2006 • 4(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
Transkript
2006 • 4(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2006 • 4( 2) 2006 4( 2) Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi iletişim : araştırmaları Dergisi Çenter for Communication Research Ankara University communication: research Journal iletişim : araştırmaları Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından çıkarılan hakemli bir dergidir. Derginin amacı iletişim alanının disiplinlerarası yapısı içinde düşünce üreten araştırmacılar için uluslararası bir forum oluşturmak; teorik analiz ve tartışmalar kadar ampirik araştırmaları yayınlayarak iletişim alanında bilgi/veri üretiminin sağlanmasına katkıda bulunmak; kitap ve araştırma raporları ile ulusal ve uluslararası konferans ve kongrelerin değerlendirilmesini yapmaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için derginin kendini konumladığı sınır bilimsellik, akla uygun olmak ve eleştirelliktir. iletişim : araştırmaları yılda iki kez. Nisan ve Kasım aylarında yayınlanır. Dergi Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde yazılmış yazılara yer verir. Hakemli bir derginin gereği olarak gönderilen yazılar, yazarın kimliğini bilmeyen uzman hakemler tarafından değerlendirmeye alınır. communication : research is a refereed academic journal published by the Çenter for Communication Research Ankara University. The journal seeks to establish an international forum for communication researchers within the interdisciplinary field of communication studies; to contribute to the production of knowledge and data by publishing theoretical analyses as well as empirical research; and to assess national and international meetings in addition to publishing book and research report revievvs. İn order to attain these goals, the journal identifies its extent as the limits marked by scientificity, accountability, and critical thinking. communication : research is published twice a year in April and October. Journal's languages of publication are Turkish, English, French and German. Submissions are sent out to anonymous referees for blind review. Sahibi Publisher Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) adına Doç. Dr. Nuran Yıldız, Müdür Yayın Danışma Kurulu Advisory Board Nilgün Abisel Korkmaz Alemdar Aysel Aziz Seçil Büker Stuart Ewen Raşit Kaya Metin Kazancı Levent Kılıç Mehmet Küçükkurt Alois Moosmüller Vincent Mosco Filiz B. Peltekoğlu Dan Schiller Oya Tokgöz Ahmet Tolungüç Nuri Tortop Aydın Uğur Dilruba Çatalbaş Ürper Konca Yumlu Yakın Doğu Üniversitesi Gazi Üniversitesi Arel Üniversitesi Gazi Üniversitesi The City University of New York (Hunter Collage) Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ankara Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Gazi Üniversitesi Münih Ludvvig Maximilian Üniversitesi (Almanya) Oueen's University (Ottavva, Kanada) Marmara Üniversitesi Illinois üniversitesi, ABD Ankara Üniversitesi Başkent Üniversitesi Başkent Üniversitesi Bilgi Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Ege Üniversitesi Editörler Kurulu Editorial Board Editör Editör Nuran Yıldız Editör Yardımcıları Assistants Editör B. Pınar Özdemir Melike Aktaş Yamanoğlu Tasarım Design Mehmet Sobacı iletişim Adresi Contact Address Tel Phone Faks Fax E-Mail http:// Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Çenter for Communication Research Ankara University Cebeci, 06590, Ankara • Turkey (♦90.312)319 7714 (♦90.312) 362 2717 [email protected] ilefdergi.ilef.net ISSN 1303-7900 iletişim : araştırmaları dergisi Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından yayınlanmaktadır. @ 7011 iletişim : araştırmaları. Tüm hakları saklıdır. communication : research journal is published by Çenter fo r Communication Research Ankara University. © 2011 communication: research. Ali rights reserved. Baskı: Ankara Üniversitesi Basımevi incitaşı Sokak No: 10 Beşevler 06510 Ankara Tel: (0.312) 213 66 55 Basım tarihi: 21 Ekim 2011 İçindekiler 5 Nuran Yıldız Editörden Makaleler 9 Elif Küçük Durur 2004 Referandumu Sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi 45 Diııu Minteanu Nuances of 'Culture', 'İslam' and ’Conflict': A Selective Qualitative Analysis of International Newspaper Discourses in the Year 2008 Nejat Ulusay Sinemada Queer Göçmen Temsilleri 79 Etkinlik Değerlendirmesi 105 Deniz Sezgin Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve İletişimi Sempozyumu Kitap Eleştirisi 111 Derya Tellan Yeni Savaşlar 117 Bu Sayıdaki Yazarlar ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ) 5 Editörden Nuran Yıldız Merhaba, iletişim : araştırmalarının sekizinci sayısını sizlere sunmaktan mutluluk duyuyoruz. Ülkemizde özellikle iletişim alanında yayınlan makta olan hakemli akademik dergi sayışırım sınırlı olması nedeniyle iletişim : araştırmaları dergisinin yaym hayatına devam etmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kısa aralıklarla çıkarmayı planla dığımız üç sayının oluşması için derginin editörler kuruluna destek veren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Eser Köker'e ve makalelerini bizlerle paylaşan tüm değerli yazarlara içten likle teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yaym hayatı boyunca iletişim alanmm çok disiplinli yapısını her zaman göz önünde bulundurmaya ve yansıtmaya çalışan dergimizin yeni sayısında da iletişim alanının farklı disiplinlerinden gelen üç farklı makaleye, bir etkinlik değerlendirmesine ve bir de kitap eleştiri sine yer verdik. Bu sayımızda yer verdiğimiz çalışmaların ilki, Dr. Elif Küçük Durur tarafından yazılmış olan "2004 Referandumu Sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi" başlıklı makale. Türkiye'de sosyal bilimler alanında yapılmakta olan Kıbrıs'a ilişkin çalışmalara değerli bir katkı niteliği taşıdığına inandığımız bu makale geçmişten bugüne Kıbrıs'ı 'sorun' haline getiren milliyetçilik ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 5 -8 6 • iletişim : araştırmaları söylemlerini Kuzey Kıbrıs basını bağlamında ele alıyor. Küçük Durur, makalesinde 1974 müdahalesinden sonra, Kıbrıs Türk toplumunda yeşeren ve hegemonik Türk milliyetçilik söylemine karşı Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini inşa eden çerçeveleri tartışıyor ve bu anılan milliyetçilik söyleminin, Annan Planı'nm halk oylamasma sunulduğu 24 Nisan 2004 referandumu sürecinde Türk milliyetçilik söylemi çer çevesine eklemlendiğini ve bu söylemin meşruiyetini korumaya devam ettiğini ortaya koyuyor. İkinci makale Dinu Minteanu'nun "Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict': A Selective Qualitative Analysis of International Newspaper Discourses in the Year 2008" başlıklı İngilizce çalışması. Çalışma, 'kültür' kavramının küresel olarak gazeteciler tarafından kullanılma biçimlerinin kavramsal mekanizmalarını, 'çatışma' ve 'İslam' kavramlarıyla ilişkilendirerek ele alıyor ve uluslararası haber medyası makaleleri ömeklemi üzerinden çerçeveleme analizi ve kül türel söylem analizi uygulayarak inceliyor. Minteanu, makalesinde uluslararası gazete başlıklarında kendisine yer bulan 'kültür' veya 'kültürel' kelimelerinin kullanımının, İslam ve çatışmayı içeren kutup laşmış bir söylemden daha çok ince farklılıklara işaret ettiği sonucuna ulaşıyor. Çalışma, 'ince farklılıklara sahip' ve 'kutuplaşmış' anlatılara ilişkin örneklerle oldukça ilgi çekici, aynı zamanda çalışmanın verilere ulaşmada kullandığı veritabanmm da araştırmacılara yol gösterici olacağını düşünüyoruz. Yıldız ■Editör'den • 7 iletişim : araştırmaları nın bu sayısında yer alan üçüncü maka lemiz, Doç. Dr. Nejat Ulusay'ın sinamadaki cjueer göçmen temsillerini ele aldığı çalışması. Ulusay, "Sinemada Queer Göçmen Temsilleri" başlıklı makalesinde kahramanlarının queer göçmen figürlerinin oldu ğu sinema örneklerini ele alıyor ve söz konusu örnekleri iki kategori içerisinde inceliyor. Yazarın üzerinde durduğu ilk kategori belli kültü rel stereotipleri yemden üreten ve güldürü türünün uylaşımlarını taşıyan filmleri içerirken, ikinci kategorideki filmler ise, herhangi bir ülkede göçmen ve queer olmanın karmaşıklığına odaklanmakta ve göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, ait olma ve diaspora gibi kavramlar çerçevesinde sorunsallaştırmakta. Çalışma, Türkiye'de bu konuya ilişkin yazılmış olan ilk çalışmalardan birisi olması niteli ğiyle alana önemli bir katkı sağlıyor. Bu sayımızda son olarak Dr. Deniz Sezgin tarafmdan kaleme alı nan "Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve İletişimi Sempozyumu"na ilişkin bir etkinlik değerlendirmesine ve Doç. Dr. Derya Tellan'm İletişim Yayınları tarafmdan yayınlanan ‘‘Yeni Savaşlar" başlıklı kitaba ilişkin hazırladığı kitap değerlendirme yazışma yer verdik. iletişim : araştırmaları dergisine gönderilen makale sayısını çoğaltmak, dergiye ulaşan makaleleri mümkün olan en hızlı zamanda sonuca ulaştırmak için gösterdikleri yoğun çabalan ve emekleri nede niyle editör yardımcıları Yrd. Doç. Dr. B. Pınar Özdemir ve Yrd. Doç. Dr. Melike Aktaş Yamanoğlu'na; değerlendirme raporları ile dergimiz 8 • iletişim : araştırmaları de yayınlanan makalelere değerli katkılarını esirgemeyerek hakemlik yapan çok değerli öğretim üyelerine, "acil" tasarımımızı her zamanki gibi "acil" olarak yetiştiren sevgili Mehmet Sobacı'ya çok teşekkür ederim. Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle... 9 2004 Referandumu Sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi Elif Küçük Durur Özet Kıbrıs jeopolitik konumu ve ada üzerinde yaşayan toplumların ortak bir anlaşmaya varamaması nedeniyle bir 'sorun' olarak uzun zamandır güncelliğini korumaktadır. Geçmişten bugüne Kıbrıs'ı 'sorun' haline getiren milliyetçilik söylemlerinin Kuzey Kıbrıs basınında temsiline yönelik bu çalışma, Kuzey Kıbrıs milliyetçiliklerini birer söylemsel oluşum olarak ele almakta ve Kuzey Kıbrıs basınını bu bağlamda incelemektedir. 1974 müdahalesinden sonra, Kıbrıs Türk toplumu içerisinde yeşeren ve hegemonik Türk milliyetçilik söylemine karşı Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini inşa eden çerçevelerin, Annan Planı’nın halkın onayına sunulduğu 24 Nisan 2004 referandumu sürecinde Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlendiği ve bu söylemin meşruiyetini korumaya devam ettiği öne sürülmektedir. Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, milliyetçilik, söylem, basın Cypriot Ttırk Nationalism Discourse in Northern Cyprus Turkish Press during the 2004 Referendum Process Abstract Due to its geopolitical position and the fact that communities living on island could not come to an agreement, Cyprus has been preserving its currency as a "problem" tor a long time. This study related to the representations ot the nationalism discourses that have made Cyprus become a “ problem" on Northern Cyprus press from past to present discusses the nationalisms of Northern Cyprus as a discursive formation and examines the Northern Cyprus press vvithin this context. İt is put forward that after 1974 intervention, frameworks which form Cypriot-Turk nationalism discourse against the hegemonic Turkish nationalism that has begun to develop vvithin Cyprus-Turkish society are articulated to the Turkish nationalism discourse framevvork during April 24th, 2004 referendum when Annan Plan was submitted to the approval of the public and that this discourse has been continuing preserving its legitimacy. Key Words: Cyprus, nationalism, discourse, press ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 9 -4 4 10 • iletişim : araştırmaları 2004 Referandumu Sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi 1990'lı yılların sonundan itibaren Kuzey Kıbrıs Türk toplumunda görünür olmaya başlayan ve Türk milliyetçilik söylemine sahip statüko ya karşı, sol siyasetin başını çektiği toplumsal muhalefet, 2000'li yılların başında Birleşmiş Milletler tarafından Kıbrıs'taki her iki toplumun ona yına sunulan Kapsamlı Çözüm Planı (BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın adıyla anılan Arınan Planı)'nm müzakere edildiği süreçte yükselişe geç miştir. Bu hareket, birçok sivil ve siyasi örgüt bazında da hararetle des teklenmiş ve bu durum Kuzey Kıbrıs'ta sol tandanslı örgüt temsilcileri, yazarlar ve akademisyenler tarafından toplumsal bir bilinç dönüşümü olarak kabul edilmiştir. Denktaş ve UBP (Ulusal Birlik Partisi)'nin temsil ettiği statükonun bu dönüşüm karşısında yenilgiye uğrayarak (UBP'nin Aralık 2003 seçimlerinde, Denktaş'ın 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerin de) iktidardan düşmesi ve 24 Nisan 2004 referandumunda Annan Plam'na sandıktan çıkan % 64.91 oranındaki 'Evet' oyu da bu dönüşü mün göstergeleri olarak değerlendirilmiştir. Bu çalışma, Kuzey Kıbrıs'ta hegemonik Türk milliyetçilik söylemin de bir kırılma noktası olarak okunabilecek bu sürecin, her şeye rağmen bu söylemin hegemonyasım değiştirmediğini öne sürmektedir. Türk milliyetçilik söylemine muhalif yeni bir milliyetçilik kurgusu olarak Kıb rıs ya da Kıbrıslıtürk1 milliyetçilik söylemini kuran çerçevelemenin Türk 1 'Kıbnslıtürk'lük Kuzey Kıbns'ta 1970'li yılların sonuna doğru yeşermeye başlamış bir kolektif kimlik kurgusu olarak, bu kurgu temelinde inşa edilen milliyetçilik söylemine sahip Kıbrıslı yazarların ve akademisyenlerin sıklıkla atıfta bulunduğu bir kavramdır ve Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan yerli halk da kendisini 'öteki'lerden ayıran bu kimlikle tanımlamaktadır. Bu sebeple çalışmada da bu haliyle ele alınmakta ve kullanılmaktadır. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 11 milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenmesini, referandumda 'Evet'i destekleyen basm organlarında Arınan Planı tartışmaları kapsamındaki anlamlandırma pratiklerinin çözümlenmesi vasıtasıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Kuzey Kıbrıs'ta yayınlanan gazetelerden çalışmaya konu olan dönem itibariyle en çok satan ilk üç gazete olan2 Kıbrıs, Yeni Düzen ve Afrika gazetelerinin arşivlerinde, Annan Planı ve referandum sürecine dair haber, köşe yazıları ve propaganda ilanları incelenmiştir. Bu gazete lerden (Asil Nadir tarafından 11 Temmuz 1989'da yayınlanmaya başla yan) Kıbrıs en çok satış rakamma sahip3 olmasının yanında her dönemde siyasi iktidar yanlısı bir yayın politikası benimsemesiyle dikkat çekmek tedir. Yeni Düzen (12 Aralık 1975) gazetesi incelenen dönemde siyasi iktidar olan CTP-BG (Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler)'in yayın organıdır ve bu partinin söylemini benimsemektedir. Afrika (17 Eylül 1997'de Avrupa adıyla Şener Levent tarafından yayınlanmaya baş layan 15 Aralık 2001'de bu isimle yayın hayatına devam eden) gazetesi ise, siyasi yelpazenin solunda radikal üslubuyla tanınmaktadır. Çalışma, günlük olarak yayınlanan bu üç gazetenin 1-30 Nisan 2004 tarihleri ara sında yayınlanan nüshalarını analiz etmektedir. Milliyetçiliği yalmzca milli kriz ya da milli mücadele dönemlerinde ortaya çıkan, aşırı-sağcı siyasi projelerle ilişkili bir siyasi ideoloji olarak 2 Gazetelerin satış rakamları KKTC Yay-Sat Bölge Müdürü Halil Paşa'dan alınmıştır. 3 Kıbrıs gazetesinin tek başma günlük satış rakamı, diğer yerel gazetelerin satış rakamlarının toplamına denk gelmektedir. 12 • iletişim : araştırmaları gören ve buna bağlı olarak milli kimliği verili ve sabit kabul eden yak laşıma karşı, bu çalışma, milliyetçiliğin günlük yaşamın pratikleri içine yerleşmiş ve bu pratikler vasıtasıyla sürekli yeniden üretilen hegemonik bir söylem4 ve milli kimliğin de kimliklerime süreci içinde 'öteki'ne göre değişip dönüşebilen bir kurgu5 olduğu önkabulüne dayanmaktadır. Bu bağlamda, toplumsal alanda inşa edilmiş bir gerçeklik olarak milliyetçi lik söyleminin de toplumsal ve bireysel alanların anlamlandırılışında baskın çerçeve olduğu öne sürülmektedir. Milliyetçilik söylemlerinin basında temsilinin çözümlenmesi, egemen ve karşıt milliyetçi çerçevele rin yeniden üretimi ve aralarındaki etkileşimin ortaya konmasına yöne lik olan bu çalışmanın araştırma yöntemi, ideolojinin maddiliğine daya lı olan ve anlamlarla ilişkili olduğunu kabul eden, anlam ve öznenin 4 Son döneme kadar milliyetçilik literatürünü oluşturan çalışmalarda kuramcılar genel olarak milliyetçiliğin ve milletlerin 'ne zaman' ortaya çıktığına dair ortak bir sorunsal etrafında fikir üretmişlerdir. Milletlerin en eski etnik yapıların devamı olduğunu (Edward Shils, Clifford Geertz gibi yazarlann savunduğu) 'ilkçi' yaklaşıma karşı, bunların modem çağa ait olgular olduğunu öne süren (Emest Gellner, Eric J. Hobsbawm, Michael Hechter, Benedict Anderson gibi yazarların temsil ettiği) 'modemist' yaklaşım bu konudaki literatürü ikiye bölmüştür. Ayrıca, milletlerle modem öncesi etnik yapılar arasında güçlü bağlar olduğunu ifade eden ve milletleri oluşturan etnik kavram ve yapıların modemite ile alanımn genişleyip derinleştiğim vurgulayan (John Armstrong ve Anthony Smith'in adlarıyla amlan) 'etno-sembolcü' görüş de bu alanda farklı ve üçüncü bir yaklaşım olarak yerini almıştır. Milliyetçiliğin modemitenin ürünü olduğunu savunan modernist yazarlarm, bu süreç sona erdiğinde milliyetçiliğin de etkisini kaybedeceğine dair iddiasının geçersiz kalmasına ek olarak; milliyetçilik üzerine literatürde de yaygın bir görüş birliği bulunan iyi ve kötü milliyetçilikler kategorileştirmesinin bu ikisi arasındaki ortaklığı gözlerden silmesi ve dolayısıyla 'iyi ve gerekli vatanseverlik' halinin doğallaşması; zamana, coğrafyaya ve koşullara göre değişiklik göstermesi nedeniyle genel geçer bir tamnu yapılamayan milliyetçilik olgusunun farklı ve tamamen zıt kabul edilebilecek ideolojilerle eklemlenebilen çok boyutlu bir yapıya sahip olduğunun anlaşılması gibi nedenler bu konuda farklı bir perspektife ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Bu da milliyetçiliği bir söylem olarak ele alan Calhoun (2007) ya da 'banal milliyetçilik' olarak tarif eden Billig (2002) gibi, milliyetçilik olgusunu tek bir değişkene bağlı kalmaksızın, zamana ve toplumsal bağlama göre şekil alan, değişip dönüşebilen bir yapı olarak kabul edilmesi gerekliliğidir. 5 Hail'ün ifadesiyle, "kimlikler asla tamamlanmaz, asla bitirilmezler; öznellik olarak daima inşa halindedirler"(1998:70). Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 13 kuruluşunu aynı süreçte gören inşacı yaklaşım içinde geliştirilen çerçe veleme analizi6 olarak belirlenmiştir. İnşacı yaklaşım içinden çerçeveleme, gerçekliğin ve bu gerçekliğe dair algılamanın toplumsal alanda yapılandırıldığı önkabulüne dayan maktadır. Bu kavramı ilk kez kullanan Goffman da, "çerçeveler" olarak etiketlenen "yorumlama şeması"nın, bireylerin meydana gelen olayları ya da bilgileri yerleştirmek, algılamak, tanımlamak ve etiketlemek gibi durumları gerçekleştirmelerini mümkün kıldığım ifade etmektedir (1974: 24). Dolayısıyla toplumsal alanda kültürel yapı ile bağlantılı ola rak inşa edilen çerçeveler, baskm ideolojinin ya da egemen söylemin de taşıyıcısı7 olmaktadırlar. Bu bağlamda, bu çalışmada toplumsal gerçekli ği inşa eden ve bu gerçeklik içinde anlamlandırılan medya metinlerinin8, medya profesyonelleri tarafından, üretim sürecindeki birtakım kodlamalarla üzerinde uzlaşılmış toplumsal çerçevelerle uyumlaştırılarak kurgulandığı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, bir medya metni üzerin de yapılan çerçeve analizi de, medya metninin söylemini oluşturan çer çeveleme araçlarım çözümleyerek, metne konu olan şeyin 'nasıl' ortaya konduğunu ve bu şekilde toplumsal alandaki egemen çerçevelerin nasıl yeniden üretildiğim açıklamaya çalışmaktadır. 6 Çerçevelemeyi ve çerçeveleme analizim inşacı yaklaşım içinde ele alan çalışmalar için bakınız Z. Pan ve G.M. Kosicki (1993) ve B. Van Gorp (2007). 7 Gitlin (1980) The Whole VVorld is Watching başlıklı çalışmasındaki verilerle bu görüşü ortaya koymaktadır. 8 Gerçekliğin toplumsal inşasını konu alan çalışmalanyla Berger ve Luckman, tüm gerçeklikler içinde 'gündelik yaşam gerçekliği'ne vurguda bulunarak bu gerçekliğin nesneleştirme ile sağlandığım ve nesneleştirmenin işaretlerin üredmi ve dilsel anlam landırma ile sürdüğünü ifade etmektedirler. Dilin 'burada ve şimdi'yi aşabilme kapa sitesi nedeniyle gündelik yaşam içindeki farklı bölgeleri birleştirerek anlamlı bir bütün oluşturduğunu ve bireyin kendi gerçekliğini ve öznelliğini dil aracılığıyla ortaya koya bildiğim vurgulamaktadırlar (1966:38-39). Dolayısıyla, toplumsal gerçekliğin kuruluşunda dil en önemli öğedir. 'Gerçeklik tammları’, 'gerçek olana' ilişkin tanımlann seçici biçimde temsil edilmesiyle ve bu temsi lin içinde oluştuğu dilsel pratikler dolayımı ile taşınır ve üretilir. Bu bağlamda, günde lik yaşam içerisinde gerçekleşen bir faaliyet olması temelinde, kendisini bir uzlaşmalar dizgesi tarafından yönlendirilen işaret ve simgeler olarak değil 'gerçek' temsiller ola rak sunan haber (Tuchman,1978:108) metinlerinin egemen söylemlerin (ya da egemen çerçevelerin) yeniden üretildiği bağlamlar olarak ele alınması gerekmektedir. 14 • iletişim : araştırmaları K ıb rıs T ü rk T o p lu m u n d a U lu s la ş m a S ü re c i v e T ü rk M illiy e tç ilik S ö y le m in in İn ş a s ı 19. yüzyıldan itibaren dünya üzerindeki tüm insan toplulukları arasında etkinlik kazanmaya başlayan uluslaşma ve milliyetçilik olgula rı 1878'de İngiltere'nin sömürgesi olan Kıbrıs'ta da görünür olmaya başlamıştır. Bu bağlamda Kıbrıs'ta milliyetçilik hareketleri, dünya kon jonktüründeki gelişen ve değişen dengelere paralel olarak ada üzerinde yaşayan toplumların 'anavatan' olarak kabul ettikleri toplumlardaki milliyetçilik tezahürlerine bağlı olarak gelişmiştir. 18. yüzyıl sonlarında kurulan Filiki Eterya örgütünün 'Megalo İdea' ülküsünü yaygınlaştırması ve 19. yüzyıl başında adada yaşayan Rumların anavatan olarak kabul ettikleri Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması ile Rumlar, Türklerden daha erken dönemlerde milliyetçilik olgusu ile tanışmış ve uluslaşma sürecine girmiştir. Ada üzerinde yaşa yan Rumların Türklerden sayıca fazla olması etkeninin yam sıra Yunan Devleti'nin kendi sınırları dışındaki Helen toplumlarmdan Kıbrıs'ta yaşayanları da kapsayan 'Megalo İdea' hedefi çerçevesinde giriştiği siya si ve kültürel seferberlik de Rum toplununum etnik kimliğini siyasallaş tırmasını sağlamıştır. Buna karşılık, İngiliz sömürge döneminin başlama sıyla adada daha önce hakim dinsel toplum olan Türklerin bu hakimi yetlerini kaybetmeleri onları bir kaosa sürüklemiş, Rum toplumu arasın da hızla yayılan milliyetçilik hareketlerine bir tepki olarak kendi milli yetçilik kurgularım oluşturmaya çalışmışlardır. Başka bir ifadeyle, Kıbrıs Türk toplumu, Rum toplununum kendisi için bir tehdit oluşturmaya başladığı anda kendi kollektif kimliğini tanımlama ve birlik oluşturma çabasma girmiştir. Bryant'm da vurgula dığı gibi, Kıbrıslı Türkler, Atatürk dönemi öncesinde etnik kimlik farkındalığıyla ilgili bir iddiada bulunmazken, Kıbrıslı Rumlar etnik bağlarıyla ilgili bir farkmdalığa 'ezelden beri' sahip olduklarım iddia etmişlerdir (2007: 285). Bu durum her iki toplumun milliyetçilik söylemlerinin fark lı kurgulamşımn da kaynağıdır. Kıbrıslı Rumlar ada üzerindeki varlıkla rını ve iktidarlarım 'soy birliği' üzerinden soyut bir saflık (ezeli ve ebedi Helen ruhu) anlayışına dayandırıp meşrulaştırırken, Kıbrıslı Türkler milliyetçilik söylemlerini fetih ve 'dökülen kan' vurgularıyla daha somut bir dayanak oluşturarak kurgulamalardır. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 15 1900'lü yılların başında Kıbrıs Türk aydınları, Osmanlı hükümeti nin sürgün etmesiyle ya da baskılardan kaçarak Kıbrıs'a gelen Jön Türklerin fikirlerinden etkilenmiş9, toplum üzerinde milli bilinç oluşturmaya yönelik faaliyetlerde bulunmuşlardır10. Kıbrıs Türk toplumunda padişa hın emanetçisi olarak değerlendirilen sömürge yönetimi ile iyi ilişkiler geliştirmek yönünde politika oluşturan bu çoğunluk11, politikalarım adanın hâlâ Osmanlı toprağı olması zemininde meşrulaştırmışlardır. İngiltere'nin adayı ilhakından sonra Rum toplumu arasmda yükselen 'Enosis' talepleri eşliğinde büyük bir güvenlik ve gelecek endişesi içinde bulunan Türk toplumunda bu yıllarda, Anadolu'nun işgal altındaki böl gelerinde yaşayan diğer halklarla kendilerini özdeşleştirmeye dayalı bir kolektif kimlik kurgusu oluşturulmuştur. O zamana kadar siyasi ege menliğe sahip bürokratlardan ve sayıca onlardan daha fazla olan fakir köylülerden, ki bunlar çeşitli sürgün fermanları ile adaya gönderilen aşiretlerdir (Beratlı, 1991: 29; Çevikel, 2007:34), oluşan Türk halkı arasın da Osmanlı devlet sistemi nedeniyle etkin bir burjuva sınıfı oluşmamış, politik eğilimleri 'Enosis'e karşı durmak ve birgün Osmanlı'ya geri veri leceklerini umarak sömürge yönetimiyle iyi ilişkiler içinde bulunmak şeklinde olmuştur. Kıbrıslı Türkler kendi milliyetçiliklerini inşa ederken Türkiye'deki milliyetçilik projelerinden etkilenmişlerdir. Fakat bu noktada şunu da ifade etmekte yarar var ki; "doğuş halindeki Türk milliyetçiliği ile Osmanlı sonrası Kıbrıslı kimliği arasmda her ne kadar etkileşim söz 9 O dönemde, 'halk' tarafından 'gavur' veya 'con' diye hakir görülen bu muhacirlere uyan Kıbrıslı aydınlar da aynı sıfatla tanınırlardı (Ateşin, 1999:11). 10 Bu yıllarda Kıbrıs'taki Türkçe gazetelerden Kıbrıs ve Zaman gazetelerinde Türklerin iktisadi zenginliğe ulaşabilmeleri için zirai, dokuma ve dericilik üretimine yönelik sanayinin geliştirilmesinin ve girişimciliğin önemine, bu doğrultuda memuriyet ye rine ticari yatırımların tercih edilmesi gerekliliğine vurguda bulunan Jön Türkler, bu yolla elde edilecek birikimin eğitimin modernleştirilmesinde kullanılarak Türk milletinin ilerlemesini sağlayacağım ifade eden yazılar yayınlamışlarsa da (Yetkin, 2002:293-304) Kıbrıs Türk toplumu bu çabalara karşıhk vermemiştir. 11 Con Sırrı olarak bilinen Kıbrıslı aydınlardan birinin 14 Eylül 1908 tarihli Mir'atı Za man gazetesindeki makalesinde yer alan "... milletin özverili çocuklarım otuz üç sene özgürlük gölgesinde konuk edinen görkemli İngiliz bayrağı, gözümüzde kendi bay rağımız denli yücedir, saygındır..” (aktaran Ateşin, 1999: 11) ifadeleri bunu örnekle mektedir. 16 • iletişim : araştırmaları konusu ise de, ortak bir sorunsal ya da gelişim çizgisinden bahsetmek çok mümkün değildir" (Canefe, 2006: 53). İngiltere'nin 1914'te adayı ilhak ettiğini açıkladığı dönemde sömürge yönetimi ile bütünleşme eğili mi gösteren Kıbrıslı Müslüman eliti, 1919-1923 arası dönemde Türki ye'deki milli mücadeleden ve Kemalist Türk milliyetçiliğinden etkilenilmeye başlandığında önemini ve etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Yine bu dönemde Kıbrıslı Türk aydınları, İngiliz sömürgeciliğine karşı eleştirel bir tavır almaya yönelmiştir. Eklemek gerekir ki, Kıbrıslı Türk aydınları nın bu dönemdeki milliyetçi hareketinde emperyalist güçlere karşı topyekün savaş, vatan toprağına sahip çıkma ya da 'gavurdan' kurtulma temaları büyük ölçüde eksiktir. Bu hareket içindeki tartışmalar, daha çok kadı ile müftü arasındaki çekişmeler, dini elitin meşruiyetten mahrum kalmış otoritesi konusuna çözüm bulunması ya da eğitim ve vergilendir me gibi elzem görülen konularda Müslüman Türklerin hak ve sorumlu lukları türünden konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Kıbrıs Türk milliyet çiliği ancak 1940'lardan sonra Türkiye'deki Türk milliyetçiliğinin etki alamna girmiştir (Canefe, 2006: 54-56). 1950'li yıllar itibariyle Türk milli yetçiliğinin geniş toplumsal kesimlerce benimsenip yaygınlaşmaya baş ladığı bu süreçte, Kıbrıs Türk toplumunun milli kimliği, kendi dışındaki coğrafyada yaşayan Türk milletinin bir parçası şeklinde kurgulanmıştır. Kolektif bir toplumsal kimliğin inşası yönünde çabalamayan sömür ge yönetiminin, kendi denetimine tabi olmak kaydıyla geleneksel önder lerin yetkilerinin devamlılığım sağlaması ve eğitim sistemi, kent meclis leri ve seçmen listelerinin dini çizgilere göre ayrıştırılması yöntemleriyle güçlendirilen farklı cemaat kimlikleri, sömürgecilik karşıtı mücadele sürecinde etnik-ulusal kimliklere dönüşmüştür. Dolayısıyla bu süreçte toplumların kendi kolektif kimlikleri, sömürgeciye olduğu kadar birbir lerine karşıtlığı üzerine de inşa edilmiştir12 (Cockburn, 2005: 75-76). 12 Özellikle Rumlar arasında yükselen milliyetçi ve aym zamanda sömürge karşıtı mücadeleyi bastırmaya çalışan İngiliz Sömürge Yönetimi, Kıbrıs Türk toplumunu kendi satma çekerek, toplumlararası gerilimi tırmandırmış ve böylelikle iki toplum arasında daha önce varolan gündelik paylaşımlar da günbe gün azalmışür. Örneğin, "Sömürge yönetimi, EOKA'ya ('Enosis'i gerçekleştirmek amacıyla kurulan Rum yer altı örgütü) karşı, büyük çoğunluğu Kıbrıslı Türklerden oluşan 'Yardımcı Polis Gücü' oluşturmuştu. Bu önlem hayli etkili olacaktı çünkü Kıbnslı Türklerle Kıbrıslı Rumları karşı karşıya getirecek olan 'ilk vuruşma', EOKA ile yardımcı polis güçleri arasında gerçekleşecekti" (Kızılyürek, 2005b: 235). Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 17 Başlangıcından itibaren Rum milliyetçiliğine karşı bir kontra-milliyetçilik olarak inşa edilen Kıbrıs Türk milliyetçiliği, karşı olunan bu milliyetçilikten beslenerek üretilmiştir. Rumların kültür ve soy birliği temelinde Yunanlılarla tek bir ulus oluşturdukları ve dolayısıyla birleş meleri gerektiği yönündeki 'Enosis' fikrine karşı Kıbrıslı Türkler tarafın dan Türkiye'deki Türk ulusu ile kültür ve soy birliğine dayalı bir 'biz' kategorisi inşa edilmiş ve Türk etnik kimliği kolektif kimlik olarak benimsenmiştir. 'Öteki' üzerinden inşa edilen bu kurguda, başka sömür ge toplumlarmda görülen anti-sömürgeci ulusal bağımsızlık hareketle rinden farklı olarak sadece 'Enosis' tehlikesine karşı direnme hedefi belirleyici unsur olmuştur. 'Enosis' karşıtlığı temelinde şekillenen bu tepkisel kimliklerime sürecinde kendi ulus-devletini kurmaya yönelik bir milliyetçi proje geliştirmemiş olan Türk toplumu, 'Anavatan Türkiye'ye sığınma ve adanın eski sahibi olan Türkiye'ye geri verilmesi yönünde bir politika izlemiştir. 1950'li yıllarda Kıbrıslı Türk eliti, Türkiye'deki Pantürkçü kesim ve İngiliz sömürge yönetiminin desteğiyle Kıbrıs Türk toplumunun milli politikası haline gelmiş olan 'Taksim Tezi'13, her ne kadar ayrı bir toprak parçası üzerinde yaşama amacına yönelik olsa da, 1960'lı yılların sonla rında kendi yönetim organlarım oluşturmaya başladıkları döneme kadar, milliyetçi ideolojinin ana hedefi olan ulus-devlet kurma anlayışın dan yoksun bir karaktere sahiptir. Toplumlar arasmda çatışmaların yoğunlaştığı dönemde gettolaşmaya başlayan Türk toplumunun kesin teritoryal sınırlarını çizen 1974 askeri müdahalesi ise, Kuzey'de Türk milliyetçilik söyleminin hegemonyasını tesis eden en önemli gelişme olmuştur. 