Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
26/07/2009
03
Barış Çakmakçı
[email protected]
Tekstil dünyasının sokak stili ve denime
odaklanan en önemli fuarı Bread&Butter,
1-3 Temmuz tarihleri arasında Berlin’de
gerçekleşti. Seçilmiş markaları bir araya
getiren fuarda sokak stilinden, kentli spor
giyime kadar dünyanın önde gelen pek çok
markası yeni sezon ürünlerini vitrine
çıkardı. Hızla değişen moda endüstrisinde
önemli bir pasta payına sahip olan genç
jenerasyona hitap eden markaların tasarım
anlayışlarını ortaya koyduğu fuar, renkli
tekstil ürünleri kadar mekan, konsept,
perakende, ambalaj, grafik ve stant
tasarımlarıyla da dikkat çekiciydi.
Konsept uyarlaması
1930’lu yıllarda inşa edilen ve Nazi
Almanyası’nın önemli merkezlerinden biri
olan Tempelhof Havaalanı, B&B Fuarı ile
birlikte kapılarını artık sadece etkinlikler
için açıyor. Acı–tatlı hatıralara ev sahipliği
yapmış olan mekân, fuarın da konseptini
belirleyen baskın bir kimlik olarak öne
çıktı. Fuara girişin uçak bileti şeklinde
tasarlanmış ‘boarding pass’larla
kontuarlardan yapıldığı alanda kataloglar
da valiz bantlarından gelerek ziyaretçilere
ulaştı. Firmaları kategorize eden
bölümlerde yer alan stantlar ise hangar
bölümlerinde yer aldı. Aprona kurulan
“rekreasyon ve yemek” alanında ise yine,
tarihi önemi olan uçaklar dekorun birer
parçası olarak değerlendirilmişti. Yapının
karakterine uygun olarak bırakılan orijinal
havalimanı parçalarının yanı sıra işaret
levhaları ve yapılan anonslar da konsepti
tamamlıyordu.
Tüketimden etkileşime: Perakende
sektörünün giderek tüketimden etkileşime
önem vermesiyle birlikte mağazalara
yansıyan interaktif uygulamalar B&B
hollerinde de hakimdi. Sokak sanatçılarıyla
birlikte grafiti ve stencil yapanlardan,
langırtla ayakkabıları deneyenlere,
otomatlardan jean pantolon alanlardan
BREAD&BUTTER’LA
“UÇMAK”
Temmuz ayında Berlin’in tarihi öneme sahip
havaalanı Tempelhof’ta düzenlenen haliyle
yeniden şehre dönen şehirli sokak giyim
fuarı Bread&Butter, konseptiyle son yılların
en hızlı çıkışlarından birini yaptı. Üç günlük
fuarın her adımında yaratıcılık vardı.
boya badana yaparcasına tişört
tasarlayanlara kadar serbest rekabet
piyasası içinde yaratıcılıklarını konuşturan
markaların akılda kalma girişimleri takdire
değerdi. Ürünle birlikte etkileşime geçen
ziyaretçilere dağıtılan promosyon ürünleri
de yine marka bilinirliğini artırmak üzere
zekice düşünülmüş objelerden oluşuyordu.
01
stand tasarımları da çevreye duyarlı ve
sürdürülebilirlik odaklıydı. Başta yoğun
kauçuk ve sentetik madde kullanan
ayakkabı markaları olmak üzere birçok
marka stantlarını geridönüşümlü kartonlar,
ahşaplar ve ondülalar ile hazırlamıştı.
Doğaya sahip çıkmaya davet eden
mottolarıyla bu markalar sosyal
sorumluluk bilinçlerini de ortaya
koymaktaydı.
Yoğun grafik kullanımı: Gerek fuar alanı,
gerek kurumsal grafikleri, gerek tekstil
ürünlerinin motifleri gerekse de markaların
bizzat kendi kurumsal kimlikleriyle B&B
Fuarı, tam bir grafik şöleniydi. Op-art’tan
floral desenlere, figüratif oyuncaklardan
sticker’lara, logolardan ambalajlara kadar
hemen her markanın kendi kimliğiyle
özdeşleşen, yaratıcı bir “grafik ruhu” vardı.
Gökkuşağının tüm renklerini bir arada
kullanan grafiklerin yanı sıra Tempelhof’un
ilham verici konumundan kaynaklanan
uçak ve uçmak konsepti de grafik
uygulamalara dönüşmüştü.
Bizden markalar: Türkiye’den de katılımın
olduğu fuarda “Akdenizli” temasını öne
çıkaran Mavi Jeans, ürünlerini
sergiledikleri stantlar için sedirler, gümüş
siniler ve yerel desenli kumaşlar tercih
etmişti. Önde gelen tasarımcılarla
yarattıkları beyaz gömleklerle tanıdığımız
Bil’s de fuarda sade ama güçlü görsel
düzenlemelerle yar aldı. Yoğun insan
trafiği arasında sadece ürünlerle değil,
disiplinlerarası bir konsept tasarımıyla öne
çıkan Bread&Butter Fuarı için planlanan
bir sonraki tarih, 20-22 Ocak 2010; mekan
ise Tempelhof!
01-02 Temmuz ayının başında Tempelhof
Havaalanı’nda düzenlenen Bread & Butter
bir grafik şöleni gibiydi. Sürdürülebilirlik
kavramına odaklanan katılımcılar,
ziyaretçilere interaktif deneyimler sundu.
Eko-deko her yerde: Fuara katılan
markaların sergiledikleri ürünler kadar
02
04
26/07/2009
Hatice Gökçe
Sibel Baştimur
[email protected]
[email protected]
KADINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN
MODA
Nemrut Dağı’nda görkemli yerini koruyan,
bereket sembolü, Kommagene Krallığı’nın
güzeller güzeli tek tanrıçası Argande, ismi ile
bir kadın projesine ilham kaynağı oldu.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
(UNDP) ile GAP Bölge Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (GAP BKİ) ortaklığı ve İsveç
Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (Sida)
finansmanıyla Mayıs 2008’de başlayan
proje, Güneydoğu Anadolu’daki kadınların
sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesi
amacıyla “GAP Bölgesindeki Kadının
Güçlendirilmesinde Yenilikler Projesi” adıyla
yazılmış. Kadınların iş gücü piyasasına
katılımını, Güneydoğu Anadolu'nun
markalaştırılmasını ve yeni satış ve
pazarlama fırsatlarının yaratılmasını
hedefleyen proje, moda ve tasarımın dili ile
yöreye özgü el dokuması kumaşlarında
kullanıldığı tasarımlardan oluşan 14 parçalık
bir koleksiyon olarak hazırlandı. Türkiye’nin
önemli moda tasarımcıları tarafından
hazırlanmış ve proje yararlanıcısı kadınlar
tarafından Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde
üretilmiş olan koleksiyon, ARGANDE etiketi
altında satışa sunuluyor. Batman’da kurulan
konfeksiyon atölyesi Ve Mardin’de kurulan
örgü atölyesi ile beraber yaklaşık 143 kadına
istihdam olanağı sağlanıyor; önümüzdeki
yıllar içinde bu sayının 1000’e çıkması
hedefleniyor.
Türkiye’nin en büyük hazır-giyim
firmalarından MUDO’nun desteği ve Hatice
Gökçe’nin tasarım koordinatörlüğünde
gerçekleşen proje kapsamında, sektörün
önde gelen moda tasarımcıları Ezra Çetin,
Tuba Çetin, Rana Canok, Berna Canok Özay,
Deniz Yeğin, Simay Bülbül, Gamze Saraçoğlu
ve Mehtap Elaidi’nin tasarımları da yer
alıyor. Yalnızca bu kadar değil; markanın
yaratılma sürecinde, basılı ve görsel
materyallerinin hazırlanmasında da oldukça
tanıdık bir isim, Demir Tasarım yer
alıyor.Batman Valiliği’nin finansal ve teknik
desteğiyle üretilen koleksiyon için çalışan
kadınlar, İstanbul Hazır Giyim ve
Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB)
tarafından eğitildi.
ARGANDE yılda 2 kez ana koleksiyon
hazırlıyor olacak; projenin en önemli özelliği
sürdürülebilir olması. Yılbaşı için küçük bir
koleksiyon hazırlamaya başlamışlar bile!
01-02-03 Hatice Gökçe, Gamze Saraçoğlu,
Berna-Rana Canok tasarımları
Kadınlar için yazılmış, kadınlar tarafından tasarlanmış ve
kadınlar tarafından üretilmiş bir proje, Argande. GAP Bölgesi’ne
bir de moda gözüyle bakmaya ne dersiniz?
01
02
Tendence sadece yeni ürünlerin sergilendiği bir
fuar olarak değil tasarım ve trendlerin
paylaşıldığı bir platform olarak da isim yapmış
bir fuar. Tendence çatısı altında en son
yenilikler ve eğilimler farklı fuarlar kapsamında
hayata geçiyor. Dekorasyondan ev
aksesuarlarına, hediyelik eşyalardan masa ve
mutfak ürünlerine, dış mekan mobilyasından
tekstil ve aydınlatma ürünlerine dair her çeşit
dekorasyon ürününü bir araya getiren fuar bu
yıl da tüm dünyadan sektör öncülerini ağırladı.
Tendence çatısı altında bu yıl üç başlık yer aldı:
Living, Giving ve önümüzdeki yılın İlkbahar ve
yaz ürünlerinin yer aldığı Collection. Fuarda bir
bölüm de sektördeki toptan alıcı ve satıcılar için
kurulan Passage bölümüydü.
Tasarım odaklı Living fuarı bu yıl modern iç
dekorasyon ürünleri kategorisine yer verdi. Ev
aksesuarları, ev teksitili, resimler, çerçeveler ve
aydınlatma ürünleri bu alanda sergilendi.
Giving fuar alanı ise hediyelik eşyalara
ayrılmıştı. Bu alanda geleneksel hediyelik
eşyalardan, “trendy” ürünlere geniş bir ürün
yelpazesinin yanı sıra kırtasiyelik ürünler,
oyuncaklar, el işi, mumlar ve gurme hediyelikler
de sergilendi. Sezonluk dekorasyonlar ve dış
mekanda kullanılan eşyalar Collectione fuarında
sergilendi. 2005 yılından bu yana Messe
Frankfurt’un fuar portfolyosunda yer alan
Collectione Preview İlkbahar + Yaz da Tendence
fuarı çatısı altında gerçekleşti. Bu yıl
Collectione’de katılımcı firmalar 2010 ilkbahar
ve yaz sezonunun trendlerini ilk kez sergilediler.
Collectione’de ziyaretçiler yıllık dekorasyon
ürünlerinden, bahçe-teras ve balkon eşyalarına
kadar geniş bir ürün yelpazesi bulabiliyorlar.
Passage alanında ise yurtdışından gelen
katılımcı firmalar çok çeşitli ev aksesuarları,
hediyelik ürünler ve masa-mutfak-ev ürünlerini
sergilediler.
Tendence fuarı yeni ürün ve trend tanıtımlarının
yanında birçok fuar aktivitesine de ev sahipliği
yaptı.
Personal Shopper
Bu yıl Personel Shopper, uluslararası ün yapmış
iki önemli tasarımcı olan Londralı Studio
Doshi/Levien ve Viyana’dan Studio Polka
tarafından yönetildi. İki tasarımcı, ziyaretçiler
için fuar açılmadan önce ziyaret ettikleri
katılımcı firmalardan aldıkları yeni ürünlerden
oluşan bir sergi oluşturdular.
Talents
Talents alanı bu yıl ikiye ayrılmıştı: Mücevher
tasarımı ve İç mimari. Dünyanın farklı
yerlerinden gelen genç tasarımcılar kendi
tasarımlarını uluslararası alıcılardan oluşan
büyük bir izleyici kitlesi karşısında test etme
imkanını buldular. Yeni fikirleri olan genç
tasarımcıları keşfetmek isteyen şirketler için
Talents bölümü büyük bir fırsat alanıydı.
03
Next
Next, tasarım deneyimi kazanmış ve tüketici
ürünleri sektöründe yer edinmek isteyen genç
şirketlere ayrılan bir bölüm. Geçmiş yıllarda
başarılı bir başlangıç aşamasını geçen Next, bu
yıl farklı ürün segmentlerini de kapsıyordu.
Tendence 2009’da 3 ayrı salonda ziyaretçiler
05
TENDENCE FUARI’NDA
MÜKEMMEL ÜÇLEME
Heyecanla beklenen Tendence fuarı 3-7 Temmuz arası Frankfurt’ta
gerçekleşti. Giving, Living ve Collectione olarak 3 ayrı fuarı
kapsayan Tendence’da her şey bir aradaydı: Bütün mevsimler,
bütün dağıtım kanalları, tasarımlar, önemli alıcılar ve müşteriler.
01
genç tasarım şirketlerinin ürünlerini görme
fırsatını yakaladılar: Loft bölümünde avantgarde iç mimari, Kids World’de trendy çocuk
ürünleri ve Carat bölümünde innovatif
mücevher kreasyonları sergileniyordu.
Form
Form sergisinde Tendence fuarının genelinde
sergilenen ürünler arasından seçilmiş yeni ve
innovatif ürünler görülüyordu.
Young Designers meet the indusrty
Alman Tasarım Konseyi ve Messe Frankfurt
tarafından 2007’den beri düzenlenen YDIM
programı kapsamında fuarın ilk gününde
seçilmiş olan genç profesyoneller portfolyalarını
sunarak kendilerini tanıtma fırsatı buldular.
2009 Trendleri: Çarpıcı renklerle doğallık
Beyaz, bej, gümüş-gri ve altın önümüzdeki
sonbahar ve kış sezonlarını domine eden
renkler olarak belirlenirken, şarap rengi, mor ve
lila güçlü vurgular yaratacak. Önümüzdeki
sezon dekoratif ürünlerde de yoğun renklerin
hakimiyeti görülecek, yeşil, pembe ve lila gibi
neon tonlar sıkça parlak metalik yüzeylerle bir
arada kullanılacak. Bunun tam tersi, beyaz, kum
rengi ve taş rengi gibi yumuşak renkler ve tahta,
kağıt gibi doğal ürünler trendinin de devam
edeceği anlaşılıyor. Ev ve mobilya sektörlerinde
de doğal materyallerden üretilen duvar ve yer
kaplamaları talep görüyor. Küçük mobilyalarda
ise duru ama tamamen sade olmayan çizgiler
hakim. Mücevherlerde heyecan verici materyal
kontrastları görülüyor. Tekstil, plastik, porselen
gibi malzemelerin klasik değerli metallerle
kombinasyonları yeni sezona hakim olacak.
01 Talents, Next, Form gibi tasarım odaklı
bölümleriyle yetenek avcılarının ilgi olan
Tendence Fuarı.
06
Tasarımcılar önce hayal etmekle işe
başlıyor. Sonra da işi kağıda döküyor.
Fizibilite sınavı ve çeşitli parametrelerden
geçer not alanları benimseyip hayatımızın
bir parçası haline getiriyoruz. Hayallerin
ötesine geçemeyenler proje olarak
dosyalardaki yerini alıyor.
Konsept hayalperestlerinden en ilgi çekeni,
2008 Marka Konferansı’nda hikayesini
anlatan tasarımcı Ora Ito. Tasarımcı ürün
üretmeyip, hayalini üreten ve bundan para
kazanıp ün salmış olan nadide insanlardan.
26/07/2009
Melis Pekand
Banu Alpay
[email protected]
[email protected]
KONSEPT TANRILARI
İŞ BAŞINDA
SPEKÜLATİF İŞE NE GEREK!
Maddi karşılık ya da garanti olmadan fikir verdiniz mi hiç? İmza atmadan eskiz
göstermeye cesaret ettiniz mi peki? Sizin işiniz Spec Work, yani “spekülatif” miydi?
01
Gucci villada uyanmak, Chanel Viole arabaya binmek şimdilerde
hayal. Ancak hayalperest ürün tasarımcıları, markaların yaşam
alanlarını istila etmekte bir sakınca görmeden onları aşina
olmadığımız formlara sokuyorlar.
Ora Ito; Nike, Louis Vuitton, Apple gibi
neslinin çeşitli markaları için üç boyutlu
kreasyon aletleri kullanarak, gerçek ürünleri
tasarlayarak ürün tasarımına başladı. Eş
zamanlı olarak her bir ürün için taklidine
karşılık gelen reklamlar oluşturdu. Bu
ürünlerin gerçekte hiçbiri var olmamasına
rağmen, Ora Ito daha gerçekçi bir görünüm
sağlamak amacıyla markanın fiili ismini ve
logosunu kullanarak hazırladığı çalışmaları
gazetelerde tam sayfa reklamlar halinde
yayınlattı. Internetin gelişimi ve Fransız
metro dergileriyle elde edilen başarı
sayesinde, taklit ürün koleksiyonu dünyayı
dolaştı ve ilk gerçek etiket olarak kabul
edildi. İnsanlar gerçekte var olmayan bu
ürünleri sipariş etmeye başladığında hayal
gerçek oldu. Büyük markalar bu deneyimi
orijinal ve akıllıca buldu. Ora Ito ile temasa
geçtiler ve markaları ile ilgili olarak yaptığı
korsan sanat eserlerini kabul ettiler. Ora
Ito’nun moda markalarıyla ilgili konsept
tasarımları arasında Louis Vuitton langırt,
Gucci markalı villa bulunuyor.
cep telefonu piyasasında varlık göstermeyen
markayı üzmeyecek güzellikte konsept bir
cep telefonu tasarlandı. Cam parçasını mavi
çizgilerle bölen ve çesitli açılardan kayan ve
farklı tuş takımları çıkartan model şimdilik
çizgi hayallerde yatıyor.Bir başka fikir de şık
bir bilezikle saati birleştiren ilginç aksesuar.
Konsept havuzundan Gucci için düşünülmüş
olan model, fütüristik bir görünüme sahip
olan LCD ekranlı bilezik saat.
yaratan The Onion adlı fırma, bunu moda
dünyasının aldıklarını geri vermesi için bir
fırsat olarak nitelendiriyor. Moda dünyası
için neredeyse bedavaya çalışan işçiler,
çekimlere arka plan olan egzotik yerlere bir
teşekkür niteliğinde bu parfüm. Olayla
dalgasını geçen Chanel No 3’ün şişesi de
benzin bidonundan esinlenme.
Hayallerde kalan konseptler hayatın her
07
noktasını moda markalarının saracağına dair
izlenim bırakmasa da zihin açıcı ve yer yer
korkutucu. Bilinen moda markaları kendi
işlerinin dışına sarksa ve alışık olmadığımız
alanlarda karşımıza çıksa konuşma dilimizi
yeni kelimelerle donatmak zorunda kalırdık.
Müşterinin, tasarımcıdan herhangi bir maddi
karşılık ve garanti vermeksizin, iş ve fikir
istemesi dünya literatüründe spekülatif iş
(Spec Work) yaptırmak olarak geçiyor. Bu
tarz çalışmalara evet demek bağımsız çalışan
tasarımcılar, tasarım stüdyoları ve yeni
mezunların korkulu rüyalarını süslerken,
büyük çaplı reklam ajansları ve mimarlık
ofisleri için ise işlerin normal akışını temsil
ediyor. Aradaki en büyük fark oynanan bahsin
yapılan ücretsiz işler
hayır işi: toplum yararına yapılan
gönüllü işler
ve kazanılması koşulundaki getirisinin
büyüklüğü. Mimarlık ve reklam gibi
disiplinlerde sektör koşulları profesyonellerin
spekülatif işlere evet demelerini öngörürken,
sunulan ilk tasarım teslim edilecek ürün
demek olmuyor. Kazanılan bir mimari proje
ya da reklam kampanyası şirketleri senelere
yayılan maddi anlaşmalarla ve
gözönündeliğin getirdiği promosyonla
destekliyor. Görsel iletişim ile ilgili
tasarımlarda ise çoğunlukla sunulan iş,
müşteri tarafından yeterli kabul ediliyor ve
yazılı bir anlaşma olmadığı takdirde tasarımcı
projeye harcadığı zaman ve emeğin
karşılığını alamıyor.
yapılan işin gerçek anlamdaki ekonomik
değerini düşürmesi riskini göz önünde
bulundurması gerekiyor. Müşterinin
kaygılanması gerektiği noktaları ise ücretsiz
yapılan bir işte verilen emek, enerji ve
düşüncenin farkedilebilir bir düşüş
yaşaması ve gereken detaylı araştırmanın ve
prototip geliştirmenin yapılmaması
durumunda projenin eksik kalması olarak
belirtiyor. Tabii bunlara ek olarak hem
müşteri hem de tasarımcıyı zor durumda
bırakacak, fikri mülkiyet, tescil gibi
unsurların ihlalini de unutmamak lazım.
