Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Raporu
Transkript
Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Raporu
Büyüme Stratejileri Mali Piyasalar Çalışma Grubu Raporu Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Raporu 1 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Koordinatör Kurum* Türkiye Ekonomi Kurumu (Üniversiteler) 1. 2. 3. 4. BDDK, Daire Başkanı Ankara Üniversitesi, Araştırma Görevlisi Çukurova Üniversitesi DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Uzman 5. Ahmet BAYANER Tarım Bakanlığı, Daire Başkan Vekili 6. Serap CANSIZOĞLU Hazine Müsteşarlığı, Uzman Yrd. 7. İsmail ÇİLOĞLU Hazine Müsteşarlığı, Sözleşmeli Personel 8. Dr. Ahmet DEMİR Türkiye Kalkınma Bankası, Genel Müdür Müşaviri 9. Umut DEMİRTAŞ MPM, Uzman 10. Kemal DOĞRU Maliye Bakanlığı, Baş Müfettiş 11. Doç.Dr. Fuat ERDAL Adnan Menderes Üniversitesi 12. Doç.Dr. Alpay FİLİZTEKİN Sabancı Üniversitesi 13. Prof.Dr. Mahir FİSUNOĞLU Çukurova Üniversitesi 14. Mehmet HONDUR DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Uzman Yrd. 15. Prof.Dr. Muhteşem KAYNAK Gazi Üniversitesi 16. Doç.Dr. Aykut KİBRİTÇİOĞLU Ankara Üniversitesi 17. Doç.Dr. Celal KÜÇÜKER Pamukkale Üniversitesi, Koordinatör 18. Yrd.Doç.Dr. Hakan MIHÇI Hacettepe Üniversitesi 19. Dr. Zafer MUSTAFAOĞLU DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Daire Başkanı 20. Fırat OĞUZ Hazine Müsteşarlığı, Uzman 21. Yrd.Doç.Dr. Şirin SARAÇOĞLU Orta Doğu Teknik Üniversitesi 22. Dr. Şeref SAYGILI BDDK, Uzman 23. Dr. Selim SOYDEMİR SPK, Daire Başkanı 24. Dr. Atilla SÖNMEZ Dünya Bankası 25. Halit SUİÇMEZ MPM, Uzman 26. Prof.Dr. Ercan UYGUR Ankara Üniversitesi 27. Münir YAYLA BDDK, Baş Uzman 28. Prof.Dr. Erinç YELDAN Bilkent Üniversitesi 29. Ayşegül YILMAZ TÜBİTAK, Uzman 30. Doç.Dr. Arslan YİĞİDİM Gazi Üniversitesi * ** Dr. D. Ahmet AKINCI Ünal ARSLAN Yrd.Doç.Dr. Sanlı ATEŞ Sema BAHÇECİ Çalışma Grubu Üyeleri** Yakın işbirliği yapılan kurumlar parantez içinde gösterilmektedir. Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. 3 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 4 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri İçindekiler Sayfa no 1. Giriş 2. İktisadi Büyüme: “Karakteristik Olgular” ve Modern 3. 7 Büyüme Kuramlarının Ampirik Geçerliliği 8 2.1. İktisadi Büyümenin Karakteristik Olguları 9 2.2. İktisadi Büyüme Modellerinde Kullanılan Değişkenler 10 2.3. Ampirik Büyüme Modellerinde Ulaşılan Temel Bulgular 12 2.4.Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Yapılan Çalışmalar 20 Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Performansı 26 3.1. Mevcut Durum 27 3.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi 30 3.3. Türkiye’de Büyümenin Güçlü ve Zayıf Yönleri, Fırsatlar ve Olası Tehditler (GZFT) 4. 31 Türkiye’nin Orta ve Uzun Dönemde Sürdürülebilir Hızlı Büyüme Stratejisi İçin Amaçlar ve Hedefler 34 4.1. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi 5. 35 4.1.1. Yatırımlar ve Finansman 35 4.1.2. İnsan Kaynakları ve Eğitim 36 4.1.3. Gelir Dağılımı 37 4.1.4. Kurumsal Yapı 37 4.1.5. Teknoloji 38 4.1.6. Doğal Koşullar ve Endüstriyel Altyapı 38 4.1.7. AB’ye Tam Üyelik Süreci 39 4.1.8. Bölgesel ve Mekansal Avantajlar 39 Sonuç ve Değerlendirme Kaynakça 40 41 5 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tablolar Sayfa no Tablo 3.1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme 27 Tablo 3.2: Türkiye’nin Karşılaştırmalı Ekonomik Büyüme Performansı 29 Tablo 3.3: Türkiye ve Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi 29 Tablo 3.4: Türkiye Ekonomisinde Planlı Dönem Büyüme Hızları (%) 30 6 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri 1. Giriş 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti bütün olanaksızlıklarına rağmen 1938 yılına gelinceye kadar yılda ortalama % 8 hızla büyümüştür. Ancak, izleyen yıllarda çeşitli nedenlere bağlı olarak bu büyüme performansını gösterememiştir. Planlı döneme geçildikten sonraki en yüksek büyüme hızı ise ilk plan döneminde gerçekleştirilmiştir. 1980’deki kırılma dönemiyle birlikte büyüme, kalkınma ve sanayileşme gibi konular bir tarafa bırakılarak, kısa dönemli makro ekonomik istikrarı esas alan ve dışa açılmanın ön planda yer aldığı yaklaşımlar benimsenmiştir. 1980 sonrası dönemde ortalama büyüme hızı % 3,7 olarak gerçekleşmiştir. Oysa, Doğu Asya’da büyüme ve kalkınma yönünde ciddi adımlar daha 1960’ların başlarından itibaren atılmaya başlamıştır ve bunun semereleri de yüksek büyüme oranları şeklinde tezahür etmiştir. Örneğin, G.Kore, 1980-90 ve 1990-97 döneminde yılda ortalama % 9,5 ve % 7,2 hızlarında büyürken, yine aynı dönemde Çin yılda ortalama % 10,2 ve % 11,9 hızlarında büyümüştür. Türkiye uzun bir süredir sanayileşme, büyüme, bilimsel ve teknolojik gelişme gibi konularla yeterince ilgilenmemektedir. Oysa, bölgesinde lider ülke olma iddiası taşıyan Türkiye, yüksek hızda büyümek ve bunu da sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü küreselleşme ortamında rekabet esastır ve bunun önkoşulu güçlü bir ülke olmaktır. Türkiye, gerçekten büyük bir ülke olmak istiyorsa, örneğin, 2020 yılında ABD’yi ya da Japonya’yı yakalamak ve daha sonra geçmek istiyorsa, önümüzdeki yıldan itibaren her yıl % 17 büyümek zorundadır. Bir başka deyişle, Türkiye, ABD ya da Japonya ile 2020 yılında aynı gelir düzeyine sahip bir ülke olmak istiyorsa 2004-2020 döneminde yılda ortalama % 17 hızında büyümelidir. Buradaki temel tartışma konusu, bu büyüme hızının gerçekçi olup olmadığı ve bunun hangi koşullarda gerçekleştirilebileceğidir. Bir diğer önemli husus ise, Türkiye’deki büyüme ve kalkınma felsefesinin radikal bir şekilde değiştirilmesidir. Bu bağlamda, içsel büyüme teorileriyle gündeme gelen sürdürülebilir büyüme kavramı, içerik yönüyle bu arayışa rehber olmalıdır. Teorik modellerde yer alan uzun dönem büyüme çizgisi ve durağan durum kavramları birlikte ele alındığında, ülkeler için belirli büyüme oranlarında (hedef) uzun süre (yüksek dalgalanma olmaksızın) büyümeyi sağlamak amaç olarak ifade edilebilir. Bununla birlikte, büyüme oranında artış sağlamak (uzun dönem büyüme eğrisinin eğimini yükseltmek), ulaşılan daha yüksek büyüme oranında kalıcı olmak ve nihayet bu süreci dinamik kılmak (son yıllardaki güncel terimle, sürdürülebilir büyüme) günümüzde vazgeçilemez olmaktadır. Bunun basit ama temel bir nedeni var: Kişi başına gelir büyüme oranlarında küçük gibi görünen değişmeler uzun dönemde, düzeyde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Yakınsama olgusu ile birlikte düşünüldüğünde; hiçbir ülke büyüme oranlarını kendi haline bırakmamalıdır, bulgusuna ulaşılabilir. Türkiye ekonomisinin son 25 yılında görülen fiyat istikrarsızlığı, büyüme oranlarındaki dalgalanmalar yanında büyümenin finansmanını da kısıt olarak ön plana çıkaran borç yönetimi olgusu, iktisat politikasını oluşturan ve yürütenlerin büyüme üzerinde odaklaşabilmelerini zorlaştırmıştır. 7 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Çalışma grubumuz, 2004 Türkiye İktisat Kongresi aracılığıyla toplumun tüm kurumlarının büyüme kavramı üzerinde yeniden yoğunlaşmalarını ve Türkiye’de orta ve uzun vadede büyüme ile ilgili stratejiler önererek konu üzerinde düşünmelerini ve tartışmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu çalışma yapılırken; DPT’nin 2004 Türkiye İktisat Kongresi Çalışma Gruplarının hazırlayacakları raporlar için aşağıda öngördüğü noktalar da dikkate alınmıştır: • Türkiye’nin uzun dönemde bilgi toplumuna dönüşümünü gerçekleştirme ve, • AB’ye üyelik, perspektifleri çerçevesinde temel amaçların; • Yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme hızının sağlanması, • Girişimcilik ve ekonominin rekabet gücünün artırılması, • Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele, • Bölgesel gelişme dinamiklerinin harekete geçirilmesi ve • İyi yönetişim, şeklinde belirlenmesi öngörülmüştür. Çalışmanın bundan sonraki ikinci bölümünde ilk olarak iktisadi büyüme modellerine ve bunların karakteristik olgularına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde Türkiye’nin iktisadi büyüme performansı incelenmiştir. Dördüncü bölüm, GZFT çıktılarını da kapsayan büyüme stratejilerini içerirken, çalışma sonuç ve değerlendirme ile sona ermektedir. 2. İktisadi Büyüme: “Karakteristik Olgular” ve Modern Büyüme Kuramlarının Ampirik Geçerliliği Ekonomik modeller, gerçek dünyanın basitleştirilmiş mantıksal bir yeniden sunumu veya temsilcisidir. Bu bakımdan, modeller, karmaşık iktisadi süreçlerin daha iyi anlaşılmasına yararlar. Bir model kurulurken, ele alınan süreçle ilgili olarak sadece önemli olduğu düşünülen değişkenler dikkate alınır; yani bazı değişkenler ve ilişkiler daha işin başında bilinçli olarak ihmal edilir. İktisatçılar; modellerin mantıksal çerçevesi içinde, dışsal değişkenlerdeki varsayımsal değişmelerin içsel değişkenler üzerindeki etkilerini incelerler. 1980’lerin ortalarından bu yana geliştirilen modern büyüme modelleri ve bunların ampirik sınamaları için de bu geçerlidir. İktisadi büyüme temelde iki şekilde anlaşılır. Birincisi, eksik istihdamdaki ekonominin bu durumdan çıkışı sırasında meydana gelen üretim artışları sonucunda ortaya çıkan kısadönemli iş çevrimlerine (devresel dalgalanmalar) dayalı iktisadi büyüme. İkincisi, tam istihdam veriyken, ekonomik yapıya yeni faktör girdilerinin ilave edilmesi ve/veya teknolojinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan orta ve uzun dönemli büyüme. Bu raporda, bu iki büyüme kavramı birbirinden ayrıştırılarak, ikincisi üzerinde durulmaktadır. Daha genel çerçevede, iktisat yazınında da faktör birikiminin ve/veya üretkenlikteki artışın altında yatan ekonomik nedenlerin belirlenmesi, modellenmesi ve bunlardan iktisat politikası sonuç 8 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri ve çıkarsamalarının türetilmesi, büyüme iktisadının temel uğraşı alanı olmuştur. İktisadi büyümenin temel göstergesi olarak kabul edilen kişi başına reel gelir düzeyinin ve kişi başına reel gelir büyüme oranlarının 1950-2000 yılları arasındaki uzun dönemli performansı incelendiği zaman ortaya iki temel olgu çıkmaktır: • Birincisi, gelişmiş ülkelerde kişi başına reel gelir düzeyleri bakımından yakınsama saptanmışken, gelişmekte olan ülkeler bakımından böyle bir gözlemde bulunulamamıştır. Diğer yandan, tüm dünya ülkeleri açısından bakıldığında da mutlak bir β-yakınsamasına rastlanmamıştır. Ancak, gelişmekte olan ülkeler arasında Uzak Doğu ülkelerinden oluşan tek bir grubun gelişmiş ülkelere doğru yakınsamakta oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Bu dağılıma ulaşılırken, farklı başlangıç gelir düzeylerinden yola çıkan çeşitli ülkelerin, farklı ortalama yıllık büyüme oranları yakalamış olmalarının etkide bulunduğu açıktır. • İkinci olarak ise, ülkeler arasında ve zaman içinde “büyüme oranları”nın farklılaştığı ve dalgalandığı saptanmıştır. Kişi başına reel gelir düzeyi ile bunun büyüme oranında ortaya çıkan uluslar ve zamanlar arası farklılaşmaların açıklanması, uzun yıllardan beri iktisatçıların ilgisini çekmekte ve bu farklılaşmaların nedenleri yoğun biçimde incelemekte ve tartışılmaktadır. Diğer taraftan dünyada ülkelere göre kişi-başı gelir düzeyinin dağılımı incelendiğinde, ele alınan dönem içerisinde bu dağılımın zaman içerisinde standart sapmasının azalmadığı, bir başka deyişle σ-yakınsamasının da gerçekleşmediği görülmektedir. Bu bağlamda, dünyadaki gelirin coğrafi dağılımı açısından bakıldığı zaman da, dünya gelir dağılımı haritasında, bazı alanların büyüme bölgeleri, bazı alanların ise küçülme bölgeleri olarak öne çıktığı gözlenmiştir. Bu bakımdan, Uzak Doğu Asya ülkelerinde çarpıcı bir büyüme eğilimi ve dolayısı ile ciddi bir yakınsama gözlemlenmekte ve bunu ortaya çıkartan nedenler büyüme literatüründe yoğun bir şekilde araştırılmaktadır. Ülkelerin son 40 yıllık büyüme verileri incelendiğinde ortaya çıkan “karakteristik olgulardan” birisi de büyümenin ortalaması ile varyansı (veya standart sapması veya değişim katsayısı) arasındaki ters ilişkidir. Hem bir ülke için zaman serisi olarak bakıldığında, hem de ülke grupları için kesit olarak bakıldığında büyümede dalgalanma (volatility) yükseldikçe, ortalama büyüme düşmektedir. Bu konu verilerde bir saptama olmanın ötesinde sürdürülebilir büyüme için de politika önerilerine temel oluşturmaktadır. 2.1. İktisadi Büyümenin Karakteristik Olguları İktisadi büyümenin karakteristik olguları aşağıda maddeler halinde özetlenmiştir. • Kişi başına sermaye sürekli artmaktadır. • Sermayenin getiri oranı istikrarlıdır. • Sermaye/hasıla katsayısı istikrarlıdır. • Uzun dönemde sermaye ile emek arasındaki gelir bölüşümü istikrarlıdır. • Uzun dönemde çeşitli ülkelerde üretkenlik, farklı oranlarda artmaktadır. • Ortalama büyüme oranı her ülkede kendi makroekonomik parametrelerine bağlı olarak başlangıç gelir düzeyinin bir fonksiyonudur. 9 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Dış ticaret hacminin büyüme oranıyla, reel gelirin büyüme oranı arasında güçlü bir ilişki vardır. • Nüfus artış hızıyla, kişi başına gelir düzeyi arasında negatif bir ilişki vardır. • Sermaye ve nitelikli işgücü ile niteliksiz işgücü, zengin bölge ve ülkelere doğru göç etmektedir. Bu nedenle üretim faktörleri aynı yöne doğru hareket etmekte ve üretim büyük ölçüde zengin bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu şekilde belli bir mekanda ortaya çıkan kritik kütlenin yarattığı sinerji, endüstriyel kümelenmelere ve odaklaşmalara yol açmaktadır. Bu kümelenmeler ve odaklaşmalar ise, yarattığı ağ dışsallıkları nedeniyle bölgeler arasında gelir farklılıkları yaratmaktadır. Sonuç olarak, bu süreçte merkezcil kuvvetler merkezkaç kuvvetlere egemen olmaktadır. • Kişi başına fiziki sermaye birikimi kişi başına reel gelir artışını tek başına açıklamada yetersizdir. Ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir düzeyi veya büyüme oranı farklılıklarını, faktör birikiminin ötesinde, Solow “artık”ı veya toplam faktör verimliliği açıklamaktadır. • Kişi başına düşen reel gelir düzeyi bakımından ülkeler arasında büyük ve giderek artmakta olan farklılıklar vardır. Mutlak yakınsama yerine daha çok ıraksama geçerlidir. • Sermaye birikimi sürekli bir olgu olmasına karşılık, iktisadi büyüme göreli ve tarihsel bir olgudur. • Kişi başına gelir düzeyi bakımından önder ülke olma konumları geçicidir. Başka bir deyişle, zengin ülkeler zamanla fakir, fakir ülkelerse zamanla zengin ülke haline gelebilir. • Ulusal iktisat politikaları, kişi başına gelir düzeyi yanında uzun dönemli büyüme oranı üzerinde de etkilidir. Özellikle son yirmi yılı kapsayan dönemde “neden bazı ülkelerin zengin, neden bazılarının yoksul olduğu” sorusuna yanıt arayan ve makro iktisat literatüründeki ağırlığı giderek artan kuramsal ve ampirik çalışmalarda; genel olarak ülkeler ve bölgeler arasındaki koşullu / koşulsuz yakınsama incelenmekle beraber, özel olarak teknolojik değişmede, beşeri sermaye ve eğitimde, para ve maliye politikalarında, gelir dağılımında, kurumsal yapıda, insan hakları ve politik özgürlükler ile politik istikrar endekslerinde, finansal aracılığın gelişimi ile dış ticarette serbestlik derecesinde farklılıklar gibi çeşitli etkenler, ülkeler arasında gözlenen kişi başına gelir düzeyi veya büyüme oranı farklılıklarının temel açıklayıcıları olarak sunulmaktadır. 2.2. İktisadi Büyüme Modellerinde Kullanılan Değişkenler Çeşitli iktisatçılar tarafından iktisadi büyüme kuramlarının ampirik geçerliliklerinin sınanması amacıyla kurulan yapısal modellerde uluslararası kişi başına gelir düzeyi ve büyüme oranı farklılıklarını açıklayabilmek için kullanılan çeşitli değişkenler aşağıda özetlenmiştir: • Başlangıç Kişi Başına Geliri • Ölçek Etkileri (toplam yüzölçümü ve toplam işgücü) • Nüfus Yoğunluğu 10 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Nüfus Artışı • Demografik Değişkenler • İşgücüne Katılım Oranı • Eğitimle ve İnsan Sermayesi ile İlgili Değişkenler (özellikle cinsiyet ayrımına ve eğitimin düzeyine göre) • Sağlıkla İlgili Değişkenler • Alt Yapıyla İlgili Değişkenler • Yatırım Oranı ve Yatırım Tipi (sabit sermaye, makine-ekipman ve makine-ekipman dışı) • Finansal Baskı • Finans Piyasalarının Gelişmesi ve Yetkinleşmesi • Yurtiçi Kredilerin Büyüme Oranı ve Büyüme Oranındaki Dalgalanmalar • Para ve Maliye Politikaları • Demokrasi Düzeyi • Yolsuzluk • Gelir Dağılımı Eşitsizliği • Politik İstikrarsızlık • Genel Anlamda Hukuk Kuralları • Politik Haklar ve Özgürlükler • Savaşların Varlığı ve Süresi • Bölgesel Etkiler ve Komşu Ülkelerdeki Başlangıç Kişi Başına Gelir Düzeyi, Eğitim Düzeyi, Yatırım Oranı ve Nüfus Artış Oranı Gibi Değişkenler • Etnik ve Dil Çeşitliliği • Fiyat Düzeyi ve Enflasyon • Dış Ticaret, Dış Ticaret Politikası Araçları ve Dışa Açıklık • Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları • Reel Döviz Kuru Değişmeleri • Firmaların yerseçimi, yatırımların mekansal dağılımı ve coğrafik yakınlığı • Endüstriyel kümelenme (öbek), ağ (network) ilişkileri ve ağ yapısı • Teknoloji transferi ve AR-GE harcamaları • Piyasa yapısı veya ortamına ilişkin değişkenler • Sektörel bileşim, endüstriyel uzmanlaşma veya çeşitliliğe ilişkin değişkenler • Ekonomik coğrafyaya ilişkin değişkenler 11 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yapılan araştırmalara göre, iktisadi büyüme süreci; bir yandan fiziki ve beşeri sermaye birikimi, teknolojik gelişme, demografik etkenler, coğrafi etkenler ve iklim, kültürel (din, dil farklılıkları ya da etnik çeşitlilik gibi) veya kurumsal etkenler, demokrasinin düzeyi, gelir dağılımı, hükümet politikaları ve makroekonomik istikrar gibi çeşitli olası etkenlerin kişi başına gelir düzeyi veya onun büyüme oranı ile olan dolaysız, diğer yandan da bu etkenlerin kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimlerinin net sonucudur. Bu değişkenlerin açıklama güçleri, iktisatçılar arasında yoğun tartışmalara yol açmıştır. Buna göre; iktisadi büyüme literatürünün, iktisadi büyüme sürecinde rol oynayan ve hem iktisadi olan, hem de iktisadi olmayan faktörlerin birlikte ele alınması ve bu faktörler ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin yönünün ve büyüklüğünün saptanmasına doğru çok-disiplinli bir araştırma eğilimi içinde olduğu söylenebilir. Bu bakımdan; kullandıkları açıklayıcı değişkenler itibariyle gittikçe zenginleşen modern iktisadi büyüme kuramının politika çıkarımları ile ampirik yaklaşımların birbirleriyle bir “ikame-edicilik” ilişkisinden çok “tamamlayıcılık” ilişkisi içinde olduklarını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Aşağıda, bu çerçeveye koşut olarak büyüme denklemlerinde ulaşılan temel bulgular özetlenmiştir. 2.3. Ampirik Büyüme Modellerinde Ulaşılan Temel Bulgular Başlangıç Gelir Düzeyi Bir ülkenin yaşadığı iktisadi büyüme sürecinin ileride bir gün başka ülkelerinkiyle aynı kişi başına gelir düzeyine mi, yoksa onlarınkinden daha farklı bir kişi başına gelir düzeyine mi ulaşacağının (yakınsayacağının) önemli belirleyicilerinden birisi, ülkelerin başlangıç gelir düzeyleri arasındaki göreli ilişkidir. Başlangıçtaki gelir düzeyi ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik çalışmaların çoğu, bu iki değişken arasında negatif bir ilişkinin bulunduğuna işaret etmektedir (Barro, 1991). Ülkelerarası Yakınsama Temel neoklasik büyüme modeline göre, veri tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı ile teknoloji düzeyi için her ekonominin ulaşacağı bir istikrarlı/durağan denge durumu vardır. Ekonomi bu dengeyi yansıtan kişi başına sermaye – kişi başına gelir bileşimini sağladığında (dışsal bir teknolojik büyüme varsayılmadığı durumda) uzun dönem büyüme oranı sıfır olacak; bir başka deyişle, sermaye ve işgücündeki eş-oranlı artışlara koşut olarak, reel gelir de aynı oranda artacağı için kişi başına reel gelir artık daha fazla artırılamayacaktır. Buna göre, sürekli büyüme sağlayabilmenin tek yolu sürekli teknolojik ilerlemedir. Çünkü dışsal veya veri kabul edilen tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranındaki değişmeler kişi başına reel gelirin düzeyini durağan hal dengesine ulaşma patikası boyunca etkileyecek ancak, uzun dönemli denge düzeyini değiştiremeyecektir. Örneğin, tasarruf oranındaki bir artış veya nüfus artış oranı ya da amortisman oranındaki bir düşüş, bir ülkenin büyüme hızına orta dönemde (bir durağan durum dengesinden diğerine “geçiş” sırasında) olumlu etki yapacak ve ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir veya büyüme oranı farklılığının görece sınırlı bir bölümünü açıklayabilecektir. Söz konusu değişkenlerde tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı büyümeyi sürekli uyaracak bir biçimde sınırsız derecede artırmak veya azaltmak olanaksızdır. Oysa, temel neoklasik modele göre, bir “kara kutu” gibi kabul edilen, dışsal değişkenlerin belirlediği 12 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri teknoloji düzeyi adeta sınırsız biçimde artırılabileceği için büyümenin motoru teknolojik gelişme olmalıdır. Teknolojik gelişmedeki süreklilik bir ülkenin mevcut durağan durum dengesini daima daha yüksek kişi başına sermaye ve dolayısıyla daha yüksek kişi başına reel gelir düzeylerine doğru kaydıracaktır. Yukarıda sözü edilen tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı değişmeleri ise, ancak geçici bir büyüme etkisi yaratabilecek güçtedir. Daha sonra geliştirilen genişletilmiş neoklasik modele göre, işgücü ve fiziki sermayenin yanı sıra beşeri sermayenin de açıklayıcı değişken olarak eklenmesi durumunda, modelin 1960-1985 yılları arasında ülkelerarası büyüme farklılıklarını daha iyi açıklayabildiği görülmektedir (Mankiw ve diğerleri, 1992). Bu yaklaşıma göre, her ülkenin ortak ve mutlak denge noktası yerine kendi özel ve göreli uzun dönem dengesine koşullu olarak yakınsayacağı ve fakat, uzun dönem dengesinde oluşacak ekonomik değerlerin dışsal değişkenlere bağlı olacağı belirtilmektedir. Diğer taraftan, bu doğrultuda yapılan ampirik çalışmalarda, ülkelerin uzun-dönem hedeflerinde farklılıklar olması durumunda, ülkeler arası mutlak (koşulsuz) yakınsamanın mümkün olamayacağı, uzun-dönem hedeflerin ise izlenen vergi, eğitim, altyapı ve mülkiyet hakları gibi doğrudan politikalardan ve diğer kontrol edilemeyen birtakım faktörlerden etkilendiği ileri sürülmektedir. Buna göre, geçiş dönemine düşük kişi başına gelir ile girmiş olan ülkeler, uzun dönemde yüksek gelirli ülkeler düzeyine yaklaşamamaktadırlar. Oysa, yapıları bakımından birbiriyle benzerlik gösteren (ve dolayısıyla kişi başına gelir düzeyleri başlangıçta birbirininkinden farklı olan) ülkeler günümüz gelişmiş OECD ülkeleri arasında mutlak yakınsamanın gerçekleştiği; öte yandan pek çok bakımdan birbirlerinden farklılık gösteren Afrika, Latin Amerika ve Güney Asya gibi bölgeler gelişmiş ülkelere göre ıraksama gösterirken, kendi içinde her ülke iktisadi parametreleri tarafından belirlenmiş olan göreli denge noktalarına doğru koşulsal bir yakınsama eğilimine girmişlerdir (Barro, 1994). 138 ülke ve 1960-1985 yıllarını kapsayan veri setini esas alarak yapılan bir çalışmada, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gelir (varlık) farklılığının ortalama olarak gerçekte ne arttığı ne de azaldığı, bununla birlikte gelir dağılımı ortalamasının yukarıya doğru bir eğilim gösterdiğine işaret edilmiştir. Aynı zamanda, ülkeler arası gelir dağılımında bazı ülkelerin diğer ülkelere göre konumu da değişebilmektedir. Yani başlangıçta zengin kimi ülkeler zaman içinde yoksullaşabilmiş, buna karşın başlangıçta yoksul kimi ülkeler zenginleşebilmiştir. Başka bir deyişle, ortada mutlak bir “yoksulluk kapanı” bulunmamaktadır. Fakat yine de, 1985 yılı itibariyle bakıldığında, en zengin ülke geliri, en fakir ülke gelirinin yaklaşık 29 katı olarak hesaplanmıştır. Mutlak bir yoksulluk kapanının olmamasına karşın, yine de görmekteyiz ki bu yıllar içinde; arasında Zambiya, Mozambik, Çat ve Afganistan gibi ülkelerin de bulunduğu on ülke, göreceli olarak daha da geriye gitmiş; bu yüzden bu ülkelere “büyüme felaketleri” denilmiştir. Bu ülkelerin çoğunda ortak olan nokta, söz konusu dönemde askeri çatışmalar ile karşı karşıya kalmış olmalarıdır. Öte yandan, büyüme felaketlerinin varlığına rağmen, dünyada “büyüme mucizeleri” de vardır. Aralarında Suudi Arabistan, Lesoto, Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Japonya ve Singapur’un da bulunduğu ülkeler grubu, büyüme mucizeleri olarak nitelendirilmiştir (Parente ve Prescott, 1993). 13 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yeni Teknolojilerin Benimsenmesi ve Teknolojik Değişim İktisat literatüründe yapılan yeni çalışmalar, ülkeler arasında gözlenen gelir uçurumunu ve aynı zamanda da varolan büyüme mucizelerini açıklayan tek ve evrensel bir kuramın bulunmadığına dikkat çekmektedir. Bu çalışmalardan, yeni teknolojilerin benimsenmesi ve bunun önündeki engellerin, ekonomik kalkınma düzeyini belirleyeceği sonucu çıkmaktadır. Bu engeller arasında; yasalara ve mevzuata dayalı kısıtlamalar, rüşvet, şiddet olayları, sabotajlar sayılabilir. Her durumda, bu engeller yeni teknoloji benimsenmesinin maliyetini artırmaktadır. O halde bu yaklaşıma göre, ülkeler yeni teknolojilerin benimsenmesinin önündeki engelleri azaltabildikleri derecede kalkınma yolunda ilerleyebilirler. Çalışmada, İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınma mucizesi gerçekleştiren ülkeler arasında Japonya, Fransa, (Batı) Almanya, Güney Kore ve Tayvan örnekleri gösterilmekte ve bu ülkelerin bu tür engelleri azaltmada başarılı oldukları vurgulanmaktadır (Parente ve Prescott, 1994). Gelir Dağılımı Gelir dağılımı ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmaların, (a) büyümeyi fiziki sermaye birikimine, dolayısıyla tasarruflara, dayandıran grubunda, gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin varlığına vurgu yapılırken, (b) iktisadi büyüme sürecini beşeri sermaye birikimine dayandıran çalışmalarda büyüme ve gelir eşitsizliği arasında negatif bir ilişkinin varolduğu sonucuna ulaşılmıştır. Birinci gruba giren çalışmaların dayandığı temel argüman, eşitsizliğin sermaye birikimini arttıracağı çünkü zenginlerin yüksek marjinal tasarruf eğilimine sahip oldukları, bunun da ekonomik büyümeyi destekleyeceği iddiasıdır. Öte yandan, ekonomik büyümeyi beşeri sermaye birikimine dayandıran ampirik çalışmaların dayandığı temel argüman, gelir dağılımındaki eşitsizliğin beşeri sermaye oluşumunu engelleyeceğidir. Böyle bir durum ise, kuşkusuz iktisadi büyüme üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Diğer taraftan, gelir dağılımındaki bozukluk, işgücünün beslenme, eğitim ve sağlık gibi harcamalarını kısmasına yol açacağından verimliliğini düşürecektir. Bu da, iktisadi büyümenin düşük gerçekleşmesine yol açacaktır. Gelir dağılımı ile yakından ilgili diğer bir değişken sağlık politikalarıdır. Büyüme sürecinde önemli rolü olabilen insan sağlığı ile gelir dağılımı değişkenlerinin kendi arasında iki yönlü nedensellik ilişkisi vardır: Düşük gelir, kötü beslenmeye sebep olurken, yoksulluk ise sağlık kazanç potansiyelini azaltır. Öte yandan, ampirik çalışmalar sağlık ile iktisadi büyüme arasında pozitif bir ilişki öngörmektedir. Literatürdeki ampirik bulgulardan bir diğerine göre ise, demokratik ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki söz konusudur, ama demokratik olmayan ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizlik ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratmaktadır. Benzer şekilde, bazı analizler de, gelir dağılımındaki dengesizliğin büyüme için zararlı olduğu sonucuna varmaktadırlar. Bir başka deyişle, gelir dağılımındaki bölüşüm çatışmasının ön planda olduğu ekonomilerde, politikacıların özel mülkiyeti vergilendirme ile caydıran, dolayısıyla düşük oranlı birikime ve dolayısıyla düşük oranlı büyümeye neden olan politikaları tercih edebilecekleri ortaya çıkmaktadır. Özel mülkiyet kapsamında fiziki ser14 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri maye kadar beşeri sermaye de vardır. Bu çıkarım, uzun dönem verilerine dayanan ve çeşitli ülkeleri kapsayan ampirik bulgularla da desteklenmiştir (Persson ve Tabellini, 1994). 1830-1985 yıllarını ve sekiz Avrupa ülkesi ile ABD’yi kapsayan çalışmanın sonuçlarına göre, ülkelerde gelir dağılımı açısından gözlenen farklılıklar, bu ülkeler arasındaki büyüme oranı farklılığının yüzde yirmisini açıklayabilmektedir. Aynı zamanda gelir dağılımındaki bozukluk ile iktisadi büyüme oranı arasında belirgin bir negatif ilişki kaydedilmiştir. Günümüz veri kümesini (1960-1985) ve 67 ülkeyi kapsayan bir diğer ampirik çalışmada da yine gelir eşitsizliği ve iktisadi büyüme arasında negatif ilişki bulunmuş, buna ek olarak, gelir eşitsizliğinde bir puanlık standart sapma artışının, iktisadi büyüme oranını yaklaşık yarım puan düşürdüğü hesap edilmiştir. Diğer bazı çalışmalarda; izlenen iktisat politikalarının, aslında, ekonomide varolan çeşitli bireylerin ve grupların müzakereleri sonucunda ulaşılan ve çoğu zaman belli amacı olan tercihlerinin içsel bir sonucu olduğuna dikkat çekmektedirler. O halde, ülkeler arası büyüme hızlarındaki farklılıkların sebebini ararken, aslında neden bu tercihlerin farklı olduğunu açıklamak gerekir. Araştırmacılara göre; tercihlerdeki farkın nedeni, ülkelerarası değişkenlik gösteren politik kurumlar ve teşvik edicilerdir. Mevcut gelir dağılımının politik tercihleri (örneğin vergi politikaları) etkilediği, fakat nasıl ve ne derecede etkilediğinin de politik kurumlara (örneğin ülkenin ne derecede demokratik olduğu ve seçim sistemi) bağlı olduğunun altı çizilmektedir. Bu araştırmaların en önemli katkısı, içsel politika ve içsel büyüme kavramlarının birbirinden bağımsız olamayacağını belirtmesidir (Persson ve Tabellini, 1992). Gelir dağılımı ile ekonomik büyüme ilişkisi üzerine hazırlanmış diğer çalışmalarda ise, ekonomilerde imalat sanayiinin kitlesel üretime geçip gelişebilmesi için öncelikle talebin bileşiminde imalat malları lehine bir değişmenin, yani imalat malları pazar büyüklüğünün artmasının gerekli olduğunu belirtmektedir. Bunun da gelir dağılımında iyileşmesinin zorunlu olduğu ileri sürülmektedir (Murphy ve diğerleri, 1989). Finansal Kurumların Gelişmişliği Yapılan çalışmalar, iktisadi büyüme ile finansal yapının birbirleri ile çok yakından bağlantılı olduklarını ve bu iki değişken arasındaki nedenselliğin çift yönlü olduğunu belirtmektedir. Bu kapsamda, finansal piyasalardaki gelişmişlik ve yetkinlik, sermayenin doğru alanlardaki yatırımlara etkin bir biçimde yönelmesine ve bu sayede getirisinin yüksek olmasına yol açarken; yapılan bu yatırımlar ve sermaye birikimi sonucunda gerçekleşen ekonomik büyüme de, finansal yapıda gelişmeyi mümkün kılar. Böylece aslında maliyeti yüksek olan finansal yapı reformlarının uygulanmasını kolaylaştırır (Greenwood ve Jovanovic, 1990). Bazı araştırmalar, bu nedenselliğin sadece bir yönüne odaklanarak, ülkeler arası büyüme farklılıklarının, ülkelerdeki finansal aracılık faaliyetlerinin gelişmişlik düzeyi ile doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat çekmişlerdir. Ayrıca, bir ülkedeki finansal aracılık faaliyetlerinin gelişmişlik düzeyinin, o ülkedeki yasalar, yönetmelikler ve icra-iflas hukuku mekanizmaları ile yakından ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Bu çalışmalarda; alacak 15 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları haklarının yasalar ve yönetmeliklerle korunduğu ülkelerdeki finansal gelişmişliğin, alacak haklarının korunmadığı ülkelerdekine göre daha yüksek düzeyde olduğu vurgulanmıştır. Üstelik, yasal düzene ek olarak, finansal bilgi akışını kolaylaştıran ve şeffaflaştıran muhasebe standartlarının benimsenmesinin önemi de ortaya çıkmıştır (Levine ve diğerleri, 2000). Bu sonuca göre, alacaklı hakları ile bunların icrasını destekleyen ve muhasebe standartlarını yükselten yasa ve düzenlemeler, finansal aracılığın gelişmesine izin vererek, ekonomik büyümeyi hızlandırabilir. Bu literatürde öne çıkan finansal baskıyla ilgili araştırmalarda, finanansal baskının iktisadi büyüme üzerinde negatif etkide bulunduğu belirtilmektedir. Bu açıdan, finansal liberalizasyonun olmaması ve reel faizlerin düşük, hatta negatif düzeyde gerçekleşmesi yatırımlar üzerinde azaltıcı etkide bulunacak ve dolayısıyla büyüme oranı olumsuz yönde etkilenecektir. Vergi ve Harcama Politikaları Ampirik çalışmalar, kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkide mutlak bir ilişki yerine kamu harcamalarının niteliği ile ilgili olarak belirli bir ayrıma gidilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Buna göre, verimsiz alanlara yönelen kamu harcamaları ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki doğururken, söz konusu harcamaların kamu yatırımı şeklinde ortaya çıkması durumunda, ekonomik büyüme ile kamu harcamaları arasında pozitif bir ilişkinin varlığı görülmektedir. Buna ek olarak, kamu yatırımlarının üretken veya altyapı yatırımlarına yönelik olmasına bağlı olarak, kamu yatırırmlarının doğrudan yatırımlara yönelik harcamalar düzey etkisi yaratırken, altyapıya yönelik olanlar ise dışsallıklar ve büyüme etkisi yaratmaktadır. Yapılan kimi çalışmalar, ülkelerin ekonomik büyüme oranlarında özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan farklılıkları, ülkeler tarafından izlenen iktisat politikalarındaki farklılıklara bağlamaktadır. Örneğin gelir vergisi oranında bir artış, yatırım faaliyetlerinin getirisini düşürmekte, özel sektör yatırımlarını ve sermaye birikimini (fiziki ve beşeri) caydırmakta ve böylece büyüme oranında bir düşüşe neden olabilmektedir. Gelir vergisinin artırılması ile oluşan etki, diğer kamu politikalarında değişiklikten de (örneğin mülkiyet haklarını kısıtlayan politikaların uygulanmasından da) kaynaklanabilmektedir (Rebelo, 1990). İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde 47 ülkeyi kapsayan çalışmalarda, kişi başı reel gelirin büyüme oranı ile özel mülkiyet haklarının korunma derecesinin bir göstergesi olarak “siyasi özgürlükler endeksi” arasında aynı yönde bir korelasyon bulunmuştur. Ayrıca, büyüme oranları ile kamu harcamalarının GSYİH’ya oranı arasında doğrusal orantı olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Kormendi ve Meguire, 1985). Kuramsal içsel büyüme modellerine dayalı olarak yapılan araştırmalar sonucunda, verimli kamu harcamaları artarken, büyüme ve tasarruf oranlarının da önce arttığı, sonra ise azaldığı gözlenmiştir. Buna karşılık, tüketime yönelik kamu harcamaları ile büyüme ve tasarruf oranları arasında ters yönlü bir ilişki saptanmıştır. Bu çalışmalarda, kamu tüketim harcamalarının özel sektör verimliliğine bir etkisinin olmadığı; ancak, yüksek gelir vergisi 16 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri oranlarına yol açtığı ileri sürülmektedir. Yüksek gelir vergisi oranları ise, yatırımlar üzerinde olumsuz bir etki yapmaktadır; çünkü bireyler yatırımların getirisinden kazandıkları gelirin büyük bir kısmını vergi olarak kamuya aktarmak zorunda kalacaklardır. Dolayısıyla, yatırımlar yavaşladıkça büyüme hızı da düşecektir. Yine bu çalışmalarda; bireylerin mülkiyet haklarında meydana gelen bir kötüleşmenin de, yüksek vergi oranları gibi, ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki yaratacağının altı çizilmektedir (Barro, 1990). Dış Ticarette Açıklık Dış ticaretle ilgili göstergeler bakımından; ihracatın GSYİH içindeki payı ve bu payın artış hızı, doğrudan yabancı yatırımlar, makine ve ekipman ithalatı ile ekonomik büyüme arasında genelde istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu gözlemlenirken, birincil ürünler ihracatı ile büyüme arasında ise negatif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır. Dış ticaret ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye yönelik olarak yakın dönemde yapılan ampirik çalışmalarda; “dışa açıklığın” iktisadi büyümeyi desteklediği, “ithal ikameci” politikaların ise iktisadi büyümeyi engellediği yönünde sonuçlara ulaşılmaktadır. Bununla beraber “dışa açıklık” ve “dış ticaret hacminin büyümesi” gibi değişkenler üzerinde tartışmalar bulunmaktadır (Rodrik, 2003). Ülkelerarası Ar-Ge etkinliği ve üretim etkinliği farklılıklarını ön plana alan kuramsal model çalışmalarında; ülkelerin Ar-Ge faaliyetlerinde mi, yoksa imalat faaliyetlerinde mi karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları sorgulanmış ve bu konu, mevcut ekonomik yapı çerçevesinde uzun dönem uzmanlaşma ve büyüme kapsamında irdelenmiştir. Buna göre, Ar-Ge faaliyetlerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülkenin dış ticaret politikalarındaki değişiklikler sonucunda harcamalarını tüketim mallarına yöneltmesi, uzun dönemli büyüme oranlarında bir azalmaya neden olmaktadır (Grossman ve Helpman, 1990). Dış ticaret ile yaşam standardı arasındaki ilişkiyi ele alan ampirik çalışmalarda; dış ticaret ile yaşam standardının bir göstergesi olarak gelir düzeyi arasında doğrudan bir ilişki bulunmuştur. Kuşkusuz bu iki değişken arasındaki nedensellik ilişkisi iki yönlüdür. Dış ticaret geliri etkilediği gibi, gelir düzeyi de dış ticareti etkileyebilir. Örneğin, coğrafi özelliklerin (çok nüfuslu ülkelere yakınlık, uzaklık, izolasyon gibi) ülkelerin dış ticaretinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bir ülkenin coğrafi özellikleri ve konumu, doğaldır ki, bu ülkedeki gelir düzeyinden ve iktisat politikalarından etkilenmez. Öte yandan bir ülkenin coğrafi özellikleri ve konumu, o ülkedeki gelir düzeyini sadece ve sadece diğer ülkelerle olan dış ticareti ve karşılıklı etkileşimler aracılığıyla etkileyebilir. Bir ülkenin elverişli coğrafi konumu, o ülkenin dış ticaretinin canlı olmasına ve bu sayede de gelir düzeyinin artmasına neden olabilir. Böylece, dış ticaret ile gelir düzeyi arasındaki iki yönlü nedensellik, ülkenin coğrafi konumu aracılığıyla kurulabilmektedir (Frankel ve Romer, 1999). Diğer taraftan reel döviz kuruna ilişkin olarak yapılan ampirik çalışmalardan çıkan önemli bir sonuç, döviz kurunun serbest piyasa ortamında belirlenmesi ve döviz kurundaki istikrarlılığın, büyümeyi olumlu etkilediğidir. 17 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Demografik Değişim Demografik değişim ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik çalışmalar, ülkelerin genç veya yaşlı nüfusa sahip olmaları (yaş kompozisyonu) ile büyüme performansları arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Özellikle nüfusun yaşlanmasının tasarruflar üzerinde ortaya çıkaracağı olumsuz etki, beşeri sermaye ve beşeri sermaye yatırımlarındaki artış ile dengelenebilecektir. Bu anlamda, yeni ampirik çalışmalar nüfusun yaşlanması ile iktisadi büyüme arasında pozitif bir ilişkinin olabileceğini göstermektedir. Literatürdeki demografiyle ilgili önemli bulgulardan bir diğeri de, doğurganlık oranındaki artış ile büyüme arasında negatif bir ilişkinin varlığıdır. Söz konusu sonuç, neoklasik büyüme modellerindeki “doğurganlık oranlarındaki artışın ekonomideki yatırımların belli bir bölümünün kişi başına düşen sermaye miktarını arttırmak yerine, yeni işçilere sermaye sağlamak amacıyla kullanıldığı” öngörüsünü doğrular niteliktedir. Ayrıca, nüfusun belli bir mekanda yoğunlaşması kentleşme ekonomileri biçimindeki dışsallıklar yoluyla düzey etkisi yaratırken, aynı zamanda taşma-yayılma etkileri nedeniyle iktisadi büyüme üzerinde olumlu etki yarattığı gözlemlenmektedir. Literatürde, işgücüne katılım oranının iktisadi büyüme üzerinde olumlu etkide bulunduğu da belirtilmektedir. Nüfus artışının orta ve uzun dönemde iktisadi büyüme üzerindeki olası olumlu etkileri, kuşkusuz beşeri sermayeye yapılacak yatırımlarla yakından ilişkilidir. Eğitim ve Beşeri Sermaye Genel eğitim düzeyi ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkileri araştıran istisnasız tüm çalışmalarda ortaya çıkan önemli bir sonuç, genel eğitim düzeyi yükseldikçe kişi başı reel gelir düzeyi ve büyüme oranının arttığı yönündedir. Bunun yanısıra, hizmetiçi eğitim ve mesleki-teknik eğitim düzeyi yükseldikçe işgücü verimliliği artmakta, bu da reel gelir düzeyini olumlu yönde etkilemektedir. Esasen, eğitime yönelik yapılan her türlü faaliyet, ölçeğe göre artan getiriler kapsamında yer almaktadır ki, bu da iktisadi büyüme üzerinde sürekli olumlu etki yaratan bir unsurdur. Ülkelerin eğitim düzeyinin yükseltilmesinin yarattığı çok önemli bir etki ise, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni teknolojilere erişimi kolaylaştırması ve teknoloji transferi ile dışarıdan elde edilen açık bilginin algılanması, özümsenmesi ve geliştirilmesinin ötesinde, örtük bilginin deşifre edilmesinde ve yeni yaratıcı fikirlerle buluşların ortaya çıkarılmasında oynadığı olumlu roldür. Yapılan ampirik çalışmalarda, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesinde ve ortaya çıkacak sinerjinin yaygınlaştırılmasında emek kalitesinin önemli olduğu vurgulanmaktadır. Emek kalitesini yükseltecek en önemli etken ise, eğitim ve öğretimin her düzeyde geliştirilmesidir. Demokrasi ve Kurumlar Büyüme ve demokrasi arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik düzeydeki çoğu çalışma, iktisadi büyüme ile demokrasi arasında pozitif bir ilişkinin varolduğunu göstermektedir. Demokratik rejimler, sağladıkları kurumsal yapı, siyasi-ekonomik özgürlükler ve çevre sayesinde, ekonomik büyümenin motoru sayılabilecek teknolojik ilerlemeyi özendirmektedir. 18 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri İktisadi büyüme sürecinde kurumsal yapının demokratik olması ve değiştirilmesi konusundaki yöntemlerin önceden belirlenmiş olması, ekonomik büyümenin gerektirdiği belirlilik ortamını sağlamaktadır. Bununla birlikte, esnek bir demokratik kurumsal yapı, rejim değişikliğine gitmeden yönetimlerin değiştirilebilmesine ve sistemin kendini düzeltmesine olanak vermesi açısından da önemlidir. İktisadi büyüme literatürü, uluslararası düzeydeki kişi başına gelir farklılıklarının; ülkelerin doğal ve beşeri sermaye donanımlarındaki farklılıklardan çok, ulusal politikaların ve kurumların kalitesindeki farklılıklardan kaynaklandığı noktasına doğru bir gelişme göstermektedir. Literatürde siyasi özgürlükler ile büyüme arasında genel olarak pozitif bir ilişki gözlemlenirken; belirtmek gerekir ki siyasi istikrarsızlık ile iktisadi büyüme arasındaki ilişki ters yönlü ve karşılıklıdır. Siyasi istikrarsızlık yatırım hacmi ve etkinliğini azaltarak, ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Bununla birlikte, kişi başına düşen gelirdeki düşüşün de siyasi istikrarsızlığı arttırdığını ileri sürmek mümkündür. Ampirik bulgular, bu temel olguyu destekler niteliktedir. Özellikle ampirik bulgular siyasi ve ekonomik istikrarı bozan bir olgu olarak savaş ile iktisadi büyüme arasında negatif bir korelasyon olduğunu göstermektedir. Ekonomik performansın ve ekonomik büyümeyi etkileyen kurumsal kalitenin belirlenmesinde kullanılan bir diğer değişken yolsuzluk düzeyidir. Ampirik çalışmalarda genelde yolsuzluk düzeyi ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişkinin varlığı saptanmıştır. Demokratik ve güçlü bir kurumsal yapı, yolsuzluk düzeyinin azaltılmasında önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, demokrasinin düzeyiyle yakından ilişkili bir etken olarak ele alınan etnik çeşitlilik de, son yıllarda büyüme analizlerine giderek daha çok dahil edilmeye başlanmıştır. Bu alanda yapılan yeni çalışmalara göre, etnik çeşitliliğin fazla olduğu ülkelerde bu durum büyümeyi köstekleyebilmekte, fakat ülkenin demokrasisi gelişmiş olduğu ölçüde, etnik çeşitliliğin fazla olmasının büyüme üzerindeki olası olumsuz etkisi önemli ölçüde ortadan kalkmaktadır. Yatırım Oranları Geliştirilmiş Solow modeline dayanarak elde edilen ampirik bulgulara göre yatırım oranı (yatırım/GSYİH) ile kişi başına düşen gelirin büyüme oranı arasında pozitif bir ilişki vardır. Aynı çalışmada yatırım oranının büyümeyi artı yönde etkilediği belirtilmiş, buna ek olarak kamu yatırımlarının niceliğinin değil, niteliğinin büyüme açısından önemine dikkat çekilmiştir. Zaten hızlı büyüme performansı gösteren ülkelerin bu performansını tetikleyen temel değişkenin hızlı sermaye birikimi olduğu bir çok çalışmada vurgulanmaktadır. Diğer taraftan, politik istikrarsızlığın büyüme ve yatırımı olumsuz yönde etkileyeceği, çünkü politik istikrarsızlığın özel mülkiyet haklarında kesintiye yol açabileceği, bunun da özellikle özel yatırımı caydırabileceği belirtilmiştir. İzleyen başka bir çalışmada yine yatırım oranının iktisadi büyüme üstünde pozitif etkisi bulunmuş, fakat bu etkinin önceden sanıldığından daha zayıf olduğu saptanmıştır. Yatırım oranı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki hakkındaki ampirik bulgular, bu 19 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları etkinin pozitif yönlü olduğunu göstermektedir. Demokrasi ve fiyat istikrarı gibi bazı değişkenler yatırımları teşvik ederek ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir (Barro, 1997). Ampirik çalışmalardan elde edilen bulgular, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında genelde negatif bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle, fiyat istikrarı, iktisadi büyümeyi olumlu yönde etkileyen önemli bir değişken olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, söz konusu değişkenlerin veri alınması ve yatırımların yüksek olması durumunda bu etki zayıflamaktadır. Ayrıca, yatırımların kompozisyonu da önem arz etmektedir. Bu çerçevede inşaat ve konut yatırımlarından ziyade, üretken yatırımların büyümeyi olumlu yönde etkilediğinin de vurgulanmasında yarar görülmektedir. 2.4. Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Yapılan Çalışmalar Türkiye ekonomisinin büyüme dinamikleri ve bunu etkileyen faktörler ile ilgili, hem ulusal hem de uluslararası ekonomi yazınında, oldukça fazla sayıda çalışmaya rastlamak mümkündür. Bunlar, ilk yıllardaki emek ve sermaye (yatırım/ tasarruf) değişkenleri ile oluşturulan klasik ve neo-klasik büyüme modellerinin Türkiye için testlerinden, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren, teknoloji ve beşeri sermaye ağırlıklı modern büyüme ve içsel büyüme modellerinin testine geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Çalışılan konuların kronolojisi incelendiğinde, gelişme ve büyüme ekonomisinin dünyada izlediği trendin, Türk akademisyenler tarafından da yakından izlendiği sonucu çıkarılabilir. Özellikle yeni ekonometrik tekniklerin ve bunların uygulanabildiği paket programların yaygınlaşmasının, büyüme yazınının hızlı gelişmesinde önemli katkısı olduğu söylenebilir. Büyüme üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu ampirik uygulamalar içermektedir. Bunun yanı sıra, kısıtlı sayıda da olsa, mevcut modellerin genişletilmesi yada uyumlaştırılmasına yönelik teorik katkılı çalışmalara rastlamak ta mümkündür. Ampirik uygulamalar içerisinde, en detaylı ve kapsamlı olanlar, doktora ve uzmanlık tezleridir. Bu tezlerde, ekonomik büyümeyi etkileyen, yukarıda sıralanan faktörlerin bir çoğu, başlı başına yada birkaç faktör birlikte ele alınarak incelenmiştir. Dış ticaretin, ekonomik ve finansal liberalizasyonun büyümeye etkileri, özellikle 24 Ocak 1980 liberalizasyon programının etkileri (ve -1990’lı yıllarda yapılan tezlerde- sonuçları), sıkça işlenen konular arasındadır (Utkulu et al, 1995; Tuncer, 2003; Utkulu ve Özdemir, 2003). Yatırımların (Ateş, 1998; Berument et al, 1999; Berber et al, 2000; İsmihan et al, 2001; Kirmanoğlu, 2002; Filiztekin, 2002; Karaca, 2003), ihracatın (Çakmak, 1992; Bahmani-Oskooee ve Domaç, 1995; Özmen ve Furtun, 1997; Yiğidim, 1998; Köse ve Yiğidim, 2000), doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının (Karluk, 2001; Alkin, 2001; Erdal ve Tatoglu, 2002; Erdal et al, 2003), eğitimin (Doğan ve Bozkurt, 2002), vergi politikalarının (Koban, 1996; Ateş, 2001), turizmin (Ünlüönen, 1990), küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin (Algan, 1990), kamu harcamalarının (Yamak ve Küçükkale, 1997; Ateş, 2001; Ulutürk, 2001; Kar ve Taban, 2003; Ateş, 2003), teknoloji transferinin (Kökocak, 2001), finansal sistemin ve finansal gelişmenin (Kar ve Pentecost, 2000; Toprak, 1992), enflasyonun (Doğruel ve Doğruel, 2003), devletin büyüklüğünün (Tüylüoğlu, 2002), kayıt-dışı ekonominin (İkiz, 2000), yerel yönetimlerin (Öztaş, 2001), sosyo-kültürel ve motivasyonel etkenlerin (Yavilioğlu, 2000), beşeri sermaye20 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri nin (Özsoy, 1999; Canpolat, 2000; Yumuşak, 2000; Kar, 2000; Bayraktar, 2001; Yumuşak ve Bilen, 2002; Yumuşak ve Tuna, 2002; Kar ve Ağır, 2003), bilimsel ve teknik enformasyonun (Uğurlu, 1990; Yüce, 1997; Yülek, 1997), araştırma-geliştirme çalışmalarının (Girgin ve Arıoğlu, 2002) büyüme üzerindeki etkileri, ele alınan konulardan bazılarıdır. Bu çalışmalarda yöntem olarak, kiminde bir değişken ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik analizi yapılırken, kimilerinde ise, ad hoc yaklaşımla, birkaç değişken ile kişi başına gelir, reel gayri safi milli hasıla yada ekonomik büyüme oranı arasındaki ilişkiler, regresyon analizleri ile tespit edilmeye çalışılmıştır. Analizlerin çoğu, literatürde öngörülen yönde bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur.1 Son yıllarda kalkınma ve büyüme literatürüne girmiş olan yolsuzluk, politik haklar ve özgürlükler, ekonomik özgürlükler, politik istikrarsızlık, demokrasi düzeyi, kurumsal ve yasal yapı gibi faktörlerin büyüme üzerindeki etkileri, her ne kadar Türkiye’nin ekonomik kalkınması için de oldukça önemli olsa da, yeterince ele alınmamıştır. Bunda, ampirik (zaman serileri) tahminler için bu tür değişkenlerle ilgili, gerekli sıklıkta ve kalitede veri bulunamamasının etkisi olduğu söylenebilir. Zira literatürdeki çalışmaların büyük çoğunluğu, panel verilerle yapılmıştır. Yine son yılların büyüme literatürüne hakim olan, yeni ekonomik coğrafya yaklaşımı içinde geliştirilen yerel, kentsel ve bölgesel kalkınma, kümülatif ve yol-bağımlı gelişme modelleri, endüstriyel kümelenme ve şebeke (ağ) dışsallıkları, çoklu-dengeler ve tarihel kilitlenme modelleri, yerelleşme ve kentleşme ayırımında geliştirilen dinamik dışsal ekonomiler, yığılma-toplanma ekonomileri (agglomeration), bilgi ve teknolojik yayılma (spillover) etkileri gibi konular, dikkatleri, makroekonomik büyüme modellerinden yerel büyüme süreçlerine çekmiştir (Küçüker 1998 ve 2000, Eraydın 2003). Ek olarak, hızlı ekonomik büyüme de hedef olmaktan çıkıp, sürdürülebilir kalkınma, yükselen yaşam standardı ve insani kalkınma gibi hedefler ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu konularda da, henüz ülkemizde yeterince araştırma yapılmadığı görülmektedir. Aşağıda Türkiye’de ekonomik büyüme ile ilgili yapılan çalışmaların bazıları özetlenmiştir: Eğitim ve İnsan Sermayesi Uzun dönemde bilgi toplumuna geçişin hedeflendiği ülkemizde, bunun temel gereklerinden olan eğitim düzeyinin artırılması ve nitelikli işgücünün yetişmesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkileri, son yıllarda yoğun şekilde araştırmacıların ilgisini çekmiştir. 1983-2001 döneminde eğitim ve iktisadi büyüme ilişkisini ele alan Doğan ve Bozkurt (2002), yaptıkları ekonometrik çalışmada, lise ve yüksek öğretim okullaşma oranı arttıkça ekonomik büyümenin de artacağı sonucunu bulmuşlardır. İçsel büyüme teorisinden yola çıkan Kar ve Ağır (2003), nitelikli işgücünün yetişmesi yada beşeri sermayenin artırılmasının büyümeye etkilerini araştırmıştır. Sonuçların, seçilen beşeri sermaye göstergesine hassas olduğu ortaya çıkmıştır. 1926-1994 dönemini inceleyen bu çalışmada, eğitim harcamalarının artmasının ekonomik büyümeyi hızlandırdığı, fakat sağlık harcamalarının büyümeyi artırması yerine, nedenselliğin ters yönlü olduğu ve büyümenin sağlık harcamalarını artırdığı bulunmuştur. UNDP’nin İnsani Kalkınma En1 Uzmanlık tezleri ile ilgili bilgiler http://ekutup.dpt.gov.tr/uztez adresinden, yüksek lisans ve doktora tezleri ile ilgili bilgiler http:// www.yok.gov.tr adreslerinden edinilebilir. 21 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları deksi’nden yararlanarak, eğitim, sağlık ve gelir değişkenlerinden oluşan yeni bir endeks denemesi yapan Yumuşak ve Tuna (2002), bu endeks ile Türkiye’nin dünyadaki yerini belirlemeye çalışmıştır. 1992 ve 1997 yılları için oluşturulan endeks, Türkiye’nin orta derece kalkınma düzeyinde olduğu, fakat özellikle eğitim ve sağlık göstergelerine göre 1997 yılında bir kötüleşmenin olduğunu göstermiştir. Marmara ve Ege bölgelerinin, beşeri kalkınmada diğer bölgelerden ileri olduğu bulunmuştur. Özsoy (1999) 1960-1996 dönemini kapsayan çalışmasında, sağlık harcamalarından uzun dönemli büyümeye giden güçlü bir pozitif etki belirlemiştir. Çalışmaya göre, sağlık sektörü, diğer sektörler üzerinde verimliliği artırıcı etkiler yaratarak büyümeyi yükseltmektedir. Bu anlamada, sağlık harcamalarını artıran, sağlık ile ilgili girişimleri teşvik eden iktisat politikalarının gerekliliği öne sürülmüştür. 1960-1995 dönemini kapsayan çalışmasında, Kar (2000), ortaokullaşma oranı ve eğitim harcamalarının bütçedeki payı gibi iki farklı yaklaşımla ölçtüğü beşeri sermayenin büyümeyi pozitif yönde etkilediğini, bu anlamda yeni içsel büyüme modellerinin beşeri sermaye üzerine tezlerinin desteklendiğini belirlemiştir. Bayraktar (2001), 1968-1998 dönemini kapsayan çalışmasında, beşeri sermaye değişkeninin büyüme üzerinde pozitif yönlü etkilere sahip olduğunu belirlemiştir. Buna karşın çalışma, yatırımların, dış ticaretin ve parasal değişkenlerin büyümeyi açıklamadığı sonucuna ulaşmıştır. Bilim ve Teknoloji Politikaları 21. Yüzyılda bilgi toplumuna geçişte eğitim, bilim ve teknoloji politikalarının ekonomik kalkınmada önemi ve işlevi ile ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Yüce (1997), Cumhuriyet’ten bugüne ülkemizde uygulanan bilim ve teknoloji politikaları hakkında da detaylı bilgi vermiştir. Bilgi toplumunu oluşturabilmek amacıyla öncelikle Türk eğitim sisteminde kişilerin ilgi, istek ve yeteneklerinin dikkate alınarak yapılacak değişmelerle, düşünme, algılama, konuşma, tartışma, araştırma ve problem çözme yeteneği ve kişisel sorumluluk duygusu gelişmiş, yeni fikirlere açık, hoşgörülü, demokratik tavırlar gösterebilen ve beceri düzeyi yüksek bireyleri yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yülek (1997) ise, içsel büyüme teorileri ile ilgili çalışmasında, üretim ve yatırımların içsel büyüme teorilerinde bahsedilen öğrenme ve taşmalar gibi pozitif dışsallıkların, Türk imalat sektöründe ortaya yeterince çıkamadığını, bunun ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini söylemektedir. Ekonomik ve politik istikrarsızlıklar nedeniyle, Türkiye’nin özellikle 1980 sonrası dönemi, ‘öğrenerek’ geçirmediği vurgulanmıştır. Doğru bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesine yardımcı olması amacıyla yaptıkları çalışmada, Girgin ve Arıoğlu (2002), Türkiye’nin AR-GE konusunda dünyadaki yerinin istenilir düzeyde olmadığını göstermiş ve bu konuda AR-GE harcamaları, AR-GE personeli, bilimsel yayın sayısı, patent sayısı, ileri teknoloji ihracatı payı gibi göstergelerden oluşan detaylı istatistikler vermiştir. Dış Ticaret Bahmani-Oskooee ve Domaç (1995), Granger ve Johansen eş-bütünleşme sınamalarıyla, 1923-1990 dönemi için Türkiye’de yıllık reel GSMH ve reel ihracat arasında uzun dönem 22 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri denge ilişkisi olup olmadığını araştırmıştır. Seriler arasında bir uzun dönem denge ilişkisi olduğu sonucuna ulaşılmış ve hata düzeltme modeli tahmin edilerek nedensellik ilişkisinin yönü ortaya konmuştur. GSMH ile ihracat arasında iki yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Türkiye’de 1955-1990 dönemini yıllık verilerle inceleyen Utkulu ve Ark (1995), dış ticaret rejiminin serbestleştirilmesi ile büyüme arasında nedensellik ilişkisini araştırmıştır. Büyümenin bir ölçüsü olarak kişi başına reel GSYİH ile, dışa açıklığın ölçütü olarak toplam ticaretin (ithalat+ihracat) GSYİH’ya oranı biçiminde tanımlanan dışa açıklık endeksi, resmi döviz kuru ile karaborsa döviz kuru arasındaki farkın döviz kuruna oranı biçiminde tanımlanan döviz kuru çarpıklık endeksi ve ihracat hacmi arasında ikili eş-bütünleşme sınamaları gerçekleştirilmiştir. Dış ticaret ile büyüme arasında iki yönlü ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aynı çalışmada, kişi başına reel GSMH, ihracat hacmi, fiziksel ve beşeri sermaye değişkenlerinin yer aldığı bir model kullanılarak analizler tekrarlanmış ve ihracat, fiziksel ve beşeri sermaye değişkenlerinin kişi başına GSMH’yi etkilediği yönünde bulgular elde edilmiştir. Özmen ve Furtun (1997) ise, ihracat önderliğinde büyüme hipotezini, eş-bütünleşme ve zayıf dışsallık testleriyle sınamıştır. 1970-1995 dönemi üç-aylık, sanayi üretim endeksi, ihracat, ticaret payları ile ağırlıklandırılmış reel efektif döviz kuru endeksi ile dünya çıktı endeksi olmak üzere dört değişkenli bir sistemin bütünleşme ve eş-bütünleşme özellikleri araştırılmıştır. Yapılan zayıf dışsallık testleri, dünya üretim endeksine sistemde ihtiyaç olmadığı sonucunu vermiş ve bu değişkenin olmadığı üç değişkenli bir model tahmin edilmiştir. Dört ve üç değişkenli her iki modelde de ihracat önderliğinde büyüme hipotezini destekleyen bulguya rastlanmamıştır. Reel döviz kuru endeksi modelden atıldığında, sanayi üretim endeksi ile ihracat arasında eş-bütünleşme ilişkisi ortadan kalkmıştır. Bulgular ihracat önderliğinde büyüme hipotezini sınamak için döviz kuruna ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Yiğidim(1998) çalışması, esas olarak ihracat önderliğinde büyüme hipotezini Türkiye ekonomisinin 1980-1998 yılları için VAR analizi ile test etmektedir. Çalışmanın bulgularına göre yukarıdaki yılları içeren dönem için hipotezi destekler sonuca ulaşılamamaktadır. Alt dönem ayrıştırmasında 1980-1988 yılları için ihracatın büyümeyi desteklediği ancak bunun ihracat itişli olarak tanımlandığına vurgu yapılmaktadır. Son olarak 1980-1988 döneminin analizinin ikili-açık hipotezini desteklediği belirtilmiştir. Türkiye’nin 1980-1998 dönemini inceleyen Köse ve Yiğidim (2000), üç-aylık GSYİH, ihracat, ithalat ve yatırım verilerini kullanarak nedensellik ilişkisini araştırmıştır. GSYİH’den ihracata doğru bir nedensellik ilişkisine rastlanmamıştır.Çalışma Türkiye ekonomisindeki büyüme ile ithalat ilişkisinin kilit konumuna dikkat çeken model bulgularına yer vermektedir. Tuncer (2003) çalışmasında Türkiye’de 1980 sonrası yirmi yıllık dönemde ihracat, ithalat, yatırımlar ve GSYİH arasındaki nedensellik ilişkilerini üç aylık veriler kullanarak, bir Vektör Otoregressif Model (VAR) çerçevesinde irdelemiştir. GSYİH’den ihracata doğru güçlü, yatırımlar ile GSYİH arasında zayıf ve iki yönlü bir nedensellik ilişkisi, ithalat ve GSYİH arasında yine iki yönlü ve güçlü ilişki bulunmuştur. İthalat bu dönemde büyüme üzerinde 23 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları asıl belirleyici unsur konumundadır ve ithalata ilişkin bulgular içsel büyüme modelleriyle tutarlıdır. Yine Tuncer bir diğer çalışmasında (2002), 1950-2000 arası elli yıllık dönemde, Türkiye’nin gelişmiş altı ülke ile yapılan ticareti, okul yılı stoku ve çalışan başına GSYİH arasındaki uzun ve kısa dönem ilişkileri, bütünleşme, eş-bütünleşme ve hata teriminin yer aldığı VAR (vektör otoregressif) modelleri kullanarak analiz etmiştir. Ticaret sonucu üretkenlikte meydana gelen artışın önemli bir kısmının, gelişmiş ülkelerden yapılan ithalattan ve özellikle makine ve teçhizat ithalatından kaynaklandığı yönünde bulgular elde edilmiş, göreli olarak gelişmiş ülkelere yapılan ihracatın sağladığı üretkenlik artışlarının, ithalat ve beşeri sermayeye göre daha düşük olduğu belirlenmiştir. İthalatın yapılabilmesi için gerekli finansmanın sağlanmasında ihracatın önemli katkısı olduğunu vurgulamıştır. Gelişmiş ülkelere yapılan ihracatın önemli pozitif dışsallıklar yarattığına dair yeni içsel büyüme modelleri önerilerinin, Türkiye bulgularıyla desteklenmediği görülmüştür. Çalışmaya göre, ithal edilen sermaye malları içinde, içerilmiş olarak gelen bilginin uyarlanması, verimli bir şekilde kullanılması, hatta özümsenerek yeniden yaratılması, büyük ölçüde beşeri sermaye düzeyine bağlıdır ve gelişmekte olan ülkelerin beşeri sermaye birikimine verecekleri destekler önemli yararlar sağlayacaktır. Ayrıca, beşeri sermaye düzeyi ve kalitesinin yükselmesiyle birlikte, gelişmiş ülkelerden ithalat yoluyla gelen bilgi ve teknolojinin özümsenmesi için gerekli zaman kısalacak, daha yüksek bir beşeri sermaye düzeyi, gelen teknolojinin daha verimli bir şekilde kullanılmasını olanaklı hale getirecek ve teknolojinin özümsenip yeniden yaratılması sürecine katkıda bulunacaktır. Utkulu ve Özdemir (2003) çalışmalarında, 1950-2000 döneminde dışa açılma ile büyüme arasındaki ilişkileri incelemişler, yeni içsel büyüme modellerini destekleyici yönde, çift taraflı nedensellik ilişkileri bulmuşlardır. Çalışmaya göre, bu pozitif nedenselliğe rağmen, özellikle 1990’lı yıllarda şoklara karşı kırılgan hale gelen ekonomik yapı nedeniyle, uzun dönemli sürdürülebilir bir yüksek pozitif büyüme yakalanamamıştır. Yatırımlar Berument, Güneymen ve Neyaptı (1999) çalışmasında, Türkiye’de 1989.1-1999.1 döneminde yatırımlardaki salınımların büyüme sürecine etkileri araştırılmıştır. Yüksek salınımların, büyümeyi zayıflatıcı ve salınımlı hale getirdiği sonucuna ulaşılmıştır. Berber, Sivri ve Artan (2000) ise, AK tipi büyüme modelini birim kök testlerini kullanarak, Türkiye ekonomisinin 1968-1998 dönemi için sınamışlardır. Bu çalışmanın sonucuna göre, Türkiye’de yapılan yatırımların, AK modeli açısından büyüme üzerinde bir etkisi bulunamamıştır. İsmihan, Metin-Özcan ve Tansel (2001) çalışmasında, 1963-1999 döneminde makroekonomik istikrarsızlığın büyüme sürecini olumsuz yönde etkilediğini, kamu ile özel kesim yatırımları arasındaki tamamlayıcılığı bozduğunu belirlemişlerdir. Kirmanoğlu (2002) ise, 1964-2000 dönemi için yaptığı kısıtsız VAR tekniği yaklaşımı ile Türkiye’de enflasyonist sürecin özel yatırımları ve büyümeyi olumsuz yönde etkilediğini belirlemiştir. Karaca (2003) tarafından 1987-2002 dönemini kapsayarak yapılan ve zaman serisi tekniklerinin kullanıldığı çalışmada da, benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Karaca’ya göre, enflasyon oranındaki 1 puanlık artış, büyüme oranını 0.37 puan düşürmektedir. 24 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Filiztekin (2002) 1980-1995 dönemi için tüm Türkiye illerini kapsayan çalışmasında, özel sektör firmalarının yer seçiminin büyümeye etkilerini incelemiştir. Çalışmaya göre, ileri teknoloji kullanarak uzmanlaşan ve kentsel alanlarda faaliyet gösteren firmalar uzun dönemde büyümeyi olumlu yönde etkilemektedir. Ateş (1998) 1980.1-1996.4 dönemini kapsayan çalışmasında özel sektör yatırımlarının uzun dönemli büyüme üzerinde pozitif yönlü, ancak çok güçlü olmayan etkilerinin bulunduğunu ve Ak modellerinin tezinin desteklenebileceğini belirlemiştir. Çalışmaya göre, aynı sonuç, kamu yatırımları için söylenememektedir. Finansal Gelişme 1963-1995 dönemi Türkiye ekonomisinde finansal gelişmeyle büyüme arasındaki ilişkileri inceleyen Kar ve Pentecost (2000), nedensellik, eş-bütünleşme ve hata düzeltme tekniklerini kullanarak yaptıkları çalışmada, seçilen finansal gelişme göstergesine göre farklı sonuçlar elde etmişlerdir. Örneğin para arzı/milli gelir tanımı kullanıldığında finansal gelişmeden ekonomik büyümeye giden pozitif yönlü bir nedensellik elde edilmiş, banka mevduatları, özel kredi ve yurtiçi kredi gibi tanımlamalar dikkate alındığında, büyümeden finansal gelişmeye giden nedensellikler belirlenmiştir. Kamu Harcamaları Ekonomik büyümede kamu yatırımlarının gereği ve önemi birçok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Yamak ve Küçükkale (1997), Wagner Yasası çerçevesinde, 1950-1994 döneminde eş-bütünleşme tekniğini kullanarak, kamu harcamalarından uzun dönemli büyümeye giden pozitif bir nedensellik olduğunu belirlemişlerdir. Ateş (2003) ise yıllık bazda 1923-2002 ve üçer aylık bazda 1987.1-2002.4 dönemlerini kapsayan çalışmasında, ekonomik sınıflamaya dayalı kamu harcamalarının uzun dönemli büyüme etkilerini araştırmıştır. Çalışmanın temel bulgusu, faiz harcamalarının uzun dönemde Türkiye ekonomisini önemli ölçüde negatif büyüme sürecine sokacağıdır. Çalışma, diğer harcama tiplerinin büyümeyi kısa süreli etkilediğini ortaya koymuştur. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için tasarrufların gerekliliğini vurgulayan Karluk (2001), tasarruf yetersizliğinin kaynak açığına neden olacağını, bu açığın da yabancı sermaye yatırımları ile kapanabileceğini söylemiştir. Türkiye ekonomisine yabancı yatırımları çekebilmek için, ekonomik ve siyasi istikrarın önemi vurgulanmıştır. Aynı yayında Alkin (2001) ise, istikrar kadar, iki altın kuralın bunda önemli olduğunu bildirmiştir. Bunlar; yabancı sermaye bekleyen ülkelerde, ekonomi ile ilgili yasalar ve kararların beklenmedik zamanlarda ve sık sık değiştirilmemesi ve yasalar ve kararlar değiştirilmese bile, hükümetlerin bu yasa ve kararların etrafından dolanmaması olarak özetlenmiştir. Erdal ve Tatoğlu (2002), 1980-1998 dönemini ele alan çalışmalarında, yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesinde fiziksel altyapının, ekonomik açıklığın ve piyasa büyüklüğünün olumlu katkısı olacağını, ancak, ekonomik istikrarsızlığın ve döviz kuru değişmelerinin olumsuz etkileyeceğini tahmin etmişlerdir. Sektörel bazda yapılan bir analizde, Erdal et al (2003)’a göre, tekstil sektörüne yatırım yapan yabancıların yer seçimi kararlarında, bu tür makroekonomik büyüklüklerden ziyade, hammadde varlığı (yün ve pamuk), kapasite 25 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları kullanım oranı ve imalat sektörü ücret oranları gibi sektöre özel faktörleri dikkate aldığı bulunmuştur. Gelir Düzeylerinin Yakınsaması ve Bölgesel Gelişme Neo-klasik teori, düşük gelirli ülkelerin yada bölgelerin, yüksek gelirli ülkelerden yada bölgelerden daha hızlı büyüyeceklerini ve nihayet ülkeler arasındaki gelir farklılıklarının uzun dönemde ortadan kalkıp, gelir düzeylerinin birbirlerine yakınlaşacağını ileri sürmektedir. Türkiye’de bölgesel dengesizlikler ve bunun ortadan kaldırılması üzerine sınırlı da olsa ampirik çalışmalar yapılmıştır. Erk, Ateş ve Direkçi (2000) 1979-1997 dönemini kapsayan çalışmasında, Türkiye bölgeleri ve illeri itibariyle yakınsamanın olmadığı, tersine bir ıraksama sürecinin oluştuğunu belirlemişlerdir. Çalışmaya göre Marmara bölgesi yıllar itibariyle ulusal gelirdeki payını artırarak gelişme göstermiş, GAP projesine rağmen Güney Doğu Anadolu bölgesinin yakınsama sürecinde olmadığı ortaya çıkmıştır. Berber et al (2000) da, 1975-1997 yıllarını kapsayan çalışmalarında, bölgesel bazda benzer sonuçlar elde etmişlerdir. Türkiye’de 1987-1999 döneminde iller arasındaki gelir farklılıklarını inceleyen Doğruel ve Doğruel (2003), β-yakınsama testine göre hem 67 il arasında, hem de gruplandırdığı yüksek gelirli ve düşük gelirli iller arasında yakınsama olduğunu bulmuşlardır. Ancak σyakınsama testleri (hem standart sapma hem de varyasyon katsayısına bağlı testler), iller arası dengesizliklerin azaldığı konusunda kesin bir sonuç sunamamıştır. Bölgesel dengesizliklerin dönem dönem azalıp arttığı, fakat sürekli bir iyileşmenin gözlenemediği ortaya konmuştur. Akdede ve Erdal (2003), 73 il ve 7 coğrafi bölgeyi kapsayan panel veri (1991-1997) çalışmalarında, bölgesel ve iller arası yakınsamada, kamu yatırımlarının etkisinin olup olmadığını araştırmışlardır. Bölgeler arasında yapılan testlerde, kamu yatırımlarının yavaş ta olsa yakınsamayı sağladığı bulunmuştur. Fakat iller arasında güçlü bir yakınsama bulunamamıştır. Her bir coğrafi bölgedeki illerin kendi aralarındaki gelir farklılıklarının azalıp azalmadığını görebilmek için yapılan testlerde ise, kamu yatırımlarının yalnızca Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde iller arası yakınsamada etkili olduğu ortaya çıkmıştır. 3. Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Performansı Ekonomik büyüme basit olarak kişi başına gelir ya da Gayri Safi Milli Hasıla artışı şeklinde tanımlanmaktadır. Öte yandan, ekonomik kalkınma olgusunu, hızlı büyümenin bir uzantısı olarak, “uluslararası iş bölümünde daha yüksek bir konuma ulaşma ve yaşam kalitesinin yükselmesi” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu genel yaklaşım altında, Adelman ve Yeldan (2000) iktisadi kalkınmanın gerçekleşmesi için şu beş olgunun altını çizmektedir: • Sürdürülebilir büyüme • Üretim ve tüketim kalıplarının yapısal değişime uğraması • Teknolojik ilerleme • Sosyal, siyasi ve kurumsal modernleşme • Yaşam standartlarında geniş çaplı iyileşme 26 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Bu gözlemlere göre gelişmekte olan ülkelerin İkinci Dünya Savaşı öncesinde sadece büyüme çevrimleri yaşamış olduğunu ve söz konusu çevrimlerin çoğunlukla sanayileşmiş ülkelerin ara malı ve birincil mallara olan ithalat gereksinimlerince belirlenmiş olduğunu söylemek olasıdır. İktisadi kalkınma, yukarıdaki ifadesiyle, ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasının kapitalizmin altın çağı diye betimlenen özgün koşullarında ve iki küreselleşme dalgası arasında değerlendirilen bir olanak olarak ortaya çıkmıştır. Tarihsel olarak ekonomik büyümenin son iki yüzyılda güçlü bir eğilim gösterdiği gözlenmektedir. Özellikle sanayi devriminden sonra dünyanın hemen her bölgesinde kişi başına üretim ve gelir önemli artışlar göstermiştir. Bununla beraber, aynı dönemde daha hızlı büyüyen ülke ya da bölgeler ile daha yavaş büyüyenler arasında oldukça önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu bölümde, ekonomik büyümenin yanı sıra bu büyümenin sektörel düzeydeki yansımaları ve ekonomik yapıdaki değişim ele alınmaktadır. 3.1. Mevcut Durum Türkiye ekonomisinin büyüme performansı, 1987 yılı fiyatlarıyla Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) verilerinden hareketle hesaplanan büyüme hızları çerçevesinde ele alınmaktadır. Kişi başına reel GSMH verilerinden hesaplanan ortalama yıllık büyüme hızları Tablo 1’de verilmektedir. Tablo 3.1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme Büyüme Kişi Başına Hızı (%) Büyüme Hızı 1923 – 2002 4,9 2,7 1923 – 1979 5,5 3,1 1923 – 1949 5,1 3,2 1950 – 1979 5,8 3,1 1980 – 2002 3,7 1,6 1980 – 1989 4,0 1,7 1990 – 2002 3,4 1,5 Dönem Kaynak : DPT ve kendi hesaplamalarımız. Ekonomik büyüme hızı Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze yaklaştıkça giderek yavaşlamaktadır. Türkiye’nin 1929 Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yaşadığı çok olumsuz koşullara rağmen, 1950 yılına kadar sağlanan ortalama yüzde 5.1 ve yüzde 3,2 oranındaki kişi başına büyüme hızları çok önemli bir başarı olarak kabul edilmelidir. İthal ikameci sanayileşme politikalarının benimsendiği ve planlı ekonomiye geçilmesinin de katkısıyla, uygulanan Keynesyen politikaların bir sonucu olarak 1950-79 döneminde kişi başına gelirde ortalama büyüme hızı yüzde 3.1 olmuştur. Bu dönemde sanayi27 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları leşme alanında önemli gelişmeler sağlanmış ve ithal ikameci politikaların ilk iki aşaması başarıyla tamamlanmıştır. Benzer bir performans genelde dünya ekonomilerinin önemli bir kısmında yaşanmıştır. Ancak, izlenen politikaların tıkanması sonucunda, 1980 yılından itibaren dışa açık büyüme modeli benimsenmiştir. Ekonominin dışa açılmasına bağlı olarak ihracatın yapısında sanayi ürünleri lehine önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen, 1980-02 döneminde kişi başına büyüme hızı yüzde 1.6 seviyesine gerilemiştir. Bunun temel nedeninin dönem içerisinde giderek artan makro ekonomik ve siyasi istikrarsızlık olduğu söylenebilir. Bütçe disiplinin özellikle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren kaybolması ve bütçe açıklarının iç borçlanma yoluyla finanse edilme stratejisine bağlı olarak, kamu kesiminde çok büyük bir iç borç yükü oluşmuştur. Sermaye hareketlerine 1989 yılında, bütçe denkliği sağlanmadan getirilen serbesti sonucunda; ekonomi dışsal şoklara maruz kalarak, 1994 ile 2001 yıllarında finansal krizler yaşanmıştır. Kamu borç stokundaki artış, Türkiye’nin özerk iktisat politikaları uygulama gücünü de zayıflatmıştır. Bununla beraber uygulanmakta olan ekonomik programın kararlılıkla sürdürülmesi sonucunda, görece başarılı bir döneme girilmiş ve makro ekonomik istikrarın sağlanması yönünde önemli mesafeler de alınmıştır. Türkiye’de kuruluştan günümüze ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 4.9 iken, hızlı nüfus artışa bağlı olarak kişi başına büyüme hızı ise yüzde 2.7 oranında gerçekleşmiştir. Büyüme hızındaki performans, beraberinde tarım ağırlıklı bir yapıdan sanayileşme ve hizmetleşme eksenlerinde yapısal dönüşümlerin gerçekleşmesine yol açmıştır. 1923 yılında tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSMH içerindeki payları sırasıyla yüzde 39.6, yüzde 13.2 ve yüzde 47.2 iken, 2002 yılında tarım yüzde 12’ye gerilemiş, sanayi yüzde 25.6 ve hizmetler sektörü de yüzde 62.3 oranına yükselmiştir. Bu dönüşüme rağmen, ekonominin tarıma olan bağımlılığı yapısal bir sorun olma özelliğini taşımaktadır. İstihdamın 2002 yılı itibariyle sektörel yapısına baktığımızda; tarım yüzde 34.9, sanayi yüzde 18.5 ve hizmetler yüzde 46.5 pay almaktadır. Dolayısıyla, üretimin ve istihdamın sektörel yapısı arasındaki bu uyumsuzluk da bir diğer yapısal soruna işaret etmektedir. Büyümenin kaynakları açısından gelişmiş ülkelerde faktörlerin fiziki miktarları yanısıra niteliklerini temsil eden verimlilik de önemli bir bileşen olmaktadır. Ancak, Türkiye’nin büyümesinde toplam faktör verimliliğinin payı oldukça düşük seviyelerdedir. DPT (2002) çalışmasına göre; 1972-00 döneminde Türkiye’de ortalama yıllık GSYİH artışı yüzde 4.02 olurken; bu büyümenin kaynaklarına baktığımızda; yüzde 72.3’ü sermaye, yüzde 21’i işgücü ve yüzde 6.7’si verimlilik bileşenlerinin katkılarıyla sağlanmıştır. Büyümenin kaynakları 1972-91 ve 1992-00 alt dönemleri itibariyle incelendiğinde ise ikinci dönemde verimliliğin katkısının negatife dönüştüğü gözlenmektedir. Bu durum ise beşeri sermaye ve teknoloji politikalarına yeterince önem verilmediğini göstermektedir. Türkiye’nin ekonomik büyüme performansı karşılaştırmalı olarak Tablo 2’de verilmektedir. 28 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Tablo 3.2: Türkiye’nin Karşılaştırmalı Ekonomik Büyüme Performansı Türkiye ABD Batı Avrupa Doğu Orta Avrupa Doğu Japonya Doğu Asya JPN hariç Dünya Kişi Başına GSYİH, 1990 ABD Doları ile, Satın Alma Gücü Paritesine göre 1950 1.600 9.561 5.013 2.120 1.515 1.926 547 2.114 1980 4.155 18.577 14.056 5.780 4.181 13.429 1.496 4.400 2000 6.550 28.971 19.248 5.600 4.421 21.101 4.293 5.850 Kişi Başına GSYİH’nın Ortalama Yıllık Büyüme Hızı (%) 1980 / 50 3,1 2,2 3,5 3,4 3,4 6,7 3,4 2,5 2000 / 80 1,8 2,2 1,6 -0,2 0,3 2,3 5,4 1,4 2000 / 50 2,5 2,2 2,7 2,0 2,2 4,9 4,2 2,0 Kaynak : Pamuk (2003), s. 389. Birinci dünya savaşı öncesinden günümüze kadar geçen süreye bir bütün olarak bakıldığında, Türkiye ile dünyanın en yüksek gelirli ülke ya da bölgeleri arasındaki ortalama gelir farklarının azalmadığı görülmektedir. Cumhuriyet Türkiyesinin uzun vadeli iktisadi büyüme performansı belirli bir başarıya işaret etmesine rağmen, Doğu Asya, Japonya, Güney Kore gibi 20. yüzyılda, özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısında iktisadi performansıyla dikkat çeken başarılı ülkeler kadar olmadığı açıktır (Pamuk, 2003). Ülkelerin uzun vadeli performanslarının değerlendirilmesinde ve karşılaştırılmasında kullanılabilecek bir diğer yaklaşım “İnsani Gelişme Endeksi” olmaktadır. Türkiye’nin, kişi başına gelir, okur-yazarlık oranı ve yaşam beklentisi gibi göstergeler esasına göre hesaplanan insani gelişme alanındaki gelişimi seçilmiş bazı ülkelerle birlikte Tablo 3’te verilmektedir. Tablo 3.3: Türkiye ve Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi Yıllar Türkiye ABD Almanya Japonya Yunanistan İspanya Portekiz Güney Kore 1975 0,593 0,863 .. 0,854 0,808 0,819 0,737 0,691 1980 0,617 0,884 0,859 0,878 0,829 0,838 0,760 0,732 1985 0,654 0,898 0,868 0,893 0,845 0,855 0,787 0,774 1990 0,686 0,914 0,885 0,909 0,859 0,876 0,819 0,815 1995 0,717 0,925 0,907 0,923 0,868 0,895 0,855 0,852 2000 0,742 0,939 0,925 0,933 0,885 0,913 0,880 0,882 Kaynak : Human Development Report 2002 29 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tablodan da izlenebileceği üzere ülkemizde insani gelişme açısından bir ilerleme gözlenmektedir. Ancak, ilerleme hızı düşük kaldığı için ülkemiz hala 2000 yılı verilerine göre 173 ülke arasında 85. sırada orta düzey insani gelişme grubunda yer almaktadır. Bununla beraber 2001 yılında yaşanan kriz, İGE değerini olumsuz yönde etkilemiş ve Türkiye’nin 2001 yılı İGE sıralamasındaki yeri 175 ülke arasında 96. sıraya gerilemiştir (UNDP, 2003). Söz konusu raporda dikkat çeken bir diğer nokta da satın alma gücüne göre kişi başına gelir sıralamasındaki yerimiz ile İGE sırası arasında 16 basamak bulunmasıdır. Diğer bir ifade ile ülkemiz insani gelişme açısından daha gerilerde yer almaktadır. Bu durum, büyüme stratejilerinde sadece kişi başına gelire odaklanılmaması gerektiğine işaret etmektedir. 