HALUK AHMET GÜMÜŞ

Transkript

HALUK AHMET GÜMÜŞ
HALUK AHMET GÜMÜŞ
10 Mart 1960’ta Balıkesir Bigadiç’te
doğdu. Ahmet ve Emine GÜMÜŞ’ün
oğludur.
12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde
Balıkesir’den Milletvekili Adayı oldu
ve seçildi; T.B.M.M 24. dönem 1. ve
2. yasama yıllarında Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi olarak çalıştı. Halen,
yeni kurulan Güneydoğu Avrupa İşbirliği
Süreci Parlamenter Asamblesi Türk
Grubu Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi adına,
hükümetin çalışmalarının incelenmesi,
izlenmesi ve değerlendirilmesi ile görevli
çalışma gruplarında Kalkınma Bakanlığı,
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı ve Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı’ndan sorumludur.
Ekonomist, İş Geliştirme ve Jeopolitika
Uzmanı;
Eğitimi;
•
Doktora
programına
bağlı
Derinleştirilmiş Etütler Diploması
(DEA), Jeopolitik Enstitüsü (UFI), Paris
Üniversitesi (Universite De Paris)
(Karadeniz Jeopolitiği ve Karadeniz
Ekonomik İşbirliği üzerine)
•
İşletmecilik Yönetimi İhtisas Programı, İşletme Fakültesi, İstanbul Üniversitesi
•
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi
•
İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi (Avrupa Topluluğu Mastır Programı derslerini aldı.)
İş hayatı;
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda 7. ve 8. beş yıllık kalkınma planlarında Özel İhtisas Komisyonları Üyeliği
görevlerinde bulundu.
Özel sektörde, şirketler grubunda Grup Başkanı ve öncesinde Genel Müdür Yardımcısı, Koordinatör, İş Geliştirme
ve Stratejik Planlama Müdürü olarak görev yaptı.
Fransızca ve İngilizce bilen Gümüş, evli ve 1 çocuk babasıdır.
HALUK AHMET GÜMÜŞ
CUMHURİYET HALK PARTİSİ MİLLETVEKİLİ
TBMM KONUŞMALARI
• Türkiye
• Uluslararası Bölgesel Entegrasyon
• Dünya
HALUK AHMET GÜMÜŞ
CUMHURİYET HALK PARTİSİ BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
TBMM KONUŞMALARI
Türkiye
Uluslararası Bölgesel Entegrasyon
Dünya
Ankara, 2013
İrtibat Bilgileri
Konuşmalar yazı diline uygun biçimde redakte edilmiş,
görüşmelerde gerçekleşen diyalogların sadece konuya katkı
sunanları korunmuştur.
Adres : A Blok 1. Kat 6 Nolu Banko Oda No:13 TBMM / ANKARA
Baskı: MİKİ Matbaacılık San. Tic. Ltd Şti.
www.mikimatbaasi.com
Telefon: 0 (312) 420 58 66 - 0 (312) 420 58 67
Faks : 0 (312) 420 69 62
e-posta: [email protected]
Web
: www.halukahmetgumus.com
içindekiler
Önsöz ..................................................................................................5
Bütçe ..................................................................................................7
Dışişleri .............................................................................................12
Milli Savunma ..................................................................................15
Kalkınma ...........................................................................................19
Avrupa Birliği .................................................................................22
Diyanet ve Yurtdışı Türkler........................................................27
Afad ve Mit ......................................................................................29
Aile ....................................................................................................32
Gümrük ve Ticaret ........................................................................35
Gıda ...................................................................................................38
Milli Eğitim .......................................................................................41
Basın .................................................................................................44
Adalet ...............................................................................................47
Ekonomi ...........................................................................................49
Enerji .................................................................................................51
İçişleri...............................................................................................54
Ulaştırma .........................................................................................57
Kültür............................................................................................... 60
Sağlık ................................................................................................63
Bilim ..................................................................................................66
Çalışma ............................................................................................68
Çevre ................................................................................................70
Hazine ..............................................................................................73
Maliye ...............................................................................................75
Bölgeselleşme................................................................................77
10. Kalkınma Planı .........................................................................79
Fotoğraflar .....................................................................................82
ÖNSÖZ
giriş
Ülkemiz, geçmişi, çevresel etki potansiyelleri ve kaynaklarının hükümetlere sunabileceği imkanlar ile
dünyanın dikkatini toplamaya devam etmektedir.
Türkiye’de siyaset yapmak için, yalnızca iç politikayı ve onun şartlarını bilmek yeterli olamamaktadır. Zaman
zaman gelişen olaylar içeride olup bitenlerin dış dünya ile ne kadar büyük etkileşim içinde olduğunu gözler
önüne sermektedir.
Bu nedenlerle; ülkenin sorunları ve geleceği üzerine çalışmayı kendilerine görev edinenlerin hem iç politikayı
hem de dış politikayı iyi anlayıp analiz edebilecek yeterlilikte olmak için sürekli gayret göstermeleri
gerektiğini düşünüyoruz. Bizler çalışmalarımızı bu anlayış ve yaklaşımla yapmayı amaç edindik.
Dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşanan ekonomik, demografik ve siyasal şartlarda uluslararası dengeleri
farklılaştıracak hatta değiştirecek gelişmelerin yaşanması, ülkeleri küresel ve ülkesel düzeyde yeni yapısal
kararların alınması doğrultusunda zorlamaktadır.
İşte; ekonomik ağırlığın giderek farklı coğrafyalarda yoğunlaşarak kendini göstermesi veya uzun sürecek
ağır ve süreklilik gösteren bir ekonomik krizin içinde bulunulması bu durumun çarpıcı göstergelerindendir.
İçinde bulunulan şartlarda ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin bölgemizde ve dünyamızda
yaşanan gelişmeleri anlamakta güçlük çektiğini, bu nedenle de dış politikanın neredeyse tüm alanlarında
hayal kırıklıklarıyla karşılaştığını görüyoruz.
Hükümetin, dünyadaki gelişmeler ve bunların iç politika ve ekonomimize yansımalarını kavrayamaması,
içerideki sorunları da giderek ağırlaştırmakta, çözüm için radikal bir bakış ve anlayış değişikliğine olan
ihtiyacı arttırmaktadır.
Bu ihtiyaçla bizler, TBMM bünyesindeki çalışmalarımızda sorunları ve sorunların çözümlerini sürekli değişen
ve gelişen şartların hareketli yapısını göz önünde tutarak ortaya koymaya çalıştık.
Konuları ele alırken sadece eleştirel bir bakış geliştirmeyip sorunları çözücü yol arayışlarına katkıda
bulunmaya özen gösterdik.
İnanıyoruz ki kısa vadeli sermaye girişi ile borçlanma yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan ülke ekonomimiz,
daha kapsamlı bir perspektif ve üretime dayalı planlı yeni bir irade ile umut vadeder hale gelecektir.
Bu çalışma, dünyamızın girdiği yeni dönemi, bu yeni dönem içerisinde uygulanması gereken yeni politikaları
sıkça dile getirdiğim TBMM Genel Kurul konuşmalarımın bir bölümünden ve ülkemizin kalkınması için gereken
çözüm önerileri sunduğum Plan ve Bütçe Komisyonu konuşmalarımdan oluşuyor.
Ayrıca, basında çalışmalarım hakkında çıkan kimi haberler ve Balıkesir ziyaretlerimin bir bölümünde çekilen
fotoğraflardan oluşan bu kitapta desteklerini esirgemeyen Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki arkadaşlarıma
ve benimle beraber ciddiyetle çaba gösteren ekibime teşekkür ediyorum.
Haluk Ahmet Gümüş
Cumhuriyet Halk Partisi
Balıkesir Milletvekili
5
BÜTÇE
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın üyeler,
değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları;
ben dünyadan Türkiye’ye doğru bir geliş
yapacağım.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinin yeni parasal
politikaları ortaya konulunca dünya ekonomisini
yeniden ve 2008’dekinden daha sert bir mali
şoka doğru ilerlediğini söylemek mümkün
olabilecektir. Bu konudaki yorumlar çoğalmaya
başlamıştır. Ancak dünyada ne yazık ki kaynağı
üretimde, karlılıkta, rekabet gücü ve yeteneğinde
yatan bir durgunluk ortamı, yine dünyada para
basarak, Batık bankalar kurtarılarak, kredi türev
piyasaları şişirilerek aşılmaya çalışılmaktadır.
Buna rağmen piyasalardaki durgunluk daha derin
bir resesyona doğru ilerlemeye devam etmektedir.
Bugünkü gidişat dünyayı 2008’e taşıyan şartlara
benzediği gibi, daha da ağır koşullarda kendini
göstermeye başlamaktadır. Verilen kredilerle
piyasalardaki likidite ve kredi türevleri artırılmaya
devam edilmektedir. Piyasalarda kredi almaya
istekli firmalar bulunabilmektedir. Fakat asıl
sorun şuradadır: Dünyanın büyük bankaları,
aynı zamanda krediyi en uygun bir şekilde
kullanabilecek riski düşük olan müşteriler
istemektedirler. Bankalar riski düşük projeler
konusunda sıkıntı çekmektedirler. Dünyadaki
paradoks buradadır. İşte, bu noktada riskli ve
kötü yatırımlar artmaya devam etmektedir. Bu
durumda, en son yaşanan ve kredi balonunun
patlamasıyla ortaya çıkan 2008 krizinden
tehlikeli bir ortama girilmesine dair veriler hızla
çoğalmaktadır.
Dünyadaki bu manzaranın geçici bir dönem
olmadığını anlıyoruz. Önce kriz geldi, sonra
“W” diye ikincisi ulaştı, şimdi de bir şok daha
beklenmektedir. Bu durumda artık W değil, testere
etkili bir ağır resesyon dönemine girilmiştir. Çünkü
dünyadaki bu kriz; geçici, devresel bir özellikte
değildir ve daha da derinleşmesi beklenmektedir.
Yaşanan kriz, dünyada yapısal sorunlar olduğunu
ve özellikle yeni dünya şartlarında bölgeler arası
Bakan Mehmet Şimşek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
31/10/2012
BÜTÇE VE KESİNHESAP KANUNU TASARISINA
İLİŞKİN KONUŞMA
ekonomik güç ve rekabet yeteneği değişimlerinin
bu krizin ana nedenlerini oluşturduğunu
göstermektedir. Sözünü ettiğimiz bu sorunlar
karşısında yeni şartlar değerlendirilerek tüm
dünyada yeni bir ekonomik yapılanma ve
bölgeler arası yeni bir dengelenmenin düşünülüp
uygulamaya sokulması gerekmektedir. Gelişmekte
olan ülkeler açısından bakarsak, bu ülkeler
içinde bulunan ağır resesyon döneminin devam
edeceğini, hatta ağırlaşacağını göz önünde
bulundurmalıdırlar. Gelişmekte olan ülkelerde
görülen yavaşlama sürecinde de bir devamlılık
olacağı beklenmelidir. İhracata yönelik büyüme
konusuna ağırlık vermeyi sürdürmek isteyen
bu ülkeler, gelecekteki sıkıntılı süreçleri göz
önüne alarak ve gelişmiş ülkelerdeki daralmalar
karşısında dayanıklı olabilmek için ekonomilerini,
üretim yapılarını yeniden ele almalı ve yeniden
yapılandırmalıdırlar.
Türkiye de bu ülkeler arasındadır. Hükümet,
süper güçlerin bölgedeki politikalarının Orta
Doğu’daki en büyük savunucu ve iş birlikçilerinden
olarak yabancı sıcak para ve likidite imkanlarından
yararlanmış, geçtiğimiz dönemi göreli olarak daha
az sıkıntıyla geçirmiştir. Ama asla sıkıntısız bir
dönemden geçilmemiştir. Ancak içine girdiğimiz
dönemde sıkıntılar daha hissedilir olmaya
başlayacaktır. “Hükümetin çeşitli gerekçelerle
getirdiği vergiler bununla ilgili midir?” diye
düşünüyoruz.
Yaklaşan dönem büyük risklerle doludur.
Savaş riski de bunlardan biridir. Biz savaş riskini
Hükümet sayesinde, kraldan çok kralcı olma
anlayışıyla daha yakına çekmiş bulunuyoruz.
Bizim burada endişemiz, bölgesel sorunlarla
başlayabilecek, önce bölgeyi, sonra dünyayı
sarabilecek bir ateştir. Bu konuda çok dikkatli
olunmalıdır.
Türkiye, rakamlara bakarsak göreli olarak
rahattır deniliyor. Şöyle bir bakalım tabana:
“Siz hiç tabana inmiyor musunuz?” diyorum.
Yediveren ovalarda, tarlalar, yıllardır nadastadır,
ekilebilir alanların önemli bir bölümü nadastadır.
Pamuğu bile Yunanistan’dan, bizim verimli
7
BÜTÇE
ovalar dururken Yunanistan’ın taşlı tarlalarından
alıyoruz.
“Sakla samanı, gelir
Tayyip zamanı”
Tarım yapılmadığı için hayvancılığa giren
çiftçiler borç batağındadırlar. Ben Balıkesir
Milletvekili olarak, o bölgede yüzde 40 civarında
tarıma bağlı insan olduğunu biliyorum. Bunların
tamamına yakını hayvancılık yapıyor ve önemli
borç batağı içindeler. Bu konuyu, çok acı çekildiği,
çok sıkıntılar içinde olunduğu için belirtmek
istiyorum. Şu anda hayvancılık ve hayvan
üreticileri iflas noktasına gelmişlerdir. Nüfusun
yüzde 40’ı derken –tarımla uğraşanların önemli
bir kısmı da hayvancıdır- bunun esnafa yansıyan
bölümünü de hesap ettiğiniz zaman çok büyük
bir bölümün ağır risk altında olduğunu size
söylemeliyim. Bununla ilgili size birkaç örnek
vereyim: Samanın kilosu ekinin kilosundan
daha pahalıdır şu anda. Ben tarihte samanın
kilosunun ekinin kilosundan pahalı olduğunu
hiç duymamıştım; yani biz Balıkesir’de şunu
söylüyoruz: “SAKLA SAMANI, GELİR TAYYİP
ZAMANI”. Arkadaşlar, ben çocukluk döneminde
anlayamadığım bu atasözünü şu anda
çok iyi anlamış bulunuyorum sayenizde,
onun için sizlere teşekkür borçluyum.
Bütçenin tanımını nasıl yaptığınız, aslında
onu nasıl kullanacağınıza dair ipuçları verir.
Bütçe bize göre şöyle tanımlanabilir: Bütçe, başta
vatandaşlardan ödeme gücüne göre alınması
gereken vergiler olmak üzere, tüm kamu gelirleriyle
yaratılan kaynakların nasıl değerlendirileceğinin
vatandaşların ortak ihtiyacını karşılamak için
var olan devlet tarafından, yine milletin iradesini
temsil eden Meclis’ten aldığı harcama yetkisi ile
planlamasıdır. 2013 yılı için Hükümet tarafından
önümüze getirilen bütçeye baktığımızda ise bu
tanımımıza uymayan ciddi farklar görüyoruz.
En önemli hususlardan biri vergiler
konusudur. Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilere
göre, 2012 yılının Ocak-Eylül ayları arasında 41
milyar TL gelir vergisi toplanmıştır. Aynı aylar
içerisinde başta özel tüketim vergisi olmak üzere
tüm dolaylı vergileri topladığımızda ise 80 milyar
TL gibi ciddi bir rakam karşımıza çıkıyor. Bu, 2012
yılında vatandaştan toplanan her 3 liradan 2’sinin
gelirinden bağımsız, dolaylı yolda toplandığı
anlamanı gelir. Yani, bütçenin en önemli gelir
kalemi olan vergilerin, vatandaşın ödeme gücüne
göre toplanmadığı açıktır ve bu haksız vergi
toplama usulü artık alışkanlık yaratmış, gelir
vergisini ikiye katlamıştır.
2012 yılında vergi gelirleri toplamının 286,1
milyar TL olması bekleniyor. Hükümetin çok
Bir de kredi politikalarında ayarsız
kredilendirmeler var. Aracıların aldığı, bir
yığın, ta bakanlıklara dayanan meseleler
var. Çok acı şeyler yaşanıyor. Onun için,
siz hangi büyümeden bahsediyorsunuz,
kimin büyümesini anlatıyorsunuz, ben
pek anlayabilmiş değilim. Nüfusun önemli
bir bölümü sıkıntı içindedir.
Gelelim
bütçe
görüşmelerine.
Burada ülkemizin 2013 yılının bütçesini
konuşuyoruz. Peki, sormak istiyorum:
“Nedir bütçe, tanımı nedir?”
8
Balıkesir Politika, 5 Kasım 2012
Şimdi, mantığı size söyleyeyim, bu
ekonomik durum nasıl: 1,5 kilo sütle
1 kilo yem alınabiliyor. 1,5 kilo sütü
satıyorsunuz, 1 kilo yem alıyorsunuz ama
1 kilo yem yediğinde hayvan 1 kilo süt
vermiyor, hayvancının ekonomisi bunun
için bozuk.
BÜTÇE
iyimser bulduğumuz büyüme oranları dikkate
alınarak yapılacak bir hesapla, 2015 yılında bu
miktarın 328 milyar TL’ye ulaşması gerekirken
-ki tekrar ediyorum, bu hesap Hükümetin
iyimser büyüme rakamlarına göredir- orta vadeli
program ile 2015 yılına kadar kademeli artışlarla
vergi gelirleri toplamının 389,7 milyar TL olacağı
beklenmektedir. 328 milyar nerede, 389 milyar
nerede?
Sayın Bakan, bu muazzam artışı nasıl elde
edeceksiniz? Merak içindeyiz. Lütfen, üç yıl
içerisinde normal vergi gelirlerinize ilaveten
toplanacak 214 milyar TL’nin
nereden geleceğini açıklayınız.
Üstelik bu vergileri toplarken
enflasyonu
düşüreceğinizi
iddia
ediyorsunuz.
Bunu
hangi
ekonomik
analizle
temellendirdiğinizi
dinlemek
isteriz.
siz doğal gaza yüzde 35 zam yapacaksınız,
sonra istatistiki çabalarla enflasyonu yüzde 7,4
hesaplayacaksınız! Bu hayal gibi gözüküyor.
Sayın Bakan, kamu emekçilerinin enflasyona
endekslediğiniz maaş zamları ne olacak? Yüzde
5,2 ile belirlediğiniz ücret zamları, gerçekleşen
yüzde 10’lar civarında reel enflasyonun çok
altında kalmamış mıdır? Bu durum milyonlarca
kamu emekçisine yapılan bir haksızlık değil midir?
Kamu emekçilerinin maaşlarını sadece enflasyona
endeksli bir konu yapmak haksızlık değil midir?
Bu ülkede üreten, çalışan, alın
teri döken insanların ekonomik
büyümeden pay almaları en
temel hakları değil midir?
“Bu ülkede
üreten, çalışan,
alın teri döken
insanların
ekonomik
büyümeden pay
almaları en temel
hakları değil
midir?”
Hükümetinizin
bütçe
zararı tahminleri de yanlış
çıkmıştır. 351 milyar TL olarak
öngörülen
giderlerin
363
milyar TL civarında olacağı
anlaşılmaktadır.
Gelirlerin
ise 330 milyar TL’nin altında
seyredeceği düşünülmektedir.
Bütçe
zararlarının
sürekli
devreden niteliği gözetildiğinde
kalıcı çözümler ile halledilmesi
gereken bir mesele olduğu çok
açıktır. Ancak, Hükümetinizin
bütçesinde kalıcı bir çözüm yoktur. Varsa yoksa
ek zam, ek vergi, ek özelleştirme gibi geçici
çözümler ile sorunu öteleme tedbirleri vardır. Bu
öteleme çabalarının tamamı ekonomik krizi davet
etmektedir ya da beriye çekmektedir.
Hükümetin 2012 yılı için ifade ettiği yüzde
4’lük büyüme, bir hedef küçültme iken o dahi
gerçekleşmemiştir. Büyüme 3,2’lerde, yani
Hükümetin öngörüsünün yüzde 20 gerisindedir.
Sayın Bakan, hangi faktörler bu duruma neden
olmuştur ve bunlar niçin Hükümetiniz tarafından
öngörülememiştir?
Enflasyon tahminleri de yine aynı başarısız
öngörüler sonucu hayal kırıklığıdır. Yüzde 5,2’lik
enflasyon tahmini şu anda Hükümet tarafından
yüzde 7 olarak revize edilmiştir. Şunu ifade edelim,
bu revizyon da realistik değildir. Dünyada doğal
gaz fiyatları yüzde 25-30 civarında düşerken
Sayın
Bakan,
bütçe
gerçekleşme
rakamlarında
özellikle Eylül ayına dikkat
çekiliyor. 2011 yılı Eylül ayında
1,9 milyar TL açık veren
bütçe, 2012 yılı Eylül ayında
5,8 milyar TL açık vermiştir,
yani bir önceki yıla göre Eylül
ayının zararını Hükümet olarak
dörde katlamışsınız. Bu durum
Suriye
meselesiyle
ilgilidir.
AKP
Hükümeti
yoksuldan,
emekçiden, işçiden, çalışandan
toplandığı
vergilerle
savaş
hazırlıklarını yürütmüş ve bu
macera bütçemize pahalıya
patlamıştır.
“Kraldan
çok
kralcısınız, hiç olmazsa bir at
pazarlığı görseydik!” Öyle diyorlar bize, geçmişte
öyle dediler.
Suriye politikaları sadece mal ve hizmet
alımındaki muazzam gider kalemi artışına değil,
ciddi gelir kaybına da neden olmuştur. İthalattan
alınan katma değer vergisindeki yüzde 15’lik
azalma da sınır kapılarının kapatılması ile zarar
gören Suriye ile bağlantılı ticaretteki düşüş
nedeniyledir.
Rusya meselesi… Suriye meselesinde karşı
karşıya geldik Rusya’yla. Ticaret hacmimiz 30
milyar dolardır. Rusya’nın, Putin’in orada ne
dediği ve buradaki kamuoyuna açıklanmayan,
yansıtılmayan beyanatlarını kamuoyu duysaydı
ne derdi acaba? Bunların saklandığını, bunların
kamuoyuna verilmediğini biz biliyoruz.
Bütün
bunlara
Libya
ve
Suriye’deki
9
BÜTÇE
paralı asker ve militanlara örtülü ödenekten
aktarıldığı iddia edilen paralar, artan askeri
trafiğin ekonomiye getirdiği fatura, artan askeri
harcamalar, dış ticaret zararları, sınır ticaretinin
durması nedeniyle bölge ekonomisinin uğradığı
zarar ve mülteci kamplarının maliyetleri
eklendiğinde tablo daha net ortaya çıkacaktır.
Bu can yakıcı konu göstermektedir ki iyi bir
bütçe yapmanın yolu, tutarlı bir stratejisi olan
bir devlet politikası izlemekle mümkündür. Aksi
taktirde, rakamlar yanıltıcı olur ve tıpkı bugünkü
gibi hayal kırıklığına yol açar. Elbette geçtiğimiz
yılların analizini yapmak, doğru
ve sağlıklı bir bütçe yapmak
için elzemdir. Ancak bütçe daha
çok geleceğe dair tahminleriniz
risk faktörü beklentileriniz ve
fırsatlarla ilgilidir. Bu kurgu
sadece ulusal ölçekte bir gelecek
kurgusu
değil,
uluslararası
küresel koşullarla ilgili olmalıdır.
vaziyettedir. Zira rekabet, verimlilik, riskli krediler
meseleleri birbirine zincirleme bağlı konulardır.
Şimdi buradan çok net soruyorum: Bu duruma dair
tedbirleriniz, mali politikalarınız, stratejileriniz var
mıdır, yok mudur? Biz de bilelim, ona göre kendi
iktidar hazırlıklarımızı şekillendirelim diyorum.
Zira geçtiğimiz yıl buradan yaptığımız uyarılara
kulak asmadınız ise ve strateji geliştirmediniz ise,
üzülerek söylüyorum ki sevgili ülkemizi zor günler
beklemektedir, bu zorluğun altında öncelikle biz
değil, siz kalacaksınız.
Dünyada güç sahipleri bozulan mali dengenin
yeniden, nasıl ve nerelerde
kurulacağını hesaplamaktadırlar,
tedbirlerini ve çalışmalarını
ona göre yürütmektedirler.
Bu durum bütçemizle direkt
olarak ilgili bir durumdur. Güçlü
bölgesel ekonomik entegrasyon
alternatifleri bu mali dengenin
yeniden barışçı yolla tesisi için
-Türkiye’deki değil, dünyadaen iyi çözüm olarak karşımıza
çıkmaktadır.
“Güçlü
uluslararası
bölgesel
ekonomik
entegrasyon
alternatifleri,
mali dengenin
orta vadede
yeniden barışçı
yolla tesisi için
önemli bir çözüm
olacaktır.”
Buraya
gelmeden,
geçen sene bu salonda neler
söylemiştim, tekrar bir gözden
geçirdim. Hükümeti, 2012 yılı
bütçesini yaparken ciddi küresel
işaretler noktasında uyarmış,
bütçenin bu küresel koşullar göze
alınmadan yapıldığı müddetçe
gerçeklikten uzak olacağını
belirtmiştim. İçinden geçtiğimiz
bir yıl süresince Hükümetin
bu uyarıları yeterince dikkate
aldığını söylemek ne yazık ki
oldukça güçtür. Bugün önümüze
getirilen
bütçe
kanununa
baktığımızda şunu söyleyebiliriz:
Hükümet ne yazık ki geçen yıl
olduğu gibi bu yıl da dünyanın yönelimlerini doğru
analiz edememektedir. Bu nedenle hazırlanan
bütçenin başarılı olması, üzülerek ifade ediyorum
ki, çok zor bir iştir.
Sayın Bakan, geçen yıl da buradan ifade
etmiştim, siz vardınız, “Yeni küresel dengeler
konusunda hangi taşı kaldırsak, altından
Güneydoğu Asya ülkeleri ve genel olarak BRIC
ülkeleri çıkıyor.” demiştik. Piyasalar bu ülkelerden
gelen mallara teslim olmuş vaziyettedir.
Örneğin, Güneydoğu Asya’nın yarattığı talep,
bu temele dayanan ölçek ekonomisiyle düşük
ücretler dengesi, Batı’nın tüm dengesini bozmuş
10
Gelişmekte olan ülkelerin
dünya krizinden en az hasarla,
hatta
fırsatlar
yaratarak
çıkmasının yolu, bir araya
gelebilecekleri
birlikler
kurmaktan geçmektedir. Burada,
gelişmekte olan ülkelerden,
sanayisi olan ve bu sanayisini
daha ileriye taşıma zorunluluğu
ve
arzusu
olan
ülkeleri
kastediyorum, yoksa ekonomisi
başta petrol, doğalgaz olmak
üzere yer altı zenginliklerine
dayalı, üretimsiz ve görece
kaygısız, zemini kaygan ekonomiler, ülkemizin
birlik ve entegrasyon ihtiyaçlarını karşılayamazlar,
sosyal yapıya da zarar verirler.
Doğrusu merak ediyorum, Türk Dış
Politikası’na yön veren Sayın Davutoğlu,
ülkemizin yüzünü Orta Doğu’ya çevirirken işin bu
yönünü nasıl hesap edemez? Doğu Avrupa’da,
Kuzey’de ve Orta Asya’da bize birlik olacak,
ekonomik entegrasyon projeleri yapabilecek
onca yetenek olarak hazır ülke varken neden Orta
Doğu bataklığına saplanmak için bu kadar hevesli
olunmaktadır? Ölçek ekonomisi ile rekabetin yolu
üretim ölçeğini büyütmekten geçer. Hükümetin
BÜTÇE
acilen, girdiği bu hatalı yönelimden vazgeçerek,
samimi
bir
şekilde,
bölgesel
ekonomik
entegrasyonların ve ortak sanayi üretiminin
önünü açması gerekmektedir.
Bugünün dünyasında güçlü bir bölgesel
politika için güçlü bir ekonomi şarttır ama ne
yazık ki AKP Hükümeti 2001 krizi sonrası alınan
ekonomik tedbirlerin meyvelerini yiye yiye
tüketmiş ve sona getirmiştir. Cumhuriyet Halk
Partisi olarak önümüze getirilen bütçeyi, halkın
ihtiyaçları ve öncelikleri gözetilerek hazırlanmış
bir tasarı olarak görmediğimizi ifade ediyoruz.
AKP Hükümetinin hatalı iç ve dış politikaları
sonucu gelinen ekonomik sıkıntıların faturasının
ağır vergi yükleriyle halka fatura edilmeye
çalışıldığını görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi
her fırsatta, hazırlanan bütçenin halka karşı
hazırlanmış olduğunu ifade edecektir.
Teşekkür ederim.
…
HALUK
Teşekkürler.
AHMET
GÜMÜŞ
(Balıkesir)
–
Sayın Bakan, geçen sene gündeme getirmiştik.
Bandırma’da bir Denizcilik Yüksek Okulu var.
Bu okul kaptan yetiştiriyor. Ben, bunu size soru
olarak sormuyorum. Talep olarak alırsanız çok
iyi olur. Çünkü bunun için söz verilmişti. Kaptan
yetiştirecek bu okul, kuruldu, bir çok şeyleri
yapıldı, ancak yer gerekiyor. Kaptan yetiştiren
bu tür yatırımlar olağanüstü karlı, Tayland’da
falan çok yüksek karlı getirileri oluyor. Geçen
sene söz verilmişti, bu, Bütçe’ye sokulacaktı
ama atlatıldı. Şu anda bunu ekleyebilirseniz çok
iyi bir iş olacak, Bandırma’ya bir hareketlenme
getirecek. Bandırma biliyorsunuz geleceği olan,
potansiyeli yüksek bir yer. Bu konu, bu sene
atlanmamalıdır. Oraya öğretim üyelerinin alınması
gerekiyor, bunların bir listesi var. Hemen bu listeyi
göndertebiliriz isterseniz.
Sağolun.
11
DIŞİŞLERİ
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
06/11/2012
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Bakan, sayın üyeler, değerli
bürokratlar ve değerli basın mensupları;
Sayın Bakan, sizi geçen yılki gibi
uygulamalarınızdan dolayı ağır eleştirmeyeceğim,
sıfır sorun politikasına “sıfır isabet” demeyeceğim,
Suriye konusunda yalnız kaldınız, kraldan çok
kralcı oldunuz diye hesap sormayacağım. Burada
açıklayacaklarım başka bir endişenin yansıması
olacaktır. Madem ki aynı gemideyiz, madem ki aynı
sorumluluğun farklı taraflarıyız, sizi eleştirmek
yerine birkaç konuyu bizim açımızdan, dar zamana
rağmen, açıklamaya çalışacağım; çünkü gelinen
nokta eleştiri ihtiyacını geçmiştir. Bu nedenle
konular hakkındaki görüşlerimizi söylemek daha
yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
Önce terör, Suriye, Arap Baharı’nı ele
alalım. Suriye’deki olayların bize “Arap Baharı”
diye tanıtılan sürecin devamı olduğunu herkes
bilmektedir. Bizler görüyor ve anlıyoruz ki Kuzey
Afrika ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler dışarıdan
yönlendirilen ve finanse edilen bir özelliğe
sahiptir. Dolayısıyla yaşananlar, Arap ülkelerinde
demokrasi isteyenlerin taleplerine uygun görünse
de ve Arap aydınlarının bir kısmından yanıt
alabilse de bu ülkelerin gerçek iç dinamiklerinden
ağırlıkla güç alabilen bir süreç değildir. Yani
iç dinamiklerin sonucu değildir. Bunu herkes
biliyor. Kısaca, yaşananlar Batılı büyük ülkelerin
hedeflerine uygun olarak uygulamaya sokulmuş
“Dış Politikada gelinen
nokta eleştiri ihtiyacını
geçmiştir.”
“Akdeniz Dönüşümü”dür. Adı bu olmalıdır. Arap
Baharı değil Akdeniz Dönüşümü’dür.
Peki, şimdi soruyu soralım: “Akdeniz
Dönüşümü”nden ne hedeflenmektedir? “Akdeniz
Dönüşümü” hangi küresel hesapların bir
12
parçasıdır? Zaten düne kadar dünyanın küresel
güçlerine ve kendileri için biçilmiş uluslararası
ilişkiler ağına çok fazla direnci olmamış bu
ülkelerde, şimdi gelişmiş ülkeler tarafından
belirlenmiş ne gibi hedefler söz konusudur? Bu
hedeflerin Akdeniz’in tümünde mi geçerli olması
istenmektedir?
Benim
tespitim,
bugün
dünyanın
gelişmiş ülkeleri, Güneydoğu Asya tarafında
yoğunlaşmakta olan olağanüstü ekonomik gücün
karşısında eski güç dengelerini ve sürdürülebilirlik
şartlarını hızla yitirmektedirler. Bu soruların
cevaplarını geçen yıllarda bazı ülke liderlerinin
dile getirdiği açıklamalarda aramak gerekir.
Avrupa ülkelerinden bahsediyorum; ama buna
girmeyeceğim çünkü zaman kısıtlı.
Akdeniz Bölgesi’nde Batı’nın kontrolünde,
Batı’ya sistem, işleyiş olarak daha fazla entegre
olmuş yeni bir bölgesel alan yaratılmak
istenmektedir. Böylelikle uluslararası sermaye
ve dünyanın ticari dinamiği, önemli ölçüde
Batı’nın kontrolünde, tarihte olduğu gibi Akdeniz
civarına çekilmek istenmektedir. Bize göre,
Akdeniz’de yaratılması hedeflenen bölgesel
nitelikli entegrasyon yoğun ve gelişmiş ülkelerin
içinde olacağı bir yapıda kurgulanmak istendiği
için diktatörlük rejimlerine son verilmek
istenmektedir. Buradan anlaşılması gereken
şudur; uluslararası sermaye, entegrasyon alanları
için hukuksal ve işlevsel olarak aynı tarzda işleyen
sistemleri tercih eder. Bu, şu demek: Uluslararası
sermaye söz konusu bölgede oluşturmak istediği
entegrasyon alanlarını bankacılık, yönetim, hukuki
yapı vesaire olarak kendisiyle uyumlu bir yapıda
oluşmasını istemektedir. Ancak bunu yapmak için
uygulanan yöntem Akdeniz’de yine çok acımasız,
dışarıdan müdahaleci ve ahlaki olarak sorumludur.
Ulusların kaderlerine karar verebilme haklarına
açıkça ve acımasızca müdahale edilmektedir.
Halen ‘Arap Baharı’ projesi uygulamadadır ancak
şunu belirteyim ki bırakın Suriye’yi, diğer ülkeler
dahi istenen sürece sokulamamıştır.
Her gün Libya’da onlarca kişinin ölüm
haberi gelmektedir. Mısır dengede midir? Yine
Bakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla gerçekleştirilen oturum
DIŞİŞLERİ
“Suriye’de dünyanın
çok kutuplu yeni
yapısı ilk defa baş
göstermiştir.”
Tunus’ta da aynı karmaşalar söz konusudur.
Irak’ta istenen sonucun elde edilemediğini
ABD söylemiştir. Suriye’de ise durum ortadadır.
Yine belirtmeliyim ki bana göre Akdeniz’de
gerçekleştirilmek istenen bölgesel entegrasyon,
öyle beş altı yılda gerçekleşecek bir süreç
değildir. İstenilen dönüşüm için en az yirmi yıl
gerekecek; Orta Doğu’da, aşiret yapılarının yerine
birey toplumlarının gelişimini gerektirecek bir
yapıya ihtiyaç duyulacaktır. Dolayısıyla, yapay
gerekçelerle bölgeye yapılan müdahale başarılı bir
girişim olarak tarihe geçmeyecektir. Ancak Kuzey
Afrika’nın biraz daha dengesizleştirilmesiyle
Batı’nın avucunda ve kontrolünde kalma süreci
bir süre daha devam edecektir.
“Akdeniz Dönüşümü” sürecinin en açık
kilitlenme görüntüsü Suriye’de gerçekleşmiştir.
Soruyu soralım: Afrika’nın ve Orta Doğu’nun
diğer ülkelerinde çözülmeler olduğu halde, niçin
Suriye gibi küçücük bir ülkede bu ülkenin gücünün
üstünde, olağanüstü bir dirençle karşılaşılmıştır?
Çünkü Suriye’de dünyanın çok kutuplu yeni
yapısı ilk defa baş göstermiştir. Suriye’de
karşılaşılan, yeni süper güçlerin Suriye’deki
gölgeleridir. Sayın Bakan, tek kutuplu yapıdan çok
kutuplu dünya yapısına doğru dönüşen yapıda,
“Akdeniz Dönüşümü”nün hızı ve yapılışındaki
yanlışlar ve anlayış, Batı’nın ihtiyaçlarına yakın
vadede cevap veremeyecektir. Çünkü dünya
çoktan yeni kutuplaşmanın şartlarını yaşamaya
başlamıştır. Artık dünyamız yeniden çok
kutuplu bir döneme girmiştir. Batı bunu nihayet
fark etmiş, geç de olsa Batı’yı dönüştürmek,
Doğu’yu dengelemek adı altında Rusya’yı, Doğu
Avrupa’yı, hatta Türkiye’yi de kapsayan yeni
stratejileri tartışmaya başlamıştır. Bu, aslında
Batı açısından sürdürülebilirlik için yeni ve daha
akılcı bir dönemin başlangıcıdır. Buna rağmen
sürdürülebilirlik için süper güçler açısından taviz
verme dönemi başlayacaktır.
Suriye meselesinde gene vurgulamak
istediğimiz bir nokta var. Türkiye’nin içinde,
yaşanmaya
başlayan
fırsatçı
karmaşaları
anlatmaya çalıştığım; bu gelişmeler çerçevesinde
düşünmek gerekir. “Suriye, ABD ve Batılı
güçleriyle, yeni kutuplaşmaya başlayan yeni
güçlerin karşı karşıya geldiği bir alandır.” demiştik.
Tahmin ediyorum ki Suriye’de bir şey değişecekse
bu değişiklik sadece Batılı güçlerin isteğine
uygun olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin iç
politikası için de şunu söylemek gerekir: Bizdeki
fırsatçılar hiç ümitlenmesinler. Terör ve onun
destekçileri, Suriye’deki şartları iyi analiz
ederlerse dünyada yeni bir çağın başlamakta
olduğunu ve bu şartların bundan altı yedi
yıl öncesi öngörülenlerle aynı olmadığını,
bu nedenle de bu yeni dönemin eskisine
benzemediğini göreceklerdir. Elbette terör,
ayrılık sevdalısı taşeronlar ve terörü kazanç kapısı
yapanlar, son kozlarını oynamak için saldırılarını
daha da yoğunlaştıracaklardır. Türkiye’nin
geleceği göremeyen, giderek daha ağır şartların
altına girmekte olan Hükümetinin şaşkınlığından
yararlanmak isteyeceklerdir. Evet, şartlar
ağırlaşmaktadır ve bu ağırlaşan şartlar altında
teslimiyetçi ve çok yüzlü İktidar tüm yanlışların
faturasını ödeyecektir.
Artık dünyamız yeniden çok
kutuplu bir döneme girmiştir.
Batı bunu nihayet fark etmiş,
geç de olsa Batı’yı dönüştürmek,
Doğu’yu dengelemek adı altında
Rusya’yı, Doğu Avrupa’yı,
hatta Türkiye’yi de kapsayan
yeni stratejileri tartışmaya
başlamıştır. Bu, aslında Batı
açısından sürdürülebilirlik için
yeni ve daha akılcı bir dönemin
başlangıcıdır. Buna rağmen
sürdürülebilirlik için süper güçler
açısından taviz verme dönemi
başlayacaktır.
13
DIŞİŞLERİ
Sayın
Bakan,
önünüze
konulan ve sizin de benimseyip
dillendirdiğiniz “Yeni Osmanlıcılık
için şartlar uygundur” söylemi
sadece bir havuçtan ibarettir.
Bu havaya uyup “Suriye bizim
iç işlerimizdir” diye çok ileri
yorumlar yapılmıştır. Bakın, bugün
ABD, gücünü ve ordularını Orta
Doğu’yu bırakıp Güneydoğu Asya
ve civarına yığmaya başlamıştır.
Öncelikler Güneydoğu Asya’da
büyüyen
gücü
dengelemek
konusunda ağırlaşmaktadır. Dünya
bundan sonra Orta Doğu’nun
Sünni ve Şii diye ayrılan çatışmacı
dengesiz
ortamını
ve
Orta
Doğu’da bombalamalardan dolayı
beli kırılacak ülkelerinden değil,
Japonya Parlamentosu’nda düzenlenen Dünya Uygur Kongresi 4. Genel Kurulu
dünyanın gündemindeki yeni süper
gücün neden olacağı gerginlikleri
bakacaklardır.
konuşacaktır. Dünyanın gündemine
gelen bu yeni güçlerin dengelenmesi ve bunun için
Sayın Bakan, o kitabı yeniden yazmanız
yapılabilecek, oluşturulabilecek yeni işbirlikler ve
gerekiyordu. 2006’da bitti o kitap. Dönem, herkes
muhtemel entegrasyonlar, yeni çalışma konuları
için taviz verilmesini gerektiren bir dönemdir.
olacaktır. Sizin savaş çığlıkları yerine bu analizleri
Dönem, Rusya için de, ABD için de taviz ve
yapmanız lazımdı. Biz bu konularda geçen yıl yine
iş birliği dönemi olacaktır ama sizler bizim
burada uyarmıştık. Çevre ülkelerinin istikrarlı,
verebileceğimiz tavizleri fazlasıyla verdiniz Sayın
demokratik yapıları yüksek ve sanayileşmiş
Bakan, fazlasıyla başkalarının işlerine karıştınız,
olanları bizim gelecekte iş ve işbirliği potansiyelini
artık bizim verebileceğimiz tavizler yok. Yine de
de geliştirebilmemiz için en uygun olanlarıdır.
işleriniz hayırlı uğurlu gitsin diyorum.
Ateşe atlamak yerine, barış ve aklı sevenlerle
işbirliği yapmalıyız. Ortak geleceği, aklı ve barışı
sevenler kurabilecektir, ortak geleceği birilerinin
peşine takılıp başka yerlerde pişirilen yemekleri
yemekle oluşturamayız. Sizin de fark ettiğiniz gibi
dünyanın mevcut tüm dengeleri sorgulanarak
yeni bir ufka doğru yol alınmaktadır. Batı’nın
ışıklı ülkeleri, savunma ve gelecek stratejilerine,
kendilerinin 1600’lü yıllardan beri sürdürdüğü
dünya egemenliğinin son bulduğunu, dünya
hakimiyetinin dünyanın başka coğrafyalarıyla
paylaşılma
döneminin
başladığı
ibaresini
koyarak 2013 raporlarını tanıtmaktadırlar. Bu
büyük değişim içerisinde gelecekte Türkiye’nin
hareket alanının büyüyeceği öngörüsüne biz de
katılıyoruz.
Ancak yol, bu yol değildir. Yol, sizin
tutturduğunuz yol değildir. Çünkü Orta Doğu’da
politika halen tek kutuplu bir yapı döneminde
çizilmiş bir projedir. Göreceksiniz süper güçler
yeni şartlar için bölgemize yeni projelerle tekrar
14
Buraya gelen bir not var sizinle ilgili: “Halkın
ödediği vergilerden bütçenize konulan ödenekten
her ay 50 bin, yılda 600 bin TL’ye aileniz ile birlikte
konut kiraladınız. Bu ne kadar etik bir durumdur?
Sayın Başbakan da konutta oturuyor. Kendi
cebinden kirasını ödediği konutları kiralamıştır. Siz
de Sayın Başbakan’ı örnek alıp parayı neden kendi
cebinizden ödemiyorsunuz? Devlet bütçesinin bu
kadar israf edilmesi günah değil midir?” diye bu
not geldi. Bilgilerinize sunulur Sayın Bakan.
MiLLi
SAVUNMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar ve komutanlar, değerli basın
mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, bir soruyla başlayacağım ama
soruyu üzerinize almak durumunda değilsiniz.
Sorum, Türkiye siyasetinin tam ortasınadır.
