53. Mehmet Yiğit
Transkript
53. Mehmet Yiğit
Mehmet Yiğit MEHMET YİĞİT Mehmet Yiğit amcamın çocukluğu Ali Mirze Bey’in asırlık bedeninin uzandığı divanın etrafında oynayarak geçmişti. İlk hatıraları; uzun boylu, başı hafif öne eğik, beyaz saçları seyrekleşmiş, gözleri merak ve ışıkla dolu bu karizmatik “dede”nin silueti ve sözleriyle doluydu. Hayatım 1934 yılında Iğdır Baharlı mahallesinde dünyaya gelmişim. Babam Musa Bey, Mehmet Yiğit Ali Mirze Bey’i üçüncü oğluydu. Ali Mirze Bey, Ağrı Dağı İsyanı’nın dağılmasından sonra (1930 Sonbahar) Baharlı Mahallesine gelmiş, Ermenilerden metruk, halen oturduğum bu eve yerleşmişti. “Dedem ileri görüşlü bir insandı” Dedem Ali Mirze Bey, geleceğe yönelik tahminlerde sezgi gücü yüksek, ileriyi gören müstesna bir insandı. Şahit olduğum bir olayı bu nedenle aktarmak isterim. İlkokula başlayacağım yıldı (1941). Dedem rahatsızlanmıştı. Yer yatağında yatıyor, şehir merkezine gidememenin sıkıntısıyla, eve gelenlere merakla havadisleri soruyordu. Sonra da uzun uzun olayları kendince yorumluyordu. Bir gün babamla kasaba merkezine gitmiştim. Bugünkü Iğdır Emniyet Amirliğinin karşısında bir yerde Halkevleri lokali vardı. Kerpiç ve çamurdan yapılı basit bir binaydı. Çay içip sohbet emek isteyen birçok insanın uğrak yeriydi. Halkevinin önünde hararetli bir kalabalık vardı. Babam merakla yaklaşıp ne olduğunu sordu. Birisi, “Musa Bey, bir icat getirmişler, kutunun içinde insanlar konuşuyor, Ankara’dan havadisler veriyor.” “Bu nedir?” “İsmine Lüküs diyorlar “(Muhtemelen bir radyo markası) Eve geldiğimizde dedem yer yatağından doğruldu, gözlerinde her zamanki merak dolu ifadeyle: “Oğlum çarşı da ne var ne yok?”, diye sordu. 674 Iğdır Sevdası “Bir alet getirmişler, insanlar içinde konuşuyorlar” “Oğlum zaman gelecek öyle bir alet icat edecekler içinde konuşan adamı da görmek mümkün olacak!” Yıllar sonra televizyonla ilk tanıştığımda dedemin bu sözü aklıma gelmişti. Sezgi gücü yüksek bir insan olduğunu bir defa daha kanıtlamıştı. Ali Mirze Bey’in Tasviri Ali Mirze Bey ince yapılı, uzun boyluydu. Omuzları dar, başı hafiften öne eğikti. Ben onu hep beyaz saçlı yaşlı bir insan olarak tanıdım ama anlattıklarına göre saçları gençlik yıllarında sarıya çalarmış. Göz rengi gri ve açık mavi arasıydı, kendine özgü derin anlam yüklüydü. Alnı açık, kafa yapısı sivriceydi. Uzun yıllar takma diş kullandı. (Koyu kahverengi protezin üst damağa gelen kısmında ağız tadını düzenleyen çapraz şeklinde iki altın çizgi vardı ) Başına fes şeklinde bir külah koyardı. Giyim kuşamına özen gösterirdi. İngiliz kumaşından dikilmiş pantolonun yanlarında kırmızı şeritler vardı. Dışarı çıktığında genellikle “Qastor” dediğimiz siyah paltoyu üzerine geçirirdi. Ayakkabı olarak tabanı düz lastik galoşlar, bir de özel olarak yapılmış körüklü