Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi

Transkript

Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi
Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
Mehmet Hişyar KORKUSUZ1
Ersoy KUTLUK2
Cahit AKIN3
TÜRKİYE’NİN NÜKLEER ENERJİ POLİTİKASI AÇILIMINI
GLOBAL VERİLER VE ALMANYA’NIN NÜKLEER ENERJİ
DENEYİMLERİ BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRMEK
Özet
Nükleer enerji Türkiye’de ve Dünya’da günümüzün en çok tartışılan
konularından biridir. Bu enerji türü birbirleriyle iç içe geçmiş olan; enerji üretimi,
ekonomik verimlilik, teknolojik ilerleme, enerji arz güvenliği, stratejik ve askeri
hedefleri gerçekleştirebilme gibi birçok konuyla ilişkilendirilmektedir. Nükleer
teknoloji önce askeri alanda kullanılmış ancak bunun sonuçları insanlık için tam bir
felaket olmuştur. Uluslararası platformda bu vahim tablonun görülmesinden sonra
nükleer teknoloji daha çok sivil alanda, enerji üretimi istikametinde gelişim
göstermiştir. Nükleer reaktör kazaları da dâhil olmak üzere yaşanan birçok
tecrübeden sonra ortaya konulan hukuksal düzenlemelerle nükleer teknoloji
kullanımı belirli bir çerçeveye oturtulmuştur. Nükleer enerji devletlere cazip ve
gerekli bir kaynak olarak görünmekte ancak üretim/işletme maliyetlerinin, öncesi
ve sonrasıyla çok iyi analiz edilmesi gerektiği bazı somut örnekler ışığında daha
net görülmektedir. Türkiye’nin son dönemde izlediği enerji politikaları bağlamında
dikkat çeken nükleer enerji açılımının, nükleer teknoloji konusunda birikim sahibi
olan Almanya üzerinden ele alınması konuya çok yönlü ve reel bir bakış imkânı
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Siyaset ve Sosyal Bilimler Doktoru olarak
(24.01.2011) mezun olmuştur. Daha sonra Arel Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümüne
Yardımcı Doçent ataması gerçekleştirilmiştir (10.05.2012). Akademik çalışma ve araştırmalarına serbest
olarak Berlin ve İstanbul’da devam etmektedir. e-mail: [email protected]
2
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Kamu Yönetimi Doktoru olarak (24.08.2011)
mezun olmuştur. Daha sonra Arel Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümüne Yardımcı
Doçent ataması gerçekleştirilmiştir (14.05.2012). Akademik çalışma ve araştırmalarına serbest olarak
devam etmektedir. e-mail: [email protected]
3
Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Organizasyon Programından mezun olmuştur.
Akademik çalışma ve araştırmalarına Berlin’de devam etmektedir. e-mail: [email protected]
1
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
verebilecektir. Nükleer enerjinin Türkiye’deki geleceği farklı yaklaşımların da ele
alınmasıyla makul bir zemine oturtulabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Nükleer teknoloji, Nükleer enerji, Reaktörler, Nükleer
Enerji İşletmeciliği
EVALUATING THE EVOLVEMENT OF TURKEY’S NUCLEAR
ENERGY POLICY IN THE CONTEXT OF GLOBAL DATA AND
GERMANY’S NUCLEAR ENERGY EXPERIENCE
Abstract
Nuclear energy is the one of the highly disputed issue at the present times in
the World and Turkey. This type of energy is being associated with lots of subjects
such as energy production, economic productivity, technologic improvement,
security of energy supply, performing the strategic and military targets. In the
beginning, nuclear technology has been used on military area, but the result was a
total disaster for human beings. After this fatal picture having been seen at the
international platform, nuclear technology has made progress mostly on civilian
area towards energy generation. After many experiences including nuclear reactor
accidents, nuclear technology usage framed with legal arrangement. Nuclear
energy seems as an attractive and necessary resource to States. But it is being seen
as a necessity to analyze product/operation costs well with its before and after in
the light of some samples. To handle the Turkey’s remarkable evolvement of
nuclear energy policy in the context of the current energy policies through
Germany’s nuclear technology experience could allow a multi-perspective and a
realistic approach to subject. Future of the nuclear technology in Turkey could set
up on a sound basis with handling different approaches.
Key Words: Nuclear Tecnology, Nuclear Energy, Reactors, Nuclear Energy
Industry
Giriş
Nükleer enerji günümüzde üzerinde en çok tartışma yapılan enerji türü haline gelmiştir
denilebilir. Bunun nedeni stratejik nitelik taşıyan birçok konunun nükleer enerjiyle ilişkili
olmasıdır. Nükleer enerji sanki sihirli bir değnek gibi ona sahip olan ülkeye enerji üretimi
avantajı, teknolojik güç, askeri caydırıcılık, uluslararası prestij ve stratejik üstünlük gibi önemli
imkanlar sağlamaktadır.
20. Yüzyılda nükleer teknoloji korkunç derecede süratli bir silahlanmayı beraberinde
getirirken, nükleer enerji de yoğun kapasiteli bir enerji türü olarak kullanılmaya başlanmıştır
(Neles ve Pistner 2012: 3). Nükleer enerji reaktörlerinin üretimi alanında 1986’da gerçekleşen
Çernobil kazası bir milat olmuştur. Kamuoyunda nükleer enerji üretiminin risk ve tehlikeleri ile
ilgili bir farkındalık oluşmaya başlamış, bu farkındalık toplumsal nitelikli gösterilerle daha bir
görünür hale gelmiştir. Ancak daha sonraki dönemde, sanayileşen ve gelişmekte olan ülkelerin
artan enerji ihtiyaçları; fosil yakıtların tükenmesi tehlikesi ve petrol bölgelerinin istikrarsız
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
357
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
yapısına bağlı olarak petrol fiyatlarının artışı gibi nedenler nükleer enerjiye olan ilgiyi arttırmış,
hatta yeni bir ‘nükleer rönesans’tan (Eidemüller 2012: 8) bahsedilmeye başlanmıştı. Alternatif
enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç, yeni nesil nükleer reaktör projeleri ve daha güvenli reaktör
tipleri konusunda yapılan bilimsel çalışmaları yoğunlaştırmıştır. Ancak bu yeni süreç de
2011’de Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer felaketi ile büyük bir travmaya dönüşmüştür.
Fukuşima hadisesi, teknolojik gelişmişlik düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun nükleer enerji
santrallerinin hesaplanamayan ve öngörülemeyen tehlikelere karşı yetersizliğini ortaya çıkarmış,
insanın ve tabiatın nasıl bir tehlike ile yüzyüze gelebileceğini trajik biçimde göstermiştir. Bu
felaket, nükleer enerjinin geleceğini ve nükleer enerjiye olan güveni derinden sarsmıştır.
Tüm bu olgulara rağmen nükleer enerji, dünyada gerek barışçıl amaçlarla enerji
üretiminde ve gerekse de savunma sanayinde kullanılan vazgeçilmez bir teknolojidir. Gerek
otoriter sistemlerde gerekse de demokratik ülkelerde nükleer enerji kullanılmaktadır
(Eidemüller 2012: 9). Nükleer enerji adeta şişeden serbest bırakılan cin (Geist aus der Flasche)
(Salewski 1995: 12) gibi sahibinin dileklerini yerine getirmekte ve sahibine hizmet edip ona
birçok alanda avantaj sağlamaktadır. Nükleer teknolojiye sahip olan ülkeler adeta bir
dokunulmazlık zırhına bürünmekte, dostlarına güven düşmanlarına da korku ve caydırıcılık
salabilmektedirler. Ancak şişeden çıkan cini kullandıktan sonra yeniden şişeye hapsedebilmek
ve bu sayede etkisiz hale getirebilmek mevcut teknoloji ile mümkün görünmemektedir. Nükleer
atıkların sağlıklı ve güvenli bir şekilde depolanması da henüz mümkün olamamaktadır. Şu anki
çözümler palyatif, geçici niteliktedir. Doğada bir milyon yıl süreyle etkili olabileceği söylenen
bu atıkların nasıl zararsız bir şekilde elimine edilecekleri sorusu henüz çözüme
kavuşturulabilmiş değildir.
Bu çalışmanın amacı nükleer enerjiyi; tarihsel gelişimi, hukuksal çerçevesi, ekonomik
maliyeti, stratejik önemi ve politika üzerindeki etkileri açısından ele almaktır. Uygulamada,
mikro ölçekte yaşanabilecek bazı sorunlar ve maliyeti etkileyen unsurlar incelenecek; makro
ölçekte ise nükleer enerjinin etkileri Almanya örneği üzerinden, Türkiye’nin yeni politikalarına
ve gelecek vizyonuna ışık tutabilecek şekilde değerlendirilecektir.
I. Nükleer Enerji ve Kullanım Alanları
Nükleer enerjinin ortaya çıkışı çok eski tarihlere gitmemektedir. Atom çekirdeğinin
parçalandığı yıl olan 1938’den bugüne sadece 77 yıllık bir süre geçmiştir. ‘Atom Çağı’nın
başlangıcı olarak bu tarihi almak doğru gözükmektedir. Bu gelişmeyle beraber nükleer enerjinin
atom bombası yapımında ve enerji üretiminde kullanılması yolunda önemli bir adım atılmıştır.
Zaten bu buluştan 7 yıl sonra Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile bu ihtimal
gerçeğe dönüşmüştür (Neles ve Pistner 2012: 2). Atom çekirdeğinde, açığa çıkarılabilir çok
güçlü bir çekim kuvveti depolanmıştır. Bu enerji, atom çekirdeklerinin başka atom
çekirdeklerine dönüşümü ile oluşmaktadır. Bu enerjiyi ortaya çıkarmanın birden fazla yolu
vardır. Atomun çekirdeğini parçalama yöntemi en etkin yöntemlerdendir. Bu yöntemde atom
çekirdeği, iki eşit ağırlığa yakın kardeş çekirdeğe bölünür (Eidemüller 2012: 11). Atom
çekirdeklerinin parçalanması sonucunda büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. Ağır atom
çekirdeklerinin nötronlarla bombardımanı sonucunda bu çekirdeklerin parçalanması
sağlanabilir. Bu tepkimeye ‘fisyon’ adı verilmektedir. Her bir parçalanma tepkimesi sonucunda
açığa fisyon ürünleri, enerji ve 2-3 adet de nötron çıkmaktadır. Uygun şekilde tasarlanan bir
sistemde tepkime sonucu açığa çıkan nötronlar da kullanılarak parçalanma tepkimesinin
sürekliliği (zincirleme tepkime) sağlanabilir. Bunun haricinde hafif atom çekirdeklerinin
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
358
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
birleşme tepkimeleri de büyük bir enerjinin açığa çıkmasına sebep olmaktadır. Bu birleşme
tepkimesine ‘füzyon’ adı verilmektedir. Bu tepkimenin sağlanabilmesi için atom çekirdeğinde
bulunan artı yüklerin birbirini itmesinden kaynaklanan kuvvetin yenilmesi gerekir. Bu nedenle
çok yüksek sıcaklığa çıkan sistemler kullanılmaktadır. Fisyon ve füzyon tepkimeleri ile elde
edilen enerjiye ‘çekirdek enerjisi’ veya ‘nükleer enerji’ adı verilmektedir (TAEK 2009). Bu
zincirleme reaksiyon sonucunda az miktarda maddeden çok büyük miktarda bir enerji ortaya
çıkmaktadır. Bu enerji eğer yavaş ve kontrol edilerek kullanıma sokulursa nükleer santrallerde
enerji üretiminde kullanılabilir veya saniyeden çok daha kısa bir zamanda kontrolsüz olarak
açığa çıkarılmak suretiyle atom bombası olarak da kullanılması mümkündür (Eidemüller 2012:
11). Muazzam miktarda açığa çıkacak olan bu nükleer enerji, artı ve eksi kutuplar arasında gidip
gelen bir sarkaç hareketi gibi insanlığın geleceğini de var oluş ve yok oluş arasında ipotek altına
almıştır.
A. Nükleer Enerjinin Askeri Amaçlı Kullanımı
Atomun parçalanması sonucu serbest kalan enerjinin yüksekliği Albert Einstein’a bu
teknolojinin silah olarak kullanılması ihtimalini düşündürmüş ve o böyle tahrip gücü yüksek bir
silahın Nazi Almanyası’nın eline geçmesinin tehlikelerini erkenden fark etmişti. Bu nedenle
atom bombası yapmak için ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’e çağrıda bulunan Leó Szilárds
ve Enrico Fermis’i bu konuda destekledi ve birlikte Roosevelt’e bir mektup yazdılar (Knoll
2012: 73). Savaşın kaderini değiştirebilecek bir ‘Alman Atom Bombası’ riskine karşı önlem
olarak ‘Amerikan Atom Bombası’ daha önce geliştirilmeliydi (Eidemüller 2012: 12). Aslında
Almanlar, atom bombası üretimi için uzun zaman ve emeğe ihtiyaç duyulduğundan böyle bir işe
kalkışmaktan vazgeçmişlerdi (Knoll 2012: 72). 9 Ekim 1941’de Roosevelt uzmanlarla yaptığı
toplantılar sonrasında, atom bombasının geliştirilmesi için harekete geçilmesine karar verdi. Bu
süreçte atomun kontrollü bir şekilde ‘Zincirleme reaksiyon’ işlemi gerçekleştirildi. Atom
bombası için gerekli olan zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyum elde edilmiş oldu
(Eidemüller 2012: 13). Bu konuda Alman kamuoyunda farklı görüşler ileri sürülse de bunun
kesin bir kanıtı ortaya konulamamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında4 21 Temmuz 1945’te ABD başkanı Harry S. Truman atom
bombalarının Japonya’ya karşı kullanılmasını onayladı (Nükleer 2014). Sonuçları itibariyle,
atom fiziğindeki ilerlemeler ve ilk atom bombasının imal edilmesi, modern zamanların siyasi ve
ekonomik seyrini etkileyen en önemli gelişmeler arasında sayılabilir. İkinci Dünya Savaşı’nın
İkinci Dünya Savaşı’nda, 05.05.1943’te General Leslie Groves tarafından yönetilen askeri
komite, geliştirilecek atom bombalarının Almanya değil, Japonya üzerinde kullanılmasını
kararlaştırdı (Nükleer 2014). Almanya topraklarına atılacak bir atom bombasının patlamaması
durumunda Almanya kısa zamanda atom bombasına sahip olabilirdi. Böyle bir risk atom
teknolojisi ve bilgisi yok denecek kadar az olan Japonya için söz konusu değildi (Eidemüller
2012: 13). 06.08.1945 tarihinde “Little Boy” olarak adlandırılan 4 tonluk ilk atom bombası
Hiroşima’nın 600 metre üstünde patlatıldı. Bu bomba 50kg uranyum 235 ihtiva ediyordu.
Şimdiki hesaplamalara göre bu 50 kg uranyumun sadece 1 kg’lık kısmı zincirleme reaksiyona
girmiştir. Bu patlamadan 16 kilotonluk TNT’ye eşdeğer bir enerji açığa çıkmıştır. 09.08.1945
tarihinde “Fatboy” olarak adlandırılan ikinci atom bombası Nagazaki üzerinde bırakıldı.
Hiroşima’ya atılan bomba bir uranyum bombası iken Nagazaki'ye atılan bomba plütonyum
bombası idi (Eidemüller 2012: 13).
