Savaş suçluları yargılanmalı
Transkript
Savaş suçluları yargılanmalı
Milletvekili ayrıcalıkları kaldırılsın H alkın Kurtuluş Partisi milletvekili ayrıcalıklarını, kaldırılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu. HKP yaptığı başvuruda, milletvekillerine tanınan ayrıcalık ve imtiyazlar sonucunda eski ve yeni milletvekillerinin tüm toplum içerisinde ayrıcalıklı bir grup haline geldiğini, bu durumun eşitlik, adalet ve sosyal hukuk devleti prensiplerine uygun düşmediğini, asgari ücretin 947 TL olduğu ve işçilerin yüzde 70’ine yakınının bu ücret veya buna yakın bir ücretle çalışması nedeniyle sosyal adaletten uzaklaşıldığı kaydetti. HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak 6’da Yıl: 10 Sayı: 89 1 Temmuz 2015 Siyasi Gazete www.kurtulusyolu.org 1 TL 8’de Halkın Kurtuluş Partisi, Tayyipgiller hakkında Lahey’e suç duyurusunda bulundu: Savaş suçluları yargılanmalı H alkın Kurtuluş Partisi, Türkiye’den Suriye’ye Ortaçağcı örgütlere gönderilen mühimmat ve silah yardımlarının somut kanıtlarıyla gün yüzüne çıkmasından sonra Tayyipgiller’in yargılanması için suç duyurularında bulunmuştu. İ ç hukukta şüpheliler hakkında hiçbir yargılanma olmaması, bütün yolların tıkanması nedeniyle HKP, Uluslararası Ceza Mahkemesine suç duyurusunda bulundu. HKP, gönderilen silahlarla sivil halkın katledilmesinin önüne geçmek için bir an önce savaş suçluların yargılanması talebinde bulundu. 7’de Bir zamanlar Yemen (III) İşte Türkiye Ekonomisinin hali pür melali 3’te İşte Pahalı Devlet Budur 4’te 4’te HKP, Ermenek’teki İşçi Katliamının peşini bırakmıyor AB-D Emperyalistlerinin hizmetkârıydı, devrimci düşmanıydı, vatan satıcıydı 10’da E rmenek’te, 28 Ekim 2014’te yaşanan maden cinayetinin ardından Halkın Kurtuluş Partisi olarak, başta dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve ilgili bürokratlar ve madeni işleten Has Şekerler Madencilik Limitet Şirketi Yöneticileri ve Yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştuk. 15’te HKP: 2 Temmuz 1993... Sivas Katliamı’nı Unutmadık! Unutmayacağız! Ölüm Demirel’i günahlarından arındıramaz 10’da Tavşana Kaç Tazıya Tut! 16’da Başyazı HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’tan seçim değerlendirmesi: Eninde sonunda halklar kazanacak, insanlık kazanacak Sevgi ve Saygıdeğer Arkadaşlarım, Sözlerime namuslu şairimiz Attila İlhan’ın dizeleriyle başlamak istiyorum: O sözler ki acıdır Mahpushane avlularında Demirli kırbaçlar gibi şaklar Keşke sizlere iyi, güzel sözler söyleyebilseydim. Ama ne yazık ki gerçekler acı, ortaya çıkan tablo vahim. Parababalarının bir seçim oyunu daha, bir kandırmacası daha sonuçlandı. Bu oyunun galibi, satılmışlar medyasının da çok açık olarak alkışlayarak belirttiği gibi, Amerikancı Kürt Hareketinin temsilcisi PKK’nin siyasi plandaki partisi HDP oldu. Ve Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP oldu. Tayyipgiller hırpalandı, onların AKP’si tek başına hükümet kurma imkânını kaybetti. Bu sonuç ne anlama gelir yoldaşlar? Çok açık bir şekilde şu anlama gelir; Türkiye, Yeni Sevr’e doğru biraz daha yaklaştırıldı, o yolda bir virajı daha döndü yani Yeni Sevr cehennemine biraz daha yaklaştırıldı. Türkiye parçalanacak ve Amerikancı Kürt Devleti ortaya çıkacak. Yani Ortadoğu’da yeni bir İsrail, Müslüman bir İsrail oluşturulacak. ABD’nin ikinci bir petrol bekçisi oluşturulacak Ortadoğu’da. PKK, bildiğimiz gibi, 1991’de Sosyalist Kamp’ın yıkılışıyla birlikte dümeni Amerika’ya kırdı ve ABD’nin hizmetine girdi. 8’de 2 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 HKP: 4 eski bakan hakkında derhal soruşturma açılmalı Cezai dokunulmazlıkları kalkan dört eski bakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Savcılığına başvuran Halkın Kurtuluş Partisi, derhal soruşturma yürütülmesi, tüm delil, bilgi ve belgelerin de toplanarak ivedilikle iddianame hazırlanması talebinde bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda Bulunan: Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdal Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Azime Ayça Alpel, Av. Halil Ağırgöl, Av. Doğan Erkan, Av. Pınar Akbina Atatürk Bulvarı Emlak Bankası Blokları B Blok K: 4 D: 16 Fatih/ İstanbul Şüpheliler: 1- Egemen Bağış 2- Muammer Güler 3- Zafer Çağlayan 4- Erdoğan Bayraktar Suç: Suç işlemek için Örgüt Kurmak (TCK 220. Md.) Zimmet (TCK 247. Md.) İrtikâp (TCK 250. Md.) Görevi Kötüye Kullanma (TCK 257. Md.) Konusu: 17-25 Aralık Yolsuzluk eylemleri suçlamasıyla başlayan ancak “etkili soruşturma” prensibinin ve “etkili başvuru hakkı”nın ihlal edilmesiyle takipsizlik kararları verilerek kapatılan ve bu sebeplerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdüğümüz İstanbul C. Başsavcılığı’nın 2014/120653 ve 2014/111868 dosyalarında, soruşturma dönemindeki dokunulmazlık zırhı sebebiyle TBMM’den Yüce divan oylaması AKP’nin oylarıyla reddedilen dört şüpheli hakkında işlem yapılamadığından, 07.06.2015 tarihli 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte milletvekili dokunulmazlıkları düşen dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılması talebimizin sunulmasıdır. Beyanlarımız: Bilindiği gibi bazı kamu kurumlarına ve savcılığa yapılan rüşvet, görevi kötüye kullanma ve ihalelere fesat karıştırma ihbarı üzerine 13 Eylül 2012, 21 Eylül 2012 ve 14 Şubat 2013 tarihlerinde yolsuzluk soruşturmaları başlatılmıştı. Başsavcılık tarafından görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Celal Kara’nın talimatı üzerine, 17 Aralık 2013 tarihinde şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılarak ele geçirilen çeşitli eşya ve paralara el konulmuştu. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına alınmıştı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 şüpheliden 24’ü çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, 38’i de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Şüpheliler arasında bulunan İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış hakkında cezai kovuşturma yapılabilmesi için hazırlanan fezlekeler, TBMM‘ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığına sunulmuştu. 25 Aralık’ta Savcı Muammer Akkaş yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırlamıştı. Ancak, Emniyet Müdürü Selami Altınok, gözaltı ve arama talimatını, gerekçe ve delillerinin yetersizliği nedeniyle geri çevirmişti. Yeni atanan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, Erdoğan’ların evinin çevresine Özel Tim yerleştirerek olası gözaltına almaları engellediği basına yansımıştı. Tutuklanan şüpheliler, 28 Şubat 2014’te serbest bırakılmıştı. İçişleri Bakanlığı’nca, savcılığın gözaltı ve mahkemenin arama ka- Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış hakkında cezai kovuşturma yapılabilmesi için hazırlanan fezlekeler, TBMM’ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığına sunulmuştu. Fakat Hırsızlar İmparatorluğu’nun adalet sisteminde gerçek bir yargılanma olmadığı için yolsuzlukları gün yüzüne çıkmış şüpheliler cezasız kalmıştır. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından milletvekilliği düşen dört eski bakan hakkında suç duyurusunda bulunmadan önce Halkın Kurtuluş Partisi olarak Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması yaptık. Yapılan açıklamamızda, Hırsızlar İmparatorluğu’nun yapmış olduğu yolsuzlukların ve halklara uyguladıkları zulümlerin hesabını Halkın İktidarında soracağımızı bir kez daha dile getirdik. Basın açıklamasından sonra avukat arkadaşlarımız aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bizler Halkın Kurtuluş Partisi olarak Tayyipgiller’in yapmış oldukları yolsuzlukların, hırsızlıkların ve katlettikleri insanlarımızın hesabını soracağız ve Halkın İktidarını kuracağız. 15.06.2015 HKP, dokunulmazlığı sona eren dört bakanın peşini bırakmıyor Ü lkemizin bütün yeraltı ve yer üstü zenginliklerini kendi kazançları uğruna yerli yabancı Parababalarına peşkeş çeken Tayyipgiller’in dört bakanı hakkında suç duyurusunda bulunduk. Hırsızlar İmparatorluğu’nun gerizi 17-25 Aralık sürecinde patladı, hepimizin bildiği gibi. Aralarında Rıza Sarraf, Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, dönemin İçişleri Bakanı’nın oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı’nın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın oğlu Oğuz Bayraktar’ın da bulunduğu birçok kişi hakkında gözaltı kararı çıkmıştı. Şüpheliler arasında bulunan dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı İstanbul’dan Kurtuluş Partililer rarlarını yerine getiren adli kolluk amir ve memurlarının önemli bir kısmının görev yerleri değiştirildi, görevden alındı veya meslekten ihraç edildi. 29 Ocak 2014’te soruşturma savcısı Celal Kara 1 Şubat 2014 tarihli HSYK kararnamesi ile de, soruşturma iznini veren İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz‘ün aralarında bulunduğu 166 hâkim ve savcının görev yeri değiştirildi. Celal Kara 16 Ocak 2015’de soruşturma nedeniyle açığa alındı. Kara, 24 Ocak 2014’de Can Dündar ile yaptığı söyleşide Rıza Sarraf’ın lider sıfatıyla örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu olduğunu, polis fezlekelerinde ve Meclise yollanan bilgi notunda yer almasa da dönemin başbakanı Erdoğan’ın da işin içinde olduğunu düşündüğünü söyledi: “Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren, Başbakan’dır” açıklamasında bulundu. Bu sürecin ardından HSYK’nin yapısında değişiklik öngören bir yasa çıkartıldı. Düzenlemeyle HSYK bünyesinde Adalet Bakanına hâkim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, vb. birçok konuda geniş yetkiler verildi. Ayrıca düzenleme HSYK Kurullarının yapısında değişiklik öngörüyordu ve düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle yönetim ve denetim kurulları ile Adalet Akademisi üyelerinin görevlerine son verilmesini içeriyordu. Yeni durum kamuoyunun büyük bir bölümü tarafından “hükümet yargıyı kendine bağladı” olarak yorumlandı. AB Komisyonu da hükümeti, atılan adımın “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine uymadığı gerekçeleriyle eleştirdi. Ayrıca HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66 sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan iptal başvurusu üzerine, 11 Nisan 2014’te verdiği kararla, düzenlemenin Adalet Bakanına verdiği olağanüstü yetkileri Anayasaya aykırı bularak iptal etti. 17 Aralık sürecinden sonra istifa eden ya da görevden alınan bakanları araştırmak üzere 5 Mayıs 2014’te TBMM’de 15 kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon 5 Ocak 2015’e kadar çalıştı. Gelinen noktada Mecliste yapılan oylama sonucu AKP’lilerin oyla- rıyla, bakanların Yüce Divan’a gitmemeleri yönünde karar çıktı. Diğer yandan, süren soruşturmalarda, polis ve savcılara gerekli gözdağı verilip yeni ve revize edilmiş HSYK tarafından atanan yeni savcılarca iki ayrı dosyada verilen “kovuşturmaya yer olmadığı” yönündeki kararlara, müvekkil parti tarafından itiraz edilmiş, itirazlarımızın reddi üzerine de “etkili soruşturma” prensibinin ve “etkili başvuru hakkı”nın ihlalleri gerekçesiyle konu önce Anayasa Mahkemesine, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderilmiştir. Ancak bu dosyalarda dört şüpheli, dokunulmazlıkları bahanesiyle soruşturma geçirmemişlerdir. Bu kere, 25. Dönem Milletvekilliği seçimleriyle birlikte, adı geçen dört şüpheli hakkında cezai soruşturma yapılması önünde hiçbir engel kalmadığı gibi, CMK Madde 160/1 uyarınca “Cumhuriyet savcısı, kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen İŞİN GERÇEĞİNİ araştırmaya başlar” görevi hayat bulmalıdır. Aynı Kanunun 161/1 fıkrası uyarınca “Cumhuriyet Savcısı her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.” Yine aynı kanunu 161/4 emredici hükmü çerçevesinde “Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.” Özetle, cezai dokunulmazlıkları kalkan dört şüpheli hakkında cumhuriyet savcılığı, derhal soruşturma yürütmeli, ve numarası verilen dosyalardaki deliller de dahil olmak üzere, haklarındaki tüm delil, bilgi ve belgeler de toplanarak hakkında ivedilikle iddianame hazırlanmalıdır. Bu neden ve taleplerle, dört eski bakan hakkında soruşturma açılması için makamınıza başvuruyoruz. Sonuç ve İstem: Dokunulmazlıkları kalkan dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak, atılı suçlardan cezalandırılmalarını bilvekale talep ederiz. Saygılarımızla. 12.06.2015 Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri Av. Ayhan Erkan Av. Ali Serdar Çıngı Av. Pınar Akbina Selam Olsun Bizden Önce Geçene! Selam Olsun Savaşırken Düşene! Mehmet Köroğlu Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Değer Yıldız ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli Yönetim Yeri: İnebey Mah. İnkılap Cad. Otohan No: Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah. 43/514 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 Mehmet Eker web: www.kurtulusyolu.org e-posta: [email protected] facebook:www.facebook.com/halkinkurtulusyolu twitter: www.twitter.com/KurtulusYoluGz 3 5 Yıl:10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 ı ı l u n e a i t ı ı n i i t n ı i Bir zamanlar Yemen... (III) Yemen Halkının birleşme çabaları Bu süreci sizlere gazetemizin bir önceki sayısındaki bölümde de aktarmalar yaptığımız Yöntem Yayınları’ndan Kasım 1976’da yayımlanmış olan bir kitaptan aktaracağız. Kitabın adı: “Güney Yemen Kurtuluş Mücadelesi”. Kitap derleme. İki metinden oluşuyor. Birinci metin, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Daimi Heyeti Başkanı Abdullah El Eştel’in bir çalışması. İkincisi Güney Yemen’in Kurtuluşunu sağlayan “Ulusal Cephe Siyasal Örgütü Genel Sekreteri Yoldaş Abdul Fattah İsmail ile 22 Haziran Tasfiye Hareketinin 5. Yıldönümü dolayısıyla 1974 yılında yapılan ve Lübnan’da yayımlanan EL HÜRRİYE adlı dergide yer alan görüşme metni”. Görüşmede A. F. İsmail’e sorulan 12’nci soruya verdiği cevabı aktarıyoruz: “Soru 12: Birleşik Demokratik bir Yemen’in yaratılması için, demokratik görevlerin bölge düzeyinde tamamlanması olasılığı üzerindeki görüşleriniz nedir? “Cevap 12: Yemen Halkının iki ulusal devrimin, 26 Eylül 1962 ve 14 Ekim 1963 devrimlerinin zaferiyle ulusal kurtuluşlarını gerçekleştirmelerinden sonra, yeni bir yaşam kurma sürecinde, ileri doğru gelişme yolları açılmış oldu. Ama hâlâ, Sanaa’daki dinsel imamlık rejimi ve Aden’deki yarıfeodal sömürgeci rejim Yemen kitlelerinin devrimci yükselişi önünde büyük bir engel olarak duruyordu. “Tarihsel, öznel ve nesnel koşullardan dolayı siyasal örgütlerin faaliyeti ülkenin bütününde yürütüldüğü halde, Yemen ulusal mücadelesi, ülkenin iki ayrı siyasal varlık oluşturmasına yöneldi. “Osmanlıların ve İngiliz sömürgecilerinin vatanımız Yemen’de yarattıkları bölünme, iki ayrı düzenin kurulmasına yol açtı: Sanaa’daki dinsel ve feodal düzenle, Aden’deki sömürgeci yarıfeodal düzen. Bununla birlikte emekçilerle yoksullar arasındaki ortak Yemen ulusal ruhunu parçalayamadılar. Tek bir vatan umudu tüm Yemenli mücadelecilerin ve ilericilerin ereği olmaya devam etti. “Zincirin zayıf halkası Sanaa’daki Hamidüddin ailesinin imamlık rejimiydi. Ve biz, bu rejimin devrilmesinin, güneydeki kitlelere İngiliz sömürgecilerine karşı mücadeleye girme fırsatı verdiğine inanmaktayız. Yemen Siyasal Örgütlerinden hiçbiri, aynı anda hem imamlık hem de sömürge rejimine karşı kurtuluş mücadelesine girişemezdi; çünkü 1950’lerin sonuna e n , ı . kadar Yemen toprakları yakınında ulusal mücadeleye destek olabilecek devrimci tek bir müttefik yoktu. “Hâsılı, 26 Eylül 1962’de Sanaa’da gerçekleştirilen devrim Yemen Halkının mücadelesinin sürekliliği ve İngiliz sömürgecilerini kovarak tam kurtuluşlarını sağlamaları için bir temel yaratmış oldu. Böylece 14 Ekim 1963 devrimi (Güney’de – Kurtuluş Yolu), İngiliz sömürgeciliğine karşı uzun bir silahlı mücadele başlattı; dört yıldan fazla süren bir mücadele sonunda, 1967 Kasımı’nda sömürgeciler ülkeden kesin olarak kovuldu. “Yemen Halkının ulusal kurtuluş mücadelesi iki biçimde gelişti: İlki Ordunun Sanaa’da giriştiği askeri hareket biçimiydi. Eylül Devrimi’ni korumak ve cumhuriyetçi rejimi savunmak amacı güden bu hareketi, bir halk devrimi niteliği kazanan kitle mücadelesinin yükselişi izledi. Ulusal kurtuluşun başarılması ve sömürgecilerin kesin olarak kovulmasıyla sonuçlanan, Aden’deki örgütlü ve uzun silahlı mücadele ise diğer biçimi oluşturuyordu. “26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerinin tek bir Yemen Siyasal Örgütü tarafından yönetilmediğine dikkat etmeliyiz. Kuzeydeki devrim, emekçi kitlelere hükmeden dinsel imamlık rejiminin boyunduruğunu yıkmayı amaçlayan Özgür Ulusçu Subaylar Örgütü tarafından gerçekleştirildi ve sonunda Yemen Arap Cumhuriyeti kuruldu. “Güneydeki silahlı mücadeleler ise Ulusal Cephe Siyasal Örgütünce yönetildi ve 1967 Kasımı’nda İngilizler ülkeyi terk etmek, halkın ulusal bağımsızlığını ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kabul etmek zorunda kaldılar. “26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerini yürüten ulusal kurtuluş güçleri, birleşik bir siyasal örgüt altında toplanmadığı halde, halkın ulusal kurtuluş mücadelesi tek bir rota izlemiştir: Yemen ulusal davasının birliği ve birleşik demokratik bir Yemen’in kurulması. “Devrimin ve Eylül Cumhuriyeti’nin savunulduğu yıllar boyunca, Güney ve Kuzey Yemen’in her kesiminden gelen iş- çiler, yoksul köylüler, askerler ve devrimci aydınlar, kralcı güçlerden ve Suudi gericiliğinden oluşan ortak düşmana karşı ortak barikat kurdular. Güneydeki silahlı mücadele yıllarında, tüm Yemenliler İngiliz sömürgeciliğine ve onun uşağı sultanlara karşı elde silah yan yana direndiler. “Bununla birlikte, tek bir devrimci aracın bulunmayışından dolayı, Yemen’in iki kesiminde iki ayrı siyasal varlığın oluşması doğaldır. “Sonuç olarak, her iki kesimde ulusal kurtuluştan sonraki hedefler de farklı olmuştur. Güneyde milli demokratik devrim aşamasının görevleri öne çıkarken, kuzeydeki Eylül Devrimi’nin önüne, ulusal kurtuluşun tamamlanmasına ilişkin görevler çıkmakta; devrimin ve cumhuriyetçi sistemin emperyalist güçlerin ve Suudi gericiliğinin istilasından ve diğer tehlikelerden korunması konusu önem kazanmaktadır. “Beşinci Genel Kongre sırasında, Ulusal Cephe Siyasal Örgütü, Yemen milli demokratik devrim mücadelesi deneyi üzerinde durdu ve birleşik demokratik Yemen’in kurulması ve Yemen devrim stratejisinin saptanması amacıyla bir birlik perspektifi çizmeye çalıştı. “Yemen’in güney kesiminde şimdi geçmekte olduğumuz milli demokratik devrim aşamasına, kuzeyde de er geç girileceğine inanıyoruz. “Suudi gericiliği ve savaş kışkırtıcısı uşaklarının yarattığı Eylül 1972 savaşından sonra, Kahire’de kuzeyli kardeşlerimizle imzalanan Birlik Anlaşması bu konuda atılmış olumlu bir adımdır; emperyalistler ve gericiler Yemen Halkını iç savaş kazanına itmek, onların mücadelelerini saptırmak istiyorlardı. Anlaşmanın imzalanmasından ve çeşitli ortak komisyonların oluşturulmasından sonra, birçok ekonomik, anayasal ve toplumsal konularda görüşleri yaklaştırma açısından önemli ilerlemeler sağlanmıştır. “Siyasal örgüt, birleşik demokratik bir Yemen’in kurulması için yurtseverlerin, ilericilerin ve kitle örgütlerinin çabalarını kesin olarak birleştirmeleri açısından, bu demokratik diyalogun sürmesini içtenlikle istemektedir. “Yemen Halkının birlik ve gelişmesini engelleyen zincirleri kırmayı amaçlayan her türlü çaba ve eylemin -ister resmi düzeyde, ister ulusal hareket düzeyinde olsun- yanında yer aldık. Ulusal mücadele çabasının başarıya ulaşması için, halkın demokratik haklarını kullanıp, mücadele için seferber olmasını, kitle örgütlerinin güçlendirilmesini, ulusal hareketlerin birleştirilmesini ve birleşik demokratik Yemen’in gerçekleştirilmesini amaçlayan doğru bir hareketin oluşturulmasına gittikçe daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.” (agy, s. 7578) Yaptığımız aktarmada Ulusal Cephe Siyasal Örgütü Genel Sekreteri Abdul Fattah İsmail’in de açıkça belirttiği gibi, Güneyde İngiliz sömürgecileri yenip işgali sona erdiren ve Yemen’i birleştirmeyi amaçlayan devrimci-halkçı bir iktidar kurulunca, Kuzeyde de cumhuriyetçi bir rejim olduğundan Yemen Halkı birleşmenin gerçekleşeceğini umuyordu. Ancak, Kuzeyde yaşanan iç savaşta Cumhuriyetçilerin yenilmesi ve Suudi gericiliğinin ve ABD’nin desteklediği bir yönetimin iktidara gelmesi birleşmeyi engelledi. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti ve halka sağladığı kazanımlar İktidara gelen Ulusal Cephe, hızla halkın ekonomik ve sosyal koşullarını değiştirmeye yöneldi. Başta işçiler, balıkçılar ve köylülerin yaşamını ve çalışma şartlarını iyileştirmeye yönelik bir dizi önlem aldı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar yüzünden, var olan ücretler düşürüldü ve buradan elde edilen paralar ekonominin ve sosyal hayatın geliştirilmesine harcandı. Üstelik de görece daha yüksek ücret alan bu kesimler ücretlerinin düşürülmesini gönüllü olarak önerdiler: “1972 Ağustosunda, yabancı ekonomik ve siyasal baskılara karşı direnmek ve kendine güven politikasını uygulayabilmek için ücretlerin indirilmesini talep eden yedi günlük halk gösterilerinden sonra, devlet girişimlerindeki tüm ücretler üçte bir oranında azaltıldı. Yedi günlük halk gösterileri sırasında Aden’de bulunan bir Japon turisti, ilk kez ücret artışı yerine kesinti isteyen işçiler gördüğünü söylüyordu. Kent merkezlerindeki yapay ekonomik bolluğun azalması, işçilerin kırsal alanlara göç etmesine neden oldu; bu ise gelişmekte olan ülkeler içinde benzeri olmayan bir durumdu.” (age, s. 16-17) Yeni yönetim Kamu sektörünü geliştirmek için milleştirmeler gerçekleştirdi. Köylülere yönelik olarak özellikle Kooperatifçiliğe büyük önem verdi. Ülke çapında 21 kooperatif ve 24 devlet çiftliği kuruldu. “Ordu yavaş yavaş üretici siyasal bir güce dönüştürüldü; halkla ilgili projelerin gerçekleştirilmesini, okul, yol, sulama tesislerinin yapımını sağladı. Diğer yandan işçiler ve köylüler, milis birlikleri içinde örgütlendiler; bir yandan askeri açıdan yetiştirilirken, bir yandan da siyasi eğitimden geçtiler. Halkın seçtiği bölgesel savunma komiteleri oluşturuldu. Bu komiteler, gelişme planlarıyla ilgili çeşitli toplumsal, ekonomik, eğitim faaliyetlerinde çok önemli rol oynadılar. Cehaleti yenmek için bir kitle hareketine girişildi. Gönüllü çalışma, yeni devrimci gelenekler arasında yer aldı. Yeni bir aile yasası, çokeşli evliliği yasakladı ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın herkes eşit toplumsal, siyasal ve ekonomik haklar sağladı.” (age, s. 15) “1969 Kasımında yayımlanan millileştirme kararları, Tasfiye Hareketinden sonra alındı ve millileştirilen şirketler ulusal kamu sektörünün çekirdeğini oluşturdu. “Kamu sektörünün kurulmasıyla birlikte birçok şirket, örgüt ve banka devletin malı oldu. Bunun yanında iç ve dış ticaretin belirli bir yüzdesi de kamu sektörü tarafından temsil olunan Devletin doğrudan denetimi altına girdi. “Bu süreç yalnızca ulusal ekonominin yabancı tekelci şirketlerin egemenliğinden kurtarılmasıyla sınırlı değildi, çünkü devrim öncelikle ekonomik hayatta ulusal ekonominin planlanıp programlanmasına girişmişti. Üç yıllık plan tarımsal ve sınai alanlar için yapıldı ve halkın maddi ve manevi yaşantısıyla doğrudan ilgili hayati birçok proje hazırlandı.” (age, s. 58) Ya Kadınlar? Onlar için ne yaptı devrimci iktidar? “Kadınlar ilk defa Yüksek Halk Meclisi’ne katıldılar. Bize göre bu katılma, Ulusal Cephe’nin kadın kitleleri karşısındaki ilkeli davranışını ve genel olarak devrim süreci içinde kadının oynayabileceği devrimci role duyduğu inancı gösteriyordu. Kadınların Demokratik Yemen Halk Meclisi’nde yerlerini almaları ve bir kadının hâkim olarak atanması, bütün bunların İslam geleneklerine aykırı olduğuna inanan güçlerin, özellikle de Suudi gericiliğinin beslediği kini daha da yoğunlaştırdı. Yemenli kadınların demokratik haklarını kullanmaları karşısında gerici güçlerin beslediği korku, kadınların kendi siyasal ve toplumsal haklarını ele geçirmek için mücadele etmelerinden duydukları korkudan ileri geliyordu. Çünkü Yemenli kadınların mücadelesi ve çeşitli toplumsal alanlarda erkeklerle eşit haklar kazanmaları, baskı altında tutulan ve günlük yaşamında her türlü haklarını kullanmaları engellenen toplumlardaki cinsdaşlarının mücadelesi için bir simge oldu.” (age, s.63) Özetçe bütün bu alanlarda büyük başarılar sergileyen devrimci iktidar hep söylediğimiz gibi ne yazık ki bu başarılarını sürekli kılamadı. Kendi içinde de çelişkiler yaşadı. Bu da mücadelesini yavaşlattı. Diğer yandan dünya çapındaki olumsuz gelişmeler de bu süreci hızlandırdı. Ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, Yemen Halkının birliğini sağlayamadı. Sancılı birlik süreci 1972 yılında iki Yemen arasında kısa süreli bir savaş yaşandı. Bunun üzerine Libya’da 1969 yılında (Mısır, Kuzey Yemen, Suriye, Irak gibi) bir Politik Devrim gerçekleştirerek iktidara gelen ve Arap Ulusu’nun birliğini savunan antiemperyalist, yurtsever, halksever Muammer Kaddafi’nin aracılığı ile 28 Kasım 1972’de Trablus’ta, iki Yemen devletinin birleşmesi için bir anlaşma imzalandı. Başkenti de Sanaa olacaktı. Ancak bu anlaşmayı uygulamak mümkün olmadı. 1979 yılında iki Yemen arasında yeniden bir savaş yaşandı. Bunun nedeni Kuzeydeki yönetimin ABD ve Suudi yanlısı politikaları ve Yemen Halkının birliğini engellemesiydi. Yaşanan savaşta ABD ve Suudi Arabistan Kuzeydeki yönetimi her türlü silahla, araç gereçle destekledi. Güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni ise Küba ve Sovyetler Birliği destekledi. Savaşta iki taraf da üstünlük sağlayamadı ve sonuçta Arap Birliği’nin aracılığıyla ateşkes imzalandı. Ateşkesten 14 gün sonra iki Yemen devlet başkanı bir birleşme anlaşması imzaladı fakat bu anlaşmayı da uygulamak fiilen ve resmen mümkün olmadı. Yani emperyalistler Suudi gericiliğine dayanarak ve onu kullanarak Yemen Halkının arasına kan davaları sokmaya devam ediyordu. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Kamp’ın da kendi can derdine düşerek enternasyonalizmden hızla uzaklaşmasıyla birlikte Güney Yemen’de de olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlandı. Ve ne yazık ki ülkede bir iç savaş çıktı. Savaşı kaybeden yöneticiler Kuzey Yemen’e kaçtılar. maktan çıkmıştı o an için. Aksine tüm dünya halkları esen gerici rüzgârlara kapılmıştı. Artık dünyada ABD’nin borusu ötüyordu. “Yen Dünya Düzeni” denilen bir düzen vardı. Ve bu yeni dünyanın tartışmasız başhaydudu ABD’ydi. ABD’nin hedefi de daha önce de söylediğimiz gibi: “bin devletli bir dünya” idi. Dolayısıyla Yemen Halkının gerçek birliğine kavuşamaması için elinden gelen her Güneyde bunlar olurken, Kuzeyde Haziran 1974’te bir darbeyle yönetime el koyan Suudi Arabistan yanlısı Albay İbrahim Hamdi, anayasayı askıya almanın yanı sıra Güney Yemen’e karşı Suudi Arabistan’dan daha geniş çapta yardım alma yoluna gitti. Ekim 1975’te Hamdi, Haşitler Kabile Konfederasyonu başkanı Abdullah el-Ahmer’e yakın subayları hedef alan geniş bir temizliğe girişti ve Abdullah el-Ahmer’in başkanlık ettiği Danışma Konseyi’ni dağıttı. Bu eykemin yeniden canlandırdığı kabile çelişkileri, 1977’de iç savaşa dönüştü. Asiler ülkenin kuzeyini hızla denetim altına aldılar. Suudiler’in arabuluculuğu sayesinde ateşkes sağlandıysa da, merkezi hükümet ve kabileler arasındaki görüşmelere başlandığı sırada Cumhurbaşkanı el-Hamdi öldürüldü (11 Ekim 1977). Ve Binbaşı Ahmet el-Gaşmi şeyi yaptı AB-D Emperyalistleri. Sınıfsal çelişkileri, kabile çelişkilerini, zaten var olan ve etkin olan mezhep çelişkilerini kışkırttı. Artık halklar arasında sınıfsal çelişkiler değil, mezhepsel çelişkiler başrolü oynamaya başladı 150 yıllık ayrılığın getirdiği alışkanlıklarla da Güney ve Kuzey arasındaki çelişkiler artarak devam etti. Bunun üstüne ise Mezhep çelişkileri tuz biber ekti. Bunun sonucu olarak bu kez de 1994 yılında yeni bir iç savaş yaşandı. İktidardak Amerikancı Salih rejimi, Güneyli devrimc askerleri ve subayları zorunlu olarak emekl daha doğrusu tasfiye etti. Ayrıca devrimci iktidarın halka sağladığı bütün kazanımları da geri almak için davranışa geçti. Bu karşıdevrimci girişimlere yönelik protestolar başlamış ve daha sonra bu protestolar bu kez de Kuzey’den bağımsızlık talebine dönüşmüştür. başkanlığında üç üyeli bir Başkanlık Konseyi kuruldu. Suudi Arabistan’ın desteğinden yararlanan el-Gaşmi, kabile liderleriyle yapılan görüşmeleri sonuçlandırdıktan sonra bir Kurucu Meclis tarafından Şubat 1978’de cumhurbaşkanlığına seçildi. Bununla birlikte, kabile liderlerine verilen ödünler iç gerginliklere ve Güney Yemen’le ilişkilerde, el-Gaşmi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan bir bunalıma yol açtı. Temmuz 1978’de başa geçen Ali Abdullah Salih, içeride istikrarı sağladıktan sonra daha dengeli bir dış politikaya yöneldi. Sivil organların oluşturulmasına karşın ordunun yönetimdeki ağırlığının sürdüğü bu dönemde, ülkenin Suudi Arabistan’a ekonomik bağımlılığı daha da arttı. 1983’te Ali Abdullah Salih beş yıllık bir dönem için yeniden cumhurbaşkanlığına getirildi. 5 Temmuz 1988’de ülke tarihinde ilk kez Meclis seçimleri yapıldı. Cumhurbaşkanlığı’na, üçünü kez Salih seçildi. 27 Nisan 1993’te gerçekleştirilen 301 kişilik Parlamento seçimlerinde Abdullah Salih’in partisi (General People’s Congress-Genel Halk Kongresi-GPC) 123 sandalye kazanırken, Islah 62, Güney Yemen’deki bütün partilerin derlenerek, birleşerek kurduklar Yemen Sosyalist Partisi 57, Baas 7 (Irak taraftarı), Nasırcı partiler 4 ve içerisinde Şii milletvekillerinin de bulunduğu bağımsızlar 47 sandalye kazandılar. Gösterilen tepkilere rağmen yapılan bütün seçimleri kazanan Ali Abdullah Sâlih 2000 yılında anayasayı değiştirerek iki defa daha yeniden seçilme hakkı kazandı. Halk tarafından seçilen Meclisin yanı sıra, üyeleri cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir Şûra Meclis (Senato) kuruldu. 2000’li yıllarda ülkede pek çok isyan çıktı. Eylül 2006’daki seçimleri de kazanan Al Abdullah Sâlih, Zeydî Hüseyin Husî’nin “Şebâbü’l-mü’minîn” adlı hareketiyle uğraşmak zorunda kaldı. 2009’da Güney Yemen’de ortaya çıkan hareket silâhlı direnişe geçti. Yan Yemen, bir kez daha 150 yıldır süren bölünmenin, parçalanmanın sonuçlarıyla karşılaştı. İki Yemen arasındaki ve bu Yemen’lerin kendi aralarındaki ayrılıklar, çatışmalar 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Ayrılık devam ediyor ama birleşme isteği de sürekli canlı kalıyordu. Bunun sonucunda, emperyalistlerin de bastırmasıyla (çünkü onlar artık Güney Yemen’in devrimci, halkçı yönetimini alt edebileceklerine inanıyorlardı) birlik sağlandı. Önce taslak bir Anayasa metni üzerinde uzlaşıldı ve nihayet 22 Mayıs 1990’da Kuzeydeki Yemen Arap Cumhuriyeti ve Güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, başkenti Sanaa olan yeni devlette birleştiler. Yeni devletin adı: Yemen Cumhuriyeti oldu. Günümüzde Yemen Sorunu Kuzey ve Güney arasında sağlanan birlik, pamuk ipliğine bağlı, zoraki bir birlikti. Bu birleşme, gerçekte Yemen Halkının gerçek birliğini sağlamaktan uzaktı. Ve o birliği zorlayan devrimci ideoloji artık etkisini yitirmiş, kadrolar yok olmuşlardı. Çünkü 1990 yılında Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp dağılmaya başlamıştı. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Sosyalist Kamp ülkeleri kendi can dertlerine düşmüşlerdi. Ve sosyalizm halklar için bir umut ol- “Arap Baharı” ve Yemen’e etkileri Yemen, 2011 yılı başlarında Tunus’ta başlayıp Arap dünyasına yayılan “Arap Baharı”ndan etkilenen ilk ülkelerden birisiydi Uzun süren protesto gösterileri ve çatışmalar sonucu, Kasım 2011’de imzalanan Körfez İşbirliği Konseyi Antlaşması’yla devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 33 yıldır sürdürdüğü iktidarını terk etmek ve ağababası Suudilere sığınmak zorunda kaldı. Göreve Başkan Yardımcısı Abdürabbih Mansûr el-Hâdî getirildi 21 Ocak 2012’de yapılan seçimlerde Abdürabbih Mansûr el-Hâdî cumhurbaşkanı seçildi. Yemen Halkı büyük bir başarı kazanmıştı Gerici iktidarı devirmişti kitle gösterileriyle Ama AB-D Emperyalistleri ve başta Suudiler olmak üzere gerici Ortadoğu rejimleri bu durumu kabullenmediler ve Müslüman nüfusun tahminen % 65’ini Sünnilerin, % 35’ini Şiilerin oluşturduğu ülkede mezhep çelişkilerin kışkırttılar bir kez daha. 4 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 İşte Türkiye ekonomisinin hali pür melali Pahalı Devlet işte budur Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), 2010’da yüzde 9,2 olan büyüme oranının 2014’te yüzde 2,9’a gerilediğini açıkladı. Peki niye böyle? Var olan sanayimiz yerli, milli değil. Yabancı Tekelci şirketlerin acentesi durumunda. Çünkü “bizim” sanayicimiz, üretim yapmıyor. Yerli gibi gözüken şirketler de yabancıların hâkimiyetinde. Üretim yapan şirketler ise yabancıların. Onlar yaptığı üretim ise montajdan ibaret. T ayyipgiller hançerelerini yırtarak diyorlar ki; “Türkiye ekonomisi iyi yolda. Şu anda dünyanın 17’nci büyük ekonomisi, 2023 yılında da dünyanın en büyük 10’uncu ekonomisi olacak!” Bunun ham hayalden ya da büyük bir yalandan, aldatmadan, kandırmacadan ibaret olduğunu anlamak için “büyük” “anlı şanlı” ekonomist olmaya gerek yok. İstatistikler, raporlar okumaya, araştırmalar yapmaya da gerek yok. Kimi gazetelerde yayımlanan rakamlara bakıvermek yeter de artar bile. İşte bu konuya ilişkin 18 Haziran’da Yurt Gazetesi’nde bir haber yayımlandı. Haber şöyleydi: “500 büyük, bir Wall-Mart etmedi “(...) “İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından dün açıklanan “Türkiye’nin da yer yok bu rakamlar karşısında. Zaten sadece bu rakamlar değil bütün rakamlar, olgular da bu gerçekliği kanıtlıyor. Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, Türkiye en hızlı büyüyen 15 ülke arasında 14’üncü. Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), 2010’da yüzde 9,2 olan büyüme oranının 2014’te yüzde 2,9’a gerilediğini açıkladı. Peki niye böyle? Var olan sanayimiz yerli, milli değil. Yabancı Tekelci şirketlerin acentesi durumunda. Çünkü “bizim” sanayicimiz, üretim yapmıyor. Yerli gibi gözüken şirketler de yabancıların hâkimiyetinde. Üretim yapan şirketler ise yabancıların. Onlar yaptığı üretim ise montajdan ibaret. Oysa bir zamanlar, Birinci Ulusal Kurtuluştan sonra, 1930’lu ve sonraki yıllarda, Sovyetler Birliği’nin mali, 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” (İSO 500) araştırmasının 2014 yılı sonuçlarına göre, söz konusu listede yer alan şirketlerin toplam üretimden satışları 421 milyar 155 milyon 976 bin 571 lira oldu. “Forbes dergisinin 2015 yılı “Dünyanın En Büyük 2000 Şirketi” listesinde ise 485,7 milyar dolarla Amerikan perakende sektörünün önde gelen şirketlerinden Wall-Mart Stores ilk sırada yer alıyor. Söz konusu şirketin satışları 485,7 milyar dolar olarak kayıtlara geçerken, bu rakam İSO 500’de yer alan şirketlerin toplam satışlarının 2,7 katı düzeyinde bulunuyor. Böylece Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun toplam üretimden satış değeri, Wall-Mart Stores’in sadece yüzde 37,2’sini karşılayabiliyor.” İşte gerçek bu! Başka söze gerek yok. Atmaya tutmaya, aldatmaya, kandırmaya teknoloji ve teknik eleman katkılarıyla yerli, ulusal bir sanayi kurma yolunda adımlar atılıyordu. Şeker fabrikaları, kömür madenleri, et ve süt ürünleri işleyen fabrikalar, Sümerbank, Kâğıt fabrikaları kuruluyor; sanayi geliştirilmeye çalışılıyordu. Ama ne yazık ki 1950 yılında Demokrat Parti (DP)’nin ABD tarafından iktidara getirilmesiyle birlikte, özellikle 1980’li yıllardaki Turgut Özal döneminde ve en yoğun .şekilde de Tayyipgiller iktidarı sırasında bu kamu kurumları, kamu fabrikaları yerli ve yabancı Parababalarına, esas olarak da yabancı Parababalarına, peşkeş çekildi. 1986 yılından 2002 yılına kadar olan 16 yıllık sürede 8 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. 2002 yılından 2014 yılına kadar olan sürede yapılan özelleştirmelerin toplam tutarı ise 61.8 milyar doları buldu. Bu ne demektir? Neredeyse bütün Kamu Mallarının yerli yabancı Parababalarına peşkeş çekilmesi, kamunun üretimden çekilmesi, var olan fabrikalarımızın (iletişimden, madenlere, yollara, köprülere, limanlara, bankalara kısacası aklınıza gelen her alanda) kapatılması, üretim dışı kalması demektir. Bunun sonucu olarak da artık üretim yapılmadığını, şirketlerin elde ettikleri kârların da üretimden değil, üretim dışı gelirlerden kaynaklandığını bakın EBSO Başkanı Ender Yorgancılar nasıl itiraf ediyor: “KÂRLILIK KİRALARDAN “Genel olarak baktığımızda, bu kârlılık üretimden kaynaklanmıyor, firmalar kârlılıklarını üretim dışı al-sat veya kira gibi gelirlerle gerçekleştiriyor.” İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan da bu gerçeği şöyle itiraf ediyor: “Sanayici olarak inşaata ve inşaatçıya karşı değiliz, herkesin inşaatçı olmasına karşıyız. Elbette Türkiye gibi bir ülkede doğru yapılan inşaatın sanayiye artı değer getirdiği muhakkak. Ancak sanayi faaliyetlerini bırakıp geleceği inşaatta arama eğiliminin giderek artıyor olması hem Türkiye’nin geleceği hem de sanayinin ve inşaatın sürdürülebilirliği açısından bizi son derece endişelendiriyor.” Gerçek bu olunca, ülkenin en büyük 500 şirketinin üretimden satışı, bir Wall-Mart etmiyor. Böyle olunca da dünyanın 10’uncu büyük ekonomisi olunamaz tabiî ki. Şu anda dünyanın en kırılgan ekonomisine sahip, parası dolar karşısında en çok değer yitiren ülkesi ne yazık ki Türkiye. İç ve dış borç miktarı (onlar “stoku” diyorlar) 624 milyar lira olan ülke Türkiye. Daha ne diyelim... Ama bu böyle gitmeyecek. Halkın İktidarında bunların hepsinin hesabı sorulacak. Özelleştirilen Kamu Mallarımız tekrar Kamuya verilecek ve tekniğin en son sözüyle donatılmış fabrikalar, en modern teknikler ve bilimsel yöntemler uygulanarak verimli hale getirilecek, ülkemizin ekonomice kanatlanıp sanayice gelişkin, insan haklarına saygılı, gelirin adaletlice paylaşıldığı bir ülke haline gelmesinin yolunu açacağız. Bunu mutlaka başaracağız.q Bir zamanlar Yemen... (III) Baştarafı sayfa 3’te ABD Emperyalistleri, gerici, işbirlikçi Suudiler eliyle Sünni İslamı, onun Yezid yorumunu Yemen’de hayata geçirmek, egemen kılmak istediler. Buna karşılık ise Şiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimseyen Husili kabileler, bu politikalara karşı çıktılar ve karşı çıkmaya devam ediyorlar. Ve bugün Yemen’de etkili bir güç halindeler. Devrimci, halkçı hareketin yerini bu kez Mezhep yanı ağır basan bu hareket aldı. AB-D Emperyalistlerine ve Suudilere göbekten bağlı yönetime karşı mücadele veriyorlar ve başarı kazanıyorlar. Başkent Sanaa’yı ele geçirdiler, Aden’i de ele geçirmek üzereler. İşte bu yüzden Suudiler öncülüğünde oluşturulan gerici Arap koalisyonu (Körfez ülkeleri, emirlikleri, krallıkları, şeyhlikleri ve Mısır gibi ülkeler), oluşturdukları ortak ordu gücüyle Yemen’e askeri bir müdahale başlattı. Bu gerici ordu Husilere saldırıyor, Yemen Halkını bombalıyor. Yemen Halkı acı çekiyor bu yüzden. Bir yandan yüzlerce masum Yemenli (Kuzeyli-Güneyli) hayatını yitiriyor, binlerce insan yaralanıyor, diğer yandan kendi ülkesinde mülteci durumuna düşüyor. Ve Yemen bir bütün olarak kanıyor, kanıyor... Sonuç Yemen, özel olarak da Aden, yukarıda belirttiğimiz gibi Kızıl Deniz’in güney çıkışını tutmaktadır. Ve Arap bölgesinden çıkan petrol ve doğalgaz yüklü tankerler bu boğazdan geçerek Amerika’ya, Japonya’ya ulaşmaktadır. Petrol demek ise bildiğimiz gibi her şey demektir. George Friedmann’ın da açıklıkla belirttiği gibi Okyanuslara hâkim olan dünyaya hâkim olur. Okyanuslara hâkim olan dünya ticaretine hâkim olur. İşte Yemen’in özellikle güney bölgesinin bir diğer önemi de buradan kaynaklanmaktadır. Yemen Sorunu; önce İngiliz Emperyalistlerinin, sonra ABD Emperyalistlerinin yarattıkları idari, siyasi ve ideolojik ve mezhepsel ayrılıkların, bölünmelerin ve Sosyalist Kamp’ın yokluğunun bir sonucudur. (Osmanlı’nın rolü etkili olmaktan uzaktır.) İşte yazımızın başında o yüzden dedik ya, 1990 öncesi dünya daha iyi bir dünyaydı diye. Okuduk, bir zamanlar Güney Yemen Ortadoğu’nun biricik Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen devletiydi. Bu devlet, Sovyetler Birliği, Sosyalist Kamp ve Küba’yla işbirliği içinde devrimci politikaları hayata geçirmeye uğraşıyordu. Yemen Halkı yüzlerce yıllık ayrılıktan sonra artık birleşeceğine, bir tek Yemen Cumhuriyeti olacağına inanıyordu. Ama ne yazık ki hayat öyle akmadı. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Kamp ülkelerinin, Marksist-Leninist ideolojiyi terk etmelerinden ötürü acıklı çöküşü, yıkılışı Güney Yemen başta olmak üzere dünyanın mazlum halklarını AB-D Emper- yalistleri ve onların işbirlikçisi, uşağı devletler karşısında savunmasız, korunaksız bıraktı. Ve bu ülkelerin yöneticileri kurtuluşu AB-D Emperyalistlerine sığınmakta buldular. Onların politikalarını hayata geçirirlerse başarılı olacaklarına, iktidarlarını sürdüreceklerine inandılar. Ama yanıldılar. AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçileri hiçbir zaman halklara özgürlük, eşitlik getirmez. Onlar sadece bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirmek isterler. Kendi çıkarlarına kullanırlar bu halkları. Yemen Sorunu’nun çözümü de, halklar arasındaki bölünmelerin çözümü de insanın insanı ezmediği, sömürmediği, soymadığı, zulmetmediği bir dünyayı yaratmaktan geçiyor. Bu dünya; Sosyalist Dünyadır. Tüm insanlığın sosyalist bir aile olarak yaşadığı dünyadır. Bu dünyayı mutlaka kuracağız. Emperyalistlerin ulusları, ülkeleri bölmelerine, parçalamalarına, birbirlerine düşman etmelerine ve aralarına nifaklar sokarak birbirleriyle boğazlaşmalarına sebep olmalarına son vereceğiz. Sıra kendi coğrafyamızda, Türkiye’dedir. Türkiye de 3’e bölünmek istenmektedir bugün AB-D Emperyalistlerince. Buna da izin vermeyeceğiz. Kürt kardeşlerimizle birlikte Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kuracağız. Ve birleşik bir ülke olarak yenilmez-yıkılmaz bir kale oluşturacağız; anti emperyalist-sosyalist ülkeler ve halklar arasındaki onurlu yerimizi alacağız q P arababaları devleti israfçıdır. Kamu kaynaklarını har vurur harman savurur. Kamu kaynaklarını adaletlice dağıtmaz. Aksine Parababalarına peşkeş çeker. Yeyim eder. Bu yüzden de “pahalı devlet”tir. Bunun örneklerini her gün görüyoruz. Son günlerde ayyuka çıkan birkaç örneği vermek istiyoruz. Bildiğimiz gibi, Diyanet İşleri Başkanına devlet lüks, zırhlı bir Mercedes otomobil satın aldı makam arabası olarak. Bu çok pahalı bir arabaydı. Ve yapılan bu iş, kamuoyunda çok büyük tepkiye neden oldu. Üstelik de bu makam aracı, bir din adamına alınmıştı... Oysa, İslam dininin kurucusu Hz. Muhammed kamu kaynaklarını israf etmediği gibi, kamu kaynaklarının kişicil kullanımına da müsaade etmezdi. Kendi kişicil olarak asla kullanmadığı gibi, kendisi için kullanılmasına da izin vermezdi-kullandırtmazdı. Dolayısıyla ülkenin en büyük din yetkilisinin böyle bir makam aracı kullanması dinen asla kabul edilemezdi. Ama bunlar sahte dindar oldukları için kullanmakta bir beis görmemişlerdi. Geri vermemek için de direndiler. Ancak kamuoyu baskısı galip geldi. Fakat onlarla aynı anlayışta olan, kamu kaynaklarını israf etmekte hiçbir sakınca görmeyen, kamu kaynaklarını hem kendisi kullanan, hem de yakınlarına ve yandaşlarına kullandırtan bir Cumhurbaşkanına sahibiz. O aşamada o devreye girdi ve “Ben önceden konudan haberdar olsaydım geri verilmesine izin vermezdim.” dedi. Ve akabinde Cumhurbaşkanlığı uhdesinde olan araçlardan, tabiî ki yine çok lüks, bir otomobili verdi Diyanet İşleri Başkanına. O da tepe tepe kullanıyor şimdi. Oysa daha mütevazı bir araç neyine yetmez insanın? Kime, ne gösterişi yapacak Diyanet İşleri Başkanı? Aksine tasarrufu teşvik etmesi, israfı kınaması gerekmez mi? “İsraf haramdır” diyen, dinin kurucusu Hz. Muhammed değil midir? Bir başka örnek bizzat Cumhurbaşkanının kendisidir. O da kamuoyu tarafından KaçAK Saray diye adlandırılan ve israfın en tepeye çıktığı bir “Külliye” yaptırdı kendisine. Maliyeti bir yana, döşemesi, malzemeleri, her gün yapılan masraflarıyla devletin kaynaklarını yiyip bitiriyor. Ama o aldırmıyor... Bununla da yetinmiyor bildiğimiz gibi. Uçaklar, helikopterler, çok lüks zırhlı araçlar gırla gidiyor. Kamu kaynaklarını kullanıyor hovardaca, kullandırtıyor aynı zamanda. Basına yansıyan son örnek ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı savurganlık ve kamunun kaynaklarının İnşaat’tan kiralanmış ve aylık kirası ne kadar biliyor musunuz? Tam 850 bin TL! Yıllık kira gideri ne oluyor bu durumda? 10 milyon 200 bin lira. Kamunun gideri sadece bununla sınırlı mı pekiyi? Olur mu hiç? Temizlik ve Güvenliğe her ay 520 bin TL veriliyor. Onun bir yıllık masrafı ne? 6 milyon 240 bin TL. Peki iki giderin toplamı ne? 10.200.000+6.240.000=16.440.000. (On altı milyon dört yüz kırk bin TL.) Bu para bir bakanlığın sadece bina kirası, temizlik ve güvenlik gideri. Ya basına yansımayan diğer bakanlıklar? Genel müdürlükler? Vb. vb... Peki bu para kimin parası? Kamunun değil mi? O zaman nasıl bu kadar bonkörce harcanıyor? Denetleyen bir kimse, kurum yok mu? Yok! Olmaz da. Çünkü Parababaları devleti yukarıda da söylediğimiz gibi böyle bir devlettir. Yani Pahalı Devlet’tir. Kamunun kaynaklarını Parababalarına peşkeş çekmek, bu arada kendileri için de vurgun vurma alanıdır devlet. Üstelik de israf, vurgun sadece bunlarla sınırlı kalsa neredeyse öpüp başımıza koyalım diyeceğiz. Bu gibi israflar iktidarda bulunan Tayyipgiller için “çerez parası”dır kendilerinin söyleyişiyle. Maliye Bakanı İngiliz Memet, Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilen araç söz konusu olunca 23 Mayıs’ta Gaziantep’te yaptığı açıklamada: “Araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını yapanlar, topu topuna genel müdür ve üstünden bahsediyor. Taş çatlasa 2 bin genel müdür var. Hadi 40 müsteşar ve 100 müsteşar yardımcısı olsa abartıyorum, 26 bakan bunların hepsini toplasanız Türkiye’nin milli gelirinde, bütçesinde çerez parası değil, çerez. Bakın 2014 yılında Türkiye’deki bütün araçların satın alınması, kiralanması, bakımı, onarımı ve yakıtı 3 milyar 300 milyon liradır. Türkiye’nin bütçesi 473 milyar liradır.” dedi, diyebildi... Tabiî onun için bir sorun yok. Nasıl olsa iktidarın nimetlerinden yararlanıyor kendisi. Bakana göre burada verilen rakamlar merkezi hükümete ait araçlar içinmiş. O zaman soralım bakalım bakana: KİT’lere, belediyelere, Milletvekillerine vd.lerine harcanan paralar ne olacak? Sözü uzatmayalım. İşte biz Proletarya Devrimcileri, Halkın Kurtuluş Partililer, Halkın İktidarında bu Pahalı Devlet’in yerine Ucuz Devlet’i geçireceğiz. Kamunun kaynaklarının israf edilmesine, peşkeş çekilmesine asla izin verme- akla hayale sığmayacak oranlarda Parababalarına peşkeş çekilmesidir. Hürriyet Gazetesi’nde yer alan Hacer Boyacıoğlu’nun haberine göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Ankara Söğütözü’nde “Via Twins” adlı 33 katlı bir binada hizmet veriyor. Bina Bayraktar yeceğiz. Buna yelteneni anında cezalandıracağız Halkın Adaletiyle. O zaman kamu kaynakları adaletlice kullanılacak, kaynaklar üretime ve yatırıma aktarılacak ve bunun sonucunda ülkemiz hızla büyüyecek, gelişecek.. Sözümüzdür: Kuracağız o iktidarı!q 5 5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 HKP: Bilderberg emperyalist bir savaş örgütüdür Cumhuriyet Başsavcılığına Ankara Suç Duyurusunda Bulunan: Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Halil Ağırgöl, Av. Azime Ayça Alpel, Av. Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan Kızılırmak Cad. 7/9 Kavaklıdere /ANKARA Şüpheliler: 1- Mustafa KOÇ 2- Ali BABACAN 3- Kemal DERVİŞ 4- İlhan Kesici 5- Soli ÖZEL 6- Nuray Mert 7- Ahmet Üzümcü 8- Mesut Yılmaz 9- Selin Sayek Böke 10- Gönenç Gürkaynak ve suça karıştığı tespit edilen diğer kişiler. S u ç: Suç Örgütüne Üye Olma TCK 220. Md, Temel Millî Yararlara Karşı Faaliyette Bulunmak İçin Yarar Sağlama TCK 305. Md A ç ı k l a m a l a r: Son günlerde basına yansıdığı üzere adına Bilderberg toplantıları denilen organizasyon bu yıl 11-14 Haziran 2015 tarihleri arasında Avusturya’da yapılacaktır. Bu yıl yapılacak toplantıya, ABD’nin IŞİD’le Mücadele Küresel Koalisyon Özel Temsilcisi John Allen, Danimarka İstihbarat Servisi Direktörü Thomas Ahrenkiel, Avrupa Komisyonu eski Başkanı Jose Manuel Barrosso, Shell CEO’su Ben van Beurden, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Başkanı William Burns, Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi Benoit Coeure, AB Ticaret Komiseri Karel De Gucht, Hollanda Finans Bakanı Jeroen Dijsselbloem, Axel Springer CEO’su Mathias Döpf- İ ner, Google Başkan Yardımcısı Regina Dugan, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer, Siemens Başkanı ve CEO’su Joe Kaeser, ABD’li diplomat ve siyaset bilimci Henry Kissinger, Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Belçika Başbakanı Charles Michel, Hollanda Başbakanı Mark Rutte, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Finlandiya Finans Bakanı Alexander Stubb’ın katılacağı açıklanmıştır. (http://www.ntv.com.tr/dunya/avusturyadaki-bilderberg-toplantilarina-turkiyeden-katilacak-isimler-belli-oldu,kOZXqcXRSkmcyPkZknVBFw) Ayrıca diğer tüm katılımcı listesi de “http://www.bilderbergmeetings.org/participants.html“ internet adresindeki listede ilan edilmiştir. Türkiye’den de bu toplantıya bu yıl CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, CHP’den milletvekili seçilen İlhan Kesici, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Google ve Twitter’in Türkiye’deki avukatı Gönenç Gürkaynak, gazeteciler Nuray Mert ve Soli Özel ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü’nün katılacağı bu listeden anlaşılmaktadır. Bu yıl yapılacak toplantılarda kimyasal silahlar, Rusya, Ortadoğu, İran, Yunanistan, NATO gibi gündemler olduğu da basına duyurulmuştur. (http://www.bilderbergmeetings.org/press-release.html) Bilderberg Toplantılarının masumane tartışma toplantıları olmadığını bugün tüm dünya kamuoyu bilmektedir. 1954 yılından beri aralıksız toplanan bu oluşum, katılımcılarından da anlaşılacağı üzere tüm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye çalışan Uluslararası Finans-Kapitalistlerin, yani Tekelci Şirketlerin temsilcilerini kapsamaktadır. Bu toplantıyı düzenleyenler ve katılımcılar dünya sermayesinin % 70’e yakınını elinde tutan kişilerdir. Her ne kadar bir kısım katılımcı ve idarecilerin ismi açıklansa da toplantılar gizli olarak yapılmakta ve görüşme içerikleri açıklanmamaktadır. Öyle ki toplantılarda telefon gibi haberleşme araçlarıyla bulunmak bile Türk Telekom işçisi direnişte nternet sitemizde bu yazıyı okumanızı sağlayan internet servisinin arızasız çalışması için gece gündüz demeden çalışan Türk Telekom çalışanları, dört bir yandan gelen baskılardan dolayı direnişte. Her biri bunalmış ve patlamaya hazır Türk Te l e k o m işçileri, taşeronundan patronlarına, sarı sendikasından devlet baskısına kadar dört bir yanda karşılaştığı sömürgenlere karşı mücadeleye girişti. Türk Telekom işçileri, tepkilerini duyurmak için #direntürktelekomteknikeri etiketi ile sosyal medyada duyurularını gerçekleştirdi. Duyuru sırasında işçiler, yaşadıkları sorunları gerek yazı, gerek fotoğrafla anlattılar. Ancak sorunlar kötü iş koşulları ve psikolojik baskı ile bitmiyor. İşçilerin karşısına çıkarılan diğer iki engel, kadrolu çalışan sayısının üç katına çıkmış olan taşeron işçi sayısı, taşeron şirketlerin rant amacıyla hizmet kalitesini düşürmesi ve işveren ile işbirliği içinde olan Türk-İş’e bağlı Haber-İş adlı sendika. İşçilerin ücretlerini ve haklarını belirleyen Toplu İş Sözleşmesi hâlâ imzalanmayı bekliyor. Ancak sendika, kabul ettiremeyeceği bilinen pazarlık maddelerini zamana yayarak işçilerin tepkilerini azaltmaya çalışıyor ve görüşmeleri işçilere aktarmıyor. Türk Telekom işçisinin yaşadığı bu olay, hem taşeron cehenneminin meydana getirdiği yangını, hem sarı sendikaların yarattığı hayal kırıklığı ve güvensizliği, hem de Parababaları devletinin kendi çıkarları adına her türlü sömürü yöntemini kullanacağını göstermekte. Hiç kuşkusuz içimizden geçen şudur, eğer ki bu adaletsizliğe karşı, Türk Telekom’un önüne on binlerce işçiyi, hatta memuru dökebilecek bir sendika olsaydı, Parababaları asla bu tür işlere girişemezdi bile. Ancak gün onların günü, tabiî ki o günler de “bu düzen böyle gitmez” diyenler arttıkça gelip geçecektir. İstanbul’dan Kurtuluş Partili Bir İşçi yasaktır. Katılımcılardan hiçbiri bu güne kadar neler konuşulduğu konusunda basına, kamuoyuna bir bilgi vermemiştir, yapılan görüşmeler hep gizli tutulmuştur. Bilderberg isimli bu oluşum; yabancı tekelci şirketlerin (emperyalist şirketlerin) ve ABD ve AB ülkeleri gibi emperyalist devletlerin ve bunların kurmuş olduğu örgütlerin güdümünde ve yönetiminde olan gizli bir yapılanma, teşkilattır. Bu yapılanma temsil ettiği şirket ve devletler namına diğer yabancı ülkelerin iç işleyişine müdahale etmekte ve yön vermektedir. Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye ve benzeri ülkelerde iç savaşların çıkması ve ülke bütünlüğünün bozulması konusunda pay sahibidirler. Bu nedenle bu oluşum bir suç örgütüdür. Basına açıklanan gündem maddelerinden bile “toplantı” adı taşıyan bu yapılanmanın amacı ve faaliyet alanı açığa çıkmaktadır. Yunanistan’dan İran’a, Rusya’ya ve tüm Ortadoğu’ya kadar bütün coğrafyalardaki siyasi ve ekonomik düzen, bu emperyalist şirketlerin aldıkları karara göre şekillendirilmek istenmektedir. Yönetimini ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA)’nın yaptığı bu organizasyon, Türkiye gibi ülkeler için projeler belirlemekte ve katılımcılar, üyeleri aracılığıyla bu projeleri hayata geçirmektedir. Bunun için de Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkeden temsilci ve üyeleri vardır. Şüpheliler olarak bir kısmını verdiğimiz kişiler Türkiye’den bu toplantılara katılarak bu örgütlenmede alınan kararlar neticesinde Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak konumlandırılmasını sağlamışlardır. Son 50 yıl boyunca Türkiye’yi yönetenlerin çoğunluğu, Ali Babacan, Kemal Derviş, Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, İsmail Cem, Ümit Boyner, Fehmi Koru, Gazi Erçel gibi isimler ya bu yapıya üye olmuş, ya da toplantılarına katılmış kişilerdir. Ayrıca 2004 yılından beri bu toplantıya katılan Türkiye’nin önemli tekelci sermayedarlarından Mustafa Koç, bu oluşumun yönetici komitesinde yer almakta, bunun yanında Ahmet Üzümcü, Ali Babacan, Soli Özel gibi kişiler de daimi olarak bu toplantılarda bulunmaktadırlar. Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi madde 2-a’ya göre; “Örgütlü suç grubu” doğrudan veya dolaylı olarak mali veya diğer bir maddi çıkar elde etmek amacıyla belli bir süreden beri var olan ve bu Sözleşmede belirtilen bir veya daha fazla ağır suç veya yasadışı eylemi gerçekleştirmek amacıyla birlikte hareket eden, üç veya daha fazla kişiden oluşan yapılanmış bir grup anla- mına gelmektedir. (Kanun No: 4800 Kabul Tarihi: 30.01.2003) Türk Ceza Kanunu 220/1. maddesinde de örgütlü suç; “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla bu yapının bu yasal tanımlarda belirtildiği şekliyle bir suç örgütü olduğu açıktır. Zira sayısı birkaç yüz kişiyi geçmeyen tekelci boyut kazanmış uluslararası şirketlerin ve dünyada hegemonya kurmak isteyen ABD ve AB ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket edilmekte, üyeler eliyle diğer ülke politikalarına yön verilmektedir. Bu yapılırken de dünya ölçeğinde tekelleşmiş şirketlerin tüm maddi olanakları kullanılmaktadır. Bu suç örgütüne dahil olan şüpheli konumdaki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları da bu uluslararası örgütlü yapıdan aldıkları talimatlarla Türk Halkının çıkarları yerine bu şirket ve ülkelerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek Türk Ceza Kanun madde 305’te belirtilen “Temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama” suçunu işlemektedirler. “Temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama” başlıklı Türk Ceza Kanunu Madde 305- “(1) (Değişik fıkra: 29.6.2005 – 5377/38 md.) Temel millî yararlara karşı fiillerde bulunmak maksadıyla veya bu nedenle, yabancı kişi veya kuruluşlardan doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kendisi veya başkas için maddi yarar sağlayan vatandaşa ya da Türkiye’de bulunan yabancıya, üç yıldan on yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası verilir. Yarar sağlayan veya vaat eden kişi hakkında da aynı cezaya hükmolunur. “(2) (Değişik fıkra: 29.6.2005 – 5377/38 md.) Fiilin savaş sırasında işlenmiş olması hâlinde, verilecek ceza yar oranında artırılır. “(3) Suç savaş hali dışında işlendiğ takdirde, bu nedenle kovuşturma yapılmas Adalet Bakanının iznine bağlıdır. “(4) Temel milli yararlar deyiminden; bağımsızlık, toprak bütünlüğü, milli güvenlik ve Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel nitelikleri anlaşılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Sonuç ve İstem: Belirtilen nedenlerle uluslararası gizl bir suç örgütünden talimat alan, ellerindek maddi olanakları ve devlet yönetimindek mevkilerini kullanarak ulusal çıkarlarımıza aykırı hareket eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmasını ve kamu davası açılmasını vekaleten talep ederiz.12.06.2015 Suç duyurusunda bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri Av. Metin Bayyar Av. Sait Kıran Av. Ayça Alpel Av. Doğan Erkan Bilderberg toplantılarına katılanlara suç duyurusu K urulduğu günden bu yana görevi, emperyalist çıkarları doğrultusunda dünya halklarına zulmetmek, kan kusturmak olan Bilderberg bu sene de 11-14 Haziran’da Avusturya’nın Tirol eyaletinde toplanıyor. Bilindiği gibi bu toplantılara her yıl diğer ülkelerin yanı sıra ülkemizden de yerli hainler katılmaktadır. Bu sene ülkemizi temsilen toplantıda yer alan katılımcıların bazıları şunlardır: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, CHP’nin yeni milletvekili İlhan Kesici, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Habertürk gazetesi yazarı Soli Özel ve Hukukçu -T24 yazarı Gönenç Gürkaynak. Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Bilderberg Toplantılarında alınacak halk düşmanı kararlara ortaklık edecek ve bu halk düşmanı kararları hayata geçirmek için çalışacak olan hainler hakkında 12 Haziran Cuma günü Ankara Adliyesi önünde yaptığımız basın açıklamasının ardından suç duyurusunda bulunduk. “Bilderberg “Yerli” Katılımcıları “Temel Milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama suçunu işlemektedirler” ozalitimizle, “Bilderberg Örgütlü Suç Grubudur”, “Bilderberg Emperyalist Örgüttür” dövizlerimizle, bayraklarımızla bu halk düşmanı örgütü ve bu oluşuma gönüllüce katılan yerli satılmışları teşhir ettik. 12.06.2015 Ankara’dan Kurtuluş Partililer Nakliyat-İş’ten Eskişehir’de Eylem: Sarp Lojistik’te sendika ve sözleşme hakkımıza saygı gösterilsin! Yetki itirazı geri çekilsin! D İSK/Nakliyat-İş Sendikası, ağırlıklı olarak Eti Grup olmak üzere Pınar, Yaşar Grup, Tüpraş, Paşabahçe gibi gıda firmalarına lojistik ve dağıtım hizmeti yapan 700 işçinin çalıştığı Sarp Havacılık Loj. Turz. San. Tic. AŞ’de 2013 Aralık ayında örgütlenmişti. Yoğun çabalar sonucu Sarp Lojistik işçilerinin çoğunluğu Nakliyat-İş’e üye olmuştu. Üye çoğunluğunu sağladıktan sonra Çalışma Bakanlığına yapılan yetki başvurusu Bakanlık tarafından kanunsuz biçimde olumsuz sonuçlanmıştı. Bunun üzerine Eskişehir 2. İş Mahkemesine başvurulmuş ve mahkeme Nakliyat-İş’in Sarp Lojistik’te yetki alması yönünde karar vermişti. Ne var ki Yargıtay 22. Hukuk Dairesi haksız biçimde bu kararı bozmuştu. Gelinen noktada Nakliyat-İş Sendikası Çalışma Bakanlığına tekrar yetki başvurusu yapmış ve Bakanlık 670 işçiden 422’sinin sendika üyesi olduğunu tespit ederek Nakliyat-İş’e yetki vermişti. Bunun üzerine Sarp Lojistik İşvereni süreci uzatmak için Eskişehir 1. İş Mahkemesine tekrar başvurmuştur. Yaşanan süreçler göstermektedir ki işveren, İş Mahkemesinin ve Bakanlığın kararlarını hiçe sayarak işçilerin en doğal hakkı olan örgütlenme hakkını gasp etmek ve toplusözleşme sürecini uzatmak için elinden geleni yapmaktadır. İşverenin bu tutumunu protesto etmek için Nakliyat-İş Sendikası Eskişehir’de kitlesel bir yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Saat 16.00’da DİSK Bölge Temsilciliği önünde toplanan sendika üyelerine diğer sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de destek verdi. DİSK Bölge Temsilciliği önünde toplanan kitle şehir merkezindeki tramvay yolunu trafiğe kapatarak Sarp Lojistik’le yoğun bir iş hacmine sahip olan Eti Grup’a ait plazanın önüne kadar sloganlar eşliğinde yürüdü. Burada Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi. Küçükosmanoğlu açıklamasında Sarp Lojistik İşvereninin toplu iş sözleşmesini geciktirmek ve işçileri mevcut koşullara mahkûm kılmak için özel çaba harcadığını vurguladı. İşvereni mahkeme ve Bakanlığın kararlarına uy- maya çağıran Küçükosmanoğlu, bu tür yöntemlerin Nakliyat-İş Sendikası’nı yıldıramayacağını ve eninde sonunda Sarp Lojistik’te örgütlü mücadelenin gücüyle, işçileri daha iyi koşullara kavuşturacak toplu iş sözleşmesinin yapılacağını söyledi. Kurtuluş Partili İşçiler olarak bizler de Nakliyat-İş Sendikası’nın bu haklı mücadelesini desteklemek için yürüyüşe ve basın açıklamasına katıldık. “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “İşçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız” sloganlarını hep bir ağızdan haykırdık. 28.06.2015 Eskişehir’den Kurtuluş Partili İşçiler 6 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Milletvekili ayrıcalıkları kaldırılsın HKP, Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruda, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olan tüm milletvekili ayrıcalıklarının iptal edilmesini istedi. Yapılan başvuruda; milletvekilleri ayrıcalıklarının ve maddi olanakların eşitlik, adalet ve sosyal hukuk devleti prensiplerine uygun düşmediği, asgari ücretin 947 TL olduğu ve işçilerin yüzde 70’ine yakınının bu ücret veya buna yakın bir ücretle çalışması nedeniyle sosyal adaletten uzaklaşıldığı kaydedildi. Anayasa Mahkemesi Başkanlığına Başvuruda Kurtuluş Partisi Bulunan: Halkın Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Halil Ağırgöl, Av. Azime Ayça Alpel, Av. Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan Kızılırmak Cad. No: 7/9 Kavaklıdere /Ankara Konu: Anayasaya açıkça aykırı olan ve milletvekilleri için bir kısım ayrıcalıklar getiren bir kısım yasa hükmünün iptali istemidir. A ç ı k l a m a l a r: 7 Haziran 2015 tarihinde Anayasanın 75. Maddesinde belirtildiği şekliyle 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri yapılmıştır. Yapılan seçimler sonucunda yasama görevini yerine getirecek 550 milletvekili belirlenmiştir. Ancak aşağıda yalnızca bir kısmını belirtebildiğimiz yasalar gerekçe gösterilerek tüm vatandaşlar adına yasama yetkisini elinde tutan kişiler anayasada belirtilen “demokratik hukuk devleti” ilkesini çiğnenmektedirler. Bu ayrıcalık ve imtiyazlar sonucunda eski ve yeni milletvekilleri tüm toplum içerisinde ayrıcalıklı bir grup halini almaktadırlar. Ömür boyu sürecek hatta öldükten sonra varislerinin de kullanacağı imtiyazlarla kısa bir dönem yaptıkları görev tüm yurttaşlar için bir yüke dönüşmektedir. Bu ayrıcalıklarının başında milletvekillerinin aldıkları maaş ve diğer aylık ödenekler gelmektedir. Anayasanın 86. Maddesi ve 3761 Sayılı Yasanın 1. Maddesiyle en yüksek devlet memuru maaşına endekslenen milletvekili maaşları bugün için 15.000 TL olarak uygulanmaktadır. Aynı anda hem emekli aylığı hem de milletvekili maaşı alan vekiller ise aylık 23.190 TL aylık almaktadırlar. Bu aylık maaşa ek olarak ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine aylık ödenek tutarının yarısı yolluk olarak da ödenmektedir. 3761 Sayılı Yasaya göre parlamenter- lerin maaşları görevlerini yerine getirmeseler bile üç aylık olarak peşin ödenmektedir. Örneğin 24. Dönem milletvekillerine görev yapmamalarına rağmen 1,5 aylık fazladan ödeme yapılmıştır. 15 Nisanda, 15 Temmuza kadar görev yapılıyormuş gibi ücret tahakkuk ettirilmiştir. Bunun yanında yine özellikle 5510 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerle yasama gücünü elinde tutan milletvekilleri kendi lehlerine ancak anayasal ve demokratik ilkelere aykırı şekilde düzenlemelerle emeklilik haklarını düzenlemişlerdir. 5510 Sayılı yasanın 43., Geçici 38 ve Ek 7. Maddesiyle diğer vatandaşların sahip olmadığı haklar parlamenterler için sağlanmıştır. Bugün itibariyle Milletvekillerinin 2 yıl vekillik görevi yapmaları emeklilik hakkına sahip olmaları için yeterlidir. 25 yıllık bir çalışma hayatı ve yaş sınırını sağlayan milletvekilleri de hem milletvekili maaşı hem de emekli aylığı alabilmektedirler. Bu yöntemle yüzlerce milletvekili, çifte maaş alırken sade vatandaşın, TC Emekli Sandığından hem emekli aylığı hem de normal maaş alması hukuken mümkün değildir. Bu maddi ayrıcalıklardan milletvekillerinin yakınları da yararlanmaktadırlar. Örneğin 3671 sayılı Kanunun 7. maddesi gereğince, milletvekillerinin ölümü hâlinde yakınlarına 12 aylık tutarında yardım yapılmaktadır. Milletvekillerine bunların yanında başka ayrıcalıklar da sunulmaktadır. Bunların bir kısmı; -5682 sayılı Pasaport Kanununun 13. maddesi gereğince milletvekilleri ile eş ve çocuklarına “Diplomatik Pasaport” verilmektedir. -Giderleri devlet tarafından karşılanmak üzere sekreter, danışman ve yardımcı personel sağlanmaktadır. (6253 Sayılı Yasa md 30/3 Kapsamında -Mecliste sunulan sosyal imkanlardan (lokanta, berber, sağlık merkezi gibi) yararlandıkları gibi Meclis dışında da kamu kurum ve kuruluşların tüm sosyal imkanlarından yararlanabilmektedirler. -İletişim ve ulaşım konusunda belli miktara kadar ücretsiz hizmet olanaklarından faydalanmaktadırlar. Dolayısıyla milletvekilleri için belir- Bir Başar Sabuncu geçti... “... Hatırlarsınız, hani bir mahkeme direnişleri olmuştu. Hatırlarsınız canım… Hani işçiler toptan işleri bırakmışlardı… Şu MGM mi? DGM mi? İşte o günlerden bir gün bu bizim Ahmet var ya, zaten sık sık görüşürüz onunla, bana bir gazete gösterdi. Gazetede bir fotoğraf vardı… Bir baktım… Amanın durun! Yahu olamaz! Ama olmuş… Bir fabri- lenmiş hak ve ayrıcalıklar demokratik bir görevi yerine getiren kişiler için sağlanacak ayrıcalıkları geçmiştir. Antidemokratik yasalar ve uygulamalarla birlikte milletvekilliği, kolay yoldan geçimini sağlama, eşe dosta maddi olanaklar yaratma, çalışmadan emekli olma yoluna dönüşmüştür. Oysa bu durum anayasamıza ve evrensel anlamda tüm dünyanın kabul ettiği demokrasi anlayışına aykırıdır; -Anayasanın Başlangıç bölümünde; “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmiştir. -Anayasanın 2. Maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü yer almaktadır. - Anayasanın “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5. Maddesi; “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklindedir. -Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. Maddesi ise; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. -Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Denilmektedir. -Egemenlik başlıklı Madde 6’da Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı belirtilmiş ve hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı düzenlenmiştir. -Bunların yanında Anayasanın “Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sı- kanın önünde işçilerle polisler çatışmışlar ve de bu bizim kız var ya! Hah işte! Onunla Selim iti gırtlak gırtlağa dövüşüyorlar. İşte o zaman dedim ki “Ulan Lütfü şu kız kadar olamadın! Yuh olsun senin pehlivanlığına!” dedim ve o anda ayrılmaya karar verdim. Bu Selimgiller benim kızımın gırtlağına sarılsınlar, ben de onlara hizmet edeyim! Bu olamaz dedim! Ayrılmaya karar verdim.” Söz konusu tiradı, “Zengin Mutfağı” adlı oyunu ya da filmi izleyen herkes hatırlayacaktır. O unutulmaz sahnelerde rol alan oyuncuların dışında, o sahneyi her türlü sansür ve otosansüre rağmen oynatmayı başarmış bir yönetmen var. Onun adı Başar Sabuncu. Daha çok genç yaşlarda sanata olan yeteneğinin hakkını vermek için, yüksek öğrenimini yarıda bırakarak tiyatro deryasına daldı. TRT’de, Devlet Tiyatrosunda, Şehir Tiyatrolarında ve politik sürgün olarak gittiği yerlerde birçok oyunun yönetmenliğini yaptı. Ancak onu diğer yönetmenlerden ayrı kılan özelliği, her türlü baskıya, zorbalığa rağmen toplumcu gerçekçilik çizgisinden ödün vermeyerek Nazım Hikmet’i, Bertolt Brecth’i izleyicilerle buluşturmasıdır. Birçok tiyatro oyunu Sabuncu sayesinde Türkçe ile buluştu ve sahnelendi. 12 nırları başlıklı” 65. Maddesinde; “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” hükmü mevcuttur. Buna göre; parlamenterler için üstün ve kazanılmamış haklar sağlamak çabası içine girildiği pek açıktır. Demokratik Hukuk Devleti ilkesini Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayan bir Devlet yapısı içinde Yasama Meclisi üyelerinin “üstünlük ve imtiyaz” istemeleri düşünülemez. Böyle bir isteğe dayanan kanun maddelerinin özellikle Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ve 10. maddesindeki eşitlik ilkelerine aykırılığı açıktır. Bir kısmını yukarıda belirttiğimiz Milletvekilleri için belirtilen ayrıcalıklar ve maddi olanaklar eşitlik, adalet ve sosyal hukuk devleti prensiplerine uygun düşmemektedir. Asgari ücretin ülkemizde 947 TL olduğu ve işçilerin % 70’ine yakınının bu ücret veya buna yakın bir ücretle çalıştığı düşünüldüğünde sosyal adaletten ne kadar uzaklaştığımız görülecektir. Milletvekilleri, yasama yetkilerini kullanılarak eşitlik ve hukuk devleti ilkelerini çiğneme pahasına kendileri için imtiyazlı bir konum yaratmışlardır. Bugün bu uygulamalarla adeta millet egemenliği imtiyazlı bir kesimin eline geçmiştir. Devletin maddi olanakları bu imtiyazlı şahıslar için seferber edilmiş durumdadır. Sınırlı mali kaynaklar milletvekilleri için değerlendirilmektedir. Oysa bu maddi imkanlar ve ayrıcalıklarla daha fazla kamusal hizmet yerine getirmek mümkündür. Modern bir toplumda milletvekilliği bir “meslek” değildir ve olmamalıdır. Ülkemizde de milletvekilleri, halkın geçici temsilcileri haline gelmeli ve ortalama gelire sahip bir yurttaştan daha fazla maddi olanaklara sahip olmamalıdır. Belirttiğimiz ayrıcalıklar daha öncede Anayasa Mahkemesinin önüne gelmiştir. Her seferinde Anayasa Mahkemesi Milletvekillerinin imtiyazlarla donatılmasını Anayasaya ve demokratik işleyişe aykırı bulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 1971/44 E., 1986/22 E., 1988/11 E. Sayılı dosyalarda verdiği kararlar hep bu yönde olmuştur. Ancak ne yazık ki Anayasaya aykırı davranmayı “aklına koymuş” yasama organı üyeleri Anayasanın 86. Maddesini değiştirerek bunu gerçekleştirebileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak böyle bir yöntemle, Anayasaya madde ekleme suretiyle Anayasada yer alan eşitlik ilkesini göz ardı etmek mümkün olamayacaktır. Bu düzenlemeye rağmen, milletvekillerinin emekliliği ile ilgili kanuni düzenlemeler kanaatimizce eşitlik ilkesine ve Anayasa m. 2 ve 153 hükümlerine aykırıdır. Çünkü milletin temsilcilerinin AY m. 10 a rağmen milletten daha iyi emeklilik haklarına kavuşturulmasının Anayasaya ve demokratik hukuk devletine ve eşitlik ilkesine aykırılığının iddia edilebileceği görüşündeyiz. Anayasada milletvekillerinin emekliliklerinin ve özlük haklarının özel bir yasa ile düzenleneceğine ilişkin düzenlemenin varlığı Yasama organına Anayasanın 10. Maddesine aykırı bir düzenleme yapma hakkı veremeyecektir. Müvekkil parti, ülkeyi demokratik prensiplerle ve eşitlik ilkesiyle yönetmeye adaydır. Eşitlik ilkesine aykırılık ve imtiyaz, müvekkil partinin güncel hakkının ihlalidir. Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamalar: Başvurumuzun konusu yasa ve uygulamalar, yukarda açıkladığımız nedenlerle, güncel ve kişisel haklarımızı (tüm vatandaşların haklarını) doğrudan zedelemektedir. Ancak, herhangi bir resmi kuruma veya yargı merciine yapacağımız başvurumuzun, taraf veya ilgili kişi olmadığımız gerekçesiyle reddedileceği açıktır. Bu nedenlerle bugüne kadar ihlal edilen ve bugünden sonra da ihlal edilmesi olası haklarımızın korunması için doğrudan bireysel müracaat hakkımızın kullanılması bir zorunluluk olmuştur. Dolayısıyla başka bir başvuru yolu tüketilmemiştir. Sonuç ve İstem: Belirtilen nedenlerle EŞİTLİK İLKESİNİN İHLALİNİN TESPİTİYLE, Anayasaya aykırı olan; -3671 Sayılı TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ÜYELERİNİN ÖDENEK, YOLLUK ve EMEKLİLİKLERİNE DAİR KANUN’un tüm maddelerinin, -5510 Sayılı Yasanın 43., Geçici 38 ve Ek 7. Maddelerinin, -5682 sayılı Pasaport Kanununun 13. Maddesinin, -6253 Sayılı TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI İDARİ TEŞKİLATI KANUNUnun 30/3. Maddesinin Hükümlerinin öncelikle yürürlüğünün durdurulmasını ve iptaline karar verilmesini vekâleten talep ederiz. 21.06.2015 Başvuruda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri Av. Metin Bayyar Av. Sait Kıran Av. Doğan Erkan Av. Azime Ayça Alpel HKP, Anayasa Mahkemesine başvurdu Halkın Kurtuluş Partisi olarak, emekçi halkımızın vergileriyle şatafatlı yaşam süren ve sadece kendilerinin değil neredeyse tüm sülalesinin geleceğinin de garanti altına alınması demek olan milletvekili Eylül Faşizmi, onu da düşüncelerinden ve çırılçıplak gösterdiği gerçeklikten dolayı yargıladı, sansürledi, yasakladı. 12 Eylül sonrasında yeteneklerini beyaz perdeye yansıtmaya karar verdi ve yazdığı senaryolar beyaz perdeye taşındı. Kendi yazdığı senaryoların yanı sıra, yönetmenlik çalışmalarını da gerçekleştirdi Sabuncu. “Çıplak Vatandaş” ve Vasıf Öngören’in yazdığı “Zengin Mutfağı”, özellikle o dönemlerde son derece değerli iki film olarak seyircilerle buluştu. Özellikle Zengin Mutfağı, pek anılmayan 15-16 Haziran günlerini anlatması bakımından, İşçi Sınıfı davasına gönül verenlerce de değerliydi. Mücadelesini, sadece teorisini ortaya koyduğu eselerinde değil, 12 Eylül sürecinde ayrıldığı Şehir Tiyatrolarına geri dönerek yaşam pratiğiyle de taçlandırdı. Geri dönüşü ile birlikte birçok oyunun yönetmenliğini yaptı ve kendi ilkelerinin çiğnendiğini gördüğünde, yine onuru makamdan önemli sayarak 2004 yılında istifa etti. Ortaçağcı gericiliğin ve modern gericiliğin alabildiğine güçlendiği dönemde, Başar Sabuncu gibi bir değerin daha fazla eser üretmesi mümkün olmadı. Ürettiklerine sahip çıkılması ve üstüne konulması da, gelecekte bir o kadar önemli olacaktır. İstanbul’dan Kurtuluş Partili Bir Yoldaş ayrıcalıklarını, kaldırılması için Anayasa Mahkemesine taşıdık. Bununla ilgili basın açıklamasını Anayasa Mahkemesi önünde yaptık. “Tüm Milletvekili Ayrıcalıkları Kaldırılsın”, “Halk Gibi Yaşamayan Halkın Halinden Anlamaz” ozalitimizle, “Utanın Utanın Asgari Ücret 949 TL” dövizimizle, bayraklarımızla ve sloganlarımızla halkımızın parasıyla sefa sürenleri protesto ettik. Ankara’dan Kurtuluş Partililer “Çarşı Davası” ertelendi H atırlanacağı gibi Gezi Direnişi’miz AB-D uşağı Ortaçağcı bir iktidara karşı milyonların ayaklanmasıyla sonuçlanan bir halk hareketi haline gelmişti. İşte o halk hareketinin en renkli ve dinamik unsurlarından biri de Çarşı Grubu’ydu. Alanlarda binlerce insanı coşturmuş ve peşinden sürüklemişti. Halka saldıran Tayyipgiller’in Çevik Kuvvet Polislerine karşı da direnişin en ön saflarındaydı Çarşı Grubu. İşte bu sebepten dolayı Çarşı Grubu üyeleri, Gezi Direnişi sırasında “hükümeti devirmeye teşebbüs” etmekle suçlandılar. Böylece dünya tarihinde ilk kez bir taraftar grubu bu tür bir gerekçeyle yargılanmaya başladı. Bir taraftar grubu olmanın çok ötesine geçerek yüzbinlerce insanın gönlünde taht kuran Çarşı Grubu’nun yargılandığı davanın üçüncü duruşması bugün İstanbul Çağlayan Adliyesinde 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Duruşma, çeşitli tetkiklerin yapılabilmesi için 11 Eylül 2015 tarihine ertelendi. İstanbul’dan Kurtuluş Partililer olarak Çarşı Grubu’nu bu düzmece yargılama sırasında bizler de yalnız bırakmadık. “Çarşı vicdandır, yargılanamaz!” sloganını hep bir ağızdan haykırdık. 26.06.2015 İstanbul’dan Kurtuluş Partililer 7 5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Savaş ve saldırı suçluları Lahey’de yargılanmalı Halkın Kurtuluş Partisi “Tırlar dolusu ağır silah ve mühimmatın açık savaş ilanı olmadan başka bir komşu ülkeye gönderildiği artık aşikârdır. Bu silahların IŞID, El-Nusra gibi uluslararası alanda da terörist grup sayılan ulaştırıldığı ve masum sivil komşu ülke halkının bu silahlarla öldürüldüğü tüm uluslararası kamuoyunca artık bilinmektedir. Bu suçların soruşturulmasını sağlayacak iç hukuk mekanizmaları da şüpheli kişiler tarafından devlet gücü kullanılarak ortadan kaldırılmıştır” diyerek Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuruda bulundu. Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’na (To the prosecutor of international crimanal court) Savaş Suçu İhbarinda Bulunan (The Institution Reporting The War Crime): Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ Ankara Vekilleri: Av. Metin Bayar, Av. Sait Kıran, Av. Doğan Erkan Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No: 4/15Sıhhıye/Ankara İhbar Edilenler (Suspicious Persons): 1- Recep Tayyip Erdoğan (President of The State of Turkish Rupublic) 2- Ahmet Davutoğlu (Prime Minister of Turkey) 3Efkan Ala (The Former Interior Minister of Turkey) 4- Hakan Fidan (Head of National Intelligence Organization) İhbara Konu Olaylar (The Cirminal Complaints Are Based On The Facts): Hürriyet Gazetesi’nde, OdaTv haber sitesine atıf yapılarak yapılan bir habere göre: “AK Parti Siirt milletvekili adayı ve AK Parti Dış İlişkiler’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı YASİN AKTAY, Adana ve Hatay’da durdurulan MİT TIR’larının Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) gittiğini söyledi. “Odatv internet sitesinde yer alan görüntülü habere göre, Siirt’te seçim çalışmalarını sürdüren Aktay, esnaf ziyaretinde tepkiyle karşılaştı. Görüntülere göre Aktay, bu tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın Kobani ile ilgili geçmişteki açıklamasına ilişkin açıklamalarda bulunuyor. “Bunun ardından bir vatandaşın “Oraya giden TIR’lar nerede? O TIR’lardan ne çıktı? Silahlar. IŞİD’e giden silahlar” demesi üzerine ise AKTAY’IN, “ÖZGÜR SURİYE ORDUSU’NA GİDİYORDU” DEDİĞİ DUYULUYOR.” (http://www. hurriyet.com.tr/gundem/29036154.asp) Bu gelişmenin hemen ardından “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MİT TIR’larındaki bombaların görüntülerini izlediğini söyledi. Yasin Aktay’ın “O TIR’lar ÖSO’ya gidiyordu” sözlerini doğrulayan Kılıçdaroğlu, ”Dolayısıyla bunların gizlenecek bir yanı yok. Onun söylemesiyle de insani yardım olmadığı çıkıyor ortaya” ifadelerini kullandı. “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak ile birlikte Hürriyet’i ziyaret etti. Kılıçdaroğlu, Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Temsilci Yardımcısı Şükrü Küçükşahin ve Uğur Ergan, Haber Müdürü Saffet Korkmaz, CHP muhabiri Okan Konuralp’in sorularını yanıtladı. “TIR’LARDAKİ SİLAHLARI SEYRETTİM “Kılıçdaroğlu MİT TIR’ları ile ilgili şunları söyledi: “Yasadışı yollardan sınır geçişlerine izin vermeyeceğiz. MİT TIR’ları da gidip gelmeyecek. Silah taşımayacaklar. Yani Yasin Aktay doğruyu söylüyor. Filmleri var, kamyonlardaki kasaların nasıl açıldığının, bombaların görüntüleri var. Ben de seyrettim. Dolayısıyla bunların gizlenecek bir yanı yok. Onun söylemesiyle de insani yardım olmadığı çıkıyor ortaya.” (http:// odatv.com/n.php?n=o-goruntuleri-ben-deizledim-2005151200) 29 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde bahse konu tırlarda ele geçirilen ağır silah ve mühimmatın listesi ve görüntüleri yayımlanmıştır. Bu görüntüler ihbar ettiğimiz şüpheliler tarafından yalanlanmazken bu haberleri yapan gazeteciler en ağır dille şüpheliler tarafından açıkça tehdit edilmişlerdir. Ayrıca bu konuda soruşturma yapan Cumhuriyet savcıları ve Jandarma görevlileri de şu anda tutuklanarak hapse atılmışlardır. Sonuç olarak, şüphelilerin emir ve talimatlarıyla tırlar dolusu ağır silah ve mühimmatın açık savaş ilanı olmadan başka bir komşu ülkeye gönderildiği artık aşikârdır. Bu silahların IŞID, El-Nusra gibi uluslararası alanda da terörist grup sayılan ulaştırıldığı ve masum sivil komşu ülke halkının bu silahlarla öldürüldüğü tüm uluslararası kamuoyunca artık bilinmektedir. Bu suçların soruşturulmasını sağlayacak iç hukuk mekanizmaları da şüpheli kişiler tarafından devlet gücü kullanılarak ortadan kaldırılmıştır. Hukuksal Değerlendirme: 1-24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge” Ekinde belirtilen; “Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır. “Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur. “Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. “Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır. “Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz. “Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır. “Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir. “Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır. “Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür. “Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.” Şeklinde ilkeler belirtilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz eylemlerin bu ilkelere aykırı olduğu açıktır. Hemen her gün bir yeni örneği ile karşılaştığımız uygulamalarla, egemen bir devletin (Suriye’nin) toprağına saldırı amacı taşıyan güçlerin ülkemizde örgütlendiklerini hatta bu güçlerin kontrolsüz bir şekilde kendi halkımıza karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz. Bir başka anlatımla, 42 yıl önceki BM toplantısında kabul edilen bu ilkelerin bütün üye ülkeleri bağlayıcı hükümleri ortadayken, şüphelilerin temsil ettiği yürütme organının ne kendilerini bu taahhütlerle bağlı hissetmemesi, tümüyle uluslararası hukuku tanımamalarından kaynaklanmaktadır. 2–Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme: “9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı ile uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin, nerede ve kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın devletler ve halklar arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden kınadığını keza hatırlatılarak, “Uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen tedbirler beyannamesinde, Kurul’un, Devletleri, bu sorunun tüm veçhelerini kapsayacak genel bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin etmek amacıyla, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak yürürlükte bulunan uluslararası hukuki düzenlemelerin kapsamını acilen gözden geçirmeleri için de teşvik ettiğini not edilerek, “Terörizmin, finansmanının engellenmesi ve faillerinin kovuşturulması ve cezalandırılması suretiyle tecziyesine yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve benimsenmesi amacıyla devletler arasında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine acilen ihtiyaç duyulduğuna kani olarak” Türkiye Devletinin de taraf olduğu Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme imzalanmıştır. Ancak Türkiye Devleti, Suriye’deki silahlı Uluslararası alanda da Terörist sayılan grupları (IŞID, El Nusra Cephesi ve El Kaide gibi uluslar arası Terörist Gruplar) koruyarak, dahası bu gruplara kendi ülkesinden katılımı da sağlayarak ve silah mühimmat yardımında bulunarak, Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin aşağıdaki maddelerini ihlal etmiştir. Madde 2’de belirtilen Niteliği veya kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da bir silâhlı çatışma durumunda muhasemata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik diğer tüm eylemler Suriye Halkı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Sözleşmenin 7’inci maddesinde belirtilen; Her Taraf Devlet aşağıdaki hallerde 2 nci Maddede belirtilen suçlara ilişkin suç topraklarında işlendiği halde, suç vatandaşları tarafından işlendiği halde yargılama yetkisini tesis etmek için gerekli önlemleri almamıştır. Türkiye Devleti, İşlenen suçun amaç veya sonucunun topraklarında işlenmesine rağmen yargılama yetkisini tesis etmemiştir. Kaldı ki ortaya çıkan kayıtlardan yargı yetkisinin kullanılmasından ziyade nasıl terörizme destek olunduğu ortadadır. Yine Madde 9’da belirtildiği üzere 1. 2. Maddede belirtilen bir suçun failinin veya fail zanlısının topraklarında bulunabileceği bilgisini alan ilgili Taraf Devletin bilgisine getirilen hususların soruşturulması için iç hukukuna göre gerekli olabilecek önlemleri alması gerekir. Ancak Türkiye Devleti bu maddeye de aykırı davranarak Suriye’de sivil halka karşı saldırılarda bulunan radikal gruplara destek olmuş bu gruplardan kişilerin Türkiye’de yaşamasına, tedavi görmesine göz yummuştur. 3- Cenevre Sözleşmesi: Sivil şahısların harp zamanlarında himayesi için yapılan Cenevre Sözleşmesinin genel prensiplerine de Türkiye Hükümeti aykırı davranmıştır. Henüz bir açık savaş ilanı olmamasına rağmen Türkiye’den gönderilen mühimmat ve silah yardımları sonucunda taraf olmayan sivil halk Suriye’de açıkça katledilmiştir. Türkiye Hükümetinin sağladığı destekle özellikle Suriye’de yaşayan Alevi ve Hıristiyan yerleşim yerleri saldırıya uğramış bu bölgelerdeki insanlar açıkça katledilmiştir. 4Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü giriş bölümünde: “Bu Statü’ye taraf devletler, Bütün insanların ortak bağlarla birleştiği, ortak bir miras dahilinde kültürlerinin bir araya geldiği ve bu hassas mozaiğin her an dağılabileceğinden endişe duyulduğunun bilincinde olarak, Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak, Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul ederek, Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması ve ulusal düzeyde ve uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi suretiyle, bu suçların etkin bir şekilde kovuşturulmasının, güvence altına alınması gerektiğini teyit ederek, Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olarak, Uluslararası suçların sorumluları üzerinde yargı yetkisinin kullanılmasının her devletin görevi olduğunu anımsayarak, Birleşmiş Milletler ŞartıAmaç ve İlkeler ile özellikle tüm devletlerin, herhang bir devletin toprak bütünlüğü ve siyas bağımsızlığına karşı güç veya tehdit kullanmaktan veya Birleşmiş Milletler Amaçlarına uymayan müdahalelerden kaçınmaları gereğini tekrar teyit ederek, Bu bağlamda Statünün hiçbir maddesinin, hiçbir devlete başka bir devletin içişlerine ya da silahlı çatışmalarına karışma yetkisi vermediğini vurgulayarak, Şimdiki ve gelecek nesillerin iyiliğ için, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren, en ciddi suçlar üzerinde yarg yetkisi olan, Birleşmiş Milletler Sistem ile ilişki içinde, bağımsız ve daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmas konusunda kararlı olarak, Bu Statü altında kurulacak olan Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nin, ulusal ceza yargı yetkisinin tamamlayıcısı olduğunu vurgulayarak, Uluslararası adaletin uygulanacağına ilişkin, sonsuz güveni sağlama konusunda emin olarak, Aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır” denilmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi bu Statü ile kurulmuştur. Mahkemenin kuruluşunu düzenleyen 1. Maddesi ise: “Mahkeme, daim bir kurumdur ve bu Statüde sözü edilen, uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde yargı yetkisine sahiptir ve ulusa ceza yargı yetkisini tamamlayıcıdır Mahkemenin yargı yetkisi ve işlevleri bu Statü hükümleri çerçevesinde belirlenir.” Düzenlemesini havidir. “Mahkemenin Yargı Yetkisine Giren Suçlar” başlıklı 5. Maddesi ise “Mahkemenin yargı yetkisi, uluslararas toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçlar ile sınırlıdır. Mahkeme, bu Statü’ye uygun olarak, aşağıdaki suçlar hakkında yargı yetkisine sahiptir: (a) Soykırım suçu; (b) İnsanlığa karşı suçlar; (c) SAVAŞ SUÇLARI; (d) SALDIRI SUÇU.”, şeklindedir. Statü’nün ”savaş suçu” başlıklı 8 Maddesinin 2/a-(ii) bendi: Askeri olmayan yani askeri maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi”; iv bendi: “Tahmin edilen somut ve doğrudan askeri avantajlara kıyasla, aşır olacak şekilde, sivillerin yaralanmasına veya ölmesine veya sivil nesnelerin zarar görmesine yol açacağı ve geniş çapta, uzun vadeli ve ağır bir biçimde doğal çevreye zarar vereceğinin bilincinde olarak saldır başlatılması”; v bendi: “Savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya binaların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması” suçların düzenlemektedir. “Saldırı suçu” başlıklı madde ise 1. Fıkrasında ise “Bu statünün amac bakımından “saldırı suçu”, bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerin etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığ ve boyutu itibariyle Birleşmiş Milletler Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldır fiilinin planlanması, hazırlanması başlatılması veya icrasını ifade eder” denilmektedir. SONUÇ OLARAK; Yukarıda anlatılan eylemler SAVAŞ SUÇU ve SALDIRI SUÇU kapsamında bulunduğundan iç hukukta şüpheliler hakkında hiçbir yargılama yapılmadığından ve iç hukuk yolu tıkandığından, Uluslararas Mahkemenin amacındaki “Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olmak” vurgusu dahilinde, şüphelilerin yargılanmasın talep etmek üzere mahkemeniz savcılığına başvurma zorunluluğu doğmuştur 02.06.2015 Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri Av. Metin Bayar Av. Sait Kıran Av. Doğan Erkan 8 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Başyazı Eninde sonunda halklar kazanacak, insanlık kazanacak Baştarafı sayfa 1’de Etle tırnak gibi kaynaştılar ABD’yle ve o günden bu yana tüm eylemlerini, tüm plan, proje ve programlarını Amerika hazırlamaktadır, CIA hazırlamaktadır, Pentagon, Washington hazırlamaktadır. Bu sonuç nasıl yaratıldı? 1- Parababalarının siyasi ve ekonomik örgütleri tarafından yaratıldı, 2- Parababalarının medyası tarafından yaratıldı. Amerika Türkiye’yi: 1- Parababaları aracılığıyla yönetir. TÜSİAD’la, MÜSİAD’la, TİSK’le, TOBB yöneticileriyle, onlar aracılığıyla yönetir. 2- Bunların Meclisteki siyasi temsilcileriyle yani Amerikancı AKP’yle, Amerikancı CHP’yle, Amerikancı MHP’yle ve Amerikancı HDP’yle yönetir. 3- Satılmışlar medyasının CIA tarafından devşirilmiş yazarçizerlerinin yönetiminde olan gücüyle yönetir. Ve bu sonuç böyle yaratıldı. Onlar kullanılarak yaratıldı. Yine Attila İlhan’ın dediği gibi “Türk basını, Türk medyası Türk değildir.” Onların Türklükle ilişkileri, sadece o devşirilmiş ajanların adlarının Türk adı oluşundan ve kullandıkları dilin Türkçe oluşundan ibarettir. Yoksa halkımızla, vatanımızla zerre ilgileri yoktur bunların. İşte onlar bayram ediyor. “Halk kazandı seçimi” diyorlar. Hayır! Bu bir kandırmaca, aldatmaca, bir ahlâksızlık, bir yalan, bir dümen. Aylardan bu yana Selahattin Demirtaş’ı parlatıyorlar, cilalıyorlar, yoldaşlar. Oysa Demirtaş da tıpkı Tayyip Erdoğan gibi su içer gibi, nefes alır gibi yalan söyler ve ikili oynar. Hani ne demişti seçim sürecine girildiğinde? “Diyaneti kaldıracağız.” Bu ne amaca yönelikti? Alevi insanlarımızı avlamaya, onların oyunu almaya yönelikti. Sünni insanlarımızdan tepki gelince hemen söylediğini inkâr etti. “Ben Diyaneti kaldıracağız demedim”, dedi. “Ben Müslüman bir ailede büyüdüm, benim dinim, Kâbe’m birdir. Benim eşim de beş vakit namaz kılar” diyerek Sünni insanlarımızı avlamaya, onları kandırmaya girişti. “AKP’yle hiçbir şekilde koalisyon kurmayacağız”, dedi laik, demokrat insanlarımızın oyunu alabilmek için. Ama seçimlerin hemen sonrasında ne dedi? “AKP’yle koalisyon kurmayız demiştim ama Türkiye’de hükümet boşluğu oluşmaması için, böyle bir durumun doğmaması için elimizden geleni yaparız. Azınlık hükümeti dâhil”, dedi. Yine hatırlardadır, Ermeni Soykırımı Emperyalist Yalanı konusunda da böyle ikili oynamıştı. Başlangıçta tereddütsüz; “Bu bir soykırımdır ve ben hep böyle dedim”, demişti. Sonrasında tepki gelince hemen bu sözünü yalayıp yuttu. “Ben 1915 bir soykırımdır demedim. Bu araştırılır, halkımız buna göre bir karar verir, siyasiler olarak biz bu sonuca, bu karara uyarız dedim”, dedi. Yani yoldaşlar, Meclisteki bu burjuva partilerinin, Amerikancı partilerin birbi- rinden zerrece farkları yoktur ve bunlarda siyasi, insani ahlâktan, namustan zerre bulamazsınız. Bunlar sahtekâr kalplerini sahtekâr yüzleriyle gizlemeyi çok iyi başarırlar. Selahattin Demirtaş’ın yüzüne baktığınız zaman bir çiçek gibi masum görünür ama altında yılan saklayan bir çiçek. Bunlar böyledir. Oysa biz farklı bir dünyanın insanıyız. Biz ar dünyasında yaşarız. Onlarsa kâr, çıkar, koltuk, makam. Bizim ağzımızdan zerrece yalan çıkmaz. Bizim her sözümüz bilincimizden, yüreğimize geçer, oradan süzülür dilimizden, dudaklarımızdan kelimelere bürünür. Biz bir sözümüzü, boynumuzu vuracak olsalar bile asla inkâr etmeyiz. Biz dürüstlükler hareketiyiz, mertlikler hareketiyiz, yiğitlikler hareketiyiz. Ne diyor yine ozanımız Attila İlhan? O sözler ki kalbimizin üstünde Dolu bir tabanca gibi Ölüp ölesiye taşırız O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan Uğrunda asılırız. Biz inancımızı, ideolojimizi, davamızı işkence odalarında da savunduk hiç tereddüt etmeden. Bıyıklarımız demetiyle yolunurken işkenceciler elinde de savunduk açıkça, yiğitçe. Ve onların her türlü hakaretine, katmerli küfürlerle karşılık verdik. Çünkü insan şöyle ya da böyle ölecek. Öyleyse insana yakışan onuruyla, namusuyla, ahlâkıyla yaşamaktır. O yüzden biz, “onur yaşamdan önemlidir” deriz. İşte bu anlayışımız, bu farklılığımız yüzünden Parababaları medyası, Parababaları, Amerikan Emperyalistleri bize sonsuz düşmanlık ve kin güderler. Adımız bu satılmışlar medyasının sayfalarında, ekranlarında bir kere olsun geçmez, suretimiz görünmez. Bizi susuş suikastıyla katletmek, yok etmek isterler. Oysa biz karıncalar gibi halkımızın davası için, çıkarları için durup dinlenmeden dövüşürüz. Ama bizim bu eylemlerimiz, bu mücadelemiz, bu kavgamız ne yazık ki halkımıza ulaşmaz, iletilmez ve bir zindanın taş ve yaş duvarına vurulmuş yumruk gibi yankısız kalır. O yüzden halkımız bizi duyamaz, bilemez, anlayamaz. İşte biz seçimlere sadece bu amaçla girdik. Halkımızın bizi biraz daha duymasına, anlamasına, tanımasına yardımcı olur, diye girdik. Yoksa bu aşağılık Amerikan oyunundan bir şey beklediğimiz yoktu ve HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak! Ülkemizi yarısömürgeleştiren, halkımızı işsizlik pahalılık cehenneminde inleten bu yerli yabancı Parababalarıdır. Bunları ülkemizden defetmeden Türkiye, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanamaz. Ve halkımız rahat bir nefes alamaz. İşte biz devrimci savaşımızın zaferiyle ilk iş olarak bunu gerçekleştireceğiz. HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un TRT’de gerçekleştirdiği İkinci Seçim Konuşmasının orijinal metnini yayımlıyoruz: Ey bütün dünyayı kana ve ateşe boğan, yüz milyonlarca masum insanın katili, insan soyunun başdüşmanı Amerikan ve Avrupa Emperyalistleri, cani ellerinizdeki kanları yıkamaya, okyanusların bütün suları yetmez. Ey ülkemizin, bölgemizin ve mazlum dünya halklarının başbelası haydutlar, yıkılacaksınız, defolup gideceksiniz ülkemizden, bölgemizden, Asya’dan, Afrika’dan, Latin Amerika’dan... İnsan içine çıkamayacaksınız sonunda. Tarih lanetli sayfalarında yazacak adınızı. Ey ülkemizdeki ekonomik ve siyasi çıkarını Amerikan ve Avrupa Emperyalistlerinin çıkarlarıyla ortaklaştırmış hainler güruhu, ey Parababaları, ey Meclisteki siyasi hayatları Amerikan Emperyalistlerine hizmetle geçmiş dört sermaye partisi, ey Türk ve Kürt Halkının düşmanı, ihanetin bedenlerinde bir inme gibi dolaştığı Amerikan işbirlikçileri, belki bu seçimde de aldatacaksınız halkımızı bir kez daha. Ve doluşacaksınız Meclisin ceylan derisiyle kaplı koltuklarına yeniden. Oynadığınız hainane ortaoyununun yalandan kavgasını sürdürmeye devam edeceksiniz bir süre daha. Ama şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki, elbet bir sonu olacak oynadığınız bu hayâsızca oyunun sonunda efendilerinizle beraber siz de yenileceksiniz. Ve ihanetlerinizin, vurgunlarınızın, hırsızlıklarınızın hesabını vermekten kaçıp kurtulamayacaksınız. Saygıdeğer halkımız, Bu emperyalist işbirlikçiliğini, onlara hizmeti ve halkımıza ihaneti siyasi meslek edinmiş bu sermaye partilerinin AKP, CHP, MHP ve HDP’nin sözcüleriyle aynı ekranlarda, aynı yayın akışı içinde görünecek olmak bize ağır geldi. Çünkü biz, 48 yıllık siyasi hayatımızın tamamını, ruhlarını zalimliğin en kötüsüyle doldurmuş bu emperyalist çakallara ve onların yerli işbirlikçisi olan Parababalarına ve siyasilerine karşı mücadeleyle geçirmiştik. Katılmak istemedik bu programa. Ama arkadaşlar ısrar etti, geldik. Ülkemizi yarısömürgeleştiren, halkımızı işsizlik pahalılık cehenneminde inleten bu yerli yabancı Parababalarıdır. Bunları ülkemizden defetmeden Türkiye, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanamaz. Ve halkımız rahat bir nefes alamaz. İşte biz devrimci savaşımızın zaferiyle ilk iş olarak bunu gerçekleştireceğiz. Saygıdeğer halkımız, Bu işbirlikçilerin nüfusumuzdaki oranı binde birdir. Yani 78 milyonluk Türkiye’de bunlar sadece 78 bin kişiciktir. Demek ki Türkiye insanının binde biri oranındaki bu hainler, 78 milyon insanımızı esir almakta, onun alın terini, yarattığı emeği, komisyon karşılığında Batılı efendilerine peşkeş çekmektedir. Saygıdeğer halkımız, Yaralısın, acılar içindesin, vatanın parçalanmanın eşiğinde, kime güveneceğini bilemez durumdasın. Biz bu sonucu hak etmedik. Hayır etmedik! Ülkemiz bu talanı yaşamamalıydı. Neylersiniz! Biz Halk İktidarını kurunca neler mi yapacağız? Şunu: Tüm devlet yöneticileri ortalama işçi ücretine denk bir maaş alacaktır. Çünkü bugün olduğu gibi, ortalama ücret alan bir işçiden on-on beş kat, ortalama gelire sahip bir köylüden otuz-kırk kat fazla maaş alan milletvekilleri, halkın dertlerini, çektiği acıları, sıkıntıları asla anlayamazlar. Atasözümüz de der ya; “tok acın halini bilmez”, diye. İnsanın empati yapabilmesi için karşısındaki insanın acılarını, sıkıntılarını hissetmesi, yaşaması gerekir. Ancak o zaman devlet yöneticileri halkın dertlerine çareler bulmaya çalışır. 2005 yılında, Parti Programı’mızda Asgari Ücreti, Ortalama Geçim Endeksine bağlantılı biçimde, 1500 lira olarak belirlemiştik. Bu geçim endeksi bugünse dört kişilik bir aile için 4339 liradır. Öyleyse asgari ücret bu rakamdan aşağı olamaz. Olur ise bu, insani olmaz. Tabiî Parababaları düzeninde ve onların siyasi temsilcilerinde, Meclisteki dört Amerikancı kardeş partide insanlıktan, vicdandan, acımadan eser aramayacaksınız. Bulamazsınız çünkü. Onların yöneticileri his yoksunu robotlardır. Biz ise insan şefkatinin sütüyle dopdoluyuz. Kahroluruz acı çeken bir insan ya da hayvan gördük mü… Katledilmiş ağaçlar, ormanlar, nehirler, göller, denizler gördük mü… Belki bunu nasıl yapacaksınız, denilebilir. Biz yerli-yabancı Parababalarının sömürü, vurgun ve talan düzenini yıkacağız. Örgütlü halkın gerçek iktidarını kuracağız. Kardeşçe üreteceğiz, kardeşçe paylaşacağız. Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in buyruğu ve öngördüğü ekonomik sistem de aynen budur. Delilimiz ne midir? Şudur: Bakara Suresi Ayet 219: “Helal kazancınızın kendinizin ve bakmakla yükümlü olduklarınızın zaruri ihtiyaçlarına yetecek kadarını alıkoyun gerisini dağıtın.” Yani ihtiyaç sahiplerine verin. Kur’an’ın hiçbir Ayetinde gelirinizin kırkta birini vereceksiniz zekât olarak diye bir ibare geçmez. İnfak, sadaka, yardım, buradan çıkacak sonuç apaçık, besbelliydi bizim için. Ne yazık ki yoldaşlar, ABD Emperyalistleri ve onların hain işbirlikçileri amaçlarına ulaşacaklar. Amerikancı Kürt devletini de kuracaklar, ülkemizi parçalayacaklar, halklarımızı birbirinden koparıp ayıracaklar. Ama bu bir süre devam edecek. Ondan sonra Türk ve Kürt Halkı anlayacak aşağılık oyunun içyüzünü ve yeniden Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi yan yana gelip, omuz omuza verip bu hain Batılı Emperyalist çakallara karşı ve onların yerli işbirlikçilerine karşı savaşa girişeceğiz ve zafer kazanacağız. O günler mutlaka gelecek yoldaşlar, buna inancımız tam. O günler geldiği zaman şairimizin şu dizelerinin içeriğiyle sesleneceğiz sizlere: O sözler ki sırasında Çiçek açmış bir nar ağacıdır Dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı Ama o günler gelinceye kadar sizlere sadece şu dizelerle seslenebileceğiz: O sözler ki Hayallerin sonsuzluğunun Ateşten gülüdürler Parababaları medyasının bütün ablukasına rağmen bizi duyup, görüp ve bize inanıp oy veren kardeşlerimize en içten duygularımla şükranlarımı sunarım. Ve o kardeşlerimizi devrimci yüreğimin olanca ateşiyle kardeşane kucaklarım. Kendim ve yoldaşlarım adına o kardeşlerimize selam ve sevgilerimizi iletirim. Peki, bizim için seçimin sonucu nedir? derseniz, şunu derim, yoldaşlar: Ülkemiz ve halkımız için görevlerimizi yapabilmiş olmanın mutluluğu ve onun verdiği kalp huzuru en büyük ödüldür. En büyük kazanımdır. Emperyalist çakallar ve onların pervane, dönek, ikiyüzlü, hain, işbirlikçileri eninde sonunda yenilecekler. Eninde sonunda halklar kazanacak, insanlık kazanacak. Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz! 09.06.2015 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut zekât onlarca defa geçer ama kırkta bir diye bir oran geçmez. Yukarıdaki aktardığımız Ayetteki buyruk geçer. Peki nereden çıktı bu kırkta bir diyeceksiniz. Ne yapsın sevgili Hz. Muhammed? Kur’an emrini kimse dinlemiyor. Zorlasa dinden çıkacaklar. Hiç değilse kırkta birini idarenin zoruyla alabilelim diye böyle bir yola başvurmuştur. Kaldı ki, Hz. Muhammed öldükten sonra onu bile vermeye yanaşmayan kabileler olmuştur. Hz. Ebu Bekir, onların üzerine asker göndererek bastırmıştır isyanlarını. Mehmet Görmezler ve benzeri din adamları, hocalar anlatmazlar, Kur’an’ın esasını teşkil eden sosyal düzeni ve onun temeli olan “infak”ı. Demek ki, Hz. Muhammed’in ve Sosyal İslam’ın da gerçek, meşru temsilcisi ve savunucusu biziz. Halk İktidarımızda bir tek insanımız işsiz kalmayacak. Hiç kimse evsiz olmayacak. Eğitim ve sağlık, herkese eşit ve parasız olacak. Sanayimiz, milli olduğu için füze hızıyla gelişecek. 5, en geç 10 yıl içinde en gelişkin füzeyi de, uçağı da, bilgisayarı da, telefonu da, otomobili de yapar hale geleceğiz. Köylümüz, devletten aldığı faizsiz ve uzun vadeli kredilerle, parasız hizmet veren binlerce ziraat mühendisimizin rehberliğinde bugün ürettiğinin en az on misli ürün üretecek. Ve kendi örgütü aracılığıyla, araya hiçbir aracının girmesine izin vermeksizin, Türkiye’nin her yerindeki tüketiciye yine onların örgütleri aracılığıyla ürününü ulaştırabilecek. Böylece de emeğinin karşılığını tam olarak alacak. Yarımız olan Kadın, toplumda hak ettiği yere, öneme, değere tam olarak kavuşacak. Kürt Meselesi, emperyalistlerin elinden alınacak; iki halk kendi aralarında, gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde bu meseleyi çözecekler. Özetçe kardeşler, Hür, Güçlü, Mutlu Türkiye’yi kuracağız… Oy moy filan da derdinde değiliz. Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak!.. Halkız, Haklıyız, Başaracağız… 9 5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Ne ulusal ne de uluslararası hiçbir kanun tanımıyorlar Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’ın Reuters Muhabiri ile yaptığı röportajı aynen yayımlıyoruz: Reuters: Sayın Genel Başkan, bu bir başvuru, Lahey’e yapılan başvuru. Gerçi savcılığa yaptınız ama. Genel olarak sizden dinleyelim, amacı nedir? Bu MİT TIR’ları ile ilgili başvurunun? Nurullah Ankut: Şimdi Türkiye’yi 13 yıldan beri yöneten bu iktidar ve onun büyük reisi Tayyip Erdoğan kriminal bir tip yani ahlâki, vicdani, insani hiçbir değer, kural, kanun tanımayan bir tip. Bugüne kadar yüzlerce defa suç işlemiştir. Daha Bele- diye Başkanlığı yaptığı dönemde altı tane, hepsi de ahlâk dışı, yüz kızartıcı suçlardan dolayı davası var ama dokunulmazlık sayesinde dondurulmuş durumda şu anda. Ve bir milyar dolarlık yolsuzluk yaptığı iddiası var. Bunu Rahmi Koç söylemiştir. O zamanın İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım söylemiştir. Serveti var, yolsuzluk yaptı, demiştir. Yani iktidara geldikten sonra bizzat AKP’nin kurucusu, programının yazarı Abdullatif Şener sadece kendisinin ve ailesinin yüz ila yüz yirmi milyar e dolar arasında serveti var, kamu malı çalz mışlığı var, diyor. Seksen milyardan aşağı düşemez bu serveti, diyor. Ve AKP yöneticilerinin iki trilyonluk gayrimeşru servet ? edindiklerini söylüyor. Yani bu denli yola suzluğa batmış bir insan. Eğer Türkiye’de hukukun zerresi olsa bu adamların bırakae lım devletin tepesinde olmalarını, yüzlerce yıllık hapis cezalarıyla mahkûm edilmiş ve e hapishanelerde cezalarını çekiyor olmaları gerekirdi. k n n Reuters: Bu MİT TIR’ları başka bir şey tabiî. geldi. Suriye’de kaç yüz bin insanın katledildi şu anda? İki yüz elli veya üç yüz bin insan hayatını kaybetmiş durumda Suriye’de, masum insanlar bunlar. Reuters: Dediğim gibi, MİT TIR’ları ile ilgili olarak bu yardımlar nereye ulaştı? Nurullah Ankut: Oraya geleceğim. Biz, Türkiye’deki AKP ve Tayyip Erdoğan yönetimini tepeden tırnağa suça batmış bir iktidar olarak niteliyoruz. Onlarca hem yerel mahkemelerde hem uluslar arası mahkemelerde dava açtık bugüne kadar. Yerel mahkemeler jet hızıyla, on gün içerisinde reddediyorlar. Uluslararası mahkemelerden de sonuç çıkmıyor. Niye çıkmıyor? Ne yazık ki uluslararası mahkemeler de özgür iradesiyle uluslararası hukuka uygun düşünüp kararlar oluşturamıyorlar. Yani bu bakımdan ben bu MİT TIR’ları olayını da sadece Tayyip Erdoğan yönetiminin işlediği uluslararası bir suç olarak görmüyorum. Aynı zamanda Amerika’nın, İngiltere’nin, Avrupa Birliği’nin de ortaklaşa işledikleri mahkemelerden de bir şey beklemiyoruz, ona rağmen bu başvuruya yaptınız. Nurullah Ankut: Bekliyoruz. Oraya geliyorum şimdi. Şimdi o tapeler niye bugüne kadar düşmedi? 2013’de bu suçlar işlenmiş. Bu biliniyor, ortaya çıkmış. CIA’nın elinde yok muydu, MI6’nın elinde yok muydu, MOSSAD’ın elinde yok muydu bu tapeler? Hatta Fettullah’ın tarikatının elinde yok muydu? Ki iç içe çalışıyorlar CIA’yla. Vardı? Niye bugüne kadar gizlediler de bu görüntüleri, bugün ortaya çıkarıp Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiler? Şimdi Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresinin dolduğunu gösteriyor bu. Bu yüzden uluslararası mahkemelerden de bir sonuç çıkabilir. Bu apaçık, uluslararası hukuku apaçık hiçe sayan bir şey. Devletlerin bağımsızlığı, iç işlerine karışmama ilkesi, sınırların dokunulmazlığı, biliyorsunuz ki üç önemli ilkedir bunlar, uluslararası hukukta. Tüm bunları hiçe sayan bir davranıştır bu açıkça. Reuters: Şimdi diyorsunuz ki Uluslararası işlerde beraber hareket etti, diyorsunuz. Peki, şimdi onlar diyorlar ki, terör örgütlerine silah gitmesine karşıyız falan. BM’den açıklama geldi mesela. Nurullah Ankut: Yani şimdi Tayyip Erdoğan gibi söylediklerine değil yaptıklarına bakmak lazım. Dedim ya bir ülkeyi de bir yönetimi de değerlendirirsek siyasi eyleminin muhtevasına, içeriğine bakmak lazım. Şimdi bunlar biz demokrasi ve özgürlük getiriyoruz, diyorlar değil mi bütün Ortadoğu’ya saldırırken? Ama onların bu iddia ile girdikleri bü- “Uluslararası hukukun hiçe sayılması, bağımsız bir devletin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve sınırlarına doğrudan bir saldırı olarak görüyoruz. Ki bunlar, uluslararası hukuk ile devletler hukukunun en temel ilkeleridir. Bunların hiçe sayılması olarak görüyoruz. Uluslararası en ağır suçu işlemiştir. Yani Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıp mahkûm edilmesi gerekir.” Nurullah Ankut: MİT TIR’ları bu suçlarından bir tanesi. Kendileri her türlü kanun dışı işi yaptıkları için, ne ulusal ne uluslararası kanun tanımadıkları için MİT TIR’ları kolayca komşumuz Suriye’ye karşı kullanılmak üzere gönderiliyor. Ki en iyi komşularımızdan biriydi Suriye. Beşşar Esad diyordu ki, 2011’de, ilk Suriye’ye karşı Batının taarruzu başladığında diyor ki: “Ben Türkiye’yi ziyaret ettim ve Türklerden gördüğüm dostluğu n hayatımda hiçbir insandan, hiçbir halktan , görmedim”, diyordu. Hatay anlaşmazlığı vardı, sınır anlaşmazlığı. Fransızlardan kalma bir anlaşmaze lık. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını, özgür iradesi ile katılmasını kabul etmemişlerdi Suriye yönetimi. Beşşar Esad’ın babası i Hafız Esad da kabul etmemişti. O zaman, ki Suriye televizyonlarının hava durumu raporları verilirken Hatay Suriye sınırları içinde, Suriye toprağı olarak gösteriliyordu ve alınması gereken bir hedef olarak gösn teriyordu. Ve Beşşar Esad, bir anlaşmayla bizim sınırlarımızı kabul etti ve bu anlaşmazlık giderildi. Ve Hatay Türkiye toprağıdır, bizim orada bir hak iddiamız yoktur, denildi. Yani bu denli Türkiye’ye ve Türklere dostluk göstermiş bir insan. Arap dünyasına baktığımız zaman da k şu an Esad yönetimi Arap dünyasının en laik yönetimi. Ve gelir adaleti, gelir eşitliği bakımından en iyi durumda olan yönetim Beşşar Esad yönetimi. Ama buna rağmen, ABD BOP haritası çerçevesinde planını yürürlüğe koymaya başlayınca, işte Irak’tan başladı. Irak’ta hedefine ulaştı, üç parçaya böldü. Libya’ya gitti. Libya’da hedefine ulaştı. Şu an üç parçaya bölünmüş durumda ve her gün yüzlerce insan katlediliyor Libya’da da. Ondan sonra Suriye’ye bir suç olarak görüyorum. Çünkü Türkiye’deki iktidarları getiren de götüren de Amerika’nın kendisidir. Bu MİT TIR’larıyla ilgili, ilk defa 2013’te medyaya düşen tapelere göre, diyor ki Hakan Fidan: “iki bin sefer yaptı” diyor. İki bin TIR dolusu silah gönderildi, diyor, Suriye’deki bu şeriatçı, Ortaçağcı insanlıktan çıkmış insan sefaleti, canavarlaştırılmış canilere gönderildi diyor ki onları canavarlaştıranlar da CIA’dır, Afganistan’daki sosyalist iktidarı yıkmak için. İki bin TIR dolusu silah gitti IŞİD’e. Bunu CIA bilmiyor mu, götürüldüğünü? Adamlar otuz kırk yıl önce uydularındaki gözetleme istasyonlarıyla arabaların plakasını tespit edebiliyordu, yani bir tavşanın hareketini tespit edebiliyorlardı. Şimdi bu MİT TIR’larının her gün, hangi bölgeye, ne denli silah götürdüğünü, kimlere teslim edildiğini CIA da MI6 de MOSSAD da avucunun içi gibi biliyor. Ama bugüne kadar niye gizledi? Tayyip Erdoğan’ı kullanması gerekiyordu bugüne kadar. Yani BOP planının Türkiye’de de uygulanması için onun yönetiminin bir süre daha iktidarda kalması gerekiyordu. Ama Tayyip Erdoğan kontrolden çıktı. Özellikle 2013 bizim Gezi İsyanı’mız sonrası, zaten ruh sağlığı yerinde değildi, mitoman bir tipti. İyice ruh sağlığı bozuldu, kontrolden çıktı. Onun için Batı kamuoyunu da, Tayyip Erdoğan’ın Ilımlı İslamın temsilcisi diye inandırmak, yutturmak imkânı kalmadı. Reuters: Sayın Genel Başkan, şöyle bir şey var. Siz diyorsunuz ki uluslararası tün ülkeler ölüm tarlalarına dönüşüyor. Ve cehennemin en kara dumanları yükseliyor o ülkelerden. Ve kan denizine dönüyor. Yüz binlerce, milyonlarca mazlum insan hayatını kaybediyor. Demek ki demokrasi ile özgürlükle zerre kadar alakaları yok. dınların aslında, kadın örgütlerinin infial halinde, isyan halinde Meclisin önünü doldurmaları gerekir. Reuters: Şimdi o başka bir konu. Şimdi Lahey’den bahsediyorduk. CHP’nin niye aklına gelmedi de sizin aklınıza geldi? Neden biz böyle yapalım, dediniz? Nurullah Ankut: Şimdi biz gerçek anlamda devrimciyiz. Onlar gibi sahte değiliz. Bizim ağzımızdan çıkan her söz, bilincimizden yüreğimize geçer, oradan süzülüp süzülüp dilimize ve kelimelere geçer. Ama onlar hep ikiyüzlü yani ruhlarında sakladıkları çürümüşlüğü, ihaneti, Amerika’nın kendilerine takmış olduğu, nakletmiş olduğu ikinci yüzleriyle maskelerler, gizlerler. Yani siz bu oyunu oynayacaksınız, muhalefet edeceksiniz deniyor. Onlar da muhalefet yapıyor yani. Ölümüne bir muhalefet yapmıyorlar yani. Reuters: Bu başvurudan ne bekliyorsunuz sayın genel başkan, gerçi daha önce söylediniz ama?.. Nurullah Ankut: Bu başvurudan olumlu sonuç çıkabilme olasılığı yüksek. Çünkü Amerika, Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresinin dolduğuna karar verdi. Şimdi yerlerine yeni partiler hazırlıyor. Bunlardan biri HDP, biri CHP biliyorsunuz. Bunları artık sahneye sürüyor. Biliyorsunuz bunların belli kullanım süreleri var ABD için tıpkı eşya gibi. Onları kullanır belli bir süre, onlar artık halkı kandıramaz hale gelince onun yerine yeni bir oyuncu sürer. Reuters: Aslında siz Lahey’e de güvenmiyorsunuz. Ama şimdi ortam uygun olduğu için… Nurullah Ankut: Biz her zaman hukuktan bir şey çıkması için, halkımıza teşhir etmek için elimizden gelen bütün çabayı gösteriyoruz. Mahkemelere mesela, güvendiğimizden değil, onlarca kez arkadaşlarımız suç duyurusunda bulunmuştur. Yirmiyi, otuzu geçti. Yani bir şey çıkacağından değil, amaç teşhir etmek… Reuters: Yani Lahey’e güvenmiyoruz ama şu anda ortam uygun, diyorsunuz. Nurullah Ankut: Yani hem ortam uygun hem de teşhir etmek için. Yani en azından bunların içyüzünü bin kişi, iki bin kişi görüp anlayabilir. Yani halkımıza bir Bunların hiçe sayılması olarak görüyoruz Uluslararası en ağır suçu işlemiştir. Yan Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıp mahkûm edilmesi gerekir. Şimdi herkes, dünya ve Amerika, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu bunlara methiye düzerken, biz bunların içyüzünü gördük ve gösterdik. Bunu kaç yılında yayınlamışız? Birinci baskısı 2006 mesela. Tayyipgiller I, II. İki cilt kitap yayınlamışız. Bugün bunlar hakkında ne denmesi gerekiyorsa o günden göstermişiz. Bunların içyüzünü göstermişiz. Bir de devrimci teorimiz var bizim. Bu teorinin ışığında bütün sınıf ve tabakaların, bütün siyasi partilerin kimliklerini net bir şekilde görürüz, bu yönde davranabiliriz biz, yani oradan kaynaklandı. Reuters: Peki Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanması, zamanlaması öneml değil mi? Nurullah Ankut: Çok önemli. Şimd dikkat edersek, artık medyada reyting sıralamasında 17’nci sıraya düşmüş. Yani medyayı da bize göre ABD yönettiği için, oradan aldığı sinyale göre, Tayyip Erdoğan’ın eskiden olağanüstü meziyetleri demokra olduğu vesairesi anlatılırdı. Ama şimdi artık diktatör olduğu, despot olduğu, kanun tanımaz, hukuk tanımaz olduğu anlatılmaya başlandı medyada da, yerel medyada da Yani tüm bunlara bir bütünlük içinde baktığımız zaman Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresi doldu. Ve artık yolcu edilecek. Reuters: Yani bundan dolayı uluslararası anlamda bir karar çıkar, diyorsunuz. Nurullah Ankut: Çıkabilir, çıkma olasılığı var. Reuters: Yani ne gibi bir karar çıkar ne gibi bir yaptırım uygulanır? Nurullah Ankut: Şimdi eğer gerçek anlamda bir karar çıkarsa bu adamın uluslararası suçlu ilan edilip İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranması gerekir ve görüldüğü yerde tutuklanıp mahkeme karşısına çıkarılması gerekir. Sadece kendisinin değil, ekibinin. Hakan Fidan’ın, Dışişleri Bakanı Efkan Ala’nın, kendisiyle işbirliği yapan genelkurmay temsilcisinin. Bu TIR’lar da hep genelkurmayın gözetimi altında gidiyor. Bunların hepsinin hatta Bakanlar Kurulunun da toptan ceza mahkemesi karşısına çıkarılması gerekir. Reuters: Şey nereden aklınıza geldi Lahey’e başvuralım… Mesela Ana Muhalefet yapmadı Lahey savcılarına başvurmayı. Nurullah Ankut: Türkiye’de bir demokrasicilik oyunu oynanıyor. Demokrasinin zerresi yok aslında Türkiye’de. Şimdi Amerika seçimlerden bir kombinasyon çıkarıyor. Tamam sen iktidar olacaksın, sizler muhalefet olacaksınız. Yani bir tiyatronun değişik aktörleri bunlar. Tıpkı Sheakespare’in Macbeth’i gibi ki benim en sevdiğim oyunlardan biridir. Nasıl ki orada Kral Duncan var, Macbeth var, Leydi Macbeth var, Macduff var. Yani hepsi kendine verilen (oyunu izlediğimiz zaman, hepsi kendilerine verilen) rolü çok başarılı oynarlar. Yani aynen öyle bir trajedinin Mecliste oynanmasından ibaret Türkiye’de demokrasi denen şey. Onlar da uyumlu muhalefet yapıyorlar. Mesela ağzı bir lağım kadar iğrenç konuştuğu zaman. En son biliyorsunuz Kürt kadınlara küfretti Tayyip Erdoğan. O küfrün içeriğini de biliyorsunuz yani bir Türk olarak… Reuters: Yani anlaşılıyor zaten ne demek istediği. Nurullah Ankut: Yani bütün ka- mesaj vermek istiyoruz. O bakımdan biz bunlara karşı, en ölümcül kararlı muhalefeti yaptık. Mesela Tayyipgiller 1, Tayyipgiller 2 kitaplarını bir zahmet arkadaşlar getirsinler. Reuters: Peki bu arada da onu konuşalım sayın genel başkan. MİT TIR’larıyla işlenen suçu tam olarak ne olarak görüyorsunuz? Nurullah Ankut: Uluslararası hukukun hiçe sayılması, bağımsız bir devletin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve sınırlarına doğrudan bir saldırı olarak görüyoruz. Ki bunlar, uluslararası hukuk ile devletler hukukunun en temel ilkeleridir. Reuters: Savaş ve saldırı suçu iddiasında bulunuyorsunuz yani. Nurullah Ankut: Evet uluslararas hukuku hiçe saydığı iddiasında bulunuyoruz. Reuters: Tamamdır Sayın Başkanım Sağ olun, çok teşekkür ederiz. Nurullah Ankut: Bilmukabele, siz sağ olun.q 10 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Ölüm Demirel’i günahlarından arındıramaz A rkasında ihanet dolu bir geçmiş bırakarak giden Demirel, görsel ve yazılı medya tarafından neredeyse evliya düzeyine çıkarıldı. Kimileri yaptıklarının tümünü sevap kefesine koyup kantarın topuzunu iyice kaçırdılar. Kimileri sevaplarını koydukları kefenin, günahlarının kefesine ağır bastığını yazdı, söyledi. Kimileri kefeleri eşitledi. Kimileri de günah kefesinin ağır bastığını fakat elbette sevaplarının da olduğunu belirtti. Oysa Demirel’in bütün siyasi hayatının tek bir özeti vardır: O bir Halk Düşmanı, ABD Uşağıydı... Bunun dışındaki tüm tanımlamalar zorlamadır. Demirel’in kim olduğunu anlatmaktan uzaktır. Biz burada Demirel’in tüm günahlarını ikincil önem taşır. Asıl göze batırmak istediğimiz ise şudur: NATO legal planda kurulurken onunla birlikte bir de genel adıyla Süper NATO olarak anılan ve ülkeden ülkeye adı değişen; örneğin İtalya’da Gladio, Türkiye’de Kontrgerilla adını alan gizli; kanun dışı, kanunlar üstü bir örgüt kurulur. Daha doğrusu ABD, NATO’ya üye olacak ülkelerin bu örgütü de kurmalarını zorunlu kılar. Bildiğimiz gibi Menderes Hükümeti bu NATO denen emperyalist örgüte katılmak için can atar. Müracaatları karşılık bulmaz pek. Bunun üzerine TBMM’den karar çıkarmaya bile gerek görmeden Kore’ye Mehmetçik’i gönderir. ABD askerleri, sayıp dökmeyeceğiz. Yalnızca Kontrgerilla konusundaki ihanetini anlatmakla yetineceğiz. Bu bile onun nasıl bir halk düşmanı ve ABD uşağı olduğunu anlatmaya yetecektir. zayiatsız geri çekilebilsin diye özellikle Kunuri’de Mehmetçik feda edilir. Bunlar bilinen konulardır. Menderes Hükümetinin bu uşaklığı karşılığında Türkiye NATO’ya 1952 yılında alınır. Ve 1953 yılında “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla Süper NATO örgütlenmesi hayata geçirilir. Sonra bu örgüt önce “Özel Harp Dairesi” adını alacak, sonra da “Kontrgerilla” adıyla ünlenecektir. Bu Süper NATO denen gizli örgütün foyası, tüm Avrupa’da, ancak Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ortaya çıktı: Süper NATO için ABD’nin üye ülkelere dayattığı şartlar vardı. Bu şartlar özetçe şöyleydi: Bu örgüt kesinlikle gizli olacak, dar bir kadro dışında devlet görevlileri bile bu örgütten haberdar olmayacaktı. Yani Ecevit’in deyimiyle; “Devletin içinde olacak ama resmi devlet örgütlenmesi içinde yer almayacaktı.” Tabiî halk zaten hiçbir şekilde bu örgütü bilmeyecek, bilemeyecekti. Bir diğer şart, bu örgüt mensupları, cinayet işlemek dahil, antiemperyalist güçlere ve sosyalistlere karşı kullanılacaklar fakat bu eylemlerinden dolayı ne tutuklanacaklar, ne de yargılanacaklardı. Süper NATO ya da Kontrgerilla nedir? ABD, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın emperyalist cenahtaki en büyük galibidir. (Ondan da büyük galip Sovyetler Birliği’dir. Fakat onun emperyalist dünyayla bir ilgisi yoktur. Konumuzu emperyalist dünya oluşturmaktadır.) Yani ABD artık emperyalizm kenefinin kayıtsız şartsız jandarmasıdır. Bu jandarma, emperyalist alemi sosyalist devrimlerden korumak için Kuzey Atlantik Paktı (NATO) adında bir örgüt kurar. Kuruluşunda (4 Nisan 1949) bu örgütte yer alan ülkeler şunlardır: Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere, ABD. 16 Şubat 1952’de Yunanistan ve Türkiye üye olurlar. 9 Mayıs 1955’te Almanya, 30 Mayıs 1962’de ise İspanya üye olurlar. Bu bilgiler de konumuz bakımından T Bu örgütün ordu, polis ve istihbarat örgütleri içinde örgütlenmeleri olacaktı. Ve bir de sivil örgüt, yani parti örgütlenecek, tabiî bu partinin de yan örgütleri olacaktı. İşte 1953 yılında Menderes’in kabul ettiği ve yürürlüğe koyduğu örgüt böyle halk düşmanı bir örgüttü. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bütün bu örgütlenmeler de sosyalist ve antiemperyalist güçlere karşı en etkin biçimde kullanılacaktı. Demirel ve Kontrgerilla Süper NATO için belirlenen bu örgütlenme şeması Türkiye’de aynen gerçekleşti ve kendine görev düşene kadar beslenip büyütüldü, küçük bazı eylemlerle yetinildi. 1960 Politik Devrimi sonrası Türkiye’de sosyalizme muazzam bir yöneliş ve antiemperyalist uyanış oluştu. Bu durum Süper NATO için göreve başlama zamanı demekti. Kuruluş amacına hizmet zamanı gelmiş demekti. 1960 sonrası, özellikle 1965 Seçimlerinden sonrası, Türkiye’de Demirel Dönemi demektir. 1960 Anayasası için; “Bu anayasa ile ülke yönetilemez.” diyen Demirel, bu halka az da olsa demokrasi getiren Anayasayı ortadan kaldırmak, böylece sosyalizm düşünce ve davranışı yönünde her türlü örgütlenmeyi yasaklayacak bir düzene ulaşmak için ABD’nin bütün emirlerini harfiyen yerine getirmekte bir an bile tereddüt etmemiştir. Süper NATO’nun Türkiye kolu olan Kontrgerilla’yı bütün bileşenleriyle dizginlerinden boşaltmıştır. Kontrgerilla’nın resmi güçleri tarafından devrimci gençler faili meçhul cinayetlerle şehit edilirken sivil kanadı MHP’liler de cinayetler işlemişlerdir. Tabiî ABD’nin Süper NATO’nun işleyişi için dikte ettiği şartları-emirleri gereği bu cinayetler de faili meçhul kalmıştır. Kalmak zorundadır daha doğrusu. İşte Demirel’in meşhur; “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” sözünün gerçek anlamı budur. Bu cümlenin tercümesi şudur: ABD, bana bunu söylemeyi yasakladı. Ben bu canilerin ne cinayet işlediklerini söyleyebilirim, ne bu canileri tutuklayabilirim, ne yargılayabilirim, ne de mahkûm edebilirim. Hasbelkader yakalanan olursa da “hapisten kaçtılar” kılıfıyla onları özgürlüklerine tekrar kavuşturmaya ve onların devlet güçlerinin himayesinde eylemlerine devam etmelerini sağlamaya mecburum, memurum. Bunun ne kadar somut bir gerçeklik olduğunu anlamak için Abdullah Çatlı’nın hatıra getirilmesi yetecektir. Demirel’in günahı yalnızca pasif bir uygulayıcı olarak Kontrgerilla’yı kucağında bulmak ve onun eylemlerine göz yummaktan ibaret değildir. O aynı zamanda Kontrgerilla’nın en aktif, en gönüllü savunucusu, geliştiricisidir de. MHP, halk çocuklarını kara gömlekler giydirerek “Komando Kampları”nda faşist eğitimle zehirlerken ve devrimcilere karşı nasıl mücadele vereceklerini silahlı eğitimlerle öğretirken Demirel bunlara göz yummuş, bu kanunsuz örgütlenmeleri görmezden gelmek bir yana gizliden gizliye devlet olanaklarıyla desteklemiştir. Birinci MC (Milliyetçi Cephe) Hükümetinde 3 milletvekili bulunan MHP’ye 2 bakanlık vererek devlet kadrolarına MHP’lilerin doluşmasını ve bu faşist güruhun palazlanmasını sağlamıştır. Kurduğu İkinci MC Hükümetinde de farklı davranmamıştır. Demirel ve Darbeler 12 Mart ve 12 Eylül Darbeleri görünürde Demirel Hükümetlerini devirmiş darbelerdir. Ama bu ancak görünürde böyledir. Bu darbeler Demirel’in de hizmetkârı olduğu yerli-yabancı Parababalarının çıkarlarını korumak için yapılmıştır. Yani bu darbeler ABD’nin ve onun güdümündeki yerli Parababalarının çıkarlarını koruduğu kadar onların uşaklarının da çıkarlarını korumuştur. Bu görevini yerine getirebilmesi için de halkın faşist darbelere ve o darbelerin getireceği antidemokratik yani halk düşmanı ekonomik ve politik kararlara ikna edilmeliydi. Bunun için de CIA’nın geliştirdiği ve Kontrgerilla eliyle uygulamaya koyduğu, David Galula’nın “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri Teori ve Tatbikatı” adıyla kitaplaştırdığı halk düşmanı eylemlerin yine halk düşmanı Kontrgerilla eliyle uygulanması gerekiyordu. Bu eylemler özetçe şunlardı: “Cinayete varan eylemler” yapılarak, AB-D Emperyalistlerinin hizmetkârıydı, devrimci düşmanıydı, vatan satıcıydı üm Amerikan uşakları, halk düşmanları devrimci kanı içmiş satılmış caniler gibi ardında iğrenç bir leş bırakarak ufkumuzdan çekildi bu Morrison Süleyman da... Halklar böyle anacak, böyle hatırlayacak Moarrison Süleyman lakaplı Süleyman Demirel’i. Satılık medyanın satılık kalemşorları, Bin Kalıplılar, Demokrat geçinen zavallılar, ne kadar aklamaya çalışırlarsa çalışsınlar, ellerinde devrimci kanı bulunan bu AB-D Uşağını ne kadar temizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar Süleyman Demirel katildir, faşisttir, Vatan Satıcıdır, Halk Düşmanıdır, emekçi düşmanıdır. Ve tarihteki yerini de bu sıfatlarla alacaktır. Şu bir gerçektir ki, 1950 sonrası iş başına gelen Amerikancı Parababaları iktidarlarının liderlerinin en zekisidir Süleyman Demirel. Bilir kendini kimlerin iktidara taşıdığını. İsmet İnönü açıklar bu gerçekliği 1965’de; “Amerika Ankara’da benim yerime bir başbakan aradı ve buldu.” diyerek. Morrison Süleyman bilir uşaklık yaparsa AB-D Emperyalistlerine, iktidarda kalır. Bilir hizmette kusur etmez ise, AB-D Emperyalistlerinin Halk düşmanı politikalarına ses çıkartmaz, onay verirse, destek olursa bu aşağılık projelere, işte o zaman AB-D Emperyalistleri adamı altı kere götürürler yedi kere getirirler. AB-D Emperyalistlerinin aradığı işte böyle uşaklardır. Namustan yoksun olacaksın, ahlaktan yoksun olacaksın, cesaretten yoksun olacaksın, insan yüreğinden yoksun olacaksın. Zekânda olunca biraz Süleyman Demirel gibi Cumhurbaşkanlığına kadar yükselebiliyorsun. 27 Mayıs Politik Devriminin ve 61 Anayasasının sonucudur İşçi Sınıfımıza kırıntı kabilinden de olsa tanınan sendikal haklar. Bu hakları budamada başrolü oynayanlardandır Demirel. İşçi Sınıfımızın kılıcını ortaya attığı 1516 Haziran Şanlı direnişinde şehit verdiğimiz canların, emekçilerin de sorumlusudur. Kılı kıpırdamaz, yüreğinde acıma hissi uyanmaz emekçiler katledilince bu emekçi düşmanının. Üç fidanımız Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idamlarına parmak kaldıranların, parmak kaldırtmak için uğraşanların başındadır Morrison Demirel. Sonrasında hiçbir pişmanlık da duymaz, içi sızlamaz, yüreği acımaz, gök ekini biçer gibi biçilen yiğitlere. Morrison AB-D Uşağı Menderesgillerin intikamı olarak görür Denizlerin idamını. Denizler isyan ederler Savunma- larında ve haykırırlar: “Süleyman Demirel’in Anayasayı ihlaline, despotizmine ve ülkeyi Amerika’ya satmasına ses çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteği ile buraya getirildik” diye. Kızıldere’de Mahirler katledildiğinde de duvardır Morrison Süleyman’ın yüreği. Acıma işlemez bu duvardan yüreğe. Çünkü devrimci düşmanıdır Morrison. Çünkü Devrimcilere düşmanlık etmezse, Halka düşmanlık etmez ise iktidara taşınmazlar satılıklar, uşaklar. Kızıldere Katliamını yöneten, Mahir’ine karşı son görevini yerine getirmek isteyen acılı anneye ağır hakaretler eden, Cenazeyi taşıyan kamyon şoförünü “Bir teröristin leşini niye arabana alıp taşıyorsun” diyerek tekme tokat döven Tevfik Türün gibi, Denizler’in idam kararını veren ve idamı sigara içerek izleyecek kadar insanlıktan çıkmış olan mahkemenin başkanı Ali Elverdi gibi faşist cellatları övgülere boğan, 1950’deki Kore Savaşı’na ABD Emperyalistlerinin safında gönüllü katılan, 12 Mart işkencecilerinin başı Faik Türün gibi, Mahkemenin savcısı faşist Baki Tuğ gibi yığınla satılmışı, ABD ajanını Meclise taşımış, onlara partisinin üst yönetiminde koltuklar vermiş biridir Morrison Süleyman. Emekçilerin maaşlarından yapılan kesintilerle oluşturulan İlksan paralarını Parababası Kemal Ilıcak’a aktarıp “Verdimse ben verdim” diyerek işi pişkinliğe vuran da Morrison Süleyman’dır. “Bana sağcılar da cinayet işliyor dedirtemezseniz” diyerek Devrimcilerin katledilmesine göz yuman, bu insanlık suçuna hatta halk tarafından sevilen kişiler öldürülerek, halktan rastgele insanlar, bazen sağdan da olmak üzere, katledilerek, toplu katliamlar yapılarak halk can derdine düşürülecek; devrimcilerden soğutulacak, devlet güçlerine yanaşmaları sağlanacaktır. Böylece halk, celladına kurtarıcı olarak sarılacaktır. Bu teorinin özeti budur. 12 Eylül’e meşru zemin oluşturmak, daha doğru bir deyişle halkı 12 Mart ve 12 Eylül Faşizmine ikna etmek için bu insanlık dışı eylemler Türkiye’de Kontrgerilla eliyle en acımasız biçimde uygulanmıştır. Bahçelievler, Balgat, Maraş, Çorum katliamları, 1 Mayıs Katliamı, Doğan Öz, Bedreddin Cömert, Cavit Orhan Tütengil, hatta Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu (Hamido) suikastları vb. vb… bu amaçla yapılmıştır. 