tıklayınız.
Transkript
tıklayınız.
GL-HF Progesyonel Oyunculuk 1 Oyun Çizer:Karakter Tasarımı 6 Türkiye’de Cosplay 8 Şehrin Ordusu 9 Grid 2 11 Kum Torbası 13 Resident Evil Revelations 16 Persona 4 Arena 18 Nostalji:Manhunt 20 Batman Arkham Origins 24 Remember Me 26 Metro Last Night 27 Hasvel Technology 34 Selamlar! Şimdiki yazımda sizlere Team Fortress 2 ve Starcraft 2’nin profesyonel çevresinden bazı kesitlerle beraber ince mekaniklerinden ve oyuncu kitlelerinden bahsedeceğim. Bununla birlikte, Starcraft 2 topluluğunun iki favori e-spor sunucusunu sizlere kısaca tanıtacağım. Umuyorum ilgiyle okursunuz. Hatta oyun en sonunda F2P(Free To Play) haline dönmüştür. Fakat Pro-Oyun sahnesinde halen oynansa dahi, dünya çapında daha öncesine nazaran daha az ilgi topladığını söyleyebiliriz. Bunun nedeni Team.Dignitas gibi ünlü e-spor takımının bile geçen sene yaptığı açıklamada olduğu gibi oyundaki aktivitenin azalışta olduğudur. TEAM FORTRESS 2 Yine de halen Avrupa’da ETF2L ve Wireplay başta olmak üzere küçük çapta ödüllü 6 ya 6 kişilik takımlar arasında turnuvalar düzenlenmeye devam ediliyor. Şu an oyun halen eğlenceli ama fazlasıyla yeni içerik geldiğinden dolayı kaotik bir ortam mevcut. Kısacası bu durum casual oyunculuk için çok güzel ama pro-oyunculuk için pek de iyi değil çünkü durmadan değişen mekanikleri herkes dengeli ve adil bulmayabiliyor. “Çevrimiçi olarak oynayabileceğiniz en eğlenceli oyun.” sloganı ile piyasaya çıkan, ilk olarak Valve’ın Half-Life oyununun eklenti paketi olarak tanıdığımız, sonradan çok başarılı bir şekilde yenilenerek tekil bir oyun olarak huzurlarımıza getirilen Team Fortress 2 hem “casual” oyunculara, hem de “hardcore” oyunculara hitap edebilen bir oyun. Nasıl diye sorarsanız, basitçe nedenini açıklayabilirim: Farkında olsanız da olmasanız da, işbirliği şart! Bu oyun son zamanlarda yüklü miktarda içerik genişletmeleriyle, yeni haritalar, yeni kurallar ve yeni itemlar ile donanımlar ile kendini ayakta tutmayı başarmıştır. 1 Bu oyunda işe profesyonel yaklaşmak istediğinizde öncelikle kendinize bir class yani sınıf seçmeniz gerekiyor. Sonra da bu sınıfta göze batar bir şekilde iyi oynamalısınız ki bir takıma dâhil edilebilesiniz. Team Fortress’da 8 tip sısınıf var. Bu sınıfları oynayış tarzlarına göre sıralayabiliriz: nıf var. Bu sınıfları oynayış tarzlarına göre Saldırı: Scout, Soldier, Pyro sınıflarını içeren bu grup özellikle hardcore FPS oyuncularının ilk olarak denemesi gereken sınıfları oluşturuyor. Scout’ı pompalı tüfek ile havada zıplayabilen çok hızlı bir Quake 3 oyuncusu olarak varsaymak mümkün. Soldier ise bunun roketli olanı ama fazlasıyla hantal. Pyro biraz daha taktiksel, roketleri ve bombaları geri püskürtebilir veya rakip oyuncuları diri diri yakarak oyunlarını oynamasını güçleştirebilirsiniz. Özet geçersek, bu sınıfları gerçekten iyi oynamak isterseniz şunu bilmeniz gerekiyor: Scout seçmek hızlı tempoda iyi hedef alabilmek, Soldier seçmek ise yavaş tempoda güçlü içgüdülerle nokta atışı yapabilmek demek. Defans: Demoman, Heavy, Engineer sınıflarını dâhil eden bu grupta en ağır hasar verici sınıfların bir arada olduğunu görüyoruz. Demoman seçerseniz bomba atar ile mobil bir mancınık ustası gibi dolaşmanız gerekiyor. Bir yandan bomba tuzaklarını etkili bir şekilde kullanarak kurnaz bir oyuncu olmak zorundasınız ve daha da önemlisi hayatta kalmanız takımınız için çok önemli, çünkü en değerli sınıf sizsiniz. Heavy üzerine bakacak olursak, Medic ile olmazsa olmaz bir bağınız olmalı ve her daim koordinasyonda olmalısınız ki sizin bulunduğunuz yere kimse gelmeye cesaret edemesin. Evet, sizin göreviniz bu, korkutmak! Engineer’a gelirsek, bu sınıfta yapmanız gereken şey adeta bir mimar gibi düşünüp Sentry’nizi (Otomatik Mitralyöz gibi bir şey) en ideal savunma noktasına yerleştirmek. Eğer işler sarpa sararsa son kale sizsiniz ! Destek: Medic, Sniper, Spy sınıfları ile tamamlanan takımın içinden Medic’in birçok insan için amacı apaçık gözükecektir: Takım arkadaşlarının ölmesini engellemek. Bunu başarabilmek için sadece onların canlarını yenilemesi değil, oyunu okuyarak, taktiksel öğütlerle takıma destek olması gerekiyor. Sniper seçerseniz eğer, etkili olabilmeniz için çok iyi refleksleriniz ve hedef takip yeteneğiniz olması gerek. 2 Amacınız rakip takımın saldırı veya destek ünitelerini oyun dışı bırakmak. Spy seçmek ise gerçekten ayrı bir yetenek istiyor. Bu sınıfı profesyonel seviyede iyi oynamak için daha önceden sadece FPS oyunlarını oynamış olmak değil, casusluk üzerine ihtisas yapmış olmanız ve rakip takımın yanında oyun içindeki doğru zamanda yapılan davranışlarınızla kendinizden biri olduğuna ikna edebilmeniz gerekiyor. Tabi deneyimli takımlara karşı bu çok zor ama bazen istisnalar olabiliyor. Team Fortress 2 ilk çıktığında bu bahsettiğim yöntemlerle profesyonel sahnede yer bulmanız şüphesiz daha kolay olurdu ama şu anki sürümde inanın işler çok farklı. Bunun için oyun ilk çıktığında ve ilk sınıf yamalarında dâhil olan silahları ve eşyaları kullanmanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde turnuvalarda bulunan yasaklardan dolayı oyununuzu istediğiniz gibi oynamayabilirsiniz. Son olarak, 6 kişilik standart bir protakımın profilinden bahsetmek istiyorum. İdeal olarak 2 Scout, 2 Soldier, 1 Medic, 1 Demoman olarak rakip takımın karşısına çıkabilirsiniz. Demoman, Medic asla değişmezler ama 1 Scout ve Soldier’ın yerini genellikle Spy veya Heavy alabiliyor. Tabii bu dağılım takımınızdaki yeteneklere bağlı oluyor. Çok yetenekli bir Sniperiniz varsa bir Scout yerine ilk 6’ya onu koyabilirsiniz. Starcraft II - Başlangıç Seviye Profesyonel oyunculuğun zirve yaptığı oyunlardan birisi, Starcraft, halen canlı bir şekilde gelişmeye devam eden bir gerçek zamanlı strateji oyunu. Bunun en önemli nedeni ise oyunun hem herkesin oynayabileceği ve oynayanları izleyebileceği, hem de oyunda rekabeti sevenler için bir espor olarak lanse edilmesi. Bu oyunu profesyonel seviyede oynayabilmek için gerçekten fazlasıyla zamanınızı alacak bir maratona girmeniz gerekiyor. Öncesinde mutlaka tek oyunculu modunu bitirip oyunla genel olarak aşina olmanız şart. Daha sonra çoklu oyuncu moduna başlayıp bilgisayara karşı açık sıralamalı ya da gizli ladder’da kendinizi gerçek oyunculara karşı sınamaya başlayabilirsiniz. Taktikleri durmadan yenilenen bir oyun olduğu için oyunununuz sabitleşmeden çoğu zaman ürettiğiniz taktiklere anti tez olarak gelen tepkilere karşılık vermek zorundasınız. Örnek olarak 1 ay önce uyguladığınız bir açılışı artık yeni yama ile beraber yapılamadığını öğrendiğinizde adapte olmanız şart, yoksa geride kalıyorsunuz! Bu kadar caydırıcı laflar ettikten sonra halen takipteyseniz, size işinizi kolaylaştıracak bazı değerli ipuçları vereceğim. Öncelikle Zerg, Terran, Protoss arasından bir ırk seçelim. Başlangıç için Terran seçmeniz iyi olabilir. Çünkü bu ırk eski tarz strateji mekaniklerine göre en yakını. Tabii ki diğer ırklardan biri ile de başlayabilirsiniz ama onların öğrenim eğrileri biraz daha yokuş yukarı. Yapmanız gereken en önemli şey, bu oyunu düzenli oynamanın yanı sıra, oyun mekaniklerine çok iyi hâkim olmak. Bu genelde oyun oynadıkça gelişen bir yeti olmakla beraber, oyunu oynamadan önce çeşitli wiki sayfalarında ve profesyonel oyunla ilgili sitelerin forumlarından (örnk. teamliquid) hangi ünitenin ne kadar gücü olduğunu veya ne kadar hasar verdiğini ve daha da önemlisi hangi koşullarda kullanıldığına dair bilgileri bulabilmek mümkün. 