İlhami Bekir Tez (1906
Transkript
İlhami Bekir Tez (1906
İlhami Bekir Tez (1906-1984) • Önceleri hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerini Milli Mecmua adlı dergide yayımlamıştır. Daha sonra Serbest ölçüyü kullanmaya başlayan şair 1940 kuşağı öncesinden serbest ölçülü şiirler yazan ozanlarından biri olan Serbest şiir tarzında Orhan Veli ve arkadaşlarından önce örnekler veren İlhami Bekir Tez’in şiir serüveni Milli Mecmua ve Servet-i Fünun’la başlar. Heceli ilk şiirlerinden sonra 1929-1930’larda sosyalist gerçekçi bir şair olarak dikkat çekmiş Nazım Hikmet etkisinde serbest ölçülü şiirler yazmaya başlamıştır. • Edebiyat dünyasında adını yazdığı şiirlerle duyuran şairin ilk önemli kitabı, bir işçinin yirmi dört saatini anlattığı “24 Saat” (1929) adlı eserdir. Sonraki süreçte şair "Birinci Forma A" (1930) ve "Herhangi Bir Şiir Kitabıdır" (1931) kitaplarını yayımlamıştır. İlhami BekirTez, şiirimizde Serbest şiiri Nâzım Hikmet’ten önce başlatmıştır. Daha ilk kitabındaki şiirleri arasında bile serbest ölçülü şiirleri vardır. İlk şiirlerinden itibaren yenilikçi ve değişimci bir tavır sergilemiş, nidaları kuvvetli, seslenmeleri kuvvetli anlam yönünden inceliklerle yüklü bir şiir dili oluşturmuştur. Onun şiirlerinin Nâzım Hikmet’in gölgesinde kaldığı öne sürülmüştür. Bekir Tez, Nâzım Hikmet’in edebiyat anlayışını ve ideolojik görüşleri benimsediğini reddetmez ancak şair kendi tavrını Nâzım Hikmet’e göre “daha millî” olarak nitelendirir. • Edebiyatımızda şair kimliği ile ön plana çıkmasına rağmen İ. Bekir Tez’in romancılığı da dikkat çeken diğer bir yönüdür. Yazarın İstanbul’un Suadiye semti çevresindeki sosyal değişimleri konu edinen ilk romanı "Asfalt" (1928); savaşın insanlar ve toplum üzerindeki psikolojik etkilerini anlattığı ikinci romanı "Taşlıtarla’daki Ev" (1944), üçüncü ve son romanı ise "Herhangi Bir Roman Kitabıdır" (1965) adını taşır. Tez’in gazetelerde tefrika hâlinde kalmış veya yayımlanamamış çocuk kitapları ve romanları da bulunmaktadır. • "Herhangi Roman Kitabıdır" önce adından başlayarak, gerek içeriği gerekse bu içeriği ifade etme biçimleriyle farklı bir bakış açısının ürünüdür. Bu romanda Tez, bir yandan geleneksel romanın pek çok özelliğini terk edip daha serbest ve parçalı bir anlatım dili kurarken, bir yandan da Libya ve Cezayir'deki sömürgeci işgallere karşı çıkan muhalif duruşun bir örneği olarak okur karşısına çıkar. Ey Hayatta - kitapta Kurşuna dizilen! Peşinde devriye gezilen! Ey ağaçta yürüyen su! Göğüste atan yürek! Ey yürümek, Ey uçmak, inmemek! Gidip dönmemek! Ey sen vatandan üstün olan! Sen "Ey! ki sensiz vatan Bir cesettir üstünde Akbabaların dolaştığı... Sen ey vatandaşların hür ıslığı çığlığı sırrı HÜRRİYET "Emret ki; ölelim, EMRET!" Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978) • Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı yıllarının Ankara’sında geçen Kansu’nun sanatının temeli burada şekillenir. Ulusçu kimliği ise İstanbul’da okuduğu Tıp Fakültesi yıllarına rastlar. Kansu’nun halktan ve onun sorunlarından sıkça bahsetmesi, Atatürk’ün “Halkçılık” ilkesine sıkı sıkıya bağlı oluşundandır. • Hekimliği, insanları ve özellikle de çocukları daha yakından tanıma fırsatı sağlar. Bu özelikler, onu çağdaşı birçok şairden ayırır. Kansu’nun fikir dünyasında başta Yunus Emre olmak üzere Anadolu’nun kültür ve manevi hayatında etkili olan isimlerin tesiri olduğu görülür. Pir Sultan, Hacı Bektaş-ı Veli ve Köroğlu gibi haksızlığa başkaldırının isimleri, onun şiirlerinde fazlasıyla yer bulur. Bu manevî isimlerin dışında Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Mehmet Akif ve Ömer Seyfettin’in de etkisinde kaldığı görülür. Kansu’nun sanat anlayışı, üç temel unsur üzerine inşa edilmiştir. İlki, bütün güzellikleri içine alan şiir; ikincisi, Atatürk sevgisine bağlantılı olarak ortaya çıkan vatan sevgisi; üçüncüsü ise çocuk ve dolayısıyla insandır. • Hem düzyazı hem de şiir alanında birçok eser veren Kansu’nun daha çok şiirleriyle ön plâna çıktığı görülür. Bir Çocuk Bahçesinde (1941) adını taşıyan ilk şiir kitabında, çocukluğa özlem, anne ve vatan sevgisi gibi temalar yer alır. Henüz Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken yayımladığı Bağbozumu Sofrası’nda (1944) çocuk temasının yanı sıra yaşama sevinci de ön plâna çıkar. Tabiat, çocuk ve yurt sevgisinin dile getirildiği bu eserlerden sonra mesnevi tarzında yazılmış Çocuk Gemisi (1946) adlı eserinde sosyal konulara ağırlık verdiği görülür. Turhal Şeker Fabrikası’nda doktor olarak çalıştığı yıllarda Yanık Hava (1951), Haziran Defteri (1955) ve Yurdumdan (1960) adlı eserleri yayımlanır. Çocuk ve Anadolu bütünleşmesinin sağlandığı Yanık Hava’da Kansu’yu çocuklar şairi yapan adımların atıldığı görülür. Haziran Defteri ise hayal ve hakikat çatışmalarının hissedildiği şiirlerden oluşur. Memleket sevgisi ve millî değerlerin yoğunlaştığı Yurdumdan adlı şiir kitabı, bir Anadolu güzellemesi olarak ortaya çıkar. Bağımsızlık Gülü Yerden alıp o gülü Hangi gülü? Bir topçu neferinin Sakaryalı yaz toprağında Sıcak kan gülü. Alıp koklamak o gülü Hangi baharda? Türkçenin özgür kırlarında Türkülerde burcu burcu, Bilgeliğin ana gülü! Ercüment Behzat Lav (1903-1984) • Dadaizm, fütürizm, kübizm ve sürrealizm akımları etkilerini şiirine yansıtmış, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde serbest ölçünün ilk uygulayıcılarından olan bir şairdir. Toplumsal konuları ve ülke meselelerini irdeleyen şiirler yazar. Her Türlü dogmanın karşısına diyalektik materyalizm anlayışını koyan şair Marksist bir düzlemde toplumcu şiirleri vardır. Şiiri biçimsel açıdan radikal ve değişken olan Lav, aynı zamanda bir aktör olup çeşitli Türk filmlerinde oynamıştır. • İlk kitabından başlayarak, ölçülü-uyaklı şiire ilk karşı çıkan Orhan Veli’den önce serbest tarzda şiirler yazan Serbest şiiri Nazım Hikmetl’e aynı yıllarda ilk deneyen şairdir. Ercüment Behzat Lav gerçeküstücülük, fütürizm ve kübizm gibi akımları ilk deneyenlerden biri oldu. Ama Doğan Hızlan'ın deyişiyle, "araya sıkışan şair" olarak kaldı. OYNUYOR AY Oynuyor ay Mor salkımlı suda Oynuyor ay Üşüyor kalp Şehvet durunca Üşüyor kalp Düşüyor baş Kara taş yastığa Düşüyor baş Enver Gökçe (1920-1981) • Enver Gökçe 1940 toplumcu sanatçılar kuşağının kendine özgü bir şiir dünyası kurmuş şairlerinden biridir. İlk dönem şiirlerinde, yetiştiği bölgenin dil özelliklerini, halk türküleri ve halk şiirinin deyişlerini kullanarak, yaşadığı zor yılların acılarını konu etmiştir. 