Artık iyice anladık ki, bırakın bize uçsuz bucaksız gelse de kimilerine
Transkript
Artık iyice anladık ki, bırakın bize uçsuz bucaksız gelse de kimilerine
Artık iyice anladık ki, bırakın bize uçsuz bucaksız gelse de kimilerine göre sonsuz sayıdakinden yalnızca bir tanesi olan, gökadamız Samanyolu’nda bile yalnız değiliz. GüneĢ Sistemimiz dıĢında keĢfedilen gezegenlerin sayısı, 2013 yılı sonu itibariyle bine yaklaĢtı. Üç bin beĢ yüzden fazla da aday sırada bekliyor. Ama duyarlılık dereceleri giderek yükselen gözlem araçlarıyla elde edilen bulguları değerlendiren gökbilimcilere göre, bırakın gaz devlerini ya da yıldızlarının burnunun dibinde kavrulan ya da uzaklarında donan ötekileri, Dünyamız gibi kayaç gezegenlerden onmilyarlarca var. Hem de yıldızlarının çevresinde yaĢama izin verecek uzaklıklarda dolaĢıyorlar. Gökbilimciler, bu heyecan verici keĢifleri yaratıcı yöntemler kullanarak yapıyorlar. ĠĢte belli baĢlıları: RADYAL HIZ YÖNTEMĠ: Uzayda kütleçekimiyle bağlı iki cisim, ortak bir kütleçekim merkezinin etrafında dolanır. Yani gezegen yıldızın çevresinde dolanmaz, yıldız ve gezegen birbirlerinin çevresinde dolanırlar. Ama yıldızın kütlesi çevresindeki gezegen ya da gezegenlerden çok daha büyük olduğundan, bu ortak kütleçekim merkezi, yıldızın çapının içinde bir noktada kalır. Sonuçta yıldız da kendi içindeki bu ortak kütleçekim merkezi etrafında çok küçük çaplı da olsa bir yörüngeye sahiptir. Bunun somut etkisi, yıldızın hareketinde döngüsel bir “yalpa” biçiminde ortaya çıkar. Dolayısıyla eğer yıldızın bu yalpası bizim görüĢ yönümüzdeyse, yıldız gözlemciye göre düzenli aralıklarla hafifçe yaklaĢıp uzaklaĢır. Bu hareket Doppler etkisi denen bir süreçle yıldızın saçtığı ıĢığın tayfında küçük değiĢimlere yol açar. Yıldız bize yaklaĢırken, ıĢığının tayfı daha kısa dalga boylarına, maviye doğru kayar. UzaklaĢtığındaysa daha uzun dalga boylarına, tayfın kırmızı bölgesine doğru kayar. ĠĢte çok duyarlı algılayıcılarla yıldızın ıĢığındaki bu düzenli “kaymaları” saptayan gökbilimciler, çevrede dolanan bir gezegenin varlığını belirlerler. Spektrometre (tayfölçer) denen bu aygıtların en geliĢkinleri, saniyede 1 metre ölçeğindeki hız değiĢimlerini bile saptayabiliyor. Doppler spektroskopisi (tayfölçümü) olarak da bilinen bu yöntem, gezegen avcılığında kullanılanların en baĢarılı olanlardan biri. Kepler teleskopu “transit geçiĢ” yöntemiyle rekor üzerine rekor kırmadan önce, keĢfedilen GüneĢ dıĢı gezegenlerin büyük bölümü bu yöntemle belirlendi. Ancak yöntem uzaklıktan bağımsız olmakla birlikte, yüksek duyarlılık için arka plan gürültüye kıyasla çok daha güçlü bir sinyal gerektirdiğinden en etkili biçimde GüneĢ’ten yalnızca 160 ıĢıkyılına (1 ıĢıkyılı, ıĢığın boĢlukta bir yılda aldığı yol, yaklaĢık 10 trilyon km) kadar uzaklıktaki yıldızların incelenmesinde kullanılabiliyor.Bu yöntemle yıldızlarına yakın yörüngelerde dolanan büyük kütleli gezegenler (dev Jüpiterler) kolayca bulunabiliyor; ama büyük uzaklıklarda dolananların belirlenebilmesi, yıllar boyu süren gözlemleri gerektiriyor. Bizim gözlem çizgimize dik yörüngelerde dolanan gezegenler de, yıldızlarının hareketinde daha küçük yalpalar