3 Oyun mekaniklerine hâkimim ve düzenli oynuyorum diyorsanız, oynayış mekaniğiniz üzerine yoğunlaşmanız gerekiyor. Bu konuda ileriki yazılarda bahsedeceğim bir maç sunucusu olan Sean “Day9” Plott’un rehberine başvurabilirsiniz. İçerik fazlasıyla uzun olduğundan, sizlere bu yazımda sadece neden bahsettiğini anlatacağım ama gelecek yazımda bu konunun detayına da gireceğimden emin olabilirsiniz. Oyun mekaniğinizi geliştirmek için ilk olarak kullanıcı atamalı (Hotkeys) ve varsayılan kısayolların etkili bir biçimde kullanımı için elinizi alıştırmanız gerekiyor. Bu tuşlara nasıl atamalar yapacağımızı önceden tasarlamanız önemli. Dilerseniz önce atayabileceğiniz tuşlardan bazılarını basitçe belirleyelim. Örnek olarak birçok strateji oyununda olduğu gibi CTRL + 0-9 arası atama yapmamız mümkün. Bununla beraber kullanabileceğiniz F1-F8 arası tuşlar da mevcut. Başlangıç için 1 tuşuna ordunuzun tamamını 5 tuşuna üretim binalarınızın tamamını ekleyip, Mouse ile erişmek yerine klavye üzerinden seçmeye alışmaya çalışmak yararlı olacaktır. Diğer tuşları şimdilik varsayılan değerlerde bırakıp dokunmayabilirsiniz. Oyun çok hızlı tempolu olduğundan her antrenman oyunu başına sadece bir yeni mekanik çalışmak şart. Bundan sonra gelen şey ise açılışa ve zamanlamalara dayalı antrenmanlar. Bunu yapmak için karşınıza bilgisayar izleyenlerin en favori ikilisi Tasteless (Nick Plott) ve Artosis (Dan Stemkoski) olduğunu korkmadan söyleyebilirim. Bunun nedeni ise şöyle: Artosis eski bir Starcraft: Brood War oyuncusu olduğundan iyi bir analizci ve dolayısıyla başarılı bir şekilde oyun okuyor. Tasteless ise aynı Artosis gibi eski oyuncu ama onun daha çok sunum performansı ön plana çıkıyor. Bu ikilinin mizah anlayışı birbirine tam olarak uyduğundan, bazen de ortaya Starcraft ile alakalı alakasız ama çok eğlenceli performanslar çıkabiliyor. Şimdi sizlere bu ikiliye ithafen yapılan “Sons of Starcraft” belgeselinde de yer verilen, hayatlarındaki bazı kayda değer detaylardan bahsedeceğim. Tasteless – Nick plott Tasteless ilk olarak 2005 yılında katıldığı bir turnuvada bir yapım ekibi ile konuşma fırsatı yakalayarak bir iş teklifi almış. Bunun üzerine Singapur’da bir süre çalışmış, üniversiteyi bir kenara bırakıp sürekli Starcraft ile ilgili organizasyonlara gidip gelmiş. Daha sonra da Kore’de GSL’de çalışması için teklif almış ve 2008’den beri de Kore’de GOM TV’de maç sunucusu olarak çalışmaya da devam ediyor. Seyahat etmeyi çok sevdiğini söyleyen Nick, asla pişman olmadığını ve bu kariyer kararından son derece memnun olduğunu ifade ediyor. tır. Buna karşın iki kez takım koçluğu yapmış ve bu yolda birkaç kayda değer başarı sağlamıştır. Beraberinde 2008’den beri GOMTV’de yaptığı sunuculuk performansı ile Starcraft topluluğunun gönüllerini fethetmiştir. Öyle ki birçok turnuvada özel olarak sunuculuk yapması için davet edilmiştir. Dan’in sunuculuk ve yorumculuk kabiliyetinin iyi oluşu elbette eski bir oyuncu olmasıyla beraber, oyunu oynama tarzının oyunu analiz edip en güvenli yolu takip etme üzerine kurulu olmasına dayanıyor. Tabii bu kadar analizi yaparken bir yandan oyunu sunabilmek kolay değil, işte burada arkadaşı Nick onu çok iyi destekliyor. Nick ve Dan beraber çalıştıklarında ikisi de zıt karakterlere sahip olduklarından sahnede birbirlerinin eksiklerini başarılı bir şekilde tamamlayıp, ortaya mizah dolu ve aynı zamanda bilgilendirici bir şov çıkartıyorlar. Anahtar kelime olarak “Tastosis hightlights” arattığınızda bu ikilinin geçen seneki en komik performanslarını izleyebilirsiniz. Uzun süreli gerçek bir maç izlemek isterseniz GSL’de Code S maçlarına bir göz atabilirsiniz. Çeşitli analizlerle dolu olan kendi yayın kanalını da buradan takip edebilirsiniz. Spot Işığı Dong Rae Gu (DRG) - Park Soo Ho Artosis – Dan Stemkoski Yakın çevresinden olumlu tepki almamasına rağmen oyun tutkusunu asla kaybetmeyen Dan’in hikayesi, Amerika’da, New Hampshire’da oyunlara olan iştahı sayesinde Starcraft ile tanışması ile başlayıp Kore’de en sevdiği oyununun dünya çağında tanınan bir sunucusu olmasına kadar uzanıyor. Dan en çok iş arkadaşı Nick ile tanınmasından öte, daha önce Starcraft: Brood War ve Starcraft 2 sahnelerinde oyuncu olarak yer almış ama hiçbir zaman bir oyuncu olarak çok yükseklere çıkamamış- 4 Daha önceden Starcraft’ın ilk oyununun genişleme paketlerinden olan Brood War’u yarışımcı olarak oynayan DRG, ilk olarak kendisini 2011’in ilk yarısında Kore’de düzenlenen bir GSL sezonunda başarılarıyla göstermiştir. 2012 yılında dünyanın en iyi Zerg oyuncularından biri olarak bilinen DRG, geçtiğimiz yıl içerisine MLG ve GSL’de premier lig ve şampiyona dereceleri sıkıştırmakla beraber OSL’de finalist olmayı başarmıştır. DRG, Şaşırtıcı derecede iyi çok yönlü odaklanma kabiliyetine sahip ve dakikada 500 komut(APM) averaj ile Kore tabanlı MVP takımında oynamaya devam ediyor. DRG en çok GSTL’de art arda kazandığı maçlarla takımını zirveye taşımasıyla ünlenip bu başarısını dünya çapında katıldığı turnuvaların birçoğunda ilk üçün altında geri dönmeyişi ile somutlaştırmıştır. E-Spor Takvimi (Starcraft 2) 2013 WCS Korea Season 2 STARLEAGUE (28 Mayıs 2013 – 10 Ağustos 2013) Tüm dünyaya açık olan Kore merkezli Global Starcraft Ligi’nde Starcraft 2’nin en iyi oyuncuları kıyasıya mücadeleye devam ediyor. Buradan tüm karşılaşmaların ilk maçlarını çevrimiçi olarak bedava izleyebilirsiniz ya da “Season Ticket” alarak tüm sezona erişebilirsiniz. 2013 WCS Season 1 America (20 Nisan 2013 – 20 Haziran 2013) MLG’nin üstlendiği Starcraft 2 WCS’in Amerika ayağının “Challenger League” maçlarını buradan takip edebilirsiniz. 2013 GSTL Season 1 Pennant Race (22 Mart 2013 – 13 Temmuz 2013) Kore’de düzenlenen, tüm dünyadaki takımlara açık olan GSTL’de ayrı bir yarışma formatı söz konusu. Burada bire bir karşılaşmalar yerine takımlar arası bir turnuva formatı var. Daha geniş meta-oyun taktiklerinin geliştirilmesine izin veren bu format, hep antrenman evrelerinde kalan Starcraft’taki takım ruhunun görülebildiği nadir yerlerden bir tanesi. Buradan tüm karşılaşmaların ilk maçlarını çevrimiçi 5 olarak bedava izleyebilirsiniz ya da “Season Ticket” alarak tüm sezona erişebilirsiniz. 2013 Dreamhack Open: Summer (15 Haziran 2013 – 17 Haziran 2013) İsveç’te düzenlenen bu turnuvada 128 kişilik eleme maçları düzenleniyor. Avrupa’nın ödülü en bol (27000$ ödül havuzu) olan turnuvalarından. Buradan izleyebilirsiniz. Denizhan Güçer [email protected] 6 7 Cosplay, cosplay, cosplay.... Nedir acaba cosplay? Bir çoğunuz biliyor olsanız bile Türkiye'de yeni gelişen bir hobi olan cosplayi anlatayım sizlere.. Kelime anlamı olarak ele aldığımızda Cos (Kostüm) Play(Oyun), yani direk Türkçe'ye çevirdiğimizde kostümlü oyun gibi bir anlamı olan cosplay, dünya çapında yaygın, oyun, çizgifilm, anime ve film karakterlerinin ete kemiğe bürünmüş hallerinin sergilendiği bir hobi aslına bakarsanız. İnsanlar sevdikleri karakterlerin kostümlerini dikip makyajını yapıp bunları sergiliyorlar. Çoğu zaman da bunu Convention haline getirip bir araya gelerek yapıyorlar. Dünya'da en yaygın görülen ülkeler ise Japonya ve Amerika'dır. Gelelim bizim ülkemize... Türkiye'de daha çok yeni olan bu hobi, seven insanları bir araya getirmek amacıyla neredeyse üç yıldır tam olarak bilinmeye başladı. Ankara'da, İstanbul'da çeşitli cafelerde çok az kişiyle başlayan bu etkinlikler son yıllarda "Convention" şeklini aldı. Bunlardan en büyük olanı ise Türkiye Alt Kültür Topluluğu'nun düzenliyor olduğu "KONTAKT" etkinliğidir. Kontakt sadece cosplayer'ları değil, tüm oyunseverleri de bir araya getiren bir etkinliktir. Son iki etkinlikleri iki gün sürmekte ve çeşitli oyun turnuvamarı düzenlenmektedir. League of Legends ve çeşitli konsol oyun turnuvalarına katılma şansını yakaladığımız bir etkinlik olmuştur. Cosplay yapmak, gitmek isteyenler, merak edenler, kostümüm vardı benimde giymeye yer arıyordum diyenler... En yakın etkinlik olan Torucon Cosplay Convention'ı 30 Haziran 2013 tarihinde İstanbul'da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde gerçekleşecektir. Etkinlik ile ilgili detaylı bilgi için: http:// www.torucon.org/ adresini ziyaret edebilirsiniz. Bir sonraki sayıda tekrar görüşmek dileğiyle... Burcu Aycan [email protected] 8 Indie Dünyası’nı bu kadar saygıdeğer yapan nedir biliyor musunuz? Daha fazla tutku, daha fazla emek, daha az kaynak… İşte bu yüzdendir ki Indie dendiğinde, akan sular durur. Yakın zamanda oyun dünyasına yeni bir Indie Oyun katılacak. O oyunun yazarına sorduk ve aldığımız cevapları sizler için derledik. Kısa bir süre sonra oyun severlere sunulacak bu oyunun adıysa, Şehrin Ordusu… zi çekiyor. Ayrıca Eren Aydın’la Şehrin Ordusu hakkında yaptığımız konuşmalarda, “oyun herkes tarafından kolayca oynanabilecek, öğrenmesi kolay olacak” sözleri dikkatimizi çekiyor. Şehrin Ordusu, Eren Aydın tarafından 2000 lira kadar kısıtlı bir bütçeyle geliştirilmeye devam ediliyor. Yakın zamanda çıkacağı belirtiliyor oyunun, ancak kesin bir tarih verilemiyor. Oyun, oyun içi ilk görüntülere bakıldığında, bu kadar kısıtlı bir bütçe ile ne kadar sağlam işler çıkarılabileceğinin somut bir örneği. Oyun içi videolar incelendiğinde görsellerin ve aksiyonun doyurucu olacağı kanısına da varabiliyoruz. Ayrıca Eren Aydın’la Şehrin Ordusu hakkında yaptığımız konuşmalarda, “oyun herkes tarafından kolayca oynanabilecek, öğrenmesi kolay olacak” sözleri dikkatimi- 9 Şehrin Ordusu, çok oyunculu oyunlar sınıfında yer alıyor. Başta daha az sunucu ile kullanıcılara sunulacak fakat kullanıcı çoğaldıkça sunucu sayısı da artırılacak. Ayrıca bir güzel haber de aynı karakterle farklı sunucularda oynama imkanına sahip olabileceğiz. Her sunucu için ayrı karakter açma gibi bir derdimiz olmayacak. Çok oyunculu oyunlarda karşımıza çıkan PVP (Player Versus Player – Oyuncu Oyuncuya Karşı ) kavramı Şehrin Ordusu’nda olmayacak. Yani oyuncular sadece bilgisayara karşı savaşacaklar. Çevreye karşı yapılan savaşlar ise hat safhada olacak. Ayrıca kullanıcılara, Terzilik, Madencilik, Demircilik,Yaratık Eğiticiliği, Hazinecilik, Katiplik gibi yan özellikler de sunulacak. şarlar. Artık Kırtıl Şehri 4. Efsanevi Kerki yönetimi altındadır. Savaştan kurtulmayı başaran Erenhan’ın oğlu Emirhan ve 3-5 kırtıllı vatanlarından çok uzaklara göç ederler. Yıllar geçer ve zamanla “Keskin” ve “Şenkaya” adlı 2 köy kurar, buralarda yaşarlar. Kahraman Savaşçı Erenhan’ın oğluna söylediği son sözler her güneş doğduğunda okunur bu köylerde. “Tepede dostun çok olur. Kimseye kendinden fazla güvenmeyerek, al kılıcımı ve dök… Kırtılın ihtiyacı olan kanı dök, ırkının kanını al yerden, ordunu kur, kahpelerin vur kellesini ve al anavatanımızı geri.” Eren Aydın oyunun hikayesini ise şöyle özetliyor: “Eskiden büyük bir orduya ve güce sahip olan Kırtıl Şehri , insan ırkının hüküm sürdüğü Kırtıllar platosunda yaşamaktadır. Uzun yıllar hiçbir saldırıya ve savaşa uğramamaları nedeniyle kıdemli büyücü 4. Efsanevi Kerki, Kahraman Savaşçı Erenhan’a ordunun artık gereksiz olduğunu, altınların ve zamanın zanaate, sanata ve mimarlığa ayrılması gerektiğini söyler. Zamanla Erenhan’ın aklına girer ve ordu yıllar içinde körelir. Bu sırada 4. Efsanevi Kerki kadim güçleri kullanarak iblislerden ordu oluşturmuştur. Bir sabah Kırtıl Şehri öyle bir saldırıya uğrar ki şehir yerle bir olur ve insan ırkı tarihindeki en büyük kaybını ya- Bizim oyundaki görevimiz ise yeni kurulmaya başlayan Keskin Ordusu’na katılıp kendimizi geliştirmek. Hazır olduğumuzda ordu halinde Kırtıl Şehrine saldırılar düzenlemek. Oyunun hikayesinin yalnızca başlangıcı bu anlatılanlar. Hikaye, ek paketler yardımıyla sürdürülecek. Oyun, bir çok geliştirici tarafından tercih edilen Unity3D Oyun Motoru ile geliştiriliyor ve kullanıcıların beğenisine sunulmak için gün sayıyor. Eren Aydın’a başarılar diliyoruz. Umarım Şehrin Ordusu’nu geliştirilirken harcadığı emeğinin karşılığını bulur. İyi oyunlar. Ayrıca oyunu Facebook sayfasından takip edebilirsiniz. http://www.multiplayer.com.tr/haber/turk-gelistiriciden-yeni-biroyun-sehrin-ordusu/ Halil Coşgun [email protected] 10 Codemasters’ın birkaç hafta önce bilgisayar, PlayStation 3 ve Xbox 360 için piyasaya sürdüğü yarış oyunu Grid 2; şüphesiz son dönemlerde ihtiyaç duyulan yarış oyunu oldu. Need for Speed Underground 2’dan beri aradığımız o tadı; yenilikçi yaklaşımlarla birlikte bize sunan Grid 2, Paris ve Amerika’daki birkaç şehrin gerçekçi modellemesiyle birlikte çoğu klasik ve günümüz aracını da bizlerle buluşturuyor. Yani artık E-30’a binip yan yan gitmek bizler için bir hayalden ibaret olmayacak! Ama ben, internet üzerinden oyun oynamayı sevmeyen biri olarak sizlere sadece kariyer mod üzerinden oyunu anlatacağım. Online oyun oynamak isteyip istemediğinize siz inceleme sonunda karar verirsiniz. Ama bence özellikle yarış oyunlarını online oynamak, moral bozukluğu ve paranoya dışında bir şey kazandırmıyor… Madem baştan “pazarlamacı ruhu”yla reklamı yaptık; o zaman haydi buyurun oyunun asıl detaylarına! Bruuıııığğğnnnn! Bruuıııığğğnnnn! Arkada Konuşan Sakin Adam Grid 2’nun farklı yaklaşımı daha oyun menüsünde bizi karşılıyor. Başlangıçta bize sadece üç seçenek sunuluyor; kariyer modu, online oyun ve oyundan çıkış. Bu seçeneklerden sonraysa oyun moduna göre uygun olan menü düzeni ya da oyun ayarlarına ulaşılabiliyor. 11 Grid 2, ilk başta sizi bir deneme yarışına sokarak başlıyor. Bu deneme yarışında araç konusunda çok eli açık davranan oyun, sizin oyuna alışmanızı sağlıyor. İlk yarışınızdan sonraysa asıl oyun başlıyor. Oyun yeterince açık ve anlaşılır; ama yine de Codemaster dayanamamış, size her şeyi ince ince anlatan bir yardımcı daha vermiş. Bu sakin ses tonlu adam, gerek siz kariyerinize yön verirken, gerek yarış içinde sizle konuşuyor. Ama ne çok fazla ne de çok az… ve gerçekten kimi zaman insanı motive etmede işe yaradığını da söyleyebilirim. Grid 2’daki hedefler 2. ligteki bir takımın hedefleri gibi ilerliyor. Öncelikli hedef her yarışta ilk üçte kalarak WSR (World Series Racing)’a katılma hakkını elde etmek. Bu hak elde edildikten sonra da yine ilk üçte kalmaya devam ederek sonraki WSR’ları da görmeye çalışmak. Süper Lig’te kalalım yeter yani… Geçmişimdeki Hayaletler… Oyundaki bir başka “kullanıcı dostu” yaklaşımsa Flashbackler. Aslında bu özelliği çoğu yarış oyunundan biliyoruz, yeni bir şey değil. Hatta kısaca anlatmam ve hatırlatmam gerekirse; bunu, dört kelimeyle yapabilirim: Prince of Persia’daki kum saati. Çoğu yarışta, saçma sapan hatalar yapsanız da liderliği kaybetmemenizi sağlayacak olan bu özelliğin işlevsellik kazanması içinse; tabii ki mantıklı bir şekilde kullanılması gerekiyor. Yani, öyle her ufak çarpmada, kazada Flashback kullanmayın derim. Sonuçta elinizde beş tane var ve onlara ihtiyaç duyduğunuz zaman yarışın sonları olacak. Aman Tanrıımmm! Unutttumm! Tabii Grid 2, sadece WSR’lardan ibaret değil. Oyunun güzel yanlarından biriyse yeni tarz yarışları sezon ilerledikçe görüyor olmanız. Yani oyun bir nevi sizi test edip siz testi geçtikten sonra önünüze yeni testler koyuyor. Ama kısaca şöyle diyebiliriz ki: Çeşitli yarış türleri ve reklam yarışları içeren Grid 2; ayrıca çeşitli meydan okumalarla yeni araçlar elde etmenizi de sağlıyor. Ancak oyun bu konuda çok cömert olduğu için araç konusunda fazla sıkıntı yaşamıyorsunuz. Daha deneme yarışından sonra garajınızda altı yedi araç birden oluyor. WSR’ın ikinci sezonuna doğru bu sayı yirmiye yaklaşıyor. Oyun, ne arcade ne de simülasyon severleri kırmayacak şekilde geliştirilmiş. Tamamen arcade oynamak isteyenler zorluğu easy seçip bir de aracın zarar görmesini “sadece görsel” yaparlarsa oyundan yeterince zevk alacaklardır. Arada bir yerde kalanlara ise meduim ’da takılabilirler. Simülasyon severlere önerimse en zorda, aracın hasar almasını da açarak oynamaları. İlk sezon biraz kolay gelebilecek olsa da WSR’a katıldıktan ve sonraki sezonlara geçtikçe yine Codemasters’ın olan Colin McRae Rally 04 tadı almaya başlayacaklardır. Bu arada Grid 2’daki en büyük farklılığı söylemeyi unuttum. Bildiğiniz gibi çoğu yarış oyununda ya topladığınız puanlar ya da kazandığınız para önemlidir. Grid 2’da ise odaklanılan nokta ne kadar çok “fan”ınız olduğu. Yani tüm bu yarışlar, kazanılan başarılar; her şey “internet fenomeni” olmak için… Karlar Düşer… Düşer Düşer Ağlarım Tabii her gülün bir dikeni, her güzelin nazı, her PES’in çift sayı laneti olduğu gibi; Grid 2’da da kimi eksileri mevcut. Bunlardan ilki oyun aşırı derecede kullanıcı dostu. Arabaların tamamı iyi ve hızlı, güçlü arabalar. Dahası bu aralara neredeyse hiç sıkıntı çekmeden sahip olabiliyorsunuz. Jantlar, boyalar, her şey açık. Yeni şeyler kazanamıyorsunuz. Sponsorlar size fazladan fan kazandırmak için elinden geleni yapıyor… Oyun desen, her an “ilk üçte ol yeter be canını yidiğim…” tavrında… E böyle olunca insan da oyundan daha çabuk kopabiliyor. Ama Yine de… Ama sonuç olarak hâlâ yarış oyunu oynamak istediğinizde piyasada hiçbir oyun bulamadığınız için yine Underground 2 kuranlardansanız, size müjde! Underground 2 tadında yeni bir oyun geliştirilene kadar yarış oyunu ayağınıza geldi! Hemen her şeyi bırakın ve Grid 2’ya kendinizi açın! Mustafa Cihan Özer 12 [email protected] RAMBO’NUN DÖNÜŞÜ: BATTLEFIELD 3 Ekim ayıydı. Yeni açılan okula alışmaya çalışıyordum. Canım sıkkındı hâliyle… Vaktim boldu; ama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Eski günleri düşündüm; eski, basit günleri… O günlerde Vietnam tarlalarında ABD askerlerine karşı savaşırdık. Normandiya’ya az mı çıkartma yapmıştık? Ya Stalingrad’ı kurtarmak için direnişimiz… Derken düşündüm; acaba 1942 mu; yoksa Vietnam mı? Belki de Heroes? Sonra, geçmişin üzerine sünger çekmeye karar verdim. Sürekli dönüp dönüp aynı oyunları oynayamazdım. Bu yüzden Battlefield 3 ile tanıştım. Başta her şey çok güzel gidiyordu. Bir yandan karakterin başından neler geçtiğini merak içinde izliyor; bir yandan heyecanla çatışmadan çatışmaya koşuyordum. Ama nedense bir iki gün sonra heyecanlı oyuna biraz daha heyecan katmaya karar verdim. Büyük bir hata yaptığımı nasıl bilebilirdim ki… Önce tüfeğimi elime alıp düşman üzerine koşarak ateş açmaya başladım. Başlarda yaralansam da sonradan Rambo’ya dönüştüm. Artık koşarak herkesi yere seriyordum… Sonra bunu tabanca ile yapmaya başladım. Başarı oranım, taramalı tüfekte olduğu kadar yüksek değildi; ama yere yatıp düşman askerine sinsice yaklaşınca işin rengi değişti. Hatta sonra fark ettim ki sinsice