O-KİNA (2. Bölüm) - "Derin Düşünce" Ferit ve grubu, sıcak bir yaz
Transkript
O-KİNA (2. Bölüm) - "Derin Düşünce" Ferit ve grubu, sıcak bir yaz
O-KİNA (2. Bölüm) - "Derin Düşünce" Ferit ve grubu, sıcak bir yaz sabahı, klimalı ve Boğaz manzaralı evde, "Kelaynakların O-Kina'ya Haykırışı" isimli yeni parçaları üzerinde çalıştılar. Eko-sosyo-politiko-kozmik içerikli ve "New Age-Rock-Metal" harmanlı tatlı sert bir parçaydı. Son hâli hepsini memnun etmişti, O-Kina gençliğinin beğenebileceği türden melodi zengini bir parçaydı ve yüksek kredi getirisi beklenebilirdi. Provanın ardından, gruptaki en yakın arkadaşı davulcu Reha, Ferit'e: "Haydi gel gidip Boğaz kenarında güzel bir öğle yemeği yiyelim" dedi ve ekledi: "Ama kesinlikle OTOGUY gibi O-Kina usulü sağlıklı bir yer olmasın, ağzımızın tadıyla güzel bir balık yiyelim, rakı içelim." "Harika fikir!" dedi Ferit, "Hem yeni parçamızı da kutlamış oluruz." Tam birlikte evden çıkacaklardı ki, Ferit'in gözü kapının önüne bırakılmış gazetenin başlığına takıldı: "O-KİNA'DAKİ TİYATRO GALASINDA SKANDAL!" "Dur bir saniye" dedi ve tekrar içeri girip okumaya başladı: "Orhun Camyünü'nün yazmış olduğu 'Tiyatro, Tiyatro' isimli piyesin O-Kina'daki gala gecesinde büyük bir skandal yaşandı. Günlerdir Dünya basınının dilinden düşmeyen galaya katılmak üzere Orhun Camyünü'nün yanısıra sanat dünyasının ileri gelen isimleri de O-Kina'daydılar. Hatta yönetmeninin ricası üzerine Orhun Camyünü, O-Kina'ya bir hafta önceden gitmiş, provaları izlemiş ve bazı rötuşlar yapmıştı. Camyünü'nün piyesi, bir tiyatro okulunu, öğrencilerinin sergiledikleri küçük oyunları, grup içi çekişmeleri, iki öğretmen ile bir öğrenci arasındaki aşk üçgenini ele almaktaydı ve oyuncuların tümü O-Kinalıydı. Öğrencilerin birinci perdedeki gösterisinde bir erkek ile bir kız sahne almış ve hayalî bir müzik eşliğinde oldukça tuhaf, birbirine uyumsuz bir dansa başlamışlardı. Dansın bir aşamasında, kız katlanarak yere yığılmış ve erkek de yerde yatan partönerinin ayak bileği kısmındaki hayalî bir noktaya üflemeye başlamıştı. Cenin pozisyonunda yatan kızın katlı bacakları, üflemenin ritmine uyumlu bir şekilde yavaş yavaş açılıyor, kolları düzeliyor, boynu arkaya kaykılıyor, sırtı içeri çekiliyordu. İzleyici, kızın temsilî bir şişme bebek olduğu anlamıştı. Bedeni tam doğrulunca erkeğin yardımıyla ayağa kalktı ve ahenksiz dans kaldığı yerden devam etti. Beş-on saniye sonra, bu kez erkek bir çuval gibi yere yığıldı. Kız, erkeğin bacağının ayağa yakın bölgesine üflemeye başladı. Erkeğin bedeni de, biraz önceki gibi, üfleme temposuna uyumlu bir şekilde doğrulmaya başladığı noktada gösterilerini sonlandırıp kendilerini izlemekte olan diğer öğrencileri ve hocalarını selamladılar. Sahne içindeki rol icabı alkışa seyirci de yürekten katılmıştı. Bu küçük, oyun içindeki oyunu çok beğenmişlerdi. Her şey iyi gidiyordu ki, ne olduysa üçüncü perdede oldu: Gardiyan rolündeki kilolu kadın oyuncu sahneye girdikten az sonra ön sıralarda oturan Dünyalı izleyici Nil Türkuvaz'a bakıp O-Kina dilinde avaz avaz bağırmaya başladı. Bir eliyle de Nil Hanım'ı işaret ediyordu. Piyes durdu, güvenlik görevlileri salona girdi ve Nil Türkuvaz'la birlikte salonu terk ettiler. Piyes kaldığı yerden devam etmedi. Galanın