Cumhuriyet`in 50. yılında Ege Üniversitesi Rektörü Prof - Ege-book
Transkript
Cumhuriyet`in 50. yılında Ege Üniversitesi Rektörü Prof - Ege-book
Ege Üniversitesi Adına İmtiyaz Sahibi Prof. Dr. Candeğer Yılmaz Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Atilla Silkü Sorumlu Müdür Prof. Dr. M. Bülent Özkan Genel Yayın Yönetmenleri Yrd. Doç. Dr. Engin Önen Yrd. Doç. Dr. A. Oğuzhan Kavaklı Yayın Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Şevket Toker Uzm. Dr. E. Figen İnan Özlem Arınık Topuz Dilek Maktal Canko Ali İhsan Mimtaş Demet Altuntaş Gamze Karademir Erol Muhabir ve Fotoğrafçılar Ali İhsan Mimtaş, Demet Altuntaş, Arzu Beratoğlu, Duygu Ataş, Duygu Öztürk, Duygu Rengial, Özlem Aktaş, Nilüfer Öğretir, Petek Durgeç, Tuğçe Doğaneli, Seçil Utma Konuk Yazarlar Prof. Dr. Nuri Bilgin Doç Dr. İhsan Oktay Anar Doç. Dr. Semra Daşçı Yrd. Doç. Dr. Bintuğ Öztürk Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin Redaksiyon Prof. Dr. Şevket Toker Öğr. Gör. Dr. Bahar Dervişcemaloğlu Arş. Gör. Göksu Çiçekli Koç Kapak İllüstrasyonu Sinan Kutlu Tasarım Gamze Karademir Erol Çağatay Polat Reklam Danışmanı Prof. Dr. Müge Elden Reklam Sorumlusu EÜ Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Reklam Rezervasyon Ege Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne 0232 342 59 72 numaralı telefon numarasından veya [email protected] e-posta adresinden ulaşabilirsiniz. Yönetim Yeri Ege Üniversitesi Rektörlüğü Bornova/İzmir Tel: 0 232 388 01 10 www.egeburada.ege.edu.tr Basım Yeri Basım Tarihi: ... Haziran 2009 Yayın Türü Yerel, Süreli, Üç Aylık Merhaba, Bölgenin ve ülkenin en önemli kurumlarından biri olan Ege Üniversitesi’nin yeni bir yayın organına kavuşmasının heyecanını yaşıyoruz. Yeni başlangıçlar, ilk sayılar daima zordur. İlk sayı olması, hedeflerin büyüklüğü ve henüz okurdan bir değerlendirme alınmamış olması hep dezavantaj hanesindedir. Adına EGEDEN dedik. Çünkü içerisinde yer alacak olan haberlerin ve bilgilerin büyük çoğunluğu, Ege Üniversitesi’nden olacak. Yine Ege Üniversitesi öncülüğünde üretilen bilgiler ve etkinliklerin bölgeden yansımaları olacağı için de bu ismi uygun bulduk. Ege Üniversitesi büyük bir kurum ve çok geniş bir yelpazede bu etkinlikleri sürdürmekte ve bilgi üretmektedir. Sahip olduğu akademik kadro ve öğrenci potansiyelinin yanı sıra, bölgenin en önemli eğitim, araştırma ve hizmet kurumlarından biri olması O’nu önemli kılmaktadır. Üniversitemizin hem kurum içi iletişimi güçlendirmesi kurum kültürünün yerleşmesine ve güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ürettiği bilgi ve hizmetlerin topluma aktarılması da üniversitelerin önemli görevleri arasında sayılabilir. Bu düşüncelerden hareketle, EGEDEN Dergisi’nin, önemli bir eksikliği gidereceği beklentisindeyiz. Onun için Dergimizi kurum içine olduğu kadar, diğer kurum ve toplum kesimlerine de hitap edecek şekilde hazırlamayı hedeflemekteyiz. Önceden ve uzun süredir üniversitemizin çeşitli birimleri tarafından çıkarılan gazete ve bülten formatında yayınları bulunmaktaydı. Ancak bunlar hem sadece kurum içine hitap ediyorlardı hem de üniversitemizi, bir bütün olarak kapsamaktan çok, farklı kesimlerine hitap etmeyi hedefliyorlardı. Oysa EGEDEN, bütün bu birimlerimizin işbirliğini sağlayan ve daha güçlü bir yayın olarak var olmak amacında. İlk sayı olmanın eksiklerinin hoş görüleceğini umarım. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. İleriki sayıların daha iyi ve güçlü olması, bütün Ege Üniversitelilerin öneri ve katkıları mümkün olacaktır. Yararlı ve uzun soluklu olası dileğiyle… Egeden Dergisi, Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yayınlanır. 2 HAZİRAN 2009 3 Merhaba, Kuruluşundan bu yana gücünü öğrencilerinden alan Ege Üniversitesi, öğrencilerinin kalitesiyle adına yakışır bir konumda giderek yükselmektedir. Bizler Öğrenci Konseyi üyeleri yani fakülte/yüksek okul/ enstitü temsilcileri olarak temsiliyet görevinin bize verdiği hakları Egelilik vizyonu çerçevesinde okulumuzun tüm üst yönetimlerinin bize sağladığı öğrenci fikri önceliği prensibinde temsil ettiğimiz her Egeli için sonuna kadar kullanmaktan onur duyuyoruz. Sene başından bu yana pek çok toplantı ve etkinlik düzenleyip Ege Üniversitesi’ne yakışır sonuçlar elde etmeyi ve aksaklıklar her neyse üst yönetimlere iletmeyi titiz çalışmalarımız ile başardık. Yapılan her faaliyetle başarılı olmamızı yalnızca Egeli olmaya bağlıyoruz. Tanımlamak gerekirse Egeliler; Atatürk İlkelerine bağlı – çağdaş – girişimci – akılcı – bilimsel – yaratıcı – titiz – hep daha iyiyi isteyen – başarılı – kültürel açıdan aktif – spor yönü gelişmiş – farklı – sabırlı – iyi niyetli – hoşgörülü – öncü – insanlığa yararlı – topluma duyarlı – Türkçe’yi düzgün kullanan ve Türkçe’ye sahip çıkabilen – öğreten ve her zaman öğrenmeye açık özel insanlardır. Tüm ayrıcalığıyla bayrağı Egeli adaylarına aktaracak ve Ege Üniversitesi farkını önce ülkemizin tamamına sonra da tüm dünyaya taşıyacak Egelilere şimdiden çalışmalarında başarılar diliyor ve içtenlikle teşekkürlerimi sunuyorum. Egelilerin birbirinden haberdar olması ve çalışmalarını duyurabilmesi için hazırlanan bu dergi her birimiz için farkımızı görebilmek açısından çok önemlidir. Çünkü aynı zamanda Egeliler okurlar, yazarlar ve sürekli daha iyiyi üretirler. Çalışmalarımızı ve etkinliklerimizi en özel şekliyle aktarmayı amaçlayan titizlikle hazırlanan bu dergide Öğrenci Konseyi adına bir bölüm ayrılmış olmasından mutluluk duyuyorum. Egeliler’in elinden Egeliler’e çıkan bu derginin, her sayısında ışık saçmasını ve her geçen gün daha da iyiye gitmesini tüm öğrenci arkadaşlarım adına içtenlikle temenni ediyorum. 4 T çalışan Toplum Gönüllüleri(TOG) Kurumu’ndaki kimsesiz çocukları oplumsal barış, dayanışma Öğrenci Toplulukları, daha duyarlı topluma kazandırırken, bir köy ve değişimin gençlerin öncülüğünde nesiller için, projeler gerçekleştiriyor. okulunun eksikliklerini giderirken gerçekleşeceğine, bu değişimin Değişimin bir parçası oldukları veya hasta çocuklara moral verirken yetişkinlerce desteklenerek zaman, bir şeyleri söyleme haklarının görebilirsiniz. Hepsi bunları yürekgüçleneceğine inanan Toplum doğduğunu belirten Ege Üniversitesi ten yapıyor ve insanların yüreğine Gönüllüleri Vakfı, dokunarak umut gençlerde sosyal dağıtıyorlar. sorumluluk konuToplum GönülBir çok toplumsal duyarlılık çalışmasına sunda farkındalık lüsü olmak için imza atan Ege Üniversitesi’nin bu alanda yaratan ve onları sossadece gönüllü olyal hizmet projeleri mak yetmiyor. Bunun en aktif grubu, Toplum Gönüllüleri Öğrenci üretimine yönlengerçekten bu işe Topluluğu. Aynı anda farklı alanda çok sayıda için diren çalışmalar emek harcamanız, sosyal sorumluluk projesini yürüten topluluk, kendinizden feragat gerçekleştirerek büyük bir hızla üniversitenin adını en iyi şekilde temsil ediyor. etmeniz gerekiyor. yoluna devam Bu amaçla Toplum ediyor. Türkiye’nin Gönüllüleri’nin kendi dört bir yanındaki içinde düzenledikleri çok sayıda eğitimleri var. Üyelere üniversitelerde meydana gelen 80’in TOG Öğrenci Topluluğu üyeleri, her gönüllülüğün ne olduğu, projelerin üzerinde oluşumla ve üniversite zaman bu değişimin içinde olmak nasıl hazırlanacağı, projelere nasıl gençlerinin katılımıyla çevrelerinde istiyorlar. Bunun için canla başla kaynak sağlanacağı anlatılıyor. gördükleri eksiklikleri gidermeye çalışan üyeleri, Çocuk Esirgeme HAZİRAN 2009 5 1. Nesilden Nesile Projesi’nde çocukların sosyal anlamda gelişmesine yardımcı olmak için ders dışı etkinlikler gerçekleştirilmektedir. 2. Gökkuşağı Projesi’nde Karşıyaka Toplum ve Gençlik Hizmet Merkezi’ndeki çocuklar için çalışmalar yapılmaktadır. 3. Nesilden Nesile Projesi’nin çocukları ve gönüllüleri birarada. 4. Büyük Çocuklar Projesi. 5. Büyük Çocuklar Projesi’nde gönüllüler ve çocuklar, satranç oynuyor, takı tasarımı yapıyor, uçurtma uçuruyorlar. Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu, uzun süreli projelerinin yanı sıra kampanya olarak adlandırdıkları etkinlikler de düzenlenliyor. 2 yıl önce bir gezi sırasında hayatlarını kaybeden Konak Zafer İlköğretim Okulu Öğrencileri yararına düzenlenen fidan kampanyası bunlara bir örnekti. Toplum Gönüllüsü Ege Üniversiteliler ve Ege Orman Vakfı tarafından ortaklaşa yürütülen bu proje kapsamında toplanan fidan sayısı iki bini geçmişti. Amaçlanan fidan sayısına ulaşabilmek, bu vesileyle çevre duyarlılığı konusunda farkındalık yaratmak ve Zafer İlköretim Okulu öğrencilerini bir kez daha anarak, trafik kazalarına dikkati çekmek üzere Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu sanatçı Cem Adrian (2 nolu fotoğraftaki) ile bağlantı kurdu. Cem Adrian, 11 Mayıs akşamı, Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu tarafından yürütülen “Zaferin Fidanları” kampanyası yararına, Ege Üniversiteliler için şarkılarını söyledi (1 nolu fotoğraf). 6 Gerekli hallerde projelerin içeriği ile ilgili ayrıntılı eğitimler de verilebiliyor. Ayrıca TOG bünyesinde dileyen gönüllüler için, ‘demokrasi ve insan hakları’, ‘üreme sağlığı ve cinsellik’ ile ‘sağlık okur-yazarlığı’ temalı 3 eğitim daha var. Bu eğitimleri alanlar, çevrelerinde bu alanlarda bilinç yaratmak üzere misyon da edinmiş oluyor. Kurulduğundan bu yana birçok projeye imza atan TOG üyeleri, bu öğretim yılında da geçmişteki projeleri devam ettirip bunların arasına yenilerini ekliyor. Bu projelerden biri olan ve daha önce Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bağlı Şehit Adem Dertsiz Çocuk Yuvası’nda başlatılan Gökkuşağı Projesi, bu yıl yine SHÇEK’e bağlı Karşıyaka Toplum ve Gençlik Hizmet Merkezi’nde devam ettiriliyor. Çocukların boş vakitlerini başıboş bir şekilde sokaklarda , hatta civardaki mezarlıkta geçirdiklerini ve kaybedilmeye daha müsait çocuklar olduklarını dile getiren Gökkuşağı Ekibi, öncelikle bu çocuklarla bir tanışma etkinliği düzenleniyor ve bunu takip eden zamanda da haftanın belirli gün ve saatlerinde, bu çocuklarla kukla atölyeleri, ders çalışma ve kitap okuma alışkanlıklarını geliştirmek adına çeşitli etkinlikler gerçekleştiriyor. Bu proje meyvelerini vermeye devam ederken, ekip durmayıp bir yandan da koruyucu aile çalışmasını yürütüyor. Sosyal Hizmetler İzmir İl Müdürlüğü ile beraber yürüttükleri bu çalışma Gökkuşağı Projesi’nin diğer bir ayağını oluşturuyor. Bu projeyle Bornova’da ve tüm İzmir’de ulaşabildikleri kadar fazla semtte koruyucu aile kavramını tanıtmak isteyen gönüllüler, bunu yaparken kurumdan bir yetkilinin desteğini almayı da ihmal etmiyor. Öz ailesinin koşulları iyi olmayan çocuklar, örneğin; öz babası tarafından cinsel istismara uğrayanlar, maddi imkânsızlıkları olanlar, koruyucu ailenin yanına verilebiliyor. Ancak bu çocuklar istedikleri zaman, belirli günlerde anne ve babalarını görebiliyorlar. Koruyucu aile olduğunuz zaman, devlet çocuğun okul masraflarını, harçlığını karşılıyor, size sadece sevginizi vermek kalıyor. Ayrıca koruyucu aile olabilmeniz için 25 yaşını geçmiş olmanız ve bir işinizin olması yeterli. İzmir’in bu konuda en duyarlı il olduğunu dile getiren proje üyeleri, İzmir’de 135 koruyucu aile ve bunların yanında kalan 66 tane çocuğun bulunduğunu belirtiyorlar. TOG’un bir diğer projesi ise, “SUS: Sadece Umudun Sesi” . Henüz yasal prosedürün tamamlanamaması nedeniyle 2009-2010 öğretim yılında başlayacak olan bu projenin hedef kitlesi işitme engelliler. Fakat yasal prosedür bir yandan işleyedursun, gönüllüler boş durmuyor ve projeyi hayata geçirebilmek, işitme engellilerle iletişim kurabilmek için şimdiden işaret dilini öğreniyor. Proje kapsamında neler yapmayı düşünüyorsunuz sorusunu ise, “gerçekleştirilecek etkinlikler hayal gücümüzle sınırlı” şeklinde cevaplıyorlar. “Büyük Çocuklar Projesi” ise, maddi imkansızlıklar içindeki çocuklarla ilgili. Sokakta oynaması gerekirken, çalışmak zorunda kalan çocukları kapsayan bu projenin adı “Büyük Çocuklar”. Çünkü onlar küçük yaşlarına rağmen büyümek ve çalışıp ailelerine destek olmak zorundalar. Proje 8-13 yaş arası çocukları kapsıyor. Bu çocukları, çalışma ortamından biraz olsun uzaklaştırmak için etkinlikler düzenleyen ekip üyeleri, bunun için her hafta, cumartesi günü onlarla satranç oynuyor, takı-el işi yapıyor, uçurtma şenlikleri düzenliyor. Ayrıca bu şekilde çalışmak zorunda kalan çocuklarla birebir iletişime geçerek, çalışkan ve sosyal iyi birer model abla ve ağabey olmaya çalışıyorlar. Çocuklara yönelik bir diğer proje olan “Kardeş Umutlar”; Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nde birkaç senedir devam ediyor. Gönüllüler Hastane Okulu’ndaki öğretmenlerle ortaklaşa çalışıp aktiviteler düzenliyorlar ve etkinlikleri düzenlerken hasta çocukların isteklerine göre hareket etmeye çalışıyorlar. Çocukların iletişime açık olmasıysa gönüllülerin işini kolaylaştırıyor. Bir yandan hasta çocuklara moral veren gönüllüler aynı zamanda çocukların ailelerini bir nebze olsun sıkıntılarından uzaklaştırıyor. “Nesilden Nesile” projesinde gönüllüler, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerine hem temel derslerinde yardımcı oluyor, hem de sosyal olarak gelişmeleri için aktiviteler gerçekleştiriyorler. Karşıyaka Şemikler’de yürütülen bu projede amaç, sınav sistemi içine sürüklenmiş, sürekli bir yarışın koşucusu olarak yaşayan çocuklara hayatın sadece dersten ibaret olmadığını göstermek. Hayatta başarılı olmak için derslerin yanı sıra sosyal aktivitelerde de bulunmaları gerektiğini çocuklara ne kadar erken aşılarlarsa, o kadar sağlıklı bireylerin yetişeceğine inanan gönüllüler, Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’ndaki arkadaşlarının yardımıyla çocuklara tiyatro dersleri de veriyor, bilim-teknikle ilgili deneyler de yapıyorlar. “Deniz Yıldızı Projesi” ise Kavacık Köyü’nde gerçekleştiriliyor. Proje, okul grubu, köy grubu ve köyün ekonomik durumunu düzeltmek amacıyla oluşturulan kooperatif grubu olmak üzere 3 ayaktan oluşuyor. Kooperatif grubu, aracı şirketlerle bağlantı sağlayıp ürünleri tanıtarak köylülerin ürünlerini daha iyi bir fiyata satmaları için çalışmalar yapıyor. Okul grubu ise çocukların derslerine destek sağlamak adına, sadece bilim dersleri değil bunun yanında resim, drama gibi dersleri veriyor. Köy ekibi ise kadın sağlığı, sağlık okur yazarlığı gibi konularda özellikle köyde yaşayan kadınları bilgilendiriyor. Ülkemizde pek çok köyde yaşanan sorunları iyileştirmeye bir köyden başlamayı amaçlayan proje, adını bir deniz yıldızının hayatının kurtulmasının bizim için pek önem taşımasa da deniz yıldızı açısından hayati önem taşıması hikayesinden alıyor. HAZİRAN 2009 7 1. Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu’muz 7’den 70’e her yaş grubu için farklı projeler yürütmekte ve birlikte çalıştıkları grubu mutlu etmeyi başarmaktadır. 2. Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu’muz, Murat Köşkü’nde düzenli olarak toplantılar yapmakta ve farklı proje çalışanları birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmaktadır. Çevre bilinci hakkında da projeler üreten Ege Üniversitesi TOG Öğrenci Topluluğu’nun bir diğer projesi, katı atıkların geri dönüşümü, küresel ısınma ve iklim değişikliği hakkında insanları bilinçlendirmeye yönelik olan “Ödünç Dünya”. Proje kapsamında 3 Ocak 2008’de Prof. Dr. Osman Karababa ile birlikte “Toplum Sağlığı ve Küresel İklim Değişikliği” temalı bir konferans düzenleyen gönüllüler, yine proje kapsamında 12 Kasım 2008’de de dönüşüm şenliği gerçekleştirdiler. 2008 Mayıs ayında ulusal çapta yaptıkları bir etkinlikte boyanmış olan 11 tane geri dönüşüm kutusunu kampüsün çeşitli noktalarına yerleştiren üyeler, bu konuyla ilgili 500 kişiye geri dönüşüm bilinciyle ilgili anket yaparak öğrencilerin duyarlılığını ölçmeyi hedeflediler. Proje yetkilileri bu konuyla ilgili bir bilgilendirme kitapçığı hazırlayıp bu kitabın arkasına da anket çalışmasının sonuçlarını yayınlamayı planlıyorlar.Bununla birlikte TOG Öğrenci Topluluğu Ege Üniversitesi Kampüsü’nün değişik noktalarında yer alan bu 11 geri dönüşüm kutusunun yoğun ve düzgün bir şekilde kullanıldığına da dikkat çekiyor. Gerçekleştirdikleri projelerde yaşlıları da unutmayan toplum gönüllüleri onlar için de “Küçük İstavrit” projesini yürütüyor. Bornova NevvarSalih İşgören Huzurevi’ndeki 60 yaş üstü yaşlıları ziyaret edip onlarla çeşitli aktiviteler düzenleyen ekip üyeleri, yaşlılarla birlikte tiyatro, sinema ve konserlere gidiyor. 8 Asıl amaçlarının onları bulundukları ortamdan biraz olsun uzaklaştırmak olan gönüllüler, 9 Mayıs’ta Huzurevi bahçesinde bahar şenliği düzenleyerek onlara keyifli dakikalar yaşattılar. “Benim Kütüphanem” projesi, daha çok kütüphane kullanımını teşvik amaçlı. İzmir Halk Kütüphanesi konferans salonunda kişisel gelişim seminerleri, yazarları anma günü gibi çeşitli etkinlikler hazırlayan proje üyeleri, kütüphanenin kitap okuma dışında da kullanılabileceğini göstermeye çalışıyor. Bu sene İzmir TÜYAP Kitap Fuarı’na katılan gönüllüler, projelerini ve TOG Ege’yi tanıttılar. Gönüllülerin bir diğer projesi ise İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne bağlı bir rehabilitasyon merkezindeki çocuklarla çalıştıkları “Bir Kozanın Hikayesi”. 7-18 yaş arası, sosyal açıdan rehabilite edilmesi gereken kız çocuklarıyla yürütülen bu projede, gönüllüler onlarla birlikte pazartesi günleri ebru çalışması, salı ve perşembe günlerindeyse yaratıcı drama çalışması ve bahçe düzenlemesi yapıyorlar. Bir kozanın zorluklarla büyüyerek sonunda kelebeğe dönüşmesinden ilham alarak projelerine “Bir Kozanın Hikayesi” adını veren üyeler, bu kızları topluma kazandırmaya çalışarak, onlara örnek birer abla, ağabey sıcaklığıyla yaklaşıp kendilerini evlerinde hissetmelerini sağlıyorlar. Tüm Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu üyeleri gibi, Gökkuşağı Projesi’nde yer alan Fen Fakültesi Biyokimya Bölümü 3. Sınıf öğrencisi Pelin Çavuşoğlu da henüz toplulukta birinci yılı olmasına rağmen, topluluğun onu olumlu yönde ilerlettiğini söylüyor ve ekliyor: “Çocukluğumdan bu yana toplumda bazı şeylerin dengesiz olmasından şikâyetçiydim. Toplum Gönüllüsü olmakla bu dengesizlikleri bir nebze olsun değiştirebileceğime inanıyorum. Küçük adımlarla toplum hayatına büyük etkiler ayaratabileceğimizi düşünüyorum.” E Kitap kokusu, talaş kokusu, sanatın huzuru ve sahnenin telaşının birlikte yaşandığı bir okuldur Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı. ge Üniversitesi Kampüsü’nün sağlı sollu zeytin ağaçlarıyla bezeli yollarından biri, her bir yandan müzik seslerinin, halay nidalarının geldiği bir alana çıkar. Kostümlerle renklenen, batıdan ve doğudan zengin tınılarla şenlenen aynalı odalarda; fidan gibi gençler klasik bale figürlerini ya da üstatları olan öğretim üyelerinin derlediği bir halay figürünü, bazen davullardan bazen plaklardan çıkan tınılar eşliğinde SÖYLEŞİ VE FOTOĞRAF: ALİ İHSAN MİMTAŞ DEMET ALTUNTAŞ çalışır. Bin bir çeşit ağacın kokusunda yontulan ahşaplar sazlara, kemanlara dönüşür. Kitap kokusu, talaş kokusu, sanatın huzuru ve sahnenin telaşının birlikte yaşandığı bir okuldur Ege Üniversitesi Devlet Türk Musıkisi Konservatuvarı. Ön kayıt ve yetenek sınavı ile öğrenci kabul eden ve 5 öğretim üyesi ile 64 yardımcı öğretim üyesine sahip olan konservatuvar; Temel Bilimler Bölümü, Ses Eğitimi Bölümü, Türk Halk Oyunları Bölümü ve Çalgı Yapım Bölümlerinde eğitim veriyor. 1984’ten bu yana geleneksel oyun, müzik ve çalgı kültürümüze ait yerel özelliklerin bilimsel yöntem ve tekniklerle gelecek kuşaklara aktarımını sağlayacak yetkin eğitimciler, akademisyenler, sanatçılar yetiştiren ve bu yıl 25. yılını kutlayan Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Öcal Özbilgin ile konservatuvarın faaliyetleri, projeleri ve geleceğe bakışı üzerine sohbet ettik. “Tüm çalışmalarımız araştırmaya dayanıyor” Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı’nı diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir? Biz yaptığımız bütün çalışmaları bir araştırmaya dayandırıyoruz. Her etkinliğimiz bir araştırma sonucuna dayanıyor. Mesela Ali Rıza Avni’nin eserlerinin seslendirileceği bir konser için, Seher Dilmaç gidiyor birebir kendisiyle görüşüyor. Seyirciye aksederken sadece makamsal geçişlere bakıldığı düşünülebilir ama bunun arkasında daha derin bir alt yapı var ve bu durum tüm projelerimizde HAZİRAN 2009 9 1. 2. 3. 1. 2. 3. 10 Kurtuluş Savaşı’nın epik bir anlatımı olan “Koy-u Kırmızı” Danslı Anlatımı, yurtdışından da davet alıyor. “Sarı Zeybek” isimli dans gösterisinin final bölümünde Mustafa Kemal Atatürk canlandırılıyor. Çalgı Yapım Bölümü’nde keman, bağlama, ud, kemençe, kabak kemane yapılıyor. Yan Sayfa Konservatuvarın 25. yıl kutlamaları kapsamındaki etkinliklerden biri de Seher Dilmaç ve Tolga Meriç’in verdiği konserdi. Öğretim Üyesi Dilek Şafak Çakar verdiği konserde konservatuvarın kurulmasına ve gelişmesine katkıda bulunan pek çok öğretim üyesi ve musiki üstadının eserlerine yer vererek bir vefa örneği gösterdi. Aynalı odalarda; fidan gibi gençler klasik bale figürlerini ya da üstatları olan öğretim üyelerinin derlediği bir halay figürünü, bazen davullardan bazen plaklardan çıkan tınılar eşliğinde çalışır. geçerli. Halk Oyunları Bölümümüz’ün bütün gösterilerinde, örneğin Ekin gösterilerinde, sahneye konan her bir adım, figür, duruş alandan birebir derlenmiş şekilde alınıyor. Seçici davranmak zorundayız. Bazen 100 saat kayıt yapıyoruz ve bundan 5 dakikalık bir gösteri çıkıyor. Bir konuyu tamamen özgün bir şekilde işleyip kendi görüşümüzle kendi sanatsal kaygımızla modern bir eser üretmeye çalışıyoruz. Özetlersek; oyunu yöresel olarak tanıtmaya çalışıyoruz, sahne teknikleriyle tanıtmaya çalışıyoruz ve fantastisk bir özgünlükle yorumluyoruz. Konservatuvarda verilen eğitimin içeriğinden bahseder misiniz ? Her bölümde bir Türk müziği enstrümanı seçiyorsunuz. Temel bilimler, halk oyunları, çalgı yapım veya ses eğitimi fark etmez, her öğrencimiz 5 yıl boyunca temel bir müzik eğitimi almak ve bir çalgı çalmak zorunda. Bunun yanı sıra doğal olarak Halk Oyunları Bölümü öğrencileri dansçılıkta uzmanlaşıyor, Çalgı Yapımı Bölümü Türk müziği enstrümanları ve çalgı yapımı konusunda kendisini yetiştiriyor, Ses Eğitimi Bölümü uzman ses sanatçısı yetiştiriyor, Temel Bilimler Bölümü’nde ise çalma, teori ve repertuar oluşturmak ön plana çıkıyor. Konservatuvarın diğer disiplinlerle ilişkisi nedir? Konservatuvar, disiplinlerarası bir çalışma gerektiriyor. Fen bilimleri de işin içine giriyor, sosyal bilimler de. 16. yy, 17. yy ile ilgili çalışmalar yapılıyor. Türkiye’de bu alanda bu kadar yoğun ve bilimsel çalışmalar çok az, dolayısıyla bunlar özgün çalışmalar. Burada anlattıklarım var olanın çok az bir kısmı. Bugüne kadar sadece Türk Halk Oyunları bölümünde yurt dışında 26 proje, yurt içi-yurt dışında 35 alan araştırması ve 142 faaliyet yapıldı. “Atatürk sevgisini nedenleri ile anlatmak istiyoruz” Seyirciler bir gösterinizle Atatürk’ü sahnede zeybek oynarken görebiliyorlar. Bu etkiyi sahneye taşıma sürecini anlatır mısınız? Bizce, Atatürk sevgisi sıradan bir sevgi olmamalı. Bunu gençlere nedenleri ile anlatmak istiyoruz. Atatürk’ün dansı, musıkiyi sevmesini halka anlatmak istiyoruz. Yaptığı devrimlerin yanı sıra sanatsal yanıyla da güçlü bir insan olduğunu anlatmak istiyoruz. İşte bunu kuru kelimelerle değil görsel danslı anlatım şeklinde yapmaya çalışıyoruz. Ege Üniversitesi Müzesi kuruluyor “Sirkehane” diye bilinen binanın, tadilatının tamamlanmasının ardından bir müze olarak kullanılacağını biliyoruz. Kurulacak olan bu müzenin içeriği hakkında bilgi verir misiniz? Müzemiz bina olarak bitmek üzere, bizim hazırlıklarımız ise tamamlanmış durumda. Bu projeye 2004 yılında başladık. Türk Halk Oyunları Bölümü’nün kurucusu Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın bu projeyi dişiyle tırnağıyla başardı diyebiliriz. Hocamızın öncülüğü ve Rektörlüğümüzün desteğiyle çok önemli bir müze kazanıyoruz. Sosyal bilimlerle ilgili projelere böylesi ödenekler çok nadir veriliyor; bir trilyonun üzerinde bir bütçeydi. Hem halk oyunları hem de halk müziği alanında bir müze olacak. Bu müzeyle birlikte bir “Balkan Ülkeleri Merkezi” kurmak istiyoruz. 