yaklaşmama gerek yok; yerde sürünerek ilerlemem yeterli… Sonra birkaç şey daha denedim ve oyuna olan hevesim tamamen kaçtı. Battlefield 3, benim için bir faciaya dönüşüyordu… Oyunda verilmesi gereken tepkiler dışında tepkiler verirsem (Örneğin bir binayı ele geçirirken düşmanların yanına sürünerek gidip sonra da mantıksız bir şekilde yanıbaşlarında çatışmaya girmek gibi) yapay zekâ ne yapacağını bilemiyor ve benim hareketime karşılık verene kadar ölüp gidiyordu… Battlefield 3’de bu durumu fark etmem sonun başlangıcı oldu benim için. Oyundan soğudum ve bir daha oynayamadım. Aşkımız beş gün kadar sürmüştü… O zamandan beri birbirimize bakıp duruyoruz… Bense her an “keşkeler” içinde boğuluyorum… Keşke nefsime bir an yenik düşüp öyle bir şey yapmasaydım, diyorum… O zaman en azından oyunun sonunu görebilirdim ve Battlefield serisinde sevdiğim bir oyun daha olabilirdi… 13 NEED for SPEED: THE RUN’DA BU KADAR İNSAN, NEREYE KOŞACAKLAR? Canı yarış oyunu oynamak istediğinde hâlâ Need for Speed: Underground 2 veya Neeed for Speed: Hot Pursuit 2 oynayan biri olarak yine hayatımda bir değişiklik yapmaya karar vermiştim o yıllarda. Battlefield 3’den önceydi… Piyasada işe yarar yarış oyunlarının hiç olmadığı, karanlık yıllardı. Bu yüzden mecburen tercihimi yine NFS’den yana kullanmak zorunda kaldım… Sizinle açık konuşacağım. Açık; ama kayıt dışı… Çünkü federaller peşimde olabilir. Bu yüzden bu dediklerim karşıma gelirse hepsini inkâr ederim. Ben, hiçbir zaman oyun inceleme sitelerinin ya da dergilerinin verdikleri puanları ciddiye almadım. Çünkü PES 2012 gibi bir oyuna bile 8 civarında puanlar verebildiler. Pirates of Black Cove gibi oyunlaraysa zalimce davranıp hak ettiğinden daha düşük puanlar verdiler. Bu yüzden hiçbir zaman bu tarz dergilere ve sitelere güvenmedim. Ve işte bu yüzden Need for Speed: The Run’ı da oynamaya karar vermek gibi bir hatada bulundum… Peki sonucu ne oldu biliyor musun? Oyunla ilgili hâlâ anlamadığım şeyler var. Bunlardan ilki, bu oyunun amacı ne? Neden sürekli amaçsız bir şekilde oradan oraya koşturuyorum? Oyunun adıyla uyumlu olsun diye mi? Bir de oyun neden sürekli Death Race filmini anımsatıp duruyor? 14 Hâlâ bazı geceler düşünüyorum… Hani bazen yastığa başını koyarsın ve anlamsız bir şekilde eskiyle ilgili şeyleri hatırlarsın ya… İşte öyle oluyor bazı geceler. Bazı geceler başımı yastığa koyuyorum ve gözümün önüne otoyollardaki amaçsızca araba sürüşüm geliyor. TIRların yanından, arabaların arasından son hız geçtiğimi görüyorum. Bazen “ finish çizgisi” gibi bir şey oluyor… Ve anlamsızca sıralama yükseliyorum bazen. Çoğu zaman etrafımda hiç yarış arabası görmüyorum; ama yine de sıralamada yükseliyorum… Federallerin işi olmalı bu, anlıyor musun; federallerin işi bu! Lanet olası aynasızlar! Kesin dişime çip koydular, anlıyor musun?! Kesin dişimde çip var! I’M GONNA BUILD MY OWN GTA V with BLACKJACK and HOOKERS. IN FACT, FOTGET the BLACKJACK! GTA V’ın çıkmasına birkaç ay kaldı. Hâliyle herkeste heyecan ve beklenti artıyor. Eylül ayı yaklaştıkça özellikle Japonya’daki insanlar çadırlarıyla teknoloji marketlerinin önüne konuşlanmaya başladı bile. Ama Türkiye için kötü bir haber var! GTA V, X-Box ve PlayStation için duyurulduysa da PC için henüz ses yok. Rockstar’ın GTA gibi kültleşmiş bir seride bilgisayarı es geçeceğine ihtimal vermesem de bilgisayar için birkaç ay beklemek gerekebilir. Ne de olsa son zamanların modası bu… Neyse, GTA V’dan çok bahsettik; biraz da benden bahsedelim. Ben de eski “ GTAcılar” danımdır. Grand Theft Auto’dan, Chinatown Wars’a kadar hepsini oynadım. Ama yıllar geçtikçe görsellik arttı, oyunun içindeki şiddet GTA II’ya göre azaldı; buna karşılık özellikle GTA San Andreas ile birlikte GTA’deki seks arttı; ama özellikle üç boyutlu ortama geçildikten sonra eğlence giderek düştü. Hatta daha da kötüsü, en sonunda ortada seks ve uyuşturucudan ibaret bir oyun kaldı... Eğlence düştükçe ben GTA’deki eski havayı aradım durdum… Ben eski havayı aradıkça GTA serisinden uzaklaştım; kendimi hâlâ PlayStation’da, bilgisayarda, PSP’de ve hatta cep telefonunda GTA II oynarken buldum… Şimdi GTA V çıkacak ve eminim yine sırf milyonlarca satabilmek için oyun seks ve uyuşturucudan ibaret olacak. Yine eğlence; grafik ve paraya kurban edilecek… Bense belki de bu kez oyunu hiç oynamadan es geçeceğim… Ama yine de insan umut etmeden duramıyor; umutsuz yaşanmıyor… Kim bilir, belki bir gün Rockstar yine GTA’deki eğlenceyi arttırmaya karar verir ve günde 18 saat aralıksız oynadığım GTA oyunları geri gelir… Mustafa Cihan Özer [email protected] 15 Tarihin Hikâye Kısmı Capcom, Resident Evil: Revelations’ı aslında yaklaşık bir buçuk sene önce sadece Nintendo 3DS için geliştirdi. Çünkü son iki oyundur seri kötü günler yaşıyordu ve serinin bu oyununun da böyle büyük bir başarı elde edeceği tahmin edilmiyordu. Ama beklenmedik bir şey oldu ve Resident Evil: Revelations, Nintendo 3DS’te büyük bir başarı elde etti. Bununla da yetinmedi; Resident Evil serisinin en iyi oyunları arasında gösterilmeye başlandı. Hâliyle Capcom da durmadı, baktı Resident Evil: Revelations’da ışık var; bindi sırtına, vurdu kırbacı, vurdu kırbacı; şansını bir de konsollar ve bilgisayarda denemeye karar verdi. Ama bir sıkıntı vardı. Artık konsollar ve bilgisayarlar HD çözünürlükteydi. Yani eskisi gibi oyunları öylece alıp çevirirseniz grafik açısından bir facia yaşayabilirdiniz. Bu yüzden grafiklerde HD olarak iyileştirmeye giden Capcom; Resident Evil: Revelations’ı ilk çıktığı tarih olan 26 Ocak 2012’den aylar sonra; 21 Mayıs 2013’te konsollar ve bilgisayar için de getirdi. 16 Başka Bir Gün, Yine Aynı Terane Peki neydi bu Resident Evil: Revelations’ın konusu? Farklı bir şeyler var mıydı? Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki Resident Evil: Revelations, Resident Evil 4 ve 5 arasındaki zaman diliminde geçiyor ve oyunun çoğunda bir geminin içinde bulunuyoruz. Resident Evil için uygun bir ortam ha? Zombilerle savaş timi FBC, olarak düşmanımız ise II Veltro isimli terör grubu. Görevimiz de kısaca –ve tabii ki- bu grubu ve masumları, garibanları, yoksulu yetimi, çoluğu çocuğu zombiye çeviren T virüsünü durdurmak. Tabii ki bu görevde de yine zombilere ve terör örgütüne karşı her şeyi kendi çabamızla yapmak zorundayız. Ama en azından bu kez tek başımıza değiliz; yanımızda güzel bir ortak da var. Aslında “güzel” demek biraz “hatunu” küçümsemek olur. Bizim bu ortağımız bildiğin taş… Acaba “seks satar” diye mi; yoksa “kadın da elbet erkek gibi, erkek kadar savaşabilir” diye mi böyle bir yola gidilmiş ondan tam olarak emin olamıyorum; ama siz belki “kıyafetler”e baktıkdan sonra bu konuda daha kolay karar verebilirsiniz… Efendim? Konu dağıldı, oyunun hikâyesini çözemediniz mi? Hikâye bu kadar yav. Terör örgütü insanları zombi yapmış, biz de onları kurtaracağız. Siz ne ummuştunuz ki? Ama yine de hemen “Amaaan, yine aynı tas aynı hamam!” diye kestirip atmayın! Bu kez oyunda “ flashback” ler yaşayarak hikâyeyle ilgili farklı şeyler görüyoruz! Üstelik oyunu oyun yapan sadece hikâyesi değil ya canım! yeniden bitti bitecek durumda cephaneyle oyun alanında uzun keşifler yapmaya ve ipuçlarını kullanarak gizemleri aydınlatmaya kavuştu. Yani demem o ki Resident Evil 3: Nemesis’ten beri oyuncular böyle aksiyon, böyle gerilim görmedi! Oyunun gemide geçmesi de işin cabası! Gemi gemi dedik durduk, biraz da oyunun havasından, ortamından bahsedelim öyleyse. Gerek eski Resident Evil havasının yakalanma istediği, gerek oyunda bir geminin içinde olduğumuz için ortam karanlık ve her an her yerden zombiler üzerine atlayacak gibi. Yani her an hem hızlı hem de tetik olmanız gerekiyor. Çünkü kaçırdığınız her detay her durumda sonunuzu getirebilir. Sadece zamanı değişir; çünkü ya bir düşmanı gözden kaçırmışsınızdır hemen sizi öldürür ya da geleceğinizi olumsuz yönde etkileyecek bir ipucunu kaçırmışsınızdır, zombiler sizi birkaç dakika sonra ham yapar… Bu yüzden her an gözünü dört açmak, cephanenizin gerektiği kadarını harcamak, her seferinde nokta atışlar yapmak ve her an en güncel ekipmanla dolaşmak yararınıza olacaktır. Yoksa “Resident Evil 3: Nemesis” dediğimde bana inanmamış mıydınız? Ve Son Olarak! Ama Asıl Olan… Resident Evil: Revelations’ı farklı kılan en büyük özellik ise Capcom’un bu oyunla birlikte yeniden eski Resident Evil havasını yakalamaya çalışmış olması. Son zamanlarda action-adveture ve third person shooter olarak piyasaya sunulan Resident Evillar, Resident Evil: Revelations ile birlikte yeniden survival horror türüne döndü –umarız-. Hâliyle oyuncular da ye- Sonuç olarak diyeceğim şu ki ister Resident Evil delisi olun, ister