ertesi gün tekrarlanacağı anonsları yapıldı. Emniyet görevlilerinin basına yaptığı açıklamada ise Nil Türkuvaz'ın kilolu oyuncu hakkında olumsuz ve alaycı şeyler düşündüğü ve oyuncunun da kendisinden şikayetçi olduğu bildirildi. Bilindiği üzere O-Kinalılar düşünce okuyabiliyor ve yakışıksız düşünceler O-Kina kanunlarına göre suç sayılıyor. Nöbetçi mahkeme Nil Türkuvaz'ın düşünce suçu işlediğine kanaat getirdi ve üç haftalık şartlı hapis cezası verdi. Şartlı hapis cezasının anlamı da şu: Tutukluluk süresince Nil Hanım düşünce kontrolü konusunda eğitilecek ve testlere tabi tutulacak. Başarısız olduğu her test tutukluluk süresinin bir hafta daha uzamasına neden olacak. Gelişmeleri izleyip sizleri bilgilendirmeye devam edeceğiz." Reha da yazıyı Ferit'in omuzunun üzerinden okumuştu. Ferit'in keyfinin kaçtığı besbelliydi. Sırtına vurup: "Moralini bozma, halledilir. Hadi gel çıkalım, yemekte bir durum değerlendirmesi yaparız" dedi. ********************* Ferit'in, Tuyo ile yapmış olduğu görüşme sırasında ekranda Nil'in belirmesinin ardından yaklaşık bir yıl geçmişti. O ana kadar imkânsız olduğu varsayılan O-Kina - Dünya arası fiziki yolculukların mümkün olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik Nil'in tek örnek olmadığı da belirlenmişti; Dünya'yı ziyaret etmiş olan OKinalılar da vardı. Kredi zengini bir sinema yönetmeni ışınlama cihazının projesini satın alıp Dünya imalatını başlatmıştı. Yolculuğun teknik yönü çözülmüştü ama iki farklı galakside yer alan iki gezegen arasındaki seyahatlerin maliyeti her Dünyalı'nın altından kalkabileceği türden değildi. Işınlama cihazının fiyatı O-Kina'nın talep ettiği kişi başı 20.000 kredi puanının yanında hafif kalıyordu. *********************** Gazetedeki skandal haberi, rakılı balıklı kutlama yemeğinin tadını kaçırmıştı. Ferit mezeleri atıştırırken boş bakışlarla boğazı seyretti. Bir süre konuşmadılar. Garson çiftlik levreğinin servisine başladığı sırada Ferit kararlı bir şekilde: "O-Kina'ya gideceğim, sen de benimle gelirsen sevinirim" dedi. "Abi, kız seni yüzüstü bıraktı, O-Kinalıya kaçtı. Bu kadar masrafına, zamanına değer mi?" "Ne olursa olsun, eski bir dost… Yabancı bir ortamda ve zor durumda… Kayıtsız kalmayı kendime yediremem. Benim kararım kesin. Sen geliyor musun?" "Abi biliyorsun, benim uçuş korkum var." Ferit ilk kez güldü: "Ne uçuşu Reha, ışınlanıyoruz. Düğmeye basıp bilincini kaybediyorsun. Gözünü açtığında O-Kina'dasın. En azından gidenler böyle anlatıyor." "Abi, ya O-Kina yerine Titan'a veya bambaşka bir gezegene gidersem? Dondurucu ortamda yapayalnız bir ölüm! Bırrrrr, düşüncesinden bile fena oldum." "Gidiş koordinatların, varış istasyonu belli. Milyonda bir söylediğin türden bir kaza olabiliyormuş ama ihtimal çok düşük." "Abi, ben Dünya'mdan memnunum, beni affetsen diyorum." "Tabii, zorla değil, nasıl istersen. Masraflarını ben karşılayacaktım ve yepyeni bir ortam görecektin… Demek merak etmiyorsun… Yapacak bir şey yok. Bu durumda yalnız gideceğim." "Abi cidden korkuyorum. Hem sen O-Kina'da tanınıyorsun, seni yalnız bırakmazlar." "Onu bilmiyoruz. Bu seyahatin en tatsız tarafı yanında hiçbir şey götürememen, yalnızca bedenin ve üzerindeki giyisiler gidiyor." "Aaaa, çok kötüymüş! Peki