3.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi 1963 yılında başlayan planlı ekonomi döneminde 8 adet beş yıllık kalkınma planı (BYKP) hazırlanmıştır. Her bir BYKP için hedef ve gerçekleşmeler Tablo 4’te yer almaktadır. Tablodan da izlenebileceği gibi planlı dönemde hedeflerin altında bir performans yakalanmıştır. Tarım sektörünün doğa koşullarına olan bağımlılığının devam etmesi nedeniyle sektörel hedeflerde daha fazla sapma olmuştur. Planlı dönemde ekonominin ortalama yüzde 6.6 oranında büyümesi hedeflenirken, gerçekleşme yüzde 4.8 oranında kalmıştır. Planlı dönem büyümesinin daha çok sanayileşme ekseninde gelişmesi tercihi yapılmış ve sanayi sektöründeki ortalama büyüme hızı yüzde 8.8 oranında hedeflenirken, yüzde 7 oranında gerçekleşmiştir. Bu dönemde sanayileşme ekseninde başarılı olunmakla beraber, 1990’lı yıllarda krizlerin de etkisiyle sanayileşme hamlesi yavaşlamıştır. Tablo 3.4: Türkiye Ekonomisinde Planlı Dönem Büyüme Hızları (%) Tarım Sanayi Hizmetler GSMH Plan Dönemi Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma I. Plan 1963-67 4,2 3,0 -1,2 12,3 10,9 -1,4 6,8 7,2 0,4 7,0 6,6 -0,4 II. Plan 1968-72 4,1 1,8 -2,3 12,0 9,1 -2,9 6,3 6,6 0,3 7,0 6,3 -0,7 III. Plan 1973-77 3,7 1,2 -2,5 11,2 8,8 -2,4 7,7 7,3 -0,4 7,9 5,2 -2,7 1978 Programı 4,1 2,8 -1,3 8,8 3,4 -5,4 ... ... ... 6,1 1,2 -4,9 IV. Plan 5,3 0,3 -5,0 9,9 2,4 -7,5 8,5 2,6 -5,9 8,0 1,7 -6,3 1984 Programı 3,5 0,5 -3,0 6,6 9,9 3,3 4,5 7,9 3,4 6,1 7,1 1,0 V. Plan 1985-89 3,6 0,8 -2,8 7,5 6,5 -1,0 6,5 5,0 -1,5 6,3 4,7 -1,6 VI. Plan 1990-94 4,1 1,6 -2,5 8,1 2,8 -5,3 6,7 4,1 -2,6 7,0 3,5 -3,5 1995 Programı 2,5 2,0 -0,5 4,9 12,1 7,2 4,3 6,3 2,0 4,4 8,0 3,6 VII. Plan(*) 1996-00 3,3 1,7 -1,6 6,9 4,0 -2,9 6,0 4,5 -1,5 6,3 3,8 -2,5 VIII. Plan 2001-05 2,1 Ortalama 1963-00 3,8 4,8 -1,8 1979-83 7,0 1,6 -2,3 8,8 7,5 7,0 -1,8 6,4 6,7 5,7 -0,6 6,6 (*): Hedeflerde ortalama alınmış olup, sapma gerçekleşme ile hedef farkını göstermektedir. 30 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Ülkemiz sanayiinin teknolojik yönelim açısından; sanayi ürün ihracatının çok büyük bir kısmının, başta emek-yoğun mallar olmak üzere kaynak-yoğun ve ölçek-yoğun mallardan oluşması, buna karşılık bilime dayalı ve uzmanlaşmış ürünlerin payının son yıllardaki kıpırdanmaya karşın hala çok düşük düzeylerde kalmış olması, dikkate alınmalıdır (Şenses ve Çakmak 2003). Bu durum, sanayi sektöründe üretim, teknoloji ve ihracat eksenlerinde yeniden yapılanma ihtiyacını göstermektedir. 8.BYKP başında yaşanan cumhuriyet tarihinin en şiddetli ekonomik krizi, plan hedeflerinin yakalanmasını zorlaştırabilecektir. Türkiye’de yeniden sürdürülebilir hızlı büyüme oranlarının yakalanmasında, sanayileşmenin önemi mutlaka dikkate alınmalıdır. 3.3. Türkiye’de Büyümenin Güçlü ve Zayıf Yanları, Fırsatlar ve Olası Tehditler GZFT analizi, içsel ve dışsal faktörlerin karşılıklı etkileşim içinde sistematik olarak incelendiği bir yöntemdir. Bu kapsamda incelenen konunun (kuruluşun) içsel olarak güçlü ve zayıf yönleri ile dışsal etkenlerden kaynaklanan fırsatlar ve tehditler belirlenir. Bu yaklaşımda, güçlü ve zayıf yönler ile, karşı karşıya olan fırsat ve tehditler analiz edilmekte ve geleceğe dönük stratejiler geliştirilmektedir. Burada temel amaç, kuruluşun mevcut performansı ve sorunlarını da dikkate alarak potansiyellerini belirlemektir. Belirlenecek güçlü yönler kuruluşun gelecekte yöneleceği hedeflere ışık tutacak, zayıf yönler ise kuruluşun alacağı tedbirlere baz teşkil edecektir. Geleceğe dönük stratejiler geliştirilirken fırsatlar önemli oranda etkili olmakta, tehditler ise yakından izlenmekte ve bu tehditlere dönük tedbirler alınmaktadır. Güçlü Yönler • • • • • • • • • • • • • • • • • Deneyimli girişimcilerin varlığı Genç nüfus (orta vadede) Ulusal Yenilik Sisteminin kurulmuş olması Bölgenin istikrarlı bir ülkesi olması Uluslararası ticarete yönelik anlaşmalara katılım Bölgesel gelişmişlik farklarının farkında olmak Üretiminde tekel olunan kritik ürünlerin varlığı Yapısal problemlerin çözümüne yönelik olarak çok sayıda yasal düzenlemenin yapılmış olması Turizm açısından doğal, tarihi, kültürel zenginlik Bölgesel göreli su zenginliği Tarımsal ürün(ler) de potansiyel olarak kendi kendine yeterlilik Flora, fauna zenginliği ve ürün çeşitliliği Türk toplumunun gelişme ve modernleşme yönündeki kararlılığı Ekonomik yapının teknolojik gelişmelere uyumunda “geçmişe bağımlılığın” engel olmaması Vergilendirme potansiyeli bakımından kayıt dışı ekonominin büyüklüğü AB’ye tam üyelik sürecinde alınan mesafe ve kararlılık Toplumsal çeşitliliğin varlığı 31 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • • • • • Piyasa ekonomisi deneyimi Uluslararası taşımacılık ve lojistik bakımından konumu Dış Türkler, kurumlar ve firmaların varlığı Jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik konum Dayanışmacı ruh ve kimlik Zayıf Yönler • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Ekonomik yapıdaki verimsizlik ve etkinsizlikler Yatırımların nicel ve nitel yetersizlikleri Organizasyon ve kurumsallaşmadaki yetersizlikler Makroekonomik ortamdaki istikrarsızlıklar Ekonominin dışa bağımlı yapısı Mal, faktör ve mali piyasalardaki rekabetçi olmayan yapı Bilgi ve teknolojinin difüzyonu / yayılımı, üretimi, geliştirilmesi ve kullanımındaki eksiklikler Sektörel entegrasyondaki zayıflıklar Tarımın üretim ve istihdamdaki göreli ağırlığı Firma bazında verimsizlikler ve etkinsizlikler Stratejisizlik, felsefesizlik, ufuksuzluk (vizyonsuzluk) Mikro ve makro anlamda veri yetersizliği Hukuki yapının iktisadi yapıyı kavrayamaması Kaynak yetersizliği ve kaynakların etkin kullanılmaması, Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü Toplumun eğitim düzeyinin düşüklüğü Borç stokunun büyüklüğü ve finansmanı Teşvik sisteminin etkin olamayışı Ekonomide dual yapı Gelir dağılımında bozukluk Yoksulluk Yoksunluk Ar-Ge altyapısının yetersizliği Ar-Ge deneyim ve kültürünün zayıflığı Ar-Ge’ye ayrılan kaynak ve teşviklerin yetersizliği Nüfus artış hızı ve nüfus dağılımındaki dengesizlik Maliye kurumunun etkin çalışamaması Yenilikçi kültürün zayıflığı Bürokratik engellerin varlığı Eğitim sisteminin bağımsız düşünebilen, yenilikçi insan yetiştiremeyen yapısı Kurumsal yönetişimin zayıflığı İşsizlik İşgücünün hizmet içi eğitim eksikliği Mesleki ve teknik eğitimin göreli zayıflığı İşgücündeki yanlış eşlendirme (mismatching) Mali sistemin küçük olması (sığlık) 32 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • • • • • • • • Yatırım yapma maliyetlerinin göreli yüksekliği Üniversite-sanayi işbirliğinin zayıflığı Yerel inisiyatifin kullanılmaması Uluslararası kurum ve kuruluşlar ile bürokratik yapımız arasında yaşanan uyumsuzluklar nedeniyle ortaya çıkan kırılganlıklar Enerjide dışa bağımlılık ve uluslararası enerji piyasalarındaki istikrarsızlık Makroekonomik istikrarsızlık, siyasi istikrarsızlık, nepotizm, rüşvet ve benzeri olumsuzluklar Uluslararası siyasi ve iktisadi bağımlılık Kaynak yoğun, emek yoğun ve ölçek yoğun sanayilerin toplam sanayi üretimi ve ihracatında yüksek paya sahip olması Fırsatlar • • • • • • • • • • • • • AB’ye tam üyelik Başlangıç kişi başına gelir düzeyi düşüklüğü Bölgesel hinterlandın (AVRASYA) sağladığı fırsatlar Tekno-Ekonomik paradigmada yaşanmakta olan değişim süreci Tüketim kalıpları ve deseninde yaşanmakta olan değişim süreci Uluslararası kaynakların sundukları fırsatların giderek artma eğiliminde olması Dünyadaki turizm eğilimlerindeki değişimlere Türkiye’nin yanıt verebilecek kaynaklarının olması Suyun ve bazı doğal kaynakların giderek daha önemli hale gelmesi Orta Asya enerji kaynaklarının batıya ulaştırma ihtiyacının artması Avrupa’nın genç nüfus ihtiyacının artması Biyoteknoloji / Genetik alanındaki gelişmeler Dünyada hizmet ihracatında (yazılım gibi) gözlenen artış eğiliminin ortaya çıkaracağı fırsatlar Giderek artan araştırma ve araştırmacı potansiyeli Tehditler • • • • • • • • • • • • • Avrupa Araştırma Alanı’nın başarıyla kurulması sonucu beyin göçünün artma olasılığı Çevre ülkelerdeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın artması AB sürecinin uzaması ya da AB dışında kalınması Uluslararası para ve mal piyasalarındaki olası krizler Yeni ürünler ve teknoloji şokları Sanayiinin yoğunlaştığı bölgelerde yaşanabilecek olası depremler Küresel ısınmanın etkilerinin giderek artması ve ülkemizdeki toprak erozyonu Bilim dışı anlayış ve iklimin ekonomik ve toplumsal yaşamda giderek etkin hale gelmesi Çevre ülkelerin doğrudan yabancı yatırım çekmede daha başarılı olması Uluslararası enerji piyasalarında ortaya çıkabilecek şoklar Çok uluslu firmalar arasında artan birleşme ve satın alma eğilimi Başta Çin ve Hindistan olmak üzere artan uluslararası rekabet İşsizlik ve gelir dağılımı bozukluğunun yaratacağı olası sosyal problemler 33 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 4. Türkiye’nin Orta ve Uzun Dönemde Sürdürülebilir Hızlı Büyüme Stratejisi İçin Amaçlar ve Hedefler GZFT çalışması bulgularının teori ve olgularla ele alınarak uyumlaştırılmasının sonuçlarına değinmeden önce büyüme ortamının tanımlanmasında referans alınabilecek dört unsura başlıklar halinde değinilecektir: • Endüstriyel alt yapı ve teknoloji • Organizasyon (Beşeri sermaye, “iyi” yönetişim, devlet-piyasa ilişkisi, mülkiyetfikri haklar, hukuk-kural üstünlüğü gibi) • Finansman • Coğrafi konum Giriş bölümünde geçmiş yıllardaki büyüme performansı-içsel dinamizmi dikkate alındığında %10 gibi en alt düzeylerde olması gereken ama zor gibi görünen bu orana ulaşılmasında tedrici bir uygulama uygun görülebilir (merdivenin basamaklarını teker teker çıkar gibi); Teknik anlatımla büyüme oranında küçük küçük değişmeleri mümkün kılıcı, büyümeye yeni bir dinamizm-ortam kazandırmak gereklidir. Bu noktadan hareketle, sisteme verilecek kontrol edilebilir şokların (stratejik dinamiklerin) önemi daha da artmaktadır. Uzun dönemde amaç ekonomiye kendi dinamikleri ile gelişen bir büyüme ortamı kazandırmak olmalıdır. Vurgulanması gereken diğer bir nokta, dinamik büyüme ortam arayışlarının yalnızca gelişmekte olan ülkelere özgü olmadığıdır. Örnek olarak giriş kısmında büyüme oranları konusunda karşılaştırma yapılan AB verilebilir. Son yıllarda büyüme ortamında görülen verimlilik açısından göreli düşük performansı ve bunun büyüme trendlerine etkisinin doğurduğu büyük tedirginlik bu gelişmiş bölgenin de arayışlara gitmesine neden olmuştur. Bir OECD çalışmasında işgücü verimliliğini doğrudan veya dolaylı (olumlu-olumsuz) etkileyen nedenler araştırılmaktadır (De Serres, 2003) . Yapısal olduğu ortaya çıkan faktörler üç başlık altında toplanmaktadır: • İşgücü kaynak kullanımını etkileyen faktörler - Vergi ve sosyal güvenlik sistemi - İşgücü ve ürün piyasalarındaki düzenlemeler (regülasyon anlamında) • Fiziki ve beşeri sermaye birimleri yoğunluğunda ortaya çıkan farklılıkların belirleyicileri - Fiziki sermayenin niteliğindeki gelişmeler - Beşeri sermayenin kompozisyonu • Teknolojik ilerlemede gözlenen farklılığına yol açan unsurlar Yukarıdaki gelişmiş ülke-bölge örneğinde verilen büyüme ile ilgili neden (faktör) belirleme süreci aslında önemli bir gerçeği de ön plana çıkarmaktadır. Büyüme ortamı yalnız başına ele alınmamalıdır. Tüm ekonomik ortamın bir parçası olarak düşünülmelidir (vergi sistemi, oligopolistik mal piyasaları gibi). 34 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Ayrıca belirtilmelidir ki iktisadi büyüme, ekonomilerin uzun vadeli değerlendirmelerinde tek ölçüt olamaz. Bu açıdan, büyüme ile birlikte istihdam, gelirin bölüşümü ve yaşam beklentisi, eğitim, sağlık gibi boyutları içeren insani gelişme de dikkate alınmalıdır. Nitekim, Türkiye’nin henüz “yüksek insani gelişme” konumuna ulaşamadığı daha önce belirtilmişti. Ayrıca, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı ve yaklaşımını da içerecek biçimde konu ele alınabilir. Bu durum, birbirini destekleyen, ayrıntılı ve kendi içinde tutarlı önlemlerden oluşan, kısa ve orta/uzun dönemleri kapsayan ve yerel koşulları ön planda tutan yeni bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Büyüme olgusuna bakışın değişmesi ve genişlemesine bağlı olarak hem iktisadi politikaların tasarımında hem de uygulanma aşamasında; toplumsal cinsiyet, bölge ve sektör boyutlarında da önceliklerin belirlenmesi yanında hedeflerin somutlaştırılmasında yarar sağlanabilecektir Aşağıdaki kısımda bazı stratejileri bu açılardan ele almakta yarar vardır. 4.1. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi Bu kısımda, raporun 2. ve 3. bölümlerinde yer alan bilgilerle beraber, Türkiye’nin genelde büyüme açısından güçlü yönlerinin en üst düzeyde değerlendirilebilmesi, zayıf yönlerinin güçlendirilmesi ve mevcut fırsatlardan yararlanabilmesi bağlamında sahip olduğu potansiyelin harekete geçirilmesi yanı sıra, karşı karşıya kalabileceği olası tehditlerin bertaraf edilebilmesine yönelik olarak geliştirilen önerilere başlıklar halinde yer verilmektedir. 4.1.1. Yatırımlar ve Finansman Kuramsal kısımdan da izlenebileceği gibi hızlı büyüme oranlarına ulaşılmasında yatırımlar nicelik, nitelik, maliyet ve finansman açısından önem taşımaktadır. • Yatırımların artırılabilmesi için; - Bankacılık sisteminin kredi verme kapasitesini yükseltmek için finansal piyasalardan Hazine’nin finansman gerekliliğinin azaltılması, - Bankacılık sisteminde sermaye yeterlilik rasyosunun iyileştirilmesi ve buna bağlı olarak kredi verme kapasitesinin yükseltilebilmesi için; donuk krediler, alacakların tahsilatı nedeniyle edinilen gayri menkuller ve finansal olmayan iştirak kalemlerinin, varlık yönetim şirketlerine devredilmesini sağlayacak düzenlemenin yapılması, - Parasal ve parasal olmayan teşviklerin selektif ve yönlendirici olacak şekilde yeniden yapılandırılması, - Devlet yardımlarında genellikle nakdi olmayan parasal ve parasal olmayan (vergisel) teşviklerin yeniden yapılandırılması, - Kredi şeklindeki kamu desteklerinin; ihracatın finansmanında Eximbank örneğinde olduğu gibi, yatırım, üretim ve konut finansmanında Türkiye Kalkınma Bankası üzerinden ticari bankalar aracılığı ile kullandırılması, - Kamu harcamalarında etkinliğin sağlanabilmesi için “kaynak tahsis modelinin” bölgesel ihtiyaçları gözetecek ve gerekirse pozitif ayrımcılığı da benimseyecek şekilde yeniden oluşturulması, 35 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları - Kurumsal ve bürokratik yapının iyileştirilmesi, - Mevcut kamusal yatırımları işler hale getirmek üzere gerekli kaynakların ayrılması ve - Genç girişimciliğin desteklenmesi sağlanmalıdır. • Yatırım maliyetlerinin göreli yüksekliğini düşürmek amacıyla; - Finansal aracılık maliyetlerini artıran BSMV, SSF, damga vergisi ve harçlar gibi faiz yükünü artıran kalemlerin aşağıya çekilmesi ya da kaldırılması, - Enerji maliyetlerinin aşağıya çekilmesi, - İşveren üzerindeki vergisel yüklerin azaltılması, -Yeni yatırımların deprem standartlarını sağlamasının yatırım ön koşulu olarak getirilmesi, - Sanayiinin Türkiye’de deprem riski daha düşük bölgelere doğru mekansal olarak yayılması. Bu amaca hizmet ederken aynı zamanda bölgesel zenginlikleri değerlendirecek yeni sanayi dallarının oluşturulması, - Banka dışı finansal sistemin ve araçlarının geliştirilmesi, gerekmektedir. 4.1.2. İnsan Kaynakları ve Eğitim Günümüzde beşeri sermaye, büyümenin içselleştirilmesi açısından en önemli unsurlardan biri olarak ön plana çıkmıştır. Kıt kaynakların verimli kullanımında beşeri sermayenin etkin kılınması, insan kaynakları ve eğitim politikalarına bağlıdır. • İnsan kaynakları niteliğinin geliştirilmesi için; - Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik gelişimine uygun olarak ileri teknoloji sanayileri için teknik insan gücünün yetiştirilmesi, - Tersine beyin göçünü sağlayacak politikaların geliştirilmesi ve - İşgücüne katılım oranının, özellikle de kadın işgücünün payının yükseltilmesi suretiyle artırılması, sağlanmalıdır. • Eğitim düzeyinin yükseltilmesi amacıyla; - Okul öncesi eğitimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, zorunlu eğitimin 11 yıla çıkarılması, - Eğitim politikasının tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde gereksinim duyulan ve duyulacak yeni işgücünü karşılayacak bir biçimde şekillendirilmesi, - Teknik eğitime önem verilmesi, - ARGE kültürünü ve üniversite-sanayi işbirliğini destekleyen eğitim sisteminin oluşturulması, - Hizmet içi eğitimin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması, - Tüm eğitim sisteminin yenilikçi ve bağımsız düşünceye önem verecek şekilde yeniden yapılandırılması ve - Eğitime ayrılan kaynakların artırılması sağlanmalıdır. 36 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri 4.1.3. Gelir Dağılımı Ülkemizde hem fonksiyonel hem de bölgesel düzeydeki gelir dağılımı bozukluğunun düzeltilebilmesi amacıyla; - Sosyal güvenlik sisteminin tek çatı altında toplanması ve tüm vatandaşları kapsayacak biçimde geliştirilmesi, - Fonksiyonel olduğu kadar sektörel ve bölgesel dinamikleri de dikkate alan bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması, - Asgari ücret üzerinden alınan vergilerin azaltılması ya da kaldırılması, - Doğrudan vergiler (gelir, kurumlar ve servet vergileri) artırılıp, vergi yapısının daha eşitlikçi bir gelir dağılımı ile tutarlı hale getirilmesi ve yeniden dağıtımının sağlanması, - Yoksulluğu önleyecek sosyal politikaların, yoksullar arasındaki yaş, toplumsal cinsiyet, yerleşim yeri, işgücü piyasası içindeki konum ve eğitim durumu açısından varolan farklılıkları gözeterek geliştirilmesi, - AB’nin sunduğu mali olanaklardan ve politika araçlarından yararlanılması, - Bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmaya yönelik yeni politikaların geliştirilmesi, - Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına yönelik önlemlerin alınması ve - Sosyal yardım ağlarının etkinleştirilmesi, gerekmektedir. 4.1.4. Kurumsal Yapı Ülkemİzde, devam etmekte olan yapısal reformlar kapsamında kurumsal yapı yeniden organize edilmektedir. Sürdürülebilir yüksek büyüme açısından sürecin etkin olarak tamamlanması için; • AB’ye tam üyelik sürecinde hukuk sisteminin ve kurumsal yönetişimin kayıt dışı ekonomiyi en aza indirecek şekilde yeniden yapılandırılması, • Kurumların görev, yetki ve sorumluluk alanları arasındaki çatışmalardan kaynaklanan sorunların giderilmesi ve koordinasyonun sağlanmasına yönelik düzenlemeler yapılarak bilgiye dayalı karar alma süreçlerinin kurulması, • Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde STK’larının güçlendirilerek, iyi yönetişimin artırılması, • Ekonomik ve kurumsal alanlarda yapısal dönüşüm programlarının devam etmesi ve kurumlar arası işbirliğinin artırılması yoluyla “kırılganlığın” azaltılması, • Türkiye’deki istatistiki altyapı ve veri tabanının AB ile uyumlaştırılması ve uluslararası karşılaştırmalara izin verecek şekilde geliştirilmesi, • Uluslararası anlaşmalarda, ulusal stratejilerde yer alan önceliklerin dikkate alınması, • Piyasa mekanizmasının etkin çalışmasının sağlanması, • Uluslararası pazarlardaki rekabet gücünün korunması ve geliştirilmesi için aktif ticaret politikalarının uygulanması ve bu çerçevede, haksız rekabete yol açan dampingli ve sübvansiyonlu ithalata karşı önlemlerin alınabilmesi için izleme modelinin kurulması, 37 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Siyasi ve hukuki sistemin iyileştirilmesine yönelik düzenlemelerin devam ettirilmesi ve • Kamu ve özel kesimde iyi yönetişim altyapısının oluşturulması ve geliştirilmesi, gerekmektedir. 4.1.5. Teknoloji Büyüme stratejilerinin oluşturulmasında teknoloji hem rekabet hem de büyüme sürecinin içselleştirilmesi açısından ele alınmaktadır. Teknoloji, sadece “içerilmiş” niteliğiyle değil “İçerilmemiş” teknolojik gelişme yönüyle de büyüme dinamiklerinde etkin kılınabilmesi için; • Temel ve uygulamalı araştırmalarda Vizyon 2023 Teknoloji Öngörüsü Projesinde belirlenmiş öncelikli alanların/konuların dikkate alınması, • Bir “Avrasya Araştırma Alanı”nın oluşturulma olanaklarının araştırılması, • Ulusal yenilik sisteminin eksik kurum ve düzenlemeler bakımından güçlendirilerek etkin hale getirilmesi, bu kurumlar arasında yakın işbirliği ve eşgüdümün sağlanması, • Teknoloji transferi ve yaygınlaştırılmasına ilişkin olarak AR-GE harcamalarının artırılarak eşik düzeyi geçmesi ve bu artışın temel olarak özel sektör tarafından sağlanmasına yönelik önlemlerin hayata geçirilmesi, • Kamu AR-GE kuruluşlarının yeniden yapılandırılması, kamu alımlarında, özellikle askeri alımlarda alımların belirli bir yüzdesinin AR-GE’ye ayrılması gibi tedbirlerle yerel AR-GE yeteneklerinin geliştirilmesi, • Toplam faktör verimliliğinin artırılması yönünde ulusal bir politikanın hayata geçirilmesi, • Depreme dayanıklılığı sağlayıcı teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımı yönünde önlemlerin alınması, • Ülkemizdeki çok uluslu şirketlerden bilgi ve teknoloji transferini artırmaya yönelik politika uygulanması, • Sanayileşme sürecinin yeniden hız kazanması ve sanayi üretiminin yüksek katma değerli sektörlere doğru yapısal bir dönüşümün sağlanması için teknoloji yoğun ve katma değeri yüksek alanlardaki yatırımların özendirilmesi, • AB 6. Çerçeve Programının sağladığı imkanlardan en üst düzeyde yararlanma yönünde gereken önlemlerin alınması ve • Beyin göçünün önlenmesi için ileri teknoloji alanlarında istihdamın geliştirilmesi ve buna uygun ücret sistemlerinin oluşturulması, sağlanmalıdır. 4.1.6. Doğal Koşullar ve Endüstriyel Altyapı Ülkemiz doğal kaynak ve endüstriyel altyapısının hızlı büyümeye katkıda bulunabilmesi için; • Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kafkasya ile Avrupa Birliği arasındaki konumunun (ticaret, yatırım, ulaştırma, enerji, turizm v.b. alanlarda) değerlendirilmesine yönelik politikalar üretilmesi, • Dış Türkler, kurumlar ve firmalarla iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesi, • Üretiminde tekel olunan kritik ürünlerin katma değeri yüksek nihai ürünler haline getirilmesi yönünde uygulamaların özendirilmesi, 38 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına ağırlık verilmesi, • Flora ve fauna zenginliğini korumak, ilaç ve kozmetik sanayi, organik tarım ve gen bankacılığı alanlarında kullanılmak üzere gerekli düzenlemelerin yapılması, • Turizm sektörünün dünyada değişen eğilimlere yanıt verebilecek hale getirilebilmesi için sektörel, yatay ve dikey entegrasyon yönünden kaynak dağılımı ve teşvik sistemindeki etkinsizliğin giderilmesi, • Yeni tanıtım stratejilerinin geliştirilerek uygulanması, • Çevre ülkelerle her türlü işbirliğinin geliştirilerek bölge ticaretinin artırılması, • Tarımsal yapının sanayileşme ve biyoteknoloji ekseninde dönüştürülmesi sağlanmalıdır. 4.1.7. AB’ye Tam Üyelik Süreci AB’ye tam üye olamama riski bulunmakla beraber üyelik sürecinde AB ile ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere; • Değişik alanlarda AB Programlarına (6. Çerçeve Programı, Sokrates, Erasmus, Marie Curie, MEDA v.b.) katılımın artırılarak AB ile bütünleşmenin sağlanması, • Mevzuat uyum çalışmalarının hızla tamamlanması ve bu husustaki uygulamaların yerleşmesinin sağlanması ve • AB’nin bölgesel kalkınmaya yönelik araç ve fonlarından yararlanılması, sağlanmalıdır. 4.1.8. Bölgesel ve Mekansal Avantajlar Etkin bir büyüme stratejisi için ekonomik faaliyetlerin bölgesel veya mekansal dağılım avantajlarından yararlanmak amacıyla; • Yerel teknolojik bilgi ve yenilik kapasitesini dikkate alan bir biçimde yatırımların mekansal dağıtımının sağlanması • Yatırımların rekabetçi üstünlüklere dayalı olarak endüstriyel kümelenme ve dışa açıklık ilişkisine göre yönlendirilmesi ve belirlenmesi • Ağ dışsallıklarından ve yığılma ekonomilerinden yararlanmayı amaçlayan bir endüstriyel organizasyon biçiminin oluşturulması • Yabancı sermaye girişi ve teknoloji transferini kolaylaştıran yatırımların endüstriyel kümelenmeler içinde gerçekleştirilerek bilginin yayılımının sağlanması • İleri teknoloji içeren veya yenilik potansiyeli taşıyan riskli yatırımların Girişim Sermayesi Ortaklığı (Risk sermayesi) ile desteklenmesi • Global değer yaratma zincirlerini gözeten bir biçimde yüksek katma değerli üretim aşamalarının gerçekleştirilmesi ve markalaşma amacına yönelik yatırımların başlatılması • Üniversite sanayi işbirliğinin Araştırma Parkı veya Teknoloji Geliştirme Bölgeleri doğrultusunda ilerletilmesi ve böylece AR-GE çıktısının yayılımının sağlanması 39 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 5. Sonuç ve Değerlendirme Türkiye ekonomisinin son yirmi beş yıllık performansının özellikle Uzak Doğu’daki yeni gelişen ekonomiler referans alındığında göreli olarak daha zayıf kaldığı gözlenmektedir. Bununla birlikte, orta ve uzun vadeli büyümeye odaklanan iktisat politikalarının oluşturulması halinde, genç nüfusumuz, bölgesel konumumuz, endüstriyel altyapımız ve tarihsel birikimimizden gelen potansiyelin harekete geçirilmesi ile gelecek yılların büyüme açısından daha başarılı olması mümkün görünmektedir. Teorik ve ampirik büyüme literatürü taraması, GZFT analizi ve mevcut durumun irdelenmesi sonucunda; Türkiye’nin önemli bir büyüme potansiyeline sahip olduğu ancak, bu potansiyeli harekete geçirebilmesi için; • Makroekonomik ve siyasi istikrarın sürekli ve kalıcı bir şekilde sağlanması, • Sermaye birikiminin hızlandırılması, • Toplam faktör verimliliğinin arttırılması, • Dışsal ekonomiler ve artan getirilerin yerel düzeydeki olanaklarından yararlanarak ekonomik büyümenin coğrafi-mekansal temellerinin oluşturulması, • Bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin derinleştirilerek yaygınlaştırılması, • Her kademede okullaşma oranlarının hızla yükseltilmesi ve hizmet-içi eğitimin arttırılarak insan sermayesi birikiminin yükseltilmesi, • Bölgesel ve küresel fırsatların sürekli izlenmesi ve değerlendirilmesi • Kurumsal yapının buna uygun olarak düzenlenmesi, gerekmektedir. Bu şekilde güçlü bir rekabetçi yapıya kavuşacak olan Türkiye, gelişmiş ülkelerle arasındaki gelir farkını uzun olmayan sürede kapatma şansına sahip olabileceği gibi, son dönemlerde kendisinden daha hızlı büyüme performansı gösteren Doğu Asya ülkelerini de yakalama ve hatta geçme imkanını bulabilecektir. 40 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri Kaynakça • Acemoğlu, D. ve J. A. Robinson (2000), “Inequality, growth, and development: democratization or repression”. European Economic Review, 44: 683–693. • Adelman, I. ve E. Yeldan (2000), “The End of the Developmental State?”, Structural Change and Economic Dynamics, Eylül, (11): 95-109. • Akdede, S.H. ve F. Erdal (2003), “Public Capital in Regional Growth Convergence: A Developing Country Test”, Open Minds Conference – Europe in Global World, Blending Differences, University of Lodz, Lodz, Polonya, 13-14 Eylül 2003. • Alesina, A. ve Dani Rodrik (1994), “Distributive Politics and Economic Growth”. Quarterly Journal of Economics, 109(2): 465-490. • Alesina, A. ve Perotti, R. (1996), “Income Distribution, Political Instability, and Investment”. European Economic Review, 40: 1203–1228. • Alesina, A. ve Rodrik, D. (1996), “Distributive politics and economic growth”. İçinde yayınlandığı kitap: Economic Growth: Theory and Evidence, Cilt 2. Cheltenham, UK: Elagar Reference Collection. International Library of Critical Writings in Economics, No. 68. • Alesina, A.; Ş. Özler, N. Roubini ve P. Swagel (1992), “Political Instability and Economic Growth”. Journal of Economic Growth, 1(2): 189-211. • Algan, N. (1990), “Türkiye’nin Ekonomik Kalkınmasında Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinin Önemi ve Adana İl Merkezinde Konuyla İlgili Bir Araştırma”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Alkin, E. (2001), “Büyüme, İstikrar ve Yabancı Sermaye İlişkisi”, in A. Tarhan (ed.), Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye, T:C: Merkez Bankası İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü, Ankara. • Ansari, M. I. ve S. K. Singh. (1997), “Public Spending on Education and Economic Growth in India: Evidence from VAR Modelling”. Indian Journal of Applied Economics, 6 (2): 43–64. • Aron, J. (2000), “Growth and Institutions: A Review of the Evidence”. The World Bank Research Observer, 15(1): 99-135. • Assane, D. ve A. Pourgerami (1994), “Monetary Co-operation and Economic Growth in Africa: Comparative Evidence from the CFA-Zone Countries”. Journal of Development Studies, 30(2): 423-442. • Ateş, S. (1998), “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamiklerinin Analizi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Ateş, S. (2001), “Kamu Harcamaları ve Vergi Politikalarının Uzun Dönemli Büyüme sürecine Etkileri: Yeni İçsel Büyüme Modelleri Açısından Bir Bakış ve Türkiye Örneği”, International METU Conference in Economics V, 10-13 Eylül, Ankara. • Ateş, S. (2003), “Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Vergi Politikalarının Uzun Dönemli Büyüme Sürecine Etkileri: Yeni İçsel Büyüme Modelleri Açısından Bir Bakış” Çukurova Üniversitesi, İktisat Bölümü, Yayınlanmamış çalışma. • Azariadis, C. ve A. Drazen (1990), “Threshold Externalities in Economic Development”. Quarterly Journal of Economics, 105(2): 501-526. • Baffes, J. ve A. Shah (1998), “Productivity of public spending, sectoral allocation choices, and economic growth”. Economic Development and Cultural Change, 46: 291-303. • Bairam, E. (1988), “Balance of Payments, the Harrod Foreign Trade Multiplier and Economic Growth: The European and North American Experience, 70-95”. Applied Economics, December: 1635-1642. 41 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Bardhan, P. (1997), “Corruption and Development: A Review of Issues”. Journal of Economic Literature, 35(3): 1320-1346. • Barro, R. J. (1990), “Government Spending in a Simple Model of Endogenous Growth”. Journal of Political Economy, 98(5), Part 2: S103-S125. • Barro, R. J. (1991), “Economic Growth in a Cross Section of Countries”. Quarterly Journal of Economcs, 106(2): 407-443. • Barro, R. J. (1994), “Economic Growth and Convergence”. Institute for Contemporary Studies, Occasional Paper. • Barro, R. J. (1996), “Democracy and Growth”. Journal of Economic Growth, 1(1): 1-27. • Barro, R. J. (1997), “Determinants of Economic Growth: A Cross-Country Empirical Study”. Harvard Institute for International Development Discussion Paper, No. 579. • Barro, R. J. (1997), Determinant of Economic Growth: A Cross-Country Empirical Study. MIT Press. • Barro, R. J. ve J.-W. Lee (1993), “Losers and Winners in Economic Growth.” NBER Working Paper, No. 4341. • Barro, R. J. ve J.-W. Lee (1994), “Sources of Economic Growth (with comments from Nancy Stokey)”. Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 40: 1-57. • Barro, R. J. ve Rachel M. McCleary (2002), Religion and Political Economy in an International Panel, Harvard University, mimeo. • Barro, R. J. ve X. Sala-i-Martin (1992), “Convergence”. Journal of Political Economy, 100(2): 223-251. • Bayraktar, B. (2001), “Investigation on Sources of Growth for Turkey, 1968-1998” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 10-13, 2001, Ankara. • Ben-David, D. (1993), “Equalizing Exchange: Trade Liberalization and Income Convergence”. Quarterly Journal of Economics, 108: 653-679. • Ben-David, D. (1996), “Trade and Convergence Among Countries”. Journal of International Economics, 40(3/4): 279-298. • Berber, M., R. Yamak ve S. Artan (2000), “Türkiye’de Yakınlaşma Hipotezinin Bölgeler Bazında Geçerliliği Üzerine Ampirik Bir Çalışma: 1975-1997”, 9. Ulusal Bölge Bilimi ve Bölge Planlaması Kongresi, Trabzon. • Berument, M.H, M. Ş. Güneymen ve B. Neyaptı (1999), “Investment Volatility and Growth in Turkey” Bilkent Üniversitesi, İktisat Bölümü, Yayınlanmamış Çalışma. • Blomstrom, M., R. E. Lipsey ve M. Zejan (1996), “Is Fixed Investment the Key to Economic Growth?” Quarterly Journal of Economics, 111(1): 269-276. • Bruno, M. ve W. Easterly (1995), “Inflation Crises and Long-Run Growth”. NBER Working Papers No. 5209. • Button, K. (1998), “Infrastructure Investment, Endogenous Growth and Economic convergence”, Annals of Regional Science 32(1): 145-162. • Canpolat, N. (2000), “Türkiye’de Beşeri Sermaye Birikimi ve Ekonomik Büyüme”, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 18(2), 265-281. • Caselli, F., G. Esquivel ve F. Lefort (1996), “Reopening the Convergence Debate: A New Look at CrossCountry Growth Empirics”. Journal of Economic Growth, 1(3): 363-389. 42 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Cho, D. (1996), “An Alternative Interpretation of Conditional Convergence Results”. Journal of Money, Credit and Banking, 28(4): 669-681. • Chung, K.-S. (1998), “A Lousy Survey on Growth Empirics. (A Link to “Growth Regression Table” included in Durlauf and Quah (1998)”. Northwestern University, mimeo. • Ciccone, A. (1996), “Externalities and Interdependent Growth: Theory and Evidence”. UC-Berkeley: mimeo. • Çakmak, E. (1992), “Ekonomik Kalkınmanın Motoru Olarak Dış Ticaret: Teori ve 13 Gelişmekte Olan Ülke Üzerinde Bir Uygulama”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • De Long, J. B. ve L. H. Summers (1993), “How Strongly do Developing Economies Benefit from Equipment Investment?” Journal of Monetary Economics, 32(3): 395-415. • De Serres, A. (2003), “Structural Policies and Growth: A Non-Technical Overview”, OECD ECO/WKP-9. • Devarajan, S., V. Swaroop ve H. Zou (1996), “The Composition of Public Expenditure and Economic Growth”. Journal of Monetary Economics, 37(2): 313-344. • Doğan, S. ve H. Bozkurt (2002), “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin Kointegrasyon Analizi”, www.bilgiyonetimi.org. • Doğruel, A.S. ve F. Doğruel (2003), “Türkiye’de Büyüme ve Makroekonomik İstikrar” in A.K. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan (eds.), İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, İletişim Yayınları, İstanbul, 401-428. • Doğruel, F. ve A.S. Doğruel (2003), “Türkiye’de Bölgesel Gelir Faklılıkları ve Büyüme”, in A.H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan (eds.), Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 287-319. • Dollar, D. (1992), “Outward-Oriented Developing Economies Really Do Grow More Rapidly: Evidence from 95 LDCs, 1976-85”. Economic Development and Cultural Change, 40: 523-544. • DPT (2002), “Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimlilik : 1972 – 2000”, DPT, Aralık 2002. • Durden, G., and Elledge, B. (1993), “The Effects of Government Size on Economic Growth: Evidence from Gross State Product Data.” Review of Regional Studies 23: 183–90. • Easterly, W. (1993), “How Much Do Distortions Affect Growth?” Journal of Monetary Economics, 32(2): 187212. • Easterly, W. ve R. Levine (1997), “Africa’s Growth Tragedy: Policies and Ethnic Divisions”. Quarterly Journal of Economics, 112(4): 1203-1250. • Easterly, W. ve R. Levine (2001), “It’s Not Factor Accumulation: Stylized Facts and Growth Models”. The World Bank Economic Review, 15, No. 2, pp 177-219. • Easterly, W., M. Kremer, L. Pritchett ve L. H. Summers (1993), “Good Policy or Good Luck? Country Growth Performance and Temporary Shocks”. Journal of Monetary Economics, 32(3): 459-483. • Edison, Hali, Levine, Ross, Ricci, Luca and Torsten Slok, (2002), International Financial • Erdal, F. ve E. Tatoglu (2002), “Locational determinants of foreign direct investment in an emerging market economy: Evidence from Turkey”, Multinational Business Review, 10(1), 21-27. • Erdal, F., S. Yalçın ve E. Tatoğlu (2003), “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları: Tekstil Sektörü Örneği”, VI. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, Gazi Üniversitesi, Mayıs 2003, Ankara. • Erk, N., S. Ateş ve T. Direkçi (2000), “Convergence and Growth within GAP Region (South Eastern 43 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Anatolia Project) and Overall Turkey’s Regions” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 13-16, 2000, Ankara. • Evans, P., and G. Karras. (1994), “Are Government Activities Productive? Evidence from a Panel of US States.” Review of Economics and Statistics 76 (1): 1–11. • Feder, Gershon (1982), “On Exports and Economic Growth” Journal of Development Economics 12(1): 59-74. • Filiztekin, A. (2002), “Agglomeration and Growth in Turkey, 1980-95” Sabancı university, Discussion Paper Series in Economics, No.2002-01. • Fischer, Stanley (1993), “The Role of Macroeconomic Factors in Growth” Journal of Monetary Economics 32(3): 485-512. • Forbes, Kristin (1997), “Back to the Basics: The Positive Effect of Inequality on Growth” manuscript, MIT. • Frankel, J. A. ve D. Romer (1996), “Trade and Growth: An Empirical Investigation”, NBER Working Papers, No. 5476. • Frankel, J. A. ve D. Romer (1999), “Does Trade Cause Growth?” American Economic Review, (89)3: 379399. • Frankel, J. A., D. Romer ve T. Cyrus (1996), “Trade and Growth in East Asian Countries: Cause and Effect?” NBER Working Papers, No. 5732. • Futagami, K. ve T. Nakajıma (2001), “Population Aging and Economic Growth”. Journal of Macroeconomics, 23(1): 31-44. • Galor, O. ve O. Moav (2001), “Evolution and Growth”. European Economic Review, 45:718-129. • Girgin, C. ve E. Arıoğlu (2002), “Ar-Ge Göstergeleri Üzerinde Uluslararası Karşılaştırmalı İstatistiksel Bir İnceleme”, www.bilgiyonetim.org. • Greenwood, J., ve B. Jovanovic (1990), “Financial Development, Growth, and the Distribution of Income”. Journal of Political Economy, (98)5, Part 1: 1076-1107. • Grier, K.B., and Tullock, G. (1989), “An Empirical Analysis of Cross-National Economic Growth, 19511980.” Journal of Monetary Economics 24: 259-76. • Grossmann, G. M., ve E. Helpman (1990), “Comparative Advantage and Long-Run Growth”, American Economic Review, (80)4: 796-815. • Hansson, P. and M. Henrekson, (1994), A new framework for testing the effect of government spending on growth and productivity, Public Choice 81, 381–401. • Harrison, Ann (1995), “Openness and Growth: A Time-Series, Cross-Country Analysis for Developing Countries” NBER Working Paper #5221. • Islam, N. (1995), “Growth Empirics: A Panel Data Approach”. Quarterly Journal of Economics, 110(4): 11271170. • İkiz, A.S. (2000), “Kayıtdışı Ekonomi ve Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • İsmihan, M., K. Metin-Özcan ve A. Tansel (2001), “Macroeconomic Instability, Capital Accumulation and Growth: The Case of Turkey 1963-1999” ERC / METUInternational Conference in Economics V, Eylül 2001. 44 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Jones, Charles I (1998), Introduction to Economic Growth. New York, NY ve Londra: W. W. Norton. • Kaldor, N. (1961), “Capital Accumulation and Economic Growth”. İçinde yayınlandığı kitap: The Theory of Capital, F. A. Lutz ve D. C. Hague (derl.), New York: St. Martin. • Kar, M. (2000), “Human Capital Accumulation, Financial Development and Economic Growth: Time Series Evidence for Turkey” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 13-16, 2000, Ankara. • Kar, M. ve H. Ağır (2003), “Türkiye’de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme: Nedensellik Testi”, II. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi, 17-18 Mayıs, Derbent-İzmit / Türkiye. • Kar, M. ve E. J. Pentecost (2000), “Financial Development and Economic Growth in Turkey: Further Evidence on the Causality Issue” Loughborough University, Department of Economics, Economic Research Paper No. 00/27. • Kar, M. ve S. Taban (2003), “Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyümeye Etkisi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(3). • Karaca, O. (2003), “Türkiye’de Enflasyon-Büyüme İlişkisi: Zaman Serisi Analizi” Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4(2), ss.247-255. • Karluk, R. (2001), “Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Katkısı”, in A. Tarhan (ed.), Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye, T.C. Merkez Bankası İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü, Ankara. • Kayıran, M. (2001), “Eğitimin Büyüme ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Keefer, P., Knack, S. (2000), Polarization, politics and property rights: Links between inequality and growth. Policy Research Working Paper No. 2418. August, Washington DC: The World Bank. • Kibritçioğlu, A. ve S. Dibooğlu (2001), “Long-Run Economic Growth: An Interdisciplinary Approach”. Knowledge, Technology & Policy, 13/4: 59-70. • King, Robert G. and Ross Levine (1993), “Finance and Growth: Schumpeter Might be Right” Quarterly Journal of Economics 108(3): 717-737. • Kirmanoğlu, H. (2002), “Is There Inflation-Growth Tradeoff in the Turkish Economy?” Bilgi Üniversitesi, İktisat Bölümü, yayınlanmamış çalışma. • Knowles, Stephen and P. Dorian Owen (1995), “Health Capital and Cross-Country Variation in Income per Capita in the Mankiw-Romer-Weil Model” Economics Letters 48(1): 99-106. • Koban, E. (1996), “Vergi Politikası - İktisadi Kalkınma Planları İlişkisi ve Uygulama Sonuçlarının Değerlendirilmesi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Kormendi, R. C. ve P. G. Meguire (1985), “Macroeconomic Determinants of Growth: Cross-Country Evidence”. Journal of Monetary Economics, 16(2): 141-163. • Kökocak, A. (2001), “Yeni Bir Kalkınma Stratejisi Olarak Teknoloji Politikası ve Türkiye Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Köse, N. ve A. Yiğidim (2000), “Toda-Yamamoto Yöntemi ile İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin Testi: Türkiye Örneği (1980-1998)”. İstatistik Sempozyumu, 27-28 Nisan, Gazi Üniversitesi, İstatistik Bölümü, Ankara. 45 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Küçüker, C. (1998), “Kentsel Büyüme Dinamikleri” Anadoluda Hızla Sanayileşen Kentler: Denizli Örneği. Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını. Ankara. • Küçüker, C. (2000), “Yeni Ekonomik Coğrafya ve Kalkınma”, Ekonomik Yaklaşım 38, 1-47. • Landau, D. (1983), “Goverment Expenditure and Economic Growth : A Cross-Country Study” Southern Economic Journal 49(3), 783-92. • Landau, D. (1986), Government and Economic Growth in the Less Developed Countries: An Empirical Study for 1960-1980, Economic Development and Cultural Change, 35, 35-75. • Levine, R. ve D. Renelt (1992), “A Sensitivity Analysis of Cross-Country Growth Regressions”. American Economic Review 82(4): 942-963. • Levine, R. ve Sara J. Zervos (1993), “What We Have Learned About Policy and Growth from CrossCountry Regressions” AEA Papers and Proceedings 83: 426-430. • Levine, R.; N. Loayza ve T. Beck (2000), “Financial Intermediation and Growth: Causality and Causes”. Journal of Monetary Economics, 46: 31-77. • Lipset, S. (1959), “Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and Political Legitimacy”. American Political Science Review, 53 (1): 69-105. • Loayza, N. And R. Soto (eds.) (2002), Economic Growth: Sources, Trends and Cycles. Santiago: Central Bank of Chile. • Mankiw, N. G.; D. Romer ve D. N. Weil (1992), “A Contribution to the Empirics of Economic Growth”. Quarterly Journal of Economics, 107(2): 407-437. • Mauro, P.(1995), “Corruption and Growth” Quarterly Journal of Economics 110(3): 681-713. • Meltzer, A. H. ve S. C. Richard (1981), “A Rational Theory of the Size of the Government”. Journal of Political Economy, (89)5: 914-927. • Minier, J. A. (1997), “On Democrats, Dictators and Demonstrators: Alternative Economic Approaches to Democracy and Democratic Movements”. UW-Madison, manuscript. • Murphy, K. M.; A. Shleifer ve R. Vishny (1989), “Income Distribution, Market Size, and Industrialization”. Quarterly Journal of Economics (104)3: 537-564. • Murphy, Kevin M., Andrei Shleifer and Robert W. Vishny (1991), “The Allocation of Talent: Implication for Growth” Quarterly Journal of Economics 106(2):503-530. • Özmen, E. ve G. Furtun (1997), “Export-led growth hypothesis and the Turkish data: An empirical investigation”, METU Economic Research Center Working Paper, No: 97/5. • Özsoy, O. (1999), “Health Expenditures and Their Impact on the Economic Growth and Social Well-being of Turkey” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 8-11, 1999, Ankara. • Öztaş, C. (2001), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Kırsal Kalkınma Sorunu Işığında Yerel Yönetim Birlikleri ve Türkiye Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Pamuk, Şevket (2003), “Karşılaştırmalı Açıdan Türkiye’de İktisadi Büyüme: 1880-2000”, İktisat Üzerine Yazılar I: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Korkut Boratav’a Armağan içinde, İletişim Yayınları. • Parente, S.L., ve E.C. Prescott (1993), “Changes in the Wealth of Nations”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review, Spring. 46 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Parente, S.L., ve E.C. Prescott (1994), “Barriers to Technology Adoption and Development”, Journal of Political Economy, 102, 298-321. • Persson, T. ve G. Tabellini (1992), “Growth, Distribution and Politics”. European Economic Review, 36: 593602. • Persson, T. ve G. Tabellini (1994), “Is Inequality Harmful for Growth?” American Economic Review 84(3): 600-621. Working paper version: (1991) “Is Inequality Harmful for Growth? Theory and Evidence”, NBER Working Paper No. 3599. • Pourgerami, A. (1988), “The Political Economy of Development; A Cross-National Causality Test of the Development-Democracy-Growth Hypothesis”. Public Choice, 58 (2): 123-141. • Przeworski, A. ve F. Limongi (1993), “Political Regimes and Economic Growth”. Journal of Economic Perspectives, 7 (3): 51-69. • Ram, R (1986), Government Size and Economic Growth: A New Framework and Some Evidence from Cross-Section and Time-Series Data, American Economic Review, 76, 191-203. • Ramey, Garey and Valerie A. Ramey (1995), “Cross-Country Evidence on the Link Between Volatility and Growth” American Economic Review 85(5): 1138-1151. • Rebelo, S. (1991), “Long-run Policy Analysis and Long-Run Growth”, Journal of Political Economy (99) 3: 500-521. • Rodrik, D. (2003), “Growth Starategies”, Handbook of Economic Growth içinde. • Romer, P. (1989), “Capital Accumulation in the Theory of Long Run Growth”. İçinde yayınlandığı kitap: Modern Business Cycle Theory, R. J. Barro (derl.), Cambridge, MA: Harvard University Press. • Romer, P. M. (1986), “Increasing Returns and Long-Run Growth”. Journal of Political Economy, 94 (5): 10031037. • Romer, Paul M. (1993), “Idea Gaps and Object Gaps in Economic Development” Journal of Monetary Economics 32(3): 543-573. • Rustow, D. A. (1970), “Transitions to Democracy: Toward a Dynamic Model”. Comparative Politics, 2 (3): 337-363. • Sachs, J. D. and Andrew Warner (1995), “Economic Reform and the Process of Global Integration (with comments and discussion)” Brooks Papers on Economic Activity 1 1-118. • Sala-i-Martin, Xavier X. (1997), “I Just Ran Two Million Regressions” AEA Papers and Proceedings 87: 178-183. • Sanches-Robles, B. (1998), “Infrastructure Investment and Growth: Some Empirical Evidence, Contemporary Economic Policy, 16(1): 98-108. • Singh, R. J., and R. Weber. (1997), “The Composition of Public Expenditure and Economic Growth: Can Anything be Learned from Swiss Data.” Schweizeriche Zeitschrift fur Volkswirtschaft und Statistik/ Swiss Journal of Economics and Statistics 133 (3): 617–634. • Sirowny, L. ve A. Inkeles (1990), “The Effects of Democracy on Economic Growth and Inequality: A Review”. Studies in Comparative International Development, 25(1): 126-157. • Solow, R. M. (1956), “A Contribution to the Theory of Economic Growth”., Quarterly Journal of Economics, 70: 65-94. 47 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Summers, L. H. ve A. Heston (1991), “The Penn World Table (Mark 5): An expanded set of International Comparisons, 1950-1988”, Quarterly Journal of Economics 106(May): 327-368. • Svensson, J. (1998). Investment, property rights and political instability: theory and evidence. European Economic Review, 42, 1317–1341. • Şenses, Fikret ve Erol Taymaz (2003), “Unutulan Bir Toplumsal Amaç: Sanayileşme: Ne oluyor? Ne Olmalı?”, İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İsitkrar Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları. • Toprak, M. (1992), “Finansal Sistemin Ekonomik Kalkınmadaki Yeri: Türk Finansal Sistemi Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Tuncer, İ. (2003), “Teknolojik Bilginin Yayılma Süreci ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye için Bir Uygulama (1950-2000)” Uludağ Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı 2, ss.125. • Tüylüoğlu, Ş. (2002), “Kalkınma İktisadında Devletin Rolü ve Türkiye Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Uğurlu, F. (1990), “Sosyo-ekonomik Kalkınmada Bilimsel ve Teknik Enformasyon ve Türkiye”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Ulutürk, S. (2001), “Kamu Harcamalarının Ekonomik Büyümeye Etkisi”, Akdeniz Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, 1(1), 131-139. • Utkulu, U. ve D. Özdemir (2003), “ Does Trade Liberalization Cause a Long-run Economic Growth in Turkey?” Economic Modeling Annual Conference, 3-5 Temmuz 2003, İstanbul. • Utkulu, U., S. Ghatak ve C. Milner (1995), “Trade Liberalization and Endogenous Growth: Some Evidence for Turkey”, Economics of Planning, 28, ss. 147-167. • Ünlüönen, K. (1990), “Turizmin İktisadi Kalkınmaya Etkileri ve Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Turizm Politikaları”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • UNDP (2002), “Human Development Report 2002”, UNDP. • UNDP (2003), “Human Development Report 2003”, UNDP. • Yamak, N ve Y. Küçükkale (1997), “Türkiye’de Kamu Harcamaları Ekonomik Büyüme İlişkisi” İktisat, İşletme ve Finans, Yıl 12, sayı 131, ss.5-14. • Yavilioğlu, C. (2000), “Ekonomik Kalkınmada Sosyo-Kültürel, Motivasyonel Faktörler ve Türkiye Üzerine Bir İnceleme (1790-1950)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Yiğidim, A. (1998), İhracat ve Büyüme İlişkisinin Ampirik Araştırması, Türkiye Örneği: 1980-1996, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. • Yumuşak, İ.G. (2000), “Beşeri Sermaye Teorisi ve Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Yumuşak, İ.G. ve M. Bilen (2002), “Gelir Dağılımı - Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”, www.bilgiyonetimi.org. • Yumuşak, İ.G. ve Y. Tuna (2002), “Kalkınmışlık Göstergesi Olarak Beşeri Kalkınma İndeksi Ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”, www.bilgiyonetimi.org. 48 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Büyüme Stratejileri • Yülek, M. (1997), “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine”, Hazine Dergisi, 6, 1-15. • Yüce, İ.H. (1997), “Bilim-Teknoloji Politikaları ve 21. Yüzyılın Toplumu”, http:// ekutup. dpt.gov.tr/ bilim/ yucelih/biltek.html. • Zhang, T. ve H. Zhou. (1998), “Fiscal Decentralization, Public Spending and Economic Growth in China”. Journal of Public Economics, 67(2): 221-241. 49 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 50 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Mali Piyasalar Çalışma Grubu Raporu Mali Piyasalar Çalışma Grubu Raporu 51 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 52 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Önsöz Türk mali sektörü raporu, 2004 Türkiye İktisat Kongresi hazırlıkları kapsamında TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT) tarafından Başbakanlık Genelgesiyle oluşturulan ve koordinasyon görevi Türkiye Bankalar Birliği’ne verilen “Mali Piyasalar Çalışma Grubu” tarafından hazırlanmıştır. Rapor, finans sektörünün alt sektör temsilcisi kurumlarının ortak katkıları ile oluşturulmuştur. Çalışmaya alt sektör temsilcisi olan 11 kurum katılmış, her bir kurum kendisi ile ilgili alt sektör raporunu hazırlamıştır. Rapor DPT’ye iletilmeden önce çalışmaya dahil edilen alt sektör temsilcisi kurumlar ile ilgili düzenleyici ve denetleyici kurumların temsilcilerinin katılımıyla bir değerlendirme toplantısı gerçekleştirilmiştir. TC Maliye Bakanlığı, TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, TC Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu’nun davet edildiği toplantıda rapora ilişkin görüş ve eleştiriler alınmıştır. Toplantıda yapılan değerlendirmelerin rapora yansıtılması alt sektör temsilcisi kurumların keyfiyetine bırakılmıştır. 53 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 54 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Koordinatör Kurum Türkiye Bankalar Birliği Çalışma Grubunu Oluşturan Kurumlar 1. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanlığı 2. İstanbul Altın Borsası Başkanlığı 3. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası 4. Özel Finans Kurumları Birliği 5. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği 6. Türk Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği 7. Finansal Kiralama Derneği 8. Faktoring Derneği 9. Tüketici Finansman Şirketleri Derneği 10. Bağımsız Denetim Derneği 55 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 56 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar İçindekiler Sayfa no 61 1. Türk Finans Sektörü Genel Değerlendirme 1.1. Giriş 61 1.2. Uluslararası Gelişmeler 61 1.3. Türk Finans Sektörünü Etkileyen Gelişmeler 62 1.4. Finansal Sektörün Büyüklüğü 65 1.5. Finansal Sistemin Etkin Olarak Çalışması ve Büyümesi İçin Öneriler 65 1.6. Sonuç 69 2. Bankacılık Sektörü ve Özel Finans Kurumları (ÖFK) 70 2.1. Bankacılık Sektörü 70 2.2. Özel Finans Kurumları 77 3. Banka Dışı Finansal Kurumlar 81 3.1. Sigortacılık 81 3.2. Leasing 85 3.3. Faktoring 89 3.4. Tüketici Finansman Şirketleri 93 98 4. Sermaye Piyasası 4.1. Türk Sermaye Piyasası 98 4.2. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası 102 4.3. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası 107 4.4. İstanbul Altın Borsası ve Kıymetli Maden Sektörü 108 5. Bağımsız Denetim Sektörü 113 5.1. Giriş 113 5.2. Durum Analizi 113 5.3. Amaç ve Stratejiler 114 5.4. Sonuç ve Değerlendirme 114 57 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Ekler Sayfa no Ek Tablo 1 : Finansal Varlıklar (Dağılımı ve GSYİH’ya Oranı, %) Ek Tablo 2 : Türk Finans Sektöründe Faaliyet Gösteren Kurumlar 115 116 58 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Yönetici Özeti Türk finans sistemindeki gelişmelerde, Türkiye ekonomisinin genel yapısı ve özellikle hızlı bir ekonomik değişimin yaşandığı 1980 sonrası dönemde karşı karşıya kalınan ekonomik sorunlar ve bunların çözümü için geliştirilen politikaların önemli etkileri olmuştur: 1980 sonrasında gerekli kurumsal altyapılar oluşturulmadan finansal serbestleşmenin son aşaması kabul edilen sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, 1990’lı yıllarda yaşanan yüksek ve kronik enflasyon ve istikrarsız büyüme dönemi, yüksek kamu kesimi açığı ve kamunun dışlama etkisi, risk yönetimi zaafiyeti ve denetim sorunu, uluslararası iyi düzenlemelere ve uygulamalara uyumda gecikmeler, aktif ve pasif yönetiminde güçlükler, ekonomik sermayenin büyüklüğünün sınırlı kalması, enflasyon muhasebesi uygulamasının olmaması, finansal sektörde karlılık yanılgısı ve aracılık maliyetini artıran yükler finansal piyasaların sağlıklı olarak çalışması, büyümesi ve derinleşmesi önünde önemli olumsuzluklar yaratmıştır. Makro dengesizliklerin giderilmesini sağlayacak politikaların uygulanmasındaki gecikmeler bekleyişleri olumsuz yönde etkilemiş, fiyatlar, faiz oranları ve kurlar üzerinde önemli bir baskı oluşmuştur. 2001 yılında yaşanan krizin de etkisiyle finansal piyasaların işlevi önemli ölçüde aksamıştır. Bu durum diğer piyasaları da olumsuz etkilemiştir. Krizden sonra, Uluslararası Para Fonu’nun da desteği ile yenilenen ekonomik program öncelikle piyasaların yeniden çalışmasını sağlamıştır. Program, makro dengesizliklerin giderilmesi, enflasyonun düşürülmesi, mali sistemin güçlendirilmesi ve büyütülmesi, uluslararası kredibilitenin yeniden kazanılması, beklentilerin iyileştirilmesi yoluyla istikrarlı bir büyüme için sağlıklı bir ortamın yaratılması açısından büyük önem taşımaktadır. Sürdürülebilir bir büyümenin ve uluslararası alanda rekabet edilebilir düzeyde makul bir enflasyonun sağlanması için, tasarrufların büyütülmesi ve ekonomik olarak kullanılması Türkiye’nin ekonomik sorunlarının aşılmasında hayati bir rol oynamaktadır. Tasarrufların artırılmasında, serbest piyasa kurallarına ve uluslararası rekabete dayalı, makro dengeleri gözeten, özel girişimciliği, üretimi ve tasarrufu özendiren tutarlı, kararlı ve yenilikçi makro ekonomi politikaların uygulanması gerekmektedir. Tasarrufların ekonomik olarak kullanılmasında ise güven ve verimlilik ilkesine dayalı olarak, finansal sistemin etkin bir biçimde çalışması büyük önem arz etmektedir. Türkiye’de finansal varlıklar ve finansal piyasalar henüz büyüme aşamasındadır. Uluslararası karşılaştırmalara göre finansal araçlara olan talep sınırlıdır, bu nedenle finansal piyasalar küçüktür ve sığ kalmıştır. Finansal kaynakların önemli bir bölümü banka sistemindedir. Banka dışı finansal kurumlar ise hala çok küçüktür. Para ve para benzeri finansal varlıkların toplam finansal varlıklar içindeki payı 1990 yılı ile karşılaştırıldığında önemli bir düşüş göstermiştir. Bu arada, para ve para benzeri finansal varlık talebi içinde yabancı paranın payı yükselmiştir. Sermaye piyasası araçları içinde dikkati çeken gelişme, kamu kesimi menkul kıymetlerinin payındaki hızlı artıştır. Buna karşılık, hisse senetlerinin payı hızla düşmüştür. En çarpıcı gösterge ise özel sektöre ait tahvil ve bono ihracının olmamasıdır. 1990 yılı ile karşılaştırıldığında, finansal varlıkların gayri safi yurtiçi hasılaya oranı dikkati çeken bir artış göstermiştir. 59 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Türkiye’de finansal sistem geleneksel olarak bankacılık ağırlıklı bir yapıdadır. Son yıllarda banka dışı finansal kurumların sayısında ve büyüklüğünde artma eğilimi olmakla birlikte 2003 Haziran itibariyle bankacılık sistemi toplam aktiflerinin finansal sistemdeki kurumların toplam aktifleri içindeki payı yüzde 92’dir. İkinci sırada yüzde 3 ile sigorta ve reasürans şirketleri gelmektedir. Özel finans kurumlarının payı yüzde 2, finansal kiralama şirketlerinin payı ise yüzde 1’dir. Banka dışı finansal kurumların büyümesi ve güçlenmesi finansal sistemin büyümesi ve derinleşmesi açısından önem taşımaktadır. Türkiye’de finansal sistemin etkin ve sağlıklı olarak çalışması, büyümesi ve derinleşmesi için yapılması beklenenler şu şekilde özetlenebilir: • Ekonomi politikası para piyasasıyla, sermaye piyasasıyla finansal sektörün büyümesi ve derinleşmesine odaklanmalıdır. Mali sektörün ulusal para cinsinden büyümesine özen gösterilmelidir. Böylece rekabetçi bir ortamda büyüme için gerekli kaynaklar yaratılabilecektir. Uzun dönemde özkaynakları besleyen en temel kaynak olan karların oluşması ve sürekliliği açısından mali sektördeki kurumların kar edeceği sağlıklı bir ekonomik ortam yaratılmalıdır. • Kayıt dışılığa neden olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek, kayıt dışı işlemlerin kayda alınması sağlanmalıdır. • İyi yönetişim ilkelerinin kamu sektörü, reel sektör ve finansal sektörde etkin olarak uygulanması sağlanmalıdır. • Vergi düzenlemeleri, basit, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli, finansal tasarrufları ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır. • Finansal kurumların düzenlenmesi, gözetimi ve denetiminde uluslararası uygulamalar dikkate alınmalı, bu kurumların benzer düzenleme ve denetime tabi olmaları sağlanmalı, denetimden sorumlu otoritelerin faaliyetlerinde bağımsız olması, gerekli yasal yetki ve araçlara sahip olması sağlanmalıdır. • Mali sektörün aracılık maliyetini yükselten düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalıdır. • Mali sistemde yer alan kurumlar arasında haksız rekabete neden olabilecek hiç bir ayrıma yer verilmemelidir. • Kredi kullanan kuruluşların da raporlama sistemleri ve muhasebe standartları iyileştirilmelidir. • Mali sistemde yer alan banka dışı kurumların rekabet içinde, benzer düzenleme ve denetime tabi olmaları sağlanmalıdır. 60 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 1. Türk Finans Sektörü Genel Değerlendirme 1.1. Giriş “Güçlü ve istikrarlı bir ekonominin varlığı, sağlam bir ulusal para ve güçlü bir finansal sektör ile mümkündür.” İstikrar içinde, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanmasındaki temel etkenler, nüfus artışı ve doğal kaynaklar yanında teknolojik yenilikler ve sermaye birikimidir. Finansal sektör büyüme sürecinde önemli bir rol oynar. Çünkü sermaye birikiminin sağlanması; hem finansal kaynakların toplanmasının ve kullandırılmasının hem de yeni teknolojilerin yaratılmasının önemli bir parçasıdır. Bir ekonomide mevcut kaynakların nasıl kullanılacağı ve bu kaynaklarla ne üretileceği en temel ekonomik karardır, bu kararı tam rekabetin olduğu piyasa ekonomilerinde finansal sistem vermektedir. Herhangi bir ekonomide mevduat sahipleri, yani borç para verenler ne kadar faiz almak istiyor, yatırımcılar aldıkları kredilere ne kadar faiz ödemeye razılar, girişimciler ne üretmek istiyor, hatta tüketiciler ne tüketmek istiyor gibi önemli ekonomik bilgilerin tamamı finansal sistemde toplanır. Dolayısıyla finansal sistem; ekonomide tüm bilginin toplandığı sistem olarak bu önemli kararların verilmesini ve ekonominin işlemesini sağlar. Etkin bir finansal sektörün varlığı, bilginin ve kaynakların toplanması, değerlendirilmesi ve aktarılmasının maliyetini düşürür. Bu süreçte tasarruf sahipleri ve yatırımcılar etkinliği ve verimliliği sağlarlar; bu da büyümeyi olumlu yönde etkiler. Dolayısıyla, bir ekonomide sürdürülebilir ve sağlıklı bir büyüme sürecinin mümkün olabilmesi, sağlıklı ve rekabetçi bir finansal sistemin varlığına bağlıdır. Finansal sektör tarafından verilen hizmetler dört grupta toplanabilir: tasarrufların harekete geçirilmesi, riskin dağıtılması, kaynakların kullandırılması, kullandırılan kaynakların izlenmesidir. Finansal sektörün bu işlevleri başarıyla yerine getirebilmesi bu kurumların çalışma koşulları ile ilgili çerçevenin doğru oluşturulmasına bağlıdır. Çünkü finansal kurumların performansları faaliyet gösterdikleri ortamın riskine, üstlendikleri risk miktarına, bu riskleri yönetebilme becerisine ve beklenmedik gelişmelere dayanabilme, karşı koyabilme güçlerine bağlıdır. Bu çerçevede, istikrarı temin eden makroekonomik zemin, ekonomi politikası uygulamaları, borç veren ve hisse senedi sahiplerinin ilişkilerini ve haklarını düzenleyen hukuki düzenlemeler, icra ve iflas sistemi, ticaret kanunu, rekabet kanunu, finansal kurumların faaliyetlerine ilişkin düzenleme, gözetim ve denetim sistemi yer almaktadır. 1.2. Uluslararası Gelişmeler Uluslararası ekonomik ilişkilerde, son dönemlerde en çok sözü edilen konuların başında küreselleşme gelmektedir. Küreselleşme ekonomik ve finansal konularla finansal sektörün rekabet şartlarına bir ülke bazında veya ülke gözüyle değil evrensel bir yaklaşımla bakılması olarak tanımlanabilir. Ana fikri serbestleşme ve entegrasyon olan uluslararası ticaretin ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine ve büyümesine uluslararası siyasi alanda yaşanan yumuşama, teknolojik devrimin de katkısıyla haberleşme ve ulaşım alanındaki gelişmeler 61 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları çok olumlu katkılar yapmıştır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin düzenlenmesinde uluslararası kuralların ve kurumların oluşturulması büyük önem kazanmıştır. Ekonomik anlamda dünya küçüldükçe, entegrasyona yeterince konsantre olamayanlar ya da uyum gösteremeyen ülkelerde yaşanan sorunlar sadece bu ülkelerle sınırlı kalmamış, uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Başlangıçta sınırlı sayıda ülkede yaşanan krizler 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren birçok ülkede etkisini göstermeye başlayıp dünya ekonomisinde istikrarsızlıklara neden olunca gelişmiş ülkeler ve uluslararası kuruluşlar bir araya gelerek sorunun çözümüne yönelik arayış içine girmişlerdir. Bu çalışmalarda üzerinde en çok durulan konuların başında; uluslararası ekonomik istikrarın sağlanabilmesi amacıyla uluslararası ekonomik ilişkiye katılan gelişmekte olan ülkelerde, başta finansal sistem olmak üzere, ekonomik yapıların güçlendirilmesini sağlayacak reformlar gelmektedir. Finansal sistemin sağlamlığının ve istikrarının global düzeyde sağlanması açısından uluslararası finans çevreleri tarafından yeni finansal mimarinin yapı taşlarını oluşturacak ortak standartların belirlenmesi ve hazırlanmasına yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. Bu standartların hazırlanmasında; i) finansal sistemlerin kırılganlığını azaltıp, esnekliğini artıracak standartlara katkı yapılması, ii) karar vericilerin dikkatlerinin ülke koşulları açısından birinci derecede önem arz eden standartların uygulanmasına çevrilmesi gibi iki konuya özel önem verilmiştir. Türkiye de uluslararası alandaki bu gelişmeleri yakından izlemeli ve kayıtsız kalmamalıdır. İleriye dönük düzenlemeler bu bakış açısından değerlendirilmelidir. 1.3. Türk Finans Sektörünü Etkileyen Gelişmeler Türk finans sistemindeki gelişmelerde, Türkiye ekonomisinin genel yapısı ve özellikle hızlı bir ekonomik değişimin yaşandığı 1980 sonrası dönemde karşı karşıya kalınan ekonomik sorunlar ve bunların çözümü için geliştirilen politikaların önemli etkileri olmuştur: 1980 sonrası finansal serbestleşmenin tamamlanamaması: Türk finans sistemi 1980 yılından başlayarak uygulamaya konulan liberal politikalar sonucunda önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Bu gelişmede seçilmiş kredi politikalarının kaldırılması, mevduat ve kredi faizine serbesti getirilmesi, liberal kambiyo düzenlemeleri gibi deregülasyona yönelik uygulamaların yanısıra, sektöre ilişkin mevzuat düzenlemelerinin uluslararası kabul görmüş normlar düzeyine getirilmesi önemli rol oynamıştır. Özel sektör tarafından finansal kurumlara yatırım yapılmasını cazip hale getiren bir ortam yaratılmaya çalışılmıştır. Ancak, finansal sektörde serbestleşmenin önemli aşamalarından olan finansal kurumların faaliyetlerinin denetim sonuçlarına ilişkin kararların zamanında ve etkin olarak alınması sağlanamamıştır. Ayrıca, kamu sektörü finansal sistemdeki yoğun faaliyetini/etkisini doğrudan ve dolaylı olarak sürdürmüştür. Bütçe disiplini sağlanamamış, fiyat istikrarını hedefleyen bir para politikası uygulanamamıştır. Bu çok önemli eksikliklere rağmen, 1990’lı yıllara, finansal sektörde serbestleşmenin son aşaması olarak kabul edilen sermaye hareketlerini serbest bırakan bir düzenleme ile girilmiştir. Yüksek enflasyon ve makroekonomik istikrarsızlık: 1990’lı yıllarda yaşanan yüksek ve değişken enflasyon, büyüme hızındaki dalgalanmalar ve sermaye hareketlerinin kırılgan 62 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar yapısı, geleceğe yönelik belirsizlikleri artırmak suretiyle ekonomik birimlerin kısa vadeli bakış açısıyla hareket etmelerine ve Türk lirasına olan güveni azaltarak para ikamesinin hızlanmasına yol açmıştır. Türk finans sistemindeki aracılar, enflasyonist bir ortamda sermaye maliyetlerinin belirlenmesindeki güçlükler ve fiyatlandırma sorunu nedeniyle, fonların dağılımının etkin olarak gerçekleştirilmesinde zaafiyet yaşamıştır. Yüksek ve kronik enflasyon koşullarında finansal aracılar yükümlülüklerini yerine getirebilmek için daha riskli plasmanlara yönelirken, fon sahipleri ise fonlarını kısa vadeli ve daha yüksek getiriler karşılığında değerlendirmek istemişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda, faiz oranları ve döviz kurları yükselmiş, kaynakların vadesi önemli ölçüde kısalırken toplam kaynaklar içinde döviz cinsinden yükümlülüklerin payı belirgin bir biçimde artmıştır. Enflasyonun yol açtığı belirsizliğin önemli etkilerinden birisi de fonların sistem dışına kaçması olmuştur. Ekonomik birimlerin tasarruflarının bir bölümünün nakit döviz olarak kasalarda tutulduğu tahmin edilmektedir. Finansal sistem dışında tutulan tasarrufların büyüklüğü konusunda bir tahmin yapılması ise güçtür. Yüksek enflasyon ve belirsizliğin finansal araçlara olan talep üzerinde yarattığı etkiye bağlı olarak ekonomik birimlerin tasarrufların bir bölümü de altın, gayrimenkul gibi finansal olmayan araçlara yönelmiştir. Ulusal paranın değer kaybına bağlı olarak firmalar gibi finansal aracıların da karşı karşıya kaldığı önemli sorun sermaye yapılarının bozulması olmuştur. Yüksek kamu kesimi açığı ve kamunun dışlama etkisi: Kamu kesimi açıklarındaki artış ve bu açıkların yüksek reel faizler ile yurtiçi piyasalardan finansmanı finans sisteminin reel ekonomiye kaynak sağlamaktan uzaklaşarak kamu açıklarını finanse etmeye yöneltmiştir. Kamu kesimi açığının finansmanında ağırlıklı olarak 1990’lı yılların ilk yarısında Merkez Bankası kısa vadeli avansı ve giderek artan miktarda kamu bankaları kaynakları kullanılmıştır. Ancak, kamu bankalarının görev zararlarının zamanında ödenmemesi, ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler, asli fonksiyonlarının dışında verilen görevler ve yönetimdeki zayıflıklar sonucunda kamu bankalarının mali bünyeleri önemli ölçüde bozulmuştur. Risk yönetimi zaafiyeti ve denetim sorunu: 1990 sonrasındaki enflasyon süreci ve ekonomik koşullardaki etkilerine bağlı olarak finans sistemi faiz ve kur risklerine karşı kırılgan hale gelmiştir. Buna rağmen kamu açıklarının finansmanını kolaylaştırmayı amaçlayan makroekonomik politikaların uygulanması finansal risklerin algılanmasını ve yönetimini zayıflatmıştır. İyi niyetli olmayan borçlulardan alacakların tahsilini geciktiren düzenlemeler ve adalet mekanizmasının yavaş işlemesi nedeniyle alacakların tahsil edilememesi veya çok geç tahsil edilmesi zararların büyümesine neden olmuştur. Bankaların ve diğer finansal kurumların faaliyet ortamındaki risklerin hızla yükseldiği bir dönemde, liyakate ve ehil olma durumuna bakılmaksızın yeni bankaların faaliyetine ve bazı bankalarda sahiplik değişmelerine izin verilmiştir. Buna rağmen, bankaların faaliyetlerinin denetim sonuçlarına ilişkin kararların alınmasında gerekli hassasiyet gösterilememiştir. Finansal kurumların, özellikle bankaların sermayelerine oranla aşırı risk üstlenmeleri, kredi kalitesinin düşmesi ve karşılıkların yeterli ölçüde ayrılmaması, en düşük sermaye yeterliliği rasyo uygulaması ile getirilen disiplinin bozulmasına neden olmuştur. Finansal kurumların ortaklarına ait şirketlere açılan kredi bağlantıları doğru belirlenememiş veya belirlemelere ilişkin yaptı63 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları rımlar etkisiz kalmıştır. Bankacılık sisteminde yaşanan sorunların önemli diğer kaynağı ise bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, kurallara, ilke ve teamüllere aykırı olarak ve bankacılık mesleği ile bağdaşmayan bir biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullanarak bankayı zarara uğratmaları olmuştur. Finansal kurumların off-shore faaliyetlerinin denetimindeki yetersizlikler riskin kontrol edilmesi yönündeki kuralların uygulanmasını engellemiştir. Bankaların faaliyetlerinin konsolidasyonu yönündeki mevzuat eksikliği veya serbestisi bankaların bağlı kuruluşlara kredi açmasını engelleyen kuralları kolaylıkla aşmasına neden olmuştur. Uluslararası iyi düzenlemelere ve uygulamalara uyumda gecikmeler: Uluslararası kabul görmüş temel ilkelere, düzenlemelere uyulmaması, muhasebe standartlarının bu düzenlemelerle uyumlu hale getirilmesindeki gecikmeler, mali tabloların bağımsız denetiminde yaşanan sorunlar, mali bünyeye ilişkin raporlamanın genel kabul görmüş değerleme kriterlerine göre hazırlanmaması ve raporlanmaması nedeniyle şeffaflığın yeterince sağlanamaması, yönetim kalitesindeki bozulma finansal sistemi olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Finansal kurumların aldıkları risklerin izlenmesi ve yönetilmesi ile ilgili sorunlardan bir tanesi de kredi kullanan kurumların sağlığı hakkında yeterli bilginin edinilmesindeki güçlükler olmuştur; muhasebe standartlarının yetersizliği, denetim ve raporlama sisteminin etkin olmaması nedeniyle otoriteler tarafından getirilen bu denetim standartlarının uygulanması sağlanamamıştır. Aktif ve pasif yönetiminde güçlükler : Enflasyonist eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle para ikamesi artmıştır. Yabancı para mevduat toplam mevduatın, yabancı para kaynaklar ise toplam kaynakların yarısına ulaşmıştır. Kur riski ve dövizde likidite riski büyümüştür. Toplam mevduatın büyük bölümü 3 ay ve daha kısa vadede toplanmıştır. Tüm bu gelişmeler bilançonun yönetilmesini güçleştirmiş, aktif kalitesinin bozulmasına, likiditenin azalmasına, riskler ile karşılaştırıldığında karlılığın çok düşük düzeylerde kalmasına, özkaynaklardaki büyümenin sınırlanmasına neden olmuştur. Ekonomik sermayenin büyüklüğünün sınırlı kalması: Uluslararası rasyolar dikkate alındığında sermaye rasyolarının genel olarak yeterli düzeyde olduğu söylenebilir. Bunlarla birlikte ekonomideki genel riskler, finansal sistemin büyüklüğü, ekonominin büyüme ihtiyacı, uluslararası rekabet koşulları ve duran aktiflerin büyüklüğü dikkate alındığında özkaynakların daha da güçlü olması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Enflasyon muhasebesi uygulamasının olmaması: Yüksek ve kronik enflasyona rağmen, uluslararası kabul gören uygulamaların aksine kurumların mali performansı enflasyon muhasebesine göre hazırlanmış mali tablolara göre değerlendirilmemiş ve vergilemede enflasyondan arındırılmış mali tablolar dikkate alınmamıştır. Bu nedenle, bilançolarının önemli bir bölümü parasal kalemlerden oluşan bankalar ağır bir enflasyon vergisine maruz kalmışlardır. Bu durum enflasyondan korunmak için parasal olmayan aktiflere plasmanı özendirmiş, getirili olmayan aktiflere yapılan plasmanlar özkaynak yeterliliği, aktif kalitesi ve karlılığını olumsuz yönde etkilemiştir. 64 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Finansal sektörde karlılık yanılgısı: Uluslararası muhasebe standartları, düzenlemeler ve temel bankacılık ilkeleri esas alınarak yapılan çalışmalara göre bankaların zarar etme veya düşük karlılığına rağmen bu sorun dikkate alınmamıştır. Tersine, bankalar reel olmayan karlılık sonuçları dikkate alınarak bütçenin ve riskli faaliyetlerin finansmanında doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Nitekim doğrudan bütçe finansmanı amacıyla getirilen net aktif vergisi, sermaye kazancı vergisi gibi servet vergisi türü vergisel yükler sistemin mali bünyesini olumsuz etkilemiştir. Aracılık maliyetini artıran yükler: Finansal araçlar, finansal hizmetlere ilişkin aracılık işlemleri ve finansal kurumlar ağır bir vergi yüküne maruz kalmıştır. Likidite yükümlülükleri yanında fiskal yükler nedeniyle aracılık maliyetleri çok pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle finansal araçlara ve hizmetlere olan talep sınırlanmıştır. Bu gelişmeler finansal piyasaların büyümesi ve derinleşmesi önünde önemli olumsuzluklar yaratmıştır. 1.4. Finansal Sektörün Büyüklüğü Finansal varlıklar: Türkiye’de finansal varlıklar ve finansal piyasalar henüz büyüme aşamasındadır. Uluslararası karşılaştırmalara göre finansal araçlara olan talep sınırlıdır, bu nedenle finansal piyasalar küçüktür ve sığ kalmıştır. Finansal kaynakların önemli bir bölümü banka sistemindedir. Banka dışı finansal kurumlar ise hala çok küçüktür. Para ve para benzeri finansal varlıkların toplam finansal varlıklar içindeki payı 1990 yılı ile karşılaştırıldığında önemli bir düşüş göstermiştir. Bu arada, para ve para benzeri finansal varlık talebi içinde yabancı paranın payı yükselmiştir. Sermaye piyasası araçları içinde dikkati çeken gelişme, kamu kesimi menkul kıymetlerinin payındaki hızlı artıştır. Buna karşılık, hisse senetlerinin payı hızla düşmüştür. En çarpıcı gösterge ise özel sektöre ait tahvil ve bono ihracının olmamasıdır. 1990 yılı ile karşılaştırıldığında, finansal varlıkların gayri safi yurtiçi hasılaya oranı dikkati çeken bir artış göstermiştir. Finansal kurumların varlıkları: Türkiye’de finansal sistem geleneksel olarak bankacılık ağırlıklı bir yapıdadır. Son yıllarda banka dışı finansal kurumların sayısında ve büyüklüğünde artma eğilimi olmakla birlikte 2003 Haziran itibariyle bankacılık sistemi toplam aktiflerinin finansal sistemdeki kurumların toplam aktifleri içindeki payı yüzde 92’dir. İkinci sırada yüzde 3 ile sigorta ve reasürans şirketleri gelmektedir. Özel finans kurumlarının payı yüzde 2, finansal kiralama şirketlerinin payı ise yüzde 1’dir. Banka dışı finansal kurumların büyümesi ve güçlenmesi finansal sistemin büyümesi ve derinleşmesi açısından büyük önem taşımaktadır. 