Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Raporu

Transkript

Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Raporu
Büyüme Stratejileri
Mali Piyasalar
Çalışma Grubu Raporu
Büyüme Stratejileri
Çalışma Grubu Raporu
1
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Koordinatör Kurum*
Türkiye Ekonomi Kurumu
(Üniversiteler)
1.
2.
3.
4.
BDDK, Daire Başkanı
Ankara Üniversitesi, Araştırma Görevlisi
Çukurova Üniversitesi
DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar
Genel Müdürlüğü, Uzman
5. Ahmet BAYANER
Tarım Bakanlığı, Daire Başkan Vekili
6. Serap CANSIZOĞLU
Hazine Müsteşarlığı, Uzman Yrd.
7. İsmail ÇİLOĞLU
Hazine Müsteşarlığı, Sözleşmeli Personel
8. Dr. Ahmet DEMİR
Türkiye Kalkınma Bankası, Genel Müdür Müşaviri
9. Umut DEMİRTAŞ
MPM, Uzman
10. Kemal DOĞRU
Maliye Bakanlığı, Baş Müfettiş
11. Doç.Dr. Fuat ERDAL
Adnan Menderes Üniversitesi
12. Doç.Dr. Alpay FİLİZTEKİN
Sabancı Üniversitesi
13. Prof.Dr. Mahir FİSUNOĞLU
Çukurova Üniversitesi
14. Mehmet HONDUR
DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar
Genel Müdürlüğü, Uzman Yrd.
15. Prof.Dr. Muhteşem KAYNAK
Gazi Üniversitesi
16. Doç.Dr. Aykut KİBRİTÇİOĞLU Ankara Üniversitesi
17. Doç.Dr. Celal KÜÇÜKER
Pamukkale Üniversitesi, Koordinatör
18. Yrd.Doç.Dr. Hakan MIHÇI
Hacettepe Üniversitesi
19. Dr. Zafer MUSTAFAOĞLU
DPT, Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar
Genel Müdürlüğü, Daire Başkanı
20. Fırat OĞUZ
Hazine Müsteşarlığı, Uzman
21. Yrd.Doç.Dr. Şirin SARAÇOĞLU Orta Doğu Teknik Üniversitesi
22. Dr. Şeref SAYGILI
BDDK, Uzman
23. Dr. Selim SOYDEMİR
SPK, Daire Başkanı
24. Dr. Atilla SÖNMEZ
Dünya Bankası
25. Halit SUİÇMEZ
MPM, Uzman
26. Prof.Dr. Ercan UYGUR
Ankara Üniversitesi
27. Münir YAYLA
BDDK, Baş Uzman
28. Prof.Dr. Erinç YELDAN
Bilkent Üniversitesi
29. Ayşegül YILMAZ
TÜBİTAK, Uzman
30. Doç.Dr. Arslan YİĞİDİM
Gazi Üniversitesi
*
**
Dr. D. Ahmet AKINCI
Ünal ARSLAN
Yrd.Doç.Dr. Sanlı ATEŞ
Sema BAHÇECİ
Çalışma Grubu Üyeleri**
Yakın işbirliği yapılan kurumlar parantez içinde gösterilmektedir.
Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
3
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
4
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
İçindekiler
Sayfa no
1.
Giriş
2.
İktisadi Büyüme: “Karakteristik Olgular” ve Modern
3.
7
Büyüme Kuramlarının Ampirik Geçerliliği
8
2.1. İktisadi Büyümenin Karakteristik Olguları
9
2.2. İktisadi Büyüme Modellerinde Kullanılan Değişkenler
10
2.3. Ampirik Büyüme Modellerinde Ulaşılan Temel Bulgular
12
2.4.Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Yapılan Çalışmalar
20
Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Performansı
26
3.1. Mevcut Durum
27
3.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
30
3.3. Türkiye’de Büyümenin Güçlü ve Zayıf Yönleri,
Fırsatlar ve Olası Tehditler (GZFT)
4.
31
Türkiye’nin Orta ve Uzun Dönemde Sürdürülebilir Hızlı
Büyüme Stratejisi İçin Amaçlar ve Hedefler
34
4.1. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek
Faaliyetlerin Belirlenmesi
5.
35
4.1.1. Yatırımlar ve Finansman
35
4.1.2. İnsan Kaynakları ve Eğitim
36
4.1.3. Gelir Dağılımı
37
4.1.4. Kurumsal Yapı
37
4.1.5. Teknoloji
38
4.1.6. Doğal Koşullar ve Endüstriyel Altyapı
38
4.1.7. AB’ye Tam Üyelik Süreci
39
4.1.8. Bölgesel ve Mekansal Avantajlar
39
Sonuç ve Değerlendirme
Kaynakça
40
41
5
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tablolar
Sayfa no
Tablo 3.1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme
27
Tablo 3.2: Türkiye’nin Karşılaştırmalı Ekonomik Büyüme Performansı
29
Tablo 3.3: Türkiye ve Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi
29
Tablo 3.4: Türkiye Ekonomisinde Planlı Dönem Büyüme Hızları (%)
30
6
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
1. Giriş
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti bütün olanaksızlıklarına rağmen 1938 yılına
gelinceye kadar yılda ortalama % 8 hızla büyümüştür. Ancak, izleyen yıllarda çeşitli nedenlere bağlı olarak bu büyüme performansını gösterememiştir. Planlı döneme geçildikten
sonraki en yüksek büyüme hızı ise ilk plan döneminde gerçekleştirilmiştir. 1980’deki kırılma dönemiyle birlikte büyüme, kalkınma ve sanayileşme gibi konular bir tarafa bırakılarak, kısa dönemli makro ekonomik istikrarı esas alan ve dışa açılmanın ön planda yer aldığı yaklaşımlar benimsenmiştir. 1980 sonrası dönemde ortalama büyüme hızı % 3,7 olarak
gerçekleşmiştir. Oysa, Doğu Asya’da büyüme ve kalkınma yönünde ciddi adımlar daha
1960’ların başlarından itibaren atılmaya başlamıştır ve bunun semereleri de yüksek büyüme oranları şeklinde tezahür etmiştir. Örneğin, G.Kore, 1980-90 ve 1990-97 döneminde
yılda ortalama % 9,5 ve % 7,2 hızlarında büyürken, yine aynı dönemde Çin yılda ortalama
% 10,2 ve % 11,9 hızlarında büyümüştür. Türkiye uzun bir süredir sanayileşme, büyüme,
bilimsel ve teknolojik gelişme gibi konularla yeterince ilgilenmemektedir. Oysa, bölgesinde
lider ülke olma iddiası taşıyan Türkiye, yüksek hızda büyümek ve bunu da sürdürülebilir
bir şekilde gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü küreselleşme ortamında rekabet esastır ve
bunun önkoşulu güçlü bir ülke olmaktır.
Türkiye, gerçekten büyük bir ülke olmak istiyorsa, örneğin, 2020 yılında ABD’yi ya da
Japonya’yı yakalamak ve daha sonra geçmek istiyorsa, önümüzdeki yıldan itibaren her yıl
% 17 büyümek zorundadır. Bir başka deyişle, Türkiye, ABD ya da Japonya ile 2020 yılında
aynı gelir düzeyine sahip bir ülke olmak istiyorsa 2004-2020 döneminde yılda ortalama
% 17 hızında büyümelidir. Buradaki temel tartışma konusu, bu büyüme hızının gerçekçi
olup olmadığı ve bunun hangi koşullarda gerçekleştirilebileceğidir. Bir diğer önemli husus
ise, Türkiye’deki büyüme ve kalkınma felsefesinin radikal bir şekilde değiştirilmesidir. Bu
bağlamda, içsel büyüme teorileriyle gündeme gelen sürdürülebilir büyüme kavramı, içerik
yönüyle bu arayışa rehber olmalıdır.
Teorik modellerde yer alan uzun dönem büyüme çizgisi ve durağan durum kavramları
birlikte ele alındığında, ülkeler için belirli büyüme oranlarında (hedef) uzun süre (yüksek
dalgalanma olmaksızın) büyümeyi sağlamak amaç olarak ifade edilebilir. Bununla birlikte, büyüme oranında artış sağlamak (uzun dönem büyüme eğrisinin eğimini yükseltmek),
ulaşılan daha yüksek büyüme oranında kalıcı olmak ve nihayet bu süreci dinamik kılmak
(son yıllardaki güncel terimle, sürdürülebilir büyüme) günümüzde vazgeçilemez olmaktadır. Bunun basit ama temel bir nedeni var: Kişi başına gelir büyüme oranlarında küçük gibi
görünen değişmeler uzun dönemde, düzeyde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Yakınsama
olgusu ile birlikte düşünüldüğünde; hiçbir ülke büyüme oranlarını kendi haline bırakmamalıdır, bulgusuna ulaşılabilir.
Türkiye ekonomisinin son 25 yılında görülen fiyat istikrarsızlığı, büyüme oranlarındaki
dalgalanmalar yanında büyümenin finansmanını da kısıt olarak ön plana çıkaran borç yönetimi olgusu, iktisat politikasını oluşturan ve yürütenlerin büyüme üzerinde odaklaşabilmelerini zorlaştırmıştır.
7
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Çalışma grubumuz, 2004 Türkiye İktisat Kongresi aracılığıyla toplumun tüm kurumlarının büyüme kavramı üzerinde yeniden yoğunlaşmalarını ve Türkiye’de orta ve uzun
vadede büyüme ile ilgili stratejiler önererek konu üzerinde düşünmelerini ve tartışmalarını
sağlamayı amaçlamaktadır.
Bu çalışma yapılırken; DPT’nin 2004 Türkiye İktisat Kongresi Çalışma Gruplarının
hazırlayacakları raporlar için aşağıda öngördüğü noktalar da dikkate alınmıştır:
•
Türkiye’nin uzun dönemde bilgi toplumuna dönüşümünü gerçekleştirme ve,
•
AB’ye üyelik,
perspektifleri çerçevesinde temel amaçların;
•
Yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme hızının sağlanması,
•
Girişimcilik ve ekonominin rekabet gücünün artırılması,
•
Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele,
•
Bölgesel gelişme dinamiklerinin harekete geçirilmesi ve
•
İyi yönetişim,
şeklinde belirlenmesi öngörülmüştür.
Çalışmanın bundan sonraki ikinci bölümünde ilk olarak iktisadi büyüme modellerine
ve bunların karakteristik olgularına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde Türkiye’nin iktisadi
büyüme performansı incelenmiştir. Dördüncü bölüm, GZFT çıktılarını da kapsayan büyüme stratejilerini içerirken, çalışma sonuç ve değerlendirme ile sona ermektedir.
2. İktisadi Büyüme: “Karakteristik Olgular” ve Modern Büyüme Kuramlarının
Ampirik Geçerliliği
Ekonomik modeller, gerçek dünyanın basitleştirilmiş mantıksal bir yeniden sunumu
veya temsilcisidir. Bu bakımdan, modeller, karmaşık iktisadi süreçlerin daha iyi anlaşılmasına yararlar. Bir model kurulurken, ele alınan süreçle ilgili olarak sadece önemli olduğu
düşünülen değişkenler dikkate alınır; yani bazı değişkenler ve ilişkiler daha işin başında
bilinçli olarak ihmal edilir. İktisatçılar; modellerin mantıksal çerçevesi içinde, dışsal değişkenlerdeki varsayımsal değişmelerin içsel değişkenler üzerindeki etkilerini incelerler.
1980’lerin ortalarından bu yana geliştirilen modern büyüme modelleri ve bunların ampirik
sınamaları için de bu geçerlidir.
İktisadi büyüme temelde iki şekilde anlaşılır. Birincisi, eksik istihdamdaki ekonominin
bu durumdan çıkışı sırasında meydana gelen üretim artışları sonucunda ortaya çıkan kısadönemli iş çevrimlerine (devresel dalgalanmalar) dayalı iktisadi büyüme. İkincisi, tam istihdam veriyken, ekonomik yapıya yeni faktör girdilerinin ilave edilmesi ve/veya teknolojinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan orta ve uzun dönemli büyüme. Bu raporda, bu iki
büyüme kavramı birbirinden ayrıştırılarak, ikincisi üzerinde durulmaktadır. Daha genel
çerçevede, iktisat yazınında da faktör birikiminin ve/veya üretkenlikteki artışın altında yatan ekonomik nedenlerin belirlenmesi, modellenmesi ve bunlardan iktisat politikası sonuç
8
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
ve çıkarsamalarının türetilmesi, büyüme iktisadının temel uğraşı alanı olmuştur.
İktisadi büyümenin temel göstergesi olarak kabul edilen kişi başına reel gelir düzeyinin
ve kişi başına reel gelir büyüme oranlarının 1950-2000 yılları arasındaki uzun dönemli performansı incelendiği zaman ortaya iki temel olgu çıkmaktır:
• Birincisi, gelişmiş ülkelerde kişi başına reel gelir düzeyleri bakımından yakınsama
saptanmışken, gelişmekte olan ülkeler bakımından böyle bir gözlemde bulunulamamıştır.
Diğer yandan, tüm dünya ülkeleri açısından bakıldığında da mutlak bir β-yakınsamasına
rastlanmamıştır. Ancak, gelişmekte olan ülkeler arasında Uzak Doğu ülkelerinden oluşan
tek bir grubun gelişmiş ülkelere doğru yakınsamakta oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Bu
dağılıma ulaşılırken, farklı başlangıç gelir düzeylerinden yola çıkan çeşitli ülkelerin, farklı
ortalama yıllık büyüme oranları yakalamış olmalarının etkide bulunduğu açıktır.
• İkinci olarak ise, ülkeler arasında ve zaman içinde “büyüme oranları”nın farklılaştığı
ve dalgalandığı saptanmıştır.
Kişi başına reel gelir düzeyi ile bunun büyüme oranında ortaya çıkan uluslar ve zamanlar arası farklılaşmaların açıklanması, uzun yıllardan beri iktisatçıların ilgisini çekmekte ve
bu farklılaşmaların nedenleri yoğun biçimde incelemekte ve tartışılmaktadır. Diğer taraftan
dünyada ülkelere göre kişi-başı gelir düzeyinin dağılımı incelendiğinde, ele alınan dönem
içerisinde bu dağılımın zaman içerisinde standart sapmasının azalmadığı, bir başka deyişle
σ-yakınsamasının da gerçekleşmediği görülmektedir. Bu bağlamda, dünyadaki gelirin coğrafi dağılımı açısından bakıldığı zaman da, dünya gelir dağılımı haritasında, bazı alanların
büyüme bölgeleri, bazı alanların ise küçülme bölgeleri olarak öne çıktığı gözlenmiştir. Bu
bakımdan, Uzak Doğu Asya ülkelerinde çarpıcı bir büyüme eğilimi ve dolayısı ile ciddi
bir yakınsama gözlemlenmekte ve bunu ortaya çıkartan nedenler büyüme literatüründe
yoğun bir şekilde araştırılmaktadır.
Ülkelerin son 40 yıllık büyüme verileri incelendiğinde ortaya çıkan “karakteristik olgulardan” birisi de büyümenin ortalaması ile varyansı (veya standart sapması veya değişim
katsayısı) arasındaki ters ilişkidir. Hem bir ülke için zaman serisi olarak bakıldığında, hem
de ülke grupları için kesit olarak bakıldığında büyümede dalgalanma (volatility) yükseldikçe, ortalama büyüme düşmektedir. Bu konu verilerde bir saptama olmanın ötesinde
sürdürülebilir büyüme için de politika önerilerine temel oluşturmaktadır.
2.1. İktisadi Büyümenin Karakteristik Olguları
İktisadi büyümenin karakteristik olguları aşağıda maddeler halinde özetlenmiştir.
• Kişi başına sermaye sürekli artmaktadır.
• Sermayenin getiri oranı istikrarlıdır.
• Sermaye/hasıla katsayısı istikrarlıdır.
• Uzun dönemde sermaye ile emek arasındaki gelir bölüşümü istikrarlıdır.
• Uzun dönemde çeşitli ülkelerde üretkenlik, farklı oranlarda artmaktadır.
• Ortalama büyüme oranı her ülkede kendi makroekonomik parametrelerine bağlı
olarak başlangıç gelir düzeyinin bir fonksiyonudur.
9
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Dış ticaret hacminin büyüme oranıyla, reel gelirin büyüme oranı arasında güçlü bir
ilişki vardır.
• Nüfus artış hızıyla, kişi başına gelir düzeyi arasında negatif bir ilişki vardır.
• Sermaye ve nitelikli işgücü ile niteliksiz işgücü, zengin bölge ve ülkelere doğru göç
etmektedir. Bu nedenle üretim faktörleri aynı yöne doğru hareket etmekte ve üretim büyük
ölçüde zengin bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu şekilde belli bir mekanda ortaya çıkan kritik kütlenin yarattığı sinerji, endüstriyel kümelenmelere ve odaklaşmalara yol açmaktadır.
Bu kümelenmeler ve odaklaşmalar ise, yarattığı ağ dışsallıkları nedeniyle bölgeler arasında
gelir farklılıkları yaratmaktadır. Sonuç olarak, bu süreçte merkezcil kuvvetler merkezkaç
kuvvetlere egemen olmaktadır.
• Kişi başına fiziki sermaye birikimi kişi başına reel gelir artışını tek başına açıklamada
yetersizdir. Ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir düzeyi veya büyüme oranı farklılıklarını, faktör birikiminin ötesinde, Solow “artık”ı veya toplam faktör verimliliği açıklamaktadır.
• Kişi başına düşen reel gelir düzeyi bakımından ülkeler arasında büyük ve giderek artmakta olan farklılıklar vardır. Mutlak yakınsama yerine daha çok ıraksama geçerlidir.
• Sermaye birikimi sürekli bir olgu olmasına karşılık, iktisadi büyüme göreli ve tarihsel
bir olgudur.
• Kişi başına gelir düzeyi bakımından önder ülke olma konumları geçicidir. Başka bir
deyişle, zengin ülkeler zamanla fakir, fakir ülkelerse zamanla zengin ülke haline gelebilir.
• Ulusal iktisat politikaları, kişi başına gelir düzeyi yanında uzun dönemli büyüme oranı üzerinde de etkilidir.
Özellikle son yirmi yılı kapsayan dönemde “neden bazı ülkelerin zengin, neden bazılarının yoksul olduğu” sorusuna yanıt arayan ve makro iktisat literatüründeki ağırlığı giderek
artan kuramsal ve ampirik çalışmalarda; genel olarak ülkeler ve bölgeler arasındaki koşullu / koşulsuz yakınsama incelenmekle beraber, özel olarak teknolojik değişmede,
beşeri sermaye ve eğitimde, para ve maliye politikalarında, gelir dağılımında, kurumsal
yapıda, insan hakları ve politik özgürlükler ile politik istikrar endekslerinde, finansal aracılığın gelişimi ile dış ticarette serbestlik derecesinde farklılıklar gibi çeşitli etkenler, ülkeler
arasında gözlenen kişi başına gelir düzeyi veya büyüme oranı farklılıklarının temel açıklayıcıları olarak sunulmaktadır.
2.2. İktisadi Büyüme Modellerinde Kullanılan Değişkenler
Çeşitli iktisatçılar tarafından iktisadi büyüme kuramlarının ampirik geçerliliklerinin sınanması amacıyla kurulan yapısal modellerde uluslararası kişi başına gelir düzeyi ve büyüme oranı farklılıklarını açıklayabilmek için kullanılan çeşitli değişkenler aşağıda özetlenmiştir:
• Başlangıç Kişi Başına Geliri
• Ölçek Etkileri (toplam yüzölçümü ve toplam işgücü)
• Nüfus Yoğunluğu
10
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Nüfus Artışı
• Demografik Değişkenler
• İşgücüne Katılım Oranı
• Eğitimle ve İnsan Sermayesi ile İlgili Değişkenler (özellikle cinsiyet ayrımına ve
eğitimin düzeyine göre)
• Sağlıkla İlgili Değişkenler
• Alt Yapıyla İlgili Değişkenler
• Yatırım Oranı ve Yatırım Tipi (sabit sermaye, makine-ekipman ve makine-ekipman dışı)
• Finansal Baskı
• Finans Piyasalarının Gelişmesi ve Yetkinleşmesi
• Yurtiçi Kredilerin Büyüme Oranı ve Büyüme Oranındaki Dalgalanmalar
• Para ve Maliye Politikaları
• Demokrasi Düzeyi
• Yolsuzluk
• Gelir Dağılımı Eşitsizliği
• Politik İstikrarsızlık
• Genel Anlamda Hukuk Kuralları
• Politik Haklar ve Özgürlükler
• Savaşların Varlığı ve Süresi
• Bölgesel Etkiler ve Komşu Ülkelerdeki Başlangıç Kişi Başına Gelir Düzeyi, Eğitim
Düzeyi, Yatırım Oranı ve Nüfus Artış Oranı Gibi Değişkenler
• Etnik ve Dil Çeşitliliği
• Fiyat Düzeyi ve Enflasyon
• Dış Ticaret, Dış Ticaret Politikası Araçları ve Dışa Açıklık
• Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları
• Reel Döviz Kuru Değişmeleri
• Firmaların yerseçimi, yatırımların mekansal dağılımı ve coğrafik yakınlığı
• Endüstriyel kümelenme (öbek), ağ (network) ilişkileri ve ağ yapısı
• Teknoloji transferi ve AR-GE harcamaları
• Piyasa yapısı veya ortamına ilişkin değişkenler
• Sektörel bileşim, endüstriyel uzmanlaşma veya çeşitliliğe ilişkin değişkenler
• Ekonomik coğrafyaya ilişkin değişkenler
11
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yapılan araştırmalara göre, iktisadi büyüme süreci; bir yandan fiziki ve beşeri sermaye
birikimi, teknolojik gelişme, demografik etkenler, coğrafi etkenler ve iklim, kültürel (din,
dil farklılıkları ya da etnik çeşitlilik gibi) veya kurumsal etkenler, demokrasinin düzeyi,
gelir dağılımı, hükümet politikaları ve makroekonomik istikrar gibi çeşitli olası etkenlerin
kişi başına gelir düzeyi veya onun büyüme oranı ile olan dolaysız, diğer yandan da bu
etkenlerin kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimlerinin net sonucudur. Bu değişkenlerin
açıklama güçleri, iktisatçılar arasında yoğun tartışmalara yol açmıştır. Buna göre; iktisadi
büyüme literatürünün, iktisadi büyüme sürecinde rol oynayan ve hem iktisadi olan, hem
de iktisadi olmayan faktörlerin birlikte ele alınması ve bu faktörler ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişkinin yönünün ve büyüklüğünün saptanmasına doğru çok-disiplinli bir araştırma eğilimi içinde olduğu söylenebilir. Bu bakımdan; kullandıkları açıklayıcı değişkenler
itibariyle gittikçe zenginleşen modern iktisadi büyüme kuramının politika çıkarımları ile
ampirik yaklaşımların birbirleriyle bir “ikame-edicilik” ilişkisinden çok “tamamlayıcılık”
ilişkisi içinde olduklarını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Aşağıda, bu çerçeveye koşut olarak büyüme denklemlerinde ulaşılan temel bulgular özetlenmiştir.
2.3. Ampirik Büyüme Modellerinde Ulaşılan Temel Bulgular
Başlangıç Gelir Düzeyi
Bir ülkenin yaşadığı iktisadi büyüme sürecinin ileride bir gün başka ülkelerinkiyle aynı
kişi başına gelir düzeyine mi, yoksa onlarınkinden daha farklı bir kişi başına gelir düzeyine mi ulaşacağının (yakınsayacağının) önemli belirleyicilerinden birisi, ülkelerin başlangıç
gelir düzeyleri arasındaki göreli ilişkidir. Başlangıçtaki gelir düzeyi ile iktisadi büyüme
arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik çalışmaların çoğu, bu iki değişken arasında negatif bir
ilişkinin bulunduğuna işaret etmektedir (Barro, 1991).
Ülkelerarası Yakınsama
Temel neoklasik büyüme modeline göre, veri tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı ile teknoloji düzeyi için her ekonominin ulaşacağı bir istikrarlı/durağan denge durumu vardır. Ekonomi bu dengeyi yansıtan kişi başına sermaye – kişi başına gelir bileşimini sağladığında (dışsal bir teknolojik büyüme varsayılmadığı durumda) uzun dönem
büyüme oranı sıfır olacak; bir başka deyişle, sermaye ve işgücündeki eş-oranlı artışlara
koşut olarak, reel gelir de aynı oranda artacağı için kişi başına reel gelir artık daha fazla
artırılamayacaktır. Buna göre, sürekli büyüme sağlayabilmenin tek yolu sürekli teknolojik
ilerlemedir. Çünkü dışsal veya veri kabul edilen tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranındaki değişmeler kişi başına reel gelirin düzeyini durağan hal dengesine ulaşma patikası boyunca etkileyecek ancak, uzun dönemli denge düzeyini değiştiremeyecektir.
Örneğin, tasarruf oranındaki bir artış veya nüfus artış oranı ya da amortisman oranındaki
bir düşüş, bir ülkenin büyüme hızına orta dönemde (bir durağan durum dengesinden diğerine “geçiş” sırasında) olumlu etki yapacak ve ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir
veya büyüme oranı farklılığının görece sınırlı bir bölümünü açıklayabilecektir. Söz konusu değişkenlerde tasarruf oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı büyümeyi sürekli
uyaracak bir biçimde sınırsız derecede artırmak veya azaltmak olanaksızdır. Oysa, temel
neoklasik modele göre, bir “kara kutu” gibi kabul edilen, dışsal değişkenlerin belirlediği
12
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
teknoloji düzeyi adeta sınırsız biçimde artırılabileceği için büyümenin motoru teknolojik
gelişme olmalıdır. Teknolojik gelişmedeki süreklilik bir ülkenin mevcut durağan durum
dengesini daima daha yüksek kişi başına sermaye ve dolayısıyla daha yüksek kişi başına
reel gelir düzeylerine doğru kaydıracaktır. Yukarıda sözü edilen tasarruf oranı, nüfus artış
oranı ve amortisman oranı değişmeleri ise, ancak geçici bir büyüme etkisi yaratabilecek
güçtedir.
Daha sonra geliştirilen genişletilmiş neoklasik modele göre, işgücü ve fiziki sermayenin
yanı sıra beşeri sermayenin de açıklayıcı değişken olarak eklenmesi durumunda, modelin
1960-1985 yılları arasında ülkelerarası büyüme farklılıklarını daha iyi açıklayabildiği görülmektedir (Mankiw ve diğerleri, 1992). Bu yaklaşıma göre, her ülkenin ortak ve mutlak denge noktası yerine kendi özel ve göreli uzun dönem dengesine koşullu olarak yakınsayacağı
ve fakat, uzun dönem dengesinde oluşacak ekonomik değerlerin dışsal değişkenlere bağlı
olacağı belirtilmektedir.
Diğer taraftan, bu doğrultuda yapılan ampirik çalışmalarda, ülkelerin uzun-dönem hedeflerinde farklılıklar olması durumunda, ülkeler arası mutlak (koşulsuz) yakınsamanın
mümkün olamayacağı, uzun-dönem hedeflerin ise izlenen vergi, eğitim, altyapı ve mülkiyet hakları gibi doğrudan politikalardan ve diğer kontrol edilemeyen birtakım faktörlerden
etkilendiği ileri sürülmektedir. Buna göre, geçiş dönemine düşük kişi başına gelir ile girmiş
olan ülkeler, uzun dönemde yüksek gelirli ülkeler düzeyine yaklaşamamaktadırlar. Oysa,
yapıları bakımından birbiriyle benzerlik gösteren (ve dolayısıyla kişi başına gelir düzeyleri
başlangıçta birbirininkinden farklı olan) ülkeler günümüz gelişmiş OECD ülkeleri arasında
mutlak yakınsamanın gerçekleştiği; öte yandan pek çok bakımdan birbirlerinden farklılık
gösteren Afrika, Latin Amerika ve Güney Asya gibi bölgeler gelişmiş ülkelere göre ıraksama gösterirken, kendi içinde her ülke iktisadi parametreleri tarafından belirlenmiş olan göreli denge noktalarına doğru koşulsal bir yakınsama eğilimine girmişlerdir (Barro, 1994).
138 ülke ve 1960-1985 yıllarını kapsayan veri setini esas alarak yapılan bir çalışmada,
zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gelir (varlık) farklılığının ortalama olarak gerçekte ne
arttığı ne de azaldığı, bununla birlikte gelir dağılımı ortalamasının yukarıya doğru bir eğilim gösterdiğine işaret edilmiştir. Aynı zamanda, ülkeler arası gelir dağılımında bazı ülkelerin diğer ülkelere göre konumu da değişebilmektedir. Yani başlangıçta zengin kimi
ülkeler zaman içinde yoksullaşabilmiş, buna karşın başlangıçta yoksul kimi ülkeler zenginleşebilmiştir. Başka bir deyişle, ortada mutlak bir “yoksulluk kapanı” bulunmamaktadır.
Fakat yine de, 1985 yılı itibariyle bakıldığında, en zengin ülke geliri, en fakir ülke gelirinin
yaklaşık 29 katı olarak hesaplanmıştır. Mutlak bir yoksulluk kapanının olmamasına karşın,
yine de görmekteyiz ki bu yıllar içinde; arasında Zambiya, Mozambik, Çat ve Afganistan
gibi ülkelerin de bulunduğu on ülke, göreceli olarak daha da geriye gitmiş; bu yüzden
bu ülkelere “büyüme felaketleri” denilmiştir. Bu ülkelerin çoğunda ortak olan nokta, söz
konusu dönemde askeri çatışmalar ile karşı karşıya kalmış olmalarıdır. Öte yandan, büyüme felaketlerinin varlığına rağmen, dünyada “büyüme mucizeleri” de vardır. Aralarında
Suudi Arabistan, Lesoto, Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Japonya ve Singapur’un da bulunduğu ülkeler grubu, büyüme mucizeleri olarak nitelendirilmiştir (Parente ve Prescott,
1993).
13
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yeni Teknolojilerin Benimsenmesi ve Teknolojik Değişim
İktisat literatüründe yapılan yeni çalışmalar, ülkeler arasında gözlenen gelir uçurumunu ve aynı zamanda da varolan büyüme mucizelerini açıklayan tek ve evrensel bir kuramın
bulunmadığına dikkat çekmektedir. Bu çalışmalardan, yeni teknolojilerin benimsenmesi ve
bunun önündeki engellerin, ekonomik kalkınma düzeyini belirleyeceği sonucu çıkmaktadır. Bu engeller arasında; yasalara ve mevzuata dayalı kısıtlamalar, rüşvet, şiddet olayları,
sabotajlar sayılabilir. Her durumda, bu engeller yeni teknoloji benimsenmesinin maliyetini artırmaktadır. O halde bu yaklaşıma göre, ülkeler yeni teknolojilerin benimsenmesinin
önündeki engelleri azaltabildikleri derecede kalkınma yolunda ilerleyebilirler. Çalışmada,
İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınma mucizesi gerçekleştiren ülkeler arasında Japonya,
Fransa, (Batı) Almanya, Güney Kore ve Tayvan örnekleri gösterilmekte ve bu ülkelerin bu
tür engelleri azaltmada başarılı oldukları vurgulanmaktadır (Parente ve Prescott, 1994).
Gelir Dağılımı
Gelir dağılımı ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmaların,
(a) büyümeyi fiziki sermaye birikimine, dolayısıyla tasarruflara, dayandıran grubunda,
gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin varlığına
vurgu yapılırken, (b) iktisadi büyüme sürecini beşeri sermaye birikimine dayandıran çalışmalarda büyüme ve gelir eşitsizliği arasında negatif bir ilişkinin varolduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Birinci gruba giren çalışmaların dayandığı temel argüman, eşitsizliğin sermaye
birikimini arttıracağı çünkü zenginlerin yüksek marjinal tasarruf eğilimine sahip oldukları,
bunun da ekonomik büyümeyi destekleyeceği iddiasıdır. Öte yandan, ekonomik büyümeyi
beşeri sermaye birikimine dayandıran ampirik çalışmaların dayandığı temel argüman, gelir dağılımındaki eşitsizliğin beşeri sermaye oluşumunu engelleyeceğidir. Böyle bir durum
ise, kuşkusuz iktisadi büyüme üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Diğer taraftan, gelir dağılımındaki bozukluk, işgücünün beslenme, eğitim ve sağlık gibi harcamalarını kısmasına
yol açacağından verimliliğini düşürecektir. Bu da, iktisadi büyümenin düşük gerçekleşmesine yol açacaktır.
Gelir dağılımı ile yakından ilgili diğer bir değişken sağlık politikalarıdır. Büyüme sürecinde önemli rolü olabilen insan sağlığı ile gelir dağılımı değişkenlerinin kendi arasında iki
yönlü nedensellik ilişkisi vardır: Düşük gelir, kötü beslenmeye sebep olurken, yoksulluk
ise sağlık kazanç potansiyelini azaltır. Öte yandan, ampirik çalışmalar sağlık ile iktisadi
büyüme arasında pozitif bir ilişki öngörmektedir.
Literatürdeki ampirik bulgulardan bir diğerine göre ise, demokratik ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki söz konusudur, ama
demokratik olmayan ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizlik ekonomik büyüme üzerinde
olumlu bir etki yaratmaktadır.
Benzer şekilde, bazı analizler de, gelir dağılımındaki dengesizliğin büyüme için zararlı
olduğu sonucuna varmaktadırlar. Bir başka deyişle, gelir dağılımındaki bölüşüm çatışmasının ön planda olduğu ekonomilerde, politikacıların özel mülkiyeti vergilendirme ile caydıran, dolayısıyla düşük oranlı birikime ve dolayısıyla düşük oranlı büyümeye neden olan
politikaları tercih edebilecekleri ortaya çıkmaktadır. Özel mülkiyet kapsamında fiziki ser14
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
maye kadar beşeri sermaye de vardır. Bu çıkarım, uzun dönem verilerine dayanan ve çeşitli
ülkeleri kapsayan ampirik bulgularla da desteklenmiştir (Persson ve Tabellini, 1994).
1830-1985 yıllarını ve sekiz Avrupa ülkesi ile ABD’yi kapsayan çalışmanın sonuçlarına
göre, ülkelerde gelir dağılımı açısından gözlenen farklılıklar, bu ülkeler arasındaki büyüme
oranı farklılığının yüzde yirmisini açıklayabilmektedir. Aynı zamanda gelir dağılımındaki
bozukluk ile iktisadi büyüme oranı arasında belirgin bir negatif ilişki kaydedilmiştir.
Günümüz veri kümesini (1960-1985) ve 67 ülkeyi kapsayan bir diğer ampirik çalışmada
da yine gelir eşitsizliği ve iktisadi büyüme arasında negatif ilişki bulunmuş, buna ek olarak,
gelir eşitsizliğinde bir puanlık standart sapma artışının, iktisadi büyüme oranını yaklaşık
yarım puan düşürdüğü hesap edilmiştir.
Diğer bazı çalışmalarda; izlenen iktisat politikalarının, aslında, ekonomide varolan çeşitli bireylerin ve grupların müzakereleri sonucunda ulaşılan ve çoğu zaman belli amacı
olan tercihlerinin içsel bir sonucu olduğuna dikkat çekmektedirler. O halde, ülkeler arası
büyüme hızlarındaki farklılıkların sebebini ararken, aslında neden bu tercihlerin farklı olduğunu açıklamak gerekir. Araştırmacılara göre; tercihlerdeki farkın nedeni, ülkelerarası
değişkenlik gösteren politik kurumlar ve teşvik edicilerdir. Mevcut gelir dağılımının politik tercihleri (örneğin vergi politikaları) etkilediği, fakat nasıl ve ne derecede etkilediğinin
de politik kurumlara (örneğin ülkenin ne derecede demokratik olduğu ve seçim sistemi)
bağlı olduğunun altı çizilmektedir. Bu araştırmaların en önemli katkısı, içsel politika ve
içsel büyüme kavramlarının birbirinden bağımsız olamayacağını belirtmesidir (Persson ve
Tabellini, 1992).
Gelir dağılımı ile ekonomik büyüme ilişkisi üzerine hazırlanmış diğer çalışmalarda ise,
ekonomilerde imalat sanayiinin kitlesel üretime geçip gelişebilmesi için öncelikle talebin
bileşiminde imalat malları lehine bir değişmenin, yani imalat malları pazar büyüklüğünün
artmasının gerekli olduğunu belirtmektedir. Bunun da gelir dağılımında iyileşmesinin zorunlu olduğu ileri sürülmektedir (Murphy ve diğerleri, 1989).
Finansal Kurumların Gelişmişliği
Yapılan çalışmalar, iktisadi büyüme ile finansal yapının birbirleri ile çok yakından bağlantılı olduklarını ve bu iki değişken arasındaki nedenselliğin çift yönlü olduğunu belirtmektedir. Bu kapsamda, finansal piyasalardaki gelişmişlik ve yetkinlik, sermayenin doğru alanlardaki yatırımlara etkin bir biçimde yönelmesine ve bu sayede getirisinin yüksek
olmasına yol açarken; yapılan bu yatırımlar ve sermaye birikimi sonucunda gerçekleşen
ekonomik büyüme de, finansal yapıda gelişmeyi mümkün kılar. Böylece aslında maliyeti
yüksek olan finansal yapı reformlarının uygulanmasını kolaylaştırır (Greenwood ve Jovanovic, 1990).
Bazı araştırmalar, bu nedenselliğin sadece bir yönüne odaklanarak, ülkeler arası büyüme farklılıklarının, ülkelerdeki finansal aracılık faaliyetlerinin gelişmişlik düzeyi ile
doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat çekmişlerdir. Ayrıca, bir ülkedeki finansal aracılık
faaliyetlerinin gelişmişlik düzeyinin, o ülkedeki yasalar, yönetmelikler ve icra-iflas hukuku mekanizmaları ile yakından ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Bu çalışmalarda; alacak
15
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
haklarının yasalar ve yönetmeliklerle korunduğu ülkelerdeki finansal gelişmişliğin, alacak
haklarının korunmadığı ülkelerdekine göre daha yüksek düzeyde olduğu vurgulanmıştır.
Üstelik, yasal düzene ek olarak, finansal bilgi akışını kolaylaştıran ve şeffaflaştıran muhasebe standartlarının benimsenmesinin önemi de ortaya çıkmıştır (Levine ve diğerleri, 2000).
Bu sonuca göre, alacaklı hakları ile bunların icrasını destekleyen ve muhasebe standartlarını yükselten yasa ve düzenlemeler, finansal aracılığın gelişmesine izin vererek, ekonomik
büyümeyi hızlandırabilir.
Bu literatürde öne çıkan finansal baskıyla ilgili araştırmalarda, finanansal baskının iktisadi büyüme üzerinde negatif etkide bulunduğu belirtilmektedir. Bu açıdan, finansal
liberalizasyonun olmaması ve reel faizlerin düşük, hatta negatif düzeyde gerçekleşmesi
yatırımlar üzerinde azaltıcı etkide bulunacak ve dolayısıyla büyüme oranı olumsuz yönde
etkilenecektir.
Vergi ve Harcama Politikaları
Ampirik çalışmalar, kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkide mutlak
bir ilişki yerine kamu harcamalarının niteliği ile ilgili olarak belirli bir ayrıma gidilmesi
gerekliliğini ortaya koymaktadır. Buna göre, verimsiz alanlara yönelen kamu harcamaları
ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki doğururken, söz konusu harcamaların kamu
yatırımı şeklinde ortaya çıkması durumunda, ekonomik büyüme ile kamu harcamaları arasında pozitif bir ilişkinin varlığı görülmektedir. Buna ek olarak, kamu yatırımlarının üretken veya altyapı yatırımlarına yönelik olmasına bağlı olarak, kamu yatırırmlarının doğrudan yatırımlara yönelik harcamalar düzey etkisi yaratırken, altyapıya yönelik olanlar ise
dışsallıklar ve büyüme etkisi yaratmaktadır.
Yapılan kimi çalışmalar, ülkelerin ekonomik büyüme oranlarında özellikle İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan farklılıkları, ülkeler tarafından izlenen iktisat politikalarındaki farklılıklara bağlamaktadır. Örneğin gelir vergisi oranında bir artış, yatırım faaliyetlerinin
getirisini düşürmekte, özel sektör yatırımlarını ve sermaye birikimini (fiziki ve beşeri) caydırmakta ve böylece büyüme oranında bir düşüşe neden olabilmektedir. Gelir vergisinin
artırılması ile oluşan etki, diğer kamu politikalarında değişiklikten de (örneğin mülkiyet
haklarını kısıtlayan politikaların uygulanmasından da) kaynaklanabilmektedir (Rebelo,
1990). İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde 47 ülkeyi kapsayan çalışmalarda, kişi başı reel
gelirin büyüme oranı ile özel mülkiyet haklarının korunma derecesinin bir göstergesi olarak “siyasi özgürlükler endeksi” arasında aynı yönde bir korelasyon bulunmuştur. Ayrıca,
büyüme oranları ile kamu harcamalarının GSYİH’ya oranı arasında doğrusal orantı olduğu
sonucuna ulaşılmıştır (Kormendi ve Meguire, 1985).
Kuramsal içsel büyüme modellerine dayalı olarak yapılan araştırmalar sonucunda, verimli kamu harcamaları artarken, büyüme ve tasarruf oranlarının da önce arttığı, sonra ise
azaldığı gözlenmiştir. Buna karşılık, tüketime yönelik kamu harcamaları ile büyüme ve
tasarruf oranları arasında ters yönlü bir ilişki saptanmıştır. Bu çalışmalarda, kamu tüketim
harcamalarının özel sektör verimliliğine bir etkisinin olmadığı; ancak, yüksek gelir vergisi
16
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
oranlarına yol açtığı ileri sürülmektedir. Yüksek gelir vergisi oranları ise, yatırımlar üzerinde olumsuz bir etki yapmaktadır; çünkü bireyler yatırımların getirisinden kazandıkları gelirin büyük bir kısmını vergi olarak kamuya aktarmak zorunda kalacaklardır. Dolayısıyla,
yatırımlar yavaşladıkça büyüme hızı da düşecektir. Yine bu çalışmalarda; bireylerin mülkiyet haklarında meydana gelen bir kötüleşmenin de, yüksek vergi oranları gibi, ekonomik
büyüme üzerinde olumsuz bir etki yaratacağının altı çizilmektedir (Barro, 1990).
Dış Ticarette Açıklık
Dış ticaretle ilgili göstergeler bakımından; ihracatın GSYİH içindeki payı ve bu payın
artış hızı, doğrudan yabancı yatırımlar, makine ve ekipman ithalatı ile ekonomik büyüme
arasında genelde istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu gözlemlenirken,
birincil ürünler ihracatı ile büyüme arasında ise negatif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır. Dış ticaret ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye yönelik olarak yakın dönemde yapılan ampirik çalışmalarda; “dışa açıklığın” iktisadi büyümeyi desteklediği, “ithal ikameci”
politikaların ise iktisadi büyümeyi engellediği yönünde sonuçlara ulaşılmaktadır. Bununla
beraber “dışa açıklık” ve “dış ticaret hacminin büyümesi” gibi değişkenler üzerinde tartışmalar bulunmaktadır (Rodrik, 2003).
Ülkelerarası Ar-Ge etkinliği ve üretim etkinliği farklılıklarını ön plana alan kuramsal model
çalışmalarında; ülkelerin Ar-Ge faaliyetlerinde mi, yoksa imalat faaliyetlerinde mi karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları sorgulanmış ve bu konu, mevcut ekonomik yapı çerçevesinde uzun dönem uzmanlaşma ve büyüme kapsamında irdelenmiştir. Buna göre, Ar-Ge
faaliyetlerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülkenin dış ticaret politikalarındaki
değişiklikler sonucunda harcamalarını tüketim mallarına yöneltmesi, uzun dönemli büyüme oranlarında bir azalmaya neden olmaktadır (Grossman ve Helpman, 1990).
Dış ticaret ile yaşam standardı arasındaki ilişkiyi ele alan ampirik çalışmalarda; dış ticaret ile yaşam standardının bir göstergesi olarak gelir düzeyi arasında doğrudan bir ilişki
bulunmuştur. Kuşkusuz bu iki değişken arasındaki nedensellik ilişkisi iki yönlüdür. Dış
ticaret geliri etkilediği gibi, gelir düzeyi de dış ticareti etkileyebilir. Örneğin, coğrafi özelliklerin (çok nüfuslu ülkelere yakınlık, uzaklık, izolasyon gibi) ülkelerin dış ticaretinde önemli
rol oynadığı bilinmektedir. Bir ülkenin coğrafi özellikleri ve konumu, doğaldır ki, bu ülkedeki gelir düzeyinden ve iktisat politikalarından etkilenmez. Öte yandan bir ülkenin coğrafi özellikleri ve konumu, o ülkedeki gelir düzeyini sadece ve sadece diğer ülkelerle olan
dış ticareti ve karşılıklı etkileşimler aracılığıyla etkileyebilir. Bir ülkenin elverişli coğrafi
konumu, o ülkenin dış ticaretinin canlı olmasına ve bu sayede de gelir düzeyinin artmasına
neden olabilir. Böylece, dış ticaret ile gelir düzeyi arasındaki iki yönlü nedensellik, ülkenin
coğrafi konumu aracılığıyla kurulabilmektedir (Frankel ve Romer, 1999).
Diğer taraftan reel döviz kuruna ilişkin olarak yapılan ampirik çalışmalardan çıkan
önemli bir sonuç, döviz kurunun serbest piyasa ortamında belirlenmesi ve döviz kurundaki istikrarlılığın, büyümeyi olumlu etkilediğidir.
17
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Demografik Değişim
Demografik değişim ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik çalışmalar, ülkelerin genç veya yaşlı nüfusa sahip olmaları (yaş kompozisyonu) ile büyüme performansları arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Özellikle nüfusun yaşlanmasının tasarruflar üzerinde
ortaya çıkaracağı olumsuz etki, beşeri sermaye ve beşeri sermaye yatırımlarındaki artış ile
dengelenebilecektir. Bu anlamda, yeni ampirik çalışmalar nüfusun yaşlanması ile iktisadi
büyüme arasında pozitif bir ilişkinin olabileceğini göstermektedir.
Literatürdeki demografiyle ilgili önemli bulgulardan bir diğeri de, doğurganlık oranındaki artış ile büyüme arasında negatif bir ilişkinin varlığıdır. Söz konusu sonuç, neoklasik
büyüme modellerindeki “doğurganlık oranlarındaki artışın ekonomideki yatırımların belli
bir bölümünün kişi başına düşen sermaye miktarını arttırmak yerine, yeni işçilere sermaye
sağlamak amacıyla kullanıldığı” öngörüsünü doğrular niteliktedir. Ayrıca, nüfusun belli
bir mekanda yoğunlaşması kentleşme ekonomileri biçimindeki dışsallıklar yoluyla düzey
etkisi yaratırken, aynı zamanda taşma-yayılma etkileri nedeniyle iktisadi büyüme üzerinde
olumlu etki yarattığı gözlemlenmektedir. Literatürde, işgücüne katılım oranının iktisadi
büyüme üzerinde olumlu etkide bulunduğu da belirtilmektedir. Nüfus artışının orta ve
uzun dönemde iktisadi büyüme üzerindeki olası olumlu etkileri, kuşkusuz beşeri sermayeye yapılacak yatırımlarla yakından ilişkilidir.
Eğitim ve Beşeri Sermaye
Genel eğitim düzeyi ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkileri araştıran istisnasız tüm çalışmalarda ortaya çıkan önemli bir sonuç, genel eğitim düzeyi yükseldikçe kişi başı reel
gelir düzeyi ve büyüme oranının arttığı yönündedir. Bunun yanısıra, hizmetiçi eğitim ve
mesleki-teknik eğitim düzeyi yükseldikçe işgücü verimliliği artmakta, bu da reel gelir düzeyini olumlu yönde etkilemektedir. Esasen, eğitime yönelik yapılan her türlü faaliyet, ölçeğe göre artan getiriler kapsamında yer almaktadır ki, bu da iktisadi büyüme üzerinde
sürekli olumlu etki yaratan bir unsurdur.
Ülkelerin eğitim düzeyinin yükseltilmesinin yarattığı çok önemli bir etki ise, gelişmiş
ülkelerde ortaya çıkan yeni teknolojilere erişimi kolaylaştırması ve teknoloji transferi ile
dışarıdan elde edilen açık bilginin algılanması, özümsenmesi ve geliştirilmesinin ötesinde,
örtük bilginin deşifre edilmesinde ve yeni yaratıcı fikirlerle buluşların ortaya çıkarılmasında oynadığı olumlu roldür.
Yapılan ampirik çalışmalarda, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesinde ve ortaya
çıkacak sinerjinin yaygınlaştırılmasında emek kalitesinin önemli olduğu vurgulanmaktadır. Emek kalitesini yükseltecek en önemli etken ise, eğitim ve öğretimin her düzeyde geliştirilmesidir.
Demokrasi ve Kurumlar
Büyüme ve demokrasi arasındaki ilişkiyi sınayan ampirik düzeydeki çoğu çalışma, iktisadi büyüme ile demokrasi arasında pozitif bir ilişkinin varolduğunu göstermektedir. Demokratik rejimler, sağladıkları kurumsal yapı, siyasi-ekonomik özgürlükler ve çevre sayesinde, ekonomik büyümenin motoru sayılabilecek teknolojik ilerlemeyi özendirmektedir.
18
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
İktisadi büyüme sürecinde kurumsal yapının demokratik olması ve değiştirilmesi konusundaki yöntemlerin önceden belirlenmiş olması, ekonomik büyümenin gerektirdiği belirlilik ortamını sağlamaktadır. Bununla birlikte, esnek bir demokratik kurumsal yapı, rejim
değişikliğine gitmeden yönetimlerin değiştirilebilmesine ve sistemin kendini düzeltmesine
olanak vermesi açısından da önemlidir. İktisadi büyüme literatürü, uluslararası düzeydeki
kişi başına gelir farklılıklarının; ülkelerin doğal ve beşeri sermaye donanımlarındaki farklılıklardan çok, ulusal politikaların ve kurumların kalitesindeki farklılıklardan kaynaklandığı noktasına doğru bir gelişme göstermektedir.
Literatürde siyasi özgürlükler ile büyüme arasında genel olarak pozitif bir ilişki gözlemlenirken; belirtmek gerekir ki siyasi istikrarsızlık ile iktisadi büyüme arasındaki ilişki ters
yönlü ve karşılıklıdır. Siyasi istikrarsızlık yatırım hacmi ve etkinliğini azaltarak, ekonomik
büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Bununla birlikte, kişi başına düşen gelirdeki düşüşün
de siyasi istikrarsızlığı arttırdığını ileri sürmek mümkündür. Ampirik bulgular, bu temel
olguyu destekler niteliktedir. Özellikle ampirik bulgular siyasi ve ekonomik istikrarı bozan
bir olgu olarak savaş ile iktisadi büyüme arasında negatif bir korelasyon olduğunu göstermektedir.
Ekonomik performansın ve ekonomik büyümeyi etkileyen kurumsal kalitenin belirlenmesinde kullanılan bir diğer değişken yolsuzluk düzeyidir. Ampirik çalışmalarda genelde
yolsuzluk düzeyi ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişkinin varlığı saptanmıştır.
Demokratik ve güçlü bir kurumsal yapı, yolsuzluk düzeyinin azaltılmasında önemli bir
unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, demokrasinin düzeyiyle yakından ilişkili bir etken olarak ele alınan etnik
çeşitlilik de, son yıllarda büyüme analizlerine giderek daha çok dahil edilmeye başlanmıştır. Bu alanda yapılan yeni çalışmalara göre, etnik çeşitliliğin fazla olduğu ülkelerde bu
durum büyümeyi köstekleyebilmekte, fakat ülkenin demokrasisi gelişmiş olduğu ölçüde,
etnik çeşitliliğin fazla olmasının büyüme üzerindeki olası olumsuz etkisi önemli ölçüde
ortadan kalkmaktadır.
Yatırım Oranları
Geliştirilmiş Solow modeline dayanarak elde edilen ampirik bulgulara göre yatırım oranı (yatırım/GSYİH) ile kişi başına düşen gelirin büyüme oranı arasında pozitif bir ilişki
vardır. Aynı çalışmada yatırım oranının büyümeyi artı yönde etkilediği belirtilmiş, buna ek
olarak kamu yatırımlarının niceliğinin değil, niteliğinin büyüme açısından önemine dikkat
çekilmiştir. Zaten hızlı büyüme performansı gösteren ülkelerin bu performansını tetikleyen
temel değişkenin hızlı sermaye birikimi olduğu bir çok çalışmada vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan, politik istikrarsızlığın büyüme ve yatırımı olumsuz yönde etkileyeceği,
çünkü politik istikrarsızlığın özel mülkiyet haklarında kesintiye yol açabileceği, bunun da
özellikle özel yatırımı caydırabileceği belirtilmiştir. İzleyen başka bir çalışmada yine yatırım oranının iktisadi büyüme üstünde pozitif etkisi bulunmuş, fakat bu etkinin önceden
sanıldığından daha zayıf olduğu saptanmıştır.
Yatırım oranı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki hakkındaki ampirik bulgular, bu
19
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
etkinin pozitif yönlü olduğunu göstermektedir. Demokrasi ve fiyat istikrarı gibi bazı değişkenler yatırımları teşvik ederek ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir (Barro, 1997).
Ampirik çalışmalardan elde edilen bulgular, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında genelde negatif bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle, fiyat istikrarı, iktisadi büyümeyi olumlu yönde etkileyen önemli bir değişken olarak ortaya çıkmaktadır. Öte
yandan, söz konusu değişkenlerin veri alınması ve yatırımların yüksek olması durumunda
bu etki zayıflamaktadır.
Ayrıca, yatırımların kompozisyonu da önem arz etmektedir. Bu çerçevede inşaat ve konut yatırımlarından ziyade, üretken yatırımların büyümeyi olumlu yönde etkilediğinin de
vurgulanmasında yarar görülmektedir.
2.4. Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Yapılan Çalışmalar
Türkiye ekonomisinin büyüme dinamikleri ve bunu etkileyen faktörler ile ilgili, hem
ulusal hem de uluslararası ekonomi yazınında, oldukça fazla sayıda çalışmaya rastlamak
mümkündür. Bunlar, ilk yıllardaki emek ve sermaye (yatırım/ tasarruf) değişkenleri ile
oluşturulan klasik ve neo-klasik büyüme modellerinin Türkiye için testlerinden, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren, teknoloji ve beşeri sermaye ağırlıklı modern büyüme ve içsel
büyüme modellerinin testine geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Çalışılan konuların kronolojisi incelendiğinde, gelişme ve büyüme ekonomisinin dünyada izlediği trendin, Türk
akademisyenler tarafından da yakından izlendiği sonucu çıkarılabilir. Özellikle yeni ekonometrik tekniklerin ve bunların uygulanabildiği paket programların yaygınlaşmasının,
büyüme yazınının hızlı gelişmesinde önemli katkısı olduğu söylenebilir.
Büyüme üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu ampirik uygulamalar içermektedir. Bunun yanı sıra, kısıtlı sayıda da olsa, mevcut modellerin genişletilmesi yada uyumlaştırılmasına yönelik teorik katkılı çalışmalara rastlamak ta mümkündür. Ampirik uygulamalar içerisinde, en detaylı ve kapsamlı olanlar, doktora ve uzmanlık tezleridir.
Bu tezlerde, ekonomik büyümeyi etkileyen, yukarıda sıralanan faktörlerin bir çoğu, başlı başına yada birkaç faktör birlikte ele alınarak incelenmiştir. Dış ticaretin, ekonomik ve
finansal liberalizasyonun büyümeye etkileri, özellikle 24 Ocak 1980 liberalizasyon programının etkileri (ve -1990’lı yıllarda yapılan tezlerde- sonuçları), sıkça işlenen konular arasındadır (Utkulu et al, 1995; Tuncer, 2003; Utkulu ve Özdemir, 2003).
Yatırımların (Ateş, 1998; Berument et al, 1999; Berber et al, 2000; İsmihan et al, 2001; Kirmanoğlu, 2002; Filiztekin, 2002; Karaca, 2003), ihracatın (Çakmak, 1992; Bahmani-Oskooee
ve Domaç, 1995; Özmen ve Furtun, 1997; Yiğidim, 1998; Köse ve Yiğidim, 2000), doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının (Karluk, 2001; Alkin, 2001; Erdal ve Tatoglu, 2002; Erdal et
al, 2003), eğitimin (Doğan ve Bozkurt, 2002), vergi politikalarının (Koban, 1996; Ateş, 2001),
turizmin (Ünlüönen, 1990), küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin (Algan, 1990), kamu
harcamalarının (Yamak ve Küçükkale, 1997; Ateş, 2001; Ulutürk, 2001; Kar ve Taban, 2003;
Ateş, 2003), teknoloji transferinin (Kökocak, 2001), finansal sistemin ve finansal gelişmenin
(Kar ve Pentecost, 2000; Toprak, 1992), enflasyonun (Doğruel ve Doğruel, 2003), devletin
büyüklüğünün (Tüylüoğlu, 2002), kayıt-dışı ekonominin (İkiz, 2000), yerel yönetimlerin
(Öztaş, 2001), sosyo-kültürel ve motivasyonel etkenlerin (Yavilioğlu, 2000), beşeri sermaye20
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
nin (Özsoy, 1999; Canpolat, 2000; Yumuşak, 2000; Kar, 2000; Bayraktar, 2001; Yumuşak ve
Bilen, 2002; Yumuşak ve Tuna, 2002; Kar ve Ağır, 2003), bilimsel ve teknik enformasyonun
(Uğurlu, 1990; Yüce, 1997; Yülek, 1997), araştırma-geliştirme çalışmalarının (Girgin ve Arıoğlu, 2002) büyüme üzerindeki etkileri, ele alınan konulardan bazılarıdır. Bu çalışmalarda
yöntem olarak, kiminde bir değişken ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik analizi
yapılırken, kimilerinde ise, ad hoc yaklaşımla, birkaç değişken ile kişi başına gelir, reel gayri safi milli hasıla yada ekonomik büyüme oranı arasındaki ilişkiler, regresyon analizleri
ile tespit edilmeye çalışılmıştır. Analizlerin çoğu, literatürde öngörülen yönde bir ilişkinin
varlığını ortaya koymuştur.1
Son yıllarda kalkınma ve büyüme literatürüne girmiş olan yolsuzluk, politik haklar ve
özgürlükler, ekonomik özgürlükler, politik istikrarsızlık, demokrasi düzeyi, kurumsal ve
yasal yapı gibi faktörlerin büyüme üzerindeki etkileri, her ne kadar Türkiye’nin ekonomik
kalkınması için de oldukça önemli olsa da, yeterince ele alınmamıştır. Bunda, ampirik (zaman serileri) tahminler için bu tür değişkenlerle ilgili, gerekli sıklıkta ve kalitede veri bulunamamasının etkisi olduğu söylenebilir. Zira literatürdeki çalışmaların büyük çoğunluğu,
panel verilerle yapılmıştır.
Yine son yılların büyüme literatürüne hakim olan, yeni ekonomik coğrafya yaklaşımı
içinde geliştirilen yerel, kentsel ve bölgesel kalkınma, kümülatif ve yol-bağımlı gelişme modelleri, endüstriyel kümelenme ve şebeke (ağ) dışsallıkları, çoklu-dengeler ve tarihel kilitlenme modelleri, yerelleşme ve kentleşme ayırımında geliştirilen dinamik dışsal ekonomiler, yığılma-toplanma ekonomileri (agglomeration), bilgi ve teknolojik yayılma (spillover)
etkileri gibi konular, dikkatleri, makroekonomik büyüme modellerinden yerel büyüme süreçlerine çekmiştir (Küçüker 1998 ve 2000, Eraydın 2003). Ek olarak, hızlı ekonomik büyüme de hedef olmaktan çıkıp, sürdürülebilir kalkınma, yükselen yaşam standardı ve insani
kalkınma gibi hedefler ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu konularda da, henüz ülkemizde
yeterince araştırma yapılmadığı görülmektedir. Aşağıda Türkiye’de ekonomik büyüme ile
ilgili yapılan çalışmaların bazıları özetlenmiştir:
Eğitim ve İnsan Sermayesi
Uzun dönemde bilgi toplumuna geçişin hedeflendiği ülkemizde, bunun temel gereklerinden olan eğitim düzeyinin artırılması ve nitelikli işgücünün yetişmesinin ekonomik
büyüme üzerindeki etkileri, son yıllarda yoğun şekilde araştırmacıların ilgisini çekmiştir.
1983-2001 döneminde eğitim ve iktisadi büyüme ilişkisini ele alan Doğan ve Bozkurt (2002),
yaptıkları ekonometrik çalışmada, lise ve yüksek öğretim okullaşma oranı arttıkça ekonomik büyümenin de artacağı sonucunu bulmuşlardır.
İçsel büyüme teorisinden yola çıkan Kar ve Ağır (2003), nitelikli işgücünün yetişmesi
yada beşeri sermayenin artırılmasının büyümeye etkilerini araştırmıştır. Sonuçların, seçilen beşeri sermaye göstergesine hassas olduğu ortaya çıkmıştır. 1926-1994 dönemini inceleyen bu çalışmada, eğitim harcamalarının artmasının ekonomik büyümeyi hızlandırdığı,
fakat sağlık harcamalarının büyümeyi artırması yerine, nedenselliğin ters yönlü olduğu ve
büyümenin sağlık harcamalarını artırdığı bulunmuştur. UNDP’nin İnsani Kalkınma En1
Uzmanlık tezleri ile ilgili bilgiler http://ekutup.dpt.gov.tr/uztez adresinden, yüksek lisans ve doktora tezleri ile ilgili bilgiler http://
www.yok.gov.tr adreslerinden edinilebilir.
21
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
deksi’nden yararlanarak, eğitim, sağlık ve gelir değişkenlerinden oluşan yeni bir endeks
denemesi yapan Yumuşak ve Tuna (2002), bu endeks ile Türkiye’nin dünyadaki yerini belirlemeye çalışmıştır. 1992 ve 1997 yılları için oluşturulan endeks, Türkiye’nin orta derece
kalkınma düzeyinde olduğu, fakat özellikle eğitim ve sağlık göstergelerine göre 1997 yılında bir kötüleşmenin olduğunu göstermiştir. Marmara ve Ege bölgelerinin, beşeri kalkınmada diğer bölgelerden ileri olduğu bulunmuştur.
Özsoy (1999) 1960-1996 dönemini kapsayan çalışmasında, sağlık harcamalarından uzun
dönemli büyümeye giden güçlü bir pozitif etki belirlemiştir. Çalışmaya göre, sağlık sektörü, diğer sektörler üzerinde verimliliği artırıcı etkiler yaratarak büyümeyi yükseltmektedir.
Bu anlamada, sağlık harcamalarını artıran, sağlık ile ilgili girişimleri teşvik eden iktisat
politikalarının gerekliliği öne sürülmüştür.
1960-1995 dönemini kapsayan çalışmasında, Kar (2000), ortaokullaşma oranı ve eğitim
harcamalarının bütçedeki payı gibi iki farklı yaklaşımla ölçtüğü beşeri sermayenin büyümeyi pozitif yönde etkilediğini, bu anlamda yeni içsel büyüme modellerinin beşeri sermaye üzerine tezlerinin desteklendiğini belirlemiştir.
Bayraktar (2001), 1968-1998 dönemini kapsayan çalışmasında, beşeri sermaye değişkeninin büyüme üzerinde pozitif yönlü etkilere sahip olduğunu belirlemiştir. Buna karşın çalışma, yatırımların, dış ticaretin ve parasal değişkenlerin büyümeyi açıklamadığı sonucuna
ulaşmıştır.
Bilim ve Teknoloji Politikaları
21. Yüzyılda bilgi toplumuna geçişte eğitim, bilim ve teknoloji politikalarının ekonomik
kalkınmada önemi ve işlevi ile ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Yüce (1997), Cumhuriyet’ten bugüne ülkemizde uygulanan bilim ve teknoloji politikaları hakkında da detaylı
bilgi vermiştir. Bilgi toplumunu oluşturabilmek amacıyla öncelikle Türk eğitim sisteminde kişilerin ilgi, istek ve yeteneklerinin dikkate alınarak yapılacak değişmelerle, düşünme,
algılama, konuşma, tartışma, araştırma ve problem çözme yeteneği ve kişisel sorumluluk
duygusu gelişmiş, yeni fikirlere açık, hoşgörülü, demokratik tavırlar gösterebilen ve beceri düzeyi yüksek bireyleri yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yülek (1997) ise, içsel
büyüme teorileri ile ilgili çalışmasında, üretim ve yatırımların içsel büyüme teorilerinde
bahsedilen öğrenme ve taşmalar gibi pozitif dışsallıkların, Türk imalat sektöründe ortaya
yeterince çıkamadığını, bunun ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini söylemektedir.
Ekonomik ve politik istikrarsızlıklar nedeniyle, Türkiye’nin özellikle 1980 sonrası dönemi,
‘öğrenerek’ geçirmediği vurgulanmıştır. Doğru bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesine yardımcı olması amacıyla yaptıkları çalışmada, Girgin ve Arıoğlu (2002), Türkiye’nin AR-GE konusunda dünyadaki yerinin istenilir düzeyde olmadığını göstermiş ve bu
konuda AR-GE harcamaları, AR-GE personeli, bilimsel yayın sayısı, patent sayısı, ileri teknoloji ihracatı payı gibi göstergelerden oluşan detaylı istatistikler vermiştir.
Dış Ticaret
Bahmani-Oskooee ve Domaç (1995), Granger ve Johansen eş-bütünleşme sınamalarıyla,
1923-1990 dönemi için Türkiye’de yıllık reel GSMH ve reel ihracat arasında uzun dönem
22
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
denge ilişkisi olup olmadığını araştırmıştır. Seriler arasında bir uzun dönem denge ilişkisi
olduğu sonucuna ulaşılmış ve hata düzeltme modeli tahmin edilerek nedensellik ilişkisinin
yönü ortaya konmuştur. GSMH ile ihracat arasında iki yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur.
Türkiye’de 1955-1990 dönemini yıllık verilerle inceleyen Utkulu ve Ark (1995), dış ticaret rejiminin serbestleştirilmesi ile büyüme arasında nedensellik ilişkisini araştırmıştır.
Büyümenin bir ölçüsü olarak kişi başına reel GSYİH ile, dışa açıklığın ölçütü olarak toplam
ticaretin (ithalat+ihracat) GSYİH’ya oranı biçiminde tanımlanan dışa açıklık endeksi, resmi
döviz kuru ile karaborsa döviz kuru arasındaki farkın döviz kuruna oranı biçiminde tanımlanan döviz kuru çarpıklık endeksi ve ihracat hacmi arasında ikili eş-bütünleşme sınamaları gerçekleştirilmiştir. Dış ticaret ile büyüme arasında iki yönlü ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aynı çalışmada, kişi başına reel GSMH, ihracat hacmi, fiziksel ve beşeri sermaye
değişkenlerinin yer aldığı bir model kullanılarak analizler tekrarlanmış ve ihracat, fiziksel
ve beşeri sermaye değişkenlerinin kişi başına GSMH’yi etkilediği yönünde bulgular elde
edilmiştir.
Özmen ve Furtun (1997) ise, ihracat önderliğinde büyüme hipotezini, eş-bütünleşme
ve zayıf dışsallık testleriyle sınamıştır. 1970-1995 dönemi üç-aylık, sanayi üretim endeksi,
ihracat, ticaret payları ile ağırlıklandırılmış reel efektif döviz kuru endeksi ile dünya çıktı
endeksi olmak üzere dört değişkenli bir sistemin bütünleşme ve eş-bütünleşme özellikleri
araştırılmıştır. Yapılan zayıf dışsallık testleri, dünya üretim endeksine sistemde ihtiyaç olmadığı sonucunu vermiş ve bu değişkenin olmadığı üç değişkenli bir model tahmin edilmiştir. Dört ve üç değişkenli her iki modelde de ihracat önderliğinde büyüme hipotezini
destekleyen bulguya rastlanmamıştır. Reel döviz kuru endeksi modelden atıldığında, sanayi üretim endeksi ile ihracat arasında eş-bütünleşme ilişkisi ortadan kalkmıştır. Bulgular
ihracat önderliğinde büyüme hipotezini sınamak için döviz kuruna ihtiyaç olduğunu göstermiştir.
Yiğidim(1998) çalışması, esas olarak ihracat önderliğinde büyüme hipotezini Türkiye
ekonomisinin 1980-1998 yılları için VAR analizi ile test etmektedir. Çalışmanın bulgularına
göre yukarıdaki yılları içeren dönem için hipotezi destekler sonuca ulaşılamamaktadır. Alt
dönem ayrıştırmasında 1980-1988 yılları için ihracatın büyümeyi desteklediği ancak bunun
ihracat itişli olarak tanımlandığına vurgu yapılmaktadır. Son olarak 1980-1988 döneminin
analizinin ikili-açık hipotezini desteklediği belirtilmiştir. Türkiye’nin 1980-1998 dönemini inceleyen Köse ve Yiğidim (2000), üç-aylık GSYİH, ihracat, ithalat ve yatırım verilerini
kullanarak nedensellik ilişkisini araştırmıştır. GSYİH’den ihracata doğru bir nedensellik
ilişkisine rastlanmamıştır.Çalışma Türkiye ekonomisindeki büyüme ile ithalat ilişkisinin
kilit konumuna dikkat çeken model bulgularına yer vermektedir.
Tuncer (2003) çalışmasında Türkiye’de 1980 sonrası yirmi yıllık dönemde ihracat, ithalat,
yatırımlar ve GSYİH arasındaki nedensellik ilişkilerini üç aylık veriler kullanarak, bir Vektör Otoregressif Model (VAR) çerçevesinde irdelemiştir. GSYİH’den ihracata doğru güçlü,
yatırımlar ile GSYİH arasında zayıf ve iki yönlü bir nedensellik ilişkisi, ithalat ve GSYİH
arasında yine iki yönlü ve güçlü ilişki bulunmuştur. İthalat bu dönemde büyüme üzerinde
23
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
asıl belirleyici unsur konumundadır ve ithalata ilişkin bulgular içsel büyüme modelleriyle
tutarlıdır. Yine Tuncer bir diğer çalışmasında (2002), 1950-2000 arası elli yıllık dönemde,
Türkiye’nin gelişmiş altı ülke ile yapılan ticareti, okul yılı stoku ve çalışan başına GSYİH
arasındaki uzun ve kısa dönem ilişkileri, bütünleşme, eş-bütünleşme ve hata teriminin yer
aldığı VAR (vektör otoregressif) modelleri kullanarak analiz etmiştir. Ticaret sonucu üretkenlikte meydana gelen artışın önemli bir kısmının, gelişmiş ülkelerden yapılan ithalattan
ve özellikle makine ve teçhizat ithalatından kaynaklandığı yönünde bulgular elde edilmiş,
göreli olarak gelişmiş ülkelere yapılan ihracatın sağladığı üretkenlik artışlarının, ithalat ve
beşeri sermayeye göre daha düşük olduğu belirlenmiştir. İthalatın yapılabilmesi için gerekli finansmanın sağlanmasında ihracatın önemli katkısı olduğunu vurgulamıştır. Gelişmiş
ülkelere yapılan ihracatın önemli pozitif dışsallıklar yarattığına dair yeni içsel büyüme modelleri önerilerinin, Türkiye bulgularıyla desteklenmediği görülmüştür. Çalışmaya göre,
ithal edilen sermaye malları içinde, içerilmiş olarak gelen bilginin uyarlanması, verimli bir
şekilde kullanılması, hatta özümsenerek yeniden yaratılması, büyük ölçüde beşeri sermaye
düzeyine bağlıdır ve gelişmekte olan ülkelerin beşeri sermaye birikimine verecekleri destekler önemli yararlar sağlayacaktır. Ayrıca, beşeri sermaye düzeyi ve kalitesinin yükselmesiyle birlikte, gelişmiş ülkelerden ithalat yoluyla gelen bilgi ve teknolojinin özümsenmesi için gerekli zaman kısalacak, daha yüksek bir beşeri sermaye düzeyi, gelen teknolojinin
daha verimli bir şekilde kullanılmasını olanaklı hale getirecek ve teknolojinin özümsenip
yeniden yaratılması sürecine katkıda bulunacaktır.
Utkulu ve Özdemir (2003) çalışmalarında, 1950-2000 döneminde dışa açılma ile büyüme arasındaki ilişkileri incelemişler, yeni içsel büyüme modellerini destekleyici yönde, çift
taraflı nedensellik ilişkileri bulmuşlardır. Çalışmaya göre, bu pozitif nedenselliğe rağmen,
özellikle 1990’lı yıllarda şoklara karşı kırılgan hale gelen ekonomik yapı nedeniyle, uzun
dönemli sürdürülebilir bir yüksek pozitif büyüme yakalanamamıştır.
Yatırımlar
Berument, Güneymen ve Neyaptı (1999) çalışmasında, Türkiye’de 1989.1-1999.1 döneminde yatırımlardaki salınımların büyüme sürecine etkileri araştırılmıştır. Yüksek salınımların, büyümeyi zayıflatıcı ve salınımlı hale getirdiği sonucuna ulaşılmıştır. Berber, Sivri
ve Artan (2000) ise, AK tipi büyüme modelini birim kök testlerini kullanarak, Türkiye ekonomisinin 1968-1998 dönemi için sınamışlardır. Bu çalışmanın sonucuna göre, Türkiye’de
yapılan yatırımların, AK modeli açısından büyüme üzerinde bir etkisi bulunamamıştır.
İsmihan, Metin-Özcan ve Tansel (2001) çalışmasında, 1963-1999 döneminde makroekonomik istikrarsızlığın büyüme sürecini olumsuz yönde etkilediğini, kamu ile özel kesim
yatırımları arasındaki tamamlayıcılığı bozduğunu belirlemişlerdir. Kirmanoğlu (2002) ise,
1964-2000 dönemi için yaptığı kısıtsız VAR tekniği yaklaşımı ile Türkiye’de enflasyonist sürecin özel yatırımları ve büyümeyi olumsuz yönde etkilediğini belirlemiştir. Karaca (2003)
tarafından 1987-2002 dönemini kapsayarak yapılan ve zaman serisi tekniklerinin kullanıldığı çalışmada da, benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Karaca’ya göre, enflasyon oranındaki 1
puanlık artış, büyüme oranını 0.37 puan düşürmektedir.
24
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Filiztekin (2002) 1980-1995 dönemi için tüm Türkiye illerini kapsayan çalışmasında, özel
sektör firmalarının yer seçiminin büyümeye etkilerini incelemiştir. Çalışmaya göre, ileri
teknoloji kullanarak uzmanlaşan ve kentsel alanlarda faaliyet gösteren firmalar uzun dönemde büyümeyi olumlu yönde etkilemektedir. Ateş (1998) 1980.1-1996.4 dönemini kapsayan çalışmasında özel sektör yatırımlarının uzun dönemli büyüme üzerinde pozitif yönlü,
ancak çok güçlü olmayan etkilerinin bulunduğunu ve Ak modellerinin tezinin desteklenebileceğini belirlemiştir. Çalışmaya göre, aynı sonuç, kamu yatırımları için söylenememektedir.
Finansal Gelişme
1963-1995 dönemi Türkiye ekonomisinde finansal gelişmeyle büyüme arasındaki ilişkileri inceleyen Kar ve Pentecost (2000), nedensellik, eş-bütünleşme ve hata düzeltme tekniklerini kullanarak yaptıkları çalışmada, seçilen finansal gelişme göstergesine göre farklı sonuçlar elde etmişlerdir. Örneğin para arzı/milli gelir tanımı kullanıldığında finansal
gelişmeden ekonomik büyümeye giden pozitif yönlü bir nedensellik elde edilmiş, banka
mevduatları, özel kredi ve yurtiçi kredi gibi tanımlamalar dikkate alındığında, büyümeden
finansal gelişmeye giden nedensellikler belirlenmiştir.
Kamu Harcamaları
Ekonomik büyümede kamu yatırımlarının gereği ve önemi birçok araştırmacının ilgisini
çekmiştir. Yamak ve Küçükkale (1997), Wagner Yasası çerçevesinde, 1950-1994 döneminde
eş-bütünleşme tekniğini kullanarak, kamu harcamalarından uzun dönemli büyümeye giden pozitif bir nedensellik olduğunu belirlemişlerdir.
Ateş (2003) ise yıllık bazda 1923-2002 ve üçer aylık bazda 1987.1-2002.4 dönemlerini
kapsayan çalışmasında, ekonomik sınıflamaya dayalı kamu harcamalarının uzun dönemli
büyüme etkilerini araştırmıştır. Çalışmanın temel bulgusu, faiz harcamalarının uzun dönemde Türkiye ekonomisini önemli ölçüde negatif büyüme sürecine sokacağıdır. Çalışma,
diğer harcama tiplerinin büyümeyi kısa süreli etkilediğini ortaya koymuştur.
Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları
Ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için tasarrufların gerekliliğini vurgulayan Karluk
(2001), tasarruf yetersizliğinin kaynak açığına neden olacağını, bu açığın da yabancı sermaye yatırımları ile kapanabileceğini söylemiştir. Türkiye ekonomisine yabancı yatırımları
çekebilmek için, ekonomik ve siyasi istikrarın önemi vurgulanmıştır. Aynı yayında Alkin
(2001) ise, istikrar kadar, iki altın kuralın bunda önemli olduğunu bildirmiştir. Bunlar; yabancı sermaye bekleyen ülkelerde, ekonomi ile ilgili yasalar ve kararların beklenmedik zamanlarda ve sık sık değiştirilmemesi ve yasalar ve kararlar değiştirilmese bile, hükümetlerin bu yasa ve kararların etrafından dolanmaması olarak özetlenmiştir.
Erdal ve Tatoğlu (2002), 1980-1998 dönemini ele alan çalışmalarında, yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesinde fiziksel altyapının, ekonomik açıklığın ve piyasa büyüklüğünün olumlu katkısı olacağını, ancak, ekonomik istikrarsızlığın ve döviz kuru değişmelerinin olumsuz etkileyeceğini tahmin etmişlerdir. Sektörel bazda yapılan bir analizde, Erdal
et al (2003)’a göre, tekstil sektörüne yatırım yapan yabancıların yer seçimi kararlarında, bu
tür makroekonomik büyüklüklerden ziyade, hammadde varlığı (yün ve pamuk), kapasite
25
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
kullanım oranı ve imalat sektörü ücret oranları gibi sektöre özel faktörleri dikkate aldığı
bulunmuştur.
Gelir Düzeylerinin Yakınsaması ve Bölgesel Gelişme
Neo-klasik teori, düşük gelirli ülkelerin yada bölgelerin, yüksek gelirli ülkelerden yada
bölgelerden daha hızlı büyüyeceklerini ve nihayet ülkeler arasındaki gelir farklılıklarının
uzun dönemde ortadan kalkıp, gelir düzeylerinin birbirlerine yakınlaşacağını ileri sürmektedir. Türkiye’de bölgesel dengesizlikler ve bunun ortadan kaldırılması üzerine sınırlı da
olsa ampirik çalışmalar yapılmıştır.
Erk, Ateş ve Direkçi (2000) 1979-1997 dönemini kapsayan çalışmasında, Türkiye bölgeleri ve illeri itibariyle yakınsamanın olmadığı, tersine bir ıraksama sürecinin oluştuğunu
belirlemişlerdir. Çalışmaya göre Marmara bölgesi yıllar itibariyle ulusal gelirdeki payını
artırarak gelişme göstermiş, GAP projesine rağmen Güney Doğu Anadolu bölgesinin yakınsama sürecinde olmadığı ortaya çıkmıştır. Berber et al (2000) da, 1975-1997 yıllarını kapsayan çalışmalarında, bölgesel bazda benzer sonuçlar elde etmişlerdir.
Türkiye’de 1987-1999 döneminde iller arasındaki gelir farklılıklarını inceleyen Doğruel
ve Doğruel (2003), β-yakınsama testine göre hem 67 il arasında, hem de gruplandırdığı
yüksek gelirli ve düşük gelirli iller arasında yakınsama olduğunu bulmuşlardır. Ancak σyakınsama testleri (hem standart sapma hem de varyasyon katsayısına bağlı testler), iller
arası dengesizliklerin azaldığı konusunda kesin bir sonuç sunamamıştır. Bölgesel dengesizliklerin dönem dönem azalıp arttığı, fakat sürekli bir iyileşmenin gözlenemediği ortaya
konmuştur.
Akdede ve Erdal (2003), 73 il ve 7 coğrafi bölgeyi kapsayan panel veri (1991-1997) çalışmalarında, bölgesel ve iller arası yakınsamada, kamu yatırımlarının etkisinin olup olmadığını araştırmışlardır. Bölgeler arasında yapılan testlerde, kamu yatırımlarının yavaş ta olsa
yakınsamayı sağladığı bulunmuştur. Fakat iller arasında güçlü bir yakınsama bulunamamıştır. Her bir coğrafi bölgedeki illerin kendi aralarındaki gelir farklılıklarının azalıp azalmadığını görebilmek için yapılan testlerde ise, kamu yatırımlarının yalnızca Doğu Anadolu
ve Karadeniz bölgelerinde iller arası yakınsamada etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
3. Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Performansı
Ekonomik büyüme basit olarak kişi başına gelir ya da Gayri Safi Milli Hasıla artışı şeklinde tanımlanmaktadır. Öte yandan, ekonomik kalkınma olgusunu, hızlı büyümenin bir
uzantısı olarak, “uluslararası iş bölümünde daha yüksek bir konuma ulaşma ve yaşam kalitesinin yükselmesi” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu genel yaklaşım altında, Adelman ve
Yeldan (2000) iktisadi kalkınmanın gerçekleşmesi için şu beş olgunun altını çizmektedir:
• Sürdürülebilir büyüme
• Üretim ve tüketim kalıplarının yapısal değişime uğraması
• Teknolojik ilerleme
• Sosyal, siyasi ve kurumsal modernleşme
• Yaşam standartlarında geniş çaplı iyileşme
26
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Bu gözlemlere göre gelişmekte olan ülkelerin İkinci Dünya Savaşı öncesinde sadece büyüme çevrimleri yaşamış olduğunu ve söz konusu çevrimlerin çoğunlukla sanayileşmiş
ülkelerin ara malı ve birincil mallara olan ithalat gereksinimlerince belirlenmiş olduğunu söylemek olasıdır. İktisadi kalkınma, yukarıdaki ifadesiyle, ancak İkinci Dünya Savaşı
sonrasının kapitalizmin altın çağı diye betimlenen özgün koşullarında ve iki küreselleşme
dalgası arasında değerlendirilen bir olanak olarak ortaya çıkmıştır.
Tarihsel olarak ekonomik büyümenin son iki yüzyılda güçlü bir eğilim gösterdiği gözlenmektedir. Özellikle sanayi devriminden sonra dünyanın hemen her bölgesinde kişi başına üretim ve gelir önemli artışlar göstermiştir. Bununla beraber, aynı dönemde daha hızlı
büyüyen ülke ya da bölgeler ile daha yavaş büyüyenler arasında oldukça önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Bu bölümde, ekonomik büyümenin yanı sıra bu büyümenin sektörel düzeydeki yansımaları ve ekonomik yapıdaki değişim ele alınmaktadır.
3.1. Mevcut Durum
Türkiye ekonomisinin büyüme performansı, 1987 yılı fiyatlarıyla Gayri Safi Milli Hasıla
(GSMH) verilerinden hareketle hesaplanan büyüme hızları çerçevesinde ele alınmaktadır.
Kişi başına reel GSMH verilerinden hesaplanan ortalama yıllık büyüme hızları Tablo 1’de
verilmektedir.
Tablo 3.1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme
Büyüme
Kişi Başına
Hızı (%)
Büyüme Hızı
1923 – 2002
4,9
2,7
1923 – 1979
5,5
3,1
1923 – 1949
5,1
3,2
1950 – 1979
5,8
3,1
1980 – 2002
3,7
1,6
1980 – 1989
4,0
1,7
1990 – 2002
3,4
1,5
Dönem
Kaynak : DPT ve kendi hesaplamalarımız.
Ekonomik büyüme hızı Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze yaklaştıkça giderek
yavaşlamaktadır. Türkiye’nin 1929 Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yaşadığı
çok olumsuz koşullara rağmen, 1950 yılına kadar sağlanan ortalama yüzde 5.1 ve yüzde 3,2
oranındaki kişi başına büyüme hızları çok önemli bir başarı olarak kabul edilmelidir.
İthal ikameci sanayileşme politikalarının benimsendiği ve planlı ekonomiye geçilmesinin de katkısıyla, uygulanan Keynesyen politikaların bir sonucu olarak 1950-79 döneminde kişi başına gelirde ortalama büyüme hızı yüzde 3.1 olmuştur. Bu dönemde sanayi27
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
leşme alanında önemli gelişmeler sağlanmış ve ithal ikameci politikaların ilk iki aşaması
başarıyla tamamlanmıştır. Benzer bir performans genelde dünya ekonomilerinin önemli
bir kısmında yaşanmıştır. Ancak, izlenen politikaların tıkanması sonucunda, 1980 yılından itibaren dışa açık büyüme modeli benimsenmiştir. Ekonominin dışa açılmasına bağlı
olarak ihracatın yapısında sanayi ürünleri lehine önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen,
1980-02 döneminde kişi başına büyüme hızı yüzde 1.6 seviyesine gerilemiştir. Bunun temel
nedeninin dönem içerisinde giderek artan makro ekonomik ve siyasi istikrarsızlık olduğu
söylenebilir.
Bütçe disiplinin özellikle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren kaybolması ve bütçe açıklarının iç borçlanma yoluyla finanse edilme stratejisine bağlı olarak, kamu kesiminde çok
büyük bir iç borç yükü oluşmuştur. Sermaye hareketlerine 1989 yılında, bütçe denkliği
sağlanmadan getirilen serbesti sonucunda; ekonomi dışsal şoklara maruz kalarak, 1994 ile
2001 yıllarında finansal krizler yaşanmıştır. Kamu borç stokundaki artış, Türkiye’nin özerk
iktisat politikaları uygulama gücünü de zayıflatmıştır. Bununla beraber uygulanmakta olan
ekonomik programın kararlılıkla sürdürülmesi sonucunda, görece başarılı bir döneme girilmiş ve makro ekonomik istikrarın sağlanması yönünde önemli mesafeler de alınmıştır.
Türkiye’de kuruluştan günümüze ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 4.9 iken, hızlı
nüfus artışa bağlı olarak kişi başına büyüme hızı ise yüzde 2.7 oranında gerçekleşmiştir.
Büyüme hızındaki performans, beraberinde tarım ağırlıklı bir yapıdan sanayileşme ve hizmetleşme eksenlerinde yapısal dönüşümlerin gerçekleşmesine yol açmıştır. 1923 yılında
tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSMH içerindeki payları sırasıyla yüzde 39.6, yüzde 13.2 ve yüzde 47.2 iken, 2002 yılında tarım yüzde 12’ye gerilemiş, sanayi yüzde 25.6 ve
hizmetler sektörü de yüzde 62.3 oranına yükselmiştir. Bu dönüşüme rağmen, ekonominin
tarıma olan bağımlılığı yapısal bir sorun olma özelliğini taşımaktadır. İstihdamın 2002 yılı
itibariyle sektörel yapısına baktığımızda; tarım yüzde 34.9, sanayi yüzde 18.5 ve hizmetler
yüzde 46.5 pay almaktadır. Dolayısıyla, üretimin ve istihdamın sektörel yapısı arasındaki
bu uyumsuzluk da bir diğer yapısal soruna işaret etmektedir.
Büyümenin kaynakları açısından gelişmiş ülkelerde faktörlerin fiziki miktarları yanısıra
niteliklerini temsil eden verimlilik de önemli bir bileşen olmaktadır. Ancak, Türkiye’nin
büyümesinde toplam faktör verimliliğinin payı oldukça düşük seviyelerdedir. DPT (2002)
çalışmasına göre; 1972-00 döneminde Türkiye’de ortalama yıllık GSYİH artışı yüzde 4.02
olurken; bu büyümenin kaynaklarına baktığımızda; yüzde 72.3’ü sermaye, yüzde 21’i işgücü ve yüzde 6.7’si verimlilik bileşenlerinin katkılarıyla sağlanmıştır. Büyümenin kaynakları
1972-91 ve 1992-00 alt dönemleri itibariyle incelendiğinde ise ikinci dönemde verimliliğin
katkısının negatife dönüştüğü gözlenmektedir. Bu durum ise beşeri sermaye ve teknoloji
politikalarına yeterince önem verilmediğini göstermektedir.
Türkiye’nin ekonomik büyüme performansı karşılaştırmalı olarak Tablo 2’de verilmektedir.
28
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Tablo 3.2: Türkiye’nin Karşılaştırmalı Ekonomik Büyüme Performansı
Türkiye
ABD
Batı
Avrupa
Doğu Orta
Avrupa Doğu
Japonya
Doğu
Asya
JPN hariç
Dünya
Kişi Başına GSYİH, 1990 ABD Doları ile, Satın Alma Gücü Paritesine göre
1950
1.600
9.561
5.013
2.120
1.515
1.926
547
2.114
1980
4.155
18.577
14.056
5.780
4.181
13.429
1.496
4.400
2000
6.550
28.971
19.248
5.600
4.421
21.101
4.293
5.850
Kişi Başına GSYİH’nın Ortalama Yıllık Büyüme Hızı (%)
1980 / 50
3,1
2,2
3,5
3,4
3,4
6,7
3,4
2,5
2000 / 80
1,8
2,2
1,6
-0,2
0,3
2,3
5,4
1,4
2000 / 50
2,5
2,2
2,7
2,0
2,2
4,9
4,2
2,0
Kaynak : Pamuk (2003), s. 389.
Birinci dünya savaşı öncesinden günümüze kadar geçen süreye bir bütün olarak bakıldığında, Türkiye ile dünyanın en yüksek gelirli ülke ya da bölgeleri arasındaki ortalama
gelir farklarının azalmadığı görülmektedir. Cumhuriyet Türkiyesinin uzun vadeli iktisadi
büyüme performansı belirli bir başarıya işaret etmesine rağmen, Doğu Asya, Japonya, Güney Kore gibi 20. yüzyılda, özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısında iktisadi performansıyla
dikkat çeken başarılı ülkeler kadar olmadığı açıktır (Pamuk, 2003).
Ülkelerin uzun vadeli performanslarının değerlendirilmesinde ve karşılaştırılmasında
kullanılabilecek bir diğer yaklaşım “İnsani Gelişme Endeksi” olmaktadır. Türkiye’nin, kişi
başına gelir, okur-yazarlık oranı ve yaşam beklentisi gibi göstergeler esasına göre hesaplanan insani gelişme alanındaki gelişimi seçilmiş bazı ülkelerle birlikte Tablo 3’te verilmektedir.
Tablo 3.3: Türkiye ve Seçilmiş Ülkelerde İnsani Gelişme Endeksi
Yıllar Türkiye
ABD Almanya
Japonya
Yunanistan İspanya Portekiz Güney Kore
1975
0,593
0,863
..
0,854
0,808
0,819
0,737
0,691
1980
0,617
0,884
0,859
0,878
0,829
0,838
0,760
0,732
1985
0,654
0,898
0,868
0,893
0,845
0,855
0,787
0,774
1990
0,686
0,914
0,885
0,909
0,859
0,876
0,819
0,815
1995
0,717
0,925
0,907
0,923
0,868
0,895
0,855
0,852
2000
0,742
0,939
0,925
0,933
0,885
0,913
0,880
0,882
Kaynak : Human Development Report 2002
29
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tablodan da izlenebileceği üzere ülkemizde insani gelişme açısından bir ilerleme gözlenmektedir. Ancak, ilerleme hızı düşük kaldığı için ülkemiz hala 2000 yılı verilerine göre
173 ülke arasında 85. sırada orta düzey insani gelişme grubunda yer almaktadır. Bununla
beraber 2001 yılında yaşanan kriz, İGE değerini olumsuz yönde etkilemiş ve Türkiye’nin
2001 yılı İGE sıralamasındaki yeri 175 ülke arasında 96. sıraya gerilemiştir (UNDP, 2003).