4
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
359
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
ardından hızlı bir nükleer silahlanma yarışı başlamıştı. Rusya, ideolojik farklılığından dolayı
düşman olarak gördüğü ve atom teknolojisine sahip olan Amerika’dan stratejik anlamda geri
kalmak istemiyordu5. Bu nedenle silahlanma yarışı hızlanarak devam etmiş ve Soğuk Savaş
süresi içerisinde toplam rakam olarak 100.000'den fazla atom bombası üretilmiştir (Eidemüller
2012: 98). Daha sonraları silahsızlanma anlaşmaları sayesinde atom bombalarının sayısı
düşmüştür6. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki nükleer dehşet dengesinde ABD ile SSCB
arasındaki bu kıran kırana rekabet önemli rol oynayacaktır.
B. Nükleer Enerjinin Sivil Amaçlı Kullanımı ve IAEA
‘Atom for Peace’ yani, ‘Barış için Atom’ enerjisinin kullanımını ABD Başkanı Dwight
D. Eisenhower 1953 yılında BM toplantısında dile getirmiştir. Bu teklifi sunmasının bir sebebi
de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının insanlık vicdanında uyandırmış oldukları
negatif duyguları ‘nötralize etmek’ ve ABD’ye karşı oluşan tepkiyi hafifletmekti. Ayrıca atom
bombasının kullanılmasından kısa bir süre sonra 1949’da Sovyetler ilk atom bombasını başarı
ile denemiş ve onu 1953’te İngiltere takip etmişti. Gelişmiş ülkeler atom gücüne sahip olmak
için bir yarışa girmişlerdi. Bu projenin en önemli sebeplerinden biriside henüz atom bombasına
sahip olamamış ülkeleri bu yarıştan caydırmaktı. Eisenhower, BM Genel Kurulu’nda tarihi bir
konuşma yaparak, atom teknolojisini insanlığın yok edilmesi için değil insanlığın yararına
olacak şekilde kullanılması sözünü verdi. ABD bu teknoloji ile ilgili teknik bilgiyi insanlığın
hizmetine sunmaya söz verdi. Aynı zamanda atom teknolojisinin sivil alanda enerji üretimi için
kullanılmasını denetlemek ve askeri amaçlarla kullanımını engellemek için Uluslararası Atom
Enerjisi Kurumunun7 (IAEA) kurulmasını teklif etti (Rubner 2007: 243). Tabii bu sözlere ne
kadar uyulup uyulmadığı tamamıyla bir tartışma konusudur.
Nükleer teknolojinin askeri amaçlarla değil barışçıl amaçlı yani enerji üretimi için
kullanılmasının sağlanmasının yolu, nükleer maddelerin bir kontrol sistemine bağlanmasından
geçiyordu. Eisenhower bu amaçla bir yandan IAEA’nın kurulmasını teklif ederken öbür yandan
nükleer silahların üretilmesini yasaklayan bir anlaşma öneriyordu. Daha önce atom bombasına
sahip olmuş olan ve İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan ABD, SSCB, Çin, Fransa ve
İngiltere 1968’de nükleer silahları yasaklayan bir anlaşma imzaladılar. “Nuclear Non
Proliferation Treaty (NPT)” olarak adlandırılan ve günümüzde 188 ülkenin imzaladığı bu
Rusya, 1945’te Amerikan atom bombası projesinde çalışan Alman fizikçi Klaus Fuchs’un
gönderdiği bilgiler sayesinde atom teknolojisini geliştirmeye başlamıştı (Knoll 2012: 67).
6 Günümüzde toplam olarak 20.000 civarında nükleer başlık bulunmaktadır. Bunların
yarısından azı kullanılmaya müsaittir. Amerika ve Rusya’nın nükleer silahları dünyadaki
toplam nükleer silahların %90’ını oluşturmaktadır. Resmi olarak ‘atom gücü’ kabul edilen Çin
240, Fransa 300 ve İngiltere 225 nükleer başlığa sahiptirler. Diğer gayri resmi olarak nükleer güç
kabul edilen Hindistan 80-100, Pakistan 90-110, İsrail 80, Kuzey Kore 10 kadar nükleer başlığa
sahiptirler (Graphs 2012).
7 Bu kurum Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde faaliyet gösteren bağımsız, uluslararası bilim
ve teknoloji temelli bir organizasyon olup 1957 yılında kurulmuştur. Nükleer bilim ve
teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması ve planlanmasında üye ülkelere destek
sağlamaktadır. Nükleer güvenlik standartlarını hazırlamaktadır. Bünyesindeki denetim
mekanizması ile üye ülkelerin taahhütlerini yerine getirmesini kontrol etmektedir (wikipedia
2014a).
5
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
360
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
anlaşmaya göre: 1)Nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısı yukarıda sayılan 5 ülke ile
sınırlandırılmıştır8. 2)Geri kalan ülkeler nükleer teknolojiyi sadece enerji üretimi için
kullanabileceklerdi. 3)Nükleer silahlara sahip ülkeler nükleer silahsızlanma çerçevesinde
ellerindeki silahlarını azaltma (Rubner 2007: 245) taahhüdünde bulundular 4)Her ülke üç ay
önceden bildirmek şartı ile bu anlaşmadan çekilebilecektir (Neles ve Pistner 2012: 191). IAEA
kuruluşundan itibaren iki hedefe odaklanmıştır. Bir yandan nükleer teknolojinin kullanılmasının
yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur. Bunun için her yıl merkezi Viyana’da olan bu kurum
yeni açılan nükleer reaktörler, elektrik enerjisi üretiminde nükleer reaktörlerin oranı ve yeni
güvenlik teknikleri konusunda istatistikler yayınlamaktadır. Bu nedenle atom karşıtları
tarafından atom lobisine hizmet ettiği gerekçesiyle protesto edilmektedir. Öte yandan nükleer
reaktörlerdeki zenginleştirilmiş, bomba yapmaya elverişli maddelerin (uranyum, plütonyum)
askeri amaçlarla kullanılmasını engellemek için önlemler almaktadır (Rubner 2007: 245).
IAEA’nın görevlerini tam olarak yerine getirdiğini iddia etmek zordur. Nükleer silahların
yayılmasını önlemek amacıyla kurulan bu kurum bazı durumlarda başarısız olmuştur.
Anlaşmaya göre nükleer silahlarını azaltacaklarına söz veren ülkeler 1980’li yılların sonlarına
kadar bu silahlarını daha da geliştirmiş ve sayılarını arttırmışlardı. İnsanlık atom bombasının
bulunmasından günümüze kadar defalarca bir nükleer savaşın eşiğine gelmiştir. Ancak, şu da bir
gerçektir ki nükleer silahlarla yapılacak bir savaş dünyanın ve insanlığın sonunu getirebilecektir.
Bugün insanlık küresel bir tehdit olarak sadece nükleer savaş tehdidi ile değil özellikle ‘küresel
ısınma’, ‘iklim değişimi’ ve ekolojik sistemi olumsuz etkileyebilecek birçok çevresel sorunla da
karşı karşıyadır. Konu ile ilgili olarak Haney, kömür, petrol ve doğalgaz gibi yanıcı fosil
yakıtların oluşturduğu çevre kirliliğinin ‘asit yağmurları’na da sebep olabildiğine ve bunların
insan ve doğa üzerinde olumsuz etkiler bırakabildiğine dikkat çekmektedir (Haney 2012: 7).
İnsan ve çevrenin uyumlu geleceği bu alanda doğacak uluslararası konsensüse ve pratik hayata
geçirilecek düzenlemelere bağlıdır.
II. Nükleer Enerji Kullanımı ile İlgili Hukukî Düzenlemeler
Nükleer enerji alanındaki hukuki düzenlemeler “rezerv araştırması, madenden
çıkarılması, öğütülmesi, işlenmesi, zenginleştirmesi, yakıt haline getirilmesi, santralda
yakılması, atığın ara depolaması, yeniden zenginleştirilmesi, atıkların nihai depolanması,
tesislerin sökülmesi ve bu işlemler arası taşınması” gibi nükleer yakıt çevriminin bütün
safhalarını kapsamaktadırlar (FMO 2011: 82). Nükleer enerji kullanımı ile ilgili hukuki
düzenlemelerin bilinmesi; bu süreçte doğabilen, sınırları dahi aşan zararlardan/hasarlardan
doğan sorumlulukların öngörülmesi ve nükleer enerji işletmeciliğinde hazırlanan planlamalara
dâhil edilmesi yararlı olacaktır.
Nükleer enerji kullanımı, istenmeyen bazı durumlar neticesinde insana ve çevreye zarar
verebilmektedir. Uluslararası hukukun çevre sorunları alanındaki gelişimi ‘uluslararası
sorumluluk’ (bir faaliyeti nedeniyle başka bir devlete zarar veren devletin sorumlu olması),
‘uluslararası alanların rejimiyle ilgili düzenlemeler’ (bir devletin egemenlik sahasına girmeyen
Bu 5 ülke BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleridir. 2006 yılında İran’ın nükleer
programıyla ilgili girişimlerde bulunan inceleme grubuna bu 5 ülkeye ilave olarak Almanya da
katılmıştır (P5+1). Alman ürünleri ve hizmetleri, İran’ın nükleer programı için önemli
girdilerdir. Örneğin, İran’ın uranyum zenginleştirmede kullandığı binlerce santrifüj Alman
Siemens firması tarafından kontrol edilmektedir (wikipedia 2015).
8
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
361
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
alanların düzenlemelerle korunması) ve ‘devletlerin çevresel bağımlılığı’ (devletlerin çevre
sorunlarının bağımlılığını anlamaları ve ortak kurallar koyma çabaları) konularındaki
değişikliklerin ve farkındalığın bir sonucudur. Bu konularda yaşanan gelişmelerin neticesi
olarak uluslararası hukukta bazı düzenlemeler (kirlenme9, ekolojik denge ve
güzelliklerin/varlıkların korunması) yapılmıştır. Özellikle çevrenin kirlenmesi konusunda
hayata geçirilen düzenlemelerin en önemli öğesi ‘nükleer kirlenme’dir. Genel olarak nükleer
kirlenmenin sebepleri şunlardır: nükleer denemeler; nükleer santrallerde yaşanabilecek
olumsuzluklar, nükleer gemiler ve nakil esnasındaki kaza ve sızıntılar; nükleer atıklar.
Uygulamadaki uluslararası hukuk, bu sebepleri ortadan kaldırmaya ya da kaldıramazsa zararlara
ilişkin sorumluluğu tespit etmeye yönelik birçok düzenleme10 ihtiva etmektedir (Pazarcı 2014:
313-315). Avrupa Birliği’nde ise, nükleer enerji alanındaki hukuk çalışmaları, üyeleri bağlayıcı
nitelik taşıyan konsey düzenlemeleri, direktif ve diğer belgeleri kapsamaktadır. 18 Nisan
1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, 25 Mart
1957 tarihinde aynı ülkeler Avrupa Ekonomik Topluluğu ve EURATOM’u kuran antlaşmaları
imzalamışlardır. EURATOM’un amaçları, nükleer güç için model bir pazar oluşturmak, bunu
topluluğa üye ülkeler arasında dağıtmak ve üretim fazlası enerjiyi topluluğa üye olmayan diğer
ülkelere ihraç etmektir. Topluluk ayrıca iç bünyede yürütülen diğer nükleer çalışmaları da
finanse eder11. AB’de nükleer enerji konusunda uyulması gereken yönerge 2009/71/EURATOM
sayı ve 25 Haziran 2009 tarihli direktiftir (FMO 2011: 86-87). Nükleer hukuk, nükleer enerji
üretimi yapılan her ülkenin iç hukuk sisteminde detaylı bir şekilde düzenlenmemişti : “Bazı
hukuk sistemlerinde ayrıntılı düzenleme yapılmış iken, diğer bazı hukuk sistemlerinde,
ülkemizde olduğu gibi, Paris Sözleşmesi’ne atıf yapılarak sorumluluğun Paris Sözleşmesine
göre belirlenmesi hükme bağlanmıştır” (Korkusuz, Mus. 2012: 44). Uluslararası anlaşmalar,
etkisi küresel boyutlara varabilecek potansiyel taşıyan nükleer kazaların zararlarından
Çevre sorunlarının bütüncül bir yapı göstermesine bağlı olarak uluslararası hukukta da
konunun ele alınışı bu yönde evrilmiştir. 22.03.1989 tarihli Basel Zararlı Atıkların Sınıraşan
Hareketlerinin Denetlenmesi Sözleşmesi ve 25.02.1991 tarihli Sınıraşan Ortamda Çevre
Değerlendirmesi Sözleşmesi birçok alanı birden kapsayan kirlenmeleri bir arada ele almaya
başlamıştır (Pazarcı 2014: 321).
10 Nükleer kirlenme konusunda, 05.08.1963 tarihli Atmosferde, Uzayda ve Su Altında Nükleer
Silah Denemelerini Yasaklayan Anlaşma; nükleer sızıntı konusunda, Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı Kurucu Andlaşması (ve radyasyon tehlikesine karşı önlemler alınması konusundaki bazı
özel andlaşmalar); nükleer kazalar konusunda: 29.07.1960 tarihli Nükleer Enerji Sahasında
Üçüncü Şahıslara Karşı Hukuki Sorumluluğa İlişkin Paris Sözleşmesi (1967 tarihli ek protokol
ile birlikte tesisi işletenin sorumluluğu kabul edilmektedir); nükleer kazalarda uluslararası
işbirliği konusunda, 26.09.1986 tarihli Nükleer Kaza veya Radyolojik Acil Hallerde
Yardımlaşma Sözleşmesi ile Nükleer Kaza Halinde Erken Bildirim Sözleşmesi; nükleer atık
konusunda, 29.12.1972 tarihli Atıkların ve Öteki Maddelerin Boşaltılmasından Kaynaklanan
Kirlenmenin Önlenmesi Londra Sözleşmesi yapılmıştır (Pazarcı 2014: 315-316).
11 Nükleer enerji rezervlerin sınırlı olmasından dolayı insanlığın enerji ihtiyacını uzun vadede
karşılamaktan uzaktır. Nükleer enerji araştırmaları 1950’li yıllardan beri 1 trilyon dolar destek
almıştır. OECD ülkelerinde enerji araştırma ve geliştirme konularına ayrılan bütçenin %90’ı
nükleer enerji araştırmalarına harcanmıştır. Avrupa Birliği de 1957’de kurulduğundan beri
EURATOM çerçevesinde nükleer enerji çalışmalarını 400 milyar euro ile desteklemiştir (Koch
2010: 111-112).
9
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
362
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
kaçınılmasına yönelik kurallar öngörmektedirler12. Nükleer santral işletme sorumluluğunu
düzenleyen uluslararası sözleşmelerin amacı zararları önlemek ve meydana gelmesi durumunda
tazminini düzenlemektir. Özellikle kuzey, batı ve doğusundaki ülkelerde nükleer reaktörler olan
ve bu enerji türüne yönelik planlamaları olan Türkiye için ‘nükleer enerjiden doğan hukuki
sorumluluk’ meselesi önem taşımaktadır. Türkiye’de bu konudaki en önemli düzenleme 2007
yılında 5710 sayılı kanun13 ile yapılmıştır (Korkusuz, Mus. 2012: 19-21). Kanuna göre,
Türkiye’de herhangi bir nükleer kazanın vuku bulması halinde Paris Sözleşmesi uygulanacaktır.
Esasen bu sözleşme ülkeleri iç hukuk mevzuatlarında tamamlayıcı düzenlemeler yapmak
konusunda özgür bırakmıştır. Türkiye henüz bu konuda bir çalışma yapmamıştır (Korkusuz,
Mus. 2012: 69). Ancak, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2015-2019 Stratejik
Planında hedef olarak “Nükleer enerjiye ilişkin gerekli mevzuat ve kurumsal altyapı çalışmaları
tamamlanarak gerekli plan ve programlar”ın oluşturulacağı ve “Nükleer enerji mevzuat
altyapısı ve diğer düzenlemelerin tamamlanması”nın (31.12.2015 tarihine kadar) sağlanacağı
belirtilmektedir (ETKB 2015: 67). Nükleer enerji üretimine geçiş sürecinde ülkelerin insani,
çevresel, toplumsal, siyasal ve hukuki değerlendirmelerin yanında bu üretimin ekonomik
maliyetini ve ortaya çıkaracağı bütçeyi de çok iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Gerçekten de
yaşanan deneyimler enerji maliyetlerinin tüm süreçler ve olasılıklar dikkate alınarak yapılması
gerektiğini göstermektedir.
