Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner

Transkript

Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner
Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner
Ders Notları
22.11 – Lokman 6
‫ الذين أعرضوا‬، ‫ عطف عليهم بذكر حال األشقياء‬، ‫ وانتفعوا بسماعه‬، ‫ الذين اهتدوا بكتاب هللا‬، ‫ولما ذكر تعالى حال السعداء‬
: ‫ وأقبلوا على استماع الغناء والمزامير فقال سبحانه‬، ‫عن االنتفاع بسماع كالم هللا‬
‫ مما ال خير وال‬، ‫ ويصد عن سبيله‬، ‫[ ومن الناس من يشتري لهو الحديث ] أي ومن الناس من يشتري ما يلهي عن طاعة هللا‬
‫فائدة فيه‬
Yüce Allah, Kur'an'la hidâyet bulan ve onu dinlemekten yararlanan mutlu kişilerin durumunu anlattıktan sonra, ardından,
Allah'ın kelâmını dinleyip yararlanmaktan yüzçeviren, şarkı ve çalgıları dinlemeye yönelen mutsuzların durumunu anlattı.
6. Öyle kimseler vardır ki, insanlan Allah'a itaatten alıkoyacak ve O'nun yolundan çevirecek faydasız ve yararsız şeyler satın
alır.
“Burada neden satın alma fiili kullanılmış?” Bakara suresindeki satın almayı hatırlayın. Onlar delaleti, hidayet
üzerine satın aldılar, ve ticaretleri kar olmadı. Bu ayetle tefsir edin. Aslında ortada ne satın alınan var, nede satılan var.
Ortada bir ticaret yok. Dolayısıyla bu temsili bir anlatım. Insanların Kitabullah’ı bırakıp eğlenceye yönelmeleri bir ticarete
benzetilmiş. Insan hayatında hep ticaret yapar; birşeyler alır, verir. Bunlar maddi de olur, manevi de. Burada alınıp satılanlar
manevidir. Allah (c.c) sizi fıtrat üzere yaratmış; yani hidayete müsait olarak yaratmış. Dolayısıyla elinizde hidayete kabiliyet
gibi bir varlık veya değer var. Siz bu değeri alıp çarşıya çıkıyorsunuz. Bununla ticaret yapacaksınız. Karşınızda 2 mal var;
dalalet veya hidayet. Siz elinizdeki ‘hidayete kabiliyet’ parasını götürüp dalalete veriyorsunuz. Kabiliyeti satıp, delalet
alıyorsunuz. Burada da benzeri var. Karşınızda 2 mal var; kitabullahı dinlemek, veya şarkı dinlemek. Birine vereceksiniz
parayı, ona sahip olacaksınız. Insanlardan kimileri kitabullah yerine şarkı türkü satın almış oluyorlar.
Bu temsili anlatımdır. Yoksa ortada ne bir ticaret vardır, nede alışveriş mevcuttur. Bu belağatte ‘teşbih temsili’
olarak ifade edilir. Bir den çok şey, bir den çok şeye benzetilerek yapılan temsile teşbih temsili denir. Daha sonrada
belirtileceği üzere buna ‘istiare tasrihiyye’denmiş. İstiare, alakası teşbih olan bir mecazdır. Bunun açık olanına tasrihi denir.
İleride müfessirimiz açıklıyacak bunu.
، ‫ وفضول الكالم‬، ‫ والتحدث بالخرافات المضحكة‬، ‫ نحو السمر باألساطير‬، ‫ واللهو كل باطل ألهى عن الخير‬: ‫قال الزمخشري‬
‫وما ال ينبغي‬
Zemahşerî şöyle der: Lehv, iyi şeyden alıkoyan her bâtıl şeydir. Mesela, hurafeler söyleyerek gece sohbetleri yapmak,
güldürücü hurafeler anlatmak, fuzûli ve gereksiz söz söylemek.
Her batıl lehv’dir. Lehv=Batıl. Öyle bir batıl ki ama meşgul ederek hayırdan alıkoyacak. ‫السمر‬, Türkçedeki semer
kelimesi değil tabii ki. Peygamberimiz (s.a.v) yatsı namazından ‘semer’i sonra yasaklamıştır. Yani sohbet meclisi kurup laklak
etmek. İranlılardan geçmiş bir adettir. Geceyi eğlenceyle, kouşmayla geçirmek. ‫ أساطير‬ise masaldır. Şimdilerde mitoloji
deniyor. Geceleri masallar anlatarak uykusuz geçirmek gibi, insanı hayırdan alıkoyan her batıl lehvdir. Lüzumsuz, gereksiz
konuşmak gibi. Bu özellikle kış gecelerinde yaygındır. Geceler uzun, özellikle karın çok yağdığı yerlerde insanların hiçbir işi
yoktur. Onun için oralarda gıybet, hased daha çok olur. Demek Zemahşeri’nin köyündede çokça yapılıyormuş ki özellikle
zikretmiş. Hurafeler ise daima insanların ilgisini çeker, o yüzden buraya eklemiş.
Zemahşeri’nin bu sözlerinden ‘semer bil esatir’in, hurafe anlatmanın ve lüzumsuz konuşmanın haram olduğunu
anlayacaksınız. Çünkü dikkat ederseniz lehv’i batıl ile tefsir ediyor. Batıl ise Hakk’ın mukabilidir. Hakk olmayan birşey
müslümana, mekruh falan değil, doğrudan doğruya haramdır.
1
- ‫ يكررها ثالثا‬-‫ وهللا الذى ال إله إال هو‬: ‫وروى ابن جرير عن (عبد هللا بن مسعود) رضي هللا عنه أنه سئل عن اآلية فقال‬
‫ نزلت هذه اآلية في الغناء والمزامير‬: ‫ وقال الحسن البصرى‬، ‫إنما هو الغناء‬
Taberî'nin rivayetine göre; bu âyet Abdullah b. Mes'ûd'a (r.a.) sorulmuş, o da üç kere, "Kendisinden başka ilah olmayan
Allah'a yemin ederim ki, o, şarkıdır" demiştir. Hasan Basrî de şöyle der: Bu âyet, şarkı ve çalgılar hakkında indi.
“Şarkının haram olduğunu söyleyenler bu ayeti delil getiriyorlar. Şarkının mahiyeti nedir? Tümü haram mıdır?”
Aslında Zemahşeri onun sınırlarını çizdi: “kişiyi haktan alıkoyan”. Yani şarkının mutlak haramlığından sözetmek mümkün
değil, ancak sınırlı olarak. Tabi bu ayetin nüzuluna sebeb olan kişinin yaptığı bir iş var. Ayet aslında onu işaret ediyor. Mesela
müslüman şarkı söylerse, bu ayetin hükmü altına girmez. Ayeti kendi siyakı içinde değerlendirirseniz; burada lehv’i satın
alan müşriktir. Müşrik ise azmak ve azdırmak için şarkı dinler. Mümin ise teskin için, kendini dinlendirmek için dinler. Ne
dalal maksadı vardır, nede ıdlal maksadı vardır; ama mümin ise. İlahi ile şarkı arasında bir fark yok zaten. Musiki eşliğinde
birisi Allah (c.c) der birisi Yallah der. Bir hocamızın ifadesi ile “Disko müziği ile tekke musikisi aynı şeydir”. Ikiside insanı
coşturmayı hedefler. Dolayısıyla bu önemli bir kayıttır. Bu kaydı gözmezlikten gelerek müslümanları musikiden mahrum
etmek müslümanlara zulümdür. Zemahşeri çok güzel tespit etmiş; Lehv’el-hadis batıldır, haktan alıkoyar, hakkı engeller.
Şarkı-türkü, masal, hurafe insanı haktan alıkoyuyorsa haramdır. Sabuni burada Zemahşeri’nin kavlini naklederek kendi
görüşünün o olduğunu belirtiyor. Müslümanlar da çalgı aletleri çalmayı öğrenmeli.
Hasan-ı Basri, ayetin nüzul sebebinin şarkı ve türkü olduğunu söylemiyor; şarkı ve türkü okumak ayetin hükmüne
girer diyor. Nüzul sebebini belirtmede kullandığı tabir bize bunu gösteriyor. ‫ نزلت‬kelimesi ‫ في‬ile kullanıldığında buradaki
hadisenin, ayetin hükmüne girdiğini ifade ediyorsunuz demektir.