Söz konusu raporda dikkat çeken bir diğer nokta da satın alma gücüne göre kişi başına gelir sıralamasındaki yerimiz ile İGE sırası arasında 16 basamak bulunmasıdır. Diğer bir ifade
ile ülkemiz insani gelişme açısından daha gerilerde yer almaktadır. Bu durum, büyüme
stratejilerinde sadece kişi başına gelire odaklanılmaması gerektiğine işaret etmektedir.
3.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
1963 yılında başlayan planlı ekonomi döneminde 8 adet beş yıllık kalkınma planı (BYKP)
hazırlanmıştır. Her bir BYKP için hedef ve gerçekleşmeler Tablo 4’te yer almaktadır.
Tablodan da izlenebileceği gibi planlı dönemde hedeflerin altında bir performans yakalanmıştır. Tarım sektörünün doğa koşullarına olan bağımlılığının devam etmesi nedeniyle
sektörel hedeflerde daha fazla sapma olmuştur.
Planlı dönemde ekonominin ortalama yüzde 6.6 oranında büyümesi hedeflenirken, gerçekleşme yüzde 4.8 oranında kalmıştır. Planlı dönem büyümesinin daha çok sanayileşme
ekseninde gelişmesi tercihi yapılmış ve sanayi sektöründeki ortalama büyüme hızı yüzde
8.8 oranında hedeflenirken, yüzde 7 oranında gerçekleşmiştir. Bu dönemde sanayileşme
ekseninde başarılı olunmakla beraber, 1990’lı yıllarda krizlerin de etkisiyle sanayileşme
hamlesi yavaşlamıştır.
Tablo 3.4: Türkiye Ekonomisinde Planlı Dönem Büyüme Hızları (%)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
GSMH
Plan
Dönemi Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma Hedef Gerç. Sapma
I. Plan
1963-67
4,2
3,0
-1,2
12,3
10,9
-1,4
6,8
7,2
0,4
7,0
6,6
-0,4
II. Plan
1968-72
4,1
1,8
-2,3
12,0
9,1
-2,9
6,3
6,6
0,3
7,0
6,3
-0,7
III. Plan
1973-77
3,7
1,2
-2,5
11,2
8,8
-2,4
7,7
7,3
-0,4
7,9
5,2
-2,7
1978 Programı
4,1
2,8
-1,3
8,8
3,4
-5,4
...
...
...
6,1
1,2
-4,9
IV. Plan
5,3
0,3
-5,0
9,9
2,4
-7,5
8,5
2,6
-5,9
8,0
1,7
-6,3
1984 Programı
3,5
0,5
-3,0
6,6
9,9
3,3
4,5
7,9
3,4
6,1
7,1
1,0
V. Plan
1985-89
3,6
0,8
-2,8
7,5
6,5
-1,0
6,5
5,0
-1,5
6,3
4,7
-1,6
VI. Plan
1990-94
4,1
1,6
-2,5
8,1
2,8
-5,3
6,7
4,1
-2,6
7,0
3,5
-3,5
1995 Programı
2,5
2,0
-0,5
4,9
12,1
7,2
4,3
6,3
2,0
4,4
8,0
3,6
VII. Plan(*) 1996-00
3,3
1,7
-1,6
6,9
4,0
-2,9
6,0
4,5
-1,5
6,3
3,8
-2,5
VIII. Plan
2001-05
2,1
Ortalama
1963-00
3,8
4,8
-1,8
1979-83
7,0
1,6
-2,3
8,8
7,5
7,0
-1,8
6,4
6,7
5,7
-0,6
6,6
(*): Hedeflerde ortalama alınmış olup, sapma gerçekleşme ile hedef farkını göstermektedir.
30
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Ülkemiz sanayiinin teknolojik yönelim açısından; sanayi ürün ihracatının çok büyük bir
kısmının, başta emek-yoğun mallar olmak üzere kaynak-yoğun ve ölçek-yoğun mallardan
oluşması, buna karşılık bilime dayalı ve uzmanlaşmış ürünlerin payının son yıllardaki kıpırdanmaya karşın hala çok düşük düzeylerde kalmış olması, dikkate alınmalıdır (Şenses
ve Çakmak 2003). Bu durum, sanayi sektöründe üretim, teknoloji ve ihracat eksenlerinde
yeniden yapılanma ihtiyacını göstermektedir.
8.BYKP başında yaşanan cumhuriyet tarihinin en şiddetli ekonomik krizi, plan hedeflerinin yakalanmasını zorlaştırabilecektir.
Türkiye’de yeniden sürdürülebilir hızlı büyüme oranlarının yakalanmasında, sanayileşmenin önemi mutlaka dikkate alınmalıdır.
3.3. Türkiye’de Büyümenin Güçlü ve Zayıf Yanları, Fırsatlar ve Olası Tehditler
GZFT analizi, içsel ve dışsal faktörlerin karşılıklı etkileşim içinde sistematik olarak incelendiği bir yöntemdir. Bu kapsamda incelenen konunun (kuruluşun) içsel olarak güçlü
ve zayıf yönleri ile dışsal etkenlerden kaynaklanan fırsatlar ve tehditler belirlenir. Bu yaklaşımda, güçlü ve zayıf yönler ile, karşı karşıya olan fırsat ve tehditler analiz edilmekte ve
geleceğe dönük stratejiler geliştirilmektedir.
Burada temel amaç, kuruluşun mevcut performansı ve sorunlarını da dikkate alarak
potansiyellerini belirlemektir. Belirlenecek güçlü yönler kuruluşun gelecekte yöneleceği
hedeflere ışık tutacak, zayıf yönler ise kuruluşun alacağı tedbirlere baz teşkil edecektir.
Geleceğe dönük stratejiler geliştirilirken fırsatlar önemli oranda etkili olmakta, tehditler
ise yakından izlenmekte ve bu tehditlere dönük tedbirler alınmaktadır.
Güçlü Yönler
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Deneyimli girişimcilerin varlığı
Genç nüfus (orta vadede)
Ulusal Yenilik Sisteminin kurulmuş olması
Bölgenin istikrarlı bir ülkesi olması
Uluslararası ticarete yönelik anlaşmalara katılım
Bölgesel gelişmişlik farklarının farkında olmak
Üretiminde tekel olunan kritik ürünlerin varlığı
Yapısal problemlerin çözümüne yönelik olarak çok sayıda yasal düzenlemenin
yapılmış olması
Turizm açısından doğal, tarihi, kültürel zenginlik
Bölgesel göreli su zenginliği
Tarımsal ürün(ler) de potansiyel olarak kendi kendine yeterlilik
Flora, fauna zenginliği ve ürün çeşitliliği
Türk toplumunun gelişme ve modernleşme yönündeki kararlılığı
Ekonomik yapının teknolojik gelişmelere uyumunda “geçmişe bağımlılığın” engel
olmaması
Vergilendirme potansiyeli bakımından kayıt dışı ekonominin büyüklüğü
AB’ye tam üyelik sürecinde alınan mesafe ve kararlılık
Toplumsal çeşitliliğin varlığı
31
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
•
•
•
•
•
Piyasa ekonomisi deneyimi
Uluslararası taşımacılık ve lojistik bakımından konumu
Dış Türkler, kurumlar ve firmaların varlığı
Jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik konum
Dayanışmacı ruh ve kimlik
Zayıf Yönler
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Ekonomik yapıdaki verimsizlik ve etkinsizlikler
Yatırımların nicel ve nitel yetersizlikleri
Organizasyon ve kurumsallaşmadaki yetersizlikler
Makroekonomik ortamdaki istikrarsızlıklar
Ekonominin dışa bağımlı yapısı
Mal, faktör ve mali piyasalardaki rekabetçi olmayan yapı
Bilgi ve teknolojinin difüzyonu / yayılımı, üretimi, geliştirilmesi ve
kullanımındaki eksiklikler
Sektörel entegrasyondaki zayıflıklar
Tarımın üretim ve istihdamdaki göreli ağırlığı
Firma bazında verimsizlikler ve etkinsizlikler
Stratejisizlik, felsefesizlik, ufuksuzluk (vizyonsuzluk)
Mikro ve makro anlamda veri yetersizliği
Hukuki yapının iktisadi yapıyı kavrayamaması
Kaynak yetersizliği ve kaynakların etkin kullanılmaması,
Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü
Toplumun eğitim düzeyinin düşüklüğü
Borç stokunun büyüklüğü ve finansmanı
Teşvik sisteminin etkin olamayışı
Ekonomide dual yapı
Gelir dağılımında bozukluk
Yoksulluk
Yoksunluk
Ar-Ge altyapısının yetersizliği
Ar-Ge deneyim ve kültürünün zayıflığı
Ar-Ge’ye ayrılan kaynak ve teşviklerin yetersizliği
Nüfus artış hızı ve nüfus dağılımındaki dengesizlik
Maliye kurumunun etkin çalışamaması
Yenilikçi kültürün zayıflığı
Bürokratik engellerin varlığı
Eğitim sisteminin bağımsız düşünebilen, yenilikçi insan yetiştiremeyen yapısı
Kurumsal yönetişimin zayıflığı
İşsizlik
İşgücünün hizmet içi eğitim eksikliği
Mesleki ve teknik eğitimin göreli zayıflığı
İşgücündeki yanlış eşlendirme (mismatching)
Mali sistemin küçük olması (sığlık)
32
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
•
•
•
•
•
•
•
•
Yatırım yapma maliyetlerinin göreli yüksekliği
Üniversite-sanayi işbirliğinin zayıflığı
Yerel inisiyatifin kullanılmaması
Uluslararası kurum ve kuruluşlar ile bürokratik yapımız arasında yaşanan
uyumsuzluklar nedeniyle ortaya çıkan kırılganlıklar
Enerjide dışa bağımlılık ve uluslararası enerji piyasalarındaki istikrarsızlık
Makroekonomik istikrarsızlık, siyasi istikrarsızlık, nepotizm, rüşvet ve benzeri
olumsuzluklar
Uluslararası siyasi ve iktisadi bağımlılık
Kaynak yoğun, emek yoğun ve ölçek yoğun sanayilerin toplam sanayi üretimi ve
ihracatında yüksek paya sahip olması
Fırsatlar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
AB’ye tam üyelik
Başlangıç kişi başına gelir düzeyi düşüklüğü
Bölgesel hinterlandın (AVRASYA) sağladığı fırsatlar
Tekno-Ekonomik paradigmada yaşanmakta olan değişim süreci
Tüketim kalıpları ve deseninde yaşanmakta olan değişim süreci
Uluslararası kaynakların sundukları fırsatların giderek artma eğiliminde olması
Dünyadaki turizm eğilimlerindeki değişimlere Türkiye’nin yanıt verebilecek
kaynaklarının olması
Suyun ve bazı doğal kaynakların giderek daha önemli hale gelmesi
Orta Asya enerji kaynaklarının batıya ulaştırma ihtiyacının artması
Avrupa’nın genç nüfus ihtiyacının artması
Biyoteknoloji / Genetik alanındaki gelişmeler
Dünyada hizmet ihracatında (yazılım gibi) gözlenen artış eğiliminin ortaya
çıkaracağı fırsatlar
Giderek artan araştırma ve araştırmacı potansiyeli
Tehditler
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Avrupa Araştırma Alanı’nın başarıyla kurulması sonucu beyin göçünün artma
olasılığı
Çevre ülkelerdeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın artması
AB sürecinin uzaması ya da AB dışında kalınması
Uluslararası para ve mal piyasalarındaki olası krizler
Yeni ürünler ve teknoloji şokları
Sanayiinin yoğunlaştığı bölgelerde yaşanabilecek olası depremler
Küresel ısınmanın etkilerinin giderek artması ve ülkemizdeki toprak erozyonu
Bilim dışı anlayış ve iklimin ekonomik ve toplumsal yaşamda giderek etkin hale
gelmesi
Çevre ülkelerin doğrudan yabancı yatırım çekmede daha başarılı olması
Uluslararası enerji piyasalarında ortaya çıkabilecek şoklar
Çok uluslu firmalar arasında artan birleşme ve satın alma eğilimi
Başta Çin ve Hindistan olmak üzere artan uluslararası rekabet
İşsizlik ve gelir dağılımı bozukluğunun yaratacağı olası sosyal problemler
33
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
4. Türkiye’nin Orta ve Uzun Dönemde Sürdürülebilir Hızlı Büyüme
Stratejisi İçin Amaçlar ve Hedefler
GZFT çalışması bulgularının teori ve olgularla ele alınarak uyumlaştırılmasının sonuçlarına değinmeden önce büyüme ortamının tanımlanmasında referans alınabilecek dört unsura başlıklar halinde değinilecektir:
• Endüstriyel alt yapı ve teknoloji
• Organizasyon (Beşeri sermaye, “iyi” yönetişim, devlet-piyasa ilişkisi, mülkiyetfikri haklar, hukuk-kural üstünlüğü gibi)
• Finansman
• Coğrafi konum
Giriş bölümünde geçmiş yıllardaki büyüme performansı-içsel dinamizmi dikkate alındığında %10 gibi en alt düzeylerde olması gereken ama zor gibi görünen bu orana ulaşılmasında tedrici bir uygulama uygun görülebilir (merdivenin basamaklarını teker teker
çıkar gibi); Teknik anlatımla büyüme oranında küçük küçük değişmeleri mümkün kılıcı,
büyümeye yeni bir dinamizm-ortam kazandırmak gereklidir. Bu noktadan hareketle, sisteme verilecek kontrol edilebilir şokların (stratejik dinamiklerin) önemi daha da artmaktadır.
Uzun dönemde amaç ekonomiye kendi dinamikleri ile gelişen bir büyüme ortamı kazandırmak olmalıdır.
Vurgulanması gereken diğer bir nokta, dinamik büyüme ortam arayışlarının yalnızca
gelişmekte olan ülkelere özgü olmadığıdır. Örnek olarak giriş kısmında büyüme oranları
konusunda karşılaştırma yapılan AB verilebilir. Son yıllarda büyüme ortamında görülen
verimlilik açısından göreli düşük performansı ve bunun büyüme trendlerine etkisinin doğurduğu büyük tedirginlik bu gelişmiş bölgenin de arayışlara gitmesine neden olmuştur.
Bir OECD çalışmasında işgücü verimliliğini doğrudan veya dolaylı (olumlu-olumsuz) etkileyen nedenler araştırılmaktadır (De Serres, 2003) . Yapısal olduğu ortaya çıkan faktörler
üç başlık altında toplanmaktadır:
• İşgücü kaynak kullanımını etkileyen faktörler
- Vergi ve sosyal güvenlik sistemi
- İşgücü ve ürün piyasalarındaki düzenlemeler (regülasyon anlamında)
• Fiziki ve beşeri sermaye birimleri yoğunluğunda ortaya çıkan farklılıkların belirleyicileri
- Fiziki sermayenin niteliğindeki gelişmeler
- Beşeri sermayenin kompozisyonu
• Teknolojik ilerlemede gözlenen farklılığına yol açan unsurlar
Yukarıdaki gelişmiş ülke-bölge örneğinde verilen büyüme ile ilgili neden (faktör) belirleme süreci aslında önemli bir gerçeği de ön plana çıkarmaktadır. Büyüme ortamı yalnız
başına ele alınmamalıdır. Tüm ekonomik ortamın bir parçası olarak düşünülmelidir (vergi
sistemi, oligopolistik mal piyasaları gibi).
34
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Ayrıca belirtilmelidir ki iktisadi büyüme, ekonomilerin uzun vadeli değerlendirmelerinde tek ölçüt olamaz. Bu açıdan, büyüme ile birlikte istihdam, gelirin bölüşümü ve yaşam beklentisi, eğitim, sağlık gibi boyutları içeren insani gelişme de dikkate alınmalıdır.
Nitekim, Türkiye’nin henüz “yüksek insani gelişme” konumuna ulaşamadığı daha önce
belirtilmişti. Ayrıca, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı ve yaklaşımını da içerecek biçimde
konu ele alınabilir. Bu durum, birbirini destekleyen, ayrıntılı ve kendi içinde tutarlı önlemlerden oluşan, kısa ve orta/uzun dönemleri kapsayan ve yerel koşulları ön planda tutan
yeni bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.
Büyüme olgusuna bakışın değişmesi ve genişlemesine bağlı olarak hem iktisadi politikaların tasarımında hem de uygulanma aşamasında; toplumsal cinsiyet, bölge ve sektör
boyutlarında da önceliklerin belirlenmesi yanında hedeflerin somutlaştırılmasında yarar
sağlanabilecektir
Aşağıdaki kısımda bazı stratejileri bu açılardan ele almakta yarar vardır.
4.1. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi
Bu kısımda, raporun 2. ve 3. bölümlerinde yer alan bilgilerle beraber, Türkiye’nin genelde büyüme açısından güçlü yönlerinin en üst düzeyde değerlendirilebilmesi, zayıf yönlerinin güçlendirilmesi ve mevcut fırsatlardan yararlanabilmesi bağlamında sahip olduğu potansiyelin harekete geçirilmesi yanı sıra, karşı karşıya kalabileceği olası tehditlerin bertaraf
edilebilmesine yönelik olarak geliştirilen önerilere başlıklar halinde yer verilmektedir.
4.1.1. Yatırımlar ve Finansman
Kuramsal kısımdan da izlenebileceği gibi hızlı büyüme oranlarına ulaşılmasında
yatırımlar nicelik, nitelik, maliyet ve finansman açısından önem taşımaktadır.
• Yatırımların artırılabilmesi için;
- Bankacılık sisteminin kredi verme kapasitesini yükseltmek için finansal piyasalardan Hazine’nin finansman gerekliliğinin azaltılması,
- Bankacılık sisteminde sermaye yeterlilik rasyosunun iyileştirilmesi ve buna bağlı
olarak kredi verme kapasitesinin yükseltilebilmesi için; donuk krediler, alacakların tahsilatı nedeniyle edinilen gayri menkuller ve finansal olmayan iştirak kalemlerinin, varlık
yönetim şirketlerine devredilmesini sağlayacak düzenlemenin yapılması,
- Parasal ve parasal olmayan teşviklerin selektif ve yönlendirici olacak şekilde yeniden yapılandırılması,
- Devlet yardımlarında genellikle nakdi olmayan parasal ve parasal olmayan (vergisel) teşviklerin yeniden yapılandırılması,
- Kredi şeklindeki kamu desteklerinin; ihracatın finansmanında Eximbank örneğinde olduğu gibi, yatırım, üretim ve konut finansmanında Türkiye Kalkınma Bankası üzerinden ticari bankalar aracılığı ile kullandırılması,
- Kamu harcamalarında etkinliğin sağlanabilmesi için “kaynak tahsis modelinin”
bölgesel ihtiyaçları gözetecek ve gerekirse pozitif ayrımcılığı da benimseyecek şekilde yeniden oluşturulması,
35
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
- Kurumsal ve bürokratik yapının iyileştirilmesi,
- Mevcut kamusal yatırımları işler hale getirmek üzere gerekli kaynakların ayrılması ve
- Genç girişimciliğin desteklenmesi sağlanmalıdır.
• Yatırım maliyetlerinin göreli yüksekliğini düşürmek amacıyla;
- Finansal aracılık maliyetlerini artıran BSMV, SSF, damga vergisi ve harçlar gibi
faiz yükünü artıran kalemlerin aşağıya çekilmesi ya da kaldırılması,
- Enerji maliyetlerinin aşağıya çekilmesi,
- İşveren üzerindeki vergisel yüklerin azaltılması,
-Yeni yatırımların deprem standartlarını sağlamasının yatırım ön koşulu olarak getirilmesi,
- Sanayiinin Türkiye’de deprem riski daha düşük bölgelere doğru mekansal olarak
yayılması. Bu amaca hizmet ederken aynı zamanda bölgesel zenginlikleri değerlendirecek
yeni sanayi dallarının oluşturulması,
- Banka dışı finansal sistemin ve araçlarının geliştirilmesi, gerekmektedir.
4.1.2. İnsan Kaynakları ve Eğitim
Günümüzde beşeri sermaye, büyümenin içselleştirilmesi açısından en önemli unsurlardan biri olarak ön plana çıkmıştır. Kıt kaynakların verimli kullanımında beşeri sermayenin
etkin kılınması, insan kaynakları ve eğitim politikalarına bağlıdır.
• İnsan kaynakları niteliğinin geliştirilmesi için;
- Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik gelişimine uygun olarak ileri teknoloji sanayileri için teknik insan gücünün yetiştirilmesi,
- Tersine beyin göçünü sağlayacak politikaların geliştirilmesi ve
- İşgücüne katılım oranının, özellikle de kadın işgücünün payının yükseltilmesi suretiyle artırılması, sağlanmalıdır.
• Eğitim düzeyinin yükseltilmesi amacıyla;
- Okul öncesi eğitimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, zorunlu eğitimin 11 yıla
çıkarılması,
- Eğitim politikasının tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde gereksinim duyulan ve
duyulacak yeni işgücünü karşılayacak bir biçimde şekillendirilmesi,
- Teknik eğitime önem verilmesi,
- ARGE kültürünü ve üniversite-sanayi işbirliğini destekleyen eğitim sisteminin
oluşturulması,
- Hizmet içi eğitimin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması,
- Tüm eğitim sisteminin yenilikçi ve bağımsız düşünceye önem verecek şekilde yeniden yapılandırılması ve
- Eğitime ayrılan kaynakların artırılması sağlanmalıdır.
36
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
4.1.3. Gelir Dağılımı
Ülkemizde hem fonksiyonel hem de bölgesel düzeydeki gelir dağılımı bozukluğunun
düzeltilebilmesi amacıyla;
- Sosyal güvenlik sisteminin tek çatı altında toplanması ve tüm vatandaşları kapsayacak biçimde geliştirilmesi,
- Fonksiyonel olduğu kadar sektörel ve bölgesel dinamikleri de dikkate alan bir
sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması,
- Asgari ücret üzerinden alınan vergilerin azaltılması ya da kaldırılması,
- Doğrudan vergiler (gelir, kurumlar ve servet vergileri) artırılıp, vergi yapısının
daha eşitlikçi bir gelir dağılımı ile tutarlı hale getirilmesi ve yeniden dağıtımının sağlanması,
- Yoksulluğu önleyecek sosyal politikaların, yoksullar arasındaki yaş, toplumsal
cinsiyet, yerleşim yeri, işgücü piyasası içindeki konum ve eğitim durumu açısından varolan farklılıkları gözeterek geliştirilmesi,
- AB’nin sunduğu mali olanaklardan ve politika araçlarından yararlanılması,
- Bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmaya yönelik yeni politikaların geliştirilmesi,
- Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına yönelik önlemlerin alınması ve
- Sosyal yardım ağlarının etkinleştirilmesi, gerekmektedir.
4.1.4. Kurumsal Yapı
Ülkemİzde, devam etmekte olan yapısal reformlar kapsamında kurumsal yapı yeniden
organize edilmektedir. Sürdürülebilir yüksek büyüme açısından sürecin etkin olarak tamamlanması için;
• AB’ye tam üyelik sürecinde hukuk sisteminin ve kurumsal yönetişimin kayıt dışı
ekonomiyi en aza indirecek şekilde yeniden yapılandırılması,
• Kurumların görev, yetki ve sorumluluk alanları arasındaki çatışmalardan
kaynaklanan sorunların giderilmesi ve koordinasyonun sağlanmasına yönelik
düzenlemeler yapılarak bilgiye dayalı karar alma süreçlerinin kurulması,
• Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde STK’larının güçlendirilerek, iyi yönetişimin
artırılması,
• Ekonomik ve kurumsal alanlarda yapısal dönüşüm programlarının devam etmesi ve
kurumlar arası işbirliğinin artırılması yoluyla “kırılganlığın” azaltılması,
• Türkiye’deki istatistiki altyapı ve veri tabanının AB ile uyumlaştırılması ve
uluslararası karşılaştırmalara izin verecek şekilde geliştirilmesi,
• Uluslararası anlaşmalarda, ulusal stratejilerde yer alan önceliklerin dikkate alınması,
• Piyasa mekanizmasının etkin çalışmasının sağlanması,
• Uluslararası pazarlardaki rekabet gücünün korunması ve geliştirilmesi için aktif ticaret politikalarının uygulanması ve bu çerçevede, haksız rekabete yol açan dampingli ve
sübvansiyonlu ithalata karşı önlemlerin alınabilmesi için izleme modelinin kurulması,
37
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Siyasi ve hukuki sistemin iyileştirilmesine yönelik düzenlemelerin devam ettirilmesi ve
• Kamu ve özel kesimde iyi yönetişim altyapısının oluşturulması ve geliştirilmesi, gerekmektedir.
4.1.5. Teknoloji
Büyüme stratejilerinin oluşturulmasında teknoloji hem rekabet hem de büyüme sürecinin içselleştirilmesi açısından ele alınmaktadır. Teknoloji, sadece “içerilmiş” niteliğiyle
değil “İçerilmemiş” teknolojik gelişme yönüyle de büyüme dinamiklerinde etkin kılınabilmesi için;
• Temel ve uygulamalı araştırmalarda Vizyon 2023 Teknoloji Öngörüsü Projesinde belirlenmiş öncelikli alanların/konuların dikkate alınması,
• Bir “Avrasya Araştırma Alanı”nın oluşturulma olanaklarının araştırılması,
• Ulusal yenilik sisteminin eksik kurum ve düzenlemeler bakımından güçlendirilerek
etkin hale getirilmesi, bu kurumlar arasında yakın işbirliği ve eşgüdümün sağlanması,
• Teknoloji transferi ve yaygınlaştırılmasına ilişkin olarak AR-GE harcamalarının artırılarak eşik düzeyi geçmesi ve bu artışın temel olarak özel sektör tarafından sağlanmasına
yönelik önlemlerin hayata geçirilmesi,
• Kamu AR-GE kuruluşlarının yeniden yapılandırılması, kamu alımlarında, özellikle
askeri alımlarda alımların belirli bir yüzdesinin AR-GE’ye ayrılması gibi tedbirlerle yerel
AR-GE yeteneklerinin geliştirilmesi,
• Toplam faktör verimliliğinin artırılması yönünde ulusal bir politikanın hayata geçirilmesi,
• Depreme dayanıklılığı sağlayıcı teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımı yönünde önlemlerin alınması,
• Ülkemizdeki çok uluslu şirketlerden bilgi ve teknoloji transferini artırmaya yönelik
politika uygulanması,
• Sanayileşme sürecinin yeniden hız kazanması ve sanayi üretiminin yüksek katma değerli sektörlere doğru yapısal bir dönüşümün sağlanması için teknoloji yoğun ve katma
değeri yüksek alanlardaki yatırımların özendirilmesi,
• AB 6. Çerçeve Programının sağladığı imkanlardan en üst düzeyde yararlanma yönünde gereken önlemlerin alınması ve
• Beyin göçünün önlenmesi için ileri teknoloji alanlarında istihdamın geliştirilmesi ve
buna uygun ücret sistemlerinin oluşturulması, sağlanmalıdır.
4.1.6. Doğal Koşullar ve Endüstriyel Altyapı
Ülkemiz doğal kaynak ve endüstriyel altyapısının hızlı büyümeye katkıda bulunabilmesi için;
• Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kafkasya ile Avrupa Birliği arasındaki konumunun (ticaret, yatırım, ulaştırma, enerji, turizm v.b. alanlarda) değerlendirilmesine
yönelik politikalar üretilmesi,
• Dış Türkler, kurumlar ve firmalarla iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesi,
• Üretiminde tekel olunan kritik ürünlerin katma değeri yüksek nihai ürünler haline
getirilmesi yönünde uygulamaların özendirilmesi,
38
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına ağırlık verilmesi,
• Flora ve fauna zenginliğini korumak, ilaç ve kozmetik sanayi, organik tarım ve gen
bankacılığı alanlarında kullanılmak üzere gerekli düzenlemelerin yapılması,
• Turizm sektörünün dünyada değişen eğilimlere yanıt verebilecek hale getirilebilmesi
için sektörel, yatay ve dikey entegrasyon yönünden kaynak dağılımı ve teşvik sistemindeki
etkinsizliğin giderilmesi,
• Yeni tanıtım stratejilerinin geliştirilerek uygulanması,
• Çevre ülkelerle her türlü işbirliğinin geliştirilerek bölge ticaretinin artırılması,
• Tarımsal yapının sanayileşme ve biyoteknoloji ekseninde dönüştürülmesi sağlanmalıdır.
4.1.7. AB’ye Tam Üyelik Süreci
AB’ye tam üye olamama riski bulunmakla beraber üyelik sürecinde AB ile ilişkilerin
geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere;
• Değişik alanlarda AB Programlarına (6. Çerçeve Programı, Sokrates, Erasmus, Marie
Curie, MEDA v.b.) katılımın artırılarak AB ile bütünleşmenin sağlanması,
• Mevzuat uyum çalışmalarının hızla tamamlanması ve bu husustaki uygulamaların
yerleşmesinin sağlanması ve
• AB’nin bölgesel kalkınmaya yönelik araç ve fonlarından yararlanılması, sağlanmalıdır.
4.1.8. Bölgesel ve Mekansal Avantajlar
Etkin bir büyüme stratejisi için ekonomik faaliyetlerin bölgesel veya mekansal dağılım
avantajlarından yararlanmak amacıyla;
• Yerel teknolojik bilgi ve yenilik kapasitesini dikkate alan bir biçimde yatırımların mekansal dağıtımının sağlanması
• Yatırımların rekabetçi üstünlüklere dayalı olarak endüstriyel kümelenme ve dışa açıklık ilişkisine göre yönlendirilmesi ve belirlenmesi
• Ağ dışsallıklarından ve yığılma ekonomilerinden yararlanmayı amaçlayan bir endüstriyel organizasyon biçiminin oluşturulması
• Yabancı sermaye girişi ve teknoloji transferini kolaylaştıran yatırımların endüstriyel
kümelenmeler içinde gerçekleştirilerek bilginin yayılımının sağlanması
• İleri teknoloji içeren veya yenilik potansiyeli taşıyan riskli yatırımların Girişim Sermayesi Ortaklığı (Risk sermayesi) ile desteklenmesi
• Global değer yaratma zincirlerini gözeten bir biçimde yüksek katma değerli üretim
aşamalarının gerçekleştirilmesi ve markalaşma amacına yönelik yatırımların başlatılması
• Üniversite sanayi işbirliğinin Araştırma Parkı veya Teknoloji Geliştirme Bölgeleri doğrultusunda ilerletilmesi ve böylece AR-GE çıktısının yayılımının sağlanması
39
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
5. Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye ekonomisinin son yirmi beş yıllık performansının özellikle Uzak Doğu’daki
yeni gelişen ekonomiler referans alındığında göreli olarak daha zayıf kaldığı gözlenmektedir. Bununla birlikte, orta ve uzun vadeli büyümeye odaklanan iktisat politikalarının
oluşturulması halinde, genç nüfusumuz, bölgesel konumumuz, endüstriyel altyapımız ve
tarihsel birikimimizden gelen potansiyelin harekete geçirilmesi ile gelecek yılların büyüme
açısından daha başarılı olması mümkün görünmektedir.
Teorik ve ampirik büyüme literatürü taraması, GZFT analizi ve mevcut durumun irdelenmesi sonucunda; Türkiye’nin önemli bir büyüme potansiyeline sahip olduğu ancak, bu
potansiyeli harekete geçirebilmesi için;
• Makroekonomik ve siyasi istikrarın sürekli ve kalıcı bir şekilde sağlanması,
• Sermaye birikiminin hızlandırılması,
• Toplam faktör verimliliğinin arttırılması,
• Dışsal ekonomiler ve artan getirilerin yerel düzeydeki olanaklarından yararlanarak
ekonomik büyümenin coğrafi-mekansal temellerinin oluşturulması,
• Bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin derinleştirilerek yaygınlaştırılması,
• Her kademede okullaşma oranlarının hızla yükseltilmesi ve hizmet-içi eğitimin arttırılarak insan sermayesi birikiminin yükseltilmesi,
• Bölgesel ve küresel fırsatların sürekli izlenmesi ve değerlendirilmesi
• Kurumsal yapının buna uygun olarak düzenlenmesi, gerekmektedir.
Bu şekilde güçlü bir rekabetçi yapıya kavuşacak olan Türkiye, gelişmiş ülkelerle arasındaki gelir farkını uzun olmayan sürede kapatma şansına sahip olabileceği gibi, son dönemlerde kendisinden daha hızlı büyüme performansı gösteren Doğu Asya ülkelerini de
yakalama ve hatta geçme imkanını bulabilecektir.
40
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
Kaynakça
• Acemoğlu, D. ve J. A. Robinson (2000), “Inequality, growth, and development: democratization or
repression”. European Economic Review, 44: 683–693.
• Adelman, I. ve E. Yeldan (2000), “The End of the Developmental State?”, Structural Change and Economic
Dynamics, Eylül, (11): 95-109.
• Akdede, S.H. ve F. Erdal (2003), “Public Capital in Regional Growth Convergence: A Developing Country
Test”, Open Minds Conference – Europe in Global World, Blending Differences, University of Lodz, Lodz,
Polonya, 13-14 Eylül 2003.
• Alesina, A. ve Dani Rodrik (1994), “Distributive Politics and Economic Growth”. Quarterly Journal of
Economics, 109(2): 465-490.
• Alesina, A. ve Perotti, R. (1996), “Income Distribution, Political Instability, and Investment”. European
Economic Review, 40: 1203–1228.
• Alesina, A. ve Rodrik, D. (1996), “Distributive politics and economic growth”. İçinde yayınlandığı kitap:
Economic Growth: Theory and Evidence, Cilt 2. Cheltenham, UK: Elagar Reference Collection. International
Library of Critical Writings in Economics, No. 68.
• Alesina, A.; Ş. Özler, N. Roubini ve P. Swagel (1992), “Political Instability and Economic Growth”. Journal
of Economic Growth, 1(2): 189-211.
• Algan, N. (1990), “Türkiye’nin Ekonomik Kalkınmasında Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinin
Önemi ve Adana İl Merkezinde Konuyla İlgili Bir Araştırma”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Alkin, E. (2001), “Büyüme, İstikrar ve Yabancı Sermaye İlişkisi”, in A. Tarhan (ed.), Ekonomik İstikrar,
Büyüme ve Yabancı Sermaye, T:C: Merkez Bankası İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü, Ankara.
• Ansari, M. I. ve S. K. Singh. (1997), “Public Spending on Education and Economic Growth in India:
Evidence from VAR Modelling”. Indian Journal of Applied Economics, 6 (2): 43–64.
• Aron, J. (2000), “Growth and Institutions: A Review of the Evidence”. The World Bank Research Observer,
15(1): 99-135.
• Assane, D. ve A. Pourgerami (1994), “Monetary Co-operation and Economic Growth in Africa: Comparative
Evidence from the CFA-Zone Countries”. Journal of Development Studies, 30(2): 423-442.
• Ateş, S. (1998), “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamiklerinin Analizi”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Ateş, S. (2001), “Kamu Harcamaları ve Vergi Politikalarının Uzun Dönemli Büyüme sürecine Etkileri:
Yeni İçsel Büyüme Modelleri Açısından Bir Bakış ve Türkiye Örneği”, International METU Conference in
Economics V, 10-13 Eylül, Ankara.
• Ateş, S. (2003), “Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Vergi Politikalarının Uzun Dönemli Büyüme Sürecine
Etkileri: Yeni İçsel Büyüme Modelleri Açısından Bir Bakış” Çukurova Üniversitesi, İktisat Bölümü,
Yayınlanmamış çalışma.
• Azariadis, C. ve A. Drazen (1990), “Threshold Externalities in Economic Development”. Quarterly Journal
of Economics, 105(2): 501-526.
• Baffes, J. ve A. Shah (1998), “Productivity of public spending, sectoral allocation choices, and economic
growth”. Economic Development and Cultural Change, 46: 291-303.
• Bairam, E. (1988), “Balance of Payments, the Harrod Foreign Trade Multiplier and Economic Growth:
The European and North American Experience, 70-95”. Applied Economics, December: 1635-1642.
41
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Bardhan, P. (1997), “Corruption and Development: A Review of Issues”. Journal of Economic Literature,
35(3): 1320-1346.
• Barro, R. J. (1990), “Government Spending in a Simple Model of Endogenous Growth”. Journal of Political
Economy, 98(5), Part 2: S103-S125.
• Barro, R. J. (1991), “Economic Growth in a Cross Section of Countries”. Quarterly Journal of Economcs,
106(2): 407-443.
• Barro, R. J. (1994), “Economic Growth and Convergence”. Institute for Contemporary Studies, Occasional
Paper.
• Barro, R. J. (1996), “Democracy and Growth”. Journal of Economic Growth, 1(1): 1-27.
• Barro, R. J. (1997), “Determinants of Economic Growth: A Cross-Country Empirical Study”. Harvard
Institute for International Development Discussion Paper, No. 579.
• Barro, R. J. (1997), Determinant of Economic Growth: A Cross-Country Empirical Study. MIT Press.
• Barro, R. J. ve J.-W. Lee (1993), “Losers and Winners in Economic Growth.” NBER Working Paper, No.
4341.
• Barro, R. J. ve J.-W. Lee (1994), “Sources of Economic Growth (with comments from Nancy Stokey)”.
Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 40: 1-57.
• Barro, R. J. ve Rachel M. McCleary (2002), Religion and Political Economy in an International Panel,
Harvard University, mimeo.
• Barro, R. J. ve X. Sala-i-Martin (1992), “Convergence”. Journal of Political Economy, 100(2): 223-251.
• Bayraktar, B. (2001), “Investigation on Sources of Growth for Turkey, 1968-1998” ERC/METU,
International Conference in Economics III, September 10-13, 2001, Ankara.
• Ben-David, D. (1993), “Equalizing Exchange: Trade Liberalization and Income Convergence”. Quarterly
Journal of Economics, 108: 653-679.
• Ben-David, D. (1996), “Trade and Convergence Among Countries”. Journal of International Economics,
40(3/4): 279-298.
• Berber, M., R. Yamak ve S. Artan (2000), “Türkiye’de Yakınlaşma Hipotezinin Bölgeler Bazında
Geçerliliği Üzerine Ampirik Bir Çalışma: 1975-1997”, 9. Ulusal Bölge Bilimi ve Bölge Planlaması Kongresi,
Trabzon.
• Berument, M.H, M. Ş. Güneymen ve B. Neyaptı (1999), “Investment Volatility and Growth in Turkey”
Bilkent Üniversitesi, İktisat Bölümü, Yayınlanmamış Çalışma.
• Blomstrom, M., R. E. Lipsey ve M. Zejan (1996), “Is Fixed Investment the Key to Economic Growth?”
Quarterly Journal of Economics, 111(1): 269-276.
• Bruno, M. ve W. Easterly (1995), “Inflation Crises and Long-Run Growth”. NBER Working Papers No.
5209.
• Button, K. (1998), “Infrastructure Investment, Endogenous Growth and Economic convergence”, Annals
of Regional Science 32(1): 145-162.
• Canpolat, N. (2000), “Türkiye’de Beşeri Sermaye Birikimi ve Ekonomik Büyüme”, Hacettepe Üniversitesi
İ.İ.B.F. Dergisi, 18(2), 265-281.
• Caselli, F., G. Esquivel ve F. Lefort (1996), “Reopening the Convergence Debate: A New Look at CrossCountry Growth Empirics”. Journal of Economic Growth, 1(3): 363-389.
42
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Cho, D. (1996), “An Alternative Interpretation of Conditional Convergence Results”. Journal of Money,
Credit and Banking, 28(4): 669-681.
• Chung, K.-S. (1998), “A Lousy Survey on Growth Empirics. (A Link to “Growth Regression Table”
included in Durlauf and Quah (1998)”. Northwestern University, mimeo.
• Ciccone, A. (1996), “Externalities and Interdependent Growth: Theory and Evidence”. UC-Berkeley:
mimeo.
• Çakmak, E. (1992), “Ekonomik Kalkınmanın Motoru Olarak Dış Ticaret: Teori ve 13 Gelişmekte Olan Ülke
Üzerinde Bir Uygulama”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• De Long, J. B. ve L. H. Summers (1993), “How Strongly do Developing Economies Benefit from Equipment
Investment?” Journal of Monetary Economics, 32(3): 395-415.
• De Serres, A. (2003), “Structural Policies and Growth: A Non-Technical Overview”, OECD ECO/WKP-9.
• Devarajan, S., V. Swaroop ve H. Zou (1996), “The Composition of Public Expenditure and Economic
Growth”. Journal of Monetary Economics, 37(2): 313-344.
• Doğan, S. ve H. Bozkurt (2002), “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin Kointegrasyon Analizi”,
www.bilgiyonetimi.org.
• Doğruel, A.S. ve F. Doğruel (2003), “Türkiye’de Büyüme ve Makroekonomik İstikrar” in A.K. Köse, F.
Şenses ve E. Yeldan (eds.), İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, İletişim Yayınları, İstanbul, 401-428.
• Doğruel, F. ve A.S. Doğruel (2003), “Türkiye’de Bölgesel Gelir Faklılıkları ve Büyüme”, in A.H. Köse, F.
Şenses ve E. Yeldan (eds.), Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 287-319.
• Dollar, D. (1992), “Outward-Oriented Developing Economies Really Do Grow More Rapidly: Evidence
from 95 LDCs, 1976-85”. Economic Development and Cultural Change, 40: 523-544.
• DPT (2002), “Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimlilik : 1972 – 2000”, DPT, Aralık
2002.
• Durden, G., and Elledge, B. (1993), “The Effects of Government Size on Economic Growth: Evidence from
Gross State Product Data.” Review of Regional Studies 23: 183–90.
• Easterly, W. (1993), “How Much Do Distortions Affect Growth?” Journal of Monetary Economics, 32(2): 187212.
• Easterly, W. ve R. Levine (1997), “Africa’s Growth Tragedy: Policies and Ethnic Divisions”. Quarterly
Journal of Economics, 112(4): 1203-1250.
• Easterly, W. ve R. Levine (2001), “It’s Not Factor Accumulation: Stylized Facts and Growth Models”.
The World Bank Economic Review, 15, No. 2, pp 177-219.
• Easterly, W., M. Kremer, L. Pritchett ve L. H. Summers (1993), “Good Policy or Good Luck? Country
Growth Performance and Temporary Shocks”. Journal of Monetary Economics, 32(3): 459-483.
• Edison, Hali, Levine, Ross, Ricci, Luca and Torsten Slok, (2002), International Financial
• Erdal, F. ve E. Tatoglu (2002), “Locational determinants of foreign direct investment in an emerging
market economy: Evidence from Turkey”, Multinational Business Review, 10(1), 21-27.
• Erdal, F., S. Yalçın ve E. Tatoğlu (2003), “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları: Tekstil Sektörü Örneği”,
VI. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, Gazi Üniversitesi, Mayıs 2003, Ankara.
• Erk, N., S. Ateş ve T. Direkçi (2000), “Convergence and Growth within GAP Region (South Eastern
43
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Anatolia Project) and Overall Turkey’s Regions” ERC/METU, International Conference in Economics III,
September 13-16, 2000, Ankara.
• Evans, P., and G. Karras. (1994), “Are Government Activities Productive? Evidence from a Panel of US
States.” Review of Economics and Statistics 76 (1): 1–11.
• Feder, Gershon (1982), “On Exports and Economic Growth” Journal of Development Economics 12(1):
59-74.
• Filiztekin, A. (2002), “Agglomeration and Growth in Turkey, 1980-95” Sabancı university, Discussion Paper
Series in Economics, No.2002-01.
• Fischer, Stanley (1993), “The Role of Macroeconomic Factors in Growth” Journal of Monetary Economics
32(3): 485-512.
• Forbes, Kristin (1997), “Back to the Basics: The Positive Effect of Inequality on Growth” manuscript,
MIT.
• Frankel, J. A. ve D. Romer (1996), “Trade and Growth: An Empirical Investigation”, NBER Working
Papers, No. 5476.
• Frankel, J. A. ve D. Romer (1999), “Does Trade Cause Growth?” American Economic Review, (89)3: 379399.
• Frankel, J. A., D. Romer ve T. Cyrus (1996), “Trade and Growth in East Asian Countries: Cause and
Effect?” NBER Working Papers, No. 5732.
• Futagami, K. ve T. Nakajıma (2001), “Population Aging and Economic Growth”. Journal of Macroeconomics,
23(1): 31-44.
• Galor, O. ve O. Moav (2001), “Evolution and Growth”. European Economic Review, 45:718-129.
• Girgin, C. ve E. Arıoğlu (2002), “Ar-Ge Göstergeleri Üzerinde Uluslararası Karşılaştırmalı İstatistiksel Bir
İnceleme”, www.bilgiyonetim.org.
• Greenwood, J., ve B. Jovanovic (1990), “Financial Development, Growth, and the Distribution of Income”.
Journal of Political Economy, (98)5, Part 1: 1076-1107.
• Grier, K.B., and Tullock, G. (1989), “An Empirical Analysis of Cross-National Economic Growth, 19511980.” Journal of Monetary Economics 24: 259-76.
• Grossmann, G. M., ve E. Helpman (1990), “Comparative Advantage and Long-Run Growth”, American
Economic Review, (80)4: 796-815.
• Hansson, P. and M. Henrekson, (1994), A new framework for testing the effect of government spending
on growth and productivity, Public Choice 81, 381–401.
• Harrison, Ann (1995), “Openness and Growth: A Time-Series, Cross-Country Analysis for Developing
Countries” NBER Working Paper #5221.
• Islam, N. (1995), “Growth Empirics: A Panel Data Approach”. Quarterly Journal of Economics, 110(4): 11271170.
• İkiz, A.S. (2000), “Kayıtdışı Ekonomi ve Türkiye’de Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri”, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• İsmihan, M., K. Metin-Özcan ve A. Tansel (2001), “Macroeconomic Instability, Capital Accumulation and
Growth: The Case of Turkey 1963-1999” ERC / METUInternational Conference in Economics V, Eylül 2001.
44
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Jones, Charles I (1998), Introduction to Economic Growth. New York, NY ve Londra: W. W. Norton.
• Kaldor, N. (1961), “Capital Accumulation and Economic Growth”. İçinde yayınlandığı kitap: The Theory
of Capital, F. A. Lutz ve D. C. Hague (derl.), New York: St. Martin.
• Kar, M. (2000), “Human Capital Accumulation, Financial Development and Economic Growth: Time
Series Evidence for Turkey” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 13-16, 2000,
Ankara.
• Kar, M. ve H. Ağır (2003), “Türkiye’de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme: Nedensellik Testi”, II.
Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi, 17-18 Mayıs, Derbent-İzmit / Türkiye.
• Kar, M. ve E. J. Pentecost (2000), “Financial Development and Economic Growth in Turkey: Further
Evidence on the Causality Issue” Loughborough University, Department of Economics, Economic Research
Paper No. 00/27.
• Kar, M. ve S. Taban (2003), “Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyümeye Etkisi”, Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi, 58(3).
• Karaca, O. (2003), “Türkiye’de Enflasyon-Büyüme İlişkisi: Zaman Serisi Analizi” Doğuş Üniversitesi
Dergisi, 4(2), ss.247-255.
• Karluk, R. (2001), “Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Katkısı”, in A.
Tarhan (ed.), Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye, T.C. Merkez Bankası İnsan Kaynakları Genel
Müdürlüğü, Ankara.
• Kayıran, M. (2001), “Eğitimin Büyüme ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Keefer, P., Knack, S. (2000), Polarization, politics and property rights: Links between inequality and
growth. Policy Research Working Paper No. 2418. August, Washington DC: The World Bank.
• Kibritçioğlu, A. ve S. Dibooğlu (2001), “Long-Run Economic Growth: An Interdisciplinary Approach”.
Knowledge, Technology & Policy, 13/4: 59-70.
• King, Robert G. and Ross Levine (1993), “Finance and Growth: Schumpeter Might be Right” Quarterly
Journal of Economics 108(3): 717-737.
• Kirmanoğlu, H. (2002), “Is There Inflation-Growth Tradeoff in the Turkish Economy?” Bilgi Üniversitesi,
İktisat Bölümü, yayınlanmamış çalışma.
• Knowles, Stephen and P. Dorian Owen (1995), “Health Capital and Cross-Country Variation in Income
per Capita in the Mankiw-Romer-Weil Model” Economics Letters 48(1): 99-106.
• Koban, E. (1996), “Vergi Politikası - İktisadi Kalkınma Planları İlişkisi ve Uygulama Sonuçlarının
Değerlendirilmesi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Kormendi, R. C. ve P. G. Meguire (1985), “Macroeconomic Determinants of Growth: Cross-Country
Evidence”. Journal of Monetary Economics, 16(2): 141-163.
• Kökocak, A. (2001), “Yeni Bir Kalkınma Stratejisi Olarak Teknoloji Politikası ve Türkiye Örneği”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Köse, N. ve A. Yiğidim (2000), “Toda-Yamamoto Yöntemi ile İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin Testi:
Türkiye Örneği (1980-1998)”. İstatistik Sempozyumu, 27-28 Nisan, Gazi Üniversitesi, İstatistik Bölümü,
Ankara.
45
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Küçüker, C. (1998), “Kentsel Büyüme Dinamikleri” Anadoluda Hızla Sanayileşen Kentler: Denizli Örneği.
Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını. Ankara.
• Küçüker, C. (2000), “Yeni Ekonomik Coğrafya ve Kalkınma”, Ekonomik Yaklaşım 38, 1-47.
• Landau, D. (1983), “Goverment Expenditure and Economic Growth : A Cross-Country Study” Southern
Economic Journal 49(3), 783-92.
• Landau, D. (1986), Government and Economic Growth in the Less Developed Countries: An Empirical
Study for 1960-1980, Economic Development and Cultural Change, 35, 35-75.
• Levine, R. ve D. Renelt (1992), “A Sensitivity Analysis of Cross-Country Growth Regressions”. American
Economic Review 82(4): 942-963.
• Levine, R. ve Sara J. Zervos (1993), “What We Have Learned About Policy and Growth from CrossCountry Regressions” AEA Papers and Proceedings 83: 426-430.
• Levine, R.; N. Loayza ve T. Beck (2000), “Financial Intermediation and Growth: Causality and Causes”.
Journal of Monetary Economics, 46: 31-77.
• Lipset, S. (1959), “Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and Political Legitimacy”.
American Political Science Review, 53 (1): 69-105.
• Loayza, N. And R. Soto (eds.) (2002), Economic Growth: Sources, Trends and Cycles. Santiago: Central Bank
of Chile.
• Mankiw, N. G.; D. Romer ve D. N. Weil (1992), “A Contribution to the Empirics of Economic Growth”.
Quarterly Journal of Economics, 107(2): 407-437.
• Mauro, P.(1995), “Corruption and Growth” Quarterly Journal of Economics 110(3): 681-713.
• Meltzer, A. H. ve S. C. Richard (1981), “A Rational Theory of the Size of the Government”. Journal of
Political Economy, (89)5: 914-927.
• Minier, J. A. (1997), “On Democrats, Dictators and Demonstrators: Alternative Economic Approaches to
Democracy and Democratic Movements”. UW-Madison, manuscript.
• Murphy, K. M.; A. Shleifer ve R. Vishny (1989), “Income Distribution, Market Size, and Industrialization”.
Quarterly Journal of Economics (104)3: 537-564.
• Murphy, Kevin M., Andrei Shleifer and Robert W. Vishny (1991), “The Allocation of Talent: Implication
for Growth” Quarterly Journal of Economics 106(2):503-530.
• Özmen, E. ve G. Furtun (1997), “Export-led growth hypothesis and the Turkish data: An empirical
investigation”, METU Economic Research Center Working Paper, No: 97/5.
• Özsoy, O. (1999), “Health Expenditures and Their Impact on the Economic Growth and Social Well-being
of Turkey” ERC/METU, International Conference in Economics III, September 8-11, 1999, Ankara.
• Öztaş, C. (2001), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Kırsal Kalkınma Sorunu Işığında Yerel Yönetim Birlikleri
ve Türkiye Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Pamuk, Şevket (2003), “Karşılaştırmalı Açıdan Türkiye’de İktisadi Büyüme: 1880-2000”, İktisat Üzerine
Yazılar I: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Korkut Boratav’a Armağan içinde, İletişim
Yayınları.
• Parente, S.L., ve E.C. Prescott (1993), “Changes in the Wealth of Nations”, Federal Reserve Bank of Minneapolis
Quarterly Review, Spring.
46
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Parente, S.L., ve E.C. Prescott (1994), “Barriers to Technology Adoption and Development”, Journal of
Political Economy, 102, 298-321.
• Persson, T. ve G. Tabellini (1992), “Growth, Distribution and Politics”. European Economic Review, 36: 593602.
• Persson, T. ve G. Tabellini (1994), “Is Inequality Harmful for Growth?” American Economic Review 84(3):
600-621. Working paper version: (1991) “Is Inequality Harmful for Growth? Theory and Evidence”, NBER
Working Paper No. 3599.
• Pourgerami, A. (1988), “The Political Economy of Development; A Cross-National Causality Test of the
Development-Democracy-Growth Hypothesis”. Public Choice, 58 (2): 123-141.
• Przeworski, A. ve F. Limongi (1993), “Political Regimes and Economic Growth”. Journal of Economic
Perspectives, 7 (3): 51-69.
• Ram, R (1986), Government Size and Economic Growth: A New Framework and Some Evidence from
Cross-Section and Time-Series Data, American Economic Review, 76, 191-203.
• Ramey, Garey and Valerie A. Ramey (1995), “Cross-Country Evidence on the Link Between Volatility
and Growth” American Economic Review 85(5): 1138-1151.
• Rebelo, S. (1991), “Long-run Policy Analysis and Long-Run Growth”, Journal of Political Economy (99) 3:
500-521.
• Rodrik, D. (2003), “Growth Starategies”, Handbook of Economic Growth içinde.
• Romer, P. (1989), “Capital Accumulation in the Theory of Long Run Growth”. İçinde yayınlandığı kitap:
Modern Business Cycle Theory, R. J. Barro (derl.), Cambridge, MA: Harvard University Press.
• Romer, P. M. (1986), “Increasing Returns and Long-Run Growth”. Journal of Political Economy, 94 (5): 10031037.
• Romer, Paul M. (1993), “Idea Gaps and Object Gaps in Economic Development” Journal of Monetary
Economics 32(3): 543-573.
• Rustow, D. A. (1970), “Transitions to Democracy: Toward a Dynamic Model”. Comparative Politics, 2 (3):
337-363.
• Sachs, J. D. and Andrew Warner (1995), “Economic Reform and the Process of Global Integration (with
comments and discussion)” Brooks Papers on Economic Activity 1 1-118.
• Sala-i-Martin, Xavier X. (1997), “I Just Ran Two Million Regressions” AEA Papers and Proceedings 87:
178-183.
• Sanches-Robles, B. (1998), “Infrastructure Investment and Growth: Some Empirical Evidence, Contemporary
Economic Policy, 16(1): 98-108.
• Singh, R. J., and R. Weber. (1997), “The Composition of Public Expenditure and Economic Growth: Can
Anything be Learned from Swiss Data.” Schweizeriche Zeitschrift fur Volkswirtschaft und Statistik/
Swiss Journal of Economics and Statistics 133 (3): 617–634.
• Sirowny, L. ve A. Inkeles (1990), “The Effects of Democracy on Economic Growth and Inequality: A
Review”. Studies in Comparative International Development, 25(1): 126-157.
• Solow, R. M. (1956), “A Contribution to the Theory of Economic Growth”., Quarterly Journal of Economics,
70: 65-94.
47
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Summers, L. H. ve A. Heston (1991), “The Penn World Table (Mark 5): An expanded set of International
Comparisons, 1950-1988”, Quarterly Journal of Economics 106(May): 327-368.
• Svensson, J. (1998). Investment, property rights and political instability: theory and evidence. European
Economic Review, 42, 1317–1341.
• Şenses, Fikret ve Erol Taymaz (2003), “Unutulan Bir Toplumsal Amaç: Sanayileşme: Ne oluyor? Ne
Olmalı?”, İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İsitkrar Oktar Türel’e Armağan içinde,
İletişim Yayınları.
• Toprak, M. (1992), “Finansal Sistemin Ekonomik Kalkınmadaki Yeri: Türk Finansal Sistemi Örneği”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Tuncer, İ. (2003), “Teknolojik Bilginin Yayılma Süreci ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye için Bir
Uygulama (1950-2000)” Uludağ Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı 2, ss.125.
• Tüylüoğlu, Ş. (2002), “Kalkınma İktisadında Devletin Rolü ve Türkiye Örneği”, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Uğurlu, F. (1990), “Sosyo-ekonomik Kalkınmada Bilimsel ve Teknik Enformasyon ve Türkiye”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Ulutürk, S. (2001), “Kamu Harcamalarının Ekonomik Büyümeye Etkisi”, Akdeniz Üniversitesi, İ.İ.B.F.
Dergisi, 1(1), 131-139.
• Utkulu, U. ve D. Özdemir (2003), “ Does Trade Liberalization Cause a Long-run Economic Growth in
Turkey?” Economic Modeling Annual Conference, 3-5 Temmuz 2003, İstanbul.
• Utkulu, U., S. Ghatak ve C. Milner (1995), “Trade Liberalization and Endogenous Growth: Some Evidence
for Turkey”, Economics of Planning, 28, ss. 147-167.
• Ünlüönen, K. (1990), “Turizmin İktisadi Kalkınmaya Etkileri ve Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Turizm
Politikaları”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• UNDP (2002), “Human Development Report 2002”, UNDP.
• UNDP (2003), “Human Development Report 2003”, UNDP.
• Yamak, N ve Y. Küçükkale (1997), “Türkiye’de Kamu Harcamaları Ekonomik Büyüme İlişkisi” İktisat,
İşletme ve Finans, Yıl 12, sayı 131, ss.5-14.
• Yavilioğlu, C. (2000), “Ekonomik Kalkınmada Sosyo-Kültürel, Motivasyonel Faktörler ve Türkiye Üzerine
Bir İnceleme (1790-1950)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
• Yiğidim, A. (1998), İhracat ve Büyüme İlişkisinin Ampirik Araştırması, Türkiye Örneği: 1980-1996,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
• Yumuşak, İ.G. (2000), “Beşeri Sermaye Teorisi ve Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Yumuşak, İ.G. ve M. Bilen (2002), “Gelir Dağılımı - Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir
Değerlendirme”, www.bilgiyonetimi.org.
• Yumuşak, İ.G. ve Y. Tuna (2002), “Kalkınmışlık Göstergesi Olarak Beşeri Kalkınma İndeksi Ve Türkiye
Üzerine Bir Değerlendirme”, www.bilgiyonetimi.org.
48
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Büyüme Stratejileri
• Yülek, M. (1997), “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine”, Hazine
Dergisi, 6, 1-15.
• Yüce, İ.H. (1997), “Bilim-Teknoloji Politikaları ve 21. Yüzyılın Toplumu”, http:// ekutup. dpt.gov.tr/
bilim/ yucelih/biltek.html.
• Zhang, T. ve H. Zhou. (1998), “Fiscal Decentralization, Public Spending and Economic Growth in China”.
Journal of Public Economics, 67(2): 221-241.
49
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
50
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Mali Piyasalar
Çalışma Grubu Raporu
Mali Piyasalar
Çalışma Grubu Raporu
51
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
52
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Önsöz
Türk mali sektörü raporu, 2004 Türkiye İktisat Kongresi hazırlıkları kapsamında
TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT) tarafından Başbakanlık Genelgesiyle oluşturulan ve koordinasyon görevi Türkiye Bankalar Birliği’ne verilen “Mali
Piyasalar Çalışma Grubu” tarafından hazırlanmıştır.
Rapor, finans sektörünün alt sektör temsilcisi kurumlarının ortak katkıları ile oluşturulmuştur. Çalışmaya alt sektör temsilcisi olan 11 kurum katılmış, her bir kurum kendisi ile ilgili alt sektör raporunu hazırlamıştır. Rapor DPT’ye iletilmeden önce çalışmaya dahil edilen
alt sektör temsilcisi kurumlar ile ilgili düzenleyici ve denetleyici kurumların temsilcilerinin
katılımıyla bir değerlendirme toplantısı gerçekleştirilmiştir. TC Maliye Bakanlığı, TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, TC Merkez Bankası,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu’nun davet edildiği
toplantıda rapora ilişkin görüş ve eleştiriler alınmıştır. Toplantıda yapılan değerlendirmelerin rapora yansıtılması alt sektör temsilcisi kurumların keyfiyetine bırakılmıştır.
53
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
54
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Koordinatör Kurum
Türkiye Bankalar Birliği
Çalışma Grubunu Oluşturan Kurumlar
1.
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanlığı
2.
İstanbul Altın Borsası Başkanlığı
3.
Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası
4.
Özel Finans Kurumları Birliği
5.
Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği
6.
Türk Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği
7.
Finansal Kiralama Derneği
8.
Faktoring Derneği
9.
Tüketici Finansman Şirketleri Derneği
10. Bağımsız Denetim Derneği
55
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
56
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
İçindekiler
Sayfa no
61
1. Türk Finans Sektörü Genel Değerlendirme
1.1. Giriş
61
1.2. Uluslararası Gelişmeler
61
1.3. Türk Finans Sektörünü Etkileyen Gelişmeler
62
1.4. Finansal Sektörün Büyüklüğü
65
1.5. Finansal Sistemin Etkin Olarak Çalışması ve Büyümesi İçin Öneriler
65
1.6. Sonuç
69
2. Bankacılık Sektörü ve Özel Finans Kurumları (ÖFK)
70
2.1. Bankacılık Sektörü
70
2.2. Özel Finans Kurumları
77
3. Banka Dışı Finansal Kurumlar
81
3.1. Sigortacılık
81
3.2. Leasing
85
3.3. Faktoring
89
3.4. Tüketici Finansman Şirketleri
93
98
4. Sermaye Piyasası
4.1. Türk Sermaye Piyasası
98
4.2. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
102
4.3. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası
107
4.4. İstanbul Altın Borsası ve Kıymetli Maden Sektörü
108
5. Bağımsız Denetim Sektörü
113
5.1. Giriş
113
5.2. Durum Analizi
113
5.3. Amaç ve Stratejiler
114
5.4. Sonuç ve Değerlendirme
114
57
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Ekler
Sayfa no
Ek Tablo 1 : Finansal Varlıklar (Dağılımı ve GSYİH’ya Oranı, %)
Ek Tablo 2 : Türk Finans Sektöründe Faaliyet Gösteren Kurumlar
115
116
58
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Yönetici Özeti
Türk finans sistemindeki gelişmelerde, Türkiye ekonomisinin genel yapısı ve özellikle
hızlı bir ekonomik değişimin yaşandığı 1980 sonrası dönemde karşı karşıya kalınan ekonomik sorunlar ve bunların çözümü için geliştirilen politikaların önemli etkileri olmuştur:
1980 sonrasında gerekli kurumsal altyapılar oluşturulmadan finansal serbestleşmenin son
aşaması kabul edilen sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, 1990’lı yıllarda yaşanan
yüksek ve kronik enflasyon ve istikrarsız büyüme dönemi, yüksek kamu kesimi açığı ve
kamunun dışlama etkisi, risk yönetimi zaafiyeti ve denetim sorunu, uluslararası iyi düzenlemelere ve uygulamalara uyumda gecikmeler, aktif ve pasif yönetiminde güçlükler, ekonomik sermayenin büyüklüğünün sınırlı kalması, enflasyon muhasebesi uygulamasının
olmaması, finansal sektörde karlılık yanılgısı ve aracılık maliyetini artıran yükler finansal
piyasaların sağlıklı olarak çalışması, büyümesi ve derinleşmesi önünde önemli olumsuzluklar yaratmıştır.
Makro dengesizliklerin giderilmesini sağlayacak politikaların uygulanmasındaki gecikmeler bekleyişleri olumsuz yönde etkilemiş, fiyatlar, faiz oranları ve kurlar üzerinde önemli bir baskı oluşmuştur. 2001 yılında yaşanan krizin de etkisiyle finansal piyasaların işlevi önemli ölçüde aksamıştır. Bu durum diğer piyasaları da olumsuz etkilemiştir. Krizden
sonra, Uluslararası Para Fonu’nun da desteği ile yenilenen ekonomik program öncelikle
piyasaların yeniden çalışmasını sağlamıştır. Program, makro dengesizliklerin giderilmesi,
enflasyonun düşürülmesi, mali sistemin güçlendirilmesi ve büyütülmesi, uluslararası kredibilitenin yeniden kazanılması, beklentilerin iyileştirilmesi yoluyla istikrarlı bir büyüme
için sağlıklı bir ortamın yaratılması açısından büyük önem taşımaktadır.
Sürdürülebilir bir büyümenin ve uluslararası alanda rekabet edilebilir düzeyde makul
bir enflasyonun sağlanması için, tasarrufların büyütülmesi ve ekonomik olarak kullanılması Türkiye’nin ekonomik sorunlarının aşılmasında hayati bir rol oynamaktadır. Tasarrufların artırılmasında, serbest piyasa kurallarına ve uluslararası rekabete dayalı, makro dengeleri gözeten, özel girişimciliği, üretimi ve tasarrufu özendiren tutarlı, kararlı ve yenilikçi
makro ekonomi politikaların uygulanması gerekmektedir. Tasarrufların ekonomik olarak
kullanılmasında ise güven ve verimlilik ilkesine dayalı olarak, finansal sistemin etkin bir
biçimde çalışması büyük önem arz etmektedir.
Türkiye’de finansal varlıklar ve finansal piyasalar henüz büyüme aşamasındadır. Uluslararası karşılaştırmalara göre finansal araçlara olan talep sınırlıdır, bu nedenle finansal
piyasalar küçüktür ve sığ kalmıştır. Finansal kaynakların önemli bir bölümü banka sistemindedir. Banka dışı finansal kurumlar ise hala çok küçüktür.
Para ve para benzeri finansal varlıkların toplam finansal varlıklar içindeki payı 1990 yılı
ile karşılaştırıldığında önemli bir düşüş göstermiştir. Bu arada, para ve para benzeri finansal varlık talebi içinde yabancı paranın payı yükselmiştir. Sermaye piyasası araçları içinde
dikkati çeken gelişme, kamu kesimi menkul kıymetlerinin payındaki hızlı artıştır. Buna
karşılık, hisse senetlerinin payı hızla düşmüştür. En çarpıcı gösterge ise özel sektöre ait
tahvil ve bono ihracının olmamasıdır. 1990 yılı ile karşılaştırıldığında, finansal varlıkların
gayri safi yurtiçi hasılaya oranı dikkati çeken bir artış göstermiştir.
59
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Türkiye’de finansal sistem geleneksel olarak bankacılık ağırlıklı bir yapıdadır. Son yıllarda banka dışı finansal kurumların sayısında ve büyüklüğünde artma eğilimi olmakla
birlikte 2003 Haziran itibariyle bankacılık sistemi toplam aktiflerinin finansal sistemdeki
kurumların toplam aktifleri içindeki payı yüzde 92’dir. İkinci sırada yüzde 3 ile sigorta ve
reasürans şirketleri gelmektedir. Özel finans kurumlarının payı yüzde 2, finansal kiralama
şirketlerinin payı ise yüzde 1’dir. Banka dışı finansal kurumların büyümesi ve güçlenmesi
finansal sistemin büyümesi ve derinleşmesi açısından önem taşımaktadır.
Türkiye’de finansal sistemin etkin ve sağlıklı olarak çalışması, büyümesi ve derinleşmesi için yapılması beklenenler şu şekilde özetlenebilir:
• Ekonomi politikası para piyasasıyla, sermaye piyasasıyla finansal sektörün büyümesi
ve derinleşmesine odaklanmalıdır. Mali sektörün ulusal para cinsinden büyümesine özen
gösterilmelidir. Böylece rekabetçi bir ortamda büyüme için gerekli kaynaklar yaratılabilecektir. Uzun dönemde özkaynakları besleyen en temel kaynak olan karların oluşması ve
sürekliliği açısından mali sektördeki kurumların kar edeceği sağlıklı bir ekonomik ortam
yaratılmalıdır.
• Kayıt dışılığa neden olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek, kayıt dışı işlemlerin kayda alınması sağlanmalıdır.
• İyi yönetişim ilkelerinin kamu sektörü, reel sektör ve finansal sektörde etkin olarak
uygulanması sağlanmalıdır.
• Vergi düzenlemeleri, basit, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli, finansal
tasarrufları ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır.
• Finansal kurumların düzenlenmesi, gözetimi ve denetiminde uluslararası uygulamalar
dikkate alınmalı, bu kurumların benzer düzenleme ve denetime tabi olmaları sağlanmalı, denetimden sorumlu otoritelerin faaliyetlerinde bağımsız olması, gerekli yasal yetki ve
araçlara sahip olması sağlanmalıdır.
• Mali sektörün aracılık maliyetini yükselten düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
• Mali sistemde yer alan kurumlar arasında haksız rekabete neden olabilecek hiç bir ayrıma yer verilmemelidir.
• Kredi kullanan kuruluşların da raporlama sistemleri ve muhasebe standartları iyileştirilmelidir.
• Mali sistemde yer alan banka dışı kurumların rekabet içinde, benzer düzenleme ve denetime tabi olmaları sağlanmalıdır.
60
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
1. Türk Finans Sektörü Genel Değerlendirme
1.1. Giriş
“Güçlü ve istikrarlı bir ekonominin varlığı, sağlam bir ulusal para ve güçlü bir finansal sektör
ile mümkündür.”
İstikrar içinde, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanmasındaki temel etkenler,
nüfus artışı ve doğal kaynaklar yanında teknolojik yenilikler ve sermaye birikimidir. Finansal sektör büyüme sürecinde önemli bir rol oynar. Çünkü sermaye birikiminin sağlanması;
hem finansal kaynakların toplanmasının ve kullandırılmasının hem de yeni teknolojilerin
yaratılmasının önemli bir parçasıdır.
Bir ekonomide mevcut kaynakların nasıl kullanılacağı ve bu kaynaklarla ne üretileceği
en temel ekonomik karardır, bu kararı tam rekabetin olduğu piyasa ekonomilerinde finansal sistem vermektedir. Herhangi bir ekonomide mevduat sahipleri, yani borç para verenler
ne kadar faiz almak istiyor, yatırımcılar aldıkları kredilere ne kadar faiz ödemeye razılar,
girişimciler ne üretmek istiyor, hatta tüketiciler ne tüketmek istiyor gibi önemli ekonomik
bilgilerin tamamı finansal sistemde toplanır. Dolayısıyla finansal sistem; ekonomide tüm
bilginin toplandığı sistem olarak bu önemli kararların verilmesini ve ekonominin işlemesini sağlar. Etkin bir finansal sektörün varlığı, bilginin ve kaynakların toplanması, değerlendirilmesi ve aktarılmasının maliyetini düşürür. Bu süreçte tasarruf sahipleri ve yatırımcılar
etkinliği ve verimliliği sağlarlar; bu da büyümeyi olumlu yönde etkiler. Dolayısıyla, bir
ekonomide sürdürülebilir ve sağlıklı bir büyüme sürecinin mümkün olabilmesi, sağlıklı ve
rekabetçi bir finansal sistemin varlığına bağlıdır.
Finansal sektör tarafından verilen hizmetler dört grupta toplanabilir: tasarrufların harekete geçirilmesi, riskin dağıtılması, kaynakların kullandırılması, kullandırılan kaynakların
izlenmesidir. Finansal sektörün bu işlevleri başarıyla yerine getirebilmesi bu kurumların
çalışma koşulları ile ilgili çerçevenin doğru oluşturulmasına bağlıdır. Çünkü finansal kurumların performansları faaliyet gösterdikleri ortamın riskine, üstlendikleri risk miktarına,
bu riskleri yönetebilme becerisine ve beklenmedik gelişmelere dayanabilme, karşı koyabilme güçlerine bağlıdır. Bu çerçevede, istikrarı temin eden makroekonomik zemin, ekonomi politikası uygulamaları, borç veren ve hisse senedi sahiplerinin ilişkilerini ve haklarını
düzenleyen hukuki düzenlemeler, icra ve iflas sistemi, ticaret kanunu, rekabet kanunu, finansal kurumların faaliyetlerine ilişkin düzenleme, gözetim ve denetim sistemi yer almaktadır.
1.2. Uluslararası Gelişmeler
Uluslararası ekonomik ilişkilerde, son dönemlerde en çok sözü edilen konuların başında
küreselleşme gelmektedir. Küreselleşme ekonomik ve finansal konularla finansal sektörün
rekabet şartlarına bir ülke bazında veya ülke gözüyle değil evrensel bir yaklaşımla bakılması olarak tanımlanabilir. Ana fikri serbestleşme ve entegrasyon olan uluslararası ticaretin ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine ve büyümesine uluslararası siyasi alanda yaşanan
yumuşama, teknolojik devrimin de katkısıyla haberleşme ve ulaşım alanındaki gelişmeler
61
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
çok olumlu katkılar yapmıştır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin düzenlenmesinde uluslararası kuralların ve kurumların oluşturulması büyük önem kazanmıştır.
Ekonomik anlamda dünya küçüldükçe, entegrasyona yeterince konsantre olamayanlar
ya da uyum gösteremeyen ülkelerde yaşanan sorunlar sadece bu ülkelerle sınırlı kalmamış,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Başlangıçta sınırlı sayıda ülkede yaşanan krizler 1990’lı
yılların ikinci yarısından itibaren birçok ülkede etkisini göstermeye başlayıp dünya ekonomisinde istikrarsızlıklara neden olunca gelişmiş ülkeler ve uluslararası kuruluşlar bir araya
gelerek sorunun çözümüne yönelik arayış içine girmişlerdir. Bu çalışmalarda üzerinde en
çok durulan konuların başında; uluslararası ekonomik istikrarın sağlanabilmesi amacıyla
uluslararası ekonomik ilişkiye katılan gelişmekte olan ülkelerde, başta finansal sistem olmak üzere, ekonomik yapıların güçlendirilmesini sağlayacak reformlar gelmektedir.
Finansal sistemin sağlamlığının ve istikrarının global düzeyde sağlanması açısından
uluslararası finans çevreleri tarafından yeni finansal mimarinin yapı taşlarını oluşturacak
ortak standartların belirlenmesi ve hazırlanmasına yönelik çalışmalar hız kazanmıştır.
Bu standartların hazırlanmasında; i) finansal sistemlerin kırılganlığını azaltıp, esnekliğini artıracak standartlara katkı yapılması, ii) karar vericilerin dikkatlerinin ülke koşulları
açısından birinci derecede önem arz eden standartların uygulanmasına çevrilmesi gibi iki
konuya özel önem verilmiştir. Türkiye de uluslararası alandaki bu gelişmeleri yakından
izlemeli ve kayıtsız kalmamalıdır. İleriye dönük düzenlemeler bu bakış açısından değerlendirilmelidir.
1.3. Türk Finans Sektörünü Etkileyen Gelişmeler
Türk finans sistemindeki gelişmelerde, Türkiye ekonomisinin genel yapısı ve özellikle
hızlı bir ekonomik değişimin yaşandığı 1980 sonrası dönemde karşı karşıya kalınan ekonomik sorunlar ve bunların çözümü için geliştirilen politikaların önemli etkileri olmuştur:
1980 sonrası finansal serbestleşmenin tamamlanamaması: Türk finans sistemi 1980 yılından başlayarak uygulamaya konulan liberal politikalar sonucunda önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Bu gelişmede seçilmiş kredi politikalarının kaldırılması, mevduat ve
kredi faizine serbesti getirilmesi, liberal kambiyo düzenlemeleri gibi deregülasyona yönelik uygulamaların yanısıra, sektöre ilişkin mevzuat düzenlemelerinin uluslararası kabul
görmüş normlar düzeyine getirilmesi önemli rol oynamıştır. Özel sektör tarafından finansal kurumlara yatırım yapılmasını cazip hale getiren bir ortam yaratılmaya çalışılmıştır.
Ancak, finansal sektörde serbestleşmenin önemli aşamalarından olan finansal kurumların
faaliyetlerinin denetim sonuçlarına ilişkin kararların zamanında ve etkin olarak alınması sağlanamamıştır. Ayrıca, kamu sektörü finansal sistemdeki yoğun faaliyetini/etkisini
doğrudan ve dolaylı olarak sürdürmüştür. Bütçe disiplini sağlanamamış, fiyat istikrarını
hedefleyen bir para politikası uygulanamamıştır. Bu çok önemli eksikliklere rağmen, 1990’lı yıllara, finansal sektörde serbestleşmenin son aşaması olarak kabul edilen sermaye
hareketlerini serbest bırakan bir düzenleme ile girilmiştir.
Yüksek enflasyon ve makroekonomik istikrarsızlık: 1990’lı yıllarda yaşanan yüksek ve
değişken enflasyon, büyüme hızındaki dalgalanmalar ve sermaye hareketlerinin kırılgan
62
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
yapısı, geleceğe yönelik belirsizlikleri artırmak suretiyle ekonomik birimlerin kısa vadeli
bakış açısıyla hareket etmelerine ve Türk lirasına olan güveni azaltarak para ikamesinin
hızlanmasına yol açmıştır. Türk finans sistemindeki aracılar, enflasyonist bir ortamda sermaye maliyetlerinin belirlenmesindeki güçlükler ve fiyatlandırma sorunu nedeniyle, fonların dağılımının etkin olarak gerçekleştirilmesinde zaafiyet yaşamıştır. Yüksek ve kronik
enflasyon koşullarında finansal aracılar yükümlülüklerini yerine getirebilmek için daha
riskli plasmanlara yönelirken, fon sahipleri ise fonlarını kısa vadeli ve daha yüksek getiriler
karşılığında değerlendirmek istemişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda, faiz oranları ve döviz
kurları yükselmiş, kaynakların vadesi önemli ölçüde kısalırken toplam kaynaklar içinde
döviz cinsinden yükümlülüklerin payı belirgin bir biçimde artmıştır. Enflasyonun yol açtığı belirsizliğin önemli etkilerinden birisi de fonların sistem dışına kaçması olmuştur. Ekonomik birimlerin tasarruflarının bir bölümünün nakit döviz olarak kasalarda tutulduğu
tahmin edilmektedir. Finansal sistem dışında tutulan tasarrufların büyüklüğü konusunda
bir tahmin yapılması ise güçtür. Yüksek enflasyon ve belirsizliğin finansal araçlara olan
talep üzerinde yarattığı etkiye bağlı olarak ekonomik birimlerin tasarrufların bir bölümü
de altın, gayrimenkul gibi finansal olmayan araçlara yönelmiştir. Ulusal paranın değer kaybına bağlı olarak firmalar gibi finansal aracıların da karşı karşıya kaldığı önemli sorun sermaye yapılarının bozulması olmuştur.
Yüksek kamu kesimi açığı ve kamunun dışlama etkisi: Kamu kesimi açıklarındaki artış ve bu açıkların yüksek reel faizler ile yurtiçi piyasalardan finansmanı finans sisteminin
reel ekonomiye kaynak sağlamaktan uzaklaşarak kamu açıklarını finanse etmeye yöneltmiştir. Kamu kesimi açığının finansmanında ağırlıklı olarak 1990’lı yılların ilk yarısında
Merkez Bankası kısa vadeli avansı ve giderek artan miktarda kamu bankaları kaynakları kullanılmıştır. Ancak, kamu bankalarının görev zararlarının zamanında ödenmemesi,
ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler, asli fonksiyonlarının dışında verilen görevler
ve yönetimdeki zayıflıklar sonucunda kamu bankalarının mali bünyeleri önemli ölçüde
bozulmuştur.
Risk yönetimi zaafiyeti ve denetim sorunu: 1990 sonrasındaki enflasyon süreci ve ekonomik koşullardaki etkilerine bağlı olarak finans sistemi faiz ve kur risklerine karşı kırılgan hale gelmiştir. Buna rağmen kamu açıklarının finansmanını kolaylaştırmayı amaçlayan
makroekonomik politikaların uygulanması finansal risklerin algılanmasını ve yönetimini
zayıflatmıştır. İyi niyetli olmayan borçlulardan alacakların tahsilini geciktiren düzenlemeler ve adalet mekanizmasının yavaş işlemesi nedeniyle alacakların tahsil edilememesi veya
çok geç tahsil edilmesi zararların büyümesine neden olmuştur. Bankaların ve diğer finansal
kurumların faaliyet ortamındaki risklerin hızla yükseldiği bir dönemde, liyakate ve ehil
olma durumuna bakılmaksızın yeni bankaların faaliyetine ve bazı bankalarda sahiplik değişmelerine izin verilmiştir. Buna rağmen, bankaların faaliyetlerinin denetim sonuçlarına
ilişkin kararların alınmasında gerekli hassasiyet gösterilememiştir. Finansal kurumların,
özellikle bankaların sermayelerine oranla aşırı risk üstlenmeleri, kredi kalitesinin düşmesi
ve karşılıkların yeterli ölçüde ayrılmaması, en düşük sermaye yeterliliği rasyo uygulaması
ile getirilen disiplinin bozulmasına neden olmuştur. Finansal kurumların ortaklarına ait
şirketlere açılan kredi bağlantıları doğru belirlenememiş veya belirlemelere ilişkin yaptı63
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
rımlar etkisiz kalmıştır. Bankacılık sisteminde yaşanan sorunların önemli diğer kaynağı
ise bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte
elinde bulunduran ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, kurallara, ilke ve teamüllere aykırı olarak ve bankacılık mesleği
ile bağdaşmayan bir biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullanarak bankayı zarara uğratmaları olmuştur. Finansal kurumların off-shore faaliyetlerinin denetimindeki yetersizlikler riskin kontrol edilmesi yönündeki kuralların uygulanmasını engellemiştir. Bankaların faaliyetlerinin konsolidasyonu yönündeki mevzuat eksikliği veya serbestisi
bankaların bağlı kuruluşlara kredi açmasını engelleyen kuralları kolaylıkla aşmasına neden
olmuştur.
Uluslararası iyi düzenlemelere ve uygulamalara uyumda gecikmeler: Uluslararası
kabul görmüş temel ilkelere, düzenlemelere uyulmaması, muhasebe standartlarının bu
düzenlemelerle uyumlu hale getirilmesindeki gecikmeler, mali tabloların bağımsız denetiminde yaşanan sorunlar, mali bünyeye ilişkin raporlamanın genel kabul görmüş değerleme
kriterlerine göre hazırlanmaması ve raporlanmaması nedeniyle şeffaflığın yeterince sağlanamaması, yönetim kalitesindeki bozulma finansal sistemi olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Finansal kurumların aldıkları risklerin izlenmesi ve yönetilmesi ile ilgili sorunlardan
bir tanesi de kredi kullanan kurumların sağlığı hakkında yeterli bilginin edinilmesindeki
güçlükler olmuştur; muhasebe standartlarının yetersizliği, denetim ve raporlama sisteminin etkin olmaması nedeniyle otoriteler tarafından getirilen bu denetim standartlarının uygulanması sağlanamamıştır.
Aktif ve pasif yönetiminde güçlükler : Enflasyonist eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle
para ikamesi artmıştır. Yabancı para mevduat toplam mevduatın, yabancı para kaynaklar
ise toplam kaynakların yarısına ulaşmıştır. Kur riski ve dövizde likidite riski büyümüştür.
Toplam mevduatın büyük bölümü 3 ay ve daha kısa vadede toplanmıştır. Tüm bu gelişmeler bilançonun yönetilmesini güçleştirmiş, aktif kalitesinin bozulmasına, likiditenin
azalmasına, riskler ile karşılaştırıldığında karlılığın çok düşük düzeylerde kalmasına, özkaynaklardaki büyümenin sınırlanmasına neden olmuştur.
Ekonomik sermayenin büyüklüğünün sınırlı kalması: Uluslararası rasyolar dikkate
alındığında sermaye rasyolarının genel olarak yeterli düzeyde olduğu söylenebilir. Bunlarla birlikte ekonomideki genel riskler, finansal sistemin büyüklüğü, ekonominin büyüme
ihtiyacı, uluslararası rekabet koşulları ve duran aktiflerin büyüklüğü dikkate alındığında
özkaynakların daha da güçlü olması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Enflasyon muhasebesi uygulamasının olmaması: Yüksek ve kronik enflasyona rağmen, uluslararası kabul gören uygulamaların aksine kurumların mali performansı enflasyon muhasebesine göre hazırlanmış mali tablolara göre değerlendirilmemiş ve vergilemede enflasyondan arındırılmış mali tablolar dikkate alınmamıştır. Bu nedenle, bilançolarının
önemli bir bölümü parasal kalemlerden oluşan bankalar ağır bir enflasyon vergisine maruz
kalmışlardır. Bu durum enflasyondan korunmak için parasal olmayan aktiflere plasmanı
özendirmiş, getirili olmayan aktiflere yapılan plasmanlar özkaynak yeterliliği, aktif kalitesi
ve karlılığını olumsuz yönde etkilemiştir.
64
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Finansal sektörde karlılık yanılgısı: Uluslararası muhasebe standartları, düzenlemeler
ve temel bankacılık ilkeleri esas alınarak yapılan çalışmalara göre bankaların zarar etme
veya düşük karlılığına rağmen bu sorun dikkate alınmamıştır. Tersine, bankalar reel olmayan karlılık sonuçları dikkate alınarak bütçenin ve riskli faaliyetlerin finansmanında doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Nitekim doğrudan bütçe finansmanı
amacıyla getirilen net aktif vergisi, sermaye kazancı vergisi gibi servet vergisi türü vergisel
yükler sistemin mali bünyesini olumsuz etkilemiştir.
Aracılık maliyetini artıran yükler: Finansal araçlar, finansal hizmetlere ilişkin aracılık
işlemleri ve finansal kurumlar ağır bir vergi yüküne maruz kalmıştır. Likidite yükümlülükleri yanında fiskal yükler nedeniyle aracılık maliyetleri çok pahalı hale gelmiştir. Bu
nedenle finansal araçlara ve hizmetlere olan talep sınırlanmıştır. Bu gelişmeler finansal piyasaların büyümesi ve derinleşmesi önünde önemli olumsuzluklar yaratmıştır.
1.4. Finansal Sektörün Büyüklüğü
Finansal varlıklar: Türkiye’de finansal varlıklar ve finansal piyasalar henüz büyüme
aşamasındadır. Uluslararası karşılaştırmalara göre finansal araçlara olan talep sınırlıdır, bu
nedenle finansal piyasalar küçüktür ve sığ kalmıştır. Finansal kaynakların önemli bir bölümü banka sistemindedir. Banka dışı finansal kurumlar ise hala çok küçüktür.
Para ve para benzeri finansal varlıkların toplam finansal varlıklar içindeki payı 1990 yılı
ile karşılaştırıldığında önemli bir düşüş göstermiştir. Bu arada, para ve para benzeri finansal varlık talebi içinde yabancı paranın payı yükselmiştir. Sermaye piyasası araçları içinde
dikkati çeken gelişme, kamu kesimi menkul kıymetlerinin payındaki hızlı artıştır. Buna
karşılık, hisse senetlerinin payı hızla düşmüştür. En çarpıcı gösterge ise özel sektöre ait
tahvil ve bono ihracının olmamasıdır. 1990 yılı ile karşılaştırıldığında, finansal varlıkların
gayri safi yurtiçi hasılaya oranı dikkati çeken bir artış göstermiştir.
Finansal kurumların varlıkları: Türkiye’de finansal sistem geleneksel olarak bankacılık
ağırlıklı bir yapıdadır. Son yıllarda banka dışı finansal kurumların sayısında ve büyüklüğünde artma eğilimi olmakla birlikte 2003 Haziran itibariyle bankacılık sistemi toplam aktiflerinin finansal sistemdeki kurumların toplam aktifleri içindeki payı yüzde 92’dir. İkinci
sırada yüzde 3 ile sigorta ve reasürans şirketleri gelmektedir. Özel finans kurumlarının
payı yüzde 2, finansal kiralama şirketlerinin payı ise yüzde 1’dir. Banka dışı finansal kurumların büyümesi ve güçlenmesi finansal sistemin büyümesi ve derinleşmesi açısından
büyük önem taşımaktadır.
1.5. Finansal Sistemin Etkin Olarak Çalışması ve Büyümesi İçin Öneriler
Makroekonomik istikrar: İstikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme, düşük enflasyon ve
uluslararası alanda rekabet edilebilir bir ekonomik ortamın yaratılması, ekonomik sorunların aşılması için gerekli olan tasarruf artışının sağlanması ve ekonomik olarak kullanılmasında hayati bir önem taşımaktadır. Tasarrufların ekonomik olarak kullanılmasında ise
güven ve verimlilik ilkesine dayalı olarak, finansal sistemin etkin ve sağlıklı bir biçimde çalışması büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle; 1. Ekonomik programda belirlenen hedef65
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
lerin gerçekleştirilmesi yönündeki politikalar kararlılıkla uygulanmalı ve yapısal reformlar
sürdürülmelidir. 2. Enflasyonist olmayan iktisat politikaları kararlılıkla sürdürülmelidir. 3.
Ekonomideki istikrarsızlıkların başlıca kaynağı olan kamu açıklarının küçültülmesi yönünde başlatılan reformlar öngörülen sürelerde tamamlanmalıdır.
Tasarrufların finansal sisteme çekilmesi ve sistemin büyütülmesi: Kayıt dışılığa neden
olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek, kayıt dışı işlemlerin kayda alınması
sağlanmalıdır. Vergi düzenlemeleri, basit, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli,
finansal tasarrufları ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır. Haksız rekabete neden olan düzenlemeler kaldırılmalıdır. Kaynak kullanma ve kullandırma maliyetini olumsuz yönde etkileyen
düzenlemeler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu düzenlemelere kamuya gelir sağlanması
açısından değil, piyasalarda aracılık maliyetinin düşürülmesi, likiditenin arttırılması ve
derinliğin sağlanması açısından bakılmalıdır. Finansal sistemin büyümesi, güçlenmesi ve
sağlıklı olarak işlemesini sağlayacak düzenlemeler makul geçiş süreleri içinde yapılmalı
ve etkinlikle uygulanmalıdır. Finansal kurumların düzenlenmesi, gözetimi ve denetiminde
uluslararası uygulamalar dikkate alınmalı, bu kurumların benzer düzenleme ve denetime
tabi olmaları sağlanmalı, denetimden sorumlu otoritelerin faaliyetlerinde bağımsız olması,
gerekli yasal yetki ve araçlara sahip olması sağlanmalıdır. Banka sistemi yanında diğer
finans kurumları ve şirketler kesimi de reforma tabi olmalıdır.
İyi yönetişim ilkelerinin kamu sektörü, reel sektör ve finansal sektörde etkin olarak
uygulanması: Uluslararası piyasalarda finansal krizlerin ve şirket skandallarının en önemli nedenlerden birisi olan, kamunun ve özel sektörün, kurumsal yönetim politikalarının
yetersiz olduğu görüşü, “kurumsal yönetim” (corporate governance) kavramını, dünyada
son on yılda gittikçe önem arz eden bir olgu haline getirmiştir. Uluslararası finansal kuruluşlar tarafından yatırım yapmadan veya kredi tahsis etmeden önce kurumsal yönetim
uygulamalarının kalitesi daha fazla gözetilir hale getirilmelidir.
Yasal ve vergisel düzenlemeler:
Bankacılık
• Finansal kurumların gözetim ve denetiminden sorumlu otoriteler faaliyetlerinde
bağımsız olmalıdır.
• Aracılık maliyetlerinin düşürülmesi ve karlılığın artırılmasına yönelik
düzenlemeler yapılmalıdır.
• Banka risklerinin azaltılması ve aktif kalitesinin iyileştirilmesine yönelik
düzenlemeler yapılmalıdır.
