Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
Transkript
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
İçerik Sait Akşit, Çiğdem Üstün Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye ................................... 3 Nicolas Monceau Fransa ............................................................................ 11 Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi Almanya.......................................................................... 25 Yvonne Nasshoven Belçika ............................................................................ 37 Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali İtalya ............................................................................... 47 Eduard Soler i Lecha, Irene García İspanya ........................................................................... 61 Athanasios C. Kotsiaros Yunanistan...................................................................... 75 Gunilla Herolf İsveç ............................................................................... 86 Cengiz Günay Avusturya........................................................................ 97 Costas Melakopides Güney Kıbrıs................................................................. 109 Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová Çek Cumhuriyeti ........................................................... 125 Adam Szymański Polonya ........................................................................ 138 Iulia Serafimescu, Mihai Sebe Romanya ...................................................................... 157 Marin Lessenski Bulgaristan.................................................................... 171 Özgehan Şenyuva, Sait Akşit Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler 182 Yazarlar Hakkında Bilgi .............................................. 194 2 Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye Sait Akşit, Çiğdem Üstün* Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday ülke statüsünü resmen kazanmış ve Ekim 2005’te üyelik müzakereleri sürecine başlamıştır. Bu Türkiye ile AB ilişkileri açısından birçok olumlu gelişmenin meydana geldiği bir dönem olmuş ve Türkiye’de üyelik hedefinin gerektirdiği koşulları yerine getirmek amacıyla bir dizi reform paketi hazırlanmıştır. Aynı dönemde ilk olarak Ecevit hükümeti, ardından da Gül ve Erdoğan hükümetleri tarafından ülkenin iç ve dış politikasında bir dizi değişime işaret eden gelişmeler meydana gelmiştir. Zaman zaman bu çabalar bazı hassas konulara ciddi yaklaşımlar içermiştir. Bu dönemde meydana gelen en önemli gelişmeler arasında Türkiye’nin dış politika önceliklerinin yeniden değerlendirilmesi ve Yunanistan’la ilişkiler ile Kıbrıs Sorunu gibi uzun yıllardır süregelen sorunları çözme çabaları yer almaktadır. Müzakere sürecinin başlaması sonrasında bu tabloda bir değişim meydana gelmiş ve 2006-2009 dönemi inişli çıkışlı bir zaman dilimi olmuştur. Aslına bakılırsa bu dönemde inişlerin çıkışlardan daha fazla olduğu söylenebilir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bu dönemle ilgili olarak sıklıkla dile getirilen eleştirilerden biri Türkiye’nin 2006’dan bu yana fazla bir çaba göstermediğidir. Esasında reform sürecinin oldukça yavaşladığı, hatta bazı zamanlarda tümüyle durduğu iddia edilmektedir. Avrupa Birliği tarafında Türkiye’nin reform sürecinde * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 3 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ilerleme olmayışı müzakere sürecindeki yavaşlama için de önemli bir neden olarak gösterilmektedir. Müzakerelerin başlamasından kısa bir süre sonra AB tarafında bu iddialara Türkiye’nin tam üyeliğine alternatiflerden yana söylemler de eklenmiştir. Bu durum önce Almanya’da, sonra da Fransa’da iktidar değişimlerinde yansımasını bulmuştur. Kasım 2005’te Almanya’da iktidara gelen Şansölye Angela Merkel Türkiye için tam üyelikten ziyade imtiyazlı bir ortaklığın önde gelen savunucuları arasında yer almıştır. Bu yaklaşım Mayıs 2007’de Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilen Nicolas Sarkozy tarafından da önce seçim kampanyası sırasında, sonra da Cumhurbaşkanlığı görevinde sergilenmiştir. Türkiye’nin üyeliğine sert bir biçimde karşı çıkan Sarkozy’nin seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine resmi bakışı konusunda bir dönüm noktası teşkil etmekte1 ve bunu Türkiye’de tam üyeliğe bir alternatif olarak algılanan Akdeniz Birliği önerisi izlemektedir. Türkiye’de tablo biraz daha karışıktır. Öncelikle hem Avrupa Birliği kurumları hem de Merkel ve Sarkozy de dâhil olmak üzere bazı AB üye ülkeleri liderlerince Türkiye’ye verilen mesajlarda gittikçe artan bir muğlâklık olduğu inancı hâkim konuma gelmektedir. Üyeliğe alternatif önerileri ile Türkiye’nin hassas iç ve dış politika sorunları konusunda yapılan siyasi açıklama ve yorumlar bu muğlâklık hissini güçlendirmiş, ve bu durum da AB üyesi ülkelerin bazı liderlerinin Türkiye’yi Birliğin dışında bırakmak için müzakere sürecinin resmen bir parçası olmayan yeni koşul ve engeller çıkardığı yönünde yaygın bir inanışın doğmasına neden olmuştur. Nitekim Türkiye’de üyelik sürecinin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’2 AB üyesi olmasından sonra kolay olmayacağı 1 Bu durum bu kitapta Nicolas Monceau tarafından yazılan bölümde de vurgulanmıştır. Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen 2 4 Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye yönünde bir kanı vardı. Bu endişelerin yersiz olmadığı Kıbrıslı Rumların müzakere sürecinde bazı başlıkları resmen olmasa da engellemesi ve Aralık 2006’da bir “tren kazası” yaşanması ihtimali ile ortaya çıkmıştır. Nitekim Türkiye’nin müzakere süreci tahmin edilenden daha da zor bir yolda ilerlemekte olup beklenenden daha fazla engellerle karşılaşılacağı görülmektedir. İmtiyazlı ortaklık çağrıları, Akdeniz Birliği önerisi, Ankara Anlaşması protokolünün ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni da içerecek şekilde genişletilmesi yönünde yapılan çağrılar ve hava ve deniz limanlarının Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açılması talepleri Türkiye’de yeni engeller çıkarma ya da tam üyeliğe alternatif bir yolu öne çıkarma yönünde girişimler olarak değerlendirilmektedir. Dahası AB’de Türkiye’nin ‘Avrupalılığı’ konusunda süregelen tartışmalar ve Türkiye’nin adaylığının tekrar tekrar sorgulanışı Türkiye’de AB hakkındaki mit ve önyargıları güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Bir yandan Türkiye’de AB hakkında, bir yandan da AB’de Türkiye hakkında ciddi ve sürece zarar veren mit ve önyargılar olduğuna inanıyoruz. Akademik Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu (Strengthening and Integrating Academic Networks - SInAN) projesine başlarken ele alınan noktalardan biri de bu muğlâk ilişkinin bir parçası olan böylesi mit ve önyargıları sorgulamaktı. Elinizdeki bu eserde Türkiye’nin üyeliğinin bir dizi AB üyesi ülkede nasıl algılandığı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ve tarafların tümü için yaratacağı fırsat ve zorluklar yaygın bir biçimde tartışılmakta ise de farklı ülkelerdeki aktörlerin pozisyon ve argümanlarını bir araya getiren kapsamlı bir analize rastlamak nispeten güçtür. Esasında genele bakıldığında Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığının hem AB hükümetleri, hem de üye ülke vatandaşları arasında tartışmalı ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve ‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir. 5 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış toplumda bölünmelere yol açan konulardan biri olarak ortaya çıktığı söylenmektedir. Nitekim Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Avrupalıların algıları üzerine literatür son derece kısıtlı olup mevcut çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet, muhalefet, kamuoyu ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini medya’da buldukları yerle birlikte irdelemeye çalışmamaktadır.3 Elinizdeki bu eser Avrupa Birliği tarafından ‘AB ve Türkiye arasındaki Sivil Toplum Diyaloğunun Geliştirilmesi Projesi: Üniversiteler Hibe Programı’ kapsamında finanse edilen Akademik Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu (SInAN) projesinin bir sonucudur. Bu çalışma, SInAN proje önerisinin en başında gündeme gelmiş bir çalışma olup proje ortağımız Köln Üniversitesi Jean Monnet Merkezince koordine edilen EU-CONSENT projesi kapsamında hazırlanan EU-27 Watch4 örneğinin açtığı yoldan gitme amacıyla ortaya konmuştur. Elinizdeki bu eserle Orta Doğu Teknik Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi SInAN projesinin ana koordinatörü sıfatıyla Türkiye’nin AB ile entegrasyon sürecine dair mevcut tartışmanın koşullarını niteleyen mitleri sorgulamayı ve Türkiye’nin AB’de, AB’nin de Türkiye’de daha iyi bilinir ve anlaşılır kılınmasını amaçlamaktadır. Her ne kadar elinizdeki eserin içeriği zamanla öngörülenden daha farklı bir şekil almış ve sonuçta farklı AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin AB adaylığı konusundaki görüşlerini sergiler bir hale gelmişse de başlıca hedefler aynıdır. Bu çalışma Türkiye’nin adaylığının 2006-2009 döneminde AB üyesi ülkelerde ne şekilde algılandığı sorusunu ele 3 Bunun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie Tocci (der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Quaderni IAI, Aralık 2008. Ayrıca Avrupa kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız, Antonia R. Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession: Making Sense of Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working Paper no. 16, Mayıs 2007. 4 EU-27 Watch serisinin sayılarına http://www.eu-consent.net/content.asp? contentid=522 inernet adresinden ulaşılabilir. 6 Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye almaktadır. Üye devletlerden çeşitli uzmanlara bu soruyu sorduk ve söz konusu ülkelerdeki belli başlı aktörlerin bazılarının (hükümetler, muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve medya) konuya bakışlarını göz önünde bulundurarak nitel gözlemlerini sunmalarını istedik. Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, İspanya, Yunanistan, İsveç, Avusturya, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’5, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’dan farklı uzmanlar bize bu konuda ışık tuttular. AB üyesi ülkelerin bu alt kümesi bir dizi kritere göre oluşturulmuştur. Öncelikle bu ülkeler geniş bir coğrafi dağılımı temsil etmekte ve çalışma Güney, Kuzey, Orta ve Doğu Avrupa’dan üye ülkeleri içermektedir. Dahası, bu grup içerisinde Avrupa Birliği’nin geçirmiş olduğu her bir genişleme dalgasından ülkeler mevcuttur. Üçüncüsü, bu grup çekirdek, eski, yeni, küçük ve büyük üye devletlerden örnekler içermektedir. Dördüncüsü, Türkiye’nin AB üyesi komşularını ve Türkiye ile iyi ekonomik ilişkileri olan ülkeleri de içermektedir. Beşincisi, bu grupta resmen Türkiye’nin üyeliğini destekler bir tavır takınan ülkeler (ki bunlardan bazıları yalnızca koşullu destek vermektedir) ile Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bir bakışa sahip ülkeler birlikte yer almaktadır. İlgili tüm tarafları ele almayı amaçlayan bu akademik çalışmalar bir bütün olarak en baştaki varsayımımızı destekler bir tablo çizmektedir: Elitlerce sürüklenen bir süreç olduğu düşünülen ve uzun süredir de böyle kabul edilen bir süreç olmasına rağmen AB entegrasyon süreci Türkiye’nin adaylığının çeşitli boyutlarıyla anlaşılması için farklı aktörlerin algılarını göz önünde bulundurmalıdır.6 Çeşitli ülke çalışmaları ile 2006-2009 dönemini göz önünde bulundurarak aşağıdaki sorulara yanıt aramaya çalıştık: 5 Bkz. 3 numaralı dipnot. Bkz. Özgehan Şenyuva, “Turkey European Union Relations: A Quest For Mass And Elite Opinion”, SInAN Newsletter 2, Avrupa Çalışmaları Merkezi, Ankara, 2009, http://sinan.ces.metu.edu.tr/dosya/newsletter2.pdf internet adresinden ulaşılabilir. 6 7 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış • Türkiye AB üyesi ülkelerde ne derece tartışma konusudur? • Türkiye hakkında yapılan tartışmalarda bilgi düzeyi nedir? • Farklı aktörlerin algılarının temelini neler oluşturmaktadır? • Ele alınan ülkelerde Türkiye hakkındaki tartışmalarda hâkim çeşitli mit ve önyargılar mevcut mudur? • Türkiye’nin üyeliğinin sunduğu fırsatlar ve zorluklar nelerdir? • Ülkeler arasında Türkiye’den yana veya Türkiye’ye karşı argümanların kesişimi söz konusu mudur? • Türkiye’nin üyeliğini destekleme ya da buna karşı çıkmanın başlıca nedenleri ve bu tutumların altında yatanlar nelerdir? • Türkiye’nin üyeliğine ilişkin algılar genişleme süreci gibi daha geniş bir bağlamda mı ele alınmalıdır? Bu sorulara kapsamlı bir yanıt verebilmek için daha detaylı bir analiz gerekmektedir. Elinizdeki bu eser de bu tür çalışmalara katkı yapmayı amaçlayan bir girişimdir. Kitaba genel bakış Türkiye’nin AB üyeliğine Fransızların bakışı analizinde Nicolas Monceau Fransa’nın Türkiye konusundaki kamuoyundaki tartışmaların en yoğun ve ateşli yaşandığı AB ülkelerinden biri olduğuna işaret etmektedir. Monceau, Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde üyeliğe karşı çıkışın altında yatan başlıca etkenleri ortaya koymakta ve partiler ile liderler arasında bu konuda bir bölünmüşlük olup olmadığını irdelemektedir. Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi Almanya’da Türkiye’nin üyeliği sorusuna farklı yaklaşımlar olduğunu belirtmekte ve kapsamlı bir soru yumağı ortaya koyan yaklaşımlara işaret etmektedir. Öte yandan Yvonne Nasshoven Belçika’da büyük ölçüde iç gündemdeki sorunlar nedeniyle 8 Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye Türkiye’nin üyeliği konusunda ancak kısıtlı boyutta gerçekleşen bir tartışmaya ışık tutmaktadır. Yine de Belçika’nın konuya bakışı ülkede kayda değer bir Türk nüfusunun varlığı ile Belçika Başbakanı Hermann von Rompuy’un Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığı’nı 2009 ile 2012 arasında iki buçuk yıllık bir süre için yürütecek olması nedeniyle önem arz etmektedir. İtalya, Türkiye’nin AB ile bütünleşme sürecinin en önemli destekçileri arasında yer aldığı için Emiliano Alessandri ve Sebastiano Sali’nin gözler önüne serdiği gibi İtalyanların konuya bakışı bilhassa dikkat çekicidir. Bu tabloya göre farklı aktörlerin algıları ile bunlar arasındaki ilişkiler daha da irdelenmesi gereken ilginç araştırma konuları olarak öne çıkmaktadır. İtalya’ya benzer biçimde İspanya da Türkiye’nin AB üyeliğini en çok destekleyen ülkelerden biridir. Eduard Soler i Lecha ve Irene García İspanyol pozisyonunu değerlendirmekte ve resmi düzeyde verilen desteğin farklı düzeylerde de yansımasını bulup bulmadığını sorgulamaktadır. Athanasios C. Kotsiaros ise Türkiye’nin üyeliğine destek veren ve karşı çıkan unsurları değerlendirmesinde Yunanistan’da destekler olmakla birlikte biraz da isteksiz bir yaklaşıma işaret etmektedir. İsveç konusunda katkılarını sunan Gunilla Herolf Türkiye’nin üyeliğine şartlı verilen desteği gözler önüne sermekte ve ülkesinin ilgisinin Türkiye’nin reform sürecine yoğunlaşmış olduğunu ifade etmektedir. Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine en sert muhalefeti yapan ülkeler arasında sayılabilir. Cengiz Günay bu bağlamda Avusturya’nın karşı duruşuyla ilişkili çeşitli unsur ve görüşleri tartışmakta ve bunları Avusturya’da en basit şekliyle Türkiye konusundaki tartışmaların ötesine geçen genel bir perspektifle ilişkilendirmektedir. Costas Melakopides’in Kıbrıslı Rumların algıları konusundaki değerlendirmesi Türkiye açısından bazı son derece tartışmalı konu ve başlıklara dikkat çekmekte 9 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ve bu bağlamda Kıbrıslı Rumlar örneğinde bir toplumun konu hakkında ne kadar önyargılı olabileceğini göstermektedir. Türkiye’nin adaylığı konusundaki tartışma AB’nin yeni üyelerinden bazılarında daha kısıtlı ölçekte gerçekleşmektedir. Bu durum Petr Kratochvíl, David Král ve Dominika Dražilová’nın Çek Cumhuriyeti’ni, Adam Szymański’nin de Polonya’yı ele alan ve tartışmanın kısıtlı olduğuna dikkat çeken çalışmalarında görülmektedir. Her iki çalışma da Türkiye’nin üyeliği konusunda taraf olmanın ve buna karşı çıkmanın nedenlerini sorgulamaktadır. Öte yandan Iulia Serafimescu ve Mihai Sebe Romanya açısından konuyu ele almış ve büyük ölçüde bölgesel etkenlere odaklanmıştır. Bulgaristan ise ülkedeki büyük Türk azınlık ile bunun 1990’ların başından beri oynadığı siyasi rol nedeniyle son derece ilginç bir örnektir. Kitabın sonunda yer alan katkısında Marin Lessenski Bulgaristan’da konunun algılanışını etkileyen etkenlere bakmakta ve Türk azınlık, ikili ilişkiler ve iki komşu ülke arasındaki ilişkileri şekillendiren tarihsel ve kültürel arka plan üzerinde oluşan imaja odaklanmaktadır. 10 Fransa Nicolas Monceau* Fransa Öz Fransa son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği Avrupa ülkelerinden biridir. Bu durum Türkiye ve Fransa arasında yüzyıllardır yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir. Bu rapor, ilk olarak, Fransız kamuoyunun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda geride kalan dönemde geçirdiği evrimi ele alacaktır. Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde Türkiye üyeliğine karşı olan çoğunluğun kendi konumlarını açıklamada kullandıkları ana etkenleri –siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal– betimlemektedir. Raporda, daha sonra, Fransa’daki siyasi arenaya odaklanılmakta ve Fransız siyasi partileri ile liderlerinin Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki derin bölünmüşlüğünün altı çizilmektedir. Böylece Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Fransızların görüşlerinin farklı Avrupa algılarıyla bağlantılı olduğu ve Fransa’nın Nicolas Sarkozy’nin Fransa Cumhurbaşkanı seçildiği 2007’den beri Türkiye’nin AB üyeliğine resmi düzeyde karşı çıkar pozisyonunun evrimi anlatılmaktadır. Rapor Fransız medyasının ülkede Türkiye’nin AB üyeliği konusunda kamuoyunda bir tartışma başlatılmasındaki rolüne değinerek sonuçlandırılacaktır. * Bu metinde ortaya konan görüşler yazara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 11 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Giriş Fransa son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği Avrupa ülkelerinden biridir. Bu durum Türkiye ve Fransa arasında yüzyıllardır yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir. Türkiye’nin AB üyeliğine Fransız bakış açısının şekillenmesinde üç ana aşamadan bahsetmek mümkündür. İlk olarak, 2002 yılı Fransa’da Türkiye konusunun medyada yer bulması açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Kasım 2002’de, o dönemde Avrupa’nın Geleceği Konvansiyonu’nun başkanlığını yürütmekte olan Valéry Giscard d'Estaing Fransa’da Türkiye’nin “Avrupalılığı” konusundaki tartışmayı başlatmış ve Türkiye’nin Avrupa’da yer almadığını belirterek üyeliğinin AB’nin sonu olacağını dile getirmiştir. Aynı ay içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’deki genel seçimlerde elde ettiği zafer sonucunda Fransız medyasında “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanan yeni bir hükümet kurulmuştur. 2004 ve 2005’te Türkiye’nin üyelik başvurusu Avrupa Parlamentosu seçimleri için Fransa’da yürütülen kampanyalarda, sonrasında ise Mayıs 2005’te Avrupa Anayasası referandumunda ve Ekim ayında da Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin başlaması ile siyasi bir tartışma konusu haline gelmiştir. Son olarak 2007’de Nicolas Sarkozy’nin Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki resmi tavrı için de bir dönüm noktası oluşturmuştur.1 1 Bruno Cautrès et Nicolas Monceau, La Tentation du refus ? Européens, Français et Turcs face à l’adhésion de la Turquie à l’Union européenne, Paris, Presses de Sciences Po, 2010. 12 Fransa Fransız vatandaşlarının çoğunluğu Türkiye’nin AB üyeliğine karşı Çoğu kamuoyu yoklamasında aynı sonuca varılmaktadır: Avrupa düzeyinde Fransa, Almanya, Avusturya ve Yunanistan ile birlikte Türkiye’nin AB üyeliğine en kuvvetli muhalefetin bulunduğu ülkeler arasındadır. Avrobarometre’ye2 göre Fransız vatandaşlarının çoğunluğu Türkiye’nin AB’ye katılma ihtimali konusunda çekinceler dile getirmektedir. Eylül 2006’da görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının %69’u Türkiye’nin gelecekte AB üyesi olmasına karşı çıkarken %22’si aksi yönde görüş bildirmişlerdir.3 Transatlantik Eğilimler gibi diğer uluslararası kamuoyu yoklamaları da aynı eğilime işaret etmektedir. Fransa’nın bu konudaki muhalif tavrı zaman içinde istikrarlı bir seyir izlemiş, hatta son yıllarda kuvvetlenme eğilimi dahi göstermiştir: Türkiye’nin üyeliğine karşı olan Fransız vatandaşlarının oranı 2002 baharı ile 2006 güzü arasında %64 ila %69 seviyesinde seyrederken 2008 baharında %71 gibi bir orana ulaşmıştır. Aynı dönemde konuya olumlu yaklaşanlarda da bir artış meydana gelmişse de bu daha düşük bir oranda gerçekleşmiştir (%19’dan %22’ye). 2002’den bu yana “görüşüm yok” diyenlerin oranındaki azalış da Türkiye konusundaki tartışmaların kamuoyunun şekillenmesinde oynadığı rolü de göstermektedir. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine Fransızların karşı çıkışı son yıllarda dile getirilen AB’nin genişlemesine bir genel karşı çıkış çerçevesi içinde de değerlendirilebilir. 2007 baharında Fransa’da ankete yanıt verenlerin %60’ı AB’nin genişlemesine karşı çıkarken %32’si karşıt yönde görüş belirtmiştir.4 IFOP tarafından 2002 Aralık, 2003 Haziran ve 2004 2 Başka bir kaynak belirtilmediğinde raporda alıntılanan tüm oranlar Avrobarometre’den alınmış kabul edilmelidir. 3 Eurobaromètre 66, L’opinion publique dans l’Union européenne. Automne 2006. Rapport national France, Brüksel, Ocak 2007. 4 Eurobaromètre 67, L’opinion publique dans l’Union européenne. Printemps 2007. Rapport national France, Brüksel, Temmuz 2007. 13 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Haziran ve Eylül aylarında ulusal düzeyde gerçekleştirilen kamuoyu yoklamalarında ankete yanıt veren Fransızların %56 ila %61’i Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumsuz görüş bildirmiştir.5 Fransa’da çoğunluğun Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkışını açıklayan ana etkenler nelerdir? Türkiye-Avrupa ilişkilerinin siyasi, iktisadi, kültürel ve göçle ilişkili boyutları Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki Fransız bakış açısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. 2006 güz döneminde iktisadi ve siyasi koşulların, özellikle de insan hakları meselesine ilişkin olanların, üyelik şartlarına konmasına ankete yanıt veren Fransızların büyük bir çoğunluğu destek vermiştir. Üyeliğin Türkiye’den göçü teşvik eder bir rol oynayabileceği endişeleri de Fransızlar arasında yaygındır. Son olarak Türkiye’nin “Avrupalılığı” konusundaki tartışmalarda sıklıkla duyulan kültürel uyumsuzluk savı da Fransızların başlıca endişeleri arasında yer almaktadır. Haziran 2008’de Türkiye’nin AB üyeliği Fransız vatandaşları veya liderlerinin görüşleri içinde öncelikli bir yer işgal etmemekteydi. Türkiye’nin olası AB üyeliği Fransızların en çok önem verdiği üç konu sorulduğunda (anketi yanıtlayanların %6’sı ile) ancak onüçüncü sırada yer almaktayken Fransız liderlerin hiçbiri bu konuya öncelik vermemişti. Benzer biçimde dış politika konuları arasında da Türkiye’nin üyeliği toplumun (%14’ü) ve elitlerin (%13’ü) gündeminde sırasıyla ancak altıncı ve dördüncü sırayı almaktaydı. Son olarak Türkiye’nin muhtemel AB üyeliği Fransızların gözünde Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin 2008’deki 5 Bu anketlerin, özellikle de IFOP tarafından Aralık 2004’te beş Avrupa ülkesinde (Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya) gerçekleştirilen Les Européens et la Turquie anketinin başlıca sonuçlarına IFOP internet sitesinden ulaşılabilir: www.ifop.com. 14 Fransa AB dönem başkanlığı sırasında ele alması gereken iki öncelikli konudan biri değildi6. Hem Fransız toplumu hem de elitleri Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı çıkan bir çoğunluk şeklinde özetlenebilecek benzer tavırlar takınmaktadır. Haziran 2008’de kamuoyunun geneli ile “liderler” arasında anketi yanıtlayanların sırasıyla %62 ve %63’lük kesimi Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemezken bu oran içinde kamuoyunun %36’lık kesimi kesinlikle üyeliği desteklemeyen bir tavır takınmaktaydı. Buna karşın görüşme yapılan vatandaş ve liderler arasında üyeliği destekleyen %35 ve %27’lik kesimler içinde %6’ya tekabül eden bir kısım üyeliğe çok olumlu bakmakta olduğunu ifade etmiştir. Sosyal kategorileri esas alan bir analiz bakış açılarındaki önemli farkları göstermektedir. Daha önceki nesiller Türkiye’nin üyeliğini kabullenmekte yeni nesillere göre daha isteksiz görünmektedirler. Nitekim Türkiye’nin üyeliğine itirazlar nüfusun daha yaşlı kesiminde daha yüksek oranda görülmektedir. Benzer biçimde siyasi yönelimler de Fransızların Türkiye’nin başvurusu hakkındaki görüşlerinde önemli bir rol oynamaktadır. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda Ségolène Royal’i destekleyenler arasında Türkiye’nin üyeliğine olumlu yaklaşanlar (%54) François Bayrou destekçileri (%36) veya Nicolas Sarkozy yandaşları (%21) arasındakine kıyasla daha yüksek oranda idi. Ancak bu sonuçlar, Haziran 2008’de Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktıklarını beyan eden (örneklemin %62’si) ankete katılan Fransız vatandaşlarının neredeyse yarısı (%42) Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nce konan tüm kriterleri (hukuki, iktisadi ve siyasi) yerine getirmesi halinde Türkiye’nin gelecekteki AB üyeliğine destek vereceklerini ifade ettiği için daha detaylı bir açıklamayı gerekli 6 Paris’teki Türk Büyükelçiliği tarafından yaptırılan ve Haziran 2008’de Opinion Way tarafından yürütülen toplumu temsil eden bir örneklem ve önde gelen Fransızlardan bir grup üzerinde gerçekleştirilen Türkiye’nin Fransa’daki imajı konulu anket. 15 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış kılmaktadır. Aynı durum 2008’de muhalif tutumlarını dillendiren liderlerin de %25’i için geçerlidir. Burada zamanın Türkiye’nin başvurusuna yönelik algılarda önemli bir rol oynadığı tekrar gözlemlenmektedir. Türkiye’nin AB üyeliğine itirazın nedenleri arasında şunlar sayılmaktadır: Türkiye görüşme yapılan vatandaşların %48’i, liderlerin ise %74’ü tarafından ya coğrafi ya da kültürel açıdan bir Avrupa ülkesi olarak düşünülmemektedir. Kamuoyu nezdinde siyasi ve hukuki argümanların –Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir ülke (%19) veya gerçek bir demokrasi (%14) olamayacaktır– da önemli rol oynadığı, elitlerinse Türkiye’nin nüfusu nedeniyle AB’de haddinden fazla söz sahibi olacağı vurgusu yaptığı (%13) söylenebilir. Fransa’da hâkim Türkiye algısı da bu argümanların ulusal muhayyiledeki yerine ışık tutmaktadır. Anketi cevaplayanların çoğunluğu için Türkiye zengin tarihi olan bir ülkedir (vatandaşların %84’ü ve liderlerin %100’ü). Ayrıca genç, kültürel açıdan canlı, geleceğe bakan ve ekonomik açıdan dinamik bir ülke olarak da algılanmaktadır. Ankete katılan vatandaşların neredeyse yarısı ve elitlerin üçte biri Türkiye’nin son tahlilde Avrupa’ya önemli bir katkı yapabileceğine inanmaktadır. Fakat Türkiye yanıt verenlerin ancak azınlığı tarafından demokratik (vatandaşların %38’i ve liderlerin %32’si), laik (%37 ve %55) ve insan haklarına saygılı (olumlu görüşlerin %27 ve %10’u) bir ülke olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak diğer bulgular Fransız kamuoyunun ülke olarak tarihi, kültürü, siyasi sistemi, ekonomik ve sosyal gerçekleriyle Türkiye hakkında kısıtlı bir bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Fransa’da Temmuz 2009 ve Mart 2010 arasında sürecek olan “Türkiye Mevsimi” ile vatandaşların bu ülke hakkında daha fazla bilgi edinmesin teşvik edilmesi beklenmektedir. 2009’da Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki Fransız algılamalarında daha olumlu yönde bir seyir gözlemlenmektedir. ABD Başkan Obama’nın Nisan 2009’da Prag’da düzenlenen AB-Amerika Birleşik 16 Fransa Devletleri zirvesinde Türkiye’nin AB üyeliğinden yana açıklaması sonrasında görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının %50’si karşı olduklarını bildirirken olumlu bakanların oranı %35 olarak gerçekleşmiştir. Merkez-Sağ Demokratik Hareket destekçileri Türkiye’nin üyeliği konusunda olumsuz görüşlerin hâkim olduğu bir çoğunluk (%71) sergilerken onları sağ (%67) ve sol (%41) kesime destek verenler izlemektedir. Ankete yanıt veren Fransızlar arasında Türkiye’nin üyeliğine olumlu baktığını ifade edenlerin %49’u sol eğilimliyken %21’i MoDem sempatizanı ve %19’u da sağ eğilimlidir. Bu sonuçlar önceki kamuoyu yoklamalarına kıyasla Türkiye’nin AB üyeliğine Fransızların verdiği destekte bir artış göstermektedir. Haziran 2005’te aynı konudaki bir kamuoyu yoklamasında karşı çıkanlar %66, destekleyenler %28, görüş belirtmeyenler de %6 olarak gerçekleşmiştir. Son olarak Fransızların Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı kamuoyu yoklamalarında düzenli olarak araştırılmayan bazı ek etkenlerle de açıklanabilir. Laikliğin Fransız toplumunda oynadığı rol mutlaka değerlendirilmeye alınması gereken bir etken olup özellikle geçmişte İslami başörtüsünün kamuya açık alanlarda giyilmesi konusundaki tartışmaların etkisi önemli bir rol oynamaktadır. 2004 yılında “Stasi komisyonunun” önerileri doğrultusunda çıkarılan bir kanunla Fransız devlet okullarında dini semboller yasaklanmıştır. Bu tür tartışmaların Fransız kamuoyunun laiklik ve kamusal alanda din konularının sıklıkla tartışıldığı Müslüman bir ülke olarak algılanan Türkiye’nin başvurusu konusundaki görüşü üzerinde bir etkisi olması beklenmelidir. Kolonyal (özellikle Kuzey Afrika’daki) geçmişi nedeniyle Fransa’nın İslam dini algısının yanı sıra 2001’de Fransa’nın resmen Ermeni soykırımını tanıması sonucunu doğuran “devoir de mémoire” (hatırlama vazifesi) konusuna verilen önem de Fransızların Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki görüşlerini açıklayabilecek önemli etkenler arasındadır. 17 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Siyasi partiler ve liderler arasında (şiddetli) bölünme Siyasi arenada Fransızların Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı Fransız siyasi partileri ve liderleri arasında 2000’li yılların başından bu yana bir bölünmenin kaynağı olmuştur. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu konusu ulusal siyasi bölünmenin ötesine gitmiş, hem sağ hem de soldan muhalif seslerin duyulmasına neden olmuştur. Aşağıdaki tablo Fransız siyasi partileri ile liderlerinin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı –olumlu ya da olumsuz– duruşlarını göstermektedir. Destekleyenler Karşı çıkanlar Milliyetçi Partiler Ulusal Cephe Jean-Marie Le Pen Muhafazakâr partiler Halkçı Hareket Birliği (UMP) Jacques Chirac, Pierre Lellouche Fransa Hareketi (MPF) Nicolas Sarkozy, Alain Juppé, Jean-Pierre Raffarin, Jean-François Copé Philippe de Villiers Avcılık, Balıkçılık, Doğa, Gelenekler (CPNT) Frédéric Nihous Cumhuriyetin Doğuşu Nicolas Dupont-Aignan Merkez partiler Demokratik Hareket (MoDem – önceden Fransız Demokrasi Birliği idi) François Bayrou, Valéry Giscard d’Estaing, Jean-Louis Bourlanges Yeni Merkez (NC) Hervé Morin Yeşil partiler Yeşiller Dominique Voynet, 18 Fransa Daniel Cohn-Bendit Parlamenter sol partiler Sosyalist Parti (PS) Fransız Komünist Partisi Michel Rocard, Pierre Moscovici, Dominique Strauss-Kahn, Ségolène Royal, Martine Aubry Laurent Fabius, Hubert Védrine, Robert Badinter, Max Gallo Marie-Georges Buffet Aşırı sol partiler Devrimci Komünist Birlik, Yeni Antikapitalist Parti (NPA) Olivier Besancenot İşçilerin Mücadelesi (LO) Arlette Laguiller Milliyetçi, sağcı ve merkez partiler Türkiye’nin AB üyeliğine ekseriyetle karşı çıkarken aşırı sol ve sol partiler daha bölünmüş bir görüntü arz etmektedir. Yeşiller ve Fransız Komünist Partisi Türkiye’nin AB üyeliğini Kopenhag kriterlerinde ortaya konan koşullar çerçevesinde desteklemektedir. Coğrafi, kültürel ve dinsel argümanlar sağ kanattaki partilerce daha çok tercih edilirken siyasi koşullara bağlı üyelik (insan hakları ve azınlıkların korunması) –ve Sosyalist Parti örneğinde Ermeni konusu– sol partilerce vurgulanmaktadır. Valéry Giscard d'Estaing Türkiye’nin AB üyeliğini coğrafi zeminde reddeden ilk Fransız siyasi liderlerden biridir. 2002 Kasımında Le Monde’da yayınlanan bir röportajda Fransa’da Türkiye konusunda ateşli bir tartışmanın fitilini yakarken d’Estaing “Türkiye Avrupa ile yakın bağları bulunan gerçek bir elit kitleye sahip önemli bir ülkedir, ancak bir Avrupa ülkesi değildir. (…) Başkenti Avrupa’da değildir. Nüfusunun %95’i Avrupa dışındadır: Bu bir Avrupa ülkesi değildir” ifadesini kullanmıştır. İslam ve Batı kültürleri ve değerleri arasında “uygarlıklar arası bir çatışma” tehdidine 19 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış odaklanan kültürel ve dini söylemler de Demokratik Hareketin başkanı François Bayrou veya 2002-2005 arasında Başbakanlık yapmış JeanPierre Raffarin gibi sağ ve merkezde yer alan çoğu politikacı tarafından dile getirilmiştir. Sol ve sağ arasındaki bölünmenin de ötesinde, Türkiye’nin AB üyeliği konusu Fransa’da önde gelen siyasi partiler ve hükümet arasında da bölünmelere neden olmuştur. De Gaulle’cü hareket içinde de önceki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Türkiye’nin “Avrupa uğraşını” yıllar boyu desteklemiştir. Avrupa arenasında Türkiye’nin başvurusunu desteklemede, özellikle de Aralık 1999’da Helsinki’deki Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Öte yandan, Ekim 2004’te Cumhurbaşkanı Chirac bundan sonraki AB genişlemeleri için referandum mecburiyeti getirilmesini istediğini ifade etmiş, böylece Avrupa Anayasası tartışmalarını Türkiye konusundan soyutlamaya çalışmıştır. Bu şekilde Türkiye’nin AB üyeliği referandumda Fransızların önüne getirilecektir. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda mecburi referandum konusu 2008 yazında Fransız Anayasası’nda değişiklikler tartışılırken yeniden gündeme getirilmiştir. AB’ye yeni katılımlar konusunda referandum mecburiyetinin kaldırılması tartışılmakla birlikte milletvekilleri AB’nin toplam nüfusunun %5’inden daha büyük nüfuslu ülkelerin, ki Türkiye için bu hüküm geçerli olmaktadır, AB üyeliği konusunda referandumu zorunlu kılan bir düzenlemeyi çoğunlukla kabul etmiştir. Ancak Fransız Senatosu bu hükmü kabul etmeyerek tartışmaya son vermiştir. 2002-2007 döneminde Cumhurbaşkanı Chirac’ın Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen tavrı kendi partisinin (UMP) tavrı ve parlamentonun çoğunluğu ile karşıt bir pozisyon oluşturmuştur. Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyası sırasında Türkiye’nin üyelik başvurusu bazı siyasi partilerce önemli bir kampanya konusu yapılmıştır. 20 Fransa Nisan 2004’te UMP ve o dönemdeki başkanı Alain Juppé bu konuda Jacques Chirac’tan ayrı görüşünü ifade etmiş ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı’nın partisi tam üyeliğe alternatif olarak Türkiye ile bir “imtiyazlı ortaklık” yoluna gidilmesi formülünü geliştirmiştir. Bu nevi bir ortaklık Avrupa’da, özellikle de Fransız ve Alman kamuoyundaki tartışmalarda son yıllarda öne çıkarılmaktadır. Bu alternatifin amacı AB’nin bütünlüğünü muhafaza ederken sınırlarında istikrar tesis etmektir. Nicolas Sarkozy’nin 6 Mayıs 2007’de Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki resmi pozisyonunda bir dönüm noktası olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası boyunca, özellikle de iki aday, Ségolène Royal ve Nicolas Sarkozy arasındaki tartışmada Sarkozy seçilmesi halinde Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkacağını vurgulamıştır. Coğrafi savlardan –“Türkiye Küçük Asya’dır”– alıntı yaparak bir Akdeniz Birliği alternatifi önermiş ve Türkiye Başbakanı Recep T. Erdoğan’ın da katılımı ile 2008 Temmuz’unda Paris’te resmi başlangıcını yapmıştır. Nisan 2009’da Prag’da gerçekleştirilen AB-Amerika Birleşik Devletleri zirvesinde ABD Başkanı Barack Obama tarafından Türkiye’nin AB üyeliğine verilen desteğe bir tepki olarak Cumhurbaşkanı Sarkozy böyle bir ihtimale karşı tavrını bir kez daha vurgulamıştır. Sol-sağ bölünmesinin de ötesinde, Türkiye hakkındaki tutumlar AB’nin geleceğine ilişkin vizyonla bağlantılı olarak da değişmektedir. Nitekim Türkiye’nin adaylığı konusu siyasi yelpazenin her iki tarafında da partizan ayrışmaların da ötesinde bir Avrupa gücü fikrini savunanları bir araya getirmektedir. Bunların arasında Laurent Fabius ve François Bayrou Avrupa’nın siyasi yapısını ciddi şekilde tehdit edeceği için Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin adaylığı hem sağda hem de solda jeopolitik nedenlerle desteklenmektedir. Bu bağlamda UMP bünyesinde Türkiye’nin AB 21 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış üyeliğinin az sayıdaki destekçilerinden Haziran 2009’da Avrupa İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı görevine gelen Pierre Lellouche ve PS’den Dominique Strauss-Kahn Türkiye’nin Avrupa için jeopolitik önemi konusunda hemfikirdir. Türkiye’nin adaylığı konusu mevcut Fransız hükümeti bünyesinde de muhalif sesler yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin görüşleri Dışişleri Bakanı sosyalist Bernard Kouchner ve 2007’den Aralık 2008’e kadar Avrupa İşlerinden sorumlu Devlet Bakanlığı yapmış olan Jean-Pierre Jouyet gibi Türkiye’nin AB üyeliğine verdikleri desteği tekrar tekrar dile getiren bazı bakanlarca paylaşılmamaktadır. Sağ ve merkez partiler büyük ölçüde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı iken Sosyalist Parti bu konuda daha bölünmüş bir görüntü çizmektedir. Son yıllarda PS Türkiye’nin üyeliğine uzun vadede destek vermiş ve Türkiye’nin adaylığı 1999’da Lionel Jospin’in Başbakanlığı döneminde Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde kabul edilmiştir. Öte yandan Türkiye konusu parti içinde de önemli bir muhalefete neden olmaktadır. Parti’nin Laurent Fabius, Hubert Védrine veya Robert Badinter gibi bir kısım üyeleri Türkiye’nin üyeliğine çeşitli nedenlerle açıkça karşı çıkmaktadır. Halen IMF direktörlüğü görevini yapmakta olan Dominique Strauss-Kahn veya önceki Avrupa İşleri Bakanlarından ve PS’nin uluslararası ilişkilere bakan ulusal sekreteri Pierre Moscovici gibi isimlerse Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde “nedenleri açık bir evet” taraftarlığı yapmaktadır. Tüm Fransız Sosyalist politikacılar arasında geçmiş başbakanlardan Michel Rocard son yıllarda Türkiye’nin adaylığına en yoğun desteği veren kişidir. Rocard Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmesi halinde üyelik müzakerelerinin başlatılmasını destekleyen bir raporu Eylül 2004’te yayınlayan Türkiye konusunda Bağımsız Komisyon’a katılmıştır. Benzer biçimde çeşitli vesilelerle Türkiye’nin AB üyeliği konusunda kamuoyundaki tartışmalara katılmış ve görüşlerini Eylül 2008’de 22 Fransa yayınlanan Yes to Turkey (Türkiye’ye Evet) adlı kitabında savunmuştur. Ségolène Royal uzun süredir Türkiye’nin üyeliği konusunda kararın Fransız halkına bırakılması gerektiğini ifade etmektedir. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında Türkiye’nin üyeliğine prensipte olumlu baktığını, ancak AB’nin süreci bir süre askıya alması gerektiğini iddia etmiştir. Son olarak önceki başbakanlardan Alain Juppé, önceki Dışişleri Bakanlarından Michel Barnier ve daha yakın tarihte de Bernard Kouchner gibi hem sol hem de sağdan daha evvelce Türkiye’nin üyeliğine destek veren kimi önemli politikacıların Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki fikirlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. 2009 baharında Türkiye konusu Fransız siyasi sahnesine Avrupa Parlamentosu seçimleri nedeniyle yeniden kuvvetli bir dönüş yapmıştır. Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğini Avrupa Parlamentosu seçimlerinde öne çıkan bir konu haline getirmekte önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefetini hem Mayıs ayında Nîmes’deki bir UMP mitingindeki konuşmasında, hem de Almanya şansölyesi Angela Merkel ile 10 Mayıs 2009’da Berlin’de yaptıkları ortak deklarasyonda dile getirmiştir. Sarkozy’nin duruşu AB içinde, özellikle hükümetleri Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Polonya, Portekiz veya İsveç gibi Avrupa ülkelerinden tepki almıştır. Fransız medyasına, özellikle radyo ve televizyona, bakıldığında ise Türkiye’nin AB üyeliği konusunda belirli bir tavır bulunmadığı söylenebilir. Son yıllarda ulusal basın, bilhassa “Opinions” (Le Monde veya Le Figaro) veya “Rebonds” (Libération) gibi bu konulara ayrılmış sütunlarda genel olarak akademisyenler ya da politikacılar gibi kanaat önderlerinin görüşlerini yayınlamıştır. Örneğin Le Monde Kasım 2002’de Giscard d’Estaing ile yapılan röportajı ön sayfasında manşetten ve buna gelen tepkileri de aynı sütunlardan vererek Fransa’da bir toplumsal tartışmanın başlatılmasında önemli bir rol oynamıştır. 23 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Sonuç Sonuç olarak, son yıllarda hem kamuoyu hem elit düzeyinde Türkiye’nin AB üyeliği konusuna Fransızların bakışı çoğunluğun istikrarlı bir karşı duruşu olarak görülmektedir. Yine de yakın tarihte yapılan bazı kamuoyu yoklamalarında daha fazla vatandaş Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmesi halinde AB üyeliğine olumlu baktıklarını belirtmektedirler. Bu noktadan hareketle, Fransızların bakışına daha iyimser bir görüşün hâkim olmaya başladığı söylenebilir. Buna paralel olarak Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Fransızların perspektifi AB üyesi ülkeler arasında da bir ayrışmayı ortaya çıkarmıştır. Sarkozy’nin 2009’daki Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyasındaki duruşu AB üyesi diğer devletlerin hükümetlerinin önemli bir bölümünce paylaşılmamıştır. Bu bağlamda gelecek yıllarda Fransızların bu konuya bakışının evrimi Fransa’nın Avrupa’daki yeri ve etkisi ile de ilintili olacaktır. 24 Almanya Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi* Almanya Giriş Almanya’da Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki algı incelenirken medya, hükümet ve muhalefet partileri ile sivil toplumda farklı duruşlar görülmektedir. Bu farklı duruşlar genellikle üç konuda birbirine zıt ve aktörden aktöre değişen derecelerde önem atfedilen bakış açılarında ifadesini bulur. Bu konulardan ilki kimlik sorunudur. Burada iki zıt görüş şöyle özetlenebilir: Bir yanda Hıristiyan Avrupa Birliği ile Müslüman Türkiye arasındaki ilişkinin Medeniyetler Çatışması kapsamında değerlendirilebileceği argümanı dile getirilmekte, diğer yanda ise insancıl bakış açısı hem referans noktası teşkil etmekte, hem de savunulmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği algılamasında belirleyici olan ikinci konu kurumsal istikrar(sızlık) olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda AB’nin arkaik içyapısı ya da Türk siyasi sistemi tartışma konusu edilmektedir. Bazıları Türkiye’nin üyelik için hazır olmadığını ifade ederken diğerleri Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmeden zaten AB’ye giremeyeceği gerçeğinin altını çizmektedir. Bu bağlamda öne çıkan üçüncü konu ise stratejik jeopolitik ve güvenlik alanıyla ilintilidir. Bu kapsamda bir kesim Türkiye’nin AB üyeliğinin Irak, İran ve Afganistan’daki ihtilafları AB’nin (ziyadesiyle) yakınına getireceğini * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 25 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ifade ederken diğer kesim Türkiye’yi Avrupa ile Arap dünyası arasında bir tampon, hatta bir köprü olarak görmektedir. Yine de Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ya da buna karşı çıkan tüm aktörlerin yukarıda sistematize edilen argümanların tümünü kullanmayabildiklerini de söylemek gerekir. Medya Alman medyasının bazı kesimleri son yıllarda Türkiye’nin AB üyelik sürecini sürekli olarak ele almaktadırlar. Türkiye’nin üyeliği konusuna temel yaklaşımlardaki bölünmüşlük devam etmekle birlikte medyadaki bu ele alışın tabiatında son dönemde bir değişim meydana gelmiştir. Öte yandan yazılı basın, televizyon ve radyoların bir diğer kesimi konuyla ilgili sessizliklerini dikkat çekici bir biçimde sürdürmektedirler. Ancak bu konunun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin entegrasyonu sürüp giden bir tartışma konusu olarak ön planda yer almaktadır. Siyasi (parti) bağlantıları ışığında Alman gazeteleri bir yanda üyelik yanlıları, diğer yanda da üyeliğe karşı çıkanlar şeklinde ikiye bölünmüş durumdadır. Genellikle muhafazakâr gazeteler Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) ve Die Welt üyelik sürecini eleştirel bir tahlille ele almakta ve Türkiye ile Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) tarafından 2004’te önerilen imtiyazlı ortaklık gibi alternatif bir ortaklık tesis edilmesini tercih etmektedir. Bu kesimlerin argümanları Türkiye ve Avrupa Birliği’nin arasında kültürel miras, kimlik ve tarihe dayalı farklılıklara dikkat çekmektedir.1 Bunların aksi yönde ise Süddeutsche Zeitung (SZ) ve Frankfurter Rundschau gibi daha liberal / sol eğilimli gazeteler Türkiye’nin AB üyeliği çabasına Türk hükümetince üyelik 1 A. Wimmel, ‘Beyond the Bosphorus? Comparing German, French and British Discourses on Turkey’s Application to Join the European Union’ (Boğazın Ötesinde? Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği Başvurusuna dair Alman, Fransız ve İngiliz Söylemleri Karşılaştırması), Reihe Politik Wissenschaft/Siyaset Bilimi Serileri, No. 111, 2006, http://www.ihs.ac.at/publications /pol/pw_111. pdf. Ayrıca bkz. ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, Welt am Sonntag, 25 Mayıs 2008, s. 31; Peter Graf Kielmansegg, ‘Europa braucht Grenzen’, FAZ, 27 Mayıs 2009, s. 7. 26 Almanya kriterlerini yerine getirmek için başlatılan reform sürecinin ivmesine bağlı olarak daha olumlu bir değerlendirme ile yaklaşmaktadır. Sol eğilimli Tageszeitung ya da tabloid Bild konuya çok önem atfetmemektedir. Onun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin entegrasyonu gibi iç sorunlara vurgu yapılmaktadır. Enteresan bir biçimde başlıca gazetelerin bu konudaki yaklaşımları Türkiye’nin iç siyasi durumuna odaklanmaktan AB projesinin gelecek ve kimliğine daha derinlemesine bir bakış yönünde bir değişim sergilemektedir. Bilhassa geçen yıl boyunca Türkiye’nin AB üyeliği çabası ile Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi gibi AB’nin kendi iç süreçleri köşe yazılarında bir arada ele alınmıştır.2 Türkiye ile sürdürülen üyelik müzakerelerini bir örnek olarak kullanarak yorumcular etkili bir AB genişleme politikasının Avrupa kimliği konusundaki tartışmalarla ilişkilendirilmesinin olumlu ve olumsuz taraflarını değerlendirmeye almışlardır. Tartışmanın önde gelen tarafları FAZ ve SZ yorumlarını temelde Türkiye’nin AB üyeliği konusuna dayandırsalar da ortaya koydukları görüşler konuları ayrı ayrı değerlendirmekten ziyade AB’nin iç işleri boyutuyla doğrudan bağlantılı bir seyir sürdürmüştür. Örneğin FAZ Türkiye’nin Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine itirazını “medeniyetler çatışmasının” bir örneği olarak yorumlamış ve Türkiye’nin “şantajın çok zaman meyve verdiği” ve kimliğin günlük siyasi yaşamda önemli bir rol oynadığı AB sistemine dâhil olması durumunda bu tutumun artarak devam edeceğini ifade etmiştir.3 SZ de Lizbon Anlaşması’nın sorunlu onay sürecinin genişleme politikasının geleceğini Avrupa kimliği ile bir arada değerlendirme gereğine işaret ettiğini göstermektedir. Aday ülkelerin Avrupa’nın Entegrasyon sürecine 2 Peter Graf Kielmansegg ‘Europa braucht Grenzen’, s. 7; ‘Insel gegen Kontinent’, SZ, 30 Temmuz 2009, s. 4; ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, s. 31. 3 ‘Schöne Partner’, FAZ, 5 Nisan 2009, s. 14. 27 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış katkı yapma iradesi gelecekteki genişlemeler ve Türkiye’nin üyeliği için bir kriter olarak ortaya konmalıdır.4 Medyanın tüm türleri göz önünde bulundurulduğunda tartışmalar genellikle yazılı basında yer alan bir konu olarak göze çarpmaktadır. Çoğunlukla televizyonlar gibi diğer medya kanallarında yer alan haberler İslam’ın olumsuz çağrışımlarına yoğunlaşmaktadır.5 Bu bağlamda çizilen resim kültürel farklılıklara dikkat çekmekte ve haberler çoğu zaman sosyal entegrasyon konusunda olumsuz örneklere ağırlık vermektedir.6 Alman medyası Türkiye’nin AB’ye üyelik isteğini farklı biçimlerde algılamaktadır. Muhafazakâr basın konuya şüpheyle bakan bir yaklaşımı savunurken liberal eğilimli gazeteler daha destekleyici bir tutum takınmaktadırlar. Medyanın genelinde İslam konusunda yayınlanan çoğunlukla olumsuz haberlerle birlikte değerlendirildiğinde Alman medyasının genelinde Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde başarılı olacağı konusunda fazla bir iyimserlik görüldüğü söylenemez. Hükümet ve muhalefet Almanya’da 27 Eylül 2009’da bir genel seçim olduğu ve kısa süre içinde yeni bir hükümetin kurulması beklendiği için bu bölümde 20052009 dönemindeki hükümetin tutumu ile hükümeti oluşturan iki partinin konuya yaklaşımlarına kısaca değinilecektir. Bu bağlamda ele alınacak ikinci bir husus ise parlamentoda (Bundestag) yer alan daha küçük üç partinin, ki bunlar 2005-2009 döneminde muhalefette yer almışlardır, her birinin konuya yaklaşımları olacaktır. Üçüncü bir aşamada ise 2009 güzünde gerçekleştirilen koalisyon müzakerelerinde dile getirilen görüşlere yer verilecektir. 