III. Nükleer Reaktörler ve Enerji Üretim Maliyetleri
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra nükleer teknolojinin enerji üretiminde
kullanılması için çalışmalar başlamıştır. Nükleer teknolojinin askeri amaçlarla istismarını
önlemeye dönük olarak da ‘Atom for Peace’ sloganı çerçevesinde uluslararası arenada yasal
altyapı hazırlıkları başlatılmıştır. 1951 yılında Amerika’da EBR-1 adlı deneme reaktöründe
nükleer madde ile elektrik üretimi gerçekleştirilmiştir. SSCB ise, 1954’te dünyanın ilk sivil
amaçlı 5 Megawatt kapasiteli nükleer reaktörünü Obninsk’te faaliyete geçirmiştir. 1956’da
İngiltere, Calder Hall’da 55 Megawatt’lık reaktörü faaliyete geçirmiştir. Hemen ardından 1957
yılında nükleer enerji üretimini düzenlemek ve kontrol etmek amacıyla Uluslararası Atom
Enerjisi Kurumu ve Avrupa Atom Kurumu (EURATOM) kurulmuştur (Neles ve Pistner 2012:
3). Kamuoyunda uzun yıllar boyunca nükleer enerjinin kullanılması ilerlemenin bir göstergesi
olarak kabul görmüş ve bu nedenle 1970-80’li yıllarda çok sayıda reaktör kurulmuştur.
Türkiye’nin, ‘nükleer kirlenme (atıklar)’ ile ilgili imzaladığı belgelerden biri 16.02.1976 tarihli
Akdeniz’in Gemilerden ve Uçaklardan Kirletilmesinin Önlenmesi Protokolü’dür. Bu protokol
ile “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının belirleyeceği radyoaktif cisimlerin Akdenize dökülmesi
yasaklanmakta ve atılmasına izin verenlerin de Ajansın tavsiyelerine uygun olarak boşaltılmasında bir
takım kurallar öngörülmektedir” (Pazarcı 2014: 316).
13 28.10.2005 tarihinde kabul edilen “Viyana ve Paris Sözleşmelerinin Uygulanmasına İlişkin
Ortak Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” ile ilerleyen yapılanma
süreci, 09.11.2007 tarihinde kabul edilen 5710 sayılı “Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve
İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun” ve daha sonra 10.03.2008 tarihli Bakanlar Kurulu
Kararı ile yayımlanan “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi İle Enerji Satışına
İlişkin Kanun Kapsamında Yapılacak Yarışma ve Sözleşmeye İlişkin Usul ve Esaslar İle
Teşvikler Hakkında Yönetmelik“ ile devam etmiş ve Türkiye’nin nükleer enerji sorumluluğu
konusundaki hukuksal çerçevesini büyük ölçüde çizmiştir.
12
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
363
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
A. 2014 Yılında Nükleer Reaktörlerin Genel Durumu
2014 verilerine göre dünya çapında 30 ülkede toplam 430 nükleer reaktör işletilmektedir.
20 ülkede 2’den fazla ve 11 ülkede de 10 veya üzerinde reaktör mevcuttur. ABD 100 adet ile en
fazla atom reaktörüne sahip ülkedir. Kanada, Meksika, Arjantin ve Brezilya da toplam 26 adet
reaktör vardır. Fransa, ABD’den sonra 58 reaktörle ikinci sırayı almaktadır14. Japonya’da 48,
Rusya’da 33 reaktör vardır (Statista 2015). Nükleer reaktörlerin büyük çoğunluğu G10 ülkeleri
denilen Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Hollanda, İsveç, İsviçre
ve ABD’de bulunmaktadır. Dünya çapında nükleer reaktörlerin toplam net elektrik üretme
kapasitesi 367 Gigawatt’tır. Bunun 122,3 Gigawattlık bölümü Avrupa Birliği’nin 27
(Hırvatistan 2013 yılında 28. üye olmuştur) ülkesindedir (Neles ve Pistner 2012: 16-17).
Nükleer enerji neredeyse tamamen elektrik üretiminde kullanılmaktadır. 2011 senesinde dünya
çapında bütün nükleer reaktörler toplam 2518 Terawatt saat elektrik üretmiştir. Bu da dünyadaki
toplam elektrik üretiminin %15’ine denk gelmektedir (Neles ve Pistner 2012: 17; Der Spiegel
2014). En eski ve hâlâ faaliyette olan reaktörler 1960’ların sonlarında üretilmişlerdir. Faaliyette
olanların çoğunluğu ise 70’li ve 80’li yıllarda üretilmişlerdir. 2012 verilerine göre dünyadaki
reaktörlerin %82’si 20 yaş ve üzerindedir. %8’i ise 40 yaş ve üstündedir. Nükleer teknolojinin,
enerji üretiminde kullanılmasından beri 138 reaktör kapatılmıştır. Kapatılan bu reaktörlerin yaş
ortalaması 23’tür. Bunun anlamı şu anda faaliyette bulunan reaktörler daha önce kapatılmış
olanlardan daha eskidir. Reaktörlerin ikame hızının düşük olması yaş ortalamasının artmaya
devam edeceğini göstermektedir. Günümüzde işletimde olan nükleer reaktörlerin yaş ortalaması
yüksektir. Dünyada işletimde olan reaktörlerin sadece %12’si 20 yaşın altındadır (Neles ve
Pistner 2012: 17). 2012 IAEA verilerine göre yaş ortalaması 27’dir. Bu yaş ortalamaları da
nükleer enerji konusundaki tehlike ve riskleri açıkça göstermektedir.
B. Nükleer Enerjinin Maliyeti
Nükleer enerji genelde ucuz ve çevre dostu olarak takdim edilir. Gerçekten de çok az
miktarda uranyum ile büyük miktarda enerji üretilebilmektedir. ‘1 Gigawatt’lık modern bir
nükleer santral 1 milyon insanın elektrik ihtiyacını karşılayabilmektedir. Bu elektriği üretmek
için günde sadece 3 kilo uranyum kullanılmaktadır15. Aynı miktarda enerji üretmek için kömürle
çalışan bir santralde 8000 ton kömüre ihtiyaç duyulmaktadır (Eidemüller 2012: 9). Ancak ucuz
olduğu gerçeği eski reaktörler için geçerli olsa da yeni reaktörlerin ilk yatırım harcamaları
yüksek olduğundan bunun enerji fiyatlarına da yansıyacağı varsayılabilir. Bu sebeple yeni
reaktörlerin ağırlıklı olarak bu finansal riskleri üstlenebilecek ülkelerde kurulduğu
gözlemlenmektedir. Bu enerji türü doğal çevreyi koruma açısından yenilenebilir enerji
Fransa, toplam enerji üretiminin %75’i aşan kısmını nükleer enerji ile gerçekleştirmekte olup,
yüksek düzeydeki nükleer enerji üretimi sayesinde aynı zamanda bir enerji ihracatçısı
konumundadır. İngiltere, Almanya, İtalya ve İsviçre gibi ülkeler enerji açıklarını ağırlıklı olarak
Fransa’dan karşılamaktadırlar (Gökkaya 2011: 447-448).
15 Uranyum hacim olarak hafif olmasına karşılık, çıkarılması sırasında çok fazla arazi işlendiği
için büyük miktarda atık madde açığa çıkmaktadır. Örneğin, 1 ton uranyumun elde
edilmesinden sonra geriye 20.000 ton atık madde kalmaktadır. “Atıklar zehirliliğinin %99’unu
600 yıl sonra kaybetmektedir. Kullanılmış atığın reaktörlerden alınarak işleme tesislerine
götürülmesi ve çıkan yüksek seviyeli atığın ise gömülmesi için taşınması gerekmektedir. Bu
esnada potansiyel tehlike söz konusudur“ (Temurçin ve Aliağaoğlu 2003: 28).
14
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
364
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
kaynakları ile eşit seviyede görülmektedir. Nükleer enerji üretiminin dünyada gerçekleşen
elektrik üretimindeki payının arttırılması için çok sayıda yeni nükleer reaktörün kurulması
gerekmektedir. Ancak, 11 Mart 2011’de Japonya’da yaşanan deprem sonrası Fukuşima Nükleer
Santrali’nde meydana gelen kaza yeni reaktörlerin faaliyete geçişini ve nükleer enerjinin
geleceğini olumsuz etkilemiştir. Bu olay afet zararlarının küresel boyutlara ulaşabildiğine16 ve
küresel çapta önlemlerin gerekliliğine bir kez daha dikkatleri çekmiştir. Bu kaza yüksek
standartlara sahip bir ülkede bile %100 güvenliğin sağlanamayacağını göstermiştir. Almanya ve
İsviçre gibi ülkeler Fukuşima’dan sonra aşama aşama nükleer enerji üretiminden çekilme kararı
almışlardır17. Japonya’da kazadan 1 ay sonra yapılan bir ankette halkın 2007’ye göre daha az
nükleer enerji taraftarı olduğu (daha az nükleer güç diyenler %9 oranında artmıştır) ancak
hemen hemen aynı düzeyde kişinin de bu enerji türünü kabul edilebilir bulmakta olduğu
görülmektedir (Kuo 2014: 22). Bu araştırmada Japon halkının ülke çıkarlarını önceleyen bir
tavır sergilediği düşünülebilir18.
Nükleer enerjinin alternatif enerji kaynakları karşısındaki ekonomik görünümüyle ilgili
yapılan araştırmalar genellikle “nükleer santrallerin kömürle çalışan santrallerden daha
pahalıya elektrik ürettiği, doğalgaz santrallerine yakın, rüzgâr ve solar enerji türlerinden ise
daha iyi bir ekonomik performansa sahip olduğu sonucuna ulaşılmaktadır”. Ancak verimlilik
ve vergileme konuları da bu bağlamda dikkate alınmalıdır. Enerji verimliliğinin sağlanması
özellikle gelişmiş ülkeler için üzerinde durulan bir konudur. Küresel karbon vergisi ve emisyon
ticareti gibi fosil yakıtların neden olduğu negatif dışsallıkların azaltılmasına yönelik ek vergi ve
teşvik alanları da uzun vadede nükleer enerjinin ekonomikliğini ve ekolojikliğini temayüz
ettirebilecektir (Kovancılar 2001: 17-18; Köksal ve Civan 2010: 119-120). Nükleer enerji
üretiminde fiyatları belirleyen çeşitli faktörler vardır. Bazıları ölçülebilir olup bazıları ise
değildir. Fransız atom şirketi Areva NP nin değerlendirmesine göre 1 Kilowatt saatin fiyatının19
%70’i sabit inşaat giderleri, %20’si sabit işletim giderleri, %10’u ise değişebilen işletim
giderlerinden oluşur. Sabit inşaat giderleri kredi faizleri, sermayenin geri kazanımı ve
Gerçekten de patlamalar sonrasında oluşan radyasyonlu bulutların yer aldığı hava akımları 8
bin kilometrelik Pasifik Okyanusunu ve daha sonra toplam 28 bin kilometrelik bir mesafeyi kat
ederek Türkiye’ye dahi ulaşabilmiştir (Kadıoğlu 2011).
17 Bu noktada kazaların sadece nükleer enerji üretiminde ortaya çıkmadığını da vurgulamak
gerekmektedir. Örneğin Haney, ABD’nin, Upper Big Branch Kömür Madeni kazası ve BP the
Deepwater Horizon Petrol kazası gibi olaylardan sonra nükleer enerjiye sürdürülebilir, düşük
maliyetli, hammadde açısından zengin, yeni teknolojilerle riski azalmış, temiz ve ciddi bir
seçenek olarak bakabileceğini savunmaktadır (Haney 2012: 27-28).
18 Japon halkının Hiroşima ve Nagasaki’de yaşananlardan sonra nükleer enerjinin yıkıcı gücüne
karşı duyduğu kolektif korkunun başarıyla silinebilmesi dikkat çekicidir. Nükleer enerjinin
barışçıl kullanımı ile gelen avantajlar savaşın yıkıcı etkilerini unutturabilmiştir (FES 2012: 11).
19 Nükleer reaktör şirketleri son yıllarda 1 kilowatt elektriğin fiyatını 1.500-3.000 euro aralığında
hesaplamaktadırlar (ortalaması 2.300 euro). Şirketler sabit fiyat olarak üretilen kilowatt elektrik
başına 1.900-4.000 euro (overnight-costs) olarak hesaplarlar (ortalaması 3.000 euro). Toplam
giderler bazında ise bir kilowatt elektrik 2.000-5.000 euro arası hesaplanır. Ortalama değer
olarak 3.100 euro kabul edilir. Ortalama değerlerden yola çıkarak 1.600 Megavatlık bir
reaktörün 3,7 milyar euroluk toplam fiyatına 1,3 milyar euro eklenerek gerçek (reel) bir toplam
sermaye fiyatı tahmini yapılabilir (Neles ve Pistner 2012: 212).
16
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
365
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
işletmenin kapatılması giderleri olarak hesaplanmıştır. İşletmenin verimliliği de fiyatı etkileyen
önemli bir faktördür. Değişebilen işletim giderlerinin içinde bakım ve onarım masrafları ve cari
giderler yer alır. Nükleer yakıtların/hammaddenin fiyat üzerindeki etkisi oldukça düşüktür. Bu
hesaplamada göz ardı edilen faktörler; nükleer atıkların depolanması, nükleer kaza durumunda
oluşacak zararların tazmini, çevreye ve insana etkileridir. Yapılan değerlendirmelerin ülkeden
ülkeye farklılıklar gösterdiğini ifade etmek gerekir. Gelecekte oluşabilecek durumlar gözardı
edilmektedir. Ayrıca kapatma giderleri ve atıkların durumu, nükleer kazalar ve sonuçları da
hesaplanmamaktadır. Şirketler genelde uluslararası olarak sigortalanmakta ve zararın cüzi bir
miktarını karşılamaktadırlar. İnşaat süresi toplam rakamı etkileyen önemli bir faktördür. Maliyet
hesaplamalarını şirketler genelde sabit giderler bazında değerlendirirler. Bu hesaplamalarda
reaktörün inşaat giderleri ve ilk işletme için gerekli hammadde bile hesaplanmıştır. Ama inşaat
süresi içinde ödenmesi gereken faizler, fiyatlar genelde gözardı edilir (Heinrich Böll Stiftung
2010: 72-73). “Total capital investment cost” değerlendirmesi ise toplam sermaye ihtiyacının
yanında faiz, enflasyon ve inşaatın uzaması ile oluşacak fiyat değişikliklerini de hesaba katar
(Neles ve Pistner 2012: 211). Fiyat tahmininin zor olması nedeniyle en gerçekçi tahminler
geçmişte yapılmış projelerin incelenmesi sayesinde elde edilebilir.
Hesaplanması zor bazı etkenler giderlerin net olarak belirlenmesini zorlaştırmaktadır:
1- Yeni kurulan reaktörlerin inşaat alanında ve çevresinde yapılması gereken ön
çalışmalar bazı durumlarda toplam inşaat giderlerinin %60’ına kadar ulaşabilir. Belirsizlik ve
giderlerin tahmininin zorluğundan dolayı Dünya Bankası nükleer enerji projelerine kredi
vermemektedir (Heinrich Böll Stiftung 2010: 74). Ön çalışmalar olarak; arsa alımı, dağıtım
sisteminin kurulması, eğitim harcamaları, ruhsat çalışmaları ve giderleri, sigorta ve yedek
parçalar sayılabilir (Neles ve Pistner 2012: 211).