• Sektörde haksız rekabete neden olan düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
Sermaye Piyasası
• Sermaye piyasasının gelişmesi ve güçlenmesi enflasyondan arındırılmış gerçek ge
liri vergilendiren, aynı türden yatırım araçları arasında fark yaratmayan, kalıcı bir
vergi yapısı oluşturulmalıdır.
• Tasarrufların borsa yoluyla ekonomiye kazandırılması amacıyla: Yatırımcılara
66
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
yönelik mevcut özendirici düzenlemelerin sürdürülmesi kapsamında gerçek
kişilerin elde ettikleri hisse senedi alım-satım kazançları asgari elde tutma süresi
aranmaksızın 10 yıl vergi dışı bırakılmalıdır.
• Gerçek kişilerin yatırım fonları katılma belgeleri ve yatırım ortaklıklarının hisse
senetlerinden elde ettikleri kar payları kalıcı olarak beyan dışı bırakılmalıdır;
bu kar payları dar mükellefiyete tabi kurumlar dahil tam mükellef kurumlar açı
sından da kurumlar vergisinden istisna tutulmalıdır.
• Kurumsal yatırımcı tabanını genişletmek amacıyla, bireysel emeklilik sistemine
ödenen katkı paylarına ilişkin özendirici vergi düzenlemeleri yapılmalıdır;
bireysel emeklilik fonlarına ödenen katkıların vergi matrahından düşülebilecek
bölümünün asgari ücretin bir yıllık tutarı ile sınırlandırılması uygulamasının
kaldırılması yararlı görülmektedir.
• Sermaye piyasamızın gelişimi açısından halka açılmanın şirketler açısından cazip
kılınması önem taşıyan diğer bir husustur. Halka açılmanın cazip hale getirilmesi
için, halka açıklık oranı arttıkça azalan kurumlar vergisi oranı uygulanmalıdır.
İMKB’nin kuruluş yıllarında Kurumlar Vergisi Kanunu ile halka açık anonim
şirketlerin kazançlarının halka açılma derecesine göre düşük vergilenmesi
avantajı, ilgili dönemde halka açılmaları cazip hale getirmiş ve halka açık şirket
sayısının artmasına önemli katkı sağlamıştır.
• Özel sektör tahvil ihracına imkan sağlamak için tasarruf araçlarının
vergilendirilmesinde düzenlemeler nötr olmalıdır.
Özel Finans Kurumları
• Aracılık maliyetlerinin azaltılması amacıyla Banka ve Sigorta Muamele Vergisi
(BSMV), Damga Vergisi ve Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu tamamen
kaldırılmalıdır.
• Bankalar tarafından ödenen Katma Değer Vergisi (KDV) BSMV’den mahsup
edilmelidir.
• Kısa vadeli likidite ihtiyacı bulunan kurumların ihtiyaçlarını karşılayacak, elinde
kısa vadeli atıl fon bulunan kurumların bu fonlarını değerlendirmelerini
sağlayacak İnterbank gibi bir sistem oluşturulmalıdır.
• Özel finans kurumlarının kısa vadeli atıl fonlarının değerlendirilmesi ve körfez
ülkelerindeki fonların ülkemize çekilebilmesi için kamu tarafından ihraç edilecek;
gelir ortaklığı senetleri ile varlığa dayalı menkul kıymetler ve değer faizsiz kamu
borçlanma araçları ile ilgili düzenlemeler biran önce yapılmalıdır.
Leasing
• Kira akdi, orta vadeli yatırım kredisi ve taksitli satış gibi üç değişik yöntemin
birleşmesinden oluşan ve kendine özgü bir sözleşme tipi olan leasing işlemlerinin
genel ticaret kanunları içerisinde yapılması mümkün değildir. Bu nedenle leasing
işlemlerini düzenleyen ayrı bir Kanun varlığının devam etmesi gerekmektedir.
67
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Kavram kargaşasını gidermek ve finansal leasing yanında diğer leasing
işlemlerini de (operasyonel leasing) uygulamaya koymak için Finansal Kiralama
Kanunu’nun mahkemelerce iyi bilinen mevcut hükümleri korunarak “Finansal
Kiralama Kanunu” yerine yeni bir “Leasing Kanunu” uygulamaya konulmalıdır.
Bu kanun bilinen leasing ürünlerinin her çeşidini kapsayacak nitelikte olmalıdır.
• Leasing işlemlerinin vergilendirilmesinde “leasing”e konu olan malın
amortisman hakkının hukuki malik olan leasing firmasına verilmesini sağlayan
bir düzenleme yapılmalıdır.
• Leasing firmaları mevduat toplayan kuruluşlara nazaran daha hafif kural,
denetim ve düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
Faktoring
• Faktoringin, ödünç para verme ve ikrazatçılık gibi işlemlerden farklılığını ortaya
koyacak gerçek tanımının yer alacağı yeni bir faktoring yasası veya faktoringi de
içerecek banka dışı finans kurumları yasası çıkarılmalıdır.
• Faktoring şirketleri için, bankalar gibi, karşılık ayırma olanağı sağlanmalıdır.
• Yurtiçinde garantili faktoring işlemi yapılmasını kolaylaştıracak kredi sigortası
uygulamasından faktoring şirketlerinin de yararlanabilmesi için gerekli
düzenlemeler yapılmalıdır.
• Karşılıksız çek ve protestolu senetler ile ilgili bilgilerden faktoring şirketlerinin de
yararlanması sağlanmalıdır.
• Faktoring işlemlerinin en önemli dayanağı olan “fatura” nın yasal geçerliliğini
artıracak önlemler alınmalıdır.
• Faktoring şirketlerinin hem fonlanırken hem aynı fonu müşterilerine
kullandırırken ödediği yüzde 5 oranındaki BSMV tamamen kaldırılmalı ya da
oranları düşürülmelidir.
İstanbul Altın Borsası
• Borsa üyelerinin Borsa’daki mevcut ve açılması planlanan piyasalarda
gerçekleştirdikleri tüm işlemler ve bu işlemler nedeniyle nakden veya hesaben
elde ettikleri gelirler BSMV’den istisna tutulmalıdır.
• Standart dışı altın, dore barlar ve Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32
Sayılı Karar’da tanımlanan kıymetli taşlara KDV istisnası getirilmelidir.
Tüketici Finansman Şirketleri
• Fonlamada ve kullandırılan kredilerde damga vergisi ve BSMV kaldırılmalıdır.
• Kredi kartı sözleşmelerinde damga vergisi uygulaması bankalar ve tüketici
finansman şirketleri için eşit hale getirilmelidir.
• Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) yolu ile borçlanmada vergisel maliyetler
ve bürokratik engeller azaltılmalı; rehin ile teminatlandırma yolu ile kullandırılan
kredilerde maliyetleri düşürmek ve bürokrasiyi azaltmak için “mülkiyeti
68
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
muhafaza” kaydı ile kredi kullandırılmasına ilişkin yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
• Hizmet çeşitliliğini artırmak için mevzuattaki “mal” tanımı genişletilmeli ve ön
ödemeli finansman, sigorta vs. gibi hizmetlerin de sunulmasına imkan veren
düzenlemeler yapılmalıdır.
• Doğrudan maliyet olan KDV’nin diğer vergilerden mahsup edilmesine imkan
verilmelidir.
1.6. Sonuç
Güçlü bir ekonominin varlığı büyüyen ve sağlıklı çalışan bir finansal sektör ile mümkündür. Etkin bir finansal sistem tasarrufların çok farklı kaynaklardan toplanması ve verimli
alanlarda kullanılmasına kanalize eder, böylece hem yatırımlar hem de tasarruf edenler
menfaat sağlar.
Sermaye piyasası henüz gelişme aşamasında olan ülkemizde, finansal sektörün temelini geleneksel olarak bankacılık sistemi oluşturmaktadır. Mali kaynakların çok büyük bir
bölümü bankalar tarafından toplanmakta ve kullandırılmaktadır. Yurtdışı kaynakların da
önemli bir bölümü bankalar aracılığıyla sağlanmaktadır. Yakın dönemde finansal sektöre,
özellikle de bankacılık sistemine, olan güven ciddi olarak zedelenmiştir. Güven sorununun
aşılmasında başta düzenleyici otorite olmak üzere ilgili tüm kurumlar tarafından yoğun bir
çaba gösterilmelidir. Güven sorununun bulunduğu durumlarda, güvenin çok kısa sürede
ve gerçekçi olarak sağlanması ekonomide istikrarın oluşturulması açısından zorunludur.
Finansal sektörün büyümesinin en önemli şartı bu sektörde yer alan kurumların sermayelerinin korunmasıdır. Sermayenin korunmasının ve büyütülmesinin en önemli yolu ise kar
etmektir. Kar etmeyen mali kurumların ekonomiye bir katkısı olamaz. İkinci şart ise kaynakların ulusal para cinsinden büyümesidir. Üçüncü şart finansal sistemde etkin bir kamu
ve piyasa denetimidir.
69
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2. Bankacılık Sektörü ve Özel Finans Kurumları (ÖFK)
2.1. Bankacılık Sektörü
2.1.1. Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler
Türkiye 1980’li yıllarda başlatılan serbestleşme uygulamalarını etkin olarak sürdürememiş ve süreci tamamlayamamıştır. 1990-1999 döneminde finansal sektörün faaliyet ortamı;
1990’lı yıllarda makro dengesizliklerin büyümesine neden olan gelişmeler bankaların mali
bünyesinin önemli ölçüde bozulması göz ardı edilerek gerçekleşmiştir. 1990’lı yıllarda ekonomik performans kötüleşmiştir. Büyüme son derece istikrarsız bir seyir izlemiştir. Enflasyon uzun süre yüksek bir düzeyde seyretmiştir. Enflasyon finansal sistemde çok olumsuz
etkiler yapmıştır. Çünkü enflasyon ortamında sağlıklı kaynaklar yaratılamamış ve etkin
olarak dağıtılamamıştır. Tasarruf ihtiyacı artmıştır, kamu kesimi açığı büyümüştür. Özel
sektörün tasarruf fazlası kamu kesimi tasarruf açığını her zaman karşılayamamıştır. Yurtdışından borçlanma gereksinimi artmıştır. Kamu kesimi açığının finansmanında 1990’lı yılların ilk yarısında Merkez Bankası kısa vadeli avansı ve giderek artan miktarda kamu bankaları kaynakları kullanılmıştır. Kamu bankalarından “görev zararı” tanımı ile kullanılan
kaynaklar Hazine tarafından bu bankalara zamanında ödenmemiştir. Bu nedenle likiditesi
zayıflayan kamu bankalarının kısa vadeli borçlanma gereksinimi artmıştır.
Finansal kurumların, ortaklarına veya üçüncü kişilere ait verimli ve karlı olmayan faaliyetleri finanse etmeleri kredi riskinin yükselmesine neden olmuştur. Kredibilitesi düşük
müşteriler yüksek kredibiliteye sahip müşterilerle ikame edilmiştir. Gerek ticari bankalar
gerekse ulusal ve uluslararası yatırımcılar kamu kağıdı yatırımlarını arttırmışlardır. Vergi
düzenlemeleri ve sermaye yeterliliği düzenlemelerinin cazibesi de bankaların kamu kağıtlarına olan tercihlerini etkilemiştir. Enflasyonist bir ortamda, bilanço büyütülerek yapılan
bu tercih risklerin önemli ölçüde artmasına neden olmuştur. Borçlulardan alacakların tahsilini geciktiren düzenlemeler ve adalet mekanizmasının yavaş işlemesi nedeniyle alacakların tahsil edilememesi veya çok geç tahsil edilmesi zararların büyümesine neden olmuştur.
Bankaların ve diğer finansal kurumların faaliyet ortamındaki risklerin hızla yükseldiği bir
dönemde, liyakate ve ehil olma durumuna bakılmaksızın yeni bankaların faaliyetine ve
bazı bankalarda sahiplik değişmelerine izin verilmiştir. 1994 yılında yaşanan ekonomik
krizde bankacılık sistemi hızla küçülmüş, özkaynaklarının önemli bir bölümünü kaybetmiştir. Güvenin yeniden tesisini sağlamak ve sistemik bir krizi engellemek amacıyla bir
çözüm olarak tasarruf mevduatında tam güvence uygulamasına geçilmiştir. Finansal sistemde güvenin sağlanması ve sistemde istikrarın sürdürülmesi açısından Hazine son kredi
kaynağı rolünü üstlenmiştir. Buna rağmen, bankaların faaliyetlerinin denetim sonuçlarına
ilişkin gerekli kararların alınmasında gerekli hassasiyet gösterilememiştir. Bankaların sermayelerine oranla aşırı risk üstlenmeleri, düşük kaliteli kredilendirme ve karşılıkların ayrılmaması, en düşük sermaye yeterliliği rasyo uygulaması ile getirilen disiplinin bozulmasına neden olmuştur. Finansal kurumların ortaklarına ait şirketlere açılan kredi bağlantıları
doğru belirlenememiş veya belirlemelere ilişkin yaptırımlar etkisiz kalmıştır.
Bankacılık sisteminde yaşanan sorunların önemli diğer kaynağı ise bankanın yönetim
ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran
70
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, kurallara, ilke ve teamüllere aykırı olarak ve bankacılık mesleği ile bağdaşmayan bir
biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullanarak bankayı zarara uğratmaları olmuştur.
Finansal kurumların off-shore faaliyetlerinin denetimindeki yetersizlikler riskin kontrol edilmesi yönündeki kuralların uygulanmasını engellemiştir. Bankaların faaliyetlerinin
konsolidasyonu yönündeki mevzuat eksikliği veya serbestisi bankaların bağlı kuruluşlara
kredi açmasını engelleyen kuralları kolaylıkla aşmasına neden olmuştur.
Uluslararası kabul görmüş temel bankacılık ilkelerine, düzenlemelerine uyulmaması,
muhasebe standartlarının uyumlu hale getirilmesindeki gecikmeler, mali tabloların bağımsız denetiminde yaşanan sorunlar, mali bünyeye ilişkin raporlamanın genel kabul görmüş
değerleme kriterlerine göre hazırlanmaması ve raporlanmaması nedeniyle şeffaflığın yeterince sağlanamaması, yönetim kalitesindeki bozulma bankacılık sistemini olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Finansal kurumların aldıkları risklerin izlenmesi ve yönetilmesi ile
ilgili sorunlardan bir tanesi de kredi kullanan kurumların sağlığı hakkında yeterli bilgilerin edinilmesindeki güçlükler olmuştur. Muhasebe standartlarının yetersizliği, denetim ve
raporlama sisteminin etkin olmaması nedeniyle otoriteler tarafından getirilen bu denetim
standartlarının uygulanması sağlanamamıştır.
Piyasalardaki yüksek risklere ve bankalara kaynak sağlayanların piyasa risklerini yansıtan tercihlerine rağmen, piyasa koşulları, müşteri davranışları, düzenlemeler, temel bankacılık ilke ve kuralları ile çelişen ve özkaynaklar ile uyumlu olmayan riskler alınması,
risklerin yönetilmesindeki zaafiyet ve piyasaların işaret ettiği artan risklere karşılık gerekli
hassasiyet ve yeterli ilginin gösterilmemesi ciddi zararlara neden olmuştur. Enflasyonist
eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle para ikamesi artmıştır. Yabancı para mevduat toplam
mevduatın, yabancı para kaynaklar ise toplam kaynakların yarısına ulaşmıştır. Kur riski
ve dövizde likidite riski büyümüştür. Toplam mevduatın büyük bölümü 3 ay ve daha kısa
vadede toplanmıştır.
Tüm bu gelişmeler bilançonun yönetilmesini güçleştirmiştir, aktif kalitesinin bozulmasına, likiditenin azalmasına, riskler ile karşılaştırıldığında karlılığın çok düşük düzeylerde kalmasına, özkaynaklardaki büyümenin sınırlanmasına neden olmuştur. Uluslararası
rasyolar dikkate alındığında sermaye rasyolarının genel olarak yeterli düzeyde olduğu
söylenebilir. Bunlarla birlikte ekonomideki genel riskler bankacılık sisteminin büyüklüğü,
ekonominin büyüme ihtiyacı, uluslararası rekabet koşulları ve duran aktiflerin büyüklüğü
dikkate alındığında özkaynakların daha da güçlü olması gerekliliği ortaya çıkmıştır. 2000
yılında sektörün serbest özkaynakları negatif olmuştur. Bankacılıkta faaliyet karının düşük
olması nedeniyle kar hacmi özkaynak artışını destekleyememiştir. Mevcut ve potansiyel
yatırımcılar ise yüksek risk ve düşük karlılık nedeniyle banka hisselerine yatırım yapmayı
tercih etmemiştir. Öte yandan, sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında kamu kağıtlarının
sıfır riskli sayılması nedeniyle banka sistemi özkaynaklardan bağımsız olarak büyümüştür.
Ancak, kamu kağıtlarında realize olan piyasa riskleri nedeni ile bankalar zarar etmişler71
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
dir. Yüksek ve kronik enflasyona rağmen, uluslararası kabul gören uygulamaların aksine,
Türkiye’de bankaların faaliyetlerine ilişkin mali performans enflasyon muhasebesine göre
hazırlanmış mali tablolara göre değerlendirilmemiş ve vergilemede enflasyondan arındırılmış mali tablolar dikkate alınmamıştır. Bu nedenle, bilançolarının önemli bir bölümü
parasal kalemlerden oluşan bankalar ağır bir enflasyon vergisine maruz kalmışlardır. Bu
durum enflasyondan korunmak için parasal olmayan aktiflere plasmanı özendirmiş, getirili olmayan aktiflere yapılan plasmanlar ekonomik özkaynak yeterliliği, aktif kalitesi ve
karlılığını olumsuz yönde etkilemiştir.
Uluslararası muhasebe standartları, düzenlemeler ve temel bankacılık ilkeleri esas alınarak yapılan çalışmalara göre bankaların zarar etmelerine veya düşük karlılığına rağmen bu
sorun dikkate alınmamıştır. Tersine, bankalar reel olmayan karlılık sonuçları dikkate alınarak bütçenin ve riskli faaliyetlerin finansmanında doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Nitekim doğrudan bütçe finansmanı amacıyla getirilen net aktif vergisi,
sermaye kazancı vergisi gibi geriye dönük olarak kamu kağıtlarının getirilerinden alınan
servet vergisi türü vergisel yükler sistemin mali bünyesini olumsuz etkilemiştir. Diğer taraftan finansal araçlar, finansal hizmetlere ilişkin aracılık işlemleri ve finansal kurumlar
ağır bir vergi yüküne maruz kalmıştır. Likidite yükümlülükleri yanında vergi ve benzeri
mali yükler nedeniyle aracılık maliyetleri çok pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle finansal
araçlara ve hizmetlere olan talep sınırlanmış, kaynaklar finansal sistem dışına veya yurtdışına yönelmiştir. 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde banka sistemi çok ciddi bir sistemik
riske maruz kalmıştır. Banka sisteminin yeniden yapılandırılması, bankaların mali bünyelerinin sorunlarının çözülmesi kaçınılmaz olmuştur. Ekonomik performansın olumsuz
etkilediği bankaların mali bünyelerindeki bozulma bu kez ekonomik istikrarın oluşturulmasını tehdit eder hale gelmiştir.
2.1.2. Bankacılık Sisteminde Yeniden Yapılandırma
Düzenlemeler, Denetim Otoritesinin yapılandırılması, bankaların mali yapılarının
güçlendirilmesi: Bankacılık sisteminde yeniden yapılandırma süreci 1999 yılı sonunda uygulanmaya konulan “enflasyonla mücadele” programı ile başlatılmış, 2001 yılında kapsamlı
“bankacılık yeniden yapılandırma programı” açıklanmıştır. İlk dönemde yapılanlar büyük
ölçüde düzenlemelerin uluslararası standartlara ve uygulamalara yaklaştırılması yönünde olmuştur. Bankacılık alanında idari ve mali özerkliğe sahip düzenleyici ve denetleyici
bir otorite olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) oluşturulmuştur.
Bankacılık sektöründe yeniden yapılandırma süreci; (i) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
(TMSF) bünyesindeki bankaların en kısa sürede çözüme kavuşturulması, (ii) Kamu bankalarının finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırılması, (iii) Yaşanan krizlerden
olumsuz yönde etkilenen özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve (iv) Bankacılık sektöründe gözetim ve denetimin etkinliğini artıracak, sektörü daha etkin ve rekabetçi
bir yapıya kavuşturacak yasal ve kurumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi olmak üzere
dört temel alanda gerçekleştirilmiştir.
Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasının toplam maliyeti 47,2 milyar dolar
olarak gerçekleşmiştir. Kamu maliyesi üzerinde yeniden yapılandırma sürecinde görev
72
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
zararları dahil olmak üzere kamu bankaları için 21,9 milyar dolar, TMSF’ye devredilen
bankalar için ise 17,3 milyar dolar olmak üzere, toplam 39,3 milyar dolarlık (GSYİH’ya oranı yüzde 26,6) bir ek yük ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, bankacılık sektörünün yeniden
yapılandırılmasının özel sektöre maliyeti; 5,2 milyar doları TMSF tarafından ve 2,7 milyar
doları kriz döneminde eriyen sermayeleri güçlendirmek amacıyla özel sektör bankaları tarafından olmak üzere 7,9 milyar dolar (GSYİH’ya oranı yüzde 5,3) olmuştur.
Sektörün özkaynakları, yeniden sermayelendirme programının ilk sonuçlarının alınmaya başladığı 2001 yılı sonunda 10,2 milyar dolardan 2003 Eylül ayında 23,5 milyar dolara
yükselmiştir. Aynı tarih itibariyle sektörün serbest özkaynakları ise 8,7 milyar dolar düzeyindedir. Özkaynakların risk ağırlıklı aktiflere oranı yüzde 30,4; serbest özkaynakların
toplam aktiflere oranı ise yüzde 5,4 olmuştur. 2001 sonunda 5,1 milyar dolar olan tahsili
gecikmiş alacaklar (karşılıklar sonrası) 2003 Eylül itibariyle 1,5 milyar dolara gerilemiştir.
Böylece kredi riski, oldukça radikal bir şekilde tanımlanmasına rağmen, genelde gerilemiştir. Aynı dönem itibariyle, banka sayısı 10 adet azalarak 51’e gerilerken; BDDK tarafından
yapılan hesaplamalara göre sektörün bilanço içi açık pozisyonu 2000 sonundaki 14,6 milyar dolar seviyesinden Eylül 2003’te 753 milyon dolara düşmüştür. (Bankacılık Sektörü
Yeniden Yapılandırma Programı ve sonuçlarına ilişkin kapsamlı bilgi BDDK tarafından
hazırlanan Gelişme Raporlarında yer almaktadır. www.bddk.org.tr)
“İstanbul Yaklaşımı” olarak bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Programı kapsamına alınan firmaların yeniden yapılandırılan borç tutarı 2003 Kasım itibariyle 5,4 milyar dolardır.
2.1.3. Avrupa Birliği Ekonomik Kriterleri ve Bankacılık Sistemi Açısından
Değerlendirme
AB’nin genişleme politikasını dayandırdığı Kopenhag ekonomik kriterlerine göre AB’ye
tam üyelik koşulu; ekonomi alanında işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı kadar, AB
içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile baş edebilme kapasitesi olarak belirlenmiştir.
AB’ye üyelik kriterlerine göre Türkiye ekonomisi ve bankacılık sistemine ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir:
Türkiye ekonomide serbest piyasa sistemini benimsemiştir. Bununla birlikte kamunun,
girişimci olarak ekonomik faaliyeti etkileme gücü önemli ölçüde varlığını korumaktadır.
Öngörülebilir ve istikrarlı bir ekonomik ortam yaratılamamıştır. Ekonomik büyümenin finansmanında kullanılmak üzere mali kaynaklar yeterince çoğaltılamamış, büyüme yurtdışından kaynak bulunabilirliğine son derece bağımlı hale gelmiştir. Ekonomide kullanılabilir kaynakların önemli bir bölümü, gönüllü ya da zorunlu olarak, kamu tarafından talep
edilmekte ve kullanılmaktadır. Düzenlemeler açısından bakıldığında, AB düzenlemelerine
en yakın sektörlerin başında bankacılık sistemi gelmektedir. 2001 yılı sonu itibariyle, seçilmiş AB ülkeleri ve Türkiye temel bankacılık büyüklükleri karşılaştırıldığında, bankacılık
sistemi toplam aktiflerinin GSYİH içindeki payı AB üyesi ülkelerde ortalama yüzde 150
olmasına karşın Türkiye için bu oran 2001 yılı sonunda yüzde 90, 2003 Eylül itibariyle ise
yüzde 67 düzeyindedir.
73
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2.1.4. Bankacılık Sektörünün Analizi
Güçlü Yönler: 1.Yakın dönemde sektörün temel sorunları kapsamlı olarak tanımlanmıştır. 2. Kurala dayalı denetim yanında piyasa denetiminin sağlanmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır. 3. Risk yönetiminin geliştirilmesi ve kurumsallaşması yönünde önemli
mesafeler alınmıştır. 4. Bankacılık sistemindeki yeniden yapılanma bütçe disiplinini ve fiyat istikrarını hedefleyen ekonomi politikası ile eş zamanlı başlatılmıştır. 5. Düzenlemelerde uluslararası standartlara önemli ölçüde yaklaşılmıştır. 6. Sorunlu krediler radikal olarak
tanımlanmış ve karşılığa tabi tutulmuştur. 7. Kur riski azaltılmıştır. 8. Finansal sektörün
büyüme potansiyeli bulunmaktadır. 9. Bankalar gelişmiş ürün ve hizmet yelpazesine sahiptir. 10. İnsan gücü kalitesi ve uzmanlaşma düzeyi yüksektir. 11.Teknoloji alanında Türk
bankacılık sektörü uluslararası rekabet düzeyini yakalamış durumdadır. 12. Bankaların gelişmiş şube ağı ve dağıtım kanalları mevcuttur.
Zayıf Yönler: 1.Finansal varlıklara olan talep düşüktür. 2. Mali piyasalar küçük ve derinliği azdır. 3. Faaliyet ortamı yüksek risk içermektedir. 4. Serbest özkaynaklar küçüktür.
5. Karlılık özkaynak artışını özendirmemektedir. 6. Düzenlemeler çok sık aralıklarla ve birbirleriyle çelişen şekilde değişmektedir. 7. Finans sektörüne duyulan güven ve gösterilen
itibar düşüktür. 8. Finansal varlıkların vergilendirilmesinde yatırımcının tercihlerini etkileyecek ölçüde büyük farklılıklar bulunmaktadır. 9. Finansal piyasalarda kamunun dışlama
etkisi büyüktür. 10. Kamunun sistem içindeki payı ve etkinliği devam etmektedir. 11. Düzenlemelerin uygulanmasındaki farklıklar finansal kurumlar arasında çok ciddi haksız rekabet yaratmaktadır. 12. Aktif kalitesinde düzelme süreci yavaş işlemektedir. 13. Finansal
piyasaların doğası ile uyumlu olmayan kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır. 14.Kaynak
maliyetleri yüksek ve vadeler çok kısadır. 15. Para ikamesi hala çok yüksektir. 16. Özel
sektörün tahvil ve bono ihracı yoluyla sermaye piyasasından kaynak sağlaması neredeyse imkansızdır. 17. Aracılık maliyeti çok yüksektir. Bu nedenle, yurtiçindeki bankaların
yurtdışındaki bankalar karşısında rekabet gücü zayıftır. 18. Kayıtdışılık çok yüksektir. 19.
Banka dışı kredi kurumları ve sermaye piyasası küçüktür. 20. Finansal kurumlar dışındaki
kurumların mali performanslarının doğru olarak ölçülmesini, denetlenmesini ve raporlanmasını sağlayacak standartlar bulunmamaktadır. 21. Sermaye piyasası karları hariç tutulduğunda faaliyet marjları negatiftir. 22. Bankalar veya üçüncü kişilerin bankalar hakkında
spekülatif yorum ve değerlendirmeleri güvenin teminini olumsuz etkilemektedir. 23. Birikmiş sorunlar geçmişte yaşananlar nedeniyle faaliyetlerini sürdüren bankalar üzerinde
çok ciddi bir baskı oluşturmaktadır. 24. Tasarruf mevduatına tam güvence ve bu konudaki
tartışmalar sektörün sağlıklı işleyişine yönelik tereddütler yaratmaktadır.
2.1.5. Stratejiler
Türkiye’de ekonomik yeniden yapılandırmanın temel aşamalarından birisi bankacılık
sektörünün güçlendirilmesi, finansal sistemin büyütülmesi ve derinliğinin artırılmasıdır.
Bu amaçla izlenecek stratejiler şunlar olmalıdır: 1. İstikrar içinde ve sürdürülebilir bir büyüme ortamı yaratılmalıdır. 2. Finansal sistemde ve hizmetlerde serbestleşme süreci eksiksiz
74
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
olarak tamamlanmalıdır. Kamunun ekonomiye müdahale alanı sınırlandırılmalı, denetim
güçlendirilmelidir. 3. Finansal sistemin büyümesi yanında derinleşmesi ve gelişmesinde
özenli bir sıralandırma yapılmalıdır. (Ticaret ve yatırım bankalarının oluşturulması, banka
dışı finansal kurumlar, para piyasalarının kurulması, uzun dönemli kredilendirme, hisse
senedi ve tahvil/bono piyasasının geliştirilmesi, kurumsal yatırımcıların oluşturulması,
emeklilik fonlarının oluşturulması gibi.) 4. Denetim otoritesi siyasi etkilerden uzak tutulmalı, faaliyetlerinde bağımsız olmalıdır. 5. Denetim otoritesi finansal kurumların risklerini
ve risklerin iyi yönetilmesini titizlikle izlemeli ve kuralları eksiksiz olarak uygulamalıdır. 6.
Özkaynakların büyütülmesini cazip hale getirmek için karlılığın artırılması ve sürekli hale
getirilmesi sağlanmalıdır. 7. Haksız rekabet ortamı yaratılmamalı ve piyasa disiplini etkin
hale getirilmelidir. 8. Bankacılık sektörünün stok problemlerinin çözümüne yönelik bir yol
haritası açıklanmalıdır.
Bankacılıkta düzenlemeler uluslararası kurallara önemli ölçüde yaklaşmıştır ve bankacılık sisteminin rekabet gücünü artırmayı amaçlamıştır. Ancak, Türkiye’nin geçmişten gelen sorunları düzenlemelerin kısa sürede uygulanabilirliğini güçleştirmektedir. Türkiye’de
riskler hala çok yüksektir. Bankacılık sisteminin düzenlemelere hemen uymasının istenmesi ekonomideki kırılganlıkları artırmaktadır. Bu nedenlerle kuralları önceden belirlenmiş
makul sürelerin verilmesi ve geçiş dönemlerinde ara çözümlerin devreye sokulması büyük
önem taşımaktadır.
2.1.6. Hedef
Türk bankacılık sektörünün yakın dönem hedefi; ekonomik programdaki enflasyon ve
büyüme hedeflerinin gerçekleşeceği ve toplam aktiflerdeki artışın, GSYİH cari artışının
yüzde 50 üzerinde olacağı varsayımıyla, 2005 yılı sektör toplam aktiflerinin GSYİH içindeki
payının yüzde 100’e yükselmesidir. Büyüme hedefiyle birlikte Türk bankacılık sektörünün
uluslararası standart ve kurallara uyum sürecini tamamlaması, güçlü ve sağlıklı bir finansal yapıya kavuşması ve uluslararası rekabet gücünü yakalaması amaçlanmaktadır. Fiyat
istikrarının ve istikrarlı büyüme sürecinin, bankacılık sisteminde yeniden yapılandırmanın, denetim ve yönetim sisteminin daha etkin hale gelmesinin, kamu borçlanma gereğinin
düşürülmesinin, kayıt dışılık ile mücadelenin ve aracılık maliyetlerinin düşürülmesinin finansal aktiflere olan talebi artırarak sektörün büyümesinde etkili olması beklenmektedir.
Banka sisteminin büyümesi ve sağlıklı olarak çalışması büyüme arzusunda olan ülkemizde
büyümenin finansmanında gerekli kaynakların yaratılmasında önemli bir katkı sağlayacaktır. Özel sektörün üretim ve yatırım için kaynak talebi ile bireysel kredi talebinin karşılanmasında bankaların kredi arzı önem kazanmıştır.
2.1.7. Öneriler
Ekonomi politikası: İstikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme, düşük enflasyon ve uluslararası alanda rekabet edilebilir bir ekonomik ortamın yaratılması Türk finans sisteminin
ve bankacılık sektörünün etkin ve sağlıklı bir biçimde çalışması açısından büyük önem
75
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
arz etmektedir. Bu nedenle; 1. Ekonomik programda belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesi yönündeki politikalar kararlılıkla uygulanmalı ve yapısal reformlar sürdürülmelidir.
2. Enflasyonist olmayan iktisat politikaları kararlılıkla sürdürülmelidir. 3. Ekonomideki
istikrarsızlıkların başlıca kaynağı olan kamu açıklarının küçültülmesi yönünde başlatılan
reformlar öngörülen sürelerde tamamlanmalıdır. 4. Bütçe disiplini sağlanmalı ve taviz verilmemelidir. 5. Kayıt dışılığa neden olan düzenleme ve uygulamalar gözden geçirilerek,
kayıt dışı işlemlerin kayda alınması sağlanmalıdır. 6. Vergi düzenlemeleri, basit, kolay
anlaşılır ve uygulanabilir hale getirilmeli ve uluslararası yatırımcıları özendirecek yapıya kavuşturularak Türkiye’nin rekabet gücünün artması sağlanmalıdır. 7. Haksız rekabete
neden olan düzenlemeler kaldırılmalıdır. 8. Kaynak kullanma ve kullandırma maliyetini
olumsuz yönde etkileyen düzenlemeler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu düzenlemelere
kamuya gelir sağlanması açısından değil, piyasalarda aracılık maliyetinin düşürülmesi, likiditenin arttırılması ve derinliğin sağlanması açısından bakılmalıdır. 9. Finansal sistemin
büyümesi, güçlenmesi ve sağlıklı olarak işlemesini sağlayacak düzenlemeler makul geçiş
süreleri içinde yapılmalı ve etkinlikle uygulanmalıdır. 10. Mali piyasaların etkin olarak çalışması sağlanmalıdır. 11. Banka sistemi yanında ekonominin diğer tüm kurumları ve şirketler kesimi de reforma tabi olmalıdır.
Bankaların gözetim ve denetiminden sorumlu otorite olan Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu, taşıdığı sorumlulukları yerine getirmek ve görevlerini etkin olarak
sürdürebilmek için faaliyetlerinde bağımsız olmalı, gerekli yasal yetki ve araçlara sahip
bulunmalıdır.
2.1.8. Sonuç
Güçlü bir ekonominin varlığı büyüyen ve sağlıklı çalışan bir finansal sektör ile mümkündür. Etkin bir finansal sistem tasarrufların çok farklı kaynaklardan toplanmasına ve
verimli alanlarda kullanılmasına aracılık eder, böylece hem yatırımlar hem de tasarruf
edenler menfaat sağlar.
Sermaye piyasası henüz gelişme aşamasında olan ülkemizde, finansal sektörün temelini geleneksel olarak bankacılık sistemi oluşturmaktadır. Mali kaynakların çok büyük bir
bölümü bankalar tarafından toplanmakta ve kullandırılmaktadır. Yurtdışı kaynakların da
önemli bir bölümü bankalar aracılığıyla sağlanmaktadır. Yakın dönemde finansal sektöre,
özellikle de bankacılık sistemine olan güven ciddi olarak zedelenmiştir. Güven sorununun
aşılmasında başta düzenleyici otorite olmak üzere ilgili tüm kurumlar tarafından yoğun bir
çaba gösterilmelidir. Güven sorununun bulunduğu durumlarda, güvenin çok kısa sürede
ve gerçekçi olarak sağlanması ekonomide istikrarın oluşturulması açısından zorunludur.
Finansal sektörün büyümesinin en önemli şartı bu sektörde yer alan kurumların sermayelerinin korunmasıdır. Sermayenin korunmasının ve büyütülmesinin en önemli yolu ise kar
etmektir. Kar etmeyen mali kurumların ekonomiye bir katkısı olamaz. İkinci şart ise kaynakların ulusal para cinsinden büyümesidir. Üçüncü şart finansal sistemde etkin bir kamu
ve piyasa denetimidir.
76
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
2.2. Özel Finans Kurumları
2.2.1. Giriş
Türkiye’de kalkınmanın temeli olan tasarrufların ekonomiye ve reel sektöre kanalize
edilmesinde önemli rol üstlenen finansal kuruluşlar arasında yer alan özel finans kurumları, ekonomi dışında kalmış tasarrufların ekonomiye kazandırılması amacıyla ilk kez 1985
yılında kurulmuşlardır. Sayıları 5’e ulaşan kurumlar halen 187 şube ile faaliyetlerini sürdürmektedirler. Fonksiyonel olarak bankalarla büyük benzerlik gösteren özel finans kurumlarını bankalardan ayıran en önemli fark onların fon toplama ve kullandırma yöntemlerinde bulunmaktadır. Özel finans kurumları hem fon toplarken hem de kullandırırken
faiz yerine kar ve zarar ortaklığı esasını dikkate almaktadır. Bu kurumlar bankaların
alternatifi değil onları tamamlayan ve finans sektörüne derinlik ve çeşitlilik kazandıran
kuruluşlardır.
2.2.2. Durum Analizi
2.2.2.1. Mevcut Durum
Özel Finans Kurumlarının Sektördeki Yeri
30.9.2003 tarihi itibariyle 146.358 trilyon lira olarak belirlenen bankaların toplam mevduatının krediye dönüşüm oranı % 42 olmuştur. Aynı tarih itibariyle özel finans kurumlarının
topladıkları fon yekünü 3.487 trilyon olup, bu tutarın krediye dönüşüm oranı ise % 77 dır.
Özel finans kurumlarının topladıkları fonların daha yüksek oranda krediye dönüşmesi
bu kurumların devlet iç borçlanma senetleri gibi enstrümanlara yatırım yapmamalarından kaynaklanmaktadır. Özel finans kurumlarının finans sektörü içindeki payı mevduatta
%2.4 iken kredilerde %5.6 olarak belirlenmiştir (Kaynaklar: TBB ve ÖFK Birliği).
Sektörün ve Özel Finans Kurumlarının (ÖFK) Sorunları
Özel finans kurumlarını da içine alan Türk finans sektörünün en önemli sorunu hacim olarak yeterli büyüklüğe sahip olmamasıdır. Nitekim Türk bankalarının aktif toplamlarının Alman bankaları ile karşılaştırılmasında bütün bankalarımızın orta büyüklükteki bir Alman bankasına eşit hacimde olduğu görülmüştür. Bu durumun başlıca 4 ana nedeni bulunmaktadır: i)Kamu Borçlanma Senetlerinin mevduata alternatif
oluşturması, ii) Tasarrufların mevduata dönüşme oranının düşüklüğü (Tasarruflar,
geçmiş yıllardaki siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların da etkisiyle mevduat ve katılma hesaplarından ziyade döviz ve altın gibi tasarruf araçlarına yönelmişlerdir.),
iii) Ekonomik ve siyasi belirsizlikler nedeniyle tasarrufun sistem ve ülke dışına kaçması,
iv) Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü.
2.2.2.2. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi
Güçlü Yönler
Kâr ve Zarar ortaklığı esasına göre faaliyet gösteren kuruluşlar dünyanın çeşitli ülkelerinde sağlam çalışma prensipleri sayesinde güvenilirlilik ve sağlamlıklarını ispat etmişlerdir. Bu tür kuruluşlar gerek ülkemizde gerekse diğer bölge ve ülkelerde ortaya çıkan krizlerden diğer mali kuruluşlara kıyasla daha az etkilenmiş, faaliyeti sona eren birçok mali
77
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
kuruluşa nazaran ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu kurumlar Kasım 2000 ve Şubat 2001
krizleri sırasında, tamamen kötü yönetim ve grup kredileri nedeniyle durumu bozulan ve
bu nedenle faaliyetine son verilen bir finans kurumunun etkisiyle büyük fon çekilişine maruz kalmışlar, ancak güçlü ve dürüst yönetimleri, sağlam çalışma prensipleri sayesinde %
50 yi bulan fon çekilişine rağmen, arkalarında devlet garantisi ve desteği olmadığı halde
ayakta kalmayı başarmışlardır. Bunun en önemli nedenlerini şöylece açıklayabiliriz.
• ÖFK’ lar faizsiz enstrümanlarla faaliyet gösterdikleri için krizde kur ve faiz riski
üstlenmemiş sadece piyasa ve kredi riskine maruz kalmışlardır.
• Çalışma yöntemleri gereği fon kullandırılırken gerçek ekonomik faaliyetler finanse
edilmektedir. Kredinin, krediyi kullanan firma yerine mal tedarik eden satıcılara ödenmesi nedeniyle veriliş amacı dışında , riskli, spekülatif ve verimsiz işlerde kullanımı
önlenmekte, hatta paranın kötü niyetli olarak sistemden ve ülkeden çıkarılmasına mani
olunmaktadır. Nitekim bankalarda sorunlu kredilerin daha yüksek oranlı olmasının en büyük nedenleri, alınan kredilerin bir bölümünün veriliş amacı dışında, riskli ve spekülatif
işlerde kullanılması ve finansman tekniğine aykırı olarak kısa vadeli kredilerle yatırım
yapılmasıdır.
• ÖFK’lar kısa vadeli olarak topladıkları fonları kısa vadeli ekonomik faaliyetlerin finansmanında kullandırmakta, bunun sonucunda bilançonun aktif ve pasifi arasında vade
uyumsuzluğuna yol açılmamakta, böylece likidite riskine maruz kalınmamaktadır. Bu kurumlar 1 yıldan uzun vadeli yatırım kredisi taleplerini kendi bünyelerine bulunan finansal
kiralama enstrümanıyla karşılamakta ve böylece bütün kredileri kredi tekniğine uygun
olarak kullandırmaktadırlar. Bu durum likidite riskini önlediği gibi firmaların, kullandıkları kredilerin taksitlerini faaliyetlerinden elde ettikleri fonlarla ve nakit akışına uygun
olarak ödemelerine imkan vermektedir. Bu tür çalışma yöntemleri sayesinde ÖFK’lar kriz
zamanında kısa vadeli fonları tahsil ederek tasarruf sahiplerinin yoğun taleplerini karşılayabilmişlerdir.
Zayıf Yönler
• Bankalardaki tasarruf mevduatına sağlanan sınırsız devlet güvencesi özel finans kurumları aleyhine haksız rekabet yaratmaktadır.
• Özel finans kurumlarının kısa vadeli atıl fonlarının değerlendirilmesini sağlayacak,
hazine bonosu ve devlet tahviline tekabül eden faizsiz kamu borçlanma senetleri bulunmamaktadır. Bu tür araçlar özel finans kurumlarının bireysel emeklilik şirketi kurabilmeleri için de zorunludur. Bu senetler: a) Gelir Ortaklığı Senetleri: Devletin gelir getiren varlıklarının kira gelirleri karşılığında çıkarılan ve senenin belirli dönemlerinde kira ödeme
kuponları bulunan vadesi 5 yıl ve daha uzun borçlanma senetleri, b) Varlığa Dayalı Bono:
Devletin bazı varlıkları karşılığında azami bir yıl vadeli olarak ve üzerinde yazılı bedelin
altında iskontolu olarak çıkarılan bonodur.
78
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
2.2.3. Amaçlar ve Stratejiler
2.2.3.1. Stratejik Amaçlar
Özel Finans Kurumlarının stratejik amacı, ülke ekonomisi için gerekli olan, ekonomi
dışında kalmış olan tasarrufları ekonomiye kazandırmak ve ülkemizin yatırım, üretim ve
istihdamına katkıda bulunmaktır. Bunun temini için şubeleşme ve reklam faaliyetlerine
ağırlık vermek, bankacılık bilgi ve teknolojisini yakından izlemek, müşteri memnuniyetine
odaklı bir çalışma prensibi benimsemek, giderek artan rekabet ortamına uyum sağlamak
amacıyla yetişmiş işgücü ve ileri teknolojiyi sinerjiye dönüştürüp müşteri kitlelerine en
uygun ve kaliteli hizmeti sunmaktır.
2.2.3.2. Hedefler ve İlkeler
2003/9 aylık dönemde finans sektörü içinde %2,4 gibi oldukça düşük bir paya sahip olan
ÖFK’ların önümüzdeki 5 yıl içerisindeki hedefi bu oranı asgari % 5 düzeyine çıkarmaktır.
Bunu muhafazakar bir tahmin olarak görmekteyiz. Çünkü 1999 yılında % 0.9 olan bu oran
2003 Eylül sonu itibariyle % 2,4 düzeyine yükselmiştir. Bu gelişme büyük ölçüde, teknolojik alt yapının tamamlanması, halen devam eden hızlı şubeleşme ile reklam ve tanıtım
çalışmalarının sonucunda elde edilmiştir.
2.2.3.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi
Finans sektörünün önemli sorunlarından birisi yeterli büyüklüğe sahip olamamasıdır.
Bu durumun en önemli nedenlerinden birisi Türk toplumunun tasarrufunu değerlendirme tercihinde ilk sıraları döviz ve altının alması, tasarrufların banka veya ÖFK’lara yatırılma tercihinin bunlardan sonra gelmesidir. Halbuki ülkemizin gelişmesi, halkımızın refah
düzeyinin artması için tasarrufların ekonomiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun da
başlıca yolu tasarrufların banka ve ÖFK’lara yönelmesidir. Ancak tasarrufların en önemli
bölümü döviz ve altına gitmekte bu da milli servetin yurt dışına çıkmasına, ülkemizin fakirleşmesine neden olmaktadır. Bu durumu önlemek, yani tasarrufları altın ve dövizden
banka ve özel finans kurumlarına kanalize etmek için kamuoyunun aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi, bunun için de sistemli ve ısrarlı bir çalışma yürütülmesi gerekmektedir.
Halkın aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi bağlamında;
• Ortaokul veya liselerde Trafik konusunda olduğu gibi “Ekonomik Gelişme İçin Kaynak ” veya “Ulusal Kaynaklarımızın Değerlendirilmesi” vb. adı altında birkaç saatlik ders konulması ve bu dersin herhangi bir ana dersin (Örneğin: Vatandaşlık) kapsamına alınması,
• Camilerde Cuma Hutbelerinde konunun birkaç kez dile getirilmesi,
• Bankalar Birliği ve Özel Finans Kurumları Birliği gibi meslek kuruluşlarının konuyu
görsel ve yazılı medyada ele alması, gibi aktiviteler düşünülebilir.
79
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2.2.4. Sonuç ve Değerlendirme
Finans sektörünün yeniden yapılandırılması ve ekonominin ihtiyaçlarına cevap verebilecek sağlıklı ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulması için yapılan mali, idari ve yasal çalışmalar büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bundan sonra yapılacak olanlar; mevcut düzenlemelere titizlikle uyulması, sektörde dikkatli ve etkin denetimler yapılması ve denetim
raporlarının gereğinin yerine getirilmesidir. Bunun için de özellikle BDDK’nın bağımsızlığının mutlaka korunması gerekmektedir. Diğer taraftan kaynaklarının likit değerler
dışında kalan bölümünü tamamen reel sektöre kanalize eden özel finans kurumlarının
ekonomik krizlerden daha fazla etkilenmeleri nedeniyle ülkemizde ekonomik istikrarın
sağlanması ve korunması bu kurumlar için büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle makroekonomik dengelerin korunması, mali disipline uyulması, yapısal reformların biran önce
gerçekleştirilmesi her şeyden önce gelen parametrelerdir. Mali piyasa içerisindeki önemleri gittikçe artan, kendilerine has çalışma yöntemleri ve ürün çeşitleri ile mali sektöre
derinlik ve çeşitlilik kazandıran özel finans kurumlarının ekonomimize ve reel sektöre
daha fazla katkıda bulunabilmesi için aşağıdaki sorunlarına çözüm getirilmesinin yararlı
olacağı düşünülmektedir: 1. Bankalar Kanunu’nun 20 inci maddesinin 6 ncı fıkrasının (c)
bendi gereğince , özel finans kurumlarında gerçek kişiler adına açılan özel cari ve kar ve
zarara katılma hesaplarında toplanan tasarrufların güvence altına alınması amacıyla Özel
Finans Kurumları Birliği bünyesinde Güvence Fonu kurulmuştur. Aynı madde ve fıkranın
(d) bendinin dördüncü paragrafında ise Güvence Fonu mevcudunun ihtiyacı karşılayamaması durumunda özel finans kurumlarından, ileride doğacak prim borçlarına mahsuben
bir önceki yılda ödedikleri prim toplamına kadar, bunun yetersiz kalması halinde ise her
bir özel finans kurumunun sektördeki payı oranında ve kalan tutarı karşılayacak kadar
avans alınabileceği belirtilmektedir. Bu hüküm, tasfiyeye tabi bir finans kurumunun borcunu öderken diğer finans kurumlarının mali bünyelerinin de bozulmasına yol açabilecek
bir risk taşımaktadır. Bu nedenle prim borçlarına mahsuben alınacak avansın yetmemesi
durumunda, diğer kurumlardan avans alınması yerine, TMSF unda olduğu gibi, Merkez
Bankasından avans kullanılabilmesi amacıyla ilgili (d) bendinde gerekli değişiklik yapılmalıdır. 2. Kriz dönemlerinde ve olağanüstü durumlarda hızlı para çekilişlerini karşılayabilmek için kısa vadeli borçlanma imkanı verecek bir düzenleme yapılmalıdır. 3. Gerek
kısa vadeli likidite ihtiyacı bulunan kurumların ihtiyaçlarını karşılayacak gerekse elinde
kısa vadeli atıl fon bulunan kurumların bu fonlarını değerlendirebilmelerini sağlayacak
İnterbank gibi bir sistemin oluşturulması yararlı olacaktır. 4. Özel finans kurumlarının
önemli bir sorunu da ülkemizde, bu kurumların yatırım fonları kurmalarını ve kısa vadeli
atıl fonlarını değerlendirebilmelerini sağlayacak faizsiz kamu borçlanma enstrümanlarının
olmamasıdır. Körfez ülkelerindeki atıl ve adres arayan fonları da Türkiye’ye çekebilecek;
gelir ortaklığı senetleri, varlığa dayalı menkul kıymetleri vb. gibi enstrümanların bir an
önce devreye sokulması beklenmektedir.
80
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
3. Banka Dışı Finansal Kurumlar
3.1. Sigortacılık
3.1.1. Giriş
İnsanlık, tarihinin başladığı andan itibaren birçok tehlikeyle karşı karşıya kalmış ve bu
tehlikelere karşı korunma ve korunmasına yardımcı olacak araçlara sahip olabilme çabalarını sürdürmüştür. Bu çabalar insanlar arasında bir tür dayanışma olan sigortacılığı ortaya çıkarmıştır. Ülkemizde sigortacılığın başlamasına neden olan olay 1870 yılında Beyoğlu’nda çıkan yangındır. Bu yangından sonra yabancı sigorta şirketleri acente açarak İstanbul’da faaliyete başlamışlardır. Bu gelişmelerden sonra sigortacılık dünyadaki ekonomik
ve teknolojik gelişmeyi yakından izleyerek gelişimini sürdürmüştür. Bu gelişimlerin bir
sonucu olarak insanların maruz kaldıkları tehlikeler artmış ve böylece sigorta şirketlerinin
ürün yelpazeleri de genişleyerek gelişmiştir.
3.1.2. Durum Analizi
3.1.2.1. Mevcut Durum
2002 yıl sonu itibariyle 58 sigorta şirketi faaliyet göstermekte iken yaşanan ekonomik
krizler sonucunda sektörde faaliyet gösteren şirketlerin sayısı 2003-6 aylık dönem sonunda
53’e düşmüştür. 2002 yıl sonunda aktif büyüklüğü 5.4 trilyon TL olan sigorta sektörünün
2003-6 aylık dönem sonunda aktif büyüklüğü 6.2 trilyon TL’ye yükselmiştir.
2002 yıl sonunda toplam prim üretimi cari fiyatlarla bir önceki yıla göre yüzde 48.45
oranında artarak 3.7 trilyon TL’ye yükselmiştir. Aynı dönemde dolar bazında toplam prim
geliri yüzde 30.33 oranında artarak 2.2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2003-6 aylık
dönem sonunda prim üretimi 2.4 trilyon TL, dolar bazında 1.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
3.1.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
Altıncı, yedinci ve sekizinci kalkınma planlarda yer alan sigorta sektörüyle ilgili hedefler
çoğunlukla gerçekleştirilememiştir.
3.1.2.3. Sektörün Güçlü ve Zayıf Yönleri
Güçlü Yönler
• Sigorta ile ülkenin ekonomik kıymetlerinin maruz kaldığı riskler teminat altına alınmakta ve böylelikle milli servet korunmaktadır.
• Doğal afetlerin yarattığı katastrofik riskler, yapılan reasürans anlaşmaları sonucunda
ülke riski olmaktan çıkmakta ve bu yolla riskin uluslararası paylaşımı sağlanmaktadır.
• Reasürans anlaşmaları nedeniyle uluslararası sigorta piyasalarında gelişen sigorta teknikleri çok kısa sürede Türk sigorta sektöründe de uygulanabilmektedir. Dolaysıyla uluslararası standartlar yakalanabilmektedir.
• Sektör uluslararası niteliği nedeni ile AB normlarına en kolay uyum sağlayacak bir
yapıdadır.
81
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Gelişme potansiyeli yüksektir.
• İnsan gücü kalitesi yüksektir.
• Türk sigorta sektörü geniş bir ürün yelpazesine sahiptir.
Zayıf Yönler
• Sigortacılık ülke genelinde yaygınlaştırılamamıştır. 2002 yıl sonu itibariyle kişi başı
prim üretimi Almanya’da 1627 dolar, İspanya’da 1091 dolar, İzlanda’da 979 dolar, Yunanistan’da 253 dolar, Tunus’ta 38 dolar iken Türkiye’de 35 dolardır.
• Vergi uygulamaları sektörün ve sigortalının aleyhine sonuçlar vermektedir. Örneğin
itfaiye hizmetleri için sadece yangın poliçesi yaptıran kişilerden Yangın Sigorta Vergisi
alınmakta, aynı hizmetten faydalanan fakat sigorta yaptırmayan kişilerden böyle bir vergi
alınmamaktadır.
• Sektör için gerekli olan yasal alt yapı henüz tamamlanamamıştır.
• Denetim eksikliği nedeniyle zorunlu sigortalar hedeflenen sigortalı sayısına ulaşamamaktadır.
3.1.3. Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerileri
Sektör sorunları kronikleşmiş bir halde senelerden beri, çözümsüz kalmış; bu durum rekabet gücünü, haksız rekabete dönüştürmüş ve istenilen randımanla çalışmayı önlemiştir.
Sektör sorunları kısaca anahatları ile aşağıda belirtilmiştir.
3.1.3.1 Mevzuat Sorunları
Sigortacılık Düzenleme ve Denetim Kanunu
1994 yılından bu yana yürürlükte bulunan ve aynı yıl 3991 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sonucunda yasal dayanağını yitiren 539 sayılı KHK’nin
önemli hükümleri Anayasa Mahkemesi tarafından çeşitli tarihlerde iptal edilmiş, ayrıca
Acenteler Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Bunun sonucunda sigorta sektöründe
düzenleme ve denetim açısından büyük bir yasal boşluk doğmuştur. Kanunun biran önce
sektörle birlikte çalışarak düzenlenmesi ve yasanın çıkarılması sektörün en önemli ve acil
sorunudur.
Sigorta Sözleşme Kanunu
Sigorta sözleşmelerinin yasal dayanağı 1956 yılında yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu’nun güncelliğini yitirmiş hükümleridir. Ayrıca Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nun
genel hükümleri özel nitelik taşıyan sigorta sözleşmelerinin düzenlenmesi, işleyişi ve sonuçlandırılması açısından yeterli olmamaktadır. Bu yasanın Sigorta Düzenleme ve Denetleme Kanunu ile eş zamanlı olarak yürürlüğe girmesi gerekli görülmektedir.
Türk Ticaret Kanununun 1295 ve 1297’inci Maddeleri
Anayasa Mahkemesinin 11.3.1996 tarihli, 1997/35 sayılı kararıyla iptal edilen TTK’nun
1295 ve 1297’nci maddelerinin ikinci fıkralarından doğan hukuki boşluk halen devam etmektedir.
82
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Acenteler Yönetmeliği
Anayasa Mahkemesinin 24.10.1995 tarihli kararıyla, 7397 sayılı Kanunun 9uncu maddesinin son fıkrası hükmünün iptal etmesi nedeniyle, dayanaksız kalan ve uygulamadan
kalkan Acenteler Yönetmeliğinin doğurduğu boşluk halen devam etmektedir. Bir an önce
çıkarılacak kanun ve ona uygun bir yönetmelik sorunu çözecektir.
Trafik Garanti Sigortası Hesabı
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 108inci maddesiyle Birlik nezdinde oluşan
Trafik Garanti Fonu’nun adı 2002 yılından itibaren Trafik Garanti Sigortası Hesabı olarak
değişmiştir. Trafik Garanti Sigortası Hesabının tüzel kişiliğinin olup olmadığı, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanuna göre yapılacak takibatın kim tarafından yapılacağı, Hesabın mali kaynaklarında yetersizlik halinde ödemelerin nasıl karşılanacağı konusunda mevzuat açık değildir. Bu nedenle mevzuatta gereken düzenlemelerin yapılması
gerekli görülmektedir.
3.1.3.2.Vergi Sorunları
Deprem Hasar Karşılıkları
539 Sayılı KHK, yangın ve mühendislik sigorta branşlarında verilen deprem teminatları
karşılığında alınan deprem sigortası primlerinin 15 yıl süre ile karşılık olarak tutulmasını
öngörmektedir.
Ancak ayrılan karşılıkların, vergilerden arındırılması olanağı yasal hükümlerle bugüne
kadar sağlanamamıştır. Vergi tekniğine, adaletine ve Türkiye’nin deprem coğrafyasına uymayan bu uygulamanın bir an önce yasayla düzeltilmesi gerekli görülmektedir.
Birikimli Hayat Sigortalarında Vade Gelimi ve İştira’da(sözleşme süresinden önce
ayrılma) Yapılan Toplu Ödemelerin Vergilendirilmesi
Stopaj kesintisi için matrah olarak ödemenin tamamının öngörülmesi (her ne kadar on
yıldan sonra ayrılmalarda ödenene yüzde 10 gibi çok düşük bir muafiyet uygulanıyor olsa
da) Devletçe teşvik edilmesi gereken uzun vadeli bir yatırım olan hayat sigortasında, sigortalının vergilendirilmiş kazancından ödediği hayat sigortası primlerinin sigortadan ayrılırken bir kez daha vergilendirilmesi anlamına gelmektedir.
Satış Elemanlarının Vergilendirilmesi
Hayat sigortası poliçesi pazarlayanların gelir vergisi karşısındaki durumunun açıklığa
kavuşturulması ve milli piyango satıcılarının paralelinde bir statüye kavuşturulmaları, bu
sigortaların ve pazarlamasının teşviki ve ayrıca devlete vergi kazandırabilmesi açısından
gerekli görülmektedir.
Karşılıklar
Sigorta şirketlerinin mali bünyelerinin güçlü tutulabilmesinin önemli şartlarından birisi
de AB normlarına uygun karşılıkların ayrılabilmesidir. Ancak bunu sağlamak üzere, bu
tür karşılıkların Kurumlar Vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilmesinin
sağlanması gerekmektedir.
83
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yangın Sigorta Vergisi Kapsamının Değiştirilmesi
Yangın Sigorta Vergisi Belediyelere verilmek üzere, prim üzerinden hesaplanıp, müşteriden tahsil edilmektedir. Sadece yangın sigortası yaptıran sigortalılardan alınan bu vergi kaldırılmalı ve yerine gayrimenkulların emlak vergisine esas değeri üzerinden belli bir
oranda “İtfaiye Hizmeti Vergisi“ adı altına bir vergi alınmalıdır. Böylece hem tüm gayri
menkul sahiplerinin itfaiye hizmeti giderlerine katılımı sağlanacak hem de sadece yangın
sigorta poliçesi satın alanlar cezalandırılmamış olacaktır.
3.1.3.3. Diğer Sorunlar
Denetim
Avrupa Birliğinde sigorta girişimlerinin denetimi mali denetim üzerinde yoğunlaşmakta, bu bağlamda sigorta şirketlerinin teknik karşılıklarının, yükümlülük karşılama yeterliliklerinin, garanti fonlarının Avrupa Birliği genelinde yürürlükte bulunan kural ve uygulamalara uygunluğunun denetimini içermektedir.
Sigorta Şirketi Kurulması ve El Değiştirmeler
Sigorta düzenleme ve denetiminden sorumlu otoriteler ile B.D.D.K, sigorta şirketi kurulması veya şirket sermayesinin el değiştirmesi aşamalarıyla ilgili izin yetkilerini kullanırken, kurucuların veya yeni sermayedarların değerlendirilmesinde yeterli özeni göstermeden şirket kurulmasına veya el değiştirmelere izin verebilmektedir. Sektörü yakından
izleyen ve bu konuda bilgi birikimi olan Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliğinden
herhangi bir görüş sorulmamaktadır.
Sigorta Eksperlik Kursu
Uzun bir zamandan beri açılmayan eksperlik kursu Yönetmeliğin verdiği olanak çerçevesinde açılmıştır. Ancak eksper adaylarının sınav ile belirleniyor olması, sektörde deneyimi olan, kendilerinden yararlanılabilecek pek çok sigortacının eksper olmasını zorlaştırmakta, hiç sigorta bilgisi olmayan, okuldan yeni mezun olmuş, genelde işsizlere iş bulma
müessesesi gibi algılanmaya neden olmaktadır.
Sigorta Eğitimi
Özel sigorta bilincinin yaygınlaştırılması ve sigorta eğitiminin yetersizliği karşısında sigortacılığın genel eğitim programlarında yer alması konusunda ilgili kuruluşlara sunulan
Birlik önerileri bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır.
Zorunlu Deprem Sigortası
Ülkemizin jeolojik yapısı ve buna karşı halkımızın sigorta bilincine sahip olmayışı dikkate alınırsa, konutlarla ilgili Zorunlu Deprem Sigortası Sistemi çok olumlu bir yaklaşımdır.
Ancak; Dünya Bankası – Hazine Müsteşarlığı işbirliği ile ortaya çıkan ve sistemi düzenleyen 27.12.1999 tarihli KHK, üç seneye yaklaşan bir süreye rağmen kanunlaşmamıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu deprem riski dikkate alındığında konunun siyasilerin oy alma
kaygısına bırakılmayacak kadar ciddi bir konu olduğu görülecektir.
84
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
3.1.4. Sonuç
Sonuç olarak sektör günün ve modern sigortacılığın gereklerini karşılayan bir yasa istiyor. Bu yasa nasıl bir sistem getirmeli ? Kısaca özetlemek gerekirse;
Şirketlerin sağlıklı faaliyetleri için gerekli özkaynak büyüklüğünü aramalıdır, şirket kurulmasını; sermayedarı ve yöneticisi itibariyle sıkı şekilde elekten geçirmelidir, şirketlerin
yükümlülüklerini karşılayacak malî güce sahip bulunduklarını her an için yakından takip
edecek bir denetim sistemi getirmelidir, şirketlerin kuruluş, işleyiş ve denetiminde, politik
etkenlerin varlığını ortadan kaldıracak, hiç olmazsa asgariye indirecek bir sistem getirmelidir, mali bünyesi zayıflayan şirketlerin zamanında sistem dışına çıkarılmasını sağlayacak
bir düzenleme olmalıdır, sektörü, bürokrasinin ağır, sorumluluktan çekinen ve karar alamayan yapısından kurtarmalıdır, acente sistemini baştan sona ıslâh edici düzenlemeleri
içeren bir yasa olmalıdır.
Ayrıca; zorunlu sigortalara gerçek işlerlik sağlayacak bir altyapı ve uygulama oluşturulmalıdır, hizmetin devamlılığı esasını, yöneticinin devamlılığı faktörü ile güçlendiren
bir sistem oluşturulmalıdır, vergilendirme rasyonel ve sektör gerçeklerine uygun hale getirilmelidir,özel sigorta bilincinin yaygınlaştırılması ve sigorta eğitiminin yetersizliğinin
sonuçlarını ortadan kaldırmak için sigortacılığın genel eğitim programlarında yer alması
sağlanmalıdır.
Yaşanan tüm ekonomik darboğazlara ve sigorta sektörünün ilgisizlikten kaynaklanan
sorunlarına rağmen bu sektör her yıl enflasyon oranının üzerinde reel olarak gelişmesini
sürdürmeye devam etmektedir.
Siyasi otoritenin sektöre göstereceği bir ilgi, hem bireysel hem de ülke ekonomisi yönünden önemli katkılar sağlayacaktır. Sektörün istediği ekonomi üzerine yük getirecek yeni
bazı teşvikler değil, önündeki engellerin kaldırılması ve gelişmesine fırsat tanınmasıdır.
3.2. Leasing
3.2.1. Giriş
Leasingin Tanımı : Leasing temel olarak; kiracının isteği üzerine ve kiracı tarafından
belirlenen bir malın kullanım hakkının, genel olarak kiralanan malın amortisman süresine
yakın veya eşit bir zaman için ve önceden belirlenmiş bir dizi ödeme karşılığında kiracıya
devredilmesini öngören bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın sonunda kiralanan malın mülkiyetinin, kiracıya devri söz konusu olabilmektedir. Bu ilişkide finansmanı sağlayan leasing
şirketi, işletmenin ihtiyaç duyduğu yatırım malının, kiracı tarafından satıcı firmayla anlaşılarak temin edilmesi aşamasında devreye girer ve gerekli finansmanı sağlar. Bu işlemde
malın “hukuki mülkiyeti” leasing şirketinde kalarak, “ekonomik mülkiyeti” yani maldan
her türlü yararlanma hakkı kira bedelleri karşılığında kiracıya devredilir.
Leasing temel olarak Finansal Leasing ve Operasyonel Leasing olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu iki leasing türünün en önemli ayrımı; kiralanan malın, kira süresi sonundaki değeriyle ilgili riskin (residual value risk) hangi tarafta olduğuna ilişkindir. Malın süre
sonundaki değerine ilişkin riskin kiracıda olduğu işlemler Finansal Leasing, kiralayanda
olduğu işlemler Operasyonel Leasing olarak addedilmektedir.
85
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Ülkemizde leasing uygulaması 10.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren Finansal Kiralama
Kanunu ile yürürlüğe konulmuş ve bu Kanun ile “leasing” Türkçe’ye “Finansal Kiralama”
olarak geçmiştir. Bu nedenle Türkiye’deki leasing uygulaması “leasing” çeşitlerinden sadece “finansal leasing” ile eşdeğer tutulmaktadır. Ancak, leasingin bu şekilde tanımlanması yeterli değildir. Çünkü finansal kiralama, leasingin sadece bir çeşididir ve dünyada
leasing hizmetleri içinde, ülkemizde henüz uygulama alanı bulamamış operasyonel leasing
işlemleri % 30-35 payla oldukça önemli bir orana sahiptir.
Dünyada Leasingin Gelişimi : Leasing işlemleri ilk olarak 1930’lu yıllarda ABD’de
ekonomik kriz sonrası yaşanılan finansman güçlüklerini karşılamak amacıyla başlamıştır.
Özellikle II.Dünya Savaşı sonrası yaşanan teknolojik gelişmeler ve buna paralel olarak işletmelerin modernizasyon ve teknoloji yenileme ihtiyaçları leasingin yaygın olarak kullanılmasına neden olmuştur. Önceleri finansman sıkıntısının bertaraf edilmesi için başvurulan bu yöntem, bunalım sonrası ekonomik hayattan silinmemiş aksine yatırım mallarının
tedarikinde daha çok benimsenmeye başlanmıştır.
Özellikle 1950’li yıllarda bankaların tabi olduğu kurallar gereği bankalardan kredi alamayan küçük ve orta ölçekli firmalara bankacılık sistemine zarar vermeden finansman
sağlayan bir yöntem olarak Batı Avrupa’da yaygınlaşmış, 1970 yılından başlayarak da başta Japonya ve Güney Kore olmak üzere Uzak Doğu ülkelerinde geniş bir uygulama alanı
bulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin bu yöntemle tanışması ise 1975 yılından sonra IFC
önderliğinde olmuş ve 1975-1995 yılları arasında IFC’nin uygulamada destek olduğu 36
ülkede leasing finansman tekniği özellikle KOBİ’lerin ekonomideki katma değerinin artmasında önemli bir rol üstlenmiştir.
Dünyada leasing işlem hacmi 2001 yılı sonu itibariyle 500 milyar dolara yaklaşmış ve
ABD’de şirketlerin %80’i ihtiyaçlarını leasing yoluyla karşılar hale gelmiştir. Bu gün dünyada özel sektörün her 8 yatırımından biri, OECD ülkelerinde ise her üç yatırımından biri
leasing ile finanse edilmektedir.
Türkiye’de Leasingin Gelişimi: Leasing, ilk işlemlerin gerçekleştiği 1987 yılından bu
yana geçen 17 yıllık gelişim sürecinde 130.000 adetten fazla proje finanse ederek yaklaşık
16,5 milyar dolar tutarındaki yatırıma orta ve uzun vadeli kaynak sağlamıştır. Ekonomimizin büyüme ve canlılık gösterdiği dönemlerde, leasing şirketleri, yeterli özkaynağa sahip olmayan girişimcilere önemli fırsat ve hizmetler sunmuştur. Bu süre zarfında, leasing
şirketleri ülkemizde kaynakların verimli ve üretken alanlara kaydırılmasına aracılık etmiş
ve özellikle KOBİ’lerin finansmanında önemli roller üstlenmişlerdir. Yine bu dönemler itibariyle teşvik belgesine bağlanmış 2764 adet belge kapsamında toplam 1,2 katrilyon TL
tutarında proje finansal kiralama yoluyla finanse edilmiştir.
Yıllar itibarıyla ortalama işlem hacmine baktığımızda, bu rakamın 80-120.000 dolar
arasında olduğu görülmektedir. Bu da leasing sektörünün KOBİ’lerin orta ölçekli yatırımlarının finansmanında önemli bir yer edindiğini göstermektedir. Son 15 yıllık dönemde
bankaların piyasa şartları gereği, kaynaklarını kamu finansmanına ve şirketlerin işletme
sermayesi ihtiyaçlarına yöneltmeleri, firmaların ve özellikle KOBİ’lerin yatırımlarının finansmanında leasingi tek seçenek haline getirmiştir.
86
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Leasing, yatırımların finansmanı için gerekli olan orta ve uzun vadeli fon temini amacını yerine getiren yegane sistemdir.Leasing’de kira ödemesi süresi 1-4 yıl arası vadelerde
değişmektedir.
Güçlü Yönleri:
• Yatırımlara orta ve uzun vadeli kaynak imkanı
• Malın mülkiyetinin finansal kiralama şirketinde olması nedeniyle teminat ihtiyacının
asgariye inmesi ve bu nedenle leasingin bir finansman modeli olarak banka kredilerine
göre daha esnek olması
• Bankacılık sistemine zarar vermeden bilançoları iyi olmayan müteşebbis ve girişimci
KOBİ’lere kaynak aktarılabilmesi
• Kredilendirme prosedürünün bankalara göre daha seri olması
• İşletmelerin fon akışlarına göre hazırlanan uygun ve esnek ödeme planları ile nakit
akışını düzenli tutması
• Beklenmedik faiz ve maliyet artışları ile karşılaşılmaması
• Satın alma (ithalat) ile ilgili tüm işlemlerin leasing firması tarafından yapılması
• Leasing şirketlerinin KOBİ’lerin yatırımlarını finanse etmekte tecrübeli olmaları
• Yatırım mallarına indirimli K.D.V. uygulaması
• Belge düzeninin yerleşmesine, dolayısıyla kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına katkı
3.2.2. Mevcut Durum
3226 sayılı Kanunla çizilen çerçeve ve aynı yönde yapılan çeşitli hukuki düzenlemeler
başlangıçtaki amacına mükemmelen hizmet etmiş ve başarılı olmuştur. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren ivme kazanan leasing işlemleri kriz dönemleri hariç yılda yaklaşık 2 milyar
dolar tutarındaki yatırımı finanse eden bir noktaya ulaşmıştır.Ülkemizde leasing önemli
gelişmeler göstermiş olmasına rağmen istenen düzeyde değildir. Türkiye dünya sıralamasında 2001 yılı verileriyle 35.sırada, Avrupa ülkeleri arasında ise 18.sırada yer almaktadır.
Leasing sektörünün gelişmişliğinin ölçüsü olan penetrasyon oranı (leasingin toplam
yatırımlar içindeki payı), ülkemizde gelişmiş ülkelerdeki seviyelere ulaşamamıştır. Leasing
yoluyla gerçekleştirilen yatırımların payının, sabit sermaye yatırımları içindeki oranının %
5-7’yi henüz geçmemiş olması da bu hususu ortaya koymaktadır. Gelişmiş ülkelerde leasingin toplam yatırımlar içindeki payı % 20-25 seviyesindedir. Bunun nedeni, operasyonel
leasing işlemlerinin ülkemizde devreye sokulamamasından kaynaklanmaktadır.
3.2.3. Zayıf Yönler ve Yapılması Gerekenler
• Kira akdi, orta vadeli yatırım kredisi ve taksitli satış gibi üç değişik yöntemin birleşmesinden oluşan ve kendine özgü (sui generis) bir sözleşme tipi olan leasing işlemlerinin
genel ticaret kanunları içerisinde yapılması mümkün değildir. Bu nedenle leasing işlemlerini düzenleyen ayrı bir Kanunun varlığının devam etmesi gerekmektedir.
Ülkemizde, Medeni Kanunumuzda bir nesne üzerinde ikili mülkiyet (hukuki/ekono-
87
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
mik mülkiyet) tanımlaması ve anlayışı bulunmadığından, ikili mülkiyet sistemine dayalı
leasingin kendi Kanununda ayrıca tanımlanması, bu özel tip finansmanda kiracı ve kiralayanın haklarının belirlenmesine dayalı Kanuni düzenlemenin varlığını devam ettirmesi,
sektörün gelişimi açısından son derece önem arzetmektedir.
• Sadece finansal leasing yaparak sektörün hayatını idame ettirmesi mümkün değildir.
Dünyada leasing işlemleri içinde % 30-35 paya sahip olan ve adi kiralamadan farklılık arzeden “operasyonel leasing” işlemlerinin uygulanması ülkemizde bu güne kadarki süreçte
hayata geçememiştir. Bunun nedeni yasal altyapının yeterli olmayışıdır.
Esasen, mevcut “Finansal Kiralama Kanunu”nda mala ilişkin devir zorunluluğu bulunmamaktadır ve sadece devir opsiyonunun verilmemesi operasyonel leasing yani devir opsiyonu olmayan leasing işlemleri yapmaya imkan vermektedir. Ancak kavram kargaşası
nedeniyle leasing firmaları operasyonel leasing işlemleri yapamamışlardır.
Kavram kargaşasını gidermek için Finansal Kiralama Kanunu’nun mahkemelerce iyi bilinen mevcut hükümleri korunarak “Finansal Kiralama Kanunu” yerine yeni bir “Leasing
Kanunu” uygulamaya konulmalıdır. Bu yeni kanun bilinen leasing ürünlerinin (Operasyonel Leasing, Sat ve Geriye Leasing, Alt Leasing v.b.) her çeşidini kapsayacak nitelikte
olmalıdır.
Diğer taraftan leasing işlemlerinin vergilendirilmesine yönelik 2003 yılında yapılan Vergi Kanunlarındaki düzenleme de, açıklık getirilmediği için, leasing firmalarını operasyonel
leasing yapma hakkından mahrum etmektedir. Bu nedenle, leasing kanunu değişikliği yanı
sıra, leasing işlemlerinin vergilendirilmesi ile ilgili uygulamanın da yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır.
Bu yeni kanun ve bu kanuna bağlı olarak yapılacak yeni vergi düzenlemesi sayesinde
leasing şirketleri operasyonel leasing işlemlerini geliştirip yaygınlaştırma imkanına kavuşacaklar ve sektör gelişecektir.
• Ülkemizde leasing mevzuatını düzenleyen Finansal Kiralama Kanunu ve bu Kanunun
getirmiş olduğu kiracı ve leasing şirketini koruyucu hükümler ile sözleşmenin tescili ve
kiralanan malın üçüncü şahıslara devredilememesi, temerrüt hali, kiracının ve leasing şirketinin iflası halinde taraflara getirilen koruyucu hükümler, leasing işlemlerini teminatlı
bir finansman modeli haline getirmiş ve bu nedenle leasing işlemlerinin yaygınlaşmasına
ve gelişmesine imkan tanımıştır.
Leasinge konu malın bu teminat işlevi dolayısıyla leasing şirketleri, Küçük ve Orta Ölçekli girişimcilere daha esnek teminat koşullarıyla fon sağlayabilmişlerdir. Ancak bu teminat işlevini güçlendirici ilave hukuki düzenlemelere ihtiyaç vardır. Çünkü uygulamada
fesih sonrası kiralanan malın likidite edilmesi oldukça uzun bir hukuki süreçte gerçekleşebilmektedir. Halihazırda; kiracının ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle sözleşmenin fesh
olması sonucu leasing şirketi tarafından açılan davada, Mahkemeler leasing konusu mala
tedbir uygulamakta, bu da leasing şirketinin dava sonuçlanıncaya kadar bu mal üzerinde
tasarrufi işlemler yapmasını engellemektedir. Böylece mal ne kiralayan ne de kiracı tarafından kullanılmakta ve dava sonuçlanıncaya kadar uzun bir süre atıl bir durumda kalmaktadır. Uygulamada, asıl davanın 1 yıldan uzun bir sürede sonuçlanıyor olması, özellikle lea88
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
sing işlemlerinin konusunun yüksek teknoloji mallar olmasından hareketle, teminat özelliği olan ekipmanın sürekli değer kaybetmesi hatta sıfıra inmesi sonucunu doğurmaktadır.
Burada kiralayan ve kiracının çıkarlarını yeterince koruyan, kiralayanın fesih konusu
mal üzerindeki tasarrufunun sağlanması, asıl davanın kiralayan aleyhine sonuçlanması
durumunda ise kiracının tazminat isteme hakkının oluşmasına yönelik düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Leasing konusu malın teminat işlevini güçlendirici bu şekilde bir düzenleme yapıldığı
takdirde, leasing firmaları Küçük ve Orta Ölçekli işletmelerin yanı sıra, mikro işletmelerin
yatırımlarına da yönelecek ve bu işletmelere daha cesaretle kaynak sağlayabilecektir.
• Girişimcilere daha sıhhatli ve daha ucuz kaynak aktarmak için mevduat toplamayan kurumlar olan leasing firmaları bankalara göre, dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi,
daha hafif kural, denetim ve düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
3.3. Faktoring
3.3.1. Giriş
Faktoring, kısa vadeli ticari alacakların temlikine dayalı ve hizmet ağırliklı bir finansman yöntemidir. Faktoringin yasal altyapısını oluşturan 545 sayılı Ödünç Para Verme İşleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde
yapılan tanımlama şöyledir;“ Faktoring şirketi, faturaya veya mal veya hizmet satışından
doğmuş olduğunu tevsik eden diğer belgelere dayalı mal ve hizmet satışlarından doğmuş
veya doğacak alacakları temellük ederek tahsilini üstlenen ve bu alacaklara karşılık ödemelerde bulunarak finansman sağlayan şirkettir”. Bu tanım faktoringin önemli işlevlerinden biri olan hizmet işlevi yerine finansman işlevine ağırlık verilerek yapılan bir tanım
olduğundan uygulamalarda bazı sorunların doğmasına neden olmuş ve olmaya devam
etmektedir. Tanımlama konusundaki en önemli husus, faktoring teriminin birçok finansal
hizmeti birlikte kavraması ve sağlanan bu hizmetlerin piyasa şartlarına göre çeşitlendirilebilmesidir. Bu nedenle faktoringin tek ve kesin bir tanımı yerine, işlevleri açısından ele alınarak bu işlevlerin açıklanması yolu ile tanımlanması daha doğru bir yaklaşım olmaktadır.
Uluslararası tanımlardan esinlenerek oluşturulan böyle bir tanım aşağıda verilmiştir.
Faktoring, fatura veya mal veya hizmet satışı ile ilgili olduğunu kanıtlayan diğer belgelere dayalı doğmuş veya doğacak alacakların temellüküne dayanan ve tarafların istekleri
çerçevesinde, alacakların yönetimine ilişkin her türlü iş görmeyi içeren Hizmet işlevi, bu
alacaklara karşı yapılan ön ödemeyi içeren Finansman işlevi, alacakların tahsil edilememe
riskinin faktoring şirketince üstlenilmesini içeren Garanti işlevi, gibi finansal hizmetlerden
bir veya bir kaçını kapsayan bir anlaşmadır. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere faktoring üç
ayrı hizmeti bir arada sunabilen bir finansal yöntemdir:
Hizmet (Alacağın Tahsili ve Yönetimi): Mal veya hizmet satışından doğmuş fatura
veya benzeri bir belgeye dayalı alacakların faktoring kuruluşuna temlik edilmesi ile başlayan süreçtir. Alacakları temlik alan faktoring kuruluşu bu alacakların yönetimine ilişkin
tahsilatı üstlenir, alacak kayıtlarını tutar, alacakların tahsili için ihbar, ihtar gibi işlemleri
yerine getirir. Ayrıca mali, ticari ve idari konularda müşteriye danışmanlık yapmak da bir
hizmet konusu olarak faktör tarafından üstlenilebilir.
89
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Finansman (Alacaklar Karşılığı Ön Ödeme): Faktoring kuruluşuna temlik edilen alacakların vadesi beklenmeden faktor tarafından alacaklarını temlik edene bir ön ödeme yapılır. Genellikle bu ödeme alacak toplamının en çok % 80’i tutarındadır. Alacakların ödeme
vadesi geldiğinde alacağın tamamı işlemin türüne göre,alıcı veya satıcı tarafından faktora
ödenir.
Garanti (Ödememe Riskinin Üstlenilmesi): Faktora temlik edilen alacakların borçlularının aciz hali durumunda, alacakların ödenmeme riskinin faktor tarafından üstlenilmesidir. Böylece alacaklarını faktora temlik eden müşteri mal veya hizmet sattığı kuruluşların
borcunu ödemeyecek duruma düşmesi karşısında korunmuş olur.
Faktoring daha çok banka kredisi kullanma olanakları bulunmayan KOBİ’lerin yararlanabilecekleri bir finansman tekniğidir. Nitekim istatistikler Türkiye’de KOBİ’lerin büyük
bir bölümünün banka kredisi kullanmadığını ortaya koymaktadır. Bu durumda faktoring
küçük ve orta boy işletmelerin kullanabilecekleri önemli bir finansman kaynağı olmaktadır. Kısaca, faktoring hizmetlerinin hedef kitlesi KOBİ’lerdir.
3.3.2. Sektördeki Gelişmeler
Yurt dışında, özellikle Amerika’da bir asırdan beri uygulanmakta olan faktoring işlemlerine Türkiye’de 1988 yılında bir banka tarafından başlanmış, daha sonra, yurtdışında bu
işlemlerin genel olarak bankalar dışında kurulmuş faktoring şirketleri tarafından yürütüldüğünün anlaşılması üzerine 1990 yılında ilk faktoring şirketi kurulmuştur. Bu yıldan itibaren faktoring sektörü şirketleşme bazında gelişmesini sürdürmüştür. 1994 yılına kadar
Türkiye’de faktoring işlemleri Borçlar Kanunu’nun alacağın temliki ile ilgili hükümleri ile
Ticaret Kanunu genel hükümleri içinde yürütülmüştür. 1994 yılında çıkarılan Ödünç Para
Verme İşlemleri Hakkında 545 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile hukukumuza ilk
defa faktoring şirketi tanımı girmiş ve bu konuda bazı düzenlemeler getirilmiştir. Aynı yıl
faktoring Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik çıkartılmıştır.
Bu yönetmelik faktoring sektörünün hukuki altyapısını oluşturmanın ilk adımlarından biri
olarak büyük önem taşımaktadır. Bu hukuki altyapı, yeterli gibi görünmesine rağmen, faktoring hakkında olumsuz yargıların ilk kaynağını da oluşturmuştur. Öncelikle faktoring
hizmet ağırlıklı bir finansman tekniği olarak ödünç para işlerinden farklıdır. Ayrıca 545
sayılı K.H.K. aynı zamanda ikrazatçıları da düzenleyen bir kararname olduğundan faktoring hizmetlerinin ikrazatçılık olarak algılanmasına neden olmuştur. Ayrıca, bazı ikrazatçıların, farklı bir imaj yaratmak için Faktoring ismi altında faaliyet göstermeleri de olumsuz
anlayışın kaynağını oluşturmuştur. Olumsuz yargılara rağmen faktoring, özellikle yasal
altyapısının oluşturulduğu 1994 yılından itibaren, hızlı bir gelişme süreci içine girmiştir.
Aşağıdaki veriler bu durumu açıkça yansıtmaktadır.
Yıl
Ciro (x)
Aktif Toplamı(x)
Öz Kaynak(x)
Çalışan Sayısı
1995
43.418.476
25.962.375
5.252.898
314
2000
3.124.806.144
1.273.225.093
199.035.064
2357
2002
6.237.501.701
2.091.354.000
429.989.000
1745
(x) milyon TL.
90
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
3.3.3. Sektör Analizi
Güçlü Yönler
Faktoring, hizmet, finansman ve garanti işlevlerini bir arada yürüten tek finansal teknik
olma özelliği dolayısı ile işletmelere önemli yararlar sağlar. Sağlanan bu yararları, faktoringin işlevlerine paralel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür.
• Satıcı alacağın tahsil edilmesi ve ilgili kayıtların tutulması işlemleri ile uğraşmaz, onun
yerine bu işleri faktoring şirketi yürütür. Böylece işletme, zamandan tasarruf eder.
• Faktoringin hizmet işlevinden kaynaklanan yararlar, ihracat faktoring işlemlerinde
daha da ön plana çıkar. İhracatçı lisan ve ihracat yaptığı ülkenin yasalarını bilmemekten
doğabilecek sorunları yaşamaz.
• Alacakların tahsil edilmesi işleminin faktoring şirketine devredilmesi sonucu, satıcı,
bu konu ile ilgili olarak alıcı, yani borçlu ile karşı karşıya gelmeyecek ve bu yüzden aralarındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilecek sorunlar yaşamayacaktır.
• Faktoringin finansman işlevi, bu finansal yöntemden yararlanan işletmeler için önemli
bir mali kaynak yaratır.
• Faktoring işlemi ile satıcının firmasının yalnız aktiflerinde bir hareket söz konusudur,
alacakların bir kısmı kasa, banka gibi likit hesaplara aktarılmış olmaktadır. Bu durum, satıcının firmasının bilançosunu daha likit bir duruma getirdiği için 3.şahıslar veya finans
kurumları açısından firmanın kredi değerliliği artar.
• Faktoring yolu ile finansman sağlayan firma, bu finansal teknikte, finansman ile satışlar arasında bir paralellik kurulduğu için, boşuna veya aşırı kaynak kullanma riskinden
korunmuş olur.
• Garanti işlevi, bir yandan bu hizmetten yararlanan işletmeleri ticari ve politik risklere
karşı teminat altına alırken, öte yandan, vadeli satış olanağı sağlayarak, onların rekabet
gücünün artmasını, yeni pazarlara girebilmelerini kolaylaştırır.
Faktoringin, bu güçlü yönlerini uygulamaya tam olarak yansıtabilmesi için, başta yasal
altyapısı olmak üzere bazı sorunlarının çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Zayıf Yönler
• BSMV: Bugünkü yasal çerçeve içinde faktoring şirketlerinin kullanabilecekleri finansman kaynakları öz sermayeleri ve yurt içi ve yurt dışı bankalardan alınacak kredilerden
ibarettir. Yurt içi banka kredilerinde faktoring şirketleri %5 BSMV ödemekte ve bu kaynağı
müşterilerine ön ödeme olarak kullandırırken yine %5 BSMV uygulanmaktadır. Sektörün
KOBİ’lere daha uygun maliyetle fon sunarak üretimlerine canlılık kazandırabilmesi için
faktoring şirketlerinin banka kredileri üzerindeki BSMV oranı hiç olmazsa bankalar arası
kredilerdeki gibi %1’e indirilmelidir.
• Karşılıklar: Faktoring sektörünün en önemli risklerinden biri temlik alınan alacaklar
karşılığı yapılan ödemelerin geç geri ödenmesi veya hiç ödenmemesi ve/veya alıcılar için
91
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
verilen garantilerin tazmin edilememesi durumudur. Sektörün karşı karşıya kalabileceği
bu riski hafifletecek yasal önlem finans kesimi içinde birlikte bulunulan bankalar gibi bu
tür alacaklar için karşılık ayırıp bu karşılıkları vergi matrahından indirme olanağının sağlanmasıdır.
• Kredi Sigortası: Türkiye’de kredi sigortası yeni başlamıştır. Ancak, bu konudaki tebliğ hükümlerine göre, faktoring şirketleri kredi sigortası poliçesine 3.taraf olarak katılma
olanağına sahip değildir. Bu durum garantili yurtiçi faktoring işlemleri yapılmasını engellemektedir. Bu sorunun çözülmesi durumunda faktoring şirketleri AB ülkelerinde olduğu
gibi yurtiçi garantili faktoring hizmeti vermek olanağına kavuşarak sektördeki gelişmeye
ivme kazandıracaktır.
• Eximbank İşbirliği: İhracat faktoring işlemlerinin en önemli ayaklarından biri, ihracat
bedelinin ödenmesini garanti altına alan yurtdışındaki muhabirlerdir. Muhabirler genellikle ithalatçının ülkesindeki faktoring şirketleridir. Türkiye ihracatının bir bölümü faktoring
tekniğinin henüz uygulanmadığı ülkelere, yeni Türk Cumhuriyetleri gibi, yapılmaktadır
ve bu durum bu ülkelere yapılacak ihracatta faktoring yapma olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu gibi ülkelere yapılacak ihracat için faktoring şirketlerinin Eximbank kredi
sigortası kapsamına alınması sorunun akla yakın tek çözümü olacaktır.
• Fatura Sorunu: Fatura veya benzeri tevsik edici belgeler faktoringin dayandığı ana
belgelerdir. Ancak, bugünkü yasalara göre, tek başına faturanın, kendisinden kaynaklanan
alacağın tahsili açısından adli mercilerde delil ve yaptırım gücü, uzun davalar sonucunda
verilecek karara bağlı olduğundan, faktoring şirketleri, temlik aldıkları alacağın dayandığı
fatura veya tevsik edici belge yanında, bir ödeme aracı olarak çek veya senet almak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum, ayrıca, faktoringin çek ve senet karşılığı finansman
sağlayan ikrazatçılık şeklinde algılanmasına neden olarak gerçek faktoringin gelişmesine
engel olmaktadır. Sorunun çözümü, faturanın bugünkü yasal geçerliliğini artırmak, borcun
ödenmemesi durumunda onu, çek ve senet gibi, yasal yaptırım gücüne sahip bir duruma
getirmektir.
• Diğer Sorunlar: Faktoring sektörü Merkez Bankasının karşılıksız çek ve protestolu senetlerle ilgili bilgilerinden ve Interbank fonlama sisteminden yararlanamamaktadır. Bu sorunun çözümü hem sektör hem tüm finans kesimi açısından önem taşımaktadır. Bir diğer
sorun da sektör için bir tekdüzen hesap planı oluşturulmasıdır.