AIGA tüm bu durumları listeleyerek aynı
zamanda hem tasarımcıları hem de iş
verenleri uyarıyor. Maddi karşılık ve
anlaşma olmaksızın bir işi kabul ederken
tasarımcının, iş verenin kendisinden
faydalanması ve spekülatif bir çalışmanın
bir konuşma veren web strateji uzmanı
Jeremiah Owyang, konuyu objektif bir tavırla
masaya yatırıyor. Ekonomik geri çekilmenin
yaşandığı bir dönemde spekülatif işlerin
artacağını belirten Owyang, Crowdspring ve
99designs gibi kitlesel kaynak
(crowdsourcing) oluşturarak, spekülatif iş
ortamı yaratan websitelerinin daha da
popülerleşecegini açıklıyor. 30 dolara
Hindistan’da bir kişiye logo yaptırmanın dar
çalışanlar ve yüksek kaliteli iş bekleyenler
için asla ideal bir yol olmayacağını da
belirtmeden geçmiyor.
bütçelerle iş hayatına açılan şirketler için
ideal olduğunu belirtiyor. 30 doların başka
ülkelerde nelere kadir olduğunu da tabii
unutmamak lazım. Gittikçe çarpıklaşan bir
global ekonomide spekülatif çalışma
koşullarının başka yararlarını da fikirleri hızlı
prototipleştirme ve farklı kreatiflerden kısa
süre içerisinde taze fikirler görebilme ve bu
sayede vizyon geliştirebilme olarak da
maddelendiriyor.
olarak anılıyor. Tasarımın titizlik ve özveri
istediğini unutanlar, bilgisayar kullanmayı
tasarımcı olmakla karıştıranlar, müşteriyi
bilinçlendirmenin de gerektiginde
tasarımcının görevi olduğunu unutanlar, bir
büyük görsel kirliliğin içinde tasarımın kalıcı
tüm değerlerini çöpe atıyorlar.
Kesin bir gerçek var ki, tasarım dünyası bir
nevi mutasyon geçiriyor. Bütçelerle beraber
zamanlamalar da daralıyor. Araştırma ve
detay askıya alınırken, ucuza satın alınan
grafikler ve bir biri ardına basma kalıp
görselleri kağıda oturtmak çağdaş tasarım
01-02-03 Sırasıyla 3. Dünya ülkeleri için
tasarlanan Chanel 3, konsept otomobil
Chanel Viole ve Chanel Choco Phone
3. Dünyaya Tasarım
Lüks markalardan kafamızı kaldırıp etrafa
baktığımızda Nike için düşünülmüş ilginç bir
süpürge modeli göze çarpıyor. Hokey sopası
ve kalesi şeklinde hayal edilmiş model,
süpürge dünyasına başka bir anlam katmış.
Hokey sopasıyla vakum ünitesine pisliklerı
göndermek aynen gol atmak gibi.
Geçmişten geleceğe taşınmak istenen
markaların başındaki Chanel için eğlenceli
ve alaycı bir başka proje bir reklam şirketi
imzalı. Lüks modanın mihenk taşı için
Chanel 5 parfümüne gönderme yapan
Chanel 3 adında bir parfüm hayali var.
Chanel 3, marka değeri çok yüksek olan
Chanel No.5 parfümün, 3. Dünya ülkeleri için
düşünülmüş olanı. Güney kutbunun tozlu,
kuru, az çekici bölgeleri Chanel koksun diye
tasarlanmış. Chanel 5’in imtiyazlı olanlara
değil de parası az olan ya da olmayanları
hedefleyen versiyonu No 3 için konspeti
Konsept tasarımlar bazen uçuk kaçık olsa
da, lüks moda markaları için tasarlanmış en
güzel proje, geçenlerde Chanel için yapılan
arabaydı. “Gelecekte geçiyor” tadında bir
tasarım olan Chanel Viole, Hong Kong’lu
araba tasarımcısı olan bir öğrenci tarafından
yapıldı. Lüks modaperverler bu arabanın
stiline, güzelliğine, prestijine ve en önemlisi
marka değerine bayıldılar. Chanel bir gün
araba işine baba bir markayla bu tarz bir
tasarımla girerse arzu edeni hayli fazla
olacağa benziyor.
Chanel’den devam edecek olursak,
teknolojiden ziyade moda aksesuarı olan
Spekülatif iş konusunu gri bir alan olarak
kabul eden Owyang, şeytanın avukatını
oynarken, spekülatif çalışmaların müşterinin
tam olarak ne istediğini bilmediği sürece
başarılı olamayacağını, yüksek profilli
şirketler, marka stratejisi oluşturmaya
Geçtiğimiz Mart ayında Austin’de gerçekleşen
South by Southwest(SXSW) Müzik ve Medya
Konferansı’nda spekülatif çalışmalar üzerine
Spekülatif İşler
Spekülatif işe karşı ilk olarak Avrupa’da
başlayan ve tasarım camiasına ortak bir
duruş getirmeye çalışan eylemler -Amerika
başta olmak üzere- yurt dışında uzun
zamandır devam ediyor. AIGA geçtiğimiz
senelerde spekülatif işe tamamen karşı bir
tutum sergilerken gelişen dünya koşulları ve
profesyonellerden aldığı verilere göre
duruşunu tekrar değerlendirdi. Her bedava
yapılan işin spekülatif olmadığını belirten
AIGA, ücretsiz çalışma tiplerini şöyle
sıralıyor;
03
02
yarışmalar: bir ödül kazanmak adına
üretilmiş işler
gönüllü işler: maddi bir karşılık
beklemeksizin kazanılacak tecrübe adına
üretilen işler
staj: eğitimsel bir kazanç adına
Pentagram tasarım stüdyosunun
ortaklarından Michael Bierut’un Design
Observer’da spekülatif işle alakalı yazdığı bir
yazıda da bahsettiği gibi tasarım müşteri ve
tasarımcı arasındaki bir danışıklı dövüştür.
İki taraftan biri sorumluluğunu yerine
getirmediği takdirde aradaki güven dengesi
bozulur. Kısacası kalıcı ve olgun tasarımlar
yaratmak için tasarımcı kadar müşterinin de
kendine düşen mesuliyetlere saygı
göstermesi gerekir.
Bu konuda, faaliyet gösteren başka
organizasyonlarla karşılaşmak da mümkün.
Örneğin NO!SPEC oluşumunun websitesini
ziyaret ederseniz, ücretsiz olarak
hazırladıkları no-spec logolarını kendi
websitenizde de yer vermek üzere indirmeniz
mümkün. Siteden aynı zamanda konuyla
alakalı son gelişmeleri ve diğer tasarımcıların
tecrübelerini de takip edebilirsiniz. www.nospec.com .
Dünyada spekülatif işle ilgili hararetli
tartışmalar devam ederken ne yazik ki
konuyla ilgili bilgi alabileceğiniz Türkçe bir
kaynak size sunamıyoruz. Oysa ki rekabet
çıtalarının yerlerde süründüğü bu dönemde
ne kadar ihtiyacımız var dilbirliğine.
01
01 Matt Clarke imzalı “no-spec” posterleri
08
26/07/2009
09
Umut Kart, Gözde Tüfekçi
[email protected], [email protected]
MESLEK LİSESİ “İHTİYACI”
TASARIM DÜNYASI ENDÜSTRİYEL TASARIM MESLEK LİSESİNİ TARTIŞIYOR
Tasarımcısı sanarken, benzeri bircok
problemi yasarken bir de bunlara meslek
lisesi mezunu kendilerini end. Tasarimcisi
zanneden yeni bir kusak eklemenin ne
anlamı var.
IMMIB’in açmaya hazırlandığı “Endütriyel Tasarım Meslek Lisesi” tasarım dünyasını
hareketlendirdi. Konuyu IMMIB başkanı Tahsin Öztiryakiler’le konuştuk.
aşaması olduğunu. Şimdi kobileri nasıl
eğitmiş olacaksınız meslek lisesiyle?
Üniversiteler birbiri ardına endüstriyel
tasarım bölümü açadururken, bir de
müstakbel endüstriyel tasarım meslek lisesi
geldi gündeme. Mezunlara ne denecekti?
Piyasanın gerçekten ara elemana ihtiyacı
var mıydı? Kobiler işlerini meslek lisesi
mezunlarıyla çözünce “piyasa” ne olacaktı?
Sorular çoktu, keza yanıtlar da... Önyargılı
olmamak, dinlemek, sormak, önermek
gerek. IMMIB başkanı Tahsin Öztiryaki,
paylaşıma davet ediyor: Konuyla ilgili
fikirler, 31 Temmuz’da Kale Tasarım
Merkezi’nde masaya yatıyor. Davetlisiniz!
Buradan mezun olacak arkadaşlar bir
şekilde piyasaya girecekler, kobilerin
yanında olurlar, tasarımcıların yanında
olurlar, illa ki bir yerlerde var olacaklar.
Ama çizgi çizmeyi bilmek sadece tasarım
için de lazım değil, üç boyutlu çizim
yapmayı bilen insan da az. Örneğin biz
burada makine üretiyoruz, makine
üreticilerine de lazım 3D program
kullanabilen insanlar.
Nereden çıktı meslek lisesi fikri?
Dünyada birçok sektöre birinci kalite mal
üreten Türkiye’de kişilerin kendine, kendi
mallarına inanması gerekiyor, bu işin bu
tarafı. Biz ne yapmalıyız dedik; ürünlerimizi
tasarlayalım, tasarladığımız ürünler öyle
güzel olsun veya tasarımcılarımız iyi olsun
ki gidip dünyada tasarımlar yapsın. Yani
tasarlanmış malı satmaktan da öte,
Türkiye’de tasarımcı yetiştiğini
hissettirmemiz gerek. Bundan anlayan
insanların çok olması lazım, yani estetik
kaygıları gelişmiş, tasarımdan birşey
bekleyen insanlar...
Ama bu eğitimi zaten üniversiteler
veriyor.. Alternatif mi kurulan lise?
Veriyor ama o kadar az sayıda
üniversitelerimiz var ki bu
konuda.Türkiye’de tasarımcıların sayısı az
ama iş de çok değil. Çünkü tasarlamakla
ilgili düşünen, tasarım yapmayı arzu eden iş
adamlarımız yok. Tasarımcıyla
sanayicimizin buluşması için sanayicimizin
bir noktaya, kurumsal hale gelmesi, dünya
görüşünün değişmesi, tasarıma inanması
gerekiyor. Türkiye’deki firmaların %85’i aile
şirketi. Ben de böyle bir şirketin
ortaklarındanım. Kuzine yokken kuzine,
tencere yokken tencere yapmışız. Ben bu
işin profesyoneliyim gibi bir psikoloji
içerisindeyim. Halbuki değilim..
Çok sayıda işsiz endüstriyel tasarımcı var,
neden onları kobilerle buluşturacak
projeler yapmıyorsunuz?
Biz kobilerle tasarımcıların daha çok
çakışmasını istiyoruz. Belki tasarımla
uzlaşan insan sayısı artarsa, daha çok
çakışırlar. Yani ben bile bir tasarımcı
bulmaya çalıştığımda birtakım dernekleri
incelemek durumundayım. Karşıma gelen
insanla, çizgilerimizin kafalarımızın, dünya
görüşümüzün uyması lazım. Üniversiteden
Eger tasarımcıyı sadece stilistlik yapan,
guzel modeler ureten birisi olarak hayal
ediyorsak bu iş icin liseye de gerek yok,
kucukluğunden beri otomobil cizen, bircok
yetiskin var hayatımızın icinde…
Ttasarımcı insan tasarlayacak, daha büyük
hayallerini kuracak bu işin, ara eleman ona
yardımcı olacak.
Ara eleman dediğiniz kişiyi nereye
konumluyoruz?
01
mezun arkadaşlar çok da fazla olmayınca
böyle bir şey gelişmiş. Tasarımın pahalı
görüldüğü bir psikoloji gelişmiş bu
piyasada.3-4 üniversiteli tasarımcı ile
çalışmak maliyetlerini yükseltiyor olabilir.
Onlara yardımcı eleman lazım.
Meslek liselerinden çıkacak kişiler ucuza
tasarım mı yapacak?
Yok onlar yardımcı eleman olacak.
Hakikaten öyle değil, amacımız da öyle
değil. Biz burada tasarım meslek okulu da
yazalım mı diye daha üstüne basmadık.
Yani ismi böyle olmayabilir?
Tabii ki. İsmini de endüstriyel tasarım
koymamız şart değil. Güzel sanatlar meslek
lisesi koyabiliriz oradan başka yerlere
insanlar yönlenebilir. Başka mesleğe
yönelecekse bile estetik kaygısı oluşsun
herkesin.Ne koyacağımıza birlikte karar
verelim istiyoruz. Biz tasarımcılarla
oturacağız, bu işin müfredatını yazıcağız.
Evvela ben bu işin ilkokuldan itibaren bir
planla gelmesini istiyorum. Daha çok sayıda
insanın bu işlerle ilgilenmesini istiyoruz. Bu
sayede insanların beyni gelişir, eli gelişir bir
şeyler yaratmakla ilgili...
Meslek lisesi mezunları bilinci tam
oluşmadan “tasarım budur” diyecek. Kobi
de tasarım onun yaptığıdır sanacak...
Buradan üniversiteye gitmeye karar veren
arkadaşlar çıksın istiyoruz. Bizim
sistemimizde endüstriyel tasarım bölümünü
arzu etmeyen insanların puanları bir şekilde
bu bölüme yaklaştığında, o okula
yönlenmeye karar verdiğinde, bir çizim
kursuna ihtiyaç var. Ama endüstriyel
tasarımdan derslerin de olduğu meslek
lisesinden mezun bir arkadaş belki bu
aşamaları atlatmış olacak. Üniversiteye
girerken yetenek bölümünde kursunu da
almış olacak.
Peki herhangi bir üniversiteye
başvurdunuz mu? Gelin ortak yapalım ya
da bize danışmanlık verin dediniz mi?
Burada öğrenciler ne öğreniyor olacak?
Çizmeyi öğrenecekler, düşünmeyi
öğrenecekler, çizdikleri şeylerin üretildiğini
görecekler. Burada sadece çizilenle
bırakmayacağız, prototip atölyesi kuracağız,
sergiler yapacağız, ünlü tasarımcıları getirip
eğitim vermelerini sağlayacağız.
Lise mezunlarının doğrudan
aktarabileceğiniz üniversite sınav
sistemimiz yokken ; neden böyle
Peşinden üniversitesini de yapabiliriz belki.
Çeşitli üniversitelerin bu konudaki bölüm
başkanlarıyla konuşup belki bir komite
oluşturacağız. Onlardan bu işle ilgili
müfredatıyla ilgili oturup konuşacağız ve bu
işin üniversite hazırlık kısmını yapan bir
okul haline getireceğiz. Şimdi binanın
kontratını imzaladık ve bununla ilgili
binanın dış cephesini, içini tasarlamak
üzere bir yarışma açıcağız.
Önce kobileri eğitmek istediğinizi
söylediniz, sonra ise bunun endüstriyel
tasarıma girmeden önce bir hazırlık
Üretim teknolojilerini de anlatacağız, yani
yapıldıktan sonra nasıl üretileceğine dair
bilgi sahibi olacaklar. Şimdi tasarımcı
dediğiniz insanların hepsi de tasarım
meslek okullarını bitirmek zorunda da değil.
Bir şeyi tasarlamak için illa ki üniversite
mezunu olmak gerekmiyor. Önemli olan
düşündüğünüz, tasarladığınız şeyi hayata
geçirecek şeyi paftalara dökmek, hayata
geçirecek araçları kullanmak. Orada mucit
insanların yetişebileceği bir ortam oluşsun
istiyoruz. Bir şey düşünüyor ve bunu
üretmesi lazım, çizdirmesi lazım. Bizim
okulumuza gelsin, orada onlara altyapıyı
hazırlayalım, bu fikri tartışacağı
danışmanlar olsun ve böyle bir “thinkthank” merkezi de oluşturalım istiyoruz.
Aslında bunların hepsi düşündüğümüz
şeyler. Neticede bir okul yapıyoruz okul her
amaca hizmet edebilir. Bu düşündüklerimizi
bir yere çakıştıramasak da orayı endüstri
meslek lisesi yaparız.
Tasarım meslek lisesi ile kaliteyi
yükseltmek yerine çıtayı bir tık alta
indirmiyor musunuz? Zaten varolan iyi
üniversitelerin yanında niye kobi eğitimi
değil de yeni tasarım eğitimi?
Biz kobiyi de eğitiyoruz, bizim orada IMMIB
olarak da iki katımız var, neticede biz
tasarımcıyla kobiyi ve sanayiciyi
buluşturacak bir ortam da yaratmak
istiyoruz. Bunun için de mekanlara ihtiyaç
var. Biz IMMIB olarak ihracatı geliştirmeye
çalışan bir kuruluşuz. Hem kobileri eğitmek
hem de onları tasarımcıyla buluşturucak bir
ortam istiyoruz.
01 Tahsin Öztiryakiler
OYA AKMAN,
Endüstriyel Tasarımcı
Endüstri tasarımı, teknolojinin, sanayiinin
ve ekonominin gelişimi ile direkt ilgili bir
meslek. Tasarımın öneminin bilincinin
ilkögretimden, hatta okul öncesi
eğitimden itibaren aşılanması şart. Bu
toplumsal kültür meselesi. Meslek liseleri,
yüksek okullar ve üniversitelerde endüstri
tasarımı eğitimi iceriğinin uzman sanayici
ve ögretim üyelerinden kurulu bir üst
kurul tarafından sistemli şekillendirilmesi;
eğitimcilerin yurtdışı ve sanayii
tecrübelerinin yüksek olması için gerekli
desteğin verilmesi şart.
Meslek liseleri bir toplumun gelişiminde
çok önemli bence ve bu konuda ara
eleman ihtiyacını da rahat
karşılayabilirler. Üniversitelerimizdeki
endüstri tasarımı eğitiminin de yukarıya
çekilmesini sağlar görüşündeyim... En
önemlisi sanayicilerimizin özgün ürünlerle
dünya pazarlarına açılmalarının onlara
gerçek başarıyı getireceğine inanmaları,
Türk tasarımcılarına güvenmeleri lazım.
SERTAÇ ERSAYIN, ETMK
Istanbul Şubesi YK Başkanı
Bu kadar karmasık bir iş alanının,
süreclerının yonetımınde MBA okullarında
dahi egitimi nasıl verilir, biz bundan
korkuyoruz diyen pazarlama gurusu Philip
Kottler in tam tersine bu bilim dalını nasıl
oluyor da liselerde ogretmeyi
dusunebiliyoruz veya niyet edebiliyoruz.
Esasen bu ise niyetlenenlerin iyi
niyetlerinden kuskum yok. Ancak ortada
olan bir gercek de var ki tasarımcılar is
bulamazken, sanayici tasarımcıya para
vermeden az ucretle calıstırmak isterken,
bazıları yabancı tasarımcıları tercih
ederken, bazı sanayiciler kendilerini
tasarımcı zannederken, bazen
muhendisler, teknikerler kendilerini end.
Meselenin ozu cok onemli. 4 yıllık egitimle
verilen bu bilim dalının eğitimi lise
seviyesine indirgenemez. Meslek Lisesi nin
adı Endustri Urunleri Tasarımı veya
Endustriyel Tasarım tanımlarını iceremez.