‫ بغير حجة وال برهان‬، ‫ ويبعدهم عن دينه القويم‬، ‫[ ليضل عن سبيل هللا بغيرعلم ] أى ليضل الناس عن طريق الهدى‬
‫ وأعرق في الضالل‬، ‫ وهذا أدخل فى القبح‬، ‫ سخرية واستهزاء‬، ‫[ ويتخدها هزوا ] أى ويتخذ آيات الكتاب المجيد‬
‫[ أولئك لهم عذاب مهين ] أى لهم عذاب شديد مع الذلة والهوان‬
İnsanları delilsiz ve hüccetsiz hidâyet yolundan saptırmak, Allah'ın dosdoğru dininden uzaklaştırmak ve bu yüce kitabın
âyetleriyle alay etmek için böyle yaparlar. Bu hareket en çirkin ve en sapık bir davranıştır. Onlar için, zillet ve horluk dolu
şiddetli azap vardır.
Kur'an-ı Kerim ayetlerini hafife almak olacağından, şarkılarda ayet kullanılamaz. ‫ ويتخذها هزوا‬ayeti şiirde, şarkıda ayet
kullanımını yasaklıyor; bana göre; Sabuni’ye göre değil. Şiirde kullanırken de çok dikkatli olmak lazımdır. Sizin saf niyetle
yazdığınız bir şiiri insanlar eğlence amaçlı kullanabilirler. Buna sedd-i zerai kabilinden bakmak lazımdır. Eğer şiir bestelenip
diskolarda insanları eğlenderebiliyorsa, son derece dikkatli olmak lazımdır. İnsan ayağı çok kolay kayar, kayınca nerede
duracağını bilmez.
‫مهين‬, aşağılamak fiilinden ism-i faildir. Aslında işkencenin her türlüsü aşağılamaya yöneliktir. O halde azabı neden bir
de aşağılık ile sıfatladı? Kur'an-ı Kerim de azabın ‘şedid’ veya ‘elim’ ile nitelenmesi ahiret azabına işarettir. Çünkü dünyada
en ağır azab bile geçici olduğu için insanın katlanamayacağı bir işkence olmaz. Dolayısıyla Sabuni burda ‘şedid’ ile tefsir
yaptığına göre, ahiret azabı olduğunu belirtmektedir.
‫ لهم عذاب‬cümlesinde haber tekaddüm edilmiştir. Bunun hikmeti; cehennem dahi onların şerrinden Allah (c.c)’a sığınır
manasına gelmesidir. Onlar cehennemden bile daha azab verici, onların varlığı bile insanlara azab verici. Cehennemin yine
faydaları olabilir, fakat bunların hiç faydası yok. İkincisi ‫ أولئك‬ile onların her türlü haktan, doğrudan uzak olduklarını işaret
eder. Bu ayetteki bu iki vurguya dikkat etmelisiniz.
2
24.11 – Lokman 7
‫[ واذا تتلى عليه آياتنا ] أى واذا قرأت عليه آيات القرآن‬
، ‫ شأن المتكبر الذي ال يلتفت إلى الكالم‬، ‫ كأنه لم يسمعها‬، ‫[ ولى مستكب ار كأن لم يسمعها ] أى أعرض وأدبر متكب ار عنها‬
‫ويجعل نفسه كأنها غافلة‬
7. Ona Kur'an'ın âyetleri okunduğunda, Kibirlenerek, onu hiç işitmemiş gibi, ondan yüzçevirip geri gider. Onun bu durumu,
söze kulak vermeyen ve onu hiç işitmemiş gibi gaflet gösteren kibirli kimsenin durumu gibidir.
‫‘ آياتنا‬yı müfessirler Kur'an-ı Kerim ayetleri olarak anlarlar. Halbuki Kur'an-ı Kerim eğer Kur'an-ı Kerim ayetlerini
kastediyor olsa bunu açıkça zikrederdi. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim’de geçen mutlak ayatı, sadece Kur'an-ı Kerim ayetleri
olarak anlamak, anlamı daraltmak olur. Belki misal olarak söylenebilir; mesela Kur'an-ı Kerim ayetleri okunduğunda
diyebilirsiniz. Zira Allah (c.c)’ın varlığına delalet eden ayat sayısızdır. Insanın etrafında, gerek kendi içinde gerek çevresinde
gerekse hadiselerin ışığında Allah (c.c)’ın varlığına ve birliğine delalet eden milyarlarca ayet vardır. Burada ‫ ولى مستكبرا‬olan
kişi, kendisine sadece Kur'an-ı Kerim ayetleri değil, Allah (c.c)’ın varlığına dair herhangi bir delil gösterildiğinde dahi istihfaf
ile başını çevirip, söylenenleri hiç duymamış gibi davranır. Yani burada ayatı Allah (c.c)’ın varlığına ve birliğine hernagi bir
delil olarak anlamak lazımdır.
“Bu ayetlerin Kur'an-ı Kerim ayeti olduğuna ‘tilavet’ fiili de işaret etmiyor mu?” aslında ‫ تتلى‬kelimesinin kıraatle
tefsiri de başka bir eksiklik. Çünkü tilavet mutlak takip etmek anlamındadır. Kıraat anlamıda tilavet fiilinin sahasını
daraltmaktan ibarettir. Tilavet çeşitlerinden birisi de kıraattir, o manada doğru. Ama tilavetin nevilerinden sadece biridir bu.
Fakat müfessirler genellikle doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim okuma olarak anlarlar. Halbuki umumi üzere bırakmak
gerekir, daha güzeldir. Sabuni burada diğer müfessirlere tabi olmuştur.
Kur'an-ı Kerim okunmasıyla ibadet yapılan bir kelamdır. Dolayısıyla manası anlaşılsın veya anlaşılmasın, mücerred
okunmasıyla insanlar üzerinde etkili olan bir kitaptır. Fakat bu etki dinleyenin kabiliyetine göre arz eder. Bir mümine
okunduğunda imanı artar. Kafire okunursa küfrü ziyadeleşir. “İman artar mı?” İman elbette artar. İman edilen şeyler artar.
İmanın kendisi artmaz, iman edilen şeyler artar. Bu ayetlerin (Kur'an dışındaki ayetlerin) Allah (c.c)’tan olduğuna da iman
eder. “İmanın sevap işleyince artması, günah işleyince azalması mümkün mudur? Sonuçta iman edilecek şeyler belli; 6 tane”
İmanı o 6 şey ile sınırlandıranlar, son derece fahiş bir hata yapmışlardır. Imanın asıl ögesi gaybdır. Diğerlerine iman denmez,
ama mecazen iman diyoruz. Aslında imanın ögesi tektir, oda gaybdır. Fakat gaib olanların sayısı sınırsızdır. Bugün
görmediğimiz binlerce galaksi var, onların varlığına inanıyormuyuz? Inanıyoruz çünkü gayb, mesela. “Galaksiye iman etmek
sorumluluk getirmiyor, fakat Allah (c.c)’a iman getiriyor” Bu konuda imanı ‘şer’i iman’ ve ‘luğavi iman’ olarak ikiye ayırmak
gerekir. Bizim Kur'an-ı Kerim’de okuduğumuz ve anlamamız gereken şer’i imandır. Değilse iman mutlak olarak bir gayba
yapılır, ve gayb sayısızdır. Mesela gelecek bir gaybdır, geleceğe iman ederiz. Bu gelecekten birisi ahirettir, birisi¸ tamamı
değil. O halde iman deyince kastettiğimiz şer’i imandır.
‫ يمنعانه عن استماع آيات هللا‬، ‫[ كأن فى أذنيه وق ار ] أى كأن في أذنيه ثقال وصمما‬
‫ مفرط في الشدة واإليالم‬، ‫[ فبشره بعذاب أليم ] أى أنذره يا محمد بعذاب مؤلم‬
Sanki iki kulağında, Allah'ın âyetlerini işitmeye engel olan sağırlık ve ağırlık vardır. Ey Muhammed! Onu son derece elem
verici ve şiddetli bir azapla müjdele.
