Bütün Menekşeler Annem Kokar

Transkript

Bütün Menekşeler Annem Kokar
MÜZEYYEN ENGİN ERİM
BÜTÜN MENEKŞELER ANNEM KOKAR
(BAŞKA YERDE BAŞKA BİR DÜNYA MI VAR?)
Oyun : 2 Perde
KİŞİLER:
________
BABA BEKİR : Meyhane sahibi. Dul. Yaşı altmışın üzerinde.
DOKTOR
: Mesleğini bırakmış alkolik kentsoylu. Kırk beş yaşlarında.
OSMAN
: Şoför. Otuzlarında, boylu boslu, eli yüzü düzgün, kentte büyümüş
halk çocuğu.
OKTAY
: Üniversiteli genç.
TIFIL
: Ufak tefek, zayıf, yaşı belirsiz, yarı kaçık, çok iri koyu renk gözleri
insanın içine bakan biri.
HAYRİ
: Ellilerinde, şişmanca, sevimli ve üçkâğıtçı görünüşlü.
SÜHEYLÂ
: On sekizinde. Saadet'in kızı.
SAADET
: Anımsanan kadın. Sahnede ilk kez yirmilerinde, sonra otuzunda,
ve son üç kez kırk üçünde görünecektir.
Oyun, Dostların Yeri diye bilinen şarap meyhanesinin arka odasında geçer.
BÜTÜN MENEKŞELER ANNEM KOKAR
BİRİNCİ PERDE
Perde açıldığında sahne karanlıktır. Önce rüzgârın uğultusu duyulur. Eşya yavaş yavaş
belirirken uğultu hafifler.
Seyirci gözüyle, karşı solda meyhaneyi ayıran iki kanatlı büyük kapı vardır. Karşı gerideki
eski tezgâh işlevini yitirmiştir. Önünde Baba Bekir’in sallanır koltuğu durur. Sağ duvara bir
müzik seti dayalıdır. Sahnenin ön sol köşesi, duvarları sarmaşıklı, kuyumsu avluya açılan
camekânın küçük bir bölümünü alır. Sağ gerideki kavisli merdiven, yukarıda Saadet’in
evine, aşağıda mahzene götürür. Birkaç şarap fıçısı, ince bacaklı iskemleleriyle geçmişten
kalma birkaç küçük yuvarlak masa belli başlı eşyadır. Duvarda asılı bir kadın portresinin
beyaz başörtüsü ile elinde tuttuğu gelincik demetinin kırmızısı loş ışıkta belirgindir.
Doktor girer. Meyhane kapısının her açılıp kapanışı arasındaki zaman aralığında
meyhanenin gürültüsü duyulur.
DOKTOR
Baba Bekir?... (Saçlarını yatıştırarak bakınır.) Neredesin yahu?... (Tezgâhta
aranır. Boş sürahiyi alarak kendisi doldurmaya kalkar. Yokladığı fıçılar boştur. Elleri titrer.)
BABA BEKİR (Mahzenden çıka gelir. Ayağı romatizmadan aksamaktadır.) Hoş geldin, Doktor!
DOKTOR
Neredesin, yahu?
BABA BEKİR Aradığın, burada! (Taşıdığı küçük fıçıyı tezgâha yerleştirir.) Denemek ister misin?
DOKTOR
(İstekli ve sabırsızdır.) Sorduğun şeye bak!
BABA BEKİR (İki bardağı doldurur.) Güzel şaraptır! Kutlanacak bir şey için saklamıştım.
DOKTOR
Dünyada kutlanacak ne kaldı?
BABA BEKİR Vardır... Vardıır! Buyur!... Sağlığına!... (Tadarlar.) Nasılmış?
DOKTOR
Bu şarabı açmanı kutlarım işte! (Mutludur. Bardağıyla birlikte masasına gider,
oturur.) Az önce tam panik yaşadım. Sen yoksun. Fıçılar boş...
BABA BEKİR Bugün erkencisin!
DOKTOR
Lodos attı. Sığınağa koşar gibi, bir an önce buraya kapağı atmak istedim.
BABA BEKİR Öyle! Dediğin gibi... Burası sığınaktır! (Doktor’un masasına dolu bir sürahi bırakır.)
DOKTOR
Sağ ol!
BABA BEKİR Kusura bakmazsan kapıyı kapayacağım. (Camekân kapısını kapatır. Uğultu
kesilir.)
DOKTOR
Ört, Baba, ört! Dışarıda fırtına ortalığı altüst ediyor. Burası sanki sakin bir liman!
İçerisi şimdiden dolu. Millet, rüzgârdan kaçan sinekler gibi meyhaneye doluşmuş.... Tabelân
kopmuş; haberin var mı?
BABA BEKİR Geceleyin lodos koparmıştır.
DOKTOR
Kapının üzerine sarkmış. Karanlıkta sarhoşlar kafalarını vuracaklar. Ben de
çarpabilirim.
BABA BEKİR Çocuğa söktüreceğim. Boyatalım diye başımım etini yediydi kerata; götürsün
boyatsın işte.
DOKTOR
Onun aklı fikri burayı sosyete meyhanesi yapmak.
BABA BEKİR Yaparlar, yaparlar... Bir gün yaparlar! Ama ben öldükten sonra! (Bardakları
parlatmaya girişir.) Hızlısın, Doktor; lodosta şarap kötü vurur.
DOKTOR
Tereciye tere satıyorsun şimdi.
BABA BEKİR ... Osman daha görünmedi.
DOKTOR
Tıfıl da yok; biraz da kafa dinleyelim, fena mı?
BABA BEKİR İkisini de merak ediyorum. Düşündüm de, Saadet’in ölümünden sonra onlarla
oyalanmışım... Bugün on yedi gün oldu!
DOKTOR
Günler, geçiyor!... Bir ölümü uzaklaştırıyoooor; bir başka ölümü yaklaştırıyor.
BABA BEKİR Yanına bir şey ister miydin?
DOKTOR
İstemem.
BABA BEKİR ... Bana en çok ne koyuyor, biliyor musun? Sessizlik! Tavanda Saadet’in ayak
seslerini arıyorum. Topuklu terliklerinin sesini.
DOKTOR
(Tavana bakar.) Yukarıyı bomboş düşünmek bana da inanılmaz geliyor. ... Belki
de işe çıkmıştır.
BABA BEKİR Osman mı?... Belki! Uyuyabildiyse tabii. Sonunda ev tuttu. Sırtı döşek gördü.
Uyumuştur İnşallah. O düşü sürekli görmeye başlayalı beni de korkuttu.
DOKTOR
Doktora görünmesi gerek. Ben kendisine söyledim.
BABA BEKİR Yahu, sen doktor değil misin?
DOKTOR
Doktor muşum!... Uyku ilâcı mı yazayım?... Düşü yeniden görmesinin, Saadet’in
ölümüyle ilintisi var. Ruh doktoruna gidecek.
BABA BEKİR Ruh doktoru, ha? Hani şu, istesen, kliniğinde sana içkiyi bıraktırtacak arkadaşın ruh
doktoru değil mi? Ona götürsene.
DOKTOR
Bana sorumluluk yükleme. Adresi veririm; isterse gider.
BABA BEKİR ... Saadet’in geride ko’duğu öksüzleri, Osman’la Tıfıl sanki. Öz kızının, anasının
ölümünden haberi bile yok. Tütüncüoğlu, liseyi bitiriyor diye, sınav zamanı diye, anasının
öldüğünü kızına söyletmemiş.
DOKTOR
Kendini babası yerine koyuyor. Doğru bildiğini yapıyor.
BABA BEKİR Babası geçinemez, deyyus! Kızı o büyüttüyse, karşılığını sonuna kadar aldı.
DOKTOR
Adama şimdi ne kızıyorsun?
BABA BEKİR Anasının öldüğünü duyurmamak olur mu, Doktor? Sen olsan, on üç yıl görmediğin
ananın yüzünü gömülmeden yetişip bir kere görmek istemez misin? Onu cenazeye
yollamalıydı.
DOKTOR
Hazır kızı anasının dünyasından uzak tuttunuz! Tabutun ardından Osman’la el ele
mi tutuşup gidecekti? Olacak şey mi, Baba Bekir?... On üç yıl oldu, ha?
BABA BEKİR ... Beş yaşında gitti... Şimdi on sekizinde.
DOKTOR
Saadet’in kızı!... Nasıl bir şey oldu acaba?
BABA BEKİR Onu dünya gözüyle bir daha görür müyüm acaba?
DOKTOR
Nasılsa çıkar gelir, merak etme. Mirasa kondu.
BABA BEKİR Mirası paraya çevireceklermiş. Hayri, bir vekâletnameyle her şey hallolur, diyor.
Tütüncüoğlu Süheylâ’ya başka bir yer alacakmış. Dediğin gibi, hazır uzakta büyüdü. Artık
buralara hiç gelmesin, daha iyi.
(Osman girer. Meyhanenin tabelâsı koltuğunun altındadır. Saçından kan sızmıştır.)
BABA BEKİR Osman?... Ne oldu kafana?
OSMAN
Kafama?... Tabelâ çarptı!
BABA BEKİR Durduğu yerde tabelâ adama çarpmaz; adam tabelâya çarpar. Gözü kapalı mı
gidiyordun?
DOKTOR
Çarptı diye alaşağı edivermiş; adamda boğa gücü var!
OSMAN
Asıldım, koptu; başkaları da çarpmasın.
BABA BEKİR Dur, dur, orada gene sen devirirsin. Şuraya yatır. Tezgâha yasla.
(Silikleşmiş tabelâda tokalaşan iki el ve “Dostların Yeri” yazısını seçeriz. Osman,
masadan uzağa çektiği bir iskemleye oturur. Baba Bekir yaraya bakar. Doktor
Tabelâyı inceler.)
DOKTOR
Bu pas içinde, yahu! Tetanos aşısı olman gerek.
OSMAN
Aşım var.
DOKTOR
Var mı?
OSMAN
(Camekâna gider. Duygusallıktan güçlükle konuşur.) Çivi battığı zaman Saadet
yaptırmıştı! ...Ben, Saadet’i geri istiyorum!
BABA BEKİR Tövbe! Tövbe! Böyle konuşma, oğlum; Allah’ın gücüne gider.
OSMAN
Allah’ın bana aldırdığı var mı?... Sevilenleri alıp duruyor; neden ona da “Sen
öldürdün!” diye bağıran yok?!... ...Bana da şarap ver.
BABA BEKİR Olmaz!
OSMAN
Ona veriyorsun ama.
DOKTOR
Ben ayyaşım. İçmeden duramam. Sen, içince duramazsın. Kudurursun.
OSMAN
Bana da bir şey olmaz.
BABA BEKİR Sana içirmeyelim diye, kendin tembihledin.
OSMAN
O eskidendi. Hep Saadet’i öldürmekten korktum. (İskemlesine oturur.) Şimdi birini
öldürmekten niye korkayım? Artık kim ölse vız gelir!
BABA BEKİR (İlk yardım kutusuyla Osman’ın yanına gelir.) Gözlerin kan çanağına dönmüş.
OSMAN
Dün gece, başımı yastığa kor komaz, gene o düşü gördüm. Bir daha da gözümü
yummadım.
BABA BEKİR (Yaranın bakımını yapar.) Ruh doktoruna gitmeliymişsin.
OSMAN
Doktor ne yapacak?
DOKTOR
Düşü neden gördüğünü bulacak.
OSMAN
(Baba Bekir’in dikkatli elleri altında gevşemiştir.) Ben anamı hiç bilmemişim. Ben
kadına on üçümde değdim... Donmaktan kurtarmış beni. Sobasında ateş yokmuş.
Koynuna almış. Ana gibi. Cayır cayır bir cennetteydim sanki, kocası çıka geldi. Ayağımdan
çekip yere fırlattı; kadını dövdü... O gece, ben yerde pösteki üstünde yattım. Herif kadının
koynunda uyudu... O düşü ilk o gece gördüm. Adamı öldürmüşüm!
BABA BEKİR (Doktor’a) Düşü neden gördüğünü biliyor!
OSMAN
Büyüdüğümde o yüz silindi, ölüyü tanımaz oldum; ama ne zaman kadına gitsem,
gördüm o düşü.
BABA BEKİR Saadet’leyken?
OSMAN
Yoo! Hiç görmedim.
BABA BAKİR (Doktor’a) Şimdi neden görüyor?
OSMAN
Şimdi neden görüyorum? Saadet beni başkası için bırakmadı ki! Onu Tanrı aldı
elimden. Hınçlanacak kim var?
BABA BEKİR Düş, bu be canım! Aynı gece kırk kez görsen, gene düş! Uyu sen, uykunu almaya
bak. Allah korusun, o sürdüğün taksinin içinde her can sana emanet.
OSMAN
(Yüzünden bir gülümseme geçer.) Tıfıl, deliksiz uyudu... Bayram bebesi gibi,
pabuçları koynunda yattı! Dün evi temizleyince hamama gittik. Ona yeni giyim düzdük.
BABA BEKİR İyidir, sevaptır. Nerede? Gene mi suya savuştu?
OSMAN
Başka nereye olacak?
DOKTOR
Bu lodos onu o burundan denize uçurur yahu.
OSMAN
Bana da şarap ver.
BABA BEKİR Oğlum!...
OSMAN
Bırak içip sızayım.
BABA BEKİR (Verecekken vazgeçer.) İçme be Osman, sonu kötü olur... Ben biliyorum. İçme.
OSMAN
Ben Saadet’i geri istiyorum. (Uyuklar.)
BABA BEKİR (Osman’ı omuzundan sarsar.) Git içeri, benim yatağımda yat.
OSMAN
Yatağa girmem.
BABA BEKİR Uyukluyorsun.
OSMAN
Başımı yastığa kor komaz o düşü görüyorum.
BABA BEKİR Bari masaya yaslan da uyukla. Kafan düşüp duruyor.
OSMAN
Uyumak istemiyorum!
(Baba Bekir bardak parlatma işine döner. Osman uyuklar. OKTAY girer. )
OKTAY
Merhaba!
BABA BEKİR Hoş geldin!
DOKTOR
Merhaba, Oktay!
OKTAY
Dışarıda lodos fırtınası var.
DOKTOR
Haberimiz var.
BABA BEKİR Baksana, tabelâyı sökmüş koparmış.
OKTAY
Vay be! Ne fırtına ama... (Baba Bekir’e) İçeriden seni istiyorlar, Baba!
BABA BEKİR Öyle mi?... Duymadım. Ne yapacaklarmış beni?
OKTAY
Kavga var. (Tabelâyı gösterir. Alay eder.) Dostların yeri!
BABA BEKİR Öyledir. Dostların yeridir. Demek sen farkında değilsin.
OKTAY
Bu arka oda başka. Buraya ulaşınca, öyle.
(Baba Bekir meyhaneye geçer. Oktay müzik setinin önüne oturur.)
OKTAY
Hâlâ kulaklarım uğulduyor.
(Salonu birden Bach’ın müziği doldurur. Oktay sesi ayarlar. Doktor’la dinlerler...
Osman iskemlesinden düşer. Dönüp ona bakarlar. Osman bir şey olmamış gibi kalkar.
Kendine bir sürahi şarap doldurur. Bir bardak alıp masasına döner. Oktay müziği kısar,
hoparlörlerin arasına gömülür. Tıfıl girer. Doktor’un karşısında yeni giysilerini gösterir.)
DOKTOR
Gerçekten bayram bebesine benzemişsin, Tıfıl. Hepsi de çok güzel. Güle güle giy.
OSMAN
(Tıfıl’a seslenir.) Buraya gel!... (Tıfıl yanındaki fıçıya oturunca) Söyle bakalım,
suda ne gördün?
TIFIL
Hiiiç... Akıyor... Akıp gidiyor...
OSMAN
Su bu, ulan, elbet akıp gidecek. Ne varmış suda bakacak? Şu yaptığına bak! Hani
yanımdan gitmeyecektin?
TIFIL
Sen gelmedin.
OSMAN
Yediriyorum, içiriyorum, giydiriyorum...
TIFIL
Uşağın mıyım?
OSMAN
Arkadaşım, değil misin?
TIFIL
Arkadaşınsam...
OSMAN
Beni yalnız bırakma.
TIFIL
O zaman, sen de ben’le gel!
OSMAN
Gelemem... Bu lodos içimi dışıma savuruyor. Sen yanımdan gitme... Saadet nasıl
gitti gelmedi, sen de gelmezsin.
TIFIL
Korkma.
OSMAN
Ben Saadet’imi geri istiyorum.
TIFIL
(Fıçıdan atlar.) Unuttun mu? Saadet öldü.
OSMAN
Tanrı’m, ben Saadet’imi geri istiyorum. Geri istiyorum!
TIFIL
Çağırma. Çağırma. Burda çağırma... Gel gidelim.