12 Eylül’e gelinceye dek 5000 masum insanımız bu katillerce katledilmiştir. Bu katliamların tamamında Demirel, en aktif uygulayıcı ya da uygulatıcı kişidir. Bu cinayetleri kim işlemiş olursa olsun silahı tutan, tetiğe dokunan ikinci el, daha da doğrusu asıl fail Demirel’dir. Yani Demirel’in ellerinde bu 5000 masum insanın kanı vardır. Ve ölüm bile Demirel’in elindeki bu kanı temizleyemez. İnsanların ve halkların belleğinde o her zaman bir Halk Düşmanı, ABD Uşağı olarak lanetle anılacaktır. Kısacası burjuva basını ve kendini sol diye satmaya çalışan CIA Sosyalistlerinin- Bin Kalıplılar’ın yutturmaya çalıştığı gibi, bu darbeler Demirel’e karşı değil, Demirel’in arzusu doğrultusunda halklarımıza karşı yapılmıştır. Sonsöz: “Ölünün ardından kötü konuşulmaz” sözü siyasette geçerli değildir. Nasıl Hitler, Mussolini, kötü söz söylenmeden anılamazsa Demirel de anılamaz. Tarihin ve halklarımızın değiştirilemez hükmü budur, bu olacaktır…q azmettiren, Devrimci düşmanlığını her daim canlı tutan Morrison Süleyman’dan başkası değildir. Dünyanın en büyük acısı olan evlat acısı yaşamış Analara “Oğlunuz cebimde mi ki, çıkarıp vereyim” diyecek kadar insan sevgisinden yoksun yönünü de göstermiştir bu AB-D Hizmetkârı. İktidarda kalabilmek için AB-D Emperyalistlerinin bin ülkeli bir dünya projesi çerçevesinde ülkemizi en az üçe bölme, yani Sevr’in yeniden hortlatılmasına da ses çıkartmamıştır Morrison Süleyman. En fazla İmam Hatip açmakla övünen, bu açtığı okullarda Ortaçağcı Tayyipgiller’in yetişmesinin de mimarlarındandır Morrison. Din alıp satmanın, dini siyasete alet etmenin, Halkları afyonlamanın, halktan biri gibi gözüküp halka zulüm etmenin, Halktan alıp yerli yabancı Parababalarına aktarmanın ustasıdır Morrison Süleyman. Siyasi ömrünü AB-D Emperyalistlerinin hizmetine vakfetmiş, Halklarımıza acılar çektirmiş, “Dün dündür bugün bugündür” omurgasızlığını siyasi literatüre yerleştirmiş Morrison Süleyman, ne kadar aklanmaya çalışılırsa çalışılsın, ne kadar ellerindeki devrimci kanı temizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, ne kadar Halk Dostu gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın, kanlı geçmişi için ne kadar ağıtlar yakılırsa yakılsın, Halklarımız bu AB-D Uşağını tarihe “faşist, Vatan Satıcı, Halk Düşmanı, emekçi düşmanı, Parababalarının dostu” olarak kaydedecektir. Ve eninde sonunda Halkın İktidarı Morrison Süleyman’ın yaptıklarının hesabını soracaktır. 17.06.2015 HKP Genel Merkezi 11 5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Kuş Gribi ve tavuk üretimi-tüketimi Tayyipgiller iktidarı döneminde samanı bile ithal eder olduk ne yazık ki. Bir zamanların tarım ve hayvancılık ülkesi olan, dört bir yanı doğal zenginliklerle dolu ülkemizde tavuk üreticiliğinde ithal yeme bağlı olmamız içler acısı. eçtiğimiz ay Balıkesir’in Bandırma ilçesinde bazı tavuk çiftliklerinde kuş gribinin yeniden görüldüğü bildirildi. Bandırma’nın Edincik Mahallesi’nde 40 bine yakın tavuğun kuş gribi nedeniyle telef olduğu tespit edildiği ve bunun üzerine bölgedeki tavukhanelerde tavuk itlaflarının yapıldığı da basına yansıyan haberler arasındaydı. Böylece, 100 bine yakın tavuk gerek telef olarak gerek itlaf edilerek ölmüş oluyordu. Hastalığın görüldüğü işletmelerin bulunduğu bölge karantina altına alınıyordu. Kuş gribi daha önce 2005 yılında görülmüştü ülkemizde. O dönem tavuk çiftliklerinden köylümüzün serbest dolaşan tavuklarına kadar yüz binlerce tavuk itlaf gelmişti. Öyle ki, kimi köylüler gözü gibi baktığı tavuklarını Tarım İl-İlçe Müdürlüklerinin itlaf ekiplerinden kurtarabilmek için saklamak zorunda kalmıştı. Tayyipgiller o dönem, köylerde tavuk bırakmadılar. Bunun sonucu olarak da, birkaç yıl sonra kırsal alanlarda kene istilası başladı. Kenelerin ısırmasıyla bulaşan Kırım Kongo hastalığından insanlarımız hayatını kaybetti. Doğanın dengesini bozuverince, doğa bunu acı bir şekilde ödetiyor. Doğadaki keneleri yiyen tavuklar, kene sayısında bir denge sağlıyordu. Tavuklar gidince, keneler sardı her yanımızı. Ayrıca, kuş gribinin tavuk etinden ve yumurtasından insana geçme olasılığı olmamasına rağmen, Tayyipgiller’in hainane politikaları sonucu tavuk tüketimi ve üreti- kelerine beyaz et ihraç edilir olmuştu. AB ülkelerine bile ihracat yapılması hedefleniyordu. Kuş gribinin göçmen kuşlardan çiftlik kanatlılarına bulaştığı tahmin ediliyor, yapılan araştırmalara göre. Farklı ülkelerde de görülmesinin en önemli sebebinin bu olduğu kabul ediliyor. Göçmen kuşlar göç yolları üzerindeki hayvanlara bulaştırıyor. Balıkesir’in Bandırma ilçesinden sonra geçtiğimiz günlerde de Kocaeli’nin Gebze İlçesine bağlı Molla Fenari Mahallesi’nde (eskiden köydü) bir tavuk işletmesinin Balıkesir’den getirdiğini söylediği 2 bin tavuktan 800’ü telef oldu. Durum Kocaeli İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne bildirildi. İl Müdürlüğünden gelen ekipler, ancak gece yarısı geldi ve edilmişti. İktidarda o dönemde de yine hatırlarsak bugünkü gibi Tayyipgiller vardı. Tavuklar hasta olup olmadığına bakılmaksızın canlı canlı toprağa gömülerek itlaf edilmişti. Tavuk itlafları vahşet haline mi durma noktasına geldi. Yerli üreticilerden iflas edenler oldu. Tavuk ithal edilmesi gündeme geldi. Hâlbuki, o zamana kadar yerli üreticiler kanatlı et sektöründe bir ilerleme kaydetmiş, özellikle Ortadoğu ül- kaymakamlığın yaptığı açıklamaya göre 2103 tavuğu itlaf ettiler. Kaymakamlığın bu açıklamasına karşın mahalle sakinleri, itlaf gerçekleştirilen sadece bir işletmede 4 bin civarında tavuk olduğunu ve gerçek sayının 10 bin civarında olduğu bilgisini G Kurtuluş Partililer piknikte buluştu İ stanbul İl Örgütü olarak, 7 Haziran seçimlerin ardından Milletvekili adaylarımızın ve yoldaşlarımızın katıldığı bir piknik düzenledik. Pikniğimiz Akpınar Ormanı’nda gerçekleşti. Düzenlediğimiz piknikte, yoğun ve yorucu geçen seçim çalışmalarının yorgunluğunu atmak için yoldaşlarımızla bir araya geldik. Pikniğimiz Sancaktepe İlçe Örgütü Başkanı Durmuş Pala arkadaşımızın yapmış olduğu açılış konuşması ile başladı. Daha sonra yoldaşlarımızın hep birlikte hazırladığı yemekler yenildi. Yemekler yenildikten sonra MYK Üyemiz ve İstanbul İl Örgütü Başkanı Pınar Akbina Yoldaş’ımız seçimleri ve ülkemizin durumunu değerlendiren bir sunum gerçekleştirdi. Yapmış olduğu sunumda, seçimlerde almış olduğumuz on binlerce oyun bizler için önemli olduğunu ve üzerimizde uygulanan her türlü ablukaya rağmen halklarımızın bizi desteklediklerinin göstergesi olduğunu söyledi. Pınar Yoldaş’ımız konuşmasında, daha fazla mücadeleye sarılmamız gerek- tiğini, AB-D Emperyalistlerinin ve onların işbirlikçilerinin Ortadoğu ve ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları gün yüzüne çıkarmamız ve bunlarla mücadele etmemiz gerektiğini dile getirdi. Yoldaş’ımızın sunumu soru cevap şeklinde devam etti. Konuşmanın ardından pikniğe katılan arkadaşlarımız duygu ve düşüncelerini dile getirdi. Bir arkadaşımız kendi yazdığı şiiri bizlerle paylaştı. Etkinliğimiz düzenlenen bilgi yarışması ve çeşitli oyunlarla devam etti. Daha sonra Partili arkadaşlarımızın hazırladığı müzik dinletisine geçildi. Yoldaşlarımız, her zaman dile getirdiğimiz halkların kardeşliğini yansıtan türkülerle, marşlarla müzik dinletisini bizlerle paylaştı. Pikniğimiz çekilen halaylarla son buldu. Bizler Kurtuluş Partililer olarak mücadelemize devam edeceğiz ve ülkemizi cehenneme çevirmek isteyenlerin karşısında olacağız. Eninde sonunda zafer kazanacağız! 22.06.2015 K veriyor kendileriyle görüşen muhabirlere. Ayrıca, tıpkı 2006 yılında olduğu gibi tavukların canlı canlı poşetlere doldurulup gömüldüğünü belirtiyorlar. Kuş gribi hayvandan hayvana bulaşan bir hastalık. Bu yüzden özellikle, dar alanda çok sayıda kümes hayvanının bir arada yaşadığı tavuk çiftliklerinde virüs çok kolay ve kısa sürede yayılıyor. Fakat, bilim insanlarının verdiği bilgiye göre, kuş gribi insan sağlığı için bir tehlike yaratmıyor. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akan, göçmen kuşların mevsimsel geçişiyle tüm dünyada kuş gribi vakalarının yaşandığını söylüyor. Kuş gribinin Türkiye’de insan sağlığı için risk oluşturmadığını belirterek, “Dünyada insanlara kanatlı ürünlerinin tüketimiyle bulaşan kuş gribi vakası yok” diyor. Yani tavuk eti yiyerek ya da yumurta tüketerek kuş gribine yakalanan hiç kimse olmamış bugüne kadar. Akan, ABD, Kanada, Almanya, Romanya, Bulgaristan gibi pek çok Avrupa ülkesindeki tavuk çiftliklerinde de görülen kuş gribinin, insan sağlığını tehdit etmesinin söz konusu olmadığını belirtiyor. Prof. Dr. Akan “Sadece hasta hayvanlarla yoğun ve bire bir temas halinde kuş gribi insana bulaşabiliyor. Türkiye’de 2006’daki kuş gribi salgınında kaybedilen 4 kişinin hasta hayvanlarla yoğun temasta olmaları bulaşmada rol oynamıştır. Hasta hayvanla uzun süreli direkt temas, virüsü insanlara bulaştırmıştı” diyor. Deneysel çalışmalara göre kuş gribi virüsü 70 derece sıcaklıkta, 2 dakikada yani pişirmeyle ölüyor. Aldığımız tavukların da kaynağını bilmekte, güvenilir üreticilerden almakta fayda var. Kuş gribi gibi bir hastalıkla mücadele ederken de, Tayyipgiller’in yaptığı gibi önüne çıkan kanatlı hayvanı canlı canlı toprağa gömmek değil çözüm. Üreticilere gerekli desteği sağlayarak öncelikle hayvan sağlığı için uygun, sıkışık olmayan, hastalığa karşı gereken tedbirin anında alınabileceği teknolojiyle donatılmış tesislerde üretim yapmak gerekiyor. Bilimin tüm imkânlarını kullanarak gerçekten hasta olan, hastalığı taşıyan hayvanları ayırıp onları itlaf etmek, bunu da yine hayvanlara eziyet etmeden, işi bir hayvan katliamına çevirmeden yapmak gerekiyor. Tavuk ve yumurta erişebildiğimiz en ucuz protein kaynağı. Ülkemizde piliç tüketimi ne yazık ki, kimi ülkelerle kıyaslayınca çok gerilerde kalıyor. Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği (BESDBİR)’in verilerine göre, dünya piliç eti tü- ketiminde Amerika, Brezilya, Hong Kong Arjantin ve Avustralya gibi ülkeler ilk 5 sırayı paylaşırken Türkiye 10. sıralarda yer alıyor. Yukarıda adı geçen ilk 5 ülkede kiş başına piliç eti tüketimi ortalama 35-43 kg civarındayken Türkiye 19,39 kilogramla henüz bu miktarların yarısını yakalayabilmiştir. BESD-BİR’in verilerine göre, Kümeslerdeki et tavuğu sayıları 2005 yılında yaklaşık 257 bin adetken, ilerleyen dönemlerde önemli miktarda düşüşler yaşanmıştır. Bunun başlıca nedeni 2005 ve bunu takiben 2007 yıllarında ortaya çıkan kuş gribi vakalarıdır. Kuş gribi hem toplam hayvan sayısında azalmaya hem de tüketimde talebin azalmasına yol açmıştır 2002, 2003 ve 2006 yıllarında piliç eti ihracatı da azalmıştır. AB ülkelerine ihraca yapmaya hazırlanan tavuk eti üreticiler AB’nin kuş gribini fırsat bilerek Türkiye’y yasaklı ülkeler listesine alıvermesiyle bir darbe almış oldu. Dünyadaki iki büyük tavuk eti ihracatçısı ülke, bu alandaki tekel diyebiliriz ABD ve Brezilya. ABD ve AB ülkeleri ihracatta üreticiye ton başına destek sağlıyor. Ülkemizde piliç eti ve yumurta üretiminde üreticiler yemi ithal ediyor. Özellikle mısır ve soyaya dayalı karma yem kullanılıyor tavuk işletmelerinde. Soyanın tamamı, mısırın belli bir kısmı ithal ediliyor. Yem maliyeti toplam maliyetin yüzde 70’ini oluşturuyor. Bu da piliç etinin maliyetinin Türkiye’de ABD ve AB ülkeleriyle kıyaslandığında daha yüksek olmasına sebep oluyor. Bu konuda da çözüm elbette, öncelikle üreticilerin ithal yeme bağımlılığının ortadan kaldırılması. Üreticilerin yerli yem kullanması için gerekli çözümler üretilmeli. Üreticilerimizin kooperatifler yoluyla örgütlenmesi sağlanarak, halkımızın güvenli, sağlıklı ve ucuz beyaz ete doğrudan ulaşması sağlanmalı. Tayyipgiller iktidarı döneminde saman bile ithal eder olduk ne yazık ki. Bir zamanların tarım ve hayvancılık ülkesi olan dört bir yanı doğal zenginliklerle dolu ülkemizde tavuk üreticiliğinde ithal yeme bağlı olmamız içler acısı. Tayyipgiller’in ortaya koyduğu bütün uygulamalar ABD AB Emperyalistlerinin ve yerli Parababalarının kâr ve sömürü düzeninin devam etmesine dönüktür. Bu kâr ve sömürü düzeninin bekçisidir onlar. Hal böyle olunca onlardan beyaz üretimini ve tüketimini teşvik edecek çözümler üretmesin beklemek abesle iştigal etmek olur. Bunu da ancak HKP’nin öncülüğünde kurulacak Demokratik Halk İktidarı çözer.q Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut’un bir “Kedi Davası” daha görüldü edilere ve sokak hayvanlarına baktığı için, hayvan, ağaç, doğa ve insan sevgisinden nasibini almamış bazı komşularının düzmece şikâyetleri üzerine Partimiz Genel Başkanı ve Partimiz üyesi melek eşi emekli öğretmen Hacer Ankut hakkında açılan davalardan biri daha görüldü. İstanbul Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesinde bugün görülen ve iki tanığın dinlendiği davada bu kez eşinden ayrı olarak sadece Genel Başkanımız yargılanıyor. Ayrıca Genel Başkanımızın hakaret ve bıçakla yaralama suç isnadı ile yargılandığı davada Genel Başkanımız hakkında şikâyette bulunan komşusu da hakaret ve tehdit suçlarından yargılanıyor. Şikâyetçi komşunun tanığı bile bugün mahkeme huzu- İstanbul’dan Kurtuluş Partililer rundaki anlatımlarında Genel Başkanımıza atfedilen suçlamaları çürütecek beyanlarda bulunmuştur. Genel Başkanımızın tanığı ise Genel Başkan hakkındaki suçlamaların doğru olmadığını beyan ederken, komşusu hakkındaki suçlamaları doğrulayan beyanda bulunmuştur. Bir sonraki duruşma 22 Ekim 2015 günü saat 11.00’e bırakılmıştır. Genel Başkanımız ilk Kedi Davasından beraat etmişti. Eşiyle birlikte yargılandığı ikinci davada, yalancı tanık beyanlarına dayanılarak, bu beyanların düzmece olduğu ke- sinkes kanıtlanmış olmasına rağmen cezaya çarptırılmıştı, hem eşi hem de Genel Başkan’ımız. Halen derdest olan üçüncü davada ise gene Genel Başkanımız ve eşi birlikte yargılanmaktadır. Bu davaya bakan hâkim hakkında, ikinci davada yalan tanık beyanlarına dayanarak ceza verdiği için reddi hâkim talebinde bulunuldu avukatlar tarafından. Reddi hâkim talebi reddedildiği için bu davadan da ceza çıkması kuvvetle muhtemel. Bu davanın şikâyetçileri ikinci davada Genel Başkanımız ve eşi aleyhinde yalan tanıklık yapan komşularıdır. Bu dava Hacer Ablamıza hakaret eden bu komşular hakkında yapılan şikâyet üzerine açılmış bir dava olmasına rağmen ne hikmetse Genel Başkanımız ve eşi bu davada da aynı zamanda suçlanan konumundadırlar. Hem de tehdit ve hakarete uğrayan şikâyetçi Hacer Ablamız, bu şikayetini tanık ifadesiyle kanıtladığı, şikayet olunanların hiçbir delil sunamadığı, yer ve tarih gösteremediği soyut atfı cürümlerine dayanılarak en ağır ithamla yargılanmaktadır bu davada da. Anılan davaların ilkinin şikâyetçisi ve sonraki davalarda da şikâyetçi olan diğer komşuları yönlendiren kişi, Belediye Başkanı Tayyipgiller’den olan bir belediyede çalışmaktadır. Bunların hayvan, bitki, doğa düşmanı olmaları daha doğrusu kişisel çıkardan başka hiçbir şey düşünmeyen Tefeci-Bezirgân sınıf yapılarından gelir. Şanlı Gezi İsyanı’mız da bunların hayvan, bitki, doğa düşmanlıklarına bir tepki olarak patlamadı mı zaten? Yüreği insan, hayvan, doğa, ağaç sevgisiyle dolu Genel Başkanımız ve eşinin yargılandığı bu davalar Tayyipgiller’in elinde Yargının geldiği içler acısı durumu da sergilemektedir. Ne yaparlarsa yapsınlar! Tayyipgiller’in mahkemeleri ne kararlar verirse versin, eninde sonunda kazanan, yenen biz olacağız, insanlık olacak, insanseverlik, hayvanseverlik, ağaçseverlik, doğaseverlik olacaktır. 16.06.2015 Kurtuluş Partili Hukukçular 12 A Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Katil Devlet İsrail’in Dünya Sendikalar Federasyonu’na yönelik saldırısını lanetliyoruz BD Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki jandarmalığını üstlenen katil devlet İsrail, sınıf temelli sendikal mücadele veren ve antiemperyalizmi vazgeçilmez bir ilke olarak benimseyen Dünya Sendikalar Federasyonu’na yönelik saldırılarına bir yenisini daha ekledi. Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) bünyesinde çalışan Alexandra Liberi Yoldaş, Filistin’de gerçekleştirilecek bir eğitim çalışmasına giderken Tel Aviv’de İsrail polisi tarafından tutuklandı. Seyahatle ilgili tüm resmi belgelerin tam olmasına rağmen İsrail polisi hukuk dışı lesini engelleyemeyecekler. Liberi Yoldaş şahsında DSF’ye, Filistin İşçi Sınıfına ve Filistin Halkına yönelik dayanışma duygularımızı ifade ediyoruz. biçimde Liberi’nin üzerini aramaya çalıştı. Havalimanının karakolunda 11 saat boyunca alıkonulan Liberi, İsrail polisinin eşliğinde sınır dışı edilerek ülkesi Yunanistan’a dönmek zorunda bırakıldı. İsrail polisi bu kanunsuz uygulamaya gerekçe olarak “Dünya Sendikalar Federasyonu’nun İsrail Devletinin güvenliğine yönelik bir tehdit olduğu”nu ileri sürdü. Dünya Sendikalar Federasyonu, sendikal mücadele verirken aynı zamanda emperyalizme ve Siyonizme karşı da mücadele vermektedir. İşte İsrail yetkililerinin “devlet güvenliğine yönelik tehdit” dedikleri şey tam da budur. Yıllar boyunca Filistin Halkı başta gelmek üzere tüm dünya halklarına kan kusturan katil devlet İsrail’in bizzat kendisi dünya halkları için en büyük tehditlerden biridir. Onlar ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist çıkarlarının bekçiliğini yapmaktadırlar. ABD Emperyalistleriyle el ele vererek milyonlarca masum insanın kanını dökmüşlerdir. Kısacası İsrail devleti meşru bir devlet değil, ABD Emperyalistleri tarafından görevlendirilen bir katliam örgütüdür. Halkın Kurtuluş Partisi olarak katil devlet İsrail’in DSF’ye yönelik bu saldırısını lanetliyoruz. Emperyalistler, Siyonistler ve yerli işbirlikçileri ne yaparlarsa yapsınlar İşçi Sınıfının Uluslararası Mücade- *** Kahrolsun Emperyalizm! Kahrolsun Siyonizm! Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Kurtuluş Mücadelesi! 19.06.2015 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi İsrail Devleti’nin güvenliğini tehlikeye atması” idi. Ancak şu gerçekliği kuşku duymaksızın biliyoruz ki, böylesine bir muamelenin ardında yatan gerçek sebep DSF’nin Siyonizme karşı verdiği etkili ve kararlı mücadeledir. Bize göre bu durum artık küstahlığın, yüzsüzlüğün ulaştığı en yüksek aşamadır. Terörist ülke İsrail’in kanlı tarihi insanlık dışı eylemlerden ibarettir. Bu sözde devletin en temel işlevi ABD ve AB ülkeleri gibi emperyalist ülkelerin Ortadoğu’daki çıkarlarını güvence altına almaktır. Bu sözde devlet emperyalistler tarafından, Arap halkına ait topraklar işgal edilerek Arap halkının tam ortasına yerleştirilmiştir. Bu yüzden İsrail meşru bir devlet değildir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi “İsrail ABD’dir”. Kanlı tarihi boyunca Amerika’yla işbirliği yaparak Filistin’de, tüm Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca masum insanı katletmiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarını tek tek saymak mümkün değildir. Biz tüm bu nedenlerden dolayı “Dünya Sendikalar Federasyonu hiçbir ülkenin güvenliğine yönelik bir tehlike değildir, aksine terörist ülke İsrail tüm insanlığın güvenliği için bir tehlikedir”, diyoruz. Alexandra Yoldaş’ın maruz kaldığı Ali Rıza Küçükosmanoğlu: DSF, Siyonizme karşı verdiği mücadele nedeniyle hedef oldu Konu ile ilgili Dünya Sendikalar Federasyonu’na bağlı TUI Transport (Uluslararası Taşımacılık Enternasyonali) ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun dayanışma mesajını da aynen yayımlıyoruz: Değerli yoldaşlar; İsrail’in kanlı tarihi boyunca yaptığı binlerce provokasyondan birini daha yaptığını öğrenmiş bulunuyoruz. Biliyoruz İsrail tarafından yapılan bu provokasyon ne ilktir ne de son olacaktır. Bu kez de, yasal açıdan gerekli olan tüm belgeleriyle birlikte Filistin’e yolculuk etmekte olan, DSF’nin fedakar çalışanı Alexandra Liberi Yoldaş’ı Tel Aviv’de tutukladılar. Aldığımız bilgilere göre İsrail polisi yoldaşımızı 11 saat boyunca havalimanının güvenlik departmanında alıkoydu. Daha sonrasında ise hiçbir mantıksal ve hukuki gerekçe olmaksızın Alexandra Yoldaş’ı polis eşliğinde sınır dışı ettiler. Bu davranışlarına uydurdukları gerekçe ise “Dünya Sendikalar Federasyonu’nun muamele asla kabul edilemez. Nakliyat-İş Sendikası olarak İsrail’in yaptığı bu provokasyonu lanetliyoruz. Bu, sendikal harekete yönelik doğrudan bir saldırı ve Filistin’de sayısız etkinlik gerçekleştirmiş olan Dünya Sendikalar Federasyonu’na yönelik bir terörize etme taktiğidir. Alexandra Yoldaş’a, DSF’ye, Filistin İşçi Sınıfına ve Filistin Halkına yönelik dayanışmamızı ilan ediyoruz. Bu tür terörize etme girişimleri büyük tekellere ve emperyalizme karşı mücadelemizi asla engelleyemeyecek. Yaşasın DSF! Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması! Dünyadaki tüm işçilerin birliği emperyalistleri yenecek! Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ni Yaratan İşçi Sınıfımıza Selam Olsun! Ve eylemin sonunda tutuklamalar yapıldı. Onlarca işçi önderi tutuklandı. İşçiler ve sendikacılar dışında tutuklananlar arasında siyasi olarak yalnızca Eneski Sosyalizmin savunucuları vardı. Çünkü Eneski Sosyalizmin temsilcisi Usta’mız Hikmet hareketine, bilinçlice katılıp; o eylemlere Sosyalist bir içerik vermek için öncülük edenler de yalnızca onlar oldular. İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’nin Genel Başkanı, Genel Sekreteri ve iki üyesi (ki bunlardan biri, o günlerin gençlik önderlerinden, bugün Partimizin Genel Başkanı olan Nurullah Ankut’tur) tutuklandı. Tutuklanma sebepleri: o günkü Kıvılcımlı ve O’nun önderliğindeki öğrencileri, İşçi Sınıfının Sosyal Varlığını ve Devrimci Potansiyelini bilinçlice kavrayan tek Devrimci Hareketti. O yüzden 15-16 Haziran’da İşçi Sınıfının kendiliğinden Polis Siyasi Büro Şefinin deyişiyle: “İşçileri kışkırtmak”tı. “Genel Direniş diye diye işçileri kışkırttınız, işin varacağı yer burasıydı.” demişti, aynı şahıs. Çünkü bugün olduğu gibi, o gün de İşçi Sınıfının, devrimin özgücü-öncüsü oldu- Baştarafı sayfa 16’da ğuna inanan bizler, eylemler başlamadan önce İşçi Sınıfı içinde çalışmalar yapmış, halk içinde bilinçlendirme faaliyetleri yürütmüş; halkımızı, getirilmek istenen gerici yasalara karşı harekete geçmeye çağırmıştık. Nitekim 17 Haziran günü dağıtmak üzere teksir makinesiyle bastığımız 10.000 bildiriyi de ilan edilen sıkıyönetim ve tutuklamalar yüzünden dağıtamamıştık. Eylemler başlayınca da bilinçli ve sonuç alıcı bir yönde yürümesi için önderlik etmeye çalışmış, elimizden geleni yapmıştık. İşçilerle birlikte polisin ve askerin kurduğu barikatları aşanlardandık. 16 Haziran 1970 tarihinde İstanbul ile Kocaeli Merkez ve Gebze ilçesinde sıkıyönetim ilan edildi. 3 ay süren sıkıyönetim sonunda işten çıkarılan işçi sayısı 5 bini aştı. Sonraki süreçte DİSK yöneticileri ve arkadaşlarımız açılan davalardan beraat etmişlerdir. Söz konusu yasa değişikliklerini içeren hükümler ise 2 yıl sonra, Anayasa Mahkemesince Anayasaya aykırı buluna- PTT’de taşeron işçilerine kanunsuz, hukuksuz sözleşme dayatması P PTT’de ki sorumlu yöneticilerle alt işveren yöneticiler tarafından hazırlanmış 4857 Sayılı İş Kanuna aykırı, kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya yönelik kanunsuz, hukuk dışı bir sözleşmedir. Özellikle, İstanbul Anadolu Yakası ve Kocaeli PTT Taşeron İş Sözleşmelerini 1.42 1.12 ’de ki düzenlemeler tamamen kanunsuz, hukuksuz, kazanılmış hakları ortada kaldıran düzenlemedir. İşçilerin geçmiş dönemle ilgili, almadıkları kıdem-ihbar, yıllık ücretli izin haklarını aldıklarına ilişkin ibra etmeleri ve dava açma hakkından da feragat etmeleri istenmektedir. Bu hukuksuzluk, kanunsuzluk, keyfilik kazanılmış hakların ortadan kaldırılması, Sendikamız Nakliyat-İş üyesi olan işçilere, “Personel aynı işyerinde Üst İşverene daha önce hizmet ifa etmiş olması halinde; gerek önceki işvereninden ve gerekse Üst İşverenden herhangi bir hak ve alacağı (maaş, mesai, prim, ihbar-kıdem tazminatı izin alacağı vs.) bulunmadığı ve tahsil ettiğini beyanla, beyan etmediği bir hak ve alacağı olma- PTT gibi bir kamu işletmesinde yaşanmaktadır. Bu sözleşmeyi imzalamayan üyelerimiz, işçiler işten atmakla birkaç kişinin yapacağı işi bir kişiye yaptırmakla farklı birimlere, işyerlerine gönderilmekle tehdit edilmektedir. Üyelerimiz sözleşmeyi imzalamamıştır. DİSK/Nakliyat-İş Sendikası olarak PTT ve Alt İşveren/ Taşeron bu hukuksuz, kanunsuz sözleşme dayatmasına karşı her türlü hukuki, fiili mücadeleyi vermektedir. PTT’de taşeron cehennemine yıllardan beri örgütsüz bırakılan işçiler artık sendikamızda örgütlenerek haksızlığa, hukuksuzluğa baskılara karşı mücadele etmekte, direnmektedir. TT (Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.)’ye bağlı Kocaeli PTT Baş Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan dağıtım-kargo işi alt işveren/ taşeron olarak İstanbul Anadolu Yakası’nda 5M Kurumsal Hizmetler İnşaat Turizm Araç Kiralama Hizmetleri Sanayii Tic. Ltd. Şti. ve Bilişim Grup Sosyal Hizmetler İnşaat San. Tic. A.Ş. İş Ortaklığı ve Kocaeli’nde Pikbay İnşaat Nakliyat Petrol Ürünleri San Ve Tic Ltd. Şti. tarafından yapılmaktadır. Yıllardan beri PTT’nin değişik birimlerinde ki işyerlerinde farklı alt—işveren/ taşeronlarda çalışan ve büyük çoğunluğu sı durumunda tüm bu geçmiş dönemden kaynaklanan hak ve alacaklarından dolayı İşverene karşı kullanabileceği tüm yasal haklarından gayrı kabili rücu feragat ettiğini kabul ve taahhüt eder.” 1.42 ve 1.12 maddelerin de olduğu “Belirli Süreli Hizmet Sözleşmesi” baskı ile imzalatılmak istenmektedir. Bu sözleşme, üst İşveren olarak rak iptal edilmiştir. Parababaları o dönem yapmak istediklerini, ancak 12 Eylül 1980 Faşist Darbesinden sonra DİSK’i kapatıp, yasaları işverenler lehine değiştirerek, İşçi Sınıfını yalnızca sarı-gangster sendika Türk-İş’e mahkûm ederek uygulayabildiler. Bugüne baktığımızda ise İşçi Sınıfımız yeni 15-16 Haziranlar yaratmak için, mücadelelerine, direnişlerine, grevlerine devam ediyorlar. Bursa’da Renault İşçileri 15 Mayıs 2015 günü gece yarısından itibaren sarı-gangster Türk Metal Sendikası’na karşı isyan bayrağını açtı, üretimi durdurdu. Bursa’da başlayan bu isyan dalgası ülkenin dört bir yanına yayıldı. Delphi, Ototrim, Coşkunöz, Tofaş, Ford, Türk Traktör, CMS işçileri de ilerleyen günlerde, üretimi durdurarak, içinde bunaldıkları kölelik düzenine isyan etmeye başladılar. Metal İşçilerinin bu isyanı diğer işkollarına da örnek oldu. Bursa’da metal işçilerinin yaktığı mücadele ateşi Kocaeli, Gebze, Ankara, Eskişehir ve diğer kentlerdeki metal fabrikalarına sıçradı. Bu direnişlerden birisi olan ve 226 gündür soğuk sıcak demeden onlarca baskıya karşı direnişlerini onurluca İşçi Sınıfı mücadele tarihine geçecek şekilde yürüten Zet Farma’da 15-16 Haziran geleneği yaşıyor, yaşayacaktır da… Partimizin üyeleri, yöneticileri de sizler gibi Direnişlerden, Grevlerden, İşgallerden gelen kişilerdir. Yakın tarihimize baktığımızda Partimiz onlarca direnişi; Şanlı Aras Kargo Direniş, İşgal ve Grevini, Pirelli Ekolas Direnişini, Rozi Kâğıt Direnişini; yine aynı bölgede Dudullu’da PTT’de Taşeron Cehennemine Son! PTT’de Baskılara, Haksızlıklara Karşı Direneceğiz ve Kazanacağız! Yaşasın DİSK, Yaşasın Nakliyat-İş! Nakliyat-İş Sendikası Genel Merkezi bulunan, Dünyanın en büyük emperyalistlerinden olan Coca Cola’ya karşı yürütülen Direniş ve İşgalimizi Türkiye’nin en büyük Parababalarından olan KOÇ’a karşı yürüttüğümüz Arçelik Direnişi’ni ve İş Bankası’na karşı yürütülen Nemtrans Direnişi’ni, Ünsa Çuval Direniş ve İşgali’ni, LC Waikiki-Meha Tekstil Direnişi’ni başarıyla sonuçlandırmış ve İşçi Sınıfı Tarihinde yerini almasını sağlamıştır. Şanlı 15–16 Haziran Direnişi ile İşçi Sınıfımız büyük deneyler kazanmış, varlığını ve Demokratik Halk Devriminin özgücü olduğunu çok net bir şekilde dosta da düşmana da kanıtlamıştır. Ancak bu eylemler; kendiliğinden denen türdendir. Başka deyişle örgütten yoksundur. Bu nedenle biz devrimcilerin bu eylemlere öncülük etmesi gerekmektedir. Bizler Halkın Kurtuluş Partisi olarak Ustalardan aldığımız bilinç ile Tarihimizden aldığımız güç ile gerçek İşçi Sınıfı Partisini kurmak için öncü grup olacak; İkinci Kurtuluş Savaşımızı başaracağız ve halkımızı açlığa, yoksulluğa ve sefalete mahkûm eden Parababaları iktidarını yıkacağız. Ve bu mücadeleyi Demokratik Halk Devrimi ile taçlandıracağız. Bundan adımız gibi eminiz. Burada, sizlerin huzurunda bir kez daha söz veriyoruz! 