Running head: BREAST CANCER DIAGNOSIS
Transkript
Running head: BREAST CANCER DIAGNOSIS
A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 Avrupa Birliğinin Genişlemesi Türkiye’yi Kapsar Mı? Abdullah Kıran 1 Girne Amerikan Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü,TRNC Özet Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği konusuna, genellikle iki karşıt düşünce ekseninde cevap verilmeye çalışılmaktadır. Geçmişe dayandırılan ilk görüşe göre Avrupa Birliği’nin tarihi ve coğrafi bir kimliği vardır. Bu düşünce, tarihi ve coğrafi olarak Avrupa’ya ait olmayan Türkiye’nin birliğe dahil edilmesini uygun görmez. Genellikle gelecek üzerinde temellendirilen ikinci görüş ise Avrupa Birliği’nin politik bir kimliğe sahip olduğunu vurgular. Bu politik kimlik, insan haklarına saygı, sosyal adaleti kurban etmeyen sürdürülebilir bir kalkınma, çevreye saygı, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuğu benimseyip güç kullanımı reddeden bir anlayış üzerine temellendirilir. Buna göre, Türkiye dahil olmak üzere bu evrensel düşünceyi benimseyen her ülke birliğe katılmayı hedefleyebilir. Ancak Avrupa Parlamentosu’nun Mart 2006 tarihinde genişleme ile ilgili kabul ettiği karar, AB’yi bir değerler topluluğu olarak benimseyip genişlemeyi savunan düşünceyi oldukça zor bir durumda bırakmaktadır. Parlamento, 1993 Kopenhag Avrupa Konseyi kararlarını işaret ederek birliğin absorbe etme kapasitesini, yeni ülkelerin girişi için bir koşul olarak kabul etmektedir. Öyle ki Parlamento, Avrupa Anayasası’nın ilgili tüm taraflarca kabul edilmemesini birliğin absorbe etme kapasitesi önünde bir engel olarak görmektedir. Bu makalede tarihi, coğrafi ve siyasi kriterler ışığında, AB genişlemesinin Türkiye’yi kapsayıp kapsamayacağı sorusuna cevap aranacaktır. Anahtar Kelimeler: Turkiye, AB, Genişleme, Absorbe Kapasitesi Does the EU enlargement include Turkey? Abstract Turkey’s EU membership brings two different opinions forward. According to the first approach, based on the past and a more traditional understanding, the EU possesses a historical and geographical identity. The advocators of this idea argue that from the historical and geographical perspective Turkey does not belong to Europe and it would not be appropriate to include the Turkish state into the Union. The second opinion 1 [email protected] 35 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? focuses more on the future and on the EU’s political identity. This political identity is shaped by human rights, social justices, sustainable development, and respect of the environment, superiority of law, the acceptance of pluralism and the rejection of the use of force. According to this approach, every country, including Turkey, which accepts the aforementioned principles, can apply for full membership in the Union. However, the European Parliament’s decision of March 2006 makes the task of those who consider EU as the community of the values more complicated. The decision namely puts the European Council’s decision regarding the Union’s absorbing capacity into focus, and considers this factor as the necessary condition for enlargement. In this regard, the Parliament believes that the rejection of the EU Constitution by some of the member states creates an obstacle for the absorbing capacity of the Union. The presented paper, within the frame of historical, geographical and political criteria, will try to answer the following question: Does the EU enlargement include Turkey? Key Words: Turkey, EU, enlargement, absorbing capacity Giriş Türkiye’nin 783,562 km2’lik alanın 755,688 km2’si Güney Batı Asya’da, 23,764 m2’si Avrupa kıtası olarak adlandırılan bölgede yer almaktadır. Türkiye, kıtalararası bir ülke konumundadır ve Türkiye topraklarının yaklaşık %5’i şu anda Avrupa kıtası olarak kabul edilen Balkanlar’da bulunmaktadır. Türkiye 1949 yılında Avrupa Konseyi üyesi, 1952’de Batı Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu NATO’nun üyesi, 1961’de OECD üyesi olmuştur. 1963 yılında Ankara antlaşmasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna başvuran Türkiye, 1995’te AB ile Gümrük Birliği antlaşmasını imzalamıştır. 12 Aralık 1999’da Avrupa Konseyi’nin Helsinki zirvesinde aday ülke olarak başvurusu kabul edilmiş ve son olarak 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile müzakerelere başlamış olan Türkiye’nin AB sınırları içinde yer alması mümkün müdür? Başka bir deyişle, AB’nin genişleme politikası Türkiye’yi de kapsar mı? Bu makalede tarihi,coğrafi ve siyasi kriterler ele alınarak bu soruya cevap verilmeye çalışılacaktır. Teorik olarak Avrupa Birliği’nin kapıları, hukukun üstünlüğüne inanan, insan haklarına saygı duyan ve azınlık haklarını güvence altına alan Avrupa’daki bütün demokratik ülkelere açıktır. Aday bir ülkenin üye olabilmesi için yerine getirmekle yükümlü olduğu bazı ekonomik kriterler bulunmaktadır. İlk olarak aday ülkelerin işleyen bir pazar ekonomisine sahip olması gerekir. Bu ekonomik kriterlerin yerine getirilip getirilmediğini anlayabilmek için öncelikle şu sorulara cevap aranır: Pazar güçlerinin kendi rolünü oynamasına müsaade ediliyor mu? Pazar güçlerinin rekabetini adil bir şekilde düzenleyen etkin bir hukuk sistemi var mıdır? Düşük enflasyona, düşük bütçe açıklarına ve sürdürülebilir ödeme dengesini sağlayan makro-ekonomik istikrara ulaşılmış mıdır? Ekonomik birikimini etkin bir yatırıma kanalize eden gelişmiş bir finansal sektör var mıdır? (Molle 2006: 353). 