“Burada da kulaklardan bahsedilmiş. Bu ayetlerin Kur'an-ı Kerim ayetlerin olduğuna işaret etmez mi?” Yok, mesela
gök gürültüsü de bir ayet. Allah (c.c)’a delalet eden bir ayeti ona anlatmam, duymayı gerektirir.
Burada son derece şiddetli bir azaptan bahsedilmesi, cehenneme işarettir. Bu azab ancak cehennem olabilir. Daha
önce söylediğimiz üzere, elim, azim gibi sıfatı müşebbehe formunda sıfatlarla sıfatlanan azab, cehennem azabıdır. Fakat
cehennem azabını, sadece ahiretteki cehennem ile sınırlandırmak ta yanlış. Çünkü insan dünyada cehennemi yaşayabilir. Bu
cehennem yaratılmıştır, ve hala vardır anlamına gelir. Dünyada da vardır, ahirette de olacaktır anlamındadır. Ama
müfessirler genellikle ahiretteki cehennemi kastederler. Yani Azab-ün elim demek, azab-ü cehennem demektir;
3
dediklerinde, ahiret cehennemini kastederler. “Dünya cehennemi derken dünyevi sıkıntılar mı hocam?” Mesela benim
yaşadığım hayat, 24 senedir cehennemde yaşıyorum. … …
‫ووضع البشارة مكان اإلنذار للتهكهم والسخرية‬
Burada "uyarma" yerin de "müjde" kullanılması, alay ve eğlence ifade eder.
Tabi sadece alay etme manası yok, bir vaka tespiti var. Burada Allah (c.c)’ın ayetlerinden etkilenmeyen ve
yüzçeviren kişinin, kendisini azab-ı elim’e itecek bu davranışa, adeta müjdelenmiş birşeye koşar gibi koştuğunu tespit ediyor
ayet. Yani bu inkar davranışının kendisi için bir mükafaat ve menfaat olduğuna inanarak yapıyor. Bu yüzden sanki
müjdelenmiş birşeye koşuyor gibi yapıyor. Dolayısıyla burada inzar yerine bişar kullanılması, alay manası haricinde, bir
durum tespitini de içinde bulunduruyor. Aynı zamanda bu ve benzeri kimseler, Allah (c.c)’ın ayetlerinden yüz çeririrken son
derece memundurlar, çünkü iyi birşey yaptıklarına inanıyorlar.
Aynı zamanda bişara fiili kullanılarak, inzar’da mübalağa yapılmış oluyor. Yani “Onları azapla uyar” demektense
“Onları azapla müjdele” demek daha güçlü bir inzar demektir.
‫ ثم عدم االلتفات‬، ‫ ثم اإلستكبار عن الحق‬، ‫ اإلعراض عن الحكمة‬: ‫ تضمنت هذه اآلية ذم المشتري من وجوه‬: ‫قال في البحر‬
، ‫ لكونه ال يلقي لها باال وال يلتفت إليها‬، ‫ ثم اإليغال في اإلعراض مشبها حال من لم يسمعها‬، ‫إلى سماع اآليات‬
‫ثم التهكم به بالبشارة بأشد العذاب‬
Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, "boş laf" satın alanı birkaç yönden kınamayı kapsar:
Hikmetten yüzçevirmek, (vella kelimesi)
hakka karşı kibirli davranmak, (müstekbiran)
âyetleri dinlememek, (ke en lem yesma ha)
aşırı bir şekilde yüzçevirmek, bu işe dalmak. Ayet, bu kimsenin durumunu işitmeyen kimsenin durumuna benzetmektedir.
Zira o şahıs âyetlere ne kulak vermekte ne de iltifat etmektedir. (Bu da bir mübalağadır)
(Sonuncu olarak) Ayrıca bu âyet, en şiddetli azabı müjdelemek suretiyle onunla alay etmeyi de kapsamaktadır (Bişarat).
Bahru’l-Muhit, Ebu Hayyan’ın. İki tane Ebu Hayyan var; biri müfessir, diğeri mütekellim. Mütekellim olana Ebu
Hayyan Et-Tevhidi deniyor. Müfessir olana da Ebu Hayyan El-Müfessir diyorlar.
4
‫ فقال سبحانه‬، ‫ ذكر ما وعد به المؤمنين من جنات النعيم‬، ‫ولما ذكر ما وعد به الكفار من العذاب األليم‬:
‫ وبين حسن النية واخالص العمل‬، ‫[ إن الذين أمنوا وعملوا الصالحات ] أى جمعوا بين اإليمان والعمل الصالح‬.8
، ‫ من المآكل‬، ‫ جنات الخلد يتنعمون فيها بأنواع المالذ‬، ‫[ لهم جنات النعيم ] أى لهم على إيمانهم واستقامتهم على شريعة هللا‬
‫ وال‬، ‫ مما ال عين رأت وال أذن سمعت‬، ‫ وسائر ما أكرمهم هللا به من الفضل واإلنعام‬، ‫ والحور العين‬، ‫ والمالبس‬، ‫والمشارب‬
‫خطر على قلب بشر‬
‫ وال يبغون عنها حوال‬، ‫ ال يخرجون منها أبدا‬، ‫[ خالدين فيها ] أى دائمين في تلك الجنات‬.9
‫ ألن هللا ال يخلف الميعاد‬، ‫ ال خوف فيه‬، ‫ كائنا ال محالة‬، ‫[ وعد هللا حقا ] أى وعدا من هللا قاطعا‬
‫ الحكيم الذي ال يفعل إال ما تقتضيه‬، ‫ ليمنعه عن إنجاز وعده‬، ‫[ وهو العزيز الحكيم ] أى هو تعالى العزيز الذي ال يغلبه شيء‬
‫الحكمة والمصلحة‬
Yüce Allah, kâfirleri tehdit ettiği elem verici azabı anlattıktan sonra, mü'minlere va'dettiği naîm cennetlerini anlatarak şöyle
buyurdu:
8. İmanla güzel ameli ve iyi niyetle ihlaslı ameli birleştirenler var ya, işte, imanlarında ve Allah'ın dininde dosdoğru
gitmelerinden dolayı onlar için ebedîlik cennetleri vardır. Orada yiyecek, içecek, giyecek, kadın, hûrî ve Allah'ın lütuf ve
ihsanından vereceği, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklından geçmeyen diğer şeyler gibi
çeşitli lezzet veren şeylerden yararlanacaklardır.
9. O cennetlerde ebedî kalacaklar, oradan asla çıkmayacaklar ve ayrılmak istemeyecekler. Bu, Allah'ın kesin bir vaadidir.
Mutlaka yerine getirilecek. Bundan dönülmez. Çünkü Allah verdiği sözden dönmez. Yüce Allah güçlüdür; sözünü yerine
getirmesine engel olmak için hiçbir şey O'na galip gelemez. Hikmet sahibidir; hikmet ve maslahatın gerektirdiğinden
başkasını yapmaz.
Aziz’in 2 manası öne çıkar; Biri Güçlü, öyle güçlü ki hiçbirşey onun gücünü kıramaz. Sabuni ve diğer müfessirler,
Aziz’in bu manasına vurgu yaparlar. Aziz demek güçlü demektir, sıfatı müşebbehe formunda geldiği için en güçlü demektir.
İkincisi Nadir olmak manasından ender, yegane manasındadır. Yani bu verdiği sözleri gerçekleştirecek tek varlık odur
manasındadır. Aziz’i böyle anlamak lazımdır.
Hakim’in bir manası hikmetli iş yapandır. Ama Hakim’in ikinci bir manası var ki, bana göre o çok daha önemli; en
doğru hükmü verendir. Bu mana hikmetli iş yapan manasından daha önemli. Cehennemlikleri cehenneme, cennetlikleri
cennete koyma hükmünü ancak o verir. Ve bunu yapabilecek olan yegane varlık odur. Aziz ve Hakim’in öne çıkarılması
gereken manası budur.