2- Reaktörde kullanılacak sıvı maddenin (su) özelliğinin fiyat üzerinde etkisi vardır. GEHitachi Şirketi yöneticilerine göre, işletmede kullanılacak suyun tuzlu veya tatlı olması maliyet
üzerinde 1 milyar dolarlık bir fark oluşturabilmektedir (Heinrich Böll Stiftung 2010: 76).
3- Planlama ve fizibilite çalışmalarının yapılmaması veya başlanmış projenin ilk planında
yetersizliğin ortaya çıkması ya da resmi dairelerin müdahalesiyle değiştirilmesinden
kaynaklanan masraflar (Heinrich Böll Stiftung 2010: 76).
4- Olabilecek bir reaktör kazası inşaat halinde olan ve ruhsat verilmiş olan inşaatları
etkileyebilir. Örneğin bir kaza, aynı tip reaktörlerde ek maliyet getiren önlemler alınmasını
gerektirebilir (Heinrich Böll Stiftung 2010: 76).
Bütün bu etkenlerle birlikte; inşaat süresinin uzaması, kredi faizleri, işletme kapasitesi,
işletme bakım ve onarım masrafları, hammadde20 (uranyum, plütonyum vb.) giderleri, atıkların
Bilinen, kullanılabilir uranyum kaynakları, sahip olan ülkelere göre şöyle dağılmaktadır:
Avustralya %30, Kazakistan %17, Kanada %12, Güney Afrika %8, Namibya %6, Rusya
Federasyonu %4, Brezilya %4, ABD %3 ve Özbekistan %3. Ian Hore-Lacy, dünya nükleer silah
stoğunun da önemli bir nükleer yakıt kaynağı olabileceğini vurgulamaktadır (Hore-Lacy 2006:
43-45). Dünyadaki rezervlerin nükleer santrallere önümüzdeki 150 yıl boyunca yakıt
sağlayabileceği tahmin edilmektedir. Enerji üretiminde hammadde çok az miktarlarda
kullanılmaktadır. Nükleer enerji üretiminde kullanılan yakıtın 10 yıl süreyle depolanabilmesi
önemli bir avantajdır (Temurçin ve Aliağaoğlu 2003: 27).
20
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
366
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
işlenmesi ve depolanması, yıkım masrafları, sigorta masrafları harcamaları arttıran faktörler
(Heinrich Böll Stiftung 2010: 79-88) olarak dikkate alınmalıdır.
İlk yatırım harcamalarının yüksek oluşu ve sektörün doğasındaki risklerden dolayı
nükleer enerji sektörü genellikle kamu işletmeleri tarafından yürütülmektedir21. Bu sebeple yeni
nükleer reaktörler genellikle bu yatırımlara kamusal teşvik ve kredilerin verildiği ülkelerde
(ABD gibi) ya da elektrik piyasasının ve fiyatların serbest piyasa koşullarında değil de devlet
tarafından kontrol edildiği ülkelerde (Fransa, Rusya ve Çin gibi) inşa edilmektedirler. Bu
işletmelerden doğacak ekonomik riskler böylece kamulaştırılmakta ve maliyetler toplumun
tamamına yansıtılmaktadır (Neles ve Pistner 2012: 216). Yüksek ilk yatırım harcamalarının
amortismanı için nükleer reaktörlerin uzun yıllar işletilmesi gerekmektedir. Amortisman için
hesaplanan süreler 20 ile 30 yıl arasındadır. Teknik, organizasyonel veya sosyolojik nedenlerle
faaliyete geçemeyen nükleer işletmeler bu gecikmeden dolayı amortismanın gecikmesine,
sermaye zararlarına sebep olmaktadır.
Fukuşima olayı, reaktörlerdeki güvenlik standartlarının artmasına sebep olacak gibi
gözükmektedir. Toplumların nükleer enerji konusunda ikna edebilmesi için güvenlik
standartlarının arttırılması kaçınılmaz gözükmektedir. Bu yeni durumun nükleer enerji
maliyetlerine ne ölçüde yansıyacağı belirsizliğini korumaktadır (Neles ve Pistner 2012: 213).
Gerçekten de nükleer bir kazanın vuku bulmasıyla doğan zararın etkisi çok boyutludur. Nükleer
kazalarda radyasyonun asıl etkisi 30 yıl sonra daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de
nükleer santral bulunmaması hiçbir şekilde kazalardan etkilenilemeyeceği anlamına
gelmemektedir. Nükleer kazalar dünyadaki bütün ülkeleri etkileyebilecek potansiyel küresel
etkiye sahiptirler (Korkusuz, Mus. 2012: 19).
Almanya, Fukuşima kazasından sonra bütün dünyada yaşanan sarsıcı etkinin siyasal ve
ekonomik karar sürecine yansıdığı örnek ülke olarak göze çarpmaktadır. Almanya esasen
nükleer teknoloji hakkında büyük bir birikime sahip olmakla birlikte, bu tür enerjinin
üretiminden aşama aşama çekilmeyi öngördüğünü açıklamıştır. Almanya bu kararını hayata
geçirecek somut adımları atarken, enerji açığını ikame edebilmek için yeni arayışlar içinde
olmak durumundadır. Almanya tecrübesi bu çerçevede Türkiye tarafından çok iyi
değerlendirilmelidir.
IV. Almanya’da Nükleer Enerji İşletmeciliği
Almanya’da nükleer enerji işletmeciliği üç başlıkta ele alınabilir: “Nükleer teknolojinin
gelişimi ve EURATOM”; “nükleer teknolojinin enerji üretiminde kullanımı” ve “nükleer
teknolojinin sosyal ve politik alana etkileri”.
A. Almanya’da Nükleer Teknolojinin Gelişimi ve EURATOM
Almanya’nın nükleer teknoloji ile ironik bir ilişkisi olmuştur. ABD’yi süper güce
dönüştüren ve İkinci Dünya Savaşı’nın lehinde neticelenmesine sebep olan atom bombası
teknolojisinin en önemli adımları Alman bilgi havzasında atılmıştı. Savaş öncesi nükleer
teknoloji alanında Alman bilim adamlarınca önemli mesafeler kat edilmişse de nükleer
Nükleer teknoloji (enerji) “devlet teknolojisi”dir, denilebilir. Dünyanın en büyük nükleer
enerji üreticisi olan Fransız EDF şirketinin %85’i devlete aittir. Tepco Group’un %40’lık hissesini
Tokyo Belediyesi’nindir. Enerji santrali kurulum sektöründe tekelleşme görülmektedir (FES
2012: 13-14).
21
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
367
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
teknolojinin askeri amaçlarla bomba yapımı için uygulanması zaman ve maliyetler açısından
irrasyonel görülmüş ve bundan vazgeçilmiştir (Knoll 2012: 203). Yani Nükleer Enerji’ye ait
bilgi’nin kaynak ülkesi Almanya idi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletler, Almanya’nın askeri kapasitesinin sınırları
ile ilgili değişik yaklaşımlar sergilemişlerdir. Doğuda yeni beliren Sovyet tehdidine karşı ABD,
Almanya’nın askeri alanda güçlenmesini isterken Fransa ve İngiltere ise buna karşı bir pozisyon
almıştır. Almanya da bu iki farklı pozisyon arasında farklı strateji ve taktikler uygulayarak
ulusal hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 1950’lerin sonlarına doğru Almanlar tek başlarına bir
atom gücü olmalarına izin verilmeyeceğini anlamışlardır. Bu tarihlerden sonraki tartışmalar
genelde Almanya’nın Avrupa’daki nükleer oluşumlara katılımının ne ölçüde olması gerektiği
üzerindedir. 1957 yılında EURATOM’un kurulması Almanya ve Fransa arasında nükleer
teknolojinin çok amaçlı kullanımının temellerini atmıştır. Fransa, atom projesine Almanların
katılmasını kabul etmiş ama kontrolün kendisinde olmasını şart koşmuştur (Koch 2010: 67-68).
EURATOM 25 Mart 1957 yılında Fransa, İtalya, Benelüx ülkeleri ve Batı Almanya
tarafından Roma Anlaşması’yla kuruldu. Avrupa Birliğine giden yolda oluşturulan üç önemli
kurumdan biridir. Kurumun amaçları şunlardır: Nükleer teknolojinin geliştirilmesini ve barışçıl
amaçlarla kullanılmasını sağlamak; Avrupa içerisinde bir nükleer enerji pazarı oluşturmak (Bu
hedefe ulaşılamamıştır); Nükleer (Atom) endüstrisinin kontrol edilmesini sağlamak (Bu
teknolojinin istismarının önlenmesi ve sağlık açısından kontrolü kastedilmektedir) (wikipedia
2014b). Adenauer bir kabine toplantısında EURATOM üzerinden hızlı bir şekilde atom
bombası yapma gereğinden bahsetmiştir (Koch 2010: 69). Almanya’nın nükleer teknolojiye
olan bu ilgisinin Berlin Duvarı’nın kurulmasına neden olduğu ileri sürülmüştür (Knoll 2012:
327).
Almanya uluslararası güç dengelerine karşı tek başına nükleer güç olmanın zor olacağının
farkına varmıştır. Birleşik bir Avrupa’nın Sovyet tehdidine karşı kurulması gerektiği ve
ABD’nin bu mücadelede desteklenmesi gerekliliği fikri Franz Josef Strauß tarafından dile
getirilmiştir. Ona göre Avrupa’nın kendisine ait bir silahlanma (Nükleer), ekonomi ve savunma
politikasına şu açılardan şiddetle ihtiyacı vardır: Özgür toplumun devamı ve kendisini
geliştirmesi amacı; ABD’ye uluslararası alanda yardımcı olmak ve doğu (Sovyet) kanadındaki
yükünü hafifletmek; Avrupa halklarının nükleer teknolojide geri kalmasını engellemek (Koch
2010: 71). Strauß Avrupa’da oluşturulacak yeni bir oluşum sayesinde Almanya’nın politik ve
askeri olarak etkisini artıracağını düşünmüştür. Almanya’nın kendisine ait bir atom programı
güttüğü ileri sürülmüştür. 1990’lara gelindiğinde nükleer silahları olmamasına rağmen
Almanya’nın elinde düzinelerce nükleer bomba yapmaya yetecek 20 ton plütonyum olduğu ileri
sürülmüştür. 12.09.1990 tarihinde yapılan 2+4 anlaşması çerçevesinde iki Almanya’nın
birleşmesinin bedeli olarak Almanya nükleer planlarından vazgeçmeye ve elindeki plütonyumu
teslim etmeye razı olmuştur (Koch 2010: 68).
B. Nükleer Teknolojinin Enerji Üretiminde Kullanımı
Batı Almanya’nın nükleer enerji ile ilgili çalışmaları 1955’te bağımsızlığına
kavuşmasından sonra başlamıştır. Batı Almanya, ‘Atom for Peace’ çerçevesinde askeri amaçlı
kullanımdan vazgeçme karşılığında barışçıl amaçlı nükleer enerji kullanmaya hak kazanmıştır.
Nükleer teknoloji, uygarlığın bir göstergesi olarak kabul edilmiştir (Neles ve Pistner 2012: 5).
Toplumda bazı bilim adamlarının uyarıları dışında ilk dönemde nükleer teknolojiye ve enerjiye
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
368
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
karşı herhangi bir muhalefet gelişmemiştir. Alman hükümeti 1955’te Franz Josef Strauß
başkanlığında atom bakanlığı kurmuştur. Hedef nükleer enerjiye geçiş, bu geçişi destekleme ve
bunun için gerekli olan yasal düzenlemeleri yapmak olmuştur. Bu amaçla Alman hükümeti
1958’de ‘Atom Yasası’nı yürürlüğe koymuştur (Neles ve Pistner 2012: 4). İlk planlar 1957’de
yapılmış ve 1965’e kadar 5 reaktörün yapılmasına karar verilmiştir. Devlet nükleer reaktör
yatırımlarını teşvik etmek için kredi verme yoluna gitmiştir. İlk yatırım harcamalarının hayli
yüksek oluşu birinci planın başarısızlığa uğramasına neden olmuştur. İkinci plan 1963-1967
yılları arasını kapsamış ve devlet tarafından yatırımları teşvik için 3,8 milyar mark bütçe
ayrılmıştır. Ancak bu krediler teknolojik araştırmalar yapma şartına bağlanmıştır. Nükleer enerji
işletmeciliği 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi ile stratejik değer kazanmaya başlamıştır.
Enerji fiyatlarının yükselmesi nükleer enerji yatırımını cazip hale getirmiştir. Hazırlanan üçüncü
plan ile yeni reaktörlerin inşaatına 5 milyar mark bütçe ayrılmıştır (Neles ve Pistner 2012: 6).
Doğu Almanya’da nükleer çalışmalar Batı Almanya ile aynı zamanda başlamıştır. 1956’da
nükleer araştırmalar kurumu kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin yardımı ile 1957’de
Rosendorf’ta nükleer araştırma reaktörü (Högselius 2005: 15) kurulmuştur. Böylece Doğu
Almanya’nın elektrik ihtiyacını nükleer reaktörlerden karşılaması öngörülmüştür. Nükleer
araştırma dairesi 1970’e kadar 20 reaktör kurulacağını bildirmiş, gerçekte ise sadece
Rheinsbergte ve Greifswald reaktörleri kurulmuştur. 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki
Almanya’nın birleşmesinden sonra eski Doğu Almanya’daki nükleer projeler iptal edilmiş ve
nükleer reaktörler kapatılmıştır. Bu reaktörlerin kapatılma nedeni Çernobil’deki ile aynı teknik
özellikleri taşımaları22 olmuştur (Neles ve Pistner 2012: 6).
Almanya’da 2011 yılı başına kadar 17 reaktör faaliyetini sürdürmüştür. 2010 yılında brüt
elektrik ihtiyacının %22,4’ü bu tesislerden karşılanmıştır. 2011 yılında 8 reaktörün kapatılması
ile bu oran %17,7’ye gerilemiştir. Yeni yasa çerçevesinde 2015, 2017 ve 2019 yıllarında birer,
2021 ve 2022 de ise üçer reaktör kapatılacaktır. 2022 yılında nükleer enerjiden vazgeçmeyi
planlayan Almanya, yenilenebilen enerji kaynaklarını kullanarak enerji ihtiyaçlarını gidermeyi
planlamaktadır (Neles ve Pistner 2012: 19).
Sera gazı salınımını/emisyonunu azaltmayı ve nükleer enerji alanından çekilmeyi
hedefleyen Almanya daha çok yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmiştir. Ancak, örnek
vermek gerekirse Almanya’da nükleer enerjiyi ikame edebilecek ‘biyokütle enerjisi’ üretmeye
kaynaklık edebilecek ekili alan sayısı yeterli büyüklükte değildir. Hidrolik güç potansiyeli de
Almanya’da uygun alanların hali hazırda kullanılıyor olmasından dolayı istenilen seviyeye
Bu reaktör 3,3 GWt (1 GWe) gücünde, RBMK-1000 tipi, grafit yavaşlatıcı, su soğutmalı bir
termal reaktör olup, kaza, türbin testinin yapılması sırasında operatör tarafından yapılmaması
gereken işlemlerin bilgisizlik ve prosedür dışı uygulamalar nedeniyle yapılması neticesinde
gerçekleşmiştir. Sovyet yönetiminin gizlilik politikasına rağmen radyoaktif toz parçacıklarının
radyasyon bulutu ile ulaştığı İsveç’in Fors mark reaktöründe fark edilmesi olayı tüm dünyanın
duymasını sağlamıştır. IAEA verilerine göre buradan salınan aktivite miktarı, Hiroşima’ya atılan
bombanın yaydığının 400 katı, fakat 1960’lı yıllarda yapılan açık hava nükleer denemelerinin 100 ile
1.000’de biri kadardı. IAEA, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer bazı uzman kuruluşların katılımıyla
hazırlanan ve 2005 yılında yayınlanan Çernobil’in Mirası adlı rapora göre; kamu sağlığı
açısından kazanın sonuçları korkulduğu kadar büyük olmamıştır. Ancak toplumsal yaşama ve
çevreye verdiği zararlar ekonomiye de yansımış, 1990’lardan araştırmanın yapıldığı zamana
kadarki toplam maliyet birkaç yüz milyar dolar düzeyinde hesaplanmıştır (Altın 2013: 315-325).