n'apıcan?" "Gidince O-Kina tarzına uygun geçici bir şeyler satın alıyorsundur herhâlde." Sohbet biraz daha devam etti; ardından kahvelerini içip kalktılar. ********************** Nil hapishane odasındaki yatağının üzerine oturmuş yeni ortamını inceliyordu. Dünyadaki beş yıldızlı bir otel odasını andırır büyüklükte ve konforda bir odaydı. Kendi özel duşu, lavabosu ve klozeti vardı. Benzerlikler bu noktada bitiyordu: Bu odadaki döşeme, tavan, duvarlar, yatak, masa, örtüler, ışıklar, istisnasız her şey beyaz renkteydi. Pencere, tablo ve ayna yoktu. Bilgisayar, telefon, televizyon, kitap da yoktu. Hatta çok fazla komşusu da yoktu; kendisinin dışında yalnızca dört tutuklunun olduğunu söylemişlerdi. Renksiz, bembeyaz bir oda, Nil ve kör olası düşünceleri başbaşa kalmışlardı. O da düşünüyordu. Mümkün müydü düşünceleri durdurmak? Eğitmek belki ama durdurmak… Ferit'e büyük bir haksızlık yaparak gelmişti O-Kina'ya. Tuyo, hiç duymadığı güzellikte iltifatlar etmiş, aklını çelmişti. Hem O-Kina'ya adım atacak ilk Dünyalı olma fikri de çok cazip gelmişti. Ferit onu aramamıştı. Nil'in öykü rica etmiş olması mı ağır gelmişti? Ferit'e yük olduğu hissine kapılmıştı. Kimseye yük olmadan kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyordu ama kredisi azalmıştı. Dünya'nın hâli de ortadaydı: Küresel ısınma kasıp kavuruyordu; Maldiv adaları tümüyle sular altında kalmıştı bile. Çocuk istiyordu ama böyle bir dünyada çocuk yapmak ne derece akıl kârıydı? O-Kina, sanat dışındaki tüm konularda Dünya'nın çok ilerisindeydi, hatta belki biraz fazla ilerisindeydi! O-Kina'lılar çoğu zaman düşünce ortamında iletişim kuruyorlar ve az konuşuyorlardı. Konuşmak, etraflı fikir tartışmaları veya karmaşık anlatımlar için gerekliydi. Bunun dışındaki "Karnım acıktı, yemek yiyelim," "Sinemaya gidelim," "Sevişelim" türü günlük basit iletişimler için konuşmaları gerekmiyordu. Ortama büyük bir sessizlik hâkimdi. Tuyo, Nil'i daha ilk günden düşüncelerini kontrol etmesi konusunda uyarmıştı. Elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama 28 yıllık alışkanlıkları bir çırpıda silmek kolay mıydı? Ufak topluluklar arasında yaptığı düşünce yanlışları büyük bir sorun çıkartmıyordu. Kendisine ters ters bakıldığında durumu kavrayıp özür dilemesi yeterli olabiliyordu. Tiyatro ortamıysa farklıydı; boşta bulunmuş, zavallı kadın oyuncuyu herkesin içinde küçük düşürmüştü. Gerçekte küçük düşen kendisiydi. İçinden: "Ayyy şişkoya bak, O-Kina'ya hiç yakışmıyor" diye düşünmüştü. Dünya'dayken bundan kat be kat ağır düşünceler beslediği insanlarla öpüşüp koklaşıyorlardı. Hangisinin daha makbul olduğunu bilmiyordu ama bildiği tek şey buraya uyum sağlayamamış olduğuydu. O-Kina'lı çocuklar üç yaşında ilkokula başladıkları günden itibaren düşünce kontrolu eğitimi alıyorlardı. Şimdi Nil'i bu hapishanede üç haftada eğitmeyi planlıyorlardı. Bu konuda pek iyimser değildi. Testleri geçemeyip haftalarca bu beyaz odaya tıkılı kalmaktan korkuyordu. Aklını yitirebilirdi. Aklını yitirirse düşüncelerini konrol etmek iyice imkansızlaşmaz mıydı? ********************** Ferit yatak odasında, yeni satın almış olduğu ışınlama cihazını kutusundan çıkarmış, kullanma kitapçığını inceliyordu. Eczanelerdeki eski usul tartıları andırıyordu: Üstüne