1.5. Finansal Sistemin Etkin Olarak Çalışması ve Büyümesi İçin Öneriler Makroekonomik istikrar: İstikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme, düşük enflasyon ve uluslararası alanda rekabet edilebilir bir ekonomik ortamın yaratılması, ekonomik sorunların aşılması için gerekli olan tasarruf artışının sağlanması ve ekonomik olarak kullanılmasında hayati bir önem taşımaktadır. Tasarrufların ekonomik olarak kullanılmasında ise güven ve verimlilik ilkesine dayalı olarak, finansal sistemin etkin ve sağlıklı bir biçimde çalışması büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle; 1. Ekonomik programda belirlenen hedef65 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları lerin gerçekleştirilmesi yönündeki politikalar kararlılıkla uygulanmalı ve yapısal reformlar sürdürülmelidir. 2. Enflasyonist olmayan iktisat politikaları kararlılıkla sürdürülmelidir. 3. Ekonomideki istikrarsızlıkların başlıca kaynağı olan kamu açıklarının küçültülmesi yönünde başlatılan reformlar öngörülen sürelerde tamamlanmalıdır. Tasarrufların finansal sisteme çekilmesi ve sistemin büyütülmesi: Kayıt dışılığa neden olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek, kayıt dışı işlemlerin kayda alınması sağlanmalıdır. Vergi düzenlemeleri, basit, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli, finansal tasarrufları ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır. Haksız rekabete neden olan düzenlemeler kaldırılmalıdır. Kaynak kullanma ve kullandırma maliyetini olumsuz yönde etkileyen düzenlemeler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu düzenlemelere kamuya gelir sağlanması açısından değil, piyasalarda aracılık maliyetinin düşürülmesi, likiditenin arttırılması ve derinliğin sağlanması açısından bakılmalıdır. Finansal sistemin büyümesi, güçlenmesi ve sağlıklı olarak işlemesini sağlayacak düzenlemeler makul geçiş süreleri içinde yapılmalı ve etkinlikle uygulanmalıdır. Finansal kurumların düzenlenmesi, gözetimi ve denetiminde uluslararası uygulamalar dikkate alınmalı, bu kurumların benzer düzenleme ve denetime tabi olmaları sağlanmalı, denetimden sorumlu otoritelerin faaliyetlerinde bağımsız olması, gerekli yasal yetki ve araçlara sahip olması sağlanmalıdır. Banka sistemi yanında diğer finans kurumları ve şirketler kesimi de reforma tabi olmalıdır. İyi yönetişim ilkelerinin kamu sektörü, reel sektör ve finansal sektörde etkin olarak uygulanması: Uluslararası piyasalarda finansal krizlerin ve şirket skandallarının en önemli nedenlerden birisi olan, kamunun ve özel sektörün, kurumsal yönetim politikalarının yetersiz olduğu görüşü, “kurumsal yönetim” (corporate governance) kavramını, dünyada son on yılda gittikçe önem arz eden bir olgu haline getirmiştir. Uluslararası finansal kuruluşlar tarafından yatırım yapmadan veya kredi tahsis etmeden önce kurumsal yönetim uygulamalarının kalitesi daha fazla gözetilir hale getirilmelidir. Yasal ve vergisel düzenlemeler: Bankacılık • Finansal kurumların gözetim ve denetiminden sorumlu otoriteler faaliyetlerinde bağımsız olmalıdır. • Aracılık maliyetlerinin düşürülmesi ve karlılığın artırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. • Banka risklerinin azaltılması ve aktif kalitesinin iyileştirilmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. • Sektörde haksız rekabete neden olan düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalıdır. Sermaye Piyasası • Sermaye piyasasının gelişmesi ve güçlenmesi enflasyondan arındırılmış gerçek ge liri vergilendiren, aynı türden yatırım araçları arasında fark yaratmayan, kalıcı bir vergi yapısı oluşturulmalıdır. • Tasarrufların borsa yoluyla ekonomiye kazandırılması amacıyla: Yatırımcılara 66 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar yönelik mevcut özendirici düzenlemelerin sürdürülmesi kapsamında gerçek kişilerin elde ettikleri hisse senedi alım-satım kazançları asgari elde tutma süresi aranmaksızın 10 yıl vergi dışı bırakılmalıdır. • Gerçek kişilerin yatırım fonları katılma belgeleri ve yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde ettikleri kar payları kalıcı olarak beyan dışı bırakılmalıdır; bu kar payları dar mükellefiyete tabi kurumlar dahil tam mükellef kurumlar açı sından da kurumlar vergisinden istisna tutulmalıdır. • Kurumsal yatırımcı tabanını genişletmek amacıyla, bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı paylarına ilişkin özendirici vergi düzenlemeleri yapılmalıdır; bireysel emeklilik fonlarına ödenen katkıların vergi matrahından düşülebilecek bölümünün asgari ücretin bir yıllık tutarı ile sınırlandırılması uygulamasının kaldırılması yararlı görülmektedir. • Sermaye piyasamızın gelişimi açısından halka açılmanın şirketler açısından cazip kılınması önem taşıyan diğer bir husustur. Halka açılmanın cazip hale getirilmesi için, halka açıklık oranı arttıkça azalan kurumlar vergisi oranı uygulanmalıdır. İMKB’nin kuruluş yıllarında Kurumlar Vergisi Kanunu ile halka açık anonim şirketlerin kazançlarının halka açılma derecesine göre düşük vergilenmesi avantajı, ilgili dönemde halka açılmaları cazip hale getirmiş ve halka açık şirket sayısının artmasına önemli katkı sağlamıştır. • Özel sektör tahvil ihracına imkan sağlamak için tasarruf araçlarının vergilendirilmesinde düzenlemeler nötr olmalıdır. Özel Finans Kurumları • Aracılık maliyetlerinin azaltılması amacıyla Banka ve Sigorta Muamele Vergisi (BSMV), Damga Vergisi ve Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu tamamen kaldırılmalıdır. • Bankalar tarafından ödenen Katma Değer Vergisi (KDV) BSMV’den mahsup edilmelidir. • Kısa vadeli likidite ihtiyacı bulunan kurumların ihtiyaçlarını karşılayacak, elinde kısa vadeli atıl fon bulunan kurumların bu fonlarını değerlendirmelerini sağlayacak İnterbank gibi bir sistem oluşturulmalıdır. • Özel finans kurumlarının kısa vadeli atıl fonlarının değerlendirilmesi ve körfez ülkelerindeki fonların ülkemize çekilebilmesi için kamu tarafından ihraç edilecek; gelir ortaklığı senetleri ile varlığa dayalı menkul kıymetler ve değer faizsiz kamu borçlanma araçları ile ilgili düzenlemeler biran önce yapılmalıdır. Leasing • Kira akdi, orta vadeli yatırım kredisi ve taksitli satış gibi üç değişik yöntemin birleşmesinden oluşan ve kendine özgü bir sözleşme tipi olan leasing işlemlerinin genel ticaret kanunları içerisinde yapılması mümkün değildir. Bu nedenle leasing işlemlerini düzenleyen ayrı bir Kanun varlığının devam etmesi gerekmektedir. 67 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Kavram kargaşasını gidermek ve finansal leasing yanında diğer leasing işlemlerini de (operasyonel leasing) uygulamaya koymak için Finansal Kiralama Kanunu’nun mahkemelerce iyi bilinen mevcut hükümleri korunarak “Finansal Kiralama Kanunu” yerine yeni bir “Leasing Kanunu” uygulamaya konulmalıdır. Bu kanun bilinen leasing ürünlerinin her çeşidini kapsayacak nitelikte olmalıdır. • Leasing işlemlerinin vergilendirilmesinde “leasing”e konu olan malın amortisman hakkının hukuki malik olan leasing firmasına verilmesini sağlayan bir düzenleme yapılmalıdır. • Leasing firmaları mevduat toplayan kuruluşlara nazaran daha hafif kural, denetim ve düzenlemelere tabi tutulmalıdır. Faktoring • Faktoringin, ödünç para verme ve ikrazatçılık gibi işlemlerden farklılığını ortaya koyacak gerçek tanımının yer alacağı yeni bir faktoring yasası veya faktoringi de içerecek banka dışı finans kurumları yasası çıkarılmalıdır. • Faktoring şirketleri için, bankalar gibi, karşılık ayırma olanağı sağlanmalıdır. • Yurtiçinde garantili faktoring işlemi yapılmasını kolaylaştıracak kredi sigortası uygulamasından faktoring şirketlerinin de yararlanabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. • Karşılıksız çek ve protestolu senetler ile ilgili bilgilerden faktoring şirketlerinin de yararlanması sağlanmalıdır. • Faktoring işlemlerinin en önemli dayanağı olan “fatura” nın yasal geçerliliğini artıracak önlemler alınmalıdır. • Faktoring şirketlerinin hem fonlanırken hem aynı fonu müşterilerine kullandırırken ödediği yüzde 5 oranındaki BSMV tamamen kaldırılmalı ya da oranları düşürülmelidir. İstanbul Altın Borsası • Borsa üyelerinin Borsa’daki mevcut ve açılması planlanan piyasalarda gerçekleştirdikleri tüm işlemler ve bu işlemler nedeniyle nakden veya hesaben elde ettikleri gelirler BSMV’den istisna tutulmalıdır. • Standart dışı altın, dore barlar ve Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’da tanımlanan kıymetli taşlara KDV istisnası getirilmelidir. Tüketici Finansman Şirketleri • Fonlamada ve kullandırılan kredilerde damga vergisi ve BSMV kaldırılmalıdır. • Kredi kartı sözleşmelerinde damga vergisi uygulaması bankalar ve tüketici finansman şirketleri için eşit hale getirilmelidir. • Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) yolu ile borçlanmada vergisel maliyetler ve bürokratik engeller azaltılmalı; rehin ile teminatlandırma yolu ile kullandırılan kredilerde maliyetleri düşürmek ve bürokrasiyi azaltmak için “mülkiyeti 68 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar muhafaza” kaydı ile kredi kullandırılmasına ilişkin yasal düzenlemeler yapılmalıdır. • Hizmet çeşitliliğini artırmak için mevzuattaki “mal” tanımı genişletilmeli ve ön ödemeli finansman, sigorta vs. gibi hizmetlerin de sunulmasına imkan veren düzenlemeler yapılmalıdır. • Doğrudan maliyet olan KDV’nin diğer vergilerden mahsup edilmesine imkan verilmelidir. 1.6. Sonuç Güçlü bir ekonominin varlığı büyüyen ve sağlıklı çalışan bir finansal sektör ile mümkündür. Etkin bir finansal sistem tasarrufların çok farklı kaynaklardan toplanması ve verimli alanlarda kullanılmasına kanalize eder, böylece hem yatırımlar hem de tasarruf edenler menfaat sağlar. Sermaye piyasası henüz gelişme aşamasında olan ülkemizde, finansal sektörün temelini geleneksel olarak bankacılık sistemi oluşturmaktadır. Mali kaynakların çok büyük bir bölümü bankalar tarafından toplanmakta ve kullandırılmaktadır. Yurtdışı kaynakların da önemli bir bölümü bankalar aracılığıyla sağlanmaktadır. Yakın dönemde finansal sektöre, özellikle de bankacılık sistemine, olan güven ciddi olarak zedelenmiştir. Güven sorununun aşılmasında başta düzenleyici otorite olmak üzere ilgili tüm kurumlar tarafından yoğun bir çaba gösterilmelidir. Güven sorununun bulunduğu durumlarda, güvenin çok kısa sürede ve gerçekçi olarak sağlanması ekonomide istikrarın oluşturulması açısından zorunludur. Finansal sektörün büyümesinin en önemli şartı bu sektörde yer alan kurumların sermayelerinin korunmasıdır. Sermayenin korunmasının ve büyütülmesinin en önemli yolu ise kar etmektir. Kar etmeyen mali kurumların ekonomiye bir katkısı olamaz. İkinci şart ise kaynakların ulusal para cinsinden büyümesidir. Üçüncü şart finansal sistemde etkin bir kamu ve piyasa denetimidir. 69 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2. Bankacılık Sektörü ve Özel Finans Kurumları (ÖFK) 2.1. Bankacılık Sektörü 2.1.1. Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler Türkiye 1980’li yıllarda başlatılan serbestleşme uygulamalarını etkin olarak sürdürememiş ve süreci tamamlayamamıştır. 1990-1999 döneminde finansal sektörün faaliyet ortamı; 1990’lı yıllarda makro dengesizliklerin büyümesine neden olan gelişmeler bankaların mali bünyesinin önemli ölçüde bozulması göz ardı edilerek gerçekleşmiştir. 1990’lı yıllarda ekonomik performans kötüleşmiştir. Büyüme son derece istikrarsız bir seyir izlemiştir. Enflasyon uzun süre yüksek bir düzeyde seyretmiştir. Enflasyon finansal sistemde çok olumsuz etkiler yapmıştır. Çünkü enflasyon ortamında sağlıklı kaynaklar yaratılamamış ve etkin olarak dağıtılamamıştır. Tasarruf ihtiyacı artmıştır, kamu kesimi açığı büyümüştür. Özel sektörün tasarruf fazlası kamu kesimi tasarruf açığını her zaman karşılayamamıştır. Yurtdışından borçlanma gereksinimi artmıştır. Kamu kesimi açığının finansmanında 1990’lı yılların ilk yarısında Merkez Bankası kısa vadeli avansı ve giderek artan miktarda kamu bankaları kaynakları kullanılmıştır. Kamu bankalarından “görev zararı” tanımı ile kullanılan kaynaklar Hazine tarafından bu bankalara zamanında ödenmemiştir. Bu nedenle likiditesi zayıflayan kamu bankalarının kısa vadeli borçlanma gereksinimi artmıştır. Finansal kurumların, ortaklarına veya üçüncü kişilere ait verimli ve karlı olmayan faaliyetleri finanse etmeleri kredi riskinin yükselmesine neden olmuştur. Kredibilitesi düşük müşteriler yüksek kredibiliteye sahip müşterilerle ikame edilmiştir. Gerek ticari bankalar gerekse ulusal ve uluslararası yatırımcılar kamu kağıdı yatırımlarını arttırmışlardır. Vergi düzenlemeleri ve sermaye yeterliliği düzenlemelerinin cazibesi de bankaların kamu kağıtlarına olan tercihlerini etkilemiştir. Enflasyonist bir ortamda, bilanço büyütülerek yapılan bu tercih risklerin önemli ölçüde artmasına neden olmuştur. Borçlulardan alacakların tahsilini geciktiren düzenlemeler ve adalet mekanizmasının yavaş işlemesi nedeniyle alacakların tahsil edilememesi veya çok geç tahsil edilmesi zararların büyümesine neden olmuştur. Bankaların ve diğer finansal kurumların faaliyet ortamındaki risklerin hızla yükseldiği bir dönemde, liyakate ve ehil olma durumuna bakılmaksızın yeni bankaların faaliyetine ve bazı bankalarda sahiplik değişmelerine izin verilmiştir. 1994 yılında yaşanan ekonomik krizde bankacılık sistemi hızla küçülmüş, özkaynaklarının önemli bir bölümünü kaybetmiştir. Güvenin yeniden tesisini sağlamak ve sistemik bir krizi engellemek amacıyla bir çözüm olarak tasarruf mevduatında tam güvence uygulamasına geçilmiştir. Finansal sistemde güvenin sağlanması ve sistemde istikrarın sürdürülmesi açısından Hazine son kredi kaynağı rolünü üstlenmiştir. Buna rağmen, bankaların faaliyetlerinin denetim sonuçlarına ilişkin gerekli kararların alınmasında gerekli hassasiyet gösterilememiştir. Bankaların sermayelerine oranla aşırı risk üstlenmeleri, düşük kaliteli kredilendirme ve karşılıkların ayrılmaması, en düşük sermaye yeterliliği rasyo uygulaması ile getirilen disiplinin bozulmasına neden olmuştur. Finansal kurumların ortaklarına ait şirketlere açılan kredi bağlantıları doğru belirlenememiş veya belirlemelere ilişkin yaptırımlar etkisiz kalmıştır. Bankacılık sisteminde yaşanan sorunların önemli diğer kaynağı ise bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran 70 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, kurallara, ilke ve teamüllere aykırı olarak ve bankacılık mesleği ile bağdaşmayan bir biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullanarak bankayı zarara uğratmaları olmuştur. Finansal kurumların off-shore faaliyetlerinin denetimindeki yetersizlikler riskin kontrol edilmesi yönündeki kuralların uygulanmasını engellemiştir. Bankaların faaliyetlerinin konsolidasyonu yönündeki mevzuat eksikliği veya serbestisi bankaların bağlı kuruluşlara kredi açmasını engelleyen kuralları kolaylıkla aşmasına neden olmuştur. Uluslararası kabul görmüş temel bankacılık ilkelerine, düzenlemelerine uyulmaması, muhasebe standartlarının uyumlu hale getirilmesindeki gecikmeler, mali tabloların bağımsız denetiminde yaşanan sorunlar, mali bünyeye ilişkin raporlamanın genel kabul görmüş değerleme kriterlerine göre hazırlanmaması ve raporlanmaması nedeniyle şeffaflığın yeterince sağlanamaması, yönetim kalitesindeki bozulma bankacılık sistemini olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Finansal kurumların aldıkları risklerin izlenmesi ve yönetilmesi ile ilgili sorunlardan bir tanesi de kredi kullanan kurumların sağlığı hakkında yeterli bilgilerin edinilmesindeki güçlükler olmuştur. Muhasebe standartlarının yetersizliği, denetim ve raporlama sisteminin etkin olmaması nedeniyle otoriteler tarafından getirilen bu denetim standartlarının uygulanması sağlanamamıştır. Piyasalardaki yüksek risklere ve bankalara kaynak sağlayanların piyasa risklerini yansıtan tercihlerine rağmen, piyasa koşulları, müşteri davranışları, düzenlemeler, temel bankacılık ilke ve kuralları ile çelişen ve özkaynaklar ile uyumlu olmayan riskler alınması, risklerin yönetilmesindeki zaafiyet ve piyasaların işaret ettiği artan risklere karşılık gerekli hassasiyet ve yeterli ilginin gösterilmemesi ciddi zararlara neden olmuştur. Enflasyonist eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle para ikamesi artmıştır. Yabancı para mevduat toplam mevduatın, yabancı para kaynaklar ise toplam kaynakların yarısına ulaşmıştır. Kur riski ve dövizde likidite riski büyümüştür. Toplam mevduatın büyük bölümü 3 ay ve daha kısa vadede toplanmıştır. Tüm bu gelişmeler bilançonun yönetilmesini güçleştirmiştir, aktif kalitesinin bozulmasına, likiditenin azalmasına, riskler ile karşılaştırıldığında karlılığın çok düşük düzeylerde kalmasına, özkaynaklardaki büyümenin sınırlanmasına neden olmuştur. Uluslararası rasyolar dikkate alındığında sermaye rasyolarının genel olarak yeterli düzeyde olduğu söylenebilir. Bunlarla birlikte ekonomideki genel riskler bankacılık sisteminin büyüklüğü, ekonominin büyüme ihtiyacı, uluslararası rekabet koşulları ve duran aktiflerin büyüklüğü dikkate alındığında özkaynakların daha da güçlü olması gerekliliği ortaya çıkmıştır. 2000 yılında sektörün serbest özkaynakları negatif olmuştur. Bankacılıkta faaliyet karının düşük olması nedeniyle kar hacmi özkaynak artışını destekleyememiştir. Mevcut ve potansiyel yatırımcılar ise yüksek risk ve düşük karlılık nedeniyle banka hisselerine yatırım yapmayı tercih etmemiştir. Öte yandan, sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında kamu kağıtlarının sıfır riskli sayılması nedeniyle banka sistemi özkaynaklardan bağımsız olarak büyümüştür. Ancak, kamu kağıtlarında realize olan piyasa riskleri nedeni ile bankalar zarar etmişler71 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları dir. Yüksek ve kronik enflasyona rağmen, uluslararası kabul gören uygulamaların aksine, Türkiye’de bankaların faaliyetlerine ilişkin mali performans enflasyon muhasebesine göre hazırlanmış mali tablolara göre değerlendirilmemiş ve vergilemede enflasyondan arındırılmış mali tablolar dikkate alınmamıştır. Bu nedenle, bilançolarının önemli bir bölümü parasal kalemlerden oluşan bankalar ağır bir enflasyon vergisine maruz kalmışlardır. Bu durum enflasyondan korunmak için parasal olmayan aktiflere plasmanı özendirmiş, getirili olmayan aktiflere yapılan plasmanlar ekonomik özkaynak yeterliliği, aktif kalitesi ve karlılığını olumsuz yönde etkilemiştir. Uluslararası muhasebe standartları, düzenlemeler ve temel bankacılık ilkeleri esas alınarak yapılan çalışmalara göre bankaların zarar etmelerine veya düşük karlılığına rağmen bu sorun dikkate alınmamıştır. Tersine, bankalar reel olmayan karlılık sonuçları dikkate alınarak bütçenin ve riskli faaliyetlerin finansmanında doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Nitekim doğrudan bütçe finansmanı amacıyla getirilen net aktif vergisi, sermaye kazancı vergisi gibi geriye dönük olarak kamu kağıtlarının getirilerinden alınan servet vergisi türü vergisel yükler sistemin mali bünyesini olumsuz etkilemiştir. Diğer taraftan finansal araçlar, finansal hizmetlere ilişkin aracılık işlemleri ve finansal kurumlar ağır bir vergi yüküne maruz kalmıştır. Likidite yükümlülükleri yanında vergi ve benzeri mali yükler nedeniyle aracılık maliyetleri çok pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle finansal araçlara ve hizmetlere olan talep sınırlanmış, kaynaklar finansal sistem dışına veya yurtdışına yönelmiştir. 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde banka sistemi çok ciddi bir sistemik riske maruz kalmıştır. Banka sisteminin yeniden yapılandırılması, bankaların mali bünyelerinin sorunlarının çözülmesi kaçınılmaz olmuştur. Ekonomik performansın olumsuz etkilediği bankaların mali bünyelerindeki bozulma bu kez ekonomik istikrarın oluşturulmasını tehdit eder hale gelmiştir. 2.1.2. Bankacılık Sisteminde Yeniden Yapılandırma Düzenlemeler, Denetim Otoritesinin yapılandırılması, bankaların mali yapılarının güçlendirilmesi: Bankacılık sisteminde yeniden yapılandırma süreci 1999 yılı sonunda uygulanmaya konulan “enflasyonla mücadele” programı ile başlatılmış, 2001 yılında kapsamlı “bankacılık yeniden yapılandırma programı” açıklanmıştır. İlk dönemde yapılanlar büyük ölçüde düzenlemelerin uluslararası standartlara ve uygulamalara yaklaştırılması yönünde olmuştur. Bankacılık alanında idari ve mali özerkliğe sahip düzenleyici ve denetleyici bir otorite olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) oluşturulmuştur. Bankacılık sektöründe yeniden yapılandırma süreci; (i) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki bankaların en kısa sürede çözüme kavuşturulması, (ii) Kamu bankalarının finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırılması, (iii) Yaşanan krizlerden olumsuz yönde etkilenen özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve (iv) Bankacılık sektöründe gözetim ve denetimin etkinliğini artıracak, sektörü daha etkin ve rekabetçi bir yapıya kavuşturacak yasal ve kurumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi olmak üzere dört temel alanda gerçekleştirilmiştir. Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasının toplam maliyeti 47,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Kamu maliyesi üzerinde yeniden yapılandırma sürecinde görev 72 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar zararları dahil olmak üzere kamu bankaları için 21,9 milyar dolar, TMSF’ye devredilen bankalar için ise 17,3 milyar dolar olmak üzere, toplam 39,3 milyar dolarlık (GSYİH’ya oranı yüzde 26,6) bir ek yük ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasının özel sektöre maliyeti; 5,2 milyar doları TMSF tarafından ve 2,7 milyar doları kriz döneminde eriyen sermayeleri güçlendirmek amacıyla özel sektör bankaları tarafından olmak üzere 7,9 milyar dolar (GSYİH’ya oranı yüzde 5,3) olmuştur. Sektörün özkaynakları, yeniden sermayelendirme programının ilk sonuçlarının alınmaya başladığı 2001 yılı sonunda 10,2 milyar dolardan 2003 Eylül ayında 23,5 milyar dolara yükselmiştir. Aynı tarih itibariyle sektörün serbest özkaynakları ise 8,7 milyar dolar düzeyindedir. Özkaynakların risk ağırlıklı aktiflere oranı yüzde 30,4; serbest özkaynakların toplam aktiflere oranı ise yüzde 5,4 olmuştur. 2001 sonunda 5,1 milyar dolar olan tahsili gecikmiş alacaklar (karşılıklar sonrası) 2003 Eylül itibariyle 1,5 milyar dolara gerilemiştir. Böylece kredi riski, oldukça radikal bir şekilde tanımlanmasına rağmen, genelde gerilemiştir. Aynı dönem itibariyle, banka sayısı 10 adet azalarak 51’e gerilerken; BDDK tarafından yapılan hesaplamalara göre sektörün bilanço içi açık pozisyonu 2000 sonundaki 14,6 milyar dolar seviyesinden Eylül 2003’te 753 milyon dolara düşmüştür. (Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı ve sonuçlarına ilişkin kapsamlı bilgi BDDK tarafından hazırlanan Gelişme Raporlarında yer almaktadır. www.bddk.org.tr) “İstanbul Yaklaşımı” olarak bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Programı kapsamına alınan firmaların yeniden yapılandırılan borç tutarı 2003 Kasım itibariyle 5,4 milyar dolardır. 2.1.3. Avrupa Birliği Ekonomik Kriterleri ve Bankacılık Sistemi Açısından Değerlendirme AB’nin genişleme politikasını dayandırdığı Kopenhag ekonomik kriterlerine göre AB’ye tam üyelik koşulu; ekonomi alanında işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı kadar, AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile baş edebilme kapasitesi olarak belirlenmiştir. AB’ye üyelik kriterlerine göre Türkiye ekonomisi ve bankacılık sistemine ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir: Türkiye ekonomide serbest piyasa sistemini benimsemiştir. Bununla birlikte kamunun, girişimci olarak ekonomik faaliyeti etkileme gücü önemli ölçüde varlığını korumaktadır. Öngörülebilir ve istikrarlı bir ekonomik ortam yaratılamamıştır. Ekonomik büyümenin finansmanında kullanılmak üzere mali kaynaklar yeterince çoğaltılamamış, büyüme yurtdışından kaynak bulunabilirliğine son derece bağımlı hale gelmiştir. Ekonomide kullanılabilir kaynakların önemli bir bölümü, gönüllü ya da zorunlu olarak, kamu tarafından talep edilmekte ve kullanılmaktadır. Düzenlemeler açısından bakıldığında, AB düzenlemelerine en yakın sektörlerin başında bankacılık sistemi gelmektedir. 2001 yılı sonu itibariyle, seçilmiş AB ülkeleri ve Türkiye temel bankacılık büyüklükleri karşılaştırıldığında, bankacılık sistemi toplam aktiflerinin GSYİH içindeki payı AB üyesi ülkelerde ortalama yüzde 150 olmasına karşın Türkiye için bu oran 2001 yılı sonunda yüzde 90, 2003 Eylül itibariyle ise yüzde 67 düzeyindedir. 73 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2.1.4. Bankacılık Sektörünün Analizi Güçlü Yönler: 1.Yakın dönemde sektörün temel sorunları kapsamlı olarak tanımlanmıştır. 2. Kurala dayalı denetim yanında piyasa denetiminin sağlanmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır. 3. Risk yönetiminin geliştirilmesi ve kurumsallaşması yönünde önemli mesafeler alınmıştır. 4. Bankacılık sistemindeki yeniden yapılanma bütçe disiplinini ve fiyat istikrarını hedefleyen ekonomi politikası ile eş zamanlı başlatılmıştır. 5. Düzenlemelerde uluslararası standartlara önemli ölçüde yaklaşılmıştır. 6. Sorunlu krediler radikal olarak tanımlanmış ve karşılığa tabi tutulmuştur. 7. Kur riski azaltılmıştır. 8. Finansal sektörün büyüme potansiyeli bulunmaktadır. 9. Bankalar gelişmiş ürün ve hizmet yelpazesine sahiptir. 10. İnsan gücü kalitesi ve uzmanlaşma düzeyi yüksektir. 11.Teknoloji alanında Türk bankacılık sektörü uluslararası rekabet düzeyini yakalamış durumdadır. 12. Bankaların gelişmiş şube ağı ve dağıtım kanalları mevcuttur. Zayıf Yönler: 1.Finansal varlıklara olan talep düşüktür. 2. Mali piyasalar küçük ve derinliği azdır. 3. Faaliyet ortamı yüksek risk içermektedir. 4. Serbest özkaynaklar küçüktür. 5. Karlılık özkaynak artışını özendirmemektedir. 6. Düzenlemeler çok sık aralıklarla ve birbirleriyle çelişen şekilde değişmektedir. 7. Finans sektörüne duyulan güven ve gösterilen itibar düşüktür. 8. Finansal varlıkların vergilendirilmesinde yatırımcının tercihlerini etkileyecek ölçüde büyük farklılıklar bulunmaktadır. 9. Finansal piyasalarda kamunun dışlama etkisi büyüktür. 10. Kamunun sistem içindeki payı ve etkinliği devam etmektedir. 11. Düzenlemelerin uygulanmasındaki farklıklar finansal kurumlar arasında çok ciddi haksız rekabet yaratmaktadır. 12. Aktif kalitesinde düzelme süreci yavaş işlemektedir. 13. Finansal piyasaların doğası ile uyumlu olmayan kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır. 14.Kaynak maliyetleri yüksek ve vadeler çok kısadır. 15. Para ikamesi hala çok yüksektir. 16. Özel sektörün tahvil ve bono ihracı yoluyla sermaye piyasasından kaynak sağlaması neredeyse imkansızdır. 17. Aracılık maliyeti çok yüksektir. Bu nedenle, yurtiçindeki bankaların yurtdışındaki bankalar karşısında rekabet gücü zayıftır. 18. Kayıtdışılık çok yüksektir. 19. Banka dışı kredi kurumları ve sermaye piyasası küçüktür. 20. Finansal kurumlar dışındaki kurumların mali performanslarının doğru olarak ölçülmesini, denetlenmesini ve raporlanmasını sağlayacak standartlar bulunmamaktadır. 21. Sermaye piyasası karları hariç tutulduğunda faaliyet marjları negatiftir. 22. Bankalar veya üçüncü kişilerin bankalar hakkında spekülatif yorum ve değerlendirmeleri güvenin teminini olumsuz etkilemektedir. 23. Birikmiş sorunlar geçmişte yaşananlar nedeniyle faaliyetlerini sürdüren bankalar üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmaktadır. 24. Tasarruf mevduatına tam güvence ve bu konudaki tartışmalar sektörün sağlıklı işleyişine yönelik tereddütler yaratmaktadır. 2.1.5. Stratejiler Türkiye’de ekonomik yeniden yapılandırmanın temel aşamalarından birisi bankacılık sektörünün güçlendirilmesi, finansal sistemin büyütülmesi ve derinliğinin artırılmasıdır. Bu amaçla izlenecek stratejiler şunlar olmalıdır: 1. İstikrar içinde ve sürdürülebilir bir büyüme ortamı yaratılmalıdır. 2. Finansal sistemde ve hizmetlerde serbestleşme süreci eksiksiz 74 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar olarak tamamlanmalıdır. Kamunun ekonomiye müdahale alanı sınırlandırılmalı, denetim güçlendirilmelidir. 3. Finansal sistemin büyümesi yanında derinleşmesi ve gelişmesinde özenli bir sıralandırma yapılmalıdır. (Ticaret ve yatırım bankalarının oluşturulması, banka dışı finansal kurumlar, para piyasalarının kurulması, uzun dönemli kredilendirme, hisse senedi ve tahvil/bono piyasasının geliştirilmesi, kurumsal yatırımcıların oluşturulması, emeklilik fonlarının oluşturulması gibi.) 4. Denetim otoritesi siyasi etkilerden uzak tutulmalı, faaliyetlerinde bağımsız olmalıdır. 5. Denetim otoritesi finansal kurumların risklerini ve risklerin iyi yönetilmesini titizlikle izlemeli ve kuralları eksiksiz olarak uygulamalıdır. 6. Özkaynakların büyütülmesini cazip hale getirmek için karlılığın artırılması ve sürekli hale getirilmesi sağlanmalıdır. 7. Haksız rekabet ortamı yaratılmamalı ve piyasa disiplini etkin hale getirilmelidir. 8. Bankacılık sektörünün stok problemlerinin çözümüne yönelik bir yol haritası açıklanmalıdır. Bankacılıkta düzenlemeler uluslararası kurallara önemli ölçüde yaklaşmıştır ve bankacılık sisteminin rekabet gücünü artırmayı amaçlamıştır. Ancak, Türkiye’nin geçmişten gelen sorunları düzenlemelerin kısa sürede uygulanabilirliğini güçleştirmektedir. Türkiye’de riskler hala çok yüksektir. Bankacılık sisteminin düzenlemelere hemen uymasının istenmesi ekonomideki kırılganlıkları artırmaktadır. Bu nedenlerle kuralları önceden belirlenmiş makul sürelerin verilmesi ve geçiş dönemlerinde ara çözümlerin devreye sokulması büyük önem taşımaktadır. 2.1.6. Hedef Türk bankacılık sektörünün yakın dönem hedefi; ekonomik programdaki enflasyon ve büyüme hedeflerinin gerçekleşeceği ve toplam aktiflerdeki artışın, GSYİH cari artışının yüzde 50 üzerinde olacağı varsayımıyla, 2005 yılı sektör toplam aktiflerinin GSYİH içindeki payının yüzde 100’e yükselmesidir. Büyüme hedefiyle birlikte Türk bankacılık sektörünün uluslararası standart ve kurallara uyum sürecini tamamlaması, güçlü ve sağlıklı bir finansal yapıya kavuşması ve uluslararası rekabet gücünü yakalaması amaçlanmaktadır. Fiyat istikrarının ve istikrarlı büyüme sürecinin, bankacılık sisteminde yeniden yapılandırmanın, denetim ve yönetim sisteminin daha etkin hale gelmesinin, kamu borçlanma gereğinin düşürülmesinin, kayıt dışılık ile mücadelenin ve aracılık maliyetlerinin düşürülmesinin finansal aktiflere olan talebi artırarak sektörün büyümesinde etkili olması beklenmektedir. Banka sisteminin büyümesi ve sağlıklı olarak çalışması büyüme arzusunda olan ülkemizde büyümenin finansmanında gerekli kaynakların yaratılmasında önemli bir katkı sağlayacaktır. Özel sektörün üretim ve yatırım için kaynak talebi ile bireysel kredi talebinin karşılanmasında bankaların kredi arzı önem kazanmıştır. 2.1.7. Öneriler Ekonomi politikası: İstikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme, düşük enflasyon ve uluslararası alanda rekabet edilebilir bir ekonomik ortamın yaratılması Türk finans sisteminin ve bankacılık sektörünün etkin ve sağlıklı bir biçimde çalışması açısından büyük önem 75 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları arz etmektedir. Bu nedenle; 1. Ekonomik programda belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesi yönündeki politikalar kararlılıkla uygulanmalı ve yapısal reformlar sürdürülmelidir. 2. Enflasyonist olmayan iktisat politikaları kararlılıkla sürdürülmelidir. 3. Ekonomideki istikrarsızlıkların başlıca kaynağı olan kamu açıklarının küçültülmesi yönünde başlatılan reformlar öngörülen sürelerde tamamlanmalıdır. 4. Bütçe disiplini sağlanmalı ve taviz verilmemelidir. 5. Kayıt dışılığa neden olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek, kayıt dışı işlemlerin kayda alınması sağlanmalıdır. 6. Vergi düzenlemeleri, basit, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır. 7. Haksız rekabete neden olan düzenlemeler kaldırılmalıdır. 8. Kaynak kullanma ve kullandırma maliyetini olumsuz yönde etkileyen düzenlemeler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu düzenlemelere kamuya gelir sağlanması açısından değil, piyasalarda aracılık maliyetinin düşürülmesi, likiditenin arttırılması ve derinliğin sağlanması açısından bakılmalıdır. 9. Finansal sistemin büyümesi, güçlenmesi ve sağlıklı olarak işlemesini sağlayacak düzenlemeler makul geçiş süreleri içinde yapılmalı ve etkinlikle uygulanmalıdır. 10. Mali piyasaların etkin olarak çalışması sağlanmalıdır. 11. Banka sistemi yanında ekonominin diğer tüm kurumları ve şirketler kesimi de reforma tabi olmalıdır. Bankaların gözetim ve denetiminden sorumlu otorite olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, taşıdığı sorumlulukları yerine getirmek ve görevlerini etkin olarak sürdürebilmek için faaliyetlerinde bağımsız olmalı, gerekli yasal yetki ve araçlara sahip bulunmalıdır. 2.1.8. Sonuç Güçlü bir ekonominin varlığı büyüyen ve sağlıklı çalışan bir finansal sektör ile mümkündür. Etkin bir finansal sistem tasarrufların çok farklı kaynaklardan toplanmasına ve verimli alanlarda kullanılmasına aracılık eder, böylece hem yatırımlar hem de tasarruf edenler menfaat sağlar. Sermaye piyasası henüz gelişme aşamasında olan ülkemizde, finansal sektörün temelini geleneksel olarak bankacılık sistemi oluşturmaktadır. Mali kaynakların çok büyük bir bölümü bankalar tarafından toplanmakta ve kullandırılmaktadır. Yurtdışı kaynakların da önemli bir bölümü bankalar aracılığıyla sağlanmaktadır. Yakın dönemde finansal sektöre, özellikle de bankacılık sistemine olan güven ciddi olarak zedelenmiştir. Güven sorununun aşılmasında başta düzenleyici otorite olmak üzere ilgili tüm kurumlar tarafından yoğun bir çaba gösterilmelidir. Güven sorununun bulunduğu durumlarda, güvenin çok kısa sürede ve gerçekçi olarak sağlanması ekonomide istikrarın oluşturulması açısından zorunludur. Finansal sektörün büyümesinin en önemli şartı bu sektörde yer alan kurumların sermayelerinin korunmasıdır. Sermayenin korunmasının ve büyütülmesinin en önemli yolu ise kar etmektir. Kar etmeyen mali kurumların ekonomiye bir katkısı olamaz. İkinci şart ise kaynakların ulusal para cinsinden büyümesidir. Üçüncü şart finansal sistemde etkin bir kamu ve piyasa denetimidir. 76 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 2.2. Özel Finans Kurumları 2.2.1. Giriş Türkiye’de kalkınmanın temeli olan tasarrufların ekonomiye ve reel sektöre kanalize edilmesinde önemli rol üstlenen finansal kuruluşlar arasında yer alan özel finans kurumları, ekonomi dışında kalmış tasarrufların ekonomiye kazandırılması amacıyla ilk kez 1985 yılında kurulmuşlardır. Sayıları 5’e ulaşan kurumlar halen 187 şube ile faaliyetlerini sürdürmektedirler. Fonksiyonel olarak bankalarla büyük benzerlik gösteren özel finans kurumlarını bankalardan ayıran en önemli fark onların fon toplama ve kullandırma yöntemlerinde bulunmaktadır. Özel finans kurumları hem fon toplarken hem de kullandırırken faiz yerine kar ve zarar ortaklığı esasını dikkate almaktadır. Bu kurumlar bankaların alternatifi değil onları tamamlayan ve finans sektörüne derinlik ve çeşitlilik kazandıran kuruluşlardır. 2.2.2. Durum Analizi 2.2.2.1. Mevcut Durum Özel Finans Kurumlarının Sektördeki Yeri 30.9.2003 tarihi itibariyle 146.358 trilyon lira olarak belirlenen bankaların toplam mevduatının krediye dönüşüm oranı % 42 olmuştur. Aynı tarih itibariyle özel finans kurumlarının topladıkları fon yekünü 3.487 trilyon olup, bu tutarın krediye dönüşüm oranı ise % 77 dır. Özel finans kurumlarının topladıkları fonların daha yüksek oranda krediye dönüşmesi bu kurumların devlet iç borçlanma senetleri gibi enstrümanlara yatırım yapmamalarından kaynaklanmaktadır. Özel finans kurumlarının finans sektörü içindeki payı mevduatta %2.4 iken kredilerde %5.6 olarak belirlenmiştir (Kaynaklar: TBB ve ÖFK Birliği). Sektörün ve Özel Finans Kurumlarının (ÖFK) Sorunları Özel finans kurumlarını da içine alan Türk finans sektörünün en önemli sorunu hacim olarak yeterli büyüklüğe sahip olmamasıdır. Nitekim Türk bankalarının aktif toplamlarının Alman bankaları ile karşılaştırılmasında bütün bankalarımızın orta büyüklükteki bir Alman bankasına eşit hacimde olduğu görülmüştür. Bu durumun başlıca 4 ana nedeni bulunmaktadır: i)Kamu Borçlanma Senetlerinin mevduata alternatif oluşturması, ii) Tasarrufların mevduata dönüşme oranının düşüklüğü (Tasarruflar, geçmiş yıllardaki siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların da etkisiyle mevduat ve katılma hesaplarından ziyade döviz ve altın gibi tasarruf araçlarına yönelmişlerdir.), iii) Ekonomik ve siyasi belirsizlikler nedeniyle tasarrufun sistem ve ülke dışına kaçması, iv) Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü. 2.2.2.2. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi Güçlü Yönler Kâr ve Zarar ortaklığı esasına göre faaliyet gösteren kuruluşlar dünyanın çeşitli ülkelerinde sağlam çalışma prensipleri sayesinde güvenilirlilik ve sağlamlıklarını ispat etmişlerdir. Bu tür kuruluşlar gerek ülkemizde gerekse diğer bölge ve ülkelerde ortaya çıkan krizlerden diğer mali kuruluşlara kıyasla daha az etkilenmiş, faaliyeti sona eren birçok mali 77 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları kuruluşa nazaran ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu kurumlar Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sırasında, tamamen kötü yönetim ve grup kredileri nedeniyle durumu bozulan ve bu nedenle faaliyetine son verilen bir finans kurumunun etkisiyle büyük fon çekilişine maruz kalmışlar, ancak güçlü ve dürüst yönetimleri, sağlam çalışma prensipleri sayesinde % 50 yi bulan fon çekilişine rağmen, arkalarında devlet garantisi ve desteği olmadığı halde ayakta kalmayı başarmışlardır. Bunun en önemli nedenlerini şöylece açıklayabiliriz. • ÖFK’ lar faizsiz enstrümanlarla faaliyet gösterdikleri için krizde kur ve faiz riski üstlenmemiş sadece piyasa ve kredi riskine maruz kalmışlardır. • Çalışma yöntemleri gereği fon kullandırılırken gerçek ekonomik faaliyetler finanse edilmektedir. Kredinin, krediyi kullanan firma yerine mal tedarik eden satıcılara ödenmesi nedeniyle veriliş amacı dışında , riskli, spekülatif ve verimsiz işlerde kullanımı önlenmekte, hatta paranın kötü niyetli olarak sistemden ve ülkeden çıkarılmasına mani olunmaktadır. Nitekim bankalarda sorunlu kredilerin daha yüksek oranlı olmasının en büyük nedenleri, alınan kredilerin bir bölümünün veriliş amacı dışında, riskli ve spekülatif işlerde kullanılması ve finansman tekniğine aykırı olarak kısa vadeli kredilerle yatırım yapılmasıdır. • ÖFK’lar kısa vadeli olarak topladıkları fonları kısa vadeli ekonomik faaliyetlerin finansmanında kullandırmakta, bunun sonucunda bilançonun aktif ve pasifi arasında vade uyumsuzluğuna yol açılmamakta, böylece likidite riskine maruz kalınmamaktadır. Bu kurumlar 1 yıldan uzun vadeli yatırım kredisi taleplerini kendi bünyelerine bulunan finansal kiralama enstrümanıyla karşılamakta ve böylece bütün kredileri kredi tekniğine uygun olarak kullandırmaktadırlar. Bu durum likidite riskini önlediği gibi firmaların, kullandıkları kredilerin taksitlerini faaliyetlerinden elde ettikleri fonlarla ve nakit akışına uygun olarak ödemelerine imkan vermektedir. Bu tür çalışma yöntemleri sayesinde ÖFK’lar kriz zamanında kısa vadeli fonları tahsil ederek tasarruf sahiplerinin yoğun taleplerini karşılayabilmişlerdir. Zayıf Yönler • Bankalardaki tasarruf mevduatına sağlanan sınırsız devlet güvencesi özel finans kurumları aleyhine haksız rekabet yaratmaktadır. • Özel finans kurumlarının kısa vadeli atıl fonlarının değerlendirilmesini sağlayacak, hazine bonosu ve devlet tahviline tekabül eden faizsiz kamu borçlanma senetleri bulunmamaktadır. Bu tür araçlar özel finans kurumlarının bireysel emeklilik şirketi kurabilmeleri için de zorunludur. Bu senetler: a) Gelir Ortaklığı Senetleri: Devletin gelir getiren varlıklarının kira gelirleri karşılığında çıkarılan ve senenin belirli dönemlerinde kira ödeme kuponları bulunan vadesi 5 yıl ve daha uzun borçlanma senetleri, b) Varlığa Dayalı Bono: Devletin bazı varlıkları karşılığında azami bir yıl vadeli olarak ve üzerinde yazılı bedelin altında iskontolu olarak çıkarılan bonodur. 78 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 2.2.3. Amaçlar ve Stratejiler 2.2.3.1. Stratejik Amaçlar Özel Finans Kurumlarının stratejik amacı, ülke ekonomisi için gerekli olan, ekonomi dışında kalmış olan tasarrufları ekonomiye kazandırmak ve ülkemizin yatırım, üretim ve istihdamına katkıda bulunmaktır. Bunun temini için şubeleşme ve reklam faaliyetlerine ağırlık vermek, bankacılık bilgi ve teknolojisini yakından izlemek, müşteri memnuniyetine odaklı bir çalışma prensibi benimsemek, giderek artan rekabet ortamına uyum sağlamak amacıyla yetişmiş işgücü ve ileri teknolojiyi sinerjiye dönüştürüp müşteri kitlelerine en uygun ve kaliteli hizmeti sunmaktır. 2.2.3.2. Hedefler ve İlkeler 2003/9 aylık dönemde finans sektörü içinde %2,4 gibi oldukça düşük bir paya sahip olan ÖFK’ların önümüzdeki 5 yıl içerisindeki hedefi bu oranı asgari % 5 düzeyine çıkarmaktır. Bunu muhafazakar bir tahmin olarak görmekteyiz. Çünkü 1999 yılında % 0.9 olan bu oran 2003 Eylül sonu itibariyle % 2,4 düzeyine yükselmiştir. Bu gelişme büyük ölçüde, teknolojik alt yapının tamamlanması, halen devam eden hızlı şubeleşme ile reklam ve tanıtım çalışmalarının sonucunda elde edilmiştir. 2.2.3.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi Finans sektörünün önemli sorunlarından birisi yeterli büyüklüğe sahip olamamasıdır. Bu durumun en önemli nedenlerinden birisi Türk toplumunun tasarrufunu değerlendirme tercihinde ilk sıraları döviz ve altının alması, tasarrufların banka veya ÖFK’lara yatırılma tercihinin bunlardan sonra gelmesidir. Halbuki ülkemizin gelişmesi, halkımızın refah düzeyinin artması için tasarrufların ekonomiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun da başlıca yolu tasarrufların banka ve ÖFK’lara yönelmesidir. Ancak tasarrufların en önemli bölümü döviz ve altına gitmekte bu da milli servetin yurt dışına çıkmasına, ülkemizin fakirleşmesine neden olmaktadır. Bu durumu önlemek, yani tasarrufları altın ve dövizden banka ve özel finans kurumlarına kanalize etmek için kamuoyunun aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi, bunun için de sistemli ve ısrarlı bir çalışma yürütülmesi gerekmektedir. Halkın aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi bağlamında; • Ortaokul veya liselerde Trafik konusunda olduğu gibi “Ekonomik Gelişme İçin Kaynak ” veya “Ulusal Kaynaklarımızın Değerlendirilmesi” vb. adı altında birkaç saatlik ders konulması ve bu dersin herhangi bir ana dersin (Örneğin: Vatandaşlık) kapsamına alınması, • Camilerde Cuma Hutbelerinde konunun birkaç kez dile getirilmesi, • Bankalar Birliği ve Özel Finans Kurumları Birliği gibi meslek kuruluşlarının konuyu görsel ve yazılı medyada ele alması, gibi aktiviteler düşünülebilir. 79 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2.2.4. Sonuç ve Değerlendirme Finans sektörünün yeniden yapılandırılması ve ekonominin ihtiyaçlarına cevap verebilecek sağlıklı ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulması için yapılan mali, idari ve yasal çalışmalar büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bundan sonra yapılacak olanlar; mevcut düzenlemelere titizlikle uyulması, sektörde dikkatli ve etkin denetimler yapılması ve denetim raporlarının gereğinin yerine getirilmesidir. Bunun için de özellikle BDDK’nın bağımsızlığının mutlaka korunması gerekmektedir. Diğer taraftan kaynaklarının likit değerler dışında kalan bölümünü tamamen reel sektöre kanalize eden özel finans kurumlarının ekonomik krizlerden daha fazla etkilenmeleri nedeniyle ülkemizde ekonomik istikrarın sağlanması ve korunması bu kurumlar için büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle makroekonomik dengelerin korunması, mali disipline uyulması, yapısal reformların biran önce gerçekleştirilmesi her şeyden önce gelen parametrelerdir. Mali piyasa içerisindeki önemleri gittikçe artan, kendilerine has çalışma yöntemleri ve ürün çeşitleri ile mali sektöre derinlik ve çeşitlilik kazandıran özel finans kurumlarının ekonomimize ve reel sektöre daha fazla katkıda bulunabilmesi için aşağıdaki sorunlarına çözüm getirilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir: 1. Bankalar Kanunu’nun 20 inci maddesinin 6 ncı fıkrasının (c) bendi gereğince , özel finans kurumlarında gerçek kişiler adına açılan özel cari ve kar ve zarara katılma hesaplarında toplanan tasarrufların güvence altına alınması amacıyla Özel Finans Kurumları Birliği bünyesinde Güvence Fonu kurulmuştur. Aynı madde ve fıkranın (d) bendinin dördüncü paragrafında ise Güvence Fonu mevcudunun ihtiyacı karşılayamaması durumunda özel finans kurumlarından, ileride doğacak prim borçlarına mahsuben bir önceki yılda ödedikleri prim toplamına kadar, bunun yetersiz kalması halinde ise her bir özel finans kurumunun sektördeki payı oranında ve kalan tutarı karşılayacak kadar avans alınabileceği belirtilmektedir. Bu hüküm, tasfiyeye tabi bir finans kurumunun borcunu öderken diğer finans kurumlarının mali bünyelerinin de bozulmasına yol açabilecek bir risk taşımaktadır. Bu nedenle prim borçlarına mahsuben alınacak avansın yetmemesi durumunda, diğer kurumlardan avans alınması yerine, TMSF unda olduğu gibi, Merkez Bankasından avans kullanılabilmesi amacıyla ilgili (d) bendinde gerekli değişiklik yapılmalıdır. 2. Kriz dönemlerinde ve olağanüstü durumlarda hızlı para çekilişlerini karşılayabilmek için kısa vadeli borçlanma imkanı verecek bir düzenleme yapılmalıdır. 3. Gerek kısa vadeli likidite ihtiyacı bulunan kurumların ihtiyaçlarını karşılayacak gerekse elinde kısa vadeli atıl fon bulunan kurumların bu fonlarını değerlendirebilmelerini sağlayacak İnterbank gibi bir sistemin oluşturulması yararlı olacaktır. 4. Özel finans kurumlarının önemli bir sorunu da ülkemizde, bu kurumların yatırım fonları kurmalarını ve kısa vadeli atıl fonlarını değerlendirebilmelerini sağlayacak faizsiz kamu borçlanma enstrümanlarının olmamasıdır. Körfez ülkelerindeki atıl ve adres arayan fonları da Türkiye’ye çekebilecek; gelir ortaklığı senetleri, varlığa dayalı menkul kıymetleri vb. gibi enstrümanların bir an önce devreye sokulması beklenmektedir. 80 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 3. Banka Dışı Finansal Kurumlar 3.1. Sigortacılık 3.1.1. Giriş İnsanlık, tarihinin başladığı andan itibaren birçok tehlikeyle karşı karşıya kalmış ve bu tehlikelere karşı korunma ve korunmasına yardımcı olacak araçlara sahip olabilme çabalarını sürdürmüştür. Bu çabalar insanlar arasında bir tür dayanışma olan sigortacılığı ortaya çıkarmıştır. Ülkemizde sigortacılığın başlamasına neden olan olay 1870 yılında Beyoğlu’nda çıkan yangındır. Bu yangından sonra yabancı sigorta şirketleri acente açarak İstanbul’da faaliyete başlamışlardır. Bu gelişmelerden sonra sigortacılık dünyadaki ekonomik ve teknolojik gelişmeyi yakından izleyerek gelişimini sürdürmüştür. Bu gelişimlerin bir sonucu olarak insanların maruz kaldıkları tehlikeler artmış ve böylece sigorta şirketlerinin ürün yelpazeleri de genişleyerek gelişmiştir. 3.1.2. Durum Analizi 3.1.2.1. Mevcut Durum 2002 yıl sonu itibariyle 58 sigorta şirketi faaliyet göstermekte iken yaşanan ekonomik krizler sonucunda sektörde faaliyet gösteren şirketlerin sayısı 2003-6 aylık dönem sonunda 53’e düşmüştür. 2002 yıl sonunda aktif büyüklüğü 5.4 trilyon TL olan sigorta sektörünün 2003-6 aylık dönem sonunda aktif büyüklüğü 6.2 trilyon TL’ye yükselmiştir. 2002 yıl sonunda toplam prim üretimi cari fiyatlarla bir önceki yıla göre yüzde 48.45 oranında artarak 3.7 trilyon TL’ye yükselmiştir. Aynı dönemde dolar bazında toplam prim geliri yüzde 30.33 oranında artarak 2.2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2003-6 aylık dönem sonunda prim üretimi 2.4 trilyon TL, dolar bazında 1.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 3.1.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi Altıncı, yedinci ve sekizinci kalkınma planlarda yer alan sigorta sektörüyle ilgili hedefler çoğunlukla gerçekleştirilememiştir. 3.1.2.3. Sektörün Güçlü ve Zayıf Yönleri Güçlü Yönler • Sigorta ile ülkenin ekonomik kıymetlerinin maruz kaldığı riskler teminat altına alınmakta ve böylelikle milli servet korunmaktadır. • Doğal afetlerin yarattığı katastrofik riskler, yapılan reasürans anlaşmaları sonucunda ülke riski olmaktan çıkmakta ve bu yolla riskin uluslararası paylaşımı sağlanmaktadır. • Reasürans anlaşmaları nedeniyle uluslararası sigorta piyasalarında gelişen sigorta teknikleri çok kısa sürede Türk sigorta sektöründe de uygulanabilmektedir. Dolaysıyla uluslararası standartlar yakalanabilmektedir. • Sektör uluslararası niteliği nedeni ile AB normlarına en kolay uyum sağlayacak bir yapıdadır. 81 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Gelişme potansiyeli yüksektir. • İnsan gücü kalitesi yüksektir. • Türk sigorta sektörü geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Zayıf Yönler • Sigortacılık ülke genelinde yaygınlaştırılamamıştır. 2002 yıl sonu itibariyle kişi başı prim üretimi Almanya’da 1627 dolar, İspanya’da 1091 dolar, İzlanda’da 979 dolar, Yunanistan’da 253 dolar, Tunus’ta 38 dolar iken Türkiye’de 35 dolardır. • Vergi uygulamaları sektörün ve sigortalının aleyhine sonuçlar vermektedir. Örneğin itfaiye hizmetleri için sadece yangın poliçesi yaptıran kişilerden Yangın Sigorta Vergisi alınmakta, aynı hizmetten faydalanan fakat sigorta yaptırmayan kişilerden böyle bir vergi alınmamaktadır. • Sektör için gerekli olan yasal alt yapı henüz tamamlanamamıştır. • Denetim eksikliği nedeniyle zorunlu sigortalar hedeflenen sigortalı sayısına ulaşamamaktadır. 3.1.3. Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerileri Sektör sorunları kronikleşmiş bir halde senelerden beri, çözümsüz kalmış; bu durum rekabet gücünü, haksız rekabete dönüştürmüş ve istenilen randımanla çalışmayı önlemiştir. Sektör sorunları kısaca anahatları ile aşağıda belirtilmiştir. 3.1.3.1 Mevzuat Sorunları Sigortacılık Düzenleme ve Denetim Kanunu 1994 yılından bu yana yürürlükte bulunan ve aynı yıl 3991 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sonucunda yasal dayanağını yitiren 539 sayılı KHK’nin önemli hükümleri Anayasa Mahkemesi tarafından çeşitli tarihlerde iptal edilmiş, ayrıca Acenteler Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Bunun sonucunda sigorta sektöründe düzenleme ve denetim açısından büyük bir yasal boşluk doğmuştur. Kanunun biran önce sektörle birlikte çalışarak düzenlenmesi ve yasanın çıkarılması sektörün en önemli ve acil sorunudur. Sigorta Sözleşme Kanunu Sigorta sözleşmelerinin yasal dayanağı 1956 yılında yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu’nun güncelliğini yitirmiş hükümleridir. Ayrıca Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri özel nitelik taşıyan sigorta sözleşmelerinin düzenlenmesi, işleyişi ve sonuçlandırılması açısından yeterli olmamaktadır. Bu yasanın Sigorta Düzenleme ve Denetleme Kanunu ile eş zamanlı olarak yürürlüğe girmesi gerekli görülmektedir. Türk Ticaret Kanununun 1295 ve 1297’inci Maddeleri Anayasa Mahkemesinin 11.3.1996 tarihli, 1997/35 sayılı kararıyla iptal edilen TTK’nun 1295 ve 1297’nci maddelerinin ikinci fıkralarından doğan hukuki boşluk halen devam etmektedir. 82 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Acenteler Yönetmeliği Anayasa Mahkemesinin 24.10.1995 tarihli kararıyla, 7397 sayılı Kanunun 9uncu maddesinin son fıkrası hükmünün iptal etmesi nedeniyle, dayanaksız kalan ve uygulamadan kalkan Acenteler Yönetmeliğinin doğurduğu boşluk halen devam etmektedir. Bir an önce çıkarılacak kanun ve ona uygun bir yönetmelik sorunu çözecektir. Trafik Garanti Sigortası Hesabı 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 108inci maddesiyle Birlik nezdinde oluşan Trafik Garanti Fonu’nun adı 2002 yılından itibaren Trafik Garanti Sigortası Hesabı olarak değişmiştir. Trafik Garanti Sigortası Hesabının tüzel kişiliğinin olup olmadığı, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanuna göre yapılacak takibatın kim tarafından yapılacağı, Hesabın mali kaynaklarında yetersizlik halinde ödemelerin nasıl karşılanacağı konusunda mevzuat açık değildir. Bu nedenle mevzuatta gereken düzenlemelerin yapılması gerekli görülmektedir. 3.1.3.2.Vergi Sorunları Deprem Hasar Karşılıkları 539 Sayılı KHK, yangın ve mühendislik sigorta branşlarında verilen deprem teminatları karşılığında alınan deprem sigortası primlerinin 15 yıl süre ile karşılık olarak tutulmasını öngörmektedir. Ancak ayrılan karşılıkların, vergilerden arındırılması olanağı yasal hükümlerle bugüne kadar sağlanamamıştır. Vergi tekniğine, adaletine ve Türkiye’nin deprem coğrafyasına uymayan bu uygulamanın bir an önce yasayla düzeltilmesi gerekli görülmektedir. Birikimli Hayat Sigortalarında Vade Gelimi ve İştira’da(sözleşme süresinden önce ayrılma) Yapılan Toplu Ödemelerin Vergilendirilmesi Stopaj kesintisi için matrah olarak ödemenin tamamının öngörülmesi (her ne kadar on yıldan sonra ayrılmalarda ödenene yüzde 10 gibi çok düşük bir muafiyet uygulanıyor olsa da) Devletçe teşvik edilmesi gereken uzun vadeli bir yatırım olan hayat sigortasında, sigortalının vergilendirilmiş kazancından ödediği hayat sigortası primlerinin sigortadan ayrılırken bir kez daha vergilendirilmesi anlamına gelmektedir. Satış Elemanlarının Vergilendirilmesi Hayat sigortası poliçesi pazarlayanların gelir vergisi karşısındaki durumunun açıklığa kavuşturulması ve milli piyango satıcılarının paralelinde bir statüye kavuşturulmaları, bu sigortaların ve pazarlamasının teşviki ve ayrıca devlete vergi kazandırabilmesi açısından gerekli görülmektedir. Karşılıklar Sigorta şirketlerinin mali bünyelerinin güçlü tutulabilmesinin önemli şartlarından birisi de AB normlarına uygun karşılıkların ayrılabilmesidir. Ancak bunu sağlamak üzere, bu tür karşılıkların Kurumlar Vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilmesinin sağlanması gerekmektedir. 83 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yangın Sigorta Vergisi Kapsamının Değiştirilmesi Yangın Sigorta Vergisi Belediyelere verilmek üzere, prim üzerinden hesaplanıp, müşteriden tahsil edilmektedir. Sadece yangın sigortası yaptıran sigortalılardan alınan bu vergi kaldırılmalı ve yerine gayrimenkulların emlak vergisine esas değeri üzerinden belli bir oranda “İtfaiye Hizmeti Vergisi“ adı altına bir vergi alınmalıdır. Böylece hem tüm gayri menkul sahiplerinin itfaiye hizmeti giderlerine katılımı sağlanacak hem de sadece yangın sigorta poliçesi satın alanlar cezalandırılmamış olacaktır. 3.1.3.3. Diğer Sorunlar Denetim Avrupa Birliğinde sigorta girişimlerinin denetimi mali denetim üzerinde yoğunlaşmakta, bu bağlamda sigorta şirketlerinin teknik karşılıklarının, yükümlülük karşılama yeterliliklerinin, garanti fonlarının Avrupa Birliği genelinde yürürlükte bulunan kural ve uygulamalara uygunluğunun denetimini içermektedir. Sigorta Şirketi Kurulması ve El Değiştirmeler Sigorta düzenleme ve denetiminden sorumlu otoriteler ile B.D.D.K, sigorta şirketi kurulması veya şirket sermayesinin el değiştirmesi aşamalarıyla ilgili izin yetkilerini kullanırken, kurucuların veya yeni sermayedarların değerlendirilmesinde yeterli özeni göstermeden şirket kurulmasına veya el değiştirmelere izin verebilmektedir. Sektörü yakından izleyen ve bu konuda bilgi birikimi olan Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliğinden herhangi bir görüş sorulmamaktadır. Sigorta Eksperlik Kursu Uzun bir zamandan beri açılmayan eksperlik kursu Yönetmeliğin verdiği olanak çerçevesinde açılmıştır. Ancak eksper adaylarının sınav ile belirleniyor olması, sektörde deneyimi olan, kendilerinden yararlanılabilecek pek çok sigortacının eksper olmasını zorlaştırmakta, hiç sigorta bilgisi olmayan, okuldan yeni mezun olmuş, genelde işsizlere iş bulma müessesesi gibi algılanmaya neden olmaktadır. Sigorta Eğitimi Özel sigorta bilincinin yaygınlaştırılması ve sigorta eğitiminin yetersizliği karşısında sigortacılığın genel eğitim programlarında yer alması konusunda ilgili kuruluşlara sunulan Birlik önerileri bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. Zorunlu Deprem Sigortası Ülkemizin jeolojik yapısı ve buna karşı halkımızın sigorta bilincine sahip olmayışı dikkate alınırsa, konutlarla ilgili Zorunlu Deprem Sigortası Sistemi çok olumlu bir yaklaşımdır. Ancak; Dünya Bankası – Hazine Müsteşarlığı işbirliği ile ortaya çıkan ve sistemi düzenleyen 27.12.1999 tarihli KHK, üç seneye yaklaşan bir süreye rağmen kanunlaşmamıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu deprem riski dikkate alındığında konunun siyasilerin oy alma kaygısına bırakılmayacak kadar ciddi bir konu olduğu görülecektir. 84 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 3.1.4. Sonuç Sonuç olarak sektör günün ve modern sigortacılığın gereklerini karşılayan bir yasa istiyor. Bu yasa nasıl bir sistem getirmeli ? Kısaca özetlemek gerekirse; Şirketlerin sağlıklı faaliyetleri için gerekli özkaynak büyüklüğünü aramalıdır, şirket kurulmasını; sermayedarı ve yöneticisi itibariyle sıkı şekilde elekten geçirmelidir, şirketlerin yükümlülüklerini karşılayacak malî güce sahip bulunduklarını her an için yakından takip edecek bir denetim sistemi getirmelidir, şirketlerin kuruluş, işleyiş ve denetiminde, politik etkenlerin varlığını ortadan kaldıracak, hiç olmazsa asgariye indirecek bir sistem getirmelidir, mali bünyesi zayıflayan şirketlerin zamanında sistem dışına çıkarılmasını sağlayacak bir düzenleme olmalıdır, sektörü, bürokrasinin ağır, sorumluluktan çekinen ve karar alamayan yapısından kurtarmalıdır, acente sistemini baştan sona ıslâh edici düzenlemeleri içeren bir yasa olmalıdır. Ayrıca; zorunlu sigortalara gerçek işlerlik sağlayacak bir altyapı ve uygulama oluşturulmalıdır, hizmetin devamlılığı esasını, yöneticinin devamlılığı faktörü ile güçlendiren bir sistem oluşturulmalıdır, vergilendirme rasyonel ve sektör gerçeklerine uygun hale getirilmelidir,özel sigorta bilincinin yaygınlaştırılması ve sigorta eğitiminin yetersizliğinin sonuçlarını ortadan kaldırmak için sigortacılığın genel eğitim programlarında yer alması sağlanmalıdır. Yaşanan tüm ekonomik darboğazlara ve sigorta sektörünün ilgisizlikten kaynaklanan sorunlarına rağmen bu sektör her yıl enflasyon oranının üzerinde reel olarak gelişmesini sürdürmeye devam etmektedir. Siyasi otoritenin sektöre göstereceği bir ilgi, hem bireysel hem de ülke ekonomisi yönünden önemli katkılar sağlayacaktır. Sektörün istediği ekonomi üzerine yük getirecek yeni bazı teşvikler değil, önündeki engellerin kaldırılması ve gelişmesine fırsat tanınmasıdır. 3.2. Leasing 3.2.1. Giriş Leasingin Tanımı : Leasing temel olarak; kiracının isteği üzerine ve kiracı tarafından belirlenen bir malın kullanım hakkının, genel olarak kiralanan malın amortisman süresine yakın veya eşit bir zaman için ve önceden belirlenmiş bir dizi ödeme karşılığında kiracıya devredilmesini öngören bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın sonunda kiralanan malın mülkiyetinin, kiracıya devri söz konusu olabilmektedir. Bu ilişkide finansmanı sağlayan leasing şirketi, işletmenin ihtiyaç duyduğu yatırım malının, kiracı tarafından satıcı firmayla anlaşılarak temin edilmesi aşamasında devreye girer ve gerekli finansmanı sağlar. Bu işlemde malın “hukuki mülkiyeti” leasing şirketinde kalarak, “ekonomik mülkiyeti” yani maldan her türlü yararlanma hakkı kira bedelleri karşılığında kiracıya devredilir. Leasing temel olarak Finansal Leasing ve Operasyonel Leasing olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu iki leasing türünün en önemli ayrımı; kiralanan malın, kira süresi sonundaki değeriyle ilgili riskin (residual value risk) hangi tarafta olduğuna ilişkindir. Malın süre sonundaki değerine ilişkin riskin kiracıda olduğu işlemler Finansal Leasing, kiralayanda olduğu işlemler Operasyonel Leasing olarak addedilmektedir. 85 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Ülkemizde leasing uygulaması 10.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren Finansal Kiralama Kanunu ile yürürlüğe konulmuş ve bu Kanun ile “leasing” Türkçe’ye “Finansal Kiralama” olarak geçmiştir. Bu nedenle Türkiye’deki leasing uygulaması “leasing” çeşitlerinden sadece “finansal leasing” ile eşdeğer tutulmaktadır. Ancak, leasingin bu şekilde tanımlanması yeterli değildir. Çünkü finansal kiralama, leasingin sadece bir çeşididir ve dünyada leasing hizmetleri içinde, ülkemizde henüz uygulama alanı bulamamış operasyonel leasing işlemleri % 30-35 payla oldukça önemli bir orana sahiptir. Dünyada Leasingin Gelişimi : Leasing işlemleri ilk olarak 1930’lu yıllarda ABD’de ekonomik kriz sonrası yaşanılan finansman güçlüklerini karşılamak amacıyla başlamıştır. Özellikle II.Dünya Savaşı sonrası yaşanan teknolojik gelişmeler ve buna paralel olarak işletmelerin modernizasyon ve teknoloji yenileme ihtiyaçları leasingin yaygın olarak kullanılmasına neden olmuştur. Önceleri finansman sıkıntısının bertaraf edilmesi için başvurulan bu yöntem, bunalım sonrası ekonomik hayattan silinmemiş aksine yatırım mallarının tedarikinde daha çok benimsenmeye başlanmıştır. Özellikle 1950’li yıllarda bankaların tabi olduğu kurallar gereği bankalardan kredi alamayan küçük ve orta ölçekli firmalara bankacılık sistemine zarar vermeden finansman sağlayan bir yöntem olarak Batı Avrupa’da yaygınlaşmış, 1970 yılından başlayarak da başta Japonya ve Güney Kore olmak üzere Uzak Doğu ülkelerinde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin bu yöntemle tanışması ise 1975 yılından sonra IFC önderliğinde olmuş ve 1975-1995 yılları arasında IFC’nin uygulamada destek olduğu 36 ülkede leasing finansman tekniği özellikle KOBİ’lerin ekonomideki katma değerinin artmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Dünyada leasing işlem hacmi 2001 yılı sonu itibariyle 500 milyar dolara yaklaşmış ve ABD’de şirketlerin %80’i ihtiyaçlarını leasing yoluyla karşılar hale gelmiştir. Bu gün dünyada özel sektörün her 8 yatırımından biri, OECD ülkelerinde ise her üç yatırımından biri leasing ile finanse edilmektedir. Türkiye’de Leasingin Gelişimi: Leasing, ilk işlemlerin gerçekleştiği 1987 yılından bu yana geçen 17 yıllık gelişim sürecinde 130.000 adetten fazla proje finanse ederek yaklaşık 16,5 milyar dolar tutarındaki yatırıma orta ve uzun vadeli kaynak sağlamıştır. Ekonomimizin büyüme ve canlılık gösterdiği dönemlerde, leasing şirketleri, yeterli özkaynağa sahip olmayan girişimcilere önemli fırsat ve hizmetler sunmuştur. Bu süre zarfında, leasing şirketleri ülkemizde kaynakların verimli ve üretken alanlara kaydırılmasına aracılık etmiş ve özellikle KOBİ’lerin finansmanında önemli roller üstlenmişlerdir. Yine bu dönemler itibariyle teşvik belgesine bağlanmış 2764 adet belge kapsamında toplam 1,2 katrilyon TL tutarında proje finansal kiralama yoluyla finanse edilmiştir. Yıllar itibarıyla ortalama işlem hacmine baktığımızda, bu rakamın 80-120.000 dolar arasında olduğu görülmektedir. Bu da leasing sektörünün KOBİ’lerin orta ölçekli yatırımlarının finansmanında önemli bir yer edindiğini göstermektedir. Son 15 yıllık dönemde bankaların piyasa şartları gereği, kaynaklarını kamu finansmanına ve şirketlerin işletme sermayesi ihtiyaçlarına yöneltmeleri, firmaların ve özellikle KOBİ’lerin yatırımlarının finansmanında leasingi tek seçenek haline getirmiştir. 86 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Leasing, yatırımların finansmanı için gerekli olan orta ve uzun vadeli fon temini amacını yerine getiren yegane sistemdir.Leasing’de kira ödemesi süresi 1-4 yıl arası vadelerde değişmektedir. Güçlü Yönleri: • Yatırımlara orta ve uzun vadeli kaynak imkanı • Malın mülkiyetinin finansal kiralama şirketinde olması nedeniyle teminat ihtiyacının asgariye inmesi ve bu nedenle leasingin bir finansman modeli olarak banka kredilerine göre daha esnek olması • Bankacılık sistemine zarar vermeden bilançoları iyi olmayan müteşebbis ve girişimci KOBİ’lere kaynak aktarılabilmesi • Kredilendirme prosedürünün bankalara göre daha seri olması • İşletmelerin fon akışlarına göre hazırlanan uygun ve esnek ödeme planları ile nakit akışını düzenli tutması • Beklenmedik faiz ve maliyet artışları ile karşılaşılmaması • Satın alma (ithalat) ile ilgili tüm işlemlerin leasing firması tarafından yapılması • Leasing şirketlerinin KOBİ’lerin yatırımlarını finanse etmekte tecrübeli olmaları • Yatırım mallarına indirimli K.D.V. uygulaması • Belge düzeninin yerleşmesine, dolayısıyla kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına katkı 3.2.2. Mevcut Durum 3226 sayılı Kanunla çizilen çerçeve ve aynı yönde yapılan çeşitli hukuki düzenlemeler başlangıçtaki amacına mükemmelen hizmet etmiş ve başarılı olmuştur. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren ivme kazanan leasing işlemleri kriz dönemleri hariç yılda yaklaşık 2 milyar dolar tutarındaki yatırımı finanse eden bir noktaya ulaşmıştır.Ülkemizde leasing önemli gelişmeler göstermiş olmasına rağmen istenen düzeyde değildir. Türkiye dünya sıralamasında 2001 yılı verileriyle 35.sırada, Avrupa ülkeleri arasında ise 18.sırada yer almaktadır. Leasing sektörünün gelişmişliğinin ölçüsü olan penetrasyon oranı (leasingin toplam yatırımlar içindeki payı), ülkemizde gelişmiş ülkelerdeki seviyelere ulaşamamıştır. Leasing yoluyla gerçekleştirilen yatırımların payının, sabit sermaye yatırımları içindeki oranının % 5-7’yi henüz geçmemiş olması da bu hususu ortaya koymaktadır. Gelişmiş ülkelerde leasingin toplam yatırımlar içindeki payı % 20-25 seviyesindedir. Bunun nedeni, operasyonel leasing işlemlerinin ülkemizde devreye sokulamamasından kaynaklanmaktadır. 3.2.3. Zayıf Yönler ve Yapılması Gerekenler • Kira akdi, orta vadeli yatırım kredisi ve taksitli satış gibi üç değişik yöntemin birleşmesinden oluşan ve kendine özgü (sui generis) bir sözleşme tipi olan leasing işlemlerinin genel ticaret kanunları içerisinde yapılması mümkün değildir. Bu nedenle leasing işlemlerini düzenleyen ayrı bir Kanunun varlığının devam etmesi gerekmektedir. Ülkemizde, Medeni Kanunumuzda bir nesne üzerinde ikili mülkiyet (hukuki/ekono- 87 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları mik mülkiyet) tanımlaması ve anlayışı bulunmadığından, ikili mülkiyet sistemine dayalı leasingin kendi Kanununda ayrıca tanımlanması, bu özel tip finansmanda kiracı ve kiralayanın haklarının belirlenmesine dayalı Kanuni düzenlemenin varlığını devam ettirmesi, sektörün gelişimi açısından son derece önem arzetmektedir. • Sadece finansal leasing yaparak sektörün hayatını idame ettirmesi mümkün değildir. Dünyada leasing işlemleri içinde % 30-35 paya sahip olan ve adi kiralamadan farklılık arzeden “operasyonel leasing” işlemlerinin uygulanması ülkemizde bu güne kadarki süreçte hayata geçememiştir. Bunun nedeni yasal altyapının yeterli olmayışıdır. Esasen, mevcut “Finansal Kiralama Kanunu”nda mala ilişkin devir zorunluluğu bulunmamaktadır ve sadece devir opsiyonunun verilmemesi operasyonel leasing yani devir opsiyonu olmayan leasing işlemleri yapmaya imkan vermektedir. Ancak kavram kargaşası nedeniyle leasing firmaları operasyonel leasing işlemleri yapamamışlardır. Kavram kargaşasını gidermek için Finansal Kiralama Kanunu’nun mahkemelerce iyi bilinen mevcut hükümleri korunarak “Finansal Kiralama Kanunu” yerine yeni bir “Leasing Kanunu” uygulamaya konulmalıdır. Bu yeni kanun bilinen leasing ürünlerinin (Operasyonel Leasing, Sat ve Geriye Leasing, Alt Leasing v.b.) her çeşidini kapsayacak nitelikte olmalıdır. Diğer taraftan leasing işlemlerinin vergilendirilmesine yönelik 2003 yılında yapılan Vergi Kanunlarındaki düzenleme de, açıklık getirilmediği için, leasing firmalarını operasyonel leasing yapma hakkından mahrum etmektedir. Bu nedenle, leasing kanunu değişikliği yanı sıra, leasing işlemlerinin vergilendirilmesi ile ilgili uygulamanın da yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Bu yeni kanun ve bu kanuna bağlı olarak yapılacak yeni vergi düzenlemesi sayesinde leasing şirketleri operasyonel leasing işlemlerini geliştirip yaygınlaştırma imkanına kavuşacaklar ve sektör gelişecektir. • Ülkemizde leasing mevzuatını düzenleyen Finansal Kiralama Kanunu ve bu Kanunun getirmiş olduğu kiracı ve leasing şirketini koruyucu hükümler ile sözleşmenin tescili ve kiralanan malın üçüncü şahıslara devredilememesi, temerrüt hali, kiracının ve leasing şirketinin iflası halinde taraflara getirilen koruyucu hükümler, leasing işlemlerini teminatlı bir finansman modeli haline getirmiş ve bu nedenle leasing işlemlerinin yaygınlaşmasına ve gelişmesine imkan tanımıştır. Leasinge konu malın bu teminat işlevi dolayısıyla leasing şirketleri, Küçük ve Orta Ölçekli girişimcilere daha esnek teminat koşullarıyla fon sağlayabilmişlerdir. Ancak bu teminat işlevini güçlendirici ilave hukuki düzenlemelere ihtiyaç vardır. Çünkü uygulamada fesih sonrası kiralanan malın likidite edilmesi oldukça uzun bir hukuki süreçte gerçekleşebilmektedir. Halihazırda; kiracının ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle sözleşmenin fesh olması sonucu leasing şirketi tarafından açılan davada, Mahkemeler leasing konusu mala tedbir uygulamakta, bu da leasing şirketinin dava sonuçlanıncaya kadar bu mal üzerinde tasarrufi işlemler yapmasını engellemektedir. Böylece mal ne kiralayan ne de kiracı tarafından kullanılmakta ve dava sonuçlanıncaya kadar uzun bir süre atıl bir durumda kalmaktadır. Uygulamada, asıl davanın 1 yıldan uzun bir sürede sonuçlanıyor olması, özellikle lea88 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar sing işlemlerinin konusunun yüksek teknoloji mallar olmasından hareketle, teminat özelliği olan ekipmanın sürekli değer kaybetmesi hatta sıfıra inmesi sonucunu doğurmaktadır. Burada kiralayan ve kiracının çıkarlarını yeterince koruyan, kiralayanın fesih konusu mal üzerindeki tasarrufunun sağlanması, asıl davanın kiralayan aleyhine sonuçlanması durumunda ise kiracının tazminat isteme hakkının oluşmasına yönelik düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Leasing konusu malın teminat işlevini güçlendirici bu şekilde bir düzenleme yapıldığı takdirde, leasing firmaları Küçük ve Orta Ölçekli işletmelerin yanı sıra, mikro işletmelerin yatırımlarına da yönelecek ve bu işletmelere daha cesaretle kaynak sağlayabilecektir. • Girişimcilere daha sıhhatli ve daha ucuz kaynak aktarmak için mevduat toplamayan kurumlar olan leasing firmaları bankalara göre, dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi, daha hafif kural, denetim ve düzenlemelere tabi tutulmalıdır. 3.3. Faktoring 3.3.1. Giriş Faktoring, kısa vadeli ticari alacakların temlikine dayalı ve hizmet ağırliklı bir finansman yöntemidir. Faktoringin yasal altyapısını oluşturan 545 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde yapılan tanımlama şöyledir;“ Faktoring şirketi, faturaya veya mal veya hizmet satışından doğmuş olduğunu tevsik eden diğer belgelere dayalı mal ve hizmet satışlarından doğmuş veya doğacak alacakları temellük ederek tahsilini üstlenen ve bu alacaklara karşılık ödemelerde bulunarak finansman sağlayan şirkettir”. Bu tanım faktoringin önemli işlevlerinden biri olan hizmet işlevi yerine finansman işlevine ağırlık verilerek yapılan bir tanım olduğundan uygulamalarda bazı sorunların doğmasına neden olmuş ve olmaya devam etmektedir. Tanımlama konusundaki en önemli husus, faktoring teriminin birçok finansal hizmeti birlikte kavraması ve sağlanan bu hizmetlerin piyasa şartlarına göre çeşitlendirilebilmesidir. Bu nedenle faktoringin tek ve kesin bir tanımı yerine, işlevleri açısından ele alınarak bu işlevlerin açıklanması yolu ile tanımlanması daha doğru bir yaklaşım olmaktadır. Uluslararası tanımlardan esinlenerek oluşturulan böyle bir tanım aşağıda verilmiştir. Faktoring, fatura veya mal veya hizmet satışı ile ilgili olduğunu kanıtlayan diğer belgelere dayalı doğmuş veya doğacak alacakların temellüküne dayanan ve tarafların istekleri çerçevesinde, alacakların yönetimine ilişkin her türlü iş görmeyi içeren Hizmet işlevi, bu alacaklara karşı yapılan ön ödemeyi içeren Finansman işlevi, alacakların tahsil edilememe riskinin faktoring şirketince üstlenilmesini içeren Garanti işlevi, gibi finansal hizmetlerden bir veya bir kaçını kapsayan bir anlaşmadır. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere faktoring üç ayrı hizmeti bir arada sunabilen bir finansal yöntemdir: Hizmet (Alacağın Tahsili ve Yönetimi): Mal veya hizmet satışından doğmuş fatura veya benzeri bir belgeye dayalı alacakların faktoring kuruluşuna temlik edilmesi ile başlayan süreçtir. Alacakları temlik alan faktoring kuruluşu bu alacakların yönetimine ilişkin tahsilatı üstlenir, alacak kayıtlarını tutar, alacakların tahsili için ihbar, ihtar gibi işlemleri yerine getirir. Ayrıca mali, ticari ve idari konularda müşteriye danışmanlık yapmak da bir hizmet konusu olarak faktör tarafından üstlenilebilir. 89 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Finansman (Alacaklar Karşılığı Ön Ödeme): Faktoring kuruluşuna temlik edilen alacakların vadesi beklenmeden faktor tarafından alacaklarını temlik edene bir ön ödeme yapılır. Genellikle bu ödeme alacak toplamının en çok % 80’i tutarındadır. Alacakların ödeme vadesi geldiğinde alacağın tamamı işlemin türüne göre,alıcı veya satıcı tarafından faktora ödenir. Garanti (Ödememe Riskinin Üstlenilmesi): Faktora temlik edilen alacakların borçlularının aciz hali durumunda, alacakların ödenmeme riskinin faktor tarafından üstlenilmesidir. Böylece alacaklarını faktora temlik eden müşteri mal veya hizmet sattığı kuruluşların borcunu ödemeyecek duruma düşmesi karşısında korunmuş olur. Faktoring daha çok banka kredisi kullanma olanakları bulunmayan KOBİ’lerin yararlanabilecekleri bir finansman tekniğidir. Nitekim istatistikler Türkiye’de KOBİ’lerin büyük bir bölümünün banka kredisi kullanmadığını ortaya koymaktadır. Bu durumda faktoring küçük ve orta boy işletmelerin kullanabilecekleri önemli bir finansman kaynağı olmaktadır. Kısaca, faktoring hizmetlerinin hedef kitlesi KOBİ’lerdir. 3.3.2. Sektördeki Gelişmeler Yurt dışında, özellikle Amerika’da bir asırdan beri uygulanmakta olan faktoring işlemlerine Türkiye’de 1988 yılında bir banka tarafından başlanmış, daha sonra, yurtdışında bu işlemlerin genel olarak bankalar dışında kurulmuş faktoring şirketleri tarafından yürütüldüğünün anlaşılması üzerine 1990 yılında ilk faktoring şirketi kurulmuştur. Bu yıldan itibaren faktoring sektörü şirketleşme bazında gelişmesini sürdürmüştür. 1994 yılına kadar Türkiye’de faktoring işlemleri Borçlar Kanunu’nun alacağın temliki ile ilgili hükümleri ile Ticaret Kanunu genel hükümleri içinde yürütülmüştür. 1994 yılında çıkarılan Ödünç Para Verme İşlemleri Hakkında 545 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile hukukumuza ilk defa faktoring şirketi tanımı girmiş ve bu konuda bazı düzenlemeler getirilmiştir. Aynı yıl faktoring Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik çıkartılmıştır. Bu yönetmelik faktoring sektörünün hukuki altyapısını oluşturmanın ilk adımlarından biri olarak büyük önem taşımaktadır. Bu hukuki altyapı, yeterli gibi görünmesine rağmen, faktoring hakkında olumsuz yargıların ilk kaynağını da oluşturmuştur. Öncelikle faktoring hizmet ağırlıklı bir finansman tekniği olarak ödünç para işlerinden farklıdır. Ayrıca 545 sayılı K.H.K. aynı zamanda ikrazatçıları da düzenleyen bir kararname olduğundan faktoring hizmetlerinin ikrazatçılık olarak algılanmasına neden olmuştur. Ayrıca, bazı ikrazatçıların, farklı bir imaj yaratmak için Faktoring ismi altında faaliyet göstermeleri de olumsuz anlayışın kaynağını oluşturmuştur. Olumsuz yargılara rağmen faktoring, özellikle yasal altyapısının oluşturulduğu 1994 yılından itibaren, hızlı bir gelişme süreci içine girmiştir. Aşağıdaki veriler bu durumu açıkça yansıtmaktadır. Yıl Ciro (x) Aktif Toplamı(x) Öz Kaynak(x) Çalışan Sayısı 1995 43.418.476 25.962.375 5.252.898 314 2000 3.124.806.144 1.273.225.093 199.035.064 2357 2002 6.237.501.701 2.091.354.000 429.989.000 1745 (x) milyon TL. 90 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 3.3.3. Sektör Analizi Güçlü Yönler Faktoring, hizmet, finansman ve garanti işlevlerini bir arada yürüten tek finansal teknik olma özelliği dolayısı ile işletmelere önemli yararlar sağlar. Sağlanan bu yararları, faktoringin işlevlerine paralel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür. • Satıcı alacağın tahsil edilmesi ve ilgili kayıtların tutulması işlemleri ile uğraşmaz, onun yerine bu işleri faktoring şirketi yürütür. Böylece işletme, zamandan tasarruf eder. • Faktoringin hizmet işlevinden kaynaklanan yararlar, ihracat faktoring işlemlerinde daha da ön plana çıkar. İhracatçı lisan ve ihracat yaptığı ülkenin yasalarını bilmemekten doğabilecek sorunları yaşamaz. • Alacakların tahsil edilmesi işleminin faktoring şirketine devredilmesi sonucu, satıcı, bu konu ile ilgili olarak alıcı, yani borçlu ile karşı karşıya gelmeyecek ve bu yüzden aralarındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilecek sorunlar yaşamayacaktır. • Faktoringin finansman işlevi, bu finansal yöntemden yararlanan işletmeler için önemli bir mali kaynak yaratır. • Faktoring işlemi ile satıcının firmasının yalnız aktiflerinde bir hareket söz konusudur, alacakların bir kısmı kasa, banka gibi likit hesaplara aktarılmış olmaktadır. Bu durum, satıcının firmasının bilançosunu daha likit bir duruma getirdiği için 3.