36 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 Avrupa’da bulunmak koşuluyla bu kriterleri, daha doğrusu Kopenhag Kriterlerini yerine getiren her ülkenin, er yada geç birliğe alınacağı konusunda herhangi bir şüphe yoktur. Ancak Türkiye söz konusu olunca, yukarıda kısaca ele aldığımız kriterlerin tek başına yeterli olmadığını ve daha farklı şartlarla karşılaştığımızı anlamaktayız. Türkiye’nin nüfusu (yakın gelecekte en büyük nüfusa sahip olması), ekonomik sorunları (düşük GSH ile makro-ekonomik zayıflığı), coğrafyası (topraklarının çoğunluğunun Avrupa kıtasının dışında olması), iç sorunları ve kültürü (çoğunluğu Müslüman) Avrupalılar için özel bir durum arz etmektedir (Molle 2006: 354). Gerçek şu ki, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusu Avrupa’daki siyasi partiler içerisinde ve Avrupa kamuoyu arasında çok ciddi tartışmalara yol açmıştır. Denilebilirki Türkiye’nin üyelik talebiyle birlikte Avrupalılar ilk kez kendi topraklarının sınırlarını ve bu sınırların nereye kadar genişleyeceğini sorgulamaya başlamışlardır. Bu anlamıyla Türkiye’ye verecekleri cevap, Avrupa Birliği’nin sınırları nereye kadar uzanıyor sorusunun da cevabı olacaktır. AB Üyeliğinde İki Farklı Yaklaşım a) Geleneksel Yaklaşım Bu canalıcı soruya iki karşıt düşünce ekseninde cevap verilmektedir. Genellikle geçmişe dayandırılan ilk görüşe göre Avrupa Birliği’nin bir coğrafi ve tarihi kimliği vardır. Bu düşünceye göre birliğin görevi bu kimliği paylaşan bütün ülkeleri bir araya getirmektir. Bu görüş esas alındığında, coğrafi ve tarihi olarak Avrupa’ya ait olmayan Türkiye’nin birliğe dahil edilmesi uygun görülmemektedir. Daha önce AB Anayasal Konvensiyon Başkanlığını da yürütmüş olan Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Estaing’e göre Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi, Avrupa’nın sonu olacaktır (Mazower 2002). Bu düşünce, modern Türkiye’nin bir anlamıyla Bizans ve Roma İmparatorluklarının varisi olduğu, yaklaşık beş yüzyıl boyunca Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın bir kesimini yönettiği, Avrupa ile ortak tarihi ve kültürel değerlerlerden beslendiği gerçeğini yadsımaktadır (Straus-Kahn 2004). Ayrıca bu görüş, Avrupa sınırlarının tarihsel süreç içindeki değişimini de dikkate almamaktadır. Avrupa Birliği’nin tarihi ve coğrafi sınırlarını esas alarak Türkiye’nin birliğe dahil edilmesine karşı çıkanların önemli bir dayanağı da, Türkiye nüfusunun neredeyse tamamının Müslüman olduğunu ifade eden yaklaşımlarıdır. Bu yaklaşımlar, bugün başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere, Avrupa’da 12 ile 15 milyon arasında Müslüman’ın yaşadığı gerçeğini gözardı eder (Rehn 2008: 132). Kaldıki, kimi tahminlere göre, Türkiye Avrupa Birliğine katılmasa bile, 2025 itibariyle Avrupa’daki Müslüman sayısı yaklaşık 30 milyon civarında olacaktır. Birliği adeta bir “Hıristiyan Kulübü” olarak ele alan bu yaklaşım, Almanya, Fransa ve 37 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? İngiltere’de yaşayıp bu ülkelerde vatandaş olan milyonlarca Müslüman azınlığın, Avrupa kimliğinin bir parçası olduğunu kabullenmek istememektedir. Ayrıca, bu düşünce, Batı Balkanlarda yer alıp nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Bosna’nın da Birliğe dahil edilmesini reddeder. 8 Nisan 2000’de, Berlin’de düzenlenen Uluslararası Alışveriş Merkezleri Konseyinde bir konuşma yapan Almanya eski Başbakanı Helmut Schmidt, Türkiye’nin AB üyeliği için şöyle demektedir: “Avrupa’nın geleceği ne olursa olsun Türkiye’nin AB’nin içerisinde yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını, Avrupa içinde serbestçe dolaştıramayız. Avrupa’nın İran, Irak, Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz (Karluk 2000)” Avrupa’nın İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını istemeyenlerin en önemli dayanağı, Avrupa’nın Ortadoğu’daki sorunların içine dahil olmak istememesidir. Ancak Avrupa kabullenmese de, Filistin’e yaptığı ciddi insani yardımlar, bölgeden aldığı göç ve İsrail’le yapılan önemli ticari ortaklıklar aracılığıyla Ortadoğu sorununa dahil olmuştur (Mazower 2006). Serbest dolaşım hakkına gelince bu hak topluluk hukuku tarafından tanınmış olan temel özgürlükler arasında yer almaktadır. Serbest