Mektup-Ankara-2015-3 - Veteriner Tavukçuluk Derneği
Transkript
Mektup-Ankara-2015-3 - Veteriner Tavukçuluk Derneği
Kanatlı Eti Güvenilirliği Kanatlı Yetiştiriciliğinde Aydınlatma Ekstraintestinal Salmonella Patogenezi facebook.com/tavder • twitter.com/tavder Eriyip Gidiyor-Tav/Vet(21x29)-ORJ.indd 1 04.10.2013 12:18 Başyazı Başyazı Sayın Sektör Temsilcileri, Veteriner Tavukçuluk Derneği (VTD) dergisinin bu sayısında, gıda, yetiştirme ve sağlık ile ilgili üç ayrı makale yer almaktadır. Toplum sağlığını korumada ve sağlıklı bireyler yetiştirmede, sağlıklı beslenmenin önemi açıktır. Son yıllarda en çok konuşulan konular arasında güvenilir gıda ve halk sağlığı yer almaktadır. Dergideki ilk makale, bu konuda kanatlı eti ile ilgili genel yaklaşımları içermektedir. Kanatlı yetiştiriciliğinde doğru bakım-idare uygulamaları, sürülerin genetik performansını gösterebilmesi için bir gerekliliktir. Dergide kanatlı yetiştiriciliğinde aydınlatma ile ilgili detaylı bir çalışma yer almaktadır. Üçüncü makale ise ektraintestinal Salmonella infeksiyonlarının patogenezi ile ilgilidir ve hastalığın daha iyi anlaşılması için temel bilgileri içermektedir. Dergide daha önceki yıllarda olduğu gibi bundan sonraki süreçte de tüm paydaşların ilgi duyabilecekleri konulardaki çalışmaları yayımlamayı hedeflemekteyiz. 2016 yılından itibaren ise, derginin her sayısında belirli disiplinlerde çalışmaların yer aldığı bazı düzenlemelerin yapılması planlanmaktadır. Bu amaçla siz okuyucularımızdan katkı bekliyoruz. Konuyla ilgili düşünceleriniz, önerileriniz ve eleştirileriniz, bizler için yol gösterici olacaktır. Bu konudaki değerlendirmelerinizi, [email protected] adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz. Derginin daha önceki iki sayısında temel olarak Avian Influenza (AI) ve Newcastle hastalığı (ND) ile ilgili bilgilere yer vermiştik. Bu iki hastalığın kontrolüne yönelik alınacak her türlü önlem, diğer hastalıkların kontrolüne de yardımcı olacaktır. Ülkemizin coğrafi konumunu dikkate alındığında, her iki hastalığın (AI ve ND) gelecek yıllarda da görülmesi mümkündür ve ülkemizde kanatlı sektörü üzerine olumsuz etki yapabilecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle her iki hastalığın geçmişe yönelik değerlendirmelerini yapmak, geleceğe ışık tutacaktır. Newcastle hastalığının 1940 yılların ortasından bu yana kanatlılarda varlığını bilinmektedir ve hastalık geçmişte hem köy kanatlılarında hem de ticari işletmelerde görülmüştür. Hastalık ile ilgili mücadele uzun süredir yapılmakta- dır. Aynı şekilde AI vakaları 2005, 2006, 2007, 2008 ve 2015 yıllarında görülmüştür. 2015 yılında bildirilen üç vakanın sektör üzerine ne kadar olumsuz etki yaptığını ve bu etkinin halen devam ettiğini biliyoruz. Ülkemizde kanatlı sektörü, hem iç piyasaya hem de ihracata yönelik üretim yapmaktadır. Üretiminin yaklaşık %25’ini ihracata gönderen kanatlı sektörünün, hem iç tüketimi hem de uluslararası ticareti olumsuz etkileyen bu iki hastalıkla ilgili, geçmişte öğrendiği bilgileri, uluslararası deneyimleri, ülkemizdeki sektörün yapısal durumunu dikkate alarak bilimsel yaklaşımlarla çözebilecek uygulamaları yapması gerekmektedir. Bu kapsamda hem kanatlı eti hem de yumurta üretim aşamasındaki tüm paydaşlar, resmi otorite ile birlikte yol haritasını belirlemelidir. Aksi taktirde bu hastalıkların sektör üzerine olumsuz etkilerinin görülmesi muhtemeldir. Bu amaçla VTD olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğimizi ve bu konudaki önerilerinize açık olduğumuzu sizlere iletmek isterim. Eylül ayında Cape Town’da gerçekleştirilen 19. Dünya Veteriner Tavukçuluk Kongresi’nde de temel konuların arasında Avian Influenza ve Newcastle hastalığı yer almıştır. Özellikle ABD’de 21 eyalette görülen 231 vakada 49.6 milyon kanatlının itlaf edildiği ve hastalığın kontrol edilmesinde neden başarısız olunduğu ile ilgili değerlendirmeler dikkati çekmiş ve bundan sonraki süreçte alınması gereken önlemlerin neler olduğu tartışılmıştır. ND ile ilgili yapılan sunumlarda, bu hastalığın köy tavuklarındaki durumu, teşhisi ve moleküler epidemiyolojileri ile ilgili bilgiler yer almıştır. Kongre kapsamındaki oturumlarda bu hastalıklara ilave olarak infeksiyöz bronşitis, mikoplazma infeksiyonları, Gumboro, neoplastik hastalıklar, bakteriyel infeksiyonlar, mikotoksinler, halk sağlığı, antibiyotik direnci, köy tavukçuluğu, hayvan refahı, bağışıklık ve hastalıkların teşhisi konularında yapılan çalışmalar, katılımcılarla paylaşılmıştır. Saygılarımla Prof. Dr. Mehmet AKAN Başkan Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 1 Yerel Süreli Yayın Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır. Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır. Veteriner Tavukçuluk Derneği Adına Sahibi Prof. Dr. Mehmet AKAN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ Yayın Kurulu Prof. Dr. Ahmet ERGÜN Prof. Dr. Mehmet AKAN Prof. Dr. Erol ŞENGÖR Dr. Serdar ERTAŞ Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN İdare Yazışma Adresi İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65 Banka Hesapları REKLAM GELİRLERİ Türkiye İş Bankası Dışkapı Şubesi 4206 932790 IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790 ÜYE AİDATLARI Türkiye İş Bankası Dışkapı Şubesi 4206 917468 IBAN No: TR 0400064 00000 142060917468 Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Alıntı Yapılamaz. Grafik Tasarım ve Baskı İvedik OSB Matbaacılar Sitesi 1516/1 Sokak No: 35 Yenimahalle 06378, Ankara Tel: 0312 229 92 65 • Fax: 0312 231 67 06 www.elmateknikbasim.com [email protected] Basım Tarihi: 05.10.2015 2 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 K a na tl ı Eti Gü ven ilir liği KANATLI ETİ GÜVENİLİRLİĞİ Muammer Göncüoğlu Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Gıda Hijyeni ve Teknolojisi A. Bilim Dalı E-Mail: [email protected] Çiftlikten sofraya kanatlı etine genel bakış Kanatlı eti özellikle son zamanlarda büyük artış göstermenin yanında uzun yıllardır insanlar tarafından önemli bir protein kaynağı olarak düşünülmekte ve tüketilmektedir. Bununla beraber kanatlı eti ve ürünlerindeki tüketim artışına paralel olarak tüketici bilinci de artmakta ve her yıl daha güvenli ürün tüketim istekleri şekillenmektedir. Kanatlı endüstrisinin güvenilir gıda hedefine ulaşmak için mutlaka patojen mikroorganizma içermeyen üretim yapması gerekmektedir. Bu kapsamda yasal mevzuat kriterlerine uyum önem taşımaktadır. Mevzuatın kanatlı eti ve ürünlerinde bulunmasına izin vermediği ya da belli oranlarda bulunabileceğini belirttiği mikroorganizmalar kapsamında yapılacak üretimin halk sağlığının korunmasına hizmet edeceği unutulmamalıdır. Konunun önemi dünya genelinde insanlarda gıda kaynaklı hastalıklarda kanatlı eti ve ürünlerinin sıklıkla ilişkilendirildiği dikkate alındığında daha iyi anlaşılmaktadır. daha büyük olduğu yapılan çalışmalar ve yaşanmış tecrübeler ile belirlenmektedir. Başta Salmonella ve Campylobacter olmak üzere canlı hayvanlarda infeksiyon etkenlerinin bulunması ve/veya kontaminasyonunun önlenmesi için bilimsel veriler ışığında çalışmalar yapılmalıdır. Çiftlikten sofraya gıda güvenliği kapsamında yem, kümes, taşıma, kesimhane, parçalama, paketleme ve depolama gibi tüm aşamalarda aynı ciddiyet ile çalışmak insan sağlığını tehlikeye sokabilecek etkenlerin bulaşmasının önlenmesi, ortadan kaldırılması ya da tolere edilebilir seviyelere çekilebilmesi açısından önem taşımaktadır. Teknolojik olarak son 20 ile 30 yıldır büyük ilerlemeler kaydedilmiş, kanatlı eti üretiminde mekanize sistemler yoğun bir şekilde kullanıma girmiştir. Hijyenik olarak bu mekanikleşme ürünlerde mikrobiyolojik kalitenin artışına yol açmakta ve Epidemiyolojik çalışma sonuçlarına göre kanatlı eti önemli sağlık problemlerine neden olan gıda kaynaklı hastalıklara yol açabilmektedir. İnsanlarda oluşan hastalık tablosu bazı durumlarda çok ağır seyredebilmekte, tedavi uzun sürmekte hatta ölümle sonuçlanan vakalar ortaya çıkabilmektedir. Özellikle immun sistemi zayıf ve baskılanmış insanlarda, bebek, çocuk ve yaşlılarda, kanser gibi sistemik ve metabolik hastalıklarda ve bunların iyileşme dönemindeki insanlarda tablo çok daha ağır seyredebilmektedir. Bu durum iş gücü kaybı, ürünün geri çekilmesi gibi önemli ekonomik kayıpları da beraberinde getirmektedir. İnfeksiyon ve kontaminasyonun canlı hayvandan yani çiftlikten başlamak üzere üretimin her aşamasında önlenmesi, kontrol altında tutulması için yeni teknolojiler ve metotlar, etkin ve güncel izleme ve kontrol programları mutlaka üretim zinciri içerisinde kullanılmalıdır. Bu amaçla yapılacak işlemlerin bir maliyeti olacaktır ancak gıda infeksiyon ve intoksikasyonları sonrası oluşacak maliyetin çok Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 3 K ana t lı E t i G ü v e nilir l i ğ i son ürünün raf ömrünü uzatmaktadır. Bununla beraber teknolojik ilerlemeler ile kesim kapasitesindeki artışlar, çiftliklerden ve kümeslerden patojen mikroorganizmalar ile kontamine bir şekilde kesimhanelere gelmeleri halinde kanatlı eti ve ürünlerinin çapraz kontaminasyonuna neden olmaktadırlar. Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D), Japonya ve Avustralya gibi dünyanın birçok coğrafyasında başta Salmonella olmak üzere insan sağlığını önemli derecede tehlikeye sokabilen patojen mikroorganizmaların kanatlı üretiminde kontrolü ve izlenmesi programları yürütülmektedir. Bu programlar sadece kısa zaman içerisinde değil uzun vadeli plan ve uygulamaları içermektedir. Ayrıca son ürün bazlı değil çiftlikten sofraya gıda güvenliği kavramı içerisinde üretimin her aşamasını kapsamaktadır. Bazı durumlarda çok radikal kararlarda içerebilen bu programlar dahilinde örneğin Salmonella pozitif kümeslerin hiçbir şekilde insan tüketimine sunulmamasına kadar uzanabilen uygulamalar olabilmektedir. Bu tip kararların uygulanması üretim şekli, kaynakların kullanımı, stratejik planlar ve ekonomik altyapı ile ilgili olup yüksek maliyetler getirebilmektedir. Bununla birlikte her bir patojen mikroorganizmanın bulaşma yolları, fenotipik ve genotipik özellikleri (deterjan ve dezenfektanlara direnç, sıcak ve soğuk direnci v.b.) farklı olduğundan tek bir program yeterli olamayabilmektedir, örneğin Salmonella kontrol ve izleme programları ile Campylobacter karşısında başarı sağlanamayabilmektedir. Başta A.B.D olmak üzere birçok ülkede kanatlı etinin dekontaminasyonu amacıyla farklı uygulamalar kullanılmaktadır. AB ve ülkemizde sınırlı izine tabi bu uygulamalar üç ana başlık altında toplanabilir; 1. Kimyasal metotlar (organik asitler, trisodyum fosfat v.b.) 2. Fiziksel metotlar (iyonize radyasyon, sıcaklık uygulamaları v.b.) 3. Yeni metotlar (biyopeptidler, fiziksel ve kimyasal metotların kombinasyonu ile uygulananlar). Bütün program uygulamaların içerisinde çiftlikten sofraya gıda güvenliği dikkate alındığında kanatlı eti üretim zinciri Tehlike analizi ve kritik kontrol noktası (Hazard analysis and critical control point – HACCP) konsepti ile tanımlanmalı ve üretim bu kapsamda gerçekleştirilmelidir. Bu konseptin temeli olarak tehlike oluşturabilecek riskler doğru analiz edilmeli, değerlendirilmeli ve tehlikenin, bazı durumlarda çok spesifik olabilmektedir örneğin Salmonella, ortaya çıkması engellenmelidir. 4 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 Toplumların sağlıklı olabilmesi ve yeni nesillerin sağlıklı olarak gelişebilmesi için gerekli olan hayvansal proteinin en önemli kaynaklarından olan kanatlı eti insan beslenmesinde üstün bir yere sahiptir. Üretim ve tüketim istatistikleri incelendiğinde dünya genelinde kanatlı etinde hızla artan bir ivme olduğu dikkati çekmektedir. Tüketici bilincinin gün ve gün artış gösterdiği günümüzde sağlıklı ve güvenilir kanatlı eti üretiminin önemi daha çok artmaktadır. Bu kapsamda, üretici, resmi otorite, üniversite ve araştırma kurumları ile tüketicilere önemli görevler düşmektedir. Güvenilir kanatlı eti üretimi için üretim basamaklarında; insan sağlığını olumsuz etkileyen patojen mikroorganizmalar belirlenmeli, ürünlerin kontaminasyon kaynakları belirlenmeli ve gerekli önlemler alınmalı, gıda kaynaklı hastalıkların önlenmesi için eylem planları belirlenmeli, izleme, kontrol ve örnekleme programları dahilinde çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca, ürünlerin aktif izlemeleri sektör ve resmi otorite tarafından yapılmalı, elde edilecek veriler ile risk analizleri yapılarak patojen mikroorganizmaların bulaşma sıklıkları belirlenmeli, ürünlerin analiz ve kontrolleri için temel ilkeler belirlenmeli ve tüketici bilincinin artması için çalışmalar yapılmalıdır. K ana t lı Y e t iş t iriciliği n d e A y d ı n l a tm a KANATLI YETİŞTİRİCİLİĞİNDE AYDINLATMA Caner Nergizlioğlu1, E. Ebru Onbaşılar2 Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi/Ankara, 2Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Zootekni Ana Bilim Dalı /Ankara 1 E-posta: [email protected] En önemli çevresel faktörlerden biri olan aydınlatma lardan farklı olarak ultraviyole aralıkta da görüş ye- kanatlı davranışı, fizyolojisi, bağışıklık gücü, verim teneğine sahiptirler (Yoshizawa, 1992; Hart ve ark., ve metabolik hastalıklarla ilişkili ölümleri etkile- 1999; Lewis ve Morris, 2000). mektedir (Lewis ve Morris, 1998; Morris, 2004; Olanrewaju ve ark., 2006). Aydınlatma ışık kaynağı, ışık rengi veya dalga boyu, ışık şiddeti ve ışık süresini içeren geniş bir kavramdır (Manser, 1996). Normal şartlar altında, pencereli kümeslerde güneş ışığı ile sağlanan bu etki, ticari üretimde gün ışığına ilave suni ışık kullanılarak sağlanmaktadır (Efil ve Sarıca, 1998). Tavukçulukta verimi artırıcı bir faktör olan aydınlatma, işletme ekonomisine hem gelir hem de gider olarak etkide bulunmaktadır (Durmuş ve ark., 2004). Aydınlatma, kanatlı türlerine ve verim yönlerine göre değişik şekillerde uygulanmaktadır. Kanatlı İle İnsan Gözündeki Fotoreseptörler Arasındaki Farklılıklar Gözün retina katmanında 2 çeşit reseptör hücre bu- İnsan gözü elektromanyetik dalgaların tanımlanmasında kullanılan ve elektromanyetik tayf olarak adlandırılan skala üzerinde 400-700 nm dalga boyları arasında kalan, çok dar bir bölgeyi algılayabilmektedir (North ve Bell,1990; Prescott ve Wathes, 1999a). Buna karşın, Prescott ve Wathes (1999b) kanatlıların insanlardan farklı olarak 360, Holden (1983) 350, Hogsette ve ark. (1997) ile Prescott ve Wathes (1999a) ise 320 nm’ye denk olan dalga boylarını da algılayabildiğini bildirmişlerdir. İnsan gözünün en duyarlı olduğu dalga boyu 555 nm, tavuk gözünün ise 562 nm’dir (Lewis and Morris, 2000). Kısa (400-500 nm) ve uzun (600-700 nm) dalga boylarına (Şekil 1) duyarlılık bakımından da kanatlılar lehine bir üstünlük söz konusudur (Prescott ve Wathes, 1999b). lunmaktadır. Bu hücreler düşük yoğunluktaki ışıkta görüşü sağlayan çubuk (rod) hücreleri ve normal gün ışığında görüşü sağlayan koni hücreleridir. Çubuk hücreleri 507 nm’de (mavi-yeşil ışığa) maksimum duyarlılığa sahiptir. Fakat renkleri ayırt etmekte yetersizdir ve sadece düşük ışık yoğunluklarında ki seviyelerden (<0.4 lüx) sorumludur (Lighting, 1988b). Koni hücreleri ise çubuk hücrelerine zıt olarak ışığın daha çok parlak olduğu seviyelerde görüşten sorumludur ve renk ayrımını sağlamaktadır. Işığa duyarlılıklarına göre koni hücreleri ile ilişkili 3 çeşit pigment bulunmakta ve bunlar 450 nm’de mor-mavi, 550 nm’de yeşil ve 700 nm’de kırmızı, üçünün göze aynı anda Şekil 1. Tavuk ve insanların çeşitli dalga boylarındaki ışığa duyarlılıkları (Lewis ve Morris, 2000). eşit miktarda geldiğinde de beyaz ışığın algılanmasını sağlarlar (Pritchard, 1995). Bu pigmentlere ek olarak kanatlıların retinasında ek bir koni pigmenti daha bulunmaktadır. Bunun pik duyarlılığı da 415 nm’dir. Kanatlılar da bu hücreler yağ damlalarına sahiptir ve 400 nm’den daha kısa dalga boylarının da geçişine izin vermektedir. Ayrıca kanatlılar insan- 6 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 Aydınlatmada Etkili Olan Faktörler Aydınlatmada ışık kaynağı, ışık rengi veya dalga boyu, ışık şiddeti ve ışık süresi olmak üzere 4 önemli faktör bulunmaktadır. K