çıkılacak yuvarlak bir tabanı, boy ölçmek için kullanılan dikey mezurayı andıran bir çubuğu ve çubuğun üst bölümünde de kafanın üzerine oturtulan boy ayarlı metalden bir yarım küre vardı. Buna ek olarak, bel hizasında, dikey çubuğa bağlı tenis topu büyüklüğünde iki metal küre vardı. Kullanımı çok basitti: Kitapçıkta yazdığına göre öncelikle internetten O-Kina ile görüşüp çıkış saatinizi bildirmeniz ve varış terminali ünitesinde yer ayırtmanız gerekiyormuş. Daha sonra ünite prize takılmalı ve sırasıyla kırmızı, sarı, yeşil ve mavi ışıkların yanması beklenmeliymiş. Bu işlem yarım saat sürüyormuş ve yer ayırtırken bu süre dikkate alınmalıymış. Arkasından çıplak ayakla taban tablasının üzerine çıkılmalı (siyah renkte bir çift ayakkabı O-Kina'ya iner inmez temin edilecekmiş), tepedeki yarım küre kafanın üzerine sıkı biçimde oturacak şekilde ayarlanmalı ve iki elinizle iki küreyi tutup sağ baş parmağınızla sağ kürenin altındaki düğmeye basılmalıymış. Hepsi bu. Cihazın gideceği koordinatların fabrika tarafından ayarlanmış olduğu yazılıydı. Bunu okurken Reha'nın söylediklerini düşündü. Fabrika ayarlarında yanlışlık yapılamaz mıydı? Basit bir üretim hatası… Bir Pazartesi veya Cuma cihazı örneğin… Ve Ferit yalın ayak bir başka gezegende, Küçük Prens gibi… Ölümlü Dünya, ölümlü O-Kina, ölümlü Kâinat. Güneş sistemi de dört milyar yıl sonra patlayıp toz bulutuna dönmeyecek miydi? Sonrasında kim bilecekti "ölümsüz" Beethoven'i, Einstein'ı? O-Kina bir çıkış umudu olabilir miydi? Bilgiler oraya taşınabilirdi ama o da ölümlü değil miydi? Evrendeki her şey gibi, hatta evrenin kendisi gibi. Galaksilerin her geçen saniye birbirlerinden uzaklaştığı bilinmekteydi. Her başın bir sonu yok muydu? Eğer "big bang" başlattıysa, "big puffff" da bitirebilirdi, emindi bundan. Önce giyeceklerini seçti. Gittiği yere uyumlu olabilmek adına OKinalıların giydiği tarzda bej renk bir hâkim yaka gömlek giydi, altına da siyah bir jean. Sonra bilgisayarının başına geçti ve kitapçıkta verilen adrese bağlanıp yerini ayırttı. Arkasından da Tuyo'ya ve O-Kina'daki fan kulübüne çıkış saatini bildirdi. Sıra cihazın üzerine çıkıp düğmeye basmaya gelmişti. Kalbinin atışlarının hızlandığını hisseti. Aldırmamaya çalışarak ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartıp cihazın üzerindeki yerini aldı, kafa ünitesini yerleştirdi, bir hayli terlemiş avuçlarıyla iki metal topu tuttu, gözlerini kapadı ve düğmeye bastı. ************************* Hapishanedeki ikinci gününde, beyaz önlüklü bir eğitmen hanım Nil'in odasına gelmiş ve düşünce kontrolü derslerini başlatmıştı. Çalışmalar birer saatlik iki zıt fazdan oluşuyordu. Art arda yükleme ve boşaltma yaptırılarak düşüncenin tümüyle kontrol altına alınması hedefleniyordu. A) "Yoğun Düşünme Fazı": Okumalar, bulmacalar, zeka testlerinden oluşuyordu. B) "Düşünme Boşluğu Fazı": Düşünmeyi tümüyle sıfırlama çalışmasıydı. Herkes gibi Nil de en çok düşünceyi sıfırlama konusunda zorlanıyordu. Düşünme Boşluğu Fazı'nda, eğitmen hanımın yaptırdığı çalışma şöyleydi: Nil, birinci aşamada kafasında beyaz bir küre hayal edecek ve iç sesiyle "Beyaz küre dönüyor" cümlesini üst üste söyleyerek beyaz kürenin sağdan sola döndüğünü hayal edecekti. İkinci aşamada iç sesini