çizmesi vardı. Eskiden bu çizmeleri Erivan’daki bir Ermeni dostu kendi eliyle hazırlayıp gönderirmiş. Öyle ki dedem Erivan’a gidenlere, “Bir çift çizmeye ihtiyacım var. Falanca Ermeni dükkanına THK’nun Ali Mirze Bey’e Sunduğu uğrayıp selamımı iletin. O benim ölçüle“Altın Uçak” Plaketi rimi bilir” dermiş. Ruh hali, kendi halinde ve sakin yaratılışlıydı. Fakat tartışmaların yoğunlaştığı anlarda gerektiğinde sinirli bir tavır takınır, müdahale ederdi. Dedemin özenle koruduğu Lagan tabancası ve özel işlemeli bir kaması vardı. Ali Mirze Bey Rusça’yı iyi bilirdi. Birkaç kez Ali Ataman’la Markara Köprüsünde düzenlenen devlet protokolünde yer almıştı. Ali Mirze Bey bundan başka Farsça ve Arapça da bilirdi. 1925 Aralık ayında THK (Türk Hava Kurumu) Iğdır bölgesinde bağış kampanyası açmış, zengin ve eşraftan kimselerden yardım toplamıştı. Ali Mirze Bey 100 bin kuruş yardımda bulunmuş, altın plaketle taltif edilmişti. Iğdır bölgesinde bu miktarda yardımı başka kimse yapamamıştı. 675 Mehmet Yiğit Ali Mirze Bey, 1942 yılının Mart ayında Baharlı Mahallesinde vefat ettiğinde 103 yaşı civarında olduğu rivayet edilirdi. (Pero nenem dedemden bir yıl önce vefat etmişti. ) Belge_1: Türk Tayyare Cemiyetine Mahsus Makbuz Senedi Ali Mirza Ağa tarafından YÜZBİN kuruş Iğdır Şubesi veznesine teslim edilmiştir. 4 Aralık 1925 (1341) Belge_2: Ali Mirza Ağa IĞDIR Aziz ve sevgili vatanımızın müdafaası ve inkişaf ve terakkisi makasit aliyesiyle teşekkül eden Tayyare Cemiyeti ibraz buyurduğunuz hamiyet ve mürüvvetin bir nişanei iftiharı olmak üzere zatı alilerine bir kıta Altun Teyyare madalyası takdim ile kesbi şeref eyler. 12 Kanunuevvel (Aralık) 1925 Türk Tayyare Cemiyeti Reisi “Ali Mirze kendisine sunulan fincanı aldı ...” Tiflis’teki Rus Valisi her beş on yılda bir, Kafkasya bölgesindeki yerel yönetici (glava) adaylarını bir toplantıya davet eder, hazırladığı özel sınavlara tabii tutarmış. Bu sınav daha çok iyi bir yönetici profiline uygun düşen kişileri, kurnazca hazırlanmış sosyal testle diğerlerinden ayırmaya yönelikmiş. Hani kız istemeye giden görücü, gelin adayı kıza, “Kızım kahvenin şekeri az olmuş, hele biraz tuz getir” diyerek tuzağa düşürmesine benzer şekilde Vali de “glava” adaylarını tuzağa düşürüp test edermiş. Bu toplantı önemli olduğundan Eleşref Bey göndereceği adayı dikkatlice seçermiş. Uzun araştırmadan sonra, zor koşullara adapte olma ve gözlem yeteneği en yüksek kişinin Ali Mirze Bey olduğuna karar vermişti. Onun bu seçimi Torun ailesi içinde sert tepkiyle karşılanmış, kırgınlıklara neden olmuştu ama Eleşref Bey doğru bir karar verdiğinden emindi: “Ali Mirze, hepinizden daha yetenekli. Sınavdan yüzünün akıyla çıkacak” diye cevaplamış. Toplantı kocaman bir salonda açılmış. Uzun ve geniş masalar odanın etrafını boydan boya