ana t lı Y e t iş t iriciliği n d e A y d ı n l a tm a 1. Işık kaynağı Kanatlı yetiştiriciliğinde, akkor, floresan, metal halide, yüksek basınçlı sodyum ve LED ampüller kullanılabilmektedir (Olanrewaju ve ark., 2006). Akkor ampuller ışık enerjisi sağlamakta fakat watt başına 8-24 lümen gibi oldukça düşük bir verimlilik ve 750 – 2.000 saatlik kullanım ömrüne sahiptir (Darre ve Rock, 1995). Floresan lambaların kümes koşulları altında 20.000 saatten fazla kullanım ömrü bulunmaktadır. Kullanım ömrü boyunca zaman içerisinde ışık şiddeti % 20-30 oranında azalabilmektedir (Darre, 1986). Metal halide (Metalik halojenürlü) ampuller, 32 ile 1.500 watt arasında üç farklı tipe sahiptir. Watt başına 80 ile 100 lümen ışık ve yaklaşık 10.000 ile 20.500 saat arasında kullanım ömürleri vardır. Bu ampüllerden tam aydınlatma elde etmek için 5 ila 15 dakika arasında bir ısınma süresi gereklidir (Darre, 2005). Yüksek basınçlı sodyum ampüller ise yaklaşık 24.000 saat uzun ömrüyle ışık üretirler. Ayrıca, bir elektrik kesintisi sonrası, tam aydınlatma elde edene kadar 5 ila 15 dakikalık bir ısınma süresi gerekmektedir (Dare ve Kaya, 1995; Darre, 2005). sındaki artışın renk sıcaklığıyla da ilişkili olduğunu ve etçi piliç yetiştiriciliğinde yüksek renk sıcaklık değerine sahip (>4000 K) floresanların tercih edilmeleri gerektiğini göstermişlerdir. Ünsaldı (1996) yaptığı çalışmada akkor ve floresan ampüller arasında ölüm oranı bakımından önemli bir fark olmadığını bildirmiştir. Lewis ve Morris (1998) ışık kaynağının ayak problemleri üzerine etkisini inceledikleri çalışmalarında, floresan ampullerin akkor ampullere göre ayak problemlerini azalttığını belirtmişlerdir. Ayrıca yumurtacı tavuklarda, aydınlatmada akkor ampullerin kullanılması cinsel olgunluğu geciktirmiştir (Lewis ve Morris, 1998). Kümeslerde LED kullanımı refahı artırmakta ve stres ile sağlık problemlerini de azaltmaktadır (Hunt, 2009). Aydınlatmada LED ampüllerin kullanıldığı kümeslerde kanatlıların daha sakin olduğu ve daha az tüy çekme davranışında bulundukları bildirilmiştir (Hunt, 2009). Mendes ve ark. (2013), LED ampul bulunan kümeslerde büyütülen kanatlılarda performansın floresan ampul kullanılan kümeslere göre daha iyi olduğunu belirtmişlerdir. Tavuk ve hindilerde ise floresan ışığın yumurta LED ampüller sahip oldukları birçok olumlu özellik- verimine etkisinin olmadığı (Siopes, 1984a), yumur- ten dolayı her geçen gün biraz daha geliştirilerek ay- ta verimini arttırdığı (Fitzsimmons ve Newcombe, dınlatma sektöründe yerini almıştır. Çok düşük enerji 1990; Felts ve ark., 1990), yumurta verimini olum- sarfiyatları, yüksek ışık verimliliği, minimal boyutla- suz etkilediği (Siopes, 1984a; Pyrzak ve ark., 1986) rı, geniş renk yelpazesi, farklı renk sıcaklıkları gibi bildirilmiştir. Efil ve Sarıca (1996) yumurtacı tavuk- birçok özelliğiyle yakın bir zamanda geleneksel ay- larda tungsten telli ampul, floresan ve halojen am- dınlatma sistemlerini geride bırakacak oldukça geniş pul kullandıkları bir çalışmada, en yüksek yumurta uygulama alanına sahip olan bir teknolojidir. Nano ağırlığını tungsten telli ampül kullanılan grupta elde saniyeler hızında ışık çıkışına sahiptir. Şok ve titre- edildiğini belirtmişlerdir. Işık kaynağının yumurtacı şimlere dayanıklıdır. Titreşimsiz yanma özelliğine tavuk ve hindilerde yumurta kalite özellikleri üzeri- sahiptirler. Isı vermeyen ışık yaydıkları için güvenli ne etkilerinin önemsiz olduğu bildirilmektedir (Hulet kullanım olanağı vardır (Anonim, 2015a). LED’lerin ve ark., 1992; Rozenboim ve ark., 1998). 25 C°’lik bir ortamda minimum 50.000 saat kullanım ömrü bulunmaktadır (Anonim, 2015b). Bayraktar ve Altan (2005) farklı ışık kaynaklarının etçi piliç performansına etkilerini inceledikleri çalışmalarında floresan ampullerin, kanatlıların algılama yeteneğiyle daha uyumlu bir tayfsal dağılıma sahip olduğunu saptamışlardır. Floresan ışığının kanatlılar tarafından daha yüksek oranda algılandığı, dolayısıyla kümeslerin aydınlatılmasında floresanların akkor ampullerden daha etkin ışık kaynakları oldukları be- 8 lirlenmiştir. Elde edilen bulgular kanatlı performan- MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 2. Işık rengi: Yapılan çalışmalar incelendiğinde ışık dalga boyu veya ışık renginin kanatlılarda davranış (Manser, 1996), refah (Manser, 1996; Classen, 2003) ve performansı (Prayitno ve ark, 1997; Rozenboim ve ark., 1999a, 1999b; Classen, 2003) etkilediği gözlenmiştir. Lewis ve Morris (2000) etçi piliçlerde 530-750 nm arasında, canlı ağırlık ile ışık dalga boyu arasında olumsuz bir etkileşim bulunduğunu ve dalga boyundaki her 100 nm’lik artış için canlı ağırlıkta yaklaşık K ana t lı Y e t iş t iriciliği n d e A y d ı n l a tm a 50 g’lık bir düşüş olduğunu bildirmektedir. Işığın hipotalamusa doğrudan etkisinde çeşitli dalga boylarının farklılıkları bulunmaktadır. Uzun dalga boylarının (>650 nm) kanatlı hipotalamusuna etkileri kısa dalga boylarından; ördekler için 36 kat (Benoit,1964, Anas platyrynchos), bıldırcın için 80-200 kat (Foster ve Follett, 1985, Coturnix coturnix japoni- ve ark., 1998a,b; 2004). Bayraktar ve Altan (2005), yeşil dalga boyunun (570 nm) gelişme ve yemden yararlanmayı da önemli düzeyde iyileştirdiğini bildirmişlerdir. Yeşil (570 nm) ışık kullanımının 42. gün canlı ağırlığında yaklaşık %15’lik bir artışın yanı sıra, yemden yararlanma değerinde de en az 0.11’lik bir iyileşme sağladığı belirlenmiştir. ca), serçe ve güvercin için 100-1000 kat (Hartwing ve Işık dalga boyu ve aydınlatma şiddetine ilişkin çalış- van Veen,1979, Passer domesticus ve Columba livia) malar ışığın tayfsal dağılımı ve ışık rengine duyarlı- daha yüksek olduğu belirtilmiştir. lığın yaşa bağlı olarak değişebileceğini göstermiştir Mavi ve yeşil ışık altında yapılan büyüme çalışmalarının, kırmızı ve beyaz ışık altında yapılanlardan daha iyi sonuçlar elde edildiği gözlenmiştir (Lewis ve ark., 1998). Bu durum, büyümenin kısa dalga boylarında tetiklendiğinden daha çok yüksek dalga boylarında baskılanmasından kaynaklanmaktadır. (Prayitno ve ark., 1997). Gelişmenin erken dönemlerinde kısa dalga boyları (mavi, yeşil) hızlı gelişmeyi uyarıcı etki yapmakta, buna karşın cinsel olgunluğa yaklaşıldığında uzun dalga boyları (turuncu, kırmızı) gelişme ve cinsel olgunluğu hızlandırıcı etki göstermektedir (Classen, 2003). Yani yüksek dalga boylu ışıkların (kırmızı) büyümenin Testis, hipofiz bezi ağırlığı, tubuluseminifer kanal baskılanmasında etkili olmaktadır. Kısa dalga boyla- çapı ve ibik ağırlığı ölçülerek yapılan cinsel olgunluk rının (400-450 nm) genellikle gelişme ve yemden ya- çalışmalarında, kırmızı ve beyaz ışık kullanıldığında rarlanmayı iyileştirdiği bildirilmiştir (North ve Bell, en yüksek stimülasyona ulaşılmıştır. Bu bulgu hindi 1990; Prayitno ve ark., 1997). Benzer şekilde Rozen- (Gill ve Leighton,1988) ve bıldırcında (Woodard ve boim ve ark. (1999a) yeşil (560 nm) ışıkta yetiştirilen ark., 1964) yapılan çalışmalarda da gözlemlenmiş- etçi piliçlerin beyaz, mavi (480 nm) ve kırmızı (660 tir. Fakat 32 günlük etçi piliçlerde yapılan çalışma nm) ışıkta yetiştirilenlere kıyasla yemden daha iyi sonucuna göre kırmızı, yeşil, mavi veya beyaz ışıkta yararlandığını ve daha yüksek canlı ağırlığa ulaştığını testis ağırlığı bakımından farklılığın görülmediği bil- bildirmişlerdir. dirilmiştir (Rozenboim ve ark.,1999). Bu durum 32 Etçi piliçlerde vücut ağırlığı üzerine yapılan çalışmalarda canlı ağırlık ile yüksek dalga boyu (530-750 nm) arasında negatif bir korelasyon olduğu görülmüştür. Bu etkileşim her 100 nm dalga boyunda ışık artışı için 50 gr vücut ağırlığı (ortalama 1500 g ağırlığındaki etçi piliç için) kaybına denk gelmektedir (Foster ve ark., 1967). Yeşil ışık, kas büyümesini (Halevy ve ark.,1998) hızlandırmakta ve erken dönemde büyümeyi uyarmaktadır. Mavi ışık ise daha geç dönemde uyarmaktadır büyümeyi (Rozebboim 10 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 günlük yaşta etçi piliçlerin fotoseksüel cevap yeteneği kazanması için henüz çok genç olmasından kaynaklanmaktadır (Harrison ve ark., 1970). Kalite “belge” işidir HIPRA Üretim Tesisleri GMP belgesi PIC/S üyesi tarafından verilmiştir. K ana t lı Y e t iş t iriciliği n d e A y d ı n l a tm a Kanatlılar tarafından ışığın farklı algılanmasına rağ- Genel olarak etçi piliçlerde büyümenin erken döne- men, etçi piliç veya hindide dalga boylarının ölüm minde karanlık sürenin uzun tutulması ayak gelişi- oranlarını önemli derecede etkilemediği belirtilmiş- mini olumlu yönde etkilerken, büyüme ve gelişmede tir. gerilemeye neden olmaktadır. Ayrıca ölüm oranını da Davranış alanında çalışmalar az olsa da mavi ışığın kanatlılar üzerinde sakinleştirici etkiye sahip olduğu düşünülmektedir (Gill ve Leighton, 1984). 