13 Bu yıllarda 'Taksim Tezi' doğrultusunda, 'ticarette Türk'ten Türk'e kampanyası', 'vatandaş Türkçe konuş' ve 'köylere Türkçe isim' gibi Türk milliyetçiliğini yaygın laştırmaya yönelik birtakım projelerin uygulandığı görülmektedir. Kıbrıs Türk toplu mu içerisinde Rumcanın da konuşma dili olarak varlığım sürdürdüğü bu dönemde, Türkçenin yaygınlaştırılması ve Rumcanın dışlanmasına yönelik bu milliyetçi strate ji, resmi milli dilin yerleştirilip yaygınlaştırılarak rakip dillerin ortadan kaldırılması yönündeki milliyetçilik söylemlerinin hegemonya tesisine bir örnek oluşturmakta dır. 18 • iletişim : araştırmaları K u z e y K ıb r ıs 'ta K im lik T a r tış m a la r ı: T ü rk lü k m ü r K ıb rıs lılık m ı? Tarihi boyunca farklı ötekiler tarafından zapt ve iskan edilmiş ve dolayısıyla kimliğin ve 'biz'in sınırlarının hep yeniden tanımlanmak zorunda kaldığı (İlter ve Alankuş, 2009: 43-48; 71) Kıbrıs adası üzerinde yaşayan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar ortak bir 'Kıbrıslılık' bilinci altında birleşememişlerdir. Alankuş, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla birlikte tek bir Kıbrıslılık bilinci geliştirememiş olmasını Rum milliyetçiliğinin tahrip edici ve dışlayıcı doğasına bağlamakta, adanın bütününü ezeli ve ebedi olarak kendisine ait gören bu zihniyetin, adanın sahiplerinden biri olarak Türklerin bu coğrafyaya bağlılık ifade eden bir kimlik geliştirme lerini engellediğini ifade etmektedir. Alankuş buna ek olarak, Türklerin coğrafi ve kültürel bir aidiyet geliştirememelerinin ve nadiren de olsa görülen iktidar edenlere -valilere, ağalara, papazlara, patronlara- birlik te direnme geleneğine sahip çıkamamalarmm kanıtlarının, belirsizlik duygusu, can güvenliği endişesi, ekonomik ve siyasal yaşamda ikincil statü gibi nedenlerle ada dışına göç verilmiş olmasında ve Kıbrıslı Türk ler arasında anti-emperyalist ve sol düşüncenin fazla destek bulamamış olmasında bulunabileceğini söylemektedir (1995: 31). Sıcak iklim koşullarına dayalı 'siesta' kültürü, Akdenizliliğin verdi ği hoşgörü kültürü ve yeme-içme kültürü gibi kültürel ortaklıkların Rum toplumu ile Türk toplumu arasındaki yapısal farklılıkları (Rum toplumunda Kilise'nin dini, siyasi, ekonomik belirleyiciliğine karşılık Türk toplumunun daha laik olması)14 tolere etmede yetersiz kaldığım ifade eden Hasgüler, her iki toplumdaki sol güçlerin sahip çıktığı Kıbrıslılığın, özellikle Rum toplumunda AKEL ile kilisenin birbirine yakınlığından dolayı samimiyetten uzak bir birleştirme aracı olduğunu vurgulamakta dır (2008: 6-9). Kıbrıs'ın kültürel çeşitliliğinin, Kıbrıslı kimliğinin tek bir köken üzerinden açıklanamayacağının bir göstergesi olduğunu söyleyen 14 Yazar, Rum toplumunda, rektörün atanmasından evlilik kurumunun onaylanmasına kadar hemen her alanda dini kutsama gerekirken, Türklerin camileri bayramdan bayrama kullanmasını, ya da Rum toplumunda Kilisenin 'Cikko' adıyla birçok alanda faaliyet gösteren ve bütün gelirleri vergiden muaf tutulan büyük bir holding olmasımn Türkler açısından anlaşılmayacak anakronik bir gelenek olarak görülmesini bu bağlamda örneklemektedir. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 19 İlter ve Alankuş ise, bu nedenle Kıbrıs'la ilgili olarak, geçişkenlikler, melezlikler, başkalıklar, kültürel farklılıklar toplandığında ortaya yekpa re bir bütün çıkmadığı gibi Kıbnslıları anlatırken başvurulan bütün cemaat, ulus, bölge, hatta uluslararası nitelikli bölünmez bütünlük iddi alarının da sorunlu hale geldiğini ifade etmektedirler (2009:49). Her şeye rağmen, 1974 sonrasında ada üzerinde güvenli bir yerleşiklik kazanma larıyla demokratik toplumsallaşma sürecine giren Kıbrıslı Türkler ara sında, 80'li ve özellikle 90'lı yıllar boyunca sol siyasetin yükselişe geçme sini sağlayan 'Kıbrıslılık' bilincinin geliştiği gözlenmektedir. 1974 müdahalesi sonrasında adaya aktarılan Türkiyeli göçmenler vasıtasıyla kendilerinin Kıbrıslı olduğunu farkettiren diğer 'öteki'yi karşılarında bulan Kıbrıs Türk toplumu arasında 'Kıbrıslıtürk' kimliği gündeme gelmiştir. Türkiyelilerle aralarındaki kültürel farklılıklara vurgu yapan bu kimlik arayışı, 1983'te ilan edilen KKTC'nin uluslarara sı alanda tanınmamasıyla ne tam 'Türk' ne de tam 'Kıbrıslı' olamayan Kıbrıslı Türkler arasında bir kimlik bunalımına dönüşmüştür15. Egemen söylemde dış düşman 'Rum' ötekine ve iç düşman 'Rumcu' ötekine karşı kendi hakimiyetim tesis eden 'Türklük' kimliğine karşı, 70'li yılların gençleri arasında muhalif bir söylem olarak ortaya çıkan Kıbrıslılık, özellikle 90'lı yıllarda kitlesel bir kimlik hareketi haline gel miştir. Annan Plam'nın müzakere edildiği süreçte de toplumun içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal bunalım, plamn öngördüğü Federal Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında birleşme ve Kıbrıs'ın bir bütün olarak Avrupa Birliği'ne gireceği vaadi ve beklentisi, kimlik mücadelesinde Kıbrıslılığa olan vurguyu pekiştirmiştir16. 15 Zeybek'in ifadesiyle, "...hiç kuşkusuz, biliyorduk: Biz Türk değildik, Kıbrıslı Türktük. Hatta Kıbrıslıtürk'tük(!) Anavatanın bizi yeterince Türk bulmamasının şiddetli dili bizi öyle bir baskı altına alıyordu ki, insan olma kimliğimizi ortaya koymaktan çekiniyor ve kendimizi Kıbns Türkü, Kıbrıslı Türk, Kıbrıslıtürk vb. kavramlara vurgu yaparak savunma ihtiyacına itiyordu" (2006:54). 16 Bu noktada milli kimliğin iyi tanımlanmış ülkelere / topraklara ve yasaları ve kurumlarıyla tek siyasi iradeye sahip siyasi bir topluluğu gerektirdiğim ifade eden Smith (1999:24-26)' in bu tanımlamasından yola çıkıldığında, Annan Planı temelinde öngö rülen bir siyasi proje olarak Kıbnslıhğm Türkler ve Rumlar arasında inşa edilebilme sinin, ancak tek bir Kıbrıs Devleti çatısı altında mümkün olabileceği düşünülebilir. 20 • iletişim : araştırmaları Milliyetçilik söylemi 'biz'i ' diğerleri'nden ayırırken 'biz' içinde de aynılık, homojenlik kurmaktadır. Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçilik söy lemi içinde inşa edilen 'Türklük', büyük Türk ulusunu imleyen 'biz' kurgusuna dahil edilmiştir. Bora'nın ifadesiyle; Kıbrıslıtürk kimliği Tür kiye Türklüğüyle aynılaştırılmıştır. Kafkasya, Orta Asya ve Balkan Türkleri gibi dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan soydaşlardan beklenme yen bu aynılık resmi Kıbrıslıtürk milliyetçiliğince de onaylanmış, Kıbrıslıtürkleri anlam ve retorik itibariyle Türkiye Türklüğünün şubesi olarak konumlandırmıştır (1995b:18). Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler arasında Türk milliyetçiliğinin kurmaya çalıştığı homojenliğe bir karşı duruş olan Kıbrıslılık söylemleri, baskın çerçeve olan Türk milliyetçiliği içinde erimesi gereken yapay bir farklılığı temsil etmiştir. Etnik kimliğe vurgu yapan bu milliyetçi anlayış, Kıbrıslılığın mes netsiz bir şey olduğunu savunmuş, varlığım kabul etmemiştir. Kıbrıs Türk toplumunun en önemli lideri Rauf Denktaş da yalnızca Kıbrıs top raklarında yaşayan eşeklerin Kıbrıslı olabileceğini söyleyerek17 bunu desteklemiştir. Kıbrıslı milliyetçi yazarlardan Sebahattin İsmail18 "Kıbrıs bir coğrafya parçasıdır. 'Kıbrıslılık' ise bir coğrafya parçasına olan belirli bir ilişkiyi belirler. Başka türlü söylersek, 'Kıbrıslılık' coğrafi bir olgudur. Ancak Türklük 'Kıbrıslılıktan' farklı olarak kültürel ve tarihi bir olgu dur" (1998: 96-97) ifadeleriyle Kıbrıslılığı Türk milliyetçiliği içinde her hangi bir coğrafi bölge ya da yerleşime dayalı (Karadenizlilik, Erzurumluluk gibi) bir aidiyet olarak, fakat Türklük ortak paydasında erimesi gereken bir alt kimlik şeklinde konumlandırmaktadır. Bu bağlamda, Kıbrıs'ta Türk milliyetçiliğinin 'Türklük' kimliğine vurgusunu 'diyasporik kimlik' olarak niteleyen İlter ve Alankuş, 'yavruvatan' Türklerinin kimliklerini, köklerini dayandırdıkları ve kendilerini ait saydıkları esas evleri/yurtları olan anavatanlarından uzaklıkları ya da kopuklukları temelinde eksik bir kimlik tahayyülü olması nedeniyle anavatanlarına referansla tanımladıklarım; diğer yandan Kıbrıslıtürk muhalefetin ise bu eksiklikleri (anavatamn kendilerini itham ettiği yete rince Türk ve Müslüman olamamalarıyla ilgili aşağılamalarını) kendi 17 Ortam Gazetesi,13 Kasım 1995 18 Yazar, Rauf Denktaş'm uzun yıllar danışmanlığını da yapmıştır Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 21 farklılıklarının göstereni olarak görüp olumladığını ve anavatanın 'üvey'liğini kanıtlamak amacıyla kullandığını vurgulamaktadırlar. (2009: 48-59). Türk milliyetçiliğinin coğrafi bir aidiyete indirgediği ve sadece bir alt kimlik olarak tasavvur ettiği 'Kıbrıslılık', Kıbrıs Cumhuriyeti devleti vatandaşlığı merkezinde ele almdığmda ada üzerinde yaşayan her iki toplumun etnik kimliklerini ikincil bir konuma indirgeyerek bir üst kim lik halini almaktadır19. Bu bağlamda, Türk ve Rum kimliklerine anayasal bir statü veren fakat uluslararası alanda tek bir 'Kıbrıslı' kimliğini tara yan Annan PlanTnm öngördüğü 'Kıbrıslılık'ı savunmak da aslında milli yetçi bir karaktere sahiptir. Çünkü, Kıbnslılığı vatandaşlık üzerinden inşa eden ve (Birleşik) Kıbrıs Cumhuriyeti'nin meşruiyetini sağlamak üzere işleyen bu şekildeki bir kimlik söylemi Anderson'un (2007) ifade siyle kendi hayali cemaatini kurma amacına yönelik bir vurgu taşımak tadır. Kuzey Kıbrıs Türkleri arasında son yıllarda 'Kıbrıslılık' yönünde yaşanan bilinç dönüşümüne değmen ve bunun 'siyasi eşitlik' temelinde savunulan bir olgu olduğunu ifade eden Kızılyürek, "Kıbrıslılık, Türk milliyetçiliğinin aynılaşürıcı baskısına karşı anlamlı bir direnç olabilir ama, Kıbrıslı Rumlarla oluşturulacak bir siyasi birliğin temeli olamazdı. Kıbrıs'ta kurulacak olası siyasi birliği 'Kıbrıslılık' üstünden savunmak, özcü ve romantik bir yaklaşım olduğu kadar, üniter devlet modeline dayalı bir ulus-devlet inşasına götürür ki, bu da 19. yüzyıla geri dönmek anlamına geleceği gibi, çoğunluğu oluşturan ulusal toplumun tahakkü müne açık olmak demektir. Oysa, istenilen 'farklılık içinde birlik' anlayı şına dayalı, çağdaş, çok kültürlü bir federal demokrasidir" (2005: 275) sözleriyle, Kıbrıslılığm üniter devlet yapısı içinde bir milliyetçilik tasav19 Bu konu üzerine kavramsal bir tartışma yapan Evre; "Politik söylemdeki Kıbrıslılık daha ziyade Türk ve Rum kimliklerini de içeren bir üst kimlik olarak kullanılmakta dır. Bu bağlamda Kıbrıslılık, ulusal bir kimlikten ziyade, ulusaşırı bir kimlik olarak kavranmaktadır. Nitekim Kıbrıslılığa vurgu yapan politik aktörlerin hemen hemen hiçbiri, kendilerini milliyetçi olarak tammlamamakta ve bir 'Kıbrıs milleti' inşa etme projeleri bulunmamaktadır" (2004:31) derken Kıbrıslılığm taşıyıcısı olabilecek, özel likle genç toplumsal kesimlerin bunu milliyetçi reflekslerle içselleştirme potansiyeli ne de dikkat çekmektedir. 22 • iletişim : araştırmaları vuru olabileceğini ve farklılıklara dayalı federatif bir yapı içerisinde bunun aşılabileceğini vurgulamaktadır20. Kıbrıslılık ile Kıbrıslıtürk milliyetçiliği arasında bir ayrım yapan Bizden, KKTC ile doğup büyüyen ve 'Cumhuriyet Kuşağı' olarak adlan dırdığı Kıbrsılıtürk gençlerinin, konuştukları Kıbrıs ağzı21 ve diğer kül türel özellikleri ile Türkiye Türklerinden farklılıklarına22 ve Kıbrıslırumlarla olan ortaklıklarına23 vurgularıyla şekillenen Kıbrıslıtürk milliyetçi lik kurgusuna dikkat çekmektedir. Bizden, anavatan Türkiye'nin Kıbrıs Türk halkını siyasi ve ekonomik alanda bir 'yük' şeklinde tanımlamasına ve bu küçümseyici tavrına karşı, Türkiye'den ithal edilen faşist örgütle rin ağırlığı, Güney Kıbrıs'ta yükselen şoven eğilimler ve yıllardır çözü mü beklenen Kıbrıs sorununun çözümünü Türkiye, Yunanistan ya da AB ve BM gibi uluslararası örgütlere bırakmanın getirdiği teslimiyetçilik gibi etkenlerle Kıbrıslıtürk milliyetçiliğinin etnosentrik bir görünüme büründüğünden bahsetmektedir (1997: 79-91). Aym şekilde Ratip de, Kıbrıslılığm yeni bir elitist şovenizm akımım beslediğini, Kıbrıs'ta filiz lenip yeşeren soyağacının köklerini 1974 öncesine uzatabilen her 20 Bu bağlamda Kıbns Türk toplumunda Arınan Plam'm onaylayan kesimler, milliyet çilik kategorileştirmelerinden Batı tipolojisine girerken, onaylamayan ve Türkiye ile olan soy birliğini vurgulayan kesimler Doğu tipolojisine dahil edilebilirler. Fakat so nuç itibariyle, farklı söylemsel stratejiler içinden olsa da, her ikisi de bir milliyetçilik söyleminin tezahürü olarak değerlendirilmelidir. 21 Kıbnslıtürk yerel halk ağzında konuşma dilinde kullanılan, geniş zaman kipinde devrik cümleler, soru ekleri kullanılmadan ses vurgusu ile soru cümlesi kurma gibi özelliklerin zaman zaman yazı dilinde de kullanıldığı görülmektedir. Diğer gazete lerde de zaman zaman rastlanmakla birlikte özellikle Afrika gazetesinde, kimi haber başlıklarında ve yoğunlukla köşe yazılannda kullanılan halk ağzı Kıbrıslıtürk mil liyetçiliği söylemsel çerçevesini yeniden üreten bir unsur olarak göze çarpmaktadır. Yerel şivenin ve kimi zaman argonun Afrika'da bu şekilde kullanımı, ötekilerin (Tür kiye ve Türkiyelilerin) desteğiyle hegemonyasını sürdüren, 'Kıbrıs'ın 'gerçek sahip lerinin' varlığını ya da iradesini hiçe sayan ve böylelikle kendi halkına yabancı olan statükoya karşı, yerel kültürün temsili yoluyla muhalefet etmenin bir yolu olarak değerlendirmek mümkündür. 22 Bu farklılık kurgusu, adada yaşayan Türkiyeli Türklerin 'karasakal, gara, gaco, fica' gibi takma isimlerle ötekileştirilmesini de kapsamaktadır. 23 Bu ortaklık kurgusu Akdeniz kültürüne sahip olmanın getirdiği rahatlık, daha batılı ve çağdaş bir yaşam tarzı gibi özelliklere dayandırılmaktadır. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 23 KKTC'linin, acemi bir ırkçılıkla her türlü kültürel detayı, farklı olan ötekileri, bizden olmayan onları, dost olmayan düşmanı, safkan Kıbrıslı ol(a)mayanı tanımlamak, damgalamak için kullanma eğilimine sahip olduğunu (2008:50-51) ifade etmektedir24. Bir başka Kıbrıslı yazar Hasgüler de, Kıbrıs'ta farklı bir kültür ve yaşayış hali olduğunu, fakat bunun farklı olma güdüsüyle kanşık bir aşağılamaya dönüşmesini bir tür ırkçı lık olarak okumamn mümkün olduğunu söyleyerek (2008: 11), Kıbrıslıtürk kavramında ifade bulan bu kimliksel duruşun etnosentrik bir milli yetçilik söylemine dönüştüğünü vurgulamaktadır25. 24 Kıbrıslıtürk kimlik kurgusunda Türkiyeli'den farklılığın önemli bir göstergesi de Rumca bilmek ve konuşmaktır. Bu bağlamda Copeaux çiftinin Kıbrıs toplumu üze rine yaptıkları araştırmada da ifade ettikleri gibi; "1974'ten beri birçok Kıbrıslı Türk Rumcayı, Anadolulular tarafından anlaşılmadan kendi aralarında iletişim kurmaları nı sağlayan gizli bir dil olarak kullanıyorlar. Böylelikle, bir dilden ötekine geçerek, çift kültürlü bir topluma ait olduklarını beyan etmeyi sürdürüyorlar" (2009: 256-257). 25 Afrika gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Şener Levent'in 10 Mart 2006 tarihli 'Bizi Saymayın' başlıklı yazısı, Kıbrıslıtürk milliyetçilik söyleminin zaman zaman etnosentrik bir niteliğe büründüğünü ortaya koyan, Türkiyeli ve Kıbrıslı karşıtlığına dayalı oryantalist çerçevede ötekileştirmenin güzel bir örneğidir: "Nüfus sayımı mı var? Beni saymayın... Trabzonlu Mustafa'yı sayın... Eskişehirli Mehmet'i, Adapazarlı Yaşar'ı ve Diyarbakırlı Bahadır'ı saym... Tanti'nin mahalle sinde eski çocukluk arkadaşım Erkan'ı saymayın... Evlerde uyuyanları saymayın... Pansiyonlarda, parklarda, garajlarda ve eski hurda otomobillerde uyuyanları sayın... Uçakla gelenleri değil feribotla gelenleri sayın... Hataylı İbrahim'i saym... Hiçbir kriminali yok İbrahim'in... Polis kayıtlarına geçmemiş daha... Her akşam arabesk din ler Deveciler sokağında... Bir işi bitirmeden başka işe başlar... Bazan garson... Bazan bulaşıkçı... Parası yoksa kıraathanede sabahlar... Efkar bastıkça bir 'Samsun' yakar... 'Samsun' içenleri saym... 'Benson' içenleri saymaym... Kahve içenleri bırakın... Çay içenlere bakın... Camide boş yer kalmayınca, namazım arka sokakta kılacak kadar mümin olanları sayın... Paris modası şapka giyen hanımlara boşverin, türban giyen hanımları sayın.. 'Yahu' diye söze başlayanları saymayın, 'Lan' diye söze başlayan ları saym... Soyadını büyük Kartaca kumandamndan aldığı için Lefkoşa'nm bir nu maralı kebapçısı Saffet Anibal'ı saymaym... Sayacaksanız, bir gecede yedi evi birden soymayı başaranları saym..." Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, 'Türkiyeli', 'Kıbrıslı'dan daha az modern, daha çok dindar, daha çok görgüsüz, daha çok kaba ve daha çok suçludur. Bu yüz den 'Türkiyeli' biz kategorisinin dışında kötü olan ötekidir. 24 • iletişim : araştırmaları Kuzey Kıbrıs'ta Türkiye'den göçlerle meydana gelen demografik yapıdaki dönüşüm Kıbrıslıtürkler arasında bu anlamdaki milliyetçi ref lekslerin yükselmesine sebep olmaktadır26. Bu konuda zaten Türk milli yetçiliği söylemini benimsemiş olan sağ kesim soydaşlık vurgusu üze rinden "giden de Türk gelen de Türk" şeklinde bir yaklaşım sergilerken, Kıbrıslılığa en çok atıfta bulunan sol kesim arasında da iki farklı söyle min geliştiği gözlenmektedir. Bunlardan ilki adaya taşman Türkiye Türklerinin adanın yerli hal kını oluşturan Kıbrıslıtürklerden sayıca fazla olmalarının da etkisiyle kültürel dokunun bozulmasına ve Kıbrıslıtürklerin siyasal iradelerinin ortadan kalkmasına sebep olduklarım düşünen ve Kıbrıslıtürk milliyet çiliğinin etnosentrik görünümüne dahil edilebilecek bir yaklaşıma sahip tir27. İkincisi ise, solun enternasyonalist, barışçı ve eşitlikçi değerleri temelinde, adaya daha sonra gelen bu insanların da 'Kıbrıslı' olabilme haklarının olabileceğini savunan daha 'insan' merkezli bir yaklaşım içe ren söylemsel oluşumdur. Bu söylemi benimseyen Erhürman da, Kıbrıs Türk solunun Kıbrıs merkezli kimlik üretme projesinin Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Türkiyeli Türklere yönelik böylesi bir ötekileştirmenin ve dola yısıyla ayrımcılığın altım çizerek bunun solun evrensel değerleriyle bağdaşmadığını ifade etmektedir (2006: 103)28. 'Kıbrıslıtürk' kavramıyla ifade edilen, Kıbrıslırum ve Türkiyeli öte kilerine karşı kim olduğunu değil kim olmadığım vurgulayarak kendini tanımlayan bu kimlik tasavvuru, farklılığım ve eşitlik talebini ortaya koyarken, kendi ötekilerinin kimliklerini yine kendi ötekilerinin söylem lerine karşı (Kıbrıslı + Türk = Kıbrıslırum ötekine karşı Türklüğünü, 26 Bu bağlamda, 2000'li yılların başında oluşturulan onlarca sivil ve siyasi örgütün dahil olduğu 'Bu Memleket Bizim Platformu'nun isminde geçen 'bizim' vurgusunu da em peryalist güçler gibi dışsal olanlar yaranda Türkiyeliler gibi içsel ötekileri dışlayan bir milliyetçilik söyleminin temsili olarak okumak mümkündür. 27 Afrika gazetesi bu söyleme sahip bir yaym politikası izlemektedir. 28 Erhürman, Türkiye'den gelen herkesin (turistler, askerler, öğrenciler, kaçak işçiler, Kıbrıs'ta ikamet ve çalışma iznine sahip olanlar, KKTC vatandaşı olanlar) yekpare bir homojen yapı olarak kabul edildiği ve haklarının görmezden gelindiği bu anlayışa karşı, solun, hak ve yükümlülüklerin insanlarm dahil oldukları hukuki statülerden hareketle belirlenmesini talep etmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2006:103-105). Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 25 Türkiyeli ötekine karşı Kıbrıslılığıru) kullanmak durumundaki politik sıkışmışlık içerisindedir. Bundan dolayı Kıbrıslıtürklük, Annan Plam'mn tartışıldığı ve referanduma sunulduğu süreçte, ayırt edici özelliklerini ve meselelerini ortaya koysa da insanları Kıbrıslıtürk özneler olarak çağıra cak bir ideoloji ve ayırt edici bir kimlik siyaseti biçimini almamıştır (Derya, 2006: 46). 'K ıb r ıs lıtü r k ' M illiy e tç ilik S ö y le m i Ç e rç e v e le n d irm e s in d e B ir Ö te k i F ig ü rü O la ra k D e n k ta ş 'ın T e m s ili Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi içinde (daha önce de ifade edildiği gibi), Kıbrıslılığı "Kıbrıs adasmda yaşayan eşeklere has bir özellik", Kıb rıs Türklerini de soy ve kültür birliği temelinde 'Türklük Dünyası'mn bir parçası olarak değerlendirmesi nedeniyle Rauf Denktaş hep öteki olarak temsil edilmiştir. Denktaş, Annan Plam'mn oylandığı referandum süre cinde de plana 'Hayır'ı destekleyen tarafta olması nedeniyle barış ve çözümden yana tavır koyan kişi ve gruplarca dışlanmış ve geçmişten bugüne Kuzey ve Güney arasında gerçekleşen barış ve çözüm müzake relerinde uzlaşmayı reddeden lider olduğu için de sürekli eleştirilmişür. Kendi ifadesiyle 'çözümsüzlük çözümdür' siyasetini yürüten ve bu nedenle de Kuzey Kıbrıs'ta statükoyu temsil eden Denktaş, statükoya muhalif kesimin 'öteki'si olmuştur. Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini benimseyen söz konusu kesim tarafından Denktaş, işgalci olarak nitelenen Türkiye ile özdeş kabul edil miştir. Fakat Türkiye'de Kıbrıs siyasetinin milli dava ekseninden kaydır dığı iddia edilen AKP iktidarı dönemiyle birlikte, AKP hükümetinin Kıbrıs'ta çözümü destekleyen politikaları ile sempati kazanması sonucu muhalif kesim için 'Denktaş = Anavatan' ikiliği bozulmuştur. Dolayısıy la, bu kesim tarafından referandum sürecinde Denktaş, kendisini destek leyen Türkiye'deki Türkçü ve Ülkücü kesimle birlikte bu söylem içinde ötekileştirilmiştir. 'Evet'i destekleyen gazetelerde (Yeni Düzen, Kıbrıs, Afrika), Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta iktidar ve iktidarın politikalarını destekle yen örgüt temsilcilerinin söylemlerine yoğunlukla yer verildiği; Denktaş'ın açıklamalarına dair haberlerinse, "Denktaş yine şaşırttı", 26 • iletişim : araştırmaları "Kimse ne söylediğim anlamadı", "Denktaş'tan garip açıklama", "Denktaş bilinen görüşlerini açıkladı" gibi yorumlu üst başlıklarla verildiği dikkat çekmektedir. Bu 'Evetçi' gazetelerde, Erdoğan ve Denktaş'm bir birine zıt açıklamalarına aym haberde veya aynı sayfada yer verilmesi suretiyle, yukarıda bahsedilen 'Anavatan = Denktaş' birliğinin bozuluşu kurgulanmaktadır. Fakat, 'anavatan' iktidarının söylemlerinin Denktaş'a karşı da olsa bu şekilde desteklenmesini Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçi liği söylemine eklemlenme olarak okumak mümkündür. Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçilik söylemine sahip Denktaş ve UBP iktidarları dönemin de 'anavatan-yavruvatan' metaforunu besleyen en önemli faktör 1974 müdahalesiyle kurtarılmanın yaratüğı minnet duygusu olmuştur. CTPBG iktidarının başım çektiği ve statükoya karşı muhalefetin yükseldiği bu dönemde ise, siyasi belirsizlik ve ekonomik bunalımlardan çıkış yolu olarak görülen Annan Plam'mn kabulünü kendileri gibi destekleyen 'anavatan' yine bir kurtarıcı olarak konumlandırılmaktadır. Dolayısıyla 'anavatan'm 'anavatan'lığı bu yolla bir kez daha onaylanmaktadır. 24 Nisan d a ya pılacak tarihi refera nd um için Türkiye ve KKTC’nin en üst düzeydeki m akam ları arasındaki restleşme iyice kızıştı... Erdoğan: EVET Denktaş: HAYIR »E R D O Ğ A N 'IN SESİNE KULAK VERİN: Türkiye Başpokanı Recep Tayyip Erdoğan. Kıbri3 Türk halkına, referandumda ‘ © ve r demesi yönünde aüçtü mesajlar voflrkon. ret cephesindeki Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş be halkın yüreğine korku salmoya d eva m ediyor O DENKTAŞ. ''HAYIR** BAYRAĞINI AÇTI-, Türkiye'deki temaslarından u m d u ğ u d e ste ği bulam ayan v© K K TC 'ye eli boş dönen Cumhurbaşkanı Denktaş. resmen “hayır" kampanyası başlattığını açıkladı. A nnan Planı'm her g e çe n gün şeytanlaştıran Denktaş. "Hayır kampanyasını başlattığımı 2-3 gün önce söyledim zaten. Bar bar bağırıyoruz" dedi • 4. «..vfa.ia 8 Nisan, Kıbrıs Kıbrıs gazetesinin yukarıdaki 1. sayfa manşet haberinde, "...restleş me iyice kızıştı..." üst açıklamasından da anlaşılabileceği gibi, birbirinin karşıü olarak konumlandırılan Erdoğan ve Denktaş arasında, Erdoğan'ın açıklamaları olumlu ("..'Evet' demesi yönünde güçlü mesajlar verir ken..") Denktaş'ınkiler ise olumsuz ("...halkın yüreğine korku salmaya devam ediyor..") imalarla temsil edilmektedir. Gazetenin bu karşıtlıkta 'Evet'ten yana tavrı, manşete eşlik eden, Erdoğan'ı gülerken Denktaş'ı Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 27 ise 'düşünceli' halde gösteren fotoğraflarla haber metninin bu söylemini desteklemektedir. Cumhurbaşkanı Denktas: M f \ “ Başbakan Erdoğan, Kıbrıs meselesinde 9 1 kandırılmıştır f r A * • PLAN BİLİNMİYOR... ; Cumhurbaşkanı Denktas. r ■ Türk hükümetine Annan ' ■ Planı na ilişkin her bilginin '7 W verilmediğini belirtti ve Başbakan Recep Tayyip : " Erdoğan'ın Kıbne konusunda “ kandırıldığını savundu. Denktas. Planın ne anlama geldiği lam olarak bilinmiyor'' dedi *7 . şayiada tu n u n ııı yakışt COK ve bir ülkenin başb • ERDOĞAN'DAN ScF" CEVAP ...Türkiye Ba-mmam Recep Tayyip Erdoçm. Cumhurbaşkanı Denuas n "Başbakan. Kıbrıs meselesinde kandırılmanı' sözlerinin cok çirkin slduğunu ı için söylenecek sözler i ' savlada 13 Nisan, Kıbrıs Kıbrıs gazetesinin 13 Nisan tarihli yine 1. sayfasında verilen yukarı daki haberde de Denktaş ve Erdoğan'ın tokalaşırken çekilmiş fotoğrafı nın ortadan yırtılmış hali, bir zamanlar var olan birlikteliğin bozulduğu nu simgelerken, fotoğrafın her iki yarımdaki açıklamalarda Erdoğan ve Denktaş arasındaki polemiğe yer verilmektedir. Haberde Denktaş'a ait dolaylı anlatıdaki "... Erdoğan'ın Kıbrıs konusunda kandırıldığını savundu" ifadesinde geçen 'savundu' fiili, haber söyleminde Denktaş'm açıklamasına dair okuyucuda şüphe uyandıran ya da sorgulamaya yönelten bir strateji olarak dikkat çekmektedir. Erdoğan ve Denktaş arasında oluşturulan bu zıtlık kurgusunun bir diğer 'Evetçi' gazete olan Yeni Düzen gazetesinde de yer aldığı görülmek tedir. Yeni Düzen'de yayınlanan aşağıdaki haber başlığında "Polemik" başlığı altında, Erdoğan ve Denktaş arasında karşılıklı konuşma şeklin deki haber kurgusu, birbirine doğru bakan fotoğraflarla desteklenmek tedir. 28 • iletişim : araştırmaları KKTC Cumhuıbaşkanı Rauf Denktaş. Türk huıuimeftne Aıman (kanma pfkın nar MgMn vortlm«a>Oir» bui-tlı ve Başbakan Recep Tayyrp Erdoğan'ın Kıbrıs Konusunda kandırıldığını savundu Erdoğan «a Denktaş'jı -Başbakan. Kılın* maaaKnunae kandırılmıştı»" »aPermo karşılık, *Bon söylenmesi gorokımtari söyledim' ded. Rauf Denkta», Haber Türk TV kanalında kalın!iği hır programda. Aıınan planı ve konuya ilişkin son gelişmelere yönelik değerlarvUrmeiorde butundu 'Aman olanını kabul etmeyeceklerin “ ifrıdn «den Denktaş. "Boı egemon bir hn« olmaktan çıkarıp, belirsiz bir duruma getornok kltr-aenm hakkı değlkfir" det*. KKTCdekl referandumdan hayır çık masını DokleıSğiRi kaydeden Denktaş. çeten bir sttr rnücadetosinin alacağını, ancak aşın davranışlardan kaçınılması R. Denktaş: "B a ş b a ka n . Kıbrıs m eselesinde kandırılmıştır" TBMkTde konuşmak için davel aldığını söyledi. 'SERDAR OENKTAŞ EVET DERSE ÜZÜLÜRÜM” KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denklaş'ın Dahisinin referanduma iBşkin tutumunun no R. T. Erdoflan: “Ben. söylenmesi gerekenleri söyledim" bir soru üzerine, "Neticeyi göreyim, karar vorinm. İstilaya gemk yok 13 Hatıranda seçim utacak. İster girerim, istet girmem’ diye konuştu. Bir soru üzerine. "New York'a giİliğinde Annan'ın hakemliğinin kabul edildiğinden habort olmadığını" belirten Denktaş. ERDOĞAN: BEN SÖYLENMESİ GEREKENLERİ SÖYLEDİM Japonya'du bulunan Başbakan Rucop Tayyip Erdoğan ise KKTC CumnufbnşKanı Rauf Denklaş’ın "Başbakan. Kıbns meşe- 13 Nisan, Yeni Düzen CTP'nin yayın organı olan Yeni Düzen'de zaman zaman CTP Başka nı Talat'ın bu zıtlık kurgusunda Erdoğan'la yer değiştirdiği de görül mektedir. Birbirinin ötekisi olarak temsil edilen Talat ve Denktaş arasın daki bu karşıtlıkta da Talat ve Türkiye temsilcileri aynı kategori içinde yer bulmaktadır. Dolayısıyla Talat/Denktaş karşıtlığı Erdoğan/Denktaş karşıtlığına eklemlenmektedir. 9 Nisan, Yeni Düzen Yeni Düzen gazetesinin yukarıdaki manşet haberinde Talat ve Gül'ün açıklamalarından oluşan 'Evet' tarafı ile Denktaş, Eroğlu ve Papadopulos'un açıklamalarından oluşan 'Hayır' tarafı kutuplaştmlmakta, 'Evet' kelimesinin ünlem işaretiyle vurgulanması ve 'Evet' tarafı- Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 29 ran açıklamalarının yeşil fon üstünde diğerinin siyah fon üstünde olma sı nedeniyle gazetenin 'Evet'ten yana tavrı açıkça görülmektedir. Kıbrıs gazetesi yazarlarından özellikle Haşan Hastürer'in bazı köşe yazılarında Kıbrıslı Türkler ve Talat'a karşı Denktaş'ı öteki olarak konumlandırdığı aşağıdaki örneklerde de Talat/Denktaş karşıtlığını gözlemlemek mümkündür: "...Yıllarca müzakere masasında hiçbir kazanım elde edemeyen Denktaş'ın yerine masaya oturan Başbakan Talat başkanlığındaki Kıbrıs Türk heyeti, Türkiye ile eşgüdüm içinde çalışıp tarihi bir başarıya imza atmıştır..." (1 Nisan) "...Sayın Denktaş, artık yeter, yakamızdan düşünüz. Bırakın yolumuza devam edelim. Çekilin yolumuzdan. Kırk yıldır sizin başaramadığınızı Kıbrıs Türk Halkı yeni liderleriyle başarıyor. Hem de Ankara ile mükem mel bir uyumla..." (25 Nisan) "...Denktaşlara hiç ama hiç taviz vermeden bu tarihi yürüyüşü başarmak hem Kıbrıs Türk halkı, hem Türkiye, hem de tüm Kıbrıs için yaşamsal bir zorunluluktur." (26 Nisan) Yazarın köşe yazılarından alıntılanan yukarıdaki cümlelerde geçen "Türkiye ile eşgüdüm içinde", "Ankara ile mükemmel bir uyumla", "hem Kıbrıs Türk halkı, hem Türkiye" ifadelerinde Kıbrıs Türk halkı ve siyasi yönetiminin anavatan ile birlikteliği ve uyumuna yönelik vurgula rı da Türk milliyetçilik söylemine eklemlenme olarak değerlendirmek mümkündür. Kıbrıslıtürk milliyetçiliği söylemi içinden Denktaş'ın 'öteki' olarak temsiline en çok Afrika'da rastlanmaktadır. Afrika gazetesi referandum süreci dışında da Denktaş'a muhalif yayınlarıyla bilinmekte ve hatta bu yayınlar sebebiyle birçok hukuki yaptırım ve şiddet eylemine maruz kaldığı ifade edilmektedir. Bu çalışmada da, ele alman süreç içerisinde Afrika, 'Hayırcılar'm açıklamalarına, 'Hayır1mitinglerinin ilanlarına yer vermemesi buna karşılık 'Evetçiler'in açıklamalarına yer vermesi, 'Evet' mitinglerine dair haberlerde olumlu bir üslup kullanması ve bazı köşe yazarlarınca her şeye rağmen 'kötünün iyisi' olarak değerlendirilen Annan Planı'na 'Evet' denmesinin savunulması nedeniyle 'Evet'i destek 30 • iletişim : araştırmaları leyen yayın organları arasında kabul edilmektedir29. Bu bağlamda Afri ka'daki köşe yazılarında Denktaş'ı ötekileştiren söylemlerden bazıları şöyledir: "... Artık ‘Fotoğrafçı Rauf dayı' gibi 'hayırcı' kullumakkalar bizde kalma yacak! Abbas öyle ya da böyle yolcudur!..." (Serhat İncirli, 15 Nisan) "... Bak seni destekleyenlere bak! Uluyun kurtçuklar! Başbuğunuz Denktaş için üç kere; Bauuu, bauuu, bauuu!..Bırakın da havlasınlar! Denktaş da beraber!.. Siz uluyun biz 'evet'imizle Avrupalı olalım.." (Serhat İncirli, 20 Nisan) "... Ne ki 80 yaşındaki Denktaş Türkiye'den beklediği desteği alamayınca, Kıbrıstürkü'nün 'evet'i bilumum Denktaşçıların 'hayır'ını yendi.... Oysa onun adı Denktaş'tır ve şu yer küredeki en pişkin politikacı olarak nam salmıştır... İnönü Meydanı tek bir sloganla inledi: - Denktaş Güney'e! Bu sesi dünya duydu da galiba bir tek sarayın şişmanı duymadı." (Turgut Afşaroğlu, 25 Nisan) "... Peki bunu sandalyeye en güçlü golla ile yapışmış Fotoğrafçı Rauf dayı ile yapabilir miyiz? Kesinlikle yapamayız... Bre Cumhurbaşkanı sıfatını nereden bulduğu şüpheli olan fotoğrafçı dayım, Bre hey demokrasi tanımaz ihtiyar, yüzde 65 'evet, sen 'hayır' diyorsun ve utanmadan da 'kazandım' diyebiliyorsun... Çünkü Denktaş demokrat değil, diktatördür. Demokrasiyi hazmedemeyecek bir mideye sahiptir...." (Serhat İncirli, 25 Nisan) Örneklerde görüldüğü gibi, Kıbrıslıtürkleri temsilen birinci çoğul şahıs kipi kullanılmakta ve Denktaş bu 'biz'in dışında konumlandırılmaktadır. Denktaş'a yönelik, "fotoğrafçı Rauf Dayı", "sarayın şişma nı", "demokrasi tanımaz ihtiyar", "pişkin politikacı" gibi nitelemelerle ötekileştirilen Denktaş'm bu temsilleri Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi ni yeniden üretmektedir. 29 Eklemek gerekir ki, gazetede yazan yazarların bir kısmı tarafından Annan Planı 'ba rış senaryosu', 'Ortadoğu projesi oyunu', 'emperyalist bir plan' olarak nitelenmekte ve Ada üzerinde yaşayan insanlann ortak projesi olmayan bu çözüm planının kabul edilmemesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Bu yazarlar savundukları 'Hayır'ı pla na karşı çıkan ve statüko taraftarı olan diğer 'Hayırcı'lardan farklı anlamlandırmak tadırlar. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 31 Diğer 'Evetçi' gazetelerde olduğu gibi, Denktaş-Erdoğan karşıt lık kurgusuna Afrika gezetesinin haber söyleminde de rastlanmaktadır. Gazetenin manşet haberini gösteren aşağıdaki örnekte bu durumu göz lemlemek mümkündür. Haberin spot cümlesinde evet-hayır kampanya larının bir 'yarış' olarak nitelendirilmekte ve bunun 'iktidar kavgası'na dönüştüğü ifade edilmektedir. Manşet altındaki ifadede birbirine rakip olarak konumlandırılan Denktaş ve Erdoğan arasındaki bu rekabette, yarışta ya da iktidar kavgasında "Denktaş'ın Erdoğan'a karşı büyük bir zafer kazanması "ndan bahsedilmesi bu yönde bir söylemsel stratejinin kurulduğunu göstermektedir: h a f t a v< 1 - i d h3 G i i r t & y A I t i ı n s ' t a "/ / m /a- " A k & s i n l i / c / c a z c ı m r A x - '« , A 'iis r e v V / c ? ^ / c"i -c r t -h c t ^ v/~ Y 'a r -ı .y t i / < r i c / c ı r - /c q \ ? $ *cı& ırıci c i c i n î i . y ü f y o n .. Denktaş’ın y iiî tim i i1 ... ■ ■ Kuzey Kıbrıs’tan hayır çıkması demek, Denktaş’ın Erd°ğ 3 h ’a karşı büyük bir za fe r kazanması demek... 19 Nisan, Afrika Tüm bunlara ek olarak, Kıbrıslıtürk milliyetçilik söyleminin 'öteki'si Denktaş'ın, 'Evetçi' gazetelerdeki haber söylemi içinde Denktaş'ın açıkla malarına dair haber metinlerine eşlik eden Denktaş fotoğraflarının seçi minde de yukarıda bahsedilen ötekileştirme stratejisini gözlemlemek mümkündür: 32 • iletişim : araştırmaları Denktaş bu kez ‘hayır1 mitingine katılacak mı' 13 Nisan, Yeni Düzen Referandum Yasası konusunda mahkeme tamam,.. 22 Nisan, Yeni Düzen O E M K T A Ş 'İ N A K E L 7 . V R E E E R A NT> i ’M V E R T E L E T M E T A L E B İN E Y O R U M U : “DEMEK Kİ AKEL DAHA DOYMAMIŞTIR. DAHASINI DA İSTEMEKTEDİR” De tıkla;. liUncv Ktırıslokı narı ilenleri \KHL-.ıı B irleşim * M ıltcller den efcranüunıun bir kav nv ertelenmesi »lebini tlcgcrleıulirirkırıı. "İteinek kı AKI.t. lalıu ılayn u u n ııiıi, dolın.ııııı d» »temekledir kı uzatmak inliyor'' detti | tum l!m EAnm n rianı'nı kıihuf etmeniz I Çin 12 neden vardır' diye büyük bir proVInamla faaliyeti Patlattıklarım. AKI L'ın le kendi gazetesinde 'islediğimiz hctşcyı ildik diye beyanatların gırla gittiğini taydcdcrek , değerlendirilmesi gereken bir «mu olduğunu kaydetti. Denktaş, •'Görelim bokstun netice ne alacaktır. Zannedersem pazartesiye kadar hırşeylori vardır, kendi bilecekleri iştir. 1 AUlaklarının üstünde daha da isledikler t için ıluku da alnınk için girişim yapmış oluyorlar" dedi. Cumhurbaşkanı Kaul' , Denk tuş bazı televizyon kanallarında temaslarda bulunmak üzere önceki gün gllliği İstanbul'dan önceki gün akşam saat Dön toplanan Anayasa Mahkemesi Referandum Yasası'ran anayasaya aykırı olmadığına oybirliğiyle karar verdi... Böylelikle Denktaş'm “meşru değil" iddiaları havada kaldı! 10 Nisan, Afrika Temaslarının yararlı, konferansın da coşkulu geçtiftini ifade eden Denktaş. haklın "dedi. ••Burada dn faaliyete geçmemiz kızını dıyeıı Dcııkınş. halka An uıı Plam’nı netlen kabul edilem ez olduğunu Irnıle vo^ovlnrın halkta olduğunu v 12 Nisan, Afrika Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, haber metinlerinde Denktaş'm üzgün, düşünceli ve asık suratlı fotoğrafları kullanılmakta30 ve 'Evetçi' gazetelerden özellikle Yeni Düzen ve Afrika'da Denktaş bu şekilde ötekileştirilmektedir. Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi içinde, bir öteki figürü olarak Denktaş'm, Annan Planı'na yaklaşımlarındaki ortaklık ve dolayısıyla 'Hayırcı' olmaları temelinde Güney Kıbrıs'ın siyasi lideri Papadopulos'la birlikte amlması da bu söylemin çerçevelenmesinde bir araç olarak kul lanılmaktadır. 30 Araştırma yapılırken Denktaş'ı destekleyen hayırcı gazetelerde ise çoğunlukla Denktaş'm daha sevimli ve gülümseyen fotoğraflarının kullanıldığı görülmüştür. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 33 8 Nisan, Afrika Yukarıda Afrika gazetesinin 1. sayfa manşet haberini gösteren örnek te, 'Hayır'da birleşen Papadopulos ve Denktaş birlikte temsil edilmekte dir. 9 Nisan, Yeni Düzen 19 Nisan, Yeni Düzen Denktaş'm Rum 'öteki' ile aynı kategoriye dahil edilmesi son tahlil de Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenmekte ve bu söylemin meşrulaştırılmasını sağlamaktadır. 'E v e t'e Y ö n e lik P ro p a g a n d a İla n la rın d a 'K ıb r ıs lıtü r k ' M illiy e tç ilik S ö y le m in in Ç e rç e v e le n iş i Arınan Plam'nın kabulü veya reddine yönelik referandumun bir seçim süreci olması dolayısıyla 'Evet'i veya 'Hayır'ı destekleyen siyasi ve 34 • iletişim : araştırmaları sivil toplum örgütleri basın organları aracılığıyla bu süreçte propaganda faaliyetleri yürütmüşlerdir. Örnekleme dahil edilen gazetelerden Afika ve Yeni Düzen'de sadece 'Evet'e yönelik propaganda ilanlarına yer verilir ken, Kıbrıs gazetesinde her ikisine de yer verildiği görülmektedir. Milliyetçilik söyleminin açık bir şekilde yeniden üretildiği 'Hayır' ilanları yaranda 'Evet' propagandası yapan ilanların da farklı anlamsal içeriklerle de olsa bu söyleme eklemlendiği dikkati çekmektedir. G a z e te c ile r in B a s ın a s o n Ç a ğ d a ş h a p s e d ilm e m e s i, k e y fi d a v a la r a v e r ilm e s i, d ü n y a n o r m la r ın d a g a z e te c ilik ✓ KIBRIS T Ü R K D E VI. F.T Ü M ANAVATANIN G ARANTİSİ ALTINDA SONSUZA KADAR YAŞATMAK. / DÜNYA VE ANAVATAN İL E BÜTÜNLEŞM EK, / ANAVATAN’ IN Ö NÜNÜ AÇMAK VE ÇIKARLARIN I KORUMAK. / RUM D E V L E Tİ’ NE YAMA D E L İL EGEM EN E Ş İT ORTAK OLMAK. / GENÇ İNSANLARIMIZIN GÖÇMEMESİ, G İD EN LERİN GERİ DÖNMESİ, -/ AD ALETLİ BİR DÜZEN , K A L İTE L İ BİR YAŞAM V E REFAHA KAVUŞMAK, K ıb r ıs T ü r k i y e ’n i n y a p ıla b ilm e s i, T ü rkü v e d ü n y a d a h a k e tt ik le r i y e r i a la b ilm e s i, v e Ç o c u k la r ım ız a p a r la k g e le c e k b ır a k a b ilm e k b ir iç in / GEÇMİŞİN ACILARINI TE K R AR YAŞAMAMAK. / ÜLKEMİZİ ULUSLAR ARASI HU KUK İÇİNE SOKMAK. / TÜ K K İY E KÖKENLİ K ARBEŞLERİM İZİN, Y E N İ KIBRIS VATANDAŞLARI OLARAK TE SC İLİ İÇ İN VAHİ N “EVET İŞAD KKTC İŞADAMLARI D ERN EĞ İ 23 Nisan, Kıbrıs, Yeni Düzen 5 KIBRIS TÜRK GAZETECİLER BİRLİĞİ t 23 Nisan, Yeni Düzen ve Afrika Popülist milliyetçilik söylemi çerçevesinde 'Sağcı veya solcu' herke sin 'Evet' demesi gerekliliğine vurgu yapan TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) tarafından yayınlatılan aşağıdaki ilanda, bu şekilde Türkiye'ye borcun ödeneceği, bunun kurtarılmanın bedeli olduğu ifade edilmekte dir. Türkiye'nin AB üyeliği hedefine ulaşabilmesi için Annan Plam'na 'Evet' denmesinin 'Kıbrıs Türkleri'nin görevi olarak yorumlandığı bu ilanda da anavatan-yavruvatan metaforunun yeniden üretimi ve Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenme söz konusudur. Kuçuk Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 35 "Belki de mrihin cilvesi... Türkıve 1 9 7 4 ’ie Kıbrıs Türklüğünü kurtarmıştı. Simdi sıra Kıbrıs Türklerine geldi. Bu kez K K T C vatandaşları, Türkiye'nin kad erin i ellerin e almaya Haşan hu’irlantyorlar. Belki de bir borcun ödenmesi söz konusu..." Haşan Cem Cem alal- Milliyet Milliyet Kurtarılmanın da bir bedeli vardır. İster şükran borcu deyin, ister diyet borcu... İster sağcı olsun, ister solcu... 20 Nisan, Kıbrıs R e fe ra n d u m S o n u ç la rın ın T e m s ilin d e v e R e fe ra n d u m S o n ra s ın d a T ü rk M illiy e tç ilik S ö y le m in in Ç e rç e v e le n iş i Referandum öncesinde, özellikle Annan Planı'na dair kazanmaların öne çıkarılması suretiyle gündem oluşturan 'Evetçi' gazetelerde, referan duma katılacak iki taraf bir spor müsabakasının birbirine rakip takımları gibi temsil edilerek bir çatışma söylemi kurgulanmıştı. Kendileri gibi 'Evet' demelerini bekledikleri karşı tarafı (ya da rakibi) oyunu kuralları na uygun oynamaya davet eden bu söylemde, böyle olmadığı takdirde (yani plana 'Hayır' dediklerinde) cezalandırılmalarının gerektiğine dair beklentiye eşlik eden tehditkar bir üsluba yer verilmekteydi. Referan dumdan sonra plana % 75.83 oramnda 'Hayır' diyen Rum tarafı, referan dum öncesindeki bu söyleme bağlı olarak 'Evetçi' gazeteler tarafından eleştirilmiştir. 'Evet'i destekleyen bu gazetelerde % 64.91 oramnda 'Evet' oyu veren Kıbrıslıtürkler yüceltilirken, daha önce 'kardeşlerimiz' ya da 'komşularımız' şeklinde temsil edilen Rum toplumu olumsuz niteleme lerle ötekileştirilmiştir31. Türk-Rum karşıtlığı çerçevesini yeniden üreten bu söylem Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir. Referandum da Annan Plam'na 'Evet' oyu veren Kıbrıslı Türklerle ortaklığı kabul etmeyen Kıbrıslı Rumlar'ın 'kötü' oluşu, milliyetçilik söyleminde 'öteki'nin 'biz'i sevdiği ölçüde 'iyi' olabileceğine dair kuralı ortaya koy maktadır. 31 Bu türdeki ötekileştirme, Rum tarafının en güçlü siyasi oluşumu ve sol partisi AKEL'in referandumda 'Hayır'ı destekleyeceğini açıkladığı dönemde de görülmek tedir. 36 • iletişim : araştırmaları Afrika gazetesinde yayınlanan bazı haber başlıkları ve köşe yazıla rından bu konudaki örnekler32 şöyledir: "... Rum hayır dedi, biz evet dedik ama büyük ikramiye onlara çıktı yine.... Türkiye'ye kızıyorduk eskiden, şimdi ise Rum'a kızıp duruyoruz...Barış elimizi geri çevirdiğiniz için bin pişman edeceğiz sizi...Biz evet dedik ve sizden ne kadar daha barışçı olduğumuzu anlamayan kalmadı işte bu dün yada!..." (26 Nisan, Şener Levent) "Şimdi biz kime kızalım? Başımızı hangi taşlara vuralım? Resmen kandı rıldık. Üç kağıda getirildik Biz evet dedik. Rum tarafı yüzde 75'le hayır dedi. Ama ödülü onlar alacak..." (26 Nisan, Turgut Afşaroğlu) "... Kıbrıs'ta barışı engelleyenler bellidir. Şimdi onların kapısına gidip 'Kıbrıs'ta barış engellenemez' diye haykırmalıdır..." (26 Nisan, Erdoğan Baybars) "... Komşunun adam olacağı yok. Bir yandan referandumda çıkardıkları yüzde 75 'hayır’ı hem Kıbrıstürklerine hem de dünyaya anlatmakta zorla nırken, diğer yandan da barikatlarda yapmadıkları rezillik kalmıyor... Dostluk değil düşmanlık sergiliyorlar..." (28 Nisan, Turgut Afşaroğlu) 32 Afrika gazetesi yazarlarından Şener Levent'in 28 Nisan tarihli köşesinde bahsettiği, Güney'e geçmek isteyen bir Kıbrıslı Türkün Ledra Barikatı'nda Rum polisi tarafın dan çınlçıplak soyundurularak uyuşturucu kontrolü yapılması ile ilgili olay da refe randum ertesinde Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenme olarak okuna bilecek önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Bu olaya dair Afrika gazetesin deki yorumlar, olayın faili Rum'a karşı 'biz'in nasıl kurulduğunu göstermektedir: "... Bizim polis şimdiye dek Ledra barikatında hiçbir Ruma bu muameleyi yapmadı. Biz Rum kardeşlerimizin Kuzey’e pasaportsuz geçebilmeleri için burada bayrak açarken, onlar Kıbrıslıtürklere bu kapılarda neler yapıyorlar meğer! Dostluk.. Kardeşlik.. İç içe yaşama.. Birleşik Kıbrıs.. Havanda ne kadar su dövmüşüz hal..." (28 Nisan, Şener Levent) "... Geçiş noktalarında Rum polisleri Kıbrıslıtürklere, insanlık dışı, hayasız ve aşağılayıcı davranışlarda bulunuyorlar!... Amaçları kuzeyden güneye geçişleri böylesine pis yöntemlerle ortadan kaldırmaksa, merak etmesinler, kısa sürede bu amaçları büyük ölçüde gerçekleşebi lir!... Barikatlarda insanımıza reva gördükleri hayasız davranışlar, referandumda kötünün iyisini ellerinin tersiyle iterek çok ezici bir çoğunlukla hayır demelerinin tercümesidir!.." (30 Nisan, Mehmet Levent) Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 37 "... Bizi överler, Urum'a kızarlar ama, Urum'u ihya ederler, biz da ağzımı zı poyraza açarık..." (29 Nisan, Arif Haşan Tahsin) "... Helen merkezcilikten bir türlü kurtulamayan ve Kıbrıslıtürkleri her hangi bir ortaklığa layık görmeyen Kıbrıslırumlar ise ‘hayır'larını çerçeve leyip duvarlarına assınlar; bizi aşağıladıklarının en güzel hatırasıdır..." (30 Nisan, Ümit İnatçı) Yeni Düzen gazetesinde de referandumda 'Hayır' dediği için öfke duyulan Rum toplumunu ötekileştiren bazı haber başlıkları ve köşe yazılarından bu konudaki örnekler şöyledir: "... Kıbrıslı Türkler kazanmış, Kıbrıslı Rumlar ‘buruk’ ve 'mahcup' olarak Avrupa'ya adım atmış, vicdanlarda ve dünyanın gözleri önünde kaybet mişlerdir..." (25 Nisan, Cenk Mutluyakalı) Yukarıdaki ifadede, 'kazanma' ve 'kaybetme' kavramlarıyla gön derme yapılan ve bir spor karşılaşmasının rakipleri olarak konumlandı rılan Türk ve Rum tarafları, karşıtlık çerçevesinde kurgulanmakta ve bu temsil Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir. "... Elbette bedelini ödemelidirler ve ödettirilecektirler ama onlar Annan Planı'na hayır dedi diye, hiç kimse Kıbrıslıtürklerin evet dediğini görmez den gelip, Rum bayırının, Türk evetinin önüne geçirilmesine çalışamaz bu saatten sonra..." (26 Nisan, Nazım Beratlı) "TC Bakanlar Kurulu: Çözümsüzlüğün kaynağı Rum tarafıdır" (27 Nisan, 7. sayfada haber başlığı) "TC Dışişleri Bakanı Gül: Statükocu Rumlar!.." (28 Nisan, 5. sayfada haber başlığı) Yukarıdaki aktarma ifadelerde de referandumda 'Hayır' diyen Rum tarafı genelleştirilerek temsil edilmekte ve tırnak işareti kullanılmadan aktarılan bu ifadeler halkın ortak sesine dönüştürülmektedir. Türk milli yetçilik söylemine eklemlenen bu ifadelerle bu söylem yeniden üretil mektedir. Aynı anlamlandırma stratejisini aşağıda evetçi Kıbrıs gazete sinden verilen örneklerde de gözlemlemek mümkündür: 38 ■iletişim : araştırmaları "Alman Partilerinden Kumlara Veryansın" (26 Nisan, 5. sayfada haber başlığı) "Çiçek: Kıbrıs'ta Çözümsüzlüğün Açık Kaynağı Rum Tarafıdır" Nisan, 7. sayfada haber başlığı) (27 "... Rumlar 1950'de gerçekleştirdikleri Enosis plebisitinde yüzde yüzlük çoğunlukla Türklerle hiçbir şeyi paylaşmama kararlılıklarını tarihe yazdır mışlardı..Ve 54 yıl sonra yapılan halk oylamasında paylaşımcı ruha kor kunç derecede uzak olduklarını bir kez daha gösterdiler. Zaman değişir, onlar değişmez..." (27 Nisan, Ahmet Tolgay) “İşte tarihi referandumun sonuçları da gösterdi; Türkleri beğenmiyorlar! Kendilerine eşit görmüyorlar!.. Sergiledikleri çağdışı karakteri 'güvenlik kaygısı' gibi bir mazeretle kamufle etmeye çalışıyorlar. Ama boşuna çaba. Yutturamazlar..." (30 Nisan, Ahmet Tolgay) Kimlikler verili ve sabit olmayıp kimliklenme süreci içinde ötekine göre konumlanırlar. Bu temelde, referandumdan çıkması muhtemel her iki taraftan 'Evet' sonucunun, bu tarafları ortak vatan idealinde birleşti receği beklentisinin boşa çıkmasının, kendilerini 'Kıbrıslıtürk/Kıbrıslı Türk' olarak konumlandıran kesimde yarattığı öfke, bu kimlik kurgusu nun çerçevelendirilişinde 'Türklüğü', 'Kıbrıslılıktan' bir adım öne taşı mıştan Dolayısıyla, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, referan dumda 'Hayır' diyen yaklaşık % 76'lık kesimle birlikte 'Evet' diyenler de dahil, bütün Rumlar genelleştirilerek aym kategoride değerlendirilmek te ve bu şekilde 'biz'e karşı 'onlar' kurgulanmaktadır. Ayrıca yukarıda 'Evetçi' gazetelerden verilen örneklerin bir kısmı nın Türkiye'de konu ile ilgili görüş bildiren siyasetçiler ve kurum ve kuruluşların temsilcilerinden aktarılanlar olduğu göze çarpmaktadır. Türkiye'ye bağımlılığı reddeden bazı 'Evetçi' grupların sözcüsü olan bu gazetelerde Türkiye'den görüşler aktarılması bu bağlamda bir ironi oluş turmaktadır. Referandum öncesinde 'Evetçi' basın tarafından kurgulanan Erdo ğan/Denktaş karşıtlığının da referandum sonrasında çözülmeye başla dığı gözlemlenmektedir. Afrika gazetesi yazarlarından Mehmet Levent, Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 39 referandum sürecindeki bu karşıtlık halini 29 Nisan tarihli köşe yazısın da evli bir çiftin kısa süreli ayrılığı olarak şöyle betimlemektedir: "Önceki gün Denktaş, AKP'ye hayranlık ve övgüler döşeyerek, ilan-ı aşk tazelemişti! Tıpkı nikah tazeler gibi! Erdoğan, anında yanıt verdi Rauf Bey’e. 'Denktaş'a sevgim ve saygım aynen devam etmektedir!' Böylece iş tatlıya bağlandı! Onlar, 'birlik beraberlik ve dayanışma ruhu' içinde bir yastığa baş koymaya devam kararı alırken, olan da ‘köprüleri attılar, artık bu iş bitti' diye dedikodu yapanlara oldu! Tıpkı karı-koca kavgaları arasına girilmez, örneğinde olduğu gibi!... Onlar barışır siz arada kalırsınız!..." Referandumun sebep olduğu toplumsal kutuplaşmanın yerini birlik beraberliğe bırakması gerektiği vurgularıyla birlikte ele alındığında bu dönüşüm, anavatan-yavruvatan ikiliğinin tekrar oluşturulması bağla mında Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçiliği söyleminin yeniden üretimini sağlamaktadır. Referandum öncesinde 'Evet'i destekleyen gazetelerin 30 Nisan tarihli sayılarının birinci sayfalarına bakıldığında, Avrupa Birliği Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi'nde Kıbrıs'ın durumuyla ilgili olarak alman kararlara dair haberler bağlamında, haberlere eşlik eden fotoğraflarda, Türkiye ve KKTC hükümet yetkililerinin bir arada görüntüleri kapsa mında, Türkiye ve KKTC hükümetlerinin 'biz', kuzeyden 'Evet' çıkması halinde vadettiği sözleri yerine getirmeyen 'Avrupa'nın ve AB'de Kıbrıs'la ilgili alman kararları olumsuz yönde etkileyen 'Güney Kıbrıs yönetimi'nin 'onlar' kategorisinde temsili de, anavatan-yavruvatan metaforu çerçevesinde Türk milliyetçiliği söylemine eklemlenmektedir. m S|M YenİDLİZEN Yanı vizyon 40 • iletişim : araştırmaları D e ğ e rle n d irm e v e S o n u ç Kıbrıslılığı öne çıkaran 'Kıbrıslıtürk' kimliğinin, şartlar dahilinde kimi zaman Türkiyeli'yi kimi zaman Kıbrıslırum'u 'öteki' olarak konum landıran bir kimlik tasavvuru olarak ortaya konulduğu görülmektedir. Bu konumlandırmada ise öteki olarak belirlenenin dışında zayıf kalan diğer öteki 'biz' kurgusuna dahil edilmekte, yani 'Kıbrıslıtürk' kimliği nin bileşenlerinden kimi zaman Rum ötekine karşı Türkiyeli ile birlikte 'biz'(=Türk) olunurken, kimi zaman Türkiyeli ötekine karşı Rum ile birlikte bir 'biz'(=Kıbrıslı) kurgusu inşa edilmektedir. 'Evetçi' ya da 'Hayırcı' gruplar, ortak bir şekilde Türk ve Rum kimlik kategorilerini bir karşıtlık çerçevesinde kurmaktadır33. Kıbrıslıtürk kimlik tasavvurunun 33 Hamasi Türk milliyetçilik söylemine sahip 'Hayırcı' basmda açık bir şekilde Türk kimliği 'biz', Rum kimliği 'öteki' olarak konumlandırılırken, araştırmanın örnekleminin de dahil olduğu 'Evetçi' basmda da Türk-Rum karşıtlığım kurgulayan çerçe velendirme dikkati çekmektedir. Aşağıdaki başlıklarda da görüldüğü gibi, gazeteler de bu iki kimlik 'Rumlar' ve 'Türkler' şeklinde genelleştirilerek, hatta kimi zaman yalmzca 'Türk' ve 'Rum' şeklinde kişileştirilerek temsil edilmekte ve bu temsil Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir: Kıbrıs Gazetesi "Türkler Memnun Rumlar Rahatsız" - 2 Nisan, 5. sayfada üst başlık "Rumlar Tek Başına 'Hayır' Derse, Cezasını Türkler Çekmez" - 11 Nisan, 4. sayfada üst başlık "Rumlar Çözümün Gerçekleriyle Karşılaştılar ve Korktular" - 1 7 Nisan, 5. sayfada üst başlık "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ne Türklerden Evet, Rumlardan Hayır" - 25 Nisan, 1. sayfada manşet "Rumların 'Hayır'ı Türklerin Kararım Ortadan Kaldırmaz" - 26 Nisan, 9.sayfada üst başlık "Rum'a Şamar" - 28 Nisan, 1. sayfada manşet Afrika Gazetesi "Türk ve Rum Partiler Liderleri Ledra Palace'da Görüştü" - 6 Nisan, 7. sayfada haber başlığı "Türk Listesi Sır Gibi Saklanıyor!" - 12 Nisan, 6. sayfada haber başlığı "Tehditle Ruma Evet Baskısı" - 17 Nisan, 1. sayfada manşet "Ambargonun Kaldırılmasına Rum Engeli!" - 26 Nisan, 3. sayfada haber başlığı "Talat: Rumların Üyeliği Dondurulsun" - 27 Nisan, 7. sayfada haber başlığı Yeni Düzen Gazetesi "Başbakan Talat: Rumlar Çözümden Korktular" - 1 7 Nisan, 7. sayfada üst başlık "ABD'den Rumlara Uyarı!" - 1 7 Nisan, 8. sayfada haber başlığı "Rumlar Fena Başlayacak!" - 24 Nisan, 4. sayfada haber başlığı Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 41 değişken ötekilik konumlan göz önüne alındığında ise, Kıbrıslılığın etnik aynmı kapsayan bir kimliksel duruş ve bu kimlik üzerine kurulan milliyetçilik söyleminin de etnik karakterde bir milliyetçilik söylemi olduğu sonucuna varılmaktadır. Tüm bu saptamalar ışığında ise Kıbrıslıtürk kimlik tahayyülünün sabitlenmiş bir milli kimlik olmadığı tespiti doğrulanmaktadır. Referandum sürecinde, 'anavatan' Türkiye'deki siyasi iktidarın, Annan Plam'nın desteklenmesi gerekliliğine dair açıklamalarına, 'Evet'i destekleyen gruplar tarafından sıklıkla kullanılan 'Yes be annem!' sloga nıyla karşılık verilmektedir34. Bu bağlamda, yukarıda da ifade edildiği gibi, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının ortak çıkarlarının vurgulanması, statükoya muhalif olan bu grubun karşı olduğu ve baskın çerçeveyi oluşturan statükocu Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmesini sağla mıştır. Hatta bazen bu durum, 1974 müdahalesiyle can güvenliğine kavuşturulan Kıbrıslıtürklerin Annan Plam'na 'Evet' diyerek, Avrupa Birliği üyelik sürecinde 'kurtarıcısTnın önünün açılmasını sağlamak anlamındaki 'diyet borcunun ödenmesi' olarak da ifade edilmiştir. Sonuç olarak, Kıbrıs'ta 24 Nisan 2004'te yapılan referandum sonuç ları, % 75.83 oranında 'Hayır' oyu çıkan Güney'de Rum (ya da Helen) milliyetçiliğinin baskın çerçeve olarak hegemonyasını sürdürdüğü şek linde yorumlanmıştır. Buna karşılık, % 64.91 oramnda 'Evet' oyu çıkan Kuzey'de ise bu durum, toplumsal bir dönüşüm olarak değerlendirilme sine rağmen, çalışma kapsamında yapılan analizlerde, bu süreçte ortaya çıkan Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini inşa eden çerçeveleme araçları nın, aslmda Kuzey'de de baskın çerçeve olarak yeniden üretilmeye devam eden Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlendiğini ve Türk milliyetçilik söyleminin meşruiyetini korumaya devam ettiğini ortaya koymuştur. 2004 referandumuna giden süreçte, kendilerini 'Kıbrıslıtürk' olarak tanımlayan kesimin özellikle 'Türkiyeli Türk'e karşı inşa ettiği ve kimi zaman etnosentrik karakter taşıyan bir milliyetçilik söyle mini de içine alan toplumsal muhalefetin, genel olarak ekonomik buna lımlar ve siyasi belirsizlik ortamından beslendiği sonucuna varılmıştır. 34 Referandum sürecinde meydanlarda sıklıkla tekrarlanan bu slogan, daha önce Kıbrıs Türk milliyetçilik söylemi içinde üretilen 'Şükran sana anavatan' sloganıyla yer de ğiştirmiştir. 42 • iletişim : araştırmaları Nitekim, referandum sonrasındaki süreçte coşkulu havanın ortadan kaybolmasıyla birlikte taşlar eski yerlerine oturmuştur. Kuzey Kıbrıs'ta ki reel politika alamnda, önce 19 Nisan 2009 parlamento seçimlerinde Türk milliyetçilik söylemine sahip UBP'nin % 43.97'lik oy oramyla 50 milletvekilinden oluşan meclise 26 milletvekili ile girmesi ve akabinde 18 Nisan 2010 cumhurbaşkanlığı seçiminde UBP lideri Derviş Eroğlu'nun % 50.38 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmesi de bu çalışmada ortaya konan Türk milliyetçilik söyleminin hegemonyasım sürdürdüğüne dair iddiayı destekleyen sonuçlar olmuştur. Kaynakça Alankuş, Sevda (1995). "Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıslı Türk Kimliği." Birikim 77: 27-38. Aliefendioğlu, Hanife ve Nurten Kara (der.) (2009). Kuzey Kıbrıs'ta Medya ve Temsil. Ankara: Dipnot Yayınları. Anderson, Benedict (2007). Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. Çev., İskender Savaşır. İstanbul: Metis Yayınlan. Ateşin, Hüseyin M. (1999). Kıbrıslı Müslümanların 'Türkleşme ve ’Laik’leşme Serüveni (1925-1975). İstanbul: Marifet Yayınları. Baştürk Akça, Emel (der.) (2007). Kimlik, Medya ve Temsil. Ankara: Nobel Yaym Dağıtım. Beratlı, Nazım (1991). Kıbrıs'ta Ulusal Sorun (yaymevi ve basım yeri yok) Berger, Peter L. ve Thomas Luckman (1966). The Social Construction ofReality: A Treatise in the Sociology of Knoıvledge. New York: Anchor Books. Billig, Michael (2002). Banal Milliyetçilik. Çev., Cem Şişkolar. İstanbul: Gelenek Yayıncılık. Bizden, Ali (1997). "Kıbrıs (lı/Türk) Milliyetçiliği." Birikim 97: 79-91. Bora, Taml (1995a). Milliyetçiliğin Kara Baharı. İstanbul: Birikim Yayınları. Bora, Taml (1995b). "Milli Dava Kıbns: Bir Velayet Davası, Türk Milliyetçiliği ve Kıbrıs." Birikim 77:18-26. Bryant, Rebecca (2007). Tebaadan Vatandaşa Kıbrıs'ta Modernite ve Milliyetçilik. Çev., Seyhan Özmenek. İstanbul: İletişim Yayınları. Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 43 Calhoun, Craig (2007). Milliyetçilik. Çev., Bilgen Sütçüoğlu. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınlan. Canefe, Nergis (2006). "Türklük Tarihi ve Kıbns: Kıbnslı Türk Kimliğinin Hikayelenmesinde Bir Yolağzı." Hatırladıkları ve Unuttuklarıyla Türkiye'nin Toplumsal Hafızası, (der.) Esra Özyürek. İstanbul: İletişim Yayınları. Cockbum, Cynthia (2005). Hat, Kıbrıs'ta Kadınlar, Taksim ve Toplumsal Cinsiyet Düzeni. Çev., Selda Somuncuoğlu. İstanbul: İletişim Yayınları. Copeaux, Etienne ve Claire M. Copeaux (2009). Taksim! Bölünmüş Kıbrıs 19642005. Çev., Ali Berktay. İstanbul: İletişim Yayınları. Çevikel, Nuri (2007). "Kıbns Türk Tarihi." Suya Düşen Sancak, (der.) Nihat Öztoprak ve Bayram Ali Kaya. İstanbul: 47 Numara Yayıncılık. 13-59. Derya, Doğuş (2006). "Cinlenmiş Özgürlüğümüz, Çatlaktaki Özgünlüğümüz! Bir Eşiktelik Hali Olarak Kıbrıslıtürk Kimliğini Okumak." Kıbrıs Yazıları 2: 36-46. Entman, Robert M. (1993). "Framing: Toward Clarification of a Fractured Paradigm." Journal of Communication 43(4): 51-58. Erhürman, Tufan (2006). "Kıbns Türk Solunda Kıbrıs Merkezli Kimlik Arayışları, Ötekiler ve İnsan Hakları." Kıbrıs Yazıları 3: 93-106. Finlayson, Alan (1998). "Ideology, Discourse and Nationalism." Journal of Political Ideologies 3(1): 99-118. Goffman, Erving (1974). Frame Analysis. Philadelphia: University of Pennsylvania Press. Hail, Stuart (1998). "Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etniklikler." Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi, (der.) Anthony D. King. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Hasgüler, Mehmet (der.) (2008). Kıbrıslılık. İstanbuFAgora Kitaplığı. İlter, Tuğrul ve Sevda Alankuş (2009). "(Üvey) Ana-Yavru Vatan Diyalogunun Kuzey Kıbns'taki Değişen Temsilleri." Kuzey Kıbrıs'ta Medya ve Temsil, (der.) Hanife Aliefendioğlu, Nurten Kara. Ankara: Dipnot Yayınları. 44 • iletişim : araştırmaları İsmail, Sabahattin (1998). Kıbrıs Üzerine Bildiriler. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayınları. Kızılyürek, Niyazi (2005). Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti. İstanbul: İletişim Yayınları. Öztoprak, Nihat ve Bayram A. Kaya (der.) (2007). Suya Düşen Sancak, Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine İncelemeler. İstanbul: 47 Numara Yayıncılık. Ratip, Mehmet (2008). "Kıbnslılık 'Beytambal Galsın'." Kıbrıslılık. (der.) Mehmet Hasgüler. İstanbul: Agora Kitaplığı. Searle, John R. (2005). Toplumsal Gerçekliğin İnşası. Çev., Muhittin Macit ve Ferruh Özpilavcı. İstanbul: Litera Yayıncılık. Tannen, Deborah (2009). "Framing and Face: The Relevance of The Presentation of Self to Linguistic Discourse Analysis." Social Psychology Quarterly 72(4): 300-305. Tuchman, Gaye (1978). Making Neıvs: A Study in Construction ofReality. New York: The Free Press. Yetkin, Sabri (2002). "Türkçe Kıbrıs basımnda Milli İktisat-Milli Burjuvazi yaratma çabaları." Türkler 14: 293-304. Yücel, Hakkı (2003). "Tarih, Kimlik ve Siyaset Üçgeninde Kıbrıslı Türkler." Birikim 167:31-38. Zeybek, Tijen (2006). "Milliyeti Her Türlü Kimliğin Üzerine Çıkarmamn Sonucu: Küreselleşen Dünyada Kimliksiz Kalma Başarısı." Kıbrıs Yazıları 2: 47-55. 45 Nuances of'Culture', 'İslam'and 'Conflict': A Selective Qualitative Analysis of International Nezvspaper Discourses in the Year 2008 Dinu Minteanu Abstract Follovving a discussion of the theoretical and practical ambiguities/dilemmas posed by the topic at hand, this paper applies framing-analysis and cultural discourse analysis unto a sample of International news-media articles. in order to investîgate the conceptual mechanics specific to the manner in which the term 'culture' is globally employed by journalists, in relation to the vvords 'conflict' and 'İslam'. Having used a constructivist approach tovvards the subject matter, the author condudes that the literal presence of the term 'culture' or 'cultural' in the articles' headlines is a likely indicator of nuanced, rather than polarized discourses involving 'İslam' and 'conflict'. The notions of 'nuanced' and 'polarized' narratives will be defined, exemplified and highlighted throughout the paper, in an effort to provide a complementary methodological-hermeneutical System to that of quantitative, statistically-driven analyses. Keyvvords: İslam, conflict, discourse, nevvspapers 'Kültür', 'İslam've 'Çatışma' Arasındaki Nüanslar: 2008 Yılı Seçilmiş Uluslararası Gazete Haberlerinin Niteliksel Analizi Özet Bu makale, alandaki kuramsal ve uygulamaya dair belirsizliklere/ikilemlere ilişkin bir tartışma çerçevesinde kültür kavramının küresel olarak gazeteciler tarafından kullanılma biçimlerinin kavramsal mekanizmalarını, 'çatışma' ve İslam' kavramları ile ilişkilendirerek uluslararası haber medyası makaleleri örneklemi üzerinden çerçeveleme analizi ve kültürel söylem analizi uygulayarak araştırmaktadır. Ele alınan konuya ilişkin inşacılık yaklaşımını kullanarak yazar, gazete başlıklarında 'kültür' veya 'kültürel' sözcüklerinin kullanımının, İslam ve çatışmayı içeren kutuplaşmış bir söylemden daha çok ince farklılıklara işaret ettiği sonucuna ulaşmıştır. Makalede, 'ince farklılıklara sahip' ve 'kutuplaşmış' anlatılar, niceliksel, istatistiksel analizleri tamamlayan metodolojik-hermeneutik bir sistem sunma çabasıyla tanımlanacak, örneklendirilecek ve vurgulanacaktır. Anahtar Kelimeler: İslam, çatışma, söylem, gazeteler iletişim : araştırmaları • © 2 0 0 6 •4(2): 45-78 46 • iletişim : araştırmaları Nuances of 'Culture', 'İslam'and 'Conflict': A Selective Qualitative Analysis of International Neıvspaper Discourses in the Year 2008 T h e C u ltu re R id d le: A N e c e s s a ry In tr o d u c tio n The Central focus of this specifically targeted, exclusively qualitative investigation into the written discourses of several English-written newspapers is the concept of 'culture' — more precisely, the manner in which this Cardinal notion is constructed, used, or taken for granted by various joumalists, in relationship with two other key words — 'İslam' and 'conflict'. Before going into the methodological and empirical details of this analysis, several preliminary, general parentheses drawn around these key concepts will not only prove fruitful, but will also play an essential role in anticipating the meth odological choices later made by the author. 