kapatıyormuş. Yüzü aşkın delege sağlı sollu sıralanmış, heyecanla olup biteni izliyorlarmış. İçeri iki hizmetçi kız girmiş. Birisi; elinde leğen (peşo), kolunda havlular arkada yürüyor, diğeri de kocaman bir tepside içi limon suyu dolu fincanları sırayla ikram ediyormuş. En baştaki delege sınavdan geçtiğinden 676 Iğdır Sevdası habersiz kendisine uzatılan fincanı kafasına çekmiş, boşalan fincanı tekrar tepsiye yerleştirmiş. Onu izleyen delege de aynısını yapmış. Hizmetçiler yavaş yavaş Ali Mirze Bey’e yaklaşıyorlarmış. Ali Mirze Bey olup bitene bir anlam verememiş: “Eğer fincanın içindeki sıvı içmek içinse o zaman leğen ve havluya ne gerek vardı. Sonra fincanı niçin masaya koymuyorlardı?” Ali Mirze Bey kendi kendini sorguladıktan sonra, fincanın gargara amaçlı olması gerektiği sonucuna varmıştı. Hizmetçiler yanı başına dikildiklerinde, Ali Mirze Bey fincana uzanmış, ağzını gargara edip leğene tükürmüş, arkadaki kızın koluna asılı duran havluyla ağzını silmiş. Servis biter bitmez Vali, Ali Mirze Bey’e yakın gidip alkışlamış, “Bravo! İşte ben bunun gibi başkalarını taklit etmeyen ve doğru bildiğini korkmadan yapan lider arıyorum” demiş. “Ali Ağa, önemli olan insandır” Ali Mirze Bey İran’a kaçmadan önce (1926) çok zengindi. Bir ilkbahar günü aşireti, Ağrı Dağı eteğinde Piyê Delav Sêva (Elma Deresi Mevkii) denilen bölgede çadırını açmıştı. Günlerden bir gün Başköylü bir Azeri, Ali Mirze Bey’i görmek için yola çıkmıştı. Kavurucu sıcakta, kan ter içinde oba yerine varmıştı. Ev halkı adamı karşılamış, susuzluğunu ve açlığını gidermişlerdi. Ali Mirze Bey misafiriyle sohbete oturdu: “Hayırdır kirve! Böyle sıcak bir günde beni görmeye gelmenizin sebebi nedir?” “Ali Ağa, duydum ki siz adil ve cömert bir insansınız. Sizden ricada bulunmaya geldim” “Buyurun!” “Yoksul köylüyüm. Çift zamanı geldi ama koşum hayvanı olarak elimde sadece bir tek öküzüm var. Bana öküzlerinizden birisini sonbahara kadar borç verseniz minnettar kalacağım?” Ali Mirze Bey, o an ne “evet” ne de “hayır” demiş. Gözlerini misafirine dikmiş: “Kirve, sana bir sorum var” “Buyur Ali Ağa” “Kürt mü iyi yoksa Azeri mi?” Azeri çiftçi sorunun ağırlığı altında ezildiğini hissetmiş. Nasıl olmasın dı ki eğer “Kürt” derse kendi ırkına ihanet edecek eğer “Azeri” derse bu kez de öküzden mahrum kalacaktı. Nihayet Azeri çiftçi kararlı bir ifadeyle: “Ali Ağa, önemli olan insandır” 677 Mehmet Yiğit Bu cevap Ali Mirze Bey’in hoşuna gitmişti. Elini köylünün omzuna atıp sertçe vurmuştu. “Elbette kirve, iyi olan insandır, insanlıktır.” Ali Mirze Bey, bir öküzün çiftçiye verilmesini emretmiş. “Kirve, bu öküzü sana hediye ediyorum. Bana öyle geliyor ki zaman gelecek sen de bana yardım edeceksin. Çünkü iyi bir insana benziyorsun” Çiftçi yola çıkmış ama öküz tek başına gitmekte direniyormuş. Durumu