22
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
369
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
ulaşamayacak gibi gözükmektedir. Almanya’da fotovoltaik (Photovoltaic Power) teknoloji ile
güneş ışığının elektrik enerjisine dönüştürülmesi çok pahalı da olsa hızla gelişmekte ve rüzgâr
türbini (wind turbine) ile elektrik enerjisi üretilmesi teşvik edilmektedir. Esasen Almanya’nın
önündeki seçenekler arasında yer alan enerji teknolojilerinin hayata geçirilmesi ile ilgili ciddi
zorluklar mevcuttur (Tabak 2009: 154-156).
C. Nükleer Teknolojinin Sosyal ve Politik Alana Etkileri
Batı Almanya’da, 1970’li yıllardan itibaren nükleer enerji karşıtı bir politik tavır
gelişmeye başlamıştır. Daha önceki dönemde bütün siyasal partiler nükleer teknolojiyi
desteklemekte ve ilerlemenin bir göstergesi olarak görmekteydiler. Nükleer enerji taraftarı duruş
ve toplumsal konsensüsün bozulmasının siyasal hayata yansıması olarak Yeşiller Partisi
parlamentoya girmeye hak kazanmıştır. Almanya’nın büyük partilerinden olan SPD’nin de
nükleer karşıtı tutum geliştirmesi sonucu ülkede yeni reaktör yapımı dondurulmuştur. Bu
aşamaya gelinmesinde toplumsal sebeplerin yanında nükleer enerji maliyetleri de rol
oynamıştır. Sonraki yıllarda Yeşiller ve SPD nükleer enerjiden tamamen vazgeçme yönünde
ortak hedef belirlemişlerdir. İki parti, koalisyon hükümeti oldukları dönemde, 14 Temmuz 2000
tarihinde elektrik üreten firmalarla bu konuda müzakereler yapmış ve bir anlaşma zemini
oluşmuştur. Bu konsensüs sayesinde nükleer enerji konusunda oluşan politik ve toplumsal
gerginlikler giderilmeye çalışılmıştır (Neles ve Pistner 2012: 7).
Muhalefette bulunan Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) ve Liberal Parti (FDP) bu
gelişmeye karşı olduklarını ve iktidarın değişmesi durumunda bu değişikliklerin kendileri
tarafından iptal edileceğini ifade etmişlerdi23. 2009 seçimlerini kazanan muhalefet, reaktörlerin
işletim sürelerine 12 yıl eklemiş, ancak nükleer enerjiden vazgeçmeyi öngören yasa yürürlükte
bırakılmıştır. Bu süreçte nükleer enerjiden yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliş politikasının
devamı ile birlikte nükleer enerji kullanımının (bu aşamada) sürdürülmesi öngörülmüştür. 2011
Fukuşima felaketinden hemen sonra kamuoyu tepkisi24 ve yaklaşan seçimlerin etkisi ile Alman
hükümeti almış olduğu kararları değiştirmek zorunda kalmıştır. Nükleer reaktörlerin 8 tanesi
Bu meyanda aynı gün Alman meclisinde şu konuşmalar yapıldı: Gerhard Schröder (SPD)
Başbakan: “Az önce attığımız imzalarla nükleer enerji kullanımını planlı ve makul bir şekilde
bitirmeye karar verdik.” Jürgen Trittin (Yeşiller) Çevre Bakanı: “Nükleer reaktörlerin işletme
üst sınırı 32 yıl olarak belirlendi. 2020 yılında son reaktör de kapatılmış olacak.” Klaus Lippold
(CDU) Muhalefetin Enerji Uzmanı: “Bay Trittin erken sevinmeyin, biz iktidara geldiğimizde bu
kararları iptal edeceğiz” (Neles ve Pistner 2012: 7).
24 BBC Global Poll’un 2011'de Fukuşima kazasından sonra yaptığı bir araştırma sonuçlarına
göre nükleer enerjiye negatif bir yaklaşım gözlemlenmektedir. Ankete katılanların sadece
%22’si yeni nükleer reaktörlerin yapılmasını savunmuştur. %71’i ise 20 yıl içerisinde kömür ve
nükleer reaktörlerin yerini yenilenebilir enerji kaynaklarının alacağına inandıklarını söylemiştir.
‘Atom lobisi’nin güçlü olduğu ülkelerde kamuoyları fikirlerinde fazla bir değişim tespit
edilememiştir. ABD’nin elektrik ihtiyacının %20,2’si nükleer reaktörlerden sağlanmaktadır. Bu
reaktörlerin önemli bir kısmı Fukuşima’daki ile aynı yapıya sahiptirler. Ama atom lobisi
Amerikan politikasına daha derin nüfuz edebildiği için atom enerjisini çevre krizini ve
kirlenmeyi önlemek için tek çare olarak öne çıkarabilmektedir. Bu sebepten dolayı medya bu
konuda geri çekilmekte ve atom karşıtı gruplar seslerini duyuramamaktadır (Climatesceptics
2014).
23
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
370
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
hemen kapatılmıştır. Geri kalanların da 2022’ye kadar aşama aşama kapatılmasına karar
verilmiştir (Neles ve Pistner 2012: 7-9). Güçlü bir endüstri ülkesi ve buna bağlı olarak yüksek
enerji ihtiyacı olan, enerji ihtiyacının %28’ini nükleer enerjiden sağlayan, doğalgaz yönünden
Rusya’ya bağımlı olan Almanya’nın, küresel ekonomik kriz döneminde aldığı bu karar
Newsweek tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilmiştir (Koch 2010: 112).
Almanya’yı bu kararı ile kısa vadede zor günlerin beklediği söylenebilir. Yenilenebilir
enerji kaynaklarına geçiş sürecinde nükleer enerji, doğalgaz ile birlikte anahtar bir rol
oynayacaktır (Viëtor 2011: 57). Almanya, uzun vadede ise almış olduğu bu risk sayesinde
geleceğin enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynakları alanında kaçınılmaz olarak öncü bir
rol oynayabilir.
V. Türkiye’de Nükleer Enerji İşletmeciliği
Bugün petrol ve doğalgaz başta olmak üzere dünyanın en önemli enerji havzaları,
coğrafya olarak şimdiki Türkiye Cumhuriyeti’nin de içinde bulunduğu geniş bölgeyi kapsayan
Osmanlı Devletine aitti. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenişi ve ardından
yıkılışı sonucunda büyük enerji havzaları merkezi yönetimden uzak küçük devletler ya da
devletçiklere bölünerek belirli bir disiplin altına alınmaya çalışıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin
yeni bir devlet olarak kuruluşu ve askeri, ekonomik ve sosyal açıdan ciddi sıkıntılarla karşı
karşıya oluşu dolayısıyla ve de küresel ölçekli büyük güçlerin bu konuda Türkiye’yi masaya
oturtmaması sebebiyle uluslararası hukukta geçerli olarak söz konusu edilebilecek ‘kazandırıcı
zaman aşımı’ yöntemini de devreye sokmasına mani oldu. Modernleşme çabalarıyla birlikte
süreç içerisinde sanayileşme ve kentleşme ve artan nüfus Türkiye’nin enerji ihtiyacını
geometrik şekilde katlayarak arttırdı. Türkiye’nin bu konudaki ihtiyacı üretim sektöründeki ve
yatırımlardaki artışla beraber doruk noktasına ulaştı. Enerji bakımından dışa bağımlı ve enerji
fakiri bir ülke profili çizen Türkiye’nin önünde nükleer enerji sektörü bir alternatif olarak
durmaktadır.
Dünyadaki petrol ve doğalgaz yatakları eşit bir dağılım göstermemektedir. Gelişmekte
olan ülkelerde büyük rezervler bulunurken, tüketici pozisyonda olan gelişmiş ülkelerde
enerjinin büyük kısmı ithal edilmektedir. Örneğin, ABD tükettiği petrolün yalnızca 1/3’ünü
üretebilmekte; Avrupa Birliği ise kullandığı petrolün %80’ini, doğalgazın %54,5’ini ithal
etmektedir. Sanayi devi Çin’in gelecek yıllarda dünyanın en büyük petrol ve gaz ithalatçısı
olacağı tahmin edilmektedir (Bayraç 2009: 121-131). Türkiye ise, kullandığı doğalgazın
%98’ini, petrolün %92’sini ve kömürün %30’unu ithal etmekte ve ülkemizin enerji ithal
bağımlılığı %72 gibi yüksek bir düzeyde gözükmektedir (NEPUD 2013: 7). 1967 yılında
Türkiye’de enerji üretiminin tüketimi karşılama oranı %57 iken, 2003 yılında bu oran %8’e
düşmüştür. Türkiye’de 1990-2008 yılları arasındaki sera gazı emisyon artış oranı %95 olmuştur
(Turgut 2011: 63-64). Türkiye’nin son yıllardaki enerji ithalat rakamları şöyledir (Yıl-Milyar
Dolar): 2009-29,9; 2010-38,5; 2011-54,1; 2012-60,1; 2013-55,9; 2014-54,9. Türkiye 2014
yılında toplam 242 milyar 223 milyon 959 bin dolarlık ithalat yaparken, bu rakamın 54 milyar
906 milyon 87 bin dolarlık bölümü enerji ithalatı olarak gerçekleşmiştir (AA 2015).
Stratejik bir faktör olan enerjide dışa bağımlılık cari açığın artışına ve ‘arz güvenliği’nin
(kesintisiz tedarik) tehlikeye düşmesine neden olabildiğinden ekonomik ve politik alanda
ülkeleri zayıflatabilmektedir (Köksal ve Civan 2010: 118). Bu çok kritik problematik devletleri
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
371
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
farklı teknolojik, politik ve ekonomik arayışlara sürüklemektedir. Nükleer enerji, Türkiye’nin de
içinde bulunduğu bu devletlerin arayışlarına belirli ölçüde cevap verebilmektedir.
A. Türkiye’nin Enerji Arayışı
Türkiye, bölgesinde ve dünyada enerji akışında stratejik bir konuma sahiptir. Dünya
petrol rezervlerinin %73’ü ve doğalgaz rezervlerinin %72’sinin bulunduğu Ortadoğu-HazarOrta Asya coğrafyalarının Türkiye ile yakınlığı Türkiye’nin ekonomi-politiğini ciddi şekilde
etkilemektedir. Türkiye özellikle Ortadoğu ve Hazar bölgesini Akdeniz ve Avrupa’ya bağlayan
önemli bir kavşak noktasındadır. Ayrıca bölgedeki enerji kaynakları büyük ekonomilerin
dikkatini çekmektedir. ABD, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu petrolü
üzerinde nüfuz sahibi olmuş, Türkiye ile siyasi ilişkileri oldukça yoğunlaşmıştır. AB’nin de bu
coğrafyaya ilgisi kaynak çeşitliliğini arttırma ve Rusya’ya olan bağımlılığın azaltılması
bağlamında artarak devam etmektedir. Rusya ise Türkiye ile yaptığı anlaşmalarla ekonomipolitik denkleme dâhil güçlü bir aktör olarak konumunu pekiştirmektedir. İran ile de anlaşması
ve doğal gaz boru hattı olan Türkiye, tüm bölge ülkeleri ile enerji konusundaki diplomasisini
sürdürmektedir (Bayraç 2009: 118-133).
Türkiye hidrolik, hidrojen, rüzgâr, jeotermal, güneş, biokütle, dalga gibi yenilenebilir
enerji potansiyelini kullanamamaktadır. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarında kurulu
güç potansiyeli yaklaşık 136.600 MW, ancak kapasite faktörü nedeniyle kullanılan kısmı sadece
22.075 MW’dır (yaklaşık 6’da 1’i). Ayrıca şu da belirtilmelidir ki, Türkiye’de rüzgâr, güneş ve
hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji türlerinin üretimi için kullanılabilecek arazinin yeterli
düzeyde olmadığı ileri sürülmektedir. Bu sınırlılıklara rağmen Türkiye’nin elektrik tüketim
talebi yıllık ortalama %7-8 civarında artış kaydetmektedir ki, bu talebin karşılanması için yıllık
4.000-5.000 MW ek enerji üretilmesi ya da ithal edilmesi gerekmektedir. Türkiye yenilenebilir
kaynaklardan 2023 yılı için elde etmeyi hedeflediği enerji üretim seviyesine (230 milyar kWh)
ulaşsa dahi, ancak o yılki tahmini talebin (500 milyar kWh) yarısını buradan karşılayabilecektir
(NEPUD 2013: 7-8).
Eğer nükleer enerji maliyetleriyle, rüzgâr ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji
maliyetleri kıyaslanacak olursa nükleer enerjinin ucuz olduğu görülmektedir. Ancak nükleer
enerji karşıtı hareketler ekonomi, çevre ve güvenlik25 odaklı argümanları kullanarak toplumda
bu konuda çekinceler uyandırabilmektedirler (Lehr 2011: 5-6). Ayrıca şu da gözden uzak
tutulmamalıdır ki; rüzgâr türbinleri gibi yenilenebilir, temiz kaynakların kapasitesi ile, kömür ya
da nükleer enerji gibi kaynaklardan temin edilen ‘kapasite’de enerji elde edilememektedir
(Haney 2012: 29). Yenilenebilir enerji kaynaklarının kapasitesi ve faaliyet süreleri, mevsim ve
iklim koşullarına bağlı olarak değişkenlik arz edebilmekte ve farklı düzeylerde
seyredebilmektedir. Ayrıca 1 km2 bir alana kurulabilecek bir nükleer enerji reaktörünün
üretiminin yenilenebilir enerji kaynaklarından güneş enerjisi ile karşılanması için 500 km2;
rüzgâr enerjisi ile karşılanması için 600 km2; hidrolik enerji ile karşılanması için 2.400 km2
alana ihtiyaç duyulmaktadır (NEPUD 2013: 9-10). Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları da
dâhil olmak üzere mevcut enerji kapasitesini arttırma ve daha verimli hale getirme yolunu
Prof.Dr. Vural Altın nükleer enerji santrallerinin nükleer silah üretiminde kullanımı
konusunda şu tespiti yapmaktadır: “Eğer sizin aklınızda bomba fikri varsa, gidip bir enerji santrali
kurmazsınız; bu birkaç milyar dolarlık iş. Bir araştırma reaktörü peşinde olursunuz; yani birkaç 10
milyon dolarlık iş” (Altın 2013: 288).
25
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
372
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
ararken, tamamlayıcı enerji seçeneği olarak nükleer enerji üretimiyle de uzun bir süreden beri
ilgilenmektedir.
