalıĢılması veya tekrar hatırlatılması Mevlânâ‟nın vermeye çalıĢtığı mesajları bizlere mutlak ulaĢtırmayı amaçlamasındandır. Peki söylenmesi bu kadar uzun süren bir eserin çeliĢkiler barındırmaması nasıl açıklanabilir? ĠĢte Mevlânâ eserinin son cildinin son beyitinde bize “Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü gönülden gönüle pencere vardır.” diyerek sorumuzun cevabını verirken eserinin kaynağını da açıklamıĢ oluyor. ĠĢte “ilham” ya da Hz. Pîr‟in “gönül vahyi” diye açıkladığı bu sözlerin kaynağından dolayı Mesnevî değerlidir. ġimdi de ne değerli, ne değersiz; “değer” nedir, onu “değerli” kılan nedir sorularına Mesnevî‟nin beyitleri arasından cevap bulmaya çalıĢalım. Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin. İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın. (Mesnevî, çev. Veled Ġzbudak, VI, 811, 812) Hz. Mevlânâ burada insanın değerinin görünüĢünden değil de görüĢünden dolayı olduğunu vurgulamaktadır. Ġnsanın değerinin mallamülkle, mevkiyle-makamla, güzellikle-çirkinlikle değil gördüğü Ģeye verdiği değerle, ileriyi ve gerçek Sevgili‟yi görme özelliğine göre belirlendiğini anlatmaktadır. Olayları Ģekil olarak görebilen, hattâ gözünün önünde hırs veya kin gibi bir engel olduğu zaman doğruyu göremeyen baĢ gözünü kapatıp, merhameti kahrından daha üstün olan Canan‟ının vasfıyla vasıflanıp can gözüyle bakmalıdır. Böyle olmakla birlikte o canı arayıp bulan, o canı görebilen insan en değerli insandır. Biz değeri de bulduk kan diyetini de. O yüzden can vermeye koştuk. Ey âşık! Âşıkların hayatı ölümledir. Gönlü, gönül vermeden bulamazsın. (Mesnevî, I, 1750, 1751) Can, gönül, kan değerlidir ancak Canan‟ı bilen âĢık can, âĢık gönül daha da değerlidir. En değerlisi ise bu kanı, bu canı, bu gönlü koĢakoĢa sevinerek Canan‟a ulaĢtırmayı arzulamaktır. Bu gönlü verdikten sonra alacağın gerçek gönül en değerlidir. Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu. Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi, ekincileri hayrete düşürdü. (Mesnevî, I, 3165-3166-3167-3168) AnlaĢıldığı gibi buğday değerli, un da değerli; asıl amaç olan o undan yapılan ekmek de değerli. Ancak daha değerli olan o ekmeği yiyip gıdalanan insanın o gıdayı canın beslenmesi için kullanmasıdır. Peki, en değerli olan nedir? Toprağa atılan bir tanenin, Yüce Yaradan‟ın himmet ve emriyle ekmeğe dönüĢüp besin olduğunu kavrayabilen ve bunun Ģükrünü yerine getirmesini bilen insan en değerlidir. Çünkü bunun idrakine varabilen insan sadece bedenini değil canını da beslemiĢtir. Bu aĢamanın bir de son noktası vardır ki, ona ulaĢan insana paha biçilemez. Bu da bedeni ile birlikte canını da besleyen o insanın ilâhî aĢk tarlasına ekilip, önce yok olduktan sonra o tarladan baĢ çıkarmasıdır, baĢak vermesidir. Bir baĢka örnek: Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir. Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardandır. (Mesnevî, II, 95, 96) Demirden veya camdan yapılan ayna değerlidir ve suretler içindir. Ancak canı gösteren ayna daha değerlidir. En değerlisi ise cana tutunca Canan‟ı gösteren aynadır. Sen olmadıkça, nazım ve kafiyenin ne değeri olur, böyle meydana gelen şiire kim bakar? Ey bilgi sahibi padişah, nazım da, cinas da kafiye de ayrılık korkusundan senin emrine kuldur. (Mesnevî, III, 1493, 1494) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 ġiir, söz değerlidir. Cinas ve kafiye de değerlidir. Ancak Yüce Allah‟ın inayetiyle söylenen söz daha değerlidir. Eğer bu ikisi Yaradan‟ın emrine kul olursa o zaman en değerli olan budur. Kese ile dağarcığın değeri içindeki altındadır. İçinde altın olmayan keseyle dağarcığın ne kıymeti var? Nitekim tenin değeri de canladır, Canın değeri de cananın ışığıyladır. (Mesnevî, III, 2534-2535) Görüyoruz ki Mevlânâ‟ya göre insan değerlidir. Bu görüĢünü bize kesenin değil, içindeki altının değerli olduğunu misal göstererek verir. Ancak, insan topraktan yaratılan, çeĢitli Ģekil ve cinsiyette olan bedeni ile değil, bedendeki canı ile değerlidir. Fakat o cana ise asıl değer katan Cananın ıĢığıdır, yani Yüce Allah‟ın nuruyla nurlanmıĢsa değerlidir. Kuyuda ki göz, akisler yapar, insana hayaller görünür... onların en bayağısı da taşın altın şeklinde görünmesidir! Hani oyun zamanı çocuklar kızışırlar da o taş, topaç kırıklarını altın ve mal gibi görürler ya. Ancak Allah ârifleri kimyager olmuşlardır da onlara madenler bile değersiz görünür artık! (Mesnevî, IV, 675, 676,677) Hz. Pir basit örneklerle bizlere gerçek bilgiyi ve erdemi gösterir. Bilindiği gibi çocuklar için çanak çömlek kırıkları, taĢlar, topaçlar çok değerlidir. Onlara göre bunlar altın gibidir ve bunlar için oyun sırasında kavga bile ederler. Ġnsanlarda da mal-mülk ve altın için hayatlarını heba ederler, kavga eder dururlar. Ancak gerçek Allah ârifleri bir kimyager gibidir ve değil altın, altın madeni bile onların nezdinde, ilâhî aĢkın terazisinde tartıldığında beĢ para etmez. Hasılı ağlayıp sızlanmanın Tanrı yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmadaki değer başka nerede var? Ey ümit hemen kalk, belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan, daima gül. Çünkü ulu Tanrı üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmadadır. (Mesnevî, V, 1617-1618-1619) Ağlamak değerlidir, Allah için gözyaĢı dökmek daha değerlidir. Ancak en değerli olan Allah yolunda dökülen bu gözyaĢlarının Ģehitlerin kanlarıyla eĢit olduğunu kavrayarak ağlamanın kıymetini bilebilmektir. Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir. (Mesnevî, VI, 256) Beden güzelliği önemli olabilir, ancak bir diken çiziği ile bile gölgelenecek olan bu güzellikten daha güzeli gönlün güzel olmasıdır. En değerli olan da bu güzelliktir. Değerli Mevlânâ dostları; Mesnevî ıĢığında Ģöyle devam edebiliriz: Vettini suresindeki “İnsanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku. Ey dost, en değerli inci candır. En güzel şekli olan insan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz. Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar. (Mesnevî, VI, 1005-1006-1007) Çuvala değil, içine bak. Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse öyle taşı! Yine Hz. Mevlânâ‟ya göre “İnsanı en güzel şekilde yarattık” Âyet-i Kerimesinde buyrulduğu üzere insanın değerine paha biçilmez. Ġnsan ve bedenindeki bütün uzuvlar değerlidir. Ancak, onun içindeki can anlatmaya ve değer biçmeye akıl yetmeyecek kadar pahalıdır. Değerli can da latiftir, coşkundur. Fakat insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir. (Mesnevî, VI, 3428) Yoksa, çuvalındaki taşları boşalt, kendini bu saçma işten, bu yükten kurtar gitsin! Çuvalını