OSMAN
Nereye? Suya bakmaya mı? Belki yüz kere gittik! Suda bir şey yok.
TIFIL
(İnancını yitirmiş birine bakar gibi bakar.) Yok ha?... (Gitmeye kalkışır. Meyhanenin
kapısını açar, duraklar.)
OSMAN
Allah’ın cezası! Kapat şu kapıyı... Kapat dedim sana! (Tıfıl kapıyı kapatır. Doğru
Oktay’ın yanına gider. Hoparlörün arkasına büzülür.) Şuraya sığınmışım...
DOKTOR
Sevinince suya koşuyor. Üzülünce, alay edilince, kızdırılınca, dövülünce suya
koşuyor... Tıfıl! Ne var suda? (Oktay da doğrulur, dinler.) Ne görüyorsun? Bize de söyle.
(Tıfıl susar.)
OKTAY
Belki de bütün düşlediklerini o akıp giden suda görüyor.
TIFIL
Akıyor... Akıp gidiyor.
OKTAY
Adı üstünde. “Akıntı Burnu” orası!
TIFIL
Suyun aktığını göremez o...
DOKTOR
Kim?
TIFIL
Saadet!
OKYAY
İşe bak! Suya bakmakla yaşamayı bir tutuyor!... Suya bakarken yaşadığını mı
duyuyor?
OSMAN
Tıfıl, buraya gel!
TIFIL
Burda, dinliyorum.
OSMAN
O meretin sesi, her yerden duyulur! Akşama karnın acıkacak ama!... (Oktay
kulaklığını takıp müziğin sesini keser. Tıfıl’a git işareti yaparak Tıfıl’ı Osman’ın yanına
yollar.) Niye yanımda durmuyorsun? Baksana! Onların keyifleri yerinde. Her uykuya
daldılar mı, kendilerini bir cesedin başında bulmuyorlar. Karanlığın içinde kanını donduran,
“Sen öldürdün!” diyen o sesi duymuyorlar. Onlar tatlı uykudan, kuduz köpeğin sudan
ürktüğü gibi ürkmüyorlar. Sen benim yanımda dur. Başkalarıyla konuşamıyorum, Tıfıl.
Gözlerinden yol bulamıyorum; bütün gözler geçitsiz!... (Birden bağırır.) Buraya bakın!
Bana, bana! Yüzüme bakın. (Doktor’la Oktay, şaşkın, Osman’a bakarlar.) Gördün mü?
Sanki tepemde bir yere bakıyorlar. Bütün gözler geçitsiz!
(Doktor, Oktay’a aldırma işareti yapar. Bir süre sessizlik olur. Tıfıl birden ayağa
kalkar, tavanı dinler. Baba Bekir girer.)
OSMAN
Baba Bekir! Işığı yak. Bu karanlık boğuyor beni. (Baba Bekir ışıkları yakar.
Osman’ın başına dikilir.) Uslu uslu içiyorum. Sen bir sürahi daha ver.
DOKTOR
Tadından anlamayanla, bu güzelim şaraba yazık ettirme...
OSMAN
En iyisinden!
BABA BEKİR Yeterince içmişsin! (Sürahiyi alır.)
OSMAN
Yetmedi. Sızdım mı? Bak, gözlerim fal taşı gibi. Fal taşı gibi, değil mi, Tıfıl?
BABA BEKİR Sana başka şarap yok.
OSMAN
Öyleyse kafama bir odun vur, sızayım. Sızmadan burdan gitmem.
BABA BEKİR İstediğin kadar otur.
OSMAN
Sıkıysa at dışarı. Meyhaneyi kafana deviririm.
BABA BEKİR Burası meyhane değil. Burası benim evim. Git o zaman, içeride, meyhanede
zıkkımlan.
OSMAN
Nereden senin evin oluyormuş? Saadet’in evi! Burada hepimiz onun konuğuyuz...
(Ağlamaklı) Saadet nerede, peki?
TIFIL
(Baba Bekir’in kolunu çekiştirir.) Geldi.
BABA BEKİR Ayağıma dolanma.
TIFIL
Dediğini yaptı.
BABA BEKİR Bir sen eksiktin başımda.
TIFIL
(Tavanı gösterir.) Hortladı... Hortladı, geldi. (Osman’a) Çağırdın onu. (Doktor’a)
Ona, “Çağırma!” dedim!
(Tedirgin sessizlik!... Hayri girer.)
HAYRİ
(Ağzı kulaklarındadır.) Herkese merhaba! (İlgi bekler.)
BABA BEKİR (Ters) Hoş geldin.
DOKTOR
Hangi rüzgâr attı seni, Hayri?
HAYRİ
Vallahi, Doktor’cuğum, dışarıdaki rüzgâr değil! Bir rüzgâr ki... Nasıl desem...
Nasılsınız bakalım? Nasılsın Baba Bekir?
BABA BEKİR İyiyim. Sen nasılsın?
HAYRİ
Vallahi, yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür!... (Sokulur.) Osman nasıl?
BABA BEKİR Belli olmuyor. Kâh iyi, kâh kötü.
HAYRİ
Eeee, oynatmış bir hali yok! Bana öyle dediler.
BABA BEKİR Millete lâf gerek.
HAYRİ
Tabutun arkasından burnunu çeke çeke bir gidişi vardı. İnsan kimseye böyle
bağlanmamalı. Neyse ki herif kadından yana şanslı doğmuş. Ona bir karı buldum; dört
dörtlük...
BABA BEKİR Şimdi sözünü etme. İçkili.
HAYRİ
İçsin, içsin! Başka nasıl avunacak biçare? (Osman’ın yanına gider.) Merhaba
dedik; sen arkanı dönüyorsun. Bir hal hatır sormak yok mu?
OSMAN
Ne sorayım? Domuz gibisin.
HAYRİ
Sen nasılsın?
OSMAN
Görüyorsun.
HAYRİ
Şu senin rüyayı yeniden görmeye başlamışsın, doğru mu?... Senin derdinin çaresi
belli, be Osman. Saadet’in koynunda dokuz yıl mışıl mışıl uyudun. Hiç rüyalarından
yakındın mı? Tez elden başka bir kadının koynuna girmeye bakacaksın. Başka yolu yok
bunun.
OSMAN
(Kızmadan) Def ol git başımdan.
HAYRİ
Dur be dostum, dur be dostum. İnsan dostunu böyle tersler mi?
OSMAN
Sen benim dostum değilsin.
HAYRİ
Dostunum!
OSMAN
Beni evimden attın; Saadet’ten koklamak için bir mendil saklamama izin vermedin.
HAYRİ
Ben de emir kuluyum, be Osman. Yukarıya kilit vurdumsa, Tahsin Bey’in yap
dediğini yaptım.
OSMAN
Beni köpek yavrusu gibi sokağa attın.
HAYRİ
Sana canım kurban. İstediğin, ev olsun. Evin hazır. Evin de hazır, ev sahiben de
hazır.
OSMAN
Ben kendime ev tuttum.
HAYRİ
Anlamadın. (Cüzdanından bir fotoğraf çıkarır.) Şu hatuna bir bak! Lokum! Lokum!
Ev sahiben olacak kadın bu işte! (Osman fotoğrafı iter.) Karı, fotoğrafını gördüğünden beri
sana vurgun. Bu da artık durulmak isteyen eski hovardalardan! Az biraz geçkince; Saadet
gibi taze kalmamış. (Gerçek bir üzüntü ile) Ama Saadet gibisi dünyaya zaten bir daha
gelmez. (Osman birden Hayri’yi yakasından kavradığı gibi kaldırır, tartaklar.) Kızma! Elçiye
zeval olmaz. Yapma. Bunca yıllık hukukumuz var.
OSMAN
(Yetişen Baba Bekir’in hiç yüzüne bakmadan tane tane, sakinmiş gibi konuşur.) Yok
et bu pezevengi gözümün önünden elimden bir kaza çıkacak.
BABA BEKİR (Hayri’yi uzaklaştırır.) Sana içkili demiştim.
HAYRİ
Bu ayıyı nasıl uzaklaştıracağız buradan peki?
BABA BEKİR Hayri?... Senin dilinin altında bir şey var.
HAYRİ
Var!... (Önce bir bardak alır. Kendine şarap doldurur.) Bomba gibi bir haberim var.
(Tavandan, Oktay’dan başka herkesin duyduğu bir gürültü gelir. Osman ayağa
fırlar. Tıfıl birinden ötekine koşar.)
OSMAN
Evde biri var. Kim?
TIFIL
Hortladı! Hortladı! Hortladı!
HAYRİ
Ne hortlağı, ‘lan teres... Yukarıya, Saadet’in kızını getirdim. (Şarabını dikip içer.)
OSMAN
Kızını mı?
BABA BEKİR Süheylâ’yı mı?
HAYRİ
Tütüncüler’in büyük oğluyla bugün yazıhaneye geldiler.
BABA BEKİR Saadet’in öldüğünü?
HAYRİ
Benden öğrendi. Şimdi yukarıda.
BABA BEKİR Buraya nasıl getirirsin?
HAYRİ
O istedi!... Kız reşit! Üstelik ağzından çıkanı dinletiyor; anasının modeli! Anasının
yaşadığı yerde bir süre kalmak istedi. Apar topar kalktık geldik. Tek başınadır, göz kulak
olmak gerekir, haberin olsun istedim. Ama ona görünmen mi daha iyi, hiç görünmemen mi,
artık orasını sen kestir.
OSMAN
(Yavaş yavaş Hayri’ye yaklaşmıştır.) Bana baksana sen. Saadet’in kızı ne demek?
HAYRİ
(Osman, eline düşmüştür. Tadını çıkarır.) Sahi, bu, Saadet’in kızını bilmez...
Basbayağı kızı işte! Tek mirasçısı!
OSMAN
Şimdiye kadar neredeydi bu kız?
HAYRİ
Saadet, hiç Tütüncüler’den söz etmedi mi sana?... Kızını onlara büyüttürdü.
Bedavadan değil amma, uğruna su gibi para döktü. (Sevecen) Senin paracıklarını, Osman!
OSMAN
Kimin bu kız?
HAYRİ
Ne demek kimin?
OSMAN
Kimden? Babası kim?
HAYRİ
Vallahi, bilen varsa beri gelsin.
BABA BEKİR (Araya girer.) Saadet’in ölen kocasından!
HAYRİ
Nüfus kâğıdı öyle.
BABA BEKİR Meşru kızı.
HAYRİ
Meşru, meşru, hiç merak etme.
OSMAN
(Baba Bekir’e) Demek çocuktan haberin vardı... (Doktor’a) Sen de biliyor
muydun?.. Peki Saadet bana niye söylemedi?... Çocuğunu benden niye gizlesin? Bu kötü
bir şey mi?
HAYRİ
Kendine baba mı dedirtirdin?
OSMAN
Derdi. Neden demesin?
HAYRİ
Evlendirme memurunun önünde imzaları attığınızı bilmiyordum.
OSMAN
Bütün iş imzada mı? O benim karım değil miydi? Başımın tacı değil miydi? Kızını
da başıma taç etmez miydim? Bir kızı olduğunu benden niye gizlesin?
HAYRİ
Saadet, ciğerini okumuştur, oğlum. Kız şimdi sana evlât değil, karı olacak yaşta.
BABA BEKİR Hayri! Lâfına dikkat etmiyorsun! Alıp veremediğin ne, Osman’la?
OSMAN
Sen Saadet’i tanımamışsın.
HAYRİ
Aaaa! Tabii! Ben Saadet’i hiç tanımam. Nereden tanıyacağım onu? Taa cıvalı
günlerinden elinden tutanı ben değilim!
BABA BEKİR Hayri, yeter! Zırvalıyorsun.
HAYRİ
Peki, zırvalıyorum. Zaten oldum olası lâfımı ağzıma tıkarsın. Ne haliniz varsa
görün, haydi, eyvallah... (Çıkarken) Yarın geleceğim! Kız yukarıda. Size emanet! (Çıkar.)
TIFIL
Hortladı...
OSMAN
Hortlak falan değil, Tıfıl, kızıymış!... Saadet’in bir kızı varmış, sen de biliyor
muydun?
BABA BEKİR Bilir, bilir... Tıfıl bilir, Saadet’in kızını. Yukarıya Süheylâ gelmiş! Bilmez olur mu?
Şu merdivenden inerdi. Elinden tutar, bayrama götürürdün. Kırmızı entarili küçük kız! Kıvır
kıvır saçlı. Ulan, hani, dizine oturtur, leblebi şekeri yedirirdin. Süheylâ’yı nasıl
hatırlamazsın?
TIFIL
(Anımsar. Sevinir. Koşup Oktay’a haber verir.) Süheylâ gelmiş! Süheylâ gelmiş!
OKTAY
(Kulaklığını çıkarır.) Süheylâ da kim?
TIFIL
Bilmiyor musun?... Süheylâ!... Küçücük... Kız çocuk. Yüzüne bak. Yüreğin titrer.
Çok seveceksin. (Koşarak çıkar.)
OKTAY
Ne diyor bu?
DOTOR
Yukarıya Saadet’in kızı gelmiş!
OKTAY
Eee, küçücük, diyor?
DOKTOR
Tıfıl bu! Çocuğun büyüyeceğini düşünemiyor.
OSMAN
(Aranır.) Tıfıl!... Nerede bu? Gene mi savuştu? (Kendine şarap koymak için
kalkar.)
BABA BEKİR Osman, çok olur, içme.
OSMAN
Sen sızmazsam kork, Baba Bekir. (İçeri giren Tıfıl’a) Kapıyı kapa. Geberteceğim
seni. O kapıyı açık tutmayacaksın!... Gel otur!... Gene savuştun gittin sandım... Bekle.
Lodos dinsin, suya bakmaya gideriz
TIFIL
Arkadaşım mısın; değil misin?
OSMAN
Arkadaşınım. Söz! Hele bir rüzgâr dinsin... Bu lodos içime işliyor. Sanki bir
kabuğum vardı da düştü. Rüzgâr taa içime üflüyor.
OKTAY
(Camekân kapısını açar.) Bu koku ne Baba Bekir?
BABA BEKİR (Yanına gelir.) Gece sefaları.
OKTAY
Ne güzel kokuyorlar.
DOKTOR
(Yanlarına gelir. Yukarılara bakar) Yeşil bir kuyu gibi burası.
OKTAY
Ağaç gövdelerine bak! Sarmaşık gibi, yalnızca boy atmaya bakmışlar.
DOKTOR
Canlıların güneşe ulaşma çabası...
OSMAN
Baba Bekir, kapıyı kapat, rüzgâr giriyor!
OKTAY
(Kapıyı kapatır.) En iyisi ben gideyim. Tımarhaneden farksız bugün burası... İyi
akşamlar hepinize!
BABA BEKİR Sana da oğlum.
DOKTOR
İyi akşamlar.
OKTAY
(Kendisiyle kapıya kadar giden Tıfıl’a) İyi akşamlar, Tıfıl! (Tıfıl, Oktay’ın ardından
kapıyı kapatır.)
OSMAN
Akşam mı oldu?
BABA BEKİR Karanlık basıyor.
OSMAN
(Camdan, avluya bakar.) Peki bu avludaki aydınlık ne? Yukarıda ışık mı yakmış?
TIFIL
Saadet!
OSMAN
Kızı, Tıfıl, kızı!... Saadet’in kızı şuracıkta! O şuracıkta, ben burada elim kolum bağlı
duruyorum. (Kapıya gider.)
BABA BEKİR Nereye gidiyorsun?
OSMAN
Belki görürüm. Pencere açar, dışarı çıkar, lâf atan olur. Kapısında bekleyeyim.
BABA BEKİR Bir delilik etmeyesin. Kızı korkutma.
OSMAN
Kapısını mı çalacağım sandın? Sen kimsin deyince, ne derim?
BABA BEKİR (Tıfıl’a) Sen de git.
(Osman’la Tıfıl, çıkarlar.)
BABA BEKİR İçkili olmayaydı...
DOKTOR
Aklı başında, merak etme. Kudurmadı... Ne o? Sen yerinde duramıyorsun.
BABA BEKİR Daha bugün, onu dünya gözüyle bir daha görebilecek miyim, diyordum. Bak şu
Allah’ın işine. Çıktı geldi!
DOKTOR
Kıza bu düşkünlük de nereden çıktı şimdi? Onu buradan yollatan sendin. Saadet’i
razı etmek için az dil dökmedin.
BABA BEKİR Çocukluk bitiveriyor, Doktor. Bir daha kimse geri getiremiyor. Süheylâ da öteki
çocuklar gibi özleyeceği bir çocukluk yaşasın istedim... Saadet onu çok hırpalardı. Burada
koca koca adamlara analık etti ama, bilmem neden, kendi kızı onu çileden çıkarırdı.
DOKTOR
Baba Bekir... Süheylânın babası kim?
BABA BEKİR Bilmiyorum.