1973-1979 arasında ikinci döneminde, seçtiği sözcükleri alt alta dizerek yazdığı şiirlerde, o günlerin toplumsal hareketliliğinin ortak temalarını ele almıştır. Siyasal cinayetleri, yokluğu, doğa ve üretim koşullarına vurgu yapmıştır. • Enver Gökçe’nin şiiri bir tür ‘bileşim’dir. Bu bileşimin unsurları olan halk şiiri, divan şiiri, Nazım Hikmet şiiri ve sonunda Dede Korkut arasındaki yolculuğunu 1945’lere gelmeden önce tamamlamıştı. Uzun bir süreyi kapsayan ‘şiir yükü yoğun sözcükler’ seçme işi ve bunları kendi süzgecinden geçirerek tarz oluşturması, sonunda bu etkilerin hepsinin izlerini taşır. Yaklaşık 10 yıl süren bu dönem, onun en değerli ve en verimli dönemidir. • Arif Ay’a göre: “Esasında, o dönem şairlerinden Ahmet Arif ve Niyazi Akıncıoğlu ile birlikte Enver Gökçe, diğer toplumcu şairlerden yapıtları ile ayrılıyorlardı. Diğerleri imgesiz şiirler yazmayı seçiyor, ufuklarını Nazım Hikmet ile sınırlıyorlardı. Oysa bu üç şair, yerel ögeler ağırlıklı olarak yazdıkları şiirleri ile, ama birbirlerinden farklı kaynaklardan da etkilenerek, söyleyişleri ve şiir kurguları itibariyle de ayrılıyorlardı. Daha özgün ve daha renkli bir şiir kurgusuna sahiptiler. Gökçe de, geldiği yörenin dil kullanımından yararlanarak şiire açılımlar sağlayarak Nazım’ın biçimsel etkilerine kapılmadan kendi şiirini kuruyordu.” AH LEN AH Üşürülmüş Yılan Dilli Bir Hançerdi Kardeşim Yüreğime Göğsüme Kollarıma "Bir Dönüm Mülk Kan Değerdi Bizim Buralarda Kebanda Ezirganda Al Sizin Olsun Helal. Şükran Kurdakul (1927-2004) • Şiirde ilk denemelerini Tomurcuk (1943) ve Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri (1944) adlı kitaplarda toplamıştır. 1943-1953 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanmış şiirlerinden sonra toplumcu-devrimci sanata yönelmiştir. Kurdakul'un şiirleri eleştirmenler tarafından genellikle “duyarlı ve kitleler önünde yüksek sesle okunmaya elverişli toplumcu gerçekçi şiirler” olarak tanımlanmaktadır. Şirlerinde cezaevinin ve Nazım Hikmet’in etkisini bulmak mümkündür. Kurdakul, şiirlerinde özgürlük temasını fazlaca vurgulamıştır. Bunun yanı sıra sevgi, dostluk tabiat onun şiirlerinde sıkça rastlanılan öğelerdir. Kurdakul, şair ve öykücü kimliği kadar inceleme ve araştırmalarıyla datanınmaktadır. • Kurdakul, daha on altı yaşında ilk şiir kitabı Tomurcuk ile edebiyat dünyasına adım atar. Şiirde ilk denemelerini Tomurcuk (1943) ve Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri (1944) adlı kitaplarda toplamış daha sonraki zamanlarda da diğer şiir kitaplarını değişik tarihlerde yayımlamıştır. 1950 yılından sonraki şiirlerinde Devrimci Sosyalist çizgiler içinde kalan içeriklerde şiirler yazmıştır. Nazım Hikmet etkisi Şükran Kurdakul üzerinde altmışlı yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle, Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı” Kurdakul’ un yurtseverlik duygularını körükleyen kaynaklardan biridir. • Yetmişli yıllarda yaşanan toplumsal değişimler ve politik biçimlenmeler Şükran Kurdakul’un şiirlerindeki tema ve yaklaşımlara tesir etmiş şiirde kendi söylemini, kendi şiirini oluşturmaya çalışmıştır. Slogan şiirlerden kurtulmaya çalıştığı bu dönemlerde Toplumcu Lirik bir şiir söylemi oluşturmaya gayret etmiştir. BENDEN SOR Bunca acının çiçeği içimde büyüdü Mahpushane saksılarındaki baharı benden sor... Kulak ver gecenin sessizliğinde ağan sese, Ölümcünün böldüğü uykuları benden sor. Silahlar doğanın yüreğini arıyor durmadan, Bu kan kokusunun ürettiği soruları benden sor... Gördük ki, türkülerin sonu yok dilimizde, Kopup geldikleri dağları benden sor. Mehmet Başaran (1926) • Şiir ve yazılarında köycülük konusunu işleyen Mehmet Başaran şiirlerinde ve yazılarında siyasetçi kimliğini ve düşüncelerini hiç bırakmaz. Bu yönüyle şiiri bir propaganda şiiridir. Ezilenlerin, fakirliğin geri kalmışlığın ve çaresizliğin nedenlerini sorgulayan şairin bu temaları "Ahlat Ağacı" ve "Nisan Haritası"ndan sonra şiir kitaplarına yansır. Önceleri köylülük, modernleşme, Atatürkçülük gibi bir çizgi takip eden Başaran sınıf ayrımcılığı, ezilenler, ezilen yoksullar, sosyal adaletsizlik vb konulu şiirler, hikâyeler ve romanlar yazmıştır. A. Kadir [Abdülkadir Meriçboyu (1917-1985)] • Nazım Hikmet'in okulda propaganda yaptığı gerekçesiyle açılan davada yargılanan şair 10 ay hüküm giydi ve askeri okuldan uzaklaştırıldı. Hapse düşen şair, hapishanede hayranı olduğu ve düşüncelerini paylaştığı şair Nazım Hikmet’le aynı cezaevinde birlikte oldu. Hapisteyken tanıştığı Nazım Hikmet’in düşüncelerinden ve şiirlerinden daha da etkilendi. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirlerinde bu etki açıkça görülür. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı Tebliğ'de savaşa açıkça karşı çıkarken, yoksul insanları gerçekçi bir bakışla yansıttı. Sürgünden dönüşünde şiirlerini zaman zaman dergilerde yayımladı. Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna'nın şiirlerini serbest nazma dökerek Bugünün Diliyle Mevlâna adıyla bir kitapta topladı (1955). • Bireysel konularda yazdığı şiirlerinde bile toplumsal sorunları bireysel konular ile birlikte işler. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. Çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimleri. 1940'lı yılların toplumsal gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı. • Kimi şiirlerinde yurt sevgisini dile getiren şair savaşa karşı ve barışa tutkun şiirler yazmış, toplumsal sorunlara sosyalist bir çizgiden bakarak, yoksulluk, sürgün, hapis acılarını yaşayan insanların duygularını dile getiren temalar işlemişti. Bireysel sorunları toplumsal dramların örnekleri şeklinde düşünerek geleneksel şiirin motiflerinden ve özelliklerinden de yararlanmaya çalıştı. "Havasız bir delikte Gıcırdayan somya üstünde yatakta Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe Gel de şarkı söyle. Ama yine de sarı saçlı adam Devam etti kemanı çalmaya Dirildi içimizde ölü düşler.“ “Tekmil haklar alınır. Tekmil hürriyetler kısılır. Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur. Gökyüzü tıkılır dört duvar içine. Bütün bunlara karşı, dümdüz, apaydınlık kalır seni bana getiren yol.” Hasan İzzettin Dinamo (1909-1989) • 1928 yılında Serveti Fünun dergisinde de hece vezniyle şiirleri yayımlanan Dinamo, 1929 yılında aruz ölçüsünü denemiş, ancak tekrar ölçüsüne dönmüştür. • Nâzım Hikmet Rusya'dan yurda dönüp “835 Satır” adlı şiir kitabını çıkardıktan sonra ondan etkilenmeye başlar. Zaten onunla da Resim Bölümünde öğrenci iken tanışmış sonraları da yazışmaya başlamıştır. 835 Satır adlı eserden sonra heceyi bırakarak serbest tarzda şiirler yazmaya başlar. Serbest vezinle yazdığı şiirlerinden bazılarını Nâzım Hikmet’e de göndermiştir. • Şiirlerinde doğayı ve yaşamın çeşitli kesitlerini vermeyi, bir yandan da toplumsal gerçeği anlatmaya çalışmış, ezilen sömürülen acılar çeken insanların yaşamlarını ve sosyal yaraları ele almaya çalışmıştır. Pastoral nitelikli lirik şiirleri de olan şair divan edebiyatı kalıplarından yararlanarak tuyuğlar yazmıştır. • En tanınmış eseri sekiz ciltten oluşan Kutsal İsyan adlı eseridir. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nı konu alan bu romanı, yedi ciltlik Kutsal Barış tamamlar. Türk Kelebeği ile Savaş ve Açlar, savaş yıllarını daha değişik yönden ele alan iki romanıdır. Türk Kelebeği adlı eseri savaşı ve savaşta esir düşenleri ele alan bir eseridir. Savaş ve Açlar, Birinci Dünya Savaşı ve öncesinde, zenginlerin daha zengin olup yoksulları sömürüşünü ele almıştır. Öksüz Musa, Açlık, Musa'nın Mapusanesi, Koyun Baba, Musa'nın Gecekondusu, yazarın babasını ve Ağabeyi’ni yitirdikten sonra yaşamının evrelerini veren romanlardır. Bu romanları bir anlamda kendi biyografisi şeklindeki romanlardır. “Aziz Türk işçisi! Senin bahtın, Yaralı parmaklarınla ayıkladığın Malum tütünün zifiri kadar karadır. Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu, Böyle süklüm püklüm durduğunu Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti, Bırakıp senin nasırlı ellerine Bu güzel memleketi, Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.” Saf (Öz) Şiir Anlayışını Sürdürenler • Türk edebiyatında “Saf Şiir” (Öz Şiir) eğilimi Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar. • Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar. Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler, dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir. Dilde saflaşma düşüncesi, kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir. Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir. • Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi, bu şairleri -Yedi Meşaleciler hariç- her türlü topluluk eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir. • Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır. Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup; bir şey öğretmeyi değil, musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı, uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil; duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar. • Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel (hayali) ve bireysel yön ağır basar. İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler. • Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir. • Gizemsellik, simgecilik, bireysellik, ruh, ölüm, masal, rüya, mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır. Yedi Meşaleciler • Edebiyatımızın ilk toplulukları olan Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati'den sonra, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında (1928-1933) Yedi Meşale topluluğu dikkati çekmektedir. Altı şair ve bir öykü yazarı gençten oluşan bu topluluk, kendisini, adını aldığı Yedi Meşale başlıklı kitapla tanıtmıştır. • 22 Mart 1928 tarihli Servet-i Fünun dergisinde, yeni bir kitabın yayımlanacağı haberi dikkati çeker: "Mecmuamızın hey'et-i tahririvesini teşkil eden gençlerden Sabri Esat, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Yasfi Mahir, Muammer Lûtfi, Ziya Osman ve Kenan Hulusi Beyler müntehap yazılarını YEDİ MEŞALE isimli bir kitapta topladılar. Pek yakında intişar edecek bu olgun eseri karilerimize tavsiye ederiz." • Kitaptaki sıralanışı bile ortaklaşa karar vererek düzenleyen gençler, kitabın başına kovdukları, amaçlarını belirten önsözü de her biri birer cümle ya da paragraf yazarak ortaklaşa hazırlarlar. 1928 nisanında çıkan kitabın önsözünde aşağıdaki görüşlere yer verilmiştir: • "Bu eser size her türlü müşkilâta rağmen yalnız sanat aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebî mahsulünü takdim ediyor. Yazılarımızı müştereken neşretmemizin sebebi memleketimizde son edebî cereyanları gösterecek toplu bir eser vücuda getirmek arzusudur. Biz bu eserle, gençliğin yazılarını takip etmek külfetine bile girmeden, yalnız fuzulî bir tefahur ve malumat-füruşlukla ‘Edebiyatımız öldü, ölüyor!’ diye kıyametler koparan bazı sanat kâhinlerine yanıldıklarını isbat etmek istiyoruz. • Yazılarımızda ne dünün mızmız ve soluk hislerini, ne son zamanların renksiz ve dar Ayşe, Fatma terennümünü bulacaksınız. Biz her şeyden evvel duygularımızı başkalarının manevî yardımına muhtaç kalmadan ifade etmeye çalıştık. Eğer muvaffak olduysak, bu da bize kâfi bir şeydir. • Canlılık, samimiyet ve daima yenilik : Bizi müşterek bir eser neşrine teşvik eden fikirlerimizi bu suretle izah edebiliriz. • Bu bilgiler ışığında Yedi Meşaleciler’in Özellikleri: • Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma terennümleri terk edilecek. • Yalnız duygular ifade edilecek. • Şiirin konu ve temaları genişletilecek. • Yıllardır değiştire değiştire verilen fikir ve konulardan vazgeçilecek. • Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak. • Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir. • Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairlerinin etkisinde kalmışlardır. Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale’yi çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir gençlik hevesi olarak kalır. • Sanat, sanat için olmalıdır. • Edebiyatta taklitten kaçınılmalı, daima yenilik, içtenlik, canlılık aranmalıdır. • Batılı ilkelerle sanat yapılmalı, geleneksel temalar yerine yeni temalar bulunmalıdır. • Şiirde konu zenginliği sağlamak için hayalden yararlanılmalıdır. • Şiirde hece ölçüsünü kullanmışlardır. Ziya Osman Saba (1910 – 1957) • Ziya Osman Saba'da belirgin olan, anılarına bağlılığıdır. Şiirlerinde temayı, çoğunlukla geçmişe, özellikle çocukluk günlerine özlem oluşturur. 1950'ye değin yazdığı şiirlerde, çocukluk günlerini yeniden yaşama isteği görülmektedir: Açılın, açılın tekrar Çocuk dizlerimdeki yaralar. Hepiniz benimsiniz: Mektebim, sınıflarını, oturduğum sıralar Çocukluk günlerinden sonra, yaşamında önemli bir yeri olan sokağa ve oturduğu eve duyulan özlem dikkati çeker: Ah şimdi hâtıralar mahallesinde Misakımillî sokağı No. 37 Orası bütün evler, bütün ömür içinde, Mesut olduğumuz evdi. • Ziya Osman Saba, insan sevgisiyle dolu, yaşama tutkusu olan, küçük şeylerden mutluluk duyan bir insandır. En büyük mutluluğu da ailesinde bulur. Deniz kıyısında düşlenen bir küçük kulübeden başlayarak her şey, "Nefes Almak" şiirini bitiren “Anlıyorum, birbirinden mukaddes, Alıp verdiğim her nefes.” dizelerinde görüldüğü gibi, nefes alıp vermek bile, insanları mutlu etmeye yeter. İnsan sevgisinde çocukların ayrı bir yeri vardır. • Yaşama bağlı, küçük şeylerle mutlu olabilen Saba'nın şiirlerinde ölümün de yer aldığını görülür. Zaman zaman ölümün karşısında varlık ötesini merak ederek korkuya kapılmışsa da genelde ölüme, kadere boyun eğer. • Ziya Osman Saba, Yedi Meşaleciler arasında söyleyiş bakımından, ötekilerden ayrılarak kendi kişiliğini bulmuş tek şairdir. Türkçeyi en iyi kullanan, şiirimizde Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dıranas'la başlayan yapmacıksız, yalın şiir söyleyişini yürütenlerden biridir. Şiirlerinde kendine özgü benzetme ve kelimeler kullanmıştır. Cevdet Kudret Solok (1907 – 1992) • İçlerinde Ahmet Haşim'den en çok etkilenen kişi olan Cevdet Kudret'te hece ölçüsü kullanımı, değişik kalıplara doğru bir genişleme gösterir. Seçtiği temalarda, İstanbul'da, oturduğu, özellikle çocukluğunun geçtiği semtin büyük etkisi vardır. Yapılan ayinler, ölüler için düzenlenen törenler şiirlerine tema olmuştur. • "On Ölüm Şiiri" dizisini oluşturan şiirlerinden "Cenaze Alayı ve Cenaze İlâhisi", kendi söyleyişiyle "mızmız ve soluk” (hatta karanlık) hislerin tâ kendisidir. Şiirlerinde ayrıca, daha çok akşam saatlerinde İstanbul, doğa güzellikleri çeşitli eşya tema olmuştur. Daha çok akşam vaktini tema alması ve kimi dizelerdeki “Bir kızıl perde gibi camlara indi akşam” “Akşam üryan bir kadın gibi kalkıyor yerden.” gibi söyleyişlerle, şiirlerine verdiği "Son Kalan Kuşlar", "Gece Yarısı Akşam", "Bir Günün Sonunda" gibi adlar, ondaki Ahmet Haşim etkisini ortaya koyar. • 1930-1943 yıllan arasında önce halk şiirinin sonra da I. Yeniler'in etkisi altında kalarak serbest şiir denemeleri yapan Cevdet Kudret, bu şiirlerinde toplumsal temalar üzerinde durmuştur. Önce heceyle yazdığı şiirlerde hece ölçüsünün değişik kalıplarını kullanmış, daha sonra serbest şiire geçmiştir. Serbest şiirlerinde de kafiyeden ayrılmayan Cevdet Kudret, nazım biçimi olarak daha çok üçlükleri kullanmıştır. • Cevdet Kudret’in edebiyatla ilgili önemli inceleme ve araştırmaları vardır. Dil üzerine denemeler de yazmıştır. (Edebiyat Bilgileri, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, Orta Oyunu, Karagöz) Sabri Esad Siyavuşgil (1907 – 1968) • Yedi Meşale kitabının önsözünde belirtilen ilke ve görüşlere en çok bağlı kalan Sabri Esat'tır diyebiliriz. Şiirlerinin temalarını daha çok doğa, eşya, insan ve insanın doğa ve eşya ile bağlantısı oluşturur. Örneğin, akşamın oluşu, “Akşam, bir bakır kalkan gibi kapandı suya dizesiyle aktarılırken, doğayla insan ilişkisi, Bir gün oldu, gönlümde kaybettim ilkbaharı En acı tevekkülle saydım dakikaları; Semtime gelmez oldu baharda gelen kuşlar.” dizelerinde yansıtır. • Yer yer sembolizm ve empresyonizmi çağrıştıran söyleyişleriyle Yedi Meşalecilerin amaçlarına oldukça yaklaşmış olduğu görülür. Nazım biçimi olarak üçlük ve dörtlükleri benimseyen Sabri Esat Siyavuşgil, hece ölçüsünün değişik kalıplarını kullanmıştır. Türkçeyi iyi kullanması, kelime seçimine özen göstermesi ve söyleyişi yönünden ilk zamanlar Yedi Meşaleciler içinde en çok ilgi toplayan şair olmuştur. • Sabri Esat’ın “İstanbul’da Karagöz ve Karagözde İstanbul, Psikoloji ve Terbiye Bahisleri, Karagöz, Folklor ve Milli Hayat, Roman ve Okuyucu” gibi araştırma ve incelemeleri vardır. Yaşar Nabi Nayır (1908 – 1981) • Şiirlerinde, Yedi Meşale'nin önsözünde