İsteyen şimdi veya bir gün cevaplar. Bakınız,
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra tek kutuplu
dönemin başlamasıyla süper güç tarafından
küresel bir hedef ortaya konulmuştur. Orta
Doğu’da değişiklikler planlanmış; proje, Türkiye
Hükümetlerinin
önündeki
masaya açılmış, kabul edene
“geç”,
etmeyene
“dur”
denilmiştir. İçini arkadaşlar
doldurdu. Sonuç da budur.
“Geç” sistemine göre kurumlar
dizayn edilmeye başlanmıştır.
Oradaki arkada oturan bazı
arkadaşlarımızın
arkadaşları
da bu “dur-geç”ten nasiplerini
almışlardır.
Fakat bu süreç içerisinde
dünyada çok önemli değişiklikler
olmuştur:
1)
Küresel bir kriz çıkmıştır.
2) Küresel kriz veya ağır
resesyon süreklilik arz eder
duruma gelmiştir.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
02/11/2012
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
olabilirler- dünyanın farklı coğrafyalarına
doğru gitmek üzeredir. Dünya tek kutuplu
evreden çıkmış, çok kutuplu bir döneme
girmiştir veya girmek üzeredir. Beş yıl önceye
kadar duyduğumuz “Ulus devlet bitti.”
konuşmaları neredeyse tarihe karışmıştır.
Artık televizyonlarda duymuyorsunuz her
nedense.
4) Mikro milliyetçilik dalgası bitmek üzeredir.
Bir sıralar böyle paralar gidiyordu, Soroslar,
şunlar, bunlar, vesaire; bunlar azalmaya
başladı gibi.
5) Gelişmiş ülkelerde liberalizm rüzgarlarının,
fırtınalarının yerini şu anda devletçi anlayış
almıştır.
“Dünyanın
gelişmiş ülkeleri,
Güneydoğu
Asya’da başlayan
yükselişi
dengeleyebilmek
için Orta Doğu’daki
askeri gücünü
Güneydoğu
Asya’ya çekmek
üzeredir.”
3) Güneydoğu Asya ve BRIC
ülkeleri çeşitli alanlarda
süperlere rakip çıkmışlardır.
Bu ülkeler dünyanın büyüme
lokomotifi
olmuşlardır.
Batı’nın ekonomik sürdürülebilirliği tartışılır
hale gelmiştir. Üstelik 2013 yılı Fransız
Savunma Stratejisi Raporu’na göre, 1600’lü
yıllardan bu yana dünyada hakim olan Batı
egemenliği -belki onun içine bizi de katıyor
Bakan İsmet Yılmaz’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Şimdi,
dünyanın
gelişmiş ülkeleri, Güneydoğu
Asya’da
başlayan
yükselişi
dengeleyebilmek
için
Orta
Doğu’daki
askeri
gücünü
Güneydoğu Asya’ya çekmek
üzeredir.
Siz
uluslararası
dergilerden
bu
sinyali
almışsınızdır.
Şimdi, dünyanın en büyük
stratejistleri, hatta geçmişte bu
hikayeyi yazanlar Güneydoğu
Asya’yı dengeleyebilmek için
Doğu Avrupa ve Karadeniz
civarında
entegrasyon
ve
işbirliği imkanları aramaktadırlar
“Nasıl büyük Batı oluştururuz?”
diye ya da “Batı’ya entegre bir
bölgesel sistem oluşabilir mi?”
diye. Muhtemelen bu sonuncusu
olacak, bu benim öngörümdür.
Orta Doğu ile entegre olmak
ve oraya müdahale etmek için
müdahale ettiğimiz kurumlarımızı, bizim kendi
Orta Doğu’ya entegre olmak için müdahale
ettiğimiz ya da ettirilen kurumlarımızı şimdi
-değiştirdik onları- kuzey ülkeleriyle entegrasyon
gündeme gelirse yeniden mi değiştireceğiz? Orta
15
MİLLİ SAVUNMA
Doğu’yla entegrasyon olayı… Çünkü başarısızlıklar
vardır Orta Doğu’da. “Arap Baharı” denilen
Arap dönüşümü süreci de çok uzun sürecektir.
Eğer kuzey entegrasyonu olursa Brzezinski’nin
söylediği gibi, şimdi bütün bu kurumlar yeniden
mi ele alınacaktır?
Çok kutuplu döneme girildiğine göre tek
kutuplu dünya senaryosu değişirse; Türkiye,
bölgesel entegrasyonu Güneyde değil de
Kuzeyde oluşturmak için çalışmaya başlarsa,
eski senaryoya göre dizayn edilmiş kurumlarımız
yeniden mi ele alınacaktır. “Dur” denilene “geç”,
“geç” denilene “dur” mu denilecektir?
Sayın iktidar partisi, böyle bir değişiklik
gerçekleşirse sizler payınızı alacaksınız. Benden
uyarması, hesaplar ona göre yapılsın.
MÜSLİM SARI (İstanbul) – “Ben soruyu ortaya
koyarım.” diyorsun.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Soruyu
üzerine alan cevaplar; ama subaylar çok dikkatli
dinledi.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Size “Yol
göründü.” diyor.
GÜMÜŞ – Bunlar olursa yol göründü. Hani bu
işleri çizen Brzezinski idi!
RECAİ BERBER (Manisa) – Milletin dışında bir
“Geç” diyenler varsa, onları biliyorsanız, o zaman
size “Geç” diyecekler.
GÜMÜŞ – Şöyle söyleyeyim size: Bir adam,
Başbakan olmadan önce Şanzelize
Saraylarında, (Palais de Champs
Elysées) Beyaz Saraylarda devlet
merasimiyle karşılanırsa işte orada
benim soruyu sormama gerek bile
kalmaz, siz çok iyi anlarsınız.
BAŞKAN – Manisa çok aktif bugün, lütfen…
Buyurun.
GÜMÜŞ – Zamanımız gidiyor.
Sözlerime başlamadan Afyon’da mühimmat
deposunda… (Karşılıklı konuşmalar) Zaman
gidiyor Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Siz buyurun efendim, zaman
konusunda sıkıntımız yok, sabaha kadar
buradayız.
GÜMÜŞ – Yok değil mi? Peki, çok güzel.
Afyon’da mühimmat deposunda… (Karşılıklı
konuşmalar) Bu konu önemli lütfen, bir açıklama
yapacağım, Afyon’daki mühimmat deposundaki
patlamada ölen yakınım Bigadiçli şehit Uzman
Çavuş Hüseyin Apaydın’ın şahsında tüm
şehitlerimize rahmet, yakınlarına başsağlığı
diliyorum.
Sayın Bakan, tüm güvenlik personelinin
ama özellikle uzman erbaş statüsünde yer alan
askeri personelin özlük hakları konusundaki ciddi
problemleri biliyorsunuz. Bu insanlar ordunun en
ağır yükünü kaldırmakta ancak olanaklardan en az
şekilde faydalanmaktadırlar. Hatta kimi konularda,
sanki Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu değilmiş
gibi, üvey evlat muamelesi görmektedirler. Bunu
yakından biliyoruz ama burada söylemekte yarar
var.
Sayın Bakan, iki yılda bir sözleşmeleri
yenilenen bu insanlar her sözleşme döneminde
kaderlerinin komutanlarının iki dudağı arasında
Şimdi isim de söylemek
istemiyorum, arif olan anlar.
BAŞKAN
–
Arif
yok
Komisyonumuzda, isimlerin içinde.
UĞUR AYDEMİR (Manisa) – O
kadar basitse siz de giderseniz!
GÜMÜŞ – Size de yapsınlar
merasim bakalım yapıyorlar mı?
Projenin içinde değilse zor yaparlar.
BAŞKAN – Sayın Aydemir,
lütfen müdahale etmeyin.
GÜMÜŞ – Ben cevap vermek
istemiyorum, cevabı siz verin.
16
Balıkesir Savaştepe’de şehit ailesi ziyareti
MİLLİ SAVUNMA
olmasının sıkıntısının içerisindedirler.
Uzman
erbaşları
orduya
belli
bir
yaşta alıyorsunuz, onlara belli vaatlerde
bulunuyorsunuz. Genç yaşta askerlik mesleğine
atılmanın heyecanıyla bu insanlar en zor
görevlere koşa koşa gidiyorlar. Sonra, iki yılda bir
bu insanlara “Sözleşmem yenilenir mi?” korkusu
yaşatıyorsunuz. Üstelik bu konuda da bir standart
yoktur yani uzman erbaşın sözleşmesinin
yenilenip yenilenmeyeceği komutana bağladır.
Sebepsiz yere işten atılabilmektedirler.
Düşünün bir kere, askersiniz, Doğu’da,
Güneydoğu’da görev yaptınız, aradan on yıl
geçti, artık tecrübeli bir asker olarak görevinize
Türkiye’nin başka yerlerinde devam etmek üzere
tayin oldunuz. Hevesle işe sarılacaksınız ama
üstünüzdeki komutan sizi sevmedi, “Gözünüzün
üzerinde kaş var.” dedi, orada bittiniz. Çoluk
çocuk ne yer ne içer?
Bir subay ordudan atıldığında şansı daha
fazla, neticede bir mesleği var. Uzman erbaş olarak
işe aldığınız kişi ne yapacak? Kırk yaşında atılıyor,
otuz yaşında emekli olmadan atılabilir. Dışarıda
hangi meziyetiyle iş arayacak? Bu insanlar keskin
nişancı, mühimmat uzmanı, muhabere uzmanı gibi
meziyetlere sahip. Soruyorum: Bu meziyetlerle
sivil hayatta basit bir güvenlik imkanı bulurlarsa
bulurlar, yoksa ne yapacaklar? Emin olun, sırf işten
atılmak korkusuyla hastalığını gizleyen, komutanı
öğrenmesin, işten atmasın diye hasta veya sakat
bir şekilde operasyona giden uzman çavuşlar
var. Ailesinin ifadesine göre, bir şehit uzman
çavuşumuz, şehit olduğu operasyonda helikoptere
binmeden beş dakika önce ailesini arayarak hasta
olduğunu ancak söylemesi durumunda atılma
korkusu yaşadığı için operasyona gideceğini
söylüyor. Bu vahim ve acıklı bir tablodur.
Sayın Bakan, uzman erbaşlarla ilgili kimi
uygulamalarda Anayasa’mızın eşitlik ilkesine
aykırı durumlar söz konusudur. En başta disiplin
hükümlerinde eşitsizlik vardır. Bir yıl içerisinde
belli sayıda disiplin cezası alan bir uzman erbaş
direkt olarak atılabilmektedir. Peki, kendimize
soralım: Orduda disiplin cezalarını kim, hangi
koşullarda veriyor? Askerde “disko” dedikleri
Balıkesir Politika, 10 Eylül 2012
Bir de belediyeler anlaşma yapıyorlar,
belediyelere girme imkanı var ya... Belediyeler
diyorlar ki: Otuz yaşın üzerinde güvenlik personeli
almıyorum. Bitti bütün imkanlar! Ben birçok
belediyede bunu gördüm.
disiplin koğuşu cezası var. Hukuken bir insana
hapis cezasını hakim verebiliyorken bizim
ordumuzda öyle olmuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu durumda komutan
suçu tespit ediyor, cezasını da veriyor, infazını da
sağlıyor. Uzman Erbaş Kanunu’nu incelediğimizde
sanki bu insanlar zaten suçlu da biz onları nasıl
cezalandıracağız, nasıl zapturapt altına alacağız
şeklinde hazırlanmış.
TSK’nın sivil personelle birlikte 700 bin
civarında personeli var. Bunlardan 54 bin kadarı
uzman erbaş. Yani ordu içerisinde ciddi bir
sayıdan bahsediyoruz. 45 bin insanı aileleriyle
-150 bin-200 bin- birlikte düşünün. Bu insanların
ve ailelerinin ordunun bir sosyal hakkından
yararlanamadıklarını ve sürekli olarak üvey evlat
muamelesi gördüklerini düşünün? Sosyal tesisleri
17
MİLLİ SAVUNMA
kullanamazlar, ordu evlerine girmeleri yasaktır.
Bu insanlar bir alt sınıfa ait kölelerimiz midirler?
Böyle bir şey modern Türkiye’de olabilir mi?
Hepsi acılar içindedirler. Onlarla tanıştım,
aileleriyle birlikte büyük acılar, izinlerinde bile
aynı büyük acıları taşıyorlar. Emeklilik yaşının
altmış beşe yükselmesiyle birlikte uzman erbaşlar
toplumda en fazla mağdur olanlardan olmuşlardır.
Şu anki yasaya göre uzman erbaşlar kırk beş
yaşına kadar görevlerini yapabilmektedirler. Buna
gerekçe olarak, “Kırk beş yaşında vücutlarının
fiziksel olarak orduya katacağı bir şey kalmaması”
“Uzman Çavuşlar üvey
evlat mı?”
fikri yatmaktadır.
Sayın Bakanım, bu insanlar askerdirler.
Kırk beş yaşına kadar bir insana askerlik
yaptıracaksınız,
sonra
“Git”
diyeceksiniz.
Emekli de olamıyorlar. Operasyonda yeri gelmiş
komutanlık yapmış birisine “Gel kantinde dur.”
denilebilir mi? Bu, adil midir? Bu insanlarımıza
emekli olana kadar askerlik görevini yapmalarının
sağlanması mutlaka gereklidir.
Tüm bunlar dışında daha çarpıcı bir
konudan bahsetmek istiyorum: İzmir Foça’da,
Deniz Üs Komutanlığında, Türkiye’nin en gözde
birliklerinden biri olan Amfibi Deniz Piyade Tugayı
var. Geçtiğimiz yaz aylarında Foça’da askeri
otobüse yapılan bombalı tuzak saldırısı sonucu
bu birlikte şehitler verdik. Acı bir olay, bütün
toplumu sarstı. İddiaya göre otobüse yapılan
saldırı sırasında teröristler ikinci patlama için
kumanda vermek üzereyken araçta yolcu olarak
bulunan uzman çavuşlar teröristleri görüyor
ancak etkisiz hale getiremiyorlar. Niçin, biliyor
musunuz? Bellerinde silahları yoktu onun için. Bu
ortamda, Türkiye’de bu kadar şehidin verildiği bu
ortamda bu çocuklarımızın bellerinde silah yok
ama onlara biz “Gidin, ölün.” diyoruz.
O zor durumda, şehit olan şoför uzman
çavuşun silahını aldıktan sonra karşılık
verebiliyorlar ve teröristler kaçıyor. Yasaya
göre uzman çavuşlar ancak bedeli karşılığında
tabanca alabiliyorlar. O tabancayı da yasal olarak
bulundurma hakları olmasına rağmen yönerge
nedeniyle bulunduramıyorlar.
18
Başbakan televizyonda “Uzman çavuşlar
‘Hiçbir şey vermediler.’ diyerek inkar etmesinler.”
dedi. Buradan uyaralım: Sayın Başbakan, uzman
çavuş ile uzman jandarmayı karıştırıyorsunuz.
İkisi farklı kanunlarla belirlenmiş farklı statülerdir.
Ek gösterge verdikleri uzman jandarmaların da
okulları kapatılmıştır yani süreç içerisinde zaten
emekli olacaklardır, devamları yoktur.
Bakanlığınızın yetki alanında gerçekleşmiş
bir hazin olayı burada ele almamız lazım:
Afyon’da meydana gelen mühimmat deposu
patlaması hazin bir tablo yaratmıştır. Ülkemizi
derin bir yas ortamına boğan olayın nasıl
gerçekleştiği henüz aydınlatılmış değildir. Olay
kapatılmak istenmektedir. Normalde askeri
bombardıman sırasındaki koşullarda bile belli
ölçülerde dayanabilecek şekilde inşa edilen
deponun nasıl olup da patlatıldığı anlaşılmış
değildir hala. Bunu da bütün askerler bilmektedir.
Bu kadar fazla el bombasının tek seferde nakli
nasıl gerçekleştirilmiştir? Hava karardıktan
sonra çalışmalara devam edilmiştir. Nasıl devam
edilmiştir, merak ediyoruz? Acaba komutanların
ve tasnifi gerçekleştiren askerlerin vardiyası
değiştirildi mi? Değiştirildiyse kaç saatlik
vardiyalar uygulandı?
Her şey bir tarafta, olayın bir sabotaj değil,
bir kaza olduğuna dair resmi açıklama yapılmasını
sağlayan bulgular var mıdır, nedir? Bu konuda
somut bir delil var mıdır, yok mudur? Şayet yok
ise Başbakan niçin böyle bir açıklama yapmıştır?
Kendimizi “Bir şey olmaz, kazadır.” diyerek
ikna edince elimize ne geçiyor? Askerlerimizin
kanlarıyla siyaset yapmayalım.
KALKINMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, ülkemizde kalkınma kavramı
hep önemli bir kavram olmuştur. Çökmekte ve
emperyalist güçlerce bölünerek parçalanmakta
olan bir İmparatorluğun küllerinden doğan
Cumhuriyetimiz varlığını önce istiklal anlayışına,
sonra da koyduğu kalkınma hedeflerine borçludur.
Kalkınma Bakanlığının orta vadeli programı
gerek kendi birimleri gerekse kalkınma
ajanslarıyla
Türkiye’yi
bölgelere
ayırarak
ele alıyor oluşunu incelememiz gerekir diye
başlıyoruz konuşmamıza.
Sayın Bakan, Kalkınma Ajansları tamamen
Avrupa Birliği modeli projelerdir, bize öyle
gözüküyor.
Üstelik
Hükümet
tarafından
uygulamaya konuluş biçimi, ülkemizin ulusal
hedeflerine uygunluğu yeterince incelenmeden,
bir yerde AB mevzuatlarına uyum gerekçesiyle
kopya edildiği görüntüsü vermektedir.
Özellikle Hükümetiniz döneminde Türkiye “bu
mevzuata aynen uyalım” gayretini bir alışkanlık
haline getirmiş ve bunun için ülkemize uyuyor
mu uymuyor mu diye yeterince bakmadan, birçok
işleyen kamu kurumu da feda olma durumunda
kalınmıştır. Bunlardan en önemlilerinden birisi
de Devlet Planlama Teşkilatıdır. Devlet Planlama
Teşkilatı ulusal planlama anlamında ülkemize
çok şey katmış, zaman zaman siyasi iktidarca
önü tıkansa ya da çalışmaları görmezden gelinse
de hiçbir iktidar bu kurumu kapatmayı aklından
bile geçirmemiştir. Siyasi iktidarınız birçok
kurum, uygulama ve bakanlıkta yaptığı gibi,
bir kanun hükmünde kararnameyle bu köklü
kurumu ortadan kaldırıp Kalkınma Bakanlığına
dönüştürmüştür. Ulusal planlama niteliğine sahip
bir kurum yok edilmiş ve bunun yerine Kalkınma
Bakanlığı kurulmuştur.
Bakan Cevdet Yılmaz’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
22/11/2012
KALKINMA BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
“Gelişmiş ülkeler
küreselleşmenin yararları
yanında, kendileri için bazı
olumsuz neticelerinin, birçok
konuda, farklı coğrafyalarda
kendilerinin rekabet gücünü
göreli olarak düşürecek
yeni küresel oyuncuların
beklenmeyen biçimde
kuvvetlendiğinin farkına
varmışlardır.”
Sayın Bakan, Devlet Planlama Teşkilatı’nın
2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma
Planı’nda, “Uluslararası Gelişmeler ve Temel
Eğilimler” başlığı altında, biraz zayıf bir sesle şöyle
deniliyor: “Ekonomik alanda küreselleşmenin
yanında
bölgesel
bütünleşme
hareketleri
de
gelişmektedir.”
Burada
bölgeselleşme
-ülkelerarası bölgeselleşme diye ben algıladım
bunu ve öyle yorumladım- çok net bir ifade
olmamakla beraber, dünyadaki gelişmelere ilişkin
benim de geçmiş dönemde tespit ettiğim bir
durumdur.
Hatta, Sayın Bakan, hazır olunuz, aynı
zamanda uyarıyorum da sizleri; Gelişmiş ülkeler
küreselleşmenin yararları yanında, kendileri
için bazı olumsuz neticelerinin, birçok konuda,
farklı coğrafyalarda kendilerinin rekabet gücünü
göreli olarak düşürecek yeni küresel oyuncuların
beklenmeyen biçimde kuvvetlendiğinin farkına
varmışlardır. Sayın Bakan, dünyada ülkelerarası
bölgesel entegrasyonlar yeniden tartışmaya
başlanmıştır. Bana göre bu tartışmalar giderek
güçlenecektir. Belki de küreselleşme hedeflerine
19
KALKINMA
bölgesel
ekonomiler
arasında
bir dengelenme ile ulaşmak yolu
tercih edilebilecektir. Böylelikle
dünyada
ülkeler
arasında
oluşturulmuş ekonomik bölgeler
önce kendi içlerinde, daha sonra
da küresel arenada bölgeler arası
dengelenme yolunu çıkar bir yol
olarak seçebileceklerdir. Bugün
içine giderek yoğun olarak girmekte
olduğumuz kaos ortamına da aslında
önemli bir yaklaşım olacaktır. Bu
tartışılıyor şu anda, Davos’ta da
gündeme getirildi, fakat gizli bazı
yerlerde, birtakım mutfaklarda birtakım şeyler
pişiriliyor olabilir. Ben buradan uyarayım sizleri;
gözlemliyorum ve hissediyorum. Ben jeopolitik
uzmanıyım, bu konuları çok uzun zamandan beri
inceliyorum. Bizler de bu bakışı iyi düşünmeliyiz.
Böylelikle, hem dünyanın belli coğrafyalarında
birikmeye başlayan ekonomik gücü dengelemek
hem de önümüzdeki dönemde önümüze çıkacak
bölgesel fırsatlardan yararlanarak Türkiye’nin
oyun ve etki sahasını genişletmek için ülkenin
imkanları artırılabilecektir. Bölgesel ekonomiler,
uzunca bir süredir Türkiye’nin uluslararası
ekonomik entegrasyonlara yönelmesi ve özellikle
Güneydoğu Asya ülkelerinde yarattıkları büyük
“Bugünün dünyasında
Türkiye’nin oyun ve etki
sahasını genişletmesi
uluslararası ekonomik
entegrasyonlara yönelmesi
ile mümkün olacaktır.
ölçek ekonomileriyle dünya pazarında rekabetin
ancak bu entegrasyonla mümkün olabileceğini
ifade ediyor. Benim merak ettiğim, Devlet
Planlama Teşkilatı’nın 2007-2013 yılları için
hazırladığı Dokuzuncu Kalkınma Planı’ndaki
bu ifadeler ve perspektif Bakanlığınızın Orta
Vadeli Programında niçin yoktur? Yani 2007
yılından bugüne bölgesel entegrasyon fikrini
güçlendirecek gelişmeler olmuşken Bakanlığınız
20
niçin bunu göz ardı etmektedir? Bakanlığınızla
Hükümet arasında görüş farklılığı mı vardır, yoksa
“Biz bunu buraya yazalım bakalım, tartışılsın.” mı
dediniz?
Sayın Bakan, ben bunlara bir katkıda
bulunmak için bu konuları açıyorum. Avrupa
Birliği’ne ülkemiz açısından bu bahsettiğimiz
entegrasyonu sağlayacak bir birlik olması hem
de işlevsel ve sosyal açıdan taşıdığı potansiyeller
açısından artık kuşkuyla bakılmaya başlanmıştır.
Hükümetiniz de böyle bakıyor zaten.
Ülkemizin kalkınma hedefleri açısından AB
üyeliği bir umut olma özelliğini de kimi çevreler
açısından kaybetmeye başlamıştır. Türkiye
girdiği ekonomik entegrasyona rağmen AB üyesi
değildir. Bu yüzden, hem karar mekanizmasına
katılamamakta hem de ekonomik yardımlardan
yeteri kadar yararlanamamaktadır. Türkiye AB’ye
yönelik kısmi entegrasyona sahip bir ülkedir ve
büyük bir ihtimalle bu entegrasyon çok uzun
soluklu olarak devam edecektir, kanaatindeyiz.
Bugün itibarıyla AB’nin içerik yapısı ve davranışları
değişmeye başlamış ve sermaye ve dinamizm
açısından eski özelliklerini yitirmeye başlamıştır.
Yeni katılımlarla merkezi Avrupa ülkelerindeki
ekonomik durgunluğun azaltılması ve büyüme
oranlarının kısmi olarak artırılması hedeflenirken
ülkemiz açısından AB’nin vaat ettiklerinin cazibesi
giderek göreli olarak azalmaya başlamıştır. Ne
yazık ki siyasi iktidar bu öngörüden yoksun
biçimde hala kalkınma modelini tamamen Avrupa
Birliği’ne endekslemiştir. Yani hem algısı var hem
de bir endekslenme durumu var gibi. Eğer böyle
olmamışsa bize yeteri kadar anlatamıyorsunuz,
Sayın Bakanım. Yani bunu modeller şeklinde bize
anlatmanız lazım. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün
daha ne olacağı, nereye gideceği falan belli
değil. Onun içerisinde çok ağır meseleler
KALKINMA
vardır. Belki geleceğin, geçmişin dengeleriyle
ilgili bir olgu olarak çok ağırlıklı bir yer
tutmuştur. Ama Şanghay İşbirliği Örgütü’nün
gelecekte fonksiyonel olarak ne yapabileceği
henüz net değildir. Bence içerisinde çok ağır
çelişkiler vardır. Rusya-Çin çelişkileri açısından,
Çin-Hindistan çelişkileri açısından... Ne yazık ki
siyasi iktidar bu öngörülerden yoksun biçimde
hala kalkınma modelini tamamen Avrupa
Birliği’ne endekslemiştir. AB bir model olarak ilgi
çekici, öncü özellikte ve oldukça başarılı olmuştur.
Ancak Türkiye’nin karşısına çıkacak potansiyeller
arasında ışıklarını giderek yitirmektedir.
Sayın Bakan, kalkınma ajanslarının tüzel
kişiliği de tartışma konusudur. Siyasi İktidar son
on yılda özerk yapıları, korunması gereken tüm
denetleme kurumlarını merkezileştirmiştir, öbür
taraftan devlet eliyle merkezi olarak yapması
gereken planlama işini ise özerkleştirmektedir.
Sayın Bakan, bu modelin önümüzdeki
süreçte ihtiyaçlara cevap vermeyeceğini hep
beraber göreceğiz. Kalkınmanın ancak gelişmiş
ülkelerden gelecek sermaye yardımlarıyla
gerçekleşebileceğini ilke edinmiş bu model
ulusal planlamanın önemini göz ardı ederek
yerel planlamayı öne çıkarmakta ve dünyanın
girmekte olduğu süreçte ihtiyaçlara cevap
verme konusunda birçok sorunları içinde
barındırmaktadır. Bu söylediklerimizden yerel
planlamanın önemsiz olduğu çıkarılmamalıdır.
Ancak, bizim burada eleştirdiğimiz Devlet
Planlama Teşkilatı’nın kapanması süreci olarak
tarif ettiğimiz bir süreçtir. Yani yerel planlamanın
ulusal planlamanın yerini alması sürecidir.
Bakınız, Avrupa Birliği’nde harmonizasyon
politikaları mevcuttur. Oysa ülkemizde ne yazık ki
yerel kalkınma politikalarının bir üst ana modeli
olmadığı için ciddi harmonizasyon problemi
vardır. Bir başka deyişle, kalkınma parametreleri
birbirinden fazlaca ayrıksı incelenmekte ve
parçalara ayrılmaktadır.
“Dünyada BRIC ülkelerinin
ekonomideki ciddi
başarıları ve yarattıkları
kalkınma modelleri hem
bizim hem de diğer
gelişmekte olan ülkelerin
kalkınma modellerini de
belirleyecektir.”
üst planının olmaması gerçekten eksiklik olarak
algılanmaktadır.
Sözlerimi tamamlamadan bir başka konuyu
da gündeme getirmek istiyorum, Sayın Bakan.
Geçtiğimiz aylar içerisinde illere göre teşvik sistemi
yenilendi ve kamuoyuna açıklandı. Sayın Bakan, bu
çalışmada bir sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi
oluşturdunuz ve illerin listesini ve hangi gruba
dahil olduklarını buna göre açıkladınız. Ancak bu
endeksin göstergelerinin hangi parametrelerle
hesaplandığını açıklamadınız. Hangi bilimsel
kıstaslara göre ve hangi veriler veya istatistiklerle
hesaplandı, bu liste oluşturuldu bilmek istiyoruz.
Sayın Bakan, 2003 yılında Devlet Planlama
Teşkilatı tarafından yapılan çalışma detaylı,
basılı hale getirilerek kamuoyuna açıklanmış.
Bu çalışmanın detaylarını niçin basmadınız?
Burada Komisyonumuza bu durumu açıklamanızı
bekliyoruz.
Bütçeniz
ediyorum.
hayırlı
olsun.
Çok
teşekkür
Dünyada BRIC ülkelerinin ekonomideki ciddi
başarıları ve yarattıkları kalkınma modelleri
gelecekte hem bizim hem de diğer gelişmekte olan
ülkelerin kalkınma modellerini de belirleyecektir.
Süreç bu yönde işleyecektir. Aynı zamanda, bu
ülkelerin varlığı ve dünya ticaret dengelerine
olan güçlü etkileri bölgesel entegrasyonları da
dayatacaktır. Ne Kalkınma Bakanlığının ne de
Hükümetin bu sürece hazırlık anlamını taşıyan bir
21
AVRUPA
BİRLİĞİ
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
13/11/2012
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Bakan, değerli üyeler; elimdeki
notlara bağlı kalmadan doğaçlama olarak
konuşacağım ve uzatmamaya çalışacağım.
AB başarılı bir projedir, sürekli büyüme
göstermiş örnek bir bölgesel ekonomidir.
Bölgesel entegrasyonu dünyada sağlayabilmiş
en önemli projedir ve çok kaliteli ve çok başarılı
olarak ilerlemiştir. Medeni ve demokratik
uygulamaları ile hem dünyaya
örnek hem de dünyada, bu
tür meseleler açısından bir
lokomotif görevini görmüştür.
Onun için, AB’yi eleştirirken,
AB konularını ele alırken
AB’nin bu özelliği konusunu
özellikle vurgulamak lazım. AB
çok önemli bir projedir ve AB
dünyanın geleceğiyle ilgili çok
ilham verecektir. Ama bunun
yanında, Avrupa Birliği karar
alma mekanizmaları yavaş
işleyen bir sistemdir, Avrupa
Birliği ışıklarını hızla yitiren
bir projedir. Avrupa Birliği
hantaldır; bunlar da Avrupa
Birliği’nin gerçekleridir.
Avrupa Birliği’nde homojenizasyonu yani bölgeler
arası eşitliği ve dengeyi sağlamaktır. Bu konuda
yeterli mesafe alınamamıştır. Avrupa Birliği şu
anda Avrupa’nın Güneyinde bölgesel krizler,
ülke krizleri, işte, Yunanistan’da gözüküyor bu,
İtalya’da baş göstermeye başladı ve İspanya’da
önemli düzeyde, Portekiz’de bu takım endişeler
var, kuzeyde de İrlanda’da yaşananlar var.
Yani, Beyaz Kitap’takine uygun bir ekonomik
homojenizasyon da sağlanamamıştır.
Şimdi, AB ülkeleri yeni bir
şey itiraf etmeye başladılar.
2013
raporlarında
buna
rastlayacaksınız. Sayın Bakan’ın
Bakanlığını ilgilendiren ve AB’yi
ilgilendiren ve AB’yle ilgili,
2010-13 strateji raporlarında
Avrupa Birliği’nin geleceğiyle
ilgili birtakım sinyaller vardır.
AB ülkeleri, dünyanın 16’ncı
yüzyıldan bu yana olan Batı
hakimiyetinin
önümüzdeki
yıllarda diğer coğrafyalarla
paylaşılacağını
ilk
defa
itiraf etmeye başlamışlardır.
Bu,
dünyada
büyük
bir
değişikliğin olacağına dair
ve de sizin Bakanlığınız’ın şu
andaki durumuna dair çok
önemli ipuçları vermektedir.
Dolayısıyla, kısaca söyleyeyim:
Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri,
gelecekteki ekonomilerinin ve
güçlerinin
sürdürülebilirliği
konusunda kuşkuları olduğu
gibi bu konunun artık gerileme ihtimalinin
dahi olduğunu kabul etmeye başlamışlardır ve
bugüne kadar olan küreselleşmenin gelişmiş
ülkelere zararları artık gelişmişler tarafından da
telaffuz edilmeye başlanmakta, çözüm olarak da
dünyada bölgesel birlikler dile getirilmektedir.
Yani
dünyada
uluslararası
bölgeselleşme
meselesi yeniden gündeme gelmek üzeredir.
Bölgeler içerisinde entegrasyon ve oluşacak
bölgeler arası -yani ülkelerin oluşturulduğu-
“Küreselleşmenin
gelişmiş ülkelere
zararları artık
gelişmişler
tarafından da
telaffuz edilmeye
başlanmakta,
çözüm olarak da
dünyada bölgesel
birlikler dile
getirilmektedir. ”
Avrupa
Birliği’nin
yaptığı en önemli şey, dünya
savaşlarına neden olan bir
coğrafyada savaşların nedenini
ortadan
kaldırmıştır.
Yani
“bölgesel entegrasyon”, savaş,
barış, dünya geleceğinde çok
önemlidir. Onun için bu bize
yaklaşmakta olan kaos ortamıyla ilgili -sadece
AB için konuşmuyorum, diğer bölgeler için- çok
önemli ilham kaynağıdır.
Bugünün Avrupası’nda iki tane lokomotif
ülke vardır: Birisi Almanya, diğeri Fransa’dır. Birisi
ekonomide lokomotif, diğeri siyasette lokomotif…
Ama AB’nin ünlü -Sayın Bakan iyi bilir, Türkiye’de
fazla konuşulmaz- bir “Beyaz Kitap”ı vardır. Beyaz
Kitap’ta en önemli meselelerden birisi AB’de,
22
Bakan Egemen Bağış’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
AVRUPA BİRLİĞİ
entegrasyon dünyanın en önemli meselelerinden
birisi önümüzdeki dönemde olabilir. Bölge içinde
entegrasyonun sağlanması, daha sonra bölgeler
arası entegrasyonların sağlaması, özellikle
dünyanın bir tarafındaki olağanüstü büyümenin
dengelenmesi açısından savaş dışında tek önemli
çare de olabilir. AB örnekliği açısından bu konu da
önemlidir.
Bakan’a birkaç tane sorumuz var burada:
AB için geleceği düşünüyorken yaklaşan küresel
kaosta siz AB için nasıl bir gidişat bekliyorsunuz?
Çünkü küresel bir kaos içine girilmiştir. AB’yle
ilgili böyle endişeler varken hangi senaryolarla
Avrupa Birliği karşılaşacaktır ki siz AB Bakanlığı
olarak bunlara karşı ne gibi önlemler alacaksınız?
AB’nin gücünün göreli olarak düşeceği bir
dünyada Türkiye’nin farklı alternatifleri olabilecek
midir? Varsa nelerdir? Var mıdır, yok mudur? Ya
da dünyada nasıl güçler oluşacaktır? Geleceğin
dünyasında AB Türkiye’yi taşıyabilir mi, yoksa
bunun tam tersini mi düşünüyorsunuz? Aranızda
bunu söyleyenler de var.
“Bakanlığınızı
Bölgesel
Entegrasyon
Bakanlığı’na
dönüştürün.”
Ben, ilk defa, Avrupa Birliği’ni 1980
yılında ekonomi öğrencisiyken, ekonomiye
yeni başladığım sıralarda duymuştum. 89
yılına geldiğimde AB master’i yapıyordum.
Derslerimden geçtim ama dedim ki bu iş çok zor
bir iş, AB işi yandan çarklı devam edecek gibi.
Vazgeçtim, gittim, başka -ama gene bölgesel
ekonomi önemlidir- bölgesel ekonomik meseleler
üzerinde dünyanın hangi bölgelerinde ne tip
bölgesel entegrasyonlar olabilir, bunun jeopolitik
şartları nedir diye jeopolitik araştırma yaptım ve
AB master’i konusunda havluyu atmış oldum.
Siz havluyu atmayı düşünüyor musunuz, yoksa
devam mı edeceksiniz?
Benim size tavsiyem şudur: Avrupa Birliği
Bakanlığı’nın adını değiştirin ‘Bölgesel Entegrasyon
Bakanlığı’na dönüştürün, Bakanlığınızı. Çok işiniz
olacaktır, çok şey düşüneceksiniz ve herkes sizin
ne yaptığınızı ve yapacağınızı düşünecektir.
Çok teşekkür ederim.
23
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
giriş
DİYANET VE
YURTDIŞI TÜRKLER
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim, sağ olun.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
TİKA, yani Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı bir Kanun Hükmünde Kararname
ile kurulan kurumlarımızdan biri. Son dönemde
yasama çalışmaları o kadar fazla bypass edildi
ki artık sayısını biz de karıştırdık. Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin çalışmaları adeta bir külfet gibi
algılanır oldu. Kanunlar hakkında son derece haklı
ve yapıcı katkılarımız dahi kulak ardı edilmektedir.
Hizmet birimleri değiştirilen TİKA’nın
büründüğü şekil, bizlere Hükümetin yurt dışı
politikasını bir anlamda özetlemektedir. TİKA’nın
yurt dışı faaliyetlerinde akraba topluluklarla
olan ilişkilerimizden ziyade, Ortadoğu, Afrika
ülkelerine verilen önem söz konusudur. Bu
da, tıpkı Milli İstihbarat Teşkilatımıza ilişkin
görüşmelerde ifade ettiğim gibi, dış politikada
her nasıl olduysa hükümet politikası haline
getirilen, adeta bölgesel, adeta yayılmacı izlenim
veren ama şapkadan başka tavşanların çıkma
ihtimalinin yüksek olduğu davranış tarzımız,
dünyanın bugünkü güç karmaşası içinde adeta
süper güçlerin inisiyatiflerinin bizim bölgeye
yansımasıdır. Daha sade söyleyeyim: Bu
politikaların bizim değirmenimize su taşıyacağı
konusu şüphelidir. Yarın süper güçlerin bölge
politikası değiştiğinde bizim çaba ve emeklerimiz
ne olacaktır?
Biraz önce ne demek istediğimizi merak eden
kayıtlardan bakar.
Dünyanın yeni güçleri, süperleri, eski kıtanın
ve Afrika’nın zemininde kendisine yer ararken,
ABD ve Avrupa kendi başarılarının tartışmalı
olduğu coğrafyalarda “Stratejik Ortak” diye
adlandırdığı, kendine yakın düşündüğü ülkelerin
organları ve etkileriyle var olmaya çalışmaktadır.
Bakın,
24
Afrika’ya…
Batılıların
başarısız
05/11/2012
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, TÜRK İŞBİRLİĞİ
VE KOORDİNASYON AJANSI BAŞKANLIĞI,
YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR
BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
olduğu bölgelerde TİKA faaliyet göstermektedir.
“İki tesadüfün bir anlamı vardır.” derler ama
bu alanda tesadüf çok fazladır. Bu ülkelerdeki
etkinliğimiz bazen TİKA ve cemaatlerle söz
konusu değil midir? Yani, TİKA’nın yanında bu
ülkelerde bazen cemaatleri de görüyoruz. Ne
gariptir ki Türkiye’nin dış politikası, bütün dünya
yeni şartlar nedeniyle tezlerini değiştirirken,
“Ulusallık bitti.” diyen bir Bakana emanettir.
Bakan, “Ulusalcılık -yani milliyetçilik diyemiyor,
ulusalcılık diyor- bitmiştir arkadaşlar.” diyor.
Bunu kalkın, “Milliyetçilik bitmiştir.” diye millete
söyleyin, bakalım ne diyecekler.
Şimdi, Esad’a “Esed” diyoruz, politikayı
değiştirdikten sonra; milliyetçiliğe de, kendi
grubunuza “Ulusalcılık” diyorsunuz. Söyleyin
bakalım, Bakanınız gitsin, “Milliyetçilik Türkiye’de
bitmiştir.” desin, bakalım oylarınız ne olacak?
Sanıyoruz, birileri yurt dışındaki Türklerle ve
akraba topluluklarla Devlet adına geliştirilebilecek
ilişkilerin sakıncalı olduğu görüşündedir, ya da bu
görüş bir şekilde empoze edilmektedir.
TİKA’nın, insan hakları mücadelesi veren
Uygurlara sırtını dönmesi tabloyu ortaya
koymamakta mıdır? Uygurlu kadınlar geldi
bütün dünyadan, burada toplandılar, çağırıldılar,
kendilerine izin verildi ve aynı gün toplantıları
iptal edildi. Ondan sonra politikacı - politikacı
gezdiler. Niye iptal edildiği, kendilerine açıklandı
mı? Dünyanın her yerinden geldi bu kadınlar,
“İnsan hakları var, orada kan dökülüyor.” dediler.
Biz de dedik ki: “ Hem orası kullanıyor, hem öbür
taraf kullanıyor.” Biz niye buna ses çıkarmadık?
Çin’le yaptığımız, yüzde 10 katkı koyduğumuz
ithalat-ihracat meselesi yüzünden mi? Orada 25
milyon halk var ve kan dökülüyor, bundan sonra
daha da dökülecek, süperler arasında çerez
olacaklar. “Milliyetçilik…” tabii “…bitti.” dersiniz.
TİKA, yurt dışı temaslarını, Hükümetin dış
Türklere karşı olan tavrını ve Arap ülkelerindeki
kimi radikal algılara sahip olan örgütlerle olan yakın samimiyetini gözeterek yeniden örgütlenmiştir.
Dış Türkler ve akraba topluluklarla ilişkili verilen
sözler tutulmaz ve hatta yasaklamalar söz
Başbakan Yrd. Bekir Bozdağ’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
DİYANET VE YURTDIŞI TÜRKLER
konusu edilirken, İslami Cihat, Hamas gibi radikal
örgütlerin liderlerinin ve üyelerinin Türkiye’ye
gelmesi organize edilmektedir. Kırmızı bültenle
aranan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’ye
ev ve koruma verilmektedir. Suriye iç savaşından
kaçan Arap mültecilere Hatay ve Kilis’te mülteci
kampları kurulurken, ne hazindir ki haklarında
Çin yönetimi tarafından gıyabında idam cezası
verilen birçok Uygur Türkü’ne Türkiye oturma
hakkı vermiyor. Başkanlarına da gelmek için vize
verilmiyor. Ona Amerikancı dediler, biz gittik
Japon Parlamentosu’nda gözümüzle gördük ki
Rabia Kadir’e Amerika’nın desteğiyle alternatif
çıkardılar, düşürmeye kalktılar. Rabia Kadir’i
Uygur entelektüelleri korudu. Biz, Türklere vize
vermiyoruz ama Haşimi’ye veriyoruz.
Suriye
konusunda
mangalda
bırakmayan AKP Hükümeti,
konu dış Türkler olduğunda
anlamazdan gelmektedir. Ve O
Türki Cumhuriyetler’in hiçbiri
sevmiyor sizi onu da söyleyeyim,
bu uygulanan politikalardan
dolayı.
kül
yapacağım.” diyorsunuz, Osmanlıcılık… Büyük
bir tepki var bölgede, orada Arapların liderliğini
şimdiki Mursi -Mısır Cumhurbaşkanı- almaya
başladı. Türkiye zannedildiği kadar, burada,
Türkiye’de tanıtıldığı kadar desteklenen bir ülke
değil, karşılığı yok. Para verirseniz alkışlayanlar
olur.
Milli İstihbaratın başına getirilen Hakan
Fidan’ın bir önceki görev alanının TİKA Başkanlığı
olduğunu düşündüğümüzde tablo biraz daha
netleşecektir. TİKA’yı çok iyi tanıyan bir MİT
Müsteşarı elbette bu iki devlet kurumunun sözde
yeni Osmanlı hayali için biçilmiş bir kaftandır.