5 lüx değerindeki mavi aydınlatmada kırmızı ve beyaz ışığa göre erkek hindilerin daha uysal ve daha az aktif olduğu gözlenmiştir. Etçi piliçlerin de mavi ve yeşil ışıkta daha fazla oturarak vakit geçirdikleri ve daha sakin oldukları belirtilmiştir. Kırmızı ve beyaz ışıkta etçi piliçlerin daha fazla gagalama ve kanat çırpma davranışı gösterdiği gözlemlenmiştir (Prayitno ve ark., 1997). 3. Işık şiddeti: Işık şiddeti; birim alandaki aydınlatma olarak tanımlanmaktadır. Işık şiddeti tavukların fizyolojik ihtiyaç- azalttığı tespit edilmiştir (Sanotra ve ark. 2002; Garner ve ark. 2005). Melatonin hormonunun vücutta salgılanabilmesi için kanatlının gün içinde belirli bir karanlık süreye ihtiyacı vardır. Melatonin, metabolizmanın düzgün çalışması, kan basıncının düzenlenmesi, üreme ve boşaltım fonksiyonları, vücut ısısının kontrolü, davranışlar ve bağışıklık sistemi yanında günlük ve mevsimsel ritimlerin regülâsyonu ile sinir sistemi üzerine etkilidir (Apeldorn ve ark. 1999; Başer ve Yetişir, 2010). Kliger ve ark. (2000), bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde, melatonin salgısının rolünü belirlemek için sürekli ve kesikli aydınlatma programlarını kıyasladıkları çalışmalarında, etçi piliçlerin melatonin seviyesini kesikli programında sürekli gruba göre daha yüksek bulmuşlardır. larını karşılamanın yanında, tavukların gözlenme- Etçi piliçler için uygulanan aydınlatma programların si ve çalışanlar için uygun bir ortam sağlamak için belirlenmesinde kümes tipi, hayvanın yaşı ve refah de uygun bir şekilde seçilmesi tavsiye edilmektedir kuralları etkili olmaktadır (Başer ve Yetişir, 2010). (Morris, 1994). Bunun yanında fotoperiyodun beyaz Sonatra ve ark. (2001, 2002), etçi piliç yetiştirici- ışıkla uyarımı için 0.9 ile 1.7 lüx ışık şiddetinin ge- liğinde kullanılan sürekli aydınlatma programlarının rekli olduğu bildirilmiştir. Kanatlı hayvanların aktif vücuttaki biyolojik ritmi bozarak iskelet ve ayak döneminde parlak, dinlenme döneminde ise loş ışık problemlerine neden olduğunu bildirmişlerdir. Etçi tavsiye edilmektedir (Wathes, 2000). Büyütme döne- piliç yetiştiriciliği için günlük 16 saatlik aydınlatma- minde ışık şiddeti arttıkça kanibalizim de artmakta- nın hayvan refahı yönünden uygun olduğu bildirilmiş- dır. Kanatlılar için gerekli ışık şiddeti türe, verim yö- tir (Gordon, 1994; Davis ve ark. 1997; Rozenboim ve nüne ve yaşa göre değişmektedir (Şenköylü, 2001). ark.1999). Classen ve ark. (2004) etçi piliçler için 4. Işık süresi: uygulanan günlük 16 saat aydınlatmada stresin 16 saatten daha uzun aydınlatmalara göre daha düşük Tavuğun fizyolojik yapısının üzerinde en önemli et- ve bağışıklık sisteminin de daha iyi olduğunu bildir- kilerden biri de ışık süresidir. Günlük ışık süresi cin- miştir. sel olgunluk yaşı ile doğrudan ilişkilidir. Aydınlatma Sonuç programı türlere ve üretim yönüne göre değişmektedir. Aydınlatma kanatlı yetiştiriciliğinde davranış, fizyo- Işık süresinin etçi piliçlerin fiziksel aktivitelerini et- larla ilişkili ölümleri etkileyen önemli ve geniş bir kileyerek kas-kemik gelişimi ile ayak sağlığını iyileş- çevresel faktördür. Işık kaynağı, ışık rengi veya dalga tirdiği bildirilmiştir (Lewis ve Morris, 1998). Günü- boyu, ışık şiddeti ve ışık süresi belirlenirken kanat- müzde bazı kritik çevre faktörleri kontrol edilerek lının türü, verim yönü, yaşı ve kümes tipi dikkate etçi piliçlerin yağlanmasına yol açmayan, metabolik alınmalıdır. hastalık orijinli ölümleri düşüren, hayvan refahına uygun aydınlatma programları uygulanabilmektedir. 12 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 loji, bağışıklık gücü, verim ve metabolik hastalık- Kaynaklar yazardan temin edilebilir. Ekstraint e s t in al S al mo n e l l a Pa to g e n e z i EKSTRAİNTESTİNAL SALMONELLA PATOGENEZİ İnci Başak Kaya Ankara Universitesi Veteriner Fakultesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı E-Mail: [email protected] 1. Giriş Salmonella türleri insan ve hayvanlarda yaygın olarak görülen önemli etkenler olmalarından dolayı mikrobiyolojinin ilgi çeken çalışma konuları arasında yer almaktadır. Salmonella cinsi Enterobacteriaceae familyasının bir üyesi olup, Gram negatif, fakültatif anaerob ve sporsuz bakterilerdir. Salmonella cinsi sadece iki türden oluşmaktadır; Salmonella bongori ve Salmonella enterica. Salmonella enterica 6 alt türe ayrılmaktadır; enterica, salamae, arizonae, diarizonae, houtenae ve indica (Şekil 1). Salmonellalar somatik O, flagellar H ve Vi kapsül antijenine göre 2600’den fazla, farklı serotipe ayrılmaktadırlar (7). Salmonella türleri fakültatif hücre içi bakterilerdir. Bütün türleri patojen olarak kabul edilmektedir (21). Salmonella serovarları, oluşturduğu patogeneze göre üç farklı infeksiyon tipine göre sınıflandırılabilir (patovar): i) Az sayıda serovar sağlıklı erişkin hayvanlarda ciddi sistemik hastalık oluşturabilme yeteneğindedir. Bulaşma genellikle fekal-oral yolla olmakta, bakteriyel çoğalma ise ilk olarak makrofaj monosit hücre soylarında gerçekleşmektedir. Hastalığın sadece ileri safhalarında bazı Salmonella serovarları sindirim sisteminde patoloji oluşturmakta ve bu yüzden hastalığın gözlenmediği durumlarda, bağırsakta azda olsa kolonize olarak kalabilmektedir. Bu tarz infeksiyonlara, S. Typhi ve Paratyphi A, insanlar da tifoid ateşoluşturan Paratyphi B’nin bazı suşları, kanatlılarda ve muhtemelen diğer kuşlarda S. Gallinarum ve domuzlarda ise S. Choleraesuis neden olmaktadır. ii) Diğer Salmonella serovarlarının, özellikle memelilerde gebelik ya da kanatlılarda yumurtlama zamanında infeksiyon odağı sıklıkla üreme sistemidir. Aynı zamanda çok genç hayvanlarda daha yoğun, sistemik çoğalma gösterebilir ve enteritise neden olabilirler. Sığırlarda S. Dublin, koyunlarda S. Abortusovis, atlarda S. Abortusequi ve kanatlılarda S. Pullorum bu serovarlar içerisinde yer almaktadır. iii) Geriye kalan serovarların büyük çoğunluğu normal ve sağlıklı erişkin hayvanlarda sistemik infeksiyon oluşturamazlar. Bunlar, ancak sindirim sitemine kolonize olabilir ya da akut enteritis veya subklinik infeksiyon oluşturabilirler (1). 14 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 Sonuç olarak Salmonella’nın bağırsak kolonizasyonu ve yüksek oranda dışkı yoluyla saçılımı özellikle gıda amaçlı kullanılan hayvanlarla insan besin zincirine girerek mideyi infekte etmekte ve gastroenteritislere sebep olmaktadır. Şekil 1. Salmonella genusu (1). 2. Ekstraintestinal Patogenez Salmonella patojenitesi temel olarak bakterinin özellikle makrofajlar gibi hücrelerin içinde çoğalma ve yaşamını sürdürebilme yeteneğine bağlıdır. Hücre içi çoğalma, enteritis ve sistemik infeksiyonların başlıca unsuru olup, hayvanlarda hastalığın ilerlediği dönemde daha yaygın olarak görülmektedir. Bunun yanı sıra hücre içi çoğalma, insan ve hayvanlarda tipik tifoid benzeri hastalık oluşturan serovarların oluşturduğu infeksiyonlarda da temel mekanizmadır. Sindirim kanalında çoğalan bakteri dışkıyla çevreye yayılır. Sekal tonsiller, bağırsak mukozası ve Peyer plaklarının invazyonunu takip eden süreçte Salmonella, makrofajlar tarafından yutularak esas olarak çoğaldığı karaciğer ve dalak gibi retikuloendotelyal hücrelerden zengin organlara kan dolaşımı ve/veya lenfatik sistem ile yayılır. İmmun sistem yetersizliklerinde Salmonella ikinci bir invazyon ile ovaryum, ovidukt, miyokardiyum, perikardiyum, taşlık, yumurta kesesi ve akciğerler gibi diğer organlara yerleşir (12). 