HALUK AHMET GÜMÜŞ
Transkript
HALUK AHMET GÜMÜŞ
HALUK AHMET GÜMÜŞ 10 Mart 1960’ta Balıkesir Bigadiç’te doğdu. Ahmet ve Emine GÜMÜŞ’ün oğludur. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde Balıkesir’den Milletvekili Adayı oldu ve seçildi; T.B.M.M 24. dönem 1. ve 2. yasama yıllarında Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak çalıştı. Halen, yeni kurulan Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi adına, hükümetin çalışmalarının incelenmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi ile görevli çalışma gruplarında Kalkınma Bakanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan sorumludur. Ekonomist, İş Geliştirme ve Jeopolitika Uzmanı; Eğitimi; • Doktora programına bağlı Derinleştirilmiş Etütler Diploması (DEA), Jeopolitik Enstitüsü (UFI), Paris Üniversitesi (Universite De Paris) (Karadeniz Jeopolitiği ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği üzerine) • İşletmecilik Yönetimi İhtisas Programı, İşletme Fakültesi, İstanbul Üniversitesi • Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi • İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi (Avrupa Topluluğu Mastır Programı derslerini aldı.) İş hayatı; Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda 7. ve 8. beş yıllık kalkınma planlarında Özel İhtisas Komisyonları Üyeliği görevlerinde bulundu. Özel sektörde, şirketler grubunda Grup Başkanı ve öncesinde Genel Müdür Yardımcısı, Koordinatör, İş Geliştirme ve Stratejik Planlama Müdürü olarak görev yaptı. Fransızca ve İngilizce bilen Gümüş, evli ve 1 çocuk babasıdır. HALUK AHMET GÜMÜŞ CUMHURİYET HALK PARTİSİ MİLLETVEKİLİ TBMM KONUŞMALARI • Türkiye • Uluslararası Bölgesel Entegrasyon • Dünya HALUK AHMET GÜMÜŞ CUMHURİYET HALK PARTİSİ BALIKESİR MİLLETVEKİLİ TBMM KONUŞMALARI Türkiye Uluslararası Bölgesel Entegrasyon Dünya Ankara, 2013 İrtibat Bilgileri Konuşmalar yazı diline uygun biçimde redakte edilmiş, görüşmelerde gerçekleşen diyalogların sadece konuya katkı sunanları korunmuştur. Adres : A Blok 1. Kat 6 Nolu Banko Oda No:13 TBMM / ANKARA Baskı: MİKİ Matbaacılık San. Tic. Ltd Şti. www.mikimatbaasi.com Telefon: 0 (312) 420 58 66 - 0 (312) 420 58 67 Faks : 0 (312) 420 69 62 e-posta: [email protected] Web : www.halukahmetgumus.com içindekiler Önsöz ..................................................................................................5 Bütçe ..................................................................................................7 Dışişleri .............................................................................................12 Milli Savunma ..................................................................................15 Kalkınma ...........................................................................................19 Avrupa Birliği .................................................................................22 Diyanet ve Yurtdışı Türkler........................................................27 Afad ve Mit ......................................................................................29 Aile ....................................................................................................32 Gümrük ve Ticaret ........................................................................35 Gıda ...................................................................................................38 Milli Eğitim .......................................................................................41 Basın .................................................................................................44 Adalet ...............................................................................................47 Ekonomi ...........................................................................................49 Enerji .................................................................................................51 İçişleri...............................................................................................54 Ulaştırma .........................................................................................57 Kültür............................................................................................... 60 Sağlık ................................................................................................63 Bilim ..................................................................................................66 Çalışma ............................................................................................68 Çevre ................................................................................................70 Hazine ..............................................................................................73 Maliye ...............................................................................................75 Bölgeselleşme................................................................................77 10. Kalkınma Planı .........................................................................79 Fotoğraflar .....................................................................................82 ÖNSÖZ giriş Ülkemiz, geçmişi, çevresel etki potansiyelleri ve kaynaklarının hükümetlere sunabileceği imkanlar ile dünyanın dikkatini toplamaya devam etmektedir. Türkiye’de siyaset yapmak için, yalnızca iç politikayı ve onun şartlarını bilmek yeterli olamamaktadır. Zaman zaman gelişen olaylar içeride olup bitenlerin dış dünya ile ne kadar büyük etkileşim içinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu nedenlerle; ülkenin sorunları ve geleceği üzerine çalışmayı kendilerine görev edinenlerin hem iç politikayı hem de dış politikayı iyi anlayıp analiz edebilecek yeterlilikte olmak için sürekli gayret göstermeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bizler çalışmalarımızı bu anlayış ve yaklaşımla yapmayı amaç edindik. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşanan ekonomik, demografik ve siyasal şartlarda uluslararası dengeleri farklılaştıracak hatta değiştirecek gelişmelerin yaşanması, ülkeleri küresel ve ülkesel düzeyde yeni yapısal kararların alınması doğrultusunda zorlamaktadır. İşte; ekonomik ağırlığın giderek farklı coğrafyalarda yoğunlaşarak kendini göstermesi veya uzun sürecek ağır ve süreklilik gösteren bir ekonomik krizin içinde bulunulması bu durumun çarpıcı göstergelerindendir. İçinde bulunulan şartlarda ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin bölgemizde ve dünyamızda yaşanan gelişmeleri anlamakta güçlük çektiğini, bu nedenle de dış politikanın neredeyse tüm alanlarında hayal kırıklıklarıyla karşılaştığını görüyoruz. Hükümetin, dünyadaki gelişmeler ve bunların iç politika ve ekonomimize yansımalarını kavrayamaması, içerideki sorunları da giderek ağırlaştırmakta, çözüm için radikal bir bakış ve anlayış değişikliğine olan ihtiyacı arttırmaktadır. Bu ihtiyaçla bizler, TBMM bünyesindeki çalışmalarımızda sorunları ve sorunların çözümlerini sürekli değişen ve gelişen şartların hareketli yapısını göz önünde tutarak ortaya koymaya çalıştık. Konuları ele alırken sadece eleştirel bir bakış geliştirmeyip sorunları çözücü yol arayışlarına katkıda bulunmaya özen gösterdik. İnanıyoruz ki kısa vadeli sermaye girişi ile borçlanma yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan ülke ekonomimiz, daha kapsamlı bir perspektif ve üretime dayalı planlı yeni bir irade ile umut vadeder hale gelecektir. Bu çalışma, dünyamızın girdiği yeni dönemi, bu yeni dönem içerisinde uygulanması gereken yeni politikaları sıkça dile getirdiğim TBMM Genel Kurul konuşmalarımın bir bölümünden ve ülkemizin kalkınması için gereken çözüm önerileri sunduğum Plan ve Bütçe Komisyonu konuşmalarımdan oluşuyor. Ayrıca, basında çalışmalarım hakkında çıkan kimi haberler ve Balıkesir ziyaretlerimin bir bölümünde çekilen fotoğraflardan oluşan bu kitapta desteklerini esirgemeyen Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki arkadaşlarıma ve benimle beraber ciddiyetle çaba gösteren ekibime teşekkür ediyorum. Haluk Ahmet Gümüş Cumhuriyet Halk Partisi Balıkesir Milletvekili 5 BÜTÇE HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın üyeler, değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları; ben dünyadan Türkiye’ye doğru bir geliş yapacağım. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin yeni parasal politikaları ortaya konulunca dünya ekonomisini yeniden ve 2008’dekinden daha sert bir mali şoka doğru ilerlediğini söylemek mümkün olabilecektir. Bu konudaki yorumlar çoğalmaya başlamıştır. Ancak dünyada ne yazık ki kaynağı üretimde, karlılıkta, rekabet gücü ve yeteneğinde yatan bir durgunluk ortamı, yine dünyada para basarak, Batık bankalar kurtarılarak, kredi türev piyasaları şişirilerek aşılmaya çalışılmaktadır. Buna rağmen piyasalardaki durgunluk daha derin bir resesyona doğru ilerlemeye devam etmektedir. Bugünkü gidişat dünyayı 2008’e taşıyan şartlara benzediği gibi, daha da ağır koşullarda kendini göstermeye başlamaktadır. Verilen kredilerle piyasalardaki likidite ve kredi türevleri artırılmaya devam edilmektedir. Piyasalarda kredi almaya istekli firmalar bulunabilmektedir. Fakat asıl sorun şuradadır: Dünyanın büyük bankaları, aynı zamanda krediyi en uygun bir şekilde kullanabilecek riski düşük olan müşteriler istemektedirler. Bankalar riski düşük projeler konusunda sıkıntı çekmektedirler. Dünyadaki paradoks buradadır. İşte, bu noktada riskli ve kötü yatırımlar artmaya devam etmektedir. Bu durumda, en son yaşanan ve kredi balonunun patlamasıyla ortaya çıkan 2008 krizinden tehlikeli bir ortama girilmesine dair veriler hızla çoğalmaktadır. Dünyadaki bu manzaranın geçici bir dönem olmadığını anlıyoruz. Önce kriz geldi, sonra “W” diye ikincisi ulaştı, şimdi de bir şok daha beklenmektedir. Bu durumda artık W değil, testere etkili bir ağır resesyon dönemine girilmiştir. Çünkü dünyadaki bu kriz; geçici, devresel bir özellikte değildir ve daha da derinleşmesi beklenmektedir. Yaşanan kriz, dünyada yapısal sorunlar olduğunu ve özellikle yeni dünya şartlarında bölgeler arası Bakan Mehmet Şimşek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 31/10/2012 BÜTÇE VE KESİNHESAP KANUNU TASARISINA İLİŞKİN KONUŞMA ekonomik güç ve rekabet yeteneği değişimlerinin bu krizin ana nedenlerini oluşturduğunu göstermektedir. Sözünü ettiğimiz bu sorunlar karşısında yeni şartlar değerlendirilerek tüm dünyada yeni bir ekonomik yapılanma ve bölgeler arası yeni bir dengelenmenin düşünülüp uygulamaya sokulması gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkeler açısından bakarsak, bu ülkeler içinde bulunan ağır resesyon döneminin devam edeceğini, hatta ağırlaşacağını göz önünde bulundurmalıdırlar. Gelişmekte olan ülkelerde görülen yavaşlama sürecinde de bir devamlılık olacağı beklenmelidir. İhracata yönelik büyüme konusuna ağırlık vermeyi sürdürmek isteyen bu ülkeler, gelecekteki sıkıntılı süreçleri göz önüne alarak ve gelişmiş ülkelerdeki daralmalar karşısında dayanıklı olabilmek için ekonomilerini, üretim yapılarını yeniden ele almalı ve yeniden yapılandırmalıdırlar. Türkiye de bu ülkeler arasındadır. Hükümet, süper güçlerin bölgedeki politikalarının Orta Doğu’daki en büyük savunucu ve iş birlikçilerinden olarak yabancı sıcak para ve likidite imkanlarından yararlanmış, geçtiğimiz dönemi göreli olarak daha az sıkıntıyla geçirmiştir. Ama asla sıkıntısız bir dönemden geçilmemiştir. Ancak içine girdiğimiz dönemde sıkıntılar daha hissedilir olmaya başlayacaktır. “Hükümetin çeşitli gerekçelerle getirdiği vergiler bununla ilgili midir?” diye düşünüyoruz. Yaklaşan dönem büyük risklerle doludur. Savaş riski de bunlardan biridir. Biz savaş riskini Hükümet sayesinde, kraldan çok kralcı olma anlayışıyla daha yakına çekmiş bulunuyoruz. Bizim burada endişemiz, bölgesel sorunlarla başlayabilecek, önce bölgeyi, sonra dünyayı sarabilecek bir ateştir. Bu konuda çok dikkatli olunmalıdır. Türkiye, rakamlara bakarsak göreli olarak rahattır deniliyor. Şöyle bir bakalım tabana: “Siz hiç tabana inmiyor musunuz?” diyorum. Yediveren ovalarda, tarlalar, yıllardır nadastadır, ekilebilir alanların önemli bir bölümü nadastadır. Pamuğu bile Yunanistan’dan, bizim verimli 7 BÜTÇE ovalar dururken Yunanistan’ın taşlı tarlalarından alıyoruz. “Sakla samanı, gelir Tayyip zamanı” Tarım yapılmadığı için hayvancılığa giren çiftçiler borç batağındadırlar. Ben Balıkesir Milletvekili olarak, o bölgede yüzde 40 civarında tarıma bağlı insan olduğunu biliyorum. Bunların tamamına yakını hayvancılık yapıyor ve önemli borç batağı içindeler. Bu konuyu, çok acı çekildiği, çok sıkıntılar içinde olunduğu için belirtmek istiyorum. Şu anda hayvancılık ve hayvan üreticileri iflas noktasına gelmişlerdir. Nüfusun yüzde 40’ı derken –tarımla uğraşanların önemli bir kısmı da hayvancıdır- bunun esnafa yansıyan bölümünü de hesap ettiğiniz zaman çok büyük bir bölümün ağır risk altında olduğunu size söylemeliyim. Bununla ilgili size birkaç örnek vereyim: Samanın kilosu ekinin kilosundan daha pahalıdır şu anda. Ben tarihte samanın kilosunun ekinin kilosundan pahalı olduğunu hiç duymamıştım; yani biz Balıkesir’de şunu söylüyoruz: “SAKLA SAMANI, GELİR TAYYİP ZAMANI”. Arkadaşlar, ben çocukluk döneminde anlayamadığım bu atasözünü şu anda çok iyi anlamış bulunuyorum sayenizde, onun için sizlere teşekkür borçluyum. Bütçenin tanımını nasıl yaptığınız, aslında onu nasıl kullanacağınıza dair ipuçları verir. Bütçe bize göre şöyle tanımlanabilir: Bütçe, başta vatandaşlardan ödeme gücüne göre alınması gereken vergiler olmak üzere, tüm kamu gelirleriyle yaratılan kaynakların nasıl değerlendirileceğinin vatandaşların ortak ihtiyacını karşılamak için var olan devlet tarafından, yine milletin iradesini temsil eden Meclis’ten aldığı harcama yetkisi ile planlamasıdır. 2013 yılı için Hükümet tarafından önümüze getirilen bütçeye baktığımızda ise bu tanımımıza uymayan ciddi farklar görüyoruz. En önemli hususlardan biri vergiler konusudur. Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre, 2012 yılının Ocak-Eylül ayları arasında 41 milyar TL gelir vergisi toplanmıştır. Aynı aylar içerisinde başta özel tüketim vergisi olmak üzere tüm dolaylı vergileri topladığımızda ise 80 milyar TL gibi ciddi bir rakam karşımıza çıkıyor. Bu, 2012 yılında vatandaştan toplanan her 3 liradan 2’sinin gelirinden bağımsız, dolaylı yolda toplandığı anlamanı gelir. Yani, bütçenin en önemli gelir kalemi olan vergilerin, vatandaşın ödeme gücüne göre toplanmadığı açıktır ve bu haksız vergi toplama usulü artık alışkanlık yaratmış, gelir vergisini ikiye katlamıştır. 2012 yılında vergi gelirleri toplamının 286,1 milyar TL olması bekleniyor. Hükümetin çok Bir de kredi politikalarında ayarsız kredilendirmeler var. Aracıların aldığı, bir yığın, ta bakanlıklara dayanan meseleler var. Çok acı şeyler yaşanıyor. Onun için, siz hangi büyümeden bahsediyorsunuz, kimin büyümesini anlatıyorsunuz, ben pek anlayabilmiş değilim. Nüfusun önemli bir bölümü sıkıntı içindedir. Gelelim bütçe görüşmelerine. Burada ülkemizin 2013 yılının bütçesini konuşuyoruz. Peki, sormak istiyorum: “Nedir bütçe, tanımı nedir?” 8 Balıkesir Politika, 5 Kasım 2012 Şimdi, mantığı size söyleyeyim, bu ekonomik durum nasıl: 1,5 kilo sütle 1 kilo yem alınabiliyor. 1,5 kilo sütü satıyorsunuz, 1 kilo yem alıyorsunuz ama 1 kilo yem yediğinde hayvan 1 kilo süt vermiyor, hayvancının ekonomisi bunun için bozuk. BÜTÇE iyimser bulduğumuz büyüme oranları dikkate alınarak yapılacak bir hesapla, 2015 yılında bu miktarın 328 milyar TL’ye ulaşması gerekirken -ki tekrar ediyorum, bu hesap Hükümetin iyimser büyüme rakamlarına göredir- orta vadeli program ile 2015 yılına kadar kademeli artışlarla vergi gelirleri toplamının 389,7 milyar TL olacağı beklenmektedir. 328 milyar nerede, 389 milyar nerede? Sayın Bakan, bu muazzam artışı nasıl elde edeceksiniz? Merak içindeyiz. Lütfen, üç yıl içerisinde normal vergi gelirlerinize ilaveten toplanacak 214 milyar TL’nin nereden geleceğini açıklayınız. Üstelik bu vergileri toplarken enflasyonu düşüreceğinizi iddia ediyorsunuz. Bunu hangi ekonomik analizle temellendirdiğinizi dinlemek isteriz. siz doğal gaza yüzde 35 zam yapacaksınız, sonra istatistiki çabalarla enflasyonu yüzde 7,4 hesaplayacaksınız! Bu hayal gibi gözüküyor. Sayın Bakan, kamu emekçilerinin enflasyona endekslediğiniz maaş zamları ne olacak? Yüzde 5,2 ile belirlediğiniz ücret zamları, gerçekleşen yüzde 10’lar civarında reel enflasyonun çok altında kalmamış mıdır? Bu durum milyonlarca kamu emekçisine yapılan bir haksızlık değil midir? Kamu emekçilerinin maaşlarını sadece enflasyona endeksli bir konu yapmak haksızlık değil midir? Bu ülkede üreten, çalışan, alın teri döken insanların ekonomik büyümeden pay almaları en temel hakları değil midir? “Bu ülkede üreten, çalışan, alın teri döken insanların ekonomik büyümeden pay almaları en temel hakları değil midir?” Hükümetinizin bütçe zararı tahminleri de yanlış çıkmıştır. 351 milyar TL olarak öngörülen giderlerin 363 milyar TL civarında olacağı anlaşılmaktadır. Gelirlerin ise 330 milyar TL’nin altında seyredeceği düşünülmektedir. Bütçe zararlarının sürekli devreden niteliği gözetildiğinde kalıcı çözümler ile halledilmesi gereken bir mesele olduğu çok açıktır. Ancak, Hükümetinizin bütçesinde kalıcı bir çözüm yoktur. Varsa yoksa ek zam, ek vergi, ek özelleştirme gibi geçici çözümler ile sorunu öteleme tedbirleri vardır. Bu öteleme çabalarının tamamı ekonomik krizi davet etmektedir ya da beriye çekmektedir. Hükümetin 2012 yılı için ifade ettiği yüzde 4’lük büyüme, bir hedef küçültme iken o dahi gerçekleşmemiştir. Büyüme 3,2’lerde, yani Hükümetin öngörüsünün yüzde 20 gerisindedir. Sayın Bakan, hangi faktörler bu duruma neden olmuştur ve bunlar niçin Hükümetiniz tarafından öngörülememiştir? Enflasyon tahminleri de yine aynı başarısız öngörüler sonucu hayal kırıklığıdır. Yüzde 5,2’lik enflasyon tahmini şu anda Hükümet tarafından yüzde 7 olarak revize edilmiştir. Şunu ifade edelim, bu revizyon da realistik değildir. Dünyada doğal gaz fiyatları yüzde 25-30 civarında düşerken Sayın Bakan, bütçe gerçekleşme rakamlarında özellikle Eylül ayına dikkat çekiliyor. 2011 yılı Eylül ayında 1,9 milyar TL açık veren bütçe, 2012 yılı Eylül ayında 5,8 milyar TL açık vermiştir, yani bir önceki yıla göre Eylül ayının zararını Hükümet olarak dörde katlamışsınız. Bu durum Suriye meselesiyle ilgilidir. AKP Hükümeti yoksuldan, emekçiden, işçiden, çalışandan toplandığı vergilerle savaş hazırlıklarını yürütmüş ve bu macera bütçemize pahalıya patlamıştır. “Kraldan çok kralcısınız, hiç olmazsa bir at pazarlığı görseydik!” Öyle diyorlar bize, geçmişte öyle dediler. Suriye politikaları sadece mal ve hizmet alımındaki muazzam gider kalemi artışına değil, ciddi gelir kaybına da neden olmuştur. İthalattan alınan katma değer vergisindeki yüzde 15’lik azalma da sınır kapılarının kapatılması ile zarar gören Suriye ile bağlantılı ticaretteki düşüş nedeniyledir. Rusya meselesi… Suriye meselesinde karşı karşıya geldik Rusya’yla. Ticaret hacmimiz 30 milyar dolardır. Rusya’nın, Putin’in orada ne dediği ve buradaki kamuoyuna açıklanmayan, yansıtılmayan beyanatlarını kamuoyu duysaydı ne derdi acaba? Bunların saklandığını, bunların kamuoyuna verilmediğini biz biliyoruz. Bütün bunlara Libya ve Suriye’deki 9 BÜTÇE paralı asker ve militanlara örtülü ödenekten aktarıldığı iddia edilen paralar, artan askeri trafiğin ekonomiye getirdiği fatura, artan askeri harcamalar, dış ticaret zararları, sınır ticaretinin durması nedeniyle bölge ekonomisinin uğradığı zarar ve mülteci kamplarının maliyetleri eklendiğinde tablo daha net ortaya çıkacaktır. Bu can yakıcı konu göstermektedir ki iyi bir bütçe yapmanın yolu, tutarlı bir stratejisi olan bir devlet politikası izlemekle mümkündür. Aksi taktirde, rakamlar yanıltıcı olur ve tıpkı bugünkü gibi hayal kırıklığına yol açar. Elbette geçtiğimiz yılların analizini yapmak, doğru ve sağlıklı bir bütçe yapmak için elzemdir. Ancak bütçe daha çok geleceğe dair tahminleriniz risk faktörü beklentileriniz ve fırsatlarla ilgilidir. Bu kurgu sadece ulusal ölçekte bir gelecek kurgusu değil, uluslararası küresel koşullarla ilgili olmalıdır. vaziyettedir. Zira rekabet, verimlilik, riskli krediler meseleleri birbirine zincirleme bağlı konulardır. Şimdi buradan çok net soruyorum: Bu duruma dair tedbirleriniz, mali politikalarınız, stratejileriniz var mıdır, yok mudur? Biz de bilelim, ona göre kendi iktidar hazırlıklarımızı şekillendirelim diyorum. Zira geçtiğimiz yıl buradan yaptığımız uyarılara kulak asmadınız ise ve strateji geliştirmediniz ise, üzülerek söylüyorum ki sevgili ülkemizi zor günler beklemektedir, bu zorluğun altında öncelikle biz değil, siz kalacaksınız. Dünyada güç sahipleri bozulan mali dengenin yeniden, nasıl ve nerelerde kurulacağını hesaplamaktadırlar, tedbirlerini ve çalışmalarını ona göre yürütmektedirler. Bu durum bütçemizle direkt olarak ilgili bir durumdur. Güçlü bölgesel ekonomik entegrasyon alternatifleri bu mali dengenin yeniden barışçı yolla tesisi için -Türkiye’deki değil, dünyadaen iyi çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. “Güçlü uluslararası bölgesel ekonomik entegrasyon alternatifleri, mali dengenin orta vadede yeniden barışçı yolla tesisi için önemli bir çözüm olacaktır.” Buraya gelmeden, geçen sene bu salonda neler söylemiştim, tekrar bir gözden geçirdim. Hükümeti, 2012 yılı bütçesini yaparken ciddi küresel işaretler noktasında uyarmış, bütçenin bu küresel koşullar göze alınmadan yapıldığı müddetçe gerçeklikten uzak olacağını belirtmiştim. İçinden geçtiğimiz bir yıl süresince Hükümetin bu uyarıları yeterince dikkate aldığını söylemek ne yazık ki oldukça güçtür. Bugün önümüze getirilen bütçe kanununa baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Hükümet ne yazık ki geçen yıl olduğu gibi bu yıl da dünyanın yönelimlerini doğru analiz edememektedir. Bu nedenle hazırlanan bütçenin başarılı olması, üzülerek ifade ediyorum ki, çok zor bir iştir. Sayın Bakan, geçen yıl da buradan ifade etmiştim, siz vardınız, “Yeni küresel dengeler konusunda hangi taşı kaldırsak, altından Güneydoğu Asya ülkeleri ve genel olarak BRIC ülkeleri çıkıyor.” demiştik. Piyasalar bu ülkelerden gelen mallara teslim olmuş vaziyettedir. Örneğin, Güneydoğu Asya’nın yarattığı talep, bu temele dayanan ölçek ekonomisiyle düşük ücretler dengesi, Batı’nın tüm dengesini bozmuş 10 Gelişmekte olan ülkelerin dünya krizinden en az hasarla, hatta fırsatlar yaratarak çıkmasının yolu, bir araya gelebilecekleri birlikler kurmaktan geçmektedir. Burada, gelişmekte olan ülkelerden, sanayisi olan ve bu sanayisini daha ileriye taşıma zorunluluğu ve arzusu olan ülkeleri kastediyorum, yoksa ekonomisi başta petrol, doğalgaz olmak üzere yer altı zenginliklerine dayalı, üretimsiz ve görece kaygısız, zemini kaygan ekonomiler, ülkemizin birlik ve entegrasyon ihtiyaçlarını karşılayamazlar, sosyal yapıya da zarar verirler. Doğrusu merak ediyorum, Türk Dış Politikası’na yön veren Sayın Davutoğlu, ülkemizin yüzünü Orta Doğu’ya çevirirken işin bu yönünü nasıl hesap edemez? Doğu Avrupa’da, Kuzey’de ve Orta Asya’da bize birlik olacak, ekonomik entegrasyon projeleri yapabilecek onca yetenek olarak hazır ülke varken neden Orta Doğu bataklığına saplanmak için bu kadar hevesli olunmaktadır? Ölçek ekonomisi ile rekabetin yolu üretim ölçeğini büyütmekten geçer. Hükümetin BÜTÇE acilen, girdiği bu hatalı yönelimden vazgeçerek, samimi bir şekilde, bölgesel ekonomik entegrasyonların ve ortak sanayi üretiminin önünü açması gerekmektedir. Bugünün dünyasında güçlü bir bölgesel politika için güçlü bir ekonomi şarttır ama ne yazık ki AKP Hükümeti 2001 krizi sonrası alınan ekonomik tedbirlerin meyvelerini yiye yiye tüketmiş ve sona getirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak önümüze getirilen bütçeyi, halkın ihtiyaçları ve öncelikleri gözetilerek hazırlanmış bir tasarı olarak görmediğimizi ifade ediyoruz. AKP Hükümetinin hatalı iç ve dış politikaları sonucu gelinen ekonomik sıkıntıların faturasının ağır vergi yükleriyle halka fatura edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi her fırsatta, hazırlanan bütçenin halka karşı hazırlanmış olduğunu ifade edecektir. Teşekkür ederim. … HALUK Teşekkürler. AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Bakan, geçen sene gündeme getirmiştik. Bandırma’da bir Denizcilik Yüksek Okulu var. Bu okul kaptan yetiştiriyor. Ben, bunu size soru olarak sormuyorum. Talep olarak alırsanız çok iyi olur. Çünkü bunun için söz verilmişti. Kaptan yetiştirecek bu okul, kuruldu, bir çok şeyleri yapıldı, ancak yer gerekiyor. Kaptan yetiştiren bu tür yatırımlar olağanüstü karlı, Tayland’da falan çok yüksek karlı getirileri oluyor. Geçen sene söz verilmişti, bu, Bütçe’ye sokulacaktı ama atlatıldı. Şu anda bunu ekleyebilirseniz çok iyi bir iş olacak, Bandırma’ya bir hareketlenme getirecek. Bandırma biliyorsunuz geleceği olan, potansiyeli yüksek bir yer. Bu konu, bu sene atlanmamalıdır. Oraya öğretim üyelerinin alınması gerekiyor, bunların bir listesi var. Hemen bu listeyi göndertebiliriz isterseniz. Sağolun. 11 DIŞİŞLERİ TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 06/11/2012 DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın üyeler, değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları; Sayın Bakan, sizi geçen yılki gibi uygulamalarınızdan dolayı ağır eleştirmeyeceğim, sıfır sorun politikasına “sıfır isabet” demeyeceğim, Suriye konusunda yalnız kaldınız, kraldan çok kralcı oldunuz diye hesap sormayacağım. Burada açıklayacaklarım başka bir endişenin yansıması olacaktır. Madem ki aynı gemideyiz, madem ki aynı sorumluluğun farklı taraflarıyız, sizi eleştirmek yerine birkaç konuyu bizim açımızdan, dar zamana rağmen, açıklamaya çalışacağım; çünkü gelinen nokta eleştiri ihtiyacını geçmiştir. Bu nedenle konular hakkındaki görüşlerimizi söylemek daha yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Önce terör, Suriye, Arap Baharı’nı ele alalım. Suriye’deki olayların bize “Arap Baharı” diye tanıtılan sürecin devamı olduğunu herkes bilmektedir. Bizler görüyor ve anlıyoruz ki Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler dışarıdan yönlendirilen ve finanse edilen bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla yaşananlar, Arap ülkelerinde demokrasi isteyenlerin taleplerine uygun görünse de ve Arap aydınlarının bir kısmından yanıt alabilse de bu ülkelerin gerçek iç dinamiklerinden ağırlıkla güç alabilen bir süreç değildir. Yani iç dinamiklerin sonucu değildir. Bunu herkes biliyor. Kısaca, yaşananlar Batılı büyük ülkelerin hedeflerine uygun olarak uygulamaya sokulmuş “Dış Politikada gelinen nokta eleştiri ihtiyacını geçmiştir.” “Akdeniz Dönüşümü”dür. Adı bu olmalıdır. Arap Baharı değil Akdeniz Dönüşümü’dür. Peki, şimdi soruyu soralım: “Akdeniz Dönüşümü”nden ne hedeflenmektedir? “Akdeniz Dönüşümü” hangi küresel hesapların bir 12 parçasıdır? Zaten düne kadar dünyanın küresel güçlerine ve kendileri için biçilmiş uluslararası ilişkiler ağına çok fazla direnci olmamış bu ülkelerde, şimdi gelişmiş ülkeler tarafından belirlenmiş ne gibi hedefler söz konusudur? Bu hedeflerin Akdeniz’in tümünde mi geçerli olması istenmektedir? Benim tespitim, bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri, Güneydoğu Asya tarafında yoğunlaşmakta olan olağanüstü ekonomik gücün karşısında eski güç dengelerini ve sürdürülebilirlik şartlarını hızla yitirmektedirler. Bu soruların cevaplarını geçen yıllarda bazı ülke liderlerinin dile getirdiği açıklamalarda aramak gerekir. Avrupa ülkelerinden bahsediyorum; ama buna girmeyeceğim çünkü zaman kısıtlı. Akdeniz Bölgesi’nde Batı’nın kontrolünde, Batı’ya sistem, işleyiş olarak daha fazla entegre olmuş yeni bir bölgesel alan yaratılmak istenmektedir. Böylelikle uluslararası sermaye ve dünyanın ticari dinamiği, önemli ölçüde Batı’nın kontrolünde, tarihte olduğu gibi Akdeniz civarına çekilmek istenmektedir. Bize göre, Akdeniz’de yaratılması hedeflenen bölgesel nitelikli entegrasyon yoğun ve gelişmiş ülkelerin içinde olacağı bir yapıda kurgulanmak istendiği için diktatörlük rejimlerine son verilmek istenmektedir. Buradan anlaşılması gereken şudur; uluslararası sermaye, entegrasyon alanları için hukuksal ve işlevsel olarak aynı tarzda işleyen sistemleri tercih eder. Bu, şu demek: Uluslararası sermaye söz konusu bölgede oluşturmak istediği entegrasyon alanlarını bankacılık, yönetim, hukuki yapı vesaire olarak kendisiyle uyumlu bir yapıda oluşmasını istemektedir. Ancak bunu yapmak için uygulanan yöntem Akdeniz’de yine çok acımasız, dışarıdan müdahaleci ve ahlaki olarak sorumludur. Ulusların kaderlerine karar verebilme haklarına açıkça ve acımasızca müdahale edilmektedir. Halen ‘Arap Baharı’ projesi uygulamadadır ancak şunu belirteyim ki bırakın Suriye’yi, diğer ülkeler dahi istenen sürece sokulamamıştır. Her gün Libya’da onlarca kişinin ölüm haberi gelmektedir. Mısır dengede midir? Yine Bakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla gerçekleştirilen oturum DIŞİŞLERİ “Suriye’de dünyanın çok kutuplu yeni yapısı ilk defa baş göstermiştir.” Tunus’ta da aynı karmaşalar söz konusudur. Irak’ta istenen sonucun elde edilemediğini ABD söylemiştir. Suriye’de ise durum ortadadır. Yine belirtmeliyim ki bana göre Akdeniz’de gerçekleştirilmek istenen bölgesel entegrasyon, öyle beş altı yılda gerçekleşecek bir süreç değildir. İstenilen dönüşüm için en az yirmi yıl gerekecek; Orta Doğu’da, aşiret yapılarının yerine birey toplumlarının gelişimini gerektirecek bir yapıya ihtiyaç duyulacaktır. Dolayısıyla, yapay gerekçelerle bölgeye yapılan müdahale başarılı bir girişim olarak tarihe geçmeyecektir. Ancak Kuzey Afrika’nın biraz daha dengesizleştirilmesiyle Batı’nın avucunda ve kontrolünde kalma süreci bir süre daha devam edecektir. “Akdeniz Dönüşümü” sürecinin en açık kilitlenme görüntüsü Suriye’de gerçekleşmiştir. Soruyu soralım: Afrika’nın ve Orta Doğu’nun diğer ülkelerinde çözülmeler olduğu halde, niçin Suriye gibi küçücük bir ülkede bu ülkenin gücünün üstünde, olağanüstü bir dirençle karşılaşılmıştır? Çünkü Suriye’de dünyanın çok kutuplu yeni yapısı ilk defa baş göstermiştir. Suriye’de karşılaşılan, yeni süper güçlerin Suriye’deki gölgeleridir. Sayın Bakan, tek kutuplu yapıdan çok kutuplu dünya yapısına doğru dönüşen yapıda, “Akdeniz Dönüşümü”nün hızı ve yapılışındaki yanlışlar ve anlayış, Batı’nın ihtiyaçlarına yakın vadede cevap veremeyecektir. Çünkü dünya çoktan yeni kutuplaşmanın şartlarını yaşamaya başlamıştır. Artık dünyamız yeniden çok kutuplu bir döneme girmiştir. Batı bunu nihayet fark etmiş, geç de olsa Batı’yı dönüştürmek, Doğu’yu dengelemek adı altında Rusya’yı, Doğu Avrupa’yı, hatta Türkiye’yi de kapsayan yeni stratejileri tartışmaya başlamıştır. Bu, aslında Batı açısından sürdürülebilirlik için yeni ve daha akılcı bir dönemin başlangıcıdır. Buna rağmen sürdürülebilirlik için süper güçler açısından taviz verme dönemi başlayacaktır. Suriye meselesinde gene vurgulamak istediğimiz bir nokta var. Türkiye’nin içinde, yaşanmaya başlayan fırsatçı karmaşaları anlatmaya çalıştığım; bu gelişmeler çerçevesinde düşünmek gerekir. “Suriye, ABD ve Batılı güçleriyle, yeni kutuplaşmaya başlayan yeni güçlerin karşı karşıya geldiği bir alandır.” demiştik. Tahmin ediyorum ki Suriye’de bir şey değişecekse bu değişiklik sadece Batılı güçlerin isteğine uygun olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin iç politikası için de şunu söylemek gerekir: Bizdeki fırsatçılar hiç ümitlenmesinler. Terör ve onun destekçileri, Suriye’deki şartları iyi analiz ederlerse dünyada yeni bir çağın başlamakta olduğunu ve bu şartların bundan altı yedi yıl öncesi öngörülenlerle aynı olmadığını, bu nedenle de bu yeni dönemin eskisine benzemediğini göreceklerdir. Elbette terör, ayrılık sevdalısı taşeronlar ve terörü kazanç kapısı yapanlar, son kozlarını oynamak için saldırılarını daha da yoğunlaştıracaklardır. Türkiye’nin geleceği göremeyen, giderek daha ağır şartların altına girmekte olan Hükümetinin şaşkınlığından yararlanmak isteyeceklerdir. Evet, şartlar ağırlaşmaktadır ve bu ağırlaşan şartlar altında teslimiyetçi ve çok yüzlü İktidar tüm yanlışların faturasını ödeyecektir. Artık dünyamız yeniden çok kutuplu bir döneme girmiştir. Batı bunu nihayet fark etmiş, geç de olsa Batı’yı dönüştürmek, Doğu’yu dengelemek adı altında Rusya’yı, Doğu Avrupa’yı, hatta Türkiye’yi de kapsayan yeni stratejileri tartışmaya başlamıştır. Bu, aslında Batı açısından sürdürülebilirlik için yeni ve daha akılcı bir dönemin başlangıcıdır. Buna rağmen sürdürülebilirlik için süper güçler açısından taviz verme dönemi başlayacaktır. 13 DIŞİŞLERİ Sayın Bakan, önünüze konulan ve sizin de benimseyip dillendirdiğiniz “Yeni Osmanlıcılık için şartlar uygundur” söylemi sadece bir havuçtan ibarettir. Bu havaya uyup “Suriye bizim iç işlerimizdir” diye çok ileri yorumlar yapılmıştır. Bakın, bugün ABD, gücünü ve ordularını Orta Doğu’yu bırakıp Güneydoğu Asya ve civarına yığmaya başlamıştır. Öncelikler Güneydoğu Asya’da büyüyen gücü dengelemek konusunda ağırlaşmaktadır. Dünya bundan sonra Orta Doğu’nun Sünni ve Şii diye ayrılan çatışmacı dengesiz ortamını ve Orta Doğu’da bombalamalardan dolayı beli kırılacak ülkelerinden değil, Japonya Parlamentosu’nda düzenlenen Dünya Uygur Kongresi 4. Genel Kurulu dünyanın gündemindeki yeni süper gücün neden olacağı gerginlikleri bakacaklardır. konuşacaktır. Dünyanın gündemine gelen bu yeni güçlerin dengelenmesi ve bunun için Sayın Bakan, o kitabı yeniden yazmanız yapılabilecek, oluşturulabilecek yeni işbirlikler ve gerekiyordu. 