DOKTOR
... Sen olabilir misin?
BABA BEKİR Saadet’in en kötü günleriydi. Önüne gelenle düşüp kalkıyordu. Böyle bir umuda
bağlanmam delilik olurdu. Hem babası kim, önemli mi, Doktor? Saadet’in kızıydı o!
DOKTOR
(Şakalaşır.) Yoo, bak, babanın bilinmesinin, tıpta önemi vardır. Dinler önem vermiş.
Hukuk önem vermiş. İnsanlık tarihinde bu iş bilindiğinden beri, toplum, babayı belirlemeyi
savunmuş! (Susar. Ciddileşir...)
BABA BEKİR Keşke Hayri’ye gitmeselerdi. O densiz, kıza her şeyi anlatmaya kalkar.
DOKTOR
Her şey, öyle damdan düşer gibi anlatılmaz. Merak etme... Hadi, ben tam
kıvamımdayım; biraz da kulüpte oyalanırım. (Tavandan gelen sesle Baba Bekir merdivene
yönelir.) Yahu, Baba Bekir, sen bayağı heyecanlandın.
BABA BEKİR Anasının evine bir başına çıkıp gelmesi neye alâmet, Doktor?
DOKTOR
(O da yukarıyı dinler.) Kızcağız korkacak. Bu lodosta şimdi o evin her bir yanı ayrı
gıcırdıyordur.
BABA BEKİR Niyeti ne acaba? Merdiven kapısını mı arıyor? Ne dersin?... Buraya inmeye mi
çalışıyor? Hatırlıyor olabilir mi? Bak, bak, bak! Dolabı çekiyor sanki... Anahtarı kayıptı.
Hayri, “Önüne dolabı çektim,” demişti.
(Kapının açıldığı duyulur.)
DOKTOR
Evet!... Kapıyı buldu!
(Süheylâ merdivende görünür. Basamakları ağır ağır iner. Birkaç basamak kalınca
durur. Görünümü, varlıklı sınıf çocuğudur. Uzun saçlarını at kuyruğu tutturup salmış, kot
pantolonu ve açık renk blûzuyla tertemiz, çok sade bir kızdır.)
SÜHEYLÂ
(Çekingen ve umutlu) ...Bekir Baba?
BABA BEKİR Süheylâ!...
SÜHEYLÂ
(Coşkuyla koşarak sarılır.) Bekir Baba!
BABA BEKİR Süheylâ!...
SÜHEYLÂ
Beni tanıdın!...
BABA BEKİR Hayri seni getirdiğini haber verdi. Ne kadar büyümüşsün!... Koskoca hanım
olmuşsun!
SÜHEYLÂ
Sen hiç değişmemişsin!
BABA BEKİR Doktor’a merhaba demeyecek misin?
SÜHEYLÂ
Siz... Çantalı Amca’sınız!
DOKTOR
Taa kendisi! Hoş geldin, Süheylâ! Ne güzel bir genç kız olmuşsun!
SÜHEYLÂ
Büyüdüm!... (Çevreye bakınırken portreyi görür.) Gelincikli Kadın!... Demek
buradan anımsıyormuşum. Bu tabloyu resim kitaplarında çok aradım. Bu kadar küçük
değildi burası. Kocaman bir yerdi. Masalar, iskemleler, karanlık, insanlar, duman...
BABA BEKİR Meyhaneyi hatırlıyorsun. O, şu kapının arkası. Artık kapıyı kapalı tutuyoruz.
(Süheylâ’yı durdurur.) Dur, dur... Oraya gidemezsin.
SÜHEYLÂ
Bakamaz mıyım?
BABA BEKİR Hayır, olmaz. Küçücük kız çocuğu değilsin artık. İçeride bir sürü sarhoş var.
DOKTOR
Aman o kapıda hiç görünme; yoksa herkes buraya dalmak için bahane arar.
BABA BEKİR Gel, otur, otur anlat. Yemek yedin mi? Sana bir şey getireyim mi?
SÜHEYLÂ
İstemem, sağ ol!
BABA BEKİR Okulun bitti mi?
SÜHEYLÂ
Bitti.
BABA BEKİR Geçmişsindir. Hep iftihardaymışsın.
SÜHEYLÂ
İkincilikle bitirmişim.
BABA BEKİR Aferin, güzel kızım!
SÜHEYLÂ
Birden, önemi kalmadı. Annem ölmüş!
BABA BEKİR ...Başın sağ olsun, kızım...
SÜHEYLÂ
Senden de duyunca inanmam gerekiyor. Annem ölmüş!... En değerli varlığım!...
Yitirmişim; üzülemiyorum... Aksine, bana pis bir oyun oynanmış gibi içimde yalnızca acılık
var. Aslında ben onu daha çocukken kaybettim. Yüzü bile silindi. Gözümün önüne
getiremiyorum.
BABA BEKİR Nasıl olur?
DOKTOR
Bizleri, burayı hatırlıyorsun.
SÜHEYLÂ
Bilmiyorum. Belki ayrılmak çok güçtü; onun için unutmak istedim. Tütüncüler bana
babamın öldüğünü, annemin gelip beni alıncaya kadar onlara emanet ettiğini söylediler.
BABA BEKİR Bu, doğru!
SÜHEYLÂ
Reşit olmadan annemi aramamaya yemin ettirdiler!... Ben reşit olalı üç ay oldu.
BABA BEKİR Vakitsiz öldü, yavrum. Çok gençti. Daha kırk üç yaşındaydı.
SÜHEYLÂ
Trafik kazasıymış!... Çok fakir olduğumuzu sanıyordum. Hayri Bey, önüme banka
cüzdanları, tapular koydu. “Hepsi senin,” dedi.
BABA BEKİR O sonradan edinilmiş varlık.
SÜHEYLÂ
Reşit olur olmaz annemi görmeye çalışsaydım, onu tanıyabilecektim... Geciktim!
Bizi neden ayırdılar, Bekir Baba? Neden bana annemi yasakladılar?
(Sessizlik olur... Kapıya vurulur.)
BABA BEKİR Geliyorum! Geliyorum!... Beni istiyorlar... Şimdi dönerim. (Acele çıkar.)
SÜHEYLÂ
(Çevresini inceler. Göstererek) Bu ne?
DOKTOR
Meyhanenin kopan tabelâsı.
SÜHEYLÂ
İnsanlar solak!... Baksanıza sol elleriyle tokalaşıyorlar! (Bakınır.) Gerçek işte!...
Hepsi gerçek! Anımsadıklarım, burayla ilgili her şey öylesine belirsizdi ki, kendi kendime
uydurduğumdan korkuyordum... Öğretmen çıkacak, annemi yanıma alacaktım... Hiçbir
şeyin önemi kalmadı.
DOKTOR
Süheylâ? Bir şey sormak istiyorum. Neden annenin öldüğünü öğrendikten sonra,
öldüğünü bildiğin halde, kalkıp buraya geldin?
SÜHEYLÂ
Ben buraya annemi tanımaya geldim. Madem bir kere annemi aramaya kalkıştım...
Artık ölmüş de olsa onu bulacağım.
(Baba Bekir’le Tıfıl, Osman’ı iki kolundan tutmuş, içeriye sokarlar. Osman ellerinden
kurtulmaya çalışır.)
OSMAN
Yatağa girmem.
BABA BEKİR İçeride de içmiş!...
SÜHEYLÂ
Bu kim?
DOKTOR
Osman.
SÜHEYLÂ
(Gözlerini Osman’dan ayırmaz.) Osman bu mu?
BABA BEKİR Süheylâ, sen yukarı çık, kızım, yarın inersin. (Osman’ı masasına oturtmaya çalışır.)
TIFIL
Hani, Süheylâ? Nerde?
BABA BEKİR İşte!
OSMAN
(Süheylâ’yı düşle gerçek karmaşası içinde görür.) Saadet?... (O da gözlerini
Süheylâ’dan ayırmaz.)
DOKTOR
İşte o; Süheylâ!
TIFIL
Değil, değil, değil. O değil!
OSMAN
(Süheylâ’ya doğru yürümeye çalışır.) Saadet?..
BABA BEKİR (Bir yandan Osman’a destek olur.) Durma, Süheylâ! Durma kızım burada, hadi.
DOKTOR
Gitsen daha iyi!
TIFIL
(Osman’a) Sakın, sakın!...
(Osman, önünü kesen Tıfıl’ı yana savurur. Doktor yardıma koşar. Süheylâ
merdivene geriler. Osman dizleri üzerine düşer.)
OSMAN
Gitme!... Neden kaçıyorsun? Gitme!... (Süheylâ birden koşarak yukarıya kaçar.)
Kaçtı!... Neden benden kaçtı?
DOKTOR
Korkuttun da ondan! Saadet’in kızıydı o! Saadet değil.
OSMAN
(Çok yavaş) ...Hiç Saadet olur mu?... Saadet öldü!... (Kendini yere bırakır. Devrilip
yatar.)
TIFIL
Süheylâymış! Süheylâ şu kadarcık çocuk bir kere. Kıvır kıvır saçları var. Gelsin;
bayrama gideceğiz. Çok param var, bak!... Bak!...
BABA BEKİR Yardım et, Doktor. Şunu yatıralım. Tıfıl, kapıyı aç!
DOKTOR
Sonunda sızdı mı?
OSMAN
(Yattığı yerden) Hayır! (Yardımla ayağa kalkar.) Yatağa girmem!... Tıfıl, beni
arabaya götürsün! Kapısında dururum. Nöbet tutarım.
BABA BEKİR Araba nerede?
TIFIL
Kapısında!
OSMAN
(Tavana bakarak) Kızı!... Saadetin emaneti bana!... O benim şifam!... (Tıfıl’la
çıkar.)
DOKTOR
(Gitmeye davranır. Kapıya vardığında) Buraya annesini tanımaya gelmiş! Haberin
olsun!
BABA BEKİR (Yalvarırcasına) Onunla sen konuş! Neyi, nasıl anlatacağını bilirsin.
DOKTOR
Yoo, bana sorumluluk yükleme. Kıza neyi nasıl anlatacağını sen düşün. Nasıl olsa
babası ben olamam! O sırada askerdeydim. (Şakasına Baba Bekir’den yanıt gelmeyince
çıkar.)
(Baba Bekir, sallanır iskemlesine oturur. Bıyıklarını yiyerek duvardaki kadın
portresine bakarken... Işıklar söner.)
(Sahne yavaş yavaş aydınlanır. Ertesi gündür. Sabahtır. Süheylâ camekâna
dayanmış avluya bakmaktadır. Hayri, merdivenlerden sessizce iner.)
HAYRİ
Günaydın!
SÜHEYLÂ
(Sıçrayarak döner.) Siz nereden çıktınız?
HAYRİ
Yukarıdan geldim! Dolabı yerinden çekmişsin. Burada olduğunu anladım.
SÜHEYLÂ
Yukarıya nasıl girdiniz?
HAYRİ
Bende anahtar var. Kapıyı açmayınca merak ettim. Allah korusun; korkuttun beni.
SÜHEYLÂ
O anahtarı bana verir misiniz!
HAYRİ
Hep bende dururdu.
SÜHEYLÂ
Lütfen!
HAYRİ
(Süheylâ’nın kesin tavrı karşısında bozulur.) Al bakalım. Madem istiyorsun... Ne
yapıyorsun burada?
SÜHEYLÂ
Bekir Baba’yı bekliyorum. İçeride işi var.
HAYRİ
Annenin yatağında yatmışsın. Odada hâlâ kokusu duruyor. Gördüğüm en güzel
yatak odası, onunkidir. Mirasyedi oğluyumdur, beni yabana atma; güzellikten anlarım. Seni
şöyle bir boğaza götüreyim istedim. Güzel bir yemek yedirirdim. Ama lodos dinmedi.
Burada sıkılacaksın
SÜHEYLÂ
Sıkılmam. Yapacak işim var. Bir yatak örtüsü örüyorum. Annem başlamış; onu
ben bitireceğim.
HAYRİ
Yatağın üzerinde gördüğüm o mu? Hem de dantel işi! Deliye pösteki saydırmak,
kız! Hadii, o güzel gözlerine yazık. Ben seni gezdiririm. Hele şu lodos dinsin. Bak sana ne
getirdim. (Süheylâ’ya elindeki fotoğraf albümünü verir.)
SÜHEYLÂ
(Hevesle oturur. Albüme bakar. Düş kırıklığı!) Bunların hepsi benim fotoğraflarım.
HAYRİ
Çocukluğundan bugüne Tütüncüoğlu’nun yolladığı bütün fotoğraflar!
...Tütüncüoğlu’na burada olduğunu haber verdim. Vermesem olmaz; bunca yıllık
hukukumuz var. Zaten Yücel de haber vermiş.
SÜHEYLÂ
Ne dedi?
HAYRİ
Benim sorumluluğum bitti, ne isterse yapsın, dedi.
SÜHEYLÂ
...Annemle birlikte bir fotoğrafımız yok mu?
HAYRİ
Bende yok. Yukarıda da yoktur. Senin varlığını Osman’dan gizlemişti.
SÜHEYLÂ
Osman’ı dün gördüm.
HAYRİ
Dün sarhoştu o!
SÜHEYLÂ
Zaten Bekir Baba konuşturmadı. Beni yukarıya yolladı.
HAYRİ
İyi etmiş. Marazlı heriftir, bu Osman. Annen öldüğünden beri devamlı bir rüya
görüyor. Eskiden de görürmüş. Kendini, öldürdüğü bir adamın ölüsü başında duruyorken
görüyor. Aynı rüyayı göre göre birisini gerçekten öldüreceğine inanmış artık.
SÜHEYLÂ
Ne korkunç!
HAYRİ
Ondan uzak dur. Ne sormak istiyorsan, bana sor. Sor, anlatayım.
SÜHEYLÂ
Osman’ı anlatın.
HAYRİ
Annen beni dinlemedi. Onda ne buldu bilmem... Bu evde ne güzel musiki alemleri
yapardık. Hepsinden vazgeçti. Saadet’i iş görüşmeye geldikçe görür oldum.
SÜHEYLÂ
İş, ben miydim?
HAYRİ
... Bana Osman’ı sordun! Annene çok ucuza bir araba düşürmüşler. Ona bir taksi
plâkası çıkarttı. Bir de şoför aradı. İşte, bulduğu şoför, bu Osman’dı. Kimi kimsesi yok,
kazandığı parayı annene getirir, namuslu biri çıktı. Kısası, annen de onu kocası bildi. Nikâh
kıydırmadı, çünkü seni düşündü. Taksi, Osman’ın üzerinedir. Meyhanenin, buranın, bir de
mahzenin üzerinde Baba Bekir’in ölünceye kadar yararlanma hakkı var. Başkaca her şey
senin.
SÜHEYLÂ
Hiç akrabam var mı?
HAYRİ
Ben tanımadım. Annen küçük yaşta kocaya kaçmış. Kendi insanlarıyla küsüşmüş.
Sonunda bu şehre gelip yukarıda bir oda kiralamışlar. – O zaman yukarısı oda oda kiraya
verilirdi. Ben de o kiracılardan biriydim! Bir gün, kocası başını aldı gitti. Sen doğmadan üç
yıl önce.
SÜHEYLÂ
(Camekâna gelir, dışarı bakar.) Babamın kim olduğunu sormamı bekliyorsunuz.
HAYRİ
Hayır.
SÜHEYLÂ
Tütüncüoğlu mu?
HAYRİ
Hayır! Olmadığını biliyorsun... Babanı bilmiyorum. Annen kimseye söylemedi.
Tütüncüoğlu’nun baban olduğunu nerden çıkarıyorsun?
SÜHEYLÂ
Karısı hep o kuşkuyu taşıdı... (Masaya oturur, albümün yapraklarını çevirir.) Beni
neden onlar büyüttüler?
HAYRİ
Onu Baba Bekir tezgâhladı. Tütüncüoğlu karaborsacılık yapıyordu. Mahzende yer
kiralamış, malı oraya istiflemiş. Baba Bekir de aptal değil, işi çakmış. Masrafların karşılığı
seni büyütmeyi, gıkı çıkmadan kabul etti. (Boşboğazlık etmiş gibi susar. Ama söylenen
söylenmiştir. Hatta keyiflenir.) Aslında annenden aldığı para, sana harcadığının yanında
devede kulak kalır. Onu baba bilsen, değer. Doğrusu, sana babalık etti! Ben
Tütüncüoğlu’nu severim. Ama yanlarından kirişi kırmanın tam zamanıydı; ailesi çekilmez.
O kadına nasıl katlandı? O aslan gibi adamdan o sünepe oğlanlar nasıl yetişti? Şu insanlar,
dünya kendi dölleriyle sürsün diye nelere katlanırlar, hep şaşarım! Ben dünyanın cefasını
çekmek yerine sefasını sürmeye baktım. Şu duvarların dili olsa da söylese. Annenle
burada az meşk etmedik. Yukarıda, udu gördün mü, udu? Annene benim armağanımdır.
