OKYAR ATİLLA FOTOĞRAF SERGİSİ
Transkript
OKYAR ATİLLA FOTOĞRAF SERGİSİ
YEMEN OKYAR ATİLLA FOTOĞRAF SERGİSİ KARŞIYAKA BELEDİYESİ HAMZA RÜSTEM FOTOĞRAF EVİ 03 EKİM 2015 – 18 EKİM 2015 Açılış 03 EKİM 2015 Cumartesi Saat: 17.00 Adres: 6522 Sokak, No:8, Yalı Mah. Karşıyaka / İZMİR Tel: 0 232 324 5357 1955 yılında Salihli’de dünyaya geldim. İ.T.Ü. Elektronik ve Haberleşme Fakültesi mezunuyum. Kariyerimi özel şirkette üst düzey yönetici olarak sürdürüyorum. Fotoğrafçılıkla tanışmam 1960’lı yıllara dayanır. O yıllar, elimde babamdan kalma Kodak Retina ile başlayan hatıra fotoğrafları dönemidir. Üniversite yıllarında ilk refleks makinamı almamla, karanlık odada siyah beyaz filmle ve baskı işleriyle fotoğraf daha ciddi bir uğraşım haline geldi. Böylece 1970 li yıların önemli fotoğrafçılık dergilerde baskıya giren çalışmalarım oldu. Üniversite sonrasında iş hayatı koşuşturmasıyla arka planda kalan fotoğrafçılıkla 1996 yılında dijital teknolojinin fotoğrafçılık alanına girişinin getirdiği kolaylıkla tekrar yoğun olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladım. Karma sergilerde yayınlanan fotoğraflarımın yanı sıra internette birçok fotoğraf sitesinde “günün fotoğrafı” seçilen çalışmalarım oldu.. Fotoğraf çekmeyi seviyorum. En derin saygılarımla Okyar Atilla 0532 130 99 95 [email protected] YEMEN SEYAHATNAMESİ Yemen seyahati, THY Yemen başkenti Sana’a ya başlattığı sefer nedeniyle dergisinde yayınladığı yazıyı okumamla aklıma düştü. Arkasından Yemen’le ilgili bilgi toplamaya başladım. Bilgiler biriktikçe seyahat planı da şekillenmeye başladı. 2007 yılının kurban bayramını için taslak planı oluşturduktan sonra ver elini Yemen. Topladığım bilgiler doğrultusunda gerekli olan aşıları olduğum gibi kendime de acil durumlar için ufak bir ecza dolabı oluşturmuştum. Hatta birkaç tane enjektör bile aldım. Nerden aklıma geldiyse bu ilaçların reçetesini de yanıma aldım. İyi ki almışım. Havaalanındaki valiz kontrolünde memur ilaçları eline aldı mı. Ben de reçeteyi gözüne dayayıverdim. Artık ne anladıysa gerisin geri koydu ve geçtim. Aslında elimde bir plan olmasına rağmen ülke içinde şehirlerarası seyahati nasıl yapacağım belirginlik kazanmamıştı. Sadece Sana’a da iki günlük otel rezervasyonum vardı. Gerisi tam Türk işi, gün ola hayır ola. Otelim Arabia Felix, Sana’a’nın tarihi dokusu bozulmamış kale surları içinde otantik bir binaydı. “Arabia Felix” Latince kökenli olup mutlu Arabistan anlamında. Sokaklarda satılan eski Arabistan haritası imitasyonlarında da bu ismi görmek mümkün. Ama ülkenin tarihi ve gezdiğim süre içinde yaşamın bu deyimle tezat oluşturduğunu gördüm. Yemen Yavuz Selim’in Mısır seferinin akabinde Osmanlı idaresine girmesiyle (1538) başlayan birliktelik 1911 de, bu birlikteliğin sona ermesine kadar da en problemli ve sıkıntılı olarak devam etmiş. Osmanlı, İslam için çok önemli olan Hicaz’ın ve buradaki Mekke ve Medine’nin güvenliğini sağlamak için Kızıldeniz’e ve Aden körfezine hâkim olmaya çalışmanın bedelini pahalı öder. Yüzbinlerce askerimiz Yemen ilinde yok olup gitmişlerdir. Yemen’in tarihine ait bilgiler çok eskilere gitmektedir. Kur’an ve İncil’de bahsedilen Saba Melikesinin Saba Krallığı M.