2.1. Vücuda Giriş Salmonella kolonizasyonu, patogenezi ve bulaşması rodentlerde ve çok az da çiftlik hayvanları ve insan- Yüksek Kazanım Optimum Mikoplazma Kontrolü ile Daha Sağlıklı Tavuklar Yapılan Yatırımın Geri Dönüşü Tylan® is a trademark for Elanco’s brand of tylosin. Elanco® and the diagonal color bars are trademarks of Eli Lilly and Company. © May 2002/February 2009 Elanco Animal Health. © Image chicken: Fotolia/Marty Kropp. (PO0903) Tylan Premix ile Rahat Solunum, Yüksek Performans Granül Şimdi Arınma Süresi gün! 0 Elanco Hayvan Sağlığı Lilly İlaç Ticaret Ltd. Şirketi Kuşbakışı Caddesi No.4 Rainbow Plaza Kat.3 Altunizade 34662 Istanbul 0216 554 00 00 Daha fazla bilgi için lütfen Elanco temsilcinizle görüşünüz. www.elanco.com BİLEŞİMİ: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks açık kahverenkli, akışkan, granüler bir üründür. Her kg’da 250 g tilosin aktivitesine eşdeğer tilosin fosfat bulunur. Taşıyıcı olarak soya unu içerir. FARMAKOLOJİK ÖZELLİKLERİ: Tilosin, fermentasyon yoluyla Streptomyces fradiae kültüründen elde edilen makrolit grubu bir antibiyotiktir. Bakterilerde 50-S ribosomal alt birime bağlanarak bakteri gelişimini durdurur. Antibakteriyel spektrumunda Mikoplazma spp., gram pozitif ve bazı gram negatif mikroorganizmalar bulunur. Ağız yoluyla verildikten sonra emilen tilosin BOS hariç, tüm vücut kesimlerine etkili yoğunlukta geçer. Vücutta pek değişime uğramadan başlıca safra ve kısmen de idrarla atılır. KULLANIM SAHASI / ENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda duyarlı bakteriler tarafından meydana getirilen solunum yolu enfeksiyonları ile nekrotik enteritten korunma ve tedavi amacıyla kullanılır. UYGULAMA ŞEKLİ VE DOZU: Veteriner hekim tarafından başka şekilde tavsiye edilmediği takdirde, şu şekilde kullanılır: Kronik Solunum Yolu Hastalığı: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda 800 ppm (3.2 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda ve 5 gün süreyle yem içerisinde kullanılır. Uygulama, 4 hafta sonra 2 gün süreyle tekrarlanır. Nekrotik Enterit: Nekrotik enterit’e karşı, 50-150 ppm (0.2-0.6 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda 7 gün süreyle uygulanır. Yemin tamamına katılmadan önce, Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in 20-50 kg yemle ön karışıma tabi tutulması önerilir. İSTENMEYEN ETKİLER: Tilosin güvenli bir madde olup, belirtilen dozlarda kullanılması durumunda herhangi bir yan etki görülmez. İLAÇ ETKİLEŞİMLERİ: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks fenikoller, linkozamidler ve diğer makrolit grubu antibakteriyellerle eş zamanlı olarak uygulanmamalıdır. GIDALARDA İLAÇ KALINTI UYARILARI: İlaç kalıntı arınma süresi (i.k.a.s.): Kalıntı arınma süresi et ve yumurta için “0” (sıfır) gündür. KONTRAENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tek tırnaklı hayvanların yemlerine karıştırılmamalı ya da bu hayvanlara direkt olarak verilmemelidir. GENEL UYARILAR: Kullanmadan önce ve beklenmeyen bir etki görüldüğünde veteriner hekime danışınız. Çocukların ulaşamayacağı yerlerde bulundurunuz. Gıda maddelerinden uzakta bulundurunuz. Ambalajı hasarlı olan ürünleri satın almayınız ve kullanmayınız. UYGULAYICININ ALMASI GEREKEN ÖNLEMLER VE HEKİMLER İÇİN UYARILAR: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in deri ile teması irritasyona yol açabilir. Ürünün kullanımı sırasında maske, koruyucu eldiven ve elbise giyilmelidir. Uygulama sonrasında eller yıkanmalıdır. Deri ile temas durumunda, ilgili yerler yıkanmalıdır. Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks yeme karıştırılmak üzere formüle edildiğinden, direkt olarak hayvanlara verilmemelidir. MUHAFAZA ŞARTLARI VE RAF ÖMRÜ: Raf ömrü, imal tarihinden itibaren 24 aydır. Açılmış ambalajdaki ve yem içindeki raf ömrü 3 aydır. Işıktan koruyunuz. +25 ˚C altında muhafaza edilmelidir. TİCARİ TAKDİM ŞEKLİ: 25 kg’lık kraft kağıt torbalarda. PERAKENDE SATIŞ YERİ: Veteriner hekim reçetesiyle eczanelerde ve veteriner muayenehanelerinde satılır (VHR). PROSPEKTÜSÜN ONAY TARİHİ: 04.11.2008 TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI RUHSAT TARİH-NO: 08.04.2004 – 9/843 RUHSAT SAHİBİNİN ADI VE ADRESİ: Lilly İlaç Ticaret Ltd. Şti. Kuşbakışı Cad. No:4, 34662 Altunizade / İstanbul İMAL YERİNİN ADI VE ADRESİ: Eli Lilly & Company Ltd., Speke Operations Fleming Road Liverpool L24 9LN, İngiltere. Seri No.(Batch No), Üretim Tarihi (Date of Manufacturing) ve Son Kullanma Tarihi (Expiry Date) için torbanın ön yüzünün alt kısmına bakınız. ® Tylan G 250, Eli Lilly and Company’nin tescilli ticari markasıdır. larda tanımlanmıştır. İnfeksiyonlar genellikle kontamine gıda veya suların sindirilmesiyle başlar ve bakterinin mideden bağırsağa geçişi ile devam eder. Salmonella’lar epitelyal hücre bariyerlerine penetre olduktan sonra hücre içerisine girer. Bağırsak duvarı arasından bakterilerin geçişinin transitozis ile başladığına inanılmaktadır. Bakteri, enterositlerin ve M hücrelerinin içerisine invaze olur ve bağırsağın apikalinden bazo lateral bölümüne göç eder. Daha sonra ekositozis ile lamina proprianın hücreler arası boşluğuna girer. Lamina propria içerisindeki S. Typhimurium farklı fagositik hücreler (makrofaj, dendritik hücreler ve polimorf nükleer hücreler) tarafından rastgele alınır ve mezenterik lenf nodülleri içerisindeki eferent lenfler arasına hızlıca yayılır. Yangı ve fagositozu takiben ortama T ve B hücreleri çağırılır. Tifoid ateşte olduğu gibi konak bağımlı Salmonellosis’de infekte olan fagositler lenf damarları ve kan dolaşımı ile bakterinin karaciğer ve dalağa kadar ilerlemesine ve hatta safra kesesi, mezenterik lenf nodüllerinde ve kemik iliğinde de kalmasına olanak sağlar. T hücreleri tarafından sentezlenen interferon gama (IFN-γ) hücre içi Salmonella replikasyonunu kontrol ederek, Salmonella’nın yaşamını sürdürmesini sağlar. Ayrıca IFN-γ’nın üretimini arttıran interleukin (IL)-12 ve proinflamatör sitokin olan tümör nekroz faktör (TNF-α), Salmonella’nın yaşamını sürdürmesine yardımcı olur (Şekil 2) (19, 31). Şekil 2. Salmonellaların vücuda girerken izledikleri yol (19). Ancak Salmonella’larda her serotipe ve konağa özgü farklı davranışlar gözlenmiştir. Örneğin; sığırlarda S. Dublin hızlı bir şekilde epitelyal kısımdan geçer ve lamina propriadaki MHC sınıf 2 reseptörü taşıyan hücreler ile ilişki kurar. Bu bakteriler çoğunlukla lenf düğümleri içerisinde hücre dışında bulunurlar. Fakat lenf düğümleri içerisine nasıl geldikleri veya hücre dışı ortamda organlara nasıl ulaştıkları bilinmemektedir. S. Typhi ise S. Typhimurium gibi M hücrelerini kullanarak murin bağırsak epiteli hücrelerine girebilme yeteneğindedir. Ancak S. Typhimurium’un tersine epitel dokuya zarar vermez ve Peyer plaklarında M 16 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 hücrelerine girdikten hemen sonra ortadan kaldırılır (31). 