Sesi çok güzeldi, nur içinde yatsın. Senin de sesin şarkıya yatkınmış.
SÜHEYLÂ
Adı, Süheylâ! Baba adı, Ölü Ahmet! Ana adı, Saadet!... (Albümü kapatır, kalkar.)
Açıkladığınız gerçeği bilmeme gerek yoktu.
HAYRİ
Gerçeği bilmen daha iyi. Yabancının birini baban sanacaktın. Ananı aradığın gibi
baba tarafını da aramaya kalkardın. Beş parasız ölmüş gitmiş. Geride bir şey bıraksaydı,
gereğini yapardım. Saadet’in bir milim hakkını kimseye yedirmedim.
SÜHEYLÂ
Yeryüzünde kimsesiz kalmak diye buna denir.
HAYRİ
Ben ne güne duruyorum?! Annen seni bana değil de kime emanet edecekti? Yirmi
yıldır Avukat Tahsin Bey’in sağ koluyum. Bakma sen, gençlikte hukuktan kovulmasaydık...
Bu şehrin kalbur üstü bütün insanlarını tanırım. Yanımda senin gibi bir genç kızla, bize
açılmayacak kapı yoktur. Bu şehri dize getiririz, Vallahi. Annene benzediğini biliyor musun?
SÜHEYLÂ
Benzemiyorum. Duvarda fotoğrafı asılı. Bütün gece ona baktım.
HAYRİ
(Albümü açar.) Bak, son fotoğrafın! Okul piyesinde çekilen. İşte, annenin
gençliği!... (Süheylâ fotoğrafa eğilir.) Şu saçlarını bir çöz bakayım... Çöz, sal bakayım...
(Kendi çözer.) Allah’ım, şu saçlara bak! Şelâle gibi...
(Işıklar söner.)
(Bir spot ışık, sol yanda kımıltısız kalmış Hayri’yle Süheylâ’yı, bir başka spot, sağ
geri sahnede üzerinde bir basma elbiseyle çilingir sofrası kurulu bir masada oturan yirmi iki
yaşındaki Saadet’i aydınlatır. Hayri, Süheylâ’nın yanından ayrılıp Saadet’in yanına gider.
Süheylâ’nın spotu söner. Süheylâ, anımsama süresince kımıltısız kalacaktır.)
HAYRİ
(Saadet’e) Soba nar gibi oldu. Isındın mı?... Şimdi senden bir şey istesem, benim
için yapar mısın?... Saçlarını çözsene... (Uzanır, kendi çözer.) Şelâle gibi... Kız, sen ne
güzelsin. Vallahi, ben ömrümde böyle güzel görmedim.
SAADET
Bana ne faydası var, Hayri Ağabey? Güzellik yerine elimden bir iş geleydi! Vallahi,
sen gelmeyeydin, evde yiyecek bir lokma ekmek yoktu. Yatağın içinde büzülüp kaldım.
Soğuktan mı üşüyorum, açlıktan mı, bilemedim.
HAYRİ
Aşkolsun! Hadi ben üç gecedir eve uğrayamadım. İnsan yazıhaneye bir haber
salmaz mı? Bakkaldan telefon etmeyi de mi akıl edemedin?
SAADET
O da para ister. Sokağa çıksam, yiyecek gibi bakarlar. Lâf atan atana. Bir de
Cıvalı Saadet diye ad takmışlar. Güzelliğime lânet okuyorum. Benim yüzümden erkeğim
kapıştı. Bıçak yedi. Hastanelik oldu.
HAYRİ
Canını kurtardı! Üzülme. Tahsin Bey’e vekâletname verdi. Tazminat kopartacak
diye bir kalkıp oynamadığı kaldı namussuzun! İç haydi, dert etme! Bundan sonra ne zaman
başın sıkışsa, Hayri Ağabey’im var, diyeceksin.
SAADET
Bana fazla içirme, Hari Ağabey, be. Bir kadehte sızar kalırım ben.
HAYRİ
Bu ikinci kadehin!
SAADET
Vallahi bir kadehte sızarım. Onun için Ahmet, sofranın sonunda içmeme izin
veriyor. Sızıp kalıyorum. Sonra beni kucaklayıp yatırması gerekiyor.
HAYRİ
Sızmayacaksın, iç! (Hayri içirdikçe, Saadet içkiden yudumlar.)
SAADET
Konuğun yanında içmeyeyim, ayıp olur, diyorum. Konukla içmemem de ayıpmış.
Her defasında özür dileyip yatırması gerekiyor. N’apacan, tek odada barınmanın
güçlükleri... Yemek de, yatmak da, konuk ağırlamak da aynı odada. Ay öyle de çok
konuğumuz oluyor ki! Bu kentte Ahmet’in o kadar çok arkadaşı var ki... Çocukluk
arkadaşları, askerlik arkadaşları, iş arkadaşları... Her defasında bir başkası. Gün boyu
akşam için yemek hazırlıyorum. Neyse bu güne kadar çok sefillik çektik ama, sonunda
Ahmet iyi bir işe girdi çok şükür.
HAYRİ
(Saadet’i süzer. Dolaşır, Saadet’i süzer, yanına gelir.) İkinci kadehi bitirdin. Bir şey
olmuyor, değil mi?
SAADET
Ay! Oluyor! İçimi ateş basıyor. Gülüp oynamak istiyorum. Ama kocam hastanede
yatarken doğru değil... A aa! Peki neden sızmıyorum ben?
HAYRİ
Çünkü içinde ilâç yok! Bu gece içkine kimse ilâç koymadı. O kocan olacak... O...
(Sözcüğü arar) Pezevenk...
(Saadet ekmek bıçağını kaptığı gibi Hayri’ye saldırmaya kalkar. Hayri tetiktedir.
Ama kıpırdamaz.)
SAADET
...Ahmet... Kocam?... Beni satıyor muydu, ben bilmeden?... Söyle ulan, satıyor
muydu?
HAYRİ
Bu üçüncü kadeh olacak. İç, gör! (Saadet Hayri’yi bırakır. Kadehini alır. Hepsini
içer.) ...Daha sızmadın...
SAADET
Yoo, sızmadım... Açıldım! Demek eve getirdiği bütün o heriflere beni peşkeş
çekiyordu. Çocukluk arkadaşı, okul arkadaşı, askerlik arkadaşı... Bütün o ağırladığım
konuklara... Her defasında bir başkasına! (Koşarak çıkar. Kustuğu duyulur. Döner.) Bu
bıçakla içimi deşsem temizleyemem... Sabaha doğru döner, uyandırır, sever okşar öyle
uyurdu... Manda yüreği varmış. Bir daha buraya dönmesin. Ahtım olsun, ölür. Bu bıçakla
doğrarım. O, öpmeye doyamıyorum diyen dudaklarını, koparır koparır köpeklere atarım.
Ahtım olsun, ölür! Git ona söyle. Böyle söyle! Ecelini benim elimden arıyorsa, dönsün.
Yoksa kaybolsun...
HAYRİ
Şimdi iç, iyi gelir.
SAADET
...Bu sofra içimi bulandırıyor!
HAYRİ
İç, bastırır. Bir yudum al. (İçirir.) Şimdi söyle, ne yapacaksın?
SAADET
Hizmetçilik!... Başka ne işe yararım?
HAYRİ
Aptal kocan, seni bir doyumluğuna sattı. Sen bu güzellikle, erkekleri dizlerinde
süründürürsün. Hepsini peşinde koşturursun, Vallahi.
SAADET
Erkeklerin hepsinin canı cehenneme. En iyisi kocamdı. Beni dünyaya sattı. Onu
öldürmeliyim... Bu dünya, nasıl dünya?
HAYRİ
Bu dünya, güzel dünya, kız! Kız, senin yüzün bende olsa, kendime aşık olurum. Git
bir aynaya bak.
SAADET
(Ayağa kalkar. Tane tane konuşur. Sarhoşluk dilini ağırlaştırmıştır. Çok ciddidir.)
Buraya gel!... (Hayri’nin karşısına gelmesini bekler.) Çök önüme! Diz çök! Şimdi sürün!
(Arkasını Hayri’ye döner. Omzunun üstünden bakar.) Haydi sürün!...
HAYRİ
(Çok keyiflidir. Dizlerinin üstünde gider.) Sersem kız!... Diz çökmek, dizlerde
sürünmek, kolay... Paracıkları saydırmak güç! (Cüzdanını çıkarır. Saadet’e uzatır.) İşte
cüzdanım!... Sen fiyatını biç!
(Saadet spotu söner. Karanlık... Spot, Süheylâ’yı aydınlatır. Hayri, Süheylâ’nın
yanına döner. Anımsama anı pozunu alır. Normal ışık...)
HAYRİ
(Kolunu Süheylâ’nın omzuna atar.) Fotoğraflar bazen insan yüzünün geleceğini
yakalarmış, öyle derler. Annen güzel kadındı. Yiğit kadındı. Ben onun kaplan kesildiğini
görmüşümdür. Feleğin sillesini yedi mi, sümüğünü çeke çeke ağlayanlardan değildi. (Elini
Süheylâ’nın saçlarının altına, sırtına kaydırır. Süheylâ sertçe silkinip uzaklaşır.) Ne oldu?...
(Süheylâ saçlarını gene arkada toplar.) Ben senin Hayri Amca’nım! Seni azıcık
şişmanlatalım. Kadında ele kemik gelmemeli... Pazartesi, seni notere götürmek için
geleceğim. Saat üçte Tahsin Bey bekleyecek. Hele şu miras işin hallolsun... Sen, hiçbir
şeyi dert etme. Haydi, hoşça kal! Şimdilik!
SÜHEYLÂ
Güle güle!
HAYRİ
Yukarı para bıraktım, lâzım olur. (Kapıda) Bak sen şu işe!... Saadet’in kızı!
(Çıkar.)
(Baba Bekir telâş ve kaygı ile girer.)
BABA BEKİR Hayri burada mıydı? Çıkarken gördüm. Girdiğini görmedim.
SÜHEYLÂ
Yukarıdan indi. Anahtarı varmış! Aldım!... (Anahtarı gösterir.) Bu albümü getirmiş.
Hepsi benim fotoğraflarım.
BABA BEKİR Biliyorum. (Gözlüğünü takarak albüme bakar.) Annenin hazinesiydi bu!
SÜHEYLÂ
Yukarıda ben de annemin fotoğraflarına baktım. Yabancılık duygusundan başka hiç
bir şey vermediler... Bekir Baba! Bana annemi anlatacaktın.
BABA BEKİR Hayri neler anlattı?
SÜHEYLÂ
Annemi ona anlattırmak istemiyorum.
BABA BEKİR (Bir süre Süheylâ’ya bakar. Albüme döner.) İşte, seni bu halinle hatırlıyorum.
Neresi burası?
SÜHEYLÂ
Bağ evleri!
BABA BEKİR Sanki cennet bahçesi. Bu kim?
SÜHEYLÂ
Nalân Yenge! Kendisine Yenge dedirtti. Kocasına da Amca! Yenge demeye çok
zor alıştım. Hep, yengeç diyormuşum gibi... Bu, Yücel! Büyük oğulları. Bu da Levent!
Küçüğü! Bu da beslemeleri. On sekizine varınca evlendirip yolladıkları bir sürü besleme
gördüm. Küçükken, on sekiz yaşıma gelince çeyiz düzüp beni de evlendirecekler sanırdım.
Sonraları, her fırsatta uzaklaştırılmak istenen bir konuk olduğumu fark ettim. Onları o
beslemeler kadar bile benimseyemedim. Anneme benziyormuşum. Hayri Bey öyle diyor.
Öyle mi?
BABA BEKİR Evet, andırıyorsun...
SÜHEYLÂ
Beni Tütüncüler’e sen yollatmışsın, doğru mu?
BABA BEKİR Çocukluğunu güzel yaşayasın istedim. Öyle istedik!... Burası bir çocuğun
büyüyeceği yer değildi. Tıpkı hatırladığın gibiydi. İçki, duman, karanlık, sarhoşlar, çirkef...
Bak ne güzel yerlerde büyüdün. Allah için, Tütüncüler sana güzel baktılar.
SÜHEYLÂ
İlk okulu bitirene kadar mutsuz olduğumu sanmıyorum. Gizli gizli annemi özledim, o
kadar... Nalân Yenge bizi Yücel’le merdiven altında yakaladığı gün, çok şey değişti. “Piçini
daha fazla bu evde tutmamı isteme benden!” diye, avaz avaz bağırdı. Sonra beni bir
arkadaşlarının yazlığına gönderdiler. Yazı onların yanında geçirdim. Her yazı birilerinin
yazlığında geçirdim. Kışları da yatılı okullarda... Keşke Beni hiç yollatmasaymışsın, Bekir
Baba!
(Baba Bekir’le Süheylâ, bir an, anımsama spotunun ışığı altında kalırlar. Sonra
ışıklar söner.)
BABA BEKİR
(Karanlıkta sesi duyulur.) Bu çocuğu dövme diyorum sana!
(Saadet sahnesindeki boş yer spotla aydınlanır. Baba Bekir, Saadet’i kolundan
kavramış, ışığın altına iter.)
SAADET
Gene yatağıma girmiş!
BABA BEKİR Korkmuştur yavrucak!
SAADET
(İnatçı) O murdar yatağa girmesini istemiyorum. Kaynar sularla yıkamak geliyor
içimden. Kiracıyı çıkartıncaya kadar akla karayı seçtim. Odası var. Odasında zıbarsın!
Hep mi kilit altında tutayım? Ya kaçıp buraya geliyor. Ya yatağıma giriyor.
BABA BEKİR Tamam, tamam. Ben onunla dururum. Sen işine dön.
SAADET
İş mi? Ne işi? Herif gitti. (Cebinden çıkarttığı parayı gösterir.) İşte bıraktığı para!
Hep bu çocuk yüzünden! Ayağıma çelme oluyor. Kahpe felekten ne koparırsam, bugün
koparırım. Otuzuna varıyorum, Bekir Baba! Çirkefin içinden yeni çıktım. Parayı su gibi
savuran insanları anca tanıdım. Gün, bugün! Biliyorum!... Herifler hovardalık ettiklerine
inanmak istiyorlar. Bu çocuk eteklerime dolanırken onları nasıl oyalarım?... Bu murdar
etimle yavrumu bağrıma basıp doya doya sevemiyorum. Sokulmak istedi mi çileden
çıkıyorum. Heriflerden biri çocuğu severken, bir gün hem herifi, hem kendimi, hem çocuğu
öldüreceğim. Şurasına burasına dokundukları zaman salyaları akmaya başladı. Bu çirkefte
bu çocuğu ben nasıl koruyacağım? Evlâtlık ver, evlâtlık ver... Herkesin söylediği bu!...
BABA BEKİR (Bir süre kafasını eğmiş düşündükten donra başını kaldırır.) ... Tütüncüoğlu’nu
nasıl bilirsin?
(Saadet’in gözlerinden bellidir ki konu ilk kez ölçüp biçmeye değer bir öneriye dönüşmüştür.
Sessizce birbirlerine bakarlarken... Perde kapanır.)
İKİNCİ PERDE
(Oyun ve zaman, birinci perdenin devamıdır. Baba Bekir’le Süheylâ,anımsama
anındaki pozlarıyla albümün başındadırlar. Oktay girer. Başlarını kaldırıp ona bakarlar.)
OKTAY
(Kapıda duraklar.) Ben sonra geleyim!
BABA BEKİR Gel, gel! Süheylâ’yı tanı! Dün konuşuyorduk, ya. Geldi işte! Bu da Oktay!
Üniversitelidir. Süheylâ da bu yıl üniversiteye başlayacak, değil mi?
OKTAY
Ben sonra da gelirdim. Şu bandı dinleyecektim.
BABA BEKİR İyi ya, dinle. Süheylâ da dinler. Siz birbirinizin dilinden anlarsınız. O arada ben de
içeride işimi göreyim. (Çıkarken) O ses makinası, Oktay’ın hazinesi! Kimseye el
sürdürtmez. (Çıkar.)
(Oktay bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açmış, ancak konuşmamıştır. Gözleri hafif
kısılı, hoşlanmış bir anlatımla Süheylâ’ya bakmayı sürdürür.)
SÜHEYLÂ
... Sizi anneme benzeyişim mi şaşırttı?
OKTAY
Saadet’e mi?... Hayır!... O şaşırtmadı... Baba Bekir’in bu saatte içeride işi olsun.
Şaşılacak şey.
SÜHEYLÂ
Bekir Baba’ya annemi anlattırmaya çalışıyorum. O da anlaşılan, bu işi elinden
geldiğince erteliyor. ...Anneme benziyor muyum?
OKTAY
Belki... Ama hayır, o çok başkaydı.
SÜHEYLÂ
Nasıl başka?
OKTAY
Güneşli bir günde sokağa açılan bir kapıya dışarıdan bak; içerinin karanlığını
görürsün! Oysa içeriden, dışarının aydınlığı görülür.
SÜHEYLÂ
Bu ne demek?
OKTAY
Sen aydınlıksın. Annen karanlıktı; demek.
SÜHEYLÂ
Bir insan nasıl karanlık olur?
OKTAY
Olmaz elbette. Lâf işte.
SÜHEYLÂ
Ben de aydınlık olamam. Size umutla baktığım için aldandınız. Burada tanıdığım
her insan, bana annemden söz edebilecek yeni biri.
OKTAY
Anneni tanıyor sayılmam. Ona arada sırada burada rastlardım.
SÜHEYLÂ
Ne olur, anlatın!
OKTAY
Boş versene. Zaten yeryüzünde sürüp giden ve gidecek en büyük yanlış,
doğmamıza neden olanları seçemeyişimiz.
SÜHEYLÂ
Öksüz büyümediyseniz, anlamanızı bekleyemem.
OKTAY
Her halde anlamam. Ben annemin yanında büyüdüm!
(Oktay bandı koyar, çalıştırır. Salonu Bach’ın müziği doldurur. Dinlerler...)
SÜHEYLÂ
(Sadelikle) Meyhanede Bach!... Günah işlerken dua eder gibi!...
OKTAY
Olabilir!... Günah işlerken dua eder gibi. (Dinlerler... Sonra Oktay birden
konuşmaya başlar. İçini boşaltır.) Çok sevdiğin bir insandan nefret etmeyi yaşamak ne
demek, bunu da sen bilemezsin. Bak anlatayım. Annemle benim, aramızda inanılmaz bir
bağ vardı. Biz aynı düşmana karşı birleşmiştik. Düşman, babamdı!... (Müziği susturur.)
Küçüktüm. Bir gün babamın bir tomar parası kayboldu. Bana sordu. Bilmiyordum. Ağzıma
biber koydu. Annemin gözü önünde dövdü. Sonra odama kilitledi. Katıksız hapis! O
gidince annem pencereden yemek getirdi. Meğer parayı o almış! “Sen küçüksün. Senin
yerine ben mi dayak yeseydim?” dedi. İşte böyle bir birliktelikti bizimki! Kendimi kahraman
sanırdım. “O deli! Biz bir gün kaçacağız seninle,” derdi... Sonunda bir gün kaçtık!...
Babama geçen yıl plajda rastladım. Yanında yeni karısıyla, çocukları vardı. Mutluluğunu
gizleyemediği için sıkıldı zavallı. Ertesi gün bana bir çek getirdi. Parasını almamalıydım,
aldım. Anneme vermeliydim, bu seti satın aldım. Annemle oturmaktansa sefil bir odada
yaşamayı yeğliyorum. Ne demek istediğimi anladın mı?
SÜHEYLÂ
Benim de yakınacağım anılarım olsun isterdim.
OKTAY
Kendimi boşuna mı sergiledim?
SÜHEYLÂ
Hayır! Beni, annem için anlatılacaklara hazırladınız.
OKTAY
İnatçısın! Biliyor musun?
SÜHEYLÂ
Anlamıyorsunuz. İçimdeki bu kopukluk, bu köksüzlük duygusunu yenmeliyim.
Benimsemeyi öğrenmeliyim. Bana herkes, ama herkes bir başkası. Sanırım kendi ailemde
yetişmediğim için.
OKTAY
Herkes bir başkasıdır. Her bağ bir tuzaktır.
SÜHEYLÂ
Hayır, her bağ bir köprü. Sevgiye ulaşmanın yolu.
OKTAY
Kopmaya çalışmak çok sancılı. Çırpındıkça gömülürsün. Kendinle yetinmeye bak.
Bak, bu kapıdan girebilmek için önce meyhanenin içinden geçiyorum. İçtikleri şarapla
günlük yaşantıdan kurtulmuş eğri büğrü insanlar, kutsal bildikleri ne varsa kirli masalara
döküyorlar. Her defasında sanki başından sonuna kadar yaşamın içinden geçiyorum.
Sevecek insan bulamayacaksın.
SÜHEYLÂ
Kendinizden de mi nefret ediyorsunuz?
OKTAY
Hayır! Kendimle geçinebiliyorum. Anlaman gerekirdi.
SÜHEYLÂ
O zaman sizin gibi başkaları da vardır. Sevilecek insan var. Belki sorununuz,
sevmekten ürkmeniz. Asıl ürkütücü olan, insanın yüreğinde sevgiyi üretememesi.
OKTAY
... Küçücük aydınlık kapı!... Nasıl bu kadar güçlüsün? Kimsin sen?
SÜHEYLÂ
Saadet’in kızıyım!
OKTAY
Onu biliyorum... (Eğilip müzik setiyle ilgilenir. Yeniden Bach’ın müziği duyulur.)
SÜHEYLÂ
Hep Bach mı dinlersiniz?
OKTAY
Günah işlerken dua etmek gibi, dedin! Bunu bilerek mi söyledin? Günahla yakarışı,
iç içe nerede gördün sen?
SÜHEYLÂ
(Ellerini çevreye açar.) Meyhane ve Bach!...
OKTAY
Gerçeksin! Değil mi?
SÜHEYLÂ
İşte ellerim!... (Ellerini Oktay’ın ellerinin üzerine koyar.) Gerçek miyim?
OKTAY
(Süheylâ’nın ellerini avuçlarının içine alır.) Gerçeksin... Bana ellerini verdin. Bana
ne yaptın, bilsen... Bir düş olmanı yeğlerdim. Ama şimdi ellerini çeksen ne yaparım
bilmem...
SÜHEYLÂ
Çekmem ki! Benden istediğiniz her şeyi yaparım. Bana annemi anlatacaksınız.
OKTAY
Annen öldü!... Onu rahat bırakamaz mısın?
(Işıklar söner. Müzik kuvvetle yükselir. Sahne yavaş yavaş yeniden belirir.
Gündüzün loş aydınlığında Süheylâ kenara çekilmiştir. Oktay kendinden geçmişçesine
müzik dinlemektedir. Saadet ağır ağır merdivenlerden iner. Üzerinde dişi görünümünü
vurgulayan dekoltesi sivri ve derin, siyah, sade bir elbise vardır. Oktay onu gördüğü zaman
bir süre ondan gözlerini ayıramaz. Sonra müziği kapatır.)
SAADET
Kimse yok mu?
OKTAY
Yok. Ben kimse değilim!
SÜHEYLÂ
Bırak çalsın.
OKTAY
O, kendi kendine çalmıyor. Ben çalıyorum.
SAADET
Çal öyleyse. Ben de dinlerim.
OKTAY
Bu sessiz dinlenir. Sen dilini tutamazsın.
SÜHEYLÂ
Dilimi tutamazmışım! Yukarıda bütün gün ne yapıyorum? Duvarlarla mı
konuşuyorum? Çal, dinlerim. Ben de ut çalarım, biliyor musun?
OKTAY
Hiç çaldığını duymadım.
SÜHEYLÂ
Elimi sürmemeye yemin ettim de ondan. Yalnızlık bastı. Biraz avunmaya geldim.
İçim sıkılıyor.
OKTAY
Ben seni avutamam...
SAADET
(Birden kızar. Hıncını çıkarmak istercesine) Ne biliyorsun? Bir dene bakalım!...
Hadi, dene!
OKTAY
Benimle uğraşma.
SAADET
Sen benim bildiğim delikanlılardan değil misin?
OKTAY
Benimle uğraşma!
SAADET
Budala! Ne farkın var? Anan yerinde kadınla bile aklın oraya işledi işte! Senin gibi
yetişkin bir kızım var benim, biliyor musun?
OKTAY
Bilmiyorum. Nerede kızın? Hiç görmedim.
SÜHEYLÂ
(Birden üzgün) ...Ele baktırıyorum. Beş yaşından beri yanımda değil.
OKTAY
Daha iyi ya! Kızın kendine gönlünce bir ana uydurmuştur. Hakaret sayma. Bence
insanın anasını tanımaması daha iyi. Boş ver. Özür diliyorum.
SAADET
Özür diliyormuş!
OKTAY
Ben genelde konuştum.
SAADET
Yaşıtların gibi yaşasan, aklını analarla bozmazdın. Senin şimdi karı kız peşinde
koşacak çağın. Bu izbede işin ne?
OKTAY
İçin rahat etsin diye gidip kızını baştan çıkartayım bari, ha, ister misin?
SAADET
Benim kızım, iyi yetişti. Senin gibilerden kendini korur. Sen kendi çöplüğünde eşin.
OKTAY
Sen kendin bana, karı kız peşinde koş, diyorsun. Sonra da senin kızın kendini
koruyacak! Baştan çıkarılacak karı kız kim, peki? Hepsi de onun karısı, bunun kızı, şunun
anası, ötekinin kız kardeşi, değil mi? Kızın için daha iyi bir dünya istesene. Kızın için,
erkeklerden de erdemli olmalarını iste!
SAADET
Neymiş, erdem?
OKTAY
Sözlüğe bak!
SAADET
Hah, haay! Erdemmiş! Erkek milletinde erdem! Sen ayrı bir türsen, erkekleri bana
sor. Kussam, kusmuğum var ya; erkek milleti işte odur! Neden uduma el sürmemeye yemin
ettim ben? O udla erkek milletini eğlendirmişim de ondan. Murdar sayıyorum da ondan...
OKTAY
Sen yüzde elli/yüzde elliyi, hiç düşündün mü?
SAADET
Yüzde elli, yüzde elli mi! Neymiş o?
OKTAY
Yeryüzünde erkek/kadın oranı, yüzde elli/yüzde ellidir. İnsanların yarısı kadın, yarısı
erkek! (Gençtir. Hem tutuk, hem parlaktır.) Bir düşünsene... Şimdi kadınlar biz de insanız,
biz de özgürüz, diyorlar... Peki dünya geneleve mi dönecek? Sen çocuğunu ele verdin
büyüttürdün. O genelevde insanlar çocuklarını kime büyüttürecekler?
SAADET
Sen tırlatmışsın, oğlum!
OKTAY
Bugün bütün gizler sergilendi. Cinsiyet tabu değil. Ama bu dünyada keşişler de
yaşamış!... Sonunda kadından da erkekten de, ikisinden de erdemli olmak beklenecek.
Aynı erdem! Başka çözümü olmaz bu işin.
SAADET
Ha hay! Hangi işin?... Bunları başka yerde söyleme. Kendine güldürürsün.
(Merdivenlere yürür. Döner.) Asıl senin, başka çözümün yok! Sen git de bir doktora görün!
(Merdivenleri çıkmaya başlar.)
OKTAY
İyi öyleyse. Sen istedin. (Bağırır.) Senin kızını baştan çıkartacağım. Tamam
mı?... (Saadet dönüp bakar.) Kızını bulup baştan çıkaracağım. Sen istedin!...
(Müzik kuvvetle yükselir. Saadet üst kata çıkmayı sürdürüp sahneden çıkar.
Oktay, anımsama anındaki yerine döner. Süheylâ gelir, ellerini Oktay’ın avuçları içine
bırakır. Müzik diner.)
SÜHEYLÂ
Demek annemi anlatmayacaksınız.
OKTAY
İçi sıkılan, yalnızlık basan, avunmak isteyen bir kadındı... Benimle ancak müzik
dinleyebilirsin. Sana verebileceğim başka şey yok!
(Baba Bekir, peşinde Tıfılla birlikte girer.)
BABA BEKİR (Tıfıl’a Süheylâ’yı gösterir.) Süheylâ’yı bekliyordun. Geldi işte! Gözün aydın!
TIFIL
Süheylâ, o değil!
SÜHEYLÂ
Ama adım, Süheylâ!
TIFIL
(Oktay’a paralarını gösterir.) Çok param var. Süheylâ gelsin, bayrama
götüreceğim.
OKTAY
Bayram yerleri kurulmuyor artık, Tıfıl. Belki leblebi şekeri de yapılmıyordur.
SÜHEYLÂ
(Anımsayarak) Bu, Tıfıl Amca!...
BABA BEKİR Bak! Tıfıl’ı da hatırladın. Seni buradan gittiğin gibi küçücük bir kız çocuğusun
sanıyor!
OKTAY
(Müzik setinin başında sabırsızlanan Tıfıl’a) Çalmıyor, Tıfıl. Bugün çalmayacağım.
SÜHEYLÂ
Kimim ben, peki?... (Tıfıldan gizlenerek çocuk sesiyle seslenir.) Tıfıl Amcaaa! Tıfıl
Amcaaa! Ben geldiim! Beni bulsanaa!... (Ortaya fırlayan Tıfıl, aranır.) Bil bakalım, ben
kimim?... Söyleyeyim mi, ben kimim? Süheylâ’yım!
TIFIL
Süheylâ? Geldin mi?
SÜHEYLÂ
Beni bulamazsın. Ortaya çıkayım mı?
TIFIL
Çık!
SÜHEYLÂ
Çıkarım ama; çıkarım ama; önce ben kimin kızıyım, söyle.
TIFIL
Cıvalı Saadet’in! Şşşşş... Cıvalı, demek, yasak!
SÜHEYLÂ
Leblebi şekerin var mı?
TIFIL
(Panik) Yok... Leblebi şekerim yok...
OKTAY
Paran var. Alırsın.
TIFIL
Param var. Alırım. (Merdivene oturur.) Dizlerime oturtacağım. (Bu arada Baba
Bekir camekân kapısını açıp rüzgârın dinmesini dinlemiştir.) Suya bakmaya götürürüm.
Rüzgâr dindi... Saadet kızamaz. Saadet öldü!
SÜHEYLÂ
Çıkarım ama; çıkarım ama; ya beni tanımazsan?... Gene çıkayım mı?
TIFIL
Çık!
SÜHEYLÂ
(Kendi sesiyle) Ya büyüdüysem? Ya büyüyüp annemin evine geldiysem?...
TIFIL
(Bağırır.) Çıkma!...
(Camekân güneş ışıklarıyla beneklenir. Baba Bekir’le Oktay yerlerinde kıpırtısız
dururken, Tıfıl gider, basamakların dibine kıvrılır yatar. Saadet’le Osman merdivenlerden
inerler. Saadet’in sabahlığının önü açıktır. İçinden kombinezonu görünür.)
SAADET
(Tıfıl’ı ayağıyla dürter.) Kalk oradan. Köpek gibi kıvrılıp yatmışsın. Ne işin var
burada?
OSMAN
Beni bekliyor! Bugün yanımda götüreceğim.
SAADET
Adam gibi bir yere oturup bekleyemez mi? Seni de tıpkı köpek gibi sahiplendi. Bir
kuyruk sallaması eksik! Kalk!... Merdiven ayağına kıvrılıp yatmışsın. Köpek misin sen?...
Şunu hamama yollamadan arabaya sokma. Nasıl dayanıyorsun bu leş tulumuna? (Tıfıl’a)
Ne bakıyorsun bana öyle?
OSMAN
Önünü kapat. Çamaşırın görünüyor.
SAADET
Duyan da, erkekliği uyandı sanacak... (Önünü ilikler.) Git içeride bekle! (Tıfıl
meyhene yerine camekâna girer. Güneş beneklerine avuç tutarak oynar.) Senden
cüretleniyor. Sözümü dinlemez oldu. (Tıfıl’a) Sana içeri git, dedim. Ne yapıyorsun orada
şimdi?
TIFIL
Güneşleri tutuyorum!
SAADET
Çocuktan farkı yok... Tapuyu yanına aldın mı?
OSMAN
Hay, Allah, unutmuşum... (Merdivene yönelir.)
SAADET
Küçük masanın üstünde... (Osman yukarı çıkınca söylenir.) Öldürseler, burayı
satmam! Dünyada mekân, ahrette iman, demişler. Bu evi elimden alamazlar. Dünyada
alamazlar... (Tıfıl’a) Ölsem bile hortlar, buraya dönerim. Şimdi ne bakıyorsun öyle hortlak
görmüş gibi? Daha ölmedim. Ama ölsem, daha üçüncü günü hortlar buraya dönerim. Sen
hiç hortlak gördün mü? Ha haa, beni görürsün işte! Hortlayıp bu eve döneceğim. (Tıfıl, geri
dönen Osman’ın arkasına saklanır.) Bu evi de bırakmam... Osman’ı da bırakmam.
OSMAN
Ne yapacağımı bir daha söyle.
SAADET
Hayri’ye bırakacaksın. Baksın, bakalım. Tapuda bir kayıt var mı? Pöh! Onlara
inanmıyorum. Beni ufak tefek görüp karamürsel sepeti sandılar. Burayı elimden kimse
alamaz. Valla’ öldürseler hortlar gelirim. Kimseye rahat vermem. Onların da başını yerim.
OSMAN
Ölümü ağzına alma.