• Yeni Yasa Gereği: Yukarıda belirtilen sorunların hemen tamamı düzenlenecek yeni
bir yasal altyapı ile çözümlenebilir. İlgili finansal kurumların görüşleri de alınarak Hazine
Müsteşarlığı tarafından banka dışı finans kurumları için hazırlanan yasa tasarısı taslağı bu
gereksinimden kaynaklanmıştır. Bu taslağın gözden geçirilerek yasalaştırılması, banka dışı
finans kurumlarının gelişmesini hızlandıracaktır.
3.3.4. Sonuç
Faktoring sektörü, yasal altyapısından kaynaklanan önemli sorunlarına rağmen hızlı bir
gelişme süreci içindedir. Sektör, sorunlarının çözümü halinde tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de katma değer ve istihdama çok önemli katkıları olan KOBİ’lerin finansman
ihtiyacını karşılamada önemli bir yapı oluşturacaktır.
92
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
3.4. Tüketici Finansman Şirketleri
3.4.1. Giriş
Ekonomik büyümenin en önemli ateşleyicilerinden biri olan tüketim için tüketicilere
ödeme kolaylığı sağlayarak ekonomik büyümeye katkı sağlayan Tüketici Finansman Şirketleri, 1990’lı yıllarla birlikte önemli bir gelişim gösteren finansal sektörün bir parçası
olmuştur. Yasal düzenlemeler ile, Tüketici Finansman sektörü ve şirketleri kuruluşunun
alt yapısı hazırlanmış ve 1990’lı yılların ikinci yarısında da ilk şirketler kurulmaya başlanmıştır. Ancak yaşanan ekonomik krizlerin Tüketici Finansman sektörünü olumsuz yönde
etkilemesi yanında sektörü geliştirmeye imkan tanıyabilecek yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmemiş olması, bu sektörün gerçek performansının görülmesini de engellemiştir.
3.4.2. Durum Analizi
3.4.2.1. Mevcut Durum
Tüketici Finansman Şirketleri Derneği’nin halen aktif 5 üyesi bulunmaktadır. Bunlar;
Anadolu Cetelem Tüketici Finansman A.Ş., DaimlerChrsyler Services Finansman Türk
A.Ş., Koç Fiat Kredi Tüketici Finansmanı A.Ş., Koçfinans Tüketici Finansmanı ve Kart Hizmetleri A.Ş. ve Volkswagen Doğuş Tüketici Finansmanı A.Ş.’dir.
Şirketlerin faaliyet gösterdikleri alanlar arasında otomotiv, dayanıklı tüketim ve kredi
kartları sektörleri bulunmaktadır. Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin toplam ödenmiş sermayeleri 98.176 milyar TL’dir.
Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin kuruluş tarihlerinden 30/06/2003’e kadar açtıkları
toplam kredi adeti 2.991.184, tutarı ise 1.822 trilyon TL olmuştur. Tüketici Finansman Şirketleri Konsolide rakamlarına bakıldığında 2002 yılında toplam aktifler 413.649 trilyon TL,
toplam özkaynaklar 37.202 trilyon TL, kurum sayısı 5, personel sayısı 277 kişidir. Bu verilere 2003 yılının altıncı ayı sonu itibarı ile bakıldığında mevcut kurum ve personel sayısı ile
toplam aktifler 469.716 trilyon TL, toplam özkaynaklar 42.869 trilyon TL olmuştur.
3.4.2.2. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi
Güçlü Yönler
• Tek noktadan çözüm: Tüketici Finansmanı Şirketlerinin en önemli avantajı alıcının
bir hizmet veya malı temin etmek üzere gittiği satış noktasından kredi ihtiyacının da karşılanmasıdır.
• Üründe uzmanlaşma: müşterilere gerek tüketici kredisi hizmeti sunumu gerekse de
satış sonrası hizmetlerde yakından ve birebir sorunlarını çözümleyici tarzda yaklaşım imkanı sunulmaktadır. Bürokrasiden uzak ve esnek ürünler ve satış sonrası hizmetlerle üründe uzmanlaşma sağlanmış olmakta ve bu da müşteri memnuniyetini ve müşteri bağımlılığını sağlamaktadır.
• Kayıt gerekliliği: Tüketici finansmanı şirketlerinin kurulması ile birlikte taksitli satışların büyük bir kısmı kayıt altına alınmış, böylece yapılan satışlar ve kullanılan krediler
izlenebilir, verilen faiz ve vergiler kaydedilebilir, ortaya çıkan sorunlar yasal zeminlerde
tüketici hakları da dikkate alınarak tartışılabilir ve çözümlenebilir hale gelmiştir.
• Profesyonel ve Kurumsal Şirket Yapısı
93
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Zayıf Yönler
• Fonlama: Kredi piyasasında bankalarla rekabet etmesine rağmen piyasalara entegrasyonunda eşitsizlikle karşı karşıyadır.
• Fonlama Maliyetleri: Banka TRL borçlanmanın maliyet hesaplamasında dikkate alınan
faiz oranı, damga vergisi (ana paranın 0,75%’i) ve BSMV (faiz üzerinden 5%) gibi unsurlar,
KKDF’den muafiyet olunmasına rağmen fonlama kaynağına ciddi maliyet getirmekte, tüketici finansman şirketlerinin piyasalardaki etkinliğini olumsuz etkilemektedir.
• Nakit akımını rasyonel yönlendirmek, değerlendirmek, para piyasalarında daha aktif
rol oynanmasını gerektirmekte, bu nedenle hem Interbank hem de EFT sistemine dahil
olunması fon akımını yönlendirirken aracılık maliyetlerinden kaçınmak ve piyasaların derinleşmesi açısından gereklidir.
• Tüketici finansman şirketleri mevduat toplama yetkisine sahip olmadığından fonlama
imkanları banka limitleri ve kağıt ihracı ile sınırlıdır. Ciddi alacak portföylerine sahip olunmasına rağmen devletin vergi kanalıyla borçlanma piyasasında dışlama etkisi (crowding
out) yaratması VDMK ihracını olumsuz etkilemektedir. SPK getirdiği düzenlemelerle bankalarla tüketici finansman şirketleri arasında VDMK ihracındaki farkı sadece satış sözleşmesinde alınacak BSMV ile sınırlı tutmasına rağmen, devletin talep ettiği damga vergisi ve
stopaj bu tip bir ihracı imkansız kılmaktadır. Örnek olarak VDMK ihracında temlik edilen
alacak bedeli üzerinde 0,75% damga vergisi alınmaktadır. Ayrıca VDMK yatırımcısından
faiz getirisi üzerinden 13,2% (fon dahil) stopaj kesilmektedir. Hazine bonosunu referans
alan yatırımcılar için bu vergi yükü ihraçcının borçlanma maliyetini yükseltmektedir. Dolayısıyla 2004 yılında damga vergisinin kaldırılacağı yönündeki bakan açıklaması faiz üzerindeki 13,2% stopajın kaldırılması ile birleşirse 1998 yılında kesilen VDMK piyasası tekrar
canlanacaktır. VDMK ihracı ile birlikte bu menkul kıymet üzerinden repo yapma yetkisine
sahip olan kurumlara finansman şirketlerinin de dahil edilmesi gereklidir.
• Teminatlandırma: Tüketici finansman şirketlerinde kredilerin büyük bir kısmını araç
kredileri oluşturmaktadır. Halen özellikle araç kredilerinde araçlar üzerinde rehin alınmakta, borcun ödenmemesi üzerine rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılmakta,
araç bulunsa dahi borçlunun bir itirazının olması halinde aracın satış süresi bir yılı aşkın
sürelerde gerçekleştirilebilmektedir. Ayrıca icra takibi ve icraen satış için ise yüksek oranlarda vergi ve harçlar sözkonusu olmaktadır. Bu durum hem alacaklıyı hem de borçluyu
zarara sokmaktadır. Oysa örneğin Almanya’da rehin hakkı bizdeki mülkiyeti muhafaza ile
yapılan satışa benzer bir durum ile tesis edilmektedir. Burada aracın mülkiyeti kredi borçlusuna geçmekte ancak rehin hakkı (özel bir belge ile) kredi verende kalmaktadır. Kredi
borcunun ödenmemesi halinde kredi kurumunun aracı muhafaza altına alarak doğrudan
(herhangi bir prosedürle karşılaşmaksızın, elindeki özel belgeyi kullanarak) satma hakkı
bulunmaktadır.
Ancak yukarıda izah edildiği üzere ülkemizdeki teminatın paraya çevrilmesi sürecine
ilişkin sorun sadece Tüketici Finansman Şirketlerine özel olmayıp, Bankalar da aynı problemle karşı karşıyadırlar.
94
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Yine kredi borcunun kıymetli evrak yolu ile ödenemeyecek olması da ayrı bir handikaptır. Kredi taksitlerine karşılık senet veya çek veren bir kredi müşterisinin ödememe halinde
takibi nispeten daha kolaydır. Bu durumda alınmış olan rehin hakkından bağımsız olarak
borçlu hakkında takip yapma imkanı varken yeni Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun buna da imkan tanımamakta, adeta kredi alacaklısını kaderi ile başbaşa bırakmaktadır.
• Ürünlerde Kısıtlama: Sadece Tüketici Finansman Şirketlerine özel olan bu konu, tüketicinin kredi sözleşmesinden doğan yükümlülüğünün, kredi konusu olan malın veya hizmetin tesliminden önce başlayamayacağını söyleyen Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve
Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmeliğinin 13.maddesinden kaynaklanmaktadır. Oysa
Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun (TKHK) 10.maddesi “Tüketici Kredisi, tüketicilerin bir mal veya hizmet edinmek amacıyla kredi verenden nakit olarak aldıkları kredilerdir” demekte olup, teslim şartı hakkında bir açıklamada bulunmamaktadır. Bu durum
teorik olarak Bankaların Tüketici Kredilerinde malı teslim almadan da kredi kullandırabileceklerini düşündürmektedir. Oysa ki Tüketici Finansman şirketlerinde kredinin başlangıcı,
malın teslimi ile bağlantılı olduğundan, diğer kurum veya kuruluşların gerçekleştirdikleri
ön ödemeli (taksitlerin başladığı ancak malın belirli bir süre sonra teslim edildiği) kampanyaları gerçekleştirememekte bu durum ise haksız rekabet yaratmaktadır.
Ayrıca Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmeliğinin mal tanımı ile yeni Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun “Mal” konusundaki
tanımları da çelişkilidir. TKHK Mal’ı “Alış verişe konu olan taşınır eşya, konut ve tatil
amaçlı taşınmaz mallar, elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü vb. gayri maddi mallar” olarak tanımlarken, Yönetmelik Mal’ı sadece ticaret konusu
taşınır eşya olarak nitelendirmektedir. Bu durumda konut kredileri TKHK’ ya göre tüketici
kredisi olsa dahi Yönetmelik çerçevesinde Tüketici Finansman Şirketlerince kullandırılamayacaktır. Bu durum ise tüketici finansmanı şirketlerinin ürünlerinin sınırlı kalmasına
neden olmakta, yeni ürünleri sunmasına engel bir durum yaratmaktadır. Yurtdışında kurulu tüketici finansmanı şirketleri incelendiğinde “konut kredisi “ ve “ bayi finansmanı “
ürünleri kolayca sunulabilirken, Türkiye’de yukarıdaki ve benzeri sebepler nedeni ile bu
ürünler sunulamamaktadır.
• Bilgi paylaşımı: Kredi değerliliğinin tesbitinde kullanılmakta olan protesto, karşılıksız
çek, sorunlu kredi ve kredi kartı bilgileri Merkez Bankası liderliğinde bankalararasında
konsolide edilerek yine bankalarca paylaşılmakta, Tüketici Finansman Şirketleri bu sisteme
dahil olmadığından bu bilgi kaynağı kredi değerliliğinde kullanılamamaktadır.
• Diğer:
KDV: Tüketici finansman şirketleri Katma Değer Vergisi ( KDV ) mükellefi olmadıkları
için hizmet alımlarındaki % 18 oranındaki KDV ödenecek KDV’den mahsup edilememekte
ve dolayısıyla KDV bir maliyet unsuru haline gelmektedir. Tek taraflı KDV girişi dezavantajın giderilmesi için hizmet alımlarında ödenen KDV’nin diğer ödenecek vergilerden
mahsubu öngörülebilir.
95
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Sigorta: Otomotiv ve dayanıklı tüketim ile ilgili her alanda müşteriye tek noktadan hizmet verebilme şansı yurtdışında bulunurken, ülkemizde ise bu tür uygulamalar mümkün
olmamakta, araç ve dayanıklı tüketim malları satışında işin bir parçası niteliğinde olan ve
aracın teminatı niteliğinde olması nedeniyle zorunlu tutulan kasko sigortası ve hayat sigortalarının yapılması, bir sigorta şirketinin acentası olarak çalışması, Tüketici Finansmanı
Şirketleri’nce ilgili yönetmelikler gereği mümkün olamamaktadır. Oysa bankalar sigorta
şirketlerinin acentası olarak kasko ve hayat poliçeleri pazarlayabilmekte hatta kasko poliçesinin kendi üzerinden yapılması halinde müşterilere düşük faiz sunabilmektedirler. Bu
durum ise Tüketici Finansmanı Şirketleri için haksız rekabet koşulları oluşturmaktadır.
Temerrüt Faizi: Tüketiciyi Koruma Kanunu’nda yapılan son değişiklikle tüketicilere uygulanabilecek temerrüt faizi, sözleşmede yer alan faiz oranının %30 fazlasından yüksek
olamamaktadır. Ancak uygulamada, tüketiciler üzerindeki faiz yükünün azaltılması ve
bayi/üretici satışlarının artırılması amacıyla sektörümüzde çeşitli kampanyalar düzenlenmekte ve bu kampanyalarda faiz oranları % 0 ‘a kadar gerilemektedir. Dolayısıyla sözleşme
faizi üzerinden hesaplanacak temerrüt faizi, uygulamada sektörümüz aleyhine çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle tüm finansal işlemlerde yeknesaklığı sağlayabilmek
ve tüketicilerin haklarını koruyabilmek amacıyla temerrüt faizinin piyasa koşullarına göre
Merkez Bankası tarafından belirlenmesi, ilan edilmesi ve bu faizin tüm finansal işlemlerde
kulanılabilmesi uygun olacaktır. Bilindiği üzere tüm kamu alacakları için tek bir temerrüt
faizi uygulanmakta ve bu oran tüm kamuoyu tarafından bilinmekte böylelikle uygulamada
hiçbir sorun ile karşılaşılmamaktadır.
Damga Vergisi: 4692 Sayılı Kanun ile Damga Vergisi Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmiştir. Bu değişiklikle Damga Vergisi’nden istisna edilen kağıtlar arasına kişiler ile bankalar arasında düzenlenecek kredi kartı üyelik sözleşmeleri de alınmıştır. Tüketici Finansman Şirketleri’nin müşterileriyle düzenlediği kredi kartı sözleşmelerindeki Damga Vergisi
ise bu düzenlemeye tabi tutulmamış ve sektör haksız rekabete maruz bırakılmıştır.
Fırsatlar
• Tüketici Finansmanı Derneği’nin de üyesi olduğu EUROFINAS (European Finance
House Association) verilerine göre 2002 yılı içerisinde bu derneğe kayıtlı Finans Şirketlerince 283 milyar Euro kredi verilmiştir. Avrupa’daki gelişmeler bu alanda gidilecek ne kadar
yol olduğunu bize göstermektedir.
• Otomotiv ve dayanıklı tüketim satışlarının artması, yüksek satış potansiyelinin bulunması ve faiz oranlarının düşmesi ile kredi kullanımı artmakta, Tüketici Finansman Şirketleri de bu anlamda ekonomik kalkınma için gerekli katkıyı sağlayacaktır.
Tehditler
• Tüketici Kredilerindeki en büyük tehdit, tüketici korunmaya çalışılırken, kredi verenin
alacağının tahsilinin zorlaştırılmasıdır. Bu durumun düzeltilmesi için yapılan çalışmalar
kredi veren aleyhine bazı zorluklar getirmiştir. Kredi faiz oranlarının kredi süresince sabit
96
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
tutulması, buna karşın Tüketici Finansmanı Şirketleri’nin karşılaştığı fonlama sorunlarına
çözüm bulunamaması ve verilen krediler ile fonlama yapmak üzere alınan krediler arasındaki vade farklılıkları ve verilen kredilerde faizin sabitlenmesine rağmen alınan kredilerde faiz sabitlemenin mümkün olmaması sorun teşkil etmektedir. Kredi verenin kıymetli evrak almasının yasaklanması, kredi borçlusuna sadece bir itirazı ile hakkında yapılan
takibi durdurma ve böylece zaman kazanma yolunun açılması da sağlıklı faaliyet imkanı
sağlamamaktadır. Yeni yasa ile tüketici ile ilgili konularda sadece Tüketici Mahkemesi yetkili olacak iken bu kez ödememe halinde kredi kurumunun alacak talebi de bu kapsama
alınmış ve daha önce Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülebilen davalar bu kez Tüketici
Mahkemelerinde görülmeye başlanmıştır. İstanbul’da sadece 1 adet Tüketici Mahkemesi
olduğu düşünülürse artık alacak davalarının sonuçlanma sürelerinin uzaması 1-2 yıl gibi
sürelere ulaşması ihtimal dahilindedir.
3.4.3. Amaç ve Stratejiler
Satış noktalarında “tek noktada çözüm” stratejisi ile kredi hizmeti veren Tüketici Finansman Şirketleri bürokrasi nedenleri ile bankalara gitmek istemeyen veya çekinen ve bu
nedenle kayıt dışında kredi kullanan kişilere kredi sağlamakta ve bu kredileri kayıt altına
alarak ekonomiye destek vermektedir.
Gelişmiş ülkelerde Tüketici Finansman Şirketlerinin toplam kullandırılan tüketici kredileri içerisindeki payı %50’lerde iken, aynı oran Türkiye’de 2002 yılında %5 sevilerinde
gerçekleşmiştir. Bu iki oran kıyaslandığında Tüketici Finansman Şirketlerinin ülkemiz ekonomisinde daha fazla aktif rol alabileceğini, katkıda bulunabileceği alanın olduğunu ve
sektörün gelişme ve ekonomiye katkı potansiyelini göstermektedir. Tüketici Finansman
Şirketleri hedeflerini bu doğrultuda belirlemekte ve faaliyet göstermektedir.
Tüketici Finansman Şirketlerini regüle eden yapının daha efektif oluşturulması ve sektörün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi “mevduat kabul eden” ve “mevduat kabul etmeyen”
şirketler şeklinde ikiye ayrılarak daha verimli çalışabilecek ortamın sağlanması hedeflenmelidir.
3.4.4. Sonuç ve Değerlendirme
Tüketici Finansman Sektörü ekonomik büyümenin önemli dayak noktalarından biridir.
Bu sektörün gelişimi beraberinde bir çok sektörü de büyüme yönünde tetiklemektedir. Bu
yüzden bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bu sektörün düzenlenmesi sadece sektördeki şirketleri değil, tüketim harcamalarının unsurlarını oluşturan tüketicileri,
üreticileri, satıcıları da olumlu yönde etkileyecektir. Diğer taraftan, ülkemizin ekonomik
gelişimini engelleyen, gelir dağılımını bozan, haksız rekabet ortamı yaratan ve gerek yerli
gerekse de yabancı sermayenin yatırım kararlarını olumsuz yönde etkileyen kayıtdışı ekonomiyle mücadele mevcut ekonomik politikaların merkezindedir. Tüketici finansmanı sektörü bu mücadelede en büyük katkıyı sağlayan ve önceki paragraflarda yer alan düzenlemelerin gerçekleştirildiği takdirde daha da fazla katkı sağlayabilecek en önemli sektördür.
97
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
4. Sermaye Piyasası
4.1. Türk Sermaye Piyasası
4.1.1. Giriş
Mali sektörün uzun vadeli araçlar yoluyla reel sektöre fon aktaran kısmını oluşturan sermaye piyasası, yatırım risklerini ve kırılganlığı azaltarak, ekonominin sağlıklı büyümesine
önemli katkılarda bulunmaktadır. Sermaye piyasasında küçük tasarruflarla büyük yatırımlar finanse edilebilmekte ve yatırımlardan elde edilen katma değer geniş kitlelerle paylaşılmaktadır. Böylece, sermayenin tabana yayılması ve gelir dağılımına olumlu katkıda
bulunulmasının yanı sıra; piyasa ekonomisi kültürünün yaygınlaşması, kayıtdışı ekonomi
ile mücadele, bilgi paylaşımının artırılması ve küçük yatırımcıların şirket yönetiminde söz
sahibi olabilmeleri gibi toplumsal faydayı artırıcı etkiler de yaratılmaktadır.
4.1.2. Durum Analizi
4.1.2.1. Mevcut Durum
1980’li yıllarda temelleri atılan sermaye piyasamız, 2000’li yıllara kadar hızlı bir gelişim
göstererek reel sektöre 23 milyar dolar civarında kaynak aktarımına aracılık etmiştir. Fakat,
2000 yılından itibaren, özellikle makroekonomik alandaki olumsuz gelişmelerin etkisiyle,
piyasamız daralma sürecine girmiştir. Uluslararası kıyaslamalar baz alındığında sermaye
piyasamızın derinliğinin ve genişliğinin, potansiyelinin oldukça altında olduğu gözlenmektedir
4.1.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
8. Beş Yıllık Kalkınma Planında Yer Alan Konular
Kaydedilen Aşama
1. Sermaye piyasasında uluslararası muhasebe
Tamamlandı
standartlarına uyum
2. Aracı kurumlarda iç denetim sisteminin geliştirilmesi Tamamlandı
3. Aracı kuruluşların sermaye yapılarının güçlendirilmesi Tamamlandı
amacıyla birleşme ve devralmaların desteklenmesi
4. Sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesi
Merkezi Kayıt
Kuruluşu kuruldu
5. Kurumsal yatırımcı tabanının genişletilmesi
Bireysel Emeklilik sistemi
hayata geçirildi
6. Azınlık hisselerinin haklarının korunması
Birikimli Oy sistemi getirildi
7. Yatırım araçlarının vergilendirme açısından nötr bir
Yapılmadı
konuma çekilmesi
8. Mali Sistem Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulunun Yapılmadı. Fakat, tek merkezi
oluşturulması
düzenleyici ve denetleyici
oluşturulması konusunda
endişeler mevcuttur.
9. İhtisas mahkemelerinin kurulması
Yapılmadı
98
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
4.1.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönler Analizi
Güçlü Yönler
Hukuki altyapı: Sermaye piyasamızın hukuki altyapısı uluslararası normlara uygun, AB
mevzuatı ve IOSCO ilkeleri ile büyük ölçüde uyumludur.
Kurumsal altyapı: Sermaye piyasamızın hızlı, düzenli işleyişini sağlayan köklü kurumlar ve yatırımcının korunmasına dönük işlevsel mekanizmalar mevcuttur.
Teknolojik altyapı: Sermaye piyasamızın tüm kurumlarında veya işlem platformlarında
son derece gelişmiş teknoloji kullanımıyla işlemler hızlı ve güvenli bir biçimde gerçekleşmekte, kayıtlar tutulabilmektedir.
İnsan Kaynağı: Sermaye piyasası, genç, yüksek eğitimli ve yeniliklere açık bir çalışan
profiline sahiptir.
Yönetim: Sermaye piyasamızdaki kamu ile özel kesim kurum ve kuruluşları, global gelişmeleri takip eden, yenilikleri uygulamaktan çekinmeyen, uzun vadeli vizyon ve stratejileri oluşturabilen bir yönetim kadrosuna sahiptir.
Zayıf Yönler
Yetersiz tasarruf akışı: Yurtiçi tasarrufların çok küçük bir bölümünün sermaye piyasası
araçlarında değerlendirildiği görülmektedir.
Yetersiz bireysel ve kurumsal yatırımcı tabanı: Bireysel yatırımcı tabanı ve portföy büyüklüğü gelişmiş ülkelerdekine kıyasla oldukça düşük seviyelerdedir. Kurumsal yatırımcı
çeşitliliği azdır.
Sermaye piyasası kültürünün yerleşmemiş olması: Toplumsal bilgi eksikliği, tasarrufçuların geleneksel yatırım araçlarını tercih etmesine; fon talep edenlerin de özkaynak veya
kısa vadeli finansmana yönelmelerine neden olmaktadır.
Yetersiz sermaye piyasası aracı çeşitliliği: Ülkemizde sermaye piyasası aracı olarak sadece hisse senetleri ve kamu borçlanma senetleri ihraç edilmektedir. Diğer sermaye piyasası
araçları çeşitli sebeplerle ihraç edilemez hale gelmiştir.
Vergi sistemi: Benzer nitelikteki yatırım araçları arasında farklı vergilendirme sistemleri
uygulanmakta, vergi kanunları sıklıkla değiştirilmekte, tasarrufların verimli alanlarda değerlendirilmesini engelleyecek düzenlemeler getirilmektedir.
Fırsatlar
Tasarrufların dağılımı yeniden şekillendirilebilir: Enflasyonla mücadelede ve reel faiz
oranlarının gerilemesinde önemli kazanımlar elde edilmesi, alternatif yatırım olanaklarını
değerlendirmek isteyen yatırımcı kitlesine yeni ürünler sunulmasını kolaylaştıracaktır.
Menkul kıymet ihraçları canlandırılabilir: Makroekonomik istikrarı sağlanması, menkul
kıymet ihraç maliyetleri konusunda yapılacak düzenlemelerle birleştirilirse, ihraççıların
sermaye piyasasından fon sağlama imkanları artırılmış olacaktır.
Yatırımcı tabanı genişletilebilir: Bilgilendirme kampanyaları ve toplantıları ile yerli ve
yabancı yatırımcı ilgisi sermaye piyasalarına yönlendirilebilir.
99
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tehditler
Makroekonomik ve politik istikrarsızlık: Enflasyonu düşürerek, sağlıklı bir ekonomik
büyüme yaratmayı hedefleyen politikaların dışına çıkılması piyasalardaki istikrarı zedeleyecektir. Öte yandan, yurtdışı kaynaklı ekonomik ve siyasi gelişmeler piyasamızda önemli
dalgalanmalar yaratabilmektedir.
4.1.3. Amaçlar ve Stratejiler
4.1.3.1. Stratejik Amaçlar
Sermaye piyasasının geliştirilerek ekonomik kalkınmaya daha etkin bir şekilde katkı
sağlaması amaçlanmalıdır.
4.1.3.2. Hedefler ve İlkeler
Sermaye piyasasının gelişmişliğinin iki ana ölçütü vardır; derinlik ve genişlik. Sermaye
piyasasının derinliği, mevcut sermaye piyasası araçlarının ihraç hacmi, işlem hacmi, tasarruflar içindeki payı v.b. kriterlerle belirlenmektedir. Sermaye piyasasının genişliği ise
mevcut sermaye piyasası araçlarının ve kurumlarının çeşitliliği olarak tanımlanmaktadır.
Sermaye piyasasının derinliği ile ilgili göstergeler, hem zaman içindeki gelişim açısından,
hem de uluslararası karşılaştırmalar açısından ülkemizde sermaye piyasasının olması gerekenden çok daha küçük boyutta olduğunu göstermektedir.
Sermaye piyasasının genişliğinin ölçütü olan menkul kıymet çeşitliliği açısından bakıldığında; ülkemizde hisse senetleri ve devlet borçlanma senetleri olmak üzere sadece iki
yatırım aracı bulunduğu görülmektedir. 1997 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan Özel
Sektör Tahvili, Finansman Bonosu, Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler gibi özel sektörün finansman ihtiyacının sağlanmasına yönelik yatırım araçları yok olmuştur. Sermaye piyasasının gelişimi için hedeflenmesi gereken iki ana unsur derinliğin ve genişliğin geliştirilmesi
olmalıdır.
4.1.3.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetlerin Belirlenmesi
Yatırımcı Tabanının Geliştirilmesi
Menkul kıymet talebinin artırılması için bireysel ve kurumsal yatırımcı tabanının geliştirilmesi gerekmektedir. Yatırımcı tabanı, güvenin artırılması ve etkin bilgilendirmeye
yönelik düzenlemelerle genişletilebilecektir.
Yatırımcı güvenini pekiştirmeye yönelik öneriler, kurumsal yönetim ilkelerinin yaygınlaştırılması, tüm menkul kıymetlerin kaydi sistemde takip edilmesi, imtiyaz sözleşmesi
veya faaliyet lisansları iptal edilen şirket veya bankaların hisse senetlerine sahip küçük
yatırımcıların gelecekte benzer sorunlarla karşılaşmamaları için gerekli düzenlemelerin yapılması, ihtisas mahkemeleri kurulması ve vergi sisteminde revizyon ihtiyacı olarak sıralanmaktadır.
Tasarrufların sermaye piyasasına yönlendirilmesi için Ulusal Bilgilendirme Kampanyası düzenlenerek toplumun her kesiminin sermaye piyasası konusunda asgari bilgiye sahip
olması hedeflenmelidir. Bunun haricinde üniversitelerden başlayıp lise seviyesine de yayı100
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
lacak bir şekilde kişisel tasarrufların değerlendirilmesine dönük bilgilendirme programları,
seminerleri ve eğitim kasetleri hazırlanabilir. Böylece gelecek nesillerde de tasarrufların
verimli değerlendirilmesi doğrultusunda bir bilinç oluşması sağlanacaktır. Kurumsal yatırımcı tabanının geliştirilmesi için, vergi düzenlemelerinin gözden geçirilmesi, kurumsal
yönetim ilkelerinin yaygınlaştırılması, yeni kurumsal yatırımcı türlerinin kuruluşuna ilişkin düzenlemeler yapılması, yatırım aracı çeşitliliğinin artırılması, kamu fonlarının belli bir
kısmının kurumsal yatırımcılar aracılığıyla değerlendirilmesi önerilmektedir.
Menkul Kıymet Arzının Geliştirilmesi
Menkul kıymet arzının ve çeşidinin artırılabilmesi için halka açılmaların teşvik edilmesi,
özel sektör borçlanma senetleri ihracının önündeki vergisel ve mevzuata dayalı engellerin
kaldırılması, vadeli işlem ürünlerinin bir an önce hayata geçirilmesi önerilmektedir.
Mevzuat açısından, Finansman Bonosu, Özel Sektör Tahvili, Varlığa Dayalı Menkul Kıymet, Hisse Senedi ile Değiştirilebilir Tahvil gibi ürünler kuponlu veya iskontolu, sabit veya
değişken faizli, Türk Lirası veya yabancı para cinsinden ihraç edilebilir hale gelmelidir.
Sermaye Piyasasının Altyapısının Geliştirilmesi
Sermaye piyasası altyapısının geliştirilmesine yönelik olarak; Merkezi Kayıt Kuruluşu
ve Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nın bir an önce faaliyete geçmesi için gerekli desteklerin sağlanması, yerli derecelendirme kuruluşlarının oluşturulması, İMKB’nin özelleşmeden önce mali ve yönetimsel özerkliğe kavuşturulması, KOBİ’ler için yalnızca orta ölçekli
şirketlere değil tüm şirketlere hizmet veren, ulusal niteliğe sahip bir Borsa Dışı Teşkilatlanmış Piyasanın kuruluşunun gerçekleştirilebileceği, TSPAKB’nin yetki alanlarının genişletilmesi ve ihtisas mahkemeleri kurulması önerilerinin piyasanın gelişimini hızlandıracağı
düşünülmektedir. Teknolojik altyapı ihtiyacında önemli bir sorun görülmemekle birlikte,
zaman içinde bir sermaye piyasası emrinin verilişinden takas ve muhasebesinin gerçekleşmesine kadar, arada müdahaleye gerek olmaksızın, tüm işlemlerin elektronik ortamda yapılabilmesinin hedeflenmesi gerekmektedir. İnsan kaynağı olarak sektörün eğitimli, genç
ve nitelikli işgücüne sahip olduğu, fakat istihdam olanaklarının piyasa koşullarına bağlı
olarak daralmakta olduğu tespit edilmiştir. Sermaye piyasasını geliştirme yönünde atılacak
adımlarla sektör yeniden istihdam yaratır hale gelecektir.
Vergi ve Teşvik
Sermaye piyasası ile ilgili vergi rejimimizin karmaşık bir yapıya sahip olduğu, sık sık değişikliğe uğrayarak yatırımcı güvenini azalttığı, benzer nitelikteki araçların farklı şekillerde
vergilendirildiği, vadeli işlemlerin vergilendirilmesine yönelik düzenlemelerin bulunmadığı görülmektedir. Makroekonomik istikrar anlamında son yıllarda sağlanan ilerlemelerle
beraber, vergisel teşvikler sağlanması, yatırımcıların sermaye piyasasına yönlendirilmesi
sürecini hızlandıracaktır. Bu kapsamda;
• Enflasyondan arındırılmış gerçek geliri vergilendiren, aynı türden yatırım araçları arasında fark yaratmayan, kalıcı bir vergi yapısı oluşturulmalıdır.
101
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Hisse senedine yatırımın teşvik edilmesi için, gerçek kişilerin elde ettikleri hisse senedi
alım-satım kazançları asgari elde tutma süresi aranmaksızın 10 yıl vergi dışı bırakılmalıdır.
• Küçük birikimlerin sermaye piyasasına yönelmesini sağlamak üzere, gerçek kişilerin
yatırım fonları katılma belgeleri ve yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde ettikleri
kar payları kalıcı olarak beyan dışı bırakılmalıdır.
• Kurumsal yatırımcı tabanını genişletmek amacıyla, bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı paylarına ilişkin vergi teşvikleri arttırılmalıdır.
• Halka açılmanın cazip hale getirilmesi için, halka açıklık oranı arttıkça azalan kurumlar vergisi oranı uygulanmalıdır.
Bu düzenlemelerin yapılması halinde, vergi gelirlerinin azalmayacağı, ekonomimizin
bütünü içinde ele alındığında, sermaye piyasasının reel sektöre sağlayacağı finansmanın,
ekonomik faaliyetlerde yaratacağı artış ile kurumlar vergisi, gelir vergisi ve katma değer
vergisi tahsilatlarında artış sağlanacağı düşünülmektedir.
4.1.4. Sonuç ve Değerlendirme
Sermaye piyasamız uluslararası normlara uygun hukuki çerçevesi, eksiksiz kurumsal
altyapısı, gelişmiş teknolojilerin yaygın kullanımı, eğitimli ve nitelikli işgücü ile gelişmeye en açık sektörlerden biridir. Yapılacak iyileştirmeler ve düzenlemelerle çok kısa sürede
verimli sonuçlara ulaşılabilecektir. Sermaye piyasamızın büyütülmesi, makroekonomik
büyümeye, sermayenin tabana yayılıp gelir dağılımının dengelenmesine, açıklık, şeffaflık
ve piyasa ekonomisi kültürünün yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Sermaye piyasasının gelişimi, Türkiye’nin gelişimi olacaktır.
4.2. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
4.2.1. Giriş
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), Menkul Kıymetler Borsaları Hakkında 91
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye istinaden, öngörülen görevleri yerine getirmek
üzere kurulmuştur. Yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanmakta ve
SPK’nın izleme ve denetimi altında bulunmaktadır. Yönetim ve denetim kurulu üyelerini
genel kurulunda kendisi seçen İMKB, gerek kuruluş gerekse faaliyetlerinde finansman ve
yatırım ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından karşılamaktadır. Devlet bütçesinden doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak hiç bir tahsisat almamakta, bütçesi ve personel kadroları yönetim kurulunun teklifiyle genel kurullarında kesinleşmektedir. İMKB mesleki kuruluş niteliğinde tüzel kişiliği haiz bir kamu kurumudur.
4.2.2. Durum Analizi
4.2.2.1 Mevcut Durum
İMKB piyasalarındaki gelişme istatistiki veriler ışığında incelendiğinde, kurulduğu yıldan itibaren, birincil ve ikincil halka arzlar ile bedelli sermaye artırımları yoluyla İMKB’de
toplam 22,5 milyar dolarlık kaynak yaratılmıştır. Son 5 yılda önceki iki beş yılın 2 katı üzerinde 13 milyar doları aşan kaynak ekonomiye kazandırılmıştır. İMKB’de işlem gören şir102
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
ketler piyasa değeri açısından incelendiğinde; işlem gören 286 şirketin %79’luk bölümünü
oluşturan 226 şirketin her birinin 100 milyon doların altında bir değeri ifade ettiği görülmektedir. İMKB büyük ölçekli şirketlerin yanında pek çok küçük ve orta ölçekli şirketin
sermaye piyasalarından yararlanmasını sağlamıştır.
1997-2002 döneminde; günlük ortalama işlem hacmi bir önceki 5 yıllık dönemde 115
milyon dolar iken 3 kat artarak 369 milyon dolara yükselmiştir. 1997 yılında 3.650 milyon
adet olan günlük ortalama işlem miktarı 2002 yılında 37 kat artarak 134.656 milyon adete
yükselmiştir. Hisse Senetleri Piyasası’nda 1997 yılının başında; 765 adet olan işlem terminali sayısı 2002 yılında 1,2 kat artarak 937 adete; işlem kapasitesi saatte 100.000 emrin
altında iken 2002 yıl sonunda 17 kat artışla saatte 1.720.000 emre yükselmiştir. 1997 yılında
391.575 olan bireysel yatırımcı sayısı 2002 yılında 3 kat artarak 1.204.914’e yükselmiştir.
İMKB işlem hacmi açısından 2002 yılında gelişmekte olan borsalar arasında 4. dünya borsaları arasında 22. sırada yer almıştır. İMKB bu dönem zarfında uluslararası kimliği açısından
büyük ilerleme kaydetmiş, kurumsallaşarak Avrasya bölgesinde lider borsa olma özelliğini
kanıtlamıştır.
4.2.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
İMKB, Avrupa Birliği sermaye piyasaları düzenlemelerine paralel hukuki bir yapıya sahiptir. Menkul kıymet yatırım hizmetlerindeki serbesti, halka açılma, kotasyon kriterleri,
kamuyu aydınlatma, takas ve saklama, yatırımcıların korunması, muhasebe standartları
konularında AB mevzuatı ile büyük ölçüde uyum içindedir.
İşlem maliyetlerinin düşürülmesi ve yatırımcıların bilgilendirilmesi çerçevesinde, en
son teknolojik imkanlar kullanılarak Hisse Senetleri Piyasası ve Tahvil ve Bono Piyasası’nda “Uzaktan Erişim” devreye alınmıştır. İMKB verilerinin gerçek zamanlı olarak veri
dağıtım şirketlerine, televizyonlara ve diğer basın kuruluşlarına yayınlaması gerçekleştirilmiştir. Kamunun zamanında, etkin ve güvenilir bir şekilde bilgilendirilmesini teminen,
Borsamız pazarlarında işlem gören şirketlerin gönderdikleri özel durum açıklamalarının
ve mali tabloların internet üstünden dijital imzalı olarak bilgisayar sunucusuna gelmesi ve
buradan tüm veri dağıtım şirketleri, televizyonlar ve basın kuruluşlarına gerçek zamanlı
olarak dağıtılmasını sağlayan projenin fizibilitesi Sermaye Piyasası Kurulu ile birlikte yapılarak, uygulamaya konulması için gerekli bilgisayar yazılımları hazırlanmaktadır.
Borsa’nın arz ve talep yönlerinin güçlendirilmesi ile sermaye piyasasının ekonomik
gelişmede etkin bir rol oynamasını sağlamak amacıyla; şirketlerin halka açılmalarını ve
sermaye piyasasından kaynak sağlayarak yatırımlarını finanse etmeleri İMKB tarafından
sürekli olarak desteklenmiş ve bu amaçla KOSGEB, ISO, OECD ve SPK ile çeşitli projeler
sürdürülmektedir. Ekonomiye kaynak yaratabilmek için değişen konjonktüre uygun olarak Pazar yapılanması değiştirilerek KOBİ’lere ve yeni ekonomi şirketlerine oldukça esnek
kriterlerle işlem görme imkanı sağlanmıştır. Bu amaçla, İkinci Ulusal Pazar ve Yeni Ekonomi Pazarı 2003 yılında devreye alınmıştır. Ayrıca 2001 yılından itibaren İMKB bünyesinde
Vadeli Döviz Piyasası açılmış, vadeli piyasaların gelişimine katkıda bulunmak amacıyla
2002 yılında İzmir Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’na iştirak edilmiştir.
103
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Gözetim faaliyetlerinin etkinliğinin arttırılması, teknolojik altyapının ve yazılımların geliştirilerek; bilgilerin mümkün olan en kısa sürede işlenip, piyasalarda gerçekleşen işlemlerin eşzamanlı olarak izlenmesi, olağan dışı durumların daha etkin ve çabuk tespit edilmesi,
detaylı ve koordine biçimde incelenmesi ve raporlanması amacına yönelik olarak, SPK ile
eşgüdümlü ve ortak olarak yürütülen Gözetim Projesi’ne ilişkin yazılım çalışmaları devam
etmektedir.
Şirketlerin uzun dönemli performanslarını doğrudan etkileyen kurumsal yönetim ilkelerinin ülkemiz sermaye piyasasında faaliyet gösteren şirketlerde de uygulanmasını teşvik
etmek ve bu ilkelerin hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla Borsamız bu konudaki çalışmalarına ağırlık vermiştir. Ayrıca SPK tarafından konu ile ilgili kurulan çalışma grubunda
yer almıştır. Yapılan çalışmalar sonucu Temmuz 2003 ayında Kurumsal Yönetim İlkeleri
SPK tarafından yayınlanmıştır.
Uluslararası işbirliklerinin geliştirilmesi kapsamında, Avrasya Bölgesindeki sermaye
piyasalarının gelişmesi ve ülke borsaları arasındaki işbirliğinin artmasını sağlamak amacıyla, İMKB’nin önderliğinde Avrasya Borsalar Federasyonu (FEAS) kurulmuştur. Ayrıca
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi projesinde (SECI) Türkiye’nin üstlendiği koordinatörlük İMKB tarafından yürütülmektedir. İstanbul, Atina ve Tel Aviv Menkul Kıymet Borsaları işbirliği çalışmaları kapsamında; üyeler arasında sınır-ötesi işlem yapılabilmesi için
gerekli teknik altyapının kurulması, üç piyasayı da kapsayan bölgesel bir endeks oluşturulması, bölgesel fonların kurulması, çeşitli dillerde kamuyu aydınlatma ve sınırötesi işlemlere ilişkin takas ve saklama işlemlerinin yerel merkezi saklama kuruluşlarının işbirliğiyle
kolaylaştırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülmektedir.
4.2.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönleri
Güçlü Yönler
• Gelişmekte olan piyasalar arasında ön sıralarda gelmektedir.
• Uluslararası yatırım yapılabilir piyasa olarak tanınmıştır.
• Teknolojik olarak gelişmiş sistemlere sahiptir.
• Piyasalara uzaktan erişim imkanı getirilmiştir.
• Hisse senetleri piyasasında işlem görecek şirket sayısı potansiyeli yüksektir.
• Türki Cumhuriyetlerle işbirliklerinde yeni açılımları yapabilecek pozisyondadır.
Bu kapsamda Kırgızistan ve Bakü Borsası’na iştirak etmiştir.
• Fiziki koşullar ve alt yapı açısından ileri düzeydedir.
• 17 yıllık geçmişinde oldukça farklı ortam ve koşullara uyum sağlamıştır.
• FEAS gibi uluslararası bir organizasyonu kurmuş ve istikrarlı bir şekilde işlemeyi
başarmıştır.
• İMKB, büyük ortağı olduğu Takasbank AŞ, takas sistemini başarılı bir şekilde
çalıştırmaktadır.
• Mevzuat alt yapısı gelişmiştir.
• Yetişmiş uzman personel kadrosuna sahiptir.
104
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
• Yatırımcıları koruma fonu mevcuttur.
• Tahvil ve Bono Piyasası, Hisse Senetleri Piyasası ve Vadeli İşlemler Piyasası gibi
değişik yatırım alternatiflerine yönelik çeşitli piyasalar İMKB bünyesinde mevcuttur.
Zayıf Yönler
• Kamu menkul kıymetlerinin özel sektör menkul kıymetlerini dışlama
(crowding out) etkisi ürün çeşitlemesini zayıflatmaktadır.
• Kurumsal yatırımcı tabanı istenen yaygınlıkta değildir.
• Büyük ölçüde anglo sakson ülkelerinde yerleşmiş bulunan hisse senedi kültürü
(equity culture) yaygınlık kazanamamıştır.
• Şirketlerin halka açıklık oranları henüz yüksek seviyelerde değildir.
• Sermaye piyasaları konusunda ihtisaslaşmış mahkemeler bulunmamaktadır.
• İhraçcıların sermaye piyasalarından yararlanma düzeyi istenen ölçekte değildir.
Fırsatlar
• Halen borsada menkul kıymetleri işlem görmeyen çok sayıda yüksek nitelikli
şirket bulunmaktadır.
• Bölgesinde geniş bir coğrafyada çeşitli borsalarla temas kurabilme imkanına
sahiptir. Uzaktan erişimin tamamlanmış olması bu imkanları realize etmeyi
kolaştırmaktadır.
• Yetişmiş ve genç bir kadroya sahiptir.
• Türkiye genç ve sermaye piyasasına ilgi duyabilecek bir nüfusa sahiptir.
• Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi piyasaya yönelecek yabancı yatırımcı
sayısı ve ölçeğini yükseltecektir.
• Sermaye piyasalarının gelişiminde çok önemli rol oynayan bireysel emeklilik
fonları faaliyete geçmiştir.
• Tamamen uzaktan erişim sistemine geçilmesi ve teknolojik gelişim düzeyi
maliyetleri önemli ölçüde azaltabilecektir.
Tehditler
• Ekonominin genel seyrindeki olası bozulmalardan Borsa olumsuz
etkilenmektedir.
• Bölge sıcak çatışmaların, uluslararası krizlerin, kırılgan ekonomilerin
yoğunlukta olduğu bir bölgedir. Yakın bölgede herhangi bir uluslararası
olumsuzluk İMKB’ye yönelecek fonları negatif yönde etkileyecektir.
4.2.3. Amaçlar ve Stratejiler
4.2.3.1. Stratejik Amaçlar
Dinamik ve hızla büyüyen bir borsa olarak en önemli misyonumuz, sermayenin tabana yayılmasını ve dolayısıyla da, halkımızın sermaye piyasasına yatırım yapmak suretiyle
ülke ekonomisine katkıda bulunmasını sağlamaktır. Bu kapsamda stratejik amaçlarımız:
105
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Menkul kıymetlerin güven ve istikrar içinde işlem görmesini temin etmek;
• Borsanın açık, düzenli ve dürüst çalışmasını sağlamak;
• Borsa’nın arz ve talep yönlerinin güçlendirilmesini desteklemek;
• Sermaye piyasasının ekonomik gelişmede etkin bir rol oynamasını sağlamak;
4.2.3.2. Hedef ve İlkeler, Faaliyetler
Stratejik amaçlar doğrultusunda belirlenen başlıca hedefler:
• Şirketlerin Halka Açılmaları ve Açıklık Oranlarının Artmasının Teşviki İle
KOBİ’lerin Sermaye Piyasalarından Yararlanma Düzeyinin Yükseltilmesi
• Kurumsal Yatırımcı Eksikliğinin Giderilmesi
• Borsa’ya Yatırımın Cazip Kılınması
• Mevcut Piyasaların ve Yeni Enstrümanların Geliştirilmesi
• Uluslararası İşbirliklerinin Geliştirilmesi (FEAS (Avrasya Borsalar Federasyonu)
İstanbul, Atina, Tel-Aviv Borsaları İşbirliği Çalışmaları (Trilateral Project) )
• Sermaye Piyasası’nda Kurumsal Yönetim İlkelerinin Yerleştirilmesi
• Menkul Kıymetlerin Güven ve İstikrar İçinde İşlem Görmesinin Temin Edilmesi ve
Borsanın Açık, Düzenli ve Dürüst Çalışmasının Sağlanması; Elektronik İmza ve
Kamuyu Aydınlatma, Elektronik Ortak Gözetim, Afet Telafi, İş Sürekliliği ve
Olağanüstü Durum Planlaması, Bilgi İşlem Güvenliği ve Uzaktan Erişim Geliştirme
projelerinin gerçekleştirilmesi.
4.2.4. Sonuç ve Değerlendirmeler
Sermaye piyasalarımızdaki gelişmenin artarak devamı açısından aşağıdaki hususların
önem taşıdığı düşünülmektedir. Gelişmiş piyasalarda önemli bir rolü olan kurumsal yatırımcı eksikliğinin giderilmesi ile piyasadaki aşırı fiyat değişkenliği azalacak ve manipülatif
işlem zemini zayıflayacaktır. Bu nedenle kurumsal yatırımcıların gelişmesini sağlayacak
desteklerin artarak devamı önem taşımaktadır. Bu kapsamda bireysel emeklilik fonlarına
ödenen katkıların vergi matrahından düşülebilecek bölümünün asgari ücretin bir yıllık tutarı ile sınırlandırılması uygulamasının kaldırılması yararlı görülmektedir.
Sermaye piyasamızın gelişimi açısından halka açılmanın şirketler açısından cazip kılınması önem taşıyan diğer bir husustur. İMKB’nin kuruluş yıllarında Kurumlar Vergisi
Kanunu ile halka açık anonim şirketlerin kazançlarının halka açılma derecesine göre düşük
vergilenmesi avantajı, ilgili dönemde halka açılmaları cazip hale getirmiş ve halka açık
şirket sayısının artmasına önemli katkı sağlamıştır. Bu uygulamanın özelleştirilen şirketleri
de kapsayacak şekilde yeniden getirilmesi yararlı görülmektedir.
Diğer yandan, tasarrufların borsa yoluyla ekonomiye kazandırılması amacıyla yatırımcılara yönelik mevcut teşviklerin devamı faydalı olacaktır. Bu kapsamda, hisse senetleri alım
satım kazançları ve yatırım fonu katılma belgelerinden elde edilen kazançların vergilendirilmesine yönelik mevcut sistemin devam ettirilmesi yararlı görülmektedir. Özel sektörün
alternatif finansman araçlarından yararlanabilmesini sağlamak amacıyla, özel sektör tahvil
ihraçlarını desteklemek için kamu borçlanma araçları ile özel sektör borçlanma araçları arasındaki kamu lehine olan vergilerin eşitlenmesi yararlı olacaktır.
106
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
4.3. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası
4.3.1. Giriş
1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulunun ve müteakiben 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının kurulmasıyla birlikte ülkemizde sermaye piyasalarında önemli
gelişmeler yaşanmıştır. Gelinen bu noktada, sermaye piyasasında önemli yapıtaşlarından
biri olan vadeli işlem ve opsiyon borsasının hayata geçirilmesi söz konusudur. Bu amaçla
Sermaye Piyasası Kanununun 40. maddesi uyarınca 2001/3025 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası Anonim Şirketi (VOBAŞ) kurulmuştur.
4.3.2. Mevcut Durum
Ülkemizdeki işletmeler son yıllarda bir çok krizle karşılaşmıştır. Bu krizler, işletmelerin
risklerini idare edecek araçlardan yoksun olmaları nedeniyle ağır geçmiş ve çok sayıda
işletmenin varlığı sona ermiştir.
Türev araçlar olmaksızın, finansal araçların risklerini idare etmek güçleşmekte ve bunun
sonucunda;Bunlara olan talep azalmakta, yatırım sınırlı kalmakta, yatırımcı sayısı artmamakta, sermaye piyasasındaki yatırımcı sayısı istenilen düzeye çıkamamakta, Kurumsal
yatırım yeterli büyüklüğe ulaşamamakta, Hazine daha yüksek bir primle borçlanmak zorunda kalmaktadır.
Tarımsal ürünlerde şimdiye kadar devletin yoğun müdahalesi yaşanmış ve bunun sonucunda fiyatlar piyasa şartları çerçevesinde oluşamamıştır. Bu müdahale, aynı zamanda
bunu girdi olarak kullanan sanayicinin de rekabet gücünü olumsuz şekilde etkilemiştir.
Ülkemiz dünyanın en büyük bankacılık krizlerinden birini yaşamıştır. Bankacılık kesiminin kullanabileceği risk yönetim araçlarının olmaması bu krizlerin en önemli tetikleyicisi durumundadır. Diğer yandan, işletmelerimizin bu araçlardan yoksun kalması rekabet
güçlerini azaltmaktadır.
Türev araçların nasıl muhasebeleştirileceği Sermaye Piyasası Kurulu tarafından belirlenmiştir. Ancak piyasada uygulama konusunda henüz tecrübe birikimi oluşmamıştır.
Türev araçların işlem gördüğü bir borsanın işlemeye başlamasıyla, gelişmiş bir finansal
piyasa olmak için en önemli eksiklik giderilmiş olacaktır.
Güçlü Taraflar
Mevcut yasal düzenlemeler ülkemizde vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin ticaretinin tek bir borsada yapılmasını öngörmektedir. Bu durum, VOBAŞ’ın ölçek ekonomilerinden yararlanmasını sağlayacaktır. Düzenlemelerde ve diğer makroekonomik göstergelerdeki iyileşmeler sayesinde, VOBAŞ’ın faaliyete geçmesi için çok uygun bir ortam oluşmaya
başlamıştır.Ülkemizde son 15-20 yıla sığdırılan çalışmalarla sermaye piyasalarında önemli
bir altyapı birikimi oluşturulmuştur. Mali kurumların aktif toplamı önemli büyüklüklere
ulaşmış ve bu tutarı daha da artıracak emeklilik fonları gibi yeni kurumlar kurulmuştur.
VOBAŞ, elektronik işletim sistemi kullanacak olup, işlem maliyetlerinin düşmesi bu şekilde sağlanacaktır.
Tehditler
Avrupa Birliğine giriş süreci, VOBAŞ’ın zamanından önce uluslararası rekabete açılmasına neden olabilir. Yatırımcılar konu hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Vergi düzen107
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
lemelerinde ülke şartları ve uluslararası rekabetin gerektirdiği bir çözümün benimsenmemesi, türev araç ticaretine en büyük engel olacaktır. Türev araçların riski azaltacak şekilde
kullanılması durumunda, düzenleyici otoriteler tarafından finansal kurumlar için öngörülen asgari sermaye tutarlarında ve diğer rasyolarda dikkate alınmaması, bu araçlara olan en
büyük talebin ortadan kalkmasına neden olacaktır.
Fırsatlar
Kısa zamanda faaliyete geçecek olan VOBAŞ’ta işlemlere başlanması ile birlikte, finansal
piyasaların vadeli işlem ve opsiyon piyasası tarafı da tamamlanacak ve bir bütün olarak
Türk finansal piyasası yeni bir sıçrama yapacaktır. Türkiye’nin bölge ülkelerine göre önemli ölçüde büyük bir kapasiteye sahip olduğu reel ekonomisine, uluslararası finansal piyasalara tam entegre olmuş bir finansal sistemin eklenmesi ile gelişmiş olan büyük bir önemli
merkez olarak çevredeki diğer ülkeler için bir cazibe merkezi oluşturması sözkonusudur.
Borsanın kurulması, korunmanın olmadığı durumlarda mevzuatı gereğince yatırım yapamayan yabancı fonların ve yatırımcıların ülkemizde yatırım yapmasını teşvik edecektir.
4.4. İstanbul Altın Borsası ve Kıymetli Maden Sektörü
4.4.1. Giriş
Altını diğer metaller karşısında üstün duruma getiren temel özelliklerin başında; üretim hacminin sınırlı olması, inelastik arz yapısı, aynı veya benzer özelliğe sahip başka bir
metalin olmayışı ve rezerv aracı olması gelir. Türkiye’de oluşan altın talebinin çok büyük
bir bölümünü imalat sektörü oluşturmaktadır. Sektörce üretilen takı ve ziynet eşyalarının
önemli bir kısmı yurtiçinde tüketilmekte, ancak ihracat her geçen yıl giderek artmaktadır.
Yıllık 400 tonu bulan altın, 200 tonu bulan gümüş işleme kapasitesine sahip olan ve yaklaşık 250.000 çalışanın istihdam edildiği Türkiye Kuyumculuk Sektörü küçük ve orta ölçekli
işletmelerin genel görünümünü de bire bir yansıtmaktadır.
1985 yılında 3213 sayılı Madencilik Kanununda yapılan değişiklikle yabancı yatırımcıların da Türkiye’de altın aramalarına imkan tanınmış ve bunun sonucunda bir çok yabancı
kuruluş gelişmiş yöntemler kullanarak altın arama çalışmalarına başlamıştır. Türkiye’de
altın üretim kapasitesinin yıllık 25 ton civarında olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye
Madencilik Sektörü Konseyi’nin verdiği rakamlara göre, üretime hazır yatakların potansiyelinin 509 ton olduğu kabul edilmektedir. Türkiye’nin ilk altın üretim projesi Bergama Ovacık’tadır. Türkiye’deki altın madenlerinin işletilerek ekonomimize kazandırılması
yaratacağı katma değer, istihdam ve ihracat gelirleri açısından önemli bir gelişme olarak
kabul edilmelidir.
4.4.2. Durum Analizi
4.4.2.1. Türk Altın Piyasasının Liberalizasyon Süreci
Türkiye ekonomisinin her alanında serbest piyasaya geçiş politikalarını takiben alınan
yapısal değişiklik kararları, altın sektörünün gelişimi açısından da önemli gelişmelere neden olmuştur. 1983 ve 1984 yıllarında alınan kararlarla, altın ithalatı belirlenen esaslara
uymak kaydı ile serbest bırakılmıştır. Yine aynı kararlarla T.C. Merkez Bankası’na altın ve
döviz kurlarının Türk Lirası karşılığı değerini belirleme yetkisi verilmişti. Altın piyasasına
108
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
yönelik olarak alınan kararlar doğrultusunda, T. C. Merkez Bankası nezdinde 1984 yılında
Türk Lirası karşılığı altın piyasası kurulmuştur. Bu piyasada Merkez Bankası tarafından
ithal edilen altınlar yurt içindeki şahıslara döviz ve efektif karşılığı satılmıştır.
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ile sermaye hareketleri serbest
bırakılmıştır. 32 Sayılı Kararda, 1993 yılında yapılan değişikliklerle altın fiyatının dünya
fiyatlarına paralel olarak serbestçe belirlenmesi, ithalatı ve ihracatı serbest bırakılmıştır.
Sermaye Piyasası Kanunu’nda 1992 yılında yapılan değişiklikle, Kanunun “Kambiyo ve
Kıymetli Madenler Borsaları” başlıklı 40/A maddesi ile “Kambiyo ve kıymetli madenlerle
ilgili borsaları kurmaya, bunların çalışma esaslarını tespite, bu borsalarda faaliyet gösterecek aracılarla ilgili esasları belirleyerek bu borsaların ve aracıların izleme ve denetimi ile
ilgili düzenlemeleri yapmaya ilgili bakanlık yetkilidir.” hükmü getirilmiştir. Bu değişikliği
takiben İstanbul Altın Borsası kurulmuş ve 26 Temmuz 1995 tarihinde faaliyete geçmiştir.
Altın piyasasının liberalleştirilmesi yönünde alınan kararlarla altının legal ticari platforma intikali için üretim, ithalat ve ihracat aşamasında kolaylıklar getirilmiştir. Bu gelişmeler altının yurt içi fiyatları ile dünya fiyatları arasındaki farkın azalmasını ve maliyetlerin
düşmesini sağlamıştır. Altın piyasasının liberalleştirilmesi, kuyumculuk sektöründe yeni
gelişmelere yol açmıştır. Türk kuyumcuları dünya piyasalarına açılmaya başlamış, dünya
kalitesinde ürünler geliştirmiş, uluslararası düzeyde bir müteşebbis kültürü oluşturmuş ve
uluslararası talepleri karşılayabilecek bir konuma gelmiştir. Son yıllarda kurumsallaşma
ve markalaşma yolunda önemli adımlar atan sektör, dünya piyasalarındaki yerini önemli
ölçüde sağlamlaştırmıştır. Bu gelişme sektörü her yıl artan bir büyüme trendi içine sokmuştur.
İstanbul Altın Borsası’nın kurulmasının yanı sıra altın bankacılığı konusunda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerle tasarruf edilen altının mali sisteme kazandırılmasına yönelik
kararlar alınmıştır. 1994 yılında aynı Karar’da yapılan değişiklikle bankaların yanında yetkili müesseseler ve kıymetli maden aracı kurumlarına da altın ithal etme yetkisi verilmiştir.
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’da 1993 yılında yapılan değişiklikle bankalara altın depo hesabı açmaları konusunda yetki verilmiştir.
4.4.2.2. İstanbul Altın Borsası
İstanbul Altın Borsası’nın kurulması yönünde ilk yasal karar 1993 yılında alınmıştır.
Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmelik hükümlerine dayanılarak 1994 yılında çıkarılan İAB Yönetmeliği ile Borsa’nın çalışma kural
ve esasları belirlenmiştir. Borsa’nın resmen faaliyete geçmesi ise 26 Temmuz 1995 tarihinde
gerçekleşmiştir. Kısa sürede yakaladığı işlem hacmiyle Türk finans sisteminde ve uluslararası altın piyasalarında yerini alan İstanbul Altın Borsası, hızla gelişerek 1996 yılında altına
dayalı yatırım araçları kapsamına altın yatırım fonlarını dahil etmiştir. 1997 yılında Vadeli
işlemler ve Opsiyon Piyasası’nı açmış ve altına dayalı vadeli işlemleri, piyasanın kullanımına sunarak finansal enstrüman çeşitliliğini arttırmıştır.
İstanbul Altın Borsası, 1999 yılı içinde Kıymetli Madenler Borsası konumuna gelebilmek
için yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu amaçla mevzuatta gerekli değişikliklerin
yapılması ile külçe gümüş teslimlerinden katma değer vergisinin kaldırılması sağlanmış
109
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
ve Borsamızda altının yanısıra gümüş ve platin 9/7/1999 tarihinden itibaren Borsamızda
işlem görmeye başlamıştır. Gümüş ve platinin İstanbul Altın Borsası’nda işlem görmesi,
sanayi ve endüstri sektörlerinde dünya fiyatlarına paralel sağlıklı fiyat oluşumu, arz-talep
planlaması, üretim ve ithalat, ihracat kararlarının alınmasında sağlanacak istikrar ile ulusal
ve uluslararası piyasalarda yaratacağı güven unsuru açısından önemlidir.
İstanbul Altın Borsası bünyesindeki piyasaların ürün çeşitliliğinin arttırılıp daha etkin
çalışabilmesi, ülke ekonomisine önemli bir katma değer ve istihdam kaynağı yaratan kuyumculuk sektörünün Borsamız ile entegrasyonunun sağlanabilmesi ve halkın elindeki atıl
kıymetli madenlerin daha iyi değerlendirilerek ülke ekonomisine kazandırılması amacıyla,
İstanbul Altın Borsası bünyesinde 1/10/1999 tarihinde Standart Dışı Altın İşlemleri’nin yapılmasına da olanak tanınmıştır. Ayrıca, 26.12.2001 tarihinden itibaren atıl altın stokunun
yatırım araçlarına dönüştürülmesi için altın, gümüş ve platine dayalı bonoların Borsa üyesi
bankalar tarafından ihraç edilmesine ve bu bonoların ikincil işlemlerinin Borsa bünyesinde
gerçekleştirilmesine imkan verilmiştir. Böylece fiziki olarak altına yatırım yapan kişilere,
altının getirisine de yatırım yapabilme imkanı sağlanarak; bu miktardaki kaynağın finans
kurumlarınca reel ekonomiye aktarılabilmesine olanak sağlanmıştır. Diğer yandan, İstanbul Altın Borsası tarafından gerçekleştirilen çalışmalarla üye kuruluşlar dışındaki üçüncü
kişilerin sahip oldukları veya Borsa kanalıyla satın aldıkları altınların Borsada daha önce
işlem görmesi koşuluyla Borsa kasasında saklanabilmesi imkanı getirilmiştir.
Kıymetli Madenler Piyasası’nda, bankalar, yetkili müesseseler, özel finans kurumları,
kıymetli maden aracı kurumları, kıymetli maden üretim ve pazarlaması faaliyetinde bulunan kişi ve kuruluşlar işlem yapabilmektedirler. Kıymetli Madenler Piyasası’nın Eylül
2003 itibarıyla 19 banka, 22 yetkili müessese, 8 kıymetli maden aracı kurumu, 2 kıymetli
maden üretim ve pazarlama faaliyetinde bulunan kuruluş, 1 yurt dışında yerleşik kuruluş
ve 3 tane de sadece Vadeli işlemler ve Opsiyon Piyasası’nda işlem yapmaya yetkili İstanbul
Menkul Kıymetler Borsası üyesi aracı kuruluşu olmak üzere toplam 55 üyesi bulunmaktadır. Faaliyete geçişinden günümüze Kıymetli Madenler Piyasasında toplam 2,388 ton altın,
829 ton da gümüş işlem görmüştür.
Altın sektörünün gelişim sürecindeki temel engellerden biri, sektördeki firmaların işletme sermayesi ihtiyacından doğan kısa vadeli finansman sorunudur. Finansman sorunu,
sektörün hammadde maliyetlerini etkileyerek üretim ve satış rakamlarına yansımaktadır.
Mevcut altın kredi piyasasında arzın yetersiz oluşu ve kredi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle sektör, kısa vadeli sermaye ihtiyacını tam karşılayamamaktadır. Sektörün kısa ve
uzun vadeli finansman ihtiyacının en uygun maliyetle karşılanabilmesi amacıyla İstanbul
Altın Borsası tarafından 1999 yılında başlanan çalışmaların sonucunda, 23/03/2000 tarihinde Borsa bünyesinde Kıymetli Madenler Ödünç Piyasası faaliyete geçmiştir.
4.4.3. Amaçlar ve Stratejiler
4.4.3.1. İstanbul Altın Borsası’nın Projeleri
Gram Altın Projesi
İstanbul Altın Borsası ve İstanbul Altın Rafinerisi’nin birlikte başlattığı gram altın projesi halen 1 kiloluk külçe altınların el değiştirdiği Borsa’da, 1 gramdan 15 kiloya kadar 24
110
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
ayar saf altınların da işlem görebilmesine olanak sağlayacaktır. Projenin hayata geçmesiyle altına yatırım yapmak isteyen küçük tasarruf sahiplerinin Borsa’ ya olan ilgisi artacak,
Borsa işlem hacm artacak, tasarruf sahibi işlenmemiş altın istenilen miktarlarda alabilecek,
tasarruf amaçlı edinilen altınlar için işçilik bedeli ödenmeyecek, gram altınlar bankalara
yatırılacağından güvenlik sorunu ortadan kalkacak, kasa kira bedeli ödenmeyecek, banka
hesaplarına yatırılan gram altınlar üzerinden faiz alınabilecek, banka hesaplarına yatırılan
gram altınlar yine bankalardan gram altın olarak çekilebilecek, başka bankalara yatırılabilecek, havale yapılabilecektir.
Efektif Piyasası Projesi
İstanbul Altın Borsası bünyesinde bir Efektif Piyasası’nın kurulması amacı, Devletin
altın ve döviz piyasalarında piyasa ortamını örgütleyici rolünü etkinleştirmektir.
Proje; organize, şeffaf ve kurumsal nitelikte bir piyasa ortamında yeniden örgütlenmeyi
sağlayacak, piyasanın likiditesini artıracak, döviz efektif spreadini azaltacak, piyasa derinliğini ve etkinliğini artıracak, spekülatif ve manupülatif hareketleri önleyecek, Kapalıçarşı piyasasının daha hızlı kurumsallaşmasına olanak verecek, doğru bir referans fiyat
oluşumunu sağlayacak, bu sayede daha sağlıklı bir cari işlemler dengesi ve sermaye hesabı
dengesine yol açacak ve kurlarda belirsizliğin azalması yoluyla faiz oranlarıyla ilgili belirsizliği azaltacaktır.
Kıymetli Taş İşlemleri Projesi
Kıymetli taş piyasasında kayıtdışılık önemli bir sorundur. Bunun en önemli nedeni %18
oranında uygulanan Katma Değer Vergisinin taş işlemi yapan kesim tarafından yüksek
bulunmasıdır.
Dünyadaki gelişmeler incelendiğinde, kıymetli taş işlemlerinin yoğun olarak gerçekleştiği ülkelerin birçoğunda katma değer vergisi istisnasının olduğu ve sektörün çeşitli teşviklerle desteklendiği görülmektedir. Piyasanın yakın zamanlarda, Batı Avrupa’ dan daha
düşük maliyetle çalışma olanağı sunan Doğu Asya ülkelerine doğru kaymakta olduğu ve
bu gelişmede, düşük işgücü maliyetleri yanısıra sağlanan diğer vergisel teşviklerin önemli
etkenler olduğu bilinmektedir.
Kıymetli taş işlemlerinin kayıt altına alınması ve daha yüksek tutarlarda vergi tahsil
edilebilmesi için işlemlerin Borsa bünyesinde örgütlenmesi ve Borsa bünyesinde yapılması
şartıyla, gerçekleşecek işlemlerde uygulanacak KDV oranın %1 oranına düşürülmesi gerekmektedir. Bu yönde bir vergisel avantajın, toplam vergi gelirlerine müsbet katkı yapacağı hesaplanmaktadır.
İstanbul Altın Borsası’nın Finansal Piyasalarda Etkinliğinin Arttırılması
İstanbul Altın Borsası’nın kuruluş amacı, Türkiye altın piyasasının uluslararası rekabete
dayalı, güvenilir fiyat oluşumuna olanak sağlayan, kayıt içinde ve haklı rekabet ile uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek bir sektör oluşumuna katkı sağlamak ve kurumsal
111
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
bir kimlik ile uluslararası altın ticaretine imkan sağlayan bir yapılanma oluşturmaktır. Bu
yapılanmanın oluşması, İstanbul’u uluslararası bir finans merkezi konumuna getirme hedefine çok ciddi bir katkı sağlamıştır. Borsanın bu katkısı, siyasi ve ekonomik istikrarın
sağlanması ve yerleşmesiyle hızla artacaktır. Risk yönetimi, riskten korunma, portföy yönetimi, korunma amaçlı alım – satım ve benzeri konular, müteşebbis kitlesi oldukça genç ve
müesseseleri olgunlaşma sürecinde olan ülkemiz için oldukça yenidir. Ancak ülkemizde
bu konularla ilgili oldukça donanımlı ve eğitimli genç bir kitle mevcuttur. Geleceğe yönelik
belirsizliklerin azalmasıyla bu kitlenin enerjisi ve müteşebbis kitlemizin tecrübesi birleşecek ve bu gelişme, ülkemizde daha etkin finansal piyasaların oluşmasına yol açacaktır.
4.4.4. Sonuç ve Değerlendirme
Türk halkı açısından 1980’li yılların ortalarına kadar yatırım araçları içindeki güçlü konumunu koruyan altın, hisse senedi ve banka mevduatı faizi gibi alternatif yatırım araçlarının piyasanın kullanımına sunulmasıyla, eski önemini yitirmiş gözükse de ülkemizin
önemli bir sorunu olmaya devam eden yüksek oranlı enflasyondan dolayı, çekiciliğini hala
sürdürmektedir.
Ülkemizde mücevherat yapımında kullanılan altın miktarındaki yetersiz artış, sadece
Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklardan kaynaklanmamıştır. Yakın zamana kadar sadece iç piyasaya hitap eden ülkemizdeki kuyumculuk atölyeleri, iç piyasadaki durgunluktan önemli oranda etkilenmişlerdir. Kuyumcularımızın ihracatın önemini
kavramasıyla, yeni gelişmelere de imza atılmaya başlanmıştır. Son yıllarda altın ihracatı
yapmak üzere yeniden bir yapılanma içine girerek altın ihracatı yapmak üzere kurumsallaşma çabaları içine giren sektör, altın mücevher ihracatında dünyada bir numara olan
İtalya için önemli bir rakip olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu noktada, ülkemiz ekonomisine önemli bir girdi sağlayacak olan sektörün devlet tarafından desteklenmesinin gerekliliğine dikkat çekilmelidir.
Dünyanın en önemli altın tüketicisi ülkeleri, liberal bir altın piyasası ve altının uluslararası standartlara uygun olarak işlem gördüğü bir altın borsasından yoksun durumdadır.
Ülkemiz bu açıdan oldukça şanslıdır.
İstanbul Altın Borsası, sektörün finansman ve korunma ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kıymetli madenlere dayalı yatırım araçlarını çeşitlendirme çalışmalarını yapmaya devam etmektedir.
Hızlı bir birleşme faaliyeti içinde bulunan uluslararası finans piyasalarındaki gelişmelerden geri kalmamak ve taşıdığı ekonomik potansiyeli doğru değerlendirerek, ülkemizin
dünya finans piyasalarında hak ettiği yeri alabilmesi için, kıymetli madenler piyasamızın
ihtiyaç duyduğu düzenlemelerin hızla gerçekleştirilmesi; özellikle kurumsallaşma yolunda
hızla ilerleyen sektörü teşvik edici uygulamalara öncelik verilmesi, yeraltı kıymetli maden
rezervlerimizin ve halkın elinde bulunan atıl altın stokunun ekonomiye kazandırılması ve
daha etkin bir piyasa yapısı için İstanbul Altın Borsasının kamu adına gözetim, denetim ve
hakemlik fonksiyonlarının desteklenmesi gerekmektedir.
112
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
5. Bağımsız Denetim Sektörü
5.1. Giriş
Türkiye’de bağımsız denetim mesleğinin başlaması ve gelişmesinde en önemli etken
mali piyasalarda faaliyet gösteren banka ve diğer mali kuruluşların talepleri olmuştur.
Bankalara ve daha sonra Sermaye Piyasası Kanununa tabi şirketlere bağımsız denetim zorunluluğu getirilmesi ve bu kapsamda denetim yapabilecek kişi ve kuruluşların yetkilendirilmesi ve faaliyetlerinin yürütülmesini düzenleyen tebliğ ve yönetmeliklerin yürürlüğe
girmesi ve 1989 yılında Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirlik ve
Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun yayımlanması ile bağımsız denetim faaliyetini yürüten kuruluşların sayısı hızla artmıştır.
5.2. Durum Analizi
5.2.1. Mevcut Durum
Türkiye’de bağımsız denetim mesleği yasal olarak 3568 sayılı “Serbest Muhasebecilik,
Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu” ile tanınmıştır.
Bağımsız denetim faaliyetlerinin ilke ve standartları, bağımsız denetim şirketlerinin kuruluş, yetkilendirme ve faaliyetleri ile uymaları gereken mesleki ve etik standartlar ise,
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK),
Hazine Müsteşarlığı gibi düzenleyici kurumlar tarafından ayrı ayrı düzenlenmiştir.
Diğer yandan TÜRMOB tarafından kurulmuş olan Türkiye Denetim Standartları Kurulu (TÜDESK) ulusal denetim standartlarını saptamayı ve yayınlamayı hedeflemiş, Bağımsız Denetim Derneği ise bağımsız denetim mesleğini kamu otoritesi dışında, ele alarak
geliştirmek ve temsil etmek amacıyla kurulmuş olup, bağımsız denetim mesleği ile ilgili
hususların ele alındığı en geniş platformdur.
Mali tablo hazırlama ve raporlama yükümlülüğü açısından ise Sermaye Piyasası Kurulu
hükümlerine tabi şirketler SPK’nın, bankalar ve özel finans kurumları BDDK’nın, sigorta
ve reasürans şirketleri ve faktoring şirketleri ise Hazine Müsteşarlığının belirlemiş olduğu
muhasebe standartlarına göre mali tablolarını hazırlamakta ve bu kurumlarca belirlenen
raporlama standartlarına uymaktadır.
Diğer yandan, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu çerçevesinde kurulan idari ve mali
özerkliğe sahip Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK), ulusal muhasebe standartlarının belirlenmesini amaçlamaktadır. Halihazırda, BDDK, SPK ve Hazine Müsteşarlığı
hükümlerine tabi olmayan diğer tüm şirketlerde ise muhasebe standartları ve mali tablo ilkeleri, Vergi Usul Kanunu’nun değerleme esasları ve Tek Düzen Hesap Planı açıklamaları
çerçevesinde uygulanmaktadır.
5.2.2. Plan ve Programlara Uyum Düzeyi
IMF ile yapılan çalışmalar ve Avrupa Birliğine yapılan adaylık başvurusu ile bağlantılı
olarak bütün mali piyasalarda bir bütünlük ve şeffaflık sağlanması amacıyla gerçekleştirilen çalışmalar; bankacılık konularındaki düzenleme, denetleme ve gözetleme yetkilerinin
özerk bir kurum olarak yapılandırılan BDDK’na devredilmesi; 2001 yılı sonu itibariyle Bankacılık sektöründe recap (“mali milat”) olarak kabul edilen çalışmaların gerçekleştirilmesi;
2002 yılı içinde BDDK tarafından Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) ile
113
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
uyumlu Muhasebe Uygulama Yönetmeliği’nin(“MUY”) yürürlüğe konması; BDDK ayrıca
2001 yılında bankaların karşılaştıkları risklerin izlenmesi ve kontrolünü sağlamak üzere
bir yönetmelik yayımlaması; SPK’nın, halen yürürlükteki 33 adet UFRS’yi içeren “Sermaye
Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliğ” ‘i 2003 yılında yürürlüğe koyması;
Hazine düzenlemeleri ile faktoring şirketlerine denetim zorunluluğu getirilmesi; sigorta ve reassürans şirketlerinin bağımsız denetime tabi tutulması ile bunları denetleyecek
bağımsız denetim kuruluşlarının yetkilendirilmesi ile ilgili yönetmeliklerin çıkarılması;
sigortacılık sektörü muhasebe ve raporlama sisteminin Avrupa Birliği ve UFRS ile uyumunun sağlanması için bir danışman atanması ve çalışmalara başlanması; enflasyondan
arındırılmış gelirler üzerinden vergilendirme konusunda Maliye Bakanlığının enflasyon
muhasebesi tebliğinin çıkarılmasına ilişkin çalışmaları olarak özetlenebilir.
5.2.3. Güçlü ve Zayıf Yönler
Güçlü Yönler; Muhasebe ve raporlama standartlarının uluslararası standartlar ile uyumlu hale gelmesi, bağımsız denetim sektöründe çalışan yüksek nitelikli işgücü, mali sektöre
yönelik denetim zorunluluğunun bulunması.
Zayıf Yönler; Muhasebe ve raporlama standartlarındaki hızlı değişime uyum zorlukları,
mali sektör dışında denetim zorunluluğunun sadece halka açık şirketlerle sınırlı olması, denetim kalitesinin izlenmesine yönelik mekanizmaların yeterince işler olmaması, muhasebe
standartları ve denetim standartları ile ilgili yetkili çok sayıda kurumun bulunması.
Fırsatlar; Bağımsız denetim ile ilgili yeni düzenlemeler meslek açısından yaratacağı fırsatlar, Avrupa Birliği üyelik süreci.
Tehditler; Bağımsız denetimin kamuoyunda yanlış algılanması, ekonomide yaşanan
olumsuzluklar ve yüksek denetim riski, sorumlu ortak rotasyonu yerine bağımsız denetim
şirketinin rotasyonu.
5.3. Amaçlar ve Stratejiler
Ana hedefler; Muhasebe standartlarının saptanması ve uygulanması ile ilgili tüm yetkilerin Türkiye Muhasebe Standartları Kurumu’na verilmesi, özel kuruluşlar için alt komitelerin oluşturulması, tek standardın (UFRS) uygulamaya konulması, Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu “The International Federation of Accountants (IFAC)” çıkarmış
olduğu standartların ve özellikle Uluslararası denetim ve etik standartlarının tümüyle kullanılması, Denetim standartlarının oluşturulması ve uygulanması ile ilgili tüm yetkilerin
Türkiye Denetim Standartları Kurulu’na verilmesi.
Stratejik amaç ve hedefleri gerçekleştirecek faaliyetler; SPK, BDDK, Hazine ve diğer
kuruluşların başka bir ad kullanılmadan UFRS’yi tümüyle kabul etmesi ve orijinal standartların IASC Foundation tarafından onaylanmış tercümelerinin esas alınarak UFRS’nin
uygulanmasını sağlaması, kamuoyunda bağımsız denetimin doğru algılanmasının sağlanması, denetim mesleğinin sektörel olarak büyümesinin sağlanması, iç denetçiler, kamu
denetçileri, ve bağımsız denetçilerin ilişkilerinin belirlenmesi ve birbirleri arasındaki iletişimin sağlanması.
5.4. Sonuç ve Değerlendirme
Sonuç olarak gerek denetim standartlarının ve gerekse muhasebe standartlarının geliştirilmesi, uluslararası normlara uygun hale getirilmesi, bu çerçevede tüm çabaların aynı çatı
altında toplanması hedeflenmelidir.
114
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Mali Piyasalar
Ekler
Ek Tablo 1: Finansal Varlıklar (Dağılımı ve GSYİH’ya Oranı, %)
Para ve para benzeri varlıklar
TL
Nakit
Mevduat
Repo
Yatırım fonu
YP
Özel sektör menkul kıymetleri
Hisse senedi
Tahvil ve bono
Kamu menkul kıymetleri
Tahvil
Bono
Diğer
Toplam
1990
52
41
7
34
11
33
32
1
15
11
3
1
100
Dağılımı (%)
2002
2003 Haz.
40
38
20
22
2
2
15
17
1
1
1
3
21
16
16
14
16
14
0
0
43
47
32
38
11
9
0
0
100
100
GSYİH’ya oranı (%)
1990
2002
2003 Haz.
23
51
45
18
25
26
3
3
3
15
20
19
1
1
2
3
5
26
19
14
20
17
14
20
17
0
0
0
6
55
56
5
41
45
1
13
11
0
1
0
44
126
118
115
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Ek Tablo 2: Türk Finans Sektöründe Faaliyet Gösteren Kurumlar*
(Kurum sayısı, Çalışanlar, Özkaynaklar, Toplam aktifler, Toplam aktiflerin dağılımı ve GSYİH’ya oranı)
Finansal kurumların sayısı
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
Finansal kurumlarda çalışan sayısı
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
Finansal kurumların toplam özkaynakları (Trilyon TL)
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
Finansal kurumların toplam aktifleri (Trilyon TL)
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
Finansal kurumların aktiflerinin dağılımı (%)
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
Finansal kurumların aktifleri (GSYİH’nın %’si)
Bankalar
Banka dışı finansal kurumlar*
-Özel Finans Kurumları
-Sigorta Şirketleri
-Leasing Şirketleri
-Faktoring Şirketleri
-Tüketici Finansman Şirketleri
-Sermaye Piyasasında İşlem Yapan Aracı Kurumlar
2002
387
54
333
5
58
36
110
5
119
145.859
123.271
22.588
2.530
10.538
862
1.745
277
6.636
29.134
25.695
3.439
380
1.167
710
430
37
715
228.616
212.675
15.941
3.840
5.434
3.165
2.091
414
997
100,0
93,0
7,0
1,7
2,4
1,4
0,9
0,2
0,4
82,8
77,1
5,8
1,4
2,0
1,1
0,8
0,1
0,4
Haziran 2003
372
52
320
5
58
36
97
5
119
144.540
121.888
22.652
3.207
**10.538
845
1.530
277
6.255
34.327
30.147
4.180
488
1.496
787
588
43
778
229.361
211.661
17.700
4.027
6.263
3.455
2.431
470
1.054
100,0
92,3
7,7
1,8
2,7
1,5
1,1
0,2
0,5
73,8
68,1
5,7
1,3
2,0
1,1
0,8
0,2
0,3
* Raporun önsözünde belirtilen alt sektör temsilcisi kurumlara üye kuruluşların konsolide verilerdir.
** Haziran 2003 dönemine ilişkin veri olmadığından 2002 dönemine ilişkin veri kullanılmıştır.
116
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Mali Piyasalar
Fiyat İstikrarı
Çalışma Grubu Raporu
Çalışma Grubu Raporu
117
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
118
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Koordinatör Kurum
T.C. Merkez Bankası
Çalışma Grubu Üyeleri**
1. Dr. Hakan ARDOR
Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü
2. Doç. Dr. Deniz BÜYÜKKILIÇ
Milli Prodüktivite Merkezi, Araştırma Bölümü,
Uzman
3. Dr. Ahmet Sabri EROĞLU
DPT, Yıllık Programlar ve Konjonktür
Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Uzman
4. Dr. Ahmet KIPICI
T.C. Merkez Bankası,
Araştırma Genel Müdür Yardımcısı
5. Dr. Hakan KARA
T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü,
Şube Müdürü
6. Prof. Dr. Erdinç TELATAR
Hacettepe Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü,
Çalışma Grubu Başkanı
7. Burç TUĞER
T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü,
Uzman
8. Devrim YAVUZ
T.C. Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü,
Uzman
**
Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
119
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
120
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
İçindekiler
Sayfa no
1. Fiyat İstikrarı: Tanım, Fayda ve Maliyetler
1.1. İktisat Teorilerinde Enflasyon Olgusu
1.1.1. Enflasyonun Parasal Boyutu
1.1.2. Enflasyonun Mali Boyutu
1.2 Fiyat İstikrarının Tanımlanması
1.3 Fiyat İstikrarının Fayda ve Maliyetleri
1.3.1. Enflasyonun Maliyetleri
1.3.1.1. Öngörülen Enflasyon
1.3.1.2. Öngörülmedik Enflasyon
1.3.2. Enflasyonu Düşürmenin Maliyetleri
1.4 Fiyat İstikrarının Sürdürülmesinden Beklenen Faydalar
2. Türkiye’de Enflasyonist Sürecin Tarihsel
Gelişimi ve Enflasyonist Dinamiklerin Analizi
2.1. Enflasyonist Sürecin Dönemler İtibariyle Analizi
2.1.1. 1980 Öncesi Dönem
2.1.2. 1980-1999 Dönemi
2.1.3. 2000 Yılı İstikrar Programı
2.2. Türkiye’de Enflasyon Dinamiklerinde Rol Oynayan Önemli Faktörler
2.2.1. Döviz Kuru
2.2.2. Kamu Açıkları ve Borçlanma
2.2.3. Kamu Fiyatları
2.2.4. Enflasyonist Atalet ve Endeksleme
2.3. 2001-2003 Dönemi: Yeni Ekonomik Program ve Fiyat İstikrarının
Sağlanması için Yapılan Düzenlemeler
2.3.1. Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Yeni TCMB Kanunu
2.3.2. Dalgalı Kur Rejimi
3. Türkiye Ekonomisinde Fiyat İstikrarının Sürdürülmesi
3.1. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarınınTemel İlkeleri
3.2. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarı için Ekonomik ve Yasal Çerçeve
3.2.1. Mali Baskınlığın Ortadan Kaldırılması ve Mali Derinliğin Sağlanması
3.2.2. Verimlilik ve Rekabet Edebilirliğin Artırılması
124
124
124
125
127
128
128
129
129
131
132
133
133
133
134
135
137
137
138
139
139
139
141
142
143
143
144
144
146
121
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Sayfa no
3.2.2.1. Verimlilik ve Fiyat İstikrarı
3.2.2.2. Rekabet Edebilirlik ve Fiyat İstikrarı
3.2.3. Yapısal Reformlar
3.2.4. Yasal Düzenlemeler
Sonuç
146
149
151
152
156
Ekler
EK 1. AB’ye Uyum Sürecinde Fiyat İstikrarı
EK 2. Enflasyon Gelir Dağılımı İlişkisi
158
159
Kaynakça
162
122
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Tablolar
Sayfa no
Tablo 3.1: Türkiye, AB ve Bazı Seçilmiş Ülke İstatistikleri
147
Ek Tablolar
Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran)
163
Ek Tablo 2: Kamu Borç Stoku
165
Ek Tablo 3: Toplam Mali Varlıklar
166
Ek Tablo 4: Mali Baskınlık Oranları (Bütçe Açığı / GSYİH)
167
Ek Tablo 5: Mali Derinlik Oranları
167
Ek Tablo 6: Fiyat Artışlarını Etkileyen Faktörlere İlişkin Gelişmeler
168
Ek Tablo 7: 1994-1996 –1998-2002 Yillari Itibariyle Ülkelerin Maastricht
Kriterlerine Göre Durumu
169
Ek Tablo 8: Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmalarının Bulguları
170
Ek Grafikler
Ek Grafik 1: Türkiye’de Enflasyonun Tarihsel Gelişimi
170
123
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
1. Fiyat İstikrarı: Tanım, Fayda ve Maliyetler
1.1. İktisat Teorilerinde Enflasyon Olgusu
1.1.1. Enflasyonun Parasal Boyutu
Klasik iktisat teorisi çerçevesinde fiyat düzeyi para arzı tarafından miktar teorisi aracılığıyla belirlenmektedir. Miktar teorisinin Keynes ve izleyicilerinin çalışmaları ile önemini
kaybettiği 1940’lı ve 1950’li yıllarda ise maliyet itişli ve talep çekişli olmak üzere iki enflasyon teorisinin ön plana çıktığı gözlenmektedir.
Talep çekişli enflasyon teorisini açıklamanın en anlamlı yolu orijinal Philips eğrisidir.
Philips eğrisi analizine göre, ücretlerin değişim oranı aşırı işgücü talebi tarafından belirlenirken, fiyatlar ya aşırı işgücü talebi tarafından (ücret maliyetleri yoluyla) dolaylı olarak ya
da aşırı mal ve hizmet talebi tarafından doğrudan belirlenmektedir. Aşırı talebin en önemli
kaynağının maliye politikası olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla, talep çekişli enflasyon
makro politikadaki ve ekonomide aşırı ısınmaya yol açan hataların sonucu olarak ortaya
konulmaktadır. Bununla birlikte, talep çekişli ve maliyet itişli enflasyon teorileri birbirlerine rakip yaklaşımlar değildir; yalnızca farklı enflasyon çeşitlerini açıklamaktadırlar.
Philips eğrisi, sendikaların gücünden çok piyasa güçlerini vurgulaması nedeniyle,
1960’ların ilk yarısında esas olarak maliyet-itiş analizi yerine talep-çekişine destek vermiştir. Bununla birlikte, Friedman ve Phelps’in orijinal Philips analizine yönelik eleştirileri ve
ilişkinin ampirik gücünü kaybetmesi ekonomistlerin enflasyona ilişkin yaklaşımlarında
kutuplaşmaya yol açmıştır. Keynezyen ekonomistler ampirik çöküşün enflasyonun talep
çekişli olmaktan çok maliyet çekişli olması gerçeğine bağlamışlardır. Keynezyen iktisat enflasyonun temel nedeninin sosyal çatışma ve ekonomik analizin kapsamı dışında yer alan
baskı olduğu görüşünü kabul etmiştir. Ayrıca bu yaklaşım, para talebinin istikrarsızlığına
ilişkin bulgular sonucu para arzının enflasyona karşı içselliğine daha fazla ağırlık verilmesine neden olmuştur.
Monetarist teori enflasyonun üç temel parçası olduğunu vurgulamaktadır: (i) paradan
toplam talebe doğru güçlü bir aktarma mekanizması ki, bu şekilde aşırı talep monetarist ISLM modelindeki gibi parasal faktörler tarafından yönlendirilmektedir; (ii) para arzı artışının
para otoriteleri tarafından kontrol edilebildiği anlamında dışsal olduğu varsayımı ve (iii)
doğal oran hipotezinin yer aldığı beklentileri içeren Philips eğrisi. Dolayısıyla, dışsal para
arzı artışı aşırı talebi belirlemekte ve aşırı talep ile enflasyon beklentileri birlikte gerçekleşen enflasyonu belirlemektedir. Monetarist analizde, genişletici para politikasının yarattığı
para fazlalığının enflasyonun temel nedeni olduğu vurgulanırken, Keynezyen maliyet itiş
teorisi işgücü piyasasındaki katılıkları birincil sorumlu olarak görmüş; monetaristler sıkı
para politikasını savunurken, Keynezyenler gelirler politikasına taraftar olmuşlardır.