29.11 – Lokman 10
‫ فقال سبحانه [ خلق السموات بغير عمد‬، ‫ إلقامة البراهين على وحدانيته‬، ‫ وآثار عظمته وجالله‬، ‫ثم نبه تعالى إلى دالئل قدرته‬
‫ واقفة‬، ‫ حال كونكم تشاهدونها كذلك‬، ‫ بدون دعائم ترتكز عليها‬، ‫ترونها ] أى خلق السموات في سعتها وعظمتها فى إحكامها‬
‫ وال تمسكها إال قدرة هللا العلي الكبير‬، ‫من غير أن تستند على شيء‬
‫ بأن تقلبكم عن‬، ‫ لئال تتحرك وتضطرب بكم فتهلككم‬، ‫[ وألقى في األرض رواسى أن تميد بكم ] أى جعل فيها جباال ثوابت‬
‫ أو تهدم بيوتكم بتزلزلها‬، ‫ظهرها‬
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini gösteren delilleri getirmek için, kudretinin delillerine ve büyüklüğünün eserlerine dikkat
çekerek şöyle buyurdu: 10. Geniş, büyük ve sağlam gökleri, dayandığı direkler olmadan yarattı. Siz onların hiçbir şeye
dayanmadan durduğunu görüyorsunuz. Onları, Yüce ve Ulu Allah'ın gücünden başkası tutmuyor. Allah yeryüzünde sabit
dağlar yarattı ki, hareket edip de sizi sallamasın sizi alt üst edip yok etmesin veya sallanarak evlerinizi yıkmasın.
Müfessirler ‫’أن تميد‬yi ‫ لئال تميد‬şeklinde okurlar, ve tefsir ederler.
5
Ayrıca dikkat ediniz, ‫ ألقى‬fiiline ‘yaratma’ manası verdi. Çünkü Allah (c.c)’ın her fiili yaratmadır, öyle mi? Hayır; Allah
(c.c) gördüğünde, görmeyi yaratıyor mu? Bize göre hayır. Fakat siz bu ayet için yaratmadır diye kabul edin. Mutezile ile Ehl-i
Sünnet arasında bu konuda ciddi görüş ayrılığı vardır. Mutezile’ye göre; insan nasıl kendi fiilinin yaratıcısı olduğu gibi, Allah
(c.c)’da kendi fiilinin yaratıcısıdır. Bunu, taaddüd-i kudema’yı önlemek ve Allah (c.c)’ı tenzih etmek gibi bir niyetle söylerler.
Onun için Kur'an-ı Kerim’e mahluktur diyorlar. Aslen, Allah (c.c)’ın zatı ile ilgili fiiller, kainatla ilgili fiiller olarak birbirinden
ayırmak gerekir. Ehl-i sünnet, Allah (c.c)’ın zatı ile alakalı fiillerde yaratma kullanmaz, mutezile kullanır. Burada Sabuni, ehl-i
sünnete bağlılığını, ‫ ألقى‬fiilini yaratma olarak tefsir ederek gösteriyor. “Yaratılmış birşey hâdis olmuyor mu? O zaman
mutezile Allah (c.c)’ın sıfatlarının hâdis olduğunu mu söylüyor?” Evet, yani sıfatların kıdemi yoktur, kadim olsalar o zaman
kıdemler taaddüd etmiş olur, halbuki tek kadim Allah (c.c)’tır, derler. Onlar Allah (c.c)’ı tenzihte çok ileri gidiyorlar, ve Allah
(c.c) ile sıfatlar arasını ayırıyorlar. Yani hareket noktaları doğru, ama vardıkları sonuç yanlış. “Taaddüd-i kudema islam
düşünce yapısında ne gibi problemler doğuruyor?” aslında fikriyat haricinde herhangi bir problem yok. Yani Allah (c.c)’ın
varlıkları kadim olsa ne olur, olmasa ne olur. Allah (c.c) her halükarda Allah (c.c)’tır.
‫ ولو خلقها تعالى‬، ‫ واال كانت تزول عن موضعها بسبب المياه والرياح‬، ‫ واعلم أن األرض ثباتها بسبب ثقلها‬: ‫قال اإلمام الفخر‬
‫ فهذه هي‬، ‫ ينتقل الرمل الذي فيها من موضع إلى موضع‬، ‫ كما نرى األراضى الرملية‬، ‫ لما كانت تثبت للزراعة‬، ‫مثل الرمل‬
‫ فسبحان الكبير المتعال‬، ‫حكمة إرسائها بالجبال‬
Fahreddin er-Râzî şöyle der: Bilesin ki, yer yüzünün sabit durması, ağırlığından dolayıdır. Böyle olmasa, sular ve rüzgârlar
sebebiyle yerinden kayardı. Eğer Allah yeryüzünü kum gibi yaratsaydı, ziraata elverişli, sabit bir halde kalamazdı. Nitekim
kumlu arazide kumların, bir yerden başka bir yere gittiğini görmekteyiz. İşte yeryüzünün dağlarla sabit kılınmasının hikmeti
budur. Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz.
Razi Türk mü? Fars mı? Rey şehrinde yaşamış. Rey şehri Horasan’da, yani bugün’ün İran’ı. Fakat o zaman İran yok,
Horasan ise Maveraü’n-nehr yakınında. Rey şehri de Türkler’in olduğu bir yer. Dolayısıyla Razi’nin türk olduğunu söyleyenler
haklı olabilirler. Arapça’da Rey’den olanlara Rayyi yerine Razi derler. Yani Razi, Rey şehrinden demektir. Razi’ye o kadar
kitap nispet edilimiş ki, bir kimsenin tüm kitapları yazması mümkün değildir denmiştir. Fil hakika, eskiden hocalar kitap
yazmazlar, öğrenciler hocanın derslerini yazarlardı.
‫ مما ال‬، ‫ من كل أنواع الحيوانات والدواب " من مأكول ومركوب‬، ‫[ وبث فيها من كل دابة ] أي ونشر وفرق في أرجاء األرض‬
‫يعلم عدد أشكالها وألوانها إال الذي خلقها‬
Allah yeryüzünün her tarafına, her türlü eti yenilen ve binilen hayvan ve canlıları yaydı, dağıttı. Bunlar, renklerinin ve
şekillerinin sayısını onları yaratandan başkasının bilemeyeceği varlıklardır.
İnsan her yerde insandır. Tüm insanların bilgileri Allah (c.c)’a dayanır. Mısır’da piramit yapan insan ile Amerika’da
piramit yapan insan aynıdır. “Allah (c.c)’ın verdiği ilimin mahiyeti nedir?” Bilmem, üzerinde düşünün. Ben, insanların en
bilgilisinin Hz.Adem olduğuna inanırım. Çünkü ona öğreten bizzat Allah (c.c)’tır. Diğerleri, mesela Peygamberimiz (s.a.v)
vahyen almıştır. Biri vahiy, diğeri talim. Vahiy talim ve öğretmek değildir, seslenmektir.
‫ المطر من السحاب [ فأنبتنا فيها من كل زوج ] أى فأنبتنا في‬، ‫[ وأنزلنا من السماء ماء ] أى وآنزلنا لحفظكم وحفظ دوابكم‬
‫ بديع الخلق والتكوين‬، ‫ ومن كل صنف من األغذية واألدوية [ كريم ] أى كثير المنافع‬، ‫األرض من كل نوع من النبات‬
Sizi ve hayvanlarınızı korumak için bulutlardan -yağmur indirdik. Böylece yeryüzünde her türlü bitki ve her çeşit gıda ve
ihtiyaç maddeleri bitirdik. Âyetteki kerim, çok faydalı ve yaratılış ve oluşumu güzel manasınadır.
Buraya kadar fiiller hep 3. şahıs, ‘yarattı, yaydı, koydu’ şeklindeydi fakat bir anda ‫ أنزلنا‬diye 1.şahış çoğul’a geçti.
Buna iltifat sanatı diyoruz, daha önce geçmişti.
Gökyüzünden su indirdik ayetini hep yağmur olarak tefsir etmişlerdir. Fakat yerin altında depolanan, denizlerde
toplanan suyun kaynağı yeryüzünde değildir. Allah (c.c) yarattığında yeryüzünde su yoktur. Dünyaya sonradan gelmiştir,
indirilmiştir. Ilk dünya yaratıldığında insana uygun değildi. Allah (c.c) daha sonra değişiklikler yaptı. Ve insanın yaşamasına
uygun hale getirdi. Ayetleri sırayla okursanız, yeryüzünün ilk zamanlarda yaşamaya uygun olmadığını anlarsınız. Dolayısıyla
6
suyun indirilmesini yağmur olarak düşünmek, eksik bir düşünce olur. Allah (c.c) kendi katından su indirdi, verdi. Yoksa Allah
(c.c) bilmiyor mu bulut demesini? Müfessirler diyor ki sema kelimesi bulut için ‘mecaz-ı mürsel’ olarak kullanılmıştır. Yani
Allah (c.c), bulutu kastederek, sema dedi; veya “zikrü el-mehal, iradetü el-hâl” alakası ile sema, mecaz-ı mürseldir.
