Rumeli - from Koşukavak Turizm
Transkript
Rumeli - from Koşukavak Turizm
Başkandan Haber, Yorum, Araştırma, Kültür ve Turizm Dergisi Sayı: 33 - MAYIS 2014 Gebze-Darıca Balkan Türkleri Yardımlaşma ve Kültür Derneği’nin Yayın Organıdır HOŞGÖRÜ Dernek Adına Sahibi: Rıfat YAKUPOĞLU Genel Yayın Yönetmeni: Süleyman ADALI Genel Yayın Koordinatörü: Mehmet TÜRKER Edebiyat Sorumlusu: İsa CEBECİ Haber Müdürü: Mehmet MUTLU Halkla İlişkiler Sorumlusu: İsmail ÇAVUŞOĞLU Abone, Dağıtım ve Reklam Sorumlusu: Sevginar DOĞAN Grafik-Tasarım: Ilgaz BABACAN Temsilcilerimiz: Halil TÜRKER - İzmir Av. Mustafa BAYRAMALİ - Kırcaeli Ali GÜLER - Bursa Ramiz Serbest - İstanbul Nurten REMZİ - Şumnu İdris HOCAOĞLU - İnegöl Kamber Kamber - Mestanlı Yazılardaki görüş ve düşüncelere ilişkin sorumluluk yazı sahiplerine aittir. Gönderilen yazılara herhangi bir ücret ödenmez. Gönderilen yazılar, yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Bu yayın organı Basın ahlak yasasına uymaya söz verir. Basım Yeri: Akademi Basın Yayın Organizasyon Matbaacılık Turizm ve Sanayi Ticaret Ltd. Şti. Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 230 Topkapı/İSTANBUL Yazışma Adresi: Arapçeşme Mah. Namık Kemal Cad. No:2 Daire 8 Gebze/ KOCAELİ Tel. 0.262.646 56 00 O kuyucularımızdan çok değerli mektuplar alıyoruz. Çoğu dergiyi ve içeriğini çok beğendiklerini paylaşıyorlar. Ancak sitem edenler de yok değil. Örneğin, “ İnsanlarımıza yapılanları unuttunuz galiba. Son zamanlarda dergi sayfalarında eleştiri yazıları göremiyoruz. Oysa “ soya dönüş” denen o politikalardan çektiklerimiz yenilir yutulur gibi değildi…” Yazarlarımıza bu gibi ifadeler yöneltiliyor. Değerli okuyucularımız, onların hiç birini unutmuş değiliz. Fakat, geçmişe takılıp kalmak ve eski yaraları kaşımanın da kimseye bir yararı olacağını sanmıyoruz. O olaylar geçeli neredeyse otuz yıl oluyor. 1985 yılında dünyaya gelenler bugün otuz yaşlarında. Sonra, biz, Bulgaristan Türklerine uygulanan o hukuk dışı eylemlerin failleri, oradaki totaliter rejim ve o rejimin yöneticileriydi. O rejim ve yönetmenleri artık tarihin çöplüğünde yerini almış bulunuyor. Yeni gelen demokrasiyle, tüm Bulgar halkı gibi Bulgaristan’da yaşayan diğer azınlıklar da rahat bir nefes aldı. O yıllarda bizlere uygulanan politikalarla Bulgar halkını suçlayamayız. Şunu da belirtmeliyiz ki, Belene kampı Türkler için hazırlanmış bir yer değildir. Farklı dönemlerde o kampta Bulgar halkının nice namuslu ve kahraman evlatları ömür yıpratmıştır. Sonra, bundan 10-15 yıl önce Bulgaristan cumhuriyetinin cumhurbaşkanı (Prezidenti) Bursa’da, Bulgaristan halkı adına tüm göçmen camiasından özür diledi. Bulgaristan Parlamentosunda “soya dönüş” politikasının yanlış olduğu kabul edildi. Dahası var, Bulgaristan hükümeti, o yıllarda hapis yatan ve Belene kampına sürülen Türklere tazminat ödedi. Ve o ülkede emekli olma hakkını kazanmış soydaşlarımıza Bulgaristan’da ve Türkiye’de, hatta nerde bulunurlarsa bulunsunlar, emekli maaşlarını ödemekte ya da diğer ülkelere transfer etmektedir. Dergimiz yayına başladığı günlerde amaçlarımızı ve çizgimizi de belirtmiştik. Dergi Türkiye’de ve Balkan ülkelerinde okunacağına göre, yayınlayacağımız yazılar ayrıştırmacı değil birleştirici olacaktır. Bu ilkemiz doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Bulgaristan’da iken, okulda, fabrikada, kooperatifte, iş yerlerinde Bulgar arkadaşlarla iç içeydik, birlikte çalışıyorduk. Aynı apartmanlarda birlikte oturup komşuluk yapıyorduk. Her yerde iyi komşuluk ve dostluk hüküm sürüyordu. Tatillerde ve muhabbet sofralarında da hep birlikteydik. Hem şunu da belirtelim, demokrasi geldikten sonra, geçmişte olduğu gibi bugün de Türklerin yoğun olarak desteklediği parti hükümet ortağıdır. Bulgaristan’daki soydaşlarımız, yaşamlarını orada sürdüreceklerdir. İyi komşuluk, dostluk ve kardeşlikten daha değerli ne olabilir? Bu yüzden bizler ve dergimiz, Balkan halkları arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve hoşgörünün gelişmesinde payımıza düşen emeği vermek niyetindeyiz. e-mail: [email protected] Rıfat YAKUPOĞLU Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkan Vekili 2 Rumeli TRT Avaz “Değişim” ekibiyle; Adım adım Güney Bulgaristan Rumeli Kırk beş yıllık totaliter rejimin çöküşünden sonra demokrasi sistemi tercih eden Bulgaristan 2004 yılında NATO’ya, 2007 yılında da Avrupa Birliği üyesi ülkeleri topluluğunda yerini aldı. 3 Son yıllarda Türkiye ve Bulgaristan arasında siyasi, ekonomik, turizm ve kültürel ikili ilişkilerde bahar dönemi yaşanırken, ülkede yaşayan Türk azınlığın başta işsizlik olmak üzere, eğitim ve vakıf mallarının iadesi gibi bazı konularda sorunların halen çözüme kavuşmadığı görülüyor. Hazırlayan: Mehmet TÜRKER Rumeli 4 T.C. Filibe Başkonsolosu Şener Cebesi B Doğu Bloku'nun çözülmesiyle 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan, komşusu Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturttu. Ülke 1 Ocak 2007 yılında Avrupa Birliği'ne katıldı. ugünkü nüfusumuzun üçte birini Balkanlı kökenlilerin teşkil etmesinden dolayı Bulgaristan yıllardır Türkiye’de en sık gündeme gelen komşu ülkelerden biri. Merkezi Gebze’de bulunan “Koşukavak Turizm” Şirketler Grubu Başkanı Rıfat Yakupoğlu’nun rehberliğinde Türkiye’nin doğu sınırı Kapıkule’den komşu Bulgaristan’a ayak bastık. İlk durağımız Mustafapaş (Svilengrad) kasabasındaki “Moustafapaşa Köprüsü”. Kameraman Mehmet Turan tripotu kuruyor, güzel sunucu Ceyda da mikrofona sarılarak ilk anonsu çekiyor. Sonra sözü rehber Yakupoğlu alıyor ve başlıyor bilgilendirmeye: Bulgaristan’ın dünü “Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır. Milatla birlikte ülke önce Roma İmparatorluğu, sonraysa Bizans İmparatorluğu egemenliğine girer. Bizans İmpa- B ratorluğu yıkılıncaya değin Bizans ile savaşıp hâkimiyet alanlarını genişleten Bulgarlar, 1018-1186 yılları arasında yeniden Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğine girdi. 14. yüzyılda Türklerin Rumeli'ye çıkmasından sonra bağımsızlıklarını yitirerek Osmanlı Devleti'nin egemenliğine girdiler. Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusya'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmiş, 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanıdı. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlılarla aynı cephede savaşa katılan Bulgaristan, II. Dünya Savaşı'na da Almanya saflarında katılarak her iki savaştan da yenilgiyle çıktı. II. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun Rumeli 5 Gayrimüslim halkın sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına oldukça önem gösteren Osmanlı yönetimi dönemin ibadethane ve dini yapılarının yanında, mektep adı verilen okullar inşa ettirdi. 19. asırda Rumeli Beylerbeyi tarafından yaptırılan Sarı Mektep üzerindeki sarı boyadan dolayı Sarı Okul adıyla anılıyor. Günümüzde konservatuar olarak kullanılan Sarı Mektep, müzik, dans ve resim derslerinin yapıldığı bir sanat okulu. Filibe’de Osmanlı dönemi eserlerinden Çifte Hamam T.C. Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın üyesi olarak kaldı. Doğu Bloku'nun çözülmesiyle 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan, komşusu Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturttu. Ülke 1 Ocak 2007 yılında Avrupa Birliği'ne katıldı. Çöken eski sistemin yerine, yeni sistemin yerleşmesinin sancılarını yaşayan Bulgaristan, Polonya ve Rusya gibi şok ekonomik paketler uygulamadı. Daha muhafazakâr bir ekonomik reform paketleri uyguladı. 2004 itibari ile NATO üyesi olan Bulgaristan 1 Ocak 2007'de AB'nin tam üyesi oldu” diye bir solukta ömrünün 30 yılını geçirdiği memleketi ile ilgili genel bilgiyi özetleyerek aktarıyor. Bulgaristan Türkleri “Değişim” programının formatı her yönüyle Türkiye’de ve dış Türklerdir. Onlara Yakupoğlu tarafından konu ile ilgili şu bilgiler aktarılıyor: “Bulgaristan'da, yakın zamana değin Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkileri Bulgar devletinin inkar ve zorla asimilasyon politikaları dolayısıyla geren, çok sayıda Türk asıllı Bulgaristan vatandaşı yaşıyor. Bulgaristan'daki Türk azınlığın kökleri Anadolu'ya dayanır. Rumeli'nin 14. y.y.'da Osmanlılarca ele geçirilmesiyle Osmanlılar, Anadolu'daki diğer beyliklerin ve yarı göçebe aşiretlerin gücünün kırılması amacıyla, çok sayıda Türkü bilinçli olarak Balkanlara yerleştirmiştir. Tarih boyunca yaşanan çeşitli savaş ve çatışmalar dolayısıyla Bulgaristan'dan Türkiye'ye dört büyük göç dalgası yönelmiştir: Bunlardan ilki Osmanlıların 93 Harbinde Ruslar karşısında bozguna uğramasının ardından yaşanan 1878 göçüdür. İkinci göç dalgası Balkan Harbinde yenilgiye uğrayan Osmanlı Devletinin Rumeli'ndeki tüm topraklarını Trakya dışında terk etmek durumunda kalması sonucu 1912 yılında gerçekleşmiştir. Üçüncü büyük göç 2. Dünya Savaşı sonrası sosyalist rejime geçen Bulgaristan'ın tarım arazilerini devletleştirmesi ve Türkiye'nin Kore Savaşı'na katılması sebebiyle Moskova'dan Bulgar devletine yöneltilen, Türkiye'ye misilleme amaçlı Türk göçünün teşvik edilmesi talebi sonucu 1950-1951 yılları arasında yaşanan göçtür. Dördüncü ve en son göç dalgası 1989 senesinde Bulgar devletinin asimilasyon politikalarına tepki olarak gerçekleşmiştir. Yaşanan tüm bu göçlere karşın Bulgaristan'da kesin sayısı tam olarak bilinmese de halen bir milyona yakın Türk kökenlinin yaşadığı tahmin edilmektedir”. Rumeli 6 Türk-Bulgar ilişkileri Filibe (Plovdiv)’e doğru yola çıkıyoruz. Akşam karanlığı basmak üzere Yukarı Trakya Ovası’nda ilerliyoruz. Otomobilde program yapımcıları daha fazla bilgi istiyorlar. Onlara Türkiye’nin NATO, Bulgaristan’ın ise Varşova Paktı’nda bulunduğu yıllarda ikili ilişkiler zaman zaman gerilime yol açtığını, bugün her iki ülkenin NATO’da bulunması ve Bulgaristan’ın demokrasi rejimle yönetilmesi sonucu her iki ülke arasında siyasi, ekonomik, kültürel ve turistik alanlarda fevkalade gelişmeler görüldüğünü açıklıyoruz. Ertesi gün bu konularda en yetkili ağızdan bilgi alma fırsatımız da oluyor. Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe Bulgaristan’ın Türkiye’nin komşuları arasında en önemli ülkeler arasında yer aldığını, Bulgaristan Türkiye için sadece bir komşu değil uzun bir ortak tarihi paylaştığımız bir ülke olduğuna dikkat çekerek şöyle konuştu: “Bulgaristan NATO’da müttefikimiz. Özellikle 1990’lı yılların başından bu yana yükselen bir grafik izliyor. Bu açıdan Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı niteliğinde. Türkiye’de Bulgaristan için Asya’ya açılan kapı niteliğinde. 10 yıl içinde Türkiye Bulgaristan arasındaki ticaret 12 kat artış gösterdi. Ticaret hacmimiz yıllık 5 milyar dolar civarında. Bu tabii yetersiz, bunun 10 milyar dolara çıkarabiliriz diye düşünüyoruz. Türkiye’nin dışarıdaki yatırımlarının 31 milyar dolara çıktığını düşünürsek bu rakamlar çok yüksek sayılmaz. Bulgaristan’da mevcut Türk yatırımları var ve bunların sayılarını arttırmaya gayret gösteriyoruz. 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başlarında Türk müteşebbisleri buraya geldiler. Kazandıkları alt yapı ihaleleri oldu. Bunlar arasında mesela Sofya metrosunun ikinci bölümünden bahsedebiliriz. Şimdi üçüncü kısmı geliyor ve yine Türk yatırımcılarının ilgisi var. Bunların dışında diğer birçok projede Türk yatırımcılar oldukça önemli roller üstlendiler. Bu ilgi bizi memnun ediyor tabi ki. Krizleri takip eden süreçte Bulgaristan da olumsuz etkilendi tabi ki, fakat bunu bu şekilde yatırımlarla daha da hızlı atlatacak ve daha da hızla büyüyecektir. Türkiye ile Bulgaristan arasında burada yaşayan vatandaşlarımızın bir köprü rolü oynadığını biliyoruz. Geçtiğimiz yıl Bulgaristan vatandaşların Bulgaristan dışında en çok ziyaret ettikleri ülke Türkiye. Rakam da 1 buçuk milyon civarında. Benzer şekilde Türk vatandaşlarının da Türkiye dışında en çok seyahat ettikleri ülke Bulgaristan oldu. Rakam da 700 bin. 7 milyon Türk vatandaşının yüzde 10’una karşılık geliyor bu. Bunlar halkların birbirini tanımaları açısından son derece önemli. Bu rakamların bir bölümü çifte vatandaşlar. Son yıllarda sadece Bulgaristan’da değil fakat çok sayıda Bulgaristan’da olmak üzere öğrenci eğitim meselesi ortaya çıktı. Şu anda Bulgaristan’da 10 bine yakın Türk öğrencisi yüksek öğrenimlerine devam ediyorlar”. Türkler 3. kez hükümet ortağı Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesinden sonra dayanılmaz baskılara maruz kalan Bulgaristan Türkleri 1944’te komünistlerin iktidara gelmesiyle bir nebze hürriyetlerine kavuşmuş olsalar da daha sonraki yıllarda devletin ‘tek devlet, tek millet’ sloganı ile aldığı kararlarından sonra asimilasyona tabi kalmışlardır. Özellikle 1970’li yılların başında Türkçe eğitimin, basının ve tiyatroların yasaklanmasıyla burada yaşamakta olan Türklerin yine huzuru kaçmıştı. Baskılar özellikle 1984 yılı sonunda Türklerin isimlerinin Bulgar ismiyle değiştirilmeye başlayın- Rumeli ca halk isyan etmiş ve ayaklanmıştı. Bu ayaklanmalarda çok sayıda Türk şehit düşmüş, yüzlercesi tutuklanıp ceza evlerine ve yargısız dünyaca ünlü Belene Temerküz Kampı’na atılmışlardı. Türkler tarafından o yıllardan kurulan gizli örgütler halkı isyana hazırlamış, 1989 yılı Mayıs ayında Deliorman ve Dobruca’da başkaldıran Türk halkının isyanı Kırcaali bölgesine de sıçramıştı. Bu ayaklanmaların önünü almak için Bulgaristan hükümeti Türk milliyetçilerini sınır dışı etti, isteyen vatandaşına da serbest seyahat hakkı verdi, bunun sonucu 1989 yılın Haziran ve Temmuz aylarında yaklaşık 350 bin Türk anavatanı bildiği Türkiye’ye sığındı. Aynı yılın sonunda da totaliter komünist rejimi çöktü. Temelleri 1985 yıllarında ulusal bir parti olarak atılan Hak ve Özgürlük Hareketi, Türklerin çoğunluk olduğu ve bugün 240 sandalyeli Bulgar Parlamentosu’nda ilk demokratik seçimlerde 24 milletvekili ve geçen yıl yapılan son seçimlerde milletvekili sayısı 36’ya yükselmiştir. 1990’dan buyana üç defa hükümet ortağı olarak devletin yönetiminde bulunduğunu ifade eden HÖH Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza yaptığı açıklamada şöyle konuştu: “Partimiz 1984-1985 yıllarında Türklere karşı yapılan isim değiştirme kampanyası sonrasında gizli örgüt olarak kuruldu. Milli kurtuluş harekatı adı altında kurulduk. O zaman liderlerimizin hepsi hapse atıldı. 1989 yılında demokrasinin gelişiyle 4 Ocak 1990 yılında partimiz resmi olarak kuruldu. O zamandan bu zamana kadar da Bulgaristan parlamentosundayız. 2001 yılında hükümet ortağı olduk. O dönemde daha önce hiç olmayan bir şeyi gerçekleştirdik ve 8 bin Türkü işe aldık. 2009 yılında farklı bir iktidar geldi ve sonrasında da kriz başladı. Son seçimlerde de partimiz yine 36 milletvekiliyle yine hükümet ortağı oldu. Yine Türk gençlerini işe almaya başladık. Yatırım için bütçe ayırmaya da başladık. Umarım Bulgaristan yeniden yükselişe geçer. Bulgaristan Türkleri için yapılması gereken daha çok şey var. Türkçe eğitim konusunda çalışmalar yapılmalı. Türklerin burada polislik ve askerlik hakkının da olması lazım. Maalesef Türk-Bulgar ayrımı yapılıyor. Bu konuda da bir takım yapıcı çalışmalarımız var ve devam da ediyoruz. Türkler genellikle kırsal kesimlerde yaşıyor. Bu sebeple yatırım çok fazla yapılmamış. Biz bu bölgelere yatırım götüreceğiz. 7 Bugünkü yönetim olarak devletin bütçeden kırsal kesimde yaşamakta olanlar için 500 milyon leva tahsis etmesini sağlamamız büyük bir başarıdır. Hükümet ortağı olarak HÖH’nin idaresinde bulunan belediyelerin birçok projesini faaliyete geçirmesi de Türklerin yaşadığı bölgelerde istihdamı artırmaktadır. Bunun bir örneği ise Haskovo Banyoları Belediyesi’dir.” Türkiyeli yatırımcılar Filibe’de E ski bir Osmanlı şehri olan Filibe’de yabancı işadamları ciddi yatırımlar yapıyor. Filibe’de 2000 yılında kurulan ve toplam 52 üyesinden 27’nini Türk asıllı olduğu Türk-Bulgar İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, ATEK Grubu Genel Müdürü Ertan Keser, burada Türk yatırımcıların önemli ağırlığı olduğunu ifade ederek şöyle konuştu: “Nüfusun yüzde 6.5’inin Türk olduğu ilde üç organize sanayi bölgesinde yaklaşık 5 bin sanayi tesisi faaliyet gösteriyor. Demokrasinin Bulgaristan’a geldiği ilk yıllarda Türkiye’den gelen gayriciddi işadamlarının yerini daha sonraki yıllarda gerçek kurumsal kimliğe sahip iş adamlarının aldığı yapılan yatırımlardan da belli. Örneğin bugün Bulgaristan’da son 20 yılda yapılan yatırımlar arasında 500 milyon dolarlık yatırımla Yeni Cuma (Tırgovişte)’da Şişe Cam, Filibe (Plovdiv)’de Aktaş Holding ve Kırcaali’de TEKLAS gibi dev Türk firmalar bunun bir kanıtıdır.” Keser, Bulgaristan’da yatırım yapmanın bazı ülkelere kıyasla daha avantajlı olduğuna dikkat çekerek, özellikle işsizliğin çok yüksek olduğu, bu bölgede işçi bulmanın kolaylığını, limanlara kara ve demiryolu ile ulaşımın çok rahat olduğunu belirtiyor. Bulgaristan’ın AB üyesi olması ATEK Grubu hasebiyle gümrük sorunları da Genel Müdürü olmadığını ifaden Keser, “Bu Ertan Keser ülkede vergi oranları yüzde 15’tir. Artı kırsal kesimde yatırım yapanlar 5 yıl vergiden muaftır ve AB’den yatırım teşvikleri de sağlanıyor” diyor. Dernek faaliyetlerine de değinen Ertan Keser, “Derneğimizdeki üyeleri birbirleriyle kaynaştırmak amacıyla değişik kültür etkinlikleri düzenliyoruz. Geçtiğimiz yaz burada semazenlerin katıldığı muhteşem bir etkinlik düzenledik ve ziyaretçiler salona sığmadılar. Ayrıca değişik müzik dallarında konserler de düzenleniyor” diye açıklamalarda bulundu. ATEK Grubu’nun Filibe’deki yeni oteli Rumeli 8 TURİZİMDE HEDEF BÜYÜK B ulgaristan’da turizmin gelişmesi için strateji geliştiren devlet 2012’deki yıllık toplam 6 milyon 500 bin turist sayısını 2030’da ikiye katlayıp 12 milyona çıkarmayı hedefliyor. Halen Bulgaristan’ı ziyaret eden turistlerin ortalama günlük harcamalarının 80 avro olduğunu gösteren verilere bakılırsa, gelen yabancı turistler arasında ortalama günlük 137 avro harcamalarıyla en cömert Ruslar gösteriliyor. Bulgaristan’ı oldukça ucuz bulan Türkiyeli turistlerin ortalama konaklaması 9 gece olarak belirtilirken, Romenler 6 gece, Yunanlılar 5gece kalarak ortalama harcamaları da en düşük ve kişi başı ortalama 53, Bulgarların harcamaları ise 19-24 avro arasında değişiyor. Bulgar Ekonomi Bakanlığı’nın dünya turizm teşkilatlarının tahminleri doğrultusunda yaptığı çalışmalar önümüzdeki yıllarda ülkenin turizm sektöründen gelirlerin artırılması konusunda iyi bir potansiyel olduğu öngörülüyor. Yabancı ülkelerin Bulgaristan’ı düşük bütçeli (low cost) fakat muhteşem doğası, zengin tarihi, kültürü ve güzel yemeklerinin yanı sıra, konaklama şartlarının da müsait olduğunu kabul ediyorlar. Uluslararası uzmanların araştırmaları sonucu Bulgaristan’ın kayak merkezlerine daha 65 teleferik inşa ederek kapasiteyi yıllık 1 milyon 200 bin kayakçıya çıkarılabileceği ifade ediliyor. Turizm sezonunu tüm yılın dört mevsimine de yaymayı planlanan Bulgaristan’da istatistiklere göre sağlık turizmi sektörün içinde en düşük seviyelerde. Muhteşem kaplıca sularını rantabıl kullanamayan Bulgaristan önümüzdeki yıllarda sağlık turizmini geliştirip Avrupa’daki eklem hastalarını kendi ülkesine celp etmeyi planlıyor. 2014 yılında ülkenin turizmi geliştirmek adına ayırdığı 26 milyon levanın 2030 yılında 59 milyona çıkarılması hedefleniyor. Yıllara göre turizm sektörünün gelirlerinin dağılımı (Milyar lv): 2012...................................................................................... 10.586 2013...................................................................................... 10.787 2023...................................................................................... 13.075 (tahmini) Kıyaslamalı tablo Bulgaristan.......................................................................... Avusturya Kayak turizm bölgeler.................................................... 36..............................................254 Lift sayısı.............................................................................. 110...........................................3028 Kayakçı sayısı..................................................................... 