şahıslar veya finans kurumları açısından firmanın kredi değerliliği artar. • Faktoring yolu ile finansman sağlayan firma, bu finansal teknikte, finansman ile satışlar arasında bir paralellik kurulduğu için, boşuna veya aşırı kaynak kullanma riskinden korunmuş olur. • Garanti işlevi, bir yandan bu hizmetten yararlanan işletmeleri ticari ve politik risklere karşı teminat altına alırken, öte yandan, vadeli satış olanağı sağlayarak, onların rekabet gücünün artmasını, yeni pazarlara girebilmelerini kolaylaştırır. Faktoringin, bu güçlü yönlerini uygulamaya tam olarak yansıtabilmesi için, başta yasal altyapısı olmak üzere bazı sorunlarının çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Zayıf Yönler • BSMV: Bugünkü yasal çerçeve içinde faktoring şirketlerinin kullanabilecekleri finansman kaynakları öz sermayeleri ve yurt içi ve yurt dışı bankalardan alınacak kredilerden ibarettir. Yurt içi banka kredilerinde faktoring şirketleri %5 BSMV ödemekte ve bu kaynağı müşterilerine ön ödeme olarak kullandırırken yine %5 BSMV uygulanmaktadır. Sektörün KOBİ’lere daha uygun maliyetle fon sunarak üretimlerine canlılık kazandırabilmesi için faktoring şirketlerinin banka kredileri üzerindeki BSMV oranı hiç olmazsa bankalar arası kredilerdeki gibi %1’e indirilmelidir. • Karşılıklar: Faktoring sektörünün en önemli risklerinden biri temlik alınan alacaklar karşılığı yapılan ödemelerin geç geri ödenmesi veya hiç ödenmemesi ve/veya alıcılar için 91 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları verilen garantilerin tazmin edilememesi durumudur. Sektörün karşı karşıya kalabileceği bu riski hafifletecek yasal önlem finans kesimi içinde birlikte bulunulan bankalar gibi bu tür alacaklar için karşılık ayırıp bu karşılıkları vergi matrahından indirme olanağının sağlanmasıdır. • Kredi Sigortası: Türkiye’de kredi sigortası yeni başlamıştır. Ancak, bu konudaki tebliğ hükümlerine göre, faktoring şirketleri kredi sigortası poliçesine 3.taraf olarak katılma olanağına sahip değildir. Bu durum garantili yurtiçi faktoring işlemleri yapılmasını engellemektedir. Bu sorunun çözülmesi durumunda faktoring şirketleri AB ülkelerinde olduğu gibi yurtiçi garantili faktoring hizmeti vermek olanağına kavuşarak sektördeki gelişmeye ivme kazandıracaktır. • Eximbank İşbirliği: İhracat faktoring işlemlerinin en önemli ayaklarından biri, ihracat bedelinin ödenmesini garanti altına alan yurtdışındaki muhabirlerdir. Muhabirler genellikle ithalatçının ülkesindeki faktoring şirketleridir. Türkiye ihracatının bir bölümü faktoring tekniğinin henüz uygulanmadığı ülkelere, yeni Türk Cumhuriyetleri gibi, yapılmaktadır ve bu durum bu ülkelere yapılacak ihracatta faktoring yapma olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu gibi ülkelere yapılacak ihracat için faktoring şirketlerinin Eximbank kredi sigortası kapsamına alınması sorunun akla yakın tek çözümü olacaktır. • Fatura Sorunu: Fatura veya benzeri tevsik edici belgeler faktoringin dayandığı ana belgelerdir. Ancak, bugünkü yasalara göre, tek başına faturanın, kendisinden kaynaklanan alacağın tahsili açısından adli mercilerde delil ve yaptırım gücü, uzun davalar sonucunda verilecek karara bağlı olduğundan, faktoring şirketleri, temlik aldıkları alacağın dayandığı fatura veya tevsik edici belge yanında, bir ödeme aracı olarak çek veya senet almak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum, ayrıca, faktoringin çek ve senet karşılığı finansman sağlayan ikrazatçılık şeklinde algılanmasına neden olarak gerçek faktoringin gelişmesine engel olmaktadır. Sorunun çözümü, faturanın bugünkü yasal geçerliliğini artırmak, borcun ödenmemesi durumunda onu, çek ve senet gibi, yasal yaptırım gücüne sahip bir duruma getirmektir. • Diğer Sorunlar: Faktoring sektörü Merkez Bankasının karşılıksız çek ve protestolu senetlerle ilgili bilgilerinden ve Interbank fonlama sisteminden yararlanamamaktadır. Bu sorunun çözümü hem sektör hem tüm finans kesimi açısından önem taşımaktadır. Bir diğer sorun da sektör için bir tekdüzen hesap planı oluşturulmasıdır. • Yeni Yasa Gereği: Yukarıda belirtilen sorunların hemen tamamı düzenlenecek yeni bir yasal altyapı ile çözümlenebilir. İlgili finansal kurumların görüşleri de alınarak Hazine Müsteşarlığı tarafından banka dışı finans kurumları için hazırlanan yasa tasarısı taslağı bu gereksinimden kaynaklanmıştır. Bu taslağın gözden geçirilerek yasalaştırılması, banka dışı finans kurumlarının gelişmesini hızlandıracaktır. 3.3.4. Sonuç Faktoring sektörü, yasal altyapısından kaynaklanan önemli sorunlarına rağmen hızlı bir gelişme süreci içindedir. Sektör, sorunlarının çözümü halinde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de katma değer ve istihdama çok önemli katkıları olan KOBİ’lerin finansman ihtiyacını karşılamada önemli bir yapı oluşturacaktır. 92 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 3.4. Tüketici Finansman Şirketleri 3.4.1. Giriş Ekonomik büyümenin en önemli ateşleyicilerinden biri olan tüketim için tüketicilere ödeme kolaylığı sağlayarak ekonomik büyümeye katkı sağlayan Tüketici Finansman Şirketleri, 1990’lı yıllarla birlikte önemli bir gelişim gösteren finansal sektörün bir parçası olmuştur. Yasal düzenlemeler ile, Tüketici Finansman sektörü ve şirketleri kuruluşunun alt yapısı hazırlanmış ve 1990’lı yılların ikinci yarısında da ilk şirketler kurulmaya başlanmıştır. Ancak yaşanan ekonomik krizlerin Tüketici Finansman sektörünü olumsuz yönde etkilemesi yanında sektörü geliştirmeye imkan tanıyabilecek yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmemiş olması, bu sektörün gerçek performansının görülmesini de engellemiştir. 3.4.2. Durum Analizi 3.4.2.1. Mevcut Durum Tüketici Finansman Şirketleri Derneği’nin halen aktif 5 üyesi bulunmaktadır. Bunlar; Anadolu Cetelem Tüketici Finansman A.Ş., DaimlerChrsyler Services Finansman Türk A.Ş., Koç Fiat Kredi Tüketici Finansmanı A.Ş., Koçfinans Tüketici Finansmanı ve Kart Hizmetleri A.Ş. ve Volkswagen Doğuş Tüketici Finansmanı A.Ş.’dir. Şirketlerin faaliyet gösterdikleri alanlar arasında otomotiv, dayanıklı tüketim ve kredi kartları sektörleri bulunmaktadır. Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin toplam ödenmiş sermayeleri 98.176 milyar TL’dir. Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin kuruluş tarihlerinden 30/06/2003’e kadar açtıkları toplam kredi adeti 2.991.184, tutarı ise 1.822 trilyon TL olmuştur. Tüketici Finansman Şirketleri Konsolide rakamlarına bakıldığında 2002 yılında toplam aktifler 413.649 trilyon TL, toplam özkaynaklar 37.202 trilyon TL, kurum sayısı 5, personel sayısı 277 kişidir. Bu verilere 2003 yılının altıncı ayı sonu itibarı ile bakıldığında mevcut kurum ve personel sayısı ile toplam aktifler 469.716 trilyon TL, toplam özkaynaklar 42.869 trilyon TL olmuştur. 3.4.2.2. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi Güçlü Yönler • Tek noktadan çözüm: Tüketici Finansmanı Şirketlerinin en önemli avantajı alıcının bir hizmet veya malı temin etmek üzere gittiği satış noktasından kredi ihtiyacının da karşılanmasıdır. • Üründe uzmanlaşma: müşterilere gerek tüketici kredisi hizmeti sunumu gerekse de satış sonrası hizmetlerde yakından ve birebir sorunlarını çözümleyici tarzda yaklaşım imkanı sunulmaktadır. Bürokrasiden uzak ve esnek ürünler ve satış sonrası hizmetlerle üründe uzmanlaşma sağlanmış olmakta ve bu da müşteri memnuniyetini ve müşteri bağımlılığını sağlamaktadır. • Kayıt gerekliliği: Tüketici finansmanı şirketlerinin kurulması ile birlikte taksitli satışların büyük bir kısmı kayıt altına alınmış, böylece yapılan satışlar ve kullanılan krediler izlenebilir, verilen faiz ve vergiler kaydedilebilir, ortaya çıkan sorunlar yasal zeminlerde tüketici hakları da dikkate alınarak tartışılabilir ve çözümlenebilir hale gelmiştir. • Profesyonel ve Kurumsal Şirket Yapısı 93 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Zayıf Yönler • Fonlama: Kredi piyasasında bankalarla rekabet etmesine rağmen piyasalara entegrasyonunda eşitsizlikle karşı karşıyadır. • Fonlama Maliyetleri: Banka TRL borçlanmanın maliyet hesaplamasında dikkate alınan faiz oranı, damga vergisi (ana paranın 0,75%’i) ve BSMV (faiz üzerinden 5%) gibi unsurlar, KKDF’den muafiyet olunmasına rağmen fonlama kaynağına ciddi maliyet getirmekte, tüketici finansman şirketlerinin piyasalardaki etkinliğini olumsuz etkilemektedir. • Nakit akımını rasyonel yönlendirmek, değerlendirmek, para piyasalarında daha aktif rol oynanmasını gerektirmekte, bu nedenle hem Interbank hem de EFT sistemine dahil olunması fon akımını yönlendirirken aracılık maliyetlerinden kaçınmak ve piyasaların derinleşmesi açısından gereklidir. • Tüketici finansman şirketleri mevduat toplama yetkisine sahip olmadığından fonlama imkanları banka limitleri ve kağıt ihracı ile sınırlıdır. Ciddi alacak portföylerine sahip olunmasına rağmen devletin vergi kanalıyla borçlanma piyasasında dışlama etkisi (crowding out) yaratması VDMK ihracını olumsuz etkilemektedir. SPK getirdiği düzenlemelerle bankalarla tüketici finansman şirketleri arasında VDMK ihracındaki farkı sadece satış sözleşmesinde alınacak BSMV ile sınırlı tutmasına rağmen, devletin talep ettiği damga vergisi ve stopaj bu tip bir ihracı imkansız kılmaktadır. Örnek olarak VDMK ihracında temlik edilen alacak bedeli üzerinde 0,75% damga vergisi alınmaktadır. Ayrıca VDMK yatırımcısından faiz getirisi üzerinden 13,2% (fon dahil) stopaj kesilmektedir. Hazine bonosunu referans alan yatırımcılar için bu vergi yükü ihraçcının borçlanma maliyetini yükseltmektedir. Dolayısıyla 2004 yılında damga vergisinin kaldırılacağı yönündeki bakan açıklaması faiz üzerindeki 13,2% stopajın kaldırılması ile birleşirse 1998 yılında kesilen VDMK piyasası tekrar canlanacaktır. VDMK ihracı ile birlikte bu menkul kıymet üzerinden repo yapma yetkisine sahip olan kurumlara finansman şirketlerinin de dahil edilmesi gereklidir. • Teminatlandırma: Tüketici finansman şirketlerinde kredilerin büyük bir kısmını araç kredileri oluşturmaktadır. Halen özellikle araç kredilerinde araçlar üzerinde rehin alınmakta, borcun ödenmemesi üzerine rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılmakta, araç bulunsa dahi borçlunun bir itirazının olması halinde aracın satış süresi bir yılı aşkın sürelerde gerçekleştirilebilmektedir. Ayrıca icra takibi ve icraen satış için ise yüksek oranlarda vergi ve harçlar sözkonusu olmaktadır. Bu durum hem alacaklıyı hem de borçluyu zarara sokmaktadır. Oysa örneğin Almanya’da rehin hakkı bizdeki mülkiyeti muhafaza ile yapılan satışa benzer bir durum ile tesis edilmektedir. Burada aracın mülkiyeti kredi borçlusuna geçmekte ancak rehin hakkı (özel bir belge ile) kredi verende kalmaktadır. Kredi borcunun ödenmemesi halinde kredi kurumunun aracı muhafaza altına alarak doğrudan (herhangi bir prosedürle karşılaşmaksızın, elindeki özel belgeyi kullanarak) satma hakkı bulunmaktadır. Ancak yukarıda izah edildiği üzere ülkemizdeki teminatın paraya çevrilmesi sürecine ilişkin sorun sadece Tüketici Finansman Şirketlerine özel olmayıp, Bankalar da aynı problemle karşı karşıyadırlar. 94 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Yine kredi borcunun kıymetli evrak yolu ile ödenemeyecek olması da ayrı bir handikaptır. Kredi taksitlerine karşılık senet veya çek veren bir kredi müşterisinin ödememe halinde takibi nispeten daha kolaydır. Bu durumda alınmış olan rehin hakkından bağımsız olarak borçlu hakkında takip yapma imkanı varken yeni Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun buna da imkan tanımamakta, adeta kredi alacaklısını kaderi ile başbaşa bırakmaktadır. • Ürünlerde Kısıtlama: Sadece Tüketici Finansman Şirketlerine özel olan bu konu, tüketicinin kredi sözleşmesinden doğan yükümlülüğünün, kredi konusu olan malın veya hizmetin tesliminden önce başlayamayacağını söyleyen Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmeliğinin 13.maddesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun (TKHK) 10.maddesi “Tüketici Kredisi, tüketicilerin bir mal veya hizmet edinmek amacıyla kredi verenden nakit olarak aldıkları kredilerdir” demekte olup, teslim şartı hakkında bir açıklamada bulunmamaktadır. Bu durum teorik olarak Bankaların Tüketici Kredilerinde malı teslim almadan da kredi kullandırabileceklerini düşündürmektedir. Oysa ki Tüketici Finansman şirketlerinde kredinin başlangıcı, malın teslimi ile bağlantılı olduğundan, diğer kurum veya kuruluşların gerçekleştirdikleri ön ödemeli (taksitlerin başladığı ancak malın belirli bir süre sonra teslim edildiği) kampanyaları gerçekleştirememekte bu durum ise haksız rekabet yaratmaktadır. Ayrıca Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmeliğinin mal tanımı ile yeni Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun “Mal” konusundaki tanımları da çelişkilidir. TKHK Mal’ı “Alış verişe konu olan taşınır eşya, konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar, elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü vb. gayri maddi mallar” olarak tanımlarken, Yönetmelik Mal’ı sadece ticaret konusu taşınır eşya olarak nitelendirmektedir. Bu durumda konut kredileri TKHK’ ya göre tüketici kredisi olsa dahi Yönetmelik çerçevesinde Tüketici Finansman Şirketlerince kullandırılamayacaktır. Bu durum ise tüketici finansmanı şirketlerinin ürünlerinin sınırlı kalmasına neden olmakta, yeni ürünleri sunmasına engel bir durum yaratmaktadır. Yurtdışında kurulu tüketici finansmanı şirketleri incelendiğinde “konut kredisi “ ve “ bayi finansmanı “ ürünleri kolayca sunulabilirken, Türkiye’de yukarıdaki ve benzeri sebepler nedeni ile bu ürünler sunulamamaktadır. • Bilgi paylaşımı: Kredi değerliliğinin tesbitinde kullanılmakta olan protesto, karşılıksız çek, sorunlu kredi ve kredi kartı bilgileri Merkez Bankası liderliğinde bankalararasında konsolide edilerek yine bankalarca paylaşılmakta, Tüketici Finansman Şirketleri bu sisteme dahil olmadığından bu bilgi kaynağı kredi değerliliğinde kullanılamamaktadır. • Diğer: KDV: Tüketici finansman şirketleri Katma Değer Vergisi ( KDV ) mükellefi olmadıkları için hizmet alımlarındaki % 18 oranındaki KDV ödenecek KDV’den mahsup edilememekte ve dolayısıyla KDV bir maliyet unsuru haline gelmektedir. Tek taraflı KDV girişi dezavantajın giderilmesi için hizmet alımlarında ödenen KDV’nin diğer ödenecek vergilerden mahsubu öngörülebilir. 95 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Sigorta: Otomotiv ve dayanıklı tüketim ile ilgili her alanda müşteriye tek noktadan hizmet verebilme şansı yurtdışında bulunurken, ülkemizde ise bu tür uygulamalar mümkün olmamakta, araç ve dayanıklı tüketim malları satışında işin bir parçası niteliğinde olan ve aracın teminatı niteliğinde olması nedeniyle zorunlu tutulan kasko sigortası ve hayat sigortalarının yapılması, bir sigorta şirketinin acentası olarak çalışması, Tüketici Finansmanı Şirketleri’nce ilgili yönetmelikler gereği mümkün olamamaktadır. Oysa bankalar sigorta şirketlerinin acentası olarak kasko ve hayat poliçeleri pazarlayabilmekte hatta kasko poliçesinin kendi üzerinden yapılması halinde müşterilere düşük faiz sunabilmektedirler. Bu durum ise Tüketici Finansmanı Şirketleri için haksız rekabet koşulları oluşturmaktadır. Temerrüt Faizi: Tüketiciyi Koruma Kanunu’nda yapılan son değişiklikle tüketicilere uygulanabilecek temerrüt faizi, sözleşmede yer alan faiz oranının %30 fazlasından yüksek olamamaktadır. Ancak uygulamada, tüketiciler üzerindeki faiz yükünün azaltılması ve bayi/üretici satışlarının artırılması amacıyla sektörümüzde çeşitli kampanyalar düzenlenmekte ve bu kampanyalarda faiz oranları % 0 ‘a kadar gerilemektedir. Dolayısıyla sözleşme faizi üzerinden hesaplanacak temerrüt faizi, uygulamada sektörümüz aleyhine çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle tüm finansal işlemlerde yeknesaklığı sağlayabilmek ve tüketicilerin haklarını koruyabilmek amacıyla temerrüt faizinin piyasa koşullarına göre Merkez Bankası tarafından belirlenmesi, ilan edilmesi ve bu faizin tüm finansal işlemlerde kulanılabilmesi uygun olacaktır. Bilindiği üzere tüm kamu alacakları için tek bir temerrüt faizi uygulanmakta ve bu oran tüm kamuoyu tarafından bilinmekte böylelikle uygulamada hiçbir sorun ile karşılaşılmamaktadır. Damga Vergisi: 4692 Sayılı Kanun ile Damga Vergisi Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmiştir. Bu değişiklikle Damga Vergisi’nden istisna edilen kağıtlar arasına kişiler ile bankalar arasında düzenlenecek kredi kartı üyelik sözleşmeleri de alınmıştır. Tüketici Finansman Şirketleri’nin müşterileriyle düzenlediği kredi kartı sözleşmelerindeki Damga Vergisi ise bu düzenlemeye tabi tutulmamış ve sektör haksız rekabete maruz bırakılmıştır. Fırsatlar • Tüketici Finansmanı Derneği’nin de üyesi olduğu EUROFINAS (European Finance House Association) verilerine göre 2002 yılı içerisinde bu derneğe kayıtlı Finans Şirketlerince 283 milyar Euro kredi verilmiştir. Avrupa’daki gelişmeler bu alanda gidilecek ne kadar yol olduğunu bize göstermektedir. • Otomotiv ve dayanıklı tüketim satışlarının artması, yüksek satış potansiyelinin bulunması ve faiz oranlarının düşmesi ile kredi kullanımı artmakta, Tüketici Finansman Şirketleri de bu anlamda ekonomik kalkınma için gerekli katkıyı sağlayacaktır. Tehditler • Tüketici Kredilerindeki en büyük tehdit, tüketici korunmaya çalışılırken, kredi verenin alacağının tahsilinin zorlaştırılmasıdır. Bu durumun düzeltilmesi için yapılan çalışmalar kredi veren aleyhine bazı zorluklar getirmiştir. Kredi faiz oranlarının kredi süresince sabit 96 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar tutulması, buna karşın Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin karşılaştığı fonlama sorunlarına çözüm bulunamaması ve verilen krediler ile fonlama yapmak üzere alınan krediler arasındaki vade farklılıkları ve verilen kredilerde faizin sabitlenmesine rağmen alınan kredilerde faiz sabitlemenin mümkün olmaması sorun teşkil etmektedir. Kredi verenin kıymetli evrak almasının yasaklanması, kredi borçlusuna sadece bir itirazı ile hakkında yapılan takibi durdurma ve böylece zaman kazanma yolunun açılması da sağlıklı faaliyet imkanı sağlamamaktadır. Yeni yasa ile tüketici ile ilgili konularda sadece Tüketici Mahkemesi yetkili olacak iken bu kez ödememe halinde kredi kurumunun alacak talebi de bu kapsama alınmış ve daha önce Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülebilen davalar bu kez Tüketici Mahkemelerinde görülmeye başlanmıştır. İstanbul’da sadece 1 adet Tüketici Mahkemesi olduğu düşünülürse artık alacak davalarının sonuçlanma sürelerinin uzaması 1-2 yıl gibi sürelere ulaşması ihtimal dahilindedir. 3.4.3. Amaç ve Stratejiler Satış noktalarında “tek noktada çözüm” stratejisi ile kredi hizmeti veren Tüketici Finansman Şirketleri bürokrasi nedenleri ile bankalara gitmek istemeyen veya çekinen ve bu nedenle kayıt dışında kredi kullanan kişilere kredi sağlamakta ve bu kredileri kayıt altına alarak ekonomiye destek vermektedir. Gelişmiş ülkelerde Tüketici Finansman Şirketlerinin toplam kullandırılan tüketici kredileri içerisindeki payı %50’lerde iken, aynı oran Türkiye’de 2002 yılında %5 sevilerinde gerçekleşmiştir. Bu iki oran kıyaslandığında Tüketici Finansman Şirketlerinin ülkemiz ekonomisinde daha fazla aktif rol alabileceğini, katkıda bulunabileceği alanın olduğunu ve sektörün gelişme ve ekonomiye katkı potansiyelini göstermektedir. Tüketici Finansman Şirketleri hedeflerini bu doğrultuda belirlemekte ve faaliyet göstermektedir. Tüketici Finansman Şirketlerini regüle eden yapının daha efektif oluşturulması ve sektörün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi “mevduat kabul eden” ve “mevduat kabul etmeyen” şirketler şeklinde ikiye ayrılarak daha verimli çalışabilecek ortamın sağlanması hedeflenmelidir. 3.4.4. Sonuç ve Değerlendirme Tüketici Finansman Sektörü ekonomik büyümenin önemli dayak noktalarından biridir. Bu sektörün gelişimi beraberinde bir çok sektörü de büyüme yönünde tetiklemektedir. Bu yüzden bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bu sektörün düzenlenmesi sadece sektördeki şirketleri değil, tüketim harcamalarının unsurlarını oluşturan tüketicileri, üreticileri, satıcıları da olumlu yönde etkileyecektir. Diğer taraftan, ülkemizin ekonomik gelişimini engelleyen, gelir dağılımını bozan, haksız rekabet ortamı yaratan ve gerek yerli gerekse de yabancı sermayenin yatırım kararlarını olumsuz yönde etkileyen kayıtdışı ekonomiyle mücadele mevcut ekonomik politikaların merkezindedir. Tüketici finansmanı sektörü bu mücadelede en büyük katkıyı sağlayan ve önceki paragraflarda yer alan düzenlemelerin gerçekleştirildiği takdirde daha da fazla katkı sağlayabilecek en önemli sektördür. 97 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 4. Sermaye Piyasası 4.1. Türk Sermaye Piyasası 4.1.1. Giriş Mali sektörün uzun vadeli araçlar yoluyla reel sektöre fon aktaran kısmını oluşturan sermaye piyasası, yatırım risklerini ve kırılganlığı azaltarak, ekonominin sağlıklı büyümesine önemli katkılarda bulunmaktadır. Sermaye piyasasında küçük tasarruflarla büyük yatırımlar finanse edilebilmekte ve yatırımlardan elde edilen katma değer geniş kitlelerle paylaşılmaktadır. Böylece, sermayenin tabana yayılması ve gelir dağılımına olumlu katkıda bulunulmasının yanı sıra; piyasa ekonomisi kültürünün yaygınlaşması, kayıtdışı ekonomi ile mücadele, bilgi paylaşımının artırılması ve küçük yatırımcıların şirket yönetiminde söz sahibi olabilmeleri gibi toplumsal faydayı artırıcı etkiler de yaratılmaktadır. 4.1.2. Durum Analizi 4.1.2.1. Mevcut Durum 1980’li yıllarda temelleri atılan sermaye piyasamız, 2000’li yıllara kadar hızlı bir gelişim göstererek reel sektöre 23 milyar dolar civarında kaynak aktarımına aracılık etmiştir. Fakat, 2000 yılından itibaren, özellikle makroekonomik alandaki olumsuz gelişmelerin etkisiyle, piyasamız daralma sürecine girmiştir. Uluslararası kıyaslamalar baz alındığında sermaye piyasamızın derinliğinin ve genişliğinin, potansiyelinin oldukça altında olduğu gözlenmektedir 4.1.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi 8. Beş Yıllık Kalkınma Planında Yer Alan Konular Kaydedilen Aşama 1. Sermaye piyasasında uluslararası muhasebe Tamamlandı standartlarına uyum 2. Aracı kurumlarda iç denetim sisteminin geliştirilmesi Tamamlandı 3. Aracı kuruluşların sermaye yapılarının güçlendirilmesi Tamamlandı amacıyla birleşme ve devralmaların desteklenmesi 4. Sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesi Merkezi Kayıt Kuruluşu kuruldu 5. Kurumsal yatırımcı tabanının genişletilmesi Bireysel Emeklilik sistemi hayata geçirildi 6. Azınlık hisselerinin haklarının korunması Birikimli Oy sistemi getirildi 7. Yatırım araçlarının vergilendirme açısından nötr bir Yapılmadı konuma çekilmesi 8. Mali Sistem Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulunun Yapılmadı. Fakat, tek merkezi oluşturulması düzenleyici ve denetleyici oluşturulması konusunda endişeler mevcuttur. 9. İhtisas mahkemelerinin kurulması Yapılmadı 98 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 4.1.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi Güçlü Yönler Hukuki altyapı: Sermaye piyasamızın hukuki altyapısı uluslararası normlara uygun, AB mevzuatı ve IOSCO ilkeleri ile büyük ölçüde uyumludur. Kurumsal altyapı: Sermaye piyasamızın hızlı, düzenli işleyişini sağlayan köklü kurumlar ve yatırımcının korunmasına dönük işlevsel mekanizmalar mevcuttur. Teknolojik altyapı: Sermaye piyasamızın tüm kurumlarında veya işlem platformlarında son derece gelişmiş teknoloji kullanımıyla işlemler hızlı ve güvenli bir biçimde gerçekleşmekte, kayıtlar tutulabilmektedir. İnsan Kaynağı: Sermaye piyasası, genç, yüksek eğitimli ve yeniliklere açık bir çalışan profiline sahiptir. Yönetim: Sermaye piyasamızdaki kamu ile özel kesim kurum ve kuruluşları, global gelişmeleri takip eden, yenilikleri uygulamaktan çekinmeyen, uzun vadeli vizyon ve stratejileri oluşturabilen bir yönetim kadrosuna sahiptir. Zayıf Yönler Yetersiz tasarruf akışı: Yurtiçi tasarrufların çok küçük bir bölümünün sermaye piyasası araçlarında değerlendirildiği görülmektedir. Yetersiz bireysel ve kurumsal yatırımcı tabanı: Bireysel yatırımcı tabanı ve portföy büyüklüğü gelişmiş ülkelerdekine kıyasla oldukça düşük seviyelerdedir. Kurumsal yatırımcı çeşitliliği azdır. Sermaye piyasası kültürünün yerleşmemiş olması: Toplumsal bilgi eksikliği, tasarrufçuların geleneksel yatırım araçlarını tercih etmesine; fon talep edenlerin de özkaynak veya kısa vadeli finansmana yönelmelerine neden olmaktadır. Yetersiz sermaye piyasası aracı çeşitliliği: Ülkemizde sermaye piyasası aracı olarak sadece hisse senetleri ve kamu borçlanma senetleri ihraç edilmektedir. Diğer sermaye piyasası araçları çeşitli sebeplerle ihraç edilemez hale gelmiştir. Vergi sistemi: Benzer nitelikteki yatırım araçları arasında farklı vergilendirme sistemleri uygulanmakta, vergi kanunları sıklıkla değiştirilmekte, tasarrufların verimli alanlarda değerlendirilmesini engelleyecek düzenlemeler getirilmektedir. Fırsatlar Tasarrufların dağılımı yeniden şekillendirilebilir: Enflasyonla mücadelede ve reel faiz oranlarının gerilemesinde önemli kazanımlar elde edilmesi, alternatif yatırım olanaklarını değerlendirmek isteyen yatırımcı kitlesine yeni ürünler sunulmasını kolaylaştıracaktır. Menkul kıymet ihraçları canlandırılabilir: Makroekonomik istikrarı sağlanması, menkul kıymet ihraç maliyetleri konusunda yapılacak düzenlemelerle birleştirilirse, ihraççıların sermaye piyasasından fon sağlama imkanları artırılmış olacaktır. Yatırımcı tabanı genişletilebilir: Bilgilendirme kampanyaları ve toplantıları ile yerli ve yabancı yatırımcı ilgisi sermaye piyasalarına yönlendirilebilir. 99 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tehditler Makroekonomik ve politik istikrarsızlık: Enflasyonu düşürerek, sağlıklı bir ekonomik büyüme yaratmayı hedefleyen politikaların dışına çıkılması piyasalardaki istikrarı zedeleyecektir. Öte yandan, yurtdışı kaynaklı ekonomik ve siyasi gelişmeler piyasamızda önemli dalgalanmalar yaratabilmektedir. 4.1.3. Amaçlar ve Stratejiler 4.1.3.1. Stratejik Amaçlar Sermaye piyasasının geliştirilerek ekonomik kalkınmaya daha etkin bir şekilde katkı sağlaması amaçlanmalıdır. 4.1.3.2. Hedefler ve İlkeler Sermaye piyasasının gelişmişliğinin iki ana ölçütü vardır; derinlik ve genişlik. Sermaye piyasasının derinliği, mevcut sermaye piyasası araçlarının ihraç hacmi, işlem hacmi, tasarruflar içindeki payı v.b. kriterlerle belirlenmektedir. Sermaye piyasasının genişliği ise mevcut sermaye piyasası araçlarının ve kurumlarının çeşitliliği olarak tanımlanmaktadır. Sermaye piyasasının derinliği ile ilgili göstergeler, hem zaman içindeki gelişim açısından, hem de uluslararası karşılaştırmalar açısından ülkemizde sermaye piyasasının olması gerekenden çok daha küçük boyutta olduğunu göstermektedir. Sermaye piyasasının genişliğinin ölçütü olan menkul kıymet çeşitliliği açısından bakıldığında; ülkemizde hisse senetleri ve devlet borçlanma senetleri olmak üzere sadece iki yatırım aracı bulunduğu görülmektedir. 1997 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan Özel Sektör Tahvili, Finansman Bonosu, Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler gibi özel sektörün finansman ihtiyacının sağlanmasına yönelik yatırım araçları yok olmuştur. Sermaye piyasasının gelişimi için hedeflenmesi gereken iki ana unsur derinliğin ve genişliğin geliştirilmesi olmalıdır. 4.1.3.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi Yatırımcı Tabanının Geliştirilmesi Menkul kıymet talebinin artırılması için bireysel ve kurumsal yatırımcı tabanının geliştirilmesi gerekmektedir. Yatırımcı tabanı, güvenin artırılması ve etkin bilgilendirmeye yönelik düzenlemelerle genişletilebilecektir. Yatırımcı güvenini pekiştirmeye yönelik öneriler, kurumsal yönetim ilkelerinin yaygınlaştırılması, tüm menkul kıymetlerin kaydi sistemde takip edilmesi, imtiyaz sözleşmesi veya faaliyet lisansları iptal edilen şirket veya bankaların hisse senetlerine sahip küçük yatırımcıların gelecekte benzer sorunlarla karşılaşmamaları için gerekli düzenlemelerin yapılması, ihtisas mahkemeleri kurulması ve vergi sisteminde revizyon ihtiyacı olarak sıralanmaktadır. Tasarrufların sermaye piyasasına yönlendirilmesi için Ulusal Bilgilendirme Kampanyası düzenlenerek toplumun her kesiminin sermaye piyasası konusunda asgari bilgiye sahip olması hedeflenmelidir. Bunun haricinde üniversitelerden başlayıp lise seviyesine de yayı100 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar lacak bir şekilde kişisel tasarrufların değerlendirilmesine dönük bilgilendirme programları, seminerleri ve eğitim kasetleri hazırlanabilir. Böylece gelecek nesillerde de tasarrufların verimli değerlendirilmesi doğrultusunda bir bilinç oluşması sağlanacaktır. Kurumsal yatırımcı tabanının geliştirilmesi için, vergi düzenlemelerinin gözden geçirilmesi, kurumsal yönetim ilkelerinin yaygınlaştırılması, yeni kurumsal yatırımcı türlerinin kuruluşuna ilişkin düzenlemeler yapılması, yatırım aracı çeşitliliğinin artırılması, kamu fonlarının belli bir kısmının kurumsal yatırımcılar aracılığıyla değerlendirilmesi önerilmektedir. Menkul Kıymet Arzının Geliştirilmesi Menkul kıymet arzının ve çeşidinin artırılabilmesi için halka açılmaların teşvik edilmesi, özel sektör borçlanma senetleri ihracının önündeki vergisel ve mevzuata dayalı engellerin kaldırılması, vadeli işlem ürünlerinin bir an önce hayata geçirilmesi önerilmektedir. Mevzuat açısından, Finansman Bonosu, Özel Sektör Tahvili, Varlığa Dayalı Menkul Kıymet, Hisse Senedi ile Değiştirilebilir Tahvil gibi ürünler kuponlu veya iskontolu, sabit veya değişken faizli, Türk Lirası veya yabancı para cinsinden ihraç edilebilir hale gelmelidir. Sermaye Piyasasının Altyapısının Geliştirilmesi Sermaye piyasası altyapısının geliştirilmesine yönelik olarak; Merkezi Kayıt Kuruluşu ve Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nın bir an önce faaliyete geçmesi için gerekli desteklerin sağlanması, yerli derecelendirme kuruluşlarının oluşturulması, İMKB’nin özelleşmeden önce mali ve yönetimsel özerkliğe kavuşturulması, KOBİ’ler için yalnızca orta ölçekli şirketlere değil tüm şirketlere hizmet veren, ulusal niteliğe sahip bir Borsa Dışı Teşkilatlanmış Piyasanın kuruluşunun gerçekleştirilebileceği, TSPAKB’nin yetki alanlarının genişletilmesi ve ihtisas mahkemeleri kurulması önerilerinin piyasanın gelişimini hızlandıracağı düşünülmektedir. Teknolojik altyapı ihtiyacında önemli bir sorun görülmemekle birlikte, zaman içinde bir sermaye piyasası emrinin verilişinden takas ve muhasebesinin gerçekleşmesine kadar, arada müdahaleye gerek olmaksızın, tüm işlemlerin elektronik ortamda yapılabilmesinin hedeflenmesi gerekmektedir. İnsan kaynağı olarak sektörün eğitimli, genç ve nitelikli işgücüne sahip olduğu, fakat istihdam olanaklarının piyasa koşullarına bağlı olarak daralmakta olduğu tespit edilmiştir. Sermaye piyasasını geliştirme yönünde atılacak adımlarla sektör yeniden istihdam yaratır hale gelecektir. Vergi ve Teşvik Sermaye piyasası ile ilgili vergi rejimimizin karmaşık bir yapıya sahip olduğu, sık sık değişikliğe uğrayarak yatırımcı güvenini azalttığı, benzer nitelikteki araçların farklı şekillerde vergilendirildiği, vadeli işlemlerin vergilendirilmesine yönelik düzenlemelerin bulunmadığı görülmektedir. Makroekonomik istikrar anlamında son yıllarda sağlanan ilerlemelerle beraber, vergisel teşvikler sağlanması, yatırımcıların sermaye piyasasına yönlendirilmesi sürecini hızlandıracaktır. Bu kapsamda; • Enflasyondan arındırılmış gerçek geliri vergilendiren, aynı türden yatırım araçları arasında fark yaratmayan, kalıcı bir vergi yapısı oluşturulmalıdır. 101 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Hisse senedine yatırımın teşvik edilmesi için, gerçek kişilerin elde ettikleri hisse senedi alım-satım kazançları asgari elde tutma süresi aranmaksızın 10 yıl vergi dışı bırakılmalıdır. • Küçük birikimlerin sermaye piyasasına yönelmesini sağlamak üzere, gerçek kişilerin yatırım fonları katılma belgeleri ve yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde ettikleri kar payları kalıcı olarak beyan dışı bırakılmalıdır. • Kurumsal yatırımcı tabanını genişletmek amacıyla, bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı paylarına ilişkin vergi teşvikleri arttırılmalıdır. • Halka açılmanın cazip hale getirilmesi için, halka açıklık oranı arttıkça azalan kurumlar vergisi oranı uygulanmalıdır. Bu düzenlemelerin yapılması halinde, vergi gelirlerinin azalmayacağı, ekonomimizin bütünü içinde ele alındığında, sermaye piyasasının reel sektöre sağlayacağı finansmanın, ekonomik faaliyetlerde yaratacağı artış ile kurumlar vergisi, gelir vergisi ve katma değer vergisi tahsilatlarında artış sağlanacağı düşünülmektedir. 4.1.4. Sonuç ve Değerlendirme Sermaye piyasamız uluslararası normlara uygun hukuki çerçevesi, eksiksiz kurumsal altyapısı, gelişmiş teknolojilerin yaygın kullanımı, eğitimli ve nitelikli işgücü ile gelişmeye en açık sektörlerden biridir. Yapılacak iyileştirmeler ve düzenlemelerle çok kısa sürede verimli sonuçlara ulaşılabilecektir. Sermaye piyasamızın büyütülmesi, makroekonomik büyümeye, sermayenin tabana yayılıp gelir dağılımının dengelenmesine, açıklık, şeffaflık ve piyasa ekonomisi kültürünün yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Sermaye piyasasının gelişimi, Türkiye’nin gelişimi olacaktır. 4.2. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası 4.2.1. Giriş İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), Menkul Kıymetler Borsaları Hakkında 91 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye istinaden, öngörülen görevleri yerine getirmek üzere kurulmuştur. Yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanmakta ve SPK’nın izleme ve denetimi altında bulunmaktadır. Yönetim ve denetim kurulu üyelerini genel kurulunda kendisi seçen İMKB, gerek kuruluş gerekse faaliyetlerinde finansman ve yatırım ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından karşılamaktadır. Devlet bütçesinden doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hiç bir tahsisat almamakta, bütçesi ve personel kadroları yönetim kurulunun teklifiyle genel kurullarında kesinleşmektedir. İMKB mesleki kuruluş niteliğinde tüzel kişiliği haiz bir kamu kurumudur. 4.2.2. Durum Analizi 4.2.2.1 Mevcut Durum İMKB piyasalarındaki gelişme istatistiki veriler ışığında incelendiğinde, kurulduğu yıldan itibaren, birincil ve ikincil halka arzlar ile bedelli sermaye artırımları yoluyla İMKB’de toplam 22,5 milyar dolarlık kaynak yaratılmıştır. Son 5 yılda önceki iki beş yılın 2 katı üzerinde 13 milyar doları aşan kaynak ekonomiye kazandırılmıştır. İMKB’de işlem gören şir102 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar ketler piyasa değeri açısından incelendiğinde; işlem gören 286 şirketin %79’luk bölümünü oluşturan 226 şirketin her birinin 100 milyon doların altında bir değeri ifade ettiği görülmektedir. İMKB büyük ölçekli şirketlerin yanında pek çok küçük ve orta ölçekli şirketin sermaye piyasalarından yararlanmasını sağlamıştır. 1997-2002 döneminde; günlük ortalama işlem hacmi bir önceki 5 yıllık dönemde 115 milyon dolar iken 3 kat artarak 369 milyon dolara yükselmiştir. 1997 yılında 3.650 milyon adet olan günlük ortalama işlem miktarı 2002 yılında 37 kat artarak 134.656 milyon adete yükselmiştir. Hisse Senetleri Piyasası’nda 1997 yılının başında; 765 adet olan işlem terminali sayısı 2002 yılında 1,2 kat artarak 937 adete; işlem kapasitesi saatte 100.000 emrin altında iken 2002 yıl sonunda 17 kat artışla saatte 1.720.000 emre yükselmiştir. 1997 yılında 391.575 olan bireysel yatırımcı sayısı 2002 yılında 3 kat artarak 1.204.914’e yükselmiştir. İMKB işlem hacmi açısından 2002 yılında gelişmekte olan borsalar arasında 4. dünya borsaları arasında 22. sırada yer almıştır. İMKB bu dönem zarfında uluslararası kimliği açısından büyük ilerleme kaydetmiş, kurumsallaşarak Avrasya bölgesinde lider borsa olma özelliğini kanıtlamıştır. 4.2.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi İMKB, Avrupa Birliği sermaye piyasaları düzenlemelerine paralel hukuki bir yapıya sahiptir. Menkul kıymet yatırım hizmetlerindeki serbesti, halka açılma, kotasyon kriterleri, kamuyu aydınlatma, takas ve saklama, yatırımcıların korunması, muhasebe standartları konularında AB mevzuatı ile büyük ölçüde uyum içindedir. İşlem maliyetlerinin düşürülmesi ve yatırımcıların bilgilendirilmesi çerçevesinde, en son teknolojik imkanlar kullanılarak Hisse Senetleri Piyasası ve Tahvil ve Bono Piyasası’nda “Uzaktan Erişim” devreye alınmıştır. İMKB verilerinin gerçek zamanlı olarak veri dağıtım şirketlerine, televizyonlara ve diğer basın kuruluşlarına yayınlaması gerçekleştirilmiştir. Kamunun zamanında, etkin ve güvenilir bir şekilde bilgilendirilmesini teminen, Borsamız pazarlarında işlem gören şirketlerin gönderdikleri özel durum açıklamalarının ve mali tabloların internet üstünden dijital imzalı olarak bilgisayar sunucusuna gelmesi ve buradan tüm veri dağıtım şirketleri, televizyonlar ve basın kuruluşlarına gerçek zamanlı olarak dağıtılmasını sağlayan projenin fizibilitesi Sermaye Piyasası Kurulu ile birlikte yapılarak, uygulamaya konulması için gerekli bilgisayar yazılımları hazırlanmaktadır. Borsa’nın arz ve talep yönlerinin güçlendirilmesi ile sermaye piyasasının ekonomik gelişmede etkin bir rol oynamasını sağlamak amacıyla; şirketlerin halka açılmalarını ve sermaye piyasasından kaynak sağlayarak yatırımlarını finanse etmeleri İMKB tarafından sürekli olarak desteklenmiş ve bu amaçla KOSGEB, ISO, OECD ve SPK ile çeşitli projeler sürdürülmektedir. Ekonomiye kaynak yaratabilmek için değişen konjonktüre uygun olarak Pazar yapılanması değiştirilerek KOBİ’lere ve yeni ekonomi şirketlerine oldukça esnek kriterlerle işlem görme imkanı sağlanmıştır. Bu amaçla, İkinci Ulusal Pazar ve Yeni Ekonomi Pazarı 2003 yılında devreye alınmıştır. Ayrıca 2001 yılından itibaren İMKB bünyesinde Vadeli Döviz Piyasası açılmış, vadeli piyasaların gelişimine katkıda bulunmak amacıyla 2002 yılında İzmir Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’na iştirak edilmiştir. 103 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Gözetim faaliyetlerinin etkinliğinin arttırılması, teknolojik altyapının ve yazılımların geliştirilerek; bilgilerin mümkün olan en kısa sürede işlenip, piyasalarda gerçekleşen işlemlerin eşzamanlı olarak izlenmesi, olağan dışı durumların daha etkin ve çabuk tespit edilmesi, detaylı ve koordine biçimde incelenmesi ve raporlanması amacına yönelik olarak, SPK ile eşgüdümlü ve ortak olarak yürütülen Gözetim Projesi’ne ilişkin yazılım çalışmaları devam etmektedir. Şirketlerin uzun dönemli performanslarını doğrudan etkileyen kurumsal yönetim ilkelerinin ülkemiz sermaye piyasasında faaliyet gösteren şirketlerde de uygulanmasını teşvik etmek ve bu ilkelerin hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla Borsamız bu konudaki çalışmalarına ağırlık vermiştir. Ayrıca SPK tarafından konu ile ilgili kurulan çalışma grubunda yer almıştır. Yapılan çalışmalar sonucu Temmuz 2003 ayında Kurumsal Yönetim İlkeleri SPK tarafından yayınlanmıştır. Uluslararası işbirliklerinin geliştirilmesi kapsamında, Avrasya Bölgesindeki sermaye piyasalarının gelişmesi ve ülke borsaları arasındaki işbirliğinin artmasını sağlamak amacıyla, İMKB’nin önderliğinde Avrasya Borsalar Federasyonu (FEAS) kurulmuştur. Ayrıca Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi projesinde (SECI) Türkiye’nin üstlendiği koordinatörlük İMKB tarafından yürütülmektedir. İstanbul, Atina ve Tel Aviv Menkul Kıymet Borsaları işbirliği çalışmaları kapsamında; üyeler arasında sınır-ötesi işlem yapılabilmesi için gerekli teknik altyapının kurulması, üç piyasayı da kapsayan bölgesel bir endeks oluşturulması, bölgesel fonların kurulması, çeşitli dillerde kamuyu aydınlatma ve sınırötesi işlemlere ilişkin takas ve saklama işlemlerinin yerel merkezi saklama kuruluşlarının işbirliğiyle kolaylaştırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. 4.2.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönleri Güçlü Yönler • Gelişmekte olan piyasalar arasında ön sıralarda gelmektedir. • Uluslararası yatırım yapılabilir piyasa olarak tanınmıştır. • Teknolojik olarak gelişmiş sistemlere sahiptir. • Piyasalara uzaktan erişim imkanı getirilmiştir. • Hisse senetleri piyasasında işlem görecek şirket sayısı potansiyeli yüksektir. • Türki Cumhuriyetlerle işbirliklerinde yeni açılımları yapabilecek pozisyondadır. Bu kapsamda Kırgızistan ve Bakü Borsası’na iştirak etmiştir. • Fiziki koşullar ve alt yapı açısından ileri düzeydedir. • 17 yıllık geçmişinde oldukça farklı ortam ve koşullara uyum sağlamıştır. • FEAS gibi uluslararası bir organizasyonu kurmuş ve istikrarlı bir şekilde işlemeyi başarmıştır. • İMKB, büyük ortağı olduğu Takasbank AŞ, takas sistemini başarılı bir şekilde çalıştırmaktadır. • Mevzuat alt yapısı gelişmiştir. • Yetişmiş uzman personel kadrosuna sahiptir. 104 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar • Yatırımcıları koruma fonu mevcuttur. • Tahvil ve Bono Piyasası, Hisse Senetleri Piyasası ve Vadeli İşlemler Piyasası gibi değişik yatırım alternatiflerine yönelik çeşitli piyasalar İMKB bünyesinde mevcuttur. Zayıf Yönler • Kamu menkul kıymetlerinin özel sektör menkul kıymetlerini dışlama (crowding out) etkisi ürün çeşitlemesini zayıflatmaktadır. • Kurumsal yatırımcı tabanı istenen yaygınlıkta değildir. • Büyük ölçüde anglo sakson ülkelerinde yerleşmiş bulunan hisse senedi kültürü (equity culture) yaygınlık kazanamamıştır. • Şirketlerin halka açıklık oranları henüz yüksek seviyelerde değildir. • Sermaye piyasaları konusunda ihtisaslaşmış mahkemeler bulunmamaktadır. • İhraçcıların sermaye piyasalarından yararlanma düzeyi istenen ölçekte değildir. Fırsatlar • Halen borsada menkul kıymetleri işlem görmeyen çok sayıda yüksek nitelikli şirket bulunmaktadır. • Bölgesinde geniş bir coğrafyada çeşitli borsalarla temas kurabilme imkanına sahiptir. Uzaktan erişimin tamamlanmış olması bu imkanları realize etmeyi kolaştırmaktadır. • Yetişmiş ve genç bir kadroya sahiptir. • Türkiye genç ve sermaye piyasasına ilgi duyabilecek bir nüfusa sahiptir. • Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi piyasaya yönelecek yabancı yatırımcı sayısı ve ölçeğini yükseltecektir. • Sermaye piyasalarının gelişiminde çok önemli rol oynayan bireysel emeklilik fonları faaliyete geçmiştir. • Tamamen uzaktan erişim sistemine geçilmesi ve teknolojik gelişim düzeyi maliyetleri önemli ölçüde azaltabilecektir. Tehditler • Ekonominin genel seyrindeki olası bozulmalardan Borsa olumsuz etkilenmektedir. • Bölge sıcak çatışmaların, uluslararası krizlerin, kırılgan ekonomilerin yoğunlukta olduğu bir bölgedir. Yakın bölgede herhangi bir uluslararası olumsuzluk İMKB’ye yönelecek fonları negatif yönde etkileyecektir. 4.2.3. Amaçlar ve Stratejiler 4.2.3.1. Stratejik Amaçlar Dinamik ve hızla büyüyen bir borsa olarak en önemli misyonumuz, sermayenin tabana yayılmasını ve dolayısıyla da, halkımızın sermaye piyasasına yatırım yapmak suretiyle ülke ekonomisine katkıda bulunmasını sağlamaktır. Bu kapsamda stratejik amaçlarımız: 105 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Menkul kıymetlerin güven ve istikrar içinde işlem görmesini temin etmek; • Borsanın açık, düzenli ve dürüst çalışmasını sağlamak; • Borsa’nın arz ve talep yönlerinin güçlendirilmesini desteklemek; • Sermaye piyasasının ekonomik gelişmede etkin bir rol oynamasını sağlamak; 4.2.3.2. Hedef ve İlkeler, Faaliyetler Stratejik amaçlar doğrultusunda belirlenen başlıca hedefler: • Şirketlerin Halka Açılmaları ve Açıklık Oranlarının Artmasının Teşviki İle KOBİ’lerin Sermaye Piyasalarından Yararlanma Düzeyinin Yükseltilmesi • Kurumsal Yatırımcı Eksikliğinin Giderilmesi • Borsa’ya Yatırımın Cazip Kılınması • Mevcut Piyasaların ve Yeni Enstrümanların Geliştirilmesi • Uluslararası İşbirliklerinin Geliştirilmesi (FEAS (Avrasya Borsalar Federasyonu) İstanbul, Atina, Tel-Aviv Borsaları İşbirliği Çalışmaları (Trilateral Project) ) • Sermaye Piyasası’nda Kurumsal Yönetim İlkelerinin Yerleştirilmesi • Menkul Kıymetlerin Güven ve İstikrar İçinde İşlem Görmesinin Temin Edilmesi ve Borsanın Açık, Düzenli ve Dürüst Çalışmasının Sağlanması; Elektronik İmza ve Kamuyu Aydınlatma, Elektronik Ortak Gözetim, Afet Telafi, İş Sürekliliği ve Olağanüstü Durum Planlaması, Bilgi İşlem Güvenliği ve Uzaktan Erişim Geliştirme projelerinin gerçekleştirilmesi. 4.2.4. Sonuç ve Değerlendirmeler Sermaye piyasalarımızdaki gelişmenin artarak devamı açısından aşağıdaki hususların önem taşıdığı düşünülmektedir. Gelişmiş piyasalarda önemli bir rolü olan kurumsal yatırımcı eksikliğinin giderilmesi ile piyasadaki aşırı fiyat değişkenliği azalacak ve manipülatif işlem zemini zayıflayacaktır. Bu nedenle kurumsal yatırımcıların gelişmesini sağlayacak desteklerin artarak devamı önem taşımaktadır. Bu kapsamda bireysel emeklilik fonlarına ödenen katkıların vergi matrahından düşülebilecek bölümünün asgari ücretin bir yıllık tutarı ile sınırlandırılması uygulamasının kaldırılması yararlı görülmektedir. Sermaye piyasamızın gelişimi açısından halka açılmanın şirketler açısından cazip kılınması önem taşıyan diğer bir husustur. İMKB’nin kuruluş yıllarında Kurumlar Vergisi Kanunu ile halka açık anonim şirketlerin kazançlarının halka açılma derecesine göre düşük vergilenmesi avantajı, ilgili dönemde halka açılmaları cazip hale getirmiş ve halka açık şirket sayısının artmasına önemli katkı sağlamıştır. Bu uygulamanın özelleştirilen şirketleri de kapsayacak şekilde yeniden getirilmesi yararlı görülmektedir. Diğer yandan, tasarrufların borsa yoluyla ekonomiye kazandırılması amacıyla yatırımcılara yönelik mevcut teşviklerin devamı faydalı olacaktır. Bu kapsamda, hisse senetleri alım satım kazançları ve yatırım fonu katılma belgelerinden elde edilen kazançların vergilendirilmesine yönelik mevcut sistemin devam ettirilmesi yararlı görülmektedir. Özel sektörün alternatif finansman araçlarından yararlanabilmesini sağlamak amacıyla, özel sektör tahvil ihraçlarını desteklemek için kamu borçlanma araçları ile özel sektör borçlanma araçları arasındaki kamu lehine olan vergilerin eşitlenmesi yararlı olacaktır. 106 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 4.3. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası 4.3.1. Giriş 1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulunun ve müteakiben 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının kurulmasıyla birlikte ülkemizde sermaye piyasalarında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Gelinen bu noktada, sermaye piyasasında önemli yapıtaşlarından biri olan vadeli işlem ve opsiyon borsasının hayata geçirilmesi söz konusudur. Bu amaçla Sermaye Piyasası Kanununun 40. maddesi uyarınca 2001/3025 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası Anonim Şirketi (VOBAŞ) kurulmuştur. 4.3.2. Mevcut Durum Ülkemizdeki işletmeler son yıllarda bir çok krizle karşılaşmıştır. Bu krizler, işletmelerin risklerini idare edecek araçlardan yoksun olmaları nedeniyle ağır geçmiş ve çok sayıda işletmenin varlığı sona ermiştir. Türev araçlar olmaksızın, finansal araçların risklerini idare etmek güçleşmekte ve bunun sonucunda;Bunlara olan talep azalmakta, yatırım sınırlı kalmakta, yatırımcı sayısı artmamakta, sermaye piyasasındaki yatırımcı sayısı istenilen düzeye çıkamamakta, Kurumsal yatırım yeterli büyüklüğe ulaşamamakta, Hazine daha yüksek bir primle borçlanmak zorunda kalmaktadır. Tarımsal ürünlerde şimdiye kadar devletin yoğun müdahalesi yaşanmış ve bunun sonucunda fiyatlar piyasa şartları çerçevesinde oluşamamıştır. Bu müdahale, aynı zamanda bunu girdi olarak kullanan sanayicinin de rekabet gücünü olumsuz şekilde etkilemiştir. Ülkemiz dünyanın en büyük bankacılık krizlerinden birini yaşamıştır. Bankacılık kesiminin kullanabileceği risk yönetim araçlarının olmaması bu krizlerin en önemli tetikleyicisi durumundadır. Diğer yandan, işletmelerimizin bu araçlardan yoksun kalması rekabet güçlerini azaltmaktadır. Türev araçların nasıl muhasebeleştirileceği Sermaye Piyasası Kurulu tarafından belirlenmiştir. Ancak piyasada uygulama konusunda henüz tecrübe birikimi oluşmamıştır. Türev araçların işlem gördüğü bir borsanın işlemeye başlamasıyla, gelişmiş bir finansal piyasa olmak için en önemli eksiklik giderilmiş olacaktır. Güçlü Taraflar Mevcut yasal düzenlemeler ülkemizde vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin ticaretinin tek bir borsada yapılmasını öngörmektedir. Bu durum, VOBAŞ’ın ölçek ekonomilerinden yararlanmasını sağlayacaktır. Düzenlemelerde ve diğer makroekonomik göstergelerdeki iyileşmeler sayesinde, VOBAŞ’ın faaliyete geçmesi için çok uygun bir ortam oluşmaya başlamıştır.Ülkemizde son 15-20 yıla sığdırılan çalışmalarla sermaye piyasalarında önemli bir altyapı birikimi oluşturulmuştur. Mali kurumların aktif toplamı önemli büyüklüklere ulaşmış ve bu tutarı daha da artıracak emeklilik fonları gibi yeni kurumlar kurulmuştur. VOBAŞ, elektronik işletim sistemi kullanacak olup, işlem maliyetlerinin düşmesi bu şekilde sağlanacaktır. Tehditler Avrupa Birliğine giriş süreci, VOBAŞ’ın zamanından önce uluslararası rekabete açılmasına neden olabilir. Yatırımcılar konu hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Vergi düzen107 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları lemelerinde ülke şartları ve uluslararası rekabetin gerektirdiği bir çözümün benimsenmemesi, türev araç ticaretine en büyük engel olacaktır. Türev araçların riski azaltacak şekilde kullanılması durumunda, düzenleyici otoriteler tarafından finansal kurumlar için öngörülen asgari sermaye tutarlarında ve diğer rasyolarda dikkate alınmaması, bu araçlara olan en büyük talebin ortadan kalkmasına neden olacaktır. Fırsatlar Kısa zamanda faaliyete geçecek olan VOBAŞ’ta işlemlere başlanması ile birlikte, finansal piyasaların vadeli işlem ve opsiyon piyasası tarafı da tamamlanacak ve bir bütün olarak Türk finansal piyasası yeni bir sıçrama yapacaktır. Türkiye’nin bölge ülkelerine göre önemli ölçüde büyük bir kapasiteye sahip olduğu reel ekonomisine, uluslararası finansal piyasalara tam entegre olmuş bir finansal sistemin eklenmesi ile gelişmiş olan büyük bir önemli merkez olarak çevredeki diğer ülkeler için bir cazibe merkezi oluşturması sözkonusudur. Borsanın kurulması, korunmanın olmadığı durumlarda mevzuatı gereğince yatırım yapamayan yabancı fonların ve yatırımcıların ülkemizde yatırım yapmasını teşvik edecektir. 4.4. İstanbul Altın Borsası ve Kıymetli Maden Sektörü 4.4.1. Giriş Altını diğer metaller karşısında üstün duruma getiren temel özelliklerin başında; üretim hacminin sınırlı olması, inelastik arz yapısı, aynı veya benzer özelliğe sahip başka bir metalin olmayışı ve rezerv aracı olması gelir. Türkiye’de oluşan altın talebinin çok büyük bir bölümünü imalat sektörü oluşturmaktadır. Sektörce üretilen takı ve ziynet eşyalarının önemli bir kısmı yurtiçinde tüketilmekte, ancak ihracat her geçen yıl giderek artmaktadır. Yıllık 400 tonu bulan altın, 200 tonu bulan gümüş işleme kapasitesine sahip olan ve yaklaşık 250.000 çalışanın istihdam edildiği Türkiye Kuyumculuk Sektörü küçük ve orta ölçekli işletmelerin genel görünümünü de bire bir yansıtmaktadır. 1985 yılında 3213 sayılı Madencilik Kanununda yapılan değişiklikle yabancı yatırımcıların da Türkiye’de altın aramalarına imkan tanınmış ve bunun sonucunda bir çok yabancı kuruluş gelişmiş yöntemler kullanarak altın arama çalışmalarına başlamıştır. Türkiye’de altın üretim kapasitesinin yıllık 25 ton civarında olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye Madencilik Sektörü Konseyi’nin verdiği rakamlara göre, üretime hazır yatakların potansiyelinin 509 ton olduğu kabul edilmektedir. Türkiye’nin ilk altın üretim projesi Bergama Ovacık’tadır. Türkiye’deki altın madenlerinin işletilerek ekonomimize kazandırılması yaratacağı katma değer, istihdam ve ihracat gelirleri açısından önemli bir gelişme olarak kabul edilmelidir. 4.4.2. Durum Analizi 4.4.2.1. Türk Altın Piyasasının Liberalizasyon Süreci Türkiye ekonomisinin her alanında serbest piyasaya geçiş politikalarını takiben alınan yapısal değişiklik kararları, altın sektörünün gelişimi açısından da önemli gelişmelere neden olmuştur. 1983 ve 1984 yıllarında alınan kararlarla, altın ithalatı belirlenen esaslara uymak kaydı ile serbest bırakılmıştır. Yine aynı kararlarla T.C. Merkez Bankası’na altın ve döviz kurlarının Türk Lirası karşılığı değerini belirleme yetkisi verilmişti. Altın piyasasına 108 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar yönelik olarak alınan kararlar doğrultusunda, T. C. Merkez Bankası nezdinde 1984 yılında Türk Lirası karşılığı altın piyasası kurulmuştur. Bu piyasada Merkez Bankası tarafından ithal edilen altınlar yurt içindeki şahıslara döviz ve efektif karşılığı satılmıştır. Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ile sermaye hareketleri serbest bırakılmıştır. 32 Sayılı Kararda, 1993 yılında yapılan değişikliklerle altın fiyatının dünya fiyatlarına paralel olarak serbestçe belirlenmesi, ithalatı ve ihracatı serbest bırakılmıştır. Sermaye Piyasası Kanunu’nda 1992 yılında yapılan değişiklikle, Kanunun “Kambiyo ve Kıymetli Madenler Borsaları” başlıklı 40/A maddesi ile “Kambiyo ve kıymetli madenlerle ilgili borsaları kurmaya, bunların çalışma esaslarını tespite, bu borsalarda faaliyet gösterecek aracılarla ilgili esasları belirleyerek bu borsaların ve aracıların izleme ve denetimi ile ilgili düzenlemeleri yapmaya ilgili bakanlık yetkilidir.” hükmü getirilmiştir. Bu değişikliği takiben İstanbul Altın Borsası kurulmuş ve 26 Temmuz 1995 tarihinde faaliyete geçmiştir. Altın piyasasının liberalleştirilmesi yönünde alınan kararlarla altının legal ticari platforma intikali için üretim, ithalat ve ihracat aşamasında kolaylıklar getirilmiştir. Bu gelişmeler altının yurt içi fiyatları ile dünya fiyatları arasındaki farkın azalmasını ve maliyetlerin düşmesini sağlamıştır. Altın piyasasının liberalleştirilmesi, kuyumculuk sektöründe yeni gelişmelere yol açmıştır. Türk kuyumcuları dünya piyasalarına açılmaya başlamış, dünya kalitesinde ürünler geliştirmiş, uluslararası düzeyde bir müteşebbis kültürü oluşturmuş ve uluslararası talepleri karşılayabilecek bir konuma gelmiştir. Son yıllarda kurumsallaşma ve markalaşma yolunda önemli adımlar atan sektör, dünya piyasalarındaki yerini önemli ölçüde sağlamlaştırmıştır. Bu gelişme sektörü her yıl artan bir büyüme trendi içine sokmuştur. İstanbul Altın Borsası’nın kurulmasının yanı sıra altın bankacılığı konusunda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerle tasarruf edilen altının mali sisteme kazandırılmasına yönelik kararlar alınmıştır. 1994 yılında aynı Karar’da yapılan değişiklikle bankaların yanında yetkili müesseseler ve kıymetli maden aracı kurumlarına da altın ithal etme yetkisi verilmiştir. Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’da 1993 yılında yapılan değişiklikle bankalara altın depo hesabı açmaları konusunda yetki verilmiştir. 4.4.2.2. İstanbul Altın Borsası İstanbul Altın Borsası’nın kurulması yönünde ilk yasal karar 1993 yılında alınmıştır. Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmelik hükümlerine dayanılarak 1994 yılında çıkarılan İAB Yönetmeliği ile Borsa’nın çalışma kural ve esasları belirlenmiştir. Borsa’nın resmen faaliyete geçmesi ise 26 Temmuz 1995 tarihinde gerçekleşmiştir. Kısa sürede yakaladığı işlem hacmiyle Türk finans sisteminde ve uluslararası altın piyasalarında yerini alan İstanbul Altın Borsası, hızla gelişerek 1996 yılında altına dayalı yatırım araçları kapsamına altın yatırım fonlarını dahil etmiştir. 1997 yılında Vadeli işlemler ve Opsiyon Piyasası’nı açmış ve altına dayalı vadeli işlemleri, piyasanın kullanımına sunarak finansal enstrüman çeşitliliğini arttırmıştır. İstanbul Altın Borsası, 1999 yılı içinde Kıymetli Madenler Borsası konumuna gelebilmek için yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu amaçla mevzuatta gerekli değişikliklerin yapılması ile külçe gümüş teslimlerinden katma değer vergisinin kaldırılması sağlanmış 109 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları ve Borsamızda altının yanısıra gümüş ve platin 9/7/1999 tarihinden itibaren Borsamızda işlem görmeye başlamıştır. Gümüş ve platinin İstanbul Altın Borsası’nda işlem görmesi, sanayi ve endüstri sektörlerinde dünya fiyatlarına paralel sağlıklı fiyat oluşumu, arz-talep planlaması, üretim ve ithalat, ihracat kararlarının alınmasında sağlanacak istikrar ile ulusal ve uluslararası piyasalarda yaratacağı güven unsuru açısından önemlidir. İstanbul Altın Borsası bünyesindeki piyasaların ürün çeşitliliğinin arttırılıp daha etkin çalışabilmesi, ülke ekonomisine önemli bir katma değer ve istihdam kaynağı yaratan kuyumculuk sektörünün Borsamız ile entegrasyonunun sağlanabilmesi ve halkın elindeki atıl kıymetli madenlerin daha iyi değerlendirilerek ülke ekonomisine kazandırılması amacıyla, İstanbul Altın Borsası bünyesinde 1/10/1999 tarihinde Standart Dışı Altın İşlemleri’nin yapılmasına da olanak tanınmıştır. Ayrıca, 26.12.2001 tarihinden itibaren atıl altın stokunun yatırım araçlarına dönüştürülmesi için altın, gümüş ve platine dayalı bonoların Borsa üyesi bankalar tarafından ihraç edilmesine ve bu bonoların ikincil işlemlerinin Borsa bünyesinde gerçekleştirilmesine imkan verilmiştir. Böylece fiziki olarak altına yatırım yapan kişilere, altının getirisine de yatırım yapabilme imkanı sağlanarak; bu miktardaki kaynağın finans kurumlarınca reel ekonomiye aktarılabilmesine olanak sağlanmıştır. Diğer yandan, İstanbul Altın Borsası tarafından gerçekleştirilen çalışmalarla üye kuruluşlar dışındaki üçüncü kişilerin sahip oldukları veya Borsa kanalıyla satın aldıkları altınların Borsada daha önce işlem görmesi koşuluyla Borsa kasasında saklanabilmesi imkanı getirilmiştir. Kıymetli Madenler Piyasası’nda, bankalar, yetkili müesseseler, özel finans kurumları, kıymetli maden aracı kurumları, kıymetli maden üretim ve pazarlaması faaliyetinde bulunan kişi ve kuruluşlar işlem yapabilmektedirler. Kıymetli Madenler Piyasası’nın Eylül 2003 itibarıyla 19 banka, 22 yetkili müessese, 8 kıymetli maden aracı kurumu, 2 kıymetli maden üretim ve pazarlama faaliyetinde bulunan kuruluş, 1 yurt dışında yerleşik kuruluş ve 3 tane de sadece Vadeli işlemler ve Opsiyon Piyasası’nda işlem yapmaya yetkili İstanbul Menkul Kıymetler Borsası üyesi aracı kuruluşu olmak üzere toplam 55 üyesi bulunmaktadır. Faaliyete geçişinden günümüze Kıymetli Madenler Piyasasında toplam 2,388 ton altın, 829 ton da gümüş işlem görmüştür. Altın sektörünün gelişim sürecindeki temel engellerden biri, sektördeki firmaların işletme sermayesi ihtiyacından doğan kısa vadeli finansman sorunudur. Finansman sorunu, sektörün hammadde maliyetlerini etkileyerek üretim ve satış rakamlarına yansımaktadır. Mevcut altın kredi piyasasında arzın yetersiz oluşu ve kredi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle sektör, kısa vadeli sermaye ihtiyacını tam karşılayamamaktadır. Sektörün kısa ve uzun vadeli finansman ihtiyacının en uygun maliyetle karşılanabilmesi amacıyla İstanbul Altın Borsası tarafından 1999 yılında başlanan çalışmaların sonucunda, 23/03/2000 tarihinde Borsa bünyesinde Kıymetli Madenler Ödünç Piyasası faaliyete geçmiştir. 4.4.3. Amaçlar ve Stratejiler 4.4.3.1. İstanbul Altın Borsası’nın Projeleri Gram Altın Projesi İstanbul Altın Borsası ve İstanbul Altın Rafinerisi’nin birlikte başlattığı gram altın projesi halen 1 kiloluk külçe altınların el değiştirdiği Borsa’da, 1 gramdan 15 kiloya kadar 24 110 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar ayar saf altınların da işlem görebilmesine olanak sağlayacaktır. Projenin hayata geçmesiyle altına yatırım yapmak isteyen küçük tasarruf sahiplerinin Borsa’ ya olan ilgisi artacak, Borsa işlem hacm artacak, tasarruf sahibi işlenmemiş altın istenilen miktarlarda alabilecek, tasarruf amaçlı edinilen altınlar için işçilik bedeli ödenmeyecek, gram altınlar bankalara yatırılacağından güvenlik sorunu ortadan kalkacak, kasa kira bedeli ödenmeyecek, banka hesaplarına yatırılan gram altınlar üzerinden faiz alınabilecek, banka hesaplarına yatırılan gram altınlar yine bankalardan gram altın olarak çekilebilecek, başka bankalara yatırılabilecek, havale yapılabilecektir. Efektif Piyasası Projesi İstanbul Altın Borsası bünyesinde bir Efektif Piyasası’nın kurulması amacı, Devletin altın ve döviz piyasalarında piyasa ortamını örgütleyici rolünü etkinleştirmektir. Proje; organize, şeffaf ve kurumsal nitelikte bir piyasa ortamında yeniden örgütlenmeyi sağlayacak, piyasanın likiditesini artıracak, döviz efektif spreadini azaltacak, piyasa derinliğini ve etkinliğini artıracak, spekülatif ve manupülatif hareketleri önleyecek, Kapalıçarşı piyasasının daha hızlı kurumsallaşmasına olanak verecek, doğru bir referans fiyat oluşumunu sağlayacak, bu sayede daha sağlıklı bir cari işlemler dengesi ve sermaye hesabı dengesine yol açacak ve kurlarda belirsizliğin azalması yoluyla faiz oranlarıyla ilgili belirsizliği azaltacaktır. Kıymetli Taş İşlemleri Projesi Kıymetli taş piyasasında kayıtdışılık önemli bir sorundur. Bunun en önemli nedeni %18 oranında uygulanan Katma Değer Vergisinin taş işlemi yapan kesim tarafından yüksek bulunmasıdır. Dünyadaki gelişmeler incelendiğinde, kıymetli taş işlemlerinin yoğun olarak gerçekleştiği ülkelerin birçoğunda katma değer vergisi istisnasının olduğu ve sektörün çeşitli teşviklerle desteklendiği görülmektedir. Piyasanın yakın zamanlarda, Batı Avrupa’ dan daha düşük maliyetle çalışma olanağı sunan Doğu Asya ülkelerine doğru kaymakta olduğu ve bu gelişmede, düşük işgücü maliyetleri yanısıra sağlanan diğer vergisel teşviklerin önemli etkenler olduğu bilinmektedir. Kıymetli taş işlemlerinin kayıt altına alınması ve daha yüksek tutarlarda vergi tahsil edilebilmesi için işlemlerin Borsa bünyesinde örgütlenmesi ve Borsa bünyesinde yapılması şartıyla, gerçekleşecek işlemlerde uygulanacak KDV oranın %1 oranına düşürülmesi gerekmektedir. Bu yönde bir vergisel avantajın, toplam vergi gelirlerine müsbet katkı yapacağı hesaplanmaktadır. İstanbul Altın Borsası’nın Finansal Piyasalarda Etkinliğinin Arttırılması İstanbul Altın Borsası’nın kuruluş amacı, Türkiye altın piyasasının uluslararası rekabete dayalı, güvenilir fiyat oluşumuna olanak sağlayan, kayıt içinde ve haklı rekabet ile uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek bir sektör oluşumuna katkı sağlamak ve kurumsal 111 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları bir kimlik ile uluslararası altın ticaretine imkan sağlayan bir yapılanma oluşturmaktır. Bu yapılanmanın oluşması, İstanbul’u uluslararası bir finans merkezi konumuna getirme hedefine çok ciddi bir katkı sağlamıştır. Borsanın bu katkısı, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması ve yerleşmesiyle hızla artacaktır. Risk yönetimi, riskten korunma, portföy yönetimi, korunma amaçlı alım – satım ve benzeri konular, müteşebbis kitlesi oldukça genç ve müesseseleri olgunlaşma sürecinde olan ülkemiz için oldukça yenidir. Ancak ülkemizde bu konularla ilgili oldukça donanımlı ve eğitimli genç bir kitle mevcuttur. Geleceğe yönelik belirsizliklerin azalmasıyla bu kitlenin enerjisi ve müteşebbis kitlemizin tecrübesi birleşecek ve bu gelişme, ülkemizde daha etkin finansal piyasaların oluşmasına yol açacaktır. 4.4.4. Sonuç ve Değerlendirme Türk halkı açısından 1980’li yılların ortalarına kadar yatırım araçları içindeki güçlü konumunu koruyan altın, hisse senedi ve banka mevduatı faizi gibi alternatif yatırım araçlarının piyasanın kullanımına sunulmasıyla, eski önemini yitirmiş gözükse de ülkemizin önemli bir sorunu olmaya devam eden yüksek oranlı enflasyondan dolayı, çekiciliğini hala sürdürmektedir. Ülkemizde mücevherat yapımında kullanılan altın miktarındaki yetersiz artış, sadece Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklardan kaynaklanmamıştır. Yakın zamana kadar sadece iç piyasaya hitap eden ülkemizdeki kuyumculuk atölyeleri, iç piyasadaki durgunluktan önemli oranda etkilenmişlerdir. Kuyumcularımızın ihracatın önemini kavramasıyla, yeni gelişmelere de imza atılmaya başlanmıştır. Son yıllarda altın ihracatı yapmak üzere yeniden bir yapılanma içine girerek altın ihracatı yapmak üzere kurumsallaşma çabaları içine giren sektör, altın mücevher ihracatında dünyada bir numara olan İtalya için önemli bir rakip olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu noktada, ülkemiz ekonomisine önemli bir girdi sağlayacak olan sektörün devlet tarafından desteklenmesinin gerekliliğine dikkat çekilmelidir. Dünyanın en önemli altın tüketicisi ülkeleri, liberal bir altın piyasası ve altının uluslararası standartlara uygun olarak işlem gördüğü bir altın borsasından yoksun durumdadır. Ülkemiz bu açıdan oldukça şanslıdır. İstanbul Altın Borsası, sektörün finansman ve korunma ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kıymetli madenlere dayalı yatırım araçlarını çeşitlendirme çalışmalarını yapmaya devam etmektedir. Hızlı bir birleşme faaliyeti içinde bulunan uluslararası finans piyasalarındaki gelişmelerden geri kalmamak ve taşıdığı ekonomik potansiyeli doğru değerlendirerek, ülkemizin dünya finans piyasalarında hak ettiği yeri alabilmesi için, kıymetli madenler piyasamızın ihtiyaç duyduğu düzenlemelerin hızla gerçekleştirilmesi; özellikle kurumsallaşma yolunda hızla ilerleyen sektörü teşvik edici uygulamalara öncelik verilmesi, yeraltı kıymetli maden rezervlerimizin ve halkın elinde bulunan atıl altın stokunun ekonomiye kazandırılması ve daha etkin bir piyasa yapısı için İstanbul Altın Borsasının kamu adına gözetim, denetim ve hakemlik fonksiyonlarının desteklenmesi gerekmektedir. 112 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar 5. Bağımsız Denetim Sektörü 5.1. Giriş Türkiye’de bağımsız denetim mesleğinin başlaması ve gelişmesinde en önemli etken mali piyasalarda faaliyet gösteren banka ve diğer mali kuruluşların talepleri olmuştur. Bankalara ve daha sonra Sermaye Piyasası Kanununa tabi şirketlere bağımsız denetim zorunluluğu getirilmesi ve bu kapsamda denetim yapabilecek kişi ve kuruluşların yetkilendirilmesi ve faaliyetlerinin yürütülmesini düzenleyen tebliğ ve yönetmeliklerin yürürlüğe girmesi ve 1989 yılında Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun yayımlanması ile bağımsız denetim faaliyetini yürüten kuruluşların sayısı hızla artmıştır. 5.2. Durum Analizi 5.2.1. Mevcut Durum Türkiye’de bağımsız denetim mesleği yasal olarak 3568 sayılı “Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu” ile tanınmıştır. Bağımsız denetim faaliyetlerinin ilke ve standartları, bağımsız denetim şirketlerinin kuruluş, yetkilendirme ve faaliyetleri ile uymaları gereken mesleki ve etik standartlar ise, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Hazine Müsteşarlığı gibi düzenleyici kurumlar tarafından ayrı ayrı düzenlenmiştir. Diğer yandan TÜRMOB tarafından kurulmuş olan Türkiye Denetim Standartları Kurulu (TÜDESK) ulusal denetim standartlarını saptamayı ve yayınlamayı hedeflemiş, Bağımsız Denetim Derneği ise bağımsız denetim mesleğini kamu otoritesi dışında, ele alarak geliştirmek ve temsil etmek amacıyla kurulmuş olup, bağımsız denetim mesleği ile ilgili hususların ele alındığı en geniş platformdur. Mali tablo hazırlama ve raporlama yükümlülüğü açısından ise Sermaye Piyasası Kurulu hükümlerine tabi şirketler SPK’nın, bankalar ve özel finans kurumları BDDK’nın, sigorta ve reasürans şirketleri ve faktoring şirketleri ise Hazine Müsteşarlığının belirlemiş olduğu muhasebe standartlarına göre mali tablolarını hazırlamakta ve bu kurumlarca belirlenen raporlama standartlarına uymaktadır. Diğer yandan, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu çerçevesinde kurulan idari ve mali özerkliğe sahip Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK), ulusal muhasebe standartlarının belirlenmesini amaçlamaktadır. Halihazırda, BDDK, SPK ve Hazine Müsteşarlığı hükümlerine tabi olmayan diğer tüm şirketlerde ise muhasebe standartları ve mali tablo ilkeleri, Vergi Usul Kanunu’nun değerleme esasları ve Tek Düzen Hesap Planı açıklamaları çerçevesinde uygulanmaktadır. 5.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi IMF ile yapılan çalışmalar ve Avrupa Birliğine yapılan adaylık başvurusu ile bağlantılı olarak bütün mali piyasalarda bir bütünlük ve şeffaflık sağlanması amacıyla gerçekleştirilen çalışmalar; bankacılık konularındaki düzenleme, denetleme ve gözetleme yetkilerinin özerk bir kurum olarak yapılandırılan BDDK’na devredilmesi; 2001 yılı sonu itibariyle Bankacılık sektöründe recap (“mali milat”) olarak kabul edilen çalışmaların gerçekleştirilmesi; 2002 yılı içinde BDDK tarafından Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) ile 113 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları uyumlu Muhasebe Uygulama Yönetmeliği’nin(“MUY”) yürürlüğe konması; BDDK ayrıca 2001 yılında bankaların karşılaştıkları risklerin izlenmesi ve kontrolünü sağlamak üzere bir yönetmelik yayımlaması; SPK’nın, halen yürürlükteki 33 adet UFRS’yi içeren “Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliğ” ‘i 2003 yılında yürürlüğe koyması; Hazine düzenlemeleri ile faktoring şirketlerine denetim zorunluluğu getirilmesi; sigorta ve reassürans şirketlerinin bağımsız denetime tabi tutulması ile bunları denetleyecek bağımsız denetim kuruluşlarının yetkilendirilmesi ile ilgili yönetmeliklerin çıkarılması; sigortacılık sektörü muhasebe ve raporlama sisteminin Avrupa Birliği ve UFRS ile uyumunun sağlanması için bir danışman atanması ve çalışmalara başlanması; enflasyondan arındırılmış gelirler üzerinden vergilendirme konusunda Maliye Bakanlığının enflasyon muhasebesi tebliğinin çıkarılmasına ilişkin çalışmaları olarak özetlenebilir. 5.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönler Güçlü Yönler; Muhasebe ve raporlama standartlarının uluslararası standartlar ile uyumlu hale gelmesi, bağımsız denetim sektöründe çalışan yüksek nitelikli işgücü, mali sektöre yönelik denetim zorunluluğunun bulunması. Zayıf Yönler; Muhasebe ve raporlama standartlarındaki hızlı değişime uyum zorlukları, mali sektör dışında denetim zorunluluğunun sadece halka açık şirketlerle sınırlı olması, denetim kalitesinin izlenmesine yönelik mekanizmaların yeterince işler olmaması, muhasebe standartları ve denetim standartları ile ilgili yetkili çok sayıda kurumun bulunması. Fırsatlar; Bağımsız denetim ile ilgili yeni düzenlemeler meslek açısından yaratacağı fırsatlar, Avrupa Birliği üyelik süreci. Tehditler; Bağımsız denetimin kamuoyunda yanlış algılanması, ekonomide yaşanan olumsuzluklar ve yüksek denetim riski, sorumlu ortak rotasyonu yerine bağımsız denetim şirketinin rotasyonu. 5.3. Amaçlar ve Stratejiler Ana hedefler; Muhasebe standartlarının saptanması ve uygulanması ile ilgili tüm yetkilerin Türkiye Muhasebe Standartları Kurumu’na verilmesi, özel kuruluşlar için alt komitelerin oluşturulması, tek standardın (UFRS) uygulamaya konulması, Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu “The International Federation of Accountants (IFAC)” çıkarmış olduğu standartların ve özellikle Uluslararası denetim ve etik standartlarının tümüyle kullanılması, Denetim standartlarının oluşturulması ve uygulanması ile ilgili tüm yetkilerin Türkiye Denetim Standartları Kurulu’na verilmesi. Stratejik amaç ve hedefleri gerçekleştirecek faaliyetler; SPK, BDDK, Hazine ve diğer kuruluşların başka bir ad kullanılmadan UFRS’yi tümüyle kabul etmesi ve orijinal standartların IASC Foundation tarafından onaylanmış tercümelerinin esas alınarak UFRS’nin uygulanmasını sağlaması, kamuoyunda bağımsız denetimin doğru algılanmasının sağlanması, denetim mesleğinin sektörel olarak büyümesinin sağlanması, iç denetçiler, kamu denetçileri, ve bağımsız denetçilerin ilişkilerinin belirlenmesi ve birbirleri arasındaki iletişimin sağlanması. 5.4. Sonuç ve Değerlendirme Sonuç olarak gerek denetim standartlarının ve gerekse muhasebe standartlarının geliştirilmesi, uluslararası normlara uygun hale getirilmesi, bu çerçevede tüm çabaların aynı çatı altında toplanması hedeflenmelidir. 114 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Mali Piyasalar Ekler Ek Tablo 1: Finansal Varlıklar (Dağılımı ve GSYİH’ya Oranı, %) Para ve para benzeri varlıklar TL Nakit Mevduat Repo Yatırım fonu YP Özel sektör menkul kıymetleri Hisse senedi Tahvil ve bono Kamu menkul kıymetleri Tahvil Bono Diğer Toplam 1990 52 41 7 34 11 33 32 1 15 11 3 1 100 Dağılımı (%) 2002 2003 Haz. 40 38 20 22 2 2 15 17 1 1 1 3 21 16 16 14 16 14 0 0 43 47 32 38 11 9 0 0 100 100 GSYİH’ya oranı (%) 1990 2002 2003 Haz. 23 51 45 18 25 26 3 3 3 15 20 19 1 1 2 3 5 26 19 14 20 17 14 20 17 0 0 0 6 55 56 5 41 45 1 13 11 0 1 0 44 126 118 115 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Ek Tablo 2: Türk Finans Sektöründe Faaliyet Gösteren Kurumlar* (Kurum sayısı, Çalışanlar, Özkaynaklar, Toplam aktifler, Toplam aktiflerin dağılımı ve GSYİH’ya oranı) Finansal kurumların sayısı Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar Finansal kurumlarda çalışan sayısı Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar Finansal kurumların toplam özkaynakları (Trilyon TL) Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar Finansal kurumların toplam aktifleri (Trilyon TL) Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar Finansal kurumların aktiflerinin dağılımı (%) Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar Finansal kurumların aktifleri (GSYİH’nın %’si) Bankalar Banka dışı finansal kurumlar* -Özel Finans Kurumları -Sigorta Şirketleri -Leasing Şirketleri -Faktoring Şirketleri -Tüketici Finansman Şirketleri -Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar 2002 387 54 333 5 58 36 110 5 119 145.859 123.271 22.588 2.530 10.538 862 1.745 277 6.636 29.134 25.695 3.439 380 1.167 710 430 37 715 228.616 212.675 15.941 3.840 5.434 3.165 2.091 414 997 100,0 93,0 7,0 1,7 2,4 1,4 0,9 0,2 0,4 82,8 77,1 5,8 1,4 2,0 1,1 0,8 0,1 0,4 Haziran 2003 372 52 320 5 58 36 97 5 119 144.540 121.888 22.652 3.207 **10.538 845 1.530 277 6.255 34.327 30.147 4.180 488 1.496 787 588 43 778 229.361 211.661 17.700 4.027 6.263 3.455 2.431 470 1.054 100,0 92,3 7,7 1,8 2,7 1,5 1,1 0,2 0,5 73,8 68,1 5,7 1,3 2,0 1,1 0,8 0,2 0,3 * Raporun önsözünde belirtilen alt sektör temsilcisi kurumlara üye kuruluşların konsolide verilerdir. ** Haziran 2003 dönemine ilişkin veri olmadığından 2002 dönemine ilişkin veri kullanılmıştır. 116 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Mali Piyasalar Fiyat İstikrarı Çalışma Grubu Raporu Çalışma Grubu Raporu 117 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 118 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Koordinatör Kurum T.C. Merkez Bankası Çalışma Grubu Üyeleri** 1. Dr. Hakan ARDOR Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü 2. Doç. Dr. Deniz BÜYÜKKILIÇ Milli Prodüktivite Merkezi, Araştırma Bölümü, Uzman 3. Dr. Ahmet Sabri EROĞLU DPT, Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Uzman 4. Dr. Ahmet KIPICI T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdür Yardımcısı 5. Dr. Hakan KARA T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü, Şube Müdürü 6. Prof. Dr. Erdinç TELATAR Hacettepe Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, Çalışma Grubu Başkanı 7. Burç TUĞER T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü, Uzman 8. Devrim YAVUZ T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü, Uzman ** Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. 119 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 120 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı İçindekiler Sayfa no 1. Fiyat İstikrarı: Tanım, Fayda ve Maliyetler 1.1. İktisat Teorilerinde Enflasyon Olgusu 1.1.1. Enflasyonun Parasal Boyutu 1.1.2. Enflasyonun Mali Boyutu 1.2 Fiyat İstikrarının Tanımlanması 1.3 Fiyat İstikrarının Fayda ve Maliyetleri 1.3.1. Enflasyonun Maliyetleri 1.3.1.1. Öngörülen Enflasyon 1.3.1.2. Öngörülmedik Enflasyon 1.3.2. Enflasyonu Düşürmenin Maliyetleri 1.4 Fiyat İstikrarının Sürdürülmesinden Beklenen Faydalar 2. Türkiye’de Enflasyonist Sürecin Tarihsel Gelişimi ve Enflasyonist Dinamiklerin Analizi 2.1. Enflasyonist Sürecin Dönemler İtibariyle Analizi 2.1.1. 