Ö. 750-115 yılları arasında bölgede hüküm sürmüş ve Arapların en eski şehirlerinden birisi olan bugünkü Başkent Sana’a Nuh Peygamber’in üç oğlundan birisi olan Shem tarafından kurulmuş olduğu söylenir. M.S. 6. yüzyıldaki Pers hâkimiyetinden sonra M.S. 628 yılında kısmen Hıristiyan olan Yemen halkı İslamiyet’e geçmiştir. Bir süre Emeviler ve daha sonra Abbasiler tarafından yönetilen Yemen, Hazreti Ali’nin soyundan gelen imamlar tarafından yönetilmiştir. Kale içi evlerin hepsi birbirinden güzel mimariye sahip. Pencereler bir başka güzel. Bu evlerin birçoğunda kapıya geleni görmek için ahşaptan yapılmış cumba benzeri küçük çıkıntılar mevcut. Dar sokaklarda gezerken bu yapıları izlemek apayrı bir keyif. Yine bu sokaklarda birçok yerde su tankları yer almakta ve evler ihtiyaçlarını karşılamakta. Ağırlanma şansını elde ettiğim rehberimin evinde küçük bir su pompası sokağa açılan kapıyla evin girişi arasında yer alan minik avludaki depoya su basıyordu. Yemek sonrası ellerimi bu tankın alt tarafında yer alan muslukta yıkadım. Kale içi sokaklarının adı ya da numarası olmadığını öğrenmem şaşkınlık yarattı. “Peki mektuplar nasıl dağıtılıyor?” sorusunun cevabını “postaneden posta kutusu kiralandığını ya da tanıdığınızın posta kutusu numarasının verildiğini” olarak aldım. 1970 yılında Sana’a UNESCO tarafından “en tehlike altında olan şehir” olarak ilan edilerek korunmaya çalışılıyor. 1986 yılında da “Dünya Mirası” statüsü (unvanı) verilmiştir. Trafik ayrı bir âlem. Bunu daha ilk anda beni karşılayan şoförün kullanmasından anlıyorum. Bu şoförü nerden mi buldum? Yola çıkmadan önce otelle yazışıp –hem de internet üzerinden- beni havaalanından aldırıp aldıramayacaklarını sormuştum. Onlar da araç sağlayacaklarını söylediler. Daha şehrin içine girer girmez karşı şeride geçiyoruz. Gecenin geç vakti olmasına rağmen tek tük araçlar üstümüze üstümüze geliyor. Ben gerilmiş vaziyetteyim. Meğer otel Old Sana’a da ve gidiş yönümüzün aksi istikametinde kalıyormuş. Benim şoför Waled ilerden geri dönüş yapmamak için böyle yapmış. Zaten evi de otele çok yakınmış. Sana’a da yollar beklediğimden iyi olmasına rağmen trafik kuralları kâğıt üzerinde kalmış görünüyor. Arabalar boş buldukları yerden yollarına devam ediyor. Bazı önemli kavşaklarda görev yapan trafik polisler nispeten bu kavşaklarda trafiğin düzgün akmasını sağlıyorlar. Arabaların çoğunda vuruk var. Hemen önümdeki kavşakta olan bir kazada, kazaya karışanların birbirine sille tokat girişmeleri normalde sakin görünüşe sahip Yemenlilerle bağdaştıramadım. Motosiklet taksilerde ilgimi çekti. Pazarların kurulduğu yerlerde ve meydanlarda motosikletle bekleyen insanların aslında tek kişilik taksi olarak çalıştığını öğrendiğimde iyice şaşırıyorum. Buna karşılık Aden’ de trafik çok düzenli ve şoförler saygılı. Herhalde uzun zaman İngiltere tarafından yönetilmenin etkisi vardır diye düşünmeden edemiyorum. Şehirlerarasında istediğiniz gibi seyahat edemiyorsunuz. Öncelikle turizm polisinden seyahat belgesi almanız