2006’da bitti o kitap. Dönem, herkes muhtemel entegrasyonlar, yeni çalışma konuları için taviz verilmesini gerektiren bir dönemdir. olacaktır. Sizin savaş çığlıkları yerine bu analizleri Dönem, Rusya için de, ABD için de taviz ve yapmanız lazımdı. Biz bu konularda geçen yıl yine iş birliği dönemi olacaktır ama sizler bizim burada uyarmıştık. Çevre ülkelerinin istikrarlı, verebileceğimiz tavizleri fazlasıyla verdiniz Sayın demokratik yapıları yüksek ve sanayileşmiş Bakan, fazlasıyla başkalarının işlerine karıştınız, olanları bizim gelecekte iş ve işbirliği potansiyelini artık bizim verebileceğimiz tavizler yok. Yine de de geliştirebilmemiz için en uygun olanlarıdır. işleriniz hayırlı uğurlu gitsin diyorum. Ateşe atlamak yerine, barış ve aklı sevenlerle işbirliği yapmalıyız. Ortak geleceği, aklı ve barışı sevenler kurabilecektir, ortak geleceği birilerinin peşine takılıp başka yerlerde pişirilen yemekleri yemekle oluşturamayız. Sizin de fark ettiğiniz gibi dünyanın mevcut tüm dengeleri sorgulanarak yeni bir ufka doğru yol alınmaktadır. Batı’nın ışıklı ülkeleri, savunma ve gelecek stratejilerine, kendilerinin 1600’lü yıllardan beri sürdürdüğü dünya egemenliğinin son bulduğunu, dünya hakimiyetinin dünyanın başka coğrafyalarıyla paylaşılma döneminin başladığı ibaresini koyarak 2013 raporlarını tanıtmaktadırlar. Bu büyük değişim içerisinde gelecekte Türkiye’nin hareket alanının büyüyeceği öngörüsüne biz de katılıyoruz. Ancak yol, bu yol değildir. Yol, sizin tutturduğunuz yol değildir. Çünkü Orta Doğu’da politika halen tek kutuplu bir yapı döneminde çizilmiş bir projedir. Göreceksiniz süper güçler yeni şartlar için bölgemize yeni projelerle tekrar 14 Buraya gelen bir not var sizinle ilgili: “Halkın ödediği vergilerden bütçenize konulan ödenekten her ay 50 bin, yılda 600 bin TL’ye aileniz ile birlikte konut kiraladınız. Bu ne kadar etik bir durumdur? Sayın Başbakan da konutta oturuyor. Kendi cebinden kirasını ödediği konutları kiralamıştır. Siz de Sayın Başbakan’ı örnek alıp parayı neden kendi cebinizden ödemiyorsunuz? Devlet bütçesinin bu kadar israf edilmesi günah değil midir?” diye bu not geldi. Bilgilerinize sunulur Sayın Bakan. MiLLi SAVUNMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar ve komutanlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, bir soruyla başlayacağım ama soruyu üzerinize almak durumunda değilsiniz. Sorum, Türkiye siyasetinin tam ortasınadır. İsteyen şimdi veya bir gün cevaplar. Bakınız, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra tek kutuplu dönemin başlamasıyla süper güç tarafından küresel bir hedef ortaya konulmuştur. Orta Doğu’da değişiklikler planlanmış; proje, Türkiye Hükümetlerinin önündeki masaya açılmış, kabul edene “geç”, etmeyene “dur” denilmiştir. İçini arkadaşlar doldurdu. Sonuç da budur. “Geç” sistemine göre kurumlar dizayn edilmeye başlanmıştır. Oradaki arkada oturan bazı arkadaşlarımızın arkadaşları da bu “dur-geç”ten nasiplerini almışlardır. Fakat bu süreç içerisinde dünyada çok önemli değişiklikler olmuştur: 1) Küresel bir kriz çıkmıştır. 2) Küresel kriz veya ağır resesyon süreklilik arz eder duruma gelmiştir. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 02/11/2012 MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA olabilirler- dünyanın farklı coğrafyalarına doğru gitmek üzeredir. Dünya tek kutuplu evreden çıkmış, çok kutuplu bir döneme girmiştir veya girmek üzeredir. Beş yıl önceye kadar duyduğumuz “Ulus devlet bitti.” konuşmaları neredeyse tarihe karışmıştır. Artık televizyonlarda duymuyorsunuz her nedense. 4) Mikro milliyetçilik dalgası bitmek üzeredir. Bir sıralar böyle paralar gidiyordu, Soroslar, şunlar, bunlar, vesaire; bunlar azalmaya başladı gibi. 5) Gelişmiş ülkelerde liberalizm rüzgarlarının, fırtınalarının yerini şu anda devletçi anlayış almıştır. “Dünyanın gelişmiş ülkeleri, Güneydoğu Asya’da başlayan yükselişi dengeleyebilmek için Orta Doğu’daki askeri gücünü Güneydoğu Asya’ya çekmek üzeredir.” 3) Güneydoğu Asya ve BRIC ülkeleri çeşitli alanlarda süperlere rakip çıkmışlardır. Bu ülkeler dünyanın büyüme lokomotifi olmuşlardır. Batı’nın ekonomik sürdürülebilirliği tartışılır hale gelmiştir. Üstelik 2013 yılı Fransız Savunma Stratejisi Raporu’na göre, 1600’lü yıllardan bu yana dünyada hakim olan Batı egemenliği -belki onun içine bizi de katıyor Bakan İsmet Yılmaz’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum Şimdi, dünyanın gelişmiş ülkeleri, Güneydoğu Asya’da başlayan yükselişi dengeleyebilmek için Orta Doğu’daki askeri gücünü Güneydoğu Asya’ya çekmek üzeredir. Siz uluslararası dergilerden bu sinyali almışsınızdır. Şimdi, dünyanın en büyük stratejistleri, hatta geçmişte bu hikayeyi yazanlar Güneydoğu Asya’yı dengeleyebilmek için Doğu Avrupa ve Karadeniz civarında entegrasyon ve işbirliği imkanları aramaktadırlar “Nasıl büyük Batı oluştururuz?” diye ya da “Batı’ya entegre bir bölgesel sistem oluşabilir mi?” diye. Muhtemelen bu sonuncusu olacak, bu benim öngörümdür. Orta Doğu ile entegre olmak ve oraya müdahale etmek için müdahale ettiğimiz kurumlarımızı, bizim kendi Orta Doğu’ya entegre olmak için müdahale ettiğimiz ya da ettirilen kurumlarımızı şimdi -değiştirdik onları- kuzey ülkeleriyle entegrasyon gündeme gelirse yeniden mi değiştireceğiz? Orta 15 MİLLİ SAVUNMA Doğu’yla entegrasyon olayı… Çünkü başarısızlıklar vardır Orta Doğu’da. “Arap Baharı” denilen Arap dönüşümü süreci de çok uzun sürecektir. Eğer kuzey entegrasyonu olursa Brzezinski’nin söylediği gibi, şimdi bütün bu kurumlar yeniden mi ele alınacaktır? Çok kutuplu döneme girildiğine göre tek kutuplu dünya senaryosu değişirse; Türkiye, bölgesel entegrasyonu Güneyde değil de Kuzeyde oluşturmak için çalışmaya başlarsa, eski senaryoya göre dizayn edilmiş kurumlarımız yeniden mi ele alınacaktır. “Dur” denilene “geç”, “geç” denilene “dur” mu denilecektir? Sayın iktidar partisi, böyle bir değişiklik gerçekleşirse sizler payınızı alacaksınız. Benden uyarması, hesaplar ona göre yapılsın. MÜSLİM SARI (İstanbul) – “Ben soruyu ortaya koyarım.” diyorsun. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Soruyu üzerine alan cevaplar; ama subaylar çok dikkatli dinledi. MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Size “Yol göründü.” diyor. GÜMÜŞ – Bunlar olursa yol göründü. Hani bu işleri çizen Brzezinski idi! RECAİ BERBER (Manisa) – Milletin dışında bir “Geç” diyenler varsa, onları biliyorsanız, o zaman size “Geç” diyecekler. GÜMÜŞ – Şöyle söyleyeyim size: Bir adam, Başbakan olmadan önce Şanzelize Saraylarında, (Palais de Champs Elysées) Beyaz Saraylarda devlet merasimiyle karşılanırsa işte orada benim soruyu sormama gerek bile kalmaz, siz çok iyi anlarsınız. BAŞKAN – Manisa çok aktif bugün, lütfen… Buyurun. GÜMÜŞ – Zamanımız gidiyor. Sözlerime başlamadan Afyon’da mühimmat deposunda… (Karşılıklı konuşmalar) Zaman gidiyor Sayın Başkanım. BAŞKAN – Siz buyurun efendim, zaman konusunda sıkıntımız yok, sabaha kadar buradayız. GÜMÜŞ – Yok değil mi? Peki, çok güzel. Afyon’da mühimmat deposunda… (Karşılıklı konuşmalar) Bu konu önemli lütfen, bir açıklama yapacağım, Afyon’daki mühimmat deposundaki patlamada ölen yakınım Bigadiçli şehit Uzman Çavuş Hüseyin Apaydın’ın şahsında tüm şehitlerimize rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Sayın Bakan, tüm güvenlik personelinin ama özellikle uzman erbaş statüsünde yer alan askeri personelin özlük hakları konusundaki ciddi problemleri biliyorsunuz. Bu insanlar ordunun en ağır yükünü kaldırmakta ancak olanaklardan en az şekilde faydalanmaktadırlar. Hatta kimi konularda, sanki Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu değilmiş gibi, üvey evlat muamelesi görmektedirler. Bunu yakından biliyoruz ama burada söylemekte yarar var. Sayın Bakan, iki yılda bir sözleşmeleri yenilenen bu insanlar her sözleşme döneminde kaderlerinin komutanlarının iki dudağı arasında Şimdi isim de söylemek istemiyorum, arif olan anlar. BAŞKAN – Arif yok Komisyonumuzda, isimlerin içinde. UĞUR AYDEMİR (Manisa) – O kadar basitse siz de giderseniz! GÜMÜŞ – Size de yapsınlar merasim bakalım yapıyorlar mı? Projenin içinde değilse zor yaparlar. BAŞKAN – Sayın Aydemir, lütfen müdahale etmeyin. GÜMÜŞ – Ben cevap vermek istemiyorum, cevabı siz verin. 16 Balıkesir Savaştepe’de şehit ailesi ziyareti MİLLİ SAVUNMA olmasının sıkıntısının içerisindedirler. Uzman erbaşları orduya belli bir yaşta alıyorsunuz, onlara belli vaatlerde bulunuyorsunuz. Genç yaşta askerlik mesleğine atılmanın heyecanıyla bu insanlar en zor görevlere koşa koşa gidiyorlar. Sonra, iki yılda bir bu insanlara “Sözleşmem yenilenir mi?” korkusu yaşatıyorsunuz. Üstelik bu konuda da bir standart yoktur yani uzman erbaşın sözleşmesinin yenilenip yenilenmeyeceği komutana bağladır. Sebepsiz yere işten atılabilmektedirler. Düşünün bir kere, askersiniz, Doğu’da, Güneydoğu’da görev yaptınız, aradan on yıl geçti, artık tecrübeli bir asker olarak görevinize Türkiye’nin başka yerlerinde devam etmek üzere tayin oldunuz. Hevesle işe sarılacaksınız ama üstünüzdeki komutan sizi sevmedi, “Gözünüzün üzerinde kaş var.” dedi, orada bittiniz. Çoluk çocuk ne yer ne içer? Bir subay ordudan atıldığında şansı daha fazla, neticede bir mesleği var. Uzman erbaş olarak işe aldığınız kişi ne yapacak? Kırk yaşında atılıyor, otuz yaşında emekli olmadan atılabilir. Dışarıda hangi meziyetiyle iş arayacak? Bu insanlar keskin nişancı, mühimmat uzmanı, muhabere uzmanı gibi meziyetlere sahip. Soruyorum: Bu meziyetlerle sivil hayatta basit bir güvenlik imkanı bulurlarsa bulurlar, yoksa ne yapacaklar? Emin olun, sırf işten atılmak korkusuyla hastalığını gizleyen, komutanı öğrenmesin, işten atmasın diye hasta veya sakat bir şekilde operasyona giden uzman çavuşlar var. Ailesinin ifadesine göre, bir şehit uzman çavuşumuz, şehit olduğu operasyonda helikoptere binmeden beş dakika önce ailesini arayarak hasta olduğunu ancak söylemesi durumunda atılma korkusu yaşadığı için operasyona gideceğini söylüyor. Bu vahim ve acıklı bir tablodur. Sayın Bakan, uzman erbaşlarla ilgili kimi uygulamalarda Anayasa’mızın eşitlik ilkesine aykırı durumlar söz konusudur. En başta disiplin hükümlerinde eşitsizlik vardır. Bir yıl içerisinde belli sayıda disiplin cezası alan bir uzman erbaş direkt olarak atılabilmektedir. Peki, kendimize soralım: Orduda disiplin cezalarını kim, hangi koşullarda veriyor? Askerde “disko” dedikleri Balıkesir Politika, 10 Eylül 2012 Bir de belediyeler anlaşma yapıyorlar, belediyelere girme imkanı var ya... Belediyeler diyorlar ki: Otuz yaşın üzerinde güvenlik personeli almıyorum. Bitti bütün imkanlar! Ben birçok belediyede bunu gördüm. disiplin koğuşu cezası var. Hukuken bir insana hapis cezasını hakim verebiliyorken bizim ordumuzda öyle olmuyor. Değerli arkadaşlarım, bu durumda komutan suçu tespit ediyor, cezasını da veriyor, infazını da sağlıyor. Uzman Erbaş Kanunu’nu incelediğimizde sanki bu insanlar zaten suçlu da biz onları nasıl cezalandıracağız, nasıl zapturapt altına alacağız şeklinde hazırlanmış. TSK’nın sivil personelle birlikte 700 bin civarında personeli var. Bunlardan 54 bin kadarı uzman erbaş. Yani ordu içerisinde ciddi bir sayıdan bahsediyoruz. 45 bin insanı aileleriyle -150 bin-200 bin- birlikte düşünün. Bu insanların ve ailelerinin ordunun bir sosyal hakkından yararlanamadıklarını ve sürekli olarak üvey evlat muamelesi gördüklerini düşünün? Sosyal tesisleri 17 MİLLİ SAVUNMA kullanamazlar, ordu evlerine girmeleri yasaktır. Bu insanlar bir alt sınıfa ait kölelerimiz midirler? Böyle bir şey modern Türkiye’de olabilir mi? Hepsi acılar içindedirler. Onlarla tanıştım, aileleriyle birlikte büyük acılar, izinlerinde bile aynı büyük acıları taşıyorlar. Emeklilik yaşının altmış beşe yükselmesiyle birlikte uzman erbaşlar toplumda en fazla mağdur olanlardan olmuşlardır. Şu anki yasaya göre uzman erbaşlar kırk beş yaşına kadar görevlerini yapabilmektedirler. Buna gerekçe olarak, “Kırk beş yaşında vücutlarının fiziksel olarak orduya katacağı bir şey kalmaması” “Uzman Çavuşlar üvey evlat mı?” fikri yatmaktadır. Sayın Bakanım, bu insanlar askerdirler. Kırk beş yaşına kadar bir insana askerlik yaptıracaksınız, sonra “Git” diyeceksiniz. Emekli de olamıyorlar. Operasyonda yeri gelmiş komutanlık yapmış birisine “Gel kantinde dur.” denilebilir mi? Bu, adil midir? Bu insanlarımıza emekli olana kadar askerlik görevini yapmalarının sağlanması mutlaka gereklidir. Tüm bunlar dışında daha çarpıcı bir konudan bahsetmek istiyorum: İzmir Foça’da, Deniz Üs Komutanlığında, Türkiye’nin en gözde birliklerinden biri olan Amfibi Deniz Piyade Tugayı var. Geçtiğimiz yaz aylarında Foça’da askeri otobüse yapılan bombalı tuzak saldırısı sonucu bu birlikte şehitler verdik. Acı bir olay, bütün toplumu sarstı. İddiaya göre otobüse yapılan saldırı sırasında teröristler ikinci patlama için kumanda vermek üzereyken araçta yolcu olarak bulunan uzman çavuşlar teröristleri görüyor ancak etkisiz hale getiremiyorlar. Niçin, biliyor musunuz? Bellerinde silahları yoktu onun için. Bu ortamda, Türkiye’de bu kadar şehidin verildiği bu ortamda bu çocuklarımızın bellerinde silah yok ama onlara biz “Gidin, ölün.” diyoruz. O zor durumda, şehit olan şoför uzman çavuşun silahını aldıktan sonra karşılık verebiliyorlar ve teröristler kaçıyor. Yasaya göre uzman çavuşlar ancak bedeli karşılığında tabanca alabiliyorlar. O tabancayı da yasal olarak bulundurma hakları olmasına rağmen yönerge nedeniyle bulunduramıyorlar. 18 Başbakan televizyonda “Uzman çavuşlar ‘Hiçbir şey vermediler.’ diyerek inkar etmesinler.” dedi. Buradan uyaralım: Sayın Başbakan, uzman çavuş ile uzman jandarmayı karıştırıyorsunuz. İkisi farklı kanunlarla belirlenmiş farklı statülerdir. Ek gösterge verdikleri uzman jandarmaların da okulları kapatılmıştır yani süreç içerisinde zaten emekli olacaklardır, devamları yoktur. Bakanlığınızın yetki alanında gerçekleşmiş bir hazin olayı burada ele almamız lazım: Afyon’da meydana gelen mühimmat deposu patlaması hazin bir tablo yaratmıştır. Ülkemizi derin bir yas ortamına boğan olayın nasıl gerçekleştiği henüz aydınlatılmış değildir. Olay kapatılmak istenmektedir. Normalde askeri bombardıman sırasındaki koşullarda bile belli ölçülerde dayanabilecek şekilde inşa edilen deponun nasıl olup da patlatıldığı anlaşılmış değildir hala. Bunu da bütün askerler bilmektedir. Bu kadar fazla el bombasının tek seferde nakli nasıl gerçekleştirilmiştir? Hava karardıktan sonra çalışmalara devam edilmiştir. Nasıl devam edilmiştir, merak ediyoruz? Acaba komutanların ve tasnifi gerçekleştiren askerlerin vardiyası değiştirildi mi? Değiştirildiyse kaç saatlik vardiyalar uygulandı? Her şey bir tarafta, olayın bir sabotaj değil, bir kaza olduğuna dair resmi açıklama yapılmasını sağlayan bulgular var mıdır, nedir? Bu konuda somut bir delil var mıdır, yok mudur? Şayet yok ise Başbakan niçin böyle bir açıklama yapmıştır? Kendimizi “Bir şey olmaz, kazadır.” diyerek ikna edince elimize ne geçiyor? Askerlerimizin kanlarıyla siyaset yapmayalım. KALKINMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, ülkemizde kalkınma kavramı hep önemli bir kavram olmuştur. Çökmekte ve emperyalist güçlerce bölünerek parçalanmakta olan bir İmparatorluğun küllerinden doğan Cumhuriyetimiz varlığını önce istiklal anlayışına, sonra da koyduğu kalkınma hedeflerine borçludur. Kalkınma Bakanlığının orta vadeli programı gerek kendi birimleri gerekse kalkınma ajanslarıyla Türkiye’yi bölgelere ayırarak ele alıyor oluşunu incelememiz gerekir diye başlıyoruz konuşmamıza. Sayın Bakan, Kalkınma Ajansları tamamen Avrupa Birliği modeli projelerdir, bize öyle gözüküyor. Üstelik Hükümet tarafından uygulamaya konuluş biçimi, ülkemizin ulusal hedeflerine uygunluğu yeterince incelenmeden, bir yerde AB mevzuatlarına uyum gerekçesiyle kopya edildiği görüntüsü vermektedir. Özellikle Hükümetiniz döneminde Türkiye “bu mevzuata aynen uyalım” gayretini bir alışkanlık haline getirmiş ve bunun için ülkemize uyuyor mu uymuyor mu diye yeterince bakmadan, birçok işleyen kamu kurumu da feda olma durumunda kalınmıştır. Bunlardan en önemlilerinden birisi de Devlet Planlama Teşkilatıdır. Devlet Planlama Teşkilatı ulusal planlama anlamında ülkemize çok şey katmış, zaman zaman siyasi iktidarca önü tıkansa ya da çalışmaları görmezden gelinse de hiçbir iktidar bu kurumu kapatmayı aklından bile geçirmemiştir. Siyasi iktidarınız birçok kurum, uygulama ve bakanlıkta yaptığı gibi, bir kanun hükmünde kararnameyle bu köklü kurumu ortadan kaldırıp Kalkınma Bakanlığına dönüştürmüştür. Ulusal planlama niteliğine sahip bir kurum yok edilmiş ve bunun yerine Kalkınma Bakanlığı kurulmuştur. Bakan Cevdet Yılmaz’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 22/11/2012 KALKINMA BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA “Gelişmiş ülkeler küreselleşmenin yararları yanında, kendileri için bazı olumsuz neticelerinin, birçok konuda, farklı coğrafyalarda kendilerinin rekabet gücünü göreli olarak düşürecek yeni küresel oyuncuların beklenmeyen biçimde kuvvetlendiğinin farkına varmışlardır.” Sayın Bakan, Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda, “Uluslararası Gelişmeler ve Temel Eğilimler” başlığı altında, biraz zayıf bir sesle şöyle deniliyor: “Ekonomik alanda küreselleşmenin yanında bölgesel bütünleşme hareketleri de gelişmektedir.” Burada bölgeselleşme -ülkelerarası bölgeselleşme diye ben algıladım bunu ve öyle yorumladım- çok net bir ifade olmamakla beraber, dünyadaki gelişmelere ilişkin benim de geçmiş dönemde tespit ettiğim bir durumdur. Hatta, Sayın Bakan, hazır olunuz, aynı zamanda uyarıyorum da sizleri; Gelişmiş ülkeler küreselleşmenin yararları yanında, kendileri için bazı olumsuz neticelerinin, birçok konuda, farklı coğrafyalarda kendilerinin rekabet gücünü göreli olarak düşürecek yeni küresel oyuncuların beklenmeyen biçimde kuvvetlendiğinin farkına varmışlardır. Sayın Bakan, dünyada ülkelerarası bölgesel entegrasyonlar yeniden tartışmaya başlanmıştır. Bana göre bu tartışmalar giderek güçlenecektir. Belki de küreselleşme hedeflerine 19 KALKINMA bölgesel ekonomiler arasında bir dengelenme ile ulaşmak yolu tercih edilebilecektir. Böylelikle dünyada ülkeler arasında oluşturulmuş ekonomik bölgeler önce kendi içlerinde, daha sonra da küresel arenada bölgeler arası dengelenme yolunu çıkar bir yol olarak seçebileceklerdir. Bugün içine giderek yoğun olarak girmekte olduğumuz kaos ortamına da aslında önemli bir yaklaşım olacaktır. Bu tartışılıyor şu anda, Davos’ta da gündeme getirildi, fakat gizli bazı yerlerde, birtakım mutfaklarda birtakım şeyler pişiriliyor olabilir. Ben buradan uyarayım sizleri; gözlemliyorum ve hissediyorum. Ben jeopolitik uzmanıyım, bu konuları çok uzun zamandan beri inceliyorum. Bizler de bu bakışı iyi düşünmeliyiz. Böylelikle, hem dünyanın belli coğrafyalarında birikmeye başlayan ekonomik gücü dengelemek hem de önümüzdeki dönemde önümüze çıkacak bölgesel fırsatlardan yararlanarak Türkiye’nin oyun ve etki sahasını genişletmek için ülkenin imkanları artırılabilecektir. Bölgesel ekonomiler, uzunca bir süredir Türkiye’nin uluslararası ekonomik entegrasyonlara yönelmesi ve özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinde yarattıkları büyük “Bugünün dünyasında Türkiye’nin oyun ve etki sahasını genişletmesi uluslararası ekonomik entegrasyonlara yönelmesi ile mümkün olacaktır. ölçek ekonomileriyle dünya pazarında rekabetin ancak bu entegrasyonla mümkün olabileceğini ifade ediyor. Benim merak ettiğim, Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2007-2013 yılları için hazırladığı Dokuzuncu Kalkınma Planı’ndaki bu ifadeler ve perspektif Bakanlığınızın Orta Vadeli Programında niçin yoktur? Yani 2007 yılından bugüne bölgesel entegrasyon fikrini güçlendirecek gelişmeler olmuşken Bakanlığınız 20 niçin bunu göz ardı etmektedir? Bakanlığınızla Hükümet arasında görüş farklılığı mı vardır, yoksa “Biz bunu buraya yazalım bakalım, tartışılsın.” mı dediniz? Sayın Bakan, ben bunlara bir katkıda bulunmak için bu konuları açıyorum. Avrupa Birliği’ne ülkemiz açısından bu bahsettiğimiz entegrasyonu sağlayacak bir birlik olması hem de işlevsel ve sosyal açıdan taşıdığı potansiyeller açısından artık kuşkuyla bakılmaya başlanmıştır. Hükümetiniz de böyle bakıyor zaten. Ülkemizin kalkınma hedefleri açısından AB üyeliği bir umut olma özelliğini de kimi çevreler açısından kaybetmeye başlamıştır. Türkiye girdiği ekonomik entegrasyona rağmen AB üyesi değildir. Bu yüzden, hem karar mekanizmasına katılamamakta hem de ekonomik yardımlardan yeteri kadar yararlanamamaktadır. Türkiye AB’ye yönelik kısmi entegrasyona sahip bir ülkedir ve büyük bir ihtimalle bu entegrasyon çok uzun soluklu olarak devam edecektir, kanaatindeyiz. Bugün itibarıyla AB’nin içerik yapısı ve davranışları değişmeye başlamış ve sermaye ve dinamizm açısından eski özelliklerini yitirmeye başlamıştır. Yeni katılımlarla merkezi Avrupa ülkelerindeki ekonomik durgunluğun azaltılması ve büyüme oranlarının kısmi olarak artırılması hedeflenirken ülkemiz açısından AB’nin vaat ettiklerinin cazibesi giderek göreli olarak azalmaya başlamıştır. Ne yazık ki siyasi iktidar bu öngörüden yoksun biçimde hala kalkınma modelini tamamen Avrupa Birliği’ne endekslemiştir. Yani hem algısı var hem de bir endekslenme durumu var gibi. Eğer böyle olmamışsa bize yeteri kadar anlatamıyorsunuz, Sayın Bakanım. Yani bunu modeller şeklinde bize anlatmanız lazım. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün daha ne olacağı, nereye gideceği falan belli değil. Onun içerisinde çok ağır meseleler KALKINMA vardır. Belki geleceğin, geçmişin dengeleriyle ilgili bir olgu olarak çok ağırlıklı bir yer tutmuştur. Ama Şanghay İşbirliği Örgütü’nün gelecekte fonksiyonel olarak ne yapabileceği henüz net değildir. Bence içerisinde çok ağır çelişkiler vardır. Rusya-Çin çelişkileri açısından, Çin-Hindistan çelişkileri açısından... Ne yazık ki siyasi iktidar bu öngörülerden yoksun biçimde hala kalkınma modelini tamamen Avrupa Birliği’ne endekslemiştir. AB bir model olarak ilgi çekici, öncü özellikte ve oldukça başarılı olmuştur. Ancak Türkiye’nin karşısına çıkacak potansiyeller arasında ışıklarını giderek yitirmektedir. Sayın Bakan, kalkınma ajanslarının tüzel kişiliği de tartışma konusudur. Siyasi İktidar son on yılda özerk yapıları, korunması gereken tüm denetleme kurumlarını merkezileştirmiştir, öbür taraftan devlet eliyle merkezi olarak yapması gereken planlama işini ise özerkleştirmektedir. Sayın Bakan, bu modelin önümüzdeki süreçte ihtiyaçlara cevap vermeyeceğini hep beraber göreceğiz. Kalkınmanın ancak gelişmiş ülkelerden gelecek sermaye yardımlarıyla gerçekleşebileceğini ilke edinmiş bu model ulusal planlamanın önemini göz ardı ederek yerel planlamayı öne çıkarmakta ve dünyanın girmekte olduğu süreçte ihtiyaçlara cevap verme konusunda birçok sorunları içinde barındırmaktadır. Bu söylediklerimizden yerel planlamanın önemsiz olduğu çıkarılmamalıdır. Ancak, bizim burada eleştirdiğimiz Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapanması süreci olarak tarif ettiğimiz bir süreçtir. Yani yerel planlamanın ulusal planlamanın yerini alması sürecidir. Bakınız, Avrupa Birliği’nde harmonizasyon politikaları mevcuttur. Oysa ülkemizde ne yazık ki yerel kalkınma politikalarının bir üst ana modeli olmadığı için ciddi harmonizasyon problemi vardır. Bir başka deyişle, kalkınma parametreleri birbirinden fazlaca ayrıksı incelenmekte ve parçalara ayrılmaktadır. “Dünyada BRIC ülkelerinin ekonomideki ciddi başarıları ve yarattıkları kalkınma modelleri hem bizim hem de diğer gelişmekte olan ülkelerin kalkınma modellerini de belirleyecektir.” üst planının olmaması gerçekten eksiklik olarak algılanmaktadır. Sözlerimi tamamlamadan bir başka konuyu da gündeme getirmek istiyorum, Sayın Bakan. Geçtiğimiz aylar içerisinde illere göre teşvik sistemi yenilendi ve kamuoyuna açıklandı. Sayın Bakan, bu çalışmada bir sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi oluşturdunuz ve illerin listesini ve hangi gruba dahil olduklarını buna göre açıkladınız. Ancak bu endeksin göstergelerinin hangi parametrelerle hesaplandığını açıklamadınız. Hangi bilimsel kıstaslara göre ve hangi veriler veya istatistiklerle hesaplandı, bu liste oluşturuldu bilmek istiyoruz. Sayın Bakan, 2003 yılında Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yapılan çalışma detaylı, basılı hale getirilerek kamuoyuna açıklanmış. Bu çalışmanın detaylarını niçin basmadınız? Burada Komisyonumuza bu durumu açıklamanızı bekliyoruz. Bütçeniz ediyorum. hayırlı olsun. Çok teşekkür Dünyada BRIC ülkelerinin ekonomideki ciddi başarıları ve yarattıkları kalkınma modelleri gelecekte hem bizim hem de diğer gelişmekte olan ülkelerin kalkınma modellerini de belirleyecektir. Süreç bu yönde işleyecektir. Aynı zamanda, bu ülkelerin varlığı ve dünya ticaret dengelerine olan güçlü etkileri bölgesel entegrasyonları da dayatacaktır. Ne Kalkınma Bakanlığının ne de Hükümetin bu sürece hazırlık anlamını taşıyan bir 21 AVRUPA BİRLİĞİ TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 13/11/2012 AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli üyeler; elimdeki notlara bağlı kalmadan doğaçlama olarak konuşacağım ve uzatmamaya çalışacağım. AB başarılı bir projedir, sürekli büyüme göstermiş örnek bir bölgesel ekonomidir. Bölgesel entegrasyonu dünyada sağlayabilmiş en önemli projedir ve çok kaliteli ve çok başarılı olarak ilerlemiştir. Medeni ve demokratik uygulamaları ile hem dünyaya örnek hem de dünyada, bu tür meseleler açısından bir lokomotif görevini görmüştür. Onun için, AB’yi eleştirirken, AB konularını ele alırken AB’nin bu özelliği konusunu özellikle vurgulamak lazım. AB çok önemli bir projedir ve AB dünyanın geleceğiyle ilgili çok ilham verecektir. Ama bunun yanında, Avrupa Birliği karar alma mekanizmaları yavaş işleyen bir sistemdir, Avrupa Birliği ışıklarını hızla yitiren bir projedir. Avrupa Birliği hantaldır; bunlar da Avrupa Birliği’nin gerçekleridir. Avrupa Birliği’nde homojenizasyonu yani bölgeler arası eşitliği ve dengeyi sağlamaktır. Bu konuda yeterli mesafe alınamamıştır. Avrupa Birliği şu anda Avrupa’nın Güneyinde bölgesel krizler, ülke krizleri, işte, Yunanistan’da gözüküyor bu, İtalya’da baş göstermeye başladı ve İspanya’da önemli düzeyde, Portekiz’de bu takım endişeler var, kuzeyde de İrlanda’da yaşananlar var. Yani, Beyaz Kitap’takine uygun bir ekonomik homojenizasyon da sağlanamamıştır. Şimdi, AB ülkeleri yeni bir şey itiraf etmeye başladılar. 2013 raporlarında buna rastlayacaksınız. Sayın Bakan’ın Bakanlığını ilgilendiren ve AB’yi ilgilendiren ve AB’yle ilgili, 2010-13 strateji raporlarında Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili birtakım sinyaller vardır. AB ülkeleri, dünyanın 16’ncı yüzyıldan bu yana olan Batı hakimiyetinin önümüzdeki yıllarda diğer coğrafyalarla paylaşılacağını ilk defa itiraf etmeye başlamışlardır. Bu, dünyada büyük bir değişikliğin olacağına dair ve de sizin Bakanlığınız’ın şu andaki durumuna dair çok önemli ipuçları vermektedir. Dolayısıyla, kısaca söyleyeyim: Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri, gelecekteki ekonomilerinin ve güçlerinin sürdürülebilirliği konusunda kuşkuları olduğu gibi bu konunun artık gerileme ihtimalinin dahi olduğunu kabul etmeye başlamışlardır ve bugüne kadar olan küreselleşmenin gelişmiş ülkelere zararları artık gelişmişler tarafından da telaffuz edilmeye başlanmakta, çözüm olarak da dünyada bölgesel birlikler dile getirilmektedir. Yani dünyada uluslararası bölgeselleşme meselesi yeniden gündeme gelmek üzeredir. Bölgeler içerisinde entegrasyon ve oluşacak bölgeler arası -yani ülkelerin oluşturulduğu- “Küreselleşmenin gelişmiş ülkelere zararları artık gelişmişler tarafından da telaffuz edilmeye başlanmakta, çözüm olarak da dünyada bölgesel birlikler dile getirilmektedir. ” Avrupa Birliği’nin yaptığı en önemli şey, dünya savaşlarına neden olan bir coğrafyada savaşların nedenini ortadan kaldırmıştır. Yani “bölgesel entegrasyon”, savaş, barış, dünya geleceğinde çok önemlidir. Onun için bu bize yaklaşmakta olan kaos ortamıyla ilgili -sadece AB için konuşmuyorum, diğer bölgeler için- çok önemli ilham kaynağıdır. Bugünün Avrupası’nda iki tane lokomotif ülke vardır: Birisi Almanya, diğeri Fransa’dır. Birisi ekonomide lokomotif, diğeri siyasette lokomotif… Ama AB’nin ünlü -Sayın Bakan iyi bilir, Türkiye’de fazla konuşulmaz- bir “Beyaz Kitap”ı vardır. Beyaz Kitap’ta en önemli meselelerden birisi AB’de, 22 Bakan Egemen Bağış’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum AVRUPA BİRLİĞİ entegrasyon dünyanın en önemli meselelerinden birisi önümüzdeki dönemde olabilir. Bölge içinde entegrasyonun sağlanması, daha sonra bölgeler arası entegrasyonların sağlaması, özellikle dünyanın bir tarafındaki olağanüstü büyümenin dengelenmesi açısından savaş dışında tek önemli çare de olabilir. AB örnekliği açısından bu konu da önemlidir. Bakan’a birkaç tane sorumuz var burada: AB için geleceği düşünüyorken yaklaşan küresel kaosta siz AB için nasıl bir gidişat bekliyorsunuz? Çünkü küresel bir kaos içine girilmiştir. AB’yle ilgili böyle endişeler varken hangi senaryolarla Avrupa Birliği karşılaşacaktır ki siz AB Bakanlığı olarak bunlara karşı ne gibi önlemler alacaksınız? AB’nin gücünün göreli olarak düşeceği bir dünyada Türkiye’nin farklı alternatifleri olabilecek midir? Varsa nelerdir? Var mıdır, yok mudur? Ya da dünyada nasıl güçler oluşacaktır? Geleceğin dünyasında AB Türkiye’yi taşıyabilir mi, yoksa bunun tam tersini mi düşünüyorsunuz? Aranızda bunu söyleyenler de var. “Bakanlığınızı Bölgesel Entegrasyon Bakanlığı’na dönüştürün.” Ben, ilk defa, Avrupa Birliği’ni 1980 yılında ekonomi öğrencisiyken, ekonomiye yeni başladığım sıralarda duymuştum. 89 yılına geldiğimde AB master’i yapıyordum. Derslerimden geçtim ama dedim ki bu iş çok zor bir iş, AB işi yandan çarklı devam edecek gibi. Vazgeçtim, gittim, başka -ama gene bölgesel ekonomi önemlidir- bölgesel ekonomik meseleler üzerinde dünyanın hangi bölgelerinde ne tip bölgesel entegrasyonlar olabilir, bunun jeopolitik şartları nedir diye jeopolitik araştırma yaptım ve AB master’i konusunda havluyu atmış oldum. Siz havluyu atmayı düşünüyor musunuz, yoksa devam mı edeceksiniz? Benim size tavsiyem şudur: Avrupa Birliği Bakanlığı’nın adını değiştirin ‘Bölgesel Entegrasyon Bakanlığı’na dönüştürün, Bakanlığınızı. Çok işiniz olacaktır, çok şey düşüneceksiniz ve herkes sizin ne yaptığınızı ve yapacağınızı düşünecektir. Çok teşekkür ederim. 23 TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU giriş DİYANET VE YURTDIŞI TÜRKLER HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim, sağ olun. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. TİKA, yani Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı bir Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan kurumlarımızdan biri. Son dönemde yasama çalışmaları o kadar fazla bypass edildi ki artık sayısını biz de karıştırdık. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmaları adeta bir külfet gibi algılanır oldu. Kanunlar hakkında son derece haklı ve yapıcı katkılarımız dahi kulak ardı edilmektedir. Hizmet birimleri değiştirilen TİKA’nın büründüğü şekil, bizlere Hükümetin yurt dışı politikasını bir anlamda özetlemektedir. TİKA’nın yurt dışı faaliyetlerinde akraba topluluklarla olan ilişkilerimizden ziyade, Ortadoğu, Afrika ülkelerine verilen önem söz konusudur. Bu da, tıpkı Milli İstihbarat Teşkilatımıza ilişkin görüşmelerde ifade ettiğim gibi, dış politikada her nasıl olduysa hükümet politikası haline getirilen, adeta bölgesel, adeta yayılmacı izlenim veren ama şapkadan başka tavşanların çıkma ihtimalinin yüksek olduğu davranış tarzımız, dünyanın bugünkü güç karmaşası içinde adeta süper güçlerin inisiyatiflerinin bizim bölgeye yansımasıdır. Daha sade söyleyeyim: Bu politikaların bizim değirmenimize su taşıyacağı konusu şüphelidir. Yarın süper güçlerin bölge politikası değiştiğinde bizim çaba ve emeklerimiz ne olacaktır? Biraz önce ne demek istediğimizi merak eden kayıtlardan bakar. Dünyanın yeni güçleri, süperleri, eski kıtanın ve Afrika’nın zemininde kendisine yer ararken, ABD ve Avrupa kendi başarılarının tartışmalı olduğu coğrafyalarda “Stratejik Ortak” diye adlandırdığı, kendine yakın düşündüğü ülkelerin organları ve etkileriyle var olmaya çalışmaktadır. Bakın, 24 Afrika’ya… Batılıların başarısız 05/11/2012 DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON AJANSI BAŞKANLIĞI, YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA olduğu bölgelerde TİKA faaliyet göstermektedir. “İki tesadüfün bir anlamı vardır.” derler ama bu alanda tesadüf çok fazladır. Bu ülkelerdeki etkinliğimiz bazen TİKA ve cemaatlerle söz konusu değil midir? Yani, TİKA’nın yanında bu ülkelerde bazen cemaatleri de görüyoruz. Ne gariptir ki Türkiye’nin dış politikası, bütün dünya yeni şartlar nedeniyle tezlerini değiştirirken, “Ulusallık bitti.” diyen bir Bakana emanettir. Bakan, “Ulusalcılık -yani milliyetçilik diyemiyor, ulusalcılık diyor- bitmiştir arkadaşlar.” diyor. Bunu kalkın, “Milliyetçilik bitmiştir.” diye millete söyleyin, bakalım ne diyecekler. Şimdi, Esad’a “Esed” diyoruz, politikayı değiştirdikten sonra; milliyetçiliğe de, kendi grubunuza “Ulusalcılık” diyorsunuz. Söyleyin bakalım, Bakanınız gitsin, “Milliyetçilik Türkiye’de bitmiştir.” desin, bakalım oylarınız ne olacak? Sanıyoruz, birileri yurt dışındaki Türklerle ve akraba topluluklarla Devlet adına geliştirilebilecek ilişkilerin sakıncalı olduğu görüşündedir, ya da bu görüş bir şekilde empoze edilmektedir. TİKA’nın, insan hakları mücadelesi veren Uygurlara sırtını dönmesi tabloyu ortaya koymamakta mıdır? Uygurlu kadınlar geldi bütün dünyadan, burada toplandılar, çağırıldılar, kendilerine izin verildi ve aynı gün toplantıları iptal edildi. Ondan sonra politikacı - politikacı gezdiler. Niye iptal edildiği, kendilerine açıklandı mı? Dünyanın her yerinden geldi bu kadınlar, “İnsan hakları var, orada kan dökülüyor.” dediler. Biz de dedik ki: “ Hem orası kullanıyor, hem öbür taraf kullanıyor.” Biz niye buna ses çıkarmadık? Çin’le yaptığımız, yüzde 10 katkı koyduğumuz ithalat-ihracat meselesi yüzünden mi? Orada 25 milyon halk var ve kan dökülüyor, bundan sonra daha da dökülecek, süperler arasında çerez olacaklar. “Milliyetçilik…” tabii “…bitti.” dersiniz. TİKA, yurt dışı temaslarını, Hükümetin dış Türklere karşı olan tavrını ve Arap ülkelerindeki kimi radikal algılara sahip olan örgütlerle olan yakın samimiyetini gözeterek yeniden örgütlenmiştir. Dış Türkler ve akraba topluluklarla ilişkili verilen sözler tutulmaz ve hatta yasaklamalar söz Başbakan Yrd. Bekir Bozdağ’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum DİYANET VE YURTDIŞI TÜRKLER konusu edilirken, İslami Cihat, Hamas gibi radikal örgütlerin liderlerinin ve üyelerinin Türkiye’ye gelmesi organize edilmektedir. Kırmızı bültenle aranan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’ye ev ve koruma verilmektedir. Suriye iç savaşından kaçan Arap mültecilere Hatay ve Kilis’te mülteci kampları kurulurken, ne hazindir ki haklarında Çin yönetimi tarafından gıyabında idam cezası verilen birçok Uygur Türkü’ne Türkiye oturma hakkı vermiyor. Başkanlarına da gelmek için vize verilmiyor. Ona Amerikancı dediler, biz gittik Japon Parlamentosu’nda gözümüzle gördük ki Rabia Kadir’e Amerika’nın desteğiyle alternatif çıkardılar, düşürmeye kalktılar. Rabia Kadir’i Uygur entelektüelleri korudu. Biz, Türklere vize vermiyoruz ama Haşimi’ye veriyoruz. Suriye konusunda mangalda bırakmayan AKP Hükümeti, konu dış Türkler olduğunda anlamazdan gelmektedir. Ve O Türki Cumhuriyetler’in hiçbiri sevmiyor sizi onu da söyleyeyim, bu uygulanan politikalardan dolayı. kül yapacağım.” diyorsunuz, Osmanlıcılık… Büyük bir tepki var bölgede, orada Arapların liderliğini şimdiki Mursi -Mısır Cumhurbaşkanı- almaya başladı. Türkiye zannedildiği kadar, burada, Türkiye’de tanıtıldığı kadar desteklenen bir ülke değil, karşılığı yok. Para verirseniz alkışlayanlar olur. Milli İstihbaratın başına getirilen Hakan Fidan’ın bir önceki görev alanının TİKA Başkanlığı olduğunu düşündüğümüzde tablo biraz daha netleşecektir. TİKA’yı çok iyi tanıyan bir MİT Müsteşarı elbette bu iki devlet kurumunun sözde yeni Osmanlı hayali için biçilmiş bir kaftandır. Bu yeni Osmanlı hayallerinde AKP çok stratejik yanılsama içindedir. Batı’ya fazla güvenmiştir ya da AKP değişen dünya dengelerinin ve küresel yaklaşımların farkında değildir. Yani, Ortadoğu’da önünüze gelen hesapların çoğu… Yani İngilizler söylüyor ya: “Artık bu şekiller değişecek, artık Türkiye’nin biraz daha orada söz hakkı olacak, yeni dengelerde.” diye... Bu şartların tümü 7-8 sene önce çizildi, 10 sene önce söylendi. 