1980 Öncesi Dönem 2.1.2. 1980-1999 Dönemi 2.1.3. 2000 Yılı İstikrar Programı 2.2. Türkiye’de Enflasyon Dinamiklerinde Rol Oynayan Önemli Faktörler 2.2.1. Döviz Kuru 2.2.2. Kamu Açıkları ve Borçlanma 2.2.3. Kamu Fiyatları 2.2.4. Enflasyonist Atalet ve Endeksleme 2.3. 2001-2003 Dönemi: Yeni Ekonomik Program ve Fiyat İstikrarının Sağlanması için Yapılan Düzenlemeler 2.3.1. Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Yeni TCMB Kanunu 2.3.2. Dalgalı Kur Rejimi 3. Türkiye Ekonomisinde Fiyat İstikrarının Sürdürülmesi 3.1. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarınınTemel İlkeleri 3.2. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarı için Ekonomik ve Yasal Çerçeve 3.2.1. Mali Baskınlığın Ortadan Kaldırılması ve Mali Derinliğin Sağlanması 3.2.2. Verimlilik ve Rekabet Edebilirliğin Artırılması 124 124 124 125 127 128 128 129 129 131 132 133 133 133 134 135 137 137 138 139 139 139 141 142 143 143 144 144 146 121 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Sayfa no 3.2.2.1. Verimlilik ve Fiyat İstikrarı 3.2.2.2. Rekabet Edebilirlik ve Fiyat İstikrarı 3.2.3. Yapısal Reformlar 3.2.4. Yasal Düzenlemeler Sonuç 146 149 151 152 156 Ekler EK 1. AB’ye Uyum Sürecinde Fiyat İstikrarı EK 2. Enflasyon Gelir Dağılımı İlişkisi 158 159 Kaynakça 162 122 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Tablolar Sayfa no Tablo 3.1: Türkiye, AB ve Bazı Seçilmiş Ülke İstatistikleri 147 Ek Tablolar Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran) 163 Ek Tablo 2: Kamu Borç Stoku 165 Ek Tablo 3: Toplam Mali Varlıklar 166 Ek Tablo 4: Mali Baskınlık Oranları (Bütçe Açığı / GSYİH) 167 Ek Tablo 5: Mali Derinlik Oranları 167 Ek Tablo 6: Fiyat Artışlarını Etkileyen Faktörlere İlişkin Gelişmeler 168 Ek Tablo 7: 1994-1996 –1998-2002 Yillari Itibariyle Ülkelerin Maastricht Kriterlerine Göre Durumu 169 Ek Tablo 8: Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmalarının Bulguları 170 Ek Grafikler Ek Grafik 1: Türkiye’de Enflasyonun Tarihsel Gelişimi 170 123 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 1. Fiyat İstikrarı: Tanım, Fayda ve Maliyetler 1.1. İktisat Teorilerinde Enflasyon Olgusu 1.1.1. Enflasyonun Parasal Boyutu Klasik iktisat teorisi çerçevesinde fiyat düzeyi para arzı tarafından miktar teorisi aracılığıyla belirlenmektedir. Miktar teorisinin Keynes ve izleyicilerinin çalışmaları ile önemini kaybettiği 1940’lı ve 1950’li yıllarda ise maliyet itişli ve talep çekişli olmak üzere iki enflasyon teorisinin ön plana çıktığı gözlenmektedir. Talep çekişli enflasyon teorisini açıklamanın en anlamlı yolu orijinal Philips eğrisidir. Philips eğrisi analizine göre, ücretlerin değişim oranı aşırı işgücü talebi tarafından belirlenirken, fiyatlar ya aşırı işgücü talebi tarafından (ücret maliyetleri yoluyla) dolaylı olarak ya da aşırı mal ve hizmet talebi tarafından doğrudan belirlenmektedir. Aşırı talebin en önemli kaynağının maliye politikası olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla, talep çekişli enflasyon makro politikadaki ve ekonomide aşırı ısınmaya yol açan hataların sonucu olarak ortaya konulmaktadır. Bununla birlikte, talep çekişli ve maliyet itişli enflasyon teorileri birbirlerine rakip yaklaşımlar değildir; yalnızca farklı enflasyon çeşitlerini açıklamaktadırlar. Philips eğrisi, sendikaların gücünden çok piyasa güçlerini vurgulaması nedeniyle, 1960’ların ilk yarısında esas olarak maliyet-itiş analizi yerine talep-çekişine destek vermiştir. Bununla birlikte, Friedman ve Phelps’in orijinal Philips analizine yönelik eleştirileri ve ilişkinin ampirik gücünü kaybetmesi ekonomistlerin enflasyona ilişkin yaklaşımlarında kutuplaşmaya yol açmıştır. Keynezyen ekonomistler ampirik çöküşün enflasyonun talep çekişli olmaktan çok maliyet çekişli olması gerçeğine bağlamışlardır. Keynezyen iktisat enflasyonun temel nedeninin sosyal çatışma ve ekonomik analizin kapsamı dışında yer alan baskı olduğu görüşünü kabul etmiştir. Ayrıca bu yaklaşım, para talebinin istikrarsızlığına ilişkin bulgular sonucu para arzının enflasyona karşı içselliğine daha fazla ağırlık verilmesine neden olmuştur. Monetarist teori enflasyonun üç temel parçası olduğunu vurgulamaktadır: (i) paradan toplam talebe doğru güçlü bir aktarma mekanizması ki, bu şekilde aşırı talep monetarist ISLM modelindeki gibi parasal faktörler tarafından yönlendirilmektedir; (ii) para arzı artışının para otoriteleri tarafından kontrol edilebildiği anlamında dışsal olduğu varsayımı ve (iii) doğal oran hipotezinin yer aldığı beklentileri içeren Philips eğrisi. Dolayısıyla, dışsal para arzı artışı aşırı talebi belirlemekte ve aşırı talep ile enflasyon beklentileri birlikte gerçekleşen enflasyonu belirlemektedir. Monetarist analizde, genişletici para politikasının yarattığı para fazlalığının enflasyonun temel nedeni olduğu vurgulanırken, Keynezyen maliyet itiş teorisi işgücü piyasasındaki katılıkları birincil sorumlu olarak görmüş; monetaristler sıkı para politikasını savunurken, Keynezyenler gelirler politikasına taraftar olmuşlardır. 1970’lerin ortalarından itibaren Rasyonel Beklentiler hipotezinin monetarist analize dahil edilmesi ile birlikte, aşırı talep ile fiili enflasyon arasındaki uyarlayıcı beklentiler analizini karakterize eden dolaylı bağlantı yerine para politikası ile enflasyon beklentileri arasındaki doğrudan bağlantıya geçilmiş ve bu şekilde para arzı artışı ile enflasyon arasındaki ilişki daha yakın ve daha güçlü hale getirilmiştir. Söz konusu ilişki para politikasının kullanılma şekline, yani politikadaki sistematik, dolayısıyla öngörülebilir kısmın yapısına ve derecesi124 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı ne bağlı hale getirilmiştir. Bu analizde enflasyon beklentilerinin para arzı artışı, enflasyon veya diğer değişkenlere ilişkin hedeflerin ilan edilmesinden, siyasi otoriteden, döviz kurundaki değişikliklerden vb. unsurlardan etkilenebileceği kabul edilmektedir. 1.1.2. Enflasyonun Mali Boyutu Para ve maliye politikaları arasındaki ilişkiler ilgili literatürde “kamu bütçe kısıtı” aracılığıyla kurulmaktadır. Kamu bütçe kısıtı çerçevesinde oluşan bir dengesizliğin (bütçe açığı) başlıca beş yöntem aracılığıyla ortadan kaldırılabileceği söylenebilir: Vergileme, dış borçlanma, özelleştirme, iç borçlanma ve para arzının artırılması (parasallaşma). Vergileme politikası bütçe dengesini sağlamak için başvurulabilecek en sağlıklı finansman yöntemi olmasına rağmen, vergi artışına gösterilen siyasi tepkilerin büyüklüğü nedeniyle her zaman ve/veya sürekli olarak başvurulabilen bir yöntem niteliği taşımamaktadır. Dış borçlanma, büyük ölçüde ülkenin dış güvenilirliğine bağlı olması nedeniyle, hükümetlerin her zaman kullanabilecekleri bir finansman yöntemi değildir. Özelleştirme, kısa dönemli bir yöntem olmasının yanısıra, kullanılmasına yönelik güçlü sosyal tepkilerin varlığı nedeniyle uygulanması sınırlı bir finansman kaynağıdır. Bu durumda, gerek kolaylıkla başvurulabilir olmaları gerekse sosyal maliyetlerinin görünürde düşük olması nedeniyle sosyal tepki yaratma potansiyeli güçlü olmayan iki yöntem kalmaktadır ki, bunlar iç borçlanma ve merkez bankası kaynaklarıdır. Bütçe açıklarının merkez bankası kaynaklarından finanse edilme yönteminin enflasyonist etkiler yarattığı hususu klasik teoriye kadar geri giderken, iç borçlanma yönteminin enflasyona yol açabilme potansiyeli literatürde görece yeni bir olgudur. Bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanı uzun dönemde parasal finansmana göre daha yüksek enflasyon doğurabilmektedir. “Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik” olarak isimlendirilen bu önermeye göre enflasyonist baskı, para basılması durumunda herhangi bir faiz yükümlülüğü altına girilmezken, iç borçlanma durumunda hükümetin gelecekte faiz ödemeleri yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalacak olması gerçeğinden doğmaktadır. Bu noktada, üretimin artış oranıyla reel faiz oranı arasındaki ilişki önem kazanmaktadır. Reel faiz oranının reel büyüme oranını aşması halinde, borç/GSMH oranı sürekli olarak artacağı için bütçe açıklarının iç borçlanma yöntemi ile finansmanı sürekli olarak başvurulabilir bir yöntem olmaktan çıkacaktır. Borçlanmanın sürrdürülemeyeceği noktaya gelindiğinde, hükümetlerin, borçlarını ödeyemeyeceklerini ilan etmek ve mali disipline ağırlık vermek dışında başvurabilecekleri tek yöntem para arzını artırmak olmaktadır. Borç yükümlülükleri faiz ödemeleri nedeniyle kendi kendini besleyen bir sürece gireceği için, para arzı, bütçe açıklarının başlangıçta para arzı artışı ile finanse edilmesi halinde artırılacağı orandan daha fazla artırılmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle, ortaya çıkacak enflasyonist etkiler, başlangıçta para arzı artışı yöntemi kullanılmış olsaydı ortaya çıkacak olandan daha güçlü olacaktır. Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik hipotezinin önemi, para ve mali otoriteler arasındaki karşılıklı ilişkileri birincil plana geçirmesinden gelmektedir. İktisat literatüründe sonraki gelişmelerde, para ve maliye politikası otoriteleri arasındaki ilişkilerin belirlendiği ekonomik politika rejiminin enflasyonu düşürme politikalarının başarıya ulaşması açısından büyük önem taşıdığı vurgulanmaktadır. Para politikasının dominant olduğu, başka bir deyişle para otoritesinin politikalarını belirleme konusunda bağımsızlığa sahip olduğu bir 125 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları politika rejiminde fiyat belirlenme sürecinin, mali otoritenin dominant olduğu, başka bir deyişle fiyatların bugünkü değer kamu bütçe kısıtı tarafından belirlendiği politika rejiminden farklı olacağı önermesi üzerine kurulu olan “Yeni Fiyat Belirlenme Teorisi”ne göre, para politikası fiyat istikrarı amacı ile tutarlı olsa bile, maliye politikasındaki değişimler ve bunlara yönelik beklentiler fiyat istikrarını bozabilir veya bu amaç ile tutarlı hareket etmeyebilir. Para politikasının “bağımsız” bir merkez bankası tarafından yürütülmesi ve bütçe açıklarının finansmanında merkez bankası kaynaklarına başvurulmasının yasal olarak kısıtlanması mali dengesizliklerin ve uygulanan politikaların enflasyonu etkilemesine engel teşkil etmez. Yeni fiyat belirleme teorisinde, parasal ve mali hedefler arasındaki etkileşimler ve fiyat düzeyinin belirlenmesi, gelecekte faiz dışı fazlanın borç/GSYİH oranını ne ölçüde finanse edebileceğine ilişkin olarak yapılan tahminlere bağlıdır. Diğer bir ifade ile bu yaklaşımda bütçe gelirlerinin kamu borçlarını (faiz ödemeleri hariç) ödeyebilme gücü fiyat düzeyinin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Eğer borç/GSYİH oranı yükselirken faiz dışı fazla/GSYİH oranı da artıyorsa ekonomide parasal baskınlık (MD) hakimdir. Faiz dışı fazla ve uzun dönem enflasyon hedefindeki değişmeler kısa dönemde fiyat istikrarını tehdit etmezler. Bu sistemde fiyat düzeyi, bütçe kısıtının bugünkü değerinden bağımsız olarak belirlenmektedir ve merkez bankası devletin borç ödeme yetkinliğini göz ardı ederek fiyatı doğrudan kontrol edebilir. Bu noktada merkez bankasının “fonksiyonel bağımsızlığa” sahip olduğu vurgulanır (Canzoneri ve Diba 1996). Bu niteliğe sahip bir merkez bankası, yeterli seviyede yetki ve otoritesi de var ise fiyat istikrarından sorumlu olabilir. Buna karşın, öngörülen faiz dışı fazlanın borç/GSYİH oranından bağımsız olarak hareket edeceği bekleniyorsa ekonomide mali baskınlık (FD) hakim rol oynamaktadır. Bu rejimde cari fiyat düzeyi, hükümetin bütçe kısıtının bugünkü değeri tarafından belirlenir. Cari ve beklenen faiz dışı fazlalardaki azalmalar kısa dönemde enflasyonist baskı yaratırlar. Bu baskıların para politikası önlemleri ile giderilmesi oldukça zordur (örneğin, faiz oranında önemli miktarda değişimi gerektirir). Dolayısıyla FD rejiminde, merkez bankası, maliye politikasındaki istikrarsızlıklar nedeniyle fiyatlar üzerindeki kontrolünü yitirmektedir. Bu noktada şunu da belirtmekte yarar vardır ki, uzun dönemde önemli miktarda faiz dışı fazlayı taahhüt etmeksizin enflasyonun düşürüleceği taahhüdünde bulunmak, hem piyasalarda gerekli güveni oluşturmayacak hem de kısa dönemde enflasyonist baskılara yol açabilecektir. Bunun yanı sıra, uzun dönemde faiz dışı fazla/GSYİH oranındaki “geçici” artışlar da borç/GSYİH oranını etkilemeyecektir. Özetle, yeni fiyat belirleme teorisine göre merkez bankasının herhangi bir amaca yönelik olarak para politikasını etkin bir şekilde uygulayabilmesinde ekonomide hangi politika rejimin (FD-MD) baskın olduğu önem arz etmektedir. Bu kapsamda, bütçe açıklarının ve kamunun toplam borç yükünün yüksek olduğu bir ülkede, merkez bankasının para politikası araçlarını kullanarak ve nominal çapa seçerek fiyat istikrarını sağlaması oldukça zor görünmektedir. Bu teorinin ulaştığı sonuçlar ülkemizin ekonomik koşulları ile de örtüşmekte ve yakın gelecekte fiyat istikrarına ulaşılması ve korunması sürecinde üzerinde önemle durulması gereken ipuçları vermektedir. 126 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı 1.2. Fiyat İstikrarının Tanımlanması Enflasyon, mal ve hizmetlerin ortalama fiyatında, başka bir deyişle ‘yaşam maliyeti’nde, zaman içinde ortaya çıkan sürekli artış durumunu ifade eden önemli bir makroekonomik değişkendir. 1970’li yıllarda yaşanan petrol şoklarının ardından bir problem haline gelen enflasyonu düşürmeye yönelik politika arayışları 1980 öncesi dönemde gelişmiş ülkelerdeki iktisat tartışmalarını yönlendiren temel unsur olmuştur. Bu süreçte, yüksek enflasyonun nedenleri, yarattığı maliyetler ve doğurduğu sonuçların irdelenmesi birincil önceliği almış; aynı süreçte enflasyonu kontrol altına almanın siyasi açıdan güçlüğü de vurgulanan konulardan birisi olmuştur. 1980’lerin başlarında gelişmiş ülke merkez bankaları, para arzını kontrol altında tutmaya ağırlık vermiş ve enflasyonu düşürme konusunda başarıya ulaşmışlardır. Uluslararası Para Fonu’na kayıtlı gelişmiş ülkeler bazında, tüketici fiyat endeksine göre yıllık enflasyon 1980’de yüzde 12’yi aşarken, 2002 yılına kadar yüzde 1.4’e kadar düşürülebilmiştir. ABD’de, benzer şekilde, 1980’de gıda ve enerji hariç tüketici fiyat artışları yüzde 12.4 iken, bu oran 2002’de yüzde 2.4 olarak gerçeklemiştir. Aynı dönemde, gelişen piyasa ekonomilerinde de enflasyonu düşürme konusunda önemli adımlar atılmıştır. Gelişmiş ülkelerde enflasyonun güncel bir problem olmaktan çıktığı görülmektedir. Ancak, fiyat istikrarı amacına ulaşılıp ulaşılmadığını söyleyebilmek için, fiyat artış oranının hangi düzeyde olması gerekmektedir? Başka bir deyişle, hangi düzeyde fiyat artış oranları fiyat istikrarı amacına ulaşıldığını söylemeyi haklı çıkarmaktadır? Bu soruların yanıtları, fiyat istikrarı kavramının tanımında bulunmaktadır. Fiyat istikrarı, genel fiyat düzeyindeki sürekli artışların kabul edilebilir bir minimumda tutulması durumuna ithafen kullanılmaktadır. Bu bağlamda enflasyon, fiyat istikrarının sağlanması konusundaki yeteneksizlik, yetersizlik veya kusurlara işaret eden bir olgu haline gelmektedir. Hangi düzeyde enflasyon oranının fiyat istikrarının sağlandığını söylemek için yeterli olduğu konusunda iki farklı yaklaşım söz konusudur. Bunlardan birisi, ancak sıfır enflasyon oranında fiyat istikrarının sürdürülebileceğini ortaya koyarken, ikinci yaklaşım düşük ancak pozitif bir enflasyon oranının gerek ve yeter koşul olduğunu vurgulamaktadır. Sıfır enflasyon politikası, uzun dönemde enflasyon ile işsizlik arasında ödünleme (trade-off) ilişkisi olmadığı kabulünden hareketle, pozitif bir enflasyona yönelik taahhütlerin hiçbir fayda sağlamayacağını; para otoritesinin bir kez bir miktar enflasyonu kabul etmesi halinde yüksek enflasyonla savaşma konusunda kararlı olduğuna inanılamayacağı görüşüne dayandırılmaktadır. Bu görüş, politika otoritelerine politikalarını belirleme konusunda serbesti tanınmasının yüksek enflasyon yaratacağı ve bu nedenle politikaların önceden belirlenmiş kurallara göre yürütülmesi gerektiği şeklindeki teorik değerlendirmelerin uygulama sürecine yansıması niteliğindedir. ABD Merkez Bankası (Federal Reserve Bank) ve Bundesbank başta olmak üzere, merkez bankaları fiyat istikrarını, genellikle yüzde 2 civarında bir enflasyon oranını içeren durum olarak 127 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları tanımlamaktadır. Burada, sıfır yerine düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranının fiyat istikrarından söz edilebilmesi için yeterli veya kabul edilebilir düzey olarak ortaya konulmasının, biri ölçüm problemlerine işaret eden ve diğerleri teorik gelişmelerde temelini bulan üç gerekçesi bulunmaktadır. Öncelikle, resmi enflasyon ölçümlerinin, ölçüm problemleri nedeniyle, sabit fayda sağlayan bir mal ve hizmet sepetinin satın alma maliyeti artış oranını gereğinden yüksek tahmin etme eğiliminde olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle, ölçüm problemlerini de dikkate alacak şekilde, minimum bir enflasyon oranının kabul edilmesi uygun görülmektedir. Sıfır enflasyon yerine düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranının optimal olduğu , dolayısıyla merkez bankasının sıfırdan daha büyük bir enflasyon oranında durması gerektiği düşüncesinin iki teorik nedeni bulunmaktadır. Birincisi, nominal faiz oranları üzerinde sıfır sınırı üzerine kuruludur. Sıfır sınırına göre, enflasyon oranı sıfıra düştükçe, nominal faiz oranları da reel faiz oranlarına doğru düşmektedir. Negatif talep şoklarının varlığında reel faiz oranlarının da düşük olabileceği dikkate alınırsa, bu koşullarda merkez bankasının daha ileri negatif talep şoklarına tepki verme gücünün zayıflaması söz konusu olabilecektir. Sıfır sınırı nedeniyle nominal faiz oranlarının daha fazla düşmesi mümkün olmamakla birlikte, enflasyonun sıfırın altına düşmesi mümkündür ki, deflasyon olarak isimlendirilen bu durumda reel faiz oranlarının artması söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, reel faiz oranlarının negatif talep şoklarına tepki olarak artması halinde, merkez bankası söz konusu şoklara reel faiz oranlarını düşürerek karşılık verme yeteneğini büyük ölçüde kaybedecektir. Açıklanan problemin ortaya çıkmaması için, ekonominin sıfır değil düşük ve pozitif bir enflasyon oranına doğru yönlendirilmesi önerilmektedir. Sıfır enflasyon oranından kaçınılması gerektiği yönündeki argümanların ikinci gerekçesi işgücü piyasaları ile ilgilidir. Bu yaklaşımın temelini, işverenlerin nominal ücretleri düşürme konusundaki isteksizliklerine veya nominal ücretlerde aşağı yönde esneksizliklerin yukarı yönde esneksizlikleri aşmasına ilişkin gözlemler oluşturmaktadır. Bu koşullarda, düşük ve pozitif bir enflasyon oranının, reel ücretlerin düşmesini sağlayarak, daha az etkin hale gelmiş işgücünün nominal ücretini düşürmeyi engelleyen piyasa esneksizliklerinin etkisini telafi edeceği ileri sürülmektedir. 1.3. Fiyat İstikrarının Fayda ve Maliyetleri 1.3.1. Enflasyonun Maliyetleri Yüksek enflasyon problemini ortadan kaldırmayı başarmış ülkelerde gündeme gelen yeni problem ‘enflasyonun hangi düzeyde tutulması gerektiği’ olmakta ve fiyat istikrarına ulaşma amacının yerini istikrarın sürdürülmesi almaktadır. Bununla birlikte, halen fiyat istikrarının varlığından söz edilebilecek kadar düşük enflasyon oranlarının yaratılamadığı ülkelerde, enflasyonun yarattığı maliyetler ve fiyat istikrarını sağlamanın önemi birincil önceliğini korumaktadır. Bu ülkelerde fiyat istikrarının para politikasının birincil amacı haline getirilmesini anlayabilmek için, öncelikle enflasyonun ekonomik ve sosyal maliyetlerinin irdelenmesi gerekmektedir. Yüksek enflasyonun maliyetlerinin, öngörülen ve öngörülmedik enflasyon ayırımı dikkate alınarak ortaya konulması daha uygun bir yaklaşım olmaktadır. 128 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı 1.3.1.1. Öngörülen Enflasyon Öngörülen enflasyonun ilk maliyeti, etkin işleyen finansal piyasalarda enflasyon beklentilerinin faiz oranlarına dahil edilmesi gerçeğinden doğmaktadır. Bu durumda enflasyon, likit balans tutma maliyetlerini artırarak, para talebini düşürmektedir. Para talebinin sosyal olarak optimal düzeyin altına düşmesi nedeniyle, toplumsal bir refah kaybını ifade eden “ayakkabı derisi maliyeti” ortaya çıkmaktadır. Belirtilen maliyet, insanların aynı işlem düzeyini sürdürebilmek için eskisinden daha fazla finansal işlem yapma ihtiyacından doğmaktadır. Örneğin, faiz oranlarında enflasyon nedeniyle ortaya çıkan artış nedeniyle insanlar daha az likit finansal varlıklara yönelmişlerse, normal harcamalarını yapabilmek için portföylerindeki varlıkları paraya çevirmeleri gerekmektedir. Bu durum ise banka şubelerine veya döviz bürolarına daha fazla gidilmesi sonucunu yaratmaktadır. Öngörülen enflasyonun ikinci maliyeti, firmaların fiyatlarını değiştirme zorunluluklarının yarattığı “menü maliyeti”dir. Bir diğer önemli maliyet vergi sistemi ile ilişkili olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, enflasyon ile vergi sistemi arasındaki etkileşim, ekonominin işleyişi açısından caydırıcı etkiler ve etkinsizlikler yaratabilmektedir. Caydırıcı etkiler gerek tüketim gerekse yatırım yapma güdüleri itibariyle ortaya çıkmaktadır. Artan oranlı vergi sisteminin yürürlükte olduğu ülkelerde, kişisel gelir vergisi enflasyona göre uyarlanmadığı taktirde, vergi mükellefleri nominal gelirlerindeki artış nedeniyle bir üst vergi dilimine çıkmakta, dolayısıyla reel gelire uygulanan vergi oranı artmaktadır. Bu durum özel tüketim harcamalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Firmalar açısından bakıldığında ise, kurumlar vergisi ödendikten sonraki reel karlılığın düşmesinden kaynaklanan olumsuz bir etki söz konusu olmaktadır ki, bu durum da yatırım harcamalarını azaltıcı etki yaratmaktadır. 1.3.1.2. Öngörülmedik Enflasyon Öngörülmedik, başka deyişle beklenenden farklı, enflasyonun maliyetleri ise, enflasyonist süreçlerin, gerek enflasyon oranı gerekse göreli fiyatlar itibariyle önemli bir değişkenlik ve belirsizlik taşımalarından kaynaklanmaktadır. Enflasyondaki belirsizliğin ilk etkisi, faiz oranlarına bir risk priminin ilave edilmesi olmakta ve faiz oranlarındaki artış yatırım kararlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Belirsizlik, tüketicilerin ve üreticilerin göreli fiyatları doğru biçimde algılamalarını zorlaştırarak, fiyat sisteminin işleyişini, dolayısıyla kaynak dağılımının etkinliğini bozmaktadır. Bu durumda, ekonomik karar birimleri kaynaklarının büyük kısmını enflasyondan korunma amacına yönlendirecekler ve bunun sonucu olarak üretken faaliyetlere gidecek kaynak miktarı azalacaktır. Enflasyonun gelecekteki patikasına ilişkin belirsizliğin reel ekonomik faaliyetler üzerinde yarattığı olumsuz etkinin bir diğer kaynağı, ekonomik birimlerin “geleceğin ne getireceğini” açık olarak görememeleri nedeniyle, uzun vadeli sözleşmelere girme konusunda isteksiz olmalarıdır. Özellikle uzun süre yüksek enflasyonla yaşamış ülkelerde ekonomik yapının büyük ölçüde kısa vadeli sözleşmelere dayalı hale gelmesinin temel nedenlerinden birisi budur. Ekonomide kısa vadeci yaklaşımın ağırlık kazanmasının doğal bir sonucu, kaynakların uzun vadeli sözleşmeleri gerektiren üretken faaliyetlerden kısa vadeli finansal faaliyetlere kaydırılmasıdır. Dolayısıyla, enflasyonun bir diğer maliyeti, kaynakların aşırı ölçüde finansal sektörde yoğunlaşmasıdır. Özellikle yüksek düzeylerde enflasyonun uzun süreli yaşandığı ülkelerde söz konusu eğilimin oldukça güçlü olduğu görülmektedir. Finansal sektöre bu şekilde aşırı 129 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları yatırım yapılması, ekonominin büyümesi için kullanılabilecek kaynak miktarını azaltmaktadır. Ayrıca, kaynakların finansal sektörde yoğunlaşması, yüksek ve değişken enflasyonun yaşandığı ekonomilerde finansal krizlerin ve ekonomik durgunluğun ortaya çıkmasında önemli bir etken olabilmektedir. Bu tip ekonomilerde fiyat istikrarının sağlanması, kaynakların yeniden üretken alanlara kaydırılması için gerekli motivasyonu yaratacaktır. Enflasyonun yukarıda açıklanan ve kaynak dağılımını finans sektörü lehine bozan etkileri, aslında özel kesimin portföylerini getiri-risk değerlendirmeleri ışığında düzenleme faaliyetlerinin sonuçlarını ortaya koymaktadır. Özellikle de yüksek enflasyonun kronik hale geldiği ülkelerde özel kesim davranışlarını yönlendiren temel güdü ‘enflasyona karşı korunma’ olacaktır. Satın alma gücündeki sürekli aşınma nedeniyle ellerinde para tutmak istemeyen hanehalkları alternatif varlıklara yönelecekler ve varlıkların göreli getiri oranları birbirine eşit olana kadar portföy uyarlama süreci devam edecektir. Bu süreçte özel kesimin portföy bileşiminin ne şekilde değiştiğine bakılarak yukarıda verilen sonuca ulaşmak mümkün olacaktır. Yüksek enflasyonun para talebinde yarattığı düşüş alternatif varlık fiyatlarında artış ve getiri oranlarında paranınkine koşut bir düşüş olması sonucunu yaratacaktır. Para dışı finansal varlıklar ve reel sermaye mallarının paraya ikame varlıklar olduğu dikkate alınırsa, teorik olarak her iki varlık grubuna da talepte bir artış olması beklenirken, reel sermaye talebini belirleyen yatırım yapma güdülerinde bir zayıflama söz konusu ise, sonuçta portföydeki esas ağırlığın faiz getirisi olan finansal varlıklara verilmesi durumu ile karşı karşıya kalınacaktır. Kuşkusuz, bu sonucun ortaya çıkması finansal varlıkların göreli getiri oranlarının alternatiflerine oranla oldukça yükselmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla, sonuçta reel sermaye mallarına talep düşecek, ancak bu varlıkların fiyatları faiz oranlarının maliyet unsuru olarak taşıdıkları önem nedeniyle düşmeyecektir. Enflasyonun gelir dağılımı üzerinde yarattığı bozucu etkiyi yaratan bir diğer kanal, düşük gelirli kesimin tasarruf yapma gücüne sahip olmamasıdır. Düşük gelirli grupların para talepleri esas olarak işlem güdüsü tarafından yönlendirileceği için, enflasyona karşı elde tutulan paranın satın alma gücünde ortaya çıkan düşüşü telafi etmeye çalışacaklar; bu süreçte ekonomide para arzının artırılması, belirtilen kesimin bu parayı elde tuttuğu paranın reel değerini eski düzeyine döndürmek amacıyla tutması sonucunu yaratacaktır. Buna karşılık, tasarruf yapma potansiyeline sahip yüksek gelir grupları, alternatif varlıkların yüksek getiri oranlarından fayda sağlama olanağına sahip olacaklardır. Paraya alternatif finansal varlıkların göreli getiri oranlarının reel olarak çok yüksek düzeylere çıkması durumunda, bu tip varlıkları elde tutanların servetlerinin reel değerinin artacağı da bilinmektedir. Servetteki artışın tüketim üzerinde yaratacağı artırıcı etki enflasyonun ‘talep çekişli’ parçasının güçlenmesine veya, en azından zayıflatılamamasına yol açacaktır. Ayrıca, yüksek reel getiri oranları borçlanma ve üretim maliyetlerini artıracağı için, enflasyonun ‘maliyet çekişli’ parçasının da gücünü koruması sonucunu yaratacaktır. Yüksek reel faiz oranları ile birlikte ekonomide kısa vadeciliğin ağırlık kazanması, açıklanan sürecin giderek güçlenmesi ve süreklilik kazanması sonucunu doğuracaktır. Yüksek enflasyon sürecinin yarattığı yüksek faiz oranlarının bankacılık kesiminde ters seçim (adverse selection) ve ahlaki yozlaşma (moral hazard) problemlerini güçlendirerek büyüme sürecini olumsuz yönde etkileyeceği de dikkate alınması gereken bir diğer husus130 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı tur. Yüksek kredi faiz oranları, bir yandan kredi talep eden düşük riskli grupların piyasadan dışlanmasına yol açarak, kredilerin yüksek risk taşıyan yatırım projelerine yönlendirilmesine neden olacaktır. Bu gelişmenin olası sonucu ise kredilerin geri ödenme riskindeki artış olmaktadır. Ayrıca, kredi talep edenlerin güdülerinde kredi sözleşmesi sonrasında bir değişme de ortaya çıkabilir ve daha riskli projelere yönelme eğilimine sahip olabilirler. Belirtilen iki husus da, sonuçta bankacılık kesiminin reel kesime kullandıracağı kredilerde azalışa, dolayısıyla ekonomik büyümede yavaşlama veya düşüşe yol açabilir. Bu süreçte, bankaların kredi kullandırma güdülerinin, krediye alternatif varlıkların (tahvil vb.) göreli getiri oranlarındaki artış nedeniyle zayıflayacağı ve yukarıda açıklanan mekanizmayı güçlendireceği belirtilmelidir. Görüldüğü gibi, yüksek enflasyonun gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan çok önemli bir etkisi üretim, başka bir deyişle büyüme, üzerinde ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar, teorik Phillips eğrisi analizlerinde, kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin varlığından söz edilse de, bu ilişkinin belirli bir enflasyon oranına kadar geçerli olacağı açıktır. Enflasyon oranının, her ülkede farklı olmak üzere, belirli bir eşik düzeyini aşması halinde ise, enflasyon ile üretim arasındaki ilişki negatife dönmekte ve daha yüksek enflasyon daha düşük seviyede üretim ile sonuçlanmaktadır. Enflasyondaki artışların üretimde düşüşe yol açması, enflasyon arttıkça ekonomideki belirsizliklerin artması gerçeği ile açıklanmaktadır. Bu durumda, enflasyonun düşürülmesi, yukarıda da açıklandığı gibi, belirsizlikleri ortadan kaldırarak üretim artışı, dolayısıyla ekonomik büyüme yaratacaktır. Enflasyonun ekonomik maliyetlerinin yanı sıra, ve belki de çok daha önemli olan, sosyal maliyetleri de söz konusudur. Bunlardan en önemlisi, sosyal dokuda ortaya çıkan bozulma ve ahlaki yozlaşmadır. Sosyal yapıdaki bozulmanın bir nedeni, enflasyonun gelir dağılımı üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar iken, bir diğeri toplumdaki farklı grupların enflasyon ile uyumlu gelir artışı taleplerinin toplumsal sınıflar arası çatışmalar yaratabilmesidir. Dolayısıyla, enflasyonun düşürülerek fiyat istikrarının sağlanması, sosyal yaşamın sağlıklı işleyişi ve toplumsal huzur açısından da çok büyük önem taşımaktadır. 1.3.2. Enflasyonu Düşürmenin Maliyetleri Enflasyon ile üretim artış oranı arasında, en azından kısa dönemde, var olduğu düşünülen pozitif ilişki, aynı zamanda enflasyonu düşürmenin maliyetlerinin de çerçevesini çizmektedir. Enflasyonu düşürmek üretim açısından belirli bir fedakarlığa katlanmayı gerektiriyorsa, enflasyona sıfır veya düşük bir düzeyde istikrar kazandırma amacına ulaşılmasının sağlayacağı faydalar üretim ve istihdam itibariyle ortaya çıkacak maliyetlere katlanmayı haklı çıkaracak ölçüde midir? Soru bu şekilde ortaya konulduğunda, verilecek yanıt kuşkusuz elde edilmesi beklenen faydalar ile katlanılması gereken maliyetler arasındaki karşılaştırmaya bağlı olacaktır. Ancak, burada enflasyonun belirli bir düzeyin üzerinde olduğu ve enflasyon ile büyüme arasında negatif ilişkinin bulunduğu durumun ayrıca ele alınması gerekmektedir. Bunun nedeni, böyle bir durumda enflasyonu düşürmenin başlangıçta üretim kazançları yaratması ve enflasyonun ancak belirli bir eşik değerin altına düşmesinden sonra üretim ve istihdam kayıplarının gözlenecek olmasıdır. Dolayısıyla, belirtilen ‘fayda-maliyet’ analizinin ülke bazında belirlenmesi gereken bazı değerler 131 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları itibariyle yapılması daha uygun bir yaklaşım olacaktır. Enflasyonu düşürmenin fayda ve maliyetlerine yönelik karşılaştırmalar konusunda ilgili literatürde verilen yanıt “enflasyonu düşürme maliyetinin ‘bir sefere özgü’ üretim/ istihdam kayıplarını içermesi, buna karşılık düşük bir enflasyon oranının sağlayacağı faydaların sürekli bir nitelik taşıyacağı” şeklindedir. Özellikle yüksek enflasyonun sosyal ve ahlaki yapıda bozulmalara yol açmış olduğu durumda enflasyonu düşürmenin uzun vadeli faydalarına daha yüksek bir ağırlık verilmesi gerektiği söylenebilir. Bu bakış açısından hareketle, enflasyonu düşürme politikasına ilişkin uygun fayda-maliyet analizinin, enflasyonu düşürmenin bir sefere özgü maliyeti ile fiyat istikrarının sürekli faydaları arasındaki karşılaştırmaya dayandırılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. 1.4. Fiyat İstikrarının Sürdürülmesinden Beklenen Faydalar Mutlak fiyat istikrarının sağlanması, başka bir deyişle enflasyon oranının sıfıra düşürülmesi, düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranına ulaşılması durumundan niteliksel olarak farklı potansiyel bir fayda yaratacaktır. Bu fayda, fiyat istikrarı geçmişine sahip olunmasının enflasyonist şoklar ile başa çıkılması konusunda bir “güvenilirlik” primi kazandırabilme olanağından doğmaktadır. Özellikle uzun süreli yüksek enflasyon geçmişine sahip ülkelerde, enflasyonu düşürme politikalarının başarıya ulaşması önündeki en önemli engel enflasyon beklentilerinin de yüksek bir düzeyde atalet kazanmış olmasıdır. Yüksek enflasyon beklentilerinin düşürülebilmesi, enflasyonu düşürme politikalarını yürüten politika otoritelerinin bu konuda samimi oldukları konusunda inandırıcılığa sahip olmalarına bağlı olacaktır. Kuşkusuz bu, beklentilerin uyum hızına bağlı olarak belirlenen, ancak kesinlikle uzun sayılacak bir süreyi gerektirecektir. Enflasyon beklentilerinin uyarlanma sürecinde, ekonomik karar birimleri politika otoritelerinin izlediği politikaları gözleyecek ve beklentilerini yeni bilgiler ışığında güncelleyeceklerdir. Yeterince uzun bir süre fiyat istikrarının sürdürülmesi halinde, insanlar bunun gelecekte de devam edeceğini ve otoritelerin şoklara fiyat istikrarını koruyacak şekilde tepki vereceğini beklemeye başlayacaklardır. Aksine, bireyler fiyat düzeyinin istikrarlı kalmadığını gözlemleyecek olurlarsa, politika otoritelerinin enflasyon şoklarına karşı gerekli tepkileri verme konusundaki yetenekleri hakkında daha az güvene sahip olabileceklerdir. Böyle bir durumda, herhangi bir veri pozitif talep şoku daha fazla enflasyona yol açabilecek; dolayısıyla fiyat istikrarı geçmişi olan bir ekonomide ortaya çıkacak olandan daha yüksek üretim maliyetlerine katlanma durumunda kalınabilecektir. İstikrarlı bir fiyat düzeyi, ayrıca, gelecekte elde edilecek ödenti ve yapılacak ödemeleri içeren finansal kararlar verme durumunda olanlar açısından da bir güven unsuru olmaktadır. Bunun nedeni, ekonomistler dışında insanların nominal terimleri reel terimlere dönüştürme konusunda, başka bir deyişle değişim oranları, reel faiz oranları vb. değişim ölçümlerini hesaplama konusunda güçlüklerle karşılaşabilmeleridir. Ekonomik büyüme yaratan yatırım kararlarının uzun vadeli sözleşmelere tabi olması, dolayısıyla uzun vadeli reel faiz oranının hesaplanmasını gerektirmesi nedeniyle, enflasyonun düşerek fiyat istikrarının sağlanması bir yandan belirsizlikleri ortadan kaldırarak, diğer yandan hesap yapma kolaylığı yaratarak reel piyasada canlanmaya ve piyasaların daha etkin işlemesine yol açacaktır. 132 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı 2. Türkiye’de Enflasyonist Sürecin Tarihsel Gelişimi ve Enflasyonist Dinamiklerin Analizi 2.1. Enflasyonist Sürecin Dönemler İtibariyle Analizi Türkiye’nin yakın ekonomik tarihi incelendiğinde, yüksek enflasyonun yirmi yılı aşan süreden beri Türk ekonomisinin karakteristik özelliklerinden biri haline geldiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisinde fiyat istikrarını sağlamanın en önemli önceliklerinden biri 1970’li yılların sonundan başlayarak günümüze kadar devam eden bu sürecin anlaşılması ve enflasyona neden olan mekanizmaların ortaya konulması olacaktır. Birinci bölümde teorik çerçevede ortaya konulduğu gibi, uzun süreler enflasyonla yaşamaya alışmış toplumlarda enflasyonist yapı kemikleşmekte ve enflasyon kendi kendini besleyen bir döngü halini almaktadır. Bu döngünün kırılarak fiyat istikrarının sağlanması ancak enflasyon dinamiklerinin iyi incelenerek anlaşılması ile mümkün olacaktır. Türkiye’de enflasyonist sürecin tarihsel gelişimi incelenirken yapısal olarak farklılık gösteren dönemleri ayrı ayrı ele almak faydalı olacaktır. Makroekonomik politikalar açısından önemli farklılık gösteren bu dönemler şu şekilde özetlenebilir: i. 1980 öncesi ii. 1980-1999 dönemi iii. 2000 yılı istikrar programı iv. 2001 Şubat ekonomik krizi sonrası Güçlü Ekonomiye Geçiş programı Aşağıda öncelikle geçmiş deneyimlerin analizi yapılarak ilk üç dönem üzerinde durulacaktır. Daha sonra, bu dönemlerdeki gelişmeler çerçevesinde Türkiye’de enflasyon dinamikleri üzerinde etkili olduğu düşünülen faktörler ortaya konulacak ve son olarak da hala devam etmekte olan ekonomik program çerçevesinde 2001-2003 dönemi incelenecektir1. 2.1.1. 1980 Öncesi Dönem 1980 öncesi dönem, ekonomide ithal ikamesi ve iç talep kaynaklı bir büyüme performansının amaçlandığı, dış ticarette önemli kısıtlamaların bulunduğu ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) ekonomide önemli rol oynadığı bir dönem olarak nitelendirilebilir. Türkiye ekonomisinde 1950’li yılların sonunda ve 1970’li yıllarda enflasyon oranlarında önemli artışlar görülmüştür. Ancak bu dönemlerde yaşanan yüksek enflasyon deneyimleri, daha çok tüm dünyayı etkileyen iki önemli petrol krizi ve/veya KİT’lerin bütçe açıklarının kapatılmasında Merkez Bankası kaynaklarının kullanımından kaynaklanmıştır. Kısaca, kamu kesiminin ekonomik büyümenin temel kaynağı olarak görüldüğü bu dönemde kamu açıklarının parasal büyüme yoluyla finanse edilmesi ve büyük arz şokları enflasyon dinamiklerini etkileyen en önemli unsurlar olmuştur. Bu dönemde enflasyon katılaşmış temel bir ekonomik problem durumuna gelmemiş ve enflasyona neden olan faktörler daha sonra enflasyonist süreç içerisinde etkinliklerini kaybetmiştir. Bugün Türkiye’de kronik enflasyonun nedenleri sıralandığında parasallaşma veya büyük arz şokları çok arka sıralarda yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 1980 1 Enflasyonist gelişmenin tarihsel süreci ek grafik 1’de verilmektedir. 133 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları öncesi dönem Türkiye’de enflasyon dinamiklerini açıklamak açısından çok da önemli görülmeyebilir. Ancak, kamu kesiminin ekonomideki etkinliğinin artması ve uygulanan ithal ikameci kalkınma modelinin etkileri daha sonraki yıllarda da enflasyonist süreç açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. 2.1.2. 1980-1999 Dönemi 1980’lerde Türkiye ekonomisi önemli bir yapısal değişim geçirmiş ve 1980 sonrası enflasyon dinamikleri de farklılık göstermiştir. Dış ticaret rejiminin ve sermaye hareketlerinin önemli ölçüde serbestleştirilmesi ile birlikte ekonomi oldukça hızlı bir dışa açılma sürecine girmiştir. Bu süreç içerisinde döviz kuru gelişmelerinin ekonomi ve özellikle de enflasyon oranları üzerindeki etkisi de giderek artmıştır. Finansal serbestleşme sonrası döviz kuru politikası olarak yönetilen kur (managed float) rejimi benimsenmiştir. Bu politika 1999 yılı sonuna kadar devam etmiş ve Türkiye’de enflasyonun dinamikleri açısından önemli bir rol oynamıştır. Döviz kurunun enflasyonun önemli belirleyicilerinden biri durumuna gelmesinde 1980-1999 dönemi ekonomi politikalarının etkisi büyük olmuştur. Bu dönemdeki önemli yapısal değişikliklerden birisi de 1986 yılından itibaren kamu açıklarının finansmanının iç borçlanmayla yapılmaya başlanması ve buna paralel olarak Merkez Bankası kaynaklarının kamu açıklarını kapatma amacıyla kullanımının büyük ölçüde sona ermesi olmuştur. Ekonomi literatüründe, kamu açıkları ve enflasyon arasındaki ilişki “parasallaşma” aracılığı ile kurulmuş, kamu açıkların sonuçta parasal genişlemeye ve enflasyona neden olacağı belirtilmiştir2. Dolayısıyla, iç borçlanma yoluyla finansman, Türkiye’yi kamu açıkları açısından benzeştiği Latin Amerika ülkelerindeki büyük parasal genişleme ve hiperenflasyon deneyimlerinden korumuş, ancak, zaman içerisinde hem ekonomik sistemin işlerliğini kaybetmesine hem de bankacılık sisteminin bozulmasına neden olacak bir sürecin de başlangıcı olmuştur. Yukarıda belirtilen iki yapısal değişim süreci çerçevesinde bu dönem ortalama yüzde 80-90’lar düzeyinde enflasyon oranlarının görüldüğü ve büyüme oranın sürekli dalgalandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde ve özellikle 1990’lı yıllarda, enflasyonu besleyen ve aynı zamanda da yüksek enflasyonun belirleyici olduğu ekonomik yapının temel çerçevesi şu unsurlardan oluşmuştur: • Yüzde 100’ü aşan nominal faiz oranları, • İç borçlanmanın mali sisteme yaptığı baskı nedeniyle sürdürülemez oranda yüsek reel faiz oranları, • Sermaye hesabının serbestleşmesiyle ekonominin dışa açılımının hızlanması ve yönetilen döviz kuru rejimi, • Yüksek kamu kesimi borçlanma gereği ve artan risk sonucunda borç stoku üzeride yüksek reel faiz maliyeti, • Kırılgan mali yapı ve zayıf bankacılık sistemi. Birbirinden bağımsız olarak düşünülemeyecek bu unsurların oluşturduğu ekonomik 2 Bkz. Sargent ve Wallace, (1981) 134 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı yapı 1980-1999 dönemindeki enflasyon dinamiklerini kendi başına açıklayabilmektedir. Bunlara bir de siyasi istikrarsızlık ve enflasyonla mücadeledeki başarısızlık eklendiğinde 1980’li yılların sonundan itibaren enflasyonun Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarından biri haline geldiği gözlenmektedir. Enflasyona neden olan dinamiklerin genel olarak ortaya konmasından sonra bu dönemdeki enflasyon gelişmelerini de kısaca özetlemek faydalı olacaktır. 1980-1999 döneminde enflasyon oranları genel olarak yüksek olmakla birlikte, altı özellikle çizilmesi gereken üç ara dönem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, 1988 yılında sermaye hesabının serbestleşmesi sonucu enflasyonda görülen sıçrama olmuştur. Döviz talebinin yükselmesi ve Türk lirası talebinin düşmesi sonucunda senyoraj gelirlerinde düşme olmuş ve gelirlerin korunması için enflasyon yaratılmak durumunda kalınmıştır. Daha sonra uygulamaya konan istikrar programı ise siyasi belirsizlik nedeniyle başarısızlığa uğramıştır. İkinci önemli ara dönem 1994 yılındaki ekonomik krizle ortaya çıkmıştır. 1993 yılı bütçe açığının planlananın oldukça üzerinde gerçekleşmesi ile 1994 yılı Ocak ayında hükümet yüzde 20 oranında nominal devalüasyon yapmış, ekonomi politikalarının güvenirliğini kaybetmesi sonucu nominal faiz oranları çok yüksek düzeylere fırlamıştır. Bunun üzerine Hazine borçlanma ihalelerini durdurmuş ve kamu açıkları Merkez Bankası kaynakları ile finanse edilmiştir. Sonuç olarak, enflasyon oranı Ocak 1995’te tavan değeri olan yüzde 125,9’a ulaşmış ve aynı tarih itibariyle Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki yıllık değer kaybı da yüzde 239,7 olmuştur. Bu kriz sonrasında da Uluslararası Para Fonu (IMF) ile birlikte bir istikrar programı uygulamaya konmuştur. Program kamu kesimi borçlanma gereğini azaltıcı önemli tedbirler içermekle birlikte koalisyon hükümetinin kısa süre sonra dağılmasıyla sona ermiş ve başarısız olmuştur. 1994 krizi yukarıda özetlenen sağlıksız ekonomik yapının ilk ciddi patlaması olmasından dolayı önemlidir ve şüphesiz bu sağlıksız yapıyı daha da bozan bir gelişme olmuştur. Altı çizilmesi gereken üçüncü ara dönem ise 1998 –1999 dönemidir. 1998 yılı başında Türkiye parasal büyüklüklerin nominal çapa olarak kullanıldığı ve mali açıdan önemli tedbirler içeren yeni bir ekonomik program uygulamaya başlamıştır. Program, enflasyonist eğilimi aşağıya çekmekte başarılı olmuşsa da Rusya krizinin meydana gelmesiyle faiz oranları tekrar yükselmiş ve kamu borçlanmasında sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Krizin etkileriyle, kamu maliyesi gitgide kötüleşirken ve ekonomi daralırken, 1999 yılında meydana gelen iki büyük deprem bu süreci daha da hızlandırmış ve 1999 yılı sonunda ekonomik sorunlar içinden çıkılmaz bir duruma gelmiştir. 2.1.3. 2000 Yılı İstikrar Programı Rusya krizi ve depremlerin etkisiyle iyice bozulan kamu maliyesi ve borç dinamikleri 2000 yılının başında Türkiye ekonomisinde o güne kadar uygulanan en kapsamlı ekonomik programın uygulamaya konmasına neden olmuştur. Programın içerdiği mali ve parasal disiplinin yanında, öncekilerden en önemli farklılığı döviz kuru rejimini radikal biçimde değiştirmesi ve bozuk ekonomik yapıyı düzeltmek amacıyla çok geniş bir yapısal reform programını da kapsamasıdır. Program önceden açıklanan ileriye yönelik döviz kuru ve kurala dayalı para politikasına dayanmaktaydı. Uygulanan kur rejimiyle, finansal serbestleşme sonrası güçlenen döviz135 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları kuru enflasyon ilişkisi kullanılarak enflasyonun düşürülmesi amaçlanmış, döviz kurunun önceden açıklanması ve kurala dayalı para politikası ile de ekonomi politikalarında o güne kadar Türkiye’de örneği olmayan bir şeffaflık sağlanmıştı. Bozulan borç dinamiklerinin enflasyon ve diğer önemli ekonomik değişkenler üzerindeki etkisinin giderilmesi için, alınacak gelir artırıcı ve harcama azaltıcı tedbirlerle kamu maliyesinin düzeltilmesi ve borçlanmanın tekrar sürdürülebilir duruma getirilmesi hedeflenmişti. Oldukça kapsamlı olarak hazırlanan reform programı da enflasyondaki düşüşün kalıcı olması için yapısal bozuklukları gidermeyi amaçlıyordu. Ekonomik program, uygulamanın hemen başında büyük güvenilirlik kazanmış ve faiz hadleri hızla gerilerken, enflasyon da düşüş eğilimine girmiştir. Özellikle mali hedefler açısından gösterilen performans beklenenin de üzerinde olmuş, hedeflenen faiz dışı bütçe fazlasına ulaşılırken, düşen faiz oranları borç dinamiklerini de olumlu etkilemiştir. Diğer taraftan, bu tür programların temel zafiyeti olan ödemeler dengesi tarafında sorun yaşanmaya başlanmıştır. Reel olarak aşırı değerlenen Türk lirası nedeniyle cari açığın hızla büyümesi ve makroekonomik değişkenlerdeki kısmi iyileşmenin ardından siyasi iktidarın yapısal reformları uygulamaya koymakta gönülsüz davranması sonucunda programın devam edip etmeyeceği konusunda şüpheler oluşmuştur. Zaten zayıf olan bankacılık sistemi de program boyunca artan döviz açık pozisyonları nedeniyle daha da kırılgan bir duruma gelmiştir. Programın güvenirliğini kaybetmeye başlaması ve bekleyişlerin kötüleşmesinin ardından, Kasım 2000 kriziyle ekonomik program bir darbe daha almış ve Şubat 2001 tarihinde mevcut kur rejimi terk edilerek, döviz kurları dalgalanmaya bırakılmak zorunda kalınmıştır. Döviz kurunun değeri bir gün içerisinde yaklaşık iki katına çıkarken faiz oranları hızla yükselmiş, Türkiye ekonomisi tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşamıştır. Krizle birlikte ekonomi daralmanın yanı sıra , 1986’dan beri en düşük seviyesine gerileyen enflasyon da tekrar yükselme sürecine girmiştir. 2000 yılı programının başarı ve başarısızlıkları, fiyat istikrarının sağlanması doğrultusunda altı çizilmesi gerekli önemli dersler içermektedir. Kriz öncesi süreç incelendiğinde Türkiye’de bankacılık sektörünün ne kadar kırılgan bir yapıda olduğu ve bunun para politikası uygulamasını ne kadar zorlaştırdığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, bankacılık sektörü denetiminin çok daha sistemli ve profesyonelce yapılması gerekliliği ve bankacılık sektörünün sağlam bir yapıya kavuşturulması zorunluluğu anlaşılmıştır. Krizden çıkarılacak ikinci bir ders de bekleyişlerin doğru yönetilmesinin önemi olmuştur. Programın başında bekleyişler olumluyken, program hedeflerine ulaşılmış ancak, programın devam edip etmeyeceğine yönelik şüpheler artmaya başladığında, sonu krize kadar giden bir süreç başlamıştır. Bu durum ekonomik programın tüm ekonomik birimlerce güvenilir bulunması ve desteklenmesinin istikrarı sağlamanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu ortaya koymaktadır. Döviz kuruna dayalı programlar kırılgan programlardır. Yerli paranın aşırı değerlenmesi sonucu ödemeler dengesi üzerinde oluşan baskı kur rejiminin sürdürülememesi nedeniyle krizle sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla, sabit kur rejimi sürekli devam ettirilebilecek bir politika olmamaktadır. Türkiye’deki program tasarlanırken bu husus göz önüne alınarak 18 ay sonra kurların kademeli olarak (gittikçe genişleyen bir bant biçiminde) serbest bıra136 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı kılması hedeflenmişti. Ancak, bekleyişler iyi yönetilemediği ve özellikle yapısal reformlar programın ilk aşamasından sonra devam ettirilmediği için program başlangıçta sağladığı güvenilirliğini kaybetmiş ve 18 ayını doldurmadan sona ermiştir. Diğer taraftan, programın başarılı sayılabileceği enflasyonla mücadele ve mali politikalar da önemli dersler içermektedir. Parasal ve mali disiplin kararlılıkla uygulandığında Türkiye’de enflasyonun düşürülebildiği ve mali yapının düzeltilebildiği görülmüştür. 2000 yılı programı önceki ekonomik programların aksine enflasyonla mücadelede belli bir dönemde de olsa aldığı mesafeyle doğru politikalar uygulandığında fiyat istikrarının sağlanabileceğine iyi bir örnek teşkil etmiştir. Burada vurgulanması gereken nokta, uzun dönemde istikrarın kalıcılığının ekonomik temellerin iyileştirilmesine bağlı olmasıdır. 2.2. Türkiye’de Enflasyon Dinamiklerinde Rol Oynayan Önemli Faktörler Buraya kadar Türkiye’de enflasyon dinamikleri tarihsel süreç çerçevesinde incelenmiş fiyat istikrarına ulaşma yönündeki çabalar kısaca özetlenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ise 2001 yılı Şubat krizine kadar olan dönemde enflasyon dinamikleri konusunda yukarıda yaptığımız değerlendirmelerin ışığında, enflasyonist sürece katkı yapan başlıca unsurlar ortaya konulacaktır. 2.2.1. Döviz Kuru Türkiye ekonomisi 1980’li yıllarda hızlı bir serbestleşme sürecine girmiş ve 1984 yılında Türk vatandaşlarının bankalarda döviz hesabı açtırmalarına izin verilmesinden itibaren, ekonomi giderek artan bir para ikamesi ve mali dolarizasyon sürecine girmiştir. Artan dışa açıklıkla birlikte döviz kurundaki gelişmelerin enflasyon başta olmak üzere ekonomideki makro büyüklükler üzerindeki etkisi de artmaya başlamıştır. Makroekonomik anlamda döviz kuru – enflasyon ilişkisi başlıca üç mekanizma ile açıklanabilir. i. İthal malların fiyatları, ii. İthal girdilerin fiyatları, iii. Enflasyon bekleyişleri ve endeksleme mekanizmaları. İlk mekanizma ekonomide tüketilen ithal malların fiyatlarıyla ilgilidir. Yabancı bir malın yabancı para cinsinden fiyatı değişmese de, kurdaki bir artış bu malın Türk lirası cinsinden fiyatını artıracaktır. Bu mekanizmanın enflasyon üzerindeki etkisi enflasyon hesaplanmasında kullanılan mal ve hizmet sepetinde ithal malların ağırlığı ile doğru orantılıdır. İkinci mekanizma da tüketim malları değil ara mallar ve sermaye malları aracılığı ile çalışmaktadır. Herhangi bir malın üretiminde ithal girdiler kullanılıyorsa kurdaki bir artış üretim maliyetlerini artırarak nihai malın fiyatını etkileyecektir. Bu ilk iki mekanizmanın güçlü bir şekilde işlemesi için Türkiye ekonomisi uygun bir ortam teşkil etmektedir. Birincisi, yapılan araştırmalar, tüketici enflasyonunun hesaplanmasında kullanılan mal sepetinin yüzde 50’den fazlasını dış ticarete konu olan malların oluşturduğunu ortaya koymaktadır.3 3 T.C. Merkez Bankası Para Politikası Raporları 137 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları İkinci olarak, Türkiye’nin toplam ithalatının neredeyse tamamına yakınının ara ve sermaye mallarından oluştuğu görülmektedir. Bu durumun da temelleri 1980 öncesi uygulanan ithal ikameci politikalara dayanmaktadır. Bu politikalar zaman içerisinde ithalatın kompozisyonunun sermaye malları lehine gelişmesine neden olmuş ve ekonomiyi planlananın aksine ithalata bağımlı bir hale getirmiştir. Üçüncü mekanizma ise bilinen makroekonomik ilişkilerden biraz daha farklıdır. Uzun süre enflasyonla yaşayan ekonomik birimler geleceğe yönelik karar alırken bazı endeksleme mekanizmaları geliştirmektedirler. Bunlardan biri de döviz kurudur. Enflasyon belirsizliği altında, döviz kurunun gelecekteki enflasyon açısından iyi bir gösterge olduğuna inanılırsa fiyat yapıcıları da kendilerini enflasyondan korumak amacıyla kurdaki değişimleri fiyatlarına yansıtmayı tercih edebilirler. İşte bu durum ekonomideki dış ticarete konu olan ya da olmayan, ithal girdi kullanan ya da kullanmayan tüm malların fiyatları için geçerli olacaktır. Bir başka deyişle, döviz kuru değişimlerinin herhangi bir kanalla maliyetleri etkilemediği bir sektörde faaliyet gösteren bir firma, döviz kuru arttığında genel fiyat düzeyinin de artacağı beklentisiyle bu artışı fiyatlarına aynen yansıtacaktır. Türkiye’de diğer gelişmekte olan ekonomilerde de olduğu gibi bu tarz bir endeksleme mekanizmasının döviz kuru-enflasyon ilişkisini güçlendiren en önemli faktörlerden biri olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak, tarihsel değerlendirmeler ve ekonominin yapısal özellikleri göz önüne alındığında döviz kurunun enflasyonist süreci besleyen en önemli unsurlardan biri olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 2.2.2. Kamu Açıkları ve Borçlanma Daha önce de belirtildiği gibi, 1986 yılından bu güne uygulanan iç borçlanma yoluyla finansman stratejisi son 15 yıllık dönemde kamu açıklarının parasallaşmaya yol açmasını büyük ölçüde önlemiştir. Buna karşın, giderek büyüyen borç stoku enflasyonu başka kanallardan besleyen bir ekonomik yapı oluşmasında en önemli rolü oynamıştır. Tarihsel değerlendirmeler ve Türkiye’de enflasyonist süreci inceleyen deneysel çalışmaların sonuçları ışığında kamu açıklarının enflasyona katkısı ile ilgili saptamalar şu şekilde özetlenebilir: i. Finansman yöntemi olarak iç borçlanma ağırlıklı olarak kullanıldığı için Türkiye’de klasik anlamda kamu açıkları-parasallaşma-enflasyon ilişkisi gözlenmemektedir. ii. Bu nedenle kamu açıkları hiperenflasyon deneyimlerine yol açmamış ancak finnasal sistemin kırılgan hale gelmesinde önemli rol oynamıştır. iii. Enflasyonu etkileyen en önemli kanal ise borç dinamiklerinin bekleyişler üzerindeki etkisi olmuştur. Borç stoku büyüdükçe ve borçlanma gereği ve riske paralel olarak reel faiz oranları yükseldikçe borçlanmanın sürdürülebilirliğine dair kaygılar da artmıştır. Borçlanmanın sürdürülemeyeceği beklentisi ekonomiyi dış şoklara politik gelişmelere hatta kur yada faizdeki en küçük oynamalara dahi kırılgan duruma getirmiştir. Bu durum ekonomik birimlerin en ufak bir risk algılamasının dahi enflasyonun yükselmesi ve makro dengelerin bozulmasıyla sonuçlanmasına neden olmaktadır. 138 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı iv. Kamu açıklarının finansal sistem üzerindeki baskısı ve faizlerin Hazine için önemli bir maliyet unsuru olması Merkez Bankası’nın enflasyona yönelik bağımsız bir para politikası uygulamasını da zorlaştırmakta ve dolaylı olarak enflasyonist sürece katkıda bulunmaktadır. 2.2.3. Kamu Fiyatları Türkiye ekonomisinin, 1980 öncesinde izlediği kalkınma stratejisinde kamu kesimin kilit bir rolü olması bu kesimin ekonomik olarak genişlemesiyle sonuçlanmıştır. Bugün tüketici fiyatlarının hesaplanmasında kullanılan mal ve hizmet sepetinin yüzde 20,8’i kamu fiyatlarından oluşmaktadır. Kamu fiyatlarıyla ilgili temel sorun, kamu kesiminin genellikle düşük verimlilikle çalışıp bu farkı fiyat artışları ile kapatmak durumunda kalmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında özellikle TEKEL ürünleri ve akaryakıt fiyatları üzerindeki vergilerin Hazine’nin önemli gelir kaynaklarından biri olması nedeniyle kamu gelirlerinin artırılması amacıyla da bu fiyatlar yükseltilebilmektedir. İstikrar programları çerçevesinde belli dönemlerde kamu fiyatları baskı altında tutulmuş ve enflasyonu düşürmekte ek bir çapa olarak kullanılmıştır (2000 programında olduğu gibi). Ancak, böyle bir politika eninde sonunda KİT’lerin finansman sorunları nedeniyle ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırmak durumunda kalmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle yapay olarak yaratılan baskı enflasyonu önleyememekte, sadece kamu kesimindeki verimsizliğin enflasyona yansımasını erteleyebilmektedir. 2.2.4. Enflasyonist Atalet ve Endeksleme Yüksek enflasyonun kalıcı olduğu ekonomilerde ekonomik birimler fiyatları belirlemek, ücret artışı talep etmek gibi gelecekle ilgili kararlarını alırken enflasyondan kendilerini korumayı amaçlarlar. Bu durum genelde böyle ekonomilerde bir takım endeksleme mekanizmalarının oluşmasına neden olur. Bu mekanizmalar enflasyonun kendi kendini beslemesine yol açmaktadır. Enflasyon arttıkça enflasyon bekleyişi yerleşmekte ve enflasyon giderek kronikleşen bir yapıya kavuşmaktadır. Türkiye ekonomisinin de yirmi yılı aşan süreden beri yüksek enflasyonun etkisinde olduğu düşünüldüğünde, bu tarz mekanizmaların yerleşmiş olduğu anlaşılacaktır. Yukarıda verilen döviz kuruna endeksleme örneği bunların en belirgin olanlarından biridir. Tüm yüksek enflasyon deneyimlerinde olduğu gibi bu tür mekanizmaların fiyatlarda yarattığı katılık, Türkiye’de de enflasyonist süreci beslemekte ve enflasyonu düşürmenin önündeki en önemli engel olarak karşımıza çıkmaktadır. 2.3. 2001-2003 Dönemi: Yeni Ekonomik Program ve Fiyat İstikrarının Sağlanması İçin Yapılan Düzenlemeler Krizin hemen sonrasında ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı ortadan kaldırmak amacıyla temel bir takım tedbirler alınmış daha sonra da uygulanmasına bu gün de devam edilen yeni ekonomik program uygulamaya konmuştur. Program temel olarak; 139 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları i. Dalgalı kur sistemi içinde enflasyona odaklı, şeffaf, etkin ve ileriye yönelik bir para politikası çerçevesinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde sürdürmeyi, ii. Bankacılık sektöründe kamu bankaları başta olmak üzere hızlı ve kapsamlı bir yeniden yapılandırılmayı, böylece bankacılık kesimi ile reel sektör arasında sağlıklı bir ilişki kurmayı, iii. Kamu finansman dengesini bir daha bozulmayacak bir biçimde güçlendirmeyi, iv. Bütün bunları sağlayacak ve sağlanan istikrarı kalıcı hale getirecek yapısal unsurların yasal altyapısını oluşturmayı; amaçlamaktadır. Mali disiplin ve yapısal reformlar yeni ekonomik programın da temel unsurları arasında yer almaktadır. Özellikle yapısal reform yelpazesi 2000 yılı programına göre daha geniş tutulmuş ve önemli yasal düzenlemelerle de desteklenmiştir. Bankacılık sektörünün önemi karşılaşılan krizle birlikte daha da iyi anlaşılmış ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması yapısal reform programının temel taşlarından biri olmuştur. Bir önceki bölümde özetlenen enflasyon dinamikleri arasında kamu açıkları ve borçlanmanın, bekleyişler ve dolayısıyla enflasyon üzerindeki etkisi vurgulanmıştır. Bu çerçevede, fiyat istikrarını sağlamanın olmazsa olmaz koşulunun mali disiplin olduğu, borç yükü bu kadar ağır olduğu sürece sadece fiyatların değil diğer ekonomik büyüklüklerin de kalıcı olarak istikrar kazanmasının mümkün olmayacağının altı çizilmelidir. Dolayısıyla fiyat istikrarını sağlamayı amaçlayan bir program mutlak suretle mali disiplini sağlayıcı önlemleri almalı ve orta-uzun vadede ekonomiyi bu ağır borç yükünden kurtarmalıdır. Yeni program bir taraftan reel faizleri düşürerek borçlanmanın kısa dönemde sorunsuz sürdürülmesini sağlamayı diğer taraftan sıkı maliye politikası aracılığı ile faiz dışı bütçe fazlası vererek borcu orta ve uzun dönemde kademeli olarak ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Yeni program fiyat istikrarını sağlamak doğrultusunda ortaya koyduğu mali ve parasal disiplin ve yapısal değişim programı konularında 2000 yılındaki programla benzerlik göstermektedir. Buraya kadar yapılan tarihsel değerlendirmede de bu iki unsurun Türkiye’de fiyat istikrarına ulaşmak için olmazsa olmaz koşullar olduğu görülmektedir. Buna karşın, programın bu iki önemli ayağı yine tarihsel süreç içerisinde enflasyon dinamikleri üzerinde belirleyici olduğu düşünülen döviz kuru ve bekleyişlerin yönetimi konusunda neler yapılacağı sorusuna bütünüyle cevap verememektedir. İşte yeni programı öncekinden ayıran ve enflasyonun dinamikleri üzerinde etkili olan en önemli iki unsur da burada ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri dalgalı döviz kuru sistemi, diğeri de Merkez Bankası’nın yeni kanunuyla birlikte düzenlenen konumudur. Çalışmanın bu bölümünde bu iki gelişmenin enflasyona etkileri ya da bir başka deyişle fiyat istikrarını sağlama doğrultusundaki katkıları üzerinde durulacaktır. 140 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı 2.3.1. Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Yeni TCMB Kanunu Fiyat istikrarına ulaşmak adına atılan en önemli adımlardan biri de, dünyada fiyat istikrarını sağlamakta başarılı olan politika uygulamalarında olduğu gibi, Merkez Bankası’nın kurumsal yapısının fiyat istikrarını sağlama amacına uygun hale getirilmesi olmuştur. Bu kurumsal yapı politika uygulamalarında daha etkin olmayı sağlayacak olan araç bağımsızlığına dayanmaktadır. Yasayla fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek Merkez Bankası’nın temel görevi haline gelmiş ve banka tam bir araç bağımsızlığına kavuşmuştur. Burada araç bağımsızlığı kavramı üzerinde biraz daha durmak faydalı olacaktır. Söz konusu olan bağımsızlık, merkez bankasının para politikasını yürütürken kullandığı araç ve yöntemleri seçmede ne oranda serbest olduğunu ifade etmektedir. Amaç ise hükümet ile birlikte tespit edilmektedir. Günümüzde, genel olarak tüm dünyada hükümetlerin temel hedefi büyüme ve istihdam artışı merkez bankalarının hedefi ise fiyat istikrarını sağlamak olmuştur. Fiyat istikrarının sürdürülebilir büyümenin ön koşulu olması nedeniyle hedefler arasında bir çelişki yoktur. Bu durumda böyle bir bağımsızlığın fiyat istikrarı için neden ön koşul olduğu sorusu akla gelebilir. Uzun dönemde siyasi iktidar ile merkez bankasının amaçları kesişmesine karşın, daha kısa dönemde siyasetçilerin ekonomiyi popülist politikalarla aşırı ısınmaya zorlamaları ve hükümetlerin kamu açığı vermeye ve bunu merkez bankası kaynakları ile finanse etmeye istekli olmaları gibi faktörler fiyat istikrarını tehdit etmektedir. Bu çerçevede para politikası tasarlanırken, fiyat istikrarının sağlanması için, kısa vadeli diğer hedefler için düşük enflasyon hedefinden vazgeçmeyecek bir kuruma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu kurum uzun vadede toplum refahını maksimize eden bir merkez bankasıdır. Bu değerlendirmeler ışığında, yukarıda belirtilen enflasyonist baskı yaratacak iki unsura karşı yasanın gerekli düzenlemeleri yaptığı görülmektedir. Yasayla, Banka’nın para politikası uygulamalarında tek yetkili ve sorumlu olması ve görev ve yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanabilmesi sağlanmıştır. Kamu açıklarının finansmanı konusunda da, Banka’nın Hazine ve kamu kuruluşlarına avans vermemesi ve kredi açmaması ve birincil piyasadan Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) almaması için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Yeni kanunun bağımsızlık dışında iki önemli temel unsuru daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Merkez Bankası’nın hükümetle koordinasyonudur. Enflasyon hedefinin hükümetle birlikte belirlenmesi ve para politikaları hakkında hükümete bilgi verilmesi gibi düzenlemeler de yasada yer almaktadır. İkinci unsur ise hesap verebilirlik ve şeffaflıktır. Para politikası hedeflerine ulaşılmaması durumunda nedenlerin ve alınması gereken önlemlerin Hükümete yazılı olarak bildirilmesi ve kamuoyuna açıklanması, politika hedef ve uygulamalarının dönemsel raporlar ve basın duyuruları gibi araçlarla tüm kamuoyu ile paylaşılması gibi düzenlemelerde bu ikinci unsura yönelik olarak uygulamaya konmuştur. Özetle, yeni TCMB kanunu, Türkiye ekonomi tarihinde, merkez bankasının temel stratejisini ilk defa bu kadar enflasyona odaklı hale getiren ve fiyat istikrarının önemini vurgulayan bir yasa olması nedeniyle, fiyat istikrarının sağlanması doğrultusunda çok önemli bir reform olmuştur. 141 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2.3.2. Dalgalı Kur Rejimi Yeni program dalgalı kur sistemini temel almasıyla, Türkiye ekonomisinde yapısal özellik olarak önceki dönemlerden farklı yeni bir döneme girilmesine neden olmuştur. Sermaye hesabının serbestleşmesinden krize kadar olan süreçte (2000 programıyla daha sistemli ve şeffaf olmak üzere) döviz kurunun değeri Merkez Bankası tarafından kontrol edilmiş ya da belirlenmiştir. Yeni dönemde merkez bankası aşırı dalgalanmalar dışında kura müdahale etmeyeceğini ve döviz kurunun değerinin piyasa koşulları altında belirleneceğini açıklamıştır. Yeni programda eski kur rejiminin terkedilmesi aşağıda açıklanan iki gerekçeye dayandırılmaktadır4: “...Birincisi, 2000 yılında uygulanan kur rejimi Şubat 2001 Krizi ile çökmüştür. Çöken bir rejimin yerine kısa sürede aynısını ya da benzerini koymaya çalışmak, bu rejimlerin “inandırıcılık, kredibilite” gibi unsurlara temelden bağlı oldukları dikkate alındığında hiç de gerçekçi değildir. Üstelik, son yıllarda pek çok ülke bu tür kur rejimlerini terk etmiş ve dalgalı kur rejimine geçmişlerdir. Böyle bir kur rejimi uygulanmayacak olmasının ikinci ve esas nedeni ise, bu tür bir rejimin mevcut koşullarda Türkiye ekonomisi için yararlı görülmemesidir. Neden sabit ya da öngörülebilir kur rejimi istenmektedir? Sorunun yanıtı basittir, ama çok önemlidir: Yıllardır giderek bozulan iktisadi temeller, ekonomik birimleri döviz cinsinden işlemlere yöneltmiş ve dolayısıyla döviz kuru, karar alınırken dikkate alınan önemli bir değişken haline gelmiştir. Ücretlerin ve fiyatların yabancı para birimlerine endekslendiği, hatta kimi zaman yabancı para birimleri cinsinden belirlendiği, tasarrufların önemli bir kısmının yabancı para birimleri cinsinden tutulduğu, bilançoların varlık ya da yükümlülük tarafında yabancı para birimi cinsinden kalemlerin önemli bir paya sahip olduğu bir ekonomik yapı, şüphesiz, istenilir ve sürdürülebilir bir ekonomik yapı değildir. Zira böyle bir yapı, krizlere karşı son derece hassas bir yapı anlamına gelmektedir.” Bu açıklamadan anlaşılan “Merkez Bankası garantisinde”, “öngörülebilir” bir döviz kurunun para ikamesi ve mali dolarizasyonu teşvik ettiği ve bunun istenilen bir durum olmadığıdır ki, endeksleme davranışının döviz kuru-enflasyon ilişkisinde ne kadar önemli olduğu yukarıda enflasyon dinamiklerinin incelendiği bölümde de vurgulanmıştır. Türkiye’de enflasyonu belirlemekte döviz kurunun önemi ve etkisi yapılan tüm çalışmalar ve değerlendirmelerde kabul edilmektedir. Bu ilişkiyi veri alarak enflasyonu düşürmek, 2000 yılında bu önemli değişkeni kontrol etmek yoluyla sağlanmaya çalışılmıştır. Yeni programda ise döviz kuru-enflasyon ilişkisini zayıflatabilecek bir kur politikası uygulanmaya çalışılmaktadır. Programın uygulandığı son 2,5 senelik dönem incelendiğinde bu yolda önemli mesafe kaydedildiği görülmektedir. Bu dönem içerisinde döviz kuru, yeni rejimin etkisiyle tarihinde hiç görülmediği kadar dalgalı bir seyir izlemiştir. Kısa dönemde kurda hem yukarı hem aşağı yönlü hareket gözlenmesi, dövizi eskiden olduğu gibi garantili bir yatırım aracı olmaktan çıkarmış, mevcut endeksleme davranışının değişmesi yönünde önemli bir adım atılmıştır. 4 TCMB’nin 142 2 Ocak 2002 tarihli “2002 Yılında Para ve Kur Politikası ve Muhtemel Gelişmeler” başlıklı basın duyurusu http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Burada altı çizilmesi gerekli bir başka unsur, mevcut yapının değişmesiyle kastedilenin istikrarsız, öngörülemeyen ve belirsiz bir döviz kuru yaratmak olmaması gerektiğidir. Böyle bir politikanın temel varsayımı kısa dönemdeki dalgalanmalara rağmen uzun dönemde istikrarlı bir döviz kuru olması gereğidir. Bunun sağlanması da ancak gerekli yapısal düzenlemelerin yapılması yoluyla olacaktır. Merkez Bankası bu yöndeki görüşünü de şu şekilde açıklamaktadır. “...Mevcut yapı mutlaka değişmelidir. Bu değişimin yolu, döviz kurunu suni ve sürdürülemez yollarla “öngörülebilir” kılmaktan geçmemektedir. İktisadi temellerdeki düzelme ve yapısal reformlar bu yapıyı değiştirmenin önkoşuludur. 2002 yılında da uygulamaya devam edilecek olan dalgalı kur rejimi, bu yapının değişmesine yardımcı olacaktır...” Son dönemdeki politika uygulamaları ve uygulanan ekonomik programın tasarımı, geçmişteki enflasyonist süreçten ders alındığı ve enflasyon dinamiklerinin iyi anlaşılarak yerinde tedbirlerin uygulamaya konduğunu göstermektedir. Yakın zamana kadar enflasyonla mücadelede alınan yol ve 2003 yılı sonunda enflasyonunun yüzde 20’nin altına inmiş olması da bu tespiti destekler niteliktedir. Bununla birlikte şu gerçek de gözden kaçmamalıdır. Fiyat istikrarı henüz sağlanmış değildir ve sağlandıktan sonra devamlılığı da en az sağlanması kadar önemli olacaktır. Bu nedenle fiyat istikrarını sağlamaya yönelik ekonomi politikalarının aynı kararlıkla uygulanmaya devam edilmesi gereklidir. Bugüne kadar uygulanan makro politikalar yüksek enflasyonu daha makul bir seviyeye indirmeyi başarmış olsa da, enflasyonun bu noktadan tek haneli rakamlara indirilmesi ve istikrarın devamlılığının sağlanması da en az önceki süreç kadar zorlu olacaktır. Bu çerçevede, bugüne kadar yapılanlar ışığında , bundan sonra yapılması gerekenler çalışmanın bundan sonraki bölümünde ele alınacaktır. 3. Türkiye Ekonomisinde Fiyat İstikrarının Sürdürülmesi 3.1. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarının Temel İlkeleri Finansal krizler sonrasında uygulamaya konulan ve ana hatları 2. Bölümde verilen programın genel olarak kararlılıkla uygulanması sonucunda 2002 ve 2003 yıllarında enflasyonda önemli ölçüde düşme sağlanmıştır. 2001 yılı sonunda yüzde 88,6 (TEFE) ve yüzde 68,5 (TÜFE) seviyesinde gerçekleşen enflasyon oranları 2003 yılı sonunda TEFE’de yüzde 13,9, TÜFE’de ise yüzde 18,4 ile hedeflerin altında kalarak son yirmisekiz yılın en düşük seviyelerine gerilemiştir. T.C. Merkez Bankası anketlerine göre, 2003 yılında enflasyonist beklentilerdeki sürekli düşme ve gelecek döneme ilişkin beklentilerin hedef alınan enflasyon oranına yaklaşması enflasyondaki ataletin kırılması açısından önem arz etmektedir. Son iki yılda enflasyonla mücadelede sağlanan başarının devam ederek tek haneli rakamlara inilmesi ve böylece fiyat istikrarının sağlanarak korunması için temel noktalar; i. Hükümete ve karar alıcılara ekonomik ajanların, mali piyasaların güven duyması ve makroekonomik istikrarın sağlanması yönünde uygulamaya konulan politikaların inandırıcı olması, ii. Mali disiplinin sürdürülerek kamu açıklarının ve kamunun toplam borç stokunun aşağı çekilmesi (mali baskınlığın azaltılması), 143 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları iii. Kamu borç stokunun azaltılması sürecinde kamu sektörünün mali piyasalarda oluşan baskınlığının azaltılması ve finansal derinleşmenin sağlanması, iv. Merkez Bankasının parasal disiplini sürdürmesi, v. Kamu ve özel sektörde gelirler politikasının enflasyon hedefleri doğrultusunda yürütülmesi, vi. Yasal ve kurumsal anlamda önemli ölçüde gerçekleştirilen yapısal reformların hayata geçirilerek kırılma eğilimine giren enflasyondaki katılığın (inertia) tamamen ortadan kaldırılması, vii. Mal ve hizmet üretiminde verimliliğin artırılması ve kalitenin iyileştirilmesi ve böylece ekonominin rekabet gücünün artırılması olmaktadır. 3.2. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarı İçin Ekonomik ve Yasal Çerçeve 3.2.1. Mali Baskınlığın Ortadan Kaldırılması ve Mali Derinliğin Sağlanması Fiyat istikrarının sağlanması ve korunması için 1. Bölümde teorik olarak ortaya konulan “kamu maliyesinden genel fiyat seviyesine doğru” bir baskının söz konusu olmaması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, fiyatlar üzerinde kamu açıklarından kaynaklanan talep baskısı söz konusu olmamalıdır. Ancak, Türkiye’de yüksek kamu açıkları (KKBG/GSMH ve Konsolide bütçe açığı/GSMH oranı- Ek Tablo 1) ve bu açıkların 1990’lı yıllarda giderek artan ölçüde iç borçlanma ile finansmanı (iç borç stoku/GSMH oranı yükseliyor- Ek Tablo 2) kamu sektörünün ekonomideki ağırlığının giderek arttığını ortaya koymaktadır. “Mali baskınlığın” yüksekliğini gösteren kamu açıklarının, yeterince derin olmayan finansal piyasalardan borçlanma ile finansmanı bu piyasalarda giderek artan ölçüde kaynakların devlet tarafından kullanılmasına neden olmaktadır. Bunun da göstergesi toplam mali varlıklar içinde kamu menkul kıymetlerinin yükselen payıdır (Ek Tablo 3). Bu durum bir yandan özel sektörün kullanacağı fon miktarını sınırlarken (crowding-out) diğer yandan reel faiz oranlarını yükseltmekte ve borçlanma vadesini kısaltmaktadır. Bu durum ise Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarında kullanacağı önemli bir araç üzerinde kısıt getirmektedir. Mali disiplin ve bütçe açığının finansmanı enflasyondaki katılığın giderilmesinde anahtar rolündedir. Ancak bu yapıldığında Merkez Bankası para politikasını enflasyonla mücadele doğrultusunda yönlendirebilir. Bu çerçevede, Merkez Bankası yakın gelecekte enflasyon hedeflemesi sistemine geçmeyi planlamaktadır. Bu sistemin çalışması için ekonominin parasal göstergelerin baskın olduğu bir yapıda olması gerekir. Diğer bir deyişle, kamu sektörünün ve hükümetlerin uyguladıkları maliye politikalarının ekonomide belirleyici olmaması gerekir. Türkiye ekonomisinde mali baskınlığın yüksekliği ve mali derinliğin zayıflığı enflasyon hedeflemesi sistemine geçiş açısından en önemli engelleri teşkil etmektedir. Kamu kesiminin mali piyasalar üzerindeki bu ağırlığı ve etkinliği, Merkez Bankası’nın hükümetten 144 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı bağımsız olarak para politikaları uygulamalarıyla enflasyon hedefine ulaşmasını güçleştirecektir. Yüksek kamu açıkları ve bunların iç borçlanma ile finansmanının varlığı fiyatların ve faiz oranlarının serbest piyasa koşullarında oluşmasını engellemektedir. Bu durum aynı zamanda enflasyonist beklentileri de olumsuz yönde etkilemektedir. Bundan dolayı enflasyon hedeflemesi sistemine sağlıklı bir geçiş için öncelikle kamu açıklarının azaltılması, mali baskınlığın giderilmesi gerekmektedir. Aynı süreçte toplam borç yükünün de azaltılması mali derinliğin sağlanması için ön koşul olmaktadır. Enflasyon hedeflemesi uygulaması, para politikasının mali yapıdan gelen etmenler tarafından yönlendirilmemesini gerektirir. Büyük miktardaki mali açıkların parasallaşma olasılığının minimize edilmesi ile, güçlü mali sistem enflasyon hedeflemesi çerçevesinin güvenilirliğinin sağlanmasına yardımcı olacak ve böylece enflasyonun düşürülmesinin ekonomiye getireceği olası reel maliyeti de sınırlayacaktır (Masson, Savastano ve Sharma, 1997; Mishkin 2000). Güçlü mali yapının enflasyon hedeflemesi sisteminin kurulması sürecindeki önemi, enflasyonun geçmişteki performansına, yine geçmişte hükümetin kısa vadede bütçe öncelikleri nedeniyle para politikası üzerindeki olası baskılarına, ve kamunun finansal ihtiyaçlarını karşılamak için finans piyasalarına giriş kabiliyetine bağlıdır. Kamu borç stoku ve ekonominin şoklara karşı dayanıklılığı da enflasyon hedeflemesinin mali öncelikler tarafından yönlendirilmesi hususunda önemli rol oynamaktadır. Eğer bir ülkede enflasyon seviyesi düşük ve kamu sektörü bütçe açıklarının finansmanı için finans piyasalarına girebilme yeteneğine sahip ise mali yapının enflasyon hedeflemesi sistemini etkileme olasılığı daha az olacaktır (Carare, Schaechter, Stone ve Zelmer 2002)5. Mali derinliğin yeterince sağlanamaması yani M2/GSMH ve/veya M2Y/GSMH oranlarının düşük seviyelerde seyretmesi, kamunun iç borçlanmaya yöneldiğinde kullanabileceği fon kaynaklarını sınırlamakta ve bu durum da faiz oranları üzerinde yukarı doğru baskı yaratmaktadır. Diğer taraftan, devlet iç borçlanma senetlerinin toplam mali varlıklar içerisindeki payının yüksekliği, “sığ” mali piyasalardaki kamunun ağırlığını, yani kamunun toplam mali kaynakların önemli bir bölümünü kullandığını göstermektedir. Türkiye’nin mali baskınlık (bütçe açığının GSYİH’ya oranı) ve mali derinlik (geniş tanımlı para arzının-M2Y- GSYİH’ya oranı) göstergeleri, enflasyon hedeflemesini uygulayan ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin aleyhine olmak üzere önemli miktarda farklılık gözlenmektedir (Ek Tablo: 4-5). Kamu açıkları azaltılırken makroekonomik hedefler çerçevesinde faiz dışı fazla verilmesi mali piyasalarda programa olan güveni artırarak enflasyonist beklentileri ve faiz oranlarını aşağı çekerken döviz kurunda da istikrarı getirecektir. 2003 yılında bu yönde önemli mesafe kaydedilmiştir. Enflasyonist beklentilerdeki düşme faiz oranlarını aşağı çekerek borçların sürdürülebilirliğine katkıda bulunacak ve anti-enflasyonist sürecin üretim maliyetini (sacrifice ratio) azaltacaktır. Bununla birlikte, faiz dışı fazlanın kalitesi önem kazanmaktadır. Faiz dışı fazlanın kalitesinin artırılması için; geçici vergilere değil dolaysız 5 Yükselen piyasa ekonomileri (emerging markets - İsrail, Meksika, Polonya ve G.Afrika) enflasyon hedeflemesine geçiş öncesin- de mali yapılarını güçlendirmişler, kamu borç stokunun GSYİH’ya oranını azaltmışlardır (Schaechter, Stone ve Zelmer, 2002). 