gerekiyor. Bunun için pasaportun fotokopisi, gideceğiniz yerler ve güzergâh liste olarak polise veriliyor. Hususi pasaportum (yeşil renkli) beni uğraştırdı. Turizm polisi kayıtlarında normal (mavi) ve diplomatik (kırmızı) pasaport kayıtları var. Hususi pasaport tanımsız ve ne olduğunu anlatmaya çalışırken ağzımdan “diplomatik gibi “ lafı çıkınca polis “askeriye harbiye “ dedi. Yani izin belgesini ordundan alacağız. Ama orada da pasaport rengi tanımsız. Haydi gerisin geri turizm polis binasına. Neyse, birkaç görevliyle görüşme sonrasında ikna ederek seyahat belgesini alma başarısını gösterdik. Polisin size verdiği seyahat belgesinden de bol miktarda fotokopi almak gerekiyor. Çünkü her şehir girişinde ve çıkışında bu belgeyi nöbet tutan askerlere vermek gerekiyor. Bu belgeleri ne yapıyorlar? Kontrol noktasında görevli polisin belgeleri koyduğu yere baktığımda verdiğim cevap hiçbir şey oluyor. Aden’e kadar her şey normal gitti. Aden girişinde arabayı ben kullanıyordum. Kontrol noktasında durduk. Asker kafasını camdan içeri doğru uzattı ve yanımda bana rehberlik yapan Yemen’li arkadaşımın seyahat belgesi görmek istedi. Kontrolü geçtikten sonra bu garip duruma epey güldük. Şehirlerarası yollarda araç sayısı çok değil. Ama karşıdan araç geldiğini gördüğümüzde dikkatimizi arttırıyoruz. Mesafeler uzun görünmese de yolların dar olması nedeniyle uzun sürüyor. Aden dönüşünde, tırmanmaya çalıştığımız dağdaki virajların birisinde önümüzdeki kamyon karşıdan gelen muhtemelen Suudi – rehberim öyle söyledi – son model bir cipin sol farını ezdi ve arkada arabadan inmiş bağıran şaşkın şakın bakan Arapları bırakarak durmaksızın yoluna devam etti. Fotoğraf çekmek hem kolay hem de zor. Bir kere erkekleri ve çocukların hepsi poz verme yarışına giriyorlar. Bu da çoğu kez doğal hallerini kaçırmanıza sebep oluyor. Üstüne üstlük çocuklar “sura, sura” ( suret kelimesinin kökü olmalı) diye bağırarak etraftan da fotoğraf meraklılarının toplanmasına ön ayak oluyorlar. Bir keresinde çarşıda omuzuma dokunuldu ve döndüm. Gülümseyen bir adam ve çevresinde bir kaç tane burkalı bayan. Adam eliyle, kendini ve kadınlarını havada çizdiği daire içine alarak ve de gülümseyerek yaptığı konuşmanın içinde sadece “sura” kelimesinden anladım ki “aile” fotoğrafı istiyordu. Bu arada seyyar satıcılarda adama laf atıyordu. Arkada kadınlar hep bir ağızdan itiraz olduğu anlaşılan yüksek sesle adama konuşuyorlardı. Ben de sağ elimin işaret parmağını “olmaz” dercesine sağa sola sallayıp red cevabı verdim. Düşünüyorum da, fotoğraflarını çekmeye kalksaydım ne olurdu acaba? Dar Al Hajar, Wadi Dhar da yer alan İmam Yahya’nın kalesi ve sarayı olan bir kayanın üzerine inşa edilmiş muhteşem bir yapı. Wadi Dhar etrafı yüksek tepelerle çevrili tam bir çanak şeklinde ve sadece bir giriş noktası var. Dolayısıyla İmam Yahya’nın en korunaklı mekânı. Görülmeye değer bir yer. Shibam baharat yolu üzerinde yer alan ve Saba Melikeliğine başkentlik yapmış eski bir yerleşim. Buraya vardığımızda şehrin ana caddesinde toplanmanın sonuna gelmiş bir pazarın içine girdik. Asıl görmek istediği yer olan