4 SZ (2009) ‘Insel gegen Kontinent’ 30 Temmuz 2009, s. 4. Kai Hafez / Carola Richter, ‘Das Islambild von ARD und ZDF’, ApuZ 26-27, 2007, ss. 40-46. 6 Gürsel Gür, ‘Das Türkeibild der deutschen Presse’, Bürger im Staat 3, 2005, ss. 122-129. 5 28 Almanya Şansölye Angela Merkel hükümeti Almanya’nın en büyük iki partisinden, yani muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den oluşturmaktadır. Bu büyük koalisyon hükümetini oluşturan iki parti Türkiye’nin AB adaylığı konusunda farklı pozisyonlara sahiptir. CDU imtiyazlı ortaklık isterken SPD AB üyeliğinden yanadır. CDU AB’nin kendi iç yapısından kaynaklanan nedenlerle kimlikle ilgili nedenleri öne sürerken SPD üyeliğin Türk demokrasisini istikrara kavuşturabileceğini, ve bu yolla da bir medeniyetler çatışmasının kaçınılmaz olduğu tezinin yanlışlanabileceğini iddia etmektedir. 2005 yılında yapılan koalisyon sözleşmesi7 AB’nin yeni bir üyeyi kabul edebilecek durumda olmaması ya da Türkiye’nin tüm üyelik kriterlerini yerine getirememesi halinde Türkiye’nin Avrupa ile mümkün olduğunca yakın kalmasını ve imtiyazlı ilişkilerin gelişmesini mümkün kılacak bir yapının tesis edilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla sözleşme her iki kurumsal yaklaşımı da içinde barındırmakta, hem AB’nin içyapılarına hem de Türk siyasi sistemine atıfta bulunmaktadır. Yine de her iki önkoşulun da yerine getirilmesi halinde ne olacağı konusunda bir görüş içermemekte ve sadece koşullardan biri ya da her ikisinin de yerine getirilememesi halinde olacaklara ilişkin bir yol haritası sunmaktadır. Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyasında AB’nin ilerideki genişlemeleri önemli bir konu teşkil etmemiştir. Yine de konuya seçim bildirgelerinde değinilmiştir. Avrupa Parlamentosu seçimleri bildirgelerinde8 muhafazakârlar (CDU) Avrupa kimliğinin ve AB kurumlarının istikrara kavuşturulmasına öncelik verdikleri için imtiyazlı ortaklık yönündeki 7 CDU/CSU/SPD, ‘Gemeinsam für Deutschland. Mit Mut und Menschlichkeit’, 11 Kasım 2005, Berlin. 8 CDU, ‘Starkes Europa-Sichere Zukunft’, 16 Mart 2009, Berlin. 29 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış önerilerini birliğin geneline ilişkin bir konsolidasyon dönemi isteği ve tüm genişleme süreçlerinin yavaşlatılması ihtiyacına dayandırmaktadır. Daha 2000 yılında yenilenen programında9 CDU Avrupa’nın sınırlarının Irak ve İran sınırına dayanmadan nerede çizileceği sorusunun cevaplanması gereğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla CDU Türkiye’nin gelecekteki üyeliğini Avrupa ve Irak ve İran gibi ülkeler arasında bir köprü ya da tampon olarak görmekten ziyade Arap dünyasındaki çatışmalardan duyulan korkuyu ön plana çıkarmaktadır. 2009 sonrasına yönelik seçim programında10 CDU Türkiye’nin eşit haklar, azınlıkların korunması ya da dini özgürlükler gibi alanlarda AB üyeliğinin ön koşullarını yerine getirmediğini vurgulamaktadır. Bu nedenle Türkiye için AB tam üyeliği yerine imtiyazlı ortaklık önerisini desteklemektedirler. Bunun yanında, CDU’nun Bavyera eyaletindeki ortağı CSU yeni AB üyeleri için karar verilirken referanduma gidilmesini savunmaktadır.11 Aynı görüş Şansölye Merkel tarafından da dile getirilmiştir. Mayıs 2009’da genç muhafazakârların bir toplantısında yeni genişlemeler AB’nin yönetimini imkânsız kılacaklarsa bunlarda ısrarcılığın anlamsız olacağını vurgulamıştır.12 Dolayısıyla, bir kez daha gelecekteki genişlemeler için yetersiz kalan AB’nin içyapısına işaret etmiştir. Bu konudaki ifadeleri AB’nin bir diğer büyük üyesi olan ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Fransa tarafından da desteklenmektedir. CDU bünyesindeki küçük bir örgütlenme olan ve 400 üyesiyle Türk kökenli kişilerle CDU’yu daha yakınlaştırmayı amaçlayan Alman-Türk Forumu 9 CDU-Bundesvorstand, ‘Programmatische Offensive für Deutschland. Norderstedter Erklärung’, 7/8 Ocak 2000, Norderstedt. 10 CDU/CSU, ‘Wir haben die Kraft. Gemeinsam für unser Land. Regierungsprogramm 20092013’, 28 Haziran 2009, Berlin. 11 CSU, ‘Wahlaufruf der Christlich-Sozialen Union zur Bundestagswahl 2009. Was unser Land jetzt braucht: Eine starke CSU in Berlin’, 17/18 Haziran 2009, Nuremberg. 12 Karşılaştırma için bkz., ‘Turkey shocked by Franco-German Rhetoric’ (Türkiye Fransız-Alman Retoriği ile Şokta), EurActiv.com, 11 Mayıs 2009. 30 Almanya ise Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir.13 Bu forum özellikle farklı ya da birbiriyle uyumsuz değerler söylemine dayandırılan argümanlara karşı çıkmaktadır. Foruma göre CDU üyelerinin yalnızca azınlıkta kalan kısmı bu argümanlara destek verirken parti üyelerinin çoğunluğu Türkiye’nin büyüklüğü ve AB’nin kısıtlı yeni üye kabul etme kapasitesinden dem vurmaktadır. Alman-Türk Forumu gerçekten söz konusu iki kültür arasında bir uyumsuzluk olsaydı Türk kökenli kişilerin Alman toplumuna entegrasyonuna yönelik çabaların da başarısızlığa mahkûm olacağını belirtmektedir. Forumun hedefleri açısından Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şubat 2008’de Köln’de Türk topluluğuna hitaben asimilasyon konusunda yaptığı tartışmalara yol açan konuşma sonrasındaki süreç gibi olumsuzluklara rastlanılmaktadır. Bu konuşmanın ardından CSU Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını talep etmiştir.14 İmtiyazlı ortaklık denilen alternatif pratikte nasıl bir şey olabilir? CSU ile ilişkili Hanns-Seidel-Vakfı için şimdiki Ekonomi Bakanı Karl-Tehodor zu Guttenberg tarafından kaleme alınan bir siyaset belgesi tam üyeliğin muhtemel alternatiflerini değerlendirmektedir.15 Siyaset belgesi Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa Birliği’nin boyunu aşacağı varsayımından yola çıkmakta ve alternatiflerin bulunması gerektiğini belirtmektedir. Belge özellikle dört serbestinin hepsinin de Türkiye’ye tanınamayacağını vurgulamaktadır. Belgede derinlemesine iktisadi işbirliği konusunda bir sorun öngörülmezken kişilerin serbest dolaşımı ile hizmetlerin serbest dolaşımı ve bunların yanında parasal birlik ve tarım sektörüne doğrudan ödemeler 13 Karşılaştırma için bkz., Deutsch-Türkisches Forum der CDU, http://www.dtf-online.de. ‘Söder fordert einfrieren der Beitrittsverhandlungen’, FAZ, 15 Şubat 2008. Ayrıca bkz. Barbara Lippert ‘Wait-and-See. Attitudes of German Stakeholders Towards EU-Turkey’ (Bekle ve Gör. Almanya’da AB-Türkiye Konusuna Yaklaşımlar), Nathalie Tocci (der.) ‘Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy’ (Avrupa’da Türkiye’den Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Rome, IAI, 2008, ss. 135-160, özellikle s. 145. 15 Karl-Theodor zu Guttenberg, ‘Die Beziehungen zwischen der Türkei und der EU- eine „Privilegierte Partnerschaft“’, Hanns-Seidel-Stiftung: Aktuelle Analysen 33, 2004. 14 31 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış şeklinde tezahür edecek büyük boyutlu mali destek ile Yapısal ve Uyum Politikaları konularında kısıtlamalar öngörülmektedir. Öte yandan Sosyal Demokratlar Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmesi halinde Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedirler. Avrupa değerlerine bağlı bir Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelere doğru bir köprü vazifesi görebileceğini, ve bunun da hem Almanya’nın, hem de Avrupa’nın çıkarına olduğunu vurgulamaktadır. Mart 2009’da Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye ile müzakerelerin genişleme konusunda yürütüldüğünü, müzakerelere diğer alternatiflerin dâhil edilmediğini belirtmiştir.16 Referandum konusunda ise, bu seçeneğin Almanya’da ulusal düzeyde söz konusu olmadığının altını çizmiştir. Dolayısıyla Steinmeier ne bu konuda, ne de başka herhangi bir konuda referanduma gitmenin siyaseten doğru olmadığı görüşündedir. Steinmeier Türkiye’nin ve Balkan ülkelerinin üyelik perspektifleri ile ilgili mevcut yükümlülükleri yerine getirmenin bir itibar meselesi olduğunu belirtmiştir. Dışişleri Bakanı yine de bu yönde ilerleme adına içeride reformların gerekli olduğu gerçeğini reddetmemektedir. En büyük iki parti arasında bu konulardaki neden-sonuç ilişkisine yaklaşım açısından farklılıklar görülmektedir. CDU nedenlere vurgu yapıp genişlemenin alternatifinin nedeni olarak iç ve dış reformların eksikliği varsayımından hareket ederken SPD sonuçlara odaklanıp üyeliğin bölgede istikrar ve barış sağlayacağını ifade etmektedir. Muhalefetteki küçük partiler arasında Yeşiller Türkiye’nin demokratik ve iktisadi dönüşümüne katkıda bulunacak ciddi üyelik müzakerelerini desteklemektedir. Parti Türkiye’nin AB üyeliği bölgede bir istikrar çapası 16 Frank-Walter Steinmeier ile mülakat, Hürriyet, 21 Mart 2009. 32 Almanya olabileceği için bunun AB’nin kendi çıkarına olduğunu kabul etmektedir.17 Liberal Federal Demokratlar (FDP) Lizbon Anlaşması ya da bir benzerini daha fazla genişleme için bir önkoşul olarak görmektedir. Parti ihtiyatlı bir yaklaşımla Türkiye’nin üyeliğinin önümüzdeki beş senenin gündeminde zaten yer almadığına vurgu yapmaktadır.18 Üyeliğin anahtarı olarak reformların uygulanmasını ve AB’nin yeni üye alabilme yeteneğini gören partinin lideri Guido Westerwelle Mayıs 2009’daki bir mülakatta Türkiye’nin Avrupa’dan AB üyeliğini kategorik olarak reddetmemesini beklemeye hakkı olduğunu ifade etmiştir. Westerwelle’ye göre üzerinde anlaşıldığı üzere muhtemel bir üyeliğin önyargısız bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. CSU’nun istediği gibi süreci askıya almanın “sağduyulu bir dış politikanın sonu” olacağını19 belirten Westerwelle yine de üyeliğin kısa vadede gerçekleşeceğini beklememektedir. Üzerinde dikkatle durduğu nokta ise Türkiye’deki reformlardır: Türkiye hukukun egemenliği, toplum, demokrasi ve ekonomi alanlarında doğru yolda olduğunu göstermelidir. Partinin hazırladığı belgelerde Sol (Die Linke) genel anlamda genişleme konusuna ya da özelde Türkiye’ye eğilmemektedir.20 Yine de Şubat 2008’de partinin başkan yardımcısı Katina Schubert Türkiye’nin 17 Bündnis 90/Die Grünen, ‘Volles Programm mit WUMS! Für ein besseres Europa’, 23-25 Ocak 2009, Dortmund, s. 150. 18 FDP, ‘Ein Europa der Freiheit in der Welt des 21. Jahrhunderts. Programm der Freien Demokratischen Partei für die Wahl zum VII. Europäischen Parlament 2009’, 17 Ocak 2009, Berlin, s. 4. 19 Guido Westerwelle ile mülakat, Der Spiegel, 4 Mayıs 2009. 20 Die Linke, ‘Solidarität, Demokratie, Frieden – Gemeinsam für den Wechsel in Europa! Europawahlprogramm 2009 der Partei DIE LINKE’, 28 Şubat 2009, Essen; idem (2009) ‘Konsequent sozial. Für Demokratie und Frieden. Bundestagswahlprogramm 2009’, 20/21 Haziran 2009, Berlin. 33 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde yerinin AB olduğunun altını çizmiştir.21 CDU, CSU ve FDP arasında 27 Eylül 2009 seçimleri sonrasında yürütülen koalisyon görüşmelerinde Türkiye’nin AB üyeliği önde gelen konulardan olmasa da tartışmalara sahne olmuştur. FDP içindeki anlayış Türkiye’nin AB üyeliğini kabul etme eğiliminde olsa da CDU imtiyazlı bir ortaklığı savunmaya devam etmektedir.22 FDP’nin görüşünü değiştirip CDU ve CSU’nun yaklaşımına doğru kayıp kaymayacağı ilgi çekici bir soru olarak gündemde kalacaktır. Mevzuu Türkiye’nin AB üyeliği konusunda koalisyon sözleşmesinde net bir “Hayır” yanıtı bulunmasını isteyen CSU’dan Horst Seehofer ile hükümetin iktidarda kalacağı dört yıllık dönemde bu konunun bir sonuca bağlanması gerekmediğini belirterek bu fikre karşı çıkan FDP lideri Guido Westerwelle arasında tartışma konusu olmuştur.23 Dışişleri bakanlığı ile şansölye yardımcılığı makamları geleneksel olarak koalisyon ortağına verildiği ve bu koltuklara da parti lideri Guido Westerwelle’nin oturması beklendiği için bahsedilen fikir ayrılığının gelecekte önemini koruyacağı düşünülebilir. Sivil toplum – Hıristiyan cemaatleri ve Türk topluluğu Alman sivil toplumunda Türkiye’nin üyelik çabası algısından bahsedilirken iki ana gruba, Hıristiyan cemaatleri ve Almanya’daki Türk topluluklarına özel ilgi gösterilmesi gerekir. Her iki grup da konuyla ilgili özel bir hassasiyete sahip olup görüşleri birbirinin zıttı, perspektifleri de birbirinden farklıdır. Her ne kadar cemaat üyelik oranlarında son yıllarda sürekli bir azalış görülse de Alman toplumunun üçte ikisi bir Hıristiyan cemaatine 21 Katina Schubert,s ‘Europäisierung ist Perspektive gegen Nationalismus’, basın duyurusu, 13 Şubat 2008. 22 Oliver Grimm, ‘Rückkehr der liberalen Pro-Europäer’, Die Presse, 28 Eylül 2009. 23 ‘Seehofer und Westerwelle verkrachen sich wegen Türkei’, Spiegel Online, 13 Ekim 2009. 34 Almanya bağlıdır. Katolik ve Protestan kiliseleri AB’nin Türkiye’yi içine alacak şekilde genişlemesine Türkiye’nin iç durumundan dem vurarak kuşkuyla yaklaşmaktadırlar. Bu kiliselerin önem verdikleri başlıca konular Türkiye’de din özgürlüğü, azınlıklara karşı ayrımcılık yapılmaması ve insan haklarıdır. Son yıllarda Protestan kilisesi AB ile Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinin üyeliğin muhtemel sonuçlardan yalnızca biri olduğu ucu açık bir süreç olduğunu beyan etmiştir.24 Bu pozisyonda, son yıllarda Hıristiyan azınlığın Türkiye’deki kabul edilemez durumuna atıfta bulunarak bir değişim de meydana gelmiştir.25 Yoğun bir iktisadi işbirliğiyle kısıtlı olmak üzere AB üyeliğinin alternatifleri ön plana çıkarılmakta ve tam üyeliğe artık herhangi bir destek verilmemektedir. Bunun yanında Katolik Kilisesi de tam üyeliğe karşı çıkmaktadır. Almanya’daki Katolik Kilisesi Avrupa ve Türkiye arasındaki kültürel farkları vurgulayarak CDU tarafından önerilen imtiyazlı ortaklıktan yana tercih belirtmektedir.26 Türkiye’nin üyelik çabasına ilişkin Türk toplumu içindeki genel perspektifi kavramak ise daha zordur. Almanya’daki 2,6 milyon Türk asıllı Alman’ı temsil ettiğini iddia eden birçok farklı örgüt vardır ve siyasi partilerle paralel bölünmeler sergilemektedirler. Bu örgütlerden Türkiye’nin AB üyeliği konusunda yapılan yorumlara nadiren rastlanmaktadır. Yine de Türk asıllı Alman siyasetçi ve Yeşillerin başkanı Cem Özdemir genel olarak Türk asıllı Alman nüfus içinde Türkiye’nin AB’ye katılma isteğine olumlu bir bakış gözlemlediğini 24 Rahip Wolfgang Huber’in ‘Religionsfreiheit und Toleranz - Wie aktuell ist der Augsburger Religionsfriede?’ başlıklı konuşması, 22 Eylül 2005, http://www.ekd.de/vortraege/050923_huber_religionsfriede.html. 25 Wolfgang Huber, Hamburger Abendblatt Online’da mülakat, 31 Mayıs 2009, http://www.abendblatt.de/politik/article1034762/Bischof-Huber-Die-Tuerkei-gehoert-nicht-indie-EU.html 26 Alman Katolikleri Merkez Komitesi, basın duyurusu, 17 Nisan 2005, http://www.zdk.de/pressemeldungen/meldung.php?id=229. 35 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ifade etmektedir.27 Örneğin Almanya’daki Türk Topluluğu (Türkische Gemeinde Deutschlands – TGD) Almanya’da 200’den fazla topluluğu temsil etmekte ve Almanya ve Avrupa’da yaşayan Türkleri üyeliğe çağırmakta ve yerel düzeyde oy kullanma hakkı gibi yaşamlarını etkileyecek kolaylıklar istemektedir.28 Bunun yanında Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa’daki Müslüman ve Hıristiyan cemaatlerini bir araya getiren, dolayısıyla da Avrupa ile Ortadoğu arasında jeopolitik ve kültürel açıdan köprü görevi gören bir gelişme olabilir. Özetlemek gerekirse, Alman Hıristiyan cemaatleri arasında Türkiye’nin üyeliğine eleştirel bir bakış hâkimdir. Türkiye’nin iç durumuna yoğunlaşmakla birlikte kiliseler Avrupa ve Türkiye arasındaki kültürel farklılıkların AB ile başarılı bir işbirliği için fazlasıyla büyük olduğunu düşünmektedirler. Almanya’daki Türk topluluğu ise Türkiye’nin Avrupa’nın içinde ve dışındaki Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasındaki kültürel farklılıklar arasında bir köprü olarak önemine dikkat çekmektedir. Bu iki grubun farklı görüşlerine bakarak Alman sivil toplumunun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş olduğunu söylemek mümkündür. Sonuç: Karışık bir tablo Sonuç olarak Alman kamuoyunun Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığı konusunda farklı tavır ve söylemler arasında bölünmüş olduğunu ifade etmek mümkündür. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenler ya da buna karşı çıkanlar arasındaki ayrılıklar üyelik sürecinin gelişiminin yanı sıra Avrupa Birliği’nin iç kurumsal yapısındaki değişikliklere de bağlı olacaktır. 27 Cem Özdemir, ‘Demokratie und Islam sind vereinbar’, Cafe Babel, 25 Şubat 2005, http://www.cafebabel.com/fre/article/1103/demokratie-und-islam-sind-vereinbar.html. 28 Almanya’daki Türk topluluğu, faaliyet raporu 2006-2008, http:// vww.tgd.de/index.php?name=News&file=article&sid=842&theme=Printer. 36 Belçika Yvonne Nasshoven* Belçika Öz Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusundaki tartışmalarda Belçika hep olumlu bir duruş sergilemiştir. Yine de ülkede Flamanlarla Valonlar arasındaki gerilimde bir örneği görülen iç sorunlar ülkeyi iç politikaya daha fazla eğilmeye zorladığı için bu tartışmalar sınırlı düzeyde kalmıştır. Bu pasif duruş ancak kısa süreler için önemli boyutlara ulaşan medyadaki tartışmaların neredeyse yok denecek kadar az olmasında gözlemlenebilmektedir. Yine de 2010 yılının ikinci yarısında Belçika Krallığı AB Dönem Başkanlığını elinde bulunduracağı için Avrupa siyasetindeki anahtar oyunculardan biri haline gelecektir. Ayrıca Belçika Başbakanı Hermann von Rompuy halen Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin ilk başkanlığının önde gelen adayları arasındadır. Bu ışıkta Türkiye’nin AB üyeliği de dâhil olmak üzere Avrupa ve dış politika alanındaki gelişmeler siyasi coğrafyada öne çıkacaktır. Giriş Belçika Avrupa Topluluğu’nun kurucu üyelerinden bir olup en başından beri Avrupa siyasetinin şekillendirilmesinde aktif bir rol oynamıştır. AB’nin küçük bir üyesi olarak Belçika için Avrupa bütünleşmesi hep dünyada oynadığı rolü artırmanın bir yolu olagelmiştir. Dolayısıyla, Belçika Avrupa Birliği’nin derinleşmesinden yana, bütünleşmeyi destekler kuvvetli bir tutum takınmıştır. Öte yandan son yıllarda Belçika’nın kendi içindeki federal yapı özellikle Hollandaca konuşan zengin Flanders’te ve bunun yanında Fransızca konuşan Valonya’daki ayrılıkçı ve bölgeci hareketler nedeniyle zarar görmüştür. Türkiye’nin AB üyeliği ihtimali konusunda bu güç odakları Belçika siyasetinin genel seyrinden farklı olarak muhalif bir * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 37 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış tutum almışlardır. Her ne kadar başlıca iki ayrılıkçı parti olan Flanders’teki Vlaams Belang ve Valonya’daki Front National hükümette yer almasalar ve Belçika Parlamentosu’ndaki sandalyelerin ancak küçük bir kısmına sahip olsalar da iki bölge arasındaki mevcut sorunlar ülkeyi özellikle son iki yılda büyük ölçüde paralize etmiştir. a- Medya Belçika basınında Türkiye’nin üyeliği konusunda tartışmalar önemli bir yer almamaktadır. Çoğunlukla bu konudaki tartışmalar ülke içinde Belçikalıların Türkiye algısını etkileyebilecek olaylar üzerine yogunlaşmaktadır. Bu bağlamda özellikle iki tartışmaya değinmekte fayda vardır: Brüksel’de Ekim 2006’daki belediye seçimlerinde bir “bozkurt”un seçilmesi ve 2009’da Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi Fuat Tanlay’ın bir açıklaması sonrasında alevlenen tartışma. Murat Denizli’nin Brüksel’in ilçesi Schaarbeek’te seçilmesi üzerine tartışmalar başlamıştır. Bu, Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili tartışmaların Belçika’da Türk nüfusla bağlantılı olaylar üzerinden alevlendiğini göstermesi açısından çok önemli bir örnek teşkil etmektedir. Burada özellikle Belçika’daki Türk sorunları Türk aşırı milliyetçi partileriyle ilgili genel sorunla bağlantılı olarak ele alınmıştır. İkinci bir olaysa yakın zamanda Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi Fuat Tanlay’ın açıklaması üzerine meydana gelmiştir. Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi ile ilgili bir dava bağlamında 2009 yazında Büyükelçi’nin Hürriyet’te yayınlanan açıklamasında terörizmin bir gün Belçika’yı da vuracağı ve o gün “terörizm” kelimesinin anlamının ülkede anlaşılacağı ifade edilmiştir.1 Bu birçokları tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve ciddi şekilde eleştirilmiş bir açıklamadır. 1 RTBF, L’ambassadeur turc souhaite du terrorisme en Belgique, 20 Temmuz 2009. 38 Belçika Genelde Belçika medyası Türkiye’nin AB üyeliği konusunda özgün tartışmalara yer vermekten ziyade başka yerlerdeki tartışmaları aktarmakta ve onlara atıfta bulunmaktadır. Bu durum özellikle Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan ilerleme raporlarının düzenli algılanmasında ve Nicolas Sarkozy ve Angela Merkel tarafından 2009’da başlatılan “imtiyazlı ortaklık” konusunun tartışılmasında göze çarpmaktadır. Dolayısıyla Belçika medyası Türkiye’nin üyeliği konusunda proaktif değil reaktif bir tutum sergilemektedir. Bunun altında yatan neden birçok kilit Avrupa kurumunun merkezini ve “Avrupa Birliği’nin başkenti”ni barındıran Belçika’nın kendi ulusal kimliğini Avrupa kurumları ve kimliğinden ayrı tutabilme çabasıdır. Yine de şaşırtıcı bir biçimde Türkiye’nin üyeliği boyutunda genişleme konusuna kamuoyunun bakışı hükümetinkine nazaran daha az olumludur. Bu durumun bir işareti de %53 gibi ancak küçük bir çoğunluğun daha başka bir genişlemeden yana oluşunu gösteren Avrobarometre verilerinde görülmektedir.2 b- Hükümet Son dönemdeki Belçika dış politikası ülkenin kendi siyasi durumuna atıfta bulunmadan açıklanamaz. Parti sisteminin genel bölünmüşlüğü,3 hükümette süreklilik sıkıntısı ve Flaman ve Valon nüfus arasında artan gerilimler dış politika konularının hükümette ve diğer ortamlarda ikinci planda kalmasına neden olmuştur. Bu durum daha yakından irdelendiğinde 2006’dan bu yana Belçika Krallığı’nda dört hükümetin görev aldığı görülmektedir: 11 Temmuz 2003’ten 21 Aralık 2007’ye 2 Eurobarometer 71, L’opnion publique dans l’Union Européenne, Bahar 2009, s. 50. Belçika’daki siyasi partiler Flaman ve Valon toplumlar bazında örgütlenmiş olup tüm ülkeyi kucaklayan bir Belçika partisi mevcut değildir. Başlıca partiler arasında Hıristiyan demokrat partiler (Hıristiyan Demokratik ve Flaman Partisi ile Centre Démocrate Humaniste), sosyalist partiler (Socialistische Partij Anders ve Parti Socialiste), liberal partiler (Flaman Liberal Demokratlar ve Mouvement Réformateur) ve yeşiller (Groen! ve Ecolo) sayılabilir. Bu çerçevede önemli bir rolü olan oyuncular Flaman ve Valon milliyetçisi partiler Vlaams Belang ve Front National olup Vlaams Belang 2007’deki genel seçimlerde oyların yaklaşık %11’ini almıştır. 3 39 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış kadar dört partiden oluşan bir koalisyon olan Verhofstadt II, 21 Aralık 2007’den 20 Mart 2008’e kadar bir ara dönem hükümeti olarak Verhofstadt III, 20 Mart 2008’den 30 Aralık 2008’e kadar Leterme hükümeti, ve 30 Aralık 2008’den itibaren Herman van Rompuy Başbakanlığı’ndaki hükümet. 10 Temmuz 2007 genel seçimlerini takip eden hükümet kurma süreci Belçika tarihindeki örnekleri arasında en uzun süreni olmuştur. Bunların yanında geçmişte hükümetteki beş parti bir çoğunluğa sahip olabilmek için güç paylaşımına gitmekte, dolayısıyla uzlaşmaların ancak en küçük ortak paydada olabileceği bir ortam bulunmaktaydı. Bunun bir sonucu olarak hükümetlerin gündemlerinde iç politika konuları aslan payını almıştır. Yine de Belçika hükümeti geride kalan dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakar bir tavır içindedir. Özellikle 1999’dan 2008’e kadar Belçika Başbakanlığını yürütmüş olan Guy Verhofstadt Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumlu bir duruş sergilemiştir ve bu duruşu biraz daha serinkanlı bir şekilde olmakla birlikte Avrupa Parlamentosu’nda Liberallerin (ALDE) lideri sıfatıyla sürdürmektedir. Bu olumlu duruş iki kaynaktan beslenmektedir: bir yanda özellikle Belçika’da yaşayan Türk nüfusla bağlantılı iç politika ve bilhassa güvenlik konuları gibi ülke içi boyutları olan konular, diğer yanda Belçika’nın dış politikaları ve Avrupa Birliği üyesi bir ülke olarak gündemi. Küçük bir ülke olması nedeniyle Belçika’nın bu bağlamda özel bir rolü vardır. Bir diplomatın sözleriyle: “Küçük bir ülke olduğu için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması bir şeyi değiştirmez.”4 Dahası Belçika’nın duruşunun altında yatan nedenler tartışmanın yer aldığı bağlam bazında farklılık gösterebilmektedir. Yine de üç ana başlığı ayırt etmek mümkündür: 4 Pourqoi les Belges soutiennent la candidature de la Turquie, Le Soir, 08 Aralık 2004. 40 Belçika (1) Jeopolitik nedenler ve Avrupa’nın dünyadaki rolü: Burada Türkiye’nin Avrupa ve Ortadoğu, hatta Orta Asya arasında oynayabileceği köprü rolünün altı çizilmektedir. Türkiye’nin Soğuk Savaş ve sonrasında Rusya’ya doğru muhtemel bir açılım nedeniyle dahi sorgulanmayan 1951’den bu yana NATO üyesi kimliğiyle sorunlu bir bölgede bir istikrar unsuru olması beklenmektedir.5 Dolayısıyla Türkiye uluslararası örgütlerde güvenilir bir ortak olduğunu ispat etmiştir ve üzerine bir şeylerin bina edilebileceği bir güven atmosferi mevcuttur. (2) Avrupa perspektifinden güvenlik: Türkiye’nin Avrupa Birliği kurumları ve politikalarına entegrasyonu Belçika hükümetince hem Türkiye’deki militarist ve köktenci güçlere karşı güvenliği tesis etmenin, hem de Avrupa Birliği’nin enerji güvenliğini sağlamanın en iyi yolu olarak görülmektedir. Dolayısıyla iç güvenlik ve ekonominin bir karışımı enstrümentalist ve rasyonel tercih tabanlı bu gerçekçi duruşun temelini oluşturmaktadır. (3) Türkiye için bir reform vasıtası sağlamak: Belçika hükümeti aynı zamanda Türkiye’de bir reform ihtiyacını da ön plana sürmekte ve bunun en önemli sürükleyicisi olarak da genişleme sürecini görmektedir.6 Bu bağlamda özellikle insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları konularına vurgu yapılmaktadır. Yine de azınlıklar konusundaki söylem FlamanValon ilişkileri sorunsalının ön planda olduğu Belçika’da diğer ülkelere nazaran daha az yer tutmaktadır. Hükümetin olumlu duruşu yalnızca ülkeyi ilgilendiren güvenlik nedenlerinin bir harmanından kaynaklanmayıp aynı zamanda işbirliği ve 5 Chambre des Représentants de Belgique, Proposition de Résolution relative à l’adhésion de la Turquie à l’Union européenne, texte adopté par la Commission des relations extérieures, DOC 502121/004, 10 Aralık 2002. 6 Christen Demokraatisch und Vlaams CD&V, Movement Reformateur (MR), Parti Socialiste PS, Vlaamse Liberalen ve Democraten Open Vld ile Centre Democratie Humaniste müzakerecileri arasında ulaşılan koalisyon uzlaşması, 23 Aralık 2007. 41 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ortak değerlerin mevcudiyetinin Belçika ve Türk toplumlarının refahı için vazgeçilmez olduğu yönündeki kuvvetli görüşten de temelini almaktadır. Türk kökenli çok sayıda kişinin halen Avrupa Birliği ülkelerinde yaşamakta olduğu göz önünde bulundurulduğunda üyelik doğal bir gelecek adım olarak görülmektedir. Bu duruş son birkaç hükümet döneminde şu ya da bu şekilde telaffuz edilmekle birlikte Belçika hükümetleri aynı zamanda üyelik için öncelikle sağlanması gereken net koşulların var olduğunu da açıkça ortaya koymuşlardır: Öncelikle Avrupa Birliği’nin Doğu yönündeki genişlemesinin de kılavuzu olan Kopenhag kriterlerinin katı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Bu Belçika açısından özellikle hukukun üstünlüğü, insan hakları ve sağlıklı sivil-asker ilişkileri konusundaki siyasi kriterlere vurgu yapılması anlamına gelmektedir. Ayrıca topluluk müktesebatının tam anlamıyla iç hukuka aktarımına da önem verilmekle birlikte iktisadi sistemin reform ihtiyacı Belçika hükümeti tarafından daha az dile getirilmektedir. İkinci bir koşul Türkiye’nin Kıbrıs ve Yunanistan ile arasındaki sorunları çözmesidir. Bu Guy Verhofstadt’ın 2005’te ifade ettiği gibi müzakereler için kilit önemdedir.7 Belçika 1 Temmuz 2010’dan itibaren Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi Dönem Başkanlığı’nı elinde bulunduracaktır. Bu yöndeki hazırlıklar henüz ilk aşamasında olmakla birlikte hâlihazırda bazı görüş alışverişleri gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda hazırlık amaçlı belgeler de aynı istikamete işaret etmektedir: Üyelik kriterleri bağlamında gerçekleşen ilerleme doğrultusunda Türkiye ve Makedonya ile müzakereler sürdürülecektir. Yine de Kıbrıs ve insan 7 Fernando Riccardi, Les divergences sur l’adhésion de la Turquie se radicalisent, dans bulletin Quotidien Europe n° 8861, 07 Ocak 2005, s.3. 42 Belçika hakları konularındaki çekilmektedir.8 ilerlemelerin yetersiz olduğuna dikkat Bir özet vermek gerekirse Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için lobi yapan grubun ön saflarında yer almamakla birlikte, Belçika sürekli olarak Türkiye’nin üyeliğini desteklemiş, ancak net standartlar da talep etmiştir. Bunlara ek olarak Belçika dönemin Dışişleri Bakanı Karel de Gucht’un 20 Ocak 2009’daki sözleriyle Türkiye ile bir ortaklık ihtiyacından da dem vurmuştur: “[…] AB Türkiye’ye iyi, hatta eşit, bir muamele etmemiştir. […] Türkiye ile Avrupa arasındaki ortaklığın olgunlaşması vakti gelmiştir. Bu ortaklık kalıcı ve kırılmaz bir bağa dönüşmelidir. […] Türkiye Avrupa’nın müttefikidir. Avrupa ailesinin ayrılmaz bir parçası ve aynı değerleri paylaşan bir ülke olarak Türkiye Avrupa’nın Asya’nın öne çıkan güçleri ve Ortadoğu’ya köprüsüdür. Dahası, Türkiye Müslüman dünyaya açılan bir kapı, ve modernleşme, laiklik ve demokrasi’nin İslam ile bir arada olabileceğinin en iyi örneğidir. Kısacası, Türkiye dünyanın gelecek yıllarda karşılaşacağı en önemli mücadelelerde vazgeçilmez bir müttefik olacaktır. Bu nedenle Avrupa’nın korkularını yenmesi ve bu büyük oyunun gerektirdiği ölçüde büyük düşünüp cömert davranması gerekmektedir.”9 c- Muhalefet Belçika’daki muhalefet partileri net bir biçimde Türkiye’yi kapsayan genişleme perspektifi konusunda, üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi koşuluyla genellikle hükümetin yaklaşımını paylaşmaktadır. Bunun bir örneği Flaman Yeşiller partisi Groen’in 2007 genel seçimleri için kaleme aldığı seçim programında Türkiye’nin insan hakları ve azınlıklar 8 Sénat et Chambre des représentants de Belgique, Préparation de la présidence belge de l'Union européenne en 2010 (1), Rapport fait au nom du comité d’avis federal chargé des questions européennes par Mme Delvaux et M. De Croo, Document législatif n° 4-986/1, 9 Aralık 2008. 9 Karel de Gucht, “An unbreakable bond” (Kırılmaz bir bağ), Europe’s world, 20 Ocak 2009 http://www.europesworld.org/NewEnglish/Home_old/ CommunityPosts/tabid/809/PostID/152/Default.aspx. 43 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış konusundaki kriterleri yerine getirmesi halinde üyelik müzakerelerinin ileriye gidebileceği yönündeki ifadeler de görülebilir. Bu perspektifte AB Türkiye’deki reformlara aktif destek sunacaktır.10 Öte yandan, Belçika siyasetinde Türkiye’nin üyeliğine bakış homojen değildir. Özellikle Flaman ve Valon milliyetçisi partiler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusuna şiddetli bir karşı duruş sergilemektedir. Milletvekilleri Francis van den Eynde ve Alexandra Colen tarafından gündeme getirilen bir siyaset taslağına bakıldığında bu duruşun temelinde Türkiye’nin kültürel kökenlerinin Avrupa’da yer almayışı, Ermenistan, Kürtler ve Kıbrıs konularındaki durum, ülke topraklarının %97’sinin Asya kıtasında yer alması ile geride kalan 700 yıllık dönemde Avrupa kıtası ile Türkiye arasındaki genel düşmanlığın yattığı görülmektedir. Vlaams Belang ayrıca sivil-asker ilişkilerine de atıfta bulunmakta ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi bünyesine almakla Amerika Birleşik Devletlerinin jeopolitik çıkarlarına göre hareket etmiş olacağını öne sürmektedir.11 Bu söylemi marjinal bir söylem olarak değerlendirmek Vlaams Belang’ın ülkenin Flaman kesimindeki potansiyelini küçümsemek olur. Tam aksine, önceki seçimlerde halkın %11’i, geride kalan dönemde de hep iyi seçim sonuçları elde eden Flaman milliyetçilere oy vermiştir. Her ne kadar Belçika siyasetinde şu ana kadar milliyetçi partilere federal hükümette yer vermeme yönünde bir konsensüs mevcut olagelmişse de kayda değer sayıda seçmen Vlaams Belang’a oy vermeye devam etmektedir. d- Sivil Toplum 10 Groen!, De toekomst begint nu, Programma Groen! voor de federale verkiezingen van, 10 Haziran 2007, s. 113. 11 Belçika Temsilciler Meclisi, Proposition de Résolution relative à la candidature de la Turquie à l’adhésion à l’Union Européenne, déposée par M. Francis Van den Eynde et Mme Alexandra Colen, DOC 520286/001, 07 Kasım 2007. 44 Belçika Belçika şartlarında sivil toplum ele alınırken Avrupa kurumlarının merkezi olarak Belçika’daki sivil toplum tartışmaları ile Türkiye’nin üyeliği konusunda Belçika’nın kendi iç tartışmalarını birbirinden ayrı ele almak gerekmektedir. Belçika’da Avrupa Birliği eylemleri ile yakından ilişkili aktörlere bakıldığında Belçika’nın Avrupa Hareketi veya Belçika Genç Avrupa Federalistleri tartışmanın aktif katılımcıları arasındadır. Bunların yanında Belçika’da faaliyet gösteren Kürt ve Ermeni dernekleri gibi “tek konuya odaklanan STK’lar” da bu tartışmalarda yer almaktadır. Yine de Belçika’daki sivil toplum Avrupa Birliği’nin genişlemesi konusunda büyük ölçüde sessiz kalan bir kesim olarak değerlendirilebilir. Bu durum sendikalar için de geçerlidir. Bu sessizliğin altında yatan neden basittir: Avrupa Birliği ile ilgili konularda Belçika’daki tartışmalar Avrupa kurumlarının merkezi kimliğiyle Brüksel’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşlarınca hâlihazırda yeterince ele alınmaktadır. Dolayısıyla bu tartışmalara ilgi duyan Belçikalılar bu kuruluşlardaki tartışma ve faaliyetlere katılmakta ve merkezleri Brüksel’de yer alan ulus-aşan sivil toplum örgütlerinin çalışmalarıyla paralel ulusal yapılar oluşturma ihtiyacı hissetmemektedirler. Dolayısıyla Belçika sivil toplum örgütlerinin sessizliğinin altında yatan mantığı ilgisizlik olarak açıklamak ülkedeki sosyal hayatın farklı katmanları olduğu, ve ancak bunlardan birinin de Avrupa işleri ile ilgili olduğu gerçeğini göz ardı etmek anlamına gelir. Elbette ki Belçikalıların bakış açısı ile Avrupalı ve uluslararası bakış açıları birbirinden kolay kolay ayrı düşünülemez. Belçika sivil toplumunda Türkiye’nin üyeliğine bakış halen incelenen aktöre bağlı olarak farklı sonuçlara ulaştıracak şekilde bir kararsızlık içindedir. 45 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Sonuç Belçika’nın AB Dönem Başkanlığı’nı devralacağı 1 Temmuz 2010’a kadar Avrupa Birliği’ndeki durum büyük ölçüde değişmiş olacaktır. Lizbon Anlaşması ile Avrupa Birliği’ni daha etkin ve daha demokratik kılmayı amaçlayan yeni bir yasal çerçeve uygulamaya konacaktır. Bunun uygulaması ve finansal krizin sosyal ve iktisadi sonuçlarıyla mücadele 2010’da Avrupa Birliği’ni bekleyen başlıca iki sorun olacaktır. Bu konuların zorluğu ve boyutları göz önünde bulundurulduğunda AB’nin genişleme konusundaki kararlarının gündemde ön sıralarda yer almayacağı muhtemeldir. Yine de 2004’teki Doğu Avrupa’ya doğru genişlemeden beri beklenen Anlaşma yapısındaki değişiklikler ile ekonomik krizin etkilerinden kurtulma umutları Türkiye’nin AB içindeki rolü üzerindeki tartışmaları canlandıracak bir katalizör görevi yapabilir. Birçok Avrupa kurumunun merkezi olarak Belçika’da Komisyon, Parlamento veya Konsey’de meydana gelen her türlü tartışma sırf coğrafi yakınlık nedeniyle bile dönem başkanlığının gündemine önemli etki yapabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin üyeliğinin gündemde önemli bir kalem haline gelmesi halinde Belçika süreci yavaşlatmaktan ziyade üyeliği destekler bir tavır sergileyecektir. Yine de tüm dönem başkanlıklarında olduğu gibi asli faaliyet alanlarını belirlemede çok sayıda dış etken belirleyici olacaktır. Dolayısıyla beklenmeyen gelişmeler için hazırlıklı olmak akıllıca bir hareket olacaktır. 46 İtalya Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali* İtalya Öz İtalya AB ile entegrasyon konusunda Türkiye’nin en önemli taraftarlarından birisidir. Hem merkez sol hem de merkez sağ hükümetler ticari açıdan anlamlı olduğu ve Avrupa’nın dünyadaki konumunu güçlendirirken AB’yi çeşitliliği daha öne çıkan bir kurum haline getireceği gerekçesiyle tutarlı bir biçimde Türkiye yönünde AB genişlemesini savunmuşlardır. Yine de siyasi düzeyde partizan görüşler kamuoyunun genelinin görüşlerini yansıtmamaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinin kamuoyuna nazaran İtalyanlar bu konuya daha az karşı dursalar da Türkiye’nin Avrupa çabası konusuna yine de şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü çizmesine rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf ‘Hıristiyan kamuoyudur’. İtalya’da kimlik politikalarının net bir dini tınısı mevcuttur ve İslamofobi etkeni küçümsenmemelidir. Avrupa-Türkiye ilişkilerinin geleceğine yönelik sağlıklı tartışmaların önündeki büyük bir engel de bu konudaki büyük bilgisizliktir. İtalyan medyasının konu ile ilgili verdiği bilgiler ise çoğu zaman eksik ya da basitleştirme ya da klişeler nedeniyle çarpık bir görünüm arz etmektedir. Giriş Geleneksel olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci İtalyan siyasi partileri ile en önemli endüstri ve iş çevreleri arasında * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 47 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış partizan tutumlardan bağımsız bir desteğe mazhar olmuştur. Kasım 2008’de Roma’da gerçekleştirilen son ‘İtalyan-Türk Forumu’ sırasında İtalyan Dışişleri Bakanı Franco Frattini İtalya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği kararlı desteği yinelemiştir.1 Türkiye’ye gerçekleştirdiği son ziyaretinde Başbakan Silvio Berlusconi İtalyan hükümetinin “AB’nin Çek ve İsveç dönem başkanlıkları ile üyelik sürecini yarı yarıya kısaltmak için her dönem başkanlığı sırasında açılan müzakere başlıklarının ikiden dörde çıkarılması için çaba sarf edeceği”2 sözünü vermiştir. Öte yandan yaygın destek bu konuya karşı çıkanların var olmadığı anlamına gelmez. Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kamuoyu Türkiye’nin AB üyeliğine muhalif bir eğilim göstermektedir.3 Dahası ilgili taraflardan bazıları, ki buna İtalya’nın önde gelen siyasi partilerinden bazıları da dâhildir, Türkiye’nin AB’ye tam entegrasyonu çabasına karşı çıkmaktadır. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü çizmesine rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf zaman zaman çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB’ye kabul edilmesi konusunda endişelerini dile getiren İtalyan Katolikler’dir. Siyasi taraflar İtalyan hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğinin ilk ve önde gelen savunucuları arasında yer almaktadır. Hem merkez sol hem de merkez sağ hükümetler bu desteğin İtalya’nın genel dış politika çıkarları ile tam 1 ‘Frattini appoggia la Turchia. ‘l’Italia al vostro fianco per l’adesione alla UE’’, La Repubblica, 6 Kasım 2008, s. 26. Yıllar boyu İtalyan-Türk Forumu (‘Forum di dialogo Italo-Turco’) her iki ülkenin siyasi, ekonomik ve entelektüel elitlerini ortak ilgi konuları ve iki tarafı da ilgilendiren konuları tartışmak üzere bir araya getirmektedir. 2 F. Rizzi, ‘Berlusconi: ‘Russia provocata. E la Turchia subito in Europa’, Il Messaggero, 13 Kasım 2008, s. 1. 3 Türkiye’nin AB üyeliğine kamuoyunda verilen destek 2004’teki %74 seviyesinden 2006’da %49’a ve 2007’de %42’ye düşmüştür. Bkz. E. Alessandri ve E. Canan, ‘Mamma Li Turchi!: Just an Old Italian Saying’, N. Tocci (der.) Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Quaderni IAI, Aralık 2008, http://www.iai.it/sections_en/pubblicazioni/iai_ quaderni/Indici/quaderno_E_13.htm 48 İtalya bir tutarlılık içinde olduğu görüşüne sahiptir. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İtalya Atlantik ve Avrupa bütünleşmesine büyük ölçüde olumlu ve birbirini destekleyen eğilimler gözüyle bakmaktadır. Türkiye’nin AB’ye katılmasına izin vermek Ankara’nın Batı’nın güvenliğine yaptığı kritik katkı göz önünde bulundurulduğunda neredeyse tabii bir gelişme olarak görülmektedir. 2007’de geçmiş başbakanlardan Massimo D’Alema İtalyan merkez sol bakış açısından Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemenin başlıca nedenlerini iyi bir şekilde özetlemiştir: 1- İtalya ve Türkiye’nin ortak “Akdeniz kimliği” ve AB’nin ağırlık merkezini orta ve doğu Avrupa’dan güney Avrupa’ya kaydırma arzusu; 2- Türkiye’nin özellikle enerji nâkil hatları konusunda Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki “merkez” konumu; 3- Türkiye’nin İslam ile laik ve demokratik kurumları bir araya getirmede başarılı bir örnek oluşu, ve 4- Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin “kendisini ‘dışlayıcı’ bir kimliğe göre mi, yoksa açık bir siyasi proje olarak mı tanımladığı” konusunda önemli bir test oluşturması.4 Halen hükümetteki merkez sağ partilerse diğer etkenleri vurgulamaktadır: 1- Avrupa’nın NATO üzerinden ABD ile stratejik ortaklığının devamının güvencesi olarak Türkiye’nin üyeliği; 2- Ticaret ve yatırım için çekici bir pazar ve İtalya için kilit bir ticari ortak olarak Türkiye (bu iş dünyası perspektifi özellikle başbakan Silvio Berlusconi tarafından vurgulanmaktadır)5; 3- Avrupa’daki diğer muhafazakâr partilerin (örneğin Birleşik Krallık’taki) görüşlerinin bir yansıması olarak siyasi ve sosyal Avrupa projesini “sulandıracak” ve bir “uluslar Avrupası” ihtimalini kuvvetlendirecek bir araç olarak Türkiye’nin üyeliği. Ayrıca merkez sol görüşlere benzer biçimde (ancak muhtemelen 4 M. D’Alema, ‘L’Italia alleato critico della Turchia in Europa’, Il Sole 24 Ore, 13 Haziran 2007, s.1. 5 Bkz. E. Alessandri, “Fare Italia nel Mondo” Proje Direktörü Paolo Quercia ile mülakat, Fondazione FareFuturo, 8 Mayıs 2008. 49 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış daha az vurgu yaparak) merkez sağ da Türkiye’nin Orta Doğu ve Müslüman dünyaya bir köprü vazifesi yapabileceği görüşüne yer vermektedir. Türkiye’nin tam üyeliğine şüpheyle bakan siyasi taraflar arasında Türkiye’deki etnik azınlıkların içinde bulunduğu güç durum ve insan hakları alanındaki sorunlu geçmişin altını çizen İtalya’nın Komünist partileri yer almaktadır. Yeniden Kurulmuş Komünistler Partisi (PRC) geleneksel olarak Türkiyeli Kürtlerin siyasi amaçlarını ve iddialarını desteklemiştir. Geçen sene PRC web sitesinde Demokratik Toplum Partisi (DTP) temsilcisi Fayik Yağızay’ın Türkiye’nin 13 ilinde DTP’ye karşı polis operasyonlarını yalnızca “pasif ve demokratik Kürt mücadelesini” değil aynı zamanda “demokrasi, insan hakları ve örgütlenme özgürlüğünü” de tehdit eden bir siyasi fiil olarak niteleyen mektubu yayınlanmıştır.6 2009 Avrupa Parlamentosu Seçimleri için oluşturulan PRC platformu “Kürt sorununa siyasi bir çözüm ve Türkiye’nin askeri baskılara son verip gerçek bir müzakere sürecini başlatmasını istemiştir”.7 İtalyan Komünistleri Partisi (PDCI) AB’nin Türkiye ile müzakerelerinin altında yatan vizyonun vatandaşlar ve emekçilerin haklarını koruyan sosyal ve siyasi AB idealinin aksine “pazar ve sermaye” Avrupası olduğunu iddia etmektedir. Dahası PDCI Türkiye’nin üyeliği elde ettikten sonra ‘ABD’nin Truva Atı’ gibi bir rol oynayarak AB’nin gerçekten bağımsız bir dış politika geliştirmesini engelleyebileceği uyarısını yapmaktadır. Tüm bunlar PDCI Dış İlişkiler 6 ‘Elezioni In Turchia. Una pericolosa operazione contro il DTP’, 14 Nisan 2009, Rinfondazione.it http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5541/ 296/ (son erişim tarihi 11-09-2009) 7 ‘Programma Unitario per le Elezioni Europee’, Rifondazione.it, 9 Nisan 2009, http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5478/481/ (son erişim tarihi 11-09-2009) 50 İtalya sözcüsü Iacopo Venier’in “Türkiye’nin AB’ye alınmasına karşıyız”8 ifadesinin temelini teşkil etmektedir. Eleştirel tutumlarına rağmen bu partiler üyelik müzakereleri ile birlikte daha ciddi bir siyasi tartışmanın da gerçekleşmesi halinde şu anki tutumlarını değiştirmeyi düşünebileceklerini ifade etmektedir. Nitekim Komünist partiler kendilerinin de tümüyle benimsediği etnik ve dini açıdan zengin kimliğini Avrupa’nın kabul etmesinin son derece önemli olduğunun altını çizmektedir. Bugün için PRC ve PDCI tam üyeliğe bir alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık” kavramını destekler görünmekte ve Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin Türkiye’yi de içerecek bir “Akdeniz Birliği” önerisini ilgi ile takip etmektedir. Üyeliğe kararlı bir biçimde karşı çıkanlarsa Kuzey Birliği (NL) ve La Destra’dır. Her ikisi de Türkiye’nin AB üyeliğine esasen din, kimlik ve ‘kültür’ nedenleri ile karşı çıkmaktadır. La Padania gazetesinde yakın tarihte yayınlanmış bir makalede NL Türkiye konusundaki tavrını şöyle özetlemektedir: “[Türkiye’nin AB üyeliğine karşı duruşun] çeşitli özel nedenlerini (insan hakları konusundaki sorunlar, Ermeni soykırımının reddedilmesi, azınlık hakları ihlalleri, yetersiz dini özgürlükler, Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı, Kuzey Kıbrıs’ın askeri işgali) ikinci plana atmaksızın hem coğrafi, hem de kültürel ve sosyal açılardan Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olmadığı ve dolayısıyla Avrupa ülkelerinin bir Birliği’ne alınamayacağı açıkça ifade edilmelidir”.9 NL’nin mevcut hükümetin önemli unsurları arasında bulunduğunu ve Türkiye’nin üyelik sürecini başarıyla tamamlayabilmesi halinde referanduma başvurma tehdidini mükerrer defalar dile getirdiğini not 8 I. Venier, ‘Turchia: Testa in Europa’, Iacopovenier.it, 8 Haziran 2007,http:/ /www.iacopovenier.it/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=391&pagenum =4&mode=thread&order=0&thold=0 (son erişim tarihi 11-09-2009) 9 ‘No all’ingresso della Turchia in Europa’, Giornale Elettorale Europee 2009, Mayıs 2009, s. 2, http://www.leganord.org/elezioni/2009/propaganda/Giornale_ elettora_europee09.pdf. 51 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış düşmek gereklidir. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde NL aldığı oyları ikiye katlamış (2004’te %5’ten 2009’da %10,2’ye) ve İtalya’nın kuzeyindeki zengin kesimlerinde %20’nin üzerinde rakamlara ulaşmıştır. La Destra lideri Francesco Storace’nin sözleri İtalyan aşırı sağının Türkiye konusundaki tutumunu iyi bir şekilde özetlemektedir. Storace yakın bir tarihte Türkiye’nin AB üyeliğinin AB fonlarını İtalya’nın güneyinden Türkiye’nin de bir parçasını teşkil ettiği Avrupa’nın Güneyine kaydıracağını iddia etmiştir. Türkiye’ye AB üyeliğinin verilmemesi “Avrupa’nın Hıristiyan kökenlerini korumanın” anahtarıdır: “Çok kültürlülüğü reddediyoruz”.10 Bu tablo İtalyan siyasetinde evvelden Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen kesimlerin bu konudaki şevkini son yıllarda yitirdiği bulgusu ile daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Bu tür bir trendi açıklayabilecek etkenler arasında (son ekonomik krizin patlak vermesi ile daha da derinleşen) Avrupa Birliği’ne kuşkucu bakış (Euroscepticism) ve İtalyan muhafazakârları arasında İtalya’nın günümüzün küreselleşen dünyasındaki işlevinin dini ve kültürel kimlikler başta olmak üzere tehdit altındaki kimliklerin “müdafaası” olduğu şeklindeki yaygınlaşan görüşü de saymak mümkündür.11 Merkez sağ siyasi liderler iç ve dış politikada Hıristiyan değerlerin merkezi rolüne mükerrer atıflarda bulunmaktadır. İtalya’nın Hıristiyan kimliğine yeniden yapılan güçlü vurgu bugüne kadar hiçbir partinin Türkiye konusundaki resmi tutumunu önemli ölçüde değiştirmemiştir.12 Öte yandan Özgürlük Halkı (İtalya’nın yeni kurulmuş merkez sağ partisi) içinde konuya şüpheyle yaklaşanların güç 10 ‘Ue: Turchia; Storace, rifiutiamo multiculturalità’, Storace.it, 5 Mayıs 2009, http://www.storace.it/tag/turchia/ (son erişim tarihi 11-09-2009) 11 Bkz. M. Pera ve J. Ratzinger, Senza Radici. Europa, relativismo, cristianesimo, Islam, Milano, Mondatori, 2004. Ayrıca bkz. M. Veneziani, Contro i barbari. La civilità e i suoi nemici, interni ed esterni, Milano, Frecce, editore Mondadori, 2006. 12 E. Alessandri, İtalyan filozof ve Hıristiyan Demokratlar Birliği Başkanı Rocco Buttiglione ile mülakat, 12 Haziran 2008. 52 İtalya kazanmakta olduğu anlaşılmaktadır.13 Unione dei Democratici Cristiani e di Centro (Hıristiyan ve Merkez Demokratları Birliği) içinde çok sayıda kişi din ve kimlik esasında Türkiye’nin üyeliğine katı bir şekilde karşı çıkmaktadır. Büyük bir ‘AB’de Türkiye’ye yer yok’ hareketinin yükselişinin aksi yönünü işaret eden çok sayıda etken de mevcuttur. Bunlardan ilki Papa 16. Benedict’in önceki çekinceleri konusunda attığı geri adımdır.14 İkincisi, özellikle merkez sağ liderlerce dile getirilen ve Türkiye ile AB arasında daha yakın ilişkileri destekleyen güçlü ekonomik ilişkilerin mevcudiyetidir. Üçüncüsü, bazı İtalyan muhafazakârları Türkiye’deki iktidar partisi AKP’yi kendi partilerine oldukça yakın görmektedirler. Hıristiyan ve Merkez Demokratları Birliği Başkanı olan ve İtalyan Katolikleri arasında Türkiye konusuna soğuk bakanların önünde gelen Rocco Buttiglione Avrupa Halk Partisi ile AKP arasında kurulan yapıcı diyalogun mimarı olduğunu iddia etmektedir.15 İktisadi Taraflar İtalya 2008 yılında Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ortağı idi.16 2006’da Türkiye’deki İtalyan doğrudan yabancı yatırımlarının 4,4 milyar ABD doları (USD) düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Yatırımlar 2008’de neredeyse üç katına çıkmıştır. 