ATLARDA BESLENMENİN PERFORMANS ÜZERİNE ETKİSİ
Transkript
ATLARDA BESLENMENİN PERFORMANS ÜZERİNE ETKİSİ
ATLARDA BESLENMENİN PERFORMANS ÜZERİNE ETKİSİ Spor atlarında performansa etki eden birçok faktör bulunmakla beraber, beslenme, bu faktörlerin içerisinde en önemlilerinden biridir. İnsan atletlerin performanını yükseltmeye yönelik bilimsel çalışmaların ışığında, son yıllarda, spor atları üzerinde de bir çok çalışma yapılmaktadır. Optimum beslenmeyi temin edebilmek için öncelikle atlardaki enerji metabolizmasını iyi anlamak ve at hangi tip performansa yönelik kullanılacaksa ona göre bir rasyon belirlemek gerekir. Kas aktivitelerinin yapılabilmesi için kullanılan enerji kaynağı olan ATP( adenosin trifosfat) farklı yollarla üretilir. Enerji üretiminde en hızlı yol, creatin fosfat ( CP) ta bulunan fosfor grubunun adenosindifosfat ( ADP) ile birleşerek ATP üretilmesidir. Ancak bu yolla, sadece 6-8 saniye süre ile maksimum yüklenmeye yetecek kadar enerji üretilebilir. ATP nin yeniden sentezlenebilmesi ise 2 farklı şekilde olur: 1- Karbonhidrat, yağ ya da proteinlerin, oksijen yardımı ile yakılarak aerobik olarak enerji üretilmesi. 2- Kaslarda depo edilmiş olan glikojen’in anaerobik yani oksijensiz ortamda ATP’ye dönüştürülmesi. Aerobik olarak, anaerobik enerji üretiminin 600 katı kadar enerji üretimi söz konusu olmakla beraber, üretim süreci uzun sürdüğünden, yüksek efor gerektiren durumlarda- örn. Sprint anında, ATP nin daha kısa sürede üretilmesi gerekir ve anaerobik sistem devreye girer. Anaerobik sistem sonucunda açığa çıkan laktik asit, atlarda performans üzerine en belirleyici faktörlerden biridir. Şöyle ki, fiziksel kondüsyonu iyi olan bir at, çok daha uzun süre ile enerji ihtiyacını aerobik yolla karşılayabilir ve aerobik metabolizma ne kadar geç devreye girerse, üretilen laktik asit miktarı da o kadar az olur. Sonuç olarak, laktik asit birikimine bağlı şekillenen yorgunluk hissi de o kadar geç ortaya çıkar. Performans üzerine yapılmakta olan çoğu bilimsel çalışmada da, doğru beslenme yardımı ile laktik asit oluşumunun nasıl minimuma indirilebileceği , ya da kaslarda biriken laktik asitin nasıl en kısa sürede elimine edilebileceği araştırılmaktadır. Ancak bu bilgiler doğrultusunda yapılacak optimum beslenme, bilinçli bir idman sistemi ile bir araya geldiğinde , atın genetik ve fiziksel kapasitesinin el verdiği ölçüde en üst düzey performansa ulaşmak mümkün olabilir. Bir spor atının besin maddesi ihtiyaçlarının belirlenebilmesi için öncelikle hangi tip aktivitede kullanılacağı ortaya konmalıdır. Tablo-1 de görüldüğü gibi farklı spor dallarında yarışan ve hatta farklı mesafelerde koşan yarış atlarında bile ihtiyaçlar farklıdır. Ayrıca, atlar her zaman bireysel olarak ele alınmalı , atın bireysel ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, aynı insanlarda da olduğu gibi, kimi at daha heyecanlı bir mizaca sahip olup, kilo almakta zorluk yaşarken, bir diğeri kolaylıkla üzerine kilo alıp, hatta bu fazla kiloyu vermekte zorlanabilir. Performans için gerekli olan vitamin mineral miktarlarının belirlenmesi, ihtiyaç duyulan diğer bazı yem katkılarının ilavesi aşamasında da bu bireysel