Endustriyel Tasarım Sureci icinde ihtiyac
duyulan modelci, atolye uzmanı gibi ara
eleman ihtiyaclarının temini icin meslek
kurulusu olarak destek verecegimiz bir
yapı ise calısır ve ara eleman ihtiyacını
giderebilecek bir yaklasım olabilir.
Design and Art veya Design and
Technology gibi bir meslek terminolojisi
vermeyen ama genel yaklasım veren
batıdaki birkac uygulamanın ise 30.000
usd uzeri milli gelire sahip ulkelerdeki
yaklasım oldugunu hatırlatarak bu konuyu
başka zamana bırakalım.
Marmara Üniversitesi
Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü
Meslek liseleri yapısal olarak
incelendiğinde programlarının ve
hedeflerinin genel olarak “ustalık”
kavramını gelişen ve değişen dünya
ölçütlerine göre yeniden biçimlendirdiği
görülebilir. Yapı ve hedefleri gereği bir
meslek disiplini içinde teorik gelişimi
sağlayacak akademik eğitim
vermemektedir. Bu tür bir eğitim ancak
akademik hedef ve kaygılar ile kurulmuş ve
donanmış üst eğitim kurumlarında yani
üniversitelerde olanaklıdır. Örneğin;
ülkemizde sağlık sektörüne hizmet
edebilecek meslek liseleri mevcut
durumdadır. Bu okulların programları
içinde bulunduğu sektörün belli
bölümlerine hizmet ve servis verebilecek
biçimde yapılandırılmıştır (diş
teknisyenliği, acil tıp teknisyenliği,
ortopedi teknisyenliği, hemşirelik vb).
Verilen bu örnekte, tıp alanının teorik ve
uygulamalı planda içinde yer alan
konulardan ziyade bir konuda sınırlı
uzmanlık ve beceriye sahip meslek adamı
yetiştirilmesine yönelik eğitim verildiği
gözlenebilir. Kısacası örneği verilen bu
okulların amacı doktor yetiştirmek değil
ülkemizin gerçekten çok ihtiyacı olan
konusunda uzman sağlık teknisyenleri
yetiştirmektir.
Endüstri ürünleri tasarımının uygulama
alanı içinde yer alan pek çok teknik alt
yapı disiplinleri ülkemizde meslek liseleri
içinde yürütülmektedir. Endüstri meslek
liseleri bünyesinde bulunan model
bölümleri, Bilgisayar bölümleri
(CAD/CAM), Döküm bölümü, Makine
ressamlığı bölümü, Metal işleri bölümü,
Torna-tesviye bölümü, Elektrik bölümü ve
diğer benzer bölümler halen endüstri
ürünleri tasarımı mesleğinin gereksinim
duyduğu teknisyen ihtiyacını
karşılamaktadırlar.
Bu nedenle meslek liseleri bünyesinde
oluşturulacak bir “endüstri ürünleri
tasarımı” bölümü ülkemizin kaynaklarının
kullanımının boşa harcanmasına neden
olacağı gibi hedef ve program olarak
yetersiz ve anlamsız kalacaktır. Dolayısıyla
bu nitelikte bir programın iddia edilen ara
eleman ihtiyacından öte, yetersiz,
ehliyetsiz ve ucuz “tasarımcı” yetiştirmeyi
hedeflediği endişesi oluşmaktadır.
Sonuç olarak, endüstri ürünleri tasarımı
meslek lisesi gibi hedef ve stratejileri tam
olarak belirlenmemiş bir alanın
gereksinimi, endüstri ürünleri tasarımı
akademik ve mesleki alanından
gelmemektedir. İlgi çekici biçimde talep
endüstri ürünleri tasarımcısı istihdam
eden iş kesiminden gelmekte ve bu
oluşum teorik planda ve rasyonel biçimde
ifade edilmemektedir.
isimlendirilmesi de o kadar yanlış bir
yaklaşım. Endüstri ürünleri tasarımı veya
diğer ismiyle endüstriyel tasarım eğitimi
ülkemizde 38 yıldır üniversitelerde dört
yıllık lisans eğitimi düzeyinde veriliyor.
Bugün Türkiye’de bu eğitimi veren 17
üniversite var. Bu okullara her yıl toplam
780 öğrenci giriyor. Bu okullardan 11’i son
beş yılda kuruldu. Yakında öğrenci almaya
başlaması planlanan en az yedi bölüm daha
var. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda
sanayimizin endüstriyel tasarımcı ihtiyacını
karşılayacak yeterli sayıda üniversite
diplomalı insan kaynağı oluşacak.
Öte yandan, bugün üretici kuruluşlarda
veya bunlara hizmet desteği veren
danışman şirketlerde çalışan tasarımcıların
iş pratiklerine bakıldığında ara elemana
önemli düzeyde ihityaç duyulduğu
görülüyor. Endüstriyel tasarım sürecine
destek verecek, bilgisayar destekli
modelleme, üretime yönelik çizim, hızlı
prototiplemeye yönelik modelleme ve
bilgisayar nümerik kontrollü modelleme
konularında eğitim görmüş ara elemanlar,
tasarım sürecinin daha etkin bir şekilde
yürütülmesine katkıda buluncak.
Ancak biz bu ara elemanlara lise
düzeyinde verilecek eğitime
“endüstriyel tasarım” dersek,
“sağlık meslek liselerini” “tıp meslek
liseleri” olarak isimlendirmek
kadar yanlış bir iş yapmış oluruz.
Çağdaş uygulamalara göre endüstriyel
tasarımcı bir firmada yeni ürün geliştirme
sürecinin ihtiyaç saptama, kullanıcı
araştırmalarını yapma, konsept geliştirme,
tasarım, üretim ve pazarlama stratejileri
geliştirme gibi aşamalarının tamamını
bütünsel bir bakışla ve geniş bir vizyonla
yöneten ve yönlendiren kişidir. Bu uzmanlık
alanının gerektirdiği bilgi ve beceriler ancak
üniversite düzeyinde en az dört yıllık bir
eğitimle verilebilir. Eğer bu mesleğin
profesyonelce icra edilmesini önemsiyorsak
dört yıllık üniversite eğitimiyle, lise
düzeyindeki ara eleman eğitimini aynı
şekilde isimlendirmemeliyiz.
GÜLAY HASDOĞAN
ETMK başkanı, ODTÜ
Endüstriyel Tasarım Bölüm
Başkanı
Endüstriyel tasarım etkinliğine destek
verecek ara eleman ihtiyacı ne kadar doğru
bir tespitse, bu ara elemanı yetiştirecek
okulun “endüstriyel tasarım” lisesi olarak
Sonuç olarak sanayide endüstriyel tasarım
etkinliğine destek vermek üzere ara eleman
yetiştirecek meslek liselerinin kurulması
olumlu bir gelişmedir, ancak “Endüstriyel
Tasarım Meslek Lisesi” yanlış bir
isimlendirmedir. “Tasarım” sözcüğünün
yalnızca üniversitelerin dört yıllık lisans
eğitimi veren bölümleri tarafından
kullanılması uygundur. Kurulacak olan meslek
liselerinin “Endüstri Meslek Lisesi”
kategorisinde olması, altındaki alanların da
verilecek eğitime göre “Bilgisayar Destekli
Görselleştirme”, “Bilgisayar Destekli
Modelleme ve Protipleme” “Endüstriyel
Görselleştirme” veya “Endüstriyel Modelleme”
gibi terimlerle isimlendirilmesi doğru olur.
10
MEHMET ASATEKİN,
Endüstriyel Tasarımcı
Doğumundan başlayarak “çocuğum
üniversite mezunu olacak” amacını taşıyan
ebeveynlerin, bununla koşullanmış
çocukların, üniversite kapılarına yığılan
yüzbinlerin, üniversiteye giremeyenlerin
hayal kırıklıklarının tanımladığı bir
toplumda ‘ara eleman’ kültürünün
gelişmesine olanak yoktur. Batı
toplumlarında çok önemli bir arayüz rolünü
üstlenen, çalışan nüfusun dikkate değer bir
yüzdesini oluşturan ara elemanlar
Türkiye’de, ne yazık ki, ikinci sınıf
profesyoneller olarak görülmektedir.
Böyle bir ortamda olası bir ‘Tasarım Meslek
Lisesi’ fikrine kutupsal iki değerlendirme ile
yaklaşılabilir: Kutbun birinde “bu lisenin
PROF. DR. ALPAY ER,
İTÜ Endüstriyel Tasarım
Bölüm Başkanı
Öncelikle bir yanlış anlamayı engellemek
lazım. Kimse meslek liselerine karşı değil.
Olamaz da. Slogan doğrudur “Meslek Lisesi
Memleket Meselesidir!” Ancak burada sorun
şu ki meslek lisesi özünde bir “Tasarım
Meselesi” değildir. Ortada iyi niyetli de olsa
ne yazık ki yanlış bir “Tasarım Meslek Lisesi”
projesi var. Niçin yanlış? Çünkü; Genel
anlamıyla “tasarım” bir meslek değildir. Eğer
mesleki bir tasarım eğitiminden
bahsediliyorsa, bu ya grafik, ya moda ya da
endüstriyel tasarım’dır. Proje sahibi İMMİB
olduğuna göre, meslekten kasıt, örtük de
olsa, “endüstriyel tasarım”dır. O zaman şunu
iyice anlatmak gerekir; Bu alandaki mesleki
eğitim sanayi ve toplumun artan
YARD. DOÇ. FÜSUN
CURAOĞLU,
Anadolu Üniversitesi
Endüstriyel Tasarım
Bölüm Başkanı
Türkiye’ de her konuda olduğu gibi tasarım
konusunda da olumlu sonuçlara ulaşılabilecek
bir girişimin görüş birliği sağlanmadan yaşama
geçirilme çabası mesleğin kendisini
zedeleyecektir. Özellikle konunun ilgili
kurumlar ile akademik alanda görüş
paylaşımına açılmamış olması zaman içerisinde
sorunları da beraberinde getirecektir.
gereksinimleriyle üniversitelerdeki düzeyine
yükseldi. Bugün endüstriyel tasarım “meslek
lisesi düzeyinde” becerilere dayalı bir alan
değildir. Öyleyse bu lise niçin kuruluyor?
Amaç toplumda tasarım ve yaratıcılığı mı
desteklemektir? Genel anlamda tasarımı lise
müfredatına sokmak iyi bir fikir ama 1) bu
meslek lisesiyle olmaz, 2) ayrıca Türkiye’de
bu yönde adımlar zaten atıldı: Bknz. Orta
eğitimdeki Tasarım ve Teknoloji dersleri.
Acaba “Ara eleman” mı gerekiyor? Ama
mevcut meslek okul ve liselerinin
karşılayamadığı bir “ara eleman” ihtiyacına
dair veri yok ortada.
Sormak lazım; üyelerinin yüzde kaçı
tasarımcı çalıştırıyor veya tasarımcılarla
çalışma deneyimine sahip ki, İMMİB bu tür
bir sektörel ihtiyaç tesbit etmiş? Hadi diyelim
ki var; bu ihtiyaç mevcut üniversite
mezunlarıyla niçin karşılanamıyor? Bu lise
üniversitelere öğrenci hazırlamak için gerekli
GAMZE GÜVEN,
Endüstriyel Tasarımcı
“Endüstriyel Tasarım Meslek Lisesi” konusunda
en önemli mesele bu okulları bitiren mezunların
ne unvan ile mezun olacağı ve ne tip
işyerlerinde ne sıfatla çalışacağıdır. Bu konu,
yakın disiplinlerden mimarlık ve grafik tasarım
için de yıllardır var olan, ara eleman konusudur.
Bu tip meslek liselerinden mezun olan teknik
ressamlar hiç bir zaman "mimar" veya
"mühendis" ünvanına sahip olamazlar ve
mimari projeye sorumlu mimar olarak imza
atmaları söz konusu değildir, bu bir şuçtur
çünkü mimarlar odasına üye olamazlar ve
mezunu nasılsa üniversiteye gicek ve belki
de ... sosyolog olacak” değerini görürken
diğer kutupta “bu lisenin mezunu hemen
tasarımcı şapkası giyerek üniversiteye
devam bile etmeden profesyonel
tasarımcılara rakip olacak” değeri
görülmektedir. Her iki değerin de örnekleri
günümüzde mevcuttur. İmam-hatip Lisesi
mezunları İktisat Fakültelerinden mezun
olabilmekte, İnşaat Meslek Lisesi mezunları
teknisyenler İnşaat Mühendisi yetkileri için
mücadele edebilmektedir. Tasarım camiası
bir tasarım meslek lisesi mezununun bu
kutupsal yelpaze içinde nerede
görülebileceğinin projeksiyonunu yaparak
konuya yaklaşmalıdır.
Bir diğer konu ‘ara eleman’ın hangi ‘ara’da
yer alacağı, tasarım gibi bir disiplinde ‘ara
eleman’ olup olamayacağıdır. Ara eleman
genellikle hiyerarşik işlemleri içeren
üretime dayalı dallarda kendini ortaya
koyar: Makine mühendisinin ürettiği
tasarımı çizimden ürüne tahvil eden CNC
teknisyeni bir ara elemandır. Moda
tasarımcısının ürettiği tasarımı ürüne tahvil
eden kalıpçı bir ara elemandır. Tasarımcının
tasarımının ürüne tahvilinde rol alan kişi
zaten bizzat makine mühendisi olmak
durumundadır. Diğer bir deyişle, tasarım
disiplininde bir ‘ara eleman’ tanımı yapmak,
tanım yapılabiliyorsa bu elemanın nelerden
mesul olacağının, bu elemanın neler
yapacağının belirlenmesi gerekir. Buna da
bu teklifi hazırlayan İMMİB’in cevap
vermesi doğru olur. İMMİB epey haşır-neşir
olduğu Türk tasarım ortamında neyi eksik
görmüştür ki bu programı hazırlamaktadır?
Bu bilinmeden sağlıklı bir tartışma
ortamının oluşamayacağı kesindir.
Türkiye’nin ara eleman kültüründe bir
tasarım ara elemanını tanımlamak ve elde
etmek kolay değil. Ayaküstü kararlardan
çok, dikkatli ve mesuliyet sahibi yaklaşım
ve değerlendirmeleri hak ediyor.
deniyorsa; İMMİB‘e bu yönde
üniversitelerden talep mi gelmiş? Bu ihtiyacı
kim, nasıl saptamış?..
Sonuçta İMMİB’in Tasarım Meslek Lisesi
projesinin ne sanayiye, ne de mesleğe somut
bir getirisi yok, ayrıca endüstriyel
tasarımcıların mesleki hak ve statülerini
aşındırma riski taşıyor. Tasarım konusunda
çok şey yapmak isteyen İMMİB keşke
ihracatçılarla profesyonel tasarımcıları bir
araya getirecek gerçek projelere kaynak
ayırsaydı. Küresel rekabet herkesi çok daha
üst düzeyde bilgi ve beceriler edinmeye
zorlarken, zaten kısıtlı ulusal kaynaklarımızın
hem yükseköğretim kurumlarında endüstriyel
tasarım araştırma ve uygulama
yeteneklerinin, hem de Türk sanayisinin
yenilikçi tasarım ve yönetim kültürü
düzeyinin yükseltilmesi için kullanılması çok
daha akılcı olmaz mıydı? Fırsat kaçmış değil,
yeter ki niyet olsun!
mimarlık mesleğini yapma yetkileri
yoktur.Endüstriyel tasarımcıların ve grafik
tasarımcıların henüz odaları olmadığından
benzer durum söz konusu değildir. Grafik
tasarımcıların endüsriyel tasarımcılar gibi
karşılaştığı benzer durum, meslek liselerinden
grafiker diye mezun olan matbaalarda
çalıştırılmak üzere yetiştirilen ara elemanladır.
Yıllardır mezun veren bu teknik okullardan
mezun olanların bir kısmı grafik tasarımcı olarak
kendini tanıtmakta ve piyasada iş yapmaktadır.
Bu mezunların içinden elbette kendini
geliştirerek nitelikli işler yapan ve portfolyosu
ile başvurarak GMK ya üye olmuş kişiler vardır.
Endüstriyel tasarım meslek liseleri açıldığında
benzer durum ETMK için de gündeme gelecektir
ve ETMK da tüzüğü gereği bu portfolyosunu
onayladığı kişileri üye kaydedecektir ama bu
durum genel durumdan farklıdır. Kritik konu
tasarımcı ile ara elemanın arasındaki yaklaşım,
beceri ve yetkinlik ile ilgili terminolojiyi doğru
yerleştirme konusudur. Gerek grafik tasarımda
gerekse endüstriyel tasarımdaki ara elemanlar,
işin doğru ve nitelikli uygulanması konusunda
teknik bilgi ve becerisiyle, tasarımcıya ve
üreticiye/matbaaya katkıda bulunacak kişi
olarak görev alan kişilerdir. Dolayısıyla da
ünvanları, aynen teknik ressamlarda olduğu
gibi, tasarım teknikeri ve grafik teknikeri
olmalıdır. Bu konuda benzer eğitim kalitesi
endişesi ve terminoloji sıkıntısı çektiklerinden
ETMK ve GMK eğitim komisyonlarının birlikte
çalışmasında büyük fayda olacağına
inanıyorum.
26/07/2009
10
11
Umut Kart
[email protected]
MEHMET ASATEKİN,
Endüstriyel Tasarımcı
Doğumundan başlayarak “çocuğum
üniversite mezunu olacak” amacını taşıyan
ebeveynlerin, bununla koşullanmış
çocukların, üniversite kapılarına yığılan
yüzbinlerin, üniversiteye giremeyenlerin
hayal kırıklıklarının tanımladığı bir
toplumda ‘ara eleman’ kültürünün
gelişmesine olanak yoktur. Batı
toplumlarında çok önemli bir arayüz rolünü
üstlenen, çalışan nüfusun dikkate değer bir
yüzdesini oluşturan ara elemanlar
Türkiye’de, ne yazık ki, ikinci sınıf
profesyoneller olarak görülmektedir.
Böyle bir ortamda olası bir ‘Tasarım Meslek
Lisesi’ fikrine kutupsal iki değerlendirme ile
yaklaşılabilir: Kutbun birinde “bu lisenin
PROF. DR. ALPAY ER,
İTÜ Endüstriyel Tasarım
Bölüm Başkanı
Öncelikle bir yanlış anlamayı engellemek
lazım. Kimse meslek liselerine karşı değil.
Olamaz da. Slogan doğrudur “Meslek Lisesi
Memleket Meselesidir!” Ancak burada sorun
şu ki meslek lisesi özünde bir “Tasarım
Meselesi” değildir. Ortada iyi niyetli de olsa
ne yazık ki yanlış bir “Tasarım Meslek Lisesi”
projesi var. Niçin yanlış? Çünkü; Genel
anlamıyla “tasarım” bir meslek değildir. Eğer
mesleki bir tasarım eğitiminden
bahsediliyorsa, bu ya grafik, ya moda ya da
endüstriyel tasarım’dır. Proje sahibi İMMİB
olduğuna göre, meslekten kasıt, örtük de
olsa, “endüstriyel tasarım”dır. O zaman şunu
iyice anlatmak gerekir; Bu alandaki mesleki
eğitim sanayi ve toplumun artan
YARD. DOÇ. FÜSUN
CURAOĞLU,
Anadolu Üniversitesi
Endüstriyel Tasarım
Bölüm Başkanı
Türkiye’ de her konuda olduğu gibi tasarım
konusunda da olumlu sonuçlara ulaşılabilecek
bir girişimin görüş birliği sağlanmadan yaşama
geçirilme çabası mesleğin kendisini
zedeleyecektir. Özellikle konunun ilgili
kurumlar ile akademik alanda görüş
paylaşımına açılmamış olması zaman içerisinde
sorunları da beraberinde getirecektir.
gereksinimleriyle üniversitelerdeki düzeyine
yükseldi. Bugün endüstriyel tasarım “meslek
lisesi düzeyinde” becerilere dayalı bir alan
değildir. Öyleyse bu lise niçin kuruluyor?