1 (milyon)..............................52 (milyon) Nüfusu.................................................................................. 7 (milyon)..............................8 (milyon) Dünya klasmanında........................................................ 36..............................................12 Yabancı kayakçıların oranı............................................ % 25.........................................% 66 Bulgaristan’ı ziyaret etmesi beklenen yabancı turist sayısı: YIL.......................................................................................... TURİST SAYISI 2012...................................................................................... 6 540 839 2020...................................................................................... 9 900 000 2023...................................................................................... 12 000 000 (tahmini) Haskovo Banyoları Belediyesi proje şampiyonu S on belediye seçimlerinde HÖH’den Haskovo Belediye Başkanı seçilen Mümün Ali İskender, yönettiği belediyenin ülke genelinde en çok projeyi faaliyete geçirdiklerini açıklarken, “Burası asırlardır bilinen önemli kaplıcalar merkezidir. Demokrasi yılları döneminde sanatoryumların atıl duruma geçmesiyle burada tedavi görenlerin sayısı azalmıştı. Şimdi Avrupa Birliği fonlarından yararlanarak belediye sınırları içinde bulunan köylerin iç ve atık su kanalizasyonlarının yenilenmesine ve yeniden inşasına hız verdik. Cami ve kilise tamir ve inşası projeleri de onay aldı. Parklar için 1 milyon 200 bin leva ödenek sağlandı. Ayrıca kaplıca sularının bulunduğu mıntıkalarda iki atraksiyon ve terarium merkezinin inşaatı başladı. Eğitim, spor ve köyler arası yollarla birlikte bu yıl içinde belediyemiz toplam 25 milyon levalık projeyi gerçekleştirecektir. Bu da demokrasi yılları döneminde sağlanan en yüksek rakamdır”. Rumeli 9 10 bin Türk öğrencinin bin 500’ü Filibe’de Filibe’deki Türkiye konsolosluğu Balkanlar’daki en eski başkonsolosluktur. 1924 yılında faaliyete geçti. Görev bölgesinde Orta Bulgaristan’da yer alan 10 vilayet bulunuyor. Filibe Bulgaristan’ın kültür başkenti olarak da adlandırılır. Osmanlı tarihinden çok derin izler taşıyan bir şehirdir. Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci bu şehirden bahsederken, “Özellikle eski Filibe olarak adlandırılan bölge Türkiye’de de benzerlerini görebileceğiniz mimari özellikler taşıyor. Bu itibarla Filibe çok sayıda turist ağırlıyor. Filibe merkezde de Osmanlı’dan kalmış bir takım tarihi değerler var. Muradiye Camii var mesela. İmaret Camii, eski hamam gibi tarihi eserler de yine Osmanlı’dan bugüne geldi. İş adamlarımız çok çeşitli sektörlerde yatırım yapmaktadırlar. Ayrıca Filibe’de 1500 kayıtlı Türk öğrencisi eğitim görmektedir. Buradaki üniversitelerin de yine Türkiye’deki birçok üniversiteyle işbirliği protokolleri var. Akademik değişim programları var. Başkonsolosluğumuzun resmi görev bölgesinde resmi rakamlara göre 300 bin civarında soydaş kitle yaşıyor. Soydaş derneklerimizle ve soydaşlarımızla çok yakın ilişkiler içerisindeyiz.” TEKLAS ile Kırcaali’de son 45 yılda gerçekleştirilen en büyük yatırıma imza atıldı S on 45 yılda Kırcaali iline yapılan en büyük yatırım TEKLAS’ın temeli 2006 yılında atıldı. Bu tesisin maliyeti 40 milyon Dolardır ve Güney Bulgaristan’daki en büyük yatırımlardan biri. Şu anda 3. bölümünün inşasına devam edildiğine dikkat çeken Teklas Genel Müdürü Metin Deniz, fabrika hakkında bilgi verirken şunları söyledi: Fabrikamızın merkezi Gebze’de bulunuyor ve dünya otomobil devlerine soğutma-ısıtma hortumları üretiyor. Mayıs ayında üçüncü kısım da devreye girdiğinde toplam 30 bin metrekare alanda üretim yapılması bekleniyor. Şu anda burada istihdam edilen 690 çalışan sayısı o zaman bin 500 kişiyi bulacak.” “ Filibe Gıda Teknolojileri Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Yordanka Aleksieva, Türk öğrencilerden Hafize Fidan ve Aykut Gümüşel ile birlikte. TEPELER ŞEHRİ FİLİBE 10 Rumeli B ulgaristan'ın zengin tarihinin önemli bir tanığı olan Filibe, ülkenin kültür başkenti, Osmanlı döneminde Doğu Rumeli'nin merkeziydi. Bugün 700 bine yakın nüfusuyla Bulgaristan'ın 2. büyük şehri olan Filibe, Roma, Bizans ve Osmanlı kültürünün bir arada görülebildiği, modern yapılarla tarihî dokuyu iç içe muhafaza eden bir şehir. Bugün hâlâ şehirdeki Türkler için ismi Filibe olan şehrin resmî adı ise Plovdiv olarak geçiyor. Bu tarihi şehri yine rehber Rıfat Yakupoğlu’ndan dinliyoruz: “Edirne’nin fethinden sonra Osmanlı topraklarına katılan ve bu dönemde tam bir Türk şehri karakterine bürünen Filibe'de sayısız Osmanlı eseri bulunuyor. 15. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu'dan getirilen Türk ailelerin kente yerleşmesi ile Filibe, Rumeli Beylerbeyi'nin merkezi olmuştu. Bugün şehrin ana meydanını süsleyen ve ayakta kalan önemli mimari eserlerin başında gelen Cuma Camii 500 yıldır Müslümanlara secde mahalli olmaya devam ediyor. Şehir merkezinde bulunan Murat Hüdâvendigâr Camii, halk arasında Cuma Camii olarak biliniyor ve çevresindeki meydan da aynı adı taşıyor. Şehrin simgelerinden olan cami, kültür bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığının desteğiyle restore edildi ve 2008'de yeniden ibadete açıldı. Aynı zamanda tepeler şehri olarak da biliniyor. Şehir gezisinden sonra kenti bir de kuşbakışı seyretmek isteyenlerin uğrağı olan tepeler hâlâ Türkçe isimler taşıyor. 17. yüzyılda Filibe'ye gelen Evliya Çelebi; "Şehir 9 adet kayalık tepe üzerine ve dereler arasına kurulmuş. Filibe'de 17. yüzyılda 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7 darül-kurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han ve sayısız kervansaray var idi. Şehrin içinde bir tepe var, bu tepenin adı ‘Saat tepe’. Minare gibi yüksek kulesinde bir saat buluyor. Bu saat öğlede iki kere çalıyor. Kule görmeye değer" sözleri ile anlatıyor. Roma döneminde gözetleme noktası olarak kullanılan “Nöbet tepesi”, su dağıtımının yapıldığı “Taksim tepesi”, şenliklerde sert kayalar üzerinde hayvan cambazların faaliyette bulunduğu “Canbaz tepesi”, şehri simgeleyen tepelerdir”. Davutoğlu’nun Filibe ziyareti Mart ayı başında Bulgaristan’ı ziyaret eden Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 500’ün üzerinde Müslümanla Cuma namazını kıldıktan sonra Filibe halkını saldırıya uğrayan Cuma Camii’nden selamladı ve halkla kucaklaştı. Davutoğlu’nu Filibe’de Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe, Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci, Başmüftü Mustafa Aliş Hacı, Filibe Bölge Müftüsü Ersin Ahmet ve sivil toplum kuruluşları karşıladı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Filibe Valisi Ventsislav Kaymakov’u da ziyaret etti. Bakan Davutoğlu, Cuma Camii’nde bir hafta önceki saldırı izleriyle karşılaştı. Davutoğlu, Başmüftülük’ün vakıf malları davası ile ilgili yorum yapmaktan kaçındı ve Türkiye’nin bu tartışmanın muhatabı olmadığını, fakat en yakın zamanda çözüleceğinden ümitli olduğunu ifade etti. Filibeliler, Davutoğlu’nu coşkulu alkışlarlar eşliğinde uğurladı. Rumeli 11 İbadet serbest, sorun vakıf malları K omünizm döneminde Bulgaristan Müslümanları’nın manevi hayatı yok gibiydi. Yeni cami inşaatı yasak, genç ve komünist üyelerinin ibadet etmesi de yasaktı. Oğlan çocukları sünnet ettirmek yasak ve imam hatip okulu da yoktu. Demokrasi yıllarında bütün bu yasaklar kalktı. Bugün ülkede üç imam hatip okulu ve bir Sofya’da eğitim veren Yüksek İslâm Enstitüsü mevcut. Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Aliş Hacı, Osmanlı’nın kendilerine bıraktığı mirası devam ettirdiklerine dikkat çekerek, “Bulgaristan Müslümanları yıllarca komünist idaresi altında kalmalarına rağmen komünistliğin çökmesinden sonra kimseden intikam almaya çalışmadılar. Bugün de herkes herkese iyi davranıyor, herkes herkesi seviyor. Çünkü inanıyoruz ki insanlığın geleceği budur, yarın da var olmak istiyorsak bugün herkesi sevmemiz lazım. Müslüman ya da değil herkese aynı şeyi söylüyoruz, birbirinizi sevin, ancak böyle mutlu olursunuz. Bugün Bulgaristan topraklarında 2 milyona yakın Müslüman yaşıyor. 1582 cami ve mescidimiz var. 150 civarında harabe durumunda camimiz var. Bazı yerlerde Başmüftü M.Aliş Hacı Beyhan Mehmet imam kurslarımız var ve iç hizmet kurslarımız var. Türkiye’ye öğrenci göndermeye de çalışıyoruz. Türkiye’de din anlayışı neyse, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlar için de din anlayışı aynıdır. Dolayısıyla hiçbir yabancılığımız yok” diyor. Öte yandan Türklerin en yoğun olduğu Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan Mehmet de şu andaki durumu şöyle değerlendirdi: “Kırcaali merkez camisi olarak bilinen camii 1812 yılında inşa edilmiş. 2000 yılına kadar cami ahşap ağırlıklıyken o dönemde Kırcaali’de müftü olarak çalışan kardeşimiz camiyi restore etme maksatlı günümüzdeki haline taşımış. Bugün camimiz Bulgaristan’daki camiler arasındaki yerini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hediye ettiği kuran-ı kerim burada korunmaktadır. Yine peygamber efendimizin sakal-ı şerif’i bu camide korunur. Kadir gecesi sonrasında başta Kırcaali olmak üzere ziyarete açılır. Kırcaali merkezde bir camimiz var ama 3 km mesafede 10 tane camimiz var. Müftülük olarak hizmet sahamızda yönetimimizde 282 cami ve mescit var. Bu yönüyle müftülüğümüz en fazla cami ve mescide sahip olan müftülüktür.” Bulgaristan’daki Turancılar’ın yaptırdığı Kırcaali Medresesi Kırcaali’de kız Kur’an Kursu Rumeli 12 Soldan sağa: Aziz Eyüpoğlu, Bedri Nizamoğlu, Kadir İlyas (Türker) ve Aşık Emrullah Balkanlı bir ozan:Kadir İlyas 1960’lı yıllarda Sofya Radyosu’nun Türkçe yayınlarında çok sayıda yerli sanatçıların şarkı ve türküleri seslendirilir. Onların arasında hele de bir Kadriye vardır dinlemeye doyum olmaz. P irece köyü Doğu Kocabalkan’ın kuzey eteklerinde ormanı gür, ovası mümbit bir yerde yerleşik, bir köyüdür. Köyün bugünkü adı Partizanidir. Neden Partizani? Komünist partisinin öncülüğünde ülkede faşizme ve daha sonra da alman faşistlerine karşı başlatılan partizan (gerilla) harekâtı bu civarda köy ve kasabaları sarmış. Komünistlerin iyi günlerin komünizmde olduğunu telkin etmeleri buralarda bazı Türk gençlerini de etkilemiş, nitekim dağa savaşa çıkanlar da olmuş. Onlardan biri de Ali Emrullahtır. Bir ihbarı değerlendiren jandarma ve polis partizanları “Papaz Kuzu” meşelik ormanında tuzağa düşürürler ve tam 18’ini kurşuna dizerler, bölge ile birlikte ateş Tulumoğulları sülâlesine de düşmüştür, çünkü öldürülenler arasında onlardan Ali Emrullah da vardır. Kısa süre sonra yeni kurulan idare Pirece’ye Partizani adını verir. O yıllarda Tulumoğulları sülâlesinden Kadir beş yaşlarında olmasına rağmen yaşanan feci günü halâ dünkü gibi hatırlıyor. Kadir 1944 yılının 9 Eylülünde gelen hürriyetin ilk günlerinde ilkokula başlar, boş vakitlerinde ailenin hayvanlarının peşinde koşuyor. Kadir orta okula geldiğinde artık kendi istikbalini de düşünmeye başlar. Bölgede düğün güreşlerine giden Kadir güreşe merak sarar. Sesi güzeldir, ses sanatına da meyillidir. Bir de köylerinden geçen tren var hayatında. Bu katar katar vagonları taşıyan o uçsuz bucaksız treni sürmeyi de büyük marifet olarak görür ve bir gün makinist olma heyecanı da göğsünün sol tarafında kıpır kıpır atmaktadır. 1960’lı yıllarda Sofya Radyosu’nun Türkçe yayınlarında çok sayıda yerli sanatçıların şarkı ve türküleri seslendirilir. Onların arasında hele de bir Kadriye vardır dinlemeye doyum olmaz. Delikanlı çağında Kadir İlyas makinistlik, pehlivanlık ve ses sanatçılığı üçgenine düşmüş ne yapacağını bilemiyordu. Bir taraftan güreş tutuyor, efkârlandıkça türkü söylüyor. Bir dönem Çiftlik Mahalle’deki Medrese-i İrşadiye’de eğitim alıyor. O yıllarda medreseler kapatılıyor ve Kadir 1953-54 ders yılında soluğu Şumnu’daki “Nazım Hikmet” Lisesi’nde alıyor. Çalışma hayatı toplum işleriyle başlıyor. Bir ara öğretmenliğe hevesleniyor ve 32 yaşında bu sefer Şumnu Yüksek Pedagoji enstitüsünde kimya öğretmenliği eğitimi alıyor. Hayatında öğretmenlik mesleğini de tatbik ediyor. Ömür boyu türkü söyleyen Kadir İlyas ömrünü yarılamasına rağmen halâ çocukluğunda içine çöreklenen makinistlik tutkusu onu bırakmıyor ve 1978 yılında 38 yaşında o hevesi de gerçekleşiyor. 1989 göçü Kadir İlyas’ı da memleketinden koparıp ailece İstanbul’a savuruyor. Anavatan’da ozan Kadir İlyas, “Türker” soyadını alıyor. Erişkin olan oğlu Yücel ile kızı Semra üniversite mezunu oluyorlar, eşi öğretmenlik yapıyor ve baba İlyas da SirkeciHalkalı banliyö tren hattında makinist olarak 13 yıl hizmet veriyor ve emekli oluyor. Kadir İlyas şimdi eşi Saadet ile saadet içinde yaşlılığın tadını çıkarıyor. Yaz aylarında Varna’nın Ezerovo köyüne gidiyor. Kayda aldığı türkülerini Cd’den dinliyor ve dost ortamlarında dinletiyor. Bir de kitapçık yazmış kadir İlyas elinden geldiğince ve genç nesiller unutmasın halk türkülerini diye 212 türkünün metnini de koymuş içine. Eline sağlık Kadir ağabey, sana ve ailene nice sağlıklı yıllar… (MeTe) Rumeli 13 Bir Türk milliyetçisi olan Mehmet ağabey, 1987-88 yıllarında sürgüne bulunduğum Dragoviştitsa köyüne çocukları ile ziyaretime gelip ailece destek ve dayanışmada bulunmuştur. “Adaş, sen sıradan biri değildin...” M emet Usta, naaşın 16 Mayıs günü Darıca “Kavala Camisi”ndeki musallat taşında iken, seni 60 yıldan beri tanıyan bir akraba, dost ve adaş olarak senin hakkında birkaç söz söylemek boynumun borcuydu, yapamadım. Ağlayacağımdan emindim, başaramayacaktım, vazgeçtim. O gün cenaze namazında saf tutanlar kalabalıktı, günlerden cumaydı, bu sefer de şans senden yanaydı… O an hakkında konuşma yapılmadığından kalabalık arasında seni tanımayanlar ‘sıradan biri’ diye de düşünmüş olabilirler. Konuşabilseydim senin hiç de sıradan biri olmadığını anlatacaktım, üzgünüm, anlatamadım adaşım. Orada bulunanlara senin musahipliğinden ve saygın bir komşu olduğundan bahsetmek geçiyordu içimden. Senin ilkokul 4’ten terk eğitiminin senin ‘bilgeliğine’ asla engel değildi. Sen ki çok okuyan, dinleyen ve kendi kendini geliştiren bir insandın. Türk klasiklerinden ulaşabildiğin kitapları bundan daha 50 yıl önce okumuştun. Yine o yıllarda Ömer Osman’ın “Bırak Kocamı” kitabını Çayüstü’nde, söğüt ağacının gölgesinde Ağalar’ın Hayri Ağabey’ine ayak üzere birkaç saat içinde okuyuverdiğinden bahsetmeden yapamayacaktım. Senin okuma tutkunu hele de 5 yıldan beri Gebze’de yayınladığımız “Rumeli” dergisinin 32 sayısını da sabırsızlıkla beklediğin ve hiç aksatmadan okumandan da gördük. Dergimizin 33. sayısını görmek nasip ol- madı maalesef. O sayıda senin ebediyete intikalin yazılacağını sen de bilemezdin tabi. Söz okumaktan açılmışken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; Süleyman Adalı dostumuzun “Rumeli Acısı” destanını okudun ve o kadar beğendin ki, bu kitabı köy camisine götürüp başkalarına da okudun ve okuttun, ilgi duymayanları azarladın bile. Gazete sayfalarında bulmaca çözmekte kaç kişi seninle boy ölçüşebilirdi? Tabi o an orada cenaze namazında bulunan cemaatten bunları bilen ancak birkaç kişi vardı. Adaşım, sen ki, delikanlılığında içi içine sığmayan, köyünüzün altından geçen Koca Dere gibi coşkundun. Bunu düğün ve derneklerden bilenler haylidir. Çalışkanlığın göz dolduruyordu, hatta Atalan’daki evinde “Udarnik” (Hamleci) beratın bile vardır. Sıva yapmaya başladığında mala ile doyamayıp, kürekle sıvadığını da anlatmıştın. Ömrünün son demine kadar işten elini çekmedin. Bu yıl da serayı vakitle hazırlamıştın, içindeki ekili fideler öksüz kaldı. Köyünde kaldığın son yıllarda komşularından 50’lik, 60’lık adamlara İslâm’ın yolu göstererek, namazı abdesti öğrettin, köydeki cami cemaatine 6-7 kişi katarak “Cihat” yaptın. Bu yüceliğe çevremizde kaç kişi ulaşabilmiştir ki, ama sana bunu başarmak nasip oldu ve bu kişileri hidayete getirmekle hayırların en yücesini kazandığına inancımız tamdır. Adaş, bir de yetiştirdiğin iki kız ve iki oğlunun, onların çocuklarının sana olan sevgisi, sadakatiyle yüceldin. Senin hastalığın süresince Darıca’da geçen günlerde her birinin başından ayrılmaması, senin yeniden sağlığına kavuşman için gösterdikleri gayreti görünce, hayatta insan için en önemli meziyetlerden birinin-sâlih evlât yetiştirmek-olduğunu gördüm. Senin eksikliğini amcaoğlum Mustafa’nın da bana yazdığı gibi çok mu çook hissedeceğiz. Ama ölüm kaçınılmazlardandır ve bunu kabullenmek gerektir. Tek tesellimiz mezarının çok sevdiğin Anavatan Türkiye’de, Darıca “Nene Hatun Mezarlığı”nda, eşin Sultan yengemin yanında olması. Bundan böyle hiç olmazsa, bayramdan bayrama olsun çocukların, torunların ve oraya uğrayan dostların birer Fatiha okur. Sen aramızdan ayrıldın, umarız orada seni bekleyen çok sevdiğin anana, babana, eşine, kuzenlerinden Hafız agana, Mümün agana, dayına ve akranın olan oğlu Ali’ye ve adını sayamadığım sevdiklerine kavuşursun. Memet Usta, emin ol ki bugüne kadar ebediyete intikal edip de unutulacak olanlardan değilsin. Evet adaşım, sen sıradan biri olsaydın, beni ağlatamazdın ve ben, sen musalla taşındayken bir iki kelâm edebilirdim. Edemedim işte, ama söylemek istediklerimi yazmaya çalıştım. Ruhun şad olsun! (M. TÜRKER) Rumeli 14 Asimilasyona ilk direniş Karamanlar’daydı M ineralni Bani (Meriçler) İlçesine bağlı Karamantsi (Karamanlar) köyünde hafta sonu gerçekleştirilen köy şenliği kapsamında Bulgarlaştırma sürecinin 30.yılında asimilasyon politikası mağdurları da anıldı. Anma töreni, “Bulgarlaştırma Sürcine Hayır” sloganı altında gerçekleşti. Her yıl olduğu gibi bu yıl da anma töreni meydana gelen olaylarla hafızalardan silinmeyecek 10 Mayıs tarihinde Karamantsi köyüne yakın Kabaağaç adlı yerde yapıldı. Anma töreni Mineralni Bani Belediyesi ve Karamantsi köyü Muhtarlığı tarafından düzenlendi. 10 Mayıs 1984 tarihinde bu yerde Bulgaristan Sürecine ilişkin asimilasyon politikasına başlanıyor. Bu tarihte bundan 30 yıl önce toplum merkezinde düzenlenen köy toplantısı sonrasında 60 kişi gözaltına alınmıştır. Daha sonra onlardan 6’sı 4-5 yıl hapis cezasına mahküm ettirilmiştir. Toplantıdan sonra yaklaşık 130 kişi o zamanki DS adındaki istihbarat servisine ifade için çağrılmıştır. Köy rastgele seçilmemiştir. Stambolovo’dan sonra tüm Haskovo İlinde Karamantsi Türklerin en yoğun mesken ettiği yerleşim yeridir. Üstelik Kırcaali yolu da bu köyden geçiyor. 