2009’da yatırımların daha da büyüyeceği tahmin edilmektedir. Halen 700’den fazla İtalyan firma ve şirketi Türkiye’de yatırım yapmakta ya da doğrudan faaliyet göstermektedir. İtalya’nın Türkiye’den ithal ettiği ürünler genellikle deri, 13 E. Alessandri, Vekiller Kamarasında Hıristiyan Demokratlar Birliği grubu geçmiş başkanlarından Luca Volontè ile mülakat, 3 Nisan 2008; E. Alessandri, L’Espresso Group’tan Vatikan uzmanı Sandro Magister ile mülakat, 6 Mayıs 2008; E. Alessandri, Il Giornale’den Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008. 14 Bkz., ‘Cardinal Ratzinger : Identifier la Turquie à l’Europe serait une erreur’, Le Figaro, 13 Nisan 2004, s.3 15 E. Alessandri, Rocco Buttiglione ile mülakat, a.g.e. 16 Istituto Nazionale per il Commercio Estero (ICE), Odak ülke: Türkiye, 4 Aralık 2008, http://mefite.ice.it/CENWeb/ICE/News/ICENews.aspx?cod=8969 &Paese=52&idPaese=52. 53 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış yün, giysi ve ayakkabı olup makine ve elektronik eşya ithalatı da artış göstermektedir. İtalya ise Türkiye’ye plastik ve metal ürünleri, tarımsal ürünler, ileri teknoloji ürünleri ve tipik İtalyan ürünlerini (“made in Italy”) ihraç etmektedir. Ticaret dengesi İtalya’dan yana olagelmiştir. Ticaret hacminin kayda değer olduğu ekonomik sektörler arasında enerji, özellikle de doğal gaz iletimi, asli konuma gelmektedir. Biyo ve nano teknolojiler de ticaret hacminin hızla büyüdüğü alanlar arasındadır. Daha Ankara AB üyeliği yoluna girmeden önce dahi Türkiye İtalya için önemli bir pazar teşkil etmekteydi. İtalyan iş dünyasının en güçlü aile ve grupları İtalyan hükümetine 1960’lardan beri Türk ekonomisine daha büyük bir açılım yapılması için baskı yapmakta ve Avrupa Topluluğuna Türkiye ile bir gümrük birliği anlaşması yapılması talebini ileten ilk kesimler arasında yer almaktadır. İtalyan sanayini temsil eden başlıca örgüt olan Confindustria’nın önceki başkanlarından Luca Cordero di Montezemolo yakın bir tarihte iş adamı gözüyle “Türkiye zaten Avrupa’dadır” diye belirtmiştir.17 İktisadi alanda önemli taraflar arasında ENI ve ENEL gibi İtalya’nın önde gelen bazı enerji şirketlerini, Unicredit gibi İtalya’nın en önemli bankacılık firmalarını, Telecom gibi telekomünikasyon şirketlerini ve Finmeccanica gibi havacılık, uzay ve savunma sanayi firmalarını saymak mümkündür. İtalya’nın önde gelen otomotiv şirketi FIAT Türkiye pazarına daha 1920’lerde girmiştir. 1968’de FIAT Koç Grubu ile bir iş ortaklığına gitmiş ve bu Bursa’da halen FIAT’ın “dünya otomobili” Palio’nun üretildiği Tofaş tesislerinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. La Repubblica AUTO’dan gazeteci Enrico Franceschini’nin deyimiyle 17 ‘Italia Turchia: Montezemolo, per imprese Ankara già in UE’, Kataweb News, 8 Kasım 2007, http://news.kataweb.it//item/374601/italia-turchia-montezemolo-per-imprese-ankara-gia-in-ue. 54 İtalya “FIAT’ta insanlar Türkiye’yi İtalya’nın bir şekilde Orta Doğu’ya doğru kaymış bir parçası olarak düşünürler.”18 İki ülke arasında İtalya’nın bazı stratejik sektörlerini de içeren bu güçlü ve dallı budaklı ekonomik bağlar Türkiye’nin hızlı bir şekilde AB’ye üye olmasını ciddi bir biçimde destekleyen bir “İtalyan ekonomik lobisinin” varlığını açıklayabilir. Bu bağlantıyı teyit edercesine İtalya’nın 22 Mayıs 2008’de İstanbul’da Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Tunus’ta da yatırım fırsatları yaratma amaçlı “Akdeniz Planına” imza koyduğunu not düşmek gerekir. İktisadi Kalkınma Müsteşarı Adolfo Urso tören sırasında bu ekonomik kriz döneminde dahi Türk pazarının İtalyan firmalara açık kalmasının öneminin altını çizmiştir.19 Öte yandan İtalya’dan bazı iktisadi taraflar da Türkiye’nin AB tam üyeliğine çok sıcak bakmamaktadır. Bu durum özellikle tarım sektöründe faaliyet gösteren bazı firmalar için geçerlidir. Türkiye ile 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği tarım ürünlerini kapsamamaktadır. İtalyan ve Türk tarımsal sektörleri arasında çok sayıda benzer nokta bulunduğu göz önüne alındığında İtalyan tarafında Türkiye’nin AB üyeliğinin İtalya’nın rekabetçiliğini olumsuz yönde etkileyebileceği endişeleri görülmektedir. Aynı durum Türkiye’nin üyeliği ile doğacak Ortak Tarım Politikası için ayrılan AB bütçesinin yeniden dağıtılması gereği için de geçerlidir.20 İtalyan iktisadi tarafları hakkındaki değerlendirme sendikalara yer vermeden tamamlanmış sayılamaz. Sendikaların görüşü Türkiye’nin 18 E. Franceschini, ‘La scommessa della Turchia’, La Repubblica, Temmuz 1999, http://www.repubblica.it/online/auto_prima/fiat100anni/otto/otto.html; A. Ferigo, FIAT Yetkilisi ile mülakat, Mayıs 2008. 19 C. Antonelli, ‘Interview to Vice-Minister Urso’, LiberoMercato, 24 Mayıs 2009, s. 27. 20 E. Alessandri, Coldiretti Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Maurizio Reale ile mülakat, 17 Nisan 2008. 55 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış üyeliğinden yana gibi görünmekle birlikte bu olumlu bakış Türk işgücü pazarını düzenleyen kuralların takviyesi ve Türk işçileri için daha fazla haklar getirilmesi koşuluna bağlıdır. “Türkiye’nin AB’ye katılmasından yanayım” diyen FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani “çünkü bir sendikacı olarak tecrübelerimle Türk toplumunun çıkarlarının ölçek ve kapsamdaki bazı farklılıklar dışında İtalyanlarla aynı olduğunu anladım”21 diye konuşmaktadır. Cipriani’ye göre “üyelik ancak iktisadi standartların yanı sıra sosyal standartların da yakalanması durumunda gerçekleşebilir […] sendikalar önceden belirlediğimiz yönde çaba sarf etmeye devam edecektir: heyetlerce gerçekleştirilen ziyaretler, eğitim faaliyetleri, ortak kampanyalar ve dayanışmanın dışavurumu”. Medya Medya AB’nin genişlemesi konusu da dâhil olmak üzere birçok konuda kamuoyunun yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Öte yandan İtalyan kamuoyu çoğu zaman eksik ya da yanlış bilgilere sahip ve hem Türkiye’nin AB üyeliği süreci hem de modern Türkiye hakkında temel bilgilerden yoksun bir görünüm çizmektedir.22 Bu konularda bilgi bazlı bir tartışmanın olmamasının sonuçları arasında yanlış algıların, klişeleştirmelerin ve önyargıların kök salması sayılabilir. İtalya Vekiller Meclisi (İtalyan parlamentosunun alt kanadı) Başkanı Gianfranco Fini Ankara’daki mevkidaşına Ekim 2008 sonunda bir ziyarette bulunmuş ve sorunu açıkça kabul edip Türkiye konusundaki tartışmaya zarar veren tüm önyargıların bir kenara bırakılmasını istemiştir. Fini “Türkiye çaba göstermektedir ve AB de Ankara’nın bu 21 A. Ferigo, FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani ile mülakat, 12 Mayıs 2008. E. Alessandri, Messaggero Veneto’dan Associazione Europa Cultura Başkanı Giampaolo Carbonetto ile mülakat, 21 Nisan 2008; E. Alessandri, Sabah Roma muhabiri Yasmin Taşkın ile mülakat, 7 Mayıs 2008. 22 56 İtalya çabalarına önyargısız ve dürüst bir bakış açısıyla yaklaşmalıdır”23 demiştir. Özellikle yakın geçmişte Türkiye’den haberler genellikle ülkenin laik bir demokrasi olarak geleceğine ilişkin belirsizliklere odaklanmakta idi (örneğin 2006’da Don Andrea Santoro’nun Türkiye’de öldürülmesi, 2007’deki türban tartışmaları ve 2008’de AKP’ye yönelik kapatma davası). Burada ilgi çekici olan haberlerin kendinden ziyade veriliş şekilleridir. Öncelikle Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen siyasi partilere yakın gazeteler dahi son zamanlarda Türkiye’deki iç gelişmelere ilişkin endişeleri dile getiren makaleler yayınlamakta ve bazen de bu gelişmeleri süregiden bir dini radikalleşmenin işareti olarak sunmaktadırlar. Bu durum Il Giornale ve Libero gibi muhafazakâr gazeteler için geçerlidir.24 İkincisi, Türkiye’deki iç gelişmeler konusundaki endişeler henüz Türkiye’nin üyeliği ve Avrupa’daki geleceği konusuna sistematik biçimde yansıtılmamıştır. Eğer bu ikinci durum gerçekleşirse “Türkiye sorunu” dinle ilgili konuların yukarıda da ifade edildiği gibi daha dikkat çekici bir konuma geldiği ve göç gibi tartışmalı konulara da dini bir perspektiften yaklaşıldığı daha geniş bir iç tartışmanın bir parçası haline gelebilir. İçişleri Bakanlığı’nca yaptırılan bir ankette İtalyanların çoğunluğunun “Müslüman göçünün” İtalya’da diğer grupların göçlerinden daha fazla sorun yarattığını düşündüğü sonucunu ortaya koymaktadır.25 Türkiye konusunun bu tartışmanın bir parçası haline gelip gelmeyeceği sorusunun yanıtı halen çok net değildir ve İtalyan 23 A. Pannullo, ‘Fini: ‘L’Unione Europea dica no ai pregiudizi’’, Il Secolo d’Italia, 1 Kasım, 2008, s. 6. 24 Bkz. Il Giornale’den F. Facci’nin makaleleri ile R. Camilleri, ‘Quell’omicidio allontana la Turchia dall’Europa’, Il Giornale 27 Ocak 2007, s.10. Ayrıca bkz. C. Taormina, ‘Sulla Turchia nella UE l’Italia dia ascolto alla lezione di Sarkozy’, Libero, 31 Ağustos 2007, s.11. 25 Bkz. Ministero dell’Interno, Report, 29 Nisan 2008, http://www.interno.it/ mininterno/export/sites/default/it/assets/files/15/0673_Rapporto_immigrazione_BARBAGLI.pdf 57 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış kamuoyunun dini konularda özellikle hassas kesimlerini nitelemekte faydalı olan bir etiketle “Hıristiyan kamuoyunun” tepkisi büyük ölçüde belirleyici olacaktır. Hıristiyan kamuoyu İtalya’da önemli ölçüde etkilidir, İtalyan medyasında (gazeteler, TV) yaygın biçimde temsil edilmektedir ve üyeleri arasında Avrupa’nın siyasi geleceğini Hıristiyan bakış açısından yorumlayan lider ve aydınlar yer almaktadır. Bu kesimin görüşlerinin belki de geri dönülemez bir şekilde konsolidasyonunu tetikleyebilecek bir etken Vatikan’ın Türkiye’nin üyeliğine muhalefetidir. Daha önce de belirtildiği üzere son dönemde Papa’nın bu konudaki tutumu daha olumlu hale gelmiştir.26 Il Messaggero’dan Franca Giansoldati’nin ifadesiyle “Papa’nın arzuladığı şey Türkiye’de Hıristiyan kilisesinin resmi statüsünün tanınmasıdır […] ki bu halen gerçekleşmemiş ve dolayısıyla Vatikan ve Türk makamları arasında Türkiye’nin AB ile müzakereleri bağlamında pazarlık konusu olan bir mevzudur.27 Sivil Toplum İtalyan tarafların resmini tamamlamak üzere İtalyan STK’ları ve Türkiye üzerine veya Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası STK’ların İtalya’daki kollarını da ele almak gerekir. İtalyan STK’ları genel hatlarıyla Türkiye’nin AB üyeliği yönündeki nihai hedefini destekler bir tutumdadır. Öte yandan birçok STK ne üyelik müzakerelerinin bugünkü durumu, ne de muhtemel sonuçları konusunda resmi bir tavır dile getirmeye sıcak bakmamaktadır. Dahası, birçoğu Türkiye’nin mevcut durumunun halen AB standartlarına ulaşmaktan uzak olduğunu vurgulamaktadır. İnsan haklarının korunması alanında ve çocukların, kadınların ve etnik azınlıkların durumları hakkında endişeler 26 Bkz. ‘Cardinal Ratzinger: Identifier la Turquie à l'Europe serait une erreur’, a.g.e. Ayrıca bkz. E. Alessandri, Il Giornale’den Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008. 27 E. Alessandri, Il Messaggero’dan Vatikan uzmanı Franca Giansoldati ile mülakat, 22 Mayıs 2008. 58 İtalya dile getirilmektedir. Uluslararası Af Örgütü İtalya şubesi sözcüsü Richard Noury “2009 raporumuzda ortaya konduğu gibi işkence ve kötü muamelenin polise bildiriminde, mültecilerin ülkelerine geri gönderilmesinde … ve kadınlara yönelik şiddette artış gözlemledik”28 ifadesini kullanmaktadır. Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren Un Ponte Per gibi İtalyan STK’ları sıklıkla Kürtlere yönelik şiddetin artışına vurgu yapmaktadır.29 Çevre sorunları da bir endişe kaynağı olarak sıklıkla dile getirilmektedir. Greenpeace-İtalya’dan Laura Cerani üyelik sürecinin Türkiye’nin AB’nin çevre ile ilgili standartlarını yükseltme yönünde bir rol oynayacağı ümidini dile getirmiştir.30 Türkiye’deki faaliyetleri ile ilgili olarak İtalyan STK’lar misyonlarını tam ve özgürce yerine getirmekte karşılaştıkları zorluklardan şikâyet etmektedirler. Özellikle STK’lar ve yerel polis ve bazen de Ordu arasındaki ilişkiler çetrefilli bir hal alabilmektedir (bilhassa ülkenin güneyinde faaliyet gösteren STK’lar için). Bir diğer sorun da bilgi ve veri toplamanın her zaman mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Un Ponte Per’den Matteo Pasini Kürt göçleri konusunda 1990’larda bir belgesel hazırlarken Diyarbakır’da polis tarafından saatlerce gözaltında tutulup sorgulandığını ifade etmiştir.31 Son olarak, Türkiye konusundaki iç tartışmalarda, STK’lar İtalyan sivil toplumunun Türkiye’nin AB üyelik süreci konusunda ciddi bilgi sahibi olmadığını kabul etmektedirler. Türkiye’de faaliyet gösteren STK’lar arasında yetersiz bir işbirliği ve bunlar ile İtalyan STK’larının 28 S. Sali, Uluslararası Af Örgütü-İtalya’dan Richard Noury ile mülakat, 11 Haziran 2009 S. Sali, Un Ponte Per’den Matteo Pasini ile mülakat, 12 Haziran 2009. 30 S. Sali, Greenpeace İtalya’dan Laura Cerani ile mülakat, 16 Haziran 2009. 31 S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e. 29 59 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış bütünü ve daha geniş ölçekte de İtalyan sivil toplumu arasında kısıtlı bilgi alışverişi bu konuda kısıtlayıcı rol oynamaktadır. Türkiye konusunda İtalya’daki tartışmaların bilgi bazlı ve canlı olup olmadığı sorulduğunda çoğu STK bu konudaki memnuniyetsizliklerini dile getirmektedir. Yukarıda adı geçen Matteo Pasini’nin ifadesiyle “tartışma durumun gerçek anlamıyla anlaşılması için gereken doğru bilgi unsurlarını içermemekte ve böylece kamuoyunun doğru ve nesnel bir yargıya varabilmesini imkânsız kılmaktadır”.32 İtalyan Af Örgütü de yanlış algıların ve önyargıların tartışmada ve medyadaki yankılarında ziyadesiyle yer bulduğundan dem vurmaktadır. Sonuç İtalya Türkiye’nin AB üyeliği konusunda başlıca destekçileri arasında olagelmiştir. Bu desteğin geri çekilmesi çok olası görünmemektedir. Öte yandan Türkiye’nin üyeliğinin getireceği iktisadi ve jeopolitik faydaları kabule hazır siyasi taraflar arasında dahi bu konuya şüpheyle yaklaşanlar artış göstermektedir. Kamuoyu Türkiye’nin AB üyeliğine gittikçe daha fazla karşı çıkar bir çizgi izlemektedir. Problemin kökeninde din ve kimlik konularının yattığı görülmektedir. İş dünyası üyeliği şiddetle desteklemekle birlikte bazı sektörler rekabet güçlerinde yaşayacakları muhtemel bir gerileme konusundaki endişelerini saklamamaktadır. Günümüz Türkiye’si hakkındaki temel bilgilerden yoksunluk ve önyargılarla yanlış algılamaların mevcudiyeti İtalya’da Türkiye hakkında gerçek anlamda açık ve yapıcı bir tartışmanın başlamasının önündeki engellerdir. 32 S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e. 60 İspanya Eduard Soler i Lecha, Irene García* İspanya Giriş İspanyol-Türk ilişkileri son derece sağlıklı bir seyir arz etmektedir. Uluslararası bağlamda her iki ülkenin de 2004’ten beri Medeniyetler İttifakı gibi çalışmalarda nasıl işbirliği yaptığı görülmüştür. Avrupa gündemi söz konusu olduğunda ise İspanya Türkiye’nin AB’ye girişini tümüyle desteklemekte ve bu ülkeye karşı ayrımcı bir yaklaşımı tümüyle reddetmektedir. İkili düzeyde ise ilk Nisan 2009’daki Üst Düzey Toplantı’nın düzenlenmesinden bu yana ilişkiler en üst düzeyde seyretmektedir. Almanya ve Fransa gibi diğer devletlerin Türkiye’nin üyeliği konusunda tereddütlerini sergilediği bir dönemde İspanya üyeliği en çok destekleyen ülkelerden biri olarak göze çarpmaktadır. Türkiye’nin üyeliğine verdiği destek net ve tutarlı bir şekilde sürmektedir. İspanyol siyasetçi ve diplomatlara bu durumun altında yatan neden sorulduğunda şu sebepler dile getirilmektedir: Türkiye’nin jeostratejik önemi, sağlam bir ekonomiyle kurulacak ticari bağlar, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine yapılacak olumlu etki ile AB’nin Akdeniz eksenini * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 61 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış kuvvetlendirme yönündeki muhtemel katkı yoluyla AB’nin ağırlık merkezini güneye kaydırma konusunda elde edilecek kazanım.1 Söz konusu destekler tavır aynı zamanda İspanya’nın Avrupa siyaseti ile de tutarlıdır. AET’ye üyeliğinden, hatta adaylığından bu yana İspanya kendini her iki boyutunda da Avrupa bütünleşmesine bağlı bir ülke olarak tanımlamaktadır: derinleşme ve genişleme. İşte bu mantık İspanyol hükümetlerinin yeni üyelerin Birliğe katılımını bu katılımların İspanya için kısa vadede fayda getirmediği hallerde bile desteklemesi bağlamında belirleyici olmuştur. Bu desteğin kökeninde İspanya’nın son yirmi yılda geçirmiş olduğu modernleşme ve kalkınma sürecinin kilit bir unsuru olarak görülen AET üyeliğinde özetlenen İspanya’nın kendi tecrübesi yatmaktadır. Dahası, bu konuda siyasi ve soysal tartışmaların yer almayışı İspanyol yürütme makamlarına Türkiye konusundaki politikaları oluşturma ve uygulamaya koymada daha geniş bir manevra alanı bırakmıştır. İspanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine yaklaşımı değerlendirilirken farklı aktörlerin görüşleri göz önünde bulundurulacaktır: Son beş yıllık dönemde hükümet, muhalefet, medya ve sivil toplum. Bu çalışmayı gerçekleştirmede iki neden ön plana çıkmaktadır: İlk olarak her ne kadar bugüne kadar Türkiye’nin üyeliğine verilen destek istikrarlı bir şekilde devam etmişse de bu konudaki tereddütlerin muhafazakâr siyasetçiler ve toplum kesimlerinde artmakta olduğu gözlemlenmektedir. İkincisi, İspanya Ocak 2010’da AB’nin dönem başkanlığını devralacak olup bu bağlamda Avrupa-Türkiye ilişkilerinin evrimini yakın gelecekte etkileyebilecek bir konumda yer almaktadır. 1 D. López Garrido, “España y Turquía: dos países y un destino”, Afkar/ideas, 22, 2009, ss. 30-31. 62 İspanya Hükümet ve İspanyol Sosyalist İşçi Partisi 14 Mart 2004 seçimleri İspanyol siyasi panoramasını alt üst etmiştir. 1996’dan beri iktidarda olan José María Aznar liderliğindeki Muhafazakâr hükümet yerini Sosyalist José Luis Rodríguez Zapatero liderliğinde yeni bir yönetime bırakmıştır. Bu gelişme önde gelen iki büyük İspanyol siyasi akımı arasındaki kutuplaşma ve gerilimlerin arttığı bir dönemde meydana gelmiştir. Bu gerilim yalnızca iç politika alanında hissedilmekle kalmayıp Irak savaşı, Fas, Küba ve Venezüella ile ilişkiler gibi dış politika konularını da etkilemekteydi. Avrupa gündemi de iki taraf arasında verimli bir provokasyon alanı haline dönüşmüş ve İspanya’nın AB’deki çıkarlarını savunmanın en iyi yolu gibi konular şiddetli tartışmalara malzeme olmuştur. Yine de Türkiye’nin AB üyeliğine hükümet düzeyinde verilen destek bu ihtilaf tablosunun dışında yer almakta ve ne İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), ne de ana muhalefet partisi Halk Partisi (PP) bu konuyu siyasi mücadelelerinde bir başlık haline getirmiştir. Sosyalist Parti, Başbakan Rodríguez Zapatero ve Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos tıpkı bugüne kadar Halk Partisi’nin yaptığı gibi Türkiye’ye verdikleri desteği sürdürmüşlerdir. Yine de Sosyalist yönetim bu desteğin temelleri ve bir ölçüde de gerekçelerinde bazı değişiklikler getirmiştir. PP konunun dış politikadaki Atlantik ittifakı boyutuna kuvvetli bir vurgu yaparken Sosyalist yönetim Türkiye’nin Birlik ile İslam dünyası arasındaki daha uyumlu ilişkilerin geliştirilmesine katkısı ya da bu ülkedeki demokratik gelişim gibi işin diğer boyutlarına önem vermektedir. Bu farklarına rağmen İspanyol hükümeti bu alanda önde gelen siyasi gruplar arasındaki kesişimin altını çizmeye çaba sarf etmiştir. Moratinos’a göre İspanya’nın genişleme konusuna her daim destek vermesinin altında yatan nedenler “siyasi nedenlerdir, çünkü genişlemenin Avrupa kıtasında istikrar ve güvenliği takviye edeceğine 63 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış inanıyoruz; ekonomik nedenlerdir, çünkü yüksek bir ekonomik büyüme hızı sergileyen 80 milyonluk yeni bir pazarımız olacaktır; ve etik veya ahlaki nedenlerdir, çünkü genişleme aynasına baktığımızda kendi yansımamızı görüp yıllar süren dikta döneminden sonra AB’ye girişimizin demokrasi ve pazar ekonomisinin konsolidasyonunu nasıl sağladığını hatırlıyoruz”2. Sosyalist iktidar kendi partisi içinde bu konuda geniş destek bulmuştur. Örneğin 2007’de PSOE milletvekili ve parlamentonun Dışişleri Komisyonu üyesi Juan Moscoso del Prado dini özgürlük ilkesi, demokratik reformları destekleme gereksinimi ve Türkiye’nin Akdeniz Birliği gibi konulardaki katkısından başlayarak Ankara’nın stratejik öneminin altını çizmiştir.3 Mayıs 2008’de Avrupa Günü kutlamalarında PSOE tekrar Türkiye’nin “şartları yerine getirdiğinde” üyeliği konusundaki desteğini dillendirmiştir. “Çevredeki ülkelerle iyi komşuluk ilişkilerini de sağlamanın AB genişlemelerinin sağladığı istikrar kadar önemli olduğunu” ifade etmeye devam etmişlerdir4. Aynı yılın sonunda Sosyalist Parti bir kez daha Türkiye ile “hem Türkiye hem de AB’nin bu çerçevedeki yükümlülüklerini yerine getirdiği ve net kriterlere dayalı” müzakerelere verdiği desteği yinelemiş ve AB’nin itibarı ile ahde vefa ilkesinin zarar görebileceğini vurgulamıştır.5 AB’nin Türkiye ve Hırvatistan’ı içeren mevcut müzakere dalgasına ilişkin benzer bir taahhüt partinin 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri için hazırladığı manifestosunda bulunmaktadır.6 2 M.A. Moratinos, Diario de Sesiones del Congreso de los Diputados: Comisión de Asuntos Exteriores, c. 8 (24) Madrid: Cortes Generales, 2008. 3 J. Moscoso. “Por el amor laico entre la UE y Turquía”, El País, 30 Ağustos 2007. 4 PSOE, Compromiso con la igualdad, la calidad del empleo y el cambio de modelo de crecimiento:Manifiesto del PSOE con motivo del 1º de Mayo, İspanya, PSOE, 2008. 5 PSOE, Motivos para crecer. Programa Electoral 2008. (Programa electoral 2008) İspanya: PSOE, 2008. 6 PSOE, 2009. Manifiesto: Programa Electoral PSOE 2009. (EU 09 of 2009-17) İspanya: PSOE. 64 İspanya Muhalefet partileri 2004’ten beri Halk Partisi ana muhalefet görevini yerine getirmektedir. Parti 1996-2004 yılları arasında hükümette kaldığı dönemde Türkiye ile ikili ilişkilerin derinleştirilmesi yönünde bir tercih sergilemiştir. Aynı zamanda her aday ülkenin önüne konan kriterleri yerine getirmesi halinde Türkiye’yi Avrupa bütünleşme sürecine alma kararını da desteklemiştir. Halk Partisi temsilcileri en başından beri Türkiye’nin diğer aday ülkelerle eşit bir değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğinde ısrar etmişlerdir.7 Bu görüş Halk Partisinin 2004 seçim bildirgesinde de yer almaktadır.8 Geleneksel duruşundan ayrılmasa da Halk Partisi’nin Türkiye’nin üyeliği konusundaki tavrında seçimleri kaybetmesinden bugüne bir farklılaşma söz konusudur. Örneğin 2005’teki bir seçim mitinginde partinin yeni lideri Mariano Rajoy İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği desteğin tartışma konusu olmayışını eleştirmiş ve AB’nin gelecekteki sınırları hakkında bir tartışma açılması gereğinden bahsetmiştir.9 Halk Partisi’nin önde gelen üyelerinden Gustavo de Arístegui de partisinin Türkiye’nin üyeliğinden yana olmasına rağmen AB’nin yeni üye alabilme kapasitesi göz önünde bulundurularak bu 7 Örneğin Dışişleri Bakanı Fernando Villalonga tarafından 1997’de yapılan şu açıklama: “İspanya Türkiye’nin Avrupa çabasını kabul etmekte ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesinin hem Avrupa bütünleşmesi projesi, hem de Türklerin meşru niyetleri ile uyumlu olduğunu idrak etmektedir. (…) Bu bağlamda İspanya’nın verdiği destek genişlemenin açık, şeffaf ve ayrımcılığa yer vermeyen bir süreç olduğunu bize hatırlatan Avrupa projesi vizyonumuz temeline oturmaktadır. Dahası, açık üyelik müzakerelerine uygunluk ve müzakere süreci her bir aday ülkenin nesnel siyasi ve iktisadi koşullarını esas alacaktır. Bildiğiniz üzere AB Avrupa bütünleşmesine ve daha birleşmiş, daha güvenli ve daha zengin bir Avrupa’ya katkıda bulunma niyetini taşıyan tüm Avrupa ülkelerine yer ayıran çoğulcu bir projedir.”, Diario de sesiones de las Cortes Generales, Comisión de Asuntos Exteriores, yıl 1997, n. 352, s.10400. 8 PP, Avanzamos Juntos: Programa de Gobierno del Partido Popular. (Programa 2004) İspanya, PP, 2004. 9 C. Segovia, “Rajoy cambia la posición proturca del PP en la UE para apoyar a Merkel y Sarkozy”, El Mundo, 26 Haziran 2005. 65 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış konuda verilen tarihlerin gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir.10 Dolayısıyla bazı PP üyelerinden gelen mesajlar Avrupa’nın diğer muhafazakâr liderleri ile, özellikle de Fransız ve Alman hükümetlerinin tutumu ile daha uyuşur hale gelmiştir. Bunun yanında İspanya’daki Sosyalist hükümet ile Türkiye’deki AKP hükümeti arasında bazı konulardaki ortak bakış açısı İspanyol muhafazakârları arasında fazla destek bulmamıştır. Medeniyetler İttifakı projesi ağır bir biçimde eleştirilmiştir. En başından beri Mariana Rajoy bu konuda şüpheciler arasında yer almış ve bunun baştan çıkarıcı ama sonunda tehlike olan bir süreç olduğunu, “kimse tarafından umursanmadığını” ve radikal İslamcı terörle mücadelenin doğru yolu olmadığını belirtmiştir.11 Bir diğer tartışma da “Karikatür krizi” ile ortaya çıkmış ve Zapatero ile Erdoğan anlayış ve sükûnet çağrısı yaparken “söz konusu karikatürlerin yayınlanmasının kağıt üzerinde yasal olabileceğini, ancak fütursuzluğu nedeniyle ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilemez olduğunu” belirtmişlerdir.12 Rajoy ise önceliğin ifade özgürlüğünün müdafaasına verilmesi gerektiğini belirtmiş ve bu hakkı kullananlarla yan yana durmuştur.13 2008 genel seçim kampanyası sırasında PP’nin Türkiye’ye programında yer vermemesi dikkat çekicidir. 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri gündeminde “genişleme sürecine mevcut aşamasında destek 10 G. Arístegui, “Bin Laden y los suyos quieren convertir Al Ándalus en un símbolo del islamismo radical”. Heraldo de Aragón, 18 Ekim 2005. http://www.jimenezaybar.com/pdf/sala_lectura/entrevistas/aristegui.pdf adresinden erişilebilir (Erişim tarihi 11 Ekim 2009). 11 EFE,. “López Garrido critica el desprecio de Rajoy hacia la Alianza de Civilizaciones”, WebIslam online, [internet] 15 Kasım 2006. http://www.webislam.com/?idn=7779 adresinden erişilebilir (Erişim tarihi 12 Ekim 2009). 12 R. T. Erdoğan ve J. L. Zapatero, “A call for respect and calm” (Anlayış ve sükunet çağrısı), New York Times, 5 Şubat 2006. 13 Europapress,. “Polémica por la publicación de caricaturas: Rajoy pide a Zapatero que “tenga en cuenta” los alteracados al hablar de la Alianza de Civilizaciones”, El Mundo online, [internet] 6 Şubat 2006. http://www.elmundo.es/elmundo/2006/02/06/espana/1139250521.html adresinden erişilebilir (Erişim tarihi 9 Ekim 2009). 66 İspanya verdiklerini” ve “Avrupa Birliği ile ortaklık için başka muhtemel formül ve çerçevelerin” de değerlendirilmesi ve böylece Avrupa bütünleşmesinin zarar görmemesi gereğine atıfta bulunulması ışığında bu değişim daha da önemli bir hal almaktadır.14 Özetlemek gerekirse geleneksel desteğini sürdürmesine rağmen PP’nin konumunda daha şüpheci bir yaklaşıma doğru bir kaymanın sinyalleri görülebilmektedir. Bu durum Jose María Aznar’ın bugünkü duruşunda da görülebilmektedir. Her ne kadar Türkiye’nin üyeliğinden yana hükümet tutumlarını benimsese de Aznar’ın bugünkü açıklamaları Türkiye’nin üyeliğini sorgulayan muhafazakâr akıma daha iyi uymaktadır. Yakın tarihte yayınlan Europa: Propuestas para la Libertad’da Aznar Türkiye’nin AB’ye girişine karşı çıkmakta ve Avrupa’nın Hıristiyan değerlerinin Transatlantik ittifakından daha önemli olduğunu ifade etmektedir.15 Siyasi arenadaki diğer güç odakları İspanya’nın AB genişlemesi konusundaki siyasetini daha küçük bir ölçüde etkileyebilmektedir. Yine de bunları tartışmaları ateşleyebilme ve siyasi ihtilafları başlatabilme yeteneklerinden ötürü değerlendirmeye almak gerekmektedir. Bugün için önde gelen AB ülkelerindeki durumun aksine küçük İspanyol siyasi partilerinin Türkiye’nin AB ile bütünleşme sürecine kısıtlı bir biçimde eğildiği söylenebilir. Yine de bu kesimle ilgili iki eğilim gözlemlenebilir. İlk eğilim Izquierda Unida (IU), Iniciativa per Catalunya Verds (ICV) ve Esquerra Republicana de Catalunya (ERC) gibi sol partilerde gözlemlenmektedir. Bu siyasi güç odakları doksanlı yıllarda, hatta daha da öncesinde Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve Kürt nüfusun durumu konularında en sert eleştirileri yönelten gruplar olarak öne çıkmışlardır. Ancak 2002’den, özellikle de 2004’ten beri bu partiler AB’nin 14 PP, Programa Electoral Extenso: Elecciones al Parlamento Europeo 7 junio 2009, İspanya, PP, 2009. 15 J. M. Aznar, A. Carnero, ve M. Herrera, Europa: Propuestas de Libertad., FAES, Madrid, 2009. 67 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Türkiye’deki demokratik reformlar için gereken çerçeveyi sağladığı konusunda uzlaşmaya varmışlar ve Türkiye’yi bazı tartışmalı konulardaki politikalarını değiştirmeye davet etmişlerdir. Izquierda Unida Avrupa Parlamentosu Milletvekili ve Uluslararası Siyaset İdari Koordinatörü Willy Meyer’in Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda dile getirdiği gibi bu Ermeni soykırımının tanınması ve Kıbrıs’taki askeri varlık konularındaki talepleri de kapsamaktadır.16 Benzer biçimde Esquerra Republicana de Catalunya İspanyol parlamentosunda Türkiye’nin AB’ye üyeliğini desteklediğini göstermiştir. Yine de partinin Kürt halkının yetersiz temsilini ve “Türk Kürdistan’ında mevcut büyük askeri işgali” göz ardı edemeyeceği belirtilmiştir.17 Konuya daha serin bir duruşu Katalan Convergència i Unió (CiU) ve Bask Milliyetçi Parti (PNV) gibi merkez sağ milliyetçi partiler takınmaktadır. Her iki grubun da üyeleri sıkı bağlantılar içinde oldukları Alman Hıristiyan Demokratlarla aynı doğrultuda, imtiyazlı ortaklık yönünde tercihlerini dile getirmişlerdir. Örneğin CiU üyesi ve İspanya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Josep Antoni Duran i Lleida yakın zamanda yayınlanan bir makalede kimsenin Türkiye ile tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklığa gidilmesinin sağlayacağı faydaları yeterince değerlendirmediğinden dem vurmuştur. Duran i Lleida aynı zamanda AB’nin sorumlu davranması gerektiğini ve sözlerinden tek taraflı olarak dönemeyeceğini, ayrıca Türkiye’nin bir AB üyesi olma koşullarını yerine getirmemesi durumunu da göz önünde bulundurmanın meşru zemini olduğunu belirtmiştir.18 Ayrıca Convergencia i Unió’da bu stratejik 16 Tu voz en Europa: Programa Electoral Elecciones Europeas 2009: Izquierda Unida, İspanya, IU, 2009. 17 ERC, Eleccions 2008 al Congrés dels Diputats: Programa Electoral. Objectiu: un país de 1ª (per això volem la independència), 2008. 18 J. A. Duran i Lleida, “Reflexiones sobre dos décadas de política exterior española”, Fundació CIDOB, Anuario Internacional Cidob 2009. Claves para interpretar la Política Exterior Española y las Relaciones Internacionales en 2008, Fundación CIDOB, Barcelona, 2009, s. 325335. 68 İspanya yaklaşımlar yanında Katalan fındık üretimini Türk ürünlerinden koruma endişesi taşıyan bir grubun da varlığından söz etmek gerekir. Yine de Türkiye bu partilerin uluslararası ya da Avrupa siyaseti gündeminde önemli bir konu olmayıp söz konusu partiler İspanyol siyasetindeki kilit konumlarını İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği destek konusunda bir değişikliğe gidilmesi amacıyla kullanmamışlardır. Konuya medyada verilen yer İspanya’da Türkiye konusunda süregelen bir bilgisizlik söz konusudur. Yine de İspanyol medyası gittikçe artan bir biçimde ülkedeki gelişmelere yer vermektedir. Medyanın bir kesiminin, ki bunlar en yüksek tirajlı olanlar değildir, İstanbul’da muhabirleri ya da ülkedeki siyasi, iktisadi ve sosyal konuları ele alan düzenli yazarları mevcuttur.19 Bunlara ek olarak Türkiye’nin AB üyelik süreci üzerine tartışmalar da Brüksel ve hatta Berlin ve Paris gibi başkentlerdeki muhabirler tarafından anlatılmaktadır. İspanyol gazetelerinde yer alan makale ve yorumlar yayınlanan haberlerden daha etkilidir. Bu bağlamda az sayıda örnek görülmekle birlikte köşe yazılarının ya da başyazıların büyük çoğunluğu Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. İspanyol basınında yer alan metinlerde anlayış, karşılıklılık, tutarlılık, bütünleşme ve demokrasi gibi kavramların altı çizilmektedir. Bunlara bir örnek olarak Antonio Elorza’nın El Pais’de yayınlanan ve AB’nin Türkiye’deki siyasi reformları teşvik etmek ve bunların yerleşmesini sağlamak istiyorsa üyelik müzakerelerini sürdürmesi gerektiğini ifade ettiği makalesine atıfta bulunulabilir.20 Aynı zamanda Medeniyetler İttifakı ya da karikatür krizi gibi konularla ilişkili olarak Türkiye mevzuu dönem dönem tartışmaların 19 Bu La Vanguardia’da yazan Ricardo Ginés ile El Periodico de Catalunya’da yazıları yayınlanan Andrés Mourenza’da gözlemlenebilen bir tutumdur. 20 A. Elorza, “España, Turquía, Alianza”, El País, 26 Ocak 2008. 69 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış odağına yerleşmiştir. Bu gibi örneklerde ABC ve El Mundo gibi medyanın muhafazakâr kanadından gelen eleştiriler İspanya ve Türkiye’nin bu alanlardaki ortak tavrını sorgulama şeklinde görülebilmektedir. Hükümete daha yakın duran El País gibi medya kuruluşları ise daha farklı tutumlar takınmakta ve köşe yazarları Erdoğan ile Zapatero’nun uluslararası düzeyde yaptıklarını methetmektedir. Bu eğilimin bir örneği Fransa ve Almanya’nın muhafazakâr tutumunu eleştiren ve “İspanya’nın Türkiye’yi Avrupa’ya doğru çekme zamanı”nın geldiğini düşünerek Medeniyetler İttifakı projesinin eş başkanlığının muhalefetin iddia ettiği gibi “kendilerini kabul ettirme arayışındaki iki lidere hizmet eden bir kurgu” olmadığını ispatlama fırsatı olduğunu belirten Josep Ramoneda’nın makalesinde görülebilir.21 Kamuoyu ve Sivil toplum Kamusal alanda ve medyada bu konudaki tartışmaların düşük yoğunluğu kamuoyunun bu konudaki görüşüne de yansımaktadır. İspanyol toplumu Türkiye’nin AB üyeliğine Avrupa’da en olumlu bakan toplumlardan biri olmakla birlikte aynı zamanda bu konuyu en az umursayanlardan biridir de. Üstelik İspanyol kamuoyunun aşağıdaki tabloda da gösterilen belirleyici niteliklerinden biri son yıllarda Türkiye’nin üyeliğine destek veren vatandaşların oranındaki artıştır. Hem yüksek oranda verilen destek, hem de İspanyol toplumunun konuya umarsız bakışı öncelikle Avrupa konularında, hem de genişleme hakkında genel bir bilgi eksikliği ile ilgilidir. Avrobaromatre verilerine göre İspanyol toplumu (%15), Portekizliler (%15), Yunanlılar (%17) ve Maltalılar (%17) ile birlikte AB’nin genişleme süreci hakkında en az bilgi sahibi toplumdur.22 İkinci bir husus ise İspanya’da yerleşmiş Türk nüfusun 1000 kişiyi aşmaması, dolayısıyla da Türkiye’nin AB üyeliğinin 21 22 J. Ramoneda, “Alianza por Estambul” in El País 5 Temmuz 2009. Avrupa Komisyonu, 2006. Avrobaromatre Özel Anketi 255. 70 İspanya büyük bir Türk nüfus seline neden olacağı korkusunun diğer Avrupa ülkelerine nazaran çok daha düşük düzeyde kalmasıdır. Son olarak Türkiye’nin üyeliğini savunan ya da bunu reddeden lobi faaliyetlerinin bulunmayışı da bu bağlamda açıklayıcı olabilir. Türkiye'nin üyeliğine İspanyol Kamuoyunda verilen destek (%) 60 40 2006 2008 20 0 Evet Hayır Kararsız 2006 35 35 30 2008 46 32 22 Kaynak: Avrobaromatre 69, 2008 Yine de iş dünyası Türkiye’nin üyeliği konusuna hep olumlu yaklaşırken insan hakları grupları bu konuda daha serinkanlı bir duruş sergilemektedirler. Örneğin ülkede Türkiye’deki insan hakları durumuna ve Kürt sorununa eğilen örgütler bulmak mümkündür. Çeşitli bilgi ve dokümantasyon merkezleri Kürt halkıyla ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak ve mevcut tabloyu kınamak amacını gütmektedir. Bu yaklaşımın örnekleri olarak Madrid’teki bilgilendirme ve Kürdistan’la işbirliği merkezi veya Katalan STK’sı Sodepau’da göze çarpmaktadır. Ayrıca Bask örgütleri de kendileriyle özdeşleştirdikleri Kürt hareketlerinin kendi kaderini tayin etme hakkı mücadelesine kuvvetli bir vurgu yapmaktadırlar. Aynı zamanda, daha sessiz ve derinden bir akım olarak Ermeni soykırımının tanınmasını talep eden grupların sesi de duyulmaya 71 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış başlanmaktadır.23 Tüm bunlara rağmen bu örgütlerin hiçbirinin Türkiye konusunda İspanyol siyasetindeki tartışmaları şekillendirebilecek ve kamuoyunu etkileyecek güçte olmadığı söylenebilir. Her ne kadar İspanyol düşünce kuruluşları Amerika Birleşik Devletleri veya Birleşik Krallık’taki örnekleri kadar büyük ya da etkili olmasalar da son on yıllık dönemde önemli ölçüde büyüme kaydetmişlerdir. Hem Madrid’de (FRIDE, Real Instituto Elcano, Fundación Altnernativas) hem de Barselona’da (CIDOB, IEMed) önde gelen düşünce kuruluşlarının ya Avrupa-Türkiye ilişkileri üzerinde çalışmalar yürüttüğünü, ya da Türkiye konusuna eğilen analizler yayınladıklarını söylemek mümkündür. Tüm bu örneklerde perspektif üyelikten yana bir tavır olarak şekillenmiş ve ayrımcılığa işaret eden her türlü formüle karşı çıkılmıştır. Bu durumun istisnası Halk Partisi’nin en muhafazakâr kanadına yakın bazı düşünce kuruluşları ve vakıflardır. FAES Foundation ve Grupo de Estudios Estratégicos (GEES) bir yandan Türkiye’yi Batı’ya bağlı tutma ihtiyacını vurgulayan, öte yandan da Türkiye’nin Avrupalılığını sorgulayıp “imtiyazlı ortaklık” fikrini savunan platformlar olarak göze çarpmaktadır.24 Sonuç ve gelecek mülahazaları Bu makalede kaba hatlarıyla İspanya’nın AB ülkeleri içinde açık ve kuşkuya mahal bırakmaz bir biçimde Türkiye’nin AB’ye üyeliğinden yana olan duruşu gözler önüne serilmiştir. Diğer Avrupa ülkelerindeki gelişmelerin aksine bu konu siyasi tartışmalarda önemli yer tutmamakta ve kamuoyunun gündeminde ön sıralarda bulunmamaktadır. Yine de son 23 Bkz. örneğin Barselona’daki Ermeni Kültürü Derneği (Asociación Cultural Armenia de Barcelona) veya İspanyol-Ermeni Derneği “Hokis”. 24 F. Portero, “Es Turquía asimilable?” GEES [internet] 19 Eylül 2006. http://temporal.gees.org/articulo/2990/ adresinden erişilebilir (Erişim tarihi: 2 Ekim 2009). 72 İspanya yıllarda bu konuya daha kuşkuyla yaklaşan bakış açıları dillendirilmeye başlanmıştır. Muhafazakâr siyasetçiler Türkiye’nin AB üyeliğine verilen koşulsuz desteği sorgulamaya başlamakta, AB’nin üye kabul etme kapasitesinin sınırlı olduğunda ısrar etmekte, Türkiye’nin Avrupalılığı konusunda şüpheleri dile getirmekte ve imtiyazlı ortaklık gibi alternatifleri öne sürmektedirler. Gelecek ile ilgili iki soru ön plana çıkmaktadır: (1) İspanya’nın yılın ilk yarısındaki AB dönem başkanlığından beklentiler ne olabilir?; (2) İspanya’da meydana gelebilecek bir hükümet değişikliği Türkiye’nin üyeliği konusunda bir tavır değişikliğini de beraberinde getirebilir mi? İlk soru bağlamında İspanya’nın mümkün olduğunca genişleme müzakerelerine hız vermeye çalışması beklenmektedir. Yeni başlıkların açılması önemli olmakla birlikte (ki bu dönemde gıda güvenliği başlığında çalışmaların başlatılması beklenmektedir) en az bunun kadar önemli olan bir diğer boyut da müzakerelerin nihai hedefi konusundaki şüphelerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu açıdan Bakan Moratinos başta olmak üzere İspanyol yetkililer adaylık sürecinin “geri dönülemez” bir süreç haline gelmesi için çaba sarf etmektedir.25 Yine de Fransa ve Almanya’nın konuyla ilgili görüşlerini değiştirebilme ya da uzun süredir devam eden Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturma adına yapabilecekleri kısıtlıdır. İkinci sorunun yanıtı ise çok daha belirsizdir ve bir sonraki seçimlerin 2012’de gerçekleşecek oluşu da bu konuda tahminlerde bulunmayı çok kolaylaştırmamaktadır. PSOE’nin seçimleri bir kez daha kazanması halinde verilen destek ve desteğin gerekçelendirilmesi Türk hükümeti gerekli reformları sürdürdüğü sürece devam edecektir. Daha belirsiz olan nokta ise ileride Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda ne 25 J.C.S., “España quiere que el proceso de adhesión de Turquía a la UE sea irreversible”, El País, 21 Ekim 2008. 73 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış yapacağıdır. Bugüne kadar bu parti hükümette ya da muhalefette olmasına bağlı olarak farklı duruşlar sergilemiştir. Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda parti içinde Türkiye konusunda farklı bakış açıları görüldüğü için İspanya hükümetinin tavrı biraz da Avrupa ve uluslararası siyasetten sorumlu olacak kişilere bağlı olacaktır. Bu konudaki resmi tutum yeni hükümetle Avrupa’nın önde gelen liderleri arasında kurulacak ittifaklara ve Türkiye konusunun bu liderlerin gündemlerinde ne denli önemli olacağına bağlı olarak şekillenecektir. Özetlemek gerekirse, her ne kadar İspanya’nın Türkiye konusundaki siyasetinde bir süreklilikten söz etmek mümkünse ve bu konu kamuoyunda ciddi tartışmalara konu olmasa da İspanya’daki gelişmeler yakından izlenmelidir. Yakın gelecekte İspanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğinin önde gelen destekçilerinden olmayı sürdüreceği ve bu tutumun 2010’un ilk yarısındaki İspanyol Dönem Başkanlığı sırasında da devam edeceği söylenebilir. Yine de muhafazakâr kesimlerde bu konuya daha şüpheyle bakan yeni bir akımın ön plana çıkma ihtimali mevcut olup bu gelişme İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği tek sesli destek konusunda farklı bir duruşun ortaya çıkmasına neden olabilir. 74 Yunanistan Athanasios C. Kotsiaros* Yunanistan Öz Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği AB’nin karşı karşıya olduğu en tartışmalı ve ihtilaflı konulardan birisidir. Hem AB üyesi ülkelerin hükümetleri, hem de vatandaşları Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması ya da olmaması konusunda şiddetli bir bölünmüşlük sergilemektedir. Yunanistan’da siyasi elitler, 1999 Helsinki Zirvesi’nde Yunan diplomasisinin önemli başarısının ardından, Türkiye’nin Avrupa ailesine katılımı ihtimalini tutarlı bir biçimde desteklemiştir. Öte yandan, Yunan medyası ve kamuoyu AB’nin genişleme siyasetini genel olarak desteklemekle birlikte, bu ihtimal karşısında biraz daha soğuk bir tavır sergilemektedir. Bu çerçevede, bu makale 2006-2009 döneminde Yunan medyası, vatandaşları ve siyasi elitlerinin Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki görüşlerini öne çıkarırken hangi kilit öğelerin Türkiye’nin üyeliğine destek ya da karşıtlık konusunda belirleyici olduğunu incelemektedir. Giriş Bir Avrupa kimliği oluşturmak, bunu güçlendirmek ve yaymak hep elitlerce sürüklenen ve tepeden aşağı yönelen bir süreç olmuştur. Bu durum Türkiye örneği için de geçerlidir. Ülkenin siyasi elitleri geleneksel bir biçimde modernleşme çabalarının motoru olmuşlar ve her fırsatta * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 75 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğu için Batı dünyasının bir üyesi olduğunu vurgulamışlardır. Bu çerçevede, Türkiye ilk olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’na 1959’da ortak üyelik için başvurmuş ve 12 Eylül 1963’te “Ortaklık Anlaşması” imzalanmıştır. On yıllar sonra, Türk ve Avrupalı siyasi elitler arasında son derece önemli bir anlaşmaya varılmasının ardından 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye AB üyeliği için resmi adaylık statüsü elde etmiştir. Türkiye ile üyelik müzakereleri sembolik olarak 3 Ekim 2005’te başlatılmış ve 12 Haziran 2006’da AB ile somut üyelik müzakereleri başlamıştır. Müzakere çerçevesi 35 başlıktan oluşmaktadır ve bunların her biri tüm üye devletlerin oybirliği ile kabul ettiği ortak bir pozisyon ile ve tüm üye devletlerle Türkiye’nin katıldığı bir hükümetler arası konferansta yine oybirliğiyle varılan bir anlaşmaya göre açılmalı ve kapatılmalıdır. Helsinki Zirvesi’nin momentumu Yunanistan, Yunan diplomasisi için önemli bir atılım yaparak Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB üyeliği şansına karşı uyguladığı “veto siyasetinden” vazgeçmiş, böylece Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi ve üyeliğin hangi koşullarda uygun ve her iki tarafça da kabul edilebilir olacağının belirlenmesi çalışmalarının başlatılmasına katkıda bulunmuştur. Helsinki’de ayrıca Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının Kıbrıs’ın AB üyeliği önünde bir önkoşul olmadığı ve ayrıca Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin mevcut sınır sorunları ve diğer ilgili konuların Uluslararası Adalet Divanı (ICJ – International Court of Justice) tarafından en geç 2004 sonu itibariyle çözümlenmesini destekleyeceği hususlarında anlaşmaya varılmıştır.1 Hiç kuşkusuz Helsinki Yunan dış politikasında yeni bir safhanın doruk noktası ve Yunanistan’ın ulusal çıkarlarının eleştirel bir gözden 1 Bkz. Helsinki Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi, Dönem Başkanlığı Sonuç Bildirgesi, 10 - 11 Aralık 1999, paragraf 4 ve 9a. 76 Yunanistan geçirilmesinin sonucudur.2 Yunanistan Türkiye’nin Avrupa ile yakınlaşmasının kendi çıkarları açısından daha faydalı olacağı sonucuna varmıştır. Daha da önemlisi, Helsinki Yunan diplomasisi açısından bir taşla iki kuş vurmak sayılabilir: (a) Kıbrıs’ın AB’ye siyasi problemin çözülmesi ön koşulu olmaksızın girmesini sağlamış ve (b) iki komşu arasındaki her türlü ikili sorunun Uluslararası Adalet Divanı yoluyla çözümünü ön plana çıkarmıştır. İkili sorunların ICJ’ye götürülmesi konusuna ilişkin olarak Yunanistan’ın başlıca iki siyasi partisi arasında önemli bir görüş ayrılığı söz konusudur. Helsinki’deki müzakereleri yürüten sosyalistler, yani PASOK, kıta sahanlığı konusunun ICJ’ye götürülmesi fikrini öne sürmüşlerdir.3 Daha sonraki yıllarda ise Yeni Demokrasi hükümeti Lahey’deki adli sürecin avantaj ve dezavantajlarının bir değerlendirmesi sonrasında bu duruşa “gerekirse” ibaresini eklemiştir.4 Bugün siyasi elitlerin yalnızca küçük bir kısmı tüm ikili sorunların ICJ’ye götürülmesi konusundan bahsetmektedir. Yunan siyasetinde ve ulusal siyasi elitlerin söylemindeki değişim Son yıllardaki resmi Yunan ulusal söyleminin bir analizi, Yunan-Türk ilişkilerine yönelik başlıca endişeleri ortaya koymakla birlikte ulusal siyasi elitlerin görüşlerindeki değişimi de sergilemektedir. Yakın geçmişe kadar Milli Parlamento’da tartışılan başlıca konular Türkiye’nin Yunanistan için teşkil ettiği güvenlik sorunları idi. Sadece yetkililer arasında değil, kamuoyunda da bu konudaki ortak düşünce Türkiye’nin Yunanistan için bir güvenlik tehdidi oluşturduğu ve 2 Bkz. A. Wendt, “Anarchy is what states make of it: social construction of power politics”, International Organization, vol. 46, no. 2, Bahar 1992, ss. 391-425. 3 Yunanistan kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesini iki ülke arasındaki tek hukuki sorun olarak tanımaktadır. 4 İktisatçı ve Avrupa Komisyonu’nun geçmiş müşavirlerinden G. Glinos ile mülakat. 77 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış saldırgan tutumunun Ege’deki statükoyu değiştirmeyi amaçladığı idi. Helsinki Zirvesi ve 1999’daki iki depremden (ve takip eden “Deprem diplomasisi”nden) sonra ikili ilişkilerdeki iklim değişiklikleri sonrasında dahi, Yunanistan’ın başlıca endişesi Türkiye’nin dışarıya yönelik (saldırgan) tutumu olagelmiştir. Yakın tarihlerde, özellikle de 2005-2009 arasında iki ülke arasındaki yeni işbirliği döneminde resmi Yunan söylemi ulusal güvenlik belirsizliklerinden daha çok “Avrupacı” bir yönelime gitmiş ve Türkiye’deki reform sürecine yapılan daha olumlu atıflar ve ülkenin Avrupa Birliği üyeliği adaylığına verilen destek ön plana çıkmıştır. Özellikle, iktidar partisi Yeni Demokrasi ile ana muhalefet partisi PASOK’un Türkiye’nin üyeliğine bakışı nettir: Türkiye reform sürecini hızlandırmalı, Avrupa hedefine bağlı kalmalı ve “acquis communautaire”’i kademeli olarak uygulamaya koymalıdır. “Avrupalı bir Türkiye” daha tehlikesiz bir komşu, daha önemli bir ekonomik ortak ve daha güvenli bir bölge anlamına gelmektedir. Benzer biçimde, böyle bir Türkiye, bir dizi ikili sorunun (örneğin Ege sorunu, azınlık hakları ve Kıbrıs sorunu) barışçıl bir çözümü için de gerekli ortamı sağlayabilir. 