özellikler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Tablo 1- Farklı Binicilik Disiplinlerinde Kullanılan Atlarda Enerji Sistemlerinin Birbirine Oranları Performans Türü Creatin Fosfat Anaerobik Glikoliz Aerobik Metabolizma Sprint yarışları: Quarterhorse 400 m Sprint yarışı %80 %18 %2 Orta Mesafe: Düz yarış İngiliz atı 1000 m 1600 m 2400 m %25 %10 %5 %70 %80 %70 %5 %10 %25 %5 %55 %40 3200 m Üretim Standardbred (tırıs yarışları) 1600 m %10 %60 %45 2400 m %5 %50 %45 Polo %5 %50 %45 Engel Atlama %15 %65 %20 %1 %5 %94 Uzun Mesafe: Mukavemet yarışları 40-60 km Aerobik yolla ATP üretiminde karbonhidrat, protein ve yağlardan yararlanılır. Özellikle karbonhidratlar, at beslenmesindeki temel enerji kaynakları olarak kabul edilir. At rasyonlarındaki karbonhidrat kaynakları ise, kaba yemler ( ot, yonca vs), tahıllar ve tahıl yan ürünleridir. Farklı karbonhidrat kaynakları atlar tarafından farklı oranlarda sindirilebilir.Nişasta sindiriminde ana rol oynayan amilaz enzimi atlarda yeterli oranda üretilemediğinden, tüketilen nişastanın sindirimi ince barsakta da devam eder. Konsantre yemler örneğin, yulaf, arpa, mısır vs. yüksek oranlarda nişasta içerirler. Geleneksel olarak at beslenmesinde kullanılan ana yem maddesi olan yulaf, sindirilebilirliği yüksek olduğu için tercih edilmektedir. Arpa ve mısırda ise durum biraz daha farklıdır. Dr. Meyer tarafından yapılmış olan bir çalışmada işlenmemiş mısırın presekal ( kör barsak öncesi) sindirilebilirliği %29, yulafın ise %84 olarak tespit edilmiştir .Yulaf kadar olmasa da iyi birer enerji kaynağı olan bu yem maddelerinde bulunan nişastanın sindirilebilirliği daha düşük olduğundan , bu yemlerin bir takım işlemlere tabi tutulduktan sonra at rasyonlarında kullanılması daha uygundur..Bu amaçla daha eski yıllarda sadece ezme, kırma gibi işlemler uygulanırken, son yıllarda daha çok mikronizasyon, ekstrusyon gibi pişirme teknikleri uygulanmaktadır. Yine Dr Meyer, ezilmiş mısırın presekal sindirilebilirliğinin %45’e, ekstrude ya da mikronize edilmiş mısırın ise %90’a kadar yükseldiğini tespit etmiştir.Özellikle hazır fabrikasyon yemlerde uygulanan bu pişirme teknikleri sayesinde nişasta dekstrinlere ayrışır ve at tarafından daha kolay bir şekilde sindirilebilir. Özellikle yarış atlarında,ince barsakta gaz oluşumunun en aza indirilmesi, yarış performansı açısından çok büyük önem taşıdığından arpa mısır gibi yem maddelerinin ısı işleminden geçirilmiş olması çok faydalıdır. Nişastanın sindirilebilirliğini etkileyen faktörler şöyle tespit edilmiştir: (Meyer et al 1993) Nişasta kaynağı Nişastanın işlenme yöntemi Tüketilen nişasta miktarı Kaba yem kaynağı ve yemleme zamanlaması (kaba yemin konsantre yemden önce veya sonra verilmesi) 5- Atlar arasındaki bireysel farklılıklar 1234- Proteinler canlılarda birçok dokunun yapı taşlarıdır. Proteinler, amino asit zincirlerinden meydana gelir. Yaşamsal faaliyetler için gerekli olan bu amino asitlerin bazıları vücutta sentezlenebilirken, bir kısmının ise dışarıdan alınması gereklidir. Atlar için esansiyel kabul edilen amino asitler, arjinin, histidin, izolöysin, löysin, metiyonin, fenilalanin, lizin, triptofan, threonin ve