1889 yılında Büyük Göç esnasında 120 aileye yakın zorla Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Todor Jivkov’un totaliter rejiminin devrilme- sinden sonra bu ailelerin küçük bir kısmı tekrar yurduna dönmüşlerdir. Anma törende yer alan resmi konuklar arasında Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Milletvekili ve HÖH Haskovo İl Başkanı Mehmet Ataman, Haskovo Valisi Kadir İsov, Mineralni Bani Belediye Başkanı Mümün İskender, Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Azis, HÖH Milletvekili ve Avrupa Parlamentosu Milletvekili Adayı Necmi Ali, HÖH Mineralni Bani İlçe Başkanı Musa Çolak, Mineralni Bani Meclis Başkanı Mehmet Latif hazır bulundular. Törende 10 Mayıs 1984 yılından sonra siyasi tutuklular Alentin Mümün, Ramadan Halibram, Feim Ömer, Nuri Fahri, Mümün Süleyman, Halibram İbram, Ferdi İbram da hazır bulundular. Ayrıca mağdurlardan rahmetli Aptula Ömer de anıldı. Mümün İskender, Necmi Ali’ye hitap ederek, “Bulgaristan’da demokrasiye burada başlandı ve Karamantsi halkı totaliter rejim tarafından değiştirilen isimleri kabul etmediklerini gösteren kişilerin birincileridir” diye dikkat çekerek, bu köydeki insanların sesine kulak vermesi çağrısında bulundu. Hasan Azis, “Sofya veya Avrupa’ya yolculuk yaptığım zaman yıllarca Karamantsi köyünden geçiyorum ve şunu söyleyebilirim ki, her halde Avrupa yolu Karamantsi köyünden geçiyor” dedi. Ardından konuşan AP Milletvekili Adayı Necmi Ali, gelecek seçimlerin anlamını ve önemini izah etti. Karamantsi’de şenlik daha 9 Mayıs’ta başladı. O zaman ilçe düzeyinde gerçekleştirilen futbol turnuvasında birinci yeri alan Mineralni Bani takımına 1000 levalık para ödülü verildi. Toplam 7 takımın katıldığı turnuvada Asenovgrad (Stanimaka) takımı ikinci, Sırnitsa köyü takımı ise üçüncü oldu. Bununla birlikte satranç turnuvası da gerçekleştirildi. Satranç turnuvasının birincisi Boyan Botevo köyünden Bayramali Halil’e 200 leva, ikinci ve üçüncü olanlara da 150 ve 100 leva ödül verildi. Organizatörler turnuvada 4’den 9 sıraya kadar dizilenlere 50’er leva ödül verileceğini bildirdiler. Kutlama programı Karamantsili çocukların yer aldığı folklor gösterileri ile başladı. Ardından resmi konukların selamlama konuşmaları yaptıkları açılış yapıldı. Daha sonra geleneksel serbest güreş turnuvası gerçekleştirildi. Turnuvaya Bulgaristan’da önde gelen güreş kulüplerinin güreşçileri yer aldı. Turnuvanın birincisine bir dana, ikincisine koç, üçüncüsüne ise kuzu verildi. Akşamın geç saatlerine kadar süren köy bayramı müzik gösterileriyle devam etti. (Kırcaali Haber) Rumeli 15 BASKILARA İSYANIN 25. YILDÖNÜMÜ ANILDI Bulgaristan’da 19 Mayıs 1989 yılında dönemin totaliter komünist rejimine karşı Kırcaali’nin Cebel ilçesinde Türklerin başlattığı protesto yürüyüşlerinin 25’ci yıl dönümünde binlerce kişinin katılımıyla anma toplantısı düzenlendi. Cebel’deki anma etkinliği, Soma’da meydana gelen maden faciasında ölen işçiler için Bulgaristan Yüksek İslam Şurası Başkanı Şabanali Ahmet’in okuduğu dualarla başladı. Toplantıda konuşan Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer, bugünün Cebel için bayram olduğunu belirterek, “Cebel halkı, 25 yıl önce hapishanelerdeki siyasi mahkumların çağrısına uydu. Asimilasyona, baskıya ve devlet terörüne karşı ‘hayır’ demek için bu meydana toplanarak yürüyüş yaptı” dedi. 25 yıl önce Cebel meydanını doldurduklarını ve bu direnişin tüm Bulgaristan’ı sararak Doğu Avrupa’ya yayıldığını kaydeden Ömer, başlattıkları direnişin Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkısı olduğunu vurguladı. Totaliter sistemin çöküş sürecinin Cebel’den başlaması nedeniyle gururlu ve onurlu olduklarını dile getiren Ömer, Türkiye’de 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın kutlandığını, bu nedenle de Bulgaristan’daki Türklerin çifte bayram kutladığını ifade etti. HÖH Başkanı Mestan başsağlığı diledi Cebel’deki anma toplantısına katılan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Genel Başkanı Lütvi Mestan da AA’ya yaptığı açıklamada, Soma’daki maden faciasında hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerini iletti. Mestan, “Partimiz adına tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum. Türk halkının acısını bizler de paylaşıyoruz. Seçim dönemi propaganda kampanyamız sırasında geleneksel olarak düzenlediğimiz konserleri iptal ettik. İnşallah bu tür acıları milletimiz bir daha yaşamaz” dedi. Bulgaristan’daki Türkler, 19 Mayıs 1989 tarihinde Cebel’den başlayan ve diğer şehirlere de yayılan kitlesel gösterilerde 1984 yılında zorla değiştirilen Türk isimlerinin geri verilmesini talep etmişti. Rumeli 16 Y Ege Orman Vakfı Genel Müdürü Metin GENÇOL: “Fidan dikmek bir insanın yaşamı boyunca yapabileceği en güzel eylemlerden biridir. Bir dikili ağacının bulunması insan için önemlidir, hayata kattığı değere atıf eder, canlılığa duyduğu saygıyı gösterir. Ayrıca ağaç diken insan o ağacı sahiplenmesini de öğrenir. Bu amaca vesile olmak için yola çıkan sizleri tebrik ediyorum” dedi. “Yeni döneme doludizgin girdik” ir Bal-Göç İzm Başkanı oy: Fahriye Ers ılbaşında yeni dönemi başlatan İzmir Bal-Göç yönetimin çalışmalarını yeni Başkan Fahriye Ersoy şöyle özetliyor: “ Misyonumuzun temelinde, Balkanlar’dan anavatan Türkiye’ye göç etmiş ve halen Balkanlar’da yaşamakta olan soydaşlarımızın birlik, beraberliği ve başarısı için çalışmak, onların ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarına çözüm bulmak, oralarda yüzyıllarca egemen olmuş atalarımızın kültür mirasını, örf ve adetlerini yaşatmak olacaktır. Gerçekleştireceğimiz faaliyetlerle üyelerin dışında, yerel ve ulusal düzeyde toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik çözümler üretmeye ve toplumsal gelişmeye katkı sağlamaya çalışacağız. Balkan Türklerinin birlik ve beraberlik amacını ileriye taşımak için, bilgili, birikimli, tecrübeli, genç ve dinamik bir ekiple yola çıktık. 19 Ocak’ta yapılan 14. Olağan Genel Kurul ile yenilenen başta yönetim kurulu olmakla tüm kurullar ve komisyonlar yenilendi. Dernek çalışmalarının çoğulcu bir düşünceyle, geniş bir kitlenin katılımıyla gerçekleşmesi, zaten İzmir’de ve ülkemizde güçlü ve etkin olan Bal-Göç’e ivme kazandıracaktır. Önce Danışma Kurulunun oluşturulması, ikinci çalışma aşaması da şubelerimizle işbirliği içinde mahalle temsilciliklerinin oluşturulması derneğimize yarar sağlayacaktır. İzmir BALGÖÇ’ün Gençlik ve Ka- Rumeli dın kollarını güçlendirmek istiyoruz. Bu doğrultuda “Gençlerle Buluşma” etkinliği düzenledik. İzmir’in seçkin liselerinde ve ülkemizin en iyi üniversitelerinde okuyan gençleri bir araya getirdik. İş adamları ve ticaret erbapları komisyonundan ve eğitim komisyonundan temsilcilerin de katıldığı bu buluşmayla gençlerin nabzını tuttuk, onlara vizyonumuzu anlattık. Gençlerimizin daha iyi eğitim almaları için çabalayıp, bilgi donanımlı, geniş kültüre sahip ve en önemlisi iyi bir vatandaş olmaları konusunda onlara katkı sağlayacağımızı belirttik. Gerek 8 Mart Kadınlar Günü’nde, gerekse Anneler Günü dolayısıyla kadınlarımızla hem gezi, hem yemek, hem de kahvaltıda bir araya geldik. Kadın üyelerimizin, derneğimiz için arz ettikleri öneme vurgu yaptık, onların istihdama katılımı konusundaki çalışmalarımızdan bahsettik. Yine kadın kollarımızla İzmir Kadın Fuarı’na katıldık. Derneğimizi ve yöresel yemeklerimizi tanıttık. Yaşlılarımıza bir vefa borcu olarak “Keşkek Günü” düzenledik. Çok geniş katılım oldu. Burada da mikrofonu yaşlılarımıza uzattık, önerilerini ve dertlerini dinledik. Dayanışma yemeğimiz ile derneğimizin 29. yaşını kutladık. Yemeğimize gösterilen ilgi, bizlere yeni bir güç ve heyecan verdi. Federasyon ve belediye başkanlarımızın, kardeş dernek başkanları ve yöneticilerinin de katıldığı yemekte folklor ekibimizin gösterileri, TRT sanatçısı Sebahattin Gülümser ve Bulgaristan’dan katılan klarnet sanatçısı Neşko Neşev ve Cemo renk kattılar. Bulgaristan’ın Zvezdel (Güren) köyünden 25 öğrenciyi 23 Nisan etkinliklerine katılmaları için İzmir’e getirdik. Göçmen ailelerin yanında konaklamasını sağladık. Burada ortak etkinlikler yaptık, İzmir’i gezdirdik. Üyelerimizin ve toplumun bizden beklediği görevin ve varlık nedenimizin bilinciyle, vizyonumuz doğrultusunda gerçekleştirmeyi öngördüğümüz 10 bin fidanlık İZMİR BAL-GÖÇ ORMANI için ilk adımı attık. Doğadaki dengeleri koruyup geliştirme çabasında olmak, çevreye gösterilen özeni ve sevgiyi geliştirmek amacı da güden İzmir BAL-GÖÇ olarak Ege Orman Vakfı 17 ile 10 000 fidanlık orman için protokol imzaladık. Fidan satışlarımız başlamış olup, orman içinde 1000 fidanlık koru için başvurular yapılmıştır. İlk fidan dikimleri aralık ayının 2. haftasında yapılması planlanmıştır. Üyelerimizin ve soydaşlarımızın ortak problemlerine ve ihtiyaçlarına çözüm bulma amacı taşıyan bir dizi proje hazırlığındayız. Yeni dönemin ilk proje ön teklifini Başbakanlık Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na sunduk. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP Sürdürülebilir Turizm Destek Fonu’na da bir proje ile talip olduk. Her iki projemiz de ön değerlendirme kriterlerini geçti. Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü ile sıkı ilişkiler kurmaya ve akademisyen desteği almaya çalışıyoruz. Projelerimizin akademik bir altyapısı olmasını çok önemsiyoruz. İzmir’de Balkan Türkleri ile ilgili çalışma yapan tüm kurumlarla eşgüdüm içinde hareket ediyoruz. Bunun yanı sıra geleneksel olarak yürütülen projelerimiz var, yeni dönemde bu projeler için hibe desteği sağlama gayretindeyiz. “İzmir ve Türkçe’nin Güzellikleri” projesinin bu yıl 5.sinin yapılacağının, Bulgaristan’da asimilasyonun acı bir basamağı olan isim değiştirme olaylarının 30. yılında geniş katılımlı bir sempozyumun gerçekleştirileceğinin haberini vermek isterim”. Rumeli 18 Avcılar’daki Bulgaristan göçmenleri merhum pehlivanlarını unutmuyor İ STANBUL-1989 göçünde çok sayıda ünlü Bulgaristanlı pehlivanlardan Karagözköylü Hüseyin Mehmedov, Osman Duralı, Zekeriya Güçlü, Efraim Kamberoğlu, Nermedin Selimov, Hayri Sezgin gibileri İstanbul Avcılar’a yerleşmişti. O yıllardan buyana aradan yarım asır geçti ve onlardan bazıları öbür dünyaya intikal etti. Hayatta olanlar merhum pehlivanları unutmuyorlar ve her yıl onların ölün yıldönümlerinde mezarlarının başına gidip onlara dua okuyup vefa duygularını dile getiriyorlar. Bu ilkbaharda da Avcılarlı Bulgaristanlı göçmenler Zekerya Güçlü, Osman Duralı ve Hayri Sezgin’i mezarları başında andılar. “Güçlü” şampiyonu unutulmadı Razgrat ilinin Torlak köyünde dünyaya gelen ünlü pehlivanımız Zekeriya Güçlü Yakuplu’da bulunan mezarı başında anıldı. Siyahlara bürünmüş eşi Sevdiye Güçlü, gözleri yaşlı on iki yaşındaki Beyza ve on beş yaşındaki Betül kızları, ağabeyi Servet, yakınları ve çok sayıda köydeşi, pehlivan arkadaşları ve sevenleri mezarı başında biraraya geldiler, merhumun ruhuna fatiha okudular. Anma merasimine katılanlar arasında Bulgaristanlı ünlü pehlivanlardan başta Efraim Kamberoğlu olmakla, Nermedin Selimov, Erdal Kobak, Aydın Mutlu, Hüseyin Bozacı, Cemil Doğruoğlu, Cevat Doğruoğlu, Nazif Nur ve İbrahim Akgün de hazır bulundular. Son seçimler arifesine rastgelen anma etkinliğinde Avcılar Balkan Türkleri üyelerinin yanı sıra Tekirdağ MHP Milletvekili Bülent Belen, MHP Avcılar Belediye Başkan adayı İnci Demirel, Çorlu MHP Ergene Belediye Başkan adayı Mehmet Cebeci, Av. Özcan Pehlivanoğlu da mezar başında biraraya gelip çelenk koyuldu. Dünya şampiyonu Güçlü’nün Rumeli özgeçmişini Kılıçköylü Bilâl Kılıç öğretmen sundu, Mehmet Hocaoğlu tarafından da dualar okundu. Gümüş Osman kalplerde yaşıyor Deliorman’ın Hebip (Vladimirovtsi) köyünde doğan ve sadece ünlü Rus güreşçi Aleksandır Medved’i yenemeyen Osman Duralı Avrupa, dünya ve olimpiyat yarışmalarında daima ikinciliği el ettiğinden dolayı adı da “Gümüş Osman” olarak bilinirdi. 25 Nisan 2011 yılında hayata veda eden Gümüş Osman ölümünün üçüncü yılında eşi Remziye hanım, oğulları cemil ve Cevat, gelinleri Hilmiye, ve Bedriye, torunları talip, Nurin, Selen, akrabaları, köylüleri, yakın dostları, minder arkadaşları ünlü pehlivanın defnedildiği Silivri’nin Sayalar köyünde kabristanlıkta biraraya geldiler, çelenk bırakıp, Pçelina (Kovancılar) köylü Nuri Yılmaz tarafından dualar okundu. Güreş hayatında dört kez Avrupa, ikişer kez Dünya ve olimpiyat ikinciliği elde eden Osman Doğruoğlu (Duralı)’nun ruhuna saygı duyanlar arasında onun meslektaşlarından İsmail Abilov (Nizamoğlu), Efraim Kamberoğlu, Aydın Mutlu, Hüseyin Bozacı, Mustafa Hacıoğlu, Nazif Nur da katılanlar arasındaydılar. Hayri Sezgin’in ölümünden 1 yıl geçti 19 54 yıllık hayat yolculuğu 1959 yılında Kubadın (Loznitsa)’dan başlayan ve 5 Mayıs 2013 yılında İstanbul’da sona eren başarılı güreşçilerimizden Hayri Sezgin de hemşerilerince unutulmadı. Güreş hayatında Balkan ve Akdeniz oyunları şampiyonlukları, olimpiyat dördüncülüğü, dünya gençler ikinciliği, Avrupa 2. ve3.lüğü elde etmiş olan güreşçimiz ölümünün birinci yılında İstanbul Kocasinan mezarlığında anıldı. Anma törenine yine çok sayıda güreşçi dostu ve yakın akrabaları katıldılar, merhumun ruhuna Fatihalar okudular. (Ramis Cesur-Avcılar) Karagözköylü Hüseyin Pehlivan yaşlılığa yenildi G üreşin efsanelerinden Hüseyin Mehmedov 90 yaşında hayata gözlerini yumdu. İstanbul’da vefat eden ‘koca çınar’ ‘ın cenaze törenine yakınları ve çok sayıda sevenleri katıldı. 15 Ocak 1924 yılı Razgrad ilinin Loznitsa belediyesi Veselina köyünde doğan pehlivan uluslararası turnuvalardan Bulgaristan’a toplam 17 madalya kazandırdı. Bunlardan 8’i altın, 6’sı gümüş ve 3’ü de tunç. Ancak kariyerinin zirvesine 1956 Melbourne Yaz Olimpiyatlarında dördüncü müsabakası olan birincilik güreşinde rakibi Kaplan’a yenilerek ağır sıklette gümüş madalya kazanmıştı. Merhuma Allah’tan rahmet, sevenlerine sabırlar diliyoruz. 20 Rumeli Aynur AÇIKGÖZ 1964 Bulgaristan Mastanlı doğumlu olan Aynur Açıkgöz temel eğitimini doğduğu şehirde aldı. 1989 zorunlu göçünde diğer soydaşları gibi savrulan Aynur, İzmir’e yerleşti. Burada ER-AT Özel Eğitim Kurumunda resim eğitimi aldı. Resim alanında çalışmalarına yoğunluk verdi ve büyük başarılar kazandı. Eserleri özel koleksiyonlara girmiş, 50’nin üzerinde ulusal ve uluslararası sergilere katılmıştır. Aynur Açıkgöz, T. C. Kültür Bakanlığı Sanatçısı unvanını taşımaktadır. Kendilerine ait olan şirkette eşi mimar Hikmet Açıkgöz ile birlikte çalışmalarını sürdürmektedir. Sivil Toplum Örgütlerinin çalışmalarına da faal olarak katılan A. Açıkgöz, Türkiye’de ilk olarak BAL-KAD- Balkan Kadınlar derneğini kurdu. Bir çocuk annesi olan sanatçı, STK, resim, toplumsal çalışmalar derken, hayranlarına bir de şiir kitabı sundu. “RUMELİM-DUYGU TELİNDE İNCE NAZIM” adını taşıyan kitabında asimilasyon, göç, ayrılık ve sevda konuları ele alınmış ve çok desenli bir kilim gibi maharetle dokunmuştur. Aynur’un şiirleri, önünde saatlerce durulacak tablolara benzemektedir. Her okuyucunun onlarda kendinden bir parça, çözümlenmemiş bir duygu yumağı bulacaktır. Aynur’un ilk göz ağrısı olan bu şiir kitabının devamı gelmesi dilekleriyle. DUAN OLAYIM RUMELİ ŞARKILARI OKUYAN KIZ Kederli anlarında Rumeli şarkıları okuyan kız Sesin neden ürkek Neden yüzün ıslak Senin de mi memleket kokusu Burnunda tütüyor. Uçsuz bucaksız yemyeşil dağlar Şırıl şırıl akan mis dereler Gözünün önüne mi geliyor Yaylalarda geçen çocukluğun Baharında güzü mü yaşıyor ? Biliyorum Eşikte bekleyen anan gözler hep yolunu Baban sayar günleri, ayları, yılları “Uçan da kuşlara malum olsun…” özlemin Ey, Rumeli kızı sesin Sesin çok titriyor. NDA HIDRELLEZ SARHOŞLUĞU şarabının Sarhoşluğunda hıdrellez kları nlu gu yor tir eri Her yudumu t yürekler sre ha şe ne gü lır açı e Rumeli’d Kırarak kabuklarını Bir tutam aşk Bir tutam özlem Bir tutam da umut koyup rinde Karıştırmalı gönül çembe lığını lak çıp alı am Bengisu ile yık a Damla daml Yeniden hayat bulmalı Hıdrellez sarhoşluğunda Arda misali dingin sularından Yudum yudum aşk içsin Susamış kor gibi yanan yüreğin Sonsuzluğunda arındığın nehir Kabul et, bir damlan olayım. Anka sihri ile dokunayım alevli dudaklarına Kanasam da dikenlerinde Sevgini koklayıp, kokunla sevişeyim Rumeli çiçeğinin mavi gizeminde Sır içinde sır olayım. İliklerine kadar işesin hayalim Hasret koklayan düşlerinin dinginliğinde Ararken yüzünü yüzümde umut olayım Özleminle boğuştuğum gecenin sabahında Yar, senin koynunda olayım. Selimiye’de görkemli minare Deli dolu gönül etrafında pervane Başımdaki kırmızı örtü duvağım olsun İçten mırıldanan dudaklarında Duan olayım. Kavuşmak için sana ey yar, Nehir olayım, Anka olayım Mavi Rumeli çiçeği gibi hür olayım Çağlayan sevda çeşmesinde Çatlamış dudağında bir damla su olayım. ORFEY Orfeus diyorlar sana Bilmiyorlar ki adın Orfey Sorsalardı sana aşık dağlara Onlar anlatırdı onlara Nasıl türkülerini dinlemek için Rüzgar bile kim olduğunu unuturdu Rumeli MUHACİR YÜREĞİM 21 Açılır Zaman zaman pençeler Dökülür gönül sevdaya Aranır kimlikler siyah beyaz Can olup göç yollarında O yıllardaydı Uçup giden gençlik Göçmen kuşların kanatlarında Nasıldı O günlerde memleket Hele bir sorun Kim benden daha iyi bilir Anavatanın nasıl koktuğunu Sessizce gözlerin umudunu yaktığını Şimdi Daha iyi anladım Muhacir yüreğin neden Mastika içip deryalara aktığını. İZMİR DESENLERİ ÖZLEMLERİN KÖZÜ Kadifekale’den denize Güvercinler işler gelinlini Süsler güzelliğini sırmalar Telli duvaklarda takılı Özlemlerin gizlidir Rumeli’m. Dökülür gökler, yakarcasına yüreğini Yeşilin nağmelerinde saklıdır en içli sesler O göçmen kuşların suskusu Özlemlerin nazıdır Rumeli’m. Rüzgarlar fısıldar efsanelerini Gizemli semaları taşır kırlangıçlar O kar suyu akan pınarlar Özlemlerin sözüdür Rumeli’m. Testilere doldurur kızlar gizli sevdalarını Ceviz sandıklarda düşlenir umutlar Balkan rengi gözlerin buğusu Özlemlerin közüdür Rumeli’m. Sarpa sararak inen dik bir sokak Sokağın başında takma saç kızılkuyruğu Kirpikler yapıştırmalı Bir kadın mı desem Belki demesem daha iyi. Sürüklüyor Saat Kulesini Bir karışlık topukları üzerinde Kaldırım taşları ile taşlıyor kara kedileri. Dario Moreno görünce bu eziyeti Bronz büstünden uzatarak ellerini “Kurtar beni bundan ne olursun Ya-Rab” diye Hala yalvarıyor taş plaklarında. Parkta uyuklayan kurnaz bir dilenci Satın almış bozuk paraları ile tarihi Asansörü Çıkıp oturmuş tepesine Sapan yapıp vurmuş Telgraf tellerine konan tüm kuşları. Esmeyi durdururdu Senin ise çaldığın lirin sesinde Hep Evridika vardı Ona olan şanlı aşkın Olmuştu baş tacın Evridika’nın ise yakıyordu yüreğini Orfey’in türküleri, şiirleri OT KOKUSU İçimlik dağ suları Kalaylı bakır kokuyor susuzluk Karlar eriyor güneyinde Rodoplar’ın Kuzular meleyor eteklerinde Kekik kokulu türküler çalıyor kaval Bir çoban kızı Ayaklar çamur yapış yapış Kuru tütün rengi saçlar Tırnak izi geçmiş topraklar Basma eteğinden savrulur mor menekşeler Beşi bir yerde dizili gerdanında Bir nişan gizli sanki Daracık dağ yollarında Umutların değişmeyen dokusu Teninde taze biçilmiş ot kokusu… Rumeli 22 Balkanların bülbülü, köyümüzün gururu... KADRİYE ABLAMIZ Haskovo’nun Golemantsi ( Beyköy) köyünde doğup büyümüş ve yakın komşusu olarak ben de Kadriye Latifova için bildiklerimi yazmak istedim. Kadriye ablamız 1928 yılında köyümüzde dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Gülsüm, babasının adı Seyit’dir. Halen Bursa’nın Görükle göçmen konutlarında ikamet eden ve çocuklukları birlikte geçen Adile ablanın anlattıklarına göre, o daha küçük yaşlarda türkü söyleyip gezen, çocuk oyunlarında da türküleri eksik etmeyen şen şakrak bir kızdır. Evlerinin önündeki dut ağacına çıkarak ağaç üzerinden arkadaşlarına türküler söyleyen biridir. Kuzeni Sabri Mustafa Bakalov’un anlattıklarına göre o zaman köy muhtarı olan dedesi Mehmet Bey’in bir taş plak gramofonu varmış. Kadriye ilk türkülerini onlardan öğrenmiştir. Babası Seyit ağanın da çok zeki ve sesi güzel biri olduğu söylenmektedir. Annesi Gülsüm abla, Seyit agayla ayrılmasından sonra ikinci evliliğini Kırcaali’nin İshaklar köyünden Halim agayla yapmıştır. İkinci eşi olan Halim aga köyümüze iç güveysi olarak oğlu Latif’le birlikte gelir. Genç kızlık çağlarında Kadriye’nin aynı köyden Ali adında bir gençle dostlukları mevcuttur. Birbirlerini çok severler. Ancak Ali’nin ailesi onların evlenmelerine razılık göstermez. Ali’yi başka bir kızla evlendirirler. Fakat Ali genç yaşta vefat eder. Bu olaydan sonra Kadriye’nin “Aliş’imin kaşları kare” türküsünü çok büyük bir içtenlikte icra edermiş ve dinleyenleri ağlatırmış. İlk aşkını kaybettikten sonra birlikte büyüdükleri Latif’le aralarında duygusal yakınlaşmalar olur ve sonra birbirlerini severek evlenirler. Latif bey İkinci Cihan Savaşına gönüllü olarak katılır. Savaştan döndükten sonra Ardino ilçesinin Bal -İzvor köyünde polis olarak göreve başlar. Daha sonra, Dimitrovgrat’a tayini çıkar. Kadriye abla eşinin çalıştığı yerlerde küçük gruplar önünde türkü söylemeye başlar. Daha sonra bir türkü yarışmasında birinciliği kazanır. Kısa bir süre Momçilgrat tiyatrosunda çalışır, sonra Haskovo tiyatrosunda işe başlar. Kırcaali tiyatrosu açıldığında da o, bu yeni tiyatronun baş solisti seçilir. O dönemde tiyatroda ve radyoda söylediği türkülerle ve güzel sesiyle dinleyici ve seyircilerinin gönüllerinde taht kurmuştur. Herkes, Kadriye geliyor diye gösterilere akın eder. Köyümüzde bir kamyonun kasasını sahneye uyarlayıp köy okulunun bahçesinde verdiği konseri canlı izleyen şanslılardan biri de benim. Köyümüze sıkça gelirdi. Onun çok sevecen ve mütevazı olduğunu görüyorduk. Mahallemizin ortasında bulunan çimenlik denilen yerde yaşlı mahalle komşularını kırmaz onlar türküler söylediğine şahit olan biriyim. Köye tatile geldiğinde orak biçen annesinin ve komşularının yanına gider, dinlenme saatlerinde onlara türküler söyler ve hepsinin gönlünü almayı başarırmış. Köyümüzde onun sevecen ve mütevazi kişiliğini hatırlayanların sayısı bir haylidir. Böyle yetenekli bir köydeşimizin kazayla gelen erken ölümüne kimse inanmak, kabullenmek istemese de aramaızdan ayrılmıştır. Değerli sanatçımız Kadriye ablamızı 1962 yılında kaybetmiş olsak da onu kalplerimizde yaşatarak ebediyete kadar unutmayacağız. Bir köylüsü ve yakın komşusu olarak, köyümüze her gittiğimde Kadriye Latifova’nın doğup büyüdüğü evin perişan halini gördükçe içim sızlıyor. Ona hak ettiği değeri veremediğimizden dolayı üzgünüm. Sadece kişi ve köy olarak değil, bütün Balkan Türklerinin onun hatırasına karşı bir borçları olduğu kanaatindeyim. Biz, Balkan Türklerinin Türkçeyi, türkülerimizi sevmemizde onun çok büyük katkıları olmuştur. Onun doğup büyüdüğü eve gereken önemi vermemiz, Türkiye’de yaşayan köydeşlerimiz ve halen Golemantsi’deki soydaşlarımızın minnet borcudur. ( KARABEKİROĞLU Beytulla ÖZGÜR-Bursa) Rumeli 23 KÖPRÜLÜ KÖYÜ Köyümüzün adı nereden gelmektedir? Köyümüz Köprülü, Kırcaali iline bağlı, tamamı Türk olan bir köydür. Nüfusu 1985 yılı sayımına göre 2390 kişi olup, 1934 senesinde adı Bulgarcaya çevrilerek Most şeklini almıştır. Yazı: Ali Güler-Bursa Fotoğraflar: İsmail Çavuşoğlu B u ilginç bir öyküdür ve birkaç şıkkı vardır. Köyümüzü ilk ziyaret edenler bir çıkmaz içinde kalırlar. Çünkü onların ilk bakışta burada aradıkları köprüdür. Sağına, soluna bakarlar ne dere var ne de köprü. Oysa geçmiş yıllarda yaşlılardan duyulan iddialara göre, köyümüzün temellerini Osmanlı veziri Mehmet Köprülü paşa atmıştır. Rivayete göre Paşa 1648/1656 yılları arasında Bulgaristan’nın Köstendil kasabası valisidir. O dönemlerde maiyetiyle birlikte bu yörelerde denetimlerini sürdürürken (şimdiki köy mezarlığının olduğu yerde) birkaç gece konaklamışlar. Havanın temizliğinden çok etkilenmiş olacak ki, ”Burada köy olur” diyor ve o dönemde göçebe halinde olan ailelerin buraya yerleşmelerini sağlıyor. O gün bu gün, köyün adı da “KÖPRÜLÜ” oluyor. Daha sonra o açıklık bölgeye harmancık sırtı adı veriliyor. Köyümüzün adını bazıları, “Köpürmek” sözcüğünden oluştuğunu ileri sürer- ler. Mezarlık sırtı yani(Harmancık sırtı) aslında bir gediktir. Kuzeyden ta Tuna ve Kocabalkan’dan, Şipka’dan gelen rüzgarlar, hele kış günleri buralarda savurur da savurur. O yüksekçe yerde kar bile tutmaz. Kimi zaman bu esinti şiddetli olur, tozu dumana katar. Tek sözle ortalık, köpürür de köpürür, onun için bazıları “köpüren”yer adı altında değişime tezini savunurlar. Köyümüz Köprülü, Kırcaali iline bağlı, tamamı Türk olan bir köydür. Nüfusu 1985 yılı sayımına göre 2390 kişi olup, 1934 senesinde adı Bulgarcaya çevrilerek Most şeklini almıştır. Köyümüz ta Osmanlı döneminden kalma pazarı ile de meşhurdur. Günümüzde de “Köprülü pazarı” olarak devam etmektedir. Köyümüz, 1885/86 yıllarında Bulgar işgaline uğrar. 