'Culture', perhaps more in the 21st century than during the one preceding it, is a notion that has clearly become politically, socially and psychologically charged, as VVestemers live and vote in a context of global eth(n)ical uncertainties. Liberal democracies across post-modem Europe are faced with a number of trials, attributable as much to the economic vagaries of a globalized financial system, as to the mutating social fabric of the world itself. Liberals and conservatives alike seem to acknowledge the dilemmas posed by such socio-political challenges as mass immigration, youth unemployment, demographic downturns, or the many blurry issues of 'multicultural' societies. Although Solutions put on the table by various parties (political or not) differ considerably, formulations of many of these problems are frequently articulated using key notions such as 'culture', 'civilisation' or Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 47 'identity'. To these terms, popular labels such as 'İslam' or 'VVestern' are frequently attached and counterpoised, marking the birth of particular rhetorical discourses, the details of which we vvill examine shortly. Yet before reviewing a process that was made transparent by Edward Said (1997) well before my own modest analysis was conceived, one should take the time and reveal the intrinsic ambiguities pertaining to what I would cali a complex constructivist algebra generated by such a seemingly simple ter m as 'culture'. Firstly, although it may appear somewhat axiomatic when formally stated out, it might nonetheless prove instructive to briefly consider the fact that, more so today than ever before, the world takes an enormous amount of things for granted. Interestingly enough, the more "civilized" — or, as Ingleheart (2008) would put it — the more post-material a society is, the more it seems to rely on presupposed physical and mental structures. Surely enough, we value and use credit cards not because of their explicit value (as would have been the case with a Medieval golden coin), but because of certain implicit attributes with vvhich this ubiquitous piece of magnetized plastic is associated (such as bank account balances, credit thresholds or access to ATM machines). Furthermore, knovving how something functions is not a necessary condition for us claiming it for usage and expecting it to perform adequately. This observation obviously concerns, but is not limited to the technical repertoire of the modem world (computers, mobile technology ete.); it also covers much more abstract, yet none- 48 • iletişim : araştırmaları theless influential, Central structural notions of our daily lives. 'Democracy' is one such notion, and 'culture' is another. These two concepts, the former serving as an auxiliary example and the latter being of direct interest to us, are undoubtedly familiar and are generally taken for granted by most people. Hovvever, on a closer mental inspection, both will generate highly complex dialectics and will prove to be equivocal, and thus difficult to exhaustively define. Democracy is, of course, much more than a political system in which leaders are appointed by popular vote. While scholars such as Held (2006) continue to articulate the complexities, limitations and manifold implications of various democratic models (for it is, indeed, more sensible to talk about democracies than about 'democracy' per se), such academic ventures do not lessen the sharp relevance of what Winston Churchill önce said: "The best argument against democracy is a five minute conversation with the average voter". Keeping the same undertone, one may argue that an equally strong argument against culture (or at least against some customary aspects of it) is a five minute talk with a contemporary European right-wing popülist1. Such things considered, one should tread carefully when trying to grasp what 'culture' actually is. The distinguished cultural anthropologist and proponent of symbolic anthropology Clifford James Geertz sees culture as a "historically transmitted pattern of meanings embodied in symbols, a system of intended conceptions expressed in sym bolic forms by means of which men communicate, perpetuate and develop their knowledge about and attitudes towards life" (Geertz, 1973: 5). The problem with such a broad definition is that it allows itself to be stretched to the point when almost everything and anything can be considered 'culture'. Not surprisingly, other scholars adopted a differently divergent approach, which resulted in the formulation of 1 See Betz and Johnson (2004) and Cuperus (2003) to understand how the notion of culture has implicitly and explicitly been used by contemporary right wing popülist parties throughout Europe to sketch out simplistic, uncompromising ethno-national policies in a world in which such Solutions do not only fail to resolve crises, but are often a product of media use-and-abuse and of the shallow forms of "symbolic" politics. Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 49 över 150 definitions of 'culture', ranging from "leamed behaviour" to "intrinsic ideas of the human mind", a "construct of logical nature", "psychological defence-mechanism", "statistical fiction" ete. (Kroeber and Kluckhohn, 1952, cited in VVhite, 2003: 2). To lessen the confusion and nonetheless add to the complexity, one should also keep in mind that 'culture' may well be seen as one of Gallie's (1964) 'essentially contested', or fundamentally controversial notions: it is highly complex, it contains an evaluative element, is susceptible to being defined divergently, and can trigger new debates as historical contexts change. T h e C o n te m p o ra ry In te r p la y of 'C u ltu r e ', 'C o n flic t' and 'İs la m ' Narrowing down the definition of 'culture' according to how it is portrayed and used in present-day political and social affairs will not only bring us eloser to the topic of this research paper, but it will also provide a hermeneutical basis tor understanding the analyzed newspaper narratives themselves. Raymond VVilliams (1995) discerns three connotations of culture that seem to have melted together in today's public perception: culture as civilization, culture as way of life and culture as monument. Culture thus becomes a complex system of values, ideas and practices. It is prevailing in its specificity and tends to be diseriminatory by nature. It creates a polarisation between those who belong to it and those who do not (hence the apparent strong validity of the "cultural conflict" construct, i.e. the 'democratic West' vs. a 'violent İslam' — an issue that will be specifically addressed later on). That is to say, "people fail back on these elements to reflect on their identity and position" and to react to societal and political changes (Koenis and Roder, 2008: 5). Shortly after the fail of the Iron Curtain, in a keen anticipation of emerging political and ideological uncertainties, the well-known Harvard seholar Samuel Hunhngton (1993) suggested that the murky waters of international politics need not and, indeed, will not prove to be that murky after ali. Hunhngton sketehed out a post-Cold War globe distinctly divided into several "civilizations" (Western, Islamic, 50 • iletişim : araştırmaları Hindu, Confucian, Latin American, Slavic-Orthodox and possibly African), ali implacably ordained to clash with one another, due to their essential and irrevocable cultural2 differences — 'İslam' and the 'VVestern VVorld' are especially seen as antagonist future forces, in a scenario that is basically reduced to a 'West against the rest' story-line. In putting forward his now (in)famous Clash o f Civilisations thesis, Huntington not only sparked a lively debate3 among social and political scientists, but also became influential on a wider political scale, especially following the September 11,20014 terrorist attacks on Amer ican soil. It was not uncommon during the following years for high-level American officials to allude to Huntington or to his paradigm when referring to the (ongoing) global war on terror, its implications, causes or ramifications. Alongside Huntington, Princeton University Professor Bernard Lewis and Daniel Pipes (director and founder of a Middle East Forum think tank and an influent scholar of Middle Eastern history) are two more eminent members of what Gerges (1999) identifies as an erudite, "confrontationalist" camp of Amer ican scholarship activists who firmly believe that "political İslam" (an ominous, yet somewhat obscure idiom) and "democracy" are incompatible realities. 2 Ideological, economical and even fundamentally geo-political state-dynamics are more or less shoved aside, in the face of what for Huntington seems to be the exponentially increasing relevance of "civilizational" rifts and incompatibilities. For a brief summary of alternative explanations put forward by other scholars, see Munteanu (2008). 3 See, for example, Huntington et al. (1996), Brown (1999) or Holton (2000). Even the Encyclopaedia Britannica Editorial Board appointed Harvard Professor of Anthropology James Watson (2003) to update their article on globalization with a section called Emergerıce of global subcultures; the text extensively quotes Huntington's work, while taking a consistent, nuanced and highly critical approach towards it. 4 The September 11 attacks were a series of coordinated suicide attacks by terrorist organisation al-Qaeda upon the United States of America, on September 11, 2001. Nineteen terrorists managed to crash two commercial airplanes into the Twin Towers of the New York World Trade Centre (which consequently collapsed), and a third airliner into the Pentagon. Minteanu • Nuances of ’Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 51 It is interesting to observe how Huntington manages to interchangeably use the highly intricate notions of 'culture' and 'civilization', and how he tends to overlook hundreds of years of history5, in the process of creating conflicting islands of civilizational distinctiveness. Moreover, it remains curious t ha t, despite elaborate and rather exhaustive critiques (e.gv VVedeen, 2003; Said, 2001; Huntington et al., 1996) and empirical refutations (Fox, 2005; Mungiu-Pippidi and Mindruta, 2002; Henderson and Tucker, 2001; Russett et al., 2000), his ideas surface, in one form or another, on the political or mental agendas of global political actors6. A long time critic of the Huntingtonian paradigm, and an outspoken proponent of Arab issues, Edvvard Said (2004) claimed that not only is the Clash o f Civilisations thesis a "reductive and vulgar notion" (p. 226), but it is also an illustration "of the purest invidious racism, a şort of parody of Hitlerian Science directed today against Arabs and Muslims" (p. 293). In this sense, Said's monumental works on (anti-)Orientalism, cultural imperialism and the politics of dispossession might have raised several important critical questions for at least some of Huntington's readers. Also because his observations are directly relevant to our research topic, Mr. Said's work is worthy of being quoted at large: "My concern [...] is that the mere use of the label «İslam», either to explain or indiscriminately condemn «İslam», actually ends up becoming a form of attack [...] «İslam» defines a relatively small proportion of what actually takes place in the Islamic world, which numbers a billion people, and includes dozens of countries, 5 Explicitly referring to Huntington, Amartya Sen (1999) points to the fact that "diversity is a feature of most cultures in the world. VVestern civilization is no exception. The practice of democracy that has won out in the modem West is largely a result of a consensus that has emerged since the Enlightenment and the Industrial Revolution, and particularly in the last century or so. To read in this a historical commitment of the West — över the millennia — to democracy, and then to contrast it with nonWestem traditions (treating each as monolithic) would be a great mistake" (p. 16). 6 For example, in Belgium in texts signed by popülist Filip Devvinter (Vlaams Belang), and in the Netherlands in political statements by Christian politician Andre Rouvoet or VVD party-leader Mark Rutte (Stoffers, 2008: 9). 52 • iletişim : araştırmaları societies, traditions, languages and, of course, an infinite number of different experiences. It is simply false to try to trace ali this back to something called «İslam», no matter how vociferously polemical Orientalists [...] insisted that İslam regulates Islamic societies from top to bottom, that dar al-Islam is a single, coherent entity, that church and State are really one in İslam, and so forth." (Said, 1997: xvi) Indeed, as early as the 1970's scholars such as Abu Zahra argued that İslam vastly varies contextually and historically. Sections from the Koran that assert equality for men and women have been pointed out and, most importantly, warnings have been issued regarding the very significant gaps that may (and do) exist between erudite, theologically nuanced readings of the Koran on one hand, and widely-held popular views and practices on the other. Also, embracing an already problematic "bulk" of İslam as an explanation for social and cultural phenomena might not only prove unproductive, but is also a rather flawed endeavour, since it ignores or neglects specific state-policies and interventions (Zahra, 1970, cited in Goddard et al., 1994: 66). Moreover, even decades after being formulated, fundamental questions such as what İslam means for Muslims themselves in the modem vvorld are stili "an issue for debate and action in the context of the politics of nation states, the struggle for etıergy supplies, superpoıver rivalry, and dependency. What is the «umma», the Islamic community, and how and where is «ijma», or consensus to be formed?" (Gilsenan, 1982, cited in Lukens-Bull, 1999: 15, added italics). Similar arguments have been woven around the term 'fundamentalism', a "slippery concept [...], and word that has come to be associated almost automatically with İslam, although it has a flourishing, usually elided, relationship with Christianity, Judaism and Hinduism" (Said, 1997: xvi). It has been suggested that "the deliberately created associations between İslam and fundamentalism ensure that the average reader comes to see İslam and fundamentalism as essentially the same thing" (Said, 1997: xvi). Indeed, Müslim countries such as Indonesia and Tunisia have a hard time fitting into Huntington's fierce Weltanschauung, while his Minteanıı • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 53 prediction that Turkey might decide to follow some şort of imperial past becomes less plausible by the day, as even newly elected "Islamic" Turkish conservative leaders turn towards Brussels, and not Tashkent, when contemplating foreign affairs. M a s s -m e d ia an d th e D e p lo y m e n t o f T ru th s : A T h e o re tic a l Fram evvo rk While I subscribe to Olivier Roy's observations (2004: 10-11) regarding the striking character of how ready-made cliches regarding 'İslam' ha ve permeated both academic and political mediums, another fact is at least equally confounding. The above quoted French author's surprisingly comprehensive and balanced covering of "globalized İslam" does not mention it explicitly7, but one can hardly ignore how majör news-outlets perpetuate exactly this type inexact, uneducated formulas regarding 'İslam', 'culture' and 'conflict'. In a fast-pacing, almost runaway world of instant information delivery, editorial deadlines, global media coverage and massive media dispersion throughout society, the importance (hegemony?) of what is now already an intemational news industry can hardly be understated. Even long before the Internet arouse as the inexhaustible, highly flexible and constantly changing information platform that it is today, scholars were pointing out the fact that "things like newspapers, news and opinions do not occur naturally; they are made, as the result of human will, history, social circumstances, institutions, and the conventions of one's profession" (Said, 1997: 49). Therefore, aims such as press objectivity, factuality, realistic coverage and accuracy may also be seen as "highly relative terms, [expressing] intentions, perhaps, and not realizable goals" (Said, 1997: 50). 7 Roy's own engagements with joumalism might have something to do with him not attacking or questioning the way in which the news industry (dis)functions. Of course, it is also true that one can only adequately address a limited number of issues in a book, and Roy's effort (2004) definitely adds up to one of the best and most authoritative volumes on "real-world" İslam today. 54 • iletişim : araştırmaları Processes of deliberate selection-and-expression in media coverage may be inevitable, but they should not be taken lightly or at face value, especially it we set out to qualitatively analyze nevvspaper discourses. For example, even in the midst of the Cold War„ Robert Damton (1975) described the "symbiosis as well as antagonisms that grow up between a reporter and his sources" (p. 183), the "pressures of standardizing and stereotyping" (p. 188) and the way in which journalists "bring more to the events they cover than they take away from them" (p. 192). I thus believe that a constructivist approach to ali journalistic subject-matter is the sensible way to proceed, as this permits a multifaceted understanding of the contingent relationships betrvveen 'culture', 'İslam' and 'conflict'. Taken for granted assumptions conceming values, attitudes, identities and other collectively shared expectations do not follow a logic of consequentiality, but rather one of moral or social appropriateness (Campbell, 2002: 23-24). In the case of newspapers, such normative frameworks may converge and form what con structivist theorists have simply called frames, denoting "normative and sometimes cognitive ideas that are located in the foreground of debates, with the purpose of legitimization" (Campbell, 2002: 26). Having roots in cognitive psychology and anthropology, the definitions and practical implementations of framing-analysis are quite eclectic8, and there are currently no uniform methodological standards governing them. What is relevant for this research is that framing also covers the connection between the journalistic shaping of news "within a frame of reference and according to a latent structure of meaning" and the "stimulation of the public to adopt these frames and to view reality from the same perspective as the journalists do" (McQuail, 2000, cited in Gorp, 2005: 485). Examples of popular works that make use, at a meta-level, of this type of constructivist approaches, include Said's acclaimed volüme "Covering İslam — How the Media and the Experts Determine How We See the Rest of the World" (1997), or Lewis's 8 See Gorp, 2005: 484-485, for a brief discussion regarding this issue. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 55 (2005) acute observations regarding the role of media and culture in global terror and political violence. However, the academic forum does not abound with empirical analyses concerned with how the concept of 'İslam' is employed in and by various newspapers around the globe. There are, of course, islands of sober analysis, such as John Richardson's "[Mis]Representing İslam: The Racism and Rhetoric of British Broadsheet Newspapers" (2004), in which the author exposes how Britain's right-wing press perpetuates an ontological framework in which "İslam equals backward, and the West equals progress" (p. 101). The same Richardson (2001) applied a rather elaborate type of argumentative discourse theory (to be more precise, pragma-dialectical argumentation) in scrutinizing British "letters to the editors", in which İslam and/or Muslims were cited as actors, and the "letters represented an example of a discourse of spatial management — the national space being the space in question, and the managers being the dominant elites, as represented by the broadsheet newspaper readership" (p. 143). Other studies concluded that 'İslam' was being marginalized and instrumentalized by the press in Algeria, Morocco and Tunisia (Garon, 1997), or that the perpetuation of stereotyped 'enemy images' obstructed journalists from analytically covering various intemational conflicts (such as the Iraqi invasion of Iran in 1980 or the Iraqi invasion of Kuwait in 1990) (Ottosen, 1995; Karim, 2000). Similar conclusions were formulated in the case of German newspaper articles by Hafez (2000), while Poole (2002) argued that Muslims and "British" moral values were portrayed as incompatible in several media outlets. In analysing post-9/11 representations of İslam in the American elite press, Mishra (2008) exemplarily uses the hermeneutical framework provided by Said's critical work on Orientalism, while also drawing on Foucault's more philosophical, yet nonetheless relevant writings on the concept of discourse9, defined as "the location where power and knowledge are joined together" (Foucault, 1990, cited in Mishra, 2008: 160). Mishra's recent study revealed a generally unipo9 In this sense, Luke (1995-1996) has also explored how truths and perceptions are first constructed and then taken for granted, serving as tools for further definitions and popular points of reference. 56 • iletişim : araştırmaları lar, indiscriminate U.S. elite press, which consistently portrayed any politically assertive role for İslam, violent or peaceful, as a threat to VVestern civilization and democracy (p. 171). Intense debates such as those regarding the role of secularism10 in constructing a viable democracy, or the finer nuances between temperate traditionalism and uncompromising fundamentalism were not adequately explored (or even touched upon), the press often assuming that "any visibility of religious commitment in the public and political spheres automatically implied a lack of commitment to democracy, human rights, and women's rights" (p. 173). Distinguished journalists from nevvspapers such as The New York Times or The Washington Post did not hesitate to prescribe formulas for the reformation of İslam, a process which was often defined as a "journey from Islamism to secularism, from tradition to VVestern modernity, from anti-Westem to pro-Western attitudes" (p. 173). R e s e a rc h A rg u m e n t an d M e th o d o lo g y I have so far sketched out the controversial, intricately divisive relationships that exist betvveen the notions of 'culture', 'conflict' and 'İslam'. Needless to say, my analysis strives to harbour a neutral, academic point of view, and this rather exploratory endeavour was built upon a paramount qualitative, constructivist approach towards these texts. Being aware of the evasive aura that covers the concept of 'cul ture', I aimed at understanding how those articles that included the vvord 'culture' or 'cultural'11 in their headline present themselves. Of course, the in-text markers of 'İslam' and 'conflict' were also included in the search, in an attempt to investigate how these three keywords 10 See, also, Fox's (2006) analysis on separation of religion and State into the 21st century, or Esposito's (1999) work The Islamic Threat: Myth or Reality? Burleigh's (2006) Sacred Causes: Religion and Politics from the European Dictators to Al Qaeda also provides a useful, yet at times fuming perspective över similar issues. 11 Although I have initially expected for the keyword "cultural" to predominantly yield articles covering cultural events such as art exhibitions, this has not proven to be the case. Even when this did happen, I found the respective articles nonetheless relevant for the analysis. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 57 shape the content of media narrations, and whether this constellation increases or decreases the possibility of framing 'conflict' and 'İslam' in a polarized, antagonist manner. Therefore, an important methodological aspect of this research focuses on headline probing. Today, information not only abounds, it virtually floods almost every aspect of our modern lives, from the isles of supermarkets to the invading, ubiquitous commercials or the millions of online-accessible information pools. Print, film, magnetic, and optical storage media produced approximately 5 exabytes of new information in 2002 alone (Felföldi, 2004). Suffice to say is that if we vvould digitize (with full formatting) the seventeen million books in the U.S. Library of Congress, we vvould contain about 136 terabytes of information. Five exabytes of information vvould cover the informa tion contained in approx. 37,000 nevv libraries the size of the Library of Congress book collections (Felföldi, 2004: 3). This creates a context that makes Herbert Simon's famous observations no less relevant today that they vvere thirty years ago: "What information consumes is rather obvious: it consumes the attention of its recipients. Hence a vvealth of information creates a poverty of attention, and a need to allocate that attention efficiently among the overabundance of information sources that might consume it." (Simon, 1971, cited in Davenport and Beck, 2001). Nevvspapers too have to compete for attention, and the construction and diffusion of headlirıes are among the first and foremost means employed by editors and reporters to contend for readers' attention. Added to this is the obvious importance of the actual location of an article vvithin the publication's body — front page, book revievv sections, local nevvs or comment-and-debate pages ali imply their ovvn force field of rhetoric, influence and attention-grabbing. Some articles are contributed by "regular", professional journalists, other by academics, and other by anonymous readers. As vvill be evident in the interpretation of the results, I have taken these factors into consideration, vvhere applicable. 58 • iletişim : araştırmaları Again, this is an exclusively qualitative approach to primary-sources research. VVhile statistical or other similarly "flattening" methods have the practical advantage of providing centralized, easily manageable (and thus apparently ready-to-interpret) results, they often miss out on important nuances. In the less felicitous of cases, establishing arbitrary search-and-selection criteria will result in generating outcomes that a re, to say the least, obtained via a semiotically dubious framework. This, in turn, produces empirically debatable (incomplete or biased) conclusions. Take, for instance, the study conducted by D'Haenens and Bink (2007), which focused on how 'İslam' (added quotation marks) was covered by the popular Dutch newspaper Algemeen Dagblad in the period betvveen 1998 and 2004. The methodology employed by the authors may be flawed at several levels. Firstly, in searching for the words "İslam" and "fundamentalism" in the headlines, one does more than probing into how journalists approach the issues at hand — one actually frames12 the search process itself. That is to say, the construction of the keywords themselves is biased, and the presumption that "this procedure would yield the bulk of the articles with İslam as key topic" (p. 138) may prove inexact. As the previous chapters of this paper tried to demonstrate, both "İslam" and "fundamentalism" are two contestable constructs that, when used in contemporary discourses, have proved perniciously standardized and prejudiced. VVhen looking for such cues in nevvspaper headlines, one is indeed prone to finding "conflict frames" more often than not (which, incidentally or not, the above-quoted study did). VVhile this may describe a section of the press, it may also disregard more nuanced articles, which precisely because of their nuanced nature, do no use such headlines. Secondly, another questionable variable which the authors employed in their analysis was that of "Müslim actors" (these were defined as "speakers on behalf of İslam", p. 140). Three objections can be addressed here: (1) it may be possible that not ali Muslims' comments are argumentative or well informed; (2) even if 12 In this case, if I am allowed to express myself somewhat metaphorically, it is like swimming in the ocean with a freshly amputated foot, vvondering if the sharks will bite or not. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 59 they are, the actors may fail in getting them across to the newspaper and (3) Muslims themselves may be biased tovvards 'İslam', which makes the appointed title of "speakers for İslam" altogether contentious; surely using such an ethnically-defined filter for academic research is at least as risky as it is in contemporary intemational relations. In te r n a tio n a l N e w s p a p e r S a m p le I have employed the professional L ex is N exis ® A c a d em ic Interna tional Newspapers search engine, using the Boolean13 search string [H ea d lin e (culture) OR H ea d lin e (cultural) AND (conflict) AND (İslam)], ranging from 30/11/2007 to 01/11/2008 (the latter date being the point in time when the analysis started). The following international newspapers are included in the Lexis Nexis database: The Australian The Canberra Times Daily News The Daily / Sunday Telegraph The Express Financial Post Investing Financial Times The Guardian VVall Street Journal The Herald (Glasgovv) The Independent International Herald Tribüne The Irish Times Los Angeles Times The Mirror The Moscow Times The Nevv York Times USA Today The Observer The Straits Times The Sun The Sunday Express Sunday Herald The Sydney Moming Herald The Times and Sunday Times The Toronto Star The VVashington Times The VVashington Post Out of this database, the following relevant hits were extracted (the number placed between parentheses denotes the initial number of articles matching the search string criteria): 13 A Boolean search strategy for information retrieval refers to a logical combinatorial System (e.g. Boolean algebra) that symbolically represents relationships between entities (in this case, semantic units). 