durduracak ve yine aynı kürenin döndüğünü görecekti. Bu alıştırmayı beş dakika gözler kapalı ve beş dakika da gözler açık olarak yaptıktan sonra üçüncü aşamada dönmekte olan beyaz kürenin kademeli olarak ufaldığını hayal edecekti. Belli bir süre sonra küçük bir noktaya dönüşecek küre tümüyle yok olacaktı. Hedef bu yok oluş anını olabildiğince uzatmaktı çünkü bu an düşüncenin tümüyle boşaldığı andı. ****************************** Kulağına derinden "Ferit Bey, Ferit Bey, Ferit Bey…" diye kadın sesleri geliyordu. Birbirine âdeta tutkalla yapışmış göz kapaklarını aralamaya çalıştı. Hafifçe aralanan göz kapaklarından içeri o kadar şiddetli bir ışık girdi ki, acıyla tekrar kapandılar. Sonra bir kez daha denedi. Gözleri acırken kulakları yumuşak "Ferit Bey" sesleriyle bayram ediyordu. Gözleri tümüyle açıldığında ölmüş olabileceğini düşündü. Ölmüştü çünkü cennete gidebilmenin başka yolu yoktu. Cennetteydi çünkü üç tane huri kendisine tatlı tatlı gülümsüyordu. Üçü de, o ana kadar karşısına çıkmış tüm kızlardan daha güzeldi ama özellikle bir tanesi için şiirler, romanlar, destanlar yazılabilirdi. Hep bir ağızdan "O-Kina'ya hoşgeldiniz Ferit Beeeyyyyyy" dediler. O-Kina mı? Nasıl olur, cennette değil miydi? Demek ölmemişti. Şimdi gülme sırası ondaydı, ağzı kulaklarına vardı ve bir süre oradan ayrılmadı. "Hoşbulduk, ben Ferit" dedi. "Bilmez olur muyuz Ferit Bey" dedi en güzel olan ve devam etti: "Biz sizin fan kulübünüzün üyeleriyiz. Benim adım Şuya. Diğer arkadaşlarım da Çibu ve Kuşya." Ardından Çibu ve Kuşya yere diz çöküp bir çift siyah ayakkabıyı ayağına giydirdiler. İçinde bulunduğu bol ışıklı, yüksek tavanlı mekan O-Kina'nın varış terminaliydi. Ayakkabılarını giydiren iki kız sağına ve soluna geçerek iki elinden tuttu. Şuya önde yürüyor, Ferit kızlarla el ele onu takip ediyordu. Şerbetli sulardan oluşan tatlı mı tatlı bir akıntıya teslim olmuş rüya aleminde salınıyor gibiydi. Yüzyıllar önce, O-Kina'da birbirleriyle savaşan farklı devletler varmış. Gereksiz savaşları ve can kayıplarını önlemek için, ilk aşamada Dünya'daki Avrupa Birliği benzeri bir birlik oluşturmuşlar. Sonraki aşamada bu birlik eyaletlerden oluşan tek bir devlete evrilmiş . Eyaletler arası sportif ve ticari rekabet devam etmekteymiş ama savaşlar tümüyle son bulmuş. Başkent Piupoli, Rago denizi kıyısındaki bir körfezin etrafına konumlanmış sırtından dağlar yükselen, iklimi ılıman güzel bir şehirdi. Deniz kıyısındaki varış terminalinden dışarı çıktıklarında Ferit'in ilk işi gökyüzüne bakmak oldu. Dünya'dakine tıpatıp benzer, beyaz bulutlar serpiştirilmiş mavi bir gökyüzü gördü. O-Kina'nın güneşi O-Takinova, Dünya'nın güneşinden 3 kat büyük bir çapa sahip olmasına rağmen, O-Kina, güneşine daha uzak bir konumda olduğu için gökyüzündeki boyutları hemen hemen Dünya'dan gözüken güneş boyutlarındaydı. Benzerlikler buraya kadardı. Keskin hatları olmayan, tüm köşeleri yuvarlatılmış yapılar kahve-bej renkteydiler ve yükseklikleri dört katı geçmiyordu. Ağaçlar, egzotik botanik bahçelerde görülebilecek türden iri, parlak yeşil yapraklıydı. Genel görünüm, sanata uzaklığıyla bilinen O-Kina'yla tezat oluşturacak kadar zevkli bir görselliğe sahipti. Taşıtların tümü elektrikliydi ve yere değmeden zemin seviyesinin yaklaşık 