1912/13 yıllarında Balkan savaşında köy boşalır. Halk, o zamanki dönemde öküz arabalarıyla Yunanistan, Gümülcine ‘ye kaçar. Kısa bir sürede savaş biter ve köy halkının çoğu döner. Bir kısmı ise dönmeyip Rumeli 24 Koşukavak üzerinden Türkiye’nin Edirne bölgesine göç eder. Köyümüzün ileri gelenlerinden tahsil görmüş olan Hüsnü Efendi, 1920 yıllarında Bulgaristan Türk ahalisine daha sıcak yaklaşım sergileyen Aleksandır Stamboliyski iktidarında mebus seçilir. Demir yolu hattının HaskovaPodkova istikametine Çernooçene üzerinden geçmesi öngörülmesine rağmen Hüsnü Efendi’nin ve köyün ileri gelenlerinden, sözü tutulan, Ali Molla, Mehmetali ağa, Hüseyin ağa, o dönemlerin köy muhtarı Ömer Çavuş, Recep ağa gibi şahıslar etkili olurlar. 1921/22 yıllarında demir yolunun köyümüzden geçmesi sağlanır. Demir yolunun köyden geçmesini hazmedemeyen 15-20 Bulgar milletvekili meclis çıkışı Hüsnü efendiye hakaretler, küfürler savurarak tehdit ederler. Bu gelişen olaylardan sonra Hüsnü Efendi, yeni evlenen kızı Necibe haricinde, çoluğunu çocuğunu toplayarak, 1927 yılında Türkiye’ye kaçar ve Lüleburgaz’ın , Ahmetbey köyüne yerleşir. Demir yolunun köyden geçmesi köy halkına büyük yararlar sağlamıştır. Köyün doğusunda yüksekçe bir tepede ”Kayalıburun” taş ocağı açılır. Bu taş ocağında bazı kişiler, ev inşaatı için taş çıkarırlar ve belirli ücret karşılığı ihtiyaç sahiplerine satıp ailelerine katkı sağlarlar. Çıkarılan taşların çok kolay işlenmesinden dolayı belirli ölçülerde çap taşları çıkartılır.Başka bölgelerden büyük inşaatlar için verilen siparişler, sağlam öküzleri ve arabası olanlar için de geçim kaynağıdır. Öküz arabalarıyla taş ocağından tren garına taşımacılık yaparlar ve yük vagonları ile sipariş verilen bölgeye gönderilir. Hatta o dönemlerde inşa edilen Kırcaali Medresesi binasının taşları da bu taş ocağından olduğu bilinir. Rumeli Biraz da köyün eski esnaf, ileri gelenleri ve ustalarından bahsedelim. Karşı mahallemizden Topal İsa lakaplı İsa aga ve arkadaşları 1.Dünya savaşında Romanya cephesinde siperlerinin bombalanması esnasında toprağın altında kalmışlar. Birkaç gün sonra onların yardımına gelen askerler, aç susuz perişan ve elleri, ayakları donmuş vaziyette onları kurtarıp hastaneye naklediyorlar. Hastanede İsa aga’nın donmuş olan el ve ayak parmaklarını kesiyorlar. Sağlığına kavuşan İsa aga devlet tarafından Gazi ilan ediliyor. Geçimini sağlayabilmesi için ona serbest ticaret yapma izni veriliyor. Yine ayni mahalleden, değirmenci İsa agadan bahsedelim. Kendisi öküz arabası, tarla sabanı, boyunduruk yapımında usta olarak bilinir. 1921/22 yıllarında kendi becerisi ile mahallenin en yüksek yerine kuzeyden, güneyden esen rüzgarları kullanarak yel değirmeni inşa eder. Esen rüzgarların etkisiyle dönen değirmeninde ihtiyaç sahiplerine buğday, mısır, arpa öğütür. Köyümüzün tahsil görmüş kişilerinden, Şumnu -Nuvap okulu mezunu Yunus Efendi yıllarca Kırcaali müftüsü olarak hizmette bulunmuştur. Yine köyümüzün büyük ustalarından Çilingir Galip agadan söz etmeden geçemeyiz. Galip usta, küçücük işliğinde, kilit ,av tüfeği, tabanca, şemsiye gibi çeşit tamir işleri ile uğraşmaktaydı.Ustalığı duyulmuş olan Galip aga,1960 yılında Sofya, Narodna Spestovna Bankası merkez para kasası bozuluyor ve bir türlü açamıyorlar. Bir yerlerden duyum alıyorlar ki, bu işi yapsa yapsa Kırcaali’de bir usta yapabilir. Böylece ta Sofya’dan kalkıp Köprülü’de Galip ustanın kapısını çalıyorlar. Usta Sofya’ya vardığında, kasayı hiçbir zorluk hissetmeden açıyor ve tamir ediyor. Bu gün onun torunu Yusuf da onun izinde mesleğine ve yaşamına devam ediyor. Yine aynı mahalleden Ziyaettin Nuri şu anda dünyaca ünlüler arsında olan bir heykeltıraştır. İstanbul Marmara Üniversitesinde görev yapmaktadır. On beş milyonluk dünya incisi sayılan İstanbul’un geleceğinin 50-100 yıllık planlanmasında Ziyaettin Nuri on kişiden biridir. Ziyaettin’in amcası Veli’nin torunu Mehmet Karakaş, ABD’ de altı yıl öğrenim gördükten sonra yurda döner ve bugün Artvin Çoruh Üniversitesi rektör yardımcılığı görevindedir. 25 Gelelim köyümüzün medarı iftiharı Hasan Aziz’e. Hasan, üç dönemdir Kırcaali Belediye Başkanlığını kazanan bir köydeşimizdir. Onunla sadece biz Most köydeşleri değil, tüm Kırcaali sancağı ahalisi gurur duymaktadır. Hem köyüne, hem yöre halkına, hem de ülkeye büyük hizmetleri geçmiş ünlü Köprülü’lerin listesi bu saydıklarımızla bitmez. Savaşlarda canlarını kaybetmiş şehitlerimiz ve gazilerimiz de vardır. Bu satırların sahibi ben Ali GÜLER, köyümden 1976 yılında ayrıldım. Bursa’da oturmaktayım. Birçok göçmen derneklerinin oluşmasında ve sorunlarının çözülmesinde aktif olarak yer aldım. Zorunlu göç sırasında da birçok soydaşımın sorunlarını çözmesinde yanlarında bulundum onlara yardımcı oldum. Bursa’da otursam da kalbimin yarısı köyüm Köprülü’de atmaktadır. Bu yüzden köyüme ve köyümün insanlarına karşı da bir minnet borcum vardır. Ben o köyde doğmuşum ve o insanların arasında adam olmuşum. Bu nedenle köyüme ve köydeşlerime, onların gelişme yönünde her etkinliğine gönülden katılmak ister ve bunu bir borç bilirim. Rumeli 26 1972 yılı doğumlu iki Mehmet. Onların biri Aşıklarlı Hasan Muallim’in, diğeri de İnkayalı Şerif’in oğlu. İkisi de sarışın, köy okulunun birinci sınıfında aynı yıl okumaya başladılar. İki Mehmetler bu okulda sekiz yıl aynı rahleyi paylaştılar, fotoğraf çekilirken de çoğu kez yan yana durdular. Zekâ farkları yok gibiydi, ama hayalleri farklıydı. Aşıklarlı Mehmet göklerde, astronot, pilot gibi hayalleri içinde yüzerken, İnkayalı Mehmet’in tek arzusu yeşil sahalarda top koşturmaktı. Onların orta son sınıftaki yılları Bulgar totaliter rejimin en gaddar dönemine rastladı. O yıllarda eğitim gören çocuklardan çok azının hayali gerçek oldu. Aşıklarlı Mehmet Koşukavak’te liseye kaydoldu, İnkayalı da yine aynı kasabada şoförlük mesleğiyle yetinmek zorunda kaldı. 1989 göçü patlak verdiğinde her ikisi de delikanlı olmuş, askerlik çağına gel- Mehmet Şerifoğlu Mehmet Özgür Sindelli’nin Tekstilci Memetleri mişlerdi. Önce askerlik görevi, sonra da ver elini Anavatan-TÜRKİYE’de soluklarını aldılar. Ne tesadüftür ki, her ikisi de Bursa’da buluştular. Aşıklarlı Mehmet Öztürk, adaşı İnkayalı da Güngör soyadlarını almışlardı. Mehmet Öztürk Bulgaristan’a gidip tekstil üzere yüksek öğrenim görürken, Mehmet Güngör de ekmek parası peşinde direksiyon çevirmeye başladıysa da sonuçta yıllar sonra her ikisinin de yolları tekstil sektöründe kesişti. Bir Bulgaristan ziyaretimde Mehmet Öztürk’ü Mestanlı kasabasında tekstil firması olduğunu öğrendim. Vakit bulup yanına uğradım. Bu çocuk- lardan ayrılalı aradan çeyrek asır geçmişti. Mehmet’in o çocuksu yüzünden sadece boncuk mavisi gözleri parlıyor, sarışın saçlar biraz seyrelip kumrala dönüşmüş, iri yarı adam olarak karşımdaydı. Hayat hikâyesinden bahsediyordu: “Yüksek öğrenimden sonra Bursa’da “Özdilek”te iyi bir konumda işe başladım. Orada babam bize ev de yapmıştı, kazancım fena değildi, ama içimde ne hikmetse kendi işimi kurma arzusu vardı. Ve birkaç yıl önce buraya gelip “MESSİ” firmasını faaliyete geçirip bu işi bu kasabada yapmak varmış. Çok şükür, işte şu gördüğünüz mütevazı İki Mehmet, Sindelli’de okulda aynı sıraları paylaştı... Rumeli işletme sayesinde şimdilik 100 kadar çalışana iş verip evine aş götürmelerini sağlıyoruz ve inanın bundan mutluluk duyuyorum”, diyor genç müteşebbis Mehmet Öztürk. Yemekhanede ikramımızı aldıktan sonra da tesisi gezerken gördüklerimizden gurur duymamak elde değildi. Çok mükemmel orta ölçekli bir konfeksiyon fabrikası. Çağdaş bir yemekhane ve usta bir aşçısını da gördük. Burada belirtmeye değer başka bir olay daha dikkatimizi çekiyor-çalışanlar için modern aletlerle donatılmış bir spor salonu. Firma her çeşit bayan üst giyim üretiminde uzmanlaşmış, hatta başka fabrikalara fason iş de gönderiyorlarmış. Her şeyin küçükten büyüdüğü bilinen bir gerçektir, birkaç yıl sonra bu firmanın daha da büyümesini görmek arzusuyla oradan ayrılıyoruz. Bir süre önce İnkayalı Mehmet ile de buluştuk Bursa’da ağabeyi Fehmi (Bizdeki Fami’lerin adları Türkiye’de değişikliğe uğradı) ile Millet Mahallesi’nde “FMN” tekstil atölyesini işletiyorlar. Fehmi Türkiye’ye geldiğinde İstanbul’a yerleşmiş. Bir çorap fabrikasında 27 işbaşı yapmış, sonra şirket iflas etmiş. Anne ve babası ile birlikte beş kardeş de Bursa’ya yerleşmişler. Mehmet şoförlük yapıyor, diğer kardeşleri ise konfeksiyon işlerindeler. Fehmi’nin iş becerebileceğine inanan kardeşlerden Pedriye ile Mehmet Fehmi’ye kendi işlerini kurmayı teklif ediyorlar ve bir gün üç kardeşin konfeksiyon atölyesini açıyorlar. Birkaç yıldan beri çocuk konfeksiyon işi üzere çalışmakta olan kardeşlerden ablaları emekli olunca şirket ortaklığından da çekiliyor. Bugün İnkayalı Şerif’in oğulların- Fehmi Mehmet Şerifoğulları Mestanlı’da “Messi” firması çalışanları. dan Mehmet ile Fehmi kardeşler de Aşıklarlı Mehmet Öztürk gibi çok sayıda çalışanın evine aş götürmelerini sağlamaktalar ve bundan da mutluluk duymaktalar. Biz de onların öğretmeni ve köydeşi olarak onlarla gurur duyuyoruz ve her iki firmanın da daha güçlenerek, gelecek yıllarda şirketler grubuna ve nihayetinde holdinge dönüşmeleri temennilerimizi sunuyoruz. Neden olmasın? Biraz yukarıda her şeyin küçükten büyüdüğünü belirtmiştik ya. (MeTe) Rumeli 28 DEĞERLİ BİR ESER Burhanettin ARDAGİL kimdir? B urhanettin Faikoğlu, 1943 yılında Kırcaali şehrinde dünyaya gelmiştir. Doğma büyüme Kırcaalili olan Burhanettin dört dörtlük bir insan ve çok değerli bir sanatçıdır. Daha erken öğrencilik yıllarında çizgiyle haşır-neşir oldu ve bir daha hiç ayrılmadı. Çizgi neydi? Çizgi karikatür demekti, çizgi söyleyeceklerini çizgiyle anlatmak demekti. Çizgi, kişi ya da olayları resmetmek yoluyla betimlemekti. O, resmin geniş nüansaları arasından kendisine en uygun bulduğu karikatürü seçmişti. İlköğretim ve lise öğrenimini Kırcaali’de tamamladı. Öğrencilik yıllarında kalemini hiç elinden düşürmedi ve sanatını geliştirdi. Bunun yanı sıra, karikatür alanında ün yapmış ülke ve dünya ustalarının eserleriyle tanışmayı da ihmal etme- di. Hele lise yıllarında kendisini hem pratik, hem teorik olarak geliştiren genç Burhanettin ‘in merakı ve emeli daha yükseklerdeydi. Sofya şehrinde bulunan Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenimine devam etmek onun en büyük arzusuydu. Ancak, kendisini bir türlü o Akademi öğrencileri arasında göremiyordu. Sınavlarda yetersiz mi oluyordu? Puanları mı düşüktü? Hayır, hiç biri değildi… Bir gün kahvehanede kahve sohbetinde aynı masada sivil emniyet çalışanlarından biri Burhanettin’e dönerek: “Faikoğlu, her yıl canla başla çalışarak Güzel Sanatlar Akademisine girmek istiyorsun. Ancak, maşallahın var, ağzından da hiç de Türkiye sözcüğü düşmüyor. Böyle devam edersen, yani bu gidişle sen oraya girmeyi bırak, Akademinin kapısını bile göremezsin…” Demişti. Memur doğru söylemişti. Sorun, bilgi ve yetenek sorunu değildi. Bilgi ve yetenek aransa onlar Burhanettin’de fazlasıyla vardı. Ancak, konuşmalarında, muhabbetlerinde Türkiye sözcüğünün var oluşu, bir nevi onun düşüncelerinin dışa vuruşu olarak kabul ediliyordu. Yani Burhanettin, Türkiye’yi seviyordu. Bu da Türk milliyetçisi demekti. Böylelerinin üniversite ve akademilerde yeri olamazdı. Öyle de oldu. Burhanettin’e, onca merakına rağmen Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek nasip olmadı. Oysa, Burhanettin ırkçı, milliyetçi değildi. O, bir Türktü, Türkleri ve Türkiye’yi seviyordu. Fakat Bulgaristan’ı ve Bulgar halkını da seviyordu. Kırcaali şehrinde Bulgar-Türk Kırcaali Ressamlar Birliği kurucu üyeleri arasında Burhanettin de vardı Rumeli komşular iç içe yaşıyorlardı. Okul öncesi ve öğrencilik yıllarında da Bulgar arkadaşlarıyla hep birlikteydiler. Bunun aksinin olmasına da imkan yok. Çünkü, Kırcaali şehrinde, Türkler ve Bulgarlar arasında hiçbir zaman hiçbir musibet baş göstermemiştir. Ta ezelden her iki etnik gurubun temsilcileri kardeş kardeş yaşamışlar ve yaşamaya da devam ediyorlardı. Öyle ki, Burhanettin’de Bulgarlara karşı nefret aramak abesle iştigaldir. Kırcaali’de onun yakın dostlarından çoğu Bulgardır. Yetmedi, Kırcali’de oluşan “Bulgar Ressamlar Birliği” gurubunun aktif üyelerinden olan Burhanettin’in sanatçı dostlarının, çoğu da Bulgardı. Onu Türk, Bulgar seçmeden oluşturduğu dostluklar, Bulgaristan’dan kovuluşundan sonra da devam etmektedir. O bugün bile İstanbul’da bir çok Bulgar sanatçı dostundan mektuplar ve tebrikler kabul etmektedir. Burhanettin’e milliyetçi yaftası yakıştırmak ona eziyet edebilmek için uydurulmuş bir büyük yalandan ibarettir. Burhanettin, Güzel Sanatlar Akademisine giremez. Ancak, kendisi üzerinde çok çalışmış ve sanatını geliştirmiştir. Yerel ve merkez gazetelerde karikatürleri basılır. Beğenilir, takdirler ve ödüller kazanır. Karikatür ve sanatçı her zaman iyiden, güzelden ve doğrudan yana olduğu için çoğu zaman da muhaliftir. Karikatürlerinde tutunacak dal bulamayınca, onu uyduruk milliyetçilik üzerinden hırpalamaya başlarlar. Bu yetmez, daha sonra yine uyduruk casusluk suçlamalarına da maruz kalmıştır. Öne sürülen iddialara hiçbir delil bulunamaz. Buna rağmen defalarca tutuklanarak emniyetteki hücrelerde eziyet görmüş ve sağlığı bozulmuştur. Bununla da kalmazlar, sıhhatine kavuşması için onu normal hastaneye değil, de Sinir Hastalıkları hastanesine gönderirler. Komadan çıkan Burhanettin, o hastanede bulunuşuna şaşar. Bunu, hem onun hem yakınlarının psikolojik çöküşü gerçekleşsin diye yapmışlardır. Burhanettin’in tutukevlerinde bozulan sıhhati için “NAD -55” adlı bir gazeteye verilen bir röportajda polis: “Onun boyu zaten kısaydı ve erken gençlik yıllarında “BECHTEREV” hastalığından hastay- 29 dı…” demiştir. İnsanlar arasına böyle yalan bir söylenti yaymışlardı. Bu külliyen yalandı. Burhanettin Faikoğlu 1960-1965 yıllarında Kırcaali futbol takımının defans oyuncusuydu. Hasta bir genç futbol oynayabilir miydi? Bütün bu yapılanlar onu doğru bildiği yoldan saptırmaya yetmedi. 1980-li yıllarda Bulgaristan çapında Avrupa örneği insan haklarını savunma hareketleri başlamıştı. Yurdun büyük şehirlerinde Demokratik İnsan Haklarını Koruma cemiyetleri kurulmuş ve faaliyetlerini bir hayli genişletmişti. Merkez yönetim, Kırcaali bölgesinde insan haklarının en büyük ihlali olduğu gerekçesiyle, burada da bir cemiyet kurdu. Ve Kırcaali’deki Demokratik İnsan Haklarını Koruma Derneğinin başına da Burhanettin Faikoğlu seçildi. Böyle bir cemiyette çalışmanın çok tehlikeli olduğunu bildiği halde Burhanettin yılmadı bu sahada da başarılı oldu. Burhanettin, daha öğrencilik yıllarında kendini her yönde geliştirmeye niyetliydi. Ve geniş bir kültüre sahip herkes tarafından sevilen bir kişi ve değerli bir sanatçı olmayı başardı. O, yalnız iyi bir sporcu değil, edebiyatı ve dramı seven gençlerin de önde gideniydi. Kırcaali şehrinde daha tiyatro yokken, “Ömer Lütfi” okuma yurdunda dram grubuna aktif olarak katılıyordu. 