fark eden Ali Mirze Bey ikinci öküzü eş olarak vermiş, şöyle demiş: “Kirve, beğendiğin öküzü kendine al. Diğerini geri getirirsin...” Aradan yıllar geçer. Ali Mirze Bey İran’da iki yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra Türkiye’ye mağdur geri döner. Azeri çiftçi Ali Mirze Bey’in yardımına koşmuş, ona belki de beş altı öküz değerinde yardımda bulunarak vefa borcunu fazlasıyla ödemişti. Kadife Terlik Ali Mirze Bey kahveye düşkündü. Ailesi İran’a kaçarken eşyalarını yanlarında götürmeye fırsatları olmamıştı. Çadıra yerleştiklerinin ikinci günü Ali Mirze Bey hasret dolu iç geçirmiş: “Ah! Keşke şimdi bir kahve olsa da içsem!” Tabii, annemin yanında iki qent (5-6 kilo) şeker, kahve ve cezve getirdiğinden habersizmiş. Annem sürpriz şekilde kahveyi önüne koyunca Ali Mirze Bey, gelinini öve öve bitirememişti. Makü’ye gittiği bir gün yalnız bu gelinine bir çift kadife terlik hediye almıştı. Bu durum diğer kardeş hanımları arasında garipsenmiş, “Bize bir şey getirmedi” denerek tepki göstermelerin neden olmuştu. “Bira nav bêje te em çinin” (Bu sözü hatırlatman beni mahvetti) Ali Mirze Bey misafirlerini cömertçe karşılar, her şeyin en iyisini sunarmış. Bir gün Ahmed Şemo Eleşref Bey’in evine misafir olur. Söz döner dolaşır Ali Mirze Bey’in cömertliğinden açılır. Eleşref Bey minnet dolu bir duyguyla: “İnsan Ali Mirze Bey’in evinde yemek yese bir sene acıkmaz!”, der. Aradan zaman geçer, Ali Mirze Bey mağdur Türkiye’ye geri döner. Böyle bir günde Ahmed Şemo yine Eleşref Bey’in misafiri olur. Söz yine döner dolaşır Ali Mirze Bey’den açılır. Eleşref Bey üzgün: “Ne ev kaldı ne de ev sahibi! Nerede Ali Mirze Bey’in o görkemli 678 Iğdır Sevdası sofraları!”, diye iç geçirir. Ahmed Şemo lafa girer: “Bey’im, hani ‘İnsan Ali Mirze’nin evinde yemek yese bir yıl acıkmaz’ demiştiniz.” “Ah! Ahmed Ağa, keşke ne ben o lafı söylemiş olaydım ne de sen bana bunu hatırlataydın!” Ali Mirze Bey ve Şeyh Abdülkadir “Dine Mıhemmed mêre Saki tenê maye!. “ (Bu davayı savunmak sadece Sakan aşiretine mi kalmış!) Ağrı Dağı İsyanının sıcak günlerinin birisinde Şeyh Abdülkadir Hıdırlı köyündeki Ali Mirze Bey’e haber iletmiş, en kısa sürede Korhan’a gelip kendisiyle görüşmesini istemiş. Ali Mirze Bey yanında adamları yola çıkmış. Korhan’a geldiklerinde Ali Mirze Bey, gördükleri karşısında şaşkınlığa düşmüş, bir anlam vermeye çalışmış. Şeyh Abdülkadir’in karargah binasında ve etrafta Kürt bayrakları dalgalanıyormuş. Nöbet bekleyen muhafızlar, genel güvenlikten sorumlu süvariler, iç hizmet görevlilerin hepsi Sakan aşireti mensupları imiş. Ali Mirze Bey yardımcılarına dönmüş: “Bu davayı savunmak sadece Sakan aşiretine mi kalmış! Ben etrafta başka aşiret mensupları görmüyorum” “Ali Mirze Bey boş kovanı Şeyhin önüne koydu..” Ali Mirze Bey, Şeyh’in