60 • iletişim : araştırmaları The Australian (5) The Guardian (London) (5) The Observer (England) (4) Korea Herald (3) Financial Times (London) (2) Omaha World Herald (2) The Straits Times (Singapore) (1) The Canberra Times (1) The Daily News of Los Angeles (1) Global News VVire (1) Herald Sun and Sunday Herald Sun (Melbourne) (1) Independent on Sunday (1) Los Angeles Times (most recent 6 months) (1) The Washington Times (1) Out of the initial number of 30 matching news articles, six of them were clone hits (i.e. the same article published on consecutive days, yet registered as separate entries). Another article from the cultural section of The Australian was left out, being a review of one of Salman Rushdie's latest novels, which proved to have no relevant connection with our research topic. The rest of the data has been carefully analyzed. In -D e p th A n a ly s is We shall start with the five pieces from The Guardian, not only because they distinguish themselves through a typically well-phrased, elaborate journalistic style, but also because they display a highly analytical attitude towards contemporary political and/or social "cultural" stereotyping. Especially resolute and strongly connected with the ideas elaborated earlier in this paper is Gary Younge's article. He bluntly States from the title that believing in a "European utopia before Muslims arrived is delusional" (p. 26), and that it is pernicious to consider prejudiced views within migrant communities as exclusive to them or their cultures. He accuses Europe's political class of being voided of any "sense of humility, self-awareness and historical literacy", when acting as though immigrant communities "not only manifest homophobia, sexism, anti-Semitism, political violence and social unrest, but also as though they invented them and introduced them to an othervvise utopian continent" (p. 26). He continues by dealing with and deconstructing various examples of conservative or popülist cul tural stereotyping throughout Europe (from England, to France, to the Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 61 Netherlands), while exposing the Westem public's double standards when dealing, for instance, with child sex abuse cases in the Catholic church14. Using a less subtle undertone, Cambridge lecturer and constant Guardian contributor Priyamvada Gopal urges Britain to engage in a "nuanced language to debate race, class and culture, away from headline-grabbing, superficial provocations" (p. 34, added italics). She directly addresses the issues of cultural discrimination and boldly applies them to the context of the prestigious academic institution that she herself belongs to, noting that "we at Cambridge are too polite and politic to acknowledge, let alone address, awkward hierarchies of ethnicity, class and culture" (p. 34). The article discusses what for Gopal is a predictable, superficial "race row", pick- your-side reactions that George Steiner15 (also a Cambridge academic) provoked when braking the "Oxbridge silence on race and class" (p. 34). However, much more than being a piece of well-phrased ironies, Gopal's article touches on topics of direct interest to our paper, when suggesting that "putatively daring truth claims («İslam is the problem», «Racism is natural») allow for silences to be broken dramatically and temporarily, while closing off the possibility of sustained and knowledgeable debate. Pronouncement, outcry, apology — so unfolds the soap opera after which we return to business as usual" (p. 34). Furthermore, she connects this type of attitudes with "the kind of spurious legitimation that underlie [...] bogus theories o f the ’clash of civilisations' which both sides use to justify violent contemporary conflicts" (p. 34, added italics). In another, more technical article of the same Guardian, Polly Toynbee argues that a "my-rights culture" (p. 41) could edipse the 14 In this sense, the joumalist interestingly claims that "no one who vvants to be taken seriously has tried to hold each Catholic collectively responsible for these abuses or claim Catholics are inherently predisposed to child abuse, or that the abuse was essentially religious. Even as these scandals have run parallel with the war on terror, no one is claiming that Catholicism represents a threat to our civilisation" (p. 26, added italics) 15 Steiner publicly suggested his aversion to "acquiring noisy and «fecund» Jamaican neighbours" (cited in Gopal, 2008: 34). 62 • iletişim : araştırmaları needs of people deserving an urgent protection of the State; she touches not only upon the problem of immigrant communities which are neglected or harassed by VVestem governments, but also on the problematic extension of the "detention without trial" time periods, in the wake of recent terrorist attacks. Jim Al-Khalili, professor of physics at the University of Surrey, contributed an enlightening Guardian article on how "in this era of intolerance and cultural tension, the West needs to appreciate the fertile scholarship that flowered with İslam" (p. 25). Being on a declared mission to "dismiss a crude and inaccurate historical hegemony and present the positive face of İslam" (p. 25), Al-Khalili reminds the vvorld not only that Arabic was for över 700 years the intemational language of Science, but also that fundamental works such as those of Copernicus, Newton or even Darwin were not entirely new, and definitely not a monopoly of VVestem thought16". Two relevant book reviews belong stili to the British newspaper landscape. For The Guardian, Giles Foden discusses Michael Burleigh's Cultural History o f Terrorism. Based on similar points underlined by us in the first chapter, Foden critiques Burleigh for not clearly defining the concept of "cultural history" (p. 10, added italics), and especially its representations in terrorism. Aside from suggesting that the portrayed relationship between Britain and Ireland is "unbalanced to the point of perversity" (p. 10), he also notes that Burleigh openly ignores many conditions and structural factors that drive desperate people to terror ism, and that the "more nuanced approach of [other] vvriters could have helped broaden his education on the subject" (p. 10). A similar (celebration of) nuances seems to define Jason Burke's (The Observer) review of Lavvrence Freedman's A Choice ofEnem ies: America Confronts the Middle East. Burke notices how the author "elegantly negotiates the 16 Symbolically, we are reminded that even the genius of Leonardo da Vinci had been at least equalled centuries before, by the Persian scholar Abu Rayhan al-Biruni. Not only did Biruni make significant breakthroughs as a brilliant philosopher, mathematician, astronomer, theologian, linguist, historian, geographer, pharmacist and physician, but he is also considered to be the father of geology and anthropology. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 63 Shia-Sunni split and its (fantastically complex) effect on local, regional and national politics", or his articulacy in suggesting that a lesson which the world has repeatedly leamed the hard way is connected with the fact that America "has difficulty coming to terms with the limits of power" (p. 26). We are left with the impression that the book is reasonable, balanced and worth reading. Another quite original and nuanced article is contributed to The Ohserver by Archbishop of Canterbury Rowan Williams. He suggests that a way out of the "culture of blame" that we live in (p. 33, added italics) can be found in the Easter story. Discussing how "the Bible shows the (arbitrary) way in which groups and societies work out their fears and frustrations by finding scapegoats", he suggests that contemporary "cultural" conflicts can be understood in similar terms, and may be defused by mutual understanding, spirituality and self-acknowledgment. In this sense, he points out the flaws of scenarios developed by "repressive and insecure States in the Islamic world, (who) demonise a mythical Christian 'VVest', while culturally confused, sceptical and frightened European and North American socie ties cling to the picture of a global militant İslam, determined to «destroy our way of life»" (p. 33). Rowan Williams is known for his ecumenical approach towards religion, social and political affairs, which is why he is sometimes accused of being too much of a Progres sive, or liberal cleric. However, his articles provide valuable insight and altemative viewpoint in a world which seems to profoundly miss such options. Concurrently, The Financial Times features an interesting "letter to the editör", in which a reader deplores, along the same lines as VVilliams does, the "culture of fear" that, according to him, dominates US and Italian realities. In the published piece, Mr. Antonio sug gests that this culture of fear "is aimed at hiding the real problems of the two countries behind a «we-must-defend-ourselves» façade". The article from The Daily Neıvs o f Los Angeles covers the lives of Israelis and Palestinians in Los Angeles, and concludes that working towards peace and accord is gradually becoming possible, after the sparked mutual criticisms and community rifts following the 9/11 64 • iletişim : araştırmaları attacks. Rabbi S. Diamond, executive vice-president of the Board of Rabbis of Southern California is quoted saying: "Living here in Los Angeles is a long way away from Jerusalem and Ramallah [...] We are guilty of woeful ignorance of each other's faith traditions. We are guilty of resorting to naive and often dangerous stereotypes of the other — anti-Semitism and Islamophobia, to name but tvvo of the most pernicious forms of hatred" (p. 1). Other articles obviously deal with more prosaic cultural issues, such as artistic events. These accounts prove nonetheless vvorthy of investigation, for they too fit into the nuanced discourse portrayed above. The Strait Times (Singapore) features an article entitled "povver through culture" (p. 22), in which maverick American filmmaker Spike Lee suggests that America's global influence is not connected with military power, but rather defined by the dispersion of "Hollywood, Coca-Cola and Mickey Mouse". In talking about (American) pop-culture and how it has influenced global opinion, Lee nonetheless mentions that Americans' sometimes inadequate understanding of the world proves to generate unfortunate stereotyping — the fact that "«terrorists» and people from Islamic or Arabic States" (p. 22) become the villains in Hollywood movies is specifically addressed and critiqued. The Omaha World-Herald (Nebraska) described a picnic event vvhich "helps area Muslims demystify their faith while having fun and showcasing the «diversity of İslam»" (p. 8). Two days earlier, the same journal covered a public speech (by John Nielsen), which was aimed at "stressing cultural bridges", enhancing the public's perception of how various people lead their life, and explaining (in a very American style) that "many (immigrant) groups retain elements of separate identities while being unified by common language and social assumptions in the way a salad dressing binds the lettuce, tomatoes, mushrooms and croutons" (p. lb). The Korea Herald shovvcased an Arab culture festival, arguing that (South) Koreans need to familiarize themselves much more with what Arabic or Islamic countries mean, and need to shake off negative connotations such as Islamic funda- Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 65 mentalism and the Middle East war. The same paper also dedicated a large (2500 words) piece on how 'culture' should be the hasis for Korean ties with the Middle East. Seo Jeong-min suggests that "without mutual understanding17, it is unrealistic to hope for reciprocal respect for each other's history and culture", and urges Korea "to move beyond negative stereotyping and discrimination" (p. 1). The Financial Times (London) published an article regarding Baalbeck, the oldest cultural event in the Middle East, who "thanks to Hezbollah pragmatism" (p. 8) is back to reawaken Lebanon's cultural life. Although Palestinian militants did not miss the propagandistic chance of opening a "Hezbollah" museum nearby, they nonetheless showed definite interest in attracting the Lebanese-bom, famous VVestern pop-singer Mika to sing at Baalbeck. In practical, yet nonetheless cul tural cases such as this, one finds it, indeed, hard to identify Huntington's civilizational rifts, or their predicted manifestations. The Observer dedicates some space on their foreign-news page to cover the gloomy situation that Iraqi artists face in their home-country. In adding to the nuances necessary to understand global conflicts, such reports provide much needed "real-world" glimpses into countries such as Iraq, where a top-to-bottom, VVestem-inspired democratic System proves yet unstable. Numerous examples of killed Iraqi artists, especially singers, are stated. The surviving ones are planning to flee the country, and one of them, Muthana al-Jaffar is quoted saying that "people had stopped listening to music in public because of fears they would come to the attention of the extremists; [...] we are packing and next Monday I should be far from Iraq, a country that one day inspired my songs but today is just a disgrace" (p. 41). indeed, it is also mentioned that the Iraqi Ministry of Culture estimated that about 80% of Iraqi singers and other artists have fled the country. 17 Pointing out to the serious need for knovvledgeable, real experts on the region, the reporter mentions the case when the Korean Ministry of Foreign Affairs and Trade sent Arabic language professors to Afghanistan in order to collect information regarding the situation of the 23 kidnapped Korean citizens in that country. Rather embarrassingly, The Ministry soon realized that it was not Arabic, but Pashto that is spoken in Afghanistan. 66 • iletişim : araştırmaları One of The Australian's weekend-editions proposes an article dealing with the film Fitna (released by right-wing Dutch politician Wilders), and manages, despite the paper's right-wing oriented editorial policy, not to lose itself in a free-speech-against-all-odds rhetoric. Nuances such as Francesco Merlo's following comment were firmly articulated: "promoting mediocre works of art, films and books that are gratuitously blasphemous [...] lifts unsavoury characters such as Wilders to the rank of persecuted artists, [and] is a way of killing freedom of expression"; the article ends with an equally challenging question: "How many innocents have to die before the European govemments decide to rein in the sick men who have made a career out of their pathological hatred for İslam and Muslims?" (p. 28). Canberra Times also features an analytical article, signed by the award-winning journalist irfan Yusuf, titled 'Sidelining the loud-mouthed cultural warriors'. The author deplores the artificially constructed, defective bipolar image of clashing civilisations: "as time goes by, the loudest voices from both camps are the most extreme. Caught in the middle are the vast majority of people, who just want to get on with their lives and who are quite happy to live with people who don't share their culture or religion" (p. 2). He further explores and exposes the twists of the "prejudiced, ignorant views" that fit the ideas of the contemporary "cultural warriors", ranging from Daniel Pipes' "lunar right" America, to radical and obscure Al-Qaeda-supporting Arabs (p. 2). In a less belligerent manner, The Strait Times (Singapore) presented an article in which the reporter, Tan Shzr Ee, phenomenologically describes the experience of an Easter dinner date "with cultural tolerance" (p. 1), where devout Christians (including himself) and practising Muslims sat together at the dinner table and eventually ate together a "giant organic, halal chocolate Easter bunny from Marks and Spencer" (p. 1). The fact that they ali "could sit down together and have light-hearted conversations about religion, in a city where religious fundamentalism and terrorism continue to be real issues" struck him as "both a miracle and a comfort of the everyday" (p. 1). On a more rarefied level, however, the reporter stili expresses his doubts that this rather elite religious cosmopolitanism (which, we are also Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 67 vvarned, runs the risk of "shoving things under the carpet", p. 1) could prove to be a realistic solution to the much more complicated challenges of global sectarian strifes. Finally, the Independent's February 1 0 * 2008 Sunday edition included a report regarding the recently declassified "culture apprehension manuals" that were handed out by the British Ministry of Defence to soldiers deployed on Middle-Eastern fronts. In what seems to be a crash-course in Western imperialism and Middle-Eastern history gun-yielding readers are informed of precisely the nuances that we have portrayed, discussed and exemplified throughout this paper, such as the fact that "VVesterners are often perceived as [sic] culturally ign oran t, regarding their culture as inherently superior to that of the Arabs", or the fact that "VVestem pronouncements against the human rights records of Arab govemments [...] ring hollow for many in the region when held up against what are perceived to be the gross human rights abuses committed against the Palestinian population, apparently with the sanction of VVestem govemments" (p. 6). P o la riz e d N a r r a t iv e s : t h e ‘C u ltu r e W a r s ‘ C a m p Three articles stand out from the rest, their discourse being similar to that underlined by Mishra's (2008) study, and use an antagonistic, polarising approach towards the notions of 'İslam', 'conflict' and 'cul ture'. One of them is from The U.S. capital's dominant nevvspaper, The VVashingtotı Post. It took two particular individuals, Nir Boms (the vice-president of the 'Centre for Freedom in the Middle East') and Jonathan Spyer (senior research fellow at the 'Global Research in Inter national Affairs Centre'), to build up an 800 word attack directed against Unesco's decision of appointing Damascus as the Arab Capital of Culture for 2008. In a language that is eerily reminiscent of U.S. "special reports" prior to the invasion of Iraq, the article viciously condemns Damascus for being a nexus of terrorist organisations, headquarters of Hamas and the centre for an otherwise left undescribed "Islamist Jihad" (p. A19). Using the obscure tags of "U.S. defence and intelligence reports", or simply quoting "other reports", Damascus is 68 • iletişim : araştırmaları painted in a pitch-black narrative of violence, conspiracy and anti-Semitism — even the "active chemical weapons program" and the "clandestine nuclear program" (p. A19) wildcards are deployed, in a flamboyant attempt at "exposing" Unesco's dubious decision-making. Not one moment do the distinguished authors stop and think that Unesco's goal is not to grind any şort of political axes, but to — quite literally — promote international collaboration in education, Science, and culture. Among the ancient urban centers of the world, Damascus is perhaps the oldest continuously inhabited city (Devlin and Houghton, 2003). Its name is of pre-Semitic etymology, dating back to a time before history was even recorded. Even prior to becoming the monumental capital of a luxurious, enlightened and extensive Müslim empire in 661, it was a thriving metropolis of the Hellenistic world for almost a millennium. In the face of such acknowledgeable cultural heritage, the pettiness of the "Islamist Jihad" argument becomes apparent — in a way, it resembles the judging of an elephant's weight by the dirt hanging on its tail. Another article that takes for granted the notion of "cultural war" is the one belonging to a weekend edition of The Australian. Candidly titled 'Uni row the new front in culture war', the reporter asks himself vvhether "a postmodernist interpretation of terrorism is braimvashing our next generation of military leaders" (p. 1). This seemingly philosophical dilemma stems from the appointment to the Australian Defence Force Academy of Professor Anthony Burke. Burke came under heavy attack from fellovv academics (and, considering the tone and placement of quotations18, from the reporter as well) when he published apparently "unpatriotic" ideas regarding the contentious nature of today's cultural war dialectics (happily, no similar accusations were ever directed towards the author of this article, although he seems to be doing the same thing as Prof. Burke). Statements that 18 Although maintaining the obligatory aura of "objectivity" in providing information from ali sources involved in the debate, not only are Professor Burke's points of view inserted fragmentarily throughout the article, but the news-piece ends with a peculiarly long and violent quotation from one of Burke's fiercest opponents. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and ’Conflict':... • 69 should be self-evident for any fair-minded cultural anthropologist or constructivist psychologist (such as the fact that "national values and way of life are vast ideological abstractions", or the fact that "enemies of freedom" are constructed, and do not exist by themselves) were nevertheless depicted as possibly brainwashing material. A last piece of joumalism the headline of which hangs on the implicit assertion of "culture wars" (in this case enriched by the adjective "global") is an editorial page of the Los Angeles Times, entitled ' Adding to division. The tensions vvithin the Anglican Communion are a reflection of the global culture wars'. Curiously, the main body of the article pertinently discusses the Anglican Communion's recent, önce in a decade congregation, explaining how the differences of opinion (mainly regarding same-sex marriages and the ordaining of gay clerics) were handled and how a schism över homosexuality was averted. However/ during the last paragraph, as if realizing the article's title did not fit too well into the argument, the joumalist briefly notes that consequences of globalisation and tensions between "the W es t and İslam" (p. 18, added italics) put African Anglican Bishops on a somewhat defensive position, since they fear that "an endorsement of homosexuality by VVestem churches puts Christians at a disadvantage with Muslims". It seems that in putting the issue of sexual orientation on the table, the reporter was nonetheless simultaneously framing it within the "global cultural wars" context. R e s u lts O v e r v ie w an d C o n c lu s io n s From a geographical dispersion point of view, the search results have yielded a heterogeneous sample of joumalistic narratives, spanning across four continents (Europe, North America, Asia and Australia). From a discourse-related point of view, it appears somevvhat surprising — considering much of the reviewed literatüre — that almost ali of the analysed articles are eligible to be included into what I would cali a highly nuanced, well informed, multilevel approach to 'culture', 'İslam' and 'conflict'. With the exception of what have been identified as three "culture war" articles, the remaining pieces draw 70 • iletişim : araştırmaları away from the Huntington-like typecasting of 'İslam', while many go one step further and outspokenly criticize such stereotyping, while steadily exposing Western biases towards the intricacies of 'Islamic' realities. As we have seen, many alternative explanations regarding 'İslam' and 'culture' are discussed, and the subterranean social, political or anthropological issues behind them are highlighted. The preoccupation for nuances evident in much of the articles sampled here is an interesting phenomenon. It will take further, more substantial and long-term analyses to make any şort of empirically valid regressions or chartable observations. A possible explanatory factor accountable for these results is the hypothesis that, when used in headlines which are not stereotyped (the cliche-like use of the "cul ture wars" syntagma was evident in two of the articles), the word, as well as the concept of 'culture' is employed authoritatively, at length and in a nuanced manner. In other words, the journalists in question seemed to be aware of the conceptual aura of ambiguity and complexity that the notion of 'culture' generates, and, consequently, dealt with it accordingly. This is not to suggest that the frequency of biased arti cles has changed in 2008 (it was not my goal to determine such a thing; it would, hovvever, prove to be a viable question for further research, provided that sensible search criteria are developed), but I would dare to forvvard the general assumption that such stereotyped or stereotyp ing articles did not use the word 'culture' in their headline. The articles that did contain this keyword in their title, however, proved to be critical of the insular perception of a global, monolithical İslam. Another explanatory factor could be connected with a possible revitalizing impact that recent books such as Davies' (2008) Fiat Eartlı News: An Aıvard-Winning Reporter Exposes Falsehood, Distortion and Propaganda in the Global Media might have had on news production worldwide. One may go one step further and assume that Edvvard Said's lifelong work dealing with the post-colonial cliches involved in the covering of 'İslam' by journalists has been (re)read by an increasing number of reporters. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 71 It is also worth mentioning that the British daily newspaper The Guardian lived up to its Standard of taking up an independent editorial policy, liberal stances and great width and depth in news coverage. In this sense, a relevant observation concems the fact that four of the five (one was a book review) articles from The Guardian were published in the comprehensive "Comment and Debate Pages" section, with two of them having been contributed by academics. Out of the widely-read American publications analysed, The VVashington Post and the Los Angeles Times yielded two articles that did use the concept of culture and İslam in a polarized, stereotyped manner (backing up Mishra's 2008 study results). However, two articles from the modest, less influential Omaha World Herald (Nebraska) took a pacifist, constructive and explanatory attitude towards 'İslam' and 'culture', in attempts to demystify the faith and maintain a proper understanding of (already well-adjusted) American Müslim immigrants. The one polarized article in The Australian, which presented constructivist definitions of 'terrorism' or 'freedom' as possible brainwashing material for the patriotic troops engaged in Iraq, can probably be integrated into what some regard as The Australian's tradition of relying on "Orientalist tropes such as that of «Oriental despotism» and the «Clash of Civilizations»", instead of fostering "varied debate and discourse on the democratisation of Iraq, especially given Australia's involvement in the «Coalition of the VVilling»" (Isakhan, 2008). However, although Australian newspapers, especially those owned by the media mogul Rubert Murdoch have been described as displaying "an intellectual orthodoxy and an ideological uniformity that is remarkable, overt and long-standing" (McKnight, 2005, cited in Isakhan, 2008: 2), I did find information in The Australian and The Canberra Times that displayed less partiality in covering controversial issues such as the anti-Muslim short film Fitna or the complexities of multiculturalism. In this respect, analyses and comparisons should best be made on a case by case basis. 72 • iletişim : araştırmaları In sum and to a large extent, this study revealed several instances (and I believe these to be examples of a generally valid rule) that suggest that such a superficially constructed idiom as 'cultural conflict' surfaces and gains momentum only when it is, quite simply, taken for granted, rather than self-consciously (de)constructed. It is only when one analyses the multiplicity of elements that supposedly add up to these 'conflicts', that it becomes evident how the terminological appendix of 'cultural' is an excessively vague pseudovariable of an already ambiguous equation. As the majority of the analyzed nevvspaper narratives have shown, there is no simple explanation to account for how 'İslam' and 'conflict' are woven into the tapestry of modem (VVestern and non-Westem) cultural perception(s). What do exist, however, are a series of ready-made answers, ranging from Huntington's precariously unequivocal 'Clash of Civilisations' thesis, to Al-Qaeda's bizarre combination of defunct Marxist-Leninist (in truth, 'Islamized' rather than authentically Islamic) ideas, calling for a revolutionary vanguard meant to evaporate the inauthentic otherness of a deprived, idolatric and imperialist VVestern world. Ironically, these two camps fuel each other's prophetic illusions. In practice and in theory, both of these simplistically prescriptive pseudo-ideologies are based on the presumption that 'cultures' or 'civilisations' exist in and by themselves, serving as a fundamental explanatory basis for ali societies or human endeavours. This is, of course, a norı secjuitur, and the bulk of nevvs-articles examined here exposed this falseness' simplicity from multiple angles. Bibliography Betz, H. G. and C. Johnson (2004). "Against the Current — Stemming the Tide: the Nostalgic Ideology of the Contemporary Popülist Right." Journal ofPolitical Ideologies 9(3): 311-327. Brown, C. (1999). "History Ends, VVorlds Collide." Revieıv of International Studies 25: 41-57. Burleigh, M. (2006). Sacred Causes: Religion and Politics from the European Dictators to Al Qaeda. London: Harper Collins. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 73 Campbell, J. L. (2002). "Ideas, Politics and Public Policy." Annual Revieıv of Sociology 28: 21-38. Cuperus, R. (2003). "The Popülist Deficiency of European Social Democracy." Ipg 3: 83-109. Davies, N. (2008). Fiat Earth Neıos: An Award-winning Reporter Exposes Falsehood, Distortion and Propaganda in the Global Media. London: Chatto & VVindus. D'Haenens, L. and S. Bink (2007). "İslam in the Dutch Press: VVith Special Attention to the Algemeen Dagblad." Media, Culture and Society 29(1): 135-149. Damton, R. (1975). "VVriting News and Telling Stories." Daedalus 104(2): 180-192. Davenport, T. H. and J. C. Beck (2001). "The Attention Economy". http:/ / www.acm.org / ubiquity / book/ t_davenport_2.html. Retrieved: 20.10.2008. Devlin, J. F. and L. C. Houghton (2003). "Damascus." Article contributed for the Encyclopaedia Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003. Esposito, J. L. (1999). The Islamic Threat: Myth or Reality? (3rd ed.). New York: Oxford University Press. Felföldi, S. (2003). Redesigning Information: Professional Competencies for Cultural VVebsites. International Federation ofLibrary Associations and Institutions (IFLA) (electronic version). http://dspace-unipr.cilea.it/ bitstream/1889/478/1 /Felföldi. Retrieved: 21.10.2010 Fox, J. (2005). "Paradigm Lost: Huntington's Unfulfilled Clash of Civilizations Prediction into the 21st Century." International Politics 42: 428-457. Fox, J. (2006). "VVorld Separation of Religion and State into the 21st Century." Comparative Political Studies 39(5): 537-569. Garon, L. (1997). "Marginality and Instrumentality in the Central Maghreb Press." Social Compass 44: 53-70. Gallie, W. (1964). Philosophy and Historical Understanding. London: Chatto and VVindus. 74 • iletişim : araştırmaları Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. London: Hutchinson. Gerges, F. A. (1999). America and Politıcal İslam: Clash of Cultures or Clash of Interests. Cambridge: Cambridge University Press. Goddard, V., et al. (1994). The Anthropology ofEurope: Identity and Boundaries in Conflict. Oxford: Berg. Gorp, B. V. (2005). "Where is the Frame? Victims and Intruders in the Belgian Press Coverage of the Asylum Issue." European Journal of Communication 20(4): 484-507. Hafez, K. (2000). "Irnbalances of Middle East Coverage: A Quantitative Analysis of the German Press." İslam and the West in the Mass Media: Fragmented Images in a Globalizing World (ed.) Kai Hafez. Cresskill: Hampton. 180-197. Held, D. (2006). Models of Democracy. Cambridge: Polity Press. Henderson, E. A., and Tucker, R. (2001). "Clear and Present Strangers: The Clash of Civilizations and International Conflict." International Studies Quarterly 45: 317-338. Holton, R. (2000). "Globalization's Cultural Consequences." Annals 570: 140157. Huntington, S. P. (1993). "The Clash of Civilizations?" Foreign Affairs 72(3): 22-49. Huntington, S. P., et al. (1996). The Clash of Civilizations? The Debate. New York, NY: Foreign Affairs Press. Inglehart, R. F. (2008). "Changing Values Among VVestem Publics from 1970 to 2006." West European Politics 31(1): 130-146. Isakhan, B. (2008). "Democracy Under Fire: the Uses and Abuses of Democracy in the Public Sphere: 'Oriental Despotism' and the Democratisation of Iraq in The Australian." Transformational Journal 16 http:/ / transformationsjournal.org/joumal/issue_16/article_07.shtml. Retrieved: 21.10.2010. Karim, K. H. (2000). The lslamic Peril: Media and Global Violence. Montreal: Blackrose. Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 75 Koenis, S. and J. Roder (2008). Make it new! Problems ofCultural (Re)production. Arts and Sciences Course, Faculty of Arts and Social Sciences, Maastricht University Press. Lewis, J. (2005). Language Wars: the Role ofMedia and Culture in Global Terror and Political Violence. London: Pluto Press. Luke, A. (1995-1996). "Text and Discourse in Education: An Introduction to Critical Discourse Analysis." Revıeıv of Research in Education 21: 3-48. Lukens-Bull, R. (1999). "Between Text and Practice: Considerations in the Anthropological Study of İslam." Marburg Journal ofReligion 4(2) http: / / www.uni-marburg.de / fb03 / ivk / mjr/ past issues /1999-2001. Retrieved: 21.10.2010. Mishra, S. (2008). "İslam and Democracy. Comparing Post-9/11 Representations in the U.S. Prestige Press in the Turkish, Iraqi, and Iranian Contexts." Journal of Communication Inquiry 32(2): 155-178. Mungiu-Pippidi, A. and D. Mîndrujâ (2002). "Was Huntington Right? Testing Cultural Legacies and the Civilization Border." International Politics 39(2): 193-213. Munteanu, D. (2008). "Multi- or Anti-culturalism? Contemporary Dialectics of 'Culture' and 'Conflict'." A Dijferent Vieıv (IAPSS Publications) 26: 12-16. Ottosen, R. (1995). "Enemy Images and the Joumalistic Process." Journal of Peace Research 32(1): 97-112. Poole, E. (2002). Reporting İslam: Media Representations ofBritish Muslims. London: I. B. Tauris. Richardson, J. (2001). ""Now is the Time to Put an End to ali this": Argumentative Discourse Theory and "Letters to the Editör"". Discourse and Society 12(2): 143-168. Richardson, J. (2004). (Mis)Representing İslam: The Racism and Rhetoric of British Broadsheet Neıvspapers. Discourse Approaches to Politics, Society and Culture. Amsterdam: John Benjamins Publishing Company. Roy, O. (2004). Globalized İslam: The Searchfor a Neıv Ummah. NY: Columbia University Press. 76 • iletişim : araştırmaları Russett, B. M., et al. (2000). "Clash of Civilizations, or Realism and Liberalisin Dejâ Vu? Some Evidence." ]ournal ofPeace Research 37: 583-608. Said, E. W. (2004). From Oslo to Iraq and the Road Map. New York: Pantheon. Said, E. W. (2001). "The Clash of Ignorance." The Nation. http:/ /www. thenation.com/doc/20011022/said. Retrieved: 21.10.2010. Said, E. W. (1997). Covering İslam. How the Media and the Experts Determine Hoıv We See the Rest of the World (Fully rev. ed.). New York: Vintage Books. Sen, A. (1999). "Democracy as a Universal Value." Journal of Democracy 10(3): 3-17. Stoffers, M. (2008). New Politics — Media, Intellectuals and the Rise ofCultural Conflict at the Turn of the Millennium. Arts and Sciences Coursebook, Maastricht University Press. Watson, J. (2003). "Globalisation." Article contributed for the Encyclopaedia Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003. VVedeen, L. (2003). "Beyond the Crusades: Why Huntington and Bin Laden Are Wrong." Middle East Policy Online Archive. http: / / conconflicts. ssrc.org/archives/mideast/. Retrieved: 21.10.2010. VVhite, L. (2003). "Culture." Article contributed for the Encyclopaedia Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003. Williams, R. (1995). The Sociology of Culture (Forew. by Robbins, B.). Chicago: University of Chicago Press. Cited Nevvsarticles The Australian. March 22nd, 2008. Culture Challenging İslam (n.a.), Section: Features, p. 28. The Australian. September 20th, 2008. Uni row the new front in culture war. Jamie VValker. Section: Local, p. 1. The Canberra Times. January 8th, 2008. Sidelining the loud-mouthed cultural warriors. irfan Yusuf, p. 2. Minteanu ■Nııances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 77 The Daily News of Los Angeles. Israelis and Palestinians in L.A. have a common goal: working toward peace. Tony Castro, Section: News, p. Al. The Financial Times (London). July 26th, 2008 (2nd edition). Festival rekindles Lebanon's cultural life. Roula Khalaf. Section: World News, p. 8. The Financial Times (London). May 21st, 2008. A Culture of Fear Cloaks US and Italian Realities, Letter to the Editör, p. 10. The Guardian (London), March 15th, 2008. Book review: Michael Burleigh's "A Cultural JTistory of Terrorism". Giles Foden, p. 10. The Guardian (London). December lOth, 2007. To believe in a European utopia before Muslims arrived is delusional. Gary Younge, Section: Comment and Debate Pages, p. 26. The Guardian (London). December 14th, 2007. Liberty and the State: The left should bevvare the rightwing wolf in civil liberties sheep's clothing: A my-rights culture must not overshadow the needs of those most urgently deserving of the protection of the State. Polly Toynbee. Section: Comment and Debate Pages, p. 41. The Guardian (London). January 30th, 2008. It's time to herald the Arabic Science that prefigured Darvvin and Newton. Jim Al-Khalili. Section: Comment and Debate Pages, p. 25. The Guardian (London). September 5th, 2008. Comment and Debate: Maverick dons inspire only those who hate, not think: Britain needs a nuanced language to debate race, class and culture, away from headline-grabbing, superficial provocations. Priyamvada Gopal. Secion: Guardian Comment and Debate Pages, p. 34. The Independent on Sunday. February lOth, 2008. MoD's 'culture manuals' give troops insight into Arab life. Robert Verkaik, p. 6. The Korea Herald. May 26th 2008. Arab Culture Showcased in June Festival (n.a.). Online. The Korea Herald, March 21st, 2008. Culture: the Basis for Ties with Middle. Seo Jeong-min. Online. 78 ■iletişim : araştırmaları The Los Angeles Times (Home Edition). August 9th, 2008. Adding to Division: The Tensions within the Anglican Communion Are a Reflection of the Global Culture Wars. Section: Main News (Editorial Pages Desk, Part A), p. 18. The Observer (England). March 23rd; 2008. We Live in a Culture of Blame — but There is Another Way: The Archbishop of Canterbury Telis Why the Easter Story Can Help Humanity Escape a Lethal Cycle of Fear and Resentment. Rowan Williams. Section: Observer Comment Pages, p. 33. The Observer (England). September 21st, 2008. Book Review: Lawrence Freedman's "From Washington to Kabul the Hard Way". Jason Burke, p. 26. The Observer (England). May llth, 2008. Iraqi Artists and Singers Flee Amid Crackdown on Forbidden Culture. Afif Sarhan, Baghdad and Caroline Davies. Section: Observer Foreign Pages, p. 41. The Omaha VVorld-Herald (Nebraska). July 6th, 2008 (Sunrise Editions). Annual Event Helps Area Muslims Demystify Their Faith while Having Fun and Showcasing the Diversity of İslam. Speaker to Stress Cultural Bridges. David Hendee. Section: News, p. 01B. The Strait Times (Singapore). Power through Culture. (2008) News Section, p. 22. Online. The Strait Times (Singapore), March 20th, 2008. Dinner date with cultural tolerance. Tan Shzr Ee. Section: Life! Life Arts. Online. The VVashington Times. February 26th, 2008. A Dubious honor; Damascus called Capital of Arab culture. Nir Boms and Jonathan Spyer (p. A19). 79 Sinemada Queer Göçmen Temsilleri Nejat Ulusay Özet Uluslararası göç ve queer kimlikler arasındaki ilişki, göçmenlikle ilgili çalışmalarda üzerinde en az durulan konulardan biri sayılmaktadır Oysa bu, ulusal kimlik, vatandaşlık ve aidiyet gibi soruları gündeme getiren karmaşık bir konudur. Öte yandan, Batı merkezli queer çalışmalarının, küresel, homojen ve farklılığa alan tanımayan bir queer konumdan söz ettiğini ve evrensel bir gey kimliği tahayyülünü öne çıkardığını da hatırlamak gerekir. Bu çalışma, yukarıda kısaca belirtilen tartışmalar ışığında, kahramanlarının queer göçmen figürler olduğu sinema örneklerini incelemeyi amaçlamaktadır. Söz konusu örnekler iki kategori içinde ele alınabilir, ilki, belli kültürel stereotipleri yeniden üreten ve güldürü türünün uylaşımlarını taşıyan filmleri içermektedir, ikinci kategorideki filmler ise, herhangi bir ülkede göçmen ve queer olmanın karmaşıklığına odaklanmakta ve göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, ait olma ve diaspora gibi kavramlar çerçevesinde sorunsallaştırmaktadırlar. Anahtar kavramlar: uluslararası göç, sinema, queer diaspora, kültürel stereotipler, karmaşık metinler. Represatiotıs of the Immigrattt Queer in Films Abstract İt can be argued that the relation between international migration and queerness has been one of the least researched issues in migration studies. İt is also interesting to remember that queer studies talk about a global, homogeneous, and a less diverse queer position and imagines a universal gay identity. This imagery, however, has been inadequate to explain the diversity of "queer diaspora" in terms of national identity, class origin and belonging. İn the light of the above argument, this paper aims to focus on particular films featuring homosexual/gay/queer characters as immigrants vvhich are constructed as leading figures of narratives. These films can be explored in two categories. The first category consists of comedies which reproduce cultural stereotypes and depict hoşt country as a civilized and welcoming land. The films in the second category, on the other hand, explore the complexities of being an 'immigrant and queer' and they problematize the gay-immigrant subject within the contexts of national identity, cultural difference, belonging, and diaspora. Keywords: international migration, cinema, queer diaspora. cultural stereotypes, complex narratives. iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 79-103 80 • iletişim : araştırmaları Sinemada Queer Göçmen Temsilleri Kadınların göç deneyiminin ihmal edilmiş bir konu olmasına ben zer biçimde, uluslararası göç ve eşcinsellik arasındaki ilişkinin, göç menlikle ilgili çalışmalarda en az araştırılan konulardan biri olduğu söylenebilir1. Bu, göç ve eşcinsellik arasındaki yakın ilişkinin gözden kaçırıldığı anlamına gelmektedir. Söz konusu ilişki aslında iç göçle başlamakta, eşcinseller açısından taşradaki gözetimden kurtulmanın bir yolu olarak büyük kentlere göç olgusu, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıktığım söyleyebileceğimiz modern eşcinsel kimliğin her şey den önce kentli bir kimlik olduğunu göstermektedir (Binnie, 2004: 91). Uluslararası göç ise farklı cinsel kimlikler açısından ulusal kimlik, vatandaşlık ve aidiyet gibi soruları gündeme getirmekte, bu çerçevede göçmenin kendi ülkesi ile ev sahibi ülke arasındaki farklılık, kimliğin idaresi ve oluşumunda merkezi bir önem kazanabilmektedir (94)2. 1 Kadınların göç deneyimine ilişkin çalışmalar için bakınız: Oliva Espin (1999), Wometı Crossing Boundaries: The Psychology of Immigration and the Transformations of Sexuality. Londra: Routledge, 1999; Pamela Sharpe (2001), Women, Gender and Labour Migration: Historical and Global Perspectives, Londra: Routledge, 2001. 2 Jon Binnie'nin The Globalization ofSexuality (Londra: Sage, 2004) adlı kitabının, eşcin sellik ve göçmenlik arasındaki ilişkiyi ele alan az sayıdaki çalışmadan biri olduğunu belirtmek gerekir. Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 81 Queer3 bireylerin daha fazla hak ve özgürlüğe sahip olmak ve yasal kazananlardan yararlanmak için belli bir ülkeye göç etmeleri basit ve sorunsuz bir konu değildir. Bu, her şeyden önce ülkelerin kendi yasal düzenlemeleriyle ilgili bir çerçevede değerlendirilebilir. Örneğin, ABD'nin göçmenlikle ilgili kontrol politikalarımn, potansiyel göçmenler arasında, tarihsel olarak cinsiyete, toplumsal cinsiyete, ırk, sınıf ve diğer faktörlere dayalı bir ayrımcılık üzerine kurulduğu belir tilmektedir (Luibheid, 2005: xii). Eşcinseller onyıllar boyunca ABD'ye yasal göçmen olarak girmekten men edilmişlerdir. Bazı araştırmacılar eşcinsel göçmenlerin göçmenlikle ilgili yasalar çerçevesinde ayrımcılı ğa uğramalarım 1917'e kadar geri götürmektedir (xü). ABD'nin 1917 tarihli Göçmenlik Yasası, "bünyesel olarak psikopat", 1952'deki Göç menlik ve Uyrukluk Yasası da "psikopatik, epileptik ya da zihinsel engel"li kişileri sınır dışı etmeyi öngörmüş, 1952'de ise, ülkedeki yay gın paranoyadan göçmenlik yasası da etkilenmiştir. Bu dönemde eşcinsellik, yalnızca popüler kültür tarafından değil, Komünist Parti'nin eşcinselliği reddetmesine rağmen, hükümet tarafından da komünizmle ilişkilendirilmiştir (Espin, 2000: 388-389). 1990'da cinsel 3 1980'lerde ABD'de, erkek ve kadın eşcinseller, biseksüeller, trans kimliklerle onlarm yakınları ve aileleri AIDS krizine karşı savaşmak üzere bir araya geldiklerinde, bu koalisyonun içinden birçok aktivist, "farklı bir topluluğu" tammlamak üzere, geniş bir cinsel kimlik ve davranış çeşitliliği içeren queer kavramım kullanmaya başladı. Bu koalisyonda biseksüeller, cross-dresserlaı, trans kimlikler ve farklı ırklardan karşıcinsel ya da eşcinsel çiftler yer aldılar (Benshoff ve Griffin, 2004: 5). Queer, "karşıcinsel olmayan cinsel kimliklerin çeşitli biçimlerini bir araya getiren şemsiye bir kavram" olarak kullanılmaktadır (Aaron, 2003: 5). 82 • iletişim : araştırmaları oryantasyona bağlı sınır dışı edilme durumu göçmenlik yasasmdan nihayet çıkarılmıştır (Luibheid, 2005: xiii). Ancak aynı yıllarda, HIV / AIDS nedeniyle dışlanma durumu, bütün göçmenler için belirleyici bir konu haline gelmiştir. 1987'de, ABD Göçmenlik Kanunu, sürekli oturma başvurusu yapan herkesin HIV testine tabi tutulmasını zorun lu kılmıştır (xiii-xiv). Eşcinsellerin sımr dışı edilmeleri, "düzgün" bir cinsellik ve toplumsal cinsiyet düzenini garantiye alarak üremeyi beyaz ırkın ayrıcalığına yönelik bir biçimde korumayı amaçlayan ve yoksulların sömürülmesini sağlayan geniş ölçekli federal göçmenlik kontrolü rejiminin bir parçası olarak değerlendirilmektedir (Luibheid, 2005: xiv). Yasal düzenlemelerdeki değişime rağmen, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, kültürel farklılık ve daha başka nedenlerle ulus lararası göç ve eşcinsellik arasındaki sorunlu ilişki sürmektedir. Eşcinsellik, modernite ve göçmenlik arasındaki ilişkilerin konu muz açısından bir başka önemli veçhesi daha bulunmaktadır. Bu da, modernitenin ve onun bir ürünü / aracı olarak ulus-devletin eşcinselle re yönelik başlangıçtaki yaklaşımıyla bugün gelinen noktadaki tavrı arasındaki uçurumdur. Modernite açısından, eşcinseller ve beyaz olmayanlar uygarlaşmamış ötekiler ve ulus devletin moral düzenine birer tehdit olarak değerlendirilmiştir (Binnie, 2004: 75). Greenberg ve Bystry, rekabetçi kapitalizmin gelişimi ve toplumsal örgütlenmeye ilişkin bürokratik ilkelerin yayılmasının eşcinselliğe karşı ayırt edici bir modern karşılığın biçimlenmesinde önemli olduğunu belirtirler (1996: 85). Yazarlar, bürokratik toplumlarm farklı bir toplumsal kont rol mekanizması geliştirdiğini ve "toplumsal ilişkilerin bürokratikleşmediği toplumlarda eşcinselliğe karşı tutumların görece daha hoşgö rülü olduğunu" ileri sürmektedirler (97). Modernleşmenin küresel bir olgu haline geldiği postmodern çağda ise, eşcinsel hakları, ironik biçimde, bir gelişme ve modernleşme konusu haline gelmiştir. Binnie, eşcinsel haklarına ilişkin önem kazanan bu anlatıya paralel biçimde yeni bir ırkçılığın geliştiğine dikkat çeker (2004: 75). Yazara göre, man tık şöyle işler: "siz bizden daha az gelişmişsiniz çünkü eşcinsellere kötü davranıyorsunuz". Böylece, lezbiyen ve gey haklarının garantörü haline gelen Batılı devlet bu haklara ilişkin aktivizmi modernitenin medenileştirme misyonunun bir parçası olarak görebilir (75). Öte yan Ulusay • Sinemada ûueer Göçmen Temsilleri • 83 dan, Batı merkezli c\ueer çalışmalarının, küresel, homojen ve farklılığa alan tanımayan bir cjueer konumdan söz ettiğim ve evrensel bir gey kimliği tahayyülünü öne çıkardığım da bu noktada hatırlamak gerekir. Ancak durum göründüğünden daha karmaşıkür ve bunun için sinemamn, konunun farklı veçhelerine ilişkin hikâyelerin anlatıldığı örneklerine bakmak zihin açıcı olabilir. Bunlar arasında, göçmenlik ve eşcinsellik arasındaki ilişkiyi fazla derinleştirmeden, kültürel karşıtlık ları öne çıkararak ve popüler sinemanmkine yakın bir tavırla ele alan filmler olduğu kadar, konuyla ilgili tartışma alanını genişleten, sorular soran ve durumun karmaşıklığını hatırlatan anlatılar da bulunmakta dır. Bu çalışma, yukarıdaki yer alan tartışma çerçevesinde, uluslarara sı sinemanın, eşcinsel, gey ya da cjueer göçmen karakterlerin hikâyelerinin anlatıldığı belli filmleri üzerinde durmayı amaçlamakta dır4. Bu filmler iki kategori içinde değerlendirilebilir. İlki, belli kültürel stereotipleri yeniden üreten ve ev sahibi ülkeyi, (eşcinsel) göçmeni sorunsuz biçimde kucaklayan uygar bir mekân olarak resmederken genellikle güldürü türünün uylaşımlarını taşıyan filmleri içermekte dir. Bu kategoride Düğün Yemeği (Xi yan /The Wedding Bancjuet, Ang Lee, ABD-Tayvan, 1993), Gönülçelen (Chouchou, Merzak Allouache, Fransa, 2003), Mambo Italiano (Emile Gaudreault, Kanada, 2003) ve Pembe Dokunuş (Touch of Pink, lan Iqbal Rashid, Kanada/Britanya, 2004) adlı yapımlar yer almaktadır. İkinci kategorideki filmler ise, her hangi bir ülkede göçmen ve eşcinsel olmanın karmaşıklığına odaklan makta ve gay-göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, özdeşleş me, ait olma ve diaspora gibi kavramlar çerçevesinde sorunsallaştırmaktadırlar. Bu kategori içinde tartışılacak filmler ise, Benim Güzel Çamaşırhanem (My Beautiful Laundrette, Stephen Frears, Britanya, 1985), Hamam (II bagno Turco / Hamam: The Turkish Battı, Ferzan Özpetek, İtalya/Türkiye/İspanya, 1997), Head On (Ana Kokkinos, 1998, Avust4 Bu çalışmada, yalmzca erkek eşcinsel ya da queer karakterlerin hikâyelerinin anla tıldığı filmler ele alınmaktadır. Sinemadaki temsilleri açısından bu konuda da ka dınlar aleyhine bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Kadm eşcinselliği ve göçmenlik ilişkisinin yer aldığı filmlerin sayısı çok azdır. Bunlar arasında Frenıde Haut (Angelina Maccarone, Almanya-Avusturya, 2005) ve Yaşamın Kıyısında (Aufde anderen Seite, Fatih Akın, Almanya-Türkiye-İtalya, 2007) gibi yapımlar sayılabilir. 84 ■iletişim : araştırmaları ralya) ve Lola ve Bilidikid (Lola und Billy the Kid, Kutluğ Ataman, Alman ya, 1999) adlı yapımlardır. K ü ltü r e l s t e r e o t i p le r Ev sahibi ülkenin eşcinsellere sağladığı rahatlığın öne çıkarıldığı ilk kategoride yer alan filmlerin merkezinde, c\ueer göçmenin cinsel kimliğini ailesinden ve çevresinden gizleyerek yaşama eğiliminin sorunsallaştırılması yer alır5. Bu filmlerde, eşcinsel hakları çerçevesin de idealize edilen ülkeler ABD, Kanada, Britanya ve Fransa olurken, göçmen queer ve ailesinin kimlik konusunu travmatik bir meseleye dönüştürmesi üzerinden Uzak Doğu, 'üçüncü dünya' ve Akdeniz kül türlerinin konuyla ilgili sorunlu yaklaşımları eleştirilir. Bu filmlerin kahramanları genellikle üst orta sınıfın üyeleridir. Steril bir burjuva çevrede, tüketime ve eğlenceye açık, rahat ve sorunsuz bir ortamda yaşamlarım sürdüren bu göçmen figürler, ebeveynleri ve akrabaları öyle olmasalar da, ev sahibi ülkenin kültürel yaşantısına entegre olma yı başarmış kişilerdir. Söz konusu entegrasyonun, kendileri açısından neredeyse mucizevi bir biçimde göç süreci başlamadan önce gerçek leşmiş olduğunu düşünebileceğimiz bu kurmaca kişilerin bir bölümü, kendileri gibi mesleklerinde başarılı olmuş hayat arkadaşlarıyla birlik te, küçük de olsa özenle döşenmiş evlerde yaşarlar; şık restoranlarda yemek yer, diskolarda eğlenir, gösterişli düğünlerle evlenirler. Bu filmlerin, en çetrefilli durumları bile tatlıya bağlamasını becerebilen güldürü türünün uylaşımlarıyla inşa edilmiş anlatıları, kahramanları nın içinde yaşadıkları dünyanın sunduğu huzur ve rahatlığa paralel biçimde, nihai olarak izleyiciyi tedirgin etmeyen ve onu resmettiği dünya ile uzlaştıran bir söyleme sahiptir. 5 New York'ta yapılan bir araştırma, Filipinli eşcinsel erkeklerin, 'dolaptan çıkma'nın birinci sorunları olmadığım; bunun, diğer etnik ve ırksal gruplardan eşcinselleri meş gul eden bir konu olduğunu belirtmişler ve daha önemlisi, cinsel kimliklerini sınır dışı edilmemek için açığa vurmadıklarını ve ticari gey ortamdan dışlandıklarım söy lemişlerdir (aktaran Binnie, 2004; 80). Binnie, söz konusu araştırmanın, cinsel kimli ğin açıklanmasını gey özgürlük politikalarının temeli olarak görme eğilimindeki queer kuram/lezbiyen ve gey çalışmaları içindeki yazarlara meydan okuduğu görüşün dedir ve kimliklerini gizleyenlerin 'yanlış bilinçlilik' konumunda bulundukları ka bul edilerek bu kişilerin gey özgürleşme politikaları tarafından 'kurtarılmadıkları'm kaydeder (2004: 80). Ulusay • Sinemada ûueer Göçmen Temsilleri • 85 Düğün Yemeği'nin kahramanları yukarıdaki tarife uygun bir ikili dir. Yoksul semtlerdeki evleri kiraya veren Tayvan-Çin asıllı girişimci Wai-Tung ile Amerikalı beyaz fizik tedavi uzmanı Simon, modern bir gey çift olarak Manhattan'da mutlu bir yaşam sürmektedirler. Oğulla rının evlilik haberini ve ondan torun bekleyen VVai-Tung'un Tay van'daki anne ve babasının yanlarına gelmesiyle düzenleri bozulur. Simon, partnerinden ailesine gerçeği açıklamasını beklerken, WaiTung, yeşil kart peşindeki kiracısı Wei Wei'yi devreye sokarak anne ve babasma karşıcinsel bir evlilik oyunu hazırlar. Geleneklere uygun biçimde gerçekleşmesi için her türlü ayrıntının titizlikle üzerinde durulduğu düğün töreni sırasında ritüelleri yerine getirmek için elle rinden geleni yapan YVai-Tung ve Wei Wei sarhoş olurlar ve kendileri için ayrılan otel odasında geceyi birlikte geçirirler. Bu gecenin ardın dan hamile kalan Wei Wei bebeği aldırmak ister. Simon ise bütün bu olup bitenler karşısında öfkelidir. Bayan Gao'ya durum anlatılır. Bu arada, eski bir asker olan VVai-Tung'un babası kalp krizi geçirmiştir ve oğlu ile Simon arasındaki konuşmalardan da durumu anlamıştır. Simon bebeğe ikinci baba olmayı kabul eder ve film herkesi memnun edecek mutlu bir finalle noktalanır. Düğün Yemeği, Amerikan ve Çin kültürleri arasında, cinsellik, aile, evlilik, ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi konulardaki farklılıkları anlatısının merkezine taşır. Simon özgür, seçimini yapmış ve cinsel kimliğiyle barışık bir yetişkindir; iyi bir mesleğe, bir eve ve beklentilere uygun gey bir yaşam tarzma sahiptir. Film boyunca Simon'un ne anne-baba sını ne de başka bir yakınım görmediğimiz gibi onlarla ilgili herhangi bir bilgi de edinemeyiz. Simon'ın başka gey arkadaşları bulunmakta dır ve akşamlan onlarla dışarı çıkar. Wai-Tung ise ne ailesine ne de başkalarına cinsel kimliğini açıklamaya hazır değildir. Düğün sonra sında durumunu annesine açıklamak zorunda kaldığında, annesi bunu babasından gizlemesini rica eder. Baba da zaten durumu bilmek tedir ve Simon'dan bunu gizlemesini isterken, bu talebini önce İngiliz ce aktarır: "Hayır! Ne Wai Tung, ne annesi, ne de Wei Wei sırrımızı bilmemeli."; sonra da Çince sürdürür: "Eğer onların yalan söylemesi ne izin vermeseydim, hiçbir zaman bir torunum olmayacaktı." Bu sahte evlilik oyunundaki rolünü benimsemiş görünen Wei Wei ise, 86 • iletişim : araştırmaları Wai-Tung'u olduğu gibi kabul ettiğinde ve Simon'm ikinci baba olma sıyla durumu kabullenir. Düğün Yemeği, yukarıda aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi, anla tısını ortak bir yalan üzerine inşa etmektedir. Wai-Tung, cinsel kimliği ni ailesine açıklamaktansa durumu kılıfına uydurma çabasındadır. Filmin bu temel meselesi, Çin geleneksel kültüründeki aile kurumuna ilişkin değerler bağlamında yapılacak bir analize uygundur (Cheshire, 2001; Kloet, 2005). Buna göre, yönetmen Ang Lee'nin, 'Çin aile ideolojisi'ni bir tür yapı bozumuna uğrattığı söylenebilir. Bu ideolojide dört unsur - uyum, hiyerarşi, patriarki ve anne-babaya saygı - iç içe geçmiştir ve bunlar herkesi yerinde tutacak bir ağ oluşturmaya çalışır (Kloet, 2005: 120; 122). Gerçekten de, Wai-Tung ile anne ve babası, ortadaki büyük yalanın bilincinde olmalarına karşın, bunun aile için deki uyumun bozulmaması için gerekli olduğunun da farkındadırlar. Böylece, nihai olarak, ailenin kendisine yönelik bir ihanetin gerçekleş mediği filmde, 'Çin aile ideolojisi' günümüz ABD'sine ve ırklararası bir gey ilişkinin içine taşınarak kendi coğrafyasında genellikle görün mez olan bir durum sergilenmiş olur (124). Temel argümanlarımıza döndüğümüzde; eşcinsel göçmen, onun ailesi ve yakın çevresinin yaşadıkları bu ciddi durum daha da travmatik bir soruna dönüşme den çözümlenirken, göçmenin kendi ülkesinin cinsel kimlik ve cinsel özgürlük gibi çağdaş meselelere bakışındaki geri kalmışlık ve ikiyüz lülük karşısında ev sahibi ülkenin bu konulardaki özgür ve sorunsuz yaklaşımının onaylandığını görürüz. Öykü örgüsünün inşası açısmdan Düğün Yemeği'ni hatırlatan ve bu filmde olduğu gibi gösterişli bir düğün sahnesi içeren Pembe Dokunuş'da, bu kez, Londra'da birlikte yaşayan Güney Asya asıllı Kanadalı Alim ile Britanyalı beyaz Giles'in hikâyesi anlatılır. Alim sinema endüstrisinde lobi fotoğrafçılığı yapmakta, ekonomist olan Giles ise UNICEF için çalışmaktadır. Alim Ffollywood filmlerine tut kundur ve kendisinin bir tür oyun arkadaşı olduğunu söyleyebileceği miz Cary Grant'm ruhuyla birlikte yaşadığını düşünür. Alim'nin Kanada'daki annesi gelene kadar iki sevgili mutlu bir biçimde hayat larını sürdürür. Toronto'da yaşayan Alim'in dul annesi Nuru, oğlunun Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 87 Londra'daki ilişkisinden habersizdir. Bu arada Nuru'nun kız kardeşi Dolly'nin oğlu Khaled'in düğün hazırlıkları sürmektedir. Nuru ise, oğlunu bir Muson düğününde güzel bir kızla evlendirmeye kararlıdır. Alim, Wai-Tung'un yaptığı gibi, annesinden cinsel kimliğini gizler. Düğün Yemeği'nde, yaşlı konuklar New York'a gelmeden önce iki sev gilinin yaşadıkları eve çeki düzen verilmesine benzer biçimde, Alim de annesinin ziyaretinden önce duvarlarda ve odalarda yer alan, gay kültüre referans olabilecek her türlü resim, fotoğraf ve kitabı ortadan kaldırır. Bir önceki filmin Amerikalı eşcinsel kahramanı gibi, Giles de partnerinin annesine gerçeği anlatmasını ister. Alim ise 'dolaptan çık mak' konusunda karasızdır; öyle ki, bir ara annesine, Giles'in kız kar deşini nişanlısı olarak tanıtır. Ancak nihayetinde, annesine, kendi çektiği Giles'in çıplak fotoğrafını göstererek cinsel kimliğini dolaylı biçimde de olsa açıklar. Bunun üzerine, Alim'in partneriyle ilişkisi bozulur, annesi de Kanada'ya geri döner. Durumu düzeltmek amacıy la, teyzesinin oğlu Khaled'in düğün törenine katılmak üzere Kanada'ya giden Alim, bu kez Khaled'in taciziyle karşılaşır. Düğünden bir gece önce sarhoş olarak Alim'in yanma gelen Khaled, çok eskiden yaşadık ları bir deneyimi bahane ederek onu zorla kendine çeker ve öpmeye çalışır; ancak Alim onu iterek geri çekilir. Khaled, Alim'e normal olmadığını söyler, o da Khaled'i "gizli bir sarhoş ve gizli bir queer" olmakla eleştirir. Bu arada, bir kenarda sessizce duran Nuru bütün olup bitenlere tanık olmuştur ve ertesi akşam, düğün başlangıcında kız kardeşine durumu açıklar. Ancak olanlardan Dolly'nin de haberi vardır ve bu yüzden şaşırmamışür. Nuru'ya, "Bana mükemmel anneyi oynama" diyerek çıkışan Dolly, tek istediğinin gösterişli bir düğün ve torun olduğunu belirtir. O sırada, Alim'le barışmak için Londra'dan gelen Giles, davetlilerin şaşkın bakışları arasında birbirlerine sarılarak öpüşürler. Nuru, oğlunun dürüstlüğü karşısında etkilenmiş görün mektedir. Pembe Dokunuş, kültürlerarası karşıtlıkları, hem fars tadında bir güldürü için ve aynı zamanda anlatının ilerlemesine hizmet edecek bir dramatik çatışma imkânı yaratmak amacıyla, hem de bir kültürü diğe rine göre daha üstün kılacak biçimde eleştirel bir bağlam oluşturmak üzere kullanır. Alim'in içinde bulunduğu durum, Wai-Tung'unkine 88 • iletişim : araştırmaları çok benzemektedir. İkisi de cinsel kimliklerini gizlerler; ikisi de birlik te yaşadıkları kişilerle kıyaslandıklarında yeterince olgunlaşmamış, birey olamamış görünürler. Giles'in anne ve babası, Alim ile oğulları nın tamşma yıldönümlerini onlarla kutlamak için birlikte diskoya giderlerken, Nuru oğlunun durumundan habersizdir. 'Öteki' kültürün ikiyüzlülüğü, Alim'in teyzesi ve oğlunun, yukarıda aktarılan davra nışları ve sözleriyle sergilenir. Filme adım veren 'pembe dokunuş' etkileyici ve baştan çıkarıcıdır: Anlayışlı, duyarlı, sakin, entelektüel ve karizmatik bir genç adam olan ve bir anlamda gey kültürün iyi bir temsilcisi sayılabilecek Giles, Nuru'yu bir gün boyunca Londra'da gezdirerek etkiler ve ona gençlik yıllarını hatırlatır. Alim'in alt benliği Cary Grant ise, annesini 'üçüncü dünyalı' bir kadın olarak küçümser ken, Giles, annesini "cahil bir Pakistanlı" olarak gördüğü için Alim'i eleştirir. Böylece, Giles'in kimliğinde ev sahibi kültür temize çıkarken, "üçüncü dünyalı" Alim ve annesine de yaşadıkları deneyimin ardın dan doğru ve dürüst davranmayı öğrenmiş olurlar. Kültürel stereotiplerin anlatırım hizmetine sunulduğu filmler ara sında en çarpıcı olanı Mambo Italiano'dm. Steve Gaccio'nun sahne oyunundan uyarlanan film, Montreal'in İtalyan mahallesinde yaşayan yirmili yaşlarının sonundaki Angelo'nun ailesine ve çevresine karşı verdiği özgürleşme mücadelesini anlatan bir güldürüdür. Bir turizm şirketinde çalışan ancak televizyon yazarı olmayı düşleyen Angelo eşcinseldir ve artık aile evinden ayrılıp kendine bir hayat kurmaya karar vermiştir. Öğretmen ablası Arma ise hiç evlenmemiş, sürekli yatıştırıcı ilaçlar kullanan ve zamanını terapistlerde geçiren mutsuz bir genç kadındır. Angelo, uzun boylu ve maço görünümlü okul arkadaşı Nino ile birlikte yaşamaya başlar. Nino polistir ve cinsel kimliğini giz lemektedir. Angelo ve Nino'nun beraberlikleri ortaya çıktığında, anne ve babası ile Nino'nun, cinsiyetçi ve homofobik söylemiyle dikkati çeken annesi için durum travmatik bir hal alır. Ancak film, güldürü türünün ve Mambo Italiano ile aym kategoride yer alan filmlerin uyla şımlarına uygun olarak, mutlu bir finalle son bulur: Nino, okuldan tanıdığı Pina ile evlenerek annesini mutlu eder; Angelo'nun anne ve babası ise, cinsel kimliğiyle barıştıkları oğullarım ve onun Kanadalı sevgilisini bağırlarına basarak yeni bir hayata kucak açarlar. Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 89 Mambo Italiano, yukarıda anılan diğer filmlerde olduğu gibi, 'dolaptan çıkma' konusunu temel meselesi haline getirirken ev sahibi ülkenin eşcinsel kültürün imkânları açısından ne kadar gelişmiş oldu ğunu gösterir. Gey Yardım Hattı ('Gay Help Line') ve Gey Kasabası ('Gay Village'), bu gelişmişliğin filmde sıkça vurgulanan başlıca gös tergeleridir Angelo'nun ablası bile, filmin bir sahnesinde, ona şöyle sitem eder: "Tüm gey dünyası elinin altında. Bir kasaban bile var." Diğer yandan, göçmenin geldiği ülkedeki kültürün bu konuda ne kadar hoşgörüsüz olduğunun vurgusu yapılır. Film, Angelo'nun Gey Yardım Hatü'na içini dökmesiyle başlar. Angelo'ya göre, "İtalyanlar aile evinden ancak iki şekilde ayrılırlar: Evlenerek ve ölerek"; ayrıca, "İtalya'da gey olmaktan daha kötü bir şey olamaz". Filmde, ev sahibi kültürün açıklığına karşılık göçmenlerin kültü rel ikiyüzlülüğü, Nino ve annesinin sözleri ve davranışlarıyla sergile nir. Angelo, Nino'yla, beraber olduklarım kimsenin bilmemesi konu sunda bir anlaşma yapmışür; ancak bu yüzden de pişmandır. İlişkile rini öğrenen ve hemen kabullenen ablası Arına da, gizli yaşamanm berbat bir şey olduğunu söyler. Angelo, nihayet anne ve babasına gerçeği açıklar; onlar da durumu Nino'nun annesine aktarırlar ve iki taraf arasmda kimin oğlunun daha erkek olduğu tartışması yaşamr. Bu arada, Nino ile arası açılan Gino'nun kafası karışıktır. Nino, onu "anti-îtalyan" olmakla suçlar. Nino'nun annesi "hiçbir şey olmamış gibi davranmaya hazırdır", çünkü cinsel açıdan güçlü ve aktif bir genç erkek olarak gördüğü oğlunun içinde bulunduğu durumu "geçici bir dönem" olarak değerlendirmektedir. Nino, daha soma iyi bir oğul ve eş olur; ancak çok önceleri Angelo ile yaptığı gibi, hafta sonlarında erkek arkadaşlarıyla kamplara gitmeye devam eder. Angelo'nun anne ve babası da, 1950'lerde Kanada'ya gelmiş ilk kuşak İtalyan göçmenlerden oldukları halde, filmin finaline kadar, ev sahibi ülkenin kültürüne entegre olamamış görünürler. Patetik bir yaşlı çift olarak resmedilen anne-baba, İtalyan'lıkla ilgili genel geçer hemen her olgunun kimliklerinde karşılığını bulduğu ağır bir temsil yükünü üstlenirler. Kendi ailesini "suçluluk, korku ve yalan hapisha nesi" olarak tammlayan Angelo, anne ve babasını ağır sözlerle eleşti 90 • iletişim : araştırmaları rir. Böylece, eşcinsel göçmenin ve ailesinin yaşam tarzlarını belirleyen ikiyüzlü ideoloji, ev sahibi ülkenin yaşam pratiğinin kendisine sağla dığı öngörü sonucu bu geri kalmış taşra kültürünün defolarının ayrı mına varabilmiş biri olarak ebeveynlerini yargılayan Angelo tarafın dan faş edilir: "Yaptığınız tek yararlı şey İtalya'daki kasabayı terk edip buraya gelmekti. Ama asla gerçekten gelmediniz, değil mi? Çünkü bura ya geldiğinizde o kasabayı da yanınızda getirdiniz ve bu evi de onunla inşa ettiniz. Ve bu kadar yolu geldikten sonra bile, aptal hayatınızın otuz-kırk yılını o kasabanın ruhu ile yaşayarak geçir diniz." Fransa'da 2003 yılının gişedeki en başarılı filmlerinden biri olan Gönül Çelen, farklı kültürler arasındaki karşıtlıkları sergilerken, bunu, yukarıda değinilen filmlere göre daha yumuşak bir biçimde yapar. Darren VValdron'a göre, Gönül Çelen'in başarısı, filmin bir güldürü olmasının yanısıra, azınlık etnik gruplarla Fransız kültürü arasındaki ilişkinin daha az antagonist bir biçimde resmedilmesinden de kaynak lanmaktadır (2006: 36). Merzak Allouache'nin yönetitiği ve Gönül Çelen'in oyuncusu Gad Elmaleh'in başrolünde yer aldığı, ancak daha az ilgi gören 1996 yapımı Salut cousin! adlı film, Fransa'nın göç ve etnik farklılık politikalarının sınırlılığını çarpıcı bir biçimde ele alırken, Gönül Çelen, ülkenin, farklılıkları bütün biçimleriyle asimile etme bece risinin idealize edilmiş bir görünümünü sunar (36). Cezayir'den, eşcinselliğini ve travestiliğini özgürce yaşamak için ayrıldığı anlaşılan Couchou, üzerinde Peru'ya özgü bir panço ve başında bir bere ile Fransa'ya gelir ve kendini Pinochet'nin zulmün den kaçan Şilili bir mülteci olarak tanıtarak Paris'te bir kilisede kalma ya başlar. Bunun ardmdan, kadın kılığında çalışmasına izin veren bir psikanalistin ofisinde temizlikçi olarak iş bulur. Daha sonra ise, bir travesti kulübünde 'kadın garson' olarak işe alınır. Burada drag cjueen olarak, diğer Mağribi göçmenlerle birlikte sahneye çıkan Couchou, kulübün müdavimlerinden bir adamla mutlu bir sonla noktalanacak bir ilişki içine girer. Kendisine bütün kapıların açıldığı Fransa'da cinsel Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 91 kimliğini gizlemeden yaşayabileceği güvenli bir ortama kavuşan Couchou, bir yandan bunun tadını çıkarırken diğer yandan ev sahibi ülkenin kültürüne de kısa sürede entegre olmayı başarır. Çevresine kolaylıkla uyum sağlar; çalıştığı yerlerde patronlarının ve o mekânlara gelenlerin sevgisini ve güvenini kazanır; kulüpte, diğer drag cjueenlerle birlikte 1980'lerin popüler Fransız şarkılarını seslendiren kadın şarkı cıları taklit eder; Akdenizli teninin makyajla tonu açılır ve beyaz ve gösterişli bir gelinlikle geri döndüğü final sahnesinde, filmin başında onu sığınmacı olarak kabul eden Katolik rahip de, sanki bir 'nikâh töreni'nin davetlileri gibi bekleyen herkesle birlikte oradadır. Yukarıda aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi, ev sahibi ülke ken disine sığınan mülteciyi kucaklamakta; sığınmacı göçmen ise bu ülke ye ve kurumlarma kısa sürede uyum sağlamayı başarmaktadır. Ger çekten de, Paris'te, büyük ölçüde bir burjuva mahallesinde çekilen film, VValdron'un da işaret ettiği gibi, psikalaniz ve kilise gibi burjuva Batı kültürünün iki saygın kurumunu perdeye getirirken, bu iki kuru mun da düşünüldüğü kadar muhafazakâr olmadıklarını gösterir (2006: 43). Böylece Gönül Çelen, her ikisi de etnik azınlıklara ve eşcin sellere kapılarını açan kurumlar aracılığıyla "Fransa'nın, kendi kültür lerinin hoşgörüsüzlüğünden kaçan göçmenler için bir sürgün ülkesi olduğu mitini destekler" ve bu ülke ile ilgili olarak, "özgeçmişine bakılmaksızın herkesin aynı seviyede konumlandırıldığı ve (...) cum huriyetçi Fransız toplumuna başarıyla entegre olmalarının sağlandığı bir görünüm" sunar (43; 45). Ç o k k a tm a n lı a n la t ıla r Uluslararası göç ve queer kimlikler ilişkisini konu edinen ikinci gruptaki filmler, güldürünün iyimser dünyasından uzak, gerçekçi anlatılardır. Yukarıda değinilen filmlerin aksine, entegrasyonu, queer göçmenin her türlü çelişkiden arî bir biçimde deneyimlemeye hazır olduğu ve sorunsuz bir süreç olarak ele almayan bu yapımların kahra manları, hem kendileriyle hem de çevreleriyle çatışma içinde olan, huzursuz ve çoğu kez uzlaşmaz figürlerdir. Genellikle orta sınıftan, hatta kimi örnekte olduğu gibi yoksul sayılabilecek bu kişiler, ilk kate 92 • iletişim : araştırmaları gorideki filmlerin kahramanlarının pırıltılı dünyalarına çok da benze meyen ortamlarda yaşamlarını sürdürürler. İkinci kategoride yer alan filmlerin anlatılan, dönemsel olarak belli bir zaman dilimine ait siya sal, toplumsal ve kültürel olguları açıkça yansıtmaları nedeniyle de ilk gruptakilerden ayrılmaktadırlar. Günümüz Britanya'sı ya da Kuzey Amerika'sından söz ettikleri belli, ancak herhangi bir siyasal ya da toplumsal referanstan itinayla kaçınarak c\ueer özgürlükleri ve hakları açısından ev sahibi ülkeye ilişkin neredeyse ilelebet sorunsuz bir atmosfer tahayyülüne dayalı pembe bir tablo çizen ilk kategorideki filmler, anlatılarına mekân olan coğrafyaları idealize etmektedirler. İkinci kategoride yer alan yapımlar ise, hikâyelerinin yaşandığı ülke lerin ve kentlerin tarihsel olarak belli bir dönemeçte bulunduklarına ilişkin farkmdalıklanm, anlatılarının dramatik çatışma noktalarını söz konusu dönemecin kimi sonuçlarıyla ilişkilendirmek suretiyle dolay sız biçimde ifade ederler. Örneğin, Benim Güzel Çamaşırhanem, 1980'lerin Brtianya'sıru kuşatan Thatcher döneminin ruhunu, yükse len bireycilik ve ırkçılık gibi sorunlara değinerek ekonomik ve siyasal sonuçlarıyla sıradan bir fon olmanın ötesine taşırken; Hamam, tarihi hamamın bulunduğu mahalleye kurulmak istenen alışveriş merkezi projesi üzerinden Türkiye'nin 1980 sonrası dönemde yaşadığı ekono mik dönüşüme referans yapar ve anlatırım finali de bunun neden olduğu çatışmayla bağlantılandırılır. Lola ve Bilidikid, Doğu'su ile Batı'sını ayıran duvarın yıkılmış olduğu ve yabancı düşmanlığının giderek tırmandığı 1990'lann sonundaki Berlin'den söz ederken; Head On, ikinci kuşak Yunanlı-Avustralyalı kahramanının gözünden, aym yıllarda, dünyanın farklı yerlerinden göç almış kozmopolit bir Avust ralya fotoğrafı sunmaktadır. Bu filmler, ilk kategoride yer alan filmle rin resmettiği korunaklı dünyalarm ve sahip oldukları steril söylemin yerine, tekinsiz ve gerilimli bir atmosferde şiddetin farklı biçimlerini karşımıza çıkarırken, kimi örneklerde açıkça gözlenebileceği gibi, ger çekçi bir sinema anlayışına sadık kalmak koşuluyla melodramdan gerilim filmine ve aym zamanda sanat sinemasının uylaşımlarına görece geniş bir söylem çeşitliliği sergilemektedirler. İkinci grupta yer alan filmlerden Benim Güzel Çamaşırhanem, kült olmuş bir yapımdır ve daha önce birbirleriyle okul arkadaşı olan Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 93 Britanya'da doğmuş Pakistan asıllı Omar ile punk Johrıny'nin, eski bir çamaşırhaneyi restore edip yeniden açmak üzere biraraya gelmeleri sürecini anlatır. Omar, varlıklı amcasımn desteğiyle ticarete atılıp başa rılı olmayı hedefleyen hırslı bir göçmendir; ırkçı geçmişinden kurtul mak isteyen kafası karışık Johnny ise yoksul bir beyazdır. Başlangıçta, erkek dostluğu ya da dayanışması üzerine bir 'buddy film' gibi değer lendirilebilecek olan Benim Güzel Çamaşırhanem, iki kahramanı arasın daki ilişkinin kendiliğinden eşcinselleştirilmesiyle farklı bir yörünge ye girer. Çoğul kimlikler ile kültürleri ve bunlar arasındaki ilişkileri öne çıkaran film, Omar'in girişimci ve baskıcı amcası ile onun oğlu üzerinden patriarkiye ve Johrıny'nin faşist arkadaşları aracılığıyla ırk çılığa karşı geliştirdiği tavrı nedeniyle de önem kazanır. Film, çarpıcı ve neredeyse uzlaşmaz çelişkileri bir araya getirerek ve bunları kimlik lerin oluşumuna ilişkin karmaşık süreçlere ustaca yerleştirerek yukanda anılan, kültürel klişelere dayalı filmlerden hemen ayrılır. Omar Asyalı bir göçmen ailenin oğlu, Johhny ise ırkçı arkadaşlarıyla görüş meyi sürdüren eski bir faşisttir. Omar, iki farklı kültür, Britanyalılık ve Asyalılık arasında bir konumdadır. Daha sabit bir kimliğe sahip oldu ğu söylenebilecek olan Johnny ise Omar ile yeniden karşılaştıktan sonra değişmeye başlar. İki arkadaş arasında çatışmalı kimlikler üze rinden kurulan ilişkinin, ne aralarındaki işbirliğinin ne de duygusal yakınlaşmalarının üzerinde olumsuz bir etkisi olmaz; ancak bu ilişki başmdan itibaren sert ve sorunlu bir biçimde gelişir. Benim Güzel Çamaşırhanem, Britanya'da 1980'lerde ortaya çıkan, ancak bugün etkisini kaybetmiş olduğu görülen bağımsız "siyah sine ma" hareketi içinde değerlendirilebilecek bir filmdir. Bu ülkede yaşa yan Afrikalı, Karayipli, PakistanlI ve Hintli göçmenlerin yaptıkları filmler, "siyah sinema" çerçevesinde ele alınmıştır. "Siyah" senaryo yazan ve yönetmenler, o zamana dek göçmen grupları ve sanat pratik leri ile ilişkilendirilmemiş olan ihlal, imgelem, aydınlanma ve haz gibi kavramlarm hâkim olduğu bir sinema fikrini geliştirmişlerdir (Alexander, 2000:109). Filmin senaryo yazarı, PakistanlI bir baba ile İngiliz bir annenin oğlu olan, oyun ve senaryo yazarı, romancı ve film yönet meni Hanif Kureishi, göçmenleri konu alan filmlere katkısıyla bilin mektedir. Kureishi, Benim Güzel Çamaşırhanem'den başka, Sammy and 94 • iletişim : araştırmaları Rosie Get Laid (Stephen Frears, 1987), kendisinin yönettiği London Kilis Me (1991) ve My Son the Fanatic (Udayan Prasad, 1997) gibi, ana figür lerinin göçmenler olduğu filmlerin senaryolarını yazmıştır. Bu neden le, anılan filmler kimlik ve melezlik tartışmaları açısından önem kazanmaktadır. Ancak, üzerinde en çok konuşulanlarından biri olan Benim Güzel Çamaşırhanem'in dikkati çeken özelliği, etnik ve cinsel kimliklerle ilgili yaklaşımıdır. Filme ilişkin yorumlar durumu yeterin ce açıklamaktadır: "iki erkek, iki ırk ve iki siyaset arasında bir aşk hikâyesi", "toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite, cinsellik ve sınıf bariyerle rini kontrollü biçimde aşan önemli bir film", "sinemada, gelmiş geç miş en haz verici gey temsillerinden biri" (aktaran Geraghty, 2005: 22-24). Kendisi de Karayipli bir göçmen olan sosyal bilimci Stuart Hail, Benim Güzel Çamaşırhanem ve benzeri diğer filmlerin de açıkça göster diği gibi, "siyah özne sorununun, konunun sınıf, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve etnisite boyutlarına referans yapmadan temsil edilemeye ceğini" belirtmiştir (aktaran Geraghty, 2005: 24). Steven Paul Davies de, filmin karşıtlıkları ustaca sergilemedeki ustalığına işaret etmekte dir: Omar ile Johnny arasındaki romantizm, İngilizler ile PakistanlI göçmenler arasındaki ırkçı savaşı; liberalizm ile muhafazakârlık arasındaki ahlak savaşını; idealizm ile faydacı kapitalizm arasın daki entelektüel savaşı; ve Başbakan Thatcher ile banliyölerde yaşayan işçi sınıfı arasındaki siyasi savaşı son derece başarılı bir biçimde yansıtır (2010: 155). Benim Güzel Çamaşırhanem'i ilginç kılan yanlarından biri, eşcinsel ilişkiden çok, etnik farklılıkların ortaya çıkardığı çatışmanın üzerinde durmasıdır. Pascual'a göre, "Om ar'ın ailesine yönelik ırkçı şiddet filmdeki sabit tek eylem" olarak öne çıkar (2002: 65). Anlatı, ne karma şık duygular içindeki Omar'ın durumuna açıklık getirir, ne de iki ana karakteri arasındaki çatışmak ilişkiyi çözmeye yeltenir. Benim Güzel Çamaşırhanem, Pascual'ın da belirttiği gibi, "gerçekliği"n parçalı, göre celi ve çatışmak bir temsili üzerinden "kimlik" olgusuna ilişkin geçer li kavramların sorgulanması için bir uzam yaratır (68). Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 95 Binnie, queer göçmenlere atfen, "[B]irçok insan bir gey kimliği kavramım bütünüyle reddedebilir", diye yazar (2004: 94) Hamam, hem bu saptamayı doğrulaması, hem de Benim Güzel Çamaşırhanem ile ortak yanlarının bulunması nedeniyle ilginç bir örnektir. Ferzan Özpetek'in bu çok tartışılan filminde6, eski bir hamamın teyzesinden kendisine miras kaldığım öğrenen İtalyan mimar Francesco'nun, hamamı elden çıkarma düşüncesiyle geldiği İstanbul'da hayatının nasıl değiştiği anlatılır. Bir inşaat şirketi, hamamın da bulunduğu tarihi bölgeye bir iş ve alışveriş merkezi inşa etmek amacındadır ve Francesco için bu proje, hamamı satmak için iyi bir fırsat oluşturmaktadır. Ancak genç mimar, annesine yazdığı mektuplardan teyzesinin sırrını ve hamamın tarihim öğrendikten sonra onu satmak yerine restore edip yeniden açmaya karar verir. Filmde hiç görmediğimiz, ancak Francesco'nun, mektuplarını okurken çerçeve dışı sesini duyduğumuz teyze, 1940'larda ülkesini terk ederek İstanbul'a yerleşmiştir. Francesco, ayrı ca, hamamın bitişiğinde oturan ve son günlerinde teyzesine bakan Türk ailenin konukseverliğinden etkilenir ve hamamı yeniden açma kararı nedeniyle ailenin desteğini kazanır. Bu arada, Francesco ile aile nin genç oğlu Mehmet arasında başlayan yakınlaşma tensel ve duygu sal bir biçim alarak anlatının yörüngesini değiştirir. Hamamı satması için kocasmı ikna etmek üzere İstanbul'a gelen Francesco'nun karısı da bu yakınlaşmanın tanığı olur. Hamam, Benim Güzel Çamaşırhanem'de Omar ve Johnny'nin eski bir çamaşırhaneyi elden geçirip yeniden açmalarına benzer biçimde, gene farklı kültürlerden iki kahramanın bu kez eski bir hamamı resto re etmeleri sürecini anlatır ve bu çerçevede bir 'erkek dostluğu filmi' 6 Bakınız: Tuna Erdem, "Bu hamamda yıkanmam!", Gazete Pazar, 2 Kasım 1997; Serena Anderlini-D'Onofrio (2004), "Bisexual games and emotional sustainabilitiy in Fer zan Özpetek's queer films", New Cirıemas, 2004, 2 (3): 163-174; Derek Duncan (2005), "Stairway to heaven: Ferzan Özpetek and the revision of Italy", New Cinemas, 2005, 3 (2): 101-113; Elisabette Girelli (2007), "Transnational Orientalism: Ferzan Özpetek's Turkish dream in Hamam", New Cinemas, 2007, 5 (1): 23-38; Barış Kılıçbay (2002), "Queer as Türk: A Journey to Three Queer Melodramas", Queer Cinema in Europe içinde, editör: Rodin Griffiths, Bristol: Intellect Books, 2008; Bülent Diken ve Carsten B. Laustsen (2010), "Hamam: Şark'm Posta Ekonomileri", Filmlerle Sosyoloji içinde, çeviren: Sona Ertekin, İstanbul: Metis Yayınları, 2010, 96 ■iletişim : araştırmaları olarak değerlendirilebilir. Gene Benim Güzel Çamaşırhanem'de olduğu gibi, Hamam'ın erkek kahramanları arasındaki ilişkinin anlatının bir noktasında eşcinselleştirilmesi suretiyle filme ilişkin farklı bir okuma nın yolu açılır. Burada ilginç olan, göçmen konumundaki kahramanın, yani Francesco'nun, Doğu'dan Batı'ya değil, günümüz İtalya'sından, yani Baü'dan Doğu'ya gelmiş bir figür olmasıdır. Bu ise, kaçınılmaz olarak, akıllara oryantalizmle ilgili yaklaşımları getirmektedir ve filme ilişkin eleştirilerin merkezinde de bu konu yer almaktadır. Gerçekten de filmde, İstanbul'un bir Batılının gözünden egzotikleştirildiği, 19. yüzyıldakine benzer bir anlayışla Doğu'da özgür cinsel deneyim ara yışının ve hamamın bu çerçevedeki rolünün vurgulandığı, tarihi bir hamam üzerinden Doğu'ya ait değerlere Batıkların sahip çıküğına ilişkin oryantalizmle ilgili eleştirilerdeki temel bir argümamn filmin anlatısında önemli bir yeri bulunduğu söylenebilir. Kılıçbay, ilginç bir biçimde, Hamam’ı oryantalist bir metin haline • getiren özelliğinin, İstanbul'u ve sakinlerini egzotikleştirerek onları yarı turistik bir biçimde resmetmesinden çok, hamamı, ima ettiği bütün egzotik farklılığından arındırıp onu küresel bir c\ueer mekan olarak sergilemesi olduğunu belirtir (2008 :124). Hamam, Batı'da eşcinsellere hizmet veren sauna-banyo benzeri meta değerine sahip bir mekân olarak, onu restore etmek isteyen filmin Batılı kahramam için güvenli bir cennet haline dönüşmektedir (123). Ancak çok katmanlı bir sinemasal metin olarak film, bütün bunların ötesine geçen bir analizi de mümkün kılmaktadır. Örneğin Girelli, Hamam ile oryantalizm ara sındaki ilişkiyi değerlendirdiği ilginç yazısmda konunun farklı veçhe lerine değinerek, "filmin Türkiye'ye ilişkin saf ve samimi vizyonunu" daha geniş bir bağlama yerleştirmenin mümkün olduğunu ileri sürer (2007: 32). Yazara göre, Özpetek'in filmi, belki de, yalnızca geçmişin Türkiye'sine değil, Maria ve Francesco'nun terk ettikleri steril modern ulusla karşıt lık oluşturacak ve ilkine eşit bir yoğunlukla mitleştirilmiş geçmiş bir dönemin 'kayıp' İtalyası için de bir arzu içermektedir. Öyleyse, yönetmenin, gerçek Türkiye'ye İtalyan kahramanlar aracılığıyla gerçekleştirdiği dönüşü, belki de, onun daha yoksul, basit ve daha Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 97 mutlu bir yer olarak fantezileştirdiği ideal bir İtalya'ya dönüşün de metaforudur (32). Özpetek'in, İtalya'yı ve Türkiye'yi içine alan ikili konumu, kendi sine, hikâyesine ve kahramanlarına her iki taraftan da bakabilme pers pektifi kazandırır ve bu perspektif filmdeki kültürel farklılıkların, kimliklerin ve ilişkilerin, nihai tahlilde, birer stereotipe dönüşmesine engel olur. Kılıçbay'm hoş bir biçimde ifade ettiği gibi, Hamam eşcin selliğin mutlu yüzünü resmederken, Lola ve Bilidikid tartışmalı ve tahripkâr bir eşcinsellik tasviri yaparak karakterlerinin trajik bir biçimde deneyimlediği toplumsal cinsiyet normlarına ilişkin sorunla rın altını çizer (2008:125). Kutluğ Ataman, Lola ve Bilidikid'de, Türkiye kökenli travesti ve maço karakterler aracılığıyla, queer göçmenlerin huzursuzluğu üzerine sert ve karanlık bir hikâye anlatır. Film, hem Alman gey toplumu hem de Almanya'daki Türk toplumunun dışla mayı tercih ettiği bir çevreye, Berlin'in Türk gey ve drag alt kültürüne odaklamr (Clark, 2006: 555). Annesi ve abisi Osman ile birlikte yaşa yan on yedi yaşındaki Murat, cinsel kimlik krizi içindedir. Murat'ın diğer ağabeyi, Lola adıyla ve iki travesti arkadaşı ile birlikte bir gece kulübünde drag şovlara çıkmaktadır. Lola'mn maço sevgilisi Bili, onun cinsiyet değişimi ameliyatı geçirmesini ve birlikte Türkiye'ye yerleşe rek "normal bir hayat" sürmelerini ister. Lola ve Bili'nin arkadaş gru bundan İskender ise, annesiyle yaşayan orta yaşlı mimar Friedrich ile birliktedir ve onun şoförlüğünü yapar. Lola, bir gün aile evine gittiğin de kapıyı açan Murat'ın kardeşi olduğunu öğrenir. Baba mirasından Lola'ya düşen payı vermeyen Osman, onu eve sokmaz ve Murat'ı da uyarır. Lola ve Murat, biri travesti diğeri de eşcinsel olduğu için, bir kaç kez üç neo-Nazi gencin sözlü ve fiziksel saldırısına maruz kalırlar. Lola bir gün ölü bulunur ve Bili bunu Nazi gençlerin yaptığını düşü nür. Murat'ın, Lola'mn kılığına girdiği, iki grup arasındaki gerilimli hesaplaşma sekansında, Bili gençlerden birini hadım eder, bir diğerini öldürür ve kendisi de ölür. Lola'yı neo-Nazi gençlerin öldürmediğini anlayan Murat, Osman'la yüzleşmek üzere eve döner. Bir 'travesti melodramı' olarak tanımlayabileceğimiz, ancak kimi sahneleriyle bir gerilim filmini andıran Lola ve Bilidikid, yukarıdaki 98 • iletişim : araştırmaları özetten de anlaşılacağı gibi, karmaşık bir kimlikler ve ilişkiler bütünü sunar. Filmin travesti ya da maço erkek kahramanlarının hiçbiri ken dilerini eşcinsel olarak tanımlamaz. Bili ve İskender para karşılığı erkeklerle birlikte olurlar, ancak bu ilişkilerde aktif bir konumda bulundukları gerekçesiyle kendilerini kategorize etmezler. Bili, Lola ile ilişkisini kendi gözünde ve yakın toplumsal çevresinde meşrulaştır mak için, onun cinsiyet ameliyatı olmasını ister. Ancak Lola, bu ilişki nin sürmeyeceğinin farkındadır; Bili'ye, beraberliklerinin sonrasını metaforik bir biçimde hikâyeleştirirken, "Bili, Lola'yı neden terk etmiş?" diye sorar ve karşılığını gene kendisi verir: "Çünkü evlendiği kadın, âşık olduğu erkek değilmiş artık." İskender ile Friedrich arasın daki ilişkinin sınıfsal ve kültürel bariyerleri aşarak bir tür dostluğa dönüşme eğilimi ise, filmin kimlikler ve ilişkiler düzleminde sıradan sayılamayacak yaklaşımının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Lola ve Bilidikid'm en ilginç yanlarından biri, cjueer göçmenin, eşcinsel haklarımn ve gey kültürün gelişmiş olduğunu varsayabilece ğimiz bir ülkede yaşadığı ağır yabancılaşmaya dikkati çekmesidir. Bu "cjueer diaspora" filminde, travestiler, hem kendi toplumları içinde hem de dışında homofobikbir tepkiyle karşılaşırlar. Çünkü, Garber'ın da belirttiği gibi, travesti figürü sembolik olanın varlığına işaret ede rek bir kategori krizine neden olur (1992: 122). Lola ve arkadaşları, yalnızca, patriarkal ideolojinin sabit cinsiyet rollerini belirlediği kendi toplumlarmın perspektifinde değil, onları 'erkeklik ve üstün ırk' nos yonlarına karşı en büyük tehdit olarak algılayan neo-Nazi gençlerin gözünde de sınırları ihlal ettikleri için homofobik ve ırkçı nefretin hedefi haline gelirler. Bu mutlak bir diaspora durumu, aynı zamanda, filmin travesti figürleri için artık hiçbir yerin bir 'yuva' olarak düşünü lemeyeceğini anlatır. Filmin finalinde, Lola'nm öldürülmesinden sonra şehirden ayrılan travesti arkadaşlarından birinin, "Elveda Ber lin. Canın cehenneme..." sözleriyle dile getirdiği sitem, bu bağlamda, önem kazanır. Daha Nazi rejimin yükselişe geçmediği dönemlerde, yani 20. yüzyılın başlarında Avrupa'da eşcinsel haklarının yeşerdiği Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 99 bir coğrafya olmakla hatırlanan Berlin'e yönelik bu ilenme, böylece daha da anlamlı bir hale gelmektedir7. Kimlik karmaşası ve huzursuzluk, Yunan asıllı AvustralyalI kadın sinemacı Ana Kokkinos'un Head On adlı filminin kahramanı için de söz konusudur. Christos Tsiolkas'ın, Loaded adlı yarı-otobiyografik roma nından uyarlanan bu küçük bütçeli film, Melbourne'da ailesiyle birlik te yaşayan ondokuz yaşındaki Yunanlı-AvustralyalI Ari'nin hikâyesini anlatır. Ari uyumsuz bir gençtir; ne kendi, ne ailesi, ne de içinde yaşa dığı Avustralya toplumuyla barışık değildir. Kendini kuşak, kültür ve cinsel kimlik çatışmalarının tam ortasında bulan Ari'nin yaşadığı, çok boyutlu bir yabancılaşmadır. Taşınabilir cd çalarımn kulaklığıyla müzik dinleyerek sokaklarda tek başma dolaşan, arkadaşlarıyla bulu şan, tanımadığı kişilerle sokak aralarında ayaküstü ilişkiye giren ve gey kulüplere giden Ari'nin, yirmi dört saatten biraz fazla bir süre içinde başından geçenlerin anlatıldığı filmde eşcinsellik, Benim Güzel Çamaşırhanem ve Hamam'da yapılana benzer biçimde, adı konulmuş, 7 Yukarıda da belirtildiği gibi, Lola'yı, neo-Nazi gençler değil, abisi Osman'ın öldür müştür. Yönetmen Ataman da, filminde queer figürlere karşı sergilenen şiddetin kay nağının Türkiyeli göçmen toplumundaki homofobi olduğunu belirtir (aktaran Kılıçbay, 2008:121). Batı ve Doğu kültürlerinin barışçıl bir biçimde buluştukları Hamam1ın tersine, Lola ve Bilidküi'de Türk ve Alman kültürleri arasındaki çatışmanın yanında patriarki ve eşcinsellik arasmda süre giden bir savaşın da vurgulandığını yazan Kılıçbay, İkincisinin, birçok yönden, [Alman yönetmenler ve ilk kuşak Türk sinemacı ların yaptıkları filmleri kategorize eden bir kavram olarak ve Deniz Göktürk'e atfen (2001: 133)] bir "görev sineması" ("cinema of duty") örneği olduğu görüşündedir (2008: 121, 125). Yazara göre [elbette, söz konusu filmlerin söylemleri açısından], Hamam'daki iki kahramanın deneyimledikleri eşcinsellik küresel açıdan kabul edi lebilir, şık ve batılı(laştırılmış) iken, Lola'daki eşcinsellik geri kalmış ve ilkeldir ve (Berlin'de yaşanmasına rağmen) yeterince AvrupalI sayılmaz (125). Ancak Lola'nm, filmde resmedilen haliyle karanlık ve tekinsiz bir kent olarak Berlin'in çeşitli (ve kimi sembolik açıdan önemli) mekânlannda karşımıza çıkarılan neo-Nazilerin neden ol dukları tedirginlik, homofobi ve şiddeti, ev sahibi kültürün bir parçası ve tam da bu nedenle Avrupalı, ancak istenilmese de varlığım sürdüren bir geri kalmışlık örneği olarak sergilemesi de, getirdiği eleştirinin tek taraflı olmadığının önemli bir gösterge si sayılmalıdır. 100 • iletişim : araştırmaları belli kültürel referanslara sahip, kendine özgü bir yaşam biçimine kar şılık gelen sabit bit kimlik olarak resmedilmez. Aslında sabit olmayan bir başka kimliğe, Avustralyalılığa ilişkin melez bir yaklaşımın söz konusu olduğu filmde, "'öteki', (...) bütün çoğul post-yapısalcı karma şıklığıyla, 'öteki' olarak kalır." (Simpson, Murawska ve Lambert, 2009: 121). Ari, aykırı ve hiçbir yere ait olmayan bir kişiliktir; "bununla bir likte, hayatı, hâkim kültürün ve toplumun temellerini sorgulayan ve kesintisiz bir biçimde süren bir melezlik projesidir" (122). Ari, Benim Güzel Çamaşırhanem ve Hamam'm, adını koymadıkları kimlikleri nedeniyle herhangi bir rahatsızlık duymadıkları anlaşılan queer kahramanlarından farklı olarak, anlatı boyunca, izleyiciye de bulaşan sürekli bir huzursuzluk içinde resmedilir. Jennings ve Lomine'nin de işaret ettikleri gibi, gey kültürün ve gey kimliğinin ola ğan semiotiği Ari'ye uymamaktadır (2004:148). Ne gey ne de karşıcinsel sayılamayacak olan Ari'nin cjueerliğmin temsilinin, onun kendi queer\ıği kadar karmaşık ve çoğul olduğuna dikkati çeken yazarlara göre, Ari, en iyi biçimde, farklı olmak, öteki olmak ya da queer olmak la tanımlanabilir (2004: 149). Böylece, Jennings ve Lomine'nin isabetli bir biçimde belirttikleri gibi, Head On, queerm, bir kavram olarak değil, ancak somut bir deneyim olarak pratikte ne demek olduğunu resmet meye yönelik bir çaba olarak değerlendirilebilir (149)8. S o n u ç y e rin e Göç çalışmalarında ihmal edilmiş bir konu olarak göçmenlik ve queer kimlikler arasındaki ilişkiyi konu alan filmlerin, sayıca fazla olmamakla birlikte, konunun farklı veçhelerine ilişkin yönleriyle deği şik analizleri mümkün kılacak bir toplam oluşturdukları söylenebilir. Bu çalışmada, queer karakterlerin anlatılarının merkezinde olduğu, ABD, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya ve Avustralya yapımı filmler iki kategoride ele alınmıştır. Eşcinsel hakları konusundaki özgürlükçü tavırlarıyla bilindiği ve bu hakların güçlü yasal düzenlemelerle koru8 Head On adlı filme ilişkin bir başka analiz için bakınız: Dimitros Papanikolaou (2008), "New queer Greece: thinking identity through Constantine Gianaris's From the Edge ofthe City and Ana Kokkinos's Head On", New Cinemas, 2008, 6 (3): 183-196. Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 101 ma altına alınmış olduğu Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya gibi ekonomik ve demokratik açılardan gelişmiş coğrafyalardan gelen bu filmlerin bir bölümü güldürü türünün uylaşımlarım kullanmakta ve ev sahibi ülkelerininki ile göçmen karakterlerin kendi ülkelerinin kar şıt cinsel kimliklere ve onlarm yaşam biçimlerine ilişkin yaklaşımlarını karşı karşıya getirmektedirler. Ev sahibi kültürün hemen bütün yönleriyle olumlandığı, 'öteki' kültürün ise genellikle geri kalmışlıkla yargılandığı ilk kategorideki yapımlara karşılık, ikinci kategoride yer alan filmlerin, konuyu çok boyutlu bir biçimde ele alma çabasında oldukları görülmektedir. Ancak 'öteki' kültürlere ilişkin belli stereotipleri harekete geçiren ilk kategorideki yapımların da, queer göçmen kimlikleri ve onların dene yimlerini kurmaca hikâyelere dönüştürürken yeterince derinleşeme miş olsalar bile, "evrensel bir gey kimliği" inşası üzerine kurulu Batı merkezli bir tartışmayı dolaylı olarak gündeme getirmek suretiyle belli bir yaklaşımın sergilenmesi açısından işlevsel oldukları söylene bilir. Farklı Cjueer diaspora biçimlerini, ulusal kimlik, kültürel farklılık, sınıf, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve aidiyet gibi kavramlar bağlamın da ele alan ve başlıca özellikleri yukarıda belirtilen filmlerden farklı biçimde, kahramanlarını Batı merkezli "evrensel bir gey kültür"le birebir örtüşen eşcinsel figürler olarak resmetmek konusunda ısrarcı olmayan ikinci kategorideki filmler ise, queer diaspora biçimlerinin homojenleştirilmemesi gerektiğini ifade eden Binnie'nin görüşüne paralel biçimde, "birbirinden çok farklı queer diaspora biçimleri bulunduğu"na (2004: 183) işaret etmektedirler. Bu çalışmada ele alman filmlerin, iki ayrı kategorileştirmeyi mümkün kılmakla birlikte, kimi açıdan ortak yanları bulunduğu da ileri sürülebilir. Bu ise, özellikle, çalışmanın amaç ve sınırlarının dışın da kalan bir konu olarak performans olgusuyla ilgilidir. Gerçekten de, metinde değinilen hemen her film toplumsal cinsiyet rollerinin sergi lenmesi bağlamında performans kuramıyla yakın biçimde ilişkilendirilebilir görünmektedir. İlk kategorideki filmlerin ana karakterlerinin, kendileri eşcinsel oldukları halde, 'dolaptan çıkma'yı reddederek ailelerine karşısincel gibi görünmek çabasmda olmaları; ikinci katego 102 • iletişim : araştırmaları ride yer alan Benim Güzel Çamaşırhanem, Hamam ve Head On gibi yapımların queer kahramanlarının herhangi bir tanımı reddeden durumları ve özellikle Lola ve Bilidikid'in maço ve travesti kahramanla rının konumları, queer kuramın önde gelen isimlerinden Judith Butler'ın, toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin mutlak kimlikler olmayıp performansa dayalı eylemler olduğu görüşünü destekler nitelikte olduğunu göstermektedir. Çünkü, dışavurum ile performatiflik ara sındaki farkın hayati önemde olduğuna işaret eden Butler, "[TJoplumsal cinsiyet niteliklerinin dışavurumsal değil de performatif olmaları nın, bu niteliklerin ifade ettikleri, dışavurdurdukları veya ortaya koy dukları söylenen kimliği aslında fiilen oluşturdukları anlamına geldi ğini" söyler (2008: 231). Kaynakça Aaaron, Michele (2003). "New Queer Cinema: An Introduction." Neıo Queer Cinema: A Critical Reader. (der.) Michele Aaaron. Edinburgh: Edinburgh University Press. 3-14. Alexander, Karen (2000). "Black British Cinema in the 90s: Going Going Göne." British Cinema of the 90s. (der.) Robert Murphy. Londra: BFI. 109-114 Benshoff, Harry ve Sean Griffin (2004). "General Indtroduction: Queer Cinema, The Film Reader." Queer Cinema: The Film Reader. (der.) Harry Benshoff ve Sean Griffin. ABD: Routledge.1-16 Binnie, Jon (2004). The Globalization of Sexuality. Londra: Sage. Butler, Judith (2008). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. Çev., Başak Ertür. İstanbul: Metis Yayınları. Clark, Christopher (2006). "Transculturation, Transe Sexuality, and Turkish Germany: Kutluğ Ataman's Lola und Bilidikid." German Life and Letters 59 (4): 555-572. Davies, Steven Paul (2010). Eşcinsel Sineması Tarihi: Sinemada Görünür Olmak. Çev., Ali Toprak. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 103 Garber, Marjorie (1992). "The Occidental Tourist: M. Butterfii/ and the Scandal of Transvestism." Nationalisms and Sexualities. (der.) Andrew Parker, Mary Russo, Doris Sommer ve Patricia Yaeger. New York: Routledge. 