20 cm üzerinde hareket etmekteydi. Motor ve sürtünmeye dayalı lastik sesleri olmadığı için ortama sessizlik hâkimdi. Yalnızca rüzgârın etkisiyle birbirlerine sürtünen yaprakların sesi duyuluyordu. Dört yolcu alabilen, yatay yumurta şekilli aracın arka koltuklarına Çibu ile Kuşya, öne ise Şuya ile Ferit oturdular. Şuya, araca bilgisayar oyunlarında kullanılan tarzda bir "joy stick" ile kumanda ediyordu. Şuya: "Bizim misafirimizsiniz Ferit Bey. Piupoli'de kaldığınız sürece otel ve yemek mesraflarınız fan kulübünüz tarafından karşılanacak. Şimdi sizi kalacağınız otele götürüyoruz" dedi. Ferit de: "Çok teşekkür ederim, çok nazik ve misafirperversiniz" diye cevap verdi. Ardından dönüp bir kez daha Şuya'ya baktı. Kalp atışlarının bu kadar hızlanması normal miydi? "Bu mükemmellikte bir yaratık olabilir mi? Acaba yemeğe davet etsem kabul eder mi?" diye düşündü. Şuya: "Sizin tarafınızdan bu derece beğenilmek benim için büyük onur, çok teşekkür ederim. Yemek teklifinizi memnuniyetle kabul ediyorum" dedi. Ferit afalladı: "Aklımı okudunuz, duymuştum ama bu derece kelimesi kelimesine okuma beklemiyordum" dedi. Şuya kibarca gülümsemekle yetindi. Ferit konuyu biraz daha deşmek istiyordu: "Okunmasını arzu etmediğiniz düşünceleriniz olmaz mı hiç?" diye sordu. "Olur tabii ki; gerektiğinde düşünce maskesi kullanıyoruz." Arka koltukta oturan Çibu, Ferit'e bir düşünce maskesi uzattı. Kafayı kaşların üstüne kadar kaplayan yüzücü bonesini andırıyordu. Şuya: "Bu maskenin içi ince çelik tellerle örülü; üzerinde ise lastik bir yapı mevcut. Sizin 'Faraday Kafesi' diye adlandırdığınız türden bir işlevi var: Beyinin ürettiği manyetik dalgaları dışarı bırakmıyor, dışarıdakileri de içeri almıyor. Bu yüzden düşünce okumamızı engelliyor. 'Derin Düşünce' diye adlandırdığımız bir durum var. Örneğin bir filozof, matematikçi veya bilim adamı bir kuram üzerinde çalışırken derin düşünce hâli oluşuyor. Yakınlarında bulunan insanlar bu düşünceleri kavrayamadıkları için arzu etmedikleri bir düşünce kirliliğine maruz kalıyorlar. Aynı şekilde, derin düşünenler de çevredeki düşüncelerden olumsuz etkilenebiliyorlar. İşte bu gibi durumlarda düşünce maskesi çift yönlü koruma sağlıyor. Derin düşünce hâlinde olmayan bir O-Kinalının normal şartlarda bu maskeyi kullanması etik değil ama bizim ortamımızın yabancısı olan bir Dünyalıya hoşgörü gösterilebilir." Ferit, Nil'in başına gelenleri düşünmemeye çalıştı ama debelendikçe aklından çıkarması zorlaşıyordu. "Neden Nil'e hoşgörü gösterilmedi?" sorusunu düşünmeyi engelleyemedi. Şuya'nın cevabı hazırdı: "Nil Hanım bir yıldır O-Kina'daydı ve artık misafir konumundan çıkmıştı." *********************** Nil'in eğitmeni, üçüncü günkü çalışmanın sonunda: "Testler sırasında aklından çıkarmaman gereken bir şey var: Şartlar ne olursa olsun yalnızca olumlu düşünmelisin. En ufak bir olumsuz düşünce cezanın uzamasına sebep olacak" dedi. İki saat sonra, kapısının altından beyaz bir fare hızla odaya girdi. Nil panik içinde yatağının üzerine zıplayıp avaz avaz bağırmaya başladı. İçinden de: "Lanet hayvan çık dışarı" diye düşünüyordu. Cezası bir hafta uzadı. ******************** Piupoli saatiyle öğleden sonra 17:00 sularında, kızlar Ferit'i oteline bıraktılar. Şuya: "19:30'da