karargahından içeri girmiş. Bıro Hseki Telli ve ileri gelenler de oradaymışlar. Ayrıca Gıskan ve Şemkan aşiretinin en iyi savaşçıları Temır, Bıro Rındo, Fetto, Qemır ve Çalğa da Şeyh’in etrafındaymışlar. Şeyh, Ali Mirze’ye: “Ali Ağa biliyorum kendi kendine diyorsun acaba Şeyh beni buraya niçin çağırttı, değil mi?” “Doğrudur Şeyh, biraz meraklandım” “Ali Ağa mesele şundan ibaret. Yarından itibaren benim grup Doğu Beyazıt’a, İbrahim Ağanınki de (Bıro) Başkent’e saldıracak. Sen de adamlarını topla Taşburun taraflarını ele geçir!” Ali Mirze Bey, Şeyh Abdülkadir ve Bıro Hseki Telli’yi sessizce dinlemiş. Konuşmalar bittikten sonra Ali Mirze Bey cebinden çıkardığı boş kovanı her ikisinin önüne koymuş: “Şeyh’im bu kovanı yapacak veya dolduracak gücünüz var mı? Karşınızda tepeden tırnağa silahlı ordular var. Canını tehlikeye attığınız sivil halkı koruyacak silahınız var mı?” 679 Mehmet Yiğit “Askerleri öldürüp silah ve cephanelerine el koyacağız” “Düşünmeden karar veriyorsunuz. Halkı kırdırmayın. Devlete karşı devlet, topa karşı top, orduya karşı ordu lazımdır.” “Ali Ağa! Eğer söylediklerimizi yapmasan ve bize karşı gelirsen infaz edileceksin!” Tartışmanın bu aşamasında Gıskan aşireti savaşçıları Ali Mirze Bey’i korumaya alıp uzaklaştırmışlar. Ali Mirze Bey Hıdırlı köyüne gelir gelmez kendisine bağlı aşiret güçlerine haber salmış, herkes evini barkını yükleyip yola çıkmaya hazır olsun, demiş. Gelturan aşiretiyle aramızda süren düşmanlığı bir yana bırakmış, onlara da haber göndertmiş, “Düşmanlık yüzünden aşiretin mahvolmasının anlamı yok. Hazırlığınızı görün bizimle yola çıkın” Ali Mirze Bey ve Fettah Bey Fettah Bey’in “glava” olarak görev yaptığı yıllar, Ali Mirze Bey evli bir kadını (Pero nenemiz) kendisine ikinci hanım olarak getirmişti. Hanımın kocası şikayetini Fettah Bey’e iletmiş, o da atına atlayıp Hıdırlı köyüne doğru yola çıkmış. Ali Mirze Bey dürbünde Fettah Bey’in yanında muhafızları DelaveEli-Mirze’den Karasu’yu geçip sinirli sinirli köye yaklaştığını görmüş. Ali Mirze Bey bahçeye çıkıp kafilenin yaklaşmasını beklemiş. Fettah Bey attan iner inmez, Ali Mirze Bey birkaç adım ilerlemiş hoşnutsuz ifadeyle “Tuuu!” diye yere tükürmüş. Fettah Bey, Ali Mirze’nin bu “hem suçlu hem güçlü” türünden çıkışına bir anlam verememiş. Kızgınlıkla: “Ali Ağa, ne oluyor? Ben sana tüküreceğime sen bana tükürüyorsun” “Fettah Bey, ben de senin o hatayı yapacağını bildiğim için erken davrandım”, demiş Ali Mirze Bey. “Terbiyesizlik etmeyin!” Iğdır bölgesinde Yetim Hüseyin lakabıyla bilinen bir hemşehrimiz bana başından geçen şu olayı anlatmıştı: Kaça-Kaç zamanında (1919) yüzlerce insan dağlara doğru yol almıştı. Günlerce aç, susuz yürüyen kafilelerin bir kısmı dedem Ali Mirze Bey’in köyüne de ulaşmıştı. Ali Mirze Bey kocaman kazanlarda yemek