dolaşım hakkı (AT Antlaşmasının 39. mad.) Avrupa vatandaşlığının zorunlu unsurlarından biridir. Bu önemli hak AB üyesi olmayıp Avrupa Ekonomik Sahası kapsamında olan İzlanda, Liechtenstein ve Norveç’e tanınmıştır fakat AB-8 (Polonya, Litvanya, Latvia, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan ve Slovenya) olarak bilenen ülkeler bu haktan henüz yararlanamamıştır. Bu sınırlama bazı üyeler için 1 Ocak 2014 yılına kadar devam edecektir. Birliğe alınmasına rağmen Doğu’da Belarus ve Ukrayna ile 1200 km sınırı olan Polonya’ya henüz serbest dolaşım hakkını tanımayan AB’nin Türkiye’ye serbest dolaşım hakkını tanımak konusunda oldukça çekingen davranacağı da ortadadır. AB’nin Polonya’ya karşı serbest dolaşım hakkını kısıtlamasının önemli bir gerekçesi de, ülke üzerinden gerçekleşebilecek olası illegal girişimlerdir. Oysa Avrupa Birliği’ne illegal yollardan girenlerin sayısı oldukça yüksektir. Örneğin; bir yıl içinde Polonya’dan yasadışı giriş yaparken yakalananların sayısı 2-3 bin civarında iken, Yunanistan’dan yılda yaklaşık 70-80 bin insan illegal olarak Avrupa Birliği’ne girmektedir (Yossi 2007) Polonyalı güvenlik görevlilerinin AB’ye illegal girerken yakaladığı insan sayısı 2006’da 3763 iken, bu sayı %20’lik düşüşle 2007’de 2973’e gerilemiştir. Avrupalılar açısından İran, Irak ve Suriye ile sınırdaş olmanın “katlanılmaz” bir unsuru da, bu ülkelerden Türkiye üzerinden birliğe olacak illegal girişlerdir. Çünkü Türkiye’nin birliğe katılması durumunda, AB-Ortadoğu sınırı 1662 (Suriye 877, Irak 331, İran 454) km’ye ulaşacakken, AB-Kafkasya sınırı 592 (Ermenistan 316, Gürcistan 276) km olacaktır. Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa arasında adeta bir “buffer zone”(güvenli bölge) rolünü doğal olarak üstlenmiş olan Türkiye, Birliğe alındığında Ortadoğu’ya, “dünyanın en tehlikeli zonu’na (Khanna 2008: 38) açılan kapı vazifesini üstlenebilir. b) Geleceğe Dayandırılan Yaklaşım Genellikle gelecek üzerine temellendirilen ikinci görüşe göre Avrupa Birliği’nin sınırları tarihi ve coğrafi olgulara dayandırılamayacağı gibi, dini faktörlere de 38 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 indirgenemez. Avrupa Birliği’nin sınırları, Avrupa’yı oluşturan politik projeden ayrı ele alınamaz. Bu politik proje, yarının Avrupa’sının ortak arzusunu belirlemek ile ilgilidir. Bu görüşü savunanların başlangıç noktası, Avrupa Birliği’nin politik bir kimliğe sahip olduğunun belirlenmesidir. Bu politik kimlik, insan haklarına saygı, sosyal adaleti kurban etmeyen sürdürülebilir bir kalkınma, çevreye saygı, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuğu benimseyip güç kullanımını reddeden bir anlayış üzerine temellendirilir. Buna göre, bu evrensel düşünceyi benimseyen her ülke birliğe katılmayı hedefleyebilir. Örneğin, eğer Avrupa Birliği’nin sınırlarının belirlenmesinde kadın hakları gibi bazı evrensel değerler esas alınacaksa, tarihçi Mark Mazower’in de işaret ettiği gibi, kadınların oy kullanma hakkı konusunda Fransa, İtalya, İsviçre ve Belçika’dan bir çok yıl önde olan Türkiye’nin Avrupa dışında olduğu görüşü kabul edilemez (Mazower 2005). Üstelik AB bir değerler topluluğu olarak ele alındığında, gerek Müslüman kültürünü gerekse bir çok farklı etnik unsurları içinde barındıran ve mozaik bir yapıya sahip olan Türkiye’nin üyeliği Avrupa Birliğine artı bir değer katacaktır (Donnelly 2006: 114). Peki Avrupa Birliği’ni politik bir eksen üzerinde değerlendiren görüşün AB için çizdiği ve tasarladığı sınırlar nereden başlıyor ve neyi kapsıyor? Bu düşüncenin başlangıç noktasında, önümüzdeki elli yıl içerisinde uluslararası sistemde meydana gelecek denge hesaba katılmaktadır. Bu durum Avrupa’nın, kendi sınırlarının ötesinde olup bitenler karşısında kayıtsız kalmamasını, hatta makul bir sorumluluk üstlenmesini gerekli kılmaktadır. Buna göre bu zaman zarfında dünyada bazı ülke ve birlikteliklerin etkin olacağı belirli etkinlik alanları oluşacaktır. Bu bağlamda, daha şimdiden Batıda, başını ABD’nin çektiği, Meksika, Kanada ve bazı Orta Amerika ülkelerinin içinde yer aldığı etkin bir zondan söz edilebilir. Doğuda ise, her birinin neredeyse bir milyarı aşan nüfusları ile, iki büyük imparatorluk, Çin ve Hindistan yükselmektedir. Güneyde Latin Amerika, gerekli koşullar oluştuğunda, diğer bir güç merkezi olarak bu denklemde yerini alabilir (Straus-Kahn 2004). Belirli birlikteliklere kenetlenmiş bu uluslararası sistem ve global güç ekseninde, Avrupa’nın etkin bir aktör olarak varlığını sürdürmesi, kimilerince kendisine biçilen tarihi ve coğrafi sınırlamalardan kurtulmasıyla mümkün olabilecektir. Polonyalı tarihçi Oskar Halecki, “Avrupa coğrafi olarak hiçbir şeydir, o sadece Asya’nın bir yarımadasıdır” diyerek AB’nin sınırları meselesinin politik bir konu olduğuna dikkat çeker (Mazower 2004). Kaldıki Avrupa, Avrupa medeniyetinin temelini oluşturan