2005-2009 döneminde, geleneksel olarak Yunan seçmeninin yaklaşık %70-75’ini temsil eden iki ana siyasi parti tutarlı bir biçimde Türkiye’nin üyeliğini desteklemiştir. Yunan siyasi sahnesinin iki başrol oyuncusu arasındaki başlıca anlaşmazlık ve eleştiri konusu benimsenen strateji, belirlenen öncelikler ve Yunan ulusal çıkarlarının nasıl savunulduğudur. Yine de, her iki parti de Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi ve müktesebatın tam kabulü ile Ankara Protokolü’nün imzalanması, Kıbrıs sorununun çözümü ve Türkiye’deki Rum azınlığın korunmasının üyeliğin tartışmasız önkoşulları olduğunu vurgulamaktadır. Yunan hükümeti ve Yeni Demokrasi Partisi’ne göre, Yunanistan Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak girişini, Türkiye’nin belirlenen koşul 78 Yunanistan ve kriterleri tam olarak yerine getirmesi kaydıyla, desteklemektedir. Bu bağlamda Yunanistan Türkiye’den “siyasi reform sürecinin ve tatbikinin, özellikle de, Patrikhane’nin ekümeniklik meselesi ve Rum azınlık konularını kapsayan temel özgürlükler ve insan haklarına tam saygı konularındaki ilerlemelerin geri dönülemez kılınmasının teminini” ve ayrıca da “mevcut sınır anlaşmazlıklarının barışçı yollardan çözümünü” istemektedir.5 Dahası, “Türkiye’nin üyeliği yolunda öncelikli bir husus, Kıbrıs da dâhil olmak üzere 27 üye ile Gümrük Birliği’nin işleyişini sağlamanın tek yolu olan AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nün onaylanıp uygulamaya konmasıdır.”6 Benzer biçimde, 90’ların sonunda Yunan dış politikasındaki kademeli değişimi başlatan ve AB-Türkiye üyelik müzakerelerinin başlamasının önünü açan sosyalist PASOK partisine göre de “Türkiye, Avrupa kriterlerine uyması, Uluslararası Hukuka uygun davranması, Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunması ve adadan tüm Türk askerlerini çekmesi halinde Avrupa Birliği’nde kendine bir yer edinebilir.”7 PASOK ayrıca yeni bir Bölgede Barış ve Güvenlik için Ulusal Strateji önermekte ve Türkiye ile bir “Barış ve Güvenlik Paktının” imzalanması fikrini öne sürmektedir.8 Siyasi yelpazenin daha küçük partileri ise Türkiye’nin üyeliği konusunda daha eleştirel ve kuşkucu bir tavır takınmaktadırlar. Özellikle Yunan Komünist Partisi KKE Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmakta, hatta 5 Bkz. Yunan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye konusunda resmi görüşler, http://www.ypex.gov.gr/www.mfa.gr/en-US/Policy/Geographic+Regions/SouthEastern+Europe/Turkey/Approach/Turkish+Accession+process/ 6 A.g.e. 7 Bkz. PASOK lideri G. Papandreou’nun 4 Mayıs 2009’da Andreas Papandreou Stratejik ve Kalkınma Çalışmaları Enstitüsünde (ISTAME) yaptığı “İstediğimiz Avrupa” başlıklı konuşma (http://www.pasok.gr/portal/resource/contentObject/ id/9bf211e7-34cc-47da-a9e49579416132b2). 8 Bkz. PASOK’un siyasi duruşu: http://www.pasok.gr/portal/resource/section/ TheOpenHorizonsOfGreece. 79 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Avrupa bütünleşmesi fikrini tümüyle reddetmektedir.9 Dolayısıyla hiçbir ülkenin liberalizm, kapitalist sömürü, işçi haklarının baskı altına alınması ve militarizasyonu temsil eden Avrupa Birliği’ne ihtiyacı olmadığını iddia etmektedir. Radikal Sol Koalisyonu, SIRIZA, siyasi programında Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerini desteklediğinin altını çizmektedir. Öte yandan aday ülkenin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi, demokratikleşme sürecini hızlandırılması ve insan ve azınlık haklarını koruması gerektiğinin altını çizmektedir. İkili ilişkiler konusunda parti uluslararası hukuk temelinde bir diyalogdan yanadır ve Türkiye’den “casus belli”nin kaldırılması, kıta sahanlığı sorununun ICJ’ye götürülmesi ve askeri harcamaların azaltılması gibi olumlu jestler beklemektedir.10 Son olarak radikal sağın partisi LAOS Türkiye’ye karşı daha ulusalcı bir siyasi söylem benimsemekte ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmemesi ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunmaması halinde Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça reddetmektedir.11 Yunan siyasi elitlerinin Türkiye’nin Avrupa yolculuğunu destekleyen argümanı Türkiye’nin AB’ye adaylığına Yunanistan’ın verdiği destek, Türkiye’nin gelecekteki üyelik beklentisi ile iç siyasi ve ekonomik sorunlarını çözme çabası göstereceği ve Avrupa topluluğunun sorumlu bir üyesi gibi davranacağı inancını temel almaktadır. Yunanistan, Türkiye’nin Yunanistan ile ilgili iddiaları ile Kıbrıs sorununun Yunanistan’ın tek başına çözmesinin beklenemeyeceği Avrupa sorunları olduğu konusunda Avrupalı ortaklarını ikna etmekte başarılı olmuştur. Muhtemelen Yunan siyasi elitleri Türkiye’nin tüm süreç boyunca yapıcı 9 Bkz. Yunan Komünist Partisi’nin 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyası. Bkz. Synaspismos Partisi programı, hedef 12. 11 Bkz. LAOS partisi programı, s. 27. 10 80 Yunanistan ve olumlu bir rol oynadığı ve Kıbrıslı Türklerin kabul ettiği Annan Planı’nı 2004’te reddeden tarafın Kıbrıslı Rumlar olduğu gerçeğini bilerek göz ardı etmektedir. Önerilen çözümün uygun ve işleyebilir bir çözüm olmadığı iddialarına rağmen Annan Planı’nın başarısızlığının kabahati Türk tarafına ait değildir. Yunan tarafının söylemlerine göre Türkiye’yi Avrupa’ya yaklaştırmak Güneydoğu Avrupa’yı daha güvenli ve istikrarlı bir hale getirecek, ve bölgedeki tüm ülkeler arasında bir güvenlik, iktisadi kalkınma, demokratikleşme ve artan işbirliği ortamı doğmasına yardımcı olacaktır. Bu çerçevede görünüşe göre bugünkü Yeni Demokrasi hükümeti önceki PASOK hükümetlerinin görüşleri ile aynı doğrultuda hareket ederek Ankara ile arasındaki bir dizi sorunu (Ankara Protokolü’nün onaylanması ve bölünmüş Kıbrıs konusundaki ihtilaf da dâhil olmak üzere) üyelikten yana oy kullanmak yoluyla çözmeyi ummaktadır. Bu bağlamda Yunan kamuoyunun çekincelerine rağmen Türkiye’nin adaylığı konusunda olumlu yaklaşımını açıkça dile getirmiştir. Yunan kamuoyunun görüşü: açıkça dile getirilen ret Yunan kamuoyunda Türkiye’nin üyeliğine verilen destek sadece düşük bir düzeyde olmakla kalmayıp, aynı zamanda daha da azalma trendi içindedir. Batı Balkanlardan aday olan ülkeler 2004’teki genişleme nedeniyle genişlemeye kamuoyunda verilen desteğin artmasından fayda görürken Türkiye bu eğilimin bir istisnasını oluşturmaktadır. 2005-2009 döneminde Türkiye’nin üyeliği son zamanlarda gerçekleşen AB genişleme süreçleri arasında Yunanlılar için popülerliği en az olanı olarak dikkat çekmektedir. Gerçekleştirilen Avrobarometre12 anketlerine göre Yunan vatandaşları genişlemenin bütününü desteklemekte ancak Türkiye’nin AB beklentilerine destek 12 Bkz. Avrobarometre, Yunanistan Ulusal Raporu, 65, 66, 67, 68, 69, 70. sayılar. 81 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış vermemektedirler. Özellikle 2005 ve 2006’da Yunanlılar genişlemeyi desteklerken (2005’te %56 ve 2006’da %71), Türkiye’nin üyeliği beklentisine karşı (2006’da Yunanlıların yalnızca %24’ü desteklemekteydi) bir tutum içindelerdi. 2007’de Yunan kamuoyunun %56’sı Genişlemeden yana görüş bildirmiştir (konuyla ilgili Avrobarometre anketlerinde Türkiye’nin üyeliği konusunda bir soru bulunmamaktadır). 2008’de Yunan kamuoyunun %62’si daha fazla genişlemeden yana iken %78’i (!) Türkiye’nin AB üyesi olması ihtimaline karşı idi. Yunanistan’da Türkiye’nin üyeliğine kamuoyunda destek verilmemesi şu nedenlere bağlanabilir: (a) kamuoyu Türkiye’nin AB’ye muhtemel üyeliğinin sağlayacağı faydaları kabullenmemektedir (veya idrak edememektedir), (b) Türkiye’nin üyelik niteliklerini taşımadığını düşünmektedir (Yunan kamuoyunda yaygın görüş Türkiye’nin ekonomisini geliştirmesi, demokratikleşme sürecine ivme kazandırması ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunması gerektiğidir), (c) Türkiye tarihsel nedenlerle Avrupa’nın bir parçası değildir (2006’da Yunanlıların %83’ü bu görüşü paylaşmaktaydı13) ki coğrafi nedenler bu konuda çok önemli görülmemektedir (2006’da %41’lik bir oran14) ve (d) Yunanlılar Türkiye’den sürekli bir göç dalgası beklemektedir (2006’da %82’lik bir oran). AB vatandaşlarının çoğunluğunun aksine Yunan kamuoyu için dini kimlik ile ilgili argümanlar önemli bir rol oynamamaktadır. Yunanistan dinin rolünün baskın olduğu muhafazakâr bir toplumdur. Yine de Yunan kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğine bakışı dini öğelerden (Türkiye’nin Müslüman bir ülke oluşu) değil tarihten gelen ve bir zamanların zalim hükümdarlarının bugün de halen bir tehdit olarak algılanmasından 13 14 66 no’lu Avrobarometre’ye göre, Yunanistan Ulusal Raporu, s. 37. A.g.e. 82 Yunanistan kaynaklandığı söylenebilir. Bu durum, neden özellikle son beş yılda Türkiye’nin üyeliği konusundaki ulusal tartışmaları “Avrupa” boyutuna taşımayı amaçlayan her stratejinin başarısızlığa uğradığını açıklama konusunda da yardımcı olabilir. Sonuç olarak, Türkiye konusundaki tartışma güvenlik boyutunda sürdürüldükçe Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin düşük düzeyde seyredeceğini söylemek mümkündür. Bu durumun aksine, Yunanistan’ın Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinden sağlayacağı faydaların tartışılması da verilen desteğin artmasına yol açabilir. Bu bağlamda ise Yunan medyasının oynadığı rol kilit önem taşımaktadır. Yunan Medyası: Türkiye’nin adaylığına karşı gönülsüz duruş Yunanistan ve Türkiye konusu söz konusu olduğunda medya geleneksel olarak ikili ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. 2005’ten sonraki dönemde Ege’nin her iki kıyısında da bir değişim meydana gelmiştir. Türkiye’nin AB adaylığı konusunda, bu ihtimalin gerçekleşmesi konusunda şüpheci kalmakla birlikle Yunan medyası olumlu bir yaklaşım göstermiştir. AB Komisyonu’nca yayınlanan Türkiye konusundaki her İlerleme Raporu incelenmekte, bu konudaki her AB Konseyi veya AB Dönem Başkanlığı Sonuç Bildirgesi’ne geniş yer verilmektedir. Bununla birlikte haber başlıklarına bakıldığında Yunan medyasının Türkiye’nin iç politika meseleleri ile ülkenin AB ile müzakerelerinde alınan mesafeye nazaran çok daha fazla ilgilendiği söylenebilir. Son zamanlarda her türlü ikili temas ile siyasi liderler arasındaki anlaşmalara ayrı bir önem atfetmek suretiyle bir işbirliği havasının başlatılmasına yardımcı olduklarını ifade etmek de gerekmektedir. Yunan Medyası, Kemalistler ile İslamcılar arasındaki “savaşa” ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin politikadaki önemli rolüne dayandırılan Türkiye’nin iç siyasetindeki gerilimlere geniş yer vermektedir. Buna 83 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış mukabil, ülkenin işleyen bir demokrasiye sahip olmadığı, ordunun iç siyasi meselelere müdahalede bulunduğu, azınlık ve insan haklarının yeterince korunmadığı imajı hâsıl olmaktadır. Hepsinin ötesinde, Rum Ortodoks azınlığın hakları, Patrikhane’nin ekümenik statüsü, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması15 konularına atıf yapılırken güvenlik konusu ile Kıbrıs sorunundaki gelişmelere de önem verilmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda Yunan medyası gönülsüz bir tutum takınmaktadır. Kimlik, Avrupa’nın sınırları ya da Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin etkileri konularında Avrupa’da süregiden konular tartışılmamakta, dolayısıyla da Yunan toplumuna ulaşmamaktadır. Medyadaki tartışmalar Türkiye’nin kendisinin kaydettiği ilerleme (demokratikleşme süreci ve reformlar) ve ulusal boyutta ilgi çeken sorunlar (örneğin Kıbrıs sorunu, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması vs.) ile sınırlıdır. Bunların yanı sıra Yunan medyası ikili sorunların Türkiye’nin Avrupa projesi aracılığıyla çözüme kavuşturulabileceği konusunda şüphelerini dile getirmektedir. Bununla bağlantılı olarak Yunan medyası bu projenin kendisinin de doğru bir yönelim olup olmadığını da sorgulamaktadır. Son dönemde, ABD Başkanı B. H. Obama’nın Türkiye ziyareti Yunan medyasında yer bulmuş ve Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin altı çizilmiştir. Sonuç Halen konunun ucu açık olmakla birlikte Yunan siyasi elitleri Türkiye’nin AB üyeliğini kuvvetli bir biçimde desteklemektedir. Resmi Yunan söyleminde son dönemde meydana gelen değişimler Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yoluyla iki ülke arasında güvenli bir ortam 15 28 Haziran 2009’da Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Ertuğrul Günay AKP hükümetinin okulun yeniden açılmasına sıcak baktığını, ancak bu konuda nihai bir kararın henüz alınmadığını söylemiştir. 84 Yunanistan oluşturmayı amaçlayan ulusal siyasi elitlerin görüşlerinde önemli bir değişime işaret etmektedir. Yunan parlamenterlerin “güvenlik konularını” tartışmaktan Avrupacı ve Türkiye’nin üyeliğini destekler bir söyleme geçişi Yunan siyasi elitlerinin Türkiye’nin üyelik müzakerelerine verdiği desteği ortaya koymaktadır. Öte yandan mevcut analiz açıkça Yunan kamuoyunun Türkiye’nin üyeliği konusuna soğuk baktığını göstermektedir. Benzer biçimde Yunan medyası da bu konuda gönülsüz bir tutum takınmakta ve Türkiye’nin “Avrupa projesi” konusundaki belirsizlikleri açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin adaylığı ihtimaline destek verme konusuna sıcak bakmayan kamuoyu eğiliminin sürdüğü ve Yunan medyasının da aynı eğilimi paylaştığı göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda Yunan kamuoyunda bir görüş birliğine varmanın zor olacağı ortadadır. Bu da siyasi elitleri AB-Türkiye müzakerelerine resmen destek veren tek kesim olarak ortaya koymaktadır. Bu perspektif bizi tekrar en baştaki argümanımıza götürmektedir: Avrupa bütünleşmesi elitlerce yürütülmektedir ve yürütülmeye devam edecektir. Türkiye’nin üyeliğine destek vermesi gerekenler de, Türkiye’nin AB üyeliği yolunu açması gerekenler de bu kesimdir. Türkiye’nin üyeliği konusu iç siyasi gündemin belirlenmesine doğrudan doğruya etki etmediği sürece Yunan kamuoyu sürecin tümü üzerinde hayati bir rol oynamayacaktır. Dolayısıyla Yunanistan için Türkiye’nin “Avrupa projesi” siyasi elitleri ilgilendiren bir konu olagelmiştir, ve böyle olmaya da devam edecektir. 85 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Gunilla Herolf* İsveç Öz İsveç hükümetinin Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığına bakışı uzun bir süredir olumlu olagelmiştir. Kopenhag kriterlerini yerine getiren demokratik ve açık bir Türkiye AB’ye önemli katkılarda bulunabilir ve Avrupa ile Müslüman dünya arasında bir köprü görevi görebilir. İsveç Parlamentosu’nda temsil edilen tüm partiler konuya olumlu baktığı için İsveç’te Türkiye’nin üyeliği konusunda bir tartışmanın varlığından söz etmek zordur. Dolayısıyla bu konuda ilgi odağı olan hususlar Türkiye’deki reform sürecinin hızı ile AB’nin Türkiye’yi bu reformları baltalayıcı yöne sevk edecek sinyaller göndermemesi olarak ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar İsveç dönem başkanlığı sırasında müzakerelerde umulan ilerleme mümkün olmayacaksa da İsveç bu bağlamda Türkiye’ye yardımcı olmak için girişimlerde bulunmuştur ve Avrupa’da ve İsveç toplumunda konuya karşı direncin zamanla kırılacağı yönünde ümitler mevcuttur. Giriş İsveç Hükümeti devam eden AB genişlemesini büyük ölçüde destekler tavrı ile Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye’yi AB’nin doğal bir üyesi olarak görmektedir. Ayrıca İsveç Hükümeti bu yönde çabalar da sarf etmektedir. Öte yandan Türkiye’nin AB üyeliğinin önünde aşılması gereken çok sayıda engel mevcuttur. * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 86 İsveç Medya İsveç medyası Türkiye’nin AB üyeliği konusunda özel bir rol oynamamaktadır. Genel hatlarıyla gazetelerin başyazar sütunları İsveç siyasi partilerinin Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi kaydıyla Birlik üyesi olması yönündeki görüşlerini yansıtmaktadır. Buna ek olarak bu konuda ve diğer konularda tartışmaya zemin tanıyarak Türkiye’nin üyeliği konusunda farklı görüşleri olan kişilere bu görüşlerini savunma imkânı tanımaktadırlar. Söz konusu sütunlar ayrıca İsveçlilerin konuya yönelik tavırları üzerine yorumlar da içermektedir. Başta gelen günlük gazetelerden biri 2007 Mayıs’ında tüm İsveç siyasi partilerinin paylaştığı Türkiye’nin üyeliğine olumlu bakan tavır, ki bu neden bu konuda kamuoyunda kayda değer bir tartışma olmadığını açıklamaktadır, ile son dönemde daha olumsuz bir perspektife kayan İsveç toplumunun tavrı arasındaki farka dikkat çekmiştir. Yorumcunun öne sürdüğü üzere Türkiye’nin üyeliğini destekler bir tavrın bir çok anlamlı sebebi mevcutsa da kurulu siyasi partilerle halkın geneli arasındaki görüş ayrılığı göz önünde bulundurulduğunda bu sebeplerin daha yüksek sesle ve net bir dille açık bir tartışmada dile getirilmesi gereği söz konusudur.1 İsveç Hükümetinin Türkiye’nin Üyeliğine Bakışı İster Sosyal Demokrat Parti (1994-2006), ister şimdi olduğu gibi sosyalist olmayan partilerin bir ittifakı (Ilımlılar, Liberaller, Hıristiyan Demokratlar ve Merkez Parti) iktidarda olsun, İsveç hükümetinin Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı olumlu olagelmiştir. İsveç Hükümetleri 1 S. Holmberg and R. Lindahl, ”Positiva opinionsvindar för EU” [”AB için olumlu görüş rüzgarları”] S. Holmberg ve L. Weibull (der.) Det nya Sverige, Trettiosju kapitel om politik, medier och samhälle, SOM-undersökningen 2006, SOM-rapport nr 41[Yeni İsveç, Siyaset, medya ve toplum konusunda otuzyedi başlık, SOM Survey 2006, SOM Rapor no. 41], Göteborg: SOMinstitutet, 2007, Svenska Dagbladet, ”Massiv opinion mot turkiskt medlemskap” [”Türkiye’nin üyeliğine karşı büyük kamuoyu”], 8 Mayıs 2007. Ayrıca bkz. ref. no. 16. 87 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Avrupa Birliği’nin genişlemesine en olumlu bakışa sahip hükümetler grubu içinde yer almaktadır. İsveç Başbakanı Frerdik Reinfeldt Nisan 2009’da Türkiye’yi ziyaretinde İsveç’in tutumunu şu şekilde ifade etmiştir: “İnancım AB’nin Türkiye’ye, Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı olduğu yönündedir. Bu nedenle İsveç Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Türkiye yeri Avrupa’da olan laik bir demokrasidir. Türkiye Doğu ile Batı’yı bir araya getirmektedir ve farklı kültürleri birleştirme adına eşsiz imkânlara sahiptir. AB bunu göz ardı edemez.”2 Türkiye’nin üyeliğinin koşulsuz olacağı ya da hızlı bir şekilde gerçekleşeceği ise öngörülmemektedir. AB İşlerinden Sorumlu Bakan Cecilia Malmström’ün ifadesiyle “Türkiye’nin –kriterleri yerine getirdiğinde– üye olmasını destekliyoruz çünkü demokratik ve açık bir Türkiye’nin AB’ye büyük katkıları olacağına ve bu ülkenin Avrupa ile Müslüman dünya arasında önemli bir köprü görevi göreceğine inanıyoruz. Elbette ki üyelik uzak gelecekte gerçekleşecektir ancak Türkiye’ye, Başbakan ile Hükümetin Avrupa yönünde hareket etmesini ve ülkeyi AB’ye üye yapmalarını isteyenlere olumlu sinyaller iletmemiz önemlidir.”3 Türkiye’nin AB sürecini daha da ileri götürmek ve Türkiye ile İsveç arasındaki ikili ilişkileri derinleştirmek için İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (SIDA) ve İstanbul Başkonsolosluğu ile işbirliği içinde İsveç Dışişleri Bakanlığı özel bir “Türkiye Programı” başlatmıştır. Türkiye’nin müzakerelere başladığı 3 Ekim 2005’ten sonra start alan bu 2 Tal av statsminister Fredrik Reinfeldt i Kulu, Turkiet, den 21 april 2009 [Başbakan Fredrik Reinfeldt tarafında Türkiye, Kulu’da 21 Nisan 2009’da yapılan konuşma], http://www.regeringen.se/sb/d/11738/a/124859. 3 C. Malmström, Minister for EU Affairs, ”Turkiet och EU” [Türkiye ve AB], Europaforum, Hässleholm 8 Nisan 2008, www.regeringen.se/sb/d/10173/a/ 102489. 88 İsveç program demokrasi süreci ve insan haklarına saygı alanındaki çalışmaları desteklemeyi amaçlamaktadır.4 İsveç hükümetinin Avrupa Birliği üyesi bir Türkiye konusundaki olumlu bakışı İsveç’i İsveç dönem başkanlığının başlangıcının hemen ardından 3 Temmuz’da ziyaret eden Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi başkaları tarafından paylaşılmamaktadır. İsveç ve Fransa - kilit önemdeki bir takım - AB konularında hemfikir olmakla birlikte genişleme, özellikle de Türkiye’nin üyeliği bu konulardan biri değildir. Bu bağlamda Reinfeldt İsveç’in görüşünün iyi bilindiğini ve AB içinde farklı görüşlere saygı göstereceğini ifade etmiş ve işinin başka görüşleri olan ülkelere İsveç’in görüşlerini paylaşmaları yönünde baskı yapmak olmadığını düşündüğünü belirtmiştir.5 Türkiye ve Kriterler Olumlu ve olumsuz boyutlarıyla Türkiye’nin reform süreci birçok konuşmada yoruma mazhar olmuş bir konudur. AB İşlerinden sorumlu Bakan 8 Nisan 2008’deki bir konuşmasında önemli değişimler olarak gördüğü bir dizi noktaya dikkat çekmiştir: • İdam cezası kaldırılmış ve –halen uygulamada yaşanan bazı sorunlara rağmen– hükümet işkenceye sıfır tolerans politikasını uygulamaya koyup bu yönde kanunlar çıkarmıştır. Yeni ceza kanunu kadınlara özellikle “töre suçları” adı verilen konularda daha ileri haklar tanımaktadır. • Ordunun siyasi hayattaki etkisi halen önemli bir boyutta olmakla birlikte yeni kanunlar bunu sınırlama yönündedir. Yine de bu alanda yapılması gereken daha çok şey vardır. 4 Turkietprogrammet [Türkiye Programı], www.regeringen.se/sb/d/6131/a/ 60079. I. Hedström, ”Barroso svår nöt för Reinfeldt” [”Barroso Reinfeldt için zor bir konu”], Dagens Nyheter, 3 Temmuz 2009, www.dn.se/fordjupning/europa2009 / 1.904853?rm=print 5 89 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış • İfade özgürlüğü Türkiye’de anayasal güvence altındadır ancak birçok davada yazarlar ve diğer aydınlar yargılanmaya devam etmektedir ve bu alanda ele alınması gereken birçok tabu mevcuttur. Ceza kanununun meşhur 301. maddesinin esasında değişiklik ya da tümüyle kaldırılması gerekmektedir. Bu madde devletin ve sembollerinin korunması konusunda aşırıya kaçmanın bir örneğidir. Geçtiğimiz haftaki İsveç ziyareti sırasında Türk Başbakanı Erdoğan Türk parlamentosunun bu kanunu değiştirmeye hazırlandığı güvencesini vermiştir. Öte yandan değiştirilmesi gereken aynı nitelikte başka kanunlar da mevcuttur. • İsveç’in AB işlerinden sorumlu Bakanı’na göre Sayın Erdoğan aynı zamanda anayasada değişiklikler ve ifade özgürlüğü konusunun tekrar gündeme getirileceği sözünü vermiştir. • Bunun yanında kültürel haklar konusunda da ilerleme kaydedilmiştir. Kürtlerin kendi dillerini açıkça kullanabilmeleri alanında bir miktar ilerleme kaydedilmiştir. Devlet ve özel sektöre ait radyo ve TV yayınlarında Kürtçe’ye bir derece yer verilmektedir. Bununla birlikte Bakan ayrımcılığın halen büyük ölçüde devam ettiğini ve Kürtlerin bulundukları yerlerde büyük bir azınlık olarak tanınmadıklarını ifade etmiştir. • Geçmişte görülen ve halen de Türkiye’yi hedef almaya devam eden terör diyalog ve karşılıklı güven tesis etmeye yönelik çabalara darbe vurmaktadır. Bakan İsveç’in Başbakan Erdoğan tarafından söylenen “Kürt sorunu benim sorunumdur” sözlerinin eyleme dönüştürüleceğine ve Güneydoğu Anadolu’nun sürdürülebilir iktisadi ve sosyal kalkınmasını 90 İsveç sağlamaya yönelik politikaların hayata geçirileceğine duyduğu güveni ifade etmiştir. • Birleşik Kıbrıs konusunda geride kalan aylarda olumlu bir gelişme görülmüş ve Lefkoşa’daki Ledra Palas sınır kapısı açılmıştır (bu konuşmanın Nisan 2008’de yapıldığı unutulmamalıdır). Türk hükümeti iç politikada hassas bir konu olan Annan planına verdiği destekten ötürü takdiri hak etmektedir ve Kıbrıslılar, Türkiye ve AB için trajik olanın Kıbrıslı Rumların planı reddetmesi olduğu görülmektedir. İsveç ve AB’nin gelişmeleri bütün güçleriyle desteklemek için her türlü nedeni mevcuttur. Türkiye içinse bu alanda ulaşılacak bir çözüm Türkiye’nin üyelik müzakerelerine ivme kazandıracaktır.6 Türkiye’yle Müzakere Süreci 2008 baharında İsveç’in niyeti 18 aylık Fransız-Çek-İsveç üçlü dönem başkanlığı döneminde halihazırda açılmış altı başlığa yenilerini ve Slovenya dönem başkanlığı sırasında açılması ümit edilen iki-üç başlığı eklemekti. AB İşlerinden sorumlu Bakan’ın ifadesiyle bu sürecin hızını nihai olarak belirleyecek olan Ankara’nın reformlar konusundaki iradesidir. Kopenhag Kriterlerinin takibi şarttır.7 İsveç’in AB’nin dönem başkanlığını devralması bağlamında bir mülakatta Başbakan Reinfeldt Türkiye ile müzakerelerde devam eden ilerlemenin öncelikli bir konu olduğunu, ancak bu konudaki başarının Türkiye’nin kendi reform çabalarına dayandığını ifade etmiştir. İsveç dönem başkanlığı sırasında Ankara Protokolü’nün uygulanmasında kaydedilen ilerlemenin takibi ve gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının elbette ki Türkiye’nin AB 6 7 C. Malmström (bkz. ref.no. 3) C. Malmström, (bkz. ref. no. 3) 91 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış üyeliği süreci ile bölge ve AB’nin tümü üzerinde olumlu etkileri olacaktır.8 Türkiye’nin Üyeliğine AB’nin Bakışı Nisan 2008’deki konuşmasında Bakan Malmström diğer AB üyelerine Türkiye konusundaki tutumlarından dolayı eleştirel bir tavrı dillendirmekteydi. Malmström’e göre Türkiye’nin bu konudaki şüpheleri kısmen AB’nin Türkiye’yi müzakere masasına çağırma şekliyle bağlantılıdır. Sonuç bildirgesinde Konsey müzakerelerin üyelikle sonuçlanmasının garanti olmadığını ve işgücünün serbest dolaşımına getirilecek istisnaların kalıcı olabileceğini belirtmiştir. Malmström bazı ülkelerin Türkiye’yi üye olarak görmek istememelerinin altında yatan nedenin artan işsizlik ve küreselleşme konusundaki endişelerin yanı sıra Konsey’de değişecek güç dengeleri ve Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye getireceği maliyet olduğunu ifade etmektedir. Bazı durumlarda yabancı düşmanlığı ve İslam fobisinin de rol oynaması söz konusudur. Bu bağlamda Türklere verilen mesaj Türkiye AB’nin tüm istediklerini yerine getirse de –karar günü geldiğinde– AB’nin yine de Türkiye’yi isteyip istemediğini ve Türkleri Birliğe almayı kaldırıp kaldıramayacağını kendi kendisine soracağı olmuştur.9 Yine de Bakan Malmström’e göre AB üyesi devletler arasında hâkim görüşün AB’nin Türkiye’ye makul bir şans sözü verdiğidir. Türkiye AB’nin tüm taleplerini yerine getirmesi halinde üye olabilecektir. Bu perspektif son yıllarda Türkiye’de gerçekleşen reform sürecinin de arkasında yatmaktadır. Bu, aynı zamanda, Malmström’e göre İsveç’in Türkiye’ye verdiği sinyaldir de. O gün geldiğinde Türkiye’nin kriterleri yerine getirmesi halinde yeri Avrupa Birliği tam üyeliğidir. AB’nin bu 8 Det svenska ordförandeskapet kommer att arbeta för en långsiktig ekonomisk återhämtning i EU [İsveç Dönem Başkanlığı AB’nin uzun vadeli ekonomik toparlanması üzerine çalışma niyetinde], www.consilium.europa.eu/showFocus. aspx?id=1&focusId=387&lang=EN 9 C. Malmström (bkz. ref.no. 3). 92 İsveç konuda net bir tavır takınmaması reform sürecini zayıflatma, ve hatta daha da kötüsü, Avrupa’nın dünyanın en sorunlu bölgesi olan Ortadoğu ile komşu kesiminde istikrar ve demokrasiye en çok ihtiyaç duyduğumuz anda Türkiye’yi reddetmek sonucunu doğurabilir. Bu bağlamda Türkiye çok önemli bir ortak olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin AB sürecinden ayrılması yalnızca Türkiye’deki reform sürecini tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda tüm diğer aday ülkeler ile potansiyel adayları da riske sokar. Bu durum aynı zamanda AB ile Türkiye arasında ciddi bir krize neden olup AB’nin bölgesel, hatta küresel itibarına ve müzakerelerde bir ortak olarak güvenilirliğine önemli bir darbe vurur.10 İnsan Hakları İsveç Dışişleri Bakanlığı tarafından 2007’de yayınlanan bir rapor Türkiye’de insan hakları konusunu ele almaktadır. Genel görüş son yıllarda AB ile yakın ilişkilerin bir sonucu olarak çok sayıda reforma girişildiği yönündedir. Anayasa’nın önemli parçaları ile başka bir dizi kanun Kopenhag kriterleri doğrultusunda gözden geçirilmiştir. 2007 yılı ise parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilintili bir dizi krizin gölgesinde geçmiştir. Bu krizlerden demokrasi güçlenerek çıkmış ve seçmenler cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemek için demokratik olmayan yollara başvuranlar konusundaki net karşı duruşlarını ortaya koymuş olup, Meclis seçimlerin ardından temsil açısından daha başarılı bir hale gelmiştir. Yine de reform çalışmaları bu dönemde sekteye uğramıştır.11 Bunların dışında rapor devam eden reformlar yönünde anayasanın değiştirilmesini de içeren büyük vaatlere atıfta bulunmaktadır. Türk hukukunda kişilerden ziyade devleti, en yüksek yetkililerini, kurumlarını 10 C. Malmström (bkz. ref. no. 3) Mänskliga rättigheter i Turkiet 2007 [Türkiye’de insan hakları 2007] Regeringskansliet, Utrikesdepartementet [Hükümet Daireleri, Dışişleri Bakanlığı] 11 93 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ve bayrağını koruma eğiliminin mevcudiyetine dikkat çekilmiştir. Bu konuda ifade edilen diğer boyutlar Kürtlerin yaşadığı alanlarda gelişmenin azlığı ve kadınların siyaset ve çalışma hayatında kısıtlı temsilinde nitelenen durumudur. Dahası kadınlar arasında okuma yazma oranının erkeklere nazaran daha düşük olduğu ve kadına karşı şiddetin yaygın bir sorun olduğudur.12 Muhalefet ve Türkiye’nin Üyeliğine İlişkin Tartışmalar İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm siyasi partiler konuya olumlu baktığı için Türkiye’nin üyeliği İsveç’teki siyasi tartışmalarda ön plana çıkmamaktadır. (Oyların eşik değer olan yüzde dördünden daha azını alabildikleri için) İsveç parlamentosunun dışında kalan yabancı düşmanı İsveç Demokratları, Türkiye’nin AB’ye ait olmadığını iddia etmektedirler. Bunlar, üyeliğin devasa ekonomik maliyetine, Avrupa’da İslam’ın kazandığı ivmeye, İsveçlilerin kazançlarında düşüşe neden olan göçmenlerin sayısındaki artışa, ve İsveç’in gelecekte Türkiye’yi Irak Kürdistanı’nda muhtemel bir çatışmada korumasının gerekmesi ihtimaline atıfta bulunmaktadır.13 Türkiye’nin üyeliğine muhalif duruş İsveç’te bireysel ölçekte de görülebilmektedir ki bu durumun örneklerine liderlik kademesinin konuya büyük ölçüde destekler yaklaşımda bulunduğu partilerin üyeleri arasında da rastlanabilmektedir. Bu durumun bir örneği İsveç hükümetinin Kürt sorunu konusunda Türkiye’ye fazlasıyla yumuşak davrandığı görüşünü savunan ve Liberal Parti üyesi Fredrik Malm’da görülmektedir. Malm’a göre Türkiye ile müzakerelerde ilerleme kaydedilmemesine neden olan asıl problem Türkiye’nin AB tarafından talep edilen reformları yerine getirmemesidir. Erdoğan’ın partisi AKP Türkiye’de altı yıldan fazla bir süredir iktidarda olup Parlamento’da da 12 13 A.g.e. Sven-Olof Sällström, www.newsmill.se/artikel/2009/06/02/ 94 İsveç çoğunluğu elinde tutar haliyle daha fazla şey yapabilir konumda olmalıydı. Malm’a göre sorun Türkiye’nin Müslüman ya da büyük bir ülke olması değil, AB’nin temelini oluşturan değerlerin Türk devletinin temelini oluşturanlardan farklı olmasıdır. Gelecekte Türkiye’nin üyeliğine olumlu baktığını belirtirken Fredrik Malm bu üyelikten önce açık kalpli bir reform niyetinin gelmesi gerektiğini ve İsveç dönem başkanlığının Türkiye’den reform talebinde daha ısrarlı olması ihtiyacını vurgulamaktadır.14 Siyasi parti üyesi bireyler arasında Türkiye’nin üyeliği konusunda bir tartışma yaşanmaktadır ki bu da bu konudaki savlar arasındaki farklılıkların işaretidir. Bunun bir örneği İsveçli Ilımlıların Sosyal Demokratlar tarafından Türkiye’nin üyeliğine verdikleri destek nedeniyle değil de Avrupa Parlamentosu’ndaki ortakları olan EPP Grubu’nun Türkiye’nin Birliğe katılımına soğuk bakışı nedeniyle eleştirilmesidir.15 Aynı sitede yer alan bir başka makale de örneğin “AB’de yer alan bir Türkiye İslam ile demokrasinin birlikte yaşayabileceğini gösterir”, “Üyelik Türkiye’yi liberal bir pazar ekonomisine dönüştürebilir” ve “önce Kıbrıs sorunu çözülmelidir” demektedir. Öte yandan İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm partilerce paylaşılan Türkiye’nin AB’ye katılmaya hakkı olduğu görüşü toplum tarafından kabul görmemektedir. 2008’deki Göteborg Üniversitesi SOM Anketinde yüzde 48 Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkarken yüzde 13 olumlu yaklaşmaktadır. (Bu rakamlar 2007’de yapılan ankette elde edilen yüzde 49 karşı, yüzde 12 olumlu bakış oranlarına oldukça yakındır). Her iki yıl yapılan anketlerde katılanların yüzde 39’a varan bir oranı 14 Svenska Dagbladet, Fredrik Malm, Stäng dörren för Turkiet [Türkiye’ye kapalı kapı], 28 Mayıs 2009. 15 Andreas Sjölander, Newsmill, http://wwwnewsmill.se/artikel/2009/05/31/ turkiet -ar-intevalkomna-i-hogerns-eu. 95 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış kararsızdır.16 Kararsızların sayısının bu denli yüksek oluşunun bir nedeni Türkiye’nin üyeliğinin gelecekte ele alınacak bir konu oluşu ve birçok ön şarta bağlı olmasıdır. Bu nedenle bugün insanlar bu konuda bir görüş oluşturmakta zorlanmaktadır. Sivil Toplum İsveç’te Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalarda belirli bir görüş sahibi görünümü veren ya da tartışmalara katılan bir sivil toplum kesimi göze çarpmamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere oturmuş siyasi partiler aynı görüşe sahip olup, aralarında aykırı görüş dillendirenler ancak gazetelerin yorum köşelerinde ya da bloglarda rastlanan bireylere aittir. Sonuç İsveç hükümeti Türkiye’nin Avrupa’ya önemli katkılarda bulunabileceğini ve Türkiye’nin kendisinin de Avrupa’ya ihtiyacı olduğunu düşünerek Türkiye’yi AB üyeliği hedefine yaklaştırma adına önemli çabalarda bulunmuştur. “Türkiye Programı” bunlardan biri olup Türkiye’de ihtiyaç duyulan reformlara odaklanmaktadır. Bu alanda gelişme kaydedilmeden AB üyeliği gerçekleşemeyecektir. İsveç Dönem Başkanlığı müzakerelerde umulan ileri adımları atma konusunda başarılı olamayacaksa da İsveç açıkça bu konuyu dönem başkanlığı sırasında ve sonrasında desteklemeye devam edecektir. Kuvvetle muhtemeldir ki, zamanla Avrupa ülkeleri Türkiye’nin üyeliğini kabul edeceklerdir. Yine de Türkiye’nin çeşitli alanlarda büyük çabalar sarf etmesi gerekmektedir. 16 S. Holmberg, ”Ökat opinionsstöd för EU”, [“AB için artan kamuoyu desteği”] Europapolitisk analys 2008:5; Stockholm: SIEPS; Ayrıca bkz. S. Holmberg, ve R. Lindahl, 2007, ref. no. 1. 96 Avusturya Cengiz Günay* Avusturya Öz Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin en kararlı muhalifleri arasında sayılabilir. Konu ülkede ateşli tartışmalara sahne olmaktadır. Türkiye’nin üyeliği konusunda Avusturya’daki söylem Türkiye’nin Avrupalı olmamasından hareketle ortaya konan kültürel tartışmaların güçlü etkisi altındadır. Yine de bu söylemin daha yakından incelenmesi ile konunun Türkiye ile ilgili olmaktan ziyade gittikçe büyüyen göçmen topluluğunun bütünleşmesi gibi halen çözüme kavuşmamış iç meseleler ekseninde tartışıldığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bütünleşmesine dair söylemin Avusturya’nın köklü değişimler geçiren dünyada kendine yeni bir çokkültürlü kimlik arayışının bir çok boyutunu da içerdiği sonucuna varılabilir. Türk kamuoyunun geneli Avusturya’nın Türkiye’nin üyeliğine büyük ölçüde eleştirel yaklaşımından haberdar olduğu halde birçokları Avusturya hükümetinin 2005’te müzakerelerin başlangıcını engellemek ve geciktirme amacıyla uyguladığı taktikleri halen unutmuş olmadığı halde sadece çok küçük bir kesim Avusturya’nın tavrında müzakerelerin başlangıcından sonra son yıllarda meydana gelen değişimlerin ya da istikrarın ve meselenin arka planında yatan nedenlerin farkındadır. Arka plan Avrupa Birliği’ne üyeliğinden sonra geçen 15 yıllık dönemde Avusturya kamuoyu yalnızca sonraki genişleme süreçleri konusuna * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 97 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış soğuk bakmakla kalmayıp aynı zamanda AB’nin kendisi hakkında da eleştirel bir yaklaşım geliştirmiştir. 1995’te yapılan referandumda halkın yüzde 66’su AB üyeliğini tasvip ederken son 14 yıllık dönemde AB üyeliğine verilen tasvip önemli miktarda azalmış ve ancak 2008’de Lizbon Anlaşması tartışmaları sırasında tekrar yükselebilmiştir. Yine de mevcut küresel mali krizin Avusturyalılara yalnız olmaktansa Avrupa Birliği’nin bir parçası olmanın avantajlarını gösterdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, AB üyeliğine verilen destek tekrar bir artış eğilimine girmiştir.1 Genel hatlarıyla bakıldığında küreselleşme ve liberalleşmenin tetiklediği büyük ekonomik değişimler karşısında Avusturyalıların çoğu ülkenin bu konularda sesinin fazla duyulmadığını hissetmeleri ve siyasilerin pek popüler olmayan kararlar için Brüksel’i bir günah keçisi olarak gösterip başarıları kendi adlarına kaydetme ikiyüzlülüğü nedeniyle Birlik ve kurumları hakkındaki belirsizlik ve güvensizlik hissiyatı artıştadır.2 Bu bağlamda Brüksel’deki iç tartışmalar artan enerji fiyatlarının nedeni olarak gösterilmiş, Brüksel sıklıkla nükleer enerji lobilerinin veya genetik mühendisliğinin bir sembolü olarak sunulmuş, ve sağ kanadın popülist söyleminde Brüksel’deki bürokrasinin kaynak israfı çok zaman kınanır olmuştur. Önde gelen partiler, ÖVP (Muhafazakârlar) ve SPÖ (Sosyal Demokratlar) referandum öncesinde geliştirdikleri AB’den yana söylemi sürdürmeyi, hatta hayata geçirmeyi başaramamışlardır. İktisadi tasarruflar konusunda kamuoyunun beklentileri yüksek olmakla birlikte, ki bu hükümetin AB’den yana kampanyasının başlıca bileşenlerinden birini oluşturmuştur, üyelik sonrasında fiyatlar sürekli artmış ve işgücü 1 Bkz. “Zustimmung zu EU laut Umfrage auf Rekordwert“, orf online,19 Kasım 2009 Avusturyalıların yüzde 46’sı ülkelerinin AB kararlarında çok küçük bir etkisi olduğunu düşünmektedir. Bkz. “EU-Skepsis: Die Kommission kritisiert Politik und “Krone”, Die Presse, 14 Temmuz 2008. 2 98 Avusturya piyasasındaki durum gittikçe daha sorunlu bir hal almıştır.3 Hem siyasi partiler hem de medya, akademi ve sivil toplum örgütleri AB üyeliğinin avantajlarını anlatma konusunda sürekli olarak başarısız olmuşlardır. Bunun yerine konu merkez sağın tekelinde kalmış ve bu kesim de kamuoyunu gittikçe “Brüksel’in diktatörlüğü” konusunda kışkırtmıştır. Avusturya Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkelerinin Birliğe üye olmasından iktisadi açıdan en büyük faydayı sağlayan ülkelerden olduğu halde Avusturya kamuoyu bu süreç konusunda da eleştirel bir tavır takınmıştır. AB’nin doğu yönündeki genişlemesi ülkenin siyasi, entelektüel ve ekonomik elitleri tarafından kuvvetle desteklenmekle birlikte bu desteğin halka yayılması yönünde fazla çaba sarf edilmemiştir. Elitler bu konuda duydukları heyecanı halka da yansıtmayı başaramamış ve sıradan kişilerin duyabileceği korku ve endişelere bir yanıt sunamamışlardır. Üstelik kamuoyunun geneli de genişlemenin kayda değer bir olumlu etkisini görememiştir. Nispeten büyük ölçekli şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri komşu Doğu Avrupa ülkelerine doğru Birliğin genişlemesinden fayda sağlamışsa da bu şirketlerin iktisadi başarısı sıradan Avusturyalıya pek yansımamıştır. Aksine küçük ölçekli firmalar yeni rekabet ortamına uyum sağlamakta zorlanmış ve özellikle el sanatları alanında çalışanlar, imalat sanayindeki işçiler ve hizmet sektöründe çalışan vasıfsız beyaz yakalılar komşu doğu ülkelerinden gelecek damping konusunda ciddi endişelere sahiptir. Kamuoyunun genelinde genişleme ve bunun getireceği muhtemel olumsuz etkiler konusundaki belirsizliklere rağmen konunun derinlemesine tartışıldığı söylenemez. Kendisini bir tür “Robin Hood” gibi gören ve insanların zamanla sönmekte olan korku ve öfke duygularını fütursuzca alevlendirerek sokaktaki adamın çıkarlarını 3 Bkz. Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, Natalie Tocci (der.), Avrupa’da Türkiye’den Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru, Quaderni IAI, Aralık 2008, s. 67. 99 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış elitlere ve ayrıca da “tehditkâr” “yabancılara” (Ausländer) karşı savunan aşırı sağ Özgürlük Partisi (FPÖ) dahi muhafazakâr ÖVP ile bir koalisyon içinde bulunduğu ve hükümette yer almanın bir önkoşulu doğu yönündeki genişlemeyi kabul etmek olduğu için bu konuyu siyasallaştırmaktan imtina etmiştir. İlginç bir biçimde o tarihe kadar Türkiye’nin üyeliği bir tartışma konusu değilken “Türkiye Sorunu” adı verilen mesele üzerine tartışmalar 2004’teki doğu yönündeki gelişme ile hız kazanmıştır. Aşırı sağ hareket içindeki bir bölünme de bu tartışmaları tetiklemiştir. “Türkiye Sorunu” da doğu yönündeki genişlemenin bir sonucu Türkiye konusundaki tartışmaların son iki genişleme dalgası üzerine tartışmaların eksikliğini telafi ettiğini söylemek mümkündür. Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliklerinin getiri ve maliyeti konusunda kamuoyunun her iki ülkenin üyeliği konusundaki olumsuz tavrına rağmen kamuoyunda herhangi bir tartışma vuku bulmamıştır.4 Öte yandan, Türkiye’nin üyeliği konusundaki söylemin gittikçe çokkültürlü bir toplum olma yönündeki dönüşümle bağlantılı birçok korku, belirsizlik ve önyargıyı ihtiva ettiği söylenebilir. Bu bağlamda büyüyen Müslüman göçmen toplulukları Avusturya kültürü addedilen olgunun karşılaştığı en büyük sorun olarak özellikle metropolitan alanlarda ön plana çıkmaktadır. Türkiye’nin üyeliği konusundaki tartışmalar 11 Eylül sonrasında küresel çapta hâkim olan ve İslam ile Müslümanlara karşı önyargı, endişe ve şüphe yüklü kültürcü bir söylem ile kesişim göstermektedir. Aşırı sağ 4 Her ne kadar Avusturya şirketleri ve sanayi kuruluşları Bulgar ve Romen mali sektörü ve enerji piyasalarında oldukça aktif bir biçimde faaliyet göstermektelerse de bu yüksek düzeyde seyreden iktisadi faaliyet söz konusu iki ülkenin üyeliği konusunda kamuoyunda bir kabul haline dönüştürülememiştir. 100 Avusturya kampanyalarında Türkiye’yi ve Avusturya’daki en büyük Müslüman göçmen topluluğu olan Türkleri Hıristiyan ve Avrupa medeniyeti ile eş sayılan Avusturya kültürüne önemli bir tehdit ve İslam’ın temsilcileri olarak lanse etmiştir. Özgürlük Partisi (FPÖ) Taliban’ın ve çarşaflı kadınların görüntülerini billboardlara taşımış ve bu yolla “İslam Tehdidi” diye anılan olguya karşı bir seferberlik yaratmaya çalışmıştır. Özgürlük Partisi kolektif hafızanın derinlerinde yer bulan tarihi anlatımlarla ülkeye yönelmiş en büyük tarihsel tehditlerden biri olan “korkunç” ortaçağ Türkleri imajını gün yüzüne çıkarmıştır. Partinin mavi gözlü lideri H.C. Strache tarihsel bağlamda Viyana’yı 1683’teki Türk kuşatmasından kurtaran tarihi karakter Prens Eugene gibi takdim edilmiştir ve 2006 genel seçimleri kampanyasında parti Viyana şivesi ile “İslam yerine Evimiz” veya “Türk bir AB’ye Hayır” gibi sloganlara yer vermiş, İslam ve Türklüğün Avusturya ve Avrupa ile görünürdeki uyumsuzluğuna işaret etmiştir. Diğer Avrupa ülkelerinde sol bu tür yabancı düşmanlığı içeren çıkışlara karşı dururken Avusturya’da Türkiye’nin üyeliği konusundaki tartışmanın kalitesi muhalefetteki Sosyal Demokratların 2004’te Türkiye’nin üyeliğine kararlı bir şekilde karşı çıkar bir pozisyon almaları ile daha da kötüye gitmiştir. Sosyal Demokratların U dönüşü partinin gittikçe aşırı sağın kültürcü, yabancı düşmanı ve Müslüman karşıtı sloganlarına eğilimli hale gelen işçi sınıfındaki tabanını ve emeklileri tekrar kazanmaya yönelik taktik bir manevradan kaynaklanmaktadır. O dönemdeki ana muhalefet partisi olarak Sosyal Demokratlar muhafazakâr Halk Partisi (ÖVP) ve FPÖ ile Avusturya’nın Geleceği Birliği’nden (BZÖ) oluşan koalisyon hükümetine Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasını engelleme konusunda baskı yapmıştır. Referandum fikri tartışmaları yatıştırırken Hem muhalefet partileri, hem de kendi muhafazakâr tabanı tarafından bu konuda sıkıştırılan hükümet üyelik müzakerelerinin başlatılmasını 101 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış engelleme ve geciktirme yönünde çaba sarf etmiştir. O dönemde Almanya’da muhalefette bulunan Sosyal Demokratların da kuvvetli desteği ile Şansölye Schüssel bir “imtiyazlı ortaklık” kavramını ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Hükümetin müzakerelerin başlatılmasını engelleme ve geciktirmeye yönelik taktikleri aynı zamanda diğer üye devletleri önceki dönemde Komisyon tarafından Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi ile yeterli işbirliği yapmadığı nedeniyle eleştirilen Hırvatistan ile üyelik müzakerelerini başlatmaya zorlamaya da yönelikti. Kapalı kapılar ardında uzun saatler süren tartışmalardan ve müzakerelerin açık uçlu olduğunun altını çizen ifadelerden sonra bu konuda yalnız kalan Avusturya Şansölyesi ile dışişleri bakanı geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Bunun karşılığında ise Birlik, Hırvatistan ile müzakerelerin de başlatılmasına karar verdi. Hükümet Brüksel’de takındığı sert tutumu bir başarı ve Avusturya’nın da Birlik’te söz hakkı olduğunun bir delili olarak pazarladı. Eleştirileri susturmak için Şansölye müzakereler tamamlandıktan sonra Türkiye’nin üyeliği konusunda bir referandum yapılacağını açıklamıştır. Yeşiller ve bir referandumun neden olabileceği yabancı düşmanlığı eksenli bir kutuplaşmanın tehlikelerine işaret eden birkaç yorumcu dışında bu fikir siyasi elitler tarafından AB’nin politikalarının demokratik popüler destekten yoksun olduğu eleştirilerine karşı bir savunma olarak benimsenmiştir. Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bakış ve son kararı halka bırakma fikri partiler arası nadir rastlanan bir uzlaşmanın oluşmasına neden olmuştur. Dahası, siyasi elitlerin Hırvatistan gibi diğer genişlemeler konusunda referandum istemekten imtina etmeleri de bu konuda hayli açıklayıcıdır. Avusturya’nın tarihsel olarak siyasi ve ekonomik etki alanı olan Balkanlar bölgesinin Birliğe entegrasyonu ülkenin siyasi ve iktisadi hiyerarşisinin önde gelen hedefleri arasında yer alırken (örneğin Hırvatistan’da Avusturya tüm doğrudan yabancı yatırımların %25’i ile en 102 Avusturya büyük yabancı yatırımcıdır5) Türkiye’nin üyeliğini açıkça destekleyen ve savunan lobi faaliyeti hemen hemen hiç yapılmamaktadır. Yine de elitlerin Doğu komşularını entegre etmede yatan çıkarlarına rağmen Avusturya kamuoyu daha fazla genişlemenin muhalifleri arasında Makedonya’nın üyeliğine karşı çıkan yüzde 62, Arnavutluk’un üyeliğine karşı çıkan yüzde 73, Bosna-Hersek’in üyeliğine karşı çıkan yüzde 59 ve Sırbistan’ın üyeliğine karşı çıkan yüzde 65 ile başı çekmektedir. Yalnızca Hırvatistan’ın üyeliği tartışmalardan uzak olup yüzde 55 oranında Hırvatistan’ın üyeliğinin destekleneceği ifade edilmiştir.6 Yalnızca birkaç yıl önce çoğunluk Hırvatistan’ın üyeliğini de reddeder tutumda idi; ancak elitlerin Hırvatistan’dan yana takındığı tutum ile özellikle de muhafazakâr Katolik çevrelerin desteği bu ülke hakkındaki olumlu görüşleri artırmıştır. Aşırı sağ Özgürlük Partisi bile bu konuda olumsuz tavrından vazgeçmiş görünmektedir. Türkiye’nin üyeliği konusunda bir referandum vaadi 2006 güzünde yapılan seçimler sonrasında Sosyal Demokratlar ile Halk Partisi arasında kurulan koalisyon hükümetince de benimsenmiştir.7 İki parti arasında imzalanan koalisyon sözleşmesi Balkanların ülkenin dış politika ve güvenlik siyasetinin odağı olarak değerlendirilmesini resmileştirmiş ve Türkiye’nin üyeliğinin reddi noktasındaki tutumu Türkiye’nin Avrupa değerleri ve standartlarına uyum hedefini Türkiye’ye özel bir ilişkiyle, yani bir başka deyişle “imtiyazlı ortaklık” ile destek verilmesini ön plana çıkarmıştır.8 Şansölye Gusenbauer hükümeti Aralık 2006’da Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kapsayacak şekilde gümrük birliği protokolünü uygulamayı reddettiğinde takındığı sert tutum ile Türkiye’nin üyeliği konusundaki olumsuz tavrını derhal sergilemiştir. Avusturya bu 5 Avusturya Ticaret Odası’ndan alınan bilgi. Bkz. Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 68. 7 Alfred Gusenbauer liderliğindeki Sosyal Demokratlar sürpriz bir biçimde bu seçimlerden zaferle çıkarken muhafazakâr Halk Partisi yaklaşık olarak yüzde 8 gerilemiştir. 8 Bkz. Margaretha Kopeinig, “Regierung lehnt Türkei – Beitritt ab“, Kurier, 12 Ocak 2007. 6 103 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış bağlamda Fransa, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar ile birlikte hareket ettiği halde dört ülkenin stratejik çıkarları arasında büyük farklar olduğundan dolayı bu cephe kısa zamanda bölünmüştür. Avusturya bu vesileyi müzakere sürecini sona erdirme fırsatı olarak değerlendirirken Yunanistan ve Kıbrıs’ın çıkarları müzakerelerin devamını gerektirmekteydi. Bu arada 2008’de Avusturya’da Sosyal Demokratların AB politikaları konusundaki U dönüşü ile koalisyon hükümeti dağıldığında bir kez daha erken seçimlere gidilmiştir. Sosyal Demokratların liderliğindeki bir değişim AB’ye karşı daha eleştirel bir duruşla bir araya gelmiştir. Gözlemciler partinin taktik kaymasının popülizm önünde verilen bir diğer taviz olduğu yorumlarını yapmışlardır. Daha önce de belirtildiği üzere AB’yi eleştiren sesler Lizbon Anlaşması konusunda İrlanda’da yapılan referandumda alınan ret yanıtının ardından yükselmiş ve gittikçe daha büyük bir kesim Avusturya’da da benzer bir referanduma gidilmesini talep etmeye başlamıştır. Kamuoyu yoklamalarında gerileyen pozisyonları nedeniyle Sosyal Demokratlar da bu seslere katılmış ve Avusturya anayasasını etkileyebilecek ya da değiştirebilecek tüm AB anlaşmalarının halkın iradesi önüne getirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Türkiye’nin üyeliğini reddetme yönündeki tercihin tekrar tekrar gündeme getirilmesi Türkiye’nin üyeliğini sessiz bir biçimde destekleyen Yeşiller dışında siyasetin genelinin bir yaklaşımı haline gelmiş ve konu zamanla momentumunu kaybetmiştir. Hatta son dört yıllık dönemde Türkiye Sorunu’nun zamanla gündemden düştüğünü bile söylemek mümkündür. Dolayısıyla referandum yapma kararının fazlasıyla kızışmış siyasi tartışmaları konuyu uzak bir gelecekte halkın iradesinin önüne getirmek yoluyla yatıştırma şeklinde bir etkisi olduğu sonucuna varmak yanlış olmayacaktır. 