belirttiklerinin aksine kendi aşk ve duygularını da dile getiren Yaşar Nabi Nayır, toplumun sorunlarına ve acılarına eğilmiş bir şair kimliğindedir. Kimi şiirlerinde, “Şair dalgın yürüyor. . Saçları kar, içi kar. . Bahçesi leylaklarla donanmışsa ne çıkar Ne çıkar sevdasına güller açmışsa kucak?” söyleyişinde olduğu gibi duygularını anlatır. Kimi şiirlerinde ise toplumda sınıf ayrılığını ortaya koyan dizelerle karşılaşılır. • Toplumsal temalı şiirlerinde onu, özellikle toplumda maddî olanaksızlıkları yaşayan insanların ve "Uçuruma Gidene", "Kahpeler", "Bar Dansözü" gibi şiirlerinde dile getirdiği kötü yola düşen kadınların ilgilendirdiği görülür. • Nazım biçimi olarak üçlük ve dörtlüklerden ayrılmayan ve hece ölçüsünü kullanan Yaşar Nabi'de, Beş Hececiler'in etkisi görülmektedir. Kafiyelenişte değişiklik yaparak nazım biçimlerini yenileştirme çabaları göstermiştir. İlk şiirlerinde söyleyiş yönünden de onlara yaklaşışı açıkça görülür. Giderek yalın bir söyleyişe doğru giden şiirlerinde kimi kelimelere tutkusu olduğu ve bunları yinelediği dikkati çeker. • 1933 yılında çıkarmaya başladığı Varlık dergisini ömür boyu devam ettirmiştir. Bu dergi Türk edebiyatının gelişmesinde, yeni kabiliyetlerin yetişmesinde ve tanıtılmasında önemli rol oynar. Ayrıca Varlık yayınlarıyla da bir edebiyat kütüphanesi kurmuştur. Kendi adıyla ya da Muzaffer Reşit takma adıyla derlediği, hazırladığı antoloji ve tanıtma kitaplarının sayısı altmışı geçer. Bir ara yalnız çağdaş dünya edebiyatını konu edinmiş, aylık Cep dergisini çıkardı.Asıl ününü yayıncılıkla sağlamıştır. Vasfi Mahir Kocatürk (1907 – 1961) • İlk şiirlerinde değişik temaları işleyen Vasfi Mahir Kocatürk'te Beş Hececiler'in, özellikle Faruk Nafiz'in etkisi vardır. "Dağların Derdi" şiirinde göze çarpan aşağıdaki dizeler, bu etkiyi açıkça yansıtır: “Dert içinden yedikçe kanburlaşmış koca dağ Bir yanı günden güne çöken bir kanlı yardı Koynunda gezdirirdi sevdiği bir ceylanı: Sultanına bir sedir vücudunun her yanı” • Doğaya tutkun olan Yasfi Mahir, ona bir dost sevgisiyle bağlanmıştır. Kimi şiirlerinde ise toplum yaşamındaki olayları yansıtır. Onu Yedi Meşaleciler'den ayıran yanı da ulusal duyguları besleyen kahramanlık şiirleri yazmasıdır. Nöbet bekleyen bir eri, “Gözlerinde tanrının ışddar sanki nûru Alnının bir alevden çelenk olan gururu, Tuttuğun yol götürür milleti halka doğru, Adın zulüm düşmanı, ünvanm er oğlu er...” dizeleriyle anlatırken de Mehmet Emin'in söyleyişini anımsatmaktadır. Başta Atatürk olmak üzere tarihimizin kahramanları da onun şiirlerinde yer alır. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde, bir manzumede değişik hece kalıpları kullanmayı denemiş, ayrıca serbest şiirler de yazmıştır. Bununla birlikte Yedi Meşaleciler'in ortak nazım biçimi olan üçlük ve dörtlükleri kullanmayı sürdürür. • Vasfi Mahir “Saz Şiiri Antolojisi, Türk Edebiyatı Antolojisi, Türk Nesir Antolojisi, Meşhur Beyitler, Türk Edebiyatı Tarihi” gibi önemli edebiyat araştırmaları yapmıştır. Muammer Lütfi Bahşi (1903 – 1947) • Topluluğun en az tanınan şairi Muammer Lûtfi'dir. Yedi Meşale kitabında çıkan şiirlerinden başka, adına Meşale dergisinde ve dönemin diğer tanınmış dergilerinde de rastlanmayan Muammer Lûtfi, şiirlerini kitaplaştırmamıştır. İlk şiirlerinde aruz ölçüsünü kullandıktan sonra heceye geçmiştir. Muammer Lûtfi'nin, pek tema çeşitliliği olmayan şiirlerinde, kendine özgü bir söyleyişi olmadığı, Türkçeyi kullanmakta titizlik göstermediği dikkati çeker. “Ey gölgesinde hatıralar gizleyen saray! Bahçende sonbahar gibi solgunlaşırken ay Çamlıklarında parladı kaç bûsenin sesi, Anlat dünün bir iskelet olmuş numunesi!” Kenan Hulusi Koray (1906 – 1944) • Yedi Meşale''de yayımlanan "Denizin Zaferi", "Abajur", "Bir Mezarcının Hayatı" başlıklı üç kısa öyküsüyle adını duyurmuştur. Öyküleri toplumsal ve psikolojik konulu olmak üzere iki grupta toplanabilir. Psikolojik konulu öykülerinde başta aşk olmak üzere, korku, acıma, hayvan sevgisi, özlem, insanlardaki çeşitli zaaflar gibi çeşitli duyguları işlemiştir. • Toplumsal konulu öykülerinde ise, bilgisizlik, köylünün dertleri, toplum içinde rastlanabilecek olaylar gibi değişik konulara rastlanır. Bu konuların yanı sıra Arabistan'da geçen masalımsı öyküleriyle çeşitli savaşlara dayalı öyküleri, onun öykü yazarlığındaki renkliliğini ortaya koymaktadır. • Konu çeşitliliği gösteren öykülerindeki kişilerin bir kısmı yaşamdan alınmış, bir kısmı yazarın idealindeki kişilerdir. Kimi öykülerinde ise hayvanların kahraman oldukları görülmektedir. Ancak, kişilerin fizikî ve psikolojik yapıları, sosyal durumlarıyla pek ilgilenmemiş; bu yüzden kişiler oldukça yüzeysel olarak yansıtılmıştır. Yerel konuşmaları canlı olarak vermeye özen gösteren Kenan Hulusi, temiz bir Türkçe, genellikle kısa cümlelerle ahenkli bir anlatım kullanmıştır. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) • Cumhuriyet döneminin etkili şairlerinden olan Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) şiir yazmaya lise yıllarında başlar. İlk şiirleri Muhit ve Servet-i Fünun dergilerinde (1930) çıkan Cahit Sıtkı, sağlığında şiirlerini “Ömrümde Sükût” (1933), “Otuz Beş Yaş” (1946) ve “Düşten Güzel” (1952) isimleriyle kitaplaştırır. Cahit Sıtkı’nın şiirleri, öyküleri, mektupları ve diğer düzyazıları ölümünden sonra “Sonrası” (1957), “Bütün Şiirleri” (1983), “Ziya’ya Mektuplar” (1957), “Gün Eksilmesin Penceremden” (2006) adlarıyla bir arada yayımlanır. • Ramazan Korkmaz, Cahit Sıtkı’nın tükenmez bir şiir sevdası taşıdığını ve şiire bağlılığının kıskanç bir sevgili gibi ömür boyu sürdüğünü belirttiği yazısında şairin; sağlam bir dil anlayışı bulunduğunu, sanatta tabiiliği düstur edindiğini, sun’i imgelere ve çarpıcı olmak uğruna dili anlaşılmaz kılmaya itibar etmediğini, tek gayesinin