Bitki’den kasıt, herşeydir. İnsanların çocukları da bitkidir. Çünkü onlar da çift. Kur'an-ı Kerim’de inbat manasında
insan içinde kullanılıyor. Hz.Meryem hakkında kullanılıyor. Demek zevc kerim’e insanlar, hayvanlar, bitkiler dahildir.
Zevc’lerin kerim olarak nitelenmesi, insanın bitkilerin soylarıyla oynamasını yasaklıyor. Şerefli, asil çiftlerin kendi
çiftini devam ettirmesini bozmayın; siz müdahale ederseniz kerim olmaktan çıkar diyor. Mesela bitkilerin DNA’sı
değiştiriliyor, veya başka şekilde çiftleştiriliyorlar. Tabi buna aşılamak dahil değil. Değiştirmek ayrı. Mesela çekirdeksiz
meyveler.
Kerim, faydası ve menfaati çok değil; asaletli, asil, şerefli demektir. Sabuni ile anlaşamıyoruz burada.
، ‫ فأنظروا في السمرات واألرض‬، ‫ هو من مخلوقات هللا‬، ‫[ هذا خلق هللا ] أى هذا الذي تشاهدونه وتعاينونه أيها المشركون‬
‫ ثم أخبروني‬، ‫ وبديع صنعته‬، ‫ ثم تفكروا في آثار قدرته‬، ‫ وسائر ما خلق هللا‬، ‫ والحيوان‬، ‫ والنبات‬، ‫واإلنسان‬
‫ التي عبدتموها من دون هللا ؟ من األوثان واألصنام ؟ وهو‬، ‫[ فأروني ماذا خلق الذين من دونه ] ؟ أى أي شيء خلقته آلهتكم‬
‫ وبآلهتهم المزعومة‬، ‫سؤال على جهة التهكم والسخرية بهم‬
11. Ey Müşrikler! Sizin gördüğünüz bu şeyler, Allah'ın ya-rattıklarındandır. Göklere, yere, insanlara, bitkilere, hayvanlara ve
Allah'ın diğer yarattıklarına bakın da, O'nun kudretinin alâmetlerini, eşsiz sanatını düşünün ve bana söyleyin, Allah'ı
bırakarak tapmış olduğunuz ilâhlar, putlar ne yarattı? Hadi bana gösterin! Bu, onlarla ve iddia ettikleri ilanlarıyla alay yollu
bir sorudur.
Müfessirlere göre okunuşu halkullah, yani ‘masdar bi mana meful’. Bunlar Allah (c.c)’ın yarattıklarıdır. Ben bu
manaya katılmıyorum. Bence doğrudan doğruya masdar olarak almak lazım; yani bu, Allah (c.c)’ın yaratmasıdır, Allah (c.c)’ın
yaratması işte budur! manasındadır.
Sondaki soru, aslında cevabı olmayan bir sorudur; muhatabı cevaptan aciz bırakacak bir sorudur. Aslında Allah (c.c)
buna cevap falan istemiyor; zaten muhataplarında verecek cevapları bulunmuyor.
‫ فقال سبحانه [ بل الظالمون في ضالل مبين ] أى بل‬، ‫ ثم أضرب عن تبكيتهم إلى التسجيل عليهم بالضالل الواضح‬،
‫ وعبدوا ما ال يسمع وال‬، ‫ ألنهم وضعوا العبادة في غير موضعها‬، ‫ وضالل واضح ما بعده ضالل‬، ‫المشركون في خسران ظاهر‬
‫ يكون أحط‬، ‫ وترك خالقا عظيما مدب ار‬، ‫ ألن من عبد صنما جامدا‬، ‫ فهم أضل من الحيوان األعجم‬، ‫ وال ينفع وال يضر‬، ‫يبصر‬
. ‫شأنا من الحيوان‬
Sonra Yüce Allah, onları susturmayı bırakıp, apaçık sapıklık içinde olduklarını tescil etmeye yönelerek şöyle buyurdu:
Bilakis müşrikler, apaçık bir zarar ve en derin bir sapıklık içindedirler. Çünkü onlar, tapılmayacak şeylere taptılar ve
işitmeyen, görmeyen, fayda veya zarar veremeyen şeylere ibadet ettiler. Onlar yabanî hayvandan daha sapıktır. Çünkü
cansız puta tapan ve kâinatı yöneten Yüce Yaratıcıyı bırakan kimse, hayvandan daha aşağı olur.
Allah (c.c)’ın varlığına bunca delil varken, bunu inkar edenler hem zahiren hem de batınen küfür ve delalet
içindedirler, ve ancak hayvandan aşağı olabilirler.
01.12 – Lokman
: ‫البالغة‬
: ‫تضمنت اآليات الكريمة وجوها من البالغة والبديع نوجزها فيما يلي‬
. ] ‫ وضع المصدر للمبالغة [ هدى ورحمة للمحسنين‬- 1
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Güzel davrananlar için bir hidâyet ve bir rahmet... âyetinde mastar, mübalağa için kullanılmıştır.
7
Hüda kelimesi masdardır. Fakat burada kullanıldığı mana hâdi’dir. Yani ismi fail. Ismi fail yerine masdar kullanılmış
ki, sıfat yerine masdarın kullanılması bir mübalağa sanatıdır. Gerek isme gerek sıfata delalette masdar; sıfattan, ismi failden,
ismi mefulden daha güçlüdür. Onun için bu ayette mübalağa yapılmıştır. Burada mübalağa, hidayetin kendisindede olabilir,
hidayete erenlerin miktarında da olabilir; 2 yönde bir mübalağa söz konusu. Bu Kur'an-ı Kerim çok sayıda kişiyi hidayete
erdirir; birde okadar güçlü bir hâdidir ki, onun hidayete erdiremediğini başka kimse erdiremez demektir.
. ‫ اإلشارة بالبعيد [ تلك آيات ] عن القريب [ هذه ] لبيان علو الرتبة ورفعة القدر والشأن‬- 2
2. "Onlar âyetlerdir" cümlesinde, uzak için kullanılan işaret ismi, yakın için olan yerinde kullanılmıştır. Bu, âyetlerin
mertebesinin yüceliğini, kadir ve sânının yüksekliğini ifade eder.
Aslında bu ayetler insanlara çok yakındır, uzaklarında değildir. Ama buna rağmen ‫ تلك‬kullanılmasının sebebi,
ayetlerin kadru kıymetinin yüksekliğini beyan etmek içindir.
‫ أولئك على هدى من ربهم وأولئك هم ] لزيادة الثناء‬، ‫ اإلطناب بتكرار الضمير واسم اإلشارة [ وهم باآلخرة هم يوقنون‬- 3
. ‫ كما أن الجملة تفيد الحصر أى هم المفلحون ال غيرهم‬، ‫عليهم والتكريم لهم‬
3. "Onlar, âhirete de kesin olarak iman edenlerin ta kendileridir. İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol
üzerinediıier. Onlar, kurtuluşa erenlerdir" âyetlerinde, zamirin ve işaret isminin tekrarlanmasıyle itnâb yapılmıştır. Bu,
onlara çok değer verildiğini ve onların çokça övüldüğünü ifade eder. Bu cümle, aynı zamanda hasr ifade eder. Yani,
kurtuluşa erenler, başkaları değil, onlardır.
Ayette ‫ هم‬ve ‫ وأولئك‬çokça tekrarlanmış. Bunların ayete getirdiği ilave bir mana vardır. Burada bahsedilen kimselere
övgüde bir mübalağa vardır. Biz buna icaz’ın karşılığı olarak ıtnâb deriz. İcaz kısaltmak iken, ıtnab uzatmaktır. Bu uzatmalar,
adı geçenlerin yüceliğinin, değerlerinin yüksekliğinin belirtilmesi içindir. Ayrıca bu tekrarlar birde tahsis veya hasr ifade eder
ki, sadece onlar hidayete erenlerdir manası taşımaktadır.