1970’lerin ortalarından itibaren Rasyonel Beklentiler hipotezinin monetarist analize dahil
edilmesi ile birlikte, aşırı talep ile fiili enflasyon arasındaki uyarlayıcı beklentiler analizini
karakterize eden dolaylı bağlantı yerine para politikası ile enflasyon beklentileri arasındaki
doğrudan bağlantıya geçilmiş ve bu şekilde para arzı artışı ile enflasyon arasındaki ilişki
daha yakın ve daha güçlü hale getirilmiştir. Söz konusu ilişki para politikasının kullanılma
şekline, yani politikadaki sistematik, dolayısıyla öngörülebilir kısmın yapısına ve derecesi124
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
ne bağlı hale getirilmiştir. Bu analizde enflasyon beklentilerinin para arzı artışı, enflasyon
veya diğer değişkenlere ilişkin hedeflerin ilan edilmesinden, siyasi otoriteden, döviz kurundaki değişikliklerden vb. unsurlardan etkilenebileceği kabul edilmektedir.
1.1.2. Enflasyonun Mali Boyutu
Para ve maliye politikaları arasındaki ilişkiler ilgili literatürde “kamu bütçe kısıtı” aracılığıyla kurulmaktadır. Kamu bütçe kısıtı çerçevesinde oluşan bir dengesizliğin (bütçe
açığı) başlıca beş yöntem aracılığıyla ortadan kaldırılabileceği söylenebilir: Vergileme, dış
borçlanma, özelleştirme, iç borçlanma ve para arzının artırılması (parasallaşma). Vergileme
politikası bütçe dengesini sağlamak için başvurulabilecek en sağlıklı finansman yöntemi olmasına rağmen, vergi artışına gösterilen siyasi tepkilerin büyüklüğü nedeniyle her zaman
ve/veya sürekli olarak başvurulabilen bir yöntem niteliği taşımamaktadır. Dış borçlanma,
büyük ölçüde ülkenin dış güvenilirliğine bağlı olması nedeniyle, hükümetlerin her zaman
kullanabilecekleri bir finansman yöntemi değildir. Özelleştirme, kısa dönemli bir yöntem
olmasının yanısıra, kullanılmasına yönelik güçlü sosyal tepkilerin varlığı nedeniyle uygulanması sınırlı bir finansman kaynağıdır. Bu durumda, gerek kolaylıkla başvurulabilir olmaları gerekse sosyal maliyetlerinin görünürde düşük olması nedeniyle sosyal tepki yaratma potansiyeli güçlü olmayan iki yöntem kalmaktadır ki, bunlar iç borçlanma ve merkez
bankası kaynaklarıdır.
Bütçe açıklarının merkez bankası kaynaklarından finanse edilme yönteminin enflasyonist etkiler yarattığı hususu klasik teoriye kadar geri giderken, iç borçlanma yönteminin
enflasyona yol açabilme potansiyeli literatürde görece yeni bir olgudur. Bütçe açıklarının
borçlanma ile finansmanı uzun dönemde parasal finansmana göre daha yüksek enflasyon
doğurabilmektedir. “Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik” olarak isimlendirilen bu önermeye göre enflasyonist baskı, para basılması durumunda herhangi bir faiz yükümlülüğü
altına girilmezken, iç borçlanma durumunda hükümetin gelecekte faiz ödemeleri yapma
zorunluluğu ile karşı karşıya kalacak olması gerçeğinden doğmaktadır. Bu noktada, üretimin artış oranıyla reel faiz oranı arasındaki ilişki önem kazanmaktadır. Reel faiz oranının
reel büyüme oranını aşması halinde, borç/GSMH oranı sürekli olarak artacağı için bütçe
açıklarının iç borçlanma yöntemi ile finansmanı sürekli olarak başvurulabilir bir yöntem
olmaktan çıkacaktır. Borçlanmanın sürrdürülemeyeceği noktaya gelindiğinde, hükümetlerin, borçlarını ödeyemeyeceklerini ilan etmek ve mali disipline ağırlık vermek dışında
başvurabilecekleri tek yöntem para arzını artırmak olmaktadır. Borç yükümlülükleri faiz
ödemeleri nedeniyle kendi kendini besleyen bir sürece gireceği için, para arzı, bütçe açıklarının başlangıçta para arzı artışı ile finanse edilmesi halinde artırılacağı orandan daha fazla
artırılmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle, ortaya çıkacak enflasyonist etkiler, başlangıçta
para arzı artışı yöntemi kullanılmış olsaydı ortaya çıkacak olandan daha güçlü olacaktır.
Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik hipotezinin önemi, para ve mali otoriteler arasındaki karşılıklı ilişkileri birincil plana geçirmesinden gelmektedir. İktisat literatüründe sonraki
gelişmelerde, para ve maliye politikası otoriteleri arasındaki ilişkilerin belirlendiği ekonomik politika rejiminin enflasyonu düşürme politikalarının başarıya ulaşması açısından
büyük önem taşıdığı vurgulanmaktadır. Para politikasının dominant olduğu, başka bir deyişle para otoritesinin politikalarını belirleme konusunda bağımsızlığa sahip olduğu bir
125
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
politika rejiminde fiyat belirlenme sürecinin, mali otoritenin dominant olduğu, başka bir
deyişle fiyatların bugünkü değer kamu bütçe kısıtı tarafından belirlendiği politika rejiminden farklı olacağı önermesi üzerine kurulu olan “Yeni Fiyat Belirlenme Teorisi”ne göre,
para politikası fiyat istikrarı amacı ile tutarlı olsa bile, maliye politikasındaki değişimler
ve bunlara yönelik beklentiler fiyat istikrarını bozabilir veya bu amaç ile tutarlı hareket
etmeyebilir. Para politikasının “bağımsız” bir merkez bankası tarafından yürütülmesi ve
bütçe açıklarının finansmanında merkez bankası kaynaklarına başvurulmasının yasal olarak kısıtlanması mali dengesizliklerin ve uygulanan politikaların enflasyonu etkilemesine
engel teşkil etmez.
Yeni fiyat belirleme teorisinde, parasal ve mali hedefler arasındaki etkileşimler ve fiyat
düzeyinin belirlenmesi, gelecekte faiz dışı fazlanın borç/GSYİH oranını ne ölçüde finanse
edebileceğine ilişkin olarak yapılan tahminlere bağlıdır. Diğer bir ifade ile bu yaklaşımda
bütçe gelirlerinin kamu borçlarını (faiz ödemeleri hariç) ödeyebilme gücü fiyat düzeyinin
belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Eğer borç/GSYİH oranı yükselirken faiz dışı
fazla/GSYİH oranı da artıyorsa ekonomide parasal baskınlık (MD) hakimdir. Faiz dışı fazla ve uzun dönem enflasyon hedefindeki değişmeler kısa dönemde fiyat istikrarını tehdit
etmezler. Bu sistemde fiyat düzeyi, bütçe kısıtının bugünkü değerinden bağımsız olarak
belirlenmektedir ve merkez bankası devletin borç ödeme yetkinliğini göz ardı ederek fiyatı doğrudan kontrol edebilir. Bu noktada merkez bankasının “fonksiyonel bağımsızlığa”
sahip olduğu vurgulanır (Canzoneri ve Diba 1996). Bu niteliğe sahip bir merkez bankası,
yeterli seviyede yetki ve otoritesi de var ise fiyat istikrarından sorumlu olabilir.
Buna karşın, öngörülen faiz dışı fazlanın borç/GSYİH oranından bağımsız olarak hareket edeceği bekleniyorsa ekonomide mali baskınlık (FD) hakim rol oynamaktadır. Bu
rejimde cari fiyat düzeyi, hükümetin bütçe kısıtının bugünkü değeri tarafından belirlenir.
Cari ve beklenen faiz dışı fazlalardaki azalmalar kısa dönemde enflasyonist baskı yaratırlar. Bu baskıların para politikası önlemleri ile giderilmesi oldukça zordur (örneğin, faiz
oranında önemli miktarda değişimi gerektirir). Dolayısıyla FD rejiminde, merkez bankası,
maliye politikasındaki istikrarsızlıklar nedeniyle fiyatlar üzerindeki kontrolünü yitirmektedir. Bu noktada şunu da belirtmekte yarar vardır ki, uzun dönemde önemli miktarda faiz
dışı fazlayı taahhüt etmeksizin enflasyonun düşürüleceği taahhüdünde bulunmak, hem piyasalarda gerekli güveni oluşturmayacak hem de kısa dönemde enflasyonist baskılara yol
açabilecektir. Bunun yanı sıra, uzun dönemde faiz dışı fazla/GSYİH oranındaki “geçici”
artışlar da borç/GSYİH oranını etkilemeyecektir.
Özetle, yeni fiyat belirleme teorisine göre merkez bankasının herhangi bir amaca yönelik olarak para politikasını etkin bir şekilde uygulayabilmesinde ekonomide hangi politika
rejimin (FD-MD) baskın olduğu önem arz etmektedir. Bu kapsamda, bütçe açıklarının ve
kamunun toplam borç yükünün yüksek olduğu bir ülkede, merkez bankasının para politikası araçlarını kullanarak ve nominal çapa seçerek fiyat istikrarını sağlaması oldukça
zor görünmektedir. Bu teorinin ulaştığı sonuçlar ülkemizin ekonomik koşulları ile de örtüşmekte ve yakın gelecekte fiyat istikrarına ulaşılması ve korunması sürecinde üzerinde
önemle durulması gereken ipuçları vermektedir.
126
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
1.2. Fiyat İstikrarının Tanımlanması
Enflasyon, mal ve hizmetlerin ortalama fiyatında, başka bir deyişle ‘yaşam maliyeti’nde,
zaman içinde ortaya çıkan sürekli artış durumunu ifade eden önemli bir makroekonomik
değişkendir. 1970’li yıllarda yaşanan petrol şoklarının ardından bir problem haline gelen
enflasyonu düşürmeye yönelik politika arayışları 1980 öncesi dönemde gelişmiş ülkelerdeki iktisat tartışmalarını yönlendiren temel unsur olmuştur. Bu süreçte, yüksek enflasyonun
nedenleri, yarattığı maliyetler ve doğurduğu sonuçların irdelenmesi birincil önceliği almış;
aynı süreçte enflasyonu kontrol altına almanın siyasi açıdan güçlüğü de vurgulanan konulardan birisi olmuştur.
1980’lerin başlarında gelişmiş ülke merkez bankaları, para arzını kontrol altında tutmaya
ağırlık vermiş ve enflasyonu düşürme konusunda başarıya ulaşmışlardır. Uluslararası Para
Fonu’na kayıtlı gelişmiş ülkeler bazında, tüketici fiyat endeksine göre yıllık enflasyon 1980’de yüzde 12’yi aşarken, 2002 yılına kadar yüzde 1.4’e kadar düşürülebilmiştir. ABD’de,
benzer şekilde, 1980’de gıda ve enerji hariç tüketici fiyat artışları yüzde 12.4 iken, bu oran
2002’de yüzde 2.4 olarak gerçeklemiştir. Aynı dönemde, gelişen piyasa ekonomilerinde de
enflasyonu düşürme konusunda önemli adımlar atılmıştır.
Gelişmiş ülkelerde enflasyonun güncel bir problem olmaktan çıktığı görülmektedir. Ancak, fiyat istikrarı amacına ulaşılıp ulaşılmadığını söyleyebilmek için, fiyat artış oranının
hangi düzeyde olması gerekmektedir? Başka bir deyişle, hangi düzeyde fiyat artış oranları
fiyat istikrarı amacına ulaşıldığını söylemeyi haklı çıkarmaktadır? Bu soruların yanıtları,
fiyat istikrarı kavramının tanımında bulunmaktadır.
Fiyat istikrarı, genel fiyat düzeyindeki sürekli artışların kabul edilebilir bir minimumda tutulması durumuna ithafen kullanılmaktadır. Bu bağlamda enflasyon, fiyat istikrarının sağlanması
konusundaki yeteneksizlik, yetersizlik veya kusurlara işaret eden bir olgu haline gelmektedir.
Hangi düzeyde enflasyon oranının fiyat istikrarının sağlandığını söylemek için yeterli
olduğu konusunda iki farklı yaklaşım söz konusudur. Bunlardan birisi, ancak sıfır enflasyon oranında fiyat istikrarının sürdürülebileceğini ortaya koyarken, ikinci yaklaşım düşük
ancak pozitif bir enflasyon oranının gerek ve yeter koşul olduğunu vurgulamaktadır.
Sıfır enflasyon politikası, uzun dönemde enflasyon ile işsizlik arasında ödünleme (trade-off) ilişkisi olmadığı kabulünden hareketle, pozitif bir enflasyona yönelik taahhütlerin
hiçbir fayda sağlamayacağını; para otoritesinin bir kez bir miktar enflasyonu kabul etmesi
halinde yüksek enflasyonla savaşma konusunda kararlı olduğuna inanılamayacağı görüşüne dayandırılmaktadır. Bu görüş, politika otoritelerine politikalarını belirleme konusunda
serbesti tanınmasının yüksek enflasyon yaratacağı ve bu nedenle politikaların önceden belirlenmiş kurallara göre yürütülmesi gerektiği şeklindeki teorik değerlendirmelerin uygulama sürecine yansıması niteliğindedir.
ABD Merkez Bankası (Federal Reserve Bank) ve Bundesbank başta olmak üzere, merkez
bankaları fiyat istikrarını, genellikle yüzde 2 civarında bir enflasyon oranını içeren durum olarak
127
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
tanımlamaktadır. Burada, sıfır yerine düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranının fiyat istikrarından söz edilebilmesi için yeterli veya kabul edilebilir düzey olarak ortaya konulmasının, biri ölçüm problemlerine işaret eden ve diğerleri teorik gelişmelerde temelini bulan
üç gerekçesi bulunmaktadır. Öncelikle, resmi enflasyon ölçümlerinin, ölçüm problemleri
nedeniyle, sabit fayda sağlayan bir mal ve hizmet sepetinin satın alma maliyeti artış oranını
gereğinden yüksek tahmin etme eğiliminde olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle, ölçüm
problemlerini de dikkate alacak şekilde, minimum bir enflasyon oranının kabul edilmesi
uygun görülmektedir.
Sıfır enflasyon yerine düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranının optimal olduğu , dolayısıyla merkez bankasının sıfırdan daha büyük bir enflasyon oranında durması gerektiği
düşüncesinin iki teorik nedeni bulunmaktadır. Birincisi, nominal faiz oranları üzerinde sıfır
sınırı üzerine kuruludur. Sıfır sınırına göre, enflasyon oranı sıfıra düştükçe, nominal faiz
oranları da reel faiz oranlarına doğru düşmektedir. Negatif talep şoklarının varlığında reel
faiz oranlarının da düşük olabileceği dikkate alınırsa, bu koşullarda merkez bankasının
daha ileri negatif talep şoklarına tepki verme gücünün zayıflaması söz konusu olabilecektir. Sıfır sınırı nedeniyle nominal faiz oranlarının daha fazla düşmesi mümkün olmamakla
birlikte, enflasyonun sıfırın altına düşmesi mümkündür ki, deflasyon olarak isimlendirilen
bu durumda reel faiz oranlarının artması söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, reel faiz oranlarının negatif talep şoklarına tepki olarak artması halinde, merkez bankası söz konusu
şoklara reel faiz oranlarını düşürerek karşılık verme yeteneğini büyük ölçüde kaybedecektir. Açıklanan problemin ortaya çıkmaması için, ekonominin sıfır değil düşük ve pozitif bir
enflasyon oranına doğru yönlendirilmesi önerilmektedir.
Sıfır enflasyon oranından kaçınılması gerektiği yönündeki argümanların ikinci gerekçesi işgücü piyasaları ile ilgilidir. Bu yaklaşımın temelini, işverenlerin nominal ücretleri düşürme konusundaki isteksizliklerine veya nominal ücretlerde aşağı yönde esneksizliklerin
yukarı yönde esneksizlikleri aşmasına ilişkin gözlemler oluşturmaktadır. Bu koşullarda,
düşük ve pozitif bir enflasyon oranının, reel ücretlerin düşmesini sağlayarak, daha az etkin
hale gelmiş işgücünün nominal ücretini düşürmeyi engelleyen piyasa esneksizliklerinin
etkisini telafi edeceği ileri sürülmektedir.
1.3. Fiyat İstikrarının Fayda ve Maliyetleri
1.3.1. Enflasyonun Maliyetleri
Yüksek enflasyon problemini ortadan kaldırmayı başarmış ülkelerde gündeme gelen
yeni problem ‘enflasyonun hangi düzeyde tutulması gerektiği’ olmakta ve fiyat istikrarına
ulaşma amacının yerini istikrarın sürdürülmesi almaktadır. Bununla birlikte, halen fiyat
istikrarının varlığından söz edilebilecek kadar düşük enflasyon oranlarının yaratılamadığı
ülkelerde, enflasyonun yarattığı maliyetler ve fiyat istikrarını sağlamanın önemi birincil
önceliğini korumaktadır. Bu ülkelerde fiyat istikrarının para politikasının birincil amacı
haline getirilmesini anlayabilmek için, öncelikle enflasyonun ekonomik ve sosyal maliyetlerinin irdelenmesi gerekmektedir. Yüksek enflasyonun maliyetlerinin, öngörülen ve öngörülmedik enflasyon ayırımı dikkate alınarak ortaya konulması daha uygun bir yaklaşım
olmaktadır.
128
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
1.3.1.1. Öngörülen Enflasyon
Öngörülen enflasyonun ilk maliyeti, etkin işleyen finansal piyasalarda enflasyon beklentilerinin faiz oranlarına dahil edilmesi gerçeğinden doğmaktadır. Bu durumda enflasyon,
likit balans tutma maliyetlerini artırarak, para talebini düşürmektedir. Para talebinin sosyal olarak optimal düzeyin altına düşmesi nedeniyle, toplumsal bir refah kaybını ifade
eden “ayakkabı derisi maliyeti” ortaya çıkmaktadır. Belirtilen maliyet, insanların aynı işlem düzeyini sürdürebilmek için eskisinden daha fazla finansal işlem yapma ihtiyacından
doğmaktadır. Örneğin, faiz oranlarında enflasyon nedeniyle ortaya çıkan artış nedeniyle
insanlar daha az likit finansal varlıklara yönelmişlerse, normal harcamalarını yapabilmek
için portföylerindeki varlıkları paraya çevirmeleri gerekmektedir. Bu durum ise banka şubelerine veya döviz bürolarına daha fazla gidilmesi sonucunu yaratmaktadır. Öngörülen
enflasyonun ikinci maliyeti, firmaların fiyatlarını değiştirme zorunluluklarının yarattığı
“menü maliyeti”dir. Bir diğer önemli maliyet vergi sistemi ile ilişkili olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, enflasyon ile vergi sistemi arasındaki etkileşim, ekonominin işleyişi açısından caydırıcı etkiler ve etkinsizlikler yaratabilmektedir. Caydırıcı etkiler gerek tüketim
gerekse yatırım yapma güdüleri itibariyle ortaya çıkmaktadır. Artan oranlı vergi sisteminin
yürürlükte olduğu ülkelerde, kişisel gelir vergisi enflasyona göre uyarlanmadığı taktirde,
vergi mükellefleri nominal gelirlerindeki artış nedeniyle bir üst vergi dilimine çıkmakta,
dolayısıyla reel gelire uygulanan vergi oranı artmaktadır. Bu durum özel tüketim harcamalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Firmalar açısından bakıldığında ise, kurumlar vergisi
ödendikten sonraki reel karlılığın düşmesinden kaynaklanan olumsuz bir etki söz konusu
olmaktadır ki, bu durum da yatırım harcamalarını azaltıcı etki yaratmaktadır.
1.3.1.2. Öngörülmedik Enflasyon
Öngörülmedik, başka deyişle beklenenden farklı, enflasyonun maliyetleri ise, enflasyonist
süreçlerin, gerek enflasyon oranı gerekse göreli fiyatlar itibariyle önemli bir değişkenlik
ve belirsizlik taşımalarından kaynaklanmaktadır. Enflasyondaki belirsizliğin ilk etkisi, faiz
oranlarına bir risk priminin ilave edilmesi olmakta ve faiz oranlarındaki artış yatırım kararlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Belirsizlik, tüketicilerin ve üreticilerin göreli fiyatları
doğru biçimde algılamalarını zorlaştırarak, fiyat sisteminin işleyişini, dolayısıyla kaynak
dağılımının etkinliğini bozmaktadır. Bu durumda, ekonomik karar birimleri kaynaklarının
büyük kısmını enflasyondan korunma amacına yönlendirecekler ve bunun sonucu olarak
üretken faaliyetlere gidecek kaynak miktarı azalacaktır. Enflasyonun gelecekteki patikasına ilişkin belirsizliğin reel ekonomik faaliyetler üzerinde yarattığı olumsuz etkinin bir
diğer kaynağı, ekonomik birimlerin “geleceğin ne getireceğini” açık olarak görememeleri
nedeniyle, uzun vadeli sözleşmelere girme konusunda isteksiz olmalarıdır. Özellikle uzun
süre yüksek enflasyonla yaşamış ülkelerde ekonomik yapının büyük ölçüde kısa vadeli
sözleşmelere dayalı hale gelmesinin temel nedenlerinden birisi budur. Ekonomide kısa vadeci yaklaşımın ağırlık kazanmasının doğal bir sonucu, kaynakların uzun vadeli sözleşmeleri gerektiren üretken faaliyetlerden kısa vadeli finansal faaliyetlere kaydırılmasıdır.
Dolayısıyla, enflasyonun bir diğer maliyeti, kaynakların aşırı ölçüde finansal sektörde yoğunlaşmasıdır. Özellikle yüksek düzeylerde enflasyonun uzun süreli yaşandığı ülkelerde
söz konusu eğilimin oldukça güçlü olduğu görülmektedir. Finansal sektöre bu şekilde aşırı
129
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
yatırım yapılması, ekonominin büyümesi için kullanılabilecek kaynak miktarını azaltmaktadır. Ayrıca, kaynakların finansal sektörde yoğunlaşması, yüksek ve değişken enflasyonun yaşandığı ekonomilerde finansal krizlerin ve ekonomik durgunluğun ortaya çıkmasında önemli bir etken olabilmektedir. Bu tip ekonomilerde fiyat istikrarının sağlanması,
kaynakların yeniden üretken alanlara kaydırılması için gerekli motivasyonu yaratacaktır.
Enflasyonun yukarıda açıklanan ve kaynak dağılımını finans sektörü lehine bozan etkileri, aslında özel kesimin portföylerini getiri-risk değerlendirmeleri ışığında düzenleme
faaliyetlerinin sonuçlarını ortaya koymaktadır. Özellikle de yüksek enflasyonun kronik
hale geldiği ülkelerde özel kesim davranışlarını yönlendiren temel güdü ‘enflasyona karşı
korunma’ olacaktır. Satın alma gücündeki sürekli aşınma nedeniyle ellerinde para tutmak
istemeyen hanehalkları alternatif varlıklara yönelecekler ve varlıkların göreli getiri oranları
birbirine eşit olana kadar portföy uyarlama süreci devam edecektir. Bu süreçte özel kesimin portföy bileşiminin ne şekilde değiştiğine bakılarak yukarıda verilen sonuca ulaşmak
mümkün olacaktır. Yüksek enflasyonun para talebinde yarattığı düşüş alternatif varlık fiyatlarında artış ve getiri oranlarında paranınkine koşut bir düşüş olması sonucunu yaratacaktır. Para dışı finansal varlıklar ve reel sermaye mallarının paraya ikame varlıklar olduğu
dikkate alınırsa, teorik olarak her iki varlık grubuna da talepte bir artış olması beklenirken,
reel sermaye talebini belirleyen yatırım yapma güdülerinde bir zayıflama söz konusu ise,
sonuçta portföydeki esas ağırlığın faiz getirisi olan finansal varlıklara verilmesi durumu ile
karşı karşıya kalınacaktır. Kuşkusuz, bu sonucun ortaya çıkması finansal varlıkların göreli
getiri oranlarının alternatiflerine oranla oldukça yükselmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla, sonuçta reel sermaye mallarına talep düşecek, ancak bu varlıkların fiyatları faiz oranlarının maliyet unsuru olarak taşıdıkları önem nedeniyle düşmeyecektir.
Enflasyonun gelir dağılımı üzerinde yarattığı bozucu etkiyi yaratan bir diğer kanal, düşük gelirli kesimin tasarruf yapma gücüne sahip olmamasıdır. Düşük gelirli grupların para
talepleri esas olarak işlem güdüsü tarafından yönlendirileceği için, enflasyona karşı elde
tutulan paranın satın alma gücünde ortaya çıkan düşüşü telafi etmeye çalışacaklar; bu süreçte ekonomide para arzının artırılması, belirtilen kesimin bu parayı elde tuttuğu paranın
reel değerini eski düzeyine döndürmek amacıyla tutması sonucunu yaratacaktır. Buna karşılık, tasarruf yapma potansiyeline sahip yüksek gelir grupları, alternatif varlıkların yüksek
getiri oranlarından fayda sağlama olanağına sahip olacaklardır. Paraya alternatif finansal
varlıkların göreli getiri oranlarının reel olarak çok yüksek düzeylere çıkması durumunda, bu tip varlıkları elde tutanların servetlerinin reel değerinin artacağı da bilinmektedir.
Servetteki artışın tüketim üzerinde yaratacağı artırıcı etki enflasyonun ‘talep çekişli’ parçasının güçlenmesine veya, en azından zayıflatılamamasına yol açacaktır. Ayrıca, yüksek
reel getiri oranları borçlanma ve üretim maliyetlerini artıracağı için, enflasyonun ‘maliyet
çekişli’ parçasının da gücünü koruması sonucunu yaratacaktır. Yüksek reel faiz oranları ile
birlikte ekonomide kısa vadeciliğin ağırlık kazanması, açıklanan sürecin giderek güçlenmesi ve süreklilik kazanması sonucunu doğuracaktır.
Yüksek enflasyon sürecinin yarattığı yüksek faiz oranlarının bankacılık kesiminde ters
seçim (adverse selection) ve ahlaki yozlaşma (moral hazard) problemlerini güçlendirerek
büyüme sürecini olumsuz yönde etkileyeceği de dikkate alınması gereken bir diğer husus130
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
tur. Yüksek kredi faiz oranları, bir yandan kredi talep eden düşük riskli grupların piyasadan dışlanmasına yol açarak, kredilerin yüksek risk taşıyan yatırım projelerine yönlendirilmesine neden olacaktır. Bu gelişmenin olası sonucu ise kredilerin geri ödenme riskindeki
artış olmaktadır. Ayrıca, kredi talep edenlerin güdülerinde kredi sözleşmesi sonrasında
bir değişme de ortaya çıkabilir ve daha riskli projelere yönelme eğilimine sahip olabilirler.
Belirtilen iki husus da, sonuçta bankacılık kesiminin reel kesime kullandıracağı kredilerde
azalışa, dolayısıyla ekonomik büyümede yavaşlama veya düşüşe yol açabilir. Bu süreçte,
bankaların kredi kullandırma güdülerinin, krediye alternatif varlıkların (tahvil vb.) göreli
getiri oranlarındaki artış nedeniyle zayıflayacağı ve yukarıda açıklanan mekanizmayı güçlendireceği belirtilmelidir.
Görüldüğü gibi, yüksek enflasyonun gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan çok önemli
bir etkisi üretim, başka bir deyişle büyüme, üzerinde ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar,
teorik Phillips eğrisi analizlerinde, kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin varlığından söz edilse de, bu ilişkinin belirli bir enflasyon oranına
kadar geçerli olacağı açıktır. Enflasyon oranının, her ülkede farklı olmak üzere, belirli bir
eşik düzeyini aşması halinde ise, enflasyon ile üretim arasındaki ilişki negatife dönmekte
ve daha yüksek enflasyon daha düşük seviyede üretim ile sonuçlanmaktadır. Enflasyondaki artışların üretimde düşüşe yol açması, enflasyon arttıkça ekonomideki belirsizliklerin
artması gerçeği ile açıklanmaktadır. Bu durumda, enflasyonun düşürülmesi, yukarıda da
açıklandığı gibi, belirsizlikleri ortadan kaldırarak üretim artışı, dolayısıyla ekonomik büyüme yaratacaktır.
Enflasyonun ekonomik maliyetlerinin yanı sıra, ve belki de çok daha önemli olan, sosyal
maliyetleri de söz konusudur. Bunlardan en önemlisi, sosyal dokuda ortaya çıkan bozulma
ve ahlaki yozlaşmadır. Sosyal yapıdaki bozulmanın bir nedeni, enflasyonun gelir dağılımı
üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar iken, bir diğeri toplumdaki farklı grupların enflasyon ile uyumlu gelir artışı taleplerinin toplumsal sınıflar arası çatışmalar yaratabilmesidir.
Dolayısıyla, enflasyonun düşürülerek fiyat istikrarının sağlanması, sosyal yaşamın sağlıklı
işleyişi ve toplumsal huzur açısından da çok büyük önem taşımaktadır.
1.3.2. Enflasyonu Düşürmenin Maliyetleri
Enflasyon ile üretim artış oranı arasında, en azından kısa dönemde, var olduğu düşünülen pozitif ilişki, aynı zamanda enflasyonu düşürmenin maliyetlerinin de çerçevesini
çizmektedir. Enflasyonu düşürmek üretim açısından belirli bir fedakarlığa katlanmayı
gerektiriyorsa, enflasyona sıfır veya düşük bir düzeyde istikrar kazandırma amacına ulaşılmasının sağlayacağı faydalar üretim ve istihdam itibariyle ortaya çıkacak maliyetlere
katlanmayı haklı çıkaracak ölçüde midir? Soru bu şekilde ortaya konulduğunda, verilecek yanıt kuşkusuz elde edilmesi beklenen faydalar ile katlanılması gereken maliyetler
arasındaki karşılaştırmaya bağlı olacaktır. Ancak, burada enflasyonun belirli bir düzeyin
üzerinde olduğu ve enflasyon ile büyüme arasında negatif ilişkinin bulunduğu durumun
ayrıca ele alınması gerekmektedir. Bunun nedeni, böyle bir durumda enflasyonu düşürmenin başlangıçta üretim kazançları yaratması ve enflasyonun ancak belirli bir eşik değerin
altına düşmesinden sonra üretim ve istihdam kayıplarının gözlenecek olmasıdır. Dolayısıyla, belirtilen ‘fayda-maliyet’ analizinin ülke bazında belirlenmesi gereken bazı değerler
131
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
itibariyle yapılması daha uygun bir yaklaşım olacaktır.
Enflasyonu düşürmenin fayda ve maliyetlerine yönelik karşılaştırmalar konusunda ilgili literatürde verilen yanıt “enflasyonu düşürme maliyetinin ‘bir sefere özgü’ üretim/
istihdam kayıplarını içermesi, buna karşılık düşük bir enflasyon oranının sağlayacağı faydaların sürekli bir nitelik taşıyacağı” şeklindedir. Özellikle yüksek enflasyonun sosyal ve
ahlaki yapıda bozulmalara yol açmış olduğu durumda enflasyonu düşürmenin uzun vadeli faydalarına daha yüksek bir ağırlık verilmesi gerektiği söylenebilir. Bu bakış açısından
hareketle, enflasyonu düşürme politikasına ilişkin uygun fayda-maliyet analizinin, enflasyonu düşürmenin bir sefere özgü maliyeti ile fiyat istikrarının sürekli faydaları arasındaki
karşılaştırmaya dayandırılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
1.4. Fiyat İstikrarının Sürdürülmesinden Beklenen Faydalar
Mutlak fiyat istikrarının sağlanması, başka bir deyişle enflasyon oranının sıfıra düşürülmesi, düşük, ancak pozitif bir enflasyon oranına ulaşılması durumundan niteliksel olarak
farklı potansiyel bir fayda yaratacaktır. Bu fayda, fiyat istikrarı geçmişine sahip olunmasının enflasyonist şoklar ile başa çıkılması konusunda bir “güvenilirlik” primi kazandırabilme olanağından doğmaktadır. Özellikle uzun süreli yüksek enflasyon geçmişine sahip
ülkelerde, enflasyonu düşürme politikalarının başarıya ulaşması önündeki en önemli engel
enflasyon beklentilerinin de yüksek bir düzeyde atalet kazanmış olmasıdır. Yüksek enflasyon beklentilerinin düşürülebilmesi, enflasyonu düşürme politikalarını yürüten politika
otoritelerinin bu konuda samimi oldukları konusunda inandırıcılığa sahip olmalarına bağlı
olacaktır. Kuşkusuz bu, beklentilerin uyum hızına bağlı olarak belirlenen, ancak kesinlikle
uzun sayılacak bir süreyi gerektirecektir. Enflasyon beklentilerinin uyarlanma sürecinde,
ekonomik karar birimleri politika otoritelerinin izlediği politikaları gözleyecek ve beklentilerini yeni bilgiler ışığında güncelleyeceklerdir. Yeterince uzun bir süre fiyat istikrarının
sürdürülmesi halinde, insanlar bunun gelecekte de devam edeceğini ve otoritelerin şoklara
fiyat istikrarını koruyacak şekilde tepki vereceğini beklemeye başlayacaklardır. Aksine, bireyler fiyat düzeyinin istikrarlı kalmadığını gözlemleyecek olurlarsa, politika otoritelerinin
enflasyon şoklarına karşı gerekli tepkileri verme konusundaki yetenekleri hakkında daha
az güvene sahip olabileceklerdir. Böyle bir durumda, herhangi bir veri pozitif talep şoku
daha fazla enflasyona yol açabilecek; dolayısıyla fiyat istikrarı geçmişi olan bir ekonomide
ortaya çıkacak olandan daha yüksek üretim maliyetlerine katlanma durumunda kalınabilecektir.
İstikrarlı bir fiyat düzeyi, ayrıca, gelecekte elde edilecek ödenti ve yapılacak ödemeleri içeren finansal kararlar verme durumunda olanlar açısından da bir güven unsuru olmaktadır. Bunun nedeni, ekonomistler dışında insanların nominal terimleri reel terimlere
dönüştürme konusunda, başka bir deyişle değişim oranları, reel faiz oranları vb. değişim
ölçümlerini hesaplama konusunda güçlüklerle karşılaşabilmeleridir. Ekonomik büyüme
yaratan yatırım kararlarının uzun vadeli sözleşmelere tabi olması, dolayısıyla uzun vadeli reel faiz oranının hesaplanmasını gerektirmesi nedeniyle, enflasyonun düşerek fiyat
istikrarının sağlanması bir yandan belirsizlikleri ortadan kaldırarak, diğer yandan hesap
yapma kolaylığı yaratarak reel piyasada canlanmaya ve piyasaların daha etkin işlemesine
yol açacaktır.
132
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
2. Türkiye’de Enflasyonist Sürecin Tarihsel Gelişimi ve Enflasyonist
Dinamiklerin Analizi
2.1. Enflasyonist Sürecin Dönemler İtibariyle Analizi
Türkiye’nin yakın ekonomik tarihi incelendiğinde, yüksek enflasyonun yirmi yılı aşan
süreden beri Türk ekonomisinin karakteristik özelliklerinden biri haline geldiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisinde fiyat istikrarını sağlamanın en önemli önceliklerinden biri 1970’li yılların sonundan başlayarak günümüze kadar devam eden bu sürecin
anlaşılması ve enflasyona neden olan mekanizmaların ortaya konulması olacaktır. Birinci
bölümde teorik çerçevede ortaya konulduğu gibi, uzun süreler enflasyonla yaşamaya alışmış toplumlarda enflasyonist yapı kemikleşmekte ve enflasyon kendi kendini besleyen bir
döngü halini almaktadır. Bu döngünün kırılarak fiyat istikrarının sağlanması ancak enflasyon dinamiklerinin iyi incelenerek anlaşılması ile mümkün olacaktır.
Türkiye’de enflasyonist sürecin tarihsel gelişimi incelenirken yapısal olarak farklılık
gösteren dönemleri ayrı ayrı ele almak faydalı olacaktır. Makroekonomik politikalar açısından önemli farklılık gösteren bu dönemler şu şekilde özetlenebilir:
i. 1980 öncesi
ii. 1980-1999 dönemi
iii. 2000 yılı istikrar programı
iv. 2001 Şubat ekonomik krizi sonrası Güçlü Ekonomiye Geçiş programı
Aşağıda öncelikle geçmiş deneyimlerin analizi yapılarak ilk üç dönem üzerinde durulacaktır. Daha sonra, bu dönemlerdeki gelişmeler çerçevesinde Türkiye’de enflasyon dinamikleri üzerinde etkili olduğu düşünülen faktörler ortaya konulacak ve son olarak da hala
devam etmekte olan ekonomik program çerçevesinde 2001-2003 dönemi incelenecektir1.
2.1.1. 1980 Öncesi Dönem
1980 öncesi dönem, ekonomide ithal ikamesi ve iç talep kaynaklı bir büyüme performansının amaçlandığı, dış ticarette önemli kısıtlamaların bulunduğu ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) ekonomide önemli rol oynadığı bir dönem olarak nitelendirilebilir.
Türkiye ekonomisinde 1950’li yılların sonunda ve 1970’li yıllarda enflasyon oranlarında
önemli artışlar görülmüştür. Ancak bu dönemlerde yaşanan yüksek enflasyon deneyimleri,
daha çok tüm dünyayı etkileyen iki önemli petrol krizi ve/veya KİT’lerin bütçe açıklarının kapatılmasında Merkez Bankası kaynaklarının kullanımından kaynaklanmıştır. Kısaca,
kamu kesiminin ekonomik büyümenin temel kaynağı olarak görüldüğü bu dönemde kamu
açıklarının parasal büyüme yoluyla finanse edilmesi ve büyük arz şokları enflasyon dinamiklerini etkileyen en önemli unsurlar olmuştur.
Bu dönemde enflasyon katılaşmış temel bir ekonomik problem durumuna gelmemiş
ve enflasyona neden olan faktörler daha sonra enflasyonist süreç içerisinde etkinliklerini
kaybetmiştir. Bugün Türkiye’de kronik enflasyonun nedenleri sıralandığında parasallaşma
veya büyük arz şokları çok arka sıralarda yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 1980
1
Enflasyonist gelişmenin tarihsel süreci ek grafik 1’de verilmektedir.
133
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
öncesi dönem Türkiye’de enflasyon dinamiklerini açıklamak açısından çok da önemli görülmeyebilir. Ancak, kamu kesiminin ekonomideki etkinliğinin artması ve uygulanan ithal
ikameci kalkınma modelinin etkileri daha sonraki yıllarda da enflasyonist süreç açısından
önemli sonuçlar doğurmuştur.
2.1.2. 1980-1999 Dönemi
1980’lerde Türkiye ekonomisi önemli bir yapısal değişim geçirmiş ve 1980 sonrası enflasyon dinamikleri de farklılık göstermiştir. Dış ticaret rejiminin ve sermaye hareketlerinin
önemli ölçüde serbestleştirilmesi ile birlikte ekonomi oldukça hızlı bir dışa açılma sürecine
girmiştir. Bu süreç içerisinde döviz kuru gelişmelerinin ekonomi ve özellikle de enflasyon
oranları üzerindeki etkisi de giderek artmıştır. Finansal serbestleşme sonrası döviz kuru
politikası olarak yönetilen kur (managed float) rejimi benimsenmiştir. Bu politika 1999 yılı
sonuna kadar devam etmiş ve Türkiye’de enflasyonun dinamikleri açısından önemli bir rol
oynamıştır. Döviz kurunun enflasyonun önemli belirleyicilerinden biri durumuna gelmesinde 1980-1999 dönemi ekonomi politikalarının etkisi büyük olmuştur.
Bu dönemdeki önemli yapısal değişikliklerden birisi de 1986 yılından itibaren kamu
açıklarının finansmanının iç borçlanmayla yapılmaya başlanması ve buna paralel olarak
Merkez Bankası kaynaklarının kamu açıklarını kapatma amacıyla kullanımının büyük ölçüde sona ermesi olmuştur. Ekonomi literatüründe, kamu açıkları ve enflasyon arasındaki
ilişki “parasallaşma” aracılığı ile kurulmuş, kamu açıkların sonuçta parasal genişlemeye
ve enflasyona neden olacağı belirtilmiştir2. Dolayısıyla, iç borçlanma yoluyla finansman,
Türkiye’yi kamu açıkları açısından benzeştiği Latin Amerika ülkelerindeki büyük parasal
genişleme ve hiperenflasyon deneyimlerinden korumuş, ancak, zaman içerisinde hem ekonomik sistemin işlerliğini kaybetmesine hem de bankacılık sisteminin bozulmasına neden
olacak bir sürecin de başlangıcı olmuştur.
Yukarıda belirtilen iki yapısal değişim süreci çerçevesinde bu dönem ortalama yüzde
80-90’lar düzeyinde enflasyon oranlarının görüldüğü ve büyüme oranın sürekli dalgalandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde ve özellikle 1990’lı yıllarda, enflasyonu besleyen ve
aynı zamanda da yüksek enflasyonun belirleyici olduğu ekonomik yapının temel çerçevesi
şu unsurlardan oluşmuştur:
•
Yüzde 100’ü aşan nominal faiz oranları,
•
İç borçlanmanın mali sisteme yaptığı baskı nedeniyle sürdürülemez oranda yüsek
reel faiz oranları,
•
Sermaye hesabının serbestleşmesiyle ekonominin dışa açılımının hızlanması ve
yönetilen döviz kuru rejimi,
•
Yüksek kamu kesimi borçlanma gereği ve artan risk sonucunda borç stoku üzeride
yüksek reel faiz maliyeti,
•
Kırılgan mali yapı ve zayıf bankacılık sistemi.
Birbirinden bağımsız olarak düşünülemeyecek bu unsurların oluşturduğu ekonomik
2
Bkz. Sargent ve Wallace, (1981)
134
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
yapı 1980-1999 dönemindeki enflasyon dinamiklerini kendi başına açıklayabilmektedir.
Bunlara bir de siyasi istikrarsızlık ve enflasyonla mücadeledeki başarısızlık eklendiğinde
1980’li yılların sonundan itibaren enflasyonun Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarından biri haline geldiği gözlenmektedir.
Enflasyona neden olan dinamiklerin genel olarak ortaya konmasından sonra bu dönemdeki enflasyon gelişmelerini de kısaca özetlemek faydalı olacaktır. 1980-1999 döneminde
enflasyon oranları genel olarak yüksek olmakla birlikte, altı özellikle çizilmesi gereken üç
ara dönem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, 1988 yılında sermaye hesabının serbestleşmesi sonucu enflasyonda görülen sıçrama olmuştur. Döviz talebinin yükselmesi ve Türk
lirası talebinin düşmesi sonucunda senyoraj gelirlerinde düşme olmuş ve gelirlerin korunması için enflasyon yaratılmak durumunda kalınmıştır. Daha sonra uygulamaya konan
istikrar programı ise siyasi belirsizlik nedeniyle başarısızlığa uğramıştır.
İkinci önemli ara dönem 1994 yılındaki ekonomik krizle ortaya çıkmıştır. 1993 yılı bütçe
açığının planlananın oldukça üzerinde gerçekleşmesi ile 1994 yılı Ocak ayında hükümet
yüzde 20 oranında nominal devalüasyon yapmış, ekonomi politikalarının güvenirliğini
kaybetmesi sonucu nominal faiz oranları çok yüksek düzeylere fırlamıştır. Bunun üzerine
Hazine borçlanma ihalelerini durdurmuş ve kamu açıkları Merkez Bankası kaynakları ile
finanse edilmiştir. Sonuç olarak, enflasyon oranı Ocak 1995’te tavan değeri olan yüzde
125,9’a ulaşmış ve aynı tarih itibariyle Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki yıllık değer
kaybı da yüzde 239,7 olmuştur. Bu kriz sonrasında da Uluslararası Para Fonu (IMF) ile
birlikte bir istikrar programı uygulamaya konmuştur. Program kamu kesimi borçlanma
gereğini azaltıcı önemli tedbirler içermekle birlikte koalisyon hükümetinin kısa süre sonra
dağılmasıyla sona ermiş ve başarısız olmuştur. 1994 krizi yukarıda özetlenen sağlıksız ekonomik yapının ilk ciddi patlaması olmasından dolayı önemlidir ve şüphesiz bu sağlıksız
yapıyı daha da bozan bir gelişme olmuştur.
Altı çizilmesi gereken üçüncü ara dönem ise 1998 –1999 dönemidir. 1998 yılı başında
Türkiye parasal büyüklüklerin nominal çapa olarak kullanıldığı ve mali açıdan önemli
tedbirler içeren yeni bir ekonomik program uygulamaya başlamıştır. Program, enflasyonist eğilimi aşağıya çekmekte başarılı olmuşsa da Rusya krizinin meydana gelmesiyle faiz
oranları tekrar yükselmiş ve kamu borçlanmasında sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Krizin
etkileriyle, kamu maliyesi gitgide kötüleşirken ve ekonomi daralırken, 1999 yılında meydana gelen iki büyük deprem bu süreci daha da hızlandırmış ve 1999 yılı sonunda ekonomik
sorunlar içinden çıkılmaz bir duruma gelmiştir.
2.1.3. 2000 Yılı İstikrar Programı
Rusya krizi ve depremlerin etkisiyle iyice bozulan kamu maliyesi ve borç dinamikleri
2000 yılının başında Türkiye ekonomisinde o güne kadar uygulanan en kapsamlı ekonomik
programın uygulamaya konmasına neden olmuştur. Programın içerdiği mali ve parasal
disiplinin yanında, öncekilerden en önemli farklılığı döviz kuru rejimini radikal biçimde
değiştirmesi ve bozuk ekonomik yapıyı düzeltmek amacıyla çok geniş bir yapısal reform
programını da kapsamasıdır.
Program önceden açıklanan ileriye yönelik döviz kuru ve kurala dayalı para politikasına
dayanmaktaydı. Uygulanan kur rejimiyle, finansal serbestleşme sonrası güçlenen döviz135
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
kuru enflasyon ilişkisi kullanılarak enflasyonun düşürülmesi amaçlanmış, döviz kurunun
önceden açıklanması ve kurala dayalı para politikası ile de ekonomi politikalarında o güne
kadar Türkiye’de örneği olmayan bir şeffaflık sağlanmıştı. Bozulan borç dinamiklerinin
enflasyon ve diğer önemli ekonomik değişkenler üzerindeki etkisinin giderilmesi için, alınacak gelir artırıcı ve harcama azaltıcı tedbirlerle kamu maliyesinin düzeltilmesi ve borçlanmanın tekrar sürdürülebilir duruma getirilmesi hedeflenmişti. Oldukça kapsamlı olarak
hazırlanan reform programı da enflasyondaki düşüşün kalıcı olması için yapısal bozuklukları gidermeyi amaçlıyordu.
Ekonomik program, uygulamanın hemen başında büyük güvenilirlik kazanmış ve
faiz hadleri hızla gerilerken, enflasyon da düşüş eğilimine girmiştir. Özellikle mali hedefler açısından gösterilen performans beklenenin de üzerinde olmuş, hedeflenen faiz dışı
bütçe fazlasına ulaşılırken, düşen faiz oranları borç dinamiklerini de olumlu etkilemiştir.
Diğer taraftan, bu tür programların temel zafiyeti olan ödemeler dengesi tarafında sorun
yaşanmaya başlanmıştır. Reel olarak aşırı değerlenen Türk lirası nedeniyle cari açığın hızla
büyümesi ve makroekonomik değişkenlerdeki kısmi iyileşmenin ardından siyasi iktidarın
yapısal reformları uygulamaya koymakta gönülsüz davranması sonucunda programın devam edip etmeyeceği konusunda şüpheler oluşmuştur. Zaten zayıf olan bankacılık sistemi
de program boyunca artan döviz açık pozisyonları nedeniyle daha da kırılgan bir duruma
gelmiştir. Programın güvenirliğini kaybetmeye başlaması ve bekleyişlerin kötüleşmesinin
ardından, Kasım 2000 kriziyle ekonomik program bir darbe daha almış ve Şubat 2001 tarihinde mevcut kur rejimi terk edilerek, döviz kurları dalgalanmaya bırakılmak zorunda
kalınmıştır. Döviz kurunun değeri bir gün içerisinde yaklaşık iki katına çıkarken faiz oranları hızla yükselmiş, Türkiye ekonomisi tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşamıştır.
Krizle birlikte ekonomi daralmanın yanı sıra , 1986’dan beri en düşük seviyesine gerileyen
enflasyon da tekrar yükselme sürecine girmiştir.
2000 yılı programının başarı ve başarısızlıkları, fiyat istikrarının sağlanması doğrultusunda altı çizilmesi gerekli önemli dersler içermektedir. Kriz öncesi süreç incelendiğinde
Türkiye’de bankacılık sektörünün ne kadar kırılgan bir yapıda olduğu ve bunun para politikası uygulamasını ne kadar zorlaştırdığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede,
bankacılık sektörü denetiminin çok daha sistemli ve profesyonelce yapılması gerekliliği ve
bankacılık sektörünün sağlam bir yapıya kavuşturulması zorunluluğu anlaşılmıştır. Krizden çıkarılacak ikinci bir ders de bekleyişlerin doğru yönetilmesinin önemi olmuştur. Programın başında bekleyişler olumluyken, program hedeflerine ulaşılmış ancak, programın
devam edip etmeyeceğine yönelik şüpheler artmaya başladığında, sonu krize kadar giden
bir süreç başlamıştır. Bu durum ekonomik programın tüm ekonomik birimlerce güvenilir
bulunması ve desteklenmesinin istikrarı sağlamanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu ortaya koymaktadır.
Döviz kuruna dayalı programlar kırılgan programlardır. Yerli paranın aşırı değerlenmesi sonucu ödemeler dengesi üzerinde oluşan baskı kur rejiminin sürdürülememesi nedeniyle krizle sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla, sabit kur rejimi sürekli devam ettirilebilecek bir
politika olmamaktadır. Türkiye’deki program tasarlanırken bu husus göz önüne alınarak
18 ay sonra kurların kademeli olarak (gittikçe genişleyen bir bant biçiminde) serbest bıra136
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
kılması hedeflenmişti. Ancak, bekleyişler iyi yönetilemediği ve özellikle yapısal reformlar
programın ilk aşamasından sonra devam ettirilmediği için program başlangıçta sağladığı
güvenilirliğini kaybetmiş ve 18 ayını doldurmadan sona ermiştir.
Diğer taraftan, programın başarılı sayılabileceği enflasyonla mücadele ve mali politikalar da önemli dersler içermektedir. Parasal ve mali disiplin kararlılıkla uygulandığında
Türkiye’de enflasyonun düşürülebildiği ve mali yapının düzeltilebildiği görülmüştür. 2000
yılı programı önceki ekonomik programların aksine enflasyonla mücadelede belli bir dönemde de olsa aldığı mesafeyle doğru politikalar uygulandığında fiyat istikrarının sağlanabileceğine iyi bir örnek teşkil etmiştir. Burada vurgulanması gereken nokta, uzun dönemde
istikrarın kalıcılığının ekonomik temellerin iyileştirilmesine bağlı olmasıdır.
2.2. Türkiye’de Enflasyon Dinamiklerinde Rol Oynayan Önemli Faktörler
Buraya kadar Türkiye’de enflasyon dinamikleri tarihsel süreç çerçevesinde incelenmiş
fiyat istikrarına ulaşma yönündeki çabalar kısaca özetlenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde
ise 2001 yılı Şubat krizine kadar olan dönemde enflasyon dinamikleri konusunda yukarıda
yaptığımız değerlendirmelerin ışığında, enflasyonist sürece katkı yapan başlıca unsurlar
ortaya konulacaktır.
2.2.1. Döviz Kuru
Türkiye ekonomisi 1980’li yıllarda hızlı bir serbestleşme sürecine girmiş ve 1984 yılında
Türk vatandaşlarının bankalarda döviz hesabı açtırmalarına izin verilmesinden itibaren,
ekonomi giderek artan bir para ikamesi ve mali dolarizasyon sürecine girmiştir. Artan dışa
açıklıkla birlikte döviz kurundaki gelişmelerin enflasyon başta olmak üzere ekonomideki
makro büyüklükler üzerindeki etkisi de artmaya başlamıştır.
Makroekonomik anlamda döviz kuru – enflasyon ilişkisi başlıca üç mekanizma ile açıklanabilir.
i. İthal malların fiyatları,
ii. İthal girdilerin fiyatları,
iii. Enflasyon bekleyişleri ve endeksleme mekanizmaları.
İlk mekanizma ekonomide tüketilen ithal malların fiyatlarıyla ilgilidir. Yabancı bir malın
yabancı para cinsinden fiyatı değişmese de, kurdaki bir artış bu malın Türk lirası cinsinden
fiyatını artıracaktır. Bu mekanizmanın enflasyon üzerindeki etkisi enflasyon hesaplanmasında kullanılan mal ve hizmet sepetinde ithal malların ağırlığı ile doğru orantılıdır. İkinci
mekanizma da tüketim malları değil ara mallar ve sermaye malları aracılığı ile çalışmaktadır. Herhangi bir malın üretiminde ithal girdiler kullanılıyorsa kurdaki bir artış üretim
maliyetlerini artırarak nihai malın fiyatını etkileyecektir.
Bu ilk iki mekanizmanın güçlü bir şekilde işlemesi için Türkiye ekonomisi uygun bir
ortam teşkil etmektedir. Birincisi, yapılan araştırmalar, tüketici enflasyonunun hesaplanmasında kullanılan mal sepetinin yüzde 50’den fazlasını dış ticarete konu olan malların
oluşturduğunu ortaya koymaktadır.3
3
T.C. Merkez Bankası Para Politikası Raporları
137
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
İkinci olarak, Türkiye’nin toplam ithalatının neredeyse tamamına yakınının ara ve sermaye mallarından oluştuğu görülmektedir. Bu durumun da temelleri 1980 öncesi uygulanan ithal ikameci politikalara dayanmaktadır. Bu politikalar zaman içerisinde ithalatın
kompozisyonunun sermaye malları lehine gelişmesine neden olmuş ve ekonomiyi planlananın aksine ithalata bağımlı bir hale getirmiştir.
Üçüncü mekanizma ise bilinen makroekonomik ilişkilerden biraz daha farklıdır. Uzun
süre enflasyonla yaşayan ekonomik birimler geleceğe yönelik karar alırken bazı endeksleme mekanizmaları geliştirmektedirler. Bunlardan biri de döviz kurudur. Enflasyon belirsizliği altında, döviz kurunun gelecekteki enflasyon açısından iyi bir gösterge olduğuna
inanılırsa fiyat yapıcıları da kendilerini enflasyondan korumak amacıyla kurdaki değişimleri fiyatlarına yansıtmayı tercih edebilirler. İşte bu durum ekonomideki dış ticarete konu
olan ya da olmayan, ithal girdi kullanan ya da kullanmayan tüm malların fiyatları için
geçerli olacaktır. Bir başka deyişle, döviz kuru değişimlerinin herhangi bir kanalla maliyetleri etkilemediği bir sektörde faaliyet gösteren bir firma, döviz kuru arttığında genel fiyat
düzeyinin de artacağı beklentisiyle bu artışı fiyatlarına aynen yansıtacaktır.
Türkiye’de diğer gelişmekte olan ekonomilerde de olduğu gibi bu tarz bir endeksleme
mekanizmasının döviz kuru-enflasyon ilişkisini güçlendiren en önemli faktörlerden biri
olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak, tarihsel değerlendirmeler ve ekonominin yapısal
özellikleri göz önüne alındığında döviz kurunun enflasyonist süreci besleyen en önemli
unsurlardan biri olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
2.2.2. Kamu Açıkları ve Borçlanma
Daha önce de belirtildiği gibi, 1986 yılından bu güne uygulanan iç borçlanma yoluyla
finansman stratejisi son 15 yıllık dönemde kamu açıklarının parasallaşmaya yol açmasını
büyük ölçüde önlemiştir. Buna karşın, giderek büyüyen borç stoku enflasyonu başka kanallardan besleyen bir ekonomik yapı oluşmasında en önemli rolü oynamıştır.
Tarihsel değerlendirmeler ve Türkiye’de enflasyonist süreci inceleyen deneysel çalışmaların sonuçları ışığında kamu açıklarının enflasyona katkısı ile ilgili saptamalar şu şekilde
özetlenebilir:
i. Finansman yöntemi olarak iç borçlanma ağırlıklı olarak kullanıldığı için Türkiye’de
klasik anlamda kamu açıkları-parasallaşma-enflasyon ilişkisi gözlenmemektedir.
ii. Bu nedenle kamu açıkları hiperenflasyon deneyimlerine yol açmamış ancak finnasal
sistemin kırılgan hale gelmesinde önemli rol oynamıştır.
iii. Enflasyonu etkileyen en önemli kanal ise borç dinamiklerinin bekleyişler üzerindeki
etkisi olmuştur. Borç stoku büyüdükçe ve borçlanma gereği ve riske paralel olarak
reel faiz oranları yükseldikçe borçlanmanın sürdürülebilirliğine dair kaygılar da
artmıştır. Borçlanmanın sürdürülemeyeceği beklentisi ekonomiyi dış şoklara politik
gelişmelere hatta kur yada faizdeki en küçük oynamalara dahi kırılgan duruma
getirmiştir. Bu durum ekonomik birimlerin en ufak bir risk algılamasının dahi
enflasyonun yükselmesi ve makro dengelerin bozulmasıyla sonuçlanmasına neden
olmaktadır.
138
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
iv. Kamu açıklarının finansal sistem üzerindeki baskısı ve faizlerin Hazine için önemli
bir maliyet unsuru olması Merkez Bankası’nın enflasyona yönelik bağımsız bir para
politikası uygulamasını da zorlaştırmakta ve dolaylı olarak enflasyonist sürece
katkıda bulunmaktadır.
2.2.3. Kamu Fiyatları
Türkiye ekonomisinin, 1980 öncesinde izlediği kalkınma stratejisinde kamu kesimin
kilit bir rolü olması bu kesimin ekonomik olarak genişlemesiyle sonuçlanmıştır. Bugün
tüketici fiyatlarının hesaplanmasında kullanılan mal ve hizmet sepetinin yüzde 20,8’i kamu
fiyatlarından oluşmaktadır.
Kamu fiyatlarıyla ilgili temel sorun, kamu kesiminin genellikle düşük verimlilikle çalışıp
bu farkı fiyat artışları ile kapatmak durumunda kalmasından kaynaklanmaktadır. Bunun
yanında özellikle TEKEL ürünleri ve akaryakıt fiyatları üzerindeki vergilerin Hazine’nin
önemli gelir kaynaklarından biri olması nedeniyle kamu gelirlerinin artırılması amacıyla
da bu fiyatlar yükseltilebilmektedir.
İstikrar programları çerçevesinde belli dönemlerde kamu fiyatları baskı altında tutulmuş ve enflasyonu düşürmekte ek bir çapa olarak kullanılmıştır (2000 programında olduğu
gibi). Ancak, böyle bir politika eninde sonunda KİT’lerin finansman sorunları nedeniyle
ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırmak durumunda kalmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle yapay olarak yaratılan baskı enflasyonu önleyememekte, sadece kamu
kesimindeki verimsizliğin enflasyona yansımasını erteleyebilmektedir.
2.2.4. Enflasyonist Atalet ve Endeksleme
Yüksek enflasyonun kalıcı olduğu ekonomilerde ekonomik birimler fiyatları belirlemek,
ücret artışı talep etmek gibi gelecekle ilgili kararlarını alırken enflasyondan kendilerini korumayı amaçlarlar. Bu durum genelde böyle ekonomilerde bir takım endeksleme mekanizmalarının oluşmasına neden olur. Bu mekanizmalar enflasyonun kendi kendini beslemesine yol açmaktadır. Enflasyon arttıkça enflasyon bekleyişi yerleşmekte ve enflasyon giderek
kronikleşen bir yapıya kavuşmaktadır.
Türkiye ekonomisinin de yirmi yılı aşan süreden beri yüksek enflasyonun etkisinde olduğu düşünüldüğünde, bu tarz mekanizmaların yerleşmiş olduğu anlaşılacaktır. Yukarıda
verilen döviz kuruna endeksleme örneği bunların en belirgin olanlarından biridir. Tüm
yüksek enflasyon deneyimlerinde olduğu gibi bu tür mekanizmaların fiyatlarda yarattığı
katılık, Türkiye’de de enflasyonist süreci beslemekte ve enflasyonu düşürmenin önündeki
en önemli engel olarak karşımıza çıkmaktadır.
2.3. 2001-2003 Dönemi: Yeni Ekonomik Program ve Fiyat İstikrarının Sağlanması İçin Yapılan Düzenlemeler
Krizin hemen sonrasında ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı ortadan kaldırmak amacıyla temel bir takım tedbirler alınmış daha sonra da uygulanmasına bu gün de
devam edilen yeni ekonomik program uygulamaya konmuştur. Program temel olarak;
139
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
i. Dalgalı kur sistemi içinde enflasyona odaklı, şeffaf, etkin ve ileriye yönelik bir para
politikası çerçevesinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde
sürdürmeyi,
ii. Bankacılık sektöründe kamu bankaları başta olmak üzere hızlı ve kapsamlı bir
yeniden yapılandırılmayı, böylece bankacılık kesimi ile reel sektör arasında sağlıklı
bir ilişki kurmayı,
iii. Kamu finansman dengesini bir daha bozulmayacak bir biçimde güçlendirmeyi,
iv. Bütün bunları sağlayacak ve sağlanan istikrarı kalıcı hale getirecek yapısal
unsurların yasal altyapısını oluşturmayı;
amaçlamaktadır. Mali disiplin ve yapısal reformlar yeni ekonomik programın da temel unsurları arasında yer almaktadır. Özellikle yapısal reform yelpazesi 2000 yılı programına
göre daha geniş tutulmuş ve önemli yasal düzenlemelerle de desteklenmiştir. Bankacılık
sektörünün önemi karşılaşılan krizle birlikte daha da iyi anlaşılmış ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması yapısal reform programının temel taşlarından biri olmuştur.
Bir önceki bölümde özetlenen enflasyon dinamikleri arasında kamu açıkları ve borçlanmanın, bekleyişler ve dolayısıyla enflasyon üzerindeki etkisi vurgulanmıştır. Bu çerçevede,
fiyat istikrarını sağlamanın olmazsa olmaz koşulunun mali disiplin olduğu, borç yükü bu
kadar ağır olduğu sürece sadece fiyatların değil diğer ekonomik büyüklüklerin de kalıcı
olarak istikrar kazanmasının mümkün olmayacağının altı çizilmelidir. Dolayısıyla fiyat istikrarını sağlamayı amaçlayan bir program mutlak suretle mali disiplini sağlayıcı önlemleri
almalı ve orta-uzun vadede ekonomiyi bu ağır borç yükünden kurtarmalıdır. Yeni program
bir taraftan reel faizleri düşürerek borçlanmanın kısa dönemde sorunsuz sürdürülmesini
sağlamayı diğer taraftan sıkı maliye politikası aracılığı ile faiz dışı bütçe fazlası vererek borcu orta ve uzun dönemde kademeli olarak ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Yeni program fiyat istikrarını sağlamak doğrultusunda ortaya koyduğu mali ve parasal
disiplin ve yapısal değişim programı konularında 2000 yılındaki programla benzerlik göstermektedir. Buraya kadar yapılan tarihsel değerlendirmede de bu iki unsurun Türkiye’de
fiyat istikrarına ulaşmak için olmazsa olmaz koşullar olduğu görülmektedir. Buna karşın,
programın bu iki önemli ayağı yine tarihsel süreç içerisinde enflasyon dinamikleri üzerinde belirleyici olduğu düşünülen döviz kuru ve bekleyişlerin yönetimi konusunda neler
yapılacağı sorusuna bütünüyle cevap verememektedir. İşte yeni programı öncekinden ayıran ve enflasyonun dinamikleri üzerinde etkili olan en önemli iki unsur da burada ortaya
çıkmaktadır. Bunlardan biri dalgalı döviz kuru sistemi, diğeri de Merkez Bankası’nın yeni
kanunuyla birlikte düzenlenen konumudur. Çalışmanın bu bölümünde bu iki gelişmenin
enflasyona etkileri ya da bir başka deyişle fiyat istikrarını sağlama doğrultusundaki katkıları üzerinde durulacaktır.
140
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
2.3.1. Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Yeni TCMB Kanunu
Fiyat istikrarına ulaşmak adına atılan en önemli adımlardan biri de, dünyada fiyat istikrarını sağlamakta başarılı olan politika uygulamalarında olduğu gibi, Merkez Bankası’nın
kurumsal yapısının fiyat istikrarını sağlama amacına uygun hale getirilmesi olmuştur. Bu
kurumsal yapı politika uygulamalarında daha etkin olmayı sağlayacak olan araç bağımsızlığına dayanmaktadır. Yasayla fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek Merkez Bankası’nın
temel görevi haline gelmiş ve banka tam bir araç bağımsızlığına kavuşmuştur.
Burada araç bağımsızlığı kavramı üzerinde biraz daha durmak faydalı olacaktır. Söz
konusu olan bağımsızlık, merkez bankasının para politikasını yürütürken kullandığı araç
ve yöntemleri seçmede ne oranda serbest olduğunu ifade etmektedir. Amaç ise hükümet ile
birlikte tespit edilmektedir. Günümüzde, genel olarak tüm dünyada hükümetlerin temel
hedefi büyüme ve istihdam artışı merkez bankalarının hedefi ise fiyat istikrarını sağlamak
olmuştur. Fiyat istikrarının sürdürülebilir büyümenin ön koşulu olması nedeniyle hedefler
arasında bir çelişki yoktur.
Bu durumda böyle bir bağımsızlığın fiyat istikrarı için neden ön koşul olduğu sorusu
akla gelebilir. Uzun dönemde siyasi iktidar ile merkez bankasının amaçları kesişmesine
karşın, daha kısa dönemde siyasetçilerin ekonomiyi popülist politikalarla aşırı ısınmaya
zorlamaları ve hükümetlerin kamu açığı vermeye ve bunu merkez bankası kaynakları ile
finanse etmeye istekli olmaları gibi faktörler fiyat istikrarını tehdit etmektedir. Bu çerçevede para politikası tasarlanırken, fiyat istikrarının sağlanması için, kısa vadeli diğer hedefler
için düşük enflasyon hedefinden vazgeçmeyecek bir kuruma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu
kurum uzun vadede toplum refahını maksimize eden bir merkez bankasıdır.
Bu değerlendirmeler ışığında, yukarıda belirtilen enflasyonist baskı yaratacak iki unsura karşı yasanın gerekli düzenlemeleri yaptığı görülmektedir. Yasayla, Banka’nın para
politikası uygulamalarında tek yetkili ve sorumlu olması ve görev ve yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanabilmesi sağlanmıştır. Kamu açıklarının finansmanı konusunda da, Banka’nın Hazine ve kamu kuruluşlarına avans vermemesi ve kredi
açmaması ve birincil piyasadan Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) almaması için gerekli
düzenlemeler yapılmıştır.
Yeni kanunun bağımsızlık dışında iki önemli temel unsuru daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Merkez Bankası’nın hükümetle koordinasyonudur. Enflasyon hedefinin
hükümetle birlikte belirlenmesi ve para politikaları hakkında hükümete bilgi verilmesi gibi
düzenlemeler de yasada yer almaktadır. İkinci unsur ise hesap verebilirlik ve şeffaflıktır.
Para politikası hedeflerine ulaşılmaması durumunda nedenlerin ve alınması gereken önlemlerin Hükümete yazılı olarak bildirilmesi ve kamuoyuna açıklanması, politika hedef
ve uygulamalarının dönemsel raporlar ve basın duyuruları gibi araçlarla tüm kamuoyu ile
paylaşılması gibi düzenlemelerde bu ikinci unsura yönelik olarak uygulamaya konmuştur.
Özetle, yeni TCMB kanunu, Türkiye ekonomi tarihinde, merkez bankasının temel stratejisini ilk defa bu kadar enflasyona odaklı hale getiren ve fiyat istikrarının önemini vurgulayan bir yasa olması nedeniyle, fiyat istikrarının sağlanması doğrultusunda çok önemli bir
reform olmuştur.
141
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2.3.2. Dalgalı Kur Rejimi
Yeni program dalgalı kur sistemini temel almasıyla, Türkiye ekonomisinde yapısal özellik olarak önceki dönemlerden farklı yeni bir döneme girilmesine neden olmuştur. Sermaye
hesabının serbestleşmesinden krize kadar olan süreçte (2000 programıyla daha sistemli ve
şeffaf olmak üzere) döviz kurunun değeri Merkez Bankası tarafından kontrol edilmiş ya da
belirlenmiştir. Yeni dönemde merkez bankası aşırı dalgalanmalar dışında kura müdahale
etmeyeceğini ve döviz kurunun değerinin piyasa koşulları altında belirleneceğini açıklamıştır.
Yeni programda eski kur rejiminin terkedilmesi aşağıda açıklanan iki gerekçeye dayandırılmaktadır4:
“...Birincisi, 2000 yılında uygulanan kur rejimi Şubat 2001 Krizi ile çökmüştür. Çöken bir rejimin yerine kısa sürede aynısını ya da benzerini koymaya çalışmak, bu rejimlerin “inandırıcılık, kredibilite” gibi unsurlara temelden bağlı oldukları dikkate alındığında hiç de gerçekçi değildir. Üstelik,
son yıllarda pek çok ülke bu tür kur rejimlerini terk etmiş ve dalgalı kur rejimine geçmişlerdir.
Böyle bir kur rejimi uygulanmayacak olmasının ikinci ve esas nedeni ise, bu tür bir rejimin
mevcut koşullarda Türkiye ekonomisi için yararlı görülmemesidir. Neden sabit ya da öngörülebilir
kur rejimi istenmektedir? Sorunun yanıtı basittir, ama çok önemlidir: Yıllardır giderek bozulan
iktisadi temeller, ekonomik birimleri döviz cinsinden işlemlere yöneltmiş ve dolayısıyla döviz kuru,
karar alınırken dikkate alınan önemli bir değişken haline gelmiştir. Ücretlerin ve fiyatların yabancı
para birimlerine endekslendiği, hatta kimi zaman yabancı para birimleri cinsinden belirlendiği, tasarrufların önemli bir kısmının yabancı para birimleri cinsinden tutulduğu, bilançoların varlık ya
da yükümlülük tarafında yabancı para birimi cinsinden kalemlerin önemli bir paya sahip olduğu bir
ekonomik yapı, şüphesiz, istenilir ve sürdürülebilir bir ekonomik yapı değildir. Zira böyle bir yapı,
krizlere karşı son derece hassas bir yapı anlamına gelmektedir.”
Bu açıklamadan anlaşılan “Merkez Bankası garantisinde”, “öngörülebilir” bir döviz
kurunun para ikamesi ve mali dolarizasyonu teşvik ettiği ve bunun istenilen bir durum
olmadığıdır ki, endeksleme davranışının döviz kuru-enflasyon ilişkisinde ne kadar önemli
olduğu yukarıda enflasyon dinamiklerinin incelendiği bölümde de vurgulanmıştır.
Türkiye’de enflasyonu belirlemekte döviz kurunun önemi ve etkisi yapılan tüm çalışmalar ve değerlendirmelerde kabul edilmektedir. Bu ilişkiyi veri alarak enflasyonu düşürmek, 2000 yılında bu önemli değişkeni kontrol etmek yoluyla sağlanmaya çalışılmıştır.
Yeni programda ise döviz kuru-enflasyon ilişkisini zayıflatabilecek bir kur politikası uygulanmaya çalışılmaktadır.
Programın uygulandığı son 2,5 senelik dönem incelendiğinde bu yolda önemli mesafe
kaydedildiği görülmektedir. Bu dönem içerisinde döviz kuru, yeni rejimin etkisiyle tarihinde hiç görülmediği kadar dalgalı bir seyir izlemiştir. Kısa dönemde kurda hem yukarı
hem aşağı yönlü hareket gözlenmesi, dövizi eskiden olduğu gibi garantili bir yatırım aracı
olmaktan çıkarmış, mevcut endeksleme davranışının değişmesi yönünde önemli bir adım
atılmıştır.
4 TCMB’nin
142
2 Ocak 2002 tarihli “2002 Yılında Para ve Kur Politikası ve Muhtemel Gelişmeler” başlıklı basın duyurusu
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Burada altı çizilmesi gerekli bir başka unsur, mevcut yapının değişmesiyle kastedilenin
istikrarsız, öngörülemeyen ve belirsiz bir döviz kuru yaratmak olmaması gerektiğidir. Böyle bir politikanın temel varsayımı kısa dönemdeki dalgalanmalara rağmen uzun dönemde istikrarlı bir döviz kuru olması gereğidir. Bunun sağlanması da ancak gerekli yapısal
düzenlemelerin yapılması yoluyla olacaktır. Merkez Bankası bu yöndeki görüşünü de şu
şekilde açıklamaktadır.
“...Mevcut yapı mutlaka değişmelidir. Bu değişimin yolu, döviz kurunu suni ve sürdürülemez
yollarla “öngörülebilir” kılmaktan geçmemektedir. İktisadi temellerdeki düzelme ve yapısal reformlar bu yapıyı değiştirmenin önkoşuludur. 2002 yılında da uygulamaya devam edilecek olan dalgalı
kur rejimi, bu yapının değişmesine yardımcı olacaktır...”
Son dönemdeki politika uygulamaları ve uygulanan ekonomik programın tasarımı,
geçmişteki enflasyonist süreçten ders alındığı ve enflasyon dinamiklerinin iyi anlaşılarak
yerinde tedbirlerin uygulamaya konduğunu göstermektedir. Yakın zamana kadar enflasyonla mücadelede alınan yol ve 2003 yılı sonunda enflasyonunun yüzde 20’nin altına inmiş
olması da bu tespiti destekler niteliktedir.
Bununla birlikte şu gerçek de gözden kaçmamalıdır. Fiyat istikrarı henüz sağlanmış değildir ve sağlandıktan sonra devamlılığı da en az sağlanması kadar önemli olacaktır. Bu
nedenle fiyat istikrarını sağlamaya yönelik ekonomi politikalarının aynı kararlıkla uygulanmaya devam edilmesi gereklidir. Bugüne kadar uygulanan makro politikalar yüksek
enflasyonu daha makul bir seviyeye indirmeyi başarmış olsa da, enflasyonun bu noktadan
tek haneli rakamlara indirilmesi ve istikrarın devamlılığının sağlanması da en az önceki
süreç kadar zorlu olacaktır. Bu çerçevede, bugüne kadar yapılanlar ışığında , bundan sonra
yapılması gerekenler çalışmanın bundan sonraki bölümünde ele alınacaktır.
3. Türkiye Ekonomisinde Fiyat İstikrarının Sürdürülmesi
3.1. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarının Temel İlkeleri
Finansal krizler sonrasında uygulamaya konulan ve ana hatları 2. Bölümde verilen
programın genel olarak kararlılıkla uygulanması sonucunda 2002 ve 2003 yıllarında enflasyonda önemli ölçüde düşme sağlanmıştır. 2001 yılı sonunda yüzde 88,6 (TEFE) ve yüzde
68,5 (TÜFE) seviyesinde gerçekleşen enflasyon oranları 2003 yılı sonunda TEFE’de yüzde
13,9, TÜFE’de ise yüzde 18,4 ile hedeflerin altında kalarak son yirmisekiz yılın en düşük
seviyelerine gerilemiştir. T.C. Merkez Bankası anketlerine göre, 2003 yılında enflasyonist
beklentilerdeki sürekli düşme ve gelecek döneme ilişkin beklentilerin hedef alınan enflasyon oranına yaklaşması enflasyondaki ataletin kırılması açısından önem arz etmektedir.
Son iki yılda enflasyonla mücadelede sağlanan başarının devam ederek tek haneli rakamlara inilmesi ve böylece fiyat istikrarının sağlanarak korunması için temel noktalar;
i.
Hükümete ve karar alıcılara ekonomik ajanların, mali piyasaların güven duyması ve
makroekonomik istikrarın sağlanması yönünde uygulamaya konulan politikaların
inandırıcı olması,
ii. Mali disiplinin sürdürülerek kamu açıklarının ve kamunun toplam borç stokunun
aşağı çekilmesi (mali baskınlığın azaltılması),
143
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
iii. Kamu borç stokunun azaltılması sürecinde kamu sektörünün mali piyasalarda oluşan
baskınlığının azaltılması ve finansal derinleşmenin sağlanması,
iv. Merkez Bankasının parasal disiplini sürdürmesi,
v. Kamu ve özel sektörde gelirler politikasının enflasyon hedefleri doğrultusunda
yürütülmesi,
vi. Yasal ve kurumsal anlamda önemli ölçüde gerçekleştirilen yapısal reformların hayata
geçirilerek kırılma eğilimine giren enflasyondaki katılığın (inertia) tamamen ortadan
kaldırılması,
vii. Mal ve hizmet üretiminde verimliliğin artırılması ve kalitenin iyileştirilmesi ve
böylece ekonominin rekabet gücünün artırılması olmaktadır.
3.2. Sürdürülebilir Fiyat İstikrarı İçin Ekonomik ve Yasal Çerçeve
3.2.1. Mali Baskınlığın Ortadan Kaldırılması ve Mali Derinliğin Sağlanması
Fiyat istikrarının sağlanması ve korunması için 1. Bölümde teorik olarak ortaya konulan “kamu maliyesinden genel fiyat seviyesine doğru” bir baskının söz konusu olmaması
gerekmektedir. Diğer bir deyişle, fiyatlar üzerinde kamu açıklarından kaynaklanan talep
baskısı söz konusu olmamalıdır. Ancak, Türkiye’de yüksek kamu açıkları (KKBG/GSMH
ve Konsolide bütçe açığı/GSMH oranı- Ek Tablo 1) ve bu açıkların 1990’lı yıllarda giderek
artan ölçüde iç borçlanma ile finansmanı (iç borç stoku/GSMH oranı yükseliyor- Ek Tablo 2)
kamu sektörünün ekonomideki ağırlığının giderek arttığını ortaya koymaktadır.
“Mali baskınlığın” yüksekliğini gösteren kamu açıklarının, yeterince derin olmayan finansal piyasalardan borçlanma ile finansmanı bu piyasalarda giderek artan ölçüde kaynakların devlet tarafından kullanılmasına neden olmaktadır. Bunun da göstergesi toplam
mali varlıklar içinde kamu menkul kıymetlerinin yükselen payıdır (Ek Tablo 3). Bu durum
bir yandan özel sektörün kullanacağı fon miktarını sınırlarken (crowding-out) diğer yandan reel faiz oranlarını yükseltmekte ve borçlanma vadesini kısaltmaktadır. Bu durum ise
Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarında kullanacağı önemli bir araç üzerinde
kısıt getirmektedir.
Mali disiplin ve bütçe açığının finansmanı enflasyondaki katılığın giderilmesinde anahtar rolündedir. Ancak bu yapıldığında Merkez Bankası para politikasını enflasyonla mücadele doğrultusunda yönlendirebilir. Bu çerçevede, Merkez Bankası yakın gelecekte enflasyon hedeflemesi sistemine geçmeyi planlamaktadır. Bu sistemin çalışması için ekonominin
parasal göstergelerin baskın olduğu bir yapıda olması gerekir. Diğer bir deyişle, kamu
sektörünün ve hükümetlerin uyguladıkları maliye politikalarının ekonomide belirleyici
olmaması gerekir.
Türkiye ekonomisinde mali baskınlığın yüksekliği ve mali derinliğin zayıflığı enflasyon
hedeflemesi sistemine geçiş açısından en önemli engelleri teşkil etmektedir. Kamu kesiminin mali piyasalar üzerindeki bu ağırlığı ve etkinliği, Merkez Bankası’nın hükümetten
144
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
bağımsız olarak para politikaları uygulamalarıyla enflasyon hedefine ulaşmasını güçleştirecektir. Yüksek kamu açıkları ve bunların iç borçlanma ile finansmanının varlığı fiyatların
ve faiz oranlarının serbest piyasa koşullarında oluşmasını engellemektedir. Bu durum aynı
zamanda enflasyonist beklentileri de olumsuz yönde etkilemektedir. Bundan dolayı enflasyon hedeflemesi sistemine sağlıklı bir geçiş için öncelikle kamu açıklarının azaltılması,
mali baskınlığın giderilmesi gerekmektedir. Aynı süreçte toplam borç yükünün de azaltılması mali derinliğin sağlanması için ön koşul olmaktadır.
Enflasyon hedeflemesi uygulaması, para politikasının mali yapıdan gelen etmenler tarafından yönlendirilmemesini gerektirir. Büyük miktardaki mali açıkların parasallaşma
olasılığının minimize edilmesi ile, güçlü mali sistem enflasyon hedeflemesi çerçevesinin
güvenilirliğinin sağlanmasına yardımcı olacak ve böylece enflasyonun düşürülmesinin
ekonomiye getireceği olası reel maliyeti de sınırlayacaktır (Masson, Savastano ve Sharma,
1997; Mishkin 2000). Güçlü mali yapının enflasyon hedeflemesi sisteminin kurulması sürecindeki önemi, enflasyonun geçmişteki performansına, yine geçmişte hükümetin kısa vadede bütçe öncelikleri nedeniyle para politikası üzerindeki olası baskılarına, ve kamunun
finansal ihtiyaçlarını karşılamak için finans piyasalarına giriş kabiliyetine bağlıdır. Kamu
borç stoku ve ekonominin şoklara karşı dayanıklılığı da enflasyon hedeflemesinin mali öncelikler tarafından yönlendirilmesi hususunda önemli rol oynamaktadır. Eğer bir ülkede
enflasyon seviyesi düşük ve kamu sektörü bütçe açıklarının finansmanı için finans piyasalarına girebilme yeteneğine sahip ise mali yapının enflasyon hedeflemesi sistemini etkileme
olasılığı daha az olacaktır (Carare, Schaechter, Stone ve Zelmer 2002)5.
Mali derinliğin yeterince sağlanamaması yani M2/GSMH ve/veya M2Y/GSMH oranlarının düşük seviyelerde seyretmesi, kamunun iç borçlanmaya yöneldiğinde kullanabileceği fon kaynaklarını sınırlamakta ve bu durum da faiz oranları üzerinde yukarı doğru
baskı yaratmaktadır. Diğer taraftan, devlet iç borçlanma senetlerinin toplam mali varlıklar
içerisindeki payının yüksekliği, “sığ” mali piyasalardaki kamunun ağırlığını, yani kamunun toplam mali kaynakların önemli bir bölümünü kullandığını göstermektedir.
Türkiye’nin mali baskınlık (bütçe açığının GSYİH’ya oranı) ve mali derinlik (geniş tanımlı para arzının-M2Y- GSYİH’ya oranı) göstergeleri, enflasyon hedeflemesini uygulayan
ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin aleyhine olmak üzere önemli miktarda farklılık
gözlenmektedir (Ek Tablo: 4-5).
Kamu açıkları azaltılırken makroekonomik hedefler çerçevesinde faiz dışı fazla verilmesi mali piyasalarda programa olan güveni artırarak enflasyonist beklentileri ve faiz
oranlarını aşağı çekerken döviz kurunda da istikrarı getirecektir. 2003 yılında bu yönde
önemli mesafe kaydedilmiştir. Enflasyonist beklentilerdeki düşme faiz oranlarını aşağı çekerek borçların sürdürülebilirliğine katkıda bulunacak ve anti-enflasyonist sürecin üretim
maliyetini (sacrifice ratio) azaltacaktır. Bununla birlikte, faiz dışı fazlanın kalitesi önem
kazanmaktadır. Faiz dışı fazlanın kalitesinin artırılması için; geçici vergilere değil dolaysız
5 Yükselen piyasa ekonomileri (emerging markets - İsrail, Meksika, Polonya ve G.Afrika) enflasyon hedeflemesine geçiş öncesin-
de mali yapılarını güçlendirmişler, kamu borç stokunun GSYİH’ya oranını azaltmışlardır (Schaechter, Stone ve Zelmer, 2002).
145
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
vergilere ağırlık verilmesi ve bu alandaki reform çalışmalarının tamamlanması, vergi tabanının genişletilmesi ve vergi idaresinin kuvvetlendirilmesi, kamu harcamalarının kontrol
altına alınması, harcamalarda etkinlik, verimlilik ve şeffaflığın artırılması, israfın önlenmesi, kamu istihdamının rasyonelleştirilmesi, sosyal güvenlik kuruluşlarının aktüeryal dengelerinin sağlanması ve prim tahsilatının güçlendirilmesi ve kayıt dışı ekonominin kayıt
altına alınması gerekmektedir.
3.2.2. Verimlilik ve Rekabet Edebilirliğin Artırılması
3.2.2.1. Verimlilik ve Fiyat İstikrarı
Fiyat istikrarının sağlanarak korunması için temel noktalardan birisi de ekonomide
verimliliğin ve rekabet gücünün artırılmasıdır. Ancak ekonomide refahı artırmak için
öncelikle geliri artırmak gerekmektedir. Büyümenin kaynakları; (i) üretim faktörlerindeki
(üretime ayrılan emek ve sermayedeki) artışlar, (ii) aynı miktar girdilerle daha çok
üretebilmeyi sağlayabilen verimlilik ya da etkinlik kazançları olarak özetlenebilir.
Ekonomik refahın yaygın kullanılan bir göstergesi kişi başına GSYİH olup, aynı zamanda
ulusal düzeyde bir verimlilik göstergesidir. Bu perspektifle ulusal düzeyde verimlilik
artışı, GSYİH’da nüfus artışından daha yüksek bir artışı gerektirir. Türkiye’nin Kişi Başına
GSYİH değeri 2002 yılında SGP’ne göre 6.032 ABD Doları ile AB ülkeleri arasında en düşük
düzeydedir. Ulusal düzeyde işgücü verimliliği olarak Çalışan Kişi Başına GSYİH ise 9.045
ABD Dolarıdır (Tablo 3.1).
Uluslararası ortamda rekabet gücünün artırılmasında toplam faktör verimliliği (TFV)
artışı önem kazanmaktadır. Bu perspektifle toplam faktör verimliliği değişimi, çıktı fiyatlarındaki değişimler ve girdi grubunun fiyat değişmeleri arasındaki fark ile de ölçülebilir. Bu
yöntemle belirlenen TFV artışı, ürünün rekabetçi bir fiyatlama ile artırılabileceğini gösterebilir. Diğer bir açıklama yurtiçi katma değerin, fiyat artışı olmadan artırılabileceğidir. Burada toplam faktör verimliliği, uzun dönemli sürdürülebilir ekonomik büyümenin önemli
bir kaynağını oluşturmaktadır.
Ekonomi literatürü büyümenin en sağlıklı dinamiklerinden birinin üretimde verimlilik
artışı olduğunu ortaya koymaktadır. Fiyat ve büyümede istikrarın birlikte sağlanmasında
verimlilik artışları etkili bir araç olarak kullanılabilir. Verimlilik artışından kaynaklanmayan büyüme, kısa dönemde olmasa bile orta dönemde büyümenin önündeki engelleri yaratan unsurları içerir. Devrevi dalgalanmanın kısır döngüsünden çıkarak uzun dönemde
sürdürülebilir büyüme ortamının sağlanması ve refah düzeyinin yükseltilmesinde verimlilik artışının önemi ortaya çıkmaktadır.
Steindel ve Stirah (2001), işgücü ve toplam faktör verimliliğinin neden önemli olduğunu ve uzun dönemde verimliliğin büyüme, yaşam standartları ve enflasyon gibi önemli
değişkenlerle ilişkisini incelemişlerdir. Englander ve Gurney (1994), verimlilik artışının,
reel gelirlerin ve refahın iyileştirilmesinde temel olduğunu, bu artışların yavaşlığının reel
146
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
gelirlerin iyileştirilebilmesi oranını sınırladığını ve gelir dağılımında taleplerin çatışması
olasılığını artıracağını belirtmişlerdir.
Fiyat istikrarına giden yolda üretimde verimlilik artışı sağlanması gerekir. Aksi taktirde
üretimdeki sorunlar, fiyat istikrarı hedefinin önceliğini kaybetmesine yol açabilir. Verimlilik artışının kamu, özel her iki sektörde de gerçekleştirilmesi kaçınılmaz bir hedef olmalıdır.
Tablo 3.1: Türkiye, AB ve Bazı Seçilmiş Ülke İstatistikleri
Kişi Başına GSYİH
İstihdam (Milyon
SGP’ne Göre ABD
Kişi)
Doları
ABD
Almanya
Japonya
İtalya
Fransa
İngiltere
İspanya
Romanya
Türkiye
Lüksemburg
İrlanda
Norveç
Danimarka
İsveç
Hollanda
Avusturya
Belçika
Finlandiya
Yunanistan
Portekiz
2002
35.055
25.385
25.138
24.747
24.191
24.027
21.035
6.317
6.032
53.592
33.715
29.748
29.548
24.703
27.123
26.967
25.697
24.743
19.429
18.220
Toplam İşgücü
(Milyon Kişi)
2002
134,24
38,69
63,30
21,83
24,13
28,39
16,26
10,06
20,29
0,27
1,76
2,27
2,72
2,37
7,93
3,78
4,14
2,37
3,95
5,04
2002
143,05
40,39
66,89
23,99
26,91
30,01
18,34
10,95
22,70
0,29
1,84
2,38
2,80
4,42
7,26
3,97
4,68
2,61
4,37
5,32
Nüfusun Yüzdesi
olarak İstihdam
2002
46,97
46,97
49,69
37,63
40,70
47,27
40,47
46,37
29,09
59,73
45,40
50,04
50,77
47,95
49,15
46,67
40,27
45,57
39,94
50,31
Çalışan Kişi Başına
GSYİH, İşgücü
Verimliliği, ABD
Doları
2002
77.812
51.359
63.132
54.332
58.822
54.775
40.229
4.547
9.045
76.964
67.213
84.407
63.396
56.143
52.827
53.573
59.553
55.523
33.462
23.882
Kaynak: World Competitiveness Yearbook, IMD, 2003
Mc Kinsey danışmanlık şirketi tarafından hazırlanan “Türkiye’de Büyüme Atılımının
Gerçekleşmesi” başlıklı raporda (2002) Türkiye’nin verimlilik performansının zayıf olduğuna dikkat çekilmiş ve verimlilik artışının önündeki en önemli engeller olarak; (i) kayıt
dışılığın yaygınlığı ve bu yüzden kayıt altında çalışan firmaların üzerine aşırı vergi yükü
binmesi), (ii) makro ekonomik ortamın istikrarsızlığı, devletin borçlanma sarmalına girmesi yüzünden reel faizlerin yükselmesi, vb., (iii) devlet tekellerinin haksız rekabete yol
açması sayılmıştır.
Türkiye’de finansman açıklarının azaltılması ya da kontrol edilmesi, KİT’lerin tekel ya
da yarı tekel konumu kullanılarak fiyat artışları yoluyla da gerçekleştirilmeye çalışılmış,
aksı halde KİT zararları birikmiştir. Kamunun ürettiği mal ve hizmetler pek çok sektörde
girdi olarak kullanıldığından ülkemizin rekabet edebilirliğine de olumsuz etkileri olmuştur. Bu durum Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllığı 2003’de verilen sonuçlara da yansımıştır.
Ekonomik performans açısından Türkiye nüfusu 20 milyondan çok olan 30 ülke arasında
147
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
26. sıradan 28. sıraya, kamu etkinliği açısından 22. sıradan 26. sıraya inerken, özel sektör
etkinliği açısından 22. sıradan 16. sıraya ve altyapı açısından 19. sıradan 15. sıraya yükselmiştir. Ekonomik performansı belirleyen alt faktörlerden, bu düşüşte etkili olanları fiyatlar (30. sıra) ve istihdam (27) olarak saptanmıştır. Kamu etkinliğinde düşüşe neden olan
alt faktörler ise kamu finansmanı (30. sıra), mali politika (25. sıra) etkili olmuşlardır. Özel
sektör etkinliğinde, verimlilik artışları (13. sıra) ile davranışlar ve değerlerin (9. sıra) pozitif
etkisi olduğu gözükmektedir.
Kamu kesiminde verimliliğin artırılması kamu açıklarının azaltılması ve kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması açısından önem arz etmektedir.