104 Avusturya Dolayısıyla konuyu artı ve eksileriyle ele alan haber, yorum ve köşe yazıları büyük ölçüde azalmıştır, hatta öyle ki AB ile ilgili konularda hazırlanan harita veya tablolarda çoğu zaman Türkiye’den aday ülke olarak bahsedilmemektedir. İlerlemeleri ve duraklamalarıyla müzakere süreci konusundaki haberler azalmakla birlikte Türkiye’nin iç ve dış politikaları ile ekonomik ve bölgesel rolü konusuna gösterilen alaka ilgi çekici bir biçimde artış göstermiştir. Türkiye’nin üyeliği konusunda bundan önceki dönemlerdeki tartışmaların mevcut önyargıları, “Türklerin” imaj ve algılanışını güçlendirmesine rağmen son yıllarda Türkiye’nin yakaladığı ekonomik yükseliş ile ülkenin bir enerji dağıtım merkezi olarak artan önemi daha fazla ilgi çekmesine neden olmuştur. Türkiye’de genişleyen Avusturya iş dünyası Siyasetçilerin sert tutumuna karşın Avusturya şirketleri sessiz bir biçimde Türkiye’de büyümektedirler. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2002-2008 döneminde yüzde 60 oranında büyümüştür. Sadece 2006’da Türkiye’ye yapılan ihracat yüzde 14,4 artış göstermiştir. 2008’de Avusturya’nın bu ülkeye ihracatı 965,9 milyon Avroya ulaşırken aynı dönemde Türkiye’den yapılan ithalat 909,5 milyon Avro rakamına ulaşmıştır.9 Türkiye’deki 1,2 milyar Dolar doğrudan yatırımı ile Avusturya Türkiye’ye en büyük yabancı yatırımı yapan onuncu ülke olmuştur.10 Avusturya’nın önde gelen firmalarından bazıları (Red Bull, Mayr Mellenhof, Manga, OMV, Verbund, BankAustria) Türkiye pazarına girerken küçük ve orta ölçekli firmalar daha temkinli bir yaklaşım içerisindedirler.11 Beklenebileceği üzere Avusturya Sanayi Federasyonu ve Ticaret Odaları Türkiye’yi büyük potansiyeli olan çok önemli bir iş ortağı olarak görmektedir. Mayıs 2008’de Daily Standard 9 http://www.bmeia.gv.at/botschaft/ankara/bilaterale-beziehungen/wirtschaft. html, 26 Kasım 2009. 10 H. Hercher, „Türkei: Bei Investitionen spielt Österreich in der „Superliga““, Wirtschaftsblatt, 11 Şubat 2008. 11 Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 79. 105 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ismini açıklamak istemeyen bir iş adamından alıntı ile Avusturya’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki siyasetinin Türkiye’de iş yapan Avusturya firmaları için büyük zorluk çıkaracağını belirtmiştir.12 Avusturya Sanayi Federasyonu bu tür etkileri yalanlasa da Avusturyalı siyasetçilerin Avusturya’nın sert tutumundan dem vuran retoriğinde bir yumuşama gözlemlenebilmekte ve Avusturya’nın tutumundaki tutarlılığı vurgularken Fransa gibi üyeliği destekler tavırdan sert bir muhalefete geçen diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Avusturya’nın tutumunun dürüstçe olduğunu ve ülkeler arasındaki dostluğun da dürüstlüğü gerektirdiğini belirtir bir hal almıştır. Son dönemde Avusturya’nın en büyük şirketi OMV Türkiye’yi büyüme hedefleri arasında önde gelen pazarlardan biri olarak tanımlamıştır. Şirket Türkiye’de Petrol Ofisi hisselerini satın almış ve bu şirketteki payını yüzde 100 oranına çıkarma niyetini beyan etmiştir. OMV ayrıca Samsun yakınlarında bir elektrik santrali inşa etmekte ve Orta Avrupa’yı Türkiye üzerinden Hazar Denizinin gaz kaynaklarına bağlamayı amaçlayan Nabucco boru hattı projesinde de başı çekmektedir. Gelişen iş ilişkilerinin ikili ilişkilerin iyileşmesine de katkı yapması kaçınılmaz olup, Türkiye’ye son dönemde gösterilen kamuoyu ilgisinin olumlu bir yan etkisi olduğundan da bahsetmek de mümkündür. Türkiye konusunda verilen detaylı haberler bir grup gazetecinin Türkiye-AB konularında uzmanlaşması sonucunu doğurmuştur. Bunlardan bazıları Türkiye’deki siyasi durum ve önemli siyasi oyuncular ile Türkiye’nin sosyal ve tarihi yapısı hakkında önemli bir bilgi birikimi edinmişlerdir. Dahası, belki hepsinden de önemlisi, bu kişiler Türkiye’deki meslektaşları, akademisyenler, siyasiler, diplomatlar ve iş çevreleri ile 12 A.g.e., s. 78. 106 Avusturya bağlantılar kurmuşlardır. Dolayısıyla Türkiye ile ilgili konularda verilen haberlerin kalitesinde gözle görülebilir bir artış meydana gelmiştir.13 Türkiye konusundaki söylemin AB üyeliği sürecinden ayrıştırılması da tartışmanın kalitesini artırıcı bir etki yapmıştır. Aynı şey üniversiteler ve düşünce kuruluşları tarafından Türkiye ile ilgili konular üzerinde organize edilen konferanslar, seminerler ve çalıştaylar için de söylenebilir. Daha bir iki yıl önce Türkiye konusundaki her türlü tartışma Türkiye’nin üyeliğinin tehlikeleri konusundaki söylemlerle korku ve endişe kokan ateşli bir münazaraya dönüşürken bugünkü argümanlar, sorular ve yorumlar çok daha somut olabilmektedir. Sonuç Türkiye’nin üyeliği konusundaki fazla kızışmış tartışmaların 2006’dan bu yana durulduğu sonucuna varmak mümkündür. Her ne kadar Türkiye’nin üyeliğine verilen destek son derece düşük bir düzeyde kalsa da bu, özellikle Türkiye ile sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerin gelişimi konusuna artan ilgi karşısında durumun değişemeyeceği anlamına gelmez. Medya Türkiye konusundaki haberlere geniş yer vermektedir. Türkiye’nin iç sorunları konusunda özel tartışmalar, örneğin üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması konusu bile Avusturya medyasının ilgisini çekmektedir. Radyo ve TV kanalları ile gazeteler bu konuya geniş yer vermişlerdir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi sürekli olarak büyüdükçe, ki ekonomik ilişkiler sadece mevcut ekonomik kriz nedeniyle 2009’da bir gerilemeye sahne olmuştur, iş çevreleri ve şirketler Türkiye konusundaki söylemin kalitesi konusunda bir değişimden yana muhtemel lobileri oluşturabilirler. Bu iş çevrelerinin Türkiye’nin üyeliğini kesin bir biçimde destekleyeceği anlamına gelmese de bu çevrelerin konu üzerinde 13 A.g.e, s. 80 107 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış daha dengeli bir tartışma ve hükümetin müzakere sürecine daha yumuşak bir tavırla yaklaşımında bir çıkarı olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla gelecekte referandum yapılacağı açıklaması ile tartışma havasının durulması bu konudaki bakışı daha olumlu kılma şansı olarak da değerlendirilebilir. 108 Güney Kıbrıs Costas Melakopides* Güney Kıbrıs Giriş “Kıbrıs” Türkiye ve Kıbrıslı Türkler (KT) ya da Kıbrıslı Rumlar (KR) ve Avrupa Birliği (AB) de dâhil olmak üzere uluslararası toplum bakış açılarından farklı şeyler ifade etmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası tanınmaya mazhar bir devlet ve 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB üyesi bir ülke olmasına rağmen Türkiye bu devleti tanımayı reddetmektedir. Buna karşın Türkiye ülkeden kopan ve dünyada başka hiçbir ülke tarafından tanınmayan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC)” tanımaktadır. Tüm bu tablo Türkiye’nin 1974’de adaya askeri müdahalesi ve ayrılıkçı rejimin 1983’teki tek taraflı bağımsızlık ilanı (TTBİ) sonucunda ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin sorunu, öte yandan, uluslararası toplumun - BM, AT/AB ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı gibi yargı kurumları aracılığıyla - 1974’teki müdahaleyi fiili bir işgal olarak, yani yasadışı bir müdahale olarak değerlendirmesidir. Uluslararası toplum aynı zamanda TTBİ’yi uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kınamıştır. Bu nedenle uluslararası toplumun söz konusu olguyu tanıması mümkün değildir. Ancak Türkiye’nin kayda değer jeostratejik önemi ve kaba kuvvetinden kaynaklanan diğer özellikleri Washington, Londra ve NATO gibi güç * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 109 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış odakları ve güç oluşumları gözünde önem taşımakta, ve bu nedenle bu ülke küresel hukuk kültürünün ilkeleri ve kurallarına uymaya ikna edileceği yerde aşırıya kaçan ihtiraslarına göz yumulmaktadır. Bugün AB Türkiye’ye karşı Kıbrıs’ı desteklemektedir: Kıbrıs topraklarının %37’sinin işgal altında oluşu durumu sürekli gündeme getirilmektedir; 1983 TTBİ derhal kınanmıştır; Türkiye’nin üyelik başvurusu 1989’da reddedilmiştir, ki bunun nedenleri arasında yukarıda bahsi geçen iki yasadışı fiil de yer almaktadır; son olarak AB Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir bütün olarak üyeliğe kabul etmiştir. Ancak KR için bunlar yeterli değildir: öncelikle hem kendilerinin hem de KT’nin insan haklarının geniş çaplı ihlalleri çok uzun bir süredir devam etmektedir; ayrıca Kıbrıs toprakları yasadışı bir işgal altında olduğu için AB toprakları da işgal altında sayılmaktadır. KR Kıbrıs sorununu bir çözüme kavuşturmaya istekli olduklarında ısrarcıdırlar. KR iyi niyetlerinin KT’ye uzattıkları dostluk eli ve maddi destek ile gözler önüne serildiğini, Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinin başlatılmasına ne 2004 ne de 2005’te herhangi bir engel çıkarmadıklarını, ve tüm meşru Kıbrıslıların çıkarı için adil ve işlevsel bir çözüm üzerinde çalıştıklarını ifade etmektedirler. Bunun yanı sıra Türkiye’nin kötü niyetle hareket ettiğini, uluslararası hukuk ve etiği göz ardı ettiğini, kaba kuvvetinden kaynaklanan bir kibre sahip olduğunu, “bölgesel süper güç” olma ihtirasının bulunduğunu, ve işgali gelecekteki AB üyeliği için bir koz olarak kullandığını belirtmektedirler. Ayrıca tüm adanın AB üyesi olmasına rağmen 40.000 kişilik Türk işgal kuvvetlerinin mevcudiyeti müktesebatın işgal altındaki topraklara ülkenin (hukuki/siyasi/etik) sorunu çözülene kadar uygulanmasını engellemektedir. Mahut sorunu çözüme kavuşturmaya yönelik çok sayıda uluslararası girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu minvalde “Annan planı” adıyla bilinen son girişim KT ve “KKTC”deki binlerce (yasadışı) Türk 110 Güney Kıbrıs yerleşimci tarafından kabul edilmiş olmasına rağmen KR adil ve uygulanabilir olmadığı için planı %76’lık büyük bir çoğunlukla reddetmiştir.1 Bu plana göre Kıbrıslı taraflardan herhangi birinin reddi planı “hükümsüz” kılacaktı. Yine de planın kabulü yönünde çaba gösteren güçler, özellikle İngiltere, ABD ve Türkiye, bu planı yeniden canlandırmak için çaba göstermektedirler. Tüm bunlar KR’nın içinde bulundukları kabul edilemez durumun neden olduğu kızgınlık ve hüsran duygularını açıklamaktadır. Bu hisler 2004’teki AB’ye üyelik ve 1 Ocak 2008’deki Avro bölgesine katılım nedeniyle biraz yatışmıştır. Yine de ne bu başarılar, ne de yukarıda aktarılan şekilde elde edilen ve AB’nin ilkeleri ve değerlerine bağlılıkta ifadesini bulan “etik birikim” Kıbrıslı Rumların karşılaştığı dayanılmaz haksızlığı gidermeye yetmez. Eylül 2008’de Cumhurbaşkanı Demetris Christofias ve KT lideri Mehmet Ali Talat arasında “yüz yüze” görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmeler bilinmezliklerle ve dolayısıyla çeşitli sırlarla örtülü olmasına rağmen Lefkoşa hükümeti iyimserliğini korumaktadır. Ancak birçok siyasi aktör bu sürece artan bir şüpheyle yaklaşmaktadır. Şaşırtıcı bir biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vetosu sayesinde Türkiye’nin AB üyelik süreci üzerinde belirleyici bir gücü bulunmasına rağmen 2004 sonrasındaki dönemde göreve gelen hükümetler bu gücü kullanmaktan imtina etmişlerdir. Atina ile işbirliği içinde ve Topluluk bünyesinde ciddi bir çatışmaya neden olmaktan kaçınmak için Lefkoşa uzlaşmanın en iyi yolu olarak Birliğin çatışmadan kaçınan ilke ve değerlerini diplomatik yaklaşımı ile tevdi etmiştir. Bu siyaset ise bir sonuç getirmemiştir. Yine de kamuoyu, siyasi elitler, etkili görüş belirleyiciler ve bazı saygın akademisyenlerin artan baskısı altında konuya genel yaklaşımda bir değişim meydana gelmektedir. Tam da Türkiye asimetrik kaba kuvvetini 1 Bkz. Costas Melakopides, Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU (Haksız Oyun: Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve AB), Kingston, Canada, Queens´s Centre for International Relations, 2006. 111 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış her boyutuyla seferber etme noktasındaki ısrarını sürdürdüğü, ve bunun bir örneği de Kıbrıs’ın münhasır iktisadi alanındaki hidrokarbon kaynakları konusunda askeri gücünü tekrar kullanabileceği yönünde yakın zamanda yinelenen tehditler olduğu için entelektüel, analitik ve siyasi baskılar Lefkoşa hükümetini diplomatik yolla ödüller sunmayla sınırlı politikasını değiştirip siyasi gücüyle Türkiye’yi cezalandırmaya çağırmaktadır. Bu bağlamda aşağıda Kıbrıs’lıların Türkiye’nin AB adaylığı konusundaki algı ve niyetleri (a) Hükümet, (b) Muhalefet, (c) medya ve (d) sivil toplum çerçevesinde ele alınacaktır. Lefkoşa Hükümeti Aralık 2004’te bu konuda (kamuoyu ve uzmanların) seferber olmasına rağmen Lefkoşa hükümeti Türkiye’nin üyelik müzakerelerini desteklemiştir. Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos Kıbrıs’ın üyeliğinin hemen akabinde veto yetkisini kullanmaktan imtina etmiştir. Aralık 2005’te Türkiye’nin devam eden inadıyla mücadele için Kıbrıs/AB topraklarından işgal kuvvetlerinin çekilmesini, yasadışı kolonileşme sürecinin sona erdirilip tersine döndürülmesini, işgal altındaki bölgede kalan KR mülklerinin satışına bir son verilmesini vb. talep etmek gibi “sözlü eylemler” ile baskı uygulanmıştır. Ankara’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması konusundaki tek taraflı “deklarasyonunun” “hiçbir hukuki etkisi” olmadığı, dolayısıyla Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs uçak ve gemilerine açması ve dolayısıyla Lefkoşa ile ilişkilerini normalleştirmesi yönünde AB’nin 21 Eylül 2005’teki “karşı deklarasyon” birçok KR için ilham vericidir. Papadopoulos’un veto kullanmayı reddetmesi Lefkoşa’nın Yunanistan’la paylaştığı “Avrupalılaşma varsayımından” kaynaklanmakta idi. 1999’daki Helsinki Avrupa Birliği Konseyi Zirvesinde Atina 180 derecelik bir dönüşle Türkiye’nin adaylığını Kıbrıs’taki işgal nedeniyle engellemekten vazgeçip Ege denizindeki sorunlara rağmen Türkiye ile bir detanta gitmiş ve Türkiye’nin AB ilke 112 Güney Kıbrıs ve değerlerini benimsemesinin uzun vadede ikili ilişkiler, işbirliği ve dostluk açısından faydaları olacağını ve Kıbrıs konusunda da olumlu etkilerinin olacağını öngörmüştür. 2006 boyunca Lefkoşa yukarıda belirtilen “varsayım” ile AB’nin ilkeli ve yerinde baskısının Türkiye’ye etkili bir biçimde uygulanacağına dair bir iyimserlik içerisinde hareket etmiştir. Komisyon ve öncelikli olarak da Avrupa Parlamentosu zaten Ankara’ya Kıbrıs konusunda esasen AB’ye karşı yükümlülükler olan hukuki ve siyasi yükümlülüklerini yerine getirmesi yönünde baskı yapmaktaydı. Ancak tüm bunların etkisiz olduğu görüldü ve 2006 Aralık ayında Avrupa Birliği Konseyi Türkiye üç yıl içinde “karşı deklarasyon”da dile getirilen taleplere uyum sağlayana kadar sekiz “başlıkta” müzakereleri “dondurdu”. Bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı Papadopoulos “adanın yeniden birleşmesine” karşı olduğu yönündeki iddiaların aksini iki kez göstermiştir. Kofi Annan ile toplumlararası müzakereleri “uygun hazırlıklar sonrasında” yeniden başlatmayı kabul etmiş (Paris, Şubat 2006) ve BM’den İbrahim Gambari yönlendirmesinde Talat’la müzakereleri “teknik bir düzeyde” yeniden başlatmayı kabul etmiştir. Bu “8 Temmuz (ya da Gambari) anlaşması” müteveffa Cumhurbaşkanının tüm çabalarına rağmen ne yazık ki uygulamaya konamamıştır. Papadopoulos’un açık sözlülüğü ile Kıbrıs müzakerelerinin Lefkoşa ile Ankara arasında yapılması gerektiğini ifade etmesine rağmen, Lefkoşa’nın iyi niyetini teyit etmesi nedeniyle bu “8 Temmuz anlaşması” yine de dikkat çekicidir. Ne yazık ki toplumlararası ilişkiler işgal altındaki bölgede bulunan KR mülkleri üzerine ev ve otel inşa edilmesinin bir türlü durmak bilmeyişi ve binlerce yasadışı yerleşimcinin adaya gelişi nedeniyle daha da gerilimli bir hal almıştır. 2001’de yasadışı yerleşimcilerin sayısı 113 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış 120.000 kadardı.2 2004’teki referandumdan bu yana sayıları 200.000’i aşarken adanın yerlisi KT nüfusunun 85.000’in altında kaldığı bildirilmektedir. Dolayısıyla KR’nın sinirleri zorlanmakta ve Ankara’nın mağrur “iki devletli, iki hükümetli ve iki halklı” Kıbrıs söylemi ile birlikte dünyanın ve AB’nin hukuki ve etik konsensüsü hiçe sayılmaktadır. Şubat 2008’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yıllar boyunca “Annan Planı” umuduna sarılan kesimlerin şiddetle muhalefet ettiği Tassos Papodopoulos, Kıbrıs sorununu tümüyle ve en kısa zamanda bitirmeyi vaat eden sol lider Demetris Christofias tarafından yenilgiye uğratıldı: Christofias “arkadaşı ve yoldaşı” Talat ile ulaşılabilecek bir “çözümü elinde bulunduruyordu”. Dolayısıyla yeni retorik “Kıbrıslılar için Kıbrıslılarca” çözümü vurguluyor ve Türkiye’nin AB üyeliği ihtimaline yapılan atıflar çok kullanılan alışılmış bir ifade olan “Türkiye’nin AB yolu Lefkoşa’dan geçer” yaklaşımı ile sınırlı tutulurken “Avrupalılaşma varsayımı”nın zımnen geçerliliğini koruduğu anlaşılmaktaydı. Dahası toplumlararası müzakerelerin başarısızlığa uğraması halinde “bir B planı” olup olmadığı sorulduğunda Cumhurbaşkanı Christofias çok net bir ifadeyle “bir B planı yoktur” diyerek müzakerelerin başarısının kesin olduğunu ve kötümserliğe mahal olmadığını ortaya koymuştur. Yine de kısa zamanda kötümser bir hava hâkim olmaya başlamıştır. Siyasi elitler ve yorumcular başlangıçta elde edilen başarıların aksine müzakerenin iki tarafının oyunun kuralları ya da en temel terimlerin anlamı konusunda bile tam bir uyum içerisinde olmadığını dile getirmeye başlamışlardır. Üstelik kamuoyu (İngiltere kaynaklı) yeni slogan olan 2 Bkz. Avrupa Konseyi, Parlamenterler Assemblesi, Colonisation by Turkish settlers of the occupied part of Cyprus, (Kıbrıs’ın işgal altındaki kesiminin Türk yerleşimcilerce kolonizasyonu) Doc. 9799, 2 Mayıs 2003, Raportör Jaakko Laakso (Finlandiya), s.2. 114 Güney Kıbrıs “Kıbrıslılarca vs.” konusunda derin bir şüphe duymaya başlamaktaydı. Kamuoyu öncelikle Talat’ın önerilerinde “hükümsüz” “Annan Planı”nın sürekli masaya getirilmek istendiğini görebilmekteydi. Ayrıca KT tarafının önerileri yıllar önce üzerinde anlaşmaya varılmış Federatif yapı yerine konfederatif bir yapı imasını somutlaştırmaktaydı. Üçüncüsü, Talat Ankara ile sürekli bir diyaloga ne kadar bağımlı olduğunu tekrar tekrar itiraf etmekteydi. Yine de Christofias hükümeti sürecin doğru yolda ilerlediğinde ısrarını sürdürmekteydi. Ancak 2008’in sonuna gelinirken Talat’ın sözcüsü Christofias’tan Talat’tan bahsederken “yoldaşı” olduğunu belirtmeyi bırakmasını istediğinde Christofias’ın elindeki kozlardan birisi maziye gömülmüş oldu. O noktadan sonra Christofias da apaçık ortada olan “sorunlarımızın çözümü Ankara’dadır!” söylemine katılmak zorunda kalmıştır. Gerçekleri ortaya döken bu tablo birçok iç politika aktörünün 2009 Aralık tarihi göz önünde bulundurularak “bir B planı” hazırlanmasına başlanması çağrılarının yoğunlaşmasına neden olmuştur. Kostas Karamanlis’in Nisan 2009’da Lefkoşa’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında dikkat çekici açıklamalar yapılmıştır. Ortak bir basın toplantısında Karamanlis Türkiye’nin üyeliği konusunda en sevdiği söylemi yinelemiştir: “[Şartlara] Tam uyum, tam üyelik”. Bunun ardından Christofias şunları söylemiştir: Yunanistan gibi Kıbrıs da Türkiye’nin belirli koşullar altında Ankara’nın adil, uygulanabilir ve işlevsel bir çözüme yönelmesine yardımcı olabilecek üyeliğini desteklemektedir… Elbette ki Türkiye’nin üyelik yolunda ilerlemesinin ilk ve en önemli önkoşulu hem AB’ye hem de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluklarını yerine getirmesidir ki, bu ne yazık ki şimdiye kadar gerçekleşmiş değildir.3 3 Simerini (Lefkoşa’da yayınlanan günlük gazete), 23 Nisan 2009, s.7. 115 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Christofias ve Karamanlis birlikte Kıbrıs sorununun kaçınılmaz bir Avrupa boyutu olduğunu, dolayısıyla AB’nin burada belirleyici bir rol oynayacağını, bu nedenle Türkiye gibi “garantörlükten” bahsetmenin yeri olmadığını, ve bunun AB ilkelerine aykırı olmasından ötürü devrinin artık kapandığını vurgulamışlardır. Son olarak Cumhurbaşkanı Christofias “sabra, sükûnete, zorlukları göğüslemeye ve bunları da birilerine ‘yalvararak’ değil, Türkiye’nin davranışını kınayarak yapmaya ihtiyaç vardır” diye eklemiştir.4 6 Haziran 2009 Avrupa seçimleri yaklaşırken Hükümet Türkiye’nin AB adaylığı konusunu daha dolaysız bir biçimde ele almak zorunda kalmıştır. Siyasi arenadaki güçler “Avrupa” konusuna az, Kıbrıs’ın işgalden kaynaklanan “varoluşsal” problemine fazla ağırlık veren platformlarda mücadele etmişlerdir. İktidardaki AKEL’in seçilmiş iki Avrupa Parlamentosu Milletvekiline gelince Kyriakos Triantaphylides Türkiye’nin üyeliği konusuna geniş bir çerçeve içinde yer vermiş ve “Türkiye’nin üyeliği konusunu Avrupa Parlamentosu Raporları bazında izlemeye devam etme”5 sözü vermiştir. Genellikle yumuşak üslubuyla bilinen sol eğilimli yeni Avrupa Parlamentosu Milletvekili Takis Hatzigeorgiou tüm Kıbrıslı Avrupa Parlamentosu Milletvekillerinin ilk hedefinin “siyasi zeminlerimizden bağımsız olarak ve Hükümetle tam bir işbirliği içerisinde Türkiye’ye Kıbrıs sorununun çözümü yönünde iradesini göstermemesi halinde mümkün olduğunca fazla engel çıkarmak”6 olduğunu beyan etmiştir. Bundan bir hafta sonra Lefkoşa’nın en çok okunan günlük gazetesi Phileleftheros’da Christofias ile bir mülakata yer verilmiştir. Müzakereler konusunda yaptığı “açıklamalar” “çözümsüzlük halinde uygulanacak bir ‘B planı’ olup olmadığı” sorulana kadar “yeni” bir bilgi 4 A.g.e. Simerini, 9 Haziran 2009, s.8 6 A.g.e., vurgular yazara aittir. 5 116 Güney Kıbrıs içermemekteydi. Ancak bu soru üzerine Christofias “Yunan Hükümeti ve [Kıbrıslı] siyasi partilerle tüm senaryoları değerlendireceğimizi söylediğimizde ne demek istiyorum? [Demek istediğim] söylememize bile gerek yok, bir B planımız mevcuttur.”7 Son olarak Jose Manuel Barroso’nun Kıbrıs’a yaptığı resmi ziyaret sırasında AKEL Genel Sekreteri Andros Kyprianou Kıbrıs Yayın Kuruluşu CyBC’de Türkiye’nin üyelik süreci konusunda Aralık ayında yapılacak değerlendirme ile ilgili olarak iki dikkat çekici noktaya değinmiştir. Birincisi, AKEL konuyu değerlendirmeye başlamış olup vardıkları sonuçları Cumhurbaşkanı’na sunacaktır. İkincisi Kıbrıs Türkiye’nin üyelik yolunda ilerlemesini “belirli önkoşullar çerçevesinde desteklemekle birlikte zorluklar da çıkarmaya devam edecektir.”8 Sakin geçen yaz aylarının ardından toplumlararası müzakerelere ilişkin kötümserlik artmaya devam etmiştir. Aynı nedenle Demetris Christofias’ın Ankara’nın ve geçmişteki yoldaşı Talat’ın tutumlarından kaynaklanan rahatsızlığı da artmıştır. Bunun bir sonucu olarak Cumhurbaşkanı Christofias 24 Eylül 2009’da BM Genel Kurulu’nda üç “paradoksun” altını çizmiştir: Bunlardan ilki Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyelerinden biri sıfatıyla BM’nin ve AB’nin üyelerinden birini tanımaması; ikincisi, aynı BM Güvenlik Konseyi üyesinin bir diğer BM/AB üyesi ülkede işgal gücü bulundurması; ve üçüncüsü, Türkiye’nin 541 ve 550 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararlarına açıkça aykırı bir biçimde adada bir başka devlet vücuda getirmek amacıyla Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü ihlal etmesidir. Yine de Christofias şunları yinelemiştir: “Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir ve tüm sürecin tıpkı üyelik gibi komşularımıza faydalı olacağını ve hem bölge hem de kendimiz 7 Androula Taramounda ve Costas Venizelos ile mülakatlar, Phileleftheros, 14 Haziran 2009, vurgular yazara aittir. 8 Paris Potamitis ile mülakat, ´Extensions` (Uzantılar), CyBC, 25 Haziran 2009. 117 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış açısından yararlı sonuçlar doğuracağına kaniiyiz.”9 Ancak Lefkoşa’nın bir diğer değişmez tutumuna da değinmiş, “Bu destek koşulsuz değildir: Türkiye hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, hem de AB’ye karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir” demiştir.10 Bir ay sonra yeni seçilen George Papandreou’nun Lefkoşa’ya resmi ziyaretinde Papandreou ve Christofias Atina ve Lefkoşa’nın nihayetinde Türkiye’nin üyeliğine Türkiye’nin tüm mevcut şartları yerine getirmesi koşuluyla verdikleri destek yönündeki uzun süredir geçerli olan politikalarını yeniden vurgulamışlardır. Babası Andreas Papandreou’yu andıran nadir günlerinden birinde George Papandreou Kıbrıs Parlamentosuna hitaben yaptığı konuşmasında Kıbrıs Sorununu “bir işgal sorunu” olarak “tanımlamıştır.” Ayrıca Atina’nın “her anlamda Lefkoşa’nın yanında yer alacağında” ısrar etmiştir. Ancak bunun ardından “Türkiye için yeni bir yol haritasına” atıfta bulunarak bu yeni yol haritasının 2009 Aralık öncesinde mi, sonrasında mı işlerliğe konacağını açıkta bırakmıştır. Son olarak Cumhurbaşkanı Christofias ve Dışişleri Bakanı Marcos Kyprianou Ekim 2009’da son Ulusal Konsey’in oybirliği ile aldığı kararı yinelemeye devam etmiştir:11 Türkiye’nin AB’nin koyduğu yükümlülükleri göz ardı etmekteki ısrarı göz önünde bulundurulduğunda “Türkiye’nin Aralık 2009’u ‘yara almadan’ atlatamaması gerekir.” Muhalefet Günümüzün Kıbrıs siyasetinde (siyasi) muhalefetin anlamı çok net bir biçimde açıklanamaz. AKEL’den gelen Cumhurbaşkanı Christofias iç siyasette hem merkezdeki DIKO hem de merkezin solundaki EDEK ile sık sık da Kıbrıslı Yeşiller’in desteğine mazhar olmaktadır. Kıbrıs sorunu 9 Phileleftheros, 25 Eylül 2009. A.g.e. 11 Parlamentodaki tüm siyasi partiler bu Konseye iştirak ederek Kıbrıs sorununu tartışmaktadırlar. 10 118 Güney Kıbrıs söz konusu olduğunda ise Hükümet zaman zaman merkez sağ ve EPP üyesi DYSI’den de destek görmektedir. Bu tablo da “Avrupa Partisi”ni (EVROKO) teori ve pratikte tek kalıcı muhalefet olarak bırakmaktadır. Yine de bugünlerde yürütülen toplumlararası müzakereler sürecinde DIKO, EDEK ve Yeşiller sıklıkla Christofias’ın Cumhuriyet’in çıkarlarını savunma şeklini açıktan eleştirmişlerdir. Özellikle Talat’tan karşılık bulmadan en başta verilen iki “büyük taviz” eleştirilmiştir: öngörülen federal cumhuriyette 50.000 (yasadışı) yerleşimciye izin verme “önerisi” ve “dönüşümlü cumhurbaşkanlığı”. Dahası bu partiler müzakere sürecini çevreleyen “sis perdesi”, Ulusal Konsey’e verilen bilgilerin kısıtlı oluşu ve müzakerelere destek veren teknik komitelerin üyelerinin “tarafgirliği” hakkında da endişelerini dile getirmişlerdir. Dolayısıyla başlangıçta “Annan Planını” benimsemiş olan Cumhurbaşkanı Christofias’ın esasen bu plandan kalıntı unsurları reddetmeye pek yatkın olmadığından şüphelenilmektedir. EDEK Başkanı Yiannakis Omerou ve Onursal Başkanı Vassos Lyssarides uzun zamandır Aralık ayında Kıbrıs vetosunun kullanılması fikrine sıcak bakan elitler arasında sayılabilir. Geçen Nisan ayında Omerou “Türkiye’nin başının üzerinde duran Demokles kılıcını kaldırmaya karşı” çıkarak “Vetolar önceden ilan edilerek kullanılmaz, tıpkı vetoya başvurmama niyetinin önceden açıklanamayacağı gibi”12 demiştir. EDEK’ten bu önde gelen kişilere Christofias’ı Cumhuriyet’in AB’deki haklarını sert bir şekilde savunmak yerine müzakerelerde “yumuşak” bir tutum sergilediği için eleştiren EVROKO liderleri Demitris Sylouris ve Nikos Koutsou da eklenebilir. Ayrıca DIKO’nun Parlamento Sözcüsü Andreas Angelides uzun bir süredir “Kıbrıs’ın haklarını kullanmak” ihtiyacını savunmaktadır. Buna benzer yaklaşımlar ve bunlarla ilgili argümanlara DIKO’nun önde gelen diğer üç liderinde 12 Phileleftheros, 24 Nisan 2009. 119 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış de rastlanmaktadır: Parlamento Başkanı Marios Karoyan, DIKO’nun İkinci Başkanı Giorgos Kolakasides ve Başkan Yardımcısı Nikolas Papodopoulos (müteveffa Tassos Papodopoulos’un oğlu). Aylar boyu bu kişilere Yeşiller Milletvekili Giorgos Perdikis ve Yeşiller’in yeni lideri Ioanna Panayiotou da eklenmiş ve yılmaz mücadeleci yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. Bu kişiler Kıbrıs’ın sesinin Avrupa arenasında “1974’teki işgalin ve devam eden kanun dışı işgalin kurbanı” olarak sesini duyurması ve dolayısıyla elindeki tüm diplomatik silahlar ile siyasi ittifaklarını Türkiye’ye karşı kullanması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadırlar. Medya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “hükümetin kontrolündeki” kesimindeki basın organlarının çoğu “ideolojik” önyargılardan uzak olup siyasi partilerle yakın ilişkilere sahip değildirler. AKEL’in resmi organı Haravgi ile (DYSI’yi destekleyen) Alithia dışında Lefkoşa’nın önde gelen günlük gazeteleri Phileleftheros ve Simerini açıkça bağımsızdır. Dolayısıyla bunlar “sol” Christofias Hükümeti karşısında 100 gün kadar müdahil olmayan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Ancak zamanla ortaya koydukları görüşleri açıkça muhalif bir tavra işaret etmektedir. Örneğin Karamanlis’in resmi ziyaretinin ilk gününde Phileleftheros başyazısı şu sonuca varmaktaydı: “Avrupa-Türkiye konularında bir B Planına ihtiyacımız var” (23 Nisan 2009). “Veto ilan edilmez” başlıklı ertesi günkü başyazı ise “Küçük ve zayıf ülkelerin çıkarlarını koruyan önemli bir silah [veto] cephaneliğimizde mevcuttur ve kullanılmalıdır. Benimsenen taktiklerin Türkiye’nin sonuçta yükümlülüklerinden kaçınmasına izin vermeyeceğine inanmak istiyoruz.” Phileleftheros ve Simerini Cumhurbaşkanı’nın Talat’a karşı “yumuşak” bir görünüm çizdiğinde ya da Talat ve Ankara’nın sözlü ya da sessiz eylemlerinin “uzlaşmaz”, “tehditkâr” ya da “provokatif” haller aldığı dönemlerde yüksek sesle eleştirilerini duyurmaktadırlar. 120 Güney Kıbrıs Başyazıları ve önde gelen köşe yazarları aracılığıyla bu gazeteler Gül, Erdoğan ve Davutoğlu’nu “Kıbrıs’ta iki ulus, iki hükümet ve iki devlet” bahsini her açtıklarında sert bir biçimde kınamışlardır. Benzer şekilde Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs’ın hidrokarbon arama faaliyetleri konusunda gücünü sergilemesi konusu da bu gazetelerde oldukça ateşli bir yanıta neden olmuştur. Bu yayın organları Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy tarafından yapılan ve Türkiye’ye AB tam üyeliğinden daha azının verilmesinden yana açıklamalar da dâhil olmak üzere Türkiye’nin uzlaşmaz tutumuna karşı tüm ciddi söylemlere düzenli olarak yer vermektedir. Çoğu köşe yazarı da başyazarın yaklaşımını yansıtmaktadır. Bu durum bilhassa uzun süredir Aralık ayında Kıbrıs’ın vetosunu kullanmasını savunan Simerini yazarları Savvas Iakovides ve Lazaros Mavros’da göze çarpmaktadır. TV ve Radyo alanında ise devlete ait CyBC’nin bu “ulusal sorun” karşısında nesnelliğini korumakta zorlandığı ve muhabirlerinin aynı zamanda “pedagojik” bir rol de oynadığı söylenebilir. Olgun muhabirlerin yönetiminde bu yayın kuruluşunun çoğu siyasi programı hem konukları hem de konuları işleyişi açısından bir denge yakalamayı amaçlamaktadır. Yine de Christofias’ın iktidara gelişinden sonra soru sormayı seven izleyiciler CyBC akşam haberlerini izlemeyi bırakıp daha eleştirel bir tavır takınan ANT1 TV veya Sigma’ya kaymıştır. Son olarak Lazaros Mavros’un Radio Proto’daki hareketli Sabah Radyo Programı gittikçe büyüyen bir takipçi kitlesine sahiptir. Mavros’a Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin cesur bir muhalifi olan yetenekli Brüksel muhabiri Dr. Yiannos Charalambides yardımcı olmaktadır. Dolayısı ile Ankara’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’ni harika bir dönüş ile şaşırtmaması halinde Aralık ayında veto kullanılması yönünde güçlü bir çağrının yapılması muhtemeldir. 121 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Sivil Toplum “Kıbrıs sorunu” ile ilgilenen aktörler dışında Kıbrıs sivil toplumunun canlılığı büyük ölçüde AB üyelik sürecine bağlanabilir. “Annan planına” destek vermeye odaklanan çok sayıda “barış grubu” ve “ikinci kulvar diplomasisini” savunan STK’lar toplumlararası yakınlaşmanın tohumlarını plan ortaya konmadan çok önce atmakta ve planın kabulü yönündeki kampanyada da son derece aktif bir rol oynamaktaydılar. “İdeolojik” ve mali açıdan UNDP ve Norveç’ten PRIO gibi yabancı merkezlerden aldıkları yardımlar ve açık bir şekilde AB Büyük Elçiliği ve İngiliz Yüksek Temsilciliği’nden “moral” destek alarak bu kesimler 2004’teki referandumda “Evet” diyen tarafın %24’e ulaşmasına katkıda bulundular. Bugünlerde ise bu gruplar fazla seslerini yükseltmemekte ve muhtemelen müzakerelerin sonucunda tüm Kıbrıslıların önüne konacak sonucu beklemektedirler. Eşzamanlı olarak çok sayıda vatandaş “Annan planını” eleştiren oluşumlarda buluşmuş ve son tahlilde plana muhalefetin %80’in hemen altında kalmasını sağlamıştır. Aralık 2004’teki popüler toplantıları “Veto Siyasi bir Seçenektir” sloganı altında organize eden bu kişiler arasında avukatlar, siyasetçiler, gazeteciler, gençlik önderleri ve akademisyenler göze çarpmaktadır. Bunların önemli bir kısmı “Kıbrıs’ta bir Avrupa Çözümünden Yana Komite”yi oluşturup bunun üzerinden diğer faaliyetlerin yanı sıra “Annan planını” detaylı bir biçimde eleştiren ve rasyonel çözümler öneren “Uluslararası Uzmanlar Paneli” 13 oluşturmuşlardır. Bugün bu komitenin önde gelen simaları ile bunlara katılan kişiler bir arada her türlü “Annancı” melez çözüme karşı çıkmak üzere bir araya gelmişlerdir. Diğer aktivistler de “çift bölgeli, çift toplumlu federasyon” çözümünün mantığını sorgulamakta ve bunun 13 Bkz. Costas Melakopides ve diğerleri (der.) The Cyprus Yearbook of International Relations 2006, (Kıbrıs Uluslararası İlişkiler Yıllığı, 2006) ss. 206-218. 122 Güney Kıbrıs Kıbrıs Helenizminin duymaktadırlar. “kaybı” ile sonuçlanmasından endişe Son olarak Kıbrıslı üç siyaset bilimci en can alıcı soruya yanıt vermişlerdir (burada yalnızca uzunluk açısından düzenlemeden geçirilerek verilecektir).(Kıbrıs Üniversitesi’nden) Dr. Maria Hatzipavlou şöyle yazmaktadır: “Resmi olarak Lefkoşa [Türkiye’nin üyeliğini] desteklemektedir; kişisel olarak da Türkiye’nin Avrupa kuralları ve ilkelerine uyduğu farz edildiğinde bunun [diğer şeylerin yanında] 40.000 Türk askerinin adadan çekilmesine neden olacağını kabul ediyorum… Türkiye’nin üyeliği ayrıca uzun yıllardır süren Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması ile Türkiye’nin kendi iç meselelerinden birçoğunun da çözülmesine katkıda bulunacaktır… [Üyelik] aynı zamanda bölgesel istikrara da neden olacaktır. Türkiye Yunanistan ve Kıbrıs’a komşu bir ülke olup bunların ortak çıkarları mevcuttur… ve her üçünün de AB’de yer alarak farklı düzeylerde işbirliği ve barışçı ilişkilere hız kazandırması söz konusu olacaktır: siyasi, ticari, eğitsel ve kültürel. Bu bir birlikte yaşama örneği de sunarak böylece Avrupa’nın farklılıkların birliği geleneğinin bir sergilenişi olacaktır.” (Kıbrıs Üniversitesi’nden) Profesör Dr. Kyriakos Demetriou ise şu yanıtı vermiştir: “Türkiye’nin ortaya konmuş AB ilke, değer ve kurallarına uyacağı varsayımı esasında Türkiye’nin gelecekte Birliğe üye olmasından yanayım. Öte yandan Türkiye’nin askerlerini ve yerleşimcilerini Aralık 2009 öncesinde adadan çekmeye başlamak gibi kayda değer bir iyi niyet nişanesi sergilememesi halinde Lefkoşa’nın Türkiye-AB müzakerelerinde her türlü yeni başlık açılışını reddetmesi gerektiğine inanıyorum. Söylemeye gerek olmasa da Türkiye içeride de AB değerleri ve normlarına uyma yönündeki iradesini göstermelidir.” Son olarak (Lefkoşa Üniversitesi’nden) okutman Giorgos Kentas şunları yazmıştır: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma yönünde sergilediği irade yalnızca kendi ‘nevi şahsına münhasır’ koşullarına 123 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış uygun bazı özel şartlar esasında vücuda gelmekte olduğu anlaşılmaktadır… Görünüşe göre Türkiye Avrupalılaşma yolunda kendi koyduğu kurallara göre yol almak istemektedir… Bunlar kabul edildiği takdirde AB’nin ilkeleri ve standartları ile uyuşması mümkün değildir. Ankara Annan Planını destekleyerek Kıbrıs’taki tüm yükümlülüklerini yerine getirdiğini düşünmektedir. Bu elbette ki AB açısından kabul edilemez… Türkiye Aralık 2009’a kadar yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde AB yeni bir karara varacaktır. Benim görüşüme göre bu yeni karar müzakerelerin altı aylık bir dönem için (Haziran 2010’a kadar) geçici olarak askıya alınması yönünde olmalıdır. Bu süreç Türkiye’nin ilerlemesini yeniden izlemek ve ileriye yönelik olarak atılacak adımları belirlemek için kullanılabilir.” Sonuç Son aylarda gittikçe artan sayıda Kıbrıslı hükümet, siyaset, diplomasi ve sosyal boyutlarda daha sert bir tutum alınması çağrısı yapmaktadır. Ankara’nın gittikçe artan kibri, KT’ler arasındaki gelişmeler, KT’lerin Christofias’ın “cömert önerilerine” karşılık vermemesi ve Türk silahlı kuvvetlerinin tehditleri Kıbrıs müzakerelerini çevreleyen atmosferi kirletmiştir. Yine de Türkiye tarafından atılacak askerlerini ve onbinlerce yasadışı yerleşimciyi çekmeye başlamak gibi her türlü rasyonel ve açık görüşlü adım ile “karşı deklarasyon”dan kaynaklanan hukuki yükümlülüklerin yerine getirilmesi toplumlararası iklimde bir dönüşümü başlatabilir. KR, tıpkı Yunanlılar gibi Türkiye ile işbirliği ve dostluk hedefiyle üç taraflı ilişkilerde yeni bir aşamaya başlamaya uzun süredir heveslilerdir. Öte yandan Türkiye bu isteğe gereğince yanıt vermez ise Kıbrıslı Rumların siyasi örgütlenmelerinden birçoğu medya ve sivil toplum ile birlikte Christofias Hükümetini Aralık 2009’da “Türkiye’nin karşısına çok sayıda (etkili) engel çıkarmaya” mecbur bırakabilir. 124 Çek Cumhuriyeti Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová* Çek Cumhuriyeti Öz Bu makalede Çek Cumhuriyeti’nde Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin politik ve sosyal söylemler irdelenmektedir. Çoğu siyasi parti katılıma kerhen destek verdiklerini ifade etmekle birlikte üyelik konusu bu partilerin dış politika gündemlerinde önemli bir yer tutmamaktadır. Konu medya ya da akademik çevrelerde nadiren tartışılmaktadır. Çek vatandaşlarının yüzde kırkından fazlasının genişlemeyi desteklemesine rağmen Türkiye hakkındaki bilgisizlikleri ve umursamazlıkları toplumun genelinde konuyla ilgili tartışmaların yokluğunu açıklayabilmektedir. Giriş: Söylemin ve Sonuçlarının Dört Kısıtı Türkiye’nin AB üyeliği hakkında Çek Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar dört açıdan kısıtlıdır. İlk olarak 2004 sonrasındaki dönemde Çek Cumhuriyeti yalnızca AB üyeleriyle sınırı olan (ve deniz hududu da olmayan) az sayıdaki AB üyesi devletten biri oldu. Bu coğrafi konum, genişlemenin coğrafi açıdan uzakta gerçekleşen ve Çek vatandaşların hayatları üzerinde doğrudan etkisi çok kısıtlı olacak bir gelişme olarak gösterilmesi nedeniyle, Çek Cumhuriyeti’nde daha fazla genişlemeye ilişkin tartışmalar üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum (Çek Cumhuriyeti’ne Türkiye’den daha yakın olmakla birlikte) Doğu Avrupa ve Balkanlara yönelik Çek tutumuna da aynı derecede etki etmektedir. * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 125 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış İkincil olarak, Türkiye de dâhil olmak üzere aday üyelere coğrafi uzaklık Çek Cumhuriyeti’nin geçmişinde de Türkiye ile ilgili olayların az yer tutması ile de perçinlenmektedir. Her ne kadar Çek toprakları Osmanlıların Orta Avrupa’ya doğru genişlediği dönemde Avusturya İmparatorluğu’nun parçası olsa da bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin toprakları hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olmamıştır. Dolayısıyla Macaristan veya Avusturya, hatta daha da ötesinde Balkanlar’da görülen Türkiye örneğine etki eden klişeler ve önyargıların varlığından Çek Cumhuriyeti’nde söz edilememektedir. Üçüncü olarak tarihe dayanan bağlantıların bulunmamasının yanı sıra Türkiye’den gelmiş göçmenlerin de bulunmaması Çek Cumhuriyeti’ni bölgedeki önemli ölçüde Türk azınlık barındıran ülkelerden (Almanya, Avusturya vs.) ayırmaktadır.1 Buna ek olarak Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların sıklıkla başvurduğu bir araç olan Türk azınlığın Müslümanlarla yaygın (ve muhtemelen hatalı) özdeşleştirilmesinin Çek Cumhuriyeti’nde geçerliliği bu ülkede yaşayan Müslümanların sayısının göz ardı edilebilir düzeyde olması nedeniyle de oldukça kısıtlıdır. Dördüncü olarak Türkiye hakkındaki tartışmaların genellikle daha büyük ölçekli bir genişleme tartışmasının bir parçası olarak addedilmesinden bahsedilebilir. Yine de bu tartışma sıradan Çeklerin aklında daha büyük bir yeri olan Ukrayna veya Sırbistan gibi ülkelerle özdeşleştirilmektedir. Bunun nedeni olarak ortak (Komünist) geçmiş, coğrafi yakınlık veya Hırvatistan örneğinde görüldüğü gibi bu ülkeleri ziyaret eden Çek turistlerin sayısı gibi bir dizi etken gösterilebilir. Çekler Hırvatistan’ın üyeliğine büyük destek verdikleri için genellikle Doğu Avrupa’da daha fazla genişlemenin de taraftarları arasında sayılırlar ve 1 Türkler Çek Cumhuriyeti’nde yaşayan en kalabalık onsekiz etnik grup listesinde dahi yer almamaktadır. Bakınız: Çek İstatistik Bürosu verileri http://www.czso.cz/csu/2003edicniplan.nsf/p/4114-03. 126 Çek Cumhuriyeti Türkiye’nin katılımı ile ilgili muhtemel olumsuz tavırlar daha fazla genişlemenin gördüğü genel kabulün gerisinde kalmaktadır. Bu durumun Türkiye’nin Birliğe katılımı konusunda Çek Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar üzerinde iki önemli etkisi olmaktadır. Bunlardan birincisi tartışmaların nüfusun geneline yayılmaması nedeniyle sadece siyasetin üst kademelerinde kalan ve nadiren de akademi çevrelerine taşan bir seyir izlemesidir. Bunun bir sonucu olarak da AB-Türkiye ilişkilerine ilişkin hususların tutarlı ve detaylı bir incelemesine medya veya sivil toplumda rastlanmamaktadır. İkinci etki ise tartışmada kullanılan savların özgünlüğü ile ilgilidir. Yukarıda da bahsi geçtiği üzere konu ile ilgili derinlikli bir sosyal tartışmanın izine rastlanmayan bir ortamda seslendirilen savlar da dış kaynaklara bağlı kalmaktadır. Bu durum Çek Cumhuriyeti’nde Türkiye’nin üyeliğine karşı yürütülen ve görünürlüğü olan tek kampanyanın analiziyle de gösterilebilir. 2005 yazında başlatılan kampanya yerel düzeyde organize edilen bir oluşum olmayıp Avrupa’nın Sesi adı verilen uluslararası bir inisiyatifin parçası idi ve amacı da genel olarak Türkiye’nin Birliğe katılımına ve özellikle de Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkanlardan imza toplamak idi.2 AB’de Türkiye’ye karşı en sesli muhalefeti yapan kişilerden ve Avrupa Parlamentosu’nun bir üyesi olan Josef Zeleniec (EPP) bu inisiyatife verdiği desteği hemen dile getirmişti.3 Türkiye’nin katılımına kerhen verilen destek kamuoyu yoklamalarının sonuçlarında da görülmektedir. Çek Cumhuriyeti vatandaşları arasında 2 Kampaň proti vstupu Turecka do Evropské unie [online]. Econnect, 23 Ağustos 2005, www:zpravodajstvi.ecn.cz/index.stm?x=481540 adresinden ulaşılabilir. 3 Voice for Europe v Bruselu proti vstupu Turecka do EU [online], 2005, www.zieleniec.eu/index.php?dok=00830000000299,det adresinden erişilmiştir. İnisiyatifin faaliyetleri sona ermiştir (orijinal web sitesi olan http://www.eu-turkey.info/ artık faaliyette değildir). 127 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Türkiye’ye muhalif olanların oranı büyük ölçüde sabit bir düzeyde seyretmektedir: 2005 baharındaki Avrobarometre anketinde %51’den üç yıl sonrasında %49’a inmiştir.4 Avrobarometre’ye göre AB’de Türkiye yanlısı olanların oranı şu anki %43 oranına yavaş bir artışla ulaşmıştır.5 Her ne kadar anketler sorunun anket yapılan kişiler için ne kadar önemli olduğunu ya da bu kişilerin konu ile ilgili bilgi düzeylerini irdelemese de soruyla ilgili hiçbir görüşü olmayanların oranının %12’den 8’e düşmesi anlamlıdır.6 Siyasi Partiler Çek Cumhuriyeti’nin siyasi arenasında Türkiye’nin üyeliği konusuna Çek Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı bağlamında bazen değinilmektedir: vergilendirme başlığı altında müzakerelerin Haziran 2009’da açılması örneğinde olduğu gibi. Nisan 2009’da iç politikada görülen beklenmeyen karışıklıklar ve geçici bir hükümetin kurulması nedeniyle burada analizi hükümet ve muhalefetin görüşleri üzerinden yürütülen bir tartışma şeklinde sınıflandırmak mümkün değildir. Bu nedenle her bir siyasi parti ve aktörün pozisyonu üzerine odaklanılacaktır. Demokratik Yurttaşlık Partisi (ODS) muhtemelen parlamentodaki siyasi partiler arasında Türkiye’nin Birliğe katılımına en olumlu yaklaşan partidir. Partinin Türkiye ile ilgili söylemleri şu şekilde özetlenebilir. Öncelikle Avrupa bütünleşmesinin daha da ileri bir aşamaya gelmesine genel olarak karşı çıkan bir parti olarak ODS Türkiye’nin üyeliğini bu 4 Avrobarometre 63,4, 2005, www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/ eb63/eb63_nat_cz.pdf adresinden erişilebilir; Avrobarometre 69, Mart-Mayıs 2008 www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_part3_en.pdf adresinden erişilebilir. 5 a.g.e. 6 Mayıs 2009 sonunda yerel bir kamuoyu araştırması kuruluşunca gerçekleştirilen ve “görüşüm yok” yanıtına izin verilmeyen ulusal bir ankette sonuçlar Türkiye’nin Birliğe katılımına daha büyük bir çoğunluğun (yüzde 62) karşı olduğunu gösteren biraz daha farklı bir şekilde tezahür etmiştir. Bkz, http://img1.ct24.cz/multimedia/documents/9/900/89917.doc. 128 Çek Cumhuriyeti süreci yavaşlatacak bir araç olarak görmektedir. İkincisi, ODS katılım müzakerelerinin her iki tarafta da reform gerektirdiğini ifade ederek, dolayısıyla bu süreçte AB bünyesinde Demokratik Yurttaşların talep ettiği tarım ve bölgesel politika reformlarının da gerçekleştirilmesine atıfta bulunmaktadır. Üçüncüsü, ODS AB’nin bir Hıristiyan kulübü olarak görülmesine karşı çıkmakta ve AB’nin Müslüman dünya ile de daha derin ilişkiler içine girmesini önermektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin Birliğe katılımı Müslüman ülkelerle daha iyi ilişkiler yönünde bir ilk adım olarak görülebilir.7 Son olarak, Demokratik Yurttaşlık Partisi’nin Atlantik ittifakından yana olan kuvvetli vurgusu nedeniyle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımına hem geçmiş ABD Başkanı George W. Bush, hem de mevcut ABD Başkanı Barack Obama tarafından verilen destek Türkiye ile ilgili siyasetin şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayabilir. Yine de ODS Türkiye’nin reform sürecinde devamlılığın ve Kopenhag kriterlerine sıkı bir şekilde bağlılığın altını çizmektedir. Bu tartışmaların en aktif katılımcıları arasında parti üyelerinden Jan Zahradil, Mirek Topolánek ve Miroslav Ouzký sayılabilir.8 Bilhassa Jan Zahradil Türkiye’nin üyeliğini destekleyen çabalarıyla tanınmaktadır. İmtiyazlı ortaklık kavramına şiddetli bir biçimde karşı çıkan Zahradil Çek Cumhuriyeti’nin, bir Türk azınlık barındırmaması ve geçmişte Türkiye ile çatışmalar yaşamamış olması nedeniyle Türkiye’nin Avrupa yolunda bir arabulucu rolü oynayabileceğini düşünmektedir.9 2008 yılında Ankara’ya resmi ziyaretinde Mirek Topolánek Çek Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ortalamanın üzerinde dostane bir 7 D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006, www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir. 8 ODS’nin başkanı Mirek Topolánek Ağustos 2006, Mayıs 2009 arasında Başbakan olarak görev yapmıştır. Jan Zahradil ve Miroslav Ouzký Avrupa Parlamentosu üyeleridir. 9 Česká republika podporuje vstup Turecka do Evropské unie, CT24, 15 Kasım 2007 www.ct24.cz/o-cem-se-mluvi/4355-ceska-republika-podporuje-vstup-turecka-do-evropske-unie/ adresinden erişilebilir. 129 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış düzeyde seyrettiğini ifade etmiş ve Çek Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin tam üyeliğini desteklediğini ve Çek Dönem Başkanlığı’nda müktesebatın yeni başlıklarının açılacağını belirtmiştir.10 Siyasi yelpazenin diğer ucunda ise, Hıristiyan ve Demokratik BirlikÇekoslovak Halk Partisi (KDU-ČSL) Türkiye’nin üyeliğine en eleştirel tavırla yaklaşan parti olarak göze çarpmaktadır. Ancak bu partinin üyeliğe karşı tavrı tamamen karşı olmaktan ziyade çekinceli olarak tanımlanabilir. KDU-ČSL’nin duruşu AB’deki diğer Hıristiyan ve Demokratik partilerin, özellikle de Almanya’dan CDU/CSU’nun görüşlerinden esinlenmektedir. KDU-ČSL Türkiye’nin Avrupa için önemini kabul etmekle birlikte AB’nin esas tabiatı ile tutarlı görmedikleri Türkiye’nin tam üyeliği yerine başka işbirliği formlarından yana olan tercihini dillendirmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı ile ilgili tartışmalarda çeşitli argümanlar öne sürülmektedir. Bunlardan ilki Türkiye’nin kültürel ve sosyal bağlamda “Avrupalı” olarak görülmediğidir. İkinci bir argümana göre ise Müslüman bir ülkenin üyeliği Birliğin Hıristiyan değerleri üzerine kurulu bir topluluk kimliğinde bir değişime yol açacaktır. Üçüncüsü, Türkiye hâla daha Kopenhag kriterlerini yerine getirmemiş olup insan haklarının korunması açısından da eleştirilmektedir. Son olarak AB içindeki hassas dengelerin başka bir büyük üye ülkenin varlığından zarar görebileceği ifade edilmektedir.11 Öte yandan 2005’te partinin önde gelen üyelerinden Cyril Svoboda12 Josef Zieleniec’in13 eleştirel bir makalesine14 yanıtında üyelik 10 Premiér M. Topolánek v turecké Ankaře podpořil vstup Turecka do Evropské unie, Vláda ČR, 8 Ekim 2008, www.vlada.cz/scripts/detail.php?id=43090 adresinden erişilebilir. 11 Král, 2006. 12 Cyril Svoboda KDU-ČSL’nin genel başkanı olup daha önceden Bölgesel Kalkınma ve Dışişleri Bakanlıkları yapmıştır.. 