istiklal marşı

Transkript

istiklal marşı
ALTINDAĞ
12 MART “İSTİKLAL MARŞI” NIN KABULÜ ve MEHMET AKİF ERSOY
ÖZEL SAYISI
Liseler Arası "İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy" Konulu Afiş Yarışması 1.
Zeynep1 İREM
Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
ALTINDAĞ
12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve
M.Akif ERSOY Özel Sayısı
SAHİBİ
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Adına
İlhan ERANIL
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürü
YAYIN EKİBİ
Cemil ALKIŞ
Altındağ İlçe Milli Eğitim
Şube Müdürü
Z.Uğur YIKAN
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Osman ÖZER
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Aykut DURAK
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Esra ÇALHAN
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Nuray ÇEVİK
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Satı YÜCEL
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Zeynep BARAN MAHMUTOĞLU
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu Üyesi
Seda ASLAN
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Kültür Komisyonu
Üyesi
2
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 4
BAŞ YAZI ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 6
İSTİKLAL MARŞI --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 8
İSTİKLAL MARŞI (OSMANLICA) -------------------------------------------------------------------------------------------- 9
KİMDİR MEHMET AKİF ? -------------------------------------------------------------------------------------------------- 10
MEHMET AKİF ERSOY'UN VEFAT HABERİ ---------------------------------------------------------------------------- 15
İSTİKLAL MARŞI (ORJİNAL) MECLİS TUTANAKLARI ---------------------------------------------------------------- 17
SON RÖPORTAJ ------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 24
DÜZENLENEN YARIŞMALAR --------------------------------------------------------------------------------------------- 27
3
ÖNSÖZ
“ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRMASIN”
İstiklal Marşı, bağımsızlıktan başka hiçbir seçeneği olmayan, inanan,
şehadet şerbetini içmek için can atan, tarihi boyunca zaferden zafere koşan bir
milletin kahraman ordusuna ithaf olunan bir marştır.
Bu marş, düşmana korku, dosta cesaret veren güçlü bir hitabet örneğidir.
Yazıldığı dönemde vahim bir manzara vardır. Bütün orduları dağıtılmış,
silahları ellerinden alınmış, kendi kaderine terk edilmiş bir topluluk… Bu topluluk
yokluk içinde var olma savaşı veriyor. Böyle bir atmosferde beş yüz lira ödülle
İstiklal Marşı yazdırılmak isteniyor.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şehadet şerbetini içen,
“O gün bin atlı çocuklar gibi şendik
O gün bin atlı dev gibi bir orduyu yendik.” diyen akıncıların torunlarına para
ödüllü bağımsızlık marşı yazdırmak ecdadını tanımayanların fikri olsa gerek…
4
Yanlıştan tez dönülür ve ödül kaldırılır. Eli kalem tutan, dili şiir söyleyen
kim varsa bir şeyler yazmaya çalışır ama bir türlü istenen marş ortaya çıkmaz.
Yüreği vatan aşkıyla yanan, gönlünde kıyametler kopan, içini kimselere
dökemeyen sadece bülbül ile söyleşen ve “Teselliden nasibim yok hazan ağlar
baharımda.” diyen Mehmet Akif, yüreğinde yaktığı mürekkebi gözyaşıyla ıslatıp
ilmik ilmik işler Dergah-ı Taceddin’in duvarlarına…
Bazen seslenir ay yıldıza, bazen de tutunur ecdadın sancağına. İman dolu
göğüslerde huzur bulur. Bazen dalıverir cennet vatanın yeşilliklerine. Bazen
haykırır gençlere. “Bastığın toprağı tanı incitme atanı.” diye.
Seher vakti bad-ı saba vururken yaralı gönüllere umut dolu bir geleceğin
müjdecisi, kendini hürriyete adamış, umudunu Âsım’ın nesline bağlayan Mehmet
Akif’in dilinden şu mısralar dökülür:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Mehmet Akif’in gönlünde filizlenen bu dizeler Türk milletinin gönlünde gür
bir ormana dönüşmüştür. Yokluk içinde var olma savaşı veren bu millet adeta
yeniden doğmuş imanla yoğrulmuş vatan aşkıyla muzaffer olmuştur. Bize de
Akif’in duasını tekrarlamak düşüyor.
“Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın.”
Amin amin amin
İlhan ERANIL
Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürü
5
BAŞ YAZI
“İSTİKLAL
MARŞI, HİÇBİR BABAYİĞİT TARAFINDAN
BENZERİ YAZILAMAYAN ALEV GİBİ BİR ŞİİRDİR”
Milletler
geleceğe
tek
başlarına
yürüyemezler. Yetiştirdikleri büyük evlatlarıyla
hem yol hem de soluk alırlar. Bu büyük evlatlar
onlara yol gösterir, rehberlik eder, ufuk açar.