B. Türkiye’nin Nükleer Enerji Açılımı
Türkiye’de nükleer enerji alanındaki çalışmaların başlangıç tarihi 1955 yılına kadar
geriye götürülebilir. 1956’da Başbakanlığa bağlı olarak Atom Enerjisi Komisyonu Genel
Sekreterliği kurulmuştur. Daha sonra 1962 yılında Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim
Merkezi’nin (ÇNAEM) kuruluşu tamamlanmıştır. Bu merkezde nükleer enerji alanında
deneysel çalışmaların yapılması amacıyla 1 MW gücünde bir araştırma reaktörü işletmeye
açılmıştır. 1982 yılında Atom Enerjisi Komisyonu, Atom Enerjisi Kurumu adıyla yeniden
yapılanmıştır. “Kurumun amacı nükleer enerjiden elektrik üretmek, çalışmaları teşvik etmek ve
düzenlemek, nükleer tesislere gerekli lisansı vermek ve denetlemek” olarak tespit edilmiştir
(TAEK 2015; Temurçin ve Aliağaoğlu 2003: 32).
Türkiye’de ilk nükleer santralin yapımı 1967’den itibaren düşünülmüş, ancak 1977’de
bitirilmesi öngörülen proje ekonomik ve siyasi şartların sağlanamaması nedeniyle hayata
geçirilememiştir. 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu bünyesinde kurulan Nükleer Santraller
Dairesi (1988’de bu daire kapatılmıştır) ile nükleer santral kurmaya yönelik çalışmalar yeniden
başlamıştır. Santrale yer seçimi çalışmaları tamamlandıktan sonra Akkuyu’da bir nükleer
santralin kurulması için 1976’da lisans alınmış ancak anlaşma yapılan İsveç firmaları ile son
aşamada yaşanan mali sorunlar ve bu süreçte gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesi nedeniyle
şartlar olgunlaşmamıştır. 1983-84 yıllarında bu düşünce Alman ve Kanada firmalarıyla
yürütülen süreçle gündeme gelmiş, ancak hükümetin yap-işlet-devret modelini talep etmesi
nedeniyle süreç tıkanmıştır. Aynı yıl Sinop’ta da bir nükleer santral kurulması önerisi
yapılmıştır. İlerleyen yıllarda santral kurulma fikri sürekli gündemde yer tutulmuş ancak hep
ertelenmiştir. 1995’ten sonra bu konudaki çalışmalara hız verilmiştir. 1997’de uluslararası
nükleer santraller ihalesi düzenlenmiş ve ihaleye NPI (Fransa-Almanya), AECL (KanadaJaponya), Westinghouse (ABD-Japonya) konsorsiyumları katılmıştır. Ancak süreç bir türlü
başarıyla neticelendirilememiştir. En sonunda da 2000 yılında nükleer enerjiden çok pahalı
olduğu gerekçesiyle vazgeçildiği açıklanmıştır. Sonraki aşamada 59.Hükümet tarafından
yeniden gündeme getirilen nükleer santral kurulması düşüncesi, 2007’de somutlaştırılmaya
çalışılmıştır (Temurçin ve Aliağaoğlu 2003: 32-33; Uğurlu 2009: 177-179). Ancak 2008’de
açılan ihale TMMOB tarafından açılan dava sonucunda hukukî süreçte, 2009’daki ihale ise
firmaların yetersiz görülmesinden dolayı iptal edilmiştir (MMO 2013: 2). Bütün bu gelişmelere
rağmen nükleer enerji üretiminin Türkiye’de gerçekleşmesi yönündeki siyasi irade önceki
dönemde olmadığı kadar kararlılıkla sürdürülmüştür.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın koordinasyonunda hazırlanan ve 2009 yılında
kabul edilen “Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Stratejisi Belgesi”nde “enerji arzında dışa
bağımlılığı azaltmak üzere, yeni teknolojilerin özendirilmesi, kaynak çeşitliliğinin sağlanması ve
yerli ve yenilenebilir kaynakların azami ölçüde kullanılması” amaçlandığı ifade edilmiştir.
Türkiye’nin nükleer enerji alanındaki hedefi de yine bu belgede yer almıştır: “Elektrik
üretiminde nükleer santrallerin kullanılması konusunda başlatılan çalışmalara devam
edilecektir. Bu santrallerin elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının 2020 yılına kadar en az
%5 seviyesine ulaşması ve uzun dönemde daha da artırılması hedeflenmektedir”.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
373
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
Nükleer enerji işletmeciliği bağlamında Türkiye’de, nükleer reaktörlerin kurulması ile
ilgili ilk olarak, 12 Mayıs 2010’da “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin
(NGS) Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” imzalanmıştır (Önceki dönemde
iptal edilen ihale Rus firması ile yapılmışken, bu anlaşma devletler arasında imzalanmıştır). Bu
anlaşmaya göre, Mersin Akkuyu Sahası’nda 4800 MW toplam kurulu güce sahip 4 reaktör
kurulacaktır. İkinci proje olan “Sinop Nükleer Güç Santrali Projesi” için, 3 Mayıs 2013
tarihinde Japonya Hükümeti ile NGS kuruluşuna ve işletimine dair anlaşma imzalanmıştır
(NEPUD 2015).
Akkuyu’da tesis edilecek nükleer güç santraline ilişkin anlaşma farklı çevreler tarafından
eleştirilmiştir. Künar, eleştirilerinde şu argümanları öne sürmektedir: 1976’da geçerli olan yer
lisansı kriterleri yetersizdir, yeniden yapılmalıdır; turizm ve tarım yok olma tehlikesiyle karşı
karşıyadır; santralde çalıştırılacak Türk işçilerin konumları belirsizdir; önerilen santral tipi
denenmemiş ve tasarımı yeterli düzeyde inceleme ve değerlendirmeden geçmemiştir (TAEK’in
bazı incelemeler için uzman elemanının olmadığı iddia edilmektedir); Rusya santralin bazı
girdileri üzerinden (hammadde, teçhizat vb.) tekel vasfına sahip olarak ülkemizden sürekli ve
yüksek bedeller tahsil edebilecektir (Künar 2012: 71). Makine Mühendisleri Odası Mersin
Şubesi Enerji ve Çevre Komisyonu tarafından hazırlanan raporda ise anlaşmaya şu nedenlerle
karşı çıkılmaktadır: Akkuyu’nun mevcut lisansı 1976 yılında alınmıştır, yenilenmesi halinde
lisans alamayacaktır; santral ekolojik sisteme zarar verecektir (Bu görüş, ABD’nin Kaliforniya
eyaletinin deniz kıyısında kurulu olan 2 nükleer santralin çevreye verdiği zararlar üzerinden
desteklenmektedir); deprem ve tsunami durumunda yetersiz kalabilecektir; santral zemini iyi
etüt edilmemiştir; Rus nükleer endüstrisi kendi ülkesinde dahi bu alanda ciddi bazı sorunların
yaşanmasına engel olamayabilmektedir; Rusya ile yapılan anlaşmada ileride karşılaşılabilecek
sorunlarla ilgili (kazalar, nükleer atıklar gibi) Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurabilecek
birçok açık nokta mevcuttur; Rusya’ya olan enerji bağımlılığı artacaktır (MMO 2013: 1-8).
Önceki dönemde hazırlanan bir çalışmada Temurçin ve Aliağaoğlu, Akkuyu ile ilgili
eleştirel görüşlerini şöyle ortaya koymaktadırlar: “Akkuyu’ nun Ecemiş fay hattına 25 km uzakta
olması nedeniyle konumu uygun değildir; (saha) yer altı boşlukları ve mağaralar ihtiva
etmektedir; ülkemiz (ekolojik sistemle ilgili) çeşitli sözleşmelerle taahhüt ettiği hükümleri yerine
getirmemekten dolayı yüklü tazminatlar ödemeye mahkum edilecektir; (sahaya yakın olan) su
kaynaklarımızın ekonomik değerlendirilmesini ortadan kaldıracaktır; enerji nakil hattının
çekilmesi pahalıya mal olacak ve nakil esnasında önemli ölçüde enerji kaybı meydana
gelecektir; su sıcaklığı… nükleer santral soğutmak (için uygun değildir)” (Temurçin ve
Aliağaoğlu 2003: 35-36). Farklı çevreler tarafından ortaya konulan bu görüşler ve eleştirilerle
birlikte, Türkiye ve Rusya arasındaki anlaşma ile başlanan süreç devam etmektedir.
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 29.09.2014 tarihinde Dünya
Ekonomik Forumu‘nda gerçekleşen bir toplantıda “Büyüyen Türkiye`nin küçülen enerji sektörü
olmaz. İlerleyen Türkiye‘nin nükleerde geri kalan bir yapısı olamaz. Türkiye nükleerden enerji
etmiş olmakla beraber yalnızca enerjisini değil sanayileşmeyle ilgili kısmına da lig atlatmış
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
374
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
olacak” ifadelerini kullanmıştır (Enerjigünlüğü 2015). Bu ifadeler son dönemde nükleer enerji
üretimine geçişle ilgili siyasal kararlılığı yansıtması bakımından dikkat çekicidir26.
T.C.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2015-2019 Stratejik Planı’nda projelerle
ilgili performans göstergeleri olarak şu hedefler yer almıştır: Akkuyu NGS için elektrik enerjisi
iletim hatlarının tamamlanması (31.12.2018); Akkuyu NGS’nin elektrik enerjisi üretimine (test
üretimi) başlaması (31.12.2018); Sinop NGS için inşaatın başlaması (31.12.2019). Ayrıca
stratejik planda sonraki aşamaya yönelik şu hedefler de yer almaktadır: Üçüncü NGS için
sahanın teknik, ekonomik ve çevresel kriterler doğrultusunda belirlenmesi, ön fizibilite ve
yatırım hazırlıklarına başlanması, yatırımcının belirlenmesi çalışmalarının tamamlanması
(31.12.2019); Ülkemiz uranyum ve toryum kaynaklarının ve bu kaynaklara dayalı yerli nükleer
sanayi politikasının belirlenerek yol haritasının hazırlanması (31.12.2019). Yine bu plan
dönemi sonuna kadar, uranyum27 ve toryum28 kaynaklarının rezerv tespit çalışmaları
tamamlanarak üretim fizibilite çalışmalarının hazırlanması (31.12.2019), öngörülmektedir
(ETKB 2015: 41-43). Türkiye, nükleer enerjiye 1960’larda başlayan ilgisini, 2010’lu yıllarda
üretime dönüştürme hedefi ile geliştirmek istemektedir.
C. Farklı Perspektiflerden Türkiye’de Nükleer Enerjinin Geleceği
Dünyada nükleer enerjinin geleceğini yansıtması açısından inşaat halinde olan, yapılması
planlanan ve programa dâhil edilen reaktörlerin sayısının tespiti önemli bir veri olabilecektir.
Şubat 2015 verileri ile 69 reaktörün inşaatı devam etmekte, 184 reaktörün planı yapılmış
durumda ve 312 reaktör ise programa dâhil edilmiş haldedir. Bu veriler 2030’a kadar üretime
EDAM (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi), Türkiye’nin nükleer enerji üretimini
güvenli bir şekilde hayata geçirebilmesine engel olabilecek zorlukları şöyle sıralamaktadır:
Türkiye, büyük ölçekli bir enerji kapasitesini yönetebilme konusunda deneyim sahibi insan
kaynaklarına sahip değildir (bu açık IAEA ile yapılacak işbirliği ile kapatılabilir); Türkiye,
santrallerin denetimi ve sorumlulukların net bir şekilde tanımlanması için gelişmiş yasal ve
düzenleyici çerçeveye sahip değildir (ve nükleer enerji üretimine geçişi izleyebilecek bağımsız
bir kurum henüz mevcut değildir); Akkuyu için önerilen reaktör modeli denenmemiştir
(teknolojik açık söz konusu olabilir); nükleer enerji için gerekli ‘güvenlik kültürü’nün
mevcudiyeti test edilmelidir (güvenlik ve kalite, maliyet ve zamanlamadan daha önce
gelmelidir) (EDAM 2011: 39-42).
27 Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü 2013 rakamlarına göre Türkiye’nin (görünür +
muhtemel) uranyum rezervi 9.129 ton, toryum rezervi ise 380.000 tondur (MTA 2015).
28 TAEK Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) Bilim Komitesi Üyesi Prof.Dr. Saleh
Sultansoy, 1 gigavatlık enerji üretiminin 3,5 milyon ton kömür ya da 200 ton uranyum ile
yapılabildiğini ancak bu üretim için sadece 1 ton toryumun yeterli olduğunu ifade etmiştir.
Sultansoy, IAEA ve OECD verilerine göre dünyadaki toryum rezervlerinin %11’inin Türkiye’de
olduğunu, Türkiye’deki toryumun toplam değerinin 120 trilyon dolar olabileceğini
belirtmektedir. Sultansoy, sadece Isparta Çanaklı Madeni’ndeki toryumun Türkiye’nin 100
yıllık enerji ihtiyacını karşılayabileceğine, ABD, Norveç, Kanada, Japonya ve Çin gibi ülkelerin
konu üzerinde proje ürettiklerine dikkat çekmektedir (Sabah 2014). Prof.Dr. Vural Altın ise,
henüz değil ama ileride toryumun uranyumun yerini alabileceğini, ancak şimdilik ekonomik
olmadığını ve ciddi bazı mühendislik sorunlarının aşılması gerektiğini ifade etmektedir. Altın’a
göre, toryumun kullanımı için halihazırda tamamlanmaya muhtaç pek çok araştırma-geliştirme
kalemi mevcuttur (Altın 2013: 264-275).
26
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
375
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
başlaması tasarlanan reaktörleri kapsamaktadır. Bu reaktörlerin tamamının faaliyete geçtiği
düşünülürse toplam 565 adet yeni reaktör 15 yıl içerisinde mevcut reaktörlere eklenecektir
(işletimdeki reaktör sayısı 438 olmakla birlikte faaliyet süresi dolan ve kapatılma kararı alınan
bazı reaktörler 15 yıl içerisinde bu sayıdan düşecektir). Örneğin gelecek 15 yıl içerisinde: ABD,
mevcut 99 reaktörüne 27 reaktör; İngiltere, mevcut 16 reaktörüne 11 reaktör; Çin, mevcut 23
reaktörüne 213 reaktör; Rusya mevcut 34 reaktörüne 58 reaktör daha ekleyecektir (WNA 2015).
Sağlık Bakanlığı’nın bir araştırmasında kaza riski nedeniyle nükleer santral kurulmasına karşı
olanların Ermenistan gibi komşu ülkelerdeki santralleri (Metzamor – 1977) göz önünde
bulundurmaları gerektiği, bu santrallerdeki muhtemel kazaların Türkiye’yi tehdit edeceği ifade
edilmiştir (Turgut 2011: 65).
Dünyanın büyük ekonomiye sahip ülkelerinde durum böyleyken Türkiye’de nükleer
enerji üretimi henüz başlamamış olmakla birlikte tartışmaları bir süredir devam etmektedir.
Türkiye’de nükleer enerji üretimine geçiş fikri çeşitli akademik, siyasî, ekonomik, toplumsal
çevre ve platformlarda farklı görüşlerle karşılanmıştır. Konunun duygusal değil, bilimsel;
söylemlere değil verilere dayalı; toptan ‘kabul’ ya da ‘redci’ değil objektif yaklaşımla
değerlendirilmesi gerekli gözükmektedir.
Prof.Dr. Vural Altın, konunun farklı yönlerini ortaya koyarak Rusya ile birlikte girişilen
proje ile ilgili şu tespitleri yapmaktadır: Rusya’nın “her sınıftan, her kaliteden teknolojik ürün
ortaya koyma yeteneği var… neye zorlarsanız onu üretir… Mesela IAEA, Rusların Çin’de
yaptığı bir reaktörü dünyanın en güvenli reaktörü ilan etti”; TAEK hem nükleer enerjiyi teşvik
edip önünü açan hem de süreci denetleyen bir nitelik taşıdığından sağlıklı bir kontrol yapabilme
anlamında güven telkin etmemektedir; Rusya proje maliyetini arttırmamak için güvenlik
önlemlerini Türkiye’nin tehdit algılarına göre biçimlendirmeyebilir; bununla birlikte “Türkiye
eğer ileri teknolojik bir toplum olacaksa, her gördüğü teknoloji riskinde tabanları yağlayıp
kaçarak” bir yere varamayacaktır (Altın 2013: 302-305).