Resident Evil’a küsmüş olun; isterseniz Resident Evil’dan bugüne kadar hiç haberiniz olmasın; kısaca ne olursa olsun, bu oyunu kesinlikle tadın. Nasılsa önümüz yaz, küresel ısınma var, artı sinirler gergin... Her durumda uyuyamayacaksınız; bırakın uykusuz kalmanızda Resident Evil: Revelations günah keçisi olsun, en azından suçlayacak birine sahip olun. NOT: Bu incelemenin Multiplayer’daki hâli için buraya bir tık! Mustafa Cihan Özer [email protected] 17 Oyunumuz dünyada ünlü Shin Megami Tensei serisinin bir oyunu. Bu serinin oyunları gelende J-RPG tadında olurdu ama bu sefer biraz değişiklik yapıp dövüş oyunu yapmışlar. Oyunu Atlus ve Arc System Works beraber yapmış. Eee hal böyle olunca, oyunun oynanışı, dinamiği, hatta grafikleri Guilty Gear ve BlazBlue serileriyle nerdeyse aynı. Bu kötü birşey mi? Asla! Çünkü Guilty Gear ve BlazBlue dünyanın en güzel dövüş oyunları benim düşüncelerime göre. Çünkü oyun çok hızlı ve mükemmel bir dinamiği var. Asla sıkılmıyorsunuz, birbirinden güzel uydurduğunuz kombolarla rakibinize nefes aldırmıyorsunuz. Neyse biz Persona'ya geri dönelim. Oyunun hikayesi, Persona 4: The Animation isimli animeden 2 ay sonrasını anlatıyor. Hikayenin büyük bir kısmı TV Dünyasında geçiyor. Bu dünyadaki yapılacak olan turnuva ile ilgili olarak başlıyor hikaye. Ana karakterlerimiz Yu Narukami, Chie Satonaka, Yosuke Hanamura ve Yukiko Amagi. Dört arkadaş turnuvaya katılırlar ama turnuvadan bazı olaylarda dönmektedir, bir yandan da bu olayları çözmeye çalışırlar. Oynanış kısmına gelecek olursak, öncelik olarak her karakterin 4 farklı saldırı tuşu var. Bunların ikisi karakteriniz için light ve heavy ve diğer ikisi ise Persona'nızın haraketleri. Oyundaki özel saldırılar da bu şekilde ayrılıyor. Persona'nın ve karakterin 18 komboları farklı tamamen. Ama bunları birleştirerek çok ölümcül kombolar oluştrabiliyorsunuz. Arc System Works'un diğer oyunlarından farklı olarak bu oyunda, bazı saldırılarınız özel etkiler yaratabiliyor. Sersemletme, defans azaltma, kafakarışıklığı ( karakteriniz siz ne derseniz tersini yapıyor) gibi etkiler. Ben öğrendim öğreneceğimi şimdi sıra Master olmakta diyorsanız, Challenge'lara girmeniz tavsiye ediyorum. Bu artık bir çok dövüş oynunda olan bir özellik, size farklı komboları birleştirerek sunuyor, nasıl yapılacağınıda gösteriyor, ve size sadece yapmak kalıyor, eğer yapabilirseniz. Bunlar başta baya kolay oluyor ama sonlara doğru "birazcık" zorlayabilir. Her karaktere özel olan bu Challange'ların sonunda hep aynı şey var. 150 hit kombo Challange'ı. Bunun nasıl yapacağınızı sizin bulmanız gerekiyor. Eğer yapabilirseniz zaten önünüzde kim durabilir ki. 150 hit kombo adam öldürür, yok eder hatta. Arc System Works yine karakterlere Instant Kill haraketini eklemeyi unutmamış. Biraz zor bu hareketi yapmak ama becerebilirseniz, rakibinizin sağlığı ne kadar olursa olsun yeniyorsunuz. Persona'nızın ve sizin farklı farklı süper haraketleride mecvut bunları aşağıdaki SP barını doldurduktan sonra yapabiliyorsunuz. Eğer sağlığının belli bir seviyenin altına düşerse Burst moda geçiyorsunuz ve bu defansınızı arttırıyor, saldırılarınızı güçlendiriyor ve SP barınızın büyümesine neden oluyor. Ben oyunu oynarken deli gibi eğlendim, hala da eğleniyorum. Uzun zamandır Guilty Gear oynamıyordum, oyunun yerine geçmeye aday oldu. Ama kısa bir süreliğine çünkü yakın zamanda yeni Guilty Gear oyunuda çıkacak, bir sonraki ay için onun ön incelemesini de yapabiliriz. Oyunundaki karakterle, "yine muzikleri" ile sizi sizden alan bir oyun Persona 4 Arena. Kesinlikle verilen parayı hak ediyor. Arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirmek için birebir. Oyunda Hikaye modunun dışında, Arcade, Versus ve Online modlarıda var. Ama bence oyuna girdiğinizde ilk önce bir Lesson bölümüne girmeniz. Burada size herşeyi çok güzel bir şekilde anlatıyor. Sağa sola yürümeden Instant Kill e kadar herşeyi gösteriyor. 19 İyi oyunlar. Murat Karakaş [email protected] “You’re Doing Fine Cash, just fine…” Öyle bir oyun serisi düşünün ki kopya cinayetlere sebep olsun. Bu yüzden çoğu ülke tarafından eleştirilsin ve hatta satışı yasaklansın; buna rağmen oyun 1.7 milyon kopya satmayı başarsın; serinin ikinci oyununda şiddetin dozu daha da artsın ve yasaklandığı için neredeyse hiçbir büyük ülkede satılamasın ve insanlar yine de üçüncü oyun için sabırsızlık içinde beklesin… Rockstar’ın inanılmaz oyunu Manhunt, işte böyle bir oyun ve bu sayıda sizlere her şeyin başlangıcı olan, seriyle aynı ismi taşıyan Manhunt’tan bahsedeceğim. Ama önce “Perdeleri çekin, ışığı söndürün, kapıyı kitleyin ve öldürmeye hazırlanın!” “You're My Big Ugly Alice! So Go on, Follow the White Rabbit.” Manhunt, 2003’ün kasım ayında ilk olarak PlayStation 2 için “Perdeleri çekin, ışığı söndürün, kapıyı kitleyin ve öldürmeye hazırlanın!” cümlesiyle piyasaya sürüldü. GTA ve Red Dead Redemption serileri ile L.A. Noire, Max Payne 3… gibi oyunların da arkasında olan Rockstar North tarafından geliştirilen Manhunt, Rockstar tarafından da dağıtıldı. 2004 yılında Manhunt; Xbox ile Windows’ta, 2013’ün mayısında ise PlayStation 3’de bizlerle buluştu. Gizlenme temelli psikolojik korku oyunu olan Manhunt; şiddet, cinayet ve hatta vahşet içeren bir oyun bile olsa çoğu kişiden olumlu notlar aldı ve dünya çapında 1.7 milyon satma başarısı gösterdi. Ancak kimi ülkelerde oyundaki cinayetlerin kopya edilmeye başlaması ile birlikte oyun yasaklanmaya veya inceleme altına alınmaya başladı. Manhunt; toplam yirmi bölüm, artı bonus bölümlerden oluşan ve oyundaki en önemli şeyin gizlenmek, gölgelerde saklanmak, sinsice hedefe yaklaşmak ve hedefi elinizdeki aletle olabilecek en vahşi şekilde öldürmek olduğu bir oyun. 20 Hedeflerinizin tamamı son bölümlere kadar hep çeteler veya serserilerken oyunun sonlarına doğru hâliyle işin içine polisler ve SWAT da dâhil oluyor. Olabilecek en vahşi şekilde öldürmemizin sebebi ise Yönetmen ’in bizden öyle öldürmemizi istiyor olması. Ama bu tamamen oyunun hikâyesinde saklı ve buna daha sonra değineceğim. Oyunda iki farklı zorluk seviyesi var ve bunların isimleri de tam Manhunt’a yakışır şekilde “ fetish ” ve “ hardcore ” olarak koyulmuş. Zorlukların birbirinden farkı ise oyun haritasında. “ fetish ”te size düşmanın nerede olduğunu ve sizi fark edip etmediğini gösteren ufak bir harita varken; “ hardcore ”da bu haritadan mahrum kalıyorsunuz. Ve şunu kesinlikle belirtebilirim ki bu haritadan mahrum kaldığınız an haritanın, oyundaki gözünüz olduğunu anlıyorsunuz. Oyun bir anda daha zorlu, daha korkunç ve daha eğlenceli olmaya başlıyor. Çünkü kimin nerede olduğuna, sizi fark edip etmediğine dair hiçbir fikriniz olmuyor. Kısaca “ hardcore ” zorluk seviyesinde oyuna “gerçekçilik” katılıyor. Her bölümün sonunda ise size bir “karne” veriliyor ve ne kadar başarılı olduğunuzu yıldızlara bakarak anlayabiliyorsunuz. Bölümleri olabildiğince fazla sayıda yıldızla bitirmenin yolu ise hedeflerin tamamını en vahşi şekilde öldürmek ve bölümü en hızlı şekilde geçmek. Kısaca Yönetmen ’i ne kadar mutlu edersiniz, yıldızınız da o kadar artıyor. Tabii aldığınız bu yıldızlar boşa gitmiyor ve eğer ikinin üzerinde yıldız kazanarak bölümleri geçtiyseniz kilitli içerikler açılıyor. 21 Manhunt’ı oynarken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta ise hedefinize yaklaşmadığınız sürece sürekli karanlık noktalara sinmeniz ve ses çıkarak hedefinizi bulunduğunuz noktaya çekmeniz. Hedefe yaklaşırkense arkasından ve olabildiğince sessiz, sinsi yaklaşmanız gerekiyor. Hedefe yeteri kadar yaklaştığınızda Yönetmen , “Öldür!” komutu veriyor ve siz de hedefin işini bitirmek için harekete geçiyorsunuz. Tabii hedefi öldüremeden fark edilirseniz işler sarpa sarıyor. Bu durumda iki seçeneğiniz var; ya kaçıp bir yere saklanacaksınız, başka bir uygun an kollayacaksınız ya da hedefi dövüşerek öldürmeye çalışacaksınız. Birinci yolu tercih etmenizi öneririm; zira ikinci yöntemde hem sizin öldürülme riskiniz çok yüksek hem de Manhunt’ta bu tarz cinayetler fazla yıldız kazandırmıyor… Manhunt’ta cinayet aletleri için üç farklı seviyede infaz yöntemi var. Siz, hedefin arkasında ne kadar uzun sinsice durup bekleyebilirseniz bu seviye o kadar artıyor. Seviye arttıkça cinayetlerdeki şiddet oranı artıyor ve size daha çok puan kazandırıyor. Cinayet aleti olaraksa Manhunt, oyuncuya oldukça fazla çeşit sunuyor. Plastik torbadan cam parçasına; levyeye, satıra ve hatta beysbol sopasından çivi atan tabancaya kadar pek çok aleti kullanabiliyorsunuz. Benim favorilerim ise levye ve çekiç. Çivi atan tabanca ise hedefi deliye döndürüp eğlenmek için bire bir. Tabii Manhunt’ta hedeflerin