Bir üretim sürecinde, enerji fiyatları, ücretler, hammadde ve malzeme, gibi girdilerdeki
fiyat artışları, eğer satışlardaki fiyat artışından daha düşük kalırsa kârlılık artışı sağlanabilir. Ayrıca bu girdilerin kullanım miktarlarında çeşitli yöntemlerle azalma sağlanırsa kârlılık daha yüksek düzeyde artar. Eğer büyüme sürecinde yukarıda sözü edilen girdilerin
etkin kullanımı ile bir verimlilik artışı sağlanabiliyorsa bu süreçte satış fiyatları girdilerdeki
artış kadar hatta daha az artırılsa bile kârlılık artışı sağlanabilir ve bu artışın bir kısmı yatırımcılara geri dönerken bir kısmı da yeni yatırımlara yönelebilir.
Verimlilik artışı ile satış fiyatlarını artırma yönündeki baskılarda da azalma olacaktır.
Böylece, yatırımlardan fazla fedakarlık yapılmadan, enflasyonist baskı azaltılabilecektir.
Diğer taraftan, verimlilik artışının sermaye birikimini kolaylaştırıcı etkisi de göz ardı edilmemelidir.
Genel olarak fiyatların ham ve yarı mamul gibi ara girdilerin maliyeti üzerine işgücü
ve sermaye gibi birincil girdilerin maliyetlerinin eklenmesiyle oluştuğu kabul edilmektedir. Öte yandan, özellikle birincil girdilerin ödüllendirilmesinin bunların üretime katkıları,
yani verimlilikleri çerçevesinde oluştuğu da kabul gören bir varsayımdır. Dolayısıyla girdilerin verimliliği ile fiyatları arasında önemli bir ilişki vardır. Bu da bir yandan maliyetfiyat hareketleri ile verimlilik arasında sıkı bir bağlantıya işaret ederken öte yandan temel
girdilerin (işgücü ve sermaye) ödüllendirilmeleri, yani üretimden pay almalarını dolayısıyla ekonominin önemli bir sorunu olan bölüşüm (gelir dağılımı) sorununun çözümünü
aydınlatmaktadır (Berksoy, 1986: 4-5).
Ücret artışları, üretim maliyetlerini yukarı çekebilir. İşletmeler işçilik maliyeti artışlarını
verimlilik artışları ile karşılayabilir. Ücret artışları ile aynı oranda verimlilik artışı sağlanamazsa veya toplam maliyetler sabitlenmezse maliyet enflasyonu oluşabilir. Oysa verimliliğe dayalı ücret politikası fiyat istikrarının bozulmaması, ekonomik ve sosyal amaçların
uyum içerisinde gerçekleşebilmesi için ücretlendirmede verimliliği ön planda tutar. Verimliliğe dayalı ücret politikası bir taraftan fiyat istikrarının sağlanmasını ve büyüme hedefine yaklaşımı hızlandırırken, diğer taraftan gelirlerin adil paylaşımını sağlayabilir. Gelir
dağılımı dengesizliğinin yüksek olduğu durumlarda, gelirlerdeki artışın talep enflasyonu
oluşturma riski yükselebilir (DPT, 2000).
148
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
3.2.2.2. Rekabet Edebilirlik ve Fiyat İstikrarı
Ulusal ve uluslararası pazarlara yönelik üretimin yapıldığı günümüz ekonomilerinde
ülke kaynaklarının etken ve etkili kullanımı önem kazanmaktadır. Ülkeler artık yalnız fiyat rekabeti ile değil başka rekabet parametrelere göre de kendilerini konumlandırmak
durumundadırlar. Maliyetleri olabildiğine aşağıya çekerek çok az bir getiriyi kabul ederek
üretimi sürdürebilmek, büyümeyi sağlamak giderek güçleşmektedir. GSYİH’yı artırmanın
bir diğer etkili yolu ülkelerle rekabet edebilmekten geçmektedir.
Ülkelerin rekabet üstünlüğüne yönelik çalışma yapan isimlerden biri olan Porter (1991),
“Ulusların Rekabet Üstünlüğü” adlı eserinde :
“Bir ulusun temel hedefi yurttaşlarına yüksek bir yaşam standardı sağlamak ve bunu
daha da yükselterek sürdürmektir. Bunu başarma yeteneği amorf bir kavram olan rekabet
edebilirliğe değil, ulusal kaynakların (işgücü ve sermaye) kullanılmasındaki verimliliğe
bağlıdır. Verimlilik birim işgücü ya da sermaye başına üretilen çıktı değeridir. Bu ise hem
ürünlerin kalite ve özelliklerine (ki bunlar fiyatı belirler), hem de üretimdeki verimliliğe
bağlıdır. Ulusal düzeyde rekabet edebilirlik konusunda anlamlı olan tek kavram, ulusal
verimliliktir....”
demektedir.
Dikkat edilirse burada toplumun yaşam standardının ve refahının yükseltilmesinde
‘verimliliği yükseltebilme becerisi’ne büyük önem yüklenmektedir. Rekabet edebilirlik kavramı, gerçekte verimliliği yükseltebilme becerisi olarak da tanımlanmaktadır.
Verimlilik artışları yalnızca üretimde sağlanan kazanımları değil, aynı zamanda aşağıda
sıralanan değişkenler kümesinin üretimde (ulusal düzeyde GSYİH’da) yarattığı artışları
da içerir: Çalışanların eğitimi ve becerisinde sağlanan iyileşmeler, etkin yönetim teknikleri,
patentlenmiş teknoloji (know-how) kazançları, organizasyondaki iyileşmeler, uzmanlaşma
kazanımları, yeni teknolojilerin ve yeniliklerin sisteme girmesi, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, daha yüksek katma değer yaratan sektörlere yönelinmesi.
Uluslararası rekabet gücü ölçümünde kullanılan göstergeler iki ana başlık altında incelenmektedir; birincisi fiyat rekabeti başlığı altında reel kurlar, nispi pozisyon endeksi,
birim ücretler ve ihracat kâr marjları, ikincisi ise rekabette yapısal unsurlar başlığı altında
verimlilik, makroekonomik performans ve niteliksel faktörlerdir (Kotan, 2002).
Uluslararası rekabeti ölçmek için önerilen en yaygın araç olan reel döviz kuru, ticarete
konu olan ve olmayan malların göreli fiyatı olarak tanımlanmaktadır. Ticarete konu olan
malların yurtiçi üretim maliyetindeki artış göreli fiyatları yükseltmekte ve sonuçta uluslararası rekabet gücü olumsuz etkilenebilmektedir. Ülkelerin uluslararası rekabet güçlerindeki değişmeleri ölçmek üzere hesaplanan diğer bir araç nispi pozisyon endeksidir. Reel kur
hesaplamalarında yurtiçi ve yurt dışı göreli fiyatların oranı kullanılırken, nispi pozisyon
endeksinde, endeksin hesaplanacağı her ülke için kendi nominal döviz kurunun yine kendi
fiyat endeksine oranlanması söz konusudur. İşgücü ve sermaye mallarının maliyeti rekabet açısından önem taşımaktadır. Özellikle dünya mal fiyatlarının veri alındığı durumlarda girdi
maliyetlerindeki gerileme, rakip üreticilere göre göreli bir avantaj yaratmaktadır. İhracat kâr
149
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
marjları uluslararası ticarette emek-yoğun malların ihraç edildiği durumlarda uluslararası
rekabeti koruma açısından işgücü maliyetleri önem taşımaktadır. Söz konusu malları ihraç
eden ülkeler, rekabetlerini korumak için ya maliyetleri azaltacak ya da kârlarını kısacaklardır. Maliyetleri azaltmak için işgücü verimliliğini artırabilir ya da ücretleri azaltabilir.
Sadece fiyat ve maliyet üzerinden uluslararası rekabet gelişmelerini değerlendirmenin
yeterli olmadığı düşünülmektedir. İşgücüne yapılan yatırımla sağlanan verimlilik artışı
üretimin dünya ticaretinin değişen mal komposizyonuna uyumunu sınırlı ölçüde sağlamaktadır. Bu mal komposizyonu giderek daha sermaye ve teknoloji yoğun ürünlere kaymaktadır. Emek yoğun mal üreten sektörlerin uluslararası rekabette yerlerini koruyabilmek
için her dönem bir önceki dönemden daha fazla üretim yapması gerekmektedir. Bu tip bir
üretim anlayışının fiziksel sınırları olacağı açıktır. Bu nedenle uluslararası rekabette kalıcı
bir avantaj sağlamak için gerek işgücüne, gerekse teknolojik gelişmeye yatırım yapılması
büyük önem taşımaktadır.
Verimliliği yükseltebilmenin en etkili yolu inovasyonda yetkinlik kazanmaktır. İnovasyon kavram olarak hem bir süreci (yenilenmeyi/yenilemeyi), hem de bir sonucu (yeniliği)
anlatır. AB ve OECD yazınına göre inovasyon, süreç olarak, “bir fikri pazarlanabilir bir ürün
ya da hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir imalat ya da dağıtım yöntemine, ya da yeni bir toplumsal
hizmet yöntemine dönüştürmeyi” ifade eder. Aynı sözcük, bu dönüştürme süreci sonunda
ortaya konan pazarlanabilir, yeni ya da geliştirilmiş ürün, yöntem ya da hizmeti anlatır
(European Commission, 1995).
Verilen tanımda dikkat çeken nokta gerek süreç, gerekse sonuç açısından pazarlanabilirlik
üzerindeki vurgudur. Yaratılan yenilik artımsal (bir ürün, yöntem ya da hizmette birbirini
izleyen küçük adımlar halindeki yenilikler) ya da köklü olabilir; aranan koşul pazarlanabilir olmasıdır. Çağımızda ortaya konan ve patentle koruma altına alınmaya değer bulunan
yenilikler, teknolojik bulguların ötesinde çoğunlukla bilimsel bulgulara/bilgilere dayanır
hale gelmektedir. Bu tespitten hareketle inovasyon kavramı son çözümlemede bilim ve teknolojiyi ekonomik ya da toplumsal bir faydaya dönüştürmeyi anlatır denebilir. İnovasyonun asıl
kaynağını oluşturan bilgiyi, bilim ve teknolojiyi ilk olarak üreten ve amacı o bilgiyi pazarlanabilir bir ürün ya da hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir üretim ya da dağıtım yöntemine dönüştürmek olan firma ya da ülke rekabet yarışında bir adım öne çıkacaktır
(TÜSİAD, 2003).
Yeni fikirlerin, üretenlerin tekelinde kalmayıp hızla yaygınlaşması, ekonomik büyüme
ve toplumsal ilerleme açısından son derece önemlidir. Yeni bir fikir etrafında o fikri yeni
bir yöntem ya da ürüne dönüştürebilme yeteneğine sahip pek çok firmanın potansiyelinin
harekete geçirilmesi, o fikre dayalı olarak yaratılabilecek toplumsal faydayı ülke ölçeğinde
en üst düzeye çıkarır. Bu nedenle hükümetler bilginin yayılması, enformasyon ve bilgiye
erişimdeki asimetrilerin ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri almaya önem verirler.
Firma için yeni olan bilginin üretilmesi ve edinilmesi üç yolla olabilir: (i) yeni bilgiyi çeşitli
işbirlikleri ile kendi üretebilir; (ii) bilgiyi –teknolojiyi- bilgi olarak yani içerilmemiş teknoloji
olarak alabilir. Bunlar patent, patente bağlanmamış buluş, lisans, know-how, ticari marka,
tasarım olabilir; (iii) bilgiyi-teknolojiyi- makine donanıma içerilmiş olarak alabilir.
150
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Bilginin birinci yoldan değil de diğer iki yoldan edinilmesi, yukarıda da işaret edildiği
gibi firmaların uluslararası arenada rekabet üstünlüğü yarışına geriden başlaması demektir. Geriden başlamak bir yana bu aynı zamanda rakiplerin elindeki kozlarla yarışa girmektir.
Bilim ve teknolojide yetkinleşmenin ve inovasyon yeteneği kazanmanın salt teknik bir
sorun olmadığı tartışılmaktadır. Bu yetkinleşme aynı zamanda sosyo-ekonomik ve siyasi
bir süreçtir. Bu süreçte pek çok toplumsal ve siyasi aktör rol alır.
OECD’nin “Bilim ve Teknoloji Politikası Komitesi”ne bağlı “Inovasyon ve Teknoloji Politikası Çalışma Grubunun” 18-19 Haziran 1998 tarihli toplantısında ele alınan raporunda inovasyonun sistemik karakteri ve buna yanıt verecek politik yaklaşımın ne olması
gerektiği şöyle dile getirilmiştir: Teknoloji politikaları makro ekonomi açısından istikrarlı
bir ortamı ve diğer alanlarda tamamlayıcı reformları gerektirir. İnovasyona dayalı rekabeti
artıran ama aynı zamanda ortak araştırmayı kolaylaştıran rekabet politikaları; gerekli insan
kaynağını geliştiren öğretim ve eğitim politikaları, bürokrasiyi ve kurumsal katılıkları azaltan
düzenleyici politikalar, küçük firmalara sermaye akışını kolaylaştıran finansman politikaları ve
mali politikalar, enformasyonun yayılmasını azamileştiren iletişim politikaları ve teknolojinin
uluslararası bazda daha çok yayılmasını sağlayan yabancı yatırım ve ticaret politikalarıdır.
Yukarıdaki yaklaşım ile her yıl “Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllığı” yayımlayan IMD
(2003)’nin dünya rekabet edebilirliği tanımı birbirini tamamlamaktadır. Rekabet edebilirlik,
ekonomi kuramının, teşebbüslerinin daha çok değer yaratabileceği, vatandaşlarının refahının sürdürülebilirliğini sağlayan bir ortamı oluşturma ve devamlılığını sağlama yeteneğini biçimlendiren
gerçekleri ve politikaları analiz eden bir alanıdır. Bu tanımlama ülkelerin rekabet edebilirlik
gücünün ülkedeki makroekonomik ortama dayalı olduğunu ve bu ortamın oluşturulması
gereğini ortaya koymaktadır.
3.2.3. Yapısal Reformlar
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunları göz önüne alındığında, yapısal reformlar,
kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının azaltılması, kamu açıklarının küçültülmesi ve
böylece kamunun mali piyasalar üzerindeki baskısının hafifletilmesi için mutlaka tamamlanması gereken yasal ve kurumsal düzenlemelerdir.
Son dört yılda Türkiye’de devletin ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması, devletin üretim ve dağıtım gibi iktisadi faaliyetlere doğrudan katılmak yerine piyasaların serbestçe işleyebilmesi için gerekli düzenleyici ve denetleyici kurumları oluşturması yönünde
önemli adımlar atılmıştır. Devlet işletmeciliğinde istenilen verimin ve etkinliğin yeterince
sağlanamadığı ve toplumsal refaha katkıda bulunamadığı özellikle altyapı sektörleri mümkün olduğunca rekabete açılmış, bunun yapılamadığı sektörlerde ise refahı artırmak için
politika değişikliklerine gidilmiştir.
Bu reformların arkasındaki temel amaç, kamunun ekonomiye müdahalesini en aza indirmek, daha da önemlisi siyasetle ekonomi arasındaki yakın ilişkiye son vermektir. Türkiye’de uzun yıllar siyaset kurumu kamu kaynaklarının tahsisi üzerinde yoğunlaşmış,
özellikle alt yapı yatırımları, teşvikler ve kamu ihalelerinde siyasi çıkarlar yönlendirici
151
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
olmuştur. Bunun yanı sıra gelirler politikası alanında tarımsal desteklemede, sosyal güvenlik sisteminde siyasi amaçlı, popülist politikalar, kamu harcamalarını önemli miktarda
artırmış, kamu açıklarının temel kaynaklarını oluşturmuştur. Yapısal reformlarla hedeflenen strateji bu sürecin sona erdirilmesini amaçlamaktadır. Bu nedenlerle yapısal reformlar,
enflasyonun kalıcı olarak aşağı çekilmesi, enflasyonist beklentilerin azaltılması ve böylece
enflasyondaki katılığın kırılması açısından son derece önem arz etmektedir. Bu reformlarla
yapısal katılıkların giderilmesi anti-enflasyonist sürecin üretime ve gelire getireceği olası
maliyetleri de azaltacaktır. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde Kopenhag
ekonomik kriterlerine yakınsama da ekonomide bu şekildeki bir yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır6.
Yapısal reformlarla, ekonomide mal ve hizmet üretimi ve fiyatlandırmasının serbest
piyasa koşulları altında yapılması, böylece kaynak tahsisinde siyasetin ve dolayısıyla kamunun değil serbest piyasada oluşan rekabet koşullarının etkin olması amaçlanmaktadır.
Fiyatların belirlenmesi sürecindeki katılık (inertia) önemli ölçüde kamu sektöründe yoğunlaşmaktadır. Kamunun belirlediği veya yönlendirdiği fiyatların TÜFE içindeki ağırlığı
yüzde 20, TEFE içindeki ağırlığı ise yüzde 25’e yakındır. Burada kamunun yönlendirdiği
fiyatların girdi maliyetleri açısından dolaylı etkileri de hesaba katıldığında kamu kesiminin
genel fiyat seviyesindeki ağırlığı daha da artmaktadır.
3.2.4. Yasal Düzenlemeler
Aşağıda yapısal reformlar kapsamında kamu harcamalarının kontrol altına alınması ve
mali disiplinin sağlanması, kamu gelirlerinin artırılması ve kamunun borçlanma yapısının düzenlenmesi, kamuda etkinliğin ve verimliliğin artırılması yönünde yapılan önemli
düzenlemelerin yanı sıra kamu tarafından belirlenen bazı ürünlerde ve enerji sektöründe
yapılan düzenlemeler ve alınması gerekli tedbirler özetlenmiştir.
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası 24 Aralık 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla kamu mali yönetiminde saydamlık ve hesap verme sorumluluğunu artırmak, harcama öncesi kontrolün etkinliğini yükseltmek, harcama
sonrası iç ve dış denetim sistemlerini AB standartlarına uygun hale getirmek hedeflenmektedir. Yasa, merkezi yönetim, sosyal güvenlik kuruluşları ve yerel idarelerden oluşan genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetimi ve denetimini kapsamaktadır. Bu
yasayla kamu idaresinin kaynakları tasarruf, etkinlik ve verimlilik esaslarına göre yönetip
yönetmediğini değerlendirmek üzere yapılacak tüm faaliyetler iç denetim sistemine alınmaktadır. Ayrıca mali disiplinini sağlanması çerçevesinde özel gelirler bütçe içine alınmaktadır. Yasayla 50 yıldır yürürlükte olan Muhasebe-i Umumiye Kanunu yürürlükten kaldırılırken, kamu idarelerinde kurulmuş olan döner sermaye işletmeleri ve fonların 31 Aralık
2007 tarihine kadar tasfiye edilmesi öngörülmektedir.
“Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun” 9 Nisan
2002 tarih ve 24721 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Borçlanma
ve yükümlülük yaratıcı işlemlerde tek bir yetkili makam belirlenmiştir. Bu Kanunla, bütçe başlangıç ödenekleri ile tahmin edilen bütçe gelirleri arasındaki fark olarak tanımlanan
6 Ek 1’de AB’ne uyum sürecinde Maastricht Kriterleri çerçevesinde Türkiye’nin konumu özetlenmiştir.
152
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
borçlanma limiti daha ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Daha önce yüzde 15 oranında limit artırma imkanı var iken yeni yasa ile bu oran yüzde 5’e indirilmiş ancak Bakanlar Kurulu’na
yüzde 5 ilave artırım yetkisi verilmiştir. 4749 sayılı Kanun ile “Özel Tertip İç Borçlanma
Senetleri” borçlanma limitine dahil edilmiştir. Borçlanma limitinin ek bütçelerle değiştirilme imkanı ortadan kaldırılmıştır. Yeni Kanun ile Hazine garantili kredilere ilave olarak
Yap-İşlet-Devret garantileri de limite dahil edilmiştir. Bu kanunla getirilen düzenlemelerle
kamu bankaları ile diğer bütçe dışı kuruluşlar tarafından yapılan harcamalara önemli ölçüde kısıtlar getirilmiştir.
Bütçe kapsamının genişletilmesi ve mali saydamlığın artırılması amacıyla, 5 adet fon
hariç olmak üzere 2001 yılı içerisinde toplam 69 adet fon tasfiye edilmiştir. Tarım reformu
kapsamında Dünya Bankası kredilerinin kullandırılmasında ihtiyaç duyulan Destekleme
ve Fiyat İstikrar Fonu hariç tüm bütçe dışı fonlar kaldırılmıştır. Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu, Savunma Sanayii Fonu, Tanıtma Fonu ve Özelleştirme Fonu faaliyetlerine devam
etmektedir. Yeni bir bütçe içi fon veya bütçe dışı fon oluşturulmayacaktır. Böylece bütçe
dışı fonlarla kamu kaynaklarının kullanım imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Tarım reform programı kapsamında doğrudan gelir desteğinin uygulanmasına Haziran
2001 tarihinden itibaren başlanmıştır. Tarımsal destekleme kapsamında hububat piyasasında 2002 yılından itibaren devlet sübvansiyonunu kaldıran bir program ilan edilmiştir.
Hububat piyasasında borsaların güçlendirilmesi ile TMO’nun alımlarının olağanüstü hal
stokları ve ilave miktar alımları ile kısıtlanması planlanmaktadır. Bu yöndeki çalışmalar
yakın gelecekte tamamlanmalıdır.
Şeker ve tütünde serbest piyasa koşullarının hakim olmasını amaçlayan yasal düzenlemelere gidilmiştir. 19 Nisan 2001 tarihli ve 4634 sayılı “Şeker Kanunu” Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 2002 yılından itibaren şeker pancarı fiyatları şeker fabrikası
işleten gerçek ve tüzel kişiler ile üreticiler ve/veya temsilciler arasında varılan mutabakata
göre belirlenmektedir. 5 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4733 sayılı “Tütün Kanunu”
çerçevesinde, tütün piyasasının rekabete açılması ve tütün fiyatının serbest piyasa koşullarında belirlenmesi amacıyla TEKEL’in yeniden yapılandırılarak özelleştirilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca, tarımsal nitelikli KİT’lerin yeniden yapılandırılması çerçevesinde, TMO
dışındaki tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi hedef alınmıştır.
Yapısal reform sürecinde; denetim ve düzenleme faaliyetlerinde bulunmak, tüketicileri
tekelleşmeye karşı korumak, rekabetin sınırlandırılmasını ya da rekabete zarar verilmesini
engellemek ve piyasada faaliyet gösteren şirketlerce sağlanan hizmetlerde ayrımcılık yapılmamasını güvence altına almak üzere sermaye piyasası, radyo ve televizyon yayıncılığı,
bankacılık, enerji, telekomünikasyon gibi sektörlerde bağımsız denetleyici kurumlar oluşturulmuştur. Bunlardan özellikle daha önce kamu tekelinde bulunan doğal gaz/elektrik
ve telekomünikasyon sektörlerindeki düzenleyici kurumlar, özelleştirme politikalarının da
etkisiyle, bu sektörlerin dikey olarak (işlevsel) bölümlere ayrılmasına bağlı olarak oluşan
piyasaları düzenlemek üzere kurulmuştur.
Düzenleyici kurumlar vasıtasıyla sektörün verimliliği, ürün çeşitliliği, hizmet kalitesi,
rekabet gücü ve sektörde yeniliklerin artmasının yanı sıra, fiyatların serbest piyasa koşul-
153
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
larında belirlenmesi ve uygun seviyelere inmesi, teknolojik gelişmenin hızlanması, pazara
girişin ve ortak tüketimin düzenlenmesi ve rekabeti bozucu davranışların kontrolü hedeflenmektedir.
3 Mart 2001 tarihli ve 4628 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu” kabul edilmiştir. Kanunun
amacı mali açıdan güçlü, şeffaf ve istikrarlı bir elektrik piyasasını kurmaktır. Söz konusu
piyasanın özel hukuk hükümlerine tabi bir biçimde rekabetçi bir ortamda çalışması amaçlanmaktadır. Doğal gaz sektörünün yeniden düzenlenmesi ve serbestleştirilmesine ilişkin
olarak, 1 Haziran 2001 tarihli ve 4646 sayılı “Doğal Gaz Piyasası Kanunu” Resmi Gazetede
yayınlanmıştır. Kanun, AB standartlarına uygun bir şekilde, doğal gaz sektöründeki tekelci yapının ortadan kaldırılmasını ve kamuya ait doğal gaz dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesini içermektedir.
Söz konusu iki kanunun öngördüğü şekilde kurulan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu elektrik ve doğal gaz sektörlerinde rekabetçi bir piyasanın oluşturulması için ikincil
düzenlemeleri hayata geçirmektedir.
Döviz kuru ve uluslar arası ham petrol fiyatlarının izleyeceği seyir elektrik ve doğal gaz
olmak üzere iki önemli girdinin fiyatlarını doğrudan etkileyecektir. Elektrik fiyatına 2003
yılında zam yapılmamıştır, 2004 yılında da yapılmayacaktır. Bu gelişme 2003’te olduğu
gibi yakın gelecekte de enflasyon üzerinde olumlu etki yapacaktır.
Yukarıda özetlenen yasal ve kurumsal düzenlemeler öncesinde Yap-İşlet ve özellikle
Yap-İşlet-Devret ve İşletme Hakkı Devri kapsamında yüksek tarifelerle bağlanan ve elektrik alım garantisi içeren sözleşmelerin gelecekte serbest piyasa kurallarının işlemesi önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Söz konusu garantilere sahip santralların bir yandan
piyasaya avantajlı biçimde girecekleri, bir yandan da sarmal maliyete neden olarak elektrik
fiyatları üzerinde yukarı doğru baskı yaratacaktır (DPT, 2003: 221).
2004 Yılı Programında elektrik piyasasının yakın gelecekte karşılaşacağı sorunlar şu şekilde özetlenmektedir: “... kayıp-kaçak oranı yüksek bölgelerde elektrik dağıtım müesseselerinin
özelleştirilmesinde sorun yaşanması beklenmektedir. Bu bölgelerde, geçilmesi düşünülen bölgesel
tarife sisteminin uygulamaya konulması halinde veya özelleştirme sonrası çapraz sübvansiyonların
kaldırılması durumunda, aşırı yüksek dağıtım ve kayıp-kaçak maliyetlerinin tarifelere yansıtılması
ve enerji fiyatlarında istenmeyen oranlarda yüksek artışlara girilmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Gerekli tedbirlerin alınmaması, düzenlemelerin doğru yapılmaması ve bu maliyetlerin kamu tarafından üstlenilmesi halinde Hazine üzerine ciddi bir yükün yansıması kaçınılmaz olacaktır.
Bu tür sorunların yaşanmakta olduğu sektörde, sağlıklı bir serbest piyasa düzenine geçişin kısa
sürede gerçekleşemeyeceği düşünülmektedir. Elektrik Piyasası Kanununun yürürlüğe girmesinin
üzerinden iki buçuk yıla yakın süre geçmesine rağmen, öngörülen piyasa yapısı işlerlik kazanmaktan
hala çok uzaktır...
Ülkemizde her geçen yıl daha çok enerjiye ihtiyaç duyulduğu, buna karşılık güvenilir seviyede
ve arz-talep dengesine dayanan bir arz imkanının yaratılamadığı gözlenmektedir. Bu talebe cevap
vermek için çeşitli yatırımlar sürdürülürken, enerji verimliliğinin üretimden tüketime kadar her
aşamada ilke haline getirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, elektrik üretiminde daha
154
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
verimli teknolojilere ağırlık verilmesi, iletim ve dağıtımda kayıp-kaçak oranlarının kabul edilebilir
seviyelere düşürülebilmesi için teknik müdahalelerin ve diğer tedbirlerin artırılması, nihai tüketim
aşamasında tasarrufun en üst seviyeye çıkarılması için yeterli düzenlemelerin yapılması bir zorunluluk olarak ele alınmalıdır” (DPT, 2003: 221).
4734 sayılı “Kamu İhale Kanunu” ile 4735 sayılı “Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu” 22
Ocak 2002 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylece, uluslar
arası mevzuata uygun olarak, sözleşmelerin imzalanmasına kadar olan ihale süreci ile sözleşmeyle ilgili olan süreç birbirinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Bu kanunlarla uygulama
kapsamı, tüm kamu kuruluşlarını ve onlara bağlı işletmeleri kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Harcama yapılması ile gelir elde edilmesine yönelik ihalelerin kendine özgü niteliklerine uygun olarak ayrı kanunlarla düzenlenmesi ilkesi gereği sadece kamu harcaması
yapılmasını gerektiren mal veya hizmet alımları ile yapım işleri 4734 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. Kanunla ihalelerde açıklık, şeffaflık, AB normlarına uygunluk, rekabetin
geliştirilmesi, verimlilik ve üretkenliğin artırılması prensipleri benimsenmiştir.
5 Mayıs 2001 tarihli ve 4651 sayılık Kanunla T.C. Merkez Bankası Kanununda değişiklik yapılmıştır. “Fiyat istikrarının” sağlanması ve korunması Bankanın temel amacı olarak
belirlenmiştir. Bu amaca ulaşma doğrultusunda bankanın para politikası uygulamasında
gerekli olan yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir.
23 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile bankacılık
sektörünün düzenlenmesi, gözetimi ve denetimi görevlerini yapmak üzere idari ve mali
özerkliğe sahip “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu” (BDDK) kurulmuştur.
Güçlü ve yasal anlamda günün gereklerine göre düzenlenmiş bir bankacılık sektörü finans
piyasalarında istikrarın sağlanması ve böylece fiyat istikrarına katkı anlamında kritik bir
role sahiptir. Bunun yanı sıra, enflasyon hedeflemesi sistemine geçilmesi açısından da finansal sistemin düzenleme ve denetim mekanizmasının yeterli ve gelişmiş düzeyde olması
gerekmektedir (Mishkin ve Savastano 2000: 43). Bu noktada, 2000 ve 2001 finansal krizleri
sonrasında bankacılık sektöründe yapılan düzenlemeler, sektörün yeniden yapılandırılması çerçevesinde BDDK’nın göstereceği performans, Türkiye’de enflasyon hedeflemesi
sisteminin başarısı açısından özel önem arz etmektedir. Dikkatli, özenli ve sağduyulu bir
denetim mekanizması güvenli ve güçlü bir finansal sistemi beraberinde getirecektir. Bu
da enflasyon hedeflemesi sisteminin performansını ve başarısını belirleyecek faktörlerden
biri olacaktır. Bu noktada BDDK’nın özerkliğinin korunması ve kurumun güçlendirilmesi
önem arz etmektedir.
Yapısal reformların ana unsurlarından biri olan özelleştirmenin programının temel
amacı, dünya piyasalarına entegrasyon ve Avrupa Birliğine üyelik hedefleri doğrultusunda, ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının rekabet edebilir seviyelere getirilmesi
ve serbest piyasa koşullarının sağlanmasıdır. Özelleştirme uygulamalarında uluslar arası
konjonktürün de etkisiyle bugüne kadar başarılı sonuçlar alınamamıştır. Özelleştirme
uygulamaları hükümetin programı kararlılıkla sürdürdüğü yönünde önemli bir gösterge
olması ve borç stokunu azaltıcı etkisi nedeniyle önem kazanmaktadır. Bu uygulamaların
kazanacağı hız, kamunun ekonomideki ağırlığının azaltılması yönünde kararlı olunduğuna dair piyasalara güven verecektir.
155
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Sonuç
Başta enflasyonla mücadele olmak üzere, ekonomik istikrarın sağlanması yolunda
önemli kazanımların elde edildiği bir döneme girilmiştir. Bu çalışmada, Türkiye’deki enflasyonist sürecin tarihsel analizi ışığında, söz konusu kazanımların korunması ve daha da
ileriye götürülerek orta vadede kalıcı fiyat istikrarına ulaşılabilmesi açısından geçmişten
çıkarılabilecek dersler ele alınmıştır. Özetlemek gerekirse:
i. Enflasyonla mücadelede 2002-2003 yıllarındaki gelişmeler Türkiye’nin son yirmi beş
yıllık tarihi içinde ilk kez olmak üzere göreli bir başarıya ulaşıldığı şeklinde değerlendirilebilir. Ancak, fiyat istikrarına tam olarak ulaşılabilmesi açısından alınması gereken daha
çok mesafe bulunmaktadır.
ii. Enflasyonda son dönemde yaşanan düşüş, büyük oranda para ve maliye politikalarının ekonomik programla uyumlu bir şekilde yürütülmesinin bir ürünü olarak ortaya
çıkmıştır. Bütçe disiplini ve enflasyona odaklı bağımsız bir para politikasının ekonomik
istikrar üzerinde yarattığı etki bir kaç unsur kanalıyla net olarak gözlenmiştir: Birincisi,
hedefle tutarlı bir gelirler ve bütçe politikasının uygulanmış olması enflasyonla mücadele
konusunda samimi olunduğuna dair en önemli sinyal olmuştur. İkinci olarak, program
hedefleri doğrultusunda yürütülen para ve maliye politikaları güven ortamının oluşmasına katkıda bulunmuş ve borçlanmanın sürdürülebilirliğine dair kaygıları azaltarak risk
primini düşürmüştür. Bu gelişmeler, uzun vadeli faizlerin düşmesine katkıda bulunmuş,
Türk Lirasını güçlendirmiş, dolayısıyla enflasyonla mücadeleye maliyetler yönünden destek sağlamıştır. Son olarak, mali ve parasal disiplin, aynı zamanda iç talepteki canlanmanın
kontrollü bir şekilde gerçekleşmesini sağlamış ve dolayısıyla enflasyon üzerinde talep yönlü bir baskı oluşmasını önlemeye katkıda bulunmuştur.
iii. İktisat politikalarının nihai hedefi olan toplumsal refah düzeyinin yükselmesi, ancak hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile gerçekleşebilir. Fiyat istikrarı bu amaca ulaşmak
için olmazsa olmaz bir koşul olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de, 2002-2003 dönemi bu
düşüncenin genel kabul gördüğü ve enflasyonist süreçte kırılmanın yaşandığı bir dönem
olarak anılacaktır. Bu aşamadan sonra, fiyat istikrarı yolunda iyi anlatılması gereken nokta
mali disiplin ve yapısal reformların daha da derinleşerek devam etmesinin gerekliliğidir.
iv. Yapısal reformlar ilerledikçe ve mali baskı azaldıkça, Merkez Bankasının fiyat istikrarı hedefine daha fazla konsantre olması mümkün olacaktır. Para politikası kararlarında
sadece enflasyona odaklanan bir parasal otorite, ekonomik birimlere açık ve anlaşılabilir
sinyaller vererek güvenilirliğini artıracak ve enflasyonla mücadelede başarılı olma şansını
yükseltecektir. Kaldı ki, dünyada fiyat istikrarını kalıcı olarak sağlamayı başarmış ülkelerde merkez bankalarının en belirgin ortak yönü, bağımsız olmalarının yanı sıra, politikalarının anlaşılır sinyaller ve sistematik davranışlar içermesidir.
v. Fiyat istikrarını sağlamakta başarılı olmuş ülkelerin bir diğer ortak yanı kamu kesiminde borç dinamiklerinin kırılgan olmayan, sağlam bir yapı üzerine oturmasıdır. Böylelikle, risk priminde yüksek oynaklıklar olmamakta ve merkez bankalarının temel politika
aracı olan kısa vadeli faizlerin daha uzun vadeli faizlerle olan ilişkisi belirginleşmektedir.
156
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Bu da bağımsız ve enflasyona odaklı bir merkez bankasının hedefe ulaşmak yolunda kullandığı araçların etkinliğini artırmaktadır. Ayrıca, kronik ve yüksek enflasyon geçmişine
sahip olan ülkelerde, kamu dengelerinin sağlam temellere oturtulmasına yönelik adımlar
bekleyişleri olumlu yönde etkileyerek enflasyonda ataletin azalmasına katkıda bulunabilmekte ve enflasyondaki düşüş sürecini desteklemektedir.
vi. Özetle, ekonominin şoklara karşı direncini artıracak her türlü adım, fiyat istikrarı
yolundaki engelleri ortadan kaldırmaya katkıda bulunacaktır. Zira, dışsal şoklara karşı kırılganlığın düşük olduğu bir ekonomide merkez bankalarının taahhüt ettiği hedefler çok
daha güvenilir olabilmektedir. Bu güvenilirliğin ekonomik aktörlerin ileriye yönelik aldıkları kararlara yansıması durumunda ise enflasyonla mücadelenin maliyetleri azalmaktadır.
vii. Para politikasının etkinliğini artırmaya yönelik çabalar, fiyat istikrarına ulaşılabilmesine ve bu istikrarın kalıcı olmasına katkıda bulunacaktır. Özellikle, kamu sektöründe
verimliliğin ve bütçe faiz dışı fazlasının kalitesinin artırılmasına yönelik reformların devamı, borç dinamiklerine ilişkin yaratacağı olumlu etki kanalıyla, risk primindeki dalgalanmaları azaltarak enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın temel politika aracı olan kısa
vadeli faiz oranlarının uzun dönemli faizlerle ilişkisini artıracak bir gelişme olacaktır. Faizlerin diğer makroekonomik değişkenler üzerindeki etkinliği ve aktarım mekanizmalarının
öngörülebilirliği ise ancak mali sektör reformunun derinleştirilmesiyle mümkün olacaktır.
viii. Sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçen ekonomilerde, enflasyona odaklı
olarak yürütülen, güvenilirliği yüksek politikaların döviz kuru-enflasyon ilişkisini zayıflattığı gözlenmiştir. Benzer bir biçimde, Türkiye’de dalgalı kur rejimi uygulaması henüz yeni
olmakla beraber, yapılan ön çalışmalar döviz kurunun enflasyon üzerindeki geçişkenlik
katsayısının azalmaya başladığına işaret etmektedir. Ancak, döviz kurları hala enflasyon
dinamikleri içinde en belirleyici unsurlardan biri olmaya devam etmektedir. Dahası, kamu
mali disiplininin kalitesini orta ve uzun dönemde sağlamlaştıracak yapısal reformlar gerçekleşmedikçe döviz kurundaki dalgalanmalar bir risk unsuru olmaya devam edecektir.
ix. Sonuç olarak, mutlak fiyat istikrarına giden yol, 2001 programıyla başlanan ekonomik dönüşümün siyasi ve kurumsal alandaki yapısal dönüşümlerle sürdürülmesinden
geçmektedir. Özellikle kamu sektöründe verimliliği artırmaya yönelik adımlar, mali disiplinin kalitesine katkıda bulunması açısından son derece önem taşımaktadır. Bunun yanısıra, rekabet ortamının geliştirilmesi, bankacılık reformunun sürdürülerek finansal sistemin
derinleştirilmesi, yerli ve yabancılar için yatırım ortamının iyileştirilmesi ve yönetişim kalitesinin artırılması yolunda atılacak her adım fiyat istikrarı yolundaki engellerin aşılmasına
katkıda bulunacaktır.
157
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Ekler
Ek 1: AB’ye Uyum Sürecinde Fiyat İstikrarı
1970’li yıllar dünya ekonomisinden iktisadi problemler arasında enflasyonun ön plana
çıktığı bir dönemdir. Yaşanan enflasyonist döneme bağlı olarak ortaya çıkan maliyetler
fiyat istikrarının önemini gittikçe artan oranda politika yapıcıların gündemine getirmiş ve
çözüm arayışları hız kazanmıştır. Bu arayışlar sonucunda merkez bankaları tarafından parasal büyüklükler veya döviz kuru gibi değişkenlerin kontrolü gibi geleneksel yaklaşım
ya da stratejilerin kullanımı gündeme gelmiştir. Fakat merkez bankalarının bu stratejileri
kullanırken hem fiyat istikrarı hem de üretim, işsizlik gibi reel değişkenleri kontrol etmeye
çalışmaları başarılı sonuçlar elde etmelerini engellemiş ve 1980’li yıllar süresince enflasyondaki artış devam etmiştir. Fiyat istikrarının sağlanması konusunda yaşanan başarısızlıklar
merkez bankalarını kredibilite kaybı gibi ciddi bir problemle karşı karşıya bırakmıştır. Dolayısıyla, merkez bankaları para politikasının oluşturulmasında ve idare edilmesinde hangi stratejinin izleneceği sorusu ya da sorununa yeni çözüm arayışlarına girmişlerdir. 1990’lı
yılların başından itibaren “enflasyon hedeflemesi” olarak adlandırılan ve gittikçe daha popüler olan strateji Yeni Zelanda, Kanada, İngiltere, İsveç, Finlandiya, Avustralya, İspanya
ve İsrail gibi bir çok gelişmiş ve gelişen ülke tarafından uygulanmış ve başarılı sonuçlarda
vermiştir. (Mishkin ve Posen, 1997:9).
1990’lı yıllarda fiyat istikrarının sağlanmasına yönelik yeni staretejilerin uygulamasında
sağlanan başarılar yanında, Türkiye’nin de aday olduğu Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin
Parasal Birliği (PB) oluşturulması amacıyla uyguladıkları geçmişe göre daha sıkı para ve
maliye politikaları oldukça başarılı sonuçlar vermiştir. Avrupa Birliği içerisinde temelleri
1959 yılında atılmış olan Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB), kişilerin, malların, hizmetlerin
ve sermayenin serbest dolaşımının yanı sıra, milli paralar arasında kesin olarak tespit edilmiş sabit kurlar ve nihayet tek bir para biriminin kabulü anlamına gelmektedir. Bu amaçlara ulaşmak için, ortak para politikası, ekonomik politikaların yakınlaştırılması ve başta
maliye politikası olmak üzere bir çok alanda uyum sağlanması gibi hususları da EPB’in temel unsurları arasında saymak mümkündür. Bu tanımı ile EPB’nin Avrupa’nın ekonomik
entegrasyonu sürecinin son aşamasını teşkil ettiğini söylenebilir.
1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması kararları uyarınca EPB’e ulaşılması ve bu süreçte izlenecek ekonomik ve parasal politikalar ve bunların gerektirdiği
kurumsal düzenlemeler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Ekonomik ve Parasal Birliğe geçişte sağlanması ön koşul olan Maastricht kriterleri;
i. EPB’ne geçiş tarihi olan 1999 yılından iki yıl önce üye ülke parası diğer bir üye
ülke parası karşısında devalüe edilmemelidir.
ii. Enflasyon rakamı, 1999 yılından önce son 12 ay içerisinde en düşük enflasyon oranına sahip üç ülkenin ortalamasının en çok 1.5 puan üzerine çıkabilir Buna göre
en düşük enflasyona sahip üye ülkeler yüzde 1.2 ile Fransa ve İrlanda ve yüzde 1.1
ile Avusturya’dır. BU üç ülkenin enflasyon oranlarının aritmetik ortalaması yüzde
1.2’dir ve üye ülkelerden beklenen en yüksek enflasyon oranı da yüzde 2.7’dir.
158
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
iii. 1999 yılından önce son 12 ay içerisinde uzun vadeli devlet tahvili faiz oranları (10
yıllık faiz oranları) en düşük enflasyon oranına sahip üç ülkenin tahvil faiz oranları ortalamasından en çok 2 puan fazla olabilir.
iv. Genel bütçe açığı GSYİH’nın yüzde 3’ünden az olmalıdır.
v. Toplam kamu borcunun GSYİH’ya oranı yüzde 60’dan az olmalıdır.
şeklinde özetlenebilir7.
Ek Tablo 7, yaşanan negatif şoklara rağmen, AB üyesi ülkelerin ekonomileri Maastricht
kriterlerinin öngördüğü yapıya uygun gelişmekte olduğunu göstermektedir. Ek
Tablo 7’deki veriler incelendiğinde, Türkiye Ekonomisine ilişkin rakamlar ile AB ve Euro
bölgesi ortalama rakamları arasındaki farklılık, AB’ye aday konumunda olan Türkiye’nin
önünde Maastricht kriterlerinin sağlanabilmesi için alınması gereken oldukça uzun bir yol
olduğu görülmektedir.
Ek 2: Enflasyon- Gelir Dağılımı İlişkisi
Enflasyon ile gelir dağılımı arasındaki ilişki iki yönlüdür. Enflasyon oranlarında oluşacak bir yükseliş gelir dağılımını olumsuz olarak etkilerken, gelir dağılımı eşitsizlikleri de
çeşitli kanallardan enflasyon oranlarının yükselmesine neden olabilmektedir.
Gelir dağılımını etkileyen faktörleri inceleyen ampirik çalışmalarda 1990’lı yıllara kadar genellikle enflasyon açıklayıcı bir faktör olarak yer almamıştır. 1990’larda ise Bulir ve
Gulde (1995), Adelman ve Fuwa (1992), Sarel (1997), Milanovic (1994) gibi iktisatçıların çalışmalarında enflasyon oranındaki değişmelerin (artışın) gelir dağılımı eşitsizliğini artırıcı
yönde etki yaptığı sonucu bulunmuştur. Yukarıda belirtilen çalışmalar içerisinde, 75 gelişmiş, gelişen ve az gelişmiş ülke ekonomisi verilerini içeren Milanovic’in çalışmasında, geçmiş enflasyon oranlarının cari dönem gelir dağılımını olumsuz yönde etkilediği ve bunun
yanı sıra fiyat istikrarının gelir dağılımı üzerindeki olumlu etkisinin ise doğrusal olmadığı
sonucu bulunmuştur. Milanovic’in çalışmasında, Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımı
eşitsizliği, enflasyon oranı hiper enflasyon düzeyinden daha düşük oranlara düştüğünde
olumlu etkilenir iken, enflasyon oranlarında sağlanan ilave düşüşlerin gelir dağılımı eşitsizliği üzerinde dikkate alınabilir bir etki ortaya çıkarmadığı sonucu bulunmuştur.
Enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki etkisi konusunda yapılan bu saptamalar yanında,
Dornbusch, Sachs gibi iktisatçılar da gelir dağılımı eşitsizliklerinin enflasyon oranını yükseltici etkileri üzerinde durmuşlardır.
Enflasyonun ortaya çıkardığı maliyetlerin enflasyonun öngörülen veya öngörülemeyen olmasına, ekonomide endekslemenin olup olmamasına bağlı olarak değiştiği raporun
birinci bölümünde belirtilmişti. Enflasyonun gelir dağılımını üzerindeki etkisi kolaylıkla
saptanabilir. Ekonomide çalışan kesimlerin bir bölümünün enflasyon oranlarında olabilecek yükselişlere karşı sözleşmelerindeki endeksleme yoluyla korunduğunu, diğer kesimin
ise korunmadığı varsayarak enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki etkisi açıklanabilir. İlk
olarak, çalışanlar enflasyondan endeksleme yoluyla korunmuyorlar ise, enflasyon oranlarındaki artış çalışanların reel ücretlerini düşüreceği için işgücü piyasasına daha az emek arz
7
Bu kriterler 1998 yılında kısmen revize edilmiştir.
159
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
etmelerine ve buna bağlı olarak da çalışanların toplam kazançlarında azalmaya neden olacaktır. Bu etki enflasyondan endeksleme yoluyla korunan çalışanlar için ortaya çıkmayacaktır. Dolayısıyla, gelir dağılımı enflasyondan korunmayan çalışanlar aleyhine bozulacaktır. Ayrıca, enflasyon oranındaki artışlar borç verenlerden borç alanlara, kiraya verenlerden
kiralayanlara istek dışı refah transferine yol açarak gelir dağılımını etkiler.
Gelir dağılımı eşitsizliklerinin enflasyon üzerindeki etkileri konusundaki bilgi düzeyi
fazla ileri değildir ve ilişkiyi tam olarak açıklayan bir model bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, yeni gelişen makro ekonomik politikalara politik iktisat yaklaşımı, gelir dağılımı
eşitsizliklerinin enflasyonist etkilerini ortaya koyan çeşitli kanalların olduğunu da ortaya
koymaktadır.
Politik iktisat yaklaşımının gelir dağılımı - enflasyon ilişkisi konusunda ileri sürdüğü
kanallardan ilkini, Dornbusch ve Sachs gibi iktisatçıların ekonomide uygulanan popülist
politikaların etkilerini ön plana çıkaran modellerinde görüyoruz. Örneğin; Dornbusch ve
Edwards (1989) iktisadi popülizmi, büyüme ve gelirin yeniden dağılımını ön plana çıkaran ve enflasyonist riskler ve açık finansman, dış kısıtlamalar ve iktisadi ajanların piyasa
ekonomisine aykırı politikalara olan reaksiyonlarını analiz etmeyen bir iktisadi yaklaşım
olarak tanımlamaktadırlar. İktisadi popülizm yaklaşımının genel sonucu, gelir dağılımındaki bozuklukların enflasyonist süreci hızlandıran popülist politikalara uygun bir zemin
hazırlayacağıdır. Örneğin; Sachs (1989), Latin Amerika ülkelerindeki yüksek gelir dağılımı
eşitsizlikleri, makroekonomik politikalar üzerinde düşük gelir gruplarının gelir düzeylerinin yükseltilmesi yönünde baskı yapacağını ve bu baskı sonucu seçilen makroekonomik
politikaların genellikle kötü tercih edilmiş politikalar olacağını ve sonuçta zayıf bir ekonomik performansın ortaya çıkmasına neden olacağını ileri sürer. Gelir dağılımını iyileştirmeye yönelik uygulanan toplam talebi genişletici, döviz kurunu aşırı değerlendirici nitelikte
olan ve fiyat kontrollerini de içerebilen popülist politikalar, uzun dönemde stoklar ve döviz kuru rezervleri bitince ekonomi dar boğaza gireceği için sürdürülemezler ve çoğunlukla ödemeler dengesi krizi ile sonuçlanırlar. Döviz rezervlerinin azalması sonucunda,
ülkeden sermaye çıkışları başlayacak ve ülke parasına olan spekülatif ataklar hükümetleri
eninde sonunda devalüasyona başvurmak zorunda bırakacak ve enflasyon yükselecektir.
Enflasyon yükselirken yerli paraya olan güven azalacak, ekonomide artan dolarizasyon
vergileme tabanını aşındıracak ve bu da hükümetleri bütçe için gerekli vergi hasılatını yaratmak için enflasyonu daha da çok arttırmaya yöneltecektir.
Gelir dağılımı eşitsizliği ile enflasyon arasındaki diğer bir bağlantıda “sürtüşme savaşları” (wars of attrition) olarak adlandırılan modeller ile açıklanır. Bu modellere Kaminsky
ve Pereira (1994) ve Alesina ve Drazen’ın (1991) çalışmaları örnek olarak verilebilir. Bu
modellerin temel özelliği farklı sosyo-politik gruplar arasında mali açıkları ortadan kaldırmaya yönelik mali uyarlamanın yükümlülüklerinin nasıl paylaşılacağı konusundaki stratejik çekişmelerin bir sonucu olarak istikrarın ertelenmesidir. İstikrarın ertelenmesi, bütün
sosyal gruplar istikrar istese bile gerçekleşebilir. Fakat mali açıkların düzeltilmesine yönelik politika değişimlerinin faturasını hangi grup ya da grupların daha çok üstleneceği konusunda uzlaşma sağlanması özellikle gelir dağılımının bozuk olduğu toplumlarda daha
160
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
zordur. Dolayısıyla, faturayı bir grubun veya grupların göreli olarak daha çok üstlenmeye
razı olana kadar ülkeler enflasyonist dönemler yaşayabilirler (Alesina ve Drazen, 1991).
Beetsma ve Ploeg (1996) gelir dağılımı eşitsizliği-enflasyon bağlantısını enflasyonist sürecin dağıtıcı asimetrisine (distibutive asymmetries of inflationist process) dayanan bir yaklaşım ile açıklarlar. Beetsma ve Ploeg “ortanca oy veren” modelini (median voter model)
kullanırlar. Kamu borçları toplumda eşitsiz olarak dağılmış ise, ortanca oy veren büyük
bir olasılıkla fakir olacaktır. Demokratik sistemlerde hükümetler ortanca oy veren fakirler
olduğu için daha çok onlara yönelik politikalar izleyeceklerdir. Dolayısıyla hükümetler için
düşük enflasyona yönelik politikalar izlemek zordur. Hükümetler vergi oranlarını yükseltip vergi gelirlerini artırarak veya harcamalarını kısarak borcunu azaltmak yerine, genellikle sürpriz enflasyon yaratarak borcun reel değerini düşürme güdüsüne sahiptirler.
Gelir dağılımı eşitsizliği ayrıca enflasyonu dolaylı olarak da etkileyebilir. Dolaylı kanallardan biri politik istikrarsızlığı, enflasyon ve gelir dağılımı arasında bağlantı oluşmasına
neden olan bir değişken olarak tanımlar. Bu görüşün arkasındaki düşünce, bozuk gelir
dağılımının politik istikrarsızlıkta artışa ve bunun da daha yüksek enflasyona neden olacağıdır.
Diğer bir dolaylı kanal ise yüksek seviyedeki gelir dağılımı eşitsizliği toplumda sosyal
ve politik bölünmüşlük yaratır ve oluşan ortam ekonomik reformlar yapılması konusundaki konsensüsü yok eder ve hükümetlerin gelecekte izleyecekleri politikalar konusunda belirsizliği arttırır. Belirsizliğin artması ise ekonomide sözleşme sürelerinin kısalması,
vergi kaçırma, yatırımların ertelenmesi, kabul edilemez ücret talepleri gibi arzulanmayan
sonuçlar doğurur. Arzulanmayan bu ekonomik sonuçlar, birçok kanaldan yüksek enflasyona yol açabilir. İlk olarak, optimal vergileme teorisine göre, vergi kaçırma ve vergi toplama maliyetleri hükümetler için senyoraj gelirlerine daha fazla ağırlık vermeyi optimal
yapabilir. Açıktır ki, vergi kaçırma ve vergi toplama maliyetleri gelir dağılımının bozuk
olduğu ülkelerde daha yüksektir. İkinci olarak gelir dağılımının bozukluğu ve buna bağlı
olarak ortaya çıkan ortam, girişimcileri kayıt dışına yöneltebilir ve böylece hükümetlerin
senyoraja daha fazla yönelmelerine yol açabilir. Üçüncü olarak, gelir dağılımı bozukluğuna
bağlı olarak ülkeden sermaye kaçışı, vergilenebilir varlıkların ve gelirlerin yani hükümetin
gelir kaynaklarının daralmasına neden olur. Son olarak gelir dağılımı eşitsizliklerine bağlı
olarak hükümetlerin gelir kaynaklarının azalması ve harcamalarının artması, hükümetlerin daha büyük mali açıklar vermelerine neden olabilir. Mali açıkların da enflasyonun en
önemli kaynaklarından biri olduğu tartışmasızdır.
Türkiye’de gelir dağılımı konusunda yapılan çalışmaların başlangıç tarihi aşağıdaki tabloda belirtildiği gibi 1963 yılıdır. Günümüze kadar gelir dağılımı konusunda yapılan çalışmalar yöntem ve kapsam açısından farklılıklar göstermektedir. Ek Tablo 8’da yüzde 20’lik
dilimler ve Gini katsayısı gelir dağılımı göstergesi olarak kullanılmıştır. Hangi göstergeye bakılırsa bakılsın, Türkiye’de gelir dağılımının eşitlikten uzak olduğu görülebilir. Ek
Tablo 8 incelendiğinde gelir dağılımı eşitsizliklerinin zaman içerisinde azalmakta olduğu
gözlenmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğindeki azalma, enflasyonda yaşanan yükseliş dönemlerinde de gerçekleşmiştir. Fakat, çalışmaların kapsam ve yöntem farklılıkları nedeni
ile, gelir dağılımı ile ilgili sonuçlara ihtiyatla yaklaşmak gerektiği açıktır.
161
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Kaynakça
• ADELMAN, I. VE N. FUWA, “Income Inequality and Development During 1980s”, Indian Economic
Review, Vol.27,1992.
• BERKSOY, T. (1986): “Sanayi İşletmelerinde Verimlilik Ölçme ve Analiz Semineri Notları”, MPM, Ankara.
• BULIR,A. VE A.M.GULDE, “Inflation and Income Distribution:Further Evidence on Empirical Links”,
IMF Working Paper, Vol.86, 1995.
• DORNBUSCH,R. VE S.EDWARDS, “ Macroeconomic Populism in Latin America”, NBER Working Paper, No:2986,1989.
• DPT (2000): “Verimliliğe Dayalı Ücret Sistemlerine Geçiş Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Ankara.
• IMD (2003): “World Competitiveness Yearbook, 2003”.
• CANZONERI, M.B. ve B. DIBA. “Fiscal Constraints on Central Bank Independence and Price Stability”,
Centre for Economic Policy Research, Discussion Paper, No.1463, Eylül 1996.
• CARARE, A., A.SCHAECHTER, M.STONE ve M.ZELMER. “Establishing Initial Conditions in Support
of Inflation Targeting”, IMF Working Paper, 02/102, Haziran 2002.
• Devlet Planlama Teşkilatı, 2004 Yılı Programı, Ekim 2003.
• ENGLANDER, S and A. Gurney, (1994): “Medium-term Determinants of OECD Productivity”, OECD
Economic Studies, No.22, Spring, pp.49-109.
• European Commission, (1995): “Green Paper on Innovation”, December.
• KAMINSKI,G.L. VE A.PEREIRA, “ The Debt Crises: Lessons of the 1980s for the 1990s, Journal of Development Economies, Vol.50,1994.
• KOTAN, Z. (2002): “Uluslararası Rekabet Gücü Göstergeleri: Türkiye Örneği”, TCMB Araştırma Genel
Müdürlüğü, Ankara.
• MASSON,P.M., M.A. SAVASTANO VE S.SHARMA. “The Scope for Inflation Targeting in Developing
Countries”, IMF Working Paper, 97/130, Ekim 1997.
• MILANOVIC,B., “Determinants of Cross-Country Income Inequality”, Worldbank Policy Research Working Paper, No.1246,1994.
• MISHKIN, F.S. ve A. POSEN “Inflation Targeting: Lessons from four Countries”, Fed of NY, Economic
Policy Review, 1997
• MISHKIN, F.S. ve M.A. SAVASTANO. “Monetary Strategies for Latin America”, National Bureau of
Economic Research, Working Paper, No:7617, Mart 2000.
• MISHKIN, Frederic S. “Inflation Targeting in Emerging Market Countries”, National Bureau of Economic
Research, Working Paper, No:7618, Mart 2000.
• PORTER, M. (1991): “The Competitive Advantage of Nations”, The Mac Millan Press Ltd.
• SACHS,J., “ Social Conflict and Populist Policies in Latin America”, NBER Working Paper,No.2987,1989.
• SARGENT, T. J. ve N. WALLACE. “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of
Minneapolis Quarterly Review, Sayı.5, No.3, 1981:1-17.
• SCHAECHTER, A., M.STONE ve M.ZELMER. “Adopting Inflation Targeting: Practical Issues for Emerging Market Countries”, IMF Occasional Paper, No.2002, 2002
• STEINDEL, C. And K. Stirah (2001): “Productivity: What Is It and Why Do We Care About It”,
http://www.newyorkfed.org
• TÜSİAD (2003): “Ulasal İnovasyon Sistemi: Kavramsal Çerçeve, Türkiye İncelemesi ve Ülke Örnekleri”,
Haz. M. Akyos, M. Durgut ve A. Göker Yayın No.
• TÜSİAD-T/2003/10/362, İstanbul.
• WOODFORD, Michael. „Fiscal Requirements for Price Stability”, National Bureau of Economic Research,
Working Paper, No: 8072, Ocak 2001.
162
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
1.2
5.6
4.8
0.0
6.7
6.3
0.8
4.0
3.9
-0.1
4.7
4.2
Konsolide Bütçe
KİT
- İşletmeci KİT
Mahalli İdareler
Döner Sermaye
Sosyal Güvenlik Kuruluşları
Fonlar
Özelleştirme Kap. Kuruluşlar
TOPLAM KAMU
TOPLAM KAMU (Faiz Hariç) (1)
0.4
6.3
0.9
0.0
0.8
4.6
-0.1
4.9
0.8
-0.1
0.7
3.5
Dış Borçlanma (Net)
İç Borç/Alacak (Net)
- Tahvil (Net)
- Bono (Net)
- Hazine Kısa Vadeli Avansı
- Diğer
Kaynak : DPT.
(1) - işareti fazlayı göstermektedir.
6.8
4.7
TOPLAM
AÇIĞIN FİNANSMANI
1976
1975
4.8
2.1
0.5
0.8
8.3
-0.1
8.2
7.7
8.2
-
-
-
-
-0.1
5.0
4.0
4.3
1977
1.5
0.9
-0.2
0.3
2.6
0.7
3.3
2.8
3.2
-
-
-
-
0.2
2.9
1.6
1.5
1978
2.9
1.0
0.1
0.6
4.7
2.5
7.2
6.6
7.2
-
-
-
0.1
0.0
4.0
4.0
3.1
1979
3.9
1.9
0.7
-0.2
6.3
2.4
8.8
8.2
8.8
-
-
-
0.5
0.3
5.1
4.9
3.1
1980
0.6
0.5
0.5
-0.1
1.5
2.5
4.0
3.0
4.0
-
-
-
0.0
0.0
3.9
2.4
1.5
1981
Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran)
0.4
0.3
0.6
0.2
1.5
2.0
3.5
2.7
3.5
-
-
-
0.1
0.0
2.5
1.9
1.5
1982
3.1
0.5
-0.7
1.2
4.1
0.8
4.9
3.4
4.9
-
-
-
0.5
0.0
2.8
2.2
2.2
1983
-0.3
0.9
1.3
0.6
2.5
2.9
5.4
3.4
5.4
-
-0.5
-
0.0
-0.1
2.3
1.9
4.4
1984
0.7
0.8
0.7
1.4
3.5
0.1
3.6
1.7
3.6
-
-0.6
-
-0.4
-0.1
2.4
2.5
2.3
1985
-1.2
0.5
1.3
0.9
1.5
2.1
3.7
1.1
3.7
-
-1.7
-
-0.3
0.3
2.6
2.6
2.8
1986
0.5
0.5
1.2
0.9
3.4
2.7
6.1
3.1
6.1
-
-0.6
-
0.0
0.5
3.4
3.3
3.5
1987
0.0
0.5
0.3
1.9
2.7
2.1
4.8
1.0
4.8
0.0
-0.5
-0.4
0.1
0.4
2.1
2.2
3.1
1988
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
163
164
4.0
0.0
0.0
-0.3
0.6
0.2
7.4
3.9
2.0
0.2
0.0
-0.4
0.4
-0.1
5.3
1.7
- İşletmeci KİT
Mahalli İdareler
Döner Sermaye
Sosyal Güvenlik Kuruluşları
Fonlar
Özelleştirme Kap. Kuruluşlar
TOPLAM KAMU
TOPLAM KAMU (Faiz Hariç) (1)
0.9
6.5
2.0
0.5
0.1
3.9
0.8
4.5
2.6
0.4
0.2
1.3
Dış Borçlanma (Net)
İç Borç/Alacak (Net)
- Tahvil (Net)
- Bono (Net)
- Hazine Kısa Vadeli Avansı
- Diğer
Kaynak : DPT.
(1) - işareti fazlayı göstermektedir.
7.4
5.3
TOPLAM
AÇIĞIN FİNANSMANI
3.8
1.9
KİT
5.7
1.7
2.0
0.4
9.7
0.4
10.2
6.4
10.2
0.4
0.9
0.1
0.0
0.3
3.3
3.1
5.3
3.8
1.6
2.2
1.4
9.0
1.6
10.6
6.9
10.6
0.7
1.3
0.2
0.0
0.8
3.8
3.3
4.3
5.3
2.7
1.1
1.5
10.6
1.4
12.0
6.2
12.0
0.7
0.9
0.6
0.0
0.7
2.8
2.4
6.8
3.8
1.3
6.3
-1.8
9.6
-1.7
7.9
0.2
7.9
0.7
0.9
0.6
0.0
0.4
1.2
1.4
3.9
1.5
1.2
2.5
1.1
6.3
-1.1
5.2
-2.1
5.2
-0.1
0.6
0.6
0.0
0.2
-0.6
-0.2
4.1
3.0
3.4
3.9
Konsolide Bütçe / GSYİH
6.7
4.0
4.3
3.0
3.3
Konsolide Bütçe
5.3
1995
1989 1990 1991 1992 1993 1994
1.5
1.5
5.3
1.8
10.1
-1.3
8.8
-1.2
8.8
0.5
0.1
0.2
0.0
0.2
-0.4
-0.5
8.4
8.3
1996
Ek Tablo 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği ve Finansmanı (GSMH’ya Oran) (Devamı)
0.2
0.0
3.5
5.1
8.8
-1.0
7.7
-1.1
7.7
0.1
-0.0
0.1
-0.0
0.3
0.6
-0.3
7.8
7.6
1997
1.7
0.0
6.2
2.4
10.3
-0.9
9.4
-3.3
9.4
0.0
0.0
0.4
-0.0
0.4
1.2
1.3
7.5
7.3
1998
1.0
0.0
-3.2
15.6
13.5
2.1
15.5
0.2
15.5
0.1
0.7
0.2
-0.0
0.4
2.2
2.4
12.0
11.9
1999
1.1
0.0
-1.1
8.1
8.1
3.7
11.8
-5.7
11.8
0.4
-1.2
0.0
-0.1
0.4
1.5
2.1
11.0
10.9
2000
4.9
0.0
8.5
4.8
18.2
-1.9
16.4
-8.1
16.4
0.4
-0.5
-0.1
-0.1
0.3
0.0
0.4
17.3
17.4
2001
-0.2
0.0
6.7
-0.3
6.1
6.6
12.8
-7.0
12.8
0.1
0.0
0.0
-0.2
0.1
-1.1
-1.0
14.8
14.9
2002
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
6.5
1.5
Nakit
Nakit Dışı
58.6
37.6
1.4
8.8
10.2
6.8
4.0
10.8
21.0
56.7
35.3
0.0
8.1
8.1
5.6
7.7
13.3
21.4
1997
16,667
10,384
0
2,375
2,375
1,641
2,268
3,908
6,283
1997
52.6
30.9
0.3
10.6
10.9
3.7
7.1
10.8
21.7
1998
51,754
28,834
0
3,237
3,237
2,723
16,961
19,683
22,920
1999
(Trilyon TL)
66.1
36.8
0.0
4.1
4.1
3.5
21.7
25.1
29.3
1999
(GSMH’ya oran)
28,144
16,531
145
5,696
5,841
1,956
3,816
5,772
11,613
1998
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.
(1) Yıl içerisinde oluşan kur farkları yıl sonu itibariyle ilgili borç stokuna dahil edilmiştir.
(2) 1995-1997 döneminde kağıda bağlanmayan borç stoku nakit dışı borç stokuna ilave edilmiştir.
17.3
8.0
Bono
Toplam Borç Stoku
6.5
Nakit Dışı
0.0
2.8
Nakit
Kamu Dış Borç Stoku
9.3
17.3
Tahvil
Toplam İç Borç Stoku
1996
207
1995
119
Nakit Dışı
1,320
8,782
512
Nakit
1,528
1,361
631
Bono
1,018
Toplam Borç Stoku
509
Nakit Dışı (2)
603
5,633
221
Nakit
1,621
3,149
1996
Kamu Dış Borç Stoku
730
1,361
1995
Tahvil
Toplam İç Borç Stoku (1)
Ek Tablo 2: Kamu Borç Stoku
62.6
33.6
0.0
1.6
1.6
5.6
21.8
27.4
29.0
2000
78,665
42,244
8
2,049
2,058
6,990
27,374
34,363
36,421
2000
126.9
57.6
1.3
10.0
11.3
34.8
23.1
57.9
69.2
2001
223,888
101,731
2,380
17,650
20,029
61,424
40,704
102,128
122,157
2001
106.1
51.3
0.0
13.5
13.5
22.2
19.1
41.3
54.8
2002
290,228
140,358
0
37,020
37,020
60,599
52,251
112,850
149,870
2002
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
165
166
0.0
1.3
100.0
- Varlığa Day. M.K.
- Diğer
TOPLAM
Kaynak: SPK,TCMB,HM
11.4
12.7
- Hisse Senedi
Özel
0.9
14.8
- Devlet Tahvili
- Diğer
4.3
20.0
32.6
- Hazine Bonosu
Kamu
MENKUL KIYMET.
15.5
24.3
- Diğer
Döviz Tevdiat Hesabı (2)
27.5
51.8
Türk Lirası (1)
- Tasarruf Mevduatı
67.4
TOPL. MEVDUAT (1) + (2)
1990
Ek Tablo 3 : Toplam Mali Varlıklar
100.0
0.9
0.0
13.8
14.7
0.8
10.6
7.8
19.1
33.9
20.7
19.4
26.0
45.4
66.1
1991
100.0
0.5
2.0
10.6
13.1
1.3
18.6
9.1
29.1
42.2
20.6
16.8
20.4
37.2
57.8
1992
100.0
0.5
4.5
8.8
13.9
2.0
23.5
8.0
33.5
47.5
21.3
15.5
15.7
31.1
52.5
1993
100.0
0.1
1.1
6.1
7.3
3.4
12.9
16.9
33.2
38.8
30.0
12.9
18.3
31.2
61.2
1994
100.0
0.1
1.8
6.0
8.0
1.6
13.8
17.0
32.5
40.4
29.4
11.5
18.7
30.2
59.6
1995
100.0
0.1
0.1
5.1
5.3
0.8
14.9
18.2
34.0
39.2
27.4
12.6
20.8
33.4
60.8
1996
100.0
0.1
0.1
5.2
5.3
0.8
20.5
13.6
34.9
40.2
28.8
12.7
18.3
31.0
59.8
1997
100.0
0.0
0.0
5.7
5.8
0.5
17.5
17.7
35.8
41.5
25.3
13.7
19.5
33.2
58.5
1998
(Toplam İçinde Yüzde Pay )
100.0
0.0
0.0
5.6
5.6
0.6
29.3
4.8
34.7
40.3
27.4
12.4
19.8
32.3
59.7
1999
100.0
0.0
0.0
6.9
6.9
0.4
34.5
2.1
36.9
43.8
25.4
12.8
17.9
30.8
56.2
2000
100.0
0.0
0.0
4.4
4.4
0.3
42.9
8.4
51.6
56.0
25.3
7.2
11.5
18.7
44.0
2001
100.0
0.0
0.0
4.7
4.7
0.3
38.8
11.0
50.1
54.8
25.7
7.3
12.2
19.5
45.2
2002
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
Ek Tablo 4: Mali Baskınlık Oranları (Bütçe Açığı / GSYİH)
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Yeni Zelanda
5,1
3,9
0,5
2,0
-
-
Kanada
-1,1
0,4
0,3
0,9
1,3
1,3
Avustralya
-1,3
-0,7
-0,8
-0,6
0,1
-
İsveç
-3,3
-1,0
0,4
3,2
6,0
-
İsrail
-4,3
0,3
-1,4
-2,1
-
-3,6
İngiltere
-3,6
-2,0
0,6
0,0
-
-
İspanya
-5,0
-3,2
-2,6
-1,1
-0,3
-0,8
Meksika
-0,2
-1,1
-1,4
-1,6
-1,3
-
Şili
2,1
1,8
0,4
-1,4
0,1
Macaristan
-3,1
-4,5
-6,3
-3,7
-3,4
-3,0
Çek Cumhuriyeti
-0,1
-0,9
-1,6
-1,6
-2,3
-3,1
Polonya
-2,0
-1,8
-1,0
-0,8
0,3
-4,3
Türkiye
-8,3
-7,6
-7,5
-11,9
-10,9
-16,9
Kaynak: IMF-International Financial Statistics, sayı: 54, 2001 ve sayı 56, Ekim 2003.
Ek Tablo 5: Mali Derinlik Oranları(*)
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
Yeni Zelanda
(M3)
90,4
91,0
91,5
94,2
95,1
97,7
103,6
Kanada
(1)
60,5
62,7
62,1
61,4
63,3
64,9
65,7
60,6
60,3
61,3
64,2
62,9
68,0
68,9
Avustralya
(M3)
İsveç
(1)
46,5
45,6
43,5
45,3
43,7
İsrail
(1)
82,4
84,0
91,9
97,3
82,4
101,3
101,3
İngiltere
(M4)
90,3
89,7
92,0
91,4
93,1
94,9
96,5
İspanya
(M3)
100,1
99,0
95,2
-
-
-
-
Meksika
(M3)
40,6
41,8
43,7
44,5
43,6
48,0
50,5
Şili
(1)
38,6
40,4
42,1
47,6
46,4
45,2
43,6
Macaristan
(M3)
46,4
45,9
45,5
45,5
46,5
48,3
46,3
Çek Cumhuriyeti (1)
73,7
70,0
66,0
65,5
72,8
73,9
75,5
Polonya
35,2
37,3
40,0
42,8
41,3
45,1
42,7
(1)
Kore
(1)
42,6
44,9
58,2
68,2
79,1
84,8
87,0
Brezilya
(M3)
27,7
29,3
30,7
30,9
28,5
29,3
32,8
Türkiye
(M2Y)
36,4
37,0
38,7
51,8
45,9
58,4
48,4
(*) Geniş Tanımlı Para Arzı / GSYİH (1) Para + Para Benzeri Varlıklar.
Kaynak: IMF-International Financial Statistics, sayı: 54, 2001 ve sayı 56, Ekim 2003.
167
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
168
42,6
60,3
-Özel İmalat
Tüketici Fiyatları Endeksi (1)
68,2
52,4
51,9
Emisyon Hacmi (2)
Para Arzı (M2Y) (2)
Ort.Faiz Oranı (3)
10,3
5,3
İhracat Fiyat Endeksi (1)
İthalat Fiyat Endeksi (1)
-3,1
-0,9
10,2
94,8
127,5
138,3
72,1
80,0
51,3
59,9
67,1
66,0
53,8
61,3
55,3
1991
-1,9
1,3
10,6
93,5
80,3
80,3
86,1
74,9
69,2
64,7
71,0
70,1
59,8
65,2
62,1
1992
Kaynak: DİE, DPT
(1) 1994=100 bazlı endekse göre
(2) 12 Aylık yüzde değişme
(3) Devlet iç borçlanma senetleri ortalama faiz oranı (yıllık bileşik, stopajsız)
(4) Yıllık Tahmin
7,4
Gereği / GSMH (Yüzde)
Kamu Kesimi Borçlanma
76,7
86,3
Özel
Nominal Net Maaş
108,1
Kamu
Nominal Ücret (Net)
23,0
Nominal Döviz Kuru (ABD
Doları) (2)
64,3
56,7
-Kamu Genel
-Gıda
52,3
Toptan Eşya Fiy. Endeksi (1)
1990
-6,2
-2,8
12,0
69,6
68,9
79,5
87,8
84,1
80,1
59,9
63,5
66,1
59,3
54,5
58,4
1993
0,9
-3,7
7,9
61,0
68,8
106,2
164,4
125,5
90,5
170,4
110,1
106,3
130,5
122,5
120,7
1994
Ek Tablo 6 : Fiyat Artışlarını Etkileyen Faktörlere İlişkin Gelişmeler
16,8
12,6
5,0
84,4
77,5
60,4
121,8
101,7
86,3
53,9
92,1
89,1
81,1
76,8
86,0
1995
-6,1
-4,5
8,6
94,0
83,7
35,3
132,8
109,6
76,4
77,5
72,2
80,4
68,2
81,9
75,9
1996
-8,7
-4,7
7,7
116,3
80,2
121,4
108,4
99,3
82,1
86,6
92,5
85,7
77,6
85,5
81,8
1997
-4,1
-4,0
9,4
82,2
115,9
82,1
115,5
91,8
71,3
71,7
82,3
84,6
70,0
58,4
71,8
1998
(Yıllık Ortalama Yüzde Artış Oranı)
-5,5
-6,8
15,5
72,4
84,0
134,3
109,5
106,5
94,0
60,6
48,6
64,9
52,0
71,2
53,1
1999
4,5
-4,3
11,8
37,1
56,5
65,7
37,9
42,5
57,8
49,3
49,8
54,9
50,1
69,4
51,4
2000
-0,3
-2,6
16,4
48,6
23,2
36,6
96,2
82,2
41,3
96,1
50,3
54,4
66,4
70,8
61,6
2001
-1,2
-1,8
12,8
53,3
43,5
31,7
63,8
28,2
44,6
23,0
49,9
45,0
47,7
49,0
50,1
2002
7,9
10,1
8,7(4)
24,2
21,9
26,9
45,0
12,1
40,7
-0,6
28,7
25,3
21,8
24,7
25,6
2003
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2.7
Euro Bölgesi
Kaynak: Eurostat ve DPT
106,.3
2.8
AB Ortalama.
Türkiye
2.0
2.1
Hollanda
İngiltere
1.8
Lüksembourg
2.9
4.2
İtalya
İsveç
4.1
İrlanda
1.6
1.7
Fransa
Finlandiya
4.6
İspanya
5.0
9.6
Yunanistan
Portekiz
2.1
Almanya
2.7
1.8
Danimarka
Avusturya
1.3
Enflasyon
Oranı
Belçika
Ülkeler
-3.9
-4.9
-5.0
-6.7
-10.5
-5.7
-6.6
-5.0
-3.5
4.5
-9.3
-2.0
-5.5
-6.1
-9.4
-2.4
-2.4
-5.0
Bütçe
Açığı/
GSYİH
(%)
49.6
68.2
66.2
48.5
73.8
58.0
62.1
64.7
76.4
5.4
123.8
90.9
48.4
61.1
107.9
49.3
73.5
135.9
Devlet
Borçları/
GSYİH
(%)
1994
9.29
9.15
8.15
9.70
9.04
10.48
7.03
6.90
7.23
12.21
8.25
7.54
11.27
17.02
6.87
7.83
7.75
Uzun
Vadeli
Faiz
Oranı
(%)
80,4
2.2
2.4
2.5
0.8
1.1
2.9
1.8
1.4
1.2
4.0
2.2
2.1
3.6
7.9
1.2
2.1
1.8
Enflasyon
Oranı
-8.4
-4.2
-4.2
-4.3
-3.2
-3.2
-4.0
-3.8
-1.8
2.6
-7.1
-0.2
-4.1
-4.9
-7.4
-3.4
-1.0
-3.7
Bütçe
Açığı/
GSYİH
(%)
59,4
74.5
72.4
52.2
73.5
57.1
62.9
69.1
75.2
6.2
122.1
74.1
57.1
68.1
111.3
59.8
65.1
130.2
Devlet
Borçları/
GSYİH
(%)
1996
7.77
7.79
8.32
8.03
7.08
8.56
6.32
6.15
6.33
9.4
7.29
6.31
8.74
14.46
6.22
7.19
6.49
Uzun
Vadeli
Faiz
Oranı
(%)
84,1
1.1
1.3
1.6
1.0
1.4
2.2
0.8
1.8
1.0
2.0
2.1
0.7
1.8
4.5
0.6
1.3
0.9
Enflasyon
Oranı
-7,5
-2.2
-1.6
0.2
1.8
1.5
-2.6
-2.4
-0.8
3.1
-2.8
2.4
-2.7
-2.7
-2.5
-2.2
1.1
-0.7
Bütçe
Açığı/
GSYİH
(%)
Ek Tablo 7: 1994-1996 –1998-2002 Yılları İtibariyle Ülkelerin Maastrıcht Kriterlerine Göre Durumu
53,9
73.5
68.7
47.6
68.0
48.6
55.0
63.7
66.8
6.3
116.3
54.9
59.5
64.6
105.8
60.9
56.2
119.6
Devlet
Borçları/
GSYİH
(%)
1998
5.05
5.18
7.13
4.99
4.79
4.88
4.71
4.63
4.73
4.88
4.80
4.64
4.83
8.48
4.57
4.94
4.75
Uzun
Vadeli
Faiz
Oranı
(%)
45.0
2.3
2.1
1.3
2.0
2.0
3.7
1.7
3.9
2.1
2.6
4.7
1.9
3.6
3.9
1.3
2.4
1.6
Enflasyon
Oranı
-14,8
-2.2
-1.9
-1.5
1.3
4.2
-2.7
-0.2
-1.6
2.5
-2.3
-0.2
-3.1
0.1
-1.2
-3.5
2.1
0.1
Bütçe
Açığı/
GSYİH
(%)
2002
105,2
69.0
62.3
38.5
52.7
42.7
58.1
67.3
52.4
5.7
106.7
32.4
59.0
53.8
104.7
60.8
45.5
105.8
Devlet
Borçları/
GSYİH
(%)
4.92
4.95
4.91
5.30
4.98
5.02
4.97
4.89
4.68
5.03
4.99
5.26
4.62
5.03
4.80
5.06
4.89
Uzun
Vadeli
Faiz
Oranı
(%)
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Fiyat İstikrarı
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
169
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Ek Tablo 8: Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmalarının Bulguları
Hane halkı yüzdeleri 1963 1968 1973 1978 1983 1986 1987 1994 2001 2002
En düşük % 20
4.5
3.0 3.5 2.9 2.7 3.9 5.2 4.9
İkinci % 20
8.5
7.0 8.0 7.4 7.0 8.4 9.6 8.6
Üçüncü % 20
Dördüncü % 20
11.5
18.5
10.0 12.5 13.0 12.6 12.6 14.1 2.6
20.0 19.5 22.1 21.9 19.2 21.2 19.0
En yüksek % 20
57.0
60.0 56.5 54.7 55.8 55.9 49.9 54.9
Gini Katsayısı
0.55
0.56 0.51 0.51 0.52 0.50 0.43 0.49 0.44 0.44
Kaynak: TÜSİAD Gelir Dağılımı Raporu, 2000 ve www.die.gov.tr.
Ek Grafik 1: Türkiye’de Enflasyonun Tarihsel Gelişimi
Kaynak: TCMB
170
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Mali Piyasalar
Yabancı Sermaye
Çalışma Grubu Raporu
Çalışma Grubu Raporu
171
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
172
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Koordinatör Kurum
Yabancı Sermaye Derneği
Çalışma Grubu Üyeleri**
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Naci AKIN
Mustafa ALPER
Hayrünnisa ALİGİL
Nur ARBAK
Faruk AYDIN
Melih AYRAÇMAN
Şefika BALABAN
Vildan BARAN
9. Güniz ÇELEN
10. Ali Yaşar ÇINAR
11. Berna ÇOLPAN
12. Şaban ERDİKLER
13. Prof. Dr. Refik ERZAN
14. Caner GÜRER
15. Dr. Ümit İZMEN
16. Ahter KUTADGU
17. Dr. Binhan OĞUZ
18. Prof. Dr. Lerzan ÖZKALE
19. Dr. Vedat OYGÜR
20. Cenk Tan ÖZYILDIRIM
21. Alp SEVİNDİK
22. Tuba SÖZERİ
23. Esra TACETTİN
24. Gülden TÜRKTAN
25. Gonca ÜNDÜL
**
TOBB, İş Geliştirme ve Yatırım Merkezi Müd.
YASED, Genel Sekreter
Procter & Gamble, Dış İlişkiler Bölge Koordinatörü
DEİK, Direktör Yardımcısı
TCMB, Araştırmacı
Sony Müzik Türkiye, Genel Müdür
TOBB, İş Geliştirme ve Yatırım Mrk. Uzmanı
DPT, Yıllık Programlar ve Konjonktür
Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Uzman
İst. Turizm Otelcilik, Genel Müdür
Solectron, İnsan Kaynakları Müd.
KOSGEB, Uzman
YASED, Yönetim Kurulu Bşk., Çalışma Grubu Bşk.
Boğaziçi Üniversitesi, Öğretim Üyesi
Hazine Müsteşarlığı YSGM, Şube Müdürü
TÜSİAD, Genel Sekreter Yardımcısı
Nestle, Kurumsal İlişkiler Direktörü
TİSK, Danışman
İst. Teknik Üniversitesi, Öğretim Üyesi
Normandy Madencilik,
Enformasyon ve Bilgi İşl. Müd.
Bilgi Üniversitesi, Asistan
Pfizer, Kurumsal İlişkiler Direktörü
YASED, Genel Sekreter Asistanı
PricewaterhouseCoopers, Müdür
ABB Holding, Başkan Yardımcısı, Hukuk İşleri,
Uyum ve İnsan Kaynakları Direktörü
İSO, Kobi Şube Müdürü
Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
173
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
174
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
İçindekiler
Sayfa no
Yönetici Özeti
179
1. Giriş
183
2. Durum Analizi
185
2.1. Mevcut durum
185
2.1.1. Dünyada Yabancı Yatırımlar
185
2.1.2. Türkiye’de Yabancı Yatırımlar
189
2.2. Türkiye’nin Potansiyeli
191
2.3. Türkiye’nin Yeterli Miktarda Yatırım Çekememesinin Nedenleri
192
2.4. Türkiye İçin Doğan Yeni Fırsatlar
194
195
3. Yatırım Ortamını İyileştirme (YOİ) Çalışmaları
3.1. Yeni Çıkarılan Yasalar
197
3.1.1. Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasası
197
3.1.2. Şirket Kuruluşunda Yapılan Kolaylaştırmalar
198
3.2. Sektörel Lisanslar
199
3.3. Yatırım Yeri
200
3.4. Vergi ve Teşvikler
201
3.5. Gümrükler ve Standartlar
202
3.6. Fikri Mülkiyet Hakları
202
4. Amaçlar ve Stratejiler
203
4.1. Hedefler ve İlkeler
203
4.2. Stratejik Amaçlar
205
4.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetler
209
5. Sonuç
210
Kaynakça
211
175
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tablolar
Sayfa no
Tablo 2.1: Dünyada Doğrudan Yabancı Yatırımlar
185
Tablo 2.2: Yıllar İtibariyle Bazı Ülkelere Giden Doğrudan Yabancı Yatırımlar
187
Tablo 2.3: 2002 Yılında En Fazla Doğrudan Yatırım Yapan Ülkeler
188
Tablo 2.4: Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar
190
Tablo 2.5: Çeşitli Ülkelerin 2002 Yılında Çektikleri Kişi Başına Yatırım Miktarları
192
Tablo 2.6: Türkiye’de Yabancı Yatırımcının Karşılaştığı Sorunlar
193
176
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Kısaltmalar
10BGP
: 10 Büyük Gelişen Pazar
ÇUŞ
: Çok Uluslu Şirket
DYY
: Doğrudan Yabancı Yatırım
FIAS
: Yabancı Yatırım Danışma Servisi (Foreign Investment Advisory Service)
SSB
: Sınır ötesi Satınalma ve Birleşme
UAŞ
: Uluslararası Şirket
UNCTAD : Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü (United Nations
Conference on Trade and Development)
UYA
: Uluslararası Yatırım Anlaşmaları
YASED
: Yabancı Sermaye Derneği
YSGM
: Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü
YSTK
: Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (No. 6224)
177
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
178
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Yönetici Özeti
UNCTAD’ın her yıl açıkladığı “Dünya Yatırım Raporu”- 2002 verilerine göre dünyada
doğrudan yabancı yatırım(1) (DYY)’lar 1987 ve 1988 yıllarından sonra hızlanarak artmaya
başlamış, 1993 yılından itibaren bu artış daha da hızlanmış ve 1997 yılında yıllık 500 milyar
dolar seviyesine yaklaşmıştır. Asya ekonomik krizinin patlak vermesiyle birlikte, düşeceği tahmin edilen DYY’ların tersine, 1999 yılında 1 trilyon dolar düzeyinin üzerine çıktığı
görülmektedir. DYY’larındaki hızlı artış eğilimi 2000 yılında da devam etmiş ve dünyada
bir yılda yapılan toplam DYY 1 trilyon 271 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, 2001 ve 2002
yıllarında dünyadaki DYY’ların hızla gerilediği ve 2001 yılında yaklaşık %40 oranında
düşerek 800 milyar dolara, 2002 yılında ise %20 oranında düşerek 650 milyar dolar sınırına
dayandığı gözlenmektedir. UNCTAD’ın 2003 yılı Dünya Yatırım Raporu’na göre gelişmiş
ülkelere giden yabancı yatırımlarda ciddi bir azalma görülmekte ve bu eğilimin 2004 yılında da devam edeceği beklenmektedir.
Dünyada hareket halinde bulunan yabancı sermaye miktarlarındaki hızlı düşüşler beraberinde ülkeler arası sert bir rekabeti de getirmiştir. Bugün yabancı yatırımları en fazla
çeken ilk 10 ülke arasında sayılabilecek Almanya, İngiltere gibi dev ekonomiler dahi yabancı yatırımları çekme konusunda atağa geçmişlerdir. Nitekim söz konusu rekabet daha çok
yabancı yatırıma ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkeler arasında görülmektedir. Özellikle
1990’lardan sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin de pazara katılmasıyla birlikte Türkiye
ve çevre ülkeler arası rekabet hızla artmıştır.
2003 yıl sonu itibariyle yaklaşık 19 milyar kümülatif yatırımı bulunan Türkiye, potansiyelinin çok altında yatırım çekmektedir. Potansiyel ve performans değerlendirmelerinde
UNCTAD’ın oluşturduğu DYY Endeksi Türkiye’nin mevcut potansiyelini değerlendirmede yardımcı olacaktır. UNCTAD DYY Endeksi’nde 1 olarak belirlenen rakam optimum değerdir. Bu rakamın altı “yetersiz performans”, üstündeki değerler ise “yüksek performans”
gösterildiğine işaret etmektedir. Bu endekste Türkiye 0.1’lik değere sahiptir. Her yıl 1 milyar dolar ortalama yatırım çeken Türkiye’nin söz konusu endekse göre optimum noktada
10 milyar dolar yıllık yabancı yatırım potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye biraz çaba ile
performansını 2 katına çıkarabildiği taktirde bu rakam yıllık 20-25 milyar dolar dolaylarında olacaktır.
Türkiye’de 2002 yılında başlatılan bir reform programı ile yatırımcı için yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmaları kapsamında bir dizi önlemden bahsedilebilir. Şirket Kuruluşu, İstihdam, Sektörel Lisanslar, Yatırım Yeri, Vergi ve Teşvikler, Gümrükler ve Standartlar,
Fikri Mülkiyet Hakları, Yatırım Mevzuatı, Yatırım Promosyonu ve KOBİ’ler söz konusu
reform çalışmaları kapsamında ele alınan konular olmuştur. Söz konusu yatırım ortamını
iyileştirme çalışmalarında kamu ve özel sektör temsilcileri bir araya gelerek sorunlu alanlar tespit edilmiştir. Bu alanlarda yaşanılan sıkıntıları gidermek için ortak çalışmalar halen
yürütülmektedir.
1
Doğrudan yabancı yatırımlar ile, borsaların dışında, portföy yatırımı olmayan bir biçimde, sıfırdan veya ek yatırım olarak yapılan, tamamı
yabancılara ait veya yerli kuruluşlarla ortaklık halinde yapılan yatırımlar kastedilmektedir.
179
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yapılan çalışmalar hakkında bir fikir vermesi açısından çıkan kanunlara ve getirilerine
kısaca bakmakta fayda vardır:
Daha önce yatırımcıdan talep edilen 50.000 ABD doları minimum yatırım tutarının yerel
bir bankada bloke edilmesi uygulaması yeni Kanun ile kaldırılmıştır. Kanunun getirdiği
diğer önemli bir yenilik ise, yabancı yatırımcının yasada yer alan eşitlik ilkesine aykırı olarak incelemeye tabi tutulması ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü’nden izin alma keyfiyetinin uygulamadan kaldırılmış olmasıdır. Artık Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcı, bir
Türk ile aynı sürede şirket kurabilmekte, aynı minimum sermaye tutarını ödemekte ve aynı
evrakları temin etmektedir. Eşitlik ilkesi söz konusu yasa ile gerçek anlamda uygulanmaya
başlamıştır.
Diğer bir olumlu gelişme ise şirket kuruluşlarını kolaylaştıran yasanın çıkmış olmasıdır.
Birçok yasada yapılan değişiklik ile Türkiye’de şirket kuruluşu 24 saat içinde tamamlanır
hale gelmiştir. Daha önce 19 aşama olan kuruluş işlemi 3 aşamaya indirilmiştir. Yabancı
yatırımcı, belgeleri temin edip Ticaret Sicil Memurluklarına başvurmaktadır. İşlemler tek
bir noktadan takip edilmekte, daha önce yatırımcıdan talep edilen 56 belge yerine artık 8
belge istenmektedir.
Yeni çıkarılan diğer kanunlar ile Türkiye’de enflasyon muhasebesi uygulanmaya başlamış, teşvik belgesiz sisteme geçilmiş, stopaj kaldırılmış ve yabancılara arazi tahsisinde
büyük kolaylıklar getirilmiştir. Bunların yanı sıra Bilgi Edinme Yasası çıkarılmış ve E-imza
yasalaşmıştır. E-Devlet projesinin tamamlanması yolunda büyük adımlar atan Türkiye, yatırım ortamını yatırımcının ihtiyaçlarına en uygun şekilde iyileştirmek için uzun soluklu bir
reform çalışması yürütmektedir. Söz konusu reform çalışmaları süreklilik arz etmektedir.
Yatırım ortamını iyileştirme çalışmaları ile Türkiye’ye yatırım geldiği müddetçe yatırım
ortamında karşılaşılan aksaklıkların giderilmesi hususunda çalışmaları yürütecek canlı bir
yapı oluşturulmuştur.
Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar büyük bir hızla artarken ve Türkiye’nin rakibi
kabul edilebilecek gelişmekte olan ülkeler, ülke kalkınmasını desteklemek üzere bu yatırımlardan önemli paylar alırken, Türkiye 1990’ların başında yakaladığı avantajlı konumu
koruyamamış ve yabancı yatırım çekme konusunda çok gerilerde kalmıştır. Türkiye’nin
50 yılda çektiği 19 milyar dolar dolayında DYY’ın birkaç katını bazı ülkeler bir yılda çekmektedir. Bu rakam Türkiye’nin potansiyelinin ve doğal olarak ihtiyacının çok altında bir
rakamdır.
Ülkemize yeterli miktarda DYY çekebilmek için, yatırıma gelecek ve halihazırda yatırım
yapmış yabancı yatırımcının sorunlarının çözülmesi ve uluslararası arenada ülke tanıtımının daha etkin yapılması gerekli görülmektedir. Bu çerçevede, yatırım ortamının iyileştirilmesi için süratle atılması gereken adımlar vardır:
• İşçilik maliyetlerinde ciddi bir kalem olan SSK primlerinde indirime gidilmelidir.
• Türkiye’de yatırım yapılacak alanların haritasının çıkarılması projesinin süratle tamamlanması gerekmektedir.
180
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
• Vergi konusunda hayli komplike olan vergi sisteminin basitleştirilmesi ve sadeleştirilmesi yatırımcının işini kolaylaştıracaktır.
• Hollanda, Fransa, Belçika ve Lüksemburg gibi ülkelerin yatırımcı çekmek amacıyla
kullandıkları mekanizmaları, teşvikler ve vergi konusunda geliştirmek ve uygulamak olumlu olacaktır.
• Gümrüklerde yaşanan tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması için önlemler alınmalıdır.
• TSE’nin belirlediği standartların artık çağın gereği olarak uygulamadan kaldırılması, bunun yerine pazar içi kontrol mekanizmasının uygulanmaya başlaması ihtiyacı
mevcuttur. Türkiye AB mevzuatına uyum çalışmaları kapsamında pazar içi kontrol
konusunu göz ardı etmemelidir.
• Serbest bölgelerde vergi uygulamaları konusunda yaşanan belirsizliklerin, kazanılmış haklar korunarak netleştirilmesi gerekmektedir.
• Fikri mülkiyet hakları konusunda, özellikle veri koruması, taklit mallar, telif haklarının korunması, sokakta korsan mal satışı gibi konularda zafiyet yaşanmamalıdır.
• Ani mevzuat değişikliklerinin, yapılan değişikliklerin yatırımcıya bildirimi konusunda zafiyetin ve mevzuatta yer almayan uygulamaların ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Hayli sert bir rekabet ortamında yabancı yatırımları çekebilmek için burada bahsi geçen
konuların üzerine gidilmeli, gerekli mevzuat değişikliğinin yanı sıra, uygulamada da ciddi
adımlar atılmalıdır.
UNCTAD’ın 2002 yılı Dünya Yatırım Raporu’nda yer aldığı şekliyle, dünyada yabancı
yatırımcıların yatırım yaparken dikkat ettiği 6 temel unsur sırasıyla aşağıda verilmiştir;
• Kilit pazarlara giriş imkanı (AB, NAFTA gibi)
• Rekabet edebilir ücretler ve kalifiye işgücü
• Yüksek kaliteli altyapı ve lojistik imkanı (Maliyet, kalite ve zamanında teslim açısından)
• Yoğun endüstri bölgeleri
• Etkin bürokrasi
• Şirketlerin uluslararası üretim sistemleri açısından elverişli bir konum
Bu unsurlar arasında Türkiye’de eksik olan tek unsur “etkin bürokrasi”dir. Burada sayılan koşullara sahip olmasının yanı sıra Türkiye’nin diğer avantajları da mevcuttur. 70
milyonluk nüfusunun yüzde 50’sinin 15-25 arası genç tüketici grup arasında bulunuyor
olması Türkiye’yi tek başına iyi bir pazar ve istihdam açısından da yüksek potansiyele sahip bir ülke haline getirmektedir. Rusya, Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu ve AB gibi geniş
pazarlara yakınlığı, Türkiye’nin cazibesini artırmaktadır. Yeni Yabancı Yatırım mevzuatı181
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
nın oldukça liberal bir mevzuat oluşu ve yabancı yatırımcının tabi olduğu izin sisteminin
yerini bildirim sistemine bırakmasıyla yatırımcı için daha da liberalleşen hukuksal bir altyapı mevcut olmuştur. Türkiye’nin birçok uluslar arası anlaşmanın altına imza atmış olması (Gümrük Birliği, İkili Ticaret Anlaşmaları, Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları,
Uluslar arası Tahkim Sözleşmesi vb.) da önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca, kısa süre içinde tamamlanması beklenen adalet reformu çalışmaları başlatılmıştır. Kamunun yeniden yapılandırılmasına imkan tanıyacak kamu yönetimi reformu çalışmalarının tamamlanması ile yerel birimlerin yetkilendirilmesi söz konusu olacaktır. Kamudaki yeniden yapılanma tamamlandıktan sonra, altyapı çalışmaları hazır olan Türkiye
Yatırım Promosyon Ajansı kurulacaktır. Söz konusu ajans yabancı yatırımcının yatırım öncesinde, yatırım sırasında ve yatırım sonrasında ihtiyaçları için hizmet verecek ve yatırımcı
için “tek durak” olacaktır.
2004 yılı Türkiye için her anlamda bir kırılma noktası olacaktır. Uygulanmakta olan güçlü reform programı, Avrupa Birliği’ne giriş süreci ve 15 Mart`ta gerçekleştirilen ve dünyanın önde gelen yatırımcılarının katıldığı Yatırım Danışma Konseyi gibi dönüm noktaları
Türkiye’nin bundan sonra gideceği yolu çizecektir. Bu hususlar gözönüne alındığında, 2005
yılından önce yatırımlarda ciddi bir artış yaşanması mümkün görünmemektedir. Yabancı
yatırım girişlerinde bir yükselme trendine girilebilmesi için öncelikle Türkiye’deki yatırım
ortamını iyileştirici tedbirlerin alınması ve uygulamada mesafe kaydedilmesi şarttır. Bunun için 2004 yılı bir fırsat yılı olarak nitelendirilebilir.
182
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
1. Giriş
Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar büyük bir hızla artarken ve Türkiye’nin rakibi
kabul edilebilecek gelişmekte olan ülkeler, ülke kalkınmasını desteklemek üzere, bu
yatırımlardan önemli paylar alırken, Türkiye 1990’ların başında yakaladığı avantajlı
konumu koruyamamış ve yabancı yatırım çekme konusunda çok gerilerde kalmıştır.
Türkiye’nin 50 yılda çektiği 19 milyar dolar dolayında DYY’ın birkaç katını bazı ülkeler bir
yılda çekmektedir.
1990’ların başından sonra yatırım çekme çabasına girişen Doğu Avrupa’nın eski
sosyalist ülkelerinden bazıları, iki yıl gibi bir sürede bu rakamın üzerine çıkabilmektedir.
Türkiye, 2002 yılında ancak Azerbaycan, Cezayir, Arjantin gibi ülkeler ile kıyaslanabilecek
durumdadır. 1980’li yılların ikinci yarısı istisna tutulursa, bu durumun temel nedenleri,
Türkiye’nin başından beri genelde yatırımlar, özelde de yabancı yatırımlar için uygun
bir ortamı hazırlamamış olması, uygulamada sürekli sorun çıkarması, aşırı bürokrasi,
bu nedenlere ek olarak, enflasyon muhasebesinin uygulanmaması, hukuk sistemindeki
aksaklıklar, ruhsat ve izinlerin teminat altında olmaması ve son dönemde de körüklenmeye
başlanan yabancı aleyhtarlığıdır.
Pek çok uluslar arası araştırmaya ve uzman görüşüne göre, Türkiye’nin DYY çekme
potansiyeli, dünyada yapılan toplam yatırımların yılda asgari yüzde 2’si dolayındadır.
Buna göre, Türkiye’nin 2000 yılında 30, 2001 yılında 20, 2002 yılında da 13 milyar dolar
civarında yatırım çekmesi gerekmekteydi. Halbuki, ARIA yatırımları ile 2001 yılında
durumunu biraz düzelten ve çektiği 3.2 milyar dolar yatırımla, yabancı yatırım çeken
ülkeler sıralamasında 32. sıraya yükselen Türkiye, yeniden uzun yıllardır bulunduğu 50.
sıraya doğru irtifa kaybetmiştir. 1994 yılından bu yana, her yıl yapılan ortalama 1 milyar
dolar yatırım miktarının tamamına yakın bölümü, Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı
yatırımlar tarafından kardan yeniden yatırım olarak yapılmaktadır.
Sonuç olarak, DYY çekme konusunun bir politika olarak benimsenmemiş olması
sebebiyle, son on yılda, Türkiye’nin uğradığı yatırım kaybının yıllık 20-25 milyar dolar
aralığında olduğu söylenebilir.
Dünyada DYY’ların genel olarak makroekonomik ve politik istikrara sahip, riskin düşük
olduğu ülkeleri tercih ettiği bilinmektedir. İstikrarla birlikte, yatırım ortamının durumu,
yatırımcıların yatırım kararlarını alırken baktığı ikinci önemli faktör olmaktadır. Yatırımcı
tarafından tercih edilen yatırım ortamlarını; rekabetin, tüketicinin ve fikri mülkiyet
haklarının uluslar arası standartta korunduğu, bürokrasinin asgariye indirilmiş olduğu,
vergi sistemlerinin basit olduğu, yerel yönetimlerin yatırımcıya azami kolaylığı sağladığı
ve yabancı yatırımların son derece cazip olanaklarla teşvik edildiği ortamlar olarak
tanımlamak mümkündür.
Günümüzde DYY’ları çekme konusunda ülkeler arasında son derece şiddetli bir rekabet
hüküm sürmekte, pek çok ülke yatırımcıya son derece cazip olanaklar sunmaktadır. Buna
rağmen, birinci nesil tercih faktörü kabul edilen “uygun yatırım koşullarının yaratılması”nın
ardından, “aktif tanıtım” dahi ikinci nesil kabul edilmekte, bugün ülkeler üçüncü nesil
tercih faktörü olarak, yatırımcıya “tedarik imkanlarının zenginliği”ni (backward linkages)
183
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
sağlamaya çalışmaktadır. UNCTAD’ın 2002 Dünya Yatırım Raporu’nda belirtildiği gibi,
uluslararası yatırımcılar, ihracata odaklanmış yatırım yaparken, 6 faktöre bakmaktadırlar;
• AB, NAFTA gibi kilit pazarlara giriş imkanına,
• Rekabet edebilir ücretler ve kalifiye işgücüne,
• Yüksek kaliteli altyapı ve lojistik imkanlarına,
• Yoğun endüstri bölgelerine,
• Şirketlerin uluslararası üretim sistemleri açısından elverişli bir konuma ve
• Etkin bürokrasiye
Listeden de rahatlıkla görülebileceği gibi, dünyada pek az ülkenin bir araya getirebildiği
bu koşullar Türkiye’de varolmakla birlikte bürokrasinin etkinliği konusunda önümüzde
katedilecek mesafe bulunmaktadır. Bunun yanı sıra ülkemizde faaliyet gösteren özel
sektör firmalarının iyi yönetişim, kurumsal sorumluluk alanlarında katedecekleri mesafe
de “etkin bürokrasi”yi hızlandıracaktır. Dolayısıyla, yatırım ortamı iyileştirilip, etkin bir
tanıtım yapılması halinde, Türkiye, tedarik imkanlarının zenginliği dolayısıyla, dünyada
yatırım çekme konusunda en fazla avantaja sahip ülkeler arasına girecektir.
UNCTAD’ın 2003 Dünya Raporu’nda, bu hususlara,
• Ev sahibi ülkenin yatırım politikası ve uygulamaları
• Yatırım çeken ülkenin yatırımlardan elde ettiği kazanç ve
• Uluslararası Yatırım Anlaşmaları’nın (UYA) ulusal politikalara etkisi
gibi faktörler de eklenmiştir.
UYA’lar ile yabancı yatırım çekmek için ülkelerin amaçladığı hususlar,
• Yabancı yatırımcının önündeki operasyonel kısıtlamaları kaldırmak,
• Yabancı yatırımcının önündeki yatırıma engel teşkil eden hususları azaltmak,
• Yabancı yatırımcıya uygulanan standartların geliştirilmesi,
• Yabancı yatırımcıya uygulanan ayrımcı muameleyi ortadan kaldırmak,
• Yabancı yatırımcıyı kamulaştırmadan korumak ve
• Uyuşmazlıkların çözümü konusunda yabancı yatırımcının haklarının garanti altına
alınması olarak özetlenebilir.
184
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
2. Durum Analizi
2.1. Mevcut Durum
2.1.1. Dünyada Yabancı Yatırımlar2
Türkiye’de yabancı yatırımların durumunu tam olarak irdeleyebilmek için, önce kısaca
dünyadaki duruma bakmakta yarar bulunmaktadır. 2002 yılında dünyada gözlenen
ciddi bir düşüş ile toplam olarak 651 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım yapılmış
bulunmaktadır. Tablo 2.1, yıllar itibariyle dünyada yapılan DYY miktarlarını vermektedir.
Tablodan da görüleceği gibi, dünyadaki doğrudan yatırımlar 1987 ve 1988 yıllarından
sonra hızlanarak artmaya başlamakla beraber 1993 yılına kadar 200 milyar doların altında
kalmıştır. 1993 yılından itibaren söz konusu artış daha da hızlanmış ve 1997 yılında DYY’lar
yıllık 500 milyar dolar seviyesine yaklaşmıştır. Asya ekonomik krizinin patlak vermesi
ile birlikte, düşeceği tahmin edilen DYY’ların tersine, 1997 yılından itibaren hızlı bir artış
gösterdiği ve 1999 yılında 1 trilyon dolar düzeyinin üzerine çıktığı gözlenmiştir. Bu artış
eğilimi 2000 yılında da devam etmiş ve dünyada bir yılda yapılan toplam DYY 1 trilyon 393
milyar dolara ulaşmıştır. Dünyada 1990 yılından 2000 yılına kadar 8 kat artan DYY’larda
yalnızca 1997 ve 2000 yılları arasında 3 kata yakın artış kaydedilmiştir. Ancak, 2001 yılında
DYY’larında gözlenmeye başlanan düşüş 2002 yılında da devam etmiş ve dünyada toplam
yatırımlar 651 milyar dolara (yaklaşık olarak 1998 yılı seviyesine) inmiştir.
Tablo 2.1: Dünyada Doğrudan Yabancı Yatırımlar
Yıllar
1980 – 85 (yıllık ortalama)
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
DYY(Milyar Dolar)
50
78
133
158
195
184
158
168
208
226
331
385
478
693
1075
1393
824
651
Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporları
2
Bu bölümde yer alan bilgiler Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD’ın Dünya Yatırım Raporu’na aittir.
185
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
1980’li yıllarda çok düşük seviyelerde bulunan DYY’ların, 1990’lı yıllardaki hızlı
artışının ardında, dünyada yaşanan borç krizi yatmaktadır. 1980’li yılların sonuna doğru,
bazı Uzakdoğu ve özellikle Latin Amerika ülkelerinde yaşanan borç krizi, gelişmekte olan
ülkelere borç veren ülke ve uluslararası finans kuruluşlarına, borç verilen ülkelerin kısa
süre sonra borçların faizini dahi ödeyemez duruma düştüğünü göstermiştir. Bu duruma
aranan çözüm DYY’larda görülmüş ve finansör ülke ve kuruluşlar DYY’ların teşvik edilmesi
kararına varmışlardır. Bu kararın ardından, 1990’lı yılların başından itibaren DYY’larda
hızlı bir artış yaşanmaya başlamıştır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, bu yatırımların bölgesel dağılımıdır.
1990’ların başında, zaten çok yüksek düzeylerde olmayan toplam yatırımlardan gelişmekte
olan ülkelerin aldığı pay yüzde 20’ler dolayındaydı. Toplam DYY’ların yüzde 80’i gelişmiş
ve zaten sermaye ihraç eden ülkeler arasında gidip geliyordu. Borç krizi sonrasında
benimsenen politikaların bir sonucu olarak, gelişmekte olan ülkelerin bu yatırımlardan
aldıkları pay giderek arttı. 1990’ların ortalarına doğru, gelişmekte olan ülkelerin toplam
DYY’lardan aldığı pay üçte bir oranına ulaşırken, 1997 yılında yüzde 43.3 ile tepe noktasına
erişti. Ne var ki, toplam DYY’lar üzerinde olumsuz etki göstermeyen Asya krizi, etkisini
gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelere giden yatırımlar üzerinde gösterdi. 1997 yılında
tepe noktasına ulaşan gelişmekte olan ülkelere giden yatırımlar, hızla gerileyerek, uzun
yıllardan beri en düşük düzeye, yüzde 19’a düştü.
2002 yılında seçilmiş bazı ülkelerin çektikleri yatırım miktarları, Tablo 2.2’de geçmiş
yıllarla karşılaştırmalı bir biçimde verilmektedir. Tablodan da görüleceği gibi, ABD uzun
yıllardan beri en fazla yatırım çeken ülke konumunu 2002 yılında Belçika - Lüksemburg’a
bırakmıştır. 2002 yılında, ABD 30 milyar dolar yatırım ile Almanya’dan sonra yer
almaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında ilk sıra, her zaman Çin Halk Cumhuriyeti
tarafından işgal edilmiştir. Çin, 1994 yılında ulaştığı 30 milyar dolar düzeyinin üzerindeki
rakamlarla, her zaman gelişmekte olan ülkelere giden yatırımların üçte birinden fazlasını
çekmiş bulunmaktadır. 2000 yılında Hong Kong’la birlikte 100 milyar doların üzerinde
yatırım çeken Çin, 2002 yılında 66.4 milyar dolar DYY çekerek, Belçika - Lüksemburg’tan
sonra 2. sırada yer almıştır.
186
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Tablo 2.2: Yıllar İtibariyle Bazı Ülkelere Giden Doğrudan Yabancı Yatırımlar
(Milyar Dolar)
1991-1996
2000
2001
2002
Belçika & Lüksemburg
10.7
88.7
88.2
133.9
Çin (Hong Kong dahil)
31.5
102.6
70.5
66.4
Fransa
18.4
43.2
55.2
51.5
4.8
203.0
33.9
38.0
ABD
46.8
314.0
143.9
30.0
İngiltere
16.4
130.4
61.9
24.9
İspanya
9.5
37.5
28.0
21.1
Brezilya
3.6
32.7
22.4
16.5
Angola
0.3
0.8
2.1
1.3
Vietnam
1.2
1.2
1.3
1.2
Romanya
0.2
1.0
1.1
1.1
Cezayir
0.06
0.4
1.1
1.0
TÜRKİYE
0.7
0.9
3.2
1.0
Almanya
Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporları
Bu ülkelerin dışında, Hollanda, Kanada, İrlanda, İtalya, Meksika, Çek Cumhuriyeti,
Japonya, Bermuda, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, önemli miktarlarda DYY çeken
ülkelerdir.
Bu yatırımların hangi ülkeler tarafından yapıldığına bakıldığında ise, Tablo 2.3’te
görüldüğü gibi, Belçika -Lüksemburg 2002 yılında yurtdışına yaptığı 167 milyar dolar
yatırımla en fazla dış yatırım yapan ülke konumundadır. Belçika-Lüksemburg’u bütün
zamanların en fazla yatırım yapan ülkesi ABD izlemiştir. Diğer ülkelerin dışarı yaptıkları
yatırımlarda önemli düşüşler meydana gelmiştir. 2001 öncesinde ise, ABD diğer ülkelerden
daha fazla yatırım yaparak, hep birinci sırayı almıştır. 1999 ve 2000 yıllarında İspanya’nın
gösterdiği performans dikkat çekicidir. İspanya, bu iki yılda, yurtdışına toplam 96 milyar
dolar yatırım yapmış bulunmaktadır. 2002 yılında 18 milyar dolar yatırım yaparak, İspanya
da düşüşten payını almıştır. Gelişmekte olan ülkeler arasında ise, yurtdışına yaptığı
yatırımlar bakımından Çin (Hong Kong dahil) özel bir konuma sahiptir. Çin (Hong Kong
dahil), 2002 yılında yurtdışına 19 milyar dolar yatırım yapmıştır.
2002 yılında yapılan 651 Milyar Dolar DYY, sayıları günümüzde 63 bine ulaşan
uluslararası şirket (UAŞ)3 tarafından yapılmıştır. Bu 63 bin şirketin yurtdışında yapmış
olduğu yatırımların sayısı, 2002 yılında yaklaşık 1 milyona ulaşmıştır. UAŞ’lerin dışarıda
3
Bu şirketleri niteleyen eski deyim olan çok uluslu şirket (ÇUŞ) yerine, uluslararası literatürde kullanılmaya başlanan
transnasyonal şirket (transnational corporation) karşılığı olarak, uluslararası şirket (UAŞ) ifadesi kullanılacaktır.
187
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
yaptıkları yatırımların son 10 yıldaki artışı dikkate değer bir olgudur. 1990 yılında sayıları
35 bin olan UAŞ’lerin yurtdışında 150 bin yatırımı bulunurken, bu sayı 1995’de 250 bine,
2000’de de 800 bine ulaşmıştır. UAŞ’lerin yurtdışındaki yatırımlarının sayısı 1991’den
1995’e yüzde 67 artarken, bu artış 1990’ların ikinci yarısında yüzde 220 olmuştur. 1991’de
şirket başına 4.3 yatırım düşürken, bu rakam bugün 13’ün üzerindedir.
Tablo 2.3: 2002 Yılında En Fazla Doğrudan Yatırım Yapan Ülkeler
Milyar Dolar
Belçika & Lüksemburg
167
ABD
119
Fransa
62
İngiltere
39
Japonya
31
Kanada
28
Hollanda
26
Almanya
24
Çin (Hong Kong dahil)
19
İspanya
18
Kaynak: UNCTAD 2002 Dünya Yatırım Raporu
UAŞ’lerin toplam yurtdışı satışları da önemli rakamlara ulaşmıştır. 1991 yılında 35 bin
UAŞ’in 150 bin yatırımının toplam satışları 4.4 trilyon dolar iken, bu rakam 1999’da 13.6
trilyon dolara yükselmiştir. Bu rakam, 1998 yılının ülkeler arası ticaret hacmine eşit bir
rakamdır ve UAŞ’lerin yatırımlarının yaptıkları satışların artış hızı, dünya ticaretinin artış
hızından çok daha yüksektir.
Dünyadaki en büyük 100 şirketin durumuna baktığımızda ise, durum daha da çarpıcı
bir hale gelmektedir. 1999 yılında, en büyük 100 UAŞ, 63 bin UAŞ’in toplam varlıklarının
yüzde 12’sine sahipti; toplam satışların yüzde 16’sını ve toplam istihdamın yüzde 15’ini
gerçekleşmekteydi. Bu durum çok yoğun bir konsantrasyon anlamına gelmektedir.
DYY’ların büyük bir bölümü, Sınırötesi Satınalma ve Birleşme (SSB) biçiminde
yapılmaktadır. Geçmişte, bugüne kadar 24 bin SSB yapıldığı tahmin edilmektedir. SSB’ler,
son yirmi yılda her yıl yüzde 42 büyüyerek bu rakama ulaşmışlardır. Dünya çapında
gerçekleştirilen SSB’ler her geçen yıl hızlanarak artmaktadır. Yalnızca 1999 yılında, tarihte
gerçekleşen tüm SSB’lerin yaklaşık dörtte biri kadar, 6 bin adet SSB, gerçekleştirilmiştir.
2000 yılında toplam satınalma ve birleşmeler, değer olarak 3.4 trilyon dolara ulaşmıştır.
Bu SSB’lerin yarıdan fazlası, 1.8 trilyon doları, yalnızca son iki yılda gerçekleşmiştir. 2000
yılında yapılan tüm DYY’ların yüzde 85’i SSB yoluyla yapılmıştır.
188
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
2.1.2. Türkiye’de Yabancı Yatırımlar
Tarihsel Gelişim
Türkiye’de DYY’ların geçmişini üç dönemde incelemek mümkündür. Bu dönemlerin
ilki, 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (YSTK)’nun çıkarıldığı 1954 yılından, 24
Ocak Kararları olarak bilinen istikrar tedbirlerinin alındığı 1980 yılına kadar olan dönemdir.
İkinci dönem, 1980’den, bir anlamda Özal döneminin son bulduğu 1990 yılına kadar olan
dönemdir. Üçüncü dönem ise, 1990 yılından bugüne kadar gelen dönemdir.4
1954 – 1979 Dönemi: YSTK’nun çıkarıldığı 1954 yılından 1980 yılına kadar, Türkiye’ye
DYY geldiğini söylemek zordur. 1954 yılından 1980 yılı başına kadar geçen 25 yıllık sürede,
Türkiye’ye gelen toplam DYY tutarı 228 milyon dolardır. Türkiye bu süre zarfında, her yıl
ortalama 10 milyon dolardan daha az yatırım çekmiştir. Bu yatırımlar, Türkiye ölçeğinde
büyük yatırım sayılabilecek, ikisi binek arabası üretim tesisi olmak üzere, birkaç otomotiv
yatırımı, üç petrol şirketinin yaptığı yatırımlar, birkaç ilaç üreticisinin yaptığı yatırımlar,
gıda sektörüne yapılan bazı yatırımlar ve iki kamu ortaklığı ile sınırlı kalmıştır. Bunların
dışındaki yatırımlar, daha ziyade şahıs şirketi niteliğinde, çok küçük yatırımlardır. Bu
dönemde Türkiye’nin son derece sınırlı miktarda yabancı yatırım çekmesinin temelinde,
ekonomimizin büyük ölçüde kapalı bir ekonomi olması ve 1954 yılında teşvik yasası
çıkarıldığı halde, yabancı yatırımların uygulamada teşvik edilmemesi yatmaktadır.
1980 – 1990 Dönemi : 1980 yılında alınan ekonomik tedbirler ve özellikle 1983 yılından
sonra başlatılan liberalleşme hamlesi ile, Türkiye geçmişle kıyaslandığında biraz daha
yüksek düzeylerde DYY çekmeye başlamış, ancak, Tablo 2.4’te görüldüğü gibi, 1987 yılına
kadar bir yılda gelen DYY’lar 200 milyon dolar düzeyini aşamamıştır. İlk kez 1987 yılında
239 milyon dolar DYY çekildikten sonra, DYY’lar her yıl yaklaşık iki katına yükselerek,
1988 yılında 488 milyon dolar, 1989 yılında 855 milyon dolar olarak gerçekleşmiş ve 1990
yılında ilk kez 1 milyar dolar sınırı aşılarak, 1 milyar beş milyon dolar yatırım çekilmiştir.
Bu dönem, Türkiye’nin yabancı yatırım çekme konusunda önemli başarı elde ettiği bir
dönemdir. İleride daha geniş bir biçimde ele alınacağı gibi, Türkiye 1990 yılında gelişmekte
olan ülkeler arasında kişi başına çektiği yatırım tutarı olarak en önde yer almıştır. Bunun
temelinde ise, bu dönemde uygulanan liberalleşme politikaları ve yabancı yatırımların
ülkeye çekilebilmesi için girişilen çabalar yatmaktadır.
4
Aşağıda yer alan bölümlerdeki Türkiye DYY rakamları Hazine Müsteşarlığı verileridir. Bkz: Hazine Müsteşarlığı Yabancı
Sermaye Genel Müdürlüğü(YSGM) aylık ve yıllık Yabancı Sermaye Raporları.
189
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tablo 2.4: Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar
Yıl
DYY
Yıl
228
1992
1242
1980
35
1993
1016
1981
141
1994
830
1982
103
1995
1127
1983
87
1996
964
1984
162
1997
1032
1985
158
1998
976
1986
170
1999
817
1987
239
2000
1700
1988
488
2001
3228
1989
855
2002
1042
1990
1005
2003
374
1991
1041
1954 – 79 (toplam)
DYY
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı YSGM
1990 Sonrası Dönem : 1990 sonrası dönemde ise, 1980 sonrasında başlatılan çabaların
sürdürülmediğini ve bunun sonucunda 1990 yılında yakalanan önemli dalganın devam
ettirilemediğini görüyoruz. 1990 sonrası, 2000 yılında GSM alanına İtalyanların yaptığı
yatırım hariç tutulduğunda, yıllık DYY tutarlarının sürekli olarak 1 milyar dolar dolayında,
bu rakamın biraz altında veya üzerinde gerçekleştiğini ve Türkiye’nin 1990 yılından 2000
yılına kadar ortalama her yıl 1 milyar dolar yatırım çektiğini görürüz. 2000 yılı hariç, en
yüksek değer olarak, henüz 1980’li yılların havasının kısmen devam ettiği 1992 yılında
1 milyar 242 milyon dolar yatırım gerçekleşmiş, kriz yılları olan 1994 ve 1999 yıllarında
ise, yıllık DYY rakamları 800 milyon dolar dolayında kalmıştır. 2001 yılında gerçekleşen
3 milyar dolar tutarında DYY’ın, yine 1.5 milyar doları GSM alanına yapılan yatırım
tarafından gerçekleştirilmiştir.
1990 sonrası dönemde ve özellikle 1994 yılından itibaren, tüm dünyada yapılan toplam
DYY’lar artar, Türkiye’nin rakibi sayılabilecek Çin, Brezilya, Polonya gibi çeşitli Doğu
Asya, Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkeleri her geçen yıl çektikleri yatırım miktarlarını
artırırken, Türkiye 1990 yılında yakaladığı 1 milyar dolar düzeyinin üzerine çıkamamıştır.
Bunun nedeni, aşağıdaki bölümlerde geniş bir biçimde ele alınacağı gibi, Türkiye’nin
özellikle 1994 yılından itibaren içine girdiği politik istikrarsızlık döneminde, zaten yıllardır
süren yüksek enflasyonun karakterize ettiği ekonomik istikrarsızlık ve uygulamadaki
olumsuzluklardır. Son yıllarda, yine ileriki bölümlerde değinileceği gibi, bu olumsuzluklara
yenileri eklenmiştir.
190
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
1990 sonrası DYY rakamlarının bunun da ötesinde olumsuzluklar taşıdığı, Yabancı
Sermaye Derneği YASED bünyesinde yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. YASED
tarafından yapılan araştırmalar, 1993 yılına kadar Türkiye’ye yapılan DYY’ların yarıya
yakınının (yüzde 30-50) yeni yatırımlardan oluştuğunu ortaya koyarken, bu oranın 1994
yılında yüzde 11’e, 1995 yılında da yüzde 6 düzeyine düştüğünü ve 2000 yılında yapılan
GSM yatırımı istisna kabul edildiğinde, o yıldan bu yana, yeni yatırımların bu düzeylerde
kaldığını göstermektedir. Bu yıllık 50-100 milyon yeni yatırıma tekabül etmektedir. Üstelik,
bu yatırımların içinde, 1995 yılından sonra yapılan üç otomotiv (Honda, Hyundai ve
Ford), bir çimento (Akçansa), bir petrol (Lukoil) ve diğer birkaç görece hacimli yatırım
da bulunmaktadır. Bu görece hacimli yatırımların dışında kalan ve toplam tutarları 15-20
milyon dolar tutarındaki yıllık yeni yatırımlar, her yıl firma sayısındaki ortalama artışın
da gösterdiği gibi, 400 firma tarafından yapılmaktadır. Bu firmalar, sermayesinin yabancı
bölümü asgari koşul olan 50 bin dolar düzeyinde bulunan, Türkiye’nin komşularından, ya
da Avrupa’da yaşayan Türklerle ortaklık halinde gelen şahıs firmalarıdır ve uluslararası
yatırımcı değildir.
2.2. Türkiye’nin Potansiyeli
Türkiye’nin DYY çekme potansiyeli, üzerinde çokça spekülasyon yapılan bir konudur.
1994 yılında ABD Dış Ekonomik İlişkiler Müsteşarlığı tarafından geliştirilen 10 Büyük Gelişen
Pazar (10 BGP) stratejisine göre, Türkiye Çin’le birlikte en büyük gelişme potansiyeline
sahip pazar olarak görülmektedir.5 Stratejinin mimarı J. H. Garten’a göre, Türkiye 10 BGP
(Çin, Kore, Endonezya, Hindistan, Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika, Polonya ve
Türkiye) arasında, en önemli pazarlardan biridir. Garten’ın bu görüşü, çeşitli ülkelerin
(örneğin İngiltere) Türkiye’yi dış ekonomik ilişkileri içinde en önemli yere sahip 10 ülke
arasına almaları ve 2000 ve 2001 yıllarında Dünya Bankası’nın Yabancı Yatırım Danışma
Servisi’nce (Foreign Investment Advisory Service – FIAS) yürütülen Türkiye’de yatırım
ortamının eksiklerinin ve idari engellerin tespiti çalışmalarının sonuçları tarafından da
doğrulanmaktadır. Ayrıca, stratejide 2000 yılı için öngörülen gelişmeler, Türkiye istisna
tutulduğunda, büyük bir isabetle gerçekleşmiştir. Bu da, stratejinin öngörülerinde yüksek
isabet şansına sahip olduğunu göstermektedir.
FIAS raporları, Türkiye’nin sözü edilen avantajlı konumunu üç ana unsura, iç pazarın
büyüklüğüne, kalifiye ve verimli işgücüne ve gelişkin yerli sanayiye (güçlü yerli kuruluşlar)
bağlamaktadır. Bu ana unsurların yanında, Türkiye’nin coğrafi konumunun ve çevre
pazarlarla bağının, gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında gelişkin altyapısının, liberal
doğrudan yatırım mevzuatının ve taraf olduğu çok ve iki taraflı anlaşmalarla yatırımları
garanti altına almış ve çifte vergilendirmeyi pek çok ülke nezdinde engellemiş olmasının
ek avantaj sağladığı bilinmektedir.
Bu avantajları, Türkiye’nin Çin’den sonra en fazla yatırım çekebilecek ikinci gelişmekte
olan ülke kabul edilmesine yol açmaktadır. Bu kabule göre, Türkiye’nin asgari çekmesi
gereken yatırım miktarı, 2000 yılında, Brezilya’nın 33.5 milyar dolar DYY çektiği gözönüne
5
Jeffry H. Garten, 10 Big Emerging Markets, U.S. Undersecretariat of Foreign Economic Relations, Eylül 1994;
“Turkey – A Pivotal Big Emerging Market” Ağustos 1995’te istanbul’da yaptığı konuşma metni.
191
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
alındığında, 35 milyar dolar olmaktadır. 2001 ve 2002 seviyelerine göre de, Türkiye’nin
çekmiş olması gereken rakam 25 ve 17 milyar dolardır. Türkiye’nin geçmişte bu ülkelerin
önüne geçmiş olması da, bu tahminin abartılı bir tahmin olmadığını göstermektedir. Türkiye,
1990 yılında 1 milyar dolar DYY düzeyine eriştiğinde, aynı yıl Çin 3.5 milyar dolar, Brezilya
ise 900 milyon dolar DYY çekmiş bulunuyordu. Türkiye, 1990 yılında, kişi başına Çin’in
6.5 katı, Brezilya’nın 3.5 katı yatırım çekmiş bulunuyordu. Tablo 2.5, kişi başına çektikleri
yatırım miktarları bakımından çeşitli ülkeleri kıyaslamaktadır.
Tablodan da görüldüğü gibi, İrlanda kişi başına Türkiye’nin 316 katı, Kazakistan 11
katı, Malezya 15 katı, Ekvator 8 katı, Çin ise, 1 milyar 279 milyon nüfusu ile, kişi başına
Türkiye’nin 4 katı DYY çekmektedir.
Tablo 2.5: Çeşitli Ülkelerin 2002 Yılında Çektikleri Kişi Başına Yatırım Miktarları
Ülke
Malezya
İrlanda
Çin
Estonya
Çek Cumhuriyeti
Almanya
Hindistan
Slovenya
Macaristan
Brezilya
Portekiz
Slovakya
Türkiye
Arjantin
Polonya
Rusya
Yatırım Miktarı
(ABD Doları)
223
36394
640
2214
2656
5025
21.6
1600
2313
1272
3290
1148
264
2026
1062
139
Kaynak: UNCTAD Dünya Yatırım Raporu 2003, Dünya Bankası Dünya Gelişim Endikatörleri Raporu
2.3. Türkiye’nin Yeterli Miktarda Yatırım Çekememesinin Nedenleri
Tablo 2.6, FIAS raporlarının hazırlanması sırasında, Türkiye’de faaliyette bulunan
yabancı kuruluşların yöneticileri arasında yapılan anket sonuçlarını vermektedir. Tabloda,
yöneticilerin yatırım ortamını etkileyen sorunları önem sırasına göre sıralaması yer
almaktadır. Tablodan da görüldüğü gibi, Türkiye’de faaliyette bulunan yatırımcıların en
önemli sorun olarak gördükleri sorunlar, politik istikrarsızlık ve enflasyon, genel olarak
ekonomik istikrarsızlıktır. Bu faktörleri, belirsizliğin getirdiği maliyetler, mevzuatta sık
ve beklenmedik değişiklikler ve yüksek vergi oranları takip etmektedir. Bu faktörler,
aynı zamanda yeni yatırımların gelmesini engelleyen faktörlerin de en önemlilerini
oluşturmaktadır. Tabloda sorunların karşısında yer alan yüzdeler, o sorunu belirten
yatırımcıların yüzdesini vermektedir.
192
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Tablo 2.6 : Türkiye’de Yabancı Yatırımcının Karşılaştığı Sorunlar
Sorun
Yüzde(%)
Politik istikrarsızlık
75
Enflasyon
70
Belirsizliğin getirdiği maliyetler
58
Sık mevzuat değişiklikleri ve beklenmedik uygulamalar
55
Yüksek vergi oranları
48
Finans sisteminde varolan sorunlar
42
Yetersiz altyapı
40
Yolsuzluk
32
Kaynak: FIAS “Yatırımların Önündeki İdari Engeller Raporu”
Yabancı Sermaye Derneği YASED’in üyeleri arasında yapmış olduğu araştırmalarda
da benzer sonuçlar ortaya çıkmaktadır. YASED’in 2000 ve 2001 yıllarında 57. Hükümete
sunduğu raporlarda, yatırım ortamında varolan olumsuzluklar,
• Ekonomik istikrarsızlık,
• Politik istikrarsızlık,
• Bürokrasi ve kırtasiyecilik,
• Hukuk ve adalet sistemindeki aksaklıkların ve yasaların etkili bir biçimde
uygulanmamasının yarattığı sorunlar,
• Bir bölümü kayıtdışı ekonomiden kaynaklanan rekabet ihlalleri,
• Vergi sistemindeki aksaklıkların yarattığı sorunlar ve
• Yozlaşma olarak belirtilmiş,
bu sorun alanlarının yanında,
• Yüksek enflasyon ve enflasyon muhasebesinin uygulanmaması,
• Tarife dışı engeller ve özellikle Türk Standartlar Enstitüsü’nün uygulamaları,
• Fikri ve sınai mülkiyet haklarının yeterince korunmaması ve taklit ürün üreticileri ile
etkin bir biçimde mücadele edilmemesi,
• Özelleştirme uygulamaları etrafında yapılan yabancı aleyhtarı tartışmalar ve
• Avrupa Birliği mevzuatı ile uyum çalışmalarının yavaş ilerlemesi
öznel diğer sorunlar olarak ortaya konmuştur.
Bu sorunların başında yer alan ekonomik ve siyasi istikrar, Türkiye’ye özgü faktörler
değildir. Yine FIAS tarafından yayınlanan bir çalışmada, gelişmiş ve gelişmekte olan 50
193
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
ülkede yapılan araştırmada, yatırımcıların gelişmekte olan bir ülkeye yatırım yaparken en
fazla önem verdikleri konular olarak, istikrarlı büyüme ve siyasi istikrar öne çıkmıştır.
Türkiye’de, 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan gelişmelerle girilen ekonomik
krizden sonra, “krizi yabancıların tetiklediği” ve “yabancılarının Türk şirketlerini ucuza
satın alacağı” doğrultusunda yapılan propaganda, varolan olumsuzluklara ekonomik
kriz ile eklenen olumsuzlukları daha da ağırlaştırıcı etki göstermiştir. Dünyada başlayan
ekonomik durgunluk ve 11 Eylül saldırılarından sonra ortaya çıkan savaş koşulları, DYY’lar
açısından tabloyu daha da olumsuza götürmüştür.
Bütün bu gelişmeler sonucunda, Türkiye’ye 1994 yılından beri zaten gelmeyen yeni
DYY’ların yanında, Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı yatırımcıların da, yavaş yavaş
Türkiye için planladıkları yatırımları başka ülkelere kaydırdıkları, ya da Türkiye’de
yapmayı düşündükleri tevsi, yenileme veya sermaye artırma yatırımlarını erteledikleri
gözlemlenmektedir. Bu sürecin devam etmesi halinde, yenileme ya da tevsi yatırımı
yapmayan pek çok işletmenin, kalite ve fiyat avantajlarını, bunun sonucunda da rekabet
şanslarını kaybedecek olmaları dolayısıyla, kapanmak zorunda kalacağı açıktır.
2.4. Türkiye İçin Doğan Yeni Fırsatlar
UNCTAD’ın 2001 Dünya Yatırım Raporu’nda ana tema olarak, DYY’ların yatırım
yaptıkları ülkelerin sanayileri ile ilişkileri incelenmekte ve tanıtım politikaları ile DYY’ların
ülke tercihlerinde rol oynayan kıstaslar üç nesilde sınıflandırılmaktadır. Birinci nesil
tanıtım politikaları ve firma kıstasları, esas itibariyle, yatırımlar için mevzuat ve uygulama
açısından uygun ortamın hazırlanması olarak ifade edilebilir. İkinci nesilde ise, ülkeler
yatırım ajansları kurarak, aktif tanıtım politikaları uygulamaya başlarlar. İçinde bulunulan
dönemde ortaya çıkan üçüncü nesil koşullar ise, küreselleşen dünyada, yüksek teknoloji
sektörlerinin öne çıkması ile belirlenmektedir. Artık doğrudan yabancı yatırımcılar ülke
tercihlerini iki ana unsuru göz önüne alarak yapmakta, ülkeler de tanıtım politikalarını bu
zeminde oluşturmaktadırlar. Bu unsurlar,
• Yatırım yapılacak ülke sanayiinin belirli bir gelişmişlik düzeyinde bulunması ve
• Ülkede aynı zamanda
bulunmamasıdır.
iyi
yetişmiş,
deneyimli
işgücü
temininde
sorun
Uluslararası yatırımcı, artık bir ülkeye yatırım yapacağı zaman, o ülkede yapacağı
yatırımın ihtiyaç duyacağı girdileri o ülke sanayiinin temin edebilmesini bir önkoşul olarak
istemekte, ayrıca ihtiyaç duyacağı deneyimli işgücü ve iyi yetişmiş yönetici açısından sorun
bulunmamasını beklemektedir. Sanayiinin belirli bir gelişmişlik düzeyinde bulunması,
yatırımcının yapmayı düşüneceği ortaklıklar açısından da önemlidir. Uluslararası
yatırımcılar, artık seçecekleri ülkelerde bu koşulları aramakta, yatırım çekmek isteyen
ülkeler de, bu koşulları bir an önce oluşturmaya ve yatırımcıya sunmaya çalışmaktadırlar.
194
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Türkiye, FIAS raporlarında da vurgulandığı gibi, bu iki koşul açısından son derece
avantajlı bir konuma sahip bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında, ülke
sanayiinin oldukça gelişmiş olması ve yetişmiş, eğitimli eleman bakımından Türkiye’nin
her zaman yabancılar açısından son derece olumlu bulunmuş olması, ilk iki nesil
politikalar açısından hemen hiçbir şey yapmamış, hatta ters yönde gelişmelere evsahipliği
etmiş bulunan Türkiye’nin, istisnai olarak son derece önemli bir fırsatı eline geçirmesine
yol açmıştır. Türkiye, bugün uluslararası yatırımcıların öncelikle aradığı iki koşula da
sahiptir.
3. Yatırım Ortamını İyileştirme (YOİ) Çalışmaları
YOİ çalışmaları, 2000 yılında Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn’un Türkiye’ye
dünyanın önde gelen yatırımcı kuruluşlarının başkan ve CEO’larının davet edileceği bir
toplantı düzenlemek istemesiyle başlamış, yatırım ortamının iyileştirilmesinin ardından,
Yatırımcı Konseyi olarak adlandırılan bu konseyin toplanarak Türkiye’deki yeni yatırım
ortamını dünyaya duyurması ile, Türkiye’de yabancı yatırımlar konusunda bir patlama
dönemi yaşanacağı düşüncesiyle hareket edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı’nın ve özel
sektörün katkılarıyla, Dünya Bankası ve IFC’nin bir alt kuruluşu olan FIAS (Yabancı
Yatırım Danışmanlık Servisi), Türkiye’deki yatırım ortamının durumunun saptandığı ilk
FIAS raporunu hazırlamıştır. İlk raporda ortaya çıkan ağır idari engellerin varlığının daha
detaylı incelenmesini amaçlayan ikinci FIAS raporu, birincisini hemen takip eden aylarda
tamamlanmıştır.
Her iki rapor da Türkiye’deki yatırım ortamının doğrudan yatırımları istenen ölçeklerde
çekmek için uygun koşullarda olmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Uzun yıllardır
varolan politik ve ekonomik istikrarsızlığın, ağır bürokratik engellerle birlikte yatırımcının
önünde ciddi engel teşkil ettiği, buna yolsuzluk ve yargı sisteminin yetersizliği ve
etkisizliği de eklendiğinde, ortamda yatırım çekme konusunda önemli engellerin
varolduğu görülmektedir. FIAS Raporları’nın Hükümet’e sunulmasının ardından, Hazine
Müsteşarlığı, 10-11 Eylül 2001 tarihlerinde bir çalıştay düzenlemiş, bu çalıştayda özel ve
kamu sektörü temsilcileri ilk kez bir araya gelerek, FIAS’ın hazırladığı iki raporda yer alan
sorunların halli doğrultusunda çalışmaları başlatmışlardır.
10-11 Eylül Çalıştayı’nı takiben, 12 Aralık 2001 tarihinde kabul edilen Bakanlar
Kurulu Prensip Kararı ile YOİKK (Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu)
oluşturulmuştur. YOİKK, Başbakan Müsteşarı başkanlığında, Hazine, DPT, Dış Ticaret,
Sanayi ve Ticaret ve Maliye Müsteşarları ile, TOBB, TÜSİAD, TİM ve YASED Başkanları’ndan
oluşmuştur. Böylelikle Türkiye tarihinde ilk kez reformlar konusunda özel sektörün katılımı
ve kamu ile işbirliği temin edilmiş olmaktadır.
Mart 2002’de büyük bir hızla başlatılan çalışmalar, Haziran 2002’de, temelde kamu
kesiminin yetki çatışması dolayısıyla, tıkanma noktasına gelmiştir. Durumun dönemin
hükümetine bildirilmesinin ardından, erken seçim kararı alınmasıyla, çalışmalar tümüyle
195
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Bakanlar Kurulu
Aylık İlerleme Raporu
Yatırım Ortamını
İyileştirme Koordinasyon
Kurulu
(YOİKK)
Aylık İlerleme Raporu
Teknik Komite I
Şirket Kuruluşu
Teknik Komite III
Sektörel Lisanslar
Teknik Komite IV
Yatırım Yeri
Teknik Komite V
Vergi ve Teşvikler
Teknik Komite VII
Fikri Mülkiyet Hakları
Teknik Komite VI
Gümrükler & Standartlar
Teknik Komite II
İstihdam
Teknik Komite VIII
Yatırım Promosyonu
Teknik Komite IX
Doğrudan Yabancı Yatırım
Mevzuatı
Teknik Komite X
Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmeler
durmuştur.3 Kasım seçimlerinin ardından, 58. Hükümet’in 31 Aralık 2002 günü kabul ettiği
Bakanlar Kurulu Ek Prensip Kararı ile, YOİKK başkanlığına Ekonomiden Sorumlu Devlet
Bakanı Ali Babacan getirilmiş ve YOİKK çalışmalarının ivme kazandığı ikinci dönem
çalışmalar 6 Mart 2003 tarihinde başlatılmıştır. Mayıs ayında yapılan toplantılarda kamu
ve özel sektörce mutabık kalındığı gibi, hazırlanmış ve TBMM’ne yollanmış bulunan yasa
taslakları çıkarılmaya başlanmış, Haziran ve Temmuz aylarında, aralarında yeni Doğrudan
Yabancı Yatırımlar Kanunu’nun da bulunduğu 14 yasa çıkarılmıştır. 27 Ağustos, 30 Eylül ve
6 Kasım tarihlerinde yapılan YOİKK toplantılarında ise, özellikle sektörel lisanslarla ilgili
sorunlar üzerine yoğunlaşılmış, ancak sektörel lisanslar konusunda bugüne kadar önemli
bir gelişme sağlanamamıştır.
196
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
3.1. Yeni Çıkarılan Yasalar
3.1.1. Doğrudan Yabancı Yatırım Yasası
Yeni Doğrudan Yabancı Yatırım Yasası, özellikle uluslararası yatırımcıların yeni yatırım
kararlarını vermeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Yeni yasanın yatırımcıya
sağladığı avantajları kavramak açısından daha önce uygulamada olan Yabancı Sermayeyi
Teşvik Kanunu’nun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekmektedir.
18 Ocak 1954 tarihinde yürürlüğe giren 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu,
dönemin doğrudan yabancı yatırımları için gerekli yasal altyapıyı sağlayan oldukça
liberal bir mevzuattı. Ancak yatırım ortamının geliştirilmesine yönelik olarak gösterilen
reform çabalarına karşın, 6224 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana doğrudan
yatırımlara ilişkin olarak ortaya çıkan kavram ve uygulama farklılıklarını karşılamadaki ve
yatırımcıların haklarını uluslararası standartlarda korumadaki eksikliği, yeni bir kanunun
hazırlanması ihtiyacını doğurmuştur. Yasanının isminde “Teşvik” ibaresinin yer almasının
nedeni, o yıllar için teşvik unsuru olarak kabul edilebilecek kar transferi, eşit muamele gibi
hususları içermesi idi. Ancak yasanın yürürlükte kaldığı yaklaşık yarım asırlık zaman dilimi
içerisinde, ekonomik hayatta yaşanan gelişmeler ve ilgili mevzuatta yapılan değişiklikler,
söz konusu hususların teşvik aracı yerine, genel kabul görmüş uluslar arası yatırım ilkelerine
dönüşmesine neden olmuştur. Bu nedenle uluslar arası tanımlamalara da uygun olarak
yeni yasanın ismi “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” olarak belirlenmiştir.
18 Ocak 1954 tarihli ve 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu yerine,
Türkiye’deki yatırım ortamının liberal niteliğini öne çıkaran bir yasa hazırlanmıştır. Zira bir
ülkenin yatırım mevzuatı, o ülkenin uluslararası yatırımlara olan bakış açısını yansıtması
bakımından önemlidir. Doğrudan yatırımlara ilişkin temel yasa olarak tasarlanan yeni
“Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile esas olarak, ülkemizin uluslararası yatırımlara
yönelik eşitlikçi ve liberal yaklaşımı yansıtılmakta ve yasaya “yatırımcıya açık ve anlaşılır
mesajlar veren” ve yatırımcının değişik mevzuatlar gereği sahip olduğu haklar ve tabi
olduğu yükümlülükleri gösteren “yasal bir rehber” niteliği kazandırılmaktadır.
Yeni Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, özellikle yeni yatırım yapacak yatırımcılar
açısından büyük önem taşımaktadır. Yeni yasa ile getirilen iki yenilikle, yatırımcıdan
talep edilen 50.000 dolar asgari sermaye şartı ve yabancı yatırımcının YSGM’den izin
alma keyfiyeti kaldırılmakta ve yabancı yatırımcıya yerli yatırımcı ile eşit muamele ilkesi
benimsenmektedir.
Kanunun sağladığı önemli avantajlar aşağıda özetlenmektedir:
Ön izin şartı kaldırılmıştır: Kanun ile, yabancı sermayeli olarak kurulacak şirketlerin
şirket kuruluşu için Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğünden almak zorunda oldukları
ön izin kaldırılmıştır. Böylece kuruluş işlemi tamamen yerli sermayeli şirketlerde olduğu
gibi gerçekleştirilecektir. Türkiye’de kurulan yabancı sermayeli şirketler Türk Şirketi
sayıldığından bu şirketlerin hak ve yükümlülükleri de Türk Ticaret Kanunu ve diğer
mevzuatla Türk şirketleri için belirlenen hak ve yükümlülükler çerçevesindedir.
197
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Kamulaştırmaya Karşı Koruma: Kamulaştırmaya ilişkin olarak Anayasa ve Kamulaştırma
Kanunu’nda yer alan ilkelerin, ikili yatırım anlaşmalarımız ve diğer uluslararası anlaşma
metinlerinde yer aldığı şekliyle düzenlenmesi sağlanmış, kamulaştırmanın anılan
mevzuatlarda belirtilen koşullar yerine getirilmeksizin gerçekleştirilemeyeceği ifade
edilmiştir.
Transferler: Kanunda yabancı yatırımcıların Türkiye’deki faaliyet ve işlemlerinden
doğan net kar, temettü, satış, tasfiye ve tazminat bedellerinin, lisans, yönetim ve benzeri
anlaşmalar karşılığında ödenecek meblağlar ile dış kredi ana para ve faiz ödemelerinin,
bankalar veya özel finans kurumları aracılığıyla yurt dışına serbestçe transfer edilebileceği
hükmü açıkça ifade edilmiştir.
Taşınmaz Edinimi: Türkiye’de Türk hukukuna uygun olarak kurulan ve idare
merkezinin Türkiye’de bulunduğu, yabancı yatırımcıların ortaklığıyla kurulan ya da iştirak
edilen şirketler, Türk şirketi sayılmaktadır. Bu şekilde Türk tüzel kişiliği kazanmış bulunan
şirketlerin gayrimenkul edinimine ilişkin olarak, Köy Kanunu ve Tapu Kanunu’nda
herhangi bir kısıtlama bulunmaması nedeniyle, söz konusu şirketlerin gayrimenkul edinimi
serbestisinin Kanunda yer alması amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra, Türk Ticaret Kanunu’nun
137 nci maddesi uyarınca, ticaret şirketlerinin, hak iktisap etmeleri ve borç altına girmeleri,
söz konusu işlemlerin şirket sözleşmesinde yazılı işletme mevzuu kapsamında yer alması
şartıyla mümkündür. Şirket işlemlerine ilişkin olarak Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan bu
husus, kuruluş yeri ve idare merkezi esasına göre Türk şirketi sayılan yabancı sermayeli
şirketler için de geçerlidir. Ayrıca, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de gayrimenkul
edinimine ilişkin olarak karşılıklılık ilkesi geçerliliğini korumaktadır.
Uluslararası Tahkim: Yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde
milletlerarası tahkime başvurmanın usul ve esasları, 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim
Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu çözüm yoluna, ev sahibi ülke mahkemelerinin yanı sıra,
arabuluculuk ve uzlaşma gibi diğer uyuşmazlık çözüm yollarına başvurma olanakları ile
birlikte kanunda yer verilmesiyle yabancı yatırımcıların uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin
tereddütlerinin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.
Yabancı Personel Çalıştırma: Kanun ile, yabancı yatırımcılar açısından önemi dikkate
alınarak, çalışma izni bakımından çalışma mevzuatına tabi olan yabancı personelin
istihdamı konusuna, Doğrudan Yabancı Yatırım Kanunu`nda yer verilmiştir.
Ayrıca bu Kanunla birlikte Yıllık Programlar ve Kalkınma Planlarını, ülkenin genel
ekonomik durumunu, dünyadaki yatırım eğilimlerini ve ilgili kamu kurum-kuruluşları ile
özel sektör meslek kuruluşlarının görüşlerini dikkate alarak yabancı yatırımlar konusunda
yatırım önceliklerini ve tanıtım politikalarını oluşturma görevi Hazine Müsteşarlığı’na
verilmiştir.
3.1.2. Şirket Kuruluşunda Yapılan Kolaylaştırmalar
Bu yasayla birlikte çıkarılan diğer bir yasa da, şirket kuruluşunu kolaylaştıran yasadır.
Şirket kuruluşunu kolaylaştıran yasa ile, 24 saat gibi hayli kısa süre içinde tamamlanan
şirket kurma işlemleri için gereken 19 merciye müracaat keyfiyeti 2’ye indirilmiştir. Şirket
198
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
kuruluşu için istenen belgeler de, 56 adetten 8 adete düşürülmüştür.
YOİKK çalışmaları kapsamında yapılan komite çalışmaları sonucunda, şirket kuruluşu,
istihdam, yatırım mevzuatı ve yatırım promosyonu konularında belli ilerleme kaydedilmiş,
ancak sektörel lisanslar, yatırım yeri, vergi ve teşvikler, gümrükler ve standartlar ve fikri
mülkiyet hakları konularında önemli bir mesafe alınamamıştır. Aşağıdaki bölümde, bu
konularla ilgili YOİKK komitelerinin çalışmalarının geldiği nokta ve yapılması gerekenler
ayrıntılı olarak incelenmektedir.
3.2. Sektörel Lisanslar
Sektörel Lisanslar Komitesi, konunun oldukça geniş olması ve özellikle bakanlıklar
arası yetki paylaşımı hususlarında zorluklar yaşanması sebebiyle çalışmalarında çözüm
sağlanamayan komiteler arasında yer almaktadır. Yapılan son 3 YOİKK toplantısında
ele alınan sektörel lisanslar konusunda ne yazık ki yatırımcının hayatını kolaylaştıracak
bir ilerleme henüz kaydedilememiştir. Sağlanan tek gelişme, ÇED olumlu raporu alan
işletmelerin artık Emisyon Ön İznini almak durumunda olmamalarıdır.
Sektörel Lisanslar konusunda yapılması gereken diğer çalışmalar aşağıda listelenmiştir.
• Gayri Sıhhi Müesseseler (GSM) Yönetmeliğinin EK-5 listesinde yer alan faaliyetlerin,
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliğinin EK-1 ve EK-2 listesinde yer
alan faaliyetler ile uyumlu hale getirilmesi için GSM Yönetmeliği’nde düzenleme
yapılması ve izin verilmesi ile ilgili mükerrerliklerin kaldırılarak bu işlemlerin ÇED
sürecinde tamamlanması ve ÇED olumlu Kararının, Yer Seçim İzni yerine geçmesi
gerekmektedir.
• GSM Yönetmeliği kapsamında yer alan Sağlık Koruma Bandı ile ilgili işlemlerin, ÇED
Yönetmeliği EK-1 listesinde yer alan faaliyetler için, bu işlemlerin ÇED sürecinde yerine
getirilmesi, ayrıca Sağlık Koruma Bandı oluşturulması yönündeki mükerrerliğin
ortadan kaldırılması yönünde mevcut yönetmelikte düzenleme yapılması.
• Sektörel lisanslarla ilgili izin alımlarında her bir sektör için başvuruların
yanıtlanacağı sürelerin belirlenmesi bu süreler içinde olumlu veya olumsuz cevap
verilmemesi durumunda başvuru sahibinin izin almış sayılması yönünde mevzuat
düzenlemelerine yönelik çalışmaların yapılması.
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan 1475 sayılı İş Kanunu ile ilgili tüzük
gereğince alınan İşyeri Kurma İzni belgesi ile Sağlık Bakanlığı’ndan alınan Yer Seçme
İzni Belgesi’nin ÇED sürecinde ve tek belge olarak alınması yönünde ilgili mevzuatta
düzenleme yapılması.
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1475 sayılı İş Kanunu ile ilgili tüzük gereğince
alınan İşletme Belgesi ile Sağlık Bakanlığından alınan GSM Açılma Ruhsatının
birleştirilmesi ve faaliyet başlamadan önce yatırımcıya tek ruhsat verilmesi yönünde
ilgili mevzuatta düzenleme yapılması.
• 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ve 3572 sayılı Kanun çerçevesinde verilen
izinlerle ilgili süreçlerin Çevre, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıklarınca
verilen izinlerle ilgili süreçlerle uyumlu hale getirilmesi.
199
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Gıda Sektöründe mevzuatta geçen tesis ve faaliyet tanımlarının uyumlaştırılması ve
ilgili değişikliğin 3 ay içinde yapılması.
• Gıda üretimi, tüketimi ve denetlenmesi ile ilgili Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
bünyesinde Gıda İşleri Genel Müdürlüğü’nün oluşturulması.
• Halen TBMM’de bekleyen ‘’3213 Sayılı Maden Kanunu ve Diğer Kanunların Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Tasarısı’’nın yasalaşması.
• Türkiye’de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reformu Programı çerçevesinde Sektörel
Lisanslar Komitesi tarafından tespit edilen hususlara yeni Çevre Kanunu Tasarısında
yer verilmesi.
• Mevcut ‘’Su Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği’’ndeki madencilik yatırımlarını yasaklayan
hükümler yerine faaliyeti gerçekleştirmek için uyulması gereken standartların
konulması yönünde gerekli düzenlemelerin yapılması ve bu faaliyetlerin diğer kamu
kurumları tarafından başkaca bir su havzaları mevzuatına tabi tutulmaması.
• 4342 Sayılı Mera Kanunu ve Yönetmeliğindeki ‘’ Meranın tahsis amacının
değiştirilmesi’’ kapsamında Valiliklerde yürütülen işlemlerin, ÇED sürecinde yerine
getirilmesi yönünde bu mevzuatta düzenleme yapılması.
• Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik kapsamında
yürütülen işlemlerin, ÇED sürecinde yerine getirilmesi yönünde yönetmelikte gerekli
çalışmaların yapılması.
• Yerleşim alanları dışında sürdürülen madencilik faaliyetine esas geçici yapı ve
alanların 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında tutulması nedeniyle karşılaşılan
sorunların aşılması yönünde çalışmaların başlatılması.
• ‘’Türkiye İlaç Kurumu’’ adı altında bir kurumun kurulması için gerekli kanun
taslağına ilişkin çalışmaların süratle tamamlanması.
• ‘’Turizmle İlgili Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’’nın ve ‘’Turizm Hizmet ve Meslek Birlikleri
Kanun Tasarısı’nın ayrıştırılarak, Hizmet Birliklerine İlişkin Tasarı”nın bir an önce
TBMM’ye sevkedilmesi.
• Turizm tesislerinin belgelendirilmesi ve işlemlerin kısaltılması için Turizm
Bakanlığı’nca Bakanlar Kuruluna sunulan Turizm Tesisleri Yönetmeliği’nin bir an
önce yürürlüğe girmesinin sağlanması.
Yukarda sayılan hususlara ilave olarak hızlı tüketim mallarında, üretim izni alınması
yerine pazar içi kontrol uygulamasına geçilmesi gerekmektedir.
3.3. Yatırım Yeri
Komite çalışmalarında ele alınan konuların genişliği, yapılması gereken çalışmaların
uzun süre gerektirmesi ve çalışmalara başlamakta isteksiz ve yavaş kalınması nedeniyle,
komite çalışmalarında ne yazık ki arzu edilen gelişme sağlanamamıştır.
Bu konuda acil olarak yapılması gereken çalışmalar şunlardır:
• Değişik bölge tipleri arasında uyumun sağlanması gerekmektedir.
200
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
• İmar Kanunu 18. Madde uygulamasına göre Belediyeler yeşil alan, okul vs. yapmak
üzere daha önceden imarı yapılmış bölgelerden arazinin %35’lik bölümünü
isteyebilmektedirler. Bu Mecliste yeni bir yasa ile %40’a çıkarılmıştır. Bu yasanın
mutlaka yeniden değerlendirilmesi gerekir. İmarı yapılmış bölgelerin 18. Madde
uygulamasından çıkarılması yatırımcı açısından önemlidir. Bu şekilde Belediyelerin
Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) adı altında yatırımcıların veya şahısların arazilerin
1/3’üne ortak olması engellenebilir. Belediyelerin bazı durumlarda, bir daha
alınamayacağından ötürü, DOP olarak en üst limit olan %40 arsa payının alınmasının
önüne geçilmelidir. DOP olarak alınan her metrekare arsanın, nerede, nasıl ve ne
zaman kullanılacağı ile ilgili kesin bir açıklamaya konu olması gerekmektedir.
• Türkiye yatırım haritasının çıkarılması gerekmektedir. Sanayi yatırımları için
yatırımcının kriterlerine uygun yatırım yeri olmayışı en büyük sorundur. Ülkedeki
yerli yatırımcıya ve ülkeye çekilmesi hedeflenen yabancı yatırımcıya tahsis edilebilecek
arazilerin daha önceden belirlenmesi yatırım yeri konusunda yaşanan bürokrasiyi
azaltacak bir önlem olacaktır.
• Turizm yatırımları için mevcut tahsisli alanlardaki mülkiyet hakları konusunda karar
verilmelidir. Bu alanların satışı devlete ciddi miktarda gelir temin edebilecektir.
• Tüm turizm merkez ve alanlarının, arkeolojik sit ve doğal sit kararlarının kısa sürede
tek merkezden kesinleştirilmesi gerekmektedir. Yıllardır sürüncemede bırakılan ve
çok sıkıntı duyulan bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması gerekmektedir.
3.4 Vergi ve Teşvikler
57. Hükümet döneminde, komite çalışmalarında Maliye Bakanlığı’nın yapılan
çalışmalara iştirakinin ve katkılarının yeterli seviyede olmaması nedeniyle, çalışmaların
başladığı dönemde arzu edilen koordinasyon ve işbirliği sağlanamamıştır. Son dönemde
Maliye Bakanlığı ve özel sektör işbirliğinin sağlanmasının ardından, çalışmalarda ilerleme
kaydedilebilmiştir. Vergi ve teşvikler alanında yerine getirilmesinde yarar görülen hususlar
aşağıda özetlenmiştir:
• Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gerekmektedir.
• Kazanılmış haklara aykırı düzenlenmeler yapılmamalıdır.
• Vergi kanunlarında belirsizlik - incelemelerde keyfilik yatırımcı için büyük engel
teşkil etmektedir.
• Kayıt dışı ekonominin sadece bir vergi sorunu olmadığı kabul edilerek, başlatılacak
mücadelenin başarısının, ekonomiyi düzenleyen tüm yasalarda ve uygulanmasında,
açıklık ve şeffaflık sağlanmasına bağlı olduğu kabul edilmelidir. Kayıt dışı ekonomi
ile mücadelede, imalat, ticaret, ithalat ve ihracat işlemlerini bir bütün olarak
kapsayacak, tüm ekonomiyi ilgilendiren yasalar üzerinde yapılacak çalışmalarla
başarıya ulaşılabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
• Yabancı sermaye
benimsenmelidir.
portföy
yatırımlarının
vergilendirilmesinde
yeni
esaslar
201
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Türkiye’nin holding merkezi olmasını sağlayacak hükümler Kurumlar Vergisi
Kanunu’na eklenmelidir.
• Vergi tatili konsepti mevzuatımıza kazandırılmalıdır.
• Konsolide bazda vergi beyannamesi düzenleme imkanı tanınması gerekmektedir.
• Büyük yatırımlar için teşvikler ve vergilemede özel hükümler ihdasına imkan veren
bir yapı kurulmalıdır.
3.5. Gümrükler ve Standartlar
Komite, yaptığı çalışmalarda hiç bir ilerleme kaydedememiş, şu ana kadar gümrükler
ve standartlar alanında hiçbir iyileştirme yapılamamıştır. Komitede acil olarak
değerlendirilmesi gereken hususlar aşağıda yer almaktadır:
• Uygulama ve işlem süreleri standart olmayıp, gümrükten gümrüğe farklılıklar
göstermektedir, bu durumun önüne geçilmelidir.
• TSE’nin standartları uluslararası standartlara uygun değildir. AB’den gelen CE damgalı
ürünlerin gümrüklerden geçisinde TSE’yle sorun yaşamaması gerekmektedir.
• Gümrük laboratuvarları ne yazık ki her türlü ürünü test edebilecek donanımda
değildir. Donanımlarının genişletilmesi gerekmektedir.
• TSE’si olan ürünlerin hem Hıfzısıhha, hem de TSE laboratuvarlarında analizinin
yapılması sorun yaratmaktadır. Aynı ürün üzerinde aynı testlerin iki ayrı yerde
yapılması mükerrerlik yaratmaktadır. Maliyet ve zaman kaybı da yatırımcı için diğer
sorunlar olarak göze çarpmaktadır.
• İthalatçı Birlikleri kurulmamalıdır. İthalatçı Birlikleri yatırımcı için ekstra para ve
zaman kaybı demektir. Dış Ticaret Müsteşarlığımız ithalat istatistiklerini yatırımcıya
maliyet ve zaman kaybına yol açmayacak bir uygulama ile tespit etme yoluna
gitmelidir.
3.6. Fikri Mülkiyet Hakları
Sorun yaşanan alanlar arasında yer alan fikri mülkiyet haklarında, şu ana kadar
uygulamada ilerleme kaydedilememiştir. Sokaklarda korsan ürün satışları halen devam
etmekte, ilaçla ilgili veri münhasıriyeti konularında ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
AB’nin Ticarete Getirilen Engeller (Trade Barrier Regulation) uygulaması ve ABD’nin
Türkiye’yi yeniden Special 301 Raporu Öncelikli Gözleme Listesi’ne alma girişimleri,
Sağlık Bakanlığı’nın ruhsat yönetmeliğinde yapacağı bir değişiklikle, AB’nde mevcut veri
koruması uygulamasına geçilmesi ve jenerik ilaç başvurularında, korunan verilere ilişkin 610 yıl süre ile ruhsat verilemeyeceğine dair bir hüküm koyması ile bu sorun hallolacaktır.
Komite çalışmalarının ayrıca aşağıda yer alan sorunlara yoğunlaştırılmasının
uygulamada alınacak bir takım önlemler ile desteklenmesi, yatırımcı için çözümü temin
edici olacaktır:
• Marka ihlalleri konusunda hiçbir çalışma yapılmamaktadır.
202
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
• İhtisas Mahkemelerinin sayısı yetersizdir, mevcut iş yükünü karşılayamamaktadır.
• Marka ihlallerinin yol açtığı satış kayıpları %10’lara ulaşmaktadır. Sahte ürünler halk
sağlığı için büyük tehlike arz etmektedir.
• Emniyet bünyesinde marka ve taklit ürünler konusunda bir birim oluşturulması
kısa vadede sonuç getirici bir çözüm olacaktır. Bu bölümün kurulması sırasında söz
konusu zararlara maruz kalan firmaların da projeyi desteklemeleri olumlu olacaktır.
• Mahkemelerde görev yapan savcı ve hakimlere marka, patent ve telif hakları
konularında eğitimler verilmeli, savcı ve hakimlerin bilgileri daima güncellenmelidir.
Bu noktada özel sektör-devlet işbirliği önem taşımaktadır.
4. Amaçlar ve Stratejiler
Ülkemizde kalkınmanın finansmanının sağlıklı bir biçimde sağlanabilmesi bakımından
yabancı yatırımlar önemli bir kaynak olarak öne çıkmaktadır. Ancak, Türkiye henüz bu
imkandan yeterli düzeyde faydalanmaktan uzak bir konumdadır. Ülkemize yeterli düzeyde
yabancı yatırım gelmesini sağlamak temel amacımızdır.
Son yıllarda sürekli daralan doğrudan uluslararası yatırımlar pazarından pay almada
yaşanan rekabet ortamında, Türkiye’nin potansiyeli doğrultusunda yatırım çekebilmesi
için başlatılan birçok yapısal reformun yanısıra, ekonomik ve politik istikrarın kalıcı bir
biçimde sağlanması çok önemlidir. Ayrıca, enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi,
yatırım maliyetlerinin azaltılması, vergi sisteminin yeniden düzenlenerek basitleştirilmesi,
hukuk sistemindeki aksaklıkların giderilmesi, fikri mülkiyet haklarının uygulanması,
kayıtdışı ekonominin asgariye indirilmesi, tarım ve bankacılık sektörlerinde yeniden
yapılanmanın tamamlanması, ihracata yönelik sanayinin desteklenmesi, özelleştirmelerin
hızla gerçekleştirilmesi, saydam ve objektif kurallara bağlı bir iş ortamının sağlanması
ve bu bağlamda yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmalarının ivedilikle tamamlanması
önem taşımaktadır.
Doğrudan yabancı yatırım çekme potansiyeli yılda ortalama 25-30 milyar dolar
olan Türkiye için 2004 yılı bir kırılma noktasıdır. AB’ye giriş süreci, uygulanmakta olan
yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmaları ve 15 Mart 2004 tarihinde gerçekleştirilen
ve uluslararası yatırımcıların katıldıkları Yatırım Danışma Konseyi, Türkiye’nin yolunu
çizecek dönüm noktaları olarak görülmektedir. Bu anlamda 2004 yılının, yabancı yatırımları
çekmede bir fırsat ve atılım yılı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
4.1. Hedefler ve İlkeler
Bilgi Toplumuna Geçiş
Bilgi toplumuna geçişte yabancı yatırımların yarattığı en büyük katma değer Ar-Ge
aktivitelerinin çokuluslu firmalar yoluya globalleşmesidir. Bu husus ülkeleri doğrudan
ve dolaylı olarak etkilemektedir. Uluslar arası firmalar yatırım yaptıkları ülkelere
beraberlerinde götürdükleri teknoloji ve know-how ile o ülkede bilgi toplumuna geçişte
büyük katkı sağlamaktadırlar. Özellikle getirilen teknoloji ile birlikte istihdam edilen
personelin eğitimi ve teknolojiye adaptasyonu yabancı sermayeli firmaların yarattığı diğer
bir katma değer olarak görülmelidir.
203
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Uluslar arası firmalar, Ar-Ge aktivitelerine özel bir önem vermeleri sebebiyle, teknoloji
geliştirme kabiliyeti olan ve teknolojiyi kontrol eden kuruluşlar olarak dikkat çekmektedirler.
Çekilen her yatırımda teknolojinin arzu edildiği şekilde ülkeye transferinin söz konusu
olmadığı durumlar da olabilir. Bu noktada ülkedeki yetkili Yatırım Ajansı veya başka
yetkili bir kurumun hangi tür yatırımların ülkeye çekilebileceğine, ne tür yatırımların teşvik
edilebileceğine, hangi sektörlerini teşvik edip güçlendirmesi gerektiğine karar vermesi
gereklidir. Bu noktada ülkede yabancı yatırım politikasının mevcut olması ve bu politikayı
geliştiren ve çağa uyduran revizyonların da yapılması önemlidir.
Yabancı yatırımların beraberlerinde yüksek teknolojileri transfer etmeleri hem o ülkedeki
teknolojinin gelişimine imkan tanır, hem de yerli sanayiyi pazar paylarını kaybetmemek
adına teknoloji üretmeye sevk eder. Bugün Türkiye bu koşullar altında teknoloji transfer
eden bir ülke haline gelmiştir. Özellikle Vestel, Arçelik ve Beko teknoloji ihraç eden Türk
markaları olarak öne çıkmaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları sadece beraberlerinde teknoloji ve know-how
getirmekle kalmamakta, aynı zamanda tedarikçi yerli firmaların da aynı standartlarda
teknoloji üretmelerini sağlayarak, bilgi toplumuna geçişte büyük katkı sağlamaktadırlar.
Bugün bilgi toplumuna geçişte sanayici-üniversite işbirliğinin son derece önemli olduğu
unutulmamalıdır. Teknoloji, ancak mevcut teknolojiyi geliştirebilecek şekilde eğitilmiş ve
imkanları artırılmış istihdam ile uzun vadeli bir getiriye sahip olabilir. Yabancı yatırımlarda
çalışan iş gücü burada edindiği eğitimi transfer olduğu başka bir firmaya, yabancı veya
yerli, veya kendi işletmesini kurması şeklinde transfer edebilmekte ve böylece teknolojinin
ülke çapında yayılmasını sağlamaktadır.
AB’ye Tam Üyelik
AB’ye tam üyelik müzakerelerinin olumlu sonuçlanması, önümüzdeki dönemde yüksek
miktarda doğrudan yabancı yatırım girişine yol açacaktır. Türkiye’nin AB’ye girişini
sadece siyasi bir güç birliğinin içinde yer almak olarak görmemek gerekmektedir. AB’ye
giriş, Türkiye için Gümrük Birliği ile başlatılan ekonomik işbirliğinin bir güç birliği haline
gelmesini temin edecektir. Türkiye`nin AB’ye üye olmasıyla birlikte diğer üye devletlerin
gücünden faydalanması önemlidir. Bu faydalanma sadece ekonomiyle sınırlı kalmayacak
ekonomik etkili sosyal bir iyileşmeyi de beraberinde getirecektir.
Yabancı yatırımcının yatırım yaparken dikkat ettiği ilk iki husus olarak öne çıkan politik
ve ekonomik istikrarsızlık Türkiye’nin AB’ye üye olmasıyla engel olmaktan çıkacak ve
böylece doğrudan yabancı yatırımlarda beklenen artışlar gerçekleşebilecektir. Türkiye’nin
global değerlere sahip bir ülke haline gelmesi, ancak ve ancak bu değerlerin hakim olduğu
bir yapı içine girmesiyle mümkündür.
AB’ye üyelik ile birlikte oluşacak güven ortamı ülkeye çekilen yatırım miktarlarını büyük
ölçüde etkileyecektir. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler AB’ye üyelik
sürecinde büyük miktarlarda yabancı yatırım çekebilmişlerdir. Yatırım çekme hususunda,
AB’ye üyelik için yerine getirilmesi gereken koşulları tesis edebilmek için yapılan reformlar
büyük rol oynamaktadır. AB’ye üye olunmasıyla birlikte bu ülkelerde ekonomik ve politik
204
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
istikrarsızlık ihtimalinin ortadan kalkıyor olması da diğer bir önemli faktördür.
AB’ye üyeliğin doğrudan ve dolaylı etkileri sonucunda, Türkiye’nin yıllar geçtikçe
daralan yabancı yatırım pastasından gereken payı alması mümkün olacaktır. Türkiye
AB’ye üyelik sürecinden geçen birçok ülkeden daha büyük bir ekonomi ve daha yüksek
potansiyele sahip bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olan
Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin, hem Türkiye hem de AB için karşılıklı büyük kazanımlarının
olacağı açıktır.
4.2. Stratejik Amaçlar
İstikrarlı Büyüme
Yabancı yatırımların büyümeye olan etkisi pozitiftir. Bugün birçok ülke büyüme
stratejilerinde yabancı yatırımlara geniş yer vermekte, dış kaynaklı finansal şoklara karşı
yabancı yatırımları kullanmaktadır. Özellikle 1990’lardan başlayarak Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinin neredeyse tamamı yatırım hamlelerini yabancı yatırımlara dayandırmışlardır.
Söz konusu ülkelerde yapılan büyük özelleştirmelere yabancı yatırımcıların da girmesi
sağlanarak ülke ekonomisine büyük bir dış finansman kaynağı yaratılmıştır.
Türkiye’de bugün hala dış borç ödemeleri ile uğraşmak yerine, ülkeye çekilecek
yabancı yatırımlar ile ihtiyaç duyulan dış finansmanın sağlaması, yüksek işsizlik oranının
düşürülmesine, teknoloji ve know-how transferinin sağlanmasına ve güçlü yerli sanayinin
yabancı yatırımcılarla işbirliği yaparak güçlenmesine de olanak sağlayacaktır.
Yabancı yatırımlarla üretkenliğin arttırılması, o ülkedeki büyümeyi büyük ölçüde
etkileyen bir faktördür. Özellikle kaynakların doğru ve etkin kullanımı, rekabet edebilirlik
ve yatırım yapılan ülkenin ticarete açıklığı büyümeyi olumlu şekilde etkilemektedir. Yabancı
yatırımlarda uluslararası bağlantıların varlığı, ekspertize sahip olunması, birçok ülkede
yatırımlarının bulunması sebebiyle farklı ülke deneyimlerinin kullanılabiliyor olması
ve kurumsal yönetim kültürünün mevcudiyeti yatırım yapılan ülkelerde sürdürülebilir
büyümeyi sağlamaktadır.
Üretim faktörlerinde kaliteye ve yüksek miktarlarda üretim yapabilme kapasitesine
sahip olan yabancı sermayeli firmalar, o ülkedeki yerel sanayicinin rekabet sebebiyle üretim
kapasitelerini ve kalitesini arttırmasına da etki eder. Yabancı yatırımlar, yarattıkları değerler
ve istihdam ile gelişime katkıda bulunurken aynı zamanda bulundukları ülkede kriz
yönetimi konusunda başka ülkelerde yaşadıkları deneyimler sebebiyle başarı göstermekte
ve piyasayı olumlu yönde etkilemektedirler.
Ülkenin gerek dış, gerekse iç borçlara bağımlı olması yerine, çekeceği dış kaynaklı
yatırımlarla üretim ve istihdamı destekleyici bir strateji izlemesi akılcı bir yaklaşım
olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme hızının
sağlanmasında ülke potansiyeline uygun doğrudan yabancı sermaye çekilebilmesi zorunlu
görülmektedir. Doğrudan yabancı sermaye girişi ülkemizde tasarruf açığının sağlam
kaynaklarla finansmanına imkan vererek büyümenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini
sağlayacaktır.
205
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Girişimcilik ve Rekabet Gücü
Yabancı yatırımların ülkedeki rekabeti artırdığı bir gerçektir. Uluslararası firmaların
yaptığı yatırımlar kimi zaman yatırım yapılan ülkenin yerli yatırımcısını ekabet edemeyeceği
koşullara sürükleyebilir. Bu daha çok az gelişmiş ülkelerde görülen bir sonuçtur. Türkiye
gibi güçlü yerli üreticilere ve rekabet edebilir bir sanayiye sahip ülkeler için doğrudan
yatırımların rekabete olumlu etkileri söz konusudur. Türkiye gibi güçlü sanayisi olan bir
ülkede yabancı yatırımların yaratacakları rekabet, sanayinin üretim kapasitelerini arttırması,
yerli firmaların Ar-Ge çalışmalarına başlayıp teknoloji üretir ve ihraç eder hale gelmesi,
firmaların üretim kalitelerini artırmaları ve yeni tasarımlara yönelmeleri gibi sonuçlar
getirir. Bu sonuçlar da beraberinde fikri mülkiyet haklarının koruma altına alınmasından
kalifiye ve eğitimli işgücü geliştirilmesine kadar birçok olumlu etki yaratmaktadır.
Özellikle ihracata yönelik sektörlerde yüksek teknolojili ve büyük ölçekli üretim
yapabilme kapasitesine sahip olan yabancı sermayeli firmalar ekonominin rekabet gücünün
artırılmasını sağlar. Yabancı yatırımların ihracata yönlendirilmesi Türkiye’nin diğer ülkelere
karşı rekabet avantajının birinci koşulu olacaktır.Türkiye’nin bir yatırım merkezi haline
gelmesiyle geniş pazarlara yakın olması bir avantaj olarak değerlendirilebilecektir. Çin bu
konuda ilginç bir örnek olabilir. Çin’de yatırımı bulunan uluslararası firmalar üretimlerinin
neredeyse tamamını ihraç etmek zorundadırlar. Yılda 70-100 milyar dolar yabancı yatırım
çeken bir ülkenin ihracat rakamları 2000 yılında 249 milyon dolar, 2001’de 266 milyon dolar
2002 yılında ise 326 milyon dolara erişmiştir.
Türkiye’nin yabancı yatırımları çekerek rekabet avantajını artırması mümkündür. Bu
konuda sürdürülen reform çalışmaları bir an önce tamamlanmalıdır.
Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele
Yabancı yatırımların gelir dağılımına doğrudan olmasa da dolaylı bir etkisi söz
konusudur. Uluslararası şirketlerin çalışanlarına karşı sorumluluklarına önem vermeleri,
daha çok kayıtlı çalışmaları ve ekonomide istihdam yaratmaları gelir dağılımını olumlu
yönde etkilemektedir.
Özellikle son dönemlerde uluslararası şirketlerin geliştirdiği “sosyal sorumluluk”
konsepti, bir ülkeye yatırım yapan çokuluslu firmanın o ülkeye, o ülkenin insanına,
çevresel faktörlere ve çalışanlarına karşı sorumlulukları bulunduğuna işaret eder. Buna
göre şirketler çalışanlarının yaşam kalitesini artırıcı önlemler almalı ve politikalarını buna
göre belirlemelidir. Türkiye’de yerli sanayide henüz yeterince gelişmemiş olan sosyal
sorumluluk kavramının ülke genelinde tüm yatırımlarda uygulanabilir hale getirilmesi
olumlu olacaktır.
Yabancı sermayeli şirketlerin daha demokratik koşullarda, daha yüksek ücretlerle işçi
çalıştırdığı bilinen bir gerçektir. Şirketlerin geliştirdiği politikaların da, ileride çalışanların
gelirlerini etkileyecek boyutlara ulaşması beklenmelidir. Özellikle işçi hakları, sendikalaşma,
istihdam edilen işçilerin kayıt altına alınmış olması daha dinamik bir sosyal yapıyı, değişime,
gelişme ve büyümeye daha açık bir sosyal yapıyı da beraberinde getirecektir.
206
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Bölgesel Gelişme
Bölgesel gelişme bir ülke içindeki ekonomik, sosyal, çevresel ve finansal anlamda
farklılıkları olan bölgeler arasında eşitliğin ve her bölgenin potansiyelinin güçlendirilmesi
olarak adlandırılabilecek bir kavramdır. Bugün uluslararası kuruluşlar, başta Dünya
Bankası olmak üzere, birçok ülke için bölgesel gelişim projeleri üretmektedir. Amaç,
bölgeler arasında öncelikle gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır.
Bugün tüm ülkeler kendi bölgesel gelişim stratejilerini üretmektedir. Örneğin Çin,
bundan 20 yıl önce başladığı gelişim stratejisiyle yabancı yatırımları çekmeyi hedeflemiş
ve bugün 20 yıl içinde çektiği toplam yabancı yatırım tutarı 800 milyar dolar dolayında
olan bir ülke haline gelmiştir. Çin, toplam yabancı yatırım stoğunda, ABD’den sonra
dünyanın ikinci ülkesi konumundadır. Bugün çekilen yabancı yatırımların fazlasıyla Doğu
bölgesine yığılmasına karşılık Çin, 2000 yılında “Western Development Strategy” adıyla
Batı bölgelerini hedef alan yeni bir bölgesel gelişim projesi başlatmıştır. Söz konusu projede
hedef yeni çekilen yabancı yatırımcıların, verilecek teşvik ve sağlanacak kolaylıklar ile Batı
bölgelerine yatırım yapmasının sağlanması ve bu şekilde Doğu ve Batı Çin arasındaki
bölgesel açığın kapatılabilmesidir.
Bölgesel gelişim konusunda birçok ülke Bölgesel Kalkınma Ajansları kurarak çeşitli
çalışmalar yürütmektedir. Özellikle yabancı yatırımların Bölgesel Yatırım Ajanslarınca bir
ülkede belirli noktalara çekilmesi, ve bu yatırımlardan sağlanacak fon ile o bölgenin geri
kalmışlıktan kurtarılması ve kaynaklarının değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Bugün
yalnız gelişmekte olanlarda değil, İrlanda’da, Hollanda’da, Fransa’da ve daha birçok ülkede
Bölgesel Yatırım Ajansları bulunmaktadır.
Türkiye’de Mersin Sanayi ve Ticaret Odası bünyesinde ve Gaziantep Sanayi Odası
bünyesinde olmak üzere yasal altyapısı mevcut olmamasına karşın, iki adet Bölgesel
Kalkınma Ajansı kurulmuş bulunmaktadır. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının tüm Türkiye
çapına yayılmasında ve Sanayi ve Ticaret Odalarından bağımsız, özerk yapılar olarak
kurulmasında fayda görülmektedir. Mevcut mevzuatın, özel bölgesel kalkınma ajanslarının
kuruluşuna izin vermemesi dolayısıyla, bir an önce gerekli mevzuat değişikliklerinin
yapılması zorunludur.
Kurulacak Bölgesel Kalkınma Ajansları ile Türkiye’de bölgelerin sahip olduğu kaynaklar
daha iyi değerlendirilebilecek, bölgeler arası gelir dağılımındaki dengesizlikler çekilecek
yatırımlarla bir ölçüde giderilebilecektir. Söz konusu Ajansların bir an önce kurulmaları,
ulusal kalkınma planı çerçevesinde bölgesel gelişme planlarını oluşturmaları gereklidir.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde uygulanan bir bölgesel gelişim aracı olarak Yatırım
Ajansları, Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğu yapılanmalar olarak öne çıkmaktadır.
İyi Yönetim
Türkiye için henüz çok yeni bir kavram olan iyi yönetim uygulamalarına kısaca değinmek
gerekirse iyi yönetim kavramı içinde,
• Kaynakların daha verimli kullanılması,
207
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
• Finansman kaynaklarına daha ucuz, hızlı ve kolay ulaşılması,
• Daha nitelikli istihdam olanaklarının yaratılması,
• Gerek ulusal gerekse uluslararası sermaye piyasalarının sürdürülebilir bir şekilde
gelişmesi hususları ele alınabilir.
İyi yönetimin en temel unsurlarından biri şeffaflıktır. Şirketlere ait bilgilerin doğru, açık
ve yeterli olarak kamuoyuna duyurulması, yatırım kararı verecek yatırımcının kararını en
doğru şekilde verebilmek için gerek duyduğu bilgiye ulaşabilmesi, şirket yöneticilerinin
verdikleri kararların doğru bilgiye dayanması iyi yönetim açısından önemli hususlardır.
Bugün Türkiye’de bu anlamda çalışmalar başlatılmıştır. İyi yönetim ve şeffaflık ile ilgili
atılan en büyük adımlardan biri de Bilgi Edinme Kanunu’nun çıkarılmış olmasıdır. 2002
yılından bu yana Türkiye’de sürdürülmekte olan YOİKK çalışmaları da kamu ve özel
sektör arasında şeffaflığı ve doğru bilgi akışının temin edilmesi açısından ayrı bir önem
taşımaktadır.
Bugün ABD’de yaşanan birçok skandal, iyi yönetimin önemini vurgulamaktadır.
Şirketlerin şeffaflığı ve hesap verebilirliği genel olarak piyasa ekonomisinin bir bütün
olarak varlığını sürdürebilmesi açısından olmazsa olmaz koşul haline gelmiştir.
Çokuluslu yabancı şirketlerde iyi yönetim kavramı şirketlerin belkemiği durumundadır.