SAADET
Sen bana aldırma. Tıfıl’ı korkutuyorum. (Osman’la sarılırlar.) Bu gece, kaç gel;
nöbeti başkasına devret.
OSMAN
Olur, bakayım... Gelirim.
SAADET
Bunu da, yanında getirme. (Tıfıl’a) Git yukarıdan çamaşırını al gel. Hamama
gitmeden gözüme görünmeyesin! (Osman'la camekâna yürürler. Yakarır.) Dikkatli sür!...
(Bir daha sarılırlar. Sonra camekândan sahne dışına çıkarlar.)
(Anımsama öncesinin ışık düzenine geçilir. Tıfıl sahnenin ortasına yürür. Doktor
girer. Süheylâ saklandığı yerden çıkar.)
TIFIL
Kızı değil o onun hortlağı.
DOKTOR
Ne yapıyordun orada?
SÜHEYLÂ
Süheylâ olduğuma Tıfıl Amca’yı inandırmaya çalışıyordum.
TIFIL
Birinin başını yemeğe geldi.
BABA BEKİR Bir temiz dayağı hak ettin.
SÜHEYLÂ
Ona bir şey yapmayın!
BABA BEKİR (Tıfıl’ı meyhane kapısından çıkartır.) Onu bu meyhaneyle birlikte devraldık.
Başımızın püskülü!... Lâflarına aldırmayacaksın.
SÜHEYLÂ
Aldırmak işime gelir, Bekir Baba. Beni anneme benzediğime inandırdı.
DOKTOR
(Çıkmak üzere olan Oktay’a, yanından geçerken sorar.) Bu kızda böylesine çarpıcı
olan ne?
OKTAY
(Dönüp Süheylâ’ya bakar.) İnsana umutla bakması! Bunlar onun sözleri. Hadi, sıra
sende. Sana annesini anlattıracak. Saadet’in ölümü depreme bedelmiş. Yaşantımızı altüst
etti. (Çıkar.)
SÜHEYLÂ
(Baba Bekir’e yaklaşır.) Doktor, takma isim değil, değil mi? O doktordu, değil mi?
BABA BEKİR Doktor! Ama artık doktorluk yapmıyor.
SÜHEYLÂ
Yaşlanmış.
BABA BEKİR Yaşlanmak değil onunki. Çöktü.
(Doktor, masasına geçer oturur. Süheylâ da yanına gider.)
SÜHEYLÂ
Doktorluk yapmıyormuşsunuz.
DOKTOR
Hayır.
SÜHEYLÂ
Neden?
DOKTOR
Ben ayyaşım. Alkoliğim.
SÜHEYLÂ
Ama isteseniz, iyileşebilirsiniz, değil mi?
DOKTOR
Neden isteyeyim?
SÜHEYLÂ
Doktorsunuz! İnsanlara gereklisiniz.
DOKTOR
Dün sen, hiçbir şeyin önemi kalmadı, demiyor muydun?... Benim karımla çocuğum
doktorsuz doğumda ölürken ben bir başka bebeği dünyaya getiriyordum. İşte bazen hiçbir
şeyin önemi kalmayıverir; sen de yeteneğine göre bir hiç olmanın kulpunu bulursun. Ben
alkolik oldum. Bakalım sen ne olacaksın?
BABA BEKİR Kızım, sen Pazartesi günü noter işini hallet. Sonra doğru Tütüncüler’e dön. Seni
buradan neden yolladık? Bu mahalle sana göre değil. Kumarhane! Meyhane! Kerhane!
Rahat rahat bakkala bile gidemezsin.
SÜHEYLÂ
Sabahleyin alış veriş yaptım. Her şey yolunda.
BABA BEKİR Dur bakalım; daha öğrenmediler.
SÜHEYLÂ
Cıvalı Saadet’in kızı olduğumu mu? Bekir Baba! Ben Tütüncüler’in yanında da
Cıvalı Saadet’in kızıydım. Başka yerde başka bir dünya mı var?
BABA BEKİR (Dehşete düşmüş) Tütüncüoğulları, öyle insanlar mı?
SÜHEYLÂ
Haayır!... Her şeyi yüzüme gözüme bulaştırarak anlatıyorum. Gördüğüm dünya
kötü değil ki. Bana anlatılan dünya kötü. Zavallı Nalân Yenge, saf bir kız olduğuma
inandığı günlerde kendimi korumam için bana kötü dünyayı anlatırdı. Yücel mi babasına
çektiği için kötü, anneme çektiğim için ben mi kötüyüm, kadıncağız bir türlü bilemedi.
BABA BEKİR (Şamar yemiş gibidir.) Sana annenin kötü kadın olduğunu mu söyledi?
SÜHEYLÂ
Kimse bir şey söylemedi... Gizlemeye çalıştığınız şeyin önemi yok, demek
istiyorum. Ben buraya annemi aramaya geldim. Bulunca, gideceğim.
BABA BEKİR Hayri sana neler anlattı?
SÜHEYLÂ
Osman’ı! Tütüncüoğlu’nun karaborsadan zengin olduğunu! Beni annemin parasıyla
büyüttüklerini!... Bir sigara da bana verir misiniz?... (Doktor’un verip yaktığı sigaranın
dumanını içine çekmeden üfler.) Gece, bütün gücümle anımsamaya çalıştım. Olmuyor...
Annemin yüzünü gözümün önüne getiremiyorum. Belleğimde şaşkınlık ve sıkıntı veren
anılar var... Bir adam var. Sobanın yanında yerde leğende yıkanıyor. Bütün göğsü kapkara
kıllarla kaplı. Ben bu kıllara şaşıyorum. Bir başka adam var. Onu nasıl bulduğumu
soruyorlar. Burnu çok büyük, diyorum. Gülmekten katılıyorlar. Annemin yanında bir kadın
var. Annemle çıplaklıklarını karşılaştırıyorlar... Bütün bunların anlamını ancak dün gece
kavradım; garip, değil mi? Gene anılarımda, çatıda, kiremitliğin üstünde tahta bir balkon var.
Çıktım baktım. Yıkılmış! Beni oraya gönderirlerdi. Bazen geceye kadar çağrılmayı
beklerdim. Gece yatırınca annem kapıyı üstüme kilitlerdi... Ölmüş!... İçimdeki destek de
çöktü. Bir gayem, kalmadı ki!... (Ağlar.) Annemi çok seviyordum!... Onu çok seviyordum!...
(Gözlerini siler. Bir daha da ağlamayacaktır...) Bir kez beni bir bebek gibi kucağında
sallamıştı. Bir türkü söylüyordu. Sivastopol önündeki gemiler!... Bu türküyü biliyor
musunuz? Bir daha kimseden duymadım... Kokusunu unutmuyorum. İtmesin diye,
sezdirmeden koklamaya çalışırdım. Yatağı sıcacık olurdu. Deniz kıyısında kumlara yatmak
gibi... Dünyada üzüntü kalmazdı... Hep bu sıcaklığı özledim. (Anılarını paylaşırcasına
sürekli başını sallayan Doktor’a) Siz de ona bu kadar, bilecek kadar yaklaştınız mı?
DOKTOR
(Bir susuştan sonra adeta kızgın) Bana bak, kızım! Hangi çevrede yetiştin,
bilmiyorum... Hangi gözle bakarsan bak, dünyada bir erkek kadın ayrımı var. Yeryüzünün
bu geçeğini biliyorsun, değil mi? İşte bu gerçekten sonsuz üzüntü ve sonsuz mutluluk
doğar. Ya da, sonsuz kayıp ve kazanç, diyelim. Çoğunluk denge yoktur. Ya verirsin; ya
alırsın! Saadet vericiydi. Bütün şen yüzüyle, cömertçe, tükenmeden verirdi. Anlıyor
musun?
SÜHEYLÂ
Öyleyse neden bana ondan söz etmiyorsunuz?
DOKTOR
Nasıl söz edeyim? Nesini anlatayım?
SÜHEYLÂ
Aklınıza ne gelirse!... Görünüşünü anlatın. Fotoğraflarına benzer miydi? Gözlerini,
sesini, gülüşünü anlatın. Nasıl bir insandı?... Nasıl konuşurdu? Nelerden söz
ederdi?...Nelere güler, neleri sever, nelerle sevinirdi? Özelliklerini anlatın. Ya da sıradan,
her şeyini... Anlatın! Annemi bana canlandırın, ne olur; hayalimde olsun, ona bir kez
sarılayım!...
(Perde...)
(Perde on beş gün sonraya açılır... Öğle sonrasıdır. Doktor şarabıyla masasına
oturmuş, kendi dünyasına gömülmüş gibidir. Baba Bekir hırsla bardak parlatmaktadır.)
BABA BEKİR Ağzını bıçak açmıyor, Doktor... (Süre geçer...) Oktay her sabah buradaydı. Onları
baş başa bırakıyordum. Ne yapıyorlardı sence? Müzik mi dinliyorlardı?...
DOKTOR
Kendini kızın babası sayıyorsun. İki çift lâf söyleyemedin mi?
BABA BEKİR Niye söyleyeyim? Giyinmiş, süslenmiş, burcu burcu bahar kokmuş diye mi?
DOKTOR
Yüzünü gözünü boyamış!
BABA BEKİR Herkes yapıyor...
DOKTOR
O saf görünüşü yitmiş gitmiş... Onu o boyalarla Oktay’a yolladın.
BABA BEKİR Nasıl engel olayım? Hem niye engel olayım? Oktay için güzelleşmek istemiş!
Karşı konulmaz olmalıymış. Gözüne her şey yalnız olmaktan kolay görünüyormuş. Onu
görmeliymiş işte!... Kendini birinin kucağına atacak. (Doktor’a ters ters bakar.) Hiç değilse
birbirlerine yakışıyorlar.
DOKTOR
(Yakınır.) Oktay’ın bulduğunu sandığı şey değil bu.
BABA BEKİR Onların işini oluruna bırak. Ayaklarının dibinde bir pınar fışkırmış. Eğilip içmeden
olmaz.
DOKTOR
Gitmedi!... Gitmedi! Gitmedi! Bu kıza yardım etmek istedim. Saadet gerçeğinden
ona bir ana çıkardım! Neden gitmemekte inat ediyor?
BABA BEKİR Hep o yatak örtüsü yüzünden! Bitireceğim diye tutturdu.
DOKTOR
Osman’la konuşmak için oyalandı.
BABA BEKİR Onları bir türlü karşılaştıramadık.
DOKTOR
Bir araya gelmekten İkisi de kaçındılar. Niye?
BABA BEKİR Artık bir araya gelseler... Ateşle barut gibi, Allah bilir ne olur...
DOKTOR
Sen asıl, Oktay’la Süheylâ’nın buluştuklarını Osman öğrenirse ne olur, onu düşün.
(Hayri girer. Canları sıkkın, asık yüzlerle ona bakarlar.)
HAYRİ
Süheylâ yok mu?... Yukarıda da yok. Nerede?
BABA BEKİR Bekle, gelir. (İşine döner.)
HAYRİ
(Oturur. Sonra birden kalkıp, Baba Bekir’e bazı kâğıtlar verir.) Bunlar sende
dursun.
BABA BEKİR (Kâğıtlara bakar. İnanmaz.) Süheylâ’dan senet mi aldın?
HAYRİ
Senetsiz para almadı. O kâğıtta da, borcu neden benden aldığı ince ince yazılı.
Kararı çıkartınca mirastan ödeyecekmiş! (Dolaşırken birden sorar.) Ona benim hakkımda
ne söylediniz?
BABA BEKİR ... Hiçbir şey!
HAYRİ
Peki neden yanımda bir yere götüremiyorum? Neden beni boyuna başından
savıyor?... Saadet’in evine kapanmış ne yapıyor bu kız?
BABA BEKİR Yatak örtüsü örüyor!
HAYRİ
Tütüncüoğlu, çıktı geldi. Yücel’i götürmeye gelmiş. Meğer oğlan on beş gündür
burada bir pansiyona kapanmış. Beni odadan dışarı atıp kavga ettiler. Bilmediğim bir şeyler
dönüyor. Saadet benden bir şey gizlediyse ona hakkımı helâl etmem. Ne zaman gelir?
BABA BEKİR Bilmiyorum.
HARİ
Nerede olduğunu bilirsin.
BABA BEKİR Bilmiyorum.
HAYRİ
Bu kız için ne plânlarım var.
BABA BEKİR Sen kendi işine bak.
HAYRİ
Saadet’in kızı o!
DOKTOR
Biliyoruz.
HAYRİ
Onu prensesler gibi yaşatacağım.
DOKTOR
Nasıl?
HAYRİ
Öyle bir evlilik yaptıracağım ki... (Doktor gülmeye başlar.) Ne sandınız siz? Benim
kızım o!
DOKTOR
Atma, Hayri, senin çocuğun olmaz!
HAYRİ
(Bir masaya çöker.) Saadet’le benim, kızımızdı o! Saadet’le benim, bağımızdı...
Tütüncüoğlu’yla mektuplaşan bendim! Yolladığı her haberin, her fotoğrafın bende hikâyesi
var. (Omzunu okşayan Baba Bekir’in yüzüne bakar. Birden yerinden fırlar. Çıkıp gider.)
DOKTOR
Yoruldum, Baba Bekir! Şu şarap bardağının ardına sığındığım o rahat günlerimi
nasıl arıyorum...
BABA BEKİR Hepiniz değiştiniz.
DOKTOR
Ben biliyorum. Dünya sızdı aramıza! Ölüm, çaresizlik, tutku, korku, hem de en yalın
yüzleriyle gene içimizde. Senle ben de, iki dedikoducu ihtiyar! Yalnızca kıyıdan bakıyoruz.
Ağrıma giden de bu!
BABA BEKİR Dur bakalım, sen henüz gençsin. Ben, senin yaşında evlendim.
DOKTOR
Küçücük bir kızla evlenmeyi, nasıl göze aldın?
BABA BEKİR Nasip!
(İkisi de dönüp duvardaki tabloya bakarlar.)
DOKTOR
Karının bu ressamı sevdiğine sen de inanmış mıydın?
BABA BEKİR Neye şimdi soruyorsun?
DOKTOR
Artık acı vermez.
BABA BEKİR Ben acıdan korkmam.
DOKTOR
İyi! Ağzımın payını verdin! Ayyaşlığımdan da utanır oldum. İçip unutmanın ne
yararı oldu, peki?
BABA BEKİR Benim bildiğim, ne içkinin, ne unutmanın, adama yararı olmaz. Kurtulmak
istiyorsan, git o arkadaşına, yatırsın o meşhur kliniğine, iyileş, çık!
DOKTOR
Sen şarap getir... Getir, yahu! Parasıyla değil mi? Seni ihtiyar tilki! Kimseye borca
içirmezsin.
BABA BEKİR Yaptığım doğrudur. Hiç değilse parası olmayan burada az içer. (Doktor’a şarabını
verir. Süheylâ ‘nın merdivenden indiğini görür, rahatlar.) Oktay’ı buldun mu Süheylâ?
SÜHEYLÂ
Adresi buldum... (Makyajlıdır. Güzeldir. Yakışan bir elbise giymiştir ve durgundur.)
BABA BEKİR Eey, yok muydu?
SÜHEYLÂ
(Doktor’a) Size bir şey sorabilir miyim?
DOKTOR
Sor bakalım.
SÜHEYLÂ
Oktay, normal bir erkek mi?
DOKTOR
... Herhalde... Öyledir sanırım... Aksi kulağıma gelmedi.
SÜHEYLÂ
Erkek ve dişi ayrımında bütün ayırt edebildiğim, insanların bir kısmının kadın, bir
kısmının erkek göründüğü... Gerisi nasıl anlaşılır?
DOKTOR
Deneylerle. Göze alarak. Yakın ilişkide. Senin yaptığın gibi!
SÜHEYLÂ
Beni ayıplıyorsunuz!
DOKTOR
Ayıplamıyorum.
SÜHEYLÂ
Çok utanıyorum.
DOKTOR
(Bezgin) Çabuk geçer. Atlatırsın.
SÜHEYLÂ
Bir daha onun yüzüne nasıl bakarım?
DOKTOR
Ne oldu ki?
SÜHEYLÂ
... O yoktu. Odası pisti, karmakarışıktı. Kirli çamaşırlarını topladım. Ama o gelince,
beni odasında görünce, daha kapıdan döndü gitti. İçeriye girmedi. Ne düşündüğünü bile
anlayamadım. Beni orada bıraktı gitti.
BABA BEKİR Öyleyse ortada bir şey yok, kızım! Bir şey olmamış ki!
SÜHEYLÂ
Ben... Ona bağlanmak istedim... Onu benimsemek istedim... Tanrı’m, ben ne
yaptım?
DOKTOR
Süheylâ!... Oktay seni seviyor!