2004’te çalışmalarına başladığımız proje kapsamında her yıl düzenli olarak bir çok kez Balkan ülkelerinde geniş bir alan araştırması yaptık. Hem köylerdeki halkla hem de şehirlerdeki uzman kişilerle görüştük. Tüm balkan ülkelerine ve Slovenya, Slovakya, Macaristan gibi Balkan etkisi olan her yere gittik. Bu ülkelerin başkentlerine gidip öncelikle Kültür Bakanlığımız’a eş değer birimlerle görüştük. Önemli merkezleri belirledik. Elbette birkaç günde bir ülkenin kültürünü tamamen tanımak mümkün değil. Bu müzedeki temel amaç Balkanlarda bulunan halk kültürü, halk müziği, halk giysileri, halk danslarıyla ilgili bilgileri toplamak olduğu için seçici olduk. Sunum çok önemli. Bizim malzememiz olan kumaş hemen deforme olabilen bir şey. Isı - nem çok önemli, malzemenin çürümemesi için. Gittiğimiz müzelerde bu sorunların nasıl aşıldığını da araştırdık. Işıklandırma da çok önemli. Ayrıca aldığımız malzemenin ıslahı ve tamiri için de araştırma yaptık. HAZİRAN 2009 11 Proje için Balkanlar’dan toparlanan her bir kostüm parçası, müze için titizlikle hazırlanıyor ve kaydediliyor. Bölgenin en büyük kostüm atölyesi ve müzik stüdyosu Ege’de Kostüm Atölyesi’nde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Bu birim yine Cengiz Hocamız sayesinde kuruldu. Öncelikli kuruluş amacı, bizim Halk Oyunları Bölümü’ndeki geleneksel giyim kuşam derslerimize destek olmaktı. Türk Halk Oyunları kostümlerini tanıtmayı, gösterilerimizde kullanılacak kostümleri hazırlamayı ve öğrencilerimizin bu alanda da uygulama yapmasını amaçladık. Ege Bölgesi’nin fiziki olarak en büyük atölyesidir. Şunu belirtmek lazım; bizde yapılan her türlü kostüm, öğretim üyelerimizin birebir alan araştırmasıyla ortaya çıkmıştır. Kostümler, doğru şeyi doğru yere koyarak, doğru nitelikli kumaşlarla üretiliyor. Gerekirse köyde üretim yaptırıyoruz. Birebir orijinal kostümleri elde ediyoruz. Geleneksel kostümü el sanatları halinde yaptığımız için maliyet olarak piyasadan aşağı değil. Tiyatrolara da çok destek verdik. Devlet Tiyatroları’na diğer bölümlerimizle de, hem müzik hem de dans desteği veriyoruz. Ses kayıt stüdyosunda yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Ses kayıt stüdyomuz Ege Bölgesi’nin en büyük stüdyosu ve donanımı çok iyi. Bu stüdyomuz da öncelikli olarak kendi öğrencilerimize yönelik yapıldı. Mikrofon kullanımıyla, teknikle ilgili konuları daha iyi işleyebiliyoruz. Sahneye çıkacak olan öğrencilerimiz mikrofon eğitimi 12 alıyor. Teknolojiden faydalanmadan bir şeyler yapmak zor. ‘Ton-maister’ lıkla ilgilenen öğrencilerimiz için de stüdyo çok faydalı. Onların önünü açmış oluyoruz. Önümüzdeki yıl ses kaydı, miksaj gibi konuları içeren bir mikrofon eğitimi dersi koymayı düşünüyoruz. Stüdyonun hacmi çok büyük. Bir halk müziği korosunun kayıt yapabileceği Türkiye’de çok az yer var. Temel amaçlarımızdan biri de, geleneksel ortamda bildiğimiz mahalli kişileri getirip derslerde kullanmak için seslerini arşivlemek. Stüdyo, derslerden kalan zamanlarda dışarıya da açık. Kendi öğretim üyelerimizin albümleri burada yapıldı. Yurt dışından da albüm yapmak için yararlandılar. İsteyen herkes, hem teknik destek hem de bilgi desteğiyle birlikte stüdyolarımızdan yararlanabiliyor. Geleceğe dair yeni projeleriniz neler? Öncelikle bu yıl konservatuvarımızın 25. yılı olması nedeniyle 100 bilimsel 100 sanatsal faaliyet projemiz var. Bunların büyük bir kısmını gerçekleştirdik. Ama aralık ayı sonuna kadar devam edecek etkinlikler. Önümüzdeki en büyük hedefimiz ise müzenin kuruluşu. Çok emek verdik. Başka bir projemiz de UNESCO altında bir oluşum olan ve benim de başkan yardımcılığını yürüttüğüm “Güneydoğu Avrupa Müzik ve Dans Topluluğu” nun 2010’daki sempozyumunu Türkiye’ye getirmek. Uluslararası bilim adamlarını buraya getirmeyi arzu ediyoruz. Projelerimiz kesintisiz olarak devam edecek. Farabi Programı nedeniyle yurt içinde de üniversiteler arasında bir değişim yapılması görüşü var, bu ve diğer pek çok konuda fikir alışverişi yapmak istiyoruz. Diğer konservatuvarlar ile bir müfredat birliğinin faydalı olacağına inanıyoruz. Bizim Konservatuvarımız zeybekler konusunda tartışılmaz bir üstünlüğe sahiptir. Proje gerçekleştirilirse Gaziantep’teki konservartuvardan öğrenciler zeybek eğitimi için bize gelebilecek veya bizim öğrencilerimiz Gaziantep’e gidip halayları yerinde öğrenebilecek. Müdürümüz Prof. Dr. Azmi Telefoncu ile bu konudaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İ nsanlar genellikle kendileri için mutluluk ifade eden olayları ve zamanları hatırlama eğilimindedirler. Bu psikolojik olarak da bir rahatlama ve geleceğe daha güvenle bakma hissi sağlar. Kötü anılar ise hafızaların derinliklerine itilir ve benzeri bir durumla karşılaşılmadıkça da hatırlanmaz. Üstelik “hafıza-yı beşer nisyan ile maluldur” deyişi bize insan hafızasının unutmaya meyilli olduğunu da veciz bir şekilde ifade etmektedir. Ancak tarihin tekerrür etmemesi için bazen kötü olayların da unutulmaması gerektiği apaçık bir kuraldır. Nitekim İzmir şehri için de 15 Mayıs 1919 tarihi bunlardan birisidir. “Anadolu’nun Tacı” olarak adlandırılan bu şehrin 1081’de Çaka Bey, 1317’de Gazi Umur Bey ve 1402’de Emir Timur’dan beri neredeyse 900 yıl süren Türk hâkimiyetindeki en mesut günleri Osmanlı Devleti’nin yıkılış süreciyle birlikte kâbusa dönmüştür. Osmanlı’nın I. Dünya savaşından yenik ayrılması ve Mondros ateşkesinin ardından Ocak 1919’da Paris’te toplanan konferansta İngiltere’nin bastırmasıyla Batı Anadolu’nun Yunanistan’a bırakılması kararlaştırılmıştı. Bu haberin duyulması üzerine İzmir’de aydınlar “İzmir Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti”ni kurmuşlar ve 17 Mart 1919’da bir bildiri yayınlayarak bölgede Türk nüfusun çoğunluğu oluşturduğunu, milli hakların korunmasında kararlı olduklarını açıklamışlardır. Llyod George ve Venizelos ise aralarında anlaşmış, bölgede yaşayan “Rum çoğunluğun” Türkler tarafından katliama uğratıldıkları iddiasıyla propagandaya başlamışlardı. Aslında herkesin bildiği gibi istatistikler İzmir’de Türklerin çoğunlukta olduğu gerçeğini ispat etmeye yetse de Falih Rıfkı’nın sözleri konuyu tartışanlara bir tokat gibi karşılık veriyordu: HAZİRAN 2009 13 1. Büyük yangın felaketinin ardından İzmir sokakları -1922. (soldaki) 2. İşgal sırasında - 1919 (altta solda) 3. İşgalin ardından Kordon boyu - 1922 (altta sağda) 4. İki Türk subayı harabeye dönmüş İzmir sokaklarında - 1922 (yan sayfa üstte) 5. İşgalci Yunan Askerleri Konak Meydanı’nda - 1919 (yan sayfa altta) “İzmir’in Türklüğü bir rakam ve şekil, bir istatistik değildir. Zira istatistikler ve rakamlar, ölü ve bozulmuş olan ve cesetleri ancak adetle sayılmaya layık olan milletler içindir. Bursa bile, Konya bile bu kadar Türk değildir. İzmir köylülerinin ruhu, karşılarında şadan ve temiz sularını sürükleyen Akdeniz’in, bu iklimlerin en güzelinde yaşayan denizler güzelinin tazeliği, serinliği, kuvveti ile dopdolu... İstatistik Türklerin lehinde imiş! Yere batsın istatistik. İzmir Türktür. Adet mantığı içinden kahraman planları çıkar mı? İzmir’in yiğit ve mert Türkleri niçin kendilerini rakamla müdafaa etsinler?” (Büyük Mecmua, nr.8, 28 Mayıs 1335/1919, s.115-116.) Bakıyorsunuz 2009’da bile bazı çevreler Türkiye için nüfus tabloları çıkarıyor. Biri 36 etnik gruba bölüyor, mezhepleri bile ayırıyor. Yapay azınlıklar yaratıyor. Diğeri buna dayanarak Türkiye mozaiktir diyor. Falih 14 Rıfkı’nın dediği gibi bizim 1919’da da istatistiğe ihtiyacımız yoktu 2009’da da yok. Ancak o tarihte emperyalistlere bu savunmayı dinletmenin tek yolu vardı: O da bileğini büktürmeyip, öptürmek! Nitekim Türk gençliği vatanına sahip çıkmak için bir araya gelmiş 14 Mayıs akşamı Bahribaba parkını doldurarak yapılan konuşmalar ve dağıtılan bildirilerle haklılığını tüm dünyaya haykırmıştı. Buna karşılık İstanbul hükümetinin uyuşukluğu ve İzmir’e atadığı yöneticilerin basiretsizliği tarihe geçecek kötü birer örnek olarak ertesi günü meydana gelecek olaylara adeta çanak tutmuştu. Sonunda güzel İzmir’in üzerine 15 Mayıs 1919 bir karabasan olarak doğmaya başlamıştı. Yunan Larissa tümenini taşıyan gemiler sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Albay Zafirios komutasında ilk olarak Pasaport’ta Kramer Oteli önüne ve Punta iskelesine yanaştı. Patris ve Atroniyos gemileri kıyıya, çok sayıda asker çıkardı. İşgal komutanının bildirisi dağıtılırken İzmir Rum Patriği Hristostomos’un kutsadığı Efzun alayı da İzmirli Rumların sevinç gösterileri arasında Konak meydanına doğru yürüyüşe geçti. Kordon’dan Konak’a uzanan yol geçirlirken Efzun askerlerinin öncüleri Kemeraltı caddesine henüz girmişlerdi ki bir silah sesi duyuldu ve askerlere yol gösteren Rum bayraktar cansız yere düştü. Ardından Yunan askerleri çevreye gelişigüzel ateş açarak görebildikleri her Türk’e, çevredeki her binaya, yarım saat boyunca kurşun yağdırdılar. Daha sonra da Kemeraltı caddesine, çevredeki kıraathanelere, otellere ve başkaca yapılara dağılarak, rastladıkları her Türk’ü süngüleyip kurşunladılar. Kadınlar ve çocuklar bile bu soykırımdan kurtulamadı. Askerlik Dairesi Başkanı Albay Süleyman Fethi, kendisinden kaputunu isteyen ve “Zito” Venizelos diye bağırmaya zorlayan Yunan soyguncusu askerin sözünü dinlemediği için süngülerle parçalandı ve aldığı yaralar yüzünden birkaç gün sonra hastanede şehit oldu. Fethi Bey o gün orada pek tabii olarak hayatını kurtarmak isteyebilir ve nasılsa ellerinden kurtulduğumda bunların hesabını sorarım diye düşünebilirdi. Ama o Türklük gururu ve üniformasının onurunu ayaklar altına aldırmadı. Bir büyük mücadelenin azmin, kararlılığın ve cesaretin simgesi olarak bugüne, bizlere vatan nasıl kurtulur bunu gösterdi. “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” diyen Mithat Cemal Kuntay’ın dizelerinin anlamını bize öğretti. 15 Mayıs’ı 16 Mayısa bağlayan gece, İzmirli Türkler için tam bir karabasan oldu. Sabah Konak Meydanı’nda başlayan soykırım, gece daha da artarak sürdü. Bu soykırım sırasında Türklerin oturduğu yüzlerce ev basıldı, dükkânlarının hemen tümü, kapıları kırılarak yağmalandı ve çok sayıda savunmasız insan öldürüldü. Öyle ki, Haziran 1919’da İzmir Merkez Jandarma Komutanlığı’nın İstanbul’daki Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği bir raporda, “denizden 15 gün boyunca ceset çıkarıldığı” belirtiliyordu. İlk gün 400’e ulaşan şehit sayısı, bir haftada 2000’e ulaştı. Bundan sonra üç yıl, üç ay, üç hafta, üç gün süren işgal süresince yaşananların boyutları yukarıda anlatılanlarla kıyaslansın. Sistematik bir yoketme planıyla İzmir’in Türk varlığı yok edilmek istenmişti. Gasp ve yağma, ırza ve kutsal değerlere tecavüz, yangınlar, işkence ve cinayetlerle geçen üç buçuk yıl. Ta ki Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle Türklüğün ve İzmir’in asli sahibine kavuştuğu güne kadar. HAZİRAN 2009 15 “Bir şey olmayan yer”, Ege Üniversitesi, bugün Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden biri. Ege Üniversitesi geldiği bu noktayı Prof. Dr. Yusuf Vardar gibi mücadeleci bilim insanlarına, onların idealist ve özgün bakış açılarına borçlu. Ege Üniversitesi, yedinci dönem Rektörü ve Fen Fakültesi Kurucu Dekanı olmanın yanında üniversitemizde pek çok görev üstlenen Prof. Dr. Yusuf Vardar’ı 6 Mart 2009 Cuma günü 88 yaşında kaybettik. Ege Üniversitesi’nin kurumsallaşmasında büyük emekleri bulunan ve Fen Fakültesi, Meslek Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü (MÖTBE), Mühendislik Fakültesi, Atatürk Kültür Merkezi başta olmak üzere Ege Üniversitesi’nde birçok yapının yükselmesine katkı sağlayan Prof. Dr. Vardar’ın yaşamı, üzerinde düşünülmesi ve örnek alınması gereken pek çok noktaya sahip. Prof. Dr. Yusuf Vardar ile gerçekleştirmeyi planladığımız söyleşimizi sağlık sorunları nedeniyle ne yazık ki gerçekleştiremedik. Ancak kızı, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Nükhet Vardar tarafından kaleme alınan “Mücadeleci Bir Bilimci Yusuf Vardar”ın sözcükleriyle “Hakikatte Aşk Bilgide Kuvvet” kitabı yazımıza kaynaklık etti. Buradan derlediğimiz bilgiler ışığında Prof. Dr. Yusuf Vardar’ın Ege Üniversitesi’nin kuruluşuna yapmış olduğu hizmetlerden bazılarını bir kez daha hatırlayarak, kendisini şükranla anıyoruz. 23 Nisan 1959- Ege’de ilk görev Ege Üniversitesi’ne akademisyen olarak gelmeye karar verdiği 1959 yılında “Orada bir şey yok ne yapmaya gidiyorsun?” diyenlere karşı: “Bir şey olmayan yerde, bir şeyler yapılabileceğini kanıtlamaya gidiyorum” diyecek ve bu sözü gerçekleştirecek kadar idealist bir bilim insanıydı Prof. Dr. Yusuf Vardar. 16 Yusuf Vardar, 1956-57 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nden Ege Üniversitesi’ne botanik dersi vermek üzere misafir öğretim üyesi statüsünde gelir. Ege Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muhiddin Erel, Yusuf Vardar’ın Ege Üniversitesi’nde kalması konusunda ısrar eder. Bu ısrar o zaman için sonuçsuz kalır ve Yusuf Vardar ABD’ye University of Wisconsin’a gider. Buradan dönüşte Prof. Dr. Erel’e telgraf çeken Yusuf Vardar teklifin hâlâ geçerli olup olmadığını sorar ve 23 Nisan 1959’da o yıllarda İstanbul- İzmir arasında işleyen vapurla İzmir’e gelerek görevine başlar. Yusuf Vardar, o günlere ait anılarını ise şu sözlerle anlatır: “… İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde sağlam bir akademik yerim ve işleyen bir düzenim olmasına rağmen, görev yerimi Ege Üniversitesi’ne nakletmeye karar verdim. Nitekim vedaya gittiğim zamanın Dekanı Prof. Dr. Lütfi Biran Hoca: ‘Orada bir şey yok, ne yapmaya gidiyorsun?’ sözüne karşılık “Bir şey olmayan yerde bir şeyler yapılabileceğini kanıtlamaya gidiyorum” cevabını verdiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bu temel anlayış, inanç ve kararlılıkla 1959’un 23 Nisan günü Ege’ye ulaştığımda, en azından Batı’nın taban kriterlerinde, yapısal ve fonksiyonel bir Botanik Dalı’nı Ege’de oluşturmayı, yetiştirilecek gençlerle ‘Ege Botanik Ekolü’nü filizlendirmeyi, çok yönlü mesleki çalışmalar ortaya koyarak, ulusal ve uluslararası düzeyde Ege’den sesler vermeyi hedeflemiştim…” 10 Şubat 1960Profesörlüğe atanma Yusuf Vardar, 10 Şubat 1960’ta Tıp Fakültesi Biyoloji Enstitüsü’nde profesörlüğe atanır. Profesörlük jurisi, genel değerlendirme raporuna şöyle bir not düşer: “…Doç. Dr. Yusuf Vardar, iyi bir araştırıcı olduğu gibi, etrafındaki gençleri de bu yolda çalışmaya teşvik edici bir karaktere maliktir (sahiptir). Kısa zamanda Ege Üniversitesi Botanik kısmında başarmış olduğu işler, enerji ve organizasyon kabiliyetini göstermektedir.” yapılan gizli oylama ile toplam dört dönem daha bu görevi sürdürür. 1960- “Bir gün gelecek, binadan rasathaneye bilgisayarlar konuşacak.” Ağustos 1968- MÖTBE sessizce açılıyor Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Abdullah Kızılırmak’ın astronom eşi ile birlikte Ege Üniversitesi’ne gelmesi üzerine İzmir’de rasathane kuruluş çalışmaları başlatılır. Sonuçta Nif Dağı eteklerinde rasathane kurulmasına karar verilir. Bir yanda n da kampüsteki daimi binalar yapılmaktadır. Prof. Dr. Kızılırmak eldeki kısıtlı imkânları düşünerek, “Bize sadece rasathane yeterli” der. Prof. Dr. Yusuf Vardar ise itiraz eder ve “ Bir gün gelecek, binadan rasathaneye bilgisayarlar konuşacak. O nedenle ikisini de yapmalıyız” diye yanıtlar. Daha 1960’ların sonudur… 4 Ekim 1961 – Prof. Dr. Yusuf Vardar Fen Fakültesi Kurucu Dekanı Yusuf Vardar Fen Fakültesi’nin Kurucu Dekanı olarak 4 Ekim 1961’de göreve başlar. İki yıllık görev süresinin bitiminde, 1963, 1965 ve 1969 yıllarında olmak üzere Fakülte Profesörler Kurulu’nca Fen Fakültesi binaları içinde ilk açılan bina 960 kişi kapasiteli Meslek Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü (MÖTBE) olur. Tıp, Ziraat ve Fen Fakülteleri’nin tüm birinci sınıf öğrencileri meslek eğitimine geçmeden önce temel Fizik, Kimya, Biyoloji derslerini Fen Fakültesi’ne bağlı MÖTBE’ de alırlar. Yusuf Vardar, MÖTBE’ nin 2000’li yıllarda da törenlerde, toplantılarda adeta tüm Ege Üniversitesi’nin merkez kültür amfisi gibi kullanılmasının kendisi için ayrı bir gurur kaynağı olduğunu vurgular. O günün koşulları nedeniyle sessiz sedasız gerçekleştirilen MÖTBE’nin açılışına devrin Başbakanı Süleyman Demirel de katılır. Sınai Kimya Pilot Tesisi Halle’nin inşası Prof. Dr. Halidun Civekoğlu, sanayi ve üniversite işbirliğini geliştirmek üzere özel olarak tasarlanmış Halle’ nin yapılmasını önerir. Bazı aksaklıklar nedeniyle gerçekleştirilemeyen bu düşünce daha sonra Yusuf Vardar’ ın gayretleri ile hayata geçirilir. HAZİRAN 2009 17 Tesis ilk yıllarında Doç. Dr. Alaeddin Gürpınar’ın gayretleri ile kiremitseramik üretim testleri gibi bazı sanayi çalışmalar için kullanılır. Bu çalışmalardan sonra uzun yıllar kullanılmayan Halle, içinde sadece cam atölyesini barındırır. Halle, 1992 yılında onarılarak Rektörlüğe bağlanır ve ilk kuruluş amacına yönelik olarak, Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji Uygulama Araştırma Merkezi’ne (EBİLTEM) dönüştürülür. İlginç bir tesadüf olarak Yusuf Vardar’ ın kızı Prof. Dr. Fazilet Vardar Sükan, 1998’de EBİLTEM Müdürü olarak atanır. Bina günümüzde de kuruluş amacı paralelinde, EBİLTEM tarafından değerlendirilmektedir. 29 Ocak 1969Mühendislik Fakültesi kuruluyor Prof. Dr. Yusuf Vardar, Ekim 1967’de Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Mühendislik Fakültesi’nin kurulması için kuruluş kanun tasarısını, Prorektör Prof. Dr. Calal Saraç, Senatör Prof. Dr. Kemal Karhan ve Senatör Prof. Dr. Burhan Pekin ile birlikte sunar. Bu teklif senato tarafından kabul edilir. Konu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı’na iletilir ve gerekli izinlerin alınması ile kuruluş kararı Resmi Gazete’de yayımlanan Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi 29 Ocak 1969 tarihinde eğitime başlar. 8 Ekim 1971Cumhuriyet’in 50. yılında Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yusuf Vardar Yusuf Vardar, Ege Üniversitesi’ne gelişinden sonra Dekanlık, Senato üyeliği gibi birçok idari görev üstlenir. Cumhuriyet’in 50. yılında bu idari görevlere bir yenisi eklenir. Prof. Dr. Yusuf Vardar, 8 Ekim 1971’de gerçekleştirilen rektörlük seçimini 114 üyeden 59’unun oyunu alarak kazanır ve Ege Üniversitesi’nin beşinci rektörü olur. Yusuf Vardar o günlere ilişkin düşüncelerini şu sözlerle aktarır: “(…) Harf inkılabı ile bir köy okulunda öğrenime başlayan, Cumhuriyet’in 10. yılını ilkokul 4. sınıfta idrak etmiş bir köylü çocuğunun Cumhuriyetimizin 50. yılını Rektör olarak idrak edişi. Ata’nın kurduğu Cumhuriyet ile getirilen fırsat eşitliğinin doğal sonucu gibi görünse de, benim için özel bir anlamı ve değeri olduğuna ilişkin kanaatimi her zaman muhafaza etmişimdir. O nedenle de Rektör olarak akademik yönetim açısından taçlandırılışımı, hayatım boyunca büyük bir onur olarak taşıdım…” 1974- Atatürk Kültür Merkezi’nin temeli atılıyor İzmir Atatürk Kültür Merkezi’nin kuruluş öyküsü oldukça ilginçtir. Çünkü önce aynı alana, “Şehir Akvaryumu ve Hidrobiyoloji Enstitüsü” yapılmak üzere yola çıkılır. Ancak bir süre sonra akvaryumun inşa edilemeyeceği kesinleşir ve bu alana bir kültür merkezi kurulması fikri ortaya atılır. Projesi zamanın Güzel Sanatlar Akademisi’nden Prof. Dr. Muhlis Türkmen tarafından hazırlanan Atatürk Kültür Merkezi’nin temeli 1974 yılının seçim yasakları sırasında herhangi bir tören yapılmadan atılır. Yusuf Vardar’ın ifadesine göre, Atatürk Kültür Merkezi’nin İzmir’e kazandırılması son derece önemlidir. Hatta yapmış olduğu hizmetler arasında Atatürk Kültür Merkezi’nin temelinin atılmasını en önemli hizmet olarak anar. O dönemde tüm uğraşlara rağmen İzmirliler herhangi bir sanat etkinliği için kampüse, Bornova’ya gelememektedirler. Bir şekilde İzmir halkı bu duruma alışamamıştır. Yusuf Vardar, “O halde üniversite onların ayağına gitmelidir” fikrini savunur ve AKM’nin temelleri atılır. 11 Aralık 1987- Senato’dan Prof.Dr. Yusuf Vardar’a Fahri Doktora Ünvanı Prof. Dr. Yusuf Vardar, 1977 yılında kendi isteği ile emekliye ayrılmasından on yıl sonra, Ege Üniversitesi Senatosu’nun aldığı karar ile 19 Şubat 1988’de Fahri Doktora ünvanına sahip olur. Yusuf Vardar, bu yıllarda Ege Bölgesi Sanayi Odası Genel Sekreteri’dir. Vardar, tören sırasında yaptığı konuşmasında hep önemle üzerinde durduğu “vefa”dan, “kadirşinaslık” tan, bir kez daha üstüne basa basa söz eder: “…Şüphesiz üniversiteler davranışlarıyla, çalışmalarıyla ve etkinlikleriyle toplumda yarattıkları saygınlıkların ve geleneklerin gelişmesinde, yerleşmesinde ve yaşatılmasında çok büyük öneme haizdir. Ancak, bunun yanında üniversitelerin büyük bir incelikle, hassasiyetle, titizlikle ve hakkaniyetle sundukları vefa ile kadirşinaslık örnekleri de, bu geleneklerin pekişmesinde ve topluma mal edilmesinde çok önemli bir rol oynar.” TÜBİTAK ve Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı görevleri Temmuz 1964-Ocak 1966 arasında TÜBİTAK BAY Grubu üyeliğini, 196674 ‘te TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğini yürüten Prof. Dr. Vardar, Şubat 1972Ocak 1974 arasında (TÜBİTAK’ın 10. kuruluş yıldönümünde) TÜBİTAK Bilim Kurulu Başkanlığı’na seçilir. Temmuz 1973’te Üniversitelerarası Kurul’un oluşturulmasıyla seçimle işbaşına gelen ilk Üniversitelerarası Kurul Başkanı olan Vardar, bu görevi Haziran 1974’e dek sürdürür. Yine 1973-74 yılları arasında, 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Yükseköğretim Kurulu Üyeliği’ne de seçilen Yusuf Vardar, Kasım 1977’de, yaş haddi ile emekli olmasına 11 yıl varken, kendi isteğiyle Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ den emekli olur. Yusuf Vardar, 1976 yılında Botanik alanında TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülür. Yıllarca hizmet ettiği TÜBİTAK 18 VEFA ARIYORUM Günümüz dünyasında vefa, dostluk arıyorum Arkama bakıyor, etrafıma dolanıyorum Vefa kaybolmuş, heyhat bulamıyorum Geçmişi hatırlıyor, bugüne bakıyorum Yakınlarımda arıyor, uzaklara göz atıyorum Vefa hayal olmuş, bulanına rastlayamıyorum Beşer neden böyle olmuş, şaşırıyorum Çiçeğin sessiz vefasını kıskanıyorum Vefa yok olmuş, ne yazık ki bulamıyorum ‘Neden böyle olduk’ diyerek kendimi suçluyorum Çaresizliğe düşüyor, bunalıyorum Sonunda doğanın sessiz vefasına sığınıyorum Eylül 1979, Karşıyaka Prof.Dr. Yusuf Vardar Ege’den Prof.Dr. Yusuf Vardar’a vefa Ege Üniversitesi Kampüs Kültür Merkezi’nin adı Prof.Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezi olarak değiştirildi. Ege Üniversitesi Senatosu’nun oybirliği ile aldığı karar, MÖTBE’de düzenlenen tören ile hayata geçirildi.Törende konuşan EÜ Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın adının, Ege Üniversitesi’nde emeğinin en çok geçtiği yerlerden biri olan Meslek Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü’nde (MÖTBE) sonsuza kadar yaşayacağını söyledi. MÖTBE’de sonsuza kadar hatırlanacak Rektörlük görevindeki ilk altı aylık dönemde, EÜ önceki Rektörlerinden Prof.Dr. Sermet Akgün ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın vefatları ile büyük bir üzüntü duyduğunu belirten Rektör Prof.Dr. Yılmaz, şunları söyledi: “Yapılan mücadelelerin bir süre sonra birikime dönüştüğünü göstermek için, bize de bir teselli olsun diye, Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın, emeğinin en çok geçtiği yer olan Meslek Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü’nde sonsuza kadar hatırlanmasını istedik.” EÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın fotoğraflarına yer verilen sergi, katılımcıların beğenisini topladı. EÜ Senatosu’nun, Vardar Ailesi’nin ve çok sayıda öğretim üyesinin katılımı ile gerçekleşen törenin ardından EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı öğretim görevlileri Halil Altınköprü, Korhan Işıldak ve konservatuvar öğrencileri Manolya Şensesli ile Harun Hardal’dan oluşan Pesendide Ensenble Grubu bir dinleti gerçekleştirdi. tarafından bilimsel açıdan da böyle bir paye verilmesi, kendisi için büyük onurdur. Prof. Dr. Vardar, ayrıca, o tarihe kadar Bilim Ödülü alan bilim insanları arasında, bu ödülü alan ilk Botanikçi’dir. HAZİRAN 2009 19 Bu yıl otuzuncusu düzenlenen Ege Üniversitesi Kültür, Sanat ve Spor Şenliği, bir kez daha sınav dönemi öncesinde öğrencilerin stres atmalarına ve keyifli anlar yaşamalarına olanak sağladı. 1130 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen şenlik kapsamında 20 farklı kategoride toplam 331 etkinlikle öğrenciler, yoğun sınav dönemi öncesinde doyasıya eğlendiler. Bornova’da sahip olduğu 3700 dekar alanı ile Türkiye’nin en büyük kampüslerinden birine sahip olan, bünyesinde 11 fakülte, 8 enstitü, 6 yüksekokul, 7 meslek yüksekokulu, 27 araştırma ve uygulama merkezi bulunan, öğrencisi ve çalışanı ile yaklaşık 70 bin kişilik nüfusa sahip Ege Üniversitesi’nin 30. Kültür, Sanat ve Spor Şenliği’nin açılış korteji bu büyüklüğünü ispatlar nitelikteydi. 20 11 Mayıs’ta Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı (SKSDB) ve Bilgisayar Mühendisliği’nin önünden aynı anda hareket eden 2 grup halinde başlayan şenlik yürüyüşü, renkli gösterilere sahne oldu. Yabancı Diller Bölümü’nün önünde birleşen gruplar, yine bir gelenek haline gelen, yürüyüşün olmazsa olmazı su savaşlarıyla şenlik coşkusunu yansıttılar. Yürüyüşe katılan öğrenci toplulukları renkli kıyafetleriyle şenlik yürüyüşüne ayrı bir hava kattılar. Kalabalık öğrenci grubu Rektörlük bahçesinde yürüyüşünü tamamladı. Açılış seromonisi üniversite üst yönetimi ve dekanlar ile yüksekokul müdürlerinin güvercin uçurma geleneği ile devam etti. Türk halk dansları, Balkan dansları, Latin dansları ve modern dans gibi geniş bir yelpazeden oluşan dans gösterilerinin sunumu ile tören tamamlandı. Ege Üniversitesi’nin 30. Kültür, Sanat ve Spor Şenliği’nin açılış gününde gerçekleştirilen etkinlikler, Tören Şölen Alanı’nda düzenlenen Cem Adrian konseri ile son buldu. Sanatçı, 11 Mayıs akşamı, Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu tarafından yürütülen “Zaferin Fidanları” kampanyası yararına, Ege Üniversiteliler için şarkılarını söyledi. Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu, “Zaferin Fidanları” ismini verdikleri bir kampanya ile bundan 2 yıl önce, bir gezi sırasında hayatlarını kaybeden Konak Zafer İlköğretim Okulu öğrencileri anısına on bin fidanlık bir anı ormanı için çalışma başlatmıştı. Toplum Gönüllüsü Ege Üniversiteliler ve Ege Orman Vakfı tarafından ortaklaşa yürütülen bu proje kapsamında toplanan fidan sayısı iki bini geçti. 11 Mayıs akşamı gerçekleştirilen bu konser ile Toplum Gönüllüleri hem Konak Zafer İlköğretim Okulu öğrencilerini bir kez daha andılar, hem de trafik kazalarına ve çevre bilincine bir kez daha dikkat çekmiş oldular. HAZİRAN 2009 21 Spor ve eğlence bir arada 1. Koç Fest sponsorluğunda gerçekleştirilen konserler oldukça kalabalık geçti. 2. Aslı gecenin açılış konserini verdi. 3. Mor ve Ötesi’nin de sahne aldığı gece Number One Tv’den canlı yayınlandı. 4. Koç Fest Spor Oyunları Finali’nde erkek futsal takımımız şampiyon olurken, bayanlar ise ikincilik kupasını kazandı. 5. Bayan Basketbol takımımız da şampiyon oldu. 6. Atletizmde madalyalar Ege ve Gazi Üniversitesi ile Kara Harp Okulu arasında paylaşıldı. 22 Tören Şölen açık alanında gerçekleştirilen bir başka profesyonel etkinlik ise Aslı ve Mor ve Ötesi konseri oldu. 21 Mayıs akşamı Koç Fest sponsorluğunda gerçekleştirilen gece saat 20.00’de Aslı’nın sahneye çıkmasıyla başladı. Rock sanatçısı Aslı’nın şarkıları ile coşan gençlere, saat 21.30’da da Mor ve Ötesi grubu müzik ziyefeti yaşattı. Number One TV’den canlı olarak da yayınlanan konserde izdiham yaşandı. Koç Fest sponsorluğunda gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde 19-22 Mayıs 2009 tarihleri arasında Spor Oyunları düzenlendi. Bu yıl Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu (TÜSF)’nun ve Üniversite Spor Oyunları’nın sponsoru olarak eğlence ve sporu biraraya getiren Koç Fest’in 2009 turnesindeki son durağı Ege Üniversitesi oldu. Gençlerin kişisel gelişimlerini destekleyen; eğlence, yarışma ve sportif unsurlarla hayatlarına pozitif değerler taşımayı hedefleyen Koç Fest kapsamında bu yıl genç üniversiteliler Kocaeli’nde hentbol, Samsun’da basketbol, Adana’da futsal (salon futbolu), Eskişehir’de voleybol, Şanlıurfa’da yüzme ve Erzurum’da atletizm dallarında yarıştı. Müsabakaların sonunda öne çıkan takımlar, İzmir’deki finalde ‘büyük kupa’ için son kozlarını paylaştı. Takım sporlarında Ege öne çıktı Koç Fest Üniversiteler Spor Oyunları’nın İzmir’deki final ayağında Ege Üniversitesi yüzme branşında erkekler ve bayanlarda kupayı alarak galibiyetlerini taçlandırdı. Ege Üniversitesi Bayan Basketbol ve Erkek Futsal Takımı da yine üstün bir başarı göstererek kupa aldı. Bayan futsalda ise galibiyet Kocaeli Üniversitesi’nin oldu. Atletizmde madalyalar Ege Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve Kara Harp Okulu arasında paylaşıldı. Hentbol branşında ise Gazi Üniversitesi hem bayanlar hem de erkeklerde rakiplerini geride bıraktı. Basketbol erkeklerde de Gazi Üniversitesi Koç Fest Büyük Kupa’sının sahibi oldu. Şenlik Çeşme’ye taştı Öğrenci Konseyi tarafından geçen yıl ilki düzenlenen “Egefest”, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Çeşme Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu Kampüsü’nde gerçekleştirildi. Öğrencilerin 16 Mayıs’ta kampüs alanına çadırlarını kurarak başladığı festival, tüm gün süren gösterilerle devam etti. Bir yandan denize girip güneşin ve denizin tadını çıkaran öğrenciler, tüm gün devam eden DJ performanslarıyla dans edip çeşitli yarışmalarla da eğlenceli zaman geçirdi. Aynı günün akşamında Hayko Cepkin konser verdi. Öğrenciler, ertesi gün de gösterilerle ve yarışmalarla eğlenmeye devam ederek dolu dolu 2 gün geçirdiler. Cazın ustalarından müzik ziyafeti Bu yıl ikinci kez düzenlenen bir diğer etkinlikse “Ege Caz Günleri” oldu. Prof. Dr. Yusuf Vardar – MÖTBE – Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlik çerçevesinde, caz müziğin önemli isimlerinden Ayhan Sicimoğlu Latin All Stars 18 Mayıs akşamı dinleyenleri coşturdu. Konukların ayakta dinlediği konserde, Sicimoğlu’nun deyimiyle tüm izleyenler etkinliğin gerçekleştirildiği salonda dans ederek kurtlarını döktü. 19 Mayıs akşamı Altuğ Dilmaç “JazzPoPera” adlı bir konser sundu. 20 Mayıs’ta ise Kerem Görsev Quartet, dinleyenlerin kulaklarının pasını sildi. Tam anlamıyla bir müzik ziyafeti yaşatan Ege Caz Günlerine konuk olan sanatçılar, büyük ve dolu salonlara caz yapmaktan çok memnun olduklarını ifade ettiler. Böylece 70 bin kişilik bir kampüs kent olan üniversitemizde, caz müziğine ilgi duyan öğrencilerimize ve İzmirliler’e cazın usta isimlerini dinleme imkanı sunuldu. Aynı salon 22 Mayıs Cuma akşamı da İzmir’in ünlü ismi Sedat Yüce’ye ev sahipliği yaptı. 2000 yılında ülkemizi Eurovision Şarkı Yarışması’nda temsil eden Sedat Yüce’nin verdiği konserle şenlik programındaki profesyonel konserler son bulmuş oldu. HAZİRAN 2009 23 Salonlar doldu Profesyonel konserlerin yanı sıra, fakülte, yüksekokul kulüpleri ve öğrenci topluluklarımız ile çeşitli idari birimler, salonlarda çok sayıda etkinlik gerçekleştirdi. Atatürk Kültür Merkezi, Prof. Dr. Yusuf Vardar –MÖTBE– Kültür Merkezi ve Kültür Sanat Evi ile fakülte yüksekokullara ait salonlarda 20 gün boyunca yoğun kültürel, sanatsal hatta bilimsel etkinlikler düzenlendi. Bu yıl şenlik kapsamında salonlarda ve açık alanlarda toplam 315 amatör etkinlik gerçekleştirdi. Bu amatör etkinlikler arasında 21 sergi, 2 turnuva, 3 söyleşi, 15 tiyatro oyunu, 5 yarışma, 8 konferans, 21 gösteri, 21 film gösterimi, 9 konser, 6 atöyle çalışması, 5 panel, 9 seminer, 2 kutlama, 10 dinleti, 1 toplantı, 3 tören, 2 tatbikat, 1 kongre ve çeşitli geziler bulunuyor. Tiyatro dolu günler E.Ü. Tiyatro Topluluğu tarafından 24 düzenlenen 13. Tiyatro Günleri 14-24 Mayıs 2009 tarihleri arasında Kültür Sanat Evi’nde gerçekleştirildi. Ege Üniversitesi’ndeki öğrenci ve personelinin sanatsal beğenilerini tiyatro yoluyla geliştiren ve donanımlı bir tiyatro seyircisinin yetişmesinde aktif rol oynayan Tiyatro Günleri’nde 13 farklı üniversiteden 16 topluluk ve 8 farklı özel tiyatro grubundan toplam 24 oyun sahnelendi. Amatör tiyatroların ve üniversite tiyatrolarının faaliyetlerini, Ege Üniversitesi mensuplarına ve İzmirli sanatseverlere duyurmak ve amatör tiyatro ruhunu, moral motivasyonunu yükseltmek amacını taşıyan etkinlikte 11 gün boyunca, günde bazen 2 bazen 3 oyun sergilendi. Amatör tiyatro toplulukları arasındaki dayanışma ve paylaşımı arttırmak için sergilenen oyunların ardından fuayede oyuncu ve seyircilerin buluşması, diyalog kurmasına imkanı sağlandı. Seyirciler ve sahneleyenler arasında bilgi alışverişi yapıldı. Tiyatro Günleri’nin yanı sıra, şenlik kapsamında 6 fakültenin tiyatro toplulukları 12 oyun, 2 yüksekokulun tiyatro toplulukları da 3 oyun sergiledi. El becerileri için atölyeler Şenliğin ilk haftası Emel Akın Meslek Yüksekokulu el becerilerini geliştirmek isteyenler için çeşitli atölye çalışmaları düzen- ledi. Geçen yıl şenlikte ilk kez gerçekleştirilen Yazmacılık, Keçe Sanatı ve Takı Tasarımı atölye çalışmarı bu yıl bir yenisi daha eklenerek tekrar düzenlendi. 12 Mayıs günü Emel Akın Meslek Yüksekokulu Öğr. Gör. Şükran Tümer tarafından gerçekleştirilen “Yazmacılık” ile başladı. Ertesi gün Dilek Gündüz, “Keçeden Modernize Edilen Objeler” konusundaki atölye çalışmasında eğitmenlik yaptı. Keçe sanatçısı Arif Cön 14 Mayıs günü keçe kullanarak, kilimler ve benzeri üretimleri nasıl yaptığını anlattı. Son gün de Şebnem Türkman eğitmenliğinde “Takı Tasarımı” çalışması yapıldı. Bu yıl şenliğe damgasını vuran açık hava sineması oldu. 30. Kültür, Sanat ve Spor Şenliği kapsamında ilk kez gerçekleştirilen açıkhava sinema gösteriminde genç Egeliler nostaljik yaz akşamlarını yaşama imkanı buldu. İzmir meltemi ile ferah bir havada izlenen sinemalara, gazoz ve çiğdem de ayrı bir tat kattı. Açık hava sinemalarıının neredeyse tamamen tükendiği günümüzde, üç gece yapılan film gösterimleri büyük ilgi topladı. Spor karşılaşmaları Yıldızların altında sinema Şenlik etkinlikleri arasında geniş yer kaplayan bir diğer alansa spor karşılaşmaları oldu. Koç Fest tarafından gerçekleştirilen Spor Oyunları’nın dışında her yıl geleneksel olarak düzenlenen spor turnuvaları bu yıl da devam etti. Basketbol, futbol, voleybol branşlarında Rektörlük Kupası Maçları ile III. Perifer Yüksekokullararası Spor Müsabakaları yapıldı. Futbol, Masa Tenisi, Tenis ve Voleybol branşlarında da Personel Turnuvaları düzenlendi. Bu yıl Ege Şenlik Tenis Turnuvası’nın da 12’incisi gerçekleştirildi. Fakülte, yüksekokulların öğrenci ve personel takımları ile 14 kategoride toplam 111 spor karşılaşması gerçekleştirildi. Tören Şölen Alanı’nda 13-14 ve 15 Mayıs akşamları İzmir Büyükşehir Belediyesi katkılarıyla, gerçekleştirilen açık hava sinemasında yıldızların altında sinema keyfi yaşandı. Türk filmlerinden bir seçkinin oluşturulduğu etkinlik kapsamında 13 Mayıs’ta “Devrim Arabaları”, 14 Mayıs’ta “Deli Deli Olma” ve 15 Mayıs’ta da “Hayat Var” izleyicilerle buluştu. Amatörler de sahne aldı Şenlik kapsmında açık alanda da pek çok etkinlik gerçekleştirildi. Ege Üniversitesi Rock Topluluğu tarafından organize edilen “Amatör Grup Konserleri”bunlardan biriydi. Şenliğin ilk haftası boyunca saat 15:00-20:30 arası 1 Nolu Yemekhane karşısındaki açık alanda kurulan sahnede 16 farklı grup konser vererek rock müzik tutkunlarını alana topladı. Açık alanda canlı müzik dinleyen öğrenciler, arkadaşlarıyla birlikte hoşça vakit geçirme imkanı buldular. 11-22 Mayıs tarihleri arasında Sağlık, Kütür ve Spor Daire Başkanlığı otoparkı da şişme oyunlar ve benzeri daha pek çok eğlence standına ev sahipliği yaptı. Türk Telekom Grup şirketleri Türk Telekom, Avea ve TTNET, 5-24 Mayıs tarihleri arasında toplam 10 üniversite kampüsünde “FiesTTa Bahar Şenlikleri” düzenledi. 23-24 Mayıs tarihleri arasında Ege Üniversitesi’ni ziyaret eden etkinlik Tören Şölen Alanı’nda gerçekleştirildi. Etkinlikler kapsamında, gün boyunca öğrencilere sporda ve müzikte hünerlerini sergileme fırsatı da sunuldu. Ekip, içinde biri yurt dışında özel tasarım üretilmiş 2 tırın da bulunduğu toplam 16 araçlık bir konvoy ile kampüse geldi. FiesTTa Bahar Şenlikleri kapsamında Türk Telekom tarafından TTall Stars Basketbol Turnuvası da düzenlendi. Türkiye’de gerçekleştirilen tek basketbol sokak şovu olan TTall Stars Basketbol Turnuvası, ödül zenginliği ile de dikkatleri üzerine çekti. Üniversite birincileri İzmir’deki Türkiye finaline katıldı. Her takım elemanına birer dizüstü bilgisayar armağan edilen turnuvada Türkiye finali galibi takım ise Türk Telekom’un davetlisi olarak, Amerika’da, NBA 2008-2009 Sezonu Şampiyonu’nun sezon açılış maçını seyretme şansını kazandı. Diğer yandan, maç aralarında, Türkiye’de gerçekleştirilen pek çok profesyonel gösteride sahne alan, yaptıkları inanılmaz şovlarla tüm seyircileri büyüleyen “TTallstars Show Grubu”, müthiş gösterileriyle turnuva kapsamında üniversiteliler ile buluştu. HAZİRAN 2009 25 “A slında öldüm... Ama ölÖnce şunu söylemeliyiz. Biz Dostbağlı olarak örneğin; Time Dergisi medim de. Bu diyalektiği lar Tiyatrosu olarak politik tiyatro Marx’ı kapak yaptı. ‘Bu olup bitenanlamak size kalmış” yapıyoruz. Kuruluşumuzdan beri lere yaşasaydı Marx ne derdi’ gibi sözleriyle Genco Erkal’ın ete kemiğe Marx’la bir akrabalığımız var. Çünkü sorular sorulmaya başlandı. Bizim iş büründürdüğü devrimci filozof Marx; diyebilirim ki bizim yazarlarımız da adamlarımız ‘acaba Marx’a haksızlık kapitalizmle hesaplaşmak için “öbür” Marx’ın çocukları. Bertolt Brecht olmı ettik’, ‘dünyaya ikinci bir Marx mı dünyadan günümüze taşınıyor . sun, Nazım Hikmet olsun, Aziz Nesin, gerekir’, yahut ‘Marx’ın görüşlerini Erkal bir de tespit yapıyor;” Marx hiç Can Yücel olsun… Tüm hepsinin yeniden mi gözden geçirmemiz gitmedi ki”. 19. Yüzyılda getirdiği Marx’la akrabalıkları var. Dolayısıyla gerekir’ gibi sorular sormaya kapitalizm eleştirisinin günümüzde Marx’la bizim de akrabalığımız başladılar. Günümüzde Marx’ın kapide hala geçerli olduğunu gösteren, var. Yani belli bir dünya görüşüyle talizm eleştirisinin doğruluğu sadece asla düşmeyen temposuyla seyircisini bakıyoruz topluma ve tiyatroya. ülkemizde değil tüm dünyada kabul sürükleyen, gülümseten, gülümseDostlar Tiyatrosu’nun sanatsal politik edilmiş durumda. Dolayısıyla oyun tirken düşündüren bu oyun Genco çizgisini Marx’ın düşüncelerinin tiyatkendiliğinden güncel bir duruma Erkal gibi usta bir oyuncu tarafından rodaki yansıması olarak düşünebiliriz. kavuşmuş oldu. Biz de bu oyunu sahnelenince kelimenin gerçek Doğal olarak dünyanın 3 ayrı oynamanın tam zamanıdır dedik. anlamıyla bir ‘devrimci stand kentinden Paris, İstanbul ve New up’a dönüşmüş. Genelde tek kişilik oyunları Dostlar Tiyatrosu’nun tercih ediyorsunuz. Sebebi kurucusu, Türk tiyatrosuDostlar Tiyatrosu, kuruluşunun nedir? nun ustası Genco Erkal’la Ben Dostlar Tiyatrosu’nda 40’ıncı yılını; Genco Erkal ise, Ege Üniversitesi’ndeki kırk yılda elli beş oyun muhteşem gösterisinin sahneye koymuşum. Bunun tiyatro sahnelerindeki 50’nci ardından hayat, gündem ve kırk sekizinde kendim yılını kutluyor. Yıllardır Brecht’le, tiyatro üzerine konuştuk. oynamışım. Ancak bunların içinde tek kişilik oyun sayısı Einstein’la, Nazım Hikmet’le Bilmeyenler için sizden biraz ya dört ya da beştir. Ama sahnede Genco Erkal. Şimdi de bahsedelim... benim tek kişilik oyunlarım 1938 doğumluyum. İlkokulu Howard Zinn’in eserinden sahneye demek ki o kadar çok etki Galatasaray’da orta ve liseyi ya da uzun sürüyor koyduğu “Marx’ın Dönüşü” adlı tek yaratıyor Robert Koleji’nde okudum. ki akılda kalıyor. Mesela Sonra İstanbul Üniversitesi “Bir Delinin Hatıra Defteri” kişilik oyunuyla karşımızda. Edebiyat Fakültesi Psikoloji oyununu aralıklarla 1965 Bölümü’nü bitirdim ama yılından beri oynuyobir yandan da profesyonel olarak York’tan 3 ayrı dostum bu kitabı rum. Aynı şekilde Nazım tiyatroya başlamıştım zaten. Prookuduklarında ‘bunu Türkiye’de üzerine yaptığım çalışmalar fesyonel yaşamıma da ilk kez ancak Genco oynar’ demiş. Yani bana 1965’ten bu yana hala devam Kenter Tiyatrosu’yla adım attım. Üç aynı anda 3 farklı kaynaktan oyunun ediyor. Dolayısıyla bu soruyla çok sık yıl boyunca Kenter Tiyatrosu’nda İngilizcesi, Fransızcası ve Türkçesi gel- karşılaşıyorum. Aslında şöyle de bir çalıştım. İlk on yılım; Arena Tiyatrosu, di. Ben de oyunu okudum ve ‘tamam’ gerçek var ki bu türü Türkiye’ye ben Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatro dedim, ‘bu oyun bizim oyunumuz’. getirdim. 