Bu yeni Osmanlı hayallerinde AKP çok stratejik
yanılsama içindedir. Batı’ya fazla güvenmiştir ya
da AKP değişen dünya dengelerinin ve küresel
yaklaşımların farkında değildir. Yani, Ortadoğu’da
önünüze
gelen
hesapların
çoğu… Yani İngilizler söylüyor
ya: “Artık bu şekiller değişecek,
artık Türkiye’nin biraz daha
orada söz hakkı olacak, yeni
dengelerde.” diye... Bu şartların
tümü 7-8 sene önce çizildi,
10 sene önce söylendi. 4-5
senedir olaylar değişiyor, açın
gazeteleri, bugünkü gazetelerde
bile görürsünüz.
“Suriye
konusunda
mangalda kül
bırakmayan
AKP Hükümeti,
konu dış
Türkler
olduğunda
anlamazdan
gelmektedir.”
TİKA
konusunu
biraz
daha açık ifade edeyim. TİKA
uzun bir süredir ABD’nin
Ortadoğu, Balkanlar, Afrika
ve diğer coğrafyalarda ABD
politikalarının bir uygulama
birimi haline gelmiştir. Bugün
bunu göremeyene şaşırmamak
mümkün değildir. Bu nedenle
TİKA, ulusal özelliğini yitirdiği
gibi Türk Cumhuriyetleri ve
Rusya Federasyonu tarafından
mevcut Hükümetin mesafeli
olarak algılanması ve hatta
açıkça sevilmemesi nedeniyle
Türk Cumhuriyetleri ve genel
olarak BDT (Bağımsız Devletler
Topluluğu) ülkelerinde başarısız ve etkisiz
haldedir. Tek tük işler var, hani “Arayı çok da
koparmayalım.” diye. Onlar göstermelik işler.
Herkes Türki Cumhuriyetlerle ilişkilerin
gerilediğini biliyor. Ama Güney ülkelerle
Entegrasyon
hedefleri
uygulanabilirliğini
kaybediyor arkadaşlar, hani “Osmanlı” falan diye
yola çıktınız ya, o entegrasyon bitmek üzere,
çünkü ABD askeri yoğunluğunu Ortadoğu’dan
alıyor, Çin’e doğru kaydırıyor. Orada “Osmanlıcılık
Bugün
gelinen
nokta,
Hükümet
politikasının
başta Suriye olmak üzere
bütün
Ortadoğu’da
duvara
toslamasıdır. Tahmin ederiz
ki
AKP
içinde
Suriye’nin
zannedildiği kadar kolay lokma
olmayacağını
düşünenler
ve Hükümeti de bu konuda
uyaranlar olmuştur. AKP’nin
kendisinin
Batılı
güçlerin
vazgeçilmez bir aracı olduğunu
Suriye’de ispat etme dürtüsü bu
uyarılara kulak asmasının önüne geçmiş olacak
ki bu politikalarda ısrar edilmiştir. Biz, Hükümetin
Suriye karşısındaki ısrarcı ve anlaşılmaz
tutumunu gelişmiş ülkelerin gündeminde kalmak
ve gerçekte bozuk olan ekonomik ve sosyal yapıyı
yapay dış desteklerle bir müddet daha ayakta
tutmak ve böylelikle Hükümeti sürdürebilmek
kaygısı olarak açıklıyoruz. Ancak ne var ki
ortada hatalı bir hesap vardır; o da Türkiye
Cumhuriyeti’nin bu şekilde yönetilebileceğidir.
Hükümet, elinde dış politikada değerlendirilmesi
25
DİYANET VE YURTDIŞI TÜRKLER
gereken altın fırsatlar olmasına rağmen, ağırlıklı
olarak TİKA’yı Ortadoğu halklarını ikna çabası
için kullanmış, ne Türklerin yaşadığı diğer
ülkelerle ne Türki Cumhuriyetlerle, ne de akraba
topluluklarla ekonomik ve siyasi bütünleşme
alanları yaratılabilmiştir. Kimi iddialara göre,
özellikle Türki Cumhuriyetlerdeki TİKA, buraları
“Diyanet İşleri
Başkanlığımız laik ve
demokratik bir hukuk
devleti olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir
kurumudur ve ona göre
davranmalıdır. ”
cemaat ofislerine dönüştürmüş haldedir. Zaten
şikayet de bu konuda geliyor, özellikle Rusya
ve Özbekistan tarafından. Bu nedenle, başta
Özbekistan ve Rusya olmak üzere birçok ülkede
TİKA’ya ciddi kuşku ve mesafeyle bakılmaktadır.
Bu bir gerçektir.
Değerli
katılımcılar,
Diyanet
İşleri
Başkanlığımız laik ve demokratik bir hukuk devleti
olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumudur ve
ona göre davranmalıdır. Laiklik, vatandaşlarımızın
inanç özgürlüklerinin teminatıdır, daha doğrusu
böyleydi. Şimdi farklılaşma devam ediyor, zira
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk, laikliği din ile dünyevi işleri birbirinden ayrı
tutmak olarak tanımlamıştır. Bu tanım, insanların
dini görevlerini de hakkıyla yerine getirmesini
garanti almaya yöneliktir. Aynı zamanda laiklik,
dini, politikanın kirliliğinden koruyan bir teminat
işlevindedir. Tüm bu çerçevede baktığımızda
Diyanet İşleri Başkanlığının adeta kabinenin bir
bakanlığı gibi siyasi konularda fikir beyan etmesi,
siyasi konulara dini bakış açısıyla yaklaşması,
laiklikle çelişmez mi? Elbette çelişir. “Ne olmuş
ki?” diyebilirsiniz; ama biz -yine de söyleyeyimbir gün hatırlatırız.
26
Türkiye’de Hükümetin siyasi konularda her
İslami bakış açısı talebine anında cevap veren
bir kurum haline gelen Diyanet, kendisi de bu
durumu zaman zaman abarttığının farkında
olacak ki arada bilim adamlarından da destek
beklemektedir.
Burada başka bir konuda uyarmak isterim.
Kürtaj tartışmaları başlar başlamaz fikrini “Kürtaj
haram ve cinayettir.” şeklinde açıklamıştır. Kürtajın
cinayet olduğunun bütün bilim adamlarının
desteklediği bir fikir olduğunu ifade etmiştir. Bilim
dünyasında böyle konular konusunda yüzde yüz
fikir birliği olmaz. Çünkü bilim bu değildir; bilim
sorgular, şüphe duyar, araştırır ve öğrenir. Soru
sorar, soruları yanıtlarken yeni soruların açığa
çıkması bilimi geliştiren motivasyondur. Kürtaj
konusu daha çok etik bir konudur. Peki, daha
güncel siyasi konular olan Kürt meselesinden
kadına dönük şiddete, ulusal bayramlarımızdan
TSE ürünlerine önem vermeye kadar her tür
günlük ve siyasi yaklaşımımıza, dünyevi meseleye
dahil olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın -birçok
bakanlığın 5-6 katı- devasa bütçesiyle bir bakanlık
görüntüsü verdiği açıktır. Hükümeti, eğer niyeti
bu kurumu kabineye dahil etmekse bunu fiilen
yapmak yerine dobra dobra gündeme getirmeye
davet ediyorum.
Burada, küçük 2-3 tane sorum var. Bunlardan
birisi: Niçin Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan’a denk
gelecek şekilde sabitlenmiştir? Bu konu Hicri
takvime göre uygulansa daha uygun olmaz mıydı?
Camilerin
seçim
zamanlarında
din
görevlilerince siyasi mesajlar verilen yerler
olması normal midir? Bu durum en başta dine
zarar vermez mi?
Diğer bir konu: Dinin ticari alanlarda
sömürülmesi bu dönemin sembolü haline gelmiştir.
Evde başka sokakta başka davrananların sayısı
sizin döneminizde artmıştır. Dini siyasallaştırmak,
tüm dünya tarihinde iktidarın sömürüsü olarak
bilinir ve dine zarar verdiği açık olarak kabul edilir.
Teşekkür ederim.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
giriş
TBMM VE
CUMHURBAŞKANLIĞI
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin Sayın Başkanı, sayın üyeler, Sayın
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Sayın
Sayıştay Başkanı, değerli bürokratlar, değerli
basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti için Cumhurbaşkanlığı
çok önemli bir kurum, hatta en önemli kurum.
Cumhurbaşkanlığı, Anayasa’mızda da ifade
edildiği gibi, tüm milleti temsil eden bir yetkiyle
donatılmış bir kurum, siyaset, görüş, din, dil,
mezhep, etnisite üstü bir kurum, bunların arasında
hiçbir ayrım gözetmemesi gereken, her adımında
adil olması gereken bir kurum. Ancak, üzülerek
ifade ediyorum, AKP iktidara geldiği günden beri,
tıpkı diğer devlet kurumları gibi Cumhurbaşkanlığı
kurumu da ciddi yaralar almıştır. Halkımızın
Cumhurbaşkanlığı kurumunun tarafsızlığına
dönük inancı bugüne kadar hiç olmadığı kadar
zedelenmiştir. Hatta böyle bir tarafsızlığın ne
kadar gerekli olduğu bile tartışılabilmekte, ülkemiz
adeta bir hafıza ve bilinç kaybına uğratılmaktadır.
Sanki Cumhuriyet ve onun kazanımları kolayca
elde edilmiş gibi kolayca vazgeçilebilir, keyfe göre
değiştirilebilir olduğu algısı, iktidar partisi ve
onun düşünce adamları tarafından halka empoze
edilmektedir.
Şimdi, Başbakan kendisine uygun bir makamı
oluşturmak için Türkiye Büyük Millet Meclisinden,
bakanlarından, iktidar milletvekillerinden bile
önce basınla paylaştığı başkanlık sistemine dönük
partili Cumhurbaşkanlığı gibi Anayasa’mıza
ve Cumhuriyetin ruhuna aykırı bir anlayışı
dayatmaktadır. Buradan soruyoruz, bir lideri
nereye yerleştireceğiz kaygısı ile Türkiye
Cumhuriyeti gibi köklü bir büyük ülkenin yapısını
değiştirmek ve bunun üzerine oyunlar oynamak
hangi akla hizmettir?
Bir
başka
önemli
konu,
Sayın
Cumhurbaşkanımızın tüm milletin Cumhurbaşkanı
olarak devlet ve millet adına atama yaparken
tarafsızlık
ilkesi
gözetmesi,
kamuoyunun
01/11/2012
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ,
CUMHURBAŞKANLIĞI, SAYIŞTAY ve
BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
vicdanını rahatsız edecek atamalardan uzak
durmasıdır. Ne yazık ki, öğretim üyelerinden en
fazla oyu olan değil, alamayan akademisyenler
bu dönemde üniversitelere rektör olarak
atanmıştır. Ne yazık ki, yüksek yargı mensupları
atamaları, Yükseköğretim Kurumu atamaları
gibi önemli devlet kurumlarının atamalarında
“Bizim adamımız olsun.” mantığı öne geçmiştir.
Bu durum -üzülerek ifade ediyorum- ülkemizin en
önemli kurumu olan Cumhurbaşkanlığı kurumuna
dönük kamuoyu güvenini de sarsmıştır.
Cumhurbaşkanlığı
bütçesi
gündeme
gelmişken Sayın Cumhurbaşkanının Türkiye’nin
yeni ve önemli sorunları hakkında görüşlerini
merak ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı sadece
temsil makamı değildir. Cumhurbaşkanı Orta
Doğu meseleleri hakkında ne düşünmektedir?
Bölgenin ekonomik iş birliği süreçlerinde bölgeyi
kapsayacak ve etkileyecek görüşleri var mıdır?
Dünyada ve bölgemizde genel istikrarın bozulması
ve çözülmesi konusunda kendi görüşleri var
mıdır? Cumhurbaşkanının getirilmek istenen
başkanlık sistemi hakkında kişisel görüşleri
nedir? Tutuklu milletvekillerinin durumunun
devam etmesi konusunda bir planı var mıdır?
Halkımız, Cumhurbaşkanının kulak sağlığı
konusunda oldukça bilgili ve donanımlıdır; ancak
ülke meseleleri hakkında “Cumhurbaşkanlığımız
ilgileniyor.”
dışındaki
görüşlerini,
hatta
derinlemesine görüşlerini merak etmektedir.
Sayın katılımcılar, ülkemiz çok önemli
süreçlerden geçti, daha önemli ve sıkıntılı
süreçlere doğru gidiyor. Bu sıkıntıların aşılması
için Cumhuriyet Halk Partili Komisyon üyeleri
olarak, muhalefet görevimizi yapmak adına
gerekli gördüğümüz uyarıları yapıyoruz. Gerek bu
toplantı odasında gerek Genel Kurulda gerekse
kamuoyu açıklamalarımda daha önce ifade ettiğim
gibi “Ey Hükümet, bozduğunuz devlet aygıtı artık
alarm vermektedir. Kurumlar milletin güvenini
yitirdikçe saldırganlaşır ve birbiriyle mücadele
süreçlerine girerler.” Bu uyarıyı defalarca yaptık.
Bütçe görüşmeleri yapıyoruz ancak hazırlanan
bütçenin Hükümetin farklı bakanlarınca farklı
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
27
TBMM VE CUMHURBAŞKANLIĞI
algılandığını, büyük fikir ayrılıkları olduğunu
bilerek görüşme yapıyoruz.
Başbakan, kurumların özerk, şeffaf yapılarını
bozarak kendisine bağlı hale getirdikçe, aslında
kurumlar arası iletişimi, uyumu da bozmuş oluyor.
İşte tam da bu süreçte, Cumhurbaşkanımızın
bütünleyici
ve
kapsayıcı
müdahalesi
gerekli
hale
geliyor.
Cumhurbaşkanlığı
kurumu
tam
da
böyle
demokrasiden
uzaklaşılan
dönemler için gereklidir. Sayın
Cumhurbaşkanımızın 1 Ekim’de
Meclis kürsüsünden yaptığı
konuşmada ifade ettikleri, yer
yer bu kapsayıcılığı ve Hükümete
uyarıcı nitelikleri ile olumludur.
Ancak bu yaklaşım sadece bir
konuşma ile sınırlı kalmamalıdır.
Demokrasinin dönemsel bir
ihtiyaç, hatta yer yer ayak bağı
olarak algılanmasının önüne geçilmelidir. Adalet,
şeffaflık, katılımcılık esasında örgütlenmiş Türkiye
Cumhuriyeti’nin yapısıyla ve olumlu özellikleriyle
oynamaktan derhal vazgeçilmelidir.
götürülüyor, MİT yasaları çıkarılıyor, Başbakana
olağanüstü yetkiler veriliyor; bunun altında neler
yatıyor, vatandaşın bilme hakkı vardır. Bu konuda
Sayın Cumhurbaşkanımızın da dertli olduğunu
düşünüyoruz.
Sayıştay’ın
“Halkın
iradesinin temsil
edildiği Meclis’e
yasaklar
konulmuştur. ”
Sayıştay’ın
AKP
İktidarı
tarafından
güçsüzleştirilmesi, kamu kurum ve kaynaklarının
yeterli denetimini yapamaz hale getirilmesi, hatta
öneri bile veremez hale getirilmesinin altında ne
yatmaktadır? Bu soruyu sormak zorundayız. Niçin
bizim güzel ülkemizde, dünyanın tüm gelişmiş
ülkelerinde olduğu gibi, katılımcı, demokratik,
şeffaf bir denetleme mekanizması istenmiyor?
Niçin bizim Hükümetimiz kurumlarının ve
o kurumların icraatlarının hesabını dobra
dobra vermekten çekiniyor? Bırakalım icraat
kurumları icraatlarını, denetleme kurumları da
denetlemesini engelleme olmadan yapsın. Yapsın
ki ülkemizin kaynakları verimli ve etkin biçimde
kullanılabilsin. Böylece refah düzeyi artacak,
ülkemiz kazanacaktır.
Sayıştay’ın dünyadaki benzerlerine göre
yetkileri azdır ve bu yetkileri siz artırmıştınız, daha
sonra, geçtiğimiz dönemde Sayıştay’ın yetkilerini
kısıtladınız. Acaba kamuoyunda, gazetelerde
okuduğumuz “Hükümet-cemaat çatışması” bu
kurumda ne durumdadır? Bu konuyu da sizlerin
ağzından öğrenmek zorundayız. Var mıdır,
yok mudur? Böyle bir mücadele Sayıştayın
içerisinde var mıdır, yok mudur? Bu, ülkenin
temel sorunlarından birisidir. Alttan alta işler
28
tıpkı çağdaş demokrasilerde
olduğu gibi yetkilendirildiği
ve şeffaflık ilkesine dayalı bir
devlet mekanizmasının önünün
açıldığı bir süreç özlemlenirken
İktidar
tarafından
çıkarılan
torba
yasalarla
Sayıştayın
şeffaf denetim yapabilmesinin
önü tıkanmıştır. Bu, vatansever
bireyler için kabul edilmez bir
süreçtir.
Değerli katılımcılar, içinden
geçtiğimiz süreç, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve onun itibarı
açısından da çok iç açıcı bir
süreç değildir. Halkın iradesinin
temsil edildiği Meclis’e yasaklar konulmuştur.
Halkın oylarıyla milleti temsil yetkisi verilen
milletvekilleri halen hapishanelerde tutuklu
olarak bulunmaktadır. Bu durum en çok Meclisin
itibarını sarsmakta ve halkın iradesine engel
olmaktadır. Unutmayalım, bu Meclis’in temel sözü
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” sözüdür.
Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletin ise milletin
seçimine saygı duyulmalıdır. O milletvekillerinin
suçları belirgin bir hale gelmeden hapiste ne
işi vardır? Tüm bu karanlık tablo, elbette bizleri
demokrasi, çağdaşlaşma, kalkınma ve ilerleme
yolumuzdan alıkoyamaz. Bizler, Cumhuriyet
Halk Partili milletvekilleri her koşulda halka
doğruları söylemeye devam ediyoruz. Bunu
Cumhuriyetimizin, Meclisimizin, kurumlarımızın
ve dolayısıyla milletimizin geleceği için yapıyoruz.
Teşekkür ederim.
giriş
AFAD
VE MİT
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı, değerli üyeler,
değerli bürokratlar, değerli basın mensupları;
hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.
Biraz önce Sayın Bakan sorun olmayan tek
konu “para” demişti. Demek ki başka çok sorun
var. Bu bir dil sürçmesi midir, yoksa hakikaten öyle
sorunlar varsa biz de öğrenelim, aydınlanalım.
Şimdi, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
ülkemiz açısından çok önemli bir kurum. Zira,
ülkemiz başta deprem olmak üzere birçok afet
olayından büyük acılar çekmiştir. Geçtiğimiz sene
bütçe görüşmelerini Van depreminin üzerinden
fazla zaman geçmemişken yapmıştık. Ben de
deprem bölgesindeki insanlarımızın dertlerini
ve orada devletin afet ve acil durum yönetimi
anlamında nasıl bir acziyet içerisinde kaldığını
anlatmıştım. Çünkü beşinci saatte oradaydım
deprem sonrası, tesadüfen Muş’tan geçtim. Biz
kendi imkanlarımızla oraya yardıma devletin
yardım ekiplerinden evvel koşmuştuk. Bir başka
deyişle, yardım ekipleri gelmeleri gerekenden
saatler sonra oraya ulaşabilmişti. Bu kadar büyük
deprem faciasının ardından idari olarak yapılan
hatalar konusunda yetkilileri burada uyardık.
Şimdi, benim merak ettiğim, geçtiğimiz süreç
içerisinde yapısal olarak ne tür önlemler alındı?
Birtakım şeyler yapıldı, koordinasyonlar var, falan
filan deniliyor ama bunlar nelerdir? Çünkü orada,
deprem olan bölgeye müdahale etmek çok zor.
Yani, komşu illerden nasıl bir deprem yardımı
alınabilir, bunun organizasyonu nasıl ve ne şekilde
ayarlanmıştır? Buradaki komşu iller çok stratejik
önem taşımaktadır.
Yine, Marmara Adası’nda yerinde ziyaret
ettiğim, bir sel felaketiyle ilgili konuşmak
istiyorum. Bu, birbirini takip eden bir sürü
zincirleme yanlış olayın sonucu gerçekleşmiştir.
Marmara Adası’nda köylü ve çiftçilerin mera
olarak kullandığı alanlar -ki bunlar büyük bir alan,
çok çok büyük bir alan- köy hazine ve Camii Kebir
Vakfına aittir, Balıkesir Marmara Adası. Bu alanlar
özel şahıslara verilerek ağaçlandırma kararı
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
01/11/2012
BAŞBAKANLIK, MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜSTEŞARLIĞI, MİLLİ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ, KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI, AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
alınmıştır. Köylüler itiraz edememişlerdir Çünkü
bu kadar alanı ağaçlandırabilecek güç te köylü
yoktur. Bu şahısların özellikle AKP’ye yakın kişiler
olduğunu Marmara Adalıların tümü bilmektedir,
gidin, orada size anlatsınlar. Bu meralar o güne
kadar Marmara Adası’nda yaşayan ve sayıları bin
civarında olan çiftçiler tarafından kullanılıyordu.
Şimdi, etrafı çitle çevrilmiştir ve köylüler zaten
kötü olan hayvancılık politikası nedeniyle
zararların ve karsızlığın üzerine bir de meraları
kapandığı için hayvanlarının yarısını satmış
durumdadırlar, gidin, orada size anlatsınlar.
Eğer onlara inanmıyorsanız milletvekillerine
anlattıklarını dinleyiniz.
Bin çiftçi meralardan yararlanamadığı
için mağdur kalmıştır, hayvanlarını satmaya
başlamıştır. Bin çiftçi aileleriyle 5 bin kişi
demektir ve adada 10 bin kişi civarında insan
yaşamaktadır. Turizm zayıftır, balıkçılık zaten
verimsiz bir hale gelmiştir. Dolayısıyla, adanın
çanına ot tıkanmak üzeredir. Bir ilçedir burası.
Halkın menfaatini gözetmeyen, halkın imkanlarını
az sayıda kişiye feda etme yaklaşımı ilk faturasını
göndermiştir. Bu alanlarda, ceviz ekimi yapılacak
diye eşilen, greyder sokulan bu alanlarda, ilk
büyük yağmurdan sonra oradaki topraklar ve
taşlar, molozlar akarak –şimdiye kadar çok olay
olmuş, böyle bir şey olmamıştı- tüm Marmara
Adası’nı bir-bir buçuk metre boyunda nehirler
şeklinde işgal etmiştir. Dördüncü, beşinci gün
gittiğimizde hala yürüyemiyorduk Marmara
Adası’nın sokaklarında. Ve ilk fatura böyle halka
çıkmıştır. İkinci fatura, -gidin, köylülerle konuşunAKP’ye çıkacaktır.
Milli İstihbarat Teşkilatı’na gelirsek, adından
da net bir şekilde anlaşılacağı üzere, MİT milli
bir kurumdur. Öncelikli hedefi ulusumuzun
güvenliğine
katkı
sağlayacak
istihbarat
faaliyetidir. Daha doğrusu, böyle olagelmişti.
AKP Hükümetinin MİT Müsteşarı olarak özellikle
Hakan Fidan’ı atamasıyla devlet geleneğinde
pek olmayan kimi şeyleri açıkça görmeye ve
yaşamaya başladık. MİT’in koridorları ilk defa
kameralara açıldı. Müsteşar davetlere katılmaya,
Başbakan Yrd. Beşir Atalay’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
29
AFAD VE MİT
sık sık görüntü vermeye başladı. Bütün bunlar bir
dönüşüm sürecini ifade ediyordu elbette. Hükümet
her kurum gibi MİT’i de dönüştüreceğini bu şekilde
ifade etmiş oluyordu. MİT Müsteşarı, Teşkilat’ı,
milli olmaktan çok, bölgesel bir yapıya kavuşturma
gayretine girdi. Bizim en son Suriye meselesinde
gözlemlediğimiz Hükümet politikasının bölgesel
“Yargının, MİT
Müsteşarı’nı ifade
vermeye çağırmasının
üzerine Başbakan’ın
devreye girerek kişiye
özel yasal düzenleme
yapması hukukun ayaklar
altına alınması mıdır,
değil midir?”
ve hatta yayılmacı politikaları, açık söylemek
gerekirse, hem bütçemize hem de dış politikamıza
ağır faturalar ödetmektedir. “MİT’in yurt dışı
faaliyeti olmasın, bütçe ayrılmasın.” demiyoruz.
Ancak bu durum hakkı verilerek yapılmadığı
zaman, bu medyada bu kadar yer aldığı zaman
ne anlamı kalıyor? Başbakan MİT’in istihbarat
zafiyetinden bahsedenlere ateş püskürdü durdu.
Şimdi ben soruyorum: İstihbarat nedir? Sadece
bilgi edinmek midir, birilerinden bazı konular
hakkında bilgi satın almak mıdır? Birilerinin
arasına adam sokmak, sonra o adamdan sağlıklı
bilgiler almak için dua etmek midir? Yoksa
istihbarat, bilgiyi işlemek, gerektiği yerde
kullanılabilir hale getirerek devletin kurumlarının
faydasına sunmak mıdır?
Ben geçmişte jeopoilitik alanında etütler
yaptım. Paris Üniversitesi’ne bağlı Jeopolitik
Merkezinde... Avrupa’nın tek jeopolitik merkezidir.
Orada gazeteciler vardı, siyasi uzmanlar vardı ve
orduda çalışan doktora yapan istihbarat görevlileri
vardı. Bu istihbarat görevlilerine dünyanın en
iyi uzmanları şöyle diyordu: “İstihbarat haber
30
almadan çok, haberi analiz etme meselesidir.
Haberi analiz edemediğiniz zaman, o ülkeye,
o ülkenin başına faturalar yağar.” “Analiz
yapmaktır.” diyoruz ama analizi başkaları
yapıyor, biz de uyguluyoruz. Nerede? Nerede
olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Hatta Türkiye
topraklarında uyguluyoruz.
Her devletin gizli görüşmeleri olur. Ancak
dünyada bu işleri ‘Oslo görüşmeleri’ gibi yürüten
bir devlet gösterebilir misiniz ya da gösterirseniz
biz ona devlet diyebilir miyiz? Devlet ve millet
adına ne amaçlandığı, ne istendiği, ne hedeflendiği
belirsiz olan süreçlerle ülkemize zarar veriliyor.
Bu ülkenin devlet gelenekleri, zaman zaman siyasi
ve şahsi çıkarları, devletin çıkarlarının arkasında
bırakmayı gerektirir. Sırf seçim başarısı yani
siyasi başarı ve çıkarı için PKK ile devlet adına
görüşme yapmayı nasıl açıklayacaksınız? Yok,
eğer böyle değilse ne için görüşüldü, onu anlatın,
dinleyelim, ne sonuçlar alındı? Bu görüşmeler
süregelirken Başbakan örgüt ile görüşüldüğünü
iddia edenlere ağır hakaretlerde bulundu, kendisi
de ağır bir şekilde inkar etti meseleyi. Daha sonra,
bu görüşmelerin merkezinde yer alan kişi için
“Sır küpüm.” dedi, ona sahip çıktı. Yargının, MİT
Müsteşarı’nı ifade vermeye çağırmasının üzerine
Başbakanın devreye girerek kişiye özel yasal
düzenleme yapması -en hafif tabirle- hukukun
ayaklar altına alınması mıdır, değil midir? Değilse,
nedir? Bence rejimin tehlikeye girmesidir.
Ben bir milletvekili olarak AKP Hükümetinin
müzakere politikasını yanlış ve son derece
başarısız buluyorum. Bir yandan örgütle
görüşecek ve birtakım vaatlerde bulunacaksınız,
bir yandan İdris Naim Şahin’i İçişleri Bakanı
olarak görevlendireceksiniz. Bu vaziyetle kimseyi
kandıramazsınız; çünkü bu yaklaşımlar birbiriyle
çelişmektedir.
Bakın, İçişleri Bakanı başka bir şey
söyleyecektir, belki de MİT görevlileri başka bir
şey söyleyecektir. Yani bütün bu tercihler bu
ülkenin terör sorununu gerçekten samimi olarak
çözmek isteyecek bir Başbakan’ın tercihleri midir,
değil midir?
Başbakan devletin istihbarat zafiyetlerine
vurgu yapanlara da ateş püskürdü. Ancak sormak
lazım, Uludere olayında görülen istihbarat zafiyeti
değil de nedir? 2012 yılının Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşın kafasını meşgul eden sorunları
geçiştirerek mi yoluna devam edecektir?
AFAD VE MİT
Değerli katılımcılar, Milli İstihbarat Teşkilatının
milli karakteri ortadan kaldırıldıkça ulusal
güvenlik sekteye uğruyor kanısı artmaktadır.
Devleti Uludere’de kendi vatandaşlarına bomba
atma noktasına getiren süreç halen aydınlatılmış
değildir. Üstüne üstlük, geçtiğimiz günlerde
basında yer alan kimi iddialar gerçekten çok
çarpıcı, inanmak istemiyoruz;
ancak Başbakanlık tarafından
bir yalanlama gelmedikçe de
hayretler içinde gelişmeleri,
milletvekilliği görevimiz gereği
takip ediyoruz.
hareket etmektedir. Kendi alanlarında ciddi hatalar
yapan bakanlarına sahip çıkması bu kaygının
ürünüdür. Hatta kimi bakanlara baktığımızda
sanki özellikle seçilmişler.
Bakınız, Dışişleri Bakanı adeta ülkemizin
dış politikasını altüst etmekle meşguldür, hiçbir
başarısı yoktur. Peki, İçişleri’ne
bakalım. Sizce toplumsal bir
uzlaşma ve barış ortamını
bugünkü İçişleri Bakanı’nın
sağlayabilmesi
ihtimali
var
mıdır? Şöyle bir izleyin. Milli
Eğitim Bakanı’na baktığımızda
işler daha vahim değil mi?
Damdan düşer gibi getirilen
sözde
reformlarla
yapboz
tahtasına
dönüşen
eğitim
sistemini nasıl toparlayacak
diye
bakarken
4+4+4’lerle
uğraşmaya başladı.
“MİT’in milli
karakteri ortadan
kalktıkça ulusal
güvenlik sekteye
uğrar.”
İddia
edildiğine
göre,
geçtiğimiz
günlerde
MİT’in
PKK’ya karşı bir operasyonunda
örgütün içine sokulan bir ajanın
az kalsın ikinci bir Uludere olayına
neden olacağı söylenmektedir.
İddiaya göre, İHA’lar son anda
MİT ajanının bir tepede olayları
kameraya aldığını fark edince gruba daha yakın
bir çekim yaptığında, MİT’e PKK’lı bir grup
olarak ihbar edilen grubun içerisinde çocukların
olduğunu görüyor ve operasyon durduruluyor.
Eğer bu iddia doğru ise MİT’in istihbarat gücünün
vahim hali ortada değil midir?
MİT’in 2013 yılında bütçeden alacağı payın
yüzde 33 artırılarak 1 milyar TL’ye yakın bir miktara
geldiğini görüyoruz. Bu haliyle Başbakanlığı,
birkaç tane bakanlığı dahi geride bırakan MİT’in
bütçe artışıyla bütçenin savunma harcaması
kalemlerinin yine ciddi oranlarda artması
aynı döneme denk gelmiştir. Bu Hükümetin
düşündürücü ve kaygı verici durumunun, daha
çok, Hükümetin dış politikada girdiği hatalı
yollarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Hükümet
kaş yapayım derken göz çıkarmış, kendi hesabınca
bir koyup beş alma hayalleriyle girdiği Orta Doğu
yolunda fena tökezlemiştir.
Buradan sormak isteriz: MİT’in önümüzdeki
süreçte CIA tarzı bir çalışma şekline girmesi
söz konusu mudur? Zira, bizim gözlemimiz,
milli istihbarata verilen önem azalmakta ve MİT
daha çok Libya, Suriye, Irak gibi bölge ülkelere
yönelmektedir.
Biz “Ülkemizde artık tarım ve hayvancılık
daha kötü olmaz.” derken birdenbire “Sakla
samanı, gelir Tayyip zamanı.” dönemine girdik;
çünkü memlekette saman fiyatları bile ekin
fiyatlarını geçmiş durumdadır.
Burada bütçe görüşmeleri yapıyoruz,
bütçe sadece mali bir konu değildir, bütçe bir
irade beyanıdır, Hükümetin yıl içerisinde ortaya
koyacağı iradeyi ifade ettiği gibi, orta, uzun vadeli
amaçları hakkında ipuçları verir. Bizim sunulan
bütçeden gördüğümüz, Hükümetin bizzat kendi
hataları sonucu oluşmuş olumsuz ekonomik
durumun faturasını halka kesme gayretidir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütçeyle
ortaya konan tablonun iyileştirilmesi için
elimizden geleni bütçe görüşmeleri boyunca
yapacağız. Ancak Hükümet tarafından faturanın
halka kesilmesi noktasında ısrar edilen konuların
siyasi hesabını da Hükümete sonuna kadar fatura
edeceğiz. Bakın, buna inanmıyorsanız köyleri
dolaşın esnafı dolaşın. Ben esnafı ve köyleri on
yıldır bu halde hiç görmedim.
Son olarak, İdris Naim Şahin Bey’e selam
söyleyin, biber gazını ben de yedim.
Her geçen gün daha da agresifleşen
Başbakanın üslubu bir tedirginlik halini
yansıtmaktadır. Başbakan gerek siyasi gerekse
ekonomik olarak başarısız bir kabineyi yönetirken
“Benim olsun, varsın başarısız olsun.” mantığıyla
31
AİLE
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, değerli üyeler, Sayın Bakan, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde ne yazık ki kişilerin yaşam
biçimlerine dair fazlaca söz söylendiği bir
dönemden geçiyoruz. Ülkemizde sık sık rastlanan
“Kadınlarımıza karşı
uygulanan şiddet
problemlerinin özüne
inmek ve toplumdaki şiddet
ve nefret unsurlarının
kaynaklarıyla mücadele
etmek ana uğraş olmalıdır.”
örnekleriyle çığırından çıkmış bir cinnet ve
şiddet söz konusudur. Bu şiddet, diğer ülkelerle
kıyaslamalı olarak bakıldığında, normalden çok
yüksektir. Özellikle kadınlarımıza ve çocuklarımıza
karşı şiddet ciddi boyutlara gelmiştir. Bu,
azalacağına hızla artmaktadır. Yani sosyal huzur
ortamı var mıdır, yok mudur, bu konu şüphelidir.
Sayın Bakan, bu meselelerin, köklü sosyal
politikalar dışında çözümü olmadığı açıktır. Bunun
dışında her türlü günlük icraat, meseleyi halının
altına süpürmekten ibarettir. Kadınlarımıza karşı
uygulanan şiddet problemlerinin özüne inmek
ve toplumdaki şiddet ve nefret unsurlarının
kaynaklarıyla mücadele etmek ana uğraş
olmalıdır. Yoksa panik butonu gibi önlemlerin
ülkemizde meseleyi çözemeyeceği açıktır.
Yararsızdır demiyoruz. Sayın Başkan müsaade
ederse bu konuyu anlatabileceğiz.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
02/11/2012
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI’NA
İLİŞKİN KONUŞMA
işlevsel olabilir; ancak ülkemizde kadınlar,
karakollara bizzat gidip yalvarsalar, panik
butonuna bastıktan sonra, kocalarının onları
öldüreceklerini ifade etseler -her gün duyuyoruz–
bile hiçbir işe yaramayacaktır. Bunun örneklerini
çok gördük. Kadınlar, sırtları sıvazlanıp
“Halledersiniz aranızda.” diyerek evlerine
gönderiliyorlar. Ardından cinayet haberleri
geliyor. Önce zihniyetin değişmesi ve sonra da
bu konuda çalışmaların gündeme getirilmesi ve
uygulanması gerekir.
Sayın Bakan, sormak isterim: Panik butonu
denen sistemle ilgili, basına demeç verirken kimi
erkeklerin de talepte bulunduğunu hatta içlerinde
bir de astsubay olduğunu söylediniz. Benim
merak ettiğim, bunu söylerken niçin güldünüz?
Bu durumun, konu hakkındaki düşüncenizin
bir dışa vurumu olup olmadığı konusunda bizi
aydınlatınız.
Geçen Plan Bütçe döneminde, Türkiye’de
mevcut köylerden çok yüksek miktarda göç
olduğuna değinmiştim. Batı Anadolu’da buna
ben şahit oldum. Elimde bir istatistik yok; ama
köylerin çocuksuzlaştığını; Doğu Karadeniz’de ve
Doğu Anadolu’da sadece çocuk değil, gençlerin
dahi olmadığı köylerin sayısının çok arttığını;
Ege’de, Marmara’da yoğunlukla rastlanan bu
durumun önemli bir sorun hale geldiğini; bu
köylerde yaşayan yaşlı nüfusun, özel ilgiye ihtiyacı
olduğunu; bazı yerlerde iğnelerini –yani sağlık için
vurdurdukları iğnelerini- dahi yaptıramadıklarını
anlatmış; Dursunbey’deki birkaç köyden size
örnek vermiştim. Bu konuda, bu yalnız insanlarla
ilgili, bir sene içerisinde çalışmalarınız oldu mu,
olmadı mı? Olduysa bunları duymak isteriz, Sayın
Bakan.
Eğitim ve sosyal açıdan çağdaşlaşmasını
tamamlamış ülkelerde, panik butonları daha
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, on dört
yaşındaki işitme engelli bir kız çocuğunun beş kişi
tarafından cinsel istismara uğratılması üzerine,
Twitter hesabınızdan açıklamalarda bulundunuz.
Konuyla ilgili, bize, size, emekli bir hakim
tarafından uyarıcı bir e-posta atıldığı iddiasına
cevaben, tarafınıza böyle bir posta ulaşmadığını
32
Bakan Fatma Şahin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
AİLE
ifade ettiniz. Buradan sormak
isterim: e-posta geldi ya da gelmedi,
Bakan olarak sorumluluğunuz,
e-posta kutunuzu kontrol etmekten
mi ibarettir? Neden böyle konular
hep iş işten geçtikten sonra
gündeme alınmaktadır? Bu örnekte
bırakın iş işten geçmeyi, bu konu
yargıya intikal etmiş, kayıtlara
girmiş vaziyette iken, Bakan
“e-posta gelmedi.” diyebilmektedir.
Bu konunun açıklanmaya ihtiyacı
vardır.
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, isminden de anlaşılacağı
üzere, aile ve toplum üzerinde
politika geliştirmekle yükümlü bir
Bakanlık. Yani icraat yapmasın.”
demiyoruz ama politika nerededir?
Bu politikanın ya da stratejilerinizin
açılımları nelerdir? Bakanlığın,
özellikle aile içi şiddetin son
yıllarda ciddi biçimde artmış
olmasına ilişkin yorumu ve bu
yoruma bağlı olarak geliştirdiği
politikası nedir? Memlekette niye
artmaktadır bu işler? Bakanlığınız, üzerinde
çalışıyorsunuz, herkes size “Bravo” diyor. Ama
bu işler artıyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Bunların bilimsel nedenleri olması lazım, bunları
öğrenelim. Herhalde en iyi merci sizsiniz bunları
öğrenebilmemiz için.
Memlekette, kadınların karakolda polisten
dayak yediği bir ülkede, panik butonuna basan
kadının başına neler gelebileceğini iyi düşündünüz
mü? Yılda, o butona kaç kere basılacağı konusunda
öngörünüz nedir? Bakanlığın bütçesindeki
yüzde 67’lik artışla, butona kaç kere basılacağı
öngörülmektedir?
Zira, bu servis için, özel bir şirkete para
ödenecek değil midir, Sayın Bakan?
Bu Hükümet, tam on yıldır tek başına
iktidardadır ve en önemli iddialardan biri, ülkeye
istikrar getirmiş olmaktır. Keşke gerçek olsaydı,
keşke gerçekten, ülkeye istikrar gelmiş olsaydı.
İstikrarlı, tutarlı olmak, orta vadeli programlarla
ve bu programlara bağlı orta ve uzun vadeli
politikalarla söz konusu olabilir. Burada, Komisyon
üyesi iktidar milletvekillerine sorarsanız “Daha
bir on, on beş yıl iktidarda kalmak isteriz.” derler.
Hepsi kafasını sallıyor şu anda, Sayın Berber
Balıkesir 8 Mart eylemi
başta. Eğer gerçekten buna inanıyorsanız,
neden daha uzun vadeli, ülkenin yapısındaki
problemleri halledebilecek, kökten politikalara
girmiyorsunuz? Madem böyle bir hevesiniz var,
şu işi kökten çözün.
Ülkemizde bir eğitim ve istihdam sorunu
olduğu açıktır. Ancak ben bugüne kadar, aile ve
sosyal hayatı birinci dereceden ilgilendiren bu
meseleye ilişkin, Sayın Bakandan, tatmin edici
bir açıklama duymadım. Bu konudaki fikirlerini
dinlemek isterim.
Ayrıca, burada dile getirmek istediğim
bir nokta daha var: Türkiye’de yaşamın içinde
rastladığımız çok ağır durumda olan hastalarımız
var, yatalak hastalar. Yatalak hastalar da
değişiyor, demans olanlar var. Bu kişilerin
evlerde bakılması artık çok zor ve inanın, Allah
düşürmesin, insan insana çok ağırdır arkadaşlar.
Aileleri destekleyerek bu sorunu toplumumuzda
çözemeyiz. Devletin, bu konuda faaliyet gösteren
şirketler olacaksa şirketlere destek vermesi veya
kendisi bizzat bakımevleri açması gerekmektedir;
önemli oranda yatalak hastamız vardır. Bunların
da ihtiyarladıkları zaman, zannediyorum yüzde
30’lara varacak demans olma ihtimali vardır,
aşırı bunama yani. İradesini tamamen kaybetmiş
33
AİLE
yaşlılar, bunlara bakmak olağanüstü zordur.
Çünkü böyle bir bakım programı var, biliyorum, iyi
bir şey, bir çok aile de vermek istemeyebilir ama
küçük ailelerde bu iş çok zor. Ben bir çok hastayla
konuştuğumda, kanser hastası örneğin: “Ben
eşimin altımı temizlemesini istemiyorum.” diyor,
başka talepleri de var. Bununla ilgili düşünceniz
nedir? Temel çözümler var mıdır?
Bir de, ölümü kesinleşmiş ve ölümü isteyen
ve yaşam şartları son derece ağır olan hastalar
var. Tabii, burada hemen ötenazi girecektir, ahlaki
problemler girecektir, devreye. Acaba ötenazinin
geciktirilmesi ya da yapılmaması konusunda neler
düşünüyorsunuz? İçler acısı durumda olan bu
hastalarla, ölümü kesinleşmiş ve yaşam kalitesi
eksinin de altında olan, normalin çok çok altında
olan bu hastalarla ilgili, onların yaşamının son
bulmasıyla ilgili görüşünüz nedir Sayın Bakan,
Sosyal Yardım ve Aile Bakanı olarak? Bunlar,
toplumların çok acı meseleleridir.
Sayın Bakan, 4+4’le ilgili görüşlerinizi merak
ediyorum. Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu
Bakan olduğunuza göre, mutlaka 4+4 aile, sosyal
hayat etkileri üzerine bir tahmininiz, düşünceleriniz
vardır. İsterdik ki ülkemizdeki yasalar tartışılarak
ve bir uzlaşmaya varılarak çıkabilsin. Ancak yay
gibi gerilmiş bir toplumun milletvekilleriyiz.
Bizim birbirimize tahammüllü olduğumuz da
pek söylenemez. Hadi, biz muhalefetiz ve
her durumda 4+4’e karşı olacağımızı tahmin
ettiğiniz için komisyonlarda görüşmediniz, engel
oldunuz, kavga dövüş Kanun’u geçirdiniz. Ama
benim anlamadığım, Kabine kendi içerisinde
neden görüşmedi bu konuyu? Buradan çok net
soruyorum: Sayın Bakan, 4+4 kanunu tasarısı
gelmeden Kabine’de görüşünüz alındı mı? Aile
ve sosyal hayata etkileri ne olur diye bir çalışma
yaptınız mı? Eğer yaptıysanız niçin olası etkileri
konusunda, Yasa çıktıktan sonra tedbir genelgesi
yayınladınız? Bunu, ahlaki bir şekilde, topluma
açıklamak lazım. Hükümetin bir bakanı bir yasa
getiriyor; öteki bakanı, gelen yasa çocuk işçileri
arttırmasın diye genelge yayınlıyor. Sayın
Bakan, yayınladığınız genelge, çözümden çok
uzaktır. Zaten bize göre, 4+4’ün esas amacı,
yoksul çocukları ucuz işçi yapmaktır. Bunun için,
4+4+4 değil, 4+4 diyorum. Zira en sondaki 4
hikayeden ibarettir. Bunun detaylarını, Milli Eğitim
Bakanı’na zaten soracağız. Ancak Hükümetinizin,
Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi keyfinize göre
düzenleme, yapısını bozma gayretlerinizin bir
türevi olan 4+4’ün yaratacağı ailevi ve sosyal
34
problemleri de burada Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanımıza sormak isterim.
Son olarak, tenis maçında başınıza gelenler
için geçmiş olsun diyorum.
Teşekkürler.
GÜMRÜK VE
giriş
TİCARET
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonun değerli üyeleri, değerli bürokratlar,
değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyorum.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın bütçesini
görüşüyoruz. Ekonomiyle ilgili
ne çok bakanlığımız var ama her
ne hikmetse bu kadar bakanlık
bir araya gelip şu ticaretteki
borçlanma meselesine ilişkin
bir politika oluşturamadılar. Bu
bir illüzyon, öyle bir illüzyon ki
“farklı görüşteki bakanlıklar”
görüntüsü Hükümetin işine
yarar hale geldi. Her hatasında
bir şekilde mesuliyeti almadan
yoluna devam eden Hükümetin
kendisine şu soruyu sorup
sormadığını gerçekten merak
ediyoruz: Acaba ciddi bir
ekonomik
krizin
önlemleri
üzerine devraldığınız iktidarın,
sağladığı görece yüksek büyüme
oranlarıyla
elde
ettiğiniz
siyasi başarınızı bir resesyon
döneminde de bu illüzyonla sürdürebilir misiniz?
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
05/11/2012
GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
-geçmişte, biliyorsunuz Amerika’da da böyle
bir şey oldu- direksiyonu başka tarafa kırdılar.
Bizim Hükümetimiz ise direksiyonu umursamıyor,
pedallarla uğraşıyor. Akaryakıt almış gitmiş, ithal
ürünler piyasayı ele geçirmiş, yerli üreticinin ocağı
sönmüş, Hükümet pedal derdinde, hayvancılık
bitmiş, tarım bitmiş, yediveren ovalarda nadas
var. Ama nadas bitmiyor, devam
ediyor. Gaz mı, fren mi? Çok
yakında halk “Gazınız da freniniz
de sizin olsun.” diyecek olursa ne
olur bir düşünelim. Bizim değil
onu sizin düşünmeniz lazım,
Sayın Bakanım.
“Kredi kartı
borçlarının
toplamı AKP’nin
iktidara geldiği
2002 yılından
bu yana 33 katın
üzerinde artış
gösterdi.”
Gümrük ve ticaret işlerimize baktığımızda,
önümüzdeki süreçte ciddi sıkıntılar yaşanması
muhtemel bir Bakanlık bütçesi görüştüğümüzü
söylemeliyim. Bakınız, Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın verdiği bilgiye göre tüketici kredileri
ve kredi kartı borçlarının toplamı AKP’nin iktidara
geldiği 2002 yılından bu yana 33 katın üzerinde
artış gösterdi, yüzde 33 değil 33 kat. “Piyasayı
canlandırabilmek için salalım kredileri, sabah
ola hayrola.” Bütün dünyada böyle bir eğilim var,
bizdeki eğilim birazcık daha fazla. Yani başka
bir deyişle, vatandaş eskisine göre 33 kat fazla
borçlanıyor. Ortada karşılığının nerede, hangi
değerde olduğunu bilmediğiniz bir taahhüt
balonu var. Dünyada balon şişiyor, biz de biraz
daha üflüyoruz. Bu yoldan gidenlerin başlarına
neler geldiğini gören tüm gelişmekte olan ülkeler
Bakan Hayati Yazıcı’nın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Evet,
gelişmekte
olan
ülkeler farklı stratejiler belirliyor.
Üretim ekonomisinin önemini
dünyada kavrayamayan tek
ülke olarak tarihe geçmeye mi
uğraşıyoruz? Üretim yerine
ne yapıyoruz? İthal edelim,
azıcık bir şey yapalım, satalım.
Yani ithalat uygulamalarımızda
bu ülkenin zirai üretimini
bitirince elimize ne geçecek?
Hayvancılığı bitirince elimize ne
geçecek? KOBİ’ler bitince ele ne geçecek? Sanayi
bitince ele ne geçecek? Geçen gün bir sanayici
açıklama yapıyor -iki üç günlük gazetelerde
bulabilirsiniz- gelişmiş ülkeler ihracatından
yüzde 100’e yakın kar ederken biz işin hamallığını
yapıyoruz, kazandığımız sadece yüzde 10. Gidin,
bu kesimlerle konuşun, gerçek sanayiciyle ama;
zengin edilen bir avuç adamla lüks otellerin
resepsiyon salonlarında değil, gerçekten üreten,
yıllardır üretenlerle konuşun. Emin olun ciddi
bilgiler alacaksınız.
Şimdi, burada Bakan’a kaçak akaryakıtı,
kaçak eti, kaçak sigarayı, kaçak çayı, kaçak kuru
gıdaları, kaçak cep telefonunu sorsam bana
rakamlar verir. O konudaki hazırlığınızı tahmin
ediyorum. “Yakaladık, şu kadar engel olduk.”
falan der, biraz önce de zannediyorum dedi buna
benzer şeyler ama benim derdim bu ekonomide
35
GÜMRÜK VE TİCARET
kaçakçılığın niçin hala bu kadar cazip olduğudur.
Bir ekonomide kaçakçılık cazipse orada soru
işareti bir tane değildir. Hükümetin 2013 Bütçe
Kanun Tasarısı’na baktığımızda ekonomik
olarak görüntünün özeti üç harften oluşuyor;
ZAM. Sayın Bakan, bu kadar zam yapılınca
kaçakçılık artacaktır. Sizin de buna göre bir
politika geliştirmeniz gerekir. Makroekonomik
davranış
modelleri
oluşturmanız
gerekir.
Bunların sonuçlarını Plan ve Bütçe Komisyonuna
sunmanız gerekir bu makroekonomik dengelerin
sonuçlarını sunmalısınız ki şu yaptığımız yasama
faaliyetinin yeterince hakkını vermiş olalım.
Elimizden gelen katkıyı vereceğimizi, ilk günden
beri, burada, arkadaşlarımız söylüyor, Mevlüt
“16’ncı yüzyıldan
bu yana sürmekte
olan Batı egemenliği
artık dünyanın
başka bölgeleriyle
paylaşılacak.”
Bey defalarca dile getirdi. Bütçe görüşmeleri
boyunca, bütçenin; vatandaşın rahat bir nefes
alması, çiftçinin, hayvan üreticisinin kurtulması,
işçinin, memurun, emekçinin katma değerden
faydalanması ve dolayısıyla ülkenin kalkınması,
balon değil değer üretmesi için elimizden geleni
yapacağımızı ifade ettik biz.
Gümrükler, dış ticaret politikamız için son
derece önemli noktalar, politika belirlerken
dünyadaki sermaye akışını analiz etmelisiniz.
Ülkemizde hangi ithal ürünler ağırlıkla yerli
üreticinin belini kırıyor? Geçmişte hangileri
kırdı? On beş-yirmi yıldır kırılıyor, Türkiye’de
küçük üreticinin beli. Bunları belirlemeniz gerekir.
Hangi ülkenin ürünleri piyasalarımıza yüzde kaç
oranında giriyor? Bir de başka ülkeler aracılığıyla
girenler var: “Norveç malı” diyoruz, arkasından
Güneydoğu Asya çıkıyor. Bunun için nasıl
önlemler alacağınızın burada bize açıklanması
gerekir. Bu önlemlerin etkili olacağına bizi ikna
36
etmelisiniz. Dünyada bölgelerarası dış ticaret
dengelerinde son yıllarda farklılaşmalar olduğu
söyleniyor, bunlar nelerdir Sayın Bakan? Türkiye
dünyada bölgelerarası oransız farklılaşmaları
önlemek için ne gibi önlemler almalıdır? Antidamping uygulamaları yeter mi bu önlemler için?
Yoksa dünyada yükselen bölgelerin karşısına
yeni alternatif bölgeleri çıkarmak mı lazımdır?
Dünyada bölgelerarası dengesiz büyümelerin
ileride ne gibi sakıncaları olacaktır? Gümrüklerde
bunları hesap etmek lazım. Elinizde bunlarla
ilgili analizler var mıdır? Başka bakanlıklardan
bu analizler size ulaşıyor mu? Madem ki işiniz
gümrükler ve kısmen de dış ticaret -iç ticaret, dış
ticaret birbirine girdi- sizden öğrenmek istiyoruz
bütün bunları. AB’yle ilgili sorunlar ağırlaştığında
ticari iş birliği ve entegrasyonlar konusunda
Türkiye’nin önündeki seçenekler konusunda
fikriniz var mıdır? Bu konuda çalışmalar yapılmış
mıdır? Fransa geçen gün bir açıklama yaptı, diyor
ki: “16’ncı yüzyıldan bu yana sürmekte olan Batı
egemenliği artık dünyanın başka bölgeleriyle
paylaşılacak.” Bu Fransız Savunma Bakanlığı’nın
strateji belgesinde yazıyor ve Batı bunu itiraf
ediyor. Demek ki AB dışında başka şeyleri ciddi
olarak düşünmemiz, analiz etmemiz lazım. Siz de
bu konularda bazı katkılar veriyor musunuz, bu
konuları inceliyor musunuz?
Rekabet Kurumu’na gelirsek, kurumun
özelleştirmeler
ve
şirket
birleşmelerinde
gösterdiği tutum halihazırda kamu tekeli olan
kurumların özel sektör tekeline dönüşmesine
neden olmaktadır. Bunu diğer arkadaşlarımız da
söylediler, demek ki bu konuda ciddi bir sorun var.
Yani kurumun rekabetin önünü açması gerekirken
tıkadığı düşünülüyor. Yapılan özelleştirmelerin
hangi bilimsel normlara, standartlara göre
yapıldığı ve nasıl gerçekleştirildiği belirsizdir. Bu
konular açık ve göz önünde gerçekleştirilmelidir
ve “göz önünde” kelimesi sadece yetmiyor
gerçekten herkes bu konuda ikna olmalıdır.
Yapılan özelleştirmelerde kurumu satın alan
şirketlerin grup bünyesinde bulundurduğu
diğer şirketler kanalıyla sektöre dikey ve yatay
etki etmesi gözetilmemekte ve devlet eliyle
stratejik sektörlerde yerli ve yabancı tekeller
oluşturulmaktadır. Kurum, rekabetin açıkça ihlal
edildiği durumlarda para cezası uygulamasıyla
ortaya çıkmakta, ancak söz konusu dev şirketler
için bu cezalar caydırıcı olmamaktadır.
Son olarak, ithal gıda ürünlerindeki denetim
mekanizmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapmak
GÜMRÜK VE TİCARET
istiyoruz. GDO’lu ürünlerin dünya genelinde
yaygınlığı ve gıda sektörünün stratejik geleceği
gözetildiğinde ülkemizin bu konuda ciddi bir
politikaya ihtiyacı olduğu açıktır.
hastalıkları azdırır ve kuvvetli ve şiddetli bir sağlık
sanayisi gelişir; ama bu, ahlaka ne derece uyar,
bunu iyi düşünmek lazım.
Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Diğer bir konu hayvan üreticisinin belini
kıran şap hastalığıdır. Bu hastalığın dışarıdan
geldiği bilinmektedir ve gümrüklerden de geçtiği
bilinmektedir. Bu konuda ayıbı nerede aramak
lazımdır? Ayıbı Bakanlığınızda arayalım mı Sayın
Bakan?
GDO’ya gene dönmek istiyorum burada.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Sağılık
Bakanlığı’nın konusu olduğu kadar Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı’nın konusudur. Hem GDO hem
de şapl hastalığı. Şap deyip geçmeyelim, on
binlere belki yüz binlere varan çiftçinin belini
kırmıştır, fiyatların düşmesine neden olmuştur.
Yanlış politikalar var. Yani şöyle söyleyeyim Sayın
Bakan, hayvancılıkta, krediler veriliyor. Bunlar
faizsiz kredi diye veriliyor ancak aracısı var.
Yüzde 20-25’lerden bahsediliyor, nerelere kadar
gidiyor, bilemem.
Yurtdışından GDO’lu
ürünler, ucuz ürünler
Türkiye’ye girdikçe
çiftçimiz üretemez
hale gelmektedir.
Piyasada hayvanlar sınırlı, 7,5 milyara
hayvan alan çiftçi, çok büyük miktarda hayvan
üreticisi, şimdi 2,5 milyara satamıyor. Tüm bu
sorunlar üzerine bir de şap hastalığı geliyor.
Çok ağır sorunlar yaşanıyor şu anda hayvancılık
sektöründe, çok büyük bir nüfusta.
Birçok sivil toplum kuruluşunun ve GDO’lu
ürünlerle ilgili ciddi yayınların ifade ettiği
gibi “yediklerimiz aslında biziz”. Genetiği
değiştirilmiş ürünler ve onlardan elde edilmiş
gıdalar tükettiğimiz sürece bizler de genetiği
değişmiş nesiller yaratacağız, bizler de o hale
geleceğiz, hastalıklar yeniden azacak. Bu
konuda Türkiye hala ciddi bir politikayla neslini
korumaya alabilecek durumdadır. Yani hala geç
değildir. Bunun için de kararlı bir politika gütmek
gerekir. GDO’lu ürünler konusunda dünyada
şu anda bir şey var. Diyor ki: “Dünyada üretilen
ürünler normal ihtiyacı karşılamaz. Onun için
fiyatlar çok yüksek olacaktır, dünyada açlık baş
gösterecektir.” Ama bizim ülkemizde açlık diye bir
sorun yoktur. Yurtdışından GDO’lu ürünler, ucuz
ürünler Türkiye’ye girdikçe çiftçimiz üretemez
hale gelmektedir. Bizim diğer ürünlerimiz
terk edilmektedir, geleneksel ürünlerimizden
vazgeçilmektedir. Yani GDO’lu ürünler kendi
piyasalarımızı kırmaktadır. GDO’lu ürünlerle,
bu ucuz ürünlerle insanlarımızı kırmaktayız.
Evet, GDO’lu ürünler ne yapar? Açlığı engeller,
37
giriş
GIDA
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
07/11/2012
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI’NA
İLİŞKİN KONUŞMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
diyorsunuz ama ithalattan dolayı Balıkesir’de,
Bandırma’da birtakım olaylar var biliyorsunuz.
Sayın Bakan, bana göre en sorunlu iki tane
Bakanlık var; birisi Dışişleri Bakanlığı, birisi de
sizin Bakanlığınız.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hiç öyle bir
şey yok.
Hükümete en büyük zararı sizin bu tarım
politikaları veriyor. Açıkça, baştan söyleyeyim.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Bazı
ürünlere verildiğini biliyoruz Sayın Bakan.
Bütün yaz ben tabanda gezdim, köyleri
gezdim, ilçeleri gezdim, hayvancıları gezdim,
tarımı gördüm. Bu konuda
üzülmemek
mümkün
değil
arkadaşlar. O Kepsut’un köyleri,
Dursunbey’in köyleri, Bigadiç’in
dağ köyleri, inanmayacaksınız
ama eti Kurban’dan Kurban’a
yiyor yani üstü kapalı bir açlık
var memlekette, hem de tarımın
bir sıralar önde olduğu bir
bölgede. Köylerden ayrıca yoğun
bir şekilde de dışarıya doğru bir
göç var. Çok büyük bir sıkıntı
var hayvancılık alanında. Mesele
sadece kredileri sağlamanız
değil kredileri nasıl dağıttığınız,
piyasada arz-talep dengesini
nasıl etkilediğiniz, kimlerin nasıl
ithalatlar yaptığıdır.
GDO’lu soya ithal etmek hangi akla hizmettir?
Gıda sektörü zaten çok karlı bir sektördür. Başvuru
yapan firmalar bu sektörün
en büyükleri konumundadır.
Biyogüvenlik kurulunuz bu
konuda muhafazakar olmalıdır.
Yani
bu
ürünlerin
insan
sağlığına zararının kesin olarak
ispatlanması gibi kavramlar
konuşuluyor. Böyle bir yaklaşım
olamaz. Konu insan sağlığı
olduğunda kesinlik istiyoruz.
GDO’lu ürün GDO’lu üründür.
Yani bu GDO meselesinin
kaynağı dünyada bellidir. ABD’de
aşırı güçlenmiş ve ülkenin
en güçlü lobisi haline gelmiş
gıda tekelleri dünyada GDO’lu
ürün trafiğinin de öncüsüdür.
Bu alana girmenin Türkiye
açısından hiçbir anlamı yoktur.
Ülkemiz insanıyla dört ayaklı
tavukları tanıştıran bakan olarak tanınmayın.
“Kepsut’un
köyleri,
Dursunbey’in
köyleri, Bigadiç’in
dağ köyleri,
inanmayacaksınız
ama eti
Kurban’dan
Kurban’a yiyor”
Sayın Başkan, Sayın Bakan,
değerli misafirler; birçok bilimsel araştırmaya
göre gıda sektörü, nüfusun artmasıyla birlikte
21. yüzyılın en stratejik sektörlerinden birisi
olacak. Bir diğeri de madenler... Bu anlamda,
Bakanlığınızın politikaları ülkemizin bu stratejik
sektördeki varlığını belirleyecek ve ülkemizin
geleceğine doğrudan etki edecektir. Sayın
Bakan, katıldığınız bir televizyon programında,
mevzuatınızda GDO’lu ürünün yasak olduğunu,
çok sıkı denetim olduğunu, piyasa denetimleri
yapmak suretiyle bunları izlediğinizi ifade
etmiştiniz. Ancak daha sonra görüyoruz ki
Türkiye’nin büyük gıda şirketleri GDO’lu ürünü
ithal etmek için izin istiyor ve bunlardan bazılarına
ilk ışıkların yakıldığını öğreniyoruz. “Yakılmadı.”
38
Sayın Bakan, işi baştan sıkı tutmak çok
önemlidir, vakit henüz geç değildir. Bugün üç
çeşit GDO’lu soyaya izin verirseniz yarın arkası
gelir. GDO’lu ürünler için “üretimi yükseltiyor”
diyorlar ama GDO’lu ürünler fiyatları ucuzlattığı
için ülkemizde fakirliğe, hatta açlığa neden
oluyor. GDO’lu ürünler zannedildiği gibi içerideki
açlığı engellemiyor. Nüfusun önemli bir bölümü
tarımla ilgileniyor, önemli bir bölümü, örneğin
esnaf, tarımdan gelen gelirle geçimini sağlıyor.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde GDO’ya karşı ciddi
bir kamuoyu vardır. Üstelik bu kamuoyu giderek
artmakta ve organik tarım, küçük, yerel üreticiler
Bakan Mehmet Mehdi Eker’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
GIDA
gibi konuların değerlendirilmesi gündemdedir.
Türkiye gibi, GDO belasından henüz arı bir görüntü
veren bir gıda ekonomisinin marka değerini GDO
lekesi çok düşürecektir.
Bir başka olumsuz konu, ülkemiz tarımının ve
hayvancılığının fazlaca dışarıya bağlı olmasıdır.
Kontrolsüz şekilde ithal edilen ürün, tarımı ve
hayvancılığı olumsuz yönde etkilemektedir.
Uluslararası tekeller çiftçilerin kendi tohumlarını
kullanmasını ve satmasını engellemiş ve
piyasalar kısır tohumlarla dolmuştur. Bu döngüye
girdiğiniz zaman Türkiye’yi kurtarmak çok zor
olacaktır. Bu döngü, bir gün gelecek, tersine
de dönmeye başlayacaktır. İnsanlar tohumları
alıyorlar, bankalara sokuyorlar, “İklim değişince
bu tohumlarla bu işi nasıl sürdürebileceğiz?”
diyorlar. Ne yazık ki bir zamanlar bir tarım ülkesi
olmasıyla övündüğümüz ülkemizde bu vahim
tablo vardır.
Kısır tohumlar yüzünden çiftçimiz bu
tohumları satan firmalara muhtaç hale gelmiştir.
Yani daha verimli olduğu iddiasıyla satılan
tohumların verimi bir yıl ile sınırlıdır. Bağımlı hale
geliyor ve her yıl yeniden satın alıyoruz. Üstelik
ülkemizin çeşitli yerlerine özgü kimi lezzetler
bu yüzden ya azalmış ya da yok olmuştur. Bir
de bu kısır tohumları bize satan firmaların aynı
zamanda tarım ilacı üretmeleri, bir kısmının da
hayvan ilacı üretmeleri tabloyu netleştirmektedir.
Yani aradaki zincirleme ilişkiyi siz hesap edin.
Yerli tohumları korumak için bir tohum bankası
kurduğunuzu biliyorum. Ama Sayın Bakan,
mesele zaten tohum bankası kurmak zorunda
kalmamaktır. Yani Hükümetiniz politikalarıyla
yerli tohumun önüne engelleri çıkarıyor, sonra da
banka kuruyor korumak için. Bu tohum bankasının
içeriğini ve denetimini de Plan ve Bütçe
Komisyonumuzda lütfen açıklayınız. Kamuoyu bu
konuda bilgilendirilmelidir.
Şimdi Sayın Berber konuştu. Sayın Berber’in
zeytinyağı konusunda konuştuklarına katılıyorum.
Yalnız, zeytinyağındaki destekler çok azdır,
zayıftır. Zeytinyağı konusundaki rakiplerine karşı
Türk üreticisi zeytin ve zeytinyağı konusunda
ezilmektedir ve bu destekler kesinlikle hem
üretim aşamasında hem de satış aşamasında
artırılmalıdır. Zeytinyağı üreticilerinden çok
büyük şikayetler vardır. Zaten -ben Balıkesirli
olarak
söyleyeyimBalıkesir’in
yediveren
ovalarının önemli bir kısmı nadastadır. Ama bu
nadas bitmemektedir arkadaşlar; ertesi yıl yine
nadas, yine nadas, yine nadas… İnsanlar giderek
verimsizlik nedeniyle tarımdan uzaklaşmaktadır
ve eğer bu nüfusun çoğunluğu tarımda
yaşayacaksa bunlar için sadece 300 lira, 500 lira
yardım yetmez. Kesinlikle söylüyorum: Otuz sene
önce bu çiftçinin durumu çok daha iyiydi. Çiftçi ve
köylü kendine güvenini kaybetmiştir. Balıkesir’de
yüzde 40 bir nüfus buna bağımlıdır. Esnafları da
kattığımızda yüzde 50’leri geçer. Zararı buradan
hesap ediniz, Sayın Bakan. Kartopu giderek
yuvarlanıyor. O anketleri iyi izleyin Sayın Bakan.
“Türk üreticisi
zeytin ve zeytinyağı
konusunda bugünkü gibi
ezilmemeli, destekler
mutlaka arttırılmalıdır.”
Hayvancılık konusuna gelince… Tarımdan
kazanamayan halk hayvancılığa yatırım yapmaya
başladı. Hayvancılıkla ilgili krediler verildi.
Bu kredilerden birtakım aracılar yüzde 2025 oranlarında komisyonlar aldı. Komisyonlar
nereye kadar gidiyor Sayın Bakan? Bilgili misiniz
bilmiyoruz ama, Bakanlığa dayanıyor mu,
dayanmıyor mu; o konuda bilginiz varsa biz de
aydınlanalım.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Bildiğiniz bir
şey varsa söyleyin.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – İşte, o
konuda sizden bir açıklama istiyoruz.
EKER – Hemen başvurun. Hukuka da, teftişe
de, hepimize…
GÜMÜŞ – Bu işlerin belgesi olmuyor Sayın
Bakan.
EKER – Olur mu öyle şey?
GÜMÜŞ – Soruyu size yöneltiyoruz, biz demek
ki bir şeyleri hissetmiş durumdayız. Belgesini
bulursak göndeririz.
EKER – Yok, yok, hissettiğiniz… Bana resmen
başvurun da onu inceleyelim.
GÜMÜŞ – Evet, ta o bakanlığa kadar inceleyin
Sayın Bakan. Sizden incelemenizi istiyoruz.
39
bütçe
BAŞKAN – Hayır, varsa bir tespitiniz Sayın
Gümüş…
GÜMÜŞ – Ya arzu ediyorum, incelenmesini
arzu ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Gümüş, varsa…
GÜMÜŞ – Bu komisyonlar nerede başlıyor,
nerede bitiyor?
EKER – Herkesi muhayyel bir şekilde şey
altında isnat edecek bir tutum içerisine girmeyin.
GÜMÜŞ – Bir inceleme istiyorum Sayın Bakan.
Bu Komisyonda da inceleyin diyorum.
EKER – Tarım Bakanlığı’nda 50-60 bin kişi
“Bu hükümet saman
balyaları altında
kalacaktır.”
çalışıyor.
GÜMÜŞ – Hayır, ben Tarım Bakanlığı’nın
kişilerinden bahsetmiyorum.
EKER – Ama olur mu öyle şey?
GÜMÜŞ – Bu nereye kadar gider, nerede
durur; bunu bir inceleyin.
EKER – Yanlıştır. Bir şey biliyorsanız özellikle…
GÜMÜŞ – Hayır, gidin çiftçilerle konuşun
Sayın Bakan, çiftçiler anlatsın size.
EKER
–
konuşmayın.
Resmen
paylaşın,
GÜMÜŞ – Yani o yüzde 15,
yüzde 20, yüzde 25’lik komisyonlar
var.
ortadan
GÜMÜŞ – Tarım konusundan hayvancılık
konusuna gelirsek; İnsanlar tarımdan kar
edemeyince hayvancılığa geçti. Hayvancılıkta
krediler verildi. 7,5 milyar liraya gittiler insanlar
-çok büyük bir nüfus- hayvan aldılar. Hayvan
kredileri verildiği sırada piyasada 7,5 milyara
hayvan aldılar. Sonra ithalatlar arttı, hayvan
fiyatları 3,5 milyara düştü. Bir de şap hastalığı
üzerine. Hayvanları 7,5 milyardan alan bu kişiler
2,5 milyara mallarını satamaz oldular, Sayın
Bakan. 2,5 milyara bu hayvanlarını satamaz
oldular ve hayvancılık konusunda bu kredilerin
yanlış dağıtılmasından, arz-talep dengesine
dikkat edilmemesinden dolayı çok büyük zararlar
oluşmuştur. Arkasından, dengesiz bir şekilde
krediler verilmiş, saman bulunamaz olmuştur.
Ekinden daha pahalıdır, saman. Biz onun üzerine
dedik ki: “Bu Hükümet saman balyaları altında
kalırsa görürsünüz”. Her başvurana kredi
veriliyor; artistlere veriliyor, doktorlara veriliyor,
herkes kredi alıyor. Yani bununla ilgili bir prensip
olmaz mı acaba diye kendi kendime soruyorum.
Ondan sonra, çok büyük şirketler de -bırakın
halkı- çok büyük şirketler dahi şu anda kar
edememektedirler. Kendi maliyetlerinin altında
çiftliklerini satmak isteyenler vardır. Üstüne
üstlük bir de karkas et ithal ediliyor. Eti ucuz
satacağız diye bir darbe de oradan alıyor.
Şu anda hayvancılık kesiminde çok büyük
moral bozukluğu vardır ve bu çok önemli bir nüfusu
ilgilendirmektedir. Köylülerimiz, çiftçilerimiz
kendine güvenini kaybetmiş durumdadır. Ben
gittim gördüm Sayın Bakanım, gidin de görün.
Sizi, bölgelere, insanları ziyaret etmeye
ve bu konuyu daha yakından izlemeye davet
ediyorum. Hükümete verirseniz en çok zararı siz
vereceksiniz.
Teşekkür ederim.
EKER
–
O
yakışmıyor,
yakışmıyor. O doğru değil.
EKER – Bildiğiniz bir şey varsa
söylersiniz.
GÜMÜŞ – Fizibilite yok.
BAŞKAN – Evet, Sayın Gümüş…
40
Son Kurşun, 3 Haziran 2013
GÜMÜŞ – Bunlar hem niye
faizsiz hem niye bu kadar yüksek
bu komisyonlar?
giriş
MİLLİ
EĞİTİM
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Konuya girmeden önce Sayın Bakan, Balıkesir
merkezden velilerin size bir mesajı var. Hatice
Fahriye Eğinlioğlu İlköğretim Okulundaki dokuz
öğretmenin görevden başka bir
yere alındığını öğrendik. Bunun
yılın böyle bir döneminde, yedi
ila on yaşındaki küçük çocuklar
için çok önemli etkileri var,
çocukların başarısını olumsuz
etkiliyor. Dokuz öğretmenin
böyle
birdenbire,
okul
yönetimiyle arasının açılması
nedeniyle başka bir okula
gönderilmesini pek normal
bir iş olarak göremeyiz. 1 - 2
öğretmen olabilir de dokuz
öğretmen birden bir okuldan
giderse bunların dokuzu da
suçlu olur mu? Yani suç da
nedir bilmiyoruz. Şimdi onları
çok emin olmadığımız için
burada dile getiremiyoruz.
Aile birliği yönetimiyle müdür
arasında birtakım ilişkilerden
bahsediyorlar.
Fakat
emin
olmadığımızdan dolayı bu konulara sadece sizin
dikkatinizi çekmekle kalıyoruz. Bu konuya lütfen
eğiliniz. Bunlar Balıkesir’de ilgili makamlara da
ulaşamamışlar. Ama bize ulaştılar, biz vekiliz,
biz ulaştırırız size. 9 öğretmenin bir okuldan
uzaklaştırılması başka bir okula doğru atanması
normal bir şey değildir; 1 - 2 olabilir ama dokuz
olursa “Siyasallaştı mı?” diyoruz.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
08/11/2012
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
Bunlar bu kadar basit şeyler olmamalı. Artık biz
“Rejimde birtakım değişiklikler mi yapılıyor?”
diye, merak ediyoruz. İzmir Belediye Başkanı’nın
başına geldi, başkalarının geldi, arkasından
da salıveriliyorlar. Bunlar normal şeyler değil.
İnsanlara suç konusunda emin olmadan şüphe
uyandırıcı adımları, devletin atmaması lazım; bunlar
kaçan göçen insanlar değil. O yüzden Ayvalık’taki
olayı kınıyoruz. Ayvalık Belediye Başkanı’nın kırk
sekiz saatten fazla içeride tutulması, sonradan
da salıvermesi normal bir iş
değildir.
“Ülkenin
geleceği olan
çocuklarımızın
eğitiminde
istikrarlı bir
devlet politikası
yürütmek yerine,
yapboz yöntemi
tercih edilmiştir.”
Konuya girelim. Ülkemizde
eğitim sistemi belki de en
fazla
müdahaleye
maruz
kalan
alanlardan
birisidir.
Ne yazık ki, her gelen bakan
farklı uygulamalarla sisteme
müdahalelerde bulunmuştur.
On yıllık iktidarınız, eğitim
sisteminde istikrarı sağlamak
için son derece iyi bir fırsat
sunarken,
sizler
ülkenin
geleceği olan çocuklarımızın
eğitiminde istikrarlı bir devlet
politikası yürütmek yerine,
yapboz yöntemini tercih ettiniz.
Sınav sistemi defalarca değişti.
Üstelik sınavlarla ilgili, sizin
döneminizde birçok sorular
üzerinizdedir, birçok şüpheler
üzerinizdedir; bunlar normal şeyler değildir.
Ama ne hikmetse sizin bakanlarınızın getirdiği
sistemler de Hükümetinizi tatmin etmedi ve Sayın
Başbakanımız’ın “AKP’nin ustalık dönemi” diye
adlandırdığı ama pek çok acemiliklere ve hatalara
rastlanan dönemde bunlara bir de 4+4+4 garabeti
eklendi.
Böyle şeylerle çok karşılaşmaya başladık.
Örneğin -sizin Bakanlığınıza bağlı değil ama- daha
iki gün önce Ayvalık Belediye Başkanı içeriye
alındı, birtakım iddialarla. Şimdi “Bu konu sizden
uzak, alakası yok.” diye savcı tarafından bırakıldı.
Sayın Bakan, bu kanun, Türk eğitim sistemini
başından sonuna değiştirecek nitelikte bir
kanundur. Herhalde bu, damdan düşer gibi
aklınıza bir anda gelmemiştir. Mutlaka genel
seçimler öncesi de bunun planlarını yapıyordunuz;
ancak genel seçimler “çılgın proje” söylemleri ile
Bakan Ömer Dinçer’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
41
MİLLİ EĞİTİM
geçerken siz bu planınızı seçmenden gizlediniz.
Bunu, seçmene vaktiyle anlatmadınız. Çünkü
seçmen AKP’ye istikrar için oy vermektedir.
Ama siz istikrarı bozacağınızı, okulları ve eğitim
sistemini altüst edeceğinizi onlardan gizlediniz,
söylemediniz. O kadar gizlediniz ki, kanunu
hazırlarken bilim adamlarına, eğitimcilere bile
danışmaktan imtina ettiniz. Eğer tek bir bilim
kuruluşuna sormuş olsaydınız, size, okul öncesi
“4+4+4 kanunu ile
ülkemizde çocuk
emeği sömürüsü resmi
hale gelmiştir.”
eğitim ile okul eğitiminin farklarını anlatırlar
ve beş buçuk yaşındaki çocukların okula
başlamasının sakıncalarını açıklarlardı.
Kanunun çıkarılma sürecinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin iradesinin hiçe sayılışından
bahsetmek istemiyorum. Oylama sırasında ben
bizzat oradaydım; Başkanın salonu görme imkanı
yoktu. Önünde sizin milletvekilleriniz vardı,
varsayımla oylama yapıldı. Yani kabul edilmiş
varsayıldı. Böyle bir oylamayı ben ne duydum ne
işittim. Bu ayıptır.
Tüm bu çabalarınızı imam hatip okullarının
orta kısımlarını yeniden açma çabası olarak
açıklamak da mümkün değildir. Kanun, bunun çok
ötesinde düzenlemeler getirmiştir. 4+4+4 kanunu
ile ülkemizde çocuk emeği sömürüsü resmi hale
gelmiştir. Bakınız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
dahi bu konuda genelge yayınlayarak kaygılarını
belirtmek durumunda kalmıştır. Ne yazık ki, din
eğitimi siyasi ve ticari bir sömürü unsuru haline
getirdiniz. “Evlatlarımıza din eğitim vereceğiz.”
bahanesiyle çocuk sömürüsünün önünü açmış
oluyorsunuz. Bakanlığınıza bağlı bir spor
merkezinin başvuru formunda gençlere hangi
Kur’an kursundan oldukları sorulmaktadır. Bir
AKP milletvekili “4+4+4 sistemiyle tüm okulları
imam hatip okuluna çevirme şansı yakaladık.”
demiştir. Camilerde imam hatip okullarına ön
kayıt alınmış, ibadete giden insanlar bu okullara
42
yönlendirilmiştir. Bunlar normal değildir.
Beş buçuk yaşındaki çocukları okula
gönderme gayretiniz sonucu olarak veliler
çocuklarına yetersiz raporu almaya zorlanmıştır.
Hatta bunu bizzat siz önerdiniz. Daha sonra
Başbakan, çocuğuna yetersiz raporu alan velinin
çocuğunu geri zekalı yerine koyduğunu söyledi.
Kısaca, toplumu yay gibi germiş oldunuz.
Şimdi ben soruyorum: Tüm bunlar sonucunda
elinize ne geçti? İmam hatip okulları kayıtları
beklentinizin çok altında gerçekleşti. Belki de
insanlar bu gayretlerinizi samimi bulmadılar.
Belki de insanlar artık, din eğitiminin devlet
tarafından değil, aile tarafından verilmesini daha
da doğru buluyorlar; buna karşı da değiliz ama bu
bir meslek eğitimi olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı görüşmelerinde
burada, dinin özgür bir şekilde yaşanması için
devletin elini üzerinden çekmesi gerektiğini
vurguladık. Arkadaşlarım, kimsenin din adına
bir koltuk işgal etmesinin, hele hele bunun için
devletten para almasının doğru olmadığını ifade
ettiler. Hepsi tartışılabilir, hepsi konuşulabilir
ama buna açık olmak lazım. AKP sıralarında bu
konuda bizim gibi düşünen arkadaşların olduğuna
eminim; öyle olması gerekir.
Sayın Bakan, “Eğitime bütçeden ayrılan
pay arttı.” diyorsunuz. Arttı da bu artan payın
ne kadarı halka ulaşacak? Sorulması gereken
soru bu. Bakınız, bir örnekle konuyu inceleyelim.
Dershanelere gönderdiğiniz bilgi formunda
onlara kapsamlı sorular soruyorsunuz. Sorular
şöyle: “Dershanenizi özel okula dönüştürmeniz
sürecinde aşağıdaki teşviklerden hangisi en çok
etkili olacaktır? Seçenekler: Arsa tahsisi, devlet
tarafından öğrenci başına eğitim-öğretim desteği
sağlanması, vergi indirimi, gelir vergisi stopajı,
düşük maliyetli kredi, sigorta primi desteği, KDV
istisnası, yatırım maliyetine destek sağlanması
ve diğer.” Merak ediyorum, bu dershanelerin özel
okullara dönüştürülmesi için ayırdığınız bütçe
ne kadar olacak? Yani diğer bir deyişle, halktan
topladığınız vergilerin ne kadarının bu süreç için,
partinize yakın dershane patronlarına aktarılması
düşünülüyor?
Sayın Bakan, bir diğer konu seçmeli dersler
konusu. Öğretmen açığı problemi tüm çıplaklığı
ile ortada dururken yeni seçmeli dersler
eklediniz. Üstelik bunlar neredeyse zorunlu
seçmeli derslerdir. Yani başka alternatifi yok.
MİLLİ EĞİTİM
Buna rağmen, bu dersleri ülke genelinde kimin
vereceğini dahi belirleyemediniz. Bakınız, kimi
okullarda derslere müftülerin girdiği söyleniyor.
Eğitim bu kadar ucuz değil, Sayın Bakan.
Düşünsenize, Allah korusun, hastalanıyorsunuz,
hastaneye gidiyorsunuz, “ameliyat” diyorlar;
sonra bakıyorsunuz, ameliyatınıza doktor yok,
müftü girmiş. İnanın böyle bir
şeydir. Ciddi olarak baktığınızda,
insanı önemsediğinizde bu
konu böyle algılanır. Zihniyetin
içine de ameliyat yapılır. 2012
yılında bu kadar kadro bekleyen
öğretmen varken “derslere
müftü
girecek”
deseler
inanmaz, “Şaka yapıyorsun.”
derdik.
Atanamayan öğretmenler
sorunu
tüm
toplumun
sorunudur. Hükümetiniz önce
öğretmenleri itibarsızlaştırma
politikasına başladı. Bizzat
Başbakan “3 ay kafalarına göre
tatil yapıyorlar.” dedi. Sayın
Bakan, bir öğretmenin günlük,
haftalık, aylık, yıllık programı
ve temposu nedir; bu konuda
herhalde düşünceniz vardır.
gibi, oralarda kaçırılıyor, yine mesleğine devam
ediyor. Gece yarılarına kadar evde ödevleri, yazılı
kağıtlarını okuyup derslere hazırlanıyor. Adı:
Ahmet öğretmen, Ayşe öğretmen, Ali, Hasan,
Osman, Zeynep öğretmen…
Sayın Bakan, bu öğretmenlerden yüz binlerce
var. Başbakan televizyonda kaşlarını çatıp “Ne
yapar
bu
öğretmenler?”
dediğinde bu öğretmen emin
olun ki çok inciniyor. Bu
insanlara haksızlık etmekten
vazgeçin.
Bu kadar
kadro bekleyen
öğretmen varken
“derslere müftü
girecek” deseler,
inanmaz, “Şaka
yapıyorsun.”
derdik.
Bu öğretmenler ne yer, ne içer, nasıl ulaşım
sağlar, nasıl koşullarda çalışır, problemleri
nelerdir?
Başbakan’ın sitemi üzerine icat ettiğiniz, ne işe
yaradıkları tam anlaşılmayan yaz seminerlerinde
öğretmenleri dinleyici konumundan çıkarmanızı
öneririm. Bakanlığınızın etkinliklerini, gönderilen
slaytların kötü bir şekilde okunduğu etkinlikler
olmaktan çıkartın. Çıkartın ve öğretmenleri
dinleyin, “Onların problemleri nelerdir?” bunları
konuşun. İnanın “öğretmen” dediğiniz meslek
dünyanın en fedakar mesleğidir. Öğretmenleri
intiharla, bunalımlarla karşı karşıya bırakmayın.
Çok büyük dramlar yaşanmaktadır.
Sayın
Bakan,
eş durumu dahi
yetmemektedir.
aileler
tayinin
parçalanmakta,
geçekleşmesine
Bir öğretmen var Sayın Bakan. Bu öğretmen
sabırla çocukları eğitmek için, onlara çağdaş
bir bakış verebilmek için elinden geleni yapıyor.
Ülkenin en ücra köşelerinde seve seve çalışıyor.
Ülkenin en ücra köşelerinde seve seve çalıştığı
43
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
12/11/2012
BASIN YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ,
VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, ATATÜRK KÜLTÜR,
DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU, ATATÜRK
ARAŞTIRMA MERKEZİ, ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ,
TÜRK DİL KURUMU, TÜRK TARİH KURUMU, RADYO VE
TELEVİZYON ÜST KURULU’NA İLİŞKİN KONUŞMA
BASIN
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı,
Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri,
değerli bürokratlar, değerli basın mensupları;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Arınç basına verdiği bir demeçte
basının güçlü soluklara ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Ne kadar doğru bir söz, içime işlediğini söylemek
zorundayım. Keşke herkes sizin gibi düşünse
Hükümette… Bu dönemde
basının ışıklı kimlikleri işlerini
kaybederken,
Hükümetin
kontrolü dışındaki kişiler iş
bulamazken, dünyanın hapiste
en kalabalık gazeteci nüfusuna
sahip ülkesi Türkiye iken,
gazetecilerin işine son verilmesi
için Hükümetin başının yaptığı
açık beyanatların nükteleri
kulağımızdayken,
bizim,
burada, bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin en önemli
kabul edilen Komisyonunda
söylenenler ulusal basında
hak ettiği yeri bulamazken
Sayın Bakan ne kadar doğru
söylüyorsunuz. Derken aniden
aklıma geliyor; Sayın Bakan,
siz, bu dönemde basından
sorumlu Başbakan Yardımcısı değil misiniz? Bütün
bu olanlar sizin döneminizde, sizin sorumluluk
alanınızda olmuyor mu? Sayın Bakan, siz, bir
ülkede yeni solukların kendi kendine çıktığını mı
düşünüyorsunuz?
dolmaktadır. Değil basında, köylerde, tarımda,
ticarette, siyasette korku iklimi hakimdir ve bu
iklim bu dönemde -üçüncü dönemde- daha da
yükselmektedir. Böyle bir iklimde Sayın Bakan,
güçlü soluklar değil, çıksa çıksa güçlü fırtınalar
çıkar. Sayın Bakan, umarım dileğiniz güzel
iklimlerde gerçekleşir.
Bakınız, Uluslararası Gazetecileri Koruma
Komitesi yayınladığı raporda Türkiye’deki basın
özgürlüğü sorununun kriz seviyesine ulaştığını
belirtti. Hükümetiniz Suriye
politikasındaki ani çark edişini
açıklarken Esad’ın halkına
zulmettiğinin farkına vardığınızı
ifade ettiniz. Ne hikmetse,
bu Hükümet işine geleni fark
ediyor. Kendi zulümleri söz
konusu olduğunda ise hiçbir
zaman akıllarına gelmiyor.
Kimler nerelerde, kimler içeride,
kimler ölüyor, kimler kalıyor,
kimler annesinin cenazesine
gidemiyor hiç umurunda değil
hükümetin. Hükümet kendisi
dışındaki herkesi “darbeci”
ya da “terörist” ilan ederek
demokrasiye darbe vurmuş,
basın yayın hayatında bir terör
ortamı
yaratmıştır.
Bakın,
Uluslararası
Gazetecileri
Koruma Komitesi gazetecilere karşı tutumunuzu
“dünya çapında gazetecilere karşı en büyük
saldırı” olarak nitelendiriyor. Yani sizin “ileri
demokrasi” adı altında yaptıklarınız, diktatörlükle
suçladığınız ülkeleri dahi geride bırakmış
vaziyette.
“Sizin
döneminizdeki
iklim; güzel
düşünce ve güçlü
soluklar için
uygun olmayan,
özgür düşüncenin
kış mevsimidir.”
Sayın Bakan, herkes bilir ki eğer bir mucize
olmayacaksa, güzel fikirler ve güçlü soluklar
kendi iklimlerinde ortaya çıkarlar. Bu iklim
kuşkusuz demokrasi iklimidir. Sayın Bakan,
insanların özgürce düşünüp kendilerini kaygısızca
ifade edebildikleri demokrasi iklimidir söz konusu
olan. Sizin döneminizdeki iklim, güzel düşünce
ve güçlü soluklar için uygun olmayan özgür
düşüncenin kış mevsimidir. Hapishaneler giderek
44
Yayınlanan raporda ayrıca şöyle deniliyor:
“Erdoğan,
açıkça
gazetecilerin
itibarına
saldırıyor. Gazetecileri isim vererek azarlıyor.
Medya organlarını ve eleştirel yazılar yazan
çalışanları uyarmaları ya da işten atmaları için
zorluyor. Çok sayıda hakaret davası açıyor.” Bunu
biz demiyoruz, dünyada sizi gözlemleyenler
söylüyorlar. Yani medya üzerinde yarattığınız
Başbakan Yrd. Bülent Arınç’nın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
BASIN
Konu yeterince ele alınmadı.
Kazara bu bir muhalefet
partisinin içinde olsaydı, vay
vay vay!
hakimiyet size yetmiyor. Daha doğrusu, medya
bir türlü tam olarak ele geçirilemiyor. Zira ele
geçirdiğiniz kalemler zamanla köreliyor ve
etkisizleşiyor. İnsanlar düşünüyorlar, Sayın Bakan.
Onların yerine eleştirel bakan, dürüst, korkusuz
gerçek gazeteciler öne çıkmaya başlıyor. Sizi
rahatsız eden güçlü soluklara ihtiyaç duymanıza
neden olan süreç böyle işliyor, Sayın Bakan.
Sayın Bakan, gazetecilere yıpranma haklarını
vereceğinizin sözünü verdiniz, aradan yıllar
geçti, hala tık yok. Ne yıpranma hakkı ne de
sendikalaşmalarına tahammülünüz olduğunu
anlıyoruz. Üstelik bu konuda partimizin verdiği
tekliflerin de gündeme alınmaması yönünde oy
kullandınız.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun özerkliği
de sizin müdahaleleriniz sonucunda lafta kaldı.
Reyting ölçümlerinde ortaya çıkan usulsüzlük
sonucu yeni bir reyting yönetmeliği hazırlanmıştı,
Başbakanlık olarak buna müdahale ettiniz ve
“Örneklemlerin nüfus koşulunu kaldırın.” dediniz.
Nerede kaldı özerklik?
Kamu spotu meselesi etik dışı kullanılır
hale gelmiştir. Kamu spotu her kuruluşun
kendi reklamına dönüşmektedir. Sivil toplum
kuruluşlarına bırakılması gereken kamu spotunda
bu kuruluşlara iktidardan fırsat kalmıyor, niye?
Çünkü iktidarınız icraatlarını ballandıra ballandıra
anlatmak durumundadır. Sözde özerk olan RTÜK,
bu spotları iktidara ayırmak zorunda değil midir?
Bir de oylama gafınıza ilişkin değerlendirme
yapmak isterim. Geçtiğimiz günlerde bir
seçim şoku yaşadınız. Yerel seçimlerin erkene
alınmasıyla ilgili Anayasa değişikliği oylamasında
her türlü çabanıza rağmen fire verdiniz ve yasayı
geçiremediniz. Bunun üzerine diliniz bir anda
çözülüverdi. Ama ne hikmet ki basın bunun
üzerine gidemedi. Hükümet nasıl bir çatlak verdi?
“Oy vermeyenler siyasi
hayata
veda
edebilir.”
dediniz. Bana göre bu
büyük bir gaftı. Siz, nasıl
değerlendiriyorsunuz
bilemiyorum, ancak bana
göre bu durum, sizin gibi
deneyimli bir ismin bile
zaman
zaman
baklayı
ağzından kaçırabildiğini gösteriyordu. Sizin
düşüncenize göre, milletvekili dediğin liderinin
dizinin dibine oturur. O dürttüğünde el kaldırır,
indirir. Milletvekilinin kendi iradesi olamaz, herkes
görüyor burada.
Anayasa değişikliği ile ilgili oylamalar gizli
yapılır. Ancak, siz Başbakan’ın ve orda olmayan
bakanların yerine oy kullanarak bu gizlilik ilkesini
ihlal ettiniz. Meclisimiz’in tarihine -ne yazık ki- bu
hukuk dışı uygulamalar ve demokrasi dışı sözleri
eklediniz.
Son olarak, tarih üzerinde kısa bir hatırlatma
yapmak istiyorum. Geçen yıl da şu sıralardan
ifade ettiğim gibi, dünyada egemen siyasi gücün
tarih üzerinde etkisi söz konusudur. Bu durum
ille de tarihi çarpıtmak anlamına gelmez. Ancak
“Anayasa değişikliği
ile ilgili oylamalar gizli
yapılır. Ancak, siz
Başbakan’ın ve orda
olmayan bakanların
yerine oy kullanarak
bu gizlilik ilkesini ihlal
ettiniz.”
45
BASIN
dünya tarihinin ortaya çıkarılan kısmı, çıkmayan
kısmına göre çok azdır. Dolayısıyla, birileri işlerine
gelenleri ortaya çıkarır, gelmeyenleri ise hasıraltı
eder. Uluslararası siyaset bunun örnekleriyle
doludur. Türk Tarih Kurumu’nu, tarihimiz
“Türk Tarih
Kurumu’nun sınır
aşan çalışmaları
desteklemesi ve hatta
bizzat yürütmesi
gerekmektedir.”
hakkında daha fazla araştırma yapmak, var olan
araştırmaları zenginleştirmek, aydınlanmamış
birtakım noktaları aydınlatmak için yetkilendiriniz.
Dünyanın içine girdiği yeni dönem birden fazla
kutbu barındıran bir dönemdir. Tek kutuplu düzen
gerilerde kalmaya başlamıştır.
Üstelik bu bir süreçtir ve biz iktidarı bir
süredir bunu görmesi ve buna göre hareket etmesi
konusunda uyarıyoruz. Bu çerçevede Türk Tarih
Kurumu’nun sınır aşan çalışmaları desteklemesi
ve hatta bizzat yürütmesi gerekmektedir. Zira
coğrafyalar arası güç farklılaşmaları ve gelecekle
ilgili beklentiler dünya egemen güçlerinin tarih
tezini farklılaştıracaktır. Türkiye’nin kendi bölgesi
ve hedeflerine ilişkin tezleri olması, kendi etnik
tarihini araştırması gerekmektedir. Aksi takdirde
bu alanları birileri sizin adınıza doldurur, tıpkı
geçmişte olduğu gibi...
Teşekkür ediyorum.
46
ADALET
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Adalet Bakanlığı’nın 2013 bütçesi üzerinde
söz almış bulunuyorum. Adalet ve sorumluluk
bilinci kavramları konusunda bir sorgulama
yapalım. İnsan olarak ne kadar
adiliz, oradan başlayalım.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
13/11/2012
ADALET BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
Katıklı adalet olmaz. Yani “Tutukluluk süreleri
uzun ama şu şu nedenle bu davalar gerekli.” türü
cümleler çok net bir şekilde hukuk ve vicdan
dışıdır. Eğer bir ülkede, iktidar sahipleri tarafından
tarif edilen dönemsel gereklilikler nedeniyle
yargının tavrı bu kadar değişebiliyorsa, orada ne
hukuktan ne de güçler ayrılığından bahsedilebilir.
Totaliter rejimler, güçler ayrılığının olmadığı
veya çok zayıfladığı rejimlerdir. Yani, tüm güçlerin,
yasamanın, yürütmenin ve
yargının adeta veya kesin olarak
tek elde toplandığı sistemlerdir.
Ülkemizde ne yazık ki totaliter
bir rejime doğru sürüklenme
bir gerçektir. Halkın adalete
güveni yoktur. Vatandaş “Allah
korusun mahkemeye düşersem
halim ne olur.” diyor. Sayın
Bakan, bu durumun sebebi sizin
siyasi hareketinizin, birtakım
siyasi hesaplar için devlet
aygıtıyla fazla oynamasıdır.
Devlet
aygıtını
o
kadar
bozdunuz ki, artık kimsenin
devlet kurumlarına güveni
kalmadı. Ne yazık ki “adalet”
bu güvenilmeyen kurumların
başında gelmeye başlamıştır.
Katıklı adalet
olmaz.
“Tutukluluk
süreleri uzun ama
şu şu nedenle bu
davalar gerekli.”
türü cümleler çok
net bir şekilde
hukuk ve vicdan
dışıdır.
Ben, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin, bu yüce kurumun
tüm üyelerinin kendilerine
bu soruyu her gün sormaları
gerektiğini
düşünüyorum.
Yargı
mensuplarının,
hakimlerin,
savcıların,
avukatların kendilerine bu
soruyu her gün sormaları
gerektiğini
düşünüyorum.
Tüm devlet adamlarının, kamu
adına hizmet veren herkesin
bu soruyu kendisine sık sık
sorması gerekir. “Evet, ben
insan olarak ne kadar adilim.”
Zira, günümüzde artık vicdan
her zaman olduğundan daha
da gereklidir. Çünkü ülkemizde
hukuk
yerini
konjonktürel
davalara
bırakmaktadır.
Yani,
iktidarın
dönemsel
ihtiyacı olan davalar bu dönemde siyasetin
merkezine çekilmiş, ülkenin kurumları adeta
bunlara göre şekillendirilmiştir. Bu dönemde
kin, nefret, bölünme, düşmanlık duyguları
artmıştır. Toplumda ciddi bir ayrışma vardır ve
ne yazık ki mevcut ayrışma bizzat siyasi iktidar
tarafından körüklenmektedir. Körüklenmektedir
çünkü, iktidar bundan siyasi rant elde edeceğini
sanmaktadır. Üstelik bu ayrışmanın zeminini
oluşturan birçok konu gerçek bir yapısal
ayrışmadan ziyade, ağırlıkla günlük ya da
dönemsel konulardır.
Bakan Sadullah Ergin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Sayın Bakan, Ergenekon
davası yıllardır sürüyor. Tüm
temeli gizli tanık ifadelerine
dayanan
bu
dava,
AKP
Hükümeti’nin siyasi iradesiyle bir kamuoyu
desteği sağlamıştır. Tabii ki karşıt kamuoyu da
vardır. Özellikle medyanın bir bölümü başından
beri Ergenekon’la yatmış, Ergenekon’la kalkmıştır.
Sonra aynı gizli tanık ifadeleriyle konuyla
ilişkilendirilen birçok kişi davaya dahil edilmiştir,
hala da edilmektedir. Tam da dava bir sepet dava
halini almışken -ilginç bir gelişme- bugüne kadar
davaya destek veren gazetecileri bile birbirlerine
düşürmüştür.
PKK’nın bir dönem iki numaralı ismi olduğu
iddia edilen Şemdin Sakık, Ergenekon davasının
47
ADALET
gizli tanığı olduğunu açıkladı. Açıklamakla
kalmadı, davaya Hükümet adına destek veren,
çok sıkı takipçisi olan, kimi iddianameleri,
“Yargı, hükümet
tarafından bir yandan
baskı faaliyetlerinin
aracı haline getirilirken
bir yandan da
kamuoyunu ciddi
şekilde yaralayan
işlere imza atmıştır.”
daha mahkemeye sunulmadan yayınlanan bazı
gazeteleri de PKK’nın yayın organı olmakla
suçladı. Tabii bu gazeteler de birden neye
uğradıklarını şaşırmışçasına Sakık’a saldırdılar.
İçlerinde tek bir gazete olayı farklı yorumladı.
Gerisi kafa karışıklığıyla ne yaptığını şaşırmış
vaziyettedirler.
Bugün de Ergenekon ve onun gibi
konjonktürel davalara baktığımızda, davanın
omurgasını oluşturan ifadelerin tanığın kimliği
gizlenerek alınmasının amacı da ortaya
çıkmış gibi gözükmektedir. Normal bir hukuk
sisteminde, tanığın can güvenliği için böyle bir
yola gidilecekken, bizde -sonradan kimliğinin
açıklanmasıyla anlaşılıyor ki- gözetilen şey,
davanın kamuoyu önündeki inandırıcılığıdır.
Yani, baştan davaya açık ve net kimliğiyle
Şemdin Sakık’ın ifadeleriyle başlansa, bu
davanın inandırıcılığı azalmayacak mıydı? Siz, bu
konuda ne düşünüyorsunuz? İzlenim şu ki siyasi
iktidarınızın ya da iktidarın bazı angajmanları söz
konusuydu. Bu davalara ihtiyacı vardı. Davalar
hala da sürüyor. Öyle gözüküyor ki kimi davaların
birleştirilerek klasör sayılarının çoğaltılması
yolu ile daha da sürdürülecek. Biz buradan artık
sadece gözlem yapıyoruz. Zira, adli sistemimizin
48
sayenizde çökmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Durumun vahameti Başbakan’ın “Yargıya gerekeni
yapmasını söyledik.” lafında gizlidir. Sayın Bakan,
eğer biz yanlış duyduysak, yahut Başbakan yanlış
bir ifade kullandıysa siz burada düzeltiniz, “dil
sürçmesi” deyiniz. Ama yok düzeltemiyorsanız,
o halde tablo ortadadır. Bu tabloda bizim merak
ettiğimiz “Başbakan, başka hangi konularda
yargıya talimat vermektedir?”
Sayın Bakan, ne yazık ki ülkemizde özgür
düşünceyi bir suç haline getirdiniz. Basının
üzerine adeta kara bulut gibi çöktünüz. Bakın,
Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi,
ülkemizdeki durumu hazırladığı raporda şöyle
tarif ediyor: Türkiye’nin basın özgürlüğü krizi,
gazetecilerin hapsedildiği ve muhalefetin suç
sayıldığı karanlık günlerden geçildiğini, başta
Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu olmak
üzere son derece baskıcı yasalar olduğunu, aslen
devleti korumaya yönelik bir Ceza Muhakemesi
Kanunu ve Hükümetin basına yönelik en
üst düzeyde katı üslubuyla karşılaştığını,
Türkiye’deki basın özgürlüğü sorununun kriz
düzeyine ulaştığını, onlarca yazarın ve editörün
neredeyse tamamı terör ve devlete karşı işlenen
diğer suçlar kapsamında olmak üzere hapiste
olduğunu, onlara karşı delil olarak gazetecilik
faaliyetlerinin gösterildiğini, Hükümetin geniş
kapsamlı Ergenekon soruşturmasının araştırmacı
gazetecisi Ahmet Şık ile Nedim Şener’in
özgürlüklerini ellerinden aldığını, ancak kanıtların
darbecilerden çok Hükümetin muhalif gazetecileri
cezalandırma niyetini açığa serdiğini ifade ediyor.
Sayın Bakan, yargı, hükümet tarafından
bir yandan baskı faaliyetlerinin aracı haline
getirilirken bir yandan da kamuoyunu ciddi
şekilde yaralayan işlere imza atmıştır. Sivas
katliamı davasının zaman aşımına uğraması,
Deniz Feneri’nin üzerinin örtülmesi gibi onlarca
örnek verilebilir.
Sayın Bakan, ülkemizi bir hukuksuzluk
ülkesi haline getirmektesiniz. İktidar tutkusu ve
hırsıyla aldığınız bu yöndeki adımları geri alınız.
Aydınlara, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere,
öğrencilere, özgürlük için mücadele eden
insanlara zulmetmekten vazgeçiniz.
Teşekkürler.
EKONOMİ
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunun
değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın
mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, basına cari açıkla ilgili demeç
verirken mal ithalatını düşürmek için alınacak
tedbirler arasında terörün yoğun yaşandığı
bölgelerde iş gücü maliyetlerini Türkiye’nin rekabet
etmekte zorlandığı ucuz emek çalıştıran ülkelerle
eşitleyecek bir sistem üzerinde
çalıştığınızı
açıklamıştınız.
Doğal olarak bu, bölgesel asgari
ücret uygulamasını akıllara
getirdi. Maaşlarda tek kuruş
geriye
gitmeyeceğinizi
de
söylemiştiniz. Buradaki planınız
nedir?
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
14/11/2012
EKONOMİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
geriletmişken, ithalata dayalı bir ekonomi
yaratmış, cari açığı ciddi düzeylere ulaştırmışken,
nasıl olacak da hiçbir sanayi altyapısı olmayan
Güneydoğu Anadolu’ya fabrikalar kuracak ve
Güneydoğu Asya ile rekabet edeceksiniz, bu bizim
merakımızdır.
Sayın Bakan, Güneydoğu Asya ülkelerini
dünya ekonomisinde üretici dev haline getiren
ucuz emek gücü olduğu kadar ölçeğin çok büyük
olmasıdır. Yani bu ülkelerin
devasa nüfuslarıyla yarattıkları
talep,
ölçek
ekonomisinin
avantajlarından üst düzeyde
yararlanmalarını
sağlamıştır.
Ancak bu ekonomileri sadece
ucuz emek gücü nedeniyle
haksız rekabet yaratan ülkeler
olarak görmek meseleyi yanlış
okumaktır, diye düşünüyoruz.
Yani mesele sadece ucuz emek
gücü meselesi değil, ölçek
ekonomisi
meselesidir.
Bu
ekonomilerin üretim güçleri o hale gelmiştir ki
ABD de dahil tüm gelişmiş ülkelerin ekonomilerini
sarsmakta ve onları önlem almaya itmektedir.
Devam eden küresel krizin pek fazla tartışılmayan
nedenlerinden birisi de bu ülkelerin sıkıştığı
rekabet meselesidir. Çünkü gelişmiş ülkeler
düne kadar teknoloji ile üstünlük sağlarken,
ölçek ekonomileri piyasaya öyle büyük üretim ve
tüketim potansiyeliyle girmiştir ki oradaki rekabet
sistemini etkiler hale gelmiştir. Bu ekonomilerde
üretim ve dünya ticaretindeki güçleri öyle hale
gelmiştir ki dünyanın yeni dengeleri bu ülkelerdeki
sermaye birikiminin dengelenmesine dönük
müdahalelerle biçimlenecektir. Bunu iş olsun diye
söylemiyoruz.
“Ekonominin
dinamosu
taahhüt, borç ve
kredi değil üretim
gücü olmalıdır.”
Özellikle Güneydoğu Asya
ülkelerini
kastederek
“Biz,
sadece
teknolojisi
yüksek
ürünlerde açık vermiyoruz,
100 dolara, köle ücretine işçi
çalıştıran ülkelere karşı yerli sektörleri korumak
zorundayız.” demiştiniz. Köle ücretleriyle üretim
yaptığını ifade ettiğiniz ekonomilerle mücadele
etmek için üretim sahası olarak seçeceğiniz
illerde
benzeri
koşulların
gelişmemesi
beklentimizdir. Maaşlarda geriye gitmeden bunu
nasıl yapacaksınız? Yoksa cevabınız o bölgenin
kendine özgü asgari ücreti olacak şeklinde
midir; kayıt dışı mıdır? Öyle şeyler var oralarda
biliyorsunuz, bizim haberimiz var. Eğer öyleyse
bu ücretlendirme ne kadar olacak? Eğer şu anki
asgari ücretten düşük olacaksa o halde bu nasıl
maaşlarda geriye gitmemek olabilir?
Bu bölge, anladığımız kadarıyla, Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’dir. Bölgede istihdam yaratmak
için adımlar atılması, fabrikalar kurulması bizlerin
yıllardır söylediği, savunduğu bir görüştür. Zira
siyasi iktidarınız döneminde ülke genelinde
üretim sektörünün gerilediği, ekonominin
dinamosunun üretim değil, taahhüt, borç ve kredi
olduğunu gayet iyi biliyoruz. On yıllık iktidarda
mevcut sanayimizi dünyadaki rakipleri nezdinde
Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekonomi Bakanı
olarak bunu göz önünde bulundurmanız ve
stratejinizi bu gerçeğe göre şekillendirmeniz
gerektiğini
düşünüyoruz.
Yaratılan
ölçek
ekonomisiyle gerçekten rekabet etme niyetiniz
varsa, ülkeyi ekonomik bölgelere ayırmak
yerine içinde ülkemizin de bulunduğu bölgesel
Bakan Mehmet Zafer Çağlayan’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
49
EKONOMİ
ekonomik birliklere bakmalısınız ki dünyada bu
yeni dengeler oluşurken önümüze hangi imkanlar
sunulmaktadır ve sunulacaktır, görebilesiniz.
“Ekonomimiz üretmediği
sürece daha büyük
riskler edinmeye devam
edecektir.”
Bu imkanları biz de yaratabiliriz. Yani,
ölçek ekonomisine karşı, ölçeğimizi büyütecek
önlemler almalısınız. İşin sırrı buradadır diye
düşünüyoruz. Ancak ne yazık ki Hükümet, dış
politikada öyle hatalı tercihler yapmaktadır
ki bu anlamda ülkenin geleceğini aydınlığa
kavuşturacak, istihdam yaratacak, sanayimizi
geliştirecek, bilimi ve tekniği üretimde egemen
kılacak, bir ekonomik gelecek vadetmemektedir.
Bakınız, ekonomide kötüye gidiş vardır, geçen
sene de uyarmıştık, finans ekonomisi ancak geçici
bir süre soluk getirebilir ve bu ekonomiye fazlaca
bağlanmak sizi üretenler karşısında çaresiz kılar.
Hükümet, ithalata dayalı olan ihracat rakamlarıyla
böbürlenip durdu ancak şimdi o konuda pek ses
çıkmıyor.
Bakınız, tasarruflar azalırken enflasyon
artıyor, iktidarınız süresince bireysel krediler
toplamı 33 kat arttı. Yani bir taahhüt balonu
yarattınız, piyasaya para sürerek ekonomiyi canlı
tutmaya çalışıyorsunuz, arkadaşlar söylediler.
Ekonomimiz üretmediği sürece daha büyük
riskler edinmeye devam edecektir. Bugünün
küresel dünyasında ölçek ekonomisiyle mücadele
etmek için ölçek büyütmeye dönük projeler
geliştirmeniz gerektiğini düşünüyoruz. Bu ölçek
büyütmek meselesi çok önemlidir. Küresel
mücadele bir anlamda olabilir ama bunun
bölgesel temellerini yapmadığınız zaman durum
biraz zorlaşacaktır. İşte bu yaklaşım sıfır sorunda
pek uygulanmadı, bu işler nasıl yapılacak kafayı
tekrar yormak gerekiyor. Güney-Kuzey meseleleri
çıkıyor, buna Doğu-Batıyı da almak gerekiyor.
Oysa Hükümetiniz ne yaptı? Vergi getirdi 2013
yılı Bütçesinde bu vergilerin sonucu olacak ciddi
zamlar öngörüyoruz.
Sayın Bakan, yüksek cari açığı büyümeyi
50
düşünerek, düşürmeye devam mı edeceksiniz?
İktidara geldiğinizden bugüne cari açık ciddi
düzeyde artmıştı. 2002 yılıyla 2012 yılı arasında
100 katı kadar bir artış söz konusudur. Yani
ülkemiz sürekli zarar etmekte ve bu zarar sürekli
devretmektedir. Bugün ekonominin önemli bir
kısmının taahhüt balonu olduğunu söyledik. Bu
taahhüt balonunu patlatmadan azaltmak ve
ekonominin içindeki payını düşürmek zorunda
olduğunuzu düşünüyoruz.
Verimlilik ve tutumluluk başka önemli bir
konudur. AKP Hükümeti en çok yaptığı yollarla
övünmektedir; ancak büyük kentlerimiz ve
onların problemleri ciddi şekilde artmıştır. Bu
problemler ekonomiye verimsizlik ve israf olarak
yansımaktadır. Örneğin burada çok çarpıcı bir
örnek var; sadece İstanbul’da trafikte bekleyen
araçların harcadığı yakıt yılda 5 milyar Türk lirası
değerindedir yani 4 milyar dolar gibi bir şey.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesinden bile
çoktur. Dolayısıyla, sizin Bakanlığınız da dahil 11
tane bakanlığın bütçesinden daha fazla bir payı
atmosferi kirletmek ve trafikte sinir hastası olmak
için harcıyoruz. Bu verimsizliğe son verilmelidir,
bu bir kalkınma ve planlama hamlesiyle mümkün
olacaktır. Doğayı yok etmeden, kaynakları talan
ettirmeden, değerlerimizi yağmalatmadan akılcı
ve vatanperver bir planlama hamlesi bugün
ülkemizin ekonomisinin temel çözümüdür diye
düşünüyoruz. İktidar partisinin şehirlerimizi
daha fazla büyütecek, trafiği daha da arttıracak,
doğaya daha fazla zarar verecek çözümlerine
baktıkça bu vatanperver ve sorumluluk içeren
planlama hamlesini beklemenin boşuna olduğunu
düşünüyor gibiyim. Bakana biraz kibar olsun diye
böyle konuşuyorum.
Bizler ülkenin taahhüt ve finans piyasasına
teslim olmuş ekonomisini güçlü bir dış politika
eşliğinde yeniden üreten, ürettiğiyle yeni iş
olanakları açan ve bunu adil bir şekilde yapan
bir ekonomik atılım dönemi için var gücümüzle
hazırlanıyoruz. Bunu gerçekleştirecek gücün
ülkemizde olduğunu da çok iyi biliyoruz,
çalışmalarınızda ve yeni bütçede efendim sizlere
şans diliyorum, sağ olun.
ENERJİ
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) –
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun
değerli
üyeleri,
değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, sözlerime ülkemiz açısından
oldukça önemli bir konu olan bor madenleri ile
başlamak istiyorum. Bakınız, bor madeni, başta
cam, seramik, elektrik-elektronik, bilgisayar,
uzay teknolojileri, havacılık,
nükleer, inşaat, enerji, tekstil,
ilaç, kozmetik, kimya, tarım,
kağıt, kauçuk olmak üzere pek
çok sektörde kullanılmaktadır.
Borun, çok yüksek enerjiye
sahip olduğunu biliyoruz. Bor,
teknolojinin en ileri alanlarını
içeren ulaşım ve iletişim
alanlarında
kullanılmaktadır.
Uzay
teknolojilerinin
ve
yalıtımın en önemli maddesidir.
Sadece bunlar boru olağanüstü
stratejik madde yapmaya yeter.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
14/11/2012
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI’NA
İLİŞKİN KONUŞMA
tamamının işletim hakkı kamu adına Eti Maden’e
verilmiştir. Üstelik ülkemizin sahip olduğu bu yüzde
72’lik oran hem çok zengin hem de yüzeye yakınlığı
itibariyle çıkarılması dünyadaki rakiplerine göre
daha az masraflı rezervlerden oluşmaktadır. Ben
de bunların üzerindeki bir ilçeden Bigadiç’ten
geliyorum. Borun üzerinde dünyaya geldim.
Bütün bunlar boru bizim için daha da önemli hale
getirmektedir.
“Ülkemiz,
dünya bor
pazarını kontrol
edebilecek
güçtedir.”
Borla ilgili bir de şunu söylemek istiyorum.
Borun bir yakıt olduğunu kabul etmeye başladı
insanlar biliyorsunuz. Bunun, füze yakıtlarında,
iki ülke tarafından ileri düzeyde kullanıldığını;
bu ülkelerin Almanya ve ABD olduğunu, daha
geri düzeyde de İran tarafından kullanıldığını
duyuyoruz. Borla ilgili özelleştirmeler gündeme
geldiğinde şu soru aklımıza gelsin: “Bor bir gün
füze yakıtı olarak kullanılacak olursa… 18 misli daha
kuvvetli bir enerji çıktığı söyleniyor.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER
YILDIZ (Kayseri) - Öyle bir şey yok.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – “Öyle
bir şey yok.” diyorsunuz ben gözlerimle gördüm.
Biz boru başkalarına vermiş olursak durum ne
olacaktır, bunu yapanlar tarihe nasıl geçerler?
Şimdi, bu soruyu sorduktan sonra devam
edelim… Ülkemiz açısından boru önemli kılan
nedenler bu kadar yaygın kullanım alanı olmasıyla
sınırlı değildir. Dünya ekonomik bor rezervinin
yüzde 72’si ülkemiz topraklarındadır ve bu rezervin
Bakan Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Sayın Bakan, ülkemizin
dünya bor pazarını kontrol
edebilecek; dolayısıyla yukarıda
saydığımız sektörlerde söz
sahibi olabilecek bir tekel olma
potansiyeline sahip olduğunu
sizler de biliyorsunuz.
Biraz
da
rakiplerin
durumuna bakalım. Dünyada,
Eti Maden’e rakip durumunda
iki büyük firma vardır. Bu
rakiplerimizin sahip oldukları
rezervler hızla tükenmektedir.
Rezervleri
eridikçe,
kalan
bor, giderek daha derinden
çıkarılmakta, dolayısıyla maliyetler artmaktadır.
Bazı bölgelerde ciddi statik problemler ve iş
kazaları yaşanmıştır. Rakiplerimizin dış rezervleri
ise ya oldukça yüksek yerlerde, dolayısıyla yüksek
işletme maliyetli, yahut daha da pahalı olan kapalı
madencilik yöntemi ile çıkarılmaktadır. Tablo bu
iken, rakiplerimizin bizim kolay ulaşılır, yüksek
verimli ve karlı madenlerimize göz dikmelerinden
daha doğal bir şey olamaz.
Geçmişte
defalarca
bor
madenlerimiz
özelleştirilmeye çalışılmıştır. Bizzat bunlara tanık
oldum. Kamu sektörünün verimsizliği, hantallığı
gibi türlü argümanlar özelleştirme taraftarları
tarafından
dillendirilmiştir.
Ancak,
sadece
rakamlara bakıldığında bile bor madenlerimizin
kamulaştırılması ile karlılık oranının ciddi bir şekilde
arttığını görüyoruz.
Bor madenlerinin kamulaştırılması ile birlikte
dünya pazarındaki payı yüzde 11’lerden yüzde
49’lara çıkmıştır. Toplam ihracat geliri ise 83 milyon
dolardan 831 milyon dolara yükselmiştir. Toplam
51
ENERJİ
bilinen bor rezervi ise neredeyse 5 kat artmıştır.
Yani, daha ne kadar rezerv var, bilinmiyor. Yüzde
72 mi yoksa yüzde 80 mi, ortaya çıkacaktır.
“Bigadiç’te oluşan bor
dağları için verilen
ağaçlandırma sözünün
yerine getirilmesini hala
bekliyoruz.”
Kamulaştırma öncesiyle kıyas ortadadır.
Üstelik Eti Maden’in bor performansına bakıldığında
bir kamu işletmesi olarak, özel şirket ve dev maden
şirketleri olan rakiplerine oranla çok daha verimli
bir grafik çizerek sektörde lider duruma geldiği
açıktır. Simdi, Sayın Bakan, bu kadar olumlu ve
gelecek vadeden bir maden, yabancıların iştahını
kabartmaktadır. Hatta iştahtan öte, rakiplerimiz
için bizim rezervlerimize sahip olmak bir ölüm
kalım meselesidir.
Şu anda, bor madenciliği piyasasında tüm
rakipler kendi siperlerinin arkasına gizlenmiş, sizin
geçirmekte ısrar ettiğiniz yasayı beklemektedirler.
Yasa zamanla derinleşecek tavizlerin başlangıcı
olarak algılanmaktadır. Bir yerden delmek lazım,
yani yelkeni yırttığınız zaman biliyorsun dikmek çok
zor. Nedir bu yasa? Bu yasa, “Şu anda işletilmesi
kamuya ait olan bu stratejik madenimizin
özelleştirilmesinin, dolayısıyla yerli ya da yabancı
sermayeye açılmasının yasasıdır.” Ülkemizin bor
madenciliği sektöründeki rakiplerinin rezerv
miktarı ve verimliliği olarak ciddi düşüşe geçtiği
bir dönemde böyle bir yasaya ihtiyaç duyulması
düşündürücüdür. Bu yasaya gerekçe gösterilen
“bor işletmesinin verimlileştirilmesi” gibi nedenleri
gerçek olarak algılayamıyoruz. Yasada geçtiği
şekliyle “hizmet alımı” olarak adlandırılan şey bir
özelleştirme yöntemidir. Zaten birçok yöntemlerle
madenlere hizmet alımının çok zor olmadığı
bilinmektedir.
Bor madenlerimizde yabancı şirketlerin
inisiyatif kazanması demek, stratejik öneme sahip
bir madenimizin geleceğini başkalarına devretmek,
dolayısıyla ülkemizin geleceğini karartmak
anlamına gelebilir. Dünya bor madenciliğinde
rakipler her geçen gün inisiyatif kaybederken bir
anda gündeme getirilen bu yasa ülkemiz halkı
52
için değil, bu yabancı şirketler için bir umut kapısı
olmuştur. Bor madenlerimizin fiilen özel sektör
tarafından işletilmesinin önünü açacak ve kamu
kuruluşumuz Eti-Madeni zayıflatacak bu kanun
tasarısı derhal geri çekilmelidir.
Ayrıca, geçen sene burada konuşulan bir şey
vardı: Bigadiç’te “o bor dağları ağaçlandırılacak”
diye söz verilmişti. O bölgenin ağaçlandırılması
henüz yapılmadı ve çevre köylerden de yol
konusunda şikayetler devam ediyor. Sayın Bakan’a
buradan iletmek benim görevim, çünkü oraya
gittiğim zaman benim yakama yapışıyorlar.
Sayın Bakan, ülkemiz açısından elzem olan
bir diğer konu nükleer santraller konusudur.
Ülkemizin enerjideki dışa bağımlılığı gerekçe
gösterilerek gündeme getirilen nükleer enerji
meselesi Hükümetiniz tarafından net bir şekilde
savunulmaktadır.
Ancak,
dünyada
gelişmiş
ülkelerin birçoğunun yeni nükleer santraller
yapmadıklarını ve enerji üretimlerini yenilenebilir
enerji kaynaklarına dönüştürmek için ciddi çabalar
sarf ettiklerini biliyoruz. Üstelik ülkemizin deprem
kuşağında bulunduğu ve geçmişte depremle ilgili
acı tecrübeleri olduğu iyi bilinmektedir.
Basına verdiğiniz bir demeçte “Akkuyu’ya
kurulacak santral herhangi bir fayın üzerinde
bulunmuyor” demişsiniz. Aynı açıklamanızda
“Yapılacak nükleer santralin Türkiye’nin en
sağlam yapısı olacağını ve 100 ila 500 kilometre
uzaklıkta oluşabilecek bir deprem riski gözetilerek
yapılacağını” söylemişsiniz. Ancak, Sayın Bakan,
-bunu hazırlarken jeologlardan da bilgi aldık, jeoloji
mühendislerinden- fay hatlarının ilerlemekte
olduğunu biliyoruz. Üstelik bunlar, uzun yıllar
süren birikimlerin sonucu da olsa kırılma aniden
oluyor. Akkuyu’nun tam kuzeyinde Kuzey - Güney
doğrultulu bir fay geçmişi vardır. Sorum şudur: Bu
fay ilerler ve Akkuyu’da kırılırsa ne olacaktır?
Ve esas sorum da şudur: Bütün bu riske değer
mi, başka bir deyişle bütün bu olaylar bu riske
girmeye değer mi?
Yani Japonya’nın başına geleni gördük.
Dünyanın en ileri teknolojik bilgisine sahip ülkenin
deprem sonucu oluşan tsunamiyle çaresiz kaldığını
biliyorsunuz. Nükleer santral herhangi bir yapı
değildir, sonuçları korkunç düzeyde olabilir.
Nesiller boyu devam eden bir felaket oluşabilir.
Biliyorsunuz Ukrayna’da hala bu sıkıntılar
yaşanıyor. Karadeniz’deki neticelerin üzeri geçmiş
dönemlerde iyi örtüldü. Siz de biliyorsunuz, Sayın
Bakan.
ENERJİ
Mali disiplin gerekçe gösterilerek yapılan
doğalgaz ve elektrik zamlarına gelince, Hükümetin
uzunca bir süredir uyguladığı dolaylı vergilerle
ekonominin yükünü halka fatura etmenin bir diğer
yolu olduğu açıktır. Doğalgaz fiyatları dünyada
reel olarak hemen hemen hiç yükselmemişken
yaz öncesi ve geçtiğimiz ayda peş peşe yaptığınız
zamlarla doğalgaz fiyatını yüzde 35’ler düzeyine
yükselttiniz. Bu, açık ve net bir şekilde, zaten geçim
derdinde olan emekçi kesimlerin geçim derdini
artırmaktır.
Ayvalık’ta rüzgar gülleri kuruluyor, hem
de nerede biliyor musunuz Sayın Bakan? Yani
resmen turizmin katli bu, Cunda Adası’nda, Cennet
Tepesi’nde. Belediye bunlara başka yer gösterdi
ama buralarda izinler söz konusu. Bu, yani yapılacak
bir şey değildir.
GÜMÜŞ – Rüzgar gülü Sayın Berber. Rüzgar
gülü sizin gibi gülmüyor maalesef. Rüzgar güllerini
Cunda’ya koydukları zaman oradakileri ağlatıyorlar
Sayın Berber.
Ayvalıklılar çok üzülüyor bu meseleye ve bu
izin verilen yerlerin de ileride imar planıyla ilgili
bir meseleye dönüşmesi ihtimalini insanlar bol
miktarda konuşuyor. Turizmin göbeğinde bu izin
verilmez, oralarda daha çok rüzgar alan alanlar var,
belediye de zaten onlara göstermiş.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gümüş.
GÜMÜŞ – Sağ olun, teşekkürler.
RECAİ BERBER (Manisa) - Siz nereden
biliyorsunuz rüzgar gülünü?
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Efendim?
Sayın Berber, sesinizi yükseltin duyulmuyor.
BERBER - Güller kuruyor filan dediniz de…
Marmara Bölge, 16 Mart 2013
BAŞKAN - Efendim, gül meselesi…
53
İÇİŞLERİ
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Önce üç adet soru
sormak istiyorum Sayın Bakanımıza. Geçen bütçe
döneminden bu yana kamu görevine başlatılan
polis sayısı ne kadardır? En son bütçeden geçirilen
30 bin kişilik kadronun yüzde
kaçı doldurulmuştur? Sayın
Genel Müdür burada herhalde.
İkinci soru Sayın Bakan:
size göre Bütünşehir Yasa
Tasarısı’nda BDP’nin Genel
Kurula katılmayışını AKP’ye
verilen destek olarak mı,
yoksa karşı duruş olarak mı
yorumluyorsunuz? Sadece bu
yorum lazım.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
çabanız boşunadır. AKP’nin bir süredir içine girdiği
düşüş eğiliminden onu büyükşehir kanununun da
kurtarması zor gözükmektedir.
Balıkesir Milletvekili olarak kanun tasarısı
henüz İçişleri Komisyonu’nda konuşulurken
toplantılarınıza katıldım ve bu yasanın Balıkesir
gibi büyük bir şehri ne kadar yanlış okuduğunu ve
değerlendirdiğini anlattım. Balıkesir nüfusunun
önemli bir bölümü köylerde ve beldelerde yaşayan
bir şehirdir. Sizin, sürekli
bütün şehre örnek olarak
gösterdiğiniz İstanbul gibi
nüfusun yüzde 99’u şehirlerde
yaşamamaktadır. Balıkesir’de
özellikle
kıyı
şeridinde
yaptığınız değişikliklerin akla,
kültüre, yerel yaşamın ruhuna
ve bölgenin tarihine ne kadar
aykırı olduğunu anlatmıştım.
Yerel
seçimlerde
avantaj
sağlamak
için
yaptığınız
düzenlemeler ciddi sosyolojik
sorunları
da
beraberinde
getirecektir.
Balıkesir’de
–özellikle
hemen
ifade
edeyim- yerel seçimlerde bir
avantaj
sağlayabileceğinizi
d ü ş ü n ü y o r s a n ı z ,
yanılıyorsunuz. Ülke genelinde
durum ise yine tarih, kültür, yerel yaşam
gözetilmeden yapılan değişikliklerle doludur.
“Yerel seçimlerde
avantaj sağlamak
için yaptığınız
düzenlemeler
ciddi sosyolojik
sorunları da
beraberinde
getirecektir.”
Üçüncü sorum: Sayın
Bakan,
uygulamanız
ve
sorulara bakışınız açısından
sizden önceki iki İçişleri Bakanı
ile farkınız var mıdır? Varsa
nelerdir? Üzerinize alınmayın,
size bir eleştiri değildir yani
sizin çalışma tarzınızda bir
farklılık varsa onu öğrenmek istiyorum. Bu
size bir eleştiri de değil. Biz birtakım farklılıklar
görüyoruz, bu farklılıkları da sormak hakkımızdır
siyaseten.
Sayın Bakan, biz Anayasa hazırlıklarından
ve partiniz yetkililerinin çeşitli beyanatlarından
anlıyoruz ki, Hükümetin en önem verdiği
hedeflerden birisi başkanlık sistemine geçiştir.
Yine gelişmelerden ve getirdiğiniz büyükşehir
yasasından belli ki, Türkiye’de çok önemli idari yapı
değişiklikleri söz konusudur, ancak ne Anayasa
hazırlıklarında ne de Büyükşehir Yasası’nda bu
niyetinizi açıkça ifade etmiyorsunuz. Bu tarz
dürüst bir tarz değildir, toplumu yanıltmak yatar
bunun altında. Diğer taraftan görülüyor ki, bu
54
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
15/11/2012
Ancak Sayın Bakan, ne yaptığınızın farkında
olmanızı dilerim. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi
atmosfer zaten yeterince gerginken bir de bu
düzenlemelerle tam anlamıyla yangına körükle
gittiniz. Size dört kere sormuştum; bu başkanlık
idari sistemine hazırlık mıdır? İçinizden bir sesi
duyar gibi oluyorum, yanlışsa düzeltin lütfen.
“Bu milletvekili ne kadar doğru konuşuyor ve
biz başkanlık sisteminin altyapısını hazırlıyoruz.”
der gibi oluyorsunuz, demeseydiniz diğer üç
defasında cevaplardınız. Eğer mümkünse lütfen
şimdi cevaplayın.
BAŞKAN – Yani düşünce okuma yeteneğiniz
Bakan İdris Naim Şahin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
İÇİŞLERİ
de var!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) –
Bunlar havada bile gaz görüyorlar.
İZZET ÇETİN
önyargılısın.
(Ankara)
–
Bakan,
çok
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – 3 kere bu
platformlarda konuşup da 1 kere de Genel Kurul’da
konuşup da… (Karşılıklı konuşmalar) Bir saniye,
sözüme girmeyin lütfen. 3 kere bu platformlarda
konuşup da cevap alamazsanız “Vallahi bu adam
ne kadar doğru söylüyor.” dediğinizi anlarsınız
siyaseten, yani değilse lütfen değiştirin.
Suriye meselesindeki savaş hevesinizin,
tutumunuzun sonucu olarak zaten huzurunu
kaçırdığınız Hatay’ın bir de, kanunla, bin yıllardır
yaşadığı tarihi zenginlik sonucu oluşan kardeşlik
ortamının köküne kibrit suyu ekilmiştir. Bakın, hep
vurguladığımız bir şey var. Sağlıklı bir iç politika
olmadan sağlıklı dış politika olmayacağı gibi,
sağlıklı bir dış politika olmadan da sağlıklı bir iç
politika mümkün değildir. Hatay sadece bir örnek.
Sizin Suriye politikanız gibi içişleri politikanız da
kardeşliğe vurulan darbelerden ibarettir. Dünya
siyasetini, dünyanın içine girdiği dönemi iyi
okuyamayan Hükümetinizin gerek dışarıda gerek
içeride ürettiği sözde çözümler çoktan kapanmış
bir dönemin geç kalmış hareketleridir. Buna
uyandığınızda geç kalmış olacaksınız.
Ülkemizde, en hafif tabirle, dayattığınız
başkanlık sisteminin bir parçası olarak gördüğümüz
yeni belediyecilik formu, milli birçok hedefle de
çelişebilmektedir. Hiçbir bilimsel araştırmayı
açıklamadan, varsa araştırmaların sonuçlarını
kamuoyuyla
paylaşmadan,
kamuoyunun
görüşünü almadan yapılan bu uygulama, ya da
başka bir deyişle bizim tarafımızdan örtülü olarak
algılanan siyasi ve idari hedeflerinizin ülkenin
milli hedefleriyle ciddi şekilde çelişip çelişmediği
araştırılmamış,
tartışılmamıştır
bile.
Bize
göre, getirdiğiniz bu yasa başkanlık sisteminin
altyapısını oluşturmaktadır ve ağır gelen tarafı
siyasi iktidarın bunu sinsi sinsi yapmış olması,
vatandaştan gizlemiş olmasıdır.
Sayın Bakan, gerçek hedefi açıklanmadan
yapılan bu düzenlemenin zamanla tüm Türkiye’ye
yayılacak bir uygulama olup olmadığını
size defalarca sordum. Kaçamak cevaplara
başvurmadan net ve dobra bir şekilde cevap
vereceğinizi umarak tekrar sordum, bir daha
tekrarlıyorum. Sayın Bakan, bu konuda net
bir cevap verin ki biz de bundan sonra dürüst
bir tarz benimsediğinizi ve toplumu yanıltma
istediğinizden vazgeçtiğinizi düşünelim.
Bakın, Bütünşehir ile vatandaşın nasıl
suistimallere maruz kalacağına dair hiçbir ön
çalışmanız yoktur. Ne yazık ki size istikrar için oy
veren milyonlarca seçmeni, ülkenin idari yapısını
siyasi ve idari çıkarlarınız için bozarak hayal
kırıklığına uğratacaksınız.
İçişleri Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Size
bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ile 29 Ekim’de
kimi temaslarımız olmuştur. Yanlış anlaşılmasın,
oturup konuşmaktan, insanca temas kurmaktan
bahsetmiyorum. Bahsettiğim, hepinizin bildiği
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına
engel olmaya çalışan Hükümetinizin bizzat Genel
Başkanımıza, Genel Başkan Yardımcılarımıza,
Milletvekillerimize ve vatandaşlarımıza karşı
takındığı saldırgan tutumdur. Orada bayram
yürüyüşünde polis barikatının önünde ben
de vardım. Yani bize, vatandaşa sıkılan biber
gazlarının
hesabını
sandıkta
vereceğinizi
düşünüyorum ve buna inanıyorum ama gitmeden
evvel bir güzellik yapın ve insanlara, insanımıza,
vatandaşlarımıza sanki sivrisineğe zehir sıkar
gibi sıktığınız gazlara ödenek ayırmaktan
vazgeçin. Hele hele, bu bayrağı eline almış, 29
Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamaya, oradan
Atası’nın huzuruna gitmeye çalışan, milyonlarca
bayrak taşıyan insana yapmaktan vazgeçiniz. Artık
polisin biber gazı uygulaması öyle bir alışkanlık
haline geldi ki bütün haberlerde izliyorum, adeta
önüne gelene sıkılıyor. Olaylarla alakalı alakasız
fark etmiyor, yoldan geçen yaşlı amca dahi
nasibini alabiliyor. Yine, bugün bir başka haberde
bir okulda 8 çocuğun acile kaldırıldığı haberi
var. Artık biber gazını öyle yaygınlaştırdınız ki
çocuğun biri biber gazını çöpte buluyor, okula
getiriyor, arkadaşlarına sıkıyor, herhalde sizi
örnek almışlar diye düşünüyoruz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Bizi değil de…
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Bakan, hala muhtarların ekonomik sorunlarıyla
ilgili bir ilerleme sağlayamadınız. Toplumda her
türlü soruna canla başla koşan bu insanlara asgari
ücreti hala çok görüyorsunuz. Her türlü sosyal
sorumluluğu özveriyle yüklenen muhtarlara
ve ailelerine gereken destekler verilmeli,
mağduriyetleri ortadan kaldırılmalıdır. Bu ülke
muhtarlarına sahip çıkmalıdır.
55
İÇİŞLERİ
Sayın Bakan, uzun süreden beri polis
memurlarımız özlük haklarındaki sorunların
çözülmesini beklemektedirler. Bu konuda sizi
“Bize ve vatandaşa
sıkılan biber gazlarının
hesabını bir gün
sandıkta vereceğinizi
düşünüyorum.”
daha hassas olmaya davet ediyoruz. Polisimiz
maddi ve manevi olarak sıkıntı içindedir. Sizin
döneminizde polisin sıkıntıları artmıştır. Sizin
döneminizde polise verilen sözler -özlük hakları
ve maddi yardımlar, maddi artışlar olaraktutulmamıştır. Biz polisten gelen mırıldamaları ve
hatta homurtuları işitiyoruz. Sizin Hükümetinizin
kulakları sağır mıdır?
Sayın
Bakan,
Cumhuriyet
Bayramı
kutlamalarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Sekreteri ve örgütten sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı üzerine polisle görevlendirilmiş
kişiler benim gözlerim önünde biber gazı
sıkmıştır. Çıkan izdihamda bu iki üst düzey ana
muhalefet partisinin önemli yöneticisi ezilme
tehlikesi altında kalmış, ben olay yerindeki polis
yöneticilerini uyardığım halde bariyerleri açıp
kendilerini kurtarmamışlar, ezilme tehlikelerine
karşı seyirci kalmışlardır.
Burada yapılanlarda sizin sorumluluğunuz
var mıdır, varsa nedir?
…
BAŞKAN - Başka soru sormak isteyen?
Sayın Gümüş, buyurun lütfen.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Ben
gayet ciddi soruyorum bu sorumu.
Ben seçimle gelmiş bir milletvekiliyim.
BAŞKAN – Elbette.
GÜMÜŞ – Milletvekili sayısı nüfusla
orantılığında bir milletvekili olarak 150-200
56
bin kişiyi siyasi olarak temsil ediyorum. Benim
yüzüme göre göre biber gazı sıkıldı, diğer
milletvekillerinin de sıkıldı. Şimdi, ben aynı şeyi
yapsam, Sayın Bakana biber gazı sıksam başıma
ne gelir, merak ediyorum.
…
Sayın Gümüş, buyurunuz.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teknik
bir şey soracağım, siyasi değil.
Sayın Bakan, ben mesleki olarak merak
ediyorum. Türkiye’de kaç çeşit istihbarat
organizasyonu var, Türkiye Cumhuriyeti’nin
bünyesinde ve bunların eğitimi nasıl yapılıyor?
Yani merak ediyoruz, söyleyebildiğiniz kadar
çünkü bunlar gizli değildir herhalde. Biz üç beş
tanesini sayarız ama on dörde kadar çıkarıldığını
duyuyoruz. Doğru mu, onu merak ediyoruz.
giriş
ULAŞTIRMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, uzunca bir süredir enerjisinin
ciddi bir bölümünü icraatlarından çok, o
icraatların yaratacağı algı üzerine harcıyor.
Örnek verelim: Birçok konuda
kendisini sürekli olarak 2002
öncesi Türkiye Cumhuriyeti
ile
kıyaslayan
Hükümetin
kendi iktidarının bir milat
olduğu algısını insanlarımızın
bilinçaltına işlemek istediğini
gözlemliyoruz.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
19/11/2012
ULAŞTIRMA DENİZCİLİK VE HABERLEŞME
BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
yarısından azını, yüzde 40’ı kadarını yapmışsınız.
Yani 1930’ların hızında gidilseydi eğer 2.500
kilometre yapılacaktı. Üstelik bütün bunları, o
dönemin kuruluş ekonomisinin güçlüklerinde değil,
bilimin, teknolojinin çok daha gelişkin olduğu,
devletin parasal ve iş gücü kaynaklarının çok daha
gelişmiş olduğu bir dönemde yapıyorsunuz. Fazla
ince eleyip sık dokumadan bir hesap yaptığımızda
normalde yapmamız gereken demiryolları
yatırımının şu anki durumunun en az 5 katı olması
lazım yani bin kilometre değil,
beş bin kilometreyi on yıllık
icraat sonucunda yapmanız
lazım. Yani “Hiç yapılmadı, biz
yapmaya başladık” yaklaşımı
doğru ve yeterli bir yaklaşım
değil. Aslında ülkemize yaklaşık
4-5 bin kilometre demiryolu
borcunuz vardır Sayın Bakan.
Bize göre borcunuz, Sayın
Bakan, demiryollarında 4-5 bin
kilometre çıkıyor. Tabii, bütün
bu hesapları planlı, kalkınmacı
bir
ekonomik
beklentiyle
söylüyoruz. Normalde Türkiye’nin sahip olması
gereken demiryolları şu ankinin çok daha üzerinde
olmalıdır. Özellikle 1950’lerde başlayan bir süreç
ülkemizde demiryolu taşımacılığını sistematik
olarak geriye bırakmıştır. Bu, tamamen dönemin
siyasi tercihleriyle açıklayabileceğimiz bir süreçtir.
Toplu taşımacılığın beli kırılmış, o tarihten sonra
ulaşımımızda ülkemiz çok daha fazla dışa bağımlı
hale gelmiştir ya da getirilmiştir. Ya da bazı
yardımların alınması için bunlar şart koşulmuştur.
“Ülkemize
yaklaşık 4-5
bin kilometre
demiryolu
borcunuz vardır.”
Bu algı yönetiminin en
çok sömürüldüğü alanlardan
biri ulaştırma olmaya başladı.
Siyasi iktidar öyle bir hava
veriyor ki sanki kendilerinden
önce ülkede sadece patikalar
vardı, demiryolları zaten yoktu. Yani Sayın
Bakan’ın yaptığı işleri biz çok iyi görüyoruz ve
takip ediyoruz ama öyle çok kötü bir durum da
yoktu. Evet, kötü işler vardı ama çok önemli işler
de başarılmıştı.
Bakınız,
demiryolu
konusuna
girelim.
Dünya ekonomisinin ve dolayısıyla Türkiye’nin
hızla büyüdüğü likidite bolluğu olan bir dönemi
yaşıyoruz, siz yaşadınız hala devam ediyor.
Ancak ne yazık ki bu dönemde demiryollarına
yaptıklarınız Cumhuriyetin ilk dönemlerinde
olanların kat kat gerisinde. Şimdi, bunu
açıklayalım: Düşünün, ülkenin en ağır Birinci
Dünya Savaşı’ndan çıktığı, Kurtuluş Savaşı’nı
verdiği, ekonomisinin çökmüş vaziyette olduğu bir
sürecin sonrasında demiryolları yatırımlarından
bahsediyoruz. Sayın Bakan, Gazi’nin sağlığında
her yıl ortalama 250 kilometre demiryolu yapılmış.
Sizler on yıllık iktidarınız boyunca bin kilometre
yapmışsınız. Bizim duyduğumuz bu, eğer yanlışsa
düzeltin lütfen. Yani Atatürk döneminde yapılanın
Bakan Binali Yıldırım’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Bugüne geldiğimizde ülkemizde toplu
taşımacılık dünya ile kıyaslandığında son derece
düşüktür Sayın Bakan. Siz nasıl hesaplıyor
ve “Demiryollarında şunu şunu yaptık.”
diyebiliyorsunuz bilemiyorum ama size bazı
rakamlardan bahsedeyim. Bakınız, Türkiye
demiryolu taşımacılığında Avrupa’da 2’nci
sıradadır, yalnız “2’nci sıra” deyince yukarıdan
aşağıya 2’nci sıra değil, sondan 2’nci sırada. Deniz
taşımacılığında da benzer bir tablo var. Şu andan
bahsediyorum. Ülkemizin toplu taşımacılığına
müsait bu alanlarda geri kalması 1950’lerde
57
ULAŞTIRMA
başlatılan hatalı karayolu taşımacılığının bir
politikasıdır, hala devam ettiğini de görüyoruz,
biraz önce verdiğimiz rakamlardan. Yani “Şunu
yaptık, bunu yaptık.” demeniz çözüm değil, çok
geridesiniz.
İmaj ve oy tutkunuz ile on yıllık iktidar
gücünüzü birleştirip gerçekleştirdiğiniz yüksek
hızlı tren projeleri toplu taşımacılık zafiyetine
bir makyaj yapmaya benziyor. Ülkenin mevcut
hatlarını rehabilite ederek, her türlü bilimsel
uyarıya rağmen gerçekleştirilen hızlandırılmış
tren faciası sonucu 41 vatandaşımız hayatlarını
kaybettiler. “Bu insanlar siyasi iktidarın oy
ve rant hırsı sonucu mu ölmüşlerdir?” diye
sık sık düşünüyoruz. Kibar olayım diye böyle
kullanıyorum, Sayın Bakan. Yoksa yeterli kontrol
ve titizlik var olsaydı bu elim tecrübe vuku bulur
muydu? Şimdi, yüksek hızlı tren projeleri bu
durumu makyajla kapatmaya benziyor. Üstelik
şu an yürütülen projelerin nasıl gerçekleştiği,
yabancı şirketlerin işleri bin parçaya bölerek
Türk firmalarına taşere etme usulünün nasıl
halledildiği gayet iyi biliniyor.
Bakınız, ulaşım her özelliğiyle bizim de
işimizdir, Cumhuriyet Halk Partisinin de işidir.
Ülkemize sağlıklı, güvenilir, çevreci, hızlı ve
toplu, dolayısıyla verimli ulaşım alternatiflerini
kazandırmak inşallah bir dahaki dönem
bize nasip olacaktır. Zira, bu konuda sizlerin
yaptıklarının toplumda çözüm üretiyormuş algısı
yaratmak için planlanmış projeler olduğunu biz
buradan görebiliyoruz. Bu kadar fazla kaynağın,
enerjinin ve zamanın harcandığı projelerde hala
vatandaşımızın en sıkıntı çektiği meselelerden
birisi ulaşım olduğuna göre bir yerlerde hata
vardır.
“Ülkemize sağlıklı,
güvenilir, çevreci, hızlı ve
toplu, dolayısıyla verimli
ulaşım alternatiflerini
kazandırmak inşallah bir
dahaki dönem bize nasip
olacaktır.”
58
Bakınız plansızlığa: İstanbul-İzmir hattı
-sizin de dağıttığınız şunda- en kalabalık hattır,
en kalabalık orası gözüküyor, belki bir tane daha
benzer var. Şimdi, Bursa-İstanbul arası Balıkesir’e
kadar daha yenilerde bitti, birkaç yıl önce. Balıkesirİzmir hattı yine en kalabalık yer, hala bitmedi, hala
çalışmaları var. Bu nasıl plandır? Bu nasıl projedir?
Yani eğer ihtiyaca göre bir şey yapıyorsak bu nasıl
projedir? Tren hatları yapıyorsunuz, İzmir’e kadar
getiriyorsunuz zayıf bir hattan; ancak bu hattan
Balıkesir’e kadar giden, ondan sonra oradan
İzmir’e kadar inen bir hat yok. Üstelik olanlar da
sürekli ertelenişyor. Şimdi, diyeceksiniz ki İstanbul,
o da 2023’e kadar gider herhalde. 2023’te miydi o
yapılacak olan büyük yol?
Devlet yönetimini plansız, programsız lokal
çözümlerden ibaret göstererek devletin bir ana
planı olması gerektiği adeta gizleniyor. Zira,
lokal projeler hem ranta daha fazla açık hem
de halkın gözünde büyütülmeye daha müsaittir.
Türkiye’nin ulaşım sorunlarının tümden çözümü
bugünkü kaynaklar ve olanaklarla fazlasıyla
mümkündür.
Ülkenin
nüfus
yoğunlukları,
çevresel
faktörleri,
insanlarımızın
yaşam
koşulları illere göre incelenerek halihazırda
nüfus yoğunluğu problemleri yaşayan İstanbul
gibi illerin büyümesini teşvik edecek planlardan
vazgeçilmelidir. Tüm ulaşım türlerini birbiriyle
uyumlu hale getirecek bir aktarım planının işin en
önemli noktalarından biri olduğunu düşünüyoruz.
Bakınız, Makine Mühendisleri Odası’na göre
karayolu taşımacılığı demiryoluna göre 2 misli,
süratli denizyolu taşımacılığına göre ise 3 kat
daha masraflı ve israflıdır. Bu israf politikasından
derhal vazgeçilmelidir. Yapılan duble yollar, ne
yazık ki hem standart dışı koşulları itibarıyla hem
de karayolunu daha da teşvik etmesi nedeniyle
israfı artırmaktadır. Başka bir şey daha var, yolların
yarısı bitiyor, öbür tarafa başlandığında öbür yarısı
kullanılmaz hale geliyor. Buna inanmıyorsanız
gelin bakın, benim kendi ilimde göstereyim böyle
olduğunu. Üstelik ülkemiz petrole büyük ölçüde
dışa bağımlı iken haddinden fazla desteklenen
karayolu taşımacılığı ülkeyi daha bağımlı
hale getirmiştir. Karayolları desteklenmeli,
iyileştirilmeli, ancak israfa kaçılmamalıdır.
Siyasi iktidarın tercihlerinin tüm bu anlattığımız
perspektif ve çözümlere ulaşmak şöyle dursun,
bunlardan uzak olduğu kanısındayız.
Sayın Bakan, bir ulaştırma politikanız
olması gerekir. Ancak benim gözlemim şudur
ki: AKP’nin bir ulaştırma politikası yoktur. Ya da
yeteri netlikte karşımızda değildir. Bakanlık daha
ULAŞTIRMA
çok çıkan problemleri çözmeye uğraşmakla, her
yeni problem çıktığında işe baştan başlamakla
meşguldür. Gelişmiş ülkeler ulaştırma gibi kent
ve ülke yaşamını belirleyen meselelerinde
planlamaya çok önem verirler. Yani hiçbir gelişmiş
ülkede İstanbul gibi bir kentin ulaşım meseleleri
bizimki gibi gerilerden gelerek halledilmeye
uğraşılmaz. Geçtiğimiz yaz aylarında Fatih Sultan
Mehmet Köprüsü’nün tadilatı sırasında millet
resmen eziyet çekmiştir, bu eziyetleri biliyorsunuz.
Bakınız, şu anki haliyle sadece İstanbul’da bir yılda
trafikte bekleyen otomobillerin harcadığı yakıtın
değerinin 5 milyar lira olduğu hesaplanıyor,
sadece trafikte bu; geçen sefer yine söylemiştim.
Bu israfın normalde sizleri rahatsız etmesi
gerekir. Ancak bu böyle görünüyor mu?
Açıklarsanız anlayacağız. Hükümetin adeta bu
israfı görmezden gelerek İstanbul’u daha da
büyütecek, araç sayısını daha da artıracak, doğayı
daha da kirletecek, ormanları daha da azaltacak,
su kaynaklarını daha da kurutacak tercihler
yaptığını görüyoruz.
Sayın Bakan, demiryollarını parçalama
ve özelleştirme projelerinizden vazgeçiniz,
tam tersini yapınız, ulaşımda planlı bir politika
üretiniz, aksi takdirde bizler karşımızda
politika üretebilen bir Bakanlık değil, piyasanın
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir kurum
görmeye başlayacağız.
Haberleşme alanına dair bir iki hususa
geçmeden Ankara’yla ilgili bir sorum var.
Genelkurmay kavşağında neler oluyor? Bir göçük
yaşandı ve bir kişi öldü, Bakanlığınız oranın
inşaatının tamamlanmadığı gerekçesiyle kavşağı
açtı ve bir göçük daha yaşandı. Kulağımıza
bazı şeyler geliyor; bu metronun bitme işi de
artık şeye döndü, ne hesabı derler, bir türlü
bitmeyen bir hesap. Bu Ankara metrosunun esas
problemi nedir? Bu metro yapılırken gerçekten
bazı kolonlar standartların dışında eksik mi
bırakılarak yapılmıştır? Bu koskoca proje niye
yarımdır, niye ilerlemez? Her şeyi yapıyor da
Türkiye Cumhuriyeti bu Ankara metrosunu niye
yapmıyor? Burada yapılmış yanlış işler var. Melih
Bey’in gitmesini mi bekliyorsunuz?
Haberleşmeye gelince, bir demecinizde
“Eskiden delikli demir çıktı, mertlik bozuldu,
derdik; şimdi İnternet çıktı hem mertlik bozuldu
hem güvenlik yok oldu.” diyorsunuz. Biz buna
inanamadık, doğru mu bu, gerçekten söylediniz
mi? Merak ediyoruz bunu. Bir ülkenin Haberleşme
Bakanı çağımızda haberleşmenin en güçlü
araçlarından birini güvensiz ilan etmiş oluyor.
Bunda, bu güvelik meselesinde sizin sorumluluk
payınız var mı, varsa nelerdir? Bunu da burada
öğrenirsek iyi olur.
Diğer konu, ülkemizin hala ulusal bir işletim
sistemine sahip olmaması meselesi. Sayın Bakan,
Türkiye’de devlet kurumları, askeri hastaneler,
bilgisayarlar güvensiz -daha başka şeyler
de var- problemli ve ulusal olmayan işletim
sistemine mahkum mudurlar? Bunun olmaması
için ne yapılıyor şu anda, nasıl çalışmalar var?
TÜBİTAK bünyesinde geliştirilen Ulusal İşletim
Sistemi Pardus’un kaderi nedir, Sayın Bakan?
Yüksek güvenlikli ulusal, üstelik açık kaynak
kodlu bu işletim sistemini niçin desteklemediniz?
Ülkemizde kamu kurumlarında bu işletim
sisteminin kullanılmasının önü niçin açılmadı?
Okullarda kullanılacak tablet PC’ler var. Akıllı
tahtalarda yüzde 100 yerli ve güvenli bir sistem
kullanmak ülkemizi iletişim teknolojileri alanında
ne kadar geliştirirdi? Bununla ilgili bir araştırma
var mıdır, yoksa “İhale bitti bu konuda.” diye bir
anlayış mı vardır, konudan uzak mı duruyorsunuz,
araştırma var mıdır, yok mudur?
Bilgi güvenliği konusunda Bakanlığınızın
İnternet’ten korkmak yerine cesaretle üzerine
giderek, işletim sistemi dahil, birçok yerli yazılım
geliştiren mühendislerimize destek olmasını
dilerim. Emin olun, siber alemde ulusal çözümler
bulan uluslararası yazılım tekellerine daha az
boyun eğen ülkelerin bakanlıklarının siteleri daha
fazla itibar görür ve daha az saldırıya uğrarlar.
Denizcilik konusunda da hemen şunu
söyleyip bitirmek istiyorum Sayın Bakan: Dünyada
gemilerin taşıma hacimlerinin yükseleceği
konusunda bir hazırlık var, limanlar da buna
uygun hale getiriliyor hızla. Böylece, ekonomide
taşıma maliyetlerini düşürerek fiyatların aşağıya
çekilmesi ve rekabet gücünün desteklenmesi
üzerine bir çalışma var ki işin bu yönü çok
stratejiktir. Şu an dış ticarete bağımlığımız dikkate
alınırsa, bu konunun son derece hassas bir konu
olduğu anlaşılacaktır. Bu hassas konu üzerinde ne
gibi bir hazırlığınız vardır?
Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum efendim,
sağ olun.
59
giriş
KÜLTÜR
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
19/11/2012
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Başbakan’ın, derin sanat
bilgisiyle “Ucube” olarak
tanımladığı,
Türkiye’nin
en iyi heykeltıraşlarından
biri olan Mehmet Aksoy’un
bitmemiş
bir
eserini
yıkabildiği bir atmosferde
nefes
alıyoruz.
Kendi
kendime soruyorum acaba
bu durumun sanat ve
kültür açısından estetik bir
yönü var mıdır, diye ama
şunu da biliyorum: Sanat ve
estetik, öz ve mesele ister.
Yani meselemize katkıda
bulunduğu
için
Sayın
Başbakan’a buradan farklı
bir teşekkür ediyorum.
Dünyaca ünlü piyano
virtüözü Fazıl Say, sosyal
paylaşım sitesinde bir ileti
paylaştığı için yargılanıyor
veya tiyatrocuların eserleri
Başbakan
tarafından
yersiz bulunarak Şehir
Tiyatroları yönetimlerine
bürokratlar atanıyor ve
bizzat Başbakan “İtiraz
etmeyin, yoksa tiyatroları
da satarım.” diyor.
ve
estetik
Hükümet diyor ki;
“Benim istediğim
oyun oynansın,
benim istediğim
müzik çalınsın, benim
istediğim şairler,
yazarlar okunsun,
benim istediğim
heykeller yapılsın,
benim istediğim
filmler çekilsin, benim
istediğim resimler
yapılsın” durum böyle
bir durumdur.
Bir
ülke
düşünelim,
tiyatrocuların
sahneleyeceği oyuna ve bu oyunda yer alacak
oyunculara bürokratlar karar veriyorlar. AKP’nin
sözde ileri demokrasisi de bu olsa gerek diye
düşünmeye başladık.
Bu çağda hedeflenen, istenen sanata bir
60
bakın: Benim istediğim oyun oynansın, benim
istediğim müzik çalınsın, benim istediğim şairler,
yazarlar okunsun, benim istediğim heykeller
yapılsın, benim istediğim filmler çekilsin, benim
istediğim resimler yapılsın; durum böyle bir
durumdur.
Sayın Bakan, sizin
göreviniz devlet adına
sanatçıları
korumaktır.
Onların özgürce, hiçbir
baskı altında kalmaksızın
sanatsal
üretimlerini
gerçekleştirmelerinin
önünü
açmaktır.
Ben
merak
ediyorum,
Hükümetinizin üyeleri ve
AKP’li milletvekilleri, Fazıl
Say’ın üzerine giderken
sizden birisi “One minute”
diyor mu? İşte “One
minute” denecek bir yer.
“Bir dakika, Hükümet ne
yapıyorsun?”
Evet,
gerçekten
merak ediyorum, niçin
böyle bir şey yok. “One
minute”
demek
şöyle
dursun, bir de iyice hedef
göstererek “Fazıl Say’ı
zaten halk cezalandırdı.”
diye bir yorum yapıldı yani
doğrudan suçlu ilan edildi.
Bunlar dünyada farklı
bir şekilde değerlendiriliyor. O inşa etmeye
çalıştığımız yurtdışı imajı birebir etkileyen bir
durumdur. Dışarıda sanatçılara bizim kadar
marjinal bir muamele yapılmaz. Sanatçılar,
gelişmiş ülkelerde en müstesna yerde tutulurlar
ve onlara davranış şekliniz sizin kimliğinizi
belirler. Her ne düşünürlerse düşünsünler. Bir
gün, Jean Paul Sartre’a görev verildiğinde onu
Bakan Ertuğrul Günay’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
KÜLTÜR
eleştiriyorlar, De Gaulle tarafından görev veriliyor
kendisine…
Yani bu iş sizinle başlamadı. Bu bir gerçek ki,
onlarca hatta yüzlerce dünya çapında sanatçımız
ya cezaevlerinde ya da sürgünlerde tüketilmeye
çalışıldı, geçmişte. Ancak işin ilginç yanı, sizler
bir yandan bu durumu değiştirdiğinizi iddia
ediyorsunuz, her konuşmanızda ülkemizde özgür
sanat ortamı olduğunu söylüyorsunuz. Bu nasıl
bir çelişkidir diye yine size soruyorum, Sayın
Bakanım.
Fazıl Say, dünyanın en önemli müzik
adamlarından birisidir, dünyanın en önemli
orkestraları onun eserlerini çalmaktadır ve
yaptığı her işte, siz isteseniz de istemeseniz de
ülkemizi temsil eder ve tanıtır. Ancak ne yazık
ki bu davaya bugün bütün dünya gülmektedir.
Gerçekten, Sayın Bakanın yapacağı şey az olabilir.
Ama dünyanın hali bu durumdadır. Yani açık
söylemek gerekirse Fazıl Say’a açılan dava bir
hukuk meselesi olmaktan çok bir fikir meselesidir,
siyasi bir konu haline gelmiştir.
başladık. Bu, açıkça söylüyorum, geçen sene
de söyledim, utanılacak bir şeydir, Sayın Bakan.
Bilmiyorum hangi baskılar altındasınız ama sizin
döneminizde olması beni gerçekten üzmektedir.
Sayın Bakan, şimdi
dönüşüm gündemi var.
önümüzde
kentsel
Dünyanın en önemli kültür varlıklarından,
kentlerinden birisi olan İstanbul’da rant pazarı
yaşanırken Kültür Bakanlığının bu süreçteki
rolü ne olacak? Biraz önce dendiği gibi “Yeni
şehirlerin yapımı kültürel bir mesele değildir.” diye
çekilecek misiniz, Sayın Bakan? İstanbul yeniden
inşa edilirken sizin bu konudaki inisiyatifiniz ne
olacak? Kepçeler, dozerler İstanbul’un kültür
Sayın Bakan, kaç yıllık Galata, bu dönemde
Galata Port olmuştur, kaç yıllık Haydarpaşa,
Haydarpaşa Port haline dönüşüyor. Bu
ihalelerin kültür varlıklarını ne hale getirdiği ve
İstanbul’da, kaş yapayım derken göz çıkarma
misali kent kültürünün yok edildiği açıktır. Kültür
ve Turizm Bakanlığının burada da tavrını ne
yazık ki, İstanbul’un tarihsel ve kültürel yapısını
korumaktan yana kullanmadığını görüyoruz.
“Kaç yıllık Galata,
bu dönemde Galata
Port olmuştur, kaç
yıllık Haydarpaşa,
Haydarpaşa Port
haline dönüşüyor.
Sonunda ‘bay bay
Türkçe’ limanı da inşa
edilecek mi?”
Dilimiz, bizim kültürümüzün en önemli
dayanak noktasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşu
itibarıyla Türk dilinin yücelmesi ve geliştirilmesi
prensibi üzerine kurulmuştu. Bugün, bakıyoruz,
Haydarpaşa, Haydarpaşa Port. İstanbul’da,
Ankara’da mahalle büyüklüğünde birçok sitenin
adı İngilizce, yani içler acısı bir durum. Bu nedir?
Bu ne demektir, Sayın Bakan? Siz gidin Fransa’da
bir şirketin ismini İngilizce koymaya çalışın,
bakalım izin alabilecek misiniz? Şirketlerinizin
ismini dahi İngilizce koyamıyorsunuz. Bırakın
onu, biz mahallerimizin ismini İngilizce koymaya
varlıklarını tahrip edecek mi? Yoksa o dozerlerin,
kepçelerin, yeri geldiğinde önünde duran bir
Bakanlık mı olacaksınız? İstanbul’da nelerin
nasıl kazılabileceğine ilişkin halihazırda bir ön
çalışmanız var mı? Yoksa tarihi eserlerin farkına
kepçelere takılınca mı varacağız? Yoksa onu
bile fark edemeyerek bu durumu özel sektörün,
müteahhitlerin vicdanına mı bırakacağız? Yoksa
bu işler sadece birkaç dikkatli basına mı kalacak?
Tarihi binaları, tarihi eserleri nasıl koruyacağız?
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuda birinci
Hükümet, açık ve net bir şekilde bu
sanatçımızın fikirlerinin yargılanacağı bir dava
açılmasının arkasında durmuştur, normalde tam
tersi olması gerekirdi.
61
KÜLTÜR
dereceden sorumlu bakanlık olmasına rağmen,
sürece müdahalesi engelleniyor mu acaba?
Sayın Bakan, bu konudaki samimi fikirlerinizi
“Ülkemizde kütüphanelere
ve müzelere ayrılan
bütçelerin artırılması
gerekmektedir.”
Plan ve Bütçe Komisyonunda
gerektiğini düşünüyorum.
paylaşmanız
Ülkemizde kütüphanelere ve müzelere ayrılan
bütçelerin artırılması gerekmektedir. Oldukça
sınırlı olan kaynakların daha da sınırlandığı
yönünde duyumlar alıyoruz. Bu konuda durum
nedir?
Tabii, burada müzeler derken bilimsel
normları olan müzeleri kastediyorum, birkaç gün
önce basında konu olan, sahte fosil sergisini değil.
Sayın Bakan, müze açmanın prosedürleri
vardır. Sizin de bu konuda hassas bir insan
olduğunuzu düşünüyoruz. Ama benim anladığım,
sahte fosiller yer alan müze nasıl oluyor da her
gittiği yerden kovulmasına rağmen, tekrar şehir
şehir dolaşıyor.
Bakın, Konya Selçuk Üniversitesi’nde
öğrenciler müze görevlisine fosillerin künyesini
soruyor, aldıkları cevap “Künye de ne demek?”
oluyor. Yine, bu tablonun yaşanmaması gerektiğini
düşünüyoruz.
Kazı ve koruma bütçelerinin de artırılması
gerekir. Ülkemizde koruma işi neredeyse
maliyetlere konu olan bir külfet olarak
gösterilmektedir.
Halbuki, korumak işin en önemli kısmıdır
ve işin bizzat devlet tarafından yapılması ve
işletilmesi şarttır. Eserlerin korunması ancak o
eserlere devlet tarafından yeterli kıymet verildiği
takdirde mümkün olabilir.
Sayın
Bakan,
yazarların,
şairlerin,
çevirmenlerin telif hakkı meselesi de bir diğer
sorun teşkil eden konudur. Bildiğiniz gibi, yurt
dışından getirilen çoğaltma makinelerinden
62
donanım harcı alınmaktadır. Bu harç ile elde
edilen gelirin telif hakkı sahiplerine ödenmesi
gerekirken, bu para ne yazık ki, ödenmemektedir.
Sayın Bakan, geçen yıl, burada, Anadolu’da
Roma ve Osmanlı dışında medeniyetlerin ortaya
çıkarılmasının son derece önemli olduğunu
ve bunu sizden beklediğimizi belirtmiştim. Bu
konuda özel çalışmalar var mı, oldu mu?
Roma, tabii ki önemlidir. Elbette Roma
dünyaya her konuda katkılar yapmıştır. Roma’nın
hem dünya hukuku hem kültürü, mimarisi,
siyasi kuramları önemlidir. Dünyaya çok şey
vermiştir. Ama tarihte siyasetin, felsefelerin, eski
tanrıların doğduğu yerin Anadolu’da olduğunu
da iyi biliyoruz. Dünya dengelerinin değiştiği
bugünlerde, bu yıllarda tarihe de farklı bir bakışla
bakılacaktır. Bu konuda sizin Bakanlığınızdan
katkılar bekliyoruz.
Balıkesir Milletvekili olarak son bir konuya
burada değinmek isterim. Daha çok Çevre
Bakanlığı konusunda, sizi de dolaylı olarak
ilgilendiriyor. Balıkesir’in bir Cunda Adası var. Çok
nezih ortamı, harika bir doğası ve tarihten gelen
kültürel varlıkları var. Burada Cunda Adası’nın
ortasına yani o adanın içine ve karşıdaki “Şeytan
Sofrası” dediğimiz o tarihi yere, ki burası Kuzey
Anadolu’da ve Ege kıyısında Bodrum’la yarışacak
çok önemli bir yerdir. Bu adanın ortasına
rüzgargülleri dikilmek için izin alındı, Sayın Bakan.
İzin alınan yerlerde biliyoruz ki, daha sonra da
emlak izinleri verilecek. Bazı hesaplar yapıldığını
biz duyuyoruz. Bu konuda büyük tartışmalar
vardır. Tabii ki, temiz enerji iyidir, ama temiz enerji
uygun yerlerde iyidir. Onlara Ayvalık Belediyesi
tarafından yer gösterilmesine rağmen özellikle bu
yerler seçilmiştir. Tarihi önemde ve güzelliklerin
diyarı olan Cunda gibi, Ayvalık gibi yerleri lütfen
ihmal etmeyiniz, bu konuyla ilgileniniz, Sayın
Bakanım.
Teşekkür ederim.
SAĞLIK
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonumuzun
değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın
mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, Balıkesir Milletvekiliyim,
Balıkesir’den başlayayım, Balıkesir’de bir tıp
fakültesi var. Tıp fakültesinde acil yok, acil diye
bir müessese yok, yoğun bakım yok, onkoloji yok,
radyoterapi yok, MR yok, hastaların ihtiyaçları için
laboratuar yok, bölümler yetersiz, plastik cerrahi
bölümü dahi yok.
Şimdi, Sayın Bakan, siz Erzurumlusunuz,
yanılıyor muyum?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Evet.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Doğru.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Geçen
gün bizim Dursunbey’deydim, bana dediler ki:
“Dursunbey’deki hastanelerden, Balıkesir Devlet
Hastanesinden randevu alabilmek için Erzurum’a
telefon ediyoruz.” Sonra Balıkesir’e söyledim...
(Komisyon sıralarından “Akrabasından mı?”
sesi) Bilmiyorum, soru sormadım. Bilmiyorum,
Sayın Bakan’a soruyorum. Yani sorma hakkım
var. Balıkesir’den hastane için telefon ettiğinizde
Erzurum telefonunun numarasını çeviriyorsunuz
tesadüfen… (AK PARTİ sıralarından “Hayır, hayır.”
sesleri, gürültüler) Ya, işte bizim İlçe Başkanıyla
görüştüreyim şurada sizi… “Erzurum” dediler
bana. Bu konuda böyle bir tesadüfün bir manası
var mıdır? Bence tesadüfler manalıdır. (Gürültüler)
Sayın Bakan, Dünya Sağlık Örgütü 2000
yılına “Herkese Sağlık.” sloganıyla girdi. Ancak
ne yazık ki 2000’li yıllar ülkemizde sağlığın başı
sonu belli olmayan bir maceraya sürüklendiği
yıllar oldu. Ülkemizde toplum yararına bir sağlık
sisteminin engellenmesi süreci çok önceden
beri başlamış ve sürmekte olan bir süreçti. Bu
sürecin sağlık hizmetini halktan koparan en
güçlü adımını ise 12 Eylül askeri darbesi yapmıştı.
AKP iktidarı, 12 Eylül’de temelleri atılan sağlığı
Bakan Recep Akdağ’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
20/11/2012
SAĞLIK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
metalaştırma, ticarileştirme ve piyasa tekellerine
sunma sürecini aynen devam ettirmiş, hatta
hızlandırmış ve doruk noktaya çıkarmıştır. 2011
yılına kadar yasal dayanaktan yoksun olan pek
çok hatalı uygulamanız meslek örgütlerinin
çabaları ve hukuk mücadeleleriyle kısmen de olsa
önlenebilmişti. 2011 yılında tekrar iktidara gelince
artık yasa yapmayı da bırakacak, “teferruatlarla”
uğraşmayacak bir “ustalık” dönemine girdiniz.
İcraatlarınızda size ayak bağı olarak gördüğünüz
yasama organını bypass ederek sağlık alanındaki
birçok dönüşümü de kanun hükmünde
kararnamelerle gerçekleştirdiniz.
2 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve
Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmündeki
Kararname’yle Sağlık Meslekleri Kurulu, Türkiye
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Türkiye Kamu
Hastaneleri Kurumu oluşturulmuştur. Bütün bu
süreç içerisinde neler mi yaptınız? Toplumun
çıkarlarını korumak adına muhalefet görevi
üstlenmiş olan meslek örgütlerini baskı altına
aldınız.
İthal ilaç pazar payı bu şekilde büyütülmüştür.
İlaç fiyat kararnamesi bu şekilde gündeme
gelmiştir. Bu süreçte ulusal ilaç sanayisi
“Bir ülkenin sağlık
alanındaki başarısı
ilaç, teknoloji ve hekim
tüketim miktarıyla
değil halk sağlığını
ifade eden verilerle
ölçülür.”
63
SAĞLIK
geriletilmiştir. İlaç dağıtım ağı büyük ölçüde
tekelleşmiştir. İlaçta reklam bu dönemde yaşama
geçirilmek istenmiş ama yargı engeline takılmıştır.
Sayın Bakan, sağlıkta başarı halk sağlığını
ifade eden verilerle ölçülür yani halka sağlık
hizmetinin ne kadar iyi verildiğinin karnesi
halkın sağlık durumunu ifade eden rakamlardır.
Bir ülkenin sağlık alanındaki başarısı ilaç,
teknoloji ve hekim tüketim miktarıyla ölçülmez.
Sizin yaptıklarınızı “Popülist politikalarda halkı
memnun etmeye çalışarak halkın sağlığını
geçiştirmektir.” olarak yorumluyoruz.
Başta SSK ilaç alımlarının
serbest eczanelerden temini
ve sevk almadan istediği
yerden
muayene
gibi
uygulamalarla halk memnun
edilmeye çalışılmıştır. Halkın
memnuniyet
düzeyindeki
artışını, hastanelerdeki “MR,
tomografi” gibi ağır teknoloji
yanının büyümesini, hasta
başına
ayrılan
zamanın
kısaltılmasına karşılık halkın
daha çok hekim tüketmesini,
özel hastane sayısının artışını
göstererek sağlıkta başarılı
olduğunuzu dile getiriyorsunuz.
Oysa çok teknoloji, ilaç, hekim
tüketmek sağlık sisteminin
başarısını
göstermeyeceği
gibi çoğu kez başarısızlığın bir
kanıtıdır.
Bakınız, bugün dünyada 500 küresel firmadan
sermaye yapıları ve pazar
payları bakımından öne çıkan
25 firmanın 7’si ilaç firmasıdır.
Tahmin edileceği üzere, dünya
ilaç pazarında bu şirketlerin
tekelleşmesi söz konusudur.
Dünya ilaç pazarında yaşanan
tekelleşmenin daha yoğun bir
şekli Türkiye ilaç pazarında
yaşanmıştır.
Dünya
ilaç
pazarının yüzde 50’sini 20
ilaç fabrikası elinde tutarken,
ilk 20 ilaç firmasının Türkiye
ilaç pazarındaki payı ise
yüzde 74’tür, yani tekelleşme
dünyadan daha fazla bizdedir.
“Bir insanı
hastalıktan
korumak
hastalandıktan
sonra tedavi
etmekten çok
daha kolay, ucuz
ve sağlıklı olan
yöntemdir.
Bir ülkenin sağlıktaki başarısı ilaç, teknoloji,
hekim tüketim miktarına bakılarak değil,
sağlık göstergeleri değerlendirilerek ölçülür.
Tedavi hizmetlerinin gereksiz tüketimi, sağlık
harcamalarını anormal derecede artırırken,
toplumun daha iyi bir sağlık hizmetine
kavuşturulması da sağlanamamaktadır. Yani
ortada “sağlık” adına somut bir sonuç vermeyen
bir israf ekonomisi vardır.
Sağlık alanındaki meslek örgütlerinin,
bilimsel derneklerin ve çalışmaların görüşleri
alınmaksızın aile hekimliği uygulaması başlatılmış, sağlık ocağında 1’inci basamak sağlık
hizmetinin ekip anlayışı içerisinde herkese eşit,
ulaşılabilir ve ücretsiz olarak gerçekleştirilmesinin
önüne geçilmiştir. Bu konunun çözümü için
ülkemizin gerekli, yeterli insan gücü ve deneyimi
olmasına rağmen, aile hekimliği uygulamasının
64
başlamasıyla hekim başına muayene sayısı
130’lara ulaşmıştır. Sevk zinciriyle birlikte sevk
kotasını yüzde 15 aşan hekimlerin ücretinden
kesinti yapılması hekimlerle sevk isteyen
vatandaşı karşı karşıya getirmiştir. Vatandaşların
katkısı, yani bağışıyla kurulan sağlık ocakları
ticari işletmelere dönüşmüş ve aile hekimlerine
kiralanmıştır. Kamu görevlisi statüsüyle çalışan
ve kamu sağlığı hizmeti veren hekimler ve sağlık
çalışanları ticari bir hizmet veren sözleşmeli
çalışanlara dönüştürülmüştür.
Türkiye ilaç pazarı hızla
büyümektedir. 2015 yılında
ilaç pazarını 30 milyar dolara
çıkarmanın planları yapılıyor.
Her yıl yüzde 10 büyüyen
ilaç pazarımız var. Pazarın
kendi doğal gelişim sürecinde bu büyüklüğe
ulaşması olanaklı değildir, çünkü normalde olması
gereken koruyucu sağlık hizmetleri özellikle
siyasi iktidarınız döneminde tamamen göz ardı
edilmiştir. Yani insanımızı korumuyoruz ama
tekellere ilaç için para saçıyoruz.
Sağlıkla ilgilenen herkesin bileceği üzere, bir
insanı hastalıktan korumak hastalandıktan sonra
tedavi etmekten çok daha kolay, ucuz ve sağlıklı
bir yöntemdir.
Sayın Bakan, bütün bu gerçekler ortadayken,
sizin
uygulamalarınızla
koruyucu
sağlık
hizmetleri bitirilmekte, insanlar daha fazla ilaç
tüketmeye yönlendirilmektedir. Örneğin, tezgah
üstü ilaç satışı, ilaç tüketimini gereksiz yere
artıracak bir faktördür. Görülüyor ki Bakanlığınız,
ilaçları “reçeteye tabi olan” ve “olmayan” olarak
SAĞLIK
ayırmakta ve belli bir süre sonra tabi olmayanları
eczaneler dışına çıkarmakta kararlıdır. Bakınız,
dünyadaki tüm zehirlenmelerin yüzde 50’si ilaç
zehirlenmesidir.
İlaç, bilinçli ve uzman kontrolünde tüketilmesi
gereken bir üründür. İlaç, onsuz olunamaz, yerine
başka şey konulamaz bir üründür. Talep esnekliği
sıfır olan bir üründür ve her şeyden önemlisi ilaç
sosyal bir üründür. İlacı eczanelerin dışında satılır
bir meta haline getirmek toplumu ilaç tekellerine
para kazandırmak uğruna zehirlemek demektir,
böyle de anlaşılmalıdır. Bu özellikleri nedeniyle
ilaçta reklamın toplum sağlığı bakımından ciddi
sakıncaları vardır. Reklam yoluyla topluma yanlış
bilgi verilmesi, ilaç tüketimini artırmanın temel
amaç haline getirilmesi, sağlıklı insanların bile ilaç
tüketimine teşvik edilmesi ve hepsinden önemlisi
çocuklar bakımından ciddi bir tehdit oluşturması,
ilaçta reklamın doğuracağı zararlardan ilk akla
gelenleridir.
görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Bu sistemde ciddi bir bilgi kaynağı
toplanıyor. Veri tabanında oluşacak bilgilerin
kimler tarafından, nasıl ve hangi amaca yönelik
olarak kullanılacağı açıkça ortaya konulmalıdır.
Avrupa’da bilgi kaynağının yönetimine ilişkin çok
uluslu ilaç tekelleri ile otoriteleri arasında içten
içe bir mücadele yaşandığını biliyoruz. Sahte
ilacın takibi elbette ki önemlidir. Ancak, ticari
kaygılardan arındırılarak insani ve toplumsal
amaçlara hizmet eden bir yapılanma ile bu takip
anlamlandırılmalı ve içine sağlık meslek örgütleri
ve sivil toplum kuruluşları dahil edilmelidir. Konu
halk sağlığı olduğuna göre, Sağlık Bakanlığı da bu
konuda denetlenmelidir.
İleri demokrasi ancak sivil toplumların dikkate
alınmasıyla olur. Bu konuda Hükümet olarak çok
büyük eksikleriniz vardır.
Teşekkür ederim.
Son olarak ilaç takip sistemi hakkında
“SOMALİ’YE GİDECEĞİNE
BALIKESİR’DE MACARLAR KÖYÜNE GİT.”
Macarlar köyü sağlık masası
Macarlar köyü hasta muayene yatağı
65
BİLİM
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) –
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, Avrupa Konseyi üyesi kırktan fazla
ülkeye bağlı elli iki bilim akademisinin bulunduğu
Avrupa Ulusal Bilim Akademileri Federasyonu,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı mektupta,
yapılan değişikliklerle bağımsızlığını ve özerkliğini
kaybeden TÜBA’nın bilim akademisi vasfını
yitirdiğini belirtmiştir. Federasyon, yasa geri
alınmadığı takdirde Türkiye’nin bilim camiasında
itibarının kalmayacağını vurgulamıştır. Bakın,
dikkatinizi çekerim “azalacağını” demiyorlar,
“kalmayacağını” söylüyorlar. Yaptığınız mevzuat
değişikliğiyle, TÜBA üyeliğine seçilme ve atanma
koşullarını değiştirdiniz. Ancak, gerek ülkede gerek
yurt dışında, bilim camiaları tarafından, yaptığınız
bu değişiklik “bilimi yok etmek” olarak algılandı.
Mektupta aynen şöyle deniliyor: “Ekselansları,
lütfen, bu köklü değişikliklerin, akademinin,
yalnızca bilim ve teknolojinin geleceği konusunda
ulusal ölçekteki tartışmalarda bir güvenirliliğinin
kalmaması sonucunu doğurmayacağını, küresel
ölçekteki bilimsel alışverişlerde de güvenirliliğini
yitireceğini belirtmemize müsaade ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti bilim camiasındaki itibarını
kaybetme tehlikesi altındadır.”
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
20/11/2012
BİLİM SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI’NA
İLİŞKİN KONUŞMA
bilim dünyası tarafından bilim dışı ilan edilmekle
karşı karşıya. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı
olarak bu duruma derhal el koymalı ve mevzuatı
geri alarak durumu düzeltmelisiniz.
Sayın Bakan, dünya bilim ile ilerliyor, bilim
ile gelişiyor. Ülkemizi bilimsel bilgiden mahrum
bırakmaya, bu alanda dünya ile bağları koparmaya
kimsenin hakkı yoktur, diye düşünüyoruz.
Bakınız, her ilde bilim merkezleri kurmaktan
bahsettiniz. Diyelim ki binaları açtınız, içine ne
koyacaksınız Sayın Bakan? İnşaat yapmakla bilim
ilerleseydi, dünyada, kişi başı müteahhit sayısı
açısından en zengin ülke olarak bilimde en ileride
olmamız gerekirdi. Her yerde binalar var. Ben bir
de aynı, bu binaların yurt dışındaki karşılıklarına
bakıyorum, bakanlıkların falan, öyle koca koca
şeylerle karşılaşmıyorum Sayın Bakan. Ancak öyle
olmuyor, illerde birer bina yapıp içine teknoloji
transfer etmekle bilim ilerlemiyor, Sayın Bakan.
Bilim merkezlerinin nasıl yapılacağını anlatırken
yerel yönetimlerle iş birliği halinde olacağınızı
ifade ediyorsunuz. Yani yerel yönetimler size
yer verecek, bina verecek, iş hallolacak. Keşke
bilimsel üretim bu kadar kolay olsaydı.
Bilimsel bilginin güvenirliliği, bilimsel temele
dayanıyor oluşu ve yine bilimsel temelde test
ediliyor oluşundan gelir. Burada geçen yıl da
uyarılarımızı yapmıştık “Akademi’ye dokunmayın.”
demiştik. Ancak, siz, her alanda olduğu gibi,
yine bildiğinizi okuyorsunuz ve sonuç ortadadır.
Ülkemizin en önemli kurumlarından biri olan TÜBA,
Sayın Bakan, bilim ile teknoloji farklı şeyler.
Bilimin içinde temel bilimler var, beşeri ve idari
bilimler var. Hadi bunları geçtik “bilim merkezi”
değil “teknoloji merkezi” diyelim. Onun da
yüksek teknolojisi var, bunlar için oluşturulacak
araştırma laboratuvarları var. Somut olarak
ne planladığınızı anlatın Sayın Bakan. Bilim
merkezleri bilimsel ve teknolojik gelişmeye
dönük yerli çalışmalar mı yapacak? Cevap
“evet”se bunu hangi bütçe ile yapacak? Yoksa
bilim merkezleri yabancı teknolojinin ülkedeki
yerelliklere transferi ve uyumlu hale getirilmesine
mi çalışacak? Eğer cevap buysa, Sayın Bakan,
adını “bilim merkezi” koymayalım, “yabancı
teknolojilere bağımlılık merkezi” koyalım gitsin.
Zaten şu anda da Türkiye’nin durumu yabancı
teknolojilere bağımlılık merkezi görünümündedir.
İhracat, ithalat sistemimizin nasıl çalıştığını da
biliyoruz, yüzde 10’la çalışıyoruz. Gelişmiş ülkeler
yüzde 100’le çalışıyorlar bu konuda. İş adamları
66
Bakan Nihat Ergün’ün katılımıyla gerçekleştirilen oturum
Sayın Bakan, bunu biz değil, Avrupa Ulusal
Bilim Akademileri Federasyonu söylemiş.
Tabii, kibarca ifade ediyorlar. Ama biz daha
net söyleyelim: “Eğer yaptığınız bu mevzuat
değişikliği sonucu özerkliğini kaybettirdiğiniz
TÜBA’nın mevzuatını geri almazsanız, bilimsel
alışverişi keseriz.” diyorlar.
BİLİM
Sayın Bakan, bilim, akademik gelişmeyle
gelişir. Akademilerin önünü tıkamayınız, önünü
açınız. Üniversiteleri piyasacı mantıkla ölçme ve
değerlendirme gayretlerinizden lütfen vazgeçiniz.
Bakın, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunda
gündeme gelen ve kamuoyuna açıkladığınız
Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi’ni kamuoyuna
şu şekilde anlattınız: “Türkiye’nin üniversiteleri
ne kadar yenilikçi? Hangi üniversite, ne kadar
patent üretiyor? Birtakım araştırmalar, yüksek
lisans, doktora tezleri var ama patente dönüşen
araştırma sayısı da önemli. Bunların ne kadarı
lisans alıyor ve ne kadarı sanayi ürününe
dönüşüyor? Hocalar araştırmalarında şirketler ile
daha yakın ilişki içerisinde olacaklar. Bir üniversite
ne kadar girişimci? Kaç öğrencisi yüksek lisans,
doktora talebesi iken şirket kurdu? Kaç hocası,
hocayken araştırmalarından kaç şirket doğurdu?
Bunların kaçı patent ve lisans olarak ürüne
dönüştü? Bunlar o üniversitenin sicilinde yer
alacak, üniversiteler bununla öne çıkacaklar.”
Sayın Bakan, bu sözlerinizle Bilim Bakanı
olarak bilime zarar verdiğinizin farkında
mısınız? İşletme fakülteleri değil bunlar. Size
göre, bilimsel üretim, sonucunda kurulan şirket
sayısıyla mı ölçülüyor? Yani bir akademisyenin
akademik değerini yaptığı çalışmalar sonucu
alınan patentlere göre mi değerlendireceksiniz?
Ya da bir üniversitenin değeri çalışmaları ile
sanayicilere ne kadar faydalı ve yakın olduğuyla
mı ölçülecek? Emin olun, uzun vadede bu çabanız
sanayinin önünü bile tıkayabilir, Sayın Bakan.
Sayın Bakan, tıp fakülteleri ne olacak?
Sosyal bilimler, idari bilimler ne olacak? Temel
bilimleri kaldıracak mıyız? Türkiye’de matematik,
fizik, biyoloji, genetik gibi bölümler değersiz hale
mi gelecek, amaç bu mu? Anlaşılıyor ki; amacınız
üniversiteleri baştan aşağı piyasanın ihtiyaçlarına
terk ederek yeniden şekillendirmek ve bunun
için gerekirse bilimi feda etmek.
Bu piyasacı yeniden şekillenme
sürecinde
üniversiteler,
sizin
önerdiğiniz yöntemlerle sıralanıp
akredite edilecek ve üniversiteye
giriş de buna göre belirlenecek.
En
azından
bu
çalışmaları
hangi
bölümleri
kastettiğinizi
söyleyerek yapabilirdiniz. Zaten
bir liste yayımladınız. Açıkçası,
Türkiye’deki
üniversitelerin
yeterlilikleri konusunda az buçuk fikir sahibi
olan birisi hazırladığınız listeye manidar bir
şekilde gülümseyecektir. Kriterler o kadar
tutarsız ki ülkenin en gözde üniversiteleri listenin
sonlarında zar zor yer bulabilmiş. Bu, ne yazık
ki üniversitelerin sanayiye katkısını artırayım
derken akademiye zarar vermektir.
Sayın Bakan, eğer ülkemizde teknolojinin
gelişmesini istiyorsak üniversitelerin yapılarıyla
oynamayı bırakıp somut üretimlerin önünü açalım.
Fatih Projesi’ne bakalım. Ciddi emek ve zaman
harcanarak geliştirilen yerli işletim sistemi Pardus,
niçin bu projede kullanılmadı? Niçin yerine, zaten
kurtulmaya çalıştığımız güvensiz ve kalitesiz dünya
tekeli bir işletim sistemiyle anlaşma yapıldı? Bu
yerli teknolojik gelişmenin önüne engel çıkartmak
değil midir bir manada? Üstelik, bize göre sadece
Fatih Projesi değil, tüm kamu kurumlarında,
özellikle de yüksek güvenlik gerektiren kamu
kurumlarında sadece açık kaynak kodlu yerli
işletim sistemi ve diğer yazılımlar kullanılmalıdır.
2023 hedefleri olan bir ülkenin yapması gereken
budur, diye düşünüyoruz.
En önemli hususlardan biri de sizin de
geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiğiniz “siber
güvenlik” meselesidir. Başkalarının teknolojisini
ve yazılımını kullanarak nasıl güvende olabiliriz
Sayın Bakan? Yani onlarla ne derece iç içe
geçtiğimizi de açıklayarak bu konuya açıklık
getirebilirsiniz.
Bilgi güvenliği sadece ulusal güvenlik
meselesi değildir. Şahısların kişilik haklarının da
korunması, özellikle bugünlerde, biz politikacıların
dahi bundan çok rahatsız olduğu… Aşağıda,
biliyorsunuz “Hepinizin dosyaları var.” diye bir
politikacı açıklama yapmıştır biraz önce.
Herkesin özel hayatlarına saygı duyulması
sağlanmalıdır. Bizi kim bilir kimler dinliyor, Sayın
Bakan. Teşekkürler.
Balıkesir Politika, 4 Nisan 2013
açıkladılar geçenlerde .
67
ÇALIŞMA
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, son zamanlarda, Hükümet
yetkililerinden sık sık işsizlik oranının azaldığını
duyuyoruz. Hatta sizden daha da iddialı bir söz
geldi kulağımıza, şöyle demiştiniz: “Türkiye’de iş
bulma sorunu yok, işçi bulma sorunu var.” Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak, çalışan nüfusu
temsil etmenizi ve meselelere bu çerçeveden
bakabilmenizi dilerdik. İşsizlik meselesi ülkemizde
ne yazık ki yapısal bir sorun haline gelmiştir.
“Türkiye’de işsizlik sorunu yok ama millet iş
beğenmiyor” yorumu, -kibarca- işçi dostu bir ağız
değildir. Biz bu söyleminizden, zaten halihazırda
fazlaca saldırı altında olan emekçi kesimlerinin
daha da fazla sınıfsal baskıya ve hak gasplarına
maruz kalacağı sonucunu çıkartıyoruz. Yani Sayın
Bakan, bu bir söylemdir ancak somut durumu
ifade eden bir söylem değildir.
Türkiye’de işsizliğin ciddi, kalıcı ve yapısal
bir sorun olduğu açıktır. Bakın, DİSK Araştırma
Enstitüsünün çalışmasına göre Temmuz ayı
itibarıyla mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik
bir önceki aya göre yüzde 0,2 artmış ve 9,1’e
yükselmiş yani bir ay içerisinde işsiz sayısı en az 97
bin kişi artmıştır. Ancak bu veriler de ülkemizdeki
işsizliği tam anlamıyla ifade etmiyor. İş gücüne
katılım oranındaki düşüş, fazladan 216 bin işsizi
saklamış vaziyette. Yani gerçek işsiz oranı yüzde
9,1’in çok üzerinde. Bakınız, aynı çalışma şunu
gösteriyor ki: Umudu olmadığı için son üç aydır
iş arama kanallarını kullanamayan ve bu nedenle
işsiz sayılmayanlar dahil edildiğinde işsizlik oranı
yüzde 14,21’e çıkıyor. Bir de bunlara gizli işsiz
olarak görülen eksik istihdam ilave edildiğinde
işsizlik oranı yüzde 16,6 düzeyine geliyor. Şimdi,
bunları biz işsiz sınıfına sokmayalım da ne yapalım,
Sayın Bakan? Gençlerde durum daha da ağır. Her
iki gençten biri kayıt dışı çalışıyor, buna umudu
tükendiği için iş arama kanallarını kullanamayan
68
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
21/11/2012
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
gençler de dahil edildiğinde gençlerin yüzde
25,75’inin işsiz kaldığını görüyoruz. Kadınların iş
gücüne katılım oranı ise son derece sınırlı, yüzde
30’larda.
Sayın Bakan, rakamları bir tarafa bırakıp
milletin vaziyetine bakalım. Ataması yapılmayan
öğretmenlerin durumu ortada. İktisadi ve idari
bilimler mezunlarından her gün yüzlerce posta
geliyor, kadro istiyorlar. “Okuduk, hak ettik ama
hakkımızı alamıyoruz.” diyorlar. Sayın Bakan,
bu fakültelere ihtiyaç yoksa niçin bu kadar
mezun veriyorlar? Ama biz biliyoruz ki şu anda
Dursunbey’de okullar yedek öğretmenlerle dolu
ve Dursunbey’de halk, galeyana gelmiş durumda.
Mezun sayısı 350 bin, istedikleri kadro 35 bin.
Ancak o da verilmiyor. Eğer bu fakülte mezunlarına
ihtiyaç yoksa söyleyelim Milli Eğitim Bakanı’na
fakülteleri kapatsın; onu siz de söyleyebilirsiniz
“Burada istihdam edemiyoruz bu arkadaşları,
boşu boşuna para ödemeyelim.” diye. Yok öyle
değilse bu nitelikli insanlara niçin kadro verilmez?
Onun açıklamasını biz isteriz, Sayın Bakan.
Bakınız, insanlarımız işsizlik yüzünden
bunalıma girerek intihar ediyor. Ataması
yapılmadığı için intihar eden öğretmenlerimiz
var. İşsizlik veya işsiz kalma tehlikesi yüzünden
toplumun ciddi bir oranının depresyonda olduğu
belirtiliyor. Bakın, Şanlıurfa’da İŞKUR tarafından
işçi alımı yapılacağı dedikodusu çıkıyor, sadece
dedikodu, İŞKUR binası önünde izdiham
yaşanıyor. Yani biraz gerçekçi olalım. Ülkemizde
ciddi bir işsizlik meselesi olduğunu kabul edelim.
Bunun halkın geçim derdine ve sosyal hayatına
ciddi yansımaları olduğunu ifade edelim. Bunları
açıkça söyleyelim ki sorunu tespit edip istihdam
politikalarını gerçekçi bir şekilde geliştirebilelim.
Şu bir gerçek ki; Türkiye üretmiyor. Yani
yeteri kadar üretmiyor; burada Maliye Bakanı’na
da, Ekonomi Bakanı’na da bunu anlatmaya
çalıştık. Batı’nın mali krizinin nedeni, yeterli
üretime sahip olmadan fazlaca destekledikleri
finans ekonomisidir. Yani üretmeden, krediler ve
taahhütler üzerine ekonomik sistemlerini kuran
Bakan Faruk Çelik’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
ülkeler geleceklerini tüketmektedirler.
Bugünü idare edebiliriz ama gelecek
ne olacak? Dünyada son dönemde
ciddi bir değişim süreci yaşandı. Batılı
ülkelerin kar marjı, düşük üretim
sektörlerini elden çıkararak teknoloji ve
bilimdeki öncülüğü ile kar marjı yüksek
sektörlerde
liderliğini
sürdürerek
dünya ekonomisine egemen olma
dönemi, özellikle BRIC ülkelerinin
ciddi ölçek ekonomilerinin yarattığı
muazzam rekabet gücü ile sona erdi.
Egemen ülkeler bu konuda olağanüstü
zorlanmaktadırlar. Tabii, bu süreçte,
üretim güçlerinin ve sermaye birikimlerinin
de Doğu’ya, özellikle Güneydoğu Asya’ya
kaymasını engelleyemediler. Ülkemiz bu sürece
gelişmiş ülkeler kadar dezavantajlı girmemekle
birlikte, siyasi iktidarın, durumu doğru analiz
edememesinden kaynaklı olarak ciddi sıkıntılara
doğru sürüklenmektedir.
Sayın Bakan, işsizlik istihdamı arttırarak
azalır. Sanayiyi güçlendirerek, üretimi arttırarak
azalır. İşsizliği, “Millet iş beğenmiyor.” şeklinde
açıklayamazsınız.
Yahut
“İşsizliğin
önüne
geçmek için mesleki eğitimi artıracağız.” diyerek
açıklayamazsınız. Bu tür açıklamalar başında da,
sonunda da, yaklaşımında da yanlıştır Sayın Bakan.
Eğer böyle bir şey varsa çözümünü bulun. Ortamda
iş olmadıktan sonra siz iş gücü potansiyelinizi
istediğiniz kadar eğitin, sonuç bellidir.
Sayın Bakan, sizin iktidarınız döneminde
ücretler kademeli bir düşüşün içerisine girmiştir.
Kamuda, belediyelerde taşeron işçi alımı bu
konuyu desteklemiştir. Bizler aşırı taşeronlaşma
gerçeğinin, özellikle Türkiye’de ücret skalasını
aşağı çekmek için uygulamaya sokulduğunu
düşünüyoruz. Bu uygulama, iş hayatı açısından
son derece sakıncalarla doludur. Taşeronlaşma
sadece kamuda değil, özel sektörde de sorunları
büyütmektedir. Bir firma, bir fabrika için doksan
ayrı taşeron kuruluşla anlaşabilmektedir. Bu normal
bir şey midir? Buna “Yok böyle bir şey” diyorsanız
gelin sizi götüreyim, işçilerle de konuşalım, doksan
tane taşeron firmayla adam çalışıyor. İşçilerin
tatil hakları, izin hakları, ücretleri çeşitli ve ağır
suistimallere konu olabilmektedir, Sayın Bakan.
Bu konu önemle ve acilen ele alınmaya muhtaçtır.
Sadece kamuda değil, yoksa ülkemizde köle işçiler
dönemi sizin döneminizde başlamış olacaktır.
Tarih “Bu dönemde köle işçiler dönemi başladı.”
diyecektir. Tatil, ücretlendirme, izin hakları, vesaire
Balıkesir Politika, 17 Ekim 2012
ÇALIŞMA
haklar gasp edildiği için...
Eğitim
sistemine
getirilen
4+4+4
düzenlemesiyle çocuk emeği sömürüsü artacaktır.
Üstelik bu bir sonuç değildir. Bize göre, yasanın
detayları gösteriyor ki siyasi hedefler olduğu
kadar çalışmaya başlama yaşını düşürmek gibi
bir hedef de vardır. Sayın Bakan, daha dün Dünya
Çocuk Hakları Günü’ydü. Yetiştireceğimiz nesille
ilgili dindar mı olacak, kindar mı olacak tartışmaları
süredursun net olan şu ki: 4+4+4 Yasası’yla
birlikte, yeni nesil, siyasi iktidara ucuz emek
gücü yetiştirmek üzeredir. Zaten örgütsüzleşen,
güvencesiz ve esnek çalışmanın yerleştirildiği
bir emek piyasamız vardır. Taşeronlaştırma da
bu değirmene en yoğun şekilde su taşıyan bir
kurumdur. Bir de bunun üstüne yasa ile emekçi
çocuklara çok erken yaşta meslek seçmek
fiilen dayatılacaktır. Yoksul çocuklarına okuyup
kendilerini yetiştirmeleri için fırsat yaratmanız
gerekirken onları çocuk yaşta çırak olmaya
zorluyorsunuz. Üstüne üstlük bir yandan açık
lisede kayıtlı olacaklar. Bir de bununla, AB ve diğer
dünya kuruluşlarını eğitim süremizi arttırdığımıza
ikna edeceğinizi düşünüyorsunuz. Türkiye,
üreten, ürettiğini hakça bölüşen, çalışanların
temel haklarının tanındığı, huzurlu, refah dolu bir
ülke olmak için ihtiyaç duyulan her türlü kaynağa
sahiptir. Yeter ki siyasi iktidar, yandaş dolar
milyarderlerinin değil, işçinin, memurun, çiftçinin,
öğretmenin, doktorun, eczacının, sanatçının,
akademisyenin, kısaca Türk vatandaşlarının,
Türkiye vatandaşlarının, çalışan emekçi kesimin
yanında olsun.
Siyasi iktidarın halkın yanında olduğu
günler elbette gelecektir. Biz de burada iktidara
hazırlanıyoruz Sayın Bakan..
69
ÇEVRE
giriş
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
21/11/2012
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) –
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, memleketiniz Trabzon’da,
konuşma yaptığınız bir panelde ilgi çekici
açıklamalarda bulunmuşsunuz. Şehir plancılığı
anlamında –burada tabii “Of” mu diyeceğiz, yoksa
“Trabzon” mu diyeceğiz ona karar vermek lazım
Sayın Bakanın izniyle- bizim, kimi ülkelere göre
daha şanssız olduğumuzu söylerken gelişmiş Batılı
ülkelerin sanayileşmeyi erken tamamladıkları
için, sosyalist ülkelerin de
şehir yapıları planlı ve düzgün
olduğu için şehircilik anlamında
bizden daha şanslı olduklarını
ifade etmişsiniz. Kesinlikle
çok doğru tespitlerdir, tümüne
katılıyorum.
Örneğin, bir soru ile açmaya çalışayım:
İstanbul’un bugünkü gidişatı size göre doğru bir
şehircilik midir?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) - İstanbul’un nesi?
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Bugünkü
gidişatı. Daha sizin işlere girmedik, yani şu andaki
bu ana kadar olan gidişatı.
Yani, sürekli olarak göç alan ve normal nüfus
artışı ile birlikte sürekli büyüyen bir şehir size göre
o planlı ülkelerde olsaydı daha da büyütülmeye
çalışılır mıydı?
BAYRAKTAR - 30 milyon
oldu.
“Ülke çapında
bir şehircilik ana
planına ihtiyaç
vardır.”
Sayın Bakan, eminim,
birçok
ülkenin
kentlerini
gezdiniz. Ben de dünyanın
birçok kentini ziyaret etme
imkanı
buldum.
“Güzel
kent” derken hiçbirinin bizim memleketimizin
kentlerinden daha güzel olduğunu hissetmedim.
Tabii, bu başka bir duygudur. Ancak, biz bu
kentleri bozmak, çirkinleştirmek için adeta
çaba harcamış gibiyiz. Bahsettiğiniz şehirciliği
halletmiş ülkelerin bizden farkları bu işi planlı
olarak yürütmüş olmalarıdır, temel fark budur.
İnanın, bundan sonrası için biraz çaba, cesaret ve
özveri bizim kentlerimizi de tıpkı dünyada örnek
gösterilen kentler gibi planlı hale getirebilir.
Tabii, bu plan, ülke çapında bir şehircilik ana
planı ile söz konusu olacaktır. Yani, şehirlerin
kendi çözümlerini üretmeleri güzel bir şeydir
ancak bu, planlama değildir. Sizlerin, ülkemizin
uzun vadeli şehirleşme planını hazırlamanız ve
kamuoyunun tartışmasına sunmanız, konunun
uzmanı kişilerden ve sivil toplum kuruluşlarından
fikir alarak modellemeniz gerekir.
70
GÜMÜŞ – Bizler, “Yol,
köprü, havalimanı yapılmasın.”
demiyoruz,
asla
demeyiz.
Daha
fazlası
yapılsın,
insanlarımız rahatça ulaşımını
gerçekleştirsin,
ekonomi
gelişsin, üretim ve refah artsın.
Ancak, eğer köprünün yerini,
havaalanının yerini siz değil
de plansızlık durumu size
dayatıyorsa orada bir hata var demektir.
Sayın Bakan, bu gidişe bir dur demek ve
başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizin bundan
sonra planlı bir biçimde yapılması için bir anlayışa
olanak sağlamak sizin elinizdedir.
Emin olun, planlı bir şehircilik, planlı bir
ekonominin de önünü açarak ülkemizi refaha
kavuşturacaktır. İnanın, planlı bir şehirleşmede,
fay hatlarında petrol rafine tesisleri; dere
yataklarında, bodrum katlarında evler, trafiğin
keşmekeş olduğu sokaklar; aynı şekilde caddeler,
köprüler olmayacaktır. İnanın, planlı bir kentleşme
kültürü insanlarımızı daha mutlu ve üretken
kılacak, geleceğe daha umutla bakmalarını
sağlayacaktır.
Çevre konusuna gelirsek, Balıkesir Milletvekili
olarak, ilimdeki çevre sorunlarıyla başlamak
Bakan Erdoğan Bayraktar’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
ÇEVRE
istiyorum. Önce, Dursunbey’de bir maden vardı,
zehirli atık atılacaktı, onu engelledik, bu konuda
çaba gösterenleri tebrik etmek istiyorum.
En güncel mesele, Ayvalık İlçesi Alibey
Adası’nda yapılmak istenen rüzgar enerjisi
santralleridir. Sayın Bakan, bu konuya el atmanızı
bekliyoruz. Geçtiğimiz yıllar boyunca burada
yapılmak istenen bu santraller yasaklanmıştı.
Çünkü, bölge doğal güzellikleri, yer yer sit alanı
olması özelliği, turizm potansiyeli ile santrallere
uygun bulunmamıştı.
Geçtiğimiz
haftalarda,
Bakanlığınız’ın
birimlerinin daha önce yasak olan bu santrallere
onay verdiklerini duyduk. Bu, orada yaşayan
insanlar, turist olarak gelenler ve genel olarak
tüm çevre dostları için büyük bir hayal kırıklığıdır.
Temiz enerjiye karşı değiliz. Ülkemizin enerji
kaynaklarının mümkün olan en çevreci yollardan
kullanılması gerektiğini biz de savunuyoruz.
Ancak, belediyenin rüzgar verimi daha yüksek
olan kimi bölgeleri alternatif olarak bu şirketlere
göstermiş olması bile Alibey Adası’nda yapılacak
bu santrallerden vazgeçilmesini sağlayamadı.
Alibey Adası’nda, bu kadar güzel bir yerde, tarihi
bir yerde, Ege’deki turizmin göbeğinde rüzgargülü
kurmak bu bölgede, yani, hiç uygun bir şey değil,
Sayın Bakan. Anlam veremediğimiz bir şekilde, o
küçücük adaya ciddi miktarda santral konulmak
isteniyor.
Sayın Bakan, bu santrallerin insan sağlığına
zararı vardır. Yani, insanların yaşadığı yerlere
bu kadar yakın olması sakıncalıdır.
Elektromanyetik dalgalar, özellikle
kalp pili taşıyan insanlarda ciddi
riskler barındırıyor.
“Planlı bir şehirleşmede,
fay hatlarında petrol
rafine tesisleri; dere
yataklarında, bodrum
katlarında evler, trafiğin
keşmekeş olduğu sokaklar;
aynı şekilde caddeler,
köprüler olmayacaktır.”
üzerine cesaretle gideceğinizi ve Balıkesirliler’in
bu somut sorununu başlamadan halledeceğinizi
düşünüyorum. Sadece Balıkesirlilerin değil, bu
mesele aynı zamanda turizme ilgi gösteren bütün
insanların meselesidir.
Sarımsaklı’da, Milli Savunma Bakanlığı
kampı kurulmak isteniyor Sayın Bakan. Sahilde
tel örgüleriyle çevrili 645 dönümlük bir alanı
kapsayan devlet kamplarına 920 dönüm Türk
Hava Kurumu, 12 dönüm de Milli Savunma
Bakanlığı’nın yeni kamp alanı eklenmek isteniyor.
Sarımsaklı plajı çok önemli. Sayın Bakan,
sonuçta Sarımsaklı sahili kapanma durumuna
gelecek. Her yıl 100 binlerce turiste ev sahipliği
Bu durum, yıllardır buralı
olan insanlara “Buradan gidin.”
anlamına gelir. Ya da hızla yükselen,
bu bölgedeki emlak fiyatlarından da
görüyoruz, hızla kalitesi artan bu
bölgede rüzgargülü kurma anlayışı…
“Acaba” diyoruz “burada gizli emlak
projeleri mi var?” bu duruma böyle
mi başlamak istiyorlar? Çünkü, bu
firmalara Belediye yer gösterdi ve
rüzgar kalitesi de çok daha yüksek.
Eminim,
“Cunda”
diye
de
tanınan
Alibey
Adası’nı
görmüşsünüzdür. Bir doğasever
olduğunuzu düşünerek bu konunun
71
ÇEVRE
yapan bu alanın böylesine kamplarla doldurulması
hiç savunulacak bir durum değildir. Sarımsaklı
plajı gibi özel bir alan dikkatle korunmalı, bölgenin
“Rüzgar santralleri
olsun; ancak Alibey Adası
gibi doğanın beşiği olan
yerlerde değil!”
kuzey Ege’deki müstesna turizm potansiyeli ve
fonksiyonuna uygun olarak ele alınmalıdır. Aşırı
kamu kampları bölge turizmine zarar vermektedir.
Sayın Bakan, bu bölgedeki kampları
söyleyeyim: MİT kampı 345 dönüm, Maliye kampı,
111 dönüm -hemen aynı plajda bunlar- Vilayetler
kampı, 84 dönüm; Polis Moral Eğitim Merkezi, 100
dönüm -hep denize cephesi var bunların- Vakıflar
Kampı, 15 dönüm, şimdi de 1000 dönümlük
Türk Hava Kurumu ve Savunma Bakanlığı
kampı gündeme sokulmak isteniyor. Bu konuyu,
ilgilerinize sunmak istiyoruz, Sayın Bakan.
Geçen sene buradan dillendirdiğim açık
madencilik meselesi de Balıkesir’de hala ciddi
bir sorun, Sayın Bakan. Bilindiği gibi, Kaz Dağları
ülkemizin ve hatta dünyanın nadide yerlerinden.
Çok zengin bir bitki florası ve hayvan türleri
ile bu dağların ormanları, dünyanın en zengin
ikinci oksijen bölgesi. Ancak, ne yazık ki, açık
madenlerden kalkan tozlar çevreye dağılıyor
ve kimi bitki türlerini yok ediyor. Üstelik, bu
madenlerin bazıları altın madenleri ve buralarda
siyanürle altın madenciliği yapılıyor. Kayalara
siyanürlü su püskürtülüyor. Hem bu siyanür yer
altı sularımıza karışıyor hem de bölgenin yer altı
su kaynakları tüketiliyor.
Kaz Dağları Milli Parkı bile bu kar hırsından
nasibini alıyor. Ne yazık ki, bu Milli Park yeterince
korunamıyor, Sayın Bakan. Bu Milli Park, dünyanın
sayılı milli parklarından biridir. Zira, doğası, bitki
çeşitliliği, hayvanları, jeolojisi ve bin yaşının
üzerinde anıt ağaçları ile milli park olması için
gerekli kriterlerin tamamını sağlamaktadır. Çevre
Bakanı olarak bu meselenin üzerine gitmenizi
bekliyoruz, Sayın Bakan.
Küresel
72
iklim
değişikliklerinin
ülkemize
etkisine ilişkin bir planlamayı da sizden dinlemek
isteriz. Kimi uzmanlar, Türkiye’nin beklenenden
çok hızlı biçimde tropik iklim kuşağına girmeye
başladığını ifade ediyor. Özellikle Akdeniz
Bölgesi…
Sayın Bakan, kentsel dönüşüm meselesinde
olağanüstü
bir
sorumluluğu
üstlenmiş
bulunuyorsunuz. Ancak, oldukça sorunlu bir alan
olan kentsel dönüşüm ile insan hayatının kalitesini
ve dünyaya bakışını etkileyebilecek yatırımların
önü açılırken, deprem kuşağında milyonlarca
kişinin hayatı ve geleceği de bu durumdan
etkilenecektir.
Sayın Bakan, insan hayatıyla ilgili olduğu için
ve işin güçlüğünü bildiğimizden, size farklı bir
gözle bakılacaktır. İşiniz cesaret, girişim yeteneği
gerektirmektedir. İnanın ki, insan hayatının
kalitesinin yükselmesi ve deprem tehlikesi altında
olan insanların kurtuluşu için sizin her gayretiniz
ve her atılımınız farklı bir yansımayla toplumda
kendini gösterecektir.
Sayın Bakan, bu önemli işte, sizden
beklenen, istikrarla yürümeniz ve cesur
olmanızdır. Üstlendiğiniz görevler, Hükümet ve
siyasal boyutun üzerinde ulusal meselelerdir.
Gösterdiğiniz çabaların varlığının sürdüğü ve
samimiyetle çalıştığınız sürece, bunlar toplumda
hak ettiği karşılığı bulacaktır.
Saygılar sunarım.
HAZİNE
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı, Plan ve
Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
2002’de ekonomik krizin ardından getirilen
mali tedbirlerin hemen sonrasında iktidar sürecine
başlayan AKP, geçen on yılda bir “taahhüt balonu”
yaratmıştır. Vatandaşımız henüz üretilmemiş
değerleri tüketmeye ve
geleceğe
borçlanarak
yaşamaya
itilmektedir.
Bakınız, bugün itibarıyla
kredi kartları ve bireysel
tüketici kredileri toplamı
245 milyar Türk lirasını
geçmiş bulunmaktadır.
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
22/11/2012
HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI, BANKACILIK
DÜZENLEME VE DENETLEME KURULU,
SERMAYE PİYASASI KURULU’NA İLİŞKİN
KONUŞMA
üreterek değer yaratmak yerine borçlanarak
ekonomiyi döndürmeyi yeğlemiştir. Büyüme
de dış borca bağlıdır. Bunun sonucu olarak özel
sektörün de borcu her geçen gün artmaktadır.
Merkez Bankası’nın verilerine göre, özel sektörün
uzun ve kısa vadeli toplam borcu 161 milyar dolara
ulaşmış bulunmaktadır. Bu borçlanmada en dikkat
çekici husus, kısa vadeli borçlanmanın uzun vadeli
borçlanmaya oranla daha fazla artmış olduğudur.
Ekonomideki daralmayı ve riskleri Hükümetiniz de
görmüş olacak ki Orta Vadeli
Program’da hedefler revize
edilerek
küçültülmüştür.
Ancak
ne
hikmetse
ekonomik alanda alınan
tedbirler AKP’nin hatalı
ekonomi
politikalarının
sonuçlarını halka fatura
etmekten ibarettir, diye
yorum yapıyoruz.
“Orta Vadeli
Program’da ve
2013 Bütçe Kanunu
Tasarısı’nda da ortak
nokta, ciddi zamlar
ve vergi artırımlarıyla
ekonomiyi yamamaya
dönük yöntemlerdir,
önlemlerdir.”
Sayın
Başbakan
Yardımcısı, ciddi sayıda
vatandaşımız kara listeye
girmiş
vaziyettedir.
Politikalarınız
sonucu,
ülkemizde
dar
gelirli
vatandaş, borç ekonomisi
yürütmeyi
öğrenmiştir.
Ancak öğrenene kadar o
kadar borçlanmıştır ki faiz
ödemekten beli de kırılmıştır.
Milyonlarca vatandaşımızın
icra takibinde olduğunu siz
de biliyorsunuz ve bu rakam bu dönemde hızla
artmaktadır. Son dönemlerde artış yükseliyor.
Bu durumun ülkemiz açısından yarattığı riskler
görmezden gelinmemelidir. Sizler ekonomiyi
yöneten Başbakan Yardımcısı olarak bu taahhüt
balonu ekonomisinin nasıl düzeltileceğini
düşünüyorsunuz? Düşünceniz nedir bu konuda?
Bu konuda Komisyonumuzu bilgilendiriniz,
vatandaşı bu faiz ve masraf batağından nasıl
kurtaracağınızı lütfen daha açık bir şekilde
anlatınız.
Bu “taahhüt balonu” ekonomisinin bir diğer
yönü de ekonomimizin artan iç ve dış borçlarıdır.
Ne yazık ki siyasi iktidarınızda ülkemiz, mal
Orta Vadeli Program’da
ve 2013 Bütçe Kanunu
Tasarısı’nda
da
ortak
nokta, ciddi zamlar ve vergi
artırımlarıyla
ekonomiyi
yamamaya
dönük
yöntemlerdir, önlemlerdir.
Cari dengeyi iyi göstermeye
dönük tedbirler ise artık dış
basına bile konu olur bir
nitelik kazanmıştır. Bakın,
Financial Times gazetesi Türkiye’nin ihracat
verilerine göre yaptığı haberde, yılın ilk dokuz
ayı baz alınarak yapılan kıyaslamalarda ihracatın
yüzde 14 kadar arttığını ancak bunun en az
dörtte 3’lük bölümünün altın ihracatı olduğunu
yazdı. Alınan petrol ve doğalgazın bedelinin altın
olarak ödendiği ve durumun gerçek bir ihracat
olmamasına rağmen kağıt üzerinde Türkiye’nin
dış ticaret açığının azaltılmasında önemli rolü
olduğu belirtildi, bunu sizler de iyi biliyorsunuz,
zannediyorum.
Bunun dışında, hatalı dış politikanızın
ekonomiye faturasıyla ilgili, bütçe görüşmelerinde
Başbakan Yrd. Ali Babacan’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum
73
HAZİNE
“Dünyada bölgelerarası
yeni dengeler kurulurken
Türkiye’nin ekonomik
stratejisi üretim yapısı
yeniden yapılandırılmadan
oluşturulamaz.”
çok detaylı şeyler söyledik, yeniden detayına
girmek istemiyoruz. Ancak şunu ifade edeyim:
Suriye politikalarının ekonomiye dolaylı zararı
direkt zararının kat kat üzerindedir. Kaldı ki direkt
zararları bile 2012 yılı hedeflerini ulaşılmaz hale
getirmiş, hesapları altüst etmiştir.
Sayın Başbakan Yardımcısı, ekonomide dünya
çapındaki problemler saptanmadan ülkemiz için
doğru bir politika oluşturulması da imkansızdır.
Dünyanın bugünkü gidişatı 2008’den daha
ağır şartlarla kendisini göstermeye başlamıştır.
Piyasalar kredilerle dolmuş vaziyettedir ve
piyasadaki balon yeniden şişirilmektedir. Likidite
ve kredi türevleri de artmaktadır. Ancak üretilen
projelerin riskleri verilen kredilerin miktarına göre
çok fazladır. Problem de burada ortaya çıkmakta
ve bu riskli yatırımlar dünyanın içinde bulunduğu
durumu geçici bir durum olmaktan çıkartıp adeta
kalıcı hale getirmektedir.
Şu çok nettir ki kriz konjonktürel özellikten
çıkmış, yeni şartların ihtiyacına göre yapısal
bir özelliğe bürünmüştür. Artık bunu böyle
görmeliyiz. Dünya şartlarında bölgelerarası güç
ve rekabet dengesi yeniden kurulmakta ve bu
durum yapısal krizin temellerini oluşturmaktadır.
Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerde
görülen yavaşlamanın bir devamlılık arz edeceği
beklenmeli ve hesaplar buna göre yapılmalıdır.
Dünyada bölgelerarası yeni dengeler kurulurken
Türkiye’nin ekonomik stratejisi üretim yapısı
yapılandırılmadan oluşturulamaz.
Geçtiğimiz
süreçte
siyasi
iktidarınız
süper güçlerin bölge politikalarının en büyük
savunucusu olarak yabancı sıcak para ve likidite
imkanlarından fazlaca yararlanmış olsa bile
sıkıntılar devam etmektedir ve hatta girilen
süreçte bu sıkıntıların artması da söz konusudur.
74
Sıkıntıların artacağı bir döneme ülkemiz
sosyoekonomik yapısı, sizin siyasi iktidarınızda,
radikal bir şekilde bozulmuş olarak girmektedir.
Gelir dengesizliği sizin döneminizde net bir
şekilde artmıştır. Yoksulların sayısı artarken, yeni
dolar milyarderleri türemiştir.
Bitkisel tarım verimsiz hale gelirken küçük
çiftçiler verilen krediler nedeniyle hayvancılık
sektörüne yönelmiş ancak yanlış politikalar ve
verimsizlik nüfusun önemli bir bölümünü borçlu
ve randımansız şartlarda çaresiz bırakmıştır,
Sayın Bakan.
Bu yanlışlıkların sonuçlarını sizler daha
net hissedeceksiniz önümüzdeki yıllarda. Ben
buradan size söylemiş olayım.
Sayın Başbakan Yardımcısı, açık ve net ifade
etmek gerekirse, Türkiye dünyanın girmekte
olduğu ateş çemberine son derece büyük risklerle
dahil olmaktadır. Bu konulara hazırlık hesabınızın
ne olduğunu doğrusu merak ediyorum, Güney’de
ateş çıkmak üzeredir.
Bakınız,
dünyanın
gidişatında
kabus
senaryoları vardır. Bu kabus senaryolarının
gerçekleşmemesi biraz da Türkiye gibi ülkelerin
bu süreçteki performanslarına bağlıdır. Savaş,
yakın geçmişte olmadığı kadar ciddi bir risktir.
Hükümet, bu riski bertaraf etmeye dönük adımlar
atması gerekirken, tam tersi dünyayı sarabilecek
bir ateşin merkezinde olmayı yeğlemiştir.
Yapılması gereken, çalışan kesimleri daha
da yoksullaştıracak yeni zamlar getirmek
değil, gelir adaletsizliğine engel olarak, emekçi
sınıfları güçlendirmek ve ekonomiyi hızla
üretim ekonomisi yapısına kavuşturmaktır. Siz
bunu tercih eder, şimdiden bu yönde adımlar
atarsanız ülkemiz çok sıkıntılı bir küresel sürece
önde ve ciddi avantajlarla girecektir. Yok, eğer
görmezseniz, gecikmeli ama çok büyük faturalar
ödedikten sonra yapacaktır.
Teşekkür ediyorum, bütçe hayırlı olsun.
MALİYE
giriş
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Maliye Bakanı, Plan ve
Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli
bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, yaklaşık bir aylık süredir
bütçe görüşmelerini gece gündüz sürdürüyoruz.
Görüşmeler boyunca 28 ayrı oturumda tüm
bakanlıklar ve başbakan yardımcılarına bağlı
kamu kuruluşlarının bütçelerini görüştük,
tartıştık, sorular sorduk. Tüm komisyon üyesi
milletvekili arkadaşlarım cidden yoruldular.
Bunlar elbette yapılacak. Milletimiz adına
yürüttüğümüz bütçe görüşmeleri, “bütçe
hakkı” diye tanımladığımız ve Osmanlı’nın son
dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına, o
günlerden de günümüze ilkeleri gelişmiş ve halkın
yönetenlere yetki verirken onların denetimini
hakça yapması için daha ilkeli ve daha demokratik
olma yolunda mesafe kaydetmiştir. Dolayısıyla
“bütçe hakkı” için bizim bir ay gece gündüz
çalışmamız bu işin doğası gereğidir. Ancak,
üzülerek ifade ediyorum ki bu bütçe görüşmeleri
de kendinden önce geleni bir anlamda tekrar
etmiş ve Hükümet’in ev ödevini zamanında
yapmadan gelmesinden kaynaklı yeterli verimi
elde edememiştir.
Sayın Bakan, ne yazık ki Orta Vadeli
Program’ın,
ekonomik
raporun,
2011
kesinhesabının ve 2013 Bütçe Kanun Tasarısı’nın
açıklaması ciddi bir şekilde gecikmiştir. AKP
Hükümetin’in bu durumu alışkanlık haline
getirmesinden, halkın bütçe hakkını meşru bir
siyasi hak olarak değil, idari bir prosedür olarak
gördüğü sonucunu çıkarmaktayız. Bakanlıklar’ın
ve ilgili kurumların bütçe rakamlarını içeren kalın
ve ağır kitapları ancak görüşmenin yapıldığı bir
gün önce ve hatta bazen görüşmenin yapıldığı
gün vekillere dağıtılmış, kimi sunuş metinleri ve
ilgili tablo ve grafiklerin yer aldığı kitapçıklardan
bazıları sunuşlara bile yetiştirilememiştir. Sayın
Başkan’ın dikkatine sunulur. Bu geçen sene de
Bakan Mehmet Şimşek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum
TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
26/11/2012
MALİYE BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA
böyleydi, şimdi gene böyle devam ediyor.
Bizler muhalefet ya da iktidar olalım,
milletvekilleri olarak bütçe görüşmelerini halkın
bütçe hakkını temsilen yaptığımızı ve bu işin
hakkını vermemiz gerektiğini bir an olsun bile
unutmamalıyız.
Zira, ekonominin büyüdüğü, gelir kalemlerinin
sürekli artış içinde olduğu dönemlerde bütçe
hazırlamanın rahatlığı artık yoktur. Gelir
kaynaklarının kısıtlanacağı, ancak bunun yanında
giderlerin bir türlü kısıtlanmadığı ortadadır. 2012
yılının bütçe hedeflerinin tutmayacağını Eylül
ayından beri dillendiriyorsunuz. 2013 yılının bütçe
hedeflerinin gerçekçiliği ile ilgili şüpheleri de bir
türlü bertaraf edememiş durumdasınız.
Evet, dediğimiz gibi Sayın Bakan, işiniz
kolay değildir. Ancak, bize göre işinizi gerçekten
zorlaştıran nedenler, ülkenin ve dünyanın içinden
geçtiği nesnel koşullar kadar, Hükümetiniz’in
koşullarıdır.
Anlam veremediğimiz bir şekilde, tüketime
dayalı büyüme modelinde ısrar ediyorsunuz.
Göz göre göre borç ekonomisini şişiriyorsunuz.
Bu durum, kredi kartlarından, geri dönmeyen
alacaklardan, birçok kredilerdeki artan olağanüstü
risklerden bellidir. Üretimin artması için gerekli
tedbirler bir an önce alınmalıdır. Üretimle ilgili
yeni tedbirler ele alınmalıdır. İthal et, ithalatın
azcık üzerine yüzde 10’luk bir işlem koy, ondan
sonra ihraç et; bu modelden vazgeçilmelidir.
Dünya ekonomik sisteminin yapısal sorunları
olduğunu burada sık sık dile getirdik. Ekonomiyi
ilgilendiren tüm bakanlıklara anlatmaya çalıştık.
Türkiye’nin artık bu borç ekonomisinden hızla
vazgeçmesi gerektiğini, aksi takdirde ihracatta
hızla geriye düşeceğini ve rekabet gücünü
kaybederek çok zor durumda kalacağını belirttik.
Sayın Bakan, bütçenin en önemli gelir
kalemini oluşturan vergiler konusunda da
ciddi hatalı tercihler söz konusudur. Ülkenin
gelir dağılımı adaletini tehlikeye sürükleyecek
politikalar uygulanmaktadır. Üretim giderlerini
75
MALİYE
doğrudan etkileyecek mallara Hükümetiniz
döneminde ciddi vergiler getirilmiş ve zamlar
yapılmıştır. 2013 yılı bütçe tasarısına baktığımızda
da ciddi iyimser bulduğumuz büyüme oranlarının
çok çok üzerinde vergi gelirlerinden anlıyoruz ki
siyasi iktidar, ekonomik faturayı halka kesme tavrı
içerisindedir.
“Ülkede ciddi miktarda
dolar milyarderi
türemiştir.”
Sayın Bakan, sizin bakanlığınızın görevi,
devletin, toplumun yararına kullanmak üzere
topladığı vergilerin gelir durumuna göre adilane
bir şekilde toplanması ve bunların kullanılmasıdır.
Ancak siyasi iktidarınız döneminde dolaylı
vergiler o kadar artmıştır ki vergi gelirlerinin
en büyük kalemini oluşturur hale gelmiştir.
Eskiden devlet, vatandaşa, toplanan vergilerin
gerekçelerini yol, su, elektrik, iletişim hizmetleri
diye açıklardı. Şimdi vatandaş yol için ayrıca
vergi ödüyor, su için ayrı, elektrik ve iletişimde de
ayrı vergi ödüyor. Bakınız, elektrik, doğalgaz gibi
enerji kalemleri bugün ülkemizin üretim kalemini
oluşturan birçok ürünün maliyetinde temel kalem
haline gelmiştir. Bazı ürünlerde yüzde 50’leri dahi
aşmakta, 60’lara 70’lere ulaşmaktadır.
Sayın Bakan, vergi adaletini halletmek
zorundasınız. Aksi takdirde, yoksulu daha yoksul,
zengini daha zengin hale getiren şu anki vergi
sistemi bizi uzun vadeli bir çıkmazın içerisine
sokacaktır. Kısa vadeyi götürebiliriz ama gelecek
ne olacaktır? Gelecekle ilgili AKP İktidarı’nın
kafasındaki
soruların
giderek
büyümekte
olduğunu biz buradan görüyoruz.
Bakınız, özellikle son dönemde ülkede ciddi
oranda dolar milyarderleri türemiştir. Sayın
Bakan, uygulamalarınızda cesur olunuz ve bu
durumun üzerine gidiniz. Ülkede ciddi sanayi
yatırımları olmadığına göre bu milyarderler
nereden çıkmaktadır? Üstelik bunların önemli bir
kısmının gereken vergiyi de türlü gerekçelerle
ödememekte olduklarını duyuyoruz. Yani yeni
dolar milyarderleri türemektedir. Ancak, ne
76
hikmetse vergi rekortmenleri listelerine bakıyoruz
isimler hep eski isimlerdir. Bu nasıl oluyor? Yani
bizim nasıl olduğuna dair bilgilerimiz var da
sizden dinlemek isteriz bu konuları.
Sayın Bakan, önümüzdeki süreç siyasi
iktidarın savaş konusunda ek maliyetler üretme
potansiyeline ciddi bir biçimde açık bir süreçtir.
Bu tür siyasi gelişmeler bizler için sürpriz
olmayacaktır. Başbakan’ın Suriye’de dengeleri
daha da germe olasılığı çok yüksektir. 2012 yılının
mali beklentilerini saptıran temel faktörlerden biri
de Hükümetiniz’in izlediği dış politika olmuştur.
İktidarınızın izlediği gerilim yanlısı politika,
sadece bütçeye değil ekonomiye de ciddi yük
getirmektedir.
Jeopolitika konusunda uğraşan bir insan
olarak özellikle bizim bölgedeki gerginliklerin
önümüzdeki dönemde yükseleceği konusunda
size beklentilerimi açıklamak isterim. Hükümet
bu tür yaklaşım tarzıyla olağanüstü riskli bir
yangına doğru yaklaşmaktadır. Bu yangının daha
da büyüme olasılığı Orta Doğu için gerçek bir
meseledir. Bu nedenle, hem hazırladığınız bütçenin
hem gelir kaynaklarımızın bu gelişmelerden
etkilenme olasılığı yükselmektedir. Bu politikaları
ona göre ayarlamamız gerek.
Demokratik bir hukuk devletinde olması
gerekenin çok üzerinde artan örtülü ödenek ve
özel güvenlik harcamaları da bizleri rahatsız eden
diğer bir konudur. Örtülü ödenek, geçtiğimiz yıl
itibarıyla katrilyonu zorlar hale gelmişti, bu yıl
da artmakta olduğunu görüyoruz. Sayın Bakan,
bu rakam çok büyük bir rakamdır. Hele hele
denetimsiz olduğu gözetildiğinde sakıncaları
ortadadır. “Demokratik bir ülke için bu kadar büyük
örtülü ödenek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?”
konusu hakikaten tartışılacak bir konudur. Bu
kadar geniş bir yetki alanının ve ödeme kaleminin
olduğu yerde demokrasiden bahsetmek mümkün
değildir. Bu arada o örtülü ödeneğin içerisine
bizim o afetle ilgili küçük rakamı da katarsanız
çok memnun olurum.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
giriş
BÖLGESELLEŞME
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bu araştırma
önergesiyle, dünyamız ve bölgemizin yeni
şartlarına bakmayı, bu şartları insani ve ulusal
sorumluluğumuz altında değerlendirip ülkemiz
ve dünyamız açısından çözüm ve çıkış noktalarına
işaret etmeyi hedefledik.
Dünyamız öyle büyük bir değişim sarmalına
girmiştir ki; bunları on dakika içerisinde yeterli
boyutta yansıtmamız mümkün olmayacaktır.
Ancak, kısa değerlendirmelerle sorunlara,
tehlikelere ve çözüm yollarına değineceğiz.
İlk tespit: OECD’nin Kasım 2012 başlarında
yayımladığı raporda, elli yıllık küresel büyümenin
ortalamasının yüzde 3 olacağı, bu süreçte
asıl büyümenin Asya’da ortaya çıkacağı
öngörülmektedir; Asya’da ortaya çıkması
demektir ki bugünün gelişmiş ülkelerinin yüzde
2’nin altında büyümesi tahmini vardır. Özetle,
önümüzdeki elli yılda gelişmiş ülkeler için çok
uzun bir durgunluk dönemi, hatta yoksullaşma,
dünya skalasında şimdiki durumuna göre geride
kalma veya göreli olarak küçülme beklenmektedir.
Tespit edilen bu durumun tüm göstergeleri
bugün için mevcuttur. Batı’nın aktüel rakamları
tam da böyle bir gelişmenin başlangıcını
vermektedir. Başka bir deyişle, Batı’nın gelişmiş
ülkeleri, ekonomilerinin ve refah seviyelerinin
sürdürülebilirlik şartlarını kaybetmek üzeredirler.
ABD ve Avrupa, düşük büyüme oranlarıyla
yılı tamamlamıştır. İşsizlik oranları yüksektir.
Bulundukları durum her an resesyon ve krize
girme riskini içermektedir.
Asya’nın ise en yüksek büyüme hızına sahip
bölgesi Güneydoğusudur. Güneydoğu Asya, eşsiz
büyüklükteki nüfusu, şimdiye kadar görülmemiş
büyüklükteki üretim ve tüketim kapasitesi
sayesinde tüm dünya ülkeleriyle rekabet
edebilmektedir. Bu coğrafya, ölçek ekonomisi,
dünya birincisi AR-GE yatırımları, ucuz iş gücü
ve müthiş pazarıyla hem dünya sermayesini
çekmekte hem de rekabet gücüyle adeta yıkıcı
etkilerini sürdürmektedir.
TBMM GENEL KURUL
31/01/2013
CHP GRUBU’NUN ULUSLARARASI BÖLGESEL
İŞBİRLİKLERİ ÖNERİSİNE İLİŞKİN KONUŞMA
Üç yıldan bu yana, artık dünya mal
pazarlarında şampiyon Güneydoğu Asya’dır.
Hiçbir dünya şirketi, yatırım yaparken 50-60
milyonluk bir ülkeyi 1,5 milyarlık bir ülkeye tercih
etmeyecektir. Dolayısıyla, bu şartlar, sürekli
olarak Güneydoğu Asya’da dünyanın başka
coğrafyalarına nazaran daha büyük bir büyümeye
yol açmaktadır. Bu süreç, alternatifsiz bir ortamda
dünyanın tek bir bölgesinin diğerlerine nazaran
orantısız bir hızla büyümesine neden olmuştur
ve bu durum devam etmektedir. Mevcut koşullar
ve beklentiler açıkça tarif edildiğinde akla şu soru
gelmektedir: Batı medeniyeti ve hegemonyası
kendisine yüzlerce yılda sağladığı avantajlardan,
yüksek konfor ve refah şartlarından, üstünlük
duygusundan vazgeçebilecek midir? Başka bir
deyişle; yeni rakiplerinden onlarca yıl ileride silah
ve müdahale gücü varken bizzat kendisinin tespit
edip raporladığı olumsuz bir gelecek beklentisi
karşısında Batı’nın tepkisi ne olacaktır?
Dünya, son altı yılda hızla değişmiştir. Tek
kutuplu dünyanın şiarı olan söylemler tükenmek
üzeredir. “Ulusal devlet bitti” söylemini artık
duymuyoruz eskisi gibi. “Liberal ekonomi tek
seçenektir” demiyorlar. Gelişmiş ülkelerde
ekonomiye devlet müdahalesi de yaygınlaşmıştır.
“Mikromilliyetçilik desteklenmelidir” söylemi,
artık tercih edilmesi gereken söylemler arasından
çıkarılmaya başlanmıştır. Küreselleşmeye övgüler
ise hızını oldukça kaybetmiştir. Tek kutuplu dünya
dengesinin sona erdiği, yerine çok kutuplu dünya
düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda
kanaatler yaygınlaşmıştır. İşte “Arap Baharı” diye
anılan süreçte Suriye’deki yönetimin direnişinin
altındaki gerçek budur. Suriye’de, yeni kutuplar
geçmişin tek kutuplu dünyasıyla karşı karşıya
gelmişlerdir. ABD, askeri gücünü Orta Doğu’dan
Güneydoğu Asya’ya kaydırmaya hazırlanmaktadır.
ABD ve Hindistan’ın Çin’e karşı inşa etmeye
başladıkları bloklaşma Vietnam, Kamboçya
ve Filipinler de Çin baskısından korunabilmek
kaygısıyla dış politikalarını uyumlaştırmaya
başlamışlardır.
Hindistan
ve
Japonya
silahlanma
77
BÖLGESELLEŞME
harcamalarını artırmaktadırlar. Japonya, Çin
ile başlayacak olası bir savaşı Senkaku Adaları
ve Tayvan üzerinden tartışmaya başlamıştır ve
Anayasası’nda değişikliklere gitmektedir.
Güneydoğu Asya’da yaşanan tezat şudur:
Bu coğrafyanın ülkeleri ekonomik olarak Çin’in
etrafında bütünleşirken güvenlik ve savunma
alanında ABD ile işbirliklerini artırmaktadırlar.
“Arap Baharı” denen Akdeniz’deki dönüşüm
hareketlerinin arkasında da gerçekte, yükselen
Güneydoğu Asya’yı dengeleyecek bir bölgesel
entegrasyonun hazırlanma projesini aramak
mantıklı olacaktır.
Afrika’da artan huzursuzlukların ve Batı’nın
bizim gibi stratejik ortaklarının bu coğrafyalara
yönlendirilmeye başlanmasının arkasında da aynı
kurgu vardır.
Altını çizmemiz gereken mesele, artık ABD’nin
ekonomik
büyüklüğüne
eşitleyebileceğimiz
Çin’in ekonomik büyümesini kriz ortamlarında
dahi yüzde 7-8 oranlarında sürdürmesidir. Bu
tabandır kendileri için. İşte, bu yüzden bölgesel
gerginlikler artmakta, silahlanma hızlanmakta,
uzak kıtaların kaynak bölgelerine doğru etki
yarışı kızışmaktadır. Bu süreç, küreselleşmeyle
süratlenen ve beslenmiş olan bir sonuçtur.
Bir coğrafyanın ekonomik olarak diğer
coğrafyalara göre orantısızca ve olağanüstü
büyümesi ve Batı’nın reel sektörü terk etme
eğilimi ve uygulamaları bugünkü küresel dengenin
bozulmasıyla sonuçlanmıştır. Öyle ki mevcut
durum tüm taraflar için türlü riskler içermektedir.
Kendi adıma, yıllarca izlediğim ve analiz ettiğim
bu sürecin bizzat kendisi ve nedenleri, dünyamızın
geleceği ve barış ortamı için son derece önemlidir.
Bize göre bu sürecin barış içerisinde tüm
taraflar için çözümü, ekonomik olarak yükselmiş
olan bu bölgeye alternatif ve rakip olabilecek, çok
sayıda ülkeden oluşan yeni bölgesel entegrasyon
alanlarının ortaya çıkarılmasıdır. Dünyada
yeni bölgesel ekonomik alanlara ihtiyaç vardır
arkadaşlar. Bu olgunun adı bölgeselleşmedir.
Bizim de dünyanın gidişine bakıp yıllar önce tespit
ettiğimiz bölgeselleşme çözümü, bugün, gelişmiş
ülkelerin de gündeminde tartışılmaktadır.
Bize göre, dünyada yeni bölgesel entegrasyon
alanlarının yükselmesine katlanmak, bugünün
hegemon ülkeleri için bir taviz olacaktır. Buna
rağmen gelişmişlerin kalkınmışlıklarını barış
ortamında sürdürebilmeleri ancak bu tür bir
78
yolla sağlanabilir gözükmektedir. Bu şartlarda,
bölgeselleşmeyi sanayileşmiş, gelişmekte olan
ülkelerin katılıp gerçekleştirebileceği oluşumlar
olarak
düşünmek
gerektiği
kanısındayız.
Az gelişmişler ise bu süreçten ham madde
satışlarının artırılması, pahalanması ve satın alma
avantajlarının gelişmesi gibi konularda yarar
sağlayabileceklerdir.
Bölgeselleşmede, bölgeler kendi içerisinde
homojenizasyon sağlarken dünya dengelerine
hizmet edeceklerdir. Türkiye için düşünürsek,
bölgeselleşme
ve
entegrasyon
istikrarsız
ülkeler yerine, göreli de olsa istikrarlı ülkelerle
yapılmalıdır. Bölgeselleşme ve entegrasyon ancak
istikrarlı ülkelerle yapılabilir.
Ekonomik entegrasyon, bir açık alışveriş
halidir. Ancak, bununla beraber siyasal krizler
ve istikrarsızlık da bu alışverişe konu olabilirler.
İstikrarsızlık olgusu, bulaşıcı bir özellik de taşır.
Dolayısıyla, ülkemizin güneyinde entegrasyon
aramak, ne Türkiye’nin ne Batı Dünyası’nın ne
Doğu’nun ihtiyaçlarına uygun olacaktır.
Bölgesel entegrasyon alternatifleri konusu,
yakın coğrafyamızda yeterince mevcut ve yüksek
potansiyeldedir. Bu potansiyelleri değerlendirmek,
yapılan anlaşma ve işbirliklerinden vazgeçmek
anlamına gelmeyecektir. Dolayısıyla, yeni bir
bölgesel entegrasyon ortamı mutlaka Avrupa
Birliği’nden vazgeçme veya AB’yle ilişkilere, iş
birliğine karşıt olma olarak algılanmamalıdır.
Hepinize teşekkür ederim, saygılarımla.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gümüş.
10. KALKINMA
giriş
PLANI
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli
milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı hakkında
konuşma yapmak üzere şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
“Kalkınma” kavramının ülkemiz açısından
ifade ettiği önemi bu kürsüden çokça ifade
ettik. Bugün tartışmasız olan konu, kalkınmanın
planlamadan kopartılamayacağıdır. Planlı bir
ekonominin, ülkenin refah düzeyini ne kadar
artıracağını, bu planlama içinde ekonomik, siyasi
bağımsızlığın ve demokratik hakların öneminin ne
kadar vazgeçilmez olduğunu ifade ettik, etmeye
devam edeceğiz.
AKP iktidara geldiği günden bu yana “istikrar”
kavramının önemine vurgu yapmaktadır. Esas
olarak, AKP, iktidarından önce atılmış ekonomik
adımlar ve bu adımlarca çizilmiş ekonomik
programları harfiyen devam ettirmiş bir iktidar
olarak ülkeyi on yılı aşkın süredir yönetmektedir.
Sayın Bakan, geçen yıl bütçe görüşmelerinde
de ifade ettiğim, daha sonra da Meclis
kürsüsünden CHP grup önerisine ilişkin yaptığım
konuşmada da vurguladığım uluslararası bölgesel
entegrasyon alternatiflerinin nihayet bu taslakta
tartışılmaya açılması beni memnun etti. Çok
kutuplu dünya analizlerimizin sahiplenilmesi ve
planda yer almasından mutluluk duyuyorum.
Ocak ayında bu kürsüden şunları ifade
etmiştim: Dünya son altı yılda hızla değişmiştir.
Tek kutuplu dünyanın kendine özgü denge yapısı
ve geleceğe dair şiarları tükenmek üzeredir.
Dünyada tek kutuplu dengenin sona erdiği ve
yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmekte
olduğu doğrultusunda kanaatler artmıştır. Bu
kanaatler yalnızca gelişmiş ülkeler için değil, az
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için de kabul
edilen kanaatler olmaya başlamıştır.
Artık yeni küresel dengeler konusunda
hangi taşı kaldırsak altından Güney Doğu Asya
ülkeleri, BRICS ülkeleri çıkmaktadır. Bu ülkeler
TBMM GENEL KURUL
01/07/2013
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
ONUNCU KALKINMA PLANI (2014-2018)
GÖRÜŞMELERİNE İLİŞKİN KONUŞMA
gelişmiş ülkelere rakip çıkarak dünyanın büyüme
lokomotifleri olmuşlardır. Bugün dünyanın gelişmiş
ülkeleri, bu ülkeler tarafında yoğunlaşmakta olan
olağanüstü ekonomik ve dolayısıyla küresel gücün
karşısında eski güç dengelerini, sürdürülebilirlik
şartlarını hızla farklılaştırmaktadırlar, hatta
yitirmektedirler. Gelişmiş ülkeler, Güney Doğu
Asya ülkelerini dengeleyebilmek için Doğu Avrupa
ve Karadeniz ülkeleri civarında entegrasyon ve
işbirliği olanakları aramaya başlamışlardır.
Bunları biz okuyoruz, duyuyoruz ama
maalesef iktidar bu tür gelişmelerin farkında
mıdır, biz onu fark edemiyoruz.
Ülkemizin 2014-2018 dönemi arasında temel
strateji belgesi olması gereken Onuncu Kalkınma
Planı insan odaklı, çok büyük boyutlu ve bütüncül
bir bakışa sahip olduğunu iddia etmektedir. Ancak
çok boyutlu olduğunu iddia eden bu bakış açısı
dikkat çekici eksiklikler ve farklılaşmalar ihtiva
etmektedir. Örneğin, bir önceki plan döneminde
kalkınmanın motoru olacağı ileri sürülen Avrupa
Birliği’ne üyelik sürecine, tartışmakta olduğumuz
bu planın giriş bölümünde hiç değinilmemiştir.
Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini
geleceğin yeni dengelerini kuracak temel stratejik
atılım olarak görmeye başlarken bu konuya
Onuncu Kalkınma Planı’nda çok zayıf olarak
değinilmiştir. Dokuzuncu Plan’da Uzak Doğu’daki
gelişmeler ve bunların dünyaya etkileri yer alırken,
Onuncu Plan’da da bu konuya verilen yer ağırlıkla
Orta Doğu’ya ve Körfez Bölgesi’ndeki İslam
ülkelerine bırakılmıştır. Planda, dünyada global
dengesizliklerin olduğuna da yer verilirken, yeni
dengeleme çalışmaları için hangi çalışmaların
olduğuna yer verilmemiş, hangi eğilimlerin ağırlık
kazanmaya başladığı konusunda
tahminler
ise oldukça yetersiz kalmıştır. Oysa ki dünyada
yeni
bir bölgeselleşme hareketi dönemine
girilmiştir. Güçlü bölgesel ekonomik entegrasyon
alternatifleri küresel dengelerin yeniden barışçıl
yollarla tesisi için en iyi seçenek olarak ortaya
çıkmaktadır. İşte, daha birkaç ay önce AB ile
ABD, dünya tarihinin en önemli serbest ticaret
anlaşmasını imzalayarak büyüme hızlarını yüzde
79
10. KALKINMA PLANI
1,5 oranında artırmayı hedeflemişlerdir. Üstelik,
daha geçtiğimiz günlerde Kuzey İrlanda’da
düzenlenen G-8 Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde bu
serbest ticaret anlaşması geleceği şekillendirecek
temel anlaşma olarak tanımlanmıştır.
Peki, biz bu duruma ne denli hazırdık? Nasıl
etkilenecektik bu gelişmelerden? Alternatif
politikalarımız nelerdi? Üstelik Gümrük Birliği
üyesi olmamız nedeniyle bu anlaşmadan bu denli
etkilenecekken nasıl bir yol haritası çizecektik
kendimize? Doğrusu, bu planda bu sorularımıza
yanıt bulabilmeyi isterdik; ancak şaşırmadık.
Dünya analizi, Sayın Dışişleri Bakanı’nın ayakları
yere basmayan politikalarından ibaret olan
iktidar partisinin böylesine kapsamlı bir strateji
çizememesi şaşırtıcı olmadı, bizler açısından.
Burada tarihi bir uyarıyı yenilemek istiyorum:
Hükümet, bir an önce, Orta Doğu’da bir
zamanlar kendisine sunulan Yeni Osmanlıcılık
düşünden uyanmalı, istikrarsız alanlarda işbirliği
ve entegrasyon hevesinden vazgeçilmelidir.
İstikrarsızlık bir hastalık gibi bulaşıcıdır ve güney
tarafından, Antakya bölgelerinden bulaşmaya
başlamıştır.
Unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin bölgeselleşme seçenekleri yalnızca duygusal tercihlere
değil, yeni uluslararası konjonktüre, yeni
makroekonomik dengelere, yeni çok kutuplu
dünya jeopolitiğine bağlıdır.
Planda,
komşu
ülkeler
ve
bölge
ülkeleriyle ticaret ve yatırım potansiyelini
değerlendirebilmek amacıyla özel ekonomik iş
birliği yöntemleri olan ortak veya nitelikli sanayi
bölgeleri, ortak ekonomik alan gibi iş birliği
mekanizmalarından
bahsedilmektedir.
Planı
hazırlayan bürokratlarımızın iyi niyetlerinden
eminim. Ancak unutulmamalıdır ki iktidar
partisi, bir zamanlar en büyük müttefiki olan
Suriye ile de benzer bir yapılanma işine girerek
“Şamgen” alanını hazırlamaya çalışmıştı. Ancak
bugün gelinen noktada AKP zihniyeti Türkiye’yi
Suriye’deki iç savaşın bir tarafı haline getirmiş
ve doğal olarak bu atılım sonuçsuz kalmıştır.
Böylesine kapsamlı ve önemli işbirliği projelerinin
AKP tarafından uygulanamayacağı bir kez daha
ortaya çıkmıştır.
Planda farklı bölgesel merkezlerden söz
edilmelidir. Ancak Türkiye’nin bu merkezlerle
rekabet ve iş birliği stratejileri ne yazık ki
vurgulanmamaktadır. Oysa ki ABD Dış Politikası’na
80
ilişkin son tartışmalarda Orta Doğu’dan AsyaPasifik bölgesine doğru bir yönelmeden
söz edilmektedir. Şu sıralarda Çin’in Batıya
yönelmekte olduğu konuşulmaktadır. Bu arada,
Asya’da ilginç ve gelecekte sorun yaratmaya aday
bir ikileme işaret edilmektedir.
Sayın üyeler, Hükümet, dünyanın gidişatını ve
büyük güçlerin yeni tercihlerini anlayamamıştır.
Geliştirilen stratejinin gerçekleşebilme şansı
olmayacaktır. Bu durum ancak AKP’yi tarihin
derinliklerine göndermeye yarayacaktır. Çünkü
dünyayı anlayamazsanız dünya, Gezi olaylarından
sonra olduğu gibi sizi tanımayacaktır, arkanızda
durmayacaktır.
Bakınız, ihracatımızın yüzde 50’sine yakınını
oluşturan AB’yle dahi net bir gelecek hedefi
kurgulanmamıştır. Müzakerelere aynı gün, 3 Ekim
2005 tarihinde beraber başladığımız Hırvatistan
şu anda AB’ye katılmış bulunmaktadır. Ne oldu
AB perspektifimize? Suriye, İran, AB, Türk
Cumhuriyetleri, ne tutarsanız elinizde kalıyor.
Şimdi de dünya karşınıza geçmek üzeredir.
Hayırlı olsun diyorum!
Çok teşekkürler.
...
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Sayın
Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Burada konuşmacıların kalkınma için
uluslararası işbirliğinden konuşması gerekirdi.
Ancak bu konu zayıf kalmıştır. Küresel şartlar
nedir? Orta ve uzun vadeli süreçte küresel şartlar
nereye doğru evrilecektir? Bu sorular ülkemizin
planlarında ciddi şekilde yer almalıdır. Bu
kürsüden biraz önce de ifade ettiğim gibi, Soğuk
Savaş sonrası oluşan Tek Kutuplu Dünya Sistemi
son altı yıldan bu yana hızla terk edilmektedir.
Ancak bu terk ediş eski çift kutuplu dünya
sisteminden farklı olarak giderek iç içe geçmiş çok
kutuplu bir dünya sistemine doğru evrilmektedir.
Bunu daha açık bir şekilde ifade edebiliriz:
Geleceğin dünyasında kutuplararası ve bölgesel
ilişkiler nasıl olacaktır? Geleceğin uluslararası
bölgesel entegrasyonları kendi içinde homojen
ekonomiler ve homojen yapılar oluştururken
bu homojenlik zamanla bölgelerarası ve dünya
çapında uyumlulaşmaya yönelebilecektir. Aynı
zamanda bölgesel ekonomiler diğer ekonomilerle
yapılacak anlaşmalar ile adeta birbirini kesen
10. KALKINMA PLANI
-teğet geçen değil- daireler gibi iç içe geçme
görüntüleri oluşturabileceklerdir. Bu manzara
bölgeselleşirken
dengelenip
küreselleşen
dünyanın yeni bir görünümü olabilecektir. Onuncu
Kalkınma Planı’nda da bu çok kutuplu sürecin adı
gecikmeli ve eksik de olsa Hükümet’in hazırladığı
bir metinde de konmuş oldu; içeriği de hızla
doldurulmalı ve zenginleştirilmelidir.
Bizim uzunca bir süredir ifade ettiğimiz bu
sürecin ülkemizde ciddi etkileri söz konusudur
ve gelecekte de olacaktır.
Batı’nın
ekonomik
hakimiyetine
alternatif
olarak Güneydoğu Asya
merkezli yükselen ekonomik
gücün doğurduğu jeopolitik
gerilimler, görülen odur
ki ancak yeni uluslararası
bölgesel entegrasyonlarla
dengelenebilecektir. Tabii
ki savaş ihtimaline de yeni
bir önlem olacaktır. Bu
kavramın adı “Uluslararası
Bölgeselleşme”dir.
Yeni
uluslararası
bölgesel
entegrasyonlar, yeni ölçek
ekonomilerini
doğuracak
ve
ekonomik
modeller
gündeme gelecektir. Dünya
ölçek ekonomileri dönemine
girmektedir, giremeyenler
geride kalacaktır. Süreç,
ülkemiz
açısından
son
derece
kritik
karar
noktalarında
olduğumuz
anlamına gelse de bugünün
iktidarı büyük ölçüde bu
durumun farkında değildir.
Genel olarak, Orta Doğu ve özellikle Suriye
politikasında takınılan tavır ve tutumlardan
ve şimdi de bu planda uluslararası alana eksik
yaklaşımdan Hükümet’in dünya jeopolitiği ve
küresel dengeleri algılayamadığını ya da çok az
farkında olduğunu görüyoruz. Kısaca, Onuncu
Plan’da dünyanın çok kutuplu süreci tanımı
konulmasına rağmen bunun nasıl bir bölgesel
entegrasyona dönüşebileceğine ilişkin bir
öngörü yoktur. Dünya uluslararası bölgeselleşme
hareketlerini geleceğin yeni dünya dengelerini
kurarken, en önemli stratejik gelişmelerin içine
sokmayı düşünürken konu Hükümet’in planında
çok çok zayıf kalmıştır. Dokuzuncu Plan’da Uzak
Doğu’daki gelişmelerin dünyaya etkileri ele
alınırken Onuncu Plan’da Uzak Doğu’ya verilen
yer Orta Doğu ve İslam ülkelerine bırakılmıştır.
Eğer ülkemiz gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel
uluslararası bölgesel entegrasyona ilişkin hazırlık
sürecinde pasif kalırsa bu büyük bir kayıp olacaktır.
Pasif kalmamak için atılan adımlarda da jeopolitik
stratejiler ile hareket edilmesi ülkemizin çıkarları
gereğidir. Bu jeopolitik stratejileri bugünkü
Hükümetin ve Dışişleri Bakanlığının çözemediği
açıktır. Ülkemiz, ne yazık ki yakınlaşması gereken
politik
istikrarı
yüksek
ve
ekonomik
üretim
ve
kaynak
potansiyeli
yüksek alanlardan uzak
tutulurken, istikrarsızlığın
ve üretimsizliğin kol gezdiği
alanlara yakınlaştırılmıştır.
Bu
alanlar
ülkemizin
güneyindedir arkadaşlar.
“Yeni uluslararası
bölgesel
entegrasyonlar, yeni
ölçek ekonomilerini
doğuracak ve
ekonomik modeller
gündeme gelecektir.
Dünya ölçek
ekonomileri dönemine
girmektedir,
giremeyenler geride
kalacaktır.”
Teşekkürler.
81
fotoğraflar
Balıkesir
Merkez’de
köy
ziyaretlerinden
Dursunbey
Durabeyler
Köyü
Gümüş,
Gn. Bşk. Yrd.
Haluk Koç ile
Balya’da
Gümüş,
Bigadiç’te
gençlerle...
Edremit sel
felaketini
yerinde
incelerken
Balıkesir
Merkez esnaf
ziyaretlerinden
83
Gümüş,
Erdek’te
partililerle...
Gümüş CHP
Burhaniye İlçe
Örgütü’nde
Gümüş’ün
Manyas
Ziyareti
Gümüş’ün
Gömeç
ziyareti
84
Gümüş,
CHP Susurluk
İlçe
Merkezi’nde
Gümüş’ün
İvrindi
ziyaretinden
Gümüş,
Havran köy
ziyaretlerinde
Gümüş,
Edremit
köylerinde 2B
Mağdurlarına
seslenirken
Gümüş,
Havran köy
ziyaretlerinde
Gümüş,
Balıkesir’de
yeryüzü
iftarında.
Gümüş,
Kalaycılar,
Kocaavşar
ve Merkez
köylerde...
Gümüş,
Kalaycılar,
Kocaavşar
ve Merkez
köylerde...
85
Gümüş,
Bigadiç‘de
köy
ziyaretinde
Gümüş,
Bigadiç
ziyaretinde
Bigadiç
İskele
Kasabası
Gümüş,
Akçay Uğur
Mumcu Anıt
Park açılışında
86
Dursunbey
Durabeyler
Köyü
Gümüş’ün
Gönen
ziyaretinden...
Gümüş,
Gönen’de
esnaf
ziyaretinde...
Gümüş’ün
Gönen
ziyaretinden...
Kepsut
ziyareti
Gümüş’ün
Gönen
ziyaretinden...
Gümüş
Manyas’ta
Şamlı ve
Yağcılar köyleri
ziyaretlerinden
87
Savaştepe
Belediyesi’nin
İftar Yemeği
Paşaköy’de
Genel Bşk. Yrd.
Faik Öztrak ile
beraber...
Gümüş’ün
Edremit
köylerindeki
çalışmaları
Gümüş,
CHP Edremit
Parti Okulu
bünyesinde köy
ziyaretlerinde
Karapürçek at
yarışları ödül
töreni
Dursunbey atık
depolarına karşı
bilinçlenme
toplantısı
88
Gönen’de
pazar yerinde
Gn. Bşk. Yrd.
Haluk Koç’un
Savaştepe
ziyaretinden
Gönen’de
pazar yerinde
Savaştepe’de
yeni üye
kabulünde
rozet töreni
Balıkesir
Merkez köy
ziyaretlerinden
Sındırgı
ziyaretinden
89
Gn.Bşk. Kemal
Kılıçdaroğlu’nu
uğurlarken
Gümüş,
Burhaniye’de
partililerle
Çanakkale Mv.
Ali Sarıbaş ve
İstanbul Mv. Ali
Özgündüz ile
Meclis’te
90
CHP’nin Türkiye
geneli İl Genel
Meclisi Üyeleri
ile yapılan
toplantıdan
Babası Eski
Bigadiç Bld.
Bşk. Ahmet
GÜMÜŞ’le
Meclis’te
Erdek
Atatürkçü
Düşünce
Derneği
Gn.Bşk. Kemal
Kılıçdaroğlu
ile Misafirleri
ağırlarken
Dünya Uygur
Kongresi 4.
Genel Kurulu
Uygur
Türkleri’nin
Japonya
Temsilcilerinin
Ziyareti
Silivri
Duruşma
Salonu önü
Gümüş,
Macarlar Köyü
ziyaretinde
Uygur
Türkleri’nin
Meclis Ziyareti
Toplantısından
91
Gümüş’ün
Bandırma
ziyaretinden
Dursunbey’de
“Zehir Deposu
Yaşamı
Mahveder”
Toplantısı
Gümüş’ün
Bandırma
ziyaretinden
Edremit’te
Esnaf
Ziyaretinden
92
Edremit’te
Esnafla
iç içe
Dursunbey’de
“Zehir
Depolarına
Hayır”
Toplantısı
Balıkesir
STK
Ziyaretlerinden
Gümüş,
Meclis’te
misafirlerini
ağırlarken
Gümüş’ün
İznik ziyareti
Pamukcu
köyünde
Gn.Bşk. Kemal
Kılıçdaroğlu ile
Muş CHP
Gençlik
Merkezi
Gümüş
Muş’ta esnaf
ziyaretinde
93
Dursunbey
Ziyareti
Dursunbey’de
Atık Deposu
Yapılan
Maden Alanı
Karapürçek
At Yarışları
Edremit’in
Gümrük
Mahallesi...
94
Esnaf
Ziyareti
İzmirli
Boşnaklar
Derneği
Ziyareti
Balıkesir
Cumhuriyet
Bayramı
Kutlamaları
Gümüş
çocuklarla
Edremit
Ziyareti
CHP Ayvalık
İlçe Örgütü
Ziyareti
Ayvalık Esnaf
Ziyareti
İstanbul
Gezi Parkı
95
HALUK AHMET GÜMÜŞ
10 Mart 1960’ta Balıkesir Bigadiç’te
doğdu. Ahmet ve Emine GÜMÜŞ’ün
oğludur.
12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde
Balıkesir’den Milletvekili Adayı oldu
ve seçildi; T.B.M.M 24. dönem 1. ve
2. yasama yıllarında Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi olarak çalıştı. Halen,
yeni kurulan Güneydoğu Avrupa İşbirliği
Süreci Parlamenter Asamblesi Türk
Grubu Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi adına,
hükümetin çalışmalarının incelenmesi,
izlenmesi ve değerlendirilmesi ile görevli
çalışma gruplarında Kalkınma Bakanlığı,
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı ve Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı’ndan sorumludur.
Ekonomist, İş Geliştirme ve Jeopolitika
Uzmanı;
Eğitimi;
•
Doktora
programına
bağlı
Derinleştirilmiş Etütler Diploması
(DEA), Jeopolitik Enstitüsü (UFI), Paris
Üniversitesi (Universite De Paris)
(Karadeniz Jeopolitiği ve Karadeniz
Ekonomik İşbirliği üzerine)
•
İşletmecilik Yönetimi İhtisas Programı, İşletme Fakültesi, İstanbul Üniversitesi
•
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi
•
İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi (Avrupa Topluluğu Mastır Programı derslerini aldı.)
İş hayatı;
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda 7. ve 8. beş yıllık kalkınma planlarında Özel İhtisas Komisyonları Üyeliği
görevlerinde bulundu.
Özel sektörde, şirketler grubunda Grup Başkanı ve öncesinde Genel Müdür Yardımcısı, Koordinatör, İş Geliştirme
ve Stratejik Planlama Müdürü olarak görev yaptı.
Fransızca ve İngilizce bilen Gümüş, evli ve 1 çocuk babasıdır.
HALUK AHMET GÜMÜŞ
CUMHURİYET HALK PARTİSİ MİLLETVEKİLİ
TBMM KONUŞMALARI
• Türkiye
• Uluslararası Bölgesel Entegrasyon
• Dünya