İşte milletimize rehberlik edip ufuklar açan
büyük
şahsiyetlerden
birisi
de
İstiklal
Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’dur.
Bilindiği üzere büyük insanların eserleri
de kendileri gibi toplum için birer fenerdir. Büyük şairimizin yazdığı İstiklal
Marşı, tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biri olması hasebiyle toplumumuz
için fener görevi görmektedir.
İstiklal Marşı’mız, tarihten silinmek istenen bir milletin milli ve manevi
değerlere sarılarak Milli Mücadele’yi kazandığının belgesidir. Tarihe sığmayan
İstiklal mücadelemizin destanıdır, manevi tarihimizdir. Vatan bildiğimiz
toprakları kendine yurt edinen, aziz şehitlerinin kanıyla vatan topraklarını sulayan
milletimizin ortak mutabakat metnidir. Milletin duygularının tercümanı
olan
büyük şairimiz şöyle vurgular bu durumu:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda
Canı, cananı bütün varımı alsın da Hüda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda”
Mehmet Akif’i ve İstiklal Marşı’nı anlamak, bu vatanı ve milleti anlamaktır.
Bu değerlerimiz anlaşılmadan ne geçmişimizi ne de geleceğimizi tam olarak
kavrayabiliriz.
6
Mısralarında bağımsızlığın Türk Milletinin hakkı olduğunu dile getiren Akif,
cennet vatanımızın ne pahasına olursa olsun düşmana terk edilemeyeceğini
anlattığı İstiklal Marşı ile tarih boyunca bağımsızlığa verdiğimiz önemi adeta
bütün dünyaya ilan etmiştir.
İstiklal Marşı’nı anlayarak okuyan herkes bağımsızlığın ne demek olduğunu
çok daha iyi kavrayacak, bu bağımsızlığın ne bedeller ödenerek elde tutulduğunu
görecek ve şüphesiz ki ülkesini daha çok sevecektir.
Asırlar boyu hiçbir devletin ya da topluluğun esareti altında yaşamamış olan
Türk Milletinin, içindeki bağımsızlık ateşini sonsuza dek yakmaya devam edeceğini
büyük şairin büyük eseri Safahat’ı her okuyuşta bir kez daha ruhumuzun
derinliklerinde hissediyoruz.
Peyami Safa Akif’in ölümünün ardından yazdığı bir yazıda büyük şair için
şöyle der:
“Akif’in en büyük meziyeti, her mısraını inanarak yazmış
olmasındandır. Onun içindir ki İstiklal Marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri
yazılamayan alev gibi bir şiirdir”
Cemil ALKIŞ
Altındağ İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü
7
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
“Bu eser 12 Mart 1921 tarihinde I.TBMM
tarafından ‘İstiklal Marşı’ olarak kabul
edilmiştir.”
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım;
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar.
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak'kın;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecdile bin secde eder varsa taşım;
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hak'ka tapan milletimin istiklal!
MEHMET AKİF ERSOY
8
İSTİKLAL MARŞI (OSMANLICA)
*İstiklal Marşı 12 Mart 1921'de kabul edilmeden önce 17 Şubat 1921'de
Ankara'da Sebilürreşad dergisinin 468'inci sayısında ilk kez yayımlanmıştır.
9
KİMDİR MEHMET AKİF ?
DOĞUMU VE ÇOCUKLUK YILLARI
Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul'da,
Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde
dünyaya geldi. Kaynaklara göre baba tarafından Arnavut
kökenlidir.Nüfusa kaydı, babasının, onun doğumundan sonra
imamlık yaptığı ve Âkif'in ilk çocukluk yıllarını geçirdiği
Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus
kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi
Buhara'dan Anadolu'ya göç etmiş bir ailenin kızı olan Emine
Şerif Hanım; babası ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih
Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir.
Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten "Ragif"
adını verdi. Babası vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu
isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi
benimsedi.Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih, Sarıgüzel'deki evinde geçti. Kendisinden
küçük, Nuriye adında bir de kız kardeşi vardır.
ÖĞRENİM YILLARI
İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde o zamanların adeti gereği 4 yıl, 4 ay, 4
günlük iken başladı. 2 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye
başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Bir yandan da Fatih Camii'nde
Farsça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca
Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin
"hürriyetperver" aydınlarından birisi olan Türkçe öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu ancak babasının desteği
sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek
kısmına devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin
yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev
yaptı, aile bu eve yerleşti. Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen
Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan
Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu.
Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif
bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu.Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı
Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve
gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık
bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi.