Kawkaban ise hemen Shibam’ın arkasında dik yükselen tepede yer almakta. Şehre etrafını çeviren surların tek kapısından giriliyor. Tepenin kıyısından aşağıda Shibam izleniyor. En ilginç olan şey, geniş havuz kuyu karışımı bir su alanından boruyla Shibam’a su sağlanıyor. Paraşütçülerin burayı nasıl keşfetmediğini düşündüm. Al Jabal’a uğrayıp burada üç ya da dört parmak (inch) kalınlığındaki meşhur (!) şelaleyi ve etrafında yer alan gat bahçelerini görmek üzere Sana’a’ya dönüşü farklı bir yol kullanarak yapıyoruz. Gat ( Khat, qat ya da Arap çayı), hemen hemen gördüğüm tüm Yemen’li erkeklerin kullandığı uyarıcı özelliği olan bir bitki. Dünyanın birçok ülkesinde uyuşturucu kategorisine girdiği için yasak ( Suudi Arabistan’da kullanmanın cezası ölüm) bitki. Ancak İngiltere’de yaşayan Yemenlilerin ihtiyacı için İngiltere’ye gönderildiğini öğrendiğimde gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Sabahın erken saatlerinde toplanıp saat 11 sularında gat pazarlarında satışa sunuluyor. Erkekler iyi mal almak için nerede ise birbirlerini eziyorlar. En değerlisi yapraklar küçük olan dallara sahip yapraklar küçük olan dallara sahip demetler. Demet fiyatı 12 YTL civarında. Bayram günü ise fiyat üç dört katına fırladı. Bundan dolayı kahve bahçeleri hızla gat bahçesine dönmüş durumda. Belki de iç ticaretin en önemli emtiası. Değerinden dolayı bu bahçeleri silahlı koruyucular gözlemekte. Suyun çok kısıtlı olduğu ver her yerde suyu dikkatli kullanın ikazlarına rağmen, çok su ihtiyacı olan bu bitkinin yetiştirilmesi bana tezat geliyor. Yapraklar yavaş yavaş ağızda çiğnenip yutulmadan yanakta biriktiriliyor. Bitkideki monoamine alkaloid ( cathinone, amphetamine benzeri) madde kılcal damarlar vasıtasıyla kana karıştıkça sakinlik veriyor. Sana’a çarşısında gördüğüm uzun çadırın kapısını aralayıp içine girdiğimde, çadırın iki uzun kenarına sıralanmış bazılarının elinde sigara bazılarının önünde nargile ama istisnasız herkesin önünde plastik su şişesi olan erkeklerin sıralandığı ve çadırın ortasında ut ile müzik yapılan bir kompozisyon çıkıyor karşıma. Ben şaşkın onlar donuk bakıştıktan sonra fotoğraf makinasını kaldırmaya dahi cesaret edemeden girdiğim gibi sessizce çadırı terk ediyorum. Bunlar benim gördüğüm. Sadece geleceğim son gün bir miktar çiğnedim. Hafif acı tadı olan bir yaprak. Herhalde az çiğnediğim için bir şey anlamadım. Sana’a daki son günümde yol arkadaşımın gat ihtiyacı için bu pazarlardan birine gittik. Sıkı bir pazarlık yaptığı her halinden belli bir demet gat alıp satıcıya “vallah” diyerek parayı attı ve yanıma geldi ve yürümeye başladık. Satıcı bulunduğu yerden fırladığı gibi koşarak önümüzü kesti ve bağrışmalar başladı. Anladım ki bizimki satıcının istediğinden daha az ödeme yapmış. Satıcının istediği ek miktarı vermeye razı olmasına rağmen “vallah” dediği için yemini bozulmasın diye kendisi veremiyor. Elindeki bir demet paradan eksik miktarı ben aldım ve satıcıya verdim. Böylece arkadaşın yeminini kurtarmış oldum. Sana’a, Hudeyde arası yaklaşık olarak 270 km. Yol üzerinde Manakkah ve Al Hajara kentleri yer