13 Önceki dönemlerde Avrupa Parlamentosu üyesi idi. 14 1 Eylül 2005’te Právo’da yayımlanmıştır. 130 Çek Cumhuriyeti müzakerelerinin sonuçları önceden belli olmayan ucu açık bir süreç olduğu ve Türkiye’nin tam üyeliği ile sonuçlanmasının şart olmadığını belirtmiştir.15 Bu tartışmalarda sesi duyulan diğer Hıristiyan Demokrat siyasetçiler de Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden Jan Březina ve Zuzana Roithová’dır (her ikisi de EPP’den).16 İki milletvekili de üyelik müzakerelerinin başlatılmasına muhalefet etmişlerdir. Yeşil Parti (SZ) Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu 17 ancak genele bakıldığında partinin Türkiye’nin desteklemektedir üyeliği konusundaki tartışmalara katılımı oldukça kısıtlıdır. Yine de Yeşil Parti sözcüsü ve geçmiş Dışişleri Bakanlarından Karel Schwarzenberg bu konuda çok sayıda açıklama yapmıştır. Schwarzenberg Türkiye’nin Avrupalı olmayan kimliğini bir sorun olarak algılamamaktadır. Schwarzenberg’e göre Türkiye Bizans’a dayanan geçmişi nedeniyle Avrupa ile çok fazla ortak paydaya sahiptir.18 2009 Ocak ayında Schwarzenberg Türkiye’nin üyeliğine verdiği desteği yinelemiş ve stratejik öneminin altını çizmiştir.19 Biraz daha dikkatli bir yaklaşımla Schwarzenberg Nisan 2009’da Türkiye’deki reformların yeni bir itici güce ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş ve Türkiye’den gelen temsilcilerden reform siyasetini sürdürmelerini istemiştir.20 Çek siyasi parti sistemindeki iki önemli unsurdan biri olan Çek Sosyal Demokrat Partisi (ČSSD) (ki diğeri ODS’dir) de Türkiye’nin üyeliğine 15 EU potřebuje impuls v podobě Turecka, 10 Eylül 2005, www.cyrilsvoboda.cz /index.php?option=com_content&task=view&id=63&Itemid=49 adresinden erişilebilir. 16 KDU-ČSL’nin önceki başkanı Miroslav Kalousek Mayıs 2009’a kadar Maliye Bakanı görevinde bulunmuştur. Roman Línek KDU-ČSL’nin önceki başkan yardımcılarındandır. Jan Březina ve Zuzana Roithová Avrupa Parlamentosu Milletvekilleridir. 17 A. Berdych ve V. Nekvapil, Česká zahraniční politika a volby 2006, AMO, 2006, s. 30. 18 Turecký advokát 26 Kasım 2007, www.zeleni.cz/7054/clanek/turecky-advokat/ adresinden erişilebilir. 19 Schwarzenberg: Turecko musí kvůli přiblížení k EU urychlit reformy, 22 Nisan 2009 www.rozhlas.cz/evropskaunie/zpravodajstvi/_zprava/573559 adresinden erişilebilir. 20 Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU, 30 Nisan 2009, Euroscop. www.euroskop.cz/38/11824/clanek/klaus-podporuji-vstup-turecka-do-eu/ adresinden erişilebilir. 131 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış destek vermektedir. Bu destek kısmen Avrupa’daki Sosyal Demokrat partilerin benimsediği ve Avrupa’da istikrar ve refah ihtiyacı ile Türkiye’nin demokratik karakterinin pekiştirilmesi gereğinin altını çizen strateji ile açıklanabilir. Öte yandan Sosyal Demokratlar geniş ve büyük ölçüde tarıma dayalı bir ülkenin üyeliğinin bütünleşme sürecini yavaşlatabileceği ve AB’deki kurumsal dengeleri önemli ölçüde değiştirebileceği gerçeğini bir sorun olarak görmektedirler.21 Çek Sosyal Demokrat Partisi’nden Türkiye’nin üyeliği konusunda görüşlerini dile getiren ilk siyasetçilerden biri 2003 yılında Çek Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin üyelik arzusuyla hemfikir olduğunu iddia eden Vladimír Špidla idi. Daha sonraki dönemde Špidla üyelik müzakerelerinin başlatılmaması noktasında Türkiye’nin muhtemel “doğuya kayışı” konusunda endişelerini dile getirmiştir. Türkiye’nin üyeliğine olumlu yaklaşımlar Stanislav Gross ve Jiří Paroubek22 gibi önde gelen diğer Sosyal Demokratlarca da paylaşılmaktadır. Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM) Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalara pek sık katılmamaktadır. Yine de KSČM’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki tüm temsilcilerinin müzakere sürecinin başlatılmasına destek vermiş olmaları da partinin bu konuyla ilgili olumlu bir bakış açısı olduğunun işaretini vermektedir.23 Türkiye’nin üyeliği hakkındaki tartışmalara etki edebilecek diğer önemli siyasi aktörler arasında üyeliğe destek veren Cumhurbaşkanı Václav Klaus da sayılabilir. Nisan 2009’da Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmesinin ardından Klaus bu görüşünü yinelemiştir. Avrupa bütünleşmesi hakkında şiddetli kuşkuları olan bir kişi olarak 21 Král, 2006. Ibid. 23 Ibid. 22 132 Çek Cumhuriyeti Klaus başlıkların açılma ve kapatılmasını Türkiye’nin gerçekte yaptıkları ile ilgisi olmayan bir “bürokratlar oyunu” olarak görmektedir.24 Sivil toplum ve araştırma kuruluşları Sivil toplum ve araştırma kuruluşlarına bakıldığında yalnızca birkaç düşünce kuruluşunun bu konuya eğildiği görülebilir. Bunlar arasında Türkiye’nin üyeliğini bir ölçüde destekleyenlerin en önde geleni Türkiye’nin AB üyeliğinin getirecekleri ve götürecekleri üzerine makaleler yazan25 üyeleri bulunan Europeum’dur.26 Bunun yanında Europeum ülkede Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalar konusunda kapsamlı bir rapor hazırlamış tek düşüncü kuruluşudur.27 Her ne kadar rapor 2006’da yayımlanmış olsa da çoğu kısmı halen güncelliğini muhafaza etmektedir. Ayrıca Europeum bir Türk yazarın, Seda Domaniç’in,28 bir makalesini Çek dilinde yayımlamış muhtemelen tek düşünce kuruluşudur. Bu makalede asıl sorunun her iki tarafta da (AB ve Türkiye) Türkiye’nin üyeliğinden asıl faydayı karşı tarafın sağlayacağı görüşünün hâkim olduğu, bunun delili olarak da 2006’da Türklerin yalnızca üçte biri ile AB vatandaşlarının sadece beşte birinin Türkiye’nin AB üyeliğinin her iki taraf için de faydalı olacağını düşünmelerinin gösterilebileceği şeklinde özgün bir sav öne sürülmüştür. Diğer düşünce kuruluşları ve araştırma kurumlarına ilişkin olarak da Türkiye konusuna bir ölçüde ilginin ülke ve bölge üzerine çalışan 24 Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU. Bkz. Örneğin Lukáš Pachta tarafından yazılan makale http://www.integrace.cz /integrace/koment_zobraz.asp?id=43. 26 Kurumun tam adı şöyledir: Europeum, the Institute of European Policy, http://www.europeum.org/index.php?lang=en. 27 D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006, www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir. 28 S. Domaniç, Vstup Turecka do Evropské unie: Výhodný pro obě strany? Možný pro obě strany? EUROPEUM, 2006, www.europeum.org/doc/pdf/ 864.pdf adresinden erişilebilir. 25 133 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış analistlerin bulunduğu Uluslararası İlişkiler Derneği29 ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde30 gösterildiği söylenebilir. Ülkede uluslararası ilişkiler konusunda yayımlanan dergilerden en çok okunanı Mezinárodní politika (Uluslararası Siyaset) Eylül 2007’de “Türkiye Yol Ayrımında” konulu özel bir sayı çıkarmıştır. Sayıda sadece AB-Türkiye ilişkilerine odaklanılmamakla birlikte bu sorunsala atıfların sayının tümünde bulunduğunu söylemek mümkündür. Bilhassa Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda biri Çek gazeteci Zbyněk Petráček tarafından kaleme alınmış ve üyeliğe olumlu bakan, diğeri de muhafazakâr düşün adamı olan Alexandr Tomský tarafından yazılmış daha eleştirel yaklaşımlı iki polemiksel makale yayımlanmıştır.31 Konu ile ilgili bir makale de Pilsen’deki Çek-Slovak Siyaset Bilimi Öğrencileri Birliği’nin siyaset bilimi dergisi olan E-Polis’de yayımlanmıştır.32 Sivil topluma bakıldığında da Türkiye ile ilgili beyin fırtınalarına nadiren rastlanır. Bu durumun bir istisnası “Avrupa Değerleri” STK’sıdır. Daha derin bir bütünleşmeden yana olmakla birlikte bu STK Türkiye’nin Birliğe girişine karşı çıkmakta ve tam üyelik yerine bir tür özel ortaklığın savunuculuğunu yapmaktadır. Bu kuruluş aynı zamanda yukarıda anılan ve Türkiye ile AB üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkan kampanyaya da katılmıştır. Medya Basılı medyada yalnızca ülkenin dört ciddi gazetesi (Mladá fronta Dnes, Právo, Hospodářské noviny ve Lidové noviny) konuya sürekli 29 http://www.amo.cz/vyzkum/analytici.htm. www.iir.cz. 31 Z. Petráček, Turecko na evropské cestě, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21. www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir; A. Tomský, Turecko do Evropy nepatří, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21. www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir. 32 S. Marešová, Cesta Turecka do EU-problematika vstupu, E-polis.cz, 6. červen 2008. www.epolis.cz/evropska-unie/280-cesta-turecka-do-eu-problematika-vstupu.html adresinden erişilebilir. 30 134 Çek Cumhuriyeti olarak yer vermektedir. Dördü de Türkiye ve AB konusundaki haberlere odaklanmaktadır ve bu gazetelerde analitik rapor veya yorumlara pek sık rastlanmamaktadır. Bahsi geçen haberlerden hiçbiri Çek Cumhuriyeti’nin iç meseleleri ile bağlantılı değildir. Çek siyasetçilerin (yukarıda değinilen) görüşlerine ayrılan yer bir kenara bırakılırsa, Çek medyasında Çek Cumhuriyeti ile Türkiye’nin üyeliği konusunda sürekli ele alınan iki bağlantıdan bahsetmek mümkündür: (1) AB çapında gerçekleştirilen ve Çek nüfusunun da görüşlerini içeren Türkiye’nin üyeliği konusundaki en son kamuoyu yoklamaları ile (2) nispeten yakın zamanlarda Çek Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı’nın AB-Türkiye ilişkilerini geliştirmekte oynayabileceği rol. AB-Türkiye ilişkileri ile ilintili makaleler genellikle üç geniş kategoriden birinde sınıflandırılabilir.33 Bunlardan ilki üyelik müzakerelerinin gelişimi, açılan ya da bloke edilen başlıklar, Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı değerlendirme raporları veya özellikle insan hakları ve azınlıkların korunması gibi bazı hususlarda Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler gibi konularla ilgili haberlerdir. Ancak bu makaleler çoğu zaman bir görüş ifade etmekten kaçınıp sadece olayları belirtmektedirler. İkinci kategoride ülkelerin AB’nin bütünü ile ilişkilerini etkileyen özel ikili ilişkileri anlatan makaleler bulunmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin Batı’nın NATO kapsamında güvenilir bir müttefiki olduğu için AB’ye kabul edilmesi yönündeki ısrarına büyük yer verilmiştir.34 Bu makaleleri tamamlayıcı bir unsur olarak diğer ülkelerin, özellikle de Fransa’nın, Türkiye’nin üyeliği konusundaki 33 Aynı kategori ve konu başlıkları aynı zamanda belli başlı radyo istasyonları ile televizyon kanallarında da mevcuttur. Ancak özellikle Çek Radyosunda Çek siyasetçilerin (bilhassa da Başbakan ve Dışişleri Bakanı mevcut ve geçmiş Cumhurbaşkanlarının) görüşlerine daha fazla zaman ayrılmaktadır. 34 Stín summitu: turecké členství v EU, 5 Nisan 2009, Lidovky.cz. www.lidovky.cz/stin-summituturecke-clenstvi-v-eu-due-/ln_eu.asp?c=090405_ 170326 _ln_eu_ter adresinden erişilebilir. 135 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış şüpheci yaklaşımı da dillendirilmektedir. İlginç olan husus Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’dan Türkiye’nin AB isteğine dair basitleştirilmiş bir ikili tahayyülde iki zıt görüşü temsil eden örnekler olarak bahsedilirken Çek Cumhuriyeti’ne daha çok orta yolu temsil eden bir konum atfedilmesidir. Ayrıca Fransa’nın, özellikle de Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin açık tutumu bazen fazlasıyla eleştirel görülmekte, ve dolayısıyla Fransa’nın Avrupa Komisyonu ile nasıl zıtlaştığını ya da İsveç AB Dönem Başkanlığı’nı Türkiye’ye karşı çok olumlu bir tavır takındığı için nasıl “cezalandırdığını” anlatan makalelere 35 rastlanmaktadır. Bu tür makalelerin bir diğer örneği de TürkiyeYunanistan veya Türkiye-Kıbrıs ilişkilerine yer veren makalelerdir. Bazı makalelerde bu ilişkilerin tarihçesi anlatılırken bazıları ise Türkiye’nin bu ilişkileri nasıl AB üyeliği sürecinden ayrı tutmaya çalıştığını analiz etmektedir.36 Üçüncü bir kategori ise belirli bazı konuları ele almaktadır: Bunun bir örneği Türkiye’nin AB’nin enerji güvenliğinin korunmasında oynadığı rol (Nabucco boru hattı)37; bir diğeri Türkiye’nin vize işlemlerinin kolaylaştırılmasına, hatta vizenin kaldırılmasına verdiği önem38; bir başkası ise Türkiye’nin büyük Ortadoğu’daki jeostratejik konumu ve bunun AB’ye etkileridir. Sonuç 35 Sarkozy zdůraznil: Turecko v EU nechci, 24 Mayıs 2007, iHned.cz, www.zahranicni.ihned.cz/c4-10149910-21228220-003000_d-sarkozy-zduraznil-turecko-v-eunechci adresinden erişilebilir. 36 EU „potrestala“ Turecko za jeho postoj vůči Kypru, 29 Haziran 2006, iHned.cz, www.zahranicni.ihned.cz/c1-18798680-eu-potrestala-turecko-za-jeho-postoj-vuci-kypru adresinden erişilebilir. 37 Bkz. Turecko kývlo na plynovod Nabucco, Evropa sníží závislost na Rusku 8 Mayıs 2009, idnes.cz, www.ekonomika.idnes.cz/turecko-kyvlo-na-plynovod-nabucco-evropa-snizi-zavislostna-rusku-1fn-/eko-zahranicni.asp?c=A090508_ 132551_eko-zahranicni_fih adresinden erişilebilir. 38 Cf. „Ale hlavně zrušte ta víza“, 10 Aralık 2008, www.lidovky.cz/ale-hlavne-zruste-ta-viza-0h6/ln_noviny.asp?c=A081210_000044_ln_noviny_sko&klic= 228990&mes=081210_0 adresinden erişilebilir. 136 Çek Cumhuriyeti Buradaki analizden varılabilecek genel izlenim Çek Cumhuriyeti’nde Türkiye’ye ilişkin bakışın hafif bir iyimserliğe imkân olduğudur. Yine de bu iyimserliğe darbe vurabilecek bazı etkenlerden bahsetmek gerekir. Önde gelen siyasi partilerce Türkiye’nin üyeliğine verilen destek ne ölçüde güçlü olursa olsun bu partilerin aslında Türkiye’nin kendisiyle ilgilenmeyip kendi gizli maksatları nedeniyle bu konuda bir tavır takındıklarını ifade etmek gerekir. İlk olarak, Demokrat Yurttaşlar gibi siyasi partiler süregiden genişleme sürecini daha derin bir siyasi bütünleşmesini engelleyebilecek en güvenilir etken olarak görmektedirler. İkincisi, Çek siyasi partileri bu konularda derinlemesine görüşlere sahip olmayıp genellikle AB’deki kardeş partilerinin söylemlerini benimsemektedirler. Üçüncüsü, Türkiye’nin üyeliğinin maliyeti ortaya çıktıkça (örneğin Çek Cumhuriyeti’nin AB fonlarının alıcısı konumundan çıkıp finansmanını sağlar konuma gelmesi halinde) hem toplumda hem de partilerde bu konu ile ilgili direnç artabilir. Belirsiz siyasi tablo ile Türkiye’nin Çek dış politikasında önemli bir yer teşkil etmemesi nedeniyle bu tablo her an büyük ölçüde değişebilir. 137 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Adam Szymański* Polonya Öz Türkiye’nin AB üyeliği Polonya’da kamuoyundaki tartışmalar arasında üst sırada yer almamaktadır. Öte yandan bu konudaki tartışmalara katılan belli başlı tarafların genel tutumlarını kaba hatlarıyla çizmek mümkündür. Bu çalışmada Polonya hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın, siyasi partilerin, toplumun ve medyanın 2006-2009 dönemindeki tutumları ile bu tutumlarının altında yatan nedenlere yer verilecektir. Polonya’nın AB’nin genişleme sürecinin tümüne verilen desteğin bir sonucu olarak Türkiye’nin üyeliğinden yana duruşuna rağmen hem elitler hem de toplum Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş durumdadır. Dahası, bu konudaki tutumların çok oturmuş olduğu söylenemez ve tek bir gelişme dahi bu tutumlar üzerinde etkili olabilmektedir. Polonya’nın tavrını belirleyen genel etkenler AB’nin 2006 yılında formüle edilen yeni genişleme stratejisi1 Polonya’nın AB’nin genişlemesi konusundaki siyasetinin Türkiye’nin üyeliği konusunda belirleyici rol oynayan ilkelerini değiştirmemiştir. * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 1 “Communication from the Commission to the European Parliament and the Council. EU Enlargement Strategy and Main Challenges 2006-2007 (Including Annexed Special Report on the EU’s Capacity to Integrate New Members)” (Komisyon’dan Avrupa Parlamentosu ve Konseye Bildirim. AB’nin Genişleme Stratejisi ve Belli Başlı Sorunlar 2006-2007 (AB’nin Yeni Üyeleri Entegre Edebilme Kapasitesi Üzerine Özel Rapor Eki ile)), Brüksel, 8 Kasım 2006, Com (2006) 649, www.ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2006/Nov/com _649_strategy_paper_en.pdf 138 Polonya 2006 öncesinde olduğu gibi Polonya yeni stratejinin oluşturulması sürecinde de süreçte devamlılık ve “açık kapı” siyasetin sürdürülmesini desteklemiştir. Dışişleri Bakanı Stefan Meller Ocak 2006’da “AB’nin genişlemesinden vazgeçilemez ve tüm adaylar kabulümüzdür (…)” demiştir.2 Ancak Polonya makamları farklı ülkelerin Avrupa Birliği üyeliklerini farklı ölçülerde desteklemektedirler. AB’nin doğu yönünde genişlemesi önceliklidir ve bu bağlamdaki stratejik hedef Ukrayna’nın AB üyeliğidir.3 Resmen adaylık statüsü verilmiş ülkeler ile potansiyel aday ülkelerin (Türkiye ve Batı Balkan ülkeleri) üyeliği de Polonya’nın siyasi elitlerince desteklenmektedir. Bu tutum Avrupa’nın altında yatan temel fikrin açıklık olduğu algısından kaynaklanmakla birlikte Ukrayna’nın adaylığı da bu bağlamda etkili (ve öncelikli) bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla Polonya’nın doğu komşusunun üyeliği konusundaki tutumu AB genişleme sürecinin geneline olumlu bakışını büyük ölçüde belirleyen bir etkendir. Güneydoğu Avrupa’da aday ülkelerin birliğe kabul edilmesi Polonya için Ukrayna’nın kabul edilmesine göre ikinci planda kalmaktadır ve bu da Polonya’nın dış politikasının doğu ve güney eksenleri arasındaki eşitsizlikten kaynaklanan bir yaklaşımdır. Polonyalı siyasi elitler Güneydoğu Avrupa ülkelerinin AB üyeliğinin Polonya’ya doğrudan bir getirisi olacağını düşünmemektedirler. Bu elitlere göre konu Türkiye olunca da muhtemel AB üyeliği en azından ülkenin kendisi gibi uzaktadır ve bu durum Polonya’da yaşayan Türklerin sayısının çok küçük oluşu (bu ülkedeki Türk diasporası ancak birkaç yüz kişiden oluşmaktadır) ve iki ülke toplumları arasındaki ilişkilerin pek yakın olmayışı nedeniyle de 2 “Rußland hat keine Orientierung. Gespräch mit Außenminister Meller”, Die Welt, 7 Ocak 2006, www.welt.de/print-welt/article189286/Russland_hat_keine_ Orientierung.html 3 Anna Fotyga, “Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy” (Türkiye ve Ukrayna’nın Avrupa’daki geleceği), Devlet İşleri Enstitüsü’ndeki konferansta yapılan konuşma, 2 Aralık 2005. 139 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış pekişmektedir. İki ülke arasındaki iktisadi ilişkiler son yıllarda gelişme göstermekle birlikte (2008’deki ticaret hacmi yaklaşık 4,3 milyar dolardır4) Türkiye Polonya için öncelikli ülkeler arasında yer almamakta ve bu ülkeden dışişleri bakanlarının açıklamalarında hiç bahsedilmemektedir. Türkiye ve Batı Balkan ülkelerinin AB üyeliklerinin siyasi tartışmaların ve seçim kampanyalarının (2007 parlamento seçimleri, 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri) önde gelen konuları arasında yer almayışının ana nedeni de budur. Bu ülkeler konusunda Polonya hükümeti ve muhalefetten gelen açıklamalar bu konudaki tutumun dengeli, kısa, öz ve nispeten detaysız bir yaklaşıma dayandığını göstermektedir.5 Siyasi elitler AB’nin yukarıda adı geçen ülkelere açık ve net bir üyelik şansı vermesi gerektiğini iddia etmektedirler. Öte yandan Ukrayna özelinde “adil bir başlama noktası” veya ahde vefa gibi konulardan daha sık bahsetmekte ve AB yolundaki ilerlemenin büyük ölçüde aday devletlerin hazırlıklarına dayandığını ifade etmektedirler. Polonya hükümeti resmi ve potansiyel aday ülkelere ilişkin AB’nin kararlarını onaylamakta ancak bu konuda heyecan belirtileri de sergilememektedir. Bu konudaki tutumunu ortaya koymak için bilgilendirme kampanyaları yürütmemekte ve aday ülkelerden yana tutumunu aktif bir şekilde dile getirmemektedir. Ülkeler arasındaki mesafe ve dolaysız faydaların ve bu ülkeler hakkındaki bilgilerin kısıtlı oluşu da Türkiye ve Balkan ülkelerinin AB üyeliği konusunun Polonya toplumunda ve medyadaki kamuoyu tartışmalarında ön planda yer almamasının altında yatan başlıca 4 “Wicepremier Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Başbakan Yardımcısı Pawlak: Polonya ve Türkiye Kriz Dönemlerinde Güçlü Ülkeler), 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl. 5 Adam Szymański, “Postura de Polonia frente a la ampliación de la Unión Europea”, La Musa, C. 5, 2006, ss. 121-136. 140 Polonya nedenlerdir. Bu konu ancak nadiren dikkat çekici boyutta ele alınmakta ve bu durumlarda bile tekrar eden birkaç soruya odaklanılmaktadır. Türkiye’nin AB Üyeliği konusunda Polonya’nın tutumu I. Hükümet ve Cumhurbaşkanı 2006-2009 dönemindeki her üç hükümet6 de genel olarak Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş ya da desteklemektedir, ki üyelik de resmi kriterlerin yerine getirilmesinden sonra hayata geçirilebilecek bir durumdur. Hukuk ve Adalet hükümetleri Türkiye’nin üyeliğini önemli bir sorun olarak kabul etmişlerdir. Dışişleri Bakanı Anna Fotyga şöyle konuşmuştur: “Türkiye’nin üyeliğine karşı değiliz. Ancak bu sürecin zorlu olacağının farkındayız.”7 Aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğini hem Polonya’ya hem de AB’ye fayda getirecek bir adım olarak görmektedirler. Yukarıda bahsi geçen “Ukrayna etkeni” ve Birliğin itibarını koruma ihtiyacı ile iktidardaki elitler Türkiye’den NATO’da bir müttefik ve Polonya ile (geçmişe dayanan) iyi ilişkileri olan ABD’ye yakın bir ülke olarak bahsetmektedir. Polonya hükümetine göre AB üyesi olarak Türkiye Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı (ODGP) daha güçlü kılacak ve AB’nin terörizmle mücadele gibi konularda küresel bir aktör olarak daha aktif rol almasını sağlayacak bir ülkedir.8 AB’nin genişlemesinin genel olarak arkasında duran Polonya’nın bu tutumunun 6 Kazimierz Marcinkiewicz hükümeti Ekim 2005 ile Temmuz 2006 arasında iktidarda kalmıştır. Nisan 2006’ya kadar yalnız muhafazakâr parti Hukuk ve Adalet’in (PiS, Prawo i Sprawiedliwość) katıldığı bir azınlık hükümeti olarak yola devam ederken Mayıs 2006-Temmuz 2006 döneminde PiS sağ eğilimli Polonyalı Aileler İttifakı (LPR, Liga Polskich Rodzin) ve popülist Nefsi Müdafaa (Samoobrona) ile bir koalisyon kurmuştur. Temmuz 2006 ile Kasım 2007 arasındaki dönemde Hukuk ve Adalet Jarosław Kaczyński liderliğinde önce Polonyalı Aileler İttifakı ve Nefsi Müdafaa ile, daha sonra da Ağustos-Kasım 2007 döneminde tek başına hükümette kalmıştır. Kasım 2007’den itibaren Donald Tusk liderliğindeki Polonya hükümeti merkez sağ eğilimli Yurttaşlık Platformu (PO, Platforma Obywatelska) ve Polonya Köylü Partisi (PSL, Polskie Stronnictwo Ludowe) arasında kurulmuştur. İncelenen dönemin tümünde PiS tarafından desteklenen Lech Kaczyński Polonya Cumhurbaşkanı görevini sürdürmüştür. 7 “Chcemy otwartego dialogu z Rosją” (Rusya ile Açık Bir Diyalog İstiyoruz), Gazeta Wyborcza, 20-21 Mayıs 2006. 8 Fotyga, Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy. 141 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ardında yatan jeopolitik neden bu bağlamda kilit bir rol oynamaktadır. Hükümet Türkiye’nin AB ve Polonya için önemli bölgelerdeki (Güney Kafkaslar ve Karadeniz) rolünü anlamaya başlamıştır.9 Tusk hükümeti de Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemekte ve bu bağlamda aynı ana argümanlara sırtını dayarken yakın tarihteki bazı gelişmelerle ilgili etkenlere, özellikle de Türkiye’nin Avrupa’nın enerji güvenliği açısından önemine daha fazla vurgu yapmaktadır.10 Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Varşova’ya Kasım 2008’de gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Polonyalı meslektaşı Radosław Sikorski tıpkı Türkiye’nin Polonya’nın NATO üyeliğinden yana oluşu gibi Polonya’nın da Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini ifade etmiştir. Sikorski Babacan’a Polonya’nın diğer AB ülkelerini Türkiye’nin üyeliğini kabul etme yönünde ikna çabalarını sürdüren Türkiye’nin dostu ülkeler arasında yer aldığını hatırlatmıştır.11 Mayıs 2009’da (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Polonya’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında Başbakan Tusk Polonya’nın Türkiye ve AB arasındaki müzakere sürecine zamanla katkıda bulunacağı güvencesini verirken “Türkiye’nin AB’ye katılımı sürecinin yakın zamanda olumlu sonuçlanacağına derin bir inancımız mevcuttur”12 ifadesini kullanmıştır. Tusk 2011 yılında Polonya AB dönem başkanlığını devraldığında müzakereleri hızlandırmayı ümit etmektedir. Tusk’a göre Türkiye’nin AB çabası haklı nedenlere dayanmaktadır. Polonya’nın AB’deki ortaklarına daha önce 9 Polonya’nın Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki 2006’daki duruşu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Przemysław Osiewicz, “Polskie stanowisko w kwestii przystąpienia Republiki Turcji do Unii Europejskiej” (Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği Konusunda Polonya’nın Tutumu), Przegląd Politologiczny, C. 11, No. 2, 2006, ss. 61-71. 10 Dışişleri Bakan Yardımcısı Witold Waszczykowski’nin “Annapolis Sonrasında Ortadoğu Barış Süreci” konferansında konuşması, Varşova, 3 Nisan 2008. 11 “’Polska popiera aspiracje Turcji do UE’” (Polonya Türkiye’nin AB çabasını desteklemektedir), Wprost, 18 Kasım 2008, www.wprost.pl/ar/144764/Polska-popiera-aspiracjeTurcji-do-UE 12 “Premier Turcji w Warszawie” (Türkiye’nin Başbakanı Varşova’da), Rzeczpospolita, 14 Mayıs 2009, www.rp.pl/artykul/23,305263.html. 142 Polonya kimsenin Türkiye’nin AB üyeliğinin önüne mevcut kriterlere ek olarak yeni kriterler koyma ihtiyacından bahsetmediğini hatırlatacağını belirten Tusk’a göre evrensel üyelik kriterlerinin Türkiye tarafından yerine getirilmesinden sonra Türkiye’nin AB yolu önünde herhangi bir engel kalmaması gerekir.13 Polonya hükümetlerinin bu konudaki tutumunu teyit eden bir yaklaşım da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński tarafından Weimer Üçlüsü’nün Mettlach’da Aralık 2006’daki toplantısında sergilenmiştir. Cumhurbaşkanı Kaczyński gümrük birliği anlaşmasının protokolünden kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmeyen Türkiye’ye karşı daha sert koşulların getirilmesine karşı çıkmıştır. Üyelik müzakerelerinin sürdürülmesinden yana tutumunu dile getirirken sürecin zorlu olduğunu, ancak uzun yıllar sonra meyvelerinin alınabileceğini ifade etmiştir.14 Ocak 2007’de ise Polonya Cumhurbaşkanı Türkiye’nin bölgesel istikrar, enerji güvenliği, rekabetçilik ve kültürlerarası diyalog açısından önemine işaret etmiştir.15 Öte yandan Polonya Cumhurbaşkanı’nın tutumu bazı Polonya makamlarının Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki duruşlarının sabit olmayabileceğini ve önemli gelişmelerin etkisi altında kalabileceğini göstermektedir. Nisan 2008’de Cumhurbaşkanı Kaczyński Türkiye’nin AB yolunda bir sorun olarak kültürel farklılıkların altını çizmiştir.16 Cumhurbaşkanı’nın bu konuda verdiği desteğin zayıflaması Türkiye’de üniversitelerde türban takılabilmesini mümkün kılan anayasa değişiklikleri ile istikrarsızlaşan tabloya bir tepki olarak görülebilir. Bu 13 “’Polska popiera starania Turcji o wejście do UE’” (Polonya Türkiye’nin AB’ye girme çabalarını desteklemektedir), Wprost, 14 Mayıs 2009, www.wprost.pl/ar/161297/Premier-Turcjiz-wizyta-w-Polsce 14 “Pressekonferenz nach dem Treffen des Weimarer Dreiecks in Mettlach”, 5 Aralık 2006, www.bundesregierung.de. 15 Türk dergisi “Hakikat”te yayınlanan Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Ocak 2007, www.prezydent.pl. 16 Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Reuters, 9 Nisan 2008, www.prezydent.pl. 143 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış bağlamda kültür etkenine değinilmesi Cumhurbaşkanı’nın net bir şekilde ilişkili olduğu Hukuk ve Adalet Partisi’nin tutumu ile de büyük ölçüde ilgilidir. II. Siyasi partiler Polonya’daki siyasi partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine genel yaklaşımları 2006-2009 döneminde tutarlı bir seyir izlememiştir. Polonya’daki partilerin farklı eğilimlerde kesimleri olması ve ele alınan dönemde partilerin muhalefetten iktidara ya da iktidardan muhalefete geçişleri nedeniyle parti üyelerinin görüşleri arasında farklılıklar mevcuttur. Üstelik parti üyelerinin bireysel görüşleri nerede belirtildiklerine (örneğin Polonya parlamentosu, Avrupa Parlamentosu vs.) bağlı olarak da farklılık göstermiştir. Dolayısıyla bu bağlamda bir sınıflandırmaya gitmek oldukça zordur. Yine de partinin siyasi profilinin Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutumu üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçileri merkez sağ Yurttaşlık Platformu ile sol eğilimli iki partidir, Demokratik Sol İttifak (SLD, Sojusz Lewicy Demokratycznej) ve Polonya Sosyal Demokrasisi (Socjaldemokracja Polska). Yurttaşlık Platformu’nun üyeleri realist bir bakış açısıyla Türkiye’nin üyeliğinin 10-15 yıllık dönemde gerçekleşmeyeceği öngörüsünde bulunmakta ve bu konudaki sorunlar arasında demokratik kurallar ve insan haklarına saygının altını çizmektedirler. Yine de hükümette de, muhalefette de Türkiye’nin üyeliğine açık bir şekilde karşı çıkmamışlardır. Bu demek değildir ki hem 2007 parlamento seçimleri öncesinde, hem de sonrasında bu konuda bazı çekinceleri olmasın. Tüm partiler gibi Avrupa Parlamentosundaki milletvekilleri (EPP-ED, şimdiki EPP) farklı tutumlar sergilemişlerdir. Bu kesimden, örneğin 2004’te (ve sonrasında da) Türkiye için “evet” dendiğinde bunun Ukrayna için de “evet” anlamına gelmesi gerektiğini ifade eden Jacek Saryusz-Wolski gibilerinden gelen çekinceler 2007 144 Polonya seçimleri öncesinde göze çarpmıştır.17 2008/2009 dönemindeki bir ankete göre Türkiye’nin üyeliğini “kesin bir biçimde” destekleyen milletvekilleri ile (Avrupa ile Türkiye arasındaki kültürel farkların altını çizen AP Başkanı Jerzy Buzek gibi) “kısmen” destekleyen milletvekilleri ve hatta “bu konuda bir şey söylemenin zor olduğunu”, veya “kısmen” Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduklarını belirten arasında bir ayrımdan söz edilebilir.18 Ana muhalefetteki Demokratik Sol İttifak Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir ve bu durum partinin hükümette kaldığı dönemdeki (2001-2005) politikasının bir devamı niteliğindedir. Bu PES’in (bugünkü S&D) tutumunu izleyen ve Türkiye ile açık kriterler bazında ve hem Türkiye’nin hem de AB’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi kaydıyla müzakere sürecini destekleyen bir yaklaşımdır.19 Bu partinin önde gelen siyasetçilerinden biri, Tadeusz Iwiński, Türkiye’nin AB yolundaki önde gelen destekçilerinden biri olup muhtemel üyeliğin katkısını AB’nin 2004’teki genişlemesi ile mukayese edilebilir görmektedir.20 Partinin Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekilleri ise Türkiye’nin üyeliği konusunda çok kararlı bir tavır sergilememektedirler. 2008/2009 döneminde yapılan ankette konu ile ilgili olarak ya “kısmen evet” ya da “bu konuda bir şey söylemek zor” yanıtlarını vermişlerdir. Yine de tartışmaların duygusal boyuta taşınmasına ve Türkiye’nin üyeliğine karşı “kültürel” argümanlara yer verilmesine karşı çıkmışlardır.21 17 “Warunki dla Turcji” (Türkiye için Koşullar), Gazeta Wyborcza, 7 Ekim 2004. Avrupa Parlamentosu’nun Polonyalı Milletvekillerinin Siyaseti Şekillendirmedeki Rolü başlıklı araştırma projesinden (bu makalenin yazarının da katkıları ile) 2008 Kasım-2009 Şubat dönemindeki anketler, Avrupa Çalışmaları Kürsüsü, Gazetecilik ve Siyaset Bilimi Fakültesi, Varşova Üniversitesi; ‘Davutoğlu AB Parlamentosu Başkanını Eleştirdi’, Hürriyet Daily News, 16 Kasım 2009. 19 “Manifest PES 2009” (PES Manifestosu 2009), s. 57, www.sld.org.pl/program/p-r-m-a1958/manifest_pes_2009.htm 20 Ankieta Wirtualnej Polski-Tadeusz Iwiński (“E-Polonya” Anketi-Tadeusz Iwiński), http://eurowybory.iwinski.pl/debaty/articles/ankieta-wirtualnej-polski. html 21 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi. 18 145 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Benzer bir tutum 2007 seçimleri sonrasında Polonya parlamentosunda (Demokratik Sol İttifak ve iki küçük parti ile birlikte) muhalefette yer alan ve 2009 AP seçimleri öncesinde de AP’de yer bulan Polonya Sosyal Demokrasisi tarafından takınılmıştır. Parti lideri Marek Borowski Türkiye’nin, üyeliğin AB tarafından etraflıca değerlendirilen demokratik ve ekonomik kriterlerini yerine getirmesi kaydıyla AB üyeliğinden yanadır.22 Yine AP’deki milletvekilleri (2004-2009 döneminde) ve PES üyeleri bu konuda farklı görüşler sergileyebilmektedir. Józef Pinior Türkiye’nin üyeliği için tarih verilmesinden yana olan önemli bir destekçidir. Diğer siyasetçilerse bu konuda o kadar kararlı görünmemekte ve 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB üyeliğine “kısmen karşı” duruş sergileyebilmektedirler.23 2007 parlamento seçimleri öncesinde önemli bir rol oynayan (ve 2007’den bu yana Polonya parlamentosu dışında ve 2009 sonrasında da AP dışında kalan) Nefsi Müdafaa siyasetçileri de Türkiye’nin üyeliğini destekler bir görünümdedir. Bu durum daha 2004’te partinin AP milletvekillerinin çoğunluğunun Türkiye ile müzakerelerin başlatılması yönünde oy kullanmasında görülmüştür.24 Yine de milletvekili Jan Masiel (UEN) 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB üyeliğine net bir şekilde karşı olduğunu belirtmiştir.25 Polonya Köylü Partisi’nin pozisyonu net olmayıp, tanımlanması da zordur. Türkiye’nin AB üyeliğini kısmen destekler görünmekle birlikte 2004’te partinin AP milletvekilleri (EPP-ED) Parlamento’nun Türkiye ile 22 “Zatrzeć różnice między "starą" i "nową" Unią” (“Yeni” ve “Eski” Avrupa arasındaki farklar bulanıklaşırken), Marek Borowski’nin resmi web sitesi, www.borowski.pl/wiadomosci/wiadomosc_982.phtml 23 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi. 24 Polscy eurodeputowani podzieleni w sprawie otwarcia negocjacji z Turcją (Avrupa Parlamentosu’ndaki Polonyalı Milletvekilleri Türkiye ile Üyelik Müzakerelerinin Başlatılması Konusunda Bölünmüşlük İçinde), Polonya Basın Ajansı, 15 Aralık 2004, www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_ depeszy=15630277. 25 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi. 146 Polonya üyelik müzakerelerine başlama kararı aldığı oylamada oy kullanmamayı tercih etmişlerdir. Partinin Ortak Tarım Politikası konusundaki hassasiyetleri nedeniyle Türkiye’nin üyeliğine bazı itirazları olması beklenebilir.26 Polonya’daki partiler arasında Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler Avrupa’daki tartışmalarda ortaya konan argümanları tekrarlamaktadırlar. Bunlar arasında Türkiye’nin AB’nin dünyadaki ekonomik önemini artıracağı, enerji güvenliği sorununu çözmeye ve çok kültürlü bir Avrupa’nın gelişimine katkıda bulunacağı ve ODGP’nin rolünü oynamasına yardımcı olacağı nedeniyle Birlik için önemli olduğu sayılabilir. Ayrıca Polonya’nın bakış açısından da argümanlar ortaya konmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenlere göre bu gelişme Ukrayna’nın AB üyeliğini kolaylaştıracak, Rusya ile ilişkiler boyutunda Polonya’nın çıkarlarına hizmet edecek, AB içinde ‘transatlantik bloğu’ güçlendirecek, Polonya ile Türkiye arasındaki iktisadi ilişkileri geliştirecek ve Polonya’nın enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine katkıda bulunacaktır.27 Hukuk ve Adalet ile Polonyalı Aileler Birliği gibi sağ eğilimli partiler ise Türkiye’nin üyeliği konusunda daha çekinceli bir tavır sergilemektedir. Her ne kadar Hukuk ve Adalet’in tutumu 2004’ten beri bir evrim içindeyse de partinin siyasetçileri hep Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir duruş sergilemişlerdir. Jarosław Kaczyński 2004’te Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel farklılıklar ve Türkiye’nin 26 Adam Balcer, “AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı Taraflar”, Nathalie Tocci (der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, (Avrupa’da Türkiye’den Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Quaderni IAI, Aralık 2008, s. 49, http://www.iai.it/pdf/ Quaderni/Quaderni_E_13.pdf 27 Daha fazla bilgi için bakınız örneğin, Piotr Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), Piotr Kaźmierkiewicz, The EU Accession Prospects for Turkey and Ukraine. Debates in New Member States (Türkiye ve Ukrayna’nın AB üyeliği şansları. Yeni Üye Devletlerdeki Tartışmalar), Institute of Public Affairs, Varşova 2006, ss. 138-141. 147 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış üyeliğinin muhtemel maliyeti nedeniyle karşı bir duruş sergilemiştir.28 2005-2007 döneminde parti liderlerinin tavrında iktidarda yer almanın neden olduğu bir değişim gözlemlenmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere Hukuk ve Adalet hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğini (faydalarından daha sonra söz etmek üzere) önemli bir sorun olarak ortaya koymuştur. Hükümet “Türkiye’nin üyeliğine karşı olmadığını” ifade ederken açıkça olumlu bir duruştan da imtina etmiştir. Dahası, sadece Lech Kaczyński değil, aynı zamanda kardeşi Jarosław da kültürel argümanlardan dem vurmuştur. Kültürel ve dini farklılıkların 2009’daki tartışmalarda jeopolitik etkenle dengelendiği görülmüşse de bunlar partinin yeni programında da görüldüğü üzere halen önemli bir rol oynamaktadır.29 AP’deki milletvekillerinin bir çoğu (UEN, şimdiki ECR) Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Konrad Szymański’ye göre Türkiye ile Ukrayna arasındaki farklılıklar giderilene kadar Polonya Türkiye’nin önde gelen destekçileri arasında yer almamalıdır. Szymański’ye göre Türkiye’nin üyeliği Avrupa kimliğinin sonu olacaktır. Szymański için Türkiye ekonomik ve siyasi açıdan AB için önemli olmakla birlikte bu açılardan önemli olan değerleri Birlik tarafından tam üyelik verilmeden de kullanılabilir.30 Tarihçi Wojciech Roszkowski gibi AP’deki diğer birçok PiS milletvekili de Türkiye’nin üyeliğine “kısmen” karşıdır.31 Polonyalı Aileler İttifakı da Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel farklılıklar nedeniyle Türkiye ile AB arasında “imtiyazlı ortaklık”tan 28 Bu partinin AP milletvekilleri üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı oy kullanmış ve bunun yerine imtiyazlı ortaklık önermişlerdir. Daha fazla bilgi için bakınız: Balcer, “AB-Türkiye Tartışmalarında Polonyalı Taraflar”, s. 49; Polscy eurodeputowani, www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_depeszy =15630277 29 Doğu ve Balkanlar yönünde AB genişlemesinden bahsedilmekle birlikte Türkiye’nin adı geçmemektedir. Bkz. “Nowoczesna, Solidarna, Bezpieczna Polska. Program Prawa i Sprawiedliwości” (Modern, Sadık, Güvenli Polonya. Hukuk ve Adalet Programı), Kraków 2009, ss. 172-185, www.pis.org.pl/ download.php?g=mmedia&f=program_pis_2009.pdf 30 Konrad Szymański, “Z poparciem Turcji powinniśmy się wstrzymać” (Türkiye’ye Destek Vermekten İmtina Etmeliyiz), Nasz Dziennik, 21 Kasım 2008. 31 Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi. 148 Polonya yana tercihini belirtmiştir. AP’deki milletvekilleri üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkmışlardır. 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki soruya “kısmen karşı” yanıtını vermişlerdir.32 Yukarıda zikredilen argümanlar dışında bu konuya eleştirel yaklaşan siyasetçiler Avrupa’daki tartışmalarda olduğu gibi Türkiye’nin fakir, büyük ve Müslüman bir ülke olduğunu, insan haklarına saygı göstermediğini ve istikrarsız bir bölgede yer aldığını belirtmektedir. Bu siyasetçilere göre Avrupa’daki Türk azınlıkların entegrasyonu konusunda bile hâlihazırda zorluklar yaşanmaktadır.33 III. Toplum Son yıllarda Polonya toplumunda Türkiye konusuna en azından bazı kesimlerde (örneğin öğrenciler veya akademisyenler arasında) artan bir ilgi gözlemlenmektedir, ki bu durum Avrupa ile ilgili gittikçe daha çok sayıda konunun Türkiye konusuna bağlanması ve Türk kültürünün özellikle Orhan Pamuk’un aldığı Nobel Ödülü’nden sonra daha popüler hale gelmesi ile açıklanabilir. Öte yandan Türkiye halen Polonya toplumunun geneline uzak bir konu olup eğitimli Lehler bile bu ülke hakkında çok az şey bilmektedir. Dahası bu konudaki bilgi kaynakları medya ya da turistik seyahatler olup bu da bilgileri seçici, yüzeysel ve ne yazık ki bazen de önyargılı kılmaktadır. Polonya basınında Türkiye konusundaki makaleler çoğunlukla son zamanlardaki terör olayları ya da insan hakları ihlalleri gibi olumsuz konulara yoğunlaşmaktadır. Tüm bunlardan ötürü Polonya vatandaşları Türkiye’nin teokratik bir tür İslam devleti ve aynı zamanda da bir askeri dikta rejimi olduğu fikrine sahip olabilmektedir. 32 A.g.e. Polscy eurodeputowani, www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial= UE&id_depeszy=15630277 33 Daha fazla bilgi için bkz. Adam Szymański, “Przyszłe członkostwo Turcji w Unii Europejskiej – skutki dla Polski” (“Türkiye’nin Gelecekteki AB Üyeliği- Polonya’ya Etkisi”), Polski Przegląd Dyplomatyczny, No. 5, 2006, ss. 35-54. 149 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Polonya’da Müslümanlar hakkında güç kazanan olumsuz bakışla34 birlikte bu olgu son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliğine Polonya’nın verdiği desteğin zayıflamasına neden olmuştur. Transatlantik Eğilimler anketine göre daha 2004’te Lehlerin yüzde 27’si Türkiye’nin üyeliğini “iyi bir şey” olarak değerlendirirken yüzde 13 “kötü”, yüzde 37 ise “ne iyi ne kötü” bir şey olarak nitelemiştir.35 Bu durum o dönemde Polonya’da yapılan anketlerle de paralellik arz etmekte ve medyada Türkiye’nin hâkim olumlu imajı, Türkiye’nin çabasına Polonya Kilisesi’nden verilen “yumuşak destek” ve Polonya’da kayda değer bir Türk azınlık bulunmamasından kaynaklanmakta idi.36 Ancak son yıllarda yukarıda bahsi geçen olumsuz etkenler daha fazla kişinin Türkiye’nin üyeliğini “ne iyi ne de kötü” bir şey olarak değerlendirmesine ve 2009’da böyle niteleme yapanların oranının Lehlerin yüzde 47’sine ulaşmasına neden olmuştur. 2009’da aynı ankete katılan Polonya vatandaşlarının yüzde 18’i Türkiye’nin AB üyeliğini iyi bir şey olarak nitelerken yüzde 17’si kötü bir şey olacağını düşünmektedir.37 Yine de Türkiye’nin üyeliğine verilen genel destek Balkan ülkeleri ya da Ukrayna için verilene kıyasla düşük olmakla birlikte halen nispeten yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Bu durum AB’nin genişlemesine bir bütün olarak oldukça olumlu bakıştan kaynaklanmaktadır. 34 Pew Araştırma Merkezi’nin 2008’de yayınlanan anketine göre 2005’te Lehlerin yüzde 30’u Müslümanlar hakkında olumsuz görüş sahibi iken 2008’de bu rakam yüzde 46’ya ulaşmıştır: Unfavourable Views of Both Jews and Muslims Increase in Europe (Hem Yahudiler hem de Müslümanlar hakkında olumsuz görüşler Avrupa’da yükselişte), 17 Eylül 2008, http://pewresearch.org /pubs/955/unfavourable-views-of-both- jews-and-muslims-increase-ineurope 35 Transatlantic Trends, Topline Data 2009, (Transatlantik Eğilimler, Üst düzey Veriler 2009) www.gmfus.org/trends/2009/docs/2009_English_Top.pdf. 36 Daha fazla bilgi için bkz. Wojciech Forysiński, Przemysław Osiewicz, “Polonya Türkiye’nin AB Üyeliğini Desteklemeli midir? Kesişen ve Ayrışan Çıkarlar”, Jarosław Jańczak (der.), Rediscovering Europe: Political Challenges in the 21st Century EU, (Avrupa’yı Yeniden Keşfetmek: 21. Yüzyılın AB’sinin Önünde Duran Siyasi Sorunlar), Adam Mickiewicz University, Poznań, 2007, ss. 132-134. 37 Transatlantic Trends, (Transatlantik Eğilimler) www.gmfus.org/trends/2009/ docs/2009_English_Top.pdf. 150 Polonya Avrobarometre 71’e göre Polonya vatandaşlarının %69’u genişlemeden yana (%17’si karşı) olup bu da AB ülkeleri arasında Polonya’yı en üst sıraya yerleştirmektedir.38 Türkiye’nin üyeliği konusundaki tartışmalar Polonya toplumunun örgütlü kesimleri arasında fazla derinlemesine ele alınmamaktadır. Yine de Polonya’daki sivil toplumun en önemli kesimlerinin konuya bakışlarını ortaya koymak mümkündür. Polonya’da önemli bir yeri olan Katolik Kilisesi Polonya toplumunun diğer örgütlü kesimlerine kıyasla daha büyük ölçüde Türkiye’nin AB üyeliğine eleştirel yaklaşmakta ve Avrupa ile Türkiye arasındaki kültürel farklılıkların altını çizmektedir. Yine de kilise bu konuda bölünmüş bir görünüm sergilemektedir. Kilisenin önde gelen temsilcileri Türkiye’nin üyeliğine hiç resmen karşı çıkmamışlardır. Tüm yaptıkları Türkiye’deki Hıristiyan azınlıkların haklarına saygı gösterilmesini istemek olmuştur. Başpiskopos Alfons Nossol dayanışma ruhu ve İslam ile Hıristiyanlık arasındaki ilişkileri iyileştirmenin bir yolu olarak Türkiye’nin üyelik isteğini desteklemenin Hıristiyanların bir yükümlülüğü olduğundan bahsetmiştir. Öte yandan Başpiskopos Józef Glemp veya Polonya ordusundan piskopos Tadeusz Płoski gibi başka din adamları Viyana kuşatması öyküsünü hatırlatan ve Avrupa’nın bir Avrupa Halifeliği’ne dönüşmesi tehlikesinden bahseden eleştirel görüşleri dile getirmişlerdir.39 Sıradan rahiplerin ifadelerine bakıldığında bu kesimin de bu konuda bölünmüş bir görünüm arz ettiği söylenebilir. Bunlardan bazıları Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkarken diğerleri bu konuya bir itirazları olmadığını, yalnızca üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi gerektiğini ifade etmektedirler. Bazı rahipler siyasi partilerle yakın ilişkiler içinde 38 Eurobarometer 71. Public Opinion in the European Union, (Avrobarometre 71. Avrupa Birliği’nde Kamuoyu Görüşü) s. 162, http://ec.europa.eu/public_ opinion/archives/eb/eb71/eb71_std_part1.pdf. 39 Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate”, (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı Taraflar) ss. 54-55. 151 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış olup bunların tutumlarına benzer bir tutum sergilemektedirler. Bu durumun en iyi örneği aynı zamanda Polonya’daki Ermeni lobisinin de gayrı resmi lideri olan ve 1915-1916 yıllarındaki Ermeni katliamlarını Türkiye soykırım olarak tanımadıkça Türkiye’nin AB üyeliğine eleştirel yaklaşan Tadeusz Isakowicz-Zalewski’dir. Üniversiteler ve düşünce kuruluşları gerek kamuya (örneğin Polonya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü veya Doğu Çalışmaları Merkezi), gerekse özel sektöre (örneğin Kamu İşleri Enstitüsü, demosEuropa, Birlik ve Polonya Vakfı, Amicus Europae Vakfı, Sobieski Enstitüsü) ait olsun son yıllarda Türkiye-AB ilişkileri konusunda (çok sayıda olmamakla birlikte) paneller, seminerler ve konferanslar düzenlemiş ya da bu konuda yayınlar yapmışlardır. Bunun sebebi de bu konunun ilgi çekici bir araştırma konusu olmaya başlamasıdır. Türkiye ve AB ülkelerinden yaklaşık 150 kişinin katılımıyla Doğu Enstitüsü ve Türkiye’den TASAM tarafından Sopot’ta Aralık 2008’de birlikte düzenlenen Avrupa-Türkiye Forumu bu bağlamda en büyük organizasyon olmuştur. Bu konu üzerindeki tartışmalar Polonyalı akademisyenler ve analistlerin de Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş olduğunu göstermektedir. Polonya’da bizatihi Türkiye-AB ilişkilerini çalışan fazla akademisyen veya analist bulunmamakta, Türkiye’nin genel dış politikası veya Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini çalışanlara daha sık rastlanmaktadır. Türkiye-AB ilişkileri üzerinde çalışan az sayıdaki kişi, örneğin Adam Balcer (demosEuropa, Varşova Üniversitesi), Przemysław Osiewicz (Ponzań, Adam Mickiewicz Üniversitesi, Sobieski Enstitüsü) ve bu makalenin yazarı genel olarak Türkiye’nin üyeliğini desteklemekle birlikte konuya nesnel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Bunun anlamı da Türkiye’nin üyeliğini destekleyen mevcut argümanları (örneğin Türkiye’nin AB’nin dış ilişkilerindeki veya enerji güvenliğindeki önemine yapılan vurgular) sunmakla birlikte konuya eleştirel bir şekilde de yaklaşabildikleri ve karşı tarafın argümanlarını da anlayabildikleridir. 