Sultan’a götürülebilecek şeylerle doldur!” (Mesnevî, IV 1575-1576-1577) Hz. Pîr, gerçek Sevgili‟nin nûruyla nurlanan bu değerli canın, bedenimizle örtüldüğünü, perdelendiğini ancak bedensel ihtiyaçlara önem vermeyen insanların bu örtüyü kaldırıp gerçek değere ulaĢabildiğinin de altını çizer. Mevlânâ yine Mesnevî‟sinde çuval misali bedene hamallık yapan, bu eziyete katlanan bizlere seslenerek bedenimizi değerli Ģeylerle doldurmamız gerektiğini belirtiyor. Muhterem Mevlânâ dostları, Mesnevî bu gerçek değerleri bizlere aktardığı için değerlidir. Bu sözleri, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. KonuĢmamı, Hz. Mevlânâ‟nın “Akıllılara bir işaret kâfidir, gerisini anlar onlar.” S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 69 ve “Söz değerlidir, ancak onu daha da değerli kılan dinleyicidir. ” beyitleri ile tamamlarken, konuĢmamın baĢında da belirttiğim gibi kendi kabımın aldığı ölçüde Hz. Pîr‟in pınarından su getirmeme aracı olduğunuz için sizlere teĢekkür ederim. En değerliye ulaĢabilmek için gönül penceremizin daima açık olmasını niyazederim. 70 S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFİ STUDİES DERGİSİ 1. CİLT HAKEMLERİ Prof. Dr. Mehmet AKKUġ Prof. Dr. Ġsmail Hakkı AKSOYAK Prof. Dr. Osman BĠLEN Prof. Dr. Âdem CEYHAN Prof. Dr. Ġlhan GENÇ Prof. Dr. Dilaver GÜRER Prof. Dr. Mahmut KAPLAN Prof. Dr. Mustafa KARA Prof. Dr. Bilal KEMĠKLĠ Prof. Dr. Atabey KILIÇ Prof. Dr. Himmet KONUR Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL Prof. Dr. Cemal SOFUOĞLU Prof. Dr. Emine YENĠTERZĠ Prof. Dr. Ali Ġhsan YĠTĠK Doç. Dr. Ziya AVġAR Doç. Dr. Abdülbaki ÇETĠN Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK Doç. Dr. Ahmet Hakkı TURABĠ Doç. Dr. Gülgûn YAZICI Yrd. Doç. Dr. Hüseyin AKPINAR Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇIPAN Yrd. Doç. Dr. Necip Fazıl DURU Yrd. Doç. Dr. Zehra GÖRE Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK Yrd. Doç. Dr. Semra TUNÇ Dr. Abdülkadir DAĞLAR Uzm. M. Veysi DÖRTBUDAK ――――――――― Liste, unvan ve soyadına göre düzenlenmiĢtir. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 71 SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFI STUDIES DERGİSİ YAYIN İLKELERİ GENEL İLKELER YAZIM KILAVUZU 1. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisi, hakemli bir dergi olup yılda altıĢar aylık dönemler hâlinde iki sayı olarak yayımlanır. SAYFA DÜZENĠ 2. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisinde, Tasavvuf ile ilgili bilimsel makaleler, röportajlar, çeviriler, tanıtım yazıları vb. çalıĢmalara yer verilmektedir. 3. Yazının Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisine gönderilmesi, yayımı için baĢvuru olarak kabul edilir. Yazılar için telif ücreti ödenmez. 4. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisinde yayımlanan yazıların içerikleriyle ilgili her türlü yasal sorumluluk, yazarına aittir. 72 5. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisi, gönderilen yazılarda düzeltme yapmak, yazıları yayımlamak ya da yayımlamamak hakkına sahiptir. 6. Yayım dili Türkiye Türkçesi olmakla birlikte, gerekli ve uygun görüldüğü durumlarda, diğer Türk lehçeleri, Ġngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Farsça ve Rusça yazılara da yer verilmesi mümkündür. 