Küresel Isınma ve İklim Krizi adlı çalışmada nükleer enerji üretiminin karbondioksit
salınımına neden olduğunu belirten Dr. Ömer Madra, bu salınımın “uranyum madeninin
yeraltından çıkarılması, öğütülmesi, işlenmesi ve çevrilmesi, zenginleştirilmesi, yakıt üretimi ve
yakıtların yeniden işlenmesi aşamalarında” meydana geldiğini belirtmektedir (Madra 2007:
312). Altın ise, bunun nükleer enerjinin ciddi bir sorunu olmadığı kanaatindedir (Altın 2013:
311).
Prof.Dr. Tolga Yarman, nükleer enerji ile ilgili dikkatleri çekmek istediği temel noktaları
şöyle özetlemektedir: Türkiye’nin enerji açığı olduğu düşünülürse nükleer enerji bu açığı
kapatabilecek ‘tek kaynak’ olma hüviyetini kaybetmiştir; Türkiye’nin geçmişle kıyaslandığında
enerji ithalatı yapabileceği ülke seçeneği artmıştır (Rusya, İran, Azerbeycan, Türkmenistan,
Kazakistan, Katar gibi)29; enerji verimliliği adeta yeni bir enerji kaynağı niteliği taşımaktadır;
güneş ve rüzgâr önceleri ehemmiyeti yeterince anlaşılamayan enerji kaynakları olarak
gündemdedirler; Türkiye’de ‘enerji yetmezliği’ değil, ‘enerji yönetim yetmezliği’ mevcuttur;
Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, 3. Bin yıla girerken Türkiye’nin enerji meselesinin dünya
konjonktüründen ayrı ele alınamayacağını ifade etmiştir. Özemre, dünyada petrol rezervlerinin
2050, doğalgaz rezervlerinin 2070 ve kömür rezervlerinin de 2150 yılları civarında
tükenebileceği tahminini gündeme getirerek nükleer enerjinin Türkiye açısından önemine
dikkat çekmiştir (Özemre 2002: 162).
29
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
376
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
nükleer enerji üretimi halihazırdaki enerji üretiminin çok küçük bir yüzdesini teşkil edeceğinden
zorunluluğunu iddia etmek inandırıcılıktan uzaktır; nükleer enerji üretimi Türkiye’de siyasi bir
tercih konusudur; Türkiye, nükleer enerji santrali satın alarak nükleer teknolojiye sahip
olamayacaktır; nükleer santrallerin hizmetini tamamladıktan sonra söküm masrafları ve atık
yönetim harcamaları maliyetli olmaktadır; nükleer enerji üretimi tüm dünyada duraksamış
haldedir. Teknik donanımdan yoksun olarak, iyi niyetli olsa da zararlı olabilecek nükleer
girişimler yapılmamalıdır (Yarman 2011: 226-231).
Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve Prof.Dr. Şarman Gençay
ortak çalışmalarında “Türkiye’nin nükleer enerjiye geçmesi neden zorunludur?” başlığı altında
bu süreçle ilgili görüşlerini şöyle ortaya koymaktadırlar: Türkiye’nin enerji üretimi, yıllık
elektrik enerjisine duyulan yıllık artış da göz önünde bulundurulduğunda ihtiyacı karşılamaktan
uzaktır; Türkiye’nin nükleer enerjiden yararlanması bir gerekliliktir; Türkiye, kendi nükleer
reaktörlerinin önemli bir kısmını yapabilecek teknolojik seviyeye ulaşmalıdır; özel teşebbüs
sürece dahil edilmeli, bir süre sonra lisans ve denetim şartlarıyla santral kurup işletebilmelidir;
nükleer teknolojide önem taşıyan maddelerin sadece yüzeyde değil derinde de aranması
gerekmektedir; TAEK, otonom bir kurum olmalıdır. Ortak çalışmada, 70’li ve 80’li yıllardaki
nükleer santral ihalelerinin sonuçlanmamasının “iç ve dış birçok sebebi” olduğu belirtilmiştir.
Nükleer santrallere komşu olacak halkın bilinçlendirilmesi gereğine vurgu yapılmıştır.
Türkiye’nin nükleer enerji alanında yetişmiş eleman ve bilgi birikimi açısından durumunun,
dünyada bu konuda ilerleme sağlamış Güney Kore ve Romanya gibi bazı ülkelere nazaran çok
daha avantajlı olduğu ve işin yürütülmesi esnasında ilgili kurumların deneyimli ve yetkili
nükleer mühendislerle takviye edilmesi gerektiği tespiti çalışmada yer almıştır (Özemre,
Bayülken ve Gençay 2000: 48-62). Görüldüğü üzere bilim insanlarının yaklaşımları bazı
farklılıklar arz etmektedir ki bu durum normal karşılanmalıdır. Karar vericiler tarafından
konunun tüm boyutlarıyla ele alınması ancak yapıcı eleştirilerin de sürece dahil edilmesiyle
mümkün olabilecek, bu yöntemle revize edilen tasarılar sağlıklı planlamalara dönüşebilecektir.
D. Uluslararası Politika Bağlamında Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası
Türkiye, kırk yılı aşan bir zaman diliminde nükleer enerji konusunda bilimsel açıdan epey
yol ve mesafe alsa bile tesis, üretim ve faaliyet bağlamında Küçükçekmece’deki küçük çaplı
girişim hariç tutulacak olursa kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Nükleer enerji
mühendisliği bölümü uzun zaman sadece bir üniversitede o da 10 kişiyle sınırlı kalmıştır
(Hacettepe Üniversitesi). Hiç şüphesiz bunda en önemli faktör uluslararası politik, ekonomik ve
askeri güçlerin doğrudan ve dolaylı etkileridir.
Pakistan’ın Nobel ödüllü fizikçisi Profesör Abdüsselam’ın çalışmalarıyla atom bombasını
yapması batı dünyası başta olmak üzere dünyanın kimi ülkelerinde dini sebeplerden dolayı
olumsuz olarak değerlendirilmişti. Ancak uluslararası güç denkleminde ve dengelerinde o
dönemde Hindistan’a karşı Pakistan’ın belirli bir ölçü ve seviyede desteklenmesi öngörüldüğü
için bu konu krize dönüştürülmemişti. Fakat daha sonra İran’ın uranyum zenginleştirme
programı30 Kuzey Kore’nin nükleer denemeleriyle birlikte çok sert tepkiyle karşılandı.
Külebi, nükleer teknoloji konusunda İslam ülkelerine ambargo uygulandığını, kamuoyunun
nükleer enerji aleyhine yönlendirildiğini ileri sürmüştür. Bu yönlendirmenin asıl nedeninin
nükleer enerji üretiminden nükleer silah üretimine geçişin engellenmesi olduğunu da
vurgulamıştır (Külebi’den aktaran Turgut 2011: 65).
30
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
377
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
Türkiye, tüm bu gelişmelerin odak noktasında güvenli bir ada olabilmek için kendi
güvenliğini öncelikle enerji sektöründe kullanılmak üzere nükleer enerji alanında yapacağı
altyapı çalışmalarıyla güçlendirmek istemektedir. Türkiye, “bölgesinde ihtilafın, aşırılığın ve
kitle imha silahlarının olmadığı” bir ortamı hedeflemekte, ancak uluslararası alanda nükleer
çalışmalarla ile ilgili ihtilaflara da diplomatik yollarla çözüm bulunmasının doğru seçenek
olduğunu belirtmektedir. Bu çerçevede Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin nükleer programı
nedeniyle İran’a karşı aldığı dördüncü sıkılaştırılmış yaptırım kararına –UNSCR 1929 (2010)Brezilya ile birlikte karşı oy kullanmıştır (MFA 2015). IAEA’nın İran konusundaki
yaptırımlarına 2002’den bu yana iktidar olan AK Parti’nin mesafeli oluşunun ana sebeplerinden
birisi iyi komşuluk ilişkileriyse diğeri nükleer bilimler ve teknoloji alanındaki ‘know-how’ın
yakın mesai sonucu transferi ve mümkünse paylaşılmasıdır. Rusya’da bu kapsamda kuzeydeki
büyük komşu olarak primer rol oynayacak kapasiteye sahiptir. Akkuyu NGS Projesi
kapsamında toplam 600 Türk öğrencinin Rusya’daki Mephi Üniversitesi’nde nükleer
mühendislik ile ilgili aldığı teorik ve uygulamalı eğitim bu çerçevede Türkiye’ye ciddi bir bilgi
birikiminin transferine imkân verebilecektir (Enerji 2015). Rusya’nın yanı sıra Japonya ile de bu
konuda yapılan anlaşmalar31 Türkiye’nin nükleer enerji alanındaki vizyonunu ve kapasitesini
geliştirmektedir.
Ancak Türkiye, barışçıl amaçlı nükleer reaktör işletmeciliği konusunda Almanya ile de
çok daha yakın ve sıcak bir işbirliği ve mesai içerisine girmelidir. Etüt ve fizibilite çalışması çok
iyi yapılmış projeler sonucunda Almanya’nın mevcut nükleer santral kapasitesi Türkiye’ye
bilimsel, ekonomik ve mali açıdan daha kolay ve stabil yollarla erişebilecektir. Bunun için
Türkiye nükleer enerji politikasını diğer alanlarda olduğu gibi çok yönlü ve boyutlu olarak
sürdürmelidir. Türkiye hatta komşusu Yunanistanı da bu sürece dâhil ederek aktif olarak
kullanılmayan bazı bölgelerin bu işbirliği çerçevesinde değerlendirilmesiyle neticelenebilecek
bir stratejik etüt çalışması yapabilir. Net, açık ve berrak bir şekilde sürdürülen bu çalışmalar
Türkiye’nin nükleer güç şemsiyesine kavuşmasıyla taçlandırılacak adımların teminini
sağlayacaktır.
Sonuç
Nükleer teknoloji uygulamalarının iki yönüyle ele alınması yerinde olacaktır. Bunlardan
birincisi askeri yöndür ki, nükleer silahlar geliştirildiğinden bu yana onlara sahip olan ülkeler
küresel çapta önemli stratejik avantajlar elde etmişlerdir. Dünyada resmî olarak nükleer güç
kabul edilen ülkeler aynı zamanda BM’de alınacak kararları veto etme hakkına sahip ülkelerdir.
Aynı ülkeler dünyadaki enerji kaynaklarının neredeyse tamamını kontrolleri altında
bulundurmaktadırlar. Bu stratejik unsura sahip olmaya çalışan diğer devletler ise tesis edilmiş
uluslararası mekanizmalar tarafından cezalandırılmakta ve tecrid edilmektedirler.
İki ülkenin başbakanlarının imzalarıyla Mayıs 2013’te yayınlanan Türkiye Cumhuriyeti ile
Japonya Arasında Stratejik Ortaklık Kurulmasına İlişkin Ortak Bildiri’yle “Eğitim, kültür, bilim
ve teknoloji alanlarında ilgili kurum yetkilileri arasındaki işbirliği ve eşgüdümün güçlendirilmesi; iki ülke
arasında nükleer enerji alanlarında uzmanların yetiştirilmesi dahil eğitim işbirliğinin güçlendirilmesi
amacıyla Türkiye’de ortak bir uluslararası bilim ve teknoloji üniversitesi kurulması“ konularında
bilimsel birikimin paylaşılması yönünde müşterek bir irade ortaya konulmuştur (Tr.Emb-Japan
2015). Ekim 2013’te ise “Nükleer enerji, Bilim ve Teknoloji alanlarında Türk ve Japon
Hükümetleri Arasında İşbirliği Ortak Bildirisi” imzalanmıştır (ORSAM 2014: 11).
31
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
378
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
Nükleer teknoloji ikinci yönüyle bir enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Nükleer
enerji ilk başlarda insanlığın enerji ihtiyacını sonsuza dek karşılayacak bir enerji kaynağı olarak
görülmüştür. Daha sonra bu kaynağın da doğada sonsuz olmadığı, rezervlerin 100 yıldan daha
az bir süre kullanılabileceği ortaya çıkmıştır. Bu sınırlılığa rağmen nükleer enerjiye ilginin
arttığı bir dönemde meydana gelen Fukuşima reaktör kazası, yaşanabilecek nükleer bir rönesans
ihtimalini olumsuz yönde etkilemiştir. Bununla birlikte yenilenebilen enerji kaynaklarına geçiş
sürecinde diğer fosil enerji kaynaklarının yanında nükleer enerjinin orta vadede önemli bir rol
oynayacağı değerlendirilebilir.
Nükleer enerji hukuku da yaşanan tecrübelerle birlikte gelişim göstermekle birlikte bazı
düzenlemelerin revize edilmesi yerinde olabilir. Hukuki açıdan nükleer santrallerdeki
kazalardan doğabilecek zararlar için öngörülen zamanaşımı süresi nükleer kazanın vuku
bulduğu tarihten itibaren değil, nükleer zararın mağdur şahıs üzerinde etkisini hissettirdiği
andan itibaren başlamalıdır. Ve daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörülmelidir.
Türkiye, AB’ye tam üyelik sürecinde olan bir ülke olarak bir taraftan siyasi, ekonomik ve
hukuki standartlarını AB müktesebatına uyumlu hale getirmeye çalışmakta diğer taraftan başta
enerji sektörü olmak üzere milli ekonomik ihtiyaçlarını farklı kaynaklardan azami bir şekilde
sağlamaya çalışmaktadır. Nükleer enerji konusunda da hızlı adımlar atarak enerji maliyetlerini
düşürmeye çalışmaktadır. Ancak nükleer enerji konusunda kamuoyunun algısı ve yaklaşımları,
politik tercihler ile sosyal talepler arasında ciddi bir akort sorununu meydana çıkartmaktadır.
Çernobil faciasının arkasından yıllar sonra gelen Fukuşima hadisesi toplumun nükleer enerjiye
bakışında mesafeli bir tutum geliştirerek ihtiyatlı bir iyimserlik tavrı içerisinde olmasına yol
açmıştır. Küresel ısınma ve diğer çevre felaketleri de ülkemizin bu konuda dünyadaki genel
trendle anakronik bir duruma düşmesine sebep olmuştur. Ancak nükleer enerjiye olan
ihtiyacımız da büyük devlet olma idealinin yanı sıra ekonomi-politik zorunluluklardan dolayı
kaçınılmazdır.
Fosil enerji kaynakları doğada sınırlı miktarda bulunmakta ve önümüzdeki yüzyıl
içerisinde tükenecekleri varsayılmaktadır. Gelecekte yenilenebilir enerji kaynaklarının daha da
öne çıkacağı ve şimdiden bu alanda ar-ge faaliyetlerine girecek ülkelerin geleceğin dünyasında
söz sahibi olacakları öngörülebilmektedir. Gerçekten de artık geçmiş nesillerden emanet alınan
ve gelecek nesillere borçlu olunan bu dünyayı kirletmeyecek, doğal denge ile uyumlu,
yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmalıdır. Nükleer teknolojinin kullanım riskleri
sorumluluk taşıyan her bireye; topluma, doğaya ve gelecek nesillere olan ahlâki sorumluluğunu
hatırlatmaktadır. Bu kürevî (global) sorunun ıslahı, kürevî (global) asabiye ile hareket eden
(Korkusuz 2012: 660-663) -yani farklı akılların bileşke vektörü ile - bütün insanlığın ortak
meselelerini, doğal çevreyi, gelecek nesilleri de hesaba katan yeni bir duruş ve düşünüş ile
mümkün olacaktır.