üretiyorlar ve dolayısıyla belirlenebilmeleri daha güç. Bir yıldızın kütlesi, yüzeyinden yaydığı ıĢığın tayfından belirlenebiliyor. Çünkü yaydığı ıĢığın rengi, yüzeyinin sıcaklığının bir türevi (Bkz: Yıldız Sınıfları). Yıldız oluĢumu ve geliĢmesiyle ilgili kuramsal modeller de yıldızın sıcaklığından, kütlesi, yaĢı ve kimyasal içeriğinin hesaplanmasına olanak veriyor. Yıldızın kütlesi bilinince, gezegeninin yol açtığı yalpanın değeri de gezegenin kütlesinin hesaplanabilmesini sağlıyor. Bu yöntemin bir kusuru, gezegenlerin ancak minimum kütlesini belirleyebilmesi. Gezegenin gerçek kütlesi, bu değerin %20 üzerinde ya da altında olabiliyor. Gezegenler, görüĢ çizgimize dike yakın yörüngelerde dolanıyorlarsa belirlenen kütlesi gerçeğine daha yakın oluyor. Radyal hız yöntemi, geçiĢ (transit) yöntemiyle gezegen keĢiflerini doğrulamak için de kullanılıyor. Her iki yöntem birlikte kullanıldığında varlığı belirlenen gezegenin kütlesi de duyarlı biçimde ölçülebiliyor. ASTROMETRĠ YÖNTEMĠ: Peki yıldızın yalpası bize doğru değil de yanlara doğruysa, bir baĢka deyiĢle gezegenin yörünge düzlemi bakıĢ açımıza dikse; yani olası yörünge düzlemine tepeden bakıyorsak? Tabii, yıldızın ortak kütleçekim merkezi çevresindeki dairesel ya da eliptik yörünge hareketi, gezegeni olup olmadığı konusunda iĢaret verebilir. Ancak yıldızın bu yörüngesinin çapı çok küçük olacağından (çünkü,kütle çekim merkezi yıldızın içindedir) belirlenmesi oldukça zor. Nitekim, 1950’li ve 60’lı yıllarda bu yöntemle yapıldığı söylenen gezegen keĢiflerinin doğru olmadığı anlaĢılmıĢ bulunuyor. Ama yöntemin baĢka bir kullanılıĢ biçimi de var. Gökbilimcilere düĢen, çevresinde gezegen barındırdığından kuĢkulanılan yıldızın gerisinde ve yakınlarında sabit bir “referans” yıldız belirlemek. Bu referans yıldızın görece sabit olması önemli, çünkü bazı yıldızların yüksek doğrusal hızları vardır ve gezegen gözlemlerinin yapıldığı uzun yıllar boyunca gökteki konumları değiĢebilir. Bir gezegenin varlığına iĢaret eden yalpa, hedef yıldızın referans yıldıza düzenli olarak yaklaĢıp uzaklaĢmasıyla belirlenir ve derecesi ölçülür. Yine de yıldızın konumundaki değiĢim öylesine ufak oluyor ki, yeryüzündeki en geliĢkin teleskoplarla bile yeterince duyarlı ölçümler yapılamıyor. Ama Hubble Uzay Teleskopu, 2002 yılında daha önce Gliese 876 adlı bir yıldızın çevresinde keĢfedilmiĢ olan bir gezegenin özelliklerini, astrometri yöntemiyle belirledi. Bu kısıtlara karĢılık astrometri, yönteminin potansiyel bir avantajı, özellikle uzak yörüngelerde dolanan gezegenlerin belirlenmesi için elveriĢli olması. Bu özelliği, onu daha yakın yörüngelere duyarlı yöntemler için bir yardımcı durumuna taĢıyor. Ne var ki, yıldızlarından astrometri yöntemiyle saptanabilecek kadar uzak yörüngelerde dolanan yıldızlar, bir yörünge turunu çok uzun zamanlarda tamamlayabildiklerinden, yıllar, hatta on yıllar süren gözlemler gerekiyor. GEÇĠġ (TRANSĠT) YÖNTEMĠ: Önünden geçen bir gezegen, izlenen yıldızın ıĢığında azalmaya neden olur. Duyarlı ıĢık ölçümleriyle yıldızın ıĢığındaki döngüsel azalmalar incelenerek, çevresinde dolaĢan bir gezegenin varlığı belirlenebilir. Bu yöntemin, radyal hız ve astrometri yöntemlerine kıyasla avantajı, gezegenin büyüklüğünü (çapını) ortaya koyması. Bu, anahtar bir parametre. ġöyle ki, büyüklük, radyal hız yöntemiyle belirlenen kütleyle bir arada ele alınınca gezegenin yoğunluğu belirlenebiliyor ve dolayısıyla da fiziki yapısı (kayalık mı, gaz devi mi, okyanusla mı kaplı vb.) hakkında bilgiler edinilebiliyor. Yöntem, gezegenin atmosferindeki gazlar ve bileĢimleri hakkında bilgiler de veriyor. Gezegen, yıldızının önünden geçerken atmosferindeki gazlar, yıldız ıĢığının tayf çizgilerinden bazılarını soğuruyor. Bu çizgilerin yeri ve kalınlığı, gezegen atmosferindeki gaz ve deriĢimlerini gösteriyor. Ayrıca gezegen atmosferinden geçen ya da üstünden yansıyan yıldız ıĢığının kutuplanması ölçülerek de bir gezegen atmosferinin (dolayısıyla da gezegenin) varlığı belirlenebilir. Ek bir avantaj da, gezegenin ıĢınımının ölçülebilmesi. Ġkincil örtüĢ (gezegenin yıldızın arkasına geçtiği durum) sırasında yıldızın fotometrik Ģidddeti (parlaklık değeri) ikincil örtüĢ öncesi ya da sonrası değerden çıkarılacak olursa, elde yalnızca gezegenden gelen değer kalır. Böyle olunca da gezegenin yüzey sıcaklığı, hatta üzerinde bulut oluĢumunun olası izleri belirlenebiliyor. Örneğin 2005 yılında Spitzer uzay teleskopunu kullanan iki ayrı grup tarafından bu yöntemle iki gezegenin yüzey sıcaklıkları belirlendi. TrES-1 gezegeninin sıcaklığı 790 santigrat derece, HD 209458b’ninkiyse 860 santigrat derece. Fransız Uzay Ajansı’nın geçiĢ yöntemiyle Dünya’dan birkaç kat büyük gezegenler bulmak üzere duyarlı gözlemler yapması için uzaya gönderdiği COROT aracı da iki gezegen keĢfetti. Ancak, transit yönteminin tartıĢmasız kralı, NASA’nın 2009’da fırlattığı Kepler aracı. 2013’te bozulmadan önce dört yıl Kuğu Takımyıldızı bölgesinde 150.000 gezegeni aynı anda ve her yarım saatte bir gözleyerek Dünya benzeri kayaç gezegenleri arayan Kepler’in ilk üç yıl içinde belirlediği gezegen adaylarının sayısı 3538. Bunların içinden 167’sinin gezegen kimlikleri kesinleĢti. Kepler’in verileri, Samanyolu’ndaki gezegenlerin çoğunun Dünya’nınkine yakın kütlelerde küçük gezegenler olduğunu ve bunlardan yıldızlardan sıvı suyun varolabileceği uzaklıklardaki “yaĢam kuĢakları” içinde dolananların sayısının on milyarları bulabileceğini gösterdi. Ancak yöntemin iki de önemli dezavantajı var: Ġlk olarak bu yöntemle gezegen saptanabilmesi için, gezegenin yörünge düzleminin gözlemcinin görüĢ çizgisiyle aynı düzlemde olması gerekir. Yani gözlemcinin yörüngeyi yalnızca kenarından, bir çizgi halinde izleyebilmesi gerekir ki, böyle bir dizilim olasılığı son derece düĢük. Bir gezegenin yıldızın ekvatorunu izleyerek geçiĢ yaparken izlenebilme olasılığı, matematiksel olarak yıldızın çapının gezegen yörüngesinin çapına olan oranıyla belirleniyor. Küçük yörüngelere sahip gezegenlerin ancak %10 kadarı yıldızın ekvator düzlemini izleyerek geçiĢ yaparken gözlenebiliyor. Bu yüzde, daha geniĢ yörüngeli gezegenler için daha da azalıyor. GüneĢ benzeri bir yıldızın 1 Astronomik birim (dünyaGüneĢ uzaklığı, ya da 150 milyon km) uzaklıktan böyle izlenebilir bir transit geçiĢ yapması olasılığı % 0.47. Ancak binlerce hatta yüzbinlerce yıldızı bir anda gözlemleyen transit geçiĢ aramalarında bulunan gezegenlerin sayısı, radyal hız yöntemiyle keĢfedilenlerin sayısından daha fazla olabilir. Buradaysa bir baĢka sorun var: Saptanan gezegenlerin hangi yıldıza ait olduğu belirlenemiyor. Ġkinci bir sorunsa, bu yöntemin güvenilirliğinin az olması nedeniyle, keĢiflerin radyal hız yöntemiyle de incelenerek sonucun doğrulanmasını gerektirmesi. ATARCA KRONOMETRESĠ YÖNTEMĠ: Atarca, özel bir nötron yıldızı çeĢidi. Nötron yıldızları, dev yıldızların kısa ömürlerini noktalayan süpernova patlamalarının bir ürünü. Dev yıldızın merkezi daha fazla enerji üretemeyip kendi üzerine çöküyor ve oluĢan Ģok dalgası yııldızın dıĢ katmanlarını süpernova patlamasıyla uzaya savuruyor. YaklaĢık 1,5 GüneĢ kütlesindeki merkez de öylesine sıkıĢıyor ki, 12-20 kilometre çapında (orta büyüklükteki bir kent çapı) bir küre haline geliyor. Yıldızın çöküĢü, orijinal yıldızın kendi ekseni etrafındaki dönüĢünü öylesine hızlandırıyor ki, nötron yıldızı kendi çevresindeki bir turunu artık milisaniye düzeylerinde tamamlıyor. Bu dönüĢ, en hassas kronometrelerden bile düzgün bir periyotla oluyor. Nötron yıldızları, aynı zamanda çok güçlü manyetik alanlara sahipler. Bazılarının gücü, dünyanınkinden trilyonlarca, hatta katrilyonlarca kez güçlü olabiliyor. Nötron yıldızları, bu manyetik alanların kutuplarından çok güçlü radyo ıĢınımı yayıyorlar. Böyle radyo ıĢınımı yapan nötron yıldızlarına atarca (pulsar) deniyor. Nedeni, genelde manyetik kutupların ekseninin çoğu kez yıldızın dönüĢ ekseninden ayrı konumda olması (tıpkı Dünyamızdaki manyetik kutup ve coğrafi kutbun örtüĢmüyor olması gibi). Böyle olunca da manyetik kutup, nötron yıldızının dönüĢüyle coğrafi kutup etrafında bir daire çiziyor. Bu dairenin bir noktası da Dünyamızın yüzeyindeki güçlü radyoteleskoplardan birinin görüĢ çizgisine girdiğinde, dairenin o noktasından çok düzgün aralıklarla (bazı atarcalar için saniyeler, bazıları için saniyenin binde biri [milisaniye] düzeylerinde) tekrarlayan radyo atımları (pulse) geliyor. Bu atımlar arasındaki aralık son derece düzgün olduğundan, bu aralıklardaki küçük anormallikler, atarcanın hareketinin izlenmesini sağlıyor. Eğer gezegenleri varsa,atarcalar da normal yıldız ve gezegenlerinde olduğu gibi ortak bir kütleçekim merkezinin çevresinde küçük bir yörünge hareketi yaparlar. Bu zaman aralıklarındaki değiĢimlerin incelenmesiyle de gezegen ya da gezegenlerin varlığı ve kütleleri belirlenebilir. Bu yöntem öylesine duyarlı ki, Dünya’nınkinin onda biri kadar kütleye sahip gezegenlerin bile saptanmasına elveriĢli. Ayrıca, bir gezegen sistemi içindeki karĢılıklı kütleçekim etkileĢmelerini de belirleyebiliyor. 1992 yılında Aleksander Wolszczan ve Dale Frail adlı gökbilimciler bu yöntemi kullanarak PSR 1257+12 adlı atarcanın çevresinde gezegenler belirlediler. Ancak atarcalar görece ender rastlanan gökcisimleri olduklarından çok sayıda gezegenin bu yöntemle bulunacağı kuĢkulu. Hele bulunsa bile bunların üzerinde “bizim bildiğimiz türden” yaĢamın ortaya çıkması, atarcaların yaydığı çok yüksek enerjili parçacık ve ıĢınım nedeniyle olanaksız. MĠKROMERCEKLENME YÖNTEMĠ: Olası bir gezegeni belirlemek için bir yıldızı gözlemlediğimizi düĢünelim: Yıldızın geri planındaki yıldızlardan biri de görüĢ alanımız içinde. Birden, arkadaki yıldızın ıĢığının bir süre parlaklaĢtığını ve bir süre sonra eski parlaklığına döndüğünü gözlüyoruz. Artık alarmı verip gezegeni daha sistematik biçimde arayabiliriz. Çünkü çok Ģanslıyız ve bir mikromerceklenme olayına tanık olduk. Arkadaki yıldızdan gelen ıĢık, bizim görüĢ yönümüzdeki bir cismin kütleçekimi nedeniyle büküldü. Einstein’ın genel görelilik kuramına göre bizim kütleçekimi diye algıladığımız Ģey, uzay-zamanın eğriliğinin bir etkisi. Kütlesi olan her cisim, uzay zamanı büküyor. Arkadaki yıldızdan gelen ıĢık fotonları da bu bükülmüĢ uzayın eğriliğini izleyerek yön değiĢtiriyor. Yani, daha fazla sayıda foton, bizim yönümüze doğru gelmeye baĢlıyor, bir baĢka deyiĢle odaklanıyor. Böyle olunca da arkadaki yıldızın parlaklığında artıĢ oluyor. Yalnız iĢler bu kadar basit değil. Mikromerceklenme, Einstein’ın bir düĢünce deneyinin ürünü olan ve birçok kez gözlemle doğrulanmıĢ olan “kütleçekimsel merceklenme” olgusunun bir türü. Aradaki “kütleçekim merceği” bir gökada, hatta gökadalar kümesi olduğunda, arkasında gizlenmiĢ ve doğrudan göremediğimiz “kaynak”, tabii ki baĢka bir gökada kadar büyük bir kaynak oluyor. Ve aradaki “mercek”, kaynaktan gelen ıĢığı büktüğünden merceğin çevresinde (gözlemci-mercek-kaynak dizilimindeki ufak farklara göre) kaynağın çember parçaları Ģeklinde uzamıĢ ve (parlaklaĢmıĢ) farklı görüntüleri ortaya çıkıyor. Dünya’daki gözlemci, mercek gökada ya da küme ve arkasındaki kaynak gökada arasındaki dizilim binlerce hatta milyonlarca yıl fazla değiĢmediğinden, kaynak gökadanın çoklu görüntüleri uzun süre yerlerinde duruyor ve bu görüntülerin detaylı incelenmesi, arkadaki gökadanın uzaklığının, kütlesinin ve biçiminin duyarlı biçimde hesaplanmasına olanak tanıyor. Aradaki merceğin bir yıldız, hatta bir gezegen gibi küçük bir gökcismi olması durumundaysa güçlükler baĢlıyor. Bir kere gözlemci-mercek-kaynak diziliminde, kaynağın merceğin arkasında ve çok az üzerinde olması gerekiyor. Böyle bir dizilimde merceklenme etkisi, kaynağın yalnızca yay biçiminde odaklanmıĢ iki görüntüsünü oluĢturuyor; ama bu iki yay arasındaki mesafe öylesine küçük oluyor ki, bunları Dünyamızdaki en geliĢkin teleskoplarla bile ayrı ayrı görebilmek mümkün olmuyor. Sonuçta, iki ayrı görüntü, üst üste binmiĢ tek bir görüntü gibi algılanıyor. “Mikromerceklenme” adı da iki yay arasındaki uzaklığın görüntülenemeyecek kadar küçük olmasından kaynaklanıyor. Bir baĢka sorun da mikromerceklenme olayının kısa olması, kaynak ve mercek yıldızla Dünya’nın birbirlerine göre hareket halinde olmaları nedeniyle birkaç gün ya da birkaç hafta sürebilmesi. Eğer öndeki (mercek) yıldızın bir de gezegeni varsa, bu gezegenin kütleçekim alanı da merceklenme etkisine farkedilebilir bir katkı yapıyor ve böylece varlığı belirlenebiliyor. Ancak, böyle bir dizilim olasılığı hayli düĢük olduğundan, bu yöntemle anlamlı sayıda bir gezegen yakalayabilmek için çok büyük sayılarda uzak yıldızın aynı anda ve sürekli olarak gözlenmesi gerekiyor. Bunun için gökbilimciler aralarında OGLE (Optical Gravitational Lensing Experiment – Optik Kütleçekimsel Merceklenme Deneyi), MOA (Microlensing Observations in Astrophysics – Astrofizikte Mikromerceklenme Gözlemleri), ve PLANET (Probing Lensing Anomalies NETwork – SıradıĢı Merceklenmeleri AraĢtırma Ağı)/RoboNET gibi ortak çalıĢma grupları kurarak, gözlem araçlarını gökadamız Samanyolu’nun çok yoğun merkez bölgesiyle, güney gökkürede Samanyolu’nun uydu gökadaları olan Büyük ve Küçük Magellan Bulutları’na çevirmiĢ bulunuyorlar.AraĢtırmalard OGLE grubu tarafından mikromerceklenme yöntemiyle 2003yılında keĢfedilen gezegen a şimdiye kadar en az iki OGLE-003-BLG-235/MOA ve ancak iki yıl sonra keĢfedilebilen yıldızı. kesinleĢmemiĢ, iki de kesinleĢmiĢ gezegen adayı saptanmıĢ durumda. Yöntemin açık bir sorunu, sözkonusu sıralama bir daha gerçekleĢemeyeceği için mikromerceklenme olayının tekrarlanamayan, bir seferlik bir olgu olması ve dolayısıyla inceleme için yeterli zaman bırakmaması. Ayrıca, ortaya çıkan gezegenler binlerce parsek uzakta olduklarından, keĢfin öteki yöntemler kullanılarak doğrulanamaması (1 parsek, 3,26 ıĢıkyılına karĢılık gelen ve gökbilimde uzak mesafeler için kullanılan bir uzunluk ölçüsü. Kiloparsek, 1000 parsek, yani 3260 ıĢıkyılı). MASKELEME (OPTĠK MÜDAHALE) YÖNTEMĠ: Bir yıldızın yaydığı ıĢık, çevresinde dolanan bir gezegenin üzerinden yansıyan ıĢıktan, binlerce, hatta milyonlarca kez daha parlak olduğundan, normalde gezegenden yansıyan ıĢık görünemez. Ancak, teleskoplara konan ve koronograf denen bir opak (ıĢık geçirmeyen) maskeyle yıldızın yaydığı ıĢık perdelenirse, yakınındaki gezegenlerin zayıf ıĢığı ortaya çıkabilir. Özellikle de gezegen büyükse (Çapının Jüpiter’den hayli büyük olması gerekiyor) yıldızından uzaktaysa ve henüz gençse. Gençlik gezegenin sıcak olması ve yoğun kızılaltı ıĢınım yaymasını sağlıyor. Maskeleme (koronografi) yöntemiyle yapılan en dramatik keşiflerden biri, güney gökkürenin en parlak yıldızlarından olan 25 ışıkyılı uzaklıktaki Fomalhaut'un çevresinde dolanan gezegenin keşfi olmuştu. Maskelemeye karşın Güneş’ten daha kütleli ve sıcak A-sınıfı yıkdızın ışığının bir kısmının koronografın kenarlarından sızdığı görülüyor. Yukarıda sözü edilen keĢiflerden 13 Kasım 2008’de duyurusu yapılan üçlü güneĢ sistemi, yeryüzündeki büyük çaplı teleskoplardan Keck ve Gemini teleskoplarıyla yapılan gözlemlerde keĢfedilmiĢti. Aynı gün Hubble Uzay Teleskopu’nun da Fomalhaut çevresindeki 3 Jüpiter kütlesindeki gezegeni belirlediği açıklanmıĢtı. Her iki sistem de GüneĢ Sistemi’ndeki Kuiper kuĢağını andıran disklerle çevrili. Nihayet Beta Pictoris’in gezegeninin de belirlenmesiyle bu yöntem de umut verici gezegen avlama araçları arasında yerini almıĢ oldu. YILDIZ ÇEVRESĠNDEKĠ DĠSKLER Birçok yıldızın çevresinde uzay tozundan diskler bulunur. Bunlara “enkaz diski” de denir. Bu disklerin görünebilmesinin nedeni, yıldız ıĢığını soğurup daha sonra kızılatı ıĢınım olarak tekrar yaymaları. Bu toz zerreciklerinin toplam kütlesinin Dünyamızın kütlesinin çok altında olmasına karĢın, sahip oldukları toplam yüzey alanı sayesinde kızılaltı dalga boylarında çevresinde dolandıkları yıldızdan daha parlak görünüyorlar. Hubble ve Spitzer uzay teleskopları tarafından gözlemlenebilen bu diskler GüneĢ’e görece yakın ve benzer kütlede olan yıldızların %15’inin çevresinde saptanmıĢ. Bu disklerdeki tozun kuyrukluyıldız ve asteroidler arasındaki çarpıĢmalardan kaynaklandığı düĢünülüyor. Aslında yıldızdan gelen ıĢınım basıncının bu tozu görece kısa süre içinde uzaya püskürtmesi gerektiğinden, bunların süregelen varlığı, çarpıĢmalar sonucu sürekli olarak yeniden üretildikleri sonucuna götürüyor ve ana yıldızın çevresinde kuyrukluyıldız ve asteroid gibi küçük cisimlerin varlığının kanıtı olarak görülüyor. Örneğin, tau Ceti adlı yıldızın çevresindeki toz diski, GüneĢ’in çevresinde, Neptün’ün yörüngesinin dıĢında dolanan kaya ve buzdan cisimlerden oluĢan Kuiper KuĢağının benzeri, ancak 10 kat daha kalın olan bir kuĢağın varlığına iĢaret olarak görülüyor. En fazla 20 milyon yıl yaşında genç bir yıldız olan Beta Pictoris'in çevresinde kuyrukluyıldızların varlığını gösteren işaretlere rastlanmış. Bu toz disklerinin asteroid ve kuyrukluyıldızlar gibi yıldızların oluşum artıkları arasındaki çarpışmalardan kaynaklandığı düşünülüyor. Ayrıca, toz disklerinin yapısında gözlenen bazı özelliklerse, gezegen boyutlarında cisimlerin varlığına iĢaret olabiliyor. Bazı disklerin ortasında bir boĢluk bulunması, onların daire biçimli olduklarını gösteriyor. BoĢluğunsa, bir gezegenin, yıldızla arasında kalan tozu süpürmesiyle oluĢmuĢ olabileceği düĢünülüyor. Bazı disklerdeyse, bir gezegenin kütleçekim etkisiyle oluĢmuĢ olabilecek topaklar izleniyor. Bu iki özellik de epsilon Eridani adlı yıldızın çevresinde gözleniyor ve daha önce radyal hız yöntemiyle belirlenmiĢ olan bir iç gezegene ek olarak, yıldızdan 40 astronomik birim uzaklıkta dolanan bir gezegenin varlığına iĢaret ediyor. YOLDAKİ YÖNTEMLER UZAYDAN GÖZLEM: Uzaydan yapılan ölçümler daha duyarlı sonuçlar veriyor, çünkü atmosferin görüntü bozucu etkileri ortadan kalktığı gibi gözlem araçları, atmosferden geçemeyen kızılaltı dalgaboylarını da kullanabiliyor. Uzaydan yapılacak gözlemlerle, Dünya benzeri kayaç gezegenlerin keĢfinin ötesinde bu gezegenlerin atmosfer yapılarfının incelenmesi ve yaĢam iĢaretleri araĢtırılması hedefleniyor. NASA’nın 2009 Mart ayında fırlattığı Kepler uzay aracı, geçiĢ (transit) yöntemini kullanarak Kuğu (Cygnus Takımyıldızı bölgesinde 150.000 yıldızı aynı anda taradı; ama dört jiroskopundan ikisinin arızalanması üzerine konumunu sabitleyemediğinden gezegen avlama yeteneğini yitirdi. NASA Ģimdi bu uzay aracını baĢka görevlere seferber etmenin çarelerini araĢtırıyor. NASA, Kepler’in görevini devralacak olan Transit GeçiĢli GüneĢdıĢı Gezegen AraĢtırma Uydusu (Transiting Exoplanet Survey Satellite) adlı uzay aracını 2017 yılında fırlatmayı hedefliyor. Dünya’nın ve Ay’ın çevresinden geçen eliptik bir yörüngeye oturtulması planlanan araç, Uzayın 400’de 1’ini kaplayan bir bölgeyi tarayan Kepler’in aksine, tüm uzayı tarayacak. Araç bunu yapabilmek için devamlı aynı konumda kalmayacak, her ay baĢka bir bölgeye yönelecek. Bulduğu ilginç gezegenler, Dünya’da halen mevcut ve gelecek kuĢak (20-30 m ayna çaplı) teleskoplarla incelemeye