almakta. Manakkah’ın içinden geçen dar bir yoldan ilerleyerek Al Hajara’ya ulaşılır. Görülmeye değer bir yerleşim yeri. Dağın zirvesine yerleşmiş, sadece yürüyerek erişilebilen ve dar bir kale kapısından giriş yapılan, iki kişinin yan yana yürümekte zorlandığı dar sokakları olan tipik Yemen mimarisinin en güzel örneklerini sergileyen birkaç katlı binaların yer aldığı hayranlık uyandıran bir yerleşim. Fazla yaşayan insan yok. Turistlik eşya satan yerler girişe sıralanmış. Uzaktan üzerinde yük olan eşeğiyle şehrin giriş kapısına giden merdivenlere tırmanan birisini daha sonra da bir çocuğu iki adet likit gaz tüpünü bağladığı eşeğiyle aşağıya inerken görüyorum. Şehrin güzel görünümünü fotoğraflayabilmek için uzun bir yürüyüşle karşı düzlüğe gidip istediğim fotoğrafı çektim. Hudeyde yolu, Manakkah’dan kıvrıla kıvrıla aşağıdaki vadinin içine girer. Ve buradan itibaren kuzey Yemen’deki kıraç ve sadece gat bahçelerinin görüntüsü yerini meyve bahçelerinin aldığı yeşil bir görüntüye bırakır. Vadinin hemen başladığı noktada kuvvetli olmayan bir su kaynağı vardır. Okuduğum kitaplarda, Türk askerlerinin Hudeyde – Sana’a yürüyüşünde bu dağa tırmanmadan konakladığı bir su kaynağından bahseder. Burasıdır diye düşündüm. Durup etrafa baktım. Askerleri hayal etmeye çalıştım. Bitkin, suyun kenarına uzanmış dinlenmeye çalışan askerleri. Sıtmadan ölenleri düşündüm. Saldıran maymunları ve eşkıyaları düşündüm. Bu dağ yürüyerek nasıl geçilir dedim atların eşeklerin üzerinde yüklerle. Yazık olmuş onca insana. Türkü dilime dolandı “ burası Huştur ” . Hudeyde’ye vardığımızda öğleden sonra beş sularıydı. Önce otel bulmak derdine düştük. Sahil kenarında dört yıldızlı bir otel fena görünmüyordu. Hele girişinde cumhurbaşkanın ve hükümet erkânının boy boy fotoğraflarını görünce iyi bir yere geldik dedim. Açılışını cumhurbaşkanı yapmış. Dördüncü katta Kızıldeniz’e bakan bir oda. Tek yatak ve duvar tipi klima. Yeter de artar bile. Bavulu bıraktığım gibi şehri keşfe çıktık. Önce kısa bir araba turu ve balıkçı barınağının keşfedilmesi. Sonra da ana cadde ve çarşı. Balıkçı barınağını ertesi sabah erken saate bıraktım ve çarşıya daldım. Waled dinlenmek üzere otele çekildi. Ana cadde sizi doğruca üçgen şeklinde bir meydana çıkarıyor. Bu meydandan sağa devam edip ilk geniş yoldan sola dönünce deniz kenarına ulaşılıyor. Tesadüfen bulduğumuz bir yol oldu. Sahil yoluna çıktıktan sonra sağa dönerek devam edildiğinde yol sizi doğal olarak şehir dışına götürüyor. Solunuzda deniz sağınızda bir lagünün olduğu yoldan devam ederek lagün kenarında saz barakalarda balık pişiricilere düşersiniz. Tandırın içinde pişirilen balık, yengeç ve istakozların tadına diyecek yok. Hudeyde’ye gidip de burada deniz ürünü yemeden gelmek kabul edilemez. Çarşı dolaşmasının en ilginç anı, beni görüp karşımda dans etmeye başlayan iki ufaklık karşısında ben de onlar gibi dans etmeye başlayınca ortaya çıktı. Çocukların yüzlerindeki şaşkın ifade ve bizi seyreden çarşı esnafı. Akşam akşam iyi ter attım. Akşam deyince yemeği yukarıda bahsettiğim üçgen parkın karşısında yer alan lokantalardan en