145 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları vergilere ağırlık verilmesi ve bu alandaki reform çalışmalarının tamamlanması, vergi tabanının genişletilmesi ve vergi idaresinin kuvvetlendirilmesi, kamu harcamalarının kontrol altına alınması, harcamalarda etkinlik, verimlilik ve şeffaflığın artırılması, israfın önlenmesi, kamu istihdamının rasyonelleştirilmesi, sosyal güvenlik kuruluşlarının aktüeryal dengelerinin sağlanması ve prim tahsilatının güçlendirilmesi ve kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gerekmektedir. 3.2.2. Verimlilik ve Rekabet Edebilirliğin Artırılması 3.2.2.1. Verimlilik ve Fiyat İstikrarı Fiyat istikrarının sağlanarak korunması için temel noktalardan birisi de ekonomide verimliliğin ve rekabet gücünün artırılmasıdır. Ancak ekonomide refahı artırmak için öncelikle geliri artırmak gerekmektedir. Büyümenin kaynakları; (i) üretim faktörlerindeki (üretime ayrılan emek ve sermayedeki) artışlar, (ii) aynı miktar girdilerle daha çok üretebilmeyi sağlayabilen verimlilik ya da etkinlik kazançları olarak özetlenebilir. Ekonomik refahın yaygın kullanılan bir göstergesi kişi başına GSYİH olup, aynı zamanda ulusal düzeyde bir verimlilik göstergesidir. Bu perspektifle ulusal düzeyde verimlilik artışı, GSYİH’da nüfus artışından daha yüksek bir artışı gerektirir. Türkiye’nin Kişi Başına GSYİH değeri 2002 yılında SGP’ne göre 6.032 ABD Doları ile AB ülkeleri arasında en düşük düzeydedir. Ulusal düzeyde işgücü verimliliği olarak Çalışan Kişi Başına GSYİH ise 9.045 ABD Dolarıdır (Tablo 3.1). Uluslararası ortamda rekabet gücünün artırılmasında toplam faktör verimliliği (TFV) artışı önem kazanmaktadır. Bu perspektifle toplam faktör verimliliği değişimi, çıktı fiyatlarındaki değişimler ve girdi grubunun fiyat değişmeleri arasındaki fark ile de ölçülebilir. Bu yöntemle belirlenen TFV artışı, ürünün rekabetçi bir fiyatlama ile artırılabileceğini gösterebilir. Diğer bir açıklama yurtiçi katma değerin, fiyat artışı olmadan artırılabileceğidir. Burada toplam faktör verimliliği, uzun dönemli sürdürülebilir ekonomik büyümenin önemli bir kaynağını oluşturmaktadır. Ekonomi literatürü büyümenin en sağlıklı dinamiklerinden birinin üretimde verimlilik artışı olduğunu ortaya koymaktadır. Fiyat ve büyümede istikrarın birlikte sağlanmasında verimlilik artışları etkili bir araç olarak kullanılabilir. Verimlilik artışından kaynaklanmayan büyüme, kısa dönemde olmasa bile orta dönemde büyümenin önündeki engelleri yaratan unsurları içerir. Devrevi dalgalanmanın kısır döngüsünden çıkarak uzun dönemde sürdürülebilir büyüme ortamının sağlanması ve refah düzeyinin yükseltilmesinde verimlilik artışının önemi ortaya çıkmaktadır. Steindel ve Stirah (2001), işgücü ve toplam faktör verimliliğinin neden önemli olduğunu ve uzun dönemde verimliliğin büyüme, yaşam standartları ve enflasyon gibi önemli değişkenlerle ilişkisini incelemişlerdir. Englander ve Gurney (1994), verimlilik artışının, reel gelirlerin ve refahın iyileştirilmesinde temel olduğunu, bu artışların yavaşlığının reel 146 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı gelirlerin iyileştirilebilmesi oranını sınırladığını ve gelir dağılımında taleplerin çatışması olasılığını artıracağını belirtmişlerdir. Fiyat istikrarına giden yolda üretimde verimlilik artışı sağlanması gerekir. Aksi taktirde üretimdeki sorunlar, fiyat istikrarı hedefinin önceliğini kaybetmesine yol açabilir. Verimlilik artışının kamu, özel her iki sektörde de gerçekleştirilmesi kaçınılmaz bir hedef olmalıdır. Tablo 3.1: Türkiye, AB ve Bazı Seçilmiş Ülke İstatistikleri Kişi Başına GSYİH İstihdam (Milyon SGP’ne Göre ABD Kişi) Doları ABD Almanya Japonya İtalya Fransa İngiltere İspanya Romanya Türkiye Lüksemburg İrlanda Norveç Danimarka İsveç Hollanda Avusturya Belçika Finlandiya Yunanistan Portekiz 2002 35.055 25.385 25.138 24.747 24.191 24.027 21.035 6.317 6.032 53.592 33.715 29.748 29.548 24.703 27.123 26.967 25.697 24.743 19.429 18.220 Toplam İşgücü (Milyon Kişi) 2002 134,24 38,69 63,30 21,83 24,13 28,39 16,26 10,06 20,29 0,27 1,76 2,27 2,72 2,37 7,93 3,78 4,14 2,37 3,95 5,04 2002 143,05 40,39 66,89 23,99 26,91 30,01 18,34 10,95 22,70 0,29 1,84 2,38 2,80 4,42 7,26 3,97 4,68 2,61 4,37 5,32 Nüfusun Yüzdesi olarak İstihdam 2002 46,97 46,97 49,69 37,63 40,70 47,27 40,47 46,37 29,09 59,73 45,40 50,04 50,77 47,95 49,15 46,67 40,27 45,57 39,94 50,31 Çalışan Kişi Başına GSYİH, İşgücü Verimliliği, ABD Doları 2002 77.812 51.359 63.132 54.332 58.822 54.775 40.229 4.547 9.045 76.964 67.213 84.407 63.396 56.143 52.827 53.573 59.553 55.523 33.462 23.882 Kaynak: World Competitiveness Yearbook, IMD, 2003 Mc Kinsey danışmanlık şirketi tarafından hazırlanan “Türkiye’de Büyüme Atılımının Gerçekleşmesi” başlıklı raporda (2002) Türkiye’nin verimlilik performansının zayıf olduğuna dikkat çekilmiş ve verimlilik artışının önündeki en önemli engeller olarak; (i) kayıt dışılığın yaygınlığı ve bu yüzden kayıt altında çalışan firmaların üzerine aşırı vergi yükü binmesi), (ii) makro ekonomik ortamın istikrarsızlığı, devletin borçlanma sarmalına girmesi yüzünden reel faizlerin yükselmesi, vb., (iii) devlet tekellerinin haksız rekabete yol açması sayılmıştır. Türkiye’de finansman açıklarının azaltılması ya da kontrol edilmesi, KİT’lerin tekel ya da yarı tekel konumu kullanılarak fiyat artışları yoluyla da gerçekleştirilmeye çalışılmış, aksı halde KİT zararları birikmiştir. Kamunun ürettiği mal ve hizmetler pek çok sektörde girdi olarak kullanıldığından ülkemizin rekabet edebilirliğine de olumsuz etkileri olmuştur. Bu durum Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllığı 2003’de verilen sonuçlara da yansımıştır. Ekonomik performans açısından Türkiye nüfusu 20 milyondan çok olan 30 ülke arasında 147 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 26. sıradan 28. sıraya, kamu etkinliği açısından 22. sıradan 26. sıraya inerken, özel sektör etkinliği açısından 22. sıradan 16. sıraya ve altyapı açısından 19. sıradan 15. sıraya yükselmiştir. Ekonomik performansı belirleyen alt faktörlerden, bu düşüşte etkili olanları fiyatlar (30. sıra) ve istihdam (27) olarak saptanmıştır. Kamu etkinliğinde düşüşe neden olan alt faktörler ise kamu finansmanı (30. sıra), mali politika (25. sıra) etkili olmuşlardır. Özel sektör etkinliğinde, verimlilik artışları (13. sıra) ile davranışlar ve değerlerin (9. sıra) pozitif etkisi olduğu gözükmektedir. Kamu kesiminde verimliliğin artırılması kamu açıklarının azaltılması ve kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması açısından önem arz etmektedir. Bir üretim sürecinde, enerji fiyatları, ücretler, hammadde ve malzeme, gibi girdilerdeki fiyat artışları, eğer satışlardaki fiyat artışından daha düşük kalırsa kârlılık artışı sağlanabilir. Ayrıca bu girdilerin kullanım miktarlarında çeşitli yöntemlerle azalma sağlanırsa kârlılık daha yüksek düzeyde artar. Eğer büyüme sürecinde yukarıda sözü edilen girdilerin etkin kullanımı ile bir verimlilik artışı sağlanabiliyorsa bu süreçte satış fiyatları girdilerdeki artış kadar hatta daha az artırılsa bile kârlılık artışı sağlanabilir ve bu artışın bir kısmı yatırımcılara geri dönerken bir kısmı da yeni yatırımlara yönelebilir. Verimlilik artışı ile satış fiyatlarını artırma yönündeki baskılarda da azalma olacaktır. Böylece, yatırımlardan fazla fedakarlık yapılmadan, enflasyonist baskı azaltılabilecektir. Diğer taraftan, verimlilik artışının sermaye birikimini kolaylaştırıcı etkisi de göz ardı edilmemelidir. Genel olarak fiyatların ham ve yarı mamul gibi ara girdilerin maliyeti üzerine işgücü ve sermaye gibi birincil girdilerin maliyetlerinin eklenmesiyle oluştuğu kabul edilmektedir. Öte yandan, özellikle birincil girdilerin ödüllendirilmesinin bunların üretime katkıları, yani verimlilikleri çerçevesinde oluştuğu da kabul gören bir varsayımdır. Dolayısıyla girdilerin verimliliği ile fiyatları arasında önemli bir ilişki vardır. Bu da bir yandan maliyetfiyat hareketleri ile verimlilik arasında sıkı bir bağlantıya işaret ederken öte yandan temel girdilerin (işgücü ve sermaye) ödüllendirilmeleri, yani üretimden pay almalarını dolayısıyla ekonominin önemli bir sorunu olan bölüşüm (gelir dağılımı) sorununun çözümünü aydınlatmaktadır (Berksoy, 1986: 4-5). Ücret artışları, üretim maliyetlerini yukarı çekebilir. İşletmeler işçilik maliyeti artışlarını verimlilik artışları ile karşılayabilir. Ücret artışları ile aynı oranda verimlilik artışı sağlanamazsa veya toplam maliyetler sabitlenmezse maliyet enflasyonu oluşabilir. Oysa verimliliğe dayalı ücret politikası fiyat istikrarının bozulmaması, ekonomik ve sosyal amaçların uyum içerisinde gerçekleşebilmesi için ücretlendirmede verimliliği ön planda tutar. Verimliliğe dayalı ücret politikası bir taraftan fiyat istikrarının sağlanmasını ve büyüme hedefine yaklaşımı hızlandırırken, diğer taraftan gelirlerin adil paylaşımını sağlayabilir. Gelir dağılımı dengesizliğinin yüksek olduğu durumlarda, gelirlerdeki artışın talep enflasyonu oluşturma riski yükselebilir (DPT, 2000). 148 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı 3.2.2.2. Rekabet Edebilirlik ve Fiyat İstikrarı Ulusal ve uluslararası pazarlara yönelik üretimin yapıldığı günümüz ekonomilerinde ülke kaynaklarının etken ve etkili kullanımı önem kazanmaktadır. Ülkeler artık yalnız fiyat rekabeti ile değil başka rekabet parametrelere göre de kendilerini konumlandırmak durumundadırlar. Maliyetleri olabildiğine aşağıya çekerek çok az bir getiriyi kabul ederek üretimi sürdürebilmek, büyümeyi sağlamak giderek güçleşmektedir. GSYİH’yı artırmanın bir diğer etkili yolu ülkelerle rekabet edebilmekten geçmektedir. Ülkelerin rekabet üstünlüğüne yönelik çalışma yapan isimlerden biri olan Porter (1991), “Ulusların Rekabet Üstünlüğü” adlı eserinde : “Bir ulusun temel hedefi yurttaşlarına yüksek bir yaşam standardı sağlamak ve bunu daha da yükselterek sürdürmektir. Bunu başarma yeteneği amorf bir kavram olan rekabet edebilirliğe değil, ulusal kaynakların (işgücü ve sermaye) kullanılmasındaki verimliliğe bağlıdır. Verimlilik birim işgücü ya da sermaye başına üretilen çıktı değeridir. Bu ise hem ürünlerin kalite ve özelliklerine (ki bunlar fiyatı belirler), hem de üretimdeki verimliliğe bağlıdır. Ulusal düzeyde rekabet edebilirlik konusunda anlamlı olan tek kavram, ulusal verimliliktir....” demektedir. Dikkat edilirse burada toplumun yaşam standardının ve refahının yükseltilmesinde ‘verimliliği yükseltebilme becerisi’ne büyük önem yüklenmektedir. Rekabet edebilirlik kavramı, gerçekte verimliliği yükseltebilme becerisi olarak da tanımlanmaktadır. Verimlilik artışları yalnızca üretimde sağlanan kazanımları değil, aynı zamanda aşağıda sıralanan değişkenler kümesinin üretimde (ulusal düzeyde GSYİH’da) yarattığı artışları da içerir: Çalışanların eğitimi ve becerisinde sağlanan iyileşmeler, etkin yönetim teknikleri, patentlenmiş teknoloji (know-how) kazançları, organizasyondaki iyileşmeler, uzmanlaşma kazanımları, yeni teknolojilerin ve yeniliklerin sisteme girmesi, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, daha yüksek katma değer yaratan sektörlere yönelinmesi. Uluslararası rekabet gücü ölçümünde kullanılan göstergeler iki ana başlık altında incelenmektedir; birincisi fiyat rekabeti başlığı altında reel kurlar, nispi pozisyon endeksi, birim ücretler ve ihracat kâr marjları, ikincisi ise rekabette yapısal unsurlar başlığı altında verimlilik, makroekonomik performans ve niteliksel faktörlerdir (Kotan, 2002). Uluslararası rekabeti ölçmek için önerilen en yaygın araç olan reel döviz kuru, ticarete konu olan ve olmayan malların göreli fiyatı olarak tanımlanmaktadır. Ticarete konu olan malların yurtiçi üretim maliyetindeki artış göreli fiyatları yükseltmekte ve sonuçta uluslararası rekabet gücü olumsuz etkilenebilmektedir. Ülkelerin uluslararası rekabet güçlerindeki değişmeleri ölçmek üzere hesaplanan diğer bir araç nispi pozisyon endeksidir. Reel kur hesaplamalarında yurtiçi ve yurt dışı göreli fiyatların oranı kullanılırken, nispi pozisyon endeksinde, endeksin hesaplanacağı her ülke için kendi nominal döviz kurunun yine kendi fiyat endeksine oranlanması söz konusudur. İşgücü ve sermaye mallarının maliyeti rekabet açısından önem taşımaktadır. Özellikle dünya mal fiyatlarının veri alındığı durumlarda girdi maliyetlerindeki gerileme, rakip üreticilere göre göreli bir avantaj yaratmaktadır. İhracat kâr 149 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları marjları uluslararası ticarette emek-yoğun malların ihraç edildiği durumlarda uluslararası rekabeti koruma açısından işgücü maliyetleri önem taşımaktadır. Söz konusu malları ihraç eden ülkeler, rekabetlerini korumak için ya maliyetleri azaltacak ya da kârlarını kısacaklardır. Maliyetleri azaltmak için işgücü verimliliğini artırabilir ya da ücretleri azaltabilir. Sadece fiyat ve maliyet üzerinden uluslararası rekabet gelişmelerini değerlendirmenin yeterli olmadığı düşünülmektedir. İşgücüne yapılan yatırımla sağlanan verimlilik artışı üretimin dünya ticaretinin değişen mal komposizyonuna uyumunu sınırlı ölçüde sağlamaktadır. Bu mal komposizyonu giderek daha sermaye ve teknoloji yoğun ürünlere kaymaktadır. Emek yoğun mal üreten sektörlerin uluslararası rekabette yerlerini koruyabilmek için her dönem bir önceki dönemden daha fazla üretim yapması gerekmektedir. Bu tip bir üretim anlayışının fiziksel sınırları olacağı açıktır. Bu nedenle uluslararası rekabette kalıcı bir avantaj sağlamak için gerek işgücüne, gerekse teknolojik gelişmeye yatırım yapılması büyük önem taşımaktadır. Verimliliği yükseltebilmenin en etkili yolu inovasyonda yetkinlik kazanmaktır. İnovasyon kavram olarak hem bir süreci (yenilenmeyi/yenilemeyi), hem de bir sonucu (yeniliği) anlatır. AB ve OECD yazınına göre inovasyon, süreç olarak, “bir fikri pazarlanabilir bir ürün ya da hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir imalat ya da dağıtım yöntemine, ya da yeni bir toplumsal hizmet yöntemine dönüştürmeyi” ifade eder. Aynı sözcük, bu dönüştürme süreci sonunda ortaya konan pazarlanabilir, yeni ya da geliştirilmiş ürün, yöntem ya da hizmeti anlatır (European Commission, 1995). Verilen tanımda dikkat çeken nokta gerek süreç, gerekse sonuç açısından pazarlanabilirlik üzerindeki vurgudur. Yaratılan yenilik artımsal (bir ürün, yöntem ya da hizmette birbirini izleyen küçük adımlar halindeki yenilikler) ya da köklü olabilir; aranan koşul pazarlanabilir olmasıdır. Çağımızda ortaya konan ve patentle koruma altına alınmaya değer bulunan yenilikler, teknolojik bulguların ötesinde çoğunlukla bilimsel bulgulara/bilgilere dayanır hale gelmektedir. Bu tespitten hareketle inovasyon kavramı son çözümlemede bilim ve teknolojiyi ekonomik ya da toplumsal bir faydaya dönüştürmeyi anlatır denebilir. İnovasyonun asıl kaynağını oluşturan bilgiyi, bilim ve teknolojiyi ilk olarak üreten ve amacı o bilgiyi pazarlanabilir bir ürün ya da hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir üretim ya da dağıtım yöntemine dönüştürmek olan firma ya da ülke rekabet yarışında bir adım öne çıkacaktır (TÜSİAD, 2003). Yeni fikirlerin, üretenlerin tekelinde kalmayıp hızla yaygınlaşması, ekonomik büyüme ve toplumsal ilerleme açısından son derece önemlidir. Yeni bir fikir etrafında o fikri yeni bir yöntem ya da ürüne dönüştürebilme yeteneğine sahip pek çok firmanın potansiyelinin harekete geçirilmesi, o fikre dayalı olarak yaratılabilecek toplumsal faydayı ülke ölçeğinde en üst düzeye çıkarır. Bu nedenle hükümetler bilginin yayılması, enformasyon ve bilgiye erişimdeki asimetrilerin ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri almaya önem verirler. Firma için yeni olan bilginin üretilmesi ve edinilmesi üç yolla olabilir: (i) yeni bilgiyi çeşitli işbirlikleri ile kendi üretebilir; (ii) bilgiyi –teknolojiyi- bilgi olarak yani içerilmemiş teknoloji olarak alabilir. Bunlar patent, patente bağlanmamış buluş, lisans, know-how, ticari marka, tasarım olabilir; (iii) bilgiyi-teknolojiyi- makine donanıma içerilmiş olarak alabilir. 150 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Bilginin birinci yoldan değil de diğer iki yoldan edinilmesi, yukarıda da işaret edildiği gibi firmaların uluslararası arenada rekabet üstünlüğü yarışına geriden başlaması demektir. Geriden başlamak bir yana bu aynı zamanda rakiplerin elindeki kozlarla yarışa girmektir. Bilim ve teknolojide yetkinleşmenin ve inovasyon yeteneği kazanmanın salt teknik bir sorun olmadığı tartışılmaktadır. Bu yetkinleşme aynı zamanda sosyo-ekonomik ve siyasi bir süreçtir. Bu süreçte pek çok toplumsal ve siyasi aktör rol alır. OECD’nin “Bilim ve Teknoloji Politikası Komitesi”ne bağlı “Inovasyon ve Teknoloji Politikası Çalışma Grubunun” 18-19 Haziran 1998 tarihli toplantısında ele alınan raporunda inovasyonun sistemik karakteri ve buna yanıt verecek politik yaklaşımın ne olması gerektiği şöyle dile getirilmiştir: Teknoloji politikaları makro ekonomi açısından istikrarlı bir ortamı ve diğer alanlarda tamamlayıcı reformları gerektirir. İnovasyona dayalı rekabeti artıran ama aynı zamanda ortak araştırmayı kolaylaştıran rekabet politikaları; gerekli insan kaynağını geliştiren öğretim ve eğitim politikaları, bürokrasiyi ve kurumsal katılıkları azaltan düzenleyici politikalar, küçük firmalara sermaye akışını kolaylaştıran finansman politikaları ve mali politikalar, enformasyonun yayılmasını azamileştiren iletişim politikaları ve teknolojinin uluslararası bazda daha çok yayılmasını sağlayan yabancı yatırım ve ticaret politikalarıdır. Yukarıdaki yaklaşım ile her yıl “Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllığı” yayımlayan IMD (2003)’nin dünya rekabet edebilirliği tanımı birbirini tamamlamaktadır. Rekabet edebilirlik, ekonomi kuramının, teşebbüslerinin daha çok değer yaratabileceği, vatandaşlarının refahının sürdürülebilirliğini sağlayan bir ortamı oluşturma ve devamlılığını sağlama yeteneğini biçimlendiren gerçekleri ve politikaları analiz eden bir alanıdır. Bu tanımlama ülkelerin rekabet edebilirlik gücünün ülkedeki makroekonomik ortama dayalı olduğunu ve bu ortamın oluşturulması gereğini ortaya koymaktadır. 3.2.3. Yapısal Reformlar Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunları göz önüne alındığında, yapısal reformlar, kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının azaltılması, kamu açıklarının küçültülmesi ve böylece kamunun mali piyasalar üzerindeki baskısının hafifletilmesi için mutlaka tamamlanması gereken yasal ve kurumsal düzenlemelerdir. Son dört yılda Türkiye’de devletin ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması, devletin üretim ve dağıtım gibi iktisadi faaliyetlere doğrudan katılmak yerine piyasaların serbestçe işleyebilmesi için gerekli düzenleyici ve denetleyici kurumları oluşturması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Devlet işletmeciliğinde istenilen verimin ve etkinliğin yeterince sağlanamadığı ve toplumsal refaha katkıda bulunamadığı özellikle altyapı sektörleri mümkün olduğunca rekabete açılmış, bunun yapılamadığı sektörlerde ise refahı artırmak için politika değişikliklerine gidilmiştir. Bu reformların arkasındaki temel amaç, kamunun ekonomiye müdahalesini en aza indirmek, daha da önemlisi siyasetle ekonomi arasındaki yakın ilişkiye son vermektir. Türkiye’de uzun yıllar siyaset kurumu kamu kaynaklarının tahsisi üzerinde yoğunlaşmış, özellikle alt yapı yatırımları, teşvikler ve kamu ihalelerinde siyasi çıkarlar yönlendirici 151 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları olmuştur. Bunun yanı sıra gelirler politikası alanında tarımsal desteklemede, sosyal güvenlik sisteminde siyasi amaçlı, popülist politikalar, kamu harcamalarını önemli miktarda artırmış, kamu açıklarının temel kaynaklarını oluşturmuştur. Yapısal reformlarla hedeflenen strateji bu sürecin sona erdirilmesini amaçlamaktadır. Bu nedenlerle yapısal reformlar, enflasyonun kalıcı olarak aşağı çekilmesi, enflasyonist beklentilerin azaltılması ve böylece enflasyondaki katılığın kırılması açısından son derece önem arz etmektedir. Bu reformlarla yapısal katılıkların giderilmesi anti-enflasyonist sürecin üretime ve gelire getireceği olası maliyetleri de azaltacaktır. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde Kopenhag ekonomik kriterlerine yakınsama da ekonomide bu şekildeki bir yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır6. Yapısal reformlarla, ekonomide mal ve hizmet üretimi ve fiyatlandırmasının serbest piyasa koşulları altında yapılması, böylece kaynak tahsisinde siyasetin ve dolayısıyla kamunun değil serbest piyasada oluşan rekabet koşullarının etkin olması amaçlanmaktadır. Fiyatların belirlenmesi sürecindeki katılık (inertia) önemli ölçüde kamu sektöründe yoğunlaşmaktadır. Kamunun belirlediği veya yönlendirdiği fiyatların TÜFE içindeki ağırlığı yüzde 20, TEFE içindeki ağırlığı ise yüzde 25’e yakındır. Burada kamunun yönlendirdiği fiyatların girdi maliyetleri açısından dolaylı etkileri de hesaba katıldığında kamu kesiminin genel fiyat seviyesindeki ağırlığı daha da artmaktadır. 3.2.4. Yasal Düzenlemeler Aşağıda yapısal reformlar kapsamında kamu harcamalarının kontrol altına alınması ve mali disiplinin sağlanması, kamu gelirlerinin artırılması ve kamunun borçlanma yapısının düzenlenmesi, kamuda etkinliğin ve verimliliğin artırılması yönünde yapılan önemli düzenlemelerin yanı sıra kamu tarafından belirlenen bazı ürünlerde ve enerji sektöründe yapılan düzenlemeler ve alınması gerekli tedbirler özetlenmiştir. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası 24 Aralık 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla kamu mali yönetiminde saydamlık ve hesap verme sorumluluğunu artırmak, harcama öncesi kontrolün etkinliğini yükseltmek, harcama sonrası iç ve dış denetim sistemlerini AB standartlarına uygun hale getirmek hedeflenmektedir. Yasa, merkezi yönetim, sosyal güvenlik kuruluşları ve yerel idarelerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetimi ve denetimini kapsamaktadır. Bu yasayla kamu idaresinin kaynakları tasarruf, etkinlik ve verimlilik esaslarına göre yönetip yönetmediğini değerlendirmek üzere yapılacak tüm faaliyetler iç denetim sistemine alınmaktadır. Ayrıca mali disiplinini sağlanması çerçevesinde özel gelirler bütçe içine alınmaktadır. Yasayla 50 yıldır yürürlükte olan Muhasebe-i Umumiye Kanunu yürürlükten kaldırılırken, kamu idarelerinde kurulmuş olan döner sermaye işletmeleri ve fonların 31 Aralık 2007 tarihine kadar tasfiye edilmesi öngörülmektedir. “Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun” 9 Nisan 2002 tarih ve 24721 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Borçlanma ve yükümlülük yaratıcı işlemlerde tek bir yetkili makam belirlenmiştir. Bu Kanunla, bütçe başlangıç ödenekleri ile tahmin edilen bütçe gelirleri arasındaki fark olarak tanımlanan 6 Ek 1’de AB’ne uyum sürecinde Maastricht Kriterleri çerçevesinde Türkiye’nin konumu özetlenmiştir. 152 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı borçlanma limiti daha ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Daha önce yüzde 15 oranında limit artırma imkanı var iken yeni yasa ile bu oran yüzde 5’e indirilmiş ancak Bakanlar Kurulu’na yüzde 5 ilave artırım yetkisi verilmiştir. 4749 sayılı Kanun ile “Özel Tertip İç Borçlanma Senetleri” borçlanma limitine dahil edilmiştir. Borçlanma limitinin ek bütçelerle değiştirilme imkanı ortadan kaldırılmıştır. Yeni Kanun ile Hazine garantili kredilere ilave olarak Yap-İşlet-Devret garantileri de limite dahil edilmiştir. Bu kanunla getirilen düzenlemelerle kamu bankaları ile diğer bütçe dışı kuruluşlar tarafından yapılan harcamalara önemli ölçüde kısıtlar getirilmiştir. Bütçe kapsamının genişletilmesi ve mali saydamlığın artırılması amacıyla, 5 adet fon hariç olmak üzere 2001 yılı içerisinde toplam 69 adet fon tasfiye edilmiştir. Tarım reformu kapsamında Dünya Bankası kredilerinin kullandırılmasında ihtiyaç duyulan Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu hariç tüm bütçe dışı fonlar kaldırılmıştır. Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu, Savunma Sanayii Fonu, Tanıtma Fonu ve Özelleştirme Fonu faaliyetlerine devam etmektedir. Yeni bir bütçe içi fon veya bütçe dışı fon oluşturulmayacaktır. Böylece bütçe dışı fonlarla kamu kaynaklarının kullanım imkanı ortadan kaldırılmıştır. Tarım reform programı kapsamında doğrudan gelir desteğinin uygulanmasına Haziran 2001 tarihinden itibaren başlanmıştır. Tarımsal destekleme kapsamında hububat piyasasında 2002 yılından itibaren devlet sübvansiyonunu kaldıran bir program ilan edilmiştir. Hububat piyasasında borsaların güçlendirilmesi ile TMO’nun alımlarının olağanüstü hal stokları ve ilave miktar alımları ile kısıtlanması planlanmaktadır. Bu yöndeki çalışmalar yakın gelecekte tamamlanmalıdır. Şeker ve tütünde serbest piyasa koşullarının hakim olmasını amaçlayan yasal düzenlemelere gidilmiştir. 19 Nisan 2001 tarihli ve 4634 sayılı “Şeker Kanunu” Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 2002 yılından itibaren şeker pancarı fiyatları şeker fabrikası işleten gerçek ve tüzel kişiler ile üreticiler ve/veya temsilciler arasında varılan mutabakata göre belirlenmektedir. 5 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4733 sayılı “Tütün Kanunu” çerçevesinde, tütün piyasasının rekabete açılması ve tütün fiyatının serbest piyasa koşullarında belirlenmesi amacıyla TEKEL’in yeniden yapılandırılarak özelleştirilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca, tarımsal nitelikli KİT’lerin yeniden yapılandırılması çerçevesinde, TMO dışındaki tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi hedef alınmıştır. Yapısal reform sürecinde; denetim ve düzenleme faaliyetlerinde bulunmak, tüketicileri tekelleşmeye karşı korumak, rekabetin sınırlandırılmasını ya da rekabete zarar verilmesini engellemek ve piyasada faaliyet gösteren şirketlerce sağlanan hizmetlerde ayrımcılık yapılmamasını güvence altına almak üzere sermaye piyasası, radyo ve televizyon yayıncılığı, bankacılık, enerji, telekomünikasyon gibi sektörlerde bağımsız denetleyici kurumlar oluşturulmuştur. Bunlardan özellikle daha önce kamu tekelinde bulunan doğal gaz/elektrik ve telekomünikasyon sektörlerindeki düzenleyici kurumlar, özelleştirme politikalarının da etkisiyle, bu sektörlerin dikey olarak (işlevsel) bölümlere ayrılmasına bağlı olarak oluşan piyasaları düzenlemek üzere kurulmuştur. Düzenleyici kurumlar vasıtasıyla sektörün verimliliği, ürün çeşitliliği, hizmet kalitesi, rekabet gücü ve sektörde yeniliklerin artmasının yanı sıra, fiyatların serbest piyasa koşul- 153 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları larında belirlenmesi ve uygun seviyelere inmesi, teknolojik gelişmenin hızlanması, pazara girişin ve ortak tüketimin düzenlenmesi ve rekabeti bozucu davranışların kontrolü hedeflenmektedir. 3 Mart 2001 tarihli ve 4628 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu” kabul edilmiştir. Kanunun amacı mali açıdan güçlü, şeffaf ve istikrarlı bir elektrik piyasasını kurmaktır. Söz konusu piyasanın özel hukuk hükümlerine tabi bir biçimde rekabetçi bir ortamda çalışması amaçlanmaktadır. Doğal gaz sektörünün yeniden düzenlenmesi ve serbestleştirilmesine ilişkin olarak, 1 Haziran 2001 tarihli ve 4646 sayılı “Doğal Gaz Piyasası Kanunu” Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Kanun, AB standartlarına uygun bir şekilde, doğal gaz sektöründeki tekelci yapının ortadan kaldırılmasını ve kamuya ait doğal gaz dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesini içermektedir. Söz konusu iki kanunun öngördüğü şekilde kurulan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu elektrik ve doğal gaz sektörlerinde rekabetçi bir piyasanın oluşturulması için ikincil düzenlemeleri hayata geçirmektedir. Döviz kuru ve uluslar arası ham petrol fiyatlarının izleyeceği seyir elektrik ve doğal gaz olmak üzere iki önemli girdinin fiyatlarını doğrudan etkileyecektir. Elektrik fiyatına 2003 yılında zam yapılmamıştır, 2004 yılında da yapılmayacaktır. Bu gelişme 2003’te olduğu gibi yakın gelecekte de enflasyon üzerinde olumlu etki yapacaktır. Yukarıda özetlenen yasal ve kurumsal düzenlemeler öncesinde Yap-İşlet ve özellikle Yap-İşlet-Devret ve İşletme Hakkı Devri kapsamında yüksek tarifelerle bağlanan ve elektrik alım garantisi içeren sözleşmelerin gelecekte serbest piyasa kurallarının işlemesi önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Söz konusu garantilere sahip santralların bir yandan piyasaya avantajlı biçimde girecekleri, bir yandan da sarmal maliyete neden olarak elektrik fiyatları üzerinde yukarı doğru baskı yaratacaktır (DPT, 2003: 221). 2004 Yılı Programında elektrik piyasasının yakın gelecekte karşılaşacağı sorunlar şu şekilde özetlenmektedir: “... kayıp-kaçak oranı yüksek bölgelerde elektrik dağıtım müesseselerinin özelleştirilmesinde sorun yaşanması beklenmektedir. Bu bölgelerde, geçilmesi düşünülen bölgesel tarife sisteminin uygulamaya konulması halinde veya özelleştirme sonrası çapraz sübvansiyonların kaldırılması durumunda, aşırı yüksek dağıtım ve kayıp-kaçak maliyetlerinin tarifelere yansıtılması ve enerji fiyatlarında istenmeyen oranlarda yüksek artışlara girilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Gerekli tedbirlerin alınmaması, düzenlemelerin doğru yapılmaması ve bu maliyetlerin kamu tarafından üstlenilmesi halinde Hazine üzerine ciddi bir yükün yansıması kaçınılmaz olacaktır. Bu tür sorunların yaşanmakta olduğu sektörde, sağlıklı bir serbest piyasa düzenine geçişin kısa sürede gerçekleşemeyeceği düşünülmektedir. Elektrik Piyasası Kanununun yürürlüğe girmesinin üzerinden iki buçuk yıla yakın süre geçmesine rağmen, öngörülen piyasa yapısı işlerlik kazanmaktan hala çok uzaktır... Ülkemizde her geçen yıl daha çok enerjiye ihtiyaç duyulduğu, buna karşılık güvenilir seviyede ve arz-talep dengesine dayanan bir arz imkanının yaratılamadığı gözlenmektedir. Bu talebe cevap vermek için çeşitli yatırımlar sürdürülürken, enerji verimliliğinin üretimden tüketime kadar her aşamada ilke haline getirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, elektrik üretiminde daha 154 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı verimli teknolojilere ağırlık verilmesi, iletim ve dağıtımda kayıp-kaçak oranlarının kabul edilebilir seviyelere düşürülebilmesi için teknik müdahalelerin ve diğer tedbirlerin artırılması, nihai tüketim aşamasında tasarrufun en üst seviyeye çıkarılması için yeterli düzenlemelerin yapılması bir zorunluluk olarak ele alınmalıdır” (DPT, 2003: 221). 4734 sayılı “Kamu İhale Kanunu” ile 4735 sayılı “Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu” 22 Ocak 2002 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylece, uluslar arası mevzuata uygun olarak, sözleşmelerin imzalanmasına kadar olan ihale süreci ile sözleşmeyle ilgili olan süreç birbirinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Bu kanunlarla uygulama kapsamı, tüm kamu kuruluşlarını ve onlara bağlı işletmeleri kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Harcama yapılması ile gelir elde edilmesine yönelik ihalelerin kendine özgü niteliklerine uygun olarak ayrı kanunlarla düzenlenmesi ilkesi gereği sadece kamu harcaması yapılmasını gerektiren mal veya hizmet alımları ile yapım işleri 4734 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. Kanunla ihalelerde açıklık, şeffaflık, AB normlarına uygunluk, rekabetin geliştirilmesi, verimlilik ve üretkenliğin artırılması prensipleri benimsenmiştir. 5 Mayıs 2001 tarihli ve 4651 sayılık Kanunla T.C. Merkez Bankası Kanununda değişiklik yapılmıştır. “Fiyat istikrarının” sağlanması ve korunması Bankanın temel amacı olarak belirlenmiştir. Bu amaca ulaşma doğrultusunda bankanın para politikası uygulamasında gerekli olan yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir. 23 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile bankacılık sektörünün düzenlenmesi, gözetimi ve denetimi görevlerini yapmak üzere idari ve mali özerkliğe sahip “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu” (BDDK) kurulmuştur. Güçlü ve yasal anlamda günün gereklerine göre düzenlenmiş bir bankacılık sektörü finans piyasalarında istikrarın sağlanması ve böylece fiyat istikrarına katkı anlamında kritik bir role sahiptir. Bunun yanı sıra, enflasyon hedeflemesi sistemine geçilmesi açısından da finansal sistemin düzenleme ve denetim mekanizmasının yeterli ve gelişmiş düzeyde olması gerekmektedir (Mishkin ve Savastano 2000: 43). Bu noktada, 2000 ve 2001 finansal krizleri sonrasında bankacılık sektöründe yapılan düzenlemeler, sektörün yeniden yapılandırılması çerçevesinde BDDK’nın göstereceği performans, Türkiye’de enflasyon hedeflemesi sisteminin başarısı açısından özel önem arz etmektedir. Dikkatli, özenli ve sağduyulu bir denetim mekanizması güvenli ve güçlü bir finansal sistemi beraberinde getirecektir. Bu da enflasyon hedeflemesi sisteminin performansını ve başarısını belirleyecek faktörlerden biri olacaktır. Bu noktada BDDK’nın özerkliğinin korunması ve kurumun güçlendirilmesi önem arz etmektedir. Yapısal reformların ana unsurlarından biri olan özelleştirmenin programının temel amacı, dünya piyasalarına entegrasyon ve Avrupa Birliğine üyelik hedefleri doğrultusunda, ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının rekabet edebilir seviyelere getirilmesi ve serbest piyasa koşullarının sağlanmasıdır. Özelleştirme uygulamalarında uluslar arası konjonktürün de etkisiyle bugüne kadar başarılı sonuçlar alınamamıştır. Özelleştirme uygulamaları hükümetin programı kararlılıkla sürdürdüğü yönünde önemli bir gösterge olması ve borç stokunu azaltıcı etkisi nedeniyle önem kazanmaktadır. Bu uygulamaların kazanacağı hız, kamunun ekonomideki ağırlığının azaltılması yönünde kararlı olunduğuna dair piyasalara güven verecektir. 155 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Sonuç Başta enflasyonla mücadele olmak üzere, ekonomik istikrarın sağlanması yolunda önemli kazanımların elde edildiği bir döneme girilmiştir. Bu çalışmada, Türkiye’deki enflasyonist sürecin tarihsel analizi ışığında, söz konusu kazanımların korunması ve daha da ileriye götürülerek orta vadede kalıcı fiyat istikrarına ulaşılabilmesi açısından geçmişten çıkarılabilecek dersler ele alınmıştır. Özetlemek gerekirse: i. Enflasyonla mücadelede 2002-2003 yıllarındaki gelişmeler Türkiye’nin son yirmi beş yıllık tarihi içinde ilk kez olmak üzere göreli bir başarıya ulaşıldığı şeklinde değerlendirilebilir. Ancak, fiyat istikrarına tam olarak ulaşılabilmesi açısından alınması gereken daha çok mesafe bulunmaktadır. ii. Enflasyonda son dönemde yaşanan düşüş, büyük oranda para ve maliye politikalarının ekonomik programla uyumlu bir şekilde yürütülmesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bütçe disiplini ve enflasyona odaklı bağımsız bir para politikasının ekonomik istikrar üzerinde yarattığı etki bir kaç unsur kanalıyla net olarak gözlenmiştir: Birincisi, hedefle tutarlı bir gelirler ve bütçe politikasının uygulanmış olması enflasyonla mücadele konusunda samimi olunduğuna dair en önemli sinyal olmuştur. İkinci olarak, program hedefleri doğrultusunda yürütülen para ve maliye politikaları güven ortamının oluşmasına katkıda bulunmuş ve borçlanmanın sürdürülebilirliğine dair kaygıları azaltarak risk primini düşürmüştür. Bu gelişmeler, uzun vadeli faizlerin düşmesine katkıda bulunmuş, Türk Lirasını güçlendirmiş, dolayısıyla enflasyonla mücadeleye maliyetler yönünden destek sağlamıştır. Son olarak, mali ve parasal disiplin, aynı zamanda iç talepteki canlanmanın kontrollü bir şekilde gerçekleşmesini sağlamış ve dolayısıyla enflasyon üzerinde talep yönlü bir baskı oluşmasını önlemeye katkıda bulunmuştur. iii. İktisat politikalarının nihai hedefi olan toplumsal refah düzeyinin yükselmesi, ancak hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile gerçekleşebilir. Fiyat istikrarı bu amaca ulaşmak için olmazsa olmaz bir koşul olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de, 2002-2003 dönemi bu düşüncenin genel kabul gördüğü ve enflasyonist süreçte kırılmanın yaşandığı bir dönem olarak anılacaktır. Bu aşamadan sonra, fiyat istikrarı yolunda iyi anlatılması gereken nokta mali disiplin ve yapısal reformların daha da derinleşerek devam etmesinin gerekliliğidir. iv. Yapısal reformlar ilerledikçe ve mali baskı azaldıkça, Merkez Bankasının fiyat istikrarı hedefine daha fazla konsantre olması mümkün olacaktır. Para politikası kararlarında sadece enflasyona odaklanan bir parasal otorite, ekonomik birimlere açık ve anlaşılabilir sinyaller vererek güvenilirliğini artıracak ve enflasyonla mücadelede başarılı olma şansını yükseltecektir. Kaldı ki, dünyada fiyat istikrarını kalıcı olarak sağlamayı başarmış ülkelerde merkez bankalarının en belirgin ortak yönü, bağımsız olmalarının yanı sıra, politikalarının anlaşılır sinyaller ve sistematik davranışlar içermesidir. v. Fiyat istikrarını sağlamakta başarılı olmuş ülkelerin bir diğer ortak yanı kamu kesiminde borç dinamiklerinin kırılgan olmayan, sağlam bir yapı üzerine oturmasıdır. Böylelikle, risk priminde yüksek oynaklıklar olmamakta ve merkez bankalarının temel politika aracı olan kısa vadeli faizlerin daha uzun vadeli faizlerle olan ilişkisi belirginleşmektedir. 156 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Bu da bağımsız ve enflasyona odaklı bir merkez bankasının hedefe ulaşmak yolunda kullandığı araçların etkinliğini artırmaktadır. Ayrıca, kronik ve yüksek enflasyon geçmişine sahip olan ülkelerde, kamu dengelerinin sağlam temellere oturtulmasına yönelik adımlar bekleyişleri olumlu yönde etkileyerek enflasyonda ataletin azalmasına katkıda bulunabilmekte ve enflasyondaki düşüş sürecini desteklemektedir. vi. Özetle, ekonominin şoklara karşı direncini artıracak her türlü adım, fiyat istikrarı yolundaki engelleri ortadan kaldırmaya katkıda bulunacaktır. Zira, dışsal şoklara karşı kırılganlığın düşük olduğu bir ekonomide merkez bankalarının taahhüt ettiği hedefler çok daha güvenilir olabilmektedir. Bu güvenilirliğin ekonomik aktörlerin ileriye yönelik aldıkları kararlara yansıması durumunda ise enflasyonla mücadelenin maliyetleri azalmaktadır. vii. Para politikasının etkinliğini artırmaya yönelik çabalar, fiyat istikrarına ulaşılabilmesine ve bu istikrarın kalıcı olmasına katkıda bulunacaktır. Özellikle, kamu sektöründe verimliliğin ve bütçe faiz dışı fazlasının kalitesinin artırılmasına yönelik reformların devamı, borç dinamiklerine ilişkin yaratacağı olumlu etki kanalıyla, risk primindeki dalgalanmaları azaltarak enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın temel politika aracı olan kısa vadeli faiz oranlarının uzun dönemli faizlerle ilişkisini artıracak bir gelişme olacaktır. Faizlerin diğer makroekonomik değişkenler üzerindeki etkinliği ve aktarım mekanizmalarının öngörülebilirliği ise ancak mali sektör reformunun derinleştirilmesiyle mümkün olacaktır. viii. Sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçen ekonomilerde, enflasyona odaklı olarak yürütülen, güvenilirliği yüksek politikaların döviz kuru-enflasyon ilişkisini zayıflattığı gözlenmiştir. Benzer bir biçimde, Türkiye’de dalgalı kur rejimi uygulaması henüz yeni olmakla beraber, yapılan ön çalışmalar döviz kurunun enflasyon üzerindeki geçişkenlik katsayısının azalmaya başladığına işaret etmektedir. Ancak, döviz kurları hala enflasyon dinamikleri içinde en belirleyici unsurlardan biri olmaya devam etmektedir. Dahası, kamu mali disiplininin kalitesini orta ve uzun dönemde sağlamlaştıracak yapısal reformlar gerçekleşmedikçe döviz kurundaki dalgalanmalar bir risk unsuru olmaya devam edecektir. ix. Sonuç olarak, mutlak fiyat istikrarına giden yol, 2001 programıyla başlanan ekonomik dönüşümün siyasi ve kurumsal alandaki yapısal dönüşümlerle sürdürülmesinden geçmektedir. Özellikle kamu sektöründe verimliliği artırmaya yönelik adımlar, mali disiplinin kalitesine katkıda bulunması açısından son derece önem taşımaktadır. Bunun yanısıra, rekabet ortamının geliştirilmesi, bankacılık reformunun sürdürülerek finansal sistemin derinleştirilmesi, yerli ve yabancılar için yatırım ortamının iyileştirilmesi ve yönetişim kalitesinin artırılması yolunda atılacak her adım fiyat istikrarı yolundaki engellerin aşılmasına katkıda bulunacaktır. 157 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Ekler Ek 1: AB’ye Uyum Sürecinde Fiyat İstikrarı 1970’li yıllar dünya ekonomisinden iktisadi problemler arasında enflasyonun ön plana çıktığı bir dönemdir. Yaşanan enflasyonist döneme bağlı olarak ortaya çıkan maliyetler fiyat istikrarının önemini gittikçe artan oranda politika yapıcıların gündemine getirmiş ve çözüm arayışları hız kazanmıştır. Bu arayışlar sonucunda merkez bankaları tarafından parasal büyüklükler veya döviz kuru gibi değişkenlerin kontrolü gibi geleneksel yaklaşım ya da stratejilerin kullanımı gündeme gelmiştir. Fakat merkez bankalarının bu stratejileri kullanırken hem fiyat istikrarı hem de üretim, işsizlik gibi reel değişkenleri kontrol etmeye çalışmaları başarılı sonuçlar elde etmelerini engellemiş ve 1980’li yıllar süresince enflasyondaki artış devam etmiştir. Fiyat istikrarının sağlanması konusunda yaşanan başarısızlıklar merkez bankalarını kredibilite kaybı gibi ciddi bir problemle karşı karşıya bırakmıştır. Dolayısıyla, merkez bankaları para politikasının oluşturulmasında ve idare edilmesinde hangi stratejinin izleneceği sorusu ya da sorununa yeni çözüm arayışlarına girmişlerdir. 1990’lı yılların başından itibaren “enflasyon hedeflemesi” olarak adlandırılan ve gittikçe daha popüler olan strateji Yeni Zelanda, Kanada, İngiltere, İsveç, Finlandiya, Avustralya, İspanya ve İsrail gibi bir çok gelişmiş ve gelişen ülke tarafından uygulanmış ve başarılı sonuçlarda vermiştir. (Mishkin ve Posen, 1997:9). 1990’lı yıllarda fiyat istikrarının sağlanmasına yönelik yeni staretejilerin uygulamasında sağlanan başarılar yanında, Türkiye’nin de aday olduğu Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Parasal Birliği (PB) oluşturulması amacıyla uyguladıkları geçmişe göre daha sıkı para ve maliye politikaları oldukça başarılı sonuçlar vermiştir. Avrupa Birliği içerisinde temelleri 1959 yılında atılmış olan Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB), kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının yanı sıra, milli paralar arasında kesin olarak tespit edilmiş sabit kurlar ve nihayet tek bir para biriminin kabulü anlamına gelmektedir. Bu amaçlara ulaşmak için, ortak para politikası, ekonomik politikaların yakınlaştırılması ve başta maliye politikası olmak üzere bir çok alanda uyum sağlanması gibi hususları da EPB’in temel unsurları arasında saymak mümkündür. Bu tanımı ile EPB’nin Avrupa’nın ekonomik entegrasyonu sürecinin son aşamasını teşkil ettiğini söylenebilir. 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması kararları uyarınca EPB’e ulaşılması ve bu süreçte izlenecek ekonomik ve parasal politikalar ve bunların gerektirdiği kurumsal düzenlemeler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Ekonomik ve Parasal Birliğe geçişte sağlanması ön koşul olan Maastricht kriterleri; i. EPB’ne geçiş tarihi olan 1999 yılından iki yıl önce üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmemelidir. ii. Enflasyon rakamı, 1999 yılından önce son 12 ay içerisinde en düşük enflasyon oranına sahip üç ülkenin ortalamasının en çok 1.5 puan üzerine çıkabilir Buna göre en düşük enflasyona sahip üye ülkeler yüzde 1.2 ile Fransa ve İrlanda ve yüzde 1.1 ile Avusturya’dır. BU üç ülkenin enflasyon oranlarının aritmetik ortalaması yüzde 1.2’dir ve üye ülkelerden beklenen en yüksek enflasyon oranı da yüzde 2.7’dir. 158 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı iii. 1999 yılından önce son 12 ay içerisinde uzun vadeli devlet tahvili faiz oranları (10 yıllık faiz oranları) en düşük enflasyon oranına sahip üç ülkenin tahvil faiz oranları ortalamasından en çok 2 puan fazla olabilir. iv. Genel bütçe açığı GSYİH’nın yüzde 3’ünden az olmalıdır. v. Toplam kamu borcunun GSYİH’ya oranı yüzde 60’dan az olmalıdır. şeklinde özetlenebilir7. Ek Tablo 7, yaşanan negatif şoklara rağmen, AB üyesi ülkelerin ekonomileri Maastricht kriterlerinin öngördüğü yapıya uygun gelişmekte olduğunu göstermektedir. Ek Tablo 7’deki veriler incelendiğinde, Türkiye Ekonomisine ilişkin rakamlar ile AB ve Euro bölgesi ortalama rakamları arasındaki farklılık, AB’ye aday konumunda olan Türkiye’nin önünde Maastricht kriterlerinin sağlanabilmesi için alınması gereken oldukça uzun bir yol olduğu görülmektedir. Ek 2: Enflasyon- Gelir Dağılımı İlişkisi Enflasyon ile gelir dağılımı arasındaki ilişki iki yönlüdür. Enflasyon oranlarında oluşacak bir yükseliş gelir dağılımını olumsuz olarak etkilerken, gelir dağılımı eşitsizlikleri de çeşitli kanallardan enflasyon oranlarının yükselmesine neden olabilmektedir. Gelir dağılımını etkileyen faktörleri inceleyen ampirik çalışmalarda 1990’lı yıllara kadar genellikle enflasyon açıklayıcı bir faktör olarak yer almamıştır. 1990’larda ise Bulir ve Gulde (1995), Adelman ve Fuwa (1992), Sarel (1997), Milanovic (1994) gibi iktisatçıların çalışmalarında enflasyon oranındaki değişmelerin (artışın) gelir dağılımı eşitsizliğini artırıcı yönde etki yaptığı sonucu bulunmuştur. Yukarıda belirtilen çalışmalar içerisinde, 75 gelişmiş, gelişen ve az gelişmiş ülke ekonomisi verilerini içeren Milanovic’in çalışmasında, geçmiş enflasyon oranlarının cari dönem gelir dağılımını olumsuz yönde etkilediği ve bunun yanı sıra fiyat istikrarının gelir dağılımı üzerindeki olumlu etkisinin ise doğrusal olmadığı sonucu bulunmuştur. Milanovic’in çalışmasında, Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımı eşitsizliği, enflasyon oranı hiper enflasyon düzeyinden daha düşük oranlara düştüğünde olumlu etkilenir iken, enflasyon oranlarında sağlanan ilave düşüşlerin gelir dağılımı eşitsizliği üzerinde dikkate alınabilir bir etki ortaya çıkarmadığı sonucu bulunmuştur. Enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki etkisi konusunda yapılan bu saptamalar yanında, Dornbusch, Sachs gibi iktisatçılar da gelir dağılımı eşitsizliklerinin enflasyon oranını yükseltici etkileri üzerinde durmuşlardır. Enflasyonun ortaya çıkardığı maliyetlerin enflasyonun öngörülen veya öngörülemeyen olmasına, ekonomide endekslemenin olup olmamasına bağlı olarak değiştiği raporun birinci bölümünde belirtilmişti. Enflasyonun gelir dağılımını üzerindeki etkisi kolaylıkla saptanabilir. Ekonomide çalışan kesimlerin bir bölümünün enflasyon oranlarında olabilecek yükselişlere karşı sözleşmelerindeki endeksleme yoluyla korunduğunu, diğer kesimin ise korunmadığı varsayarak enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki etkisi açıklanabilir. İlk olarak, çalışanlar enflasyondan endeksleme yoluyla korunmuyorlar ise, enflasyon oranlarındaki artış çalışanların reel ücretlerini düşüreceği için işgücü piyasasına daha az emek arz 7 Bu kriterler 1998 yılında kısmen revize edilmiştir. 159 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları etmelerine ve buna bağlı olarak da çalışanların toplam kazançlarında azalmaya neden olacaktır. Bu etki enflasyondan endeksleme yoluyla korunan çalışanlar için ortaya çıkmayacaktır. Dolayısıyla, gelir dağılımı enflasyondan korunmayan çalışanlar aleyhine bozulacaktır. Ayrıca, enflasyon oranındaki artışlar borç verenlerden borç alanlara, kiraya verenlerden kiralayanlara istek dışı refah transferine yol açarak gelir dağılımını etkiler. Gelir dağılımı eşitsizliklerinin enflasyon üzerindeki etkileri konusundaki bilgi düzeyi fazla ileri değildir ve ilişkiyi tam olarak açıklayan bir model bulunmamaktadır. Bununla birlikte, yeni gelişen makro ekonomik politikalara politik iktisat yaklaşımı, gelir dağılımı eşitsizliklerinin enflasyonist etkilerini ortaya koyan çeşitli kanalların olduğunu da ortaya koymaktadır. Politik iktisat yaklaşımının gelir dağılımı - enflasyon ilişkisi konusunda ileri sürdüğü kanallardan ilkini, Dornbusch ve Sachs gibi iktisatçıların ekonomide uygulanan popülist politikaların etkilerini ön plana çıkaran modellerinde görüyoruz. Örneğin; Dornbusch ve Edwards (1989) iktisadi popülizmi, büyüme ve gelirin yeniden dağılımını ön plana çıkaran ve enflasyonist riskler ve açık finansman, dış kısıtlamalar ve iktisadi ajanların piyasa ekonomisine aykırı politikalara olan reaksiyonlarını analiz etmeyen bir iktisadi yaklaşım olarak tanımlamaktadırlar. İktisadi popülizm yaklaşımının genel sonucu, gelir dağılımındaki bozuklukların enflasyonist süreci hızlandıran popülist politikalara uygun bir zemin hazırlayacağıdır. Örneğin; Sachs (1989), Latin Amerika ülkelerindeki yüksek gelir dağılımı eşitsizlikleri, makroekonomik politikalar üzerinde düşük gelir gruplarının gelir düzeylerinin yükseltilmesi yönünde baskı yapacağını ve bu baskı sonucu seçilen makroekonomik politikaların genellikle kötü tercih edilmiş politikalar olacağını ve sonuçta zayıf bir ekonomik performansın ortaya çıkmasına neden olacağını ileri sürer. Gelir dağılımını iyileştirmeye yönelik uygulanan toplam talebi genişletici, döviz kurunu aşırı değerlendirici nitelikte olan ve fiyat kontrollerini de içerebilen popülist politikalar, uzun dönemde stoklar ve döviz kuru rezervleri bitince ekonomi dar boğaza gireceği için sürdürülemezler ve çoğunlukla ödemeler dengesi krizi ile sonuçlanırlar. Döviz rezervlerinin azalması sonucunda, ülkeden sermaye çıkışları başlayacak ve ülke parasına olan spekülatif ataklar hükümetleri eninde sonunda devalüasyona başvurmak zorunda bırakacak ve enflasyon yükselecektir. Enflasyon yükselirken yerli paraya olan güven azalacak, ekonomide artan dolarizasyon vergileme tabanını aşındıracak ve bu da hükümetleri bütçe için gerekli vergi hasılatını yaratmak için enflasyonu daha da çok arttırmaya yöneltecektir. Gelir dağılımı eşitsizliği ile enflasyon arasındaki diğer bir bağlantıda “sürtüşme savaşları” (wars of attrition) olarak adlandırılan modeller ile açıklanır. Bu modellere Kaminsky ve Pereira (1994) ve Alesina ve Drazen’ın (1991) çalışmaları örnek olarak verilebilir. Bu modellerin temel özelliği farklı sosyo-politik gruplar arasında mali açıkları ortadan kaldırmaya yönelik mali uyarlamanın yükümlülüklerinin nasıl paylaşılacağı konusundaki stratejik çekişmelerin bir sonucu olarak istikrarın ertelenmesidir. İstikrarın ertelenmesi, bütün sosyal gruplar istikrar istese bile gerçekleşebilir. Fakat mali açıkların düzeltilmesine yönelik politika değişimlerinin faturasını hangi grup ya da grupların daha çok üstleneceği konusunda uzlaşma sağlanması özellikle gelir dağılımının bozuk olduğu toplumlarda daha 160 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı zordur. Dolayısıyla, faturayı bir grubun veya grupların göreli olarak daha çok üstlenmeye razı olana kadar ülkeler enflasyonist dönemler yaşayabilirler (Alesina ve Drazen, 1991). Beetsma ve Ploeg (1996) gelir dağılımı eşitsizliği-enflasyon bağlantısını enflasyonist sürecin dağıtıcı asimetrisine (distibutive asymmetries of inflationist process) dayanan bir yaklaşım ile açıklarlar. Beetsma ve Ploeg “ortanca oy veren” modelini (median voter model) kullanırlar. Kamu borçları toplumda eşitsiz olarak dağılmış ise, ortanca oy veren büyük bir olasılıkla fakir olacaktır. Demokratik sistemlerde hükümetler ortanca oy veren fakirler olduğu için daha çok onlara yönelik politikalar izleyeceklerdir. Dolayısıyla hükümetler için düşük enflasyona yönelik politikalar izlemek zordur. Hükümetler vergi oranlarını yükseltip vergi gelirlerini artırarak veya harcamalarını kısarak borcunu azaltmak yerine, genellikle sürpriz enflasyon yaratarak borcun reel değerini düşürme güdüsüne sahiptirler. Gelir dağılımı eşitsizliği ayrıca enflasyonu dolaylı olarak da etkileyebilir. Dolaylı kanallardan biri politik istikrarsızlığı, enflasyon ve gelir dağılımı arasında bağlantı oluşmasına neden olan bir değişken olarak tanımlar. Bu görüşün arkasındaki düşünce, bozuk gelir dağılımının politik istikrarsızlıkta artışa ve bunun da daha yüksek enflasyona neden olacağıdır. Diğer bir dolaylı kanal ise yüksek seviyedeki gelir dağılımı eşitsizliği toplumda sosyal ve politik bölünmüşlük yaratır ve oluşan ortam ekonomik reformlar yapılması konusundaki konsensüsü yok eder ve hükümetlerin gelecekte izleyecekleri politikalar konusunda belirsizliği arttırır. Belirsizliğin artması ise ekonomide sözleşme sürelerinin kısalması, vergi kaçırma, yatırımların ertelenmesi, kabul edilemez ücret talepleri gibi arzulanmayan sonuçlar doğurur. Arzulanmayan bu ekonomik sonuçlar, birçok kanaldan yüksek enflasyona yol açabilir. İlk olarak, optimal vergileme teorisine göre, vergi kaçırma ve vergi toplama maliyetleri hükümetler için senyoraj gelirlerine daha fazla ağırlık vermeyi optimal yapabilir. Açıktır ki, vergi kaçırma ve vergi toplama maliyetleri gelir dağılımının bozuk olduğu ülkelerde daha yüksektir. İkinci olarak gelir dağılımının bozukluğu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ortam, girişimcileri kayıt dışına yöneltebilir ve böylece hükümetlerin senyoraja daha fazla yönelmelerine yol açabilir. Üçüncü olarak, gelir dağılımı bozukluğuna bağlı olarak ülkeden sermaye kaçışı, vergilenebilir varlıkların ve gelirlerin yani hükümetin gelir kaynaklarının daralmasına neden olur. Son olarak gelir dağılımı eşitsizliklerine bağlı olarak hükümetlerin gelir kaynaklarının azalması ve harcamalarının artması, hükümetlerin daha büyük mali açıklar vermelerine neden olabilir. Mali açıkların da enflasyonun en önemli kaynaklarından biri olduğu tartışmasızdır. Türkiye’de gelir dağılımı konusunda yapılan çalışmaların başlangıç tarihi aşağıdaki tabloda belirtildiği gibi 1963 yılıdır. Günümüze kadar gelir dağılımı konusunda yapılan çalışmalar yöntem ve kapsam açısından farklılıklar göstermektedir. Ek Tablo 8’da yüzde 20’lik dilimler ve Gini katsayısı gelir dağılımı göstergesi olarak kullanılmıştır. Hangi göstergeye bakılırsa bakılsın, Türkiye’de gelir dağılımının eşitlikten uzak olduğu görülebilir. Ek Tablo 8 incelendiğinde gelir dağılımı eşitsizliklerinin zaman içerisinde azalmakta olduğu gözlenmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğindeki azalma, enflasyonda yaşanan yükseliş dönemlerinde de gerçekleşmiştir. Fakat, çalışmaların kapsam ve yöntem farklılıkları nedeni ile, gelir dağılımı ile ilgili sonuçlara ihtiyatla yaklaşmak gerektiği açıktır. 161 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Kaynakça • ADELMAN, I. VE N. FUWA, “Income Inequality and Development During 1980s”, Indian Economic Review, Vol.27,1992. • BERKSOY, T. (1986): “Sanayi İşletmelerinde Verimlilik Ölçme ve Analiz Semineri Notları”, MPM, Ankara. • BULIR,A. VE A.M.GULDE, “Inflation and Income Distribution:Further Evidence on Empirical Links”, IMF Working Paper, Vol.86, 1995. • DORNBUSCH,R. VE S.EDWARDS, “ Macroeconomic Populism in Latin America”, NBER Working Paper, No:2986,1989. • DPT (2000): “Verimliliğe Dayalı Ücret Sistemlerine Geçiş Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Ankara. • IMD (2003): “World Competitiveness Yearbook, 2003”. • CANZONERI, M.B. ve B. DIBA. “Fiscal Constraints on Central Bank Independence and Price Stability”, Centre for Economic Policy Research, Discussion Paper, No.1463, Eylül 1996. • CARARE, A., A.SCHAECHTER, M.STONE ve M.ZELMER. “Establishing Initial Conditions in Support of Inflation Targeting”, IMF Working Paper, 02/102, Haziran 2002. • Devlet Planlama Teşkilatı, 2004 Yılı Programı, Ekim 2003. • ENGLANDER, S and A. Gurney, (1994): “Medium-term Determinants of OECD Productivity”, OECD Economic Studies, No.22, Spring, pp.49-109. • European Commission, (1995): “Green Paper on Innovation”, December. • KAMINSKI,G.L. VE A.PEREIRA, “ The Debt Crises: Lessons of the 1980s for the 1990s, Journal of Development Economies, Vol.50,1994. • KOTAN, Z. (2002): “Uluslararası Rekabet Gücü Göstergeleri: Türkiye Örneği”, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü, Ankara. • MASSON,P.M., M.A. SAVASTANO VE S.SHARMA. “The Scope for Inflation Targeting in Developing Countries”, IMF Working Paper, 97/130, Ekim 1997. • MILANOVIC,B., “Determinants of Cross-Country Income Inequality”, Worldbank Policy Research Working Paper, No.1246,1994. • MISHKIN, F.S. ve A. POSEN “Inflation Targeting: Lessons from four Countries”, Fed of NY, Economic Policy Review, 1997 • MISHKIN, F.S. ve M.A. SAVASTANO. “Monetary Strategies for Latin America”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No:7617, Mart 2000. • MISHKIN, Frederic S. “Inflation Targeting in Emerging Market Countries”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No:7618, Mart 2000. • PORTER, M. (1991): “The Competitive Advantage of Nations”, The Mac Millan Press Ltd. • SACHS,J., “ Social Conflict and Populist Policies in Latin America”, NBER Working Paper,No.2987,1989. • SARGENT, T. J. ve N. WALLACE. “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review, Sayı.5, No.3, 1981:1-17. • SCHAECHTER, A., M.STONE ve M.ZELMER. “Adopting Inflation Targeting: Practical Issues for Emerging Market Countries”, IMF Occasional Paper, No.2002, 2002 • STEINDEL, C. And K. Stirah (2001): “Productivity: What Is It and Why Do We Care About It”, http://www.newyorkfed.org • TÜSİAD (2003): “Ulasal İnovasyon Sistemi: Kavramsal Çerçeve, Türkiye İncelemesi ve Ülke Örnekleri”, Haz. M. Akyos, M. Durgut ve A. Göker Yayın No. • TÜSİAD-T/2003/10/362, İstanbul. • WOODFORD, Michael. „Fiscal Requirements for Price Stability”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 8072, Ocak 2001. 162 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 1.2 5.6 4.8 0.0 6.7 6.3 0.8 4.0 3.9 -0.1 4.7 4.2 Konsolide Bütçe KİT - İşletmeci KİT Mahalli İdareler Döner Sermaye Sosyal Güvenlik Kuruluşları Fonlar Özelleştirme Kap. Kuruluşlar TOPLAM KAMU TOPLAM KAMU (Faiz Hariç) (1) 0.4 6.3 0.9 0.0 0.8 4.6 -0.1 4.9 0.8 -0.1 0.7 3.5 Dış Borçlanma (Net) İç Borç/Alacak (Net) - Tahvil (Net) - Bono (Net) - Hazine Kısa Vadeli Avansı - Diğer Kaynak : DPT. (1) - işareti fazlayı göstermektedir. 6.8 4.7 TOPLAM AÇIĞIN FİNANSMANI 1976 1975 4.8 2.1 0.5 0.8 8.3 -0.1 8.2 7.7 8.2 - - - - -0.1 5.0 4.0 4.3 1977 1.5 0.9 -0.2 0.3 2.6 0.7 3.3 2.8 3.2 - - - - 0.2 2.9 1.6 1.5 1978 2.9 1.0 0.1 0.6 4.7 2.5 7.2 6.6 7.2 - - - 0.1 0.0 4.0 4.0 3.1 1979 3.9 1.9 0.7 -0.2 6.3 2.4 8.8 8.2 8.8 - - - 0.5 0.3 5.1 4.9 3.1 1980 0.6 0.5 0.5 -0.1 1.5 2.5 4.0 3.0 4.0 - - - 0.0 0.0 3.9 2.4 1.5 1981 Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran) 0.4 0.3 0.6 0.2 1.5 2.0 3.5 2.7 3.5 - - - 0.1 0.0 2.5 1.9 1.5 1982 3.1 0.5 -0.7 1.2 4.1 0.8 4.9 3.4 4.9 - - - 0.5 0.0 2.8 2.2 2.2 1983 -0.3 0.9 1.3 0.6 2.5 2.9 5.4 3.4 5.4 - -0.5 - 0.0 -0.1 2.3 1.9 4.4 1984 0.7 0.8 0.7 1.4 3.5 0.1 3.6 1.7 3.6 - -0.6 - -0.4 -0.1 2.4 2.5 2.3 1985 -1.2 0.5 1.3 0.9 1.5 2.1 3.7 1.1 3.7 - -1.7 - -0.3 0.3 2.6 2.6 2.8 1986 0.5 0.5 1.2 0.9 3.4 2.7 6.1 3.1 6.1 - -0.6 - 0.0 0.5 3.4 3.3 3.5 1987 0.0 0.5 0.3 1.9 2.7 2.1 4.8 1.0 4.8 0.0 -0.5 -0.4 0.1 0.4 2.1 2.2 3.1 1988 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 163 164 4.0 0.0 0.0 -0.3 0.6 0.2 7.4 3.9 2.0 0.2 0.0 -0.4 0.4 -0.1 5.3 1.7 - İşletmeci KİT Mahalli İdareler Döner Sermaye Sosyal Güvenlik Kuruluşları Fonlar Özelleştirme Kap. Kuruluşlar TOPLAM KAMU TOPLAM KAMU (Faiz Hariç) (1) 0.9 6.5 2.0 0.5 0.1 3.9 0.8 4.5 2.6 0.4 0.2 1.3 Dış Borçlanma (Net) İç Borç/Alacak (Net) - Tahvil (Net) - Bono (Net) - Hazine Kısa Vadeli Avansı - Diğer Kaynak : DPT. (1) - işareti fazlayı göstermektedir. 7.4 5.3 TOPLAM AÇIĞIN FİNANSMANI 3.8 1.9 KİT 5.7 1.7 2.0 0.4 9.7 0.4 10.2 6.4 10.2 0.4 0.9 0.1 0.0 0.3 3.3 3.1 5.3 3.8 1.6 2.2 1.4 9.0 1.6 10.6 6.9 10.6 0.7 1.3 0.2 0.0 0.8 3.8 3.3 4.3 5.3 2.7 1.1 1.5 10.6 1.4 12.0 6.2 12.0 0.7 0.9 0.6 0.0 0.7 2.8 2.4 6.8 3.8 1.3 6.3 -1.8 9.6 -1.7 7.9 0.2 7.9 0.7 0.9 0.6 0.0 0.4 1.2 1.4 3.9 1.5 1.2 2.5 1.1 6.3 -1.1 5.2 -2.1 5.2 -0.1 0.6 0.6 0.0 0.2 -0.6 -0.2 4.1 3.0 3.4 3.9 Konsolide Bütçe / GSYİH 6.7 4.0 4.3 3.0 3.3 Konsolide Bütçe 5.3 1995 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1.5 1.5 5.3 1.8 10.1 -1.3 8.8 -1.2 8.8 0.5 0.1 0.2 0.0 0.2 -0.4 -0.5 8.4 8.3 1996 Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran) (Devamı) 0.2 0.0 3.5 5.1 8.8 -1.0 7.7 -1.1 7.7 0.1 -0.0 0.1 -0.0 0.3 0.6 -0.3 7.8 7.6 1997 1.7 0.0 6.2 2.4 10.3 -0.9 9.4 -3.3 9.4 0.0 0.0 0.4 -0.0 0.4 1.2 1.3 7.5 7.3 1998 1.0 0.0 -3.2 15.6 13.5 2.1 15.5 0.2 15.5 0.1 0.7 0.2 -0.0 0.4 2.2 2.4 12.0 11.9 1999 1.1 0.0 -1.1 8.1 8.1 3.7 11.8 -5.7 11.8 0.4 -1.2 0.0 -0.1 0.4 1.5 2.1 11.0 10.9 2000 4.9 0.0 8.5 4.8 18.2 -1.9 16.4 -8.1 16.4 0.4 -0.5 -0.1 -0.1 0.3 0.0 0.4 17.3 17.4 2001 -0.2 0.0 6.7 -0.3 6.1 6.6 12.8 -7.0 12.8 0.1 0.0 0.0 -0.2 0.1 -1.1 -1.0 14.8 14.9 2002 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 6.5 1.5 Nakit Nakit Dışı 58.6 37.6 1.4 8.8 10.2 6.8 4.0 10.8 21.0 56.7 35.3 0.0 8.1 8.1 5.6 7.7 13.3 21.4 1997 16,667 10,384 0 2,375 2,375 1,641 2,268 3,908 6,283 1997 52.6 30.9 0.3 10.6 10.9 3.7 7.1 10.8 21.7 1998 51,754 28,834 0 3,237 3,237 2,723 16,961 19,683 22,920 1999 (Trilyon TL) 66.1 36.8 0.0 4.1 4.1 3.5 21.7 25.1 29.3 1999 (GSMH’ya oran) 28,144 16,531 145 5,696 5,841 1,956 3,816 5,772 11,613 1998 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı. (1) Yıl içerisinde oluşan kur farkları yıl sonu itibariyle ilgili borç stokuna dahil edilmiştir. (2) 1995-1997 döneminde kağıda bağlanmayan borç stoku nakit dışı borç stokuna ilave edilmiştir. 17.3 8.0 Bono Toplam Borç Stoku 6.5 Nakit Dışı 0.0 2.8 Nakit Kamu Dış Borç Stoku 9.3 17.3 Tahvil Toplam İç Borç Stoku 1996 207 1995 119 Nakit Dışı 1,320 8,782 512 Nakit 1,528 1,361 631 Bono 1,018 Toplam Borç Stoku 509 Nakit Dışı (2) 603 5,633 221 Nakit 1,621 3,149 1996 Kamu Dış Borç Stoku 730 1,361 1995 Tahvil Toplam İç Borç Stoku (1) Ek Tablo 2: Kamu Borç Stoku 62.6 33.6 0.0 1.6 1.6 5.6 21.8 27.4 29.0 2000 78,665 42,244 8 2,049 2,058 6,990 27,374 34,363 36,421 2000 126.9 57.6 1.3 10.0 11.3 34.8 23.1 57.9 69.2 2001 223,888 101,731 2,380 17,650 20,029 61,424 40,704 102,128 122,157 2001 106.1 51.3 0.0 13.5 13.5 22.2 19.1 41.3 54.8 2002 290,228 140,358 0 37,020 37,020 60,599 52,251 112,850 149,870 2002 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 165 166 0.0 1.3 100.0 - Varlığa Day. M.K. - Diğer TOPLAM Kaynak: SPK,TCMB,HM 11.4 12.7 - Hisse Senedi Özel 0.9 14.8 - Devlet Tahvili - Diğer 4.3 20.0 32.6 - Hazine Bonosu Kamu MENKUL KIYMET. 15.5 24.3 - Diğer Döviz Tevdiat Hesabı (2) 27.5 51.8 Türk Lirası (1) - Tasarruf Mevduatı 67.4 TOPL. MEVDUAT (1) + (2) 1990 Ek Tablo 3 : Toplam Mali Varlıklar 100.0 0.9 0.0 13.8 14.7 0.8 10.6 7.8 19.1 33.9 20.7 19.4 26.0 45.4 66.1 1991 100.0 0.5 2.0 10.6 13.1 1.3 18.6 9.1 29.1 42.2 20.6 16.8 20.4 37.2 57.8 1992 100.0 0.5 4.5 8.8 13.9 2.0 23.5 8.0 33.5 47.5 21.3 15.5 15.7 31.1 52.5 1993 100.0 0.1 1.1 6.1 7.3 3.4 12.9 16.9 33.2 38.8 30.0 12.9 18.3 31.2 61.2 1994 100.0 0.1 1.8 6.0 8.0 1.6 13.8 17.0 32.5 40.4 29.4 11.5 18.7 30.2 59.6 1995 100.0 0.1 0.1 5.1 5.3 0.8 14.9 18.2 34.0 39.2 27.4 12.6 20.8 33.4 60.8 1996 100.0 0.1 0.1 5.2 5.3 0.8 20.5 13.6 34.9 40.2 28.8 12.7 18.3 31.0 59.8 1997 100.0 0.0 0.0 5.7 5.8 0.5 17.5 17.7 35.8 41.5 25.3 13.7 19.5 33.2 58.5 1998 (Toplam İçinde Yüzde Pay ) 100.0 0.0 0.0 5.6 5.6 0.6 29.3 4.8 34.7 40.3 27.4 12.4 19.8 32.3 59.7 1999 100.0 0.0 0.0 6.9 6.9 0.4 34.5 2.1 36.9 43.8 25.4 12.8 17.9 30.8 56.2 2000 100.0 0.0 0.0 4.4 4.4 0.3 42.9 8.4 51.6 56.0 25.3 7.2 11.5 18.7 44.0 2001 100.0 0.0 0.0 4.7 4.7 0.3 38.8 11.0 50.1 54.8 25.7 7.3 12.2 19.5 45.2 2002 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı Ek Tablo 4: Mali Baskınlık Oranları (Bütçe Açığı / GSYİH) 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Yeni Zelanda 5,1 3,9 0,5 2,0 - - Kanada -1,1 0,4 0,3 0,9 1,3 1,3 Avustralya -1,3 -0,7 -0,8 -0,6 0,1 - İsveç -3,3 -1,0 0,4 3,2 6,0 - İsrail -4,3 0,3 -1,4 -2,1 - -3,6 İngiltere -3,6 -2,0 0,6 0,0 - - İspanya -5,0 -3,2 -2,6 -1,1 -0,3 -0,8 Meksika -0,2 -1,1 -1,4 -1,6 -1,3 - Şili 2,1 1,8 0,4 -1,4 0,1 Macaristan -3,1 -4,5 -6,3 -3,7 -3,4 -3,0 Çek Cumhuriyeti -0,1 -0,9 -1,6 -1,6 -2,3 -3,1 Polonya -2,0 -1,8 -1,0 -0,8 0,3 -4,3 Türkiye -8,3 -7,6 -7,5 -11,9 -10,9 -16,9 Kaynak: IMF-International Financial Statistics, sayı: 54, 2001 ve sayı 56, Ekim 2003. Ek Tablo 5: Mali Derinlik Oranları(*) 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 Yeni Zelanda (M3) 90,4 91,0 91,5 94,2 95,1 97,7 103,6 Kanada (1) 60,5 62,7 62,1 61,4 63,3 64,9 65,7 60,6 60,3 61,3 64,2 62,9 68,0 68,9 Avustralya (M3) İsveç (1) 46,5 45,6 43,5 45,3 43,7 İsrail (1) 82,4 84,0 91,9 97,3 82,4 101,3 101,3 İngiltere (M4) 90,3 89,7 92,0 91,4 93,1 94,9 96,5 İspanya (M3) 100,1 99,0 95,2 - - - - Meksika (M3) 40,6 41,8 43,7 44,5 43,6 48,0 50,5 Şili (1) 38,6 40,4 42,1 47,6 46,4 45,2 43,6 Macaristan (M3) 46,4 45,9 45,5 45,5 46,5 48,3 46,3 Çek Cumhuriyeti (1) 73,7 70,0 66,0 65,5 72,8 73,9 75,5 Polonya 35,2 37,3 40,0 42,8 41,3 45,1 42,7 (1) Kore (1) 42,6 44,9 58,2 68,2 79,1 84,8 87,0 Brezilya (M3) 27,7 29,3 30,7 30,9 28,5 29,3 32,8 Türkiye (M2Y) 36,4 37,0 38,7 51,8 45,9 58,4 48,4 (*) Geniş Tanımlı Para Arzı / GSYİH (1) Para + Para Benzeri Varlıklar. Kaynak: IMF-International Financial Statistics, sayı: 54, 2001 ve sayı 56, Ekim 2003. 167 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 168 42,6 60,3 -Özel İmalat Tüketici Fiyatları Endeksi (1) 68,2 52,4 51,9 Emisyon Hacmi (2) Para Arzı (M2Y) (2) Ort.Faiz Oranı (3) 10,3 5,3 İhracat Fiyat Endeksi (1) İthalat Fiyat Endeksi (1) -3,1 -0,9 10,2 94,8 127,5 138,3 72,1 80,0 51,3 59,9 67,1 66,0 53,8 61,3 55,3 1991 -1,9 1,3 10,6 93,5 80,3 80,3 86,1 74,9 69,2 64,7 71,0 70,1 59,8 65,2 62,1 1992 Kaynak: DİE, DPT (1) 1994=100 bazlı endekse göre (2) 12 Aylık yüzde değişme (3) Devlet iç borçlanma senetleri ortalama faiz oranı (yıllık bileşik, stopajsız) (4) Yıllık Tahmin 7,4 Gereği / GSMH (Yüzde) Kamu Kesimi Borçlanma 76,7 86,3 Özel Nominal Net Maaş 108,1 Kamu Nominal Ücret (Net) 23,0 Nominal Döviz Kuru (ABD Doları) (2) 64,3 56,7 -Kamu Genel -Gıda 52,3 Toptan Eşya Fiy. Endeksi (1) 1990 -6,2 -2,8 12,0 69,6 68,9 79,5 87,8 84,1 80,1 59,9 63,5 66,1 59,3 54,5 58,4 1993 0,9 -3,7 7,9 61,0 68,8 106,2 164,4 125,5 90,5 170,4 110,1 106,3 130,5 122,5 120,7 1994 Ek Tablo 6 : Fiyat Artışlarını Etkileyen Faktörlere İlişkin Gelişmeler 16,8 12,6 5,0 84,4 77,5 60,4 121,8 101,7 86,3 53,9 92,1 89,1 81,1 76,8 86,0 1995 -6,1 -4,5 8,6 94,0 83,7 35,3 132,8 109,6 76,4 77,5 72,2 80,4 68,2 81,9 75,9 1996 -8,7 -4,7 7,7 116,3 80,2 121,4 108,4 99,3 82,1 86,6 92,5 85,7 77,6 85,5 81,8 1997 -4,1 -4,0 9,4 82,2 115,9 82,1 115,5 91,8 71,3 71,7 82,3 84,6 70,0 58,4 71,8 1998 (Yıllık Ortalama Yüzde Artış Oranı) -5,5 -6,8 15,5 72,4 84,0 134,3 109,5 106,5 94,0 60,6 48,6 64,9 52,0 71,2 53,1 1999 4,5 -4,3 11,8 37,1 56,5 65,7 37,9 42,5 57,8 49,3 49,8 54,9 50,1 69,4 51,4 2000 -0,3 -2,6 16,4 48,6 23,2 36,6 96,2 82,2 41,3 96,1 50,3 54,4 66,4 70,8 61,6 2001 -1,2 -1,8 12,8 53,3 43,5 31,7 63,8 28,2 44,6 23,0 49,9 45,0 47,7 49,0 50,1 2002 7,9 10,1 8,7(4) 24,2 21,9 26,9 45,0 12,1 40,7 -0,6 28,7 25,3 21,8 24,7 25,6 2003 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2.7 Euro Bölgesi Kaynak: Eurostat ve DPT 106,.3 2.8 AB Ortalama. Türkiye 2.0 2.1 Hollanda İngiltere 1.8 Lüksembourg 2.9 4.2 İtalya İsveç 4.1 İrlanda 1.6 1.7 Fransa Finlandiya 4.6 İspanya 5.0 9.6 Yunanistan Portekiz 2.1 Almanya 2.7 1.8 Danimarka Avusturya 1.3 Enflasyon Oranı Belçika Ülkeler -3.9 -4.9 -5.0 -6.7 -10.5 -5.7 -6.6 -5.0 -3.5 4.5 -9.3 -2.0 -5.5 -6.1 -9.4 -2.4 -2.4 -5.0 Bütçe Açığı/ GSYİH (%) 49.6 68.2 66.2 48.5 73.8 58.0 62.1 64.7 76.4 5.4 123.8 90.9 48.4 61.1 107.9 49.3 73.5 135.9 Devlet Borçları/ GSYİH (%) 1994 9.29 9.15 8.15 9.70 9.04 10.48 7.03 6.90 7.23 12.21 8.25 7.54 11.27 17.02 6.87 7.83 7.75 Uzun Vadeli Faiz Oranı (%) 80,4 2.2 2.4 2.5 0.8 1.1 2.9 1.8 1.4 1.2 4.0 2.2 2.1 3.6 7.9 1.2 2.1 1.8 Enflasyon Oranı -8.4 -4.2 -4.2 -4.3 -3.2 -3.2 -4.0 -3.8 -1.8 2.6 -7.1 -0.2 -4.1 -4.9 -7.4 -3.4 -1.0 -3.7 Bütçe Açığı/ GSYİH (%) 59,4 74.5 72.4 52.2 73.5 57.1 62.9 69.1 75.2 6.2 122.1 74.1 57.1 68.1 111.3 59.8 65.1 130.2 Devlet Borçları/ GSYİH (%) 1996 7.77 7.79 8.32 8.03 7.08 8.56 6.32 6.15 6.33 9.4 7.29 6.31 8.74 14.46 6.22 7.19 6.49 Uzun Vadeli Faiz Oranı (%) 84,1 1.1 1.3 1.6 1.0 1.4 2.2 0.8 1.8 1.0 2.0 2.1 0.7 1.8 4.5 0.6 1.3 0.9 Enflasyon Oranı -7,5 -2.2 -1.6 0.2 1.8 1.5 -2.6 -2.4 -0.8 3.1 -2.8 2.4 -2.7 -2.7 -2.5 -2.2 1.1 -0.7 Bütçe Açığı/ GSYİH (%) Ek Tablo 7: 1994-1996 –1998-2002 Yılları İtibariyle Ülkelerin Maastrıcht Kriterlerine Göre Durumu 53,9 73.5 68.7 47.6 68.0 48.6 55.0 63.7 66.8 6.3 116.3 54.9 59.5 64.6 105.8 60.9 56.2 119.6 Devlet Borçları/ GSYİH (%) 1998 5.05 5.18 7.13 4.99 4.79 4.88 4.71 4.63 4.73 4.88 4.80 4.64 4.83 8.48 4.57 4.94 4.75 Uzun Vadeli Faiz Oranı (%) 45.0 2.3 2.1 1.3 2.0 2.0 3.7 1.7 3.9 2.1 2.6 4.7 1.9 3.6 3.9 1.3 2.4 1.6 Enflasyon Oranı -14,8 -2.2 -1.9 -1.5 1.3 4.2 -2.7 -0.2 -1.6 2.5 -2.3 -0.2 -3.1 0.1 -1.2 -3.5 2.1 0.1 Bütçe Açığı/ GSYİH (%) 2002 105,2 69.0 62.3 38.5 52.7 42.7 58.1 67.3 52.4 5.7 106.7 32.4 59.0 53.8 104.7 60.8 45.5 105.8 Devlet Borçları/ GSYİH (%) 4.92 4.95 4.91 5.30 4.98 5.02 4.97 4.89 4.68 5.03 4.99 5.26 4.62 5.03 4.80 5.06 4.89 Uzun Vadeli Faiz Oranı (%) 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Fiyat İstikrarı http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 169 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Ek Tablo 8: Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmalarının Bulguları Hane halkı yüzdeleri 1963 1968 1973 1978 1983 1986 1987 1994 2001 2002 En düşük % 20 4.5 3.0 3.5 2.9 2.7 3.9 5.2 4.9 İkinci % 20 8.5 7.0 8.0 7.4 7.0 8.4 9.6 8.6 Üçüncü % 20 Dördüncü % 20 11.5 18.5 10.0 12.5 13.0 12.6 12.6 14.1 2.6 20.0 19.5 22.1 21.9 19.2 21.2 19.0 En yüksek % 20 57.0 60.0 56.5 54.7 55.8 55.9 49.9 54.9 Gini Katsayısı 0.55 0.56 0.51 0.51 0.52 0.50 0.43 0.49 0.44 0.44 Kaynak: TÜSİAD Gelir Dağılımı Raporu, 2000 ve www.die.gov.tr. Ek Grafik 1: Türkiye’de Enflasyonun Tarihsel Gelişimi Kaynak: TCMB 170 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Mali Piyasalar Yabancı Sermaye Çalışma Grubu Raporu Çalışma Grubu Raporu 171 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 172 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Koordinatör Kurum Yabancı Sermaye Derneği Çalışma Grubu Üyeleri** 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Naci AKIN Mustafa ALPER Hayrünnisa ALİGİL Nur ARBAK Faruk AYDIN Melih AYRAÇMAN Şefika BALABAN Vildan BARAN 9. Güniz ÇELEN 10. Ali Yaşar ÇINAR 11. Berna ÇOLPAN 12. Şaban ERDİKLER 13. Prof. Dr. Refik ERZAN 14. Caner GÜRER 15. Dr. Ümit İZMEN 16. Ahter KUTADGU 17. Dr. Binhan OĞUZ 18. Prof. Dr. Lerzan ÖZKALE 19. Dr. Vedat OYGÜR 20. Cenk Tan ÖZYILDIRIM 21. Alp SEVİNDİK 22. Tuba SÖZERİ 23. Esra TACETTİN 24. Gülden TÜRKTAN 25. Gonca ÜNDÜL ** TOBB, İş Geliştirme ve Yatırım Merkezi Müd. YASED, Genel Sekreter Procter & Gamble, Dış İlişkiler Bölge Koordinatörü DEİK, Direktör Yardımcısı TCMB, Araştırmacı Sony Müzik Türkiye, Genel Müdür TOBB, İş Geliştirme ve Yatırım Mrk. Uzmanı DPT, Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Uzman İst. Turizm Otelcilik, Genel Müdür Solectron, İnsan Kaynakları Müd. KOSGEB, Uzman YASED, Yönetim Kurulu Bşk., Çalışma Grubu Bşk. Boğaziçi Üniversitesi, Öğretim Üyesi Hazine Müsteşarlığı YSGM, Şube Müdürü TÜSİAD, Genel Sekreter Yardımcısı Nestle, Kurumsal İlişkiler Direktörü TİSK, Danışman İst. Teknik Üniversitesi, Öğretim Üyesi Normandy Madencilik, Enformasyon ve Bilgi İşl. Müd. Bilgi Üniversitesi, Asistan Pfizer, Kurumsal İlişkiler Direktörü YASED, Genel Sekreter Asistanı PricewaterhouseCoopers, Müdür ABB Holding, Başkan Yardımcısı, Hukuk İşleri, Uyum ve İnsan Kaynakları Direktörü İSO, Kobi Şube Müdürü Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. 173 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 174 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye İçindekiler Sayfa no Yönetici Özeti 179 1. Giriş 183 2. Durum Analizi 185 2.1. Mevcut durum 185 2.1.1. Dünyada Yabancı Yatırımlar 185 2.1.2. Türkiye’de Yabancı Yatırımlar 189 2.2. Türkiye’nin Potansiyeli 191 2.3. Türkiye’nin Yeterli Miktarda Yatırım Çekememesinin Nedenleri 192 2.4. Türkiye İçin Doğan Yeni Fırsatlar 194 195 3. Yatırım Ortamını İyileştirme (YOİ) Çalışmaları 3.1. Yeni Çıkarılan Yasalar 197 3.1.1. Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasası 197 3.1.2. Şirket Kuruluşunda Yapılan Kolaylaştırmalar 198 3.2. Sektörel Lisanslar 199 3.3. Yatırım Yeri 200 3.4. Vergi ve Teşvikler 201 3.5. Gümrükler ve Standartlar 202 3.6. Fikri Mülkiyet Hakları 202 4. Amaçlar ve Stratejiler 203 4.1. Hedefler ve İlkeler 203 4.2. Stratejik Amaçlar 205 4.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetler 209 5. Sonuç 210 Kaynakça 211 175 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tablolar Sayfa no Tablo 2.1: Dünyada Doğrudan Yabancı Yatırımlar 185 Tablo 2.2: Yıllar İtibariyle Bazı Ülkelere Giden Doğrudan Yabancı Yatırımlar 187 Tablo 2.3: 2002 Yılında En Fazla Doğrudan Yatırım Yapan Ülkeler 188 Tablo 2.4: Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar 190 Tablo 2.5: Çeşitli Ülkelerin 2002 Yılında Çektikleri Kişi Başına Yatırım Miktarları 192 Tablo 2.6: Türkiye’de Yabancı Yatırımcının Karşılaştığı Sorunlar 193 176 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Kısaltmalar 10BGP : 10 Büyük Gelişen Pazar ÇUŞ : Çok Uluslu Şirket DYY : Doğrudan Yabancı Yatırım FIAS : Yabancı Yatırım Danışma Servisi (Foreign Investment Advisory Service) SSB : Sınır ötesi Satınalma ve Birleşme UAŞ : Uluslararası Şirket UNCTAD : Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü (United Nations Conference on Trade and Development) UYA : Uluslararası Yatırım Anlaşmaları YASED : Yabancı Sermaye Derneği YSGM : Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü YSTK : Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (No. 6224) 177 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 178 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Yönetici Özeti UNCTAD’ın her yıl açıkladığı “Dünya Yatırım Raporu”- 2002 verilerine göre dünyada doğrudan yabancı yatırım(1) (DYY)’lar 1987 ve 1988 yıllarından sonra hızlanarak artmaya başlamış, 1993 yılından itibaren bu artış daha da hızlanmış ve 1997 yılında yıllık 500 milyar dolar seviyesine yaklaşmıştır. Asya ekonomik krizinin patlak vermesiyle birlikte, düşeceği tahmin edilen DYY’ların tersine, 1999 yılında 1 trilyon dolar düzeyinin üzerine çıktığı görülmektedir. DYY’larındaki hızlı artış eğilimi 2000 yılında da devam etmiş ve dünyada bir yılda yapılan toplam DYY 1 trilyon 271 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, 2001 ve 2002 yıllarında dünyadaki DYY’ların hızla gerilediği ve 2001 yılında yaklaşık %40 oranında düşerek 800 milyar dolara, 2002 yılında ise %20 oranında düşerek 650 milyar dolar sınırına dayandığı gözlenmektedir. UNCTAD’ın 2003 yılı Dünya Yatırım Raporu’na göre gelişmiş ülkelere giden yabancı yatırımlarda ciddi bir azalma görülmekte ve bu eğilimin 2004 yılında da devam edeceği beklenmektedir. Dünyada hareket halinde bulunan yabancı sermaye miktarlarındaki hızlı düşüşler beraberinde ülkeler arası sert bir rekabeti de getirmiştir. Bugün yabancı yatırımları en fazla çeken ilk 10 ülke arasında sayılabilecek Almanya, İngiltere gibi dev ekonomiler dahi yabancı yatırımları çekme konusunda atağa geçmişlerdir. Nitekim söz konusu rekabet daha çok yabancı yatırıma ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkeler arasında görülmektedir. Özellikle 1990’lardan sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin de pazara katılmasıyla birlikte Türkiye ve çevre ülkeler arası rekabet hızla artmıştır. 2003 yıl sonu itibariyle yaklaşık 19 milyar kümülatif yatırımı bulunan Türkiye, potansiyelinin çok altında yatırım çekmektedir. Potansiyel ve performans değerlendirmelerinde UNCTAD’ın oluşturduğu DYY Endeksi Türkiye’nin mevcut potansiyelini değerlendirmede yardımcı olacaktır. UNCTAD DYY Endeksi’nde 1 olarak belirlenen rakam optimum değerdir. Bu rakamın altı “yetersiz performans”, üstündeki değerler ise “yüksek performans” gösterildiğine işaret etmektedir. Bu endekste Türkiye 0.1’lik değere sahiptir. Her yıl 1 milyar dolar ortalama yatırım çeken Türkiye’nin söz konusu endekse göre optimum noktada 10 milyar dolar yıllık yabancı yatırım potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye biraz çaba ile performansını 2 katına çıkarabildiği taktirde bu rakam yıllık 20-25 milyar dolar dolaylarında olacaktır. Türkiye’de 2002 yılında başlatılan bir reform programı ile yatırımcı için yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmaları kapsamında bir dizi önlemden bahsedilebilir. Şirket Kuruluşu, İstihdam, Sektörel Lisanslar, Yatırım Yeri, Vergi ve Teşvikler, Gümrükler ve Standartlar, Fikri Mülkiyet Hakları, Yatırım Mevzuatı, Yatırım Promosyonu ve KOBİ’ler söz konusu reform çalışmaları kapsamında ele alınan konular olmuştur. Söz konusu yatırım ortamını iyileştirme çalışmalarında kamu ve özel sektör temsilcileri bir araya gelerek sorunlu alanlar tespit edilmiştir. Bu alanlarda yaşanılan sıkıntıları gidermek için ortak çalışmalar halen yürütülmektedir. 