Şirket içi bilgi akışının en doğru şekilde yapılması, şirket işlerinin kayıt altına alınması,
şirkete ait bilgilerin ulaşılabilir ve doğru olması, şirketlerin iç-dış ve bağımsız denetimlere
tabi olmaları, insan kaynakları için eğitim programları geliştirmeleri gibi uygulamalarla iyi
yönetim kavramı yabancı şirket politikalarında önemli yer tutmaktadır. Yabancı yatırımcılar
için iyi yönetim, şirketlerin devamlılığını ve sağlıklı piyasa koşullarının oluşmasını sağlayan
bir unsurdur.
İyi yönetim kavramının şeffaflık ve hesapverebilirlik kavramları ile birlikte
değerlendirilmesi gerekmektedir. Şeffalık özellikle yabancı yatırımcılar için büyük önem
taşımaktadır. Bugün Türkiye’ye yatırım kararı alan birçok yabancı yatırımcı, yatırımını
yaptıktan sonra yazılı olan kuralların geçmediği, ancak yazılı olmayan kuralların hakim
olduğu bir ülkeye yatırım yaptıklarını ifade etmektedir. Türkiye henüz yeteri kadar şeffaf
yönetimlere ve özellikle bürokrasiye sahip değildir. Ancak YOİKK çalışmaları kapsamında
bürokrasi, daha iyi bilgi akışını temin etmek ve şeffaflaşmak için çalışmalar yürütmektedir.
Sivil toplum örgütlerinin öne çıktığı ve doğru bilgi akışını temin etmek için çeşitli görevler
üstlendiği bu dönemde, yapılan reform çalışmaları iyi yönetim konusunda bir gelişme
olarak değerlendirilebilir.
Yabancı yatırımcı kuralları belli, şeffaflığın esas olduğu, hesap verilebilirliğin mevcut
olduğu bir sistemde yatırım yapmayı tercih etmektedir. Yabancı yatırımlar ülkede iyi
yönetim kavramının yerleşmesi için katkıda bulunmaktadır. Yabancı yatırımcılar, işbirliği
yaptıkları yerli şirketlerden de kendilerinin sahip olduğu şeffalığa sahip olmalarını
istemektedir. Verimliliği artırabilmek adına yatırım yaptıkları alanlarda yabancı
yatırımcılar, iyi yönetim kavramının, şeffaflığın ve iş etiğinin yerleşmesi için özel bir çaba
da göstermektedir. Doğrudan yabancı sermaye, gittiği ülkede kamuda hesapverebilirlik ve
208
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
şeffaflığı da içerecek şekilde iyi yönetim talep edecek aynı zamanda yerli firmalar için iyi
bir yönetim modeli olacaktır.
İyi yönetim, sosyal sorumluluk gibi geliştirilen her yeni kavram, uluslararası şirketlerin
sürekliliğini sağlamlaştırıcı yapı taşları olarak öne çıkmaktadır. Özellikle 1990’larda
başlayan sınırötesi yatırımlar şirketlerde sürekliliğin temin edilmesini zorunlu kılmıştır.
Süreklilik, geniş bir alana yapılan yatırımlarda doğru ve hızlı bilgi akışını mecbur kılmıştır.
Şeffaflık önem kazanmış, çokuluslu firmalar için iyi yönetim kavramı şirketlerin vizyon
ve hedeflerinin belirlenmesinde , şirketlerin organizasyon yapılarında ve şirketlerin değer
yönetimlerinde öne çıkmıştır. Türkiye, içinde bulunduğu toplumsal dönüşüm sürecinde
çokuluslu şirketlerin iyi yönetim değerlerini özümseyerek kendi iyi yönetim kavramını
geliştirmelidir.
4.3. Stratejik Amaç ve Hedefleri Gerçekleştirecek Faaliyetler
Sürdürülmekte olan YOİ çalışmalarında aşağıda listesi sunulan tasarıların da süratle
yasalaşması ülkeye yabancı yatırımları çekmede gerekli koşulların temin edilmesi açısından
büyük önem arz etmektedir.
Yasa Tasarıları
• 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nın
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve Gümrük Müşavirliği Kanun Tasarısı
• Maden Kanunu ve Diğer Kanunların Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun
Tasarısı
• Yeni Çevre Kanunu Tasarısı
• Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı
• 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nda değişiklik ve 5486 sayılı
Fikir ve Sanat Eserleri Kanuna uyumunun sağlanması
• Patent ve Marka Vekilleri Kanun Tasarısı
• Çeşitli vergi kanunlarında değişiklik yapılması hakkında kanun tasarısı
• Telif Hakları alanında bir enstitü kurulması
• Entegre Devrelerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı
• Yatırım Promosyon Yapılanmasına İlişkin Kanun Tasarısı
• Ulusal Meslek Standartları Kanunun Tasarısı
• Gıda Sektörü mevzuatında geçen tesis ve faaliyet tanımlarının uyumlaştırılması
• Turizmle İlgili Kanun ve KHK’lerde Değişiklik ayrıca, Turizm Hizmet Meslek
Birlikleri Hakkında Kanun taslaklarına ilişkin çalışmalar
• Yatırımlarda Devlet Yardımları Çerçeve Kanunu
• Dahilde İşleme Rejimi uygulamalarının Gümrük Müsteşarlığı’nca yerine getirilebilmesi
için yasal düzenleme
• 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ile 4458 sayılı Gümrük Kanunu arasındaki
uyumsuzluğun giderilmesi
209
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
5. Sonuç
DYY’lar, uzun bir süreden beri, ülkelerin kalkınmasına önemli katkı sağlayan araçlardan
biri olarak kabul edilmekte, bu nedenle de DYY’ları çekmek üzere ülkeler arasında ciddi bir
rekabet süregelmektedir. Türkiye, DYY’lar açısından büyük bir potansiyele sahip olduğu
halde, 1980’lerin ikinci yarısı hariç tutulduğunda, DYY’ları çekmek için ciddi bir çaba içine
girmemiş, yatırımcıların aradığı koşulları oluşturmak bir yana, sorunların artmasına yol
açacak uygulamalar içinde olmuştur.
Türkiye’de bugün, DYY’lara her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan, son derece
ağır ekonomik bir kriz ertesinde, sanayi ve hizmet kuruluşları birer birer kapanmış, bu
kuruluşlarda çalışan insanlar işsiz kalmıştır. Ülkelerin bu gibi durumlarda reel sektörlerini
desteklemek, talebi, yatırımları ve üretimi yeniden canlandırmak ve ekonomide daralmayı
durdurmak için, vergi oranlarının düşürülmesi ile birlikte, borçlanma dışında başvurdukları
iki temel kaynaktan biri olan DYY’ların ülkeye çekilebilmesi için gereken iki ana unsurun,
gelişkin bir sanayi ve yetişmiş insan kaynağının ülkede mevcut olduğu bilinmektedir.
Türkiye’nin, DYY’ların ülkeye yatırım yapmak için aradığı güven ortamını, bir siyasi
uzlaşma halinde dünyaya ilan ederek, bu konuda ulusal ve uluslararası platformlarda
uzmanlarca ortaya konan çalışmalarda belirtilen ve diğer ülkelerle rekabet edebilmesini
imkansız hale getiren eksiklerini gidermek üzere gerekenleri yerine getirdiğinde, yılda
dünyada yapılan toplam yatırımların asgari yüzde ikisi olan DYY potansiyelini realize
etmek üzere süratle yol almaya başlaması büyük bir olasılıktır.
210
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Yabancı Sermaye
Kaynakça
• T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü aylık ve yıllık raporları,
“Yabancı Sermaye Raporu, 1983-86, 1987-89, 1990-92, 1993-95”.
• YASED Yabancı Sermaye Derneği, yayınlanmamış araştırma, Mart 1998.
• “Turkey – A Diagnostic Study of the Foreign Direct Investment Environment”, Foreign Investment
Advisory Service, a joint service of the International Finance Corporation and the World Bank
(FIAS), Washington D.C., Şubat 2001.
• “Turkey – Administrative Barriers to Investment”, FIAS, Washington D.C., Haziran 2001.
• Louis T. Wells, Jr.,Alvin G. Wint, “Marketing a Country”, FIAS, Washington D.C., Mart 2000.
211
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
212
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde
Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Çalışma Grubu Raporu
213
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Mali Piyasalar
Çalışma Grubu Raporu
214
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Koordinatör Kurum
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu
Çalışma Grubu Üyeleri**
1. Ziya DEMİRDÜZEN
2. Tuğrul ERKİN
3. Prof. Dr. Refik ERZAN
4. Sait GÖNEN
5. Ali İŞLER
6. Ayhan KAMEL
7. Prof. Dr. Çelik KURDOĞLU
8. Önder ÖZAR
9. Ferruh TIĞLI
10. Dr. Şuhnaz YILMAZ
11. Rona YIRCALI
**
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Dış Ticaret Uzmanı
DEİK Yönetim Kurulu Üyesi,
Türk–Avrasya İş Konseyleri Başkanı
Boğaziçi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü,
Öğretim Üyesi
DEİK Türk-Pakistan İş Konseyi Başkanı Uluslararası
Müteahhitler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
DPT, Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü,
Uzman Yrd.
Büyükelçi D-8 İcra Direktörü
DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, KEİ İş Konseyi,
Yönetim Kurulu Üyesi
Büyükelçi EİT Eski Genel Sekreteri
DPT, Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü,
Daire Başkanı
Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Böl.,
Öğretim Üyesi
DEİK İcra Kurulu Başkanı
Çalışma grubu üyeleri soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
215
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
216
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları – I
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
1. Küreselleşme ve Bölgesel İşbirliği Girişimlerine Genel Bakış
Dünyada 1970’lerin başında yaşanan ekonomik darboğazlar II. Dünya Savaşı’ndan o
güne kadar süren yüksek hızlı büyümeyi yaratan temel kurumlarının sarsılmasına, buna
karşılık neo liberal politikaların ön plana çıkmasına ve sınırların ve ulusal ekonomi politikalarının daha az önemli hale geldiği yeni uluslararası ekonomik düzenin oluşmasına yol
açmıştır. Bu düzende pazarların açılması, çok uluslu şirketler ve ilerleyen yıllarda bilgi
teknolojileri kalkınmanın anahtarı olarak algılanır duruma gelmişlerdir.
Küreselleşme liberal pazar ekonomisi uygulamalarının hızla yayıldığı 1980’lerden itibaren çok konuşulan ve tartışılan bir kavram haline gelmiştir. Üretim ve finansal aktivitelerin uluslararasılaşması şeklindeki genel kabul gören tanımdan hareket edildiğinde ve dış
ticaret, doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımları göstergelerine bakıldığında, 1970’lerin
ikinci yarısından itibaren ulusal ekonomilerin giderek küresel ekonomik güçlere daha fazla
bağımlı hale geldiği gözlenmektedir.
Örneğin küresel sermayenin sınır ötesi hareketliliğini 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak hızlı bir artışa geçen doğrudan yabancı yatırımlarda (DYY) gözlemek mümkündür.
1970-2000 periyodunda DYY’lerdeki miktarsal artış küresel ekonomi içindeki ağırlığının ve
öneminin de artmasına neden olmuştur. En hızlı artış 1999 – 2000 yıllarında olmuş ancak
2001 yılında küresel ekonomik krize bağlı olarak DYY’lerde %100’e yaklaşan bir azalma
meydana gelmiştir. Bu eğilim 2002’de de devam etmiş, DYY girişleri 630 milyar dolar civarına düşmüştür. DYY’lerın yıllara göre %70 ila %90 arasında değişen bölümü OECD ülkeleri tarafından çekilmektedir.
Tablo 1.1: Doğrudan Yabancı Yatırımlar
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2001
2002
DYY Girişi
(Milyar Dolar)
Yüksek Gelir OECD (*)
Dünya
6,9
9,1
15,2
25,3
43,2
53,7
39,7
55,5
159,1
202,5
181,6
323,4
1.207,3
1.502,0
518,2
791,2
407,7
630,8
DYY/GSYİH (%)
Yüksek Gelir OECD
Dünya
0,5
0,5
0,4
0,5
0,6
0,5
0,5
0,5
1,0
1,0
0,9
1,1
4,2
4,9
2,0
2,6
1,8
2,0
DYY/Sabit Yatırım (%)
Yüksek Gelir OECD
Dünya
2,2
2,3
2,1
2,5
2,4
2,2
2,1
2,2
4,3
4,3
4,0
5,0
19,3
21,7
9,6
12,1
10,5
10,8
Kaynak: World Bank, World Development Indicators
(*) Orta Avrupa, Türkiye, Meksika hariç
DYY’ler büyümeyi destekleyecek ölçüde sermaye oluşumunu sağlayamayan, yatırım
kapasitesi düşük ülkeler için önemli bir potansiyel kalkınma aracı olarak görülmekte, bunun sonucunda ülkeler arasında DYY çekmeye yönelik hızlı bir rekabet yaşanmaktadır.
223
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yabancı yatırımcıya yatırımının geleceğine yönelik garanti verilmesi bu yarışta en önemli
koşullardan biri olarak ortaya çıkmaktadır. İşte bu gereksinim ile ilki 1959 yılında imzalanan Yatırımların Karşılıklı Korunması Anlaşmaları 1980’li yıllardan sonra artış göstermiş,
1990’da 470, 2000 yılı itibariyle ise yaklaşık 2000 anlaşma uygulamaya konulmuştur. Bugün
itibariyle DYY’ların yaklaşık %50’si bu tür anlaşmaların kapsamındadır.
Küreselleşmenin temel güdülerinden biri, şirketlerin teknolojinin getirdiği avantajlardan yararlanarak üretimlerini birden fazla ülkede konuşlandırmalarıdır. Bu süreç dahilinde oluşan Sınır Ötesi Şirketler’in sayıları 2001 yılı itibariyle 65.000’e ulaşmış1 dünya gelirindeki payları 1/10’a ve ihracattaki payları ise 1/3’e yükselmiştir.
Tablo 1.2: Çeşitli Dünya Göstergeleri ve Uluslararası Üretim
(Milyar Dolar)
1982
1990
2001
734
1.874
6.846
GSYİH
10.805
21.672
31.900
Sabit Sermaye Oluşum
2.285
4.841
6.680
İhracat (Mal)
2.081
4.375
7.430
2.540
5.480
18.520
594
1.423
3.495
1.959
5.759
24.952
670
1.169
2.600
17.987
23.858
53.581
Dünya Geneli :
DYY Stoğu
Sınır Ötesi Şirketler :
Satışlar
Gayrisafi Üretim
Varlıklar
İhracat
İstihdam (bin kişi)
Kaynak : UNCTAD, World Investment Report 2002
Not : Sınır ötesi şirketlerin değerleri ana şirketlerin faaliyetlerini (parent company) içermemektedir.
Sınır ötesi şirketlerin yayılması, COMECON döneminde Doğu ve Orta Avrupa’dakini
andırır bir sınai işbölümü oluşmasına, uluslararası üretim zincirlerinin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Bu modele göre, üretimin farklı aşamaları farklı ülkelerdeki montaj hatlarında gerçekleşmektedir. Bunun sonucunda DYY stoğu kadar, mamul malın üretimine kadar süren sınır ötesi girdi-çıktı ilişkileri nedeniyle, uluslararası ticaret hacmi de doğrudan
etkilenmektedir.
Dünya ticaret hacmi 1970 sonrasında büyük bir gelişme göstermiş, dünya GSYİH’sı içindeki payını giderek arttırmıştır.
1
“World Investment Report 2002”, UNCTAD, sf: XV
224
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Tablo 1.3: Dünya Dış Ticaretinin Toplam GSYİH’daki Payı
Toplam Dünya Dış
Ticareti
(Milyar Dolar)
Toplam GSYİH
İçindeki Payı (%)
1970
1975
789,8
2.016
27,1
34,7
1980
1985
1990
1995
2000
4.633
4.534
8.503
12.552
15.696
42,0
36,6
39,0
42,9
49,8
Kaynak: World Bank, World Development Indicators
Esasen ihracat II. Dünya Savaşı sonrasında önemli bir sıçrama göstermiş, dünya hasılasından ve kişi başına gelirden daha hızla büyümüştür.
Tablo 1.4: Kişi Başı Gelir ve İhracatta Yıllık Ortalama Artış (%)
1913- 50
1950-73
1973-1998
Kişi başı GSYİH
- Batı Avrupa
- Dünya
0,76
0,91
4,08
2,93
1,78
1,33
İhracat
- Batı Avrupa
- Dünya
- 0,14
0,90
8,38
7,88
4,79
5,07
Kaynak: OECD, The World Economy, A Millenial Perspective
İhracat ülke ekonomilerinde özellikle 1970 sonrası giderek daha fazla pay sahibi olmuş,
dünya genelinde ihracatın GSYİH içindeki payı 1950’de %5,5 iken, 1973’de %10,5’a 1998’de
ise %17,2’ye ulaşmıştır. 2
Son 10-20 yılın getirdiği diğer bir gelişme, ülkeler arasında bölgesel entegrasyon eğilimlerinin artmasıdır. Bunun bir göstergesi olarak, bölgesel ticaret anlaşmaları (BTA) 1990’larda büyük bir sayısal artış göstermiş, 2002 sonu itibariyle DTÖ’nün kayıtlarına geçmiş
yürürlükteki BTA sayısı 176’ya ulaşmıştır. Bu anlaşmalardan 123’ü 1990-2002 yılları arasında yürürlüğe girmiştir.3 Bu dönemdeki BTA artışının bir nedeni, 1990’ların başında COMECON sisteminin çöküşü ile Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin Batı ülkeleri ile ve kendi
aralarında telafi edici bölgesel düzenlemelere gitmeleridir. Bu ülkelerin bir bölümünün AB
ile yaptığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) da bunlara dahildir.
Bölgesel ekonomik işbirliğine yönelik ilginin bir başka nedeni ise, DTÖ müzakerelerinin
küresel meselelere yeterince yanıt veremeyeceği görüşünün giderek hakim olmaya başlamasıdır. Ülkeler pazarlarının korunması ile liberalleşmesi arasındaki dengeyi bölgesel
düzenlemeler içinde daha rahat kurabileceklerine inanmaktadırlar.
2
3
“The World Economy, A Millenial Perspective”, OECD, sf: 127
“World Trade Report 2003”, WTO, sf: 46
225
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Nitekim, bugün sayısı 148’i bulan çok farklı ekonomik ve sosyal gelişmişlik seviyesindeki, farklı ihtiyaçlara, beklentilere sahip ülkenin liberalizasyon konusunda buluşabileceği
ortak paydanın yüksek ve kolay elde edilir olmasının beklenmesinin çok gerçekçi olmadığı Seattle ve Cancun Bakanlar Konferansları’nda görülmüştür. Gelişmekte olan ülkelerin
hazırlıklı olmamaları nedeniyle fazla varlık gösteremedikleri, dolayısıyla aktif üye sayısının nispeten az olduğu Uruguay Round’un bile 1986’da başlayıp ancak 1994 yılında tamamlanabilmesi, küresel ticaret müzakerelerinin ülkelerin ticari ve ekonomik arayışlarına
kısa vadede cevap vermediğinin göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle, ülkelerin,
ekonomik ve ticari ihtiyaçlarına daha kısa sürede cevap alabileceklerine inandıkları oluşumlara gitmesi kaçınılmaz görülmektedir. Nitekim, yakın zamana kadar tercihli ticaret
anlaşmalarına taraf olmaktan kaçınan Japonya’nın bile çeşitli STA’lar yapma yoluna gittiği
görülmektedir.
Bölgesel anlaşmaların yol açtığı tercihli ticaret 2000 yılı itibariyle dünya ithalatının yaklaşık %40-45’ine hükmetmektedir. Bu oran Batı Avrupa’da %65, geçiş dönemi ekonomileri
olarak gruplandırılan Doğu ve Orta Avrupa’da ise %62 civarındadır. 4
Farklı coğrafyalardaki ülkeler ve ülke grupları da BTA’lara taraf olabilmektedir. AB’nin
Meksika, Kanada, MERCOSUR, Şili, Güney Afrika ile imzaladığı veya müzakerelerini sürdürdüğü anlaşmalar bunlara örnektir.
BTA’ların sayılarındaki artış paralelinde içeriklerinde de değişiklik olmaktadır. Bazıları
20-30 yıllık geçiş dönemleri ile daha çok bir niyet teatisi niteliğindeyken, bazıları tarifelerde
indirimin yanı sıra tarife dışı engelleri kaldırmayı da hedefleyen daha ileri düzeyli entegrasyon çabaları olarak ortaya çıkmaktadır. Hizmet ticaretini kapsam içine alan, yatırım, rekabet, sermaye hareketleri, çevre ve istihdam standartlarında ortak taahhütler içeren anlaşmalar müzakere edilmeye başlanmıştır. Japonya-Singapur, ABD-Ürdün, ABD-Şili arasında
bu tür yeni nesil anlaşmaların akdedilmesi söz konusudur.
BTA’ların çoğu kapalı yani sadece üyelerine kolaylık sağlayan yapıda iken, APEC gibi
üyelerinin gönüllü olarak sağladıkları kolaylıkları tüm dünyaya uygulayanlar da mevcuttur.
Bölgesel oluşumların amaçlarını ne ölçüde yerine getirdiği konusunda farklı görüşler
vardır. Bir ülkenin birden fazla BTA’ya taraf olması yaygın uygulama haline geldiğinden
özellikle Afrika’da, Amerika kıtasında onlarca BTA veya bölgesel işbirliği çatısı mevcuttur.
DTÖ’nün çok taraflı müzakere yapısı da hesaba katıldığında, oldukça karmaşık ve tümden
değerlendirilmesi zor kümeleşmeler ortaya çıkmaktadır. Bölgesel oluşumların bölge içi ticaret ve diğer ekonomik işbirliği hacmini farklılık yaratacak şekilde artırması üyelerinin
sanayi, ticaret ve finansal kapasiteleri ile doğru orantılı olmaktadır. Örneğin 2,5 milyarlık
bir nüfusa sahip, küresel pazarda birbiri ile rekabet halinde ülkelerin oluşturduğu APEC,
19 trilyon dolarlık GSYİH ve dünya ticaretindeki %47, 1990 – 2000 diliminde dünya ekono4
“World Trade Report 2003”, WTO, sf: 48
226
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
mik büyümesindeki %70 pay ile 5 blok içi ticaretin doğal olarak yüksek olacağı bir bölgedir.
Performansı etkileyen diğer bir faktör entegrasyon düzeyidir. Ekonomik birlik anlamında
en ileri düzeydeki entegrasyonu gerçekleştiren AB ve ileri düzeydeki tercih tanımlarıyla
NAFTA buna örnektir.
Grafik 1.1: Çeşitli Bölgesel Oluşumlarda Blok-içi İhracat
Blok İçi İhracatın Toplam İhracata Oranı (%)
APEC
AB ve Üyelik Sürecindeki Ülkeler
AB
Amerika Serbest Ticaret Alanı
NAFTA
ASEAN
BDT
2001
1990
1980
Orta Amerikan Ortak Pazarı
KEİ
Latin Amerika Entegrasyonu Birliği
Baltık Ülkeleri
İKT
EİT
Körfez Ekonomik İşbirliği Konseyi
EFTA
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
55
60
65
70
75
Kaynak: UNCTAD
Öte yandan gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını liberalleştirmenin ve dünya ekonomisine entegrasyonun büyümelerini olumlu etkileyeceğine dair inançları her zaman gerçeğe
dönüşmemektedir. Ticaret rejimlerini liberalleştiren, yatırım ortamlarını iyileştiren ülkelerde bu reformların sonucunda sermaye transferlerinde ve ihracatta önemli artışlar sağlanmasına rağmen, milli gelirlerinde beklenen gelişme görülmeyebilmektedir. Gelişmiş ülkelerin dünya ticaretindeki payının %80 (1980)’den %70 (1999)’e düşmesine rağmen, dünya
gelirindeki paylarının aynı sürede %73’den %77’ye yükselmesi, buna karşın gelişmekte
olan ülkelerin payının %20’de sabit kalması bunun bir göstergesidir. 6 Ticaretin büyümeye
ön ayak olmasında belirleyici olan, dünya pazarlarında talep genişleme potansiyeli olan
üretime öncelik vermek, yüksek katma değerli ürünlere kaymak ve verimliliği artırmaktır.
Asya Kaplanları olarak isimlendirilen Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ticaretin büyümeyi tetiklemesi konusunda en başarılı örnekleri sergilemektedir.
5
6
“About APEC”, APEC web sitesi
“Trade and Development Report 2002”, UNCTAD sf: 51
227
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
2. Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Perspektifinde
Türkiye’nin Dış Ekonomik İlişkilerinde Gelişmeler
1960-1980 döneminde Türkiye’nin dış ekonomik politikasında içe dönük, ithal ikameci
politikalar hakim olmuş, yerel sanayiyi koruma güdüsüyle, ithalat kısılmış, yabancı sermaye ve döviz kontrolü politikaları ile iç pazar koruma duvarlarının arkasına alınmıştır.
Kuruluş yıllarından 1970’lerin ortalarına kadar yıllık ortalama %5 büyüyen Türkiye ekonomisinin 1970’lerin sonuna doğru büyüme açısından bir tıkanma yaşadığı ve küreselleşme
baskılarının arttığı bu dönemde ithal ikameci sistemin, yerini dışa açılmacı liberal politikalara bıraktığı görülmektedir.
1980’den itibaren köklü ekonomik politika değişikliği sonucu, serbest piyasa ekonomisi
dahilinde liberal ticaret rejimi kuralları ve büyümeye yönelik ihracat dış ekonomik ilişkiler
politikasının ana hatları olarak bugünkü yerlerini almışlardır. 1980’lerde kotaların kalkmasını ve gümrük tarifelerinde ortalama %20 düşüşü içeren liberal uygulamalar 7 ticaret
hacminde önemli artışları beraberinde getirmiş, ihracat tutarı 1980’de 3 milyar dolar seviyesinden, 10 yılda 4 kat artarak 1990’da 12 milyar dolar seviyesine ulaşmış; ticaret hacmi
de, 1980-2003 döneminde yıllık ortalama %14,3 artışla 2003 yılında 115 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır.
Grafik 2.1: Türkiye’nin Dünya Ticaret Hacmindeki Payı (1980-2002)
0.8
0.7
0.6
(%)
0.5
0.4
0.3
0.2
0.1
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
1980
0.0
Kaynak: Dünya Bankası
Türkiye’nin dünya ticaret hacmindeki payı 1970’lerde binde 1’den, 1985’de binde 3,
7
“Globalization and Turkey’s Changing Political Economy”, Boğaziçi University Press, 2002, sf: 253
228
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Türkiye’nin dünya ticaret hacmindeki payı 1970’lerde binde 1’den, 1985’de binde 3,
1990’da binde 5, 2002 yılında ise binde 7’ye çıkmıştır.
Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonu açısından önemli bazı göstergelerin gelişimi aşağıdaki grafikte değerlendirilmiştir.
Grafik 2.2: Ekonomik Entegrasyon Göstergeleri
İhracat/GSMH
Ticaret Hacmi/GSMH
İthalat/GSMH
DYY/GSMH
50
40
(%)
30
20
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
0
1980
10
Kaynak: DTM, Hazine Müsteşarlığı
Dış ticaretin kompozisyonunu da etkileyen bu değişimler, hammadde ağırlıklı bir ihracat yapısından daha yüksek katma değerli nihai ürünlerin payının arttığı bir yapıya dönüşümü sağlamıştır. Dışa açılma sürecinde rekabet koşullarına büyük ölçüde adapte olmayı
başaran yerel imalat sanayi, ihracattaki payını 1970 yılında %17’den, 1985’de %75’e günümüzde ise %90 seviyesine çıkarmayı başarmıştır.
Grafik 2.3: İmalat Sanayinin İhracattaki Payı (1970 – 2002)
100
(%)
80
60
40
20
0
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2002
Kaynak: DİE
229
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Türkiye’nin dış ticaret ortaklarına bakıldığında, özelde AB’nin ve daha geniş kapsamda
OECD ülkelerinin yüksek önemde bir yere sahip olduğu görülmektedir.
Grafik 2.4: Seçilmiş Ülke ve Ülke Gruplarının Toplam Ticaret Hacmindeki Payı
60,0
1970
50,0
1975
(%)
40,0
1980
30,0
1985
1990
20,0
1995
10,0
2000
0,0
AB
ABD
BDT*
Orta Doğu**
Kaynak : DTM
* Azerbaycan, Beyaz Rusya, Estonya, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Özbekistan, Rusya Federasyonu (1990 öncesi için SSCB),
Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna
** BAE, Bahreyn, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Lübnan, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen
1980-88 döneminde İran-Irak Savaşı sırasında Orta Doğu ülkelerinin uluslararası arenada yalnız kalmaları nedeniyle artan ticaret hacmi, bu dönemde toplam ticaret hacminde
önemli bir yer tutmuş ancak 1990’larda düşüş trendine girmiştir.
Komşu ülkeler coğrafi avantajlardan dolayı büyük potansiyel arz eden doğal pazarlardır. 1980’li yıllarda İran ve Irak ile ticaretin yoğunluğu nedeniyle genel ticaret içinde yükselen komşu ülke payı Körfez Savaşı sonrası azalmış, son yıllarda siyasi platformda sağlanan
istikrarın da etkisiyle belirli bir tempoda gelişmeye başlamıştır. İlişkilerin daha yüksek düzeylerde seyretmesini engelleyen unsurlar genellikle tarife ve tarife-dışı engeller ve ulaşım
ile diğer altyapı eksiklikleri olarak ifade edilebilir.
Grafik 2.5: Komşu Ülkelerle(*) Ticaret (1980 – 2002)
Komşu Ülkelerle Ticaret Hacmi
35.0
30.0
25.0
(% )
20.0
15.0
10.0
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
0.0
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
5.0
20.0
18.0
16.0
14.0
12.0
10.0
8.0
6.0
4.0
2.0
0.0
(Milyar Dolar)
Komşu Ülkelerin Toplam Ticarette Payı
Kaynak : DTM
(*)Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Irak, İran, Romanya, Rusya Federasyonu (1992 öncesi için SSCB), Suriye, Ukrayna,
Yunanistan
230
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
1990’lar büyüme performansı açısından iniş çıkışlı, küreselleşmenin sancılarının yaşandığı, krizlere bağışıklığın test edildiği bir dönem olmuştur. Bu iniş çıkışlarda bölgesel koşullar da önemli rol oynamıştır.
1990’ların başında SSCB’nin dağılması Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinde bu bölgenin
ön plana çıkmasına neden olmuş, taahhüt sektörünün bu bölgede yenilenme ve altyapı
projelerinde görev almasıyla başlayan, ardından çeşitli ölçeklerde yatırımlar ile gelişen bir
işbirliği sürecine girilmiştir.
Türk girişimciler Rusya’ya, Ukrayna’ya, Orta Asya ve Kafkas Cumhuriyetlerine ilk giden, en fazla risk alanlar olmuşlardır. Daha sonraki aşamalarda bölgeye giden Batı firmaları ile en önemli fark, Türk firmalarının enerji dışı yatırımlara öncelik vermeleridir. Bölge
ülkelerinin birçoğunda dünya standartlarında otel, konut, iş merkezi yaparak yabancıların
iş yapması için altyapı oluşturan Türk firmaları olmuştur.
Yapılan bu önemli işlerin de katkısıyla, yurtdışında üstlenilen müteahhitlik projelerinin
toplam değeri DTM, verilerine göre 2002 sonu itibari ile, 50 milyar dolara ulaşmıştır. Bu
konumla Türkiye uluslararası müteahitlik pazarından %2-3 civarında pay almaktadır. BDT
ülkelerinde üstlenilen projeler 26 milyar dolara ulaşan değeri ile toplam yurtdışı projelerin
yarısını oluşturmaktadır. Projelerin yoğunlaştığı ülkeler Rusya Federasyonu, Kazakistan,
Özbekistan ve Azerbaycan, BDT dışında ise Libya, Suudi Arabistan, Irak ve Pakistan’dır.
Öte yandan, Türk girişimcileri SSCB’nin dağılmasının Balkanlarda yarattığı yeni ekonomik coğrafyada da kendilerini göstermiş, küçük ölçekli firmalardan, bankalara, Şişe Cam,
Anadolu Grubu gibi dallarında dünya sıralamalarının üst basamaklarında olan gruplara
kadar birçok yatırımcı bölge ülkelerinde yatırım yapmıştır.
1990’lı yıllarda dünya siyasi atlasında meydana gelen değişiklikler bir anlamda Türk
girişimcilerine yeni bir açılım imkanı sağlamıştır. Küreselleşmenin ve yurtiçinde dünya
ekonomisi ile bütünleşmeye yönelik altyapının oluşturulmasının da etken olduğu bu gelişmeler sonucunda, Türk firmalarının yurtdışındaki yatırımları 10-15 milyar dolar olarak
tahmin edilen bir düzeye erişmiştir. Bunun yaklaşık 5-7 milyar dolarının eski SSCB bölgesinde olduğu sanılmaktadır. Yine bu dönemde “Sınır Ötesi Şirket” tanımına uygun nitelikte Türkiye merkezli birçok kurumsal girişim ortaya çıkmıştır.
Buna karşılık, Türkiye’nin uluslararası doğrudan yatırım hareketlerinden çekebildiği yatırım miktarı son derece kısıtlı düzeylerdedir. 1990’lar boyunca 1 milyar dolar seviyesinde
seyreden DYY girişleri, 2000 yılında 1,7 milyar dolara, 2001 yılında GSM lisansı ihalesinin
etkisi ile 3,3 milyar dolara yükseldikten sonra 2002 yılında tekrar 1 milyar dolar seviyesine
gerilemiştir. 1980’den bu yana fiili DYY girişinin 16 milyar doların biraz üzerinde olduğu
göz önüne alındığında, Türkiye’nin 1980’den bu yana DYY giriş ve çıkışlarının eş düzeyde
olduğu söylenebilir.
Türkiye küreselleşme sürecinin başlıca karakteristiklerinden olan uluslararası üretim
ağlarında da yeterince yer alamamıştır.
231
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Tablo 2.1: Uluslararası Üretim Payları (1999)
DYY Stoğu (*) /
GSYİH
Yabancı
Şirketlerin
İstihdamının
Genel
İstihdamdaki Payı
(%)
“Transnationalization
Index”
(%)
Yabancı Şirketlerin
Katma Değerinin
GSYİH İçindeki Payı
(%)
Çin
30,9
4,3
9,5
14,4
Malezya
62,2
26,8
16,6
30,7
Bulgaristan
19,4
1,7
5,4
16,9
Romanya
15,5
1,6
0,9
9,4
Moldova
26,8
0,6
0,9
11,9
Rusya Fed.
8,6
0,8
1,6
4,6
Yunanistan
17,6
27,8
10,6
14,5
Türkiye
4,5
6,2
3,9
4,1
Kaynak: UNCTAD, World Investment Report
(*) Giriş bazında
Küreselleşmenin etkilerinin en çarpıcı şekilde hissedildiği alanlardan biri de hızlı hareket kabiliyetleri ile portföy yatırımlarıdır. Türkiye’de portföy yatırımları girişleri, 1989
yılında döviz kontrollerinin kaldırılması ve TL’nin tam konvertibil hale gelmesi ile finansal
sistemde yaşanan liberalleşme sonrasında başlamıştır. Ekonominin bağışıklık sistemindeki
açıkları en keskin şekilde ortaya çıkaran sıcak para hareketlerinin etkisi özellikle Kasım
2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizlerde kendini göstermiştir.
Liberalizasyon ve entegrasyon süreçlerinin ekonomiyi dış etkenlere daha açık hale getiren sonuçlarına karşın, olumlu etkileri genellikle kendiliğinden, bir başka deyişle otomatik,
değildir. Bu süreçlerin faydalarının en sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için uygun ortamın ve politikaların bulunması büyük önem taşır. Çağdaş küresel koşullara uygun olarak
geliştirilen bir yatırım ortamı daha kaliteli ve kalıcı yatırımlar çekerken, ülkenin sınai ve
ekonomik yapısına ve küresel talebe uygun olarak tespit edilip uzmanlaşılmış ürünlerin
stratejik bir bakış açısı ile hedeflenmiş pazarlara yönlendirilmesi daha sağlıklı bir ticari ve
ekonomik yapının hem işareti hem de itici gücü olacaktır.
2.1. AB ile Gümrük Birliği ve Sonrası
Dünyadaki en önemli ticaret bloklarından birisi olan AB, üçüncü ülkelerle olan ticari
ilişkilerini çok taraflı, bölgesel ve tek taraflı düzenlemeler çerçevesinde yürütmektedir. Kuruluşundan başlayarak DTÖ’nün çalışmalarında aktif olarak yer alan AB, çok taraflı ticaret
müzakerelerinin en önemli ve etkili taraflarından birisi konumundadır.
Türkiye 1963 yılında imza koyduğu Ankara Anlaşması ile siyasi ve ekonomik tercihini
belirlemiş, Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (AET) Avrupa Birliği’ne (AB) geçişin yaşandığı bu süreç boyunca ilginin nispeten azaldığı bazı dönemler dışında Avrupa bütünü içinde yer almak hedefinden hiç vazgeçmemiştir. 6 Mart 1995 tarihli Ortaklık Konseyi
232
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Kararı’nın sonucu olarak 1996 başından itibaren uygulamaya konulan Gümrük Birliği bu
bütünleşme sürecinin ilk aşamalarından biridir. Türkiye, pazarını tarifelerin kaldırılması
suretiyle sadece AB ülkelerine değil “Ortak Gümrük Tarifesi” uygulaması nedeniyle azalan tarifeler çerçevesinde tüm dünyaya açmıştır. Gümrük Birliği’ne adaptasyon süreci,
1980’lerde dışa açılma olgusu ile birlikte tanışılan rekabet kültürünün gelişmesinde ve
Türkiye’nin uluslararası arenada rekabet gücü kazanmasında son derece önemli rol oynamıştır. Türk sanayisinin güçlenmesi ve rekabet edebilmesi için gerekli modernizasyon,
reorganizasyon, teknoloji kullanımı ve markalaşma gibi kavramlar Gümrük Birliği sonrası
önem kazanmıştır.
Gümrük Birliği’ne uyum süreci içinde hükümetler düzeyinde gerekli kurumların oluşturulmasının yanı sıra, Türkiye’deki çeşitli sanayi dallarının rekabet koşullarına uyarlanması
için de çaba sarfedilmesi gerekmiştir. Bu çabaların sonuçları ve genelde Gümrük Birliği’nin
ekonomi üzerindeki etkileri üzerinde bir araştırma yapılması son derece gereklidir. Ancak,
mevcut gözlemler ışığında Gümrük Birliği sonrası sanayinin yoğun rekabet ortamından
olumsuz etkileneceği konusundaki endişelerin yersiz olduğu söylenebilir.8
Türkiye’nin Gümrük Birliği öncesinde en önemli dış ticaret ortağı olan AB, Gümrük Birliği’ne geçilmesinden sonra da bu niteliğini korumuştur. Gümrük Birliği sonrasında Türkiye’nin AB’ye ihracatında sürekli artış kaydedilmesine rağmen, ithalattaki artış daha fazla
olduğundan dış ticaret açığı genişlemiştir. Bu durum Türkiye’nin tek taraflı olarak 1971 yılı
itibariyle bazı istisnalar dışında sanayi ürünlerinde AB pazarına gümrüksüz giriş hakkına
sahip olması, buna karşılık AB’nin ise bu hakkı 1996 yılında elde etmesinden kaynaklanmaktadır.9
Grafik 2.6: AB ile Ticaretin Türkiye’nin Toplam Ticaretindeki Payı
AB'nin İhracattaki Payı
AB'nin Ticaret Hacmindeki Payı
AB'nin İthalattaki Payı
60
50
40
(%) 30
20
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1990
1985
1980
1975
0
1970
10
Kaynak: DTM
Türkiye’nin AB ile ticaretinin mal gruplarına göre dağılımında ithalatta ara mallar
8
9
“Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi
“Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi
233
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Türkiye’nin AB ile ticaretinin mal gruplarına göre dağılımında ithalatta ara mallar, ihracatta ise tüketim malları ağırlıktadır. Yatırım ve ara malı ithalatının Gümrük Birliği öncesinde de yüksek paya sahip olması Türkiye’nin yatırım mallarında gümrüklerini 1980’li
yıllardan itibaren yatırımı teşvik amacıyla sıfırlamasıyla açıklanmaktadır. AB’den ithal
edilen tüketim mallarında gümrükler, 1996 yılında Gümrük Birliği’nin tamamlanmasıyla
kaldırılmıştır. Tüketim malları ithalatında 1996 yılı sonrasındaki artışın bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna karşılık ara malları ithalatında gözlenen pay kaybı,
Türkiye’nin azalan tarifeler nedeniyle üçüncü ülkelerden ara malı ithalatının hızlanması ve
Dahilde İşleme Rejimi ile ilgili yasal düzenlemeler ile açıklanabilir.10
Grafik 2.7: AB ile Ticaretin Ana Mal Grupları İtibari ile Dağılımı
İthalatta Ana Mal Grupları
İhracatta Ana Mal Grupları
Yatırım Malı
Ara Malı
Tüketim Malı
Yatırım Malı
80
40
(% )
(%)
60
20
0
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
Ara Malı
Tüketim Malı
70
60
50
40
30
20
10
0
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
Kaynak: DTM
Türkiye’nin dış ticaretindeki açığın sadece Gümrük Birliği’nden kaynaklandığını iddia
etmek kolaycı bir yaklaşım olacaktır. Örneğin Güney ve Doğu Asya ülkeleri ile ticarette
yaşanan Türkiye aleyhine durum toplamı etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Ancak, bu bölgeden ithalatın genel olarak Türkiye’nin ihracatı ile bağlantılı olduğu da bir gerçektir. Dış
ticaretteki gelişmelerin ekonomik çerçeve içinde analiz edilmesi ileride uygulanacak politikalara ışık tutmak açısından faydalı bir çalışma olacaktır.
Gümrük Birliği sonrasına ilişkin beklentilerden biri de AB ülkelerinin Türkiye’de yatırımlarının artacağına dairdir. AB firmaları açısından, Türkiye genç ve doymamış iç pazarının yanı sıra Orta Doğu, Balkanlar, Karadeniz ve Orta Asya pazarları ile bağlantıları nedeniyle de cazip olması gerekirken, Gümrük Birliği sonrası yatırımlarda beklenen gelişme
olmamıştır. İzin verilen yabancı sermaye içerisinde AB’nin ortalama %65 olan payı genel
olarak sabit kalmıştır.
10
“Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi
234
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Grafik 2.8: AB Firmalarına Verilen Yabancı Sermaye İzinleri (1991-2002)
2002
2001
2000
1999
1998
1997
Toplam İzinler
1996
1995
1994
1993
1992
4.500
4.000
3.500
3.000
2.500
2.000
1.500
1.000
500
-
1991
(Milyon Dolar)
AB Toplamı
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Bu durum Türkiye’nin yabancı yatırımcı tarafından aranan siyasi ve ekonomik istikrar
ile güvenli piyasa koşullarını sağlayamamış olmasına ve idari mekanizmadaki caydırıcı
unsurların varlığına bağlanmaktadır.
Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ilişkilerin geleceğine bu raporun çerçevesi içinde
bakıldığında, Ortak Gümrük Tarifesi uygulamalarında Türkiye’nin çıkarlarını daha fazla
koruyacak düzenlemeler gerekli görülmektedir. Bu kapsamda AB’nin taraf olduğu tüm
bölgesel ticaret anlaşmalarının Türkiye tarafından tamamlanması büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, çeşitli ihraç pazarlarında AB firmaları ile rekabet şansının yitirilmesi
durumu ile karşılaşılacaktır. Halihazırda Türkiye, AB’nin taraf olduğu mevcut 30 kadar
STA’dan ancak 15’ini tamamlamış11, özellikle Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesindeki
ülkelerle sürdürülen müzakerelerde tıkanmalar yaşanmıştır. Genellikle sorun bu ülkelerin Türkiye ile bu tür tercihli ticari ilişki içine girmek konusunda istekli olmamalarından
kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne taraf olması nedeniyle, üçüncü ülkeler
ile tıkanan müzakerelerde AB’nin daha zorlayıcı tavır alması için mekanizma geliştirilmesi son derece önemlidir. Esasen AB’nin belirli STA angajmanlarına girmeden önce Türkiye’nin görüşlerini almasının rasyonel bir talep olacağı düşünülmektedir. Aynı argümanla,
Türkiye açısından önemli ülkelerle veya bölgesel oluşumlar çerçevesinde tercihli ticaret
anlaşmaları yapılması için AB’den deregasyon talep edilmesi de önemlidir.
AB ile mali işbirliği kapsamında alınan mali yardımlar konusu da bir diğer önemli noktadır. Türkiye’nin AB üyelik başvurusundan Gümrük Birliği’ne kadar olan 33 yıllık süreçte
(1962-1995) %91’i kredi olan 830 milyon ECU mali yardım sağlanmış, Gümrük Birliği’nden
sonra taahhüt edilen 2,8 milyar euro mali yardımın ise sadece %33’ü kullandırılmıştır. 10
yıllık bir adaylık süreci geçiren Doğu Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen AB mali yar11
Söz konusu STA’lardan 8 adedi AB’ye yeni üye olan 10 ülke ile olup, 1 Mayıs 2004 itibari ile feshedilmiş ve
bu ülkelerle ticaretimiz Gümrük Birliği kapsamına girmiştir.
235
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
dımı 54 euro iken, 40 yıla yakın süredir mali işbirliği kapsamında olan Türkiye için bu
rakam 11,5 euro olmuştur. Taahhüt edilen mali yardımların bir an evvel kullandırılması
için AB nezdinde girişimler yoğunlaştırılmalı, Türkiye’nin inisiyatifi arttırılmalı ve gerekli
diplomatik kararlılık gösterilmelidir. Bunun yanı sıra, ülkemizde kurumsal kapasitenin geliştirilmesi ve AB kaynaklarının kullanımı konusunda insan kaynaklarının yeterli düzeye
ulaştırılması da önem taşımaktadır.
AB ile ilişkilerde bu tür gündem maddelerinin ve mekanizmaların olmaması Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği içinde olan tek üye olmayan ülke olmasından kaynaklandığı
sanılmaktadır.
AB’nin 2010 yılına kadar kurulmasını planladığı Avrupa-Akdeniz Serbest Ticaret Alanı
sürecinde Türkiye’nin, AB’nin bölgedeki en önemli ticaret ortağı olması ile orantılı biçimde
aktif bir konum elde etmesi önem taşımaktadır.
2.2. Türkiye’nin Yer Aldığı Çok Taraflı İşbirliği Platformları
Türkiye’nin dışa açılım çabaları ile hızlanan ve buna paralel giden bir diğer gelişme de
bölgesel işbirliği yapıları oluşturma yönünde olmuştur. SSCB’nin dağılması sonrası bölgede ortaya çıkan ekonomik işbirliği potansiyelini değerlendirmek amacıyla KEİ platformunun oluşumunda Türkiye öncü rol oynamıştır. Yine bu dönemde EİT Orta Asya Cumhuriyetlerini de içine alacak şekilde genişletilmiş, D-8 kurulmuştur.
EİT, KEİ, D-8, İKT – İSEDAK girişimleri, üye ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğini
daha ileri düzeylere çıkarmayı amaçlamakta, ancak ileri safhalarda da olsa herhangi bir entegrasyon perspektifi içermemektedirler. Bu itibarla, Türkiye’nin anılan bölgesel oluşumlar
içinde yer almasını AB tam üyelik perspektifine bir alternatif olarak değil, yeni pazar ve
işbirliği imkanları yönünden tamamlayıcı olarak görmek gerekir.
Grafik 2.9: Türkiye’nin Toplam Ticaret Hacmi ile AB ve Diğer Bölgesel İşbirliği
Oluşumları ile Olan Ticaret Hacmi
100,000
90,000
(Milyon Dolar)
80,000
70,000
TÜRKİYE
60,000
AB
50,000
KEİ+EİT+D8*
40,000
30,000
20,000
10,000
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
0
Kaynak: DTM
* KEİ+EİT+D-8 , Ermenistan hariç mükerrer olmayan 22 ülkeyi (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bangladeş, Bulgaristan, Endonezya, Gürcistan, İran, Kazakistan, Kırgısiztan, Malezya, Moldova, Mısır, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Rusya Federasyonu, -1992 öncesi için SSCB-, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna, Yunanistan) kapsamaktadır.
236
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Türkiye, İran, Pakistan arasında bölgesel ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla 1964
yılında kurulmuş olan Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Teşkilatı, şekil ve içerik değişiklikleri yapılarak 1985’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) adını almış ve 1992 yılında
Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’nın katılımıyla genişlemiştir. EİT bölgesinde ticaretin geliştirilmesi için tarife ve tarifedışı engellerin azaltılması, serbest pazar ekonomisi kurumlarının oluşması, ticaret rejimlerinin şeffaflaştırılarak DTÖ kural ve standartları ile uyumlaştırılması ve özel sektörün
bölge içinde etkin biçimde faaliyet gösterebilmesine yönelik önlem alınması ortak hedefler
olarak belirlenmiştir.
İslam Konferansı Teşkilatı (İKT), 1969 yılında kurulmuştur. Bugünkü yapısı itibariyle
nüfuslarının çoğu Müslüman olan 57 ülke üye durumundadır. Ayrıca KKTC ile birlikte 4
gözlemci üyesi bulunmaktadır. İKT amacını üyeler arasında siyasi, ekonomik, kültürel ve
sosyal dayanışma ve işbirliğini tesis etmek olarak belirlemiştir. İKT Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi (COMSTECH), Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi
(COMIAC) ve Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) anılan konularda
işbirliğini geliştirmek ve bu faaliyetlerin koordinasyonu için oluşturulmuş komitelerdir.
Bunlardan İSEDAK’ın toplantıları DPT koordinasyonunda İstanbul’da gerçekleştirilmektedir.
1992 yılında Türkiye’nin girişimleri ile kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ),
KEİ Şartının 1 Mayıs 1999 yılında yürürlüğe girmesiyle bölgesel bir işbirliği örgütü haline
gelmiştir. Bu, KEİ’nin uluslararası platformlarda temsili ve finansal destek sağlayabilmesi
açısından bir dönüm noktası olmuştur. KEİ’nin hedefleri Avrupa ve dünya ekonomisine
entegrasyon, serbest piyasa koşullarının yerleştirilmesi, iş-yatırım ortamının iyileştirilmesi, bölgesel strateji üretilmesi, bireysel kapasiteler ile ortak çıkarlara uygun işbirliği için
bölgenin karşılaştırmalı üstünlüklerinin tespit edilmesi ve yatırım alanları ve öncelikleri
belirlenerek somut projeler üretilmesi olarak sıralanabilir. Kapsadığı ülkeler, Arnavutluk,
Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Makedonya, Moldavya, Romanya, Rusya
Federasyonu, Sırbistan-Karadağ, Türkiye ve Ukrayna’dır. İsrail, Mısır, Polonya, Slovakya
ve Tunus’un yanı sıra Avusturya, İtalya, Fransa ve Almanya gibi AB ülkeleri gözlemci
statüdedir.
D-8 ise 1997 yılında yine Türkiye’nin önayak olmasıyla kurulmuştur. Örgüt üyeleri,
Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye’dir. Amaç, çeşitli alanlarda üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, ortak projeler üretmek, bilgi ve
tecrübe değişimini sağlamak, gelişmiş ülkelerin de içinde yer aldığı uluslararası platformlarda diğer gelişme halindeki ülkeler ile koordinasyon halinde ortak vizyon ve tutumlar
oluşturmak ve ticari ilişkilerin çeşitlendirilmesini sağlamaktır. İşbirliği sektörel temelde
yürütülmektedir. Bangladeş kırsal kalkınma, Endonezya insan kaynaklarının geliştirilmesi
ve fakirlikle mücadele, İran enformasyon/telekomünikasyon, bilim ve teknoloji, Malezya
finans-bankacılık-özelleştirme, Mısır ticaret, Nijerya enerji, Pakistan tarım ve kültür balıkçılığı, Türkiye sanayi, çevre ve sağlık konularında koordinatör ülke rolünü üstlenmiştir.
237
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Bütün bu organizasyonlar yeni işbirliği alanları yaratılması açısından olumlu çabalardır.
Genel olarak Türkiye’nin etrafındaki coğrafyanın çetin koşulları ve son 20-35 yılda meydana gelen SSCB ve COMECON sisteminin çöküşü, İran’da devrim ve İran – Irak Savaşı,
Afganistan’da yaşananlar vb. radikal değişimler, bu tür oluşumların ekonomik faydaları
kadar, belki daha da fazla, siyasi diyalog platformu özelliklerini ön plana çıkarmaktadır.
Örneğin KEİ ve bir dereceye kadar EİT kendi aralarında karmaşık sorunlar yaşayan ülkeleri bir araya getiren birer çatı olmuşlardır. Bu sayede bu oluşumlar ilişkilerin gergin
olduğu zamanlarda açık olan tek diyalog kanalı olarak görev yapmıştır. Bu oluşumların
kuruluş amaçları olan ekonomik işbirliği cephesinde bugüne kadar sağladıkları başarı ise
oldukça sınırlıdır. Bunu çeşitli nedenler ile açıklamak mümkündür.
Öncelikle, bölgesel ekonomik işbirliği oluşumlarının bir numaralı önceliği olan tarife
ve tarife dışı engellerin azaltılması, ticareti kolaylaştırıcı önlemler alınması konusunda kuruluş amaçlarında olmasına rağmen her dört organizasyonda da mesafe katedilememiştir. 2011 yılına kadar gümrük tarifelerinin %15 düzeyine indirilmesini öngören EİT Ticaret
Anlaşması (ECOTA) ve İSEDAK bünyesinde on yıl önce imzalanmış olan ancak yeterli
onay sayısına ancak şimdilerde ulaşmış olan Tercihli Ticaret Sistemi Çerçeve Anlaşması
bu konuda ilk örnekler olacaktır. Bu kolaylıklar sağlanmadığı sürece ekonomik işbirliği
oluşumlarının ticari ilişkilere olumlu etkileri sınırlı olacaktır.
Bütün bu örgütlenmeler Güney – Güney diye adlandırılan gelişmekte olan ülkeler arası
oluşumlardır. Kendi içlerinde farklı gelişme düzeylerinde bulunan ülkeler vardır. Örneğin D-8’de kişi başı gelir açısından en fakir ülkelerden Bangladeş, Nijerya ve Pakistan ile
Güney Asya’nın sivrilen ekonomisi Malezya bir arada bulunmaktadır. Grup içindeki bu
gelir farklılığı yine de alt gelir grubu ülkelere beklentileri düzeyinde sermaye ve teknoloji
transferleri ile pazar gelişmesini sağlayacak boyutlarda değildir.
Aynı şekilde 100-150 dolarlık kişi başı dış ticaret değerlerine sahip Bangladeş, Pakistan
ve Nijerya’nın bulunduğu D-8, 200-250 dolar grubundaki Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın bulunduğu EİT nihai pazar imkanları açısından oldukça sınırlıdır. Ayrıca, bu
ülkeler ticaretin liberalleştirilmesi girişimlerini hassas dengelerinin bozulacağı gerekçesiyle
isteksiz karşılamaktadır.
Bütün bu örgütlenmelerde üye ülkeler teknoloji üretiminin orta – alt seviyelerindedir.
İthalatlarının önemli bölümü ise teknoloji ürünlerine yöneliktir. Bu nedenle diğer Güney
– Güney işbirliği oluşumlarında olduğu gibi ticaretlerinde bölge dışı etmenlere bağımlı
durumdadırlar.
Türkiye’nin önem verdiği Kuzey komşularını ve Balkan ülkelerini kapsayan KEİ kuruluşlarından bu yana AB’ye entegrasyon hedefini ön planda tutmaktadır. Oluşum içindeki
ülkelerin hemen hepsinin AB ile ikili bazda gelişen ilişkisi vardır. Dolayısıyla burada dikkatler bölge içi işbirliğinden ziyade AB’ye odaklanmıştır.
Söz konusu ülkelerle ilişkilerdeki istikrarsızlık da bu bağlamda sıralanabilecek bir diğer
nedendir. Örneğin, ticaret hacminde bir yıldan diğerine aşırı dalgalanmalar yaşanmakta,
238
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
bu ise ilişkilerde sürdürülebilirliği sağlayacak temel kavramların henüz oluşmadığını göstermektedir.
Bütün bu nedenler Türkiye’nin taraf olduğu çok taraflı oluşumların ekonomik işbirliğinde beklenilen sıçramaları yapamamasını izah etmektedir. Ancak gerek siyasi ilişkilerde sağladıkları diyalog imkanları gerek ise pazar çeşitlenmesine duyulan gereksinim göz
önünde bulundurularak Türkiye’nin bütün bu çok taraflı yapılarda belirli birleştirici ve
işlerlik kazandırıcı önlemlerin alınmasında öncü olmasının gerektiği düşünülmektedir. Bu
kapsamda;
-
Ticareti kolaylaştırıcı, serbestleştirici anlaşmalar bu tür örgütlenmelerde esastır.
Dolayısıyla öncelikle bu anlaşmaların gerçekleştirilmesi lazımdır. İmzalanmış, ancak onay prosedürü tamamlanmadığı için yürürlüğe girmemiş anlaşmaların daha
fazla geciktirilmeden uygulamaya konulması için, ilgili devletlerle ikili diplomatik
temaslarda, konunun gündeme getirilmesi yararlı olacaktır. Örneğin, Temmuz
2003’de Türkiye, İran, Pakistan, Tacikistan ve Afganistan tarafından imzalanan EİT
Ticaret Anlaşması (ECOTA)’na imza koymayan beş Orta Asya Cumhuriyeti nezdinde konu takip edilmelidir.
-
Özellikle KEİ ve EİT çerçevesinde tarafların ulaşım ve transit taşımacılık zemininde
ortak çıkarlarını gözetecek gelişmeleri sağlamaları önem taşımaktadır.
-
EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası en kısa zamanda faaliyete geçirilmelidir. Banka’nın
kağıt üzerinde kalması, özellikle kuruluşa üye Orta Asya Cumhuriyetleri üzerinde
olumsuz düşüncelere yol açmaktadır. Türkiye, başlangıç sermayesine katkıda bulunmakla yükümlü diğer iki kurucu üye İran ve Pakistan nezdinde bu konuda diplomatik girişimlerde bulunmalıdır.
-
Özel sektör, söz konusu bölgesel kuruluşların etkinlikleriyle daha çok ilişkilendirilmelidir. Özel sektörün bölgesel işbirliğinin gelişmesinde daha etkin bir unsur olarak devreye sokacak düzenlemeler yapılmalıdır. Örneğin, KEİ İş Konseyi’nin TIR
şöförlerine vize kolaylığı sağlanması girişimi bu platformda sağlanan en önemli
ilerlemelerden biri ile sonuçlanmıştır.
-
Uluslararası / Hükümetlerarası finans kuruluşlarının, özellikle Dünya Bankası’nın,
bölgesel ekonomik kuruluşları veri bankası, deneyim, proje hazırlama ve değerlendirme gibi çeşitli alanlarda desteklemesi için diplomatik girişimlerde bulunulmalıdır.
-
Türkiye, üyesi bulunduğu bölgesel ekonomik işbirliği kuruluşları içindeki yükümlülüklerini gecikmeksizin yerine getirmeli ve diğer üye ülkelere örnek olmalıdır.
Örneğin, EİT içindeki Almatı-İstanbul yük treni projesine işlerlik kazandırmak için
Türkiye, Van gölünü kuzeyden çevreleyecek demiryolu hattını gerçekleştirmek için
gerekli adımları atmalıdır.
-
Türkiye’nin, üyesi bulunduğu ve aktif rol oynadığı EİT, KEİ, D-8 gibi bölgesel ekonomik işbirliği örgütlerinin kamuoyuna daha iyi tanıtılmasına yönelik çalışmalar
yapılmalıdır.
239
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
-
İSEDAK, EİT, KEİ ve D-8 gibi Türkiye’nin taraf olduğu bölgesel işbirliği oluşumlarında, üyelerin faydalanabileceği somut projelerin geliştirilmesi ve bunların uygulanmasının takibi için mekanizmalar oluşturulması hususunda gerekli çabalar
gösterilmelidir.
-
Söz konusu oluşumların problemleri yönetim seviyesinde çözümlenmesi gereken
sorunlar olmalarına rağmen, sekreteryaların profesyonelleşmesi ve güçlendirilmesinin de faydalı olacağı düşünülmektedir.
Avrasya Ekonomik Birliği Kurulması
Türkiye ve Rusya’nın öncülüğü ve eski SSCB coğrafyasında yer almış ülkelerin katılımıyla “Avrasya Ekonomik Birliği” şeklinde adlandırılacak bir bölgesel yapı oluşturulması DEİK/Türk–Avrasya İş Konseylerinin 14 Ekim 2003 tarihinde İstanbul’da düzenlediği
“Avrasya Nereye Gidiyor?” konferansında ortaya çıkmıştır.
Bu birliğin tamamen ortak ekonomik çıkarlara yönelik olarak bölge içi ticaret, yatırım
ve teknolojik işbirliğinde kolaylaştırıcı, katalize edici bir yapı şeklinde oluşturulması, daha
sonraki aşamalarda diğer Avrasya ülkelerini de içine alması öngörülmektedir. Böyle bir
birliğin kurulması, Türkiye’nin bu coğrafya ile 1990’lar sonrasında giderek gelişen ancak
son dönemde ekonomik darboğazlar ve bazı siyasi, ekonomik nedenlerle durgunlaşan ilişkilerini canlandırmak ve kalıcı bir diyalog ortamı oluşturmak açısından da önemlidir.
Oluşumun KEİ’nin zaafiyetleri göz önünde bulundurularak kurulması, üye ülkelerin
AB’ye yönelik beklentileri ile bu birlik ile amaçlananların kuruluş sırasında net olarak ayrıştırılması ve gerek AB ve gerekse diğer taraflar ile müzakere edilmesi gerekli görülmektedir.
3. Türkiye’nin Dünya Ekonomisi ile Daha İleri Düzeyde Bütünleşebilmesi
İçin Öneriler
Ülkeler arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler dünyadaki büyümenin en önemli etkenlerinden biridir. Küreselleşme, beraberinde getirdiği uluslararası ekonomik iş bölümü kavramı ile birlikte ülkelerin ulusal siyasi ve ekonomik düzenlerini etkilemektedir. İş bölümünde
giderek daha fazla katma değer üretecek konuma gelebilmek, tüm gelişmekte olan ülkeler
için başlıca hedeftir. Bu hedefe ulaşmak için sermaye, insan kaynakları ve diğer teknolojik
altyapı eksikliklerini gidermeye yönelik yoğun bir DYY çekme rekabeti mevcuttur.
Türkiye, bu rekabetçi ortamda 1980 sonrası dünyaya açılım ve 1990’larda Gümrük Birliği geçiş sürecinde yaptığı modernizasyon hamlelerine rağmen arzuladığı ve sahip olduğu
değerlere uygun bir pozisyonda değildir.
Örneklemek gerekirse;
•
12
Türkiye 2002 yılı itibariyle dünya ticaret sıralamasında ihracatta 36. ithalatta ise 28.
sıradadır.12 Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi 1990 sonrası serbest pazar ekonomisine
geçen ülkeler bu listede daha ön sıralarda yer almayı kısa sürede başarmışlardır.
“International Trade Statistics 2003”, WTO
240
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
•
Küresel ekonomiye entegrasyonun çeşitli kriterlere göre ölçüldüğü A.T. Kearney/Foreign Policy Magazine Küreselleşme Endeksinde Türkiye 53. sırada yer almaktadır.
•
Kümülatif DYY girişleri sıralamasında Türkiye; Mısır, Yeni Zelanda, Kostarika,
Nijerya’nın altında 50. sıradadır.
•
World Economic Forum tarafından her yıl yapılan ve 102 ülkenin değerlendirildiği
Rekabet Gücü sıralamasında Türkiye 52. sıradadır.
Ülkenin sahip olduğu dinamikleri en etkin şekilde dış ekonomik ilişkiler süreçlerine aktarabilmek ve nihai hedef olan gelişmeyi sağlayabilmek için ekonomik ve siyasi istikrarın
sağlanmasının yanı sıra yeni bazı yapısal hamlelerin ve ince ayarların yapılmasına gereksinim vardır. AB ile ilişkiler ve bölgesel işbirliği platformlarına ilişkin spesifik önerilere ilgili
bölümlerde yer verilmiş olup, bu bölümde dış ekonomik ilişkiler bütününe ilişkin öneriler
yer almaktadır.
Yüksek Teknoloji Ürünlerine Geçiş
Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümünün ihracatlarında imalat sanayi ürünleri ağırlık kazanmıştır. Bugünkü kesitte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin üretim yetenekleri
arasındaki en önemli fark yaratılan katma değerdedir. Son yıllarda Kore, Tayvan gibi ülkeler teknoloji yenileyerek, verimliliği artırarak ve bunlara temel oluşturmak üzere bilgi toplumuna geçiş programları uygulayarak yüksek teknoloji pazarında paylarını artırmıştır.
Tablo 3.1: İmalat Sanayi Katma Değerinin GSYİH İçindeki Payı (1960 – 2000)
Çin
Malezya
Endonezya
Meksika
Pakistan
G. Kore
Tayvan
Türkiye
1960 – 69
29,0
9,5
9,0
20,1
14,3
16,5
16,7
12,7
1970 – 79
37,3
16,8
10,4
22,7
15,9
25,0
28,4
13,4
1980 – 89
35,8
20,3
15,1
23,2
16,0
29,8
34,4
18,7
1990 – 2000
34,0
27,3
22,8
20,6
16,6
29,5
28,9
18,3
Kaynak : UNCTAD, Trade and Development Report 2003
Makine ithalatının GSYİH içinde payı teknoloji yenilenmesinde bir gösterge olarak ele
alındığında, 1990-2001 döneminde Malezya %10,8, Tayland %7,1, Filipinler %6,8, Tayvan
%6,6 ile ilk sıralarda bulunmaktadırlar. Türkiye %3,9 ile daha alt sıralardadır. Buna karşılık,
Türkiye’nin elektrikli ve elektronik komponent ithalatı 1970-79 döneminde %1,9, 1980-89
döneminde büyük bir sıçrama ile %24, 1990 – 2001 döneminde ise %16,2 oranında artmıştır. Bu değerler ile Türkiye, Çin ve Filipinler’den sonra üçüncü konumdadır. 13 Bu gösterge Türkiye’nin dünya pazarlarında giderek artan beyaz ve kahverengi eşya ihracat payını
13
“Trade and Development Report 2003”, UNCTAD sf: 82
241
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
da izah etmektedir. Ancak Çin ve ekonomik durumları giderek istikrar kazanan Güney
Asya ülkeleri ile önümüzdeki yıllarda dünya pazarlarında kıyasıya bir rekabet olacağı göz
önünde bulundurularak ürün yelpazesini pazarın taleplerine göre yenileyecek ve teknoloji
düzeyini yükseltecek şekilde düzenlemeler yapılması gereklidir.
Stratejik Kurumsal Yaklaşım
Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerinin kurumlar arası bir platform dahilinde sürekli yenilenen bir ana plan çerçevesinde stratejik bir yaklaşımla ele alınması önemli bir gereksinimdir.
Çok taraflı, bölgesel ve ikili ilişkilerin birbirlerine göre tamamlayıcı ve engelleyici unsurlarının irdelendiği, her birinin fayda ve maliyet bazında önceliklendirildiği ve buna uygun
olarak uygulama araçlarının seçildiği bir yaklaşım özellikle iş dünyasına ileriye dönük iş
planlarını yaparken yol gösterici olacak, gereksiz maliyetleri önleyecektir.
Bu amaca yönelik olarak kurulacak mekanizmanın en hayati özelliği stratejileri hayata
geçirecek uygulama araçları (Eximbank, teşvik mekanizmaları vb.) üzerinde karar verme
ve yönlendirme yetkisine sahip olmasıdır.
Dışa Açılımda Finansman Olanakları
Dış ekonomik ilişkilerde en önemli darboğazlardan biri finans kuruluşlarının dış ticaret,
dış yatırım ve taahhüt etkinliklerine yeterli desteği sağlayamamasıdır. Bu eksikliğin giderilmesi için bankacılık sisteminin uluslararası ilişkiler ağının güçlendirilmesini, kredi ve
sigorta hacimlerinin artırılmasını, kredi maliyetlerinin dünya ile rekabet edebilecek düzeylere indirilmesini ve teminat mektubu almada yaşanan sorunların giderilmesini sağlayacak
düzenlemeler gereklidir.
Eximbank’ın gelişmiş ticari performansı olan ülkelerde olduğu gibi, farklı ihtiyaçlara
uygun ürünler içeren bir portföye sahip kılınması ve sermaye yapısının güçlendirilmesi
üzerinde önemle durulması gereken konulardır.
Uluslararası finansman kurum ve mekanizmalarından etkin biçimde yararlanmak için
proje geliştirme yeteneğini artıracak araçların geliştirilmesi gerekmektedir.
Yurtdışı Örgütlenme
Ekonomik işbirliği süreçlerinde işbirliği yapılan ülkelerde güvenilir ve güncel yerel bilgi sağlamak, bilgi envanterleri ve etkin temas ağları oluşturmak, projeksiyon ve tahmin
yapmak vb. fonksiyonların yerinde örgütlenerek yerine getirilmesi işbirliği performansını
doğrudan etkilemektedir. Firma, iş dünyası organizasyonları ve devlet kurumları arasında
iş bölümü yapılarak stratejilere ve ihtiyaçlara göre modeli belirlenecek ve kaynak israfını
önleyecek bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu düşünülmektedir.
Bu noktada özellikle özel sektör girişimiyle ülke ve sektörlerin yapılarına uygun formasyondaki oluşumlar DEİK’in öncülüğünde örgütlenebilir.
242
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Ulaşım – Taşımacılık Ağları
Dış ekonomik ilişkilerin altyapısal olarak en önemli gereksinimlerinden biri ulaşım ve
taşımacılık ağlarının yaygınlığı ve verimliliğidir.
Özellikle komşu ülkeler ile ilişkilerde son yıllarda oluşan olumlu atmosfer, taşımacılıkta
yakınlığı bir ekonomik kazanca dönüştürecek yöntemleri gereksindirmektedir. Bu nedenle ulaşım altyapısında önceliğin komşu ülkeler ile bağlantılara verilmesinde yarar vardır.
Doğu ve Güneydoğu komşularıyla taşımacılığın modern teknik ve idari donanımlara sahip
demiryolları ile yapılması bölge ile iş yapan firmaların sık sık dile getirdiği bir taleptir.
Transit taşımacılık anlaşmaları, Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında köprü olması vasfı
da bir müzakere unsuru olarak kullanılarak, genişletilmeli ve engellerden arındırılmalıdır.
Havayolu bağlantılarının artırılması girişimleri iş dünyası trafiği de göz önünde bulundurularak önceliklendirilmelidir.
Tanıtım – İmaj Oluşturma
Mekan, toplum, birey, kurum ve ürün bazında imaj oluşturma faaliyetleri gerektiğinde
birbirleri ile ilişkilendirilerek sürekli etkinlikler şeklinde ele alınmalıdır.
Yatırım Ortamının İyileştirilmesi 14
Türkiye’nin son derece düşük seviyelerde DYY çekmiş olmasında, yatırım ortamında
varolan yatırımcıyı caydıran özelliklerin etken olduğu bir gerçektir. Bu yönde yaklaşık 2-3
yıldır süren iyileştirme çalışmaları henüz tamamlanamamış, özellikle idari mekanizmanın
sadeleştirilmesi ve modernize edilmesi boyutunda henüz fazla mesafe alınamamıştır. Bu
konudaki çalışmaların ivedilikle sona erdirilmesi önemli görülmektedir.
Bunun yanı sıra, dünyada DYY akışları konusunda son dönem gelişmeler izlendiğinde
dikkat çeken bir trend olan bölgesel teşviklere bu noktada yer vermekte fayda görülmektedir.
Bölgeler arası rekabetin yatırım ortamının iyileşmesine katkı yapacağı düşünülmektedir. 18. yy’da İngiltere’nin sanayisinin gelişmesinde de etkili bir faktör olan bölgeler arası
rekabet, 19. yy’da ABD’nin, AB fonları desteğinde birçok Avrupa ülke ve bölgesinin ve son
25 yılda da Çin’in gelişmesinde benzer etkiler yaparak, verimlilik ve kalkınmaya olumlu
katkı sağlamıştır.
Yabancı yatırım çekmede ülke içinde yaşanan bölgeler arası rekabet ve yerel teşvik mekanizmaları konusunda en iyi örnek yine son dönemin yükselen ekonomisi Çin’dir. İtalya
ve İspanya başta olmak üzere birçok AB ülkelerinde de benzer uygulamalar görmek mümkündür.
14
Bu bölümde şu kaynaklardan faydalanılmıştır:
- Mehmet Öğütçü & Markus Taube, “Getting China’s regions moving”, Observer, No 231/232, Mayıs 2002
- Bernard Hugonnier, “Foreign Direct Investment and Regional Development: Assessment and Prospects
for China”, OECD China Conference, 11-12 October 2001, Xi’an
243
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Yerel yönetimlerin merkezi hükümetle özel teşvikler verebilmek için pazarlık yaptıkları
ve bölgelerine daha fazla yatırım çekebilmek için yarıştıkları bu örnekler son dönemde
giderek artmaktadır. Bölgesel kalkınma ajansları yine bu bağlamda ortaya çıkan kurumlardır.
DYY’lerın genellikle gelişmiş kentleri seçtikleri bir gerçektir. Ancak bazı ülkelerde merkezi hükümet ve bölgesel kalkınma ajansları kanalı ile yapılan pazarlama faaliyetleri, rekabetçi vergi rejimleri ve esnek işgücü piyasaları daha az gelişmiş bölgelere de önemli ölçüde
DYY girişini sağlayabilmiştir. Özellikle bilgi teknolojileri sektöründeki yatırımlara yönelik
olarak kurulan tekno-kentler ve aynı sektörde firmaların bir arada toplandığı sanayi bölgeleri bölgesel başarılarda etkili olmuş uygulamalardır.
Bilgi teknolojileri sektöründeki yatırımları çekmekte başarılı olmuş az gelişmiş bölgeler
arasında İskoçya ve İrlanda’nın bazı bölgeleri ile Portekiz’in Porto bölgesini, İspanya’nın
Valencia ve Malaga bölgelerini, İtalya’nın Puglia ve Yunanistan’ın Selanik bölgelerini göstermek mümkündür.
Çin’in doğu bölgeleri merkezi yönetimin 1980’lerin sonundan itibaren bu bölgelere tanıdığı imtiyazlar ve coğrafik ve lojistik avantajları (özellikle limanlar) nedeniyle toplam
yabancı sermaye girişinin %85’ini çekerken, batı ve orta bölgeler oldukça düşük paylar
almıştır. Doğu kıyısında kurulan “özel ekonomik bölgeler” uyguladıkları teşvik terbirleri
açısından oldukça müstakil hareket edebilmektedir. Gelir paylaşımı anlaşmaları ile topladıkları vergiden pay alan bu bölgeler bu kaynakları altyapı yatırımlarına yönlendirerek
avantajlarını artırmışlardır. Hükümetin ihracat odaklı yabancı sermayeyi teşvik eden stratejisi nedeniyle liman bölgeleri olan Guandong, Shanghai gibi eyaletler yatırımların çok
önemli bir kısmını çekmiştir. 2000 yılında geri kalmış bölgelerin de kalkınması için başlatılan Büyük Batı Stratejisi kapsamında ise batı bölgelere yatırım çekilmesi için çeşitli önlemler alınmaktadır. İhracat odaklı sermaye için avantaj yaratamayan bu bölgeler ise doğal
kaynak odaklı yatırımları çekmeye yönlendirilmektedir.
Tablo 3.2: Çin’in DYY Stoğunun Coğrafik Dağılımı
1983-1998
1980ler
1990lar
Doğu
87,8
90,0
87,6
Merkez
8,9
5,3
9,2
Batı
3,3
4,7
3,2
Kaynak: OECD
Not : Başka bir çalışma grubunun sorumluluğunda olması nedeniyle bu konudaki öneriler altında
iyileştirme çalışmalarının bir an önce sona erdirilmesi talebiyle ve bölgesel teşvikler konusuna yapılan vurguyla yetinilmektedir.
244
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
Haksız Rekabetin Önlenmesi
Ticari ve ekonomik ilişkiler kapsamında firmaların sundukları hizmet ve ürünlerin üretim ve pazarlama koşul ve standartlarının Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar
da göz önünde bulundurularak denetlenmesi, vergilendirilmesi, gümrük işlemlerine tabi
tutulması, haksız rekabetin önlenmesi kadar dış pazarlardaki imaj sorunlarını gidermek
açısından da önemlidir.
245
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
Kaynakça
• “World Investment Report 2002”, UNCTAD
• “The World Economy, A Millenial Perspective”, OECD
• “World Trade Report 2003”, WTO
• “About APEC”, APEC web sitesi
• “Trade and Development Report 2002”, UNCTAD
• “Globalization and Turkey’s Changing Political Economy”, Boğaziçi University Press, 2002
• “Gümrük Birliği’nin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, İKV web sitesi
• “International Trade Statistics 2003”, WTO
• “Trade and Development Report 2003”, UNCTAD
• Mehmet Öğütçü & Markus Taube, “Getting China’s regions moving”, Observer, No 231/232,
Mayıs 2002
• Bernard Hugonnier, “Foreign Direct Investment and Regional Development:
Assessment and Prospects for China”, OECD China Conference, 11-12 October 2001
Not: Çok taraflı işbirliği platformları ve Türkiye’nin DTÖ nezdindeki savları konularında Dışişleri
Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından sağlanan bilgi notlarından
faydalanılmıştır.
246
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
340 milyon kişi
19,3 milyon km2
İstanbul
Genel Sekreter:
Büyükelçi Valeri
Chechelashvili (Gürcistan)
- Avrupa ve dünya
ekonomisine entegrasyon
- Bölgenin mukayeseli
üstünlüklerinin tespit edilmesi
ve bölgesel strateji üretilmesi
- Bireysel kapasiteler ile ortak
çıkarlara uygun işbirliği
- Serbest piyasa koşullarının
yerleştirilmesi
- İş - yatırım ortamının
iyileştirilmesi
1964 (RCD) (3 kurucu üye)
1985 (EİT – İsim Değişikliği)
1992 (7 Orta Asya Cumhuriyeti
ile genişleme) (10 üye)
375 milyon kişi
8 milyon km2
Tahran
Genel Sekreter:
Askhat Orazbay
(Kazakistan)
- Tarife ve tarife dışı engellerin
azaltılması
- Ticaret rejimlerinin
şeffaflaşması
- Serbest piyasa koşullarının
yerleşmesi
- Özel sektörün faaliyet gücünün
artırılması
- Ulaşım ve iletişim altyapısının
geliştirilmesi
Nüfus ve Alan
Sekreterya
Ekonomik İşbirliği
Hedefleri
Cidde
Genel Sekreter:
Dr. Abdulvahid Belkeziz
(Fas)
- Üyeler arasında politik,
ekonomik, kültürel, bilimsel
işbirliği ve sosyal dayanışma
- Üyelerin ortak menfaatleri
doğrultusunda araştırma
geliştirme çalışmaları yaparak
kalkınmalarına hizmet etmek
- Üye ülkeler arasında
ekonomik ve ticari
ilişkilerin geliştirilmesi ve
çeşitlendirilmesi
- Ortak projeler üretmek,
bilgi ve tecrübe değişimini
sağlamak
- Uluslararası forumlarda
gelişmekte olan ülkelerle
koordinasyon halinde ortak
vizyon
1,2 milyar kişi
32 milyon km2
1969 (25 kurucu üye)
2001’den bu yana 57 üye
KKTC dahil 4 gözlemci üye
İKT
İstanbul
İcra Direktörü:
Büyükelçi Ayhan Kamel
(Türkiye)
850 milyon kişi
7,5 milyon km2
1997 (8 üye)
1992 (11 kurucu üye)
1 Mayıs 1999 (KEİ Şartı)
Nisan 2003 (Sırbistan
– Karadağ ve Makedonya ile
genişleme)
(13 üye)
9 gözlemci üye
Kuruluş ve
Genişleme
D-8
KEİ
EİT
EK 1: Bölgesel İşbirliği Oluşumları Karşılaştırmalı Özet Tablo
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
247
İslam Gemiciler Birliği
- Özel sektör temsilcileri
toplantıları (her yıl) ve ticaret
fuarları (iki yılda bir)
- Enformasyon Sistemleri Ağı
(OIC Network)
- Gelecek için Ekonomik
Gündem çalışması (Nisan 2001)
- Proje Geliştirme Fonu
Enerji/Petrol için Eylem Planı
(2001-2005) (Kasım 2000)
Ulaşım / Taşımacılık
Diğer Önemli
Uygulamalar
- Tarım ilaçlama uçağı projesi
- Sanayi ve Teknoloji Veri
Bankası (2000-Tahran)
- İhracatın Finansmanı
Mekanizması İKB’de kuruldu.
- İKT Tercihli Ticaret Sistemi
Çerçeve Anlaşması (TPSOIC)
(Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu 13 ülke tarafından
onaylanmış ve Nisan 2004’te
müzakerelere başlanmıştır.)
- KEİ Karayolu Taşımacılık
Dernekleri Birliği (2001)
- Eşyanın Karayoluyla Naklinin
Kolaylaştırılması Anlaşması
(onay aşamasında)
- Ticarete İlişkin Uzmanlar
Grubu Toplantıları
- Merkez Bankaları ve Maliye
Bakanlıkları Uzmanları
Toplantıları
- İşadamları için Vize
İşlemlerinin Sadeleştirilmesi
Anlaşması (onay aşamasında)
- Gümrük Alanlarında İdari
İşbirliği Anlaşma Taslağı
- Tercihli Ticaret Anlaşma
Taslağı
- Transit Taşımacılık Çerçeve
Anlaşması (TTFA) (1998) (yeterli
sayıda üye imzalamadığından
yürürlükte değil)
- Almatı-İstanbul yük treni
projesi
- Bulgaristan’ın STA ağı
kurulması önerisi (Haziran
2003)
- İşadamlarına Seyahat ve Vize
Kolaylığı Geçici Uzman Grubu
- Miktar kısıtlamaları ve Eş
Etkili Önlemlerin Kaldırılması
Süreci Müzakereleri
- KEİ İstatistik ve Ekonomik
Bilgi Koordinasyon Merkezi
(1993, Ankara) (DİE içinde bir
birim olarak kurulmuştur.)
- Karadeniz Ekonomik
İşbirliği İş Konseyi (1992,
İstanbul)
Tercihli Ticaret
Rejimi ve
Kolaylaştırıcı
Gümrük / Ticaret
Politikaları
Konularındaki
Girişimler
- İSEDAK/COMCEC
(Ekonomik ve Ticari İşbirliği
Daimi Komitesi)
- COMSTECH (Bilimsel ve
Teknolojik İşbirliği Komitesi)
- COMIAC (Enformasyon
ve Kültürel İşler Daimi
Komitesi)
- İslam Ticareti Geliştirme
Merkezi (ICDT)
- İslam Ülkeleri İstatistik,
Ekonomik ve Sosyal
Araştırma ve Eğitim Merkezi
(SESRTCIC)
- İslam Kalkınma Bankası
(IDB)
- İslam Ticaret ve Sanayi
Odası
İKT
- EİT Ticari İşbirliği Çerçeve
Anlaşması (Mart 2000)
- EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA)
(Temmuz 2003’de 5 ülke
tarafından imzalandı. Onay
işlemleri sürüyor.)
- Transit Ticaret Anlaşması
(Yürürlüğe girdi.)
- İşadamlarına Vize Kolaylıkları
Anlaşması (Mart 1998)
- Uluslararası Pazarlama
ve Ticaret Şirketi (IMTC)
(Mısır merkezli) kurulması
üzerinde çalışılmış ancak
fizibilite çalışmaları
olumlu sonuç vermemiş ve
gündemden düşmüştür.
D-8
Başlıca Kurumlar
- Karadeniz Ticaret ve
Kalkınma Bankası (1999,
Selanik)
KEİ
- EİT Ticaret ve Sanayi Odası
(1993)
- EİT Ticaret ve Kalkınma
Bankası (İstanbul) (1995’de
kuruluş anlaşması imzalalandı
ancak faaliyette değil.)
- EİT Sigorta Şirketi (Karaçi)
(Banka ile bağlantılı olarak
henüz kurulmadı.)
- EİT Gemicilik Şirketi
(Türkiye taraf değildir.)
EİT
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
248
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
Azerbaycan (1992)
Azerbaycan (1992)
Pakistan (1997)
Pakistan (1964)
Türkiye (1992)
Yunanistan (1992)
Ukrayna (1992)
Türkiye (1964)
Türkmenistan (1992)
Rusya (1992)
S• rbistan-Karadağ (2003)
Tacikistan (1992)
Romanya (1992)
Moldova (1992)
Nijerya (1997)
Özbekistan (1992)
Makedonya (2003)
Türkiye (1997)
M• s • r (1997)
K• rg• z istan (1992)
Gürcistan (1992)
Malezya (1997)
Kazakistan (1992)
İran (1997)
Endonezya (1997)
Bangladeş (1997)
D-8
Ermenistan (1992)
İran (1964)
Afganistan (1992)
Arnavutluk (1992)
Bulgaristan (1992)
EİT
KEİ
EK 2: Türkiye’nin Dahil Olduğu (Çalışma Grubunun Konusu Olan) Bölgesel İşbirliği Oluşumlarının Üyeleri
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
249
1 Afganistan
2 Arnavutluk
3 Azerbaycan
4 BAE
5 Bahreyn
6 Bangladeş
7 Benin
8 Brunei
9 Burkina Faso
10 Cezayir
11 Çad
12 Dijibuti
13 Endonezya
14 Fas
15 Fildişi
16 Filistin
17 Gabon
18 Gambiya
19 Gine
20 Gine Bissau
21 Guyana
22 Irak
23 İran
24 Kamerun
25 Katar
26 Kazakistan
27 Kırgızistan
28 Komorolar
29 Kuveyt
Üyelik Tarihi
1969
1992
1992
1972
1972
1974
1983
1984
1974
1969
1969
1978
1969
1969
2001
1969
1974
1974
1969
1974
1998
1975
1969
1974
1972
1995
1992
1976
1969
İKT Üyesi Ülkeler
30 Libya
31 Lübnan
32 Maldivler
33 Malezya
34 Mali
35 Mısır
36 Moritanya
37 Mozambik
38 Nijer
39 Nijerya
40 Özbekistan
41 Pakistan
42 Senegal
43 Sierra Leone
44 Somali
45 Sudan
46 Surinam
47 Suriye
48 Suudi Arabistan
49 Tacikistan
50 Togo
51 Tunus
52 Türkiye
53 Türkmenistan
54 Uganda
55 Umman
56 Ürdün
57 Yemen
Üyelik Tarihi
1969
1969
1976
1969
1969
1969
1969
1994
1969
1986
1996
1969
1969
1972
1969
1969
1996
1972
1969
1992
1997
1969
1969
1992
1974
1972
1969
1969
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
250
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Çok Taraflı Ekonomik İşbirlikleri
EK 3: DTÖ Müzakerelerinde Türkiye’nin Savları
Türkiye, bölgesel ve küresel entegrasyon hareketlerini daha liberal bir
uluslararası ticaret ortamının sağlanması açısından birer alternatif olmaktan
çok tamamlayıcı unsurlar olarak gördüğünü kurucu üyelerinden olduğu DTÖ
nezdinde vurgulamaktadır. Türkiye çok taraflı ticaret sistemi ile uyumlu yapıdaki bölgesel ticaret anlaşmalarının bloklaşmadan çok uluslararası ticaretin
yaygınlaşmasına hizmet ettiğini savunmaktadır.
Türkiye DTÖ nezdinde Gelişme Yolundaki Ülke (GYÜ) statüsünde olmakla birlikte, OECD üyesi, AB adayı ve Gümrük Birliği’ne dahil bir ülke olarak,
çok taraflı müzakerelerde GYÜ’lerden daha liberal bir tavır ile AB ve diğer
gelişmiş ülkelere daha yakın konumda savlar ortaya koymaktadır. Doğal olarak, müzakere konularına bağlı olarak farklı dengeler ortaya çıkabilmektedir.
Doha Kalkınma Raundu sürecinde, 10-14 Eylül 2003 tarihlerinde Meksika-Cancun’da yapılan DTÖ 5. Bakanlar Konferansı’nda yürütülen tarım, tarım-dışı ürünlerde pazara giriş, ticaretin kolaylaştırılması, ticaret ve rekabet,
ticaret ve yatırımlar, kamu alımlarında şeffaflık, kalkınma ve diğer konularda
yürütülen müzakerelerde genel anlamda tatmin edici bir sonuç çıkmadığından Türkiye açısından olumlu ya da olumsuz bir sonuçtan bahsetmek mümkün değildir. Türkiye’nin Cancun’da ortaya koyduğu görüşler şu şekildedir:
Tarım sektöründe önemli bir üretici ve net ihracatçı olan Türkiye, gelişmiş
ülkelerce fazlaca kullanılan tarımsal desteklerin (iç destek ve ihracat sübvansiyonları) ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Bu alanda liberalleşmenin
ise sektörü olumsuz etkilemeyecek ve yoğun ithalat baskısından koruyacak
şekilde en az tarife indirimiyle sonuçlanmasını istemektedir. Tarımsal desteklerin kaldırılması yönündeki görüş Türkiye’yi AB-ABD görüşünden ziyade
gelişme yolundaki ülkelere yaklaştırmakla birlikte; Türkiye liderliğini Brezilya’nın yaptığı, Hindistan, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Mısır’ın da
içinde yer aldığı G-21 olarak adlandırılan grup içinde yer almamıştır.
Sanayi ürünlerinde pazara giriş konusunda yürütülen müzakerelerde
Türkiye, Gümrük Birliği çerçevesindeki yükümlülükleri ve AB’ye üyelik
perspektifi dolayısıyla, AB ile yakın işbirliği halinde hareket etmektedir. Bu
konudaki temel hedef, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan rekabet avantajlarımızda oluşabilecek kayıpları asgari düzeyde tutmaya çalışırken, özellikle
gelişmekte olan ülkelerin pazarlarının açılarak, yüksek tarife ve tarife dışı
engellerin ortadan kaldırılmasını talep etmek olarak özetlenebilir. Türkiye,
251
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf
2004 Türkiye İktisat Kongresi
Cilt 11: Çalışma Grubu Raporları - I
Çalışma Grubu Raporları
halihazırda düşük seviyede olan tarifelerinden yola çıkarak diğer gelişmekte
olan ülkelerin de pazarlarını açmasını sağlamaya gayret etmektedir. Bu hedefler Türkiye’nin uluslararası rekabet gücü elde eden tekstil, konfeksiyon,
otomotiv, elektronik vb. sektörlerinde yeni pazarlar açılabilmesi ve ihracattaki artış eğiliminin sürdürülebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak sanayi ürünlerinde pazara giriş müzakerelerinin ilerlemesi, başta tarım
olmak üzere diğer müzakere alanlarında kaydedilecek gelişmeye bağlıdır ve
bu alanda uzlaşmanın kısa vadede gerçekleşmesi zor görülmektedir.
“Singapur Konuları” olarak anılan ticaretin kolaylaştırılması, ticaret ve
rekabet, ticaret ve yatırımlar, kamu alımlarında şeffaflık gibi alanlarda müzakerelere bir an önce başlanması ve konuların biraz daha açıklığa kavuşturulması için çalışmaların devam etmesi şeklinde iki görüş mevcuttur. Türkiye konuların bir an evvel müzakerelere açılarak yeni kural ve disiplinlerin
oluşturulması gerektiğini, mevcut DTÖ kurallarının modern ticari hayatın
ihtiyaçlarına yeterli açılımları sağlamadığı görüşünü savunmaktadır.
Türkiye, DTÖ platformunda işadamlarının yaşadığı sorunların dile getirilmesi için ikili görüşme olanaklarını da değerlendirmektedir.
252
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt11.pdf