152 Polonya Bu kişiler aynı zamanda Birlik ve Polonya Vakfı gibi düşünce kuruluşlarından Krzysztof Bobiński gibi kişilerle birlikte bu konunun popülerleştirilmesine de katkıda bulunmaktadırlar. Elbette ki ana uzmanlık alanı Türkiye olmayan birçok başka kişi de Türkiye’nin AB üyeliği konusunda kamuoyundaki tartışmalarda sesini duyurabilir. Bu gibi kişiler ise Varşova Üniversitesinden Türkiye’nin kültürel açıdan Avrupa’da yeri olmadığı (ancak İsrail’in yeri olduğu) konusunda çok bilinen bir argümanı dile getiren Roman Kuźniar örneğinde görüldüğü üzere Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bir yaklaşım sergilemektedirler.40 Her iki ülke arasında son yıllarda büyük ölçüde gelişen ekonomik ilişkilerin getireceği faydaları en yakından takip eden Polonya’daki iş dünyasının Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçisi olması beklenebilir. Polonya tarafında neredeyse 30 firmadan oluşan ve Mayıs 2007’de kurulan Polonya-Türkiye Ticaret Odası bu konudaki destekçiler arasında yer almaktadır. Bu grup Ekim 2008’de ve 2009 baharında tekrarlanan Polonya-Türkiye Ekonomik Forumunu düzenlemişlerdir.41 Polonya’da pek etkili olmamakla birlikte Türkiye konusunda faaliyet gösteren bazı kuruluşlar mevcuttur. Bunlar arasında Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da bulunmaktadır. İlk grupta iki toplum arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan Leh-Türk Dostluk Derneği sayılabilir. Buna karşın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan küçük ve kısa süre faaliyet gösteren kuruluşların da zaman zaman faaliyetlerine rastlanmaktadır. Bunun bir örneği Wrocław ve Varşova’da gençlerce kurulan ve 2005’te Türkiye’nin üyeliğine karşı bir kampanya düzenleyen, Avrupa STK’ları grubu “Avrupa Sesi” üyesi ve Avrupa ile ulusal kurumlara verilmek üzere dilekçe ile imza toplayan “Geleceğin Avrupa’sı” topluluğudur. Bu topluluk Türkiye ile Avrupa ülkeleri 40 Roman Kuźniar, “UE-kluczowe problemy” (AB-Kilit Sorunlar), Dziennik, 9 Ağustos 2006. “Waldemar Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Waldemar Pawlak: Polonya ve Türkiye Kriz Döneminde Güçlü Ülkeler), Ekonomi Bakanlığı, 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl. 41 153 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini desteklemekle birlikte Türkiye’nin insan haklarına saygı göstermemesi, fakir bir ülke olması ve istikrarsız komşuları bulunması nedeniyle AB üyeliğine karşı çıkmıştır.42 IV. Medya Polonya medyası Türkiye, ya da bu ülkenin AB ile ilişkileri konularına çok ilgi duymamaktadır ve bu durum da Türkiye’de muhabirlerinin bulunmayışında görülmektedir. Son yıllarda Polonya basını ve televizyonları Türkiye konusuna ancak zaman zaman, AB zirveleri öncesinde ya da bu ülkede önemli bir olay meydana geldiğinde yer vermektedirler. Özellikle ikinci durumda Rzeczpospolita’da Jacek Przybylski tarafından kaleme alınan ve paradoksal bir biçimde Nisan 2009’daki NATO zirvesinde Türkiye’nin tutumu hakkındaki makale gibi Türkiye’yi öven bazı köşe yazılarına rağmen maalesef olumsuz gelişmelere daha sık rastlanmaktadır.43 Türkiye hakkındaki bilgilerin ve ülkenin Polonya için de önemli olduğu konusundaki anlayışın eksikliği bu konuya daha geniş yer verilmesini imkânsız kılmaktadır. TV ve radyo kanalları Türkiye’nin adaylığı konusunda kamuoyunu yönlendirmeye çalışmaktan ziyade elitlerin ya da kamuoyunun bu konudaki en popüler görüşlerini yansıtmayı tercih etmektedirler.44 Ancak bu gazeteler ve dergiler için geçerli değildir.45 Liberal Gazeta Wyborcza Türkiye’nin AB üyeliğini destekler bir yaklaşımdadır. Genel olarak bu konuda olumlu yorumlar (örneğin gazeteci Dawid Warszawski tarafından yazılan makaleler) yayımlamakla birlikte bazen eleştirel yazılara da yer 42 Dominika Pszczółkowska, “Kampania przeciwko wpuszczeniu Turcji do UE” (Türkiye’nin Avrupa’ya girişine karşı kampanya), Gazet Wyborcza, 17 Mayıs 2005, www.gazeta.pl. 43 Jacek Przybylski, “Mistrzowie szachów dyplomatycznych” (Diplomatik Satrancın Ustaları), Rzeczpospolita, 14 Nisan 2009. 44 Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı Taraflar), s. 51. 45 Polonya gazeteleri ve dergileri Türkiye konusunda bilgili ve bazen de Türkçe konuşabilen yazarlara sahiptir (örneğin Gazeta Wyborcza’dan Dawid Warszawski ve Witold Szabłowski, Dziennik’ten Jakub Kumoch ya da Przekrój için yazan Łukasz Wójcik). 154 Polonya vermektedir. Bu durum 2006 öncesinde gazeteci Marek Rapacki Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin Polonya’nın AB fonlarından yararlanan durumuna yapabileceği olumsuz etki konusundaki endişelerini dile getirmesinde bir örneğini sergilemektedir.46 Daha muhafazakâr gazeteler olan Rzeczpospolita veya Dziennik ise daha farklı söylemlere yer vermektedir. Bu gazetelerin bazı yazarları Türkiye’nin üyeliğini desteklerken diğerleri Papa’nın 2006’da Regensburg’da yaptığı konuşma ve Türkiye’nin buna tepkisi örneğinde görüldüğü üzere daha eleştirel bir duruş sergileyebilmektedir. Genel olarak Türkiye’nin üyeliğinin ılımlı destekçileri jeopolitik argümanlara işaret etmektedirler. Bu konuya şüpheyle bakanlarsa Avrupa’da tartışılan konulara, yani kültürel farklılıklara, demokratik sistemin eksikliğine, istikrarsız ülkelerle sınırları oluşuna vurgu yapmaktadırlar. Öte yandan bu kesimler “Polonyalı” argümanlara da yer vermektedir: Türkiye’nin AB üyeliğinin Ukrayna’nın üyeliği veya AB bütçesi konusundaki olumsuz etkileri.47 Sonuç Özetlemek gerekirse Polonya’da AB’nin genişleme sürecinin tümüne verilen genel desteğin Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutuma da olumlu bir etki yaptığı söylenebilir. Ancak bu konu bu Orta Avrupa ülkesi için gündemin üst sıralarında yer almamaktadır. Polonya’nın genel olarak Türkiye’nin üyeliğinden yana olduğu söylenebilir. Yine de daha detaylı bir analiz Polonya’nın tutumunun ilk bakışta göründüğünden daha karmaşık olduğunun işaretini vermektedir. Elitler ve toplum içindeki bazı gruplar Türkiye’nin AB üyeliği konusunda eleştirel söylemler dile getirebilmekte, hatta üyeliğe karşı çıkmaktadırlar. Üstelik Polonya’daki 46 Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), s. 133. Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı Taraflar), s. 52. 47 155 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış olumlu bakışa garanti gözüyle de bakmak doğru değildir. Hem yetkililerin hem de sıradan vatandaşların bu konudaki tutumu tek bir olayla ya da Türkiye, Polonya veya Avrupa’nın genelindeki eğilimlerle değişebilmektedir. Bu da Türkiye konusundaki iletişim stratejisinin Polonya örneğinde de geliştirilmesi gereğine işaret eder. Böylelikle tektipleştirmenin ve basite indirgemelerin Polonya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı üzerindeki olumsuz etkisi sınırlandırılabilir. 156 Romanya Iulia Serafimescu, Mihai Sebe* Romanya Öz Birliğin çeşitli başkentlerinde genellikle Türkiye’nin üyelik süreci ile ilişkilendirilen konuların Bükreş’te sık tartışılan mevzular olmamasına rağmen Türkiye’nin Avrupa’da bir aktör olarak yer almasının önemi özellikle Karadeniz bölgesi söz konusu olduğunda azımsanamaz. Hem yetkililer hem de sivil toplum Türkiye’nin AB üyesi olmasını desteklemekte, ileri düzeydeki ikili ekonomik ilişkiler, ortak tarih ve ortak bakış açısı ile Türkiye’nin Avrupa’nın enerji güvenliğiyle ilgisi gibi stratejik açıdan sofistike nedenler ile Türkiye’nin üyeliğinin ardından Birliğin dünyanın önemli alanlarındaki ağırlığının artacağı bu desteğin nedenleri olarak dillendirilmektedir. Türkiye’nin üyeliğinin AB düzeyindeki kurumsal etkileri ile Türkiye’nin üyeliğinin Romanya özelinde yapacağı etkiye ilişkin derinlikli tartışmalarsa görülmemektedir. Giriş Türkiye’nin üyeliğini destekleyen iktisadi ve siyasi argümanlar1 ya doğrudan ya da dolaylı olarak ikili ilişkiler veya çeşitli bölgesel işbirliği bağlantıları gibi bir dizi somut boyuttan ve Romanya ve Türkiye’nin güvenlik gibi belirli konulara yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır. * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 1 1 Ocak 2007’den sonra Romanya kendisini “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesine tam ve sarsılmaz bir destek verdiğini” teyit etme konumunda bulmuştur: Bkz. Romen Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu’nun 3 Temmuz 2009 tarihli Basın Açıklaması. http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id= 39782&idlnk=2&cat=4 adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 157 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Aşağıda bu unsurların kısa bir özeti ile Türkiye’nin üyelik müzakerelerini çevreleyen başlıca konuların Bükreş’teki yansımaları birlikte verilmektedir. Türkiye’nin AB Üyeliğine Destek Kasım 2008 gibi yakın bir tarihte Romanya ve Türkiye iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin 130. yıldönümünü kutlamışlardır. Bu vesileyle iki ülkenin ortak tarihleri ve “Mükrim Deniz” kıyılarını paylaşmaları dolayısıyla meselelere bakışları ve görüşlerinin birlik içinde bulunduğu tekrar vurgulanmıştır, ki bu nedenler aynı zamanda Romanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin altında yatan nedenlerdir. Romanya’da siyasi yelpazenin tümünde ve incelenen zaman diliminde (2006-2009) ne Türkiye’nin AB üyeliği konusunda, ne de Romanya’nın Türkiye konusundaki duruşunu ilgilendiren diğer hususlarda siyasi tartışmalar önemli bir değişim sergilemezken yüksek mevkilerdeki Romen yetkililer Türkiye’nin AB çabasına verdikleri destekle tüm seviyelerdeki işbirliği yanlısı tavırlarını dile getirmişlerdir. Diğer üye devletlerden farklı olarak Romen sivil toplumundan yükselen sesler de Türkiye’nin üyeliğine devlet düzeyinde verilen destekle paralel bir seyir arz etmekte2 ve yakın zamanlarda yapılan anketler Avrupa’da Romenlerin Türkiye’nin AB üyesi olmasına en sıcak bakanlar arasında yer aldığını göstermektedir.3 Romanya’nın 2007’de AB üyesi olması bu söylemde ancak küçük farklılıklar oluşturabilmiştir: artık “işbirliği” 2 Örneğin bkz. Magdalena Boiangiu, “Ispita superiorităţii” (Büyüklüğün cezbediciliği), Dilema Veche, 12-18 Ocak 2007, http://www.euractiv.ro/User Files/article/Supli%20intreg_01120723.pdf adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. (“Kendisini taraflardan birine bağlamaksızın (ki bunu yapmakla bir tarafın kazanmasını sağlayamayız ancak diğer tarafın düşmanlığını kazanırız) Romanya AB’ye katılmayı isteyen Türklerin tarafında olmalıdır”). 3 Transatlantic Trends 2009 (Transatlantik Eğilimler 2009), German Marshall Fund, http://www.gardianul.ro/German-Marshall-Fund-Rom%C3%A2nilor-nu-le-pasa-de-Obama,-darvor-ca-Turcia-sa-intre-in-UE-s144028.html, 15 Eylül 2009’da erişilmiştir. 158 Romanya kelimesine tüm bölgesel politikalara yeni (Avrupalı) tarafların katılımı gibi yeni anlamlar yüklenmektedir, ki bu bağlamda Romanya Karadeniz konusunu gündeme taşırken Türkiye’nin de Avrupalı bir aktör olarak rol almadığı hiçbir senaryoda Avrupa’nın Karadeniz politikasının işlerlik kazanamayacağını vurgulamaktadır. İkili çıkarların yer aldığı arka plan ve bununla bağlantılı olarak 20062009 döneminde iki ülke arasında hem Romanya’nın üyeliği öncesinde, hem de sonrasında devam eden kuvvetli ekonomik ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda “iki ülke arasındaki ilişkileri daha kuvvetli siyasi bağlar ile perçinleme ihtiyacı ortadadır.”4 Bu durum iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin adeta kâğıttan bir kaplan gibi, geleceğe yönelik somut ikili projelerden yoksun olduğu iddiaları karşısında daha da önemli bir hal almaktadır.5 Brüksel’de sıcak, Bükreş’te serin Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin üyeliği konusunda dile getirilen endişeler Bükreş’teki sıcak tartışmalara konu olmaktan oldukça uzaktır. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin tartışılması, örneğin Romen Cumhurbaşkanı’nın bakış açısından “Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlama kararı bir kez alınmış olduğu için”6 uygun olmayacaktır; belirlenmiş kriterlerin yerine getirilmesi halinde AB’nin Türkiye’ye vermiş olduğu sözü yerine getirmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında 2006’da AB ile müzakerelerin kilitlenmesine neden olan Kıbrıs sorununun dahi Türkiye’nin üyelik sürecini süresiz 4 Başbakan Călin Popescu-Tăriceanu’nun Türkiye’ye resmi ziyaret dönüşünde 2 Şubat 2006’da yaptığı basın açıklaması http://www.gov.ro/declaratii-de-presa-ale-primului-ministru-calinpopescu-tariceanu-la-sosirea-din-vizita-oficiala-in-turcia__l1a54512.html adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. 5 Önceki Dışişleri Bakanlarından Adrian Cioroianu “A Romanian priority: Turkey” (Bir Romanya Önceliği: Türkiye), Foreign Policy Romania, Eylül/Ekim 2009, s. 80. 6 Fransa’da yayınlanan Dernières Nouvelles d'Alsace’de Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ile mülakat, 17 Aralık 2006. http://www.presidency.ro/?_RID= det&tb=date&id=8298&_PRID=search adresinden erişilebilir. 159 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış olarak engellemesine izin verilmemelidir: “Kıbrıs’ın yeniden tek ülke haline gelmesine yönelik çabaların sürdürülmesine kaniiyiz. AB’nin de Türkiye’ye verdiği sözleri, yani Türkiye ile müzakerelerin gerçekleştirilmesi ve Türkiye’nin Kıbrıs gibi AB üyesi devletlerle ilişkileri gibi tüm koşulları yerine getirdiğinde AB üyesi olacağı vaadini yerine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” Türk hava ve deniz limanlarının Kıbrıs Rum Kesimi uçak ve gemilerine kapalı olması konusunda Romen yetkililer mevcut durumun Birliğin kurallarına ve ruhuna aykırı olduğunu ifade etme eğilimindedirler: “İki AB Üyesi Devletin kendi hava veya deniz limanlarına AB Üyesi Devletlerin bayrağını taşıyan araçların girmesine kısıtlama koyabilmesi düşünülemez.”7 Türkiye’nin üyeliği bağlamında özellikle Eski Avrupa ülkelerinde sıcak bir tartışma konusu olan Kürt azınlık mevzuunda ise Romanya AB’nin 2007 sonunda PKK saldırılarına cevaben Türkiye’nin Kuzey Irak’a girişi konusunda takındığı tutumu desteklemişlerdir: “Romanya Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarlarına anlayışla bakmakta ve her ülkenin kendini terör tehdidine karşı savunma hakkına inanmaktadır. Romanya’nın bu konudaki tutumu AB’nin tutumu ile bir olup terörizmle başarılı mücadelenin ancak devletlerin işbirliği ile olabileceğini ifade etmektedir.”8 Türkiye’nin Avrupa’ya katılımı tartışılırken –Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde özellikle büyüyen Müslüman göçmen dalgası bağlamında kuşatma altında olduğu düşünülen– AB’nin kültürel kimliği konusu da dikkat çekmektedir. Romanya’nın birliğe katılımının ertesi yılında 7 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias’ın ortak basın açıklaması, 15 şubat 2007, http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=8483&_PRID=search, adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir. 8 Romen Başbakanı Călin Popescu-Tăriceanu ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ortak basın açıklaması, 25 Ekim 2007, http://www.gov.ro/declaratii-de-presasustinute-de-primul-ministru-calin-popescu-tariceanu-si-de-primul-ministru-al-republicii-turciarecep-tayyip-erdogan-la-palatul__l1a66958.html adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 160 Romanya Avrupa Parlamentosu’ndaki Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı Grubu’ndan (S&D) Avrupa Parlamentosu üyesi ve geçmiş dışişleri bakanlarından Adrian Severin Birliğin kültürel kimliğini laiklik potasında belirleme ihtiyacının altını çizmekte idi: “Çeşitli kültürlere saygı gösteriyoruz, farklı dinlerle de bir araya gelebilmenin de bir platformunu oluşturmalıyız. Türkiye’nin AB üyeliği AB’nin ne kadar laik olduğunun da bir göstergesi olacaktır.”9 Diğer Avrupa başkentlerinden farklı olarak Bükreş’te Türkiye’nin üyeliği konusu bu yılki Avrupa Parlamentosu seçimleri eksenindeki tartışmalarda belirleyici bir rol oynamamıştır. Öte yandan Kasım 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında gerçekleştirilen önceki seçimlerde bir Romen STK’sı önde gelen Romen siyasi partilerine dış politika önceliklerini sormuştur. Demokratik Parti’nin10 yanıtı, tüm yanıtlar içinde en içi dolu olanı görüntüsü çizmekle birlikte, Romanya’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki perspektifinin ne olabileceğinin de çeşitli ipuçlarını içermekte idi. Genel hatlarıyla “Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin iktisadi ve siyasi kalkınması ile bölgedeki enerji güvenliği ancak bu yolla temin edilebileceği için Türkiye’nin AB’ye katılması Romanya’nın çıkarınadır”, ancak Türkiye’nin üyeliği konusunda AB’nin karar alma süreçlerine ilişkin bir sorun örneğinde görüldüğü üzere, çeşitli sorunlar da mevcuttur: “20 yıl içerisinde Türkiye’nin nüfusunun 80-85 milyona ulaşacağı ve bu nüfusu ile AB’nin en kalabalık nüfuslu ülkesi olacağı öngörülmektedir […] böyle bir durumda Türkiye’nin bir AB Üyesi olabilmesi için AB düzeyindeki karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesi gerekmektedir […] Türkiye’nin mevcut kurumsal yapılanma formülü ile 9 Bkz. http://www.trt.net.tr/international/newsDetail.aspx?HaberKodu=b5a04fd8 -a8bd-4f63b80e-5f710c5e5537 adresinden 25 Haziran 2009’da erişilmiştir. 10 Demokratik Parti Aralık 2007 itibariyle ortadan kalkmıştır. Öncesinde (şu anki Romanya Cumhurbaşkanı) Traian Băsescu ve daha sonra da (şu anki Romanya Başbakanı) Emil Boc liderliğinde mevcut hükümet koalisyonundaki Demokratik Liberal Parti ile birleşmeye gitmiştir. 161 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış AB’ye katılması uğrayabilir.”11 durumunda karar alma mekanizması felce Muhtemelen Romanya’nın yeni bir üye olması nedeniyle gelecekteki genişlemelere, özellikle de Türkiye’nin ve Batı Balkanlardaki ülkelerin üyeliğine Romenlerin bakışı genellikle destekler yöndedir. Romanya’nın artık AB’nin bir parçası olduğu göz önünde bulundurulduğunda şekil üzerinden yapılacak bir fizyolojik karşılaştırma AB mekanizmasının daha hızlı çalışması gereğinin altını çizer: “Sorun aday ülkelerin ya da yeni üyelerin hazmının zor olması değildir: sindirim sistemimiz çok yavaş çalışmaktadır. Ya hızlı bir şekilde iyi bir sindirim kolaylaştırıcı bulmalı ya da uzun bir süre aç kalmaya kendimizi mahkûm etmeliyiz.”12 Genişleme konusuyla ilişkili bu aciliyet hissinin arkasında iki neden yatmaktadır: Bunlardan ilki genişlemenin AB’ye güç veren boyutlardan biri olması ve yalnızca küresel bir dünyada güçlü bir aktör olma yoluyla AB’nin vatandaşlarına güvenlik sağlayabileceği, diğeri ise S&D Avrupa Parlamentosu Milletvekili Adrian Severin’in ortaya koyduğu gibi AB’nin güçlü olmaya ihtiyacının olduğu kadar rekabetçi olmaya da ihtiyaç duymasıdır: “Genişleme aday ülkelere verilen bir taviz değildir. “Ukrayna, Sırbistan, Moldova ve Türkiye gibi bazılarının ellerinde alternatifler de vardır, bunlar belki daha kötü alternatiflerdir ancak yine de alternatif alternatiftir. Bu ülkeler için diğer alternatifler ile bir rekabet içindeyiz. Bunların iç sorunlarının bazıları dışarıdan Avrupa Birliği düzeyinde çözümlerden ziyade içeriden daha başarılı bir şekilde 11 “Teme Europene pentru Alegeri Europene” (Avrupa seçimlerine yönelik Avrupa Konuları), STK Anketi Clubul “România-UE”, Ekim 2007, http://www.euroclub.org/documente/PD%20ChestionarClubRo-UE.pdf adresinden 25 Haziran 2009’da erişilmiştir. 12 S&D Avrupa Parlamenteri Adrian Severin, Avrupa Parlamentosu’nda görüşme, 9 Temmuz 2008, http://www.europarl.europa.eu/ sides/getDoc.do?pub Ref=//EP//TEXT+CRE+20080709+ITEM-012+DOC+XML+V0//RO&languag e=RO&query=INTERV&detail=3-320 adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 162 Romanya çözülebilir. Bu ülkelere şans vermezsek kendi vatandaşlarımıza güvenlik de sağlayamayız.”13 Genişleme konusunda Türkiye için üyeliğe bir alternatif olarak “stratejik ortaklıktan” bahsedilmezken “çok vitesli Avrupa” fikri yapıcı bir yaklaşım olarak görülmektedir: “bu ifade bu anlamda kullanılmasa bile zamanla (yalnızca Avrupa Ekonomik Topluluklarının var olduğu dönemden beri) farklı viteslerde hareket eden Avrupa parçalarının varlığının genişleme sürecinin bir gerçekliği olduğu görülmüştür. […] AB’nin bir sonraki genişlemesi de farklı viteslerden bahsedilecek bir süreç olacaktır: Hırvatistan, Türkiye, Sırbistan.”14 Bölgesel işbirliği ve Avrupa’nın Karadeniz gündemi Bükreş’te Türkiye’nin AB üyeliğine verilen destek genellikle dile getirilmekle birlikte üzerinde fazla düşünülmemektedir.15 2006-2009 döneminde Romanya’nın Türkiye’nin üyelik sürecinde verdiği desteğe dair resmi açıklamaların büyük çoğunluğu Romanya’nın kendi müzakere sürecinde edindiği uzmanlığın paylaşımı ve gerekli iktisadi ve siyasi reformları yerine getirebilmek için ihtiyaç duyulan (eşleştirme projeleri gibi araçlarla) teknik destek sağlanması yönünde vaatleri dile getirmekteydi. Sözler verilmekte ve destek dile getirilmektedir ancak 13 A.g.e. Renate Weber, ALDE Avrupa Parlamenteri, “UE facilitează existenţa liderilor supranaţionali, mai departe contează persoanele” (AB uluslarüstü liderlerin varlığını kolaylaştırsa da önemli olan kişilerin kendisidir)’de mülakat, Adevărul, 6 Haziran 2009, http://www.adevarul.ro/articole/renate-weber-ue-faciliteaza-existenta-liderilor-supranationalimai-departe-conteaza-persoanele.html adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 15 Bu bağlamda bir gazetecinin gözlemini kaydetmek ilgi çekicidir: “Türkiye’nin AB üyeliği konusu sorulan üst düzey Romen yetkililer ancak «Türkiye’nin Avrupa yolundaki ilerlemesini destekliyoruz» gibi bir şey geveleyebilmektelerdi. Neden? Çünkü bu konuda iyi düşünülmüş ulusal bir pozisyon alınmamıştır. Türkiye’nin üyeliğinin Romanya’nın çıkarına olup olmayacağını bile bilmiyoruz, ki eğer çıkarınaysa da, daha hızlı mı, yoksa daha yavaş mı bir üyelik süreci tercih edeceğimizi de bilmiyoruz.” Bkz. Sever Voinescu, “Departe de Europa reală” (Gerçek Avrupa’dan Uzakta), Cotidianul, 18 Haziran 2007, http://www.cotidianul.ro/departe_de_europa_reala-27990.html adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir. 14 163 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış çoğu durumda bunların yanında Türkiye’nin üyelik kriterlerini yerine getirmesi şartı da koşulmaktadır. Türkiye’nin üyeliğine verilen destek yönündeki ifadelere genellikle işbirliği gündeminde mevcut çeşitli başlıklar bağlamında yer verilmektedir. Bu bağlamda ikili ilişkiler düzeyinde Köstence-İstanbul su altı elektrik kablosunun inşası gibi önemli enerji projeleri yürürlükte olup bölgesel boyutta iki devlet Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz Bölgesi’ne odaklanan çeşitli bölgesel teşkilatlarda işbirliği içerisindedir. Avrupa’nın güneydoğusunda işbirliği çalışmaları (siyasi niteliklere haiz bir örgütlenme olan) Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci (SEECP – South East European Cooperation Process) ve (SEECP’nin işlevsel çerçevesi) Bölgesel İşbirliği Konseyi (RCC – Regional Cooperation Council) bünyesinde talihli bir form bulmuş olmakla birlikte, Karadeniz bölgesindeki işbirliği konusunda Romen bakış açısı burada mevcut işbirliği teşkilatlarının ve ilgili tarafların, özellikle de enerji ile ilgili konuların (geniş) Karadeniz bölgesini Avrupa gündemine taşıdığı şu günlerde, mevcut tehditlerle mücadele edebilmesini sağlayacak siyasi boyutun eksik olduğu yönündedir. Dolayısıyla, işbirliğinin (örneğin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nda görülen) iktisadi yönelimin ötesine geçmesi gerekmektedir. Bu bağlamda mevcut örgüt/ misyonlar ya sadece güvenlik alanına odaklanmakla yetinmekte (BLACKSEAFORKaradeniz Deniz işbirliği Deniz Görev Grubu, Karadeniz Uyum Harekatı) ya da, Romanya’nın gönülden destek olmasına rağmen, çok somut sonuçlar vermemektedir (Karadeniz Sinerjisi). Karadeniz’de böylesi bir kurumsallaşmış siyasi boyuta yönelik ihtiyaç üzerinde Romen ve Türk yaklaşımları farklılık göstermektedir. 2006’da Avrupa İçin Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE) Avrupa Parlamenteri ve geçmiş Maliye Bakanlarından Daniel Dăianu Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında siyasi istişare sürecini canlandırmaya yönelik bir Romen girişimi olan Karadeniz Forumu’nun 164 Romanya başlangıç toplantısında Rusya ve Türkiye’den üst düzey yetkililerin bulunmamasının altını çizmekteydi. Bu faaliyet sırasında bazı kesimler Türkiye’nin Karadeniz’de atacağı gelecekteki adımlara dikkat çekmişlerdir. Dăianu, Romen dış politikası ve güvenlik politikasının mimarlarını Ankara ve Moskova arasındaki diyaloğu Karadeniz’de muhtemel bir Türkiye-Rusya ekseni oluşmasına karşı yakından takip etmeye çağırmaktaydı: “Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri daha da çetrefilli bir hal aldıkça Ankara stratejik seçeneklerini tekrar değerlendirme eğilimine girecektir. […] Kendi gözünde ve komşularının gözünde büyük bir ülke ve bölgesel bir güç olan Türkiye (ekonomik sistemdeki kayıtdışılık kaynaklı bazı süregiden zayıflıklar dışında) dinamik ekonomisi ve korku veren ordusu (yaklaşık yarım milyon asker ve modern hava kuvvetleri vs.) ile nihayet Birliğin kapısını çalmaya devam etmeyecektir. Bu görüş yalnızca Türk insanının onurunu temel alan bir görüş olmayıp küresel bağlamdaki dinamiklerle ilişkili pragmatik nedenlere de dayanmaktadır: Çin ve Hindistan’ın ekonomik yükselişi, İran’ın bölgede bir rakip olarak ortaya çıkışı, (Kürt nüfusu konusu da dâhil olmak üzere) Irak’taki hassas durum, ve bunların yanında Rusya ile çok düzeyli işbirliğinin avantajları.”16 Karadeniz’de bir Ankara-Moskova eksenine kadar gitmeden de Romanya’nın Karadeniz dış politika perspektifinin mimarı sayılabilecek Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu 2006’da bu görüşe katılmış, bölgesel büyük güçler olan Türkiye ve Rusya’yı dışlayan güç dengelerinin Karadeniz’deki sorun dağıyla başa çıkamayacağının altını çizmiştir.17 Romanya’nın Birliğe katılımından sonra bu perspektif 16 Daniel Dăianu, “O nou axă?” (Yeni bir eksen?), Jurnalul Naţional, 11 Haziran 2006, http://www.jurnalul.ro/stire-editorial/o-noua-axa-16981.html adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir. 17 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun 20 Ocak 2006 tarihli basın açıklaması http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7039&_PRID= search adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 165 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Karadeniz’e yönelik bir Avrupa stratejisi arayışında göz önünde bulundurulması gereken boyutlardan biri haline gelmiştir. Karadeniz’de Türkiye’nin oyun kurucu olmadığı hiçbir ciddi planın işleyemeyeceği görüşü aynı zamanda Romen Senatosu Başkanı Mircea Geoană tarafından daha geniş bir perspektifte de ele alınmıştır: Bir üye devlet (ve İpek Yolunun duraklarından biri) olarak Romanya, küresel bir aktör olan AB ile birlikte, Türkiye’nin Avrupa’yı Orta Asya üzerinden Çin’e bağlayan ve belli başlı tüm küresel aktörlerin önemli çıkarlarının bulunduğu “Avrasya koridoru”nun bir parçası olan Karadeniz kompleksindeki stratejik önemini göz ardı edemez.18 Karadeniz konusundaki hâkim Romen dış politikası perspektifi ele alınması gereken tehditlerin tümü karşısında denize kıyısı olan ülkeler arasında da bir birliğin varlığına atıfta bulunur. Başka bir deyişle, ortak bir asimetrik tehdit kümesiyle (AB üyesi ülkelere doğru bir ilaç ve silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, soğuk çatışmaları) karşı karşıya olunduğu için söz konusu ülkelerin bu tehditlerle mücadele etme konusundaki görüş ve bakış açılarının da birbirine benzemesi doğaldır. Bu durumun bir açıklaması olarak devletlerin Avrupa-Atlantik yapıları ile (üye ya da aday sıfatıyla) birbirlerine bağlı olduğu ve dolayısıyla Avrupa-Atlantik bölgesi oyuncularıyla aynı düşünce tarzını benimsemelerinin tabii olacağı gösterilebilir: “Türkiye, Romanya ve Bulgaristan NATO üyesidir. Üç NATO üyesinin şu ya da bu şekilde ortak hedeflerinin olacağından şüpheye mahal var mıdır? NATO ülkelerinin NATO’nun müdahil olmasına karşı çıkacağı düşünülebilir mi?”19 Dolayısıyla Türkiye’nin AB 18 Romanya Senatosu Başkanı ve Sosyal Demokratik Parti Lideri Mircea Geoană, Tartışmada söz alma “20 Yıl Önce-İzlenecek 20 Yıl: Doğu ve Orta Avrupa’nın Aşamaları ve Perspektifi”, The Aspen Institute Romanya, 10 Eylül 2009, Bükreş (yazarın katılımı). 19 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ile mülakat, Zaman, 31 Mayıs 2006 http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7602&_PRID=search adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. 166 Romanya üyeliği yalnızca Türkiye’nin hâlihazırdaki taahhütlerinin fiilien bir yansıması olarak görülmektedir. Karadeniz konusundaki Romen dış politikasının ilginç bir tahlilinde haftalık yayınlanan Revista 22 analistleri 2005’ten sonra Romen dış politikasının mimarlarının Karadeniz konusundaki Romen girişimlerine Türkiye’nin desteğini sağlamadaki başarısızlıklarının bu girişimlerin başarısızlığa uğramasının nedeni olduğunu ifade etmişlerdir.20 Dahası, Avrupa’nın girişimleri de siyasi açıdan arkası boş görünmektedir: S&D Avrupa Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu’ya göre Karadeniz Sinerjisi kredibilitesinden önemli kayıplar verme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Karadeniz’deki sorunlar bütünü, yani enerji ve soğuk çatışmalar, sektör bazında, yani örneğin Türkiye’nin üyelik müzakereleri ışığında, ele alındıkça bu girişimlerden kayda değer bir sonuç elde edilmesi mümkün görünmemektedir.21 Küresel Düzeyde AB: Güvenlik boyutu Türkiye’nin üyelik müzakereleri Bükreş’te Avrupa’nın güvenliği üzerine birçok boyutta doğrudan etkisi olacak bir gelişme olarak yorumlanmaktadır. Bu boyutlardan ilk akla geleni Türkiye’nin rolünün Avrupa Birliği’ne enerji arzının çeşitliliğinin temininde “en ön planda”22 olduğu enerji güvenliğidir. AB’ye girdikten sonra Romanya Avrupa enerji güvenliği önceliğini Karadeniz Bölgesindeki somut çıkarlarına bağlamış ve 20 Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu” (Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009, http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html adresinden 10 Haziran 2009’da erişilebilir. 21 S&D Avrupa Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu, Avrupa Parlamentosu’nda söz alma, 12 Mart 2009, http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=//EP//TEXT+CRE+20090312+ITEM-004+DOC+XML+V0//EN&query=INTE R V&detail=4021 adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir. 22 Romen Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu’nun 12 Mayıs 2009 tarihli basın açıklaması http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id=39110 adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. 167 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış “Kafkaslar ve Karadeniz koridoru bölgedeki ülkelerin iktisadi kalkınmasına önemli bir katkıda bulunabilecek dolaysız ve güvenli bir enerji hattı haline getirmenin bir vasıtası olarak”23 Nabucco boru hattı projesine yüksek sesle destek verdiğini ortaya koymuştur. Bu projeye Türkiye’nin verdiği destek Ankara’nın Birliğin stratejik enerji ihtiyaçlarına yönelik anlayışının ve enerji oyununu fiilien bir Avrupalı aktör gibi oynama niyetinin işaretini vermektedir. Yine de analistler üyelik müzakerelerinin hız kaybetmesinin neden olacağı hayal kırıklığı ile Türkiye’nin yalnızca bir transit ülke olmaktan vazgeçip bölgesel bir enerji merkezi olmaya yönelebileceği yönünde uyarılarda bulunmaktadır. Bu tür bir değişim sonucunda Nabucco’ya verilecek Azeri gazının bir kısmının Türkiye tarafından yeniden ihraç edilmesinin Avrupa ve dolayısıyla da Romen pozisyonu ile bağdaşmayacağı da aşikârdır.24 Avrupa güvenliğinin bir boyutu olarak enerji güvenliği konusundaki Romen perspektifi 2005, 2006 ve 2008’de birçok defalar AvrupaAtlantik kurumları çerçevesinde de ortaya konmuştur. Bu perspektif alttan alta “Karadeniz’in uluslararasılaştırılmasına” dayanmakta ve bunun da enerji iletim hatlarının güvenliğinin NATO gündemine alınması yoluyla gerçekleşmesini öngörmektedir. Karadeniz bölgesindeki NATO mevcudiyeti konusunda analistler bir kez daha Romen ve Türk görüşlerinin pek bağdaşmadığının altını çizmekte, hatta Türk tavrının Rus bakış açısıyla daha uyum içinde olabileceğini de ifade etmektedirler: “Karadeniz’e kimin gireceğine karar veren Türkiye’dir. Bölgede NATO’nun varlığı Rusya tarafından bir tarafın kaybının diğer tarafın kazancı sayılacağı bir oyun olarak algılanabilir ve bu da Türkiye’nin 23 Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun Nobel Enstitüsü’ndeki konuşması, Oslo, 7 Kasım 2007, http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date &id=9281&_PRID=search adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. 24 Prof. Dr. Adrian Pop, Ulusal Siyasi ve İdari Çalışmalar Okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Bükreş, “Türkiye’deki siyasi değişimler. Türk-Romen ikili ilişkilerinin geleceği” konferansında söz alma, Friedrich Ebert Stiftung, 4 Mayıs 2009, Bükreş (yazarların katılımı). 168 Romanya isteyeceği en son şeydir. Açıkçası Rusya ve Türkiye arasında bölgedeki jeopolitik konumlarını etkileyebilecek her türlü AB, NATO veya ABD girişimini bir tehdit olarak algılama ve reddetme konusunda benzer bakış açıları olduğunun farkındayız.”25. Öte yandan Karadeniz güvenliği konusunda Türkiye’nin bakış açısı “bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” yaklaşımından yanadır. Dolayısıyla Türkiye Aktif Çaba Harekatı’nın (Operation Active Endavour) Akdeniz’den Karadeniz’e sıçramasına muhalefet etmekte ve “Karadeniz Uyumu” projesinden yana tavır almaktadır. Çatışmaların Engellenmesi ve Erken Uyarı Merkezi’nden analist Iulian Chifu «güvenliğin bölge altı boyuta indirgenmesi» adı verilen bu yaklaşımı “soruna taraf olan aktörlerden birine ya da bir uzlaşıya öncelik vermek amacıyla bölgedeki durumu küresel bağlamdan soyutladığı”26 ve bölgedeki Avrupa stratejisine hiçbir şekilde uygun olmadığı için yanlış olarak nitelemektedir. Son tahlilde Türkiye’nin üyeliği Avrupa’nın küresel nüfuzu bağlamında da değerlendirilecektir. S&D Avrupa Parlamenteri Adrian Severin üyeleri arasında Türkiye yer almadıkça Birliğin küresel bir oyuncu olamayacağına inanmakta27, geçmiş Romen Cumhurbaşkanlarından Ion Iliescu ise bu perspektifi Türkiye’nin üyeliğinin Birlik için doğuracağı sonuçlarla açıklamaktadır: “Avrupa Birliği etkisini ve istikrar sağlama etkenini Ortadoğu ve Orta Asya 25 Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu” (Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009, http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir. 26 Iulian Chifu, “Marea Neagră, lac rusesc sau baltă regională?” (Karadeniz? Rus gölü mü, bölgesel havuz mu?) Dilema Veche, 10 Şubat 2006 http://www.dilemaveche.ro/index.php?cmd=articol&id=1124&nr=107 adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. 27 7. dipnota bakınız. 169 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış bölgelerine doğru yayabilecektir.”28 Türkiye’nin potansiyelinin AB’ye Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’da getirecekleri Bükreş’te azımsanmamaktadır. Sonuç Romanya daha kararlı bir biçimde üyelikten kaynaklanan sorumluluklarını özümsedikçe ve Avrupa’daki komşuları arasında sesini yükseltmeye başladıkça Türkiye’nin AB üyeliği konusunda daha içerikli tartışmaların vuku bulacağı beklenebilir. Yine de hem Romanya’nın üyeliği öncesinde hem de sonrasında Türkiye’nin üyeliğine sürekli olarak verilen desteğin ışığında, Bükreş’teki tartışmaların sonucu olarak Türkiye’nin AB üyesi olması yönünde daha somut argümanlar doğurması olasıdır. Bu gerçekleşene kadarsa siyasi desteğin içinin doldurulması için henüz vakit vardır. 28 Ion Iliescu, “Viziune a foştilor şefi de stat asupra Europei şi a Planetei” (Önceki devlet başkanlarının Avrupa ve Dünya perspektifleri), 4 Mayıs 2008, http://ioniliescu.wordpress.com/2008/05/04/interventie-masa-rotunda-turcia/ adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir. 170 Bulgaristan Marin Lessenski* Bulgaristan Türkiye’nin üyelik çabasına dair Bulgaristan’daki algı ve duruşlar: Belirleyici faktörlerin arka planı 2008 baharında yapılan bir kamuoyu yoklaması Bulgar vatandaşlarının üçte birinin Türkiye’nin üyeliğinden yana, üçte birinin buna karşı, üçte birinin ise konu hakkında kararsız olduğu sonucunu ortaya koymuştur (Açık Toplum Enstitüsü – Sofya, Nisan 2008). Bu tablo Bulgaristan’ın bir bütün olarak Türkiye’nin adaylığına bakışını da özetlemektedir: eşit bir biçimde destekleyen, karşı çıkan ve kararsız gruplar arasında bölünmüşlük. Bu tabloda belirleyici ve etkili olan en az üç etkenden söz etmek mümkündür. Bunların ilki iç siyasi resimde Türkiye’nin üyelik çabasının Bulgaristan’daki Türk toplumunu temsil eden partinin, Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH), rolü ve davranışı ile çok zaman ilişkilendirilmesidir. Bu nedenle Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki iç tutumlar HÖH ile ilgili iç siyasi hesaplamalar etrafında şekillenmektedir, ki bu olumlu ya da olumsuz bir yaklaşıma zemin hazırlamaktan ziyade konu ile ilgili kesin ve net bir tavır almaktan çekinilmesi sonucunu doğurmuştur. HÖH’ün kamuoyundaki imajı yolsuzluklar ve ülkedeki Türk ve Müslüman toplumlar nezdinde konumunu istismar ettiği iddiaları ile zedelendiği için zaman zaman bu * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 171 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış ilişkilendirme Türkiye’nin adaylığı için olumlu sonuçlar ortaya koymamıştır. İkincisi, iki ülkenin sınır komşusu olması nedeniyle üst düzeyde ekonomik ve ticaret ilişkileri, doğrudan yabancı yatırımlar, NATO bünyesinde güvenlik ve savunma ilişkileri, ve iki ülkenin halkları arasında turizm vb. yolu ile farklı türlerde tezahür eden ilişkiler bağlamında ikili ilişkilerden söz etmek mümkündür. İkili ilişkilerin oldukça iyi seyrinden dolayı bu faktörün büyük ölçüde olumlu etkisinden söz edilebilir. Kamuoyundaki algılar düzeyinde sözü edilebilecek üçüncü etken tarihi ve kültürel bağlamdır. Birçok Balkan devleti gibi Bulgar ulus devleti ve kimliği “öteki”sini Osmanlı İmparatorluğu ve “Türk”te bulmuş ve bunlara bir muhalefet şeklinde biçimlenmiştir. Bu ifade şu anki tutumlar üzerinde uzak geçmişin ciddi bir etkisi olduğu şeklinde algılanmamalıdır (ki ikili ilişkilerin seyri de bunun bir ispatıdır). Öte yandan Türkiye’nin “yeni-Osmanlıcılık” siyaseti (başarılı bir siyaset olarak değerlendirilebileceği Arap dünyasının aksine) Bulgaristan’da “yeni-emperyalizm” ihtirası olarak değerlendirilebilir ve büyük ölçüde olumsuz bir algıya kaynaklık edebilir. Bu sayılan etkenlerin her birinin aynı ağırlıkta olduğu ya da konuyla aynı düzeyde ilgili olduğu söylenemezse de bunların etkileşimleri bugünkü ihtiyatlı tutumu doğurmakta, ve birkaç istisna dışında Türkiye’nin adaylığı konusunda detaylı ve dişe gelir bir tartışmaya rastlanmamaktadır. a- Medya Hâkim medya’nın tarafsızlığı ve televizyon dizilerinin “yumuşak gücü” Türkiye’nin AB adaylığına medyada verilen yer ülkenin kamuoyunda ve siyaset arenasındaki tartışmaları yansıtmakta, ve medya çoğunlukla haberleri iletmekte ancak çok nadiren yorumlara yer vermektedir. Üstelik bu nadir yorumlar bile Türkiye’nin adaylığını Bulgaristan 172 Bulgaristan perspektifinden değerlendirmekten ziyade çoğunlukla ya AB, ya da Türkiye açısından üyeliğin artıları ve eksilerini çoğu zaman tarafsız bir bakış açısıyla yinelemek şeklinde tezahür etmektedir. Bu da hâkim ve ciddi medya kanallarında yer verilen haber ve yorumların çoğu zaman nispeten nesnel ve genellikle de iki tarafı da eleştirmekten kaçınan bir tonda verilmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin reformlar konusundaki ilerlemesi, siyaset ve ekonomi alanındaki iç gelişmeleri ve dış politikası da medyada düzenli aralıklarla yer bulmaktadır. Dolayısıyla medyadaki yayınların genel değerlendirmesi komşu ile bu önemli konuya düzenli, tarafsız ve dengeli haberler ile Bulgaristan’ın konu ile ilgili doğrudan çıkarlarına değinen çok nadir yorumlar aracılığıyla yer verildiği şeklindedir. Milliyetçi partilerin medya kanalları ise Türkiye’nin üyeliği konusuna olumsuz bakma eğilimleri nedeniyle elbette bu trendin dışında değerlendirilmelidir. Ataka partisinin gazetesi Ataka ile (geçmişte Ataka ile ilişkilendirilen) Skat TV kablo kanalındaki siyasi talk show’lar düzenli olarak Türkiye’nin AB adaylığı konusuna olumsuz bir bakış açısı sergileyen haber ve yorumlara yer vermektedir. Son zamanlarda ise müzakerelerle doğrudan ilgisi olmayan ancak Bulgar-Türk ilişkileri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir başka gelişme de dikkat çekmektedir. Bu da Türkiye’nin 2009’da televizyon dizileri yoluyla “gönülleri kazanma” yolundaki ilerlemesidir. Bu diziler oldukça başarılı olmuş ve önde gelen iki TV kanalı altı diziye aynı anda yer vermişlerdir. Dizilerin kamuoyundaki algıları ve önyargıları olumlu yönde değiştirdiği ve kamuoyunun medya kanalıyla güneydeki komşuyu algılaması konusunda faydalı olduğu bildirilmektedir. b- Hükümet Bulgaristan’ın resmi tutumu AB’nin Türkiye için üyelik kriterlerini katı bir biçimde uygulaması koşulu ile AB ile Türkiye arasındaki 173 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış müzakereleri desteklemek yönündedir. Önceki Bulgar hükümeti tarafından ikili ilişkiler bağlamında 20. Yüzyılın başlarındaki savaşlar ve nüfus hareketleri sırasında yerinden olan Doğu Trakyalı mültecilerin hak taleplerini karşılaması yönünde konulan bir şart bulunmaktadır ve Temmuz 2009’da iktidara gelen yeni hükümet de bu şartı koşmaya devam etmektedir. Yine de genel hatları ile Bulgar hükümetleri AB’nin genelini takip etmektedirler. Bulgar siyasi partileri de kendilerine yakın Avrupa siyasi şemsiyelerinin genel duruşunu kaba hatlarıyla izlemektedir. Yine de konu ile ilgili olarak (ATE tarafından Sofya’da 2008’de) yapılan araştırmalar partilerin tutumlarının nispeten muğlâk olduğunu ve hem sağ hem de solda, partilerin içinde ve tabanlarında bu konuda farklı görüşlerin mevcut bulunduğunu göstermektedir. Ağustos 2005 – Haziran 2009 döneminde Bulgaristan üçlü bir koalisyon iktidarı tarafından yönetilmekteydi ve bu Türkiye’nin üyeliği de dâhil olmak üzere birçok konuda net bir kararın alınamadığı, denge arayışı, karşılıklı tavizler ve uzlaşmalarla nitelenen bir dönemdi. Koalisyon Bulgar Sosyalist Partisi, 2. Simeon Ulusal Hareketi (daha sonra İstikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi adını almıştır) ve Haklar ve Özgürlükler Hareketi (Türk azınlığın partisi) tarafından oluşturulmuştu. Bu nedenle Türkiye konusundaki iktidar politikaları HÖH’nin hükümetin devamı açısından önemini ve Türkiye’nin üyeliğine karşı duruşun koalisyonu tehlikeye atacağını göz önünde bulundurmak durumunda idi. Öte yandan HÖH’nin kendisi bir başka ülkenin çıkarlarını savunuyor görüntüsü vermemek için açıkça Türkiye taraftarlığı yapmaktan da çekinmiştir. Koalisyonun büyük ortağı Bulgar Sosyalist Partisi genel hatlarıyla Türkiye’nin üyeliğini destekler bir tutum içinde olup aynı zamanda Trakyalı mültecilerin talepleri ile Türkiye’ye müzakere sürecinde esneklik tanınmaması hususlarını da öne sürmektedir. Sonuçta iç politikadaki özel durum nedeniyle önceki hükümet (20052009) döneminde Türkiye’nin adaylığı konusunda destekler ya da karşı 174 Bulgaristan çıkar bir çizgi belirlenememiştir. Bu durumu üç olguda gözlemlemek mümkündür. Resmi açıdan hükümet komşu ülkenin üyeliğini desteklediğini hiç reddetmemiştir. Aynı zamanda hükümetin bakanlarından biri (Bayan Emel Ete Ocak 2007’de) Ankara’ya yaptığı bir ziyarette Türkiye’nin üyeliğine tam destek verildiğini açıkladığında bu bir gaf olarak nitelenmiş ve resmi tutumu yansıtmadığı belirtilmiştir. Aslında daha iki ay öncesinde (Aralık 2006’da) Başbakan Sergey Stanishev Ankara protokolünün uygulamaya konmaması nedeniyle müzakerelerin askıya alınmasını desteklemiştir. Dönemim Bulgar hükümetinin hiçbir zaman müzakerelere ve üyeliğe doğrudan bir karşı çıkış içinde bulunmamasına ve “özel ilişkiler” gibi üyelik alternatiflerine destek vermemesine rağmen iki ülke arasındaki bir sorunu AB gündemine taşıma ve bunu üyelik süreci ile ilişkilendirme konusunda başarılı olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere bu konu (Balkan savaşlarının ardından meydana gelen gelişmelere atıfla) “Trakya mültecilerinin” mülkiyet hakları ve tazminat konusu olup henüz bir çözüme kavuşturulamamıştır. Soruna Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu 2007’de “Bölgesel konular ve dış ilişkiler” başlığı altında yer verilmiştir ((2007/2269(INI)). Trakyalıların haklarıyla ilgili konunun (mültecilerin soyundan gelenlerin haklarının) merkez sol gündeminde yer alan önemli bir siyasi mesele olması nedeniyle iktidardaki BSP’den Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri bu şarta AP raporunda yer verilmesine ön ayak olmuşlardır. 2006-2009 döneminde hükümetteki ve muhalefetteki partiler Temmuz 2009 seçimleri ile rolleri değişmişlerdir. BSP, HÖH ve İİUH seçimleri kaybederken GERB merkez sağın (DSB ve UDF), Ataka ve Düzen, Hukuk ve Adalet Partisi’ndeki milliyetçilerin zımni desteğiyle bir azınlık hükümeti kurmuştur. Temmuz 2009 seçimleri sonrasında iktidara gelen bugünkü GERB hükümetinin hükümet politikalarını büyük ölçüde değiştirmesi 175 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış beklenilmemektedir. Dışişleri Bakanı (ve Bulgaristan’ın 2009 yılı için Avrupa Komisyoneri olarak atadığı) Rumiana Jeleva hâlihazırda mülkiyet hakları iddialarına desteği dile getirmiştir. Bireysel bazda GERB üyelerinin müzakerelerden “açık uçlu bir süreç” olarak bahseden ifadelerine rastlanmışsa da partinin ve hükümetin genel tavrı daha ılımlı ve AB geneline hâkim görüşlere daha yakındır, yani kriterlere uyum sağlayan Türkiye ile ilerleme kaydetmek için müzakerelere devam edilmesi yönündedir. c- Muhalefet Türkiye’nin adaylığı konusundaki siyasi tutumları sınıflandırmak zordur Bulgaristan’da Türkiye’nin adaylığı konusunda partilerin tutumları üzerine kesin saptamalar yapmak yanıltıcı olabilir. Nitekim merkez sağın Türkiye’nin adaylığı konusunda daha çekimser bir yaklaşımda, merkez solun ise daha destekleyici bir tavır içinde olduğu söylenebilirken hem sağda, hem de solda ve ister merkez sağ, isterse merkez sol olsun farklı partiler içinde farklı görüşlerin varlığından söz edilebilir. Ülkedeki başlıca partiler arasında yalnızca Ataka Türkiye ile her türlü müzakerelere açıkça karşı çıkmakta, diğerleri ise genel olarak müzakereleri desteklemekle birlikte bazı detaylar üzerinde farklılaşan tutumlar sergilemektedirler. Parti üyelerinin bireysel olarak zaman zaman “açık uçlu bir süreç” ya da “imtiyazlı ortaklık” gibi yaklaşımlara verdikleri desteği dile getirebilmelerine rağmen şu anda hiçbir partinin resmi tutumu bu seçeneklerden yana değildir. Yine de ilk bakışta çelişkili görünebilecek bir biçimde yalnızca tek bir parti Bulgaristan’ın bakış açısından Türkiye’nin adaylığı konusunda detaylı ve iyi tanımlanmış bir tutum belirlemiştir. Bu parti de merkez sağdan Daha Güçlü Bir Bulgaristan için Demokratlar’dır. DGBD tarafından yayınlanmış Mayıs 2006 tarihli bir bildiride “bu tutumun temelinde AB ile müzakerelerin bu komşu ülkedeki genel reformlar için 176 Bulgaristan bir araç teşkil edeceği ve bu ülkenin demokratikleşmesi ve refahının Bulgaristan’ın çıkarına olacağı inancının yatmakta” olduğu belirtilmektedir. Bir başka deyişle DGBD müzakerelerin devamını gerekli görmekte, ancak aynı zamanda da Türkiye’nin vaktinden önce Birliğe dâhil edilmesinin AB bütünleşme sürecinin yanında AB ülkelerinin ulusal çıkarları ve hatta güvenliğini bile tehlikeye atabilecek bir gelişme olarak değerlendirmektedir. DGBD aynı zamanda Türkiye’nin Bulgaristan’ın iç işlerine karışması, özellikle de Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin seçimle müdahalesine destek vermesi konusunda uyarılar yapmaktadır. DGBD’nin tutumu 2006’dan beri bir değişim göstermiş olup parti artık açık uçlu müzakereler konusundaki ısrarından vazgeçmiştir, ancak üyelik kriterlerinin katı bir biçimde uygulanması gereğine vurgu yapmaya devam etmektedir. Öte yandan DGBD kelimenin tam anlamıyla “Türkiye karşıtı” bir parti sayılmaz ve Türkiye’nin bir komşu ve güvenlik ortağı olarak oynadığı kilit rolü kabul edip bu rolün altını çizmektedir. Türkiye’nin adaylığı konusunda net bir sol-sağ ayrımından söz etmek de mümkün değildir ve bu durum DGBD ile bir diğer merkez sağ parti Demokratik Güçler Birliği arasındaki yaklaşım farklılıklarında da görülebilmektedir. Her ne kadar DGB merkez sağ ve EPP üyesi bir parti olsa da Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedir. DGBD ile (Mavi Koalisyon) içerisinde bu tavrını değiştirip değiştirmeyeceği bilinmemekle birlikte DGB yönetimine yakın çevreler DGBD’nin bu konudaki çekinceli tavrını DGB üzerine de empoze edeceğinden endişe duymaktadır. Aşırı milliyetçi Ataka Türkiye’nin AB üyeliğine karşı dik duruşunun meyvelerini toplama peşindedir. Esasında Ataka’nın 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki sloganı “AB’de bir Türkiye’ye Hayır” olup bu konu iktisadi krizin ortasında yaşayan ve ülke çapında yaklaşan genel seçim atmosferini hisseden toplumun gündeminde olmayışı ile dikkat 177 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış çekmiştir. Bu açıdan Ataka’nın başarısının azınlıklara karşı duruşundan ziyade yolsuzluklara ve kurulu düzene karşı söyleminden kaynaklandığını belirtmek daha yerinde olur. Parlamentoya bu yıl giren Düzen, Hukuk ve Adalet (DHA) partisi kendi tanımıyla muhafazakâr bir parti olup İngiliz Muhafazakâr partisi etrafındaki grupla bağlantılıdır. Öte yandan parti Muhafazakârların Türkiye’ye verdiği sağlam desteği paylaşmamakta ve DHA üyeleri Türkiye’nin üyelik çabasına soğuk yaklaşmaktadırlar. Önceki iktidardan BSP ile HÖH bugün muhalefette yer almaktaysa da bu durum bu partilerin Türkiye’nin üyeliğine bakışını değiştirecek gibi görünmemektedir. HÖH üyeliğin yılmaz bir savunucusu olarak kalmaya devam edecek ve BSP de parti tabanının bu konudaki resmi parti tutumu etrafında kenetlenmiş olduğu söylenemese de bu konudaki üyeliği büyük çlçüde destekler tavrını hem tutarlılığını korumak adına, hem de HÖH ile devam eden ortaklığı ve Avrupalı sosyalistlerin etkisi ile devam ettirecektir. d- Sivil Toplum Kamuoyu: yanıt verenlerin görüşleri eşit biçimde dağılmaktadır Türkiye’nin üyeliği konusunda “sivil toplumun” tutumu tartışılırken göz önünde bulundurulması gereken iki unsur söz konusudur. Bunlardan ilki kamuoyunun geneli, diğeri ise ülkedeki sivil toplum örgütleridir. 