gelip sizi alırım, birlikte yemeğe çıkarız" dedi. Ferit duş yapıp yatağa uzandı. Yorgun hissediyordu. Gözlerini kapatıp kestirmeye çalıştı ama kafasını kurcalayan düşünceler buna izin vermedi. Nil'i görebilecek miydi? Gördüğü zaman ne diyecekti? Şuya, hesapta olmayan hoş bir sürprizdi, aklı karışmıştı. Odasındaki telefon tam 19:30'da çaldı. Şuya lobide onu bekliyordu. Dürtüsel bir hareketle dolabın kapağını açtığında farklı renklerde beş gömlek, pantolon ve ceket görünce şaşırdı. Her şey düşünülmüştü. Ne tür bir yere gideceklerini bilmediği için emin yolu seçip siyah gömlekle siyah pantolon giyerek aceleyle odadan çıktı. Deniz manzaralı şık bir lokantanın cam kenarı masasında karşı karşıya oturdular. Ferit gözlerini Şuya'nın yüzünden alamıyordu. Bir süre gözlerinin içine baktıktan sonra: "Eşsiz bir güzelliğin var, sana bakmaya doyamıyorum" dedi. Şuya teşekkür etti. Ne söylese hafif kalacağını biliyordu ama yine de devam etti: "Sanatla ilgilenmemeniz çok doğal, her biriniz gerçek bir sanat eserisiniz. Özellikle sen, tam bir başyapıtsın" dedi. Şuya kibarca gülümseyerek: "O-Kinalı hiçbir erkekten bu derece güzel sözler duymamıştım. Biz de sizin ve müziğinizin hayranıyız" dedi. Ferit: "Ah Reha ah! Neler kaçırdığını bir bilsen" diye düşündü. Şuya: "Reha kim?" diye sordu. "Grubumdaki davulcu, aynı zamanda iyi arkadaşım. O-Kina'ya birlikte gitmeyi teklif etmiştim ama uçuş korkusu olduğu için kabul etmedi." Kahkahalarla güldüler. İlk anların gerginliği azalmıştı. Sıra yemekleri seçmeye gelince, Şuya: "Sizde bulunmayan çok lezzetli bir balığımız var, denemek ister misiniz?" diye sordu. "Çok isterim tabii. Bir de bana 'sen' demeni çok isterim." Ferit: "Nil benim eski bir arkadaşım. Başına gelenleri gazetede okuyunca O-Kina'ya gelip ona yardımcı olmak istedim. Ziyaret etmemiz mümkün olabilir mi?" diye sordu. Şuya: "Yöntemi çok iyi bilmiyorum ama yarın ayarlamaya çalışırım" dedi. Beyaz etli balık gerçekten çok lezzetliydi. Ferit: "Dünya'dan başka gezegenlerle ilişkiniz var mı?" diye sordu. "Bir iki farklı girişimimiz oldu. Bizden çok ileri seviyedekiler ilgilenmediler çünkü onlara verebileceğimiz bir şey yoktu. Diğerleri de Dünya'dan geride olduğu için biz ilgilenmedik çünkü sağlıklı bir iletişim kuramadık" diye cevap verdi Şuya. Yemekten çıktıklarında Ferit çok etkileyici bir manzarayla karşılaştı: Andromeda galaksisinin sayısız yıldızı gökyüzünü bir şenlik ortamına dönüştürmüştü. O-Kina'nın hava kirliliğinden yoksun saf atmosferi o derece saydamdı ki, yıldızların parlaklığı ortamı aydınlatıyordu. Şuya'nın aracıyla otele vardıklarında Ferit kolunu Şuya'nın omzuna koydu. Şuya başını Ferit'in koluna dayadı. Bir süre bu şekilde gökyüzüne baktılar. Ferit yüzünü Şuya'ya doğru döndürdüğünde burnu burnuna değdi. Biraz daha yaklaşıp usulca öptü. Sıvı alışverişsiz masumane bir öpüştü bu. Sonra kafasını biraz uzaklaştırıp gözlerinin içine baktı. Karşılıklı gülümsediler. Biraz çekinerek: "Seni odama davet edebilir miyim?" diye sordu Ferit. Şuya memnuniyetle kabul etti ve geceyi birlikte geçirdiler. Ertesi sabah, Şuya, Nil'i ziyaret yöntemini araştırmak üzere Ferit'ten ayrıldı. Çok geçmeden odasını telefonla arayıp: "Hallettim, lobide bekliyorum, hemen gidebiliriz" dedi. Ferit odadan