، ‫ االستعارة التصريحية [ ومن الناس من يشتري لهو الحديث ] شبه حالهم بحال من يشتري سلعة وهو خاسر فيها‬- 4
. )‫واستعار لفظ يشتري لمعنى يستبدل بطريق (االستعارة التصريحية‬
4. "İnsanlardan öylesi var ki, boş lafı satın alır" cümlesinde, istiâre-i tasrîhiyye vardır. Bunu yapanların durumu, mal satın
alıp zarar eden kimsenin durumuna benzetilmiş ve "satın alır" lafzı istiâre-i tasrîhiyye yoluyla, "değiştirir" mânâsında
müsteâr olarak kullanılmıştır.
Bu ayette aslında bir satın alma yok, tebdil vardır. Allah (c.c)’ın kelamı yerine boş sözler konuşmuş. Kur'an-ı Kerim
dinlenmesine mani olmak, ticaret olarak ifade edilmiş, biz buna istiare-i tasrihiyye diyoruz. Aslında bir durum, bir vaziyet,
başka bir vaiyete benzetilmiş. Yani istiare-i temsiliyye demek daha doğru olurdu. Ama alakası benzetme olduğu için mecazın
çeşitlerinden olarak istiare seçmiş müfessir. Fakat hatırladığım kadarıyla mecazın fiilde yapılması halinde, alaka ne olursa
olsun, ona istiare demezler; mecaz-ı akli derler. Çünkü bir fiilin başka bir fiil yerine kullanılması aklen bulunacak bir
kullanımdır. Dolayısıyla burda eğer bir halin; ticaret yapan ve kaybeden kimsenin hali, şarkı dinleyip Kur'an-ı Kerim
dinlemeyen kimsenin hali gibidir- manasını alırsa, istiareyi temsiliyye var. Ama yok, satın almak fiili, mecazen değiştirmek
manasına kullanıldı diyorsanız mecaz-ı akli vardır. Doğrusu budur. Müfessir burayı karıştırmış.
. ) ‫ فهو تشبيه (مرسل مجمل‬، ‫ التشبيه المرسل المجمل [ كأن في أذنيه وقرا ] ذكرت أداة التشبيه وحذف وجه الشبه‬- 5
5. "Sanki kulaklarında ağırlık vardır" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı söylenmiş, vech-i şebeh
söylenmemiştir. Böylece mürsel mücmel bir teşbih olmuştur.
Burda ‫ كأن‬teşbih edatı getirilmiş, ama bu Kur'an-ı Kerim dinlemeyen ve geri dönüp giden kişinin bu hali, sağı bir
kimseye benzetilmiş. Burada teşbih edatı mevcut olduğuna göre istiareden bahsetmiyoruz; teşbih ten bahsediyoruz. Peki
hangi yönden benzetilmiş? bilinmiyor. O zaman bu mücmel teşbihtir. Bunu biz bulmaya çalışalım dersek; mesela sesler nasıl
sesler sağırlara fayda vermiyorsa, bu kimselere Kur'an-ı Kerim okumak da fayda vermiyor benzetmesi olabilir.
. ‫ واستعمالها في الشر سخرية وتهكم‬، ‫ أسلوب التهكم [ فبشره بعذاب أليم ] ألن البشارة إنما تكون في الخير‬- 6
6. "Onu, elem verici bir azapla müjdele" cümlesinde alay üslûbu vardır. Çünkü müjde, sadece hayırda olur. Müjdenin şerde
kullanılması alay ve istihza ifade eder.
Kötü birşey ile insan müjdelenmez ki? O halde tebşir kullanılmasının özel bir manası olmalı. Bu sanata uslubu’ttehekküm diyoruz. Tebşir kullanılarak muhatap ile alay edilmiş oluyor.
8
‫ ثم التفت‬، ‫ وبث ] وكلها بضمير الغائب‬، ‫ وألفى‬، ‫ [ خلق‬: ‫ االلتفات من الغيبة إلى التكلم [ وأنزلنا من السماء ] بعد قوله‬- 7
.‫ وهذا من المحسنات البديعية‬، ‫ وتوفية لمقام االمتنان‬، ‫ [ وأنزلنا ] تعظيما لشأن الرحمن‬: ‫فقال‬
7. "yarattı, attı ve yaydı" şeklinde III. şahıs kipi fiillerden sonra, Gökten indirdik, şeklinde I. çoğul kipinin kullanılarak III.
şahıstan I. şahsa dönüş (iltifat) yapılmıştır. Bu, Allah'ın şanını yüceltmeyi ve nimet elde etme makamının hakkını tam
vermeyi ifade eder. Bu da edebî sanatlardandır.
Bu değişikliğe belağatte iltifat derler. 3. şahıstan 1.şahısa geçmiş. Bu iltifatın kullanılmasının sebebi, Allah (c.c)’ın
şanını yüceltmek, Rahmanın şanını yüceltmek. Buna muhassinat bedi’iyye denir; yani gerek ifadeyi, gerek lafzı güzelleştiren
sanatlardandır. Zaten belağatte sanatları 3 kategoride inceleyeceksiniz; Beyan sanatları, Meani sanatları, Bedi sanatları.
İltifat sanatına aslında hem Meani hemde Bedi çeşitlerine katabilirsiniz. Ama müfessir Bedi sanatlardan saydı.
. ‫ إطالق المصدر على اسم المفعول مبالغة [ هذا خلق هللا ] أى مخلوقه‬- 8
8. "Bu, Allah'ın yarattığıdır" cümlesinde, mübalağa ifade etmek için, ism-i mef ûl yerine mastar kullanılmıştır.
Bunu daha önce söylemiştik, ayetin tefsirinde. Bunlar Allah (c.c)’ın yaratmasıdır, diğerleri ne yaratmış? Yaratma diye
birşey mi var öbürlerinde? Yaratma kudreti mi var? Müfessir burada ismi meful yerine masdar kullanılmıştır diyor, bu
tefsirin yarısıdır. Masdar, mecaz olmadan kendi halinde masdar olarak kullanıldı yorumu da güzeldir.
‫ االستفهام للتوبيخ والتبكيت [ ماذا خلق الذين من دونه ] ؟‬- 9
9. "Allah'ın dışındakiler ne yarattı?" sorusu, kınama ve susturma ifade eder.
Bu sorunun cevabı aranmıyor, istifham mecaz manada kullanılıyor.
] ‫ وللتسجيل عليهم بغاية الظلم والجهل [ بل الظالمون في ضالل مبين‬، ‫ وضع الظاهر موضع الضمير لزيادة التوبيخ‬- 10
. ‫ بل هم في ضالل مبين‬: ‫وكان األصل أن يقال‬
10. Bilakis o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedir" cümlesinde, daha fazla kınamak ve onların son derece zâlim ve câhil
kişiler olduğunu tescil etmek için, zamir yerine açık isim kullanılmıştır. Bu mânâlar kastedilmeseydi: Bilâkis onlar, apaçık
sapıklık içindedir" denilirdi.
Burada hüm diyebilirdi. Ama Allah (c.c) zamir yerine zahir isim kullandı. Zamir yerine açık ismi koymak bir sanattır.
Böylece onları suçlamada mübalağa ediyor. Çünkü burada, ayetin akışına göre bakarsanız, zamir ile söylemek gerekirdi.
‫ الكتاب الحكيم ] ويسمى هذا النوع‬، ‫ زوج كريم‬، ‫ جنات النعيم‬، ‫ مراعاة الفواصل في الحرف األخير مثل [ عذاب أليم‬- 11
‫ وهو كثير فى القرآن الكريم‬، ‫ خاليا من التكرار‬، ‫ وكان سليما من التكلف‬، ‫في علم البديع " سجعا " وأفضله ما تساوت فقره‬
. ‫في نهاية اآليات الكريمة‬
11. gibi âyet sonlarında, fasılalara riâyet edilmiştir. Edebiyatta bu sanat türüne seci' denilir, Seci'nin en üstünü, fıkraların
(birden çok harfin) birbirine eşit, tekellüf ve tekrardan uzak olmasıdır. Bu, Kur'an-ı Kerim âyetlerinin sonlarında çok
bulunur.