60-lı yıllarda büyük şairimiz Nazım Hikmet’in “Enayi” ve “Bir Aşk Masalı” oyunlarda rol alarak seyircilerin beğenisini kazanmıştır. O yılların gazetelerinin birinde şair Sabahattin Bayram, Burnanettin ve arkadaşları için, amatör olmalarına rağmen usta oyuncuları imrendirecek bir oyun sergilediklerinden bahsetmiştir. Gelelim sanatçının eserine. Burhanettin, Bulgaristan’da totaliter rejim yıllarında Türkleri eritme politikalarını konu alarak birçok karikatür çizmişti. Onun yaratıcılığı 1989 zorunlu göçünde İstanbul’a yerleştikten sonra da devam etti. Eserlerinden en önemlilerini seçerek Burhanettin Ardagil, “UNUTMA, BUNLAR YAŞANDI” derlemesini çıkardı. Karikatür ve yazılardan oluşan bu eseri her göçmenin görmesi gerekir. Burhanettin’in “UNUTMA, BUNLAR YAŞANDI” adlı eserinin Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri ve Göçmen dernekleri kitaplıklarında ve lokallerinde 5-er 10-ar adet bulunması ve göçmen okuyucuların kitapla buluşmasını sağlamak yararlı bir görev olacaktır. Aynı amaçla, bu kitabın, Bulgaristan’da belediyeler ve okuma evleri tarafından belli miktarlarda satın alınıp okuyucuların dikkatine sunmalarının çok önemli insani bir görev olacağı kanısındayım. Burhanettin, bir çok yerli ve uluslararası sergilere katılmış ve sayısız denecek kadar ödül ve takdirler almıştır. Onun bu yeni eseri için bir çok kurum, kuruluş ve sanatçılardan çok olumlu değerlendirmeler gelmektedir. Bu büyük başarısından dolayı, kendisini tebrik eder ve bu uğurda başarılarının devamını dileriz. (Süleyman ADALI) Not: “UNUTMA BUNLAR YAŞANDI” eserini satın almak için Burhanettin ARDAGİL Tel: 0533 375 37 07, Ya da Türkiye İş Bankası, Şehremini Şubesi Hesap No: 1049 1337764 Rumeli 30 Bir ömrü özetleyen Madanlı’daki mabed “ Ben hayatımda çok az mutlu oldum, bugün de o mutlu anlarımdan biridir” cümlesi dudaklarından dökülürken, titreyen sesini, yaşaran gözlerini kalabalıktan kaçırma imkânı yoktu artık. Boğazına düğümlenen sözcüklerle yaşadığı sevinci, geçmişteki acı günleri riyasız bir şekilde; olduğu gibi özetledi… Mayıs’ın ikinci günü, Kuşukavak’a bağlı Madanlı köyünde apayrı bir heyecan, yürekleri bahar yeli önünde sürükleyen doyumsuz bir coşku vardı. Bir zümrüt denizinde yılların izini taşıyan taştan köy evleri, o evlerde kim bilir ne acılara, sevinçlere tanık olmuş nur yüzlü ihtiyar- lar, daha gencecik yaşta çilenin her türü alınlarına nakış gibi işlenmiş taze gelinler, karayağız delikanlılar farklı bir günü solumanın hazzı içindeydi. Madanlı sakinleri Hafız İsmail Türker Camisi’nin açılış töreni için toplanmıştı. Koltuğunun altına bir tepsi su böreği, bir çömlek pazı sarması, ev baklavası sıkıştıran köy kadınları, komşu köylerin aksakallıları, Kırcaali’den, Koşukavak’tan, Mestanlı’dan idareciler, siyasiler, din adamları tören alınındaydı. Açılış öncesi, babası Hafız İsmail Türker’in hayrına yaptırdığı cami için üç-beş kelam etmek üzere mikrofonu eline alan Gazeteci Yazar Mehmet Türker, aslında hiçbir şey söylemese de lisan-ı hal ile çok şey anlatmıştı. Göz pınarlarında biriken Rumeli yaşlar, mahzun ama vakur duruşu son kırk yılın özeti gibiydi. Hem onun, hem de bu topraklarda yani Balkanlar’daki Türk nüfusun ‘ateş çemberi’ndeki günleri onun şahsında dile geliyordu adeta… Dileyen korku tünelini andıran bu zaman dilimini 93 harbi olarak bilinen daha eski zamanlara kadar götürebilir, oradan itibaren Balkan bozgunu, faşizm, komünizm yıllarını da işin içine katabilirdi. Osmanlı’nın çöküşüyle omuzlarına ağır bir yük binen Balkan Türkleri arasında Bulgaristan Türkleri’nin ayrı bir yeri olduğu muhakkak. Özellikle 1980’lerin ortasında ağırlaşan baskı ve zulüm, bu topraklardaki her soydaşımızda unutulmaz bir iz, onulmaz bir yara bırakmıştır. İşte o yaralı ama milli benliğinden asla ödün vermemiş soydaşlarımızdan biri Mehmet Türker… Zulüm adası Belene’deki çile dolu günler, hapisler ve sürgünler… Sonra sınırdışı kararı. Bir valiz, bir eş, iki yavru ile yeni ve zorlu bir hayata ilk merhaba. Bir yandan hayata tutunabilmenin, öte yandan ömrünü feda ettiği değerleri savunmanın ağır yükü… Bütün bunlara rağmen eğilip bükülmeden, doğru bellediği yolda, hayırla anılan izler bırakabilmek… Bir kâbustan, sonsuz maviliklere uzanan bir düş devşirmek; üstelik o düşe konu komşu, hısım akraba, eş dost herkesi paydaş etmek… Duygu dolu cümlelerle ömür çizgisinde ipuçları veren Mehmet Türker’in sevincine hak vermemek 31 (Soldan sağa) Mehmet Türker, HÖH Kırcaali İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı Bahri Mehmet, Halil Türker, müteahhit Kadir Kırcı, milletvekili Erdinç Hayrullah ve İsmail Çavuşoğlu. Hafız İsmail Türk Camisi’nin açılış töreninde... mümkün müydü? Onun bütün sıkıntı, eziyet ve işkencelere rağmen varoluşun gerçek amacını kavramadaki samimiyeti önünde saygıyla eğilmemek mümkün müydü? Baharın coşturduğu yeşillikler içinde yükselen Hafız İsmail Türker Camisi bir köy mabedi olmanın ötesinde onurlu bir ömrün, mensubu olunan milletin değerlerine bağlılığın, dahası bir dâvâya gönül vermenin, alperenlik ruhunun somut ifadesi değil de nedir? Mehmet Türker’in dilini, dinini, örfünü, geleneğini yaşatma adına verdiği en çetin sınavları başarıyla tamamlaması ve bunu babasının adına inşa ettirdiği cami ile taçlandırması, gönülden alkışlanacak bir davranıştır. Hayırlarının kabul olması duasıyla, kendisini kutluyoruz… Yazı: Abdulkadir Karataş Fotoğraflar: İsmail Çavuşoğlu Rumeli 32 Atatürk, Kırcaali’de ilk kez törenle anıldı Müzekki Ahmet’in başkanlığındaki Türk Kültür ve Sanat Derneği (TÜRKSAD) ilk kez Kırcaali’de 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutlama etkinliği düzenledi. Ömer Lütfi Kültür Derneğinin kütüphanesinde gerçekleştirilen kutlamada Bursa’da BAL-GÖÇ’ün kurucularından Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu Genel Sekreteri Zülkef Yeşilbahçe, 1984 yılında Bulgarlaştırma sürecine karşı Gorno Prahovo (Tosçalı), Mleçino (Sütkesiği) bölgesinde meydana gelen kalkınmalarda yer alan Salih Özertürk, Ömer Lütfi Derneği Başkanı Seyhan Mehmet hazır bulundular. Kırcaali gençlerinin doldurduğu salonda çok sayıda aydın vardı. Programın başında Müzekki Ahmet, Manisa’nın Soma İlçesinde yaşanan maden faciasında hayatını kaybeden maden şehitleri anısına bir dakika saygı duruşunda bulunulmasını rica etti. Kırcaali Türk Kültür ve Sanat Derneği ve Ömer Lütfi Kültür Derneği yönetimi olarak Seyhan Mehmet ile birlikte bizzat T.C. Filibe Başkonsolosluğuna gidip Soma faciasına ilişkin taziye defterini imzaladıklarını bildirdi. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını anlatan bir yazı okudu. Aynı zamanda salondakiler slayt gösterisi izlediler. Atatürk ile ilgili verilen bilgiler üzerine kısa bir soru-cevap yarışması düzenlendi. Soruları doğru cevaplayan gençlere Atatürk kitapçığı hediye edildi. Beş yaşındaki Atakan Ömer ifadeli söylediği Atatürk ile ilgili bir şiirle büyük beğeni kazandı. Konukları ve gençleri selamlayan Ömer Lütfi Derneği Başkanı Seyhan Mehmet, dernek başkanı olduğundan bu yana gençlerin Atatürk hakkında daha fazla bilgilendirilmesini hedeflediğini paylaştı. Kendi neslinin Atatürk konusunda biraz geri kaldıklarını, fakat son yıllarda sınırların açılması ve gelişen teknoloji sayesinde bu eksikliğin hep beraber telafi edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Müzekki Ahmet ile birlikte dernek başkanları olarak Filibe Başkonsolosluğunun desteğiyle gençleri ilk önce Atatürk’ün doğduğu eve götüreceklerine dair söz verdi. Ayrıca derneklerin Atatürkçülüğü yaşatmak, Cumhuriyetin kuruluşu, Türk tarihi, Çanakkale Savaşları konusunda gençlere bilgi vermek için çaba sarf edeceklerini belirtti. Seyhan Mehmet gençlere, “Hep beraber bu yolda ilerleyelim. Gelecek nesillere Atatürk’ü çok iyi tanıtalım” diye seslendi. (Kırcali Haber’den alıntı) Başkan Halil İbrahim Şenol Başkan Yardımcısı Abdurrahim Nursoy İzmir, Gaziemir Belediyesi son seçimleri soydaşların yüzünü güldüren bir sonuçla neticelendirdi. Önceki dönem belediye başkanlığında bulunan CHP’li Başkan Halil İbrahim Şenol’un ataları aslen tarihe mal olmuş Tımraş Pomaklarına dayanır. Şenol’un Balkan göçmenleriyle samimi ilişkileri yürütmesi sonucu özellikle Sarnıç’ta ikamet eden on binlerce Bulgaristan göçmeninin oylarının büyük çoğunluğu CHP işaretiyle seçim sandığına düştü. Şenol, soydaşlara bir vefa borcu olarak Sarnıçlı işadamı, önceki dönem Gaziemir Belediye Meclis üyesi Abdurrahim Nursoy’u bu yeni dönemde de birinci sıradan meclis üyesi gösterdi ve kazanılan seçimlerden sonra Gaziemir Belediye Başkan Yardımcılığına getirmekle samimiyetini bir kez daha ifade etti. Abdurrrahim Nursoy yeni dönemde, İnsan Kaynakları, Yazı İşleri Müdürlüğü, Hukuk İşleri ve Sarnıç’tan sorumlu başkan yardımcısı olarak görev yapacak. Kırcaali, Çernooçene doğumlu hemşehrimiz Nursoy’a sağlık ve üstün başarı dileklerimizle. (Halil TÜRKER-“Rumeli” dergisi, İzmir temsilcisi) Abdurrahim Nursoy İzmir Gaziemir Belediyesi yönetimde Rumeli 33 Koşukavak Turizm, Türk Dünyası’nı Balkanlar’la buluşturmaya devam ediyor Türk Dünyası Kültür Başkenti Eskişehir etkinlikleri kapsamında Eskişehir Türk Dünyası Kültür Ajansı ile Koşukavak Turizm rehberliğinde binlerce öğrenciyi Balkanlar’la buluşturdu. K oşukavak Turizm önderliğinde Eskişehir’den yola çıkan öğrenciler Bulgaristan ve Yunanistan’ın keşfetme imkanı buldular. Bulgaristan Grubu sabah erken saatlerde yola çıkıp sınır işlemlerinin ardından Bizans, Yunan ve Osmanlı Devleti’nin derin izler bıraktığı Filibe’ye vardılar. Filibe antik tiyatroyu keşfeden öğrenciler Cuma Cami önünde bol bol fotoğraf çektirdiler. Konaklamak için Otel’e giden öğrencilerin bir hayli yorgun fakat bir o kadar da mutlu oldukları gözlerinden belliydi. İlk günün yorgunluğunu atan öğrenciler Bulgaristan’ı keşfe devam etmek için Kırcaali’ye doğru yola koyuldular. Öğrencilerin Kırcaali’de ki ilk durağı Kırca –Ali’nin kendi adını taşıyan cami ve külliyesiydi. Çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Kırcaali’de öğrenciler sanki Türkiye’de ki bir şehirde gezer gibi gönlünce gezip , eğlendiler. Gezinin üçüncü gününde öğrenciler Bulgaristan Turunu tamamlayıp Çanakkale’yi gezmek için Türkiye’ye doğru yola koyuldular. Çanakkale’de şehitlikleri gezen öğrencilerin duygu dolu anlar yaşadığı gözlerden kaçmadı. Konaklamak için Çanakkale’de mola veren öğrenciler Dördüncü günün sabahında ise birbirlerinden ayrılacağı için içleri biraz buruktu. Fakat yaşadıkları onca güzel anı ve keşfettikleri onca diyar için ise oldukça mutluydular ve bu Turu onlarla birlikte yaşayan Koşukavak Turizm Yön.Krl.Bşk. Rıfat Yakupoğlu’yla bol bol teşekkür edip hatıra fotoğrafı çektirdiler. Kültür Dünyası Başkenti etkinlikleri kapsamında diğer durağımız Yunanistan. Gümrük işlemlerinden sonra öğrencilerin ilk durağı 1928’de kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği’ydi. Gümülcine’de mola veren öğrenciler İskeçe’ye doğru yola koyuldular. İskeçe’de Türk Mahallesini ve Tarihi Çarşı’yı gezdikten yola devam ettiler. Sabah’ın erken saatlerinde Kavala’ya varan öğrenciler önce Osmanlı Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Cami ve İmareti’ni ziyaret ettiler. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı su kemerleri arasından geçerek Selanik’e doğru yola devam ediyorlar. Selanik’te Kordon , Beyaz Kule ve Selanik Kalesi’ni keşfeden öğrenciler son olarak Atatürk’ün evini ziyaret edip bol bol fotoğraf çekmeyi ihmal etmediler. Selanik’te konaklayan öğrenciler Atalarının Türk Ulusu için destan yazdığı Çanakkale’ye doğru yola çıktılar. Koşukavak Turizm’in deneyimli rehberleri eşliğinde Çanakkale’nin tarihi dokusunu yaşayan öğrenciler Atatürk’ün doğduğu evden sonra Atatürk’ün Türk Ulusu’nun gözünde bir kahraman olarak doğduğu Çanakkale’yi de keşfetme imkanı buldular. (Mehmet Mutlu) Rumeli 34 Cemal’in tabloları yetim kaldı Y az gecelerinde gökyüzüne baktığımızda binlerce yıldız görürüz. Bir an olur iz bırakan bir yıldız kayıp kaybolur. Hakikaten böyle bir yıldız da koca geçenlerde Kırcaali’den kaydı resim sanatında derin, çok derin iz bırakarak. Renk âleminin en parlak zamanında Kırcaali yöresi Türk köylüsünün iri, nasırlı emekçi ellerinin resmeden hemşerimiz “Cimi”-Cemal Emrullov hayata gözlerini kapayıp gitti. Onun sanatında kullandığı renkler köylünün tütünüydü, kirazıydı, gözünün rengiydi, kendisi gibi saf, sıcak ve insanın ruhunu okşayıcıydı. Cimi hiçbir zaman renkleri “çorba” yapmadı. İslâm dininde vefat edenin ardından kötü sözler söylenmez. Onun ardından zaten söylenecek kötülüğü de yoktu ya… Yaratıcılığın tam zirvesinde genç yaşta kaybettiği oğlunun acısıyla göçüp gitti Cemal, tablolarını öksüz bıraktı duvarlarda asılı. Defalarca atölyesinde onu seyrettim. Bir rengi tuvale koymadan iki kolunu önüne bağlar ve beyninde kompozisyonu kuruyordu. Bir müddet sonra beyaz tuvalde tütün dizen veya toplayan güzel Türk kızları beliriveriyordu. Bir başka kez de onun aksesuarı olan avluda kovalaşan horozlar, tavuklar, kuzular canlanıveriyordu fırçasının ucundan. Çocukluğunu Çiftlik köyünde geçirdiğinden gabalaklı amcanın nasırlı ellerinin parmaklarını ve ayaklarını o kadar iyi resmediyordu ki, bir başka meslektaşları bile onların kopyasını çekmeden edemediler. Cemal deyince aklıma önce onun hayatta en büyük tutkusu olan futbol gelir. Oynamasını sevdiği kadar izlemesini severdi. Hele de “Arda” takımının ünlü yıldızı Mümün Kaşmer’in hastasıydı adeta, onun çalıştırıcısı olmuştu. Ona top kaldırmaktan büyük zevk alırdı, maçlarını izlemek için diyar diyar dolaşırdı. Onu sevenler, hele hele yarım kalan tabloları çizilmeyi bekleyecek… Cimi, gittin ama yakışmadı adın mezar taşına. O fırçalarında kalan renkler yüreğin gibi tertemiz kaldı. Bu dünyada kimseyi kırmadan, incitmeden, zaten senin tabiatın buydu… Son görüşmemizde yaşama azminin azaldığı, hatta sıfırlandığı anlaşılıyordu. O zaman çok üzüldüm. Oğlunun acısı seni bitirdi. Bu da baba sevgisinden olacaktır her halde? Ruhun şad olsun can kardeşim! (Burhaneddin Ardagil - Faikov) Rumeli 35 Bulgaristanlı müftülerin Trakya ziyaretleri... B u yıl mayıs ayı başında Bulgaristan Müslümanları Yüksek İslam Şurası Başkanı ve Bölge Müftüleri Kırklareli ve Trakya Üniversitesi Rektörlerini ziyaret ettiler. Bulgaristan Müslümanları Yüksek İslam Şurası Başkanı Şabanali Ahmed ve beraberindeki Haskovo Müftüsü Basri Eminefendi ve Kırcaali Müftüsü Beyhan Mehmed, Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Aykaç’ı makamında ziyaret ettiler. Görüşmede İlahiyat fakültesi dekanı Prof. Dr. Mehmet Dalkılıç ve İl Müftüsü İsmail Bayrak hazır bulundular. Şura Başkanı’nın himayesinde heyet daha sonra Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük’e iadeyi ziyarette bulundu. Her iki görüşmede Üniversitelerin Bulgaristan’dan öğrenci aldıklarını ve almaya devam edeceklerini, bilhassa yeni açılan Kırklareli ve Edirne İlahiyat’a da öğrenci almak istediklerini Rektör beyler tarafından vurgulandı. Türkiye’de eğitim almaları hasebiyle duydukları memnuniyeti dile getirerek, mezkur (adı geçen) ilahiyatların tanıtılmasına katkı sağlayacaklarına ve öğrenci yönlendireceklerine dair söz verdiler. Heyet daha sonra Edirne İl Müftüsü Emrullah Üzüm’ü ziyaret ederek, Kutlu Doğum haftası münasebetiyle Bulgaristan’da birçok programa katılarak konuşma yapmaları hasebiyle kendilerine teşekkür etti. Verimli programları YTB tarafından Edirne’de düzenlenen “Proje geliştirme” sempozyuma katılmalarıyla sona erdi. (Kırcaalı Haber) Sırnitsa’da etnik etkileşimler tartışıldı “Rodoplarda Dostluk ve Kültür Paylaşımı Derneği” Başkanı Mediha Zaimova’nın öncülüğünde, Kırklareli Üniversitesi, Üsküp (Kırklareli) Belediyesi ve Sırnitsa Belediyesi’nin işbirliğinde, 17 Mayıs 2014 Cumartesi günü Sırnitsa’da “Balkanlar’da Etnik Etkileşimler” konulu bir seminer düzenlendi. Seminere, Üsküp Belediye Başkanı Hüseyin Kasap, Sırnitsa Belediye Başkanı Mustafa Alikanov, Kırklareli Üniversitesi öğretim görevlileri Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu, Yrd. Doç. Dr. Sevim Hacıoğlu ve anılan üniversite bünyesindeki “Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi” Müdürü Ahmet Altay’ın iştirak ettiler. Muavin Konsolos Murat Muhacıroğlu da seminere iştirak ederek, kısa bir selamlama konuşması yaptı. (Mehmet Kösev-Smolyan) Rumeli 36 Bir süre önce satın alınan otel, gerekli tadilat ve düzenlemenin ardından “Yoniko-Termal” adıyla hizmet vermeye başlayacak “Yaman Hotel”e kardeş geldi... B Gebzeli işadamı Salim Yaman, Haskovo Banyoları’nda en güzel otel olan “Yoniko”yu da satın alarak buradaki otellerini çiftledi. ulgaristan’da ciddi yatırım yapan Gebzeli işadamı Salim Yaman, Haskovo Banyoları’nda en güzel otel olan “Yoniko”yu da satın alarak buradaki otellerini çiftledi. Aslen Bulgaristanlı (Kırcaali, Üçtepe) olan Salim Yaman üç yıl önce hizmete açtığı “Yaman Hotel”in çok yoğun olması dolayısıyla ikinci bir otele ihtiyaç duyulduğunu ifade ederek, “Neye niyet, neye kısmet. 1970’li yılların başında Türkiye’ye göç edip T.C. vatandaşlığına geçtiğimizde Bulgaristan’daki totaliter rejim bizleri ‘vatan hain’i ilan ederek vatandaşlıktan ihraç etmişti. Şimdi öyle bir zaman geldi ki, bizler burada işadamı olarak faaliyet yürütüyoruz. Otelimiz özellikle Makaz Sınır Kapısı’nın açılmasıyla Yunanistan’dan çok sayıda müşteri almaya başladı. Mayıs-eylül ayları arasında tam kapasite dolu çalışıyor. Bilhassa helal kesim et ürünlerinden yemek hazırlanan restoranımıza da çok ilgi var. Geçen yıl çok sayıda müşterimize kapılarımızı açamadığımızdan yeni bir otele ihtiyaç duyduk ve kısa bir süre önce buradaki “Yoniko” oteli satın aldık, adı da “YonikoTermal” olarak değişti. 1990 yıllarda hizmete giren otelde bazı tamir işleri gerek, yeni tesise her halde gelecek yıl müşteri alabileceğiz” dedi. Otuz dört odası ve altı da apartmanı bulunan otel modernize edildikten sonra buranın en kaliteli oteli olarak hizmet vereceğine de dikkat çeken Yaman, müşterilerin çoğunluğunun Türkiye’den geldiklerini ve konfor aradıklarını söyledi. “Bu ihtiyaçlara da ancak yeni otelde cevap verebileceğiz. Günümüzün insanı her şeyin en iyisine lâyık olduğunun bilinciyle çalışmamız gerek” diye konuşan Salim Yaman’a daha nice otellere sahip olma dileklerimizle. (Rumeli Dergisi) Rumeli 37 Şakanın böylesi... R ahmetli dedem 75 yaşındayken, ben orta ikiye gidiyordum. Şaka yapmayı seven biriydi. Sıkça sıkça biz afacanları etrafına toplayarak başından geçen olayları anlatırdı. Bir defasına ilk motorlu arabaya nasıl bindiğinden söz etti: “Bizim buralarda eşek, öküz arabası bile gördüğümüz yoktu. Dağ başında araba ne gezer? Eşek boldu bak, bazılarının katırı, beygiri vardı. Akranlarım Gümülcine, İsketçe, Kavala / Batı Trakya kasabaları / taraflarına çobanlık, ırgatlık yapmaya, tütün işlemeye gidiyorlardı. Meraklandım. Ben de gittim onlarla. Yaşım neredeyle onbeş, onaltı. Bir ağa ile pazarlık yaptık, çoban oldum. Elli kadar koyun ardından koşacağım. Bir hafta kadar geçtikten sonra, ağa bir öğle vakti yanıma geldi. ‘Koyunlar yatsın. Kalk ! Gel benimle! Seni çiftliğimde gezdireyim, gör’, dedi. Gittik. Oda gibi bir yere oturttu beni. Altında dört tekerlek , o zamanki bizim köydeki misafir odasına benzeyen bir şey. Bir ara bir uğultu koptu. Korktum. Sonra önündeki, kasabalarda görüp de tadına bakamadığımız gevreklerin birki misli büyük bir gevreyi sağa sola çevirmeye başladı. Oda gürültü kopararak yolda ilerliyordu. Öyle gidiyordu ki, vızıl vızıl. Yol boyundaki ağaçlar birer birer arkada kalıyordu. Havada uçuşan kuşları bile önlüyorduk. Gezdik, dolaştık. İkindi üstü, hava serinlemeye başladığı zaman dönüp, geldik koyunların yanına. Ben adamın zenginliğini görünce, yevmiyemi biraz artırmasını istedim. Razı gelmedi. Benim de kelim şişti. Öyleyse ben bırakıyorum. Babamın çıftliğinde çalışırım! Sana kavuk yok! Hemde bu senin cip babamınkisi yanında birşey değil. O, böyleleriyle tarlalara gübre taşıyor. Kendi koştuğunu gene, sen hayal bile edemezsin”, deyip bırakıp döndüm, oralardan buraya. Eleğimi aşa mı asacağım yoksa?! Ağa olmuşta ne sanki! Bu benim ilk köyden çıkmamdı. “ Rahmetli uzun boylu, zayıf yapılı, kısa sakallı, mülaim, bakımlı, nur yüzlü bir erkek güzeliydi. Sırtında aba potur, yeleğinde köstekli saatı vardı. Başında kabalak. Yazları sarıksız, kışları kulaklarıyla beraber sarıklı taşıyodu. Belinde üç veya dört metrelik yapağıdan kuşak. Onu yalnız akşamları yatarken, bir de büyük aptesini bozarken indiriyordu. Olgunluk çağına girince yeniden İskeçe, Gümülcine ovalarına dönmüş, tütüncülük yapmış, bu işin çalımını almış, bu taraflarda uygulamış. Daha sonraki gelen ekonomi kriz yıllarında hayvan derisi toplamış, çarık yapıp satmış. Başkalarının eşeği yokken onun iki katırı varmış. Birisiyle kendi, diğeriyle de babam gidip, geliyomuş pazarlara. Bundan dolayı da lakabımız “Çarıkçı“ olarak kalmış. Yaşlanınca iş eşeğe düşmüş. Güzel, bakımlı koca kulaklı bir eşek sahibiydi. Onu doyuruyor, suluyor, bakımını yapıyordu. Başka işe bakmazdı. Pazartesi Eğridere ( Ardino ) pazarına, salı Maşkılı (Kobilyane) ve cuma günü de Kırcaali /Bulgaristan’ nın Rodop havalisinde bulunan yerleşim birimleri/ pazarına gidiyordu. Semere önce keçi kılından dokunmuş heybeyi, üstüne dövülmüş kırmızı kilim, sonra kaba yastık, yerleştiriyor daha üstüne de kendisi oturuyordu. Yalnız o, koca kulaklı merkep biraz azgın, biraz da çapkındı. Dedem iki de bir “A be oğlum, bu meret beni pazarlarda rezil ediyor. Nerede eşek görürse görsün anırmaktan ağzı kapanmıyor. Hele de dişi görmesin, hepten esiriyor“, diye ağlanıyordu. Bir iki derken, başkalarından duyup da bayırda hayvan güderken, başka eşeklerde denediğimiz bir şeytanlık aklıma geldi. Bir defasına : “Dede, ben onun kolayını bulur, seni rahatlatırım“, dedim. “Kaç başımdamdan! Azmış o! Azmış! Nasıl kolayını bulacaksın? Bulamassın! Bulamassın vesselam“ , diye beni tersledi. “Bulacağım dede, hemde bak nasıl bulacağım. Yarın Kırcaali pazarına rahat rahat gidip, geleceksin”, diyerek onu sakinleştirdim. Pek inanmasa da : “Bul bakalım! Bul da göreyim!