tüm farklı kültür ve coğrafi sınırları içine aldığı andan itibaren, bu global yapıda etkin bir güç olarak varlığını sürdürebilir. Dominique Strauss-Kahn’a göre Avrupa’nın Çin, Hindistan ve Amerika gibi güçler karşısında bir denge unsuru olabilmesi için Avrupa Birliği sınırlarının, Kuzey Kutbu Buzullarından, Akdeniz’i içine alacak şekilde Sahra çöllerine kadar uzanması gerekir. Genişleme, Akdeniz’i Avrupa’nın iç denizine dönüştürecek şekilde olmalıdır. Öyle ki, şimdiye kadar doğuya doğru 39 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? genişleyen Avrupa, bundan böyle güneye doğru genişlemeli ve böylece Doğu ve Batı dünyası arasında bir bağlantı noktası oluşturmalıdır (Straus-Kahn 2004). Aslında Türkiye’nin Birliğe katılmasının kısa vadede Birliğe katacağı çok somut şeyler olmasa da, özellikle uzun vadede, üç temel noktada çok büyük katkısının olacağı yadsınamaz. Bunlar kısaca, AB’nin ekonomik kalkınması, daha güçlü AB Dış Politikası ve enerji güvenliği olarak ele alınabilir (Barysch 2007). Türkiye sadece Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı gibi enerji projeleriyle Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlamıyor, Bakü-Tiflis-Akhalkalaki-Kars gibi demiryolları projeleriyle Kafkasların globalleşmesine de katkıda bulunuyor (Molazade 2008: 47). Özellikle 11 Eylül’den sonra biçimlendirilmeye çalışılan güvenlik konsepti, Müslüman ve laik bir ülke olarak Türkiye’nin Birliğe katılması hem Brüksel hem de Washington nezrinde stratejik bir gerekliliğe dönüştürmüştür. Parag Khanna’nın da önemle işaret ettiği gibi, “Avrupa gittikçe Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır, çünkü Türkiye Avrupa’nın asla vazgeçemeyeceği jeo-politik bir değere sahiptir” (Khanna 2008: 44). Genişlemeden yana olanlar, değil sadece Türkiye, eski Sovyetler Biriliğine bağlı bazı ülkeleri, Akdeniz havzasındaki ülkeler ve hatta ileriki süreçte Kafkasya ve Magreb ülkelerini (Tunus, Cezayir, Fas ve Libya) de birliğe dahil etmek istemektedirler. Bu arada, Kafkasya’yı Avrupa Kıtasının bir parçası olarak değerlendiren ve uzun vadede Kafkasya’nın da mutlaka birliğe katılması gerektiğini savunanlar da vardır (François 2007). Bu düşünceleri dile getirenlere göre genişleme ve derinleşmeyi hedef almayan bir birlik gittikçe marjinalleşeceği gibi, gelecekte jeopolitik olarak da bir ağırlığa sahip olamaz. İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bild’e göre, Türkiye’nin AB’ye girişi, Doğu Akdeniz ve Karadeniz bölgelerindeki istikrar açısından AB’ye kesin ve belirleyici bir rol verecektir, ki bu durum Avrupa’nın stratejik çıkarları açısından oldukça önemlidir (Ivar 2006). AB’nin Genişlemesi Avrupa Birliği’nin genişlemesine ilişkin tartışmalar yaklaşık 20 yıldan beri süregelmektedir. Ancak bütün çekincelere rağmen Avrupa, 1973, 1981, 1986, 1995, 2004 ve son olarak 2007 yılında sınırlarını genişletti. Birlik içindeki üç önemli gücün, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin genişleme konusunda farklı yaklaşımlara sahip olduğu bilinmektedir. Fransa’daki politik elit, genişleme konusunda sürekli gönülsüz olduğu gibi, AB genişlemesinin kendilerinin istediği şekilde bir politik birliği engelleyeceğini düşünüyor. 1961’de, muhafazakar Harold Macmillan hükümeti topluluğa girmeye çalışınca Fransa, daha doğrusu Başkan De Gaulle (Erçin 2002: 7) 2 , İngiltere’nin ABD ile nükleer silahlar konusunda gerçekleştirdiği 2 Charles de Gaulle, 27.11.1967’de düzenlediği bir basın toplantısı ile İngiltere’nin AT’ye katımının 40 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 işbirliğinden rahatsız olduğu için İngiltere’nin bu başvurusunu bloke etti ve İngiltere ancak 1972’de İrlanda, Danimarka ve Norveç 3 ile beraber birliğe kabul edildi (Barnnet 2007: 204). Günümüzde İngiltere daha çok gevşek bir genişlemeden yana tavır sergilerken, Almanya, genellikle federalist bir bakış açısıyla genişlemenin en önemli savunucusu oldu. Birleşmeyi kendi ulusal çıkarları lehine değerlendiren Almanya, Birliğin Batı Avrupa’yı da içine almasını en çok arzulayan ülke konumunda idi (Grant 2006: 7). 2004 yılında birliğe 10 yeni ülkenin katılmasıyla genişleme konusu tekrar gündemin en önemli maddesi haline geldi. 