4-5 senedir olaylar değişiyor, açın gazeteleri, bugünkü gazetelerde bile görürsünüz. “Suriye konusunda mangalda kül bırakmayan AKP Hükümeti, konu dış Türkler olduğunda anlamazdan gelmektedir.” TİKA konusunu biraz daha açık ifade edeyim. TİKA uzun bir süredir ABD’nin Ortadoğu, Balkanlar, Afrika ve diğer coğrafyalarda ABD politikalarının bir uygulama birimi haline gelmiştir. Bugün bunu göremeyene şaşırmamak mümkün değildir. Bu nedenle TİKA, ulusal özelliğini yitirdiği gibi Türk Cumhuriyetleri ve Rusya Federasyonu tarafından mevcut Hükümetin mesafeli olarak algılanması ve hatta açıkça sevilmemesi nedeniyle Türk Cumhuriyetleri ve genel olarak BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) ülkelerinde başarısız ve etkisiz haldedir. Tek tük işler var, hani “Arayı çok da koparmayalım.” diye. Onlar göstermelik işler. Herkes Türki Cumhuriyetlerle ilişkilerin gerilediğini biliyor. Ama Güney ülkelerle Entegrasyon hedefleri uygulanabilirliğini kaybediyor arkadaşlar, hani “Osmanlı” falan diye yola çıktınız ya, o entegrasyon bitmek üzere, çünkü ABD askeri yoğunluğunu Ortadoğu’dan alıyor, Çin’e doğru kaydırıyor. Orada “Osmanlıcılık Bugün gelinen nokta, Hükümet politikasının başta Suriye olmak üzere bütün Ortadoğu’da duvara toslamasıdır. Tahmin ederiz ki AKP içinde Suriye’nin zannedildiği kadar kolay lokma olmayacağını düşünenler ve Hükümeti de bu konuda uyaranlar olmuştur. AKP’nin kendisinin Batılı güçlerin vazgeçilmez bir aracı olduğunu Suriye’de ispat etme dürtüsü bu uyarılara kulak asmasının önüne geçmiş olacak ki bu politikalarda ısrar edilmiştir. Biz, Hükümetin Suriye karşısındaki ısrarcı ve anlaşılmaz tutumunu gelişmiş ülkelerin gündeminde kalmak ve gerçekte bozuk olan ekonomik ve sosyal yapıyı yapay dış desteklerle bir müddet daha ayakta tutmak ve böylelikle Hükümeti sürdürebilmek kaygısı olarak açıklıyoruz. Ancak ne var ki ortada hatalı bir hesap vardır; o da Türkiye Cumhuriyeti’nin bu şekilde yönetilebileceğidir. Hükümet, elinde dış politikada değerlendirilmesi 25 DİYANET VE YURTDIŞI TÜRKLER gereken altın fırsatlar olmasına rağmen, ağırlıklı olarak TİKA’yı Ortadoğu halklarını ikna çabası için kullanmış, ne Türklerin yaşadığı diğer ülkelerle ne Türki Cumhuriyetlerle, ne de akraba topluluklarla ekonomik ve siyasi bütünleşme alanları yaratılabilmiştir. Kimi iddialara göre, özellikle Türki Cumhuriyetlerdeki TİKA, buraları “Diyanet İşleri Başkanlığımız laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumudur ve ona göre davranmalıdır. ” cemaat ofislerine dönüştürmüş haldedir. Zaten şikayet de bu konuda geliyor, özellikle Rusya ve Özbekistan tarafından. Bu nedenle, başta Özbekistan ve Rusya olmak üzere birçok ülkede TİKA’ya ciddi kuşku ve mesafeyle bakılmaktadır. Bu bir gerçektir. Değerli katılımcılar, Diyanet İşleri Başkanlığımız laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumudur ve ona göre davranmalıdır. Laiklik, vatandaşlarımızın inanç özgürlüklerinin teminatıdır, daha doğrusu böyleydi. Şimdi farklılaşma devam ediyor, zira Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laikliği din ile dünyevi işleri birbirinden ayrı tutmak olarak tanımlamıştır. Bu tanım, insanların dini görevlerini de hakkıyla yerine getirmesini garanti almaya yöneliktir. Aynı zamanda laiklik, dini, politikanın kirliliğinden koruyan bir teminat işlevindedir. Tüm bu çerçevede baktığımızda Diyanet İşleri Başkanlığının adeta kabinenin bir bakanlığı gibi siyasi konularda fikir beyan etmesi, siyasi konulara dini bakış açısıyla yaklaşması, laiklikle çelişmez mi? Elbette çelişir. “Ne olmuş ki?” diyebilirsiniz; ama biz -yine de söyleyeyimbir gün hatırlatırız. 26 Türkiye’de Hükümetin siyasi konularda her İslami bakış açısı talebine anında cevap veren bir kurum haline gelen Diyanet, kendisi de bu durumu zaman zaman abarttığının farkında olacak ki arada bilim adamlarından da destek beklemektedir. Burada başka bir konuda uyarmak isterim. Kürtaj tartışmaları başlar başlamaz fikrini “Kürtaj haram ve cinayettir.” şeklinde açıklamıştır. Kürtajın cinayet olduğunun bütün bilim adamlarının desteklediği bir fikir olduğunu ifade etmiştir. Bilim dünyasında böyle konular konusunda yüzde yüz fikir birliği olmaz. Çünkü bilim bu değildir; bilim sorgular, şüphe duyar, araştırır ve öğrenir. Soru sorar, soruları yanıtlarken yeni soruların açığa çıkması bilimi geliştiren motivasyondur. Kürtaj konusu daha çok etik bir konudur. Peki, daha güncel siyasi konular olan Kürt meselesinden kadına dönük şiddete, ulusal bayramlarımızdan TSE ürünlerine önem vermeye kadar her tür günlük ve siyasi yaklaşımımıza, dünyevi meseleye dahil olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın -birçok bakanlığın 5-6 katı- devasa bütçesiyle bir bakanlık görüntüsü verdiği açıktır. Hükümeti, eğer niyeti bu kurumu kabineye dahil etmekse bunu fiilen yapmak yerine dobra dobra gündeme getirmeye davet ediyorum. Burada, küçük 2-3 tane sorum var. Bunlardan birisi: Niçin Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan’a denk gelecek şekilde sabitlenmiştir? Bu konu Hicri takvime göre uygulansa daha uygun olmaz mıydı? Camilerin seçim zamanlarında din görevlilerince siyasi mesajlar verilen yerler olması normal midir? Bu durum en başta dine zarar vermez mi? Diğer bir konu: Dinin ticari alanlarda sömürülmesi bu dönemin sembolü haline gelmiştir. Evde başka sokakta başka davrananların sayısı sizin döneminizde artmıştır. Dini siyasallaştırmak, tüm dünya tarihinde iktidarın sömürüsü olarak bilinir ve dine zarar verdiği açık olarak kabul edilir. Teşekkür ederim. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU giriş TBMM VE CUMHURBAŞKANLIĞI HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Sayın Başkanı, sayın üyeler, Sayın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Sayın Sayıştay Başkanı, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti için Cumhurbaşkanlığı çok önemli bir kurum, hatta en önemli kurum. Cumhurbaşkanlığı, Anayasa’mızda da ifade edildiği gibi, tüm milleti temsil eden bir yetkiyle donatılmış bir kurum, siyaset, görüş, din, dil, mezhep, etnisite üstü bir kurum, bunların arasında hiçbir ayrım gözetmemesi gereken, her adımında adil olması gereken bir kurum. Ancak, üzülerek ifade ediyorum, AKP iktidara geldiği günden beri, tıpkı diğer devlet kurumları gibi Cumhurbaşkanlığı kurumu da ciddi yaralar almıştır. Halkımızın Cumhurbaşkanlığı kurumunun tarafsızlığına dönük inancı bugüne kadar hiç olmadığı kadar zedelenmiştir. Hatta böyle bir tarafsızlığın ne kadar gerekli olduğu bile tartışılabilmekte, ülkemiz adeta bir hafıza ve bilinç kaybına uğratılmaktadır. Sanki Cumhuriyet ve onun kazanımları kolayca elde edilmiş gibi kolayca vazgeçilebilir, keyfe göre değiştirilebilir olduğu algısı, iktidar partisi ve onun düşünce adamları tarafından halka empoze edilmektedir. Şimdi, Başbakan kendisine uygun bir makamı oluşturmak için Türkiye Büyük Millet Meclisinden, bakanlarından, iktidar milletvekillerinden bile önce basınla paylaştığı başkanlık sistemine dönük partili Cumhurbaşkanlığı gibi Anayasa’mıza ve Cumhuriyetin ruhuna aykırı bir anlayışı dayatmaktadır. Buradan soruyoruz, bir lideri nereye yerleştireceğiz kaygısı ile Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü bir büyük ülkenin yapısını değiştirmek ve bunun üzerine oyunlar oynamak hangi akla hizmettir? Bir başka önemli konu, Sayın Cumhurbaşkanımızın tüm milletin Cumhurbaşkanı olarak devlet ve millet adına atama yaparken tarafsızlık ilkesi gözetmesi, kamuoyunun 01/11/2012 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ, CUMHURBAŞKANLIĞI, SAYIŞTAY ve BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA vicdanını rahatsız edecek atamalardan uzak durmasıdır. Ne yazık ki, öğretim üyelerinden en fazla oyu olan değil, alamayan akademisyenler bu dönemde üniversitelere rektör olarak atanmıştır. Ne yazık ki, yüksek yargı mensupları atamaları, Yükseköğretim Kurumu atamaları gibi önemli devlet kurumlarının atamalarında “Bizim adamımız olsun.” mantığı öne geçmiştir. Bu durum -üzülerek ifade ediyorum- ülkemizin en önemli kurumu olan Cumhurbaşkanlığı kurumuna dönük kamuoyu güvenini de sarsmıştır. Cumhurbaşkanlığı bütçesi gündeme gelmişken Sayın Cumhurbaşkanının Türkiye’nin yeni ve önemli sorunları hakkında görüşlerini merak ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı sadece temsil makamı değildir. Cumhurbaşkanı Orta Doğu meseleleri hakkında ne düşünmektedir? Bölgenin ekonomik iş birliği süreçlerinde bölgeyi kapsayacak ve etkileyecek görüşleri var mıdır? Dünyada ve bölgemizde genel istikrarın bozulması ve çözülmesi konusunda kendi görüşleri var mıdır? Cumhurbaşkanının getirilmek istenen başkanlık sistemi hakkında kişisel görüşleri nedir? Tutuklu milletvekillerinin durumunun devam etmesi konusunda bir planı var mıdır? Halkımız, Cumhurbaşkanının kulak sağlığı konusunda oldukça bilgili ve donanımlıdır; ancak ülke meseleleri hakkında “Cumhurbaşkanlığımız ilgileniyor.” dışındaki görüşlerini, hatta derinlemesine görüşlerini merak etmektedir. Sayın katılımcılar, ülkemiz çok önemli süreçlerden geçti, daha önemli ve sıkıntılı süreçlere doğru gidiyor. Bu sıkıntıların aşılması için Cumhuriyet Halk Partili Komisyon üyeleri olarak, muhalefet görevimizi yapmak adına gerekli gördüğümüz uyarıları yapıyoruz. Gerek bu toplantı odasında gerek Genel Kurulda gerekse kamuoyu açıklamalarımda daha önce ifade ettiğim gibi “Ey Hükümet, bozduğunuz devlet aygıtı artık alarm vermektedir. Kurumlar milletin güvenini yitirdikçe saldırganlaşır ve birbiriyle mücadele süreçlerine girerler.” Bu uyarıyı defalarca yaptık. Bütçe görüşmeleri yapıyoruz ancak hazırlanan bütçenin Hükümetin farklı bakanlarınca farklı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum 27 TBMM VE CUMHURBAŞKANLIĞI algılandığını, büyük fikir ayrılıkları olduğunu bilerek görüşme yapıyoruz. Başbakan, kurumların özerk, şeffaf yapılarını bozarak kendisine bağlı hale getirdikçe, aslında kurumlar arası iletişimi, uyumu da bozmuş oluyor. İşte tam da bu süreçte, Cumhurbaşkanımızın bütünleyici ve kapsayıcı müdahalesi gerekli hale geliyor. Cumhurbaşkanlığı kurumu tam da böyle demokrasiden uzaklaşılan dönemler için gereklidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın 1 Ekim’de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada ifade ettikleri, yer yer bu kapsayıcılığı ve Hükümete uyarıcı nitelikleri ile olumludur. Ancak bu yaklaşım sadece bir konuşma ile sınırlı kalmamalıdır. Demokrasinin dönemsel bir ihtiyaç, hatta yer yer ayak bağı olarak algılanmasının önüne geçilmelidir. Adalet, şeffaflık, katılımcılık esasında örgütlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısıyla ve olumlu özellikleriyle oynamaktan derhal vazgeçilmelidir. götürülüyor, MİT yasaları çıkarılıyor, Başbakana olağanüstü yetkiler veriliyor; bunun altında neler yatıyor, vatandaşın bilme hakkı vardır. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın da dertli olduğunu düşünüyoruz. Sayıştay’ın “Halkın iradesinin temsil edildiği Meclis’e yasaklar konulmuştur. ” Sayıştay’ın AKP İktidarı tarafından güçsüzleştirilmesi, kamu kurum ve kaynaklarının yeterli denetimini yapamaz hale getirilmesi, hatta öneri bile veremez hale getirilmesinin altında ne yatmaktadır? Bu soruyu sormak zorundayız. Niçin bizim güzel ülkemizde, dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, katılımcı, demokratik, şeffaf bir denetleme mekanizması istenmiyor? Niçin bizim Hükümetimiz kurumlarının ve o kurumların icraatlarının hesabını dobra dobra vermekten çekiniyor? Bırakalım icraat kurumları icraatlarını, denetleme kurumları da denetlemesini engelleme olmadan yapsın. Yapsın ki ülkemizin kaynakları verimli ve etkin biçimde kullanılabilsin. Böylece refah düzeyi artacak, ülkemiz kazanacaktır. Sayıştay’ın dünyadaki benzerlerine göre yetkileri azdır ve bu yetkileri siz artırmıştınız, daha sonra, geçtiğimiz dönemde Sayıştay’ın yetkilerini kısıtladınız. Acaba kamuoyunda, gazetelerde okuduğumuz “Hükümet-cemaat çatışması” bu kurumda ne durumdadır? Bu konuyu da sizlerin ağzından öğrenmek zorundayız. Var mıdır, yok mudur? Böyle bir mücadele Sayıştayın içerisinde var mıdır, yok mudur? Bu, ülkenin temel sorunlarından birisidir. Alttan alta işler 28 tıpkı çağdaş demokrasilerde olduğu gibi yetkilendirildiği ve şeffaflık ilkesine dayalı bir devlet mekanizmasının önünün açıldığı bir süreç özlemlenirken İktidar tarafından çıkarılan torba yasalarla Sayıştayın şeffaf denetim yapabilmesinin önü tıkanmıştır. Bu, vatansever bireyler için kabul edilmez bir süreçtir. Değerli katılımcılar, içinden geçtiğimiz süreç, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun itibarı açısından da çok iç açıcı bir süreç değildir. Halkın iradesinin temsil edildiği Meclis’e yasaklar konulmuştur. Halkın oylarıyla milleti temsil yetkisi verilen milletvekilleri halen hapishanelerde tutuklu olarak bulunmaktadır. Bu durum en çok Meclisin itibarını sarsmakta ve halkın iradesine engel olmaktadır. Unutmayalım, bu Meclis’in temel sözü “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” sözüdür. Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletin ise milletin seçimine saygı duyulmalıdır. O milletvekillerinin suçları belirgin bir hale gelmeden hapiste ne işi vardır? Tüm bu karanlık tablo, elbette bizleri demokrasi, çağdaşlaşma, kalkınma ve ilerleme yolumuzdan alıkoyamaz. Bizler, Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri her koşulda halka doğruları söylemeye devam ediyoruz. Bunu Cumhuriyetimizin, Meclisimizin, kurumlarımızın ve dolayısıyla milletimizin geleceği için yapıyoruz. Teşekkür ederim. giriş AFAD VE MİT HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı, değerli üyeler, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. Biraz önce Sayın Bakan sorun olmayan tek konu “para” demişti. Demek ki başka çok sorun var. Bu bir dil sürçmesi midir, yoksa hakikaten öyle sorunlar varsa biz de öğrenelim, aydınlanalım. Şimdi, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ülkemiz açısından çok önemli bir kurum. Zira, ülkemiz başta deprem olmak üzere birçok afet olayından büyük acılar çekmiştir. Geçtiğimiz sene bütçe görüşmelerini Van depreminin üzerinden fazla zaman geçmemişken yapmıştık. Ben de deprem bölgesindeki insanlarımızın dertlerini ve orada devletin afet ve acil durum yönetimi anlamında nasıl bir acziyet içerisinde kaldığını anlatmıştım. Çünkü beşinci saatte oradaydım deprem sonrası, tesadüfen Muş’tan geçtim. Biz kendi imkanlarımızla oraya yardıma devletin yardım ekiplerinden evvel koşmuştuk. Bir başka deyişle, yardım ekipleri gelmeleri gerekenden saatler sonra oraya ulaşabilmişti. Bu kadar büyük deprem faciasının ardından idari olarak yapılan hatalar konusunda yetkilileri burada uyardık. Şimdi, benim merak ettiğim, geçtiğimiz süreç içerisinde yapısal olarak ne tür önlemler alındı? Birtakım şeyler yapıldı, koordinasyonlar var, falan filan deniliyor ama bunlar nelerdir? Çünkü orada, deprem olan bölgeye müdahale etmek çok zor. Yani, komşu illerden nasıl bir deprem yardımı alınabilir, bunun organizasyonu nasıl ve ne şekilde ayarlanmıştır? Buradaki komşu iller çok stratejik önem taşımaktadır. Yine, Marmara Adası’nda yerinde ziyaret ettiğim, bir sel felaketiyle ilgili konuşmak istiyorum. Bu, birbirini takip eden bir sürü zincirleme yanlış olayın sonucu gerçekleşmiştir. Marmara Adası’nda köylü ve çiftçilerin mera olarak kullandığı alanlar -ki bunlar büyük bir alan, çok çok büyük bir alan- köy hazine ve Camii Kebir Vakfına aittir, Balıkesir Marmara Adası. Bu alanlar özel şahıslara verilerek ağaçlandırma kararı TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 01/11/2012 BAŞBAKANLIK, MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI, MİLLİ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ, KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ MÜSTEŞARLIĞI, AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA alınmıştır. Köylüler itiraz edememişlerdir Çünkü bu kadar alanı ağaçlandırabilecek güç te köylü yoktur. Bu şahısların özellikle AKP’ye yakın kişiler olduğunu Marmara Adalıların tümü bilmektedir, gidin, orada size anlatsınlar. Bu meralar o güne kadar Marmara Adası’nda yaşayan ve sayıları bin civarında olan çiftçiler tarafından kullanılıyordu. Şimdi, etrafı çitle çevrilmiştir ve köylüler zaten kötü olan hayvancılık politikası nedeniyle zararların ve karsızlığın üzerine bir de meraları kapandığı için hayvanlarının yarısını satmış durumdadırlar, gidin, orada size anlatsınlar. Eğer onlara inanmıyorsanız milletvekillerine anlattıklarını dinleyiniz. Bin çiftçi meralardan yararlanamadığı için mağdur kalmıştır, hayvanlarını satmaya başlamıştır. Bin çiftçi aileleriyle 5 bin kişi demektir ve adada 10 bin kişi civarında insan yaşamaktadır. Turizm zayıftır, balıkçılık zaten verimsiz bir hale gelmiştir. Dolayısıyla, adanın çanına ot tıkanmak üzeredir. Bir ilçedir burası. Halkın menfaatini gözetmeyen, halkın imkanlarını az sayıda kişiye feda etme yaklaşımı ilk faturasını göndermiştir. Bu alanlarda, ceviz ekimi yapılacak diye eşilen, greyder sokulan bu alanlarda, ilk büyük yağmurdan sonra oradaki topraklar ve taşlar, molozlar akarak –şimdiye kadar çok olay olmuş, böyle bir şey olmamıştı- tüm Marmara Adası’nı bir-bir buçuk metre boyunda nehirler şeklinde işgal etmiştir. Dördüncü, beşinci gün gittiğimizde hala yürüyemiyorduk Marmara Adası’nın sokaklarında. Ve ilk fatura böyle halka çıkmıştır. İkinci fatura, -gidin, köylülerle konuşunAKP’ye çıkacaktır. Milli İstihbarat Teşkilatı’na gelirsek, adından da net bir şekilde anlaşılacağı üzere, MİT milli bir kurumdur. Öncelikli hedefi ulusumuzun güvenliğine katkı sağlayacak istihbarat faaliyetidir. Daha doğrusu, böyle olagelmişti. AKP Hükümetinin MİT Müsteşarı olarak özellikle Hakan Fidan’ı atamasıyla devlet geleneğinde pek olmayan kimi şeyleri açıkça görmeye ve yaşamaya başladık. MİT’in koridorları ilk defa kameralara açıldı. Müsteşar davetlere katılmaya, Başbakan Yrd. Beşir Atalay’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum 29 AFAD VE MİT sık sık görüntü vermeye başladı. Bütün bunlar bir dönüşüm sürecini ifade ediyordu elbette. Hükümet her kurum gibi MİT’i de dönüştüreceğini bu şekilde ifade etmiş oluyordu. MİT Müsteşarı, Teşkilat’ı, milli olmaktan çok, bölgesel bir yapıya kavuşturma gayretine girdi. Bizim en son Suriye meselesinde gözlemlediğimiz Hükümet politikasının bölgesel “Yargının, MİT Müsteşarı’nı ifade vermeye çağırmasının üzerine Başbakan’ın devreye girerek kişiye özel yasal düzenleme yapması hukukun ayaklar altına alınması mıdır, değil midir?” ve hatta yayılmacı politikaları, açık söylemek gerekirse, hem bütçemize hem de dış politikamıza ağır faturalar ödetmektedir. “MİT’in yurt dışı faaliyeti olmasın, bütçe ayrılmasın.” demiyoruz. Ancak bu durum hakkı verilerek yapılmadığı zaman, bu medyada bu kadar yer aldığı zaman ne anlamı kalıyor? Başbakan MİT’in istihbarat zafiyetinden bahsedenlere ateş püskürdü durdu. Şimdi ben soruyorum: İstihbarat nedir? Sadece bilgi edinmek midir, birilerinden bazı konular hakkında bilgi satın almak mıdır? Birilerinin arasına adam sokmak, sonra o adamdan sağlıklı bilgiler almak için dua etmek midir? Yoksa istihbarat, bilgiyi işlemek, gerektiği yerde kullanılabilir hale getirerek devletin kurumlarının faydasına sunmak mıdır? Ben geçmişte jeopoilitik alanında etütler yaptım. Paris Üniversitesi’ne bağlı Jeopolitik Merkezinde... Avrupa’nın tek jeopolitik merkezidir. Orada gazeteciler vardı, siyasi uzmanlar vardı ve orduda çalışan doktora yapan istihbarat görevlileri vardı. Bu istihbarat görevlilerine dünyanın en iyi uzmanları şöyle diyordu: “İstihbarat haber 30 almadan çok, haberi analiz etme meselesidir. Haberi analiz edemediğiniz zaman, o ülkeye, o ülkenin başına faturalar yağar.” “Analiz yapmaktır.” diyoruz ama analizi başkaları yapıyor, biz de uyguluyoruz. Nerede? Nerede olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Hatta Türkiye topraklarında uyguluyoruz. Her devletin gizli görüşmeleri olur. Ancak dünyada bu işleri ‘Oslo görüşmeleri’ gibi yürüten bir devlet gösterebilir misiniz ya da gösterirseniz biz ona devlet diyebilir miyiz? Devlet ve millet adına ne amaçlandığı, ne istendiği, ne hedeflendiği belirsiz olan süreçlerle ülkemize zarar veriliyor. Bu ülkenin devlet gelenekleri, zaman zaman siyasi ve şahsi çıkarları, devletin çıkarlarının arkasında bırakmayı gerektirir. Sırf seçim başarısı yani siyasi başarı ve çıkarı için PKK ile devlet adına görüşme yapmayı nasıl açıklayacaksınız? Yok, eğer böyle değilse ne için görüşüldü, onu anlatın, dinleyelim, ne sonuçlar alındı? Bu görüşmeler süregelirken Başbakan örgüt ile görüşüldüğünü iddia edenlere ağır hakaretlerde bulundu, kendisi de ağır bir şekilde inkar etti meseleyi. Daha sonra, bu görüşmelerin merkezinde yer alan kişi için “Sır küpüm.” dedi, ona sahip çıktı. Yargının, MİT Müsteşarı’nı ifade vermeye çağırmasının üzerine Başbakanın devreye girerek kişiye özel yasal düzenleme yapması -en hafif tabirle- hukukun ayaklar altına alınması mıdır, değil midir? Değilse, nedir? Bence rejimin tehlikeye girmesidir. Ben bir milletvekili olarak AKP Hükümetinin müzakere politikasını yanlış ve son derece başarısız buluyorum. Bir yandan örgütle görüşecek ve birtakım vaatlerde bulunacaksınız, bir yandan İdris Naim Şahin’i İçişleri Bakanı olarak görevlendireceksiniz. Bu vaziyetle kimseyi kandıramazsınız; çünkü bu yaklaşımlar birbiriyle çelişmektedir. Bakın, İçişleri Bakanı başka bir şey söyleyecektir, belki de MİT görevlileri başka bir şey söyleyecektir. Yani bütün bu tercihler bu ülkenin terör sorununu gerçekten samimi olarak çözmek isteyecek bir Başbakan’ın tercihleri midir, değil midir? Başbakan devletin istihbarat zafiyetlerine vurgu yapanlara da ateş püskürdü. Ancak sormak lazım, Uludere olayında görülen istihbarat zafiyeti değil de nedir? 2012 yılının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşın kafasını meşgul eden sorunları geçiştirerek mi yoluna devam edecektir? AFAD VE MİT Değerli katılımcılar, Milli İstihbarat Teşkilatının milli karakteri ortadan kaldırıldıkça ulusal güvenlik sekteye uğruyor kanısı artmaktadır. Devleti Uludere’de kendi vatandaşlarına bomba atma noktasına getiren süreç halen aydınlatılmış değildir. Üstüne üstlük, geçtiğimiz günlerde basında yer alan kimi iddialar gerçekten çok çarpıcı, inanmak istemiyoruz; ancak Başbakanlık tarafından bir yalanlama gelmedikçe de hayretler içinde gelişmeleri, milletvekilliği görevimiz gereği takip ediyoruz. hareket etmektedir. Kendi alanlarında ciddi hatalar yapan bakanlarına sahip çıkması bu kaygının ürünüdür. Hatta kimi bakanlara baktığımızda sanki özellikle seçilmişler. Bakınız, Dışişleri Bakanı adeta ülkemizin dış politikasını altüst etmekle meşguldür, hiçbir başarısı yoktur. Peki, İçişleri’ne bakalım. Sizce toplumsal bir uzlaşma ve barış ortamını bugünkü İçişleri Bakanı’nın sağlayabilmesi ihtimali var mıdır? Şöyle bir izleyin. Milli Eğitim Bakanı’na baktığımızda işler daha vahim değil mi? Damdan düşer gibi getirilen sözde reformlarla yapboz tahtasına dönüşen eğitim sistemini nasıl toparlayacak diye bakarken 4+4+4’lerle uğraşmaya başladı. “MİT’in milli karakteri ortadan kalktıkça ulusal güvenlik sekteye uğrar.” İddia edildiğine göre, geçtiğimiz günlerde MİT’in PKK’ya karşı bir operasyonunda örgütün içine sokulan bir ajanın az kalsın ikinci bir Uludere olayına neden olacağı söylenmektedir. İddiaya göre, İHA’lar son anda MİT ajanının bir tepede olayları kameraya aldığını fark edince gruba daha yakın bir çekim yaptığında, MİT’e PKK’lı bir grup olarak ihbar edilen grubun içerisinde çocukların olduğunu görüyor ve operasyon durduruluyor. Eğer bu iddia doğru ise MİT’in istihbarat gücünün vahim hali ortada değil midir? MİT’in 2013 yılında bütçeden alacağı payın yüzde 33 artırılarak 1 milyar TL’ye yakın bir miktara geldiğini görüyoruz. Bu haliyle Başbakanlığı, birkaç tane bakanlığı dahi geride bırakan MİT’in bütçe artışıyla bütçenin savunma harcaması kalemlerinin yine ciddi oranlarda artması aynı döneme denk gelmiştir. Bu Hükümetin düşündürücü ve kaygı verici durumunun, daha çok, Hükümetin dış politikada girdiği hatalı yollarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Hükümet kaş yapayım derken göz çıkarmış, kendi hesabınca bir koyup beş alma hayalleriyle girdiği Orta Doğu yolunda fena tökezlemiştir. Buradan sormak isteriz: MİT’in önümüzdeki süreçte CIA tarzı bir çalışma şekline girmesi söz konusu mudur? Zira, bizim gözlemimiz, milli istihbarata verilen önem azalmakta ve MİT daha çok Libya, Suriye, Irak gibi bölge ülkelere yönelmektedir. Biz “Ülkemizde artık tarım ve hayvancılık daha kötü olmaz.” derken birdenbire “Sakla samanı, gelir Tayyip zamanı.” dönemine girdik; çünkü memlekette saman fiyatları bile ekin fiyatlarını geçmiş durumdadır. Burada bütçe görüşmeleri yapıyoruz, bütçe sadece mali bir konu değildir, bütçe bir irade beyanıdır, Hükümetin yıl içerisinde ortaya koyacağı iradeyi ifade ettiği gibi, orta, uzun vadeli amaçları hakkında ipuçları verir. Bizim sunulan bütçeden gördüğümüz, Hükümetin bizzat kendi hataları sonucu oluşmuş olumsuz ekonomik durumun faturasını halka kesme gayretidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütçeyle ortaya konan tablonun iyileştirilmesi için elimizden geleni bütçe görüşmeleri boyunca yapacağız. Ancak Hükümet tarafından faturanın halka kesilmesi noktasında ısrar edilen konuların siyasi hesabını da Hükümete sonuna kadar fatura edeceğiz. Bakın, buna inanmıyorsanız köyleri dolaşın esnafı dolaşın. Ben esnafı ve köyleri on yıldır bu halde hiç görmedim. Son olarak, İdris Naim Şahin Bey’e selam söyleyin, biber gazını ben de yedim. Her geçen gün daha da agresifleşen Başbakanın üslubu bir tedirginlik halini yansıtmaktadır. Başbakan gerek siyasi gerekse ekonomik olarak başarısız bir kabineyi yönetirken “Benim olsun, varsın başarısız olsun.” mantığıyla 31 AİLE giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli üyeler, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde ne yazık ki kişilerin yaşam biçimlerine dair fazlaca söz söylendiği bir dönemden geçiyoruz. Ülkemizde sık sık rastlanan “Kadınlarımıza karşı uygulanan şiddet problemlerinin özüne inmek ve toplumdaki şiddet ve nefret unsurlarının kaynaklarıyla mücadele etmek ana uğraş olmalıdır.” örnekleriyle çığırından çıkmış bir cinnet ve şiddet söz konusudur. Bu şiddet, diğer ülkelerle kıyaslamalı olarak bakıldığında, normalden çok yüksektir. Özellikle kadınlarımıza ve çocuklarımıza karşı şiddet ciddi boyutlara gelmiştir. Bu, azalacağına hızla artmaktadır. Yani sosyal huzur ortamı var mıdır, yok mudur, bu konu şüphelidir. Sayın Bakan, bu meselelerin, köklü sosyal politikalar dışında çözümü olmadığı açıktır. Bunun dışında her türlü günlük icraat, meseleyi halının altına süpürmekten ibarettir. Kadınlarımıza karşı uygulanan şiddet problemlerinin özüne inmek ve toplumdaki şiddet ve nefret unsurlarının kaynaklarıyla mücadele etmek ana uğraş olmalıdır. Yoksa panik butonu gibi önlemlerin ülkemizde meseleyi çözemeyeceği açıktır. Yararsızdır demiyoruz. Sayın Başkan müsaade ederse bu konuyu anlatabileceğiz. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 02/11/2012 AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA işlevsel olabilir; ancak ülkemizde kadınlar, karakollara bizzat gidip yalvarsalar, panik butonuna bastıktan sonra, kocalarının onları öldüreceklerini ifade etseler -her gün duyuyoruz– bile hiçbir işe yaramayacaktır. Bunun örneklerini çok gördük. Kadınlar, sırtları sıvazlanıp “Halledersiniz aranızda.” diyerek evlerine gönderiliyorlar. Ardından cinayet haberleri geliyor. Önce zihniyetin değişmesi ve sonra da bu konuda çalışmaların gündeme getirilmesi ve uygulanması gerekir. Sayın Bakan, sormak isterim: Panik butonu denen sistemle ilgili, basına demeç verirken kimi erkeklerin de talepte bulunduğunu hatta içlerinde bir de astsubay olduğunu söylediniz. Benim merak ettiğim, bunu söylerken niçin güldünüz? Bu durumun, konu hakkındaki düşüncenizin bir dışa vurumu olup olmadığı konusunda bizi aydınlatınız. Geçen Plan Bütçe döneminde, Türkiye’de mevcut köylerden çok yüksek miktarda göç olduğuna değinmiştim. Batı Anadolu’da buna ben şahit oldum. Elimde bir istatistik yok; ama köylerin çocuksuzlaştığını; Doğu Karadeniz’de ve Doğu Anadolu’da sadece çocuk değil, gençlerin dahi olmadığı köylerin sayısının çok arttığını; Ege’de, Marmara’da yoğunlukla rastlanan bu durumun önemli bir sorun hale geldiğini; bu köylerde yaşayan yaşlı nüfusun, özel ilgiye ihtiyacı olduğunu; bazı yerlerde iğnelerini –yani sağlık için vurdurdukları iğnelerini- dahi yaptıramadıklarını anlatmış; Dursunbey’deki birkaç köyden size örnek vermiştim. Bu konuda, bu yalnız insanlarla ilgili, bir sene içerisinde çalışmalarınız oldu mu, olmadı mı? Olduysa bunları duymak isteriz, Sayın Bakan. Eğitim ve sosyal açıdan çağdaşlaşmasını tamamlamış ülkelerde, panik butonları daha Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, on dört yaşındaki işitme engelli bir kız çocuğunun beş kişi tarafından cinsel istismara uğratılması üzerine, Twitter hesabınızdan açıklamalarda bulundunuz. Konuyla ilgili, bize, size, emekli bir hakim tarafından uyarıcı bir e-posta atıldığı iddiasına cevaben, tarafınıza böyle bir posta ulaşmadığını 32 Bakan Fatma Şahin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum AİLE ifade ettiniz. Buradan sormak isterim: e-posta geldi ya da gelmedi, Bakan olarak sorumluluğunuz, e-posta kutunuzu kontrol etmekten mi ibarettir? Neden böyle konular hep iş işten geçtikten sonra gündeme alınmaktadır? Bu örnekte bırakın iş işten geçmeyi, bu konu yargıya intikal etmiş, kayıtlara girmiş vaziyette iken, Bakan “e-posta gelmedi.” diyebilmektedir. Bu konunun açıklanmaya ihtiyacı vardır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, isminden de anlaşılacağı üzere, aile ve toplum üzerinde politika geliştirmekle yükümlü bir Bakanlık. Yani icraat yapmasın.” demiyoruz ama politika nerededir? Bu politikanın ya da stratejilerinizin açılımları nelerdir? Bakanlığın, özellikle aile içi şiddetin son yıllarda ciddi biçimde artmış olmasına ilişkin yorumu ve bu yoruma bağlı olarak geliştirdiği politikası nedir? Memlekette niye artmaktadır bu işler? Bakanlığınız, üzerinde çalışıyorsunuz, herkes size “Bravo” diyor. Ama bu işler artıyor. Sizce bunun nedeni nedir? Bunların bilimsel nedenleri olması lazım, bunları öğrenelim. Herhalde en iyi merci sizsiniz bunları öğrenebilmemiz için. Memlekette, kadınların karakolda polisten dayak yediği bir ülkede, panik butonuna basan kadının başına neler gelebileceğini iyi düşündünüz mü? Yılda, o butona kaç kere basılacağı konusunda öngörünüz nedir? Bakanlığın bütçesindeki yüzde 67’lik artışla, butona kaç kere basılacağı öngörülmektedir? Zira, bu servis için, özel bir şirkete para ödenecek değil midir, Sayın Bakan? Bu Hükümet, tam on yıldır tek başına iktidardadır ve en önemli iddialardan biri, ülkeye istikrar getirmiş olmaktır. Keşke gerçek olsaydı, keşke gerçekten, ülkeye istikrar gelmiş olsaydı. İstikrarlı, tutarlı olmak, orta vadeli programlarla ve bu programlara bağlı orta ve uzun vadeli politikalarla söz konusu olabilir. Burada, Komisyon üyesi iktidar milletvekillerine sorarsanız “Daha bir on, on beş yıl iktidarda kalmak isteriz.” derler. Hepsi kafasını sallıyor şu anda, Sayın Berber Balıkesir 8 Mart eylemi başta. Eğer gerçekten buna inanıyorsanız, neden daha uzun vadeli, ülkenin yapısındaki problemleri halledebilecek, kökten politikalara girmiyorsunuz? Madem böyle bir hevesiniz var, şu işi kökten çözün. Ülkemizde bir eğitim ve istihdam sorunu olduğu açıktır. Ancak ben bugüne kadar, aile ve sosyal hayatı birinci dereceden ilgilendiren bu meseleye ilişkin, Sayın Bakandan, tatmin edici bir açıklama duymadım. Bu konudaki fikirlerini dinlemek isterim. Ayrıca, burada dile getirmek istediğim bir nokta daha var: Türkiye’de yaşamın içinde rastladığımız çok ağır durumda olan hastalarımız var, yatalak hastalar. Yatalak hastalar da değişiyor, demans olanlar var. Bu kişilerin evlerde bakılması artık çok zor ve inanın, Allah düşürmesin, insan insana çok ağırdır arkadaşlar. Aileleri destekleyerek bu sorunu toplumumuzda çözemeyiz. Devletin, bu konuda faaliyet gösteren şirketler olacaksa şirketlere destek vermesi veya kendisi bizzat bakımevleri açması gerekmektedir; önemli oranda yatalak hastamız vardır. Bunların da ihtiyarladıkları zaman, zannediyorum yüzde 30’lara varacak demans olma ihtimali vardır, aşırı bunama yani. İradesini tamamen kaybetmiş 33 AİLE yaşlılar, bunlara bakmak olağanüstü zordur. Çünkü böyle bir bakım programı var, biliyorum, iyi bir şey, bir çok aile de vermek istemeyebilir ama küçük ailelerde bu iş çok zor. Ben bir çok hastayla konuştuğumda, kanser hastası örneğin: “Ben eşimin altımı temizlemesini istemiyorum.” diyor, başka talepleri de var. Bununla ilgili düşünceniz nedir? Temel çözümler var mıdır? Bir de, ölümü kesinleşmiş ve ölümü isteyen ve yaşam şartları son derece ağır olan hastalar var. Tabii, burada hemen ötenazi girecektir, ahlaki problemler girecektir, devreye. Acaba ötenazinin geciktirilmesi ya da yapılmaması konusunda neler düşünüyorsunuz? İçler acısı durumda olan bu hastalarla, ölümü kesinleşmiş ve yaşam kalitesi eksinin de altında olan, normalin çok çok altında olan bu hastalarla ilgili, onların yaşamının son bulmasıyla ilgili görüşünüz nedir Sayın Bakan, Sosyal Yardım ve Aile Bakanı olarak? Bunlar, toplumların çok acı meseleleridir. Sayın Bakan, 4+4’le ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan olduğunuza göre, mutlaka 4+4 aile, sosyal hayat etkileri üzerine bir tahmininiz, düşünceleriniz vardır. İsterdik ki ülkemizdeki yasalar tartışılarak ve bir uzlaşmaya varılarak çıkabilsin. Ancak yay gibi gerilmiş bir toplumun milletvekilleriyiz. Bizim birbirimize tahammüllü olduğumuz da pek söylenemez. Hadi, biz muhalefetiz ve her durumda 4+4’e karşı olacağımızı tahmin ettiğiniz için komisyonlarda görüşmediniz, engel oldunuz, kavga dövüş Kanun’u geçirdiniz. Ama benim anlamadığım, Kabine kendi içerisinde neden görüşmedi bu konuyu? Buradan çok net soruyorum: Sayın Bakan, 4+4 kanunu tasarısı gelmeden Kabine’de görüşünüz alındı mı? Aile ve sosyal hayata etkileri ne olur diye bir çalışma yaptınız mı? Eğer yaptıysanız niçin olası etkileri konusunda, Yasa çıktıktan sonra tedbir genelgesi yayınladınız? Bunu, ahlaki bir şekilde, topluma açıklamak lazım. Hükümetin bir bakanı bir yasa getiriyor; öteki bakanı, gelen yasa çocuk işçileri arttırmasın diye genelge yayınlıyor. Sayın Bakan, yayınladığınız genelge, çözümden çok uzaktır. Zaten bize göre, 4+4’ün esas amacı, yoksul çocukları ucuz işçi yapmaktır. Bunun için, 4+4+4 değil, 4+4 diyorum. Zira en sondaki 4 hikayeden ibarettir. Bunun detaylarını, Milli Eğitim Bakanı’na zaten soracağız. Ancak Hükümetinizin, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi keyfinize göre düzenleme, yapısını bozma gayretlerinizin bir türevi olan 4+4’ün yaratacağı ailevi ve sosyal 34 problemleri de burada Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımıza sormak isterim. Son olarak, tenis maçında başınıza gelenler için geçmiş olsun diyorum. Teşekkürler. GÜMRÜK VE giriş TİCARET HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyorum. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın bütçesini görüşüyoruz. Ekonomiyle ilgili ne çok bakanlığımız var ama her ne hikmetse bu kadar bakanlık bir araya gelip şu ticaretteki borçlanma meselesine ilişkin bir politika oluşturamadılar. Bu bir illüzyon, öyle bir illüzyon ki “farklı görüşteki bakanlıklar” görüntüsü Hükümetin işine yarar hale geldi. Her hatasında bir şekilde mesuliyeti almadan yoluna devam eden Hükümetin kendisine şu soruyu sorup sormadığını gerçekten merak ediyoruz: Acaba ciddi bir ekonomik krizin önlemleri üzerine devraldığınız iktidarın, sağladığı görece yüksek büyüme oranlarıyla elde ettiğiniz siyasi başarınızı bir resesyon döneminde de bu illüzyonla sürdürebilir misiniz? TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 05/11/2012 GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA -geçmişte, biliyorsunuz Amerika’da da böyle bir şey oldu- direksiyonu başka tarafa kırdılar. Bizim Hükümetimiz ise direksiyonu umursamıyor, pedallarla uğraşıyor. Akaryakıt almış gitmiş, ithal ürünler piyasayı ele geçirmiş, yerli üreticinin ocağı sönmüş, Hükümet pedal derdinde, hayvancılık bitmiş, tarım bitmiş, yediveren ovalarda nadas var. Ama nadas bitmiyor, devam ediyor. Gaz mı, fren mi? Çok yakında halk “Gazınız da freniniz de sizin olsun.” diyecek olursa ne olur bir düşünelim. Bizim değil onu sizin düşünmeniz lazım, Sayın Bakanım. “Kredi kartı borçlarının toplamı AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana 33 katın üzerinde artış gösterdi.” Gümrük ve ticaret işlerimize baktığımızda, önümüzdeki süreçte ciddi sıkıntılar yaşanması muhtemel bir Bakanlık bütçesi görüştüğümüzü söylemeliyim. Bakınız, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın verdiği bilgiye göre tüketici kredileri ve kredi kartı borçlarının toplamı AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana 33 katın üzerinde artış gösterdi, yüzde 33 değil 33 kat. “Piyasayı canlandırabilmek için salalım kredileri, sabah ola hayrola.” Bütün dünyada böyle bir eğilim var, bizdeki eğilim birazcık daha fazla. Yani başka bir deyişle, vatandaş eskisine göre 33 kat fazla borçlanıyor. Ortada karşılığının nerede, hangi değerde olduğunu bilmediğiniz bir taahhüt balonu var. Dünyada balon şişiyor, biz de biraz daha üflüyoruz. Bu yoldan gidenlerin başlarına neler geldiğini gören tüm gelişmekte olan ülkeler Bakan Hayati Yazıcı’nın katılımıyla gerçekleştirilen oturum Evet, gelişmekte olan ülkeler farklı stratejiler belirliyor. Üretim ekonomisinin önemini dünyada kavrayamayan tek ülke olarak tarihe geçmeye mi uğraşıyoruz? Üretim yerine ne yapıyoruz? İthal edelim, azıcık bir şey yapalım, satalım. Yani ithalat uygulamalarımızda bu ülkenin zirai üretimini bitirince elimize ne geçecek? Hayvancılığı bitirince elimize ne geçecek? KOBİ’ler bitince ele ne geçecek? Sanayi bitince ele ne geçecek? Geçen gün bir sanayici açıklama yapıyor -iki üç günlük gazetelerde bulabilirsiniz- gelişmiş ülkeler ihracatından yüzde 100’e yakın kar ederken biz işin hamallığını yapıyoruz, kazandığımız sadece yüzde 10. Gidin, bu kesimlerle konuşun, gerçek sanayiciyle ama; zengin edilen bir avuç adamla lüks otellerin resepsiyon salonlarında değil, gerçekten üreten, yıllardır üretenlerle konuşun. Emin olun ciddi bilgiler alacaksınız. Şimdi, burada Bakan’a kaçak akaryakıtı, kaçak eti, kaçak sigarayı, kaçak çayı, kaçak kuru gıdaları, kaçak cep telefonunu sorsam bana rakamlar verir. O konudaki hazırlığınızı tahmin ediyorum. “Yakaladık, şu kadar engel olduk.” falan der, biraz önce de zannediyorum dedi buna benzer şeyler ama benim derdim bu ekonomide 35 GÜMRÜK VE TİCARET kaçakçılığın niçin hala bu kadar cazip olduğudur. Bir ekonomide kaçakçılık cazipse orada soru işareti bir tane değildir. Hükümetin 2013 Bütçe Kanun Tasarısı’na baktığımızda ekonomik olarak görüntünün özeti üç harften oluşuyor; ZAM. Sayın Bakan, bu kadar zam yapılınca kaçakçılık artacaktır. Sizin de buna göre bir politika geliştirmeniz gerekir. Makroekonomik davranış modelleri oluşturmanız gerekir. Bunların sonuçlarını Plan ve Bütçe Komisyonuna sunmanız gerekir bu makroekonomik dengelerin sonuçlarını sunmalısınız ki şu yaptığımız yasama faaliyetinin yeterince hakkını vermiş olalım. Elimizden gelen katkıyı vereceğimizi, ilk günden beri, burada, arkadaşlarımız söylüyor, Mevlüt “16’ncı yüzyıldan bu yana sürmekte olan Batı egemenliği artık dünyanın başka bölgeleriyle paylaşılacak.” Bey defalarca dile getirdi. Bütçe görüşmeleri boyunca, bütçenin; vatandaşın rahat bir nefes alması, çiftçinin, hayvan üreticisinin kurtulması, işçinin, memurun, emekçinin katma değerden faydalanması ve dolayısıyla ülkenin kalkınması, balon değil değer üretmesi için elimizden geleni yapacağımızı ifade ettik biz. Gümrükler, dış ticaret politikamız için son derece önemli noktalar, politika belirlerken dünyadaki sermaye akışını analiz etmelisiniz. Ülkemizde hangi ithal ürünler ağırlıkla yerli üreticinin belini kırıyor? Geçmişte hangileri kırdı? On beş-yirmi yıldır kırılıyor, Türkiye’de küçük üreticinin beli. Bunları belirlemeniz gerekir. Hangi ülkenin ürünleri piyasalarımıza yüzde kaç oranında giriyor? Bir de başka ülkeler aracılığıyla girenler var: “Norveç malı” diyoruz, arkasından Güneydoğu Asya çıkıyor. Bunun için nasıl önlemler alacağınızın burada bize açıklanması gerekir. Bu önlemlerin etkili olacağına bizi ikna 36 etmelisiniz. Dünyada bölgelerarası dış ticaret dengelerinde son yıllarda farklılaşmalar olduğu söyleniyor, bunlar nelerdir Sayın Bakan? Türkiye dünyada bölgelerarası oransız farklılaşmaları önlemek için ne gibi önlemler almalıdır? Antidamping uygulamaları yeter mi bu önlemler için? Yoksa dünyada yükselen bölgelerin karşısına yeni alternatif bölgeleri çıkarmak mı lazımdır? Dünyada bölgelerarası dengesiz büyümelerin ileride ne gibi sakıncaları olacaktır? Gümrüklerde bunları hesap etmek lazım. Elinizde bunlarla ilgili analizler var mıdır? Başka bakanlıklardan bu analizler size ulaşıyor mu? Madem ki işiniz gümrükler ve kısmen de dış ticaret -iç ticaret, dış ticaret birbirine girdi- sizden öğrenmek istiyoruz bütün bunları. AB’yle ilgili sorunlar ağırlaştığında ticari iş birliği ve entegrasyonlar konusunda Türkiye’nin önündeki seçenekler konusunda fikriniz var mıdır? Bu konuda çalışmalar yapılmış mıdır? Fransa geçen gün bir açıklama yaptı, diyor ki: “16’ncı yüzyıldan bu yana sürmekte olan Batı egemenliği artık dünyanın başka bölgeleriyle paylaşılacak.” Bu Fransız Savunma Bakanlığı’nın strateji belgesinde yazıyor ve Batı bunu itiraf ediyor. Demek ki AB dışında başka şeyleri ciddi olarak düşünmemiz, analiz etmemiz lazım. Siz de bu konularda bazı katkılar veriyor musunuz, bu konuları inceliyor musunuz? Rekabet Kurumu’na gelirsek, kurumun özelleştirmeler ve şirket birleşmelerinde gösterdiği tutum halihazırda kamu tekeli olan kurumların özel sektör tekeline dönüşmesine neden olmaktadır. Bunu diğer arkadaşlarımız da söylediler, demek ki bu konuda ciddi bir sorun var. Yani kurumun rekabetin önünü açması gerekirken tıkadığı düşünülüyor. Yapılan özelleştirmelerin hangi bilimsel normlara, standartlara göre yapıldığı ve nasıl gerçekleştirildiği belirsizdir. Bu konular açık ve göz önünde gerçekleştirilmelidir ve “göz önünde” kelimesi sadece yetmiyor gerçekten herkes bu konuda ikna olmalıdır. Yapılan özelleştirmelerde kurumu satın alan şirketlerin grup bünyesinde bulundurduğu diğer şirketler kanalıyla sektöre dikey ve yatay etki etmesi gözetilmemekte ve devlet eliyle stratejik sektörlerde yerli ve yabancı tekeller oluşturulmaktadır. Kurum, rekabetin açıkça ihlal edildiği durumlarda para cezası uygulamasıyla ortaya çıkmakta, ancak söz konusu dev şirketler için bu cezalar caydırıcı olmamaktadır. Son olarak, ithal gıda ürünlerindeki denetim mekanizmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapmak GÜMRÜK VE TİCARET istiyoruz. GDO’lu ürünlerin dünya genelinde yaygınlığı ve gıda sektörünün stratejik geleceği gözetildiğinde ülkemizin bu konuda ciddi bir politikaya ihtiyacı olduğu açıktır. hastalıkları azdırır ve kuvvetli ve şiddetli bir sağlık sanayisi gelişir; ama bu, ahlaka ne derece uyar, bunu iyi düşünmek lazım. Dinlediğiniz için teşekkür ederim. Diğer bir konu hayvan üreticisinin belini kıran şap hastalığıdır. Bu hastalığın dışarıdan geldiği bilinmektedir ve gümrüklerden de geçtiği bilinmektedir. Bu konuda ayıbı nerede aramak lazımdır? Ayıbı Bakanlığınızda arayalım mı Sayın Bakan? GDO’ya gene dönmek istiyorum burada. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Sağılık Bakanlığı’nın konusu olduğu kadar Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın konusudur. Hem GDO hem de şapl hastalığı. Şap deyip geçmeyelim, on binlere belki yüz binlere varan çiftçinin belini kırmıştır, fiyatların düşmesine neden olmuştur. Yanlış politikalar var. Yani şöyle söyleyeyim Sayın Bakan, hayvancılıkta, krediler veriliyor. Bunlar faizsiz kredi diye veriliyor ancak aracısı var. Yüzde 20-25’lerden bahsediliyor, nerelere kadar gidiyor, bilemem. Yurtdışından GDO’lu ürünler, ucuz ürünler Türkiye’ye girdikçe çiftçimiz üretemez hale gelmektedir. Piyasada hayvanlar sınırlı, 7,5 milyara hayvan alan çiftçi, çok büyük miktarda hayvan üreticisi, şimdi 2,5 milyara satamıyor. Tüm bu sorunlar üzerine bir de şap hastalığı geliyor. Çok ağır sorunlar yaşanıyor şu anda hayvancılık sektöründe, çok büyük bir nüfusta. Birçok sivil toplum kuruluşunun ve GDO’lu ürünlerle ilgili ciddi yayınların ifade ettiği gibi “yediklerimiz aslında biziz”. Genetiği değiştirilmiş ürünler ve onlardan elde edilmiş gıdalar tükettiğimiz sürece bizler de genetiği değişmiş nesiller yaratacağız, bizler de o hale geleceğiz, hastalıklar yeniden azacak. Bu konuda Türkiye hala ciddi bir politikayla neslini korumaya alabilecek durumdadır. Yani hala geç değildir. Bunun için de kararlı bir politika gütmek gerekir. GDO’lu ürünler konusunda dünyada şu anda bir şey var. Diyor ki: “Dünyada üretilen ürünler normal ihtiyacı karşılamaz. Onun için fiyatlar çok yüksek olacaktır, dünyada açlık baş gösterecektir.” Ama bizim ülkemizde açlık diye bir sorun yoktur. Yurtdışından GDO’lu ürünler, ucuz ürünler Türkiye’ye girdikçe çiftçimiz üretemez hale gelmektedir. Bizim diğer ürünlerimiz terk edilmektedir, geleneksel ürünlerimizden vazgeçilmektedir. Yani GDO’lu ürünler kendi piyasalarımızı kırmaktadır. GDO’lu ürünlerle, bu ucuz ürünlerle insanlarımızı kırmaktayız. Evet, GDO’lu ürünler ne yapar? Açlığı engeller, 37 giriş GIDA TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 07/11/2012 GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. diyorsunuz ama ithalattan dolayı Balıkesir’de, Bandırma’da birtakım olaylar var biliyorsunuz. Sayın Bakan, bana göre en sorunlu iki tane Bakanlık var; birisi Dışişleri Bakanlığı, birisi de sizin Bakanlığınız. GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hiç öyle bir şey yok. Hükümete en büyük zararı sizin bu tarım politikaları veriyor. Açıkça, baştan söyleyeyim. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Bazı ürünlere verildiğini biliyoruz Sayın Bakan. Bütün yaz ben tabanda gezdim, köyleri gezdim, ilçeleri gezdim, hayvancıları gezdim, tarımı gördüm. Bu konuda üzülmemek mümkün değil arkadaşlar. O Kepsut’un köyleri, Dursunbey’in köyleri, Bigadiç’in dağ köyleri, inanmayacaksınız ama eti Kurban’dan Kurban’a yiyor yani üstü kapalı bir açlık var memlekette, hem de tarımın bir sıralar önde olduğu bir bölgede. Köylerden ayrıca yoğun bir şekilde de dışarıya doğru bir göç var. Çok büyük bir sıkıntı var hayvancılık alanında. Mesele sadece kredileri sağlamanız değil kredileri nasıl dağıttığınız, piyasada arz-talep dengesini nasıl etkilediğiniz, kimlerin nasıl ithalatlar yaptığıdır. GDO’lu soya ithal etmek hangi akla hizmettir? Gıda sektörü zaten çok karlı bir sektördür. Başvuru yapan firmalar bu sektörün en büyükleri konumundadır. Biyogüvenlik kurulunuz bu konuda muhafazakar olmalıdır. Yani bu ürünlerin insan sağlığına zararının kesin olarak ispatlanması gibi kavramlar konuşuluyor. Böyle bir yaklaşım olamaz. Konu insan sağlığı olduğunda kesinlik istiyoruz. GDO’lu ürün GDO’lu üründür. Yani bu GDO meselesinin kaynağı dünyada bellidir. ABD’de aşırı güçlenmiş ve ülkenin en güçlü lobisi haline gelmiş gıda tekelleri dünyada GDO’lu ürün trafiğinin de öncüsüdür. Bu alana girmenin Türkiye açısından hiçbir anlamı yoktur. Ülkemiz insanıyla dört ayaklı tavukları tanıştıran bakan olarak tanınmayın. “Kepsut’un köyleri, Dursunbey’in köyleri, Bigadiç’in dağ köyleri, inanmayacaksınız ama eti Kurban’dan Kurban’a yiyor” Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli misafirler; birçok bilimsel araştırmaya göre gıda sektörü, nüfusun artmasıyla birlikte 21. yüzyılın en stratejik sektörlerinden birisi olacak. Bir diğeri de madenler... Bu anlamda, Bakanlığınızın politikaları ülkemizin bu stratejik sektördeki varlığını belirleyecek ve ülkemizin geleceğine doğrudan etki edecektir. Sayın Bakan, katıldığınız bir televizyon programında, mevzuatınızda GDO’lu ürünün yasak olduğunu, çok sıkı denetim olduğunu, piyasa denetimleri yapmak suretiyle bunları izlediğinizi ifade etmiştiniz. Ancak daha sonra görüyoruz ki Türkiye’nin büyük gıda şirketleri GDO’lu ürünü ithal etmek için izin istiyor ve bunlardan bazılarına ilk ışıkların yakıldığını öğreniyoruz. “Yakılmadı.” 38 Sayın Bakan, işi baştan sıkı tutmak çok önemlidir, vakit henüz geç değildir. Bugün üç çeşit GDO’lu soyaya izin verirseniz yarın arkası gelir. GDO’lu ürünler için “üretimi yükseltiyor” diyorlar ama GDO’lu ürünler fiyatları ucuzlattığı için ülkemizde fakirliğe, hatta açlığa neden oluyor. GDO’lu ürünler zannedildiği gibi içerideki açlığı engellemiyor. Nüfusun önemli bir bölümü tarımla ilgileniyor, önemli bir bölümü, örneğin esnaf, tarımdan gelen gelirle geçimini sağlıyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde GDO’ya karşı ciddi bir kamuoyu vardır. Üstelik bu kamuoyu giderek artmakta ve organik tarım, küçük, yerel üreticiler Bakan Mehmet Mehdi Eker’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum GIDA gibi konuların değerlendirilmesi gündemdedir. Türkiye gibi, GDO belasından henüz arı bir görüntü veren bir gıda ekonomisinin marka değerini GDO lekesi çok düşürecektir. Bir başka olumsuz konu, ülkemiz tarımının ve hayvancılığının fazlaca dışarıya bağlı olmasıdır. Kontrolsüz şekilde ithal edilen ürün, tarımı ve hayvancılığı olumsuz yönde etkilemektedir. Uluslararası tekeller çiftçilerin kendi tohumlarını kullanmasını ve satmasını engellemiş ve piyasalar kısır tohumlarla dolmuştur. Bu döngüye girdiğiniz zaman Türkiye’yi kurtarmak çok zor olacaktır. Bu döngü, bir gün gelecek, tersine de dönmeye başlayacaktır. İnsanlar tohumları alıyorlar, bankalara sokuyorlar, “İklim değişince bu tohumlarla bu işi nasıl sürdürebileceğiz?” diyorlar. Ne yazık ki bir zamanlar bir tarım ülkesi olmasıyla övündüğümüz ülkemizde bu vahim tablo vardır. Kısır tohumlar yüzünden çiftçimiz bu tohumları satan firmalara muhtaç hale gelmiştir. Yani daha verimli olduğu iddiasıyla satılan tohumların verimi bir yıl ile sınırlıdır. Bağımlı hale geliyor ve her yıl yeniden satın alıyoruz. Üstelik ülkemizin çeşitli yerlerine özgü kimi lezzetler bu yüzden ya azalmış ya da yok olmuştur. Bir de bu kısır tohumları bize satan firmaların aynı zamanda tarım ilacı üretmeleri, bir kısmının da hayvan ilacı üretmeleri tabloyu netleştirmektedir. Yani aradaki zincirleme ilişkiyi siz hesap edin. Yerli tohumları korumak için bir tohum bankası kurduğunuzu biliyorum. Ama Sayın Bakan, mesele zaten tohum bankası kurmak zorunda kalmamaktır. Yani Hükümetiniz politikalarıyla yerli tohumun önüne engelleri çıkarıyor, sonra da banka kuruyor korumak için. Bu tohum bankasının içeriğini ve denetimini de Plan ve Bütçe Komisyonumuzda lütfen açıklayınız. Kamuoyu bu konuda bilgilendirilmelidir. Şimdi Sayın Berber konuştu. Sayın Berber’in zeytinyağı konusunda konuştuklarına katılıyorum. Yalnız, zeytinyağındaki destekler çok azdır, zayıftır. Zeytinyağı konusundaki rakiplerine karşı Türk üreticisi zeytin ve zeytinyağı konusunda ezilmektedir ve bu destekler kesinlikle hem üretim aşamasında hem de satış aşamasında artırılmalıdır. Zeytinyağı üreticilerinden çok büyük şikayetler vardır. Zaten -ben Balıkesirli olarak söyleyeyimBalıkesir’in yediveren ovalarının önemli bir kısmı nadastadır. Ama bu nadas bitmemektedir arkadaşlar; ertesi yıl yine nadas, yine nadas, yine nadas… İnsanlar giderek verimsizlik nedeniyle tarımdan uzaklaşmaktadır ve eğer bu nüfusun çoğunluğu tarımda yaşayacaksa bunlar için sadece 300 lira, 500 lira yardım yetmez. Kesinlikle söylüyorum: Otuz sene önce bu çiftçinin durumu çok daha iyiydi. Çiftçi ve köylü kendine güvenini kaybetmiştir. Balıkesir’de yüzde 40 bir nüfus buna bağımlıdır. Esnafları da kattığımızda yüzde 50’leri geçer. Zararı buradan hesap ediniz, Sayın Bakan. Kartopu giderek yuvarlanıyor. O anketleri iyi izleyin Sayın Bakan. “Türk üreticisi zeytin ve zeytinyağı konusunda bugünkü gibi ezilmemeli, destekler mutlaka arttırılmalıdır.” Hayvancılık konusuna gelince… Tarımdan kazanamayan halk hayvancılığa yatırım yapmaya başladı. Hayvancılıkla ilgili krediler verildi. Bu kredilerden birtakım aracılar yüzde 2025 oranlarında komisyonlar aldı. Komisyonlar nereye kadar gidiyor Sayın Bakan? Bilgili misiniz bilmiyoruz ama, Bakanlığa dayanıyor mu, dayanmıyor mu; o konuda bilginiz varsa biz de aydınlanalım. GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Bildiğiniz bir şey varsa söyleyin. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – İşte, o konuda sizden bir açıklama istiyoruz. EKER – Hemen başvurun. Hukuka da, teftişe de, hepimize… GÜMÜŞ – Bu işlerin belgesi olmuyor Sayın Bakan. EKER – Olur mu öyle şey? GÜMÜŞ – Soruyu size yöneltiyoruz, biz demek ki bir şeyleri hissetmiş durumdayız. Belgesini bulursak göndeririz. EKER – Yok, yok, hissettiğiniz… Bana resmen başvurun da onu inceleyelim. GÜMÜŞ – Evet, ta o bakanlığa kadar inceleyin Sayın Bakan. Sizden incelemenizi istiyoruz. 39 bütçe BAŞKAN – Hayır, varsa bir tespitiniz Sayın Gümüş… GÜMÜŞ – Ya arzu ediyorum, incelenmesini arzu ediyorum. BAŞKAN – Sayın Gümüş, varsa… GÜMÜŞ – Bu komisyonlar nerede başlıyor, nerede bitiyor? EKER – Herkesi muhayyel bir şekilde şey altında isnat edecek bir tutum içerisine girmeyin. GÜMÜŞ – Bir inceleme istiyorum Sayın Bakan. Bu Komisyonda da inceleyin diyorum. EKER – Tarım Bakanlığı’nda 50-60 bin kişi “Bu hükümet saman balyaları altında kalacaktır.” çalışıyor. GÜMÜŞ – Hayır, ben Tarım Bakanlığı’nın kişilerinden bahsetmiyorum. EKER – Ama olur mu öyle şey? GÜMÜŞ – Bu nereye kadar gider, nerede durur; bunu bir inceleyin. EKER – Yanlıştır. Bir şey biliyorsanız özellikle… GÜMÜŞ – Hayır, gidin çiftçilerle konuşun Sayın Bakan, çiftçiler anlatsın size. EKER – konuşmayın. Resmen paylaşın, GÜMÜŞ – Yani o yüzde 15, yüzde 20, yüzde 25’lik komisyonlar var. ortadan GÜMÜŞ – Tarım konusundan hayvancılık konusuna gelirsek; İnsanlar tarımdan kar edemeyince hayvancılığa geçti. Hayvancılıkta krediler verildi. 7,5 milyar liraya gittiler insanlar -çok büyük bir nüfus- hayvan aldılar. Hayvan kredileri verildiği sırada piyasada 7,5 milyara hayvan aldılar. Sonra ithalatlar arttı, hayvan fiyatları 3,5 milyara düştü. Bir de şap hastalığı üzerine. Hayvanları 7,5 milyardan alan bu kişiler 2,5 milyara mallarını satamaz oldular, Sayın Bakan. 2,5 milyara bu hayvanlarını satamaz oldular ve hayvancılık konusunda bu kredilerin yanlış dağıtılmasından, arz-talep dengesine dikkat edilmemesinden dolayı çok büyük zararlar oluşmuştur. Arkasından, dengesiz bir şekilde krediler verilmiş, saman bulunamaz olmuştur. Ekinden daha pahalıdır, saman. Biz onun üzerine dedik ki: “Bu Hükümet saman balyaları altında kalırsa görürsünüz”. Her başvurana kredi veriliyor; artistlere veriliyor, doktorlara veriliyor, herkes kredi alıyor. Yani bununla ilgili bir prensip olmaz mı acaba diye kendi kendime soruyorum. Ondan sonra, çok büyük şirketler de -bırakın halkı- çok büyük şirketler dahi şu anda kar edememektedirler. Kendi maliyetlerinin altında çiftliklerini satmak isteyenler vardır. Üstüne üstlük bir de karkas et ithal ediliyor. Eti ucuz satacağız diye bir darbe de oradan alıyor. Şu anda hayvancılık kesiminde çok büyük moral bozukluğu vardır ve bu çok önemli bir nüfusu ilgilendirmektedir. Köylülerimiz, çiftçilerimiz kendine güvenini kaybetmiş durumdadır. Ben gittim gördüm Sayın Bakanım, gidin de görün. Sizi, bölgelere, insanları ziyaret etmeye ve bu konuyu daha yakından izlemeye davet ediyorum. Hükümete verirseniz en çok zararı siz vereceksiniz. Teşekkür ederim. EKER – O yakışmıyor, yakışmıyor. O doğru değil. EKER – Bildiğiniz bir şey varsa söylersiniz. GÜMÜŞ – Fizibilite yok. BAŞKAN – Evet, Sayın Gümüş… 40 Son Kurşun, 3 Haziran 2013 GÜMÜŞ – Bunlar hem niye faizsiz hem niye bu kadar yüksek bu komisyonlar? giriş MİLLİ EĞİTİM HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuya girmeden önce Sayın Bakan, Balıkesir merkezden velilerin size bir mesajı var. Hatice Fahriye Eğinlioğlu İlköğretim Okulundaki dokuz öğretmenin görevden başka bir yere alındığını öğrendik. Bunun yılın böyle bir döneminde, yedi ila on yaşındaki küçük çocuklar için çok önemli etkileri var, çocukların başarısını olumsuz etkiliyor. Dokuz öğretmenin böyle birdenbire, okul yönetimiyle arasının açılması nedeniyle başka bir okula gönderilmesini pek normal bir iş olarak göremeyiz. 1 - 2 öğretmen olabilir de dokuz öğretmen birden bir okuldan giderse bunların dokuzu da suçlu olur mu? Yani suç da nedir bilmiyoruz. Şimdi onları çok emin olmadığımız için burada dile getiremiyoruz. Aile birliği yönetimiyle müdür arasında birtakım ilişkilerden bahsediyorlar. Fakat emin olmadığımızdan dolayı bu konulara sadece sizin dikkatinizi çekmekle kalıyoruz. Bu konuya lütfen eğiliniz. Bunlar Balıkesir’de ilgili makamlara da ulaşamamışlar. Ama bize ulaştılar, biz vekiliz, biz ulaştırırız size. 9 öğretmenin bir okuldan uzaklaştırılması başka bir okula doğru atanması normal bir şey değildir; 1 - 2 olabilir ama dokuz olursa “Siyasallaştı mı?” diyoruz. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 08/11/2012 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA Bunlar bu kadar basit şeyler olmamalı. Artık biz “Rejimde birtakım değişiklikler mi yapılıyor?” diye, merak ediyoruz. İzmir Belediye Başkanı’nın başına geldi, başkalarının geldi, arkasından da salıveriliyorlar. Bunlar normal şeyler değil. İnsanlara suç konusunda emin olmadan şüphe uyandırıcı adımları, devletin atmaması lazım; bunlar kaçan göçen insanlar değil. O yüzden Ayvalık’taki olayı kınıyoruz. Ayvalık Belediye Başkanı’nın kırk sekiz saatten fazla içeride tutulması, sonradan da salıvermesi normal bir iş değildir. “Ülkenin geleceği olan çocuklarımızın eğitiminde istikrarlı bir devlet politikası yürütmek yerine, yapboz yöntemi tercih edilmiştir.” Konuya girelim. Ülkemizde eğitim sistemi belki de en fazla müdahaleye maruz kalan alanlardan birisidir. Ne yazık ki, her gelen bakan farklı uygulamalarla sisteme müdahalelerde bulunmuştur. On yıllık iktidarınız, eğitim sisteminde istikrarı sağlamak için son derece iyi bir fırsat sunarken, sizler ülkenin geleceği olan çocuklarımızın eğitiminde istikrarlı bir devlet politikası yürütmek yerine, yapboz yöntemini tercih ettiniz. Sınav sistemi defalarca değişti. Üstelik sınavlarla ilgili, sizin döneminizde birçok sorular üzerinizdedir, birçok şüpheler üzerinizdedir; bunlar normal şeyler değildir. Ama ne hikmetse sizin bakanlarınızın getirdiği sistemler de Hükümetinizi tatmin etmedi ve Sayın Başbakanımız’ın “AKP’nin ustalık dönemi” diye adlandırdığı ama pek çok acemiliklere ve hatalara rastlanan dönemde bunlara bir de 4+4+4 garabeti eklendi. Böyle şeylerle çok karşılaşmaya başladık. Örneğin -sizin Bakanlığınıza bağlı değil ama- daha iki gün önce Ayvalık Belediye Başkanı içeriye alındı, birtakım iddialarla. Şimdi “Bu konu sizden uzak, alakası yok.” diye savcı tarafından bırakıldı. Sayın Bakan, bu kanun, Türk eğitim sistemini başından sonuna değiştirecek nitelikte bir kanundur. Herhalde bu, damdan düşer gibi aklınıza bir anda gelmemiştir. Mutlaka genel seçimler öncesi de bunun planlarını yapıyordunuz; ancak genel seçimler “çılgın proje” söylemleri ile Bakan Ömer Dinçer’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum 41 MİLLİ EĞİTİM geçerken siz bu planınızı seçmenden gizlediniz. Bunu, seçmene vaktiyle anlatmadınız. Çünkü seçmen AKP’ye istikrar için oy vermektedir. Ama siz istikrarı bozacağınızı, okulları ve eğitim sistemini altüst edeceğinizi onlardan gizlediniz, söylemediniz. O kadar gizlediniz ki, kanunu hazırlarken bilim adamlarına, eğitimcilere bile danışmaktan imtina ettiniz. Eğer tek bir bilim kuruluşuna sormuş olsaydınız, size, okul öncesi “4+4+4 kanunu ile ülkemizde çocuk emeği sömürüsü resmi hale gelmiştir.” eğitim ile okul eğitiminin farklarını anlatırlar ve beş buçuk yaşındaki çocukların okula başlamasının sakıncalarını açıklarlardı. Kanunun çıkarılma sürecinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesinin hiçe sayılışından bahsetmek istemiyorum. Oylama sırasında ben bizzat oradaydım; Başkanın salonu görme imkanı yoktu. Önünde sizin milletvekilleriniz vardı, varsayımla oylama yapıldı. Yani kabul edilmiş varsayıldı. Böyle bir oylamayı ben ne duydum ne işittim. Bu ayıptır. Tüm bu çabalarınızı imam hatip okullarının orta kısımlarını yeniden açma çabası olarak açıklamak da mümkün değildir. Kanun, bunun çok ötesinde düzenlemeler getirmiştir. 4+4+4 kanunu ile ülkemizde çocuk emeği sömürüsü resmi hale gelmiştir. Bakınız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı dahi bu konuda genelge yayınlayarak kaygılarını belirtmek durumunda kalmıştır. Ne yazık ki, din eğitimi siyasi ve ticari bir sömürü unsuru haline getirdiniz. “Evlatlarımıza din eğitim vereceğiz.” bahanesiyle çocuk sömürüsünün önünü açmış oluyorsunuz. Bakanlığınıza bağlı bir spor merkezinin başvuru formunda gençlere hangi Kur’an kursundan oldukları sorulmaktadır. Bir AKP milletvekili “4+4+4 sistemiyle tüm okulları imam hatip okuluna çevirme şansı yakaladık.” demiştir. Camilerde imam hatip okullarına ön kayıt alınmış, ibadete giden insanlar bu okullara 42 yönlendirilmiştir. Bunlar normal değildir. Beş buçuk yaşındaki çocukları okula gönderme gayretiniz sonucu olarak veliler çocuklarına yetersiz raporu almaya zorlanmıştır. Hatta bunu bizzat siz önerdiniz. Daha sonra Başbakan, çocuğuna yetersiz raporu alan velinin çocuğunu geri zekalı yerine koyduğunu söyledi. Kısaca, toplumu yay gibi germiş oldunuz. Şimdi ben soruyorum: Tüm bunlar sonucunda elinize ne geçti? İmam hatip okulları kayıtları beklentinizin çok altında gerçekleşti. Belki de insanlar bu gayretlerinizi samimi bulmadılar. Belki de insanlar artık, din eğitiminin devlet tarafından değil, aile tarafından verilmesini daha da doğru buluyorlar; buna karşı da değiliz ama bu bir meslek eğitimi olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı görüşmelerinde burada, dinin özgür bir şekilde yaşanması için devletin elini üzerinden çekmesi gerektiğini vurguladık. Arkadaşlarım, kimsenin din adına bir koltuk işgal etmesinin, hele hele bunun için devletten para almasının doğru olmadığını ifade ettiler. Hepsi tartışılabilir, hepsi konuşulabilir ama buna açık olmak lazım. AKP sıralarında bu konuda bizim gibi düşünen arkadaşların olduğuna eminim; öyle olması gerekir. Sayın Bakan, “Eğitime bütçeden ayrılan pay arttı.” diyorsunuz. Arttı da bu artan payın ne kadarı halka ulaşacak? Sorulması gereken soru bu. Bakınız, bir örnekle konuyu inceleyelim. Dershanelere gönderdiğiniz bilgi formunda onlara kapsamlı sorular soruyorsunuz. Sorular şöyle: “Dershanenizi özel okula dönüştürmeniz sürecinde aşağıdaki teşviklerden hangisi en çok etkili olacaktır? Seçenekler: Arsa tahsisi, devlet tarafından öğrenci başına eğitim-öğretim desteği sağlanması, vergi indirimi, gelir vergisi stopajı, düşük maliyetli kredi, sigorta primi desteği, KDV istisnası, yatırım maliyetine destek sağlanması ve diğer.” Merak ediyorum, bu dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi için ayırdığınız bütçe ne kadar olacak? Yani diğer bir deyişle, halktan topladığınız vergilerin ne kadarının bu süreç için, partinize yakın dershane patronlarına aktarılması düşünülüyor? Sayın Bakan, bir diğer konu seçmeli dersler konusu. Öğretmen açığı problemi tüm çıplaklığı ile ortada dururken yeni seçmeli dersler eklediniz. Üstelik bunlar neredeyse zorunlu seçmeli derslerdir. Yani başka alternatifi yok. MİLLİ EĞİTİM Buna rağmen, bu dersleri ülke genelinde kimin vereceğini dahi belirleyemediniz. Bakınız, kimi okullarda derslere müftülerin girdiği söyleniyor. Eğitim bu kadar ucuz değil, Sayın Bakan. Düşünsenize, Allah korusun, hastalanıyorsunuz, hastaneye gidiyorsunuz, “ameliyat” diyorlar; sonra bakıyorsunuz, ameliyatınıza doktor yok, müftü girmiş. İnanın böyle bir şeydir. Ciddi olarak baktığınızda, insanı önemsediğinizde bu konu böyle algılanır. Zihniyetin içine de ameliyat yapılır. 