1 Doğrudan yabancı yatırımlar ile, borsaların dışında, portföy yatırımı olmayan bir biçimde, sıfırdan veya ek yatırım olarak yapılan, tamamı yabancılara ait veya yerli kuruluşlarla ortaklık halinde yapılan yatırımlar kastedilmektedir. 179 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yapılan çalışmalar hakkında bir fikir vermesi açısından çıkan kanunlara ve getirilerine kısaca bakmakta fayda vardır: Daha önce yatırımcıdan talep edilen 50.000 ABD doları minimum yatırım tutarının yerel bir bankada bloke edilmesi uygulaması yeni Kanun ile kaldırılmıştır. Kanunun getirdiği diğer önemli bir yenilik ise, yabancı yatırımcının yasada yer alan eşitlik ilkesine aykırı olarak incelemeye tabi tutulması ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü’nden izin alma keyfiyetinin uygulamadan kaldırılmış olmasıdır. Artık Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcı, bir Türk ile aynı sürede şirket kurabilmekte, aynı minimum sermaye tutarını ödemekte ve aynı evrakları temin etmektedir. Eşitlik ilkesi söz konusu yasa ile gerçek anlamda uygulanmaya başlamıştır. Diğer bir olumlu gelişme ise şirket kuruluşlarını kolaylaştıran yasanın çıkmış olmasıdır. Birçok yasada yapılan değişiklik ile Türkiye’de şirket kuruluşu 24 saat içinde tamamlanır hale gelmiştir. Daha önce 19 aşama olan kuruluş işlemi 3 aşamaya indirilmiştir. Yabancı yatırımcı, belgeleri temin edip Ticaret Sicil Memurluklarına başvurmaktadır. İşlemler tek bir noktadan takip edilmekte, daha önce yatırımcıdan talep edilen 56 belge yerine artık 8 belge istenmektedir. Yeni çıkarılan diğer kanunlar ile Türkiye’de enflasyon muhasebesi uygulanmaya başlamış, teşvik belgesiz sisteme geçilmiş, stopaj kaldırılmış ve yabancılara arazi tahsisinde büyük kolaylıklar getirilmiştir. Bunların yanı sıra Bilgi Edinme Yasası çıkarılmış ve E-imza yasalaşmıştır. E-Devlet projesinin tamamlanması yolunda büyük adımlar atan Türkiye, yatırım ortamını yatırımcının ihtiyaçlarına en uygun şekilde iyileştirmek için uzun soluklu bir reform çalışması yürütmektedir. Söz konusu reform çalışmaları süreklilik arz etmektedir. Yatırım ortamını iyileştirme çalışmaları ile Türkiye’ye yatırım geldiği müddetçe yatırım ortamında karşılaşılan aksaklıkların giderilmesi hususunda çalışmaları yürütecek canlı bir yapı oluşturulmuştur. Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar büyük bir hızla artarken ve Türkiye’nin rakibi kabul edilebilecek gelişmekte olan ülkeler, ülke kalkınmasını desteklemek üzere bu yatırımlardan önemli paylar alırken, Türkiye 1990’ların başında yakaladığı avantajlı konumu koruyamamış ve yabancı yatırım çekme konusunda çok gerilerde kalmıştır. Türkiye’nin 50 yılda çektiği 19 milyar dolar dolayında DYY’ın birkaç katını bazı ülkeler bir yılda çekmektedir. Bu rakam Türkiye’nin potansiyelinin ve doğal olarak ihtiyacının çok altında bir rakamdır. Ülkemize yeterli miktarda DYY çekebilmek için, yatırıma gelecek ve halihazırda yatırım yapmış yabancı yatırımcının sorunlarının çözülmesi ve uluslararası arenada ülke tanıtımının daha etkin yapılması gerekli görülmektedir. Bu çerçevede, yatırım ortamının iyileştirilmesi için süratle atılması gereken adımlar vardır: • İşçilik maliyetlerinde ciddi bir kalem olan SSK primlerinde indirime gidilmelidir. • Türkiye’de yatırım yapılacak alanların haritasının çıkarılması projesinin süratle tamamlanması gerekmektedir. 180 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye • Vergi konusunda hayli komplike olan vergi sisteminin basitleştirilmesi ve sadeleştirilmesi yatırımcının işini kolaylaştıracaktır. • Hollanda, Fransa, Belçika ve Lüksemburg gibi ülkelerin yatırımcı çekmek amacıyla kullandıkları mekanizmaları, teşvikler ve vergi konusunda geliştirmek ve uygulamak olumlu olacaktır. • Gümrüklerde yaşanan tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması için önlemler alınmalıdır. • TSE’nin belirlediği standartların artık çağın gereği olarak uygulamadan kaldırılması, bunun yerine pazar içi kontrol mekanizmasının uygulanmaya başlaması ihtiyacı mevcuttur. Türkiye AB mevzuatına uyum çalışmaları kapsamında pazar içi kontrol konusunu göz ardı etmemelidir. • Serbest bölgelerde vergi uygulamaları konusunda yaşanan belirsizliklerin, kazanılmış haklar korunarak netleştirilmesi gerekmektedir. • Fikri mülkiyet hakları konusunda, özellikle veri koruması, taklit mallar, telif haklarının korunması, sokakta korsan mal satışı gibi konularda zafiyet yaşanmamalıdır. • Ani mevzuat değişikliklerinin, yapılan değişikliklerin yatırımcıya bildirimi konusunda zafiyetin ve mevzuatta yer almayan uygulamaların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Hayli sert bir rekabet ortamında yabancı yatırımları çekebilmek için burada bahsi geçen konuların üzerine gidilmeli, gerekli mevzuat değişikliğinin yanı sıra, uygulamada da ciddi adımlar atılmalıdır. UNCTAD’ın 2002 yılı Dünya Yatırım Raporu’nda yer aldığı şekliyle, dünyada yabancı yatırımcıların yatırım yaparken dikkat ettiği 6 temel unsur sırasıyla aşağıda verilmiştir; • Kilit pazarlara giriş imkanı (AB, NAFTA gibi) • Rekabet edebilir ücretler ve kalifiye işgücü • Yüksek kaliteli altyapı ve lojistik imkanı (Maliyet, kalite ve zamanında teslim açısından) • Yoğun endüstri bölgeleri • Etkin bürokrasi • Şirketlerin uluslararası üretim sistemleri açısından elverişli bir konum Bu unsurlar arasında Türkiye’de eksik olan tek unsur “etkin bürokrasi”dir. Burada sayılan koşullara sahip olmasının yanı sıra Türkiye’nin diğer avantajları da mevcuttur. 70 milyonluk nüfusunun yüzde 50’sinin 15-25 arası genç tüketici grup arasında bulunuyor olması Türkiye’yi tek başına iyi bir pazar ve istihdam açısından da yüksek potansiyele sahip bir ülke haline getirmektedir. Rusya, Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu ve AB gibi geniş pazarlara yakınlığı, Türkiye’nin cazibesini artırmaktadır. Yeni Yabancı Yatırım mevzuatı181 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları nın oldukça liberal bir mevzuat oluşu ve yabancı yatırımcının tabi olduğu izin sisteminin yerini bildirim sistemine bırakmasıyla yatırımcı için daha da liberalleşen hukuksal bir altyapı mevcut olmuştur. Türkiye’nin birçok uluslar arası anlaşmanın altına imza atmış olması (Gümrük Birliği, İkili Ticaret Anlaşmaları, Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları, Uluslar arası Tahkim Sözleşmesi vb.) da önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, kısa süre içinde tamamlanması beklenen adalet reformu çalışmaları başlatılmıştır. Kamunun yeniden yapılandırılmasına imkan tanıyacak kamu yönetimi reformu çalışmalarının tamamlanması ile yerel birimlerin yetkilendirilmesi söz konusu olacaktır. Kamudaki yeniden yapılanma tamamlandıktan sonra, altyapı çalışmaları hazır olan Türkiye Yatırım Promosyon Ajansı kurulacaktır. Söz konusu ajans yabancı yatırımcının yatırım öncesinde, yatırım sırasında ve yatırım sonrasında ihtiyaçları için hizmet verecek ve yatırımcı için “tek durak” olacaktır. 2004 yılı Türkiye için her anlamda bir kırılma noktası olacaktır. Uygulanmakta olan güçlü reform programı, Avrupa Birliği’ne giriş süreci ve 15 Mart`ta gerçekleştirilen ve dünyanın önde gelen yatırımcılarının katıldığı Yatırım Danışma Konseyi gibi dönüm noktaları Türkiye’nin bundan sonra gideceği yolu çizecektir. Bu hususlar gözönüne alındığında, 2005 yılından önce yatırımlarda ciddi bir artış yaşanması mümkün görünmemektedir. Yabancı yatırım girişlerinde bir yükselme trendine girilebilmesi için öncelikle Türkiye’deki yatırım ortamını iyileştirici tedbirlerin alınması ve uygulamada mesafe kaydedilmesi şarttır. Bunun için 2004 yılı bir fırsat yılı olarak nitelendirilebilir. 182 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye 1. Giriş Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar büyük bir hızla artarken ve Türkiye’nin rakibi kabul edilebilecek gelişmekte olan ülkeler, ülke kalkınmasını desteklemek üzere, bu yatırımlardan önemli paylar alırken, Türkiye 1990’ların başında yakaladığı avantajlı konumu koruyamamış ve yabancı yatırım çekme konusunda çok gerilerde kalmıştır. Türkiye’nin 50 yılda çektiği 19 milyar dolar dolayında DYY’ın birkaç katını bazı ülkeler bir yılda çekmektedir. 1990’ların başından sonra yatırım çekme çabasına girişen Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkelerinden bazıları, iki yıl gibi bir sürede bu rakamın üzerine çıkabilmektedir. Türkiye, 2002 yılında ancak Azerbaycan, Cezayir, Arjantin gibi ülkeler ile kıyaslanabilecek durumdadır. 1980’li yılların ikinci yarısı istisna tutulursa, bu durumun temel nedenleri, Türkiye’nin başından beri genelde yatırımlar, özelde de yabancı yatırımlar için uygun bir ortamı hazırlamamış olması, uygulamada sürekli sorun çıkarması, aşırı bürokrasi, bu nedenlere ek olarak, enflasyon muhasebesinin uygulanmaması, hukuk sistemindeki aksaklıklar, ruhsat ve izinlerin teminat altında olmaması ve son dönemde de körüklenmeye başlanan yabancı aleyhtarlığıdır. Pek çok uluslar arası araştırmaya ve uzman görüşüne göre, Türkiye’nin DYY çekme potansiyeli, dünyada yapılan toplam yatırımların yılda asgari yüzde 2’si dolayındadır. Buna göre, Türkiye’nin 2000 yılında 30, 2001 yılında 20, 2002 yılında da 13 milyar dolar civarında yatırım çekmesi gerekmekteydi. Halbuki, ARIA yatırımları ile 2001 yılında durumunu biraz düzelten ve çektiği 3.2 milyar dolar yatırımla, yabancı yatırım çeken ülkeler sıralamasında 32. sıraya yükselen Türkiye, yeniden uzun yıllardır bulunduğu 50. sıraya doğru irtifa kaybetmiştir. 1994 yılından bu yana, her yıl yapılan ortalama 1 milyar dolar yatırım miktarının tamamına yakın bölümü, Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı yatırımlar tarafından kardan yeniden yatırım olarak yapılmaktadır. Sonuç olarak, DYY çekme konusunun bir politika olarak benimsenmemiş olması sebebiyle, son on yılda, Türkiye’nin uğradığı yatırım kaybının yıllık 20-25 milyar dolar aralığında olduğu söylenebilir. Dünyada DYY’ların genel olarak makroekonomik ve politik istikrara sahip, riskin düşük olduğu ülkeleri tercih ettiği bilinmektedir. İstikrarla birlikte, yatırım ortamının durumu, yatırımcıların yatırım kararlarını alırken baktığı ikinci önemli faktör olmaktadır. Yatırımcı tarafından tercih edilen yatırım ortamlarını; rekabetin, tüketicinin ve fikri mülkiyet haklarının uluslar arası standartta korunduğu, bürokrasinin asgariye indirilmiş olduğu, vergi sistemlerinin basit olduğu, yerel yönetimlerin yatırımcıya azami kolaylığı sağladığı ve yabancı yatırımların son derece cazip olanaklarla teşvik edildiği ortamlar olarak tanımlamak mümkündür. Günümüzde DYY’ları çekme konusunda ülkeler arasında son derece şiddetli bir rekabet hüküm sürmekte, pek çok ülke yatırımcıya son derece cazip olanaklar sunmaktadır. Buna rağmen, birinci nesil tercih faktörü kabul edilen “uygun yatırım koşullarının yaratılması”nın ardından, “aktif tanıtım” dahi ikinci nesil kabul edilmekte, bugün ülkeler üçüncü nesil tercih faktörü olarak, yatırımcıya “tedarik imkanlarının zenginliği”ni (backward linkages) 183 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları sağlamaya çalışmaktadır. UNCTAD’ın 2002 Dünya Yatırım Raporu’nda belirtildiği gibi, uluslararası yatırımcılar, ihracata odaklanmış yatırım yaparken, 6 faktöre bakmaktadırlar; • AB, NAFTA gibi kilit pazarlara giriş imkanına, • Rekabet edebilir ücretler ve kalifiye işgücüne, • Yüksek kaliteli altyapı ve lojistik imkanlarına, • Yoğun endüstri bölgelerine, • Şirketlerin uluslararası üretim sistemleri açısından elverişli bir konuma ve • Etkin bürokrasiye Listeden de rahatlıkla görülebileceği gibi, dünyada pek az ülkenin bir araya getirebildiği bu koşullar Türkiye’de varolmakla birlikte bürokrasinin etkinliği konusunda önümüzde katedilecek mesafe bulunmaktadır. Bunun yanı sıra ülkemizde faaliyet gösteren özel sektör firmalarının iyi yönetişim, kurumsal sorumluluk alanlarında katedecekleri mesafe de “etkin bürokrasi”yi hızlandıracaktır. Dolayısıyla, yatırım ortamı iyileştirilip, etkin bir tanıtım yapılması halinde, Türkiye, tedarik imkanlarının zenginliği dolayısıyla, dünyada yatırım çekme konusunda en fazla avantaja sahip ülkeler arasına girecektir. UNCTAD’ın 2003 Dünya Raporu’nda, bu hususlara, • Ev sahibi ülkenin yatırım politikası ve uygulamaları • Yatırım çeken ülkenin yatırımlardan elde ettiği kazanç ve • Uluslararası Yatırım Anlaşmaları’nın (UYA) ulusal politikalara etkisi gibi faktörler de eklenmiştir. UYA’lar ile yabancı yatırım çekmek için ülkelerin amaçladığı hususlar, • Yabancı yatırımcının önündeki operasyonel kısıtlamaları kaldırmak, • Yabancı yatırımcının önündeki yatırıma engel teşkil eden hususları azaltmak, • Yabancı yatırımcıya uygulanan standartların geliştirilmesi, • Yabancı yatırımcıya uygulanan ayrımcı muameleyi ortadan kaldırmak, • Yabancı yatırımcıyı kamulaştırmadan korumak ve • Uyuşmazlıkların çözümü konusunda yabancı yatırımcının haklarının garanti altına alınması olarak özetlenebilir. 184 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye 2. Durum Analizi 2.1. Mevcut Durum 2.1.1. Dünyada Yabancı Yatırımlar2 Türkiye’de yabancı yatırımların durumunu tam olarak irdeleyebilmek için, önce kısaca dünyadaki duruma bakmakta yarar bulunmaktadır. 2002 yılında dünyada gözlenen ciddi bir düşüş ile toplam olarak 651 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım yapılmış bulunmaktadır. Tablo 2.1, yıllar itibariyle dünyada yapılan DYY miktarlarını vermektedir. Tablodan da görüleceği gibi, dünyadaki doğrudan yatırımlar 1987 ve 1988 yıllarından sonra hızlanarak artmaya başlamakla beraber 1993 yılına kadar 200 milyar doların altında kalmıştır. 1993 yılından itibaren söz konusu artış daha da hızlanmış ve 1997 yılında DYY’lar yıllık 500 milyar dolar seviyesine yaklaşmıştır. Asya ekonomik krizinin patlak vermesi ile birlikte, düşeceği tahmin edilen DYY’ların tersine, 1997 yılından itibaren hızlı bir artış gösterdiği ve 1999 yılında 1 trilyon dolar düzeyinin üzerine çıktığı gözlenmiştir. Bu artış eğilimi 2000 yılında da devam etmiş ve dünyada bir yılda yapılan toplam DYY 1 trilyon 393 milyar dolara ulaşmıştır. Dünyada 1990 yılından 2000 yılına kadar 8 kat artan DYY’larda yalnızca 1997 ve 2000 yılları arasında 3 kata yakın artış kaydedilmiştir. Ancak, 2001 yılında DYY’larında gözlenmeye başlanan düşüş 2002 yılında da devam etmiş ve dünyada toplam yatırımlar 651 milyar dolara (yaklaşık olarak 1998 yılı seviyesine) inmiştir. Tablo 2.1: Dünyada Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yıllar 1980 – 85 (yıllık ortalama) 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 DYY(Milyar Dolar) 50 78 133 158 195 184 158 168 208 226 331 385 478 693 1075 1393 824 651 Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporları 2 Bu bölümde yer alan bilgiler Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD’ın Dünya Yatırım Raporu’na aittir. 185 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 1980’li yıllarda çok düşük seviyelerde bulunan DYY’ların, 1990’lı yıllardaki hızlı artışının ardında, dünyada yaşanan borç krizi yatmaktadır. 1980’li yılların sonuna doğru, bazı Uzakdoğu ve özellikle Latin Amerika ülkelerinde yaşanan borç krizi, gelişmekte olan ülkelere borç veren ülke ve uluslararası finans kuruluşlarına, borç verilen ülkelerin kısa süre sonra borçların faizini dahi ödeyemez duruma düştüğünü göstermiştir. Bu duruma aranan çözüm DYY’larda görülmüş ve finansör ülke ve kuruluşlar DYY’ların teşvik edilmesi kararına varmışlardır. Bu kararın ardından, 1990’lı yılların başından itibaren DYY’larda hızlı bir artış yaşanmaya başlamıştır. Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, bu yatırımların bölgesel dağılımıdır. 1990’ların başında, zaten çok yüksek düzeylerde olmayan toplam yatırımlardan gelişmekte olan ülkelerin aldığı pay yüzde 20’ler dolayındaydı. Toplam DYY’ların yüzde 80’i gelişmiş ve zaten sermaye ihraç eden ülkeler arasında gidip geliyordu. Borç krizi sonrasında benimsenen politikaların bir sonucu olarak, gelişmekte olan ülkelerin bu yatırımlardan aldıkları pay giderek arttı. 1990’ların ortalarına doğru, gelişmekte olan ülkelerin toplam DYY’lardan aldığı pay üçte bir oranına ulaşırken, 1997 yılında yüzde 43.3 ile tepe noktasına erişti. Ne var ki, toplam DYY’lar üzerinde olumsuz etki göstermeyen Asya krizi, etkisini gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelere giden yatırımlar üzerinde gösterdi. 1997 yılında tepe noktasına ulaşan gelişmekte olan ülkelere giden yatırımlar, hızla gerileyerek, uzun yıllardan beri en düşük düzeye, yüzde 19’a düştü. 2002 yılında seçilmiş bazı ülkelerin çektikleri yatırım miktarları, Tablo 2.2’de geçmiş yıllarla karşılaştırmalı bir biçimde verilmektedir. Tablodan da görüleceği gibi, ABD uzun yıllardan beri en fazla yatırım çeken ülke konumunu 2002 yılında Belçika - Lüksemburg’a bırakmıştır. 2002 yılında, ABD 30 milyar dolar yatırım ile Almanya’dan sonra yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında ilk sıra, her zaman Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edilmiştir. Çin, 1994 yılında ulaştığı 30 milyar dolar düzeyinin üzerindeki rakamlarla, her zaman gelişmekte olan ülkelere giden yatırımların üçte birinden fazlasını çekmiş bulunmaktadır. 2000 yılında Hong Kong’la birlikte 100 milyar doların üzerinde yatırım çeken Çin, 2002 yılında 66.4 milyar dolar DYY çekerek, Belçika - Lüksemburg’tan sonra 2. sırada yer almıştır. 186 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Tablo 2.2: Yıllar İtibariyle Bazı Ülkelere Giden Doğrudan Yabancı Yatırımlar (Milyar Dolar) 1991-1996 2000 2001 2002 Belçika & Lüksemburg 10.7 88.7 88.2 133.9 Çin (Hong Kong dahil) 31.5 102.6 70.5 66.4 Fransa 18.4 43.2 55.2 51.5 4.8 203.0 33.9 38.0 ABD 46.8 314.0 143.9 30.0 İngiltere 16.4 130.4 61.9 24.9 İspanya 9.5 37.5 28.0 21.1 Brezilya 3.6 32.7 22.4 16.5 Angola 0.3 0.8 2.1 1.3 Vietnam 1.2 1.2 1.3 1.2 Romanya 0.2 1.0 1.1 1.1 Cezayir 0.06 0.4 1.1 1.0 TÜRKİYE 0.7 0.9 3.2 1.0 Almanya Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporları Bu ülkelerin dışında, Hollanda, Kanada, İrlanda, İtalya, Meksika, Çek Cumhuriyeti, Japonya, Bermuda, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, önemli miktarlarda DYY çeken ülkelerdir. Bu yatırımların hangi ülkeler tarafından yapıldığına bakıldığında ise, Tablo 2.3’te görüldüğü gibi, Belçika -Lüksemburg 2002 yılında yurtdışına yaptığı 167 milyar dolar yatırımla en fazla dış yatırım yapan ülke konumundadır. Belçika-Lüksemburg’u bütün zamanların en fazla yatırım yapan ülkesi ABD izlemiştir. Diğer ülkelerin dışarı yaptıkları yatırımlarda önemli düşüşler meydana gelmiştir. 2001 öncesinde ise, ABD diğer ülkelerden daha fazla yatırım yaparak, hep birinci sırayı almıştır. 1999 ve 2000 yıllarında İspanya’nın gösterdiği performans dikkat çekicidir. İspanya, bu iki yılda, yurtdışına toplam 96 milyar dolar yatırım yapmış bulunmaktadır. 2002 yılında 18 milyar dolar yatırım yaparak, İspanya da düşüşten payını almıştır. Gelişmekte olan ülkeler arasında ise, yurtdışına yaptığı yatırımlar bakımından Çin (Hong Kong dahil) özel bir konuma sahiptir. Çin (Hong Kong dahil), 2002 yılında yurtdışına 19 milyar dolar yatırım yapmıştır. 2002 yılında yapılan 651 Milyar Dolar DYY, sayıları günümüzde 63 bine ulaşan uluslararası şirket (UAŞ)3 tarafından yapılmıştır. Bu 63 bin şirketin yurtdışında yapmış olduğu yatırımların sayısı, 2002 yılında yaklaşık 1 milyona ulaşmıştır. UAŞ’lerin dışarıda 3 Bu şirketleri niteleyen eski deyim olan çok uluslu şirket (ÇUŞ) yerine, uluslararası literatürde kullanılmaya başlanan transnasyonal şirket (transnational corporation) karşılığı olarak, uluslararası şirket (UAŞ) ifadesi kullanılacaktır. 187 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları yaptıkları yatırımların son 10 yıldaki artışı dikkate değer bir olgudur. 1990 yılında sayıları 35 bin olan UAŞ’lerin yurtdışında 150 bin yatırımı bulunurken, bu sayı 1995’de 250 bine, 2000’de de 800 bine ulaşmıştır. UAŞ’lerin yurtdışındaki yatırımlarının sayısı 1991’den 1995’e yüzde 67 artarken, bu artış 1990’ların ikinci yarısında yüzde 220 olmuştur. 1991’de şirket başına 4.3 yatırım düşürken, bu rakam bugün 13’ün üzerindedir. Tablo 2.3: 2002 Yılında En Fazla Doğrudan Yatırım Yapan Ülkeler Milyar Dolar Belçika & Lüksemburg 167 ABD 119 Fransa 62 İngiltere 39 Japonya 31 Kanada 28 Hollanda 26 Almanya 24 Çin (Hong Kong dahil) 19 İspanya 18 Kaynak: UNCTAD 2002 Dünya Yatırım Raporu UAŞ’lerin toplam yurtdışı satışları da önemli rakamlara ulaşmıştır. 1991 yılında 35 bin UAŞ’in 150 bin yatırımının toplam satışları 4.4 trilyon dolar iken, bu rakam 1999’da 13.6 trilyon dolara yükselmiştir. Bu rakam, 1998 yılının ülkeler arası ticaret hacmine eşit bir rakamdır ve UAŞ’lerin yatırımlarının yaptıkları satışların artış hızı, dünya ticaretinin artış hızından çok daha yüksektir. Dünyadaki en büyük 100 şirketin durumuna baktığımızda ise, durum daha da çarpıcı bir hale gelmektedir. 1999 yılında, en büyük 100 UAŞ, 63 bin UAŞ’in toplam varlıklarının yüzde 12’sine sahipti; toplam satışların yüzde 16’sını ve toplam istihdamın yüzde 15’ini gerçekleşmekteydi. Bu durum çok yoğun bir konsantrasyon anlamına gelmektedir. DYY’ların büyük bir bölümü, Sınırötesi Satınalma ve Birleşme (SSB) biçiminde yapılmaktadır. Geçmişte, bugüne kadar 24 bin SSB yapıldığı tahmin edilmektedir. SSB’ler, son yirmi yılda her yıl yüzde 42 büyüyerek bu rakama ulaşmışlardır. Dünya çapında gerçekleştirilen SSB’ler her geçen yıl hızlanarak artmaktadır. Yalnızca 1999 yılında, tarihte gerçekleşen tüm SSB’lerin yaklaşık dörtte biri kadar, 6 bin adet SSB, gerçekleştirilmiştir. 2000 yılında toplam satınalma ve birleşmeler, değer olarak 3.4 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu SSB’lerin yarıdan fazlası, 1.8 trilyon doları, yalnızca son iki yılda gerçekleşmiştir. 2000 yılında yapılan tüm DYY’ların yüzde 85’i SSB yoluyla yapılmıştır. 188 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye 2.1.2. Türkiye’de Yabancı Yatırımlar Tarihsel Gelişim Türkiye’de DYY’ların geçmişini üç dönemde incelemek mümkündür. Bu dönemlerin ilki, 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (YSTK)’nun çıkarıldığı 1954 yılından, 24 Ocak Kararları olarak bilinen istikrar tedbirlerinin alındığı 1980 yılına kadar olan dönemdir. İkinci dönem, 1980’den, bir anlamda Özal döneminin son bulduğu 1990 yılına kadar olan dönemdir. Üçüncü dönem ise, 1990 yılından bugüne kadar gelen dönemdir.4 1954 – 1979 Dönemi: YSTK’nun çıkarıldığı 1954 yılından 1980 yılına kadar, Türkiye’ye DYY geldiğini söylemek zordur. 1954 yılından 1980 yılı başına kadar geçen 25 yıllık sürede, Türkiye’ye gelen toplam DYY tutarı 228 milyon dolardır. Türkiye bu süre zarfında, her yıl ortalama 10 milyon dolardan daha az yatırım çekmiştir. Bu yatırımlar, Türkiye ölçeğinde büyük yatırım sayılabilecek, ikisi binek arabası üretim tesisi olmak üzere, birkaç otomotiv yatırımı, üç petrol şirketinin yaptığı yatırımlar, birkaç ilaç üreticisinin yaptığı yatırımlar, gıda sektörüne yapılan bazı yatırımlar ve iki kamu ortaklığı ile sınırlı kalmıştır. Bunların dışındaki yatırımlar, daha ziyade şahıs şirketi niteliğinde, çok küçük yatırımlardır. Bu dönemde Türkiye’nin son derece sınırlı miktarda yabancı yatırım çekmesinin temelinde, ekonomimizin büyük ölçüde kapalı bir ekonomi olması ve 1954 yılında teşvik yasası çıkarıldığı halde, yabancı yatırımların uygulamada teşvik edilmemesi yatmaktadır. 1980 – 1990 Dönemi : 1980 yılında alınan ekonomik tedbirler ve özellikle 1983 yılından sonra başlatılan liberalleşme hamlesi ile, Türkiye geçmişle kıyaslandığında biraz daha yüksek düzeylerde DYY çekmeye başlamış, ancak, Tablo 2.4’te görüldüğü gibi, 1987 yılına kadar bir yılda gelen DYY’lar 200 milyon dolar düzeyini aşamamıştır. İlk kez 1987 yılında 239 milyon dolar DYY çekildikten sonra, DYY’lar her yıl yaklaşık iki katına yükselerek, 1988 yılında 488 milyon dolar, 1989 yılında 855 milyon dolar olarak gerçekleşmiş ve 1990 yılında ilk kez 1 milyar dolar sınırı aşılarak, 1 milyar beş milyon dolar yatırım çekilmiştir. Bu dönem, Türkiye’nin yabancı yatırım çekme konusunda önemli başarı elde ettiği bir dönemdir. İleride daha geniş bir biçimde ele alınacağı gibi, Türkiye 1990 yılında gelişmekte olan ülkeler arasında kişi başına çektiği yatırım tutarı olarak en önde yer almıştır. Bunun temelinde ise, bu dönemde uygulanan liberalleşme politikaları ve yabancı yatırımların ülkeye çekilebilmesi için girişilen çabalar yatmaktadır. 4 Aşağıda yer alan bölümlerdeki Türkiye DYY rakamları Hazine Müsteşarlığı verileridir. Bkz: Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü(YSGM) aylık ve yıllık Yabancı Sermaye Raporları. 189 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tablo 2.4: Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yıl DYY Yıl 228 1992 1242 1980 35 1993 1016 1981 141 1994 830 1982 103 1995 1127 1983 87 1996 964 1984 162 1997 1032 1985 158 1998 976 1986 170 1999 817 1987 239 2000 1700 1988 488 2001 3228 1989 855 2002 1042 1990 1005 2003 374 1991 1041 1954 – 79 (toplam) DYY Kaynak: Hazine Müsteşarlığı YSGM 1990 Sonrası Dönem : 1990 sonrası dönemde ise, 1980 sonrasında başlatılan çabaların sürdürülmediğini ve bunun sonucunda 1990 yılında yakalanan önemli dalganın devam ettirilemediğini görüyoruz. 1990 sonrası, 2000 yılında GSM alanına İtalyanların yaptığı yatırım hariç tutulduğunda, yıllık DYY tutarlarının sürekli olarak 1 milyar dolar dolayında, bu rakamın biraz altında veya üzerinde gerçekleştiğini ve Türkiye’nin 1990 yılından 2000 yılına kadar ortalama her yıl 1 milyar dolar yatırım çektiğini görürüz. 2000 yılı hariç, en yüksek değer olarak, henüz 1980’li yılların havasının kısmen devam ettiği 1992 yılında 1 milyar 242 milyon dolar yatırım gerçekleşmiş, kriz yılları olan 1994 ve 1999 yıllarında ise, yıllık DYY rakamları 800 milyon dolar dolayında kalmıştır. 2001 yılında gerçekleşen 3 milyar dolar tutarında DYY’ın, yine 1.5 milyar doları GSM alanına yapılan yatırım tarafından gerçekleştirilmiştir. 1990 sonrası dönemde ve özellikle 1994 yılından itibaren, tüm dünyada yapılan toplam DYY’lar artar, Türkiye’nin rakibi sayılabilecek Çin, Brezilya, Polonya gibi çeşitli Doğu Asya, Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkeleri her geçen yıl çektikleri yatırım miktarlarını artırırken, Türkiye 1990 yılında yakaladığı 1 milyar dolar düzeyinin üzerine çıkamamıştır. Bunun nedeni, aşağıdaki bölümlerde geniş bir biçimde ele alınacağı gibi, Türkiye’nin özellikle 1994 yılından itibaren içine girdiği politik istikrarsızlık döneminde, zaten yıllardır süren yüksek enflasyonun karakterize ettiği ekonomik istikrarsızlık ve uygulamadaki olumsuzluklardır. Son yıllarda, yine ileriki bölümlerde değinileceği gibi, bu olumsuzluklara yenileri eklenmiştir. 190 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye 1990 sonrası DYY rakamlarının bunun da ötesinde olumsuzluklar taşıdığı, Yabancı Sermaye Derneği YASED bünyesinde yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. YASED tarafından yapılan araştırmalar, 1993 yılına kadar Türkiye’ye yapılan DYY’ların yarıya yakınının (yüzde 30-50) yeni yatırımlardan oluştuğunu ortaya koyarken, bu oranın 1994 yılında yüzde 11’e, 1995 yılında da yüzde 6 düzeyine düştüğünü ve 2000 yılında yapılan GSM yatırımı istisna kabul edildiğinde, o yıldan bu yana, yeni yatırımların bu düzeylerde kaldığını göstermektedir. Bu yıllık 50-100 milyon yeni yatırıma tekabül etmektedir. Üstelik, bu yatırımların içinde, 1995 yılından sonra yapılan üç otomotiv (Honda, Hyundai ve Ford), bir çimento (Akçansa), bir petrol (Lukoil) ve diğer birkaç görece hacimli yatırım da bulunmaktadır. Bu görece hacimli yatırımların dışında kalan ve toplam tutarları 15-20 milyon dolar tutarındaki yıllık yeni yatırımlar, her yıl firma sayısındaki ortalama artışın da gösterdiği gibi, 400 firma tarafından yapılmaktadır. Bu firmalar, sermayesinin yabancı bölümü asgari koşul olan 50 bin dolar düzeyinde bulunan, Türkiye’nin komşularından, ya da Avrupa’da yaşayan Türklerle ortaklık halinde gelen şahıs firmalarıdır ve uluslararası yatırımcı değildir. 2.2. Türkiye’nin Potansiyeli Türkiye’nin DYY çekme potansiyeli, üzerinde çokça spekülasyon yapılan bir konudur. 1994 yılında ABD Dış Ekonomik İlişkiler Müsteşarlığı tarafından geliştirilen 10 Büyük Gelişen Pazar (10 BGP) stratejisine göre, Türkiye Çin’le birlikte en büyük gelişme potansiyeline sahip pazar olarak görülmektedir.5 Stratejinin mimarı J. H. Garten’a göre, Türkiye 10 BGP (Çin, Kore, Endonezya, Hindistan, Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika, Polonya ve Türkiye) arasında, en önemli pazarlardan biridir. Garten’ın bu görüşü, çeşitli ülkelerin (örneğin İngiltere) Türkiye’yi dış ekonomik ilişkileri içinde en önemli yere sahip 10 ülke arasına almaları ve 2000 ve 2001 yıllarında Dünya Bankası’nın Yabancı Yatırım Danışma Servisi’nce (Foreign Investment Advisory Service – FIAS) yürütülen Türkiye’de yatırım ortamının eksiklerinin ve idari engellerin tespiti çalışmalarının sonuçları tarafından da doğrulanmaktadır. Ayrıca, stratejide 2000 yılı için öngörülen gelişmeler, Türkiye istisna tutulduğunda, büyük bir isabetle gerçekleşmiştir. Bu da, stratejinin öngörülerinde yüksek isabet şansına sahip olduğunu göstermektedir. FIAS raporları, Türkiye’nin sözü edilen avantajlı konumunu üç ana unsura, iç pazarın büyüklüğüne, kalifiye ve verimli işgücüne ve gelişkin yerli sanayiye (güçlü yerli kuruluşlar) bağlamaktadır. Bu ana unsurların yanında, Türkiye’nin coğrafi konumunun ve çevre pazarlarla bağının, gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında gelişkin altyapısının, liberal doğrudan yatırım mevzuatının ve taraf olduğu çok ve iki taraflı anlaşmalarla yatırımları garanti altına almış ve çifte vergilendirmeyi pek çok ülke nezdinde engellemiş olmasının ek avantaj sağladığı bilinmektedir. Bu avantajları, Türkiye’nin Çin’den sonra en fazla yatırım çekebilecek ikinci gelişmekte olan ülke kabul edilmesine yol açmaktadır. Bu kabule göre, Türkiye’nin asgari çekmesi gereken yatırım miktarı, 2000 yılında, Brezilya’nın 33.5 milyar dolar DYY çektiği gözönüne 5 Jeffry H. Garten, 10 Big Emerging Markets, U.S. Undersecretariat of Foreign Economic Relations, Eylül 1994; “Turkey – A Pivotal Big Emerging Market” Ağustos 1995’te istanbul’da yaptığı konuşma metni. 191 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları alındığında, 35 milyar dolar olmaktadır. 2001 ve 2002 seviyelerine göre de, Türkiye’nin çekmiş olması gereken rakam 25 ve 17 milyar dolardır. Türkiye’nin geçmişte bu ülkelerin önüne geçmiş olması da, bu tahminin abartılı bir tahmin olmadığını göstermektedir. Türkiye, 1990 yılında 1 milyar dolar DYY düzeyine eriştiğinde, aynı yıl Çin 3.5 milyar dolar, Brezilya ise 900 milyon dolar DYY çekmiş bulunuyordu. Türkiye, 1990 yılında, kişi başına Çin’in 6.5 katı, Brezilya’nın 3.5 katı yatırım çekmiş bulunuyordu. Tablo 2.5, kişi başına çektikleri yatırım miktarları bakımından çeşitli ülkeleri kıyaslamaktadır. Tablodan da görüldüğü gibi, İrlanda kişi başına Türkiye’nin 316 katı, Kazakistan 11 katı, Malezya 15 katı, Ekvator 8 katı, Çin ise, 1 milyar 279 milyon nüfusu ile, kişi başına Türkiye’nin 4 katı DYY çekmektedir. Tablo 2.5: Çeşitli Ülkelerin 2002 Yılında Çektikleri Kişi Başına Yatırım Miktarları Ülke Malezya İrlanda Çin Estonya Çek Cumhuriyeti Almanya Hindistan Slovenya Macaristan Brezilya Portekiz Slovakya Türkiye Arjantin Polonya Rusya Yatırım Miktarı (ABD Doları) 223 36394 640 2214 2656 5025 21.6 1600 2313 1272 3290 1148 264 2026 1062 139 Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporu 2003, Dünya Bankası Dünya Gelişim Endikatörleri Raporu 2.3. Türkiye’nin Yeterli Miktarda Yatırım Çekememesinin Nedenleri Tablo 2.6, FIAS raporlarının hazırlanması sırasında, Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı kuruluşların yöneticileri arasında yapılan anket sonuçlarını vermektedir. Tabloda, yöneticilerin yatırım ortamını etkileyen sorunları önem sırasına göre sıralaması yer almaktadır. Tablodan da görüldüğü gibi, Türkiye’de faaliyette bulunan yatırımcıların en önemli sorun olarak gördükleri sorunlar, politik istikrarsızlık ve enflasyon, genel olarak ekonomik istikrarsızlıktır. Bu faktörleri, belirsizliğin getirdiği maliyetler, mevzuatta sık ve beklenmedik değişiklikler ve yüksek vergi oranları takip etmektedir. Bu faktörler, aynı zamanda yeni yatırımların gelmesini engelleyen faktörlerin de en önemlilerini oluşturmaktadır. Tabloda sorunların karşısında yer alan yüzdeler, o sorunu belirten yatırımcıların yüzdesini vermektedir. 192 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Tablo 2.6 : Türkiye’de Yabancı Yatırımcının Karşılaştığı Sorunlar Sorun Yüzde(%) Politik istikrarsızlık 75 Enflasyon 70 Belirsizliğin getirdiği maliyetler 58 Sık mevzuat değişiklikleri ve beklenmedik uygulamalar 55 Yüksek vergi oranları 48 Finans sisteminde varolan sorunlar 42 Yetersiz altyapı 40 Yolsuzluk 32 Kaynak: FIAS “Yatırımların Önündeki İdari Engeller Raporu” Yabancı Sermaye Derneği YASED’in üyeleri arasında yapmış olduğu araştırmalarda da benzer sonuçlar ortaya çıkmaktadır. YASED’in 2000 ve 2001 yıllarında 57. Hükümete sunduğu raporlarda, yatırım ortamında varolan olumsuzluklar, • Ekonomik istikrarsızlık, • Politik istikrarsızlık, • Bürokrasi ve kırtasiyecilik, • Hukuk ve adalet sistemindeki aksaklıkların ve yasaların etkili bir biçimde uygulanmamasının yarattığı sorunlar, • Bir bölümü kayıtdışı ekonomiden kaynaklanan rekabet ihlalleri, • Vergi sistemindeki aksaklıkların yarattığı sorunlar ve • Yozlaşma olarak belirtilmiş, bu sorun alanlarının yanında, • Yüksek enflasyon ve enflasyon muhasebesinin uygulanmaması, • Tarife dışı engeller ve özellikle Türk Standartlar Enstitüsü’nün uygulamaları, • Fikri ve sınai mülkiyet haklarının yeterince korunmaması ve taklit ürün üreticileri ile etkin bir biçimde mücadele edilmemesi, • Özelleştirme uygulamaları etrafında yapılan yabancı aleyhtarı tartışmalar ve • Avrupa Birliği mevzuatı ile uyum çalışmalarının yavaş ilerlemesi öznel diğer sorunlar olarak ortaya konmuştur. Bu sorunların başında yer alan ekonomik ve siyasi istikrar, Türkiye’ye özgü faktörler değildir. Yine FIAS tarafından yayınlanan bir çalışmada, gelişmiş ve gelişmekte olan 50 193 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları ülkede yapılan araştırmada, yatırımcıların gelişmekte olan bir ülkeye yatırım yaparken en fazla önem verdikleri konular olarak, istikrarlı büyüme ve siyasi istikrar öne çıkmıştır. Türkiye’de, 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan gelişmelerle girilen ekonomik krizden sonra, “krizi yabancıların tetiklediği” ve “yabancılarının Türk şirketlerini ucuza satın alacağı” doğrultusunda yapılan propaganda, varolan olumsuzluklara ekonomik kriz ile eklenen olumsuzlukları daha da ağırlaştırıcı etki göstermiştir. Dünyada başlayan ekonomik durgunluk ve 11 Eylül saldırılarından sonra ortaya çıkan savaş koşulları, DYY’lar açısından tabloyu daha da olumsuza götürmüştür. Bütün bu gelişmeler sonucunda, Türkiye’ye 1994 yılından beri zaten gelmeyen yeni DYY’ların yanında, Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı yatırımcıların da, yavaş yavaş Türkiye için planladıkları yatırımları başka ülkelere kaydırdıkları, ya da Türkiye’de yapmayı düşündükleri tevsi, yenileme veya sermaye artırma yatırımlarını erteledikleri gözlemlenmektedir. Bu sürecin devam etmesi halinde, yenileme ya da tevsi yatırımı yapmayan pek çok işletmenin, kalite ve fiyat avantajlarını, bunun sonucunda da rekabet şanslarını kaybedecek olmaları dolayısıyla, kapanmak zorunda kalacağı açıktır. 2.4. Türkiye İçin Doğan Yeni Fırsatlar UNCTAD’ın 2001 Dünya Yatırım Raporu’nda ana tema olarak, DYY’ların yatırım yaptıkları ülkelerin sanayileri ile ilişkileri incelenmekte ve tanıtım politikaları ile DYY’ların ülke tercihlerinde rol oynayan kıstaslar üç nesilde sınıflandırılmaktadır. Birinci nesil tanıtım politikaları ve firma kıstasları, esas itibariyle, yatırımlar için mevzuat ve uygulama açısından uygun ortamın hazırlanması olarak ifade edilebilir. İkinci nesilde ise, ülkeler yatırım ajansları kurarak, aktif tanıtım politikaları uygulamaya başlarlar. İçinde bulunulan dönemde ortaya çıkan üçüncü nesil koşullar ise, küreselleşen dünyada, yüksek teknoloji sektörlerinin öne çıkması ile belirlenmektedir. Artık doğrudan yabancı yatırımcılar ülke tercihlerini iki ana unsuru göz önüne alarak yapmakta, ülkeler de tanıtım politikalarını bu zeminde oluşturmaktadırlar. Bu unsurlar, • Yatırım yapılacak ülke sanayiinin belirli bir gelişmişlik düzeyinde bulunması ve • Ülkede aynı zamanda bulunmamasıdır. iyi yetişmiş, deneyimli işgücü temininde sorun Uluslararası yatırımcı, artık bir ülkeye yatırım yapacağı zaman, o ülkede yapacağı yatırımın ihtiyaç duyacağı girdileri o ülke sanayiinin temin edebilmesini bir önkoşul olarak istemekte, ayrıca ihtiyaç duyacağı deneyimli işgücü ve iyi yetişmiş yönetici açısından sorun bulunmamasını beklemektedir. Sanayiinin belirli bir gelişmişlik düzeyinde bulunması, yatırımcının yapmayı düşüneceği ortaklıklar açısından da önemlidir. Uluslararası yatırımcılar, artık seçecekleri ülkelerde bu koşulları aramakta, yatırım çekmek isteyen ülkeler de, bu koşulları bir an önce oluşturmaya ve yatırımcıya sunmaya çalışmaktadırlar. 194 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Türkiye, FIAS raporlarında da vurgulandığı gibi, bu iki koşul açısından son derece avantajlı bir konuma sahip bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında, ülke sanayiinin oldukça gelişmiş olması ve yetişmiş, eğitimli eleman bakımından Türkiye’nin her zaman yabancılar açısından son derece olumlu bulunmuş olması, ilk iki nesil politikalar açısından hemen hiçbir şey yapmamış, hatta ters yönde gelişmelere evsahipliği etmiş bulunan Türkiye’nin, istisnai olarak son derece önemli bir fırsatı eline geçirmesine yol açmıştır. Türkiye, bugün uluslararası yatırımcıların öncelikle aradığı iki koşula da sahiptir. 3. Yatırım Ortamını İyileştirme (YOİ) Çalışmaları YOİ çalışmaları, 2000 yılında Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn’un Türkiye’ye dünyanın önde gelen yatırımcı kuruluşlarının başkan ve CEO’larının davet edileceği bir toplantı düzenlemek istemesiyle başlamış, yatırım ortamının iyileştirilmesinin ardından, Yatırımcı Konseyi olarak adlandırılan bu konseyin toplanarak Türkiye’deki yeni yatırım ortamını dünyaya duyurması ile, Türkiye’de yabancı yatırımlar konusunda bir patlama dönemi yaşanacağı düşüncesiyle hareket edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı’nın ve özel sektörün katkılarıyla, Dünya Bankası ve IFC’nin bir alt kuruluşu olan FIAS (Yabancı Yatırım Danışmanlık Servisi), Türkiye’deki yatırım ortamının durumunun saptandığı ilk FIAS raporunu hazırlamıştır. İlk raporda ortaya çıkan ağır idari engellerin varlığının daha detaylı incelenmesini amaçlayan ikinci FIAS raporu, birincisini hemen takip eden aylarda tamamlanmıştır. Her iki rapor da Türkiye’deki yatırım ortamının doğrudan yatırımları istenen ölçeklerde çekmek için uygun koşullarda olmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Uzun yıllardır varolan politik ve ekonomik istikrarsızlığın, ağır bürokratik engellerle birlikte yatırımcının önünde ciddi engel teşkil ettiği, buna yolsuzluk ve yargı sisteminin yetersizliği ve etkisizliği de eklendiğinde, ortamda yatırım çekme konusunda önemli engellerin varolduğu görülmektedir. FIAS Raporları’nın Hükümet’e sunulmasının ardından, Hazine Müsteşarlığı, 10-11 Eylül 2001 tarihlerinde bir çalıştay düzenlemiş, bu çalıştayda özel ve kamu sektörü temsilcileri ilk kez bir araya gelerek, FIAS’ın hazırladığı iki raporda yer alan sorunların halli doğrultusunda çalışmaları başlatmışlardır. 10-11 Eylül Çalıştayı’nı takiben, 12 Aralık 2001 tarihinde kabul edilen Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ile YOİKK (Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu) oluşturulmuştur. YOİKK, Başbakan Müsteşarı başkanlığında, Hazine, DPT, Dış Ticaret, Sanayi ve Ticaret ve Maliye Müsteşarları ile, TOBB, TÜSİAD, TİM ve YASED Başkanları’ndan oluşmuştur. Böylelikle Türkiye tarihinde ilk kez reformlar konusunda özel sektörün katılımı ve kamu ile işbirliği temin edilmiş olmaktadır. Mart 2002’de büyük bir hızla başlatılan çalışmalar, Haziran 2002’de, temelde kamu kesiminin yetki çatışması dolayısıyla, tıkanma noktasına gelmiştir. Durumun dönemin hükümetine bildirilmesinin ardından, erken seçim kararı alınmasıyla, çalışmalar tümüyle 195 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Bakanlar Kurulu Aylık İlerleme Raporu Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) Aylık İlerleme Raporu Teknik Komite I Şirket Kuruluşu Teknik Komite III Sektörel Lisanslar Teknik Komite IV Yatırım Yeri Teknik Komite V Vergi ve Teşvikler Teknik Komite VII Fikri Mülkiyet Hakları Teknik Komite VI Gümrükler & Standartlar Teknik Komite II İstihdam Teknik Komite VIII Yatırım Promosyonu Teknik Komite IX Doğrudan Yabancı Yatırım Mevzuatı Teknik Komite X Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler durmuştur.3 Kasım seçimlerinin ardından, 58. Hükümet’in 31 Aralık 2002 günü kabul ettiği Bakanlar Kurulu Ek Prensip Kararı ile, YOİKK başkanlığına Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan getirilmiş ve YOİKK çalışmalarının ivme kazandığı ikinci dönem çalışmalar 6 Mart 2003 tarihinde başlatılmıştır. Mayıs ayında yapılan toplantılarda kamu ve özel sektörce mutabık kalındığı gibi, hazırlanmış ve TBMM’ne yollanmış bulunan yasa taslakları çıkarılmaya başlanmış, Haziran ve Temmuz aylarında, aralarında yeni Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu’nun da bulunduğu 14 yasa çıkarılmıştır. 27 Ağustos, 30 Eylül ve 6 Kasım tarihlerinde yapılan YOİKK toplantılarında ise, özellikle sektörel lisanslarla ilgili sorunlar üzerine yoğunlaşılmış, ancak sektörel lisanslar konusunda bugüne kadar önemli bir gelişme sağlanamamıştır. 196 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye 3.1. Yeni Çıkarılan Yasalar 3.1.1. Doğrudan Yabancı Yatırım Yasası Yeni Doğrudan Yabancı Yatırım Yasası, özellikle uluslararası yatırımcıların yeni yatırım kararlarını vermeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Yeni yasanın yatırımcıya sağladığı avantajları kavramak açısından daha önce uygulamada olan Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekmektedir. 18 Ocak 1954 tarihinde yürürlüğe giren 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu, dönemin doğrudan yabancı yatırımları için gerekli yasal altyapıyı sağlayan oldukça liberal bir mevzuattı. Ancak yatırım ortamının geliştirilmesine yönelik olarak gösterilen reform çabalarına karşın, 6224 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana doğrudan yatırımlara ilişkin olarak ortaya çıkan kavram ve uygulama farklılıklarını karşılamadaki ve yatırımcıların haklarını uluslararası standartlarda korumadaki eksikliği, yeni bir kanunun hazırlanması ihtiyacını doğurmuştur. Yasanının isminde “Teşvik” ibaresinin yer almasının nedeni, o yıllar için teşvik unsuru olarak kabul edilebilecek kar transferi, eşit muamele gibi hususları içermesi idi. Ancak yasanın yürürlükte kaldığı yaklaşık yarım asırlık zaman dilimi içerisinde, ekonomik hayatta yaşanan gelişmeler ve ilgili mevzuatta yapılan değişiklikler, söz konusu hususların teşvik aracı yerine, genel kabul görmüş uluslar arası yatırım ilkelerine dönüşmesine neden olmuştur. Bu nedenle uluslar arası tanımlamalara da uygun olarak yeni yasanın ismi “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” olarak belirlenmiştir. 18 Ocak 1954 tarihli ve 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu yerine, Türkiye’deki yatırım ortamının liberal niteliğini öne çıkaran bir yasa hazırlanmıştır. Zira bir ülkenin yatırım mevzuatı, o ülkenin uluslararası yatırımlara olan bakış açısını yansıtması bakımından önemlidir. Doğrudan yatırımlara ilişkin temel yasa olarak tasarlanan yeni “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile esas olarak, ülkemizin uluslararası yatırımlara yönelik eşitlikçi ve liberal yaklaşımı yansıtılmakta ve yasaya “yatırımcıya açık ve anlaşılır mesajlar veren” ve yatırımcının değişik mevzuatlar gereği sahip olduğu haklar ve tabi olduğu yükümlülükleri gösteren “yasal bir rehber” niteliği kazandırılmaktadır. Yeni Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, özellikle yeni yatırım yapacak yatırımcılar açısından büyük önem taşımaktadır. Yeni yasa ile getirilen iki yenilikle, yatırımcıdan talep edilen 50.000 dolar asgari sermaye şartı ve yabancı yatırımcının YSGM’den izin alma keyfiyeti kaldırılmakta ve yabancı yatırımcıya yerli yatırımcı ile eşit muamele ilkesi benimsenmektedir. Kanunun sağladığı önemli avantajlar aşağıda özetlenmektedir: Ön izin şartı kaldırılmıştır: Kanun ile, yabancı sermayeli olarak kurulacak şirketlerin şirket kuruluşu için Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğünden almak zorunda oldukları ön izin kaldırılmıştır. Böylece kuruluş işlemi tamamen yerli sermayeli şirketlerde olduğu gibi gerçekleştirilecektir. Türkiye’de kurulan yabancı sermayeli şirketler Türk Şirketi sayıldığından bu şirketlerin hak ve yükümlülükleri de Türk Ticaret Kanunu ve diğer mevzuatla Türk şirketleri için belirlenen hak ve yükümlülükler çerçevesindedir. 197 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Kamulaştırmaya Karşı Koruma: Kamulaştırmaya ilişkin olarak Anayasa ve Kamulaştırma Kanunu’nda yer alan ilkelerin, ikili yatırım anlaşmalarımız ve diğer uluslararası anlaşma metinlerinde yer aldığı şekliyle düzenlenmesi sağlanmış, kamulaştırmanın anılan mevzuatlarda belirtilen koşullar yerine getirilmeksizin gerçekleştirilemeyeceği ifade edilmiştir. Transferler: Kanunda yabancı yatırımcıların Türkiye’deki faaliyet ve işlemlerinden doğan net kar, temettü, satış, tasfiye ve tazminat bedellerinin, lisans, yönetim ve benzeri anlaşmalar karşılığında ödenecek meblağlar ile dış kredi ana para ve faiz ödemelerinin, bankalar veya özel finans kurumları aracılığıyla yurt dışına serbestçe transfer edilebileceği hükmü açıkça ifade edilmiştir. Taşınmaz Edinimi: Türkiye’de Türk hukukuna uygun olarak kurulan ve idare merkezinin Türkiye’de bulunduğu, yabancı yatırımcıların ortaklığıyla kurulan ya da iştirak edilen şirketler, Türk şirketi sayılmaktadır. Bu şekilde Türk tüzel kişiliği kazanmış bulunan şirketlerin gayrimenkul edinimine ilişkin olarak, Köy Kanunu ve Tapu Kanunu’nda herhangi bir kısıtlama bulunmaması nedeniyle, söz konusu şirketlerin gayrimenkul edinimi serbestisinin Kanunda yer alması amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra, Türk Ticaret Kanunu’nun 137 nci maddesi uyarınca, ticaret şirketlerinin, hak iktisap etmeleri ve borç altına girmeleri, söz konusu işlemlerin şirket sözleşmesinde yazılı işletme mevzuu kapsamında yer alması şartıyla mümkündür. Şirket işlemlerine ilişkin olarak Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan bu husus, kuruluş yeri ve idare merkezi esasına göre Türk şirketi sayılan yabancı sermayeli şirketler için de geçerlidir. Ayrıca, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de gayrimenkul edinimine ilişkin olarak karşılıklılık ilkesi geçerliliğini korumaktadır. Uluslararası Tahkim: Yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde milletlerarası tahkime başvurmanın usul ve esasları, 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu çözüm yoluna, ev sahibi ülke mahkemelerinin yanı sıra, arabuluculuk ve uzlaşma gibi diğer uyuşmazlık çözüm yollarına başvurma olanakları ile birlikte kanunda yer verilmesiyle yabancı yatırımcıların uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin tereddütlerinin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Yabancı Personel Çalıştırma: Kanun ile, yabancı yatırımcılar açısından önemi dikkate alınarak, çalışma izni bakımından çalışma mevzuatına tabi olan yabancı personelin istihdamı konusuna, Doğrudan Yabancı Yatırım Kanunu`nda yer verilmiştir. Ayrıca bu Kanunla birlikte Yıllık Programlar ve Kalkınma Planlarını, ülkenin genel ekonomik durumunu, dünyadaki yatırım eğilimlerini ve ilgili kamu kurum-kuruluşları ile özel sektör meslek kuruluşlarının görüşlerini dikkate alarak yabancı yatırımlar konusunda yatırım önceliklerini ve tanıtım politikalarını oluşturma görevi Hazine Müsteşarlığı’na verilmiştir. 3.1.2. Şirket Kuruluşunda Yapılan Kolaylaştırmalar Bu yasayla birlikte çıkarılan diğer bir yasa da, şirket kuruluşunu kolaylaştıran yasadır. Şirket kuruluşunu kolaylaştıran yasa ile, 24 saat gibi hayli kısa süre içinde tamamlanan şirket kurma işlemleri için gereken 19 merciye müracaat keyfiyeti 2’ye indirilmiştir. Şirket 198 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye kuruluşu için istenen belgeler de, 56 adetten 8 adete düşürülmüştür. YOİKK çalışmaları kapsamında yapılan komite çalışmaları sonucunda, şirket kuruluşu, istihdam, yatırım mevzuatı ve yatırım promosyonu konularında belli ilerleme kaydedilmiş, ancak sektörel lisanslar, yatırım yeri, vergi ve teşvikler, gümrükler ve standartlar ve fikri mülkiyet hakları konularında önemli bir mesafe alınamamıştır. Aşağıdaki bölümde, bu konularla ilgili YOİKK komitelerinin çalışmalarının geldiği nokta ve yapılması gerekenler ayrıntılı olarak incelenmektedir. 3.2. Sektörel Lisanslar Sektörel Lisanslar Komitesi, konunun oldukça geniş olması ve özellikle bakanlıklar arası yetki paylaşımı hususlarında zorluklar yaşanması sebebiyle çalışmalarında çözüm sağlanamayan komiteler arasında yer almaktadır. Yapılan son 3 YOİKK toplantısında ele alınan sektörel lisanslar konusunda ne yazık ki yatırımcının hayatını kolaylaştıracak bir ilerleme henüz kaydedilememiştir. Sağlanan tek gelişme, ÇED olumlu raporu alan işletmelerin artık Emisyon Ön İznini almak durumunda olmamalarıdır. Sektörel Lisanslar konusunda yapılması gereken diğer çalışmalar aşağıda listelenmiştir. • Gayri Sıhhi Müesseseler (GSM) Yönetmeliğinin EK-5 listesinde yer alan faaliyetlerin, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliğinin EK-1 ve EK-2 listesinde yer alan faaliyetler ile uyumlu hale getirilmesi için GSM Yönetmeliği’nde düzenleme yapılması ve izin verilmesi ile ilgili mükerrerliklerin kaldırılarak bu işlemlerin ÇED sürecinde tamamlanması ve ÇED olumlu Kararının, Yer Seçim İzni yerine geçmesi gerekmektedir. • GSM Yönetmeliği kapsamında yer alan Sağlık Koruma Bandı ile ilgili işlemlerin, ÇED Yönetmeliği EK-1 listesinde yer alan faaliyetler için, bu işlemlerin ÇED sürecinde yerine getirilmesi, ayrıca Sağlık Koruma Bandı oluşturulması yönündeki mükerrerliğin ortadan kaldırılması yönünde mevcut yönetmelikte düzenleme yapılması. • Sektörel lisanslarla ilgili izin alımlarında her bir sektör için başvuruların yanıtlanacağı sürelerin belirlenmesi bu süreler içinde olumlu veya olumsuz cevap verilmemesi durumunda başvuru sahibinin izin almış sayılması yönünde mevzuat düzenlemelerine yönelik çalışmaların yapılması. • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan 1475 sayılı İş Kanunu ile ilgili tüzük gereğince alınan İşyeri Kurma İzni belgesi ile Sağlık Bakanlığı’ndan alınan Yer Seçme İzni Belgesi’nin ÇED sürecinde ve tek belge olarak alınması yönünde ilgili mevzuatta düzenleme yapılması. • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1475 sayılı İş Kanunu ile ilgili tüzük gereğince alınan İşletme Belgesi ile Sağlık Bakanlığından alınan GSM Açılma Ruhsatının birleştirilmesi ve faaliyet başlamadan önce yatırımcıya tek ruhsat verilmesi yönünde ilgili mevzuatta düzenleme yapılması. • 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ve 3572 sayılı Kanun çerçevesinde verilen izinlerle ilgili süreçlerin Çevre, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıklarınca verilen izinlerle ilgili süreçlerle uyumlu hale getirilmesi. 199 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Gıda Sektöründe mevzuatta geçen tesis ve faaliyet tanımlarının uyumlaştırılması ve ilgili değişikliğin 3 ay içinde yapılması. • Gıda üretimi, tüketimi ve denetlenmesi ile ilgili Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde Gıda İşleri Genel Müdürlüğü’nün oluşturulması. • Halen TBMM’de bekleyen ‘’3213 Sayılı Maden Kanunu ve Diğer Kanunların Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Tasarısı’’nın yasalaşması. • Türkiye’de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reformu Programı çerçevesinde Sektörel Lisanslar Komitesi tarafından tespit edilen hususlara yeni Çevre Kanunu Tasarısında yer verilmesi. • Mevcut ‘’Su Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği’’ndeki madencilik yatırımlarını yasaklayan hükümler yerine faaliyeti gerçekleştirmek için uyulması gereken standartların konulması yönünde gerekli düzenlemelerin yapılması ve bu faaliyetlerin diğer kamu kurumları tarafından başkaca bir su havzaları mevzuatına tabi tutulmaması. • 4342 Sayılı Mera Kanunu ve Yönetmeliğindeki ‘’ Meranın tahsis amacının değiştirilmesi’’ kapsamında Valiliklerde yürütülen işlemlerin, ÇED sürecinde yerine getirilmesi yönünde bu mevzuatta düzenleme yapılması. • Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik kapsamında yürütülen işlemlerin, ÇED sürecinde yerine getirilmesi yönünde yönetmelikte gerekli çalışmaların yapılması. • Yerleşim alanları dışında sürdürülen madencilik faaliyetine esas geçici yapı ve alanların 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında tutulması nedeniyle karşılaşılan sorunların aşılması yönünde çalışmaların başlatılması. • ‘’Türkiye İlaç Kurumu’’ adı altında bir kurumun kurulması için gerekli kanun taslağına ilişkin çalışmaların süratle tamamlanması. • ‘’Turizmle İlgili Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’’nın ve ‘’Turizm Hizmet ve Meslek Birlikleri Kanun Tasarısı’nın ayrıştırılarak, Hizmet Birliklerine İlişkin Tasarı”nın bir an önce TBMM’ye sevkedilmesi. • Turizm tesislerinin belgelendirilmesi ve işlemlerin kısaltılması için Turizm Bakanlığı’nca Bakanlar Kuruluna sunulan Turizm Tesisleri Yönetmeliği’nin bir an önce yürürlüğe girmesinin sağlanması. Yukarda sayılan hususlara ilave olarak hızlı tüketim mallarında, üretim izni alınması yerine pazar içi kontrol uygulamasına geçilmesi gerekmektedir. 3.3. Yatırım Yeri Komite çalışmalarında ele alınan konuların genişliği, yapılması gereken çalışmaların uzun süre gerektirmesi ve çalışmalara başlamakta isteksiz ve yavaş kalınması nedeniyle, komite çalışmalarında ne yazık ki arzu edilen gelişme sağlanamamıştır. Bu konuda acil olarak yapılması gereken çalışmalar şunlardır: • Değişik bölge tipleri arasında uyumun sağlanması gerekmektedir. 200 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye • İmar Kanunu 18. Madde uygulamasına göre Belediyeler yeşil alan, okul vs. yapmak üzere daha önceden imarı yapılmış bölgelerden arazinin %35’lik bölümünü isteyebilmektedirler. Bu Mecliste yeni bir yasa ile %40’a çıkarılmıştır. Bu yasanın mutlaka yeniden değerlendirilmesi gerekir. İmarı yapılmış bölgelerin 18. Madde uygulamasından çıkarılması yatırımcı açısından önemlidir. Bu şekilde Belediyelerin Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) adı altında yatırımcıların veya şahısların arazilerin 1/3’üne ortak olması engellenebilir. Belediyelerin bazı durumlarda, bir daha alınamayacağından ötürü, DOP olarak en üst limit olan %40 arsa payının alınmasının önüne geçilmelidir. DOP olarak alınan her metrekare arsanın, nerede, nasıl ve ne zaman kullanılacağı ile ilgili kesin bir açıklamaya konu olması gerekmektedir. • Türkiye yatırım haritasının çıkarılması gerekmektedir. Sanayi yatırımları için yatırımcının kriterlerine uygun yatırım yeri olmayışı en büyük sorundur. Ülkedeki yerli yatırımcıya ve ülkeye çekilmesi hedeflenen yabancı yatırımcıya tahsis edilebilecek arazilerin daha önceden belirlenmesi yatırım yeri konusunda yaşanan bürokrasiyi azaltacak bir önlem olacaktır. • Turizm yatırımları için mevcut tahsisli alanlardaki mülkiyet hakları konusunda karar verilmelidir. Bu alanların satışı devlete ciddi miktarda gelir temin edebilecektir. • Tüm turizm merkez ve alanlarının, arkeolojik sit ve doğal sit kararlarının kısa sürede tek merkezden kesinleştirilmesi gerekmektedir. Yıllardır sürüncemede bırakılan ve çok sıkıntı duyulan bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması gerekmektedir. 3.4 Vergi ve Teşvikler 57. Hükümet döneminde, komite çalışmalarında Maliye Bakanlığı’nın yapılan çalışmalara iştirakinin ve katkılarının yeterli seviyede olmaması nedeniyle, çalışmaların başladığı dönemde arzu edilen koordinasyon ve işbirliği sağlanamamıştır. Son dönemde Maliye Bakanlığı ve özel sektör işbirliğinin sağlanmasının ardından, çalışmalarda ilerleme kaydedilebilmiştir. Vergi ve teşvikler alanında yerine getirilmesinde yarar görülen hususlar aşağıda özetlenmiştir: • Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gerekmektedir. • Kazanılmış haklara aykırı düzenlenmeler yapılmamalıdır. • Vergi kanunlarında belirsizlik - incelemelerde keyfilik yatırımcı için büyük engel teşkil etmektedir. • Kayıt dışı ekonominin sadece bir vergi sorunu olmadığı kabul edilerek, başlatılacak mücadelenin başarısının, ekonomiyi düzenleyen tüm yasalarda ve uygulanmasında, açıklık ve şeffaflık sağlanmasına bağlı olduğu kabul edilmelidir. Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede, imalat, ticaret, ithalat ve ihracat işlemlerini bir bütün olarak kapsayacak, tüm ekonomiyi ilgilendiren yasalar üzerinde yapılacak çalışmalarla başarıya ulaşılabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. • Yabancı sermaye benimsenmelidir. portföy yatırımlarının vergilendirilmesinde yeni esaslar 201 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Türkiye’nin holding merkezi olmasını sağlayacak hükümler Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenmelidir. • Vergi tatili konsepti mevzuatımıza kazandırılmalıdır. • Konsolide bazda vergi beyannamesi düzenleme imkanı tanınması gerekmektedir. • Büyük yatırımlar için teşvikler ve vergilemede özel hükümler ihdasına imkan veren bir yapı kurulmalıdır. 3.5. Gümrükler ve Standartlar Komite, yaptığı çalışmalarda hiç bir ilerleme kaydedememiş, şu ana kadar gümrükler ve standartlar alanında hiçbir iyileştirme yapılamamıştır. Komitede acil olarak değerlendirilmesi gereken hususlar aşağıda yer almaktadır: • Uygulama ve işlem süreleri standart olmayıp, gümrükten gümrüğe farklılıklar göstermektedir, bu durumun önüne geçilmelidir. • TSE’nin standartları uluslararası standartlara uygun değildir. AB’den gelen CE damgalı ürünlerin gümrüklerden geçisinde TSE’yle sorun yaşamaması gerekmektedir. • Gümrük laboratuvarları ne yazık ki her türlü ürünü test edebilecek donanımda değildir. Donanımlarının genişletilmesi gerekmektedir. • TSE’si olan ürünlerin hem Hıfzısıhha, hem de TSE laboratuvarlarında analizinin yapılması sorun yaratmaktadır. Aynı ürün üzerinde aynı testlerin iki ayrı yerde yapılması mükerrerlik yaratmaktadır. Maliyet ve zaman kaybı da yatırımcı için diğer sorunlar olarak göze çarpmaktadır. • İthalatçı Birlikleri kurulmamalıdır. İthalatçı Birlikleri yatırımcı için ekstra para ve zaman kaybı demektir. Dış Ticaret Müsteşarlığımız ithalat istatistiklerini yatırımcıya maliyet ve zaman kaybına yol açmayacak bir uygulama ile tespit etme yoluna gitmelidir. 3.6. Fikri Mülkiyet Hakları Sorun yaşanan alanlar arasında yer alan fikri mülkiyet haklarında, şu ana kadar uygulamada ilerleme kaydedilememiştir. Sokaklarda korsan ürün satışları halen devam etmekte, ilaçla ilgili veri münhasıriyeti konularında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. AB’nin Ticarete Getirilen Engeller (Trade Barrier Regulation) uygulaması ve ABD’nin Türkiye’yi yeniden Special 301 Raporu Öncelikli Gözleme Listesi’ne alma girişimleri, Sağlık Bakanlığı’nın ruhsat yönetmeliğinde yapacağı bir değişiklikle, AB’nde mevcut veri koruması uygulamasına geçilmesi ve jenerik ilaç başvurularında, korunan verilere ilişkin 610 yıl süre ile ruhsat verilemeyeceğine dair bir hüküm koyması ile bu sorun hallolacaktır. Komite çalışmalarının ayrıca aşağıda yer alan sorunlara yoğunlaştırılmasının uygulamada alınacak bir takım önlemler ile desteklenmesi, yatırımcı için çözümü temin edici olacaktır: • Marka ihlalleri konusunda hiçbir çalışma yapılmamaktadır. 202 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye • İhtisas Mahkemelerinin sayısı yetersizdir, mevcut iş yükünü karşılayamamaktadır. • Marka ihlallerinin yol açtığı satış kayıpları %10’lara ulaşmaktadır. Sahte ürünler halk sağlığı için büyük tehlike arz etmektedir. • Emniyet bünyesinde marka ve taklit ürünler konusunda bir birim oluşturulması kısa vadede sonuç getirici bir çözüm olacaktır. Bu bölümün kurulması sırasında söz konusu zararlara maruz kalan firmaların da projeyi desteklemeleri olumlu olacaktır. • Mahkemelerde görev yapan savcı ve hakimlere marka, patent ve telif hakları konularında eğitimler verilmeli, savcı ve hakimlerin bilgileri daima güncellenmelidir. Bu noktada özel sektör-devlet işbirliği önem taşımaktadır. 4. Amaçlar ve Stratejiler Ülkemizde kalkınmanın finansmanının sağlıklı bir biçimde sağlanabilmesi bakımından yabancı yatırımlar önemli bir kaynak olarak öne çıkmaktadır. Ancak, Türkiye henüz bu imkandan yeterli düzeyde faydalanmaktan uzak bir konumdadır. Ülkemize yeterli düzeyde yabancı yatırım gelmesini sağlamak temel amacımızdır. Son yıllarda sürekli daralan doğrudan uluslararası yatırımlar pazarından pay almada yaşanan rekabet ortamında, Türkiye’nin potansiyeli doğrultusunda yatırım çekebilmesi için başlatılan birçok yapısal reformun yanısıra, ekonomik ve politik istikrarın kalıcı bir biçimde sağlanması çok önemlidir. Ayrıca, enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi, yatırım maliyetlerinin azaltılması, vergi sisteminin yeniden düzenlenerek basitleştirilmesi, hukuk sistemindeki aksaklıkların giderilmesi, fikri mülkiyet haklarının uygulanması, kayıtdışı ekonominin asgariye indirilmesi, tarım ve bankacılık sektörlerinde yeniden yapılanmanın tamamlanması, ihracata yönelik sanayinin desteklenmesi, özelleştirmelerin hızla gerçekleştirilmesi, saydam ve objektif kurallara bağlı bir iş ortamının sağlanması ve bu bağlamda yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmalarının ivedilikle tamamlanması önem taşımaktadır. Doğrudan yabancı yatırım çekme potansiyeli yılda ortalama 25-30 milyar dolar olan Türkiye için 2004 yılı bir kırılma noktasıdır. AB’ye giriş süreci, uygulanmakta olan yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmaları ve 15 Mart 2004 tarihinde gerçekleştirilen ve uluslararası yatırımcıların katıldıkları Yatırım Danışma Konseyi, Türkiye’nin yolunu çizecek dönüm noktaları olarak görülmektedir. Bu anlamda 2004 yılının, yabancı yatırımları çekmede bir fırsat ve atılım yılı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. 4.1. Hedefler ve İlkeler Bilgi Toplumuna Geçiş Bilgi toplumuna geçişte yabancı yatırımların yarattığı en büyük katma değer Ar-Ge aktivitelerinin çokuluslu firmalar yoluya globalleşmesidir. Bu husus ülkeleri doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Uluslar arası firmalar yatırım yaptıkları ülkelere beraberlerinde götürdükleri teknoloji ve know-how ile o ülkede bilgi toplumuna geçişte büyük katkı sağlamaktadırlar. Özellikle getirilen teknoloji ile birlikte istihdam edilen personelin eğitimi ve teknolojiye adaptasyonu yabancı sermayeli firmaların yarattığı diğer bir katma değer olarak görülmelidir. 203 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Uluslar arası firmalar, Ar-Ge aktivitelerine özel bir önem vermeleri sebebiyle, teknoloji geliştirme kabiliyeti olan ve teknolojiyi kontrol eden kuruluşlar olarak dikkat çekmektedirler. Çekilen her yatırımda teknolojinin arzu edildiği şekilde ülkeye transferinin söz konusu olmadığı durumlar da olabilir. Bu noktada ülkedeki yetkili Yatırım Ajansı veya başka yetkili bir kurumun hangi tür yatırımların ülkeye çekilebileceğine, ne tür yatırımların teşvik edilebileceğine, hangi sektörlerini teşvik edip güçlendirmesi gerektiğine karar vermesi gereklidir. Bu noktada ülkede yabancı yatırım politikasının mevcut olması ve bu politikayı geliştiren ve çağa uyduran revizyonların da yapılması önemlidir. Yabancı yatırımların beraberlerinde yüksek teknolojileri transfer etmeleri hem o ülkedeki teknolojinin gelişimine imkan tanır, hem de yerli sanayiyi pazar paylarını kaybetmemek adına teknoloji üretmeye sevk eder. Bugün Türkiye bu koşullar altında teknoloji transfer eden bir ülke haline gelmiştir. Özellikle Vestel, Arçelik ve Beko teknoloji ihraç eden Türk markaları olarak öne çıkmaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları sadece beraberlerinde teknoloji ve know-how getirmekle kalmamakta, aynı zamanda tedarikçi yerli firmaların da aynı standartlarda teknoloji üretmelerini sağlayarak, bilgi toplumuna geçişte büyük katkı sağlamaktadırlar. Bugün bilgi toplumuna geçişte sanayici-üniversite işbirliğinin son derece önemli olduğu unutulmamalıdır. Teknoloji, ancak mevcut teknolojiyi geliştirebilecek şekilde eğitilmiş ve imkanları artırılmış istihdam ile uzun vadeli bir getiriye sahip olabilir. Yabancı yatırımlarda çalışan iş gücü burada edindiği eğitimi transfer olduğu başka bir firmaya, yabancı veya yerli, veya kendi işletmesini kurması şeklinde transfer edebilmekte ve böylece teknolojinin ülke çapında yayılmasını sağlamaktadır. AB’ye Tam Üyelik AB’ye tam üyelik müzakerelerinin olumlu sonuçlanması, önümüzdeki dönemde yüksek miktarda doğrudan yabancı yatırım girişine yol açacaktır. Türkiye’nin AB’ye girişini sadece siyasi bir güç birliğinin içinde yer almak olarak görmemek gerekmektedir. AB’ye giriş, Türkiye için Gümrük Birliği ile başlatılan ekonomik işbirliğinin bir güç birliği haline gelmesini temin edecektir. Türkiye`nin AB’ye üye olmasıyla birlikte diğer üye devletlerin gücünden faydalanması önemlidir. Bu faydalanma sadece ekonomiyle sınırlı kalmayacak ekonomik etkili sosyal bir iyileşmeyi de beraberinde getirecektir. Yabancı yatırımcının yatırım yaparken dikkat ettiği ilk iki husus olarak öne çıkan politik ve ekonomik istikrarsızlık Türkiye’nin AB’ye üye olmasıyla engel olmaktan çıkacak ve böylece doğrudan yabancı yatırımlarda beklenen artışlar gerçekleşebilecektir. Türkiye’nin global değerlere sahip bir ülke haline gelmesi, ancak ve ancak bu değerlerin hakim olduğu bir yapı içine girmesiyle mümkündür. AB’ye üyelik ile birlikte oluşacak güven ortamı ülkeye çekilen yatırım miktarlarını büyük ölçüde etkileyecektir. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler AB’ye üyelik sürecinde büyük miktarlarda yabancı yatırım çekebilmişlerdir. Yatırım çekme hususunda, AB’ye üyelik için yerine getirilmesi gereken koşulları tesis edebilmek için yapılan reformlar büyük rol oynamaktadır. AB’ye üye olunmasıyla birlikte bu ülkelerde ekonomik ve politik 204 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye istikrarsızlık ihtimalinin ortadan kalkıyor olması da diğer bir önemli faktördür. AB’ye üyeliğin doğrudan ve dolaylı etkileri sonucunda, Türkiye’nin yıllar geçtikçe daralan yabancı yatırım pastasından gereken payı alması mümkün olacaktır. Türkiye AB’ye üyelik sürecinden geçen birçok ülkeden daha büyük bir ekonomi ve daha yüksek potansiyele sahip bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olan Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin, hem Türkiye hem de AB için karşılıklı büyük kazanımlarının olacağı açıktır. 4.2. Stratejik Amaçlar İstikrarlı Büyüme Yabancı yatırımların büyümeye olan etkisi pozitiftir. Bugün birçok ülke büyüme stratejilerinde yabancı yatırımlara geniş yer vermekte, dış kaynaklı finansal şoklara karşı yabancı yatırımları kullanmaktadır. Özellikle 1990’lardan başlayarak Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı yatırım hamlelerini yabancı yatırımlara dayandırmışlardır. Söz konusu ülkelerde yapılan büyük özelleştirmelere yabancı yatırımcıların da girmesi sağlanarak ülke ekonomisine büyük bir dış finansman kaynağı yaratılmıştır. Türkiye’de bugün hala dış borç ödemeleri ile uğraşmak yerine, ülkeye çekilecek yabancı yatırımlar ile ihtiyaç duyulan dış finansmanın sağlaması, yüksek işsizlik oranının düşürülmesine, teknoloji ve know-how transferinin sağlanmasına ve güçlü yerli sanayinin yabancı yatırımcılarla işbirliği yaparak güçlenmesine de olanak sağlayacaktır. Yabancı yatırımlarla üretkenliğin arttırılması, o ülkedeki büyümeyi büyük ölçüde etkileyen bir faktördür. Özellikle kaynakların doğru ve etkin kullanımı, rekabet edebilirlik ve yatırım yapılan ülkenin ticarete açıklığı büyümeyi olumlu şekilde etkilemektedir. Yabancı yatırımlarda uluslararası bağlantıların varlığı, ekspertize sahip olunması, birçok ülkede yatırımlarının bulunması sebebiyle farklı ülke deneyimlerinin kullanılabiliyor olması ve kurumsal yönetim kültürünün mevcudiyeti yatırım yapılan ülkelerde sürdürülebilir büyümeyi sağlamaktadır. Üretim faktörlerinde kaliteye ve yüksek miktarlarda üretim yapabilme kapasitesine sahip olan yabancı sermayeli firmalar, o ülkedeki yerel sanayicinin rekabet sebebiyle üretim kapasitelerini ve kalitesini arttırmasına da etki eder. Yabancı yatırımlar, yarattıkları değerler ve istihdam ile gelişime katkıda bulunurken aynı zamanda bulundukları ülkede kriz yönetimi konusunda başka ülkelerde yaşadıkları deneyimler sebebiyle başarı göstermekte ve piyasayı olumlu yönde etkilemektedirler. Ülkenin gerek dış, gerekse iç borçlara bağımlı olması yerine, çekeceği dış kaynaklı yatırımlarla üretim ve istihdamı destekleyici bir strateji izlemesi akılcı bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme hızının sağlanmasında ülke potansiyeline uygun doğrudan yabancı sermaye çekilebilmesi zorunlu görülmektedir. Doğrudan yabancı sermaye girişi ülkemizde tasarruf açığının sağlam kaynaklarla finansmanına imkan vererek büyümenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayacaktır. 205 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Girişimcilik ve Rekabet Gücü Yabancı yatırımların ülkedeki rekabeti artırdığı bir gerçektir. Uluslararası firmaların yaptığı yatırımlar kimi zaman yatırım yapılan ülkenin yerli yatırımcısını ekabet edemeyeceği koşullara sürükleyebilir. Bu daha çok az gelişmiş ülkelerde görülen bir sonuçtur. Türkiye gibi güçlü yerli üreticilere ve rekabet edebilir bir sanayiye sahip ülkeler için doğrudan yatırımların rekabete olumlu etkileri söz konusudur. Türkiye gibi güçlü sanayisi olan bir ülkede yabancı yatırımların yaratacakları rekabet, sanayinin üretim kapasitelerini arttırması, yerli firmaların Ar-Ge çalışmalarına başlayıp teknoloji üretir ve ihraç eder hale gelmesi, firmaların üretim kalitelerini artırmaları ve yeni tasarımlara yönelmeleri gibi sonuçlar getirir. Bu sonuçlar da beraberinde fikri mülkiyet haklarının koruma altına alınmasından kalifiye ve eğitimli işgücü geliştirilmesine kadar birçok olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle ihracata yönelik sektörlerde yüksek teknolojili ve büyük ölçekli üretim yapabilme kapasitesine sahip olan yabancı sermayeli firmalar ekonominin rekabet gücünün artırılmasını sağlar. Yabancı yatırımların ihracata yönlendirilmesi Türkiye’nin diğer ülkelere karşı rekabet avantajının birinci koşulu olacaktır.Türkiye’nin bir yatırım merkezi haline gelmesiyle geniş pazarlara yakın olması bir avantaj olarak değerlendirilebilecektir. Çin bu konuda ilginç bir örnek olabilir. Çin’de yatırımı bulunan uluslararası firmalar üretimlerinin neredeyse tamamını ihraç etmek zorundadırlar. Yılda 70-100 milyar dolar yabancı yatırım çeken bir ülkenin ihracat rakamları 2000 yılında 249 milyon dolar, 2001’de 266 milyon dolar 2002 yılında ise 326 milyon dolara erişmiştir. Türkiye’nin yabancı yatırımları çekerek rekabet avantajını artırması mümkündür. Bu konuda sürdürülen reform çalışmaları bir an önce tamamlanmalıdır. Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Yabancı yatırımların gelir dağılımına doğrudan olmasa da dolaylı bir etkisi söz konusudur. Uluslararası şirketlerin çalışanlarına karşı sorumluluklarına önem vermeleri, daha çok kayıtlı çalışmaları ve ekonomide istihdam yaratmaları gelir dağılımını olumlu yönde etkilemektedir. Özellikle son dönemlerde uluslararası şirketlerin geliştirdiği “sosyal sorumluluk” konsepti, bir ülkeye yatırım yapan çokuluslu firmanın o ülkeye, o ülkenin insanına, çevresel faktörlere ve çalışanlarına karşı sorumlulukları bulunduğuna işaret eder. Buna göre şirketler çalışanlarının yaşam kalitesini artırıcı önlemler almalı ve politikalarını buna göre belirlemelidir. Türkiye’de yerli sanayide henüz yeterince gelişmemiş olan sosyal sorumluluk kavramının ülke genelinde tüm yatırımlarda uygulanabilir hale getirilmesi olumlu olacaktır. Yabancı sermayeli şirketlerin daha demokratik koşullarda, daha yüksek ücretlerle işçi çalıştırdığı bilinen bir gerçektir. Şirketlerin geliştirdiği politikaların da, ileride çalışanların gelirlerini etkileyecek boyutlara ulaşması beklenmelidir. Özellikle işçi hakları, sendikalaşma, istihdam edilen işçilerin kayıt altına alınmış olması daha dinamik bir sosyal yapıyı, değişime, gelişme ve büyümeye daha açık bir sosyal yapıyı da beraberinde getirecektir. 206 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Bölgesel Gelişme Bölgesel gelişme bir ülke içindeki ekonomik, sosyal, çevresel ve finansal anlamda farklılıkları olan bölgeler arasında eşitliğin ve her bölgenin potansiyelinin güçlendirilmesi olarak adlandırılabilecek bir kavramdır. Bugün uluslararası kuruluşlar, başta Dünya Bankası olmak üzere, birçok ülke için bölgesel gelişim projeleri üretmektedir. Amaç, bölgeler arasında öncelikle gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bugün tüm ülkeler kendi bölgesel gelişim stratejilerini üretmektedir. Örneğin Çin, bundan 20 yıl önce başladığı gelişim stratejisiyle yabancı yatırımları çekmeyi hedeflemiş ve bugün 20 yıl içinde çektiği toplam yabancı yatırım tutarı 800 milyar dolar dolayında olan bir ülke haline gelmiştir. Çin, toplam yabancı yatırım stoğunda, ABD’den sonra dünyanın ikinci ülkesi konumundadır. Bugün çekilen yabancı yatırımların fazlasıyla Doğu bölgesine yığılmasına karşılık Çin, 2000 yılında “Western Development Strategy” adıyla Batı bölgelerini hedef alan yeni bir bölgesel gelişim projesi başlatmıştır. Söz konusu projede hedef yeni çekilen yabancı yatırımcıların, verilecek teşvik ve sağlanacak kolaylıklar ile Batı bölgelerine yatırım yapmasının sağlanması ve bu şekilde Doğu ve Batı Çin arasındaki bölgesel açığın kapatılabilmesidir. Bölgesel gelişim konusunda birçok ülke Bölgesel Kalkınma Ajansları kurarak çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Özellikle yabancı yatırımların Bölgesel Yatırım Ajanslarınca bir ülkede belirli noktalara çekilmesi, ve bu yatırımlardan sağlanacak fon ile o bölgenin geri kalmışlıktan kurtarılması ve kaynaklarının değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Bugün yalnız gelişmekte olanlarda değil, İrlanda’da, Hollanda’da, Fransa’da ve daha birçok ülkede Bölgesel Yatırım Ajansları bulunmaktadır. Türkiye’de Mersin Sanayi ve Ticaret Odası bünyesinde ve Gaziantep Sanayi Odası bünyesinde olmak üzere yasal altyapısı mevcut olmamasına karşın, iki adet Bölgesel Kalkınma Ajansı kurulmuş bulunmaktadır. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının tüm Türkiye çapına yayılmasında ve Sanayi ve Ticaret Odalarından bağımsız, özerk yapılar olarak kurulmasında fayda görülmektedir. Mevcut mevzuatın, özel bölgesel kalkınma ajanslarının kuruluşuna izin vermemesi dolayısıyla, bir an önce gerekli mevzuat değişikliklerinin yapılması zorunludur. Kurulacak Bölgesel Kalkınma Ajansları ile Türkiye’de bölgelerin sahip olduğu kaynaklar daha iyi değerlendirilebilecek, bölgeler arası gelir dağılımındaki dengesizlikler çekilecek yatırımlarla bir ölçüde giderilebilecektir. Söz konusu Ajansların bir an önce kurulmaları, ulusal kalkınma planı çerçevesinde bölgesel gelişme planlarını oluşturmaları gereklidir. Bugün dünyanın birçok ülkesinde uygulanan bir bölgesel gelişim aracı olarak Yatırım Ajansları, Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğu yapılanmalar olarak öne çıkmaktadır. İyi Yönetim Türkiye için henüz çok yeni bir kavram olan iyi yönetim uygulamalarına kısaca değinmek gerekirse iyi yönetim kavramı içinde, • Kaynakların daha verimli kullanılması, 207 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları • Finansman kaynaklarına daha ucuz, hızlı ve kolay ulaşılması, • Daha nitelikli istihdam olanaklarının yaratılması, • Gerek ulusal gerekse uluslararası sermaye piyasalarının sürdürülebilir bir şekilde gelişmesi hususları ele alınabilir. İyi yönetimin en temel unsurlarından biri şeffaflıktır. Şirketlere ait bilgilerin doğru, açık ve yeterli olarak kamuoyuna duyurulması, yatırım kararı verecek yatırımcının kararını en doğru şekilde verebilmek için gerek duyduğu bilgiye ulaşabilmesi, şirket yöneticilerinin verdikleri kararların doğru bilgiye dayanması iyi yönetim açısından önemli hususlardır. Bugün Türkiye’de bu anlamda çalışmalar başlatılmıştır. İyi yönetim ve şeffaflık ile ilgili atılan en büyük adımlardan biri de Bilgi Edinme Kanunu’nun çıkarılmış olmasıdır. 