1965 yılında “Bir Delinin Topluluğu, Ankara Sanat Tiyatrosu Zaten benim de günün birinde Hatıra Defteri”ni oynadığım vakit gibi başka tiyatrolarda konuk oyuncu babayı canlandırmam gerekecekti Türkiye’de tek kişilik oyun diye bir şey ve yönetmen olarak çalışmakla geçti. herhalde. Bundan daha güzel bir bilinmiyordu. Bu oyun, türünün ilk Sonra 1969 yılında arkadaşlarla kendi fırsat olamaz diye düşündüm. Ama örneğiydi. O dönemde arkadaşlarım tiyatromuzu kurduk; Dostlar Tiyatoyunu kimin izleyeceği, oyunla kimin ‘sen deli misin, tek kişilik tiyatro mu rosu. Biliyorsunuz bu yıl da tiyatromu- ilgileneceği hakkında endişelerim olurmuş, sen sahneye çıkacaksın zun 40’ıncı yılı. Tabii bunun dışında vardı. Bugünün toplumları Marx’la ve iki saat boyunca yalnızca seni sinema da yaptım. Beş tane filmde çok fazla ilgili değil. Özellikle Bermi izleyeceğiz’ diye sordular. Ancak oynadım. İki defa Altın Portakal lin Duvarı’nın çöküşü ve Sovyetler oyunun yıllar süren başarısından ödülünü kazandım. Tiyatro alanında Birliği’nin dağılmasının ardından, etkilenip tek kişilik oyunlar sahneda alınabilecek her ödülü defalarca Marx ve düşünceleri gözden düştü leyen pek çok oyuncu oldu. Bu bir aldım. Ödüle doymuş bir halim var. tabii. Artık Marx çağını kapamış tür olarak kendini kabul ettirdi. Belki ve bir sürü konuda saçmalamış bir de o yüzden üstüme yapıştı bu tek Neden Karl Marx’ı oynamayı tercih düşünür olarak kabul ediliyorken, kişilik oyunun hikayesi. ettiniz. Dünyadaki ekonomik ben de ‘bu oyunla yalnız eşimiz bunalımların, krizlerin bunda etkisi dostumuz’ ilgilenir derken dünyada Herkes sizin izleyiciniz olabilir mi? var mıdır? büyük bir ekonomik kriz patladı. Buna Tiyatro elit bir kesimde mi kalmalı 26 26 HAZİRAN 2009 27 yoksa tüm kitlelere ulaşmalı mı? Bu konuda tiyatro izleyicisine bakışınız nedir? Tabi ki ne kadar çok kitleye ulaşırsanız o kadar başarılı olursunuz. Ama düşünce yapımıza paralel olarak daha çok gençlere seslenen, en azından üniversite eğitimi gören, üniversite eğitimini tamamlamış, günlük gazete okuyan, dergi okuyan bir kesimin tiyatrosuyuz biz. Çünkü oyunlarımızı kavrayabilmesi için seyircinin de bir hazırlığının olması gerekiyor. Yani abuk sabuk televizyon dizilerine olmadık gözyaşı döken ya da kahkahalarla gülen insanların “Marx’ın Dönüşü”ne pek kafa yoracağını sanmıyorum. Demek ki bazı oyunlarımız daha da daraltıyor seyirciyi. İzleyicinin entellektüel açıdan belli bir birikim sahibi olmasını gerektiriyor. Biz bu tarz bir tiyatro yapısını seçince, seyirci kitlesi de kendiliğinden bir yere toplanıyor. Açıkçası izleyici de bizi seçmiş oluyor. Bazı oyunların ardından anketler yapıyoruz. İzleyenlere hangi gazeteleri okursunuz, sinemaya gider misiniz, en beğendiğiniz müzik türü hangisidir gibi sorular soruyoruz. Bu anketlerin cevaplarına dayalı bir profil çıkıyor ortaya. Ülkenin sorunlarının ne olup bittiğiyle biraz olsun ilgilenmeye çalışan, bu sorulara tiyatroda da cevap arayan bir kitlenin bizi izlediğini görüyoruz. Yani böyle karşılıklı bir seçim söz konusu genellikle. Bu anket sonuçlarının yüzde 50 - 60’ı üniversite öğrencisi çıkıyor. Biz de gençlerin bizi izlemesinden dolayı çok mutlu oluyoruz. Ancak bazı oyunlarımız da daha geniş kitlelere 28 seslenebiliyor. Örneğin “Sivas 93” oyunuyla, daha önce hiç tiyatroya gelmeyen insanlar da tiyatroyla tanışmış oldu. Dolayısıyla her oyun kendi seyircisini yaratıyor aslında. Politik tiyatro denince Türkiye’de akla ilk gelen isim Dostlar Tiyatrosu oluyor. Dostlar Tiyatrosu’yla tiyatro yapmanın avantajları ya da dezavantajları nedir? Bu durumdan hiç pişman olmadım. Yalnız 1960’lı – 70’li yıllarda bizim tiyatromuzun çizgisinden farklı olan oyunları oynamayı düşündüğümde izleyicinin kendisine ihanet edildiğini düşünmesinden korktum açıkçası. O dönemde karşılıklı bir biçimlendirme vardı. Seyircinin de bizi biçimlendirmesi söz konusuydu. O zaman için politik olmayan fakat arzuladığım, sevdiğim oyunları oynayamadım. Mesela benim gençlik tutkum Beckett gibi absürd tiyatro yazarlarının oyunlarıydı. Ancak, bu tarz oyunlar politik çizginin biraz dışına çıktığı için onları pek oynayamadık. Ama fark ediyorum ki son yıllarda seyirci de daha geniş bir perspektiften bakabiliyor. Dolayısıyla üç-dört yıl önce Beckett’ten oyun sundum, kimse de neden bu oyunu oynadın diye hesap sormadı. Ben bu çizgiyi seçmiş olmaktan dolayı çok mutluyum. Çünkü bizim gibi henüz aydınlanma devrimini tamamlamamış toplumlarda sanatın, özellikle de tiyatronun işlevinin, toplumu aydınlatmak olduğunu düşünüyorum. Yani biz öncü olacağız, topluma bir şeyler sunacağız, belli konularda tartışma ortamı yaratacağız, toplumu düşünmeye tartışmaya bir şeyler yapmaya sevkedeceğiz ki; yaptıklarımız boşa gitmesin. Örneğin; Ege Üniversitesi’nde yaşadığım olay tiyatro hayatımda karşılaştığım ender olaylardan biriydi. Sahneye çıktığımda daha ağzımı açmadan duyduğum o sevgi, gençlerden bana gelen kucaklama duygusu tüylerimi diken diken etti. Gençlerin beni neredeyse popstar gibi karşılamalarından çok etkilendim. Böyle şeylerle çok sık karşılaşmıyorum. Tüm oyun boyunca bu duygu alışverişi devam ediyor. Yani demek istediğim şu ki; doğru işler yapıyorsanız toplum da mutlaka sizi değerlendirecek, takdir edecektir. İşte bu çizgide yaptıklarımın karşılığını görmek beni çok sevindiriyor. Bu sevgi, alkışlar, izleyiciden direk olarak tepki alabilmek... Yani izleyiciyle oyuncu arasında sürekli bir etkileşim var tiyatroda. Tiyatroyu sinemaya tercih etme nedeniniz bu iletişimin çekiciliği miydi? Tabi. Bir kere sinemada seyirciyle aranızda kamera var. Sizin hakimiyetiniz dışında, sahneler bazen tekrar tekrar çekiliyor, masa başında kesiliyor, ekleniyor, bu çok yapay geliyor bana. Ama tiyatroda çok farklı. Sahneye çıkıyorum başlıyorum, sonuna kadar oynuyorum. Sinema da çok güzel bir sanat dalı kuşkusuz. Tiyatroyla hiçbir zaman ulaşamayacağınız kadar geniş bir kitleye ulaşıyorsunuz sinema sayesinde. Sadece kendi ülkenizde değil bir çok ülkeye festivaller ve benzeri yollarla ulaşabiliyorsunuz. Hatta şu da var ki; sinemayla oyuncu olarak daha kalıcı oluyorsunuz. Ama seyirciyle göz göze, kalp kalbe olmak. Bu ilişkiyi hayatta hiçbir şeyle değişmem. Benim için en büyük mutluluk bu. Her şeye rağmen 50 yıldır tiyatro yapmaya devam ediyorsunuz. Türk Tiyatrosu’nun bu 50 yıl içinde kaydettiği aşamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir kere genç kuşak oyuncularını çok beğeniyorum, ancak aynı zamanda onlara çok da üzülüyorum. Çünkü onları sadece televizyon ekranında izleyebiliyoruz. Genç oyuncular çıkacak sahne bulamıyorlar. Türk Tiyatrosu’nun yapılanmasında da bir terslik olduğu kanısındayım. Özellikle ödenekli devlet tiyatrolarının yolu tıkadığını düşünüyorum. İnsanları ömür boyu kadrolarla bağlamak oyuncuları memurlaştırıyor, köreltiyor. Halbuki sanat biraz rekabettir, kendini aşma mücadelesidir. Yeni yetişen sanatçıların da kendilerini gösterecek bir kanal bulamadıklarını görüyorum. Ödenekli, ömür boyu maaş veren devlet tiyatroları hemen hemen dünyanın hiçbir yerinde kalmadı. Bu yapının mutlaka değişmesi lazım. Ama ben hep şunu söylüyorum; bizim ülkemiz oyunculuk kalitesi olarak dünyanın bütün ülkeleriyle başa baş mücadele edebilecek zenginlikte. Çok parlak oyuncularımız var. Bu açıdan çok başarılıyız. Ancak bu tiyatro organizasyonu meselesi ya da genç yeteneklerin televizyon gibi aslında ikinci sınıf bir vakit geçirme yerinde heba edilmesi beni üzüyor açıkçası. Bu vahim durum yazarlarımız için de geçerli. Bir çok gencimiz üniversitede oyun yazarlığı okuyor ama oyun yazmıyor. Tiyatromuzun eksik tarafı bu, yazarlık konusunda da maalesef yine televizyon çok kısa yoldan para kazanmayı vaat ettiği için genç yazarlar o alanı tercih ettiler. Oyun yazmak çok büyük bir emek işi. Bu yüzden, televizyonun aslında ülkemizdeki sanatçıları tükettiğini düşünüyorum. Bizim için de çok acımasız bir rakip. Yani evinizde otururken gülmek isterseniz, ağlamak isterseniz, politik tartışma isterseniz anında bulabiliyorsunuz. Böyle bir ortamda tiyatro yapmak, bizim için de çok zor oluyor tabi. “Sinemayla oyuncu olarak daha kalıcı oluyorsunuz. Ama seyirciyle göz göze, kalp kalbe olmak. Bu ilişkiyi hayatta hiçbir şeyle değişmem. Benim için en büyük mutluluk bu.” HAZİRAN 2009 29 N isan-mayıs ayları, üniversitemizde, gelecek yılın ders programlarını hazırlama dönemidir. Geçtiğimiz günlerde bu çerçevede, lisans programlarına öğrencileri üniversite yaşamına hazırlamaya ve sosyal sorumluluk duygularını geliştirmeye yönelik kredili veya kredisiz, seçmeli veya zorunlu yeni dersler konması gündeme gelmiştir ve çeşitli açılardan tartışılmıştır. Tüm programlara bu tür dersler koymanın özel bir anlamı ve dolayısıyla haklı bir gerekçesi var mıdır? Varsa, akademik ve didaktik bir değer taşımakta mıdır? Bu uygulamanın eğitsel temeli ve önemi nedir?, vb. Yeni eğitim önerisinde rol alanlardan biri olarak, bu sorulara ilişkin bazı görüşlerimi paylaşmak istiyorum: l Ege Üniversitesi öğrencilerine iyi bir formasyon vermek, hiç kuşkusuz üniversitemizin temel amaçlarından biridir. Bu amaç, Ege Üniversitesinin stratejik planında ifade edilen ‘misyon’unun da önemli bir parçasıdır. Stratejik Planımızda yer alan misyon tanımı, bir yandan çeşitli bilim dallarında evrensel ölçekte bilgi üreterek, bilim dünyasına katkıda bulunmayı, öte yandan öğrencilerin ülke ve dünya gerçeklerine duyarlı, kültürel olarak donanımlı, araştırıcı ve üretici olarak yetiştirilmelerini öngörmektedir. Batı ülkelerindeki pek çok üniversitenin bu iki gereği de yerine getirdikleri ve bu sayede dünyanın en gelişmiş üniversiteleri arasında ilk sıralara yükseldikleri görülmektedir. Üniversite misyonumuzun birinci yanı olan evrensel ölçekte bilgi üretimi, üniversitelerin geleneksel işlevlerinden ve temel değerlerinden biridir ve öğretim elemanlarının araştırma ve yayın etkinlikleri, bu işlevi karşılamaya yöneliktir. Bu konuda akademisyenler, en azından ilke olarak, görüş birliği içindedirler. Buna karşılık üniversite 30 misyonunun ikinci yanının, gerektiği gibi anlaşılmış olduğu söylenemez. Bu yan, misyon tanımında da görüldüğü üzere, belirli nitelikleri olan öğrenciler yetiştirmektir. Bu konuda yaygın anlayış ve uygulama, öğrenci yetiştirmeyi, salt öğretim programlarıyla sınırlı görmektedir. Ön-lisans, lisans ve lisansüstü düzeydeki branş derslerinin yeterli olması halinde, öğrencilere uygun bir formasyon verilmiş olacağı varsayılmaktadır. Kısacası üniversitemiz eğitimi değil, öğretim işlevini esas almış; klasik deyimiyle terbiyeyi bir yana bırakıp talime odaklaşmıştır. Bu tür bir formasyon, öğrencinin etik ilkeleri ve dünya görüşü; yaşama ilişkin tutum ve değerleri; çevre, toplum ve dünya sorunlarına duyarlılığı; estetik, kültürel ve sosyal planlardaki gelişim gibi hususları dikkate almamaktadır. Öğrencilerimizin bu boyutlardaki gelişimi, ancak ve ancak belirli kültür ve sanat etkinliklerinde bulunmaları, toplumsal sorumluluk projelerinde yer almaları, kongre, sempozyum, seminer ve benzeri bilimsel toplantıları izlemeleri, toplumda dezavantajlı grupların entegrasyonuna yönelik hizmetlere (okuryazarlık eğitimi, kadın çalışmaları, yetişkin eğitimi programları, felaketzedelere, yaşlılara, şiddet ve istismar kurbanlarına yardım kampanyaları, uyuşturucu alışkanlığına ve alkoliz- me karşı mücadele vb) katılmaları; yerel yönetim çalışmaları ve sivil toplum kuruluşları çerçevesinde gönüllü çalışmalar yapmaları gibi çeşitli yollardan sağlanabilir. l İkinci önemli soru, bu derslerin seçmeli veya zorunlu olmasıdır. Hiç kuşkusuz, ‘özerk ve özgür bir düşünce düzeyine erişmiş yetişkin bireylerin’ her ne yapıyorlarsa, gönüllü olarak kendi istekleriyle yapmaları tercih edilen bir durumdur. Ancak görünüşte ‘şık’ duran bu anlayış, pratik bir değer taşımamaktadır. Neden? İlk olarak hiç birimiz, bu tanımın varsaydığı koşullara sahip olmadığımızdan tercihlerimiz, koşullardan bağımsız tercihler değildir. Tüm koşulların eşit olduğu şeyler arasında tercihler yapmıyoruz. Çoğu durumda yaşam koşullarının yorduğu insanlar olarak ‘en az çaba kanunu’yla hareket ediyoruz. Günlük yaşamımızda genellikle, fazla zaman harcamadan, fazla kafa yormadan, tüm seçenekleri dikkate almadan kararlar veriyoruz. Zihinsel kestirmelerden (Kahneman’ın heuristikleri) sonuca varıyoruz. Öte yandan imkânların ve alışkanlıkların şekillendirdiği yaşam tarzlarımız, değişikliğe izin vermiyor. “Alışkanlıkların insanın ikinci tabiatı” olduğunu söyleyerek, öğretimden ziyade eğitimin önemini vurgulayan Aristoteles’ten bu yana biliyoruz ki, insan, yaşayarak yaparak öğrenmekte ve öğrendiğini de pekiştirmektedir. Düşünce tarihinde pek çok düşünür, insanın toplumsallaşmasında ve gerçek anlamda ‘sitenin yurttaşı’ haline gelmesinde bu boyutu öne çıkarmıştır. Köy Enstitüleri modelinin temel varsayımı da bu yöndedir. Modern eğitim anlayışımız da bunu telkin etmektedir. Her ne kadar düşündüğümüz gibi yaşamayı istesek de, yaşantılarımızı destekleyici düşünceler üretiyor, yaşadığımız gibi düşünüyoruz. Nihayet kendimizin olduğu gibi, öğrencilerimizin de bugünkü durumu göstermektedir ki, haklı veya haksız şu veya bu nedenlerden dolayı, gönüllü olarak çok az şey yapıyoruz. Dolayısıyla ‘isteyen yapsın’ demek, çözüm olmamaktadır, çünkü bugünkü durumda isteyenlerin bir şey yapmasını engelleyen her hangi bir kural veya yasak yoktur, isteyen zaten yapmaktadır. Ama üniversitemizde, bugünkü durumda, sosyal sorumluluk kapsamına girebilecek etkinliklere katılım düzeyi en iyimser bakışla % 10 civarında kalmaktadır. l Nihayet, bu uygulamanın fikri temeline ve anlamına bakmak gerekir. Latince spondere (vaat etmek, angaje olmak) kelimesinden ve ‘re’ (cevap olarak, karşılığında) ekinin birleşiminden türeyen sorumluluk (responsability), insanın eylemleri konusunda hesap verme mecburiyeti olarak tanımlanıyor. Modern toplumlarda sosyal yaşamın merkezi kavramlarından olan “sorumluluk ilkesi” ise, özgür insanda moral / etik bilincin var olduğu kabulünü içeriyor. Sorumluluk kendini besleyen bir irade gerektiriyor. Einstein’ın sözleri, bu tür bir iradenin veciz ifadesidir. Her gün kendime, kendi iç ve dış hayatımın diğer insanların emeğine bağlı olduğunu ve kendi aldığım ve almakta olduğum ölçüde vermeye gayret etmem gerektiğini hatırlatırım. Felsefi tartışmalarda (Roche, 2005) sorumlu bir insanın, kendisi ve diğerleri karşısında angajmanı bulunduğu, akıl sahibi bir özne olarak eylemleri konusunda bilincine hesap vermek durumunda olduğu ve ancak bu sayede gücünü sınırlandırabileceği varsayılıyor; insanın diğerine bağlılığının, esas olarak bilince dayandığı ve ‘diğerini kardeşi haline getirmekle yükümlü olduğu” (Levinas), sosyal sorumluluğun doğal olmaktan ziyade bir misyonu kabullenmekten, sosyal adaleti tesis etme iradesinden, kısaca sosyal kontrattan kaynaklandığı ve dolayısıyla aktif yurttaş ve eğitimcinin yükümlülüğü olduğu öngörülüyor. Bir kurumun kültürünün ve kimliğinin dokusu, esas olarak kamuya yönelik deklarasyonlarında değil, günlük düzenli uğraşlarıyla örülür. Üniversite düzeyinde bu uğraşlara anlamını veren şey, üniversitenin kendi mensuplarının ufkuna koyduğu ilke ve değerlerdir. Sürekli olarak, alışılmış güvenli patikalara sarılıp kalmak yerine, yeni arayışlara girmemiz ve kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Geleceğe meydan okuyan bir üniversite haline gelebilmemiz, bu koşula bağlıdır. Çevresine, toplumuna ve dünyaya duyarlı ve sorumluluk bilinci gelişmiş öğrenciler, Ege Üniversitesinin yetiştirmeyi hedef aldığı ve kurumsal kimliğini yansıtmak istediği öğrenci tipinin tam da kendisidir. Bu tür bir formasyon, alışkanlıklarımızdan sıyrılmayı, yeni bir eğitim modeli geliştirmemizi gerektirmektedir. Bu modelin anahtarı sosyal sorumluluk kavramıdır. Nitekim XXI. yüzyıl dönemecinde bu kavram, tüm dünyada sanayi kuruluşlarından eğitim, sağlık ve benzeri hizmet kurumlarına kadar çeşitli alanlarda etik bir zorunluluk olarak hissedilmektedir. Çünkü enerji kaynaklarının ve doğal zenginliklerin sınırlı olduğu, çevre kirliliğinin giderek arttığı, küresel sorunların büyük boyutlara ulaştığı bir dünyada, tek tek bireylere ve yaşanan ana odaklı anlayışlar, bir çözüm getirmemektedir. Hepimizi sarıp sarmalayan ve ‘daima yeni hazlar’’ peşine düşüren medyatik tüketim kültürü, hem ulusal, hem de küresel ölçekteki sorunları ağırlaştırmaktan başka çıkış yolu sunmamaktadır. Günümüzde, dünyayla ve toplumla yeni bir ilişki tarzı geliştirmek, her zamankinden daha acil bir sorumluluk olarak beliriyor. Günü idare etmek, “carpe diem” felsefesine sarılmak, güncelde hapsolup kalmak yerine, geçmişten geleceğe uzanan bir perspektife sahip olmamız ve projeler geliştirmemiz büyük önem taşıyor. Zamanın algısı, geçmişe uzanmayıp yaşanan anla sınırlı kaldığında “süre” yok olur; projeler, tahminler ve hedefler belirlenerek geleceğe uzanmadığında ise “vade” yok olur. Arka plansız ve ufuksuz bir zaman, sonuç olarak, insan zihninde sadece olaylarla damgalanan, yani sadece olay olduğunda kavranan ilkel bir zamana dönüşür. Tarih bilinci, sosyal dayanışmanın ve sorumluluk bilincinin zorunlu bir koşuludur. XX. Yüzyıl başlarında cumhuriyetçi teorisyenlerden Bourgeois’nın belirttiği gibi, her birimizin yaşamı, toplumumuzda hazır bulduğumuz bir sosyal sermaye ya da miras üzerine inşa olmuştur; maddi ve manevi planda tükettiğimiz veya yararlandığımız her şey, büyük ölçüde bizden önceki kuşakların tasarruflarıdır. İçinde yaşadığımız köy ve kentler, kullandığımız aletler, yediğimiz içtiğimiz gıdalar, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, davranışlarımızı düzenleyen kurallar, haklarımızı koruyan hukukî çerçeve, moral ve etik norm ve ilkeler, vb. hepsi de hemen hemen tümüyle başkalarının emek ve çabaları sayesinde oluşmuştur. Bu birikimin bilincine varmak, herkesin bir sosyal borcu olduğunu kavramak demektir; bu bilincin yokluğu, sosyal avantajlara sahip olanların “avantajlarını bir hak gibi görmelerini”, dezavantajlı olanlarınsa mağduriyetlerinin yükünü çekmekle kalıp taleplerini gerektiği gibi dile getirememelerini doğurmaktadır; bu bilinç oluşmadığında veya eridiğinde sosyal bağ, sosyolojik dayanağından, moral ve etik temellerinden yoksun kalmaktadır. Cumhuriyeti kuranlara ve bugünlere getirenlere veya genel olarak bizden önceki nesillere bir sosyal borcumuz olduğunun bilincine varmak, soyut bireyler kümesi olmaktan çıkıp “dayanışan” bir ortaklar topluluğu haline gelmenin bir gereğidir. İşletmeler ve sivil toplum kuruluşları gibi, üniversitelerin de sosyal sorumluluğu geliştirme yönünde çaba harcamaları, sosyal bağın çimentosunu pekiştirmeye ve sosyal mukaveleyle bağlı bir yurttaşlar topluluğu oluşturmaya katkıda bulunacaktır. HAZİRAN 2009 31 G MÖ.6500 yıllarında ilk uygarlığı misafir eden, üzerinde üniversitemizin de bulunduğu Bornova Ovası, binlerce yıl öncesinde İzmir kültürünün ve tarihinin doğduğu, dünden bugüne bir çok uygarlığın yaşam alanıdır. 32 eçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de üniversitemiz sayesinde Ege kültürüne ve eğitimine katkısını sürdürmeye devam eden Bornova, 17. yüzyıldan itibaren antik kaynakları rehber alan batılı araştırmacı ve gezginlerin ilgi odaklarından biri olmuştur. Osmanlı devrinde bu bölgenin, verimli bir tarım bölgesi ve bunun yanı sıra yoğun bitki örtüsü nedeniyle bir sayfiye yeri olduğu anlaşılmaktadır. Ovanın su kaynakları bakımından çok zengin olduğu ve bu nedenle ovanın ortasındaki Yeşilova Höyüğü’nün bulunduğu alana “azmak” adı verildiği bilinmektedir. Prehistorik (Tarih Öncesi) dönemde zengin bitki örtüsü ve hayvan kaynaklarıyla uygun çevre koşullarına sahip Bornova Ovası, İzmir’in ilk yerleşimcilerine ev sahipliği yapmıştır. İzmir’in merkezindeki en eski yerleşime ait kalıntılarda, Ege Üniversitesi Kampüsü’nün güneybatısında, Karacaoğlan mahallesi sınırları içindeki Yeşilova Höyüğü’nde bulunmuştur. Yeşilova Höyüğü, sadece İzmir’in değil aynı zamanda Ege Bölgesi’nin de bilinen en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Bornova Ovası, Manda Deresi ve Gökdere gibi birçok derenin taşkınları sonucu zamanla alüvyonla kaplanmıştır. Ova üzerinde alüvyon tabakasının yer yer 4-5 m. kalınlığa ulaştığı anlaşılmaktadır. Kalın alüvyon tabakası zamanla ovada yaşayan toplumlara ait kalıntıların da toprak altında kalarak kaybolmasına neden olmuştur. Sadece daha yüksek yerlerde kurulan Bayraklı, Pınarbaşı, İpeklikuyu, Yassıtepe gibi yerleşimlerin bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Günümüzden 10 bin yıl öncesinde İzmir’in coğrafi yapısı günümüzden oldukça farklıydı; deniz bugünkü seviyesinden 100-120 m. daha aşağıda yer alıyordu ve kıyı kesimi neredeyse İzmir Körfezi’nin dışında başlıyordu. Bu durumda Bornova ovasının, içinde birçok akarsuyu olan zengin doğal kaynaklara ve insan yaşamı için de uygun topraklara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak zaman içinde denizin yükselmesi ve hatta günümüzden 5 bin yıl önce +2 m. seviyesine ulaşması ile derelerin taşkınları, sınırları daralan ovadaki yaşamın yavaş yavaş çamurların altında kalmasına neden olmuştur. Doğal olayların dışında günümüzdeki kent içi yapılaşmalar da toprak altındaki geçmişe ait kalıntıların ortadan kalkmasını hızlandırmış uygarlıklara ait izlerin bulunması tesadüflere kalmıştır. Bornova Ovası’nda 2003 yılında toprak çekmek için yapılan bir hafriyat, çamurun altındaki geçmişin örtüsünün aralanmasına, eski uygarlıklara ait ilk ipuçlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bir dizi bürokratik işlemin ardından ne kadar kalıntı bulacağımızı tam olarak bilmememize karşın hiçbir parasal destek olmadan burada bir kazı yapmaya karar verdik. Yeşilova Höyüğü’ndeki kurtarma kazısı ısrarımız 2005 yılı Haziran ayında sonuçlandı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün onayı ile Yeşilova Höyüğü kazılarına 2005 yılı Ağustos ayında başlanmıştır. Kazı çalışmaları bilimsel başkanlığımızda İzmir Arkeoloji Müzesi – Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ortak çalışması olarak gerçekleştirilmiştir. Kazı çalışmalarının başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan buluntular İzmir’in geçmişine ait ilk bulgulardı ve bunlar Üniversitemizin Arkeoloji Bölümü öğrencilerinin emeğinin ilk sonuçlarıydı. Üniversite hastanesinin hemen arka kesiminde yer alan bu alanda kız ve erkek öğrenciler yaz sıcağına rağmen kazma kürek çalışarak çamurun içindeki geçmişi ortaya çıkarmaya başladılar. Bu aşamadan itibaren Üniversite Rektörlüğümüz ve Büyükşehir Belediyesi yetişerek çalışmaları desteklemeye, temel ihtiyaçlarımızı gidermeye başladılar. Elli kadar öğrencinin görev aldığı ve öğrenci kazısı niteliğinde başlayan çalışmalarımız kurumlarımızdan aldığımız destek ve güçle 2006 yılında da devam etti. Bu şekilde başlayan Yeşilova Höyüğü kazı çalışmaları ilk bulgularla birlikte İzmir Kent tarihinin başlangıcını 5 değil en az 8500 yıl öncesine götürmüştü. Bu aşamadan sonra Yeşilova Höyüğü yapılan yayınlarla yurt içinde ve dışında tanınmaya başlamıştır. Kısa süreli kazı çalışmalarının yeterli olmayacağı, daha uzun süreli bir kazının gerekli olduğu anlaşılmıştır. Bu amaçla yapılan başvuruyla Yeşilova Höyüğü’nün 2008 yılından itibaren Bakanlar Kurulu Kararı ile Ege Üniversitesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı adına başkanlığım altında kazılmasına karar verilmiştir. Böylece Yeşilova Höyüğü kentimizin geçmişin incelenebileceği tarih öncesi döneme ilişkin bir ören yerine dönüştürülmüştür. Höyüğün tabakalanması ve kültür dönemleri Yeşilova Höyüğü günümüzde ova seviyesinin altında kalmış, üst üste binlerce yıl içinde yerleşilmeye devam edilmiş höyük tipi bir yerleşimdir. Farklı alanlarda gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucunda yerleşimin boyutları kısmen saptanmıştır. Yeşilova Höyüğü’nde yapılan çalışmalar sonucunda üç farklı kültürün burada en az 4-5 bin yıl süresince yaşadığı anlaşılmıştır. Yeşilova’nın bütünüyle alüvyon altında kalmasıyla ovadaki yaşam hemen yakınındaki Yassıtepe (Forum Bornova’nın karşısı) ve İpeklikuyu (Bornova Anadolu Lisesi) höyüklerinde devam etmiştir. Ovanın ortasında İzmir’in tarihinin ortaya çıktığı, içinde Yeşilova Höyüğü’nün yer aldığı 800 m. çapındaki bu alan “İzmir’in Prehistorik Yerleşim Alanı”dır. Yeşilova Höyüğü’ne 3 farklı kültür süreci içinde yerleşilmiştir. Buna göre Höyük’teki ilk yerleşim toprak yüzeyinden 4m. derinde III.Kat (1-8. tabakalar) adı verilen tabakada günümüzden en az 8500 yıl önce Neolitik Çağ’da başlamıştır. Yeşilova Höyüğü’nde Neolitik kültür olasılıkla doğal nedenlerle MÖ. 5800-5700 yıllarında yerleşimi terk etmiştir. Yaklaşık 1000 yıl sonra alan, bu kez dışardan HAZİRAN 2009 33 gelen yeni bir halk topluluğunun kısa süreli yerleşimine sahne olmuştur. Kalkolitik Çağ adı verilen günümüzden 6 bin yıl önceki bu dönem, Höyüğün II. Kültür katını oluşturur. Kalkolitik Çağ’ın ardından yerleşim alanı tümüyle terk edildikten sonra Yeşilova Höyüğü’nün bir bölümünün günümüzden 5 bin yıl önce, Erken Tunç Çağ mezarlığı olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Manda deresi ve Gökdere’nin neden olduğu seller bu alana yerleşimleri engellemiş, ancak kısa süreli de olsa aynı alan Geç Roma –Erken Bizans döneminde, günümüzde olduğu gibi çiftlik ve bahçelik olarak kullanılmaya devam edilmiştir. En alt seviyeden itibaren saptanan buluntular, yerleşimin Ege ve Güneydoğu Avrupa kültürünün gelişimine katkıda bulunan topluluk tarafından kurulduğunu göstermektedir. Kazılar sırasında bulunan pişmiş toprak mühürler Yeşilova Höyüğü’nde yaşayanlara ait mülkiyet ve toplumsal organizasyonun birer sembolü niteliğindedir. Buluntular İzmir’e ilk yerleşen toplulukların günlük yaşamı ve sosyal yapısına ilişkin önemli bilgiler kazandırmıştır. Örneğin bu toplumun kadını ve doğadaki bazı hayvanları kutsallaştırarak, onların niteliklerini simgesel eşyalar şeklinde tapınma objeleri haline getirdiğini öğrenmekteyiz. 