orijinal olanı yakalamak olduğunu söyler. • “Otuz Beş Yaş” şairi; yaşadığı hayatın geçiciliği karşısında, sürekli kendisini düşünce kapsamında bulur. “Geçen an”, “yaşananlar”, “tabiat”, “uçan kuş”, “çocuklar”, “kaybolan gençlik” ve kâinat düzeninin o “aşk” unsuruna endekslenmiş olduğu gerçeği, kendisini en fazla meşgul eden devinimlerdir. Çünkü bütün bunlar “ölüm” ile sona ermektedir. Ölümün “bütün idealizmi, güzellikleri tek ‘rapor’la halledecek kadar kaba ve acımasız” olduğu gerçeği, şairin asla kabullenemediği bir neticedir. • Cahit Sıtkı dili mükemmel bir şekilde kullanma endişesi taşır. Kaleme aldığı mektupların atmosferini bile sanki mensur bir şiir havası ile doldurmaktadır. Can yoldaşı sanat arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektupta dile getirdiği gibi “şiir bizi tımarhanelik etmeli” sözü, şiire ne kadar bağlı olduğunu gösterir. • Cahit Sıtkı Tarancı, şiirlerinin formu konusunda da özgün fikirlerle hareket eder. Yani bazı şiirlerin aruzla, bazılarının hece ve serbest tarzda yazılabileceğini; hep aynı kalıpla şiir yazanların ses monotonluğunu kıramamalarının sebebinin, bu bağnazlıktan ileri geldiğine işaret ederek, bunu; şiirin kendi bünyesine ve şairin tercih seçeneğine ve maharetine bırakılması gerektiğini belirtir. • Şiirlerinde anlaşılmazlığa düşecek kadar kapalı sembollere karşı olmuş mecazlarında ve sembollerinde kolay anlaşılır olmaya özen göstermiştir. Alışılmamış bağdaştırmalar kullanmayı sevmeyen şair, anlaşılması güç çağrışımlara ve hayal oyunlarına başvurmamış ama anlaşılması kolay imajlar ve sembolleri de yer verebilmiştir. • Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, hep ölümün üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. “Ölmek varsa günün birinde gayri Göz nuru, el emeği, alın teri Yaşadığım iyi kötü günleri Değişmem hiçbir cennet masalına.” (İnsanoğlu) “Kabrime çiçek getirenlere gülerim; Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm; Bilmezler ki, bu kabirle yoktur alâkam; Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.” (Bir Ölünün Ağzından) “Öldük, ölümden bir şeyler umarak. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü. Nasıl hatırlamazsın o türküyü, Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak…” (Ölümden Sonra) • Tarancı, bazı yönleriyle egzistansiyalist bir görünüm yansıtır. Egzistansiyalizm (varoluşçuluk), insanın anlamını yitirmeye başlaması ve toplumla bağlarının koptuğu bir varlığa dönüşmesiyle ilgilidir. Varoluşçuluk, kısa ifadeyle, var olma problemi üzerinde durur. İnsan, özünü eliyle oluşturmak/yaratmak zorundadır. Bu anlayış insanın bunaltı yönünü ele alır. İnsan hayatının sınırlı oluşu, yok olma/ölüm tedirginliğini sürekli hissetmesi, isteği dışında bu dünyaya gönderilişi/atılışı ve korumasız kalışı bunaltının asıl sebepleridir. • Cahit Sıtkı, memleket sevgisini dile getiren, bu toprakları “barış ve kardeşlik içinde görmek” istediğini ifade eden şiirler de yazmıştır. “Mehmetçik”, “İstiklal Marşını Dinlerken” ve “Memleket İsterim” bunlardan bazılarıdır. “Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” Ahmet Muhip Dıranas (1901-1980) • Halk şiiri, Fransız şiiri ve divan şiirinden aldıklarını sentezleyerek kendine özgü bir söyleme ulaşan Ahmet Muhip Dıranas, geç Cumhuriyet dönemi şairlerini besleyen önemli şairlerden biridir. Ortaokuldayken Faruk Nafiz Çamlıbel, lisedeyken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olan Dıranas, Tanpınar’ın kendisine verdiği ve mutlaka okumasını istediği Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri adlı kitabından çok etkilenmiştir. Dıranas’ın düşünce dünyasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın büyük etkisi olduğunu şair “O benim için büyük bir adamdı. Tabiatın bana verdiğinden biraz daha fazlasını vermiştir.” diyerek ifade eder. • Dıranas’ın şiirlerinde modernizmle birlikte yok olmaya yüz tutan dostluk, aşk, insan sevgisi, merhamet, komşuluk gibi temalar önemli bir yer tutar • Dıranas’ın şiirlerinde hep yalnızlık ve hüzün hâkimdir. Doğa sevgisi şiirlerinin tamamına yakınında görülmektedir. Onun müzik ve resme olan sevgisi de dizelerine yansır. Dizelerindeki resmin etkisi adeta izlenimci bir ressamın bakışı biçiminde, müziğin etkisi ise uyak, ölçü, tekrarlar; aliterasyon ve asonansla ortaya koyduğu ritm ve armonide kendini gösterir. • Ahmet Muhip Dıranas şiirlerini hece ölçüsüyle ve uyaklı olarak yazmıştır. İstisnaları olsa da çoğunlukla 11'li hece ölçüsünü kullanır. Kelime seçiminde titizlik gösterir ve mısrada ahengi önemser. Bu yüzden heceyi genellikle duraksız kullanır. Şekil düşkünü ol-madığı için de zaman zaman ölçüyü aksattığı olur. Onda asıl olan kelimelerin güzelliği ve sesin doğal ahengidir. • Orhan Veli ve arkadaşlarının çağdaşı olmasına rağmen, şiirde sürekliliği bozmaları ve geçmişiyle arasında bir kesintiye yol açmaları sebebiyle onların şiirine mesafeli durur. “Bence sanatta yenilik, kendi kendini inkâr eden, bir takım değişmelerle yapılan bir şey değildir. Bir sanatın yeniliği, bulunan bir küçük tohumun yeşertilebilmesi, büyütülebilmesi ve bir ağaç haline getirilebilmesi için sanatçının gösterdiği çabada gizlidir. Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri ortaya çıktığı zaman, bu doğrudan doğruya bir sanat iddiasıyla değil, bir yenilik iddiasıyla ve tartışmalarıyla birlikte ortaya gelmişti.” diyerek mesafeli duruşuna açıklık getirir. “Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir; İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı Hatırlar bir gün bir camı açtığını, Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu, Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı... Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.” • Dıranas'ın halk edebiyatından yararlanmakla birlikte folklora mesafeli durması, çağdaş Fransız şiiri ve Baudelaire'in etkisinde gözükmesi, İslâm tasavvuf düşüncesiyle Bergson düşüncesini zaman zaman harmanlamaya çalışması, onun, şiirde çağdaş bir bütünlük arayışının tezahürüdür. Parçalanmamış bütünsellik, geçmişten kopmadan gelişmek, süreklilik ve bir çeşit senteze ulaşabilme çabası. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, insanla evrenin bütünleştirilmesi. Behçet Necatigil (1916-1979) • Behçet Necatigil, halk kültüründen gelen unsurları Batı şiiri ile birleştirmiş, Türkçenin tevriye ve cinas imkânlarından sonuna kadar yararlanmıştır. Onun şiirlerinde kendi çevresinin çok basit görünen insanları vardır ve bu şiirler şairin çekingen mizacının da göstergesidir. Necatigil, çok sevdiği "ev içleri"ni de şiirlerinde yansıtır. Ona "evler şairi" de denir. • Necatigil'in şiirlerinde bireysellik ile toplumsallık bir arada görünür. Bu nedenle, her ne kadar şiirlerinde bireye çok yer vermişse de Necatigil'in salt bireyci bir ozan olduğu söylenemez. • Şairin, yaşamak üstünde çok düşündüğünü görülür. Ancak, ona göre yaşam güçlüklerle, sıkıntılarla doludur. Bu yüzden de şiirlerinde en çok üstünde durduğu konu yaşamın güçlükleri''dir. İlk kitabı Kapalı Çarşı‘ın ilk şiirindeki "yaşamak azaptır çok zaman" dizesindeki yargı Necatigil'in şiirinde başından sonuna dek varlığını koruyan kalın bir çizgidir. Bir şiirinde yaşamı kumara benzetir: “Hayat kumara benzer Nerde bende o talih Hiç el tutamıyorum.” • Ölüm de şairin üstünde çok durduğu temalardan biridir. Yaşamın güçlüklerinden usanan Necatigil, neredeyse kurtuluş sayar ölümü, özlemle arar. Dahası, ölmeyi bir anlamda özgürlük olarak görür: “Ölüm bir yüksek dağdır Yüksek dağlarda çevre yok Ömrüm dolup ölünce Yaşadığımdan da hür Geleceğim ben size” • Necatigil'in belirgin özelliklerinden biri de şiirlerinde mutsuzluğun, hüznün egemen olmasıdır. Fakat ondaki mutsuzluk, sözcüğün ilk çağrıştırdığı anlamdan, bilinen anlamından farklıdır. Büyük bir mutsuzluk değil, ama ince ve derin bir duygudur. Yitirilen güzellikler, yaşanamayan ya da açıklanamayan sevgiler, karşılaşılan vurdumduymazlıklar; incelikten, saygıdan yoksun durumlar, umutların tükenişi, düş kırıklıkları... Oldukça derin bir duygu dünyası olan şairimiz, bunların hepsini görür. Bu nedenle de mutlu olamaz. Fakat mutsuzluğunu, üzüntüsünü yüksek sesle söylemez. Hep inceden inceye, hep derinden hissettirir. “Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı.” • Necatigil'in dünyasında ev'in önemli bir yeri vardır. Bu nedenle de evle ilgili şiirlerinin sayısı hayli kabarıktır. Dahası, "Evler" adını vermiştir kitaplarından birine. Necatigil, evlerle ilgili şiirlerinde çoğunlukla insanın, evine bağlı olarak yaşadığı ekonomik güçlükler, kaygılar, üzüntülerden söz eder. “Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde Kalbi kara insanlar oturdu. Gündelik korkuların çökerttiği evlerde O fıkara insanlar oturdu. Evlerde nice nice cinayetler işlendi, Ruhu bile duymadı insanların” Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983) • Türk şiirinin yetiştirdiği en büyük şairlerden olan Necip Fazıl, şiirimizde İslam mistisizminin en büyük temsilcisidir. O da Nazım Hikmet gibi bir ideolojinin, dünya görüşünün bayrak şairi olmuş, şair kimliğiyle birlikte ideolojik kimliğiyle ön plana çıkartılmıştır. • Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde şiirin estetiği üzerinde ısrarla duran ve bu konudaki düşüncelerini programlı bir şekilde poetika haline getiren nâdir sanatkârlardan biridir. 1940’lardan itibaren gittikçe gelişen ve yaygınlaşan yeni şiir akımına, özellikle onun ilk temsilcileri olan Garip topluluğuna ilgisiz kalan Necip Fazıl, şiiri dengeli bir duygu ve düşünce muhtevasını kavrayan sağlam bir şeklî yapı, bir estetik form olarak kabul eder. 1946 Eylülündeki Büyük Doğu’larda ‘İdeolocya Örgüsü’nde, ütopik bir cemiyet yapısının ayrıntısı içinde birkaç bahis şeklinde yazdığı “poetika”sını 1955’te, uzun zamandır kitap haline getirmediği şiirlerini bir araya topladığı Sonsuzluk Kervanı kitabına bir bütün olarak ilâve eder. • Necip Fazıl, şairi alelâde insandan ayırıp ‘üstün idrak sahibi’ ve ‘ilâhî emanetin temsilcisi’ olarak tarif eden ve ona madde, bitki, hayvan basamaklarından sonra insanla Tanrı arasında bir yer veren Necip Fazıl böylece şiiri daha ilk planda mistik bir temele oturtur. Poetikasının bu karakteri metin içinde sık sık geçen ‘esrar, büyü, tılsım, sır’ gibi spiritüel kavramlarla desteklenir. • Necip Fazıl henüz on sekiz yaşında döneminin önde gelen şairleri tarafından “genç şair” olarak kabul görür. Yirmi üç yaşında yazdığı “Kaldırımlar” şiiri ile şöhretini perçinleyen ve ömrünün sonuna kadar şiir yazmaya devam eden şair sadece şiir yazmakla kalmaz, şiiri üzerine düşünerek onu sistematik bir hale getirmeye çalışır. Yazdığı “Poetika” ile kendi şiiri üzerinde düşünür. Necip Fazıl, şairliğinin yanında gazetecilik, tiyatro ve hikaye yazarlığı gibi geniş bir ilgi yelpazesine sahiptir. • İlk dönem şiirlerinde ölüm, yalnızlık ve gece motifleri Necip Fazıl’ın en çok işlediği konulardır. Özellikle onun kendi “ben”ini oluşturmadaki ölüm fikri -algılanış şekli değişse de- en önemli konuma sahiptir. O, kendisini zihnen ve ruhen tatmin edecek bir şey aramaktadır. Bu felsefi düşüncelerini şiir ile birleştirir. “Bir çözülmez bilmece; Hep sayı, harf ve hece… Peçe üstünde peçe… Böyle aynı noktanın Üstünde saatlerce, Benliğime eğilsem, Sabah, akşam ve gece” (Ne İleri Ne Geri) • Necip Fazıl, paradokslar içinde kılavuzsuz gidip-gelirken Abdülhakim Arvasi ile tanışır. Bu tanışmadan sonra büyük bir değişim yaşar. Çok ani gelişen süreç içerisinde o zamana kadar sahip olduğunu düşündüğü her şey, farklı renklere bürünür. Aklın hükmünden kurtulur. Madde planında ve aklın ekseninde çözmeye çalıştığı varlık