10
Mezuniyetinden sonra Mehmet Âkif, Fransızcasını geliştirdi. 6 ay içinde Kur'an'ı ezberleyerek
hâfız oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894’te birer gazeli, 1895’te ise Mektep Mecmuası’nda
"Kur'an'a Hitab", adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı.
MEMURLUK YILLARI
Okulu bitirdikten hemen sonra Ziraat Bakanlığı’nda
(Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti) memur olan
Mehmet Âkif, memuriyet hayatını 1893–1913 yılları
arasında sürdürdü. Bakanlıktaki ilk görevi veteriner
müfettiş yardımcılığı idi. Görev merkezi İstanbul idi ancak
memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu,
Arnavutluk ve Arabistan'da bulundu. Bu sayede halkla
yakın temas halinde olma imkânı buldu. Bir seyahati
sırasında babasının doğum yeri olan İpek Kasabası'na
gidip amcalarıyla tanıştı. 1898 yılında Tophane-i Âmire
veznedârı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım’la evlendi;
bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir adlı
çocukları dünyaya geldi.
Mehmet Âkif, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve
edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli
Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları
yayımlandı. İstanbul’da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve
Baytar Mektebi (1906)'nde kompozisyon (kitabet-i resmiye), sonra Çiftçilik Makinist Mektebi'nde
(1907) Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı.
II.MEŞRUTİYETİN ETKİSİ
II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Âkif, Umur-ı Baytariye Dairesi Müdür Muavini idi. II.
Abdülhamid'in istibdat rejiminin şiddetli bir muhalifiydi, hatta II. Abdülhamid'in yüzünü gördüğünde
bile midesinin bulandığını hatıralarında anlatır. Bunun etkisiyle, meşrutiyet'in ilanından 10 gün sonra
arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca'nın yönlendirmesiyle, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve
Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. Ancak Mehmet Âkif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan
"Cemiyetin bütün emirlerine, bilâkayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim" cümlesinde geçen
"kayıtsız şartsız" ifadesine karşı çıkmış, "sadece iyi ve doğru olanlarına'" şeklinde yemini değiştirtmişti.
Cemiyetin Şehzadebaşı İlmiye Mahfelinde Arap Edebiyatı dersleri veren Âkif, Kasım 1908’de, Umur-i
Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun’da Edebiyat-i Osmaniye dersleri
vermeye başladı.
II. Meşrutiyet’in Âkif'in hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım
atması olmuştu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya
uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin ‘in
çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk
sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı. Ebül'ula Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912'den itibaren
Sebil'ür-Reşad adıyla çıkmaya devam etti. Âkif'in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide
yayımlandı. Gerek dergilerdeki yazılarında, gerekse İstanbul camilerinde verdiği vaazlarda Mısırlı
bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı.
1910 yılında gerçekleşen Arnavutluk İsyanı onu çok üzmüş ve arkasından gelecek kötü olayları
sezmişti. Balkanlar'da artan düşmanlık duygularını ve doğabilecek isyanları önlemek için bir şeyler
11
yapma arzusu duydu ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914’ün başında iki aylık bir seyahate
çıkarak Mısır ve Medine'de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını "El Uksur'da" adlı şiirinde anlattı.
1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden
neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber
çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde
konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA'YA GİRMESİ
Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden (1913), sonra yayınlarının
hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914)
ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti’ne bağlı
Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya’ya (Berlin’e )
Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti. (1914). İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken
Almanlar'a esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan
Osmanlı’ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki
Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya’da iken
yazdığı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad’da yayınladı.
İstanbul'a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a
gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propogandası ile
mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin'deyken heyecanla Çanakkale
Savaşı ile ilgili haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini
Arabistan'da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale Destanı'nı kaleme aldı.
Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Âkif, "Necid Çölleri'nden Medine'ye" şiirinde bu
seyahatini anlattı.
İSTİKLAL SAVAŞI'NA KATILIŞI
İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif, görevinden azledilmeden az
önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu’ya geçti. Sebil'ür-Reşad’ı Ankara’da çıkarması için Mustafa
Kemâl Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya
vardı. Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya varışından bir
süre sonra ailesini de yanına aldırdı.
Ankara’ya geldiği günlerde, Mustafa Kemâl Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Âkif’in
Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur’dan, Temmuz ayında ise
Biga’dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Âkif, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böylece 19201923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM’de yer aldı. Meclis kayıtlarında adı "Burdur milletvekili ve
İslam şairi" olarak geçmektedir.
Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması’nı önlemek için halka öğütler
vermek üzere Konya’ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya’da kesin bir sonuca ulaşamadı ve
Kastamonu’ya geçti. Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu’daki
Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır’da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere
dağıtıldı.