Amaç toplumda tasarım ve yaratıcılığı mı
desteklemektir? Genel anlamda tasarımı lise
müfredatına sokmak iyi bir fikir ama 1) bu
meslek lisesiyle olmaz, 2) ayrıca Türkiye’de
bu yönde adımlar zaten atıldı: Bknz. Orta
eğitimdeki Tasarım ve Teknoloji dersleri.
Acaba “Ara eleman” mı gerekiyor? Ama
mevcut meslek okul ve liselerinin
karşılayamadığı bir “ara eleman” ihtiyacına
dair veri yok ortada.
Sormak lazım; üyelerinin yüzde kaçı
tasarımcı çalıştırıyor veya tasarımcılarla
çalışma deneyimine sahip ki, İMMİB bu tür
bir sektörel ihtiyaç tesbit etmiş? Hadi diyelim
ki var; bu ihtiyaç mevcut üniversite
mezunlarıyla niçin karşılanamıyor? Bu lise
üniversitelere öğrenci hazırlamak için gerekli
GAMZE GÜVEN,
Endüstriyel Tasarımcı
“Endüstriyel Tasarım Meslek Lisesi” konusunda
en önemli mesele bu okulları bitiren mezunların
ne unvan ile mezun olacağı ve ne tip
işyerlerinde ne sıfatla çalışacağıdır. Bu konu,
yakın disiplinlerden mimarlık ve grafik tasarım
için de yıllardır var olan, ara eleman konusudur.
Bu tip meslek liselerinden mezun olan teknik
ressamlar hiç bir zaman "mimar" veya
"mühendis" ünvanına sahip olamazlar ve
mimari projeye sorumlu mimar olarak imza
atmaları söz konusu değildir, bu bir şuçtur
çünkü mimarlar odasına üye olamazlar ve
mezunu nasılsa üniversiteye gicek ve belki
de ... sosyolog olacak” değerini görürken
diğer kutupta “bu lisenin mezunu hemen
tasarımcı şapkası giyerek üniversiteye
devam bile etmeden profesyonel
tasarımcılara rakip olacak” değeri
görülmektedir. Her iki değerin de örnekleri
günümüzde mevcuttur. İmam-hatip Lisesi
mezunları İktisat Fakültelerinden mezun
olabilmekte, İnşaat Meslek Lisesi mezunları
teknisyenler İnşaat Mühendisi yetkileri için
mücadele edebilmektedir. Tasarım camiası
bir tasarım meslek lisesi mezununun bu
kutupsal yelpaze içinde nerede
görülebileceğinin projeksiyonunu yaparak
konuya yaklaşmalıdır.
Bir diğer konu ‘ara eleman’ın hangi ‘ara’da
yer alacağı, tasarım gibi bir disiplinde ‘ara
eleman’ olup olamayacağıdır. Ara eleman
genellikle hiyerarşik işlemleri içeren
üretime dayalı dallarda kendini ortaya
koyar: Makine mühendisinin ürettiği
tasarımı çizimden ürüne tahvil eden CNC
teknisyeni bir ara elemandır. Moda
tasarımcısının ürettiği tasarımı ürüne tahvil
eden kalıpçı bir ara elemandır. Tasarımcının
tasarımının ürüne tahvilinde rol alan kişi
zaten bizzat makine mühendisi olmak
durumundadır. Diğer bir deyişle, tasarım
disiplininde bir ‘ara eleman’ tanımı yapmak,
tanım yapılabiliyorsa bu elemanın nelerden
mesul olacağının, bu elemanın neler
yapacağının belirlenmesi gerekir. Buna da
bu teklifi hazırlayan İMMİB’in cevap
vermesi doğru olur. İMMİB epey haşır-neşir
olduğu Türk tasarım ortamında neyi eksik
görmüştür ki bu programı hazırlamaktadır?
Bu bilinmeden sağlıklı bir tartışma
ortamının oluşamayacağı kesindir.
Türkiye’nin ara eleman kültüründe bir
tasarım ara elemanını tanımlamak ve elde
etmek kolay değil. Ayaküstü kararlardan
çok, dikkatli ve mesuliyet sahibi yaklaşım
ve değerlendirmeleri hak ediyor.
deniyorsa; İMMİB‘e bu yönde
üniversitelerden talep mi gelmiş? Bu ihtiyacı
kim, nasıl saptamış?..
Sonuçta İMMİB’in Tasarım Meslek Lisesi
projesinin ne sanayiye, ne de mesleğe somut
bir getirisi yok, ayrıca endüstriyel
tasarımcıların mesleki hak ve statülerini
aşındırma riski taşıyor. Tasarım konusunda
çok şey yapmak isteyen İMMİB keşke
ihracatçılarla profesyonel tasarımcıları bir
araya getirecek gerçek projelere kaynak
ayırsaydı. Küresel rekabet herkesi çok daha
üst düzeyde bilgi ve beceriler edinmeye
zorlarken, zaten kısıtlı ulusal kaynaklarımızın
hem yükseköğretim kurumlarında endüstriyel
tasarım araştırma ve uygulama
yeteneklerinin, hem de Türk sanayisinin
yenilikçi tasarım ve yönetim kültürü
düzeyinin yükseltilmesi için kullanılması çok
daha akılcı olmaz mıydı? Fırsat kaçmış değil,
yeter ki niyet olsun!
mimarlık mesleğini yapma yetkileri
yoktur.Endüstriyel tasarımcıların ve grafik
tasarımcıların henüz odaları olmadığından
benzer durum söz konusu değildir. Grafik
tasarımcıların endüsriyel tasarımcılar gibi
karşılaştığı benzer durum, meslek liselerinden
grafiker diye mezun olan matbaalarda
çalıştırılmak üzere yetiştirilen ara elemanladır.
Yıllardır mezun veren bu teknik okullardan
mezun olanların bir kısmı grafik tasarımcı olarak
kendini tanıtmakta ve piyasada iş yapmaktadır.
Bu mezunların içinden elbette kendini
geliştirerek nitelikli işler yapan ve portfolyosu
ile başvurarak GMK ya üye olmuş kişiler vardır.
Endüstriyel tasarım meslek liseleri açıldığında
benzer durum ETMK için de gündeme gelecektir
ve ETMK da tüzüğü gereği bu portfolyosunu
onayladığı kişileri üye kaydedecektir ama bu
durum genel durumdan farklıdır. Kritik konu
tasarımcı ile ara elemanın arasındaki yaklaşım,
beceri ve yetkinlik ile ilgili terminolojiyi doğru
yerleştirme konusudur. Gerek grafik tasarımda
gerekse endüstriyel tasarımdaki ara elemanlar,
işin doğru ve nitelikli uygulanması konusunda
teknik bilgi ve becerisiyle, tasarımcıya ve
üreticiye/matbaaya katkıda bulunacak kişi
olarak görev alan kişilerdir. Dolayısıyla da
ünvanları, aynen teknik ressamlarda olduğu
gibi, tasarım teknikeri ve grafik teknikeri
olmalıdır. Bu konuda benzer eğitim kalitesi
endişesi ve terminoloji sıkıntısı çektiklerinden
ETMK ve GMK eğitim komisyonlarının birlikte
çalışmasında büyük fayda olacağına
inanıyorum.
Sürdürülebilirlik kavramı çok tüketiliyor!
Neden dersiniz? Sadece kaynakların
tükenmiş olmasından mı?
Pek çok sebep var. Genel olarak, düşünme
biçiminde değişim var. İnsanlar
yüzleştiğimiz zorlukların farkında. Her
zaman, bir konu çok itilmek durumundadır.
Kırılması için önce itilmesi gerekir; böylece
toplumlara etkisi olur, insanlar da tepki
verir. Aslında yeni bir konu değil;
1960’ların sonunda başlamıştı zaten. O
zamanlarda nişti. Bugün, bu konuda yapılan
filmler, Amerika’da değişen yönetim…
İnsanlar baş etmek zorunda oldukları
durumu fark etti. Yapıların her toplumda
enerjinin yüzde otuzunu tükettiğini
düşünürsek, tasarruf için iyi bir hedef
oldukları görülür. Bu bir yaşam tarzı konusu
da oldu. Almanya’da, politik bir mesele
olarak başladı. Derken, endüstri ekonomik
değerini de anladı. Mimarlıkta yeni bir
konu haline geldi; sadece enerji tasarrufu
adına değil… Bu, bir kalite meselesi haline
dönüştü. Sürdürülebilir binalar içinde
yaşamak için daha konforlu alanlar mıdır?
İnsanlar biyolojik ürünler alıyor, daha çok
seviyorlar.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK,
BİR KALİTE MESELESİ
“Sürdürülebilir mimarlığın” temsilcilerinden
Stefan Behnisch, İstanbul Serbest Mimarlar
Derneği'nin Folia Projesi kapsamında
konferans verdi. Behnisch, YEM’deki
konferansında sorularımızı yanıtladı.
Star mimarlığa karşısınız yani?
Hayır karşı değilim ama benim için mimari
daha içeriksel, daha insani bir şey. Engel
olamayız mimariye; heryerdedir. O yüzden
bence yapılar kamusal alana hizmet etmeli.
Yapının çevresi daha önemli hale geldi; bir
sürü şehir planlama projesi yapar olduk.
Kamusal alanı, kentsel alanın genel
görüntüsünü tasarlamak bence çok önemli.
Binanın önündeki mekanı yani! Birçokları
için mimarlık içeri girince başlar benim
içinse dışarıda….
Nerede başladığı mimarın sorumluluğuyla
da alakalı sanırım…
Mimarın sorumluluğu, sahibinin
sorumluluğu… Bina işlevini nasıl yerine
getiriyor? Bugün burada iyi bir örnek vardı;
mimari olarak beğenirsiniz ya da
beğenmezsiniz ama, Beşiktaş’ta çok şık,
yeni bir sokak gördüm. Ayrıca şehir
planlama yaparken, nasıl apartmanlar
sağlıyorsunuz? Sadece yuppie’ler mi var,
yaşlılar mı, aileler mi? Karıştırıp çok canlı
bir şehir bölgesi yaratabilirsiniz. Bu tam da
benim ilgi alanım işte.
Hala bu ürünler lüks görünüyor ama;
Daha pahalı, edinmesi zor…
Şehirler ve yaşadığımız bölgeleri
konusunda algımız değişecek mi dersiniz?
Evet ama sonunda muhtemelen,
beslenmede sübvanze edilmeyen maliyeti
temsil ediyorlar. Yapılarda da aynı. Tüm
toplumlarda kârlar özelleştirilmiş, zarar ve
maliyetler kamulaştırılmış durumda.
Bankalarda görüyoruz. Çevrede de aynı;
toplum çevresel zararlar için ödemek
zorunda. Halbuki hepsi bireyled yüzünden
kaynaklanıyor. Toplum için doğal bir çevre
kurmak daha ekonomik aslında; uzun ya da
kısa dönemde. İngiliz bir ekonomist
tarafından yapılan bir araştırma var. Diyor
ki, endüstrimizi daha sürdürülebilir hale
dönüştürmek yılda 3-5 milyara patlar;
yapmazsak 10-15 yıl sonra baş etmek için
yılda 10-20 milyar harcamak durumunda
kalacağız. Bu, ekonomik açıdan da önemli
ve insanlar da farkında bence. Belki bir 10
sene önce, uzun dönem bir yatırımdı.
Halbuki şimdi orta dönem yatırım, yarın ise
kısa dönem olacak.
Algı değişiyor. Algı toplumu da
değiştiriyor. Yaratıcı sektöre bakın... Çok
sayıda serbest çalışan birey, projeler için
ekipler kuruyor sonra da ayrılıyor. Bu yeni
kamusal yaşam; yaratıcı endüstrilerde
başladı ama bankaların da böyle
calışmaması için bir sebep yok. Herkes
banliyöden bir ofise geliyor gidiyor; bu
gitgide azalacak. Yakın alanlarda çalışma
ve yaşama artacak. Bir karışım olacak. Bu
şehir planlamayı etkiyecek yeni halk
durumu. Artık şart olan toplu taşıma, park
alanları, bir şehirde geçirilen boş
zamanlar.
01
İstanbul’da nasıl algılanıyor dersiniz?
Burada bir bina yapmadığım için
bilmiyorum ama siz daha çok “dışarıda”
yaşıyorsunuz. Dışarısı sizin için bir kalite.
Daha kamusal bir yaşantınız var; geceleri
parklara gidiyorsunuz… Sıcaklığa daha çok
toleransınız var. Yazın daha sıcak olacağı
fikrine alışıksınız. Amerika’da bir ofiste ya
da alışveriş merkezinde, o kadar soğuk olur
ki dayanamazsınız! Aynı soğuk kışın olsa
şikayet ederler! Burada yazın, klimalar
kullanılsa da binalar daha sıcak… Bu
kültürel bir içerik, kültürel algılar. Şehirde
nasıl yaşadığınızla alakalı.
Biz hala meseleyi malzeme üzerinden
değerlendiriyoruz; oysa konu daha genel!
Kültür, mimarlık disiplini için hayati…
Siz ve ekibiniz kültürleri nasıl irdeliyor,
araştırıyorsunuz?
Daha politik bir yaklaşım. Mimarlık ve yapı
sektörüne bakalım. Daha sürdürülebilir bir
tasarım yapmak için kültürel içeriğe
dönmeniz gerekiyor. Topografik, hava
durumu… Coğrafi hatta jeopolitik konuları
düşünmelisin. Binayı nereye yapman
gerekiyor? Yani konu, bir tasarıma teknik
marifetler eklemenin çok daha ötesinde.
Gelin kabul edelim: Biz sürdürülebilir
mimarlığın ne olduğunu anlamanın
başındayız, konunun efendisi değiliz. Ama
iyi yoldayız. Sürdürülebilir bina tasarlamak
daha bütünsel bir yaklaşım istiyor. İklimsel,
kültürel… Bölgeci değilim ama İstanbul’da
konfor olarak algılanan şey New York’ta
konfor olarak algılanmıyor ki!
Önce mekanı anlamaya çalışıyoruz. Sonra
da yerel ortaklarla… Mühendisler,
mimarlar… En başından itibaren bu
insanlarla beraber çalışıyoruz. Yani
Almanya’da bir tasarım çıkarıp, başkasının
uygulamasını talep etmiyoruz; birlikte
çalışıyoruz. Hatta büyük projelerde,
ortağımızın ofisinde bir ofisçik kuruyoruz.
Sadece kültürü değil, müşterinizin kim
olduğunu da anlamak zorundasınız. Modern
mimarinin farklı mekanlarda farklı çehreleri
oluyor. Mesela bence, Dubai’de en büyük
hata Şikago’daki binaların aynısını
yapabileceklerini düşünmeleri. Bu ancak
çok enerji sarfederek mümkün olabilir.
Türkiye’ye iklimsel açıdan bakarsak; kışın
Son olarak babanızın mimar olmasının
avantajı ya da dezavantajına dönelim mi?
02
güneş arkadaş olabilir ama yazın düşman.
Almaya’da tüm yıl arkadaş, çünkü hiçbir
zaman sıcak değil. Farklı algılar, farklı
beklentiler…
Az önce düşünme biçimlerinin
değiştiğinden bahsetmiştiniz. Sizce
mimarlık ve şehir planlamada beklentiler
nasıl değişti? Bu işte daha yeniyken
yaptığınız işleriniz farklı mıydı?
Benim için –kişisel gelişmemle ilgili
olabilir- kamusal alan daha önemli hale
geldi. Mimarlığı ikonik, mimarın kişisel
tatmini olarak görmek konusunda ikna
olmuyorum..
Sonuçta, iyi bir başlangıçtı. Ünlü bir
mimardı. Bana ismini verdi, ki işime yaradı.
Zorluğu ise -dezavantajı değil- herkesin
babamın standartlarını yakalamamı
beklemesiydi. Başlangıç noktasında
mimarların yaptığı pek çok hatayı
yapamadım.
Yaklaşımlarınız aynı mıydı peki?
Temel aynı; İnsancıl yaklaşım. Onun
mimarlığıyla büyüdüm sonuçta. O,
demokratik, liberal mimarlık yanlısıydı.
Benim için ise sürdürülebilirlik aynı
derecede önemli. İkisi de insancıl! Biçimsel
anlamda da farklılıklar oluyor. Jenerasyon
farkı var; farklı zamanlarda öğrendik.
İdealler aynı ama dışavurum farklı
diyebilirim.
01 Stefan Behnisch
02 NordDeutsche Landesbank projesi
12
26/07/2009
13
Filiz Yılmaz Kaşgör
YARATICILIK
[email protected]
KEPLERİ ATILDI
Üniversitelerin çeşitli tasarım bölümü öğrencilerinin mezun
olmak için gerçekleştirdikleri projelere şöyle bir göz atınca,
Türkiye’de tasarımın geleceği adına umutlanmamak mümkün
değil. Gündelik hayatın ihtiyaçlarından, şehir planlamaya ve
kültür-sanat hayatına kadar her konuya alışılmadık çözümler
getiren öğrencilerin mezuniyet projeleri arasından seçim
yapmak çok zordu!
İzmir Ekonomi
Üniversitesi
Beykent Üniversitesi
Grafik Tasarım Bölümü mezuniyet
projelerinde konu tercihinin, ‘sosyal içerikli
grafik tasarım’ ağırlıklı olması önemli bir
nokta. Öğrencilerden Tarık Eroğlu’nun,
‘Türkiye Çoklu Doku Sertleşmesi (Multiple
Sclerosis) Derneği’ için hazırladığı afiş,
billboard, durak ilanları, basın ilanları ve
araştırma raporuyla beraber oluşan projenin
çıkış noktası, Türkiye MS derneğinin mevcut
kurumsal kimliğini oluşturan görsel dilin,
derneğin hedeflerine yeterince hizmet
edemiyor oluşu. Derneğin çalışma alanını
daha güçlü temsil edebilecek bir kurumsal
kimliğin yanısıra, Multiple Skleroz (MS)
hastalığı hakkında toplumu
biliçlendirebilecek bir reklam kampanyası
amaçlanıyor.
Yeditepe Üniversitesi
Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 4. Sınıf
öğrencileri ile Öğr. Gör. Ruhcan Akil
projelerinde, 11. Uluslararası İstanbul
Bienali’nin bu yılki teması “İnsan Ne İle
Yaşar?” konseptini temel aldılar.
Bienal için, her iki sömestre sonunda
yaklaşık 60 adet bienal afişi çalışıldı.
Bu projeye başlarken, yaşanılan kente dair
farkındalık geliştirmek, kent/kentlilik
bilinci oluşturmak, kent kültürüne katkı
sağlayan kültürel etkinliklerin
araştırılmasını, sorgulanmasını ve
izlenmesini sağlamak, motive etmek,
etkinlik temalarının tasarım, estetik,
sanatsal, felsefi, sosyolojik hatta psikolojik
bağlamlarını çözümlemek amaçlanmış.
MS, kol, bacak veya yüzde uyuşma,
yürümede dengesizlik, kol ve ya bacaklarda
güç kaybı, görme kaybı, halsizlik ile kendini
gösteriyor. Beyindeki doku sertleşmesi,
insan vücudu ile beyin ve merkezi sinir
sistemi arasındaki kopukluğa neden oluyor.
Ülkemizde en az otuz bin MS'li hastanın var
olduğu bilinmekte.
Bu proje kapsamında, Türkiye MS
derneğinin logosu yeniden tasarlanırken,
M ve S harfleri ile insan vücudunun merkezi
sinir sistemi arasında görsel bir benzerlik
kurulması amaçlanmış. Skleroz'un (Doku
Sertleşmesi) kısaltması olan "S" harfinde
oluşturulan kırılma ile, hastalığın en
belirgin semptomu görselleştirilmiş. Reklam
çalışmalarında, hastalığın en yaygın tanı
yöntemlerinden ikisi üzerinde durulmuş.