Ayet sonlarının birbirine benzemesi sanattır. Nesir de buna seci, nazımda kafiye denir. Burada buna benzer bir
durum var. Bu bir nevi seci’dir. Fakat buna seci denmez, fasılaların birbirine benzemesi denir. Burda da 2 harf benzemesi
var, tek harften daha güzeldir. Ama zorlamadan uzak olması lazım.
: ‫فائدة‬
[ ‫ ألن موضوع (الحكمة) قد تكرر فيها‬، ‫وصف الكتاب بالحكمة في هذه السورة [ الكتاب الحكيم ] مناسب لجو السورة الكريمة‬
‫ على طريقة القرآن فى التنسيق بين األلفاظ‬، ‫ولقد آتينا لقمان الحكمة ] فناسب أن يختار هذا الوصف من أوصاف الكتاب المجيد‬
. ‫والمواضيع‬
Faydalı Bilgiler
Bu sûrede, Kitab'ın, Hikmetli kitâb denilerek, hikmet vasfıyla nitelenmesi, bu mübarek sûrenin atmosferine uygundur.
Çünkü hikmet konusu, sûrede tekrarlanmıştır: "Biz Lukmân'a hikmet verdik" buyurulmuş, dolayısıyle, Kur'an'ın, lafızlarla
konular arasında uygunluk sağlama üslûbuna göre, bu yüce kitabın sıfatları arasından "hikmet" vasfının seçilmesi uygun
düşmüştür.
Tamam, burada kalalım. 11 ayet Sabuni’nin tefsir medtodunu anlamanıza yeterlidir. Nasıl tefsir ediyor? Önce her
sureye bir giriş, mukaddime yapmış, ve suredeki konuları özetlemiş. Sonra ayetleri grup grup ayırmış. Herbir gruba,
9
kelimeleri vererek başlamış, garip kelimeleri izah etmiş. Varsa nüzul sebebini vermiş. Sonra kelime kilme izah etmiş. Bu
izahlarda alakalı ayetler, hadis, sahabe-i kiram kavli varsa zikretmiş, diğer tefsirlerden tercşh ettiği bilgileri aktarmış. Sonra
ayetlerdeki belağata işaret etmiş. Son olarak ayetteki nükteyi vermiş. Bu kadar. Dikkat ederseni kıraat farklılıklarına hiç
girmez. Ya bilmediğinden, ya da kullanmadığından. Sabuni’nin metodu bu. Bundan sonra, mushaftaki sıraya göre sizden
birisi tefsir etsin.
06.12 – Bakara 67-73
@Üsame: Şimdi anlatacağımız kıssa, son ilahi kitabın en büyük suresine adını vermiş olan kıssadır. Razi’nin tefsirinde
ve diğer tefsirlerde rivayet edildiğine göre, İsrailoğulları zamanında zengin bir adam var. Bu adamın bir oğlu ve yeğenleri var.
Bunlar mirasa konman istiyorlar ve yeğeni(?) öldürüyorlar. Sonra da, sanki başkası öldürmüş gibi, başına üşüşüyorlar. Olay
gittikçe büyüyor, birbirlerine suç atıyorlar vs. ve Hz.Musa’ya gidiyorlar. O zaman istiyorlar ki Rabbimiz bu meseleyi bize
açıklasın.
Ayette acip bir durum var; cevap, sorudan önce verilmiş. Yani önce İneği öldürme meselesi olacak, daha sonra
neden öldürülceğini açıklıyor. Elmalılı’ya göre böyle olmasının sebebi, olayı sınırlamamaktır. Önce soru sonra cevap verilse
tek bir olaya sınırlanmış olur. Ama bu ineğin kesilmesi meselesi, pek çok hikmetler içerdiğinden ilk bölüm sona alınmıştır.
İsrailoğullarında zaten ineğe tapma gibi bir inanç mevcut. Mısır toplumu, tarihi tespite göre bunlar putperest. En
büyük ilahlarını temsil eden ‘apis öküzü’ dür. Mısır toplumunun bu inancından beni israil etkilenmiş. Mesela Hz.Musa Tur-i
Sina’ya çıktığında Samiri altın bir buzağı yapıyor. Burdan anlaşıldığı üzere, Allah (c.c) beni israile bir ineği kestirerek şirk
inancını yok etmek, tevhid inancını ikame etmek. Kesmemekte direnişleri de, tevhid inancına olan direnişleridir.
ِ ُ ‫{وِا ْذ َقال موسى لَِقو ِم ِه ِإ َّن هللا يأْمرُكم أَن تَ ْذبحوا بَقرة َقاُلوا أَتَتَّ ِخ ُذنا ه ُزوا َقال أَعوُذ ِباهلِ أَن أ‬
ِِ
]67/2 : ‫البَق َ ِرة‬
ْ
ًَ َ ُ َ ْ ْ ُُ َ َ
َ ‫َكو َن م َن اْل َجاهل‬
ُ َ ً ُ َ
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
ْ
َ
ُ ‫ين‬
َ ُ َ
Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden
olmaktan Allah'a sığınırım, demişti.
Daha önce bahsettiğimiz sebebten dolayı Allah (c.c) onlara inek kesmelerini emrediyor. Beni israil diyor ki sen bizi
dalgaya mı alıyorsun? Bunun sebebi, öncelikle o toplumsal anlayışta inek kesmek çok büüyk bir olay, sen nasıl böyle bir şey
emredersin manasında. Birde, biz senden katili söylemeni istedik, senin söylediğin şeye bak manası vardır. Beni israilin
nübivvet makamı karşısındaki tutumu böyle saygısız.Daha asıl olayı bilmiyoruz, çünkü sonra anlatacak. “Bedrettin hoca;
Daha doğrusu inek kesmenin sebebini daha sonra beyan edecek.” Hz.Musa ise, benim bulunduğum nübüvvet makamıdır, bu
makamda alay olmaz diyor.
ِ
ِ ‫َّك ُيَبِِّي ْن َلَنا ما ِهي َق‬
]68/2 : ‫البَق َرِة‬
َ ٌ‫ول ِإَّن َها َبَق َرة‬
ٌ ‫ض َوالَ ِب ْكٌر َع َو‬
ٌ ‫ال َف ِار‬
َ ‫{ َقاُلوا ْادعُ َلَنا َرب‬
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
ُ ‫ال إَّن ُه َيُق‬
َ َ َ
ُ ‫ان َبْي َن َذل َك َفا ْف َعُلوا َما تُ ْؤ َم ُرو َن‬
"Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa: Allah diyor ki: "O, ne yaşlı ne de körpe;
ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi.
Şimdi onlar işi yokuşa sürmeye başlıyorlar. Bu süreç bir bakıma tevhide karşı direniş sürecidir. Mutasavvıflar
tarafından mesela inek, aslında bizim Allah (c.c)’a yönelişimizdeki engeller manasında alınmıştır; kimisi için para, kimisi için
mal, evlad-ü iyal vs. bunlar tevhide engel manasındadır. O bağları kesip Allah (c.c)’a kurban ettiğimiz zaman, maneviyat
olarak bölünmüş hislerimize vurduğumuz zaman canlanacak, hislerimiz dirilip konuşan adam gibi hakikati bize söyleyecektir
diye ifadeler var.
“Bunlar biraz tasavvufi bir takım görüşler. Avam tarafından çoğu kere yanlış anlaşılan görüşler. Onun için Sufiler bu
görüşlerini saklarlar, kendilerinden olmayanlara söylemezler. Kendilerinden olursan o zaman söylerler bunları. Yani nefsi
öldürme… Sufi ve öldürme kelimesini aynı cümle içerisinde kullanmak bile yanlıştır. Sufi yaşatmak için vardır. Avamdan
birinin öldürme ile Sufi’yi birlikte düşünmesi mümkün değil, onun için halka anlatırken dikkatli olmak gerekir. Anlatırsanız
fitneye sebeb olursunuz.”
İneğin özellikleri; kart ve kocamış olmayacak; çok tezede olmayacak- bu ikisi arası dinç bir inek olacak. Yapmanız
gerekeni yapın cümlesi, tıpkı daha önceki gibi bir emir, fakat beni israil yine değişmiyor.