çıkarken yanına düşünce maskesini almayı ihmal etmedi. Nil'le karşılaştığında aklından geçmesi muhtemel düşünceleri Şuya'nın bilmesi pek hoş olmayabilirdi. Şuya'nın aracıyla yaklaşık yarım saat yol aldıktan sonra Piupoli banliyösündeki hapishaneye ulaştılar. Diğer tüm yapıların kahvebej renkte olmasına karşın hapishane binası bembeyazdı. Dünya'dakinin aksine, beyaz renk O-Kina'da cezanın betimlemesi gibiydi. Görüşme odasında Nil'in gelişini beklemeye koyuldular. Ferit, Şuya'nın sorgulayan bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak düşünce maskesini kafasına giydi. Beş dakika sonra, Nil eğitmeniyle birlikte odaya girdi. Beyazlar içindeydi, bezgin görünüyordu ama yine de çekiciliğini kaybetmemişti. Koşup Ferit'in boynuna sarıldı ve: "Seni ne kadar özlemişim! Benim için O-Kina'ya gelmiş olman o kadar değerli ki! Tuyo hiç gelmedi, hatırımı bile sormadı. Yanındaki genç hanım kim?" dedi. "Tanıştırayım, kız arkadaşım Şuya" dedi Ferit. O anda Nil'in aklından geçenler cezasının bir hafta daha uzamasına neden oldu. Eğitmeni: "Nil Hanım cezanız bir hafta uzadı. Bu şekilde düşünmeye devam ederseniz görüşmeyi sonlandırmak zorunda kalacağım" dedi. Nil: "Ferit, neler çektiğimi görüyorsun. Hapisten çıkar çıkmaz, eğer bir gün çıkabilirsem, bir dakika bile beklemeden Dünya'ya dönmek istiyorum ama kredim kalmadı. N'olur bana yardımcı ol" dedi. Ferit: "Merak etme elimden geleni yapacağım" diye cevap verdi. Konuşmayı daha fazla uzatmak tehlikeli olabilirdi. Tekrar sarılıp ayrıldılar. Dönüş yolunda Ferit düşünce maskesini kafasından çıkartmadı. Şuya: "Eğer istersen, ben de seninle Dünya'ya gelebilirim" dedi. Ferit: "Kafam çok karıştı, sizin deyiminize akşam otelde 'derin düşünme' hâlini yaşamam ve bazı önemli kararlar almam gerekecek. Yarın sana sonucu bildiririm. Ne olur kusuruma bakma" diye cevap verdi. Ferit, otel odasında ilk olarak Şuya'nın Dünya'ya gelmesini değerlendirmeye çalıştı. Evet, Şuya belki de Kâinat'ın en güzel yaratığıydı ama: a) Yalnızca bir gündür tanışıyorlardı; b) Ferit'e çok çabuk teslim olması hızlı yükselen heyecanının aynı hızda düşmesine neden olmuştu, her şey fazla kolaydı; c) Şuya için sevişmek keyiften ziyade vazife gibiydi. Tutkunun dorukta olması beklenen ilk sevişme böyle olursa bundan sonrakilerden ne beklenirdi? d) Şuya'nın düşünce okuyor olması Dünya'da sorun yaratabilirdi. Arkadaşlarının düşüncelerini kendisine söylemesi durumunda kısa sürede görüşecek insan bulamayabilirdi. Şuya'nın Dünya'ya gelmesinin iyi bir fikir olmadığı kanısına vardı. Ardından Nil'i düşündü. Durumu parlak değildi. Onu affetmekte zorlanacaktı ama Dünya'ya gelmesi için elinden geleni yapacaktı. Ama önce kendisi hiç vakit kaybetmeden Dünya'ya dönmeliydi. O-Kina'da kalacağı her saniye işleri daha da içinden çıkılmaz bir hâle dönüştürebilirdi. Eski dönemlerde uçaklarda yapılan bir anonsu hatırladı: "Tehlike durumunda oksijen maskesini önce kendiniz takın, sonra çocuğunuza yardımcı olun."
Benzer belgeler
O-KİNA Video görüşmesi bitmişti. Devasa ekranlı bilgisayarının
söndürünce eşsiz manzara daha da çarpıcı bir hâl aldı. Bir kez
daha ne kadar şanslı olduğunu düşündü.
Aslında şanslı oluşunun tek nedeni Yeniköy sırtlarındaki
muhteşem evi değildi: Biraz sonra, çok...