dikkatini çekmek veya dikkatini dağıtmak için kullanılan aletler de var. Örneğin teneke kutu, tuğla ve hatta kesilmiş insan kafası… önce Cash’i The Hoods üzerine salıyor ve The Hoods ’un üyelerini öldürürken filme aldırıyor. Cash, Hoods’u temizledikten sonra özgürlüğe kavuşacağını sanırken Yönetmen ’den başka emirler geliyor. Manhunt’ta, Yönetmen ’in amacı olabildiğince şiddet dolu filmler çekilmesini sağlamak olduğu için her yeni gelen çete daha da zorlu ve tehlikeli hâle geliyor. Cash, The Hoods’tan sonra The Cerberus ve NeoNazi The Skinz çetesini temizliyor. Cash’in bu kadar ilerlemesi bile bir mucize olduğu için Yönetmen, Cash’e daha zorlu bir görev veriyor ve sıra The Wardogs ’a geliyor. The Wardogs ’un önemi; bu çeteyle hem The Wardogs tarafından kaçırılan ailemizi kurtarmak için savaşıyor olmamız hem de oyun The Wardogs ’tan itibaren ciddi anlamda zorlaşmaya başlıyor. The Wardogs ’tan ailesini kurtaran Cash; bu kez de The Innocentz ’le savaşması için “Nurse, Where are My Shoes? Where are My Damn Shoes?” Manhunt’ı her ne kadar James Earl Cash olarak oynasak da oyunun ana karakteri; idam mahkûmlarının idamını önleyip onlara özgürlüklerini vadeden ve bunun karşılığında şiddet dolu cinayetler işletip bu cinayetleri videoya çektirten Yönetmen ve Manhunt aslında Yönetmen ’in yaptıklarını ortaya çıkarmaya çalışan bir gazeteci ile James Earl Cash’in yollarının kesişmesi ve Cash’in daha sonra Yönetmen’ in peşine düşmesini konu alıyor. Oyunun başında James Earl Cash aslında bayıltıldığı idamdan Yönetmen ’in konuşması ile uyanıyor. Yönetmen Cash’e, dediklerini yapması durumunda özgürlüğünü vadediyor ve kulaklığı takmasını söylüyor. Cash kulaklığı taktıktan sonra da Manhunt’ın ilk bölümü başlıyor. Yönetmen 22 terk edilmiş bir alış veriş merkezine gönderiliyor. The Innocentz ’le birlikte Manhunt’ta çatışmalarla geçecek bölümler de başlıyor. Ayrıca bu bölümde Cash, Yönetmen tarafından verilen görevleri yerine getirmesi sonunda The Wardogs’tan kurtardığı ailesinin öldürülüşünü izliyor ve Yönetmen ’den bunun intikamını alacağına dair yemini ediyor. The Innocentz ’in ardından Cash, son görev olduğunu sandığı şizofren ve sosyopatlarla dolu bir akıl hastanesine zorla götürülüyor. Eğer oyunun en zor bölümlerinden biri olan bu bölümü geçebilirseniz –ki geçmek ciddi anlamda zor- Cash’in şans eseri akıl hastanesinden kaçışını ve ailesinin intikamı için Yönetmen ’in peşine düşmesine geliyor sıra. Bu kaçış sonrasında Cash, Yönetmen’i açığa çıkarmaya çalışan muhabir ile karşılaşıyor ve bir muhabirin de yardımıyla Yönetmen ’i ortadan kaldırma yarışı başlıyor. Tabii Cash Yönetmen ’in elinden kaçtığı için oyuna polis ve SWAT da dâhil oluyor ve Manhunt’ın gerçek anlamda “imkânsız” bölümleri başlıyor. Elinde çoğu zaman sadece beysbol sopası olan Cash; Yönetmen’den intikam alabilmek için The Wardogs, polis ve SWAT’a karşı savaşmaya başlıyor… Sonuç olarak Manhunt; Avustralya, Almanya ve Yeni Zelanda’da yasaklanmış bir oyun bile olsa; eğer kendinizi Manhunt’taki şiddetten etkilenmeyecek kadar kontrollü ve sağlıklı biri olarak görüyorsanız kesinlikle kaçırmamanız gereken bir oyun. Ama bir dipnot; Manhunt ne yazık ki Windows 7’da çalışmıyor… Mustafa Cihan Özer [email protected] “You've got to Understand, Cash, I Couldn't Let Them Go.” Manhunt’ın enaryosu kimilerine sıradan gözükebilecek olsa bile; gerek olay örgüsü, gerek olayların ilerleyişi, ara videoları ve başlı başına oyunun kendisi ile Manhunt sizi saatlerce başından kaldırmayacak zevkli ve heyecanlı bir oyun. Manhunt’ın tadını bir kez aldığınızdan ondan asla kopamayacak ve oyunu defalarca bitirmiş olsanız bile zaman zaman tekrar oynayacaksınız. 23 O mükemmel iki oyun yetmezmiş gibi, bir de utanmadan üçüncü oyunu yapıyorlar. İyide yapıyorlar . Warner Bros. Yeni oyunu tanıttı bize yakın zamanda, bizim de dibimiz düştü görünce. İlk yayınladıkları video beni benden aldı gerçekten. Öyle böyle değil ama. İzlerken bir kere daha nefret ettim Nolan'ın yaptığı o iğrenç Batman filmlerinden. Aha sanki De Javu yaşadım. Gecen ay Injustice: Gods Among Us yazısında da böyle bi laf sokmuş olabilirim. Bize ilk gösterdikleri videoyu inceleyelim öncelikle. Üç tane eleman ellerinde bir sandıkla bir fabrikaya giriyolar. Çıkarttıkları maskelere bakılırsa Black Mask'in adamları. Elektiriklerde ufak bir sorun yaşıyorlar biri sigortalara bakmaya gidiyor. Tam bakarken arkadan Batman gelip kafasını sigortalara sokuyor. Buradaki acı verici olay ise, adam tam o surada ufak el fenerini ağzında tutuyor olması, bir sonraki sahnede adamın ağzının içinin kıpkırmızı parladığını görüyoruz. Neyse oyunun hikayesine gelelim. Oyun Arkham Asylum'dan beş yıl öncesini konu alıyor. Black Mask yılbaşı arifesinde Batman'in başına ödül koyuyor. 50.000.000 dolar hemde. Milletin ağzının suyu akıyor ve yallah herkes Batman'e hücum ediyor. Ufak tefek insanların dışında asıl başa bela olan arkadaşlar da var bunların arasında. Bane, Deadshot, Deathstroke gibi. 24 Sonrasında ise Batman bir güzel diğer arkadaşları da pataklıyor. Sonra tam sandığın içine bakıyor ki amanın bomba. Kendini güç bela dışarı atıyor. Tam yerde yatarken, benim favori karakterlerimden olan Deathstroke geliyor. "Oooo bakıyorum da davetiyemi almışsın" diyerek. Burada çok şahane bir dövüş sergiliyorlar. Batman biraz pataklanıyor sanılır. Ama mantıklı düşünürsek beş yıl öncesi ve Batman'ın kariyerindeki ikinci yılı. Doğal böyle şeyler. Neyse tam Deathstroke Batman'e yardıracağı sırada araya Deadshot giriyor. Uzaktan, sniperı ile Deathstroke'un kılıçlarını vuruyor. Deadshot bi konteynırı üzerlerine düşürüyor ve bu sırada Batman kaçıyor. Sonra Black Mask geliyor. Deathstroke ile ufak bir konuşmadan sonra gidip yerde acı çeken adama yerden bulduğu tahta ile geçiriyor. Şimdi bu videoda grafikler, sesler harika, ayrıca yönetmen harika bir iş çıkartmış. Dövüş sahneleri birbirinden güzel olmuş. Asıl güzel şey ise videonun sonunda eğer ön sipariş yaparsanız Deathstroke'un oynanabilir karakter olacağını söylemesi. Murat Karakaş [email protected] 25 Remember Me, Neo Paris’in konu alındığı bir bilim kurgu oyun. Uygarlık tamamı ile şekil değiştirmiş. Yaşam tarzları akıl alınmayacak kadar farklılaşmış ve geleceğin Paris’i bizlere başarı ile sunulmuş. Oyun, hafıza kelimesi üzerine kurulmuş. Oyun boyunca da karakterimiz Nilin’in hafızasını, yani benliğini bulmasında ona yardımcı oluyoruz. Neo Paris’te hafızalar internete upload edilebiliyor. Sensen isimli bir cihazla. Sensen öyle bir tutmuş ki, Paris’in neredeyse tamamı bu cihazı deliler gibi kullanıyor. E tabi Sensen’in sahibi Memoriza şirketine de gün doğuyor. Bu denli büyük bir hafıza havuzunun anahtarını ellerinde tutmaları, onları Paris’in efendileri konumuna getiriyor. Eğer etki uygularsanız, tepki alırınız. Memorize’ın baskı ve kontrol manyaklığı barındıran hakimiyetine, Errorist isimli bir grup başkaldırıyor. Erroristler, Memorize’ın düzenini yıkmaya çalışırken, Leapers’lar da şehri talan etmek için fırsat kolluyor. Bu arada Leapers’lar anılarını kaybetmiş yaratıklar… Karakterimiz Nilin’den biraz daha bahsedelim. Nilin bir hafıza avcısı. Normal bir hafıza avcısı gibi düşünmeyin onu. O insanların anılarını değiştirebiliyor. Bunu nasıl yapıyor peki? Kişinin anısına giriyor ve video kafasında, ileri geri sararak anıdaki ufak ayrıntıları yakalamaya çalışıyor. İşte budur dediği ayrıntıyı değiştiriyor. Eğer doğru ayrıntıyı değiştirmişse, herşey yolunda. Ancak yanlış anıyı değiştirmişse, başı biraz derde girebiliyor. Nilin, bir aksiyon insanı olduğunu dövüşürken bize zaten gösteriyor. Oyunda 50 000 farklı kombo olduğu bilgisi ise, şaşırtan cinsten. Combo Lab isimli mekanizmayı kullanan oyun, aksiyonu yansıtma konusunda takdirimizi kazanıyor. Oyun grafikler açısından zayıf olarak algılanabilir. Fakar dikkatli bakıldığında, DontNod’ın grafikleri hazırlarken özellikle bu yola başvurduğunu göreceksiniz. Özgün grafikler ve harika sunum… Sesler ise son dönemlerin en uyumlu sesleri diyebilirim. Elektro müzik sevenler için daha da etkileyici olacaktır. Oyun kesinlikle oynamaya değer. Verdiğiniz her kuruş size muhteşem bir koleksiyon parçası olarak dönecektir. İyi oyunlar. Halil Coşgun [email protected] 26 Karanın ve karanlığın korkusu… Pencereyi açtığımızda güne her zaman ışıl ışıl başlamak, “yine güzel bir gün” demek tüm insanlığın istediği bir başlangıçtır. Çernobil ile dünyada yaşananları geçmiş zamanlarda STALKER oyunu ile oynamış ve mükemmel atmosferin güzel bir hikayenin tadını almıştık. Metro 2033 oyunu ile de büyük bir nükleer felaketin ardından gelen bir hikayeye tanık olduk ve çok sevmiştik. Göze çarpan grafikleri, senaryo, detaylar, oynanış vs. gibi. Devam oyununu öyle çok ve istekli bekliyor ve sabırsızlanıyorduk. Sonunda geldi, fakat ne zorluklarla… THQ firmasının batması, oyunun çıkıp çıkmayacağı telaşı, geliştiricilerin çok az sayıda bir ekip olması ve yaşadıkları zorluklar falan derken oyunu elimizi aldık. Aldık ama içimizde de bir şüphe, acaba bir önceki oyundan kötü bir oyun mu yaptılar, düzgün bir senaryoya uyum sağladılar mı? Yoksa böyle bir baş yapıt olacak bir oyunu batırdılar mı? Cevabını vereyim size arkadaşlar batırmadılar, o kadar zorluğa rağmen de mükemmel bir oyun ortaya koydular. 