2002 yılından bu yana Türkiye’de sürdürülmekte olan YOİKK çalışmaları da kamu ve özel sektör arasında şeffaflığı ve doğru bilgi akışının temin edilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Bugün ABD’de yaşanan birçok skandal, iyi yönetimin önemini vurgulamaktadır. Şirketlerin şeffaflığı ve hesap verebilirliği genel olarak piyasa ekonomisinin bir bütün olarak varlığını sürdürebilmesi açısından olmazsa olmaz koşul haline gelmiştir. Çokuluslu yabancı şirketlerde iyi yönetim kavramı şirketlerin belkemiği durumundadır. Şirket içi bilgi akışının en doğru şekilde yapılması, şirket işlerinin kayıt altına alınması, şirkete ait bilgilerin ulaşılabilir ve doğru olması, şirketlerin iç-dış ve bağımsız denetimlere tabi olmaları, insan kaynakları için eğitim programları geliştirmeleri gibi uygulamalarla iyi yönetim kavramı yabancı şirket politikalarında önemli yer tutmaktadır. Yabancı yatırımcılar için iyi yönetim, şirketlerin devamlılığını ve sağlıklı piyasa koşullarının oluşmasını sağlayan bir unsurdur. İyi yönetim kavramının şeffaflık ve hesapverebilirlik kavramları ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Şeffalık özellikle yabancı yatırımcılar için büyük önem taşımaktadır. Bugün Türkiye’ye yatırım kararı alan birçok yabancı yatırımcı, yatırımını yaptıktan sonra yazılı olan kuralların geçmediği, ancak yazılı olmayan kuralların hakim olduğu bir ülkeye yatırım yaptıklarını ifade etmektedir. Türkiye henüz yeteri kadar şeffaf yönetimlere ve özellikle bürokrasiye sahip değildir. Ancak YOİKK çalışmaları kapsamında bürokrasi, daha iyi bilgi akışını temin etmek ve şeffaflaşmak için çalışmalar yürütmektedir. Sivil toplum örgütlerinin öne çıktığı ve doğru bilgi akışını temin etmek için çeşitli görevler üstlendiği bu dönemde, yapılan reform çalışmaları iyi yönetim konusunda bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Yabancı yatırımcı kuralları belli, şeffaflığın esas olduğu, hesap verilebilirliğin mevcut olduğu bir sistemde yatırım yapmayı tercih etmektedir. Yabancı yatırımlar ülkede iyi yönetim kavramının yerleşmesi için katkıda bulunmaktadır. Yabancı yatırımcılar, işbirliği yaptıkları yerli şirketlerden de kendilerinin sahip olduğu şeffalığa sahip olmalarını istemektedir. Verimliliği artırabilmek adına yatırım yaptıkları alanlarda yabancı yatırımcılar, iyi yönetim kavramının, şeffaflığın ve iş etiğinin yerleşmesi için özel bir çaba da göstermektedir. Doğrudan yabancı sermaye, gittiği ülkede kamuda hesapverebilirlik ve 208 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye şeffaflığı da içerecek şekilde iyi yönetim talep edecek aynı zamanda yerli firmalar için iyi bir yönetim modeli olacaktır. İyi yönetim, sosyal sorumluluk gibi geliştirilen her yeni kavram, uluslararası şirketlerin sürekliliğini sağlamlaştırıcı yapı taşları olarak öne çıkmaktadır. Özellikle 1990’larda başlayan sınırötesi yatırımlar şirketlerde sürekliliğin temin edilmesini zorunlu kılmıştır. Süreklilik, geniş bir alana yapılan yatırımlarda doğru ve hızlı bilgi akışını mecbur kılmıştır. Şeffaflık önem kazanmış, çokuluslu firmalar için iyi yönetim kavramı şirketlerin vizyon ve hedeflerinin belirlenmesinde , şirketlerin organizasyon yapılarında ve şirketlerin değer yönetimlerinde öne çıkmıştır. Türkiye, içinde bulunduğu toplumsal dönüşüm sürecinde çokuluslu şirketlerin iyi yönetim değerlerini özümseyerek kendi iyi yönetim kavramını geliştirmelidir. 4.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetler Sürdürülmekte olan YOİ çalışmalarında aşağıda listesi sunulan tasarıların da süratle yasalaşması ülkeye yabancı yatırımları çekmede gerekli koşulların temin edilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Yasa Tasarıları • 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nın Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve Gümrük Müşavirliği Kanun Tasarısı • Maden Kanunu ve Diğer Kanunların Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı • Yeni Çevre Kanunu Tasarısı • Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı • 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nda değişiklik ve 5486 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanuna uyumunun sağlanması • Patent ve Marka Vekilleri Kanun Tasarısı • Çeşitli vergi kanunlarında değişiklik yapılması hakkında kanun tasarısı • Telif Hakları alanında bir enstitü kurulması • Entegre Devrelerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı • Yatırım Promosyon Yapılanmasına İlişkin Kanun Tasarısı • Ulusal Meslek Standartları Kanunun Tasarısı • Gıda Sektörü mevzuatında geçen tesis ve faaliyet tanımlarının uyumlaştırılması • Turizmle İlgili Kanun ve KHK’lerde Değişiklik ayrıca, Turizm Hizmet Meslek Birlikleri Hakkında Kanun taslaklarına ilişkin çalışmalar • Yatırımlarda Devlet Yardımları Çerçeve Kanunu • Dahilde İşleme Rejimi uygulamalarının Gümrük Müsteşarlığı’nca yerine getirilebilmesi için yasal düzenleme • 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ile 4458 sayılı Gümrük Kanunu arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi 209 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 5. Sonuç DYY’lar, uzun bir süreden beri, ülkelerin kalkınmasına önemli katkı sağlayan araçlardan biri olarak kabul edilmekte, bu nedenle de DYY’ları çekmek üzere ülkeler arasında ciddi bir rekabet süregelmektedir. Türkiye, DYY’lar açısından büyük bir potansiyele sahip olduğu halde, 1980’lerin ikinci yarısı hariç tutulduğunda, DYY’ları çekmek için ciddi bir çaba içine girmemiş, yatırımcıların aradığı koşulları oluşturmak bir yana, sorunların artmasına yol açacak uygulamalar içinde olmuştur. Türkiye’de bugün, DYY’lara her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan, son derece ağır ekonomik bir kriz ertesinde, sanayi ve hizmet kuruluşları birer birer kapanmış, bu kuruluşlarda çalışan insanlar işsiz kalmıştır. Ülkelerin bu gibi durumlarda reel sektörlerini desteklemek, talebi, yatırımları ve üretimi yeniden canlandırmak ve ekonomide daralmayı durdurmak için, vergi oranlarının düşürülmesi ile birlikte, borçlanma dışında başvurdukları iki temel kaynaktan biri olan DYY’ların ülkeye çekilebilmesi için gereken iki ana unsurun, gelişkin bir sanayi ve yetişmiş insan kaynağının ülkede mevcut olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin, DYY’ların ülkeye yatırım yapmak için aradığı güven ortamını, bir siyasi uzlaşma halinde dünyaya ilan ederek, bu konuda ulusal ve uluslararası platformlarda uzmanlarca ortaya konan çalışmalarda belirtilen ve diğer ülkelerle rekabet edebilmesini imkansız hale getiren eksiklerini gidermek üzere gerekenleri yerine getirdiğinde, yılda dünyada yapılan toplam yatırımların asgari yüzde ikisi olan DYY potansiyelini realize etmek üzere süratle yol almaya başlaması büyük bir olasılıktır. 210 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Yabancı Sermaye Kaynakça • T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü aylık ve yıllık raporları, “Yabancı Sermaye Raporu, 1983-86, 1987-89, 1990-92, 1993-95”. • YASED Yabancı Sermaye Derneği, yayınlanmamış araştırma, Mart 1998. • “Turkey – A Diagnostic Study of the Foreign Direct Investment Environment”, Foreign Investment Advisory Service, a joint service of the International Finance Corporation and the World Bank (FIAS), Washington D.C., Şubat 2001. • “Turkey – Administrative Barriers to Investment”, FIAS, Washington D.C., Haziran 2001. • Louis T. Wells, Jr.,Alvin G. Wint, “Marketing a Country”, FIAS, Washington D.C., Mart 2000. 211 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 212 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Çalışma Grubu Raporu 213 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Mali Piyasalar Çalışma Grubu Raporu 214 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Koordinatör Kurum Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Çalışma Grubu Üyeleri** 1. Ziya DEMİRDÜZEN 2. Tuğrul ERKİN 3. Prof. Dr. Refik ERZAN 4. Sait GÖNEN 5. Ali İŞLER 6. Ayhan KAMEL 7. Prof. Dr. Çelik KURDOĞLU 8. Önder ÖZAR 9. Ferruh TIĞLI 10. Dr. Şuhnaz YILMAZ 11. Rona YIRCALI ** Dış Ticaret Müsteşarlığı, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Dış Ticaret Uzmanı DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, Türk–Avrasya İş Konseyleri Başkanı Boğaziçi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü, Öğretim Üyesi DEİK Türk-Pakistan İş Konseyi Başkanı Uluslararası Müteahhitler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi DPT, Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü, Uzman Yrd. Büyükelçi D-8 İcra Direktörü DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, KEİ İş Konseyi, Yönetim Kurulu Üyesi Büyükelçi EİT Eski Genel Sekreteri DPT, Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü, Daire Başkanı Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Böl., Öğretim Üyesi DEİK İcra Kurulu Başkanı Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. 215 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 216 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri 1. Küreselleşme ve Bölgesel İşbirliği Girişimlerine Genel Bakış Dünyada 1970’lerin başında yaşanan ekonomik darboğazlar II. Dünya Savaşı’ndan o güne kadar süren yüksek hızlı büyümeyi yaratan temel kurumlarının sarsılmasına, buna karşılık neo liberal politikaların ön plana çıkmasına ve sınırların ve ulusal ekonomi politikalarının daha az önemli hale geldiği yeni uluslararası ekonomik düzenin oluşmasına yol açmıştır. Bu düzende pazarların açılması, çok uluslu şirketler ve ilerleyen yıllarda bilgi teknolojileri kalkınmanın anahtarı olarak algılanır duruma gelmişlerdir. Küreselleşme liberal pazar ekonomisi uygulamalarının hızla yayıldığı 1980’lerden itibaren çok konuşulan ve tartışılan bir kavram haline gelmiştir. Üretim ve finansal aktivitelerin uluslararasılaşması şeklindeki genel kabul gören tanımdan hareket edildiğinde ve dış ticaret, doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımları göstergelerine bakıldığında, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren ulusal ekonomilerin giderek küresel ekonomik güçlere daha fazla bağımlı hale geldiği gözlenmektedir. Örneğin küresel sermayenin sınır ötesi hareketliliğini 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak hızlı bir artışa geçen doğrudan yabancı yatırımlarda (DYY) gözlemek mümkündür. 1970-2000 periyodunda DYY’lerdeki miktarsal artış küresel ekonomi içindeki ağırlığının ve öneminin de artmasına neden olmuştur. En hızlı artış 1999 – 2000 yıllarında olmuş ancak 2001 yılında küresel ekonomik krize bağlı olarak DYY’lerde %100’e yaklaşan bir azalma meydana gelmiştir. Bu eğilim 2002’de de devam etmiş, DYY girişleri 630 milyar dolar civarına düşmüştür. DYY’lerın yıllara göre %70 ila %90 arasında değişen bölümü OECD ülkeleri tarafından çekilmektedir. Tablo 1.1: Doğrudan Yabancı Yatırımlar 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2001 2002 DYY Girişi (Milyar Dolar) Yüksek Gelir OECD (*) Dünya 6,9 9,1 15,2 25,3 43,2 53,7 39,7 55,5 159,1 202,5 181,6 323,4 1.207,3 1.502,0 518,2 791,2 407,7 630,8 DYY/GSYİH (%) Yüksek Gelir OECD Dünya 0,5 0,5 0,4 0,5 0,6 0,5 0,5 0,5 1,0 1,0 0,9 1,1 4,2 4,9 2,0 2,6 1,8 2,0 DYY/Sabit Yatırım (%) Yüksek Gelir OECD Dünya 2,2 2,3 2,1 2,5 2,4 2,2 2,1 2,2 4,3 4,3 4,0 5,0 19,3 21,7 9,6 12,1 10,5 10,8 Kaynak: World Bank, World Development Indicators (*) Orta Avrupa, Türkiye, Meksika hariç DYY’ler büyümeyi destekleyecek ölçüde sermaye oluşumunu sağlayamayan, yatırım kapasitesi düşük ülkeler için önemli bir potansiyel kalkınma aracı olarak görülmekte, bunun sonucunda ülkeler arasında DYY çekmeye yönelik hızlı bir rekabet yaşanmaktadır. 223 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yabancı yatırımcıya yatırımının geleceğine yönelik garanti verilmesi bu yarışta en önemli koşullardan biri olarak ortaya çıkmaktadır. İşte bu gereksinim ile ilki 1959 yılında imzalanan Yatırımların Karşılıklı Korunması Anlaşmaları 1980’li yıllardan sonra artış göstermiş, 1990’da 470, 2000 yılı itibariyle ise yaklaşık 2000 anlaşma uygulamaya konulmuştur. Bugün itibariyle DYY’ların yaklaşık %50’si bu tür anlaşmaların kapsamındadır. Küreselleşmenin temel güdülerinden biri, şirketlerin teknolojinin getirdiği avantajlardan yararlanarak üretimlerini birden fazla ülkede konuşlandırmalarıdır. Bu süreç dahilinde oluşan Sınır Ötesi Şirketler’in sayıları 2001 yılı itibariyle 65.000’e ulaşmış1 dünya gelirindeki payları 1/10’a ve ihracattaki payları ise 1/3’e yükselmiştir. Tablo 1.2: Çeşitli Dünya Göstergeleri ve Uluslararası Üretim (Milyar Dolar) 1982 1990 2001 734 1.874 6.846 GSYİH 10.805 21.672 31.900 Sabit Sermaye Oluşum 2.285 4.841 6.680 İhracat (Mal) 2.081 4.375 7.430 2.540 5.480 18.520 594 1.423 3.495 1.959 5.759 24.952 670 1.169 2.600 17.987 23.858 53.581 Dünya Geneli : DYY Stoğu Sınır Ötesi Şirketler : Satışlar Gayrisafi Üretim Varlıklar İhracat İstihdam (bin kişi) Kaynak : UNCTAD, World Investment Report 2002 Not : Sınır ötesi şirketlerin değerleri ana şirketlerin faaliyetlerini (parent company) içermemektedir. Sınır ötesi şirketlerin yayılması, COMECON döneminde Doğu ve Orta Avrupa’dakini andırır bir sınai işbölümü oluşmasına, uluslararası üretim zincirlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu modele göre, üretimin farklı aşamaları farklı ülkelerdeki montaj hatlarında gerçekleşmektedir. Bunun sonucunda DYY stoğu kadar, mamul malın üretimine kadar süren sınır ötesi girdi-çıktı ilişkileri nedeniyle, uluslararası ticaret hacmi de doğrudan etkilenmektedir. Dünya ticaret hacmi 1970 sonrasında büyük bir gelişme göstermiş, dünya GSYİH’sı içindeki payını giderek arttırmıştır. 1 “World Investment Report 2002”, UNCTAD, sf: XV 224 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Tablo 1.3: Dünya Dış Ticaretinin Toplam GSYİH’daki Payı Toplam Dünya Dış Ticareti (Milyar Dolar) Toplam GSYİH İçindeki Payı (%) 1970 1975 789,8 2.016 27,1 34,7 1980 1985 1990 1995 2000 4.633 4.534 8.503 12.552 15.696 42,0 36,6 39,0 42,9 49,8 Kaynak: World Bank, World Development Indicators Esasen ihracat II. Dünya Savaşı sonrasında önemli bir sıçrama göstermiş, dünya hasılasından ve kişi başına gelirden daha hızla büyümüştür. Tablo 1.4: Kişi Başı Gelir ve İhracatta Yıllık Ortalama Artış (%) 1913- 50 1950-73 1973-1998 Kişi başı GSYİH - Batı Avrupa - Dünya 0,76 0,91 4,08 2,93 1,78 1,33 İhracat - Batı Avrupa - Dünya - 0,14 0,90 8,38 7,88 4,79 5,07 Kaynak: OECD, The World Economy, A Millenial Perspective İhracat ülke ekonomilerinde özellikle 1970 sonrası giderek daha fazla pay sahibi olmuş, dünya genelinde ihracatın GSYİH içindeki payı 1950’de %5,5 iken, 1973’de %10,5’a 1998’de ise %17,2’ye ulaşmıştır. 2 Son 10-20 yılın getirdiği diğer bir gelişme, ülkeler arasında bölgesel entegrasyon eğilimlerinin artmasıdır. Bunun bir göstergesi olarak, bölgesel ticaret anlaşmaları (BTA) 1990’larda büyük bir sayısal artış göstermiş, 2002 sonu itibariyle DTÖ’nün kayıtlarına geçmiş yürürlükteki BTA sayısı 176’ya ulaşmıştır. Bu anlaşmalardan 123’ü 1990-2002 yılları arasında yürürlüğe girmiştir.3 Bu dönemdeki BTA artışının bir nedeni, 1990’ların başında COMECON sisteminin çöküşü ile Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin Batı ülkeleri ile ve kendi aralarında telafi edici bölgesel düzenlemelere gitmeleridir. Bu ülkelerin bir bölümünün AB ile yaptığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) da bunlara dahildir. Bölgesel ekonomik işbirliğine yönelik ilginin bir başka nedeni ise, DTÖ müzakerelerinin küresel meselelere yeterince yanıt veremeyeceği görüşünün giderek hakim olmaya başlamasıdır. Ülkeler pazarlarının korunması ile liberalleşmesi arasındaki dengeyi bölgesel düzenlemeler içinde daha rahat kurabileceklerine inanmaktadırlar. 2 3 “The World Economy, A Millenial Perspective”, OECD, sf: 127 “World Trade Report 2003”, WTO, sf: 46 225 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Nitekim, bugün sayısı 148’i bulan çok farklı ekonomik ve sosyal gelişmişlik seviyesindeki, farklı ihtiyaçlara, beklentilere sahip ülkenin liberalizasyon konusunda buluşabileceği ortak paydanın yüksek ve kolay elde edilir olmasının beklenmesinin çok gerçekçi olmadığı Seattle ve Cancun Bakanlar Konferansları’nda görülmüştür. Gelişmekte olan ülkelerin hazırlıklı olmamaları nedeniyle fazla varlık gösteremedikleri, dolayısıyla aktif üye sayısının nispeten az olduğu Uruguay Round’un bile 1986’da başlayıp ancak 1994 yılında tamamlanabilmesi, küresel ticaret müzakerelerinin ülkelerin ticari ve ekonomik arayışlarına kısa vadede cevap vermediğinin göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle, ülkelerin, ekonomik ve ticari ihtiyaçlarına daha kısa sürede cevap alabileceklerine inandıkları oluşumlara gitmesi kaçınılmaz görülmektedir. Nitekim, yakın zamana kadar tercihli ticaret anlaşmalarına taraf olmaktan kaçınan Japonya’nın bile çeşitli STA’lar yapma yoluna gittiği görülmektedir. Bölgesel anlaşmaların yol açtığı tercihli ticaret 2000 yılı itibariyle dünya ithalatının yaklaşık %40-45’ine hükmetmektedir. Bu oran Batı Avrupa’da %65, geçiş dönemi ekonomileri olarak gruplandırılan Doğu ve Orta Avrupa’da ise %62 civarındadır. 4 Farklı coğrafyalardaki ülkeler ve ülke grupları da BTA’lara taraf olabilmektedir. AB’nin Meksika, Kanada, MERCOSUR, Şili, Güney Afrika ile imzaladığı veya müzakerelerini sürdürdüğü anlaşmalar bunlara örnektir. BTA’ların sayılarındaki artış paralelinde içeriklerinde de değişiklik olmaktadır. Bazıları 20-30 yıllık geçiş dönemleri ile daha çok bir niyet teatisi niteliğindeyken, bazıları tarifelerde indirimin yanı sıra tarife dışı engelleri kaldırmayı da hedefleyen daha ileri düzeyli entegrasyon çabaları olarak ortaya çıkmaktadır. Hizmet ticaretini kapsam içine alan, yatırım, rekabet, sermaye hareketleri, çevre ve istihdam standartlarında ortak taahhütler içeren anlaşmalar müzakere edilmeye başlanmıştır. Japonya-Singapur, ABD-Ürdün, ABD-Şili arasında bu tür yeni nesil anlaşmaların akdedilmesi söz konusudur. BTA’ların çoğu kapalı yani sadece üyelerine kolaylık sağlayan yapıda iken, APEC gibi üyelerinin gönüllü olarak sağladıkları kolaylıkları tüm dünyaya uygulayanlar da mevcuttur. Bölgesel oluşumların amaçlarını ne ölçüde yerine getirdiği konusunda farklı görüşler vardır. Bir ülkenin birden fazla BTA’ya taraf olması yaygın uygulama haline geldiğinden özellikle Afrika’da, Amerika kıtasında onlarca BTA veya bölgesel işbirliği çatısı mevcuttur. DTÖ’nün çok taraflı müzakere yapısı da hesaba katıldığında, oldukça karmaşık ve tümden değerlendirilmesi zor kümeleşmeler ortaya çıkmaktadır. Bölgesel oluşumların bölge içi ticaret ve diğer ekonomik işbirliği hacmini farklılık yaratacak şekilde artırması üyelerinin sanayi, ticaret ve finansal kapasiteleri ile doğru orantılı olmaktadır. Örneğin 2,5 milyarlık bir nüfusa sahip, küresel pazarda birbiri ile rekabet halinde ülkelerin oluşturduğu APEC, 19 trilyon dolarlık GSYİH ve dünya ticaretindeki %47, 1990 – 2000 diliminde dünya ekono4 “World Trade Report 2003”, WTO, sf: 48 226 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri mik büyümesindeki %70 pay ile 5 blok içi ticaretin doğal olarak yüksek olacağı bir bölgedir. Performansı etkileyen diğer bir faktör entegrasyon düzeyidir. Ekonomik birlik anlamında en ileri düzeydeki entegrasyonu gerçekleştiren AB ve ileri düzeydeki tercih tanımlarıyla NAFTA buna örnektir. Grafik 1.1: Çeşitli Bölgesel Oluşumlarda Blok-içi İhracat Blok İçi İhracatın Toplam İhracata Oranı (%) APEC AB ve Üyelik Sürecindeki Ülkeler AB Amerika Serbest Ticaret Alanı NAFTA ASEAN BDT 2001 1990 1980 Orta Amerikan Ortak Pazarı KEİ Latin Amerika Entegrasyonu Birliği Baltık Ülkeleri İKT EİT Körfez Ekonomik İşbirliği Konseyi EFTA 0 5 10 15 20 25 30 35 40 45 50 55 60 65 70 75 Kaynak: UNCTAD Öte yandan gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını liberalleştirmenin ve dünya ekonomisine entegrasyonun büyümelerini olumlu etkileyeceğine dair inançları her zaman gerçeğe dönüşmemektedir. Ticaret rejimlerini liberalleştiren, yatırım ortamlarını iyileştiren ülkelerde bu reformların sonucunda sermaye transferlerinde ve ihracatta önemli artışlar sağlanmasına rağmen, milli gelirlerinde beklenen gelişme görülmeyebilmektedir. Gelişmiş ülkelerin dünya ticaretindeki payının %80 (1980)’den %70 (1999)’e düşmesine rağmen, dünya gelirindeki paylarının aynı sürede %73’den %77’ye yükselmesi, buna karşın gelişmekte olan ülkelerin payının %20’de sabit kalması bunun bir göstergesidir. 6 Ticaretin büyümeye ön ayak olmasında belirleyici olan, dünya pazarlarında talep genişleme potansiyeli olan üretime öncelik vermek, yüksek katma değerli ürünlere kaymak ve verimliliği artırmaktır. Asya Kaplanları olarak isimlendirilen Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ticaretin büyümeyi tetiklemesi konusunda en başarılı örnekleri sergilemektedir. 5 6 “About APEC”, APEC web sitesi “Trade and Development Report 2002”, UNCTAD sf: 51 227 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 2. Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Perspektifinde Türkiye’nin Dış Ekonomik İlişkilerinde Gelişmeler 1960-1980 döneminde Türkiye’nin dış ekonomik politikasında içe dönük, ithal ikameci politikalar hakim olmuş, yerel sanayiyi koruma güdüsüyle, ithalat kısılmış, yabancı sermaye ve döviz kontrolü politikaları ile iç pazar koruma duvarlarının arkasına alınmıştır. Kuruluş yıllarından 1970’lerin ortalarına kadar yıllık ortalama %5 büyüyen Türkiye ekonomisinin 1970’lerin sonuna doğru büyüme açısından bir tıkanma yaşadığı ve küreselleşme baskılarının arttığı bu dönemde ithal ikameci sistemin, yerini dışa açılmacı liberal politikalara bıraktığı görülmektedir. 1980’den itibaren köklü ekonomik politika değişikliği sonucu, serbest piyasa ekonomisi dahilinde liberal ticaret rejimi kuralları ve büyümeye yönelik ihracat dış ekonomik ilişkiler politikasının ana hatları olarak bugünkü yerlerini almışlardır. 1980’lerde kotaların kalkmasını ve gümrük tarifelerinde ortalama %20 düşüşü içeren liberal uygulamalar 7 ticaret hacminde önemli artışları beraberinde getirmiş, ihracat tutarı 1980’de 3 milyar dolar seviyesinden, 10 yılda 4 kat artarak 1990’da 12 milyar dolar seviyesine ulaşmış; ticaret hacmi de, 1980-2003 döneminde yıllık ortalama %14,3 artışla 2003 yılında 115 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Grafik 2.1: Türkiye’nin Dünya Ticaret Hacmindeki Payı (1980-2002) 0.8 0.7 0.6 (%) 0.5 0.4 0.3 0.2 0.1 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 1990 1989 1988 1987 1986 1985 1984 1983 1982 1981 1980 0.0 Kaynak: Dünya Bankası Türkiye’nin dünya ticaret hacmindeki payı 1970’lerde binde 1’den, 1985’de binde 3, 7 “Globalization and Turkey’s Changing Political Economy”, Boğaziçi University Press, 2002, sf: 253 228 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Türkiye’nin dünya ticaret hacmindeki payı 1970’lerde binde 1’den, 1985’de binde 3, 1990’da binde 5, 2002 yılında ise binde 7’ye çıkmıştır. Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonu açısından önemli bazı göstergelerin gelişimi aşağıdaki grafikte değerlendirilmiştir. Grafik 2.2: Ekonomik Entegrasyon Göstergeleri İhracat/GSMH Ticaret Hacmi/GSMH İthalat/GSMH DYY/GSMH 50 40 (%) 30 20 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 1990 1989 1988 1987 1986 1985 1984 1983 1982 1981 0 1980 10 Kaynak: DTM, Hazine Müsteşarlığı Dış ticaretin kompozisyonunu da etkileyen bu değişimler, hammadde ağırlıklı bir ihracat yapısından daha yüksek katma değerli nihai ürünlerin payının arttığı bir yapıya dönüşümü sağlamıştır. Dışa açılma sürecinde rekabet koşullarına büyük ölçüde adapte olmayı başaran yerel imalat sanayi, ihracattaki payını 1970 yılında %17’den, 1985’de %75’e günümüzde ise %90 seviyesine çıkarmayı başarmıştır. Grafik 2.3: İmalat Sanayinin İhracattaki Payı (1970 – 2002) 100 (%) 80 60 40 20 0 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2002 Kaynak: DİE 229 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Türkiye’nin dış ticaret ortaklarına bakıldığında, özelde AB’nin ve daha geniş kapsamda OECD ülkelerinin yüksek önemde bir yere sahip olduğu görülmektedir. Grafik 2.4: Seçilmiş Ülke ve Ülke Gruplarının Toplam Ticaret Hacmindeki Payı 60,0 1970 50,0 1975 (%) 40,0 1980 30,0 1985 1990 20,0 1995 10,0 2000 0,0 AB ABD BDT* Orta Doğu** Kaynak : DTM * Azerbaycan, Beyaz Rusya, Estonya, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Özbekistan, Rusya Federasyonu (1990 öncesi için SSCB), Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna ** BAE, Bahreyn, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Lübnan, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen 1980-88 döneminde İran-Irak Savaşı sırasında Orta Doğu ülkelerinin uluslararası arenada yalnız kalmaları nedeniyle artan ticaret hacmi, bu dönemde toplam ticaret hacminde önemli bir yer tutmuş ancak 1990’larda düşüş trendine girmiştir. Komşu ülkeler coğrafi avantajlardan dolayı büyük potansiyel arz eden doğal pazarlardır. 1980’li yıllarda İran ve Irak ile ticaretin yoğunluğu nedeniyle genel ticaret içinde yükselen komşu ülke payı Körfez Savaşı sonrası azalmış, son yıllarda siyasi platformda sağlanan istikrarın da etkisiyle belirli bir tempoda gelişmeye başlamıştır. İlişkilerin daha yüksek düzeylerde seyretmesini engelleyen unsurlar genellikle tarife ve tarife-dışı engeller ve ulaşım ile diğer altyapı eksiklikleri olarak ifade edilebilir. Grafik 2.5: Komşu Ülkelerle(*) Ticaret (1980 – 2002) Komşu Ülkelerle Ticaret Hacmi 35.0 30.0 25.0 (% ) 20.0 15.0 10.0 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 0.0 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 5.0 20.0 18.0 16.0 14.0 12.0 10.0 8.0 6.0 4.0 2.0 0.0 (Milyar Dolar) Komşu Ülkelerin Toplam Ticarette Payı Kaynak : DTM (*)Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Irak, İran, Romanya, Rusya Federasyonu (1992 öncesi için SSCB), Suriye, Ukrayna, Yunanistan 230 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri 1990’lar büyüme performansı açısından iniş çıkışlı, küreselleşmenin sancılarının yaşandığı, krizlere bağışıklığın test edildiği bir dönem olmuştur. Bu iniş çıkışlarda bölgesel koşullar da önemli rol oynamıştır. 1990’ların başında SSCB’nin dağılması Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinde bu bölgenin ön plana çıkmasına neden olmuş, taahhüt sektörünün bu bölgede yenilenme ve altyapı projelerinde görev almasıyla başlayan, ardından çeşitli ölçeklerde yatırımlar ile gelişen bir işbirliği sürecine girilmiştir. Türk girişimciler Rusya’ya, Ukrayna’ya, Orta Asya ve Kafkas Cumhuriyetlerine ilk giden, en fazla risk alanlar olmuşlardır. Daha sonraki aşamalarda bölgeye giden Batı firmaları ile en önemli fark, Türk firmalarının enerji dışı yatırımlara öncelik vermeleridir. Bölge ülkelerinin birçoğunda dünya standartlarında otel, konut, iş merkezi yaparak yabancıların iş yapması için altyapı oluşturan Türk firmaları olmuştur. Yapılan bu önemli işlerin de katkısıyla, yurtdışında üstlenilen müteahhitlik projelerinin toplam değeri DTM, verilerine göre 2002 sonu itibari ile, 50 milyar dolara ulaşmıştır. Bu konumla Türkiye uluslararası müteahitlik pazarından %2-3 civarında pay almaktadır. BDT ülkelerinde üstlenilen projeler 26 milyar dolara ulaşan değeri ile toplam yurtdışı projelerin yarısını oluşturmaktadır. Projelerin yoğunlaştığı ülkeler Rusya Federasyonu, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan, BDT dışında ise Libya, Suudi Arabistan, Irak ve Pakistan’dır. Öte yandan, Türk girişimcileri SSCB’nin dağılmasının Balkanlarda yarattığı yeni ekonomik coğrafyada da kendilerini göstermiş, küçük ölçekli firmalardan, bankalara, Şişe Cam, Anadolu Grubu gibi dallarında dünya sıralamalarının üst basamaklarında olan gruplara kadar birçok yatırımcı bölge ülkelerinde yatırım yapmıştır. 1990’lı yıllarda dünya siyasi atlasında meydana gelen değişiklikler bir anlamda Türk girişimcilerine yeni bir açılım imkanı sağlamıştır. Küreselleşmenin ve yurtiçinde dünya ekonomisi ile bütünleşmeye yönelik altyapının oluşturulmasının da etken olduğu bu gelişmeler sonucunda, Türk firmalarının yurtdışındaki yatırımları 10-15 milyar dolar olarak tahmin edilen bir düzeye erişmiştir. Bunun yaklaşık 5-7 milyar dolarının eski SSCB bölgesinde olduğu sanılmaktadır. Yine bu dönemde “Sınır Ötesi Şirket” tanımına uygun nitelikte Türkiye merkezli birçok kurumsal girişim ortaya çıkmıştır. Buna karşılık, Türkiye’nin uluslararası doğrudan yatırım hareketlerinden çekebildiği yatırım miktarı son derece kısıtlı düzeylerdedir. 1990’lar boyunca 1 milyar dolar seviyesinde seyreden DYY girişleri, 2000 yılında 1,7 milyar dolara, 2001 yılında GSM lisansı ihalesinin etkisi ile 3,3 milyar dolara yükseldikten sonra 2002 yılında tekrar 1 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. 1980’den bu yana fiili DYY girişinin 16 milyar doların biraz üzerinde olduğu göz önüne alındığında, Türkiye’nin 1980’den bu yana DYY giriş ve çıkışlarının eş düzeyde olduğu söylenebilir. Türkiye küreselleşme sürecinin başlıca karakteristiklerinden olan uluslararası üretim ağlarında da yeterince yer alamamıştır. 231 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Tablo 2.1: Uluslararası Üretim Payları (1999) DYY Stoğu (*) / GSYİH Yabancı Şirketlerin İstihdamının Genel İstihdamdaki Payı (%) “Transnationalization Index” (%) Yabancı Şirketlerin Katma Değerinin GSYİH İçindeki Payı (%) Çin 30,9 4,3 9,5 14,4 Malezya 62,2 26,8 16,6 30,7 Bulgaristan 19,4 1,7 5,4 16,9 Romanya 15,5 1,6 0,9 9,4 Moldova 26,8 0,6 0,9 11,9 Rusya Fed. 8,6 0,8 1,6 4,6 Yunanistan 17,6 27,8 10,6 14,5 Türkiye 4,5 6,2 3,9 4,1 Kaynak: UNCTAD, World Investment Report (*) Giriş bazında Küreselleşmenin etkilerinin en çarpıcı şekilde hissedildiği alanlardan biri de hızlı hareket kabiliyetleri ile portföy yatırımlarıdır. Türkiye’de portföy yatırımları girişleri, 1989 yılında döviz kontrollerinin kaldırılması ve TL’nin tam konvertibil hale gelmesi ile finansal sistemde yaşanan liberalleşme sonrasında başlamıştır. Ekonominin bağışıklık sistemindeki açıkları en keskin şekilde ortaya çıkaran sıcak para hareketlerinin etkisi özellikle Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizlerde kendini göstermiştir. Liberalizasyon ve entegrasyon süreçlerinin ekonomiyi dış etkenlere daha açık hale getiren sonuçlarına karşın, olumlu etkileri genellikle kendiliğinden, bir başka deyişle otomatik, değildir. Bu süreçlerin faydalarının en sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için uygun ortamın ve politikaların bulunması büyük önem taşır. Çağdaş küresel koşullara uygun olarak geliştirilen bir yatırım ortamı daha kaliteli ve kalıcı yatırımlar çekerken, ülkenin sınai ve ekonomik yapısına ve küresel talebe uygun olarak tespit edilip uzmanlaşılmış ürünlerin stratejik bir bakış açısı ile hedeflenmiş pazarlara yönlendirilmesi daha sağlıklı bir ticari ve ekonomik yapının hem işareti hem de itici gücü olacaktır. 2.1. AB ile Gümrük Birliği ve Sonrası Dünyadaki en önemli ticaret bloklarından birisi olan AB, üçüncü ülkelerle olan ticari ilişkilerini çok taraflı, bölgesel ve tek taraflı düzenlemeler çerçevesinde yürütmektedir. Kuruluşundan başlayarak DTÖ’nün çalışmalarında aktif olarak yer alan AB, çok taraflı ticaret müzakerelerinin en önemli ve etkili taraflarından birisi konumundadır. Türkiye 1963 yılında imza koyduğu Ankara Anlaşması ile siyasi ve ekonomik tercihini belirlemiş, Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (AET) Avrupa Birliği’ne (AB) geçişin yaşandığı bu süreç boyunca ilginin nispeten azaldığı bazı dönemler dışında Avrupa bütünü içinde yer almak hedefinden hiç vazgeçmemiştir. 6 Mart 1995 tarihli Ortaklık Konseyi 232 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Kararı’nın sonucu olarak 1996 başından itibaren uygulamaya konulan Gümrük Birliği bu bütünleşme sürecinin ilk aşamalarından biridir. Türkiye, pazarını tarifelerin kaldırılması suretiyle sadece AB ülkelerine değil “Ortak Gümrük Tarifesi” uygulaması nedeniyle azalan tarifeler çerçevesinde tüm dünyaya açmıştır. Gümrük Birliği’ne adaptasyon süreci, 1980’lerde dışa açılma olgusu ile birlikte tanışılan rekabet kültürünün gelişmesinde ve Türkiye’nin uluslararası arenada rekabet gücü kazanmasında son derece önemli rol oynamıştır. Türk sanayisinin güçlenmesi ve rekabet edebilmesi için gerekli modernizasyon, reorganizasyon, teknoloji kullanımı ve markalaşma gibi kavramlar Gümrük Birliği sonrası önem kazanmıştır. Gümrük Birliği’ne uyum süreci içinde hükümetler düzeyinde gerekli kurumların oluşturulmasının yanı sıra, Türkiye’deki çeşitli sanayi dallarının rekabet koşullarına uyarlanması için de çaba sarfedilmesi gerekmiştir. Bu çabaların sonuçları ve genelde Gümrük Birliği’nin ekonomi üzerindeki etkileri üzerinde bir araştırma yapılması son derece gereklidir. Ancak, mevcut gözlemler ışığında Gümrük Birliği sonrası sanayinin yoğun rekabet ortamından olumsuz etkileneceği konusundaki endişelerin yersiz olduğu söylenebilir.8 Türkiye’nin Gümrük Birliği öncesinde en önemli dış ticaret ortağı olan AB, Gümrük Birliği’ne geçilmesinden sonra da bu niteliğini korumuştur. Gümrük Birliği sonrasında Türkiye’nin AB’ye ihracatında sürekli artış kaydedilmesine rağmen, ithalattaki artış daha fazla olduğundan dış ticaret açığı genişlemiştir. Bu durum Türkiye’nin tek taraflı olarak 1971 yılı itibariyle bazı istisnalar dışında sanayi ürünlerinde AB pazarına gümrüksüz giriş hakkına sahip olması, buna karşılık AB’nin ise bu hakkı 1996 yılında elde etmesinden kaynaklanmaktadır.9 Grafik 2.6: AB ile Ticaretin Türkiye’nin Toplam Ticaretindeki Payı AB'nin İhracattaki Payı AB'nin Ticaret Hacmindeki Payı AB'nin İthalattaki Payı 60 50 40 (%) 30 20 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1990 1985 1980 1975 0 1970 10 Kaynak: DTM Türkiye’nin AB ile ticaretinin mal gruplarına göre dağılımında ithalatta ara mallar 8 9 “Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi “Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi 233 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Türkiye’nin AB ile ticaretinin mal gruplarına göre dağılımında ithalatta ara mallar, ihracatta ise tüketim malları ağırlıktadır. Yatırım ve ara malı ithalatının Gümrük Birliği öncesinde de yüksek paya sahip olması Türkiye’nin yatırım mallarında gümrüklerini 1980’li yıllardan itibaren yatırımı teşvik amacıyla sıfırlamasıyla açıklanmaktadır. AB’den ithal edilen tüketim mallarında gümrükler, 1996 yılında Gümrük Birliği’nin tamamlanmasıyla kaldırılmıştır. Tüketim malları ithalatında 1996 yılı sonrasındaki artışın bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna karşılık ara malları ithalatında gözlenen pay kaybı, Türkiye’nin azalan tarifeler nedeniyle üçüncü ülkelerden ara malı ithalatının hızlanması ve Dahilde İşleme Rejimi ile ilgili yasal düzenlemeler ile açıklanabilir.10 Grafik 2.7: AB ile Ticaretin Ana Mal Grupları İtibari ile Dağılımı İthalatta Ana Mal Grupları İhracatta Ana Mal Grupları Yatırım Malı Ara Malı Tüketim Malı Yatırım Malı 80 40 (% ) (%) 60 20 0 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Ara Malı Tüketim Malı 70 60 50 40 30 20 10 0 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Kaynak: DTM Türkiye’nin dış ticaretindeki açığın sadece Gümrük Birliği’nden kaynaklandığını iddia etmek kolaycı bir yaklaşım olacaktır. Örneğin Güney ve Doğu Asya ülkeleri ile ticarette yaşanan Türkiye aleyhine durum toplamı etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Ancak, bu bölgeden ithalatın genel olarak Türkiye’nin ihracatı ile bağlantılı olduğu da bir gerçektir. Dış ticaretteki gelişmelerin ekonomik çerçeve içinde analiz edilmesi ileride uygulanacak politikalara ışık tutmak açısından faydalı bir çalışma olacaktır. Gümrük Birliği sonrasına ilişkin beklentilerden biri de AB ülkelerinin Türkiye’de yatırımlarının artacağına dairdir. AB firmaları açısından, Türkiye genç ve doymamış iç pazarının yanı sıra Orta Doğu, Balkanlar, Karadeniz ve Orta Asya pazarları ile bağlantıları nedeniyle de cazip olması gerekirken, Gümrük Birliği sonrası yatırımlarda beklenen gelişme olmamıştır. İzin verilen yabancı sermaye içerisinde AB’nin ortalama %65 olan payı genel olarak sabit kalmıştır. 10 “Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi 234 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Grafik 2.8: AB Firmalarına Verilen Yabancı Sermaye İzinleri (1991-2002) 2002 2001 2000 1999 1998 1997 Toplam İzinler 1996 1995 1994 1993 1992 4.500 4.000 3.500 3.000 2.500 2.000 1.500 1.000 500 - 1991 (Milyon Dolar) AB Toplamı Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Bu durum Türkiye’nin yabancı yatırımcı tarafından aranan siyasi ve ekonomik istikrar ile güvenli piyasa koşullarını sağlayamamış olmasına ve idari mekanizmadaki caydırıcı unsurların varlığına bağlanmaktadır. Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ilişkilerin geleceğine bu raporun çerçevesi içinde bakıldığında, Ortak Gümrük Tarifesi uygulamalarında Türkiye’nin çıkarlarını daha fazla koruyacak düzenlemeler gerekli görülmektedir. Bu kapsamda AB’nin taraf olduğu tüm bölgesel ticaret anlaşmalarının Türkiye tarafından tamamlanması büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, çeşitli ihraç pazarlarında AB firmaları ile rekabet şansının yitirilmesi durumu ile karşılaşılacaktır. Halihazırda Türkiye, AB’nin taraf olduğu mevcut 30 kadar STA’dan ancak 15’ini tamamlamış11, özellikle Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesindeki ülkelerle sürdürülen müzakerelerde tıkanmalar yaşanmıştır. Genellikle sorun bu ülkelerin Türkiye ile bu tür tercihli ticari ilişki içine girmek konusunda istekli olmamalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne taraf olması nedeniyle, üçüncü ülkeler ile tıkanan müzakerelerde AB’nin daha zorlayıcı tavır alması için mekanizma geliştirilmesi son derece önemlidir. Esasen AB’nin belirli STA angajmanlarına girmeden önce Türkiye’nin görüşlerini almasının rasyonel bir talep olacağı düşünülmektedir. Aynı argümanla, Türkiye açısından önemli ülkelerle veya bölgesel oluşumlar çerçevesinde tercihli ticaret anlaşmaları yapılması için AB’den deregasyon talep edilmesi de önemlidir. AB ile mali işbirliği kapsamında alınan mali yardımlar konusu da bir diğer önemli noktadır. Türkiye’nin AB üyelik başvurusundan Gümrük Birliği’ne kadar olan 33 yıllık süreçte (1962-1995) %91’i kredi olan 830 milyon ECU mali yardım sağlanmış, Gümrük Birliği’nden sonra taahhüt edilen 2,8 milyar euro mali yardımın ise sadece %33’ü kullandırılmıştır. 10 yıllık bir adaylık süreci geçiren Doğu Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen AB mali yar11 Söz konusu STA’lardan 8 adedi AB’ye yeni üye olan 10 ülke ile olup, 1 Mayıs 2004 itibari ile feshedilmiş ve bu ülkelerle ticaretimiz Gümrük Birliği kapsamına girmiştir. 235 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları dımı 54 euro iken, 40 yıla yakın süredir mali işbirliği kapsamında olan Türkiye için bu rakam 11,5 euro olmuştur. Taahhüt edilen mali yardımların bir an evvel kullandırılması için AB nezdinde girişimler yoğunlaştırılmalı, Türkiye’nin inisiyatifi arttırılmalı ve gerekli diplomatik kararlılık gösterilmelidir. Bunun yanı sıra, ülkemizde kurumsal kapasitenin geliştirilmesi ve AB kaynaklarının kullanımı konusunda insan kaynaklarının yeterli düzeye ulaştırılması da önem taşımaktadır. AB ile ilişkilerde bu tür gündem maddelerinin ve mekanizmaların olmaması Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği içinde olan tek üye olmayan ülke olmasından kaynaklandığı sanılmaktadır. AB’nin 2010 yılına kadar kurulmasını planladığı Avrupa-Akdeniz Serbest Ticaret Alanı sürecinde Türkiye’nin, AB’nin bölgedeki en önemli ticaret ortağı olması ile orantılı biçimde aktif bir konum elde etmesi önem taşımaktadır. 2.2. Türkiye’nin Yer Aldığı Çok Taraflı İşbirliği Platformları Türkiye’nin dışa açılım çabaları ile hızlanan ve buna paralel giden bir diğer gelişme de bölgesel işbirliği yapıları oluşturma yönünde olmuştur. SSCB’nin dağılması sonrası bölgede ortaya çıkan ekonomik işbirliği potansiyelini değerlendirmek amacıyla KEİ platformunun oluşumunda Türkiye öncü rol oynamıştır. Yine bu dönemde EİT Orta Asya Cumhuriyetlerini de içine alacak şekilde genişletilmiş, D-8 kurulmuştur. EİT, KEİ, D-8, İKT – İSEDAK girişimleri, üye ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğini daha ileri düzeylere çıkarmayı amaçlamakta, ancak ileri safhalarda da olsa herhangi bir entegrasyon perspektifi içermemektedirler. Bu itibarla, Türkiye’nin anılan bölgesel oluşumlar içinde yer almasını AB tam üyelik perspektifine bir alternatif olarak değil, yeni pazar ve işbirliği imkanları yönünden tamamlayıcı olarak görmek gerekir. Grafik 2.9: Türkiye’nin Toplam Ticaret Hacmi ile AB ve Diğer Bölgesel İşbirliği Oluşumları ile Olan Ticaret Hacmi 100,000 90,000 (Milyon Dolar) 80,000 70,000 TÜRKİYE 60,000 AB 50,000 KEİ+EİT+D8* 40,000 30,000 20,000 10,000 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 0 Kaynak: DTM * KEİ+EİT+D-8 , Ermenistan hariç mükerrer olmayan 22 ülkeyi (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bangladeş, Bulgaristan, Endonezya, Gürcistan, İran, Kazakistan, Kırgısiztan, Malezya, Moldova, Mısır, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Rusya Federasyonu, -1992 öncesi için SSCB-, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna, Yunanistan) kapsamaktadır. 236 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Türkiye, İran, Pakistan arasında bölgesel ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla 1964 yılında kurulmuş olan Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Teşkilatı, şekil ve içerik değişiklikleri yapılarak 1985’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) adını almış ve 1992 yılında Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’nın katılımıyla genişlemiştir. EİT bölgesinde ticaretin geliştirilmesi için tarife ve tarifedışı engellerin azaltılması, serbest pazar ekonomisi kurumlarının oluşması, ticaret rejimlerinin şeffaflaştırılarak DTÖ kural ve standartları ile uyumlaştırılması ve özel sektörün bölge içinde etkin biçimde faaliyet gösterebilmesine yönelik önlem alınması ortak hedefler olarak belirlenmiştir. İslam Konferansı Teşkilatı (İKT), 1969 yılında kurulmuştur. Bugünkü yapısı itibariyle nüfuslarının çoğu Müslüman olan 57 ülke üye durumundadır. Ayrıca KKTC ile birlikte 4 gözlemci üyesi bulunmaktadır. İKT amacını üyeler arasında siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal dayanışma ve işbirliğini tesis etmek olarak belirlemiştir. İKT Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi (COMSTECH), Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi (COMIAC) ve Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) anılan konularda işbirliğini geliştirmek ve bu faaliyetlerin koordinasyonu için oluşturulmuş komitelerdir. Bunlardan İSEDAK’ın toplantıları DPT koordinasyonunda İstanbul’da gerçekleştirilmektedir. 1992 yılında Türkiye’nin girişimleri ile kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), KEİ Şartının 1 Mayıs 1999 yılında yürürlüğe girmesiyle bölgesel bir işbirliği örgütü haline gelmiştir. Bu, KEİ’nin uluslararası platformlarda temsili ve finansal destek sağlayabilmesi açısından bir dönüm noktası olmuştur. KEİ’nin hedefleri Avrupa ve dünya ekonomisine entegrasyon, serbest piyasa koşullarının yerleştirilmesi, iş-yatırım ortamının iyileştirilmesi, bölgesel strateji üretilmesi, bireysel kapasiteler ile ortak çıkarlara uygun işbirliği için bölgenin karşılaştırmalı üstünlüklerinin tespit edilmesi ve yatırım alanları ve öncelikleri belirlenerek somut projeler üretilmesi olarak sıralanabilir. Kapsadığı ülkeler, Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Makedonya, Moldavya, Romanya, Rusya Federasyonu, Sırbistan-Karadağ, Türkiye ve Ukrayna’dır. İsrail, Mısır, Polonya, Slovakya ve Tunus’un yanı sıra Avusturya, İtalya, Fransa ve Almanya gibi AB ülkeleri gözlemci statüdedir. D-8 ise 1997 yılında yine Türkiye’nin önayak olmasıyla kurulmuştur. Örgüt üyeleri, Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye’dir. Amaç, çeşitli alanlarda üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, ortak projeler üretmek, bilgi ve tecrübe değişimini sağlamak, gelişmiş ülkelerin de içinde yer aldığı uluslararası platformlarda diğer gelişme halindeki ülkeler ile koordinasyon halinde ortak vizyon ve tutumlar oluşturmak ve ticari ilişkilerin çeşitlendirilmesini sağlamaktır. İşbirliği sektörel temelde yürütülmektedir. Bangladeş kırsal kalkınma, Endonezya insan kaynaklarının geliştirilmesi ve fakirlikle mücadele, İran enformasyon/telekomünikasyon, bilim ve teknoloji, Malezya finans-bankacılık-özelleştirme, Mısır ticaret, Nijerya enerji, Pakistan tarım ve kültür balıkçılığı, Türkiye sanayi, çevre ve sağlık konularında koordinatör ülke rolünü üstlenmiştir. 237 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Bütün bu organizasyonlar yeni işbirliği alanları yaratılması açısından olumlu çabalardır. Genel olarak Türkiye’nin etrafındaki coğrafyanın çetin koşulları ve son 20-35 yılda meydana gelen SSCB ve COMECON sisteminin çöküşü, İran’da devrim ve İran – Irak Savaşı, Afganistan’da yaşananlar vb. radikal değişimler, bu tür oluşumların ekonomik faydaları kadar, belki daha da fazla, siyasi diyalog platformu özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Örneğin KEİ ve bir dereceye kadar EİT kendi aralarında karmaşık sorunlar yaşayan ülkeleri bir araya getiren birer çatı olmuşlardır. Bu sayede bu oluşumlar ilişkilerin gergin olduğu zamanlarda açık olan tek diyalog kanalı olarak görev yapmıştır. Bu oluşumların kuruluş amaçları olan ekonomik işbirliği cephesinde bugüne kadar sağladıkları başarı ise oldukça sınırlıdır. Bunu çeşitli nedenler ile açıklamak mümkündür. Öncelikle, bölgesel ekonomik işbirliği oluşumlarının bir numaralı önceliği olan tarife ve tarife dışı engellerin azaltılması, ticareti kolaylaştırıcı önlemler alınması konusunda kuruluş amaçlarında olmasına rağmen her dört organizasyonda da mesafe katedilememiştir. 2011 yılına kadar gümrük tarifelerinin %15 düzeyine indirilmesini öngören EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA) ve İSEDAK bünyesinde on yıl önce imzalanmış olan ancak yeterli onay sayısına ancak şimdilerde ulaşmış olan Tercihli Ticaret Sistemi Çerçeve Anlaşması bu konuda ilk örnekler olacaktır. Bu kolaylıklar sağlanmadığı sürece ekonomik işbirliği oluşumlarının ticari ilişkilere olumlu etkileri sınırlı olacaktır. Bütün bu örgütlenmeler Güney – Güney diye adlandırılan gelişmekte olan ülkeler arası oluşumlardır. Kendi içlerinde farklı gelişme düzeylerinde bulunan ülkeler vardır. Örneğin D-8’de kişi başı gelir açısından en fakir ülkelerden Bangladeş, Nijerya ve Pakistan ile Güney Asya’nın sivrilen ekonomisi Malezya bir arada bulunmaktadır. Grup içindeki bu gelir farklılığı yine de alt gelir grubu ülkelere beklentileri düzeyinde sermaye ve teknoloji transferleri ile pazar gelişmesini sağlayacak boyutlarda değildir. Aynı şekilde 100-150 dolarlık kişi başı dış ticaret değerlerine sahip Bangladeş, Pakistan ve Nijerya’nın bulunduğu D-8, 200-250 dolar grubundaki Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın bulunduğu EİT nihai pazar imkanları açısından oldukça sınırlıdır. Ayrıca, bu ülkeler ticaretin liberalleştirilmesi girişimlerini hassas dengelerinin bozulacağı gerekçesiyle isteksiz karşılamaktadır. Bütün bu örgütlenmelerde üye ülkeler teknoloji üretiminin orta – alt seviyelerindedir. İthalatlarının önemli bölümü ise teknoloji ürünlerine yöneliktir. Bu nedenle diğer Güney – Güney işbirliği oluşumlarında olduğu gibi ticaretlerinde bölge dışı etmenlere bağımlı durumdadırlar. Türkiye’nin önem verdiği Kuzey komşularını ve Balkan ülkelerini kapsayan KEİ kuruluşlarından bu yana AB’ye entegrasyon hedefini ön planda tutmaktadır. Oluşum içindeki ülkelerin hemen hepsinin AB ile ikili bazda gelişen ilişkisi vardır. Dolayısıyla burada dikkatler bölge içi işbirliğinden ziyade AB’ye odaklanmıştır. Söz konusu ülkelerle ilişkilerdeki istikrarsızlık da bu bağlamda sıralanabilecek bir diğer nedendir. Örneğin, ticaret hacminde bir yıldan diğerine aşırı dalgalanmalar yaşanmakta, 238 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri bu ise ilişkilerde sürdürülebilirliği sağlayacak temel kavramların henüz oluşmadığını göstermektedir. Bütün bu nedenler Türkiye’nin taraf olduğu çok taraflı oluşumların ekonomik işbirliğinde beklenilen sıçramaları yapamamasını izah etmektedir. Ancak gerek siyasi ilişkilerde sağladıkları diyalog imkanları gerek ise pazar çeşitlenmesine duyulan gereksinim göz önünde bulundurularak Türkiye’nin bütün bu çok taraflı yapılarda belirli birleştirici ve işlerlik kazandırıcı önlemlerin alınmasında öncü olmasının gerektiği düşünülmektedir. Bu kapsamda; - Ticareti kolaylaştırıcı, serbestleştirici anlaşmalar bu tür örgütlenmelerde esastır. Dolayısıyla öncelikle bu anlaşmaların gerçekleştirilmesi lazımdır. İmzalanmış, ancak onay prosedürü tamamlanmadığı için yürürlüğe girmemiş anlaşmaların daha fazla geciktirilmeden uygulamaya konulması için, ilgili devletlerle ikili diplomatik temaslarda, konunun gündeme getirilmesi yararlı olacaktır. Örneğin, Temmuz 2003’de Türkiye, İran, Pakistan, Tacikistan ve Afganistan tarafından imzalanan EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA)’na imza koymayan beş Orta Asya Cumhuriyeti nezdinde konu takip edilmelidir. - Özellikle KEİ ve EİT çerçevesinde tarafların ulaşım ve transit taşımacılık zemininde ortak çıkarlarını gözetecek gelişmeleri sağlamaları önem taşımaktadır. - EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası en kısa zamanda faaliyete geçirilmelidir. Banka’nın kağıt üzerinde kalması, özellikle kuruluşa üye Orta Asya Cumhuriyetleri üzerinde olumsuz düşüncelere yol açmaktadır. Türkiye, başlangıç sermayesine katkıda bulunmakla yükümlü diğer iki kurucu üye İran ve Pakistan nezdinde bu konuda diplomatik girişimlerde bulunmalıdır. - Özel sektör, söz konusu bölgesel kuruluşların etkinlikleriyle daha çok ilişkilendirilmelidir. Özel sektörün bölgesel işbirliğinin gelişmesinde daha etkin bir unsur olarak devreye sokacak düzenlemeler yapılmalıdır. Örneğin, KEİ İş Konseyi’nin TIR şöförlerine vize kolaylığı sağlanması girişimi bu platformda sağlanan en önemli ilerlemelerden biri ile sonuçlanmıştır. - Uluslararası / Hükümetlerarası finans kuruluşlarının, özellikle Dünya Bankası’nın, bölgesel ekonomik kuruluşları veri bankası, deneyim, proje hazırlama ve değerlendirme gibi çeşitli alanlarda desteklemesi için diplomatik girişimlerde bulunulmalıdır. - Türkiye, üyesi bulunduğu bölgesel ekonomik işbirliği kuruluşları içindeki yükümlülüklerini gecikmeksizin yerine getirmeli ve diğer üye ülkelere örnek olmalıdır. Örneğin, EİT içindeki Almatı-İstanbul yük treni projesine işlerlik kazandırmak için Türkiye, Van gölünü kuzeyden çevreleyecek demiryolu hattını gerçekleştirmek için gerekli adımları atmalıdır. - Türkiye’nin, üyesi bulunduğu ve aktif rol oynadığı EİT, KEİ, D-8 gibi bölgesel ekonomik işbirliği örgütlerinin kamuoyuna daha iyi tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. 239 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları - İSEDAK, EİT, KEİ ve D-8 gibi Türkiye’nin taraf olduğu bölgesel işbirliği oluşumlarında, üyelerin faydalanabileceği somut projelerin geliştirilmesi ve bunların uygulanmasının takibi için mekanizmalar oluşturulması hususunda gerekli çabalar gösterilmelidir. - Söz konusu oluşumların problemleri yönetim seviyesinde çözümlenmesi gereken sorunlar olmalarına rağmen, sekreteryaların profesyonelleşmesi ve güçlendirilmesinin de faydalı olacağı düşünülmektedir. Avrasya Ekonomik Birliği Kurulması Türkiye ve Rusya’nın öncülüğü ve eski SSCB coğrafyasında yer almış ülkelerin katılımıyla “Avrasya Ekonomik Birliği” şeklinde adlandırılacak bir bölgesel yapı oluşturulması DEİK/Türk–Avrasya İş Konseylerinin 14 Ekim 2003 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Avrasya Nereye Gidiyor?” konferansında ortaya çıkmıştır. Bu birliğin tamamen ortak ekonomik çıkarlara yönelik olarak bölge içi ticaret, yatırım ve teknolojik işbirliğinde kolaylaştırıcı, katalize edici bir yapı şeklinde oluşturulması, daha sonraki aşamalarda diğer Avrasya ülkelerini de içine alması öngörülmektedir. Böyle bir birliğin kurulması, Türkiye’nin bu coğrafya ile 1990’lar sonrasında giderek gelişen ancak son dönemde ekonomik darboğazlar ve bazı siyasi, ekonomik nedenlerle durgunlaşan ilişkilerini canlandırmak ve kalıcı bir diyalog ortamı oluşturmak açısından da önemlidir. Oluşumun KEİ’nin zaafiyetleri göz önünde bulundurularak kurulması, üye ülkelerin AB’ye yönelik beklentileri ile bu birlik ile amaçlananların kuruluş sırasında net olarak ayrıştırılması ve gerek AB ve gerekse diğer taraflar ile müzakere edilmesi gerekli görülmektedir. 3. Türkiye’nin Dünya Ekonomisi ile Daha İleri Düzeyde Bütünleşebilmesi İçin Öneriler Ülkeler arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler dünyadaki büyümenin en önemli etkenlerinden biridir. Küreselleşme, beraberinde getirdiği uluslararası ekonomik iş bölümü kavramı ile birlikte ülkelerin ulusal siyasi ve ekonomik düzenlerini etkilemektedir. İş bölümünde giderek daha fazla katma değer üretecek konuma gelebilmek, tüm gelişmekte olan ülkeler için başlıca hedeftir. Bu hedefe ulaşmak için sermaye, insan kaynakları ve diğer teknolojik altyapı eksikliklerini gidermeye yönelik yoğun bir DYY çekme rekabeti mevcuttur. Türkiye, bu rekabetçi ortamda 1980 sonrası dünyaya açılım ve 1990’larda Gümrük Birliği geçiş sürecinde yaptığı modernizasyon hamlelerine rağmen arzuladığı ve sahip olduğu değerlere uygun bir pozisyonda değildir. Örneklemek gerekirse; • 12 Türkiye 2002 yılı itibariyle dünya ticaret sıralamasında ihracatta 36. ithalatta ise 28. sıradadır.12 Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi 1990 sonrası serbest pazar ekonomisine geçen ülkeler bu listede daha ön sıralarda yer almayı kısa sürede başarmışlardır. “International Trade Statistics 2003”, WTO 240 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri • Küresel ekonomiye entegrasyonun çeşitli kriterlere göre ölçüldüğü A.T. Kearney/Foreign Policy Magazine Küreselleşme Endeksinde Türkiye 53. sırada yer almaktadır. • Kümülatif DYY girişleri sıralamasında Türkiye; Mısır, Yeni Zelanda, Kostarika, Nijerya’nın altında 50. sıradadır. • World Economic Forum tarafından her yıl yapılan ve 102 ülkenin değerlendirildiği Rekabet Gücü sıralamasında Türkiye 52. sıradadır. Ülkenin sahip olduğu dinamikleri en etkin şekilde dış ekonomik ilişkiler süreçlerine aktarabilmek ve nihai hedef olan gelişmeyi sağlayabilmek için ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanmasının yanı sıra yeni bazı yapısal hamlelerin ve ince ayarların yapılmasına gereksinim vardır. AB ile ilişkiler ve bölgesel işbirliği platformlarına ilişkin spesifik önerilere ilgili bölümlerde yer verilmiş olup, bu bölümde dış ekonomik ilişkiler bütününe ilişkin öneriler yer almaktadır. Yüksek Teknoloji Ürünlerine Geçiş Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümünün ihracatlarında imalat sanayi ürünleri ağırlık kazanmıştır. Bugünkü kesitte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin üretim yetenekleri arasındaki en önemli fark yaratılan katma değerdedir. Son yıllarda Kore, Tayvan gibi ülkeler teknoloji yenileyerek, verimliliği artırarak ve bunlara temel oluşturmak üzere bilgi toplumuna geçiş programları uygulayarak yüksek teknoloji pazarında paylarını artırmıştır. Tablo 3.1: İmalat Sanayi Katma Değerinin GSYİH İçindeki Payı (1960 – 2000) Çin Malezya Endonezya Meksika Pakistan G. Kore Tayvan Türkiye 1960 – 69 29,0 9,5 9,0 20,1 14,3 16,5 16,7 12,7 1970 – 79 37,3 16,8 10,4 22,7 15,9 25,0 28,4 13,4 1980 – 89 35,8 20,3 15,1 23,2 16,0 29,8 34,4 18,7 1990 – 2000 34,0 27,3 22,8 20,6 16,6 29,5 28,9 18,3 Kaynak : UNCTAD, Trade and Development Report 2003 Makine ithalatının GSYİH içinde payı teknoloji yenilenmesinde bir gösterge olarak ele alındığında, 1990-2001 döneminde Malezya %10,8, Tayland %7,1, Filipinler %6,8, Tayvan %6,6 ile ilk sıralarda bulunmaktadırlar. Türkiye %3,9 ile daha alt sıralardadır. Buna karşılık, Türkiye’nin elektrikli ve elektronik komponent ithalatı 1970-79 döneminde %1,9, 1980-89 döneminde büyük bir sıçrama ile %24, 1990 – 2001 döneminde ise %16,2 oranında artmıştır. Bu değerler ile Türkiye, Çin ve Filipinler’den sonra üçüncü konumdadır. 13 Bu gösterge Türkiye’nin dünya pazarlarında giderek artan beyaz ve kahverengi eşya ihracat payını 13 “Trade and Development Report 2003”, UNCTAD sf: 82 241 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları da izah etmektedir. Ancak Çin ve ekonomik durumları giderek istikrar kazanan Güney Asya ülkeleri ile önümüzdeki yıllarda dünya pazarlarında kıyasıya bir rekabet olacağı göz önünde bulundurularak ürün yelpazesini pazarın taleplerine göre yenileyecek ve teknoloji düzeyini yükseltecek şekilde düzenlemeler yapılması gereklidir. Stratejik Kurumsal Yaklaşım Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerinin kurumlar arası bir platform dahilinde sürekli yenilenen bir ana plan çerçevesinde stratejik bir yaklaşımla ele alınması önemli bir gereksinimdir. Çok taraflı, bölgesel ve ikili ilişkilerin birbirlerine göre tamamlayıcı ve engelleyici unsurlarının irdelendiği, her birinin fayda ve maliyet bazında önceliklendirildiği ve buna uygun olarak uygulama araçlarının seçildiği bir yaklaşım özellikle iş dünyasına ileriye dönük iş planlarını yaparken yol gösterici olacak, gereksiz maliyetleri önleyecektir. Bu amaca yönelik olarak kurulacak mekanizmanın en hayati özelliği stratejileri hayata geçirecek uygulama araçları (Eximbank, teşvik mekanizmaları vb.) üzerinde karar verme ve yönlendirme yetkisine sahip olmasıdır. Dışa Açılımda Finansman Olanakları Dış ekonomik ilişkilerde en önemli darboğazlardan biri finans kuruluşlarının dış ticaret, dış yatırım ve taahhüt etkinliklerine yeterli desteği sağlayamamasıdır. Bu eksikliğin giderilmesi için bankacılık sisteminin uluslararası ilişkiler ağının güçlendirilmesini, kredi ve sigorta hacimlerinin artırılmasını, kredi maliyetlerinin dünya ile rekabet edebilecek düzeylere indirilmesini ve teminat mektubu almada yaşanan sorunların giderilmesini sağlayacak düzenlemeler gereklidir. Eximbank’ın gelişmiş ticari performansı olan ülkelerde olduğu gibi, farklı ihtiyaçlara uygun ürünler içeren bir portföye sahip kılınması ve sermaye yapısının güçlendirilmesi üzerinde önemle durulması gereken konulardır. Uluslararası finansman kurum ve mekanizmalarından etkin biçimde yararlanmak için proje geliştirme yeteneğini artıracak araçların geliştirilmesi gerekmektedir. Yurtdışı Örgütlenme Ekonomik işbirliği süreçlerinde işbirliği yapılan ülkelerde güvenilir ve güncel yerel bilgi sağlamak, bilgi envanterleri ve etkin temas ağları oluşturmak, projeksiyon ve tahmin yapmak vb. fonksiyonların yerinde örgütlenerek yerine getirilmesi işbirliği performansını doğrudan etkilemektedir. Firma, iş dünyası organizasyonları ve devlet kurumları arasında iş bölümü yapılarak stratejilere ve ihtiyaçlara göre modeli belirlenecek ve kaynak israfını önleyecek bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu düşünülmektedir. Bu noktada özellikle özel sektör girişimiyle ülke ve sektörlerin yapılarına uygun formasyondaki oluşumlar DEİK’in öncülüğünde örgütlenebilir. 242 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Ulaşım – Taşımacılık Ağları Dış ekonomik ilişkilerin altyapısal olarak en önemli gereksinimlerinden biri ulaşım ve taşımacılık ağlarının yaygınlığı ve verimliliğidir. Özellikle komşu ülkeler ile ilişkilerde son yıllarda oluşan olumlu atmosfer, taşımacılıkta yakınlığı bir ekonomik kazanca dönüştürecek yöntemleri gereksindirmektedir. Bu nedenle ulaşım altyapısında önceliğin komşu ülkeler ile bağlantılara verilmesinde yarar vardır. Doğu ve Güneydoğu komşularıyla taşımacılığın modern teknik ve idari donanımlara sahip demiryolları ile yapılması bölge ile iş yapan firmaların sık sık dile getirdiği bir taleptir. Transit taşımacılık anlaşmaları, Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında köprü olması vasfı da bir müzakere unsuru olarak kullanılarak, genişletilmeli ve engellerden arındırılmalıdır. Havayolu bağlantılarının artırılması girişimleri iş dünyası trafiği de göz önünde bulundurularak önceliklendirilmelidir. Tanıtım – İmaj Oluşturma Mekan, toplum, birey, kurum ve ürün bazında imaj oluşturma faaliyetleri gerektiğinde birbirleri ile ilişkilendirilerek sürekli etkinlikler şeklinde ele alınmalıdır. Yatırım Ortamının İyileştirilmesi 14 Türkiye’nin son derece düşük seviyelerde DYY çekmiş olmasında, yatırım ortamında varolan yatırımcıyı caydıran özelliklerin etken olduğu bir gerçektir. Bu yönde yaklaşık 2-3 yıldır süren iyileştirme çalışmaları henüz tamamlanamamış, özellikle idari mekanizmanın sadeleştirilmesi ve modernize edilmesi boyutunda henüz fazla mesafe alınamamıştır. Bu konudaki çalışmaların ivedilikle sona erdirilmesi önemli görülmektedir. Bunun yanı sıra, dünyada DYY akışları konusunda son dönem gelişmeler izlendiğinde dikkat çeken bir trend olan bölgesel teşviklere bu noktada yer vermekte fayda görülmektedir. Bölgeler arası rekabetin yatırım ortamının iyileşmesine katkı yapacağı düşünülmektedir. 18. yy’da İngiltere’nin sanayisinin gelişmesinde de etkili bir faktör olan bölgeler arası rekabet, 19. yy’da ABD’nin, AB fonları desteğinde birçok Avrupa ülke ve bölgesinin ve son 25 yılda da Çin’in gelişmesinde benzer etkiler yaparak, verimlilik ve kalkınmaya olumlu katkı sağlamıştır. Yabancı yatırım çekmede ülke içinde yaşanan bölgeler arası rekabet ve yerel teşvik mekanizmaları konusunda en iyi örnek yine son dönemin yükselen ekonomisi Çin’dir. İtalya ve İspanya başta olmak üzere birçok AB ülkelerinde de benzer uygulamalar görmek mümkündür. 14 Bu bölümde şu kaynaklardan faydalanılmıştır: - Mehmet Öğütçü & Markus Taube, “Getting China’s regions moving”, Observer, No 231/232, Mayıs 2002 - Bernard Hugonnier, “Foreign Direct Investment and Regional Development: Assessment and Prospects for China”, OECD China Conference, 11-12 October 2001, Xi’an 243 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Yerel yönetimlerin merkezi hükümetle özel teşvikler verebilmek için pazarlık yaptıkları ve bölgelerine daha fazla yatırım çekebilmek için yarıştıkları bu örnekler son dönemde giderek artmaktadır. Bölgesel kalkınma ajansları yine bu bağlamda ortaya çıkan kurumlardır. DYY’lerın genellikle gelişmiş kentleri seçtikleri bir gerçektir. Ancak bazı ülkelerde merkezi hükümet ve bölgesel kalkınma ajansları kanalı ile yapılan pazarlama faaliyetleri, rekabetçi vergi rejimleri ve esnek işgücü piyasaları daha az gelişmiş bölgelere de önemli ölçüde DYY girişini sağlayabilmiştir. Özellikle bilgi teknolojileri sektöründeki yatırımlara yönelik olarak kurulan tekno-kentler ve aynı sektörde firmaların bir arada toplandığı sanayi bölgeleri bölgesel başarılarda etkili olmuş uygulamalardır. Bilgi teknolojileri sektöründeki yatırımları çekmekte başarılı olmuş az gelişmiş bölgeler arasında İskoçya ve İrlanda’nın bazı bölgeleri ile Portekiz’in Porto bölgesini, İspanya’nın Valencia ve Malaga bölgelerini, İtalya’nın Puglia ve Yunanistan’ın Selanik bölgelerini göstermek mümkündür. Çin’in doğu bölgeleri merkezi yönetimin 1980’lerin sonundan itibaren bu bölgelere tanıdığı imtiyazlar ve coğrafik ve lojistik avantajları (özellikle limanlar) nedeniyle toplam yabancı sermaye girişinin %85’ini çekerken, batı ve orta bölgeler oldukça düşük paylar almıştır. Doğu kıyısında kurulan “özel ekonomik bölgeler” uyguladıkları teşvik terbirleri açısından oldukça müstakil hareket edebilmektedir. Gelir paylaşımı anlaşmaları ile topladıkları vergiden pay alan bu bölgeler bu kaynakları altyapı yatırımlarına yönlendirerek avantajlarını artırmışlardır. Hükümetin ihracat odaklı yabancı sermayeyi teşvik eden stratejisi nedeniyle liman bölgeleri olan Guandong, Shanghai gibi eyaletler yatırımların çok önemli bir kısmını çekmiştir. 2000 yılında geri kalmış bölgelerin de kalkınması için başlatılan Büyük Batı Stratejisi kapsamında ise batı bölgelere yatırım çekilmesi için çeşitli önlemler alınmaktadır. İhracat odaklı sermaye için avantaj yaratamayan bu bölgeler ise doğal kaynak odaklı yatırımları çekmeye yönlendirilmektedir. Tablo 3.2: Çin’in DYY Stoğunun Coğrafik Dağılımı 1983-1998 1980ler 1990lar Doğu 87,8 90,0 87,6 Merkez 8,9 5,3 9,2 Batı 3,3 4,7 3,2 Kaynak: OECD Not : Başka bir çalışma grubunun sorumluluğunda olması nedeniyle bu konudaki öneriler altında iyileştirme çalışmalarının bir an önce sona erdirilmesi talebiyle ve bölgesel teşvikler konusuna yapılan vurguyla yetinilmektedir. 244 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri Haksız Rekabetin Önlenmesi Ticari ve ekonomik ilişkiler kapsamında firmaların sundukları hizmet ve ürünlerin üretim ve pazarlama koşul ve standartlarının Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar da göz önünde bulundurularak denetlenmesi, vergilendirilmesi, gümrük işlemlerine tabi tutulması, haksız rekabetin önlenmesi kadar dış pazarlardaki imaj sorunlarını gidermek açısından da önemlidir. 245 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları Kaynakça • “World Investment Report 2002”, UNCTAD • “The World Economy, A Millenial Perspective”, OECD • “World Trade Report 2003”, WTO • “About APEC”, APEC web sitesi • “Trade and Development Report 2002”, UNCTAD • “Globalization and Turkey’s Changing Political Economy”, Boğaziçi University Press, 2002 • “Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi • “International Trade Statistics 2003”, WTO • “Trade and Development Report 2003”, UNCTAD • Mehmet Öğütçü & Markus Taube, “Getting China’s regions moving”, Observer, No 231/232, Mayıs 2002 • Bernard Hugonnier, “Foreign Direct Investment and Regional Development: Assessment and Prospects for China”, OECD China Conference, 11-12 October 2001 Not: Çok taraflı işbirliği platformları ve Türkiye’nin DTÖ nezdindeki savları konularında Dışişleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından sağlanan bilgi notlarından faydalanılmıştır. 246 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 340 milyon kişi 19,3 milyon km2 İstanbul Genel Sekreter: Büyükelçi Valeri Chechelashvili (Gürcistan) - Avrupa ve dünya ekonomisine entegrasyon - Bölgenin mukayeseli üstünlüklerinin tespit edilmesi ve bölgesel strateji üretilmesi - Bireysel kapasiteler ile ortak çıkarlara uygun işbirliği - Serbest piyasa koşullarının yerleştirilmesi - İş - yatırım ortamının iyileştirilmesi 1964 (RCD) (3 kurucu üye) 1985 (EİT – İsim Değişikliği) 1992 (7 Orta Asya Cumhuriyeti ile genişleme) (10 üye) 375 milyon kişi 8 milyon km2 Tahran Genel Sekreter: Askhat Orazbay (Kazakistan) - Tarife ve tarife dışı engellerin azaltılması - Ticaret rejimlerinin şeffaflaşması - Serbest piyasa koşullarının yerleşmesi - Özel sektörün faaliyet gücünün artırılması - Ulaşım ve iletişim altyapısının geliştirilmesi Nüfus ve Alan Sekreterya Ekonomik İşbirliği Hedefleri Cidde Genel Sekreter: Dr. Abdulvahid Belkeziz (Fas) - Üyeler arasında politik, ekonomik, kültürel, bilimsel işbirliği ve sosyal dayanışma - Üyelerin ortak menfaatleri doğrultusunda araştırma geliştirme çalışmaları yaparak kalkınmalarına hizmet etmek - Üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi - Ortak projeler üretmek, bilgi ve tecrübe değişimini sağlamak - Uluslararası forumlarda gelişmekte olan ülkelerle koordinasyon halinde ortak vizyon 1,2 milyar kişi 32 milyon km2 1969 (25 kurucu üye) 2001’den bu yana 57 üye KKTC dahil 4 gözlemci üye İKT İstanbul İcra Direktörü: Büyükelçi Ayhan Kamel (Türkiye) 850 milyon kişi 7,5 milyon km2 1997 (8 üye) 1992 (11 kurucu üye) 1 Mayıs 1999 (KEİ Şartı) Nisan 2003 (Sırbistan – Karadağ ve Makedonya ile genişleme) (13 üye) 9 gözlemci üye Kuruluş ve Genişleme D-8 KEİ EİT EK 1: Bölgesel İşbirliği Oluşumları Karşılaştırmalı Özet Tablo 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 247 İslam Gemiciler Birliği - Özel sektör temsilcileri toplantıları (her yıl) ve ticaret fuarları (iki yılda bir) - Enformasyon Sistemleri Ağı (OIC Network) - Gelecek için Ekonomik Gündem çalışması (Nisan 2001) - Proje Geliştirme Fonu Enerji/Petrol için Eylem Planı (2001-2005) (Kasım 2000) Ulaşım / Taşımacılık Diğer Önemli Uygulamalar - Tarım ilaçlama uçağı projesi - Sanayi ve Teknoloji Veri Bankası (2000-Tahran) - İhracatın Finansmanı Mekanizması İKB’de kuruldu. - İKT Tercihli Ticaret Sistemi Çerçeve Anlaşması (TPSOIC) (Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 13 ülke tarafından onaylanmış ve Nisan 2004’te müzakerelere başlanmıştır.) - KEİ Karayolu Taşımacılık Dernekleri Birliği (2001) - Eşyanın Karayoluyla Naklinin Kolaylaştırılması Anlaşması (onay aşamasında) - Ticarete İlişkin Uzmanlar Grubu Toplantıları - Merkez Bankaları ve Maliye Bakanlıkları Uzmanları Toplantıları - İşadamları için Vize İşlemlerinin Sadeleştirilmesi Anlaşması (onay aşamasında) - Gümrük Alanlarında İdari İşbirliği Anlaşma Taslağı - Tercihli Ticaret Anlaşma Taslağı - Transit Taşımacılık Çerçeve Anlaşması (TTFA) (1998) (yeterli sayıda üye imzalamadığından yürürlükte değil) - Almatı-İstanbul yük treni projesi - Bulgaristan’ın STA ağı kurulması önerisi (Haziran 2003) - İşadamlarına Seyahat ve Vize Kolaylığı Geçici Uzman Grubu - Miktar kısıtlamaları ve Eş Etkili Önlemlerin Kaldırılması Süreci Müzakereleri - KEİ İstatistik ve Ekonomik Bilgi Koordinasyon Merkezi (1993, Ankara) (DİE içinde bir birim olarak kurulmuştur.) - Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyi (1992, İstanbul) Tercihli Ticaret Rejimi ve Kolaylaştırıcı Gümrük / Ticaret Politikaları Konularındaki Girişimler - İSEDAK/COMCEC (Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi) - COMSTECH (Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Komitesi) - COMIAC (Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi) - İslam Ticareti Geliştirme Merkezi (ICDT) - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRTCIC) - İslam Kalkınma Bankası (IDB) - İslam Ticaret ve Sanayi Odası İKT - EİT Ticari İşbirliği Çerçeve Anlaşması (Mart 2000) - EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA) (Temmuz 2003’de 5 ülke tarafından imzalandı. Onay işlemleri sürüyor.) - Transit Ticaret Anlaşması (Yürürlüğe girdi.) - İşadamlarına Vize Kolaylıkları Anlaşması (Mart 1998) - Uluslararası Pazarlama ve Ticaret Şirketi (IMTC) (Mısır merkezli) kurulması üzerinde çalışılmış ancak fizibilite çalışmaları olumlu sonuç vermemiş ve gündemden düşmüştür. D-8 Başlıca Kurumlar - Karadeniz Ticaret ve Kalkınma Bankası (1999, Selanik) KEİ - EİT Ticaret ve Sanayi Odası (1993) - EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası (İstanbul) (1995’de kuruluş anlaşması imzalalandı ancak faaliyette değil.) - EİT Sigorta Şirketi (Karaçi) (Banka ile bağlantılı olarak henüz kurulmadı.) - EİT Gemicilik Şirketi (Türkiye taraf değildir.) EİT 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 248 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf Azerbaycan (1992) Azerbaycan (1992) Pakistan (1997) Pakistan (1964) Türkiye (1992) Yunanistan (1992) Ukrayna (1992) Türkiye (1964) Türkmenistan (1992) Rusya (1992) S• rbistan-Karadağ (2003) Tacikistan (1992) Romanya (1992) Moldova (1992) Nijerya (1997) Özbekistan (1992) Makedonya (2003) Türkiye (1997) M• s • r (1997) K• rg• z istan (1992) Gürcistan (1992) Malezya (1997) Kazakistan (1992) İran (1997) Endonezya (1997) Bangladeş (1997) D-8 Ermenistan (1992) İran (1964) Afganistan (1992) Arnavutluk (1992) Bulgaristan (1992) EİT KEİ EK 2: Türkiye’nin Dahil Olduğu (Çalışma Grubunun Konusu Olan) Bölgesel İşbirliği Oluşumlarının Üyeleri 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 249 1 Afganistan 2 Arnavutluk 3 Azerbaycan 4 BAE 5 Bahreyn 6 Bangladeş 7 Benin 8 Brunei 9 Burkina Faso 10 Cezayir 11 Çad 12 Dijibuti 13 Endonezya 14 Fas 15 Fildişi 16 Filistin 17 Gabon 18 Gambiya 19 Gine 20 Gine Bissau 21 Guyana 22 Irak 23 İran 24 Kamerun 25 Katar 26 Kazakistan 27 Kırgızistan 28 Komorolar 29 Kuveyt Üyelik Tarihi 1969 1992 1992 1972 1972 1974 1983 1984 1974 1969 1969 1978 1969 1969 2001 1969 1974 1974 1969 1974 1998 1975 1969 1974 1972 1995 1992 1976 1969 İKT Üyesi Ülkeler 30 Libya 31 Lübnan 32 Maldivler 33 Malezya 34 Mali 35 Mısır 36 Moritanya 37 Mozambik 38 Nijer 39 Nijerya 40 Özbekistan 41 Pakistan 42 Senegal 43 Sierra Leone 44 Somali 45 Sudan 46 Surinam 47 Suriye 48 Suudi Arabistan 49 Tacikistan 50 Togo 51 Tunus 52 Türkiye 53 Türkmenistan 54 Uganda 55 Umman 56 Ürdün 57 Yemen Üyelik Tarihi 1969 1969 1976 1969 1969 1969 1969 1994 1969 1986 1996 1969 1969 1972 1969 1969 1996 1972 1969 1992 1997 1969 1969 1992 1974 1972 1969 1969 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları 250 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri EK 3: DTÖ Müzakerelerinde Türkiye’nin Savları Türkiye, bölgesel ve küresel entegrasyon hareketlerini daha liberal bir uluslararası ticaret ortamının sağlanması açısından birer alternatif olmaktan çok tamamlayıcı unsurlar olarak gördüğünü kurucu üyelerinden olduğu DTÖ nezdinde vurgulamaktadır. Türkiye çok taraflı ticaret sistemi ile uyumlu yapıdaki bölgesel ticaret anlaşmalarının bloklaşmadan çok uluslararası ticaretin yaygınlaşmasına hizmet ettiğini savunmaktadır. Türkiye DTÖ nezdinde Gelişme Yolundaki Ülke (GYÜ) statüsünde olmakla birlikte, OECD üyesi, AB adayı ve Gümrük Birliği’ne dahil bir ülke olarak, çok taraflı müzakerelerde GYÜ’lerden daha liberal bir tavır ile AB ve diğer gelişmiş ülkelere daha yakın konumda savlar ortaya koymaktadır. Doğal olarak, müzakere konularına bağlı olarak farklı dengeler ortaya çıkabilmektedir. Doha Kalkınma Raundu sürecinde, 10-14 Eylül 2003 tarihlerinde Meksika-Cancun’da yapılan DTÖ 5. Bakanlar Konferansı’nda yürütülen tarım, tarım-dışı ürünlerde pazara giriş, ticaretin kolaylaştırılması, ticaret ve rekabet, ticaret ve yatırımlar, kamu alımlarında şeffaflık, kalkınma ve diğer konularda yürütülen müzakerelerde genel anlamda tatmin edici bir sonuç çıkmadığından Türkiye açısından olumlu ya da olumsuz bir sonuçtan bahsetmek mümkün değildir. Türkiye’nin Cancun’da ortaya koyduğu görüşler şu şekildedir: Tarım sektöründe önemli bir üretici ve net ihracatçı olan Türkiye, gelişmiş ülkelerce fazlaca kullanılan tarımsal desteklerin (iç destek ve ihracat sübvansiyonları) ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Bu alanda liberalleşmenin ise sektörü olumsuz etkilemeyecek ve yoğun ithalat baskısından koruyacak şekilde en az tarife indirimiyle sonuçlanmasını istemektedir. Tarımsal desteklerin kaldırılması yönündeki görüş Türkiye’yi AB-ABD görüşünden ziyade gelişme yolundaki ülkelere yaklaştırmakla birlikte; Türkiye liderliğini Brezilya’nın yaptığı, Hindistan, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Mısır’ın da içinde yer aldığı G-21 olarak adlandırılan grup içinde yer almamıştır. Sanayi ürünlerinde pazara giriş konusunda yürütülen müzakerelerde Türkiye, Gümrük Birliği çerçevesindeki yükümlülükleri ve AB’ye üyelik perspektifi dolayısıyla, AB ile yakın işbirliği halinde hareket etmektedir. Bu konudaki temel hedef, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan rekabet avantajlarımızda oluşabilecek kayıpları asgari düzeyde tutmaya çalışırken, özellikle gelişmekte olan ülkelerin pazarlarının açılarak, yüksek tarife ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılmasını talep etmek olarak özetlenebilir. Türkiye, 251 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf 2004 Türkiye İktisat Kongresi Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I Çalışma Grubu Raporları halihazırda düşük seviyede olan tarifelerinden yola çıkarak diğer gelişmekte olan ülkelerin de pazarlarını açmasını sağlamaya gayret etmektedir. Bu hedefler Türkiye’nin uluslararası rekabet gücü elde eden tekstil, konfeksiyon, otomotiv, elektronik vb. sektörlerinde yeni pazarlar açılabilmesi ve ihracattaki artış eğiliminin sürdürülebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak sanayi ürünlerinde pazara giriş müzakerelerinin ilerlemesi, başta tarım olmak üzere diğer müzakere alanlarında kaydedilecek gelişmeye bağlıdır ve bu alanda uzlaşmanın kısa vadede gerçekleşmesi zor görülmektedir. “Singapur Konuları” olarak anılan ticaretin kolaylaştırılması, ticaret ve rekabet, ticaret ve yatırımlar, kamu alımlarında şeffaflık gibi alanlarda müzakerelere bir an önce başlanması ve konuların biraz daha açıklığa kavuşturulması için çalışmaların devam etmesi şeklinde iki görüş mevcuttur. Türkiye konuların bir an evvel müzakerelere açılarak yeni kural ve disiplinlerin oluşturulması gerektiğini, mevcut DTÖ kurallarının modern ticari hayatın ihtiyaçlarına yeterli açılımları sağlamadığı görüşünü savunmaktadır. Türkiye, DTÖ platformunda işadamlarının yaşadığı sorunların dile getirilmesi için ikili görüşme olanaklarını da değerlendirmektedir. 252 http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf