Türkiye`nin Eğitim Raporu

Transkript

Türkiye`nin Eğitim Raporu
Ön Bilgi Raporu:
14. yüzyıldan 21. yüzyıla
Türkiye’de
Eğitim
Necdet Sakaoğlu
Osmanlı Eğitiminin Temel Kurumu: Medrese
1332'de, Orhan Bey'in Đznik'te açtırdığı ilk Osmanlı medresesi tipik bir
Selçuklu medresesiydi.
Burada, pozitif bilimlere ağırlık verilmesine ise ne gerek ne de öncelik vardı. Çünkü yüzyıllar boyu
Hıristiyanlık dogmalarının tartışıldığı, dinsel kurulların toplandığı Đznik'te, öncelikle Đslâm dinini
öğreten bir kuruma ihtiyaç duyulmuştu. Gerek bu ilk medresenin gerekse yine Orhan Bey tarafından
Bursa'da hizmete sokulan ikinci medresenin, eski birer manastır olmaları da dikkati çekiyor. Orhaniye
medreselerinin üçüncüsü Đzmit'in alınışından sonra buradaki bir kilisede çalışmaya başladı. Orhan
Bey'in oğlu Süleyman ise Đznik'te yeni bir medrese yaptırdı. Murad Hüdavendigâr, Bursa Çekirge'de
camiyi merkez alan büyük medresesini 1365'te yaptırdı. Bundan sonra I. Bayezid'in (Yıldırım) (13891402) Bursa'da ve Edirne'de, oğlu Çelebi Mehmed'in (1413-21) Bursa'da, II. Murad'ın (1421-51)
Bursa'da ve Edirne'de tesis ettikleri külliyeler kapsamındaki medreseler, bimarhâneler, darülhadisler
geliyor.
Yıldırım'ın Bursa'daki dar'üttıbbında da uygulamalı hekimlik bilgi ve becerisi kazandırıldığı
biliniyor. Kadızâde-i Rumî'nin matematik, Hacı Paşa'nın hekimlik alanlarında birinci sınıf bilim
adamları oldukları da kuşkusuz. (Kadızâde-i Rumî, Semerkand'a gitmiş, Uluğ Bey'e matematik ve
astronomi hocalığı yapmıştır. Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvanî de öğrencileridir.) Dâvud Kayserî, Đznik
Orhaniyesi'nde dersler vermiş; onu Şeyh Taceddin el-Kürdî ve Kara Hoca (Alâeddin Esved)
izlemişlerdir. Bursa medreselerinde ders okutan Cemaleddin, Arap sözlüğünün tamamını biliyor ve
Muradiye Medresesi'nde dil dersleri veriyordu.
Necdet Sakaoğlu(*)
Türk Tarihi araştırmacısı ve yazarı
Selçuklu ve Osmanlı dönemleri siyasal, kültürel ve toplumsal tarihleri üzerine yayınlanmış
kitaplarıyla makaleleri vardır. Osmanlı padişahlarının biyografilerini içeren "Bu Mülkün Sultanları"
(Oğlak Yayınları, 1999-2003 arası 11 baskı) Türkiye'de en çok okunan bilimsel tarih kitaplarındandır.
Osmanlı saray yaşamı ve Topkapı Sarayı üzerine yaptığı çalışma ise "Mekanları, , Tarihi, Anıları ve
Kitabeleriyle Saray-ı Hümayun" (Creative Yayıncılık, 2003) adıyla yayınlanmıştır. Topkapı Sarayını
konu alan yerli ve yabancı belgesellere danışman olarak katkılarda bulunmuştur.
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Üyesi olan Sakaoğlu'nun yazıları, bu vakfın
yayınladığı Đstanbul Ansiklopedisi ile Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih, Đstanbul dergilerinde
yayınlanmıştır. 1969'doa çeviri, 1971'de inceleme dallarında Milliyet Karacan; 1985'te Hürriyet Sedat
Simavi Vakfı Sosyal Bilimler ödüllerini alan yazarın yapıtlarından bazıları; Türk Anadolu'da
Mengücekoğulları (Milliyet Yayınları, 1971), Divriği'de Ev Mimarisi (T.C. Kültür Bakanlığı, 1978),
Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı (Tarih Vakfı, 1984, 1998), Çeşm-i Cihan Amasra
(Tarih Vakfı1998), Osmanlı'dan Günümüze Eğitim Tarihi (Bilgi Üniversitesi 2003)'dir.
(*) MEB eski Başmüfettişi ve TTK üyesi
2
I. Bölüm:
Osmanlı Eğitimi Fatih'in Kurduğu Medrese
Eğitimde büyük atılımın Đstanbul'un alınışından sonra II. Mehmed (Fatih) (1451-1481) tarafından
başlatıldığı görülmektedir. Önce kütüphanesine Grekçe ve Latince bilim kitaplarını toplatıp sayılı
filozofları, bilginleri ve sanatçıları Đstanbul'a davet ederek pozitif bilimlerin, felsefenin ve sanatın
egemen olduğu bir kültür ve eğitim ortamı tasarlayan Fatih'in, huzurunda Hıristiyanlığı, Hurufîliği
serbest tartışmalara açması; kendi portresini ve insan figürlü resimler yaptırması; Müslüman olmayan
bilginlere de Müslüman ulemaya gösterdiği saygıyı göstermesi; “Batı ile Doğu'nun eşiğinde”, bu iki
dünyanın kültürlerini buluşturmak amacıyla sarayda kütüphane tesisi, o çağa uygun bir laik eğitim ve
laik insan tipi düşlediğini akla getiriyor.
Fatih'in eğitime verdiği önemin somut kanıtı ise yapılarını, plansal ve işlevsel özelliklerini bugün
bile görebileceğimiz, adını taşıyan caminin çevresindeki medreselerdir. Bu eğitim kurumlarının
vakfiyesinde “Medrese-i Semaniye” (sekizli medrese) adı geçiyor. Dört köşedeki sekiz medreseyle
bunların arkasındaki tetimme (hazırlık okulu) 1471'de tamamlanmıştır. Bu medreseleri planlayan
vezir Mahmud Paşa, yüksek sınıfların öğretim programlarını da hazırlamış; bu çalışmalarında ona,
Ali Kuşçu, Molla Hüsrev gibi bilginler de yardım etmişlerdir. Sekiz medresenin her birinde 19'ar oda
vardı. Bunların 15'i danişmend denen yüksek öğrenim öğrencilerine barınma ve çalışma mekânı
olarak ayrılmıştı. Medreselerde görevli müderrislere 50 akçe gündelik, danişmendlere de aşevinden
parasız yemeğin yanısıra günde ikişer akçe harçlık öngörülmüştü. Ayrıca bir kütüphane, darü't-talim
denen ve okuma-yazma ile temel din bilgilerinin verildiği bir mektep, darüşşifa, eczane, konuk evi bu
büyük öğretim sitesini tamamlıyordu. Kurala göre, her müderris önüne oturan danişmende,
dersinden yeterli düzeye ulaşıncaya değin çalışma yaptırıyor; muid denen asistanlar ders
tekrarlarında bulunuyorlardı. Müderrislerin takrirlerine sahn-ı seman (sekiz sahın) dersleri
deniyordu. Bu düzeye öğrenci hazırlayan sınıf da musıla-ı sahn (sahnına ulaştıran) ya da tetimme idi.
Buradaki öğrencilere softa denmekteydi. Müderrislerin, aklî bilimlerde yetkin hocalardan seçilmeleri,
her birine 50 dirhem; bir alt düzeydekilerine 40 dirhem gündelik bağlanması; darüşşifa hekimlerinin
cüz'iyat ve külliyat (ilk ve ileri bilimleri) bilmeleri; kurumun vakfiyesinde yazılı koşullardandı.
Medresede öğrenim gören gençlerin, hekimlerin tedavi faaliyetlerini izleyerek tıp eğitimi görmelerine
de olanak vardı.
Fatih döneminde hizmete giren ve açılışı Medre-se-i Semaniye'den daha önce olan Ayasofya
Medresesi ise bu ünlü mâbedin yanındaki eski papaz odalarının danişmend “hücre”lerine
dönüştürülmesi ile meydana getirilmişti. Molla Hüsrev, buranın baş müderrisiydi. Hızır Çelebi, Ali
Kuşçu da burada müderristiler. Molla Zeyrek ise, Zeyrek Camii'nde ders okutuyordu. Fatih Medresesi
yaptırılınca Zeyrek'teki öğrenciler buraya nakledildi.
16. Yüzyılda Medreseler
II.
Bayezid
(1481-1512),
hekimlere,
astronomlara,
matematikçilere
saygı
göstermesine,
şehzadeliğinde çok iyi bir saray eğitimi almasına, Đstanbul'da daha küçük çapta bir medrese
yaptırmasına karşın, babası Fatih'in özgür düşüncelerinden ve yaklaşımlarından uzaktı. Ama, onun,
Edirne'de Tunca Irmağı kıyısına yaptırttığı, akıl ve ruh hastalarının tedavisine mahsus (burada
3
müzikle tedavinin uygulandığı anlatılır) tıp merkezi, dünya ölçeğinde bir yenilikti. Osmanlı bilimi,
eğitimi ve tıbbı, Bursa, Edirne ve Đstanbul'daki sayılı ve sınırlı medreselerde çalışma ortamı bulurken,
önce Đtalya kentlerinde, sonra da Almanya'da ve Fransa'da, hümanistler, Đlkçağ eğitiminden aldıkları
esintilerle yeni okullar açmaya, kitlelere yönelik aydınlanmayı yeşertiyorlardı. Bilimsel çalışmalar
hızlanmış, fizik deneyleri, merceklerden yararlanma gerçekleştirilmiş, matbaalar kurulmuş, “deneysiz
ve matematiksiz tabiat felsefesine ve tabii bilimlere ulaşılmaz” ilkesi vurgulanmış, tıpta önemli
atılımlar gündeme gelmiş bulunuyordu. Bunlara oranla, Osmanlı medreselerindeki programların ne o
gün ne de daha sonra getirebileceği hiçbir yenilik yoktu. Kaldı ki, Đstanbul medreselerinin en büyüğü
ve geniş örgütlüsü olan Medaris-i Semaniye'de toplam 200 kadar öğrenci barınabiliyordu.
I. Süleyman'ın (Kanunî) (1520-1566) 1559'da yaptırttığı Süleymaniye Camii ve medreseleriyle
Osmanlı örgün eğitiminin doruğa ulaştığı kuşkusuz. Sahn-ı Süleymaniye denen bu yeni kurumda, tıp,
tabiiyat (doğal bilimler), riyaziye (matematik), heyet (gökbilim) alanlarında ders programları yer
aldığı gibi Kelâm (Đslâm felsefesi) dersinin de düşünürlerin görüşlerinin tartışılması biçiminde
yapılması öngörüldü. Havamis-i Süleymaniye (Süleymaniye Beşli Medreseleri) denen beş bölüm,
Fatih Medreseleri düzeyinde; kalan iki bölümden biri Darü't-tıb, diğeri de Darü'l-hadis'ti. Bu ikisi
birer ihtisas kurumu olmak bakımından “yüksek okul” konumundaydı. Süleymaniye medreselerinde
din derslerinin yanında, mantık, matematik, felsefe, fizik, astronomi, meteoroloji, madenler, bitkiler,
bir ölçüde de “insan”ın okutulması olumluydu. Darü't-tıb'da ise doğrudan hekimlik ve eczacılık
çalışmaları yapılıyordu. Ama, buradaki fen öğretimi, Aristo ve Oklides'ten süregelen Antik Çağ
bilgilerinin basmakalıp yinelenmesiydi.
Medrese çıkışlılar, ilmiye ya da ulemâ sınıfına girebilmek için ilkin ya “tedris” (öğretim) ya “kazâ”
(yargı) yolunu seçerler; medreselerde müderrislere muidlik, mülazimlikle ya da naiblik ve küçük
kadılıklarla işe başlarlar, her yıl yinelenen terfî ve atama işlemlerine göre yükselirlerdi. Oldukça
müreffeh bir yaşama düzeyleri olan, saygı gören bu okumuşlara bakılınca, medrese öğrencilerinin
yaşamları ve çalışma koşulları çok kötüydü. Tek odadan ibaret medrese hücrelerinde barınan,
imaretin yavan çorbasıyla nefsini körleten, ek yiyecek temini için Üç Aylar'da “cer” denen
döşürücülüğe çıkan gençler, mum ışığında Emsile, Binâ, Maksut, Avamil, Đzhar, Kâfiye, Tevâli, Metâli,
Telvih, Ferâiz, Mutavvel, Tecrid, Miftah, Tenkih, Mesabih, Tavzih, Meşarik, Hidaye, Buharî, Müslîm,
Keşşaf, Beyzavî... adlı Arapça kitapları ezberlemeye, müderrislerin imtihanlarında doğru cevaplar
vermeye çaba gösterirlerdi.
Bu kurumlarda konuşma Türkçe, ama ders dili Arapçaydı. Farsça bile ancak 18. yüzyılda bir iki
medreseye girebilmiştir. Biricik metod “ezber”di. Hiçbir medreseli okuduğu ya da ezberlediği -çoğu
zaman anlamlarını da tam olarak bilmediği- konular, metinler, kurallar üzerinde düşünmeye, doğru
ya da yanlış, ezberlediklerini özümsemeye gerek duymazdı. Tek amaç; takılmadan, duraksamadan,
yanlış telaffuzlara düşmeden bir parçayı ezbere aktarmaktı. Sorular gibi cevaplar da basmakalıptı.
Bunun da nedeni, “Her bilim, zamanında en büyük ve yetkin bilginlerce en doğru biçimde açıklanıp
çözüme kavuşturulmuştur. Onları değiştirmek ya da bu bilgilere yeni bir şeyler katmaya kalkışmak
günahtır, saygısızlıktır” anlayışıydı.
17. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı medreselerine. dünyanın gidişine sırtını dönmüştü demek yanlış
olmaz. Yenileşmeden uzak medreseler, kurumların yenileşmelerine de dinsel gerekçeler göstererek
karşı çıkıyordu. Koyu bilgisizlik içindeki halk ise medrese çevrelerinden yükselen her söze içtenlikle
inanıyordu. Dünyanın geçici, dünya nimetlerinin sahte, asıl mutluluğun öbür dünyada olduğunu,
tipik bir halk eğitimi sayılması gereken cer yöntemiyle en ücrâ köylerde bile halka anlatan
4
medreseliler;
yığınları
büsbütün
tembelliğe,
tevekküle,
insanca
yaşama
isteğinin
dışına
sürüklediklerinin farkında değillerdi.
Medreseler, her türlü yeniliklere kapalı, kendi mantığı doğrultusunda bir diyalektiğin, “kelâm”
denen Đslâm skolastik biliminin darlığı içinde bocalamasını sürdüredursun sonunda, en mâsum
tartışma konularını içeren, Seyyid Şerif'in Hâşiye-i Tecrid, Şerh-i Mevakıf gibi eserleri de “bunlar
felsefiyattandır” denilerek atılmış; gözlemler, düşünceler, incelemeler dine aykırı bulunuyordu.
Kâtib Çelebi ise Mizanü'l-Hakk adlı eserinde özetle şöyle diyor: “Sözde bilginler, rivayetleri birer
taş gibi katı ve donmuş kabul edip aslını, iç yüzünü tartışmazlar. ya kabul ya red ederler. Felsefeden
çekinirler, yeri göğü bilmez câhillerken âlim geçinirler. Kurân'ın 'Siz, göklerin ve yerin melekûtuna
bakmıyor, duyular ötesi evren varlıklarını algılamıyor musunuz?..' (A'raf Sûresi 185. âyet) hikmetinin
gereğini, uzaya sığır gözü ile bakarak yaptıklarını sanırlar. Fatih'in, kendi medresesine koydurduğu
Şerh-i Mevakıf ve Haşiye-i Tecrid derslerini bunlar, felsefedir diye kaldırıp yerine Hidaye ve Ekmel
koymuşlardır. Sonraları bunlar bile rafa kaldırıldı. Medreseler çöküşe uğradı. Öyle ki, Kürtlerin
yaşadıkları bölgelerden Đstanbul'un yakınlarına gelip yerleşen yarı okumuşlar, tafra satmaya
başladılar. Bir ölçüde saray hekimbaşıları, sağlığa ilişkin küçük risaleler, Batı'dan, Doğu'dan alıntılı
çevirilerle Đstanbul'daki dâr'üş-şifalarda tıp eğitiminin, el altından sürmesine çalıştılar,” diyor.
Kâtib Çelebi, medreselerin içine düştüğü aymazlığı, müderrislerin bilgisizliğini, öğretimde doğru
yöntemlerin uygulanmasını, Batı'daki bilimsel gelişmelerden yararlanılmasını yazan ve savunan ilk
Osmanlı aydındır. Sözkonusu eserinde şu ilginç açıklamalar var: “Medreseler, ipe sapa gelmez
tartışmaların yeridir. Tütün ve kahve haram mıdır? Mübah mıdır?.. Muhammed milleti mi, Đbrahim
milleti mi, demeli?.. Bir tarafta Müderris Kadızâde, öte tarafta Şeyh Sivasî, arkalarında da mâsum halk
yığınları, nice yıllar kavga eksilmedi. Oysa bu iki kurnaz adam, bu kavgadan dolayı ünlendiler, varlık
bolluk içinde yaşadılar (...) Medreselerde öğretim istidlâlen (deductif) olup naslara ve sultalara
(dogmalara)
dayanır
(...)
Araplar,
mantığı,
felsefeyi,
doğal
bilimleri,
matematiği
Bizans
kaynaklarından aldıkları gibi, belâgat, aruz, gramer, dil ve edebiyat için de Bizans'taki yöntemleri
örnek almışlardı. Sonradan, gerek Đranlılar, gerekse Türkler aynı gelenekleri benimsediler.”
Đstanbul'u görmeyen, yaşamını ve çalışmalarını Erzurum'da ve Siirt'te geçiren Đbrahim Hakkı
(1703-80) ise başkentteki medrese zihniyetinden uzakta kaldığı için, eski Yunan, Đslâm ve Türk eğitim
geleneklerinden, bir zamanlar Doğu'da gelişme ortamı bulan pozitif bilimlerden yararlanabilmiştir.
Onun Marifetnâme adlı büyük eseri hem bu açıdan hem de aile ve okul eğitimine ilişkin özgün
kurallar içermesi bakımından önemlidir. Ona göre: “Erkek kız her çocuk altı yaşında okula
gönderilmeli, erkeklere bir sanat, kızlara ev işleri de öğretilmeli, çocuklara kötü söz söylenmemeli,
beddua edilmemeli; mektepte muallim, yumuşak fakat kendisini saydıracak biçimde davranmalı, ders
sırasında gereksiz şeyler ve konuşmalarla vakit öldürmemeli; kavrayışı kıt öğrenciye ayrıca ilgi
göstermeli; öğrenciler ise öğretmeni ayakta selamlamalı, izinsiz oturmamalı, namaz oturuşu gibi
oturmalı, bir şey sormak istediğinde hocasından izin almalı; eğer bir şeyi hocasından daha iyi ve
doğru biliyorsa bunu hocasına sezdirmemeli...” diyor.
Đstanbul'a ilk baskı makinesini göçmen Yahudiler 15. yüzyıl sonlarında getirip çalıştırdıkları hâlde,
Osmanlıca kitap basımı 1720'lere değin mümkün olmadığından bu yoksunluk, Türk eğitimini pek
derin etkilemiştir. Đbrahim Müteferrika, Sadrâzam Đbrahim Paşa'ya sunduğu lâyihada: “Kitaplar
çoğalırsa herkes yararlanır. Matbaa yazısı güzel ve doğru olduğundan okutan da okuyan da sıkıntı
çekmez. Kitap ucuza alınır ve herkes kitap edinebilir. Böylece köylere bile kitap girer. Kütüphane
kurmak kolaylaşır, Müslümanlık da yayılır” demiş. Bu gerekçelere karşın, matbaanın açılması için
5
verdiği
fetvada
Şeyhülislâm
Abdullah
Efendi,
din
kitaplarının
basımına
yasak
koyarak
koruyuculuğunu yaptığı Đslâm dinine büyük kötülük yaptığının farkına varamamış: Netice şudur ki;
18. yüzyıl sonlarına gelinceye değin medreselerin yazgısı hep kötüye gitmiştir. Oysa, sistemin
kurumsal tutarlılığı, işletmelerinin vakıf güvencesindeki sürekliliği; öğretim programlarının uyumlu
ve sistemli oluşu; öğrencilerin bir külliye atmosferinde yoğun ve çok yönlü eğitim sürecine tabi
tutulmaları; ders geçme yöntemiyle yıl kayıplarının önlenmesi; cer yöntemiyle kırsal kesimle,
medreselerin büyük kentlerin merkezî semtlerinde bulunuşu ile de kent halkıyla sürekli ilişki
sağlanması vb bakımlardan medrese düzeni ve eğitimi, -kötüye gidiş önlenebilse- faydalı sonuçlar
verebilirdi.
Maarif Tarihi yazarı Osman Ergin ise kitabındaki uzun “Medrese” bahsini şöyle bağlamış:
“Fatih'ten II. Abdülhamid'e kadar 4,5 yüzyılda medreselerin, memlekete, Türklüğe, ilim âlemine ne
hizmeti olmuş, ne de tek âlim yetiştirmiştir. Akla gelen Molla Hüsrev, Đbn Kemal, Ebussuud,
Müstakim-zâde, Cevdet Paşa, Gelenbevi Đsmail efendiler ise beş asırdaki beş, altı isim olarak ne
Şark'ın Đbn Sinâ'sı, Seyyid Şerif'i, ne Garb'ın Newton'u, Descartes'i ile boy ölçüşemezler. Bir tek Kâtib
Çelebi var. Onu da medreseli sayamayız. Otodidakt yetişmiştir. 18. yüzyılda yalnız Đstanbul'da 275
medrese olduğu hatırlanırsa, bu yargı daha çok düşündürür.”
Ocak Eğitimi ve Enderun:
Medreselerden sonra, Osmanlı örgün eğitim kurumlarının başında başlıcaları “ocak” denen askerî
eğitim merkezler geliyordu. Ocaklar, okuma ve yazma öğretimi yapılan yerlerden olmadığı için birer
mektep değildi ama, kişiye yepyeni bir kimlik ve inanç kazandıran, askerlik formasyonu veren, eğitim
ve disiplin ağırlıklı kışlalardı. Tarihçi Şemdanî-zâde'nin anlatımıyla: “Reaya zimmîleri evlâdından
beher sene biner nefer devşirilip sınıf olup Acemi oğlan meyanında terbiye olunup bâdehu güzel
yüzlüleri Enderun-ı Hümayun'a ve kuvvetlileri Bostancı, kalanı Yeniçeri” yazılan, aslen Türk ve
Müslüman olmayan gençlere, öncelikle milliyetleri unutturulur, hepsinin dindar birer Müslüman
olmaları, Türkçe'yi öğrenmeleri sağlanır, Türk görgü kuralları benimsetilirdi. Bunların “saray”dan
başka vatan, “padişah”tan başka hâkim ve baba tanımamaları kuraldı. Tek doğru eylemin de “itaat”
olduğuna inandırılıyorlardı. Padişah uğruna seve seve can vermeyi onur sayarlar; günde beş vakit
namaz kılarak, iki vakit Kur'an dinleyerek gün boyu süren askerlik talimiyle yetişirlerdi. Acemi
kışlalarında okuma programı yoktu. Bununla birlikte yetenekli gençlerden, devşirildikleri sırada
kendi dillerinde okuma-yazma öğrenmiş bulunanlar, olanak elde ettiklerinde Osmanlıcayı da
öğreniyorlardı. Acemi ocaklarının en eskileri, 14. yüzyıl ikinci yarısına doğru Gelibolu'da ve Edirne'de
faaliyete geçti. Daha sonra, 15. yüzyılda Đstanbul'da, Bayezit'teki Eski Saray'da, Galata Sarayı'nda, 16.
yüzyılda da At Meydanı'ndaki Đbrahim Paşa Sarayı'nda benzeri ocaklar açıldı. Bunlardan son ikisi 17.
yüzyılda “mektep” adını almış, programları da okuma ve yazma öğretimini kapsayacak biçimde
yenilenmiştir. Devşirme sisteminin işlerliğini yitirdiği 18. yüzyıl sonlarında, acemi ocakları kapanmış
yerine; Galata Sarayı “oda” denen (baş oda, orta oda, küçük oda) üç sınıfılı Saray Enderunu için aday
hazırlayan özel bir eğitim kurumu olmuştur.
Osmanlılar, Antik Çağ'ın eğitim-öğretim kurumlarından izler taşıyan, “iyi bir vücut ve zekâ”
gelişimi için cimnastik ve müzik eğitiminin yanında dil, edebiyat, matematik öğretimine de yer veren
tek okulu sarayda tesis etmişlerdi. Enderun Mektebi denen bu okulun kurucusu Fatih'dir. Programı,
askerlikten güzel sanatlara, politikaya, diplomasiye, spora kadar, sarayın ve üst yönetimin gereksinim
duyduğu her alanı kapsayan bu okulun hazırlık sınıfları ve şubeleri, yukarıda sözü edilen acemi
6
ocakları ile Galata Sarayı Mektebi'ydi. Yakışıklı ve yetenekli 12-14 yaş devşirmelerinden seçilen
adaylar, hazırlık sınıflarında okuma-yazma, temel bilgiler ve din eğitimi aldıktan sonra ikinci bir
seçimden daha geçirilerek Topkapı Sarayı'nın Enderun-ı Hümayun denen iç bölümündeki, Büyük
Oda ve Küçük Oda denen (hazırlık sınıflarına) alınırlar, burada, medrese eğitimine koşut bir öğrenim
görürler; ayrıca saray kurallarına ve davranışlarına alışırlardı. Enderun mektebinin asıl sınıfları
aşağıdan yukarıya Seferli, Kiler ve Hazine koğuşlarıydı. Bunların üstünde de en iyi yetişmiş ve kıdem
kazanmış 40 gencin yer aldığı Has Oda vardı. Enderun koğuşları, adlarının çağrıştırdığı alanlarda,
padişahın özel hizmetine bakan gençlerin, aynı zamanda geceli gündüzlü, çok sıkı bir disiplin altında
eğitimlerini sürdürmelerine göre düzenlenmişti. Günlük yaşam; hizmet, ibadet, spor, silah eğitimi,
yarışma, müzik, okuma uğraşları ile doluydu. 8 yıllık yasal Enderun hizmetini dolduranlar,
koğuşlarının konumuna uygun biçimde ve “çıkma” denen atama işlemiyle dış göreve giderler, bir
daha saray hizmetine dönemezlerdi. Açılan kadrolara da alt sınıflardan ve hazırlık okullarından sırası
gelenler alınıyordu. Enderun, amacı bakımından kamu hizmetleri için aydın ve işbilir eleman
yetiştirmeyi değil; padişaha en iyi ve kusursuz hizmeti vermeyi hedefleyen bir kurumdu ve dar
kadroluydu. Enderunlular, toplumdan soyutlanmış, saray dışına ancak izinle çıkabilen gençler olarak
daha da önemlisi Türk asıllı olmadıklarından, toplumun yabancısıydılar Enderunluların büyük
çoğunluğu ise Türkleri, “Etrâk-i bî-idrâk” nitelemesiyle aşağılayan saray aydınlarıydı. 17. yüzyılın
sonlarına kadar devşirme kökenli zeki ve yetenekli genç kadrolara dayanan bu kurum, devletin
yönetim ve ordu kademelerine sürekli olarak başarılı elemanlar vermiştir. Ama, devşirme sisteminin
körelmesi, hazırlık okullarına ve saray enderununa han-zâde, bey-zâde sanlı soylu çocuklarının,
padişaha yakın kişilerin oğullarının alınmaya başlamasından sonra giderek yozlaşmış; bir dalkavuklar
yuvası olmuştur. 1826'dan sonra önemini yitiren Enderun Mektebi'nin ıslahı 1850'de gündeme gelince
Arapça, Farsça ve kütüphane hocaları atanarak burası, iptidai (ilkokul) statüsüne indirilmiştir.
Saray dışında, Bâbıâli'deki dairelerin “kalem” adı verilen yazı büroları da birer mektep işlevinde
sayılagelmiştir. Bu kalemlere “şakird” (öğrenci-çırak) olarak girenler “hâce”, “halife”, “efendi”
ünvanlı kalem şeflerinin ve kıdemli kâtiplerin önünde yetişirler, gulam, mülâzim, kâtip
aşamalarından geçerek bürokrat olurlardı. Kalemlerdeki öğretimin belirgin özelliği salt, o büroya
ilişkin konuları ve kuralları kapsaması; yazı eğitimine ağırlık vermesiydi. Bâbıâli kalemlerinde
yetişme olanağı bulmak, önemli bir ayrıcalıktı ve bu yol, kişiyi sadrazamlığa kadar ulaştıracak bir
gelecek vaadediyordu. Bu sistem, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına değin korunmuştur. Türkiye'ye
Tanzimat ve Meşrutiyet hareketlerini getirenlerin, Batılılaşma sürecini başlatanların, bu dönemlerin
kültür ve edebiyat akımlarına öncülük edenlerin neredeyse tamamı Bâbıâli eğitimi alanlardır.
Buradaki eğitime kimi kaynaklarda, devlet terbiyesi, resmî terbiye, “evet efendimcilik” de denmiştir.
Askeri Okullarla Başlayan Yenilikler
Batı kaynaklı ilk askerî eğitim girişiminin, kısa süren Lâle Devri'nde (1718-30) 300 kadar “tâlimli
asker” yetiştirmek olduğu, kimi tarihlerde yazılıdır. 1734'te ise Fransız asıllı Kont de Bonneval
(Humbaracı Ahmed Paşa) Üsküdar'da modern bir kumbaracı kışlası (Humbarahâne) tesis ettiği gibi,
bu alanda teknik eğitim için de bir Hendesehane açtı.
Đlk yıllarda varlık gösteremeyen bu kurs, Koca Ragıp Paşa'nın Fransa'dan getirttiği Macar asıllı
Baron de Tott'un çalışmaları sonunda 1761'de matematik, denizcilik, istihkâm ve topçuluk konularını
kapsayan bir programa kavuştu.
7
Batılılaşma çabalarının ilk önemli eğitim kurumu ise 1773'te Đstanbul'da Haliç Tersanesi'nde açılan
Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun oldu. Öğrencileri okuma-yazma bile bilmeyen yaşlı başlı gemi
reisleriyle çocuklar olan bu okulun teknik sorumlusu Baron de Tott, ilk başhocası da Cezayirli Seyyid
Hasan'dır. Günde 4 saat ders verilen bu askerî denizcilik okuluna yazılan 50 talebeye birçok âletler
kullandırılmaktaydı. Gelenbevî Đsmail Efendi (1730-91), Fransa'dan gelen Jean de Lafitte Clavé de
okulun hocalarındandı.
Ders programlarında, Türkçe, Arapça, Fransızcadan başka aritmetik, geometri, coğrafya,
trigonometri, cebir, topoğrafya, harp tarihi, entegral ve diferansiyel hesap, mekanik, astronomi,
istihkâm ve balistik de vardı. 1795'te bir kısım dersleri Halıcıoğlu'ndaki Mühendishane-i Berrî-i
Hümayun ile birleştirildi. Deniz Mühendishanesi'nin Türk eğitim tarihindeki yeri, ilk kez Fransız
uzman ve öğretmenlerin Fransızca ders vermeleri, öğretim programında din derslerinin
bulunmaması, araç gereç kullanımının yer almasıyla belirginleşir. Bununla birlikte bu okulda, çağdaş
Batı denizcilik akademileri düzeyinde bir eğitim ve öğretimden yine de söz edilemez.
Sonradan Topçu Harbiye Mektebi adını alacak olan Mühendishane-i Berrî-i Hümayun da (Kara
Askerî Teknik Okulu) 1793'te, uzman subaylar yetiştirmek amacıyla yine Đstanbul'da açıldı.
Enderunlulardan seçilen adaylar, önceleri Mühendishane-i Sultanî denen bu okulda öğrenim görmeye
başladı. III. Selim'in (1789-1807) modern bir ordu kurma tasarısıyla ilgili olan bu kurum,
Halıcıoğlu'ndaki Humbaracı Kışlası'nda bir süre hizmet verdikten sonra 1795'te yeni binasına geçerek
Mühendishane-i Berrî-i Hümayun adını aldı. Dört yıllık okulda, Deniz Mühendishanesi'ne koşut
dersler; farklı olarak topçuluk, lağımcılık gibi uzmanlık konuları gösteriliyordu. Ayrıca özel bir eğitim
alanında teknik ve askerlik uygulamaları yapılmaktaydı. Kara Mühendishanesi'nin en ünlü hocası
Đshak Efendi'dir (ölümü 1834). Đshak Efendi, Türkiye'de, pozitif bilimler alanında ilk ders ve kaynak
kitapları da yazmıştır. Okul, 1847'de Topçu ve Mimar (Đstihkâm) Mektebi adını aldı.
III. Selim döneminin (1789-1807) ilginç bir öğretim kurumlarından biri, 1805'te Kuruçeşme'de
açılan Özel Rum Tıb Mektebi'dir. Rum Talimgâhı denen kurumun içindeki bu okul konusunda fazla
bilgi yoktur. Bunun gibi, 1807'de Kasımpaşa'da faaliyete geçen ikinci Tıp Mektebi de yalnız adıyla
biliniyor. Bu okulun ikinci kez açılışı 14 Mart 1827'de, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin
çabasıyladır. Tıbhane-i Âmire adını alan okula, bir hoca ile iki muallim atanmıştı. Muallimlerden biri
Fransızca ve operatörlük, diğeri kâğıt ve resim üzerinde anatomi ve fen, hoca ise Türkçe ve Arapça
gramer dersleri vermekteydi.
1831'de ise Topkapı Sarayı müştemilatından olan üç koğuş, Cerrahhane-i Mâmure adıyla bir tedavi
merkezi yapıldı. 1836'da bu iki hastane, Otlukçu Kışlası'nda (Topkapı Sarayı dış bahçesinde) Mekteb-i
Tıbbiye olarak birleştirildi. Okulun amacı, savaşlarda, ordunun gereksinimi olan hekim ve
operatörleri yetiştirmekti.
1838'de Viyana'dan gelen Dr. Bernard, kurumda yenilikler yaptı. 1854'te, dört sınıflı Tıbbiye'ye
idadi sınıfları da eklendi. Burada, Fransızca öğretim 1870'e kadar sürmüş, bundan sonra Türkçe
öğretim başlamıştır. 1896'da Gülhane Hastanesi, Tatbikat Mektebi konumuna getirildi. Tıbbiye,
1908'den sonra Tıbbiye-i Mülkiye (sivil hekimlik okulu) ile birlikte Haydarpaşa'ya taşınmıştır.
II. Mahmud'un (1808-1839) Girişimleri
Bu padişah, Avrupa ordularını örnek alan bir kara gücü oluşturmak amacıyla, 1826'da kapatılan
Yeniçeri Ocağı'nın yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye örgütünü kurdu. Erin ve subayın, en
azından okuma-yazma bilmesi gerekliliği dikkate alınarak bu yeni ordunun bireylerine mektep
8
hizmeti verecek Talimâne 1831'de açıldı. Burada, okuma-yazmanın yanısıra din bilgileri, savaş
teknikleri de gösterildi. 1834'te ilk büyük askerî okul olan Mekteb-i Ulûm-ı Harbiye, Maçka
Kışlası'nda öğretime açıldı. Bir tabur mevcutlu öğrenciler 8 kısıma ayrıldı. Birinci kısım, okumayazma sınıfıydı. Sekizinci kısımı başarıyla bitirenlerden seçilen 100 aday, idadi düzeyindeki üst
mektebe geçerek genel kültür ve askerlik dersleri alıyorlardı. 1837'de Harbiye öğrencilerine “nefer”
denilmesi bırakılarak “talebe” denildi. En yüksek başarıyı gösteren talebeler, her yıl üçer beşer
Avrupa'daki askerî akademilere gönderilmeye başlandı. Okulun programına Fransızca dersi de
konuldu. Tophane'de de Tophane Mekteb-i Harbiyesi açıldı. Mızıka-i Hümayun Mektebi ise Donizetti
Paşa'nın organizasyonu ile 1835'te hizmete girdi. Mekteb-i Harbiye'nin düzenli bir öğretim programı
ile subay yetiştirebilmesi 1847'den sonradır. Bu tarihte askerî derslerle fen ve matematik dersleri
dengelenmiş; Piyade ve süvari, top ve tüfek talimleri, istihkâm, resim, harita, yüzme, Fransızca ile
hendese, cebir, heyet, perspektif ve mekanik dersleri konmuştur.
II. Mahmud'un 1824'te yayınladığı söylenen fermanı (M. Cevad, Maarif-i Umumiye Nezareti
Tarihçe-i Teşkilât ve Đcraatı, s.1) şöyle başlıyor: “Cümleye mâlumdur ki ümmet-i Muhammeddenim
diyen her Müslümana, öncelikle Đslâmlığın şartlarını bilmek, sonra geçimini sağlamak için bir dirliğe
yönelmek gerekir. Oysa bir zamandır, analar ve babalar kendileri câhil kaldıkları gibi
çocuklarını da cahil bırakıp ve Allah'a güvenerek hemen para kazanmak için yavruları 5-6
yaşına varınca mektep yerine usta yanına vermektedirler. Bilgisiz büyüyen çocukların vebâli
kıyamette ana ve babalarındadır. Đş böyle giderse ilahî bir dayak yenileceğini uyarmak
isterim. Bundan böyle işyerlerine, yeterli tahsili görmemiş çocuklar alınmayacağı gibi, hâlen
çırak olup mektep görmeyenlerin de çalıştıkları yerlerden alınıp okullara devamları
sağlanacaktır...” Cevdet Paşa Tarihi'nde de bulunan bu belge, ilk kez bir padişahın
ağzından, okuma-yazmanın, eğitimin önemini duyurduğu için çok önemlidir.
Bu padişahın, sıbyan mekteplerinin haraplıklarını, hocasız, denetimsiz durumlarını
görmeyerek 1838'de, Rüşdiye adıyla, sıbyan mektebi üstü okullar açılmasına izin vermesi de
bir hesapsızlığı akla getiriyor. Rüşdiye açılmasına ilişkin Hatt-ı Hümayûn daki gerekçeler ise
düşündürücüdür: “Okuyup yazma bilmeyen ne vatanını sever, ne yaşamını düzene
koyabilir” deniliyor.
Harbiye, Bahriye, Hendese, Tıp mekteplerine, “mâlumat-ı cüz'iyye” denen basit bilgileri
edinmiş aday öğrenciler bulmakta bile güçlük çekildiği; adayların, sınavlarda bir Türkçe
kitabı okuyamadıkları; bu durumdakilere, girecekleri okullarda Arapça, Fransızca, fen,
matematik öğretmenin ise mümkün olamayacağı açıklanıyor. Ancak zengin ve aydın aileler,
özel eğitim yoluyla çocuklarına Farsça, Arapça, hat, müzik, din bilimleri, edebiyat
öğretiyorlardı. Bu olanağı elde edenler daha sonra, kapı kapı dolaşıp dönemin ün yapmış
aydınlarından lügat, hesap, hendese, heyet, nücum, dil vb dersleri almaktaydılar. Mesnevi
okumak, Farsça öğrenmek isteyenler de mevlevîhanelere gidiyorlardı.
1838'de, sıbyan sınıflarını da kapsayan Rüşdiye okullarının açılması kararı çıktı. Bu
konuda Meclis-i Vâlâ bir okul programı düzenlerken bunun “Birinci Sınıf” ve “Đkinci Sınıf”
(ilk ve orta) aşamalı
olmasını
benimsedi.
Padişah II. Mahmud, bu adlandırmayı
beğenmeyerek “iptidaî” ve “Rüşdî” demiştir. Program; elifba cüzü ile Kur'an cüzleri
okutulmasını, namaz sûrelerinin ezberletilmesini, 8-9 yaşlarında namaza başlatılmasını,
hâfızlığın teşvikini öngörüyor; 13 yaşına kadar da her çocuğa yazı, Türkçe risaleler, din
konuları öğretilmesine; bunların, dileklerini sözle ve yazıyla anlatabilecek duruma
9
getirilmelerine bundan sonra ulum-ı edebiye (rüşdiye) sınıflarına geçen gençlerin burada
bilimlerini artırarak bir üst düzeydeki okullara girebilmelerine imkân tanıyordu.
Rüşdiye yeniliği, Türkiye'de Avrupa'ya yönelik ilk sivil okul olarak kabul edilir. Çünkü,
Türkçenin, hesabın, coğrafyanın okula girmesi, okul yönetiminin kurulması, ders nâzırı
denen bir görevlinin denetimlerde bulunması ve ilk kez, örgün medreselerin karşısına,
örgün bir başka eğitim kurumunun çıkması rüşdiyelerle olmuştur.
Tanzimat Yenilikleri
Tanzimat maarifinin getirdiği yeniliklerin başında “mektep” denen kurumun salt Đstanbul
için gerekli olmadığı, ülkenin her yanında eğitime muhtaç çocuklar ve gençler bulunduğu
gerçeğinden hareketle, önce büyük vilayet merkezlerinde olmak üzere taşrada da okullar
açılması gündeme gelir. Aslında, eğitimin yaygınlaştırılması ilkesi de bir Tanzimat
düşüncesidir. Kızların eğitimi, sıbyan mekteplerinin ıslahı, usul-i atika denen eski öğretim
metodlarının yerine usul-i cedide (modern eğitim) metodlarının benimsenmesi, idadiye,
sultanî, darülmuallim denen ve öğretimin rüşdiyeden sonraki aşamalarının açılması bu
dönemdedir.
Tanzimat'a girilirken ülkedeki eğitim; her ikisinin de kaynağı mahalle mektebi olan,
taşrada ve Đstanbul'da “dine dayalı” eğitim ile; Đstanbul'la sınırlı “Batı örneği” eğitimdi.
Medreseler, taşrada bütünüyle geri ve sönük manzaralar yansıtıyordu. Đstanbul'dakiler ise
17. yüzyıldaki düzeyin de gerisinde ve bağnazdı. Batı örneği kurumlar ise askerî ağırlıklı
okullardı. Genel eğitim alanındaki ilk iki sivil okul; Mekteb-i Ulum-ı Edebiye, Mekteb-i
Maarif-i Adlî, tam oturmamış ve sıbyan mekteplerinin biraz daha gelişmişi rüşdiyelerdi.
Taşrada
münevver
(aydın)
sözcüğü
henüz
bilinmiyor;
viraneleşmiş
eski
Selçuklu
medreselerinde şöyle böyle yetişenlere hâlâ “âlim”, “hekim” deniyor; okuma-yazma bilen
ender insanlara aşırı saygı gösteriliyordu. Đşte Abdülmecid, böyle bir maarif mirası almış ve
Bâbıâli'deki hükümet yetkililerine “Uyruklarımın refahı için her önlemi alınız. Gelişmenin
gerçekleşmesi, gerek din gerek dünya işlerinde bilgisizliğin kaldırılmasına bağlı. Bilimlerin
ve fenlerin öğretileceği sanayi okullarının kurulmasını en öncelikli işlerden saymaktayım”
demişti. Meclis-i Vâlâ, bu direktif üzerine bir eğitim programı hazırlatma girişiminde
bulundu. Din, ordu, bürokrasi kesimlerinden seçilen uzman ve aydınlardan, 13 Mart
1845'te Meclis-i Maarif-i Muvakkat kuruldu. Meclis-i Vâlâ'nın bir komisyonu olan bu
kurulun üyeleri Batı kültürüne ya da görüşüne sahiptiler. Haftada iki gün Bâbıâli'de
toplanan kurul bir lâyiha (rapor) hazırladı; sıbyan mekteplerinin ıslah edilmesini,
rüşdiyelerin bir düzene ve sisteme; halka bilgi verecek bir düzeye kavuşturulmasını,
programındaki din derslerinin arttırılmasını, isteyen herkese açık, öğrencilerin gece ve
gündüz barınmalarına uygun bir Darülfünûn (üniversite) ve bir Encümen-i Daniş (akademi)
açılmasını; her düzeydeki öğretim kurumlarının çalışmalarını izleyecek ve yönlendirecek bir
Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulmasını öneren raporun benimsenmesinden sonra Meclis-i
Maarif-i Muvakkat; Meclis-i Maarif-i Umumiye adını aldı. Yukarıdaki kararlara dönük
çalışmalara başlandı. Bizdeki ilk bilim akademisi gösterilen Encümen-i Daniş, bu çabaların
bir sonucu olarak 15 Temmuz 1851'de kurulmuş; ama, önemli hiçbir şey yapamadan
1860'tan sonra adını unutturmuştur. Maarif Meclisi ise ders kitapları yazdırma, yabancı
eserleri Türkçeye çevirtme; programlar, tüzükler hazırlama, eğitim fikirlerini yönetmeliğe
10
bağlama; yeni eğitimin ulema elinde yön değiştirmemesi için Mekâtib-i Umumiye Nezareti
kurulması gibi gerçekten önemli işlerle uğraşmış ve başarılar elde etmiştir.
Tanzimat'ın, 1869'da Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi yayınlanıncaya kadarki ilk otuz yılı
sistemsizdir. Akla gelen, gereksinim duyulan okullar açılmış, ama neyin, neye dayanması
gerektiği üzerinde durulmamıştır. Maarif örgütü de biri Meşihat'a, öteki Bâbıâli'ye bağlı iki
ayrı merkezden; yönlendirilmiştir. Bu otuz yıllık sürede taşra için uygun görülen okul sayısı
ise çok yetersizdir. Asıl okullaşma 1860'lı yıllarda başlayacaktır. Fakat, 1847'de yayınlanan
ilk yönetmelik; kuşkusuz taşra sıbyan mektepleri için de geçerliydi. Bu yönetmelik, mektep
hocalarının uygulayacakları metodları, çocukları nasıl eğiteceklerini, nasıl yazı ve okuma
öğreteceklerini, hangi dersleri vereceklerini, günü nasıl planlayacaklarını gösteriyordu.
Meslekî eğitim alanında başlıca üç alanda atılımda bulunuldu: Kız-erkek öğretmenlik
okulları, kız-erkek teknik okulları, hekimlik. Bunlardan ayrıca, Đstanbul'da ve vilâyetlerde
değişik alanlarda birçok meslek okulu daha açıldı. Bunlardan ilki, 1847'de Yeşilköy'de
Ayamama Çiftliği'nde hizmete giren Ziraat Mektebi'dir. 1891'de Halkalı'daki binasına
taşındıktan sonra Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi adını aldı. Her yıl, düzenli 20-30 mezun
vererek
Türkiye'nin
tarımsal
gelişmesine
katkıda
bulunmuştur.
1848'de
Fatih
Dârülmuallimi'ni (Erkek öğretmen okulu) açıldı. Darülmuallimin-i Rüşdî de denen, rüşdiye
üzerine 3 yıl süreli bu okulu bitirenler, rüşdiye öğretmeni olmaktaydılar. (Buranın ilk
mezunlarından olan Selim Sabit Efendi [1829-1910], Türkiye'de eğitimin yenileşmesi için
önemli hizmetler veren ilk pedagoglarımızdandır.) 1862'de iptidaîlere öğretmen yetiştirmek
için Darü'lmuallimin-i Sıbyan (rüşdiye üzerine 1 yıl süreli) açıldıysa
ileri programlar
uygulandığı gerekçesi 1873'te bir aralık kapatıldı.
Dârülmuallimat (kız öğretmen okulu) Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi'nin 68. maddesi
uyarınca 1869'da, hizmete girdi. Okula müzik dersi konması düşünüldü ama, kızların öteki
derslerdeki başarılarını etkiler (!) kaygısıyla bundan vazgeçildi. Maarif Nazırı Safvet Paşa'nın
okulu açış söylevi Takvim-i Vekayi'de yayınlandı: “Kadınlar, her türlü saygıya ve riayete
lâyıktır. Onların eğitimi ve öğretimine özen gösterilmesi gerekli bir konudur. Çünkü, bir
çocuk doğduğu andan, okula gidinceye kadar ana kucağındadır. Erkekler kadar kadınların
da bilgiyle donatılmaları gerekir...”
Meslek okulları alanında en önemli ve bir bakıma da yığınları hedef alan girişim, Mektebi Sanayi denen teknik okulların açılmasıdır. Barutçubaşı Dadyan Efendi'nin 1848'de,
fabrikalara teknik eleman sağlamak için Zeytinburnu'nda açtığı ilk sanayi mektebinden
sonra,
özellikle
dokuma
sanayiinde
yetişmiş
insana
gereksinim
arttı.
1850'lerde
Zeytinburnu Mektebi'nde Matematik, Kimya, Jeoloji, Maden, Nafia Mühendisliği, Resim
dersleri gösteriliyordu. Bu okul fazla yaşamadı. Midhat Paşa (1822-84), Tuna valisi iken,
yetim ve öksüz çocuklar için 1860'da Niş'te ve Sofya'da, 1864'te de Rusçuk'ta ıslahhaneler
açtı.
Đstanbul'a döndükten sonra benzeri bir kurumu 1868'de başkentte kurdu. Okuma
yazmadan çok, iş eğitimi ağırlıklı bu okullarda Elifba, Amme, Tebareke cüzleri, Yazı, Kıraat
gösteriliyor, dört işlem, kara cümle hesap dersleri yanında asıl, terzilik, kunduracılık,
dokumacılık, debbağlık, matbaacılık vb zanaatlar öğretiliyordu. Đstanbul'daki okula Islah-ı
Sanayi Mektebi adı verilmişti. Sultanahmed'de eski Kılıçhane'de açılan okulun, Haricî ve
Dahilî şubeleri vardı. Birincisine, 30 yaşına kadar olanlar, ikincisine 13 yaşına kadar
çocuklar devam edebiliyordu. Kızlar ve kadınlar için ilk mesleki eğitim, 1860'larda
11
Đstanbul'daki Cevri Kalfa Đnas Rüşdiyesi'nde verilen el işleri kurslarıdır. Midhat Paşa'nın
Rusçuk'da ilk Kız Sanayi Mektebini açışı 1865'tedir. 1870'te ise Tophane-i Âmire Nâzırlığı,
Yedikule'de boş bir binada 50 öğrencili Kız Sanayi Mektebi'ni hizmete soktu. Burada
yetişenler, ordu dikimevinde işe alınıyorlardı.
Bu dönemdeki
Osmanlı sivil okullarının başında, uzun süre adı olup kendi olmayan
Darülfünûn'u anmak gerekir. Darülfünun, daha 1845'te Maarif-i Umumiye Meclisi'nin
kararı doğrultusunda bilimlerin ve fenlerin okutulacağı bir yüksek okul biçiminde
tasarlanmıştı. Yönetim, bunun için ilk kez kesenin ağzını açtı ve mimar Fossati'nin
hazırladığı proje, 1846'da uygulamaya konuldu. Ayasofya'nın karşısına dev bir binanın
temelleri atıldı. Bina yapıladursun, tartışmalar da başladı: 21 Şubat 1870'de yapıldıysa da
derslere başlanamadı ve 26 Mart 1871'de de kapısına kilit vuruldu. Sebebi Afganlı
Cemaleddin'in ileri sürdüğü görüşlerin softalar arasında uyandırdığı infialdi. Darülfûnun
Müdürü Hoca Tahsin Efendi de canlıların havasız yaşamayacağını kanıtlayan bir deney
yaptığı için dinsizlikle suçlanmıştı.
Tanzimat'ın özüne ve yönetsel alanda gerçekleştirilmek istenen reformlara dönük bir
okulu ise 1859'da açılan Mekteb-i Mülkiye'dir. Merkezî yönetimi güçlendirmek, taşraya,
yasa ve hukuk bilir kaymakamlar göndermek için, Meclis-i Âli-yi Tanzimat'ın görüşü
doğrultusunda; rüşdiye üstü iki yıllık böyle bir okulun açılması amacıyla gerekli bina ve
muallim sağlandı. Bâbıâli memurlarından, medreselerden seçilen 100 öğrenciden 30'u iki yıl
sonra mezun oldular.
Okul 1861'de 4 yıla çıkartıldı. 1908'den sonra önemi daha da artan Mülkiye Mektebi, ileri
düşüncelerin kaynağı olmuştur. 1916'dan Rüşdiye üstü lise öğrenimi veren ve ilki Mekteb-i
Sultanî adıyla 1868'de açılan sultanîler, Tanzimat'ın son döneminde gündeme gelmiştir.
Tevfik Fikret'e göre Galatasarayı Sultanisi “Doğu'nun, Batı ufkuna açılan ilk penceresi”
olmuştur. 1867'de Avrupa gezisine çıkan Abdülaziz'in, oradan aldığı etkilerle yurda dönünce
“Fransa'daki liselerin eğitimini ve fenlerini verecek, her sınıf uyruklardan memleket
hizmetine ehliyetli insanlar yetiştirecek, Türkçe ve Fransızcanın eşit düzeylerde okutulacağı”
okulun açılması kesinleşmiştir. Zengin Türk, Müslüman ve gayrimüslim 300 gencin alındığı,
hocalarının çoğu yabancı, Galatasarayı Mekteb-i Sultanîsi, 1 Eylül 1868'de açıldı.
Tanzimat'ın bir sembolü sayılan Mekteb-i Sultanî, Fransızca öğretiminde çok başarılı
oldu. Okulun programını, ilk müdürü M. D. Salve hazırladı. Okul tüzüğü ise 1874'te
yayınlandı. Lisan-ı Osmanî, Tarih, Coğrafya, Yüksek Matematik, Muhasebe, Biyoloji, Kimya,
Hukuk, Latince, Yunanca, Resim, Beden Eğitimi, Bitkiler vb dersler ile ağırlıklı olarak da
Fransız dili öğretim programında yer aldı. Ertesi yıl yürürlüğe giren Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi;
büyük
vilâyet
merkezlerinde
de
birer
sultanî
mektebi
açılmasını
öngörmekteydi.
Yabancı ve Azınlık Okulları
Yabancılar
ve
azınlıklar,
Tanzimat'ın
kendilerine
tanıdığı
aşırı
özgürlüklerden
yararlanarak eğitimde önemli mesafeler aldılar. Misyonerler için, Osmanlılığın çok uluslu,
çok dinli ve çok dilli mozayiği bulunmaz bir ortamdı. Islahat Fermanı (1856) ise gayrimüslim
uyruklara, kendi dinlerine ve kültürlerine dönük, ilk orta ve yüksek derecede okullar açma
fırsatı verdi. Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar, Hıristiyan Araplar her tarafta okullar açtılar.
Katolikliği, Protestanlığı yaymak isteyen, Fransa, Đtalya, Đngiltere, Almanya, Avusturya ve
12
Amerika kilise çevreleri de yarış halinde okul kampanyaları başlattılar. Bunda, sayılan
devletlerin siyasal, kültürel ve ticarî çıkarlarına hizmet amacı da vardı. Nitekim çok
geçmeden, Osmanlı kentlerinde, kendi ülkelerine ve uluslarına hayranlık duyan elit
topluluklar ortaya çıktı.
Bu okulların en tanınmışı olan Robert Kolej, 1863'te açıldı. 1878'de 400 bin dolarlık
veraset parasından yeni binası yapıldı. Bu binanın arsasını 36 bin liraya Ahmed Vefik Paşa
satmıştır. Okulun Mühendislik kısmı 1912'de yapıldı. Kız Koleji, Boston Amerikan Kadınlar
Cemiyeti'nce 1871'de önce Üsküdar'da High School adı altında faaliyete geçti. 1890'da 4
sınıf eklenerek lise oldu. Adı da Kostantinopl Kızlar Koleji olarak değiştirildi. 1914'te
Arnavutköy'deki Kız Koleji açıldı.
Yabancı okulların görkemli ve planlı binaları, kalabalık ve yetkin öğretim kadroları,
yabancı dil, cimnastik, müzik derslerini de kapsayan ileri programlarına karşılık, Osmanlı
okulları yoksulluk ve yetersizlikler sergiliyordu. Azınlıkların yarışı, yabancılarınkinden geri
kalmamıştır. Rumlar, 1844'te Heybeliada'da, 1856'da Fener'de iki büyük okulu cemaat
hizmetine sokmuşlardı. Heybeliada Papaz Mektebi 1923'e değin, yüksek Ortodoks Teoloji
Okulu, bu tarihten sonra ise Rum Lisesi olarak varlığını korumuştur. Kuruçeşme'deki özel
Üniversite'de de Dil, Edebiyat, Geometri, Matematik, Tıp bilimleri öğretiliyordu. Rumlar,
Đstanbul'da ve Rum azınlığın bulunduğu yerlerde, ilk, orta ve lise düzeyinde okullar açtılar.
Ermenilerin ise 1859'da yalnız Đstanbul'da 42 okulları vardı. Bu okullarda 5531 öğrenci
okumaktaydı. 1874'te Đstanbul'da 51, Anadolu'da da 469 Ermeni okulu bulunduğu
saptanmıştır. Ermeni okullarının bir özelliği, Ermenice'nin yanında, bir zorunluluk yokken
Türkçe'nin de öğretilmesiydi. Hesap dersleri ise Türkçe yapılmaktaydı. Yahudiler, 1854'te
Musevî Asrî Mektebi'ni, 1875'te Alians Đsraelit'i açtılar. Soydaşlarının çokça yaşadığı
kentlerde de birer ilkokulları vardı.
Yasal Düzenlemeler
Osmanlı Hükümetinin, maarif işlerini yasalara bağlama girişimi 1862'dedir. Ahmed Vefik
Efendi'nin (Paşa), “Anadolu'nun Sol Kol Müfettişi” geçici göreviyle 1862-64 arasında Batı
Anadolu'yu dolaşıp okulları da denetlendikten sonra dönüşünde, Meclis-i Vâlâ'da ve Maarif
Nezareti'nde yapılan görüşmeler sonucu, yeni okullar yapılması, okullara kitap gönderilmesi
kararlaştırılmıştır. Nitekim, 1864'te, Maarif Nezareti 92.382 adet Kur'an cüz'ü ile kitap ve
risaleyi okullara gönderdiği gibi, 1865'te de 99.700 adet kitap ve risale göndermiştir. Ama,
nezaretin bu konudaki başarısızlığı, kitap basımından, sayısına, türüne ve dağıtımına
varıncaya dek sürmüş; hattâ daha kötüye gitmiştir. Örneğin, 18 Ekim 1908 (5 Teşrin-i evvel
1324) tarihli Sabah gazetesi, Maarif Nezareti'nin başarısızlığını uzun uzun irdeleyen bir
yazıya yer vermiştir. 1869'da yayınlanan ve yasa hükmünde olan Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi, Maarif Nâzırı Safvet Paşa'nın (1814-83) eseri sayılır. Osmanlı yönetimi ilk kez
bu tüzükle eğitim işlerine ciddi biçimde eğilmiş; düzensiz, sistemsiz, günün gereksinimlerine
göre belirlenmiş kurumlaşma, ilk kez bu tüzükle kurallara bağlanmıştır. Nizamnamenin
başlıca hükümleri şunlardı:
•
Đlköğretim zorunludur. Bu aşama okulları, sıbyan (ana okulu ve temel eğitim birinci
kademe) mahalle ve köy okullarıdır.
•
Rüşdiyeler (ikinci kademe) en az 500 haneli kasabalarda açılır.
13
•
Đdadiyeler (ortaokul) 1000 haneli büyükçe merkezlerde açılacaktır.
•
Sultanîler (lise) vilâyet merkezlerinde kurulacaktır.
•
Đstanbul'da bir Dârülfünûn (üniversite) bulunacaktır.
•
Đstanbul'da ayrıca bir Darülmuallimin (erkek öğretmen) bir de Darülmuallimat (kız
öğretmen) okulu bulunacaktır.
•
Öğretim yöntemleri ve teknikleri geliştirilecek, öğretmenlerin bilgi ve görgüleri
artırılacaktır.
•
Maarif merkez örgütü düzenlenecek, illere şubeleri açılacaktır.
•
Öğrencilerin okulu ve öğretmeni sevmeleri önlemleri alınacaktır.
•
Okul giderleri için halktan yardım toplanacaktır.
Nizamnamenin uygulanmaya konmasından sonraki beş yıllık sürede, Osmanlı maarifinin
nereye
kadar
yol
aldığını
Tanzimat'ın
sonunda
1876
yılına
ait
resmi
verilerden
öğrenebiliyoruz. Hicrî 1294'te (M. 1876) yayınlanan 32. devlet salnamesinin “mekâtip”
bölümünde, sağlıklı sayılarla Dersaadet (Đstanbul) okulları, kimilerinin adları, ders cetvelleri
ve muallimleriyle de vilâyet okulları hakkında ayrıntılı bilgiler vardır. Đstanbul'da 43
mevcutlu 1 idadi bulunduğunu gösteren bu istatistikte, Maarif Nezareti'ne bağlı olmayan
Galatasarayı Sultanîsi ile Darüşşafaka'ya, azınlık ve yabancı okullarına, özel okullara da yer
verilememiştir.
364 rüşdiyede toplam 19.396 öğrenci görülmektedir. Zabtiye Nezareti'ne bağlı 13
rüşdiyede 430 öğrenci; Bosna, Girit, Konya'da birer Đnas (kız) rüşdiyesi bulunuyordu.
Sonuç olarak, Tanzimat maarifi ve okulları Türk eğitiminde bir başlangıçtır. Bugün bile
hangi önemli eğitim kurumumuzun tarihini incelesek Tanzimat'ın izlerini ya da temelini
buluruz. Đlköğretimin zorunlu kılınması ve yaygınlaştırılması, yüzlerce yıllık öğretim
metodunun değiştirilmesi, dernekler, vakıflar aracılığı, hattâ imecelerle okullaşma sürecinin
başlatılması, din eğitiminin yanında temel eğitimin, bir ölçüde de laik eğitimin ve yabancı dil
öğretiminin gündeme gelmesi, kızlara ortaokul, öğretmen okulu, meslek okulu kapılarının
açılması, öğrencilere özel kıyafetler öngörülmesi, okul binaları yapılması, Türkçe eğitimin
esas alınması, halk dilinin (kaba Türkçe'nin) öğretilecek kadar önemli olduğu üzerinde
durulması, halka kara cümle yazı ve hesap öğretme siyaseti, o kısa dönemi saygıyla
anmamızı gerektiriyor. Bununla birlikte, eğitimde kutuplaşmalar da yine Tanzimat'la
belirginleşmiştir. Ziya Gökalp şöyle diyor: “Medrese ve mektep birbirine zıt birer kurum
oldu.
Uyanan
aydınlar,
yenilgilerimizin
eğitimdeki
ülküsüzlükten
kaynaklandığını
görüyorlar. Maarifimizin kozmopolitliği meydandadır. Tanzimat'dan beri memleketimizde
Fransızların medeniyetçi eğitimi uygulanıyor. Oysa ulusçu eğitim, medeniyetçi eğitime karşı
harsçı eğitimdir.”
II. Abdülhamid ve Okullar
14
II. Abdülhamid'in en çok Mekteb-i Mülkiye'ye önem vererek 1879'da bu okulun
açılmasına önayak olduğu biliniyor. Rejime bağlı kamu görevlileri yetiştirme amacına dayalı
Mülkiye, 1885'te 4 yıla çıkartılıp yatılı yapılmıştır. Yıldız Sarayı'nda Şehzâdegân Mektebi
kuruluşu da o sıradadır. Okul çağındaki çok sayıda şehzadenin yanısıra, padişahın güvenini
kazanmış devlet adamlarının çocuklarının da alındığı bu okul, bahçeler içerisinde iki katlı
(hâlen Yıldız Teknik Üniversitesi müştemilatındandır) bir konaktı. Çevresinde hocaların,
şehzadelere özel dersler vermelerine mahsus küçük pavyonlar ve köşkler bulunuyor; okulun
programı, her şehzade için ayrı ayrı düzenleniyordu. Örneğin, Burhaneddin Efendi için,
Tâlim-i Kıraat, Kur'an-ı Kerim, Esma-yı Osmaniye, Đmlâ, Hesab-ı Zihnî, Đdman-ı Zihnî,
Hüsn-ü Hat konmuştu. Bu aristokrat okulun genel düzeyi iptidai-rüşdiye idi. Padişahın
amacı, hânedan ve zâdegân gençlerini kentteki öteki okullardan, dolayısıyla “zararlı
fikirlerden” uzak tutmaktı. II. Abdülhamid, 1892'de bir de Aşiret Mektebi açtırdı. Önce, Arap
aşiretlerinden çocuklar, sonraki yıllarda Kürt ve Arnavut beylerinin çocukları, bu 5 yıllık
yatılı okulda, saltanata bağlı kuşaklar olarak yetiştirilmek istendi. Oysa Aşiret Mektepliler II.
Abdülhamid'in
saltanatının
sonuna
doğru
1907'de
yemekleri
beğenmeyip
eyleme
geçmişlerdir.
Siyasal kaygılarla okulların sıkı denetime alınması; mekteplilerin de siyasete ve
ideolojilere ilgi duymaları da bu dönemdedir. II. Abdülhamid, bir yüksek okul konumuna
getirdiği Mülkiye'den yönetim karşıtı sesleri duyunca, aydın hocaları okuldan uzaklaştırıp
edebiyat tarihi derslerini de çıkarttırmış, bunun yerine, Mülkiyelilerin dindar olmaları için
fıkıh, kelâm, tefsir ve ahlâk dersleri koydurtmuştur.
1876'da yürürlüğe giren 34 maddelik Đptidaî Talimatnâmesi, tedris meclislerini, okulların
yönetimine, alınacak vergilere, başarısız, devamsız öğretmenlerin uzaklaştırılmalarına ilişkin
ilke ve kuralları içermekteydi. Fakat, mahallelerde oluşturulacak Tedris Meclisleri
çalışmayınca yönetmelikte değişikliğe gidildi. 1900'e doğru, Đstanbul'daki iptidaî sayısı
264'tü. Bunlardan her birinin bir muallimi (25'i bayan) tümünde de yaklaşık 13 bin öğrenci
vardı. 1880'lerde 3 yıllık iptidaîlerde, Elifba, Kur'an-ı Kerim, Tevcid, Đlmihâl, Ahlâk, Sarf-ı
Osmanî, Đmlâ, Kıraat, Mülahhas Tarih-i Osmanî, Muhtasar Coğrafya-yı Osmanî, Hesap,
Hüsn-ü Hat; köy iptidaîlerinde ise Tarih, Coğrafya, Ahlâk ve Sarf-ı Osmanî okutulmaktaydı.
1881'de Kâmil Efendi adında biri, 6-10 yaş kızları için 60 kişilik ve usul-i cedide
uygulanan özel bir iptidaî açarak burada, elişleri öğretillmesini de programa alırken bir
başka okul; yine kızlar için, yabancı dil, müzik, elişleri program ağırlığıyla Cağaloğlu'nda
açıldı. Yukarıda da değinildiği gibi dönem,özel okulların altın çağıdır. Bunda da devlet
okullarının yetersizliği tek neden gözüküyor. Üçer beşer ortaklı okul şirketleri; Darülfeyz,
Burhan-ı Terakki, Nümune-i Đrfan, Şems-i Đrfan, Gülşen-i Maarif, Füyuzat vb adlarla okullar
açmışlardır. 1885'te Đstanbul'daki 10 özel okulda toplam 675 öğrenci varken, 1892'de 28
özel okul, 4400 öğrenci sayılması dikkati çeker.
Bu yıllarda nazırların sık sık değiştirilmesi Abdülhamid'in icraatındandı. 1879'da Ahmed
Vefik Paşa 23 gün, Suphi Abdüllatif Paşa 2,5 ay kadar nazırlık yapabilmişlerdir. Maarif
Nezareti, 1848-1880 arasında (32 yılda) 31 nâzır değişikliğine tanık olmuştur. Bu sürede
Kâmil Paşa yedi, Cevdet Paşa beş kez bu göreve atanmıştır.
Eğitimin genel durumu, devrin aydınlarını eleştirilere, tartışmalara yöneltiyordu. 1878
Çırağan Vak'ası'nda, Hasan Paşa'nın bir değnek darbesiyle yaşamını yitiren, medrese,
Tanzimat ve Batı kültürlerini özümsemiş, Dârülfünun Müdürlüğü yapmış Ali Suavi;
15
“öğretim metodlarının önemi, yüzeysel bilgilerin ezberletilmesiyle kalkınmanın olmayacağı,
ilköğretimin temel sayılması” üzerinde durmuştu. Namık Kemal, görüntülerin gerisindeki
gerçeklere bakarak: “Öğretmenlerin yetiştirilmesi asıl önemli iştir. Çoğu taşralı ya da
medrese kaçkını öğretmenlerin okuyup yazmaları yetersizdir. Coğrafya, tarih bilmezler. Bir
sınavdan geçirilseler yüzde beşi başaramaz. Gazete okuyup anlayanların oranı bundan da
azdır. (...) Yetişenlere millet ve vatan sevgisinin aşılanacağı tek yer okuldur. Medreseler
bunu yapamaz. Her çocuk aynı tip okulda okursa Osmanlılık bilinci de eşit biçimde
kökleşir.” diyordu. Paris'teki kaçak Türk aydınları da “Eğer eğitime gereken önem verilseydi,
bin yerde benzeri görüldüğü gibi halk hürriyetini elde ederdi. Zulüm ve cehalet, alt organları
yapışık ikizler gibidir. Biri yok edilince öteki de yaşayamaz...” diyordu. Oysa softa takımı,
camileri dolduran suskun ve mazlum dindarlara “Çocuklarımıza Frenkçe okutacaklarmış,
Kur'an'ı kaldıracaklarmış!” demekteydiler.
Maarif Nezareti'nin genelgeler yayınlayarak vilayetlerdeki iptidaî, rüşdiye sayılarının
artırılmasını, medreselerin ıslahını, usul-i cedide öğretimini, okur-yazarların, öğretmenlik
kursuna alınmak için Đstanbul'a gönderilmelerini istemesi de bu yıllardadır.
II. Abdülhamid döneminde eğitimde Batılılaşmanın, okul türlerinden, sayısından,
programlara değin, dönülmez bir yolda olduğu saptanır. Ama, örnek hep Fransa'dan alındığı
için Fransızcanın, vazgeçilmez tek yabancı Batı dili, Fransız kültürünün taklidi giderek
yerleşmiş; bu süreç, Cumhuriyet'in ilk 30 yılında da devam etmiştir. Tanzimat ve Servet-i
Fünûn edebiyatları, alafrangalık, yeni sanat anlayışı, yasalar, meclisler, yönetsel örgüt
tercihleri... Her alandaki Fransız özentisi, eğitimdeki taklitçiliğin doğal sonuçlarıdır.
Bunun en somut örneklerinden biri de Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) Mektebi ve Müze-i
Hümayûn'dur. 1870'lerde “Türkvâri” bir yaklaşımla öngörülen Müze Mektebi, eski sanatın,
yazı, cilt, tezhip konularını da programına almayı düşlerken, 1876'dan sonra Osman Hamdi
Bey'in öncülüğündeki girişimlerle Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi hizmete sokulmuştur
(Okulun, Antik Çağ mimarisini çağrıştıran binasındaki resmî açılışı 3 Mart 1883'tedir).
Bunun gibi, 1882'de açılan Ticaret Mektebi'nde de Fransızcanın etkinliği gözleniyor.
Daha 1860'larda, Hayriye tüccarlarının eğitimi için öngörülen bu tür bir okul girişimi, ikinci
kez 1880'de gündeme geldi. Sadrazam Said Paşa'nın çabaları sonucu açılan 200 mevcutlu
okulda iki dil (Türkçe-Fransızca) ve iki diploma sözkonusuydu. 1914'ten sonra daha da
modernleştirilmiş, devre-i iptidaîye, devre-i intihaiye şubelerine ayrılmış, daha sonra da tâli
(lise) ve âli (yüksek) olarak, 3'er sınıfla 6 yıllık olmuştur. 1875'te Galatasarayı'nda hizmete
giren Turuk ve Maabir Mektebi'nin devamı durumundaki 3 idadi, 4 yüksek sınıflı sivil
mühendislik okulu olan Hendese-i Mülkiye Mektebi içinde de “Fransa'da 4 bin baytar
varken bizde hiç yok!” savından hareketle 1887'de Mülkiye Baytar (sivil veteriner) Mektebi
açılırken, Ticaret Mektebi çatısı altında da 20 kadar dilsiz ve sağıra, özel alfabe ile okumayazma öğretmeye mahsus ve el becerileri kazandıran bir okul açılmış; örnekler yine hep
Fransa'dan alınmıştır.
Zühdü Paşa Maarif Nâzırı iken 1901'de, Mülkiye Mektebi içinde (Cağaloğlu'nda)
Darülfünûn-ı Şahâne adıyla yeniden açılan üniversite de Batılılaşma özentisinin ve
Fransa'yı örnek almanın bir gereğiydi ama bir yenileşme kurumu olamadı. 3 yıllık
Darülfünûn özerklikten yoksun; Ulûm-ı Âliye-i Diniye, Edebiyat, Ulum-ı Riyaziye ve Tabiiye
şubeleri (fakülteler) bağlantısızdı. Öğretim üyeleri arasında da dayanışma yoktu. Öğretim ise
ne ileri ne de çağdaş düzeydeydi. Darülfünûn, ancak II. Meşrutiyet'te, gelen Alman
16
profesörlerin çabaları ile önemli bir yenileşme görmüş; 1919'da yayınlanan nizamnâmesi ile
de Tıp, Hukuk, Edebiyat, Đlahiyat, Fünûn medreselerini (fakülte) kapsayan akademik bir
kimlik kazanmıştır.
1884'te her vilayette bir maarif müdürü, bunların başkanlığında da Meclis-i Maarif denen
kurullar bulunduğu görülüyor. Bu örgütler, il merkezlerinde Darülmuallimin (öğretmen
okulu) açmayı, iptidaîleri ıslah etmeyi, Usul-i Cedide'yi yaygınlaştırmayı ve bu alanda
ehliyetli öğretmenler görevlendirmeyi başlıca iş saymaktaydılar. Sivas Darülmuallimi'ni, 50
öğrenci ile öğretime açılırken, Đstanbul'da da her düzeydeki okulların ders programlarını
birleştirip
düzenlemek
için
özel
bir
komisyon
kurulmuştu.
Maarif-i
Umumiye
Nizamnamesi'nin 1892'ye kadar korunan genel çerçevesi, köklü sayılmayacak birkaç
değişiklik dışında bu komisyonca da korundu. Taşra rüşdiyelerinin iç yönetmeliği de yine bu
yıl hazırlanıp yürürlüğe kondu.
Fakat, kâğıt üzerinde yönetmelikler, programlar, cetveller düzenlemek, tarihe belgeler
bırakmak bakımından faydalı görülmüş olsa bile dönemin koşullarını görmezlikten gelen
düzenleyiciler, şu gerçekleri fark etmemişlerdir:
•
Maarifin belirli, düzenli ve yeterli gelir kaynakları yoktu. Hayır, hasenat; salma
paralarının bir kısmı, yıkılmış vakıfların gelirleri, velilerden toplanan yardımlar,
kurban derileri, fitreler... Ülke genelinde ilköğretim ve rüşdiye okulları bu gelirlerle
ayakta tutulmaya çalışılmaktaydı.
•
Çocuklar, genelde donanımdan, beslenmeden, sağlıktan, bakımdan yoksundular.
Çoğu, okula yalın ayak, yırtık giysiler ve entarilerle devam ediyordu. Oturacak
sıralar, sınıfı ısıtan soba yoktu. Uzaktan gelenler, bellerine bağladıkları kuşağın
arasındaki kuru ekmek ve soğandan ibaret azıkla yetiniyordu. Okul ortamı havasız,
rutubetli, kirli, tuvalet ve sudan yoksundu. Falaka, dayak terörü, eğitimin en önemli
ve herkesçe tasvip gören, vazgeçilmez öğesiydi.
•
Hocaların çoğu, doğru dürüst ilkokul öğrenimi bile almamış, câhil, kaba, pedagoji
nedir
bilmez
adamlardı.
Halk,
onların
sertliklerini
severdi.
Darülmuallimini
bitirenlerin bile bilgileri ve pedagojik yeterlikleri tam değildi. Maarif Nezareti'nin 7
Nisan 1900 tarihli genelgesinin şu paragrafı, öğretmenler için bir yargıda bulunmaya
yetiyor: “Muallimlerin, zamanında derslerine devam ve hakkıyla ders vermedikleri,
taşra okullarında (rüşdiye ve iptidaîye) bâzı öğretmenlerin, şurada burada vakit
geçirdikleri, mektebe geç geldikleri, erken ayrıldıkları, görev dışı işlerle uğraştıkları,
okula gelseler bile öğretime ve eğitime gereği kadar özen göstermedikleri...
Bazılarının ise ticaretle uğraştıkları anlaşılmaktadır.”*
Bu olumsuzlukları bir tarafa bırakıp II. Abdülhamid dönemi eğitimini, Đstanbul ve
taşradaki sayısı 100'ü bile bulmayan seçme sultanî, idadî, rüşdiye ve nümune mekteplerine
bakarak değerlendirmek hata olur.
Kaldı ki 19. yüzyıl biterken Osmanlı ülkelerinin tamanında 300 dolayında iptidaî (usul-i
cedide uygulanan ilkokul), 20 bin dolayında da sıbyan (eski yöntemlerle Kur'an öğreten ve
usul-i atika denen mahalle mektebi) okulu vardı. Ortalama olarak her okulda 20 öğrencinin
bulunduğu hesabıyla 400 bin çocuk, iyi kötü eğitim görebilmekteydi. Đmparatorluk
17
nüfusunun 20 milyon dolayında olduğu dikkate alındığında, yüzde 2 gibi çok düşük bir
oran ortaya çıkar.
II. Meşrutiyet ve Osmanlı Eğitiminin Sonu (1908-1922)
II. Meşrutiyet'in ilk akla gelen Maarif Nazırı Emrullah Efendi (nazırlığı 1910-12) eğitimin
her aşamasında görev almıştı. Nazır olunca yayınladığı genelgesinde “ahlâk eğitimi ile zihin
eğitimi”nden söz etmesi anlamlıdır. Tuba Ağacı Nazariyesi denen kuram da ona aittir.
Eğitimde yeniliğin Darülfünûn'dan (üniversiteden) başlamasını önermiştir. Bu görüş, II.
Meşrutiyet dönemi tartışmalarının çıkış noktası sayılabilir.
O sırada Dârülmuallimin Müdürü olan Sâtı Bey (1880-1963), bu görüşe karşı çıkarak
ilkokulu, ortaokulu, lisesi yeterli olmayan bir memlekette darülfünunun da olamayacağını
ileri sürer. Emrullah Efendi, görüşünü ortaya atarken bir takım gerçeklerden hareket
etmişti: “Ülke geniş, vasıtalar sınırlı, nüfusa oranla bütçe ödeneği pek az, para olsa da
öğretmen yoktu.
70 bin öğretmene ihtiyaç vardı. Eğitimi, çocuk yetiştirmeyi bilen 70 bin öğretmeni değil,
bunun yüzde 1'ini bulmak bile hayaldi. Maarif programları bina ve para istiyordu. Köylerde
ise okul olabilecek tek bina yoktu. Bina yapılsa, gönderilecek öğretmen bulunmamaktaydı.”
Tartışmaların bir nedeni de 1869'da yürürlüğe konduğu halde bir türlü tam uygulanamayan
Maarif Nizamnâmesi'nin değiştirilmesi görüşüydü. “Aynen uygulayalım”, “Meşrutiyet'in
gerektirdiği bir Maarif-i umumiye Kanunu hazırlayalım”, “Nizamnâmeye ilişmeyelim, ayrı
yasalar yapalım” gibi fikirler ortaya atılmıştı.
Bizdeki ilk pedagoji kitaplarından olan Fenn-i Terbiye'yi yayınlayan Sâtı Bey beden
eğitimini, alfabe öğretimini, çocuk edebiyatını ve müziğini, el-işi derslerini, laboratuvarı
okullara sokan eğitimci olarak bilinir. Ona göre, “Öğretmenlik herkesin yapacağı bir meslek
değildir. Özel yetenek ister. Meşrutiyet, ancak öğretmenlerin çabaları ile topluma mal
edilebilir. Öğretmen ordusu, halkı uyarıcı, iyiye yöneltici çalışmalar yapmalıdır.” Sâtı Bey,
Prens Sabahattin'in (1877-1948) görüşüne de karşı çıkarak “Đlkokul olmazsa yüksek okul da
olmaz” görüşünü savunmuştur. Ziya Gökalp, ise eğitim ve öğretimi bütünüyle millîleştirmeyi
savunmuştur. “Millî eğitim, çağdaş öğretim” diyen Gökalp, “Çağdaş eğitim, çağdaş kültür
gibi millî hayatın bir olgusudur. Çağdaş öğretim ise, teknoloji gibi uluslararası uygarlıktan
alınabilir. Eğitimimiz mutlaka millî olmalıdır. Çağdaş bir toplumda, millî eğitim yoluyla
çocuğa çağdaş eğitim de verilmiş olur. Biz çağdaş bir toplumuz. Öyleyse eğitimimizin millî
olması yeterlidir,” görüşlerini, Durkheim'dan ve Spencer'dan esinlenerek savunmaktaydı.
Ziya Gökalp, önceleri koyu bir Osmanlı milliyetçisi iken 1909'dan sonra, Meşrutiyet'in
getirdiği yeni havada “tarihleri, gelenekleri, dinleri, ülküleri ayrı kavimleri toplayıp bir millet
yapamazsınız” görüşünü benimsemişti. Çok geçmeden Türkçülük akımına katıldı, hattâ
öncülüğünü yaptı. Türkçülük eğitiminin programını belirledi: “Türk tarihi ve kültürü
incelenecek, dünden bugüne bağlar kurulacak, Türkçe yabancı dillerin ağırlığından
kurtarılacak,
Đslâm
ulusları
arasında
eğitim
ve
yazı
birliği
kurulacak”tı.
Gökalp,
Osmanlılığın gelişme göstermeyen, durağan ve çağdışı eğitim sistemini de şiddetle
eleştiriyordu: “Vatana en zararlı kişiler medreselerle Tanzimat mekteplerinden yetiştiler.
Medrese, Türkleri gayr-i Türk yaptı.
Oysa Enderun, Türk olmayanları Türkleştirme çabasındaydı. Tanzimat mektepleri
zamanla millîlikten uzaklaştı. Medrese ve mektep birbirine zıt birer kurum oldu. Her ikisi de
18
ahlâk ve seciyeyi bozdu. Uğranılan kötülüklerin darbesiyle uyanan aydınlar, yenilgilerin,
eğitimdeki ülküsüzlükten kaynaklandığını görüyorlar. Gençlerimize asrımızın terbiyesini
veremedik diyordu.
Eğitimle ilgili bir dizi eser yazan, tarımın ve köylünün eğitimi yoluyla kalkınmasını
savunan Edhem Nejat millî duyguları güçlü, pratik becerilere sahip gençler yetiştirilmesini
istemiştir. Đsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun görüşleri ise “çağdaşlaşmaya, üretime ve
yaratıcılığa dönük eğitim” olarak özetlenebilir. Baltacıoğlu, üretici ve yaratıcı eğitimin,
menfaatçiliği ön plana çıkartmayacak bir anlayışla verilmesinden yanadır.
Bu nedenle “Türkiye'de eğitime, 'çok para kazanmanın yolu' gözüyle bakılıyor. Oysa
eğitimin amacı meslek ve temel bilgiler kazandırmaktır. Eğitsel öğretim yoluyla da bireylere
yarar gözetmeme, özveri duyguları aşınabilir” demiştir.
Meşrutiyet'in gözde şairi Tevfik Fikret (1867-1915), umudunu yeni kuşaklara bağlamıştı.
Galatasarayı
Sultanisi'ndeki
müdürlüğünde
(1909-10)
yetişkin
öğrencilere
kişilik
kazandırıcı, yeteneklerini sergilemeye dönük eğitim çalışmaları yaptırdı. “Ferda” şiirinde,
ülkenin ve ulusun, “gayur gençlerin omuzları üstünde” yükselebileceğini, çağdaşlaşmanın
fikir üretmek, çalışmak, yenilikleri almak, eskiden uzaklaşmakla mümkün olabileceğini
işlemiş; gençlere “Bütün ümmid-i vatan şimdi sizdedir!” diyordu.
1917'de dönemin Maarif Nâzırı Şükrü Bey, Meclis-i Mebusan'daki bütçe konuşmasında,
ilköğretimin temel amacını açıklarken, “Dinine bağlı, vatanını seven, milliyetini tanıyan,
görevini
lâyıkıyle
yapar
adamlar
yetiştirmek”
tanımını
yapmak
suretiyle
eğitim
tartışmalarının ortak bir noktasını, bunun da ötesinde devlet için eğitim felsefesini bulmuş
gözükmektedir.
1912'deki Balkan Savaşı'nın ağır yenilgisinden sonra ulusal eğitime ağırlık verildiği
gözlemleniyor. Bunun için de “alfabe arayışı” önem kazanmıştır. O zaman savti usul denen
modern eğitim tekniğini Türkiye'ye ve Türkçe'ye uyarlayan Nüzhet Sabit Bey'dir. Bu, Türk
eğitim tarihinde adeta bir devrim sayılır. Bu yeniliğin okullara girdiği sırada, Tedrisat-ı
Đptidaîye Kanun-ı Muvakkatı'nın hazırlanması da yine, Balkan bozgunu ile dolaylı olarak
bağlantılıdır. Herkesin kurtuluşu eğitimde görmesi, düşmanın Çatalca'ya kadar gelmesinden
sonradır. Bu acı durum, 23 Eylül 1913'te yayınlanan 101 maddelik Tedrisat-ı Đptidaîye
Kanun-ı Muvakkatı'nın oluşumundada etkili olmuştur. Yeni yasa, ilkokullar için esaslı
yenilikler içermekteydi.
Şükrü Bey'in uzunca süren nazırlığı (1913-17) boyunca, bu görüşler doğrultusunda
birtakım adımlar atıldı.
Öğretim programlarının köy ve şehir mekteplerine göre, 1, 2, 3 sınıflı okul ölçeklerinde
hazırlanması,
öğretmenlerin
kitaplarındaki
yanlışlıkların
atama
ve
düzeltilmesi,
nakil
işlemlerinin
düzene
terim
farklılıklarının
konması,
giderilmesi,
ders
idadilerle
sultanilerin eşitlenip hepsine sultani denmesi, her sultaninin, 5 iptidaî, 7 tâli sınıflardan 12
yıllık olması, Samsun, Antep ve Đnebolu'da yeni Ticaret mekteplerinin açılması bu
dönemdedir. Şükrü Bey bir konuşmasında (Sabah, 21 Mart 1914) “Đhmali, toplum
hayatında pek vahim sonuçlar doğuracak, maarif düzeyinde bir başka saha yoktur.
Amcamız, iptidaîlerden başlayarak uygulamalı bilgilere ağırlık vermektir. Çocuklarımızı
hayata hazırlayacağız. Gençleri, toprağa bağlı olarak bilinçlendireceğiz. Đdadî programlarına
fen ve sanayi dersleri koyacağız,” derken, Meclis-i Mebusan'ın ateşli bir üyesi “Memleketin
19
milletin en büyük meselesi, altı seneden beri yoluna konmadı. Meclis'te de maarif için
konuşturulmuyoruz. Artık mebusluk olanağı kalmadı!” diye bağırıyordu.
Meşrutiyet maarifinin bütçesi, Tedrisat-ı Đptidaîye Kanun-ı Muvakkatı'nın 15. maddesi
uyarınca konan “Tedrisat-ı Đptidaîye Vergisi” ile özel ve düzenli bir gelir kaynağına
kavuşturulmuştu. Önceki yıllarda Maarif bütçeleri 180-200 bin lira arasında iken, 1909-14
arasında giderek yükselmiş 600 bin liraya kadar çıkmıştı.
Ama I. Dünya Savaşı başlayınca ilk bütçe tırpanını maarif yedi. 1914'te Đdare-i Vilâyât
Kanunu yürürlüğe konunca da bazı birimler ve harcamalar özel idarelere aktarıldı.
Meşrutiyet'ten önce maarif ödeneğinin yüzde 25'i aylıklara giderken bu oran yüzde 2'ye
kadar düşürüldü, yatırımlara ayrılan miktarda artış sağlandı.
Tedrisat-ı Đptidaîye Kanun-ı Muvakkatı'nın yürürlüğe girmesiyle, ilkokullarla ortaokullar
“Mekâtib-i Đptidaîye-i Umumiye” adı altında birleştirilmeye başlandığından rüşdiyeler birer
ikişer kapatıldı. 1918'e ait bir istatistik, Đstanbul'da 62'si erkek, 23 kız, 2'si karma (toplam:
87) Mekâtib-i Đptidaîye-i Umumiye bulunduğunu gösteriyor. Bunlarda 6799 erkek, 4414 kız
okumakta, 285 muallim, 186 muallime görev yapmaktaydı.
1913'ten sonra askerî rüşdiyeler de kapatıldı. 1918'de Türkiye'de 69 idadi vardı. Bunların
7'si Đstanbul'daydı. Bu okullarda belirli bir eğitim-öğretim düzeni yoktu. Okul alanları
yetersiz, sınıflar hıncahınç doluydu. Sıralar kötü, eşya eski ve azdı. Estetik sözkonusu
değildi. Temizlik aranmıyordu. Dersler, kitaplar, öğretim metodları ve öğretmenler de
yetersizdi. Bazı vilayetlerdeki 3 sınıflı birinci, 3 sınıflı ikinci devreli Đdadi/Sultanilerde bu
devrelere uygun ders kitapları bulunmadığı gibi, öğretmenlerin branş ve meslek donanımları
da bu ihtiyaca cevap verecek düzeyde değildi. Bu okullar için düzenlenen talimatnâme
(yönetmelik) de uygulanabilir maddeler içermemekteydi. Dönemin basını bu okullara hayli
eleştiri yöneltmiştir. Kimileri “isimlere aldanmak ve isimlerle aldatmak illeti sürmektedir”
diyordu.
Çok mektep açmak, çok mektebi yaşatmak, niteliğe aldırmamak zihniyeti Meşrutiyete de
egemendi. Sayıları artırılan sultanilerin ara sınıflarına gündüzlü öğrenciler alınarak bu
okulların yatılılık özelliği bozuldu. Elit yetiştirmeye elverişli olmayan il ve ilçelerde de
sultaniler açıldı. Yeterli öğretim ve yönetim kadroları kurulamadığı gibi programları da
geliştirilemedi. Salt felsefe konuları ile siyasal ve ulusal konular eklendi. 1908'den sonra
Đstanbul'da yeni 11 sultani açıldığı gibi, Đstanbul Đnas (kız) Đdadisi de 1913-14 öğretim
yılında Đstanbul Đnas Sultanisi adını aldı.
Tek Osmanlı üniversitesi konumundaki Darülfünûn-ı Şâhane, açıla kapatıla, etkisiz
varlığını II. Meşrutiyet'e değin korumuş. 21 Ağustos 1909'da Vezneciler'deki Zeynep Hanım
Konağı'na taşınmıştı. Adı Darülfünûn-ı Osmanî olarak değiştirildi. Bu kurumun üniversite
konumuna getirilmesi yönündeki girişim, Maarif Nazırı Emrullah Efendi'den gelmiştir. Yeni
düzenlemede Darülfünun, Ulûm-ı Şer'iye, Hukuk, Fünûn, Ulûm-ı Tıbbiye, Ulûm-ı Edebiye
şubelerine ayrıldı. 1913'ten sonra, “fakülte”, “enstitü”, “laboratuvar” çalışmalarına geçildiği
görülmektedir. 1915'te Almanya ve Avusturya'dan yabancı profesörler getirtilmiş; program
geliştirilmiş, tarih, edebiyat, felsefe dersleri konmuştur.
Öte yandan, 1913'te “Gülhane Parkı'na girmelerine izin verilen Türk kadınları” için,
1915'te de bir Đnas Darülfünûnu açılması gündeme gelmiş; ilk dersler Darülfünûn'da
konferansla başlatılmış; kadınlara ve kızlara, riyaziye, kozmoğrafya, fizik, hukuk-ı nisvan,
terbiye-i bedeniye, tarih, hıfzıssıhha, terbiye konularında, Salih Zeki, Gelenbevî Said,
20
Mahmud Esad, Selim Sırrı, Đhsan Şerif, Besim Ömer Paşa, Đsmail Hakkı... ders vermişlerdir.
Dışarıdan gelen kızlar için, Darülmuallimat'ta yatı olanağı sağlandıktan sonra Đnas
Darülfünûnu “Edebiyat”, “Riyaziyat”, “Tabiiyat” şubelerini kapsayacak biçimde resmen
açılmıştır. Darülmuallimat ve idadî mezunu kızların alındığı bu kız üniversitesi, Darülfünûn
bünyesindeki varlığını Cumhuriyet'in ilânına kadar koruduktan sonra karma öğretime
geçilince dağılmıştır. Darülfünûn ise savaş sonrasında gerileme göstermiş; 1919'da, Maarif
Nazırı Ali Kemal Bey tarafından ilk kez öğretim üyesi tasfiyesi yapılmış; yeni bir nizamnâme
ile de Darülfünun'a özerklik verilmiştir.
Eğitim-öğretim alanının en üst kesiminde bunlar olurken, en alt kademede de Türk
çocukları için “Ana Mektepleri”nin düşünülmesi önemlidir. 1915'ten önce özel ana okulları
salt yabancılara ve azınlıklara aitti.
Tedrisat-ı Đptidâiye Kanun-ı Muvakkatı'nın öngördüğü Ana mekteplerinin ilki 2 Mart
1915'te Đstanbul'da açıldı. Bu kurumlar için bir de nizamname hazırlandı. 4-6 yaş grubu
için, yürüyüş, beden hareketleri, dinî ve millî hikâyeler, resimleri inceleme, elişi çalışmaları
öngörüldü.
Ana
mekteplerinin
“resmî”
ve
“hususî”
açılabilmesine
izin
verildi.
Dârülmuallimat'ta, “Ana Muallimesi” yetiştirecek bir de şube oluşturuldu.
Sanat eğitimine dönük iki yeni okul ise 1914'te açılan Dârülbedayî-i Osmanî ile 1916'da
açılan Darülelhan'dır. Đstanbul Belediyesi'ne bağlı Dârülbedayî , Türk eğitim tarihinde, 1912
ve izleyen yıllar savaşların büyük olması ve art arda çıkması yüzünden pek elim bir
dönemdir. Yetişkin öğrencileri, daha sonraları da çocuk denecek yaştakileri, dizi dizi
cephelere gönderilen okulların birçoğunun kapısına kilit vurulmuş ya da okul binaları
askerî hizmetlere bırakılmıştır.
I. Dünya Savaşı dört cepheden yüklenince, nüfusun sağlıklı, genç ve çalışabilir tüm
erkekleri erimeye başlamış; onların öksüz, kimsesiz ve aç çocukları için, yönetim
darüleytamlar (yetimler okulu) açmak zorunda kalmıştır. Đttihat ve Terakki bunda bile
propagandayı gözetmiş; Maarif Nezareti'ne bağlamadıkları darüleytamlar için, manastırlara,
yabancı okul binalarına, köşklere el koymuşlardır. Nice sanat yapısının bu uğurda yakılıp
yıkıldığı biliniyor. Bunların bütçeleri de müsrifane tutulmuş, hattâ yolsuzluk kaynağı
olmuştur. Hükümet, savaşın sonuna doğru bu okulları kapatmak ve öğrencilerini
Đstanbul'da açılan Şehir Yatı Mektebi'nde toplamak zorunda kalmıştır.
Türk Eğitimi, II. Meşrutiyet'e, 1908-1909 devrimleri boyunca, 10 ayda 7 nazır (bakan)
değişikliği ile ayak uydurmaya çalışmış; dönemin kapanışından sonraki 3 yılda da (1919-22)
17 kez bakan değişikliği ile Cumhuriyet öncesi tarihini kapatmıştır. Her gelen bir şeyler
denemiş, bir takım işlere yönelmişse de devrin heyecanı ve karışıklığı eğitimde de aynen
yaşanmıştır.
Öğretmenlerin ilk kez yasal güvenceye kavuşup meslek örgütlerini kurabildikleri,
kadınların, eğitimin tüm aşamalarından yararlanma olanağı buldukları, eğitim ve öğretime
dönük yayınların, öteki alanlarındaki yayınların önüne geçtiği; öğretim birliği düşüncesinin
uyandığı; okul, ders kitabı, metod, öğretmen kavramlarının topluma mal edildiği Meşrutiyet
döneminin iç ve dış eğitim dinamikleri, doğan çelişkileri Cumhuriyet'in çözümleyeceği
olumlu bir miras bırakmıştır.
21
2. Bölüm:
Milli Mücadele Yılları
1918-23
ara dönemi ölüm kalım sorunlarının karabasanında, eğitimi elbette ki öne
alamazdı. Ama, cumhuriyete doğru bir yolu akıllarına koyanlar, ulusal bilincin ve egemenlik
haklarına sahip çıkma erdeminin eğitimle kazanılacağını bilmekteydiler. Kuva-yı Millîye
ruhunun köylere kadar yayılmasında, işgallere karşı direnişler ve örgütlenmeler, Osmanlı
mekteplerinden yetişen muallimler öncülük etmekteydiler.
Ankara'daki siyasi-askerî kadro, cephedeki savaş kadar içerideki cehaleti de tehlikeli
görüyordu. Kurulan ilk Đcra Vekilleri Heyeti'nde Maarif Vekilliğine seçilen Rıza Nur, üç gün
sonra okunacak hükümet programına eğitimle ilgili konuları da katabilmek için, Ankara
Maarif Müdürlüğü'nden çağırdığı bir tek kâtiple çalışarak yeni halk hükümetinin eğitim
ilkelerini belirledi:
•
Dinî ve millî eğitim,
•
Hayatî, işe dönük, üretkenliği aşılayan eğitim,
•
Millî yapıya, coğrafyaya, kültüre, geleneklere uygun ders kitapları,
•
Çağdaş ve bilimsel olanaklara sahip okul,
•
Yazdırılacak
sözlük,
tarihsel,
toplumsal,
edebî
eserlerle
ulusal
duyguların
geliştirilmesi, Doğunun ve Batının bilim-fen kaynaklarının Türkçeye çevrilmesi,
•
Elde bulunan okulları en iyi biçimde, dikkatle ve özel çabalarla yönetmek.
Rıza Nur imzasıyla 10 Mayıs 1920'de yayınlanan ilk genelgede ise öğretmenlere şöyle
denmekteydi:
“Batı'nın köle etmeyi amaçlayan emperyalist saldırısına uğrayan ulusumuz bir buhran
yaşıyor. Dinimiz ve ulusumuz tehdit altındadır. Eğitim ve öğretim görevlileri olan siz
aydınlar, ulusumuzu uyarmakla yükümlüsünüz...”
TBMM Hükümetinin maarif örgütü, 1920 yılının sonlarına doğru, her birimi en fazla 3-4
kadrolu olmak üzere kuruldu: Đlk Tedrisat, Tâlî (orta) Tedrisat, Sicil ve Đstatistik, Muhasebe,
Hars (Kültür) Müdürlükleri (Bu mütevazi kadro ancak 1922'de, Müsteşarlık, Yüksek
Tedrisat Dairesi, Telif ve Tercüme Heyeti de oluşturularak biraz daha geliştirilebilecektir).
Đstanbul ve çevresi ile Yunan işgali altındaki iller dışında kalan, doğrudan Ankara
Hükümeti'ne bağlı yerlerde 1920'de, ilk, orta ve lise düzeyinde ne kadar okul, öğrenci ve
öğretmen
bulunduğuna
ilişkin
kesin
ve
güvenilir
sayılar
mevcut
değildir.
Meclis
tutanaklarından ve arşivlere girebilmiş belgelerden anlaşıldığına göre, 3495 ilkokul
(bunlardan 682'si, yani yüzde 20'si kapalı), 3316 (1511'i Muallim Mektebi çıkışlı olmayan)
öğretmen, tam devreli (ilk-orta-lise: 12 yıllık) 5 Sultanî, 32 Đdadî (9 yıllık), 13 Muallim
Mektebi (ilkokul sonrası 5 yıllık) vardı. Bazı kaynaklarda bu sayıların daha farklı yeraldığı
da görülmektedir. (Örneğin, açık ilkokul sayısı 1764, kapalı ilkokul sayısı 281, öğretmen
22
Okulu çıkışlı 1550, medresede okumuş veya alaylı 1511 öğretmen gibi...) Bu okulların ne
kadarının köylerde olduğuna ilişkin hiçbir kayıt yoktur.
Maarif Kongresi ve Birinci Hey'et-i Đlmiye
Sakarya Savaşı'nın başlamasından bir ay önce Ankara'da, 16-21 Temmuz 1921 tarihleri
arasında Maarif Kongresi toplandı. Mustafa Kemal, cepheden gelerek kongreyi açtı.
Anadolu'nun her tarafından gelen 250 dolayında kadın, erkek öğretmenin katıldığı
kongrenin gündemi iki ana konuyu içeriyordu: Đlk mekteplerin programları ve öğretim
süreleri, Orta öğretim programları ve dersleri. Düşmanın Bursa ve Uşak üzerinden saldırıya
geçtiği; Bursa, Uşak, Gediz, Emet, Tavşanlı, Afyon, Kütahya ve Eskişehir'in işgale uğradığı
günlerdeki bu toplantı anlamlıdır. Mustafa Kemal Paşa'nın kongreyi açış konuşması, eğitim
tarihimizin önemli bir belgesidir. Bu konuşma Hakimiyet-i Millîye gazetesinin 17 Temmuz
1921 günkü sayısında yayınlanmıştır.
Bu konuşmada “Millî Türkiye'nin millî maarifini kuracak Türkiye muallime ve
muallimlerine” seslenen ve “Asırların ihmali sonucu devlet bünyesinde ortaya çıkan
yaraların, irfan yolundaki çabalarla giderilebileceğini” vurgulayan Atatürk; “millî bir terbiye
programı”, “eğitim örgütünün verimli kılınması”, “şimdiye kadar uygulanagelen öğretim ve
eğitim yöntemlerinin ulusu gerilettiği gerçeği”, “programların ve kitapların hurafelerden,
yabancı fikirlerden, dış etkilerden arındırılıp ulusal karakterimiz ve tarihimizle uyumlu
içeriklere kavuşturulması”, “çocuklarımıza yabancı öğelerle bilinçli mücadele fikrinin
aşılanması”, “eski yolların tamamen bırakılarak yeni bir sanat ve marifet yolu çizilmesi”,
“ana-babaların, çocuklarının eğitimi ve öğretimi için her türlü özveriyi göze almalarının
önemi”, “milleti yetiştirmenin kutsal bir görev olduğu” konuları üzerinde durmuştur.
Kongrede, Halk Mektepleri projesi, ilköğretimin dört yıldan beş yıla çıkartılması, öğretim
programına çalışma hayatına dönük dersler konulması, köylülerin, 5-6 yıllık iptidaî
okullarına süre ve külfet bakımından dayanamayarak eski mahalle mekteplerine rağbet
etmeleri gerçeği, halk maarifinin ileri programları değil, köylünün en çok ihtiyaç duyduğu
dil, din, hesap konularını içermesi gerektiği hususları tartışılmış, kapanış konuşmasını
yapan Hamdullah Suphi Bey de “ürettiğiyle hem kendi ailesini geçindiren hem memleket
ekonomisine temel oluşturan Türk çiftçi ve işçi sınıfına mensup insanların çocuklarının, aile
geçimlerine göre bir eğitim almaları ve geçim yollarını ilerletecek bilgi ve becerileri
kazanmaları, programların hedefinin, öğretmenlerin de çalışmalarının bu yolda olması
gerektiği; ayrıca öğretmenlere, ardı arkası kesilmeyen savaşlarda babaları ölmüş yüzbinlerce
yetime babalık etmek, onları, kimseye muhtaç olmayacakları tarzda yetiştirmek görevinin de
düştüğü” hususlarına temas etmiştir.
15 Temmuz 1923'te Ankara'da toplanan Birinci Heyet-i Đlmiye, eğitim işlerinin bütün
yönleriyle ele alındığı, sorunların tartışıldığı ilk ciddi çalışma olarak bilinir. 15 Ağustos'a
kadar süren bu çalışmalarda, 26 maddeden oluşan gündemin konuları: Eğitim programları,
millî kültür, önemli kaynakların çevirilmesi, Đstatistik Müdürlüğü örgütü, millî sözlüğün ve
dil bilgisinin hazırlanması, millî arşiv, millî müzik, millî lisan ve edebiyat, millî tarih
kütüphanesi, millî tarih ve coğrafya enstitüleri, etnoğrafya müzesi, millî müze, mektep
müzesi, Ankara'da okutulacak yüksek bilimler, ilköğretim programında değişiklik, ilkokul
sonrası hayatî öğretim programı, Tedrisat-ı Đptidaîye (Đlköğretim) Kararnamesi'nin değişiklik
önergesi, Darülmuallimin ve Darülmuallimat tüzük ve programları, sultanîlerde örgüt ve
23
öğrenim süresi, izcilik örgütü, öğretmen okullarına birer orta kısım eklenmesi, Galatasaray
Sultanisi'nin örgütü ve programları, Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerine meslek bilgisi
verilmesi, Teftiş Heyeti tüzüğü taslağı, Asar-ı Atika Nizamnâmesi'ydi. Çalışmaların
tamamlanmasından bir gün önce, 14 Ağustos 1923'te Meclis'te okunan hükümet
programında,
eğitime
uzun
bir
bölüm
ayrıldığı
görülmektedir.
Öngörülen
eğitim
faaliyetlerine, sözkonusu Heyet-i Đlmiye görüşmelerinin ve kararlarının esin kaynağı olduğu
da açıktır. Çocukların eğitimi, halkın eğitimi, seçkinlerin eğitimi için imkânlar hazırlanması;
ilköğretim
çağındakilere,
mesleklere yönelmelerini sağlayıcı
pratikler
kazandırılması;
ilkokulu bitirenlerin devam edecekleri tarım, sanat, ticaret alanlarında iki yıllık bütünleme
sınıfları açılması; kız liseleri, kız sanayi idadileri ve kız öğretmen okullarının çoğaltılması;
ilköğretimin bütün yurtta zorunlu kılınması programda yeralmıştı.
Bu
belirlemeler
ve
hedefler
bir
anda
gerçekleştirilemese
bile,
ümmetçi
eğitim
düşüncesinden hızla sıyrılıp millî eğitime, hayata, işe ve pratiğe dönük çağdaş öğretime
geçiş süreci başlamış bulunuyordu.
Cumhuriyetin ilanı ve Öğretim Birliği Devrimi
Cumhuriyet'in ilan edildiği sıradaki okur-yazar nüfus ve bunun genel nüfusa oranı
konusunda veriler yoktur. Ancak 1927 ilk Genel Nüfus Sayımındaki yüzde 10,6'lık okuryazar oranının, 1923'te de aşağı yukarı aynı düzeylerde bulunduğunu kabul etmek
gerekiyor. Sonuç şudur: Saltanattan Cumhuriyete geçişte, kadınların ve kızların yüzde 98'i
ümmî olmak üzere 12 milyon nüfusun ancak 1 milyonu “okur-yazarım” diyebiliyor, 355 bin
çocuk ve genç de imkânları, şartları birbirinden çok farklı ama ortak adları “mektep” olan
eğitim kurumlarına devam edebiliyordu. Görevdeki 12 bin öğretmenin ise en iyimser
tahminlerle ancak 3-4 bini muallim mektebi, sultanî, idadî çıkışlı, diğerleri ise medreseden
yetişme veya ilkokul öğrenimliydi.
Atatürk ve onunla birlikte yeni Türk eğitiminin ilkelerini, yönünü saptayanlar bu yetersiz
tabloyu, köklü bir devrimin temelleştirilmesi bakımından bir fırsat olarak değerlendirdiler. 1
Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılış söylevinde Cumhurreisi Gazi
Mustafa Kemal Paşa, 1934'e değin çıkartılacak ve hayata geçirilecek “Inkılâp Kanunları”nın
başlama işaretini verirken, öncelikle öğretim birliğini (Tevhid-i Tedrisat) vurguladı:
“Türkiye'nin eğitim ve öğretim politikasının tam ve hiçbir kuşkuya yer vermeyen bir
açıklıkla belirtilip uygulanması gereklidir. Bu politika, her anlamıyla millî bir kapsamda
olmalıdır... Memleket evlâdının birlikte ve eşit olarak edinmeye mecbur oldukları bilimler ve
fenler vardır. Yüksek meslek ve ihtisas erbabının ayrılabileceği eğitim dereceleri kadar
eğitim ve öğretimde birlik sağlanması, sosyal yaşantının gelişmesi ve yükselmesi için
önemlidir. Bu sebeple Şeriye Vekâleti ile Maarif Vekâleti'nin bu konuda fikir birliği yapması
arzu edilir...”
2 Mart 1924 günü Cumhuriyet Halk Fırkası Meclis Grubu'nda görüşülen üç yasa
tasarısı, ertesi günkü genel kurulda kabul edildi. Birbiriyle ilgili ve bağıntılı bu yasalar,
sonraki devrim yasalarının da temelini oluşturur.
Bunlar: Halifeliğin kaldırılması, Osmanlı Hanedanı'nın yurtdışına çıkartılması, Şer'iye ve
Evkaf Vekâletinin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunlarıdır (bkz. s.291).
Saruhan Mebusu Vâsıf Bey (Çınar) ve 57 arkadaşının önerdiği Tevhid-i Tedrisat
Kanunu'nun gerekçesi özetle şöyleydi: “Bir devletin genel eğitim siyasetinde, milletin
24
düşünce ve duygu bakımından birliğini sağlamak gereklidir ve bu da öğretim birliği ile olur.
Tanzimat'ın ilan edildiği sıralarda öğretim birliğine geçilmek istenmişse de başarılı
olunamamış, bilakis bir ikilik ortaya çıkmıştır. Bu ikilik eğitim ve öğretim birliği bakımından
birçok kötü ve sakıncalı sonuçlar doğurmuş, iki türlü eğitimle memlekette iki tip insan
yetişmeye başlamıştır. Önerimiz kabul edildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki bütün
eğitim kurumlarının biricik mercii Maarif Vekâleti olacaktır. Böylece bütün eğitim
yuvalarında, Cumhuriyetin irfan siyaseti, ortak bir eğitim yolu izlenecektir.”
Öğretim Birliği Yasasının temel amacı ilk, orta ve lise düzeylerinde, yeni kuşaklara ortak
bir millî kültür vermek, kuşakları farklı akımların, görüşlerin, maksatlı yetiştirme ve
koşullandırma emellerinden uzak tutmaktı.
Bu da ancak, tüm okulların Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanması ile sağlam bir
güvenceye kavuşturulabilirdi. Đlk anda askerî okulların bile millî eğitime bağlanmasındaki
bir amaç da aynı yolu izlemesi olanaksız medreselerin kendiliklerinden kapanmasını
sağlamaktı. 1925'e kadar medreselerin tamamı resmen kapandı. Askerî okullar ise Tevhid-i
Tedrisat Kanunu'na eklenen bir fıkra ile Millî Savunma'ya bırakıldı. Yalnız, Đstanbul
Dârülfünûnu ile yüksek öğretim veren diğer okullar (ilahiyat dışında) yasa kapsamına
alınmamıştır.
Kanun'un 4. maddesi modern anlamda ve üniversite bünyesinde Đlahiyat Fakültesi ile
imam ve hatip yetiştirecek orta düzeyde okullar açılmasına izin vermekteydi. Ne var ki,
açılan ilk Đlahiyat Fakültesi ile 26 Đmam-Hatip Mektebi, bunlara karşı bir politika
izlenmediği ve zorlamalar olmadığı halde 1934'e kadar birer ikişer kapanmış, 1927'de ise
okullardan din dersleri kaldırılmıştır.
Tevhid-i Tedrisat'ın neler getirdiği de yeterince anlaşılamamıştır. Tanzimat'a kadar
Osmanlı Müslüman toplumları için eğitim ve öğretim salt “öbür dünya” amacına dönüktü.
Tarih, coğrafya, felsefe, hesap, biyoloji. Dersleri de meslek ve beceri kazandırıcı faaliyetler de
mektep ve medrese programlarında yoktu.
Tanzimat döneminde, bu geleneksel ve uhrevi öğretim kurumlarının yanında yarı uhrevi
yarı dünyevi yeni okullar öngörüldü. Azınlıkların, yabancıların okullarında ise her yönüyle
yaşama dönük, ileri programlar uygulanıyordu. Her okul dilediği biçimde program
yapabilmekte, dilediği insanları öğretmen olarak görevlendirmekteydi. Devletin denetim ve
gözetim yetkisi sınırlı ve göstermelikti. Vakıf mahalle mektepleri tümden denetim dışı
durumdaydı. Yapıları, havaları, programları, öğretim kadroları, amaçları farklı okullar ve
medreseler, birbirlerinden kopuk, dünya ve ahiret görüşleri bağdaşmayan kuşaklar
yetiştiriyordu. Kurumlar arasında da şiddetli mücadeleler vardı. Eskiler yenilere, yeniler de
eskiye düşmandı.
Tevhid-i Tedrisat, “öğretim birliği” kavramı içinde, çağdaş eğitimi, millî ve laik öğretim
programlarını, örgün ve yaygın eğitim alanlarında örgütsel ve kurumsal yenileşmeyi hedef
alarak
eski
kurumların
yaşatılabilmesi
olanaklarını
kurutmuştur.
Ancak
bir
yasa
çıkartmakla böyle önemli bir sorunun halledilemeyeceğini bilenler, ülkenin dört bir yanına
pek seyrek yayılmış bir avuç aydın öğretmen kitlesine güvenmekteydiler.
Bu nedenledir ki 1928'de “Başöğretmen” sanını alan Atatürk, gittiği her yerde,
öğretmenlerle bir araya gelmiş; devrim mesajlarını öncelikle onlara vermişti. Tevhid-i
Tedrisat'a ikinci güçlü desteğin basından geldiği de kuşkusuzdur.
25
Dönemin Başbakanı Đsmet Paşa 1925'te, Muallimler Birliği'nde öğretmenlere seslenirken,
özetle şunları söylemiştir:
“Tevhid-i Tedrisat'ın bazılarınca kötü yorumlanacağını ve öncülük edenlerin dinsizlikle
suçlanacaklarını, doğurabileceği sonuçları biliyorduk. Bir takım ıslah önerileriyle eski
kurumların yaşatılmasını isteyenler de mutlaka çıkacaktı. Fakat Meclis, kararını verdi.
Yavaş yavaş varılacak bir sonuca ivedilikle ulaşmak, devrim yapmaktır. Ve gördük ki bütün
ileri dünyanın yolu aynıdır. Uygarlığı yakalayanlar hep bu yoldan yürümüşlerdir. Tevhid-i
Tedrisat, ülkenin bütün hayatında fikrî, fennî, ekonomik ve sosyal alanlarda başlıca
temeldir. Yaptığımız işi, dine aykırı görmek, yapılan işi görmemektir. Bunun dinsizlikle
hiçbir ilişkisi yoktur. Bu sistemde başarılı olalım, on yıl azimle yürüyelim, şimdi bize karşı
olanlar, din adına endişe duyanlar göreceklerdir ki Müslümanlığın asıl en temiz, en saf, en
hakiki şekli bizde yaşanacaktır... O noktaya varıncaya kadar, biz bu gerçeği kanunla ve
cebren telkine ve uygulamaya devam edeceğiz... Hedefe varmak için her cahilâne itiraz ve
girişim önlenecektir. (...) Millî maarif istiyoruz, bu ne demektir? Bunu zıddı ile daha çok
anlarız. Bunun zıddı dinî terbiye ya da beynelmilel eğitimdir. Siz öğretmenler, dinî ve
beynelmilel değil, millî eğitim vereceksiniz. Dinî terbiyenin millî eğitime saldırı demek
olmadığını, her iki eğitimin de kendi yollarında gerçekleşebileceğini göreceğiz. (...) Dinî
eğitim, bir bakıma beynelmilel eğitimdir. Bizim eğitimimiz ise kendimizin olacak ve kendimiz
için olacaktır. Millî eğitimde iki kısım düşünebiliriz: Siyasal ve vatansal. Bütün bu
topraklara Türk mahiyetini veren bir “Türk” var. Fakat bu millet henüz istediğimiz yekpâre
millet manzarasını göstermiyor. Eğer bu nesil, bilinçle, ilmin ve hayatın rehberliğiyle bütün
ömrünü vakfederek çalışırsa siyasi Türk milleti, kültürel, düşünsel ve sosyal tam ve olgun
bir Türk milleti olabilir. (...) Bir milliyet kütlesi içinde ayrı medeniyetler olamaz. Kendilerini
başka camialara bağlı görenlere açıkça teklif ediyoruz: Türk milletiyle beraber olsunlar.
Fakat “konfedere” olmuş medeniyetler halinde değil, bir tek medeniyet halinde. Bu vatan
işte tek olan bu milletin ve bu milliyetindir. Bu siyaset vatanın bütün hayatıdır.
Yaşayacaksak yekpâre bir millet kütlesi olarak yaşayacağız. Đşte millî terbiye dediğimiz
sistemin genel hedefi” (Muallimler Birliği Mecmuası, sene 1, sayı 4, 1925).
26
3. Bölüm:
Cumhuriyet’in Đlk Beş Yılında Eğitim
Heyet-i Đlmiye ve Mustafa Necati'nin Bakanlığı (1924-1929)
1924'te Ankara'da toplanan Đkinci Heyet-i Đlmiye, okul programlarında gerçekleştirilecek
yenilikleri kararlaştırdı: Đlköğretimin 6 yıldan 5 yıla indirilmesi, ortaokul ile lisenin 3'er yıllık
iki aşama sayılması, böylece ortaöğretimin 7 yıldan 6 yıla çekilmesi, 4 yıllık muallim
mektebi programlarının değiştirilmesi ve içtimaiyat (sosyoloji) dersinin de konması, ilk
mektep müfredat programlarının hazırlanması, ders kitaplarının yazdırılması.
Bu kararlar 1924-25 öğretim yılından başlanarak aşamalı yürürlüğe kondu. 25 Ağustos
1924'te Ankara'da toplanan Muallimler Birliği Kongresi'nde Atatürk “Öğretmenler, yeni
nesli, Cumhuriyet'in fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil
sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakârlığınızın derecesi ile orantılı
olacaktır. Cumhuriyet, fikren ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar
ister, yeni nesli bu nitelikte ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. (...) Memleket evladı
her öğretim kademesinde ekonomik hayatta yapıcı, etkili ve başarılı olacak şekilde
donatılmalıdır.
Millî
ahlâkımız,
medenî
esaslarla
ve
hür
fikirlerle
geliştirilmeli
ve
kuvvetlendirilmelidir. (...) Yeni Türkiye'nin birkaç yıla sığdırdığı askerî, siyasi ve idari
devrimler çok büyük, çok önemlidir. Bu devrimler, sizin, sosyal ve fikrî devrimlerdeki
başarınızla sağlamlaşacaktır. Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet, sizden
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” diyerek seslendi. Bu söylevinde, kızların
eğitimi ve okul disiplini üzerinde durdu. Erkek ve kız çocukların aynı tarzda, bütün öğretim
aşamalarında öğretim ve eğitimlerinin genel olmasını vurguladı. Tehdide dayalı ahlâkın
(disiplinin) güvenilir olamayacağını belirtti. Hükümet 1924 Ağustos ayında ilkokulların
karma olması kararını aldı. Kızların erkek ortaokullarına devamı serbest oldu. 20 Aralık
1925'te Bakan olan Mustafa Necati, 26 Aralık 1925-8 Ocak 1926 tarihlerinde yüklü bir
gündemle Üçüncü Heyet-i Đlmiye'yi topladı.
•
Devlet ve vilayet bütçelerinden maarife ayrılan paraları en verimli tarzda harcamak
ve okulları bütün başvuranları alabilecek surette genişletmek,
•
Liselerin düzenlenmesi, belirli merkezlerde büyük ve daha sağlam öğretim veren
liseler yapılması ve bunların sayısının yavaş yavaş çoğaltılması,
•
Muallim mekteplerinin belirli merkezlere toplanarak takviyesi,
•
Meslek mekteplerinin de yine belirli merkezlerde toplanıp takviye edilmeleri,
•
Yatılı olmayan ortaokullarda karma öğretimin yaygınlaştırılması,
•
Stajyer öğretmenlerin pedagojik formasyon kazanmaları için düzenleme,
•
Öğretmenlerin terfilerinin yasal kurallara bağlanması,
•
Öğretim ve eğitim işleriyle ilgilenecek bir Millî Talim ve Terbiye Dairesi kurulması.
27
Üçüncü Heyet-i Đlmiye toplantısının dağılmasından hemen sonra 22 Mart 1926'da, 789
sayılı Maarif Teşkilâtı Kanunu kabul edilmiştir.
Mustafa Necati Bey'in başında bulunduğu Maarif Vekâleti, Ulus'taki tarihî binasında,
bugün için gülünç gelecek 40-50 kişilik bir kadro ile hizmet vermekteydi: 1 Başkan, 5 üyeli
Talim ve Terbiye Dairesi, buraya bağlı Neşriyat Müdürlüğü, 5 çevirmenin çalıştığı Tercüme
Heyeti, Terbiye ve Tedrisat müfettişleri, her biri bir umum müdürün yönetimindeki Đlk, Orta,
Yüksek
Tedrisat
Daireleri,
Müze
ve
Asâr-ı
Atika,
Kütüphaneler,
Sanayi-i
Nefise
müdürlükleri, Hıfzıssıhha Mütehassıslığı, Đnşaat Dairesi, Đhsaiye (istatistik) Dairesi, Teftiş
Heyeti (Merkez ve Mıntıka Müfettiş-i Umumileri), Halk Terbiyesi Şubesi, Mektep Müzesi,
Sicill-i Memurin Müdürlüğü, Muhasebe Dairesi.
Teşkilât yasası uyarınca Türkiye, 13 Maarif Mıntıkası'na ayrılmıştı. Mıntıka merkezleri:
Ankara, Đstanbul, Edirne, Đzmir, Antalya, Konya, Adana, Gaziantep, Elaziz (Elazığ), Sivas,
Van, Erzurum ve Trabzon'du.* Değişik sayıda illeri kapsayan her mıntıkanın başında bir
Maarif Emini, her il merkezinde de birer Maarif Müdürü bulunuyordu.* Kazalara Maarif
memurları atanmıştı. Yasa gereği mıntıkaların eğitim işlerinde en yetkili makam eminlikti.
Mıntıkadaki lise, ortaokul, öğretmen okulu, müdür, öğretmen ve memurları ile Maarif
müdürü ve Maarif memurları dışında kalan tüm eğitim görevlilerini, ilkokul öğretmenlerini
atama, bunların yerlerini değiştirme yetkisi emine aitti. Eminlerin okul ve kurumlar
üzerinde geniş yetkileri vardı.
Bakanlık yayınladığı genelgelerle Cumhuriyet maarifinin ilkelerini şu şekilde belirlemişti:
“Türkiye'de herkesin millî ve dünyevî, modern ve demokratik bir terbiye alması esastır.
Eğitimin “millî” olmasından maksat, gençleri, yaşayan bütün kurumları, düşünce ve
idealleriyle millî topluma uydurmaktır... Dünyevî kelimesinden hedeflenen anlam, eğitimin
“laik” olması, düşünceyi daraltan ve vicdan özgürlüğünü kıran her türlü dinî etkiden uzak
bulunmaktır.
Yasal düzenlemelerin getirdiği zorunlu birtakım değişiklikler gereği düzenlemeler
sonunda, 1926-27 öğretim yılında Ankara, Bursa, Kayseri Erkek, Diyarbakır Kız Öğretmen
Okulları kapatılmış, 13 Erkek, 9 Kız Öğretmen Okulu kalmıştı. 1927'de Denizli Erkek
Öğretmen Okulu “Köy Öğretmen Okulu”na çevrilmiş, Kayseri Köy ve Ankara Ana Öğretmen
Okulları açılmıştır. Balıkesir ve Ordu Kız Öğretmen Okulları kapatılmıştır. 1926'da, Vefa ve
Diyarbakır Erkek Liseleri kapatıldığından lise sayısı 19'a düşmüştür. O yıl, Diyarbakır
Lisesi, Erkek Ortaokulu, Vefa Erkek Ortaokulu ile Mersin'de yeni bir Karma Ortaokul,
Düzce, Mardin, Erbaa'da birer Erkek Ortaokulu, Mersin'de bir Ticaret Okulu, 1927'de de
Adana, Bursa, Eyüp, Đstanbul, Đzmir Karma, Balıkesir kız ortaokulları açılmış, Adapazarı,
Bolu, Burdur, Çanakkale, Erzincan, Giresun, Đzmit, Kilis, Nevşehir, Ordu, Sinop, Tarsus,
Tekirdağı,
Tokat,
Zonguldak,
Eskişehir,
Afyon,
Antalya,
Gaziantep,
Malatya
erkek
ortaokulları karma eğitime geçirilmiştir. Kız ortaokullarından Selçuk Hatun ile Üsküdar ise
kız sanayi okullarına dönüştürülmüştür. Aydın Sanayi Okulu ile Bolu ve Giresun Kız
Ortaokulları da kapatılmıştır.
Sayıları 25 olarak gözüken imam hatip okullarının 1926'da 20'ye düştüğü, 1927'de ise
Kütahya, Đstanbul Đmam Hatip Okulları dışındakilerin kapandığı görülmektedir. (Bu
sonuncular ise 1929'da resmen kapanacaktır.)
28
Maarif Vekâletine bağlı yüksek tahsil kurumları ise; Đstanbul'daki Yüksek Mühendis
Mektebi, Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) Mektebi, Ankara Hukuk Mektebi ve Ticaret
Vekâleti'ne bağlı Đstanbul Ticaret Mekteb-i Âlisi idi. Meslek okulları ise Trabzon, Ankara,
Konya, Adana, Antalya Amelî Ticaret Mektepleri, Ziraat Vekâleti'ne bağlı Đzmir, Karesi
(Balıkesir), Bursa, Edirne, Ankara, Adana, Sivas, Konya, Erzincan, Kastamonu, Çorum
Ziraat mektepleriydi.
Millî Müdafaa Vekâleti'ne bağlı Harp Okulu ile askerî lise ve ortaokullarda ordunun
ihtiyacına göre parasız yatılı erkek öğrenciler okumaktaydı. Đstanbul'daki Harbiye ve Bahriye
mektepleri işlevlerini korurken 1923'te Ankara'da da yeni başkentin ilk yüksek okulu
konumunda bir Harbiye Mektebi açılmıştır.
Bakanlık, yoksul çocuklarını bir işe ve zanaata yönelmeden ilköğretimden geçirmek
düşüncesiyle köy ve şehir “yatı mektepleri” açma çalışmalarını sürdürerek 1927-1928
öğretim yılında köy erkek yatı mekteplerinin sayısını 22'ye çıkartırken, 3'ü kız olmak üzere
17 şehir yatı mektebi açmış; köy-şehir yatı mekteplerindeki öğrenci toplamı da 6580'e (üç yıl
önceye oranla dört katı) ulaşmış bulunmaktadır.
Galatasaray Lisesi dışında, Türkiye'deki tüm ortaokul ve liselerde ortak programların
uygulanması bu sıradadır. Galatasaray Lisesi ise yabancı dil dersine (Fransızca) haftalık
programında Türkçeden fazla yer vermesi bakımından farklılık göstermektedir. Okullarda “iş
prensibine dayalı öğretim”e geçebilmek için pilot uygulamalar başlatıldığı gibi, Avrupa'dan
getirtilen uzmanlar da bu alanda Türk öğretmenlere ders vermektedirler.
Okullaşma yönünden, “liselerin (20 dolayında) ve ortaokulların (70 kadar) millî maarif
için, ihtiyacı karşıladığı, ancak ilköğretim ile meslekî öğretimde hedeflerin uzağında
olunduğu” Bakanlıkça itiraf ediliyordu. vurgulandığına göre, yılda, 3-4 bin ortaokul, 200250 lise mezunu, ileri okur-yazara duyulan gereksinme cevap verebilmektedir. Nitekim o
yıllarda bu zümrenin, bürokrasinin her kademesinde söz sahibi olarak elde ettiği saygınlık
ve etkinlik, 1960'lara değin sürmüştür. Đlköğretim sorununun ise, II. Meşrutiyet'te çıkarılan
“Mektep Vergisi Kanunu” ile çözülemeyeceği anlaşıldığından, ilköğretim giderlerini, halka
daha az yük getirici bir formülle karşılayıcı yasal hazırlıklar sürdürülmüştür. Meslek eğitimi
içinse Bakanlık, iş-okulu, iş-üniversitesi konusunda uzman getirerek ülkenin değişik
bölgelerini incelettirip açılacak okullardaki programlara esas olacak bir rapor hazırlatmıştır.
Yeni meslek okulları modelinin Belçika'dan alınması öngörülmüştür.
Cumhuriyet'in ilk beş yılının bilançosu, bir başka deyimle Tevhid-i Tedrisat'tan (1924)
Harf Devrimi'ne (1928) kadarki dört yılın başarıları şöyle özetlenebilir:
Maarif örgütünün yenilenmesi; öğretim birliği sağlanarak ülkenin her tarafında ortak
programların uygulamaya konulması; ümmet eğitimi yerine millî eğitimin, giderek laik
eğitimin yaygınlaştırılması; liselerin “kısm-ı iptidaî” denen hazırlık sınıfının kaldırılması;
ilköğretimin parasız ve zorunlu olması yanında orta öğretimde de parasız öğrenime
geçilmesi, devlet parasız yatılı imkânının sağlanması, din eğitiminin okuldan çok aileyi
ilgilendirdiği görüşünden hareketle din derslerinin okul programındaki ağırlığının asgarî
düzeye indirilmesi, kadın ve erkekler için eğitim-öğretimde eşitlik ilkesinin getirilmesi ve
karma eğitimin ortaokul ve liselerde yaygınlaştırılması; “karma öğretim-ortak eğitim”
ilkesinin
benimsenmesi,
yüksek
öğretim
kurumlarının
kızlara
da
açılması,
okul
programlarının sırf pedagojik bir amaca değil aynı zamanda toplumsal amaçlara da yönelik
29
tarzda yenilenmesi, derslerin yaşamla doğrudan ilgili alanlara göre belirlenmesi, sınıf
imtihanlarının kaldırılıp mezuniyet imtihanlarının konması vs'dir.
Harf Devrimi- Millet Mektepleri- Halkevleri:
Atatürk, 9 Ağustos 1928 günü Sarayburnu'nda halka şunları söylüyordu:
“Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, lakin çok
lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir, her vatandaşa, kadına,
erkeğe, hammala, sandalcıya öğretiniz. Bir milletin, sosyal bir toplumun yüzde onu, yirmisi
okuma -yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır, bundan insan olanların
utanması gerekir. Bu millet utanmak için yaratılmamıştır, övünmek için yaratılmış, tarihini
övünmekle doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa
bu hata bizde değildir, Türkün karakterini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle
saranlarındır. Artık geçmişin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız, hataları
düzelteceğiz, bu hataların düzeltilmesinde bütün vatandaşların çalışmalarını isterim. En
nihayet bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenecektir. Milletimiz yazısı
ile kafası ile bütün medeniyet âleminin yanında olduğunu gösterecektir.”
Yeni Türk harflerinin kabulünden üç ay önceki bu beyanat, uzun zamandır süregelen
hazırlıkların ve aydın çevrelerdeki ortak kanaatin ifadesiydi. Şapka Đktisası (giyilmesi)
(1925), Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddi (kapatılması) (1925), Takvimde Tarih
Mebdeinin Tebdili (Beynelmilel Milâdi Takvim) (1926), Türk Kanun-ı Medenisi (1926),
Đktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması (1926) ve nihayet Beynelmilel Erkamın
(rakamlar) Kabulü (1928) kanunları yürürlüğe konulmuş, gelen tepkiler etkisiz ve sonuçsuz
bırakılmıştı. Yine de Latin harflerinin kabulü 1925-28 arasında tüm üç yıl boyunca
tartışılmış, görüşler, karşıt görüşler, siyasi kadroları, basını, aydınları sürekli meşgul
etmişti. Haziran 1928'de Ankara'da Maarif Vekâleti'nde toplanan Türk Dil Encümeni
(Ahmed Cevat, Đbrahim Necmi Dilmen, Ragıp Hulûsi, Falih Rıfkı Atay da bu komisyonda
görev almışlardır) “bir ayda öğrenilebilecek” biçimleri ve seslendirilmeleri kolay bir “gramer
layihası” (dilbilgisi önergesi) hazırladı. Bu rapordan başka okullar için ayrı, halk için ayrı
alfabeler de yapıldı.
Denilebilir ki, Harf Devrimi, her biri ayrı ya da ortak birçok haklı gerekçelere dayanan
devrimler arasında en gerekli ve isabetli olanıydı.
11 Kasım 1928'de de “Millet Mektebi teşkilâtına dair Talimatname 51 maddeden oluşan
bu Yönetmelik ve Yeni Türk Harfleri Yasası ile Türkiye'de örgün ve yaygın eğitim alanında,
samimi, coşkulu, verimli bir seferberlik başlatılmış, Türkiye tarihinde ilk ve son kez “eğitim”,
ülke gündeminin başında yer alabilmiştir.
Halk, daha doğrusu kitle eğitimi, Harf Devrimi'nin ilk amacıydı. Bu nedenle de kolay
okuma ve yazmaya engel oluşturacak işaretler, ara seslere ilişkin harfler öngörülmemiş,
yalın ve basit bir alfabe yeterli bulunmuştu.
Millet Mektebi Talimatnamesi'ne göre kabul edilen örgüt, izleyen 2-8. maddelerde
ayrıntılanmıştı. Buna göre sistem üç aşamalı olacaktı:
•
Programı ile okuma-yazma öğretilmesi,
•
Programı ile A'yı bitirenlere yaşamları ve işleri için gerekli temel bilgilerin verilmesi,
30
•
Programı ile de B'yi bitirenlere daha üst düzeyde bilgi ve beceriler kazandırılması
hedeflenmişti.
Valiler, kaymakamlar, okul müdürleri, memurlar bu alanda görev ve sorumluluk
yüklendiler. Okullar, köy odaları, kahvehaneler, hükümet konakları ve camiler Millet
Mektepleri için kapılarını açtı. Đş o denli ciddiye alınmış ve hükümetin en önemli işi
durumuna getirilmişti ki; “Teşkilâtın umumi reisliğini ve Millet Mektebi başmuallimliğini,
Reisicumhur Gâzi Mustafa Kemal Hazretleri kabul buyurmuş”; ayrıca, Büyük Millet Meclisi
Reisi, Başvekil, vekiller, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi, Halk Fırkası Umumî Kâtibi de
örgütün başkanları, genel müfettişleri, müfettişleri görevlerini üstlenmişlerdi. Maarif Vekili
örgütün genel başkanıydı. Ülkede, yaşı 15 ile 45 arasında olan kadın-erkek, okula gitmemiş
tüm vatandaşlar da Millet Mektebi'nin öğrencisi sayıldılar. Askerde olanlar okuma-yazma
eğitimini kışlalarda, subaylardan ve okur-yazar çavuşlardan alacaklardı. Đlköğretim
çağındakilerin zorunlu okula alınması, çağdışı 15-45 kuşaklarının (ki genel nüfusun yarısı
dolayında muhtemelen 6 milyon civarında olmalı) da süratle Millet Mektebi halk
dersanelerinden geçirilmesi ile iki üç yıl içinde, yaşlı nüfus dışında herkesin cehaletten
kurtarılması tasarlanmıştı.
1929-1935 arasındaki uygulamalar sonunda A ve B kurslarına devam ederek “Millet
Mektebi Şehadetnâmesi” alanların sayısı 2.376.845'i bulmuştur (hedef nüfusun yarısı
kadar). 1935-36'da bu kurslara katılan 59.202 kişi ile 1936-37'de devam eden 84.732 kişi
de
hesaba
alındığında
2.520.779
vatandaşın
yeni
harflerle
okur-yazar
olduğu
anlaşılmaktadır.
Ancak şunu hemen belirtmeli ki, Mayıs 1929'a kadar kurslardan geçen ve çok iyi
derecelerle yeni Türk alfabesiyle okuma-yazma öğrenen 600 bin yurttaşın bir bölümü eski
yazıyı bildikleri için esasen okur-yazardılar.
Orduda ise 1926'da terhis edilenlerin ancak yüzde 17'si eski harflerle okur-yazar iken,
kampanyanın başlamasından sonra 1931'de terhis olanların yüzde 25'inin, 1936'da da
yüzde 75'inin okur-yazar oldukları saptanmıştır. Gezici Kadın Kursları da çalışmalara
katkıda bulunurlarken uzmanlar, Yetişkinler Đçin Đş ve Hayat Đçinde Alfabe, Öğretmen
Kılavuzu adlı kitapçıklar hazırlamışlardır. A kursları 90 saatti. Đkinci (B) kurslar, 6 ay
süreliydi. Burayı başarıyla tamamlayanlara ilkokul diploması eşidi belge veriliyordu.
Harf Devrimi'nin ve Millet Mektepleri'nin ilk sonuçlarını alamadan 1 Ocak 1929'da ölen,
amacı “bütün çocukların okula gittiği, bütün köylerinde okul ve öğretmen bulunan bir ülke
olan”, Atatürk'ün temelleştirmeye çalıştığı “halkçılık” ilkesini en doğru anlayan ve o yönde
en doğru ve büyük adımları atan Mustafa Necati'nin Türk millî eğitimindeki yeri bir daha
doldurulamamıştır.
Millet Mekteplerinin, Köy Eğitmen Kurslarının, “Gezici” ve “Durağan” Ulus Okullarının
(Millet Mekteplerine sonradan verilen adlar) getirdiği hareketlilik, 1932'de açılmaya başlayan
Halkevlerindeki kapsamlı etkinliklerle bütünleşerek devam etmiştir. Halkevleri, Atatürk
devrimlerinin benimsetilmesini, Cumhuriyetin kültür etkinliklerini, millî eğitimin yanında
yürütmek için, 1931'de kapatılan Türk Ocaklarının yerine kuruldu.
1932-1952 arasındaki dönemde 478 Halkevi ile 4322 Halk odası açıldı. Bu kuruluşların
amacı “Ulusu, aynı ülkeye bağlı bir kitle yapmak, kır-kent, köylü-aydın ayrımlarını
31
azaltmaktı. Bu kurumlar Đsmet Đnönü'nün tanımıyla “garazsız ve menfaatsiz birer medeniyet
ve irfan yurduydu.”
Ulusal ve toplumsal hayatın temelleri, eğitim ve öğretim teknikleri uygulanarak bu
evlerde atılmak istenmişti. Đlk on yıl boyunca da halkı aydınlatmaya ve yaşamını
çağdaşlaştırmaya dönük çalışmalar Halkevlerinde odaklandı.
Belki en değerli hizmeti de yurdun her köşesinde, ileri-geri farklılıkları yenilerek eş
düzeyde faaliyetlere yer verilmesi olmuştur.
Đsmet Đnönü, Halkevlerinde millî ve içtimaî hayatın odaklandığını, bu kurumların “çağdaş
bir ulus” için gerekliliğini açıklarken, “Bir milletin yetişip geleceğe hazırlanmasında klasik
kurumlar okullardır. Fakat çağdaş uluslar, bir varlık olarak yetişip örgütlenmek için
okulların bilinen yöntemlerini yeterli görmüyorlar. Bu sırada, okul öğretiminin yanında
mutlaka bir halk eğitimi yapmak ve halkı bir arada çalıştırmak gereklidir” diyordu.
Halkevleri,
Altı
Ok
(Cumhuriyetçilik,
Milliyetçilik,
Halkçılık,
Laiklik,
Devletçilik,
Đnkılâpçılık) prensipleriyle çalışan, bir kültür savaşı için görev yüklenmiş, kapısı partili
partisiz herkese açık kurumlardı. Her Halkevi 9 şubeye ayrılmıştı. 1- Dil-Tarih-Edebiyat, 2Ar (sanat), 3-Temsil, 4- Sosyal Yardım, 5- Halk Dershaneleri ve Kurslar, 6- Spor, 7Kitapsaray ve Yayın, 8- Köycülük, 9- Müze ve Sergi.
Atatürk döneminin asıl hedefi “Cumhuriyet Eğitimi” idi. Bu belirleme, Ziya Gökalp'in
“Vatandaşlar, millî harsı (kültürü) kazanmak suretiyle millîleşir ve toplum yaşamına
katılırlar. Öğretimin amacı da bunu, insanlarda ruhî alışkanlıklar haline getirmekten
ibarettir” görüşüne dayanmaktadır. Eğitim Bakanlığının adının 1935'te, “Maarif” yerine
“Kültür”e dönüştürülmesi de halkçı, milliyetçi ve devrimci eğitimin bir gereği görülmüştü.
1933'te ise 2287 sayılı Kanunla Vekâletin Merkez Teşkilâtı ve vazifeleri yeniden belirlendi.
Atatürk 1 Kasım 1936'da Meclis'i açış söylevinde: “Đlk tahsilin yayılması için sade ve
pratik tedbirler almak zorundayız. Đlk tahsilde hedefimiz bunun umumi olmasını bir an
evvel tahakkuk ettirmektir. Bu neticeye varmak, ancak fâsılasız tedbir almakla ve onu
metodik tatbikle mümkün olabilir. Sanat ve teknik mekteplerine rağbet artmıştır”, bir yıl
sonra 1 Kasım 1937 söylevinde de: “Okuyup-yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak,
memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları
yetiştirmek, memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile
yaşatacak fert ve kurumlar yaratmak. Đşte bu önemli umdeleri en kısa zamanda temin
etmek, Kültür Vekâleti'nin üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir” diyerek henüz
sevindirici sonuçların alınmadığını imâ ediyordu.
Bir savaşlar döneminden sonra nüfusu gençleşerek çoğalan Türkiye'de, okuyan kitlenin
genel nüfusa oranı hiç değilse yüzde 10'ların üstünde seyretmeliydi. Yapı ve öğretmen
yetersizliği, ailelerin yoksulluğu; çocuklarını okula göndermeyip işe koşanların, yasal
zorlamalara direnişi; ulaşım, iletişim, araç-gereç imkânsızlıkları ortamında, “Başöğretmeni
büyük bir önder olan” eğitim, yüzde 3-4'lük bir oran cılızlığında daha bir süre bocalayacaktı.
Dahası, yönetim, bir yandan eğitimi teşvik ederken bir yandan da ilkokulu bitirenlerin
ortaokula, liseye, oradan üniversiteye yönelmesinin, üst okulların kapılarındaki yığılmaların
getireceği sıkıntıları hesaba alarak bütün eğitim tarihimizin en “ince eleyip sık dokuyucu”
sistemini 1930'lu yıllarda yürürlüğe soktu.
Atatürk'ün son Başvekil Celal Bayar 1 Aralık 1938'de Meclis'teki konuşmasında, “Đlk
tahsili bitirenlerin hepsini istidat ve kaabiliyetleri neden ibaret olursa olsun, üniversiteye
32
dayanan bir mekanizma karşısında bırakmak istemiyoruz. Çünkü bunun neticesi, bir
taraftan, tesis ve kuvvetlendirmek istediğimiz yeni ve ileri Türkiye hayatını en zarurî
elemanlarından mahrum bırakmak ve diğer taraftan yavaş yavaş memlekette bir ihtisasa
varmadan sönmüş veya yarı tahsille kalmış veyahut da bizzat ekmeğini kazanmaktan âciz,
sâdece diplomasına dayanan bir asabî yorgunlar kailesiyle karşılaşmak olur” sözleriyle
hükümetinin eğitim görüşünü açıklamıştı.
Yetkililer haklıydı. Ortaokullara, liselere hücum vardı. 1937-38 öğretim yılında, Antalya,
Diyarbakır, Đzmir kız ve erkek liselerinin orta kısımları ile Ankara, Bursa, Đzmir, Manisa,
Mersin, Trabzon, Üsküdar, Zonguldak, Burdur, Nazilli ve Samsun ortaokullarında çift
öğretime geçilmiş; ilkokulların verdiği mezun sayısı 1928'den 1937'ye değin neredeyse ikiye
katlanarak 24.114'ten 40.234'e yükselmişti. Buna koşut olarak 1923-24'te orta ve lise
düzeyli okullarda toplam 9674 öğrenci varken, 1937-38'de bu sayı tam on misli artarak
91.702'ye ulaşmış bulunmaktaydı. Liselerde ise artış oranı daha da yüksek olup 1923'te
910 erkek 331 kız (Toplam: 1241) öğrenci okumakta iken, 1938'de bu sayılar 14.305 erkek,
3972 kız olmak üzere 18.277'ye (15 katı) ulaşmıştı (Öğretmen okullarına devam edenler
hariç). Ortaokullardan 1925'te 178 erkek, 12 kız (Toplam: 190) mezuna karşılık, 1937'de
7497 erkek, 2422 kız (Toplam: 9919) mezunsa 42 misli bir artış demektir. Aynı iki yılda,
liselerden 137 erkek, 52 kız (Toplam: 189), 1682 erkek, 376 kız (Toplam: 2364) mezun
alınması, Cumhuriyet'in ilk 13 yılında, ortaokullardan 50.542, liselerden 10.711, gencin
“diplomalılar” sınıfına katılması, o günler için azımsanmayacak sayılar ve boyutlar demektir.
Çünkü, 1931'de ortaokul derslik sayısı 651 iken, 1937'de ancak iki katına, 1394'e
çıkartılabilmiş, lise derslikleri de 126'dan 355'e ulaşmıştı. Açıkçası, giderek dar boğaza
giriliyor, eğitimin hareketli kitlesi çığ gibi büyürken, kurumsal yapısı geride kalıyordu.
Öte yandan kızların sayısındaki artış ayrıca düşündürücüydü. 1923-24'teki ortaokullu
1182 kıza karşılık, 1937-38'de 18.450; liseli 311 kıza karşılık da 3992 (Ortaokulda 15 kat,
lisede 12 kat artış) öğrenci bulunmaktaydı.
Raporlar, Programlar ve Okullar
1939'a kadar, eğitim ortamının düzenli bir yapıya kavuşturulması için Türk ve yabancı
uzmanların raporlar hazırladıkları, projeler verdikleri biliniyor. Amerikalı Prof. John
Dewey'nin 1924 tarihli 2 raporu, Alman danışman Kühne'nin 1925'te hazırladığı Teknik
Öğretim raporu, Belçikalı uzman Omer Buyse'in 1927 tarihli programı, Amerikalı uzmanı
Mrs. Parker'ın 1934'te verdiği öğretim raporları, Prof. A. Malche'ın 1932'de Üniversite için
hazırladığı reform raporu.
Bunlardan en önemlisi Dewey'nin raporudur. Bu amerikalı profesör, “Esas Rapor'unda:
Okul programlarının, eğitim örgütünün yenilenmesini, öğretmen okullarının geliştirilmesini
ve öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesini, okul sağlığına önem verilmesini, yeni bir
disiplin sistemi uygulanmasını önermiş; bakanlıkda 1925'ten itibaren çalışmalarında en çok
Dewey raporunu göz önünde bulundurmuştur.
1933-34 yıllarında Türkiye'de geniş çaplı ekonomik araştırmalar yapan Amerikan
heyetinin verdiği raporun eğitimle ilgili bölümü bunlardandır. Sonuçlar şunu gösteriyordu:
•
Politeknik Düzeyde Eğitim (ilkokul: 7-12 yaş): Yüzde 100 sağlanmalı,
•
Đlköğretimden sonra üçe ayırma (12-15 yaş):
33
- Ortaokulda öğretim sonunda bitirme imtihanı şart,
- Çıraklık ve sanat okullarında hayata ve işe dönük eğitim gerekli,
- Kabiliyetsizler için özel çıraklıklar sağlanmalı,
•
Ortaokulu başarıyla bitiren ve imtihan verenler (15-19 yaş) için:
- Yönelme sınıfı (müşterek sınıf): Öğrencinin yeteneğinin ortaya çıkacağı hazırlık dönemi,
- Ortak kültür sınıfları (3 veya 4 yıl): Hem yeteneğe hem beşerî haz ve mevzulara göre.
Opsiyon saatleri, sınıflar yükseldikçe artar.
- Lise bitirme imtihanı.
•
Mutavassıt (ara) yıl: (Lise ile üniversite arasında, bir yıl süreyle fen, uygulama,
sosyal, fizik, matematik bilimleri ile edebî bilgilerin kazandırıldığı ara dönem.)
•
Üniversite.
Okul yapılarının çoğu saltanat döneminden kalma rüşdiye, idadî, sultanî binaları,
konaklar, kiliseler, imece ile yapılmış derme çatma yapılardı. Araç gereç kıttı. Bakanlık
bütçesinden yılda en fazla 400 bin lira gibi sembolik bir donatım ve araç ödeneği
ayrılabiliyordu. Öğretmenler, belirli branşlarda, yenilenme konusunda isteksiz “takrir”e
alışmış
elemanlardı.
Đlkokuldan
başlayarak
modern
okul
binalarını,
atelyeleri,
laboratuvarları, birbiriyle uyumlu ve bağlantılı çalışan okul ve yönetim örgütlerini, yeterli ve
verimli öğretim kadroları isteyen okul aşamalarını devreye sokmanın imkânı yoktu. O
nedenle Bakanlık, öngörülen sistemin en kolay uygulanabilecek noktalarına ilgi duymakta;
imtihanlar ve programlarla oynamaktaydı.
Đlkokul programı esaslı değişikliği 1926'da ve 1936'da gördü. Ortaokul, Lise ve Öğretmen
okulları programları daha sık, 1923, 1926, 1927, 1931, 1934 ve 1937'de değişikliklere
uğramıştır. Đmtihanlar da bu değişikliklere bağlı olarak ve Batı ülkelerindeki uygulamalar da
örnek alınarak birçok kez değiştirildi.
O yıllarda köy okullarının hemen hepsi üç sınıflı, tek dershaneli, tek eğitmenli ya da
öğretmenlidir. Köy çocukları, tek öğretmenden üç yıl zarfında alabildikleri eğitimle sosyal ve
ekonomik hayata atılmaktadırlar. Mıntıka yatılı okullarının kurulması, iki yıllık tamamlayıcı
bilgi ve becerilerin buralarda kazandırılması isteği öğretmenlerden gelmektedir. Köylü
çocuklarının okullara devamı sağlanamamaktadır.
1936'da yürürlüğe konan Đlkokul Programı, daha yayınlandığında eleştirilere uğramış,
“prensipler ve direktifler yerine, ana konuların neden ayrıntılanmadığı?” sorulmuş, üzerinde
durulması gereken en hayatî noktalara temas bile edilmediği vurgulanmıştır. Buna karşılık,
yeni programda, 1926 programına göre ders programlarının daha iyi bir düzene konulduğu,
önceki birtakım sıkıntıların giderildiği saptanmaktadır.
Eğitmenli okullarda, haftalık dersler tek kitapta toplanan Okuma ve Yazma, Yurt ve
Yaşama Bilgisi, Aritmetik, Ziraat'ten ibaretti. Her 5-10 Eğitmenli okul, bir “Gezici
Başöğretmen Bölgesi” teşkil eder; gezici başöğretmenler, bu okulları sık sık yoklayarak
programı izler ve eğitmenleri yetiştirirlerdi. Eğitmenli okullara 9-13 yaş arası çocuklar alınır,
bunlar 3 yıl okutulduktan sonra yeni bir tertip alınırdı. 1938-39'da, 3815 eğitmenli okul ve
buralarda okuyan 119.683 öğrenci vardı.
34
Ortaokul ve Lise programlarında, Fransız ve Latin kültürlerinden alınma müfredatların
yerine daha millî programların gündeme gelmesi 1923'ten sonradır. Birinci ve Đkinci Heyet-i
Đlmiye toplantılarında, Liselerde, fen ve edebiyat kollarının ayrılması, cumhuriyet ülküsüne
hizmet edecek programların hazırlanması benimsendi. 1 Eylül 1924 tarihinden başlayarak
eski bir devreli idadilere “ortamektep” buna dayalı 3 yıllık, genel kültür veren resmî okullara
da “lise” denildi.
Hazırlanan programlar her ne kadar Fransız ve Latin etkisinden büyük oranda
arındırıldıysa da ders kitapları program doğrultusunda yazılamadığından “Belçika tipi okulFransız tipi kitap” ikiliği doğdu. 1927'de “1924 tarihli Orta mektep ve Lise müfredat
programlarına zeyl” olarak bir program değişikliği yapıldı. Tarih ve edebiyat konularında bir
takım eklentilere gidildi. Riyaziye (Matematik) ve Fizik programları da değiştirildi. 1928'de
Latin Harfleri kabul edilince 1929-30 öğretim yılında Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.
Bunların yerine ikinci bir yabancı dil konulması kararlaştırıldı.
Ancak öğretmen bulmaktaki güçlükler sonunda 1932-33 öğretim yılında bu ikinci
yabancı dil kaldırıldı. Yeni Türk alfabesinin süratle benimsetilmesi, bu alfabeyle kültürün
en kısa zamanda zenginlik kazanabilmesi için, 31 Ekim 1929'da “Orta Mektep ve Lise
Türkçe Müfredatı” yürürlüğe konuldu. Türkçe ve edebiyat öğretiminde asıl hedef “millî ve
medenî”
hayatın
muhtelif
cephelerini
yansıtan
eserlerle
öğrencilerin
duygu
ve
düşüncelerinin geliştirilmesi” olduğundan, Divan Edebiyatına liselerde yalnızca bir yıl ve
haftada 1 saat zaman ayrılması öngörüldü.
Önceki “Türkçe ve Edebiyat” ortak ders adı da dil öğretiminin bir bütün hâlinde
gösterilmesi için Türkçe yapılmıştı. Ortaokulun 1., 2. ve 3. sınıflarında (7-5-4) toplam 16
saat, Lisede (3-3-3) 9 saat (Edebiyat kolunda ayrıca 2 saat Edebî Tetkikler dersi vardı)
Türkçe okutulmaya başlandı. Türkçe'nin alt alanları, Ortaokulda Kıraat, Gramer, Tahrir,
Lisede Kıraat, Tahrir ve Edebiyat Tarihi idi.
1930'da Ortaokul ve Lise programlarında köklü değişikliğe gidilerek muhtelif zamanlarda
düzenlenmiş öğretim programlarının hepsi yeniden hazırlandı. En önemli yenilik de Tarih
programında yapıldı ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nce hazırlanan kitaplardaki konular
programa alındı. Bu program “Türk ırkının üstünlüğü ve bütün uygarlıklara Tük
uygarlığının beşiklik ettiği” iddiasına dayandırılmıştır. Đkinci bir değişiklik Yurt Bilgisi
(kitaplarını Recep Peker ile Afet Đnan hazırlamışlardı) dersinin konulmasıdır. Fizik, Kimya ve
Tabii Đlimler de Amerika'dan alınan örneğe göre birleştirilip adına Fen Bilgisi denildi.
1934'te Lise programında yeni bir değişiklikle felsefe ve estetik derslerine, Edebiyat
programı da Batı edebiyatına ağırlık verecek yönde değiştirildi. Kimya programı hafifletildi,
matematik ders kitaplarından da bazı konular çıkartıldı. Programlar için “kılavuz” kitaplar
yayınlandı.
1935-38
seneleri
arasında,
öğretim
üyelerinden,
uzmanlardan
oluşan
komisyonlar, programlar üzerinde çalıştı. Gündemler genellikle, ilkokul riyaziye, tabiiye
dersleri ile ortaokul riyaziye, fen bilgisi ve biyoloji, lise riyaziye, fizik, kimya ve tabiiye
derslerinin
gözden
geçirilmesi;
üniversiteye
bırakılması
gereken
konuların
tespiti,
programlara aynen uyan Almanca ders kitaplarının belirlenmesi; bunlara göre yeni ders
kitaplarının yazılması esasları, programlar için ne gibi ders araçlarının gerektiği vb idi.
Meslekî ve Teknik Eğitim
35
Meslekî ve Teknik öğretim okulları, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bir duraklamadan
sonra, 1935'ten itibaren canlanmıştır.
Maarif Vekâleti'nin Dr. Köhne, Prof. Omer Buysee, Dr. Yung gibi uzmanları getirterek
incelemeler yaptırması, doğrudan meslekî ve teknik öğretimle ilgiliydi. Her meslek alanında
uzmanlar yetiştirilmek için de yurt dışına öğrenciler ve öğretmenler gönderildi. Okullarda
kurslar açıldı. Kız meslek okulları için ilk Meslek Muallim Mektebi 1934'te Ankara'da Đsmet
Paşa Kız Enstitüsü'nde faaliyete geçti. 1936'da da yine Ankara'da demircilik ve ağaç işleri
öğretmenleri yetiştirmek için Erkek Teknik Öğretmen Okulu açıldı. 1937'de adı Erkek
Meslek Öğretmen Okulu oldu. Kız Meslek Muallim Mektebi'nin 3 yıllık bölümünden mezun
olanlar, Kız Teknik öğretim kurumlarına, 2 yıllık bölüm mezunları da ortaokullara (BiçkiDikiş öğretmeni) atanmaktaydılar. 1938'de Erkek ve Kız Meslek öğretmen okullarının bütün
şubeleri üçer yıla çıkartıldı. Ankara'da Đnşaat Usta Okulu, Đstanbul'da Terzilik Okulu,
düzenli eğitim almamış kadınlar ve yetişkin kızlar için Akşam Sanat Okulları, 1934-35
öğretim yılında da il merkezlerinde Erkek Sanat, Erkek yapı, Kız Sanat okul ve enstitüleri,
Ticaret okulları, Kız Teknik, 1937-38'de de Erkek Teknik Yüksek Öğretmen okulları açıldı.
Orta sanat okullarına ilkokul mezunları alınmakta, bunlar haftada 36-44 saat atelye ve
kültür dersleri görmekteydiler. Okul sayısı 1930'da 29 iken, 50'ye, öğretmen sayısı 30'dan
607'ye çıktı.
1938'de Meslekî ve Teknik Öğretim kapsamındaki Erkek, Kız Sanat ve Teknik, Sağlık,
Ticaret, Tarım ve diğer meslek okullarında 9390 öğrenci okumaktaydı. Bu sayı, aynı yıl
91.000
dolayındaki
Ortaokul-Lise
genel
mevcudunun
1/10
düzeyinde
olup
tarım
alanlarında ve muhtelif işkollarında yetişmiş elemana ihtiyaç duyulduğu bir sırada son
derece yetersizdi. O yıl öğretmen okullarındaki 2962 öğrencinin katılmasıyla meslekî eğitim,
ancak 12.000'i aşan bir kapasite gösteriyordu.
Meslekî ve Teknik öğretimde en önemli sorun, bu okullara yoksul aile çocuklarının, yetim
ve öksüzlerin, kısa yoldan bir meslek sahibi olmak için başvurmalarına karşın, okul
masraflarının o günkü şartlara göre yüklü olmasıydı. Okullar 1927'den sonra yasa ile Maarif
Vekâleti'ne bağlanıp, 1935'te döner sermaye örgütüne kavuşturulurken bu sakıncanın
giderilmesi de düşünülmüş; yatılılık imkânlarından da durumu elverişli okullarda
öğrencilerin yararlanması sağlanmıştır. 1936'da bir komisyonca hazırlanan Teknik Eğitim
Planı, denilebilir ki Cumhuriyet Maarifi'nin en önemli ve akılcı girişimlerindendir. Teknik
Eğitim Genel Müdürü Rüştü Uzel'in çabaları sonucu 10 yıllık bir programın uygulanmasına
geçilmiştir. 1941'de 4304 sayılı yasa çıkartılarak Bakanlıkta Meslekî ve Teknik Öğretim
Müsteşarlığı kurulması bundan sonradır.
Alan okulları da Birinci Devre: Erkek Sanat Okulları, Kız Sanat Okulları, Orta Ticaret
Okulları, Orta Erkek Terzilik Okulları, Orta Yapı Okulları; Đkinci Devre: Erkek Sanat
Enstitüleri, Ticaret Liseleri, Yapı Usta Enstitüleri; Yüksek Teknik Okulu, Motor Usta Okulu,
Yüksek Ticaret Okulları. Yüksekokul; Erkek Teknik Öğretmen Okulu, Kız Teknik Öğretmen
Okulu da bu alana öğretmen yetiştiren yüksek okullar olarak örgütlenmiştir.
Kadınların eğitimine dönük çalışmalar da 1938'de Bursa'da Gürsu Bucağı'nda Köy
Kadınları Gezici Kursları ve Akşam Sanat Okulu açılmasıyla başlamıştır. Bu alan, gördüğü
rağbet, eğitimin pratikliği ve hitap ettiği kitleye sağladığı imkânlar nedeniyle daha hızlı ve
yaygın gelişmiş, Pratik Kız Sanat Okulları, Olgunlaşma Enstitüleri (ilki 1945'te Ankara'da)
Halk Eğitimi
kapsamındaki
Gezici
Biçki-Dikiş, Ev-ekonomisi,
Halıcılık, Yorgancılık,
36
Çiçekçilik vb kurslar; bu kurslara öğretmen yetiştirme amacıyla da okul bünyelerinde ayrıca
kurslar açılmıştır (1938'den 1964'e kadar Kız Meslek Liseleri ile Pratik Kız Sanat okullarına
bağlı kalan Gezici Kadın Kursları, bu tarihte Köy Đşleri Bakanlığı'na verilmiştir). Đlk örnekleri
1928'de hizmete sokulan Pratik Kız Sanat okulları, okur-yazarlık kazandırmaya öncelik
tanıyan, 14-70 yaş arasındaki kadınlara açık, Okuma-Yazma, Vatandaşlık (Yurt) Bilgisi,
Giyim, El Sanatları, Nakış, Uygulamalı Resim, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, Aile Ekonomisi ve
Beslenme dallarında (günümüzde dal sayısı 80'e ulaşmıştır) 7-8 ay süreli kurslardır.
Bankalara, ekonomik hayata hizmete dönük Đstanbul'daki Ticaret Mektebi (Lisesi) ve
Yüksek Ticaret Mektebi dışında da ticaret kollarında ve iş hayatında çalışanlar için Akşam
Ticaret okulları açılmıştır.
Yüksek Öğretim
Đsviçreli Prof. Malche'ın raporu üzerine, Cumhuriyet hükümeti başlangıçtan beri yenilik
ve devrimlere beklenen sıcaklıkta yaklaşmayan Đstanbul Darülfünûnu'na eğilerek 31.5.1933
tarih ve 2252 sayılı yasa ile bu tarihî kurumu kapattı. 1.8.1933'te de Đstanbul
Üniversitesi'nin kuruluşuna geçildi. Eski Darülfünûn müderrislerinden seçilenler ve
Almanya'dan göçen çoğu Musevi asıllı yabancı profesörlerle o günkü deyimle “Berlin dışında
en büyük Alman Üniversitesi” oluşturuldu. Ama, Üniversite Millî Eğitim Bakanlığı'nın
denetimi altındaydı. 1935'te Yüksek Mühendis Mektebi de Bayındırlık Bakanlığına bağlandı.
1924'te Zonguldak'ta, Ticaret Vekâleti'ne bağlı olarak açılan Yüksek Maden Mühendis
Mektebi; 1931'de kapanmış; 1941'de Maden Teknisyen Okulu olarak yeniden açılmış;
1949'da Teknik Okul olmuştur. 1933'te Ankara'da Yüksek Ziraat Enstitüsü, 1934'te yine
Ankara'da Millî Musikî Temsil Akademisi, 1935'te adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevirilen ve
Ankara'ya taşınan Đstanbul'daki Mülkiye Mektebi, özel yasalarla Ankara'da açılan Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi (1935), Devlet Konservatuvarı (1936), Ankara Fen Fakültesi (1943),
Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü (1944), yasası 1937'de çıkmakla birlikte açılışı geciken Tıp
Fakültesi (1945) yüksek öğretim ağırlığının, Saltanat payitahtından Cumhuriyet başkentine
kaydırılması siyasetinin sonuçlarıdır. Đstanbul'da üniversiteden başka Yüksek Mühendis
Mektebi, Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Deniz Ticaret, Yüksek Ticaret ve Yüksek
Öğretmen okulları kalmış; Harp Okulu da 1935'te Ankara'ya taşınmıştır. 1926'da Konya'da
açılan ve 1927'de Ankara'ya taşınan Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü,
1932'de, Türkçe, Tarih-Coğrafya, Matematik, Fizikî ve Tabiî Bilimler bölümlerini kapsayarak
4 yıla çıkarılmış 1935'ten sonra yabancı dille hazırlık bölümü kaldırılmıştır. Sonraki yıllarda
Müzik, Beden Eğitimi, Resim, Yabancı Dil bölümleri de eklenmiştir. Đstanbul Eğitim
Enstitüsü'nün açılışı ise 1946'dadır. 1935-40 döneminde Türkiye'deki Üniversite ve
Yüksekokullarda genel öğrenci mevcudu 3000-4000 arasında değişmiştir. Bu, genel nüfusa
göre yüzde 0,02 gibi çok düşük bir düzeyi göstermektedir. Yüksek tahsil gençliğinin ailelerinden uzakta olanların- yaşama şartları ise parlak değildir. Dönemin basınında
“Medrese köşelerinde okuyan gençlik!” gibi başlıklarla sık sık röportajların yer aldığı
görülmektedir (bkz. Yeni Mecmua, sene I, cilt 2, no.35, 29 Aralık 1939, s.10 vd.).
Hasan-Âli Yücel ve Köy Enstitüleri (1938-1946):
Yücel'in Maarif Vekilliğine atanması, Atatürk'ün ölümünden 48 gün sonra, 28 Aralık
1938'de, Celâl Bayar kabinesindeki Saffet Arıkan'ın istifa ettirilmesiyle gerçekleştirilmiştir.
37
Yücel Bakanlık koltuğuna oturduğu sırada Merkez örgütü; Kültür Kurulu (Tâlim ve
Terbiye) Başkanlığı, Đspekterlik (Teftiş) Kurulu Başkanlığı ile Yüksek Öğretim, Orta Öğretim,
Đlk Öğretim, Ertik ve Teknik Öğretim, Ar (Sanat) Genel Direktörlüklerini; Özel Okullar,
Beden Eğitimi ve Đzcilik, Yayın, Antikite ve Müzeler, Kitapsaraylar, Okul Müzesi, Zatişleri,
Özel büro, Gereç, Arşiv, Millî Seferberlik Direktörlüklerini; Umum Müfettişlik ve Maarif
Müfettişliğini kapsamakta, her ilde de Maarif Müdürlükleri bulunmaktaydı. Đstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü ve Fakülte Dekanlıkları, Dişçi, Eczacı, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi, Siyasal Bilgiler Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Gazi Terbiye Enstitüsü, Yüksek
Ticaret
Okulu,
Güzel
Sanatlar
Akademisi,
Kandilli
Rasathanesi,
Prevantoryum
ve
Sanatoryum, Devlet Basımevi, Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü, Devlet
Konservatuvarı ve Tiyatro Okulu, müzeler, kütüphaneler de bakanlığa bağlıydı.
1938 sonunda ülkede 6700 ilkokul, 13.500 öğretmen, 546 eğitmen, 864.590 öğrenci
vardı. Hasan Âli Yücel dönemi biterken ilkokul sayısı 13.655'e (yüzde 100 artış) öğretmen
mevcudu yüzde 50 artışla 19.658'e, eğitmen sayısı yüzde 1500 artışla 8751'e, öğrenci sayısı
da yüzde 70 çoğalma ile 1.360.000'e; 1938'deki 43 erkek ve kız meslek okulu sayısı 1946'da
227'ye, köy kursları da 1'den 309'a ulaşacaktır. 496 ciltlik klasikler dizisi, Batı ve Doğu
kültürlerinin yüzlerce yıllık birikimlerini Türkiye'ye getirirken, 14 ayrı meslekî ve edebî dergi
ile ansiklopedi de bu dönemde yayınlandı. Üniversite özerkliği, Yücel'in yüksek öğretime
dönük önemli bir hizmetidir. Orta öğretim, çağdaş eğitim kurumlarına yine onun döneminde
kavuşmuştur.
Yücel “Büyük Şef” de denilen Đsmet Đnönü'den aldığı “Đlköğretim ve okuma-yazma
meselelerini kökünden hallediniz!” direktifi doğrultusunda yeni bir çalışma başlattı.
Tespitler iç açıcı değildi. Erkek nüfusun daha yüzde 23,3'ü, kadınların ise ancak yüzde
8,2'si okuma-yazma bilmekteydi. Nüfusu 10 binden az yerleşim yerlerinde okuma-yazma
bilmeyenlerin oranı yüzde 89'du. Daha kötüsü, Đstatistik Genel Müdürlüğü'nün verdiği
resmî rakamlara göre şehir ve kasabalardaki ilköğretim çağında bulunan çocukların yüzde
40'ı, köylerde ise yüzde 78'i okulsuzdu. Türkiye'deki yaklaşık 3.500.000 dolayındaki 7-16
yaş kesiminde okuma-yazma oranı henüz yüzde 30'du.
Başka bir deyişle 2,5 milyonluk çağ nüfusu okula gidememekteydi. Đlköğretim
çağındakilerden, şehir ve kasabalarda oturanların yüzde 60'ına, köylerde ise yüzde 20'sine
“zorunlu ilköğretim” verilebilmekteydi. Ülke nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan müstahsil
(üretici), kesim, okul nimetlerinden tam yararlanamıyordu. Sonuç: Âcilen 20 bin öğretmene
ihtiyaç vardı. O tarihlerde Đlköğretim Genel Müdürlüğü görevini yürüten Đsmail Hakkı
Tonguç'un 1939'da Birinci Eğitim Şurası kararları doğrultusundaki “Eğitmen Yetiştirme ve
Köy Enstitüleri” projesi, bir çare olarak uygulamaya konuldu. Altı yıl sonra, hedefe hızla
yaklaşıldığı görülecek; 21 Köy Enstitüsü'nden 16 bin öğretmen ve eğitmen yetişecekti.
Tonguç, Köyde Eğitim kitabında, kaderini köy yaşamıyla kaynaştıracak ideal öğretmene
seslenir. Onun köylünün hayatına, çalışmasına katılmasını; köyün iş alanlarında, yaratıcı,
yapıcı
sorumluluklar
üstlenmesini, modern Türk köyünün
böylece gerçekleşeceğini
savunur. Canlandırılacak Köy adlı eserinde de “Köy kalkınması ülküsünü, köy eğitiminin
hedefi” olarak gösterir.
Öte yandan, aylıklarını düzenli alamayan, aldığıyla geçinemeyen öğretmenler, her yıl
yüzde 10'u geçen yüksek bir oranla meslekten ayrılmaktaydılar. Örneğin 1928-1933
arasında emeklilik, ölüm ve istifa nedenleriyle kadroda 4565 azalma olmuştu. Aynı sürede
38
mesleğe katılanlar bu sayıyı telafi etmekten uzaktı. Köye zorunlu hizmet yükümlülüğüyle
gönderilen öğretmenler ise etkin ve verimli olamamaktaydılar. Bu sıkıntılara çözüm “Çavuş
eğitmenler”de aranmış, alınan olumlu sonuçlardan sonra 1937'de “Köy eğitmenlerinin,
Maarif ve Ziraat Vekâletleri tarafından ziraat işleri yaptırmaya elverişli okul veya çiftliklerde
açılan kurslarda yetiştirilmeleri, kurs giderlerinin bu iki bakanlıkça karşılanması, köylerin
eğitim ve öğretim işlerini görmek, ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılmasında rehberlik
etmek üzere, öğretmen verilmesine elverişli olmayan köylere eğitmenli okullar açılması”
yasalaşmıştı. Yine 1937'de Köy Enstitülerinin deney evresini oluşturan Köy Öğretmen
Okulları açılmıştı. Bu okullarda, öğretmen okulları programı ile birlikte tarım ve sanat
çalışmalarını da içeren uygulamaların başarılı olduğu görüldüğünden, 17 Nisan 1940'ta Köy
Enstitülerinin kuruluş kanunu yürürlüğe konuldu. Yasanın gerekçesi, 1935 nüfus sayımı
sonuçlarına ve yukarıda verilen okuma-yazma oranlarının düşüklüğüne, 31 bin köyde okul
bulunmamasına dayandırılmış ve şu görüşler sıralanmıştı:
•
Pratik çözüm bulunmazsa daha yüzyıl sorun sürecekti.
•
Kentli öğretmenler, köylere uyum sağlayamamaktaydılar. Köy kökenli bir öğretmen
kitlesi kazanılmalıydı.
•
Köy yaşamına ve koşullarına uyabilen öğretmenleri yetiştirecek bir program ve ortam
gerekliydi. Bu program, öğretmeni köyden uzaklaştırmayan, onu, iyi bir çiftçinin
bilgileriyle de donatacak ve başarılı bir uygulayıcı kılacak kapsamda olmalıydı.
•
Yeni öğretmenler, köyde geçerli demircilik, yapıcılık, dülgerlik, kooperatifçilik,
kadınlar için (bayan öğretmenler) çocuk bakımı, dikiş, ev idaresi bilgileri kazandırıcı,
tarım işlerini, hasta bakımını öğretici olabilmeliydiler.
•
Öğretmen olamayacaklar, öğrendikleri diğer işlerden birini yapmak üzere köy
hayatında geçerliliği olan sahalara yönelmeliydiler.
•
Köyde açılacak okullar, köye gerekli unsurları yetiştiren birer kurum işlevinde,
öğrencinin ihtiyaçlarını karşılayan ve üreten, arazisi bulunan yeni okullar olarak
düşünülmeliydi. Böylece, okulun ve öğretmenin devlete getirdiği yük de azalacaktı.
Yasa tasarısının Mecliste görüşülmesi tartışmalı geçti. Bakan Yücel, “Köylerden gelecek
çocukları imtihan edip karakterini ve beden kabiliyetini yoklayarak enstitülere alacağız.
Đctimai bir sınıf yaratmak istemiyoruz. Çiftçilikle uğraşanların çocuklarını okutmak, kendi
hayatını daha iyiye götürmek, fakat değiştirmek istemiyoruz. Köyün içinde bilgili, sağlıklı,
ülkesine bağlı, üretici vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlıyoruz,” diyordu.
3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu'nun uygulanması için 1940-1945 arasında 3 milyon
TL'sı inşaat giderleri olmak üzere 25 milyon TL. harcandı. Bu dönemde 18 Köy
Enstitüsünde 20 bin öğretmen adayı okudu.
Tam devreli (5 sınıflı) köy ilkokullarından mezun, sağlıklı ve yetenekli çocukların alındığı
enstitülerde öğretim-eğitim süresi 5 yıldı. Okuldan, sağlık nedeni dışında ayrılan ve
uzaklaştırılanlar, kendilerine harcananları faiziyle ödemek zorundaydılar. Mezunlar, Maarif
Vekâleti'nce, atandıkları yerlerde 20 yıl çalışma şartını kabul etmiş sayılıyorlardı. Aksi halde
39
bir daha devlet memurluğuna giremezlerdi. Ayrıca, okuldayken kendilerine harcananları da
2 misli ödemeleri gerekiyordu. Enstitü çıkışlı öğretmen, gittiği köyün her işiyle ilgilenir,
rehberlik ederdi. Ayda 20 TL maaşı, 6 yıl sonra 30 TL'ye, 15 yıl sonunda 40 TL'ye
yükseliyordu. Yolluğunu alıp gittiği köyde, ayrıca 60 TL'lik sermaye ile kendi tarım
işletmesini de kurar, üretim için araç gereçler devletçe verilirdi. Öğretmenin ve ailesinin
geçimine yetecek ölçüde köy toprağından ayrılan tarıma elverişli arazi dışında, öğrencilerine
yaptıracağı tarım uygulama dersleri için de uygun bir arazi tahsis ediliyordu. Müfettişin ve
başöğretmenin gözetiminde, köyün okul binasını, öğretmen evlerini, Maariften ayrılan para
ve köy ihtiyar heyetinin imece programı ile öğretmen yapardı. Enstitü çıkışlı öğretmenlerin
hangi köylere atanacağı 3 yıl önceden belirlenerek köy bütçesinde buna göre önlemler alınır,
öğretmen işe başladığı yıl, inşaatları tamamlardı. Sonraki onarımlar da köy bütçesinden
ödenekle yapılıyordu. Köy Enstitüleri binalarının yapılması için ise 3704 sayılı yasa
çıkartılmıştır.
19 Haziran 1942'de çıkartılan 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilât Yasası,
enstitülere yeni bir güç ve hız imkânı getirmiştir. Yücel'in, yasayla ilgili genelgesi valileri de
harekete geçirir. Onlar da köy davası için çizme giymek mecburiyetini duyarlar, ama istekli,
ama isteksiz... Bu konuda başarısız kalacak valilerin “teşhir edilecekleri” dahi açıkça
bildirilir. Köydeki her yurttaş (18-50 yaş arasında) köy ve bölge okullarının kurulmasına, su
getirilmesine,
onarımların
zamanında
yapılmasına,
yılda
en
az
20
gün
çalışarak
katılacaklardır. Bu kampanya, halkın yönetime kızgınlığını arttırır ama sonuçta 5500 köy
okulu birkaç yıl içinde yapılıverir. Çoğu bunu “Türk köyünün, köylüsünün ölümden sonraki
dirilişi” görmektedir. Sözde yüzyılların derebeylik ve ağalık düzenleri çökecek, öğretmenin,
klasik hocalığı ve muallimliği bitecek, önderliği başlayacaktır. Doğu-Batı, Güney-Kuzey
farklılıkları
da
öğretmenlerin
kalkacaktır.
bile
üstünde
1942-43'te
bir
mezunlar,
yetkiyle
gittikleri
“başöğretmen”
köy
okullarına
atanırlar.
kıdemli
Başarılıları
da
Hasanoğlan'daki Yüksek Köy Enstitüsüne gönderilir. Köy Enstitülü öğretmenler, köylerine
150 kitaplık bir kültür seti ile gönderilirler. Bunlarda, köylünün kulluk, ümmetlik
saplantılarını yenecek bilgiler, öyküler, düşünceler yazılıydı ve Bakanlıkça veriliyordu.
Enstitülü öğretmenlere toplam olarak 1,5 milyon dönüm toprak tahsis edilmiş, 150 bin
büyük ve küçük baş hayvan, 2 milyon parça da araç gereç verilmiştir ki bu, muazzam bir
güç demekti.
Köy Enstitüleri'nde “bilgiyi bilince dönüştüren, bilgiyi hayat için veren” bir sistem olduğu
ileri sürülür. Bunun için de ilkelerde ve yöntemlerde, çevreye uygunluk, insana uygunluk,
kendi kendini yönetme, iş içinde kendi kendine karar vererek çalışma, esas alınmıştır.
Dersler 3 kümede toplanmıştı:
1- Kültür Dersleri. Haftada 22 saat.
2- Tarım Dersleri. Haftada 11 saat.
3- Teknik Ders ve Çalışmalar. Haftada 11 saat.
Beş öğretim yılında toplam 114 hafta kültür derslerine, 58 hafta tarım çalışmalarına, 58
hafta da teknik çalışmalara ayrılmıştı. Toplam 230 hafta, 5'e bölündüğünde, her öğretim
yılına 46 haftalık bir çalışma düşmektedir ki, öğrencilere tatile girip köylerine gidebilmek
için her yıl 1,5 aylık izin tanınmış olmaktadır.
1943'e değin enstitülerin her birinde ne tür programların uygulandığına ilişkin kesin
bilgiler mevcut değildir. 1940-43 kuruluş döneminde “dersten çok çalışma” esasıyla yollar,
40
yapılar, kanallar, alanlar yaptırtıldığı, ekim, dikim işlerinin önde olduğu anlaşılıyor. 1943'te
hazırlanan ve uygulamaya konulan programın içerdiği dallar ve dersler şunlardı:
1- Kültür Dersleri: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya,
Tabiat ve Okul Sağlığı, Yabancı Dil (Programa konmasına rağmen bu dersin okutulduğu Köy
Enstitüsü herhalde yoktu), El yazısı, Resim-Đş, Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar, Müzik,
Askerlik, Ev Đdaresi ve Çocuk Bakımı (Kızlar için), Öğretmenlik Bilgisi, Ziraî Đşletmeler
Ekonomisi ve Kooperatifçilik.
2- Ziraat Dersleri ve Çalışmaları: Tarla Ziraati, Bahçe Ziraati, Sanayi Birlikleri Ziraati,
Zootekni, Kümes Hayvanları Bilgisi, Arıcılık ve Đpekböcekçiliği, Balıkçılık ve Su Ürünleri,
Ziraat Sanatları.
3- Teknik Dersler ve Çalışmalar: Köy Demirciliği, Köy Dülgerliği, Köy Yapıcılığı, Köy El
Sanatları.
Programda 1947'de yapılan değişiklikle kültür derslerine ayrılan süre arttırılmış, teknik
derslere Atelye Dersleri denilmiş, bu alan için öğretim yılının üçte birlik zamanı yeterli
görülmüştür. Bu değişiklik, kimi çevrelerce Köy Enstitüleri için sonun başlangıcı sayılmıştır.
1953'te kültür ve meslek derslerinin ağırlığı daha da arttırılmış, 1954'te ise ilköğretmen
okullarına dönüştürülmüştür.
1946'da, çok partili ilk genel seçim süreci başlayınca Demokrat Parti, Köy Enstitülerini
baş hedef seçer. Demokratlar, bu kurumlara: “Öğretmenler için gerekli bilgileri vermemek,
gelenek ve görenekleri hiçe sayıp ahlâk töresini tahrip etmek, halkın çocuğunu zorla
çalıştırmak, halka angarya yükleyip eza etmek, milliyetçiliği öldürmek...” suçlamalarını
yöneltmişlerdir.
Talip Apaydın, Köy Enstitüleri'ni “Yüzyıllardır karanlıkta bırakılmış Türk köylüsünü,
kendi gücüyle aydınlatmak, çağdaş bilince kavuşturmak çabası, köy çocuklarını kendi
yaşamlarına yabancılaştırmadan yetiştirmek, çeşitli meslek grupları halinde gene köylere
göndermek, onların eliyle köyleri içinden canlandırmak” olarak tanımlıyor Cumhuriyet
Dönemi Türk Eğitim tarihinde öteki ciddi reformlar (Öğretim Birliği, Harf Devrimi) zamanla
toplumun tamamına yakın kesiminden tasvip görmüşken, her yıl enstitülerin kuruluş tarihi
olan 17 Nisan geldiğinde bu konunun lehte ve aleyhte yeniden yeniye tartışmaya
açılmasının gerisindeki nedenler netleşmiş değildir. Şu gerçek ki, Köy Enstitüleri, beğenilsin beğenilmesin, mezunları yarı-aydın, tam aydın görülsün- 25 bin öğretmen
yetiştirmeseydi, Türkiye bugünkü bilinç ve uyanış düzeyini elde edemeyecek, köy ve
köylülük eski ilkelliğinden daha geç kurtulacaktı. Kaba bir hesapla, bir Köy Enstitülü
öğretmenin yılda 10 kişiye okuma-yazma öğrettiği gibi en düşük bir sayı kabul edilse bile,
20 yılda 5 milyon insanımızın onlardan yararlandıkları tahmin edilebilir. Bu ise
1960'lardaki nüfusumuzun altıda biridir.
Fay Kirby, yalnız Köy Enstitüsü çıkışlıları değil, imparatorluktan Cumhuriyet'e geçişteki
hizmetleriyle bütün öğretmenleri, daha doğru bir bakışla değerlendirir: “Sâtı ve bilhassa
Edhem Nejat gibi eğitimcilere düşen şeref, bu kadar zorluklara rağmen, Muallim Mektebi
öğrencilerine yepyeni bir idealizm aşılamada ne kadar başarı gösterdiklerini görünce,
büsbütün artıyor. Đmparatorluktan Cumhuriyet'e geçişte görev almış memleketin bu fikir
delikanlıları, Batı'daki mukabillerinden çok daha üstün anlamıyla uygarlığın gerçek
askerleri oldular. Unutulmamalıdır ki, köy ilköğretim davasının pratik çözümlenmesi
41
onlardan gelmiştir ve Köy Enstitüleri'ni kurmak için mahrumiyetlere katlanmayı göze
alanların bir kısmı yine onlar arasından çıkmıştır” (Türkiye'de Köy Enstitüleri, s.27).
Düşlenen
modern
Türk
köyleri
için
birer
model
konumunda
planlanan
Köy
Enstitülerinden 1946-47 öğretim yılı sonuna kadar 5447 öğretmen, 8756 eğitmen, 541
sağlık memuru mezun olmuştu. 1946-1947 öğretim yılında, 20 enstitüdeki öğrenci mevcudu
da 16.400'e ulaşmıştı. Köy çocuklarının yetiştirilmesi için 1945'e değin açılan bölge
okullarının sayısı ise 380'di. 1947'de, o yıla kadar toplam 104 mezun veren Hasanoğlan
Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Enstitülerin tüm yöneticileri, eğitim şefleri değiştirildi.
Đlköğretim Genel Müdürü Đsmail Hakkı Tonguç da görevinden alındı. Demokrat Parti
iktidara geldikten bir süre sonra, 1954'de bakan Tevfik Đleri, bu kurumlardaki karma
eğitime son verdi ve kız öğrenciler ayrıldılar. 1954'te, 6234 sayılı kanunla Köy Enstitüsü adı
da kaldırılarak bu kurumlar birer Đlköğretim Okulu yapıldı. 1940'daki kuruluş gibi,
1954'teki kapanış da basının ve kamuoyunun tepkisinden uzak, sessizlik içinde oldu.
Aslında, toplumda önemli değişiklikleri gerçekleştirebilecek bir potansiyel oluşturan Köy
Enstitüleri'nin yazgısı, daha 5 Ağustos 1946'da Hasan Âli Yücel'in bakanlıktan istifasıyla
değişmiş, II. Dünya Savaşı sonrasındaki siyasal ortamda, muhalif kampanyanın baskısı ile
enstitülerin felsefesi temelinden yıkılmış bulunuyordu.
Eğitim Şûraları
Millî Mücadelede ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, bakanlığın bilimsel toplantılara,
konferanslara onca yer vermesine karşılık, Üçüncü Hey'et-i Đlmiye'nin yapıldığı 1926'dan
1939'daki Birinci Maarif Şûrası'na kadar benzeri bir başka önemli toplantının yapılmadığı
görülmektedir. 1933'te çıkan 2287 sayılı yasanın öngördüğü şûralar ise 1939'dan itibaren
yapılabilmiştir.
17-29 Temmuz 1939'daki Birinci Şûra'da, yeni Đlkokul Programı, millî eğitim müdürleri,
memurları ve ilköğretim müfettişleri yönetmelikleri kabul edilmiş, bir öğretmenli üç sınıflı
köy ilkokullarının 5 sınıfa çıkartılması benimsenerek 1940'da yürürlüğe konmuştur.
Şûrada, eğitmenlerce ilk 3 sınıfta okutulan, nüfusu 400'den az köylerin çocuklarından, 4. ve
5. sınıfları okuyacaklar için bölge merkez okulları oluşturulması da kararlaştırılmıştır. Orta
öğretim için sınav yönetmelikleri, disiplin yönetmeliği ve öğretim programları yeni biçimleri
ile kabul edilmiştir. Şûrada, orta öğretim mevcutlarının ileriye dönük hesaplanması ve 5
yıllık bir plana bağlanması da onaylanmıştır. 1939 Şûrası, yüksek öğretim için de bir takım
yenilikler getirmiş, Đstanbul Üniversitesi ile Ankara'daki fakülte ve yüksek okulların öğretim,
sınav, öğrenci işleri, doktora çalışmaları yönetmelikleri incelenerek uygun bulunmuştur.
Yayın işlerinin Bakanlıkça üstlenilmesi ve okul kitaplarının Devlet Matbaası'nda basılması,
teknik öğretim programları ve yönetmelikleri, meslekî öğretimin geliştirilmesi, en az 200
ilkokul mezunu veren yerleşim yerlerinde, mesleğe dönük değişik programlar uygulayan
kurs veya okulların açılması, ticaret orta ve liselerinin çoğaltılması, öğretmen yetiştirme,
okullaşma, verimlilik ve kapasite, öğretmenin refahı ve çalışma şartları, aynı düzeydeki
okullar arasında eşitlik (muadelet) sağlanması, Yüksek Öğretim Yasa tasarısı ile başka
eğitim-öğretim konuları şûranın çalışmalarıyla şekillenmiştir.
15-23 Şubat 1943 tarihleri arasındaki Đkinci Millî Eğitim Şûrası'nın gündemi, okullarda
ahlâk eğitiminin geliştirilmesi, bütün okullarda anadili çalışmalarının veriminin arttırılması,
Türklük eğitiminde tarih öğretiminin metod ve vasıtalar yönünden incelenmesi konularını
42
içermekteydi. Ahlâk eğitimi, anadili öğretimi, tarih öğretimi, en önemli üç hassas konu
olarak
belirlenmişti.
aydınlatıcı
kitaplar
Meslek
yazılması,
ahlâkı
yüksek
büyük
öğretmenler
kültür
yetiştirilmesi,
merkezlerinde
Ahlâk
öğretmenleri
Danışma
Kolları
kurulması, Türk diline, kültürüne, devrimin esas ve eserlerine, Türklük idealine bağlı
vatandaşlar kazanılması bu şûrada benimsenen önerilerdir. Đlk, Orta tarih programlarının
çocukların seviyelerine uygun olmadığı, mevcut konuların düşünceyi, millî duyguları,
karakteri
geliştirici
nitelikte
bulunmadığı,
anadili
öğretiminin
arzulanan
düzeyde
yürütülemediği açıklanmış, Türkçe, özellikle de “yazma” öğretimine ağırlık verilmesi, resmî
yazılarda dil ve ifade birliğinin sağlanması, Türkçe terimlerin yüksek öğretimde de
kullanılması, Ortaokul Türkçe Programının yeniden gözden geçirilmesi benimsenmiştir.
2-10 Aralık 1946'daki Üçüncü Şûra'da, Ticaret ortaokul ve liselerinin program ve
yönetmelikleri, Erkek Sanat Orta ve Enstitüleri, Kız Enstitüleri, Đstanbul Teknik Okulu,
Ortadereceli Teknik Öğretim Okulları program, yönetmelik, öğretmen ve öğrenci işleri
görüşülmüş, alternatifler önerilmiştir.
Tek Parti dönemi biterken, Dördüncü Millî Eğitim Şûrası 22-31 Ağustos 1949 tarihinde
gerçekleştirilmiştir. Bu şûranın gündemi, eğitim ve öğretimde demokratikleşme, ortaokul ve
liselere
öğretmen
yetiştiren
Eğitim
Enstitüleri
ile
Yüksek
Öğretmen
Okullarının
yenileştirilmesi, 1948 Đlkokul Programının sonuçlarının değerlendirilmesi, yeni Ortaokul
Programı
projesinin
incelenmesi,
Lise
Öğretim
Programının
4
yıllık
devreye
göre
düzenlenmesi konularını kapsamıştır.
Bu şûraya, 1946'daki siyasal alanda demokrasiye geçişin yansıması ve 1948 Đlkokul
Programının demokrasi anlayışına ne derece uygun olduğunun şûra oturumlarında
tartışılması önemlidir. Demokratik eğitim kavramı ilk kez bu şûrada konuşulmuş, okul
içinde her öğrencinin yeteneğine ve gücüne göre başarılı olmasının gözetilmesi ve uygun
gelişme imkânlarının sağlanması, okul dışında da okul öncesi eğitimin ve halk eğitimin yine
demokratik eğitim ilkeleri çerçevesinde algılanması üzerinde durulmuştur. Ankara'da yeni
bir Yüksek Öğretmen Okulu'nun açılması da IV. Şûra'da alınan kararın sonucudur. Yeni
Ortaokul Programı tasvip görmüş, anadili ve yabancı dil öğretimleri bakımından ve 3 yıllık
sürede öğrencilerin ancak yüzde 35'inin başarılı olabildiği gerekçesiyle liselerin öğretim
süresinin 4 yıla çıkartılması da kararlaştırılmıştır.
Đlk kez, kapsamlı bir orta eğitim programının, 1949'da uygulamaya konulan “Ortaokul
Müfredat Programı” ile gündeme geldiği görülmektedir. O tarihe değin, müfredat denilince,
okul ders cetvelindeki her bir derste işlenecek konuların başlıklarını içeren liste
anlaşılıyordu. 1949 programında ise okulun bir eğitim süreci olduğu gerçeğinden hareketle
programın ve dersin genel ve özel amaçları, hedefleri, öğretim stratejisi belirlenmişti. Đkinci
aşama ise ders kitabı yazarlarının bu programın amaç ve hedeflerine uygun eserler
yazmaları, öğretmenlerin de derslerini aynı amaçlar doğrultusunda işleyebilmeleriydi. Fakat
bu ikinci aşamadaki noksanlık ve başarısızlık, her zaman sürdüğünden doğru yaklaşımlı
programlar hedeflerine ulaşamamıştır.
Okul kitaplarının revizyonu, 1945'ten beri yalnız Türkiye'nin değil, UNESCO'nun da
gündemindedir. Halklar ve insanlar arasında düşünsel yakınlaşmanın gerekliliği, bunun en
etkili yolunun ise yetişmeleri sırasında gençlere yanlış izlenimler ve kanaatler vermemek
olduğu, dolayısıyla ilkin tarih kitaplarından yanlış yargılara neden olan olayların
çıkartılması girişimleri, henüz sonuçlanmamıştır. Türk hükümetlerinin muhtelif devletlerle
43
imzaladığı kültür anlaşmalarında da “ders kitaplarının, aşağılayıcı, düşman tanıtıcı
açıklamalardan arındırılması” cümlesi daima yeraldığı halde bu bile gerçekleşmemiştir.
Programların ve ders kitaplarının hazırlanmasında, başlangıçta atılan, bir bakıma o
dönemlerin
mecburiyetlerinden,
rejimlerinden
kaynaklanan
yanlışlıklar
da
ısrarla
korunmaktadır. Örneğin, tarih program ve kitaplarının, siyasal ve askerî konulardan
çatılmış yapısı gibi. Siyasi tarihle desteklenmiş, sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel tarih
örgüleri yerine, 1930'lardan beri üstün ırk, uygarlığın atası ırk tezleri öne çıkartılmış; bu
yaklaşım 1950'den sonra da sürmüştür.
Öte yandan, 1942'de kabul edilen ve öğretmene, köy halkını yetiştirme, halkın
kültürünü, köy ekonomisini yükseltmede önderlik görevleri yükleyen 4274 sayılı yasaya
paralel, halk eğitimine dönük özel bir programın hazırlanması ve uygulanması şöyle dursun,
1946'dan sonra yaygın eğitim çalışmaları hız kesmiş, hatta bu yüzden Dördüncü Şûra'da
“Halk eğitimi örgütünün bulunmadığı, çalışmaların sınırlı, sistemsiz ve -yaz-çiz-ciliğe
yolaçar nitelikte olduğu” vurgulanmıştır. 1951'de Türkiye'deki halk eğitimi çalışmalarını
değerlendiren Amerikalı Profesör W. Dickerman'ın raporu da bu doğrultuda tespitler
içermektedir.
Tek Parti Dönemi Kapanırken
1939-1945 Dünya Savaşı buhranının, bu yıllardaki eğitime verilen önem bakımından bir
şanssızlık olduğunu kabul etmek gerekir. Bununla birlikte 1940'ta, 268.476.000 TL'lik
genel bütçeden Millî Eğitime 17.796.000 TL (yüzde 6,62) bir pay ayrılmış, 1945'e değin pay
ve oran yükseltilerek o yıl 603.405.000 TL'nin, 51.013.000 TL'si (yüzde 8,45) ayrılmıştır. Bu
dönemde, ilköğretimdeki hızlı yapılaşma ve öğretmen kadrolarının arttırılması yükünün ise
tamamen il bütçelerine bırakıldığı unutulmamalıdır. Bu yıllarda yüksek öğretim gençliği 16
binlerde, liseliler 30 binlerde, ortaokulların genel mevcudu 100 bini aşma noktasında olup
ilköğretimden yararlanan çocuklar da 1 milyona ulaşmıştır. Öyle bir noktaya gelinmiştir ki
Başbakan Recep Peker 14.8.1946'da hükümet programını Mecliste sunarken, “Köylünün de
katkısı ile 10 yıllık bir sürede okulsuz köy bırakılmamasının hedeflendiğini, kentlerde köy
çocukları için yatılı bölge okulları açılacağını, okullara laboratuvarlar kazandırılacağını, her
seviyede ve branşta öğretmen yetiştirmeye önem verileceğini ve Teknik Öğretimin
geliştirileceğini” rahatlıkla söyleyebilmiştir. Nitekim, 1940'lara kadar, Đstanbul Yüksek
Öğretmen Okulu ile Ankara Gazi Orta Muallim ve Eğitim Enstitüsü dışında branş öğretmeni
yetiştiren kurum yokken Balıkesir ve Đstanbul Eğitim Enstitüleri açılmış, bu okullarda Toplu
Dersler
bölümleri de oluşturulmuştur. Ancak, Köy Enstitülerine dönük ilgi, kent
merkezlerindeki
Đlköğretmen
Okullarından
(eski
Muallim
Mektepleri)
her
nedense
esirgenmiş, daha önce sayısı 20 olan bu okullar, 1943-44 öğretim yılında 11'e, toplam
öğrenci mevcudu da 2558'e düşmüştür.
Türkiye'de, liselerin ve ortaokulların en verimli ve başarılı dönemi olarak da 1940'lı yıllar
gösterilir. Bunun da nedeni, okul sayılarının, öğretmen kadroları ile öğrenci mevcutlarının
dengeye ve kaliteye ulaştırılmasıydı. Örneğin, 1949-50 öğretim yılına girilirken 406
ortaokulda, 4364 öğretmen, 65.169 öğrenciyi (her okula 11 öğretmen, 160 öğrenci), 63
lisede, 1931 öğretmen, 21.440 öğrenciyi (her okula 23 öğretmen, 258 öğrenci) okutmaya
hazırdı. Bu dengeler sonraki yıllarda bir daha yakalanamamış, eğitim ve öğretim aleyhine
44
giderek bozulmuştur. Okul ortamlarının eğitime uygunluğu, öğretim kadrolarının pedagojik
yeterliliği ayrıca eğitime tanınan öncelik, yine 1940'lı yıllarda okuyanlar için bir şanstı.
II. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye'nin Batı dünyasında yer alması ve çok partili
demokratik hayata geçiş gündeme gelince, özerk üniversite ve din eğitiminin okul
programlarına girmesi gibi iki farklı gelişme görüldü. 13 Haziran 1946 tarihli 4936 sayılı
yasa ile Đstanbul Üniversitesi, 1944'te Teknik Üniversite adını alan eski Yüksek Mühendis
Okulu, Ankara'daki fakülteleri bünyesinde toplayan Ankara Üniversitesi özerklik elde etti.
Ama, o yıllarda daha devrimci bir karakter sergileyen, öğretim üyelerinin bir bölümü de
solculukla itham edilen Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara Üniversitesi'nin dışında
bırakılarak özerklikten yararlandırılmadı. Buna karşılık, 1948'de Ankara Yüksek Ziraat
Enstitüsü, 1950'de de Siyasal Bilgiler Okulu birer fakülte olarak üniversiteye bağlandı.
1946'da girilen çok partili rejim süreci, Halk Partisi iktidarını, güçlü Demokrat Parti
muhalefeti karşısında birtakım ödünlere zorladı. O yılki CHP Kurultayında, okullarda din
dersi okutulması önerildi. 1948-49 Öğretim yılında ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına veli
isteğine bağlı din dersi konuldu. Sonraki yıllarda bu uygulama ortaokul ve liselere kadar
yaygınlaştırılacaktır. 1949'da Ankara Üniversitesi'nde bir Đlahiyat Fakültesi açıldı. 1948'de
Millî Eğitim Bakanlığı'nca açılan, 10 aylık Đmam ve Hatip yetiştirme kurslarının yetersizliği
gerekçesiyle de 19 yıllık bir aradan sonra 1951'de Đmam-Hatip okulları açıldı. Mevcut ĐmamHatip kursları ilkokula dayalı 4 yıllık birer meslek okulu oldu. 1955'te, bunlara 3 yıl süreli
ikinci devreler (lise) eklenecektir.
1940-1950 döneminde meslekî ve teknik öğretime, savaş sonrası sanayileşme ihtiyacına
bağlı olarak eğilindiği, 1930'larda sayısı 40'ı bulmayan meslekî ve teknik okulların, 1946'da
2004ü aştığı (6 kat), öğrenci mevcudunun 5 binlerden 50 bine (10 kat) ulaştığı, bu
okullardaki öğretmen ve usta kadrolarının da 500'den 3 bine çıktığı (6) kat görülmektedir.
Bir yanda, ortaokul ve liselerde “kalite” kaygısı ile sayıların yavaş artması güdülürken,
meslekî ve teknik eğitimde, vasıflı eleman ihtiyacını karşılayacak pratik ve kısa sürede
yetiştirme yöntemlerine öncelik verilmiştir.
Demokrat Parti Dönemi (1950-1960)
Demokrat Parti'nin CHP iktidarından devraldığı eğitim mirası 17.428 ilkokul, 1.617.000
öğrenci; 406 bağımsız ortaokul, 68.000 öğrenci; 88 lise, 22.000 öğrenci; Köy Enstitüleriyle
birlikte 326 meslekî ve teknik okul, 53.000 öğrenci; 34 üniversite ve yüksek okul, 25.000
öğrenci, 7.200.000'i okur-yazar (yüzde 34,6) kabul edilen 20.936.590 genel nüfus, tüm
okullara ve bu genel nüfusa kültür, sanat, meslek eğitimi vermekle yükümlü toplam 47.700
kişilik, eğitmenden profesöre kadar bir eğitim ordusuydu. Türkiye, 1923-1950 arasında
sayıları dörde katlamış; okur-yazar sayısını 1.400.000'den beş kat fazlasıyla 7.200.000'e
ulaştırırken, genel nüfusa oranı 1/1100 olan öğretmen sayısını da dört kat arttırarak
1/440'a çıkartmış; ilk kez 40.000 köy sayısını aşan ve büyük çoğunluğu köy eğitimi için
yetiştirilmiş bir kadroya sahip olabilmişti.
Yeni iktidar, 1940'lardan beri işbaşında olan ve millî eğitimi yönlendiren kadroları
değiştirmekle işe başladı. Teknik eğitimin öncüsü Rüştü Uzel de Köy Enstitülerinin
mimarlarından Tonguç da uzaklaştırılanlardandı. O sıradaki uluslararası esintilerle TürkAmerikan yakınlaşmaları ise, klasik Batı örneği arayışlarını da sona erdirdi. Dönemin en
güçlü Maarif Vekili sayılan Tevfik Đleri'nin ilk bakanlığında (11.8.1950-6.4.1953), Amerikan
45
kaynaklı eğitim yaklaşımları geldi. Müsteşar Reşad Tardu, yeni dönemin mimarıydı.
Türkiye'ye çağırılan Florida Üniversitesi Profesörü Kate Wafford ile Boston Üniversitesi'nden
W. Kwaraceus ve Dickerman, 1951'de incelemeler yaptılar. Amerika'ya da 25 eğitimci
gönderildi. Đzleyen yıllarda da 600 dolayında eğitimci ve eğitim yöneticisi inceleme gezileri
için gittiler, geldiler. Bu trafik, ülkeye yepyeni kavramlar, projeler taşımıştır. “Program
Geliştirme”, “Araç Geliştirme”, “Beslenme Eğitimi”, “Deneme Lisesi”, “Fen Lisesi”, “Barış
Gönüllüleri”, “Vakıf Bursları” bunlardandır. 1958'de kurulan Eğitim Millî Komisyonu da
yapacağı çalışmalarda sözde bir yanlışlığa düşmemek için Japonya, Amerika, Fransa,
Đngiltere, Almanya ve Đtalya ülkelerini kapsayan bir dünya turuna çıktı.
1948'de başlatılan ve köy şehir okullarının farklılığını kaldırmayı amaçlayan girişimlerin
önemli bir adımı, 1950'de 3 sınıflı köy okullarının 5 sınıflı konuma getirilmesi oldu. 5166 ve
5210 sayılı iki yasa ise, 1942'de çıkartılan 4242 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilât
Yasası'nın koyduğu köylüye dönük imeceyle okul yapımı yükümlülüklerini kaldırdığından,
kimi köylerde bitmek üzere olan okullar, tamamlanmak şöyle dursun, çatısı, duvarları bir
anda yıkılıp enkazı yağmalandı. Köy Enstitülerinin ilköğretmen okuluna dönüştürülmesi,
Halkevlerinin kapatılması, okur-yazarlığın yaygınlaşmasını da olumsuz etkiledi. 1955'e
doğru genel nüfus 24 milyonu bulduğunda, gerçi resmî rakamlar okuma-yazma bilenlerin
oranını yüzde 40'a yaklaşmış gösteriyordu ama, 1950'deki okuma-yazma bilmeyen 13
milyonluk nüfusa 1,5 milyon daha eklenmişti. 1960'a gelindiğinde ise 27.800.000'lik genel
nüfusun ancak yüzde 39'u olan 11 milyon insanımız okuma-yazma biliyor gözükürken, bu
olanaktan yoksun bırakılanların sayısı 18 milyona yükselecekti. Oysa, okuma ve yazma
bilmenin çok daha önem ve gereklilik kazandığı kentsel ağırlıklı toplum sürecine girilmişti.
Bir başka kıyaslama ile Saltanat'ın Cumhuriyet'e bıraktığı 10 milyon dolayındaki “ümmî”ye
mukabil, Cumhuriyet'in 40. yılına doğru 20 milyon cahilimiz var demekti. Demokrat Parti
döneminin, eğitim tarihimizdeki bir sorumluluğu bu sayıda somutlaşmaktadır. Öte yandan,
sanki bir önceki dönemde milliyetçilik, halkçılık gözardı edilmiş ya da CHP bu iki ilkeye sol
ideoloji pencerelerinden bakmışçasına bir savla, ümmetçi-Türkçü ilkeler ortaya atıldı.
Çözüm getiren akılcı politikalar yerine, duygusal ve kaderci yollar aranması da 1950-60
arası on yılının gündeminden eksilmemiştir.
Đlköğretim ve okul öncesi eğitim düzeyinde önemli bir çalışma, 1953'teki Beşinci Millî
Eğitim Şûrası kararlarına bağlı olarak 1948 Programının bütünüyle ele alınmasıdır. Bu
amaçla 1953-54 yıllarında Bolu'da ve Đstanbul'da Deneme ilkokulları açılmıştır. Ovide
Decroly, Fanny Dann ve Effie Bathurst'in etkilerini yansıtan, köy okulları için ilgi odaklarını
içeren,
dönüşümlü
köy
okulu
programının
hazırlanması
ve
uygulanması
Bolu'da
gerçekleştirildi. Bu çalışmalarda, 1952'de Türkiye'deki köy okullarını inceleyen K. V.
Wofford'ın raporundan da esintiler vardır. Öğrencilerin serbest bir atmosferde çalışmaları,
sosyal faaliyetlere yer verilmesi, konu seçiminde ve aktarımında öğretmene esneklik ve
inisiyatif tanınması bu yeni sistemin özüydü. Ama, deneme okulları, devamlı ve sistematik
bir değerlendirme yaklaşımıyla birer program geliştirme laboratuvarı içeriği kazanamadı.
Đlköğretimde gündeme gelen ikinci bir yenilik 4. ve 5. sınıflarda, Coğrafya, Tarih ve
Yurttaşlık Bilgisi derslerinin “toplum ve ülke incelemeleri”, Tabiat Bilgisi, Tarım, Aile Bilgisi
derslerinin de “Fen ve Tabiat Bilgileri” adı altında birleştirilmesi oldu. Yedi yıl süren ve
denemeliği” daha ziyade kâğıt üzerinde kalan bu çalışmalara paralel “temel kabiliyet testleri”
de 1957-61 arasında uygulanmıştır. Fakat asıl değerli sonuç, 1954-1955 Öğretim yılından
46
itibaren esnek çerçeveler içinde yürütülen ve deneysel mahiyetteki faaliyetlerin, 1961'de
değiştirilen Đlkokul Programına önemli bazı yenilikleri katmış olmasıdır.
Yönetim,
Đlköğretim
çağındaki
nüfusun
tamamına
yetecek
okul
ve
öğretmeni
sağlayamamanın yarattığı sorunu çözebilmek için, -Köy Okulları ve Köy Enstitüleri
Teşkilâtı'na alternatif de bulunamadığından- Silahlı Kuvvetlerin imkânlarına başvurmuş, 15
Nisan 1959'da, Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Komutanlıklarına bağlı 2 ay süreli “OkumaYazma Taburları” kurulduğu gibi, 1952'de kapatılan Halkevlerinin yerine de kitle eğitimi
amacına dönük olarak Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde Halk Eğitim Bürosu kurulmuş, bu
büro aracılığı ile kasabalarda Halk Eğitimi Merkezleri, köylerde de Halk Okuma Odaları
açılmaya başlanmıştır. Bu örgüt, 1960'ta Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü adı altında
yenilenecek ve Türkiye'deki yaygın eğitim faaliyetlerinin beceri kurslarına ağırlık veren
evresi başlayacaktır.
1930'lu yıllarda önce kent okullarında, sonra da köy ilkokullarında kaldırılan din
derslerinin Şubat 1949'da CHP hükümetince “program dışı ve ebeveyn isteğine bağlı” olarak
ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına konması ardından, DP yönetimi iktidara gelişinden altı ay
sonra Kasım 1950'de din derslerinin program içine almış ama, çocuğun bu dersi izlemesi
kararını yine ebeveyne bırakmıştır (zorunlu Ahlâk Bilgisi dersinin konuluşu 1974-75'te
CHP-MSP Koalisyon Hükümeti'nin kararıyla; din dersi ile ahlâk dersinin birleştirilip
ilkokuldan liseye kadar zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi konulması ise Anayasa'nın 24.
Maddesi gereği olarak 1982-83 öğretim yılında Askerî Yönetim zamanındadır). 1956-1957
öğretim yılında da ortaokul ve dengi okulların 1. ve 2. sınıflarına Seçmeli Din Dersleri
konuldu. (Lise ve Dengi okullara Seçmeli Din Dersleri uygulaması 1967-1968'dedir).
1930'larda herhangi bir yasal önleme başvurulmaksızın, öğrenci yazılımlarının giderek
düşmesi sonucu kendiliğinden kapanan Đmam-Hatip okulları, aynı biçimde yasal bir
düzenlemeye gerek duyulmadan, 1951 ve sonraki yıllarda çoğalmaya başlamış, ilkin
Đstanbul, Đzmir, Konya başta olmak üzere 7 il merkezinde açılan bu kurumlar için, Đlim
Yayma Cemiyetleri aracılığı ile geniş yardım ve katılım kampanyaları gerçekleştirilmiştir. Đki
devreli (ortaokul-lise) meslek okulu konumundaki bu kurumların birinci devreleri 4, ikinci
devreleri 3 yıldı. 1959'da, gerek bu okullara meslek dersi, gerekse ortaokullara din dersleri
öğretmeni yetiştirmek için Đstanbul'da ilk Yüksek Đslâm Enstitüsü açıldı. 4 yıllık olan bu
kurumların diğerleri, Konya, Kayseri, Đzmir ve Erzurum gibi bölgesel merkezlerde ve yüksek
din eğitimine elverişli kentlerde kuruldu. Buralardan mezun olanlar, Diyanet Đşleri
Başkanlığının müftülük ve vaizlik hizmetlerine de atanmaktaydılar.
Bu gelişmenin, doğrudan DP aleyhine değerlendirilmesi mümkün değildir. Ama, bu
durum, Köy Enstitüleri'nin kapatılması gibi olumsuz bir gelişme ile aynı zamana
rastladığından haklı tepkilere ve eleştirilere konu olmuştur. 1953'te, programı son bir kez
daha değiştirilen ve kuruluş amaçlarından bütün bütün uzaklaştırılan enstitüler, 27 Ocak
1954 tarihli 6234 sayılı yasa ile birer öğretmen okuluna dönüştürüldü. Öğretim süresi 6 yıl
ve ilkokula dayalı olan bu yeni ilköğretmen okullarına, her yıl imtihanla ve yüzde 75'i köy
ilkokulu mezunlarından öğrenci alınması öngörüldü. Bunun sonuçları 1960'a değin örtbas
edilmiş, ancak 27 Mayıs'tan sonra, doğan açığı süratle kapatabilmek için 11 Ekim 1960'ta
97 sayılı yasa ile üniversite ve yüksek okul mezunları, askerlik yükümlülüklerini yerine
getirmiş olmak üzere yedeksubay öğretmen sıfatıyla Millî Eğitim Bakanlığının emrine
verildiği gibi; 5 Ocak 1961 tarihli ve 222 sayılı Đlköğretim ve Eğitim Kanunu ile de ortaokul
47
ve dengi okul mezunlarından 18 yaşını tamamlamış olanlara kurs görmek şartıyla
muvakkat öğretmenlik, lise ve daha yüksek okul mezunlarından istekli olanlara da meslek
derslerinden ve bunların uygulamalarından imtihana girmek kaydıyla öğretmenlik yolu
açılmıştır. Nihayet 18 Temmuz 1963'te de 291 sayılı kanunla askerliklerine karar alınmış
ilköğretmen okulu mezunlarının temel askerlik eğitiminden sonra Millî Eğitim kadrolarına
verilmesi sağlanmıştır. Ancak bu önlemlerledir ki, 1960'ta yüzde 39'a gerileyen okuryazarlık oranı 1965'te yüzde 48 düzeyine çıkartılmış, okullardaki büyük öğretmen açığı da
iyi kötü onarılmıştır. Dernekler aracılığı ile ve ilk zamanlar gayriresmî tarzda, Tevhid-i
Tedrisat Kanunu'na da tamamen aykırı biçimde ortaya çıkan Kur'an kursları ise hafızlık
taliminin ve konsantrasyonunun daha verimli olabilmesi gerekçesiyle, küçük yaşta ve
zorunlu ilköğretim çağındaki çocukları kaçak olarak almayı amaçlamış; böylece devlet
ilkokullarında okuma hakkından yoksun bırakılan çocuklar, “medrese”de okuduklarına
inandırılarak avutulmuşlar; Arap harfleriyle Kur'an okuyabilir fakat Arapça okuyup
yazamaz, Türkçe okur yazar olmayan ilginç bir zümre ortaya çıkmıştır. Bunlardan çoğu,
kadrolu imam ve müezzin olabilmek için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmek
zorunda kalmışlardır. Bu zümre ile Đmam-Hatip mezunları arasında da daha o yıllarda
karşılıklı suçlamalarla bir rekabet doğmuştur.
Orta öğretimde önceki dönemin “nitelik” kaygısı da bir tarafa itilip “nicelik” nicelik
politikası izlenmiştir. Örneğin, 1949'daki Dördüncü Şûra'da Millî Eğitim Bakanı Tahsin
Banguoğlu'nun “Lisenin hedefi nedir? Lise, ortaokul gibi, yüzde 70'i hayata atılacak, yüzde
30'u yüksek tahsile devam edecek talebe yetiştiren bir müessese midir? Lise bu değildir.
Lise hiç değilse nazarî olarak mezunlarının tamamı yüksek tahsile gidebilecek bir
müessesedir” açıklaması bir tarafa bırakılıp en küçük yerleşim merkezlerinde bile plansız,
binasız, kadrosu yetersiz, donatımsız liseler açılarak umudunu üniversiteye bağlayan
milyonluk işsiz gençler ordusunun kapısı aralanmıştır.
Dönemin birkaç iyi uygulaması özel programlı lise yeniliğinde görülüyor. 1953-1954
öğretim yılına rastlayan ve orta dereceli okullarda program geliştirme kapsamında yeralan
bu uygulamaların en başarılı örneği Đstanbul Atatürk Kız Lisesi'nde gerçekleştirildi. II.
Dünya Savaşı sonrasında hızla artan nüfusa ve eğitimde demokratikleşme kavramına bağlı
olan bu yenilik, Türkiye'de 1953'te gündeme geldi. Hazırlanan Deneme Okulu Program
Taslağı, adı geçen lisede 1955-56 öğretim yılından başlayarak uygulandı. Bunu, Ankara
Bahçelievler Lisesi izledi. Ford Vakfı'nca desteklenen çalışmalarla 6 erkek koleji de deneme
okulları listesine alındı. Bu okulların tek ya da çok amaçlı olabilmesi esnekliği öngörüldü.
Ama ilke olarak okul programlarının amaçlarını, öğretim metodlarını, öğretilen konuları,
öğrenme zevkini, öğrenciyi çalışmaya yönlendirmeyi, öğretmeni işbaşında yetiştirmeyi
denemek gözetildi. Đstanbul Atatürk Kız Lisesi'nde uygulanan programın ders dağıtım
cetvelinde orta kısım için, haftada toplam 27 saat ana dersler ile 8 saat özel dersler olmak
üzere 35 saat çalışma vardı.
1951-1954 arasında genel liselerde öğretim süresi 4 yıla çıkartılırken olgunluk sınavları
kaldırıldı. 1954-55 öğretim yılında yeniden 3 yıla dönüldüğünde ise olgunluk sınavı
konmadı. Lise Müfredatı, 1957'de yeni baştan düzenlenmiş, derslerde ve konularda önemli
bir değişikliğe gidilmemekle birlikte, eğitimde ileri ülkelerin programları örnek alınmaya
çalışılmıştır.
48
1956'da çıkartılan 660 sayılı “Güzel Sanatlarda Fevkalâde Đstidat Gösteren Çocukların
Devlet Tarafından Yetiştirilmesi Kanunu” bu alandaki ihtiyaca cevap vermiştir. Öte yandan,
ortaöğretimdeki fırsat eşitliği dengesinin, 1955'te, ülkenin Batı bölgeleri lehine giderek daha
çok bozulduğu, bunda da politik yaklaşımlardan daha ziyade ailelerin sosyo-ekonomik
yapısının, bölgesel kalkınma imkânlarının rol oynadığı görülmektedir. Liselerin, küçük ve
seçkin bir azınlığın okulu olmaktan çıkıp ortaokullarla beraber kitle öğretimine yönelmesi,
öğrenci kompozisyonlarının değişmesi ve lise kapılarının her tipten ailelerden gelen
öğrencilere açılması, bunun sonucunda da lise ve ortaokullarda zihin, yetenek, motivasyon,
değer yargıları ve davranış bakımından daha zengin bir çeşitliliğin ortaya çıkması 1955'ten
sonradır.
Bundan dolayıdır ki 1960'lardan başlayarak “seçkin azınlık” olmak özlemini koruyan
ailelerin öncülüğünde başka bir akım; Özel Okullara, Anadolu Liselerine yönelişi
hızlandırmıştır. Yine, 1950'lere gelinceye kadar liseler, yüksek öğretime öğrenci hazırlama
amacında ve 1960'a kadar da her lise mezununun bir yüksek öğretim programı seçebilmesi
imkânı varken, 1950-60 arasındaki kaliteyi gözardı eden okullaşma çabaları, üniversite ve
yüksek okulların kapasitelerini birkaç misli aşan lise mezunlarının birikimine neden
olmuştur.
1940-50 arasında meslekî ve teknik orta öğretime önem verilmesine karşılık 1950
sonrasında, klasik ortaokulların hızla artışı; teknik okulların aleyhine oldu. Bu, yalnız okul
sayılarında değil, okul programlarında da kendini göstermiş; 1956-1957 öğretim yılından
itibaren meslek ortaokulları bir bakıma, iş programları ağır basan birer ortaokul kimliği
kazanmıştır.
1950'li yılların sonlarında, öğretim sistemlerinin ve kurumlarının, halkın eğilimlerine
göre yönlendirilmesi süreci başlatılınca, üniversite ve yüksek okulların da bölgelere
yaygınlaştırılması kaçınılmazdı. 1955-57 arasında 4 yeni üniversite ve birçok yüksek okul
kuruldu. Ege Üniversitesi (1955), Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Ortadoğu Teknik
Üniversitesi (1956), Erzurum Atatürk Üniversitesi (1957); 1959'da ise Đstanbul, Đzmir,
Ankara ve Eskişehir Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademileri, Bursa, Buca Eğitim Enstitüleri
öğretime açıldı. Ancak, DP iktidarı, 1946'da özerklik elde eden Đstanbul ve Ankara
üniversitelerinin tutumlarından duyduğu rahatsızlık sonucu yeni üniversitelere özerklik
vermedi. Hatta, 1954'ta Millî Eğitim Bakanını, ilgili üniversite senatosundan görüş almak
şartıyla öğretim üyelerini görevden alma yetkisiyle donattı. Bundan dolayı da 1950-60
dönemi, üniversite çevrelerinin en ziyade rahatsızlık duyduğu yıllar olmuştur.
5-14 Şubat 1953 tarihleri arasında toplanan V. Millî Eğitim Şûrası'nın gündeminde “Okul
Öncesi Eğitim ve Öğretim”, “Đlkokullarda sağlık konusunda alınması gereken önlemler”,
“Özel Eğitime Muhtaç Çocukların Eğitimi”, “Đlköğretim ve Eğitim Yasası Tasarısı ve
Đlköğretimin Planlanması”, “Đlkokul Programı”, “Yeni Đlkokul Yönetmeliği”, “Đlkokullara
Öğretmen Yetiştirme ve Yeni Đlköğretmen Okulu Programı” vardı. On gün boyunca
komisyonlarda ve genel kurulda tartışılan bu gündemden, ancak sekiz yıl sonra gerçekleşen
önemli bir sonuç çıkmıştır ki, o da 6 Ocak 1961'de Millî Birlik Komitesince yasalaştırılan
222 Sayılı Đlköğretim ve Eğitim Kanunu'dur.
18-23 Mart 1957'deki VI. Şûra'da, Meslekî ve Teknik Öğretimle Halk Eğitimi tartışılmış,
enstitülerin 3 yıla çıkartılması, ortaokul (birinci devre) kısımlarında, genel ortaokullardakine
denk kültür verilmesi vb eğitimin ikinci ve üçüncü sıradaki sorunları konuşulmuş; Halk
49
Eğitimi alanında ise “gönüllü eleman yetiştirilmesi”, “Görme ve işitme yolu ile eğitim”,
“Köycü
Kardeş
Kolları”,
“Ordunun
ve
öteki
bakanlıkların
yardımı”
gibi,
çoğunun
gerçekleştirilemeyeceğini, gündeme getirenlerin de bildiği konular tartışılmıştır.
1960'tan Günümüze Bir Değerlendirme
27 Mayıs 1960'tan sonra esen olumlu hava; izleyen koalisyonlu yıllardaki arayışlar; ilk
kitlesel
öğrenci
eylemlerinin,
öğretmen
boykotlarının
1971'e
değin
getirdikleri
ve
götürdükleri; okul, öğretmen ve öğrenci kalitelerinin erozyona sürüklendiği, öğretim
kurumlarında çalkantı ve anarşinin yaşandığı 1975-1980 yılları; 12 Eylül dönemi ve
sonrası; geleceğin araştırmacılarına yığınlarla doküman bırakmış bulunuyor. Fakat şu
gerçek ki, bu kırk yılın belgelerine eğilenler ne kadar iyimser ve objektif olsalar da eş
zamanlı evrensel eğitim gelişmelerinin yanında, Türk millî eğitiminin giderek kalite
yitikliğine uğradığını, bir iç acısıyla saptamaya mecbur olacaklardır. Bu gerçeğin gerisindeki
asıl neden ise 40 yılda genel nüfusunu % 250 artıran ve okul çağı nüfusunu 20 milyonun
üzerine çıkartan ülkenin demografik yapısıdır. Đşte o vakit akla gelen, “Aş taşınca kepçeye
paha yetmez!” atasözüdür.
1850'lerde başlayan eğitim çabaları; yine bu son 40 yılda, barış gönüllülerinden,
yedeksubay
öğretmenlerden,
“hızlandırılmış
öğretim”
gülünçlüklerinden,
kırk
yılda
aşılamayan okur-yazarlık kördüğümünü dört ayda aşabilme safdilliğinden medetler umarak
hedefleri kovalarken daima daha geriye düşmüş; eğitimimiz onca ilginç deney yaşamasına
rağmen şartlarına uygun modelleri yakalayamamış; bütün bu çalkantılar arasında, oturmuş
birçok ilkeleri, yöntemleri, disiplinleri de terk etmiştir. Doğal ki bu çözülüşler, örneğin
ilkokul, ortaokul, lise bitirme sınavlarının kaldırılması, Türkçenin bir baraj dersi olmaktan
çıkartılması, okullardaki yığılmaları önlemek için “reform” denilerek yönetmeliklerde yapılan
değişiklikler, üniversitelere ortaokul düzeyinde Türkçe dersi konulması gibi düşündürücü
sonuçlar getirmiştir. Her yüzeysel ve yapay deneme, topluma “Millî Eğitim'de reform” olarak
tanıtılmış; ama hiçbiri şartlarımıza uygun, kalıcı, verimli, başarıyı arttırıcı yenilikler
olamamıştır. Bunda da gelip geçici bakanların “az zamanda çok işler yapmış olmak”
hevesleri vardır. 1920-1960 arasında 27 bakanla temsil edilen Millî Eğitim, 1960-2000
arasında da bir o kadar bakan daha görmüş; hükümetler daha sık değişmiştir. Yönlendirici
üst düzey kadrolar ise, 1960'lara kadarki tasfiyelerden sonra, ülkenin eğitim sorunlarına
vakıf olanlardan ziyade, politik, ideolojik, bölgesel yakınlık ve dostane ilişkilere göre
doldurulduğundan, bakan trafiğindeki hızlılığa koşut bir bürokrat trafiği de kaçınılmaz
olmuştur.
1961'e girilirken ilkokuldan üniversiteye kadar 3.400.000 dolayında öğrenci 26.000
okulda eğitim imkânı bulurken (genel nüfusun yüzde 12'si), 2000'de gerçi, 75.000 okulda
13.500.000 öğrenci (genel nüfusun yüzde 21'i) okuma fırsatı elde etmiştir ama, bu sayı ve
oran, okuma yoksunu çağ nüfusunu azaltmadığı gibi, okuyanların da çağdaş eğitim,
öğretim görebildiklerini ifade etmemektedir. Bu gerçek; 1976'dan beri Millî Eğitim
Bakanlığının görev ve yetkilerinin tanımında geçen “Türk milletinin bütün fertlerini, Atatürk
devrimlerine ve Anayasa'nın başlangıcında ifadesini bulan Türk milliyetçiliğine bağlı,
kaderde, kıvançta, tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde millî şuur ve ülküler etrafında
yetiştirmek” savı açısından ayrıca düşündürücüdür.
50
1960 sonrası yönetimlerinin, yoğunlaşan sorunlara çözüm bulur umuduyla Millî Eğitim
Şûrası'nı toplantıya çağırdığı görülmektedir.
5-15 Şubat 1962'deki Yedinci Şûra'da, tüm yurtta eğitim ve öğretimin belli bir sistem
içinde yaygınlaştırılması, 222 sayılı Đlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun belirlediği biçimde
ilköğretimin ve ortaöğretimin düzenlenmesi, yaş ve beceri düzeylerinin her eğitim-öğretim
kademesinde dikkate alınması, öğretimde, çevrenin ekonomik özelliklerinin de gözönünde
bulundurulması, ortaokullarda, zorunlu derslerin yanına seçmeli dersler de konması,
ortaokul sonrası için okul yönetimlerinin velilere yöneltme tavsiyesinde bulunması, tek
amaçlı lise yerine, ortaokula dayalı çok amaçlı lise programlarının hazırlanması, lise ve
dengi meslek okullarını bitirenlerin, tek elden yönetilecek, çeşitli olgunluk sınavlarından
geçirilmeleri; kız teknik öğretiminin, çevrenin yaşama koşullarını geliştirici yönde ve sanat
zevki verecek tarzda belirlenmesi; erkek teknik öğretiminin amacının, ülkenin teknik
alandaki insan gücü ihtiyacını karşılayacak biçimde düzenlenmesi; Eğitim Enstitüleri'nin
tüm bölümlerinin üç yıla çıkartılması öngörülmüştür.
28 Eylül-3 Ekim 1970'deki Sekizinci Şûra'da “Eğitim sisteminin toplum ihtiyaçlarına
cevap vermekten uzak olduğu, ekonomik ve sosyal kalkınmayı hedef alan bir eğitime ihtiyaç
bulunduğu”
vurgulanarak
biri
diğerine
bağlı
üçlü
sistemin
(ilköğretim-ortaöğretim-
yükseköğretim) sağlıklı bir yapıya kavuşturulması; ilköğretimin 222 sayılı yasanın
öngördüğü tarzda ıslahı; ortaöğretimin genel kültür ve yurttaşlık eğitimi veren, öğrencileri
ilgi ve yeteneklerine göre yönlendiren iki devreli konumda düşünülmesi; programlar
arasında yatay ve dikey geçiş imkânlarının hazırlanması; küçük yerleşim birimlerinde çok
amaçlı (genel, mesleki ve teknik programların yan yana uygulandığı) liseler açılması
gündeme getirilmiştir.
24 Haziran - 4 Temmuz 1974'teki Dokuzuncu Şûra'da; Millî Eğitim Temel Kanunu'nun
getirdiği esasların irdelenmesi; buna bağlı olarak, ortaokulun, ilköğretimin ikinci kademesi
sayılması; ortaöğretimde hem mesleğe hem yüksek öğretime, bir yönüyle de hayata ve iş
alanlarına hazırlayan programlara yer verilmesi; ortaöğretimde ders geçme ve kredi
sisteminin uygulanması; öğrenci akışında, ölçme ve değerlendirme işlemlerinin ilkelere
bağlanması; bakanlık merkez ve taşra örgütlerinin yeni okul sistemi bütünlüğüyle
bağdaşacak tarzda yeniden ele alınması tartışılmıştır.
23-26 Haziran 1981'deki Onuncu Şûra'da; eğitim programları, öğrenci akışını düzenleyen
kurallar; okul öncesi eğitim, temel eğitime başlama yaşının 7'den 6'ya indirilmesi
öngörülmüş, ancak uygalamaya 1983-1984 öğretim yılında başlanmıştır.
8-11 Haziran 1982'deki Onbirinci Şûra'da; öğretmenlik ve sorunları; 18-22 Temmuz
1988'deki Onikinci Şûra'da Türk Eğitim Sistemi, yüksek öğretim, öğretmen yetiştirme,
eğitimde yeni teknolojiler, Türkçe ve Yabancı Dil eğitimi-öğretimi; eğitim finansmanı, öğretim
programları; 15-19 Ocak 1990'daki Onüçüncü Şûra'da yaygın eğitim konuları 27-29 Eylül
1993'teki Ondördüncü Şûra'da, eğitim yöneticiliği, okul öncesi eğitim; 13-17 Mayıs
1996'daki Onbeşinci Şûra'da, zorunlu ilköğretimin 8 yıla çıkartılması önerisini de içeren,
2000'li yıllarda Türk Millî Eğitim Sistemi tartışılmış; 22-26 Şubat 1999'daki Onaltıncı
Şûra'da da Mesleki ve Teknik eğitimin ortaöğretim sisteminde ağırlıklı olarak yeniden
yapılandırılması gündemlerin başlıca konuları olmuştur.
Şûralar, Millî Eğitimin gerçek ve çok boyutlu sorunlarına çözümler aranan geniş
kapsamlı birer forum olmakla birlikte, onca heyecana, yükselen tansiyona, oluşturulan
51
ortak görüşlere ve kararlara rağmen, her seferinde “öncekilerde varılan kararların
uygulamaya konulmadığından yakınıldığına göre” fiilî sonuçları bakımından bu toplantıların
çoğu göstermelik olmuştur. Yine, alınan kararların uygulamaya dönüştürülmesinde okul ve
öğretmen için hedefler gösterilmediği için, örneğin, “öğrencilerin beden, zihin, ahlâk, ruh ve
duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı yetiştirilmeleri” gibi, Millî Eğitim Temel (Madde 2)
Yüksek Öğretim (Madde 4) kanunlarına dahi giren kimi kararlarının, nasıl ve hangi
vasıtalarla gerçekleştirileceği havada kalmıştır.
Öte yandan 1982'deki Onbirinci Şûra'da “Eğitim hizmetindeki öğretmen ve eğitim
uzmanlarının durum ve sorunları” tek maddelik gündeminin uzun uzun tartışılması,
Türkiye gerçeklerine göre öneriler getirilmesi, öğretmenlik standartlarının ortaya konulması;
hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerle geçiştirilemeyecek bu sorunun bir bütün olarak ele
alınması; öğretmenlik davranışının, özel bir meslek bilgisi programıyla kazandırılabileceği ve
Hizmetiçi Eğitim Dairesi'nin çalışmalarının yetersiz kaldığı vurgulamaları da somut ve
inandırıcı teşebbüslere dönüşmemiştir.
Onbeşinci Şûra'da, ilköğretimin 8 yıla çıkartılması kararının alınması sırasında
yaşananlar, şûraya siyaset ve din istismarı taşımaktan çekinmeyen kimi milletvekillerinin
takındıkları
tutum
dikkatlerden
kaçmamıştır.
Bunlardan
biri
Kur'an
kurslarının
kapanacağını ima ederek “Tilâveti öldürüyorsunuz!”; diğeri “Siz burada istediğiniz kararı
alın; yasa tasarısı komisyonda önümüze gelince icabına bakarız!” tepkileri herhalde
komisyon tutanaklarına geçmiştir. Bu şûradan ancak bir yıl sonra ve nice zorlamalarla
Meclis gündemine taşınan 8 yıllık zorunlu eğitimin, 1970'lerden beri ertelene ertelene nasıl
çetin bir savaşımla yasalaştığını ise Türk toplumu hayretle izlemiş; bu zor dönemeç, aynı
zamanda ulusça verilen bir sınav olmuştur.
Türk eğitiminde, her derecedeki eğitim kurumu için “millî”, “genel”, “özel” amaçların
belirlenmesi, 1940'lara kadar gider. 1948 Đlkokul Programı'ndaki “Đlkmektebin başlıca
maksadı, genç nesli faal bir halde hayata intibak ettirmek suretiyle iyi vatandaşlar
yetiştirmek”
ilkesi
buna
bir
örnektir.
Hatta
amaçların
dayanağı
düsturlar,
parti
programlarında yeralmıştır: “Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik ve inkılapçı
vatandaşlar yetiştirmek” gibi... Eğitimin amaçları kalkınma planlarında da vurgulanmıştır.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'ndaki “Eğitim, kalkınmanın en etkili aracıdır. Eğitimle
davranışları değiştirmek, yaratıcı gücü arttırmak, kişilere yeteneklerine göre yetişme olanağı
vermek, insanlara doğal ve toplumsal çevrelerini tanıtmak”; Đkinci Beş Yıllık Plan'daki
“Vatandaşların refah ve mutluluklarını arttırmak, kültür değerleri korunarak eğitim vermek”
vb gibi. 13 Ekim 1972'de belirlenen Millî Eğitim reform Stratejisi ise, 14.6.1973'te 1739
sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun çıkmasına kaynak olmuştur.
Kanunun 1. maddesi “Türk Millî Eğitiminin düzenlenmesinde esas olan amaç ve ilkeler,
eğitim sisteminin genel yapısı, öğretmenlik mesleği, okul bina ve tesisleri, eğitim araç ve
gereçleri ve devletin eğitim ve öğretim alanındaki görev ve sorumluluğu ile ilgili temel
hükümleri bir sistem bütünlüğü içinde kapsar” der. Bununla en azından, okul binalarının,
öğrenci çalışma vasıtalarının (sıra, masa, tahta, laboratuvar, kitaplık, okul gereçleri vb)
normalize edilmesi, sağlık ve pedagojik şartların uygun düzeye getirilmesi, öğretmenlerin,
eğitim mesleğinin “ehli” olmaları hedeflenmiştir. 14. maddede eğitim kurumlarının yer, bina,
tesis ve ekleri, donatım, araç-gereç ve kapasiteleri ile ilgili standartların önceden tespiti ve
optimal büyüklüklerde kurulması, verimli çalıştırılması hükme bağlanmış, 53. madde ile de
52
eğitim teknolojisi, program ve metodların yenileştirilmesi, geliştirilmesi öngörülmüştür. Bu
yasanın,
1983'te
çıkan
2842
sayılı
kanunla
değişik
2.
maddesinde
ise
“Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî, kültürel değerlerini
benimseyen, koruyan, geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasa'nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî,
demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan TC'ye karşı görev ve sorumluluklarını bilen
ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar yetiştirmek; beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu
bakımlarından dengeli ve sağlıklı... vs vs” denilmiştir. Ancak hizmetin ve ortamın nasıl
sağlanacağı, kaynakların nerelerden temin edileceği belirtilmediğinden; sırf yasalara “en iyi
ve edebî” sözlerin konulmasındaki hikmet-i hükümet uyarınca daha böyle nice madde
yasada yer almıştır. Yasa, Türk dilinin her kademede öğretilmesini vurguladığı gibi (10.
madde), Türk çocuklarının iyi birer vatandaş olabilmeleri için, gerekli bilgi, beceri, alışkanlık
ve davranışları, millî ahlâkı edinmeleri, ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünde yetişmeleri
zaruretini de (23. madde) ihmal etmemiştir. 18. ve 19. maddelerde eğitim sistemi “örgün” ve
“yaygın” olarak iki ana bölüme ayrılarak örgün eğitimin; Okul Öncesi, Đlköğretim,
Ortaöğretim ve Yükseköğretim kurumlarını kapsaması öngörülmüştür.
Bu kanunun en çarpıcı yanı ise kuşkusuz 4-17. maddelerdeki temel ilkelerdir. Eğitimde
din, dil, cinsiyet, ırk farkı gözetilmemesi, programların Türk vatandaşlarının istek ve
kabiliyetleri yönünde düzenlenmesi, herkesin yeteneğine uygun programları seçebilmesi;
eğitimde kadın-erkek eşitliği, genel ve meslekî eğitim fırsatlarının yaşam boyu sürekliliği,
demokrasi
bilincinin
beslenmesi,
eğitimde
laikliğin
esas
kılınması,
programların,
metodların, araç-gereçlerin bilimsel ve teknolojik esaslara uygunluğu, eğitim-insangücüistihdam ilişkilerinin planlanması, bina-tesis-donatım-personel standartları da yasada
unutulmamıştır ama aradan geçen yıllarda, bu doğrultularda yatırımların planlandığına,
bütçelerden ödenekler ayrıldığına ilişkin ciddi girişimler görülmemiştir. Aksine, giderek
çığlaşan eğitim çağı nüfusu karşısında, “okul ve öğretmen yok denmesin!” düşüncesiyle her
tip yapıdan, her tip okumuştan istifade yolları aranır olmuştur. Nihayet öğretmen açığı on
binleri, yirmi binleri, otuz binleri bulunca bütün üniversite mezunlarına, hukukçulara,
mühendislere, veterinerlere, jeologlara, hatta pratisyen hekimlere -pedagojik formasyon da
aranmaksızın- öğretmenlik yolu açılmış;bir zamanlar çavuş eğitmenler gönderilebilen
köylere üniversite mezunu her branştan gençler “sınıf öğretmeni” unvanıyla sevkedilmiştir.
1997'de açılan bu yeni çözüm kapısının gerisinde ise öğretmen yetiştiren köklü bütün
kurumların söndürülmesi,bu en önemli ulusal mesleği besleme görevini üniversitelere
devreden bakanlığın, asıl işlevinden ve sorumluluğundan sıyrılması gerçeği vardır. Kapı bir
kez, onbinlere açıldığı için de her sıkışmada aynı yolun kullanılması doğaldır. Oysa bu,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın özüne terstir: “Kimse eğitim ve öğretim hakkından
yoksun bırakılamaz. Öğretim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir. Eğitim ve öğretim,
Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin
gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz”
(1982 Anayasası, 42. madde). Bu hüküm, kuşkusuz, eğitim ve öğretimi yürütecek
elemanların da çok iyi ve pedagojik formasyon da kazanarak yetişmiş,gereksinimi
karşılayacak nitelik ve nicelikte olmalarını gerektirmektedir.
Plan ve Eğitim
53
1960'lı yıllarda planlı döneme geçilince gerçi eğitime önem verildiği her vesileyle
vurgulanmıştır. Ama, eğitimin bir uzun süreç olduğu, kuşaktan kuşağa geliştirilerek
sürmesi gerekliliği, yetkililerin bir kaygısı ve amacı olamamıştır. Birinci ve Đkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planlarında “Kalkınmanın gerektirdiği sayı ve yeterlilikte insan gücü eğitimine
önem verileceği”, Üçüncü Plan'da, “Eğitim sisteminin, kalkınma sürecinin bir parçası
olduğu”, Beşinci'de, “En değerli millî varlığımız ve beceri kaynağımız olan çocuklarla
gençlerin kalkınmanın sürekleyici unsurları oldukları” yinelenmişse de örneğin 1979-1983
yıllarını kapsayan Dördüncü Beş Yıllık Plan'da “Eğitimde beklenen hedeflere ulaşılamadığı,
eğitim sisteminin, sosyal adalet sağlanamadığı için, kalkınmanın gerektirdiği nitelikte ve
nicelikte insan gücü yetiştirmede yetersiz kaldığı”; 1985-1989 Beşinci Yıllık Plan'da da
“Geçmiş plan dönemlerinde eğitim sektöründe kullanılan kaynaklar arasında, sayı ve nitelik
gelişmesi sağlanamadığı” ifade edilebilmiştir. Devlet Planlama Teşkilâtının yayınladığı (1970)
Rasyonalizasyon Tedbirlerinde, “Gelecek kuşakları çağın icaplarına uygun yetiştirmek için
neler yapılması gerektiği sıralanarak: Đnisiyatif sahibi, yaratıcı gücü olan, hayatını her türlü
şartlar altında kazanabilen insanlara ihtiyaç olduğu; vatandaşı genç yaşta prodüktiv hale
getirecek bir eğitim sisteminin kaçınılmazlığı; bürokrat yetiştiren sistemin yerine teknisyen
yetiştiren sistemin gerekliliği...” gibi saptamalara “laf” düzeyinde yer verilmiştir.
Hükümet programlarında da kimi zaman “maarif”, kimi zaman “eğitim”, uzun bölümler
oluşturagelmiştir. Programlarda “On yılda okulsuz köy bırakmayacağız” gibi iddialar da
eksik olmamıştır. Dilden folklora, üniversiteden Gezici Köy Kadınları kurslarına, eğitim
tesislerine mutlaka temas edilmiş; “Eğitimde birlik ilkesine aykırı uygulamaların sona
erdirileceği, Atatürk ilkelerinin her kademede egemen kılınacağı” da vurgulanmıştır.
1950'den sonra kısa fasılalar dışında, “milliyetçi-muhafazakâr” iktidarların işbaşında
olmasına rağmen, 1979'daki hükümet programında “Eğitimin beynelmilelci ve Marksist
tesirlerden kurtarılacağı” vaadinde bulunulması da enteresandır.
Millî eğitimi yönlendiren belli başlı üç beş yasa dışında, doğrudan ya da dolaylı ilgili yasa
ve yönetmeliklerin sayısını bile tespit etmek mümkün değildir. 1961-1981 arasında
yürürlüğe konan ve Millî Eğitimin çeşitli birimleri, görevleri ve hizmetleriyle ilgili 218 ayrı
yönetmelik bulunduğunu hatırlatmak yeterlidir. Son eklentiler ve yenilikler dışında 1980'li
yılların sonuna doğru, eğitimimizi doğrudan ilgilendiren mevzuat yığıntısının üç büyük ciltte
toplam 2548 sayfayı kapsadığını belirtmekte de yarar var.
1980'e gelindiğinde yaşanan uzun ve korkutucu anarşi yangınının, bu anarşiye kurban
verilen yüzlerce öğretmenin acı anıları* bir yana, şu gerçekler ortaya çıktı: Türkçe'nin eğitim
ve öğretiminin, dilin bir düşünce ve yükselme vasıtası olarak edebiyat, tarih, felsefe
öğretimlerinin desteğinde, evrensel bilinci uyandıracak düzeye ulaştırılamaması; okul
ortamlarının, zekânın ve duyguların sağlıklı gelişmesine yeterli donanımdan yoksunluğu ve
giderek çekiciliğini yitirmesi, hattâ itici olması; sanat, spor, kültür faaliyetlerinin çok geri ve
göstermelik düzeylerde kalması; eğitim örgütlerinin çocuk ve genç üzerindeki etkinliğinin
azalması, etkinin kontrol dışı alanlara ve iletişim araçlarına kayması; yabancı dil,
matematik,
fen
öğretimlerindeki
başarısızlık;
endüstriyel
ve
teknolojik
gelişmelerin
okullardan daima uzakta kalışı; programların çağdaş ilkelere göre yenilenememesi; okul
kitaplarının, öğretmenlerin, okulların sürekli eleştiriye, öğretmenliğin giderek nitelik
kaybına uğraması; okuma yasakları; fikirsizliğin ürünleri sayılan “millî tarih”, “millî
coğrafya” adlandırmaları; eğitim yerine, ezbere ve tekrarcılığa öncelik veren; bir Bakanına
54
“Liselerde Eflâtun okutulmasa ne olur?” dedirtebilen; öğretmeni ve öğrenciyi zengin gözlem
ve kaynak alanları yerine dar, donanımsız derslik soğukluğunda tutmayı yeğleyen bir
sistem!
1980'lerden sonra ise, öğretmenlerin hizmet içi yetiştirilmeleri, lisans ve lisansüstü
akademik formasyonlar kazanmaları gündemdedir ama, sayıları yüz binleri aşan ve “devlet
memuru” sayılan bu büyük kitlenin ülke düzeyindeki dağılım, nakil, ayrılma, dönme
trafikleri yeterince iş yoğunluğu sağladığından, ayrıca yatırımsızlık, bürokrasi engelleri
karşısında,
bu yaklaşımın
da
bir
“diploma
dağıtma” kolaycılığında takılıp
kaldığı
görülmektedir. Millî Eğitim Temel Kanunu'na göre öğretmenlik “Devletin eğitim, öğretim ve
bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği”dir ama, ihtisasların
nasıl kazandırıldığı hâlâ meçhuldür ve özellikle de pedagojik formasyonun nasıl verildiği
bilinmemektedir. Oysa 1983'te Onbirinci Şûra'daki tanımlamayla; öğretmen adaylarının:
“Atatürk ilkelerini yaşatıp yüceltecek, eğitim biliminin kuramsal yapısını, metodolojisini,
terminolojisini öğrenmiş, kalkınma ile eğitim arasındaki bağlantıyı bilen, eğitim sorunlarını
inceleyen, ders konularının eğitim programındaki rolünün farkında, eğitim süreçlerini
özümsemiş, edindiklerini öğrenci davranışlarının gelişiminde kullanan” aydınlar olarak
yetiştirilmeleri pek edibâne önerilmiştir. Günümüzün öğretmeni ise bunların yabancısı
olarak 657, 439, 1702, 5442... sayılı yasaların, bir dizi kararname ve yönetmeliğin yasakları,
kuralları ortamında görevini yapmaya çalışmaktadır.
Program, Kitap
1924, 1926, 1936, 1962 ve 1968'de önemli değişiklikler gören öğretim programları,
1970'li, 80'li, 90'lı yıllarda da değiştirilmiştir. Yeni dersler ve programlar getirilmesi doğaldır.
Ancak, giderek daha eklektik ve tutarsız öğretim programları kaçınılmaz olmuştur. Örneğin,
1988'de yayınlanan Ortaokul Programının 27-51. sayfaları arasındaki “Eğitim ve Öğretim
Đlkeleri”nin hangi yetkili kurulca ne zaman yürürlüğe konulduğu bilinmemektedir. Öte
yandan, lise programında böyle bir bölüm yoktur. Yani, ortaokul öğretimi için ilkeler, lise
öğretimi için ilkesizlik sözkonusudur. Galip Karagözoğlu şöyle diyor: “Öğretim programları
ile verilmesi istenen bilgi ve beceri çocuğun günlük hayatında kullanılacak türde değildir.
Đlk, orta, lise kademelerinde öğretim programları bakımından bir bütünlük yoktur...
Dengeler kurulamamıştır. Okullarda fiziki şartlar elverişsizdir... Öğrenci başarısı eskimiş
yöntemlerle
değerlendirilmektedir...
(Milliyet,
11.11.1988,
“Eğitim
Sorunları
Çözümlenemez”). Türkçe Eğitim Programı 1981'de kabul edilmişken yirmi yıl boyunca
uygulanmamıştır. Programa uygun ders kitabı yazılamadığından “okuma” dersleri devam
etmektedir. Çocuklara ve gençlere elyazısı becerisi kazandıran öğretmen sayısı, bunu ihmal
edenlere oranla yüzde 10 bile değildir. Edebiyat programı “sakıncasız ölü ozanlar ve yazarlar
antolojisi” durumundadır. Đlkokul-ortaokul öğrencilerine “Türklerin Anayurdu ve Göçler”
hikâyesi ile atalarımızın buzullar çağından önce bile uygarlık kurdukları belletilir. 10
yaşındaki çocuklar Mısır ve Mezopotamya'nın beş bin yıl önceki devletlerini ezberlerler.
1981'de kabul edilen TC Đnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Programı'nın açıklamalarında laiklik
sadece bir kez ve şöyle geçer: “Bu kavramın dinsizlik olmadığı belirtilerek, Atatürk'ün Đslâm
dinine olan saygısı kendi sözleriyle açıklanacak; onun esas itibariyle tutuculuk, gericilik,
yobazlık
ve
hurafelerle
safsatalara
ve
din
istismarcılığına
karşı
olduğu
üzerinde
durulacaktır.”
55
Bir dönem, Lise Fizik Programı 9, Biyoloji Programı 13 sayfa iken, Sağlık Bilgisi Programı
90 sayfa olabilmiştir!
Cumhuriyet'in ilk yıllarında ders kitabı ve yayın işleri, yeni rejim, yeni toplum, yeni
gençlik ilkelerine uygun yürütülür ve 1933'te 2259 sayılı yasa uyarınca ilkokuldan
üniversiteye kadar tutarlı kitaplar yayınlanırken bu önemli konu giderek ihmal edilmiş,
1974'te Dokuzuncu Şûra'da her ders için tek kitap ilkesi benimsenmiş; 1739 sayılı yasanın
54. maddesi de bunu öngördüğü için bir süre de bu yol denenmiştir. 1985'te ders kitapları
işi bir yönetmeliğe bağlanınca dönemin bakanı, bakanlık müfettişlerini iki ay içinde 1400
ders kitabı yazmaya zorlamış, bu garip “kitap yazma seferberliği” bakanın istifasıyla
noktalanmıştır.
Đçerikleri
ne
pedagojik
ne
bilimsel,
ne
de
öğretim
dili
açısından
incelenemeden yayınlanan, bakanlığın 425 ayrı ders kitabının yıllık tirajı 35 milyon
civarındadır. Piyasaya bırakılan ders kitapları ise baş döndürücü kazançlar sağladığı için
bunların çoğu gösterişli fakat içeriksiz, yanlış, yetersizdir.
1976'da da YAY-KUR (Açık Öğretim Programları) çalışmaları başlatılmıştır. “Eğitim
Araçları ve Donatım Standardı” ise 1990'da yayınlanmıştır. Fakat bu yönetmelikteki
mütevazi araç-gereç donatımlarının okullarımıza bir “hava” getirmesi hayaldir. Oysa “Özel
Öğretim Kurumlarına Ait Standartlar Yönergesi” özel öğretim kurumlarını tepeden tırnağa
araca-gerece, kitaba boğmayı amaçlamaktadır. Devlet okulları için “Türkçe araç-gereç
listesi” dahi düşünülmemişken özel sürücü kurslarında bile kitaplık bulundurulması
zorunlu kılınmıştır.
Okullar
Milli Eğitim Temel Kanunu uyarınca (Diğer bakanlık ve kuruluşlara ait olanlar dışında)
özel, genel, meslekî okulların sayısı çok, düzeyleri farklıdır. Ama programları, öğretmen
kadroları her birinin sağlıklı ve verimli öğretim yapabilmelerine cevap verememektedir. Faal
örgün eğitim kurumlarının başlıcaları; ana sınıfı (ilkokul bünyesinde), Anaokulu, Uygulama
Anaokulu, Özel Türk Anaokulu, Özel Azınlık Anaokulu, Đlköğretim Okulu (resmî), Özel
Đlköğretim Okulu, Özel Yabancı Đlköğretim Okulu, Özel Azınlık Đlköğretim Okulu, Yatılı
Đlköğretim Bölge Okulu, Pansiyonlu Đlköğretim Okulu, Özel Uluslararası Đlköğretim Okulu
(International Commut), Yüzüncü Yıl Đlköğretim Okulu (Uluslararası), Lise (resmî), Anadolu
Lisesi, Fen Lisesi, Yabancı Dille Öğretim Yapan Lise (Süper Lise), Yabancı Dille Öğretim
Yapan Yabancı Lise, Azınlık Lisesi, Çok Programlı Lise, Yabancı Dil Kolu Bulunan Lise,
Güzel Sanatlar Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Teknik Lise, Yapı Meslek Lisesi, Anadolu
Teknik Lisesi, Meslek Lisesi, Anadolu Meslek Lisesi, Kız Meslek Lisesi, Kız Teknik Lisesi,
Anadolu Kız Teknik Lisesi, Anadolu Meslek Lisesi, Anadolu Đmam Hatip Lisesi, Ticaret
Lisesi, Anadolu Ticaret Meslek Lisesi, Anadolu Tekstil Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi,
Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi, Anadolu Aşçılık Meslek Lisesi, Denizcilik Meslek
Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi, Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, Anadolu Dış Ticaret Meslek
Lisesi, Anadolu Đletişim ve Basın Yayın Meslek Lisesi, Anadolu Mahalli Đdareler Meslek
Lisesi, Anadolu Sekreterlik Meslek Lisesi, Terzilik, Seramik, Motor Meslek Liseleri, Özel
Akşam Lisesi, Özel Akşam Ticaret Lisesi, Açıköğretim Lisesi, Eğitimi Güç Çocuklar Okulu,
Ortopedik Özürlüler Okulu, Ağır Đşitenler Okulu, Alt Özür Sınıfı, Đşitme Engelliler Özel Sınıfı,
Yetiştirme Yurdu, Eğitilebilirler Đş Okulu.
56
Yaygın Eğitim kurumlarının başlıcaları ise şunlardır: Yaygın Eğitim Enstitüsü, Endüstri
Pratik Sanat Okulu, Pratik Kız Sanat Okulu, Olgunlaşma Enstitüsü, Yetişkinler Teknik
Eğitim Merkezi, Meslekî Eğitim Merkezi, Halk Eğitimi Merkezi, Eğitim Odası, Çıraklık Eğitim
Merkezi, Meslekî ve Teknik Açık Öğretim Okulu, Akşam Sanat Okulu, Eğitim ve Uygulama
Okulu, Meslek Okulu, Bilim ve Sanat Merkezi, Özel Kurslar, Özel Dershaneler, Meslek
Kursları.
Bu çeşitliliği, Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve Akraba Topluluklarında açılan resmî ve
özel okullar, Eğitim Merkezleri; Almanya'dan Bangladeş'e, Avustralya'ya, Güney Afrika
Cumhuriyeti'ne kadar dağılmış olan yurt dışı özel öğretim kurumları ve örgün öğretim
kurumları daha da zenginleştirmiştir.
Okullar, kurumlar türlü çeşitli ve çoktur ama örneğin 1979'da sanayi ve hizmetler
sektörlerinde çalışan kadınları temsilen binlerce işçi kadının imzaladığı dilekçe o yıllarda 06 yaş grubunun ancak binde 5'inin okul öncesi eğitimden yararlanabildiğini belgelemiştir.
Bu oran, 1990'larda yüzde 4'e ulaştırılabilmiştir. Okul öncesi eğitime Türkiye'de henüz
“lüks”
gözüyle
bakıldığından,
çocuklar
7
yaşına
kadar
çoğu
durumda
başıboş
bırakılmaktadır. Bu gruptaki 8-10 milyon çocuktan sadece üç dört yüz bininin, yarım
milyon dolayındaki korunmaya muhtaç çocuktan ise yalnızca on beş bininin eğitimi
mümkün olabilmektedir. Sayıları milyonu aşan özürlü çocukların ise sadece otuz bini eğitim
almaktadır. 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile bu yasada değişiklikler yapan
kanun hükmünde kararnameler, kurumlara ilişkin yönergeler, 1985'te çıkartılan Özel
Öğretim Kurumları Yönetmeliği ise çağdaş ve demokratik ülkelerdeki resmî-özel okul
yarışını değil, zengin-yoksul ayrıcalığını su yüzüne çıkarmıştır.
Temel eğitimin, ilkokul-ortaokul (ilköğretim okulu) olarak 8 yıla çıkartılması, 1970'lerden
1998'e değin, siyasetçi müdahaleleriyle ertelenmiştir. Öte yandan, “iş eğitimi ağırlıklı”
ilköğretim programının uygulanmaması, yaşama ve ekonomiye kısa zamanda uyum
sağlayan insan yetiştirmeyi engellemektedir. Đlköğretim okullarının çiçekli, ağaçlıklı
bahçelerden yoksun, özensiz ve sevimsiz, çocuk silolarına dönüşmesi bu son dönemdedir.
1961'de yürürlüğe giren 222 sayılı Đlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun birçok maddesi,
1983'te çıkartılan 2917 sayılı yasa ile değiştirildikten sonra hazırlanan ve 948 sayfalık bir
doküman olan Đlkokul Programı, gerçi Đlköğretimle ilgili yasal hükümleri, “iyi ve doğru” her
şeyi içermektedir: Demokratik eğitim-öğretim, etkileşim, hayatilik, planlılık, okul-aile
işbirliği, millilik, hoşgörü, Türkçeyi doğru ve açık kullanma, araştırma... uzun uzun
açıklanmıştır. Oysa okullar neredeyse otokratik ama herhalde otoriter ve klasik bir eğitimöğretim manzarası sergiler. Đlköğretim Yönetmeliği “mecburî öğrenim çağı, çocuğun 5 yaşını
bitirdiği yılın Eylül ayı sonunda başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı
sonunda biter”, “Đlköğretimde normal öğretim esastır”, “Öğrencilere maddi ve manevi ceza
verilmez”, “Birinci devre öğrencilerine evde yapmak üzere ödev verilmez...” kurallarını
içermiş olsa da bunlara kulak asılmamakta, her yıl yüzbinlerce çocuk zorunlu ilköğretime
kayıt olmadığı gibi, okullarda dayak ve aşağılama önlenememekte, programdan veya
program dışından ödev de verilmektedir.
Liselerin bugün hangi amaca hizmet ettiği tartışma konusudur. Bir zamanların millî
kültürün ve hümanizm ruhunun kazandırıldığı, bütün mezunlarının üniversiteye girebildiği
liselerinden; her yıl yüzbinlerce mezununu, umutsuz ve meyus kılan liselere gelinmiştir.
Anadolu Liselerinin sayısı, kadro, kalite, yer düşünülmeden arttırılmışsa da A ilindeki bir
57
Anadolu Lisesi ile B ilindeki Anadolu Lisesi arasında uçurum denecek farklılıklar
sözkonusudur. Nüfusu az ve dağınık yerleşim birimleri için, genel, meslekî ve teknik öğretim
programlarını bir arada veren Çok Programlı Liselerin sayısı da giderek artmaktadır.
Öğretmen Liseleri, Anadolu Öğretmen Liselerine dönüştürülmüşse de bu okulların öğretmen
yetiştirmek gibi bir hedefi yoktur. 1972'de kabul edilen Đmam-Hatip Lisesi Yönetmeliği'nin 1.
maddesi “Laik öğretim sistemimiz içinde, Millî Eğitim Bakanlığı'nın hızmetleri arasında ayrı
bir meslek okulu niteliğinde, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 4. maddesi gereğince kurulmuş
bulunan Đmam-Hatip okullarının amaçları, 633 sayılı Diyanet Đşleri Bakanlığı Kanunu'nun
22. maddesine göre imamlık, hatiplik, Kur'an kursu öğreticiliği, gerektiğinde müftülük,
vaizlik benzeri görevleri yapmak üzere ortaöğretim görmüş din görevlileri yetiştirmektir”
diyorsa da bunların, zaman içinde “arka bahçe”ye dönüştürülerek bir rücu eyleminin
odakları yapılması çabalarını kamuoyu izlemiş;bu okulların sayıları ve mevcutları neredeyse
genel liselerle yarışacak düzeylere ulaştırılmış;kızlar için ayrı Đmam-Hatip Liseleri, ĐmamHatip Liselerinde ayrı kız şubeleri, okullarda ayrı kız kapıları, ayrı dershaneler açılmış;giyim
kuşam farklılıkları yaratılmıştır.
Bir kentteki aynı müdürlüğe bağlı, kızlar ve erkekler için ayrı ayrı ve tamamen bağımsız
okullar dikkate alındığında 1990'lardaki sayıları 1000'e, öğrenci mevcutları da 500 bine
ulaşan Đmam-Hatip Liselerinin, özel yurtlarda barındırılan yoksul köy çocuklarına daha bir
şefkatle kucak açtığı, dindar ailelerin de kızlarını öncelikle bu okullara gönderdikleri
gözlenmiştir. Yine, zorunlu ilköğretim süresinin 8 yıla çıkartıldığı 1998'e değin, 4800 Kur'an
kursunda, çağdaş eğitim, denetim ve gözetim ilkelerinden uzak 155.000 çocuk okumakta,
her yıl yeni 300 Kur'an kursu açılmaktaydı.
Kız Meslek ve Kız Teknik Liselerinde ve Pratik Kız Sanat Okullarında, ayrıca yaygın eğitim
kapsamındaki kurum ve kurslarda, eğitim, genel kültür ve beceri kazandırmaya dönük
çocuk gelişiminden ev yönetimine ve giyime, nakış, resim, tekstil ve seramikçilikten
kuaförlüğe, elektronikten, yapı ressamlığına, bilgisayara, hazır giyime ve besin teknolojisine
kadar pek çok dalda program uygulanmakta ise de bu kurumlar hiçbir dönemde birer
cazibe merkezi olamamıştır. Erkek Teknik Öğretimin örgün ve bu alanın yaygın eğitim
kurumlarında da elektronikten gazeteciliğe, kadastro, boya-apre, serigrafi işlerinden,
restorasyon, konfeksiyonculuk ve kuyumculuğa değin 80 dolayında program vardır. Son
yıllarda sayıları artan Çok Programlı Liselerde ise benzeri programlar ile bankacılık,
muhasebe, petro-kimya gibi yeniliklere de yönelindiği görülmektedir. Endüstriyel Okullar,
Yaygın Meslek Eğitimi, Mesleki Eğitim, Teknik Đşbirliği projeleri için, dış krediler ve
karşılıksız dış yardımlar alınmaktadır.
Okur-Yazarlık
Vasıflı insan gücü yetiştirmek için 1977'den sonra, 2089 sayılı Çırak, Kalfa ve Ustalık
Kanunu, 1986'da da 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunları yürürlüğe konmuştur.
1988'de 53 ilde toplam 167 Çıraklık Eğitim Merkezi varken, 1990-91'de öteki yaygın eğitim
kurumları ve 752 Halk Eğitim Mekezi ile birlikte 4093 yaygın eğitim kurumu örgütlenmiştir.
Bunlarda 1.352.000 kişinin eğitim gördüğü bildirilmiştir (Cumhuriyet, 19 Şubat 1991). Halk
Eğitimi Merkezleri'nde ve bağlı Gezici Kurslar'da 107 ayrı dalda beceri kazandırılmaktadır.
Halk Eğitimi aracılığı ile sürdürülen okuma-yazma çalışmalarında da 1989 sonuna değin
58
toplam 4.282.468 kişiye hizmet götürüldüğü; okuma-yazma genel oranının da yüzde 89'a (?)
ulaştığı iddia edilmektedir.
Oysa 1980 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 22.041.595 kadından 11.105.977'sinin
(yüzde 50), 22.695.362 erkekten de 7.296.074'ünün (yüzde 34) okur-yazar olmadığı ve
herhangi bir okulu bitirmediği saptanmıştır. 18.402.051 ümmî (okuma-yazma bilmeyen) ise
1980 nüfusunun yüzde 41'ini oluşturmaktaydı. 1989'a değin, çağ nüfusunun tamamını
alamayan okulların, 10 yılda 4 milyon kişiye okuma-yazma öğrettiği sanılan kursların,
yüzde 59'luk okur-yazarlık oranını, yüzde 89'a nasıl çıkartılabildiği ise cevapsız kalıyor.
Esasen okur-yazarlık kavramına, artık a, b, c'yi tanımak olarak bakılamayacağı gibi verilen
yüksek oranların da okur-yazar olmayanların sayıca azaldığını göstermediği açıktır.
Örneğin, 1940'lardaki yüzde 40 ümmî, 7 milyonu ifade ederken, 1990'larda yüzde 15'lik
oran 9 milyon demektir. Okur-yazarlık oranının Hakkari'de yüzde 32 olması; Đstanbul'da
bile 1,5-2 milyon ümmî bulunması; iktisaden faal nüfusta okur-yazarlık gerçekten yüzde
89.4'e ulaşırken, 6 yaş yukarısında bu oranın yüzde 77'de kalması, belirli bölgelerde de
yüzde 45.8 çizgisinde oluşu, Türk Millî Eğitiminin en önemli sorunudur. Güneydoğu ve
Doğu'da ise yüksek doğum oranı, hem Türkçe'yi bilmeyenlerin hem ümmîlerin sayısını hızla
arttırmaktadır.
Türkiye'de eğitim çağ nüfusu, üniversite bazında (0-21 yaş) genel nüfusun yüzde 56'sı,
ilköğretim bazında (0-15 yaş) yüzde 42'sidir. Bu demektir ki ilköğretim çağında 25 milyon
nüfus vardır. Tespitlere göre ilkokul mezunlarının bile yüzde 20'si, ilk 3-5 yıl içinde okumayazmayı unutmaktadır. Bu oran kadınlar arasında daha yüksektir. Okuma-yazmayı, günlük
yaşamın
vazgeçilmez
bir
uğraşı
ve
gereksinimi
sayanların
oranı
ise
henüz
hesaplanamamıştır ve herhalde yüzde 10'un altındadır.
Üniversite, Bütçe ve Okullaşma
Genel ve meslekî liselerden her yıl mezun olan gençlerin ancak yüzde 26'sının yüksek
öğrenim hakkı elde edebilmesi; geçmiş yıllardan, ileriki yıllara ne denli ürkütücü bir
“okumuş işsizler”in yığılmakta olduğunu gösteriyor. 1990'da LĐMME (Lise Mezunlarına
Meslek Edindirme) projesi, bu sorun için düşünülmüş oyalayıcı bir çözüm olarak
sunulmuşsa da tutmamıştır.
Üniversite ve yüksek öğretimle ilgili olarak 1960 sonrasındaki en ciddi iki müdahale 114
sayılı kanunla, 147 öğretim üyesinin uzaklaştırılması (tasfiye); 115 sayılı kanunla da
üniversitelere tam özerklik tanınması olmuştur. 4 Kasım 1981'de ise 2547 sayılı Yüksek
Öğretim Kanunu (YÖK) ile üniversite, yüksek okul, akademi ve enstitülerin tek çatı altında
toplanması; özerkliğin sınırlandırılıp geniş yetkili Yüksek Öğretim Kurulu'nun oluşturulması
tepkiler uyandırmıştır. Sayıları 83'e ulaşan Resmî ve Özel Üniversitelerle bunlara bağlı
yüksek okulların, öğretim kadrosundan, kurumlaşmaya değin sorunları çoktur. Yüksek
Öğretim Kanununu değiştiren ek kanunlar, Kanun Hükmünde Kararnameler, Anayasa
Mahkemesi'nin iptal kararları, Üniversite-Millî Eğitim Bakanlığı ilişkilerindeki sorunlar,
açmazları daha da çoğaltmaktadır. 1960 sonrasının ticarî amaçlı özel yüksek okulları,
1963'te başlatılan, “uzaktan öğretim yöntemli” Yay-Kur ve Mektupla Öğretim, 1980 sonrası
Açık Öğretim; nihayet 1982'den sonra hemen bütün üniversitelerde kabul gören “yetiştirme
rolünden ziyade öğrenci sayısında artış” ilkesi; konuya en iyimser bakanlara bile
“Üniversitelerin başarıları, toplumun gelişmişlik düzeyi ile sınırlıdır. Bu ve kendilerini hızla
59
yenileyememeleri, sürekli eleştiri almalarına neden olmaktadır” dedirtiyor (bkz. Dr. Hüseyin
Korkut, “Üniversiteler”, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, Đstanbul, 1983, s.334). Genç
nüfusu artan bir ülkede, mezunlarının genel nüfusa oranını yüzde 3'lerin üstüne
çıkartamayan üniversitelerin bu noksanlığını örtmek ve toplumun tepkisini kırmak için
üniversiteye girmeye hak kazanan öğrenci sayısı katlanınca Açık Öğretim yolunun
gösterilmesi; her yıl üniversite sınavına 1 milyon 500 bin dolayında genç katılarak,
bunlardan yaklaşık 1 milyonu sınavı kazandığı halde ancak 300 bin kadar gencin lisans ve
önlisans okuma hakkı elde edebilmesi sorunu; 200 bin dolayındaki yüksek öğrenim
gençliğine sağlanabilen yurtların, sosyal ve sportif tesislerin yetersizliği daha uzun zaman
sürecek görünmektedir.
Genel bütçelerde Millî Eğitime gerçi büyük paylar ayrıldığı görülür. Oysa bu paylar
içerisinde okul yapımı ve donatımı gibi yatırımlara ayrılan miktarlar oldukça düşük
seviyelerdedir. Örneğin, 8 trilyona yaklaşan 1990 Millî Eğitim bütçesinde, yatırımlara
ayrılan para 880 milyardır ki bu, 11 milyon öğrenciden her birine “seksen lira” düştüğünü
gösterir. Eğitim bütçesinin yüzde 90'a yakın bölümü, öğretmen ve personel giderlerini
karşılamaktadır. Yatırım yetersizliği veya Millî Eğitim bütçesi içindeki bu dengesizlik; “Kendi
okulunu kendin yap!” kampanyalarıyla yamanmaya çalışılıyor. Bu, elbette ki faydalı bir
yoldur. Fakat görülüyor ki, bundan bölgelere ve ihtiyaçlara bağlı, programları gerçekleştirici
sonuçlar alınamamaktadır. Birçok “hayırsever” de hem adını ebedileştirmek hem ödeyeceği
verginin büyükçe bir bölümünü bu işe ayırıp toplumun duasını almak için hazine arsalarına
okul yaptırmaktadır.
Çağ nüfusuna göre okullaşma oranları 1982'yi izleyen 20 yıl için; okul öncesinde yüzde
4,7'den yüzde 55'e; ilköğretimde yüzde 93'ten yüzde 100'e; ortaokulda yüzde 34'ten yüzde
75'e; genel liselerde yüzde 17,6'dan yüzde 18,4'e buna karşılık meslek liselerinde yüzde
10.2'den yüzde 29,7'ye yükselecek biçimde öngörülmüştür. 1990'lara gelindiğinde okul
öncesi eğitimde yüzde 4,7'nin aşılamadığı; ilköğretim düzeyinde 1 fazlasıyla yüzde 94'ün
yakalanabildiği; genel ve meslekî ortaöğretimde de yüzde 35 seviyesinin elde edildiği
görülmektedir. Yine 1990'lı yıllarda 13 milyon öğrenci, 65 bin okulda, 450 bin öğretmen
tarafından eğitim görmekteydi. Bu ortalama sayılar içerisinde Đlköğretim I. Kademe 7.5
milyon öğrenci, 52 bin okul, 225 bin öğretmenle ilk sırayı almıştır. Bu kademede derslik
başına 44 öğrencinin düşmesi, öğretmen dağılımının, kent ve köy arasında ortaya koyduğu
adaletsizlik, öğretmenlerin katledildiği anarşi ve terör ortamlarında yüzlerce okulun kapalı
kalması; son yıllarda gündeme gelen taşımalı sistemle binlerce köy okulunun tamamen
kapatılması, ilköğretimin önde gelen sorunlarıdır. 2001 verilerine göre öğretime açık
ilköğretim okulu sayısı 36 bindir. Bu okullarda, 2000-2001 öğretim yılında 10 milyon 288
bin (4 milyon 776 bini kız) okumuştur. 602 bin öğrenci de taşımalı sistemle merkez
okullarda eğitim görmüştür. 225 yatılı ilköğretim bölge okulunda 125 bin öğrenci, 216
pansiyonlu ilköğretim okulunda ise 44 bin öğrenci okuma olanağı bulmuştur. Diğer yandan,
19 bin 551 “Birleştirilmiş sınıflı ilköğretim okulu”nda, 1 milyon köy çocuğu, eğitimde fırsat
eşitliğinden yoksun olarak örgün eğitim görmekte iken 7 bin 800 ilköğretim okulunda da
ikili öğretim devam etmiştir. Köy okullarının bina, donatım yetersizlikleri ve öğretmen
yokluğu, denilebilir ki bu kurumları, eğitimin en verimsiz ve şanssız aşaması durumuna
getirmiştir.
60
Đlköğretimden liseye kadarki ölçme ve değerlendirme uygulamalarının 1988'e ait kesin
rakamları ilkokullarda öğrencilerin yüzde 8'inin, ortaokullarda yüzde 29'unun, liselerde ise
yüzde 25'inin sınıfta kaldığını; buna karşılık, her yıl ilköğretime fazladan 150-200 bin;
liselere 200 bin dolayında öğrenci kaydı yapıldığı görülmektedir. Bu açmazların en kolay
çözümü, sınıfta kalmayı kaldıran yönetmeliklerle bulunmaya çalışmış; bu da kaliteyi
büsbütün düşürür olmuştur.
Yurt dışındaki 0-18 yaş grubu Türk çocuklarının sayısı 1981 tespitlerine göre
Almanya'da
584.400,
Hollanda'da
36.249,
Fransa'da
34.077,
Belçika'da
30.258,
Danimarka'da 6.264, Đngiltere'de 2.000, Avusturya'da 17.539, Đsviçre'de 13.604, Đsveç'te
8.181, Norveç'te 719, Avustralya'da 10.000, Arap ülkelerinde 1.400 olmak üzere toplam
744.691'dir. Bunların millî kültür/millî eğitim çizgilerinde ne ölçüde yetiştirilebildikleri
konusunda cevaplar alınamıyor.
Sonuç
Her yıl 1.200.000 dolayında çocuk ilkokula kaydoluyor. Şayet 6 yaş grubu da bu sayıya
katılsa (yasal olarak katılması gerekir) sayı 2 milyona çıkmaktadır. Standartlardan yoksun
okulların bu yükü alması mümkün değildir. Đlköğretim çağına gelip de bu haktan yoksun
kalan ve yasal takibe alınmayan çocuk sayısı Doğu'da ve Güneydoğu'da (Diyarbakır,
Erzurum gibi kent merkezleri de dahil) inanılmayacak boyutlarda olduğu gibi, okullarda
eğitim standartları da yakalanamamıştır.
Diğer yandan, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki toplam lise sayısı kadar lise bugün sadece
Bursa'da, Konya'da vardır. Buna rağmen çağ nüfusunun ancak yüzde 20'si liselere devam
edebiliyor. 1981'deki bir tespite göre genel ve meslekî teknik liselerin 1747'si kendi
binasında hizmet verirken, 1123'ü ilkokul binalarında ikili öğretim yoluyla, 421'i kiralık
binalarda çalışmaktaydı.
Büyük merkezlerdeki bazı liselerin mevcudu ise 3 binli, 4 binli sayılarla gösteriliyor. Bu,
okullarda eğitim sürecinin bırakıldığına, salt şöyle böyle öğretim yapılabildiğine, bu nedenle
de özel dersanelerin lise öğrenimi sırasında ve sonrasında devam edilmesi zorunlu,
üniversite sınavlarına hazırlayıcı kurumlar konumunu elde ettiği görülüyor.
Yine 1980'lerin hesaplarına göre Ankara'da 185, Đstanbul'da 198, en az ihtiyaç gösteren
Kars'ta bile 24 ve her biri 10'ar derslikli yeni lise binasına gereksinim vardı.
Meslekî ve Teknik ortaöğretim, daha sağlıklı bir gelişme yansıtıyorsa da çağ nüfusunun bu
okullara daha yoğun yönlendirilmesi sağlanamamaktadır.
Yaygın eğitim faaliyetlerinde 1980'lerden 1990'lara doğru olan gelişmelere bakıldığında, en
yararlı dalın Çıraklık Eğitimi olduğu gözlenmektedir. Türkçe, Matematik, Sosyal Bilgiler, Fen
Bilgisi, Din Kültürü gibi genel bilgi derslerinin yanında, 45 ayrı programın (Meslek bilgisi
dersleri) uygulandığı Çıraklık Eğitim Merkezlerine devam eden çırak adayı, çırak ve kalfa
sayısı 6 binden 200.000'e yükselmiştir.
Yapılan hesaplar ve tahminler; eğitimdeki kapasite açıklarını kapatmak, yığılmaları
önlemek, eskileri yenilemek, çağdaş donatımı, öğretmenin hizmet içi eğitimini, ileri
programların uygulanmasını, kaynak, kitap ve araç gereçleri sağlanmak için, 5 ilâ 7 milyar
dolarlık ek bir yatırım kaynağının gerektiğini gösteriyor.
Okullarına yakıt, su ve elektrik parasını dahi zamanında gönderemeyen; kadrolarını 21.
yüzyılın gerektirdiği formasyonda ve sayıda eğitimcilerle dolduramayan, öğretmenlerine
61
mesleklerini
severek,
hatta
coşkuyla
Eğitimimizin bu şansı yakın bir ge-
yapmaları
olanaklarını
sağlayamayan
Millî
lecekte yakalayacağı ise iyimserlerimizin bile umudu
değildir.
Dünden Bugüne Eğitim Tarihi Kronolojisi
1332 - 2000
1332 Đlk Osmanlı medresesi olan Orhaniye Medresesi
ayında yinelenerek 1924'te Hilâfetin kaldırılmasına
Đznik'te açılarak, müderrisliğine Şerafeddin Davud-ı
kadar sürmüştür.
1773
Kayserî atandı.
1365 Bursa Çekirge'de Muradiye Medresesi açıldı.
Haliç
Tersanesi'nde
Mühendishane-i
Bahrî-yi
Hümayun'un çekirdeği olan Hendesehane açıldı.
1418 I. Mehmed (Çelebi) Bursa'da yeni bir medrese
1776 Kasım Teknik deniz subayları yetiştirilmek üzere
yaptırdı.
Kasımpaşa'da Mühendishane-i Bahrî-yi Hümayun
1447 II. Murad Edirne'de Muradiye Medresesi'ni yaptırdı.
1454 II. Mehmed'in (Fatih) izniyle Đstanbul Fener'de bir
açıldı.
1776 Fransızca öğrenerek, sarayda tercümanlık yapmak
Rum mektebi açıldı.
üzere Đshak adlı Müslüman bir genç Paris'e
1461 Đstanbul'da Sahakyan Nunyan Ermeni mektebi açıldı.
gönderildi.
1471 II. Mehmed (Fatih) Đstanbul Fatih'te Medaris-i
1784 Sadrazam Halil Hamid Paşa, 30 gencin Fransa'da
Semaniye adı verilen sekizer derslikli bir medrese
öğrenim görmesi için Fransa büyükelçisi Choiseul-
topluluğu tesis etti.
Gouffier ile anlaştı.
1482 II. Bayezid, Enderun'a aday yetiştirmek üzere
1796 Mayıs Topçu ve istihkâm subayı yetiştirmek üzere
Galatasarayı Acemi Ocağı'nı açtırdı.
Hasköy'de Mühendishane-i Berrî-i Hümayun açıldı.
1559 Sultan Süleyman'ın (Kanuni) yaptırdığı Süleymaniye
1804
Külliyesi'nde Medaris-i Süleymaniye adı altında bir
özel bir Tıb Mektebi açıldı.
1821
Kilisesi yanında bir cizvit mektebi açtı.
1727 Temmuz Macar asıllı Đbrahim Müteferrika'ya, III.
ve
Şeyhülislâm
Yenişehirli
mantık ve coğrafya kitapları basmak üzere Fatih
1825
görevlilerinin
Fransızca
Şubat
Mühendishane-i
Bahrî-yi
Hümayun,
II.Mahmud'un fermanıyla Heybeliada'daki binasına
taşındı ve öğretim sisteminde yeni ilkeler benimsedi.
1827
Lûgatı 1000 adet olarak basıldı.
Mart
Osmanlı
ordusunun
hekim
ihtiyacını
karşılamak üzere Tıbhane-i Âmire açıldı.
1731 I. Mahmud, musiki öğrenimi için bir saray
1830 Serasker Hüsrev Paşa'nın kölelerinden seçilen beş
içoğlanının Avrupa'ya gönderilmesine izin verdi.
1734 Aralık Üsküdar'da, ilk Osmanlı askeri teknik okulu
padişahın huzurunda gerçekleştirdikleri ve dini
kapsayan
genç, öğrenim görmek üzere Paris'e gönderildi.
1831 Kasım Takvim-i Vekayi yayınlanmaya başladı.
1832
olan Humbarahane-i Hümayun açıldı.
1759 Görevli müderrislerin, Ramazan'ın ilk iki haftasında
açıklamaları
Babıâli
Beyrut'ta Syrian Protestant College adıyla açıldı.
1729 Ocak Dârü't Tıbaatü'l-Âmire adı verilen bu matbaada
ilgili
Bazı
öğrenmeleri için Tercüme Odası kuruldu.
Yavuzselim'deki evinde matbaa kurma izini verildi.
ilk olarak Arapça-Türkçe bir sözlük olan Vankulu
Nisan
1824 Osmanlı Devleti'nde ilk Amerikan misyoner okulu,
Abdullah Efendi'nin fetvasıyla, sadece lûgat, hikmet,
konularla
bir
matbaa tesis edildi.
1583 Đstanbul'daki Cizvit tarikati, Galata'da Saint Benoit
fermanı
Dârü't-Tıbaatü'l-Cedide adında
1805 Đstanbul'da Kuruçeşme'de, Rum Talimgâhı da denilen
Dârülhadis ile dört medrese öğretime açıldı.
Ahmed'in
Üsküdar'da
Huzur
Dersleri başladı. Tahttaki padişahı dini konularda
Ocak
Orduya
operatör
yetiştirmek
amacıyla
Cerrahhane-i Mâmure açıldı.
1832 Topkapı Sarayı'ndaki Enderun'un dağıtılması üzerine
saraya hizmet personeli yetiştirilmek üzere bir
Enderun Mektebi kuruldu.
aydınlatmaya yönelik bu gelenek, her yıl Ramazan
62
1832 Açılması düşünülen Harbiye Mektebi'ne aday
hazırlamak
için
Selimiye
Kışlası'nda
1840 Dönemim gelişmelerine uygun olarak astronomi
Sıbyan
bilgileri vermek ve camilere muvakkit yetiştirmek
Bölükleri adı altında sınıflar oluşturuldu.
için Đstanbul'da Mekteb-i Fünun-ı Nücum açıldı.
1834 Maçka Kışlası'nda Mekteb-i Ulûm-ı Harbiye açıldı.
1840 Tophane Mekteb-i Harbiyesi (Topçu Harp Okulu)
1834 Beşiktaş Sarayı'nda Muzika-i Hümayun Mektebi
açıldı.
1841 Medreselere karışmaksızın yeni açılacak okullara
açıldı.
1836 Tıbhane-i Âmire ile Cerrahhane-i Mâmure, Topkapı
program hazırlamak, Avrupa'ya öğrenci göndermek
Sarayı dış bahçesinde yapılan Mekteb-i Tıbbıye'ye
gibi konulara bakmak üzere Sultan Abdülmecid'in
taşındı.
iradesiyle Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu.
1838 II. Mahmud'un fermanıyla Galatasarayı Mekteb-i
1842 Đstanbul'da Fenn-i Kıbâle Mektebi adıyla ilk ebe
Tıbbiye-i Âlisi adıyla yüksek hekimlik ve eczacılık
kursu açıldı.
1842
okulu açıldı.
1838 Đstanbul'da kimsesiz çocuklar için Gureba Mektebi
Heybeliada'daki
Mühendishane-i
Bahrî-yi
Hümayun'da reform öngörülerek Mekteb-i Fünun-ı
açıldı.
Bahriye-yi Şahane adıyla yeniden organize edildi.
1839 Şubat Rüştiye adı altında, ilk ve orta sınıfları
1843 Eylül Mekteb-i Tıbbıyye'nin ilk mezunları için,
kapsayan ilk ilköğretim okullarının Đstanbul'da
Abdülmecid'in huzurunda icazetname merasimi
açılması kararlaştırıldı.
yapılarak yeni tabiplere cübbe giydirildi.
1839 Şubat Eğitimde bir dönüşüm sağlayan Meclis-i
1844 Đstanbul'da Heybeliada'da Rum Ruhban Mektebi
Umur-ı Nafiâ lâyihası yayınlandı.
1839
Şubat
Đstanbul'da
açıldı.
Sultanahmet
Camii
hünkâr
1845
mahfelinde, rüştiye düzeyinde ilk sivil devlet okulu
olan Mekteb-i Maarif-i Adliye açıldı. Halk bu yeni
Nisan
Meclis-i
Maarif-i
Muvakkat,
okulların
programlarını hazırlamak üzere çalışmalara başladı.
1845 Mayıs Abdülmecid, Ordu-yı Hümayun merkezi olan
okulu Mekteb-i Đrfanî olarak adlandırdı.
vilayetlerde birer askeri idadi açılması için bir irade
1839 Mart Evkaf-ı Hümayun Nezareti'nde Mekâtib-i
yayınladı.
1845 Ağustos Mekteb-i Tıbbiye'de kıbâle (ebelik) eğitimi
Rüştiye Nazırlığı örgütlendi.
1839 Mart Mekâtib-i Rüştiye Nazırı Đmamzâde Es'ad
gören ebe adayları, padişah Abdülmecid'in de hazır
Efendi'nin hazırladığı lâyiha, rüştiye mektepleri için
bulunduğu mezuniyet imtihanından geçip yemin
nizamname olarak kabul edildi.
ederek icazetname aldılar.
1839 Mart Süleymaniye'de, Mekteb-i Maarif-i Adliye'ye
1846 Temmuz Meclis-i Maarif-i Muvakkat'ın yerine
denk yeni bir rüştiye olmak üzere, Mekteb-i Ulûm-ı
kurulan Maarif-i Umumiye Meclisi'nde, mekteplerin
Edebiye açıldı.
sıbyan, rüştiye, darülfünun düzeylerinde üç aşama
1839 Mayıs Galatasarayı'na taşınan ve Mekteb-i Tıbbiyye-i
Adliyye-i Şahane adı verilen tıb okulunda, II.
olması öngörüldü.
1846 Ekim Đstanbul'da Ayasofya Meydanı'nda, Darülfünun
Mahmud'un da katıldığı açılış töreniyle derslere
binasının temeli atıldı.
1846 Ekim Mekteb-i Fünun-ı Harbiye'de erkân-ı harp
başlandı.
1839 Kasım Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat
Fermanı'nı, Topkapı Sarayı'nın Gülhane mevkiinde
kalabalık bir topluluk önünde okudu.
eğitim öğretim hedeflerini içeren Meclis-i Umûr-ı
Nafia lâyihası yayınlandı.
Ocak
Mekâtib-i
Rüştiye
1846
Kasım
Maarif
Nezareti'nin
başlangıcı
sayılan
Mekâtib-i Umumiye Nezareti kuruldu. Vak'anüvis
1839 Meclis-i Umûr-ı Nafia tarafından hazırlanan ve yeni
1840
(kurmaylık) sınıfı da açıldı
Es'ad Efendi ilk nazır olarak atandı.
1846 Kasım Mekteb-i Fünun-ı Harbiye iki bölüme ayrıldı.
Mekteb-i Đdadi denen hazırlık bölümü Maçka
Nezareti,
Nezareti'nden ayrı bir kuruluş haline getirildi.
Evkaf
Kışlası'nda kalırken Harbiye sınıfları Pangaltı'daki
yeni binasına taşındı. Bu münasebetle yapılan küşad
(açılış) merasimine Sultan Abdülmecid de katıldı.
63
1846 Đstanbul'da Sainte Pulcherie Fransız Mektebi açıldı.
süreli Muallimhane-i Nüvvâb adıyla yeni bir okul
1847 Ocak Đlk uygulamalı tarım okulu olan "Ziraate
açıldı. Muallimhane-i Nüvvab'ı bitirenlerin, Şer'iye
Müteallik Fünun Mektebi", Đstanbul'da Ayamama
mahkemelerine kadı olarak atanmaları 1924'e değin
Çiftliği'nde açıldı. Ziraat Talimhanesi adıyla da
sürmüştür.
anılan
bu
okulda
görevlendirilen
Amerikalı
1855 Askeri Tıbbiye'ye yalnızca rüştiyeyi bitirenlerin
öğretmenin yanına bir de çevirmen atandı.
alınması öngörüldü.
1847 Nisan Sıbyan mektepleri için ilk temel eğitim
1855
yönetmeliği sayılabilecek bir "talimat" hazırlandı.
1847
Nisan
ekteb-i
Cedid-i
Harbiye-i
Şahane'nin
Osmanî
adıyla
Osmanlı
Türkçe olan bir okul açıldı.
1856 Đstanbul'da Fransız Notre Dame de Sion kız mektebi
Umumiye Müdürlüğü'ne dönüştürüldü.
açıldı.
1847 Mühendishane-i Berrî-yi Hümayun, Topçu ve Mimar
1857
Mektebi adını aldı.
Şubat
Aralarında
Selim
Sabit
Efendi'nin
de
bulunduğu bir grup öğrenci, ilerde Darülfünun'da
1848 Mart Rüştiyelere öğretmen yetiştirilmek amacıyla,
Đstanbul'da Çarşamba'da Dârülmuallimin adıyla ilk
hocalık yapmak üzere Paris'e gönderildi.
1857
öğretmen okulu açıldı.
Nisan
Mekâtib-i
Umumiye
Nezareti,
Maarif-i
Umumiye Nezareti adı altında yeniden örgütlendi
1848 Temmuz Sultan Abdülmecid'in huzurunda Mekteb-i
ve nazırlığa Abdurrahman Sâmî Paşa atandı.
Harbiye'de erkân-ı harp sınıfı mezuniyet imtihanı
1856 Meslek dersleri öğretim dili Fransızca olan Mekteb-i
yapılarak ilk defa yüzbaşı rütbesinde beş erkân-ı
Tıbbiye-i Şahane'de ders cetveline Arapça ve Farsça
harp zabiti orduya katıldı.
da eklendi.
1848 Temmuz Mekâtib-i Umumiye Müdürlüğü yeniden
1857 Đstanbul'da English High School for Girls adıyla bir
Mekâtib-i Umumiye Nezareti'ne dönüştürüldü.
1848
Mekteb-i
bilgileri verilmek üzere, öğretim dili Fransızca ve
yönetimine ilişkin bir tüzük yürürlüğe konuldu.
1847 Aralık Mekâtib-i Umumiye Nezareti, Mekâtib-i
Paris'te,
Devleti'nden gelecek genç subaylara ileri askerlik
Barutçubaşı
Dadyan
Efendi
Đstanbul'da
Đngiliz kız ortaokulu açıldı.
1858 Temmuz Orman mühendisleri yetiştirilmesi amacıyla
Zeytinburnu'nda ilk sanayi mektebini açtı.
Ticaret Orman ve Maadin Nezareti tarafından
1849 Ocak Mekteb-i Fünun-ı Harbiye'de bir baytar sınıfı
Fransa'dan getirtilen orman mühendisi Tassy, kurs
açıldı.
düzeyidne bir okul açtı.
1850 Mart Abdülmecid'in annesi Bezimiâlem Valide
1859 Ocak Đstanbul'da Sultanahmet'teki Cevri Kalfa
Sultan'ın kurduğu vakfa bağlı, rüştiye düzeyindeki
Dârülmaarif adlı mektebin Cağaloğlu'nda yaptırılan
Mektebi'nde ilk inas (kız) rüştiyesi açıldı.
1859
yeni binasında derslere başlandı.
Ocak
Mekteb-i
Mülkiye'nin
açılmasına
dair
SultanAbdülmecid'in iradesi yayınlandı.
1850 Nisan Hekimbaşılığın yerine Mekteb-i Tıbbiye
1861 Mart Maarif-i Umumiye Nezareti'nin görev ve
Nezareti kuruldu.
çalışma ilkelerine dair "Maarif-i Umumiye Nezareti
1851 Temmuz Đlk Osmanlı bilim akademisi sayılan
Vezaifine Dâir Mevad" yayınlandı.
1860 Đstanbul'da Soğukçeşme'de Telgraf Memur Mülâzimi
Encümen-i Dâniş çalışmaya başladı.
1852 Ekim Mekteb-i Fünun-ı Bahriye-i Şahane'ye öğrenci
adayları yetiştirilmesi için idadi sınıfları da açıldı.
Mektebi açıldı.
1861 Nisan Ticaret Nezareti içinde bir Ticaret Mektebi
1853 Đstanbul'da Zoğrafyon Rum Mektebi açıldı.
açıldı
1853 Temmuz Đstanbul dışında, başlıca 25 büyük kentte de
1861 Haziran Halka din kurallarını öğretmek amacıyla
birer rüştiye mektebi açılması yolunda, Sultan
Cemiyet-i Tedrisiye-i Đslamiye adlı bir derneğin
Abdülmecid'in iradesi yayınlandı.
kurulmasına izin verildi. Dernek ancak 1865'te
1854
Medreselerin
Şeyhülislâmlığa
geleneksel
bağlı
olarak
yapısı
dışında,
Süleymaniye'deki
Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye binasında, iki yıl öğrenim
faaliyete geçebildi.
1862
Haziran
Kuruluşunda
Mekteb-i
Aklâm,
daha
sonraları Mahrec-i Aklâm adıyla anılan, devlet
64
dairelerine memur ve kâtip yetiştirmek üzere resmi
1864 Mahrec-i Mekâtib-i Askeriye adlı ilk askeri lisenin
bir okul açıldı.
şubeleri Galatasarayı ve Halıcıoğlu'nda açıldı.
1862 Ekim El sanatlarının bir okul disiplini içinde
1864 Askeri idadilere aday yetiştirmek üzere ancak
öğretilmesi amacıyla Mekteb-i Hiref ve Sanaî adı
programında askerlik dersleri bulunmayan Mahrec-i
altında bir sanat okulu açılması için, üyeleri arasında
Mekâtib-i Askeriye açıldı.
yabancı uzmanların da bulunduğu bir encümen
1865 Mart Cemiyet-i Tedrisiye-i Đslâmiye faaliyete geçerek
kuruldu.
halka okuma yazma öğretilecek ilk kursu Sırmakeş
1862 Dağılan Encümen-i Dâniş'in yerine Cemiyet-i Đlmiye-i
Osmaniye adı verilen yeni bir dernek kuruldu.
Hanı'nın yanındaki sıbyan mektebinde açtı.
1865 Nisan Halkın, özellikle de okul çocuklarının okuyup
1863 Ocak Ayasofya'daki binası daha tamamlanmayan
yararlanacağı
dillerde yazılmış
kültür
Darülfünun'a hazırlık olmak üzere "herkese açık"
kitapları ile haritaların Türkçe'ye çevirilmesi için bir
deneme derslerine başlandı.
Tercüme Cemiyeti kurularak başkanlığına Münif
1863 Mekteb-i Harbiye'ye ve asker idadilere terbiye-i
bedeniye, askeri idadilerin programında Fransızca
Efendi (Paşa) getirildi.
1865 Dârü't-Tıbaa't'ül-Âmire ve Takvimhane'nin yerine
dersleri konuldu.
Topkapı Sarayı'nın dış bahçesinde bir, basımevi
1863 Tuna Valisi Midhat Paşa, ilk sanayi mektebini
konumundaki Matbaa-yı Âmire kuruldu.
1865 Bosna Eyaletinin merkezi Saraybosna'da, "Tahsil-i
Islahhane adıyla Niş'te açtı.
1863 Temmuz Meclis-i Vükelâ'da, devlet dairelerine,
Đlme ve Fenn-i Nakşa Mahsus Đnas Mektebi" (Bilgi ve
sadece Mekteb-i Aklâm'dan mezun memur alınması
Eylül
Nakış Đşleri Kız Okulu) açıldı.
1865 Ekim Harbiye ve Bahriye mekteplerinin hazırlık
kararlaştırıldı.
1863
yabancı
Đstanbul'da
Rumelihisarı'nda
Amerikalı
sınıfları konumundaki idadiler, Mekteb-i Đdadi-yi
misyonerlerin kurduğu Robet Kolej'de öğretime
Umumî adı altında birleştirildi.
1866
başlandı.
1863 Ekim Meclis-i Muhtelit-i Maarif'in çalışmalarına son
verilerek Maarif-i Umumiye Heyeti ile bu heyete
bağlı Daire-i Mekâtib-i Umumiye Dâire-i Mekâtib-i
Aklâm
Mülkiye ve
devam
Mahrec-i
edebilecekleri
Aklâm
Mülkiye
1866 Maarif-i Umumiye Nezareti'nde Telif ve Tercüme
Dairesi kuruldu.
1863 Aralık Mekteb-i Aklam'ın, öğrenim süresi 3 yıla
Mahrec-i
Mekteb-i
Mühendis ve Islâh-ı Sanayi Mektebi açıldı.
Hususiye adında iki encümen kuruldu.
çıkartılarak
Ocak
mezunlarının
adıyla
1867 Ocak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane bünyesinde, Mekteb-
yeniden
i Tıbbiye-i Mülkiye adıyla ilk sivil tıp sınıfı da açıldı.
1867
örgütlendi.
Nisan
Askeri
idadilere
matematik
öğretmeni
1864 Ocak Osmanlı uyruğu Rum, Ermeni, Katolik Ermeni
yetiştirmek için, Mekteb-i Harbiye mezunlarından
ve Bulgar milletlerinden 16 genç, askeri fenler
seçilenlerden oluşan 3 yıllık "Hoca Sınıfı"nda
öğrenmek
için
derslere başlandı.
gönderildi.
Bunların, Đstanbul'daki Harbiye ve
Paris'teki
Mekteb-i
Osmani'ye
1867 Haziran Vilayet merkezlerinde birer ıslahhane
Bahriye mekteplerine kayıtları için de Sultan
1867
Abdülaziz bir irade yayınladı.
1864
Ocak
Osmanlı
Donanması'nın
açılması için nizamname yayınlandı.
teknik
eleman
Haziran
Sultanahmet'teki
öğrencilerinin,
Đstanbul'daki
eski
Kılıçhane'de
çeşitli
fabrika
ve
gereksinimini karşılamak üzere üç Đdadiye Bölüğü
imalathanelerde uygulamalı ders yapacağı, Islâh-ı
kurulması kararlaştırıldı.
Sanayi
1864 Şubat Bahriye Mektebinde de erkân-ı harb sınıfı
açıldı.
1864 Mart Đmalât-ı Harbiye Sanayi Mektebi'nin çekirdeğini
oluşturan, asker giysilerinin dikildiği Đdadi Bölükleri
Mektebi
açılmasını
öngören
Sultan
Abdülaziz'in iradesi yayınlandı.
1867 Ağustos Tuna Vilayeti'nin Rusçuk, Niş ve Sofya
kentlerindeki ıslahhanelere öğretmen yetiştirilmek
üzere Paris'e öğrenci gönderildi.
kuruldu.
65
1868 Şubat Rüştiyelerin öğrenim süresi beş yıla çıkartıldı.
1870 2 Temmuz Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Dairesi'nde, ilk
Mahrec-i Aklâm'a Fransızca dersi de konuldu.
hukuk okulu Kavanin ve Nizamat Dershanesi adıyla
1868 Meclis-i Vükelâ'nın yayınladığı bir beyanname ile ana
ve babaların çocuklarını okutmaları zorunlu kılındı.
açıldı.
1870
1868 Ağustos Cemiyet-i Tedrisiye- Đslâmiye'nin girişimiyle
merasimi
ile
Eylül
değin
Darülmuallimin-i
Âlî
Rüşdî'nin
1870 13 Eylül Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'nin, Askeri
Galatasarayı'nda
Tıbbiye'den ayrı, bağımsız bir kurum olmasını
öğretime açıldı.
1868
Çok şubeli Dârülmuallimin-i
açılması kararlaştırıldı.
1868 Eylül Mekteb-i Sultanî, Sultan Abdülaziz'in de
küşat
Temmuz
kuruluncaya
Darüşşafaka'nın temeli atıldı.
katıldığı
7
sağlayan nizamname yayınlandı.
Dersaadet
Islah-ı
Sanayi
Mektebi
eski
1870 22 Eylül Rüştiyeler için 74 maddeden oluşan bir
Kılıçhane'de öğretime başladı.
nizamname çıktı.
1868 Kasım Taşrada ve Đstanbul'daki sıbyan mekteplerinin
1870 13 Ekim Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'nin
yetersiz hocalarını yetiştirmek amacıyla Beyazıt'taki
vilayetlerde nasıl uygulanacağına ilişkin 9 maddelik
eski matbaa binasında, Đbtidaî Darülmuallimini
bir talimatname yayınlandı.
1870 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de derslerin Fransızca
adıyla hizmetiçi eğitim kursu açıldı.
1868 Kasım Mekteb-i Sanayi Nizamnamesi yayınlandı.
değil, Türkçe yapılması kararlaştırıldı.
1869 Haziran Sıbyan mekteplerinin inas (kız) ve zükûr
1870 Üsküdar Amerikan Kız Koleji açıldı.
(erkek) olmak üzere ayrılmalarına, ayrıca Đnas
1871 3 Ocak 1858'de kurs düzeyinde faaliyete geçen
Rüştiyeleri açılmasına ilişkin Sultan Abdülaziz'in
OrmanMektebi, öğretim süresi 2 yıl olan bir okul
iradesi çıktı.
statüsünde yeniden örgütlendi.
1869 Eylül Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayınlandı.
Bu
tüzük,
Türkiye'de
eğitimle
ilgili
1871 22 Ocak Vali ve maarif müdürü ile vilayet umumi
yasal
meclislerinin eğitim öğretim işlerindeki görev ve
düzenlemelerin ilk ve en önemlilerinden; aynı
sorumluluklarını
zamanda
Vilâyât Nizamnamesi yürürlüğe girdi.
da
yeni
kuşakların
eğitilip
yetiştirilmelerinin devlete düşen bir görev olduğunu
Sanayi,
Haydarpaşa'da
Umumiye-i
da
ders) vermeye başladılar.
1871 28 Mayıs Vilayet ıslahhanelerinde birer ziraat
Tatbikat-ı Tıbbiye-i Askeriye mektepleri açıldı.
sınıfının da açılması için SultanAbdülaziz'in iradesi
1870 2 Şubat Darülfünun-ı Osmanî'nin ders programı
Takvim-i Vekayî'de yayınlandı.
1870 20 Şubat Dârülfünun-ı Osmanî, yapılmakta olan
yayınlandı.
1871 Đstanbul Arnavutköy'de Amerikan Kız Koleji açıldı.
1872
binası bitmediğinden Çemberlitaş'taki günümüzde
yayınlandı.
1870 14 Mayıs Okul ders kitaplarının yazım ve yarışma
koşullarını da içeren Telif ve Tercüme Nizamnamesi
Berriye-i
Hümayun'un
sınıflarıyla bütünleştirildi.
yapılması kararlaştırıldı.
1872 13 Ağustos Vilayetlere gönderilen bir tamimle sıbyan
iptidaiyelere ilişkin kural, yöntem ve ders konularını
içeren Rehnümâ-yı Muallimîn adlı kılavuz kitap
Mühendishane-i
1872 22 Mayıs Mektep imtihanlarının haziran ayında
Đstanbul'da ilk Dârülmuallimat açıldı.
1870 8 Mayıs Meclis-i Maarif-i Kebir'ce hazırlatılan ve
Şubat
harbiye ve idadiye sınıfları Mekteb-i Harbiye
Basın Müzesi olan binada merasimle açıldı.
1870 26 Nisan Kız okullarının öğretmen gereksinimi için
yayınlandı.
Đdare-i
ile Cemaleddin Efganî "ders-i âmm" (herkese açık
1869 Tophane Nezareti'nce onarılan Yedikule'deki eski
Đnas
içeren
1871 Mayıs Darülfünun hocalarından Hoca Tahsin Efendi
belgeleyen önemli bir yasa sayılır.
Baruthane'de
da
mekteplerinin ıslah edilmesi istendi.
1872
25
Ağustos
Yayınlanan
bir
tamimle
bütün
vilayetlerde, âşar vergisinin onda biri oranında yeni
vergi konulup gerekirse salma da uygulanarak her
köy ve mahalleye sıbyan mektebi açılması istendi.
1872 Askeri okullarda şifai (sözlü) imtihan yerine tahrirî
(yazılı) imtihanlara geçildi.
66
1872
Tıbbiye-i
Mülkiye
Mektebi,
Topkapı
Sarayı
yasaklama yetkileri veren SultanAbdülaziz'in kitap
Ahırkapısı'ndan girilen Gülhane meydanındaki yeni
sansürü iradesi çıktı.
1875 9 Ağustos Menşe-i Küttab-ı Askerî adıyla askeri kâtip
binasına taşındı.
1872 Nuruosmaniye Camii Sıbyan Mektebi "usul-i cedide"
(yeni yöntem) uygulanan ilk numune mektebi oldu.
1872 Daha sonra Vefa Đdadisi - Vefa Lisesi adını alacak
okulu açıldı.
1875 Đstanbul'da 9 ayrı askeri rüştiye açıldı.
1875 Rüştiye ve idadi düzeyindeki askeri okullara
olan Dersaadet Đdadi-i Mülkiye-i şahanesi açıldı.
1873
15
Haziran
Fatih'teki
Darüşşafaka,
binasında,
yapımı
öğretmen yetiştirmek için Menşe-i Muallimîn adıyla
tamamlanan
Dârü'ş-şafakatü'l-Đslâmiye
yeni bir kurum açıldı.
1875 13 Kasım 1873'te Mekteb-i Sultanî içinde,Turuk u
adıyla öğretime açıldı.
1873
Darülfünun-ı
Maabir ve Mühendisîn-i Mülkiye Mektebi adıyla
Cedid
adı
verilen
üçüncü
bir
açıldıktan
darülfünun ve buna bağlı Turuk u Maabir ve
Mühendisin-i Mülkiye Mektebi adıyla yeni bir
kapatılan
fen
ve
mühendislik fakültesi yeniden açıldı.
Yenişehri'nde açıldı.
1876 9 Mayıs Haydarpaşa Ameliyat-ı Tıbbiye Mektebi'nde,
başladı.
1873 18 Aralık Dârülmaarif; rüştiyenin üstü ve öğretim dili
öğretim dili Türkçe olmak üzere eczacı sınıfı da
Türkçe olan lise düzeyinde bir mülkiye idadisine
açıldı.
1876 Mekâtib-i Đbtidaiye Talimatnamesi yürürlüğe girdi.
dönüştürüldü.
1874 13 Ocak Açılması öngörülen Maadin Mektebi için
1876 Eğitim ve öğretim işlerinde ciddiyeti ve başarısıyla
hazırlanan nizamname yayınlandı.
tanınacak olan Mekteb-i Osmanî, Hüseyin Avni Bey
1874 Mekteb-i Sultanî bünyesinde açılan, öğretim dili
Türkçe ve Fransızca olan Dârülfünun-ı Osmanî'de
tarafından Đstanbul-Aksaray'da açıldı.
1877 10 Nisan Đdadi (lise) ve âlî (yüksek) kısım sınıflarını
derslere başlandı.
kapsayacak
1874 14 Mart Darülmuallimin, "iptidaî" (ilköğretmen),
"rüşdî" ve "idadî" (ortaöğretmen) olmak üzere üç
düzenlemeden
ayrılan ödeneklerden yararlanılarak vilayet ve
merkezlerinde
birer
sonra
görkemli
bir
küşad
1878 28 Ekim Mekteb-i Sultanî bünyesinde 1873'te açılıp
askeri
bir süre sonra kapanan Darülfünun-ı Osmanî,
Darülfünun-ı Sultanî adıyla yeniden açıldı.
1875 2 Nisan Askeri idadiler, Mekteb-i Đdadi-i Umumî adı
Kışlası'nda
Mekteb-i
merasimiyle derslere başlandı.
rüştiye açılması kararlaştırıldı.
Kuleli
örgütlenen
1877 1 Aralık Mekteb-i Fünun-ı Mülkiye'de, yapılan yeni
1875 9 Ocak Paris'teki Mekteb-i Osmanî kapatıldı. Buna
Hümayun
biçimde
Mülkiye'nin yeni nizamnamesi yürürlüğe girdi.
aşamalı olarak yeniden örgütlendi.
altında
sonra
1875 Đstanbul dışındaki ilk mülkiye idadisi, Mora
yüksek teknik okul, Galatasarayı'nda öğretime
Ordu-yı
hemen
öğretime
1878
23
Eylül
Rüştiye
mezunlarına,
Fransızca
ve
başlarken
Arapça'nın yanısıra bir de Osmanlı azınlıkları dili
Kasımpaşa'da da bahriye zabitlerinin çocuklarının
öğretilmek üzere, Đstanbul'da Elsine (yabancı diller)
alınacağı Bahriye Rüştiyesi açıldı.
Mektebi açıldı.
1875 13 Nisan Đstanbul'daki sıbyan mekteplerinin şartlarını
iyileştirip
sorunlarını
çözmek
amacıyla
semt
halklarının seçeceği Mecâlis-i Tedrisiye ve Şuabatı
adlı sivil bir örgütlenmeye gidilmesi için talimat
yayınlandı.
1875 16 Haziran Muzır kitapların yayınlanmasını veya
Türkçe'ye çevrilmesini, böyle kitapların Osmanlı
ülkelerine sokulmasını önlemek amacıyla Maarif-i
Umumiye Nezareti'ne onay, denetim, sansür ve
1879 Đstanbul'da Şişli Terakki Lisesi açıldı.
1879 1 Kasım Divan-ı Muhasebat bünyesinde Mekteb-i
Fünun-ı Maliye adıyla yeni bir meslek okulu açıldı.
1879 20 Aralık Zenginlerin sağladığı maddi katkıyla,
Yeniköy'de bir yalıda açılan, Maarif Nezareti'ne
bağlı Ticaret Mektebi'nde derse başlandı.
1879 22 Aralık Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye, Maarif
Nezareti'ne bağlandı.
1880 13 Mart Đstanbul'da Babıâli civarında, öğretim dili
Türkçe ve Fransızca olmak üzere, genel kültür,
67
musikî, el ve ev işleri derslerinin verileceği, kızlara
mahsus, leyli (yatılı) ve nehari (gündüzlü) Ameli
8
Ekim
Đlk
sivil
mühendislik
okulu
olan
Mühendishane-i Mülkiye Mektebi Đstanbul'da açıldı.
1883 Đstanbul'da Beyazıt'ta Kütübhane-i Umumi açıldı.
Hayat Mektebi açıldı.
1880 17 Haziran Adliye Nezareti'ne bağlı Mekteb-i Hukuk
açıldı.
1884 15 Ocak Şemsü'l-Maarif adı verilen "hususî mektep"
açıldı.
1880 11 Temmuz Orman ve Maadin mekteplerinin yeni bir
statüye
1883
kavuşmasını
sağlayan
nizamname
yayınlandı.
1884 20 Mart Rüştiyenin üstünde bir teknik okul olarak
kurulan Hendesehane-i Mülkiye'nın nizamnamesi
yayınlandı.
1880 Rüştiye mekteplerinin ders programına Fransızca
eklendi.
1884 17 Mayıs Đnas (kız) sanayi mektepleri Ticaret
Nezaretine bağlandı.
1881 4 Ocak Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Dairesi
kapatılarak yerine Encümen-i Teftiş ve Muayene
1884 17 Mayıs Halkalı Ameliyat (uygulamalı) Ziraat
Mektebi açıldı.
1884 Muallimhane-i Nüvvab'ın yerine, kadı adaylarının
kuruldu.
1881 30 Kasım Sıbyan mekteplerinde usul-i cedit ile elifba
öğretimine geçildi ve öğretmenlerden, bu okullarda,
iptidai mekteplerdeki programa paralel bir eğitim
yapmaları istendi.
yetişeceği, Şeyhülislâmlığa bağlı Mekteb-i Nüvvab
açıldı.
1884 Đstanbul'da Debistan-ı Đranî adıyla bir Đran mektebi
açıldı.
1882 11 Şubat Đmtiyazlı eyalet konumu elde eden Girit'te,
1885 II. Abdülhamid, Yıldız Sarayı Mabeyn-i Hümayun
Müslüman çocukları için ilköğretimi zorunlu kılan
bahçesinde hanedanının erkek ve kız çocukları için
bir nizamname yayınlandı.
bir Şehzadegân Mektebi yaptırdı.
1882 16 Şubat Osmanlı Devleti sınırları içinde ilk defa
kapsamlı
bir
eğitim
örgütlenmesine
gidilmesi
1885 Đstanbul'da Zapyon Rum Kız Mektebi açıldı.
1885 Selânik'te Fevziye Mektebi açıldı.
gündeme geldi. Buna bağlı olarak her vilayete bir
1885 18 Kasım Maarif Nezareti'nde Meclis-i Maarif-i
maarif müdürü atanması ve vilayetlerde maarif
Umumiye'nin yerine, en yetkili karar organı olmak
meclisi oluşturulması kararlaştırıldı.
üzere Meclis-i Kebir-i Maarif yeniden kuruldu.
1882 6 Nisan Đstanbul'da Aksaray'daki Hacı Bekir Paşa
1886 6 Mayıs Gayrimüslim ve yabancı okullarının
Konağında, sıbyan mektepleri hocalarına, usul-i
denetimi, program ve ders kitaplarının incelenmesi
cedide denilen yeni elifba yöntemini öğretmek
işleri için Maarif Nezaret'inde Mekâtib-i Ecnebiye ve
amacıyla Dârülameliyat adıyla sürekli bir kurs
Gayrimüslime Müfettişiliği kuruldu.
faaliyete geçti.
1882 Đstanbul'da Sankt Georg Avusturya Ticaret Mektebi
açıldı.
1883 16 Ocak Hamidiye Ticaret Mektebi açıldı.
1883 19 Ocak Vilayet maarif müdürlerinin, vilayetlerde
1886 31 Ekim Mekteb-i Hukuk'un yönetimi, Adliye
Nezareti'nden Maarif Nezareti'ne bağlandı.
1887 2 Ocak Ticaret, Kız Sanayi ve Sanayi-i Nefise
Mektepleri Maarif Nezareti'ne bağlandı.
1888 Tarsus Amerikan Koleji açıldı.
birer darülmuallimîn yapılmasına öncülük etmeleri
1888 Đstanbul'da Đtalyan Ticaret Mektebi açıldı.
kararlaştırılarak, bu konuda bir irade yayınlandı.
1888 Bursa'da Harir (ipek) Dârüttalimi açıldı.
1883 8 Şubat Her köyde bir mektep açılması ve bunların
1889 Đstanbul'da Sultanahmet'te, giderleri Ziraat Bankası
giderlerinin "maarif hisse-i iânesi" adı altında bir
tarafından karşılanan Mülkiye Baytar Mektebi açıldı.
vergiyle karşılanması için tamim yayınlandı.
1883 3 Mart Đlk Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) Mektebi,
Đstanbul'da Müze-i Hümayun yanındaki binasında
törenle açıldı.
1889 Mekteb-î Tıbbıye-i Askerî öğrencileri, Đstanbul'da
Đttihad ve Terakki Cemiyeti'ni kurdular.
1891 30 Eylül Đstanbul Ticaret Mektebi içinde Körler ve
Sağırlar Mektebi açıldı.
1883 25 Eylül Dârülmaarif kapatılarak hoca ve talebeleri
diğer rüştüyelere dağıtıldı.
68
1891 25 Ekim Maarif Nezareti merkez örgütündeki
değişiklikle Mekâtib-i Âliye Müdiriyeti kaldırılıp
1902 Ankara'da Nümune Çiftliği ve Çoban Mektebi açıldı.
1903 1 Eylül Đstanbul'da, ZeynepHanım Konağında,
yerine Mekâtib-i Đdadiye Müdiriyeti kuruldu.
Dârülhayr-i âli adında bir darüleytam (öksüzler
1891 3 Kasım Darülmuallimîn'in "Âliye" (yüksek) şubesi
yurdu) Đstanbul'da açıldı.
1903 22 Eylül Şam'da da bir Mekteb-i Tıbbiye açıldı.
açıldı.
1892 11 Eylül Lisan Mektebi Yıldız Sarayı'na verilen bir
1903 4 Kasım Halkalı Ziraat ve Ormancılık Mekteb-i Âlisi
jurnal üzerine kapatıldı.
Nizamnamesi yayınlandı.
1892 3 Ekim Đstanbul'da, Arabistan ve Arnavutluk ile
Doğu vilayetleri aşiretlerinden ileri gelen kişilerin
19
Eylül
Orman
ve
Maadin
21
Temmuz
II.
Abdülhamid'in
emriyle
iptidaiyelerden tarih ve coğrafya dersleri kaldırıldı.
1905 Đstanbul'da English High School (Đngiliz Erkek
çocukları için Aşiret Mektebi açıldı.
1893
1904
Mektebi'nin
Ortaokulu) açıldı.
kapatılmasının ardından Halkalı Ziraat Mektebi'nde
1905 Ordu merkezleri olan Edirne, Manastır, Erzincan,
bir orman şubesi açıldı. Avrupa'ya öğrenim için
Şam ve Bağdat'ta da birer harbiye mektebi tesis
gönderilen madencilerin buradaki öğrenimlerini
edildi.
bitirdikten
sonra
açılması
Mühendis
Mektebi'nde
tasarlanan
muallimlik
Maden
etmeleri
kararlaştırıldı.
1904 24 Ekim Kasımpaşa'da Çarkçı Mektebi açıldı.