2005 yılının Mart ayında Fransa kendi anayasasını değiştirerek, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan’dan sonra birliğe katılacak ülkeler için referanduma gitme kararı aldı. Kuşkusuz bu kararın en önemli hedefi Türkiye’yi birliğin dışında bırakmaktı. Fransa’nın 29 Mayıs 2005 tarihinde Avrupa Anayasası’na “hayır” demesinin 2004 yılındaki genişlemeye bir tepki olarak değerlendirmek de mümkündür. Muhtemelen aynı şey Hollanda’nın da 1 Haziran 2005 tarihindeki “hayır” kararı için de söylenebilir (Grant 2006: 9). Eurobarometer’in Mayıs 2006’da 25 AB üyesi arasında düzenlediği bir ankete göre, ankete katılanların %43’ü Ukrayna’nın üyeliğine karşı iken %42 ‘si lehinde, %44’ü Sırbistan’ın üyeliğine karşı iken %39’u lehinde, %50’si Arnavutluk’un üyeliğine karşı iken %33’ü lehinde ve %55’i Türkiye’ye karşı iken %31’i lehinde oy kullanmıştır (Eurobarometer 2006c). Avrupa Birliği ülkelerindeki bir çok politikacı, uzman ve üst kademedeki görevliler birliğin kurumlarını güçlendirip hazır hale getirmesinden önce Balkanlar ve Türkiye’ye doğru genişlemesinin doğru olmayacağını düşünmekteydi. Bu çerçevede, Avrupa Parlamentosu’nun Mart 2006’da genişleme ile ilgili onayladığı karar dikkat çekicidir. Parlamento kararı şöyledir: “1993 Kopenhag Avrupa Konseyinde ele alındığı gibi, birliğin absorbe etme kapasitesi, yeni ülkelerin girişi için bir koşul olarak durmaktadır. Avrupa Anayasasını oluşturan antlaşmanın ilgili tüm taraflarca onaylanmamış olması, birliğin absorbe etme kapasitesini yükseltmeyi engellemektedir”. Üstelik Avrupa Parlamentosundaki bir çok parlamenter, bu kurumsal kriz aşılmadan birliğin genişlemesinin hukuksal olarak da mümkün olmayacağını düşünmektedir (Grant 2006: 11). Haziran 2006’da Fransa’da yayınlanan hükümetin gayri- resmi bir yayın organında birliğin absorbe kapasitesinin üç önemli koşulu şöyle sıralanmaktadır: Üye ülkelerdeki Topluluğun niteliğini sarsacağı sebebiyle müracaatı kabul etmeyeceğini söylemiştir. De Gaulle’nin 28.4.1969’da başkanlıktan istifa etmesinin ardında aynı yıl düzenlenen “La Haye Zirvesi”nde İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç ile katılım müzakereleri başlamıştır. İngiltere’nin başvurusunu iki kez engelleyen de Gaulle, İngiltere’nin birlik içinde adeta ABD temsilcisi gibi davranacağını, Avrupa’dan ziyade ABD’ye daha yakın davranacağını düşünmektedir. 3 Buna karşın Norveç halkı yapılan referandumda Avrupa Topluluğuna girmeyi reddetti 41 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? kamuoyunun onayı, AB kurumlarının gücü ve son olarak genişlemeyi göğüsleyebilecek AB politikaları ve finansal kaynaklar. Benzer düşünceler Haziran 2006’da toplanan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinde de yer almaktadır. Bildirgede, absorbe etme kapasitesi “genişleme süreci, birliğin absorbe etme kapasitesini dikkate almalıdır”, şeklinde dile getirilmiştir. Aynı doğrultuda Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu’ndan, birliğin absorbe etme kapasitesi konusunda bir rapor hazırlamasını istemiştir (Grant 2006: 11). Genişleme konusunda göz önünde bulundurulan diğer bir konu da, genişlemenin Avrupa kurumlarının verimliliğini olumsuz yönde etkileyebileceği, hatta ciddi zararlar verebileceği endişesidir. Daha önce 15 kişi ile toplanan Avrupa Bakanlar Konseyi, 2004’teki genişleme ile 25, son olarak Romanya ve Bulgaristan’ın da birliğe katılmasıyla 27’ye yükselmiştir. Türkiye’nin birliğe katılması biryana, birliğin Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesini sona giden yol olarak değerlendiren görüşler de mevcuttur. Bu düşünceden yola çıkanlara göre birlik özünde bir Batı Avrupa kurumudur ve bu anlamıyla geleneksel olarak çıkarları NATO coğrafyası dahilinde yer alan ülkelerle çakışmaktadır. Doğuya doğru genişlemek ile “eski kıtanın ağırlık merkezi doğuya kayacaktır.” Eski Avrupa benzer olayları birbirine entegre etmeye çalışırken, doğuya açılan Avrupa farklı olayları entegre etme çabasına girecektir. Paris’te Le Monde’un direktörlüğünü yapan Jean-Marie Colombani’nin şu sözleri ilginçtir: “Eğer Avrupa’nın geleceğini okumak istiyorsanız, doğuya bakın” (Meyer 2004). 2005 yılı yazında, Fransa ve Hollanda’nın Avrupa Anayasası’nı reddetmelerinden hemen sonra, Almanya’da yapılan bir ankette şu soru soruldu: ”Üye ülkeler arasında daha derin bir işbirliği mi istersiniz yoksa birliğin daha da genişlemesini mi tercih edersiniz? Ankete cevap verenlerin %84’ü daha derin bir işbirliğini tercih ederken, sadece %6’sı genişlemeden yana tavır sergiledi (Grant 2006: 9). 1963 yılında Türkiye ve Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında, Ortaklık Antlaşması imzalandığında, Komisyon Başkanı Walter Hallstein, Topluluğun Türkiye’ye yönelik yaklaşımını şöyle dile getirmişti, “Türkiye, Avrupa’nın bir parçasıdır. Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında yapısal bağlar bulunmaktadır. Tıpkı topluluğun kendisinde olduğu gibi, bu bağları da evrim fikri yönetmektedir” (Rehn 2007: 134). Türkiye’ye biçilmek istenen “köprü” rolü, Türkiye - AB ilişkilerinde zaman zaman telaffuz edilen, ancak tam anlamıyla ne anlama geldiği konusunda farklı yaklaşımlara sebep olan bir konudur. AB eski Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn, Türkiye’ye biçilmek istenen köprü rolü konusunda şöyle yazmaktadır: “Türkiye’yi Büyük Ortadoğu’da ve İslam dünyasında Batı ittifakının yalnızca bir köprü başı olarak görmek isteyen pek çok insan vardır. Bu görüşün güvenlik boyutu elbetteki çok önemlidir; ama bu görüş Türkiye’nin faaliyet alanını, ülkenin uzun vadede Avrupa Birliği ile bütünleşmesi açısından hiç de faydalı olmayacak biçimde daraltır. Gerçekte ise Türkiye bir köprüden çok daha fazlasıdır ve kesinlikle nitelik olarak 42 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 Türkiye’yi tek başına köprübaşı ülkesi olmanın ötesine geçiren birçok özellik vardır” (Rehn, 2007: 126). Köprü veya köprübaşı olmak, her zaman ve her durumda bir üstünlük veya bir avantaja sahip olduğu anlamına gelmez. Samuel Huntington ‘ın işaret ettiği gibi, “köprü düşüncesi birbirinden ayrılığı da içerir (Huntington 2002). ”Bu anlamıyla köprü her zaman birleştiren ve birbirine bağlayan değil, bazen ayırıp farklılaştırma görevini de üstlenir. “Köprü” olma konusunda Orhan Pamuk’un yaklaşımı da dikkate değerdir: “Bir köprü hiçbir kıtaya, hiçbir medeniyete ait değildir ve bir köprünün iki medeniyeti görüp ikisinin de dışında kalma gibi eşsiz bir fırsatı vardır” (Fransworth 2002). Türkiye bir “köprü” olarak mı kalır, yoksa tam üye olarak birlik içinde yerini alır mı sorusunun cevabını zamana bırakmak durumundayız. Buna rağmen birçok politikacı, gazeteci ve düşünce kuruluşu açısından Türkiye’nin birliğe katılışının birçok getirisi olacaktır. Ekonomik kazanımların yanı sıra - ki 2006 yılına gelindiğinde, Türkiye AB’nin yedinci büyük ticari partneri olmuştur (Mathijsen 2007: 538) - özellikle Türkiye’deki genç ve enerjik nüfus birliği iş gücüne büyük bir dinamizm getirecektir. Bununla birlikte Türkiye’nin Müslüman bir ülke olarak işleyen bir demokrasiye sahip olması, Avrupa için ayrı bir kazanımdır. Tabi Türkiye’nin uzun vadede birliğe katacağı stratejik derinlik, gelecekteki muazzam ekonomik büyüme potansiyeli, enerji güvenliği ve daha güçlü bir AB dış politikası, hiç de yabana atılmayacak kazanımlardır. Peki neden bütün bunlar Avrupa kamuoyu üzerinde olumlu bir etki yapmamaktadır? Bunun çeşitli sebeplerinden söz etmek mümkündür. Her şeyden önce Avrupa’daki bir çok insan kısa vadede, genişlemenin şahsi olarak kendileri için neler getirip neler götüreceğini hesaba katmaktadır. Çalışan nüfusun önemli bir kesimi Türkiye’deki genç nüfusun kendi işlerini kaybetmelerine sebep olacağını düşünmektedir. Örneğin 2004 yılında, Batı Avrupalıların %60’ından fazlası genişlemeyi kendi işlerini kaybetmeleri açısından bir tehdit olarak görmektedir. Bu arada Türkiye’nin katılımı ile meydana gelebilecek olası terörist tehditler ve kendi ulusal kültürlerinin zayıflaması olasılığı da, dikkate alınan diğer karşı çıkış noktalarıdır (Katinka 2007). 2005 yılı sonlarında Eurobarometer, Avrupa vatandaşları arasında Türkiye’nin üyeliği ile ilgili olarak bir anket düzenledi. Bu ankete katılanların %31’i Türkiye’nin üyeliğinden yana oy kullanırken, %55’i Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktı (Eurobarometer, 2006a). Aynı kurum birkaç ay sonra, “Eğer Türkiye AB tarafından kendisi için konulan bütün şartlara rıza gösterirse”, Türkiye’nin üyeliğini destekleyip desteklemediklerini sorduğunda, bu kez %39’u evet derken, %48’i tekrar karşı oy kullanmıştır (Eurobarometer, 2006b). Gerçek şu ki Türkiye için şartlı evet diyenlerin oranı bile %40’ın altında kalmaktadır. Birliğe üye ülkeler bazında konuyu ele aldığımızda, Türkiye’nin üyeliğine ilişkin farklı yaklaşımlarla karşılaşırız. Örneğin bir çok Fransız, Türkiye’nin birliğe katılmasıyla kendi ülkelerinin birlik içindeki ağırlığı ve merkezi rolünün zayıflayacağını 43 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? düşünmektedir. Çünkü Türkiye birliğe katılmaya hazır olduğunda, yaklaşık 80-90 milyonluk nüfusuyla Avrupa’nın en büyük ülkesi olacaktır. Fransız politikacılar, Türkiye’nin birlik içinde, Almanya gibi içgüdüsel olarak entegrasyon yanlısı bir politika mı izleyeceği yoksa İngiltere gibi genellikle kuşkucu ve sıkıca kendi ulusal egemenliğini koruyucu bir tavır mı sergileyeceği sorusunu merak etmektedirler (Katinka 2007) Fransa ve Almanya’nın Türkiye konusundaki diğer bir rahatsızlığı da özellikle ABD’nin Türkiye için teşvik edici bir rol üstlenmesi ve Türkiye’nin tam üyeliğinin adeta ABD’nin “öncelikleri” arasında yer almasıdır (Giragosian 2007:35). Türkiye’nin büyüklüğü ve nüfusu ekseninde yapılan itirazların arka planındaki önemli bir kaygı da, Türkiye’nin birliğe katılması durumunda AB’nin karar alma sürecindeki güç dengesini değiştirebilmesidir. Bir kere Türkiye’nin Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyinde Fransa ve İngiltere’den daha büyük bir ağırlığı olacaktır. Öyle ki, Türkiye’nin Konsey ve Avrupa Parlamentosu’ndaki oy oranı ve payı Almanya ile eşit olmasa da ona çok yakın olacaktır. Hughes’e göre 2025 yılında, Türkiye 87 milyon nüfusu ile 28 AB üyesi arasında en büyük ülke olacaktır (Hughes 2004). Bu anlamda Türkiye’nin, ister büyük, ister küçük olsun, diğer ülkelerle yapacağı ittifaklar da son derece önem kazanacaktır ve Fransa