alınacak. Avrupa Uzay Ajansı’nın Darwin ve NASA’nın Kayaç Gezegen KaĢifi (Terrestrial Planet Finder) adlarıyla ve giriĢimölçümü yöntemiyle birlikte çalıĢacak uydu takımı projeleri, teknolojik güçlükler ve maliyet sorunları nedeniyle iptal edilmiĢ bulunuyor. ÖRTEN ĠKĠLĠ SĠSTEM IġIK ÖLÇÜMLERĠ Ġkili bir sistemdeki yıldızlar ortak çekim merkezinin çevresinde dolanırken bizim görüĢ açımızda birbirlerini perdeleyecek biçimde konumlanmıĢlarsa, buna bir “örten ikili” sistem deniyor. Yıldızlardan yüzeyi daha parlak olanı, eĢ yıldızın diski tarafından kısmen de olsa örtüldüğünde, ölçülen en düĢük ıĢık değerli döneme “birincil tutulma” deniyor. Yarım yörünge dönüĢü sonra daha parlak yüzeyli yıldız eĢinin bir bölümünü örttüğünde de “ikincil tutulum” gerçekleĢiyor. IĢığın bu en düĢük olduğu zamanlar, tıpkı bir atarcanın atımları gibi düzenli bir döngü izliyor. Tek farkı, parlak ıĢık atımları yerine ıĢıktaki döngüsel azalıĢlar. Eğer bu ikili sistemin çevresinde bir gezegen dolanıyorsa, eĢ yıldızlar, gezegenle olan ortak kütleçekim merkezinde bir dolanma hareketi yapacak ve ikilinin en düĢük ıĢık değerinin zamanında da döngüsel bir kayma meydana gelecektir (en düĢük ıĢık zamanı gecikecek, zamanında gerçekleĢecek, zamanından önce gerçekleĢecek, sonra yine gecikecek vb.) Bu döngüsel zaman kaymaları, ikili sistemler çevresinde dolanan gezegenlerin belirlenmesi için en güvenli yol sayılıyor. YÖRÜNGE EVRESĠ YANSIMA DEĞĠġĠMLERĠ Bu yöntemde iĢ Kepler’e düĢmüĢtü; ama artık bu da TESS’in sırtına kalmıĢ görünüyor. Araç, asıl hedefi olan kayaç gezegenlerin yanı sıra, yıldızlarına çok yakında dolanan dev gezegenlerden yansıyan ıĢığı da gözleyecek. Böyle bir gezegenin Ay gibi karanlık ile dolunay arasında değiĢen evreleri olacağından, yıldızdan gelen ıĢıkta küçük de olsa böyle döngüsel değiĢimler, bir gezegenin habercisi olacak. Çünkü yansıyan ıĢığın evreleri, yörünge düzleminin eğiminden bağımsız olacak. Bu yöntemle gezegenin atmosferi konusunda bilgiler edinilebileceği de düĢünülüyor. KUTUPLANMA ÖLÇÜMÜ Bir yıldızın yaydığı ıĢık kutuplanmıĢ değildir; yani ıĢığın salınım yönleri rastgeledir. Ancak, ıĢık bir gezegenin atmosferinden yansıdığında , ıĢık dalgaları atmosferdeki moleküllerle etkileĢir ve kutuplanır. Gezegenle yıldızın birlikte yaydıkları ıĢığın (gezegenin payı milyonda bir olur) incelenmesiyle bu ölçümler çok duyarlı biçimde yapılabilir. Kutuplanma ölçümü için kullanılan ve polarimetre diye adlandırılan aygıtlar, kutuplanmıĢ ıĢığı algılayıp kutuplanmamıĢ ıĢık demetlerini (yıldızın ıĢığı) reddetme yeteneğine sahipler. Halen ZIMPOL/CHEOPS ve PLANETPOL gibi iĢbirliği grupları polarimetrelerle GüneĢ dıĢı gezegen arayıĢındalarsa da henüz bu yöntemle keĢfedilmiĢ bir gezegen bulunmuyor. RaĢit Gürdilek 17 Aralık 2013 KAYNAK: Methods of Detecting Extrasolar Planets, Wikipedia .org ETĠKETLER: “GüneĢ dıĢı gezegen”, “radyal hız”, astrometri, “transit geçiĢ”, transit
Benzer belgeler
Güneş Sistemi Dışındaki Gezegenler
kendinden ışık yaymayan gezegenler veya karadelikler
gibi cisimler nedeniyle oluşur. Sürekli izlenen bir yıldızın
ışığında anormal bir artış gerçekleşiyorsa bunun nedeni
büyük bir olasılıkla yıldız...