fazla müşterisi olanda yedik. Hint pirincinden yapılmış pilav üzerine karides. Tek kelimeyle harika. Yabancı olduğum gerekçesiyle çatal ve kaşık istemeden geldi. Yol arkadaşım ise doğaçlama eliyle. Sabah saat yedi sularında balıkçı barınağına geldim. Erken gelen tekneler yüklerini indirmiş ama hala boş yerlere yanaşan tekneler vardı. Teknelerin yanında sepetlerde devam eden pazarlıklar, üstü ince bir çatıyla örtülmüş alanda yerlere serili satılmayı bekleyen balıklar, el arabasıyla taşınan ya da eşeğin çektiği arabaya yüklenen köpek balıkları. Herkes kendi halinde. Ben ilgi alanlarının çok uzağındayım. Bol bol fotoğraf çektim. Gene de çocuk satıcılar ellerindeki yavru köpek balıklarını, yengeçleri objektifin içine sokma yarışını yapmadan edemediler. Hafıza kartları doldu, pazardaki hareketlilik azaldı. Özellikle beyaz kıyafetli çekik gözlü iki bayan dikkatimi çekti. Satışa sunulan balıklar arasında gezip seçme yapıyorlardı. Deniz ürünlerine olan düşkünlerinden dolayı “Japon” dur diye düşündüm. O ana kadar görmediğim çeşitli balıkları izlemek farklı bir duyguydu. Köpek balığına dokunma fırsatını yakaladım. O haşmetli yaratığı beton üzerinde yatarken görmek tuhaf bir duygu. Öğle yemeği niyetine saat onbir civarında lagün yanındaki balıkçı barakalarının olduğu yöreye gittik. Amacım ayni güne akşam yemeğinden önce bir öğün daha sığdırmak. Istakoz ve yengeç tercihim. Yine tandırda pişen ekmek ile harika bir öğün. Ve yine sabah. Yol kısa zaman uzun. Otelin önünde kendi fotoğrafımı çektirdikten sonra Aden’e doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz Ta’izz’den geçiyor. Oradan tekrar güneye dönüp Aden istikametini tutacağız. Hudeyde’yi yaklaşık onbeş km kadar geçtikten sonra Yemen turizm bakanlığının afiş olarak kullandığı önemli bir canlı hayvan pazarı olan – duyduğum gibi yazıyorum - “bak al fadey” yolumuz üzerinde. Köy yerinin içine dalıp Pazar yerini buluyoruz. Sorup soruşturunca hayvan pazarının sadece Cuma günleri kurulduğu bilgisini alıyoruz. Gene de pazarda dolaşıp fotoğraf çekmek niyetindeyim. Havada uçuşan karasinekler nedeniyle bir elimle ağzımı ve burnumu kapatmak zorunda kalıyorum. Hurma satıcısı müşteriye paket yapmak için hareketlenince hurma bloğunun ve satıcının üstündeki siyah örtü havalanıyor. Köşelerde motosiklet taksiler. Bir taraftan toparlanan tezgâhlar. Waled eşinin annesi için su güğümü alıyor. Hediye. Yeter deyip yola devam ediyoruz. Yol arkadaşım bu yörenin ballarının çok güzel olduğunu söylüyor. Ve niyeti belli. Eve bal alacak. Yol kenarındaki satıcıların birisini gözüne kestirip duruyoruz. Etraf çöl. Bir kaç ağaç ve ot türü bitki var. Burada bal nasıl olur? Satıcı bizi kovanların yanına götürüyor. Çok açık sarı petek. Tattığım bal şekerden. Bizimki yine pazarlığını yapıp 15 YTL civarında bir teneke bal alıyor. Ta’izz kalesi şehrin sırtını dayadığı dağın hemen önünde yer alan tepenin üzerinde bütün haşmetiyle dikiliyor. Kale yeniden inşa edilmiş. Kaleye çıkmak yerine arkasındaki tepeye çıkıp kale manzaralı Ta’izz’i seyretmeyi tercih ediyorum. Aşağıya indiğimizde şehrin en hareketli yeri