gibi ülkelerin bu faktörü dikkate alması da doğaldır. Bütün bunlara rağmen Türkiye birlik içinde bir karar önerisinde bulunmak veya bir kararı bloke etmek için yeterli bir güce sahip olmayacaktır. Ancak kimi ittifaklarla birlik içindeki güç dengesinin yoksul ülkeler lehine çevirebilecektir. Türkiye, GSH’si Batı Avrupa ülkelerinden oldukça düşük olan Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerle kendi çıkarları doğrultusunda işbirliği yapabilir ve bu anlamıyla birlik içinde önemli bir aktör rolünü üstlenebilir, ancak tek başına birliğin politikalarını belirleyemez. Birliğin en büyük nüfuslarına sahip iki ülke olarak Almanya ve Türkiye’nin güçlerini birleştirmeleri durumunda bile yapılacak önerileri bloke etme güçleri yoktur (Arıkan 2006: 76). Fransa’nın, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkış gerekçelerinden biri de ülke sınırları dahilinde yaşayan yaklaşık 5 milyon Müslüman’ın sisteme entegre edilmesi konusunda yaşadığı sıkıntılardır. Fransa’daki Müslümanların büyük çoğunluğu Arap kökenlidir. 5 milyon nüfustan yaklaşık 400,000’i Türkiye’den olmasına rağmen, ortalama Fransızların gözünde bir Türk’ün bir Arap’tan farkı yoktur. Fransız yorumcu Dominique Mosisi’ye göre, “Ortalama bir Fransız’ın nezrinde bir Türk bir Araptır”. Kimileri Türkiye’nin üyeliğinin Müslüman nüfusun sisteme entegrasyonu için önemli bir fırsat olarak ele alırken, bir çok Fransız, varoşlardaki ayaklanmaları Türkiye’nin kabul edilmemesinin bir gerekçesi olarak ileri sürmektedir. Ancak Fransa’nın karşı çıkışındaki spesifik bir gerekçe de ülkede yaşayıp oldukça etkin ve örgütlü olan yaklaşık 400 000 Ermeni azınlığın Türkiye aleyhtarlığıdır. FT/ Harris’in Haziran 2007’de yaptığı bir ankete göre, sadece Fransızların %16’sı Türkiye’nin birliğe katılımını desteklemektedir (Katinka 2007). Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş topluluğun Türkiye - Avrupa yakınlaşmasına olumlu katkıları beklenirken, bazı durumlarda tersine bir etki yarattığı görülmektedir. Bunda, 44 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 Avrupa’ya göç edenlerin büyük bir çoğunluğunun, Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi kırsal kesimlerden gitmiş olmalarının da payı büyüktür. Bir çok göçmen topluluk gibi onlar da yıllar öncesinden beraberlerinden getirdikleri gelenek ve göreneklerini yaşatmak istemektedirler. Bunlardan bir kesimi sisteme entegre olabilirken, küçük bir kesimi geleneklerine bağlılıkta ısrar etmektedir. Örneğin Almanya’daki bazı Türk aileleri kızlarını okula göndermek istememektedir. 1996 yılından bu yana Almanya’da Türkler tarafından işlenen namus cinayeti sayısı 45 tir. European Stability Initiative tarafından yapılan bir ankete göre Almanların %90’ı İslam’ın kadına karşı düşmanca ve saldırgan bir yaklaşıma sahip olduğuna inanmaktadırlar (Katinka 2007). Sonuç Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatmasının ardından, ekonomik alanda, özellikle de dış yatırımlar konusunda büyük gelişmeler sağlandı. 2002-2007 yılları arasında toplam dış yatırımlar 16 kat artarken, AB kaynaklı dış yatırımlar 24 kat arttı (Rehn 2007:19). Gerçek şu ki ekonomik alandaki bu gelişmenin siyasal alandaki gelişmeyle bir paralellik sağlamadığını kabul etmek durumundayız. Eğer siyasal trend ekonomik trend doğrultusunda bir gelişme kaydetmiş olsaydı, Türkiye- AB müzakere süreci bugünkünden daha ileri bir aşamada olacaktı. Tam üyelik sürecinin başlamasının ardından Türkiye ile açılacak olan 35 müzakere bölümünden şimdiye kadar 10’u üzerinden görüşmeler yapıldı. Türkiye açılan bu 10 başlıktan (müzakere bölümünden) sadece birini şartlı olarak tamamlayabildi. Fransa’nın başkanlığı sırasında yeni başlıkların açılması beklenirken (Rehn 2007:19), Türkiye, Güney Kıbrıs’ın Gümrük Birliği’ne dahil edilmesini reddetti ve Avrupa Birliği Türkiye ile 8 başlık altında sürdürülen müzakereleri askıya aldı (Turkmen, 2007). Türkiye, Avrupa Birliği’nin Kuzey Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki ekonomik ambargoları kaldırmadıkça liman ve hava alanlarını Güney Kıbrıs’a açmayacağını ilan etti. Buna karşılık AB ‘de Aralık ayı ortalarına kadar Türkiye’nin liman ve hava yollarını Güney Kıbrıs’a açmaması durumunda, müzakerelerin erteleneceğini bildirmiştir. Türkiye AB ile başlatılmış olan müzakere sürecini zaman zaman karşılaşılabilecek kimi sorunlar ve duraklamalara rağmen, başarıyla sonuçlandırabilecek bir kapasitededir. Avrupa Birliği ile arasına mesafe koymak Türkiye lehine olmadığı gibi, Avrupa Birliği’nin de Türkiye karşıtı bir politika izlemesi birliğin çıkarlarıyla bağdaşmaz (Hughes 2006: 40). Kısacası Türkiye, Kopenhag Kriterleri çerçevesinde özellikle kendinden kaynaklanan sorunları, kimi zorluklara rağmen süreç içerisinde aşabilir. Ancak AB’nin yapısından kaynaklan kimi kurumsal sorunlar varki, Türkiye söz konusu olunca aşmak pek de kolay