4A Games’in yapımcılığını üstlendiği oyunumuza övgüleri hak etmiyor demek, yiğidin hakkını hem yiyip hem de onu öldürmüş oluruz. 27 Merak edenler ve bir önceki oyunu oynamamış olanlar içinde kısaca genel senaryodan bahsetmek gerekirse. Metro 2033 oyunumuz kıyamet sonrası Rusya’da geçmekte ve hayatta kalmayı başarmış 20 yaşındaki karakterimiz Artyom’un yaşadıklarını konu almaktaydı. Oyun başladığında Artyom, Hunter adında elit bir askerden “Dark Ones” “Karanlık Olanlar” olarak hitap edilen yaratıklar tarafından metronun tehdit edildiğini öğreniyordu ve bu asker karakterimize geri dönmesini ve merkez istasyon olan “Polis”e gidip bunları anlatmasını söylemişti. Hunter geri dönmedi, Artyom ise metro istasyonlarının ağlarında bilinmezliklerin ve korkunun, anomalilerin etkisiyle de hayallerin içine düşmüştü, bir yanda yaratıklar diğer yanda Sovyetler ve Naziler tarafından işgal edilmiş bölgelerin baskısı ve oyunumuzun işte mükemmel senaryosu. Yine ilk oyunda oyuncuya oyun istatistiklerine göre de iki farklı son ile bitiyordu. Kara derililer yok edilecek, yada onlarla bir barış sağlanacaktı. Gelelim Deep Silver’ın yayımcılığını aldığı, THQ firmasının kapanması,4A Games’in zorlu bir süreci 4A Engine motoru ile yapılan içimde inanılmaz derecede yeri olan oyunumuz Metro : Son Işık oyunumuza. Oyunumuz tabi ki öncülü olan Metro: 2033 gibi post apokaliptik bir gelecekte geçmekte. Artyom Kara derililerin yuvasını imha etmiş ve D6 üssüne yerleşen direnişçi ve korucu takımının bir üyesi olmuştur. Bir gün Khan adında esrarengiz bir göçebemiz üsse gelir ve Artyom’a Kara Derililerin bir üyesinin füze saldırılarından kurtulduğu bilgisini verir. Göçebemiz korucuların lideri olan Albay Miller’ın aksine bir düşünceye sahiptir. Kara Derililerin insanlığın bir korkunç yaşamdaki geleceğinin anahtarı olduğuna inanır. Bu yaratığın bir tehdit olarak görülmesinden hoşnut değil ve onunla barış yapılmasını ister. Khan’ı alıkoyan Lider Miller, Artyom’a ise bu görevini bitirmesini emreder ve onu yukarıya, sığınağın üstüne yer yüzüne yollar, arkasınada grubun en iyi keskin nişancısı olan alaycı kızımız Anna’yı takar. Artyom yalnızca bir çocuk olan Kara Derili’yi bulmayı başarır ve yaratığa dokunduğunda transa geçen karakterimiz gözlerini açtığında Nazi kampının tam ortasındadır. İyi niyetli, Komünist Kızıl Hat askeri Pavel Morozov tarafından kurtarılır. Ve ikili, metro tünellerinde ve dış yüzeyde birlikte verdikleri hatırı sayılır mücadelelerin sonunda yakın arkadaş olurlar. Kızıl Hat istasyonuna vardıklarında Pavel'in yüksek rütbeli bir subay olduğu ortaya çıkar, ve Artyom tutuklanır. Bir şekilde kaçmanın yolunu bulan Artyom, kaçarken Kızılların askeri istihbarat şefi General Korbut'un D6'yı ele geçirip tüm metro tünellerini kontrolü altına alma planını öğrenir. Korbut'a Pavel'in yanısıra D6 üssünden çaldığı biyosilah numuneleriyle Kızıl Hat'ta kaçan hain korucu Lesnitsky de yardım etmektedir. Artyom, Khan'ın yardımıyla Karaderili'yi kaçırmanın bir yolunu bulur ve yaşadığı bir seri geriye dönüş sahnesinden (flashback) sonra çocukluğunda bir kere Karaderililerin kendisini kurtardığını görür ve son kalan Karaderili çocuğu korumaya karar verir. Artyom, Karaderili'yi Polis'e yani merkez istasyona geri götürürken, önce Lesnitsky ve sonra Pavel'le yüzleşir. Karaderili gücünü onların zihnini okumak için kullanır ve General Korbut'un, D6 üssünü ele geçirdikten sonra, tesisteki biyosilahı Kızıl Hat ve hizasındaki tüneller hariç, metroda yaşayan tüm insanlığı yok etmek için kullanma planını Artyom'un görmesini sağlar. Bu yüzleşmelerin ardından Artyom'a iki seçenek sunulur; ya düşmanını bağışlayacaktır ya da öcünü alacaktır. İkili metronun merkez istasyonu, tüm grupların barış içinde olduğu Polis'e varır. Karaderili telepatik yeteneğini Kızıl Hat lideri Başkan Moskvin'in herkesin içinde suçlarını itiraf etmesi için kullanır. Ve barış konferansının, General Korbut'un Polis'e rahatça saldırması için basit bir saptırma olduğu ortaya çıkar. Artyom, Miller, Khan ve Korucular, Korbut'un ordusuna karşı son bir direnişte bulunurlar, fakat hezimete uğrarlar. 28 Oyunumuzun öncülü olan ilk oyunundaki gibi çift farklı sonu vardır. Oynayacak olan oyuncularımızın neyi seçeceklerine çok eminim ama yinede bunu sizlere söylemek istemiyorum. Çünkü oyunu oynadığınızdaki o heyecanı o senaryoyu o ilerleyişi ve korkuyu yaşayacak ve sona siz karar vericeksiniz. Kitapların ve ilk oyunun güzelliğine eklenen hikaye oldukça müthiş ve tam puanı almayı da hak ediyor. Metro’daki istasyonlar arası savaş, her ne kadar oyundaki aksiyonun büyük bir kısmını oluşturuyor olsa da, mutasyona uğramış yaratıklar da sizi hem yüzeyde, hem de metronun derinliklerinde gerim gerim geriyorlar. Yaratıkların nerde olduğunu anlamada kullandığınız duyum gücünüz size oyunda çok daha avantaj sağlayacaktır. Bu da oyunun ses efektleri kısmının iyi yapıldığının göstergesi olsa gerek. Metroda çeşitli komünist grupların yanında Reich adı verilen Nazi grubunun da olması, işte size yeni siyasi bir entrika havasına sokup 1945’lere götürebilir.Yıl 2034 olmasına rağmen hala kafatası ölçmeye ve Nazi ideallerini yaymaya uğraşıyorlar. Hayat sadece insanlar için metroda devam ediyor. Yeryüzüne çıkmak zorunda kaldığınız zaman, mutlaka gaz maskesi takmak zorundasınız. Burada en önemli sıkıntı, maskelerin belli sürelerle filtrelerinin değiştirilecek olması. Eğer yeryüzünde iseniz ve yeterli filtre bulamamışsanız işiniz oldukça güçleşiyor. Yolunuzu bulmanız için oyun size gerekli kolaylığı sağlamıyor işte en güzel yanı bu zaten sağlamasın. İçgüdülerinize güvenip ilerleyeceksiniz.Kurşun şeklindeki çakmağımız ise aydınlatma işine yarıyor tabi el fenerinin yanında ve metroda ki örümcek ağlarını yakabiliyorsunuz. Aydınlatma demişken el feneriniz çok önemli zaten böyle bir dünyada en önemli şey o olsa gerek. Çünkü hem bulunduğunuz yeri görebiliyor ve aynı zamanda bazı mutantlar için avantaj olacak. Çünkü bazı türler ışıktan hiç hoşlanmıyor. Kıyamet sonrası radyasyonla dolan yeryüzü ve insanların sığınmak zorunda olduğu Moskova Metrosu özgün bir ortam olmuş. Oynamaya başlayınca, kendinizi oyunun içinde buluyorsunuz. İlerlerken yaratıkların sesi korkmanıza yetiyor ve hep şunu düşünüyorsunuz: “Acaba yaratık köşeden mi çıkacak, ya da bu odanın içindeler mi?” Metrodaki hayata göz atacak olursak, İnsanlar belirli bölgelerde gruplar oluşturmuş. Sosyal hayat devam ediyor. Balık tüccarları, içkili eğlence yerleri, sahne gösterileri, silah ve cephane tüccarları ticaret için sizi bekliyorlar. Metroda para birimi mermi olduğu için seçimlerinizi dikkatli yapmak zorundasınız. Peki, mermiyle neler yapabiliyoruz? Her şeyden önce silah ve cephane alabildiğimiz gibi, silahların geliştirmesi içinde kullanabileceğiz. Barmenden bir kadeh içki alabilirsiniz (dikkat edin birkaç dakikalığına sarhoş oluyorsunuz), striptiz izleyebiliyorsunuz, atıcılık yarışmasına katılıp para kazanabiliyorsunuz, + 18 erotik sahneler de unutulmamış, yeter ki üzerinizde yeterli merminiz olsun. Burada dikkati çeken en önemli ayrıntılardan birisi, NPC’lerin hepsinin de ayrı ayrı modellenmiş olması. Aynı elbiseyi taşıyan hemen hemen hiç yok gibi ve hepsi de özgün karakterler. Tek kusurları, yüz mimiklerinin suratlarına ayak uyduramaması. Metroda trenle ve suda kayık türü araçlarla seyahat edebiliyorsunuz. Hatta Arytom için özel, raylarda giden aracı kullanabileceksiniz. 