valin’dir. Özellikle bu esansiyel amino asitlerin kan dolaşımında yeterli miktarlarda bulunması protein sentezi açısından büyük önem taşır. Farklı fizyolojik durumlardaki atların protein ihtiyaçları da farklılık gösterir. Örneğin, büyüme dönemi ve laktasyonda protein ihtiyacı yüksekken, yetişkin spor atlarında ihtiyaç, fiziksel aktivite doğrultusunda belirlenir ve nispeten daha düşüktür. NRC (2007) baz alındığında 500 kg canlı ağırlıktaki bir yarış atının günlük 850-1000 gr ham protein ihtiyacı vardır. Aynı canlı ağırlığa sahip, yanında 1 aylık tayı olan laktasyon dönemindeki bir kısrağın ham protein ihtiyacı ise günlük 1535 gr , hafif çalışan bir binek atının ise 550-600 gr kadardır. Bir yarış atında, protein kaybı en çok terleme nedeni ile gerçekleşir.Teorik olarak, kas gelişimi ve faaliyetleri için gerekli olan protein miktarı, ter yolu ile kaybedilen azotlu maddeler de göz önünde bulundurularak hesaplanır. Protein kaynaklarının bio kullanılabilirliği de çok önemlidir. Kas dokuyu oluşturan amino asitler atlar için ideal amino asit profilini oluşturur. Lizin ve leucin kas dokuda en yüksek oranlarda bulunan amino asitlerdir. Rasyon oluştururken protein kaynağı olarak kullanılacak yem maddelerinin seçimine dikkat edilmeli, bio yararlılığı yüksek amino asit içerenler tercih edilmelidir. At beslenmesinde kullanılan ve % 6-9 oranında protein içeren yulaf, arpa, mısır gibi geleneksel yem maddeleri, protein ihtiyacının karşılanmasında yeterli olmadığından rasyona genellikle bazı protein katkıları ilave edilerek, atın fizyolojik durumuna uygun miktarda protein tüketmesi temin edilmelidir. Bu amaçla kaba yem olarak yonca kullanılabileceği gibi, soya küspesi, keten tohumu küspesi ya da ısı işleminden geçirilmiş tam yağlı soya, bezelye, keten tohumu gibi yem maddeleri de kullanılabilir. Bileşimindeki amino asitlerin bio yararlılığının yüksek olması bakımından soya, at rasyonlarında en çok tercih edilen protein katkısıdır. Balık unu gibi hayvansal kökenli protein kaynakları ise özellikle patojenik mikroorganizmalar taşıyabileceğinden ve kokusu nedeni ile yem tüketimini düşürebileceğinden dolayı at rasyonlarında pek tercih edilmemektedir. Özellikle hazır yemlerdeki ham protein oranları ve protein kaynaklarına dikkat edilmelidir. Ham protein oranı, yem içerisindeki azotlu bileşik miktarını gösteren bir değerdir.Bu değerin yüksek olması, yemdeki sindirilebilir proteinin de yüksek olduğunu ne yazık ki göstermez. Asıl olan protein kaynağı ve bu kaynaktan elde edilen proteinin bio yararlılığıdır. Örneğin, atlar tarafından sindirimi ve yararlılığı söz konusu olmayan, azot içeren bazı maddeler yeme ilave edildiğinde, yemdeki ham protein miktarı doğal olarak yüksek çıkacak, fakat at, ihtiyacı olan amino asitleri alamayacaktır. İyi kaliteli hazır yemlerde ise atın fizyolojik durumuna uygun şekilde formüle edilmiş oranlarda ve sağlıklı protein kaynakları kullanılır. Genellikle tay yemleri %16, damızlık kısrak ve aygır yemleri % 15, yarış atı yemleri %14, konkur atı yemleri % 12 , binek atı yemleri ise %8-10 civarında ham protein içermektedir. Protein bakımından yetersiz beslenme özellikle taylarda gelişim bozukluklarına, laktasyondaki kısraklarda süt veriminde azalmaya sebep olabilir. Protein fazlası ise özellikle yetişkin yarış atlarında faydadan çok zarar getirir. İhtiyaçtan fazla protein tüketimi aşırı terlemeye neden olacağı için özellikle yaz aylarında, sıvı kayıplarına dikkat edilmelidir. Ayrıca, idrarla atılan azotlu maddeler , özellikle de amonyak miktarı artacağından, havalandırması yetersiz ahırlarda tutulan atlarda solunum sistemi problemleri ortaya çıkabilir.