2012 yılında bu kadar kadro bekleyen öğretmen varken “derslere müftü girecek” deseler inanmaz, “Şaka yapıyorsun.” derdik. Atanamayan öğretmenler sorunu tüm toplumun sorunudur. Hükümetiniz önce öğretmenleri itibarsızlaştırma politikasına başladı. Bizzat Başbakan “3 ay kafalarına göre tatil yapıyorlar.” dedi. Sayın Bakan, bir öğretmenin günlük, haftalık, aylık, yıllık programı ve temposu nedir; bu konuda herhalde düşünceniz vardır. gibi, oralarda kaçırılıyor, yine mesleğine devam ediyor. Gece yarılarına kadar evde ödevleri, yazılı kağıtlarını okuyup derslere hazırlanıyor. Adı: Ahmet öğretmen, Ayşe öğretmen, Ali, Hasan, Osman, Zeynep öğretmen… Sayın Bakan, bu öğretmenlerden yüz binlerce var. Başbakan televizyonda kaşlarını çatıp “Ne yapar bu öğretmenler?” dediğinde bu öğretmen emin olun ki çok inciniyor. Bu insanlara haksızlık etmekten vazgeçin. Bu kadar kadro bekleyen öğretmen varken “derslere müftü girecek” deseler, inanmaz, “Şaka yapıyorsun.” derdik. Bu öğretmenler ne yer, ne içer, nasıl ulaşım sağlar, nasıl koşullarda çalışır, problemleri nelerdir? Başbakan’ın sitemi üzerine icat ettiğiniz, ne işe yaradıkları tam anlaşılmayan yaz seminerlerinde öğretmenleri dinleyici konumundan çıkarmanızı öneririm. Bakanlığınızın etkinliklerini, gönderilen slaytların kötü bir şekilde okunduğu etkinlikler olmaktan çıkartın. Çıkartın ve öğretmenleri dinleyin, “Onların problemleri nelerdir?” bunları konuşun. İnanın “öğretmen” dediğiniz meslek dünyanın en fedakar mesleğidir. Öğretmenleri intiharla, bunalımlarla karşı karşıya bırakmayın. Çok büyük dramlar yaşanmaktadır. Sayın Bakan, eş durumu dahi yetmemektedir. aileler tayinin parçalanmakta, geçekleşmesine Bir öğretmen var Sayın Bakan. Bu öğretmen sabırla çocukları eğitmek için, onlara çağdaş bir bakış verebilmek için elinden geleni yapıyor. Ülkenin en ücra köşelerinde seve seve çalışıyor. Ülkenin en ücra köşelerinde seve seve çalıştığı 43 TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 12/11/2012 BASIN YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ, ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ, TÜRK DİL KURUMU, TÜRK TARİH KURUMU, RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU’NA İLİŞKİN KONUŞMA BASIN giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı, Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Arınç basına verdiği bir demeçte basının güçlü soluklara ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ne kadar doğru bir söz, içime işlediğini söylemek zorundayım. Keşke herkes sizin gibi düşünse Hükümette… Bu dönemde basının ışıklı kimlikleri işlerini kaybederken, Hükümetin kontrolü dışındaki kişiler iş bulamazken, dünyanın hapiste en kalabalık gazeteci nüfusuna sahip ülkesi Türkiye iken, gazetecilerin işine son verilmesi için Hükümetin başının yaptığı açık beyanatların nükteleri kulağımızdayken, bizim, burada, bu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en önemli kabul edilen Komisyonunda söylenenler ulusal basında hak ettiği yeri bulamazken Sayın Bakan ne kadar doğru söylüyorsunuz. Derken aniden aklıma geliyor; Sayın Bakan, siz, bu dönemde basından sorumlu Başbakan Yardımcısı değil misiniz? Bütün bu olanlar sizin döneminizde, sizin sorumluluk alanınızda olmuyor mu? Sayın Bakan, siz, bir ülkede yeni solukların kendi kendine çıktığını mı düşünüyorsunuz? dolmaktadır. Değil basında, köylerde, tarımda, ticarette, siyasette korku iklimi hakimdir ve bu iklim bu dönemde -üçüncü dönemde- daha da yükselmektedir. Böyle bir iklimde Sayın Bakan, güçlü soluklar değil, çıksa çıksa güçlü fırtınalar çıkar. Sayın Bakan, umarım dileğiniz güzel iklimlerde gerçekleşir. Bakınız, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi yayınladığı raporda Türkiye’deki basın özgürlüğü sorununun kriz seviyesine ulaştığını belirtti. Hükümetiniz Suriye politikasındaki ani çark edişini açıklarken Esad’ın halkına zulmettiğinin farkına vardığınızı ifade ettiniz. Ne hikmetse, bu Hükümet işine geleni fark ediyor. Kendi zulümleri söz konusu olduğunda ise hiçbir zaman akıllarına gelmiyor. Kimler nerelerde, kimler içeride, kimler ölüyor, kimler kalıyor, kimler annesinin cenazesine gidemiyor hiç umurunda değil hükümetin. Hükümet kendisi dışındaki herkesi “darbeci” ya da “terörist” ilan ederek demokrasiye darbe vurmuş, basın yayın hayatında bir terör ortamı yaratmıştır. Bakın, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi gazetecilere karşı tutumunuzu “dünya çapında gazetecilere karşı en büyük saldırı” olarak nitelendiriyor. Yani sizin “ileri demokrasi” adı altında yaptıklarınız, diktatörlükle suçladığınız ülkeleri dahi geride bırakmış vaziyette. “Sizin döneminizdeki iklim; güzel düşünce ve güçlü soluklar için uygun olmayan, özgür düşüncenin kış mevsimidir.” Sayın Bakan, herkes bilir ki eğer bir mucize olmayacaksa, güzel fikirler ve güçlü soluklar kendi iklimlerinde ortaya çıkarlar. Bu iklim kuşkusuz demokrasi iklimidir. Sayın Bakan, insanların özgürce düşünüp kendilerini kaygısızca ifade edebildikleri demokrasi iklimidir söz konusu olan. Sizin döneminizdeki iklim, güzel düşünce ve güçlü soluklar için uygun olmayan özgür düşüncenin kış mevsimidir. Hapishaneler giderek 44 Yayınlanan raporda ayrıca şöyle deniliyor: “Erdoğan, açıkça gazetecilerin itibarına saldırıyor. Gazetecileri isim vererek azarlıyor. Medya organlarını ve eleştirel yazılar yazan çalışanları uyarmaları ya da işten atmaları için zorluyor. Çok sayıda hakaret davası açıyor.” Bunu biz demiyoruz, dünyada sizi gözlemleyenler söylüyorlar. Yani medya üzerinde yarattığınız Başbakan Yrd. Bülent Arınç’nın katılımıyla gerçekleştirilen oturum BASIN Konu yeterince ele alınmadı. Kazara bu bir muhalefet partisinin içinde olsaydı, vay vay vay! hakimiyet size yetmiyor. Daha doğrusu, medya bir türlü tam olarak ele geçirilemiyor. Zira ele geçirdiğiniz kalemler zamanla köreliyor ve etkisizleşiyor. İnsanlar düşünüyorlar, Sayın Bakan. Onların yerine eleştirel bakan, dürüst, korkusuz gerçek gazeteciler öne çıkmaya başlıyor. Sizi rahatsız eden güçlü soluklara ihtiyaç duymanıza neden olan süreç böyle işliyor, Sayın Bakan. Sayın Bakan, gazetecilere yıpranma haklarını vereceğinizin sözünü verdiniz, aradan yıllar geçti, hala tık yok. Ne yıpranma hakkı ne de sendikalaşmalarına tahammülünüz olduğunu anlıyoruz. Üstelik bu konuda partimizin verdiği tekliflerin de gündeme alınmaması yönünde oy kullandınız. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun özerkliği de sizin müdahaleleriniz sonucunda lafta kaldı. Reyting ölçümlerinde ortaya çıkan usulsüzlük sonucu yeni bir reyting yönetmeliği hazırlanmıştı, Başbakanlık olarak buna müdahale ettiniz ve “Örneklemlerin nüfus koşulunu kaldırın.” dediniz. Nerede kaldı özerklik? Kamu spotu meselesi etik dışı kullanılır hale gelmiştir. Kamu spotu her kuruluşun kendi reklamına dönüşmektedir. Sivil toplum kuruluşlarına bırakılması gereken kamu spotunda bu kuruluşlara iktidardan fırsat kalmıyor, niye? Çünkü iktidarınız icraatlarını ballandıra ballandıra anlatmak durumundadır. Sözde özerk olan RTÜK, bu spotları iktidara ayırmak zorunda değil midir? Bir de oylama gafınıza ilişkin değerlendirme yapmak isterim. Geçtiğimiz günlerde bir seçim şoku yaşadınız. Yerel seçimlerin erkene alınmasıyla ilgili Anayasa değişikliği oylamasında her türlü çabanıza rağmen fire verdiniz ve yasayı geçiremediniz. Bunun üzerine diliniz bir anda çözülüverdi. Ama ne hikmet ki basın bunun üzerine gidemedi. Hükümet nasıl bir çatlak verdi? “Oy vermeyenler siyasi hayata veda edebilir.” dediniz. Bana göre bu büyük bir gaftı. Siz, nasıl değerlendiriyorsunuz bilemiyorum, ancak bana göre bu durum, sizin gibi deneyimli bir ismin bile zaman zaman baklayı ağzından kaçırabildiğini gösteriyordu. Sizin düşüncenize göre, milletvekili dediğin liderinin dizinin dibine oturur. O dürttüğünde el kaldırır, indirir. Milletvekilinin kendi iradesi olamaz, herkes görüyor burada. Anayasa değişikliği ile ilgili oylamalar gizli yapılır. Ancak, siz Başbakan’ın ve orda olmayan bakanların yerine oy kullanarak bu gizlilik ilkesini ihlal ettiniz. Meclisimiz’in tarihine -ne yazık ki- bu hukuk dışı uygulamalar ve demokrasi dışı sözleri eklediniz. Son olarak, tarih üzerinde kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Geçen yıl da şu sıralardan ifade ettiğim gibi, dünyada egemen siyasi gücün tarih üzerinde etkisi söz konusudur. Bu durum ille de tarihi çarpıtmak anlamına gelmez. Ancak “Anayasa değişikliği ile ilgili oylamalar gizli yapılır. Ancak, siz Başbakan’ın ve orda olmayan bakanların yerine oy kullanarak bu gizlilik ilkesini ihlal ettiniz.” 45 BASIN dünya tarihinin ortaya çıkarılan kısmı, çıkmayan kısmına göre çok azdır. Dolayısıyla, birileri işlerine gelenleri ortaya çıkarır, gelmeyenleri ise hasıraltı eder. Uluslararası siyaset bunun örnekleriyle doludur. Türk Tarih Kurumu’nu, tarihimiz “Türk Tarih Kurumu’nun sınır aşan çalışmaları desteklemesi ve hatta bizzat yürütmesi gerekmektedir.” hakkında daha fazla araştırma yapmak, var olan araştırmaları zenginleştirmek, aydınlanmamış birtakım noktaları aydınlatmak için yetkilendiriniz. Dünyanın içine girdiği yeni dönem birden fazla kutbu barındıran bir dönemdir. Tek kutuplu düzen gerilerde kalmaya başlamıştır. Üstelik bu bir süreçtir ve biz iktidarı bir süredir bunu görmesi ve buna göre hareket etmesi konusunda uyarıyoruz. Bu çerçevede Türk Tarih Kurumu’nun sınır aşan çalışmaları desteklemesi ve hatta bizzat yürütmesi gerekmektedir. Zira coğrafyalar arası güç farklılaşmaları ve gelecekle ilgili beklentiler dünya egemen güçlerinin tarih tezini farklılaştıracaktır. Türkiye’nin kendi bölgesi ve hedeflerine ilişkin tezleri olması, kendi etnik tarihini araştırması gerekmektedir. Aksi takdirde bu alanları birileri sizin adınıza doldurur, tıpkı geçmişte olduğu gibi... Teşekkür ediyorum. 46 ADALET giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Adalet Bakanlığı’nın 2013 bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Adalet ve sorumluluk bilinci kavramları konusunda bir sorgulama yapalım. İnsan olarak ne kadar adiliz, oradan başlayalım. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 13/11/2012 ADALET BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA Katıklı adalet olmaz. Yani “Tutukluluk süreleri uzun ama şu şu nedenle bu davalar gerekli.” türü cümleler çok net bir şekilde hukuk ve vicdan dışıdır. Eğer bir ülkede, iktidar sahipleri tarafından tarif edilen dönemsel gereklilikler nedeniyle yargının tavrı bu kadar değişebiliyorsa, orada ne hukuktan ne de güçler ayrılığından bahsedilebilir. Totaliter rejimler, güçler ayrılığının olmadığı veya çok zayıfladığı rejimlerdir. Yani, tüm güçlerin, yasamanın, yürütmenin ve yargının adeta veya kesin olarak tek elde toplandığı sistemlerdir. Ülkemizde ne yazık ki totaliter bir rejime doğru sürüklenme bir gerçektir. Halkın adalete güveni yoktur. Vatandaş “Allah korusun mahkemeye düşersem halim ne olur.” diyor. Sayın Bakan, bu durumun sebebi sizin siyasi hareketinizin, birtakım siyasi hesaplar için devlet aygıtıyla fazla oynamasıdır. Devlet aygıtını o kadar bozdunuz ki, artık kimsenin devlet kurumlarına güveni kalmadı. Ne yazık ki “adalet” bu güvenilmeyen kurumların başında gelmeye başlamıştır. Katıklı adalet olmaz. “Tutukluluk süreleri uzun ama şu şu nedenle bu davalar gerekli.” türü cümleler çok net bir şekilde hukuk ve vicdan dışıdır. Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bu yüce kurumun tüm üyelerinin kendilerine bu soruyu her gün sormaları gerektiğini düşünüyorum. Yargı mensuplarının, hakimlerin, savcıların, avukatların kendilerine bu soruyu her gün sormaları gerektiğini düşünüyorum. Tüm devlet adamlarının, kamu adına hizmet veren herkesin bu soruyu kendisine sık sık sorması gerekir. “Evet, ben insan olarak ne kadar adilim.” Zira, günümüzde artık vicdan her zaman olduğundan daha da gereklidir. Çünkü ülkemizde hukuk yerini konjonktürel davalara bırakmaktadır. Yani, iktidarın dönemsel ihtiyacı olan davalar bu dönemde siyasetin merkezine çekilmiş, ülkenin kurumları adeta bunlara göre şekillendirilmiştir. Bu dönemde kin, nefret, bölünme, düşmanlık duyguları artmıştır. Toplumda ciddi bir ayrışma vardır ve ne yazık ki mevcut ayrışma bizzat siyasi iktidar tarafından körüklenmektedir. Körüklenmektedir çünkü, iktidar bundan siyasi rant elde edeceğini sanmaktadır. Üstelik bu ayrışmanın zeminini oluşturan birçok konu gerçek bir yapısal ayrışmadan ziyade, ağırlıkla günlük ya da dönemsel konulardır. Bakan Sadullah Ergin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum Sayın Bakan, Ergenekon davası yıllardır sürüyor. Tüm temeli gizli tanık ifadelerine dayanan bu dava, AKP Hükümeti’nin siyasi iradesiyle bir kamuoyu desteği sağlamıştır. Tabii ki karşıt kamuoyu da vardır. Özellikle medyanın bir bölümü başından beri Ergenekon’la yatmış, Ergenekon’la kalkmıştır. Sonra aynı gizli tanık ifadeleriyle konuyla ilişkilendirilen birçok kişi davaya dahil edilmiştir, hala da edilmektedir. Tam da dava bir sepet dava halini almışken -ilginç bir gelişme- bugüne kadar davaya destek veren gazetecileri bile birbirlerine düşürmüştür. PKK’nın bir dönem iki numaralı ismi olduğu iddia edilen Şemdin Sakık, Ergenekon davasının 47 ADALET gizli tanığı olduğunu açıkladı. Açıklamakla kalmadı, davaya Hükümet adına destek veren, çok sıkı takipçisi olan, kimi iddianameleri, “Yargı, hükümet tarafından bir yandan baskı faaliyetlerinin aracı haline getirilirken bir yandan da kamuoyunu ciddi şekilde yaralayan işlere imza atmıştır.” daha mahkemeye sunulmadan yayınlanan bazı gazeteleri de PKK’nın yayın organı olmakla suçladı. Tabii bu gazeteler de birden neye uğradıklarını şaşırmışçasına Sakık’a saldırdılar. İçlerinde tek bir gazete olayı farklı yorumladı. Gerisi kafa karışıklığıyla ne yaptığını şaşırmış vaziyettedirler. Bugün de Ergenekon ve onun gibi konjonktürel davalara baktığımızda, davanın omurgasını oluşturan ifadelerin tanığın kimliği gizlenerek alınmasının amacı da ortaya çıkmış gibi gözükmektedir. Normal bir hukuk sisteminde, tanığın can güvenliği için böyle bir yola gidilecekken, bizde -sonradan kimliğinin açıklanmasıyla anlaşılıyor ki- gözetilen şey, davanın kamuoyu önündeki inandırıcılığıdır. Yani, baştan davaya açık ve net kimliğiyle Şemdin Sakık’ın ifadeleriyle başlansa, bu davanın inandırıcılığı azalmayacak mıydı? Siz, bu konuda ne düşünüyorsunuz? İzlenim şu ki siyasi iktidarınızın ya da iktidarın bazı angajmanları söz konusuydu. Bu davalara ihtiyacı vardı. Davalar hala da sürüyor. Öyle gözüküyor ki kimi davaların birleştirilerek klasör sayılarının çoğaltılması yolu ile daha da sürdürülecek. Biz buradan artık sadece gözlem yapıyoruz. Zira, adli sistemimizin 48 sayenizde çökmekte olduğu anlaşılmaktadır. Durumun vahameti Başbakan’ın “Yargıya gerekeni yapmasını söyledik.” lafında gizlidir. Sayın Bakan, eğer biz yanlış duyduysak, yahut Başbakan yanlış bir ifade kullandıysa siz burada düzeltiniz, “dil sürçmesi” deyiniz. Ama yok düzeltemiyorsanız, o halde tablo ortadadır. Bu tabloda bizim merak ettiğimiz “Başbakan, başka hangi konularda yargıya talimat vermektedir?” Sayın Bakan, ne yazık ki ülkemizde özgür düşünceyi bir suç haline getirdiniz. Basının üzerine adeta kara bulut gibi çöktünüz. Bakın, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi, ülkemizdeki durumu hazırladığı raporda şöyle tarif ediyor: Türkiye’nin basın özgürlüğü krizi, gazetecilerin hapsedildiği ve muhalefetin suç sayıldığı karanlık günlerden geçildiğini, başta Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere son derece baskıcı yasalar olduğunu, aslen devleti korumaya yönelik bir Ceza Muhakemesi Kanunu ve Hükümetin basına yönelik en üst düzeyde katı üslubuyla karşılaştığını, Türkiye’deki basın özgürlüğü sorununun kriz düzeyine ulaştığını, onlarca yazarın ve editörün neredeyse tamamı terör ve devlete karşı işlenen diğer suçlar kapsamında olmak üzere hapiste olduğunu, onlara karşı delil olarak gazetecilik faaliyetlerinin gösterildiğini, Hükümetin geniş kapsamlı Ergenekon soruşturmasının araştırmacı gazetecisi Ahmet Şık ile Nedim Şener’in özgürlüklerini ellerinden aldığını, ancak kanıtların darbecilerden çok Hükümetin muhalif gazetecileri cezalandırma niyetini açığa serdiğini ifade ediyor. Sayın Bakan, yargı, hükümet tarafından bir yandan baskı faaliyetlerinin aracı haline getirilirken bir yandan da kamuoyunu ciddi şekilde yaralayan işlere imza atmıştır. Sivas katliamı davasının zaman aşımına uğraması, Deniz Feneri’nin üzerinin örtülmesi gibi onlarca örnek verilebilir. Sayın Bakan, ülkemizi bir hukuksuzluk ülkesi haline getirmektesiniz. İktidar tutkusu ve hırsıyla aldığınız bu yöndeki adımları geri alınız. Aydınlara, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere, öğrencilere, özgürlük için mücadele eden insanlara zulmetmekten vazgeçiniz. Teşekkürler. EKONOMİ giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, basına cari açıkla ilgili demeç verirken mal ithalatını düşürmek için alınacak tedbirler arasında terörün yoğun yaşandığı bölgelerde iş gücü maliyetlerini Türkiye’nin rekabet etmekte zorlandığı ucuz emek çalıştıran ülkelerle eşitleyecek bir sistem üzerinde çalıştığınızı açıklamıştınız. Doğal olarak bu, bölgesel asgari ücret uygulamasını akıllara getirdi. Maaşlarda tek kuruş geriye gitmeyeceğinizi de söylemiştiniz. Buradaki planınız nedir? TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 14/11/2012 EKONOMİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA geriletmişken, ithalata dayalı bir ekonomi yaratmış, cari açığı ciddi düzeylere ulaştırmışken, nasıl olacak da hiçbir sanayi altyapısı olmayan Güneydoğu Anadolu’ya fabrikalar kuracak ve Güneydoğu Asya ile rekabet edeceksiniz, bu bizim merakımızdır. Sayın Bakan, Güneydoğu Asya ülkelerini dünya ekonomisinde üretici dev haline getiren ucuz emek gücü olduğu kadar ölçeğin çok büyük olmasıdır. Yani bu ülkelerin devasa nüfuslarıyla yarattıkları talep, ölçek ekonomisinin avantajlarından üst düzeyde yararlanmalarını sağlamıştır. Ancak bu ekonomileri sadece ucuz emek gücü nedeniyle haksız rekabet yaratan ülkeler olarak görmek meseleyi yanlış okumaktır, diye düşünüyoruz. Yani mesele sadece ucuz emek gücü meselesi değil, ölçek ekonomisi meselesidir. Bu ekonomilerin üretim güçleri o hale gelmiştir ki ABD de dahil tüm gelişmiş ülkelerin ekonomilerini sarsmakta ve onları önlem almaya itmektedir. Devam eden küresel krizin pek fazla tartışılmayan nedenlerinden birisi de bu ülkelerin sıkıştığı rekabet meselesidir. Çünkü gelişmiş ülkeler düne kadar teknoloji ile üstünlük sağlarken, ölçek ekonomileri piyasaya öyle büyük üretim ve tüketim potansiyeliyle girmiştir ki oradaki rekabet sistemini etkiler hale gelmiştir. Bu ekonomilerde üretim ve dünya ticaretindeki güçleri öyle hale gelmiştir ki dünyanın yeni dengeleri bu ülkelerdeki sermaye birikiminin dengelenmesine dönük müdahalelerle biçimlenecektir. Bunu iş olsun diye söylemiyoruz. “Ekonominin dinamosu taahhüt, borç ve kredi değil üretim gücü olmalıdır.” Özellikle Güneydoğu Asya ülkelerini kastederek “Biz, sadece teknolojisi yüksek ürünlerde açık vermiyoruz, 100 dolara, köle ücretine işçi çalıştıran ülkelere karşı yerli sektörleri korumak zorundayız.” demiştiniz. Köle ücretleriyle üretim yaptığını ifade ettiğiniz ekonomilerle mücadele etmek için üretim sahası olarak seçeceğiniz illerde benzeri koşulların gelişmemesi beklentimizdir. Maaşlarda geriye gitmeden bunu nasıl yapacaksınız? Yoksa cevabınız o bölgenin kendine özgü asgari ücreti olacak şeklinde midir; kayıt dışı mıdır? Öyle şeyler var oralarda biliyorsunuz, bizim haberimiz var. Eğer öyleyse bu ücretlendirme ne kadar olacak? Eğer şu anki asgari ücretten düşük olacaksa o halde bu nasıl maaşlarda geriye gitmemek olabilir? Bu bölge, anladığımız kadarıyla, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Bölgede istihdam yaratmak için adımlar atılması, fabrikalar kurulması bizlerin yıllardır söylediği, savunduğu bir görüştür. Zira siyasi iktidarınız döneminde ülke genelinde üretim sektörünün gerilediği, ekonominin dinamosunun üretim değil, taahhüt, borç ve kredi olduğunu gayet iyi biliyoruz. On yıllık iktidarda mevcut sanayimizi dünyadaki rakipleri nezdinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekonomi Bakanı olarak bunu göz önünde bulundurmanız ve stratejinizi bu gerçeğe göre şekillendirmeniz gerektiğini düşünüyoruz. Yaratılan ölçek ekonomisiyle gerçekten rekabet etme niyetiniz varsa, ülkeyi ekonomik bölgelere ayırmak yerine içinde ülkemizin de bulunduğu bölgesel Bakan Mehmet Zafer Çağlayan’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum 49 EKONOMİ ekonomik birliklere bakmalısınız ki dünyada bu yeni dengeler oluşurken önümüze hangi imkanlar sunulmaktadır ve sunulacaktır, görebilesiniz. “Ekonomimiz üretmediği sürece daha büyük riskler edinmeye devam edecektir.” Bu imkanları biz de yaratabiliriz. Yani, ölçek ekonomisine karşı, ölçeğimizi büyütecek önlemler almalısınız. İşin sırrı buradadır diye düşünüyoruz. Ancak ne yazık ki Hükümet, dış politikada öyle hatalı tercihler yapmaktadır ki bu anlamda ülkenin geleceğini aydınlığa kavuşturacak, istihdam yaratacak, sanayimizi geliştirecek, bilimi ve tekniği üretimde egemen kılacak, bir ekonomik gelecek vadetmemektedir. Bakınız, ekonomide kötüye gidiş vardır, geçen sene de uyarmıştık, finans ekonomisi ancak geçici bir süre soluk getirebilir ve bu ekonomiye fazlaca bağlanmak sizi üretenler karşısında çaresiz kılar. Hükümet, ithalata dayalı olan ihracat rakamlarıyla böbürlenip durdu ancak şimdi o konuda pek ses çıkmıyor. Bakınız, tasarruflar azalırken enflasyon artıyor, iktidarınız süresince bireysel krediler toplamı 33 kat arttı. Yani bir taahhüt balonu yarattınız, piyasaya para sürerek ekonomiyi canlı tutmaya çalışıyorsunuz, arkadaşlar söylediler. Ekonomimiz üretmediği sürece daha büyük riskler edinmeye devam edecektir. Bugünün küresel dünyasında ölçek ekonomisiyle mücadele etmek için ölçek büyütmeye dönük projeler geliştirmeniz gerektiğini düşünüyoruz. Bu ölçek büyütmek meselesi çok önemlidir. Küresel mücadele bir anlamda olabilir ama bunun bölgesel temellerini yapmadığınız zaman durum biraz zorlaşacaktır. İşte bu yaklaşım sıfır sorunda pek uygulanmadı, bu işler nasıl yapılacak kafayı tekrar yormak gerekiyor. Güney-Kuzey meseleleri çıkıyor, buna Doğu-Batıyı da almak gerekiyor. Oysa Hükümetiniz ne yaptı? Vergi getirdi 2013 yılı Bütçesinde bu vergilerin sonucu olacak ciddi zamlar öngörüyoruz. Sayın Bakan, yüksek cari açığı büyümeyi 50 düşünerek, düşürmeye devam mı edeceksiniz? İktidara geldiğinizden bugüne cari açık ciddi düzeyde artmıştı. 2002 yılıyla 2012 yılı arasında 100 katı kadar bir artış söz konusudur. Yani ülkemiz sürekli zarar etmekte ve bu zarar sürekli devretmektedir. Bugün ekonominin önemli bir kısmının taahhüt balonu olduğunu söyledik. Bu taahhüt balonunu patlatmadan azaltmak ve ekonominin içindeki payını düşürmek zorunda olduğunuzu düşünüyoruz. Verimlilik ve tutumluluk başka önemli bir konudur. AKP Hükümeti en çok yaptığı yollarla övünmektedir; ancak büyük kentlerimiz ve onların problemleri ciddi şekilde artmıştır. Bu problemler ekonomiye verimsizlik ve israf olarak yansımaktadır. Örneğin burada çok çarpıcı bir örnek var; sadece İstanbul’da trafikte bekleyen araçların harcadığı yakıt yılda 5 milyar Türk lirası değerindedir yani 4 milyar dolar gibi bir şey. Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesinden bile çoktur. Dolayısıyla, sizin Bakanlığınız da dahil 11 tane bakanlığın bütçesinden daha fazla bir payı atmosferi kirletmek ve trafikte sinir hastası olmak için harcıyoruz. Bu verimsizliğe son verilmelidir, bu bir kalkınma ve planlama hamlesiyle mümkün olacaktır. Doğayı yok etmeden, kaynakları talan ettirmeden, değerlerimizi yağmalatmadan akılcı ve vatanperver bir planlama hamlesi bugün ülkemizin ekonomisinin temel çözümüdür diye düşünüyoruz. İktidar partisinin şehirlerimizi daha fazla büyütecek, trafiği daha da arttıracak, doğaya daha fazla zarar verecek çözümlerine baktıkça bu vatanperver ve sorumluluk içeren planlama hamlesini beklemenin boşuna olduğunu düşünüyor gibiyim. Bakana biraz kibar olsun diye böyle konuşuyorum. Bizler ülkenin taahhüt ve finans piyasasına teslim olmuş ekonomisini güçlü bir dış politika eşliğinde yeniden üreten, ürettiğiyle yeni iş olanakları açan ve bunu adil bir şekilde yapan bir ekonomik atılım dönemi için var gücümüzle hazırlanıyoruz. Bunu gerçekleştirecek gücün ülkemizde olduğunu da çok iyi biliyoruz, çalışmalarınızda ve yeni bütçede efendim sizlere şans diliyorum, sağ olun. ENERJİ giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, sözlerime ülkemiz açısından oldukça önemli bir konu olan bor madenleri ile başlamak istiyorum. Bakınız, bor madeni, başta cam, seramik, elektrik-elektronik, bilgisayar, uzay teknolojileri, havacılık, nükleer, inşaat, enerji, tekstil, ilaç, kozmetik, kimya, tarım, kağıt, kauçuk olmak üzere pek çok sektörde kullanılmaktadır. Borun, çok yüksek enerjiye sahip olduğunu biliyoruz. Bor, teknolojinin en ileri alanlarını içeren ulaşım ve iletişim alanlarında kullanılmaktadır. Uzay teknolojilerinin ve yalıtımın en önemli maddesidir. Sadece bunlar boru olağanüstü stratejik madde yapmaya yeter. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 14/11/2012 ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA tamamının işletim hakkı kamu adına Eti Maden’e verilmiştir. Üstelik ülkemizin sahip olduğu bu yüzde 72’lik oran hem çok zengin hem de yüzeye yakınlığı itibariyle çıkarılması dünyadaki rakiplerine göre daha az masraflı rezervlerden oluşmaktadır. Ben de bunların üzerindeki bir ilçeden Bigadiç’ten geliyorum. Borun üzerinde dünyaya geldim. Bütün bunlar boru bizim için daha da önemli hale getirmektedir. “Ülkemiz, dünya bor pazarını kontrol edebilecek güçtedir.” Borla ilgili bir de şunu söylemek istiyorum. Borun bir yakıt olduğunu kabul etmeye başladı insanlar biliyorsunuz. Bunun, füze yakıtlarında, iki ülke tarafından ileri düzeyde kullanıldığını; bu ülkelerin Almanya ve ABD olduğunu, daha geri düzeyde de İran tarafından kullanıldığını duyuyoruz. Borla ilgili özelleştirmeler gündeme geldiğinde şu soru aklımıza gelsin: “Bor bir gün füze yakıtı olarak kullanılacak olursa… 18 misli daha kuvvetli bir enerji çıktığı söyleniyor. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Öyle bir şey yok. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – “Öyle bir şey yok.” diyorsunuz ben gözlerimle gördüm. Biz boru başkalarına vermiş olursak durum ne olacaktır, bunu yapanlar tarihe nasıl geçerler? Şimdi, bu soruyu sorduktan sonra devam edelim… Ülkemiz açısından boru önemli kılan nedenler bu kadar yaygın kullanım alanı olmasıyla sınırlı değildir. Dünya ekonomik bor rezervinin yüzde 72’si ülkemiz topraklarındadır ve bu rezervin Bakan Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum Sayın Bakan, ülkemizin dünya bor pazarını kontrol edebilecek; dolayısıyla yukarıda saydığımız sektörlerde söz sahibi olabilecek bir tekel olma potansiyeline sahip olduğunu sizler de biliyorsunuz. Biraz da rakiplerin durumuna bakalım. Dünyada, Eti Maden’e rakip durumunda iki büyük firma vardır. Bu rakiplerimizin sahip oldukları rezervler hızla tükenmektedir. Rezervleri eridikçe, kalan bor, giderek daha derinden çıkarılmakta, dolayısıyla maliyetler artmaktadır. Bazı bölgelerde ciddi statik problemler ve iş kazaları yaşanmıştır. Rakiplerimizin dış rezervleri ise ya oldukça yüksek yerlerde, dolayısıyla yüksek işletme maliyetli, yahut daha da pahalı olan kapalı madencilik yöntemi ile çıkarılmaktadır. Tablo bu iken, rakiplerimizin bizim kolay ulaşılır, yüksek verimli ve karlı madenlerimize göz dikmelerinden daha doğal bir şey olamaz. Geçmişte defalarca bor madenlerimiz özelleştirilmeye çalışılmıştır. Bizzat bunlara tanık oldum. Kamu sektörünün verimsizliği, hantallığı gibi türlü argümanlar özelleştirme taraftarları tarafından dillendirilmiştir. Ancak, sadece rakamlara bakıldığında bile bor madenlerimizin kamulaştırılması ile karlılık oranının ciddi bir şekilde arttığını görüyoruz. Bor madenlerinin kamulaştırılması ile birlikte dünya pazarındaki payı yüzde 11’lerden yüzde 49’lara çıkmıştır. Toplam ihracat geliri ise 83 milyon dolardan 831 milyon dolara yükselmiştir. Toplam 51 ENERJİ bilinen bor rezervi ise neredeyse 5 kat artmıştır. Yani, daha ne kadar rezerv var, bilinmiyor. Yüzde 72 mi yoksa yüzde 80 mi, ortaya çıkacaktır. “Bigadiç’te oluşan bor dağları için verilen ağaçlandırma sözünün yerine getirilmesini hala bekliyoruz.” Kamulaştırma öncesiyle kıyas ortadadır. Üstelik Eti Maden’in bor performansına bakıldığında bir kamu işletmesi olarak, özel şirket ve dev maden şirketleri olan rakiplerine oranla çok daha verimli bir grafik çizerek sektörde lider duruma geldiği açıktır. Simdi, Sayın Bakan, bu kadar olumlu ve gelecek vadeden bir maden, yabancıların iştahını kabartmaktadır. Hatta iştahtan öte, rakiplerimiz için bizim rezervlerimize sahip olmak bir ölüm kalım meselesidir. Şu anda, bor madenciliği piyasasında tüm rakipler kendi siperlerinin arkasına gizlenmiş, sizin geçirmekte ısrar ettiğiniz yasayı beklemektedirler. Yasa zamanla derinleşecek tavizlerin başlangıcı olarak algılanmaktadır. Bir yerden delmek lazım, yani yelkeni yırttığınız zaman biliyorsun dikmek çok zor. Nedir bu yasa? Bu yasa, “Şu anda işletilmesi kamuya ait olan bu stratejik madenimizin özelleştirilmesinin, dolayısıyla yerli ya da yabancı sermayeye açılmasının yasasıdır.” Ülkemizin bor madenciliği sektöründeki rakiplerinin rezerv miktarı ve verimliliği olarak ciddi düşüşe geçtiği bir dönemde böyle bir yasaya ihtiyaç duyulması düşündürücüdür. Bu yasaya gerekçe gösterilen “bor işletmesinin verimlileştirilmesi” gibi nedenleri gerçek olarak algılayamıyoruz. Yasada geçtiği şekliyle “hizmet alımı” olarak adlandırılan şey bir özelleştirme yöntemidir. Zaten birçok yöntemlerle madenlere hizmet alımının çok zor olmadığı bilinmektedir. Bor madenlerimizde yabancı şirketlerin inisiyatif kazanması demek, stratejik öneme sahip bir madenimizin geleceğini başkalarına devretmek, dolayısıyla ülkemizin geleceğini karartmak anlamına gelebilir. Dünya bor madenciliğinde rakipler her geçen gün inisiyatif kaybederken bir anda gündeme getirilen bu yasa ülkemiz halkı 52 için değil, bu yabancı şirketler için bir umut kapısı olmuştur. Bor madenlerimizin fiilen özel sektör tarafından işletilmesinin önünü açacak ve kamu kuruluşumuz Eti-Madeni zayıflatacak bu kanun tasarısı derhal geri çekilmelidir. Ayrıca, geçen sene burada konuşulan bir şey vardı: Bigadiç’te “o bor dağları ağaçlandırılacak” diye söz verilmişti. O bölgenin ağaçlandırılması henüz yapılmadı ve çevre köylerden de yol konusunda şikayetler devam ediyor. Sayın Bakan’a buradan iletmek benim görevim, çünkü oraya gittiğim zaman benim yakama yapışıyorlar. Sayın Bakan, ülkemiz açısından elzem olan bir diğer konu nükleer santraller konusudur. Ülkemizin enerjideki dışa bağımlılığı gerekçe gösterilerek gündeme getirilen nükleer enerji meselesi Hükümetiniz tarafından net bir şekilde savunulmaktadır. Ancak, dünyada gelişmiş ülkelerin birçoğunun yeni nükleer santraller yapmadıklarını ve enerji üretimlerini yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüştürmek için ciddi çabalar sarf ettiklerini biliyoruz. Üstelik ülkemizin deprem kuşağında bulunduğu ve geçmişte depremle ilgili acı tecrübeleri olduğu iyi bilinmektedir. Basına verdiğiniz bir demeçte “Akkuyu’ya kurulacak santral herhangi bir fayın üzerinde bulunmuyor” demişsiniz. Aynı açıklamanızda “Yapılacak nükleer santralin Türkiye’nin en sağlam yapısı olacağını ve 100 ila 500 kilometre uzaklıkta oluşabilecek bir deprem riski gözetilerek yapılacağını” söylemişsiniz. Ancak, Sayın Bakan, -bunu hazırlarken jeologlardan da bilgi aldık, jeoloji mühendislerinden- fay hatlarının ilerlemekte olduğunu biliyoruz. Üstelik bunlar, uzun yıllar süren birikimlerin sonucu da olsa kırılma aniden oluyor. Akkuyu’nun tam kuzeyinde Kuzey - Güney doğrultulu bir fay geçmişi vardır. Sorum şudur: Bu fay ilerler ve Akkuyu’da kırılırsa ne olacaktır? Ve esas sorum da şudur: Bütün bu riske değer mi, başka bir deyişle bütün bu olaylar bu riske girmeye değer mi? Yani Japonya’nın başına geleni gördük. Dünyanın en ileri teknolojik bilgisine sahip ülkenin deprem sonucu oluşan tsunamiyle çaresiz kaldığını biliyorsunuz. Nükleer santral herhangi bir yapı değildir, sonuçları korkunç düzeyde olabilir. Nesiller boyu devam eden bir felaket oluşabilir. Biliyorsunuz Ukrayna’da hala bu sıkıntılar yaşanıyor. Karadeniz’deki neticelerin üzeri geçmiş dönemlerde iyi örtüldü. Siz de biliyorsunuz, Sayın Bakan. ENERJİ Mali disiplin gerekçe gösterilerek yapılan doğalgaz ve elektrik zamlarına gelince, Hükümetin uzunca bir süredir uyguladığı dolaylı vergilerle ekonominin yükünü halka fatura etmenin bir diğer yolu olduğu açıktır. Doğalgaz fiyatları dünyada reel olarak hemen hemen hiç yükselmemişken yaz öncesi ve geçtiğimiz ayda peş peşe yaptığınız zamlarla doğalgaz fiyatını yüzde 35’ler düzeyine yükselttiniz. Bu, açık ve net bir şekilde, zaten geçim derdinde olan emekçi kesimlerin geçim derdini artırmaktır. Ayvalık’ta rüzgar gülleri kuruluyor, hem de nerede biliyor musunuz Sayın Bakan? Yani resmen turizmin katli bu, Cunda Adası’nda, Cennet Tepesi’nde. Belediye bunlara başka yer gösterdi ama buralarda izinler söz konusu. Bu, yani yapılacak bir şey değildir. GÜMÜŞ – Rüzgar gülü Sayın Berber. Rüzgar gülü sizin gibi gülmüyor maalesef. Rüzgar güllerini Cunda’ya koydukları zaman oradakileri ağlatıyorlar Sayın Berber. Ayvalıklılar çok üzülüyor bu meseleye ve bu izin verilen yerlerin de ileride imar planıyla ilgili bir meseleye dönüşmesi ihtimalini insanlar bol miktarda konuşuyor. Turizmin göbeğinde bu izin verilmez, oralarda daha çok rüzgar alan alanlar var, belediye de zaten onlara göstermiş. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gümüş. GÜMÜŞ – Sağ olun, teşekkürler. RECAİ BERBER (Manisa) - Siz nereden biliyorsunuz rüzgar gülünü? HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Efendim? Sayın Berber, sesinizi yükseltin duyulmuyor. BERBER - Güller kuruyor filan dediniz de… Marmara Bölge, 16 Mart 2013 BAŞKAN - Efendim, gül meselesi… 53 İÇİŞLERİ giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önce üç adet soru sormak istiyorum Sayın Bakanımıza. Geçen bütçe döneminden bu yana kamu görevine başlatılan polis sayısı ne kadardır? En son bütçeden geçirilen 30 bin kişilik kadronun yüzde kaçı doldurulmuştur? Sayın Genel Müdür burada herhalde. İkinci soru Sayın Bakan: size göre Bütünşehir Yasa Tasarısı’nda BDP’nin Genel Kurula katılmayışını AKP’ye verilen destek olarak mı, yoksa karşı duruş olarak mı yorumluyorsunuz? Sadece bu yorum lazım. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA çabanız boşunadır. AKP’nin bir süredir içine girdiği düşüş eğiliminden onu büyükşehir kanununun da kurtarması zor gözükmektedir. Balıkesir Milletvekili olarak kanun tasarısı henüz İçişleri Komisyonu’nda konuşulurken toplantılarınıza katıldım ve bu yasanın Balıkesir gibi büyük bir şehri ne kadar yanlış okuduğunu ve değerlendirdiğini anlattım. Balıkesir nüfusunun önemli bir bölümü köylerde ve beldelerde yaşayan bir şehirdir. Sizin, sürekli bütün şehre örnek olarak gösterdiğiniz İstanbul gibi nüfusun yüzde 99’u şehirlerde yaşamamaktadır. Balıkesir’de özellikle kıyı şeridinde yaptığınız değişikliklerin akla, kültüre, yerel yaşamın ruhuna ve bölgenin tarihine ne kadar aykırı olduğunu anlatmıştım. Yerel seçimlerde avantaj sağlamak için yaptığınız düzenlemeler ciddi sosyolojik sorunları da beraberinde getirecektir. Balıkesir’de –özellikle hemen ifade edeyim- yerel seçimlerde bir avantaj sağlayabileceğinizi d ü ş ü n ü y o r s a n ı z , yanılıyorsunuz. Ülke genelinde durum ise yine tarih, kültür, yerel yaşam gözetilmeden yapılan değişikliklerle doludur. “Yerel seçimlerde avantaj sağlamak için yaptığınız düzenlemeler ciddi sosyolojik sorunları da beraberinde getirecektir.” Üçüncü sorum: Sayın Bakan, uygulamanız ve sorulara bakışınız açısından sizden önceki iki İçişleri Bakanı ile farkınız var mıdır? Varsa nelerdir? Üzerinize alınmayın, size bir eleştiri değildir yani sizin çalışma tarzınızda bir farklılık varsa onu öğrenmek istiyorum. Bu size bir eleştiri de değil. Biz birtakım farklılıklar görüyoruz, bu farklılıkları da sormak hakkımızdır siyaseten. Sayın Bakan, biz Anayasa hazırlıklarından ve partiniz yetkililerinin çeşitli beyanatlarından anlıyoruz ki, Hükümetin en önem verdiği hedeflerden birisi başkanlık sistemine geçiştir. Yine gelişmelerden ve getirdiğiniz büyükşehir yasasından belli ki, Türkiye’de çok önemli idari yapı değişiklikleri söz konusudur, ancak ne Anayasa hazırlıklarında ne de Büyükşehir Yasası’nda bu niyetinizi açıkça ifade etmiyorsunuz. Bu tarz dürüst bir tarz değildir, toplumu yanıltmak yatar bunun altında. Diğer taraftan görülüyor ki, bu 54 TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 15/11/2012 Ancak Sayın Bakan, ne yaptığınızın farkında olmanızı dilerim. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi atmosfer zaten yeterince gerginken bir de bu düzenlemelerle tam anlamıyla yangına körükle gittiniz. Size dört kere sormuştum; bu başkanlık idari sistemine hazırlık mıdır? İçinizden bir sesi duyar gibi oluyorum, yanlışsa düzeltin lütfen. “Bu milletvekili ne kadar doğru konuşuyor ve biz başkanlık sisteminin altyapısını hazırlıyoruz.” der gibi oluyorsunuz, demeseydiniz diğer üç defasında cevaplardınız. Eğer mümkünse lütfen şimdi cevaplayın. BAŞKAN – Yani düşünce okuma yeteneğiniz Bakan İdris Naim Şahin’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum İÇİŞLERİ de var! İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) – Bunlar havada bile gaz görüyorlar. İZZET ÇETİN önyargılısın. (Ankara) – Bakan, çok HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – 3 kere bu platformlarda konuşup da 1 kere de Genel Kurul’da konuşup da… (Karşılıklı konuşmalar) Bir saniye, sözüme girmeyin lütfen. 3 kere bu platformlarda konuşup da cevap alamazsanız “Vallahi bu adam ne kadar doğru söylüyor.” dediğinizi anlarsınız siyaseten, yani değilse lütfen değiştirin. Suriye meselesindeki savaş hevesinizin, tutumunuzun sonucu olarak zaten huzurunu kaçırdığınız Hatay’ın bir de, kanunla, bin yıllardır yaşadığı tarihi zenginlik sonucu oluşan kardeşlik ortamının köküne kibrit suyu ekilmiştir. Bakın, hep vurguladığımız bir şey var. Sağlıklı bir iç politika olmadan sağlıklı dış politika olmayacağı gibi, sağlıklı bir dış politika olmadan da sağlıklı bir iç politika mümkün değildir. Hatay sadece bir örnek. Sizin Suriye politikanız gibi içişleri politikanız da kardeşliğe vurulan darbelerden ibarettir. Dünya siyasetini, dünyanın içine girdiği dönemi iyi okuyamayan Hükümetinizin gerek dışarıda gerek içeride ürettiği sözde çözümler çoktan kapanmış bir dönemin geç kalmış hareketleridir. Buna uyandığınızda geç kalmış olacaksınız. Ülkemizde, en hafif tabirle, dayattığınız başkanlık sisteminin bir parçası olarak gördüğümüz yeni belediyecilik formu, milli birçok hedefle de çelişebilmektedir. Hiçbir bilimsel araştırmayı açıklamadan, varsa araştırmaların sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmadan, kamuoyunun görüşünü almadan yapılan bu uygulama, ya da başka bir deyişle bizim tarafımızdan örtülü olarak algılanan siyasi ve idari hedeflerinizin ülkenin milli hedefleriyle ciddi şekilde çelişip çelişmediği araştırılmamış, tartışılmamıştır bile. Bize göre, getirdiğiniz bu yasa başkanlık sisteminin altyapısını oluşturmaktadır ve ağır gelen tarafı siyasi iktidarın bunu sinsi sinsi yapmış olması, vatandaştan gizlemiş olmasıdır. Sayın Bakan, gerçek hedefi açıklanmadan yapılan bu düzenlemenin zamanla tüm Türkiye’ye yayılacak bir uygulama olup olmadığını size defalarca sordum. Kaçamak cevaplara başvurmadan net ve dobra bir şekilde cevap vereceğinizi umarak tekrar sordum, bir daha tekrarlıyorum. Sayın Bakan, bu konuda net bir cevap verin ki biz de bundan sonra dürüst bir tarz benimsediğinizi ve toplumu yanıltma istediğinizden vazgeçtiğinizi düşünelim. Bakın, Bütünşehir ile vatandaşın nasıl suistimallere maruz kalacağına dair hiçbir ön çalışmanız yoktur. Ne yazık ki size istikrar için oy veren milyonlarca seçmeni, ülkenin idari yapısını siyasi ve idari çıkarlarınız için bozarak hayal kırıklığına uğratacaksınız. İçişleri Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Size bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ile 29 Ekim’de kimi temaslarımız olmuştur. Yanlış anlaşılmasın, oturup konuşmaktan, insanca temas kurmaktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim, hepinizin bildiği 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına engel olmaya çalışan Hükümetinizin bizzat Genel Başkanımıza, Genel Başkan Yardımcılarımıza, Milletvekillerimize ve vatandaşlarımıza karşı takındığı saldırgan tutumdur. Orada bayram yürüyüşünde polis barikatının önünde ben de vardım. Yani bize, vatandaşa sıkılan biber gazlarının hesabını sandıkta vereceğinizi düşünüyorum ve buna inanıyorum ama gitmeden evvel bir güzellik yapın ve insanlara, insanımıza, vatandaşlarımıza sanki sivrisineğe zehir sıkar gibi sıktığınız gazlara ödenek ayırmaktan vazgeçin. Hele hele, bu bayrağı eline almış, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamaya, oradan Atası’nın huzuruna gitmeye çalışan, milyonlarca bayrak taşıyan insana yapmaktan vazgeçiniz. Artık polisin biber gazı uygulaması öyle bir alışkanlık haline geldi ki bütün haberlerde izliyorum, adeta önüne gelene sıkılıyor. Olaylarla alakalı alakasız fark etmiyor, yoldan geçen yaşlı amca dahi nasibini alabiliyor. Yine, bugün bir başka haberde bir okulda 8 çocuğun acile kaldırıldığı haberi var. Artık biber gazını öyle yaygınlaştırdınız ki çocuğun biri biber gazını çöpte buluyor, okula getiriyor, arkadaşlarına sıkıyor, herhalde sizi örnek almışlar diye düşünüyoruz. İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) – Bizi değil de… HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Bakan, hala muhtarların ekonomik sorunlarıyla ilgili bir ilerleme sağlayamadınız. Toplumda her türlü soruna canla başla koşan bu insanlara asgari ücreti hala çok görüyorsunuz. Her türlü sosyal sorumluluğu özveriyle yüklenen muhtarlara ve ailelerine gereken destekler verilmeli, mağduriyetleri ortadan kaldırılmalıdır. Bu ülke muhtarlarına sahip çıkmalıdır. 55 İÇİŞLERİ Sayın Bakan, uzun süreden beri polis memurlarımız özlük haklarındaki sorunların çözülmesini beklemektedirler. Bu konuda sizi “Bize ve vatandaşa sıkılan biber gazlarının hesabını bir gün sandıkta vereceğinizi düşünüyorum.” daha hassas olmaya davet ediyoruz. Polisimiz maddi ve manevi olarak sıkıntı içindedir. Sizin döneminizde polisin sıkıntıları artmıştır. Sizin döneminizde polise verilen sözler -özlük hakları ve maddi yardımlar, maddi artışlar olaraktutulmamıştır. Biz polisten gelen mırıldamaları ve hatta homurtuları işitiyoruz. Sizin Hükümetinizin kulakları sağır mıdır? Sayın Bakan, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri ve örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı üzerine polisle görevlendirilmiş kişiler benim gözlerim önünde biber gazı sıkmıştır. Çıkan izdihamda bu iki üst düzey ana muhalefet partisinin önemli yöneticisi ezilme tehlikesi altında kalmış, ben olay yerindeki polis yöneticilerini uyardığım halde bariyerleri açıp kendilerini kurtarmamışlar, ezilme tehlikelerine karşı seyirci kalmışlardır. Burada yapılanlarda sizin sorumluluğunuz var mıdır, varsa nedir? … BAŞKAN - Başka soru sormak isteyen? Sayın Gümüş, buyurun lütfen. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Ben gayet ciddi soruyorum bu sorumu. Ben seçimle gelmiş bir milletvekiliyim. BAŞKAN – Elbette. GÜMÜŞ – Milletvekili sayısı nüfusla orantılığında bir milletvekili olarak 150-200 56 bin kişiyi siyasi olarak temsil ediyorum. Benim yüzüme göre göre biber gazı sıkıldı, diğer milletvekillerinin de sıkıldı. Şimdi, ben aynı şeyi yapsam, Sayın Bakana biber gazı sıksam başıma ne gelir, merak ediyorum. … Sayın Gümüş, buyurunuz. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teknik bir şey soracağım, siyasi değil. Sayın Bakan, ben mesleki olarak merak ediyorum. Türkiye’de kaç çeşit istihbarat organizasyonu var, Türkiye Cumhuriyeti’nin bünyesinde ve bunların eğitimi nasıl yapılıyor? Yani merak ediyoruz, söyleyebildiğiniz kadar çünkü bunlar gizli değildir herhalde. Biz üç beş tanesini sayarız ama on dörde kadar çıkarıldığını duyuyoruz. Doğru mu, onu merak ediyoruz. giriş ULAŞTIRMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hükümet, uzunca bir süredir enerjisinin ciddi bir bölümünü icraatlarından çok, o icraatların yaratacağı algı üzerine harcıyor. Örnek verelim: Birçok konuda kendisini sürekli olarak 2002 öncesi Türkiye Cumhuriyeti ile kıyaslayan Hükümetin kendi iktidarının bir milat olduğu algısını insanlarımızın bilinçaltına işlemek istediğini gözlemliyoruz. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 19/11/2012 ULAŞTIRMA DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA yarısından azını, yüzde 40’ı kadarını yapmışsınız. Yani 1930’ların hızında gidilseydi eğer 2.500 kilometre yapılacaktı. Üstelik bütün bunları, o dönemin kuruluş ekonomisinin güçlüklerinde değil, bilimin, teknolojinin çok daha gelişkin olduğu, devletin parasal ve iş gücü kaynaklarının çok daha gelişmiş olduğu bir dönemde yapıyorsunuz. Fazla ince eleyip sık dokumadan bir hesap yaptığımızda normalde yapmamız gereken demiryolları yatırımının şu anki durumunun en az 5 katı olması lazım yani bin kilometre değil, beş bin kilometreyi on yıllık icraat sonucunda yapmanız lazım. Yani “Hiç yapılmadı, biz yapmaya başladık” yaklaşımı doğru ve yeterli bir yaklaşım değil. Aslında ülkemize yaklaşık 4-5 bin kilometre demiryolu borcunuz vardır Sayın Bakan. Bize göre borcunuz, Sayın Bakan, demiryollarında 4-5 bin kilometre çıkıyor. Tabii, bütün bu hesapları planlı, kalkınmacı bir ekonomik beklentiyle söylüyoruz. Normalde Türkiye’nin sahip olması gereken demiryolları şu ankinin çok daha üzerinde olmalıdır. Özellikle 1950’lerde başlayan bir süreç ülkemizde demiryolu taşımacılığını sistematik olarak geriye bırakmıştır. Bu, tamamen dönemin siyasi tercihleriyle açıklayabileceğimiz bir süreçtir. Toplu taşımacılığın beli kırılmış, o tarihten sonra ulaşımımızda ülkemiz çok daha fazla dışa bağımlı hale gelmiştir ya da getirilmiştir. Ya da bazı yardımların alınması için bunlar şart koşulmuştur. “Ülkemize yaklaşık 4-5 bin kilometre demiryolu borcunuz vardır.” Bu algı yönetiminin en çok sömürüldüğü alanlardan biri ulaştırma olmaya başladı. Siyasi iktidar öyle bir hava veriyor ki sanki kendilerinden önce ülkede sadece patikalar vardı, demiryolları zaten yoktu. Yani Sayın Bakan’ın yaptığı işleri biz çok iyi görüyoruz ve takip ediyoruz ama öyle çok kötü bir durum da yoktu. Evet, kötü işler vardı ama çok önemli işler de başarılmıştı. Bakınız, demiryolu konusuna girelim. Dünya ekonomisinin ve dolayısıyla Türkiye’nin hızla büyüdüğü likidite bolluğu olan bir dönemi yaşıyoruz, siz yaşadınız hala devam ediyor. Ancak ne yazık ki bu dönemde demiryollarına yaptıklarınız Cumhuriyetin ilk dönemlerinde olanların kat kat gerisinde. Şimdi, bunu açıklayalım: Düşünün, ülkenin en ağır Birinci Dünya Savaşı’ndan çıktığı, Kurtuluş Savaşı’nı verdiği, ekonomisinin çökmüş vaziyette olduğu bir sürecin sonrasında demiryolları yatırımlarından bahsediyoruz. Sayın Bakan, Gazi’nin sağlığında her yıl ortalama 250 kilometre demiryolu yapılmış. Sizler on yıllık iktidarınız boyunca bin kilometre yapmışsınız. Bizim duyduğumuz bu, eğer yanlışsa düzeltin lütfen. Yani Atatürk döneminde yapılanın Bakan Binali Yıldırım’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum Bugüne geldiğimizde ülkemizde toplu taşımacılık dünya ile kıyaslandığında son derece düşüktür Sayın Bakan. Siz nasıl hesaplıyor ve “Demiryollarında şunu şunu yaptık.” diyebiliyorsunuz bilemiyorum ama size bazı rakamlardan bahsedeyim. Bakınız, Türkiye demiryolu taşımacılığında Avrupa’da 2’nci sıradadır, yalnız “2’nci sıra” deyince yukarıdan aşağıya 2’nci sıra değil, sondan 2’nci sırada. Deniz taşımacılığında da benzer bir tablo var. Şu andan bahsediyorum. Ülkemizin toplu taşımacılığına müsait bu alanlarda geri kalması 1950’lerde 57 ULAŞTIRMA başlatılan hatalı karayolu taşımacılığının bir politikasıdır, hala devam ettiğini de görüyoruz, biraz önce verdiğimiz rakamlardan. Yani “Şunu yaptık, bunu yaptık.” demeniz çözüm değil, çok geridesiniz. İmaj ve oy tutkunuz ile on yıllık iktidar gücünüzü birleştirip gerçekleştirdiğiniz yüksek hızlı tren projeleri toplu taşımacılık zafiyetine bir makyaj yapmaya benziyor. Ülkenin mevcut hatlarını rehabilite ederek, her türlü bilimsel uyarıya rağmen gerçekleştirilen hızlandırılmış tren faciası sonucu 41 vatandaşımız hayatlarını kaybettiler. “Bu insanlar siyasi iktidarın oy ve rant hırsı sonucu mu ölmüşlerdir?” diye sık sık düşünüyoruz. Kibar olayım diye böyle kullanıyorum, Sayın Bakan. Yoksa yeterli kontrol ve titizlik var olsaydı bu elim tecrübe vuku bulur muydu? Şimdi, yüksek hızlı tren projeleri bu durumu makyajla kapatmaya benziyor. Üstelik şu an yürütülen projelerin nasıl gerçekleştiği, yabancı şirketlerin işleri bin parçaya bölerek Türk firmalarına taşere etme usulünün nasıl halledildiği gayet iyi biliniyor. Bakınız, ulaşım her özelliğiyle bizim de işimizdir, Cumhuriyet Halk Partisinin de işidir. Ülkemize sağlıklı, güvenilir, çevreci, hızlı ve toplu, dolayısıyla verimli ulaşım alternatiflerini kazandırmak inşallah bir dahaki dönem bize nasip olacaktır. Zira, bu konuda sizlerin yaptıklarının toplumda çözüm üretiyormuş algısı yaratmak için planlanmış projeler olduğunu biz buradan görebiliyoruz. Bu kadar fazla kaynağın, enerjinin ve zamanın harcandığı projelerde hala vatandaşımızın en sıkıntı çektiği meselelerden birisi ulaşım olduğuna göre bir yerlerde hata vardır. “Ülkemize sağlıklı, güvenilir, çevreci, hızlı ve toplu, dolayısıyla verimli ulaşım alternatiflerini kazandırmak inşallah bir dahaki dönem bize nasip olacaktır.” 58 Bakınız plansızlığa: İstanbul-İzmir hattı -sizin de dağıttığınız şunda- en kalabalık hattır, en kalabalık orası gözüküyor, belki bir tane daha benzer var. Şimdi, Bursa-İstanbul arası Balıkesir’e kadar daha yenilerde bitti, birkaç yıl önce. Balıkesirİzmir hattı yine en kalabalık yer, hala bitmedi, hala çalışmaları var. Bu nasıl plandır? Bu nasıl projedir? Yani eğer ihtiyaca göre bir şey yapıyorsak bu nasıl projedir? Tren hatları yapıyorsunuz, İzmir’e kadar getiriyorsunuz zayıf bir hattan; ancak bu hattan Balıkesir’e kadar giden, ondan sonra oradan İzmir’e kadar inen bir hat yok. Üstelik olanlar da sürekli ertelenişyor. Şimdi, diyeceksiniz ki İstanbul, o da 2023’e kadar gider herhalde. 2023’te miydi o yapılacak olan büyük yol? Devlet yönetimini plansız, programsız lokal çözümlerden ibaret göstererek devletin bir ana planı olması gerektiği adeta gizleniyor. Zira, lokal projeler hem ranta daha fazla açık hem de halkın gözünde büyütülmeye daha müsaittir. Türkiye’nin ulaşım sorunlarının tümden çözümü bugünkü kaynaklar ve olanaklarla fazlasıyla mümkündür. Ülkenin nüfus yoğunlukları, çevresel faktörleri, insanlarımızın yaşam koşulları illere göre incelenerek halihazırda nüfus yoğunluğu problemleri yaşayan İstanbul gibi illerin büyümesini teşvik edecek planlardan vazgeçilmelidir. Tüm ulaşım türlerini birbiriyle uyumlu hale getirecek bir aktarım planının işin en önemli noktalarından biri olduğunu düşünüyoruz. Bakınız, Makine Mühendisleri Odası’na göre karayolu taşımacılığı demiryoluna göre 2 misli, süratli denizyolu taşımacılığına göre ise 3 kat daha masraflı ve israflıdır. Bu israf politikasından derhal vazgeçilmelidir. Yapılan duble yollar, ne yazık ki hem standart dışı koşulları itibarıyla hem de karayolunu daha da teşvik etmesi nedeniyle israfı artırmaktadır. Başka bir şey daha var, yolların yarısı bitiyor, öbür tarafa başlandığında öbür yarısı kullanılmaz hale geliyor. Buna inanmıyorsanız gelin bakın, benim kendi ilimde göstereyim böyle olduğunu. Üstelik ülkemiz petrole büyük ölçüde dışa bağımlı iken haddinden fazla desteklenen karayolu taşımacılığı ülkeyi daha bağımlı hale getirmiştir. Karayolları desteklenmeli, iyileştirilmeli, ancak israfa kaçılmamalıdır. Siyasi iktidarın tercihlerinin tüm bu anlattığımız perspektif ve çözümlere ulaşmak şöyle dursun, bunlardan uzak olduğu kanısındayız. Sayın Bakan, bir ulaştırma politikanız olması gerekir. Ancak benim gözlemim şudur ki: AKP’nin bir ulaştırma politikası yoktur. Ya da yeteri netlikte karşımızda değildir. Bakanlık daha ULAŞTIRMA çok çıkan problemleri çözmeye uğraşmakla, her yeni problem çıktığında işe baştan başlamakla meşguldür. Gelişmiş ülkeler ulaştırma gibi kent ve ülke yaşamını belirleyen meselelerinde planlamaya çok önem verirler. Yani hiçbir gelişmiş ülkede İstanbul gibi bir kentin ulaşım meseleleri bizimki gibi gerilerden gelerek halledilmeye uğraşılmaz. Geçtiğimiz yaz aylarında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün tadilatı sırasında millet resmen eziyet çekmiştir, bu eziyetleri biliyorsunuz. Bakınız, şu anki haliyle sadece İstanbul’da bir yılda trafikte bekleyen otomobillerin harcadığı yakıtın değerinin 5 milyar lira olduğu hesaplanıyor, sadece trafikte bu; geçen sefer yine söylemiştim. Bu israfın normalde sizleri rahatsız etmesi gerekir. Ancak bu böyle görünüyor mu? Açıklarsanız anlayacağız. Hükümetin adeta bu israfı görmezden gelerek İstanbul’u daha da büyütecek, araç sayısını daha da artıracak, doğayı daha da kirletecek, ormanları daha da azaltacak, su kaynaklarını daha da kurutacak tercihler yaptığını görüyoruz. Sayın Bakan, demiryollarını parçalama ve özelleştirme projelerinizden vazgeçiniz, tam tersini yapınız, ulaşımda planlı bir politika üretiniz, aksi takdirde bizler karşımızda politika üretebilen bir Bakanlık değil, piyasanın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir kurum görmeye başlayacağız. Haberleşme alanına dair bir iki hususa geçmeden Ankara’yla ilgili bir sorum var. Genelkurmay kavşağında neler oluyor? Bir göçük yaşandı ve bir kişi öldü, Bakanlığınız oranın inşaatının tamamlanmadığı gerekçesiyle kavşağı açtı ve bir göçük daha yaşandı. Kulağımıza bazı şeyler geliyor; bu metronun bitme işi de artık şeye döndü, ne hesabı derler, bir türlü bitmeyen bir hesap. Bu Ankara metrosunun esas problemi nedir? Bu metro yapılırken gerçekten bazı kolonlar standartların dışında eksik mi bırakılarak yapılmıştır? Bu koskoca proje niye yarımdır, niye ilerlemez? Her şeyi yapıyor da Türkiye Cumhuriyeti bu Ankara metrosunu niye yapmıyor? Burada yapılmış yanlış işler var. Melih Bey’in gitmesini mi bekliyorsunuz? Haberleşmeye gelince, bir demecinizde “Eskiden delikli demir çıktı, mertlik bozuldu, derdik; şimdi İnternet çıktı hem mertlik bozuldu hem güvenlik yok oldu.” diyorsunuz. Biz buna inanamadık, doğru mu bu, gerçekten söylediniz mi? Merak ediyoruz bunu. Bir ülkenin Haberleşme Bakanı çağımızda haberleşmenin en güçlü araçlarından birini güvensiz ilan etmiş oluyor. Bunda, bu güvelik meselesinde sizin sorumluluk payınız var mı, varsa nelerdir? Bunu da burada öğrenirsek iyi olur. Diğer konu, ülkemizin hala ulusal bir işletim sistemine sahip olmaması meselesi. Sayın Bakan, Türkiye’de devlet kurumları, askeri hastaneler, bilgisayarlar güvensiz -daha başka şeyler de var- problemli ve ulusal olmayan işletim sistemine mahkum mudurlar? Bunun olmaması için ne yapılıyor şu anda, nasıl çalışmalar var? TÜBİTAK bünyesinde geliştirilen Ulusal İşletim Sistemi Pardus’un kaderi nedir, Sayın Bakan? Yüksek güvenlikli ulusal, üstelik açık kaynak kodlu bu işletim sistemini niçin desteklemediniz? Ülkemizde kamu kurumlarında bu işletim sisteminin kullanılmasının önü niçin açılmadı? Okullarda kullanılacak tablet PC’ler var. Akıllı tahtalarda yüzde 100 yerli ve güvenli bir sistem kullanmak ülkemizi iletişim teknolojileri alanında ne kadar geliştirirdi? Bununla ilgili bir araştırma var mıdır, yoksa “İhale bitti bu konuda.” diye bir anlayış mı vardır, konudan uzak mı duruyorsunuz, araştırma var mıdır, yok mudur? Bilgi güvenliği konusunda Bakanlığınızın İnternet’ten korkmak yerine cesaretle üzerine giderek, işletim sistemi dahil, birçok yerli yazılım geliştiren mühendislerimize destek olmasını dilerim. Emin olun, siber alemde ulusal çözümler bulan uluslararası yazılım tekellerine daha az boyun eğen ülkelerin bakanlıklarının siteleri daha fazla itibar görür ve daha az saldırıya uğrarlar. Denizcilik konusunda da hemen şunu söyleyip bitirmek istiyorum Sayın Bakan: Dünyada gemilerin taşıma hacimlerinin yükseleceği konusunda bir hazırlık var, limanlar da buna uygun hale getiriliyor hızla. Böylece, ekonomide taşıma maliyetlerini düşürerek fiyatların aşağıya çekilmesi ve rekabet gücünün desteklenmesi üzerine bir çalışma var ki işin bu yönü çok stratejiktir. Şu an dış ticarete bağımlığımız dikkate alınırsa, bu konunun son derece hassas bir konu olduğu anlaşılacaktır. Bu hassas konu üzerinde ne gibi bir hazırlığınız vardır? Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum efendim, sağ olun. 59 giriş KÜLTÜR TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 19/11/2012 KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Başbakan’ın, derin sanat bilgisiyle “Ucube” olarak tanımladığı, Türkiye’nin en iyi heykeltıraşlarından biri olan Mehmet Aksoy’un bitmemiş bir eserini yıkabildiği bir atmosferde nefes alıyoruz. Kendi kendime soruyorum acaba bu durumun sanat ve kültür açısından estetik bir yönü var mıdır, diye ama şunu da biliyorum: Sanat ve estetik, öz ve mesele ister. Yani meselemize katkıda bulunduğu için Sayın Başbakan’a buradan farklı bir teşekkür ediyorum. Dünyaca ünlü piyano virtüözü Fazıl Say, sosyal paylaşım sitesinde bir ileti paylaştığı için yargılanıyor veya tiyatrocuların eserleri Başbakan tarafından yersiz bulunarak Şehir Tiyatroları yönetimlerine bürokratlar atanıyor ve bizzat Başbakan “İtiraz etmeyin, yoksa tiyatroları da satarım.” diyor. ve estetik Hükümet diyor ki; “Benim istediğim oyun oynansın, benim istediğim müzik çalınsın, benim istediğim şairler, yazarlar okunsun, benim istediğim heykeller yapılsın, benim istediğim filmler çekilsin, benim istediğim resimler yapılsın” durum böyle bir durumdur. Bir ülke düşünelim, tiyatrocuların sahneleyeceği oyuna ve bu oyunda yer alacak oyunculara bürokratlar karar veriyorlar. AKP’nin sözde ileri demokrasisi de bu olsa gerek diye düşünmeye başladık. Bu çağda hedeflenen, istenen sanata bir 60 bakın: Benim istediğim oyun oynansın, benim istediğim müzik çalınsın, benim istediğim şairler, yazarlar okunsun, benim istediğim heykeller yapılsın, benim istediğim filmler çekilsin, benim istediğim resimler yapılsın; durum böyle bir durumdur. Sayın Bakan, sizin göreviniz devlet adına sanatçıları korumaktır. Onların özgürce, hiçbir baskı altında kalmaksızın sanatsal üretimlerini gerçekleştirmelerinin önünü açmaktır. Ben merak ediyorum, Hükümetinizin üyeleri ve AKP’li milletvekilleri, Fazıl Say’ın üzerine giderken sizden birisi “One minute” diyor mu? İşte “One minute” denecek bir yer. “Bir dakika, Hükümet ne yapıyorsun?” Evet, gerçekten merak ediyorum, niçin böyle bir şey yok. “One minute” demek şöyle dursun, bir de iyice hedef göstererek “Fazıl Say’ı zaten halk cezalandırdı.” diye bir yorum yapıldı yani doğrudan suçlu ilan edildi. Bunlar dünyada farklı bir şekilde değerlendiriliyor. O inşa etmeye çalıştığımız yurtdışı imajı birebir etkileyen bir durumdur. Dışarıda sanatçılara bizim kadar marjinal bir muamele yapılmaz. Sanatçılar, gelişmiş ülkelerde en müstesna yerde tutulurlar ve onlara davranış şekliniz sizin kimliğinizi belirler. Her ne düşünürlerse düşünsünler. Bir gün, Jean Paul Sartre’a görev verildiğinde onu Bakan Ertuğrul Günay’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum KÜLTÜR eleştiriyorlar, De Gaulle tarafından görev veriliyor kendisine… Yani bu iş sizinle başlamadı. Bu bir gerçek ki, onlarca hatta yüzlerce dünya çapında sanatçımız ya cezaevlerinde ya da sürgünlerde tüketilmeye çalışıldı, geçmişte. Ancak işin ilginç yanı, sizler bir yandan bu durumu değiştirdiğinizi iddia ediyorsunuz, her konuşmanızda ülkemizde özgür sanat ortamı olduğunu söylüyorsunuz. Bu nasıl bir çelişkidir diye yine size soruyorum, Sayın Bakanım. Fazıl Say, dünyanın en önemli müzik adamlarından birisidir, dünyanın en önemli orkestraları onun eserlerini çalmaktadır ve yaptığı her işte, siz isteseniz de istemeseniz de ülkemizi temsil eder ve tanıtır. Ancak ne yazık ki bu davaya bugün bütün dünya gülmektedir. Gerçekten, Sayın Bakanın yapacağı şey az olabilir. Ama dünyanın hali bu durumdadır. Yani açık söylemek gerekirse Fazıl Say’a açılan dava bir hukuk meselesi olmaktan çok bir fikir meselesidir, siyasi bir konu haline gelmiştir. başladık. Bu, açıkça söylüyorum, geçen sene de söyledim, utanılacak bir şeydir, Sayın Bakan. Bilmiyorum hangi baskılar altındasınız ama sizin döneminizde olması beni gerçekten üzmektedir. Sayın Bakan, şimdi dönüşüm gündemi var. önümüzde kentsel Dünyanın en önemli kültür varlıklarından, kentlerinden birisi olan İstanbul’da rant pazarı yaşanırken Kültür Bakanlığının bu süreçteki rolü ne olacak? Biraz önce dendiği gibi “Yeni şehirlerin yapımı kültürel bir mesele değildir.” diye çekilecek misiniz, Sayın Bakan? İstanbul yeniden inşa edilirken sizin bu konudaki inisiyatifiniz ne olacak? Kepçeler, dozerler İstanbul’un kültür Sayın Bakan, kaç yıllık Galata, bu dönemde Galata Port olmuştur, kaç yıllık Haydarpaşa, Haydarpaşa Port haline dönüşüyor. Bu ihalelerin kültür varlıklarını ne hale getirdiği ve İstanbul’da, kaş yapayım derken göz çıkarma misali kent kültürünün yok edildiği açıktır. Kültür ve Turizm Bakanlığının burada da tavrını ne yazık ki, İstanbul’un tarihsel ve kültürel yapısını korumaktan yana kullanmadığını görüyoruz. “Kaç yıllık Galata, bu dönemde Galata Port olmuştur, kaç yıllık Haydarpaşa, Haydarpaşa Port haline dönüşüyor. Sonunda ‘bay bay Türkçe’ limanı da inşa edilecek mi?” Dilimiz, bizim kültürümüzün en önemli dayanak noktasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşu itibarıyla Türk dilinin yücelmesi ve geliştirilmesi prensibi üzerine kurulmuştu. Bugün, bakıyoruz, Haydarpaşa, Haydarpaşa Port. İstanbul’da, Ankara’da mahalle büyüklüğünde birçok sitenin adı İngilizce, yani içler acısı bir durum. Bu nedir? Bu ne demektir, Sayın Bakan? Siz gidin Fransa’da bir şirketin ismini İngilizce koymaya çalışın, bakalım izin alabilecek misiniz? Şirketlerinizin ismini dahi İngilizce koyamıyorsunuz. Bırakın onu, biz mahallerimizin ismini İngilizce koymaya varlıklarını tahrip edecek mi? Yoksa o dozerlerin, kepçelerin, yeri geldiğinde önünde duran bir Bakanlık mı olacaksınız? İstanbul’da nelerin nasıl kazılabileceğine ilişkin halihazırda bir ön çalışmanız var mı? Yoksa tarihi eserlerin farkına kepçelere takılınca mı varacağız? Yoksa onu bile fark edemeyerek bu durumu özel sektörün, müteahhitlerin vicdanına mı bırakacağız? Yoksa bu işler sadece birkaç dikkatli basına mı kalacak? Tarihi binaları, tarihi eserleri nasıl koruyacağız? Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuda birinci Hükümet, açık ve net bir şekilde bu sanatçımızın fikirlerinin yargılanacağı bir dava açılmasının arkasında durmuştur, normalde tam tersi olması gerekirdi. 61 KÜLTÜR dereceden sorumlu bakanlık olmasına rağmen, sürece müdahalesi engelleniyor mu acaba? Sayın Bakan, bu konudaki samimi fikirlerinizi “Ülkemizde kütüphanelere ve müzelere ayrılan bütçelerin artırılması gerekmektedir.” Plan ve Bütçe Komisyonunda gerektiğini düşünüyorum. paylaşmanız Ülkemizde kütüphanelere ve müzelere ayrılan bütçelerin artırılması gerekmektedir. Oldukça sınırlı olan kaynakların daha da sınırlandığı yönünde duyumlar alıyoruz. Bu konuda durum nedir? Tabii, burada müzeler derken bilimsel normları olan müzeleri kastediyorum, birkaç gün önce basında konu olan, sahte fosil sergisini değil. Sayın Bakan, müze açmanın prosedürleri vardır. Sizin de bu konuda hassas bir insan olduğunuzu düşünüyoruz. Ama benim anladığım, sahte fosiller yer alan müze nasıl oluyor da her gittiği yerden kovulmasına rağmen, tekrar şehir şehir dolaşıyor. Bakın, Konya Selçuk Üniversitesi’nde öğrenciler müze görevlisine fosillerin künyesini soruyor, aldıkları cevap “Künye de ne demek?” oluyor. Yine, bu tablonun yaşanmaması gerektiğini düşünüyoruz. Kazı ve koruma bütçelerinin de artırılması gerekir. Ülkemizde koruma işi neredeyse maliyetlere konu olan bir külfet olarak gösterilmektedir. Halbuki, korumak işin en önemli kısmıdır ve işin bizzat devlet tarafından yapılması ve işletilmesi şarttır. Eserlerin korunması ancak o eserlere devlet tarafından yeterli kıymet verildiği takdirde mümkün olabilir. Sayın Bakan, yazarların, şairlerin, çevirmenlerin telif hakkı meselesi de bir diğer sorun teşkil eden konudur. Bildiğiniz gibi, yurt dışından getirilen çoğaltma makinelerinden 62 donanım harcı alınmaktadır. Bu harç ile elde edilen gelirin telif hakkı sahiplerine ödenmesi gerekirken, bu para ne yazık ki, ödenmemektedir. Sayın Bakan, geçen yıl, burada, Anadolu’da Roma ve Osmanlı dışında medeniyetlerin ortaya çıkarılmasının son derece önemli olduğunu ve bunu sizden beklediğimizi belirtmiştim. Bu konuda özel çalışmalar var mı, oldu mu? Roma, tabii ki önemlidir. Elbette Roma dünyaya her konuda katkılar yapmıştır. Roma’nın hem dünya hukuku hem kültürü, mimarisi, siyasi kuramları önemlidir. Dünyaya çok şey vermiştir. Ama tarihte siyasetin, felsefelerin, eski tanrıların doğduğu yerin Anadolu’da olduğunu da iyi biliyoruz. Dünya dengelerinin değiştiği bugünlerde, bu yıllarda tarihe de farklı bir bakışla bakılacaktır. Bu konuda sizin Bakanlığınızdan katkılar bekliyoruz. Balıkesir Milletvekili olarak son bir konuya burada değinmek isterim. Daha çok Çevre Bakanlığı konusunda, sizi de dolaylı olarak ilgilendiriyor. Balıkesir’in bir Cunda Adası var. Çok nezih ortamı, harika bir doğası ve tarihten gelen kültürel varlıkları var. Burada Cunda Adası’nın ortasına yani o adanın içine ve karşıdaki “Şeytan Sofrası” dediğimiz o tarihi yere, ki burası Kuzey Anadolu’da ve Ege kıyısında Bodrum’la yarışacak çok önemli bir yerdir. Bu adanın ortasına rüzgargülleri dikilmek için izin alındı, Sayın Bakan. İzin alınan yerlerde biliyoruz ki, daha sonra da emlak izinleri verilecek. Bazı hesaplar yapıldığını biz duyuyoruz. Bu konuda büyük tartışmalar vardır. Tabii ki, temiz enerji iyidir, ama temiz enerji uygun yerlerde iyidir. Onlara Ayvalık Belediyesi tarafından yer gösterilmesine rağmen özellikle bu yerler seçilmiştir. Tarihi önemde ve güzelliklerin diyarı olan Cunda gibi, Ayvalık gibi yerleri lütfen ihmal etmeyiniz, bu konuyla ilgileniniz, Sayın Bakanım. Teşekkür ederim. SAĞLIK giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, Balıkesir Milletvekiliyim, Balıkesir’den başlayayım, Balıkesir’de bir tıp fakültesi var. Tıp fakültesinde acil yok, acil diye bir müessese yok, yoğun bakım yok, onkoloji yok, radyoterapi yok, MR yok, hastaların ihtiyaçları için laboratuar yok, bölümler yetersiz, plastik cerrahi bölümü dahi yok. Şimdi, Sayın Bakan, siz Erzurumlusunuz, yanılıyor muyum? SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Evet. İZZET ÇETİN (Ankara) – Doğru. HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Geçen gün bizim Dursunbey’deydim, bana dediler ki: “Dursunbey’deki hastanelerden, Balıkesir Devlet Hastanesinden randevu alabilmek için Erzurum’a telefon ediyoruz.” Sonra Balıkesir’e söyledim... (Komisyon sıralarından “Akrabasından mı?” sesi) Bilmiyorum, soru sormadım. Bilmiyorum, Sayın Bakan’a soruyorum. Yani sorma hakkım var. Balıkesir’den hastane için telefon ettiğinizde Erzurum telefonunun numarasını çeviriyorsunuz tesadüfen… (AK PARTİ sıralarından “Hayır, hayır.” sesleri, gürültüler) Ya, işte bizim İlçe Başkanıyla görüştüreyim şurada sizi… “Erzurum” dediler bana. Bu konuda böyle bir tesadüfün bir manası var mıdır? Bence tesadüfler manalıdır. (Gürültüler) Sayın Bakan, Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılına “Herkese Sağlık.” sloganıyla girdi. Ancak ne yazık ki 2000’li yıllar ülkemizde sağlığın başı sonu belli olmayan bir maceraya sürüklendiği yıllar oldu. Ülkemizde toplum yararına bir sağlık sisteminin engellenmesi süreci çok önceden beri başlamış ve sürmekte olan bir süreçti. Bu sürecin sağlık hizmetini halktan koparan en güçlü adımını ise 12 Eylül askeri darbesi yapmıştı. AKP iktidarı, 12 Eylül’de temelleri atılan sağlığı Bakan Recep Akdağ’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 20/11/2012 SAĞLIK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA metalaştırma, ticarileştirme ve piyasa tekellerine sunma sürecini aynen devam ettirmiş, hatta hızlandırmış ve doruk noktaya çıkarmıştır. 2011 yılına kadar yasal dayanaktan yoksun olan pek çok hatalı uygulamanız meslek örgütlerinin çabaları ve hukuk mücadeleleriyle kısmen de olsa önlenebilmişti. 2011 yılında tekrar iktidara gelince artık yasa yapmayı da bırakacak, “teferruatlarla” uğraşmayacak bir “ustalık” dönemine girdiniz. İcraatlarınızda size ayak bağı olarak gördüğünüz yasama organını bypass ederek sağlık alanındaki birçok dönüşümü de kanun hükmünde kararnamelerle gerçekleştirdiniz. 2 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’yle Sağlık Meslekleri Kurulu, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu oluşturulmuştur. Bütün bu süreç içerisinde neler mi yaptınız? Toplumun çıkarlarını korumak adına muhalefet görevi üstlenmiş olan meslek örgütlerini baskı altına aldınız. İthal ilaç pazar payı bu şekilde büyütülmüştür. İlaç fiyat kararnamesi bu şekilde gündeme gelmiştir. Bu süreçte ulusal ilaç sanayisi “Bir ülkenin sağlık alanındaki başarısı ilaç, teknoloji ve hekim tüketim miktarıyla değil halk sağlığını ifade eden verilerle ölçülür.” 63 SAĞLIK geriletilmiştir. İlaç dağıtım ağı büyük ölçüde tekelleşmiştir. İlaçta reklam bu dönemde yaşama geçirilmek istenmiş ama yargı engeline takılmıştır. Sayın Bakan, sağlıkta başarı halk sağlığını ifade eden verilerle ölçülür yani halka sağlık hizmetinin ne kadar iyi verildiğinin karnesi halkın sağlık durumunu ifade eden rakamlardır. Bir ülkenin sağlık alanındaki başarısı ilaç, teknoloji ve hekim tüketim miktarıyla ölçülmez. Sizin yaptıklarınızı “Popülist politikalarda halkı memnun etmeye çalışarak halkın sağlığını geçiştirmektir.” olarak yorumluyoruz. Başta SSK ilaç alımlarının serbest eczanelerden temini ve sevk almadan istediği yerden muayene gibi uygulamalarla halk memnun edilmeye çalışılmıştır. Halkın memnuniyet düzeyindeki artışını, hastanelerdeki “MR, tomografi” gibi ağır teknoloji yanının büyümesini, hasta başına ayrılan zamanın kısaltılmasına karşılık halkın daha çok hekim tüketmesini, özel hastane sayısının artışını göstererek sağlıkta başarılı olduğunuzu dile getiriyorsunuz. Oysa çok teknoloji, ilaç, hekim tüketmek sağlık sisteminin başarısını göstermeyeceği gibi çoğu kez başarısızlığın bir kanıtıdır. Bakınız, bugün dünyada 500 küresel firmadan sermaye yapıları ve pazar payları bakımından öne çıkan 25 firmanın 7’si ilaç firmasıdır. Tahmin edileceği üzere, dünya ilaç pazarında bu şirketlerin tekelleşmesi söz konusudur. Dünya ilaç pazarında yaşanan tekelleşmenin daha yoğun bir şekli Türkiye ilaç pazarında yaşanmıştır. Dünya ilaç pazarının yüzde 50’sini 20 ilaç fabrikası elinde tutarken, ilk 20 ilaç firmasının Türkiye ilaç pazarındaki payı ise yüzde 74’tür, yani tekelleşme dünyadan daha fazla bizdedir. “Bir insanı hastalıktan korumak hastalandıktan sonra tedavi etmekten çok daha kolay, ucuz ve sağlıklı olan yöntemdir. Bir ülkenin sağlıktaki başarısı ilaç, teknoloji, hekim tüketim miktarına bakılarak değil, sağlık göstergeleri değerlendirilerek ölçülür. Tedavi hizmetlerinin gereksiz tüketimi, sağlık harcamalarını anormal derecede artırırken, toplumun daha iyi bir sağlık hizmetine kavuşturulması da sağlanamamaktadır. Yani ortada “sağlık” adına somut bir sonuç vermeyen bir israf ekonomisi vardır. Sağlık alanındaki meslek örgütlerinin, bilimsel derneklerin ve çalışmaların görüşleri alınmaksızın aile hekimliği uygulaması başlatılmış, sağlık ocağında 1’inci basamak sağlık hizmetinin ekip anlayışı içerisinde herkese eşit, ulaşılabilir ve ücretsiz olarak gerçekleştirilmesinin önüne geçilmiştir. Bu konunun çözümü için ülkemizin gerekli, yeterli insan gücü ve deneyimi olmasına rağmen, aile hekimliği uygulamasının 64 başlamasıyla hekim başına muayene sayısı 130’lara ulaşmıştır. Sevk zinciriyle birlikte sevk kotasını yüzde 15 aşan hekimlerin ücretinden kesinti yapılması hekimlerle sevk isteyen vatandaşı karşı karşıya getirmiştir. Vatandaşların katkısı, yani bağışıyla kurulan sağlık ocakları ticari işletmelere dönüşmüş ve aile hekimlerine kiralanmıştır. Kamu görevlisi statüsüyle çalışan ve kamu sağlığı hizmeti veren hekimler ve sağlık çalışanları ticari bir hizmet veren sözleşmeli çalışanlara dönüştürülmüştür. Türkiye ilaç pazarı hızla büyümektedir. 