Tüm bu proje adımlarıyla, projenin toplumu
bilinçlendirmek amacına ulaşacağı kesin.
Kadir Has Üniversitesi
İç mimarlık ve Çevre Tasarımı öğrencilerine
İstanbul Modern’in yanında yer alan boş
antrepo verilerek öğrencilerin bu mekanı
alışveriş merkezi, görsel sanatlar merkezimüze veya spor ve sağlıklı yaşam alanı
fonksiyonlarından birini seçerek
projelendirmeleri istenmiş. Başarılı projeler
arasında yer alan Koray Silen’in Spor ve
Sağlıklı Yaşam Merkezi İç Mimari
Projesi’nde tasarımcının ana motivasyonu
çok çeşitli fonksiyonlar içeren mekanların
sürekliliğini kaybetmeden kolay
algılanabilir ve ulaşılabilir olmasına yönelik
bir konsept geliştirmek. Koşu-yürüyüş
döngü alanı, düşeyde % 10 eğimle iç
mimariye entegre edilerek görsel zenginliği
elde edilmiş. Farklı katlardaki farklı
fonksiyonların kolay algısının malzeme,
renk, doku ve duvarlardaki grafik anlatım
kararları ile desteklenmesi, mekan
hijyeninin bina girişin ve soyunma odası
çıkışları ile kontrol altına alınması projenin
teknik ve estetik olarak getirdiği üst
düzeyde mekansal çözümler. Proje genelde
çok sayıda spor ve egzersiz seçeneklerini
zengin, sağlıklı yaşamı destekleyen ve
kullanıcılar tarafından kolayca algılanabilir
bir mekan planlaması çerçevesinde üst
düzeyde bir spor mekan kimliği anlayışı ile
sunulmuş. Yrd. Doç. Dr. Orçun Kepez B.P.
Genel Koordinatörülüğünde yürütülen proje,
belki de ileride farklı bir yaşam alanı olarak
karşımıza çıkacak.
İstanbul Bilgi
Üniversitesi
Görsel İletişim Tasarımı Bölüm
öğrencilerinden Christopher Çolak’ın
‘İstambulin’ projesi, tipografik ve
vernaküler araştırmalar ile gelişen tasarım
sürecinden oluşuyor. Öğrenci ilk olarak
ailesinin İstanbul fotograf arşiviyle yola
koyulmuş; motivasyonu İstanbul’un çeşitli
bölgelerinde belirli sürelerde dükkanların
yer alması. Eski dükkanların tabelaları ve
eski zamanlara ait yazılı, kaliğrafik ve
tipografik her türlü ayrıntı projeye esin
kaynağı olmuş. Projenin başlangıç noktası
ise Sirkeci Garı karşısındaki Ankara
Muhallebicisi... Projenin diğer esin kaynağı
olan ‘–in’ eki uzun yıllardan beri insanların
bu şehre ait olduklarını, hayatlarını burada
sürdürdüklerini anlatmak için kullanılmış.
İstambulin ismi aynı zamanda ötüşüyle ve
renkleriyle diğer cinslerinden kolaylıkla
ODTÜ
MaybeDesign’ın danışmanlığını yaptığı
ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü
(EÜTB) öğrencisi Aslı Günay’ın mezuniyet
projesi ‘SMALL Kahvaltı Seti’. Değişen
yaşam tarzı göz önünde bulundurulan
kahvaltı setinde ekmek kızartma
makinesi, kettle ve portakal sıkacağı
yalnız bir kabloyla birlikte çalışabiliyor.
Her ürünün zaman tasarrufu sağlayan ve
ayrılan, adına dernekler kurulmuş, sadece
bu topraklarda yaşayan bir kanarya cinsinin
de adı. Yine İstambulin ismi 19.yy.’da
Sultan Abdülaziz dönemindeki Saray eşrafı
ve ileri gelenlerin sıklıkla giydiği, giyim
kuşamda batılılaşmanın habercisi olan bir
takım elbise çeşidi. Tabela ressamcılığından
örnekler ve fotograflar projeyi anlatan
unsurlardan. Projede görünen işler
İstanbul’un verneküler mirasının yalnızca
ufak bir bölümü.
‘Trans2010- Yeniden Oluşum’ ana teması
çerçevesinde, hızlı tüketim olgusuna karşı,
sürdürülebilir bir tasarım anlayışını temsil
eden ‘Yavaş Moda Hareketi’, gündelik
yaşam sorunlarına eğlenceli ve yaratıcı bir
bakış açısıyla ‘Tepetaklak’, çağdaş mimari
ve digital teknoloji gelişmelerinden
beslenen fütürist ve deneysel tasarım
anlayışını yansıtan ‘Beden Ötesi’ gibi alt
başlıklarla 110 kıyafetten oluşan 22
koleksiyon sunuldu. Çoğunluk kadın
giyimden oluşan koleksiyonlarla beraber,
defilede 4 erkek, 2 çocuk ve bir iç giyim
kreasyonuda vardı. Projeleri akademik
kadronun yanısıra Cemil İpekçi, Gamze
Saraçoğlu, Alex Akımoğlu, Mehtap Elaidi ve
Barbaros Şansal gibi ünlü moda
tasarımcıları tarafından değerlendirildi.
Anadolu Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi öğretim görevlisi
Kunter Şekercioğlu’nun önderliğinde EÜTB
öğrencilerinden Gözde Severoğlu,
mezuniyet projesi olarak Candy Group
firması için ‘Luce3D’ İndüksiyon pişirme
ünitesini tasarladı. Şebeke enerjisini yüksek
frekanslı bir akıma çevirerek
elektromanyetik alan oluşturarak
gerçekleştirdiği pişirme sırasında herhangi
bir ısı çıkışının olmaması cihazın kabuk
malzemesi ile ilgili tasarımcıyı özgür
kılıyor. İndüksiyon ocaklar görsel olarak
çalıştığı ile ilgili bilgi vermiyor. Bu yüzden
cihazın kabuğunu çevreleyen ve bobinlerin
çalıştığıyla ilgili bilgi veren ledler
kullanılmış.
EÜTB gündelik hayata çözüm üreten
projelerinden bir diğeri ise, Ilio firmasının
danışmanlığında Can Güvenir’in tasarladığı
‘Rakı Seti Projesi’. Rakının fiziksel ve
kültürel özellikleriyle, kendi içinde
barındırdığı zıtlıklardan esinlenerek
tasarlanmış. Rakı setinin ortak dili,
konsepte uygun olarak, malzeme ve biçim
yönünden zıtlık ve değişimlerle sağlanmış.
Servis tabağı ve mezeliklerdeki girinti
detayları servisi kolaylaştırırken, Ehl-i keyf
tasarımında, mermerin doğal yapısı ve
soğukluk algısından faydalanılmış. Buzlukta
muhafaza edilen mermer ehl-i keyfler,
rakının uzun süre serin kalmasını sağlıyor.
Parçalar ayrı ayrı ele alındığında zıtlık,
malzeme farklılıklarıyla işlenmiş, değişim
teması ise amorf biçimlerden sade formlara
geçişlerde sağlanmış.
Ceren Atalay’ın gerçekleştirdiği proje ise
‘görmek’ ve ‘görmemek’ hakkında farkındalık
yaratıyor. Bu projede, Braille alfabesinden
yararlanılarak görme engellileri görsel
dünyaya yakınlaştırmak ve gören insanların
bakışlarını farklı yöne çekmek amaçlanmış.
‘Görmek’ isimli projede öğrencinin proje ile
ilgili texti; ‘Görmek anlamamaktır,
yargılamak, dönüştürmek, tasarlamak,
unutmak ya da unutulmak, var olmak ya da
yok olmak, baktığın gibi görmek, görmek
istedigin gibi bakmaktır.’
kullanımı kolaylaştıran fonksiyonları
mevcut. Ekmek kızartma makinesinde
ekmeğin kızarıp kızarmadığını gösteren
sensörler var. Kettle da su sıcaklığı
seçenekleri ve portakal sıkacağında direkt
bardağa akan portakal suyu pratikliği söz
konusu. EÜTB öğrencilerinden Mehrafza
Mirzazad’ın Kilit Taşı Tasarım firmasının
danışmanlığında tasarladığı, ‘ETU’
Emergency Transporter Unit’ ise kaza
esnasında vücuttan ayrılmış uzvu doğru
koşullarda taşımak için tasarlanmış.
Sistem üzerinde olan sensor, taşıma
sırasında iç hazneyi, vücut yapısına uygun
olan ve fonksiyon kaybına uğratmayan
4 C’ye soğutuyor. Ana iskelet elektronik
parçayı tutarken, kopmuş uzvu
dışarıdan gelen darbelere karşı korurken,
teleskopik parça ile ürün genişletilerek,
uzun uzuvlar bükülmeden ünite içine
yerleştirilebiliyor. Yalıtım torbası ise ısı
kaybını önlerken, dış yüzeyinde ki
waterproof polyester sayesinde hijyen
sağlanabilmektedir.
14
26/07/2009
15
Aslı Aydın
[email protected]
KUDÜS’ÜN ÜNLÜ AKADEMİSİ,
2015’E GİRMEDEN,
TÜRK MİMARLARA EMANET UMUT ELÇİSİ OLMAK ŞART!
Ron Arad gibi ünlü mezunları, köklü geçmişi ve eğitim anlayışıyla dillerden düşmeyen
Kudüs’teki Bezalel Akademi’nin şehir merkezindeki yeni kampüsü için düzenlenen
yarışmanın birincisi Ayşin İpekçi ile Cem Yurtsever’in kurduğu Studyo Architects.
Amerika’nın en köklü grafik tasarımcılar
birliği AIGA, Adobe ile işbirliği yaparak 2007
yılında bir çalışma başlattı. Hedef, 2015’te
tasarımcının yetkinlikleri neler olması
gerektiğini ve bir disiplin olarak tasarımdan
beklenenleri ortaya çıkarmak.
Açılan enstitüler, gerçekleşen zirveler hatta kurulan bloglar bile
geleceğin tasarımcısını tanımlamaya odaklandı. Son olarak, 2015’te
tasarımcıdan beklenenler de sıralanınca, hikâye tamamlandı.
Tasarımcılar arasında web üzerinden yapılan
araştırmaya göre en temel özellikler önem
sırasına göre;
● problemlere karşı görsel yanıt verebilme
becerisi
● araştırmacı, analiz yeteneği ve çözüm
odaklılık
● tasarımın kavramsal, sosyal, kültürel, tek-
nolojik ve ekonomi ile kesişen noktaları hakkında fikir sahipliği
● tasarımı şekillendiren fiziksel, kültürel ve
sosyal faktörleri göz önünde bulundurarak
çözüm üretebilmek
● atik, dinamik ve değişkenlik
● yatay ya da farklı disiplinlerin bir arada
yer aldığı büyük organizasyonlarda yönetim
ve iletişim becerileriyle üretken çalışabilmek
● sürdürülebilir ürün, strateji ya da uygulamaların işleyişine hakimiyet ve
etik anlayış
01
İsrail'in en köklü güzel sanatlar okullarından
Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi, yaklaşık
100 yıl önce heykeltıraş Boris Schatz
tarafından bir zanaat okulu olarak kuruldu.
Kuruluşundan beri pek çok tasarımcı ve
sanatçının eğitimini tamamladığı akademi,
2007 yıllında, İsrail'de şimdiye kadar
yapılan, tek uluslararası ve iki aşamalı
“Kudüs’ün Merkezinde Bezalel Sanat ve
Tasarım Akademisi için Yeni Bir Kampüs“
proje yarışmasını düzenledi. Yarışmanın ilk
aşamasına 34 ülkeden 188 proje katıldı;
ikinci aşama için bunların arasından 5 proje
seçildi. Ayrıca ikinci aşamada, 4 davetli ofis
yer almaktaydı. Geçtiğimiz yıllarda, New
Italian Blood tarafından Almanya’nın en iyi
10 genç mimarı,Chicago Athenaeum
tarafından Avrupa’nın Gelecek Vaad Eden
Mimarları arasında gösterilen, Kuzey Ren
Vestfalya Ödülü’nü (genc sanatci tesvik
ödülü) ilk kez Türkiye’ye getiren Studyo
Architects, İsrail'in ünlü tasarım okulunun
yeni kampüsünü tasarlamak için açılan
yarışmada birinciliği kazandı.
Kudüs'ün şehir merkezinin dışında kalan
Mount Scopus Tepesi’nde bulunan
akademinin yeni kampüsü için
gerçekleştirilen yarışmanın amacı, söz
konusu proje ile 3000 öğrenciden doğan
taze ve dinamik enerjiyi Kudüs'ün merkezine
enjekte ederek, şehirle bütünleşmiş kültürel
bir merkez yaratmak; bölgedeki insanlara
yeni bir çekim merkezi oluşturup, şehri
sanatla buluşturmak ve aynı zamanda
katılımı teşvik ederek geleneksel ''sanat'
okulu” kavramını yeniden yorumlayıp,
kentsel bir buluşma noktası yaratmaktı.
kullanım alanlarının olduğu ana omurga ile
birleştiriliyor.
Güneydeki bölüm tüm fakülteleri, idari ofisleri,
cafe ve bir çok ortak kullanım alanlarını
barındırırken, kuzeydeki bina tüm akademinin
ortak kullanımına açık olan kütüphane, tiyatro,
spor salonu ve buna benzer ortak mekanları
barındırıyor. Her iki bina arasında yaratılan
meydan sayesinde, şehir ve akademi, yaşam
ve sanat birbiriyle buluşturuluyor. Aynı
zamanda proje, etrafıyla etkileşim içinde,
şehrin dokusundaki eksik parçayı tamamlıyor.
Studyo Architects’in ödüllü projesine
gelince... On farklı fakülte, atölyeler, idari
ofisler, sergi alanları, ortak kullanım alanları
ve 500 kişilik bir konferans salonu gibi
alanların biraraya geldiği 35 000 m2’lik
alana yayılan tasarım, kuzey ve güney
binaları olarak ayrılabilecek iki bölüm ön
görüyor. İki ayrı bina, birbirine farklı
mekanların etrafında sıralanmış ortak
Tasarımın en önemli özelliklerinden biri,
yapının farklı bölümlerine konumlanan ve
öğrencilere buluşma ve dısarıda çalışma
olanağı sunan avlular. Bakıldığında
birbirinden ayrı ve bağımsızmış gibi görünen
cepheler, bu cephelerin içindeki odacıklar ve
bu odacıklar içindeki insan ve ona dair tüm
yaşam, avlular sayesinde nesnenin ve
insanın yalnızlığından çıkarak ortak bir
paylaşıma sunuluyor. Bu ortak paylaşım,
başlı basına bir etkilesim . Eski Kudüs
evlerine de atıfta bulunan avlular, geçmiş
zaman zanaatkârlarının birlikte çalıstıkları
avlu ve han tipolojisini örnekseyen modern
bir yorum. Dahası, binanın içindeki iletişimi
tesvik eden, cepheleri birbirine bağlayan bir
unsur olarak da görülebilirler: Her bir kattan
bakıldığında diğer katlardaki fakültelerde
nelerin yapıldığını, nelerin üretildiğini ve
insan dair izleri görmek öğrencilerin
birbirleriyle sürekli iletişim içinde olmalarını
sağlayacak.
Yalnızca avlular değil, projenin koridorları da
geçmişle bağ kuruyor; eski Kudüs evleri
arasındaki sokaklar ve meydancıklara
gönderme yapıyor. Bu koridorların yarattığı
hayat, yapının tüm kademelerine yayılıyor.
Böylece etkilesim, küçük mekanlardan büyük
mekanlara doğru akıyor.
01
01 Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi için
yarışmayı kazanan Studyo Architects
imzalı proje.
olarak sıralanmış. Aynı şekilde, tasarımın da
geleceğiyle ilgili hangi başlıkların öne
çıkacağı konusunda öngörüler toplanmış:
● Tasarım, küresel ve rekabetçi bir piyasa-
nın sorunlarını çözebilmek için sosyal ve beşeri bilimler başta olmak üzere farklı
disiplinlerde bilgi ve deneyime sahip gruplarla zenginleşecek.
● Bilinen problemlerin bir adım ötesine geçip daha geniş bakış açısıyla “sorunun nasıl
algılandığını” tespit etmek başlangıç noktası
olacak. Farklı kültürlerin sosyal, ekonomik ve
teknolojik ihtiyaçlarından doğan karmaşık
yapılarını iyi deşifre edip daha rafine mesajlarla sürdürülebilir ürünler sunabilmek doğru
tasarımı yaratacak.
● Kitle iletişimi devam etse bile daha dar
gruplara özel iletişimin kurgulanması gerekecek.
● Bilgi çağında kısıtlı olan kaynak, “dikkat”
ve dikkat ekonomisi de iletişim, bilgi, deneyim ve hizmet tasarımını barındıracak.
● Sosyal toplulukların gücünden yararlanarak kullanıcılarla beraber tasarlamak kaçınılmazlaşacak.
● Mevcut kaynakların tükenmeye başladığı
bir ortamda tasarımlar insan odaklı kurgulandığı sürece sürdürülebilirlik sağlanacak.
Demek oluyor ki, günden güne daha
karmaşıklaşan sorunlarımıza en iyi şekilde
cevap verecek ürün ya da hizmetler alelade
yaklaşımlardan öte çok daha bilgi,
deneyim, empati, öngörü, yenilikçilik ve ön
çalışma gerektirecek. Bu yüzden, son
yıllarda salt tasarım yerine iş yönetimi ve
tasarım metodolojisinin birleştirildiği
yüksek lisans programlarına ilgi gittikçe
artıyor. IDEO çalışanlarından Ryan Jacoby
2012 yılında “iş yönetimi tasarım”
programının hangi derslerden
oluşabileceğiyle ilgili bir blog açtı. Bu
eğitimi sunan gözde okullardan dSchool ve
Rotman Design’dan farklı olarak hangi
derslerin verilebileceğiyle ilgili
alternatifleri sıralıyor. Mesela, deneyim
mühendisliği, farklı disiplinlerden oluşan
takımlara yönelik farklı kimlik dinamikleri,
duygusal bağ tasarımı, inovasyonu
yönetme.
Geçen yılki Davos Zirvesi oturumlarından
biri de yine “tasarımın geleceği”
üzerineydi. Moderatörlüğünü Alice
Rawsthorn’un yaptığı oturumun
konuşmacıları New York Museum of
Modern Art’ın Tasarım Bölümü Küratörü
Paola Antonelli, İngiltere’de eğitim, sağlık
gibi kamu hizmetlerine tasarım odaklı
çözümler sunan Hillary Cottam ve
Amerika’nın önde gelen okullarından Rhode
Island School of Design’ın müdürü ünlü
tasarımcı John Maeda idi.
Rawsthorn, tasarımcıların dünya nüfusunun
%10’luk zengin kesiminden çok, temel
ihtiyaçlardan yoksun geri kalan %90’a daha
fazla odaklanacağı ve tasarımıyla, üretimiyle
ve satışıyla suçluluk hissetmeden tüketilecek
ürünlerin artacağını belirtti.
Antonelli, bilim ve teknolojinin
sağladıklarıyla kişiye özel tasarımın daha
kolaylaşacağını, tüketicilerin mahremiyet
arayacağına dikkat çekerken, Cottam,
tasarımın insan davranışlarını değiştirmekte
etkili olacağını savunurken, tasarımcıların
hikaye anlatma yönlerinin ne kadar güçlü
olduğunu hatırlatarak politikacıların bile
faydalanması gerektiğini ekledi. Maeda ise
etik anlayış ve teknolojinin hayatımızı
kolaylaştıracağı yerde karmaşıklaştırdığı, bu
yüzden de gelecekte tasarımcının teknolojiyi
hem basitleştirip hem de
içgüdüselleştireceği yönünde bir öngörüde
bulundu.