Âkif, Anadolu'ya geçerken Eşref Edip'e de arkasından gelmesini söylemişti. Eşref Edip, Sebil'ürReşad Dergisi'nin klişesini de alıp İstanbul'dan ayrıldı. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463.
sayısını yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Ediple beraber Kastamonu'da
yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467.
12
sayıdan itibaren yayıma Ankara'da devam ettiler. Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun
duyguların hâkimiyetindeki Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini
yasakladı.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak
meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi
Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif,
Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul
edildi.
İSTİKLAL MARŞI'NI YAZMASI
Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah
Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey
kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti.
Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta
katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar
gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en
güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste
hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul
etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan
çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17
Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de
yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste
okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921
Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak
kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i
Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve
cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı.
Mehmet Akif Ersoy Müze Evi, Mehmet Akif
Ersoy'un Kurtuluş
Savaşı
yıllarında
Ankara'da ikamet ettiği ve İstiklâl Marşı başta
olmak üzere çok sayıda şiirini yazdığı
müzeye dönüştürülmüş Ankara evidir.
MISIR YILLARI
İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, 1923 yılında Ankara'dan İstanbul'a döndü.
Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine kışı geçirmek için Mısır'a gitti. Gitmeden önce Kur'an'ı Türkçeye
tercüme etmek için Diyanet İşleri ile anlaşma imzaladı. Kendisine teklif edilen bu görevi başlangıçta
reddetmişti çünkü kendi eserlerini yazmak, milli mücadele destanını yaratmak istiyordu ancak bu
çeviriyi yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden kabul etmesi için çok yoğun ısrar vardı ve kabul
etmek zorunda kaldı. Birkaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçirdi. 1926 kışından sonra
Mısır’dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an
tercümesi üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak 6-7 sene üzerinde çalıştıktan sonra sonuçtan memnun
kalmadı ve bu sorumluluktan kurtulmak istedi. Sonunda 1932’de mukaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri
Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını
dostu Yozgatlı İhsan'a teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. Mehmet Âkif, Mısır
yıllarında Kuran çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire'deki “Câmiat-ül
Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936).
13
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞÜ VE VEFATI
Siroz hastalığına tutulunca hava
değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce
Lübnan'a, sonra Antakya’ya gitti fakat
Mısır’a hasta olarak döndü. 17 Haziran
1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27
Aralık
1936
tarihinde
İstanbul’da,
Beyoğlu'nda ki Mısır Apartmanında hayatını
kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü.
Cenazesine resmi bir katılım olmadı ancak
büyük bir üniversiteli genç topluluk katıldı.
Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler
tarafından yaptırıldı; 1960’ta yol inşaatı
nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne
nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve
arkadaşı Ahmet Naim Bey'in mezarları
arasındadır.
Mehmet Akif'in ölümüyle ilgili bir gazete haberi
(Cumhuriyet, 28 Aralık 1936)
Mehmet Âkif'e 1 Haziran 1936 tarihi itibarı ile
478 lira 20 kuruş emekli maaşı bağlanmıştır. Bu maaş
1936 yılı Ekim ayından itibaren ödenmeye başlanmış,
toplu olarak 2976 lira almıştır. Emekli cüzdanının son sayfasında ise “600 lira borç” ibaresi yazılıdır. Bu
borç düştükten sonra ise kalan kısım ailesine verilmiş ve Mehmet Âkif bundan iki ay sonra vefat
etmiştir.
* "http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_%C3%82kif_Ersoy"
14
MEHMET AKİF ERSOY'UN VEFAT HABERİ
* 29 Birincikanun 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin ilk sayfasındaki
haber.
15
“Mezar
başında tabut açılmış;
heykeltraş Ratib Aşir tarafından
büyük şairin yüzünün alçı kalıbı
alınmıştır. Bu kalıba göre
Mehmet Akif'in bir büstü
yapılacaktır."
* 29 Birincikanun 1936 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi'nin ikinci
sayfasındaki haber.
16
İSTİKLAL MARŞI (ORJİNAL) MECLİS TUTANAKLARI
(12 MART 1337)
17
"Bu İstiklal marşları tarafı alinizden tetkik edildikten sonra intihabınız hangi şiir
üzerinde temerküz ederse ikinci bir muamele daha yapılacaktır."
“Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış
yatıyor, bir hilâl uğruna yâ Rab, ne
güneşler batıyor.”
M.Akif ERSOY
18
19
20
21
22
“Milletin ruhuna tercüman olan
işbu İstiklal Marşı’nın ayakta
okunmasını teklif ediyorum”
REFİK B. (Konya)
23
SON RÖPORTAJ
Milli Edebiyatın En Kuvvetli Yazıcısı : M.AKİF
Türk edebiyatına son devrin çok güzel şiirlerini hediye eden büyük şair Mehmet Akif vatandan on
bir senelik bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza kavuştu. Fakat İstiklal marşının milli his, milli heyecan ve
milli şiir yaratan bu büyük şairi Akif yurda hasta döndü. Şimdi hastanede tedavi altındadır. “Yedigün”
muharriri Akifle konuştu. Onun yurttan ayrı yaşadığı günlerdeki hatıralarını, intibalarını topladı.
Günün birinde sessiz sedasız
Yola revan olarak, vatan ufuklarını
aşan şair Mehmet Akif tam on bir
yıl süren bu uzun seferin sonunda,
işte, bembeyaz bir hastane odasın,
bembeyaz bir yatağında solgun,
mecalsiz ve bitap yatıyor.
- Ya kavuşmanın sevinci ?
-Onu sorma oğlum...Onu ben
kendi kendime bile soramıyorum... Ancak ne yazık ki
vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm, hiç bir şey göremedim.
Ve kendi kendine söylüyor:
Başucundaki sandalyeye otur-Cennet gibi yurdumdayım
dum. Ak kılların çerçevelediği bu
ya... Çok şükür.
sapsarı yüze, bu gevşemiş, sarkHastalığı akla geliyor:
mış çizgilere, bu yorgun ve dalgın
-Karaciğerim, dalağım şişmiş
gözlere bakıyorum: Zaman denen
geldik, yattık burada.Müşaşeyin kudretini, hayat denen efsahade altına aldılar, bakalım
nenin sırrını bilmek istiyorum,
-Mısır'dan üç gecede geldim...
ne olacak?
sonra, yavaşça soruyorum :
Bu üç gece, otuz asır kadar uzun Eski hatıralarını deşiyorum.
sürdü...Orada on bir yıl kaldım... Milli mücadelenin ilk günle- Özledin mi bizi üstad ?
Fakat bir an oldu ki, on bir gün rinde Ankara istasyonunda
Dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı,
daha kalsaydım, çıldırırdım...
karşılaşışımızı hatırlıyorum.
hiç ses çıkarmasaydı bile, bu zehir
-Evet - diyor- İstanbuldan,
gibi gülümsemesile her şeyi söyle-Hasret...
mücahede aleyhine fetva çık
miş olurdu:
Kupkuru dudaklarında kendi
tığı gün ayrılmıştım. Üsküdar
gibi solgun bir ses sızıyor:
dan araba ile şimdi ismini
- Özlemek mi oğlum... Özlemek mi?
hatırlamadığım bir köye gittik
Bu acının büyüklüğünü bir daha
- ....Çok acı....
orada 'Cuma' yı tuttuk. O zakendi içinde görmek ister gibi gözleriman Adapazarında karışıkni yumdu, sonra kesik kesik konuştu;
lıklar vardı, kenarından geçtik
Başucundaki
sandalyeye oturdum. Ak
kılların çerçevelediği bu
sapsarı yüze, bu
gevşemiş, sarkmış
çizgilere, bu yorgun ve
dalgın gözlere bakıyorum:
Zaman denen şeyin
kudretini, hayat denen
efsanenin sırrını bilmek
istiyorum
24
kah öküz arabalarile, kah beygirlerle Lefkeye geldik, ve trenle Ankaraya ulaştık...Ankara
Yarabbi ne heyecanşı, helecanlı günler geçirmiştik... Ya
Sakarya günleri... Fakat bir
gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yese düşmedik. Zaten
başka türlü çalışabilir miydi?
Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz
Fakat imanımız büyüktü.'
Yorgun, susuyor....
Ve bir lahza bırakıyor kendini
bu eşsiz sevincin koynuna...
Dalıyor.
Ve, sesinin ta içten dudaklarına
dökülüşünü seziyorum:
-Allahım ne muazzam zaferdi o!
Ortalık hercü merç oldu...Beş altı saat içinde bir başka dünya
doğdu...
Tekrar gözlerini yumuyor:
nezaketini gösteriyor:
-Mısırda nasıl vakit geçirdiniz ?
-Kahirenin yirmi beş kilometre cenubunda Helvan vardır.Sakin, asude bir köşedir.
Orada oturdum.Zaten, tab'an
münzevi bir adamım.Gürültüyü sevmem.İstanbulda iken
de böyle idim.Mısırda da
-İstiklal marşını nasıl
yazdınız ?
Yavaşça yatağından doğruluyor, yastıklara yaslanıyor,
sesi birden canlanıyor;
Darülfünün işi çıkınciya kadar
Helvan'da yaşadım.Son zamanlarda Kahireye indim.
-Doğacaktır,sana va dettiği
günler hakkın!...
Bu ümitle, imanla yazılır. O
zaman düşünün...İmanım
olmasaydı yazabilir miydim.
Zaten ben, başka türlü
düşünüp, başka türlü
yazanlardan değilim. Bu
elimden gelmez.İçimde ne
varsa, bütün duygularım yazılarımdadır..Şu var ki, İstiklal marşının şiir olmak üzere bir kıymeti
yoktur. Ancak tarihi bir değeri
vardır.
-Var, güzel tarafları var...
bilhassa kışın...hoş yazın da,
sıcak iklimlerde bulunduğum
için muztarip olmadım.Orada
sıcak da sürekli değildir, evler
onagöre yapılmıştır. En sıcak
günlerde odaların harareti
yirmi sekiz, otuzdan fazlaya
çıkmaz...Fakat bir yaz günü
İstanbul...Bu doğup büyüdüğüm, bütün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz
gözlerimin önüne gelince...
Ve, gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi ayni
nağme titriyor.
"Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın..."
-Ya büyük zafer üstadım...O
anda ne duydunuz ?
Kalbi durmuş gibi sarsılıyor,
sonra bir anda yeniden canlanmış gibi, nereden geldiği bilinmez
bir ışıkla gözlerinin içi gülerek;
-Ah... Diyor:
-Sevdiniz mi Mısırı ?
"Kim bilir belki yarın, belki
yarından da yakın..."
-Ve biz mest olduk!...
-O zaman bir şey yazmadınız
mı ?
-Artık benim ne düşünecek,
ne duyacak, ne yazacak hatta
ne yaşıyacak takatim kalmıştı
Bizim dilimiz tutulmuştu.Ordu
bizzat yazıyordu.
Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide birde fasıla veriyorlardı.Hastabakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisini odayı bir parka boşaltıyor.Şimdi,
o ağır ağır çorbasını içerken bir
yandan da benimle konuşmak
25
-Mısırda neler yazdınız ?
- Geçmişten adam hisse
kaparmış... Ne masal şey !
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye
tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınaydı, tekerrür mü ederdi?
Ve üstadın Helvanda yazdığı "Firaunla yüz yüze" sinden şu son parçayı alıyorum:
Bileydim, ey koca Mısrın ilahi uryanı!
Mezara, heykele ait bütün bu velvelerler
Bekan için mi hakikat ? Meramın oysa, heder:
Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli
Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli !
-Eskidenberi yemekle başım hoş değildir...Sigara
da içmem...Şimdi doktorlar zorla ye, deyip duruyorlar...Zorla ne olur ki, yemek yenebilsin ?
Tekrar yatağına geçince, ben de vedaa hazırlanıyorum. Ve ayak üstünde soruyorum:
-Kolay mı yazarsınız ?
Dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek:
-Hayır...Diyor.
-Neler yazacaksınız ?
-Biraz kendime gelirsem, yazacak şeylerim
hazırım...
Elile birkaç defa başına vuruyor:
-Var kafamda hazırlanmış mevzularım
Ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor:
-Çok uğraşırım...Epi çalışırım... Mevzuu uzun
boylu kafamda işlerim... nihayet kağıt üzerine
naklederken de hayli yorulurum.
-Ya en son yazınız ?
-Mısırda geçen sene bir resmimi çekmişlerdi.
Güneşli bir hava idi gölgem de upuzun, kumlarda
duruyordu.Bu resmin altına şöyle yazmıştım:
-Zevklerinizi sorabilir miyim üstadım ?
Hafifçe gülümsüyor. Ve "zevk" diye dünyada
bir şey var mı der gibi yüzüme bakıyor:
-Zevk mi ?.. Benim zevklerim mi ? Eğer sevdiği
eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak
için uğraşmak , nihayet düşünmek , yapayalnız
bir köşeye çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir
zevkse...Eh benimde zevklerim var demektir.
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiçbiri yok
Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola, serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak
Ve kupkuru kaim dudaklar birbirine yapışıyor...
Çorbasından başka bir şeye el sürmiyen şaire
hastabakıcı hemşire, yalvaran bir sesle öteki yemekleri gösteriyor;
-Siz yorulmayın... ben vereyim...
-Yiyemeyeceğim..
-Bir parça sütlaç..
-Mümkün değil...Rica ederim ısrar etmeyin...
* BU RÖPORTAJ YEDİGÜN DERGİSİ'NİN 1 TEMMUZ
1936
TARİHLİ
173
NUMARALI
SAYISINDA
YAYINLANMIŞTIR.RÖPORTAJ KANDEMİR TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.RÖPORTAJ
AKTARILIRKEN
YEDİGÜN DERGİSİNDEKİ İMLAYA BAĞLI KALINMIŞTIR.
Ve bana dönüyor.
26
DÜZENLENEN YARIŞMALAR
M.AKİF ERSOY'UN YAZDIĞI "ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE" ŞİİRİNİ OKUMA
YARIŞMASI
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından
düzenlenen yarışmanın finalinde ilçemizi temsilen
katılan Esenevler Anadolu Lisesi öğrencisi Ali DURAN
yarışmada birinci olarak büyük bir başarıya imza attı.
İlçemizde düzenlenen
ön elemeden bir kare
27
İLKOKULLAR ARASI DÜZENLENEN "İSTİKLAL MARŞI" OKUMA YARIŞMASI
İlçemizde bulunan 37 ilkokul öğrencisinin katılımı ile gerçekleşen
yarışmamızın yarı finalinin sonucunda 8 öğrencimiz finale kalmaya hak
kazandı.05.03.2015 tarihinde Muammer Şahin Ortaokulu'nda düzenlediğimiz
finale İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlerimiz Sayın Cemil ALKIŞ, Serkan KANTEMİR
ve Mehmet RÜŞEN, okul müdürleri, veliler ve öğrenciler katıldı.
Duygusal anların yaşandığı yarışmada öğrencilerimiz "İstiklal Marşı" nın
anlamını bir kez daha bizlere gösterdiler.
Yapılan puanlama sonucunda ;
DERECE
1.
2.
3.
OKUL ADI
Cumhuriyet İlkokulu
Nazife Hatun İlkokulu
Aydınlıkevler İlkokulu
Yarışmayı 1. olarak tamamlayan
Cumhuriyet İlkokulu öğrencisi
Elif ÇAMDAL
ÖĞRENCİ ADI
Elif ÇAMDAL
Aysel GÖKGÖZ
Ela SELİMOĞLU
Yarışmayı 2. olarak tamamlayan
Nazife Hatun İlkokulu öğrencisi
Aysel GÖKGÖZ
Yarışmayı 3. olarak tamamlayan
Aydınlıkevler İlkokulu öğrencisi
Ela SELİMOĞLU
28
“ O nasıl ki karşılıksız verdi İstiklal Marşı’nı bu vatana, biz de hep bir ağızdan
söyleyelim bu marşı coşkuyla”
Hasret AKSOY – 4/A – Altındağ Yıldırım Beyazıt İlkokulu
Mehmet Akif Ersoy'u Anma Haftası kapsamında düzenlenen ilkokullar arası slogan yarışması
Birincisi
“Destanımızı dillendirmeye gerek bir yürek, Akif’ti vatan aşkının ateşini
körükleyecek”
Elif ÖZMEN – 6/B – Hacı Bayram İmam Hatip Ortaokulu
Mehmet Akif Ersoy'u Anma Haftası kapsamında düzenlenen ortaokullar arası slogan yarışması
Birincisi
“Yakışmaz Mehmet Akif’lere ölüm. Gök kubbede hep aynı ses
‘Ya İstiklal ya ölüm’“
Gökçe SARAÇ – 10/B(AND) – Yıldırım Beyazıt Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Mehmet Akif Ersoy'u Anma Haftası kapsamında düzenlenen liseler arası slogan yarışması
Birincisi
29
Okan KAYRETLİ / 7-B
Çağdaş Özel Eğitim Okulu ve İş Eğitim Merkezi
Ortaokullar Arası "Bağımsızlık Destanının Şairi Mehmet Akif Ersoy" Konulu
Portre Resim Yarışması Birincisi
30
BİR DİRİLİŞ DESTANI
Bağımsızlığın yaşattığı onur, binlerce kalple buluşunca tek yürek olur millet. Binlerce
beden, tek bir kalp olur da atar ya hani! Öyle bir günde okundu İstiklâl Marşı. Koca yürekli bir
şair, o şairin kalemini kağıdıyla buluşturan kelimeler ve bir o kadar da vatan aşkı. Damarlara
azim, cesaret ve güven aşılayan bir marş ve o marş ile hiç dinmeyen duygulara mimar olan
aziz şair Mehmet Akif Ersoy.
Türk milletinde cesaretin ve tahammülün imzalarını atıyor “Korkma” sözü ile. Öyle bir
gün ki bağımsızlığın kaderi, milletin kaderiyle bütünleşiyor. Anaların “Hadi yavrum, cepheye”
diyerek yaşlı gözlerle gönderdiği ve o yürek burkan sahneleriyle milletin geleceğinin yazıldığı
günler. Bayrak şereftir, bayrak güneştir en tepede parlayan. Bayrak namustur bu ecdadın
evlatlarına. O bayrağı göklerde dalgalandırmak için binlerce kan döküldü topraklara. Bir
bayrağın gülmesi için dökülen kanların helal olduğu bağımsızlığa aşık bir Türk toplumunun ilk
temellerinin atıldığını yazdı o aziz şair her hecesinde.