SÜHEYLÂ
Biliyorum... Beni seviyor! Görünüşü öyle temiz, öyle duyarlı... Karar vermem
gerekli gibi geldi. Onunla olsun istedim. Kurtuluş yolu gibi geldi... Bilseniz yukarısını... O
yatak odasını... Nasıl yoğun, sağır bir boşluk... Her yan buzlu camla çevrili.
DOKTOR
Artık anlaman gerek. O evden gitmek zorundasın.
SÜHEYLÂ
Gidecek başka yerim yok. Benim yerim burası. Buraya aidim. Benim olan başka
ne var?
DOKTOR
Senin olan, senin kendi yaşamın! Bütün bir yaşam var önünde. Yalnızca kendi
yaşamın! Değerini anlamıyor musun?
SÜHEYLÂ
Nasıl yalnızca benim olur? Yaşamlarımız, çevremizdeki herkesin yaşamlarıyla iç
içe!... Hep başkalarının dediklerini yaparken burada kendim karar verdim. İşte!... Yüzüme
gözüme bulaştırdım! (İçeriye giren Tıfıl’la birden karşı karşıya gelir.) Korkma Tıfıl! Ben
inime çekiliyorum. (Merdivenleri ağır ağır tırmanıp yukarı çıkar.)
TIFIL
(Süheylâ’yı sonuna kadar izledikten sonra) Birinin başını yemeğe geldi.
BABA BEKİR Dayak istiyorsun, dayak! Niye Osman’ın yanında değilsin?
TIFIL
(Gösterir.) Para verdi. Defolayım diye! (Öteki eliyle öteki cebinden çıkarıp gösterir.)
Leblebi şekeri.
BABA BEKİR Çamur gibi olmuşlar. At onları! On beş gündür cebinde. Osman nerede?
TIFIL
(On beş gündür yatıp kalktığı giysileriyle o da çamur gibidir.) Peşinde dolanma,
dedim! Bana vurdu.
BABA BEKİR Kimin peşinde?
TIFIL
Şşşşş! Hortlak demek yasak... (Tavana bakar, susar. Parasını gösterir.) ...Para
verdi; defolayım diye!
(Oktay girer. Düşünceli görünür. Baba Bekir kaygılanır.)
BABA BEKİR Osman’ı gördün mü?
OKTAY
Hayır!
BABA BEKİR Osman’dan sakın. Süheylâ’yı izlemiş.
OKTAY
Onun, bana geldiğini biliyor musunuz?
BABA BEKİR Sen gelmeyince, o sana gitti.
OKTAY
Sınavlarım vardı.
BABA BEKİR İki gün görmemeye dayanamadı. Kız seni seviyor.
OKTAY
Seviyor mu? Bunu o mu söyledi?... (Bir yanıt alamaz.) Elbette, söylemedi! Beni
tanıyalı şurada ne kadar oldu... Onu ilk gördüğüm günden beri her sabah ismiyle
uyanıyorum. Okuduğum her sayfada,odamda, sokakta, önümde arkamda yanımda, hep
onu görüyorum. Ben onu sevdiğimi söyleyemiyorum. O nasıl söyler?
DOKTOR
Söyle be, oğlum. Söyle!...
OKTAY
Emin olmadan insan nasıl söyler?
DOKTOR
Sevdiğini sanman yeter de artar bile. Her an, ama her an, milyonlarca insan
birilerine sonunu hiç düşünmeden seni seviyorum diyor. Seni seviyorum demenin tadını
çıkarıyor. Sen de söyle. Tadını çıkar! Baba Bekir sizi birbirinize çok yakıştırıyor!
OKTAY
Ne için geldiği çok iyi belliydi.
DOKTOR
... Senin için bir şeyi kanıtlamak istemiştir...
OKTAY
Yatağıma girmiş! Sanki verebileceği bir tek o var! Bana çok daha fazlasını verdi.
Nasıl anlamaz? Onu aramadığım, beklemediğim, hiç umudum olmadığı bir anda geldi.
Sevmenin dünyayı güzelliğe dönüştürdüğünü onunla yaşadım. Bana daha neyi
kanıtlayacak? Aramızdakinin sıradan bir ilişki olduğunu mu?
(Oktay müzik setinin başına oturur. Kulaklığını takar. Sessizlikte, Osman içeri girer.
Heyheyleri üzerindedir. Tıfıl, hoparlörün arkasına saklanmaya çalışır, büzülür.)
BABA BEKİR (Önüne geçmekte kararsız kalır.) ...Osman?
OSMAN
Hiçbir şey olmamış gibi müzik mi dinliyor? (Gidip Oktay’ın başına dikilir.) Cevap
ver!
OKTAY
(Kulaklığını çıkarır.) Ne istiyorsun?
OSMAN
Bana cevap ver.
OKTAY
Neyin cevabını vereyim?
OSMAN
Bütün olanlardan sonra ne diyeceksin?
OKTAY
Neymiş; bütün olanlar?
OSMAN
Süheylâ senin evine girdi.
OKTAY
Eee? Ne olmuş?
OSMAN
Ben de ne olduğunu soruyorum.
OKTAY
Sana ne?
OSMAN
Süheylâ, Saadet’in kızı! Namusu benden sorulur.
OKTAY
Dünya sanki tek bir eksen çevresinde dönüyor; o da yatak! (Osman, Oktay’ı
yakasından kavrar. Ayağa kaldırır.) Merak etme. Kızın kılına bile dokunmadım. Onu mu
öğrenmek istiyordun? Öğrendin işte!
OSMAN
(Yakayı bırakır. Baba Bekir aralarına girer.) Bir daha seni onun peşinde
görmeyeceğim. Saadet’in kızı o!
OKTAY
Adamı deli etme. Keşke olmayaydı.
OSMAN
(Baba Bekir’i kenara itmeye çalışarak) Sen Saadet’e lâf söyleyemezsin!
OKTAY
Saadet’e lâf söyleyen kim? Saadet’in kızını konuşuyoruz burada.
OSMAN
Saadet’in kızına da lâf söyleyemezsin.
OKTAY
Yeter! Süheylâ’yı korumaya kalkışman saçmalık. Senin onun üzerinde hiçbir
hakkın yok. Ne hakkın var, ne de sorumluluğun.
OSMAN
Hakkım var!
OKTAY
Sen ancak Saadet için vardın... Saadet’e göresin. Saadet’e kadarsın. Bunu o kalın
kafana sok!
(Olay, Tıfıl’ın düdük sesi gibi tiz çığlığıyla başlar. Osman’ın yumruğunun Oktay’ı
yere yıktığını görürüz. Tam anlamıyla yere serilir. Baba Bekir koşar, onu yerden kaldırmaya
çalışır.)
OSMAN
Sustu işte!... Ben Süheylâ’yı gözümden esirgerken... (Yanında duran Tıfıl’a)
Duydun değil mi? Neler söyledi! Saadet’ime lâf söyletir miyim?
BABA BEKİR Doktor, gel! Kafayı fena vurmuş bu. Kımıldamıyor. Baygın mı ne?
DOKTOR
(Oktay’ın yanı başına çömelir. Muayene eder. Nabzını da dinledikten sonra başını
kaldırır, bir süre Baba Bekir’in yüzüne bakar.) Ölmüş!...
BABA BEKİR Ölmüş mü?!... İyice bak!
DOKTOR
Oktay ölmüş! Ölmüş, Baba Bekir! Evet!... Başına burdan darbe almış olmalı.
BABA BEKİR (Bir sessizlikten sonra) Şimdi ne olacak?
DOKTOR
Polis çağırt.
TIFIL
(Baba Bekir’i ceketinden tutar.) Çağırtma! Polis, hapse atar. (Doktor’a) Osman’ı
hapse atar polis... (Baba Bekir’e) Çağırtma! (Osman’a yalvarır.) Gidelim.
OSMAN
Nereye?... Suya bakmaya mı?... (Kımıldamaz.)
TIFIL
(Kapıya giden Baba Bekir’in önünü çığlıkla keser.) Çağırma!...
(Süheylâ merdiven başında görünür. Merak, kaygı ve telâşla sahanlığa kadar iner.
Orada durur.)
BABA BEKİR (Tıfıl’ı Osman’ın yanına iterek) Sus!... Ayağıma dolanma. Otur bir kenara, sus!...
Allah’ım! Başımıza neler geldi!... (Çıkar.)
(Süheylâ olanları kavramış, sonsuz üzüntüyle Osman’a bakmaktadır. Osman
Süheylâ’yı görür.)
OSMAN
(Tıfıl’ın omzundan kavrar. Süheylâ’yı gösterir.) Bak ona tıfıl! Oradan bana nasıl
bakıyor. Sanki kader ortağıymışız gibi!... (O da sonsuz acıyarak, başucunda durduğu,
yerde yatan Oktay’a bakar.) Bir tek yumruk, Tıfıl! Bir tek yumruk!... Bir yumrukluk işi
varmış! (Işık azalmaktadır.) Tıpkı düşümdeki gibi... Ama şimdi ölüyü tanıyorum... İşte oldu
bitti. (Doktoru kolundan yakalar.) Düşüm çıktı, Doktor!
DOKTOR
Sakin ol!
OSMAN
O düşü görmem artık. Görsem bile; şimdi ölüyü tanıyorum. Kurtuldum!...
(Işıklar iyice kararır. Yalnızca bir tek ışık sahanlıktaki Süheylâ’yı aydınlatır.)
SÜHEYLÂ
(Konuşurken kımıltısızdır. Düşüncelerini aktardığını sezdirir.) Öldü!... Ölüme bu
kadar yakın olduğunu biliyor muydu?... Tanrı’m, Oktay öldü! Bana Oktay yok artık! Gözleri,
elleri, ağzı, yok bana... Benim yüzümden öldü! Öldüren elleri gördüm. Onlar güzel, güçlü,
erkek eller... O eller, annemi sevmiş. Aynı eller, Oktay’ı öldürdü!... Benim yüzümden!...
Benim yüzümden!... Benim yüzümden!... Ama ölüm korkulacak bir şey değil... Ölümden
korkmuyorum. Ölmek istiyorum!... Öylesine istiyorum ki... Tanrı’m!... Şimdi uyuyacağım ve
hiç uyanmayacağım!...
(Işıklar söner...)
(Şimdi gecedir. Baba Bekir özel ışıkla aydınlatılmış portrenin karşısında sallanır koltuğunda
oturmaktadır. Doktor girer. Çok yorgundur.)
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
Osman için paralanmak boşuna. Ben öldürdüm, diyor, başka bir şey demiyor. Tek istediği,
o rüyadan kurtulduğu düşüncesine sarılmak... Daha da kötüsü, Tıfıl’ı da tımarhaneye
koydular.
Eyvah!
Önüne gelenin ayaklarına sarıldı. Herkese yalvardı. “Hapse koymayın, suyun aktığını
göremez, Oktay’ı Saadet öldürdü,” diye... “Zararsızdır,” dedim ama, dinletemedim.
Sorumluluğunu üstlenir miymişim?
Zavallı Tıfıl!... O da ölür! Suyun aktığını göremezse, ölür.
Su hep akıyor. Kıyıda durdum, baktım. Dediği gibi, hep akıyor... (Taburesine oturur.)
Neyin var senin? Sanki bir tuhafsın.
(Tezgâhın gerisine geçer. Bir şarap bardağını doldurarak Doktor’un önüne koyar.) Hiç!...
Belki kızgınım... Gittikçe daha kızgınım!... (Tezgâhın üzerindeki rulo kâğıt kılıfını Doktor’un
önüne sürer.)
Nedir bu?
Saadetin Nü’leriymiş!
Ne demek Nü’leri?
Çıplakları işte!
Haydaaaa! Nerden çıktı peki?
Köpoğlusu! O getirdi... (Başıyla portreyi gösterir.) Bunca yıl sonra! Meğer yurtdışındaymış.
Sırf bunu getirmek için uğramış. İçinde, onun çizdiği Saadet’in nü’leri varmış.
Bizim nasıl hiç haberimiz olmadı?
Saadet’in de hiç haberi olmamış. Hepsini o uyurken çalışmış. Kızcağız, kocasının misafirini
ağırlıyor sanırken... Onu hapla uyutturuyormuş! Hiç olur mu öyle şey? Hapla
uyutulduğundan adamın haberi olmasın?
Arada kocası varsa, olurmuş zahir.
Yediği haltı biliyor ama. “Bunları hiç sergilemedim. Çünkü rızasını almadan habersiz
çizdim,” dedi. “O, öldü,” deyince de hiç tınmadı. “Bir kızı var,” dedim. “Öyleyse bunlar
kızının!” dedi. Şimdi para da ederlermiş. Artık ünlüymüş!
Demek ünlüymüş!
Sefil kocası, öğrenenlere ressamdan sonra da omuzdan bacaktan göstermeliğe Saadet’i
uyutmuş. Kavgalaşıp hastanelik olunca, her şey açığa çıktı sanınca, Saadet’in yüzüne bir
daha bakamaz diye eve hiç geri dönmemiş.
O kocayı asla bağışlamazdı o.
Ama ne oldu? Geride daha kötüsüne inandı.
Demek Avrupa’daymış!
Avrupa’daymış! O güzelim sevdanın kanına girdiğini hiç umursamadan çekmiş gitmiş
köpek! Eşşek gibi, “Karısını satıyor,” diyen Hayri’ye nasıl kandım?!
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
O öyle biliyordu.
O öyle biliyordu. Biz de ona inandık.
...Şimdi kendimize kızmanın kime ne yararı var?... Neyse bunları bilince, gün gelir kızına
anlatırız. Belki bir şeyleri düzeltmiş oluruz; kim bilir.
BABA BEKİR Bunu Süheylâ’ya verecek miyiz? Vermeyecek miyiz?
DOKTOR
Herhalde vermeliyiz. Şimdi sırası değil.
BABA BEKİR Öyleyse al, götür, sen sakla.
DOKTOR
İçine baktın mı?
BABA BEKİR Hayır, açmadım. Bakmam da.
DOKTOR
O nasıl?
BABA BEKİR Kulağım kirişte. Un ufak pıtırtısını duymadım!... Gitmiş olamaz değil mi? (Birden aklına
düşmüş gibi) Başına bir şey gelmiş olmasın?
(Doktor, şarabından hiç içmeden bardağını bırakır. Merdivenlere koşar. Baba Bekir,
bükemediği diziyle arkasından güçlükle sahanlığa vardığında yukarıdan Doktor’un sesi
gelir.)
DOKTOR
Baba Bekir, koş bir doktor çağır, çabuk!
BABA BEKİR Sen doktor değil misin, be adam!
DOKTOR
(Sesi gelir.) Ne diyorsam onu yap, çabuk! (Baba Bekir ancak kapıya varmışken gene
merdivenlerde görünür.) Dur, gitme, gerek yok!... Korkuttu beni. Kalıp gibi yatıyordu. Bir
şey yuttu sandım... İlâç falan almamış.
BABA BEKİR Aşağı indir. Al getir buraya.
DOKTOR
Yatağa girmiş! Yarı çıplak...
BABA BEKİR Bir şeye sar da getir, be adam, haydi!
(Baba Bekir yer hazırlar. Doktor Süheylâ’yı indirir. Onu, Süheylâ’nın ördüğü yatak örtüsüne
sarmıştır.)
SÜHEYLÂ
(Sakin görünür. Ancak konuştuğunda, ondaki değişimi sezeriz. Sesi güçlü ve berraktır.
Zorlayıcı bir iç canlılık, sesinden yol bulur.) Yatak örtüsü bitti! Yatağa örttüm! İşim bitti!
(Onu oturturlar.) Bitirmekte bana en çok Osman yardım etti. İlk kez pencereyi açtığım gün,
o aşağıda, sokaktaydı. Tepemden başlayarak bütün derim, kırçıl kırçıl buzlanmış gibi
karıncalandı. Bu duyguyu sevdim. O sokakta bekledi. Ben ördüm. Ama şimdi o Oktay’ı
öldürdü... Oktay öldü; o, katil oldu. İki kişinin başını yedim. Ben neden yaşıyorum?
DOKTOR
Senin de ölmen, neyi değiştirir?
SÜHEYLÂ
Ben Oktay’ı, onun beni sevdiği gibi sevemedim. Suçluyum.
DOKTOR
Elinde olmayan tek şey buydu.
SÜHEYLÂ
Ölüm, kesin son!... Değil mi? Ben de cezamı çekmeliyim.
DOKTOR
Hepsi geçecek.
SÜHEYLÂ
Geceleri o kocaman yatakta yanımda nefes alan biri varmış gibi korkuyla uyanıyorum.
Sonra da yanımda kimse yok diye üzülüyorum. Ben kötü müyüm?
DOKTOR
Değilsin!
SÜHEYLÂ
O yatak aynı yatak mı acaba? Amca dediğim bütün o adamlar, annemle o yatakta mı
sevişti?... (Eski sesiyle konuşmaya başlar.) Sanki, korkunç bir çarkın dişlilerine kapılmak
üzereyim. Sanki artık hep o çarkta döneceğim... Annem gibi olmak istemiyorum.