İhtiyacın üzerinde protein tüketimi atlarda direkt olarak karaciğer ve böbrek yetmezliğine sebep olmamakla beraber, bu gibi atlarda rasyondaki protein miktarının düşürülmesi önerilmektedir. Yağlar, at rasyonlarında farklı amaçlarla kullanılırlar. Öncelikle yağda eriyen A,D,E ve K vitaminlerinin metabolize olabilmesi için rasyonun belli oranda yağ içermesi gereklidir. Geleneksel tahıllarda bulunan yağ miktarları bu işlev için yeterli olmakla beraber, son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar neticesinde, spor atlarında rasyonda yağ ilavesinin performans üzerine ne derece etkili olduğu ortaya konmuştur. Yağlar, iyi bir enerji kaynağı olmalarının yanı sıra, çeşitli metabolik faaliyetlerde de kullanılırlar. Özellikle, enerji kaynağı olarak nişastanın tercih edilmediği durumlarda, örneğin tying-up ( kas tutulması), ya da aşırı sinirlilik gibi, yağlar asıl enerji kaynağı olarak kullanılabilmektedirler. Atların, yağdan faydalanabilme oranları diğer hayvanlara göre daha fazladır. Rasyonlarda maksimum % 20 ‘ye kadar yağ kullanımı mümkün olabilmektedir. Kullanılan bu yağın ise %76-%94 oranında sindirilebildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Hayvansal yağların sindirilebilirliği daha düşük olduğundan, rasyonlarda bitkisel sıvı yağların kullanımı daha uygundur. Rasyonda kullanılabilecek yağ kaynakları çok çeşitlidir. Lezzeti ve yararlılığı açısından en fazla mısır yağı tercih edilmektedir. Bunun dışında soya, kanula ve ayçiçeği yağları da kullanılabilir. Balık yağı ise, hem yemin lezzetini bozması açısından hem de metabolize olabilirliği düşük olduğundan at rasyonlarında kullanımı pek tercih edilmez. Sindirimi daha zor olan ve nişasta içeren tahılların rasyondaki miktarını arttırmaya gerek duyulmadan, sadece yağ ilavesi ile enerji düzeyi kolaylıkla arttırılabilir. Yapılmış olan bir araştırmada rasyona % 5 yağ ilave edildiğinde toplam metabolize enerjinin % 8.5, %10 yağ ilave edildiğinde ise enerjinin %17 oranında arttığı tespit edilmiştir. Düzenli olarak minimum 3-6 hafta süre ile % 8-10 yağ içeren dietlerle beslenen atlarda, kaslarda depo edilen ve sprint anında anaerobik yolla enerjiye dönüştürülen glikojen miktarında artış olduğu tespit edilmiştir. Yine bu gibi rasyonlarla beslenen atlarda, maksimum performans sonrası kan laktik asit düzeylerinin daha düşük seyrettiği ve laktik asit birikimine bağlı yorgunluğun diğer atlara oranla daha geç ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Genel olarak yüksek yağ içeren rasyonlarla beslenmenin yarış performansı üzerine pozitif etki yaptığı söylenebilir. Tüm canlıların beslenmesindeki en önemli madde ‘’su’’dur . Özellikle yarış atlarında yeterli su tüketimi zaman zaman göz ardı edildiğinden birçok metabolik problem ortaya çıkmakta, arzu edilen performans elde edilememektedir. Vücutta üretilen enerjinin %75-80’i ısı olarak ortaya çıkar. Hafif bir idman sırasında bile yüksek oranda enerji dolayısı ile de ısı üretimi söz konusudur. Oluşan ısı dışarı atılamadığı taktirde vücut iç ısısı normalin bir hayli üzerine çıkacağından, ölümcül tehlikeler doğurabilir.Neyse ki vücuttaki soğutma sisteminin işleyişi bu artışlara engel olabilmektedir. İdman sırasındaki kas faaliyeti sonucu oluşan ısı, kan yolu ile deriye ve daha az bir oranda da solunum sistemine aktarılır. İç ısı ne kadar yüksekse, soğutma işleminin yapılabilmesi yani kan yolu ile ısının deriye taşınabilmesi için gereken enerji de o kadar yükselir. Soğutma işlemi için deriye yönlenen kan akımı nedeni ile, kaslar için gerekn oksijeni taşıyan kan miktarında azalma olacağından, laktik asite bağlı ortaya çıkan yorgunluk da çok daha kısa sürede gerçekleşerek performans üzerine negatif etki yapar. Ortaya çıkan terin buharlaşması ile, vücut iç ısısının düşürülmesi temin edilir. Özellikle hava sıcaklığı ve nem oranının yüksek olduğu durumlarda soğutma işleminin yapılabilmesi çok güçleşir ve bu iş için daha fazla enerji gerekir. 1 lt terin buharlaşabilmesi için 580 kcal enerji gerekir ki bu enerji 7-8 dakika tırıs yapılması için gerekli enerji miktarına eşittir. Ter ile birlikte atılan beyaz köpük görünümlü protein ,deterjan gibi bir yapıya sahip olup, deri üzerinde bir tabaka oluşturur, ter damlacıklarının deri üzerinde tutularak buharlaşmasına yardım eder. Ancak yeterli fizik kondüsyona sahip olmayan, ya da kapasitesinin üzerinde idman edilen bir atta ter, bu özellikleri göstermez, daha çok su kıvamındadır ve ter damlacıkları deri üzerinden akıp gittiği için buharlaşma ve dolayısı ile de soğutma, tam olarak yapılamamış olur. Bazı araştırmacılar, ter bıçağı (çember) yardımı ile terin sıyrılmasını , buharlaşmayı azaltıp soğutmayı güçleştireceğinden, önermemektedirler. Bunun yerine atın direkt olarak su ile yıkanması ve buharlaşmanın rahatlıkla yapılabilmesi için bu suyun deri üzerinde kalması gerektiğini savunmuşlardır. Diğer bir görüş ise, vücut ısıs normale gelene kadar atın arka arkaya birkaç kez su ile yıkanıp deri üzerinde ısınan bu suyun normal dereceye gelene dek sıyrılması yönündedir. Performans sırasında 50 litreye kadar ter kaybedilebilir ki bu da atın kan hacmine eşit bir miktardır. Sıvı kaybı telafi edilmediği taktirde vücut ağırlığında ,dehidrasyona bağlı olarak %7 ila %11’e varan oranlarda azalma görülebilir. Dehidrasyonun %12-15 oranına çıkması ise ölümcüldür. Bu sıvı kayıplarına bağlı olarak, kan hacmi azalır, dolayısı ile de doku işlevleri için gerekli oksijen dokulara taşınamaz, soğutma işlemi de gereği gibi yapılamayacağından iç ısı yükselir ve ‘’ sıcak stresi’’ (heat stress) denen durum ortaya çıkar, performans düşüklükleri gözlenir. Bu gibi durumlara sebebiyet vermemek için atın önünde daimi olarak temiz su bulunmalıdır. Atın kısıtlı bir mide kapasitesi olduğundan, kova ile belirli zamanlarda su gösterilmesi kesinlikle doğru bir uygulama değildir. Bu yöntemle atlar, hem ihtiyaçları olduğu ölçüde su tüketemez hem de tek seferde çok fazla su içmeye çalışarak mide kapasitelerini zorlarlar. Kış aylarında atların soğuk suyu tercih etmeyerek yeterli miktarda su tüketmedikleri tespit edilmiştir. Ata soğuk su verilmesinin endişe yarattığı kış aylarında, suyu kova ile belirli zamanlarda vermek yerine, atın önünde bırakılan suyun belirli aralıklarla ılındırılması daha doğru bir yöntemdir. Ter ile atılan sadece sıvı değildir,hayati öneme sahip elementlerden sodyum, potasyum, klor ve daha az oranlarda da kalsiyum ve magnezyum da kaybedilir. Bu elektrolitler bir takım yaşamsal faaliyetler için gerekli olduğunda, eksiklikleri durumunda tüm metabolik faaliyetlerde problemler ortaya çıkabilir. Sıvı ve elektrolit kayıplarının vakit geçirilmeden tamamlanması çok önemlidir. Her ne kadar birçok ticari elektrolit preparatının kullanım tarifnamesinde ‘’ suya katılabilir’’ diye yazsa da, elektrolit katkılarının su yerine yeme katılması çok daha uygun görülmektedir. Sıvı kayıpları ağız yolu ile yeterli oranda karşılanamıyorsa damar içi infüzyonla sıvı tedavisi uygulanabilir. Ancak öncelikli olarak ağız yolu her zaman tercih edilmelidir. Doğru idman edilen, yeterli fizik kondüsyona sahip atlar ile minimum %10 yağ içeren rasyonlarla beslenen atlarda, vucüttaki ısı oluşumu daha az olacağından ,buna bağlı olarak sıvı ve elektrolit kayıpları da daha düşüktür. Spor atlarında performans ile ilişkili olarak yapılan çalışmaların bir çoğu da mineral metabolizması üzerinedir. Özellikle büyüme döneminde kemik gelişimi ve mineralizasyonunun sağlıklı olabilmesi için bir takım elementlere ihtiyaç duyulur. Genellikle bu mineraller tek başlarına değil, birbirleri ile sinerjik bir etkileşim içerisinde metabolize olurlar. Ancak, atın sağlıklı bir kemik yapısına sahip olabilmesi için dengeli beslenmesi yeterli olmaz, bilinçli bir idman sisteminin de kemik sağlığına katkısı büyüktür. Kalsiyum/Fosfor dengesinin ( 2:1, 3:1) önemi bugün herkes tarafından bilinmektedir. Geleneksel olarak sadece arpa, yulaf gibi tahıllarla beslenen atlarda bu dengenin temin edilebilmesi için rasyona kalsiyum eklenmelidir. Kaliteli hazır yemler ise bu oran gözönünde bulundurularak formüle edildiğinden, başka bir tahıl maddesi ile karıştırılarak verilmediği sürece herhangi bir kalsiyum ilavesi gerektirmez. Ancak tahıllarla birlikte verilen hazır yemlerdeki Ca:P oranı iyi tespit edilerek uygun şekillerde rasyonun desteklenmesi gerekir. Unutulmaması gereken en önemli hususlardan bir tanesi, kalsiyum eksikliğinde görülen birçok problemin kalsiyum fazlalığı durumunda da görülebileceğidir. Bu yüzden, kalsiyum takviyesi yapmadan önce , rasyondaki değerler doğru olarak tespit edilmeli gelişi güzel ilavelerden kesinlikle kaçınılmalıdır.