Özgürlük aşkıyla yanan ve o özgürlüğün ufacık bir kısmını bile yitirmek istemeyen bir
millet. İstila içinde olan bir vatanın kurtuluş hikayesi yazılırken Türk milleti her türlü zorluğa
göğüs germiştir. Öyle ki damarlarından oluk oluk akan değildir bu defa. Kararlılığın,
dünyalara değişilmeyen bir vatanın, her karış toprağının verdiği güçtür.
Düşman çelik zırhla korurken kendini Mehmetçik iman dolu göğsüyle galip gelmiştir
ehemmiyetli bir savaştan. Akın akın gelen düşman duramazken bir gücün karşısında, bu
vatanın kutsallığı bir toprak parçasından ibaret değildir asla. Toprak şehit kanıyla sulandıkça
daha bir ana olmuştur evlatlarını kucaklayan. Bir kaderin yazılış hikayesini bu kadar derin
anlatan bir şiir, bu denli içten hisseden bir şair, ne güzel bir şairdir. Onun içindeki manevi
duygular kendini maddiyatla takas etmedi. Bir gaz lambası aydınlığında yazdığı kelimeler,
koca bir güneş gibi doğdu tepemizden. Küçük bir kıvılcım alev aldı, sardı dört bir yanını
yurdumun. İçimizi kasıp kavuran diriliş destanımız , gecelerini gündüzüne katan ; ama bir o
kadar da kısa sürede inşasını tamamlayan bir şairin asra hediyesidir.
“Zafer günü yakın.” dedi. “Vatan” dedi, “bayrak” dedi. Türk milletinin ona sahip
çıkmasını istedi. Oysa başka kim görebilirdi bu kaçınılmaz gerçeği. Dili, kalemi, yüreği sağlam
bir şair. Onun milyonlara hitap eden marşı. Bize bıraktığı bu anlamlı hediyenin etkisindeyiz
hep. Bir milletin duygularını harmanlayıp dizelere döken, her sözüyle insanların en ulaşılmaz
duygularına dokunan insan. Gücün simgesi, güçsüzlüğün yıkıcısı olan şiir. Bir şiirden fazlası
hatta! Ulusa sesleniş, duygulara dokunuş, yıldız gibi en tepede parlayış, bayrağa hayat veriş.
31
Mehmet Akif savaşın hep uzağında olmayı istedi. Sonundaki karmaşanın
ürkütücülüğüydü belki onu gerisin geri iten. Gariptir ki her zerresini yaşamışçasına anlatır ve
o anları kalemiyle yaşatır bizlere. “Benim” kelimesini İstiklâl Marşı üzerinde hiçbir zaman
kullanmamış ve “o milletimindir.” sözüyle derinlerde bırakmıştır adını.
Bize armağan etmiş olduğu bu şiirin, bu kutsal marşın, her okunuşunda bize aşıladığı
bağımsızlığa sevdalıyız gönülden. Koca bir milletin nikahı bayrağadır kalben. Vatan aşkı öyle
bir dolanıyor ki damarlarımızda İstiklâl Marşı her düştüğünde yüreğimize şiddeti hiç
dinmeyen bir gururun denizinde buluyoruz kendimizi yıllardır.
Her karış toprağı bir destan olan vatanım, Mehmetçiğin kanıyla sulanmış olarak
hediye edildi milletime. Esaret zincirlerine mahkum edilen vatanım bir kez daha şahlandı.
“Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin İstiklal”
diyerek son noktayı koydu. Yeniden dirilişin hikayesi usta şair Mehmet Akif’in dizelerinde en
anlamlı şekilde can buldu. Hiç batmayacak olan bir güneş doğdu karanlığımıza. Aydınlık oldu,
vazgeçilmeyiş oldu adı. Toprak adeta hayat buldu dirilişin izlerinde.
“Allah, Allah” diyerek cepheye koşan Mehmetçiklerin ve aziz şair Mehmet Akif
Ersoy’un ruhu şâd olsun. Yüce Allah, Türk milletine bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.
Burcu EKİNCİ
İnönü Anadolu Lisesi
"12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulu" Konusunda Düzenlenen Ankara Geneli
Kompozisyon Yarışması İl BİRİNCİSİ
32
Liseler Arası "İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy" Konulu Afiş Yarışması 3.
Seda CİHAN
Zübeyde Hanım Mesleki33ve Teknik Anadolu Lisesi
Liseler Arası "İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy" Konulu Afiş Yarışması 2.
Tuğçenur ÇALIŞKAN
34
Atatürk Mesleki ve Teknik
Anadolu Lisesi