DOKTOR
Annenin koşulları başkaydı. İnan bana. İnsan yaşamın temiz yanındaysa kirliye yönelmez.
Erkek için de aynı. Tek eşten başkası, istenmez.
SÜHEYLÂ
Tek eş... Sevdiğin mi?
DOKTOR.
Evet, elbette!
SÜHEYLÂ
(Doktor’un göğsüne sığınır. Örtü omzundan kayar. Doktor’un ceketinin omuzlarını yoklar.)
Dışarıda yağmur mu yağıyor?
DOKTOR
Yağıyordu.
SÜHEYLÂ
Şimdi ıslak caddelerde dolaşıyorlardır. Yağmurda yürümek en sevdiğim şeydi.
DOKTOR
Gene yağmurda yürüyeceksin. Yeryüzüne dönme zamanın geldi.
SÜHEYLÂ
(Doktor’un boynuna sarılır.) Sizinle geleyim. Beni alın, götürün. Ne olur! Benimle
evlenemez misiniz? Sizi severim. Size kendimi sevdiririm.
BABA BEKİR (Süheylâ’yı Doktor’dan çekip ayırır.) Utan, utan! İsterik kızlar gibi!... Görmüyor musun?
Seni zaten seviyor.
SÜHEYLÂ
(Kırık bir sesle) Beni herkes sever. Ben ne yapar yapar, kendimi sevdiririm...
BABA BEKİR (Süheylâ’yı yeniden örtüye sarar, oturtur.) Yücel’e dön. O, seni istediğin yere götürsün.
SÜHEYLÂ
Dönemem... Ben onun her şeyiyim. Ama dönemem... Onu sevemem. Kardeşimle
evlenemem; değil mi? Annesi hep, kardeş olduğumuz kuşkusuyla yaşadı. Gerçeği annem
söyleyebilirdi; ölmüş!... Artık kimse bilmeyecek.
(Sahnede kımıltısız bir süre geçer. Saadet, elindeki yuvarlak tepsiyle merdivenlerden
inmeye başlar.)
SAADET
SAADET
DOKTOR
BABA BEKİR
SAADET
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
SÜHEYLÂ
SAADET
BABA BEKİR
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
SÜHEYLÂ
SAADET
SÜHEYLÂ
SAADET
SÜHEYLÂ
SAADET
BABA BEKİR
SÜHEYLÂ
SAADET
DOKTOR
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
(Seslenir) Bu akşam çilingir soframız var!
(Baba Bekir’le Doktor, dönüp Saadet’e bakarlar. Süheylâ, oturduğu gibi kalmıştır. Spot
ışığın altında hiç kımıldamaz. Doktor koşarak merdivenleri çıkar. Tepsiyi Saadet’ten alır.
İnerler. Saadet şimdi derli toplu giyinmiş, arkadaş canlısı, şen bir hanımcıktır.)
Buyur, Bekir Baba!
(Tepsiyi sağdaki spot ışığın altına, masaya yerleştirir.) Çirozu nereden buldun?
(Masaya gelir.) Onun Osman’ı var. Ne istese bulur getirir.
Aş eriyorum sandı zavallı. Dünyada haksızlık ettiğim tek erkek! Sen buna ne dersin,
Doktor?
Sen değişik bir kadınsın. Kafa yordurma bana. Hadi, biz içelim!... Şerefe!
Şerefe!
Şerefe!
Onunla şöyle bir çilingir sofrasında baş başa oturamadık.
Hayıflandığı şeye bak!
İçmediği fena mı?
Aklı başında dursun, istiyor. Bak, Doktor’a! İçer ama aklı hep başında.
Sanmam. Öyle olsa ömrünü burada tüketir mi?
Ben aklın yolundan sapmak için içiyorum. Hadi, şerefe!
Osman’a bir çocuk doğuramadın.
Çocuğun sefasını süremezdim be Bekir Baba. Her an, kızım aklıma düşer, kahrolurdum.
Menekşeyi oturtmuşsun gene. (Tepsiden menekşe demetini alır, koklar.)
Mor menekşe, boyun eğmiş... (Demeti alır, koklar.)
Bu menekşe nerede biter? Kimler derer? Ne de güzel!... (Alır, koklar.) Ömrümde bir
menekşe deremedim be, Bekir Baba!
Demek senin kızın da menekşe seviyormuş! (Saadet ağlamaya başlar.) Tütüncüoğlu bilet
yollamakla iyi halt etti. Müsamereden beri bu böyle! Sulu çeşme!
(Gözlerini siler. Hiç olmayacak güzel bir şeyi hayal eder gibi) Biri yavruma sorsa,
müsamere günü bir demet menekşe satın alırken göz göze geldiğin kadın annendi, dese,
acaba beni çıkarır mı?
(Oturduğu yerden, hiç kımıldamadan konuşur.) Yukarıda, duvarda resmi var. Yabancı bir
kadının fotoğrafı. Hep ona bakıyorum. Yabancılık duygusu gitmiyor.
Yanıma getirtemedim. Hâlâ gece gündüz düşünüyorum. Kızıma kavuşmaya şimdi karar
verdim diyelim; nasıl olacak bu iş?...
Buraya getirtemezsin!
Osman’ı bırakamazsın...
Beni niye nikâhlamadı, sanki.
Adama haksızlık etme. Sen istemedin.
Hep benim istediğimi yapması şart mı?
Nasıl olacak bu iş?... Olmayacak... Şerefe!...
Ben reşit olalı, üç ay oldu. Annemi tanıyabilirdim... Tanıyamadım. Geciktim!
Kızımı, tanımıyorum... Onu Osman’la nasıl bir araya getiririm? Koca adam, kafasını
koltuğumun altına sokup uyuyor.
Düşündükçe, Tütüncüoğlu’na kinleniyorum! Hep o sebep oldu.
Gizli gizli, kızım beni arar diye umdum. O zaman her şeyi ne kolay anlatırdım.
Yasakladılar. Yemin ettirdiler.
Ölürsem eğer, o da arar sorarsa, artık beni siz anlatırsınız.
Sus!... Gencecik ölüm anılır mıymış?
Nasıl bir insandı?
İçkilerden rakıyı severdi, renklerden moru, çiçeklerden menekşeyi, deyin!... Ona can
dostlarımı da sayın!
Biri, bir ayyaş doktor!
Diğeri kocamış bir meyhaneci!
Bir de pezevenk Hayri!... Sizleri dünyaya değişmem!
Kızına değişirsin ama!
Tuvalet giydirmişler. Öyle bir oynadı ki, gerçekti sanırsın. Kaderi benzemesin. Ağlamaktan
boğulacaktım. Salon alkıştan kırıldı. Eller kızımı kucaklarken, ben uzaktan baktım. Yanına
SÜHEYLÂ
BABA BEKİR
SAADET
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SÜHEYLÂ
BABA BEKİR
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
BABA BEKİR
SAADET
DOKTOR
SAADET
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
SÜHEYLÂ
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
DOKTOR
SÜHEYLÂ
SAADET
BABA BEKİR
bir yabancı gibi yaklaşmak istemedim. (Ağlar.) Fotoğraflarına bakmak, kendini görmeye
benzemiyormuş.
Artık biliyorum... Fotoğraflar canlanmayacak!
Niye hâlâ ağlıyorsun bilmem ki!...
(Gözünü siler.) Sevinçten!... Üniversiteye girecekmiş! Benim kızım! Daha ne isterim?
Şerefine doktor!
Ha, şöyle!
Benim düştüğüm yola düşmeyecek. Okudu! Zaten bu meslek, kadınlar okudukça ortadan
kalkar.
Bu meslek ortadan kalkmaz. Yeryüzünün en eski iki mesleğinden biriymiş derler.
Öteki neymiş?
Mezar soygunculuğu!
Ben, annemin etinin kazancıyla büyümüşüm; Yücel babasının karaborsa parasıyla!...
Yeryüzü dediğin çok büyük!
Bir Avrupa ülkesinde hayat kadınlarının yüzde kırkı üniversite mezunuymuş!
Yok, deve! Olmaz öyle şey! Üniversite bitiren neden o işi yapsın?
Pazarı var. Kolay para! Çok para! Şimdi orada işleyen son düzen bu. Kadın erkek eşitliğini
seks furyasına dönüştürüp sömürmek! Hayal edemeyeceğin kadar büyük pazar.
Sana inanmıyorum.
Niye inanmıyorsun? Adama, kendini dünyaya kanıtla diyorlar! Hırsla ve seksle kanıtlıyor.
Başarısızsa, o zaman, kendini kendine kanıtlamanın yolunu arıyor. Bu kez de uyuşturucu
ve seksle!
(Pek anlamaz.) Ben, ne zaman kadın erkek eşitliği var derim? Geneleve koyacak kadın
bulamadıkları zaman!
Genelev gerekmiyor ki! Dünya genelev!
Herkes hastalıktan kırılır be! Eh, belâlarını bulacaklar elbet!
Madem orada kadını adam yerine koyuyorlar; razı olmasınlar.
İnsan, ihtiyaçlarına inandırılır. Biyolojik, temel, doğal bir olay deniyor. Ha bire seks
yapmazsan anormal sayılıyorsun.
Hadi be! İnsan bu işi sevdiğiyle yapmak ister. Herkes herkesi ister mi?
Tamam, işte! Niye uyuşturucu salgını var? Uyuşturucuyu aldın mı, kime sarılsan fark
etmez.
Sersemler.
Bırak el âlem ne yaparsa yapsın. Senin Osman’ın var. Hiç bir kadına yan bakmaz.
Ama, bir de kızım var!
Alay konusu oldum!... Niye bu kadar çekiniyorum? Gözümde büyütmeyeceğim. Doğal bir
olay. Asıl doğal olanı baskılamak doğru değil! İstediğim biriyle... İstediğim biri olacak mı?
Bakın; yüzde elli / yüzde elli!... İnsanların yarısı kadın, yarısı erkek! Bana bunu Oktay
söyledi. Aynı tencerede insanların yarısı karaysa yarısı ak durmaz ya!
Tencere dibin kara. Seninki benden kara.
İnandım sonunda... Kadınların namuslu durması, erkeklerin namuslu durmasına bağlı. Oh,
olsun! Diplerini ovsunlar, ağartsınlar bakalım... Niye gülüyorsunuz? Hayır, Doktor! Dünya
geneleve mi dönecek? Eşitlik hakkı için, erkekler de namuslu duracak!... Siz gülün bakalım;
ben de gülmüştüm. Hadi bakalım! Yüzde elli / yüzde elliye!
Ne? Ne? Ne? Ne?
Yüzde elliye içiyoruz!
O ne demek?
Sen içmene bak! Nasıl olsa bu yaşta yüzde ellinin dışındasın.
Bana bak, Doktor! Ne dersen de, yalnız ucu erkekliğe dokunmasın! (Bu ana kadar
konuşmalar keyiflenmek içindir. Konuşur, gülerler.)
Çok tuhaf, yahu! Erkek milletine hıncım öldü.
Öyleyse udunu al gel de çal bari, ha?
Alır gelirim, be Bekir Baba! Udumla da barışırım, dünyayla da!
Dur, ben alıp geleyim! (Merdivenleri koşarak çıkar. Az sonra elinde utla inecektir.)
Osman’ın elleri ne kadar güzel! O ellerle annemi sevmiş! Aynı eller... Oktay’ı öldürdü...
İyi etmişiz! Ben yüreğimi ayrılıkla dağladım ama, kızım temiz ellerde büyüdü. (Usuldan
türküye başlar.) “Sivastopol önünde şanlı da gemiler / Atar da nizam topunu yer gök iniler...”
(Doktor’un getirdiği udu alır. Bu kez şen bir hava dener. Baba Bekir kalkar oynar.)
(Terini kurulayarak) Ohhh! Kurtlarımı döktüm!
SÜHEYLÂ
BABA BEKİR
SAADET
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SAADET
BABA BEKİR
SAADET
BABA BEKİR
SÜHEYLÂ
SAADET
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SAADET
Gittiğim yazlıklarda çocuklarının sırdaşı oldum. Kızlar, oğlanlarla buluşurken gözcülük ettim.
Gizli yapılırken, her şey yolunda. Açığa çıktı mı kötü!
Neme lâzım, Tütüncüoğlu’nun karısı da, iyi kadınmış!
Evet ama, adamı evine bağlayamadı. Erkeğine karılık etmek, boynunun borcu değil miydi?
Dualar... Mumlar... Adaklar!... Dünya kötülük dolu!... Dünya, eşiğin hemen ötesi!
Sen evli kadınlar için bir kitap yaz! Para için, güvence için evleniyorlar madem, karşılığını
dürüstçe versinler. Yaz!
Tütüncüoğlu meteliksizdi, be! O, karı parasıyla iş kurdu. İlk zamanlar, karısı duymasın diye
bana geldiğini Hayri’den bile gizledik. Vurgunu vuruncaya kadar... Sonra aldırmadı.
İsteseydim, Tütüncüoğlu’nun karısı olabilirdim.
Yok yahu!
Açık açık teklif etti. “Çocuğunun babasıysam, söyle! Seni alırım,” dedi.
(Dünyası yıkılmıştır.) Babası o muydu?
Karısı hep o kuşkuyu taşıdı.
Ona, “Emin değilim!” dedim.
Kardeşimle evlenemem... Değil mi?
(Kızgın) Adamla oyun mu oynadın?
(Bir süre susar. Sonra omuz silker.) Emin değildim!...
(Saadet, tatlı ve acı bir geçmişi anımsamıştır. Buruk bir anlatımla dalmış gitmiş, artık
oyunun sonuna kadar kımıltısız kalacaktır. Doktor’la Baba Bekir masadan kalkıp
Süheylâ’nın yanına, anımsama öncesine dönerler.)
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SÜHEYLÂ
DOKTOR
BABA BEKİR
DOKTOR
SÜHEYLÂ
DOKTOR
SÜHEYLÂ
BABA BEKİR
SÜHEYLÂ
DOKTOR
Gerçeği kimse bilmeyecek! (Kalkıp Doktor’un göğsüne sığınır. Gittikçe zayıflayan bir sesle)
Yardım edin!... Yardım edin!... Yardım edin!...
Benim kendime yararım yok. Çaresizin, ayyaşın biriyim.
İsterseniz iyileşirsiniz. İyileştirirler.
(Bir karar vermiş gibi inandırıcı konuşur.) ...İsteyelim mi? Birlikte isteyelim mi?... İkimiz de
iyileşmeyi istersek başarabiliriz! İsteyelim mi?
(Düşünür.) Ben hasta mıyım?
Gel, haydi giyin! Seni buradan götüreceğim.
(Bir an düşünür.) Önce biraz izin verir misiniz?...
(Süheylâ portrenin önüne gider. Baba Bekir’le Doktor, onun portre ile ve sonra eşyayla
sessizce vedalaşmasını izleyerek geride dururlar.)
En sonunda gitmem gereken yere gidiyorum.
Ya Süheylâ?... Onu da mı kliniğe götürüyorsun?
Evet! Görmüyor musun? O ince denge çizgisi üzerinde debeleniyor. Merak etme. Ben
kendime gelinceye kadar, en azından emin ellerde olur... Dünyaya dönmeye kalkışıyorum,
Baba Bekir; dua et de başarayım. Sırf ona yardım edebilmek için!
(Dönüp gelir.) Ne de olsa bana güzel bir çocukluk verdiler. Sarıp sarmalayıp saklamalıyım.
(Çilingir sofrasındaki menekşe demetini görür.) Ne güzel!... Alabilir miyim? (Yüzünü
menekşelere gömerek koklar. Bir çocuk sadeliğiyle) Bütün menekşeler annem kokar.
Gel! Haydi!... (Süheylâ’yı merdivene yöneltir.)
(Basamaklara gelince direnir.) Oradan gitmem!... (Meyhane kapısına yürür.) Buradan
gidelim.
(Engel olmaya kalkışır.) Orası meyhane! Oradan geçemezsiniz!
(İnatçı) Geçeriz!... (Bir anlık anımsama!) Tıpkı yaşamın içinden geçer gibi!...
(Yere düşmüş örtüyü alır. Süheylâ’nın omuzlarını örter.) Geçmeliyiz, Baba Bekir. Tek
yolumuz o!
(Baba Bekir meyhane kapısını açar. Açık kapıdan meyhanenin gürültüsü dolar. Süheylâ bir
an irkilir. Baba Bekir’in ve Doktor’un yüzlerine bakar, sonra yürür. Doktor’la birlikte kapıdan
çıkarlar. Arkalarından Baba Bekir de çıkar. Kapıyı çekip kapatır. Perde ağır ağır , kıpırtısız
dalmış gitmiş Saadet’in üzerine kapanır.)
PERDE
SON