Yürüttüğü başarılı projelerin yanı sıra
yayınladığı manifestoyla günümüz
tasarımcıları arasında önemli bir yere sahip
olan Bruce Mau’nun Kanada’daki George
Brown College ile beraber kurduğu araştırma
enstitüsü Institue Without Boundaries de
geleceğin tasarımcılarını hazırlıyor. Amaç,
ünlü mimar ve fütürist Buckminister Fuller’ın
tanımlamasından yola çıkarak “sanatçı,
mucit, tamirci, ekonomist ve stratejist”
sentezinden oluşan geleceğin tasarımcı
adaylarını birer “umut elçisi” olarak
konumlandırmak.
Anlaşılan o ki, hedef kitle insan iken ve
eğer ortak amaç dünyanın daha
sürdürülebilir olmasını sağlamak ise
tasarımcıların giymesi gerektiği çok fazla
gömlek olacak. Farklı disiplinlerden
uzmanlarla bir araya gelerek nasıl bir
dünya arzuladığımızı anlayabilmeleri için
bizlerle daha fazla zaman geçirecekler.
Ürünün ya da hizmetin ihtiyaçları en doğru
şekilde karşılaması için analiz becerilerini
güçlendirecek, sunulanların en basit
şekilde tüketiciye anlatılması iletişimci
şapkası takacak ve tüketilirken de suçluluk
duygusunun hissedilmemesi için etik
anlayışları kuvvetli olacak.
16
26/07/2009
17
Yasemin Tekmen
[email protected]
YUTMADAN ÖNCE ÇİĞNE,
ÇİĞNEMEDEN ÖNCE DÜŞÜN!
Günlük hayatta tükettiğimiz bisküvileri, makarnaları kimler, ne
düşünerek, ne zaman tasarlamış acaba diye baksak, pek çok
ürünün ardında şaşırtıcı hikayeler bulunduğunu görürüz.
Sözü hiç uzatmadan yola koyulalım ve
yemekle tasarımın kesiştiği yerden
hikayelerimizi sıralayalım ard arda. ‘Pötibör’
olarak bildiğimiz bisküvi olsun ilk
konuğumuz...
Fransız asıllı ‘Petit Beurre’, 1886 yılında Louis
Lefevre tarafından yaratılmış. Karısının adı
Utile olan Lefevre, ikisinin isimlerinin baş
harflerini (LU) bisküviler üzerine yazdırmış.
Geleneksel LU bisküvilerinin boyutu kolay
paketleme, nakliye ve stoklamaya uygun
olması kriteriyle belirlenmiş ve bir pakette
günün her saatini karşılamak üzere 24 bisküvi
bulunması planlanmış. Diğer yandan, ‘Leibniz’
tereyağlı Alman bisküvileri 1891 yılında
firmanın kurucusu Hermann Bahlsen
tarafından tasarlanıp üretilmiş. O zamanlar
ürünleri ünlü kişilerin adıyla isimlendirmek
moda olduğundan, bisküviler matematikçi
Gottfried Leibniz’in adını almış. Bir
matematikçinin adının kullanılmasının tek
nedeni ise Leibniz’in sayılara olan ilgisi.
Bisküvinin orjinalinde tam ‘52 diş’ bulunuyor,
bir eksik ya da fazla değil.
Almanya’yı bırakıp, İtalya’ya geçelim...
Makarna,‘form follows function’ (biçim işlevi
takip eder) için verilebilecek en iyi
örneklerden. ‘Conchiglie rigate’ adlı çizgili
deniz kabuğu şeklindeki makarna iç kısmının
kalın ve yoğun sos ihtiva etmesi esas alınarak
tasarlanırken ‘fusilli’ burgu ve ‘farfalle’
01
kelebek makarnalar ise sosu kolaylıkla emecek
ve tabaktan ağıza götürünceye kadar
tutabilecek şekilde tanımlanmış.
Sanayileşmenin yaygınlaşması sonucu
insanların yemek yemeye vakti kalmamış,
kitleler abur cubur yemeklere yönelmiş.
Burada karşımıza irdelenecek yepyeni bir
yiyecek deryası çıkmış. En popüler yaramaz
besin, cipse dönelim yüzümüzü. Patates cipsi
Pringles, 1974’te Alexander Liena tarafından
yaratılmış, ancak bildiğimiz hiperbolik
paraboloit şekli sonradan Procter & Gamble
tarafından geliştirilmiş. Aynı ölçüde ve
geometrik şekilde üretilen cipsler dilin üzerine
tam oturması ve orada erimesi düşünülerek
tasarlanmış. Üstüste istiflenip birbirlerine
kenetlendiklerinden nakliye sırasında
kırılması önlenmiş. Tüp şeklindeki plastik
kapaklı ambalaj ise öldüğünde vasiyetine
uyularak külleri Pringles kutusuna konularak
02
gömülen Frederic J. Baur tarafından
tasarlanmış.
Kadınların da iş hayatında aktif çalışmaya
başlaması, annelerin çocuklara yemek
hazırlama vaktinin daralması, çoçcuklar için
yiyecek tasarlamaya davetiye çıkarmış bir
nevi. ‘Goldfish’ adıyla Amerika’da
Peppperidge Çiflik’inde üretilen balık kraker
bunun en belirgin örneklerinden. 1997 yılında
çiftlik başkanının önerisiyle ‘Smiley’ adıyla
yenilenen krakerin üzerinde, 1962 yılında
piyasaya sürüldüğünden beri yapılan tek
değişiklik ise yüzüne kondurulan gülücüktür.
Hamur ve gıda boyasıyla yapılan pek çok
deneyden sonra krakerde beliren neşeli
gülümseme, bazıları tarafından yapmacık
bulunsa da satışları artırmıştır.
Bir de “tasarımcı yemekleri”ne bakalım...
Yüzyılın araba tasarımcısı ilan edilen İtalyan
tasarımcı Giorgetto Guigiaro, 1983 yılında
Barilla grubu için ‘Marille’ adlı bir makarna
tasarladı. Philippe Starck’ın 1987 yılında
Fransız Panzani için tasarladığı ‘Mandala’ da
dikkate değer örneklerden. Starck, ürünün
%90 oranında hava içermesini planlamış ve
makarnada bir boşluk yaratmış. İçindeki
desteği de öyle bir şekilde yerleştirmiştir ki
makarnanın kesitine baktığımızda ying yang
şeklini görürüz. Yiyecek tasarımlarıyla ün
salan Marti Guixe de felsefi yaklaşımları olan
ve yemek tasarımlarını sergileyen
isimlerdendir. ‘7 Step Cookie’ (yedi basamaklı
bisküvi) adlı bisküvisi yedi adımda onu nasıl
ısıracağımıza referans verir. ‘Autobahn Cookie’
adını verdiği kurabiyeleri ise lastik teker izi
taşıyan ve araba kullanırken yenilecek
atıştırmalıklardır. Lagrange 34 Gallery’i
unutmamak gerek! Lagrange 34 Gallery
‘Design Chocolate Line’ (Tasarım Çikolata
Serisi) ile yeni ve farklı çikolata bölme
biçimleri öneren, güncel bir tasarım grubudur.
Bizimse, her ne kadar yemek kültürümüz
oldukça zengin olsa da, market ürünlerinde
Batı’nın bir kopyası olmaktan öteye
geçemediğimizi kabul etmekte fayda var.
Geleneksel Türk mutfağında endüstriyelleşme
henüz gerçekleşmedi, yemekler hala zanaat
usulü ile yapılıp sunuluyor. Hoş, malzemenin
fonksiyonel olarak kullanıldığı yemeklerimiz
mevcut: yaprak sarma, biber dolma,
karnıyarık, mantı, baklava bunlardan bazıları.
Zamanla Türkiye’de gıda endüstrisinin
gelişmesi sonucu yemek alanında da
endüstriyel tasarım görmek uzak bir ihtimal
değil. Hele de son dönem yapılan atölye
çalışmalarını görünce aksini düşünmek
mümkün değil!
01. 52 dişli Leibniz bisküvi.
02. Pringles, dilin kıvrımı hesaplanarak
tasarlanmış.
03. Goldfish krakerlerin yüzüne gülümseme
yerleştirilince satışları artmış.
04. Conchiglie rigate adlı makarna bolca sos
taşıyabilmesi için tasarlanmış.
GÖZLER ÇEŞME’YE DÖNÜYOR
Emre Arolat, 2004 yılında Gonca Paşolar ile
birlikte kurduğu EAA-Emre Arolat Architects
bünyesinde Türkiye mimarlık ortamının
genel yönelimlerinden farklı olarak,
katılımcı, çok sesli ve genç bir ekiple,
‘duruma odaklı’ bir mimarlık pratiği
sürdürüyor. Geçen sene Şaziment ve Neşet
Arolat’ın, bu yıl da Kerem Piker ve Sezer
Bahtiyar’ın ortak olarak katılımı ile farklı
mimarlık kuşaklarının deneyimlerinin
harmanlandığı bir mimarlık ofisi haline
gelen EAA -Emre Arolat Architects’in
kurucusu Emre Arolat ile konuştuk:
EAA -Emre Arolat Architects, şu sıralar 2009 Emirates Glass Leaf
Awards’da finale kaldığı 7800 Çeşme Konutları ve Oteli projesiyle
uluslararası ödüllerine bir yenisini daha eklemeye hazırlanıyor.
Bir süre önce Arolat Mimarlık’tan
ayrılarak EAA-Emre Arolat Architects’i
kurdunuz. Farklılıklar neler?
Ben ikinci kuşak mimarım. Zira annem ve
babam da mimar. Üniversiteyi İstanbul’da
MSÜ’de okudum. Mezuniyetimden hemen
sonra, 1986 yılında gittiğim ABD
Washington DC’de bir yıl boyunca Metcalf
and Associates isimli mimarlık bürosunda
çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde annem ve
babamın hemen mezuniyetlerinden birkaç
yıl sonra, 1961 yılında kurmuş oldukları
Arolat Architects bürosunda çalışmaya
başladım. Birkaç yıl sonra büronun
tasarımcı ortağı oldum. Toplam 17 yıl süren
bu birlikteliğin ertesinde, 2004 yılında
Gonca Paşolar ile EAA-Emre Arolat
Architects’i kurduk ve farklı bir yapı
oluşturduk. Bütün gücünü ortakların ve
yöneticilerin işlerin içindeki yoğun
varlığından alan ve beraber çalışılan ekibin
sürekli ve sıkı bir kontrol altında
tutulmasıyla yürütülen konvansiyonel ofis
düzeninin yerine; daha katılımcı ve çok sesli
bir yapı olarak tasarlandı EAA’da bugüne
dek süregiden sistem. Sanırım Arolat ve
EAA’yı birbirinden kesin çizgilerle ayıran da
bu farklı görüştü. Zira her iki grubun mimari
yönelimleri arasında çok derin bir fark
olduğu söylenemez. Başka bir deyişle,
mimari üründen daha çok, süreçtir bu iki
yapıyı farklı kılan.
01
02
büyük-küçük kentlerin neredeyse tümünde
geçerli olan sermaye egemen üretim ve
tüketim modeli, mimarlığın en önemli
etmeni. 80’li yıllardan başlayarak gittikçe
artan bir motivasyonla mimarlar daha afili,
daha gösterişli yapılar ortaya koyma
yarışına girdiler. Ayrışmak ve ne pahasına
olursa olsun diğerlerinden farklı bir
parlaklığa sahip olmak neredeyse
kaçınılmaz bir koşul haline geldi mimarlık
ortamında. ‘Star Mimarlık’ ve ‘İkonik Yapı’
özlemi bu ortamın yegane belirleyicilerine
ve hedeflerine dönüştü. Kuşkusuz İstanbul
da pek çok dünya kenti gibi bu yönelimlerin
yapısallaştığı, sermayenin gücünü ortaya
koyarken içten içe dönüştürdüğü bir
metropol haline geldi. EAA’nın Türkiye
mimarlık ortamının genel yönelimlerinden
farklı olarak, her proje için yeniden
tasarlanmış bir tür muhalefet kanalını
devreye soktuğunu ve sayısal büyüklükler
dışında içinde bulunduğu ortamın alışıldık
Alışıldık yönetim piramidinin hayli dışında,
daha amorf, elastik ve geçirgen bir ofis
yapılanması bu. Sanırım 2004 yılında,
Arolat bürosunda böyle bir sistemi
oluşturmanın olanaksızlığını hissettiğim
için EAA kuruldu. Bu süreçte beni en çok
sevindiren gelişmelerden biri, annem ve
babamın da birkaç yıl sonra bu yapıya dahil
olması ve yeniden, bu kere EAA’nın
şemsiyesi altında birlikte üretme şansını
bulmamız. Öte yandan bu yapının gittikçe
gelişmesi ve paylaşılabilir olduğunun ortaya
çıkması bizi fazlasıyla umutlandırıyor. Bu
sürecin bir önemli adımı olarak, Sezer
Bahtiyar ve Kerem Piker de EAA’nın yeni ve
genç ortakları arasına katıldılar.
Türkiye’deki neo-liberal mimarlık üretim
ortamında ofisinizin mimarlık pratiğini
nasıl tanımlıyorsunuz?
Sadece İstanbul’da değil, dünya üzerindeki
EAA’da oldukça genç bir ekiple,
alışılmışın dışında bir çalışma sistemi
yürütüyorsunuz...
03
04
EAA’da genç kuşak, hatta üniversiteden yeni
mezun olan mimarlar bile tasarım sürecinde
etkin birer özneye dönüşme şansına
sahiptir. Bir kişinin çizerek ürettiği bir
eskizin diğerleri tarafından detaylı bir
projeye dönüştürülmesi konvansiyonundan
ziyade, her projede oluşturulan tasarım
gruplarının olabildiğince ayrıntılı bir analiz
ve her ayrı durum için tek defaya özgü bir
okuma yapmaları, daha sonra da çok
katmanlı bir bağlamsallık üzerinden özgül
bir sonuca ulaşmaları hedeflenir. Projenin
daha sonraki aşamaları da yine aynı titizlik
ve katılımcı bir yönelimle ortaya çıkartılır.
taleplerinden uzak durmaya çaba
gösterdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Tasarım sürecinin, kavramsal
belirleyicilerinin de her proje ve her özgül
durum için yeniden üretildiğini
vurgulamalıyım. Bağlamsallığın, sıkıcı bir
ideolojiden ziyade açıcı ve ilham verici bir
düşünce zemini oluşturması, bezen somut
ve gözle görülebilir gerçekliklerin, kimi
zaman salt hissiyata dayalı verilerin
devreye sokulduğu, ezberlenmiş ve garantili
kısa yolların olabildiğince askıya alındığı bir
süreç bu. EAA içinde en azından belli bir
grup için çok da zevkli olabildiğini
biliyorum bu yöntemin.
7800 Çeşme Konutları ve Oteli projesi
2009 Emirates Glass Leaf Awards’da
finalist oldu. Sizce jüriyi bu projede
etkileyen en önemli unsurlar nelerdi?
Çeşme, son on yılın turistik motivasyonları
ile birlikte katlanarak artan bir yaz
nüfusuna erişti. Tıpkı sonradan keşfedilmiş
tüm Ege ve Akdeniz kasabalarında olduğu
gibi, sonunun nereye varabileceği
kestirilemeyen bu büyüme burada da hem
fiziksel hem de sosyolojik bir dönüşümü
koşullamakta. 7800 projesinin, bu
dönüşümle ortaya çıkan soyolojik ve fiziksel
örüntüler ve yakın geleceğe yönelik
beklentilerle, dönüşüm öncesi süregiden
durum arasındaki tansiyonlu ilişkiyi
problemleştirmesiyle öne çıktığını
düşünüyorum.
01 Mimar Emre Arolat
02 7800 Çeşme Konutları ve Oteli Projesi
03
03 Maslak No 1, Ofis Kulesi Projesi
18
26/07/2009
Şölen Kipoz, Deniz Güner
19
Meltem Cansever
[email protected]
[email protected]
KIYAFETLERİN GİZLİ KALMIŞ HERKES İÇİN ENGELSİZ TASARIM
PERFORMANSLARI VE
YAŞLILAR İÇİN TASARIM’A KARŞI
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN’IN
SÖYLEMSEL DİRENCİ
Ünlü modacı Hüseyin Çağlayan bu yıl Londra’da ilk retrospektif sergisini açtı. Alışıldık
düzenden uzak duran Çağlayan, kronolojik sıralama yerine “mantıksal” olanı seçti.
Çağdaş moda, ilk kırılma noktasını Antwerpli
tasarımcı Martin Margiela ile 1980’lerin
sonunda yaşadı. Moda dünyasında
dekonstrüktivizmin öncüsü olarak kabul edilen
Margiela, Hollandalı tasarım grubu Droog
Design gibi “yeni bir şey söylemek için, yeni
bir şey üretmek gerekmiyor” savını
uyguluyordu. Bu düşünceden hareketle ilk
olarak, kullanılmış erkek takım elbiselerinden,
giysi ve aksesuar parçalarından yeni
tasarımlar yarattı, daha sonra eskimiş yüzeyler
ve bitmemiş dikiş detayları ile moda dünyasını
“semi-couture” kavramı ile tanıştırdı.
(re-semantifikasyon). Bunu yaparken hep
moda dışı alanlardan aldığı bilgi ve deneyimi,
modaya aktararak disiplinler-arası, melez bir
tasarım anlayışını benimser. Çağlayan bu
yeniden anlamlandırma sürecinde modern
dünyanın sosyal, politik ve kültürel
sorunlarından kaynaklanan varoluşsal
kaygılarını kıyafet tasarımlarıyla gidermeye
çalışırken genellikle sembolik bir tasarım
dilini ve teatral performansları tercih etmekte.
Tasarım serüveninde on beş yılı geride bırakan
Çağlayan, 2005 yılında Almanya’da Wolfsburg
kentinde gerçekleştirdiği ilk retrospektif
sergiden sonra, bu yıl da kendi kentinde,
Londra Tasarım Müzesi’nde ilk retrospektif
sergisini açtı. Bu sergisini farklı bir kurguda
tasarlayan Çağlayan, işlerini kronolojik olarak
sergilemek yerine mantık düzleminde benzerlik
taşıyan işleri yan yana getirmeyi tercih etmiş.
Bu bağlamda ilk koleksiyonu Teğet Akımlar’ın
Hüseyin Çağlayan, 1993 yılında, Central Saint
Martins’de hazırladığı “The Tangent
Flows/Teğet Akımlar” adlı mezuniyet
koleksiyonu ile Margiela’nın taşıdığı bayrağı
birkaç adım ileriye götürdü. Çağlayan’ın
koleksiyonundaki kıyafetler, tıpkı Margiela’nın
semi-couture giysileri gibi yaşanmışlığı ve
yıpranmışlığı üzerlerinde barındırıyordu.
Tasarladığı kıyafetleri önce demir tozuna
buladı ve mıknatıslarla birlikte toprağa
gömdü, sonra da bir kimyager gibi onları bir
süre gömülü bırakarak malzemenin toprakla
etkileşimini keşfetti. Kıyafetler yeryüzüne
çıkıp, yeniden nefes almaya başladığında ise
yaşanmışlıkları ile gösteriye hazırdılar.
Nitekim Çağlayan elinde büyük mıknatıs
parçalarını hareket ettirerek kıyafetleri,
hayaletler gibi havada asılı tutup, dans
ettirmeye başladı. Böylece, Çağlayan, moda
dünyasında tabu olarak kabul edilen
kıyafetlerin yapım aşamasını gözler önüne
sererek, tasarım sürecini şeffaflaştırıyor ve
söyleminin bir parçası haline getiriyordu.