2.2. Dokularda Çoğalma İnfekte konağın dalak ve karaciğerinde Salmonella’nın varlığını sürdürebilmesine ilişkin mekanizmayı anlayabilmek için murin infeksiyon modelleri üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır. Histolojik ve mikroskobik çalışmalar, S. Typhimurium’un infeksiyonun erken evresinde farelerin dalak veya karaciğer polimorf nükleer lökositlerinde (PMN), hepatositlerde ve/veya kupfer hücrelerinde; geç evresinde ise makrofajların içerisinde bulunduğunu göstermiştir (18). Mononükleer fagositler, özellikle makrofajlar ile karşılıklı etkileşimler sistemik Salmonellosisin temel patojenitesini oluşturmaktadır. Makrofaj reseptörleri ile mikrobik yüzey ligandları arasındaki etkileşim, membran bağlı fagozom internalizasyonunu meydana getirmektedir. Mikrobiyal ölümü arttıran fagozomun olgunlaşmasını engellemek için, Salmonella, Salmonella Patojenite Adası (SPA) 2’nin gen fonksiyonlarını kullanarak lizozim ile fagozomların füzyonunu engelleyebilmektedir (25). S. enterica içeren fagozomlar, NADPH oksidaz ve indüklenebilir nitrik oksit sentataz içeren veziküller ile etkileşime girmekten kaçınırlar (3). Ancak fagozomlar, lizozomal ilişkili membran glikoproteinlerini elde edebilmektedir. Bu durum besin amaçlı olduğu düşünülen egzositik yoldan biyomoleküllerin elde edilebilme yeteneğini ortaya koymaktadır. Temel makrofaj öldürme mekanizması, NADPH oksidaz, nitrik oksidaz ve katyonik antimikrobiyal peptidleri (defensinler) içermektedir. NADPH oksidazın önemi NADPH oksidaz aktivitesinin bulunmadığı ve fagosit infeksiyonunun sonucu olarak hiçbir solunum patlaması oluşmayan kronik granulomatoz hastalık gözlenen hayvanlarda, hayvanların Salmonellozis’e olan duyarlılığı ile gösterilmiştir. SPA-2 efektörleri bakteriyel yaşam gücünü artırmaya yönelik olarak, fagozomlar ile enzimatik komponentlerin füzyonunu inhibe etmektedir. SPA-2 içerisindeki sspJ lokusu ve Gifsy-2 profajı tarafından kodlanan periplazmik Cu/ Zn süper oksit dismutaz (SOD) ile kalan miktarlar inaktive olabilmektedir (27). Farelerde sistemik hastalığı etkileyen ve SPA-2 üzerinde kodlanan Tip III Sekresyon Sistemi (TTSS) 2’nin oldukça etkili olduğu bilinmektedir. TTSS-1 hücre dışı, TTSS-2 ise hücre içinde bulunan Salmonella’lar tarafından eksprese edilmektedir. SPA-2’nin sığır ve kanatlı gibi gıda üreten hayvanlarda infeksiyon boyunca önemli bir virülens faktörü olduğu ortaya konmuştur (1). Ekstraint e s t in al S al mo n e l l a Pa to g e n e z i 2.3. Hücre İçi Yaşam Salmonella’ların sistemik infeksiyon oluşturabilmesi için makrofajlar içinde yaşamını sürdürebilme yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Salmonella fagozomlarının hücre içi dolaşımı aktive edilmemiş makrofaj-doku kültürlerinde araştırılmış ve Salmonella içeren vakuollerin lizozom ve endozomlarla ilişkili olmadığı ortaya konumuştur. Ancak, ısrarcı hücre içi Salmonella’ların gen ekspresyonları ve dolaşımları ile ilgili yeterli bilgi henüz bulunmamaktadır. Buna ek olarak, Salmonella ile infekte makrofajların akibeti bilinmediği gibi diğer yeni, konak hücrelerini de nasıl infekte ettiği de tam olarak bilinmemektedir. Bakterinin konak hücresinin hayatı boyunca makrofajlar içerisinde kaldığı ve daha sonra yeni bir makrofajı infekte ettiği düşünülmektedir. Ancak, S. Typhimurium, konak hücresinin ölümüne neden olabilmektedir. Bunu en az iki mekanizma ile yapmaktadır. Bunlardan birincisi, SPA-1 tarafından kodlanan TTSS ile gerçekleştirilen hızlı makrofaj ölümüdür (19). Salmonella Typhimurium, makrofaj ölümünü infeksiyondan yaklaşık 18 saat sonra gerçekleştirebilir. Bu gecikmiş makrofaj ölümü SPA-2 tarafından kodlanan diğer bir TTSS’ne ihtiyaç duyar ve bu sistem konak hücreleri içinde aktiftir. S. Typhimurium içeren, ölen veya ölmek üzere olan makrofajlar diğer makrofajlar tarafından fagosite edilebilmektedir. Bu durum Salmonella’yı hücre dışı konak savunmasından koruyan çok önemli bir mekanizmadır. SPA-2’nin, makrofaj infeksiyonu sırasında fagositik oksidazın etkilerinden korunmak ve sistemik infeksiyonu başlatmak için gerekli olduğu belirtilmiştir (19). 3. Salmonella Serovarları ve Sistemik Hastalıklar Salmonella virülensinin sınıflandırılması farklı görüşlere dayanmaktadır. Bunlardan birincisi, filogenetik olarak ilişkili olduğu sınırlı sayıda hayvan türleri ile tipik sistemik infeksiyon oluşturan konak spesifik serovarlardır. Bu yüzden, S. Typhi, S. Gallinarum ve S. Abortusovis sırasıyla insanlarda, kümes hayvanlarında ve koyunlarda özellikle sistemik infeksiyonlarla ilişkilidir. Konak-sınırlı suşlar, birbiriyle çok yakın ilişkili olan bir veya iki konakta; çok nadir olarak ise diğer konaklarda hastalık oluşturabilir. Örneğin, S. Dublin ve S. Cholerasuis sırasıyla ruminant ve domuzlarda ciddi sistemik hastalıklarla ilişkilidir. Bunlara ek olarak, S. Typhimurium ve S. Enteritidis gibi her yerde var olan serovarlar, genellikle ilişkili olmadığı konak türleriyle gastroenteritise neden olmaktadırlar (1). Bir diğer görüşe göre, serovarların bir bölümü de farklı patolojik senaryolar (patovar) oluşturan iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar tipik sistemik infeksiyon oluşturan ve bağırsağa kolonize olarak enteritis ya- 18 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 pan serovarlardır. Bu modelde, tipik tifoid benzeri infeksiyon oluşturabilme yeteneği ya memelilerde (S. Dublin, S. Typhimurium, S. Enteritidis farelerde, S. Choleraesuis memeli türlerinin büyük bir kısmında, S. Typhi ve Paratyphi insanlarda) ya da kuş türlerinde (S. Gallinarum ve ilişkili olduğu serovar S. Pullorum) hastalık oluşturan serovarla sınırlıdır (1). Enteritise neden olan türlerde henüz konak ilişkisi netleşmemiştir. S. Typhimurium suşları insanı da içeren erişkin memelilerin çoğunda enteritis oluşturmaktadır. Diğer birçok serovar ise, sığır, domuz, koyun, evcil hayvanlar ve tavuk gibi farklı genç hayvan türlerinde enteritis oluşturabilmesine rağmen bu durum henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Hastalık üzerine yaşın etkisi oldukça fazladır. Tipik olarak, çok genç hayvanlarda Salmonella infeksiyonlarına karşı aşırı duyarlılığın henüz gelişmemiş olmasının nedeni, non-inhibitör mide florasından dolayıdır. İnfeksiyonda hayvanın yaşı hastalığın gelişiminde önemlidir. Üç günlükten daha küçük tavukların S. enterica infeksiyonları çok ciddi seyredebilir. Buna karşın sağlıklı erişkin tavukların infeksiyonlarında herhangi bir klinik bulgu gözlenmez. Bu durumun makrofaj maturasyonundan kaynaklandığı düşünülmesine rağmen günümüzde nötrofil/heterofil granülosit maturasyonundan ve sayılarından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Tavuklar gelişmiş bir mide florasına sahip olup en az 6 haftalık yaşa ulaşana kadar Salmonella’ların bağırsak kolonizasyonu genetik farklılıklardan dolayı oluşmaktadır (1). Sonuç olarak, aynı konak için farklı Salmonella serotipleri farklı patolojiler ortaya koyabilir. Örneğin, sütten kesilmiş buzağıların S. Dublin ile oral inokulasyonu ciddi sistemik infeksiyonlar oluştururken, S. Gallinarum hastalık oluşturmaz, S. Typhimurium ise akut enteritis oluşturur. Patogenez sadece doz ve inokulasyon yolundan etkilenmez. Aynı zamanda konağın genetik alt yapısı ve bağışıklık durumuna da bağlıdır (1, 2). Özetle, Salmonella dışında tek bir türe ait hiçbir patojen birçok konakta farklı hastalık oluşturabilme yeteneğine sahip değildir. Tifoid ateş oluşturan serovarların infeksiyon biyolojisi bütün infeksiyonlarla benzerdir. Bu serovarlar, sınırlı sayıda konakta hastalık oluşturma yeteneğine sahiptirler ve konak-spesifik, konak-sınırlı veya konak-adapte olarak tanımlanırlar. Serovarların en çok ilişkili olduğu konaklar hastalığın en tipik formunun bulunduğu konak olmayabilir ve taksonamik şemayı komplike hale getirebilen bazı anomaliler oluşabilir. Bu yüzden, S. Typhi ve Paratyphi ya doğal ya da deneysel olarak, insanlarda tipik tifoid oluştururken diğer türlerde önemsiz sayılabilecek hastalıklar oluşturur. S. Gallinarum kümes hayvanları ve kuşlarda tifoid Ekstraint e s t in al S al mo n e l l a Pa to g e n e z i ile ilişkilidir. S. Dublin ve S. Choleraesuis sırasıyla sığır ve domuzlarda sistemik infeksiyonla ilişkilidir. Bununla birlikte, deneysel olarak, S. Dublin farelerde, S. Choleraesuis ise birçok memeli türünde daha tipik klinik tifoid oluşturur. S. Abortusequi atlarda, S. Abortusovis koyun ve keçilerde sistemik hastalıklarla ilişkili olup üreme sistemine yerleşir. Aynı zamanda deneysel koşullar altında murin tifoidine neden olur. İlginç olarak, insanlarda yüksek oranlarda gastroenteritise neden olan ve Salmonella kaynaklı gıda zehirlenmelerine neden olan S. Typhimurium ve S. Enteritidis, farelerde tipik tifoid oluşturur (1). 