olan açık Pazar alanında dolaşıyoruz. Bir köşede tütsülenmiş peynir satıcısı var. Ucundan bir ufak parça tattım Tadı güzel ama daha büyük bir parça tatmak için cesaretim yok. Saat onbir sularında gat almamız gerek. Kapalı ve oldukça büyük bir gat pazaryeri bulup dalıyoruz içeriye. Waled iyi mal peşindeyken ben fotoğraf çekerken birisi bana bağırıp çağırmaya başlıyor. Pazar ağası. Kovuluyorum. Çaresiz dışarı çıkp Waled’i bekliyorum. Bu arada çektiğim birkaç kare tabii ki var. Niyetimiz yemek yiyip yola devam etmek. Aden istikametini sormak için motosiklete binen iki genci durduruyoruz. Yolu tarif ediyorlar. Sonra yemek yiyebileceğimiz bir lokanta bilgisi alıyoruz. Bu kadar hizmet karşılığı Waled’e gençleri yemeğe davet etmesini söylüyorum. Uzun bir ısrardan sonra utana sıkıla kabul ediyorlar. Yemekte Waled aracılığıyla sohbet etmeye çalışıyoruz. Hala çekingenler. Lafı motosiklete getirip ehliyetim olduğunu ve motorlarına binip binemeyeceğimi soruyorum. Cevap evet. Lokantanın kapısından giren yaşlı bir adam elimdeki siyah naylon torbaya yavaş hareketlerle masalarda kalan artık yemekleri doldurmaya başlıyor. Bizim masaya geldiğinde gönlüm razı olmuyor ve garsona yemek söylüyorum. Ayrı bir siyah torbaya bu yemeği doldurup saygı dolu gözlerle bakıp teşekkür ediyor “şükran”... Ve sıra motosiklette. Lokantanın önünde motora binip bulvarda iki tur atıyorum. Değişik bir duygu. Ta’izz’de motosiklete binmek. Gençlere teşekkür edip yola devam ediyoruz. Akşamüstü saat altı suları. Aden polis kontrol noktasındayız. Geçip şehre doğru ilerliyoruz. Amacımız önce kalacak yer bulmak. Flamingoların yaşam alanı olan Khor Makser lagününün yanından şehre girerken Ortadoğu’nun Hong Kong’u diyorum burası. Arkada yükselen dağ ile limana sıkışmış bir yerleşim. Ana karadan dar bir boyun ile denize uzanan ve at başı şeklinde genişleyen bir yarım ada. Bu yarımadanın ortasında dağ yükseliyor. Biz sola, Crater ( kraytar ) tarafına sapıyoruz. Zaten yol bu yarımadanın etrafında dolanıyor. Addan da anlaşıldığı gibi volkanik bir oluşum sonucu bu doğa güzelliğinin ortaya çıktığını anlamak çok kolay. Yine bu bölgede ufak bir yarımada üzerinde Seerah (Serra) kalesi yer alıyor. Kurban bayramının arife günü. Konuştuğumuz otellerde yer yok. Tatil nedeniyle diğer şehirlerden gelenler doldurmuş. Üstelik Aden, Suudi Arabistan’ın da tatil için kullandığı bir yer. Şehrin meydanı sayılan alana yakın ( sütunun üzerinde gemi olan meydan ) bir otelde yer buluyoruz. Aden, gecenin geç saatlerine kadar açık olan çarşıları, nispeten düzenli trafiği, İngiliz stili binaları ile Yemen’in farklı bir yüzü. Şehrin bir kavşağında yer alan tepedeki kilise dikkat çekici. Kadınlar burkaya daha az rağbet ediyor. Alışveriş merkezi olarak insanların rağbet ettiği Aden Mall ayni zamanda eğlence ihtiyacını da karşılıyor. Lokantalar kısmında yer alan masalarda ayırım yok. Hizmet edenlerin çoğu Uzakdoğulu. Burada “Beko” satış mağazasını görmem beni şaşırtıyor. Bayram sabahı güne erken başlıyorum. Namazdan çıkanlar kendi aralarında bayramlaşıyorlar. Camilerin önünde dilenciler mevcut. Namazdan