Çağlayan’ın tasarım evreninde kıyafetler
kendi başlarına yeterli anlama sahip
değildirler ve bu yüzden genellikle bireyi
modern dünyanın yıkıcılığına karşı koruyacak
anlam ve içeriklerle donatılmışlardır. Bu amaç
doğrultusunda Çağlayan, öncelikle
kıyafetlerin bilindik anlamlarını boşaltır, yani
desemantifikasyona uğratır, ardından da
kıyafetleri yepyeni anlamlarla yeniden donatır
yanına son dönem koleksiyonlarından
“Inertia/Atalet”i (2009) yerleştirmesi
yadırganmıyor. Inertia koleksiyonunda,
hareketin bedende dondurulmasını ifade eden,
dökme köpükten oluşmuş heykelsi kıyafetler,
tıpkı Airborne (2007) koleksiyonundaki gibi
sabit bedenin hareketli görünmesini sağlayan
biçimlerden oluşuyor. Bu sayede, modern
hayatın giderek artan hızı karşısında beden ve
kıyafetlerin direncini metaforik bir dille ifade
etmeye çalışıyor. Nitekim son dönem
çalışmalarında da tıpkı ilk koleksiyonunda
olduğu gibi, doğa olgularını temel alan
Çağlayan, her yerde ve her kültürde geçerli
olacak, evrensel geçerlilikte işler üretmeyi
hedefliyor. Doğa ile kaybettiğimiz bağı
teknoloji ile yeniden kurmayı hedefleyen
çağdaş sanatçı Olafur Eliasson’un 2003 yılında
Tate Modern’in içinde yapay güneş üretmesi
gibi Çağlayan da teknoloji ve doğanın
üzerimizdeki etkilerini kıyafetler yoluyla
aktarmayı hedefliyor. Işık, yerçekimi, atalet, vb.
doğa olgularının etkisi altında form veya nitelik
değiştiren tasarımlar gerçekleştiren Çağlayan,
kıyafetlerin gizli kalmış performanslarını
görünür kılmak istiyor. Örneğin, Readings
(2008) koleksiyonunda Swarovski kristalleri ile
kaplanarak ışık kaynağına dönüşen
kıyafetlerinde ışığın yayılımını, Airborne’da
(2007) mevsimlerin değişimine göre hal
değiştiren malzeme ve formlarını, Grains and
Steels’de (2005) yerkürenin ve doğal taşların
hareketini, yerçekimi kanunlarını, toprağın
çürümesi, eskimesi ve patinalaşmasını,
dönüşümünü ve değişimini ele alıyor.
Kıyafetlerin “gizli kalmış potansiyelleri”ni
ortaya çıkarmayı hedefleyen yaklaşımı ile
Çağlayan, düşünsel yatırımını kültür ve estetik
yerine, nesnenin kendi potansiyelleri üzerine,
yani malzemenin kendisi üzerine yaparak,
moda endüstrisi içerisinde yepyeni olanakları
da görünür kılmayı başarıyor.
Fotoğraf: Gökçeçicek Savaşır
01
01 Hüseyin Çağlayan çalışmalarından.
Önümüzdeki yıllarda yaşlı nüfus tarihte hiç olmadığı kadar yüksek olacak.
Dolayısıyla, tasarımın sıcak gündeminde, yaşlıların özel ihtiyaçları var. Fakat yaş
engeline odaklanmak yerine tasarımın engelsizliği üzerinde durmak gerekiyor.
Önümüzdeki 25 yılda Batı dünyasında yaşlı
nüfusun iki katına çıkması bekleniyor. Yaşlı
nüfusu diğer ülkelere göre düşük olan Türkiye
de II. Dünya Savaşı’nın dışında kaldıysa da
1950 sonrasında dünyadaki refah toplumu
trendine uygun olarak doğumların son hızıyla
attığı bir dönem yaşamış olmasıyla, aslında bu
eğilimin dışında değil. Genç nüfusun çoğunlukta
olduğu günler yavaş yavaş geride kalıyor. 2007
nüfus projeksiyonuna göre 74 milyon kişinin
yaşadığı ülkemizdeki 60 yaşın üzerindeki 12
milyon kişi, daha şimdiden beşte birlik oranı
tutturmuş durumda.
Varoluş sebebi gereği yaşam kalitesini artırmayı,
çözüm getirmeyi hedef edinen tasarım, şimdi her
zamankinden daha çok olmak üzere, yaşlı
nüfusun farklı ihtiyaçlarını göz önünde tutmak
zorunda. Yaşlılara özel tasarım; fiziksel, duyusal
ve bilişsel alanda yaşla beliren kapasite
azalmalarına çözüm getirerek ileriki yaşlarda
maksimum bağımsızlık ve yaşam kalitesindeki
artışı hedefliyor. Bu sorun öncelikle mimarlığın
gündeminde; öncelikle hareketleri
kolaylaştıracak kentsel ve mekânsal
düzenlemeler öngörülüyor: Daha alçak
basamaklar, kaldırımlar, daha iyi aydınlatılmış
mekânlar, kaldırılmış bariyerler, dik olmayan
rampalar, rasyonel biçimde düzenlenmiş kapı ve
dönüş mesafeleri vb. yaşlı ve engellileri
sokaklarda ve evlerde daha rahat ettirmeyi
amaçlıyorlar. Ama ürün tasarımında da birçok
yenilik öngörülmüş: Cep telefonundan scooter’a,
bilgisayardan banyo aksesuarlarına birçok ürün
kategorisi, artık azınlıktan çıkacak kadar büyüyen
ve büyüyecek bu kesim gözetilerek tasarlanıyor.
Öncelikle yaşla azalan görsel yetiye getirilen
çözümler dikkat çekiyor. Daha büyük tasarlanan
tuşlardan sabit ve sürekli ışıklı ortamlara,
büyüteçlere ve tıpkı bebekler için olduğu gibi
parlak renklerin kullanımına, bu alanda birçok
tasarım birçok büyük firmanın gündeminde.
İkinci olarak da işitsel yeti kaybına yönelik
çabalar göze çarpıyor: Ses düzeyi yükseltilmiş
telefon ve bilgisayarlardan yaşlıların yaşadığı
ortamların akustik kalitesini yükseltmeye dek
uzanan bir dizi çözüm var bu alanda. Yaşla
gelen hareket azalması için alçak kaldırımlar
veya basamaklar, daha kolay kavranan kulplar,
kaymayı önleyen zeminler, yürüteçler, tekerlekli
sandalyeler, daha geniş kapı ve koridorlar gibi
sayısız çözüm üretilmiş. Bilişsel yetilerdeki
azalma konusunda ise alarm sistemlerinden
öncelikle emniyet sağlanmasına çalışılıyor.
Farklılıklara göre tasarım kulağa mükemmel
geliyor, ama zaman zaman işler bir ayrımcılığa
varıyor. Yaşlı olmanın beceriksiz ve kifayetsiz
özel ihtiyaçları öngörmek için yola çıkıyor;
telefonlardan ev aletlerine düşük maliyetli ufak
tefek değişikliklerle herkesin kullanabileceği
teknik aletler için 1990’ların sonundan bu yana
düğmeye basılmış durumda. Fujitsi ise, tersine
bir stratejiyi benimseyerek daha kolay
kullanılabilir Raku Raku cep telefonunu “yaşlılar
ve çocuklar için” diye lanse etmekten imtina
etmiyor. Kolaylık ve rahatlığın kimseye bir zararı
yok. Herkes için yararlı olabilecek ayarlamaları
yalnızca yaşlılara yönelik olarak sunmak
gerçekten yararlı bir pazarlama stratejisi mi?
olmak demek olmadığı gözden kaçırılıyor. Yaşlıdostu diye adlandırılan tasarımların bir kısmı,
onur kırıcı detaylar ve gereksiz bir incelikten
yoksunluk içeriyorlar mesela: Daha kolay açılan
düğmeler, çirkin ortopedik pabuçlar, gereksiz
büyüklükteki parlak tuşlar, daha genç yaşlılara
elden ayaktan düştüklerini hissettirecek devasa
kapı kulpları… Yetersiz destek kadar aşırı destek
de sıkıntıları artırıyor. Evrensel tasarım
taraftarları ise çözüm olarak, “engelliler için
tasarım”ı değil “engelsiz tasarım”ı öne
01
çıkarmayı öneriyor. Yaşlılara özel ürünler
tasarlamaktansa tüm sıradan ürünlerde yaşlılar
veya engelliler, çocuklar için de rahatlık ve
kullanışlılık öngörülmesi çok daha akılcı olabilir.
“Başkası” için değil, “bir başka ben” için tasarım
yapılmaya başlandığında ayrımcılık ortadan
kalkmış olacak. Örneğin Nissan, yeni
otomobillerini yaşlıların çekebileceği zorlukları
simüle eden giysiler giydirdiği kişilerle test
ediyor ve özel düzenlemeleri fark ettirmeden
ürüne entegre ediyor. Siemens, tüm ürünlerinde
02
Dünyada yaşlılar için tasarım hararetli
tartışmalara konu olurken, Türkiye daha işin ilk
aşamasında bile değil. Engelliler, çocuklar veya
yaşlılar için gerekli minimum düzenlemelerin
bile yapılmadığı bir ülkede –en sıradan kanıt, şu
en genç ve dinamik insanlar için bile sıkıntı
uyandırabilecek kaldırımlar olacaktır- belki bu
“evrensel tasarım/özel bir grup için tasarım”
dikotomisini dile getirmek siyaseten pek
doğrucu bir tavır değil. Gerçekten zor durumda
kalan kalabalık bir azınlıkla karşı karşıyayız ve
böyle bir gerçek her ne olursa olsun yaşlılar için
tasarımı talep etmenin öncelik taşıdığı anlamına
gelebilir. Engeli yüzünden ülke değiştirerek
insanca yaşamak üzere yurtdışında yaşamaya
gidenlerin sayısı hakkında elimizde bir istatistik
yoksa da tek bir kişi olarak en az birkaç örnekle
karşılaşmış olmam, bu sayının pek de ihmal
edilebilir olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla
böyle bir savı önceden dile getirerek bir bakışa
göre var olan durumu onaylamış olmak
anlamına gelebilir. Ama işin öteki yüzü de
unutulmamalı. Yaşlılar için tasarım acil ve
önemli bir sorun olsa da yola çıkış noktası
kültürümüzde yaygın olan “mağdura acıma”
değil, engellerle karşı karşıya olan kesimlere
hakları olan düzenlemeyi bir ödev olarak
sağlamak olmalı. Sektör böyle bir girişimi
reklam olarak kullanmadan doğal bir misyon
olarak yerine getirmeli: tüm tasarımlarda geçerli
olabilecek, azınlıkları da işin içine katacak
düzenlemeler yapılmalı. Özellikle yeni ulaşım
araçları ve yollar, herkesin kullanabilmesini
gözetecek şekilde yapılmalı.
01. Yaşlılar icin tasarlanan klavyenin kontrastı arttırılmış ve harfleri büyütülmüş.
02. Yaşlılar için tasarlanan otomobil.
03. Nissan, araçlarını test eden kimselere hareket
etmeyi zorlaştıran kıyafetler giydiriyor.
03
04
04. Samsung’un yaşlıları da düşünerek piyasada
tuttuğu telefonu.
20
26/07/2009
Özgür Uşaklıgil
Ali Bakova
[email protected]
HAYDİ SÜS İŞLEYELİM
Süslemenin suç ilan edilmesinden yüzyıl sonra, yeni bir dille
yaratılan, süslemeden korkmayan ürünler çoğalıyor. Tasarımın
kötü alışkanlığı, aslında hayatın tadlarından biri mi?
01
Adolf Loos “Ornament and Crime, 1908” ile
“süsleme suçtur” çıkışını yapmasaydı da,
Art Nouveau ekolü sonsuza kadar sürmezdi
tabii. Bu çıkışın nedenlerini bugünün
birikim ve zevkleri ile o dönemin
tasarımına, sanatına, özellikle de
mimarisine bakan kişi elbette anlayacaktır.
Ama içinden bir ses bizim islami motiflere,
Osmanlı ve daha önceki dönemlerdeki saray
ve halk sanatına, batı dünyasının Klasik
Yunan’dan beri tüm süslemeci geçmişine de
sahip çıkmasını söyleyecektir. Loos’a göre
toplamacı 19.ncu yüzyılın ardından gelen
enfes Art Nouveau işleri, adıyla yeni bir stili
yansıtsa da, özünde tasarıma güçlü bir
makyajdan fazlasını sunmamıştır. Değişen
teknolojinin, imalat biçimlerinin ve yaşam
biçiminin yeni bir stilden daha fazlasını
beklediği açıktı. Seri imalat, gittikçe
yükselen binalar ve küreselleşen dünya, saf
geometriyi biçime karar veren ana unsur
haline getirmeliydi. Rasyonalist
çalışmalarla bunu bir yüzyıldır yapıyor da.
Bauhaus sonrası dünya elbette siyasetiyle,
üretimiyle ve eğitimi ile farklıdır.
Tasarımıyla da hiç olmadığı kadar farklı bir
görünümdedir.
Diğer yandan unutamadıkları süslemenin
tadını tasarımcılara seksen sene sonra
hatırlatan Post Modern hareket olmasaydı
da sanırım alttan alta varlığını sürdüren
desenler ürünler üzerinde yerini alırdı.
Kemeraltı, Saman Pazarı ve Mahmut Paşa
gibi geleneksel pazarlar süslemenin gücünü
hiç unutmadı. Özellikle ev dekorasyonu
pazarının hala büyük kısmı klasik
dekorasyon firmalarının elinde. Tüm
EZBERİ
BOZAN
[email protected]
“SÜSLEME SUÇTUR” SUÇ CAZİPTİR,
Karim Rashid, Fratelli kardeşler, Emma
Silvestris gibi tasarımcılar Alessi, Nike,
Swatch gibi markalar için hazırladıkları
ürünlerde kimi zaman süslemeyi fonksiyonu
gerçekleştiren öğe olarak kullanıyorlar. Kimi
zaman tasarımlarının üzerine grafikler
uyguluyorlar. Hatta bu tip ürünler prestiji
yüksek ödüllerde de boy gösteriyor.
Sadelikten bıktığımız söylenemez, ama
sadeliğe zarar vermeyen yeni bir
süslemecilik bugünün tasarımında yavaş da
olsa yerini alıyor. Ülkemiz tasarımcıları da
her geçen gün benzer tasarımlarla üretim
dünyasına katkıda bulunuyor.
21
dokuma sorunlarına ve yüksek fiyatına
rağmen el dokuması geleneksel desenli
halılar hala kendine pazar bulabiliyor.
Eğitim aksine yönlendirse de, modernizm
yüz yıldır süslemeyi bitirebilmiş değil. Takı
ve tekstil gibi doğası gereği süslemesiz
olamayan dalların dışında da pek çok
tasarımcı saf geometri ütopyasıyla
yetinmeyip, başka güzelliklere kapısını açtı.
Post Modernizm’in rasyonalizm dışı herşeye
mesafesiz durmasıyla gelen fikri bir
özgürlüğü solumayı sevdiğimiz kesin.
Bugünlerde sahip çıktığımız motifler artık
sadece kendi geleneğimizin ürünleri değil.
Bir Türk tasarımcı Osmanlı motiflerini
olduğu kadar budist motiflerini ana biçim
olarak kullanabiliyor. Amerika’lı bir modacı,
kreasyonlarına Afrika esintilerini
serpiştiriyor. Üstelik Modernist veya Post
Modernist olma kaygısı taşımadan.
Bu ekoller dışı hareket belki hiç olmadığı
kadar özgür, bireysel, çekici, özgün ürünler
ortaya çıkarıyor. Tasarımcı kimi zaman
formun kendisine, kimi zaman sadece
üzerindeki grafiklere uygun gördüğü
süslemeyi uygulamaktan çekinmiyor.
Bugünün evlerine, bugünün ofislerine veya
kamusal alanlarına hergün yüzlerce yeni
ürünle ulaşıyor.
Grafiğin gittikçe güçlendiği bir ortamda,
süslemeden kaçma kaygısı ile mesajlarımızı
verememek elbette çok kısıtlanmış bir tavır
olurdu. Tüketici görüşlerinin çeşitliliği,
sanat ve sanat eseri tanımlarının zamanla
değişimi bizlere yeni ve daha renkli bir
dünyanın kapılarını açtı. Duvarımıza
astığımız saatin üzerinde
dekorasyonumuzun bir parçası halini alan
desenlerle karşılaşmamız mümkün.
Halılarımızdaki motifin geleneksel
kullanımının dışında oranlarla kullanılması,
kimi zaman da saf geometrinin hakim
olduğu süslemeler, soframızdaki porselen
takımının kenar süsleri, perdelerimizdeki
kumaş desenleri hayatın sıcak esintileri
oluveriyor. Çini motiflerini kumaşlarda
görmek, halı desenlerini aydınlatmada
kullanmak, askeri motifleri tişört deseni
olarak basmak da hiç yadırganacak
uygulamalar değil artık.
Kimi zaman süsleme protest tavırlara bile
araç olabiliyor. Çevreci eğilimimizi dile
getirmek, politik tavrımızı ortaya koymak
için de süslemeyi bir tasarım aracı olarak
kullanıyoruz. Bu kapsamda bakıldığında
süsleme farklılaşmanın aracı veya
fonksiyonun ta kendisi halini de alabiliyor.
Grafiğin ve reklamcılığın gücü de üretimi bu
02
açıdan hareketlendiriyor. İletişim mecrası
arayışı reklamcıları ürünlerin üzerine
baskılar yapmaya çoktan ulaştırmış
durumda. Günlük kullanım objelerinin,
hatta mimari tasarımların tanıtım amaçlı
veya protest mesajlar içermesi günümüzde
sıkça rastlanan durumlar. Ayakkabımızın,
arabamızın, şapkamızın logoları da
süslemenin ve kimliğimizi dışa vurmanın
aracı oluveriyor. Mesajlarımızı bir otobüsün
tüm cephesine kaplıyoruz. Kullanıcıyı
sadece o otobüse binen insan olarak değil,
otobüsün yolu üzerinde bulunan insanlar
olarak da tanımlıyoruz. Neyin süs neyin
fonksiyon olduğunu baştan düşünüyoruz.
Hatta süs olmak dışında hiçbir fonksiyonu
olmayan ürünler bile tasarlıyoruz.
İdeal dozu hepimiz için farklı da olsa,
süssüz bir hayat, uzak bir ütopya. Bugünün
ofis tasarımlarında hala modernist bir dili
tercih etsek de, hayatlarının pek çok başka
alanında tüketiciler, üreticiler, hatta
tasarımcılar bu ütopyaya gitmek istemiyor.
Acımasız rekabet ortamında “süs bir
araçtır”. Haydi süs işleyelim.
01. Emma Silvetris tasarımı “La Rosa” kase.
02. “Kia Soul” otomobil.
Tasarım dünyası hakkında konuşmak yerine,
yeni dünyayı tasarlamak hakkında daha çok
tartışmamız gerekir.
Tasarımın nasıl yaratıldığı, onu yöneten
politikalar ve toplumu gerçekte ne kadar
etkilediği, nüfusun büyük bir bölümünün
kayıtsız kaldığı meselelerdir. Ortak değerler
etrafında toparlanmış mesleki uzmanlaşma
kurumu da değildir “tasarım”. Siyasi, hukuki,
dini kurumlardan oluşan toplumun
gelenekselleşmiş yaşam anlayışını ve
algılayışını şekillendirmedeki büyük etkisi
aşikardır. Yine de bütün bu kurumların arasında
“tasarım” kadar olumlu algılanmış bir sistem
daha yok gibi. Tasarımın gerçeklerden uzak ve
sıkıntı çekmekte olduğunu, toplumun geneli
tarafından bir lüks olarak kabul edildiğini
söylemeden de geçmeyelim. Zaten meslek
gereği işi ezber bozmak olan tasarımcıların da
hangi alışageldik politikalarla nasıl algılandığını
derinlemesine eleştirmesinin tam zamanıdır.
Tasarım süreçleri çok karmaşık dinamiklerle
etkileşim içindedir. Son 20 yıldır matemaktiksel
denklemlerden oluşan; doğuda ucuza üretip
batıda pahalıya satma hesaplamaları, duygusuz
modellemeler ve üretim kararları insani
faktörleri dışlamıştır. Tüketici yeni doğmuş bir
bebeğe benzer, ihtiyaçlarını söyleyemez;
sözcüsü de genelde tasarımcılar olmuştur.