4. Konak Spesifitesi Salmonella’ların konak dağılımları ve konağa adaptasyon dereceleri çeşitlilik gösterir. Salmonella enterica subspecies I, geniş konak dağılımı gösterirken, Salmonella bongori ve Salmonella enterica subspecies II, IIIa, IIIb, IV, VI ve VII ise genel olarak soğukkanlı hayvanlarla ilişkilidir. Salmonella enterica subspecies I, memeli ve kanatlı türlerinin hastalık etkeni olup, bu türlerde karşılaştıkları savunma bariyerleri soğukkanlı hayvanlarınkine göre farklılıklar göstermektedir. Memelilerde, konak savunma sistemi bağırsağa, bağırsak ilişkili lenfoid dokuya ve mezenterik lenf nodüllerine bakteriyel geçişi engellemektedir. Bu nedenle, sıcak kanlı konaklarda, bölgesel lenf nodüllerinde bulunan makrofajların oluşturduğu lokal savunmanın Salmonella’lar tarafından engellenmesi gerekmektedir. Salmonella enterica subspecies I serotipleri, sıcakkanlı hayvanların iç organlarında kolonize olma, yaşamını devam ettirme, retikuloendoteliyal sistem hücrelerinde çoğalma ve sistemik infeksiyon oluşturma yeteneğine sahiptir (10). Tifoid benzeri infeksiyonlarda konak spesifitesinin temeli tam olarak anlaşılamamıştır. Belirli konak makrofajları içerisinde varlığını sürdürebilme yeteneğine sahip spesifik serovarların, serovar-konak spesifitesi ile ilişki kurabildiği öne sürülmüştür. Örneğin, insan ve fare benzeri canlıların makrofajlarında serovar Typhi’nin alımı ve sürekliliğinin karşılaştırılmasında, makrofajlar insanlarda bu serovarların virülensi ile ilişki kurar fakat farelerde böyle bir durum gözlenmez. Buna ek olarak, S. Typhimurium in vitro ortamda fare benzeri hayvanların makrofajlarında S. Typhi’den daha yoğun olarak bulunur (28). Benzer sonuçlar, murin ve avian makrofajlarında da S. Typhimurium ve S. Gallinarum için bulunmuştur. Ancak, bu durumun tam tersi olarak, sığır ve domuzlarda farklı Salmonella serovarlarının virülensi arasında bir bağıntı ve hücre içi dayanıklılık, makrojlarında sitokinlerin üretimi ya da yok edilmesi gibi faktörler yoktur (30). Konak spektrumunun ve sistemik hastalığın şiddetinin belirlenmesinde Salmonella makrofaj etkileşimlerinin 20 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 rolü henüz açıklığa kavuşmamıştır. Ancak net olan durum, farklı spesifiteye sahip serovarların o karakterle ilişkili olan tek bir patojenite adasına sahip olduğudur. Bu nedenle, SPA-1 ve SPA-2 patojenite adalarındaki genler farklı serovarlarda farklı şekilde evrimleşmiş olabilir. Bu patojenite adaları, translokon proteinlerini (SipD, SseC, SseD) kodlarlar. SPA-1 ve SPA-2, TTSS ve sptP genlerine sahiptirler. Bu genler konak hücrenin mitojen ile aktive olan proteinkinaz yolunu inhibe eden bir efektör proteini kodlar. Bu patojenite adaları aynı zamanda Salmonella’yı içinde bulunduran vakuolün yerleştirilmesinde önemli olan efektör proteinleri (SseF ve SifA) kodlayan genlere sahiptir. Bunlara ek olarak, fimbrial genler ve fonksiyonları da Salmonella’ların yerleşmesine katkıda bulunabilir (1, 9, 23). 5. Virülens İlişkili Genler Salmonella kromozomunda bulunan 3000’den fazla olan genin en az 150-300 tanesinin patojenitede rol aldığı düşünülmektedir. Patojenite adası terimi ilk olarak Escherichia coli’nin üropatojen suşlarının hemolitik aktivitesiyle ilgili genlerin genetik değişkenliğini gözlemlenmesi ile ortaya atıldı (26). 5.1. Salmonella Patojenite Adaları Patojenite adaları, duyarlılık dereceleri farklı olup farklı fonksiyonlarla bağlantılı kromozomlar üzerinde, horizontal olarak elde edildiği öne sürülmüş gen kümeleridir. İnvazyon, hücre içi canlılığını sürdürebilme ve ekstraintestinal yayılımdan sorumlu olan virülens faktörlerini kodlarlar. Bu adacıklar sayesinde Salmonella türleri makrofajları ve epitelyal hücreleri infekte edebilmektedirler (21). Adacıklar sıklıkla, kendi kendilerine bakteriyofajları entegre edebilen tRNA’ları kodlayan genlerde yerleşmişlerdir. S. enterica’da 10’dan fazla SPA bulunmuş ve hepsinin virülens ile ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Günümüzde karakterize ve identifiye edilen toplam 16 adet Salmonella patojenite adası bildirilmiştir. Bazı Salmonella patojenite adaları, tüm Salmonella genusunda mevcutken, bazıları da sadece belirli serovarlar için spesifiktir (10). SPA-1, 42kb büyüklüğünde, %42 G+C oranına sahiptir. Bu adacık, fagositoz yapmayan hücrelerin invazyonundan sorumlu 31 geni içermektedir. Aynı zamanda TTSS için gerekli olan proteinleri kodlamaktadır (21). SPA-1 öncelikle invazyon fazı ile ilişkili olmasına rağmen, infeksiyonun bağırsak ilişkili erken döneminde makrofajlar ve dentritik hücrelerle alakalı foksiyonlara da sahiptir (6). Bağırsağa invazyon süresince, SPA1’den kodlanan SipB proteini, yerleşik makrofajların içinde hücre içi kaspaz-1’in aktivasyonunu etkilemektedir. Kaspaz-1, infekte makrofajların içinde apopto- Kreatin Kaynakları Enerji Kaynakları Doğal Kreatin Kaynakları Arjinin Tasarrufu CreAMINO® Canlı Ağırlıktan Fazlası En Düşük Et Maliyeti Kg Etin Maliyeti? Bak! Yem, modern hayvansal üretimin ihtiyaçlarını karsılamak zorundadır. Evonik Tek Kelimeyle; Verimli™ [email protected] www.evonik.com/animal-nutrition Ekstraint e s t in al S al mo n e l l a Pa to g e n e z i zise neden olmaktadır. Bu durum mikrobiyal kaçışla sonuçlanmaktadır. SPA-1’de sekresyonu regüle eden ana faktör, kültür ortamının pH’sının asitten alkaliye değişmesidir. Bakteri oral yolla alındıktan sonra asidik ortam olan mideden alkali ortam olan bağırsağa geçince infeksiyona neden olur. Bağırsaktan mezenterik lenf nodüllerine, hücre içi ve hücre dışı evrelerde, dalakta bakterinin translokasyonunun gerçekleştiğine dair kanıt bulunmaktadır. Yapılan tüm çalışmalara göre, SPA-1’in Salmonella infeksiyonlarında enterik ateş (sistemik) ve yangılı ishallerin görüldüğü intestinal evrede önemli olduğunu göstermektedir (21). SPA-2 hücre içi vakuollerde çoğalma yeteneğine bağlı olarak, dokularda (dalak ve karaciğer) çoğalma ve hücre içi yaşam için hayati öneme sahiptir. SPA-2, S. enterica’da bulunmakta fakat S. bongori’de bulunmamaktadır. Ve bu, iki türün ayrımından çok daha sonra kazanılmıştır. SPA-2, S. Gallinarum ve S. Pullorum’un patogenezisinde de önemli bir virülens faktörüdür. Özellikle makrofajlar içinde hayatta kalma, dalak ve karaciğerde üremeden sorumludur. Reaktif oksijen radikallerini nötralize eder, bakterinin fagozom içerisinde yaşamasına olanak sağlar (10). SPA-2, 40 kb büyüklüğünde olup, 32 geni kodlamakta ve tRNA geni valV’nin yanında yerleşmiş, iki mayor elementten oluşmuştur. 25 kb ayrılmış kısım düşük miktarda %43 oranında G+C içerir ve sadece S. enterica’da bulunup, sistemik virülensin temelini oluşturan bölümdür. Bu element, TTSS için, normal koşullarda bağırsakta bulunanın yerine hücre içi olarak aktive edilmiş ve SPA-1 tarafından kodlanmış genlerden ayrılmış genleri içermektedir. %54 oranında G+C içeren diğer element ise, SPA-2’de, her iki Salmonella türünde de bulunmakta ve diğer bakteri cinslerinde bulunmuş tetratiyonat redüktaz kodlayan genler içermektedir. TTSS’nin tüm bileşenleri, farklı efektör proteinleri ve iki komponentli düzenleyici sistem (SSrAB) SPA-2 tarafından kodlanmaktadır. SPA-2 veya SsrAB’deki mutasyonlar Salmonella suşlarının hücre içi çoğalma yeteneğini azaltmaktadır. Daha önce bahsedildiği gibi, SPA-2 fagositik oksidaz ile fagozomun birleşimini engelleyebilen mekanizmayı kodlamaktadır. Ve böylece reaktif oksijen ve nitrojen, türlerin antimikrobiyal etkisini engellemektedir (1, 24). SPA-2 lokusunun içinde ve dışındaki genler efektör proteinleri kodlayan genler olarak identifiye edilmişlerdir. Üç protein SseBCD fonksiyonu, SSeFG dahil olmak üzere efektör proteinlerinin translokatörü gibi SPA-2’de lokalize olmuşlardır. TTSS’nin komponenti olduğu düşünülen SpiC, hücre içi vakuoler trafikte fonksiyon göstermektedir. SPA-2’nin dışında, birkaç yer değiştirmiş efektör proteinleri identifiye edilmiş- 22 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 tir. Bunlar kromozomun etrafına saçılmış halde genler tarafından kodlanan kendi N-terminal domaininde yapısal benzerlikler gösteren SifA, SifB, SspH1, SspH2, SlrP ve SseI ve aynı zamanda SPA-5 tarafından kodlanan PipB ve SopD2 dahil olduğu proteinlerdir (1). Toplam G+C içeriği %47.5 olan SPA-3, 17 kb’dan daha küçüktür. S. Typhi, S. Typhimurium ve S. bongori’de bulunup 10 adet gene sahiptir (21). Bu adacık, hücre içi