hazırlatıp mağdur ailelere dağıttırmış. İnsanlar ellerinde ekmek, tek sıra kazanların önünden bekleşiyor, hisselerine düşen eti alıp bir köşeye çekiliyorlarmış. Yetim Hüseyin’in karnı doymamış, gizliden tekrar sıraya girmiş. Ancak yemek dağıtan kadınlardan birisi onu tanımıştı. Elindeki kepçeyi kafasına indirmiş. Bağrış çağrış üzerine Ali Mirze Bey, olay yerine gelip ne olup bittiğini öğrenme istemiş. Kadın, 680 Iğdır Sevdası Yetim Hüseyin’i gösterip, “Bu adam ikinci kez sıraya giriyor” demiş. Ali Mirze Bey tereddüt etmeden: “Terbiyesizlik etmeyin! Adam aç, bırakın bir defa daha yemek yesin” Bahri Çavuş Bahri Çavuş sevdiğim bir akrabamdı. 1940 yıllarda Rıza Yalçın’ın belediye başkanlığı sırasında belediye zabıtası olarak göreve başlamıştı. Uzun yıllar bu görevde kaldı ve emekli oldu. Yüreği saf, gönlü hoş çok iyi bir insandı. Bazen oturur başında geçenleri anlatır biz de kahkaha ile gülerdik. “Aman Musa yetiş beni öldürecekler..” Bahri Çavuş belediyede çalıştığı Bahri Çavuş (Yiğit) yıllar bir ara eve geç gelmeyi kendisine alışkanlık edinmişti. Bu durum eşi Xenê teyzenin hiçte hoşuna gitmiyordu. Ne olursa olsun bu soruna bir çözüm bulmaya, kocasını eskiden olduğu gibi akşamları erkenden eve dönmesini sağlamaya karar vermişti. 10-12 yaşlarında bir çocuktum. Özenle sakladığım bir mantar tabancam vardı. Xenê teyze bir gün evimize geldi, benden tabancamı ödünç istedi. “Merak etme, dedi. Sadece Bahri’yi biraz korkutacağım, o kadar!” Doğrusu yüreğime korkuyla dolmuştu: “Ya Bahri amca bilirse bu benim tabancam, kesinlikle beni affetmez!” diye düşünmüştüm. Xenê teyze verdiği kararı ne pahasına olursa uygulayan bir kadındı. İsteksizliğime aldırmadan tabancamı elimden kapıp gitti. O yıllar Baharlı mahallesi çok sakindi. Etraf ağaç ve bahçeyle doluydu. Iğdır’dan gelen tozlu yol, komşu bir evin yakınından geçerdi. Yüksek bir duvarın yoldan ayırdığı bahçede azgın köpekler vardı. En ufak sese yada yoldan geçen birisinin adım seslerinden huysuzlanır, yeri göğü inleten havlamalarıyla mahalleye, “bir yabancı geliyor” mesajını iletirlerdi. Xenê teyze o akşam kulağı kirişte, havlama seslerinde, kocasının çarşıdan gelişini dört gözle beklemeye koyulmuştu. Nihayet gece yarısına doğru köpekler havlayınca, Xenê teyze elinde mantar tabancası kendisini yolun kenarındaki çalılıkların içinde saklamış. Ortalık karanlık ve ıpıssızmış. Bahri 681 Mehmet Yiğit Çavuş ay ışığında titrek bir gölge gibi yürüyormuş. Tam çalılıkların olduğu yere gelince Xenê tetiğe basmış. Gecenin sessizliğini yırtan tabanca sesinden korkuya kapılan Bahri amcam koşarak kapımıza -en yakın ev- dayanmıştı. Kapıyı yumruklayarak, bağırıyordu: “Aman Musa, kapıyı aç, beni öldürecekler!” O günden sonra Bahri amcam işini bitirir bitirmez süklüm püklüm evin yolunu tutardı. “Birisi