İnsani ihtiyaçları göz ardı edilmiş imkanları
üzerinde harcama yapmaya zorlanan şekilsel içi
boş bir toplum yerine, tasarımcıların sorunları
çözme yetisi, disiplinlerarası arabuluculuğu ve
geleceği hayal edip elle tutulur birer gerçek
haline getirme yöntemlerinden daha faydalı
yararlanılmalıdır. Yoksa bu atıl enerji;
problemin ne olduğunu en baştan belirleyen
marka-sermayenin bilgi dağarcığı ile sınırlı
kalıp, bunların ne işe yaradığını sorgulayıp
duran tüketici kararsızlıkları ve bunların ancak
bilgi sahibi kimselere yönelik bir lüks tasarım
işi olduğu tartışması sarmalından
uzaklaşamayız. Adil olmayan ekonomik
gelişme, lüks tüketim yoluyla en büyük
maliyetin en alttakilere ödetilmesi,
küreselleşmeyle birlikte bozulan gelir dağılımı
sorunu tekrar hatırlanılmalıdır. Ortak çıkarlara
yönelik ahlak anlayışına geçilmeli; aç gözlülük,
ihtiraslar ve diyalogsuzluğun yaşadığımız
krizleri besleyen başlıca duygular olduğu
unutulmamalıdır.
Bizi ilgilendiren tasarımın gücünün
propagandası kadar, bu gücün arkasındaki
tasarımcıların toplumu şekillendirmedeki
yaşamsal kararlarıdır. Tasarım politiktir, çünkü
her zaman hayalle başlayıp gerçekle son bulan
ciddi sonuçlar yaratırlar. Tasarımcıların gücü:
ortaya çıkardıkları değişik sonuçlardan birine
varmamızda bizi yönlendirirler. Tutucu politika
karar merkezleri değişim ve hızlı adaptasyon
gibi ekipman ve deneyimlere sahip değilken;
tasarımcıların çok değişik katmanlı
disiplinlerarası sorunları çözme deneyim ve
potansiyelleri vardır. Tasarım aslında bir
şekillendirme ideolojisidir; yeni ideolojiler yeni
tasarımlar gerektirir. Konvansiyonel
politikaların şalterinin indirildiği bu günlerde,
tepeden aşağıya doğru yönlendirildiğimiz, ikna
etmek zorunda kaldığımız eski dönem “üretici
ve fiyat bazlı” tasarım politikaları yerine;
kullanıcının bizzat önerileriyle “insani ürün-
TASARIM
“Hiçbir şey gördüğün gibi değildir, her
şey bildiğin gibidir.”
01
verimli hizmet-çağdaş yaşam tarzı” evrim
döneminin başlangıcındayız. Bizleri yaratan
kapitalizm hazır büzüşmüşken, yeni ve farklı
söylemleriyle tasarımcılar atılımlar yapabilir.
Kendi üretim olanaklarımızı geliştirirken,
teknolojik ve sektörel atılım hazırlıklarına
yoğunlaşabiliriz.
Coğrafyamızdaki iktidarların büyük çoğunluğu;
açık toplum, tartışma hoşgörüsü, bilgiye ulaşma
özgürlüğünü kabullenip kucaklamada ayak
diretmeye meyilliyken; problemlerin
çözümündeki çok sesliliği kabullenmede eski
alışkanlıklarımız daha hızlı bireysel çözümler
tasarlayıp üretmemize olanak sağlamıyor. Her
iktidar kendi kültürünü oluşturur, besler,
geneller, politik bir mesaj haline getirir ve
yoruldukça içini boşaltır. Piyasa iktidarı,
“serseri fonlar” sayesinde toksik varlıklar olup
geçmişte kaldı; artık kaliteyi bilen, verimliliğini
çözmüş “yaratıcı yenilikçi” olmanın önemini
kavramış bir düzenin ilk aşamasındayız. Bilgiye
odaklanmış araştırma ve geliştirme ağırlıklı bir
Tasarım Merkezi yapılanması için gerekli
hazırlıkları tamamlayıp, artık fasoncu kimlikten
yaratıcı üretim aşamasına geçme zamanı.
Gelecek kuşaklar bu yüzyılı politik karışıklıklar,
teknolojideki ilerlemeler ve krizlerle
hatırlayacaklar, fakat aynı zamanda insanlık
refahı için değişime ön ayak olan, hızlı ve kolay
çözümlü-kullanışlı hedefleri olanlarıda
unutmayacaktır. Hayalperest tutkular ile
tasarlayanlarla, kullanışlı çözümleri öngörenleri
artık karşıt görmemek gerekir. Endüstri sonrası
çağ’a ilişkin gözlem ve söylemlerimizi
netleştirmeli; zorba bir hükümdara dönen
sözde iletişim teknolojilerin varlığının bizleri
ruhsuz birer sayısal sığlığa dönüştürmesine
karşıt önlemlerimizide almalıyız.
Daha iyi bir dünya tasarlama umutları artmıştır;
büyük düşünüp, deneylerle öğreten eğitimi
benimsemiş, basit çözümlerle değişik
yönlerden bakmaya alışmış, aynı dili konuşup
aynı anlamlandırmaları yapan, kimlikleri özgür,
alınan dersleri sorgulama yetişi güçlenmiş bir
dünya düzenine özlemler gittikçe artacaktır.
Hem problemin fikir sahibi, hem üretim
yöntemlerinin sahibi, hem de istediğinde
cazibe merkezi olarak pazarlayanın aynı olduğu
eski dönemden, sorunlara bilgi ile çözüm bulan,
sahipleride tasarımcılar olan yaratıcı marka
döneminin tam göbeğindeyiz. Kişisel ve
toplumsal gelişimde fiziksel, duygusal, ruhani
yaratıcı farkındalık dönemine girmiş
bulunmaktayız.
Sanatçı gibi sentezlere varabilen, buluşcu
çözümler üretebilen, tarafsız bir ekonomist gibi
davranan, evrimsel gelişmeye açık bir stratejist,
kültürünü özümsemiş, biriktirdiği artı değerleri
paylaşan eğitici tasarımcılar dönemine geçiş
yapmak zorundayız. Bizden önceki kuşakların
arşivleri ile zenginleşen, uluslararası geniş bir
koleksiyonuda içinde barındıran Tasarım
Müzesi’nin ilk adımlarını da bu dönemde
atmalıyız.
Yıllar önce bu mesleğe gözlemle başladık, bazı
söylemlerin değiştiğini defalarca gördük ve
şimdi dahası neden olmasın.
Sen kendin, kendine kendini senin tasarım
doğrularınla anlatmakla başlayabilirsin.
02
01-02 Sırasıyla Amy Bruce ve Banksy
illüstrasyonları
22
26/07/2009
MİMARLIK ROTASI
Bir kez daha
Livenarch
Türkiye’nin mimarlık alanında yapılan en
önemli aşiv projesi olarak gösterilebilecek
Arkiv, Google Maps’in altyapısını kullanarak
yol planınızı belirlemenizde yardımcı oluyor.
Yaz ayları geldiği zaman herkesin sıklıkla
sorduğu sorulardan bir tanesi “Bu sene tatilimi
nerede yapmalıyım?” olur. Sorunun cevabı ise
genellikle kıyı kentlerinde yapılan bir
rezervasyon ile bulunur. Farklı bir tatil arayan
fakat henüz planlayamamış olanlar, tatili fırsat
bilip Türkiye’deki modern mimarlık mirasını
incelemek isteyenler için Arkitera Mimarlık
Haritası bir rota belirleyebilir.
Buluşma
Noktası
Büyükhüsun
haritasının ortaya çıkmasına olanak
tanınabiliyor.
Her bir proje tipini ifade eden bir piktogram
var. Harita üzerinde yer alışlarından hangi
noktadan ne türde bir proje olduğu kolaylıkla
anlaşılabiliyor. Yakınlaşarak ve piktograma
tıklayarak projenin detayları görülebiliyor,
ARKİV’deki sayfasına gidilebiliyor. Örneğin
resimde, Ankara’daki ARKİV’de olan ve
haritaya işlenmiş binaların bazıları görülebilir.
Koyu renkli ve büyük işaretler o noktalarda
aynı tipteki binaların yoğunlaştığı anlamına
geliyor. Bu, batı ve güney sahillerinde
konaklama tesislerinin çoğaldığı kentlerde
rahatlıkla görülebilir. Örn. Antalya.
www.mimarlikharitasi.com adresinden
yayınlanan, Google Maps’in altyapısını
kullanan harita ARKİV ile entegre bir şekilde
çalışıyor ve ARKİV’de yer alan binaların harita
üzerine işaretlenmesiyle oluşuyor. Tamamen
interaktif bir yapısı olan harita herkesin
katılımıyla genişliyor.
Dexigner
iPhone’da
Dünyanın en çok tıklanan
tasarım sitesi dexigner,
iphone için geliştirdiği
uygulamayla Türkiye’de bir
ilke imza attı. App Store
üzerinden ücretsiz olarak
indirebilen uygulamada
tasarım haberlerine,
etkinliklere ve yarışmalara
hızlı olarak erişim sağlıyor.
iPhone'un GPS özelliğini
kullanan "Near Me" bölümü
ile yakınınızdaki etkinlikleri
ve tasarımcıları görebilir,
konumlarını harita üzerinde
görebilirsiniz.
Arkitera Mimarlık Haritası’nda toplam 433
proje bulunuyor.
Harita’dan tatil rotası oluşturmak için ilk
yapılması gereken gidilecek kent ya da
kentlerin belirlenmesi. Haritanın üstündeki
menüden istenen kent seçildiği zaman kentin
haritası daha da yakınlaşarak ekrana geliyor.
Bir sonraki adım ise hangi tipte binaların
gezilmek istendiğine karar verilmesi. Bunun
içinde yine üst menüdeki projeler
seçeneğinden proje tipleri açılıp-kapanarak
projelerin görünüp görünmemesine olanak
sağlanabiliyor. Hepsi açılarak kentin mimarlık
ARKİV Hakkında
Türkiye’nin mimarlık alanında yapılmış en
önemli projelerinden biri olan ARKİV bilindiği
gibi Arkitera Mimarlık Merkezi’nin arşiv
projesi. İçinde Cumhuriyet Dönemi’nden
günümüze Türkiye’de üretilen projeler,
mimarlar yer alıyor. 6 Ekim 2003 tarihinde
açılan arşiv geçen zaman içinde önemli bir
başvuru kaynağı haline geldi. 2009 başından
01
itibaren 6 ay kapalı kalan ARKİV 11 Haziran
2009’da Çanakkale Seramik&Kalebodur’un
sponsorluğunda herkesin ulaşabileceği şekilde
yeniden ücretsiz olarak yayına açıldı.
01 Arkiv’in mimarlık haritasından.
Gözde Tüfekçi
[email protected]
İLK İŞİM OKULLARDA DEĞİŞİM
KSV, “İlk İşim Okullarda Değişim”
projesiyle duvar karosu meslek kurslarını
köy okullarında gerçekleştiriyor.
01
23
Kayseri, Denizli, Isparta ve Erzurum şehirleri
olmak üzere toplam dört hedef bölgede
başlatılan “İlk İşim Okullarda Değişim” sosyal
sorumluluk projesinin ilk ayağı, 30 Haziran
günü düzenlenen bir törenle Kayseri’de
gerçekleştirildi. Faaliyetleri arasında bulunan
geliştirme ve uyum kursları kapsamında, inşaat
sektörüne kalifiye eleman yetiştiren KSV;
Çanakkale Seramik, Kalebodur, Kalekim,
Kalecolor ve Kale’nin sponsorluğunda
gerçekleştirdiği “İlk İşim Okullarda Değişim”
projesi ile Türkiye’nin dört bir yanında
düzenlediği “Seramik Yer ve Duvar Karosu
Kaplamacılığı Meslek Kursları”nın uygulamalı
staj çalışmalarını Anadolu’daki köy okullarının
tuvaletlerinde gerçekleştiriyor. Bu sayede
kursiyerlerin mesleklerindeki ilk işleri ile bir
sosyal sorumluluk projesi içinde yer almalarının
yanı sıra, bölgelerindeki köy ilkokullarının da
hijyenik bir ortama kavuşması sağlanıyor.
Projenin ilk durağı olan Kayseri’de 2O engelli
gençle düzenlenen kursun ardından
gerçekleştirilen staj çalışması, Kayseri Talas
Kuruköprü İlköğretim Okulu’nda uygulatılarak
okulun tuvaletleri yenilendi.
2015 yılına kadar 1.250 işsiz gence meslek
sahibi edindirmeyi ve 50 köy okulunun
tuvaletlerinin yenilenmesini hedefleyen “İlk
İşim Okullarda Değişim” projesi, Kale Grubu
markalarının ve çalışanlarının da içinde
bulunduğu ek çalışmayla, 2009 Kale Grubu
Sosyal Sorumluluk Projesi haline getirildi.
“Giderken Sizden de Bir Şeyler Taşıyalım
İstedik” sloganıyla başlatılan ek proje ile bayi ve
şirket çalışanlarından da projeye kitap, oyuncak,
kırtasiye malzemesi, giysi ve ayakkabı gibi
yardımlarla katılması sağlandı.
01 KSV projesiyle yenilenen bir okul.
Teknolojik
İstiklal
20 yıl önce araç trafiğine
kapatılan İstiklal
Caddesi’nin etrafındaki 43
nokta daha tamamen
yayaların kullanımına
açılacak. 2 yıldır aşama
aşama uygulamaya konulan
sistemin son rotüşlarının da
tamamlandığı belirtiliyor.
Uygulama için sokaklara
zorunlu haller dışında kapalı
kalacak pnömatik babalar
yerleştiriliyor. TÜBİTAK
tarafından desteklenen
pnömatik baba sistemi,
radyo frekansıyla olduğu
gibi kumanda cihazıyla da
çalıştırılabiliyor.
Geri Dönüşüm kavramı
çerçevesinde sanat, tasarım,
performans ve yerel mutfak
konularında Anita Bacic,
Atelier BomDesign, Bedenİşlemsel Sanatlar Derneği ve
Gülpınar ile Büyükhüsun’lu
yerel inisiyatiflerin
yürüteceği atölyelerle
Ege’nin bu köyünde farklı bir
süreç yaşanacak. Bir yandan
köy sakinlerinin elinin
altındaki her şeyi geri
dönüştürme konusunda
içselleştirmiş olduğu beceri
mercek altına alınırken,
diğer bir yandan güncel
müdahaleler ile bu
beceriden ilham alınarak
yaratıcı nesneler üretilecek.
Başvuru için son tarih
1 Ağustos.
(www.c-u-m-a.org)
Moda
Bu Fuarda
CNR Fuarcılık 28-30
Ağustos 2009 tarihleri
arasında gerçekleştireceği
Moda ve Marka Fuarı’nda
dünyaca ünlü tasarımcı
Alessandro Dell’Acqua’yı
ağırlıyor. 2009 İlkbaharYaz Koleksiyonu ile moda
haftalarında büyük beğeni
toplayan ünlü modacı,
fuarın onur konuğu olarak
ilk kez İstanbul’a gelerek,
moda camiası ile
buluşacak. Fuarda, ulusal
ya da uluslararası alanda
marka olmuş ve bu yolda
ilerleyen yerli ve yabancı
firmalarının 2009-2010
Sonbahar-Kış ve 2010
İlkbahar-Yaz
koleksiyonları alıcılarla
buluşacak.
Barış Çakmakcı
[email protected]
Arkitera.com
Yenileniyor
İnternet üzerinden yayın hayatına 9 Ekim 2000'de başlayan Arkitera.com, Türk
mimarlık çevresinin vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Arkitera, 2010 yılında
yepyeni bir tasarım ile kullanıcılarının karşısına çıkacak.
Site, yeni yapılanmı için ziyaretçilerin görüş ve önerilerini bekliyor.
İstanbul
Fashion Days
Başlıyor
İstanbul; Türk moda
tasarımcıları ve hazır giyim
markalarını ilk kez aynı çatı
altında toplayacak olan
İstanbul Fashion Days (IFD)
ile tüm şehrin yaşayacağı bir
moda şölenine hazırlanıyor.
İTKİB ve Moda Tasarımcıları
Derneği (MTD) işbirliği ile
Türkiye'de ilk kez
gerçekleştirilecek olan
Istanbul Fashion Days, 26-29
Ağustos tarihleri arasında
tarihi İTÜ Taşkışla binasında
gerçekleşecek. Etkinlik çatısı
altında, farklı başlıklar
bulunuyor. Önde gelen moda
tasarımcılarımızın defile ve
butik fuar organizasyonu
olan İstanbul Fashion Lab,
IFD çatısı altında Türk
tasarımcılarının çizgilerini
dünyaya yansıtırken hazır
giyim firmalarımıza
odaklanan Brandist ise
markaların defile ve fuar
platformu olacak.
İlki 4-7 Temmuz 2001,
ikincisi 1-4 Temmuz 2003
tarihlerinde Karadeniz
Teknik Üniversitesi Mimarlık
Bölümü tarafından
düzenlenen Uluslararası
Livenarch Kongresi'nde daha
önce "Mimarlıkta Bağlam"
konusu irdelenmişti. Bu
süreç ve sonrası
"Yapılanmalar (Yeniden
Yapılanmalar ve Yapı
Bozumlar)" teması ise 9-11
Temmuz arasında
gerçekleşen sonuncusunun
konusu oldu. Kongre, gözleri
Karadeniz’e çevirdi.
Tasarım
Kampı’na İlgi
Kadir Has Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi’nce
tasarıma ve tiyatroya
meraklı lise 3. ve 4. sınıf
öğrencilerine yönelik olarak
düzenlenen Tasarım Kampı
tamamlandı. Aralarında
İstanbul Robert Lisesi, Hisar
Eğitim Vakfı Okulları,
İstanbul Alman Lisesi, Notre
Dame de Sion, Üsküdar
Amerikan Lisesi, FMV Özel
Ayazağa Işık Lisesi gibi
liselerden gelen öğrencilerin
bulunduğu 23 katılımcı,
Tasarım Kampı’nda tasarım
disiplinleri için el
becerisinin ötesinde
yaratıcılık ve kavramsal
düşünme yetisinin önemini
ve bunun da büyük oranda
geliştirilebilirliğini kavradı.
Grafik, endüstri ürünleri, iç
mimarlık ve çevre tasarımı
ve tiyatro atölyeleri, Güzel
Sanatlar Fakültesi’nin
öğretim kadrosunca çağdaş
tasarım ve tiyatronun
pedagojik yöntemlerinden
yararlanarak hazırlanıp
uygulandı.
Tasarım
Duayeni İş
Başında
İngiltere’nin el yapımı
halılarıyla bilinen markası
The Rug Company, Paul
Smith, Matthew Williamson
ve Vivenne Westwood gibi
tasarımcılarla yaptığı
çalışmalara bir yenisini
ekledi. 102 yaşındaki
efsanevi endüstriyel
tasarımcı Eva Zeisel ile
yaptığı yeni çalışmada üç
farklı halı üreten marka,
üç parçadan oluşan yeni
seride gerçek formları
kullanan iki boyutlu optik
motiflerden oluşuyor.
GAG’09
Kurultayı
Yapıldı
2009 Grafik, Animasyon ve
Görüntüleme (GAG) Kurultayı
İstanbul Teknik Üniversitesi,
Ayazağa Kampüsü, Elektrik
Elektronik Fakültesi’nde
yapıldı. Kurultayın amacı
Türkiye'de grafik, animasyon,
oyun, görüntüleme, görsel
tasarım alanında çalışan,
bilgisayar ortamında tasarım
yapan ve tasarım araçları
geliştiren mühendislik,
mimarlık ve sanat
alanlarındaki
akademisyenleri, öğrencileri
ve bu alanlarda etkinlikte
bulunan firmaları
tasarımcılarla buluşturmaktı.
Etkinliğe katılanlar üretilen
fikirlerin ve ürünlerin
tanıtımı için yeni bir ortam
oluşturdular.
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan,
Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu,
Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven,
Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer
Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505
74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected],
[email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.