Türkiye’nin nükleer reaktör işletmeciliği anlamında Almanya deneyimini çok iyi etüt
etmesi gerekmektedir. Diğer ülkelerin yanı sıra bu konuda Almanya ile de gerçekleştirilebilecek
ortak çalışmalar, hem Almanya’nın hem de Türkiye’nin çıkarına ve lehinedir. Komşu ülke
Yunanistan’ın da dâhil edilebileceği bazı ortak mekânların devreye sokulması, Türkiye’nin bu
konuda samimi ve iyi niyetli bir girişimin içerisinde olduğunun kanıtı olarak görülebilecektir.
Mersin ve Sinop doğrudan ana karayla bağlantılı olduğu için nükleer bir kaza ve felaket
durumunda çok ciddi sonuçlara yol açabilecek kayıpları ve hasarı beraberinde getirebilecektir.
Bu noktada, Türkiye’nin Osmanlı bakiyesi doğal insani habitat dışındaki çöl bölgelerinde de,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
379
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
muhatap bölge ülkeleriyle dış politik koordinasyonla barışçıl amaçlı enerji üretimi için
kullanılacak nükleer santrallerin tesisi için girişimde bulunulabilir.
Barışçıl amaçlı nükleer tesislerin, her tür önlem ve tesis güvenliği alındıktan sonra
kurulması, denetlenmeleri kaydıyla imkân dâhilindedir. Elbette bu konu uzmanlık gerektiren bir
alandır, uzmanların sağlık ve güvenlik alanında detaylı bir risk analizi ve değerlendirmesi
yapmalarından sonra söz konusu edilebilir. Ancak risk analizlerinin ve çevresel etki
değerlendirme raporlarının objektif bilirkişilerce, bağımsız olarak gerçekleştirilip onaylanması
şarttır. Yer ve mekân seçiminin, tesis büyüklüğünün, teknik ekibin ve projenin her bir adımı ve
aşaması tüm detaylarıyla öngörülebilmelidir. Bu alanda bir ön alma insiyatifini kullanırken bu
işin nasıl son bulabileceğini de nazarı dikkate almak zorunludur. Bu süreçteki ölçü, bir zincirin
kuvvetinin en zayıf halkasının kuvvetiyle ölçüleceği gerçeğidir.
Türkiye nükleer enerji işletmeciliğini bölgesinde gerçekleştireceği ikili ve çoklu siyasi ve
teknik müzakerelerle insani ve barışçıl amaçlı bir enstrüman haline getirebilir.
KAYNAKLAR
AA (Anadolu Ajansı). (2015). “Türkiye’nin Enerji İthalatı Azaldı”, İnternet Adresi:
http://www.aa.com.tr/tr/haberler/458293--turkiyenin-enerji-ithalati-azaldi Erişim Tarihi:
07.03.2015
ALTIN, Vural. (2013). Dünya ve Enerji: Bilim Yazıları, 1.Baskı, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
BAYRAÇ, H. Naci. (2009). “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz
Kaynakları Açısından Bir Karşılaştırma”, ESOGÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C. 10, S. 1,
115-142.
CLIMATESCEPTICS. (2014). “Nuclear power gets little public support worldwide”, İnternet
Adresi:
http://www.climatesceptics.org/opinion-poll/nuclear-power-gets-little-publicsupport-worldwide Erişim Tarihi: 21.02.2015
DERSPIEGEL. (2014). “Grafiken: So steht es um die globale Atomindustrie”, İnternet Adresi:
http://www.spiegel.de/fotostrecke/grafiken-globale-atomindustrie-2012-fotostrecke85775-2.html Erişim Tarihi: 22.02.2014
EDAM (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi). (2011). Nükleer Enerjiye Geçişte
Türkiye Modeli, 1.Baskı, İstanbul: Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi.
EIDEMÜLLER, Dirk (2012). Das nukleare Zeitalter (Nükleer Çağ): Von der Kernspaltung bis
zur Entsorgung, Stuttgart: S. Hirzel Verlag.
ENERJİ (T.C.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı). (2015). “Yurtdışında Nükleer Mühendislik
Eğitimi”, İnternet Adresi: http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Yurtdisinda-NukleerMuhendislik-Egitimi Erişim Tarihi: 10.03.2015
ENERJİGÜNLÜĞÜ. (2015). “Yıldız: Nükleer bize lig atlatır”, İnternet Adresi:
http://enerjigunlugu.net/yildiz:-nukleer-bize-lig-atlatir_10286.html#.VOLytfmsUfQ
Erişim Tarihi: 17.02.2015
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
380
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
ETKB. (2015). T.C.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2015-2019 Stratejik Planı, Ankara:
T.C.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.
FES. (2012). Nükleer Enerjinin Sonu Mu?: Fukuşima’dan Sonra Alternatif Enerji Politikalarına
Uluslararası Bir Bakış, İstanbul: Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği.
FMO. (2011). Fizik Mühendisleri Odası, Nükleer Enerji Raporu 2011, Ankara: Fizik
Mühendisleri Odası
GRAPHS. (2012). “Countries with Nuclear Weapons”, İnternet Adresi: http://graphs.net/top10-nuclear-weapons-infographics.html/countries-with-nuclear-weapons Erişim Tarihi:
17.02.2014
GÖKKAYA, Hacı Duran. (2011). “Dünyanın ve Türkiye’nin Nükleer Enerjide Stratejik Yol
Haritası”, Enerjide İnovasyon, İstanbul: Ulusal Enerji Forumu, 445-450.
HANEY, Johannah. (2012). Nuclear Energy, New York: Marshall Cavendish Benchmark.
HEINRICH BÖLL STIFTUNG – SCHRIFTEN ZUR ÖKOLOGIE (Atom karşıtı Yeşiller
Partisi’nin düşünce kuruluşudur). (2010). Mythos Atomkraft, Band 12, Berlin:
HEINRICH BÖLL STIFTUNG.
HORE-LACY, Ian. (2006). Nuclear Energy in the 21st Century, London: World Nuclear
University Press.
HÖGSELİUS, Per. (2005). Die Deutsch-Deutsche Geschichte des Kernkraftwerkes Greifswald,
Berlin: BWV- Berliner Wissenschafts-Verlag.
IWANIEC, Mario. (2010). Die Betrachtung der Risiken der Kernenergie in ausgewählten
deutschen Printmedien (Nükleer Enerjinin risklerinin Alman medyasınca
değerlendirilmesi), Berlin: Universitätsverlag der Technische Universität.
KADIOĞLU, Mikdat. (2011). “Radyasyon Bulutları 10 Bin Metrede”, Türkiye-Genel Bakış,
İnternet Adresi: http://www.ntvmsnbc.com/id/25197385/ ; “Radyasyon Bulutu Korkusu”,
Öğle Bülteni, İnternet Adresi:
http://video.ntvmsnbc.com/#radyasyon-bulutukorkusu.html Erişim Tarihi: 29.03.2011
KNOLL, Michael. (2012). Militärhistorische Untersuchungen, “Atomare Optionen”
(Westdeutsche Kernwaffenpolitik in der Ära Adenauer - Konrad Adenauer devrinde Batı
Almanya’nın Atom Politikası, Band 13, Frankfurt am Main: Peter Lang Edition.
KOCH, Karl-W. (2010). Störfall Atomkraft, Bad Homburg: VAS- Verlag für Akademische
Schriften.
KORKUSUZ, Mehmet H. (2012). Mukaddime‘den Muahhire‘ye: Modern Dünya’nın, UlusDevlet’in, Din’in ve Milliyetçiliklerin Ekonomi, Kültür ve Siyaset Atlası, 2. Baskı,
İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
KORKUSUZ, Mustafa H. (2012). Nükleer Santral İşletenin Hukuki Sorumluluğu, 1.Baskı,
İstanbul: Beta Basım Yayım.
KOVANCILAR, Birol. (2001). “Küresel Isınma Sorununun Çözümünde Karbon Vergisi ve
Etkinliği”, Yönetim ve Ekonomi, C.8, S.2, 7-20.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
381
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
KÖKSAL, Bülent ve Abdülkadir CİVAN. (2010). “Nükleer Enerji Sahibi Olma Kararını
Etkileyen Faktörler ve Türkiye İçin Tahminler”, Uluslararası İlişkiler, C.6, S.24, 117-140.
KUO, Way. (2014). Critical Reflections on Nuclear and Renewable Energy: Environmental
Protection and Safety in the Wake of the Fukushima Nuclear Accident, Beverly:
Scrivener Publishing.
KÜNAR, Arif. (2012). “Akkuyu Nükleer Santrali’ne Neden Hayır?”, ENERGYTURK (EylülEkim 2012), 70-74.
LEHR, Jay. (2011). “Nuclear Energy: Past, Present, and Future”, Nuclear Energy Encyclopedia:
Science, Technology, and Applications, First Edition, Steven B. Krivit, Jay H. Lehr, and
Thomas B. Kingery (Edited by), John Wiley & Sons, Inc. Published, 3-6.
MADRA, Ömer. (2007). Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi
(söyleşi Ümit Şahin), 2.Basım, İstanbul: Agora Kitaplığı.
MFA (Ministry of Foreign Affairs – T.C. Dışişleri Bakanlığı). (2015). “İran’ın Nükleer
Programına İlişkin Son Gelişmeler Hakkında Bilgi Notu”, İnternet Adresi:
http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Iran_Haziran_2010.pdf
Erişim
Tarihi: 10.03.2015
MMO (Makine Mühendisleri Odası). (2013). Sorularla Türkiye’nin Nükleer Macerası ve
Akkuyu Nükleer Santrali, İnternet Adresi:http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya
_ekler/4a71c7ae6433620_ek.doc?tipi=&turu=&sube= Erişim Tarihi: 09.03.2015
MTA. (2015). “Türkiye Maden Rezervleri (Görünür + Muhtemel)”, İnternet Adresi:
http://www.mta.gov.tr/v2.0/default.php?id=maden_rezervleri Erişim Tarihi: 08.03.2015
NELES, Julia Mareike ve Christoph PISTNER. (2012). Kernenergie: Eine Technik für die
Zukunft? (Nükleer Enerji: Geleceğin Teknolojisi mi?), Heidelberg: Springer Verlag.
NEPUD (Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı). (2013). Nükleer Güç Santralleri
ve Türkiye, Ankara: Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı.
NEPUD (Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı). (2015). “Ülkemizde Nükleer
Santral Projeleri”, İnternet Adresi: http://nukleer.gov.tr/index.php/nukleer-santralprojeleri Erişim Tarihi: 19.02.2015
NÜKLEER. (2014). “Nükleer Enerjinin Tarihçesi”, İnternet Adresi: http://www.nukleer.web.tr/
Erişim Tarihi: 19.02.2014
ORSAM. (2014). Uluslararası Toplumda Japonya ve Türkiye: İşbirliği ve Potansiyel, Ortadoğu
Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: Ortadoğu Stratejik Araştırmalar.
ÖZEMRE, Ahmed Yüksel. (2002). Ah, Şu Atomdan Neler Çektim!, 1.Basım, İstanbul: Pınar
Yayınları.
ÖZEMRE, Ahmed Yüksel, Ahmet BAYÜLKEN ve Şarman GENÇAY. (2000). 50 Soruda
Türkiye’nin Nükleer Enerji Sorunu, 2.Baskı, İstanbul: Kaknüs Yayınları.
RUBNER, Jeanne (2007). Das Energiedilemma, 1. Auflage, München: Pantheon Verlag.
SALEWSKI, Michael (1995). Das Zeitalter der Bombe, München: Verlag C.H. Beck.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
382
Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası Açılımını Global Veriler ve Almanya’nın
Nükleer Enerji Deneyimleri Bağlamında Değerlendirmek
STATISTA. (2015). “Number of nuclear reactors in operation as of October 2014, by country”,
İnternet Adresi: http://www.statista.com/statistics/267158/number-of-nuclear-reactors-inoperation-by-country/ Erişim Tarihi: 21.02.2015
SABAH. (2014). “Dünyanın Enerji Haritasını Toryum Değiştirecek”, İnternet Adresi:
http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2014/01/27/dunyanin-enerji-haritasini-toryumdegistirecek Erişim Tarihi: 07.03.2015
TABAK, John. (2009). Nuclear Energy, New York: Facts On File.
TAEK (Türk Atom Enerjisi Kurumu). (2009). “Nükleer Enerji Nedir?”, İnternet Adresi:
http://www.taek.gov.tr/nukleer-guvenlik/nukleer-enerji-ve-reaktorler/169-nukleerenerji/457-nukleer-enerji-nedir.html Erişim Tarihi: 19.02.2014
TAEK. (2015). “Tarihçe”, İnternet Adresi: http://www.taek.gov.tr/kurumsal/tarihce.html Erişim
Tarihi: 14.03.2015
TEMURÇİN, Kadir ve Alpaslan ALİAĞAOĞLU. (2003). Nükleer Enerji ve Tartışmalar
Işığında Türkiye’de Nükleer Enerji Gerçeği, Coğrafi Bilimler Dergisi, C.1, S.2, 25-39.
TR.EMB-JAPAN. (2015). “Türkiye Cumhuriyeti ile Japonya Arasında Stratejik Ortaklık
Kurulmasına İlişkin Ortak Bildiri”,
İnternet
Adresi:
http://www.tr.embjapan.go.jp/bultenler/2013_06/Text_Tr.pdf Erişim Tarihi: 10.03.2015
TURGUT, Kasım. (2011). “Neden Nükleer Enerji”, İdarecinin Sesi (Mart-Nisan 2011), S. 144,
62-65.
UĞURLU, Örgen. (2009). Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, 1.Baskı,
İstanbul: Örgün Yayınevi.
VİËTOR, Marcel. (2011). DGAP-Schriften zur Internationalen Politik "Energiesicherheit für
Europa" (Kernenergie und Erdgas als Brückentechnologien), 1.Auflage (1.Baskı), Berlin:
NOMOS Verlag
YARMAN, Tolga. (2011). Geçmişte ve Bugün Nükleer Enerji Tartışması, İstanbul: Okan
Üniversitesi Yayınları.
WIKIPEDIA. (2014c). “Henri Becquerel”, İnternet
wiki/Henri_Becquerel Erişim Tarihi: 21.02.2014
Adresi:
http://de.wikipedia.org/
WIKIPEDIA.
(2014a).
“Türkiye
Atom
Enerjisi
Kurumu”,
İnternet
Adresi:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_Atom_Enerjisi_Kurumu Erişim Tarihi:
17.02.2014
WIKIPEDIA.
(2014b).
“Europäische
Atomgemeinschaft”,
İnternet
http://de.wikipedia.org/wiki/Europ%C3%A4ische_Atomgemeinschaft Erişim
20.02.2014
Adresi:
Tarihi:
WIKIPEDIA. (2015). “P5+1”, İnternet Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/P5%2B1 Erişim
Tarihi: 04.03.2015
WNA. (2015). “World Nuclear Power Reactors & Uranium Requirements”, İnternet Adresi:
http://www.world-nuclear.org/info/Facts-and-Figures/World-Nuclear-Power-Reactorsand-Uranium-Requirements/ Erişim Tarihi: 05.03.2015
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384
383
Mehmet Hişyar Korkusuz –Ersoy Kutluk –Cahit Akın
HUKUKİ DÜZENLEMELER
Viyana ve Paris Sözleşmelerinin Uygulanmasına İlişkin Ortak Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun. (2005). T.C. Resmi Gazete, 5422, 2 Kasım 2005.
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun. (2007).
T.C. Resmi Gazete, 5710, 21 Kasım 2007.
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun
Kapsamında Yapılacak Yarışma ve Sözleşmeye İlişkin Usul ve Esaslar İle Teşvikler
Hakkında Yönetmelik. (2008). 13347, 19 Mart 2008.
384
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 4, Eylül 2015, s. 356-384