34 Kuşkusuz ilginç verilerden biri de beslenmelerine ilişkindir. Yeşilova Neolitik toplumu kıyıdan ve kıyıya yakın alanlardan midye türü çift kabuklu ve deniz minaresi, salyangoz gibi tek kabukluları toplayarak yemişlerdir. Bunun dışında aynı toplum büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği yapmış olmasına karşın, çevreden elde ettikleri domuz, geyik gibi yabanıl hayvanları avladıklarını ve bunları yediklerini de biliyoruz. Yeşilova Neolitik toplumu yerleşik düzenin gereği tarım da yapmıştır. Topraklardan alınan örnekler buğday, mercimek ve arpa yetiştirdiklerini göstermiştir. Yeşilova neolitik toplumunda işlik ve üretim Metalin bilinmediği bu dönemde Yeşilova toplumunun üretimde kullandıkları başlıca maddeler taş ve kemik olmuştu. Kemik, yetiştirdikleri ve avladıkları hayvanlardan kolaylıkla elde ettikleri hammaddeydi. Hayvanların kol, bacak ve kaburga kemikleri ile boynuzları usta ellerde şekillenerek bir alete dönüştürülebiliyordu. En basitinden kemiklerin ucunu sivrilterek deri giysilerini işledikleri deliciler yapabiliyorlardı. Deriyi işlemede kullandıkları ve ucuna kesici bir taş yerleştirdikleri aletin sapı da kemiktendi. Kemik kimi zaman kendinden daha sert olan taşların alete dönüştürülmesine de yardımcı oluyordu. Zira Yeşilova toplumunun üretimini yansıtan somut bulgulardan birini çakmak taşlarının işlendiği atölyeler oluşturur. Yakın çevreden getirdikleri çakmaktaşı ve daha uzak kaynaklardan getirttikleri obsidyen, atölyelerde taş ve kemiklerin yardımıyla bir silaha, kesici ya da delici alete dönüştürülmüştür. Buluntular, taş alet, araç ve eşya endüstrisinin gelişmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Büyük çoğunlukla çakmaktaşından yapılmış yontma taş aletler, okucu, dilgi, kesici, kazıyıcı, delgi gibi çeşitli tiplerdedir. bir arkeolojik parka dönüştürmek amacındayız. Böylece Yeşilova’da çevresi kötü görünümden kurtarılmış, kent kültürü için yeni bir sergileme alanı kazandırmak istiyoruz. Bornova Belediyesi’nin desteğiyle bu alanda yapılacak çalışmalarla, İzmir ve Bornova’nın tarih öncesi dönemden günümüze geçirdiği süreci, aktif olarak sergilemek temel amaçlarımızdan biridir. Kampüsümüzün yanındaki bu alanı Nükleer Bilimler Enstitüsü, Edebiyat, Ziraat, Fen ve Eğitim Fakültelerinin farklı bilim dallarının her zaman çalışabileceği açık bir laboratuvara dönüştürmek amacındayız. Başta Arkeoloji bölümümüz olmak üzere her yaşta öğrencinin eğitim görebileceği bir arkeolojik alan oluşturmak ve burada yapılan çalışmaları toplumla paylaşmak istiyoruz. Bu amaçla Ege Üniversitesi, Bornova Belediyesi ve İsveç Kalmar Kent Müzesi işbirliğini içeren “Tusenet” projesi kapsamında aynı alanda kuracağımız bir “Neolitik Köy” içinde “Zamana Yolculuk” gerçekleştireceğiz. Arkeolojik alanda, suni olarak hazırlanan arkeolojik parkta ve gerçeğine benzer Neolitik köyde aşamalı olarak gerçekleştirilecek olan tarihi yaşatarak öğreten bir proje hazırlamaktayız. Arkeolojik alanla bütünleştirilen bu projenin amacı, İzmir’in tarihi önemini vurgulamak ve tanıtımını yapabilmektir. Bunun için; • M.Ö. 6500-6000 yıllarına ait İzmir’in ilk yerleşimi, Yeşilova Höyüğü kazı çalışmalarından elde edilen bulgular yardımıyla aslına uygun canlandırılacaktır. • Eğitime destek vererek ve özellikle ilköğretim grubu öğrencilerinin köy içinde gerçekleştirecekleri günlük aktivitelerle tarihi yaşayarak öğrenmesi sağlanacaktır. • Arkeoloji bilimi ile toplumu buluşturma hedeflenmiştir. Böylece toplumun tarihi değerlerimizi sahiplenmesi sağlanacaktır. • Proje İzmir şehrinde ekonomik kalkınmaya katkı sağlayacak ve Bornova’yı çekim merkezi yapacak, alanı yerli ve yabancı turistler için “yaşayan tarihi alanlar” haline getirecektir. Böylece üniversite-belediye-eğitim kurumlarını arkeoloji bilimi yardımıyla Yeşilova Höyüğü’nde bir araya getirip toplumun eğitimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. • Bu amaçla sürdürdüğümüz çalışmalar sonucu daha şimdiden Yeşilova Höyüğü ve çevresi “İzmir ve Bornova’nın Tarih Öncesi Kültürünün Sergileneceği Özel Proje Alanı” olarak ilan edilmiş, tarihi, toplum için “yaşayan” bir kavram haline getirmek ve şehirdeki vatandaşlar arasında tarihi alanlara karşı bağlılık ve anlayış geliştirmek için önemli bir adım atılmıştır. (www.yesilova.ege.edu.tr) Gelecekte Yeşilova Höyüğü Yeni dönem kazılarıyla Yeşilova Höyüğü’nü ve kazı bulgularını çağdaş bir anlayışla tanıtıp sergileyebileceğimiz, toplumun farklı kesimlerini eğitip bilgilendirebileceğimiz Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Bornova Belediyesi’nin ortak olarak çalışmalarını yürüttüğü “Zamana Yolculuk” projesi Yeşilova Höyüğü kazısında başladı. İzmir’in tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren höyükte ilköğretim öğrencileri tarihi yaşayarak öğrendiler. Proje kapsamında ilk olarak Işıkkent Eğitim kampusü 6. sınıf öğrencileri höyüğe geldi. Proje yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin, yapılan çalışmalar hakkında bilgi vererek, “Amacımız, İzmir’in ilk kuruluş yerini ilköğretim düzeyinde öğrencilere görsel özellikleri de katarak anlatabilmek, dahası o ortamı yaşamalarını sağlamak. Bugün projemizin ilk deneysel adımlarını atıyoruz ve gördük ki doğru yoldayız. Asıl uygulamamız yaz aylarında. İzmir’deki tüm ilköğretim altıncı sınıf öğrencilerine yönelik olacak” dedi. Öğrenciler kazı çalışmalarından sonra üzerlerine deri giysileri giyip günümüzden 8 bin 500 yıl öncesini yaşamaya başladılar. Taşların üzerinde öğüttükleri buğdaydan ekmeklerini ve yemeklerini hazırladılar. Günlük yaşam içinde en çok heyacan duyarak yaptıkları işlerden biri taşlarla kesici, bıçak, orak gibi aletler yapıp , buğdayları biçmek için kullanmaları, kilden takılar yapıp onları pişirmeleriydi. Neolitik yaşam sembolik bir av töreni ile son buldu. HAZİRAN 2009 35 Futbolla ilgilendiğini söyledin, peki masa tenisi dışında başka bir sporla ilgilendin mi? Masa tenisine başladıktan sonra ilgilenmedim. Ama ilkokul birinci sınıftayken bir sene kadar tenis oynamıştım. Onun dışında başka sporla ilgilenmedim. Engelli sporcu sayısının artması, ailelerin ikna edilmesine bağlı Ç in’in başkenti Pekin’de düzenlenen 2008 Paralimpik Oyunları’nda masa tenisinde bronz madalya kazandı. 2003 yılından bu yana Bedensel Engelliler Federasyonu’nun branşla-rından biri olan masa tenisi milli takımında oynuyor. 2003 yılında Avrupa 3’üncülüğü, 2004 Atina Paralimpik Oyunları’nda 5’inciliği, 2006 Dünya Şampiyonası’nda 4’üncülüğü, 2007 yılında Slovenya’da yapılan Avrupa Şampiyonası’nda 1’inciliği ve pek çok açık turnuvada 1’inciliği bulunuyor. Aynı zamanda engelli olmayan sporcuların da yarıştığı Türkiye Süper Ligi’nde Eskişehir Çağfen Spor 36 Kulübü’nün bir oyuncusu. Tüm bu başarıların sahibi bir Egeli -Neslihan Kavas-. Doğuştan kalça çıkığı olmasına rağmen masa tenisi ile profesyonel olarak ilgilenen ve çok sayıda başarı yakalayan Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencisi Neslihan ile başarılarını ve engellilerin yaşama katılımını konuştuk. Bu kadar küçük yaşta masa tenisine ilgin nasıl oluştu? Masa tenisine başlamam ailemin beni elimden tutup spor salonuna götürmesiyle başlamadı. DSİ lojmanlarında oturuyorduk. Engelli bir sporcu olarak bir spor dalı ile ilgilenmenin zor yanları neler? Ben en azından merdiven çıkabiliyorum. Diğer tekerlekli sandalyedeki arkadaşlarımıza göre durumum daha iyi. Ama bir gözlemci olarak diğerlerinden bahsedecek olursam, örneğin engellilerin bırakın spor yapmalarını, dışarı çıkmaları bile çok zor. Öncelikle ailelerin eğitim düzeyi önemli tabii. Çocuğunu evden dışarı çıkarmak istemeyen, bedendeki engelin bir utanç kaynağı olduğunu düşünen bir çok ailemiz var. Tabii bu durum toplumun bakış açısından da kaynaklanıyor. Aile çocuğunu dışarı çıkarma aşamasını geçerse, bu sefer de dışarıdaki şartlar zorluyor. Örneğin, tekerlekli sandalye kullananlar için kaldırımlar başta olmak üzere çok sayıda engel var. Tamam kaldırımı da geçtim, bu sefer spor salonuna geliyor çocuk. Spor yapmaya kadar gidiyor. Ancak spor salonundaki fiziki şartlar uygun mu? Salonun lavabosu, girişi uygun mu? Bir çok engel var anlayacağınız. Yani öncelikle ailelerin ikna edilmesi ve bu engellerin de ortadan kaldırılması gerekiyor. Genç nüfusa sahip olan bir ülke olmamıza rağmen Türkiye’nin olimpiyat oyunlarında fazla madalya alamamasını neye bağlıyorsun? Doğru sporcu seçiminin yapılmadığını düşünüyorum. Kimse çocukluktan itibaren bizi spora yönlendirmiyor. Herkesin profesyonel anlamda olmasa da yapabileceği bir spor branşı olduğunu düşünüyorum ancak yeteneklerimiz bize fark ettirilemiyor. En basitinden beden eğitimi derslerinde herkese ‘takla nasıl atılır’ öğretilir, bunun yerine her öğrenciye yönelik hangi spora yatkınlığı olduğunu ölçen ve değerlendiren testler uygulanabilir. Bir de anneler, babalar çocuklarını yaz okullarına götürüyorlar. Ama çocuğa sormadan böyle bir karar alıyorlar. Veya çocuğa sorsalar bile belki çocuğun o spor dalında bir kabiliyeti yok. Yani çocuğun yetenekleri doğrultusunda bir spor dalı seçilemiyor. Başlıca sorun bu bence. “Olimpiyat hazırlıkları dört yıla yayılmalı” Daha sonra devletin spora bakış açısına bakarsak. Örneğin 2008 olimpiyat oyunlarında bir sene öncesinde hazırlıklara başlandı. Aslında bu süreç dört sene. İki olimpiyat oyunu arasında 4 sene var. Çalışma ortamı ve programı 4 seneye yayılmıyor. O yüzden beklenen sayıda madalyayı da göremiyoruz. Yani disiplinli bir çalışmanın olmaması ve küçük yaştaki çocukların yeteneklerinin fark edilmemesi sorunu var. Özellikle küçük yaştaki çocukların yetenekleri-nin belirlenmesinde devletin daha etkin bir rol oynaması gerekiyor. Üniversitemizin masa tenisi takımındasın, son aldığınız başarılardan bahseder misin? Milli takım ve kendi kulübüm dışında her sene düzenlenen Üniversiteler Türkiye Şampiyonası’na da Ege Üniversitesi adına katılıyorum. Bu yıl Amasya’da yapılan Üniversiteler Türkiye Şampiyonası’nda takım olarak ikinci olduk. Finalde Anadolu Üniversitesi’ne 3-1 yenildik. Ferdilerde ise birinci oldum ve takım arkadaşım Gülin ve Şahika üçüncü ve dördüncü oldular. Bu benim için bir nevi jübile oldu. Son sınıftayım ve bu sene okulum biterse önümüzdeki yıllarda üniversite takımında yer alamayacağım. Antrenman programın nedir? Haftada kaç gün antrenman yapıyorsun? Derslerin yoğunluğuna, ders programına bağlı olarak haftada en az iki gün antrenmana gitmeye çalışıyorum. Bir de DSİ’de yapıyorum antrenmanlarımı, mesela benim hafta sonu boş zamanım olsa bile onların antrenmanları olmayabiliyor. Hem ona bağlı hem de derslere bağlı. O yüzden değişebiliyor. Yazın daha fazla oluyor tabii. Kamplarla birlikte tempo artabiliyor. Peki yurtdışındaki rakiplerinle aynı koşullarda mı çalışıyorsun? Diğer ülkelerde olimpiyatlara hazırlanmak isteyenlere daha fazla imkan sağlandığını söyleyebilirim. Mesela Almanya’dan tanıdığım öğrenci veya bir işte çalışan oyuncu arkadaşlarım var. Bir yıl okulu ya da işlerini donduruyorlar. En azından devlet böyle bir hak veriyor. Buradaysa ben hem Arkadaşlarla DSİ’nin futbol sahasında futbol oynuyordum ve tek kız çocuğu da bendim. Sonra DSİ’nin antrenörü Ziya Hoca futbol oynarken beni farketmiş ve uzun süre izlemiş. Maçtan sonra beni yanına çağırdı ve ‘masa tenisine başlamak ister misin’ diye sordu. Ben de şaşırdım. Küçüğüm, daha o zamanlar ilkokula gidiyorum. ‘İstiyorsan gel bak burada başka arkadaşların da var. Oynamak istersen yarın gel çalışmaları izlersin’ dedi. ’İstersen devam edersin istersen gelmezsin’ diye teklifte bulundu. Ben de ‘peki’ dedim. Ertesi gün de gittim. İşte o gün bugündür de bırakmadım elimden raketi. HAZİRAN 2009 37 ayağına gelecek sporcuyu beklemektense, onlar engelli arkadaşların ayağına kadar gidiyorlar. Bu başlangıç ile şu an dünyanın en genç bedensel engelli masa tenisi takımı Türkiye’nindir. Bunun yanı sıra bence Türkiye’de böyle bir okulun varlığı da tartışılmalı. Neden “Ortopedik Engelliler Okulu”! Neden bu okulda okuyan çocuklar bedensel engeli bulunmayan çocuklarla bir arada okuyamıyor? okuluma devam ediyorum hem de antrenmanlarıma devam etmeye çalışıyorum. Ancak yaz döneminde üç ay yoğun ve sürekli antrenman yapabiliyoruz. O yüzden imkanların yetersiz olduğunu düşünüyorum. Eğitim ile bir sporu profesyonel olarak sürdürmenin zorlukları neler? Kimi zaman sosyal yaşantınızdan, kimi zaman aile yaşantınızdan ödün vermek zorunda kalabiliyorsunuz. Havaalanlarında ders çalıştığımı biliyorum. O yüzden biraz da kişinin kendisine kalmış. Yani istenirse bu zorluklar da aşılabiliyor tabii. Pek çok müsabakadan derece ile ayrıldın. Çin’de de dünya üçüncüsü oldun. Bu başarıyı nasıl yakaladın ve engelli sporculara söylemek istediğin bir şey var mı? Dediğim gibi istemek, özveri, doğru kişilerle ve doğru yöntemlerle çalışmak...Aslında hepsinden önemlisi engeli düşüncelerinizde ve kalbinizde yaşamamanız. Sadece engelli sporculardan değil de tüm engelli arkadaşlarımdan dileğim evlerinden çıkıp topluma karışmaları ve kendilerini engelletmemeleri. Bunun gerçekleşmesi bir başarıdan daha önemli. Paralimpik oyunlarından bahseder misin? Bedensel engelliler masa tenisi branşından biraz bahsedeyim isterseniz. Öncelikle tekerlekli sandalye ve ayakta olmak üzere 2’ye 38 ayrılıyor. Müsabakalarda ayaktakiler ve tekerlekli sandalyedekiler ayrı yarışıyor. Bu ayrımdan sonra engelin derecelendirilmesi yapılıyor. Görevli fizyoterapist ve doktorlar eşliğinde klasifikasyon yapılıyor. Tekerlekli sandalyedeki oyuncular 1’den 5’e kadar (1’den 5’e doğru engel düzeyi azalıyor, yani yapabilirlik artıyor), ayaktaki oyuncular ise 6’dan 10’a kadar (yine sayı arttıkça engel düzeyi azalıyor) sınıflandırılıyor. Benim oynadığım engel grubu 9. klas. Dünyanın en genç engelli masa tenisi takımı Türkiye’den 2008 Paralimpik Oyunları’na Türkiye’den 16 sporcu ile katıldık; 8 bayan 8 erkek. Masa tenisi branşında bir tek ben katıldım. İlerleyen dönemde daha fazla sporcu ile katılmayı hedefli-yoruz. Bu yönde de alt yapı çalışmaları gerçekten çok iyi gidiyor. Ankara’da bulunan Doğan Çağlar Ortopedik Engelliler Okulu’ndaki öğrencilerin çoğunluğunu oluşturduğu bir takımla çalışılıyor. Başta da belirttiğim gibi doğru sporcu seçimi önemli ve bu yüzden milli takım antrenörlerimiz de durup Olimpiyatlardaki izlenimlerin neler? Çin’deki organizasyon çok güzeldi. Kapanışta 2012 Londra Olimpiyatları organizasyon komitesinin başındaki insan bile ‘Biz bu kadarını yapamayız’ dedi. İnsan gücünü çok iyi kullanmışlardı. Her yerde gönüllüler vardı. Öğrenci ve gençlerin yanı sıra ülkede zengin kesim, iş adamları bile gönüllü olmuştu. Zengin bir iş adamını şoför olarak görebiliyordunuz. Çok etkilendik. Resim 1 Sanatçının Otoportresi, karton üzerine pastel, 34,8x25,5 cm. The Art Museum, Princeton University. O smanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca Batı dünyasının gözündeki gizemli çekiciliğini korumuş, sayısız gezgin ve sanatçı için zengin bir kaynak, adeta bir masal dünyası oluşturmuştur. Avrupalı sanatçılar, kendilerine tamamen yabancı buldukları Doğulu’nun yani “öteki”nin yaşamını aksettiren giyim ve dekorasyon eşyalarına özellikle önem vermişler, yeni konular ve modeller keşfetmek için Doğu’ya yönelmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, Batılı’nın gözünde Doğu’nun daha kolay ulaşılabilen yüzünü oluştururken, Osmanlı figürü ise genel anlamda Doğu imgesini ve İslam dünyasını kişileştirmiştir. Bu figür, sarığı, kaftanı ve sert ifadesi ile bir yandan korku ve tehdit uyandırırken, diğer yandan bütünüyle yabancı bir kültüre duyulan merak ve ilgiyi de yansıtmaktadır. Batılı’nın “Doğu düşlemi” 19. yüzyılda en güçlü dışavurumunu yaşarken, çarpıcı tarihsel gelişmeler de bu eğilimin belirginlik kazanmasına katkıda bulunmuştur. 19. yüzyıl boyunca Avrupa dış politikasında önemi giderek artan Doğu, konu arayışı içinde olan Avrupalı sanatçılar için de eşi bulunmaz bir kaynak, özgün bir renk ve biçim dünyası oluşturmuş, birçok sanatçı, yaşadığı toplumun tekdüzeliğinden ve kurallarından kaçarak bir maceraya atılmıştır. 19. yüzyılda bir bilim dalı olarak gelişen Oryantalizm’e ilk başlarda Doğu insanının din, dil, kültür ve tarih açısından incelenmesi anlamı yüklenmişse de, yüzyılın ortalarına doğru Doğu’yu konu alan bir resim türünü ifade etmeye başlamıştır. Üslup olarak farklılıklar gösteren Or- yantalist sanatçıların ortak özellikleri, ele aldıkları konulardır. 19. yüzyılda çeşitli yollarla Doğu’ya seyahat etme olanağı bulmuş sanatçıların çokluğu dikkati çeker. Bu geziler, dönemin sanat ortamına önemli bir canlılık kazandırmış, hatta Doğuya hiç gitmemiş sanatçılar dahi, giden kişilerin gravür ve notlarından, anlatımlarından yararlanarak, kimi zaman da kafalarındaki Doğu imgesini açığa çıkaran hayal ürünü resimler yaparak Oryantalizm rüzgârına kapılmışlardır. Bu sanatçılardan biri de “Doğunun Kâşifi” olarak adlandırılan Fransız ressam Alexandre Gabriel Decamps’dır (1803–1860) (Res. 1). 19. yüzyılın ilk yarısının en başarılı ve ünlü sanatçılarından biri olan Decamps, Oryantalist okulun önde gelen isimlerinden biridir. Decamps, 3 Mart 1803’te, Paris’te varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. 1813-1816 yıllarında kırsal yaşamı tanıması amacı ile Picardy’ye gönderilen küçük Alexandre Gabriel, burada yaşamı boyunca onu etkileyecek olan bir açık hava sevgisi kazanmıştır. Paris’e döndüğünde, mimari konulu sahneler betimleyen yerel ressam Etienne Bouhot ile çalışan Decamps, daha sonra Neoklasik ressam Jacques Louis David’in öğrencisi olan Abel de Pujol ile de 1818-1819’da birlikte çalışmış ancak çok geçmeden akademik düzenin tekdüzeliğinden sıkılarak geleneksel resim tekniklerinde tam olarak ustalaşmadan ayrılmıştır. Ingres hayranı olan, Murillo ve Rembrandt’ı takdir eden Decamps’ın, 1822-1823 yıllarında L’Album dergisi için taşbaskılar ve Restorasyon Dönemi’nin politikalarını eleştiren karikatürler yaptığı görülür. 1824’te Delacroix ile tanışan ve sonraki birkaç yılını bir yandan resim çalışmalarına Resim 2 Çubuk İçen Türk Kadın, kâğıt üzerine suluboya ve guaj, 14,8x10,6 cm. Sterling and Francine Clark Art Institute, Massachusetts. HAZİRAN 2009 39 Resim 3 İzmir - Manisa Yolunda Türk Muhafızlar, 1833, tuval üzerine yağlıboya, 91x155 cm. Musée Condé, Chantilly. diğer yandan da İsviçre ve Güney Fransa gezilerine harcayan Decamps için 1827, mesleki kariyeri açısından önemli bir yıl olmuştur. Bu tarihte ressam, iki çalışması ile ilk kez Salon’da yer almıştır. Bunlardan biri olan Yeniçeri (Wallace Collection, Londra) ressamın Yakın Doğu gezisinden önceye tarihlenir. 1828 yılı ise Decamps için bir dönüm noktası olmuş, kendisine Doğu’nun kapılarını açacak bir fırsat yakalamıştır. 1827 yılında Osmanlı ve Mısır donanmalarının, İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları karşısında yenilgiye uğradığı Navarin Savaşı’nın anısına yapılacak olan bir tabloda, deniz ressamı Ambroise Louis Garneray ile birlikte çalışmak üzere görevlendirilen Decamps, bir süre sonra bu görevden ayrılarak rotasını Yunanistan’dan Anadolu’ya çevirmiş ve bu yolculuk sırasında Kuzey Afrika’yı da ziyaret etmiştir. 1828 yılı Şubat ayında İzmir’de (Smyrna) bir atölye kuran ressam, bir daha Doğu’ya hiç gitmemesine rağmen, yapmış olduğu bu tek geziye ait izlenimlerini uzun meslek yaşamı boyunca tekrar tekrar kullanmıştır. Ertesi yıl Paris’e döndüğünde Türkiye’deki günlük yaşamı anlatan bir litografi albümü yayımlayan Decamps, dikkatleri 1832 Salonu’nda, aralarında Türk Devriyesi (1831, Wallace Collection, Londra.) adlı çalışmanın da sergilendiği yedi eserle çekmiştir. Bu resimlerin bir bölümünde Türk askerlerini, Türk çocuklarının yer aldığı canlı sahneleri, loş dükkânları içindeki tüccarları, geri kalan bölümünde ise manzaralar ile Kutsal Kitap öykülerini ele almıştır. Eleştirmenler tarafından döneminin büyük sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve meslektaşlarının saygı ve beğenisini kazanmış olan Decamps, 1855’te düzenlenen Exposition Universelle’e retrospektif bir sergi ile katılmak üzere davet edilen bir kaç sanatçıdan biridir. Bozulan sağlığı nedeniyle çekildiği Fontainebleau ormanında, erken konularını yineleyerek zaman geçirmiş ve 1860’da attan düşmesinin ardından rahatsızlanarak yaşamını yitirmiştir. Sanatçının geç tarihli eserlerinin büyük bir bölümü, 1871 Paris Komünü sırasında dul eşinin oturduğu evin tahrip edilmesi nedeniyle kaybolmuştur. Decamps’ın 40 sanat yaşamında en önemli desteği Duc d’Aumale (Henry d’Orléans; koleksiyonu bugün Musée Condé, Chantilly’dedir.) ve IV. Marquess of Hertford Richard (koleksiyonu bugün Londra’da bulunan Wallace Collection’ın çekirdeğini oluşturmuştur) idi. Decamps’ın sanat yaşamı boyunca üslubunda önemli bir değişim meydana gelmemesi, eserlerinin tarihlendirilmesinde güçlüklere neden olmuştur. 