15.06.2015 İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! Şan Olsun 15-16 Haziran’ı Yaratanlara! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi 13 5 Yıl: 10 / Sayı: 89/ 1 Temmuz 2015 Nakliyat-iş hukuksuzluğa, sendikasızlaştırma politikalarına karşı bakanlığa yürüdü Baştarafı sayfa 16’da Konuşmaların bitmesinin ardından Çalışma Bakanlığı’nın önünde oturma eylemi yapıldı. Sık sık “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Taşeron İşçisi Köle Değildir”, “Sözleşme Hakkımız Gasp Edilemez”, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” sloganları atıldı. Otuz dakikalık oturma eyleminin ardından eylem sonlandırıldı. Halkın Kurtuluş Partisi olarak eyleme bizler de geniş biçimde destek verdik, Çalışma Bakanlığının bu sendika düşmanı uygulamasına karşı kendi sloganlarımızı haykırdık. Partimizle birlikte Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu ve Birleşik Metal-İş Sendikası’nın yöneticileri de eyleme destek verdiler. HKP olarak şunu çok iyi biliyoruz ki Çalışma Bakanlığının bu yasadışı ve keyfi uygulaması tamamıyla Türkiye’de gerçek anlamda devrimci sendikacılık yapan Nakliyat-İş Sendikası’nın yoluna taş koymaya yöneliktir. Parababaları bu tür aşağılık yöntemlerle işçilerin devrimci sendikal mücadeleye katılmasını engellemeye çalışmaktadır. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bunu başaramayacaklar. Eninde sonunda İşçi Sınıfımızın birleşik, örgütlü gücü, Parababalarının bu kokuşmuş düzenini ortadan kaldıracaktır. Zafer eninde sonunda direnen işçilerin, emekçilerin olacaktır. 25.06.2015 Ankara’dan Kurtuluş Partili İşçiler *** Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun Konuşma Metni Sendikamızda örgütlenen 2200 taşeron işçisinin toplu iş sözleşmesi çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı tarafından hukuksuz, keyfi bir şekilde engellenmek isteniyor, izin vermeyeceğiz Çankaya Belediyesi/Norm Altaş İş Ortaklığında 655, İzmir Karşıyaka Belediyesi taşeronu Altaş Yapı Sanayi Ve Temizlik Hizmetleri Ticaret A. Ş işyerinde 330, Kadıköy Belediyesi taşeronu Altaş Yapı Sanayi Ve Temizlik Hizmetleri Ticaret A. Ş. işyerinde 652, Eskişehir Belediyesi taşeronu Mehmet Selimoğulları Dermar Ortaklığı işyerinde 452 ve İlyas Çağıran işyerinde 26, Siirt Belediyesi taşeronu Çelikler Tem. İnş. Yem. Bil. Gıda. Pet. Ürün San. Tic. Ltd. Şti. işyerinde 43 ve Şişli Belediyesi Taşeronları Ekspres Turizm Nakliye İnşaat Ve Gıda Dış Ticaret Limited Şti. işyerinde 28, ICS Turz. Gıda İç ve Dış Tic. Ltd. Şti. işyerinde 70 olmak üzere toplam 2200 işçinin çalıştığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kayıtlarına göre “Taşımacılık” iş kolunda faaliyet gösteren işyerlerinde sendikamız geçtiğimiz 5 aylık süre içerisinde örgütlenmiştir. İşyerlerinde çalışan işçilerin büyük çoğunluğu sendikamıza üye olmuşlar ve 6356 Sayılı Yasaya göre Çalışma Bakanlığına yetki başvurusu yapılmıştır. Hangi işyerinin hangi iş kolunda olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından Ocak/Temmuz aylarında yayımlanan istatistiklerde açıklanmaktadır. İşçilerde e-devlet şifresi ile Çalışma Bakanlığının denetiminde bulunan elektronik ortam üzerinden hangi iş kolunda çalışıyor ise üye olmak istediği sendikaya üye olmaktadır. Bu sürece sendikaların her hangi dahili olması 6356 sayılı yasaya göre müdahalesi söz konusu değildir. 6356 Sayılı Yasa ile ilgili iş kolları yönetmeliğinde iş kolu değişikliğinin nasıl olacağı, prosedürü belirtilmiştir. Buna göre toplu iş sözleşmesi süreci başlayan işyerlerinde iş kolu değişiklikleri gelecek dönem toplu iş sözleşmeleri için geçerli olur. Başlayan toplu iş sözleşmesi sürecini etkilemez. 6645 Sayılı Yasanın Resmi Gazetede yayımlanması sonrası tüm işyerlerinde 6356 Sayılı Yasaya göre yetki başvuruları yapılmıştır. Bakanlık altı işgünü içerisinde yanıt vermesi gerekirken bir ay sonra ancak bazı işyerleri için sonuç bildirilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Anayasa, 6356 Sayılı Sendikalar ve Nakliyat-İş’ten Konya’daki Hidrodkon Direnişi’ne destek K onya’da kurulu bulunan Hidrokon işyerinde çalışan işçi kardeşlerimiz 2014 yılının şubat ayında DİSK Birleşik Metal İş Sendikası’na üye olmuşlar ve örgütlenmişlerdir. Bunu duyan patron 9 işçi kardeşimizi işten çıkartmıştır. Sendikanın çoğunluk tespiti gelmiş ve patronun itirazı sonucu süreç uzamıştır. Bu süreçte patron sendikaya üye olduğunu öğrendiği 50’ye yakın işçi kardeşimizi önce zorla, tehditle sendikadan istifa ettirmiş, sonra da türlü bahaneler öne sürerek tek tek işten çıkartmıştır. Aradan 1 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra Birleşik Metal İş Sendikası işyerinde yasanın aradığı çoğunluğu sağlamış, TİS yetkisi gelmiştir. Bu süreçte de patron 12 sendika üyesi işçiyi daha işten çıkartınca sendika, atılan işçilerle birlikte fabrika önünde direnişe geçmişlerdir. Birleşik Metal İş Sendikası ilk basın açıklamasını 29.05.2015 Cuma günü fabrika önünde gerçekleştirmiştir. Bu gün de (05.06.2015) Konya Sanayii Odası önünde yaklaşık 100 kişi ile bir basın açıklaması daha gerçekleştirmiş, Sanayi Odası başkanı da olan Hidrokon patronunun işçi ve sendika düşmanı tavrını protesto etmişlerdir. Basın açıklamasını Birleşik Metal İş sendikası Anadolu Şube Sekreteri Satılmış Yılmaz yapmıştır. Yılmaz, “Hidrokon işçileri keyfe göre, adamına göre, yıldan yıla o da işine gelirse yapılan zamlarla değil, adam gibi, altı ayda bir ve kendilerinin de görüşleri alınarak yapılan toplu sözleşme düzeni istiyorlar. “Kelle koltukta değil, insan gibi ve insan yerine konarak çalışmak istiyoruz” diyorlar. Hidrokon işçileri fabrikaya ortak olmak değil, adam yerine konmak ve insanca çalışıp, evlerine sağlıklı ve mutlu birer aile babası olarak gitmek istiyorlar. Bunun için anayasal ve yasal haklarını kullandılar. Başlarına gelmedik kalmadı, ama vazgeçmediler. Ve vazgeçmeyecekler. DİSK/Birleşik Metal-İş olarak her zaman onların yanında olduk. Bir yandan hukuk mücadelemizi sürdürdüğümüz gibi onlarla birlikte, onların haklı davalarına her türlü desteği verdik, esirgemedik. Bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de yasal ve haklı mücadelemizi sürdürmeye, Hidrokon işçilerinin haklı davalarında yanında olmaya devam edeceğiz” dedi. Basın açıklamasında sık sık, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız”, “Yaşasın DİSK Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz”, “Sendika Hakkımız Engellenemez” sloganları atıldı. DİSK’in geleneğine ve tarihine her zaman her yerde sahip çıkan NAKLİYAT-İŞ Sendikası üyesi işçiler de basın açıklamasına yoğun ilgi göstererek direnişin ilk gününden bu yana Hidrokon İşçileriyle dayanışmasını kararlıca sürdürdüğünü gösterdi. yetkisini kesin olarak almıştır. Bu süre zarfında Konya Sanayi Odası Başkanı Sn. Memiş Kütükçü birçok baskı ve yasa dışı yöntemlere başvurmuş, sendikalaşmanın başladığı ilk günlerde 9 üyemizi işten çıkarmıştır. Buna rağmen işçilerin kararlılığı karşısında çaresiz kalan işverenlik yetkinin Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile iş kolları yönetmeliğini keyfi bir biçimde çiğnemektedir. Bakanlık vermiş olduğu yanıtla bu işyerlerinin “Genel Hizmetler” iş kolunda olduğu gerekçesi ile olumsuz tespit göndermiştir. Bu iş kolu değişikliği bir anda nasıl olmuştur? Ortada bir müfettiş incelemesi var mıdır? Hangi hukuki, yasal kriterlere göre bu yapılmıştır? Keyfi bir şekilde elektronik ortamda mı yapıldı? Nasıl bir hukuk yasa tanımazlık keyfilik. Kaldı ki yasalara göre bir an iş kolu değişikliğini kabul edelim. Bu durum yine yasalara göre örgütlenmiş toplu iş sözleşmesi prosedürü başlamış işyerleri Öz-Görkem Sosyal Hiz. Yakındoğu Temizlik Amasya Belediyesi alt işveren Elmakent Toplu Ulaşım A.Ş. işyeri. Bakanlığın bu çifte standard Anayasanın eşitlik ilkesine hukuku mevcu yasalara aykırıdır. Bakanlık hukuka yasalara, yönetmeliklere göre davranmak zorundadır. Bakanlık kamu adına özne sendika tercihlerine siyasi yaklaşımlara göre karar veremez. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığın hukuka, yasalara, yönetmeliklere uygun davranmaya çağırıyoruz. Sendikamız, örgütlüğü ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu yasa için geçerli olamaz. Ancak gelecek dönem toplu iş sözleşmeleri için geçerli olur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Hak-İş’e bağlı Öz Taşıma-İş Sendikasına benzer işyerleri olan aşağıda ki taşeronlara toplu iş sözleşmesi yetkileri verilmiştir. Ankara Büyükşehir Belediyesi alt işvereni Belka A.Ş.’ye bağlı EGO 1-2-3-45 Bölge Fen İşlerine bağlı Çevre Korumu İşyerleri, Ankara Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı alt işveren BUGSAŞ AŞ’ye bağlı Metro, Ankaray ve AŞTİ işyerlerinde Afyonkarahisar Belediyesin’e bağlı alt işverenler olan Hazar Sosyal Hizmetler Ltd. Şti. Orsis Müh. Ltd. Şti. Adi Ortaklığı hak, hukuk tanımaz keyfiliğine karş hukuki, meşru tüm mücadele yöntemler ile mücadele edecektir. 25.06.2015 Hidrocon işyerinde işçilerinin çalışmalarının karşılığının asgari ücret olmadığını işveren de bilmekte, ama işçileri asgari ücretten çalışıyor gösterip üstünü elden vermek suretiyle kayıt dışı yani yasa dışı yöntemler uygulamaktadır. İşte Hidrocon işçileri bu adaletsizliğe , bu kayıtdışılığa ve bu haksızlığa itiraz etmekte ve ücretlerine zam istemektedirler. Hidrocon işçileri keyfe göre, adamına göre, yıldan yıla o da işine gelirse yapılan zamlarla değil, adam gibi, altı ayda bir ve kendilerinin de görüşleri alınarak yapılan toplu sözleşme düzeni istiyorlar. nuna kadar kararlı bir duruş demektir. Biz bugüne kadar hep böyle yaptık ve hiçbir zorluk karşısında geri adım atmadık Bunu önce MAHLE’de başardık. Önce işveren sendikalı olmamızı istemedi. Birliğimizi bozmak için elinden geleni yaptı. Ancak başaramadı. Şimdi MAHLE’de ikinci dönem toplu sözleşmemizi yaptık Sorunlarımızı örgütlü gücümüzle, yan sendikamızla çözüyoruz. Artık fabrikada bizimle ilgili her konuda söz hakkına sahibiz. Şimdi sıra HİDROKON’da. Mücadele etmeden, hakkını aramadan sonuç “Kelle koltukta değil, insan gibi ve insan yerine konarak çalışmak istiyoruz” diyorlar. Değerli basın mensupları Değerli arkadaşlar Hidrocon işçileri fabrikaya ortak olmak değil, adam yerine konmak ve insanca çalışıp, evlerine sağlıklı ve mutlu birer aile babası olarak gitmek istiyorlar. Bunun için anayasal ve yasal haklarını kullandılar. Başlarına gelmedik kalmadı, ama vazgeçmediler. Ve vazgeçmeyecekler. DİSK/Birleşik Metal-İş olarak har zaman onların yanında olduk. Bir yandan Hukuk mücadelemizi sürdürdüğümüz gibi hep onlarla birlikte, onların haklı davalarına her türlü desteği verdik, esirgemedik. Bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de yasal ve haklı mücadelemizi sürdürmeye, Hidrocon işçilerinin haklı davalarında yanında olmaya devam edeceğiz. DİSK demek hak demektir, mücadele demektir, işçinin alınteri, göz nuru için so- alınamayacağını çok iyi biliyoruz Yılmadan hakkımızı arıyor, sendikal çalışma konusunda mücadelemiz sürdürüyoruz. Fabrika kapısındak çadırımız sadece HİDROKON işçilerinin hakkını arama mücadelesi değil, tüm Konya sanayisindeki metal işçilerinin hak mücadelesi için kuruldu. HİDROKON işçileri olarak kazanacağız ve bizim kazanımımız tüm KONYA işçilerinin kazanımı olacak. Çünkü Konya’da bir kez daha tarih yazılıyor Çünkü artık KONYA İŞÇİSİ hakkın arıyor. Çünkü artık KONYA İŞÇİSİNİN SENDİKASI var. Artık KONYA İŞÇİSİNİN DİSK’İ VAR, BİRLEŞİK METAL-İŞ’İ VAR. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yolumuz açık olsun. q Taşeron Cehennemine Son! 2200 İşçinin Engellenemez! Sözleşme Hakk Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz! Yaşasın Sendikamıza Üye İşçilerin Örgütlü Mücadelesi! İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız! Yaşasın Nakliyat-İş Yaşasın DİSK! Yaşasın Sınıf Dayanışması Yaşasın DİSK Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz. Konya’dan Kurtuluş Partili İşçiler Yapılan basın açıklaması aşağıdadır: Değerli basın mensupları Değerli işçi arkadaşlarım Konya dünüyle bugünüyle bu ülkenin en önemli kentlerinden biri. Her şeyden önce Mevlana’nın, Şemsi Tebrizi’nin kenti. Tarihiyle, kültürel değerleriyle, mimari yapılarıyla hep örnek olmuş şehirlerimizin başında geliyor. Ancak son yıllardaki gelişimiyle birlikte Konya artık aynı zamanda bir sanayi şehridir ve bu şehirde emeğiyle geçinen insanlar, insanca yaşanacak bir ücret, insan gibi çalışma koşulları istiyorlar. Fabrikalarda çoluk çocuğunun rızkı için çalışan işçiler alınterinin hakkını almak için hayatlarını ortaya koyuyorlar. İşte şimdi bizler bundan 6 yıl önce ayak bastığımız bu değerli şehrimizde işçilerin kaderini değiştirmek için, işçilere, emekçilere reva görülen bu dayatmalara karşı önce Mahle fabrikasında dur dedik. Mahle işçilerinin kararlı tutumları sayesinde onların makus talihini yendik. Ücretlerini artırdık, çalışma koşulların iyileştirdik, sosyal haklar alarak refah düzeylerini geliştirdik. Şimdi Konya’da tarih yeniden yazılıyor. Ama bu yazılan işçilerin çalışma koşullarının tarihidir, endüstriyel ilişkilerde, sanayide iş koşullarının nasıl belirleneceğinin tarihidir. Mahle de değişen, işçiden yana yeniden yazılan, iyileştirilen koşulları şimdi Hidrocon işçileri için hep birlikte yapacağız. Hidrocon işyerinde 2014 yılında başlattığımız sendikalaşma mücadelesi sonucu her türlü engellemeye rağmen sendikamız gerekli çoğunluğu sağlamış ve bakanlık tarafından verilen toplu iş sözleşmesi yapma kesinleşmesiyle birlikte geçen hafta içinde 12 üyemizi daha işten çıkarmıştır. Bu işyerinde ne yazık ki toplam 70 üyemiz çeşitli zamanlarda işten çıkarılmış bulunmaktadır. Anayasal bir hak olan sendikaya üye olma ve toplu sözleşme hakkı ne yazık ki gözler önünde çiğnenmekte, insanlarımız mağdur edilmektedir. Yıllardır kaderlerini işverenin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bırakan Hidrocon işçileri yasal haklarını kullandıkları için cezalandırılmaktadır. Demek ki biz işçilerin iki çift söz söyleme hakkı olması için din kardeşliği bile yeterli olmamakta iş paraya, hakkını aramaya gelince her şey unutulmaktadır. Ve bütün bunlar ne yazık ki “ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana Celalettin Rumi’nin türbesinin olduğu kentte yaşanmaktadır. Hidrocon işçileri yıllardır asgari ücret düzeyinde, saatlerce fazla mesai yapmadan evlerine ekmek götürmeye çalışmaktadır. 14 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015 Tavşana Kaç Tazıya Tut! Baştarafı sayfa 16’da sınır değişikliği ile oluşturulacak “Free Kurdistan” olduğunu da mı görmedin? “Arap Baharı” sonrasında emperyalist saldırı Suriye’ye ulaşınca hemen ağababalarının gözüne girmek için komşumuz Suriye’ye olmadık kötülüğü yapan sen değil miydin? O Suriye ki, İsrail’e karşı tek dik durabilen ülkeydi, buna rağmen… Emperyalistlerin böl, parçala, yut politikasını bilmez misin? Emperyalizmin bu amaçla her türlü etnik farklılığı, mezhep farklılıklarını, sosyal ve kültürel farklılıkları kullanarak halkları birbirine düşüreceğini bilmiyor muydun? Sen de mezhep ayrılıklarını kışkırtarak (Alevileri dışlayarak) bu politikaya hizmet etmedin mi? Bütün bunları bile bile, hatta göre göre, yaşayarak emperyalistlere yalakalık, uşaklık yapan, sadece bölge halklarını değil, kendi halkını da emperyalizme kurban eden sen değil miydin? O halde bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, hafız? Emperyalist Taktikler Emperyalizmin stratejisini gördük. Bu stratejiye varmak için çeşit çeşit taktikler kullanıyor emperyalizm. IŞİD ve Amerikancı Kürt Hareketi bunlardan ikisi. IŞİD, bugün örgüt olarak adlandırmanın hafif kalacağı bir yapı. Devletiz diyorlar ve bir bakıma öyle de… Bugün kontrol ettiği bölge pek çok Avrupa ülkesinden, hatta Büyük Britanya’dan bile daha büyük. Bu topraklarda 6 milyon civarında nüfusu denetiminde tutuyor. Vergi topluyor, asker devşiriyor. Yakın zamanda, ABD Emperyalizminin bölgedeki bu gelişmeleri tahmin ettiği bilgisi ortaya çıktı. Hürriyet’te Tolga Tanış, 30 Temmuz 2012 tarihinde hazırlanarak Beyaz Saray’a gönderilen bir askeri istihbarat raporundan dem vurdu: “Suriye’de rejim ayakta kalacak. “Gelişmeler bir vekalet savaşına doğru gidiyor: Rusya, Çin ve İran’ın desteğiyle rejim Tartus ve Lazkiye gibi kıyı bölgelerini kontrol ediyor. Muhalefet ise Türkiye sınırındaki bölgelere ilaveten Irak’ın Musul ve Enbar eyaletlerine komşu Hasaka ve Deyrozzor gibi doğu bölgelerini kontrol etmeye çalışıyor. Batı ve Körfez ülkeleriyle Türkiye de bu çabaları destekliyor. “Suriye’nin doğusunda ilan edilmiş ya da edilmemiş Selefi bir yönetim (IŞİD doğudaki Rakka’da yaptı) ortaya çıkabilir. Bu da muhalefeti destekleyen güçlerin, Irak ve İran’daki Şii yayılmacılığının stratejik derinliği olarak düşünülen Suriye Rejimi’ni izole etmek için tam istedikleri bir şey. “Bu da Irak El Kaidesi’ne (IŞİD) eski hücresi Musul ve Ramadi’ye dönmesi için ideal bir ortam yaratacaktır. Iraklı ve Suriyeli Sünniler ile Arap dünyasındaki geri kalan Sünniler arasında cihat için bir araya gelme konusunda bir momentum sağlayacaktır. Ayrıca Irak El Kaidesi, Irak ve Suriye’deki diğer terörist gruplarla oluşturduğu birlikle bir İslam Devleti de ilan edebilir.” (Hürriyet, 24 Mayıs 2015). Ve bugün öngörülen gerçekleşti denebilir. IŞİD bugün koca bir devlet görünümünde. Pekiyi bunun bir önemi var mı? Var. Hem kendi belirttikleri gibi Esad güçlerini yıpratmakta, hem de daha önemlisi Kürt Hareketini güçlendirmekte rolü var. Bu sayede bugün IŞİD ile Kürtlerin kesişme noktası neredeyse 900 kilometre uzunluğunda. Bu sürekli “IŞİD tehdidi” ile Kürt bölgeleri sürekli teyakkuzda tutularak Kürtlerin örgütlenmesi, silahlanması, eğitilmesi, moral kazanması, bütünleşmesi ve yönlendirilmesi hedefleniyor. Musul’dan Kobani’ye, Kobani’den (Ayn El Arab) Tel Abyad’a ve “Biji Obama”! ABD Emperyalizmi IŞİD’i hem Esad’ı düşürmek, hem de kendi Kürt politikasını hayata geçirmek için kullanıyordu. Dün IŞİD’i Kerkük-Musul yöresine yönlendirmiş, hem Barzani’yi, hem Amerikan Ordusunu kahraman yapmıştı. Daha sonra Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Kobani’ye yönlendirdi IŞİD’i. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Kobani’yi (Ayn El Arab) kuşattı IŞİD. Kürt Sorunu’na Amerikancı “çözüm” için dönüm noktalarından biriydi, Kobani de… Sonra malum. Sağlığımız ve hastalığımız H asta-doktor ilişkileri son yıllarda iyice bozuldu. On üç yıllık AKP iktidarı boyunca, bu ilişkileri bozan nedenler iyice arttı. Esas olarak hastalıklar üzerinden para kazanılan düzen meydana getirilince, ilişikler daha bozuldu. Üstüne bir de Hükümet çevrelerinden “Doktor efendi dönemi bitti”, “Bu doktorlar ne versen doymaz” gibi açıklama- lar olunca hastalar, doktorları karşı taraftan biri gibi görmeye başladılar. Doktorlar ve sağlık çalışanları olarak, bizler de bu düzene karşı koyan bir örgütlenme oluşturamadığımız için karmaşık bir düzen içinde çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu ortamda hastanın hastalığını anlamak, çözüm bulmak da zorlaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü, Tababet Uzmanlık Tüzüğü belgelerine göre her hastaya en az 15-20 dakika zaman ayırmak gerekirken, kamu hastanelerinde bu kurala uyulmuyor. Doktorlar, alışkanlıklarını bir tarafa itemiyorlar. “Başhekim bana günde 100 hasta bakacaksın diyor” diye söyleniyorlar. Oysa bir hekimin baktığı hasta sayısını sınırlandırma hakkı var. Öte yandan, Sosyal Güvenlik Kurumu Özel hastane hekimlerine günde en çok 60 hastaya bakmaları için provizyon veriyor. Kamu hastanelerindeki doktorlar için diğer bir etken de performans baskısı oluyor. Bir doktor ne kadar çok hasta bakıp, ne kadar çok ameliyat yaparsa ona göre ücret alıyor. Performansa dayalı olarak döner sermayeden verilen bu ücret, maaşı geçiyor. Doktorlar ve sağlık çalışanları bu şekilde parça başı iş yapan, fason üretim yapan işyerindeki usulle çalıştırılıyor. Tatile gidildiğinde, hastalık nedeniyle rapor alındığında bu ücret kesilmiş oluyor. Bu durum, sağlıkçıların dinlenme ve sağlık hakkını engelleyen bir kural olmuş oluyor. Bugün artık sağlık alanımız yarı yarıya özelleşmiş durumda. Özellikle, büyük ameliyatların çoğu, özel hastanelerde yapılıyor. Özel hastanelerin, hastalardan aldığı katkı payı başlangıçta % 30 iken, şu anda % 200’e çıkmış durumda. Halkın cebinden çıkan, sağlıklı olmak için harcadığı para her geçen gün artıyor. On yıl öncesine göre, hastalar dört kat daha fazla doktora başvuruyorlar. Hastane hastane, doktor doktor gezen pek çok hastamız var. Bunun üstüne, doktorlara güvenmeyip bitkisel ilaçlardan ve diğer alternatif tıp (hacamat, kupa tedavisi) gibi bilimsel olmayan yöntemlerle derdine deva arayan çok hasta var. Tayyipgiller iktidarının çıkardığı bir yasayla, bu alternatif tıp tedavilerinin önü açıldı. Medyadaki akıldaneler her ne kadar AKP iktidarının % 10 oyu, sağlık alanında yaptıkları düzenlemeden geliyor dese de bu durum gerçekleri yansıtmıyor. Hasta-doktor, sağlık çalışanları ilişkilerinin gittikçe güçleştiği bu düzen devam ettikçe, doktorlar ve hastalar için daha dayanılması zor hale geliyor. Yerli-Yabancı Parababalarının kârına kâr kattığı bu gidişata sağlıkçılar ve vatandaşlar olarak dur dememiz gerekiyor. Kurtuluş Partili Bir Doktor Amerikan uçakları havadan, Barzani peşmergesi+YPG+PKK güçleri karadan IŞİD’i püskürttüler. Böylece hem Barzani, hem YPG, hem PKK moral kazandı; Kürt güçleri silahlandırıldı ve organize edildi; Kürt ulusal bilinci bilenerek ileriye hazırlandı. Kobani olayı ise neredeyse Stalingrad Zaferi ile eş tutuldu. Bu hazırlık ürün vermeye başladı. YPG güçleri şimdi de (Haziran 2015), Ocak 2014’ten beri IŞİD’in elindeki Tel Abyad’ı aldı. Tel Abyad, IŞİD’in merkez bellediği Rakka’nın başlıca ikmal yolu oluşundan önemli. Tayyipgil bu kanaldan IŞİD’i besliyordu. Hürriyet’te Tolga Tanış yazıyor: “ Son iki yıldır Türkiye’ye her gittiğimde Şanlıurfa Akçakale’ye de geçiyorum. “(…) “Gümrükte bitmeyen kamyon trafiğini hiçbir zaman aklım almadı. “Her seferinde aynı şeye tanık oldum. “Çimentodan gıdaya, malzeme taşıyan kamyonlar Akçakale gümrüğüne geliyor… “Malı gümrük bölgesine indiriyor… “Suriye tarafından gelen başka bir kamyon da malı gümrükten teslim alıp Suriye’nin içine götürüyordu. “Böylece sınır geçişi yapılmadan mal ticareti devam ettiriliyordu. “Bunun karşılığında IŞİD sınıra bayrak çekmiyordu. “Kör kör gözüm parmağına olmasın, Türkiye ‘rencide’ olmasın diye. “Tel Abyad düşünce bu alışveriş de bitti. “IŞİD, Tel Abyad’ın 100 km güneyindeki Rakka için en önemli lojistik kapısını kaybetti ve Suriye’deki momentum da ilk kez IŞİD aleyhine değişti. “Bunun sonuçlarını birkaç hafta içinde göreceğiz. “Lojistik desteğini kaybeden örgütün çatışmalardaki etkinliği de, belirgin biçimde düşecektir. “Amerikalıların Türk tarafına uzun süredir söylediği, IŞİD’e katılmak isteyen yabancı savaşçılara karşı sınır kontrolü fiilen gerçekleşmiş oldu. Ancak bu da başlı başına dramatik bir gelişmedir. Tel Abyad’ın düşmesiyle Amerika ve Batı ülkelerinin Türkiye’den istedikleri sınır gü- venliğini NATO ülkesi Türkiye değil, PKK uzantısı PYD sağlamış oldu ” (Hürriyet, 21 Haziran 2015). Tel Abyad’ın diğer önemi, Kobani’nin doğudaki Kürt bölgesi ile birleşmesi oldu. Şimdi sıra batıdaki Afrin ile birleştirmek. Durum budur. Biji PYD, Biji PKK yani… Öte yandan, IŞİD, ortalığı kasıp kavurarak örgütsüz insan yığınlarını yerinden yurdundan ediyor. Örgütlü güçlerse saldırıyı “püskürterek” kahraman oluyor ve haklı duruma geçiyorlar. Örgütsüz halk yığınları, özellikle Türkmenler, Ezidiler (Tabii Araplar da), gerek Kuzey Irak’ta, gerekse Kuzey Suriye’de topraklarına geri dönebilecekler mi, şüpheli. Sonuç Demek ki, IŞİD emperyalizm tarafından kullanılıyor. Bölgenin emperyalizmin güdümündeki diğer ülkeleri de kaçınılmaz olarak IŞİD ile düşüp kalkıyor. Bunu Ortaçağcı olmasına rağmen emperyalizme kafa tutan İran yönetimi de gördü. Tabii emperyalizme kafa tutması sayesinde. Geçen yıl tam bu zamanlar İran Rehberlik Uzmanlar Meclisi Başkan Vekili Ayetullah Seyyid Muhammed Haşimi Şahrudi, Irak’ta IŞİD’in yaptıklarını görünce açıktan söylemişti: “IŞİD, bir yandan Amerika, İsrail’in ve diğer yandan Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve Kürtler partisinin piyonudur.” (odatv, 27.06.2014). Emperyalizmin, kanlı IŞİD katliamlarını medyada ikide bir sansayonal şekilde göstermesi, kendini gizlemenin bir yolu. Güya IŞİD düşman! Böylece emperyalizmin IŞİD’i kullandığı gizleniyor, ABD güçleri ise kahraman oluyor (Biji Obama yani…) Tel Abyad başarısı PYD-ABD ilişkilerini de sıkılaştırmış olsa gerek. Ortada güçlü bir ittifak var. Tolga Tanış, şöyle devam ediyor yazısında: “(…) Benim konuştuğum bir Amerikan yetkilisi, özellikle Kobani’nin düşmesinden sonra PYD ile yürütülen ortak çalışmaların, IŞİD’den geri alınan yerleşim yerlerindeki bubi tuzakları ve mayınların temizlenmesi işine kadar uzandığını anlattı. Amerikalıların koordine ettiği, ismini verdikleri ama yazılmasını istemedikleri uluslararası bir örgüt üzerinden. Tel Abyad, PYD ve ABD arasındaki bu çalışmaların da devamını sağlayacak bir gelişme oldu.” (Hürriyet, 21 Haziran 2015). Böyledir. Emperyalizme elini veren kolunu alamaz. Kürt Hareketi emperyalizmin güdümünde sürer gider. Ancak emperyalizme güven olmaz. Bugün nasıl IŞİD’i hem besliyor, hem Kürdistan’ın kurulmasında ve Esad Yönetiminin yıpratılmasında kullanıyor, hem de yeri geldiğinde vuruyorsa, yarın da Kürt, Türk, Arap demeyip halkları birbirine kırdıracak veya yeri geldiğinde kendisi kıracaktır. Bunca kan döküldükten sonra, emperyalizm istemese bile Kürt, Türk Arap kanı dökülecektir. Ne yazık ki acı gerçek böyle… Bu yüzden başta kardeş Kürt Halkının, bölge halklarının tehlikeyi görüp sağduyulu davranması şarttır. Tayyip’e gelince… Suyu ısınmıştır. Davidson ve Tayyip’in “Asla…”, “Kimse…” ile başlayan sözlerini artık kimse yemiyor. Tayyip’in yapacağı her türlü emperyalist uşaklığı da kendisini kurtaramayacaktır. Artık her gün yeni bir belge çıkabilir. Haziran ayında ortaya çıkan bir belgede 11 Eylül 2012’de Libya’nın Bingazi kentinde Amerikan Büyükelçisi ve yanı sıra 3 Amerikalının öldürülmesiyle Tayyip desteği arasında ilişki kuruluyor. Tolga Tanış aktarıyor: “Judicial Watch’ın edindiği belgeler arasında önemli bir doküman daha var. “17 Mayıs 2012’de yine Amerikan askeri istihbaratı tarafından hazırlanmış bu belge. Ve Libya’nın doğusundaki kıyı kasabası Gara açıklarında şüpheli bir geminin seyrüsefer bilgileri paylaşılmış. “Bingazi’den çıkıyor. Gece, uluslararası sularda kıyıya paralel doğuya doğru ilerliyor. Sonra Tobruk’a yakın Gara’da kıyıya yöneliyor. Karaya 2-3 km mesafede dört saat kalıyor. “Sonra tekrar kuzeye doğru yol alıyor. Son dönem şüpheli rota izleyen benzer gemilerden biri, deniyor, yine Beyaz Saray’a da yollanan belgede. “Peki gemi ne çıkıyor? “Türkiye’den Bingazi’ye ‘çimento’ getirdiği söylenen bir yük gemisi.” (Hürriyet, 24 Mayıs 2015). Ne diyelim? Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz! q Cansu Kaya’ya yapılan tüm kadınlara tüm insanlığa yapılmıştır T ayyipgiller iktidarının Ortaçağcı zihniyetiyle kadına yönelik sömürüsü her gün artıyor. Her geçen gün kadına şiddet ve kadın cinayetleri dur durak bilmeden devam ediyor. Yine, insanı isyan ettiren Özgecan trajedisiyle yüreklerimizi dağlayan vahşetle karşı karşıyayız. Bu seferki caniliğin adresi Muğla’nın Ortaca ilçesi… Dalyan Kanalı’nda bir kadın cesedi bulunuyor, Cansu Kaya… Cansu Kaya 18 yaşında gençliğinin baharında bir işçi kardeşimizdi. Garson olarak çalıştığı restorandan mesai bitimi ayrıldıktan sonra ailesi kendisinden haber alamaz. Ailesi kızlarına telefonla ulaşamayınca jandarmaya başvurur. Cansu Kaya, geçen Pazar gününden itibaren bütün aramalara rağmen bulunamaz. Yıllardır uygulanan, kadını aşağılayan, meta haline getiren bu eğitim sisteminin ortaya çıkardığı yaratıklar; ömrünün baharındaki Cansu’ya tecavüz edip boğmuşlar ve 2 gün buzdolabında sakladıktan sonra su kenarına atacak kadar insanlıktan çıkmışlardır. Cansu Kaya’nın cesedini ablası Burcu Kaya, Dalyan’ın Çandır Geçişi Mevkii’ndeki su kenarında bulur. Üzerinde sadece iç çamaşırı bulunan Kaya’nın otopsisinde cinsel organında zorlama tes- pit edilmiş ve boğulduktan sonra suya atıldığı rapor edilmiştir. Tayyipgiller her gün yeni bir fetvayla çıkıyorlar karşımıza; kadın kahkaha atmasın, gülmesin, 6 yaşındaki çocukla evlenilebilir, hamile kadın sokakta gezmesin vb… İmam nikahını meşru sayan ve bunu yasal dayanaklarla destekleyen bir gerici zihniyet hakim ne yazık ki ülkemizde. Tayyipgiller atılan çığlığı duyabilir mi ya da yüreği yanan, ölümden beter acılara gark olan bir annenin çığlığını, feryadını duyabilir mi? Asla! Tecavüzcülerin, kadınları katledenlerin aldıkları ya da almadıkları cezalar ortada! İşte biz bu yüzden, bu katillerin, canilerin her defasında sırtını sıvazlayan, laik ve bilimsel eğitimi dinamitleyerek insanlıktan çıkmış canavar ruhlu sapıkların yetişmesini sağlayan asıl sorumlular olarak emperyalizmin kuklası Tayyipgiller’i görüyoruz. Halkın Kurtuluş Partisi programı bu tip yaratıklar için şöyle der: “Kadının sosyal açıdan ezilmişliğini fırsat bilen, sömürücü, vurguncu, yani alınteriyle para kazanmayan, her türden ahlâk anlayışından uzak sermaye sınıfına mensup erkekler, kadını cinsel zevklerini doyuracak obje olarak görmekte ve kullanmaktadır. Irz suçunun cezası idamdır.” Bugün gencecik hayat dolu bir arkadaşımızı daha sonsuzluğa uğurladık, kimimizin gözyaşları sel olup aktı, kimimiz gözyaşlarımızı yutkunarak içimize akıttık ve bir kez daha söz verdik. Mutlaka hesap soracağız. İnsanlık suçlarında zaman aşımı olmaz, zamanı geldiğinde bir bir yargılayacağız bu insanlık düşmanlarını ve onların yetişmesini sağlayanları! Öfkemizi bileyip mücadeleye daha sıkı sarılacağız ve kadınlar olarak bize biçilen bu hayatın bütün duvarlarını yıkacağız, tüm zincirleri parçalayacağız! 18/06/2015 Cansu Kaya’nın Hesabı Sorulacak! Kurtuluş Partili Kadınlar 15 5 Yıl: 10 / Sayı: 89/ 1 Temmuz 2015 1 2 Abdocan’ın Hesabı Sorulacak! 013 yılı Haziran ayında, AKP iktida- rının; rantcı, baskıcı, gerici ve işbir. likçi politikalarına karşı Türkiye’nin m d her tarafında ayağa kalkarak isyan eden Emekçi Halklarımız, Tayyipgiller saltanatını derinden sarsmış ve düzenin hâkimi p olan Parababalarına büyük korkular yaşatmıştı. i İşte bu Şanlı Gezi İsyanı’mız sürecina de, bir yandan Tayyipgiller’le ve üzerimize m sınırsız yetkilerle saldığı polislerle mücaı dele ediyor, bir yandan da ne yazık ki genk cecik fidanlarımızı yitiriyor ve şehitler veriyorduk. İşte o şehitlerden bir tanesiydi Abdul- yakınlarını yıldırmaktı tabiî ki Tayyipgiller’in. Davayı ne kadar uzak bir yere taşırsak gerçekleri o kadar çok gizleriz zannediyorlardı akılları sıra. Ancak; Halkın Kurtuluş Partisi olarak biz söz vermiştik şehit düşen yoldaşlarımıza. “Kanınız yerde kalmayacak” ve “Davalarınızın takipçisi olacağız” demiştik. “Er ya da geç hesap soracağız Tayyipgiller’den” demiştik. Bu nedenle Tayyipgiller bu davaları nereye taşırlarsa taşısınlar bizden kaçamazlar. Kaçamadılar da! Çabaları boşunadır... 12 Haziran Cuma günü, şafak daha sök- , a r n 1 ı e n lah Cömert Yoldaş. Hatay’da, halkın en ön saflarında günlerce mücadele vermişti n Tayyipgiller iktidarına karşı. Yine o mücadele esnasında, bir polis aracından atılan biber gazı kapsülü nedeniyle başından vurulmuş ve şehit düşmüştü yiğit yoldaşımız. 12 Haziran Cuma günü, Balıkesir’de davası vardı Abdullah Yoldaş’ın. Sözde - güvenlik gerekçesiyle Hatay’dan yüzlerce kilometre uzaktaki bir şehre taşıdılar bu a davayı. Amaçları; davayı gizli tutmak ve meden indik Balıkesir sokaklarına. Adliye etrafında geniş güvenlik önlemleri alınmıştı erken saatlerde. Bizler de bayraklarımızla, sloganlarımızla adliye çevresinde yerlerimizi aldık ve duruşmanın başlamasını bekledik. Avukatlarımız da mahkeme salonundaki yerlerini aldılar. Saat 09.30’da duruşma başladı. Sanık polis Ahmet Kuş telekonferans yöntemiyle katıldı duruşmaya, oturduğu yerden, takım elbisesiyle… Abdocan’ın yoksul ailesi ise iki bebekle, yüzlerce kilometre yol gelerek oğullarının, kardeşlerinin davasını takip ediyorlardı. Sanki suçlu Abdocanmış gibi sürgünde duruşması görülüyordu. Duruşmada çeşitli kurumlardan gelen evraklar okundu. Emniyetten gelen evraklarda bilgi verilmiyordu. Bunun üzerine HKP Başkanlık Kurulu Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak söz alarak: Öldürülen Kuş değil bir İnsan! Emniyet göz göre göre suç işlemektedir, suç duyurusunda bulunulsun, dedi. Ailenin avukatları ise gelen belgelere itiraz ederek sanığın tutuklanması için tüm unsurların gerçekleştiğini söyleyerek tutuklanmasını talep ettiler. Ancak sanık polisin tutuklanma talebini Mahkeme reddetti. Abdocan’ın garip Anası ve kardeşleri isyana durdu bu sırada. Mahkeme başkanına ve heyetine içlerindeki isyanı döktüler. Öldürülen kuş değil diye bağırdılar. Mahkeme duruşmayı 19 Ekim 2015 tarihine erteledi. Duruşma çıkışında ağlaya ağlaya “Oğlumun Davasının son nefesime kadar takipçisiyim. Katillerin peşini bırakmayacağım” diyen Hatice Ana’nın sesi kulaklarımızda ayrıldık Balıkesir’den. Tayyipgiller şunu iyi bilmelidir ki; ne yaparlarsa yapsınlar, bu davaları nerelere taşırlarsa taşısınlar biz Gezi Şehitleri’mizin davalarını yakından takip etmeye devam edeceğiz. Bu dava diye oynattıkları tiyatroları çok yakın bir süreçte başlarına yıkacağız! Ne Abdocan’ın ne de diğer Gezi Şehitleri’mizin kanı yerde kalmayacak! Gezi Şehitleri Ölümsüzdür! Halkız, Haklıyız, Kazanacağız! Kurtuluş Partililer Özgecan Aslan davası başladı! 1 1 Şubat 2014 tarihinde, Ortaçağcı Tayyipgiller iktidarının uyguladığı politikaların bir sonucu olarak, faşist-sapık katiller tarafından hunharca işlenen bir cinayete kurban giden Özgecan kızımızın-kardeşimizin davasının ilki bugün (12 Haziran) Tarsus Adliyesinde başladı. Çeşitli kadın örgütleri, halkımız, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Genel Merkez Yöneticileri ve Tarsus, Mersin, Adana Eğitim-İş Şubeleri, Büro-İş, Tüm Yerel-Sen yönetici ve üyeleri, ADD, ÇYDD vb. dernekler adliye önünü doldurarak Özgecan’ın ailesine destek verdi. Biz de Partimiz HKP’nin bayrağını alanda dalgalandırdık, sloganlarımızı haykırdık. , Özgecan’ın Katili Parababaları Düzenidir! Kadının Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir! Mersin’den Kurtuluş Partililer İşkenceciler karşısında onuruyla direnen Kazım Sümer Yoldaş’ı andık Baştarafı sayfa 16’da Ermenek Hastanesinde de o dönemlerde görev yapan faşist doktorlar ilk müdahaleyi yapmayıp, eve gönderince arkadaşımız göz göre göre katledildi. Yoldaş’ımız, bir önceki gün Karakolda aldığı darbeler nedeniyle beyin kanaması geçirmişti. Yoldaş’ımızın aramızdan ayrılmasından sonra yapılan otopside, kendisine ilk müdahaleyi yapmayan faşist doktor ısrarla ölüm nedenini “kalp krizi” yazmak isteme- sine karşın, otopside bulunan yeni mezun bir başka doktorun namuslu davranması sonucu Yoldaş’ımızın karakoldaki işkence nedeniyle öldüğünü otopsi raporuna yazmak zorunda kaldı. Olaydan üç ay sonra 12 Eylül oldu. Ama ailesi ve köyündeki yoldaşlarımız katillerin peşini bırakmadılar. İşkenceciler 12 Eylül mahkemelerinde yargılandılar. Kendilerine verilen cezalar almaları gereken gerçek cezalar olmasa da göstermelik de olsa cezalandırıldılar. Aradan geçen 35 yılda Kazım Yoldaş’ımızı her yıl gazetemizde zaten anıyorduk. Bu yıl o yöredeki yoldaşlarımızın isteği ve yaptıkları güzel organizasyonla Yoldaş’ımızı kendi köyü olan Sarıveliler ilçesine bağlı Çevrekavak’ta bulunan mezarı başında andık. Anma programımız 21.06.2015 saat 15.00’da köy merkezinde kendi köylüleri ve çevre köylerden toplanan bölge hal- kıyla birlikte mezarlığa hareketle başladı. Mezarlıkta Parti bayraklarımızla “Kazım Sümer Yoldaş Ölümsüzdür” pankartımızı ve Parti Pankartımızı açtık. Mezar başında açılış konuşmasını o dönem aynı anda göz altına alınan Muhittin Yoldaş yaptı. Yoldaş’ımız o dönemin koşullarına ve Kazım Yoldaş’ın yaşantısına vurgu yaptı. Bu arada Göktepe Belediye Başkanı da söz alarak görüşlerine belirtti. Ardından sözü HKP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak Yoldaş’a bıraktı. Tacettin Yoldaş da bu topraklarda devrim mücadelesinde şehit düşen yoldaşların isimlerini tek tek sayarak Hikmet Kıvılcımlı geleneğinin her daim var olduğuna ve mücadelenin en önünde yer aldığına vurgu yaptıktan sonra ülke ve dünya gündeminin kısaca değerlendirmesini yaptı. Anma programımız yine bu topraklardan çıkmış 80 öncesi TÖBDER Konya Şube Başkanı Devrimci Derleniş neferlerinden Bahri Akbulut Yoldaş’ın Göktepe Beldesindeki mezarı ziyaret edilerek devam ettik. Anma programımız Göktepe Beldesinde belde halkıyla sohbetten sonra sona erdi. Konya, Antalya ve Ermenek’ten Kurtuluş Partililer Soma Davası yine ertelendi Baştarafı sayfa 16’da Ardından duruşma başladı. Ancak bazı avukatların birden fazla sanığın vekilliğini üstlendikleri, sanıklar arasında çıkar çatışmaları olmasından dolayı sanıkların yeni avukat tayin edebilmeleri için makul süre verilmesi gerekçe gösterilerek duruşma 16 Haziran’a ertelendi. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci duruşması görülen Soma Katliamı Davasında adalet yine ertelendi. Birinci oturumu 15 Haziran 2015’de görülen dava, ailelerin sanıklara tepkileriyle başladı. Tutuklu sanıkların salona alındıkları sırada aileler; “katiller, siz daha ölmediniz mi, beş yüz çocuğu öksüz bıraktığınız, çocuklarımız baba diye toprağa sarılmaktalar” diye feryat ettiler. Katil işveren ve adamlarını protesto ettiler. Ardından duruşma başladı. Ancak bazı avukatların birden fazla sanığın vekilliğini üstlendikleri, sanıklar arasında çıkar çatışmaları olmasından dolayı sanıkların yeni avukat tayin edebilmeleri için makul süre verilmesi gerekçe gösterilerek duruşma 16 Haziran’a ertelendi. İkinci gün ise; duruşma salonunun dışında kurulan polis barikatları, birinci gün oldukları yerin daha ilerisine, yani dışarıda bekleyen madenci yakınları ve demokratik kitle örgütlerine çok dar bir alan bırakılacak şekilde kurulmuştu. 15 ve 16 Haziran günlerinde madenci yakınları ve davayı takip etmeye gelenler Akhisar Tren Garı önünden duruşma salonunun bulunduğu bölgeye kadar yürüyüş yaparak geldiler. Her iki gün de Parti olarak Soma Davası’na destek vermeye gittik. Önceki davalarda olduğu gibi yürüyüş sırasında; “Somanın Katili; Tayyipgiller’in Bekçiliğini Yaptığı Sömürü Düzenidir” pankartımızı ve bayraklarımızı taşıdık. Bu duruşmaların ikinci oturumunda da müdafii krizi çözülemedi ve sanık avukatlarından beşi müdafiliklerden istifa ettiklerine dair mahkemeye dilekçe göndermişlerdi. Avukatların bu istifala- rından sonra avukatsız kalan sanıkların, yeni avukat tutmak için süre istemeleri üzerine mahkeme, tüm tutuklu sanıkların tutukluluklarının devamına karar vererek, üçüncü duruşmayı 18 Ağustos 2015 Salı gününe erteledi. Duruşma çıkışında, önceki duruşmalarda ifade veren sanıkların neredeyse tamamının kendi suçlarını yıkmaya çalıştıkları, katliamda vefat eden Mühendis Mehmet Efe’nin babası ve diğer madenci aileleri ile Genel Sekreter Yardımcımız Av. Tacettin Çolak yargılamanın gidişatı ile ilgili sohbet ettiler. Avukatsız kalan sanıkların kendilerine müdafii tayin etmek için süre istemelerinin doğal olduğunu, mahkemenin bu durumu aslında ilk duruşmalarda çözüme kavuşturması gerektiği halde hatasından bugün dönmekle doğru yaptığını, ancak bu tür gidip gelmelerin de insanları canından bezdirdiğini belirten Çolak; asıl suçlular yargılanmıyorlar, onlar bir eli yağda bir eli balda vurgunlarına devam ediyorlar dedi. İşçilerin aileleri de bu duruşmanın dört beş yıl sürebileceğini, bunu bildiklerini ancak adaletli bir karar verilmesini beklediklerini belirttiler. Görüşmede aileler; Soma’daki ocakların, Ciner Grubu’nun elinden çıkarttığı halde AKP tarafından bu şirkete ucuz bir şekilde peşkeş çekildiğini, bunun karşılığında ise hiçbir işgüvenliği önlemi almadan ve üretim zorlaması yapılarak çıkartılan tonlarca kömürün halktan oy avcılığı yapmak için kullanıldığını söylediler. Göz göre göre gelen bu katliamı önlemeyen Patron Alp Gürkan’ın tahliye talebinde bulunmasının ise utanmazlık olduğunu söylediler. Parti olarak İşçi Sınıfımıza yapılan tüm saldırıların karşısında olduğumuzu, olacağımızı ve Soma Davalarının da takipçisi olacağımızı kendilerine bir kez daha belirttik. 16.05.2015 İzmir’den Kurtuluş Partililer HKP, Ermenek’teki İşçi Katliamının peşini bırakmıyor Baştarafı sayfa 1’de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 45. yıldönümüne denk gelen 15 Haziran 2015 Pazartesi günü davanın ilk duruşması başladı. Halkın Kurtuluş Partisi olarak duruşmayı takip ettik. 16 Haziran 2015 saat 12.30’da Erme- nek adliyesi önünde işçi ailelerin de katılımıyla basın açıklaması gerçekleştirdik. Genel Başkan Yardımcısımız Av. Orhan Özer ve Ankara İl Başkanımız Av. Sait Kıran da basın açıklamasında hazır bulundu. Parti adına basın açıklaması- nı okuyan Sait Kıran, yaşanılanın kaza değil resmen cinayet olduğunu, 15 bin liralık bir sondaj makinesi maliyetinden kaçınıldığı için bu cinayetin gerçekleştiğini söyledi. Ve Halkın Kurtuluş Partisi olarak davanın takipçisi olacağımızı vurguladı. Basın açıklaması sırasında işçi ailele- rinden kadınlar parti bayrağımızı ellerine alarak basın açıklamamıza katılıp onlar da acılarını haykırdı. Konya’dan Kurtuluş Partililer Tavşana Kaç Tazıya Tut! Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ni Yaratan İşçi Sınıfımıza Selam Olsun! Geçtiğimiz günlerde Tayyip gene höykürdü: “(…) Bu tür ithamlarla Türkiye’yi yanı başında olup bitenlerin dışında bırakmaya zorlayarak bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar. Buradan Türk milletine, dünyaya sesleniyorum. Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz.” uzun vadeli değişikliklere kilitlendiğini”, ama “artık yeni bir bölgede uzun vadeli değişikliklere kilitlendiğini” ve bu bölgenin de 22 ülkenin yer aldığı Ortadoğu olduğunu vurguluyordu (Washington Post, Ağustos 2003). Bu plan emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi değil miydi ve sen de bu projenin Eşbaşkanı değil miydin? Çalımla, böbürlenerek böy- Tel Abyad düşmeden önce bölgedeki güçlerin ve etkinlik alanlarının durumu. Türkiye işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana! Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! Bütün yemişler dallarınızdadır. Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri. Türkiye işçi sınıfına selâm! Meydanlarda hasretimizi haykıranlara, toprağa, kitaba, işe hasretimizi, hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza. Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm! Paranın padişahlığını, karanlığını yobazın ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm! Türkiye işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana! diyordu Devrimci Ozan Nazım Hikmet 12 Ağustos 1962’de. O zamanlar Türkiye’de İşçi Sınıfının var olup olmadığı tartışılıyordu. Ancak 1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde, Şanlı Gezi İsyanı’mızda olduğu gibi bir anda bir patlama yaşandı. İşçi Sınıfımız yumruğunu bir balyoz misali Parababalarının beynine vurdu. Ordu Gençliği’nin ilerici geleneği ile yapılan 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği kırıntı kabilinden de olsa demokrasi, İşçi Sınıfımızın örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırmış, İşçi Sınıfımız hızla bilinçlenmeye başlamıştı. Böylece 1967’de DİSK kuruldu. Ancak bundan rahatsızlık duyan Parababaları, 1961 Anayasası’nın getirdiği kazanımları budamak için 1970 yılında 274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasalarında değişiklikler yaparak İşçi Sınıfının örgütlenmesini engellemek istedi. Yapılan değişiklikler ile İşçi Sınıfının başı, tâ 1952 yılında ABD tarafından kurdurulan sarı sendika Türk-İş ile bağlanmak isteniyordu ve Türk-İş dışındaki sendikalara yaşama hakkı tanınmıyordu. Nitekim o dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk “çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” demiştir. Türkiye İşçi Sınıfı, örgütlenme haklarının elinden alınmasına, sendikaları DİSK’in kapatılmasına karşı mücadeleye girişti. “DİSK kapatılamaz” sloganları ile 168 fabrika ve 150 bine yakın işçiyi kapsayan direnişte, işçiler İzmit ve Gebze’den Kadıköy’e, Levent’ten Mecidiyeköy ve Taksim’e, Bakırköy’den Topkapı ve Edirnekapı’ya kadar yürüdüler. Öyle ki İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin bir araya gelememesi için vapur seferleri bile iptal edildi; Galata Köprüsü açılarak geçişe kapatıldı. İşte Şanlı 15-16 Haziran İşçi Direnişi böyle yaratıldı. 12’de İşkenceciler karşısında onuruyla direnen Kazım Sümer Yoldaş’ı andık 1 2 Eylül Faşizmine gelinen süreçte antifaşist mücadelenin yoğun olarak yaşandığı Ermenek ve çevresinde gözaltına alınan ve işkence sonucu şehit olan, ser verip sır vermeyen, Devrimci Derleniş neferlerin- mızı ayrı yerlere alarak alçakça saldırmaya başladı. Yaptığı galiz küfürlerin karşılığını kendisi de görünce iyice kuduruyor ve rastgele saldırısını sürdürüyordu. Yoldaşlarımızın haksız yere gözaltına alınması köyde 15-16 Haziran’ın ruhu Zet Farma İşçilerinin mücadelesinde sürüyor B u topraklarda görülen en büyük işçi hareketi olan 15-16 Haziran Şanlı İşçi Direnişi’mizin 45. yıldönümünü, 15-16 Haziranları günümüzde yaşatan Nakliyat-İş ve Direnişteki Zet Farma İşçileriyle birlikte kutladık. 226 gündür Parababalarının zulmüne göğüs geren Zet Farma İşçilerini ziyaret ettik. Ziyaretimiz direniş alanına yaptığımız yürüyüşümüzle başladı. Sloganlarla, coşkumuzla Zet Farma İşçisinin yalnız olmadığını, mücadelelerinin er geç zafere ulaşacağını bir kez daha haykırdık. Direniş çadırında bulunan işçiler de sloganlarla bizleri karşıladılar. Direniş alanında bulunan Nakliyat-İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Mehrali Bozgun bir konuşma yaptıktan sonra, sözü Partimiz İstanbul İl Başkanı Av. Pınar Akbina’ya verdi. Pınar Yoldaş’ımız açıklamamızı okuyarak, Zet Farma İşçilerinin mücadelelerinde haklı olduklarını ve 15-16 Haziran ruhunu devam ettirdiklerini dile getirdi. Daha sonra direnen işçilerden Fermani Serçeşme söz alarak duygu ve düşüncelerini anlattı, zafer kazanana kadar mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söyledi. Ziyaretimiz sırasında sık sık “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Zet Farma İşçisi Yalnız Değildir” sloganları atıldı. Açıklamadan sonra işçilerle birlikte direniş halayı çektik. Ziyaretimizi işçilerle birlikte yemek yiyerek ve onlarla sohbet ederek sonlandırdık. 15.06.2015 İyi de hafız, bu durumu yaratanlardan biri de sen değil misin? Amerikan oyununa çanak tutan sen değil misin? Hatta hevesle başrol oyunculuğuna soyunan, kraldan çok kralcı olan sen değil misin? Senin iktidara yeni geldiğin günlerde, 2003 yılında, o sıra ABD Dışişleri Bakanlığı Danışmanı, daha sonra Dışişşleri Bakanı olan Condoleezza Rice ne diyordu? II. Emperyalist Savaş sonrasında “ABD’nin Avrupa’da le diyordun. Daha sonra Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde bu coğrafyanın yeni haritasını görmemiş olamazsın; burada bu haritanın hayata geçirilebilmesi için ortalığın hallaç pamuğu gibi atılacak olduğunu da sezmemiş olamazsın. Bu haritada en büyük çapta değişiklik düşünülen toprak parçasının, Irak ve Suriye’nin yanı sıra Türkiye’yi de kapsayan (sonra tabiî İran’ı da) bir 14’te Nakliyat-iş hukuksuzluğa, sendikasızlaştırma politikalarına karşı bakanlığa yürüdü H atırlanacağı gibi DİSK/ Nakliyat-İş Sendikası Ankara, İzmir, İstanbul, Eskişehir ve Siirt Belediyelerinin taşeron işyerlerinde örgütlenmiş fakat Çalışma Bakanlığı tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden bu işyerleri iş kolundan alınmış ve Nakliyat-İş’in örgütlediği 2200 işçi bir anda Nakliyat-İş üyesi olmaktan çıkarılmıştı. Nakliyat-İş’in Nakliyat-İş üyesi yüzlerce işçi önce TRT Arı Stüdyolarında toplandı, daha sonra ise Çalışma Bakanlığına doğru yürüyüşe geçti. “2200 Taşeron İşçisinin Toplu İş Sözleşme Hakkı Gasp EdilemezTaşeron Cehennemine Son” yazılı pankartın arkasında yürüyen işçiler Ankara sokaklarını attıkları sloganlarla çınlattılar. Çalışma Bakanlığı önünde sınıf temelli sendikal mücadele geleneğini çok iyi bilen Bakanlık benzer işleri yapan taşeronlarda Hak-İş’e bağlı Öz Taşıma İş Sendikası’na yetki vermekte hiçbir sakınca görmedi, doğal olarak. Çünkü bir tarafta yandaş sendika, diğer tarafta onlarca işgal, grev ve direnişe imza atmış Disk/Nakliyatİş Sendikası. Elbette yandaşı seçecekti Bakanlık. Tamamıyla Nakliyat-İş’in önünü kesmeyi amaçlayan bu uygulamaya karşı elbette ki Nakliyat-İş de tepkisiz kalamazdı. Bakanlığın bile bile uyguladığı bu çifte standarda, Anayasaya ve mevcut yasalara aykırı uygulamaya karşı harekete geçen Nakliyatİş Sendikası Ankara’da kitlesel bir yürüyüş, basın açıklaması ve oturma eylemi gerçekleştirdi. Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Küçükosmanoğlu bu haksız uygulamaya asla müsaade etmeyeceklerini, bunun için gereken tüm mücadele yöntemlerini kullanacaklarını ifade etti. Ayrıca Çankaya Belediyesi Taşeronu Norm Altaş’tan ve Kadıköy Altaş Yapı işyerinden birer işçi de konuşma yaparak Çalışma Bakanlığının bu tavrının kabul edilemez olduğunu, haklarını alıncaya kadar mücadelenin devam edeceğini, sendikalarından ve haklarından vazgeçmeyeceklerini belirttiler. İstanbul’dan Kurtuluş Partililer Soma Davası yine ertelendi A khisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci duruşması görülen Soma Katliamı Davasında adalet yine ertelendi. Birinci oturumu 15 Haziran 2015’de görülen dava, ailelerin sanıklara den Kazım Sümer Yoldaş’ı andık. Kazım Yoldaş, bundan 35 yıl önce (21 Haziran 1980’de) köylerindeki bir olay nedeniyle yanında diğer bir yoldaşımızla birlikte Göktepe Jandarma Karakolunda gözaltına alındı. Aslında Jandarma Karakol Komutanı Uzman Çavuş, kavgaya karışanların yoldaşlarımız olmadığını bildiği halde, “bunlar komünist” diyerek hem cezalandırmak hem de işkence ile isim öğrenebilir miyim düşüncesiyle keyfi bir şekilde yoldaşlarımıza yönelmişti. Daha karakola gelir gelmez, yoldaşları- duyulunca da Köy Halkı köyün en yaşlılarından oluşan bir heyetle kamyona binerek, Karakolu basmaya geldi. Çevrekavak Halkının jandarma karakolunu basmaya geldiğini haber alan işkenceci şerefsiz komutan, hiçbir gözaltı kaydı tutmadan yoldaşlarımızı serbest bırakmak zorunda kalmıştı. Karakoldaki bu alçak saldırı sırasında Kazım Yoldaş başından ciddi bir darbe almıştı. Geceyi evinde geçiren Yoldaş’ımız, sabah bir toprak kazısı işini yaparken yere düşerek yığılıp kaldı. 15’te tepkileriyle başladı. Tutuklu sanıkların salona alındıkları sırada aileler; “katiller, siz daha ölmediniz mi, beş yüz çocuğu öksüz bıraktığınız, çocuklarımız baba diye toprağa sarılmaktalar” diye feryat ettiler. Katil işveren ve adamlarını protesto ettiler. 15’te 13’te
Benzer belgeler
Parababalarının seçim oyunu sürüyor ülkemiz Sevr bataklığına
Dokunulmazlıkları kalkan dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak,
atılı suçlardan cezalandırılmalarını
bilvekale talep ederiz. Saygılarımızla.