de öbür taraftan vurur, direk düzelir” Bir gün Trabzonlu bir şoför şehir merkezinde kamyonunu geri geri sürerken kaza sonucu elektrik direklerinden birisine çarpar, direk eğilir. Bahri Çavuş olay yerine gider, kazayı incelemeye alır. Şoförü kolundan yakalayıp Belediye Başkanı Mir Ali Ural’ın huzuruna çıkarmak ister. Baş zabıta (Halil Çavuş) engel olmaya çalışır: “Mirali’nin serbest bırakacak, iyisi mi gel biraz rüşvet sökelim” Bahri Çavuş öneriyi reddetmiş, şoförü başkanın odasına götürmüş. İçeri girer girmez birkaç cümlede olup biteni özetlemiş. Mirali gayet sakin: “Bırak zavallı adamı çekip gitsin. Direk için de o kadar üzülme. Başka birisi de gelir, öbür tarafından vurur, direk düzelir” “Ama olur mu başkan?”, diye atılmış Bahri Çavuş “Baaahri!... Qemişini çeeek!” “Ben gittikten sonra...” Bahri Çavuş şehir merkezinde alışılagelen voltasını atıyormuş. Zabıta gözüyle dükkanların önünü teftiş ediyor hatalı uygulamaları sahiplerine hatırlatıyormuş. Bir dükkana yakın gelmiş. Dükkan sahibi kaldırım üzerine tablolarını dizmiş müşteri bekliyormuş. Bahri Çavuş sert bir uyarı yapmış: “Tabloları hemen kaldır. Yasaktır!” “Kaldırmam!” “Kaldır diyorum sana yoksa...” “Hayır kesinlikle kaldırmam!” “Ulan eşek oğlu eşek! Tabloları şimdi kaldır ben gittikten sonra tekrar yerine koy. Hiç olmasa benim sözüm yerine gelsin!” “Hemşehrim, işgalliye parası” Bulgar göçmenlerinin Iğdır’a gelip yerleştikleri yıllarmış. Bir gün göçmenin birisi vefat etmişti. O yıllar at veya öküz arabasından başka taşıma aracı olmadığından cenazeyi öküz arabasına yerleştirmişler, 682 Iğdır Sevdası üzerini de örtüp, bu halde şehir merkezinden geçirerek belediye mezarlığına doğru yola çıkmışlar. Bahri Çavuş cenazeden habersiz, öküzün başını çeken göçmenin önünü kesmiş: “Hemşehrim bu araba için işgalliye parası vermeniz gerekiyor” demiş. Göçmen, Bahri Çavuş’un işgüzarlığına içinden kızmış ama sessiz kalmayı yeğlemiş.. “Olur Zabıta Bey! Gelin ben size işgalliye parasını hemen vereyim”demiş. Bahri Çavuş, zafer kazanmış edayla göçmeni takip etmiş. Arabanın arkasına geldiklerinde göçmen cenazeyi örten örtüyü aniden kaldırıp, “İşte işgalliye paranız, Zabıta Bey!” demiş. Bahri Çavuş arabada boylu boyunca uzanmış cenazeyi görür görmez koşar adım oradan uzaklaşmış ve bir daha da hayatı boyunca öküz arabalarına yakın gitmemişti. 683
Benzer belgeler
43. Almas Yancar
“Elbette kirve, iyi olan insandır, insanlıktır.”
Ali Mirze Bey, bir öküzün çiftçiye verilmesini emretmiş.
“Kirve, bu öküzü sana hediye ediyorum. Bana öyle geliyor ki zaman
gelecek sen de bana yardı...
17. Mahmut Alar
daha birçokları Batı illerine sürgün edilmişler.
Iğdır Tabur komutanı Ali Mirze Bey’e haber gönderir,
“Bir hafta on güne kadar sürgün edecekler, kaçın!”
Bunun üzerine babam Ali Mahmut’un da içinde ...