“, dedi, başımı sıvazlayarak. O görmeden ahıra girdim çıktım. Benden sonra gitti, eşeği aldı, donattı, kasabanın yolunu tuttu. O günün sonunu zor bekledim. Dedem, her zaman olduğu gibi, akşam namazından önce döndü. Eşekten avlu kapısı yanında indi. Ben evin önünde duruyor, tutumunu izliyordum. Yüzü belli belirsiz gülümsüyordu. Yanına çağırdı beni. Elini küşağına soktu. Çıkarıp bana bir kısım bonbon şekeri verirken. “A be oğlum, buna ne oldu? Bu bilmem neresini ne yaptığımın koca kulaklısına? Onun ağzı tıkandı, kıçı açıldı“, diyerek şaşkınlığını belirtti. Nereden bilecekti adam, zavallı hayvanın poposunun yağlı olduğundan, orasını sıkamayıp da anıracağı yerde durmadan yellendiğini !? Ben, küçük şeytan, gülmekten kendimi alamadım. O görmeden eşeğin poposuna biraz koyu makina yağı ( gres ) sürdüğümü, ona korkumdan söyleyemedim. Bulgarista /Kırcaali Mustafa BAYRAMLI Rumeli 38 Bulgaristan Türkleri Özgürlük Yürüyüşleri... B ilindiği gibi Aralık 1984 ve Ocak 1985 Bulgaristan Tüklerinin isimleri Bulgar isimleriyle değiştirildi. Hiç ara vermeden bütün örf ve âdetler yasaklandı. Baskılar daha şiddetlendi. Türklerin önemli bir kısmı Belene’ye sürgün edildi, diğer bir kısmı hapislere atıldılar. Gerçekte Bulgaristan Türklerine yapılan baskılar daha 93 harbi olarak bilinen 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı zamanında başladı. Osman Paşa’nın bütün kahramanlıklarına rağmen Osmanlı savaşı kaybetti. Bulgaristan Türklerine baskılar daha savaş zamanında başladı ve sivil halkın kıyımlarına kadar vardı. Savaştan sonra birçok ulusararası antlaşmalara rağmen baskılar devam ettiler. Baskıların en şiddetli zamanları Balkan Savaşı yıllarında oldu. Stamboliyski zamanında Bulgaristan Türkleri birazcık nefes aldıktan sonra Sgovoristler döneminde yine baskıların belirtileri başladı. Bu baskılar tefrikçi (ayrımcılıkçı) faşist hükümetleri zamanında şiddetlendi. 1944 Komünistlerin iktidara gelmesinin ilk yıllarında Türklere tanınan bazı haklar sayesinde hızlı bir gelişme oldu. Fakat 19561967 yılları arasında Türklere karşı ırkçı tutumlarıyla bilinenler ve Türklere karşı daha ılımlı davrananlar arasında mücadele başladı. Todor Jivkov’un da desteğiyle mücadeleden ırkçılar başarıyla çıktılar. Bu zor şartlar altında her türlü zorlukları yenerek 1989 başlarında Türkler teşkilâtlanmaya başladılar. Bunu sezen hükümet bazı Türkleri sınır dışı etti. Fakat artık ok yaydan çıkmıştı. Mayıs 1989 yılında yürüyüşler başladı. Halkın sabrı taşmıştı. Her şeye pek aldırmayan, biraz ağırbaşlı görünen, fakat her lâfı titizlikle izleyen ve gerektiğinde kükreyen Deliormanlılar şahlandı. Deliorman havası gibi insanı da biriktire biriktire, sindire sindire bir hızı vardır ki, bozkır fırtınasında gibi, bakırdan dökercesine yağar, dal kırar, ağaç söker. VE 19, 20 Mayıs 1989 tarihinden sonra Barış Ve Özgürlük Yürüyüşleri başladılar. Bu yıl yürüyüşlerin 25. yıldönümü- dür. Fakat derneklerimizden, federasyonlardan şu ana kadar çıt yok. Ben bu kısa girişten sonra şimdiye kadar tespit ettiğim 34 yürüyüşten bazılarıyla sizleri tanıştırmağa çalışacağım. YUSUFHANLAR- KAOLİNOVO YÜRÜYÜŞÜ-İLK ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ 1985 yılı Ocak ayında zorla isim değiştirme cinayetinden sonra yoğunlaşan baskılar 1989 Mayıs ayına kadar devam etti. 20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar, yetti artık dedi ve yürüyüşler başladı. Şumnu ili, Yusufhanlar (Pristoe)* köyüne toplanmış olan halk, güneye doğru hareket etti. Bu Özgürlük ve Barış Yürüyüşü’ne Yusufhanlar, Şarvı (Braniçevo), Davulcular (Gusla), Saltıklar (Sredkovets), Çoban Nasuf (Zagoriçe), Nasufçular (Duhovets) vb. köylerden de yürüyüşçüler katıldılar. Emberler’e (Kliment)* geldiklerinde yakın köylerden gelenlerle köy meydanı dolup taştı. Şumnu köylerinden başka Razgrad sancağının Nasuhçular, Akçalar, Podayva ve diğer köylüleri de katıldılar. Saltıklarlı Kıymet Basrieva’nın kısa ve özlü konuşmasından sonra iki öğrenci şiir okudu. Tek bir kelime Türkçe konuştuğu için para cezası ödemiş, Bulgarca bilmedikleri için hastanelerden kovulmuş, horlanmış insanlarımız Türkçe okunan bu şiirleri büyük bir heyecanla ve gözyaşlarıyla dinlediler. Emberler’den Hasıllar’a (Naum)*, oradan da Çufalar›a (Täkaç)* varıldığında köyün merkezinde bulunan su tankerinin üzerine çıkan Lütfi İbrahimov (Öncü) “Arkadaşlar köyümüze hoş geldiniz” sözleriyle başladıktan sonra kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “…bu yürüyüşler isimlerimizin geri verilinceye (iade edilinceye) kadar devam edecektir”. Çufalar’dan sonra Bohçalar (Kaolinovo)*5 kasabasına doğru devam edildi. Yürüyüş esnasında gizli milis (polis) mensupları da uyumuyordu. Daha Emberler’de Özgürlük Yürüyüşünü takip etmeğe başlamışlardı. Çufalar›da itfaiye arabası göründü. Ancak müdahale yoktu. Havada helikopter de devamlı olarak tur atmağa başladı. Çufalar›da Yürüyüşe Aydoğdu (İzgrev), Taşkınköy (Buynovitsa), Işıkköy (Osenovets), Senebirlik (Sini-vir), Karabaşlı (Çernoglavtsi), vb. köylüler de katıldılar. Çufalar-Kaolinovo arasındaki 5 km. yol, Özgürlük ve Barış yürüyüşçülerine dar geliyordu. Bu arada Razgrat köylerinden telefonlarla soruyorlar: «Yürüyüş var mı, Şu an nereye vardılar?». Bir süre sonra Aydoğdu içinde Razgrat plakalı arabalar göründüler. Kaolinovo’ya doğru olanca hızla gidiyorlardı. İhtiyar, kadın, çocuk, erkek ve gençlerden oluşan yürüyüşçüler Osman Paşa “Tuna nehri akmam dedi” marşını söylüyorlar, kol kola kenetlenmiş ilerliyorlardı. “Ünü büyük Osman Paşa” mısraları bozkırın ortasındaki yer yer meşe ormanlara ulaşıyor, yavaş yavaş ormanların içine sokuluyor ve bitimsizlikle kayboluyordu. Hayır kaybolmuyor, sanki meşe ağaçlarından güç alırmış gibi ormanların ötelerine yayılıyor ve Deliorman, Güney Dobruca köylerine doğru çın çın ötüyor, insanlarımızı yeni yürüyüşlere çağırıyordu. Hak ve Özgürlük Savaşımına (mücadeleye) davet ediyordu. Bohçalar (Kaolinovo)* kenarında görünüm değişti. Polis ve asker yolu kesti. Kasabanın içine girmeğe izin vermiyorlardı. Yürüyüşçüler tarlalar içinden yürümeğe başladılar. Sesler yükseldi. “Birbirinizden ayrılmayın”, “Kadınları, çocukları ortaya alın” ve ilerlediler. Özgürlük yürüyüşçülerini bölmek için bir tank, halkın arasına girdi. Ellerinde hiçbir şey bulunmayan yürüyüşçüler yol kenarında yakmak için hazırlanmış (kesilmiş) odunlara, yerdeki taşlara sarıldılar. Çelik tanka isabet eden binlerce taş ve odunların yankısı uzaktan makineli tüfek taramasını yansıtan sesler çıkarıyordu. Ortalık birden karıştı. Polis, polis köpekleri ve askerler yürüyüşçülerin üzerine yürüdüler. İki taraf birbirine girdi. Bu sırada Yürüyüşçüler bir kurban verdiler. Kusköylü şoför Rumeli (Fotoğraflar: Ramis Serbest) 39 Necip Osman yere serildi ve kalkamadı. Yürüyüşler bittikten sonra, polis halk arasında “kalp krizi” söylentisini yaymağa çalıştı. Fakat bu olaydan tam 10 yıl sonra “24 Çasa” adındaki Bulgar gazetesinin 19 mayıs 1999 tarihli yazısında “Necip, 25 kişinin ellerinde yere serildi. Kalp krizi, tank veya tüfek dipçiği mi bu genç insanı aramızdan ayırdı?” diye soruyor. Fakat, Hâlâ cevap yok. Bir grup polis çemberini yararak, kasabanın merkezine ulaşmayı başardılar. Bu sırada Kaolinovo’nun doğusundaki Mahmuzlu (Todor İkonomovo), Kuzköy (Kus), Sofular (Vılnari) vb. köylerden gelen ikinci bir grup kasabanın merkezine yetişti ve esas grupla birleşti. Bohçalar’ın merkezinde yapılan mitingde Emine Osmanova konuştu ve tüm Bulgaristan Türklerinin isteklerini açık ve net bir surette ortaya koydu. Özetle istekler şunlardı: “Türk isimlerimizin iadesini istiyoruz.” “Türkçe konuşma yasağı kaldırılsın.” “Örf ve âdetlerimize karışılmasın.” “Baskılara son verilsin.” Bunlar her insanın en doğal hakları değil mi? Bu arada Bohçalar kenarındaki ormanda bir başka insanlık dramı yaşanıyordu. Özel polis ekipleri yürüyüşçülerden bir kısmını tutuklayıp yol kenarına hendek içine yatırmışlar diğer bir kısmını da ormana götürmüşlerdi. Bunu, Aydoğdulu Ömer Yılmaz’ın (Süleyman oğlu) ağzından dinleyelim. “İki asker kollarıma girdiler, kimlik yoklaması yapacağız diyerekten ormanın içine götürdüler. Kimliğimi aldılar. Ormanın içinde oldukça geniş ve derin hendekte tahminime göre 25 kişi yatıyordu. Onların yanına beni de Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Pristoe köyünde bu yılki asimilasyon şehitlerini anma törenine katılarak bir konuşma yaptı... yatırdılar. Bir ara yürüyüşçülerin seslerinin geldiği yöne doğru kafamı kaldırmak istedim. Kafama sert bir demirle vurdular. Ardından her yerime darbeler başladı. Daha sonrasını pek hatırlamıyorum. Akşam üzereydi. Arkamızda bir komutanın sesi çınlıyordu: “Bunların kafalarına birer kurşun sıkmalı. Zaten hendek de hazır” diye bağırıyor ve bir uçtan bir uca geziniyordu. Hava kararmak üzereydi. Yürüyüş bitmişti. Bizi ormandan çıkardılar, kuzeyi göstererek hiçbir yere bakmadan gitmemizi söylediler...» Bu günden sonra Ömer, altı ay yatakta kaldı. Ancak bir yıl sonra Anavatana gelebildi ve tedavi oldu. Deliorman ve Bulgaristan’da İlk Özgürlük ve Barış Yürüyüşü olan Kaolinovo Yürüyüşünü diğer köy ve kasabalar izlediler. Bu Yürüyüşten sonra yaklaşık 170 köyün ve yüzbinlerce insanın katıldığı Özgürlük Yürüyüşleri yapıldı. Ben onlardan bugüne kadar 34’ünü tespit edebildim*1. Yürüyüşlerin her birini kağıda dökmeye devam ediyorum. Bu yürüyüşe Kaolinovo belediyesi (16), Venets belediyesi (14), Nikola Kozlevo belediyesi (13) köyleri katıldılar. Bunlardan başka Razgrad ve Silistre sancakları köylerinden de katılanlar oldular. MAHMUZLU ÖZGÜRLÜK DİRENİŞİ Kaolinovo yürüyüşünden sonra Bulgar milisi (polisi) yürüyüşlerin önüne geçemeyeceğini anlayınca bazı kişileri tutuklayıp halkı yıldıracağını planlamıştı. Gizli polis Türk avına çıkmıştı. İlk olarak Mahmuzlu (Todor İkonomovo) köyünü* seçti. 21 Mayıs, Pazar sabahının erken saatlerinde polis ve asker Mahmuzlu’nun önemli yerlerinde mevzîlendi. Her an harekete geçmek için emir bekliyordu. Sabahın erken saatinde Tahir Çavuşoğlu’nun evi kuşatma altına alındı. Tahir tutuklandı. Belediyeye götürüldü. Tahir’in tutuklandığını duyan halk belediyeye doğru akın etti. Kısa bir sürede yüzlerce kişi belediye binasını sardılar. «Tahir›i milisin ellerinde bırakmayız» sesleri yükseldi. «Baskılara son verilsin» sesleri ortalığı çınlattı. Tahir ve onu tutuklayan po- Rumeli 40 Demir Baba Tekkesi’nde bu yıl düzenlenen anmam törenlerine binlerce kişi katıldı. lisler içeride, Mahmuzlu halkı ise belediye binasının çevresindeki çemberi daralttı. Beklenmedik bir anda polislere destek olarak gelen askerler, halkın etrafında ikinci çemberi oluşturdular. Polisin «dağılın» sözlerine halk «hayır, dağılmayacağız, Tahir›i serbest bırakmanızı istiyoruz .» sedalarıyla cevap verdiler. Polis, direnişçiler arasından bazı kişileri çemberden koparıp, tutuklama girişimlerinde bulundu. Bir sonuç alamadı. Beklenmedik bir anda ateş açıldı. Birkaç yönden silâh sesleri yükseldi. Ellerinde hiçbir silah, hattâ bir sopa bile olmayan insanlar yerlere serilmeye başladılar. Ortalık anam babam gününe döndü. Yerler, taşlar kana boyandı. Bu olaya şahsen tanık olan Ayşe Kuşku anlatıyor: “Evden çıktığımda karşımdan gelen biri, “Türklere ateş açıyorlar” diye bağırıyor ve ağlıyordu. Var gücümle belediyeye doğru koşmağa başladım. Koşarken silah seslerini duyuyordum, fakat silah sesi olduğuna inanamıyor, o sesleri elektrik kablolarının birbirlerine çarptıklarında çıkan sese benzetiyordum. Zaten o güne kadar makineli tüfek - kalaşnikov sesi işitmemiştim. Belediyeye vardığımda köylülerimi yerde sürünürken gördüm. Hasan amca (Hasan Salih Arnavut) yerde yatıyordu. Onun gelini- Egdane bacaklarından vurulmuş, delik deşik içinde yerde kıvranıyordu. Kocası Ali babasının cansız bedenini yerde, karısının da kanlar içinde kıvrandığını görünce bayılmış, yan tarafta yatıyordu. Çok kişiye kurşunlar isabet etmiş yerde yatıyorlardı. Yaralıların sayısı çoktu. Meydanda (oğlum gidiyor, gelinime yardım edin, kızım belinden vuruldu) çığlıkları yükseliyordu. Şok oldum. Bir an sonra kendimi toparladım ve belimden kolanı çıkardım. Yanımdaki bir kişinin yardımıyla kolanı birkaç parçaya böldük ve yaralıların bacaklarını, kollarını sıktım. Yaralıları sağlık ocağına götürmeye başladık. Sağlık ocağının kapıları kilitliydi. Açmaya çalıştık. Açamadık. Erkekler kapıyı kırdılar ve içeriye girdik. Sağlık ocağının merdivenlerinden aşağıya doğru kan aktığını gördüm. Aklımdan hiç çıkmıyor. Hâlâ gözümün önünde. Bulabildiğimiz tıbbî malzemelerle yaralılara ilk yardımı verebildik. Ağır yaralıları Yenipazar’a, hastahaneye gönderdik «. Bu acı anılardan sonra genç kadın sustu. Gözünü bir an uzaklara dikti. O pazar günü Mahmuzlulular belki de düğüne, belki de mayıs güneşi altında sohbet edeceklerdi. Fakat Mahmuzlu ağlıyordu. Üzerine sanki kara bulutlar çökmüştü. O gün belediye önünde yaralanan ve Yenipazar’da tedavi olan Nazım Hasan Fıçıcı “Biz Tahir Çavuşoğlu’nun serbest bırakılmasını istiyorduk ve haklı olarak direniyorduk” – diye söze başladı. “Birden silah sesleri duydum. Başımı o tarafa çevirdim. Ateş eden askerler sol taraftaydılar. Doğrudan halkın üzerine ateş ediyorlardı. O tarafta bulunanlardan Mehmet Saraç, Mehmet Lom ve Hasan Arnavut birden yere serildiler. Bir daha kalkmadılar. Arkama döndüğümde gördüm ki karşımdaki askerler de bize doğru ateş açtılar. Bana öyle geldi ki yere ateş ediyorlardı. Taşlardan seken kurşunlar (mermiler) bizlere isabet ettiler. Bizim taraftakiler genelde bacaklarından ve belinden yaralandılar. Ben, yere yuvarlandığımı hatırlıyorum. Bizleri kaldırıp Yenipazar’a götürdüler. Hastahaneye vardığımızda yardımımıza ilk koşan köylümüz doktor İbrahim Öztürk’ün çabalarıyla derhal ameliyata alındık ve yaralarımız sarıldı. Henüz ifade verecek durumda Rumeli değildik, fakat polis sorguya geldi. Başhekimin, “İzin veremem, iyileştiklerinden sonra ifadelerini alabilirsiniz” dediğini işittim. Hastahaneye iki general geldi. Bizi tedavi eden doktorlara bu bir trafik olayıdır diye rapora yazılmasını istediklerini, hekimlerin ise “Biz gördüklerimizi yazarız” dedikleri duyumları kulağımıza geldi. Nazım, sözlerine şunu da ekledi: “Bizlere ateş eden askerler sanki her zaman gördüğümüz askerlere hiç benzemiyorlardı. Çirkin, vahşi batı filmlerinde gördüğümüz çapulculara benziyorlardı…”. Burada eski öğretmen Hasan Ali sözü aldı ve dikkate değer bir olayı anlattı. Mahmuzlulara karşı ateş açıldıktan sonra, insanlar kanlar içinde yatarken, bir subay makineli tüfekle havaya ateş açtığını ve demokrasi geldiğinde, aynı subaylar mahkemelerde kendilerini savunurken, havaya uyarı ateşi açtıklarını söylemişler. Belediyenin önü kana boyandıktan sonra “uyarı ateşi “ açmanın ne kadar kurnazca bir oyun ise, o kadar da aptalca bir hareket olduğu besbelli. Yenipazar’da tedavisi yapılamayacak olan ağır yaralı Celil Ali Korkmaz, Zahide Gıdak, Yusuf Tozcu ve Cevat Çavuş Şumnu’ya nakledildiler. Şumnu doktorlarının yaralıları iyi karşılamadıklarını, onlara kötü davrandıklarını Celil Korkmaz şöyle anlattı: “Şumnu hastahanesine saat 13.00 da vardık. Fakat ameliyata gece yarısı sat 01 de aldılar. Benim için doktor hafif sinir yaralanması dedi. Doktorların ve hemşirelerin bizlere karşı alaylı tavırları vardı. Kendi aralarında şarkı söylüyorlardı. Kendi acılarıma rağmen onlara acıdım. Onlar insanlıklarını ve sağlık işçisi olarak verdileri yemini yitirmişlerdi. Türkiye’ye geldiğimde yeniden ameliyat oldum. Doktorların dediklerine göre, Şumnu’da sadece damarları sıkıp bırakmışlar. İstanbul’da tedavi oldum ve daha iyileştim. Fakat bacağımın biri tamamen iyileşmedi. Artık geç kalmıştı. Altı saat içinde bağlanması gereken damarlar, gerekeni yapmadan bırakılmışlar. Şu an sakatım.” Celil sustu, Bir an karşıya bakakaldı. Şumnu’da “tedavi” olan Zahide Gıdak, çocuk yaşta olan Cevat Çavuşoğlu ve Yusuf Tozcu da sakat kaldılar. “Seninki hafif sinir yaralanması” demiş olan doktorun adını buraya yazmadım. Boş bıraktım. Bir kutsal mücadelede kendilerini feda eden insanların adlarıyla o doktorun adının bir arada bulunması doğru olmaz. Onun gibilerine yuh, denir. Mahmuzlu köyü Totaliter rejimin 41 Türklere karşı uyguladığı çağ dışı yasaklara karşı mücadelede üç kurban verdi. Mehmet Salih Saraç, Mehmet Salih Lom ve Hasan Salih Arnavut. Ağır yaralı ve sakat kalanlar: Celil Korkmaz, Zahide Gıdak, Yusuf Tozcu ve çocuk yaşta olan Cevat Çavuşoğlu. Cevat’ın çocukluk yıllarını karartan kahpelere sesleniyoruz. Bu çocuğun çocukluk yıllarını kim geri verecek. Belki sizinde çocuklarınız vardır. Onlar oynarken, gülerken, bu çocuğun elinden aldığınız oyunları, çocukluk yıllarını geri verebilecek misiniz? Diğer yaralılar: Nazım Fıçıcıoğlu, Kâzım Mutallip, Naci Süleyman, Mehmet Mümün, Egdane Ali Arnavut, Süleyman İlyasoğlu, Rafet Nasıf, Yusuf Bilâl, Ayşe Gıdak, Fevziye Yusuf ve Ridvan Nasıf. Zorunlu göçte Fevziye Yusuf hariç bütün yaralılar Anavatanımız - Türkiye’ye göç ettiler. Çoğu İstanbul Yenibosna’da, Yegdane Avcılar’da, Tahir ve Cevat Çavuşoğulları Ulaş’da oturmaktadırlar. Her biri, her şeye rağmen hayata sımsıkı bağlandılar. Ekmeğini taştan çıkarırcasına çalışıyorlar*2. Bulgaristan’da demokrasinin gelmesiyle, minnettar Türk halkı Totaliter rejime karşı mücadelede canlarını, kanlarını verenlerin anısına Mahmuzlu’da bir ANIT yaptılar. AKKADINLAR ( DULOVO ) YÜRÜYÜŞÜ Akkadınlar (Dulovo) yürüyüşü Kaolinovo yürüyüşünün hemen ardından yapılan yürüyüşlerden biridir (21 Mayıs 1989). Yürüyüş Karakoç (Oven) köyünden başlayarak, Dulovo’nun merkezine varamadan Karalar’da (Çernik) sona erdi. Daha doğrusu, sona erdirildi. Daha mayıs ayının ortalarında yörede, özellikle de İsperih-Dulovo yolu üzerinde kimliklerini gizleyen kişiler tarafından art arda iki kez adlarının ve insan haklarının iadesi için mücadeleye çağıran yazılar yayımlanmıştı. Diğer taraftan bir grup örgütçü köy köy dolaşarak muhtemel bir ayaklanmaya zemin hazırlıyorlardı. Hakaretlerin ve baskıların zaten canlarına tak demiş olan Karakoç (Oven)* köyü Türkleri böyle bir mücadeleye artık manen hazırdılar. Bir sinyal bekliyorlardı. Bölge milis dairesi de malûmatlıydı. Sinsi sinsi gelişmeleri izliyordu. Karakoç köyü içinde sabahın erken saatlerinde polisler yerlerini aldılar. Üç kişiyi bir yere toplanmasına izin vermiyorlardı. Süt götüren kadınların önlerini keserek geri dönmelerine zorluyorlardı.Lâkin millet de artık eskisi gibi korkmuyordu. İstediğini açık açık söylemeye başlamıştı. Nitekim köyün kadın hocalarından Mukadder nine de öyle yaptı. Oralarda gezinmesinden şüphelendiği birinin aracı önüne çıkarak doğrudan doğruya -Siz bizim adlarımızı niçin değiştirdiniz, niçin onları geri vermiyorsunuz, sünnetlik yaşında iki torunum var, niçin bizim ibadetlerimizi, dinimizi, dilimizi, yasaklıyorsunuz? diye sordu. Görevliyle Mukadder ninenin tartışmasını duyum alan halk yarım saat içinde köyün merkezine 150 kişi kadar insan toplandı. Kalabalık daha da büyüdü. O zaman muhtarlık sekreteri olan Galip Galip şunları anlatıyor: “Aradan sesler yükselmeye başladı. Yürüyelim!, yürüyün! Dulovo’ya. Daha 100, 150 adım yürür yürümez sağdan soldan katılanlarla yürüyüşçü kitlesi büyüdü”, diyor. Önce Dulovo’dan bir grup milis geliyor. Kaptan Nikolov aracından inerek dağılmalarını emrediyor. Fakat dinleyen olmuyor. Bilakis yürüyüşçüler O’na hücüm ediyorlar. Durumu idare edemeyeceğini anlayan kaptan Dulovo’ya haber ediyor ve bir itfaiye arabası geliyor. Basınçlı su ve göz yaşartıcı vasıtalarla kalabalığı dağıtmaya çalışıyor. Ama isyancılar tarafından tepki ve direniş sert. Dumanlar arasından atılanları geri çeviriyorlar. İtfaiyeciler durumu görünce geri kaçıyorlar. Yürüyüşün başlama noktası olan Karakoç’a Sungular (Vokil)* ve diğer köy halklarını getirmek için görevlendirilen Şengül Cemal motosikletiyle köyler arasında mekik dokuyordu. Zaten yürüyüşe her an hazır olan halk heyecanla bekliyordu. Sabırsızlıkla kıvılcımı bekliyordu. Çok geçmeden Karakoç yürüyüşüne destek ve katılmak için Vokil (Sungurlar) kafilesi eriyor. 14 yaşındaki Sevim İsmet’in de dahil olduğu Karakoçlu ve Vokilden gelen bayan ve erkek bir grup genç hemen Hamdi Zahid’in evine dalarak ellerine geçen boyalarla buldukları beyaz yatak çarşaflarına yazarak “Adlarımızı, Haklarımızı İstiyoruz” pankartlarıyla kalabalığın önüne geçiyorlar. Yürüyüşçülerin amacı Dulovo’da parti binasına gitmek ve diğer köylerden gelecek olan yürüyüşçülerle birlikte isteklerini parti ve devlet büyüklerine bildirmektir. 