değildir. Bunların başında Avrupa Parlamentosu’nun 2006 yılının Mart ayında genişleme ile ilgili onayladığı karar gelmektedir. Parlamento, 1993 Kopenhag Avrupa Konseyi kararlarını işaret ederek 45 AB genişlemesi Türkiye’yi kapsar mı? birliğin absorbe etme kapasitesini, yeni ülkelerin girişi için bir koşul olarak kabul etmektedir. Bu çerçevede parlamento Avrupa Anayasası’nı oluşturan antlaşmanın ilgili tüm taraflarca onaylanmamış olması durumunu, birliğin absorbe etme kapasitesi önünde bir engel olarak kabul etmektedir. Yakın gelecekte Türkiye ve AB müzakerelerindeki en büyük çıkmazın birliğin absorbe etme kapasitesi ekseninde yaşanması muhtemeldir. Birliğin absorbe etme kapasitesi sorununu aşmak, tarihi ve coğrafi sınırlar ekseninde yükseltilen itirazları bertaraf etmekten çok daha zor ve karmaşıktır. Unutulmamalıdır ki, bugün sadece Türkiye’nin nüfusu, 2004 yılında AB’ye katılan 10 ülkenin nüfusuna neredeyse denktir. Kaynakça Arıkan H, Vassallo F, 2006. Turkey’s EU Membership: Implications for the Future Direction of the EU Integration Process. In: European Union and Turkey, Neuwahl N, Kabaalioğlu H (Eds), TOBB, TUNAECS, Marmara University European Community Institute, January 2006 Barnett H, 2007. Constitutional & Admistrative Law. Six Edition, RoutledgeCavendish. Barysch K, 2007. What Europeans think about Turkey and why. Centre for European Reform. Donnelly S, 2006. Federal, socialist and Christian founding myths of the European Union and prospects for Turkish accession. In: European Union and Turkey, Neuwahl N, Kabaalioğlu H (Eds), TOBB, TUNAECS, Marmara University European Community Institute. Ekman I, 2006. Top Swedish offical backs Turkey for EU” International Herald Tribune, 11. 12. 2006 Erçin E, 2002. Avrupa Birliği Genişleme Süreci ve Türkiye, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, İstanbul. Eurobarometer, 2006a. Attitudes towards EU enlargement. Special issue July 2006 Eurobarometer 2006b. Standard issue No 64. Eurobarometer, 2006c. The Future of Europe. May issue. Fransworth E, 2002, Bridging two Worlds. Interview with Orhan Pamuk, November 20, 2002, Pbs Online Newshour, http://www.pbs.org/newshour/ conversation/july-dec02/pamuk_11-20.html Giragosian R, 2007. Redefining Turkey’s strategic orientation. Turkish Policy Quarterly, 6(4). 46 A Kıran, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 4(7), 35-47, 2008 Grant C, 2006. Europe’s blurred oundaries, rethinking enlargment and neighbourhood policy. Centre for European Reform, October 2006 Hughes K, 2004. Turkey and European Union: Just another enlargement” European Policy Summit, 17 June 2004. Hughes K, 2006. Turkey and EU four scenarios, from train crash to full steam ahead. Chatham House. İlter T, 2007. Is the EU accesion process completely blocked? Turkish Daily News, December 15, 2007 Karluk R, 2000. Avrupa Birligi ve Türkiye. Hürriyet, 24 Nisan 2000. Khanna P, 2008. The Second World: Empires and influence in the New Global Order, Random House, New York. Mathijsen, PSRF, 2007. A guide to European Union Law. Sweet & Maxwell, London. Mazower M, 2002. Beyond the Christian club of Europe. Financial Times, Decemer 11, 2002. Mazower M, 2005. Europe can leran from Turkey’s past,” Financial Times, October 03, 2005. Mazower M, 2006. Europe can fill the gap as America stalls in the Middle East. Financial Times, August 16, 2006. Meyer M, 2004. The End of Europe. Newsweek, May 3, 2004 Mollazade A, 2008. A ‘Silk Road Union’ strategy. Turkish Policy Quarterly 7(2). Molle W, 2006. The Economics of European integration. Theory, Practice, Policy, Fifth Edition, Ashgate. Rehn O, 2007. Avrupa’nın gelecek Sınırları, Türkiye Bir Köprü mü, Köprü Başı mı Yoksa Bir Ergime Potası mı? Çeviri: Onur Şen, Hasan Kaya,1001 Kitap. Rehn O, 2008. Turkey and EU: a win-win game. Turkish Policy Quarterly (7)2, 19. Strauss-Kahn D, 2004. “What borders for Europe” http://www.turkishpolicy.com/ images/stories/2004-03-EUodyssey1/TPQ2004-3-kahn.pdf World Economic Forum, 2002, “Defining What We Share: Bridging Cultures and Civilizations. Annual Meeting, 31 January-4 February 2002, New York.”http://www.weforum.org/en/knowledge/KN_SESS_SUMM_11169?url=/ en/knowledge/KN_SESS_SUMM_11169 Yossi M, 2007. Guarding Europe’s border. Haaretz, 15.11.2007 47
Benzer belgeler
Demokratikleştirme Bağlamında Avrupa Birliği
1999’da Avrupa Konseyi’nin Helsinki zirvesinde aday ülke olarak başvurusu kabul
edilmiş ve son olarak 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile müzakerelere başlamış olan
Türkiye’nin AB sınırları içinde yer alm...
AB Genişleme Politikası Bağlamında Hırvatistan Üyeliği
1999’da Avrupa Konseyi’nin Helsinki zirvesinde aday ülke olarak başvurusu kabul
edilmiş ve son olarak 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile müzakerelere başlamış olan
Türkiye’nin AB sınırları içinde yer alm...