7. Makalenin baĢında 200 kelimeyi aĢmayacak biçimde Türkçe özet, 3-5 kelimelik anahtar kelimeler; Ġngilizce baĢlık, Ġngilizce özet ve Ġngilizce anahtar kelimelere yer verilmelidir. 8. Yazının baĢlığının altında yazar adı, unvanı, görev yaptığı kurum ve kendisine ulaĢılabilecek e-posta adresi gibi bilgilere yer verilmelidir. 9. Dergiye gönderilen yazıların daha önce baĢka bir yerde yayımlanmamıĢ olması gerekmektedir. Kitap hâlinde yayımlanmamıĢ sempozyum bildirilerinin yayımı ise, bu durumun belirtilmesi Ģartıyla mümkündür. 10. Yazılar, mutlaka Yazım Kılavuz unda belirtilen formatta gönderilmelidir. Bu formatta gönderilmeyen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır. 1. Yazılar, Microsoft Word programında yazılmalı ve sayfa yapıları aĢağıdaki gibi düzenlenmelidir: Kağıt Boyutu A4 Dikey Üst Kenar BoĢluk 5,4 cm Alt Kenar BoĢluk 5,4 cm Sol Kenar BoĢluk 4,5 cm Sağ Kenar BoĢluk 4,5 cm Yazı Tipi Garamond Yazı Tipi Stili Normal Boyutu (normal metin) 11 Boyutu (dipnot metni) 9 Paragraf Aralığı 6 nk Satır Aralığı Tek (1) 2. Özel bir yazı tipi (font) kullanılmıĢ yazılarda, kullanılan yazı tipi de, yazıyla birlikte gönderilmelidir. 3. Yazılarda sayfa numarası, üst bilgi ve alt bilgi gibi ayrıntılara yer verilmemelidir. 4. Makale içerisindeki baĢlıkların her bir kelimesinin sadece ilk harfleri büyük yazılmalı, baĢka hiç bir biçimlendirmeye, yer verilmemelidir. 5. Ġmlâ ve noktalama açısından, makalenin ya da konunun zorunlu kıldığı özel durumlar dıĢında, Türk Dil Kurumunun imlâ Kılavuzu esas alınmalıdır. 6. Metinlerde dipnot ve kaynakça bölümleri için, Dipnotlar sayfa altında sıralı numara sistemine göre düzenlenmeli ve aĢağıda belirtilen kaynak gösterme usullerine uyulmalıdır: a. Kitap: BasılmıĢ eser; yazar-yazarların ad ve soyadı, eser adı (italik), çeviri ise çevirenin, tahkikli ise tahkik edenin, sadeleĢtirme ise sadeleĢtirenin, edisyon ise editörün veya hazırlayanın, yayınevi, kaçıncı baskı olduğu, baskı yeri ve tarihi, cildi, sayfası. Tek yazarlı Mahmut Erol Kılıç, Sûfi ve ġiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2008, s. 20. Çok yazarlı Gülbün Mesera vd., A. Süheyl Ünver Bibliyografyası, Ġstanbul: ĠĢaret Yayınları, 1998, s. 50. (Kaynakça kısmında hazırlayanların hepsi yazılmalıdır) S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 Derleme M. Öcal Oğuz (edit.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004. Çeviri William C. Chittick, Tasavvuf Kısa Bir Giriş, çev. Turan Koç, Ġstanbul: Ġz Yayıncılık, 2006, s. 10. b. Tez örnek: Barihuda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimari Özellikleri, c. 1 –Metin-, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2000, s. 51. c. Yazma eser: Yazar adı, eser adı (italik), kütüphanesi, varsa kütüphane bölümü, kayıt numarası, varak numarası. Örnek: Mehmed Emin Tokadî, Şerh-i Kelimât-ı Hâcegân, Millet Ktp., Ali Emîrî-ġer„iyye, no: 832, vr. 18a. d. Hadis kitaplarında, ilgili eserin hadis alanında meshur olan referans yöntemi kullanılmalıdır. Örnek: Buharî, es-Sahîh, Ġman 1. e. Makale: Yazar adı soyadı, makale adı (tırnak içinde), dergi veya eser adı (italik), çeviri ise çevirenin adı, cildi/ sayı numarası (tarihi), sayfası. Telif makale örnek Ahmet YaĢar Ocak, “Babaîler Ġsyanından KızılbaĢlığa: Anadolu‟da Ġslam Heterodok-sisinin DoğuĢ ve GeliĢim Tarihine Kısa Bir