178 Bulgaristan Sivil toplum örgütleri bahsinde yerel STK’ların sınır aşan faaliyetler alanında oldukça aktif olduğunu ve pratik işbirliğine odaklandıkları söylenebilir. STK’lar arasında Türkiye’nin üyeliğinden yana ya da buna karşı net bir siyasi tavır alan kuruluşlardan bahsetmekse mümkün değildir. Siyaset araştırma enstitüleri kamuoyunu bilinçlendirme faaliyetlerinde aktif bir rol oynamakta ve Türkiye ile AB arasındaki müzakerelere dair bilinç düzeyini artırmaya çalışmaktadır. Değinilen dönemde Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün Avrupa politikaları programı konu üzerinde bilhassa yapıcı bir etki yapmış ve Türkiye’nin adaylığı konusunda analitik bir tartışma ortamı için gereken malzemeyi sağlayarak nesnel ve bilgi ağırlıklı bir tartışmaya zemin hazırlamıştır. Enstitü Türkiye’nin üyeliğinin Bulgaristan ve AB üzerinde yapacağı etkiye dair siyasi ve ekonomik tahliller yayınlamış, başlıca partilerin tutumları ile kamuoyu yoklamaların sonuçlarını etüt etmiştir. Ayrıca (2008 baharında) büyük çaplı bir uluslararası forum düzenlemiş ve bu yolla kamusal alandaki bir eksikliği gidererek konu üzerinde ciddi ve kayda değer bir tartışma yapılmasını sağlamıştır. Kamuoyunun konu hakkındaki algısı karışık bir görüntü çizmekte olup Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün 2008’deki bir çalışması (sonuçlar Nisan 2008’de yayınlanırken anketler Şubat-Mart 2008’de 179 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış gerçekleştirilmiştir) Türkiye’nin üyeliğine bakışlar arasındaki farkları ve görüşler arasındaki dengeyi detaylı bir biçimde ortaya koymuştur. Ankete yanıt verenlere Türkiye’nin üyeliği konusunda o gün bir referandum yapılsaydı nasıl oy kullanacakları sorulmuştur. Yanıtlar %33 “Hayır”, %31 “Evet” ve %36 “Fikrim yok” oranları ile neredeyse tam olarak eşit bir dağılım sergilemiştir. Siyasi partiler bazında dağılım da bu bağlamda oldukça açıklayıcı olup aynı partinin taraftarları arasında da net görüş ayrılıkları mevcuttur. Merkez sağ UDF yanlılarının yüzde altmışyedisi üyeliği desteklerken bugünün iktidar partisi GERB taraftarlarının %35’i ve resmen müzakerelere karşı çıkan Ataka partisi yanlılarının %21’inden fazlası üyeliğe destek vermiştir. Bulgar Sosyalist Partisi taraftarları ise nispeten daha karşıt bir duruş sergilemişlerdir: yaklaşık %37 “karşı”, %28 “destekler”. Anketi yanıtlayanın partilerine göre cevapları destekl karşı %34,40 %41,90 %27,90 %67 %44 %21,50 %37,20 %2,2 %24 %64,60 er GERB (Bulgaristan’ın Avrupa Gelişiminden Yana Yurttaşlar; merkez sağ) Bulgar Sosyalist Partisi (merkez sol) Haklar ve Özgürlükler Hareketi (Türk azınlık) Demokratik Güçler Birliği (merkez sağ) Ataka (aşırı milliyetçi) Sofya Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan ve Nisan 2008’de açıklanan anket Etnik köken bazında da verilen yanıtlara bakıldığında şaşırtıcı olmayan bir biçimde etnik Türklerin %59,1’lik bir çoğunluğu üyelikten yana iken etnik Bulgarlar arasında bu oran %27,1 ve Romanlar arasında da %32,7 olarak gerçekleşmiştir. Üyeliği destekleyen ya da karşı çıkanların öne sürdükleri argümanlar da oldukça ilgi çekicidir. Ankette sorulan iki soru seti ile AB’nin bakış açısından ve Bulgaristan’ın bakış açısından üyeliğin artı ve eksileri irdelenmiştir. Bulgarlara göre Türkiye’nin AB üyeliğinin Birliğe en 180 Bulgaristan önemli üç getirisi (1) Ortadoğu ve Asya ile daha iyi ilişkiler, (2) çok kültürlülüğün ve daha fazla toleransın geliştirilmesi ve (3) Avrupa güvenliğine katkılar olacaktır. Türkiye’nin üyeliğinin Bulgaristan’a getirileri arasında da (1) artan güvenlik, (2) etnik istikrar ve (3) artan ticaret başı çekmektedir. Üyeliği destekleyenlerin yaklaşık olarak %59’u Bulgaristan ve Türkiye’nin devlet çıkarlarının kesiştiğini belirtmiştir. Karşı çıkanlar ise AB açısından argümanlar içinde bir Müslüman ülke olan Türkiye’nin Avrupa ile dini açıdan uyumsuz oluşunu en ön sırada zikretmektedirler. Ancak üyeliğe karşı çıkanların sadece %9,8’i Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin sonunu getireceğini ifade etmiştir. Karşı çıkanların Bulgaristan özelinde dile getirdikleri başlıca argümanlar ise sırasıyla Bulgaristan’da artan etnik gerilimler, ülkenin güvenliğinin sekteye uğraması ve işsizlik oranında artış olarak göze çarpmaktadır. Özetle, hem üyeliği destekleyen, hem de karşı çıkanların öne sürdüğü ilk iki argüman da farklı bakış açılarıyla olsa da etnik ilişkilere ve güvenlik konusuna değinmektedir. Avrobarometre Anketi 69 (2008) AB’nin geneli ile bir mukayese temeli ortaya koymaktadır. Bulgaristan’da üyeliği kuvvetle destekleyenlerin (%16) ve bir ölçüde destekleyenlerin (%29) toplamdaki oranı %45 olup kuvvetle karşı çıkanlar (%22) ve bir ölçüde karşı çıkanlar (%17) toplamda %39’luk bir kesimi temsil etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğine genel olarak verilen destek %35 olan AB ortalamasının üzerinde yer alırken karşı çıkanlar da AB27 ortalaması olan %35 rakamının biraz üzerindedir. 181 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Özgehan Şenyuva, Sait Akşit* Avrupa’dan Türkiye’ye Değerlendirmeler Bakış: Genel Elinizdeki eserde yer alan çalışmaların amacı Avrupa Birliği’nin genişlemesi tartışmaları arasında son derece popüler bir konuyu ele almaktır: Türkiye Avrupa Birliği’nin farklı üye devletlerindeki taraflarca nasıl algılanmaktadır? Giriş bölümünde belirtildiği üzere ilgili tüm tarafları ele alan ve bunların pozisyonları ile argümanlarını bir araya getiren kapsamlı çalışmalar pek bulunmamaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Avrupalıların algıları üzerine literatür son derece kısıtlı olup mevcut çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet, muhalefet, kamuoyu ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini ve medyada buldukları yer konusunu birlikte irdelemeye çalışmamaktadır.1 Dolayısıyla elinizdeki bu eserdeki çalışmalar Türkiye’nin adaylığının AB üyesi ülkelerde 2006 - 2009 yılları arasındaki dönemde nasıl algılandığına ışık tutmaya çalışmaktadır. Bu amaçla söz konusu çalışmalar giriş bölümünde ortaya konan sorulara yanıtlar bulmayı * Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu yansıtmamaktadır. 1 Bu tablonun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie Tocci (der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Quaderni IAI, Aralık 2008. Ayrıca Avrupa kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız, Antonia R. Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession: Making Sense of Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working Paper no. 16, 2007. 182 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler hedeflemiştir. Varılan ana sonuç Türkiye konusunda sadece bir Avrupa tartışmasının bulunmadığı, ancak kesişen tartışmalardan söz etmenin mümkün olduğudur. Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusundaki duruşları Eduard Soler i Lecha ve Irene Garcia Türkiye’nin AB üyeliği konusuna İspanyolların bakışının mükemmel bir tahlilini sunmaktadır. Soler ve Garcia’nın ifadesiyle İspanya AB ülkeleri içinde açık ve kuşkuya mahal bırakmaz bir biçimde Türkiye’nin AB’ye üyeliğinden yana olanlar arasındadır. İspanya aynı zamanda Türkiye’nin üyeliğine kamuoyunda verilen desteğin son yıllarda Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda gösterdiği net düşüşün aksine artış gösterdiği nadir ülkelerden biridir. İspanya’nın tavrı iki önemli nedenden dolayı dikkat çekicidir. Birincisi, İspanyolTürk ilişkileri son derece iyi bir seyirde sürmektedir ve Medeniyetler İttifakı girişimi gibi çok sayıda ortak uluslararası girişim birlikte yürütülmektedir. Dahası, İspanya Türkiye’nin üyeliğini Soler ve Garcia’nın detaylarıyla ortaya koyduğu bir dizi nedenle her daim tam anlamıyla desteklemiştir. Yine de Soler ve Garcia’nın bulguları İspanya’da Türkiye’ye verilen net desteğe rağmen bu konuda bir miktar tereddüdün özellikle muhafazakâr siyasetçiler ve toplumun belirli kesimleri içinde ortaya çıkmaya başlamış olduğunu göstermektedir. Soler ve Garcia bu tereddüdün asli nedenlerinin neler olduğunu detaylarıyla irdelemekte ve bu tabloyu düzeltmek için yapılabileceklere değinmektedir. İkinci bir husus ise İspanya’nın Ocak 2010 itibarıyla Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını devralacak olması nedeniyle ve Fransa ve Almanya’nın yükselen eleştiri ve muhalefeti göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye ile müzakerelerde son derece önemli bir rol oynayacağı için üzerinde dikkatle çalışılması gereken bir ülke olduğudur. Almanya’da Türkiye’nin üyeliğine karşı duruşun güçlenmesi konusunda Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi detaylı bir analiz 183 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış sunmaktadır. Almanya üzerine yaptıkları katkı vaktinde ortaya konmuş ve son derece önemli bir çalışma olup Almanya’daki farklı aktörlerin pozisyonlarının dışarıdan göründüğü kadar yekvücut ve değişmez olmadığını göstermektedir. Böttger ve Maggi Almanya’da Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ve buna karşı çıkan taraflar arasında son derece ateşli bir tartışma bulunduğunu ortaya koymaktadır. Almanya’nın yanında Fransa ve Avusturya’yı Türkiye’ye karşı çıkan grupta sesi en çok duyulan ve kamuoyunun Türkiye konusunda görüşünün en olumsuz şekillendiği ülkeler arasında görmekteyiz. Nicolas Monceau Fransız algılarını ele aldığı analizinde sağ ve sol partilerin Türkiye konusunda ideolojik bir bölünmenin tarafları olduğunu belirtmektedir. Merkez sol ve sol partiler Türkiye’nin üyeliğinden yana iken merkez ve sağ partiler kuvvetli bir biçimde karşı çıkmaktadır. Yine de bu ayrımların yalnızca siyasi elitler arasında mevcut olduğu görülmektedir; Fransız kamuoyu Türkiye’nin AB’ye girmesine net bir biçimde karşıdır. Avusturya’da Türkiye’nin adaylığı konusundaki tartışmalar hukuki ve teknik konulardan ziyade kültürel ve dini unsurlarla şekillenir görünmektedir. Cengiz Günay, konunun Avusturya’da nasıl ‘fazlasıyla sertleşmiş’ bir hale geldiğinin açık ve kısa bir özetini vermekte ve Orta Çağ’dan bugüne gelen Türk imajı gibi tarihi unsurları nasıl gün ışığına çıkardığını ya da yabancı düşmanlığı ve ırkçılık sınırlarına uzandığını anlatmaktadır. Yine de Günay’ın da belirttiği üzere Avusturya’daki tartışmalar Türkiye’nin adaylığı özelinden çok göçmenlerin topluma entegrasyonu ve bir çok yeni etnisiteli, çok dinli Avusturya toplumunun kabullenilmesi ile ilgilidir. Bu durum Avusturya kamuoyunun Hırvatistan’ın üyeliği dışında AB’nin her türlü genişlemesine karşı çıkışında da görülmektedir. Kamuoyu Hırvatistan konusundaki karşı duruşunu da ancak yakın zamanda değiştirmiş ve özellikle muhafazakâr 184 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Katolik kesimlerin içinde bulunduğu elitlerin kuvvetli desteği ile bu üyeliği destekler bir noktaya varmıştır. Özel bir ilgi gösterilmesi gereken bir diğer katkıyı ise Kıbrıslı Rumların algıları oluşturmaktadır. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’2 2004’te tam üye olduğundan beri Türkiye’nin üyelik süreci adada devam eden çözüme kavuşturulamamış sorundan doğrudan etkilenmektedir. Birbirini takip eden Kıbrıs Rum hükümetleri resmen vetoya başvurmamış olsalar da Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan diğer ülkelerle birlikte Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinde pratikte engeller yaratmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Türkiye üyelik süreci içerisinde Kıbrıs sorunu nedeniyle sekiz başlıkta müzakerelere başlayamamaktadır. Costas Melakopides çalışmasında Kıbrıslı Rumlar arasında TürkiyeAB ilişkilerine genel bakış ve yaklaşımın genel bir resmini sunmaktadır. Ortaya konan bu Kıbrıslı Rum perspektifinde dikkat çekici olan ise Kıbrıslı Rumların kategorik olarak Türkiye’nin üyeliğine genelde karşı çıkmadığı ve Türkiye’nin Avrupalılığı konusunda fazla bir tartışmanın olmadığıdır. Ancak Türkiye’nin üyelik yönündeki arzusunu bir koz olarak kullanma ve AB’yi Kıbrıslı Rumların talepleri için bir platform olarak görme eğilimi vardır. Bu bütüncül bir yaklaşım olarak göze çarpmaktadır: Türkiye ancak Kıbrıslı Rum toplumunun adadan Türk askerlerinin tümüyle çekilmesi ve Türkiye’den adaya yerleşen kişiler sorunu da dâhil olmak üzere taleplerini yerine getirdiğinde AB üyesi olmalıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların Türkiye’nin adaylığına bakışı her şeyin ötesinde Kıbrıs sorununun ışığında ele alınan bir konudur. Nitekim Kıbrıslı Rumların algıları Türkiye konusunda kökenleri derinlere dayanan ve neredeyse duygusal bir nitelik kazanmış olup, 2 Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve ‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir. 185 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Türkiye-AB ilişkilerindeki her tökezlemeyi Türkiye’nin Kıbrıs sorunu konusundaki siyasetine bağlamaya çalışan mit ve önyargıların açık örneklerini sunmaktadır. Bu durum bazen AT Komisyonu’nun 1989’da Türkiye’nin üyelik başvurusu üzerine yaptığı değerlendirmenin reddetme olarak algılanması örneğinde olduğu gibi gerçeklerin yanlış aktarılması ile de sonuçlanabilmektedir.3 Bazı durumlarda ise bu yaklaşım abartmaya neden olmakta ve uygulamada tek bir sebep üzerinden yürütülen bir nedenselliğe, örneğin Türk askerlerinin adada bulunmasının topluluk müktesebatının Kıbrıs’ın kuzeyine uygulanamamasının tek nedeni olarak ortaya konmasına neden olmaktadır. Sonuçta elde edilen ise Kıbrıs sorununun büyük ölçüde tek taraflı ve adil olmayan bir yorumu olup Kıbrıslı Rumların taleplerinin geçerli ve adil olan tek talep kümesi olduğu şeklinde bir algı ve Kıbrıslı Türklerin isteklerinin tümüyle göz ardı edilmesidir. Bununla birlikte Türkiye’nin adada adil bir çözüm olarak müzakere edilecek başlıca taraf olduğu yargısına ulaşılmaktadır. Kıbrıslı Türklerin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın fikir ve yorumlarının daha büyük ölçüde dikkate alınması gerekmektedir.4 Derin kökleri olan algılar aynı zamanda Türkiye ile AB arasındaki gelişmelerin de yalnızca Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili ‘jestleri’ ile ilişkili olduğu değerlendirmelerine de yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Aralık 2009’da Türkiye-AB ilişkileri konusunda meydana gelebilecek gelişmelerin adadaki gelişmelerle yakın bir ilişki içinde değerlendirileceği ve bu bağlamdaki koşullar ışığında AB tarafının da Türkiye’ye karşı değilse bile Kıbrıs Türk toplumuna karşı belirli 3 AT Komisyonu’nun 1989’da Türkiye’nin üyelik başvurusu ile ilgili görüşünde özellikle Tek Pazar’ın tamamlanması gereği ve Türkiye ekonomisinin zayıf yapısı vurgulanmaktadır. Buna istinaden AT’nin Türkiye’yi hemen resmen üye olarak kabul etmesinin mümkün olmadığı dile getirilmektedir. Ancak, bu durum Türkiye’nin AT’ye üye olma niteliğine sahip olmadığı veya üyelik başvurusunun reddi anlamına gelmemektedir. Görüşün tam metni için bakınız Commission of the European Communities. Commission opinion on Turkey's request for accession to the Community, SEC (89) 2290 final. Brussels: 20.12.1989. 4 Erdal Güven, ADAM: Talat’ın Kıbrıs’ı, Söyleşi, İstanbul: Doğan Kitap, Kasım 2009. Özellikle onbir ve onikinci kısımlar. 186 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler beklentileri yerine unutulmamalıdır. getirmedeki eksikliklerinin bulunduğu Yunan kamuoyu da Kıbrıslı Rumlarınkine benzer bir tutum içerisindedir. Ancak Athanasios Kotsiaros Yunan toplumunun ve siyasetinin çok önemli bir niteliğine dikkat çekmektedir. Kotsiaros Yunan diplomasisinin önemli bir açılımını teşkil eden 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında siyasi elitlerin bazı koşullar altında Türkiye’nin üyeliğine tam destek vermeye başladığını ifade etmektedir. 1999’daki açılım sonrasında Yunanistan’ın Türkiye konusundaki diplomatik stratejisinde çatışmadan işbirliğine doğru bir kayma gözlemlenebilmekte ve Yunanistan’ın Türkiye karşısında çıkarlarını Avrupa çerçevesinde daha iyi savunabileceği inancı yerleşmektedir. Yine de Yunan kamuoyu ve medyası siyasi elitlerle bu konuda tam bir uyum içinde değildir ve özellikle kamuoyu, ekonomiden muhtemel bir Türk göçmen akışına kadar birçok argümanın ışığında Türkiye’nin muhtemel üyeliğine şiddetle karşı çıkmaktadır. Elbette ki Kotsiaros’un belirttiği üzere iki ülke arasındaki sorunlu geçmişin bu bağlamda ciddi bir etkisi söz konusudur. Yunan kamuoyunun gözünde Türkiye’nin AB üyeliği tarihten gelen sorunların bir uzlaşmaya bağlanabilmesi için bir fırsat teşkil etmemektedir. Yine de Kotsiaros’a göre Yunan siyasi elitlerinin bu konudaki irade ve desteği sürekliliğini koruduğu müddetçe kamuoyunun etkisi nispeten sınırlı kalacaktır. Bulgar ve Romenlerin algıları da Türkiye’nin üyeliği tartışmaları bağlamında önem arz etmektedir. Öncelikle bu ülkeler son genişleme dalgasında Birliğe katılan son iki ülkedir. İkincisi, her iki ülke de adaylık süreçleri boyunca tarım konusu gibi halen Türkiye’nin önünde yer alan sorunlara benzer sorunlarla mücadele etmişlerdir. Son olarak, bu ülkeler coğrafi konumları itibariyle Türkiye’ye oldukça yakın olup bu nedenle de Türkiye’nin üyeliği bu ülkeler için son derece önemli bir gelişme teşkil etmektedir. 187 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Iulia Serafimescu ve Mihai Sebe Romanya’da Türkiye’nin üyeliğine ciddi bir desteğin mevcut olduğunu kaydetmektedir. Dahası, yazarlar Romen tarafların konuya son derece pragmatik bir pencereden baktıklarını ve Romanya’nın Türkiye’nin üyeliğinden elde edeceği potansiyel kazançlara odaklanmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Batı Avrupa ülkelerinin aksine, Türkiye nüfusunun büyük ölçüde Müslüman olması Romanya için bir sorun teşkil etmemektedir. Güvenlik ve Karadeniz işbirliği konuları Romanya’daki tartışmalarda daha belirleyici etkenler olarak öne çıkmakta ve bunlar da Türkiye’nin üyeliğine çok daha olumlu bir bakışı doğurmaktadır. Türk-Bulgar ikili ilişkileri son yıllarda önemli ölçüde gelişme göstermiştir. İki komşu ülke arasında uzun bir geçmişe dayanan kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkiler bulunmaktadır. Yine de Marin Lessenski ikili ilişkilerin bu iyi seyrinin Türkiye’nin üyeliğine destek verilmesi yönünde doğrudan bir tercihe dönüşemeyebileceğini göstermektedir. Bulgaristan’da kayda değer bir Türk azınlığın bulunması ve bu azınlığın Bulgar siyasetine aktif katılımı Bulgar toplumunu bu konuda biraz kararsız kılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin üyeliğine verilen destekle üyeliğe karşı çıkış yaklaşık olarak birbirine eşit düzeylerde seyrederken kararsızlar da Bulgar kamuoyunun neredeyse üçte birini oluşturmaktadır. Kamuoyunun bu konuya bakışı siyasi tabloya da yansımaktadır. Lessenski’nin belirttiği üzere partilerin pozisyonları nispeten muğlâk olup hem sağ hem de sol partiler arasında ve hatta bu partilerin kendi içlerinde ve taraftarları arasında farklı görüşler mevcut olabilmektedir. Yine de Bulgaristan’ın resmi tutumu Türkiye’nin üyeliğini destekler niteliktedir. 2004 genişleme dalgasında AB’ye katılan iki ülke daha bu eserdeki incelemeye dâhil edilmiştir: Çek Cumhuriyeti ve Polonya. Müzakere sürecinde Polonya ve Türkiye arasında nüfusları ve tarım sektörlerinin boyutları üzerinden paralellikler kurulması yönünde çabalar göze 188 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler çarpmıştır. Yine de bu tür benzerliklerin Polonya’da fazla bir yansıması olmadığı gözlemlenmektedir. Adam Szymański çalışmasında Polonya’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutumunun Polonya’nın başka genişleme dalgalarına verdiği destekle doğrudan ilişkili olduğunu ifade etmektedir. Batı Avrupa ülkelerinin aksine Polonya Avrupa Birliği için bir ‘açık kapı siyasetinden’ yana tutumuyla doğusundaki komşusu Ukrayna’nın gelecekteki üyeliğine tüm gücüyle destek vermektedir. Gelecekteki genişlemeler yönünde verilen bu desteğe ek olarak Polonya’nın siyasi elitleri ve parti liderleri aynı zamanda ahde vefa ilkesinin de ardında durmaktadırlar. Bu da Türkiye’nin üyeliğinin olumlu bir yaklaşım içerisinde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Yine de Szymański yerinde bir tespitle bu olumlu bakışı değiştirebilecek üç önemli konuya dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki tarım konusudur. Tarımsal bir toplum olan Polonya için Türkiye’nin üyeliğinin Ortak Tarım Politikası bağlamında ciddi bir tartışmaya neden olması ve bunun da Polonya ekonomisine muhtemel etkilerinin görülmesi oldukça olasıdır. İkinci bir etken ise Katolik Kilisesi’nin rolü ve etkisidir. Katolik Kilisesi muhafazakâr Polonya toplumu üzerinde önemli bir güce sahiptir ve tavırları oldukça belirleyici olmaktadır. Son olarak, Polonya’da kamuoyunun Türkiye konusuna fazla ilgi duymaması ve bu konudaki bilgisizliği de Türkiye’nin aleyhine işleyebilecek bir etkendir. Kamuoyu yoklamaları Polonya kamuoyunun Türkiye’nin üyeliği konusunda büyük ölçüde umursamaz bir tavır içinde olduğunu ve vatandaşların klişeler ve basmakalıp düşüncelerle tavırlarını belirlediğini göstermektedir. Szymański böylesi bir tablonun ters tepmeye müsait olduğunu ve en küçük bir olayla bile ciddi bir dalgalanmaya sahne olabileceğini belirtmektedir. Petr Kratochvíl, David Král, ve Dominika Dražilová’nın çizdiği Türkiye’nin üyeliğine Çeklerin bakışı ise başka ülkelerde de rastlanan bazı özellikleri sergilemektedir: konuya fazla ilgi duymayan ve pek de 189 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış bilgili olmayan, bu nedenle de Türkiye konusunda bir görüş oluştururken alışılmış klişelere başvuran bir kamuoyu, genel olarak AB genişlemesine verilen kayıtsız bir destek, ve Türkiye konusunda somut bir tartışmanın eksikliği. Gunilla Herolf makalesinde İsveç’in Türkiye’nin AB üyeliğine nispeten farklı yaklaşımını incelemektedir. İsveç’teki taraflar, Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmesi kaydıyla Türkiye’nin AB’ye üye olmasından yana bir konsensüse varmış görünmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliği konusundaki siyasi tartışmalar daha ziyade Türkiye’nin eksiklikleri ve gerekli reformları yapmada sergilediği performans konusuna odaklanmaktadır. Öte yandan İsveç’in hukuka ve Türkiye ile AB arasındaki tarihten gelen ilişkiler ve anlaşmalara saygı bağlamındaki dik duruşu diğer ülkeler için de önemli bir örnek teşkil edebilir ve İsveç Türkiye’nin bütünleşme sürecinin sekteye uğramadan devam edebilmesinde önemli bir rol oynayabilir. Öte yandan Belçika Türkiye konusundaki tartışmalarda başı çekmekten uzak bir ülkedir. Yvonne Nasshoven, hükümetin Türkiye’nin üyeliğine olumlu yaklaşımına karşın Belçika’daki siyasi tablonun 20062009 döneminde iç sorunların tekelinde kaldığını ve Türkiye konusu bir yana, başka hiçbir konuda ciddi bir tartışma meydana gelmediğini açıkça göstermiştir. Ülkedeki kayda değer Türk toplumu nedeniyle Türkiye’nin üyeliği Belçika toplumunun çeşitliliğini daha da oturmuş bir hale getirmek için bir fırsat olarak görülmektedir. Her ne kadar hem Flaman hem de Valon toplumları içinde bazı aşırı unsurlar Türkiye’nin Avrupalılığı konusunu kararlı bir biçimde sorgulasalar da bu kesimlerin rollerinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Belçika’nın 2010’un ikinci yarısında AB dönem başkanlığını devralacağı göz önünde bulundurulduğunda bu ülkenin tavrının devam eden müzakerelerin gelecekteki şeklini belirlemede önemli olacağı söylenebilir. 190 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Türkiye’nin üyeliği konusunda karmaşık sinyaller gönderen bir diğer ülke ise İtalya’dır. Sebastiano Sali ile birlikte Emiliano Alessandri Türkiye konusunda mevcut güçlü desteğin uzun vadede yanıltıcı olabileceğini iddia etmektedir. Özellikle son yıllarda gittikçe Türkiye’nin üyeliğine karşı bir tavır takınmaya başlayan İtalyan kamuoyu bu konuda kuşkucu ve bölünmüş bir tavır sergilemektedir. Alessandri, dini bir unsur içeren kimlik politikalarına karşı bir uyarıyı dile getirmekte ve İslamofobi’nin ‘Hıristiyan kamuoyu’ adını verdiği kesimi etkileme ihtimalinden dem vurmaktadır. Ayrıca İtalyan partilerinin de bu konuda bölünmüş olduğu ve partilerin ideolojik tutumlarından bağımsız bir biçimde Türkiye’den yana ya da Türkiye’ye karşı partiler arası koalisyonların ortaya çıkabileceği düşünülmektedir. Genel Değerlendirme Yukarıda değinilen ülkelerden alınan her bir analiz temelinde Türkiye ve Türkiye’nin AB üyeliğinin nasıl algılandığı konusunda belirli hususların ortaya çıktığını göstermektedir: 1. Medya görüşlerin şekillendirilmesinde, özellikle de kamuoyunun tavrının belirlenmesinde büyük ölçüde etkilidir. Tüm ülkelerden gelen katkılarda kamuoyunda Türkiye konusunda inatçı bir bilgisizliğe değinildiğinden medya ilgisiz bir kamuoyunun yanıtları arayacağı temel bilgi kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Elinizdeki eserde yer alan makaleler Türkiye’nin üyeliğinin Almanya gibi bazı ülkelerdeki belirli medya kanallarında son derece popüler bir tartışma konusu olarak yer almasına rağmen İspanya ya da Polonya gibi başka ülkelerde tartışmalar ya çok daha kısıtlı boyutta yer bulmakta, ya da hiç gerçekleşmemektedir. Bununla birlikte her bir çalışma göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin Avrupa genelinde yaygın medya kanallarının çoğunluğunda adil bir muamele gördüğünü ve nesnel bir biçimde anlatıldığını söylemek pek de mümkün değildir. Haber ve yorumlarda Türkiye’nin teşkil ettiği 191 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış sorunlara ağırlık verilirken nesnel değerlendirmelere, hatta en basit şekliyle gerçeklere dayalı argümanlara nadiren rastlanmaktadır. Bu durum yine de Türkiye’nin eksiklikleri için bir bahane olarak kullanılmamalıdır. İhtiyaç duyulan adil ve nesnel bir yaklaşımdır. Türk siyaseti, toplumu, hatta ekonomisi hakkında Avrupa kamuoyundaki bilgi düzeyinin yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda medyadaki yayınlar konunun sadece olumsuz yanlarına ısrarla değinmekten imtina etmelidir. Tocci’nin (2008) de vurguladığı gibi Türkiye’nin ihtiyacı olan şey bir marka imajı ya da pazarlama stratejisi değil, Avrupa kamuoyunu bilgilendirmektir. 2. Türkiye’nin AB üyeliği siyasi partileri aşan bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm çalışmalarda gösterildiği üzere Türkiye’nin üyeliği konusunda açık ve net parti pozisyonlarına rastlamak oldukça zordur. İspanya ve Fransa gibi ülkelerde hükümet ile muhalefet partileri arasında bazı farklılıklar görülse de Türkiye ve AB’ye üyeliği konusunda partilerin kendi içinde de bölünmeler yaşandığı ortadadır. Ancak Fransa örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan merkez ve merkez sağ partiler ile Türkiye’nin üyeliğini destekleyen merkez ve sol partiler arasında da tartışmalar yaşanmaktadır. 3. Gerekli kriterlerin yerine getirilmesi konusu, özellikle de insan hakları ve demokrasi konularında tekrar tekrar dile getirilmektedir. Fransa ve Almanya gibi üyeliğe en çok karşı çıkan ülkelerde bile kamuoyu ve elitler Türkiye’nin gerekli reformları yapması ve insan hakları ile demokrasi alanında kriterlere uyması durumunda Türkiye’nin üyeliğini onaylar yönde bir kayma olabileceğinin işaretlerini vermektedirler. Bu da Türkiye’nin AB ile tam bütünleşmesini destekleyenler için önemli bir sonucu ortaya koymaktadır: Bu kesimler somut sonuçlar elde edebilmek için Türkiye’nin bu kriterleri yerine getirme kapasite ve iradesini göstermeye odaklanmalı ve Türkiye’nin 192 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Avrupalılığı gibi sonu gözükmeyen tartışmalarda enerji ve kaynak sarf etmemelidirler. 4. Elinizdeki eserdeki çalışmalar aynı zamanda Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa’daki daha büyük bir tartışma bağlamında buzdağının görünen kısmını oluşturduğunu da ortaya koymaktadır. Her ne kadar Türkiye konusundaki tartışma büyük ölçüde göç-kimlik-din ekseninde yürüse de, Türkiye’nin üyeliği tartışması Avrupa’nın geleceğiyle ilişkili bir dizi çözüme kavuşmamış tartışma ile de yakından ilişkilidir: AB’nin kurumsal yapısı; yakın zamanda gerçekleşen Doğu Avrupa’ya yönelik genişlemenin etkileri; Avrupa’nın sınırları; İslam sorunu; göç ve göçmenlerin entegrasyonu. Avusturya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki kamuoyunun yalnızca Türkiye’nin üyeliğine karşı olmakla kalmayıp AB’nin daha fazla genişlemesine de karşı olması şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin ya da bu üyeliğe karşı duruşun doğru bir analizini gerçekleştirebilmek için daha geniş tartışmaları da yakından incelemek gerekmektedir. Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi konusuna destek ya da karşı duruş bağlamında birleşik bloklardan söz edilemeyeceği ortadadır. Her iki tarafta da farklı nedenler ve nedenselliklere rastlamak mümkündür. Türkiye’nin üyeliğinden yana olan kesimler için bu nedenleri tek tek belirlemek ve hukuki, mantıki ve teknik açılardan tartışmaya katılmak anlamlı olacaktır. Bunun dışında kalan duygusal, basmakalıp önyargılardan beslenen hezeyanların bu sürece zarar vermesini de mümkün olduğunca engellemek gerekmektedir. Ancak bu, Türkiye’nin tek başına yapabileceğinden fazlasına, özellikle karşılıklı iyi niyet ve çabaya ihtiyaç duymaktadır. Gerekli reformların yapılması tam da bu nedenle çok büyük önem arz etmektedir. 193 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Yazarlar Hakkında Bilgi Sait Akşit Dr. Sait Akşit doktorasını Uluslararası İlişkiler alanında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, Türkiye’de tamamlamıştır. Halen Avrupa Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Temel araştırma alanları arasında siyasal iktisat, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da siyasi ve ekonomik dönüşüm süreçleri ve AB genişlemeleri yer almaktadır. Ayrıca Türk dış politikası ve Kıbrıs üzerine de çalışmaktadır. Son yayınlarından bazıları şunlardır: Sait Akşit, “Doğu Avrupa’da Radikal Neo-liberal Dönüşüm”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı 41, Ekim 2009, ss. 61-86; Sait Akşit ve Costas Melakopides (yazarlar), Graham Avery (Editör), “The Influence of Turkish Military Forces on Political AgendaSetting in Turkey, Analysed on the Basis of the Cyprus Question”, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi için hazırlanan Bilgilendirme Yazısı, 18 Şubat 2008, http://www.europarl.europa.eu/ activities/committees/studies. do?language=EN adresinden erişilebilir; Mustafa Türkeş ve Sait Akşit, “International Engagement, Transformation of the Kosova Question and Its Implications”, The Turkish Yearbook of International Relations, Cilt. 38, 2007, ss. 79-114. Emiliano Alessandri Emiliano Alessandri Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (IAI) çalışmalarını yürütmektedir. Transatlantik güvenlik ilişkileri ve AB’nin dış ilişkileri konularında uzmanlaşmıştır. Ağırlıklı olarak NATO, Avrupa güvenliği ve AB genişlemesi üzerine yazılar yazmıştır. Son olarak Riccardo Alcaro ile birlikte yakında ‘European Foreign Affairs Review’ dergisinde yayınlanacak olan "Engaging Russia. Prospects for a longterm European security compact" başlıklı makaleyi yazmıştır. SAISJohns Hopkins Üniversitesi’nde Amerikan Dış Politikası programında yüksek lisans çalışmasını tamamlamış ve kısa süre önce Cambridge 194 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Üniversitesi’nde Amerika çalışmasını savunmuştur. dış ilişkiler tarihi konusundaki doktora Katrin Böttger Katrin Böttger, “Avrupa Birliği’nin Doğu Komşularıyla İlişkileriKomşuluk ve Genişleme Politikası Arasında” başlıklı araştırma projesinin Proje Takım üyelerinden biri olarak Berlin Avrupa Politikaları Enstitüsü’nde (IEP) çalışmalarını yürütmektedir. 2004 yılında Leipzig Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Basın ve İngiliz dili alanında Master (Magister) derecesi almıştır. 2005-2006 yılları arasında Tuebingen’de Avrupa Federalizm Araştırmaları Merkezi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2007’den beri Leipzig Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Çok sayıda yayını olan Katrin Böttger yakın zamanda Bonn Friedrich-Ebert Vakfı bursu ile Tuebingen Üniversitesi’nde, Avrupa Komşuluk Politikası Gelişimi üzerine yazdığı tezini tamamlamıştır. Avrupa Politikaları Enstitüsü’ndeki temel araştırma alanları Avrupa Komşuluk Politikası, AB Genişlemesi ve AB Anayasal süreçleridir. Irene García Irene Garcia Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB) araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. İspanya Granada Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü mezunu olan Garcia Hukuki Tercüme alanında AB Hukuku üzerine Master derecesine ve Barselona Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden (IBEI) Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Temel araştırma alanları arasında Magrip bölgesinde insan hakları, Akdeniz bölgesi göç hareketleri, güvenlik ve savunma alanında özellikle Orta Doğu’ya yönelik AB dış politikası yer almaktadır. Cengiz Günay Cengiz Günay Viyana’daki Avusturya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (OIIP) araştırmacı olarak çalışmalar ve Viyana Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır. Temel araştırma alanları arasında Türkiye ve Orta Doğu toplumlarındaki demokratikleşme süreçleri, sosyo-ekonomik gelişmeler ve İslami hareketlerin dönüşümü yer almaktadır. Yayınlarından bazıları şunlardır: ‘Flags against Fears and Uncertainties. The rise of Nationalism in Turkey’, Turkish Policy Quarterly, 2007; Austrian stakeholders in the EU-Turkey debate’, Nathalie Tocci (editör), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Rome, IAI, Aralık 2008, ss. 5985. 195 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Gunilla Herolf Gunilla Herolf doktorasını Stockholm Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Araştırma alanlarından bir tanesi özellikle Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve İskandinav ülkeleri bağlamında AB ve NATO’daki güvenlik işbirliğidir. İlgilendiği diğer konular arasında ABD-AB işbirliği ve komşuluk politikaları yer almaktadır. 2007’de SIPRI’ye katılmadan önce İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde çalışmıştır. Gunilla Herolf AB tarafından desteklenen birçok projeye katılmıştır ve halen AB 7. Çerçeve Programı kapsamında yürütülen MERCURY projesinde görev almaktadır. Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği (TEPSA) yönetim kurulu üyesidir. Athanassios C. Kotsiaros Dr. Athanassios Kotsiaros Atina Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde eğitim görerek dilbilimi konusunda uzmanlaşmıştır. Yüksek lisans çalışmasını yüksek başarı derecesi ile “Avrupa ve Uluslararası İlişkiler” programında Atina Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamlamıştır. Dr. Kotsiaros doktorasını (en yüksek onur derecesi ile) Siyaset Bilimi alanında Atina Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Halen Yunanistan Ulusal Parlamentosu’nda danışman olarak çalışmasının yanı sıra Atina Üniversitesi Avrupa Bütünleşmesi ve Politikası Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapmakta ve de Yunanistan Avrupa Çalışmaları ve Araştırma Merkezi (EKEME) ile ortak çalışmalar yürütmektedir. Almanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve Türkçe konuşabilmektedir. Temel araştırma alanları arasında Türkiye siyaseti, Türkiye’deki siyasi İslam, AB-Türkiye ilişkileri, AB genişlemesi, İslam ve yeni teknolojiler, nitel ve nicel analizler yer almaktadır. Petr Kratochvíl Dr. Petr Kratochvíl Prag Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Başkan Yardımcısı ve Prag Ekonomi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktorasını 2004 yılında Rus dış politikası üzerine Prag Ekonomi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde tamamlamıştır. Temel araştırma alanları arasında Avrupa entegrasyonu, kurumsal reform ve AB genişlemesi, Rus dış politikası, Sovyet sonrası dönemde siyasi ilişkiler, Uluslararası İlişkiler teorileri ve uluslararası ilişkilerde dinin rolü yer almaktadır. Bazı yayınları şunlardır: Teorie evropské integrace [Avrupa Entegrasyon Teorileri]. Portál, Praha 2008; Slovník teorie mezinárodních vztahů [Uluslararası İlişkiler Teorileri Sözlüğü]. Prague: University of Economics, 2007; "Constructing the EU´s External Roles: 196 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Friend in the South, Teacher in the East?", in: Delcour Laure, Tulmets Elsa (der.), Pioneer Europe? Testing EU Foreign Policy in the Neighbourhood, Baden-Baden: Nomos, 2008, ss. 217-227; "Discursive Constructions of the EU’s Identity in the Neighbourhood: An Equal Among Equals or the Power Centre?" In: European Political Economy Review, Cilt 9 (Sonbahar 2009), ss. 5 - 23. Marin Lessenski Marin Lessenski Avrupa Politikaları İnisiyatifi’nde politika analisti olarak çalışmakta ve Sofya’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün Avrupa Politikaları ve Sivil Katılım Programı’nda uzman olarak görev yapmaktadır. 1998’den beri Bölgesel ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü (IRIS) Program Direktörlüğü’nü sürdürmektedir. Budapeşte Central Eruopean Üniversitesi’nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları programında ve Sofya Üniversitesi’nde tarih alanında yüksek lisans çalışmalarını tamamlamıştır. Hudson Avrupa ve Avrasya Çalışmaları Merkezi ve Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde Freedom House misafir araştırmacısı olarak bulunmuştur. Ayrıca Berlin’deki Apen Enstitüsü’nün Transatlantik Genç Liderler Programı’na katılmıştır. Temel araştırma alanları arasında AB dış politikası, güvenlik, komşuluk ve genişleme politikası, demokratikleşme, Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz bölgesindeki dış politika, güvenlik ve kurumsal gelişmeler, kimlik siyaseti ve etnik kimlikler arası ilişkiler yer almaktadır. Eva-Maria Maggi Eva-Maria Maggi Helmut Schmit Üniversitesi (Hamburg, Almanya) Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi alanında doktora adayıdır. Tezinde Avrupa Akdeniz Politikaları’nın Kuzey Afrika’daki etkilerini incelemektedir. Şu anda Washington Üniversitesi (Seattle, ABD) Henry M. Jackson Uluslararası İlişkiler Okulu’nda misafir araştırmacı olarak bulunmaktadır. 2008’de Almanya, Tuebingen Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Hukuk alanında yüksek lisans (Magister) derecesi almıştır. Temel araştırma alanları arasında, özellikle Avrupa bütünleşmesi ve onun komşu ülke ve toplumlar üzerine etkisine odaklanarak, karşılaştırmalı politika ve dönüşüm süreçleri yer almaktadır. Costas Melakopides Costas Melakopides 1996 yılından beri dersler verdiği Lefkoşa’daki Kıbrıs Üniversitesi Sosyal ve Siyasi Bilimler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında doçent olarak çalışmaktadır. Atina Üniversitesi (Yunanistan), Kent Üniversitesi (İngiltere) ve Queen’s Üniversitesi’nde 197 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış (Kanada) hukuk, felsefe ve siyaset okumuştur. Queen’s Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Merkezi ile ortak araştırmalar yürüttükten sonra, Manitoba Üniversitesi, Queen’s Üniversitesi ve Kanada Kraliyet Askeri Koleji’nde Uluslararası İlişkiler dersleri vermiştir. Son yayınlarından bazıları şunlardır: Is There an Ethics in World Politics? (2003) (Yunanca); Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU (2006); The Cyprus Yearbook of International Relations 2008-2009 (2009). Nicolas Monceau Nicolas Monceau Fransa’daki PACTE Araştırma Merkezi (CNRS, Grenoble Siyasi Çalışmalar Enstitüsü, Pierre Mendès-Fransa Üniversitesi) ile ortak çalışmalar yürütmekte ve aynı zamanda İsviçre Fribourg Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Daha önce İstanbul’daki Fransız Anadolu Çalışmaları Merkezi’nde araştırmacı olmuş ve Marmara ve Galatasaray Üniversiteleri’nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Temel araştırma alanları arasında Avrupa ve Türkiye Karşılaştırmaları Politikaları (Elit ve Kamuoyu Görüşü), AB-Türkiye ilişkileri ve güncel Türk siyasi hayatı yer almaktadır. “French Perceptions” adlı bölümü Avrupa Çalışmaları Merkezi (Sciences Po, Paris) desteği ile tamamlamıştır. Güncel bazı yayınları şunlardır: “Turkish Elites and Public Opinion's Attitudes and Opinions towards the European Union within the Framework of Turkey's full Membership Process to the European Union”, Senem Aydın Düzgit ve Ayhan Kaya (editör), Civil Society Dialogue between France and Turkey : Transcending Stereotypes, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, ss. 99-120; L’Europe au miroir de la Turquie (eds), Politique européenne, L’Harmattan, n°29, automne 2009 ; Générations démocrates. Les élites turques et le pouvoir, Paris, Dalloz, 2007. Yvonne Nasshoven Yvonne Nasshoven Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği (TEPSA) idari direktörü olarak görev yapmaktadır. Siyaset Bilimi alanında Köln Üniversitesi’nden Master (Magister Artium) derecesine sahiptir ve Bruges Avrupa Koleji’nde Avrupa Siyasi ve İdari Çalışmaları programında yüksek lisans çalışmasını tamamlamıştır. Yvonne Nasshoven Komisyon Başkanı’nın atanması üzerine Köln Üniversitesi ve Sciences Po Paris’te devam ettiği doktora çalışmasını bitirmek üzeredir. Temel araştırma alanları arasında AB’nin kurumsal mimarisi, Avrupa Birliği’nin genişlemesi ve Avrupa Bütünleşmesi teorileri yer almaktadır. 198 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Mihai Sebe Mihai Sebe Romanya Avrupa Enstitüsü Avrupa Çalışmaları ve Analizi Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı zamanda Romanya Avrupa İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü yapmaktadır. Halen Bükreş Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında, Romanya’da iki savaş arası dönemdeki entelektüel düşüncelerin tarihi konulu doktora çalışmalarını yürütmektedir. Diğer ilgi alanları arasında Avrupa fikri tarihi, 19-20. Yüzyıl Romanya siyasi düşünce tarihi, modern ve çağdaş tarih, eğitim, sosyal politikalar, iş hukuku, uluslararası ve anayasal hukuk yer almaktadır. Iulia Serafimescu Iulia Serafimescu Romanya Avrupa Enstitüsü Avrupa Çalışmaları ve Analizi Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı zamanda Romanya Avrupa İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü yapmaktadır. Bükreş Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi’nden Siyaset Bilimi alanında lisans ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Başlıca araştırma alanları arasında Avrupa Birliği meseleleri ve eski Yugoslavya devletleri ile ilişkili çeşitli konular yer almaktadır. Eduard Soler i Lecha Eduard Soler i Lecha Barselona Özerk Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümü mezunudur ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora derecesine sahiptir. Halen Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB) araştırmacı olarak çalışmakta ve Barcelona Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde dersler vermektedir. Aynı zamanda, Aralık 2009’dan beri Avrupa Birliği dönem başkanlığı süresince Dış İşleri Bakanlığı’nda Akdeniz İlişkileri üzerine danışmanlık yapmaktadır. Observatory of European Foreign Policy üyesidir ve EuroMeSCo ve Inex gibi çeşitli araştırma proje ağlarına dahildir. Çalışmaları monografik ciltler olarak ve Mediterranean Politics, Insight Turkey ve Europe’s World gibi dergilerde yayınlanmıştır. Temel uzmanlık alanları arasında Avrupa-Akdeniz İlişkileri; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılımı; İspanya’nın Akdeniz politikası ve Akdeniz güvenliği yer almaktadır. Adam Szymański Dr. Adam Szymański Polonya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde analist ve Varşova Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Avrupa Birliği’nin genişlemesi, Türkiye’deki siyasi sistem ve Türk dış politikası-özellikle AB ile olan ilişkileri 199 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış konusunda uzmandır. Avrupa bütünleşmesi, bazı ülkelerin siyasi sistemleri ve de uluslararası ilişkiler konularında birçok kitap (örneğin Constitutional System of Turkey, 2006; Between Islam and Kemalism. Problem of Democracy in Turkey, 2008), makale, analiz ve rapor yazmıştır. Özgehan Şenyuva Dr. Özgehan Şenyuva doktorasını Avrupa Kamuoyu ve AB’ye desteği belirleyen faktörler üzerine yaptığı çalışması ile Siena Üniversitesi, Italya’da tamamlamıştır. Şu anda Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Temel araştırma alanları arasında AB hakkındaki kamusal algı, kamuoyu ve elitler arasındaki etkileşim, araştırma yöntemleri yer almaktadır. 2008 yılından beri Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün Erasmus koordinatörlüğü görevini sürdürmektedir. Erasmus Mundus dış işbirliği penceresi, lot 6 kapsamında Nisan- Mayıs 2009 tarihlerinde Moldova Devlet Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Son yayınlarından bazıları şunlardır: Senyuva, Ö. (2009), "Türkiye Kamuoyu ve Avrupa Birliği 2001-2008: Beklentiler, İstekler ve Korkular", Uluslararası İlişkiler, Cilt. 6, Sayı. 22, ss. 97-123; Şenyuva, Ö. (2009), " Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri ve Kamuoyu", Oğuz Esen & Filiz Başkan (editörler) Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri, Ankara: Eflatun, ss. 33-60; Şenyuva, Ö. (2010), "Parliamentary elections in Moldova, April and July 2009", Electoral Studies, 29:1, ss. 190-195. Çiğdem Üstün Dr. Çiğdem Üstün doktora sonrası araştırmacı olarak Avrupa Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde görev yapmaktadır. Doktorasını Avrupa Çalışmaları alanında Güvenlik Tehditlerinin Küreselleşmesi ve AB ve Türkiye’nin Güvenlik Kültürlerinin Karşılaştırması konusunda Limerick Üniversitesi’nde (İrlanda) tamamlamıştır. Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde çalışmaya Avrupalılaşma sürecinde Kıbrıs’ta gerçekleşen değişimlere odaklanan bir araştırma projesi kapsamında 2007 yılında başlamıştır. Şu anda dahil olduğu projeler AB’nin dış ilişkilerine ve Türkiye-AB ilişkilerine odaklanmaktadır. Temel araştırma alanları arasında Güvenlik Çalışmaları, AB Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası, özellikle Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri bağlamında Komşuluk Politikası yer almaktadır. Yayınları Avrupalılaşmanın, özellikle Karadeniz bölgesi bağlamında Türk Dış Politikasının etkileri ile karşılaştırmalı güvenlik kültürü konularına yoğunlaşmaktadır. 200 Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler Avrupa Çalışmaları Merkezi - Orta Doğu Teknik Üniversitesi (AÇM-ODTÜ) Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bilimsel, teknik ve profesyonel alanlarda nitelikli mezunlar vermesi ile tanınan Türkiye’nin önde gelen devlet üniversitelerindendir. ODTÜ bünyesindeki Avrupa Çalışmaları Merkezi (AÇM) 1997 yılında İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne (İİBF) bağlı olarak Avrupa bütünleşmesi sürecini karşılaştırmalı bir biçimde çalışma ve araştırmaya olanak sağlayan disiplinlerarası bir ortam geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Merkez, kurulduğundan bu yana genel olarak Avrupa politikaları, özel olarak ise AB üyeliği yolundaki Türkiye’nin sosyal ve politik dönüşüm süreci konusunda eğitim ve araştırma faaliyetlerinde aktif olarak yer almaktadır. Bu çerçevede temel araştırma alanları arasında Avrupalılaşma, toplumsal cinsiyet eşitliğini içeren AB Sosyal Politikaları, iş gücü piyasası, demokratikleşme, uluslarüstü, ulusal ve yerel aktörlerin rollerindeki değişim, siyasi süreçler, Avrupa Komşuluk Politikası ve sınır ötesi konuları bulunmaktadır. AÇM 2008 yılında Jean Monnet Mükemmeliyet Merkezi olmuştur. Merkez, İİBF’nin Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, İktisat ve İşletme bölümleri ile yürüttüğü yakın işbirliği sayesinde birçok eğitim faaliyetinde bulunmaktadır. Merkez, 2001’den beri “Avrupa Çalışmaları” ve Eylül 2006’dan beri de “Avrupa Bütünleşmesi” olmak üzere iki farklı yüksek lisans programı yürütmektedir. Bu programlarda verilen birçok ders Avrupa Komisyonu tarafından Jean Monnet dersleri (Jean Monnet Permanent Courses) ve Avrupa modulleri (European modules) ünvanları ile ödüllendirilmiştir ve Merkez Başkanı da Avrupa Bütünleşmesi politikaları konusunda Jean Monnet Kürsüsü Profesörüdür. Ayrıca Merkez, Avrupa Birliği’nin resmi yayınlarını toplayan ve sistematik olarak düzenleyen Avrupa Dokümantasyon Merkezi’ne (ADM) ev sahipliği yapmaktadır. ADM, öğrencilerin, uzmanların ve konu ile ilgili kişilerin AB konusundaki materyal ihtiyacını karşılamak 201 AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış amacıyla kitap, rapor, koleksiyon, süreli yayınlar, broşür, istatistikler ile Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nin tüm koleksiyonunu bulundurmaktadır. AÇM, tüm bu özellikleri yapısında bir araya getirerek, Avrupa bütünleşmesi ve genişleme süreci konusundaki çeşitli araştırmalar ve disiplinlerarası yaklaşımlar için önemli bir buluşma noktası olmaya devam etmektedir. Bu anlamda, Merkez, ulusal ve uluslararası düzeylerdeki politika yapıcılar, akademisyenler ve uygulamada yer alan uzmanlar arasında Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği bağlamında odak noktası olarak rol almaktadır. 202
Benzer belgeler
Lockheed Martin NATO`nun En Gelişmiş Savaş Uçağı olan Polonya
Polonya Peace Sky programında Pratt & Whitney
F100-PW-229 motorlarına sahip 36 ad. F-16C ve 12
ad. F-16D uçağı bulunacaktır. İlk uçak modeli olan tek
kişilik bir F-16C; Yabancı Askeri Satışlar (FMS...