19. yüzyıl ortalarında Fransız resmine egemen olan Realizm’e de ilgi göstermeyen ressamın, kendini tekrarladığını düşünen hayranları ona duydukları ilgiyi yitirmişlerdir. Decamps’ın yaşadığı dönemdeki popülerliği bugün ne yazık ki yoktur ve Romantik dönemi inceleyen bilim adamları tarafından çoğu kez atlanmış bir sanatçıdır. Gerçekçiliği ve günlük sahnelerdeki yalınlığı ile ilgi çeken Decamps’ın üslubunda asıl ağır basan taraf, ışık oyunlarında gösterdiği ustalıktır. Sanatçı, karakteristik üslubunda ağır bir impasto tekniği kullanmış, hayranı olduğu Rembrandt tarzı koyu kahverengilerle parlak ışığı birlikte ele almıştır. Decamps’ın Doğu yorumunda, zengin kahve tonları ile siyahlar, fildişi ve beyazlarla güçlü bir karşıtlık oluşturur. Doğu’nun sıcak iklimi, kendini gizlemeyen yakıcı güneşi ve cıvıl cıvıl hareketli yaşamı Decamps’ın ışık oyunları için bulunmaz bir ortam oluşturmuştur. Decamps’ın Doğu konulu resimlerinin onun başarısının özünü oluşturduğu düşüncesini taşıyan Théophile Gautier ise, ışığı kullanımı ile ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır: “…Decamps, bir ayırım yapmadan güneş gibi her şeyi yaldızlıyor, parlatıyor… bir insanın yüzü, bir maymunun burnu ya da bir atın sağrısı… O dokunduğu her şeyin canlanacağını çok iyi biliyor…”. Oryantal resimler Gautier’ye göre, henüz bozulmamış büyülü ve yabansı bir dünyayı bozulmadan önce ölümsüzleştirme gayretindedir. Gautier, bu konuda şöyle der: “…Sanatçılar, yakında bizim düz ve çirkin medeniyetimizin önünde bu pitoresk barbarlığın kaybolacağını önsezerek portreleri arttırma isteği ile gayret gösteriyorlar. Yirmi yıl içinde, atalarının hangi kostümleri taşıdığını öğrenmek isteyecek Türkler, bunları Decamps’ın tablolarında bulacaklar.” Decamps’ın Çubuk İçen Türk Kadın (Res. 2) adlı çalışması da bunlardan biridir ve büyük bir Resim 4 - Türk Okulu’nda Ders Çıkışı, 1836, tuval üzerine yağlıboya, 66x89 cm. Musée du Louvre, Paris. olasılıkla İzmir dönemine ya da burada edindiği bizzat Türkiye’de yaşadığından, Doğu resimlerinde doğal halleriyle göstermiştir. Bir Türk Okulu’nda izlenimleri kullanarak oluşturduğu daha geç bir ta- Ders Çıkışı (Res. 4) adlı çalışmasında, ders onun yalnızca orijinal renklendirme tekniği değil, rihe aittir. Resimde, sedirde oturmuş çubuk içmekte bitiminde coşku ve aceleyle adeta birbirlerini gerçeğin ifade edilmesi de beni etkiledi……Ben olan genç bir kadın betimlenmiştir. Bu çalışmanın, sanatta bir doğaüstücüyüm. Sanatçının, modellerezercesine çıkmaya çalışan Türk çocukları görülür. gerek kompozisyon gerekse renk açısından inin tamamını doğadan bulamayacağına inanırım, Kapıdan dışarı taşan çocuk kalabalığının ardında neredeyse kopyası olan bir diğer örnek ise Musée daha doğrusu en önemli modelleri onun ruhunda karanlığın içinde duran beyaz sakallı hoca dikkati du Louvre, Département des Arts Graphiques’de açığa çıkar…” çeker. Decamps’ın üslubunda dikkati çeken ve bulunmaktadır. Bu dönemde Avrupa’nın Burada görülen Doğu’ya bakışı çoğu zaman model, 19. yüzyılda güçlü bir taraf tutmanın İzmir’e gelen bir gezginin ve sömürgeci emelanlatımlarındaki Rum lerin etkisinde kalmış ve kadınların giysilerini akla çoğu zaman güçlü önyargılar getirir: “…İzmir’de Rum taşımıştır. Bu önyargıları ve kadınların, ‘taktiko’ diye taraflı bakış açısını yansıtan adlandırılan başlıkları, Oryantalist çalışmalarla pek çok Avrupalı karşılaştırdığımızda, Türk kadın tarafından da toplumu içinde belirli bir süre benimsenmiştir. Başlık, yaşamış olan Decamps’ın, bu esasında al renkli yuvarlak etkiyle mi, yoksa kendi bakış bir keptir ve başta bunun açısından kaynaklanan bir üzerine iki defa sarılmış farklılıkla mı bilinmez; eserbir saç örgüsüyle durur. lerinde tüm bu önyargılardan Örgüler arasından da ve taraf belirtme kaygısından başlığın al rengi kendini uzak durduğu görülür. gösterir. Başlığın arkası Özetle, Alexandre Gabriel altınla işlenmiş kartal, Decamps, kısa süreli de olsa Resim 5 - Kaplumbağa İle Oynayan Türk Çocuklar, 1836, tuval üzerine yağlıboya, 72x91 cm. Musée Condé, Chantilly. yıldız ya da başka bir içinde yaşadığı bu toplumun desenle süslenmiştir. yaşamını sıcak dokunuşlarla Bu başlığın ortasından ipekten mor bir püskül ele almış, eserlerinde Doğu’ya, yani “öteki”ne daha eleştirmenler tarafından olumlu yorumlara neden sarkıtılır. Bu püskül bazılarında gümüştendir ve içten, daha sıcak bir bakışla yaklaşmıştır. olan ışık ve gölge kullanımı burada da kendini epey değerlidir. Altından yapılmış olanları ise çok gösterir. Yapının açık renkli cephesinden yansıyan çok pahalıdır. Göğüs kısmı açık, dar kollu, mor güçlü ışık, sahnenin sol tarafındaki yüksek işlemeli ceket de hem Rum hem de Frenk kadınları avlu duvarının gölgesi ile belirgin bir karşıtlık tarafından çok giyilmektedir. Özellikle dışarıdan oluşturmaktadır. gelen bir Avrupalı gözü için bu kıyafetin çok yeni ve Decamps’ın Türk çocuklarına yer verdiği bir l Baudelaire, Charles, The Mirror of Art Critical Studies, Trans. and ed. Jonathan Mayne, Phaidon, New York 1955. ilginç bir görünümü olduğu söylenebilir…” (Francis diğer çalışma ise Kaplumbağa ile Oynayan Türk l Beyru, Rauf, 19. Yüzyılda İzmir’de Yaşam, Literatür, Hervé, A Residence in Greece and Turkey, London Çocuklar’dır (Res. 5). Samimi bir doğallık ve canlılık İstanbul 2000. 1837, Vol. II, s. 17) . taşıyan sahnede, ressamın imzası ve resmin yapılış l Cass, David B. – Floss, Michael M., Alexandre Gabriel Decamps’ın genç modeli de kırmızı renkli tarihi de yer almaktadır. Sevimli yüzleri ve farklı Decamps, Exhibition Catalogue (March 2-April 29, 1984), Sterling and Francine Clark Art Institute, Massachusetts yuvarlak başlığı, bu başlığın ortasından sarkan mor duruşları ile çocuklar asıl konuyu oluştururken, 1984. püskülü ve önden açık mor ceketi ile gezginlerin sahnenin sol ön planında yer alan rengarenk çiçekli l Gaunt, William, Victorian Olympus, Oxford University tanımladıkları Rum ve Frenk kadınlarının giysilesepet ve fonu oluşturan doğa manzarası sahneye Press, New York 1952. rine büyük ölçüde uymaktadır. İzmirli kadınların pitoresk bir anlatım kazandırır. l Germaner, Semra – Zeynep İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul güzellik ve zarafetine pek çok gezgin tarafından Decamps’ın meslek yaşamı 1989. değinildiği, ancak Türk kadınlarının ev dışında daha değerlendirildiğinde, Oryantalist temalı l Germaner, Semra – Zeynep İnankur, Oryantalistlerin kapalı giyinmeleri nedeniyle bu anlatımların büyük çalışmalarının kariyerinin önemli bir bölümünü İstanbulu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2002. bölümünde gayrimüslim ve Levanten kadınlardan oluşturduğu ve onu, döneminin en önemli Hentch, Thierry, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı, çev. A. Bora, Metis, İstanbul 1996. söz edildiği görülür. sanatçıları arasına yerleştirdiği görülür. l Kabbani, Rana, Avrupa’nın Doğu İmajı, Bağlam, Doğu’nun kâşifi olarak adlandırılan Alexandre Decamps’ın yarattığı Doğu, dar sokaklardaki İstanbul 1993. Gabriel Decamps, Doğu’yu ele alırken benzer küçük dükkânlarda, oyun oynayan çocukların l Lemaires, Gérard-Georges, The Orient in the Western konuları ele alan çağdaşlarından farklı olarak hareketli doğallığında, çubuk içenlerin savurduğu Art, Könemann, Cologne 2001. l Lewis, Toni – Macmaster, Neil, “Orientalism: From yalnızca doğa manzaraları, ya da Doğu’yu çekici dumanda, hareketsiz, durgun manzaralarda Unveiling to Hyperveiling”, Journal of European Studies, kılan başlıca unsurlardan biri olan Harem sahnelekendini göstermiştir. Onun Oryantalist çalışmaları, Vol. 28, 1-2, March 1998, s. 121-135. rine ağırlık vermemiş, bunun yerine günlük çağdaşı olan Alman şair Heinrich Heine tarafından l Miller, Peter Benson, “By the Sword and the Plow: yaşamın yerel tatlarını taşıyan, canlı sahneler da yorumlanmıştır. Heine’ye göre Decamps, resim Theodore Chasseriau’s Cour Des Comptes Murals and Algeria”, The Art Bulletin, Vol. 86, Issue. 4, 2004, s. 69–80. yaratmıştır. İzmir Manisa Yolunda Türk Muhafızlar yaparken doğayı taklit etmek yerine figürlerini l Novotny, Fritz, Painting and Sculpture in Europe 1780(Res. 3) bu çalışmalardan biridir. kendi iç düşlemi ile uyumlu olarak yansıtmaktadır. 1880, Penguin, Baltimore 1960. Decamps, bazı resimlerinde Türk çocuklarına Heine, sanatçının Oryantalist çalışmaları hakkında özellikle yer vermiş, onları hemen her zaman en özetle şu değerlendirmeyi yapar: “…Decamps HAZİRAN 2009 41 E ge Üniversitesi’nde 10 yılı aşkın süredir çalışmalarda bulunan Organ Nakli Koordinatörlüğü konusunda Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri. Organ nakli ve bağışı alanında gösterdiği öncü çalışmalara ilave olarak, Ege Üniversitesi bir ilke daha imza atmak ve kordinatörlük bünye-sinde bir öğrenci topluluğu oluşturmak üzere geçtiğimiz yıllarda çalışmalara başladı. Organ bağışı konusunda bilinçlendirme çalışmalarını daha yaygın hale getirebilmek için, gönüllülerle ortak çalışarak bir topluluk oluşturuldu. Ocak ayı sonunda kurulan Organ Bağışı Topluluğu Başkanı Mert Alyanak ile bu konudaki çabalarını ve çalışmalarını konuştuk. Topluluğunuz yeni kuruldu. Böyle bir topluluk oluşturma fikri nasıl ortaya çıktı? Ocak 2009’da topluluğumuzu kurduk. Ablam Şükriye Alyanak, Ege Üniversitesi Organ Nakli Bölümü’nün Koordinatörü olması nedeniyle organ bağışıyla ilgili bilgilerim vardı. Bundan önce, 2006 yılında da bu konuyla ilgili geniş kapsamlı bir proje yapılmıştı ve Ege Üniversitesi, sadece öğrencilerin bağışları ile rekor kırmıştı. Yine aynı sene, 3 tane kadavra 42 bağışlanmıştı. O süreçten sonra böyle bir topluluk oluşturulacaktı ancak olamadı. 2008 Kasım’ında ilk adımı attık, tüzüğü hazırladık, Organ Nakil Koordinatörlüğü’nün de yardımları sayesinde topluluğumuzu kurduk. Organ bağışı hakkında bilgi verir misiniz? Çoğu insan, aslında ölümden korktuğu için organ bağışlama konusunda geri adım atıyor. Gerçek anlamda organ bağışlayabilmeniz için, çok komplike bir şekilde ve hastanede ölmeniz lazım. Yoksa hiçbir organınızı alamıyorlar. Kendi alanında uzman hocalardan oluşan bir heyetin gelip beyin ölümünüzün gerçekleştiğini teyit etmesi gerekiyor. Bu aşamadan sonra koordinatörlük etabı geliyor. Bu da çok kısıtlı bir süre. Çünkü organlarınızın alınıp yeni bir vücuda nakledilebilmesi için yaklaşık 48 saat süreniz var. O süre zarfında vefat eden kişinin ailesiyle konuşuluyor. Şunu da belirtmek istiyorum: yaşarken organ bağışında bulunmuş olsa da, cebinden organ bağışı kartı çıkmış dahi olsa, ölen kişinin organları doğrudan alınamıyor. Ailesinin organların bağışlanmasına onay vermesi gerekiyor. Ailesinin onayı olmazsa bağış gerçekleşemiyor. Onay süreci tamamlandıktan sonra, organın nakledileceği uygun kişiler bulunuyor. Bunun için belli kriterler var ve bu kriterler için de ayrı bir ekip var. Zaten bu süreç sonunda yaklaşık 24 saat gibi bir süre kalıyor. Bu sürede de organ uygun kişiye naklediliyor. Ayrıca Ege Üniversitesi Hastanesi’nde vefat eden ve organlarını bağışlayan kişinin ailesine küçük bir hediye olarak, kişinin gömülene kadarki masraflar karşılanıyor. Peki insanlar neden organlarını bağışlasınlar? Şöyle diyorum: ‘neden bağışlamasınlar ki!’ Sonuçta beden toprak olacak, o kadar çok organ bekleyen insan var ki… Bu kadar insanın böyle bir nedenden hayatını kaybetmesini istemiyorum ve inanıyorum ki organ bekleyen hastaları görseler, bu konudaki önyargıları ortadan kalkacak. Sizce insanlar neden organlarını bağışlamaktan çekiniyor? Ölümden korkuyorlar. Organ bağışı konusu, herkese kendi sonunu düşündürüyor. Ayrıca dini inanç ve tabular büyük bir engel teşkil ediyor. Halbuki Kuran-ı Kerim’de Maide Suresi 32. ayette diyor ki: ‘Kim ki bir kişinin hayatını kurtardıysa, tüm insanlığın hayatını kurtarmış olur’. Aslında bu ayet organ bağışını dini açıdan da olumlar nitelik taşıyor. Organ bağışının güzel yanı da bu zaten. Bir hayat biterken, başka bir, hatta daha çok insanın yaşamını kurtarmak. Sürekli organ mafyası hikayeleri başına gelmeden, kendisi yaşamadan Dışarıdaki etabımıza gelince, o geduyuyoruz, Ağızdan ağıza aktarılan anlamıyor çaresizliğin ne demek lecek seneki projelerimiz içinde yer pek çok hikaye var. İnsanlar bundan alıyor. olduğunu. Dileğimiz tabii ki mümda çekiniyor olabilirler mi? kün olduğunca az sayıda insanın Öyle bir şey yok. Zaten organ naksağlık problemi yaşamasıdır. Ancak Yeni kurulmuş bir topluluksunuz. lini Türkiye’de yapabilen 10-15 tane ne yazık ki böyle olmuyor. Organ Çok kısa bir dönem geçirdiniz. doktor var, yani bu öyle kolayca bağışı konusuna dikkat çekebilmek, Bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz yapılabilen bir iş değil. Organ bu konuda empati yaratabilmek, bir projelerinizden bahseder misiniz? mafyasıyla ilgili dolanan e-postalara hayat biterken nasıl yeni bir hayata Şu ana kadar 5-6 projeyi hayata önem vermemek gerekiyor. Şu ana can olabileceğini göstermek için geçirdik. Bir stand açtık, insanlara kadar hiç kimsenin organlarının organ bağışı bekleyenleri kampüse organ bağışı teklifinde bulunduk, alınmadığına, çalınmadığına dair getirmeyi, organ bağışlayabilecek ilgilenenler için broşür dağıttık. İstanbul Emniyet olanlarla onları Müdürlüğü’nden buluşturmayı gelen bir yazı var. Yani amaçlıyoruz. Onlarla resmi belgeler var birlikte gösteri tarzında Organ bağışı birçoğumuza, belki de bu konuyla ilgili. Bu bir şeyler yapmayı yaşamadığımız için, yabancı bir kavram. konuda insanlar rahat düşünüyoruz. Üniverolsunlar kesinlikle. sitemiz hastanesYaşam mücadelesi verenler içinse, inde organ bekleyen yapacağınız en küçük bir bağış bile Bu tabuları çocuklar için, Dans yıkmak için neler Topluluğu’yla beraber bu hastalara umut ışığı oluyor. yapıyorsunuz? bu dans kursu vermeyi, Biz ölürken başkalarına hayat veriyoruz. En başta bilgiResim Topluluğu’yla lendirme. Kişilere beraber resim kursu ailelerinden ulaşmaya açmayı düşünüyoruz. çalışıyoruz. Çocuklar Bunun dışında Bisiklet ve kadınlar olarak. Bir erkekle bu Topluluğu’ndan onlar için bir tur Broşürler basılmadan önce de anket konuyu konuştuğunuzda, çoğu eve düzenlemelerini isteyeceğiz. çalışması yaptık, ona göre hareket gidip bunu ailesiyle paylaşmıyor. Bir ettik ve bir afiş hazırladık. Bunun bayan veya bir çocuğa anlattığımızda dışında bir konser gerçekleştirmeyi Üyeleriniz eğitimli mi? ise bunu gidip evde ailesiyle Topluluğun kuruluşundan hemen planlıyoruz. Sosyal anlamda ilk paylaşıyor. Sonuçta bu şekilde bu sonra bir konferans yapıldı. Konuetkinliğimiz bu. nun önde gelen bütün hocaları bu konu insanların aklında yer edecek ve konferansa katıldı. Topluluk olarak böylece araştırmaya başlayacaklar. Gelecek dönem için projeleriniz biz de bu konferansta eğitim gördük. neler? Yeterli sayıda insana ulaştığınızı Çeşitli sivil toplum kuruluşları ile ortak Bu katılımımız nedeniyle sertifika düşünüyor musunuz? verilecek tüm üyelerimize. çalışmalar yapmayı planlıyoruz. Milli Üniversite içinde evet, zaten yeni Eğitim Bakanlığı’ndan da onay alabiEklemek istediğiniz bir şey var mı? kurulan bir ekibiz. Fakat iki gün stand lirsek, ilk ve orta öğretim düzeyinde Organlarınızı bağışlayarak, 5-6 kişiye kurarak 200 adet bağış gönüllüsü de bilgilendirme çalışmaları yapmak, topladık. Bu bizim için inanılmaz birden hayat verebiliyorsunuz. yarının büyüklerinde erken yaşlarda bir rakam ve işin güzel olan tarafı Bundan daha özel bir şey olamaz. bu konu hakkında bilinç oluşturmak Tek söylemek istediğim organlarınızı çoğu kişinin de kendisinin gelip bize istiyoruz. Sağlık alanında her zabağışlayın! başvuruda bulunmasıydı. man var bu handikap, insan kendi HAZİRAN 2009 43 M evlana’nın bir sözü vardır bu konuda. Birçok kişiye göre bu türden sözler sadece “duygusal” insanlar için önem taşır, ama aslında yalnızca edebi bir değeri vardır ve gerçeği yansıtmazlar. “Çok” deyince aklımıza, kırmızı bir Ferrari, Rio’da bir yazlık, Amerikan doları üzerinden 6 sıfırlı aylık gelir, “tarafsız” bir ülkenin “emniyetli” bankalarından birinde kabarık bir hesap, yurt dışındaki o köklü okullardan birinde 44 okutulan çocuklar, pahalı İran halıları vs… gibi şeyler aklımıza gelir. Fakat “az” sözcüğünü en iyi şu şekilde özetler herhalde: 1. Sadaka toplamaya ve su içmeye yarayan bir çanak. 2. Bir adet asa. 3. Bir manto. 4. Bir fener. O ünlü filozofun, Sinoplu Diyojen’in kişisel serveti işte bu kadardı! Kalpazanlık yaptığından (paraya değer vermeyen için sahte parayla gerçeği arasında elbette ki bir fark yoktu) yurdu olan Sinop’tan kovulan Diyojen, avucuyla su içen bir çobanı gördüğünde, “Demek ki buna da ihtiyaç yokmuş!” diyerek çanağını da fırlatmış atmıştı. Diyojen, kinizmin kurucusu Antistenes’in öğrencisiydi. Yunanca Kynikos, “köpeksi” demektir. Diyojen’in yaşadığı minimal hayat vaktiyle İzmir’in Bayraklı semtinde, demiryolunun hemen yanındaki bir barakada yaşayan bir çingene ailesini aklıma getirir. Naylon parçaları ve kalaslardan yapılmış bu barakada insan, “bir köpeğin bile yaşayamayacağını” düşünebilir. Ama bu çingene ailesinin hanımının mutluluğu birçok kişiyi kıskançlıktan çatlatabilirdi. Bu hanım genellikle, dizlerine kadar inen bir şort giyip, eski püskü olmasına rağmen rahat görünen bir şezlonga yatar ve bacaklarını demiryoluna doğru uzatırdı. Şezlong yola o kadar yakın olurdu ki, tren geçse kadının ayaklarına çarpabilirdi. Bu hanım sigarasını büyük bir keyifle tüttürürdü. Manzarası gerçi pek güzel sayılmazdı ama o sanki Miami sahillerini seyredermiş gibi mutlu görünürdü. Uzattığı o çırpı gibi bacakları da sanki Sophia Loren’inkilerden farklı değildi. Bir insan ancak bu kadar mutlu ve kendisiyle barışık olabilirdi. Ayrıca, mutluluğu bu kadar az bir bedele satın alabilmek için insanın çok iyi bir tüccar olması gerekirdi. Dedemin ne buzdolabı, ne plazma televizyonu, ne çamaşır makinesi vardı ama mutlu bir insandı ve mutlu bir insan olarak öldü. Üreticiler artık televizyon, klima, müzik seti vs… üretmekten çok ihtiyaç üretiyorlardı. Burada, “Gerçek erin bu yolda, Yokluktur sermayesi” diyen Yunus Emre aklıma geliyor. En büyük sermayenin, insanın bizzat kendisi olduğuna inanırım. İnandığım bir diğer şey de, insanın ancak “her şeyini” kaybettiğinde gerçekten insan olduğu. “Ferrari’nizi satmak” sizin bilge değil olsa olsa tüccar olduğunuzu gösterir. Satmak yerine, arabanızı asayiş sorunu olan bir semte, kontak anahtarını almadan ve kilitlemeden park etmenizi öneririm. Mutlu olmayı, hem de küçük şeylerle mutlu olmayı beceren insanları kutlamak isterim. Mevlana’nın dediği gibi, belki de “az, çoktan fazladır.” E ge Üniversitesi Ziraat Fakültesi tesislerinde üretilen ürünler, Tekstil Mühendisliği Fakültesi’nde üretilen giyecekler ve Devlet Konservatuarı Çalgı Yapım Atölyesinde üretilen çalgılar üstün kaliteleri ve uygun fiyatlarıyla kampüs içindeki satış yerlerinde tüketiciyle buluşuyor. Ziraat Fakültesi’nin Menemen ve Mordoğan üretim çiftliklerinde organik olarak yetiştirilen mevsimlik sebze ve meyveler, zeytinyağları, domates ve biber salçaları ile zeytinler tüketicilerden yoğun ilgi görüyor. Tarhanası ise bir marka… Ziraat Fakültesi’nin Menemen’deki mandırasında üretilen yoğurt ve peynirler taze ürünlerden vazgeçmek istemeyenlerin en fazla ilgi gösterdiği ürünler arasında bulunuyor. Ürünlerin tazeliğine ve kalitesine güvenen çoğu insanın kampüs dışından da satın almaya geldiğini belirten Ziraat Fakültesi Ürünleri Satış Yeri Sorumlusu Emin Koyuncu, “İlginin yoğunluğu memnuniyet verici. Bittikçe telefonlarla yeniden sipariş veriyoruz ve yeni gelen ürünler de kısa zaman içinde tükeniyor. Son zamanlarda en fazla ilgi gören ürünlerden biri olan kefir de serinlemek isteyen insanlar için yeni bir alternatif durumuna geldi. Mevsimlik organik meyve ve sebzeler ise üretim çiftliklerinden geldikleri gün tükeniyor” diye konuştu. Satış yerinde tüketiciye sunulanlar arasında fakültenin bahçe bitkileri serasında yetiştirilen güzel kokulu taze karanfiller de bulunuyor. Ege Üniversitesi bünyesindeki fakültelerin uygulama sahalarında üretilen ürünler, yalnızca kampüs içinden değil kampüs dışından gelenlerden de yoğun ilgi görüyor. ZİRAAT FAKÜLTESİ SATIŞ YERİ FİYAT LİSTESİ ÜRÜN MİKTARI FİYATI Teneke Tulum 700 gr. 10 TL Beyaz Peynir 1 kg. 8 TL Yoğurt 1 kg. 3 TL Süzme Yoğurt 500 gr. 3 TL Kefir 200 gr. 75 KRŞ 1 lt. 7,5 TL Tarhana 500 gr. 5 TL Reçel 500 gr. 3 TL Yeşil Zeytin 1 kg. 6 TL Siyah Zeytin 1 kg. 8 TL 1demet 3 TL Zeytinyağı Karanfil HAZİRAN 2009 45 Köprüler Kurmak ekibinin yol haritası Y aşamın bir yolculuk olduğuna inanıyor ve yolda olmak özlemiyle yanıp tutuşuyorduk. Ege Üniversiteli yedi yürek, dünya çevresinin yarısına denk gelen, Akdeniz çevresindeki üç kıta ve 24 ülkenin yer aldığı, 20.000 km’lik zorlu bir parkuru, 2 motor ve bir 4x4 araç ile dolaşmayı hayal ettik. Sonra da düştük hayalimizin peşine. Bizi şekillendiren, bizden etkilenmiş yüzyıllarca organik ilişkiler kurduğumuz Akdeniz’in etrafındaki topraklar; vaat ettikleri görüntüler, renkler, sesler, kokular, tatlar ve hikayeler ile, mistik bir serüvenin fısıltısı gibi bizi bu hayali yaşamaya çağırdı. Doğu ile Batı arasında, ülkeler arasında, kültürler arasında, dün ile 46 bugün, bugün ile yarın arasında, insanlarla özlemler, gerçeklerle hayaller arasında köprüler kurmak istedik. Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, İspanya, Fransa, Monako, İtalya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, BosnaHersek, Karadağ, Sırbistan, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Yunanistan ve tekrar Türkiye sırasıyla gidilmesi planlanan 24 ülke, hayalin plana, planın ise gerçeğe dönüşmesi sürecinde bizim dışımızda kalan nedenlerden ötürü 18 ülkeye ve 15.000 km’lik yola inmek zorunda kaldı. Tunus sınırında diğer Arap ülkelerinde karşılaştığımız formalitelerle karşılaşmayıp, yeni plaka çıkartmayıp hatta herhangi bir vergi vermeden giriş yaptığımızda, ülkenin diğerlerine göre daha medeni bir ülke olduğunu anlamıştık. “2.5 milyon yaşındaki Büyük Sahra’nın kenarından geçtik” Gümrük işlemlerinden sonra toplam 750 km yol yaptık. “Sahra” Arapça çöl anlamına gelen “Sahara” kelimesinden geliyor. Libya’nın güneyini, güney batısını ve Tunus’un güneyini de içine alan, 2.5 milyon yaşındaki büyük Sahra’nın kenarından geçtik. Gerçek sınırları Atlas Okyanusu’ndan Kızıl Deniz’e kadar uzanan ve ABD’yi kaplayacak kadar geniş olan çölde gün içinde sıcaklık, eğer bulabilirseniz gölgede 50 dereceyi geçmekteydi. Sıvı ve mineral takviyesinin hayati önem taşıdığı çöl geçişlerinde motorlar durduğunda korumalı pantolonlarımızın paçalarından ter damladığını, o giysiler içinde düşüp bayılmamak için rüzgarın devam ettiği sürekli seyahatin en iyi serinleme yolu olduğunu belirtmeliyim. Sıcaklığa rağmen havanın kuru olması gündüz-leri biraz çekilir kılmaktaydı. Geceleri 20 dereceye kadar düşen hava sıcaklığı rahat bir uyku çekmemize yardımcı oluyordu. Deniz kenarındaki ılıman etki ve takvime bağlı yolculuğumuz nedeni ile çölün içlerindeki, oldukça konuksever olduklarını duyduğumuz, berberi kabilelerini ziyaret edemedik. Ancak yüzlerce kilometrelik çölde, zihni inanılmaz dinlendiren yolculuk konusunda yeterince deneyim kazandığımızı düşünüyorum. Yol üzerinde Gabes ve Sfaks adlı kentlere uğradık. Sfaks oldukça renkli ve gelişmiş bir şehir. Gece yarısını geçen saatlerde hâlâ yollarda olduğumuz yolculukta otoyol kenarında bir benzin istasyonu- nun yanında sandalyelerde uyuduk. Kadınların günlük hayatın içinde yer aldıkları ve bunun medeni etkilerinin hemen fark edildiği bir ülke Tunus. Yollarda herkesin Arapça’dan çok Fransızca konuşmasından anlaşılabileceği üzere Fransa’dan oldukça etkilenmiş ve etkilenmeye devam eden bir ülke. Çölün ortasındaki bir çizginin topluluklar üzerinde yarattığı farklılıkları birkaç gün içinde gözlemleyebilmek aramızda ilginç toplum mühendisliği egzersizleri yapmamıza yol açtı. Günün erken saatlerinde vardığımız başkent Tunus’u akşama kadar gezip, İtalya’ya kalkan ilk feribota bindik. Sicilya üzerinden planladığımız yolculuk yerine doğrudan Roma yakınlarındaki bir liman kenti olan Civitivechia’ya doğru yola çıktık. Cezayir ve Fas arasındaki sınır kapısının kapalı olduğu bildirildiği için zaten Fas’a geçme şansımız da yoktu. Her şeye rağmen Cezayir’e girebilseydik oradan İspanya’ya gemi ile geçmeyi deneyebilirdik ama maalesef başaramadık. Yolculuğumuzun bundan sonraki kısmı bir başka kıtada, Avrupa’da devam etti. HAZİRAN 2009 47 tamamlayışımızı kutladık. Birbirlerini ilk kez gören gençlerin rutin, ritmik ve soğuk tekno müzikle yaptıkları sıcak dansları ve bir günlük süre içinde yaşadığımız değişikliğin büyüklüğü, gerçeklik algımızın sınırlarını oldukça zorlamıştı. Geçtiğimiz yıl içinde alışılmadık oranda Türk turistin geldiğini öğrendiğimiz Roma’da, standart ziyaret mekânlarından çok az yabancının bildiği ara sokak antikacılarına kadar pek çok mekâna motorların kıvraklığı ile iki günde şöyle bir göz atabildik. Bir dönem bilinen dünyayı yönetmiş, yeryüzünün en görkemli kentlerinden biri olan Roma’nın, keşfedilmeden ölünmemesi gereken yerlerin başında geldiğini düşünüyorum. “Uygarlık koşusu, istikrarlı bir maraton gibi devam ettirilmeli” “Roma’nın, keşfedilmeden ölünmemesi gereken yerlerin başında geldiğini düşünüyorum.” Tunus limanından akşam karanlığında bindiğimiz bir hayli yeni feribotun restoranında bir gün geçecek yolculuk için biraz rahat, biraz sessiz ve bir o kadar da izole bir yer kapabilme telaşı ile Afrika’dan Avrupa’ya giden gemiye bindik. Tenha sayılabilecek, oldukça temiz ve düzenli, son 20 günde hasretini çekmeye başladığımız serin bir huzur içinde, burnumuzda deniz kokusu ile tam bir keyif yolculuğu yaptık. Akşam güneşini, İtalya’nın batı kıyısında yer alan Roma yakınlarındaki Civitivechia limanına gemi ile girerken batırdık. 