800-1000 kişiyi aşmış olan halk Birden sokaklara döküldü ve Karalar üzerinden Dulovo kasabasının yolunu tuttu. Çernik köyü kenarına geldiğinde yürüyüşçüler iki kat daha artmıştı. Diğer taraftan polis Rumeli 42 de yürüyüş yapılacağının haberini almıştı. 6 itfaiye arabası, 3 panzer, 1 helikopter ve 50 polis pusuda bekliyordu. Yürüyüş Karalar köyüne* geldiğinde tren yolu yakınlarında helikopter halkın üzerine kum, çakıl döktü. Yürüyüşçüler kayısı bahçesinin içine daldılar ve Karalar köyüne girebildiler. Köy insanla doldu taştı. Akkadınlar polisi kendi güçleriyle yürüyüşü engelleyemeyeceğini anladı. Çevre sancak merkezlerinden (Silistre, Dobriç, Ruse ve Razgrad’dan) yardım istemek zorunda kaldı. Bu sırada Karakoç’ta kalmış olan yaşlılar ve çocuklar Razgrad ve Rusçuk’tan gelen yardımcı polis güçlerini taş ve topaçla engellediler. Polis, yürüyüşün Akkadınlar’a varırsa daha da kalabalık olacağını biliyordu. Önlem olarak Dulovo ile Karalar arasındaki Koca gölcük köprüsünü Razgrad, Rusçuk ve Dulovo milis ve asker araçlarıyla böldüler. 3 panzer, 6 itfaiye ve 50 polis set çektiler. Çernik kenarında takviye olarak gelen polislerle yürüyüşçüler arasında göğüs göğüse savaş başladı. Plastik mermilerle ateş açılmasını emreden binbaşı yürüyüşçüler tarafından yere serildi. Bunu gören polisler arabalara kaçıştılar. Ortalık karıştı. Ancak takviye kuvvetlerinin yardımıyla direniş bastırıldı. Burada milis ve asker barışçıl yütüyüşçüleri kıskaca aldılar. Tehditler şiddete dönüştü. Silâhlar patlıyor, coplar devreye giriyor. İnsanlar gaddarca dövülüyor. Bazılarını köprü altındaki dereye atıyorlar. Aynı zamanda aynı amaçla diğer istikametlerden gelen Kolobär, Razdel (Ormanköy) vb. köylüleri belediye merkezinin değişik girişlerine hastahane, orman müdürlüğü önlerinde benzeri şiddet olaylarına maruz kaldılar. İsyancılar dağılmak zorunda kaldılar. İşkenceler Gizli kameralarla filme alınmış olan yürüyüşçülerin çoğu daha o akşam Dulovo polis müdürlüğüne toplayıp dayaktan geçirdiler. Aliriza Nebi, Muzaffer Baki, Vokilli Remzi Ahmet, Âdil Ahmet bunlardan birkaçı. Ali Özgür’ün komşusu Aliriza Nebi 24 saat dövüldükten sonra koyun derisine sarılarak hayata döndürülürken, Ahmet Ramis işkenceler sonucu hayatını kaybediyor. Daha sonra da tutuklamalar ve dayaklar devam etti. Polisin raporuna göre Akkadınlar’da yapılan her iki yürüyüşte de yaralanan yok yazılı. Gerçek ise bambaşkadır. Gocukların İsmail’in evine atılan gaz bombası yangın çıkardı. Kendi evinde dövülen Cevat Habil’in gözünü çıkardılar. Galip Fahrettin’i, Hüseyin Dail’i, Ahmet Kasabalı’yı, Âdil Halit’i, kadınlardan Hüsniye Mıstın’ı, Kadriye Zahit’i suçları olmadığı halde döve döve dayaktan geçirdiler. Gerçek mermilerle yaralanan Karakoçlu Sabit Adil’i Akkadınlar hastahanesi kabul etmeyince kaçak yollardan İsmail Kutuz tarafından Silistre’ye götürüldü. İşkencelere katılmış bir memurun itirafları. Dulovo’da yapılan işkencelere, şiddetlere bizzat katılmış olan Rusçuklu Ventsislav At. Angelov yıllar sonra (Bulgar itfaiye memuru) internette: “Ben de “soya dönüş” sürecinde Boyko Borisov’un daha sonra general unvanı verdiği kişilerin emriyle dövdüm ve kan akıttım” sözleriyle işkence yapıldığını itiraf etti. Onun yazdıklarından bir iki cümle daha. “Biz insanları gizlendikleri yatak altılarından, garderoplardan çıkarıp, yerlere serilinceye kadar dövdük. Türkiye’ye göç etmelerini söyledik. 40 kişi kadar insan kollarında kelepçelerle yatıyordu. Bacak, diş bakmadan dövüyorduk ve kırıyorduk.” Bir yürüyüşçünün “Suç Dosyasından” Akkadınlar yürüyüşüne katılan Blagovets Antonov Angelov’un “Suç İddianamesini ve Dava Dosyasını” araştırmış olan yazar Ahmet Şerif Şerefli’nin yazısından bazı kısımları da buraya koydum. Bu tarihi eyleme katılanın ve önderlik edenlerin birkaçının adları: Blgavest Antonov Angelov, Stanimir Aldomirov Martinov, Rumen Hristov Radkov ve Radostin Kralev Mihov. (Savcılığın iddianamesinde bu sanıkların Türk adları yasak olduğundan sadece Bulgarca olarak geçmektedir. Bu kahraman evlâtlarımızın Türk adlarını keşfedemedim). 19 mayıs 1989 günü Blagovest Antonov Angelov arkadaşlarıyla birlikte Akkadınlar ilçe merkezine geliyor. Foto atölyesi önünde sadece Türklerden oluşan bir kuyruk görüyor. Pasaport için vesikalık resme çıkacaklarını söylüyorlar gelen arkadaşlarına. Aynı zamanda 21 mayıs günü büyük bir protesto yürüyüşü yapılacağı söyleniyor kendilerine. Gerçekten de 21 Mayıs 1989 günü yürüyüş yapılıyor. İsyan edenlerin vermek istediği mesaj şuydu: Türk adlarının geri verilmesi isteği başta, Türk okullarının açılması, dinimize, dilimize konulan yasağın kaldırılması vb. ve bu isteklerinin Sofya’daki devlet ve Parti yöneticilerine iletilmesi. Sanık Blagovst de bu mitinge katı- lanlardandır.21 mayıs günü Sungurlar, Karakoç ve Karalardan kopup gelen kalabalığa Akkadınlar yakınlarında, demiryolu geçidinde girmiştir. 21 yaşındaki genç ön saflarda yerini almıştır. Slogan atanlarla bir bütün oluşturmuştur: İleri!, “İleriii!”, “Adlarımızı geri verin!”, “Anadilimiz Türkçemizi geri verin!”, “okullarımızı istiyoruz!”… Heyecan doruktayken havada bir “Mİ-17” helikopteri belirmiş. Protestocuların üzerinde birkaç harman yaptıktan sonra aşağılara inmiş. 20 m yukarıdan yürüyüşe katılanları izlemiş. Helikopter yürüyüşe çıkan halkı çok rahatsız etmiş. Bu bir polis helikopteriymiş. Kod pantolonlu, yelekli genç yerden helikoptere taş atmıştır. Atılan taş helikopterin camını kırmış. Atılan taşlardan bir tanesi kitleyi havadan izleyen ve videoya alan bir görevlinin alnında isabet etmiş, kaşını açmış. Meğer taşı atan Blagovets adındaki gençmiş. 2000 kişilik bir kalabalık topluca Akkadınlar’a girince karşılarında güvenlik kuvvetlerini ve bir jandarma bölüğünü bulmuşlar. Kükreyen halk bu defa yollarına engel olmak isteyen jandarmayı taş yağmuruna tutmuş. Sonunda güvenlik güçleri protestocuları dayakla dağıtmaya muvaffak olmuşlar. Blagovest tutuklanarak sorgulanmaya başlanmış. Tutuklanan yetmiş kişinin arasında o yaralanan polis, helikopterin camını kıran ve kaşını açan genci tanımış. Blagovest ve daha birkaç kişi tutuklanmış. Bulgaristan Ceza Yasasının 340., 131 ve 135. maddelerince tutuklanarak yargılanmışlar. Duruşmada Blagovest adındaki ve 21 yaşındaki Türk genç 7 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Diğer sanıklara altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmiştir. Notumuz: Bu yazıda adı geçen Bulgarca adların altında Türkler vardır. Bu kahraman evlâtlarımızın Türk adlarını keşfedemedim. Bu yazı Silistre sancak mahkemesinin 103/1989 tarihli Blagovets Angelov’un Dava Dosyasından (Suç İddianamesinden titizlikle özetlenmiştir. Özetleyen ben Ahmet Şerefli’ye bu belgeyi getiren Silistreli hukukçu ve şimdi Silivri’de ikamet eden, Bulgaristan’da Demokratik Liga örgütünü kuranlardan Nazım Başaran Beyefendidir. (Enbiya Ulusoy - Avcılar) Rumeli 43 Kırklareli Üniversitesi Avrupa Yüksek Öğretim standardına ulaştı K ırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç, “Diploma eki belgesi ile Avrupa yükseköğretim standartlarına kavuşması anlamda zorlu süreci tamamlamış olduk” dedi. Kırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç, yaptığı açıklamada, 2007 yılında kurulan üniversitelerinin büyük başarılara imza attıklarını söyledi. Kırklareli Üniversitesini nicelik olarak geliştirmeye büyütmeye çalışırken, nitelik olarak da eğitim kalitesini arttırmaya çalıştıklarını ifade eden Aykaç, Diploma eki belgesi alarak yeni bir başarı daha elde ettiklerini belirtti. Diploma eki belgesi için zorlu süreçlerden geçtiklerini aktaran (KLU) Rektörü Mustafa Aykaç, şöyle konuştu: «Diploma Eki Belgesi için gerekli çalışmaları zamanda başlatarak belli bir noktaya getirdik. Diploma eki belgesini almak üzere YÖK›e müracaat ettik. YÖK tarafından bu belgeyi almaya hak kazandığımıza dair yazı geldi. Bu üniversitemiz açısından sevindirici bir gelişme. Biz üniversitemizi nicelik itibariyle geliştirmeye büyütmeye çalışırken, aynı zamanda nitelik itibariyle eğilimin kalitesini arttırmaya çalışıyoruz. Buna önem veriyoruz. Diploma Eki Belgesi de bu çerçevede üniversitemizin sağlamış olduğu bir başarıyı gösteriyor. Bizim gelişme noktasında altığımız adımlar Diploma eki belgesini alarak belli bir aşamaya erişmiş durumda”. Diploma Eki Belgesi ile Avrupa Birliği Yüksek Öğretim Alanı›ndaki üniversitelerin ortak standartlara kavuşturulmasının hedeflendiğini vurgulayan Aykaç, şunları kaydetti: «YÖK bu alandaki çalışmalarım bir takvime bağladı. Diploma ekinden sonra diploma etiketi almak üzere daha kolay bir sürece başlayacağız. Zorlu dönemi bu anlamda üniversitemizin Avrupa yükseköğretim standartlarına kavuşması anlamda tamamlamış olduk. Avrupa Birliği üniversiteleriyle bu noktada paralellik arz ediyoruz. Paralel bir eğitim öğretim ve araştırmayı devam ettiriyoruz. Bu öğretim üyelerimiz ve öğrencilerimiz bakımından geçerli. Avrupa birliğindeki bir üniversitenin öğrencisi bizim üniversitemize gelip, almış olduğu kredileri saydırıp geri kalan kredilerini burada tamamlayabilir, üniversiteyi burada bitirebilir. Ya da bizim öğrencimiz herhangi bir Avrupa birliği üyesi ülkede bir üniversite eğitiminin belirli bir kısmını devam ettirebilir. Eksik kredilerini alabilir ve mezun olabilir. Bu Avrupa birliği bünyesinde geçerli bir sistem demektir. Dolayısıyla tek bir üniversitenin tek bir diploması gibi Avrupa Birliği ülkelerinin diploması haline gelmiş oluyor bizim diplomalarımız.» Uluslararası bir belgeyi almış ve özgüveni yüksek bir üniversite olarak yeni eğitim öğretim yılına hazırlanacaklarını aktaran Aykaç, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: «Bundan sonra 2014-2015 yılı için hazırlıkları sürdürüyoruz. Dolayısıyla yeni eğitim öğretim yılında üniversitemizi tercih edecek öğrenciler için bu diploma eki belgesinin alınmış olması çok büyük bir değer ve önem taşıyor. Üniversitemize gelecek hem yurt içinden hem de yurt dışından gelecek öğrenciler açısından çok büyük bir önemi var. Hiç endişe duymadan artık diploma eki belgesi almış bir üniversiteyi daha kolay tercih edebilecekler. Çekinmeden daha güvenerek daha büyük bir özgüven ve sevinçle üniversitemizi tercih edebilirler. DİPLOMA EKİ BELGESİ ÜNİVERSİTEMİZ İÇİN PRESTİJ OLDU Elde ettiğimiz bu başarı bundan sonra bu alanda daha çok çalışmaya, gayret etmeye sevk edecek. Bu alandaki çalışmalarımızı geliştirerek devam ettireceğiz. Diploma Eki Belgesi alınması üniversitemiz acısından Kırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç çok büyük bir prestij oldu. Bütün öğrencilerimiz, öğretim üyelerimizi ve üniversitemizin tüm mensuplarını çok yakından ilgilendiren ve üniversitenin her türlü faaliyetinin özeti kabul edilebilecek başarı hikâyesidir bu. Üniversite olarak bundan sonra daha istekli, daha gayretli, daha şevkli, motivasyonu güçlü bir şekilde çalışacağız. Bu Diploma Eki Belgesi için ön lisans, lisans, yüksek lisans eğilim öğretim faaliyetlerimiz hepsini gözden geçirdik. Ders planlan, ders isimleri, ders içerikleri Türkçe ve İngilizce olarak yeniden belirledik. Avrupa Kredi Transfer Sistemine göre ders kredilerini, öğrenim ve program çıktılarını belirledik. Derslerin ve programların amaçlarını belirdik. Bunların hepsini bütün dersler ve bölümler için program bakımından belirlendi. Eğitim öğretim bakımından el atılmadan bir nokta kalmadı. Bunun için köklü bir çalışma gerektirdi. Bu devam eden bir süreç. Bundan sonra aynı doğrultuda çalışmalarımızı devam ettirmemiz lazım.» Kırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç, Diploma Etiketi Belgesi için YÖK›e müracaat edeceklerini kaydetti. (AA) Rumeli 44 Gagauz Yeri dedikleri B İsa CEBECİ u yazı Gagavuzların Dünya Koordinasyon Konseyi üyesi Bulgaristanlı Kiryak Tsonev’in yazısına cevaben yazılmıştır. Söz konusu yazı “ Gagauziya-Diğer Bulgaristan” başlığını taşımakta olup Bulgaristan’da çıkan STANDART NEWS gazetesinin 17 Aralık 2006 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Konu, bugün de güncelliğini koruduğu için bu yazımızda Gagavuzyeri’nin diğer Bulgaristan olup olmadığı sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Sayın Kiryak Tsonev, yazısının başında Gagavuzyeri’nin 1989 yılında Moldova Cumhuriyeti sınırları içinde yerel otonomi formasyonu olarak ortaya çıktığını belirttikten sonra, yakınlarda (2006 yılında) orada Gagavuzların dünya kongresi yapıldığını ve bu kongreye Gagavuzların yaşamakta olduğu 8 ülkeden temsilciler geldiğini de ekliyor. Yazar, Gagavuzların yaşadıkları ülkeleri ve yerleri kısaca andıktan sonra şu cümleleri kullanıyor: “Bulgaristan Gagavuzlarına göre onların kökeni tartışılamaz, çünkü onlar özel bir Türk diyeleği konuşan Bulgarlardır. Onlar Ortodoks Hristiyanlardır.” Evet, Hristiyan olduklarını cümle âlem biliyor da Bulgar olduklarını sadece Bulgarlar iddia ediyor. Bulgarların resmi görüşü şudur: “ Gagavuzlar dilini verip dinini korumuş bir topluluktur, Pomaklar ise dilini koruyup dinini satmış bir topluluktur.” Bu iddiaya kaynak olarak bir şey göstermiyorum, zira bu görüş sıradan Bulgarların bile iyice beyinlerine yerleşmiştir. Gagavuzların Türklüğünü reddeden Bulgar “bilginleri” Deliorman Türklerini de Bulgarların bakiyeleri olarak görmektedirler. Sadece Vasil Marinov’un eserlerini okumak yeter. Oysa ortaçağ uzmanı ve en büyük Bulgar Tarihçisi Vasil Zlatarski, Birinci Bulgar Devletinin Tarihi kitabında Peçenek, Oğuz ve Kumanların Kuzey-Doğu Bulgaristan arazisini 11.-13. asırlarda nasıl Türkleştirdiklerini kanıtlarıyla anlatır. Resmi Bulgar siyasetinin söylediklerini bilimsel bilgi olarak kabul edip bir politikacı edasıyla konuşmak işin kolayına kaçmak anlamına gelir. Yazar Kiryak Tsonev de resmî Bulgar devlet siyasetinin buyruklarını yerine getirmektedir. Adından da belli olduğu gibi Kiryak Tsonev biraz da Bulgarlaşmış bir Gagavuz olduğu için Bulgar ağzıyla konuşuyor ve devamla bazı gerçekleri de tahrif ediyor. Çadır-Lunga’ daki “Kahramanlar Meydanı”ndan söz ederken orada heykeli bulunan Gagavuz aydını ve papazı Mihail Çakır’ın yazılarında atalarının Bulgar olduklarını ve Bulgarca konuştuklarını yazdığını iddia ediyor. Oysa adı geçen Profesor protoyerey Mihail Çakır’ın yazdığı “Gagauzların İstoriyası” kitabı TSonev’in iddiasını yalanlıyor: “Gagauzlar diyl ne Urum-Grek, ne Bulgar, ne Romun, ne da Rus, ne da Türk-Selçuk, ne da Kuman, ama Türk Soyu, çekilerlar evelki Türk Uzlardan, Oğuzlardan, nice gösterdiler yazıcılar Prof. İreçek, Moşkov, Akademik Radlov, hem de Prof. Manov ki Gagouzlar Türk soyundan. Moskovdan mitropolit Makariy söleer ki, Gagouzlar haliz Türk soyundan.” ( Saba Yıldızı jurnalı sayı-2, 1996, s.18) Bilginler böyle derken bizim Bulgaristan Gagavuzu Kiryak Tsonev de kendi havasını ve Bulgarca nakaratını sürdürüyor: “Dobruca’daki Bulgar halkının bir kısmı olan Gagavuz kavramının Türkler tarafından nefretle kullanıldığını gösteren çok bilgiler var. Bu halk yabancı halk baskısından dolayı dilinden vazgeçmek zorunda kalmış ama dinini korumuştur.” Aslında Gagavuzlar dillerini koruyup dinlerini (Gok Tanrı dinini) verip Hristiyan olmuşlardır. İşbu makalenin yazarı ve bir dil uzmanı olarak şunu söyleyebilirim: Diller milletlerin yahut da etnosların en önemli millî belirtisidir. Bir insan anasından hangi dili öğrenmişse, o dili konuşan millete ait olur. Dil, insanların milli mensubiyetini belirleyen en önemli unsurdur. İnsanlar, dillerini annelerinden öğrenirler. Onun için ilk konuştuğu dile anadili denir. Anadili kolay kolay unutulmaz. Etrafınıza ve daha uzaklara bir bakınız. Baskı gören hangi millet anadilini kolayca ve kısa zamanda unutmuştur? Kaldı ki, Osmanlı hâkimiyeti yıllarında bugünkü medya araçları, yazılı ve sesli yayınlar yoktu. Osmanlı’nın her Bulgar hanesine bir zabıta dikmesi de mümkün değildi. 1984-1985 yıllarında Komünist Bulgar iktidarı bütün güvenlik, Parti ve medya güçlerini seferber etti de Türklere anadillerini unutturabildi mi Kiryak Bey?! Türkçe’nin yasaklı yıllarında Kavarna kasabasındaki okullarda Gagavuz çocuklarına Gagavuzca konuşmayı da yasak etmişlerdi, ama onlar teneffüslerde kendi aralarında anadilleri Gagavuzca ile konuşuyorlar, Bulgar çocukları da onları “Türkçe” konuşuyorlar diye öğretmenlerine müzevirliyorlardı. Böyle olaylar başka Gagavuz yerleşimlerinde de hep görüldü. Bulgar öğretmenler teneffüslerde Gagavuz çocuklarının kendi aralarında Türkçe konuştuklarını gördükçe ifrit oluyorlardı. Kiryak’ın bir iddiası da şu: “Türk diliyle Ortodoks Hristiyanlık arasındaki garip bileşim araştır- Rumeli macıları şaşırtmakta ve onlar benim için çok ayan olan Gagavuzların kökeni problemine cevap bulamamakta veya bulmak istememektedirler.” Bunun cevabını ben değil Gagavuz halkı kendisi vermiştir. Gagavuz yerindeki bütün aydınlar, Türkçe olan anadillerine sahip çıkarak, onu araştırarak ve geliştirerek sevenlerini çoğaltmaktadırlar. Daha yukarıda belirttiğimiz gibi anadili milletleri ayakta tutar. Gagavuzlar, anadilleri sayesinde ve yeni dinlerine de bağlı kalarak kendi orijinal varlıklarını koruyacaklardır. Dinler dayanıklı kurumlar olmalarına rağmen etnik belirti değildir. Türk kavimlerinin çoğunluğu İslâmiyeti kabul etmiş olmasına rağmen bir kısmı da Hristiyanlığı, Museviliği veya Budizmi kabul etmiştir, fakat bu durum onların Türk kalmalarına engel değildir. Din değiştirmek, dil değiştirmekten daha kolaydır. Bir şahadet getirir Müslüman olursun, bir ıstavroz çeker Hristiyan olursun. Ancak dinler, medeniyetlerin oluşmasında baskın rol oynarlar. Toplumların milli gelenekleri ve ahlâk alışkanlıkları genelde dinlerden kaynaklanır. Sonuçta bütün Türklerin daha önce başka dinleri vardı. Anadili herhangi bir Türk lehçesi, şivesi veya ağzı olan insanlar, köken bakımından Türk’tür. Gagavuzların 18. ve 19. asırlarda Dobruca’dan Bucak’a göçtüklerine de değinen K. Tsonev, onların oralara “Bulgar özbilinciyle gittiklerini, dillerinin başkalığına bakmayarak kendileri gibi Türk baskılarından kaçan Slav dilli Bulgarlarların kaderini gönüllü olarak paylaştıklarını” yazmaktadır. “Onların hepsi aynı derecede soykırım tehdidi altında öz ocaklarını terk edip Rus ordularının ardından yürüyerek kuzeyde yeni vatan aramışlardır. İyiden kim kaçar? Eğer Gagavuzlar iddia edildiği gibi eğer Türk idilerse niçin kaçsınlar? Onlarsa kaçmışlar. Rus arşivleri de bütün kaçkınları Bulgar olarak kaydetmiş. Gagavuz kavramı tarih literatüründe ancak 19. asır ortalarında kullanıma girmiştir.” Yazara göre Türk dilli göçmenlere Gagavuz adını verenler de amatör Rus araştırmacılarıdır ve bu adı, onları Slav dilli Bulgarlardan ayırmak için vermişlerdir. Oysa kaçkınlar bu adı (yani Gagavuz adını- İ.C.) sevmezmiş. Bu alıntılarda itiraz edilecek birkaç nokta var. Birinci nokta Gagavuzların oraya Bulgar bilinciyle gittikleridir. Bu iddia doğru değildir, zira Osmanlı devletinde 45 kavim (etnos) farkı ve millî şuur yoktur. Osmanlı tebası Müslüman ve Kefere (Gebran) diye sınıflandırılır. Savaşlar Hilâl ve Haç savaşlarıdır. Gagavuzları geçin, o yıllarda Bulgarlarda dahi “Bulgar bilinci” yoktur. Bulgarların da Gagavuzların da oraya gidişinin temelinde Hristiyanlık şuuru yatar, çünkü o zaman dinsel duygu ön plândadır. Diğer sebep de Rus komutanlarının ve misyonerlerinin propagandası ve özellikle de verimli toprak verme vaatleridir. Aslında o asırlarda kaçkınların köylerinde ve bölgesinde yaşayan Müslümanların maddi durumları da daha iyi değildir. Onlar da reayadandır, onlar da vergi mükellefleridir. Lâkin onlar Müslüman oldukları için davetli değildirler. Davetli olsalar da Müslüman oldukları için İslâm ülkesini terk edip “kâfir” ülkesine gidemezlerdi, daha doğrusu gitmezlerdi. Gagavuz ve Bulgarların oralara götürülmesinde askerî güç kullanıldığını da unutmamak gerekir. Her şey o kadar sütliman değildir. İtiraz edilecek bir diğer nokta da Bulgar ve Gagavuzların soykırım tehdidi altında bulundukları için birlikte kaçtıkları iddiasıdır. Bilindiği gibi Türkçe konuşan ahali Bulgaristan’ın doğu kesimlerinde ve Karadeniz sahillerinde yoğunlaşmıştır. Bu ahalinin çoğunluğu Müslüman Türkler oluşturur. 