2015 yılında ilaç pazarını 30 milyar dolara çıkarmanın planları yapılıyor. Her yıl yüzde 10 büyüyen ilaç pazarımız var. Pazarın kendi doğal gelişim sürecinde bu büyüklüğe ulaşması olanaklı değildir, çünkü normalde olması gereken koruyucu sağlık hizmetleri özellikle siyasi iktidarınız döneminde tamamen göz ardı edilmiştir. Yani insanımızı korumuyoruz ama tekellere ilaç için para saçıyoruz. Sağlıkla ilgilenen herkesin bileceği üzere, bir insanı hastalıktan korumak hastalandıktan sonra tedavi etmekten çok daha kolay, ucuz ve sağlıklı bir yöntemdir. Sayın Bakan, bütün bu gerçekler ortadayken, sizin uygulamalarınızla koruyucu sağlık hizmetleri bitirilmekte, insanlar daha fazla ilaç tüketmeye yönlendirilmektedir. Örneğin, tezgah üstü ilaç satışı, ilaç tüketimini gereksiz yere artıracak bir faktördür. Görülüyor ki Bakanlığınız, ilaçları “reçeteye tabi olan” ve “olmayan” olarak SAĞLIK ayırmakta ve belli bir süre sonra tabi olmayanları eczaneler dışına çıkarmakta kararlıdır. Bakınız, dünyadaki tüm zehirlenmelerin yüzde 50’si ilaç zehirlenmesidir. İlaç, bilinçli ve uzman kontrolünde tüketilmesi gereken bir üründür. İlaç, onsuz olunamaz, yerine başka şey konulamaz bir üründür. Talep esnekliği sıfır olan bir üründür ve her şeyden önemlisi ilaç sosyal bir üründür. İlacı eczanelerin dışında satılır bir meta haline getirmek toplumu ilaç tekellerine para kazandırmak uğruna zehirlemek demektir, böyle de anlaşılmalıdır. Bu özellikleri nedeniyle ilaçta reklamın toplum sağlığı bakımından ciddi sakıncaları vardır. Reklam yoluyla topluma yanlış bilgi verilmesi, ilaç tüketimini artırmanın temel amaç haline getirilmesi, sağlıklı insanların bile ilaç tüketimine teşvik edilmesi ve hepsinden önemlisi çocuklar bakımından ciddi bir tehdit oluşturması, ilaçta reklamın doğuracağı zararlardan ilk akla gelenleridir. görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Bu sistemde ciddi bir bilgi kaynağı toplanıyor. Veri tabanında oluşacak bilgilerin kimler tarafından, nasıl ve hangi amaca yönelik olarak kullanılacağı açıkça ortaya konulmalıdır. Avrupa’da bilgi kaynağının yönetimine ilişkin çok uluslu ilaç tekelleri ile otoriteleri arasında içten içe bir mücadele yaşandığını biliyoruz. Sahte ilacın takibi elbette ki önemlidir. Ancak, ticari kaygılardan arındırılarak insani ve toplumsal amaçlara hizmet eden bir yapılanma ile bu takip anlamlandırılmalı ve içine sağlık meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları dahil edilmelidir. Konu halk sağlığı olduğuna göre, Sağlık Bakanlığı da bu konuda denetlenmelidir. İleri demokrasi ancak sivil toplumların dikkate alınmasıyla olur. Bu konuda Hükümet olarak çok büyük eksikleriniz vardır. Teşekkür ederim. Son olarak ilaç takip sistemi hakkında “SOMALİ’YE GİDECEĞİNE BALIKESİR’DE MACARLAR KÖYÜNE GİT.” Macarlar köyü sağlık masası Macarlar köyü hasta muayene yatağı 65 BİLİM giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, Avrupa Konseyi üyesi kırktan fazla ülkeye bağlı elli iki bilim akademisinin bulunduğu Avrupa Ulusal Bilim Akademileri Federasyonu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı mektupta, yapılan değişikliklerle bağımsızlığını ve özerkliğini kaybeden TÜBA’nın bilim akademisi vasfını yitirdiğini belirtmiştir. Federasyon, yasa geri alınmadığı takdirde Türkiye’nin bilim camiasında itibarının kalmayacağını vurgulamıştır. Bakın, dikkatinizi çekerim “azalacağını” demiyorlar, “kalmayacağını” söylüyorlar. Yaptığınız mevzuat değişikliğiyle, TÜBA üyeliğine seçilme ve atanma koşullarını değiştirdiniz. Ancak, gerek ülkede gerek yurt dışında, bilim camiaları tarafından, yaptığınız bu değişiklik “bilimi yok etmek” olarak algılandı. Mektupta aynen şöyle deniliyor: “Ekselansları, lütfen, bu köklü değişikliklerin, akademinin, yalnızca bilim ve teknolojinin geleceği konusunda ulusal ölçekteki tartışmalarda bir güvenirliliğinin kalmaması sonucunu doğurmayacağını, küresel ölçekteki bilimsel alışverişlerde de güvenirliliğini yitireceğini belirtmemize müsaade ediniz. Türkiye Cumhuriyeti bilim camiasındaki itibarını kaybetme tehlikesi altındadır.” TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 20/11/2012 BİLİM SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA bilim dünyası tarafından bilim dışı ilan edilmekle karşı karşıya. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı olarak bu duruma derhal el koymalı ve mevzuatı geri alarak durumu düzeltmelisiniz. Sayın Bakan, dünya bilim ile ilerliyor, bilim ile gelişiyor. Ülkemizi bilimsel bilgiden mahrum bırakmaya, bu alanda dünya ile bağları koparmaya kimsenin hakkı yoktur, diye düşünüyoruz. Bakınız, her ilde bilim merkezleri kurmaktan bahsettiniz. Diyelim ki binaları açtınız, içine ne koyacaksınız Sayın Bakan? İnşaat yapmakla bilim ilerleseydi, dünyada, kişi başı müteahhit sayısı açısından en zengin ülke olarak bilimde en ileride olmamız gerekirdi. Her yerde binalar var. Ben bir de aynı, bu binaların yurt dışındaki karşılıklarına bakıyorum, bakanlıkların falan, öyle koca koca şeylerle karşılaşmıyorum Sayın Bakan. Ancak öyle olmuyor, illerde birer bina yapıp içine teknoloji transfer etmekle bilim ilerlemiyor, Sayın Bakan. Bilim merkezlerinin nasıl yapılacağını anlatırken yerel yönetimlerle iş birliği halinde olacağınızı ifade ediyorsunuz. Yani yerel yönetimler size yer verecek, bina verecek, iş hallolacak. Keşke bilimsel üretim bu kadar kolay olsaydı. Bilimsel bilginin güvenirliliği, bilimsel temele dayanıyor oluşu ve yine bilimsel temelde test ediliyor oluşundan gelir. Burada geçen yıl da uyarılarımızı yapmıştık “Akademi’ye dokunmayın.” demiştik. Ancak, siz, her alanda olduğu gibi, yine bildiğinizi okuyorsunuz ve sonuç ortadadır. Ülkemizin en önemli kurumlarından biri olan TÜBA, Sayın Bakan, bilim ile teknoloji farklı şeyler. Bilimin içinde temel bilimler var, beşeri ve idari bilimler var. Hadi bunları geçtik “bilim merkezi” değil “teknoloji merkezi” diyelim. Onun da yüksek teknolojisi var, bunlar için oluşturulacak araştırma laboratuvarları var. Somut olarak ne planladığınızı anlatın Sayın Bakan. Bilim merkezleri bilimsel ve teknolojik gelişmeye dönük yerli çalışmalar mı yapacak? Cevap “evet”se bunu hangi bütçe ile yapacak? Yoksa bilim merkezleri yabancı teknolojinin ülkedeki yerelliklere transferi ve uyumlu hale getirilmesine mi çalışacak? Eğer cevap buysa, Sayın Bakan, adını “bilim merkezi” koymayalım, “yabancı teknolojilere bağımlılık merkezi” koyalım gitsin. Zaten şu anda da Türkiye’nin durumu yabancı teknolojilere bağımlılık merkezi görünümündedir. İhracat, ithalat sistemimizin nasıl çalıştığını da biliyoruz, yüzde 10’la çalışıyoruz. Gelişmiş ülkeler yüzde 100’le çalışıyorlar bu konuda. İş adamları 66 Bakan Nihat Ergün’ün katılımıyla gerçekleştirilen oturum Sayın Bakan, bunu biz değil, Avrupa Ulusal Bilim Akademileri Federasyonu söylemiş. Tabii, kibarca ifade ediyorlar. Ama biz daha net söyleyelim: “Eğer yaptığınız bu mevzuat değişikliği sonucu özerkliğini kaybettirdiğiniz TÜBA’nın mevzuatını geri almazsanız, bilimsel alışverişi keseriz.” diyorlar. BİLİM Sayın Bakan, bilim, akademik gelişmeyle gelişir. Akademilerin önünü tıkamayınız, önünü açınız. Üniversiteleri piyasacı mantıkla ölçme ve değerlendirme gayretlerinizden lütfen vazgeçiniz. Bakın, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunda gündeme gelen ve kamuoyuna açıkladığınız Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi’ni kamuoyuna şu şekilde anlattınız: “Türkiye’nin üniversiteleri ne kadar yenilikçi? Hangi üniversite, ne kadar patent üretiyor? Birtakım araştırmalar, yüksek lisans, doktora tezleri var ama patente dönüşen araştırma sayısı da önemli. Bunların ne kadarı lisans alıyor ve ne kadarı sanayi ürününe dönüşüyor? Hocalar araştırmalarında şirketler ile daha yakın ilişki içerisinde olacaklar. Bir üniversite ne kadar girişimci? Kaç öğrencisi yüksek lisans, doktora talebesi iken şirket kurdu? Kaç hocası, hocayken araştırmalarından kaç şirket doğurdu? Bunların kaçı patent ve lisans olarak ürüne dönüştü? Bunlar o üniversitenin sicilinde yer alacak, üniversiteler bununla öne çıkacaklar.” Sayın Bakan, bu sözlerinizle Bilim Bakanı olarak bilime zarar verdiğinizin farkında mısınız? İşletme fakülteleri değil bunlar. Size göre, bilimsel üretim, sonucunda kurulan şirket sayısıyla mı ölçülüyor? Yani bir akademisyenin akademik değerini yaptığı çalışmalar sonucu alınan patentlere göre mi değerlendireceksiniz? Ya da bir üniversitenin değeri çalışmaları ile sanayicilere ne kadar faydalı ve yakın olduğuyla mı ölçülecek? Emin olun, uzun vadede bu çabanız sanayinin önünü bile tıkayabilir, Sayın Bakan. Sayın Bakan, tıp fakülteleri ne olacak? Sosyal bilimler, idari bilimler ne olacak? Temel bilimleri kaldıracak mıyız? Türkiye’de matematik, fizik, biyoloji, genetik gibi bölümler değersiz hale mi gelecek, amaç bu mu? Anlaşılıyor ki; amacınız üniversiteleri baştan aşağı piyasanın ihtiyaçlarına terk ederek yeniden şekillendirmek ve bunun için gerekirse bilimi feda etmek. Bu piyasacı yeniden şekillenme sürecinde üniversiteler, sizin önerdiğiniz yöntemlerle sıralanıp akredite edilecek ve üniversiteye giriş de buna göre belirlenecek. En azından bu çalışmaları hangi bölümleri kastettiğinizi söyleyerek yapabilirdiniz. Zaten bir liste yayımladınız. Açıkçası, Türkiye’deki üniversitelerin yeterlilikleri konusunda az buçuk fikir sahibi olan birisi hazırladığınız listeye manidar bir şekilde gülümseyecektir. Kriterler o kadar tutarsız ki ülkenin en gözde üniversiteleri listenin sonlarında zar zor yer bulabilmiş. Bu, ne yazık ki üniversitelerin sanayiye katkısını artırayım derken akademiye zarar vermektir. Sayın Bakan, eğer ülkemizde teknolojinin gelişmesini istiyorsak üniversitelerin yapılarıyla oynamayı bırakıp somut üretimlerin önünü açalım. Fatih Projesi’ne bakalım. Ciddi emek ve zaman harcanarak geliştirilen yerli işletim sistemi Pardus, niçin bu projede kullanılmadı? Niçin yerine, zaten kurtulmaya çalıştığımız güvensiz ve kalitesiz dünya tekeli bir işletim sistemiyle anlaşma yapıldı? Bu yerli teknolojik gelişmenin önüne engel çıkartmak değil midir bir manada? Üstelik, bize göre sadece Fatih Projesi değil, tüm kamu kurumlarında, özellikle de yüksek güvenlik gerektiren kamu kurumlarında sadece açık kaynak kodlu yerli işletim sistemi ve diğer yazılımlar kullanılmalıdır. 2023 hedefleri olan bir ülkenin yapması gereken budur, diye düşünüyoruz. En önemli hususlardan biri de sizin de geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiğiniz “siber güvenlik” meselesidir. Başkalarının teknolojisini ve yazılımını kullanarak nasıl güvende olabiliriz Sayın Bakan? Yani onlarla ne derece iç içe geçtiğimizi de açıklayarak bu konuya açıklık getirebilirsiniz. Bilgi güvenliği sadece ulusal güvenlik meselesi değildir. Şahısların kişilik haklarının da korunması, özellikle bugünlerde, biz politikacıların dahi bundan çok rahatsız olduğu… Aşağıda, biliyorsunuz “Hepinizin dosyaları var.” diye bir politikacı açıklama yapmıştır biraz önce. Herkesin özel hayatlarına saygı duyulması sağlanmalıdır. Bizi kim bilir kimler dinliyor, Sayın Bakan. Teşekkürler. Balıkesir Politika, 4 Nisan 2013 açıkladılar geçenlerde . 67 ÇALIŞMA giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, son zamanlarda, Hükümet yetkililerinden sık sık işsizlik oranının azaldığını duyuyoruz. Hatta sizden daha da iddialı bir söz geldi kulağımıza, şöyle demiştiniz: “Türkiye’de iş bulma sorunu yok, işçi bulma sorunu var.” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak, çalışan nüfusu temsil etmenizi ve meselelere bu çerçeveden bakabilmenizi dilerdik. İşsizlik meselesi ülkemizde ne yazık ki yapısal bir sorun haline gelmiştir. “Türkiye’de işsizlik sorunu yok ama millet iş beğenmiyor” yorumu, -kibarca- işçi dostu bir ağız değildir. Biz bu söyleminizden, zaten halihazırda fazlaca saldırı altında olan emekçi kesimlerinin daha da fazla sınıfsal baskıya ve hak gasplarına maruz kalacağı sonucunu çıkartıyoruz. Yani Sayın Bakan, bu bir söylemdir ancak somut durumu ifade eden bir söylem değildir. Türkiye’de işsizliğin ciddi, kalıcı ve yapısal bir sorun olduğu açıktır. Bakın, DİSK Araştırma Enstitüsünün çalışmasına göre Temmuz ayı itibarıyla mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik bir önceki aya göre yüzde 0,2 artmış ve 9,1’e yükselmiş yani bir ay içerisinde işsiz sayısı en az 97 bin kişi artmıştır. Ancak bu veriler de ülkemizdeki işsizliği tam anlamıyla ifade etmiyor. İş gücüne katılım oranındaki düşüş, fazladan 216 bin işsizi saklamış vaziyette. Yani gerçek işsiz oranı yüzde 9,1’in çok üzerinde. Bakınız, aynı çalışma şunu gösteriyor ki: Umudu olmadığı için son üç aydır iş arama kanallarını kullanamayan ve bu nedenle işsiz sayılmayanlar dahil edildiğinde işsizlik oranı yüzde 14,21’e çıkıyor. Bir de bunlara gizli işsiz olarak görülen eksik istihdam ilave edildiğinde işsizlik oranı yüzde 16,6 düzeyine geliyor. Şimdi, bunları biz işsiz sınıfına sokmayalım da ne yapalım, Sayın Bakan? Gençlerde durum daha da ağır. Her iki gençten biri kayıt dışı çalışıyor, buna umudu tükendiği için iş arama kanallarını kullanamayan 68 TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 21/11/2012 ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA gençler de dahil edildiğinde gençlerin yüzde 25,75’inin işsiz kaldığını görüyoruz. Kadınların iş gücüne katılım oranı ise son derece sınırlı, yüzde 30’larda. Sayın Bakan, rakamları bir tarafa bırakıp milletin vaziyetine bakalım. Ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu ortada. İktisadi ve idari bilimler mezunlarından her gün yüzlerce posta geliyor, kadro istiyorlar. “Okuduk, hak ettik ama hakkımızı alamıyoruz.” diyorlar. Sayın Bakan, bu fakültelere ihtiyaç yoksa niçin bu kadar mezun veriyorlar? Ama biz biliyoruz ki şu anda Dursunbey’de okullar yedek öğretmenlerle dolu ve Dursunbey’de halk, galeyana gelmiş durumda. Mezun sayısı 350 bin, istedikleri kadro 35 bin. Ancak o da verilmiyor. Eğer bu fakülte mezunlarına ihtiyaç yoksa söyleyelim Milli Eğitim Bakanı’na fakülteleri kapatsın; onu siz de söyleyebilirsiniz “Burada istihdam edemiyoruz bu arkadaşları, boşu boşuna para ödemeyelim.” diye. Yok öyle değilse bu nitelikli insanlara niçin kadro verilmez? Onun açıklamasını biz isteriz, Sayın Bakan. Bakınız, insanlarımız işsizlik yüzünden bunalıma girerek intihar ediyor. Ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmenlerimiz var. İşsizlik veya işsiz kalma tehlikesi yüzünden toplumun ciddi bir oranının depresyonda olduğu belirtiliyor. Bakın, Şanlıurfa’da İŞKUR tarafından işçi alımı yapılacağı dedikodusu çıkıyor, sadece dedikodu, İŞKUR binası önünde izdiham yaşanıyor. Yani biraz gerçekçi olalım. Ülkemizde ciddi bir işsizlik meselesi olduğunu kabul edelim. Bunun halkın geçim derdine ve sosyal hayatına ciddi yansımaları olduğunu ifade edelim. Bunları açıkça söyleyelim ki sorunu tespit edip istihdam politikalarını gerçekçi bir şekilde geliştirebilelim. Şu bir gerçek ki; Türkiye üretmiyor. Yani yeteri kadar üretmiyor; burada Maliye Bakanı’na da, Ekonomi Bakanı’na da bunu anlatmaya çalıştık. Batı’nın mali krizinin nedeni, yeterli üretime sahip olmadan fazlaca destekledikleri finans ekonomisidir. Yani üretmeden, krediler ve taahhütler üzerine ekonomik sistemlerini kuran Bakan Faruk Çelik’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum ülkeler geleceklerini tüketmektedirler. Bugünü idare edebiliriz ama gelecek ne olacak? Dünyada son dönemde ciddi bir değişim süreci yaşandı. Batılı ülkelerin kar marjı, düşük üretim sektörlerini elden çıkararak teknoloji ve bilimdeki öncülüğü ile kar marjı yüksek sektörlerde liderliğini sürdürerek dünya ekonomisine egemen olma dönemi, özellikle BRIC ülkelerinin ciddi ölçek ekonomilerinin yarattığı muazzam rekabet gücü ile sona erdi. Egemen ülkeler bu konuda olağanüstü zorlanmaktadırlar. Tabii, bu süreçte, üretim güçlerinin ve sermaye birikimlerinin de Doğu’ya, özellikle Güneydoğu Asya’ya kaymasını engelleyemediler. Ülkemiz bu sürece gelişmiş ülkeler kadar dezavantajlı girmemekle birlikte, siyasi iktidarın, durumu doğru analiz edememesinden kaynaklı olarak ciddi sıkıntılara doğru sürüklenmektedir. Sayın Bakan, işsizlik istihdamı arttırarak azalır. Sanayiyi güçlendirerek, üretimi arttırarak azalır. İşsizliği, “Millet iş beğenmiyor.” şeklinde açıklayamazsınız. Yahut “İşsizliğin önüne geçmek için mesleki eğitimi artıracağız.” diyerek açıklayamazsınız. Bu tür açıklamalar başında da, sonunda da, yaklaşımında da yanlıştır Sayın Bakan. Eğer böyle bir şey varsa çözümünü bulun. Ortamda iş olmadıktan sonra siz iş gücü potansiyelinizi istediğiniz kadar eğitin, sonuç bellidir. Sayın Bakan, sizin iktidarınız döneminde ücretler kademeli bir düşüşün içerisine girmiştir. Kamuda, belediyelerde taşeron işçi alımı bu konuyu desteklemiştir. Bizler aşırı taşeronlaşma gerçeğinin, özellikle Türkiye’de ücret skalasını aşağı çekmek için uygulamaya sokulduğunu düşünüyoruz. Bu uygulama, iş hayatı açısından son derece sakıncalarla doludur. Taşeronlaşma sadece kamuda değil, özel sektörde de sorunları büyütmektedir. Bir firma, bir fabrika için doksan ayrı taşeron kuruluşla anlaşabilmektedir. Bu normal bir şey midir? Buna “Yok böyle bir şey” diyorsanız gelin sizi götüreyim, işçilerle de konuşalım, doksan tane taşeron firmayla adam çalışıyor. İşçilerin tatil hakları, izin hakları, ücretleri çeşitli ve ağır suistimallere konu olabilmektedir, Sayın Bakan. Bu konu önemle ve acilen ele alınmaya muhtaçtır. Sadece kamuda değil, yoksa ülkemizde köle işçiler dönemi sizin döneminizde başlamış olacaktır. Tarih “Bu dönemde köle işçiler dönemi başladı.” diyecektir. Tatil, ücretlendirme, izin hakları, vesaire Balıkesir Politika, 17 Ekim 2012 ÇALIŞMA haklar gasp edildiği için... Eğitim sistemine getirilen 4+4+4 düzenlemesiyle çocuk emeği sömürüsü artacaktır. Üstelik bu bir sonuç değildir. Bize göre, yasanın detayları gösteriyor ki siyasi hedefler olduğu kadar çalışmaya başlama yaşını düşürmek gibi bir hedef de vardır. Sayın Bakan, daha dün Dünya Çocuk Hakları Günü’ydü. Yetiştireceğimiz nesille ilgili dindar mı olacak, kindar mı olacak tartışmaları süredursun net olan şu ki: 4+4+4 Yasası’yla birlikte, yeni nesil, siyasi iktidara ucuz emek gücü yetiştirmek üzeredir. Zaten örgütsüzleşen, güvencesiz ve esnek çalışmanın yerleştirildiği bir emek piyasamız vardır. Taşeronlaştırma da bu değirmene en yoğun şekilde su taşıyan bir kurumdur. Bir de bunun üstüne yasa ile emekçi çocuklara çok erken yaşta meslek seçmek fiilen dayatılacaktır. Yoksul çocuklarına okuyup kendilerini yetiştirmeleri için fırsat yaratmanız gerekirken onları çocuk yaşta çırak olmaya zorluyorsunuz. Üstüne üstlük bir yandan açık lisede kayıtlı olacaklar. Bir de bununla, AB ve diğer dünya kuruluşlarını eğitim süremizi arttırdığımıza ikna edeceğinizi düşünüyorsunuz. Türkiye, üreten, ürettiğini hakça bölüşen, çalışanların temel haklarının tanındığı, huzurlu, refah dolu bir ülke olmak için ihtiyaç duyulan her türlü kaynağa sahiptir. Yeter ki siyasi iktidar, yandaş dolar milyarderlerinin değil, işçinin, memurun, çiftçinin, öğretmenin, doktorun, eczacının, sanatçının, akademisyenin, kısaca Türk vatandaşlarının, Türkiye vatandaşlarının, çalışan emekçi kesimin yanında olsun. Siyasi iktidarın halkın yanında olduğu günler elbette gelecektir. Biz de burada iktidara hazırlanıyoruz Sayın Bakan.. 69 ÇEVRE giriş TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 21/11/2012 ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, memleketiniz Trabzon’da, konuşma yaptığınız bir panelde ilgi çekici açıklamalarda bulunmuşsunuz. Şehir plancılığı anlamında –burada tabii “Of” mu diyeceğiz, yoksa “Trabzon” mu diyeceğiz ona karar vermek lazım Sayın Bakanın izniyle- bizim, kimi ülkelere göre daha şanssız olduğumuzu söylerken gelişmiş Batılı ülkelerin sanayileşmeyi erken tamamladıkları için, sosyalist ülkelerin de şehir yapıları planlı ve düzgün olduğu için şehircilik anlamında bizden daha şanslı olduklarını ifade etmişsiniz. Kesinlikle çok doğru tespitlerdir, tümüne katılıyorum. Örneğin, bir soru ile açmaya çalışayım: İstanbul’un bugünkü gidişatı size göre doğru bir şehircilik midir? ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) - İstanbul’un nesi? HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Bugünkü gidişatı. Daha sizin işlere girmedik, yani şu andaki bu ana kadar olan gidişatı. Yani, sürekli olarak göç alan ve normal nüfus artışı ile birlikte sürekli büyüyen bir şehir size göre o planlı ülkelerde olsaydı daha da büyütülmeye çalışılır mıydı? BAYRAKTAR - 30 milyon oldu. “Ülke çapında bir şehircilik ana planına ihtiyaç vardır.” Sayın Bakan, eminim, birçok ülkenin kentlerini gezdiniz. Ben de dünyanın birçok kentini ziyaret etme imkanı buldum. “Güzel kent” derken hiçbirinin bizim memleketimizin kentlerinden daha güzel olduğunu hissetmedim. Tabii, bu başka bir duygudur. Ancak, biz bu kentleri bozmak, çirkinleştirmek için adeta çaba harcamış gibiyiz. Bahsettiğiniz şehirciliği halletmiş ülkelerin bizden farkları bu işi planlı olarak yürütmüş olmalarıdır, temel fark budur. İnanın, bundan sonrası için biraz çaba, cesaret ve özveri bizim kentlerimizi de tıpkı dünyada örnek gösterilen kentler gibi planlı hale getirebilir. Tabii, bu plan, ülke çapında bir şehircilik ana planı ile söz konusu olacaktır. Yani, şehirlerin kendi çözümlerini üretmeleri güzel bir şeydir ancak bu, planlama değildir. Sizlerin, ülkemizin uzun vadeli şehirleşme planını hazırlamanız ve kamuoyunun tartışmasına sunmanız, konunun uzmanı kişilerden ve sivil toplum kuruluşlarından fikir alarak modellemeniz gerekir. 70 GÜMÜŞ – Bizler, “Yol, köprü, havalimanı yapılmasın.” demiyoruz, asla demeyiz. Daha fazlası yapılsın, insanlarımız rahatça ulaşımını gerçekleştirsin, ekonomi gelişsin, üretim ve refah artsın. Ancak, eğer köprünün yerini, havaalanının yerini siz değil de plansızlık durumu size dayatıyorsa orada bir hata var demektir. Sayın Bakan, bu gidişe bir dur demek ve başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizin bundan sonra planlı bir biçimde yapılması için bir anlayışa olanak sağlamak sizin elinizdedir. Emin olun, planlı bir şehircilik, planlı bir ekonominin de önünü açarak ülkemizi refaha kavuşturacaktır. İnanın, planlı bir şehirleşmede, fay hatlarında petrol rafine tesisleri; dere yataklarında, bodrum katlarında evler, trafiğin keşmekeş olduğu sokaklar; aynı şekilde caddeler, köprüler olmayacaktır. İnanın, planlı bir kentleşme kültürü insanlarımızı daha mutlu ve üretken kılacak, geleceğe daha umutla bakmalarını sağlayacaktır. Çevre konusuna gelirsek, Balıkesir Milletvekili olarak, ilimdeki çevre sorunlarıyla başlamak Bakan Erdoğan Bayraktar’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum ÇEVRE istiyorum. Önce, Dursunbey’de bir maden vardı, zehirli atık atılacaktı, onu engelledik, bu konuda çaba gösterenleri tebrik etmek istiyorum. En güncel mesele, Ayvalık İlçesi Alibey Adası’nda yapılmak istenen rüzgar enerjisi santralleridir. Sayın Bakan, bu konuya el atmanızı bekliyoruz. Geçtiğimiz yıllar boyunca burada yapılmak istenen bu santraller yasaklanmıştı. Çünkü, bölge doğal güzellikleri, yer yer sit alanı olması özelliği, turizm potansiyeli ile santrallere uygun bulunmamıştı. Geçtiğimiz haftalarda, Bakanlığınız’ın birimlerinin daha önce yasak olan bu santrallere onay verdiklerini duyduk. Bu, orada yaşayan insanlar, turist olarak gelenler ve genel olarak tüm çevre dostları için büyük bir hayal kırıklığıdır. Temiz enerjiye karşı değiliz. Ülkemizin enerji kaynaklarının mümkün olan en çevreci yollardan kullanılması gerektiğini biz de savunuyoruz. Ancak, belediyenin rüzgar verimi daha yüksek olan kimi bölgeleri alternatif olarak bu şirketlere göstermiş olması bile Alibey Adası’nda yapılacak bu santrallerden vazgeçilmesini sağlayamadı. Alibey Adası’nda, bu kadar güzel bir yerde, tarihi bir yerde, Ege’deki turizmin göbeğinde rüzgargülü kurmak bu bölgede, yani, hiç uygun bir şey değil, Sayın Bakan. Anlam veremediğimiz bir şekilde, o küçücük adaya ciddi miktarda santral konulmak isteniyor. Sayın Bakan, bu santrallerin insan sağlığına zararı vardır. Yani, insanların yaşadığı yerlere bu kadar yakın olması sakıncalıdır. Elektromanyetik dalgalar, özellikle kalp pili taşıyan insanlarda ciddi riskler barındırıyor. “Planlı bir şehirleşmede, fay hatlarında petrol rafine tesisleri; dere yataklarında, bodrum katlarında evler, trafiğin keşmekeş olduğu sokaklar; aynı şekilde caddeler, köprüler olmayacaktır.” üzerine cesaretle gideceğinizi ve Balıkesirliler’in bu somut sorununu başlamadan halledeceğinizi düşünüyorum. Sadece Balıkesirlilerin değil, bu mesele aynı zamanda turizme ilgi gösteren bütün insanların meselesidir. Sarımsaklı’da, Milli Savunma Bakanlığı kampı kurulmak isteniyor Sayın Bakan. Sahilde tel örgüleriyle çevrili 645 dönümlük bir alanı kapsayan devlet kamplarına 920 dönüm Türk Hava Kurumu, 12 dönüm de Milli Savunma Bakanlığı’nın yeni kamp alanı eklenmek isteniyor. Sarımsaklı plajı çok önemli. Sayın Bakan, sonuçta Sarımsaklı sahili kapanma durumuna gelecek. Her yıl 100 binlerce turiste ev sahipliği Bu durum, yıllardır buralı olan insanlara “Buradan gidin.” anlamına gelir. Ya da hızla yükselen, bu bölgedeki emlak fiyatlarından da görüyoruz, hızla kalitesi artan bu bölgede rüzgargülü kurma anlayışı… “Acaba” diyoruz “burada gizli emlak projeleri mi var?” bu duruma böyle mi başlamak istiyorlar? Çünkü, bu firmalara Belediye yer gösterdi ve rüzgar kalitesi de çok daha yüksek. Eminim, “Cunda” diye de tanınan Alibey Adası’nı görmüşsünüzdür. Bir doğasever olduğunuzu düşünerek bu konunun 71 ÇEVRE yapan bu alanın böylesine kamplarla doldurulması hiç savunulacak bir durum değildir. Sarımsaklı plajı gibi özel bir alan dikkatle korunmalı, bölgenin “Rüzgar santralleri olsun; ancak Alibey Adası gibi doğanın beşiği olan yerlerde değil!” kuzey Ege’deki müstesna turizm potansiyeli ve fonksiyonuna uygun olarak ele alınmalıdır. Aşırı kamu kampları bölge turizmine zarar vermektedir. Sayın Bakan, bu bölgedeki kampları söyleyeyim: MİT kampı 345 dönüm, Maliye kampı, 111 dönüm -hemen aynı plajda bunlar- Vilayetler kampı, 84 dönüm; Polis Moral Eğitim Merkezi, 100 dönüm -hep denize cephesi var bunların- Vakıflar Kampı, 15 dönüm, şimdi de 1000 dönümlük Türk Hava Kurumu ve Savunma Bakanlığı kampı gündeme sokulmak isteniyor. Bu konuyu, ilgilerinize sunmak istiyoruz, Sayın Bakan. Geçen sene buradan dillendirdiğim açık madencilik meselesi de Balıkesir’de hala ciddi bir sorun, Sayın Bakan. Bilindiği gibi, Kaz Dağları ülkemizin ve hatta dünyanın nadide yerlerinden. Çok zengin bir bitki florası ve hayvan türleri ile bu dağların ormanları, dünyanın en zengin ikinci oksijen bölgesi. Ancak, ne yazık ki, açık madenlerden kalkan tozlar çevreye dağılıyor ve kimi bitki türlerini yok ediyor. Üstelik, bu madenlerin bazıları altın madenleri ve buralarda siyanürle altın madenciliği yapılıyor. Kayalara siyanürlü su püskürtülüyor. Hem bu siyanür yer altı sularımıza karışıyor hem de bölgenin yer altı su kaynakları tüketiliyor. Kaz Dağları Milli Parkı bile bu kar hırsından nasibini alıyor. Ne yazık ki, bu Milli Park yeterince korunamıyor, Sayın Bakan. Bu Milli Park, dünyanın sayılı milli parklarından biridir. Zira, doğası, bitki çeşitliliği, hayvanları, jeolojisi ve bin yaşının üzerinde anıt ağaçları ile milli park olması için gerekli kriterlerin tamamını sağlamaktadır. Çevre Bakanı olarak bu meselenin üzerine gitmenizi bekliyoruz, Sayın Bakan. Küresel 72 iklim değişikliklerinin ülkemize etkisine ilişkin bir planlamayı da sizden dinlemek isteriz. Kimi uzmanlar, Türkiye’nin beklenenden çok hızlı biçimde tropik iklim kuşağına girmeye başladığını ifade ediyor. Özellikle Akdeniz Bölgesi… Sayın Bakan, kentsel dönüşüm meselesinde olağanüstü bir sorumluluğu üstlenmiş bulunuyorsunuz. Ancak, oldukça sorunlu bir alan olan kentsel dönüşüm ile insan hayatının kalitesini ve dünyaya bakışını etkileyebilecek yatırımların önü açılırken, deprem kuşağında milyonlarca kişinin hayatı ve geleceği de bu durumdan etkilenecektir. Sayın Bakan, insan hayatıyla ilgili olduğu için ve işin güçlüğünü bildiğimizden, size farklı bir gözle bakılacaktır. İşiniz cesaret, girişim yeteneği gerektirmektedir. İnanın ki, insan hayatının kalitesinin yükselmesi ve deprem tehlikesi altında olan insanların kurtuluşu için sizin her gayretiniz ve her atılımınız farklı bir yansımayla toplumda kendini gösterecektir. Sayın Bakan, bu önemli işte, sizden beklenen, istikrarla yürümeniz ve cesur olmanızdır. Üstlendiğiniz görevler, Hükümet ve siyasal boyutun üzerinde ulusal meselelerdir. Gösterdiğiniz çabaların varlığının sürdüğü ve samimiyetle çalıştığınız sürece, bunlar toplumda hak ettiği karşılığı bulacaktır. Saygılar sunarım. HAZİNE giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2002’de ekonomik krizin ardından getirilen mali tedbirlerin hemen sonrasında iktidar sürecine başlayan AKP, geçen on yılda bir “taahhüt balonu” yaratmıştır. Vatandaşımız henüz üretilmemiş değerleri tüketmeye ve geleceğe borçlanarak yaşamaya itilmektedir. Bakınız, bugün itibarıyla kredi kartları ve bireysel tüketici kredileri toplamı 245 milyar Türk lirasını geçmiş bulunmaktadır. TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 22/11/2012 HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI, BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURULU, SERMAYE PİYASASI KURULU’NA İLİŞKİN KONUŞMA üreterek değer yaratmak yerine borçlanarak ekonomiyi döndürmeyi yeğlemiştir. Büyüme de dış borca bağlıdır. Bunun sonucu olarak özel sektörün de borcu her geçen gün artmaktadır. Merkez Bankası’nın verilerine göre, özel sektörün uzun ve kısa vadeli toplam borcu 161 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Bu borçlanmada en dikkat çekici husus, kısa vadeli borçlanmanın uzun vadeli borçlanmaya oranla daha fazla artmış olduğudur. Ekonomideki daralmayı ve riskleri Hükümetiniz de görmüş olacak ki Orta Vadeli Program’da hedefler revize edilerek küçültülmüştür. Ancak ne hikmetse ekonomik alanda alınan tedbirler AKP’nin hatalı ekonomi politikalarının sonuçlarını halka fatura etmekten ibarettir, diye yorum yapıyoruz. “Orta Vadeli Program’da ve 2013 Bütçe Kanunu Tasarısı’nda da ortak nokta, ciddi zamlar ve vergi artırımlarıyla ekonomiyi yamamaya dönük yöntemlerdir, önlemlerdir.” Sayın Başbakan Yardımcısı, ciddi sayıda vatandaşımız kara listeye girmiş vaziyettedir. Politikalarınız sonucu, ülkemizde dar gelirli vatandaş, borç ekonomisi yürütmeyi öğrenmiştir. Ancak öğrenene kadar o kadar borçlanmıştır ki faiz ödemekten beli de kırılmıştır. Milyonlarca vatandaşımızın icra takibinde olduğunu siz de biliyorsunuz ve bu rakam bu dönemde hızla artmaktadır. Son dönemlerde artış yükseliyor. Bu durumun ülkemiz açısından yarattığı riskler görmezden gelinmemelidir. Sizler ekonomiyi yöneten Başbakan Yardımcısı olarak bu taahhüt balonu ekonomisinin nasıl düzeltileceğini düşünüyorsunuz? Düşünceniz nedir bu konuda? Bu konuda Komisyonumuzu bilgilendiriniz, vatandaşı bu faiz ve masraf batağından nasıl kurtaracağınızı lütfen daha açık bir şekilde anlatınız. Bu “taahhüt balonu” ekonomisinin bir diğer yönü de ekonomimizin artan iç ve dış borçlarıdır. Ne yazık ki siyasi iktidarınızda ülkemiz, mal Orta Vadeli Program’da ve 2013 Bütçe Kanunu Tasarısı’nda da ortak nokta, ciddi zamlar ve vergi artırımlarıyla ekonomiyi yamamaya dönük yöntemlerdir, önlemlerdir. Cari dengeyi iyi göstermeye dönük tedbirler ise artık dış basına bile konu olur bir nitelik kazanmıştır. Bakın, Financial Times gazetesi Türkiye’nin ihracat verilerine göre yaptığı haberde, yılın ilk dokuz ayı baz alınarak yapılan kıyaslamalarda ihracatın yüzde 14 kadar arttığını ancak bunun en az dörtte 3’lük bölümünün altın ihracatı olduğunu yazdı. Alınan petrol ve doğalgazın bedelinin altın olarak ödendiği ve durumun gerçek bir ihracat olmamasına rağmen kağıt üzerinde Türkiye’nin dış ticaret açığının azaltılmasında önemli rolü olduğu belirtildi, bunu sizler de iyi biliyorsunuz, zannediyorum. Bunun dışında, hatalı dış politikanızın ekonomiye faturasıyla ilgili, bütçe görüşmelerinde Başbakan Yrd. Ali Babacan’ın katılımıyla gerçekleştirilen oturum 73 HAZİNE “Dünyada bölgelerarası yeni dengeler kurulurken Türkiye’nin ekonomik stratejisi üretim yapısı yeniden yapılandırılmadan oluşturulamaz.” çok detaylı şeyler söyledik, yeniden detayına girmek istemiyoruz. Ancak şunu ifade edeyim: Suriye politikalarının ekonomiye dolaylı zararı direkt zararının kat kat üzerindedir. Kaldı ki direkt zararları bile 2012 yılı hedeflerini ulaşılmaz hale getirmiş, hesapları altüst etmiştir. Sayın Başbakan Yardımcısı, ekonomide dünya çapındaki problemler saptanmadan ülkemiz için doğru bir politika oluşturulması da imkansızdır. Dünyanın bugünkü gidişatı 2008’den daha ağır şartlarla kendisini göstermeye başlamıştır. Piyasalar kredilerle dolmuş vaziyettedir ve piyasadaki balon yeniden şişirilmektedir. Likidite ve kredi türevleri de artmaktadır. Ancak üretilen projelerin riskleri verilen kredilerin miktarına göre çok fazladır. Problem de burada ortaya çıkmakta ve bu riskli yatırımlar dünyanın içinde bulunduğu durumu geçici bir durum olmaktan çıkartıp adeta kalıcı hale getirmektedir. Şu çok nettir ki kriz konjonktürel özellikten çıkmış, yeni şartların ihtiyacına göre yapısal bir özelliğe bürünmüştür. Artık bunu böyle görmeliyiz. Dünya şartlarında bölgelerarası güç ve rekabet dengesi yeniden kurulmakta ve bu durum yapısal krizin temellerini oluşturmaktadır. Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerde görülen yavaşlamanın bir devamlılık arz edeceği beklenmeli ve hesaplar buna göre yapılmalıdır. Dünyada bölgelerarası yeni dengeler kurulurken Türkiye’nin ekonomik stratejisi üretim yapısı yapılandırılmadan oluşturulamaz. Geçtiğimiz süreçte siyasi iktidarınız süper güçlerin bölge politikalarının en büyük savunucusu olarak yabancı sıcak para ve likidite imkanlarından fazlaca yararlanmış olsa bile sıkıntılar devam etmektedir ve hatta girilen süreçte bu sıkıntıların artması da söz konusudur. 74 Sıkıntıların artacağı bir döneme ülkemiz sosyoekonomik yapısı, sizin siyasi iktidarınızda, radikal bir şekilde bozulmuş olarak girmektedir. Gelir dengesizliği sizin döneminizde net bir şekilde artmıştır. Yoksulların sayısı artarken, yeni dolar milyarderleri türemiştir. Bitkisel tarım verimsiz hale gelirken küçük çiftçiler verilen krediler nedeniyle hayvancılık sektörüne yönelmiş ancak yanlış politikalar ve verimsizlik nüfusun önemli bir bölümünü borçlu ve randımansız şartlarda çaresiz bırakmıştır, Sayın Bakan. Bu yanlışlıkların sonuçlarını sizler daha net hissedeceksiniz önümüzdeki yıllarda. Ben buradan size söylemiş olayım. Sayın Başbakan Yardımcısı, açık ve net ifade etmek gerekirse, Türkiye dünyanın girmekte olduğu ateş çemberine son derece büyük risklerle dahil olmaktadır. Bu konulara hazırlık hesabınızın ne olduğunu doğrusu merak ediyorum, Güney’de ateş çıkmak üzeredir. Bakınız, dünyanın gidişatında kabus senaryoları vardır. Bu kabus senaryolarının gerçekleşmemesi biraz da Türkiye gibi ülkelerin bu süreçteki performanslarına bağlıdır. Savaş, yakın geçmişte olmadığı kadar ciddi bir risktir. Hükümet, bu riski bertaraf etmeye dönük adımlar atması gerekirken, tam tersi dünyayı sarabilecek bir ateşin merkezinde olmayı yeğlemiştir. Yapılması gereken, çalışan kesimleri daha da yoksullaştıracak yeni zamlar getirmek değil, gelir adaletsizliğine engel olarak, emekçi sınıfları güçlendirmek ve ekonomiyi hızla üretim ekonomisi yapısına kavuşturmaktır. Siz bunu tercih eder, şimdiden bu yönde adımlar atarsanız ülkemiz çok sıkıntılı bir küresel sürece önde ve ciddi avantajlarla girecektir. Yok, eğer görmezseniz, gecikmeli ama çok büyük faturalar ödedikten sonra yapacaktır. Teşekkür ediyorum, bütçe hayırlı olsun. MALİYE giriş HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, Sayın Maliye Bakanı, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, yaklaşık bir aylık süredir bütçe görüşmelerini gece gündüz sürdürüyoruz. Görüşmeler boyunca 28 ayrı oturumda tüm bakanlıklar ve başbakan yardımcılarına bağlı kamu kuruluşlarının bütçelerini görüştük, tartıştık, sorular sorduk. Tüm komisyon üyesi milletvekili arkadaşlarım cidden yoruldular. Bunlar elbette yapılacak. Milletimiz adına yürüttüğümüz bütçe görüşmeleri, “bütçe hakkı” diye tanımladığımız ve Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına, o günlerden de günümüze ilkeleri gelişmiş ve halkın yönetenlere yetki verirken onların denetimini hakça yapması için daha ilkeli ve daha demokratik olma yolunda mesafe kaydetmiştir. Dolayısıyla “bütçe hakkı” için bizim bir ay gece gündüz çalışmamız bu işin doğası gereğidir. Ancak, üzülerek ifade ediyorum ki bu bütçe görüşmeleri de kendinden önce geleni bir anlamda tekrar etmiş ve Hükümet’in ev ödevini zamanında yapmadan gelmesinden kaynaklı yeterli verimi elde edememiştir. Sayın Bakan, ne yazık ki Orta Vadeli Program’ın, ekonomik raporun, 2011 kesinhesabının ve 2013 Bütçe Kanun Tasarısı’nın açıklaması ciddi bir şekilde gecikmiştir. AKP Hükümetin’in bu durumu alışkanlık haline getirmesinden, halkın bütçe hakkını meşru bir siyasi hak olarak değil, idari bir prosedür olarak gördüğü sonucunu çıkarmaktayız. Bakanlıklar’ın ve ilgili kurumların bütçe rakamlarını içeren kalın ve ağır kitapları ancak görüşmenin yapıldığı bir gün önce ve hatta bazen görüşmenin yapıldığı gün vekillere dağıtılmış, kimi sunuş metinleri ve ilgili tablo ve grafiklerin yer aldığı kitapçıklardan bazıları sunuşlara bile yetiştirilememiştir. Sayın Başkan’ın dikkatine sunulur. Bu geçen sene de Bakan Mehmet Şimşek’in katılımıyla gerçekleştirilen oturum TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU 26/11/2012 MALİYE BAKANLIĞI’NA İLİŞKİN KONUŞMA böyleydi, şimdi gene böyle devam ediyor. Bizler muhalefet ya da iktidar olalım, milletvekilleri olarak bütçe görüşmelerini halkın bütçe hakkını temsilen yaptığımızı ve bu işin hakkını vermemiz gerektiğini bir an olsun bile unutmamalıyız. Zira, ekonominin büyüdüğü, gelir kalemlerinin sürekli artış içinde olduğu dönemlerde bütçe hazırlamanın rahatlığı artık yoktur. Gelir kaynaklarının kısıtlanacağı, ancak bunun yanında giderlerin bir türlü kısıtlanmadığı ortadadır. 2012 yılının bütçe hedeflerinin tutmayacağını Eylül ayından beri dillendiriyorsunuz. 2013 yılının bütçe hedeflerinin gerçekçiliği ile ilgili şüpheleri de bir türlü bertaraf edememiş durumdasınız. Evet, dediğimiz gibi Sayın Bakan, işiniz kolay değildir. Ancak, bize göre işinizi gerçekten zorlaştıran nedenler, ülkenin ve dünyanın içinden geçtiği nesnel koşullar kadar, Hükümetiniz’in koşullarıdır. Anlam veremediğimiz bir şekilde, tüketime dayalı büyüme modelinde ısrar ediyorsunuz. Göz göre göre borç ekonomisini şişiriyorsunuz. Bu durum, kredi kartlarından, geri dönmeyen alacaklardan, birçok kredilerdeki artan olağanüstü risklerden bellidir. Üretimin artması için gerekli tedbirler bir an önce alınmalıdır. Üretimle ilgili yeni tedbirler ele alınmalıdır. İthal et, ithalatın azcık üzerine yüzde 10’luk bir işlem koy, ondan sonra ihraç et; bu modelden vazgeçilmelidir. Dünya ekonomik sisteminin yapısal sorunları olduğunu burada sık sık dile getirdik. Ekonomiyi ilgilendiren tüm bakanlıklara anlatmaya çalıştık. Türkiye’nin artık bu borç ekonomisinden hızla vazgeçmesi gerektiğini, aksi takdirde ihracatta hızla geriye düşeceğini ve rekabet gücünü kaybederek çok zor durumda kalacağını belirttik. Sayın Bakan, bütçenin en önemli gelir kalemini oluşturan vergiler konusunda da ciddi hatalı tercihler söz konusudur. Ülkenin gelir dağılımı adaletini tehlikeye sürükleyecek politikalar uygulanmaktadır. Üretim giderlerini 75 MALİYE doğrudan etkileyecek mallara Hükümetiniz döneminde ciddi vergiler getirilmiş ve zamlar yapılmıştır. 2013 yılı bütçe tasarısına baktığımızda da ciddi iyimser bulduğumuz büyüme oranlarının çok çok üzerinde vergi gelirlerinden anlıyoruz ki siyasi iktidar, ekonomik faturayı halka kesme tavrı içerisindedir. “Ülkede ciddi miktarda dolar milyarderi türemiştir.” Sayın Bakan, sizin bakanlığınızın görevi, devletin, toplumun yararına kullanmak üzere topladığı vergilerin gelir durumuna göre adilane bir şekilde toplanması ve bunların kullanılmasıdır. Ancak siyasi iktidarınız döneminde dolaylı vergiler o kadar artmıştır ki vergi gelirlerinin en büyük kalemini oluşturur hale gelmiştir. Eskiden devlet, vatandaşa, toplanan vergilerin gerekçelerini yol, su, elektrik, iletişim hizmetleri diye açıklardı. Şimdi vatandaş yol için ayrıca vergi ödüyor, su için ayrı, elektrik ve iletişimde de ayrı vergi ödüyor. Bakınız, elektrik, doğalgaz gibi enerji kalemleri bugün ülkemizin üretim kalemini oluşturan birçok ürünün maliyetinde temel kalem haline gelmiştir. Bazı ürünlerde yüzde 50’leri dahi aşmakta, 60’lara 70’lere ulaşmaktadır. Sayın Bakan, vergi adaletini halletmek zorundasınız. Aksi takdirde, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin hale getiren şu anki vergi sistemi bizi uzun vadeli bir çıkmazın içerisine sokacaktır. Kısa vadeyi götürebiliriz ama gelecek ne olacaktır? Gelecekle ilgili AKP İktidarı’nın kafasındaki soruların giderek büyümekte olduğunu biz buradan görüyoruz. Bakınız, özellikle son dönemde ülkede ciddi oranda dolar milyarderleri türemiştir. Sayın Bakan, uygulamalarınızda cesur olunuz ve bu durumun üzerine gidiniz. Ülkede ciddi sanayi yatırımları olmadığına göre bu milyarderler nereden çıkmaktadır? Üstelik bunların önemli bir kısmının gereken vergiyi de türlü gerekçelerle ödememekte olduklarını duyuyoruz. Yani yeni dolar milyarderleri türemektedir. Ancak, ne 76 hikmetse vergi rekortmenleri listelerine bakıyoruz isimler hep eski isimlerdir. Bu nasıl oluyor? Yani bizim nasıl olduğuna dair bilgilerimiz var da sizden dinlemek isteriz bu konuları. Sayın Bakan, önümüzdeki süreç siyasi iktidarın savaş konusunda ek maliyetler üretme potansiyeline ciddi bir biçimde açık bir süreçtir. Bu tür siyasi gelişmeler bizler için sürpriz olmayacaktır. Başbakan’ın Suriye’de dengeleri daha da germe olasılığı çok yüksektir. 2012 yılının mali beklentilerini saptıran temel faktörlerden biri de Hükümetiniz’in izlediği dış politika olmuştur. İktidarınızın izlediği gerilim yanlısı politika, sadece bütçeye değil ekonomiye de ciddi yük getirmektedir. Jeopolitika konusunda uğraşan bir insan olarak özellikle bizim bölgedeki gerginliklerin önümüzdeki dönemde yükseleceği konusunda size beklentilerimi açıklamak isterim. Hükümet bu tür yaklaşım tarzıyla olağanüstü riskli bir yangına doğru yaklaşmaktadır. Bu yangının daha da büyüme olasılığı Orta Doğu için gerçek bir meseledir. Bu nedenle, hem hazırladığınız bütçenin hem gelir kaynaklarımızın bu gelişmelerden etkilenme olasılığı yükselmektedir. Bu politikaları ona göre ayarlamamız gerek. Demokratik bir hukuk devletinde olması gerekenin çok üzerinde artan örtülü ödenek ve özel güvenlik harcamaları da bizleri rahatsız eden diğer bir konudur. Örtülü ödenek, geçtiğimiz yıl itibarıyla katrilyonu zorlar hale gelmişti, bu yıl da artmakta olduğunu görüyoruz. Sayın Bakan, bu rakam çok büyük bir rakamdır. Hele hele denetimsiz olduğu gözetildiğinde sakıncaları ortadadır. “Demokratik bir ülke için bu kadar büyük örtülü ödenek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” konusu hakikaten tartışılacak bir konudur. Bu kadar geniş bir yetki alanının ve ödeme kaleminin olduğu yerde demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bu arada o örtülü ödeneğin içerisine bizim o afetle ilgili küçük rakamı da katarsanız çok memnun olurum. Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakanım. giriş BÖLGESELLEŞME HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu araştırma önergesiyle, dünyamız ve bölgemizin yeni şartlarına bakmayı, bu şartları insani ve ulusal sorumluluğumuz altında değerlendirip ülkemiz ve dünyamız açısından çözüm ve çıkış noktalarına işaret etmeyi hedefledik. Dünyamız öyle büyük bir değişim sarmalına girmiştir ki; bunları on dakika içerisinde yeterli boyutta yansıtmamız mümkün olmayacaktır. Ancak, kısa değerlendirmelerle sorunlara, tehlikelere ve çözüm yollarına değineceğiz. İlk tespit: OECD’nin Kasım 2012 başlarında yayımladığı raporda, elli yıllık küresel büyümenin ortalamasının yüzde 3 olacağı, bu süreçte asıl büyümenin Asya’da ortaya çıkacağı öngörülmektedir; Asya’da ortaya çıkması demektir ki bugünün gelişmiş ülkelerinin yüzde 2’nin altında büyümesi tahmini vardır. Özetle, önümüzdeki elli yılda gelişmiş ülkeler için çok uzun bir durgunluk dönemi, hatta yoksullaşma, dünya skalasında şimdiki durumuna göre geride kalma veya göreli olarak küçülme beklenmektedir. Tespit edilen bu durumun tüm göstergeleri bugün için mevcuttur. Batı’nın aktüel rakamları tam da böyle bir gelişmenin başlangıcını vermektedir. Başka bir deyişle, Batı’nın gelişmiş ülkeleri, ekonomilerinin ve refah seviyelerinin sürdürülebilirlik şartlarını kaybetmek üzeredirler. ABD ve Avrupa, düşük büyüme oranlarıyla yılı tamamlamıştır. İşsizlik oranları yüksektir. Bulundukları durum her an resesyon ve krize girme riskini içermektedir. Asya’nın ise en yüksek büyüme hızına sahip bölgesi Güneydoğusudur. Güneydoğu Asya, eşsiz büyüklükteki nüfusu, şimdiye kadar görülmemiş büyüklükteki üretim ve tüketim kapasitesi sayesinde tüm dünya ülkeleriyle rekabet edebilmektedir. Bu coğrafya, ölçek ekonomisi, dünya birincisi AR-GE yatırımları, ucuz iş gücü ve müthiş pazarıyla hem dünya sermayesini çekmekte hem de rekabet gücüyle adeta yıkıcı etkilerini sürdürmektedir. TBMM GENEL KURUL 31/01/2013 CHP GRUBU’NUN ULUSLARARASI BÖLGESEL İŞBİRLİKLERİ ÖNERİSİNE İLİŞKİN KONUŞMA Üç yıldan bu yana, artık dünya mal pazarlarında şampiyon Güneydoğu Asya’dır. Hiçbir dünya şirketi, yatırım yaparken 50-60 milyonluk bir ülkeyi 1,5 milyarlık bir ülkeye tercih etmeyecektir. Dolayısıyla, bu şartlar, sürekli olarak Güneydoğu Asya’da dünyanın başka coğrafyalarına nazaran daha büyük bir büyümeye yol açmaktadır. Bu süreç, alternatifsiz bir ortamda dünyanın tek bir bölgesinin diğerlerine nazaran orantısız bir hızla büyümesine neden olmuştur ve bu durum devam etmektedir. Mevcut koşullar ve beklentiler açıkça tarif edildiğinde akla şu soru gelmektedir: Batı medeniyeti ve hegemonyası kendisine yüzlerce yılda sağladığı avantajlardan, yüksek konfor ve refah şartlarından, üstünlük duygusundan vazgeçebilecek midir? Başka bir deyişle; yeni rakiplerinden onlarca yıl ileride silah ve müdahale gücü varken bizzat kendisinin tespit edip raporladığı olumsuz bir gelecek beklentisi karşısında Batı’nın tepkisi ne olacaktır? Dünya, son altı yılda hızla değişmiştir. Tek kutuplu dünyanın şiarı olan söylemler tükenmek üzeredir. “Ulusal devlet bitti” söylemini artık duymuyoruz eskisi gibi. “Liberal ekonomi tek seçenektir” demiyorlar. Gelişmiş ülkelerde ekonomiye devlet müdahalesi de yaygınlaşmıştır. “Mikromilliyetçilik desteklenmelidir” söylemi, artık tercih edilmesi gereken söylemler arasından çıkarılmaya başlanmıştır. Küreselleşmeye övgüler ise hızını oldukça kaybetmiştir. Tek kutuplu dünya dengesinin sona erdiği, yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda kanaatler yaygınlaşmıştır. İşte “Arap Baharı” diye anılan süreçte Suriye’deki yönetimin direnişinin altındaki gerçek budur. Suriye’de, yeni kutuplar geçmişin tek kutuplu dünyasıyla karşı karşıya gelmişlerdir. ABD, askeri gücünü Orta Doğu’dan Güneydoğu Asya’ya kaydırmaya hazırlanmaktadır. ABD ve Hindistan’ın Çin’e karşı inşa etmeye başladıkları bloklaşma Vietnam, Kamboçya ve Filipinler de Çin baskısından korunabilmek kaygısıyla dış politikalarını uyumlaştırmaya başlamışlardır. Hindistan ve Japonya silahlanma 77 BÖLGESELLEŞME harcamalarını artırmaktadırlar. Japonya, Çin ile başlayacak olası bir savaşı Senkaku Adaları ve Tayvan üzerinden tartışmaya başlamıştır ve Anayasası’nda değişikliklere gitmektedir. Güneydoğu Asya’da yaşanan tezat şudur: Bu coğrafyanın ülkeleri ekonomik olarak Çin’in etrafında bütünleşirken güvenlik ve savunma alanında ABD ile işbirliklerini artırmaktadırlar. “Arap Baharı” denen Akdeniz’deki dönüşüm hareketlerinin arkasında da gerçekte, yükselen Güneydoğu Asya’yı dengeleyecek bir bölgesel entegrasyonun hazırlanma projesini aramak mantıklı olacaktır. Afrika’da artan huzursuzlukların ve Batı’nın bizim gibi stratejik ortaklarının bu coğrafyalara yönlendirilmeye başlanmasının arkasında da aynı kurgu vardır. Altını çizmemiz gereken mesele, artık ABD’nin ekonomik büyüklüğüne eşitleyebileceğimiz Çin’in ekonomik büyümesini kriz ortamlarında dahi yüzde 7-8 oranlarında sürdürmesidir. Bu tabandır kendileri için. İşte, bu yüzden bölgesel gerginlikler artmakta, silahlanma hızlanmakta, uzak kıtaların kaynak bölgelerine doğru etki yarışı kızışmaktadır. Bu süreç, küreselleşmeyle süratlenen ve beslenmiş olan bir sonuçtur. Bir coğrafyanın ekonomik olarak diğer coğrafyalara göre orantısızca ve olağanüstü büyümesi ve Batı’nın reel sektörü terk etme eğilimi ve uygulamaları bugünkü küresel dengenin bozulmasıyla sonuçlanmıştır. Öyle ki mevcut durum tüm taraflar için türlü riskler içermektedir. Kendi adıma, yıllarca izlediğim ve analiz ettiğim bu sürecin bizzat kendisi ve nedenleri, dünyamızın geleceği ve barış ortamı için son derece önemlidir. Bize göre bu sürecin barış içerisinde tüm taraflar için çözümü, ekonomik olarak yükselmiş olan bu bölgeye alternatif ve rakip olabilecek, çok sayıda ülkeden oluşan yeni bölgesel entegrasyon alanlarının ortaya çıkarılmasıdır. Dünyada yeni bölgesel ekonomik alanlara ihtiyaç vardır arkadaşlar. Bu olgunun adı bölgeselleşmedir. Bizim de dünyanın gidişine bakıp yıllar önce tespit ettiğimiz bölgeselleşme çözümü, bugün, gelişmiş ülkelerin de gündeminde tartışılmaktadır. Bize göre, dünyada yeni bölgesel entegrasyon alanlarının yükselmesine katlanmak, bugünün hegemon ülkeleri için bir taviz olacaktır. Buna rağmen gelişmişlerin kalkınmışlıklarını barış ortamında sürdürebilmeleri ancak bu tür bir 78 yolla sağlanabilir gözükmektedir. Bu şartlarda, bölgeselleşmeyi sanayileşmiş, gelişmekte olan ülkelerin katılıp gerçekleştirebileceği oluşumlar olarak düşünmek gerektiği kanısındayız. Az gelişmişler ise bu süreçten ham madde satışlarının artırılması, pahalanması ve satın alma avantajlarının gelişmesi gibi konularda yarar sağlayabileceklerdir. Bölgeselleşmede, bölgeler kendi içerisinde homojenizasyon sağlarken dünya dengelerine hizmet edeceklerdir. Türkiye için düşünürsek, bölgeselleşme ve entegrasyon istikrarsız ülkeler yerine, göreli de olsa istikrarlı ülkelerle yapılmalıdır. Bölgeselleşme ve entegrasyon ancak istikrarlı ülkelerle yapılabilir. Ekonomik entegrasyon, bir açık alışveriş halidir. Ancak, bununla beraber siyasal krizler ve istikrarsızlık da bu alışverişe konu olabilirler. İstikrarsızlık olgusu, bulaşıcı bir özellik de taşır. Dolayısıyla, ülkemizin güneyinde entegrasyon aramak, ne Türkiye’nin ne Batı Dünyası’nın ne Doğu’nun ihtiyaçlarına uygun olacaktır. Bölgesel entegrasyon alternatifleri konusu, yakın coğrafyamızda yeterince mevcut ve yüksek potansiyeldedir. Bu potansiyelleri değerlendirmek, yapılan anlaşma ve işbirliklerinden vazgeçmek anlamına gelmeyecektir. Dolayısıyla, yeni bir bölgesel entegrasyon ortamı mutlaka Avrupa Birliği’nden vazgeçme veya AB’yle ilişkilere, iş birliğine karşıt olma olarak algılanmamalıdır. Hepinize teşekkür ederim, saygılarımla. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gümüş. 10. KALKINMA giriş PLANI HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı hakkında konuşma yapmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. “Kalkınma” kavramının ülkemiz açısından ifade ettiği önemi bu kürsüden çokça ifade ettik. Bugün tartışmasız olan konu, kalkınmanın planlamadan kopartılamayacağıdır. Planlı bir ekonominin, ülkenin refah düzeyini ne kadar artıracağını, bu planlama içinde ekonomik, siyasi bağımsızlığın ve demokratik hakların öneminin ne kadar vazgeçilmez olduğunu ifade ettik, etmeye devam edeceğiz. AKP iktidara geldiği günden bu yana “istikrar” kavramının önemine vurgu yapmaktadır. Esas olarak, AKP, iktidarından önce atılmış ekonomik adımlar ve bu adımlarca çizilmiş ekonomik programları harfiyen devam ettirmiş bir iktidar olarak ülkeyi on yılı aşkın süredir yönetmektedir. Sayın Bakan, geçen yıl bütçe görüşmelerinde de ifade ettiğim, daha sonra da Meclis kürsüsünden CHP grup önerisine ilişkin yaptığım konuşmada da vurguladığım uluslararası bölgesel entegrasyon alternatiflerinin nihayet bu taslakta tartışılmaya açılması beni memnun etti. Çok kutuplu dünya analizlerimizin sahiplenilmesi ve planda yer almasından mutluluk duyuyorum. Ocak ayında bu kürsüden şunları ifade etmiştim: Dünya son altı yılda hızla değişmiştir. Tek kutuplu dünyanın kendine özgü denge yapısı ve geleceğe dair şiarları tükenmek üzeredir. Dünyada tek kutuplu dengenin sona erdiği ve yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda kanaatler artmıştır. Bu kanaatler yalnızca gelişmiş ülkeler için değil, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için de kabul edilen kanaatler olmaya başlamıştır. Artık yeni küresel dengeler konusunda hangi taşı kaldırsak altından Güney Doğu Asya ülkeleri, BRICS ülkeleri çıkmaktadır. Bu ülkeler TBMM GENEL KURUL 01/07/2013 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ONUNCU KALKINMA PLANI (2014-2018) GÖRÜŞMELERİNE İLİŞKİN KONUŞMA gelişmiş ülkelere rakip çıkarak dünyanın büyüme lokomotifleri olmuşlardır. Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri, bu ülkeler tarafında yoğunlaşmakta olan olağanüstü ekonomik ve dolayısıyla küresel gücün karşısında eski güç dengelerini, sürdürülebilirlik şartlarını hızla farklılaştırmaktadırlar, hatta yitirmektedirler. Gelişmiş ülkeler, Güney Doğu Asya ülkelerini dengeleyebilmek için Doğu Avrupa ve Karadeniz ülkeleri civarında entegrasyon ve işbirliği olanakları aramaya başlamışlardır. Bunları biz okuyoruz, duyuyoruz ama maalesef iktidar bu tür gelişmelerin farkında mıdır, biz onu fark edemiyoruz. Ülkemizin 2014-2018 dönemi arasında temel strateji belgesi olması gereken Onuncu Kalkınma Planı insan odaklı, çok büyük boyutlu ve bütüncül bir bakışa sahip olduğunu iddia etmektedir. Ancak çok boyutlu olduğunu iddia eden bu bakış açısı dikkat çekici eksiklikler ve farklılaşmalar ihtiva etmektedir. Örneğin, bir önceki plan döneminde kalkınmanın motoru olacağı ileri sürülen Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine, tartışmakta olduğumuz bu planın giriş bölümünde hiç değinilmemiştir. Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin yeni dengelerini kuracak temel stratejik atılım olarak görmeye başlarken bu konuya Onuncu Kalkınma Planı’nda çok zayıf olarak değinilmiştir. Dokuzuncu Plan’da Uzak Doğu’daki gelişmeler ve bunların dünyaya etkileri yer alırken, Onuncu Plan’da da bu konuya verilen yer ağırlıkla Orta Doğu’ya ve Körfez Bölgesi’ndeki İslam ülkelerine bırakılmıştır. Planda, dünyada global dengesizliklerin olduğuna da yer verilirken, yeni dengeleme çalışmaları için hangi çalışmaların olduğuna yer verilmemiş, hangi eğilimlerin ağırlık kazanmaya başladığı konusunda tahminler ise oldukça yetersiz kalmıştır. Oysa ki dünyada yeni bir bölgeselleşme hareketi dönemine girilmiştir. Güçlü bölgesel ekonomik entegrasyon alternatifleri küresel dengelerin yeniden barışçıl yollarla tesisi için en iyi seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. İşte, daha birkaç ay önce AB ile ABD, dünya tarihinin en önemli serbest ticaret anlaşmasını imzalayarak büyüme hızlarını yüzde 79 10. KALKINMA PLANI 1,5 oranında artırmayı hedeflemişlerdir. Üstelik, daha geçtiğimiz günlerde Kuzey İrlanda’da düzenlenen G-8 Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde bu serbest ticaret anlaşması geleceği şekillendirecek temel anlaşma olarak tanımlanmıştır. Peki, biz bu duruma ne denli hazırdık? Nasıl etkilenecektik bu gelişmelerden? Alternatif politikalarımız nelerdi? Üstelik Gümrük Birliği üyesi olmamız nedeniyle bu anlaşmadan bu denli etkilenecekken nasıl bir yol haritası çizecektik kendimize? Doğrusu, bu planda bu sorularımıza yanıt bulabilmeyi isterdik; ancak şaşırmadık. Dünya analizi, Sayın Dışişleri Bakanı’nın ayakları yere basmayan politikalarından ibaret olan iktidar partisinin böylesine kapsamlı bir strateji çizememesi şaşırtıcı olmadı, bizler açısından. Burada tarihi bir uyarıyı yenilemek istiyorum: Hükümet, bir an önce, Orta Doğu’da bir zamanlar kendisine sunulan Yeni Osmanlıcılık düşünden uyanmalı, istikrarsız alanlarda işbirliği ve entegrasyon hevesinden vazgeçilmelidir. İstikrarsızlık bir hastalık gibi bulaşıcıdır ve güney tarafından, Antakya bölgelerinden bulaşmaya başlamıştır. Unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin bölgeselleşme seçenekleri yalnızca duygusal tercihlere değil, yeni uluslararası konjonktüre, yeni makroekonomik dengelere, yeni çok kutuplu dünya jeopolitiğine bağlıdır. Planda, komşu ülkeler ve bölge ülkeleriyle ticaret ve yatırım potansiyelini değerlendirebilmek amacıyla özel ekonomik iş birliği yöntemleri olan ortak veya nitelikli sanayi bölgeleri, ortak ekonomik alan gibi iş birliği mekanizmalarından bahsedilmektedir. Planı hazırlayan bürokratlarımızın iyi niyetlerinden eminim. Ancak unutulmamalıdır ki iktidar partisi, bir zamanlar en büyük müttefiki olan Suriye ile de benzer bir yapılanma işine girerek “Şamgen” alanını hazırlamaya çalışmıştı. Ancak bugün gelinen noktada AKP zihniyeti Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşın bir tarafı haline getirmiş ve doğal olarak bu atılım sonuçsuz kalmıştır. Böylesine kapsamlı ve önemli işbirliği projelerinin AKP tarafından uygulanamayacağı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Planda farklı bölgesel merkezlerden söz edilmelidir. Ancak Türkiye’nin bu merkezlerle rekabet ve iş birliği stratejileri ne yazık ki vurgulanmamaktadır. Oysa ki ABD Dış Politikası’na 80 ilişkin son tartışmalarda Orta Doğu’dan AsyaPasifik bölgesine doğru bir yönelmeden söz edilmektedir. Şu sıralarda Çin’in Batıya yönelmekte olduğu konuşulmaktadır. Bu arada, Asya’da ilginç ve gelecekte sorun yaratmaya aday bir ikileme işaret edilmektedir. Sayın üyeler, Hükümet, dünyanın gidişatını ve büyük güçlerin yeni tercihlerini anlayamamıştır. Geliştirilen stratejinin gerçekleşebilme şansı olmayacaktır. Bu durum ancak AKP’yi tarihin derinliklerine göndermeye yarayacaktır. Çünkü dünyayı anlayamazsanız dünya, Gezi olaylarından sonra olduğu gibi sizi tanımayacaktır, arkanızda durmayacaktır. Bakınız, ihracatımızın yüzde 50’sine yakınını oluşturan AB’yle dahi net bir gelecek hedefi kurgulanmamıştır. Müzakerelere aynı gün, 3 Ekim 2005 tarihinde beraber başladığımız Hırvatistan şu anda AB’ye katılmış bulunmaktadır. Ne oldu AB perspektifimize? Suriye, İran, AB, Türk Cumhuriyetleri, ne tutarsanız elinizde kalıyor. Şimdi de dünya karşınıza geçmek üzeredir. Hayırlı olsun diyorum! Çok teşekkürler. ... HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada konuşmacıların kalkınma için uluslararası işbirliğinden konuşması gerekirdi. Ancak bu konu zayıf kalmıştır. Küresel şartlar nedir? Orta ve uzun vadeli süreçte küresel şartlar nereye doğru evrilecektir? Bu sorular ülkemizin planlarında ciddi şekilde yer almalıdır. Bu kürsüden biraz önce de ifade ettiğim gibi, Soğuk Savaş sonrası oluşan Tek Kutuplu Dünya Sistemi son altı yıldan bu yana hızla terk edilmektedir. Ancak bu terk ediş eski çift kutuplu dünya sisteminden farklı olarak giderek iç içe geçmiş çok kutuplu bir dünya sistemine doğru evrilmektedir. Bunu daha açık bir şekilde ifade edebiliriz: Geleceğin dünyasında kutuplararası ve bölgesel ilişkiler nasıl olacaktır? Geleceğin uluslararası bölgesel entegrasyonları kendi içinde homojen ekonomiler ve homojen yapılar oluştururken bu homojenlik zamanla bölgelerarası ve dünya çapında uyumlulaşmaya yönelebilecektir. Aynı zamanda bölgesel ekonomiler diğer ekonomilerle yapılacak anlaşmalar ile adeta birbirini kesen 10. KALKINMA PLANI -teğet geçen değil- daireler gibi iç içe geçme görüntüleri oluşturabileceklerdir. Bu manzara bölgeselleşirken dengelenip küreselleşen dünyanın yeni bir görünümü olabilecektir. Onuncu Kalkınma Planı’nda da bu çok kutuplu sürecin adı gecikmeli ve eksik de olsa Hükümet’in hazırladığı bir metinde de konmuş oldu; içeriği de hızla doldurulmalı ve zenginleştirilmelidir. Bizim uzunca bir süredir ifade ettiğimiz bu sürecin ülkemizde ciddi etkileri söz konusudur ve gelecekte de olacaktır. Batı’nın ekonomik hakimiyetine alternatif olarak Güneydoğu Asya merkezli yükselen ekonomik gücün doğurduğu jeopolitik gerilimler, görülen odur ki ancak yeni uluslararası bölgesel entegrasyonlarla dengelenebilecektir. Tabii ki savaş ihtimaline de yeni bir önlem olacaktır. Bu kavramın adı “Uluslararası Bölgeselleşme”dir. Yeni uluslararası bölgesel entegrasyonlar, yeni ölçek ekonomilerini doğuracak ve ekonomik modeller gündeme gelecektir. Dünya ölçek ekonomileri dönemine girmektedir, giremeyenler geride kalacaktır. Süreç, ülkemiz açısından son derece kritik karar noktalarında olduğumuz anlamına gelse de bugünün iktidarı büyük ölçüde bu durumun farkında değildir. Genel olarak, Orta Doğu ve özellikle Suriye politikasında takınılan tavır ve tutumlardan ve şimdi de bu planda uluslararası alana eksik yaklaşımdan Hükümet’in dünya jeopolitiği ve küresel dengeleri algılayamadığını ya da çok az farkında olduğunu görüyoruz. Kısaca, Onuncu Plan’da dünyanın çok kutuplu süreci tanımı konulmasına rağmen bunun nasıl bir bölgesel entegrasyona dönüşebileceğine ilişkin bir öngörü yoktur. Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin yeni dünya dengelerini kurarken, en önemli stratejik gelişmelerin içine sokmayı düşünürken konu Hükümet’in planında çok çok zayıf kalmıştır. Dokuzuncu Plan’da Uzak Doğu’daki gelişmelerin dünyaya etkileri ele alınırken Onuncu Plan’da Uzak Doğu’ya verilen yer Orta Doğu ve İslam ülkelerine bırakılmıştır. Eğer ülkemiz gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel uluslararası bölgesel entegrasyona ilişkin hazırlık sürecinde pasif kalırsa bu büyük bir kayıp olacaktır. Pasif kalmamak için atılan adımlarda da jeopolitik stratejiler ile hareket edilmesi ülkemizin çıkarları gereğidir. Bu jeopolitik stratejileri bugünkü Hükümetin ve Dışişleri Bakanlığının çözemediği açıktır. Ülkemiz, ne yazık ki yakınlaşması gereken politik istikrarı yüksek ve ekonomik üretim ve kaynak potansiyeli yüksek alanlardan uzak tutulurken, istikrarsızlığın ve üretimsizliğin kol gezdiği alanlara yakınlaştırılmıştır. Bu alanlar ülkemizin güneyindedir arkadaşlar. “Yeni uluslararası bölgesel entegrasyonlar, yeni ölçek ekonomilerini doğuracak ve ekonomik modeller gündeme gelecektir. Dünya ölçek ekonomileri dönemine girmektedir, giremeyenler geride kalacaktır.” Teşekkürler. 81 fotoğraflar Balıkesir Merkez’de köy ziyaretlerinden Dursunbey Durabeyler Köyü Gümüş, Gn. Bşk. Yrd. Haluk Koç ile Balya’da Gümüş, Bigadiç’te gençlerle... Edremit sel felaketini yerinde incelerken Balıkesir Merkez esnaf ziyaretlerinden 83 Gümüş, Erdek’te partililerle... Gümüş CHP Burhaniye İlçe Örgütü’nde Gümüş’ün Manyas Ziyareti Gümüş’ün Gömeç ziyareti 84 Gümüş, CHP Susurluk İlçe Merkezi’nde Gümüş’ün İvrindi ziyaretinden Gümüş, Havran köy ziyaretlerinde Gümüş, Edremit köylerinde 2B Mağdurlarına seslenirken Gümüş, Havran köy ziyaretlerinde Gümüş, Balıkesir’de yeryüzü iftarında. Gümüş, Kalaycılar, Kocaavşar ve Merkez köylerde... Gümüş, Kalaycılar, Kocaavşar ve Merkez köylerde... 85 Gümüş, Bigadiç‘de köy ziyaretinde Gümüş, Bigadiç ziyaretinde Bigadiç İskele Kasabası Gümüş, Akçay Uğur Mumcu Anıt Park açılışında 86 Dursunbey Durabeyler Köyü Gümüş’ün Gönen ziyaretinden... Gümüş, Gönen’de esnaf ziyaretinde... Gümüş’ün Gönen ziyaretinden... Kepsut ziyareti Gümüş’ün Gönen ziyaretinden... Gümüş Manyas’ta Şamlı ve Yağcılar köyleri ziyaretlerinden 87 Savaştepe Belediyesi’nin İftar Yemeği Paşaköy’de Genel Bşk. Yrd. Faik Öztrak ile beraber... Gümüş’ün Edremit köylerindeki çalışmaları Gümüş, CHP Edremit Parti Okulu bünyesinde köy ziyaretlerinde Karapürçek at yarışları ödül töreni Dursunbey atık depolarına karşı bilinçlenme toplantısı 88 Gönen’de pazar yerinde Gn. Bşk. Yrd. Haluk Koç’un Savaştepe ziyaretinden Gönen’de pazar yerinde Savaştepe’de yeni üye kabulünde rozet töreni Balıkesir Merkez köy ziyaretlerinden Sındırgı ziyaretinden 89 Gn.Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu’nu uğurlarken Gümüş, Burhaniye’de partililerle Çanakkale Mv. Ali Sarıbaş ve İstanbul Mv. Ali Özgündüz ile Meclis’te 90 CHP’nin Türkiye geneli İl Genel Meclisi Üyeleri ile yapılan toplantıdan Babası Eski Bigadiç Bld. Bşk. Ahmet GÜMÜŞ’le Meclis’te Erdek Atatürkçü Düşünce Derneği Gn.Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu ile Misafirleri ağırlarken Dünya Uygur Kongresi 4. Genel Kurulu Uygur Türkleri’nin Japonya Temsilcilerinin Ziyareti Silivri Duruşma Salonu önü Gümüş, Macarlar Köyü ziyaretinde Uygur Türkleri’nin Meclis Ziyareti Toplantısından 91 Gümüş’ün Bandırma ziyaretinden Dursunbey’de “Zehir Deposu Yaşamı Mahveder” Toplantısı Gümüş’ün Bandırma ziyaretinden Edremit’te Esnaf Ziyaretinden 92 Edremit’te Esnafla iç içe Dursunbey’de “Zehir Depolarına Hayır” Toplantısı Balıkesir STK Ziyaretlerinden Gümüş, Meclis’te misafirlerini ağırlarken Gümüş’ün İznik ziyareti Pamukcu köyünde Gn.Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu ile Muş CHP Gençlik Merkezi Gümüş Muş’ta esnaf ziyaretinde 93 Dursunbey Ziyareti Dursunbey’de Atık Deposu Yapılan Maden Alanı Karapürçek At Yarışları Edremit’in Gümrük Mahallesi... 94 Esnaf Ziyareti İzmirli Boşnaklar Derneği Ziyareti Balıkesir Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları Gümüş çocuklarla Edremit Ziyareti CHP Ayvalık İlçe Örgütü Ziyareti Ayvalık Esnaf Ziyareti İstanbul Gezi Parkı 95 HALUK AHMET GÜMÜŞ 10 Mart 1960’ta Balıkesir Bigadiç’te doğdu. Ahmet ve Emine GÜMÜŞ’ün oğludur. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde Balıkesir’den Milletvekili Adayı oldu ve seçildi; T.B.M.M 24. dönem 1. ve 2. yasama yıllarında Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak çalıştı. Halen, yeni kurulan Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi adına, hükümetin çalışmalarının incelenmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi ile görevli çalışma gruplarında Kalkınma Bakanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan sorumludur. Ekonomist, İş Geliştirme ve Jeopolitika Uzmanı; Eğitimi; • Doktora programına bağlı Derinleştirilmiş Etütler Diploması (DEA), Jeopolitik Enstitüsü (UFI), Paris Üniversitesi (Universite De Paris) (Karadeniz Jeopolitiği ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği üzerine) • İşletmecilik Yönetimi İhtisas Programı, İşletme Fakültesi, İstanbul Üniversitesi • Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi • İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi (Avrupa Topluluğu Mastır Programı derslerini aldı.) İş hayatı; Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda 7. ve 8. beş yıllık kalkınma planlarında Özel İhtisas Komisyonları Üyeliği görevlerinde bulundu. Özel sektörde, şirketler grubunda Grup Başkanı ve öncesinde Genel Müdür Yardımcısı, Koordinatör, İş Geliştirme ve Stratejik Planlama Müdürü olarak görev yaptı. Fransızca ve İngilizce bilen Gümüş, evli ve 1 çocuk babasıdır. HALUK AHMET GÜMÜŞ CUMHURİYET HALK PARTİSİ MİLLETVEKİLİ TBMM KONUŞMALARI • Türkiye • Uluslararası Bölgesel Entegrasyon • Dünya