çıkan bir grup çocuk bana numara çekiyor (!). Hala kurbanlık satışları sürüyor. Meydanlarda bayramlıklarını giymiş çocuklar minyatür lunaparklarda eğleniyorlar. En büyük eğlence, üzeri kınalanmış bir devenin çektiği arabayla tur atmak. Çocuklar bu arabanın üzerine dolup taşıyorlar. El arabasında tropik meyve suyu satıcısı. İçmeye çekiniyorum ama çocuklar benden daha cesaretli. Her yerde inci reklamları var. İnci almaya karar verince ara sokakta kolye ustasının atölyesini buluyoruz ve oldukça uygun fiyata alıyorum. Crater’in devamında plajlar var. Kapıda eli silahlı nöbetçileri olduğu bir tanesine girmeye niyetlenince buranın “aile plajı” olduğu ikazını alıyoruz. Halka açık plajda ( Elephant Bay ) tekne kiralayıp tur atıyoruz. Tekne burnunu giremediğimiz plaja çevirdiğinde kaptan Waled’e birşeyler söylüyor. Tercümesi “ben plaja yaklaşıyorum fotoğraf çekebilir” . Plajda da eli silahlı korumalar var. İstersen fotoğraf çekmeyi dene. Yarımadanın arka tarafında yola devam edince Ma’allah semtine geliyoruz. Yani bizim bildiğimiz “mahalle” olsa gerek. Yol kenarındaki İngiliz stili saat kulesi ( Aden’in uzun süre İngiliz yönetiminde kalmasından dolayı ben böyle yorumladım) binaların arasında yükselerek ben buradayım diyor. Gat Aden’de önemini kaybetmiş gibi. Bunda bayram olmasının etkisi muhakkak vardır. Ama Aden kültürü de etkili diye düşünüyorum. Gat pazarı diğer gördüklerime göre zayıf kalıyor. Bunun yanı sıra plajda yerde gördüğüm cin şişesi ve akşam dolaşırken yolumu kesen ve bana bir şeyler anlatmaya çalışan adamın sarhoş olduğunu anlamam beklediğim olaylar değil. Bu adama etraftaki insanların hoşgörülü davranması, aramıza girmeleri ve bana uzaklaşmam için işaret yapmaları da ayrı bir güzellik. Bahsetmeden geçemeyeceğim diğer konu da, Aden’de erkekler el ele dolaşmıyorlar. Sana’a, Hudeyde ve Ta’izz de sık rastladığım burada yok. Okuduğum yazılardan bu geleneğin akraba olan erkekler arasında geçerli olduğunu biliyorum. Birçok ülkede garip karşılanabilecek bu durum Yemen’de çok normal. Sana’a da poz verip fotoğraf çekmemi isteyenler bile oldu. Ancak, zaman zaman yol arkadaşımda benim elimi tutup yürümesi bende şaşkınlık ve şok yaratması bir yana aralarında güven ve dostluk duygularının oluşturduğu yakınlıktan sadece akrabalar arası bir gelenek olmadığı düşüncesini aklıma sokuyor. Sokaklarda oynayan erkek çocuklarda da bu geleneği görmek mümkün. Bence bu gat ve cembiyeden daha ilgi çekici. • • • • Kaynaklar: Osmanlının son vilayeti Yemen. ( 13 ncü Türk tarih kongresi) Metin Ayışığı Türkler mezarlığı. Mustafa Balbay Adı Yemendir. Fikret Otyam Okyar Atilla İzmir, Temmuz 2008
Benzer belgeler
ffiffiYEMEN
Listesi'ndeyeralan Eski Sana'a ŞehriArapdünyaslnln en eeski şehirlerinden birisidir
ve benzersiz eski yapllan i]e fark edi]mektedir. Çoğunlukla koyu renkli bazaltlardan,
briket Ve Çamurdan yapllmlş...
Türkçe - Yemen Tourism
Listesi’nde yer alan Eski Sana’a Şehri Arap dünyasının en eeski şehirlerinden birisidir
ve benzersiz eski yapıları ile fark edilmektedir. Çoğunlukla koyu renkli bazaltlardan,
briket ve çamurdan yap...