yaşamı sağlayan genlerin birçoğunu antimikrobiyal hücresel mekanizma için kodlar ve fagozomda, Mg2+, aminoasitler, pürinler ve pirimidinlerde dahil olmak üzere besin yetersizliği durumunda baş edebilmeyi sağlamaktadır. MgtCB sistemi tarafından kodlanan yüksek afiniteli Mg2+ alım sistemi bakterinin makrofajlarda çoğalması ve yaşamını devam ettirebilmesi için önemlidir. SPA-3’deki genlerin birkaçı, bunlara sugR ve misL de dahil olmak üzere, tipik sistemik hastalık oluşturan S. Choleraesuis gibi bazı serovarlarda bulunmayabilir (1). SPA-4, 23kb büyüklüğünde, 18 genden oluşmuş olup, %45 oranında G+C bileşenine sahip ve tRNA yanında lokalize olmuştur. Fakat bu konuda yeterli çalışma henüz yapılmamıştır. Yapılan bir çalışmada SPA-4’ün sığırlarda bağırsak kolonizasyonu ile ilişkili olduğunu ancak tavuklarda bu konu ile ilgili herhangi bir kanıt bulunmadığı gösterilmiştir. Bununla birlikte, kolonize olabilmek için hücre içi çoğalma ve hayatını sürdürebilme yeteneğine sahip olması gerektiği gösterilmiştir. Son yapılan bir çalışmada ise, sığırlarda bağırsak kolonizasyonundan sorumlu büyük bir protein (600 kDa) olan SiiE salgılanması için gerekli olan Tip I Sekresyon Sisteminin (TOSS) SiiCDF tarafından oluşturulduğu ortaya konmuştur (13). SPA-5 7.6 kb büyüklüğünde olup, 6 adet geni kodlamaktadır (21). Çoğunlukla enteritislerden sorumludur. Ancak bu adacık, bakterinin makrofaj benzeri hücreler ve avian epitelyal hücreleri ile murin makrofajları içerisinde yaşamını sürdürmesini sağlayan pipB efektör proteinini kodlayan geni bünyesinde bulunduran SPA-2 ile yakından ilişkilidir (15, 21). SPA-6 59 kb büyüklüğünde ve hem S. Typhi hem de S. Typhimurium serovarlarında bulunmaktadır (Belgin). Bu adacık, kolonizasyona katkıda bulunan fimbrial saf lokusunu içermekle beraber bakterinin makrofajlar içerisinde hücre içi yaşamını sürdürmesini arttıran tanımlanamamış genleri de içermektedir (1, 14). Geri kalan SPA’ lar daha az karakterize edilmiştir. Bununla birlikte S. Typhi’nin SPA-7, 8 ve 10’un içerisinde tam olarak belirlenememiş bazı genlerin insan makrofajları içerisinde bakterinin hücre içi yaşamını sürdürmesine katkıda bulunduğu bilinmektedir (4). SPA-7, 133kb büyüklüğündedir ve mayor patojenite TR.MER.14.01.07 TAVUKLARDA GUMBORO VE MAREK’E KARŞI İMMUN SİSTEMİN DAHA ERKEN DESTEKLENMESİ, YAŞAM BOYU TAM KORUMA VE OPTİMAL PERFORMANS İÇİN Büyükdere Cad. No:193 K: 4-10 34394 Levent/İstanbul - Türkiye • T: +90 212 339 10 00 F: +90 212 339 59 11 • www.merial.com.tr Ekstraint e s t in al S al mo n e l l a Pa to g e n e z i adası (MPI) olarak bilinmektedir. Bu adacık dışındakilerin hepsi oldukça küçüktür ( 7-33kb). SPA-7 sadece S. Typhi’ de görülen ve Vi antijeni ile IVB pilus tipini kodlamaktadır. Vi antijeni kapsüler ekzopolisakkarit yapısındadır ve tifoid sırasında ateşin yükselmesine neden olur (21). SPA-8, 6.8 kb büyüklüğünde olup, pheV tRNA’ nın yakınında yer almaktadır. Bu adacık S. Typhi’de bulunmakla birlikte Saroj ve ark. (2008) S. Cholerasuis ve S. Paratyphi A’da bulunduğunu belirtmişlerdir. SPA-8 virülens faktörleri, bakteriyosinlerdir (21). SPA-9 ve 10 genlerinin hiçbiri virülensle ilgili değildir. Mozaik yapıda gözüken, 14 kb’lık uzunluğa sahip olan SPA-11’in bazı bölümleri S. Typhimurium ve S. Typhi’de bulunmaktadır. Bu ada üzerindeki birçok gen S. Typhimurium virülensinde önemli olup bu genlerden bazıları; slyA tarafından regüle edilen PagC ve PagD genleri, birçok virulans geninin regülatörü olan PhoP/ PhoQ ikili komponent sistemidir. PagC farelerde makrofajlar içinde hayatta kalma ve sistemik infeksiyonlardan sorumludur. PagD ve MsgA, S. Typhimurium’un makrofajlar içinde hayatta kalmasını sağlarken, MsgA duyarlı farelerde sistemik infeksiyonların patogenezisinden sorumludur (10). SPA-12, proL tRNA genine inserte olmuş ve S. Typhi ile S. Choleraesuis genomunda 6.3 kb büyüklüğündedir. SPA-12’nin tek virülens faktörü, infekte hücrelerde aktin polimerizasyonunu etkileyerek buzağılarda virülensi oluşturan, TTSS-2’nin salgılanan efektör proteini SspH2’dir (10). Salmonella Typhimurium ve S. Choleraesuis’te, 19.5 kb büyüklüğünde olan SPA-13 üzerinde toplam 18 genin sadece 3 tanesi virülenste rol oynar. Bu genler, 1 günlük civcivlerin infeksiyon modelinde S. Gallinarum’un virülensi için gerekli olan gacD, gtrA ve gtrB’dir (10). SPA-14, S. Typhimurium ve S. Choleraesuis’te bulunan, S. Typhi ve S. Paratyphi A’da ise bulunmayan, günlük civcivlerde S. Gallinarum’un virulansı için gerekli olan bir adacık olup üzerinde taşıdığı 2 genin (gpiAB) identifikasyonunu takiben patojenite adası olarak kabul görmüştür (10). Salmonella Typhimurium DT104, DT120’nin epidemik suşlarında ve S. enterica’nın bazı diğer serovarlarında bulunan antibiyotik dirençlilik genlerini barındıran 43 kb’lık bir gen kümesi olan Salmonella Genomik Adası-1 (SGA-1)’in antibiyotik dirençlilik genlerinin yayılımına yardımcı olduğu düşünülmektedir (10). İlk olarak Yersinia spp’de karakterize edilen, insanlar ve fareler için oldukça virulent olan, Enterobactericeae familyasının birçok üyesinde de bulunan Yüksek Patojenite Adası (YPA), Salmonella enterica subsp. III ve IV’te bulunmaktadır. Bu adaya sahip suşların sep- 24 MEKTUP ANKARA Yıl: 2015 Cilt: 13 Sayı: 3 tisemik infeksiyonlardan sorumlu olduğu düşünülmektedir (10). 5.2. Salmonella’da spv Virülens Lokusu Birçok Salmonella serovarı kendi kendine replike olabilen plazmidler içermektedir. Sistemik hastalık oluşturan birçok serovar, virülensin ekspresyonu için gerekli ancak konjugatif olmayan büyük plazmidleri (60-100 kb) içermektedir. Virülens plazmidi içermeyen tek serovar S. Typhi’dir. Temel virülens bölgesi Salmonella plazmid virülens (spv) genlerini içeren yaklaşık 8 kb’lık bölge içerisinde bulunmaktadır. Bu genlerden spvB, konak hücreleri içerisinde hücre yapısının destabilizasyonuna neden olan ADP-ribozilat aktin proteinini kodlamaktadır. Enteritis oluşturabilmek için plazmidler gerekli değildir. Ancak bazı plazmidler sistemik hastalığın bağırsağa tutunma döneminden sorumlu olmaktadır. Bu bölge bir anahtar gibidir ve SPA-2 ile diğer patojenite adaları arasındaki ilişkilerin doğası ilgi çekmektedir (1). Ekstraintestinal infeksiyonlarla ilişkili non-tifoid Salmonella suşları insanlarda ve hayvanlarda varlığını spv olarak adlandırılan lokuslarda devam ettirmektedir (5). spv genleri, 50-100 kb büyüklüğünde, yüksek benzerlikle bölgeler içeren virülens plazmidleri içinde yerleşmiş, S. enterica subsp. I’de bulunmuş ve Salmonella plasmid virülens olarak adlandırılmıştır (Şekil 4). spv lokusu, Salmonella serovarı ve fare soyuna da bağlı olmak kaydıyla farklı büyüklüklerde olarak farelerin virülensini arttırdığı görülmüştür. Ayrıca spv lokusunun etkisi, deneysel olarak sığırlarda, domuzlarda ve insanlarda da moleküler epidemiyoloji ile belgelenmiştir. Virülens plazmidleri, evcil hayvanlarda konak-adapte serovarlar olarak, sığırlarda S. Dublin, domuzlarda S. Choleraseuis, kümes hayvanlarında S. Pullorum/Gallinarum, koyunlarda S. Abortusovis ve geniş konak çeşitliliğine sahip S. Enteritidis ve S. Typhimurium’da bulunmuştur. Daha sonra yapılan çalışmalar, spv lokusunun diğer Salmonella alt türlerinin birçoğunda olduğunu ve bazı farklı S. enterica türlerinde kromozom üzerinde yer aldığını göstermiştir (5, 17). Sonuç olarak insan ve hayvanlarda önemli infeksiyonlara neden olan Salmonella türlerinin patogenezinin araştırılması ile etkenin epidemiyolojisinin anlaşılması, hastalıktan korunma ve kontrol programlarının oluşturulmasında kolaylıklar sağlayacaktır. Bu derlemede elde edilen bilgiler, Salmonella patogenezinde henüz açıklığa kavuşmamış olan konuların var olduğunu ve konuyla ilgili daha kapsamlı, proje ve çalışmaların yapılması gerektiğini ortaya koymuştur. KAYNAKLAR Kaynaklar yazardan temin edilebilir. C M Y CM MY CY CMY K
Benzer belgeler
Mektup Ankara 2013-4 - Veteriner Tavukçuluk Derneği
doktorlar popüler olabilme adına hiçbir bilimsel denetime tabi olmayan TV kanallarında temelsiz iddialarını sürdürmektedirler. Bu açıklamalar maalesef