29 Bir seçenek daha vereyim size, kimseyi öldürmeden de oyunu bitirebilmek mümkün. Tabi bu öyle eli kolu sallayarak geçmek kadar basit bir olay değil. Hatta düşmanları öldürerek gitmekten bile daha zor, daha heyecanlı ve sabır isteyen bir şey. Düşmanları öldürmeden geçebilmek için gölgeleri kullanıyoruz. Karanlık bizim dostumuz, ışık ise düşmanımız. Düşmanları gölgelerin altında saklanarak, ışıklara bulaşmadan çevrelerinden dolanmamız gerekiyor. Dediğim gibi sabretmemiz gerekiyor bunu yaparken. Sinsice geçerken tıkanma diye bir şey yok, oyun zaten düşmanları öldürerek geçilebileceği gibi aynı zamanda saklanarak da geçilebilecek şekilde ayarlanmış. Hatta bazen Ajan 47 gibi davrandığım oldu, bazen kimseyi öldürmedim fakat bazen de sinsiliğimin etkisini gördüm ki arkadan tam kalbine bir bıçak sokup karanlıkta onu terk etmek gibi. Azıcık bekliyoruz, düşmanlarımız biraz çene çalıyor ve ardından ayrılıp bize (bilmeden) yol açıyorlar. Yapay zekadan şüphe edeceğimiz yer işte burası. Çünkü bazen öyle yerler oluyor ki düşmanlarımızın neredeyse dibinden geçtiğimiz halde bizi duymuyorlar veya görmüyorlar. Bu gariplik de yapay zekaya çok fazla önem verilmediğini gösteriyor. Her neyse, konumuza dönelim. Bu sessizce geçme olayı tabi size kalmış bir şey. “Amaaaan kim uğraşacak be öyle” diyorsanız elinize silahınızı alın ve yeri, göğü düşmanlarınızın kanlarıyla sulayın. Bazen güzel bir stratejik nokta bulup oradan katliam yapma. Tek vahşi ve acımasız olanlar onlar değil, değil mi? 30 Silahlar konusundan da bahsetmek isterim. Yanınızda toplamda 3 tane silah, bunların yanısıra da bıçak ve bombalarınız bulunuyor. Silah çeşidi olarak bir önceki oyuna nazaran daha fazla alternatif bulunuyor. Yakın dövüşte kullanabileceğimiz kendi bıçağımızla beraber bir de sessizce öldürmek için fırlattığımız atılabilen bıçaklar bulunuyor. Revolver ve Lolife olmak üzere .44 kalibre mermi kullanan 2 tane tabancamız mevcut. Tüfekler sınıfında 8 tane silah bulunuyor. Bu tüfekler de Bastard, Keleş (diğer ismiyle AK -74), değiştirilmiş rus tüfeği(bir diğer adıyla AKS-74u), Keleş 2012, RPK-74, VSV(VSK-94), Valve ve Preved. Yakın mesafede en iyi verimi sağlayan silahlar olarak bilinen 5 çeşit de “shotgun” mevcut. Ashot, Saiga -12, Shambler, Duplet ve ağır pompalı Abzats oyunda bizleri bekliyor. Helsing ve Tihar isimleriyle iki çeşit de hava basınçlı silah mevcut. Bu hava basınçlı silahlar, isimlerindeki gibi hava basıncı ile kullanılıyor. Bu yüzden her fırsatta silahların pompasını kullanaraktan hava pompalamamız gerekiyor. İsmiyle dehşet saçan ünlü Minigun ve ev yapımı bombaatar da oyunda mevcut olan silahlardan biri. Bir de zor durumlarda güvenebileceğimiz dostumuz bombalarımız var. Ayrıca silahlarımıza ek olarak dürbün, lazer, susturucu vb. şeyler takma şansımız da var. İhtiyaca, zevke ve biraz da cebimizdeki mermi miktarına (mermiler, oyundaki para birimi) göre değişir neler takacağımız, takabileceğimiz. 31 Gelelim oyunumuzun bazı teknik özelliklerine, Nvidia destekli bir oyun ve Nvidia’nın sağladığı tüm imkanlardan son damlasına kadar yararlanmış yapımcılar. Metro Last Light’ın her bir yanı buram buram PhysX kokuyor. Sokaklarda, metroda her yerde yoğun ve düzenli bir şekilde kullanılmış. PhysX’in bu yoğun ve düzenli kullanımı da oyunun içindeki gerçeklik ve görselliği bir üst düzeye çıkarmış. Tabi ışıklandırma ve gölgelendirmeye de değinmeden edemem. El fenerimizin şarjı azalırken de ışığın da hafif hafif söndüğünü görebiliyorsunuz. Yapımcıların oyun içi ayrıntıya gerçekten önem vermiş olduğunu daha oyuna ilk girdiğimizde anda anlayabiliyoruz. Oyuncuların oyuna dalıp da saatlerin nasıl geçtiğini anlamamasını engellemek amacıyla Artyom’un kolundaki saatte gerçek saati görebiliyoruz. Şarjördeki mermileri gözüken silahları kullanırken, ateş ettiğinizde şarjördeki mermilerin de azaldığını görebilmek mümkün. 4A Engine grafik motorunun biraz daha geliştirilmiş bir versiyonuyla hazırlanmış. Işık-gölge dinamiği, patlama efektleri ve metronun genel teması çok güzel görünüyor. Anti aliasing ve blur efektleri de sizi memnun edecektir. Özellikle, metrodan yeryüzüne çıktığımız anlarda gözlerimiz oldukça kamaşıyor ve flashbacklerle zihnimizde yansıyan sahneler, oyunu daha da ilgi çekici bir hale getiriyor. Yapımcılar Nvida ekran kartları için oyunu görsel bir şölene dönüştürmüş. Sisteminiz oyun için maksimum seviyedeyse, 1080p ve 60 fps seviyelerini görebilirsiniz. Benim gibi Ati ekran kartınız varsa bazı FPS düşüklükleri ve hatalarla karşılaşmanız mümkün. 32 Oyunun Ses tekniği için konuşmamak yazmamak olmaz. Özellikle metroda geçen sahnelerdeki akustik ve yankı oyuna çok güzel yedirilmiş. Seslendirmeler o kadar başarılı ki, karakterlerin sesi asla sırıtmıyor. Birde mimikler üzerinde uğraşılsaymış, oyun daha da güzel bir hale gelecekmiş. Müzikler ise oyunun ruhuna uygun olarak hazırlanmış. Çatışmalardaki ritimli müzikler heyecanınıza heyecan katmaya yetiyor. Kasvetli ortamlarda ilerlerken kalbinizi onlarca kere, korku ile attıracak melodiler var. Özellikle oyuna girerken hazırlanmış müzik, insanın içini okşayan, ayrı bir sadelikte ve güzellikte. Metro: The Last Light için multiplayer mod hazırlanmamış. Oyun tek kişilik senaryo moduna odaklandığı için, bu durum pek negatif olarak değerlendirilemez. Ama bir yanda Nazilerin, diğer yanda komünist grupların yer aldığı çoklu oyuncu modu da fena olmazdı. Metro 2033 ve devam oyunu Metro: Last Light övgüleri hak ediyor, bir baş yapıt yolunda olmayı hak ediyor. Küçük problemleri göz ardı edebiliyorsanız, Metro: Last Light’ın arşivinizin en güzel yerine koymanız gereken bir oyun olduğunu rahatlıkla söylerim. Eğer ki gerilim, hayatta kalma ve korku temalı oyunları seviyorsanız, tüm bu temaları bir arada sunan oyunumuz mükemmel diyebilirim. Oyunu bitirince Hardcore Ranger Mode’u denemeyi ihmal etmeyin. Zoru sevenlerin bile, oldukça kasılıp çaresiz kalacağı heyecanlı anlar sizleri bekliyor. Kıyametten sonra çaresiz insanların sığınağı metro sizler için önemli ve oynanması gereken bir oyun olmalı. Herkese oyunu tavsiye ediyorum ve eğer bu kurguyu bir kitap tadında almak istiyorsanız oyunun seri kitaplarını da alabilirsiniz. Hepinize korku dolu bir oyun dileğiyle, selam olsun… Gökay Çelik [email protected] 33 Hasvel Technology 34 Merhaba arkadaşlar. Bu yazımda sizlere Intel’in 4. Nesil Core serisi işlemcilerini adlandırdığı Haswell mikromimarisinden bahsedeceğim. değinecek olursak, apple’ın çıkaracağı yeni nesil macbook air’larda 13” boyutunda olan ürünleri için pil ömrünü 7 saatten 12 saate çekmesi, 11” boyutundaki ürünleri içinse 5 saatten 9 saate çekmiş olması hem yeni bilgisayar alacakları sevindirecek, hem de benim gibi pil ömrü 1.5 saat giden kullanıcıları kıskandıracak. Intel’in 4 Haziran 2013 tarihinde Computex Taipei 2013 etkinliğinde resmi olarak duyurduğu Haswell, Intel’in güç tüketimlerinden tutun da güvenliğe kadar birçok yeniliğe gittiği bir mimari. Bildiğiniz gibi daha düşük nanometrede üretilen mimari hem daha az enerji tüketir, hem de daha az ısınır. Haswell de Ivy Bridge gibi 22 nm’de üretilecek. Güç tüketimlerine de Entegre grafik çözümlerine bakacak olursak, Intel kimi modellerinde HD 5000, Iris 5100, Irıs Pro 5200 veya HD 4X00 model yongalar kullanacak. Bazı kaynaklar HD 5000’in HD 4000’i 2’ye katlayacağını iddia ediyor. Ayrıca 4. Jenerasyon ile Core vPro işlemciler geliyor. vPro işlemciler daha çok iş odaklı olarak tasarlandılar. Şöyle ki, kimlik koruması, veri koruması, tehdit yönetimi, donanım destekli sanallaştırma, bulut ortamıdna güvenli bilişim ve uzaktan onarım gibi şeyleri mümkün kılıyorlar. Nasıl mı? Uzaktan onarım’ı ele alacak olursak, Intel öyle iddia ediyor ki, bu teknoloji sayesinde bilgisayarınız tepki vermiyor dahi olsa virüslü bir bilgisayara tanı koyabilir, yapılandırabilir ve hatta onarabilirsiniz. Intel, Haswell ile birlikte 1150 pinli yapıya geçti. Adamlar bize yeni anakart aldırmaktan bıkmadı yahu! :D Dizayna biraz daha derinlemesine bakacak olursak, Intel’in transistör olarak FinFET transistörlere geçtiğini görmekteyiz. Haswell’in 3 ana şekilde piyasaya sürülmesi bekleniyor. LGA 1150 soketli Masaüstü versiyonu (Haswell DT) PGA soketli mobil-dizüstü versiyonu (Haswell MB) 35 BGA versiyonu, bu da kendi içinde üçe ayrılıyor. 47 ve 57 watt TDP’ye sahip Haswell H sınıfı, All-in-one ve mini ITX sistemlerde kullanılmaları planlanıyor. 13.5 ve 15 watt TDP’ye sahip Haswell ULT sınıfı, ultrabooklar için kullanılacağı tahmin ediliyor. 10 watt TDP’ye sahip Haswell ULX sınıfı, tabletler ve ultrabook implementasyonları için kullanılacağı tahmin ediliyor. Not: ULT ve ULX versiyonlarının düşük güç tüketim amacıyla çift çekirdek olmaları planlanıyor. Diğer versiyonlarda çift ve dört çekirdekli yapılar görülecektir. Ahmet Dağtaş [email protected]
Benzer belgeler
tıklayınız - OyunaBakış
Soldier ise bunun roketli olanı ama fazlasıyla hantal. Pyro biraz daha taktiksel, roketleri ve bombaları geri püskürtebilir veya rakip oyuncuları diri diri yakarak oyunlarını oynamasını güçleştireb...
tıklayınız. - OyunaBakış
Amacınız rakip takımın saldırı veya destek
ünitelerini oyun dışı bırakmak. Spy seçmek ise gerçekten ayrı bir yetenek istiyor.
Bu sınıfı profesyonel seviyede iyi oynamak
için daha önceden sadece FPS...