12 saatte geçemediğimiz Mısır gümrüğünden sonra 15 saniye süren 48 Avrupa Birliği üyesi İtalyan gümrüğü geçişi hepimizi şoke etti. Afrika’nın tozu toprağı üzerimizde, birbiri ardına dizilmiş İtalyan sahil kasabalarından turuncu siyah bir Akdeniz akşamında geçerek Roma’ya ulaştık. İnsanların rengârenk, cıvıl cıvıl, kadınlı erkekli ve her şeyden önemlisi endişe ve yılgınlık dolu olmayan bakışlarıyla yollarda, dükkânlarda, sahilde yaşamı paylaşmaları, son 22 günümüzü ter içinde uyandığımız sosyolojik bir kabus gibi hissetmemize yol açtı. Birkaç gece geçireceğimiz Roma’da en hesaplı ve renkli konaklama yerinin neredeyse şehir merkezindeki bir ormanda bulunan muhteşem bir kamping olduğunu keşfetmemiz, yorgun ekibimize ilaç gibi geldi. Pek çok farklı ülkeden binden çok insanın yüzlerce çadır, bungalov ve karavanda konakladığı kampımızın barında gezimizin ilk yarısını sorunsuz Her ne kadar vatandaşlarımızın tümüne yakınının zihninde bir muasır medeniyet ideali varsa da, toplumsal bilinçaltımızın bir yerlerinde batı hayranlığı, biraz özden kopma, aslımızı unutma ve hatta karakter zafiyeti sayılabilen bir bakış açısı olarak görülür. Öze sadakatin, asla sahip çıkmanın, rehavetten kurtulmak, insan ve kalite öncelikli bir hayatı tesis etmeye çalışmak, özeleştiri hem de gür ve yüksek sesle öz eleştiri yapabilmek ve tüm bu süreçlerin saygılı ve özgür bir ortamda ifade edilebilmesine olanak sağlamak ile mümkün olabileceğini, bu yollarda çok daha iyi kavrayabiliyor insan. Kısa sürede çok sayıda ülke gezmenin, resmin tamamını eş zamanlı görmek gibi bir avantajı oluyor. Çocukluğumun bazı yazları, babamın da büyüdüğü dut ağaçlı, yeşil çayırlı, yayık ayranlı, mısır ekmekli ve garip bir huzur veren tezek kokulu Samsun’daki Çatalçam köyünde geçmişti. Bana göre aslıma, özüme en yakın sembol bu köy. Ancak tezek kokusunu özlemek pislik içinde yaşamayı, yayık ayranı istemek brusella olmayı gerektirmez. Bu açıdan baktığımızda belirgin bir medeniyet projeleri olduğunu gözleyemediğim Afrika ve Orta Doğu ülkelerinden oldukça uygar ve farklı bir yerde olduğumuzu ifade etmek gerekiyor. Uygarlık koşusunun gösterişli deparlardan çok, istikrarlı yıkanan, Ponte Vecchio köprüsü daha az para vermek ve Toskana’yı bir maraton gibi devam ettirilmesi manzarasıyla tamamlandı. Şehrin yaşayabilmek için, ara yolları gereken bir mücadele olarak ortasında oluşturulmuş, gördüğüm kullandık. Rönesans mimarisinin algılanmasından yanayım. en büyük parklardan birYolculuğumuzun 25. inin hemen yakınındaki Avrupa’daki 4. günümüzde, kampingde geceleyip, gezmek sabahın erken saatler“Floransa, dünyaya için sabırsızlandığımız bir inde, Roma’dan rönesansın açık hava müzesi izlenimi önemli merkezlerinden Dante, Leonardo da Vinci ve veren Floransa sokaklarına, biri olan Floransa’ya doğru Michelangelo gibi sabahın ilk ışıklarıyla kendyola koyulduk. Yol üstünde bulunan, meşhur eğri daha nice değerleri kazandırmış imizi attık. Kendi topraklarım dışında ömrümü geçirmeyi kulesiyle ünlü Pisa’ya annadir bir iklime sahip.” düşünebileceğim ilk on cak birkaç saat ayırabildik. şehirden biri olan Floransa, İtalya’ya uçakla gidip yalnızca dünyaya Dante, Leonardo da şehirleri gezenler bilmezler. Vinci ve Michelangelo gibi daha nice hâkim olduğu iç içe, sıcacık, samimi, Muhteşem bağları, tepelerin üstlerdeğerleri kazandırmış nadir bir iklime bildik Akdeniz insanlarının yaşadığı ine serpiştirilmiş bitişik nizam taş sahiptir. Floransa’daki ikinci gecemizin taş dokulu kasabalardan geçerken, binalardan oluşan eski kasabaları sabahı, dönüşte tekrar uğrayacağımız gevrekleşen gülüşlerimizle birbirimizi ve göz alıcı yeşili ile Toskana bölgesi izledik. O muhteşem yol, Arno Nehri İtalya topraklarına veda edip Güney taşra yaşamının dünyadaki cenneti üzerindeki kızıl Floransa güneşiyle Fransa yollarına düştük. gibidir. Floransa yolunda, otoyollara HAZİRAN 2009 49 D oğa belki de insanlık tarihi bo-yunca hiçbir zaman son yıllardaki kadar popüler olmamıştır. Bu popülaritesini çevre sorunlarına borçlu olması ise durumun trajik tarafı. Son yıllarda yaşanan doğal felaketlerle sanki intikam alıyor… Yerleşik hayata geçişle başlayıp sanayi devrimiyle hızlanan uygarlık tarihi boyunca süregelen tahribata doğa, isyan ediyor. Bu noktada doğayı koruma, yönetme ve insanlığın hizmetine sunmada bilinçli bir farkındalığın oluşabilmesi için tüm doğa tarihi ve zenginliklerinin toplandığı, korunduğu ve insanlar için belirli bir düzen içinde sergilendiği görsel ve bilimsel bir ortam olan Tabiat Tarihi Müzeleri önem kazanıyor. Doğa tarihi müzeleri, dünyanın her yerindeki bitki ve hayvan örnekleri ile fosilleri, kayaçları, jeolojik oluşumları uluslararası standarda göre korur; bunlar üzerinde bilimsel çalışmalar yapılabilmesi için onları yerli ve yabancı bilim adamları ile amatör doğa bilimcilerin kullanımına sunar. Özellikle bitki ve hayvan türlerini geliştirme ve ekonomik değeri için uygulamaya yönelik araştırmalar yapar. Kendi botanik bahçesinde ilginç bitkileri canlı olarak da sergileyen müzeler, halka yönelik sergiler ve konferanslar düzenleyerek onları doğa ve doğanın dolayısıyla da çevrenin korunması konusunda eğiten bilimsel araştırma kuruluşları olarak da hizmet ver-mektedir. 50 Türkiye’nin 2’inci büyük Tabiat Tarihi Müzesi Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi Giriş Galerisi’nde Jurassic Park’tan tanıdığımız Tyrannosaurus Rex adıyla bilinen beş metrelik bir dinazor maketi ziyaretçileri selamlıyor. Ülkemizin ikinci büyük tabiat tarihi müzesi olan Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi’nin kuruluş fikri ilk kez 1963 yılında Fen Fakültesi’ne bağlı olarak ortaya çıkmış ve 1967 yılında hayata geçirilmiştir. 1973 yılında ise Cumhuriyetimizin 50. yılı kutlama programı çerçevesinde, doğa ve doğa tarihi ile ilgili objeler ilk kez sergilenmeye başlanmıştır. Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi yapısındaki Tabiat Tarihi Müzesi, Fen Bilimleri Enstitüsü’ne bağlı olarak Yüksek Lisans Eğitim programı ve Doğa Tarihi Bilim Dalı’nda araştırma yapan kadrosu ile Türkiye’nin ilk Üniversite yapısındaki akademik müzesi olma özelliğini de taşımaktadır. Müzede doğanın gizemi ziyaretçilere çeşitli panolar ve diaromalarla sunuluyor. 4,6 milyar yıllık dünyanın geçirdiği evrimi anlamayı, öğrenmeyi ve sorgulamayı; yediden yetmişe her yaştan insana, doğanın taşlar, mineraller, fosiller, hayvanlar, bitkiler, güneş sistemi, çevre, yaşam ortamları gibi tüm çeşitliliğini göstermeyi amaçlıyor. Merkez çalışanları, ziyarete gelenlere evrenin, gezegenlerin ve yerkürenin oluşumunu, canlı ve cansız evrimi, volkanizma ve depremleri; çeşitli konferanslar, film ve slayt gösterileri ile anlatıyorlar. Bu etkinlikler, toplumu ve özellikle ilköğretim ve lise öğrencilerini çevremizdeki tüm doğa olayları hakkında bilgilendirmeyi, doğayı sevmeyi, korumayı ve onun bir parçası olduğumuz bilincini yerleştirmeyi amaçlıyor. Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi, doğa ve doğa tarihine ilişkin objelerin korunmasını, saklanması ve onlarla ilgili bilimsel çalışmalar yapabilmesi ve onların gelecek kuşaklara aktarılmasını; toplumun ve tüm eğitim kuruluşlarının eğitim - öğretimine katkı sağlayarak, bu çalışmaları ulusal ve uluslararası kurumlarla paylaşarak araştırıcı ve yaratıcı doğa bilimcilerin yetişmesine katkı sağlamayı ve doğa tarihini çağdaş müzecilik anlayışı içinde toplumla bütünleştirmeyi misyon edinmiş bir kurumdur. Ayrıca 1982 yılından beri İzmir Kuş Cenneti’nin korunması, geliştirilmesi, tanıtılması ve yasal koruma statülerine kavuşturulması için çalışmaları da sürdürmektedir. Ege Üniversitesi yerleşkesi içerisinde Fen Fakültesi’nde, Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı ile aynı binada bulunan Tabiat Tarihi Müzesi iki kat üzerinde, yaklaşık 2500 metrekarelik bir alana yerleşmiş bulunmaktadır. Toplam 8000’e yakın objenin 5000 adedi tanılı olanları altı farklı galeride sergilenirken, geri kalanı karşılaştırma materyali olarak merkez laboratuarındaki dolaplarda yerini almıştır. Müzenin girişinde Jurassic Park’tan tanıdığımız Tyrannosaurus rex, namı değer T-rex, görevlilerin sizi ilk galeriye yönlendirmesiyle gözden kaçabilse de Paleontoloji Galerisi’nden çıkıp asma kata geldiğinizde tüm görkemiyle sizi selamlıyor. 5 metre boyunda ve 12 metre uzunluğundaki polyester dinozor iskeleti maketi rahmetli İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın da desteğiyle orijinal boyutunda yaptırılmış. 1168 objenin sergilendiği Paleontoloji Galerisi’nde müzenin en çok ilgi çekici objelerinden biri olan Suriye Fili iskeleti bulunuyor. Müzenin diğer bir ilgi gören objesi olan, 10.000 yıl öncesine ait volkan patlaması sonucu oluşan insan ayak izi de yine bu galeride yer alıyor. Son Anadolu Kaplanı önce Uşak’ta yaşamış bir insan iskeletinin de aralarında bulunduğu 81 obje sergilenmekte. Bunların dışında Kayaç ve Mineral Galerisi, Giriş Galerisi ile Kuşlar Galerisi de müzenin diğer renkli ve ilgi çekici bölümlerini oluşturuyorlar. Müze hafta içi her gün 09:00 - 12:00 ile 13:00 - 16:00 saatleri arasında 1 TL’lik bir giriş ücetiyle ziyaret edilebilir. Daha fazla bilgi için tele-fon numarası: 0 232 388 26 01 Yukarıdaki: Pantera Pardus (Anadolu Panteri), Selçuk’ta avlanmıştır. Yandaki : Physeter Balinası, Ceylan Nehri Deltası, Evrim ve Karşılaştı Aşağıdaki: Machairodus (Kılıç Dişli Kedi), Uşak Kemiklitepe Genel Zooloji Galerisi’nde sergilenen 766 objenin arasında ise Selçuk yöresinden nesli tükenmiş olan Anadolu panteri, çift başlı hazer yılanı, Uzakdoğu kökenli kelebek örnekleri görülebilir. Evrim ve Karşılaştırmalı Osteoloji Galerisi’nde, günümüzde yaşayan balina, devekuşu, domuz, kanguru, yunus ve yılan iskeletleri ile Roma dönemine ait 2000 yıl HAZİRAN 2009 51 Ege Üniversitesi’nde çift taraflı akciğer nakli yapılan Ödemişli 8.sınıf öğrencisi Mehmet Palas (15), “Nakilden sonra hayatım değişti. Yeniden doğmuş gibiyim” dedi. Mehmet’in annesi de oğlunun sağlığına kavuşmuş olmasının mutluluğunu yaşıyor. Prof.Dr.Özbaran, “Bu aşamadan sonra hastayı suni kalp ve akciğer dolaşım ünitesinden ayırıyoruz. Hastanın oksijen seviyerini kontrol ederek, nakil işlemini tamamlamış oluyoruz. Ameliyat ortalamak 4-5 saat sürüyor. Hastalar 1.5-2 ay içerisinde normal yaşamlarına geri dönebiliyor” dedi. Türkiye’de ilk kez çift taraflı akciğer naklini gerçekleştiren ekipte Ege Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı’ndan Prof.Dr.Mustafa Özbaran, Doç.Dr.Çağatay Engin, Doç.Dr.Tahir Yağdı, Koordinatör Sultan Karakula; Pediatrik Solunum Alerji Bilim Dalı’ndan Prof.Dr.Remziye Tanaç, Prof.Dr.Esen Demir, Doç.Dr.Figen Gülen, Uz.Dr.Levent Midyat; Çocuk Cerrahisi Bilim Dalı’ndan Doç.Dr.Çoşkun Özcan; Göğüs Cerrahi’nden Prof.Dr.Ufuk Çağırıcı, Uzman Dr.Kutsal Turhan; Kardiyoloji Bilim Dalı’ndan Prof. Dr.Sanem Nalbantgil ve Anestezi’den Prof.Dr.Fatma Aşkar yer alıyor. 52 T ürkiye’de ilk kez çift taraflı akciğer naklini gerçekleştiren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, ülkemizin gururu oldu. 10 yılda yapmış olduğu kalp nakilleriyle başarıları ülke sınırlarına taşan ve Avrupa’daki birçok merkezle yarışır duruma gelen klinik, şimdi de akciğer nakillerine start verdi. Ülkemizde ilk kez bir çocuğa çift taraflı akciğer nakli gerçekleştiren ekibin başkanı Prof.Dr.Mustafa Özbaran, bu başarının haklı gururunu yaşıyor. Türkiye’de tek taraflı akciğer naklinin daha önce farklı kliniklerde denendiğini ancak başarılı sonuç alınamadığını kaydeden Prof. Dr.Özbaran, “Akciğer, diğer nakil yapılan kalp, karaciğer ve böbrekten farklı özellik taşıyan bir organ. Dışarıyla temas halinde olduğu için ameliyat sonrası bakım konusunda organ naklinde belli bir deneyime sahip olmak gerekiyor. Tek taraflı nakillerde akciğerin bir bölümünde problem oluşsa dahi, kalan diğer bölüm sağlamlığını koruyor. Akciğerin çift taraflı nakli teknik olarak çok daha zor” dedi. Kliniklerinde gerçekleştirdikleri çift taraflı akciğer naklinin aynı zamanda çocuk hastalarda yapılan ilk akciğer nakli özelliğini taşıdığını vurgulayan Prof.Dr.Özbaran, “Çift taraflı akciğer nakli kist fibrozis denilen akciğer dokusunun bozukluğu, akciğerini tutan değişik hastalıklar, ileri düzeydeki KOAH hastalarında uygulanabiliyor. Tek taraflı akciğer nakli yetişkinler için yeterli olurken, çocuk hastalarda daha çok çift taraflı akciğer nakli gerekmekte” diye konuştu. Çift taraflı akciğer nakli ameliyatlarında hastayı kalp-akciğer pompasına bağlı durumdayken, hastalıklı akciğeri çıkararak, yerine yenilerini devreye soktuklarını belirten Hedef canlıdan nakil Kliniklerinde halen 2 yetişkin, 1 çocuk hastanın akciğer nakli beklediğini kaydeden Prof. Dr.Özbaran, “Amacımız kalp naklindeki deneyimimizi kullanarak yakın planda canlıdan canlıya akciğer naklini gerçekleştirmek. Bunun için hazırlıklarımız sürüyor” diye konuştu. Son 10 yılda 125 kalp nakli, 15 yapay kalp naklini gerçekleştirdiklerini açıklayan Prof.Dr.Özbaran, “Nakil konusunda Avrupa’daki birçok merkezle yarışır durumdayız. Bu alanda edinmiş olduğumuz birikimi akciğer nakilleri konusunda da hayata geçirmek istiyoruz. Amacımız akciğer nakli bekleyen hastalara umut olmak. Başarı portföyümüze akciğer nakli ameliyatlarını da ekleyeceğiz” dedi. Prof.Dr.Özbaran, dünyada yılda 3-4 bin dolayında akciğer nakli ameliyatının gerçekleştirildiğini söyledi. Akciğer nakli nedir ? Akciğer nakli akciğerin solunum kapasitesini yitirmeye başladığı son dönem hastalıklarda uygulanabiliyor. Nedeni belli olmayan akciğer yetersizliği kronik tıkayıcı akciğer hastalıkları bunun dışında; anfizem primer akciğer hipertansiyonu doğumsal hastalıklar akciğerin kistik hastalıkları ve akciğer tümörlerinde akciğer nakli gerekebiliyor. 1983 yılında ilk başarılı akciğer nakli Toronto’da yapıldı. Bugüne kadar uluslararası kayıtlarda dünyada 14 bin kayıtlı akciğer nakli var. Dünya çapında da her yıl 1500 tane yapılması düşünülüyor. Akciğer nakli teknik olarak çok zor bir ameliyat olmasının yanında akciğer vericisi bulmak çok zor bir iş. Kaza durumunda akciğer en kolay hasarlanan doku oluyor. Pek çok organını verebilen vericilerin yüzde 10 ya da 15’inde akciğerler uygun olarak kullanılabiliyor. Vericilerin solunum cihazına bağlı kalma süresi ne kadar uzarsa akciğer takılabilme ihtimali de o kadar azalıyor. Örneğin; böbrek nakli ile karşılaştırdığımızda böbrek naklinde bu süre 17-20 saate kadar uzayabiliyor. Her yedi-dokuz böbrek vericisine karşı ancak bir akciğer Kliniklerinde halen akciğer nakli bekleyen hastalar olduğunu kaydeden Prof.Dr.Özbaran, “Amacımız kalp naklindeki deneyimimizi kullanarak yakın planda canlıdan canlıya akciğer naklini gerçekleştirmek. Bunun için hazırlıklarımız sürüyor” diye konuştu. bulunabiliyor. Takıldıktan sonraki sorunlar da biraz farklı. Böbrekte uyumsuzluk olunca çıkartılıp hasta diyalizle yaşamını sürdürebiliyor. Ancak akciğerde bu söz konusu değil. Ayrıca sadece dışarıya açık olan sürekli havayla temas içinde bir organ olduğu için kolaylıkla enfeksiyon kapabiliyor. Üst solunum yolu enfeksiyonları yeni akciğer enfeksiyonuna yol açabiliyor. Çift taraflı nakil ömrü uzatıyor Çift taraflı akciğer naklinin, tek taraflı nakle göre hastanın hayatta kalma süresini uzattığı ortaya çıktı. İngiliz The Lancet tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, 60 yaşın altındaki hastalara yapılan çift taraflı akciğer nakli, ömrü ortalama 6,41, tek taraflı akciğer nakli ise 4,59 yıl uzatıyor. Paris’teki Bichat Hastanesinden Dr. Gabriel Thabut ve ekibi, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının (KOAH) son evrelerinde, 1987-2006 yıllarında ameliyat edilmiş 9 bin 883 hastanın verilerini inceledi. Bu kişilerden yüzde 35,7’sine çift, yüzde 64,3’üne tek taraflı akciğer nakli yapılmıştı. Çift taraflı akciğer nakli yapılanların ömrünün ortalama 6,41, tek taraflı nakil yapılanlarınsa 4,59 yıl uzadığı görüldü. HAZİRAN 2009 53 “İnsan Kaynakları Sayfası”, 3200’ü aşkın akademik ve 4400 idari çalışanın istihdam edildiği bir kurum olan Ege Üniversitesi’nin tüm çalışanlarını ilgilendiren konular hakkında her sayımızda güncel bilgileri aktarmak arzusuyla hazırlandı. Bu sayıda, Ege Üniversitesi Personel Dairesi Başkanı Ali Örk’ten aldığımız bilgiler ışığında kadroların durumu ve görevde yükselme eğitimleri ile ilgili bilgilere köşemizde yer verdik. Ayrıca bir ilk olma özelliği taşıyan “Mutlu Çalışan Projesi” hakkındaki gelişmeleri ve düzenli bir şekilde devam eden “Öğrenelim Paylaşalım” programı kapsamındaki eğitimlere dair bilgilendirmeyi de sizlerle paylaştık. Her sayımızda bu bilgileri güncellemeye devam edeceğiz. Personel Dairesi Başkanı Ali Örk, son dönemdeki atamalar ve görevde yükselme eğitimlerine ilişkin bilgi verdi. Ege Üniversitesi’nde 2008 yılında 8 öğretim görevlisi, 6 uzman, 8 okutman, 37 araştırma görevlisinin ayrıldığını belirten Daire Başkanı Ali Örk, bu yıl açıktan veya naklen atamaların bu sayıların %25’i (araştırma görevlisi için %100’ü) oranında yapılacağını açıkladı. İlana verilen kadroların Yükseköğretim Kurulu’nun web sayfası ile Ege Üniversitesi web sayfası duyurular kısmında yayınlandığını belirten Ali Örk, şunları kaydetti: “Yeni yönetimimizin ilk öğretim üyesi talepleri (8 profesör, 12 doçent, 38 yardımcı doçent kadrosu) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’na 18 Aralık 2008 tarih ve 15822 sayılı yazımız ile gönderildi. Ancak YÖK’ten 3 Profesör, 8 Doçent, 24 Yardımcı Doçent kadrosuna izin gelmiştir. İki kez ilana çıkılmış, üçüncü ilan çalışması devam etmektedir.” 54 Örk, Görevde Yükselme Eğitimleri ile ilgili de bilgi verdi: “Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği” uyarınca 30 adet Şef kadrosu ilanımız üzerine 88 adet Üniversitemiz personelinin eğitimi 20 Mayıs 2009 tarihinde başlamıştır. Eğitim 17.06.2009 tarihinde sona erecek olup 7 Temmuz 2009 tarihinde görevde yükselme sınavımız ÖSYM tarafından yapılacaktır. Ayrıca aynı yönetmelik uyarınca mühendis, kimyager, biyolog ve tekniker kadroları için ünvan değişikliği sınavı ilanı verilmiş olup çalışmalarımız devam etmektedir. Üniversitemizde 2006 yılından bu yana Şef, Koruma ve Güvenlik Şefi, Başhemşire, Memur ve Koruma ve Güvenlik Görevlisi kadroları için görevde yükselme eğitimi ve sınavı yapılarak 110 personelimiz, Kimyager, Biyolog, Fizyoterapist, Psikolog, Tekniker, Teknisyen ve Sağlık Teknikeri ünvanları için ünvan değişikliği sınavı yapılarak 208 personelimizin atamaları yapılmıştır. Ayrıca her yıl düzenlenmekte olduğu gibi 2009 yılında da aday memurlara yönelik temel eğitim ve hazırlayıcı eğitim programı düzenlenecektir.” Ege Üniversitesi Rektörlüğü İnsan Kaynakları Birimi 2007 yılında “Mutlu Çalışan Eğitim Programı”nı hazırladı. Projenin birinci aşamasında eğitim programları önce pilot uygulama olarak seçilen 7 birime düzenlendi. İkinci aşama; üniversitenin tüm idari personelini kapsıyor ve “Kişisel ve Gelişim Eğitimleri”nin verilmeye devam edilmesi planlanıyor. Söz konusu projeye mali destek alabilmek için Mart ayında bu proje, İzmir Kalkınma Ajansı’na sunuldu. Ajans, 30 Haziran’da kazanan projeleri açıklayacağını bildirdi. Elginkan Vakfı’nın her ay düzenlemiş olduğu eğitim seminerlerine Personel Daire Başkanlığı İnsan Kaynakları Birimi, kontenjan alarak, “Öğrenelim Paylaşalım” programı kapsamında üniversitemiz mensuplarının (akademik ve idari çalışanlar ile öğrenciler) katılımını sağlamaya devam ediyor. Beden dili, proje yönetimi, sorun çözme teknikleri gibi alanlarda uzmanlarca verilen eğitimleri içeren programa katılmak isteyenler EÜ Rektörlüğü Personel Daire Başkanlığı İnsan Kaynakları Birimi’nden kontenjanlarla ilgili ayrıntılı bilgi alabilirler. HAZİRAN 2009 55 Devetüyü-176 doğal renkli pamuk hattının isminin “Akdemir”, Kahve-171 doğal renkli pamuk hattının isminin ise “Emirel” olarak Tarım Bakanlığı Milli Çeşit Listesi’nde yer aldı. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Biyomühendislik Bölümü, Ödemiş Meslek Yüksekokulu ve Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü’nde görevli pamuk ıslahçıları Yrd.Doç.Dr.Hüseyin Akdemir, Prof.Dr.Aynur Gürel ve Prof.Dr.Şükrü Hazım Emiroğlu tarafından ortaklaşa ıslah edilen Devetüyü-176 ve Kahve-171 no’lu doğal renkli pamuk hatları tescil edildi. Devetüyü-176 doğal renkli pamuk hattının isminin “Akdemir”, Kahve-171 doğal renkli pamuk hattının isminin ise “Emirel” olarak Tarım Bakanlığı Milli Çeşit Listesi’nde yer aldı. Bu çeşitlerden Akdemir, 30 mm lif uzunluğu ile deve tüyü renk skalasına dahil olan genotipler içinde en iyi lif kalite özelliğine sahip. Emirel çeşidi ise Türkiye’de kahve rengi elyafa sahip ilk tescil edilen ve verimlilik özelliği ile ön plana çıkan bir çeşit olarak tescil edildi. Doğal renkli pamuklar; boyama işlemini gerektirmemeleri, su ve enerji tasarrufu sağlamaları, çevreye ve insana zarar vermeleri ve organik tarıma uygun olarak yetiştirildiklerinde ise Türkiye açısından iyi fırsat sunmaları gibi özelliklere sahip olarak biliniyor. Üniversitemiz için büyük emek sarfetmiş, vefat eden önceki rektörlerimizin isimleri, özellikle yapımı döneminde önemli çabaları bulunan farklı amfi ve tesislere veriliyor. Köklü bir kurumun geçmişine olan vefasının bir örneği olarak, Kapalı Olimpik Yüzme Havuzu’na, 11 Ağustos 2008 tarihinde vefat eden Ege Üniversitesi Onbirinci Dönem Rektörü Prof. Dr. Sermet Akgün’ün ismi verildi. Kampüs Kültür Merkezi’nin adı da Senato’nun kararıyla Yedinci Dönem Rektörümüzün adını alarak Prof.Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezi olarak değiştirildi. Rektörlük görevindeki ilk altı aylık dönemde önceki Rektörlerinden Prof.Dr. Sermet Akgün ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın vefatları ile büyük bir üzüntü duyduklarını belirten Rektör Prof.Dr. Yılmaz, gerçekleştirilen isim değişikliklerini yapmak istediklerinin yanında küçük bir zerre olarak nitelendirdi ve “Bu durum kurum kültürünün oluşmasında ana noktalardan birisidir. Bu girişimler devam edecek, ancak gönlümüzden geçen bunların kayıplarımızla değil, yaşayan büyüklerimizle devam etmesinden yanadır” diye konuştu. Aynı yaklaşım doğrultusunda, Haziran ayında Ege Üniversitesi’nin Sekizinci Dönem 56 Rektörü Prof. Dr. Necati Akgün ile Dokuzuncu Dönem Rektörü Prof. Dr. Hakkı Bilgehan’ın isimleri Tıp Fakültesi öğrencilerinin eğitim gördüğü A ve B amfilerine verildi. Ayrıca Tıp Fakültesi’nin, Tıp Fakültesi Hastanesi’nin, Diş Hekimliği Fakültesi’nin kurulmasında; Eczacılık ve Edebiyat Fakültesi binalarının, üniversite lojmanlarının yapılma aşamasında büyük emek vermiş Prof. Dr. İsmail Ulutaş’ın ismi de, Tıp Fakültesi Mikroskopi Salonu’na verildi. İzmir Üniversiteleri Platformu tarafından düzenlenen şenlikte, İzmir’in dört bir yanında etkinlikler gerçekleştirildi. İzmir kayıkları ile yelken toplulukları da şenliğe denizden destek verdiler. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin girişimleriyle, “İzmir Üniversiteleri Platformu” oluşturuldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yaşar Üniversitesi ve İzmir Üniversitesi’nin de katılımıyla hayata geçirilen platform; İzmir’deki altı üniversitenin öğrencilerinin ortak bilimsel çalışmalar yapması,özellikle üniversiteleri ilgilendiren konularda, yerel ve merkezi yönetimlerin, meslek odalarının ve diğer kurum, kuruluşlarla işbirliği içeri- sinde İzmir’e katkı sağlamasını hedefliyor. Yine kaynakların etkin kullanımı konusunda da somut çözümler üretmeyi planlayan, İzmir üniversitelerinin her alanda dayanışmasını sağlamak için projeler geliştirmeyi amaçlayan platformun ilk çalışması olarak; her üniversitenin Mayıs ayında gerçekleşen kendi şenliğinin yanısıra İzmir Üniversiteleri’nin ortak bir şenlik düzenlemesi kararlaştırıldı. Bu karar uyarınca 14 Mayıs’ta ilk “İzmir Üniversiteleri Platformu Şenliği” gerçekleşti. Üniversitelerin kentle bütünleşmesini amaçlayan şenliğin ana teması “Ödünç Dünya” oldu. “Dünyayı gelecek nesillerden ödünç alma” fikrinden yola çıkılan şenlik kapsamında İzmir’in dünü, bugünü ve geleceğine değinen etkinlikler gerçekleştirildi. “Yaşayan İzmir” Fotoğraf Yarışması, Bergama’daki 2 bin yıllık sağlık merkezi olan Allinoi Antik Kenti’nin Yortanlı Barajı’nın açılmasıyla sular altında kalmasının tartışıldığı “Doğruya Doğru” Müzakeresi, İzmir’e Pedal Bisiklet Turu, Deniz Temiz-İzmir Temiz Etkinliği, Akustik Müzik Dinletileri düzenlendi. Sabah saatlerinde başlayan bütün bu etkinliklerin tamamlanmasının ardından tüm katılımcılar Cumhuriyet Meydanı’nda toplandı. Gerçekleştirilen törenin ardından yaklaşık önde 6 üniversitenin rektörleri ve arka-larında öğrencilerinden oluşan 1500 kişilik grup hep birlikte Gündoğdu Meydanı’na yürüdü. İzmir Kayıkları ile yelken topluluklarının da körfezden destek verdiği yürüyüş renkli görüntülere sahne oldu. Etkinlikler Gündoğdu Meydanı’nda yaklaşık 30 farklı dans ve müzik grubunun gösterileriyle son buldu. HAZİRAN 2009 57 Ege Üniversitesi’nin ilk mezunları 50 yıl aradan sonra ilk ders yaptıkları Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’ndeki Amfide toplandılar. 50 yıllık mezunların toplantısında vefat eden 28 öğrenci saygı duruşuyla anıldı. Türkiye’nin her köşesinden gelen mezunlar çocukları ve torunları ile birlikte toplantıya katıldı. Mezunlar buluşmasını organize eden, Ege Üniversitesi’nin emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Oğuz Manas ve diğer konuşmacılar, yaptıkları konuşmalarda anılarını anlatarak katılımcıları öğrencilik günlerine geri götürdü. Toplantı organizasyonunda yoğun emeği geçen Prof. Dr. Oğuz Manas, toplantıyı dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakanı Adnan Menderes’in açılışına katıldığı fotoğraf gösterimi ile açtı. Ardından eski günlere değinen Prof. Dr. Manas, üniversitenin kuruluşundaki zorlukları Erdal Öz Edebiyat Ödülü, bu yıl Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. İhsan Oktay Anar’a verildi. Yrd. Doç. Dr. Anar, Türk edebiyatına kazandırdığı birbirinden önemli romanları, bu romanlarda ortaya koyduğu özgün üslubu nedeniyle seçici kurul tarafından ödüle değer görüldü. Ödülün yanı sıra İhsan Oktay Anar adına Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü tarafından bir sempozyum düzenlendi. “Tarih Kadar Hayal, Rüya Kadar Gerçek” başlığı ile gerçekleştirilen sempozyuma katılan akademisyenler, edebiyatçılar, eleştirmenler, sinema yönetmenleri ve karikatüristler Anar’ın romanlarını her yönüyle irdeledi. Bilgi Üniversitesi’nin Santralistanbul Kampüsü’nde düzenlenen sempozyum kapsamında ilginç sergi objelerinin yanı sıra animasyonlar, video-art çalışmaları, dinletiler ve doğaçlama oyunlar başta olmak üzere pek çok etkinlik gerçekleştirildi. “Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri”, “Efrasiyab’ın Hikayeleri”, “Amat” ve “Suskunlar” isimli eserleri bulunan Anar, Edebiyatçılar Derneği ve PEN Yazarlar Derneği üyesi. 58 belirterek bugünlere gelindiğini vurguladı. Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halil Şengonca ve öğrencileri Prof. Dr. Oğuz Manas’a çiçek ve forma takdim ettiler. Bunun ardından Prof. Dr. Manas 75 yaş Veteranlar Avrupa Masa Tenisi Turnuvasında Türkiye’yi hediye edilen forma ile temsil edeceğini belirtti. Toplantının ardından mezunlar Şirince gezisine çıktılar. Ege Üniversitesi önderliğinde ilki 2005 yılında düzenlenen ve iki yılda bir organize edilmek üzere gelenekselleşen EgeArt Sanat Günleri’nin üçüncüsü, 1115 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’ın onursal başkanlığında Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan ilk toplantıda, organizasyonu üstlenecek sanatçılar, kurum temsilcileri ile sanatı destekleyen gönüllüler ilk kez bir araya geldi. Ege Sanat Günleri hakkında bilgi veren Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, “Ege Üniversitesi olarak amacımız İzmir’in bilimsel, kültürel ve sanatsal gelişimine liderlik etmek. İzmir’in uluslararası standartlarda bir sanat etkinliğine kavuşmasını sağlamak” diye konuştu. Prof. Dr. Yılmaz, sayılarla 1. ve 2. EgeArt Sanat günleri hakkında bilgi vererek “1.Ege Art’a 25 bin ,2. Ege Art’a 57 bin kişi katıldı. Bu dönemde bu sayının üzerine çıkmayı hedefliyoruz”dedi. Ege Üniversitesi Sanat Kurulu temsilcilerinin yanı sıra 9 Eylül,Yeditepe, Ankara ve Anadolu üniversitelerinden temsilciler de 3. Egeart sanat kurullarında yer alıyor. Üniversitelerin kalitesinin yükseltilmesine yönelik bir çalışma olan Bologna Ulusal Takımı Projesi hakkında konuşan Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, projenin üniversiteler arası rekabeti zorladığını ifade etti. Çeşitli illerdeki üniversitelerden gelen Fen-Edebiyat Fakülteleri dekanlarının katılımıyla Ege Üniversitesi (EÜ) Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşen toplantıda, açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Yılmaz, projenin bilimsel açıdan Türkiye’nin ve dünyanın en önemli gündem maddesi olduğunu belirtti. Prof. Dr. Yılmaz, şunları söyledi: “Ege Üniversitesi 23 Avrupa ülkesinden 180 üniversite ile ikili ilişki imzası bulunan bir üniversitedir. Bu süreçte Bologna Projesi’nin önemi daha da ön plana çıkmaktadır. Ülkemiz üniversitelerinin bu proje çerçevesinde gösterdiği performans ve Yüksek Öğretim Kurulu’nun pro-jeye verdiği destek çok önemlidir”. Türkiye’nin Bologna ile ulaştığı bilimsel seviyenin çok ileri olduğunu söyleyen YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Atilla Eriş, “Ar-Ge konusunda ülkemiz son 10 yılda büyük bir atılım göstererek 32’ncilikten 19’unculuğa yükseldi. Öğretim kadrosundaki araştırma personeli başına düşen yayın itibariyle de ülkemiz İsviçre, İngiltere ve İsveç’ten sonra dördüncü sırada bulunmaktadır. Kısıtlı bütçe olanaklarına rağmen ulaşılan bu başarı, imkanlar geliştirildikçe daha da artacaktır. Bologna süreci üniversitelerin akademik özerkliğe kavuşması ve toplumla birleşmesi yolunda da önemli katkılar sağlamaktadır” diye konuştu Ege Üniversitesi ve Ege-Koop birlikteliği ile hayata geçirilecek “Ege- Koop 25. Yıl Konutları” Karşıyaka Körfez Evleri yakınındaki arsa üzerine 420 konut olarak inşa edilecek. Üniversite personeli için Türkiye’de ilk ve tek üniversite kenti yaratılması amaçlanıyor. EÜ ve Ege Koop işbirliği ile Bayraklı’da “Karşıyaka Körfez Evleri”nin yanında ilk etabı yapılacak blokları, kentin başka bölgelerinde yapılacak diğer konutlar izleyecek. EgeKoop, B tipi bloklardaki fırsat paketiyle arsa payında yüzde 15 ve inşaat metrekare maliyetlerinde yüzde 15 olmak üzere avantaj sağlandığını açıkladı. Ege-Koop 25. Yıl Konutları’nda B tipi projeden sahip olmak isteyenler ayda 800 TL ile 950 TL arasında aidatla konut sahibi olabilecek. 2009’da temeli atılacak olan konutların anahtar teslim tarihi 2011 olarak açıklandı. Ege Üniversitesi öğretim elemanı ve personelinin konut edinme konusunda yoğun talepleri bulunduğunu açıklayan EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, “Hedefimiz, güvenli, konforlu, çevreye saygı anlayışı ile tasarlanmış ve her şeyden önce Ege Üniversitelilerin bir arada yaşayabileceği mekânlar oluşturulmasına katkı yapabilmek” dedi. Ege-Koop 25.Yıl Konutları’nın İzmir’in prestij projesi olacağının altını çizen Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan, “Ege Üniversitesi’nde talep örgütlenmesi amacıyla yüzde 80 katılımla gerçekleştirilen anket sonucunda katılanların yüzde 87,5’inin Ege-Koop’la ev sahibi olmak istedikleri ortaya çıkmıştır. Bu, hem konuta olan ihtiyacın hem de Ege-Koop’a duyulan güvenin en çarpıcı göstergesidir” dedi. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Ege Üniversitesi’nin TÜBİTAK’a en fazla proje gönderen okul olduğunu açıkladı. Üniversitedeki bilimsel çalışmalarla ilgili de bilgi veren Prof. Dr. Yılmaz, “TÜBİTAK’da proje başvurusu yapan üniversitelerin arasında birinci sıradayız. Proje konusunda desteklenmede ise ikinci sıradayız” dedi. Projelerin gerçekleşmesi için verilen kaynakların yetersizliğinin altını çizen Prof. Dr. Yılmaz, öğretim üyelerinin kaynak oluşturma çabası içerisinde olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bilimsel araştırmalarda projelerin desteklenmesi konusunda üniversitelere çok fazla bütçe ayrılamıyor. Devletin kurumlarının, başka kaynakların bilimsel projeleri desteklemesi lazım. En büyük kaynağımız, TÜBİTAK ve DPT. TÜBİTAK başvuruları konusunda ön sıralara taşınmış durumdayız. Mayısın sonuna kadar DPT projeleri konusunda hazırlığımız var. Daha çok araştırmaya, projeye hitap etmeyi düşünüyoruz. Özgelir elde ederek bilimsel projeleri buradan karşılamayı amaçlıyoruz. Yeni oluşumlarla uluslararası projeler konusunda da daha hazır hizmetler sunmayı hedefliyoruz. Bir grup hocamızın, sadece uluslararası projeler üzerinde, ‘nereden kaynak bulabiliriz’ diye çalışmaları var.” HAZİRAN 2009 59 Ege Üniversitesi; Sakarya, Bilkent, Karadeniz Teknik, Ortadoğu Teknik, Sabancı üniversiteleri ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü ile birlikte Türkiye’de “Diploma Eki Etiketi” kullanma hakkını kazanan 7 üniversiteden biri oldu. Türkiye, Avrupa’da Diploma Notu Etiketi alan ülke sıralamasında 2. sıraya yükseldi. Dünya Dans Günü kutlamaları, Ege Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı çatısı altında çalışmalarını yürüten Latin Dansları topluluğu organizasyonuyla kampüse taşındı. 28-29 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen etkinlikte ilk gün dansla ilgili film gösterimleri, seminer, sunum ve panel gerçekleştirildi. Akşam saatlerinde de Ege Üniversitesi’nde dans çalışmaları gerçekleştiren öğrenci topluluklarının yanı sıra birçok dans grubunun katılımı ile bir gece düzenlendi. Prof. Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlikte baleden, Latin danslarına ve hiphopa kadar birçok dalda dans gösterisi gerçekleştirildi. İzmir Devlet Opera ve Balesi, EÜ Latin Dansları Topluluğu, EÜ Modern Dans Topluluğu, Hip Hop Topluluğu, Dans Ege Kulübü ve 9 Eylül Üniversitesi Dans Atölyesi’nin hazırladığı gösterilerle tüm dans toplulukları izleyenlere büyülü bir gece yaşattı. Etkinlikte ikinci gün ise Arman Esen’in Latin Dansları, Aydan Uysal’ın ise Hip Hop ile ilgili çalıştaylarıyla sürdü. Dans Günü kutlamaları, tüm dans severlerin özgürce kendilerini figürleriyle ifade ettikleri Dans Gecesi ile son buldu. EÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma Uygulama Merkezi yine , Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele’nin Örgütlenişinin 90. Yıldönümü dolayısıyla “Atatürk ve Kuva-yı Milliye” konulu bir makale yarışması düzenledi. Batı Anadolu’daki ( Uşak, Balıkesir, Aydın, İzmir, Manisa, Denizli, Muğla, Afyon, Kütahya ) Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde okuyan lisans öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen yarışmada, birinciye 800, ikinciye 600, üçüncüye 300 TL olduğu ve mansiyon ödülüne layık görülen 3 öğrenciye 100 TL verilecek. Yarışmaya son başvuru tarihi 17 Ağustos 2009 olarak ilan edildi. Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı’nın katkılarıyla düzenlenen yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgi için: euatailk.ege.edu.tr ve atailkuyg.ege.edu.tr. Ege Üniversitesi Rektörlüğü bahçesindeki tarihi ağaçlara zarar veren Çamkese böceklerinin sayısının kontrol altına alınması amacıyla ağaçlara tahtadan kuş yuvaları asıldı. Yuvalar hakkında bilgi veren Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Tanju Kaya, “Çamkese böceğinin tırtılları, çam ağaçlarının yeni filizlerin-deki taze yaprakları yiyerek ormanı adeta yangın yerine çevirir. Ağaçlara asılan yuvalarda, başlıca besinleri böcek ve tırtıl olan baştankara kuşlarının sayılarının artmasına yardımcı olunacaktır. Baştankaralar, böcekleri yiyerek ağaçların yok olmasına engel olacaktır.” dedi. 60 Ege Üniversitesi Bilgi ve iletişim Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (BİTAM) 4.Küresel Otoloji-Nöroloji Canlı Cerrahi toplantısını (The 4th Global Otology-Neurotology Live Surgical Broadcast) toplantıya katılan diğer üniversiteler ile aynı anda yayınlayarak önemli bir başarıya imza attı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Hastalıkları Anabilim Dalı ile işbirliğinde gerçekleştirilen yayın konusunda bilgi veren BİTAM Koordinatörü Uzman Yiğit Açık, video konferans teknolojisiyle toplantının tüm dünya ile aynı anda yayınlandığını söyledi. Açık, toplantıya Ege Üniversitesi’nden başka New York University, Federal University of Sao Paulo, Barselona Instituto de Otologia Garcia-Ibanez, Manchester Royal Infirmary ve Hannover Medizinische Hochschule gibi eğitim ve sağlık kurumlarının da katıldığını belirtti. Medikal uygulamalar dışında bir çok video konferans uygulaması da gerçekleştiren BİTAM, eğitim amacıyla yürütülen çalışmalara teknolojisiyle büyük destek veriyor. İlköğretim öğrencilerine bilimi sevdirmek amacıyla düzenlenen Ege Üniversitesi Bilim Haftası 27-30 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirildi. Üç gün süresince devam eden etkinliklerde bilim insanları ile ilköğretim öğrencileri bir araya geldi. Ege Üniversitesi’nin Avrupa Bilim Eğlence Gecesi organizasyonundan elde ettiği tecrübeleri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri kapsamında yeniden çocuklarla bir araya getirdiğine değinen Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, geleceğin bilim insanlarını Ege Üniversitesi’nde ağırlamaktan mutluluk duyduklarını söyledi. Bilim Haftası etkinlikleri ile kampüse konuk olan geleceğin üniversitelileri deneyler, bilimsel sergiler, konserler, sunumlar ve üniversite içi geziler ile bilimin yaşam içerisindeki yerini yakından tanıma fırsatı yakaladı. Ücretsiz olarak gerçekleştirilen ve 8 bin ilköğretim öğrencisinin katıldığı etkinlikler, Bilim-Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (EBİLTEM) koordinasyonunda Fen, Edebiyat, Ziraat fakülteleri ile Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’nın katkılarıyle gerçekleştirildi. HAZİRAN 2009 61 Türkiye’nin önde gelen şirketlerinin katıldığı ve kampüs üniversitesi olmanın verdiği avantajla Ege Üniversitesi’nin tüm öğrencilerine hitap eden bir organizasyon olan “Kariyer Günleri – 2009”, 7. kez Prof Dr. Yusuf Vardar - MötbeKültür Merkezi’nde 5-6-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildi. Üniversite öğrencilerine ve mezunlarına staj-iş bulmaları amacıyla her yıl Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı / Kariyer Planlama Koordinatörlüğü tarafından, düzenlenen organizasyona, Gateway Öğrenci Topluluğu’nun öğrencileri yönlendirmedeki çabası da dikkat çekti. Katılımcı firmalara tüm gün kendilerine tahsis edilen yerlerde stand açma ve konferans salonunda birer saat sunum yapma imkanı verildi. Bu sunumlarda firmayı temsil eden yöneticiler, firmalara istihdam yaparken ne gibi kriterlere dikkat ettiklerini; firma ve kendilerine ait başarı öykülerini gençlere aktardılar. Katılımcı firma yöneticileri standlarında ise staj ve iş imkanı sağlamak için CV toplayıp, öğrencilerin sorularını yanıtladılar. Ege Üniversitesi’nin 2009 Dünya Astronomi Yılı nedeniyle düzenlediği etkinlikte Galileo’nun teleskobuyla gökyüzüne bakışının 400. yılı kutlandı Fen Fakültesinde düzenlenen etkinliğe uzay kampı yetkilileri, İzmir ve çevrelerinden ilköğretim ve lise öğrencileri de katıldı. Kariyer anlamında pek çok fırsatın yanında kokteyller ve firmaların promosyonlarıyla günlük 400500 kişi tarafından ziyaret edilen organizasyona, Ege Üniversitesi dışında diğer üniversite öğrencileri ve mezunları da katılım gösterdi. Schneider Elektrik San.Tic. A.Ş. ,Tesco Kipa Kitle Pazarlama. A.Ş, Erin Sigorta L.t.d. Ş.t.i, Carrefour Sa Ticaret Merkezi A.Ş,Yaşar Holding A.Ş, Sabah - ATV gibi sayısı 25’i bulan katılımcı firmalar umdukları ilginin üstünde talep gördüklerini ve gelecek yıl da bu organizasyona katılacaklarını bildirdiler. Kariyer Günleri hakkkında bilgi almak ve başvuruda bulunmak için: Ege Üniversitesi Kariyer Planlama Koordinatörlüğü Tel: 0232 343 70 15 - 388 40 00 / 2480 konferans salonlarında yapıldığı etkinlik bu yıl farklı bir düzenleme ile gerçekleştirildi. Gün boyunca aynı anda birden çok salonda, farklı bölümlere ait tanıtımlar yapılırken, öğrencilerin özel olarak bilgi alabileceği, sorularına cevap bulabileceği ve okulların çalışmalarını görebileceği standlar da kuruldu. Latin dansları ve halk oyunları gösterileriyle renklenen 12. Ege Üniversitesi Tanıtım Günleri süre- since öğrenci toplulukları da Spor Salonu’nun bahçesinde kurdukları danışma masalarında lise öğrencilerine kampüs yaşamı hakkında bilgi verdi. “Ege Üniversitesi Hatırası” fotoğraf standında öğrencilere fotoğraf hizmeti sunuldu. Bu yıl Tanıtım Günleri, fakülte / yüksekokulların tanıtım temsilcilerilerinden gönüllülerin de içinde yer aldığı bir organizasyon komitesi kurularak hazırlandı. Yrd. Doç. Dr. Alev Haliki Uztan’ın başkanlık yaptığı komisyon, temmuz ayı sonunda “Tercih Günleri” adı verilen bir etkinlik daha gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Bu etkinlik kapsamında ÖSS sonrası tercih yapacak öğrencilere üniversitemiz hakkında detaylı bilgiler verilecek ve doğru tercih yapmaları için yardımcı olunacaktır. Evren sizi bekliyor Türk Astronomi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Zeynel Tunca “Evren sizi bekliyor; sizin kendisini keşfetmenizi bekliyor. Bu sloganla tüm dünyada astronomiye olan ilginin arttırılmasını hedefliyor.’’ dedi. Rektör yardımcısı Prof. Dr. Azmi Telefoncu “ Üniversitemize yeni bir araştırma uygulama merkezi kazandıracağız, astronomiyi rektörlük olarak önemsiyoruz” şeklinde konuştu. Fen Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Serdar Evren “ Biz astronomi için gerekli olan genel araştırmaların yüzde 90’ını yapıyoruz. Bizim amacımız astronomiyi kullanarak gençlere bilimi sevdirmek ve bilimsel bilinclerini arttırmaktır” şeklinde konuştu. Bu yıl en etkin yılımızdı Prof. Dr. Serdar Evren 2-5 Nisan arasında düzenlenen Bilim Haftası etkinliklerinde incelenen 100 saat astronomi, kadın astronomlar, Karanlık Gökyüzü Farkındalığı, Astronomiyi Küresel Olarak geliştirmek, Astronomi ve Dünya Mirası gibi başlıklar hakkında da bilgiler verdi. Şehir merkezlerindeki gereksiz ışıkların yıldızların görünürlüğünü yok ettiğine dikkat çeken Prof .Dr. Serdar 62 Evren, bunun önemli bir sorun olduğunu belirtti. Evren Kadın Astronomlar için “Her bilim alanında olduğu gibi astronomide de kadın erkek eşitliği söz konusu. Ülkemizde kadın astronom sayımız az ama bu alanda kadınlara erkeklerle eşit imkanlar sunuluyor” şeklinde konuştu. Galileo Eğitim programıyla da Fen derslerinin astronomi kullanılarak anlatılması gerektiğini bu yüzden özellikle Fen Bilgisi öğretmenlerini eğitime aldıklarını belirten Prof. Dr. Evren ‘’Bu yıl içinde bir çok etkinlik yaptık gittiğimiz okullarda projeler hazırlayıp sunum yapan lisans ve lisans üstü öğrencilerime teşekkür ediyorum” dedi. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç Dr. Günay Taş, Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü ile Dr. Melike Afşar’da etkinlikte “Astronom Ne Yapar?”, “Bilimin Öncüllerinden Galileo Galilei,” ve “Dünya’dan Evrene Bakış” konularında konuşma yaptılar.. Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından bu yıl 12’incisi düzenlenen “Ege Üniversitesi Tanıtım Günleri” Spor Salonu’nda 73 liseden 250 öğretmen ve 7 bin öğrencinin katılımıyla gerçekleşti. Daha önceki yıllarda belirli saatlerde Fakülte, Yüksekokul ve Meslek Yüksekokulların tanıtımlarının HAZİRAN 2009 63 İzmir Üniversiteleri Platformu Şenliği kapsamında “Yaşayan İzmir” adlı bir fotoğraf yarışması düzenlendi. Yarışmaya, 78 kişi, 234 eseriyle katıldı. Yarışmanın birincisi “Bağbozumu” adlı eseriyle (soldaki) Halil İbrahim Ergunda oldu. İkincilik ödülünü “Çuha Bedesteni” adlı eseriyle (ortadaki) Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo - Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim Görevlisi Alahattin Kanlıoğlu aldı. Üçüncülük ödülü de “Velespitli” adlı eseriyle (en alttaki) Mehmet Ali Varol’un oldu. 64
Benzer belgeler
Ege Üniversitesi Dünya Şampiyonu... - Ege-book
çalışır. Bin bir çeşit ağacın kokusunda
yontulan ahşaplar sazlara, kemanlara dönüşür. Kitap kokusu, talaş
kokusu, sanatın huzuru ve sahnenin
telaşının birlikte
yaşandığı bir okuldur Ege Üniversites...