bilmecesi, ruh eksenli bir çözüme dönüşecektir. • Necip Fazıl ikinci döneminde merdiven gibi dikey düzlemde boyutlanarak, metafizik âleme yönelir. Bu döneminde şiiri, yeni bir gayeyi üstlenmiştir: Allah’ı aramak. “Sonsuzluk Kervanı”nda belirttiği gibi; şairin biricik niyeti ölmezi bulmaktır. Bu kervanın kendisini, kaostan kozmosa götüreceğine inanır. Kervanla birlikte sonlunun ufkunu aşarak sonsuzda erimek ve mutlak (salt) benle bütünleşmek ister. • Necip Fazıl, buhranlı dönemini atlattıktan sonra, bu dönemleri bölümler halinde “Çile” şiirinde işlemiştir. Kenan Akyüz, “Çile” şiirinin Necip Fazıl’ın yeni anlayışını ortaya koyması adına başarılı bulur. Bunu uzun bir nefis mücadelesinden sonra belli bir noktaya varma olarak görür; ancak bu anlayışının tam bir şuur hali olmasa da daha önceden başlamış olduğunu söyler. • Necip Fazıl, şiirlerinde hayatın işleyişi karşısında insanın trajik çıkmazını ortaya koyar. Hayatla insanın karşılaşması, insanın kendini hayat karşısında sonsuzlama arzusuyla büyük bir çatışmaya dönüşür. Şaire göre hayat, insana emanet edilmiş kutsal bir süreçtir. İnsana emanet olarak verilen bu kutsal süreç, onu kendi kaderiyle baş başa bırakır. Tek başına kendi rolünü oynayan insan, her ne kadar hayatı dizginlemeye çalışsa da bunu başaramaz. “Ne acı, kaybetmek için sahiplik! Ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş!.. Hayat mı, püf desen kopacak iplik, Çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.” • Kısakürek, şiirlerinde anlaşılmayan ayak sesleri, periler, cinler, hayaletler, kâbuslar, siyah kediler, geceleri insanın etrafında fıldır fıldır dönen kambur cüceler gibi ürpertici motiflerle, birtakım gerçeküstü varlıklara yer vermiştir. Necip Fazıl, yaşadığı sıkıntıların; korkusunu, esrarını ve derinliğini anlatmak için bu ruh halini yansıtacak kelimeleri seçmiştir. • Tiyatroyu güzel sanatlar arasında bir zirve kabul eden Necip Fazıl’ın oyunları da şiirleri gibi trajik bir karakter gösterir. Şiirlerinde soyut olarak hissedilen korku, dehşet, sıkıntı, vehim, şüphe, yalnızlık gibi duygu ve temalar tiyatrolarında kahramanların kişiliklerinde âdeta somutlaşır. Bu oyunlarda günah duygusu, vicdan azabı, kader-irade, akılduygu-sezgi ilişkileri, madde-ruh mücadelesi, bilinmeyenin araştırılması, aklın sınırlarının zorlanması, her şeyin ötesinde bir sır bulunduğu inancı gibi metafizik ve psikolojik problemler işlenmiştir. • Yazı hayatının ilk yıllarından itibaren şiir ve tiyatro kadar olmamakla beraber hikâye ile de uğraşan Necip Fazıl, 1928 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan ilk hikâyelerini 1933’te “Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil” adı altında toplamıştır. Daha sonraki yıllarda bunlara ilâvelerle “Ruh Burkuntularından Hikâyeler”, “Hikâyelerim” yayımlanmış, ölümünün ardından dergilerde kalmış olanlarla beraber elli iki hikâyesi Hikâyelerim adıyla bir araya getirilmiştir. Bu hikâyelerden sekizi kumar ve hasta kumarbaz tipi etrafında gelişmiştir ki yazarın “Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih” oyunuyla konu ve tema ortaklığı gösterir. Asaf Halet Çelebi (1907-1958) • Türk şiirinin en “orijinal” şairlerinden kabul edilen Asaf Halet Çelebi, döneminde pek anlaşılamamış, yer yer alaylara maruz kalmış, değeri sonradan anlaşılmış şairlerdendir. • Divan edebiyatı, Garip akımı, Budizm ve Mevleviliği sentezleyerek “zatı şahsına münhasır” şiirler yazan Asaf Halet Çelebi, “şiirin esrarlı iç âlemlerden çıkacağına” inanmıştır. Bu esrarlı iç alemlerden bahsederken beslendiği kaynaklar, vardığı sentez ve o güne kadar Türk şiirinde görülmemiş Budist-Hint ögelerine yer vermesi onun şiirinin yadırganmasına yol açmıştır. • Âsaf Hâlet Çelebi’nin şiirinde birbirinden farklı üç dönemin varlığı gözle görülür niteliktedir. İlk dönemi, eski kültürümüze bağlı olarak divan şiiri anlayışıyla yazdığı gazellerdeki şiir anlayışı. İkinci dönemi, Garip şiirinin yaygın olduğu dönemlerdeki şiirlerinin mizah gazetelerine bile konu olan garip tutumu. Üçüncü ve çok belirgin dönem, İslâm tasavvuf kültüründen yararlanan nev’i şahsına münhasır bir şiir anlayışı ve ürünleri. “İçip içip yine mest-i şarâb-ı nâb olalım Düşüp de yerlere âlûde-i türâb olalım Cihanda olmadı bir lâhza gönlümüz âbâd Bu bâğ-ı köhne harâb olmadan harâb olalım” “bakanlar bana gövdemi görürler ben başka yerdeyim gömenler beni gövdemi gömerler ben başka yerdeyim” • Şiirde şaşırtıcı olanın yakalanmasına yönelen Garip şiiriyle bazı yönlerden kesişen Âsaf Hâlet şiirinin, Osmanlı-Türk şiir kültürü, Doğu ve Uzakdoğu kültürü, tasavvuf, kutsal kitaplar, masallar, tekerlemeler, çocukluk hatıraları, mitoloji ve tarih gibi unsurları içinde barındırması onu Garipçilerden ve diğer tüm Türk şairlerinden ayırır. • Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirindeki mistisizm üç farklı bölümde ele alınabilir. Bunlar, Mevlânâ ve Mevlevîlik dâir tasavvufî anlayış, Vahdetü’lVücûd anlayışı, Uzak Doğu medeniyetleri ve dinlerine dayalı mistik anlayıştır. Tasavvufu şiirinin eksenine oturtan Âsaf Hâlet, Budizme dair öğeleri bile tasavvufî imgelere dönüştürür: “büyük köşe vur bütün sesler bir seste boğuldu Mansûr mansûuur” “vurma kazmayı ferhaaat he'nin iki gözü iki çeşme aaahhh” • Türk şiirinde ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra Hint ve Budist kültürüyle, modern anlamda tasavvufla, yer yer Ortadoğu ve Arap Yarımadası’ndan kıssalarla onun kadar ilgilenen hiçbir bir şair vardır. Asaf Halet, Türk edebiyatının en “ilginç” şairlerinden biridir.
Benzer belgeler
Kafdağı`nı Yüklenen Toz Kanatlı Kelebek: Necip Fazıl
yazan ozanlarından biri olan Serbest şiir
tarzında Orhan Veli ve arkadaşlarından önce
örnekler veren İlhami Bekir Tez’in şiir serüveni
Milli Mecmua ve Servet-i Fünun’la başlar.
Heceli ilk şiirlerin...