121-146. Geraghty, Christine (2005). My Beautiful Laundrette. Londra: L.B.Tauris & Co.Ltd. Girelli, Elisabetta (2007). "Transnational orientalism: Ferzan Özpetek's Turkish dream in Hamam." New Cinemas 5 (1): 23-38. Jennings, Ross ve Loykie Lomine (2004). "Nationality and New Queer Cinema: Australian Film." Neıv Queer Cinema: A Critical Reader. (der.) Michele Aaron. New Jersey: Rutgers University Press. 128-144. Kılıçbay, Barış (2008). "Queer as Türk: A Joumey to Three Queer Melodramas." Queer Cinema in Europe. (der.) Robin Griffiths. Bristol: Intellect Books. 117-129. Kloet, Jeroen de (2005). "Saved by Betrayal? Ang Lee's Translations of 'Chinese' Family Ideology." Shooting the Family: Transnational Media and lntercultural Values. (der.) Patricia Pisters. Amsterdam: Amsterdam University Press. 117-133. Luibheid, Eithne (2005). "Introduction: Queering Migration and Citizenship." Queer Migrations: Sexuality, U.S. Citizenship, and Border Crossings. (der.) Eithne Luibheid. ABD: University of Minnesota Press. ix. Pascual, Mönica Calvo (2002). "My Beautiful Laundrette: Hybrid Tdentity', or the Paradox of Conflicting Identifications in 'Third Space' AsianBritish Cinema of the 1980s." Misceldnea: A Journal ofEnglish and American Studies 26: 59-70. Simpson, Catherine, vd. (2009). Diasporas of Australian Cinema. Bristol: Intellect. VValdron, Darren (2007) "From critique to compliance: Images of Ethnicity in Salut cousin (1996) and Couchou (2003)." Studies in European Cinema 4(1): 35-47. 105 Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi Sempozyumu Deniz Sezgin "Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve İletişimi Sempozyumu”, 11-13 Nisan 2011 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleşti. Sağlığın geliştirilmesi ve sağlık iletişimi konulu, Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen sempozyum, Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi ve Teşviki Daire Başkanlığı tara fından düzenlendi. Sağlık Bakanlığı'mn titiz ve sıcak ev sahipliği, sem pozyumun tüm katılımcılarını memnun etti. Uç gün süren sempozyum da, 9 oturumda, 18 konuşmacı yer aldı. Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Çağatay Güler ve Pittsburg Üniversitesi'nden Doç. Dr. Cari Fertman'ın açış konuşmalarımn ardından, Sağlık Bakanı Recep Akdağ açış konuşmalarını yaptı. Bakan Akdağ, doğuştan kazanılmış bir hak olan sağlığın önemine vurgu yapü. Günümüzde hastalıkların önlenme sine değil, sağlığın geliştirilmesine odaklanıldığına; sağlığın geliştirilme si ve sağlık iletişimi faaliyetlerinin son derece önemli olduğuna dikkat çekti. Sağlığın geliştirilmesi amacıyla, tütün kullanımı ile ilgili yapmış oldukları iletişim kampanyasından söz etti. Bakan Akdağ, bu kampanya ile sağlanan başarıda halkın desteğinin büyük payı olduğunu ekledi. Devam eden ve yeni başlayacak el yıkama, aile hekimliği, obezitenin önlenmesi ve fiziksel aktivitenin teşviki gibi diğer kampanyaları, kam panya görselleriyle birlikte tanıttı. Bireyin kendi sağlığının farkında olmasımn Sağlık Bakanlığı'nın en büyük hedeflerinden biri olduğunu, sağlıklı yaşamak için birey olarak farkındalığın sağlanması gerektiğini belirtti. Bakan Akdağ, sağlıkla ilgili farkındalığın yaratılması sürecinde, İletişimcilerin önemli rol oynadığını, o nedenle bu alanda İletişimcilerle birlikte çalıştıklarını belirtti. iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 105-109 106 • iletişim : araştırmaları Birinci günün ilk oturumunda, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Bölgesi Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Sağlık Promosyonu Bölüm Direktörü Dr. Gauden Galea, "Dünyada Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Uygula maları" başlıklı konuşmasında, sağlığın geliştirilmesi kavramının ne anlama geldiği ve dünyada sağlığın geliştirilmesi uygulamaları ile ilgili genel bir çerçeve çizdi. Ardından, Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Çağatay Güler, "Ülkemizde Sağlığın Geliştirilmesinde Yeni Açılımlar" başlıklı konuşmasında, sağlık eğitimi, sağlığın geliştirilmesinin önemi ve koşulları konularına yer verdi. İkinci oturumun ilk konuşmasını Pittsburg Üniversitesi'nden Doç Dr. Cari Fertman yaptı ve konu başlığı "Sağlığın Geliştirilmesi ve Teşviki Programları" idi. Fertman, sağlığın geliştirilmesi ve yaşam kalitesi ara sındaki ilişki, sağlığın tanımları, sağlığın geliştirilmesi programları, bun ların kuramsal temelleri, sağlık kuramları ve planlama modelleri, tarihsel bağlamı hakkında konuştu, ikinci oturumun diğer konuşmacısı, CDC'den (Çenter for Disease Control and Prevention- Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi) Dr. Diane Allensworth idi. Allensvvorth, "Sağlık Sorunlarım Elimine Etmek İçin Tasarlanmış Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Prog ramları" başlıklı konuşmasında, sağlık sorunları konusunda riskli grup lardan söz ederek, bu riski azaltmak için ne tür programlar geliştirilmesi gerektiğini, örneklerle zenginleştirerek anlattı. Birinci günün son oturumunda Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. İzzet Bozkurt "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi ve Sosyal Pazarlama" başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında, sağlık sektöründe yaşanan problemler, sağlık sektöründe sosyal pazarlama, Türkiye'den ve dünya dan sosyal pazarlama kampanya uygulamaları konularına yer verdi. İkinci günün ilk oturumunda, Yeditepe Üniversitesi'nden Prof Dr. Osman Erol Hayran "Küreselleşme ve Sağlık" başlıklı konuşmasında küreselleşmenin sağlık üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerine yer verdi. Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şevkat Bahar Özyarış ise, "Destekleyici Sağlık Çevreleri" başlıklı konuşmasında sağlığı geliştirme kavramından, risk faktörlerinden, sağlık davranışlarını etkileyen faktör lerden ve sağlığı geliştirmede gelecekte neler yapılması gerektiğinden söz etti. Sezgin • Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve iletişimi Sempozyumu • 107 İkinci oturumda Güney Connecticut Eyalet Üniversitesi'nden Prof. Dr. Jean M. Breny, "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programlarında Uygu lama Araçları, Program Personeli ve Bütçe" başlıklı konuşmasında zaman çizelgeleri, pilot testler, personel seçimi ve yönetimi, materyaller, eylem planları, modellemeler ve değerlendirmeler üzerinde durdu. Bir eylem planının nasıl yapılacağı konusunda bilgi verdi. San Jose Eyalet Üniversitesi'nden Prof. Dr. Edvvard Mamary'nin yapüğı konuşma ise, "Bir Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programını Değerlendirmek ve Geliştirmek" başlığını taşıyordu. Bu konuşmada, program değerlendir me nedir, değerlendirme tipleri nelerdir, değerlendirmenin çerçevesi nasıl çizilir ve değerlendirme nasıl tasarlanır konularında bilgiler aktarıl dı ve Kaliforniya Tütün Kontrolü Programı'ndan örnekler verildi. Teksas Üniversitesi'nden Louise Villejo "Sağlık Hizmeti Kuramlarında Hasta Odaklı Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programlan" başlıklı konuşma sında, sağlığın teşviki ve hasta haklarının geliştirilmesi konularında sağlık kuruluşlarında ve onlarla birlikte ne tip uygulamalar yapılabilece ğine değindi. Sağlık hizmeti veren kuruluşlarda sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunmak için etkili programların nasıl yürütülebileceğinden söz ederek, MD Anderson Kanser Merkezi'nde yürütülen sağlığın geliş tirilmesi programları hakkında örnekler verdi. İkinci günün son oturumunda, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ayla Okay "Sağlık İletişiminin Sağlık Okur Yazarlığı ile İlişkisi" başlıklı konuşmasında sağlık okuryazarlığı kavramı, sağlık okuryazarlık seviye leri, kitle iletişim araçlarıyla sağlık okuryazarlığını yükseltmek konuları na yer verdi. Galatasaray Üniversitesi'nden Doç Dr. İnci Çınarlı "Medya da Savunuculuk ve Risk İletişimi" başlıklı konuşmasında medya ve kamu sağlığı, medyada savunuculuk, risk iletişimi konularına değindi ve risklerin nasıl doğru tanımlanabileceğini anlattı. Ankara Üniversitesi'nden Dr. Deniz Sezgin " Sağlığın Medyada Sunumu" başlıklı konuşmasında medyanın sağlık konulu haberleri sunma biçimlerine değinerek, sağlığın korunması ve geliştirilmesi sorumluluğunun medyamn da desteğiyle bireye verildiğinden söz etti ve sağlığın teşviki konusunda bireyin yanı sıra kamu otoritelerine düşen göreve de vurgu yaptı. Son günün ilk oturumunda ilk konuşmacı, Çevresel Tıp ve Eğitim Hizmetleri'nden, (Environmental Medicine and Educational Services 108 • iletişim : araştırmaları Branch-ATSDR Agency for Toxic Substances and Disease Registry) Dr. Michael T. Hatcher idi. "Yerel Sağlık Departmanları ve Toplum Sağlığı Örgütlerinde Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi" başlıklı konuşmasmda Hatcher, yerel sağlık departmanları ve toplum sağlığı kuruluşlarının neler olduğunu sıralayarak, sağlığın teşviki programlarına toplumu dahil etmenin zorluklarına ve dikkat edilmesi gereken konulara değindi; sağlığın geliştirilmesi için yapılması gereken kamu sağlığı hizmetleri, bu süreçlerde kaynak temini ve kaynakların yönetimi konularına yer verdi. Kanada Sivil Toplum Örgütü olan SMARTRISK'den Dr. Philip Groff "Akılcı Düşünce İle Yaralanmaları Engellemek" başlıklı konuşmasında, önemli bir kamu sağlığı sorunu olan kazaları önlemek üzere uygulana bilecek program ve stratejileri anlattı. Kazalarm önlenmesinde sosyal pazarlamanın öneminden söz etti. Minnesota Eyalet Üniversitesi'nden Doç. Dr. Marlene Tappe "Okullarda ve Üniversitelerde Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi" başlıklı konuşmasında, eğitim kurumlarında yürütüle cek programlarda temel prensipler, yapılabilecek girişimler, kaynaklar ve araçlarla ilgili bilgi verdi. Kuzey Carolina Üniversitesi'nden Doç. Dr. Laura A. Linnan ise "İşyeri Ortamlarında Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programları" başlıklı konuşmasmda, bu alanda gündemde olan yeni eğilimler konusunda bilgi verdi. İşyerlerinde sağlığın geliştirilmesi kavramımn önemine dik kat çekerek, kronik hastalıkların iş gücü kayıpları ile ilgisine değindi ve işyerlerinde kapsayıcı bir sağlığın geliştirilmesi programının nasıl tarif edilmesi ve nasıl düzenlenmesi gerektiği konusuna yer verdi. "Avrupa'da Sağlık İletişimi Çalışmaları" başlıklı bir konuşma yapmak üzere, NIVEL'den (Hollanda Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü) Dr. Sandra Van Dulmen ve "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programları nın Katılımcılarının İhtiyaçlarının Değerlendirilmesi" başlıklı bir konuş ma yapmak üzere Toledo Üniversitesi'nden Prof. Dr. James H. Price sağlık sorunları nedeniyle sempozyuma katılamadılar. Katılamayan konuşmacıların yerine Pittsburg Üniversitesi'nden Doç Dr. Cari Fertman ikinci bir sunum daha yapü. Fertman bu konuşmasında, sağlığın gelişti rilmesi programlarındaki karar alma süreçlerinde katılımcıların ihtiyaç larının doğru belirlenmesinin ve bunların göz önünde bulundurulması Sezgin • Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve iletişimi Sempozyumu • 109 nın önemine dikkat çekti; ihtiyaç belirlenmesi, karar alınması ve değer lendirme yapılması süreçlerini örneklerle detaylandırdı. Üç gün boyunca yüksek bir kafalımın sağlanan ve izleyiciler açısmdan çok verimli geçen sempozyum, yerli ve yabancı katılımcıların memnuni yet ifadeleri, sempozyumun devamlılığı temennileri ve Sağlık Bakanlığı'mn önümüzdeki yıllarda daha yüksek katılımlı, daha büyük organizasyonlara ev sahipliği yapacağı haberleriyle sona erdi. 111 Kitap Eleştirisi Derya Tellan Yeni Savaşlar H e r fr ie d M ü n k le r - Ç e v ire n : Z e h r a A k s u Y ılm a z e r İs ta n b u l, ile tiş im Y a y ın la rı, 2 0 1 0 , 2 2 8 s a y fa . Tarihsel olanın sosyo-kültürel olan ile ilişkilendirilmesi yaklaşık yarım yüzyıllık bir geçmişe sahiptir. Akademik tarih çalışmalarının bu son evresine değin, tarih biliminde ana akım, devletlerin egemenliğinin, güç politikalarının, yönetim stratejilerinin ve de savaşlarm tarihi olarak görülen dar bir koridor içerisinde gelişim göstermiştir. Cari von Clausevvitz'in savaşı, "tarafların karşısındakine kendi iradesini kabul ettirme amacıyla başvurduğu şiddet hareketi ve gündelik yaşamdaki siyasetin uzantısı" şeklinde tanımlamasının üzerinden henüz iki asır bile geçmemiş olmasına karşın; savaşm ve şiddetin gerekçelendirilmesinin topyekün biçimde değişmiş olması şaşırtıcıdır. Siyasi tarihin -yakın dönemde dahi- yapılan savaşların kronolojisi olarak sunulması temelde gayri-akademik bir yaklaşımdır! Savaşlar, ekonomik, politik, coğrafi, kültürel ya da her ne türden sosyal gerekçeye dayandırılırsa dayandırıl sın, insanlık tarihinin en buhranlı ve bunalımlı zaman kesitleri olarak sosyolojik, psikolojik ve etik boyutlarıyla okunmak zorundadır. Bu çer çevede Alman siyaset bilimcisi Herfried Münkler'in 2002 yılında yayım lanan ve dilimize Zehra Aksu Yılmazer tarafından kazandırılan 'Yeni Savaşlar' (Die neuen Kriege) başlıklı çalışmada, savaş olgusunun karakte ristik özelliklerindeki dönüşümler ile bu dönüşümlerin neden olduğu yeni buhranların ve bunalımların tartışılması büyük önem taşımaktadır. iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 111-116 112 • iletişim : araştırmaları Münkler, eserin daha ilk satırlarında önermesini açık biçimde orta ya koymaktadır: "Siyasi kamuoyu tarafından uzun süre fark edilmediy se de, savaşın çehresi son on-yirmi yılda adım adım değişti: Soğuk Savaş senaryolarına bile büyük ölçüde damgasını vurmuş olan klasik devletler savaşı bir savaş modeli olarak artık miadını doldurtmuşa benziyor; savaşların gerçek tekelleri olmaktan çıkan devletlerin yerini giderek devlet-benzeri aktörler, hatta kısmen özel aktörler -yerel savaş lordları, gerilla grupları, dünya çapında faaliyet gösteren paralı askerlik şirketle rinden uluslararası terör ağlarına kadar- aldı ve savaş, bu aktörler için verimli bir faaliyet alanı haline geldi" (s. 11). Savaşların devletlerin ve milletlerin kontrolünden çıkarak ekonomik bir süreç haline geldiğini vurgulayan Münkler, gelişmelerin tek bir unsura dayandırılamayacağı nı; farklı etmenlerin bileşkesi olarak algılanması gerektiğini belirtmekte dir: "Kişisel iktidar hırsı, ideolojik kanaatler, etnik-kültürel karşıtlıklar, açgözlülük ve rüşvetten oluşan karmaşık bir bileşimle körüklenen yeni savaşların çoğunlukla belli bir amacı ya da hedefi yoktur. Bu savaşlara son verilmesini ve kalıcı bir barış kurulmasını zorlaştıran da, özellikle bu farklı saik ve nedenlerden oluşan bileşimdir" (s. 20). Yeni savaş olgusunun karakteristik özellikleri, devlet kurma değil yıkma amaçlı olma; kısa süreli değil uzun erimli, düşük yoğunluklu ve toplum içi dinamikleri harekete geçiren bir yapı sergileme; orduları değil sivil halkı kurban konumuna düşürme; açlık, salgın hastalıklar ve mül teci kampları ile özdeşleştirilme; klasik orduların aksine paralı askerlik şirketleri ile çocuk savaşçılar tarafından yürütülme; iç savaş, küçük savaş, korsan savaş gibi tek bir kavram ile betimlenememe ve ulus dev let güçleri arasındaki dengesizliklere değil ağır silahlı devlet gücüne karşı geliştirilmiş medyatik terörizme dayalı bir asimetriklik açığa çıkar ma şeklinde sıralanmaktadır. Münkler bu süreci şu değerlendirmesi ile özetlemektedir: "Yeni savaşlar ile geçmiş dönemlerdeki devletler savaşı öncelikle iki gelişimle birbirinden ayrılır: Birincisi, özelleşme ve ticarileşmedir; yeni savaşlara siyasi saiklerden ziyade ekonomik saiklerle hare ket eden özel aktörler nüfuz etmiştir. İkincisi asimetrikleşmedir. Temelde çatışan farklı askeri stratejiler ve siyasi rasyonellikler, özellikle de son dönemdeki yoğun çabalara inat, devletler hukukunun kurallarım ve sınırlamalarım giderek daha az dikkate alırlar. Bu gelişimin doruk nok- Tellan ■Yeni Savaşlar • 1)3 tasma henüz ulaşmadığını düşünmek için pek çok neden vardır" (s. 57). Yeni savaşların devletlerin kontrolünden çıkması, savaşı yürütmenin ucuzlamasına dayandırılabilirken; asimetrikleşmesi ise savaşı yürüten ve savaşın şiddetine doğrudan maruz kalanın sivil halk olması ile açık lanabilecektir. Yaşanan gelişmeler, düzenli orduların savaş üzerindeki kontrolü yitirmesine ve bu kontrolün eşitler arası askeri çatışma niteli ğindeki klasik savaş olgusuna yabancı yeni aktörlerin eline geçmesine neden olmuştur. Savaşın modern ulus devletlerin oluşumu sürecinde bir araç olarak görüldüğünü ve ateşli silahlarla icra edilmeye başlandığı son beş yüzyı lın, ayrımlar ve sınırlamalar süreci olarak tanımlanması gerektiğini bil diren Münkler'e göre "savaşın devletleştirilmesi ve savaşta muharebele rin artması büyük ölçüde birbirine paralel süreçlerdir. Karmaşık sorun ların askeri karara indirgenmesi, sonrada bunun tartışmalı meselelerin çözümü olarak kabul edilmesi için belirli sınırlamalar getirilmesi şarttır. Bunun hiç de kendinden menkul olmadığım, askeri bir çözüme kavuşturulamadan sürüp giden yeni savaşlar gösterir" (s. 67). Savaş olgusunun tarihsel gelişimini ulus-devlet ve silah sektörünün sınaileşmesiyle ilişkilendiren yazar, 15. yüzyıldan itibaren savaşın devletlerce kontrol edilebi lirliğini şu ifadelerle açıklamaktadır: "Devletin savaş üzerinde tekel kurmaya başladığı koşullarda, askeri aygıtının ciddiye alınmasını iste yen bir ülkenin öncelikle eğitimli bir piyade sınıfına ve modern bir topçu donanımına sahip olması gerekiyordu. Bunların aşırı boyutlara varan maliyetini artık sadece teritoryal devlet karşılayabilecek durumdaydı. Dolayısıyla Avrupa'daki şiddet piyasalarını ellerinde bulundurmuş olan savaş girişimcileri, karlı bir iş olmaktan çıkan bu alandan çekilmek zorunda kaldılar. Nispeten güçlü bir birliğin ön finansmanı, daha sonra kiralanmasıyla elde edilecek kârdan daha yüksekti artık. Fakat savaş kârlı bir iş olmaktan çıkmışsa da, savaşta ve savaşla kazançlı işler yapı labiliyordu hâlâ. Tabii bundan kazanç sağlamak isteyenler artık ordu kurmak yerine, düzenli orduların donanımını ve iaşesini üstleniyor ya da giderek artan bir talebi karşılayabilmek için silah fabrikası kuruyor du" (s. 105-106). Ulus-devletlerin keyfilikten çok sistematikleştirmeye ve sanayileşme sonrası bürokratikleştirmeye dayalı savaş politikalarına (ordularının finansmanı için vergiler konması, kamu mâliyesinde birin 114 • iletişim : araştırmaları cil gider kaleminin askeri harcamalar olması, savaşacak birey temini için zorunlu askerlik uygulamasının oluşturulması ve savaş hukukuna dev letlerarası nitelik kazandırılarak şiddetin düzenli ordular arasında meşrulaştırılması), 19. yüzyılda asimetrikleşme stratejisi de (gerçek bir düş man yerine olası tehditler için silahlanma da) eklenmiştir. I. Dünya Savaşı ve sonrasında ise ulus-devletlerin tüm kaynaklarını seferber ettiği ve cephe gerisi tanımının anlamım yitirerek savaşın kitlesel ölçekte üre tildiği bir aşamaya geçilmiş ve şiddet topyekünleşmiştir. Soğuk Savaş döneminin 'bloklar arası pat' koşulu ise, güçlerin birbirlerine karşı savaşmak yerine; karşı güçle savaşacak olan küçük devletleri kendi savaş ekonomisi ve saldırı sistemi içerisine çekmesine neden olmuştur. Yazara göre, yeni savaşlar, arük devletlerarası hukuk kurallarıyla ve askeri stratejilerle yönetilen savaşlar olmaktan çıkmış ve ticarileşmişözelleşmiş bir karakter sergilemeye başlamıştır. Günümüzde, savaşlar daki ulus-devlet tekeli sona ermiş, askeri sisteme özgü ya da savunma sanayilerinin egemen olduğu şiddet biçimleri bağımsızlaşmış ya da özerkleşmiş ve savaş birçok grup için bir iş ve yaşam biçimi haline gel miştir. Dünya genelinde, barış talebinde bulunmayan çok sayıda grubun ortaya çıkmasının da temel nedeni budur. Ticarileşen savaşla birlikte adeta bir 'silah borsası' oluşmuş, artık her nitelikle ve fiyatta silaha ulaş mak çok kolay hale gelmiştir. Silah temininin ucuzlaması ve kolaylaşma sı, savaşın özerkleşmesi ve hukuksal boyutunun tanımlanamayacak ölçüde muğlak hale gelmesiyle birlikte dünyanın pek çok bölgesinde insanlık, ulus-devlet erkinden sıyrılmış silahlı şiddet olaylarıyla iç içe geçmiş koşullarda varoluşunu sürdürmeye çalışmaktadır. Münkler'in yorumuyla neyin savaş olarak tanımlanacağı özellikle 11 Eylül 2001'den sonra salt entelektüel çevreleri ilgilendiren bir soru olmaktan çıkmış ve tüm dünya fertlerini alâkadar eden önemli bir konu haline gelmiştir. Yine bu süreçte savaşın büyük ya da küçük olarak nitelenmesi de muğ laklaşmış; büyüklük adeta üretilen şiddetin ekonomik değeri ile özdeş kılınmıştır: “Büyük savaşların döneminin artık kapandığı kanaati, pek çok kişinin umduğunun aksine, ebedi barış sağlanacağı anlamına gel mez, tersine bu gelişim küçük savaşların yayılmasını da beraberinde getirir. Fakat küçük savaşlara küçük denmesinin nedeni kısa sürmeleri, az zarara yol açmaları ya da kurban sayısının düşük olması değil, esasen Tellan • Yeni Savaşlar »115 hafif silahlarla ve ancak kısmen düzenli ordularla yürütülmeleridir. Küçük savaşlarm yıkıcı etkisi uzun vadede en az klasik savaşlarınki kadar büyüktür" (s. 62-63). Yeni savaşların ekonomik tabamna vurgu yapan Münkler, şiddetin finans biçiminin değişmiş olmasının savaşların süresini uzatüğına ve içeriğini dönüştürdüğüne dikkat çekmektedir: "Savaşı sürdürmek için gereken kaynaklan sağlayan hammaddeler ya da doğal zenginlikler yoksa, coğrafya ve iklim koşulları afyon ya da koka bitkisi yetiştirmeye elverişli değilse, geriye kalan tek seçenek büyük çaplı operasyonlarla kaçırılan genç kadınları OECD ülkelerinin genelevlerinde fuhşa zorla maktır... Buradaki cinsel şiddet stratejisinin amacı savaşı finanse etmek tir, dolayısıyla köleliğe geri dönüş olarak tanımlanabilir. Savaş lordları ve milis liderlerinin son bir seçeneği daha vardır; daha önce de belirtil diği gibi, açlık ve sefaletin medyada görüntülenmesiyle birlikte harekete geçen uluslararası örgütlerin sağladığı gıda maddeleri ve tıbbi malzeme lerden ilk önce savaş lordlarımn askerleri yararlanırlar. Dolayısıyla günümüzde kapalı savaş ekonomisine dayanan bir savaş lordu yapılan ması yok denecek kadar azdır" (s. 161-162). Şiddetin savaş lordları açı sından kârlılığı ve verimliliği ise tartışmasızdır: "Paralı askerlik şirketle rinin sayısının artmasının yanı sıra, savaş lordlarımn da yine iş başında olması, savaşın -en azından hafif silahlarla, ucuz savaşçılarla ve küresel leşmiş ekonomiyle büyük iş bağlantıları kurularak yürütüldüğündeyeniden kârlı bir iş haline geldiğinin en güvenilir göstergesidir. Şiddet ten randıman alınamasaydı, savaş özelleştirilemezdi" (s. 152). Yeni savaşların can alıcı noktasını "nihai muharebeden yoksunluk” olarak betimleyen yazar, şiddetin sistemli devamlılığının sonuçlarını ise çalışmasının son iki bölümünde analiz etmektedir. İlk olarak, çağımızda evrensel egemenlik peşindeki güçlerin iletişim stratejisi olarak kabul ettikleri uluslararası terörizmi demonstratif bir tehdit olarak gören Münkler, "saldırılan güce sürdürdüğü politikanın bedelinin giderek artacağı mesajı verilirken, (varsayılan) siyasi yılgınlığına ve kayıtsızlığı na son verilmek istenen ilgili üçüncü kişilere silahlı mücadeleye katılma çağrısında bulunulur. Çifte mesajın hangi kısmının daha önemli olduğu münferit duruma bağlıdır ama genelde bir saldırının mesajı, boyun eğe ceğini düşünmek için neden varsa, saldırılan güce yöneliktir; fakat 116 • iletişim : araştırmaları boyun eğmiyorsa ve uzun bir mücadeleyle yıpratılıp yok edilecekse, öncelikle ilgili üçüncü kişilere yöneliktir" (s. 168) demektedir. Uluslara rası terörist güçlerin, bir yandan dünya kamuoyuna "artık hiç kimsenin güvende olmadığı" mesajını iletmeye çalışırlarken; diğer yandan da dayandıkları ve kazanmaya çalıştıkları hedef kitleye "hayallerini ve ümitlerini sürdürebilecekleri bir ortamın var olduğu" inancını aşılamaya çalışmalarının yeni savaşların doğal sonucu olduğunu ifade eden yazar, şiddetin psikolojik sonuçlarımn ekonomik düzeni tahrip eden yönüne işaret etmektedir. İkinci olarak ise egemen güçlerin askeri müdahaleleri nin yeni savaşlara eklemlenmesine vurgu yapan Münkler, günümüzde, Batı dünyasının geçmişteki "insan haklarının korunması, iç savaşların sona erdirilmesi, devletlerin var oluş haklarına sahip çıkılması" gibi söy lemlere dahi başvurmaksızın, doğrudan "askeri riskleri azaltma strateji si" gerekçesine sarılarak "önleyici savaş'1 politikasını benimsediğini belirtmektedir. Önleyici savaşın yüksek maliyetleri ise savaş lordlarmın paralı askerleriyle desteklenmiş özel birliklerin ele geçirdikleri bölgeler deki yeni girişimlerle karşılanmaya çalışılmaktadır. Askeri müdahale yapılan bölgede petrol ya da doğal gaz sondajı yapma, maden arama, toprak vergisi toplama hakkı; haraç ve fidye alma, adam kaçırıp şantaj yapma, reçetesiz ilaç, uyuşturucu, silah ve insan ticaretine girme gibi örgütlü suç pratiklerinin tamamı savaş lordlarmın girişimleri olarak anlam kazanmaktadır. Münkler, çalışması boyunca savaşın değişen doğasını ve bu deği şimden kimlerin nasıl etkilendiğini sorgularken, bizler için bir çözüm önerisi geliştirmekten çok, günümüz savaşlarının çözümsüzlüğüne atıf ta bulunmaktadır. Yazarm birkaç yerde tekrarlara düşmesine -belki de anlatmak istediği konunun öneminin gözden kaçmaması için başvurdu ğu bir yöntem olarak görülebilir- ve çalışmayı bir bütün olarak toplayan 'Sonuç' bölümüne yer verilmemesine rağmen 'Yeni Savaşlar', savaşların medyada görülenin ötesinde karmaşık ve çapraşık ilişkilere, karanlık pazarlıklara ve yanıltıcı oyunlara dayandığının belirtildiği ve "son dere ce endişe verici, karışık dönemlerin eşiğinde olduğumuzu" düşündüren bir çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. 117 Bu Sayıdaki Yazarlar E lif K ü çü k D u ru r 1978 yılında Erzurum'da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden 1999 yılında mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı'ında doktorasmı tamamlayan yazar halen Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görev yapmaktadır. D inu M u n te a n u YVith a background in psychology, cultural anthropology and the liberal arts, Dinu's eclectic academic interests have resulted in papers on themes ranging from youth culture and multiculturalism to Victorian erotic iconography. He is currently vvriting his doctoral thesis under the sponsorship of the Nottingham Trent University's School of Arts and Humanities. D e n iz S e z g in Dr. Deniz Sezgin, 1992 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünü bitirdi. Yüksek lisans derecesini "Türkiye'de ve Avrupa Birliği'nde İlaç Reklamcılığında Düzenlemeler", dok tora derecesini "Sağlık İletişimi Paradigmaları ve Türkiye: Medyada Sağlık Haberlerinin Analizi" başlıklı tezleriyle aldı. Sezgin'in "Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık" adlı kitabı 2011 yılında Ayrıntı Yayınevi tarafından yayınlandı. Halen Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 117-118 118 • iletişim : araştırmaları D e ry a T e lla n Doç. Dr. 1975 yılında Ankara'da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Ankara'da tamamladıktan sonra 1993-1997 yılları arasında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde lisans eğitimine devam ederek mezun oldu. Aynı Üniversitesi'nin Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana Bilim Dalı'nda yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayarak 2005 yılında Doktor unvanı aldı. Tellan, 2002 yılından beri Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde görev yapmaktadır. N e ja t U lu s a y Doç. Dr. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı öğretim elemanı. Doktorasını İngiltere'de Warwick Üniversitesi Film ve Televizyon Çalışmaları Bölümü'nde yaptı. Günümüz dünya sineması, sanat sineması, film kuramı ve politik sine ma konularında dersler vermektedir. "Melez İmgeler: Sinema ve Ulusötesi Oluşumlar" adlı bir kitabı yayımlanmıştır. 119 Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilecek yazılar MS VVord programında yazılmış olmalıdır. 2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfanın tek yüzüne basüan yazılar 2 adet kopya olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır. 3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalmzca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayrı bir kapak sayfasında yazarm ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaralan ile varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır. 4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5. Yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gön derilen yazı yazarm kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazar lardan yazılarını geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın Kuruluna aittir. Yayın Kurulu'nun yazı hakkmdaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi İLAUM (İletişim Araştırmaları Dergisi) Cebeci 06590 Ankara [email protected] Tel: (+90.312) 319 77 14'254 / 249 / 283 ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 119-121 120 • iletişim : araştırmaları Kaynakçaların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır. Örnek: (Morley, 1997:1-5). 2. "vs.", "vb.", "a.g.e", "bkz." gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda kullanılmaz. 3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazarın kaynakçada sadece bir eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi hikayelerimizi anlatarak... (12-19). Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29). 4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Morin ve Kem, 2001). 5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonra "vd." ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986). 6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998:12; VVilliams, 1987: 25). 7. Notlar ve referanslar ayrılmalıdır. Notlar metin içinde numalarandırılmalı ve metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce yerleştirilmelidir. 8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadma göre alfabetik sıra izlemelidir. 9. Bir yazarın birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aym yılda yapılan çalışmalar için "a,b,c..." ibareleri kullanılmalıdır. 10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek tırnak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun alıntılar, tırnak kullanılmadan, bir küçük punto ile ("10") girintili paragrafla verilmelidir. Yazı Teslim Kuralları • 121 Kitap Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları. Çeviri Kitap Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark Yayınları. Derleme Kitap Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage. Derleme Kitapta Makale Hutchby, lan (1991). "The Organization of Talk on Talk Radio." Broadcast Talk. (der.) Paddy Schannel. London: Sage. 154-178. Dergide Makale Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in Turkey Since 1990." Kültür ve İletişim 4(2): 45-55. Bildiri Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). "Kitle İletişim Tarihyazımları Üzerine." I. Ulusal İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs 2000. Ankara. İnternette Yazı Kellner, Douglas (2003). "Critical Theory and the Crisis of Social Theory." http:ll www.uta.edu/huma/illuminationslkell5.htm. Erişim tarihi: 01.04.2003.
Benzer belgeler
Kıbrıslı Türk Gazetecilerin Mesleki ve Etik Değerleri
dönem itibariyle en çok satan ilk üç gazete olan2 Kıbrıs, Yeni Düzen ve
Afrika gazetelerinin arşivlerinde, Annan Planı ve referandum sürecine
dair haber, köşe yazıları ve propaganda ilanları incele...