18. ve 19. yüzyıllarda Rus-Türk savaşları hep bu bölgelerde cereyan etmiştir. Savaşların getirdiği eziyetler bu bölgenin Müslüman ve Hristiyan ahalisini aynı derecede etkilemiştir. Rusya’nın Müslümanlardan boşalttığı Basaraba bölgesine Hristiyan ahalisi yerleştirmesi, stratejik bir hedefe yönelik olmakla birlikte Doğu Bulgaristan’daki Hristiyanlara bu sayıda Gagavuzlara da bir fırsat olmuştur. Başpapaz Mihail Çakır’ın torunu, Bükreş üniversitesi tarih profesörü Nikolay Çakır’ın Gagauzların göçüş sebeplerini açıklayan cümlelerine bakalım: “Bazılarının dedikleri gibi Gagauzlar, Osmanlıların baskıları yüzünden kaçmamışlardır.” Bunu Tanasoğlu da söylüyor: “Osmanlılar, Balkanlarda Gagauzlara düşmanlık etmediler. Hatta 15.-18. asırlarda onlar Gagauzları Balkanlarda Rum ve Bulgar asimilâsyonundan kurtardılar. Ruslar Besarabya’yı yabancı milletlerle doldurmak istiyorlardı. Bu bölgede Romanya ve Türkiye’ye karşı bir tampon bölge oluşturmak amacındaydı. Bu yüzden de Bucak bölgesindeki Müslüman Tatarları boşaltarak yerlerine Gagauz ve Bulgar nüfus yerleştirdi.” (H. Güngör. M. Argunşah, “Gagauuz Türkleri” Ankara- 2002, s.28). En yetkili ağızlar bunları yazarken Türk düşmanlığıyla yazılmış saçmalıklara kimsenin inanmayacağı açıktır. Üçüncü noktaya da kısaca temas edelim. K. Tsonev soruyor: ” İyiden kim kaçar? Eğer Gagauzlar iddia edildiği gibi Türk idilerse niçin kaçsınlar?” Evet iyiden kaçılmaz. Niçin kaçtıklarının bir cevabını önceki paragrafta verdik. Şimdi cevabın ikinci kısmını da açıklayalım: Gagavuzlar o zamanlar Türk olduklarının farkında değillerdi. Onlar ancak çiftçilik ve hayvancılık yaparlardı. Aynen Müslüman Türkler gibi. Fakat o devirlerde Osmanlılar da Türk olduklarını bilmiyorlardı. Onlar sadece Müslümandılar. “Sen nesin?” diye sorulunca “Elhamdülillâh Müslümanım” diye cevap veriyorlardı. Gagavuzlarla Bulgarlar da aynı soruya “ Hristiyanım” diye cevap veriyorlardı. Dil önemli unsur sayılmazdı. Hâkim millet kökenini bilmezken, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan sıradan bir Gagavuz kökenini nasıl bilsindi? Bugün okuma fırsatı olan bazı kişiler dahi okumuş oldukları halde kökenleriyle ilgilenmiyorlar. Gagavuz Yeri’ndeki Gagavuzların bir şansları vardı, sorunlara Rus hoşgörüsüyle daha geniş açıdan bakabilmek. Onlar bilim için Bulgaristandakilere göre daha olumlu şartlar altında çalışma fırsatı buldular, kendi bilim adamlarını yetiştirdiler, kendi köken problemlerini çözdüler. Bulgaristan Gagavuzları ise “saf millet yaratma “ peşinde olan ırkçı Bulgar yöneticilerinin suyunca yürümek zorunda kaldılar ve büyük çapta Bulgarlaştılar. Yazarımıza göre Gagavuz adı 19. asır ortalarında ortaya çıkmıştır ve bunu uyduranlar amatör Rus araştırmacılardır. Bu durum Gagavuzların daha önce yaşamadıklarını göstermez. Bizans tarihçileri de 11-13 yüzyıllarda kuzeyden gelip Tuna’yı geçen kavimlere Türk demiyorlardı, “barbar halklar” diyorlardı. Oysa Bulgar tarihçileri onların Peçenek, Uz ve Kumanlar olduklarını kendi eserlerinde hep yazdılar. Ruslarsa Oğuzlara Uzi veya “Torki”, Kumanlara “Polovtsi” adını vermişlerdi. Gagavuz araştırmacılar ise kendilerinin Uz (Oğuz) ve Kumanların ahfatları olduklarını çok yönlü araştırmalarıyla gösterdiler. Bulgarlarsa Balkanlara daha önce gelen ve Asparuh Rumeli 46 Kan önderliğinde ilk Tuna Bulgar devletini 680 yılında kuranlardır. Gagavuzlar, Hristiyanlığı kabul etmelerine rağmen dillerini korumasını başarmışlardır. Türk dilli Bulgarlar, uzunca bir zaman yabancı bir dil ortamında (Slav) bulundukları için anadillerini unutmuşlar ve Slavlaşmışlardır. Gagauzlar Dobruca’ya yerleşerek önce Selçuk, sonra Tatar ve Osmanlı Türkleriyle temas ettikleri için Hristiyan olmalarına rağmen anadillerini koruyabilmişlerdir. 14. Asır sonlarında Osmanlılar gelmemiş olsalardı belki onlar da anadillerini çoktan unutmuş olurlardı. Gagavuz adının kökenini açıklayan onlarca varsayım vardır. Bunlara göre bu etnik ad ya gaga+uz sözlerinin (Radlov), ya gök+Oğuz sözlerinin (St. Mladenov) ya Hak (Gak)+ Oğuz” sözlerinden (D. Tanasoğlu) ya da Kaykavus adından (P. (Wittek ve R. Turan) sözlerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Bu varsayımlar arasında sonuncunun gerçeğe daha yakın olduğu kanısındayım zira Kaykavus sözünden “y” sesini alınca Gagavuz sözüne çok yaklaşmaktadır. Prof. Dr. Refik Turan “Tarih içinde Gagauz Selçuklu İrtibatı” adlı makalesinde bu varsayımın ayrıntılı ve inandırıcı bir açıklamasını yapmıştır. (Sabaa Yıldızı dergisi, sayı 25, yıl: 2003, s. 43-45) K. Tsonev Bucak’ta karma BulgarGagavuz köylerinin oluştuğunu aynı kiliselerde ibadet ettiklerini anlatırken, Osmanlı dil ortamından uzak ve Hristiyan halklarla çevrili oldukları halde 2 yüzyıl boyunca niçin Bulgarlaşmadıklarını veya Rumenleşmediklerini kendine acep neden sormuyor? Hem de oraya Osmanlıdan göçenlerin sadece % 30’a yakınını teşkil eden Gagauzlar neden Bulgarlaşmadılar veya Slavlaşmadılar? Üstelik dinleri de aynı. Bu ve buna benzer sorulara yazarımız mantıklı cevaplar bulmaya çalışmalıdır. Bize göre Gagavuzların kuşaktan kuşağa aktardığı söylencelerde atalarının eski inanış ve alışkanlıkları yaşıyor da ondan. Milli karakterlerinde farklar var da ondan. Bu karakter farklarını yine Prof. Proterey Mihail Çakır’ın “ Gagauzların İstoriyası” eserinde buluyoruz. Öğrenmek isteyenler SABAA YILDIZI dergisinin 1996 yılına ait 2. sayısının 17. ve 18. sayfalarına baksınlar, Bulgarlara da Tukan dediklerini öğrensinler. Yazısının sonuna doğru Tsonev, Bul- garların Güneş altında Türk kavramının ortaya çıkmasından çok önce var olduklarını iddia ediyor. Türk adı olmasa da Türkçe konuşan çok sayıda kavimler vardı. Bunların arasında ilk Bulgarları da zikredebiliriz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Gagauz kavramı Bulgar kavramından çok sonra ortaya çıkmıştır. Gagavuz kongresinde “Sizler köken itibarıyla Bulgarsınız! Kendi milletinizi yaratıyorsunuz. Bu harika ve sizin hakkınız. Kendi diliniz var, güzel. Onu geliştirin. Bu da sizin değişmez hakkınız!” diye haykırdığını yazıyor. Tsonev’in bu haykırışı Gagavuzları da kendi gibi Bulgar saymasından kaynaklanmaktadır. Bugünkü Bulgarlar kesinlikle Bulgar değildir, onlar olsa olsa Bâlgarslavlardır, zira Slavlar onların Bulgarlığını bitirmiş ancak adını bitirememişlerdir. Karadeniz ardındaki bozkırlarda eski Bulgarlarla Türk ve Slavlar çok karışmışlardır. Onları meydana getiren unsurlardan çoğunlukta olanlar ulusal dili belirlemişlerdir. Bulgar sahasında ve Ukrayna’da Slav unsuru belirleyici olmuş, Kazan Tataristan’ında Türk-Bulgar unsuru belirleyici olmuş ve yeni uluslar ortaya çıkmıştır. Örneğin Kazan Tatarları Bulgar adına Bulgaristan Slavlarından daha lâyık oldukları halde kendilerine Stalin tarafından Tatar adı dayatılmıştır, oysa onlar kendilerini bugün bile eski Türk dilli Bulgarın ahfatları olarak görmektedirler. Çağdaş Slav-Bulgar araştırmacıları, eski Bulgarların Türklerden farklı ari bir ırk olduğunu söyleyip yazmaya başladılar. Onlara 865-882 yılları arasında Kara Bulgarların başkenti olan Baştu (Kiev) şehrinde Mikâil Baştu tarafından yazılan en eski Bulgar ve Türk destanı olan “ Şan Kızı Dastanı”ndan iki dörtlük sunacağım. Bakalım Bulgar araştırmacılar ona ne biçim kulp takacaklardır: Bal teteb ötrü Yak sanga bêrdi Kal bilep telüvge Kâ dibên barçın. İtil suyu aka turur Kıya tobi kaka turur Balık telim baka turur Kulinen taki kumarır. Bu dörtlüklerin anlamlarını çağdaş Türkçe ile sunalım: 1. Bal tutarak/ şeytan sana geliyordu/ İpeğe bürüyerek/ Kafese koyuyordı. 2. İtil suları akar durur/Sert kıyılara kaka durur/ Balık kurbağa baka durur/ Onlarla göl çanağı doludur. Gagavuzların bazıları duruma göre kendilerine Bulgar veya Rum derlermiş. Bunun nedenlerini yine Gagavuzların başpapazı Proterey ve Prof. Mihail Çakır’ın sözleriyle açıklayalım: “Gagauzlar sormakta söleerlâr ki, onnar diyl Bulgar, diyl Urum, diyl Rus, diyl Romun, diyl Osmanlı Türk, ama açan geleer vakıt yazmaa kiyada (kitaba) onun soyunu senselesini (silsilesini) Gagauz deer Bulgarların hem Rusların arasında ki o Türklenmiş (Türkleşmiş) Bulgar, Urumnarın hem Romunnarın arasında deerlêr ki, onnar Türklenmiş Urum (Grek) Türkofon (Türkçe konuşan). Gagauzlar evvelki vakıtta üürênmiş politika yapmaa: Bulgarların arasında hem Rusların arasında göstermêê ki, onnar Bulgar ki bu sebepten Bulgarlar hem Ruslar onnarı taa iyi kabletsinnêr.” (Sabaa Yıldızı, sene 1996, sayı 2, sayfa-19) Bütün bu açıklamalardan sonra Gagavuz Yeri’nin bugünkü Bulgaristan’ın bir ikiz eşi olmadığı, diğer Bulgaristan da olmadığı anlaşılır. Bulgar milleti Bulgarlığını yitirmiş tamamen Slavlaşmış bir millettir ve artık Slav bilincine sahip Bâlgarlar olarak tanınır. Gagavuz halkı ise kuzey Oğuz ve Kıpçak Türk unsurlarının ve dilinin ağır bastığı Ortodoks Hristiyan dinine bağlı birtopluluktur. Bugünkü Slav Bulgarlarla aralarında bulunan kültür benzerlikleri de din ortaklığından kaynaklanır. Eğer Tsonev’in iddia ettiği gibi Türkçe konuşan Gagavuzlar Bulgarsa, Slavca konuşan Bulgarlar da Bulgar değil, Bâlgardır. Gagavuzları Türkçe konuşan Volga Bulgarları ile akraba saymamız mümkündür lâkin bugünkü Slav-Bulgarlarla sadece dinsel ortaklıkları vardır. Önemli olan ise Gagavuzların kendilerini nasıl tanımladıklarıdır. Onlar, kendilerini Türk kavimlerinin ahfatları olarak görmekte, bir Türk lehçesi konuşmakta ve onunla edebiyat, sanat ve bilim yapmaktadırlar. Tsonev gibilerin çırpınışları çölde ses olarak kalmaya mahkûmdur. Rumeli 47 Görmedin mi Civan Aliş’imi Tuna boyunda (Türkü Öyküsü) Y aklaşık bir yüzyıldan beri inişli, çıkışlı ve çok kıvrak bir Türkü çınlar durur kulaklarımızda. Hem sözlerinin şiiriyeti, hem de ezgisinin dokunuşlarıyla dinleyenleri mest eyler: Tuna boylarında kayıplara karışan Civan Aliş için gencecik eşi tarafından yakılmış bir türküdür bu. İşte ilk kıtası ve bağlantısı: Aliş’imin kaşları kare (aman) Sen açtın sineme yare Bulamadım derdime çare (aman) Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda Görmedin mi ah Arslan Aliş’imi eller koynunda. Bu hüzünlü türkü Deliorman’da ve Balkanlarda yankılana dursun, biz Aliş’in izine düşelim. Civan Aliş dedikleri çok yakışıklı, boylu poslu ve de güzel sesli bir genç olup Razgrat iline bağlı Yonuzabdal (Yonkovo) köyünde doğup yaşamıştır. Aynı köyden İbiboğlu Mehmet’in üç çocuğundan en büyüğüdür. Amiş adında bir erkek kardeşi ve Vesile adında da bir kız kardeşi vardır. Genç olup da sevgilisi olmaz mı? O da gönlünü Yonuzabdal köyünden Hacı Halil’in çiçek gibi kızına kaptırmıştır. Ancak Hacı Halil ile Aliş’in babası arasında 20 yıldan beri süren husumet bu iki gencin evlenmesine engel olmuştur. Aliş, sevgisinin imkânsız olduğunu anlayınca yine Yonuzabdallı bir kız olan Aliş Hocaoğlu’nun kızı Hafız Fatma ile evlenmiştir. Bu kızın ailesi Eskicuma ilinin Popköy kazasına bağlı Türbeler köyünden 1877/1878 Rus-Türk Savaşı sonrasında Yonuzabdal köyüne yerleşmiştir. Bu evlilikten Aliş’in iki çocuğu dünyaya gelmiştir: Osman ve Vesile. Ne var ki, günün birinde Aliş, beklenmedik bir iftiraya hedef olur. İlk sevgilisinin babası Hacı Halil’in samanlığı ateşe verilmiştir. Faili bulunamayınca suç, eski hasmının oğlu Aliş’e yüklenilmek istenmiştir. Jandarma kendisini yakalayıp Razgrat cezaevine tıkmıştır. Genç ve enerji dolu olan genç mahpus bir yolunu bulup kaçar. Polis, Aliş’i araya dursun, o çoktan sınırı aşıp Türkiye’ye ulaşmıştır. Trakya’da bir köye yerleşir. Yerleşir ama ailesinin ve çocuklarının kokusu burnunda tütmeye başlar. El altından Deliorman’daki kardeşi Amiş’e haber gönderir ve yenge ile çocuklarını göndermesini rica eder. Bu arada samanlık yangınının gerçek kundakçısı da yakalanmıştır ve Aliş’in suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Samanlığı kundaklayan kişi yine Yonuzabdal köyünden Çaprazoğulları sülalesinden Deli Mehmet’tir. Amiş, ağabeyinin ailesini ve çocuklarını Türkiye’ye göndermeyi başarmıştır. Büyük oğlundan sonra gelin ve torunların da göç etmesi, babaları İnoğlu Mehmet’i çok üzdüğünden kısa zamanda hayattan ayrılmasına sebep olmuştur. Aliş çocuklarına ve eşine kavuşmuştur ama onu ve ailesinin bu şekilde perişan olmasına neden olan müfteri Hacı Halil’e olan öfkesi bir türlü geçmez. Nihayet ondan öcünü almak için harekete geçer. Kimseye haber vermeden Bulgaristan’ döner ve doğduğu köye gelir. Eski arkadaşlarından bazılarını bulup bir baskın planı hazırlarlar. Baskında Aliş, Hacı Halil’in odasına girer, Kıroğlu İsmail pencerede, Kırkgözle Falcı Recep avluda beklerler. Aliş, Hacı Halil’i sorgularken içeri elinde balta ile Hacı’nın hanımı girer ve baltayı sırtına indirir. Aliş, can havliyle sıçrayıp onu etkisiz hale getirir. Bu arada insanî duyguları onu durdurur ve kadını öldürmekten vazgeçer. Ama ibret-i âlem için bir kulağının yarısını keser. Hacı korkudan bayılmıştır. Kafadarlar alelacele köyü terk edip yakındaki Aykırı Orman’a dalarlar ve Kümeler denilen yerde gizlenirler. Yaptıkları anlaşmaya göre samimi arkadaşlarından Şerif Ağa denilen kişi buraya yakın olan tarlasına gelecek ve Alişle anasının durumunu görüşecektir. Haberi alan Şerif ağa, yeni yetme oğluyla tarlaya gelir, oradan ormana dalarak Alişle görüşür. Aliş’ten anası ve kardeşi Amişle ilgili talimatı aldıktan sonra gözyaşlarıyla köye yönelir. Hacı Halil’in evine yapılan baskın etrafta duyulur. Jandarma, Aliş ve arkadaşlarının peşindedir. Onlarsa doğu yönünde ilerleyerek jandarmaya izlerini kaybettirmişler, Mahmuzlu, Kilikadı, Turpçular ve Şahinler köyleri arasında yayılan büyük Köste Ormanına ulaşmışlar ve gizlenmişlerdir. Orman kıyılarını gezerken çeşme inşa etmeye çalışan bir gruba rastlamışlar. Sohbet esnasında ustalar çeşmeyi yaptıran kişiden şikâyetçi olmuşlar. Onlara iş karşılığı 12 altın ödemeyi vaat eden Sarımahmut köyünden bir hacı, sözünde durmamış. Aliş ve arkadaşları köyü basıp, Hacı’dan altınları almışlar ancak boğuşurken Hacı öldürülmüş. Çeşmecilerin parasını verdikten sonra Köste ormanında jandarma tarafından sarılmışlar. Bu defa çemberi yararak Tuna’ya doğru yol almışlar. Bir yerde bir su değirmenine sığınmışlar. Geçtikleri yerlerde ince bir kar tabakası olduğundan kar üzerinde izleri kalmış. Jandarma bu izlerin değirmene gittiğini saptayıp onu ateşe vermiş. Ancak değirmenin küllerinde kaçanların M. Arslan CUMALI 48 cesetlerine rastlanmamış. Bir başka söylentiye göre jandarmadan erken davranıp değirmen deresince Tuna’ya ulaşmışlar ve Romanya’ya geçmişlerdir. Ancak bu söylentiyi doğrulayan bir ipucuna da ulaşılamamıştır. Türkiye’den de bir haber gelmemiştir. Ve gidiş o gidiştir. Aliş ve arkadaşlarına dair hiçbir yerden haber alınamaz. Birkaç yıl süren belirsizlikten sonra Aliş’in kardeşi Amiş, annesinin isteği üzerine Aliş’in Türkiye’de bulunan eşini ve çocuklarını alıp memlekete getirir ve eski evlerine yerleştirir. Aliş’in eşi Hafız Fatma zeki bir kadındır. Kendini Aliş için yaktığı ağıt türküyle teselli etmeye çalışır ve umudunu korur. Evinde olsun, kadın toplantılarında veya ev ziyaretlerinde olsun “Aliş’imin Kaşleri Kare” türküsünü dilinden düşürmez. Bütün umutlu beklentilere rağmen Aliş bir türlü evine dönmez ve 1908 yılından sonra da kendinden umut kesilir. Böylece Aliş olayı unutulmaya başlar ancak türküsü Deliorman Türkleri arasında yankılanmaya devam eder. Edinilen bilgilere gör Aliş 1860, eşi hafız Fatma ise 1863 doğumludur. Bu öyküyü Aliş’in en yakın arkadaşı Şerif Aga’ya, daha doğrusu onun kuşaktan kuşağa geçen defterindeki bilgilere borçluyuz. Söz konusu defter, Şerif Aga öldükten sonra oğlu Şerif Ahmet’e ondan da torunu İbrahim Hoca’ya intikal eder. İbrahim Hoca 1989 göçüyle Türkiye’ye göç etmiş ve İstanbul’un Avcılar semtine yerleşmiştir. Orada Şerefli Soyadıyla bir süre öğretmenlik yapmış ve emekli olmuştur. Dedesi Şerif Aga’nın Aliş’e dair notları İbrahim Hocanın sakladığı defterden aldık. Aliş’im ağıtının sözlerini ve melodisini bizlere ulaştıran ise Rumeli Hafız Fatma’nın öz dayısı Mehmet Ali Hocaoğlu’nun 1903 doğumlu kızı Hanife Ninedir. Zamanına göre oldukça bilgili ve okumuş olan Hafız Fatma, dayı kızı Hanife’yi bağrına basmış, ona Kur’an okumayı, ilahi ve yakmalar (ağıtlar) söylemeyi öğretmiştir. Hanife, ayrıca annesi Molla Fatma’dan ders almış, komşu Ağmaç köyüne gelin gittikten sonra, Deliorman yöresi ve Tuna ovasında kadınlar arasında bilgisi ve sesiyle iyi bir mevkiye gelmiştir. Ağmaçköy’de ekmeğini yemeyen, suyunu içmeyen, iyiliğini görmeyen yok gibidir. O da 1989 yılında Türkiye’ye göç etmiş ve oğlu Mehmet Arslan’ın yanında 86 yaşında vefat etmiştir. Ömrünün son günlerine kadar halası olan Hafız Fatma’dan öğrendiği “Aliş’imin Kaşleri Kare” türküsünü dilinden düşürmemiştir. Bu türkünün ilk kıtasını giriş bölümünde verdik. Diğer kıtaları da şöyledir: Ah evlerim var hane de hane (aman) Benleri var tane tane Ben kül oldum yane yane (aman) Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda. Ah evlerim var yol başında (aman) Benleri var sol kaşında Saramadım genç yaşımda (aman) Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda. Haskovo’nun Mineralni Bani Belediyesi, onaylanan yeni bir projenin temelini attı. Bu proje sayesinde yıllardır içme suyu yetersizliğinden sıkıntı çeken Karamanlar (Karamantsi), Durakköy (Boyan Botevo), Kumburlar (Angel Voyvoda), Şeremetler (Vinevo ) köylerinin içme suyu problemleri temelli çözülecek. İki milyon leva tutarındaki proje ile yedi kilometre uzaklıktan Ulu dere boyunca gelecek olan içme suyu Komuniga (Kuşallar) , Yonçevo (Kirez tarla) dere kaynaklarından toplanacak. Bu projeyi „Bunar” Su ve Kanalizasyon Şirketi sahibi, Paniçkovo (Çanakçı) köyünde doğmuş Haskovolu iş adamı Fikret Veli üstlendi. Projenin temel atma törenine çok sayıda bölge sakini iştirak etti. Misafirler arasında milletvekili Mehmet Ataman, Haskovo Valisi Kadir İsov, Mineralni Bani Belediyesi Başkanı Mümin İskender, İlçe HÖH Başkanı Musa Çolak ve Haskovo Bölge Müftüsü Basri Eminefendi yer aldılar. Tören öncesi Haskovo imamı Mümün Hoca ve arkadaşları Mevlidi - Şerif okudular. Projenin hayırlı ve uğurlu olması temennilerini dilediler. Mevlidi–Şerif ‘ten sona projenin temeli atıldı. Önceden kesilen 350 kiloluk kurban dana, törene katılanlara ikram edildi. Boyan Botevo Muhtarı Mehmetali Bekir’in bu organizasyonun gerçekleşmesinde büyük payı var. Ertesi gün bir başka projede yıllardır bakıma ihtiyaç duyan Karamanlar camisinin temelli tamir projesi gün yüzüne çıktı. Burada da kurban kesildi, Mevlidi – Şerif okundu. Mineralni Bani Belediye Başkanı Mümün İskender konuşmasında yeni bir cami de Sarnıç (Sırnıtsa) köyünde kurulacağını bildirdi. Haskovo müftüsü Eminefendi “böyle projelerinin gündeme gelmesinden dolayı tüm bölge Müslümanları adına alkışlıyorum ve yeni projelerin Belediyesi Başkanı Mümün İskender’in gündeminden düşmemesini dilerim. Rumeli 49 Firmanın Filibe ofisi de hizmete girdi Koşukavak Turizm sınırları aştı Merkezi Gebze’de bulunan “Koşukavak Turizm” Şirketler Grubu, turizm alanında giderek gelişip büyüyor. Balkanlar’daki çalışmaların koordinasyonunu daha rantabıl hale getirmek için şirket Bulgaristan’ın Filibe kentinde yeni bir turizm acente ofisini hizmete soktu. “Koşukavak Turizm” Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Rıfat Yakupoğlu iş çalışması vesilesiyle bulunduğu Filibe’deki yeni ofisi ziyaretinde şu açıklamalarda bulundu: “Turizm sektörü hassas bir hizmet sektörü olarak, kaliteli çalışmak zorundadır. Bununla ilgili son dönem çalışmalarımızı daha seviyeli bir şekilde yürütmek amacıyla Balkanlar’da da ofis açıp oralardan Türkiye’ye turist getirmeyi amaçlıyoruz, buradan oralara giden turistlerle yakın temas kurmak da önemli. Bunları nazar-ı itibara alarak böyle yeni bir çalışma içine girdik”.
Benzer belgeler
Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan Dışişleri`nde
Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan Dışişleri'nde Görüşmelerde Bulundu
Türkiye'nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz,
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın 6-8
Ağustos tarihlerindeki
Bulgaristan ziyaretinde
...
Kırcaali Haber
dergimiz, Balkan halkları arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve hoşgörünün gelişmesinde payımıza düşen emeği vermek niyetindeyiz.