Önemli olan rasyondaki kalsiyum miktarından çok kalsiyum-fosfor dengesidir. Son yıllarda üzerinde en çok çalışma yapılan minerallerden biri de silikondur. Silikonun kemik metabolizması üzerine çok etkin bir rol oynadığı, osteoblastik (genç kemik hücresi aktivitesi) aktiviteyi arttırdığı ve osteoklastik ( yıkımlanma) aktiviteyi azalttığı tespit edilmiştir. Silikon selenyum ve çinko ile de sinerjik bir etki gösterir, kalsiyum-fosfor metabolizmasını düzenler. Ayrıca, eklem ve kemik sağlığı açısından önemi büyük olan osteoglikanların ( glukozamin, kondroitin vb) etkisini güçlendirdiği tespit edilmiştir. Silikon kaynağı olarak genellikle sodyum zeolit A kullanılır. Ancak sodyum zeolit A’nın metabolize olabilmesi için organizmada ‘’ siclic asit’’ e dönüştürülmesi şarttır. Arzu edilen etkiyi yaratabilmek için 500 kg canlı ağırlıktaki bir ata günde 100 ila 200 gr kadar ağızdan verilmesi gerektiği tespit edilmiştir. Likit formda ve direkt olarak siclic acid içeren ürünlerin ise ağız yolu ile 500 kg canlı ağırlıktaki bir ata 2,5 ml ila 5 ml verilmesinin yeterli olduğu tespit edilmiştir. Özellikle gelişme dönemindeki genç atlar ile kemik-eklem problemi olan yetişkin spor atlarında başarı ile kullanılmaktadır. Krom elementinin performans üzerine etkisi önce insan atlerlerde incelenmiş , ortaya çıkan şaşırtıcı sonuçlardan sonra atlar üzerinde de birçok araştırma yapılmıştır. Optimum yararlanma için 500 kg canlı ağırlıktaki bir yarış atının rasyonunda günde 5 mg krom bulunması gerektiği ortaya konmuştur. Krom, özellikle kan şeker düzeyinin regülasyonunda insülinle birlikte hareket eder, ve yeterli miktarda krom tüketimi , metabolizmadaki insülin ihtiyacının düşürülmesine fayda eder. Ayrıca Kentucky Equine Research ( KER) araştırma merkezi tarafından yapılan bir çalışmada da, rasyonlarına krom takviyesi yapılan atlarda, standard egzersiz testi ( SET) sonucunda, kan laktik asit seviyelerinin diğer atlara göre daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca kromun, anabolik etkileri de ortaya konmuştur. Selenyum ve E vitamininin, ağır idman ve yarış koşullarına bağlı olarak ortaya çıkan ‘’oksidatif stres’’ ( oksidasyon sonucu yan ürün olarak ortaya çıkan oksijen radikallerinin yol açtığı metabolik bozukluk), doku yıkımlanması ve serbest radikallerin neden olduğu diğer problemlerin en aza indirgenmesi açısından önemi büyüktür.En önemli antioksidanlardan biri olan glutathione peroxidase, bir selenoproteindir ( selenyum- amino asit bileşiği). Oksidatif stres durumunun en aza indirilebilmesi için antioksidan olarak, selenyum, E vitamini ve glutathion peroxidase’ ın yanı sıra beta-karoten, C vitamini ve L-karnitin de kullanılabilir. Farklı vitaminlerin metabolizma üzerine etkileri , genel olarak herkes tarafından bilinmektedir. Günümüzde araştırmacılar, bazı vitaminlerin henüz bilinmeyen metabolik etkileşimlerini ortaya çıkarabilmek amacıyla birçok araştırma yapmaktadırlar. Örneğin K vitamininin pıhtılaşma faktörü olarak etkileri bilinmektedir, ancak kemik gelişimi ile ilgili olarak serum osteokalsin miktarlarına etkisi henüz çalışma aşamasındadır. İlk bulgulara göre K vitamini ile kemik gelişimi arasında bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Vitaminler doğal ya da sentetik kökenli olabilirler, farklı kaynaklardan köken
Benzer belgeler
Spor atlarında 3 farklı atletik performans vardır:
dozda kullanıldığında, kaslardaki kreatin fosfat depolarını arttırdığı, idman sonrası
laktat miktarını düşürdüğü ve sürati arttırdığı belirtilmektedir. Yarış tazılarında
yapılmış olan bir araştırma...