BakıĢ, Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk Tarih Kurumu, s. 147. Çeviri makale örnek Wilferd Madelung, “Zeydilik ve Tasavvuf”, çev. Salih Çift, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9/9 (2000), Bursa: Uludag Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi, s. 233. f. BasılmıĢ sempozyum bildirileri: Yazar adı soyadı, bildiri adı (tırnak içinde), sempozyum kitabının adı (italik), Basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. BasılmıĢ bildiri örnek Ahmet Ögke, “YiğitbaĢı Velî‟nin Tasavvuf AnlayıĢının Temel Özellikleri”, Manisalı YiğitbaĢı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Sempozyumu 26 Nisan 2008 Bildiriler, haz. Mehmed Veysî Dörtbudak, Gürol Pehlivan, Manisa: YiğitbaĢ Vakfı Yayınları, 2009, s. 63. g. BasılmıĢ ansiklopedi maddeleri: Yazar adı soyadı, madde adı (tırnak içinde), ansiklopedinin adı veya kısaltması (italik), cilt numarası, basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. BasılmıĢ ansiklopedi maddesi örnek: Tahsin Yazıcı, “DerviĢ”, DİA, 9, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, s. 189. h. Kitapta bölüm: Yazar adı soyadı, bölüm adı (tırnak içinde), kitabın adı (italik), editör adı, basım yeri: yayınevi, basım tarihi, sayfası. Metin Ekici, “AraĢtırma Yöntemleri”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed. M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları, 2004, s. 100. ı. Dipnotlarda kullanılan kaynak ilk geçtigi yerde yukarıdaki Ģekilde tam künye ile verilmelidir. Ġkinci defa gösterilen aynı kaynaklar için; yazarın soyadı veya meĢhur adı, eserin kısa adı, birden çok cilt varsa cildi ve sayfa numarası yazılır. Örnek: KuĢeyrî, er-Risale, s. 21. i. Arapça eser isimlerinde, birinci kelimenin ve özel isimlerin baĢ harfleri büyük, diğerleri küçük harflerle yazılmalıdır. Farsça, Ġngilizce, vb. diğer yabancı dillerdeki ve Osmanlı Türkçesi ile yazılan eser adlarının her kelimesinin baĢ harfleri büyük olmalıdır. j. Birden çok yazarı ve hazırlayanı olan eserlerde her Ģahıs isminden sonra virgül konmalıdır. k. Ayetler italik karakterle yazılmalı, referansı (sure adı, sure no/ayet no) sırasına göre verilmelidir. Örnek: El-Bakara, 2/10. l. Ġnternet kaynaklarında yararlanıldığı tarih belirtilmelidir. Örnek: http://www.freeminds.org/ts3/km368.tif (05.05.2008) m. Dipnot referans numaraları noktalama iĢaretlerinden sonra konulmalıdır. 7. Makalenin sonunda kaynakça verilmelidir. S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2 73
Benzer belgeler
Kamāl Al-Dīn Husayn Al-Khorezmī and His Unfinished Persian
Latin alphabet making sure of prosody/ spelling. In this study, the draft of the project prepared on
Masnavitext and commentaries will be presented.
Key Words: Mevlevism, Masnavi, Masnavi Commentar...
mesnevî şârihlerine göre mesnevî`deki bazı hayvan metaforlarına
Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç,); Turgut Koçoğlu, Şem’î Şem’ullâh
Şerh-i Mesnevî II. Cilt (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Bas...
Sufi Araştırmaları Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 2 Yaz/Summer 2010
keyfe maúnåsına ki bu maúnå üzre şer≈ (24) olındı ve bu hem vechdür mı´räú-ı
evvelde neyden istimäú eyle çünki ≈ikäyet eyler belki cüdälıødan şikäyet eyler
(25) pes neyüè sözini istimäú idüp ˚aflet...