1907 10 Eylül Konya, Selanik ve Bağdat'ta hukuk
mektepleri açılması için II. Abdülhamid'in iradesi
1893 Dört yıllık taşra köy mektepleri için yeni ders cetveli
yayınlandı.
1907 Đstanbul'daki Aşiret Mektebi kapandı.
hazırlandı.
1894 17 Temmuz Uzmanlardan oluşan bir heyet tarafından
1908 Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref Bey'in girişimiyle
hazırlanan yeni Darülmuallimîn ders programı
çağdaş yöntemlere göre, öğrencilerin becerilerini
uygulamaya konuldu.
geliştirici
1894 14 Eylül Aşiret Mektebi'nin, Ortaköy'deki binasında
uygulanacağı
yeni
"Nümune" mektepleri açıldı.
1908 18 Kasım Askerî ve mülkî tıbbiye mektepleri, yapımı
derslere başlandı.
1895 Muhtelif mekteplerde okutulacak ders kitaplarının
seçiminin,
programların
muallimlere
bırakılmayarak
Maarif
Nezareti'nde oluşturulacak bir komisyon tarafından
tamamlanan Haydarpaşa Tıp Fakültesi'nde bir araya
getirilerek "Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane" adıyla ortak
öğretime geçti.
1908 20 Aralık Đstanbul'da Rızapaşa Yokuşu'nda, Selim
belirlenmesi benimsendi.
1895 Rüştiyelerin öğrenim süresi iptidaiden sonra üç yıl,
köy mektepleri de dört yıl oldu.
Sırrı Bey'in (Tarcan) açtığı Terbiye-i Bedeniye
Mektebi törenle hizmete girdi.
1896 Gülhane Hastahanesi, Tatbikat Mektebi oldu.
1909 29 Ocak Cemiyet-i Tedrisiye-i Đslâmiye kapandığı için
1896 13 Aralık Vilayet maarif müdürlerinin görevlerini
gösteren talimatname yayınlandı.
üyeleri, Darüşşafaka Meclis-i Đdare ve Meclis-i
Tedris örgütlerinde görev aldılar.
1897 Đstanbul'da Bulgar Mektebi açıldı.
1909 26 Şubat Medaris-i Đlmiye Nizamnamesi yayınlandı.
1897 Ayşe Sıdıka Hanım'ın yazdığı Usul-i Talim ve
1909 Nisan Geniş yetkilerle Darülmuallimîn müdürlüğüne
Terbiye Dersleri adlı pedagoji kitabı yayımlandı
1898 Maarif Nezareti tarafından, ilk Salname-i Nezaret-i
1900 19 Ağustos Darülfünun-ı Şahane, II. Abdülhamid'in
çıkışının
25.yılında,
Mustafa
Sâtı
Bey,
okulun
gelişmesini
sağlayıcı çalışmalar başlattı.
1909 21 Ağustos Beyazıt'ta, Zeynep Hanım Konağı'ndaki
Maarif-i Umumiye yayımlandı.
tahta
atanan
Mülkiye
Mektebi
binasında törenle açıldı.
1901 Askeri ve mülkî mektepleri derece ile bitirenlere
Darülhayr-ı âli kapatılarak, bina Darülfünun'a tahsis
edildi.
1909 Hendesehane-i Mülkiye'nin adı Mühendis Mektebi'ne
çevrildi.
verilmek üzere altın ve gümüş Maarif Madalyası
çıkartıldı.
69
1909 Hamid Naci Bey, Đstanbul'da Azapkapı'da "Millî ve
Hususî
Ticaret-i
Bahriye
Kaptan
ve
1915 5 Temmuz Darülmuallimîn ve Darülmuallimat'ın
Çarkçı
aşamalarını, sürelerini ve programlarını belirleyen
Mektebi"ni açtı.
1910
27
Şubat
nizamname yürürlüğe girdi.
Darüşşafaka
Mezunları
Cemiyeti,
1915
Đstanbul'daki zanatkâr ve esnaf çıraklarına okuma
tarafından
Đlmiye
Salnamesi
yayınlandı.
1916
yazma öğretilmek üzere bir çırak mektebi açtı.
Şeyhülislâmlık
1910 16 Mayıs Başarılı öğretmenlere, bilim ve sanata
14
Mart
Đnas
(Kız)
Đdadisi,
Leyli(yatılı)
ve
Nehari(gündüzlü) Đnas Sultanisi olarak bir üst
hizmet edenlere verilmek üzere, üç ayrı rütbesi olan
düzeye çıkartıldı.
1916 Đstanbul'da kurulan Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti
gümüş Maarif Nişanı çıkartıldı.
1910 28 Mayıs Maliye Nezareti'nce, Đstanbul'da rüştiye
faaliyete geçti.
1916 Mayıs Đstanbul'da ilk kez, okulların katıldığı Đdman
üstü eğitim verecek bir Maliye Mektebi açıldı.
1910 28 Mayıs Orman ve Maadin ve Ziraat Nezaret'ince
Bayramı kutlandı.
Đstanbul Bahçeköy'de bugünkü Orman Fakültesi'nin
1916 Đlk musiki okulu olan Darülelhan Đstanbul'da açıldı.
çekirdeğini oluşturan Orman Mekteb-i Âlisi açıldı.
1917 14 Nisan Bağımsız bir akademi konumuna getirilen
1910 14 Ekim Baytar Mektebi, Tatbikat-ı Baytariye
Sanayi-i Nefise Mekteb-i âlisi yeniden örgütlendi.
1917 Đnas (Kız) Darülfünun'u ilk mezunlarını verdi.
Mektebi'ne dönüştürüldü.
1911 14 Ekim Rüştiye ve idadi sınıflarını kapsayan ilk kız
1918
17
Mart
Zükûr
(erkek)
okullarında
bayan
ortaokul-lisesi Đstanbul Đnas Đdadisi adıyla hizmete
öğretmenlerin de görev almaları Maarif Nezareti'nce
girdi.
kabul edildi.
1911 Muallimhane-i Kuzzat-Mekteb-i Nüvvab'ın yerine,
1919 19 Mart Đstanbul Darülfünunu, işgaller karşısında
kadı adaylarının yetişeceği, Şeyhülislâmlığa bağlı
izlenmesi gereken siyaset konusunda Damad Ferid
Medresetü'l-Kuzzat açıldı.
Paşa hükümetine muhtıra verdi.
1912 1909'da programları ıslah edilen Đstanbul medreseleri,
Dârü'l-Hilâfetü'l-Aliyye
Medresesi
adıyla
1919 19 Mart Đstanbul Đnas (kız) Darülfünunu ile Asrî
tek
Kadınlar Cemiyeti, Fatih Türbesi'nde düzenledikleri
medrese kabul edildi.
1913 25 Eylül Maarif Nezareti'nce Mekâtib-i Hususiye
toplantıda Đtilâf Devletlerini kınadı.
1919 31 Mart Đstanbul Darülfünunu'nda Pierre Loti'ye fahri
(özel okullar) Talimatnâmesi yürürlüğe konuldu.
1913 6 Ekim Tedrisat-ı Đptidaiye Kanun-ı Muvakkati Sultan
V. Mehmed Reşad'ın iradesi olarak yayınlandı.
doktorluk beratı verildi.
1919
18
Mayıs
Đstanbul'da
birliklerininĐzmir'i
işgalini
Darülfünun'da,Yunan
kınamak,
dünya
1913 Đlk tiyatro okulu olan Dârülbedayi Đstanbul'da açıldı.
kamuoyunu harekete geçirmek, örgütlü direnişleri
1914 29 Eylül Dârü'l- Hilâfetü'l Aliyye Medresesi adı
başlatmak amacıyla toplantı yapıldı.
altında toplanan medreselerin yenileştirilmesi için
Islâh-ı Medâris Nizamnamesi yayınlandı.
1914 14 Kasım Kızlara resim ve heykel sanatları eğitimi
verilmek üzere Đnas Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı.
1915 2 Mart Ana Mekteplerinin açılması ve eğitim
ilkelerine ilişkin nizamname yayınlandı.
1915 5 Mart Darülfünun Tıp Fakültesi Nizamnamesi
yürürlüğe girdi.
1915 Beyoğlu'nda Musevi Mektebi açıldı.
1915 Yalnız kızlara mahsus Đnas Darülfünunu açıldı.
1915 Hat çalışmaları için Medresetü'l-Hattatîn denen
dershane açıldı.
1919 Vaiz, imam, hatip adaylarını çağdaş din anlayışıyla
yetiştirmek için Şeyhülislâmlığa bağlı Medresetü'lĐrşad açıldı.
1919 4 Eylül Đki gün önce Sivas'a gelen Mustafa Kemal
Paşa'nın ikamet ettiği idadi binasında Sivas Kongresi
başladı.
1919 11 Ekim Đstanbul Darülfünunu'na, yayınlanan
Darülfünun-ı Osmanî Nizamnamesi ile özerklik
tanındı.
1919 24 Aralık Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal
Paşa, Kırşehir'de Gençler Derneği'ni ziyaret etti.
1920 23 Ocak Đstanbul'da Zeynep Hanım konağındaki
Darülfünun binasında, Türk dostu Pierre Loti ve
70
Veliaht Abdülmecid efendinin de katıldığı bir
1923
toplantı yapıldı.
21
Ocak
Mustafa
Kemal
Bursa'da
sultanî
muallimlerinin çay partisine katıldı.
1920 5 Mayıs Đstanbul'da padişah yanlısı hükümetin
1923 7 Şubat Mustafa Kemal Balıkesir'de Zağnos Paşa
Maarif Nezareti'nden ayrı olarak, Ankara'da da bir
Camii minberinde cemaate seslenerek "Hutbeler
Maarif Vekâleti kuruldu. TBMM, Dr. Rıza Nur'u, ilk
halkın anlamayacağı dilde olmamalı, hutbeden
Maarif Vekili seçti.
maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır.Yüz iki yüz,
1920 Ağustos Đstanbul'da Amiral Bristol Ebe ve Hemşire
hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak insanları
Mektebi açıldı.
cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir." dedi.
1920 4 Aralık Ankara okullarında görevli öğretmenler,
1923 21 Mart Mustafa Kemal, Konya Sultanîsi'nde
aylardır maaş alamadıkları için greve başladılar.
muallimlere seslenerek cehaletin süratle ortadan
Eylem birkaç gün sürdü.
kaldırılmasını istedi.
1921 15 Şubat Heybeliada'daki Mekteb-Fünun-ı Bahriye-i
1923 24 Mart TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa,
Şahane talebelerinden bir grup Millî Mücadele'ye
Kütahya'da,
katılmak üzere Đstanbul'dan Samsun'a hareket etti.
katılarak, toplumu kurtaracak iki kuvvetten birinin
1921 12 Mart TBMM, Mehmet Âkif'in (Ersoy) yazdığı şiiri
Đstiklâl Marşı olarak kabul etti.
özel
Akşehir'de medrese ve mektepleri inceledi.
1922 Agâh Sırrı Bey (Levend), Đstanbul'da yatılı-gündüzlü
özel Đstiklâl Lisesi'ni kurdu.
1922 19 Eylül Đstanbul Darülfünun'u Edebiyat Fakültesi
Müderrisler Meclisi Mustafa Kemal Paşa'ya fahrî
müderrislik unvanı verdi.
1922 27 Ekim TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa, Bursa'da
Vekâleti'ne
1923 29 Mayıs Đstanbul Vilâyeti Tedrisat-ı Đptidaiye
Meclisi'ne, öğretmenler tarafından ilk defa bir bayan
1921 16 Eylül Đstanbul Darülfünunu Divanı (senato)
1922 22 Mart Mustafa Kemal Paşa, Başkumandan sıfatıyla
Maarif
Hakkında 326 sayılı Kanun" kabul edildi.
Kemal Paşa'nın yaptığı Maarif Kongresi açıldı.
dersleri" adı altında konferanslar verilmeye başladı.
alınıp
mektep vergisi konulmasını getiren "Đlk Mektepler
kuruldu.
Erkek Muallim Mektebi binasında "serbest halk
idarelerinden
bağlanırken, ilk mektebe devam zorunluluğu ile
1921 30 Haziran Ankara'da Himaye-i Etfal Cemiyeti
1921 3 Aralık Ankara'da Maarif Vekâleti'nin yerleştiği
toplantısına
1923 8 Nisan Muallim mektepleri ile taşra idadileri vilayet
Tercüme Heyeti çalışmaya başladı.
kızların da Darülfünun'a alınmalarını kararlaştırdı.
çaylı
irfan ordusu olduğunu vurguladı.
1921 29 Haziran Ankara'da Maarif Vekâleti Telif ve
1921 16 Temmuz Açış konuşmasını, TBMM Reisi Mustafa
muallimlerin
öğretmen üye seçildi.
1923
15
Temmuz
I.
Heyet-i
Đlmiye,
Ankara'da
çalışmalarına başladı. Kongre, çalışmalarını 15
Ağustos'ta tamamladı.
1923 1 Eylül Bütün ilkmektepler ve muallimleri Maarif
Vekâleti'ne bağlandı.
1923 27 Eylül Harbiye Mektebi, Ankara'dan Đstanbul'a,
Pangaltı'daki eski binasına taşındı.
1924 16 Ocak Đzmir Sanat Mektebini ziyaret eden Mustafa
Kemal
"Türkiye
Cumhuriyeti,
bu
sanat
mekteplerinin inkişafına çok muhtaçtır," dedi.
1924 7 Şubat Yabancı okulların binalarındaki dinî alâmet
ve işaretler kaldırıldı.
Đstanbul'dan gelen muallim ve muallimelere hitap
1924 3 Mart Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi.
etti.
1924 5 Mart Đstanbul Maarif Müdürlüğü, Tevhid-i Tedrisat
1922 4 Kasım Son Osmanlı Vükelâ Heyeti'nin (bakanlar
kurulu) istifası üzerine Maarif Nezareti kurumsal
olarak tarihe karıştı.
1922 8 Kasım Đstanbul'a gelen Đsmet Paşaya, Darülfünun'u
ziyaretinde fahrî müderrislik beratı verildi.
1922 17 Kasım Ankara'da Muallimler Birliği Kongresi
yapıldı.
Kanunu gereği medreselere elkoydu.
1924 7 Mart Maarif Vekili Vasıf Bey, Fransızlara ve
Đtalyanlara ait yabancı okullardan 30'unu kapattı.
1924 13 Mart Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu kabul
edildi.
1924 3 Nisan Telif ve Tercüme Heyeti Talimatnamesi
yayınlandı.
71
1924 Nisan II. Heyet-i Đlmiye Ankara'da toplandı.
1925 1 Mayıs Đlk Maarif müfettişleri kongresi Konya'da
1924 21 Nisan Đstanbul Darülfünunu'nun hükmî şahsiyeti
yapıldı.
1925 2 Mayıs Muallimler Birliği Umumi Kongresi,
hakkında kanun kabul edildi.
1924 16 Ağustos Amerikalı tanınmış eğitim uzmanı John
Başbakan Đsmet Paşa'nın nutkuyla Ankara'da açıldı.
1925 17 Eylül Ankara'da Maarif Vekâleti binasının temeli
Dewey Türkiye'ye geldi.
1924 22 Ağustos Ankara'da Muallimler Birliği Kongresi
atıldı.
1925 4 Ekim Mustafa Kemal, Bursa Kız Muallim
toplandı.
1924 25 Ağustos Muallimler Birliği Kongresi üyelerine
verilen çayda Mustafa Kemal "Muallimler! Yeni
nesli,
Cumhuriyetin
fedakâr
muallim
Mektebi'nin müsameresini izledi.
1925 14 Ekim Mustafa Kemal, Đzmir'de Kız ve Erkek
ve
Muallim
mekteplerini
mürebbiyeleri, sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil
onuruna
verilen
sizin eseriniz olacaktır." dedi.
ve
dersini
onların
bugünkü
değil, millî müsavatla bağlıyız," dedi.
1925 8 Aralık Maarif Vekâleti "Türk birliğini parçalamaya
yetiştireceği
çalışan cereyanlar" hakkında bir tebligat yayınladı.
1925 8 Aralık Mustafa Necati Bey, Hamdullah Suphi Bey'in
muallimlerden alacaktır." diye yazdı.
1924 18 Eylül Mustafa Kemal, Rize'de, medreselerin
açılmasını isteyen bir hoca topluluğuna, "Mektep
istemiyorsunuz!
Halbuki
halk
yerine Maarif vekili olarak atandı.
1925 26 Aralık III. Heyet-i Đlmiye Ankara'da toplandı.
mektep
istiyor.Bırakınız, artık bu zavallı millet, bu memleket
Heyet çalışmalarını 8 Ocak'ta tamamladı.
1926 22 Mart TBMM'nde Maarif Teşkilatı'na dair kanun
evlâdı yetişsin. Medreseler açılmayacaktır. Millete
kabul edildi.
1926 28 Mart "Talim ve tedris işlerini ilmi ve müstakil bir
mektep lâzımdır!" dedi.
1924 22 Eylül Mustafa Kemal, Samsun'da Đstiklâl Ticaret
Mektebi'nde
şerefine
tertip
edilen
merkezden idare etmek üzere" Millî Talim ve
çaydaki
konuşmasında, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir."
Terbiye Dairesi kuruldu.
1926 24 Nisan Okul kitaplarının Maarif Vekâleti tarafından
dedi.
bastırılması hakkında kanun kabul edildi.
1924 14 Ekim Mustafa Kemal Kayseri'de Sultanî'yi ziyaret
1926 3 Mayıs Lise ve ortamekteplerin nehari (gündüzlü)
ederek dersleri izledi.
kısımları, meccani (ücretsiz) oldu.
1924 1 Kasım Ankara Musiki Muallim Mektebi açıldı.
1926 29 Mayıs Đlkmektep Muallimleri Meslek Kursları
1924 16 Kasım Đstanbul'da Darülfünun ve yüksek okul
öğrencileri, bir Belçika şirketinin elinde bulunan
Talimatnamesi yayınlandı.
1926 10 Temmuz Ankara'da iş prensiplerine dayalı tedrisat
Đstanbul Tramvay Şirketi'ni, talebeye bilet tenzilâtı
1925 18 Ocak Reisicumhur Mustafa Kemal, Adana'da
Ziraat Mektebini, ertesi gün de Adana Sultanîsi ile
Kız ve Erkek Muallim mekteplerini ziyaret etti.
1925 28 Ocak Mustafa Kemal Silifke'de Sultanî mektebini
Mart
14
Temmuz
II.
Meşrutiyet
dönemi
Maarif
Nazırlarından Şükrü Bey, diğer Đzmir suikastı
hükümlüleri gibi Đzmir'de idam edildi
1926 15 Temmuz Muallimler Birliği Umumi Kongresi
Ankara'da toplandı.
1926 Konya'da Orta Muallim Mektebi açıldı.
ziyaret etti.
1
kursu açıldı.
1926
yapılmadığı için protesto ettiler.
1925
"Milletleri
bulunan Mustafa Kemal, "Biz bugün dinî müsavatla
Mektebini ziyaretinde hatıra defterine, "Yeni nesil en
muallimlerden
partisinde
1925 5 Kasım Ankara Hukuk Mektebi'nin açılışında
1924 16 Eylül Mustafa Kemal, Trabzon'da Muallim
cumhuriyetçilik
münasebetiyle,
kurtaranlar yalnız ve ancak muallimlerdir," dedi.
1924 Đlk mekteplerde muhtelit (karma) tedrisata geçildi.
büyük
çay
ziyaret
Maarif
Vekâleti
Maarif
Mecmuası'nı
yayınlanmaya başladı.
1925 14 Nisan Maarif Vergisi Kanunu kabul edildi.
1927 28 Nisan Ankara'da Türk Ocakları Kurultayı yapıldı.
1927 24 Mayıs Meslek Mektepleri Kanunu kabul edildi.
1927 28 Mayıs Mektep pansiyonlarının idaresine dair
kanun kabul edildi.
72
1927 2 Haziran Maarif eminleri Ankara'da toplandı.
1928 3 Kasım Millî eğitim alanındaki en büyük değişiklik
1927 20 Haziran Ziraat mektepleri hakkında kanun kabul
ve yenilik olan Türk Harfleri Kanunu yürürlüğe
edildi.
girdi.
1927 21 Haziran Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma
1928 8 Kasım Mustafa Kemal Paşa, Millet Mektebi umumi
Kanunu kabul edildi.
1927 15 Temmuz
reisliğini ve başmuallimliğini kabul etti.
Ankara
ve Sivas'ta ilk tedrisat
1928 8 Kasım Bütün devlet memurları yeni yazıdan
müfettişleri kursları açıldı.
imtihan edilmeye başlandı.
1927 8 Ağustos Ankara'da Gazi Muallim Mektebi'nin
1928
temeli atıldı.
24
Kasım
Millet
Mektepleri
Talimatnamesi
yayınlandı.
1927 1 Eylül Ankara'da Mektep Levazımı Sergisi açıldı.
1929 1 Ocak Millet Mektepleri'nin kurumlaşması için
1927 20 Ekim Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet Halk
büyük çaba sarfeden Maarif Vekili Mustafa Necati
Fırkası II. Büyük Kongresi'nde, 15 Ekim'den beri
fasılalarla 36 saatte okuduğu nutkunu, "Türk
Bey, dershanelerin açıldığı gün öldü.
1929 1 Ocak Arap harfleriyle kitap basımını yasaklayan
Gençliğine Hitabe" ile tamamladı.
kanun yürürlüğe girdi.
1927 14 Kasım Mektep kitaplarının basılmasına mahsus
1929 1 Ocak Çalışmalarını Đstanbul'da sürdüren Türk Dili
krediye dair kanun kabul edildi
Encümeni, ilk olarak Đbrahim Grandi'nin Alfabe
1928 29 Ocak Vekiller Heyeti, Hıristiyanlık propogandası
Raporu ile Ahmed Cevad'ın Türkçe Gramer adlı
yapan Bursa Amerikan Kız Koleji'nin kapatılmasına
mektep kitabını yayınladı. Yazılacak diğer kitaplar
karar verdi.
ve
1928 31 Ocak Türk Maarif Cemiyeti kuruldu.
1929
binasının temeli atıldı.
tanınmış
yazarlardan
Mart
Đstanbul'da
yayınlanan
yönetim
binası,
1
Ta
Hronika
Mart
1929'da
gençliği tarafından tahrip edildi.
1928 24 Mayıs Meslek Mekteplerinin inşasına dair kanun
1929 9 Mart Đstanbul'da Matbaacılık Mektebi açıldı.
1929 1 Nisan Đlkokul öğretmenlerinin Maarif Vekâleti
kabul edildi.
1928 29 Mayıs Millet Mektepleri hakkındaki Đcra Vekilleri
kararı
uyarınca
Maarif
Vekâleti'nin
tarafından tayin edilmesine dair kanun kabul edildi.
1929 4 Nisan Đstanbul Darülfünunu'nda, yerli malların
hazırladığı Halk Dershaneleri ve Konferansları
Gazi
Mustafa
kullanılması için gösteri yapıldı.
1929
Nizamnamesi yayınlandı.
Ağustos
için
yayınlanan Türk aleyhtarı yazıdan dolayı üniversite
dair kanun yürürlüğe girdi.
9
3
gazetesi'nin
1928 24 Mayıs Uluslararası rakamların kabul edilmesine
1928
kitapları
komisyonlar oluşturuldu.
1928 7 Mayıs Ankara'da Musiki Muallim Mektebi
Heyeti
ders
Kemal,
Đstanbul'da
8
Nisan
Yabancı
memleketlere
gönderilecek
öğrenciler hakkında kanun kabul edildi.
Sarayburnu Parkı'nda harf devriminin yapılacağına
1929 12 Nisan Đstanbul Muallimler Birliği kongresi yapıldı.
ilişkin konuşmasını yaptı.
1929 15 Nisan Đstanbul Darülfünunu'nda Yunus Emre için
1928 26 Ağustos Muallimler Birliği 4.Kongresi Ankara'da
anma töreni düzenlendi.
1929 23 Nisan Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin aldığı kararla
toplandı.
1928 Ağustos Okul kitapları yeni harflerle basılmaya
başlandı.
Nisan ayının son haftası, ülke genelinde "Çocuk
Haftası", haftanın Hakimiyet-i Milliye Bayramı'na
1928 1 Eylül Mustafa Kemal, yeni harfleri tanıtmak üzere
rastlayan ilk günü olan 23 Nisan da "Çocuk
yurt gezisine çıktı. Yeni öğrenim yılında ilkmektebe
Bayramı" ilan edildi. Yoksul ve kimsesiz çocukların
başlayan
sevindirilmesini
çocuklar
okuma
ve
yazmayı
yeni
alfabelerden öğrenmeye başladı.
1928 16 Eylül Mustafa Kemal, Samsun'da öğretmenlerin
balosuna katıldı.
1928 14 Ekim Ankara Ziraat Enstitüsü'nün temeli atıldı.
amaçlayan
Çocuk
Haftası
ve
Bayramı ilk kez kutlandı.
1929 30 Mayıs Leyli meccani (parasız yatılı) okuyan
talebeye mecburi hizmet yükümlülüğü getiren
kanun kabul edildi
73
1929 1 Haziran Geçiş süreci sona erdiğinden Türk Alfabesi
ülkenin her yanında geçerlilik kazandı.
1939'da toplanmıştır.)
1929 8 Temmuz Đstanbul'da Darülfünun Konferans
salonunda Balkan Talebe Birlikleri Kongresi başladı.
1929 1 Eylül Maarif Vekâleti'nin tamimiyle bütün
okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.
1929 8 Ekim Maarif Vekaleti, Fransızca'dan başka ikinci bir
yabancı dilin yüksek mekteplerde mecburi olması
1930 15 Aralık Mustafa Kemal, Đstanbul Darülfünunu'nu
ziyaret ederek onur defterine "Đlim timsali olan bu
yüksek müessesemizin büyük hizmetleriyle iftihar
edeceğimize şüphe yoktur." tümcesini yazdıktan
sonra, üniversitenin kurumsal önemini vurguladı.
1930 23 Aralık Menemen'de Derviş Mehmed ve kendisine
uyanlar, korkunç bir gericilik eylemi sergileyerek
yedeksubay muallim Kubilay'ı katlettiler.
10
Ocak
Ankara
1933 31 Temmuz Đstanbul Darülfünunu kapatıldı.
1933 29 Ekim Türkiye'nin her köşesinde ve tüm okulların
ve halkın da katılımıyla Cumhuriyet'in Onuncu Yıl
Bayramı kutlandı.
1933 2 Kasım Gazi Mustafa Kemal, Ankara'da Đsmetpaşa
Kız Enstitüsünde düzenlenen Maarif Sergisi'ni açtı.
1933 18 Kasım Darülfünun'un yerini alan Đstanbul
yönünde karar aldı.
1931
toplanmasına ilişkin yasa kabul edildi. (ĐlkŞûra,
Hukuk
Mektebi
Üniversitesi'nde,
Maarif
Vekili
Hikmet
Bey'in
(Bayur) nutkuyla yeni akademik yıl başladı.
1933 Millî Eğitim Bakanlığı'nda Mesleki ve Teknik
Öğretim GenelMüdürlüğü kuruldu.
1934 1 Ocak Ankara Gazi Orman Çiftliğinde Onuncu Yıl
Yatı Mektebi açıldı.
1934 18 Şubat Đstanbul Üniversitesine bağlı Dil Mektebi
açıldı.
talebeleri
Hakimiyet-i Milliye Meydanı'nda Kubilay Mitingi
1934 5 Nisan Đstanbul Üniversitesi'nde yabancı uzmanların
görevlendirilmesine ilişkin kanun kabul edildi.
1934 12 Nisan Atatürk, Đzmir'de Gazi Đlkokulu'nu ziyaret
düzenlediler.
1931 1 Şubat Mustafa Kemal, Đzmir'de liseleri ziyaret
etti ve çocuk balosunda bulundu.
1934 12 Mayıs Mustafa Kemal, Kız Lisesi'nin Ankara
ederek öğretmenlerle sohbet etti.
1931 23 Mart Türk çocuklarının ilk tahsillerini Türk
mekteplerinde yapmalarına dair kanun kabul edildi
1931 12 Nisan Üyeleri tarafından ortaokul ve lise tarih
kitapları da yazılacak olan Türk Tarihi Tetkik
Halkevi'nde verdiği müsamereyi izledi.
1934 21 Haziran Soyadı Kanunu'nun kabulu ile bütün
vatandaşlarla birlikte öğretmen ve öğrenciler de
soyadı aldılar.
1935 27 Mayıs Ulusal Bayram ve genel tatiller hakkında
Cemiyeti kuruldu.
1932 16 Ocak Đstanbul Darülfünunu'nda yapılacak reform
için çağırılan Cenevre Üniversitesi profesörlerinden.
Albert Malche geldi.
kanun kabul edildi.
1935 10 Haziran Mülkiye Mektebi'nin adı kanunla Siyasal
Bilgiler Okulu oldu.
1932 19 Şubat Đlk 14 Halkevi, başlıca vilayet merkezlerinde
açıldı.
1935 11 Haziran Saffet Arıkan, adı Kültür Bakanlığı'na
dönüştürülen Maarif Vekâletine atandı.
1932 12 Temmuz Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu.
1932 26 Eylül Türk Dil Kurultayı, Đstanbul'da Dolmabahçe
Sarayında Mustafa Kemal'in de katılımıyla toplandı.
1933 25 Şubat Đstanbul'da Darülfünun ve yüksek okul
1935 14 Haziran Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi kurulması hakkında kanun kabul edildi.
1934 Türkçe'nin arılaştırılması sürecinde okullara, eğitim
ve
öğretime
ilişkin
terim
ve
deyimler
de
talebeleri, Vagon-Li adlı Fransız yataklı vagonlar
Türkçeleştirildi. Derslere ve bilim alanlarına göre
şirketi müdürünün, Türkçe konuşan bir görevliyi
terim sözlükleri basıldı.
cezalandırmasına tepki olarak bir gösteri yaptı.
1935 29 Kasım Recep Peker, Ankara Hukuk Fakültesi'nde
1933 2 Temmuz Mustafa Kemal, Đstanbul Darülfünunu'nu
öğretim yılının ilk Đnkılâp Tarihi dersini verdi.
ziyaret ederek Hukuk Fakültesi imtihanlarını izledi.
1933
10
Temmuz
görüşülüp
Eğitim
tartışılması
ve
için
Öğretim
"Maarif
konularının
Şûrası"nın
1936 13 Nisan Türkiye Đdman Cemiyetleri Đttifakı Umumi
Kongresi Ankara'da başladı.
1936 Köy öğretmenleri için yetiştirme kursları açıldı.
74
1936 24 Ağustos III. Türk Dil Kurultayı Atatürk'ün de
1941 3 Temmuz Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını
katılımıyla Dolmabahçe Sarayı'nda toplandı.
verdi.
1936 24 Eylül Harp Okulu Đstanbul'dan Ankara'ya taşındı.
1941
1936 2 Kasım Ankara Hıfzıssıhha Okulu açıldı.
26
Mart
Atatürk,
Bursalı
toplantısına
gençlerin
katılarak
Ankara
gençliğe
Müsteşarlığı kuruldu.
1942 15 Nisan Ankara'da Türk Đnkılâp Tarihi Enstitüsü
1942
Bayramı kutlandı.
19
Haziran
Köy
Okulları
ve
Enstitülerini
Teşkilâtlandırma Kanunu çıktı.
1937 20 Eylül II. Türk Tarih Kongresi, Atatürk'ün de
1942 14 Ağustos IV. Dil Kurultayı çalışmaları Ankara'da
katılmasıyla Dolmabahçe Sarayı'nda toplandı.
başladı.
1937 26 Eylül Reisicumhur Atatürk, Beylerbeyi Sarayı'nda
Tarih
Ankara'da
kuruldu.
1937 19 Mayıs Türkiye genelinde ilk kez 19 Mayıs Gençlik
Türk
Komisyonu
Eğitim Müsteşarlığı ve Meslekî Teknik Öğretim
güvenini vurguladı.
II.
Gramer
1941 Maarif Vekilliği örgütü yeniden düzenlenerek Genel
Okulu'nun Pera Palas'taki toplantısını onurlandırdı.
Halkevi'ndeki
Temmuz
çalışmalarına başladı.
1937 16 Ocak Atatürk, Đstanbul Ticaret ve Đktisat Yüksek
1937
7
Kongresi'ne
katılan
1942 14 Ağustos 4304 sayılı Mesleki ve Teknik Okulların
tarih
öğretmenlerine verilen çay partisine katıldı.
açılması hakkında kanun kabul edildi.
1943 15 Şubat II. Maarif Şurası Ankara'da toplandı. 21
1938 22 Ekim Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu.
Şubat'ta çalışmalarını tamamlayan şurada okullarda
1938
ahlak eğitimi tartışıldı.
10
Kasım
Türk
millî
eğitiminin
kurucusu,
başöğretmen Atatürk öldü.
1938 28 Aralık Hasan-Âli Yücel Maarif Vekilliğine atandı.
1943 8 Kasım Ankara FenFakültesi açıldı.
1943 15 Kasım III. Türk Tarih Kongresi Ankara'da
1939 Ocak-Şubat Maarif Vekâletinin resmi ve mesleki
süreli yayınları olmak üzere Tebliğler Dergisi'nin ve
toplandı.
1943 Hasanoğlan Köy Enstitüsü içinde Yüksek Köy
Đlköğretim Gazetesi'nin (1 Şubat) yayımlanmaya
başlaması
1939 1 Mayıs Ankara'da "On Yıllık Neşriyat Sergisi" ve
Enstitüsü açıldı.
1943 Köy Enstitüleri programı yayınlandı.
1943 Köy Enstitülerinin verdiği ilk mezunlar köylere
Birinci Türk Neşriyat Kongresi açıldı.
1939 17 Temmuz I. Maarif Şurası Ankara'da çalışmalarına
atandı.
1944 16 Ekim Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü açıldı.
başladı. 29 Temmuz'da kapanan şurada Cumhuriyet
1944 2 Aralık Đstanbul Teknik Üniversitesi açıldı.
maarifinin esasları, talimatnameler ve müfredat
1945 19 Ekim Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi açıldı.
programları tartışıldı.
1946 18 Şubat 24 Şubat'a kadar sürecek Beden Eğitimi ve
1940 20 Şubat Ankara'da Tercüme Heyeti hazırlık
çalışmaları başladı.
Spor Şurası Ankara'da başladı.
1946
1940 28 Şubat Dünya klâsiklerinin Türkçeye çevirilmesi
13
Haziran
Üniversitelere
özerklik
tanıyan
Üniversiteler Kanunu çıktı.
görevi verilen Tercüme Heyeti, ilk toplantısını
1946 Đstanbul Eğitim Enstitüsü açıldı.
Ankara'da yaptı.
1946 5 Ağustos Hasan-Âli Yücel Maarif Vekilliğinden istifa
1940 17 Nisan Köy Enstitüleri'nin kuruluş kanunu çıktı.
1940 19 Mayıs Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Tercüme
etti.
1946 2 Aralık III. Milli Eğitim Şurası toplandı. 10 Aralık'ta
Dergisi yayımlanmaya başladı.
kapanan şurada, lise, mesleki ve teknik okulların
1940 20 Mayıs Ankara Devlet Konservatuvarı kuruluş
program
kanunu çıktı.
1940 Liselerde "klasik kol" adıyla Latince şubeleri de açıldı.
1940 4 Kasım Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin yeni
binası törenle hizmete girdi.
1941 6 Haziran I. Coğrafya Kongresi Ankara'da toplandı.
ve
yönetmelikleri
ile
aile
ve
okul
ReşatŞemsettinSirer,
Köy
işbirliğinin esasları görüşüldü.
1946
Milli
Eğitim
Enstitülerinin
Bakanı
eğitim-öğretim
programlarında
değişiklikler öngördü.
1946 Ankara'da Maarif Vekâleti binası yandı.
75
1949 22 Ağustos IV. Millî Eğitim Şurası çalışmalarına
1968 Mayıs-Haziran Türkiye'de bütün üniversitelerde
başladı. 31 Ağustos'ta kapanan toplantıda, ilk ve
eğitim
ortaokul programları, liselerin 4 yıla çıkartılması,
üniversitelerde reformlara yönelik istekleri de içeren
eğitim enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları ile
büyük öğrenci hareketi başladı. Đstanbul, Ankara ve
eğitim ve öğretimde demokratik esaslar gibi konular
Đzmir'de birçok üniversite ve fakülte işgal edildi.
1969
görüşülüp kararlar alındı.
1953 4 Şubat V. Millî Eğitim Şurası toplandı. Ana okulları,
15
sistemini
Aralık
protesto
Türkiye
etmek
amacıyla
Öğretmenler
,
Sendikası'nın
girişimiyle ülke genelinde 4 gün süren en kapsamlı
okul sağlığı, özel eğitim,Đlköğretim Kanunu, ilkokul
öğretmen boykotu yapıldı.
programı ve yönetmeliği, köy enstitüleri yeni
1970 28 Eylül VIII. Millî Eğitim Şurası toplandı. 3 Ekim'de
programı, ilköğretim sorunları gibi konuları görüşen
çalışmalarını bitiren şurada gündemi, ortaöğretim
şura 14 Şubat'ta çalışmalarını tamamladı.
sistemi ve yüksek öğretime geçiş gibi konular
1954 Şubat Daha önce programları değiştirilmiş bulunan
oluşturdu.
köy enstitülerinin adları, diğer öğretmen okulları
1972 Barış gönüllüleri uygulamasına son verildi.
gibi ilköğretmen okuluna dönüştürüldü.
1974 24 Haziran IX. Millî Eğitim Şurası toplandı.
1957 18 Mart Toplanan VI. Millî Eğitim Şurası'nda mesleki
Gündeminde ders programları ve öğrenci akışı gibi
ve teknik öğretim ile halk eğitimi tartışıldı. Şura
konular bulunan şura, 4 Temmuz'da kapandı.
1974 22 Kasım 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu uyarınca
çalışmalarını 23 Mart'ta tamamladı.
1958 14 Ağustos Ford Vakfı'nın parasal desteğiyle kurulan
oluşturulan Uluslararası Kurul; "Üniversitelerarası
Eğitim Milli Komisyonu çalışmalarına başladı.
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi" (ÜSYM)'nin
1960 28 Nisan 27 Mayıs ihtilâlini hazırlayan yüksek
kurulmasını ve üniversitelere giriş sınavlarının tek
öğrenim gençliği eylem ve gösterileri, Đstanbul'da ve
1978
Ankara'da başladı.
1960 15 Temmuz Bir süre kamuoyundan saklananEğitim
1960 5 Eylül Milli Eğitim Plânı Komisyonu Ankara'da
çalışmalara başladı.
Ekim
Öğretmen
Eğitim
enstitülerinde
hızlandırılmış
eğitim
uygulamaları başlatıldı.
1978-1980
Millî Komisyonu Raporu açıklandı
1960
merkezden yapılmasını kararlaştırdı.
Üniversite,
okullarda
sağ
yüksek
sol
okul
çatışmaları
ve
ortadereceli
ve
boykotlar
yaygınlaştı.
açığını
karşılamak
amacıyla
"yedeksubay öğretmen" uygulaması başlatıldı.
1981 23 Mart Türkiye genelinde okuma yazma seferberliği
başlatıldı.
1961 26 Şubat Hasan-Âli Yücel Đstanbul'da öldü.
1981 23 Haziran X. Millî Eğitim Şurası toplandı. 26
1962 Eylül ABD'nin, az gelişmiş ülkelere nitelikli insan
Haziran'da kapanan şura toplantısında millî eğitim
gücü gönderme projesi kapsamında Türkiye'ye ilk
sistemi,
"Barış
öğretmen yetiştirme gibi konulara yer verildi.
Gönüllüleri"
geldi
ve
çoğu
Đngilizce
öğretmenliği yapan Barış Gönüllülerinin sayısı kısa
zamanda bini aştı.
eğitim
programları,
öğrenci
akışı
ve
1981 6 Kasım Yüksek Öğretim Kurulu'nu (YÖK) öngören
ve üniversite özerkliği açısından tartışmalara neden
1962 5 Şubat VII. Millî Eğitim Şurası toplandı. Đlk, orta,
olan Yüksek Öğretim Kanunu çıktı.
meslekî ve teknik, yüksek öğretimler, din eğitimi,
1981 24 Kasım Atatürk'ün başöğretmen sanını bu tarihte
özel okullar,ölçme ve değerlendirme, olgunluk
aldığı sanılarak her yıl 24 Kasım'ın Öğretmenler
imtihanları, dış kültür münasebetleri, beden eğitimi
Günü olarak kutlanması kararlaştırıldı (Atatürk,
ve sağlık, millî savunma eğitimi, eğitim vakıfları gibi
başöğretmen sanını 8 Kasım 1928'de kabul etmiştir.
konuları
24
gündemine
alarak
tartışan
şura,
çalışmalarını 15 Şubat'ta tamamladı.
1965 Đlk kez Ankara Üniversitesi bünyesinde bir eğitim
fakültesi açıldı.
Kasım
1928'de
ise
Millet
Mektepleri
Talimatnamesi yayımlanmıştır).
1981 Ankara ve Đstanbul'da ilk öğretmen evleri açıldı.
1981 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu gereği "Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezi"(ÖSYM) kurularak ilk
76
kez iki basamaklı seçme (ÖSS) ve yerleştirme (ÖSY)
uygulandı.
1997 28 Şubat Millî Güvenlik Kurulu'nun Bakanlar
Kuruluna
tavsiye
kararları
arasında
ilk
ve
1982 8 Haziran XI. Milli Eğitim Şurası toplandı. 11
ortaöğretim kurumlarındaki Anayasa'nın laiklik
Haziran'da kapanan toplantıda, öğretmen ve uzman
ilkesine aykırı gelişmelere ivedilikle son verilmesi de
eğitimleri ele alındı.
istendi.
1982 20 Temmmuz Yüksek öğretmen okulları ve eğitim
enstitüleri üniversitelerin bünyesine alındı.
1997 18 Ağustos Zorunlu ilköğretimi 8 yıla çıkartan kanun
kabul edilerek bağımsız ortaokullar, ilköğretimin
1984 Ankara'da Bilkent Üniversitesi kuruldu.
6.,7.,8. sınıflarına dönüştürülürken, iki devreli genel
1985 Temmuz Darwin'in evrim teorisi yanında dinsel
ve mesleki liselerin birinci devrelerinin de kademeli
yaratılış öğretisinin de okulların ders programına
olarak kaldırılması kesinleşti.
1997 Vakıf üniversitelerine (Ankara Atılım, Çankaya;
alınması için genelge yayınlandı.
1986 5 Haziran Çıraklık ve Meslek Kanunu çıktı.
Đstanbul Maltepe, Kadir Has, Kültür, Beykent;
1988 18 Temmuz XII. Millî Eğitim Şurası toplandı. Temel
Mersin Çağ) yeni 7 özel üniversite daha katıldı.
eğitim, genel ve mesleki-teknik öğretim, yüksek
öğretime
geçiş,
ölçme
ve
değerlendirme
gibi
konuların ele alınarak tartışıldığı şura, 22 Haziran'da
kapandı.
1998 Đstanbul'da Bahçeşehir, Haliç, Yaşar adlı yeni üç vakıf
üniversitesi kuruldu.
1999 22 Şubat XVI. Milli Eğitim Şurası toplandı. Gündemi
Meslekî ve Teknik öğretimin, ortaöğretim sisteminde
1990 15 Ocak XIII. Milli Eğitim Şurası toplandı. 19 Ocak'ta
çalışmalarını bitiren şurada yaygın eğitim tartışıldı.
1990 Kısaca LĐMME denen "Lise Mezunlarına Meslek
Edindirme Projesi" uygulanmaya başlandı.
ağırlıklı olarak yeniden yapılandırılması olan şura
toplantısı çalışmalarını 26 Şubat'ta sona erdirdi.
1999 Üniversitelere giriş sınavlarının iki aşamalı (ÖSS ve
ÖYS)
1991 Liselerde, 1991/1992 öğretim yılında Ders Geçme ve
olması
bırakılarak
tek
aşamalı
1999
uygulanmaya başlandı.
1999 Ankara'da Ufuk, Đstanbul'da Sabancı üniversiteleri
Kredi Sistemi'ne geçilmesi kararlaştırıldı.
1993 27 Eylül Gündeminde eğitim yönetimi ve okul öncesi
eğitim gibi konular bulunan XIV. Milli Eğitim Şurası
toplandı. Toplantı, 29 Eylül'de sona erdi.
kuruldu.
1999 Üniversite giriş sınavları yeniden tek basamakta
(ÖSS) yapılmaya başlandı.
1993 Đstanbul'da Koç Üniversitesi kuruldu.
2001 Đzmir Ekonomi, Đstanbul Ticaret Üniversiteleri açıldı.
1995 Haziran Liselerde uygulanan Ders Geçme ve Kredi
Sistemine son verildi.
1996 13 Mayıs XV. Milli Eğitim Şurası toplandı.
Çalışmalarını 17 Mayıs'a kadar sürdüren bu şurada,
ilköğretimde yönlendirme, ortaöğretimde yeniden
yapılanma, yüksek öğretime geçiş, eğitim ihtiyacının
sürekli karşılanması ve eğitimin finansmanı gibi
konular tartışıldı. Şurada alınan en önemli karar,
zorunlu ilköğretim süresinin 5 yıldan, "aralıksız ve
kesintisiz olarak 8 yıla çıkartılması" oldu. Ancak
şura
kararları
tavsiye
niteliğinde
olduğundan,
uygulamaya geçilebilmesi için 222 sayılı Đlköğretim
ve
Eğitim
Kanunu'nda
değişiklik
yapılması
beklendi.
1996 Yeni 6 vakıf üniversitesi (Ankara Başkent, Đstanbul
Bilgi, Işık, Yeditepe, Fatih, Doğuş) açıldı.
77