10
“Beni İsrail neden nasıl bir inek, nitelikleri nedir demiyorlar? Bildikleri inek onlara bir anlam ifade etmiyor. İnek
öldürerek nasıl katili öğreneceklerini kafaları almıyor. Yani içinde bulundukları müşrik toplumdan etkilenmişler; inek bir
tanrıdır nasıl keseriz, ne işe yarar diyorlar. Bu bize, müşriklerin içinde yaşamama emrini ihtiva ediyor. Kötülerle beraber
olursan onlardan biri olursun. Kötülükleri görmemeye, aldırmamaya, yapmaya başlarsınız. Peygamberimiz (s.a.v)’in
hicretinde de bu yok mu? Müslümanların asimile olmamaları için hicreti emretmiştir. Baskın olan kültür, geri olan kültürü
yok eder. Beni israil aslında baskın kültüre sahip olan millettir, çünkü ehl-i tevhiddirler.”
“Beni İsrail 2 sebeble ineği kesmek istemiyor; para gidecek ve katil orataya çıkacak. Dolayısıyla karşı çıkanlar katil ve
çevresi. Fakat ayet ‘siz’ dediğine göre hepsi aynıdır demek istiyor. Siz para için milleti öldürecek kadar aşağı bir kavimsiz
manasındadır. Kıssalarda Beni İsrail’in kullanılması, kötülük için bir prototiptir. Aslında bu tüm toplumlarda var, ama Kur'an-ı
Kerim bize bunu canlı bir örnek ile anlatıyor. O zaman kötülüklerin en ideal timasli o çevrede yaşayan Yahudiler ve
atalarıdır.Yani Kur'an-ı Kerim bi aynihi bir kavmi anlatmıyor, bütün kavimlerde mevcut hasleti o kavimde görmemizi sağlıyor.
Tüm kavmi kötü göstermez, zaten bu vakaya aykırıdır; Kur'an-ı Kerim vakaya aykırı davranmaz.”
ِ
ِ ‫{ َقاُلوا ْادع َلنا ربَّك يبِين َلنا ما َلونها َقال ِإَّنه يُقول ِإَّنها بَقرةٌ صْفر‬
]69/2 : ‫البَق َ ِرة‬
َ ‫اء َفاق ٌع َل ْوُن َها تَ ُسُّر الَّناظ ِر‬
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
ُ ‫ين‬
ُ َ َ َ َ َ ُ َ ُ َ َ ُ ْ َ َ ْ َِّ ُ َ َ َ ُ
Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini
açan bir inektir" dedi.
Burada vasıflarını tekrar ederek, cümlenin sonunda ‘haydi yapın!’ emri var, fakat hazf edilmiş. Ve direnişleri devam
ediyor.
ِ َّ
ِ ِ
ِ َ ‫{ َقاُلوا ْادعُ َلَنا َرب‬
]70/2 : ‫البَق َ ِرة‬
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
ُ ‫اء هللاُ َل ُم ْهتَُدو َن‬
َ ‫َّك ُيَبِّي ْن َلَنا َما ه َي إ َّن اْلَبَق َر َت َش َاب َه َعَلْيَنا َواِنا إ ْن َش‬
"(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi
anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler.
İnşallah demesini, bazı müfessirler tekrar dalga geçiyorlar anlamışlardır. Allah (c.c) isterse buluruz, yoksa bulamayız
falan. “O mana haricinde, birde böyle bir ineği bulmak gerçektende zor olsa gerek. 40 sene aradılar deniyor- mübalağadır.
Fakat onlar zorlaştırdıkça Allah (c.c)’ta onlara zorlaştırdı. Şartlar her serefinde ağırlaştırılıyor. Bu tür vasıflarda bir ineği
bulmakta zor olsa gerek.”
ِ ِ
َّ
‫وها َو َما َك ُادوا‬
َ ‫يها َقاُلوا‬
َ ‫اآلن ِج ْئ َت ِباْل َح ِِّق َف َذ َب ُح‬
َ ‫اْل َح ْر َث ُم َسل َم ٌة الَ ش َي َة ف‬
]71/2 : ‫البَق َرِة‬
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
ُ
ِ ُ‫{َقال ِإَّنه يُقول ِإَّنها بَقرة الَ َذل‬
‫ض َوالَ تَ ْس ِقي‬
ٌَ َ َ ُ َ ُ َ
َ ‫ول تُث ُير األ َْر‬
ٌ
‫َيْف َعلُو َن‬
(Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest
dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu
bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.
Boyunduruk takılmamış bir inek emrediyor. Tarlaya çıkmamış, çifte koşulmamış. Genç olacak. Vahşi değil. “Öküzün
ziraatte kullanılması meselesi şu şekilde oluyor; nil kenarında su dolapları vardır. Akıntının yetersiz olduğu yerlerde, o
dolpaları hayvanla çevirirler. Mısır’da bu işi yapan öküzlerdir. Beni İsrail öküzlerin kullanılışını orda görmüşlerdir. Dolayısıyla
bu hadise baştan sona, Beni İsaril’in mısır’da yaşadığı kültürü bizim bilgimize sunuyor. Beni İsrail eğer kendilerine
َ ‫ تَ ْسقِي ا ْل َح ْر‬bu manadadır. Bu
vaadedilmiş topraklarda kalsalar, bu kültüre yabancı kalacaklardı, fakat Mısır’dan öğrendiler. ‫ث‬
dolaplarda kullanılmamış olacak. Boyunduruk takılmamış olacak. Sapsarı, parlak olacak. Böyle bir inek olacak. Yaşlı değil,
boğaya çekilmemiş de değil. Nereden bulacaksın bunu? Sen zorlaştırırsan bizde zorlaştırırız. Katili öğrenmek istiyorsan bul.”
Böyle bir inek buluyorlar. Bunu hakkında şöyle bir rivayet var: Beni İsrail’de salih bir zat var. Onun bir çocuğu oluyor.
O da ineğini çocuk adam olana kadar Allah (c.c)’a emanet ediyor ve ineği salıyor. Işte buldukları inek bu. Adam gelip ineğine
sahip çıkıyor, ve çok pahalıya satıyor; bazı rivayetlerde derisi dolu altın diyorlar. “Mil’ul Meski Zeheben tabiriyle ifade
ediliyor- postu dolusunca altın istiyorlar. Mirasın çokluğunu anlayın işte. Beni İsrail için paradan başka birşeyin değeri
yoktur. Zaten onlara göre birkaç gün azaptan başka birşey yok. Tüm mesele para meselesi, halen de öyledir.”
ِ ‫{واِ ْذ َق َتْلتُم نْفسا َف َّاد أ‬
ِ
]72/2 : ‫البَق َرِة‬
َّ ‫يها َو‬
َ ُ‫ورة‬
َ ‫[س‬
َ
َ
ُ ‫َّللاُ ُم ْخرٌج َما ُك ْنتُ ْم تَ ْكتُ ُمو َن‬
َ ‫ارْتُ ْم ف‬
ً َ ْ
Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya
çıkaracaktır.
11
Şimdi olayın başına döndü Allah (c.c). Bir insan öldürdünüz de aranızda çekiştiniz. Allah (c.c)’ın sırları ortaya
çıkarması, ilm-i ilahi’nin sonsuzluğunu ortaya koyuyor. Hem geçmişe, hem geleceğe bir anda tabi oluyor. Bizim bağlı
olduğumuz zaman Allah (c.c) için yok.
ِ ِ ِ ‫{َفُقْلنا‬
ِ
َّ ِ ِ ُ ‫ضها َك َذلِك يحِيي هللا اْلموتَى وي ِر‬
]73/2 : ‫البَق َرِة‬
ْ َ
ُْ َ
َ ُ‫ورة‬
َُ َْ ُ
َ ‫[س‬
ُ ‫يك ْم َآياته َل َعل ُك ْم تَ ْعقلُو َن‬
َ ‫اضرُبوهُ ب َب ْع‬
"Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz
diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.
Kıssa’ya göre maktül kısa bir süreliğine diriliyor, maktülün adını söylüyor, ve tekrar ölüyor. Bu olay hakkında ilginç
yorumlar var. Birine göre, bu inek değil yarasadır; Yarasanin hipofiz bezi hipotalamus ile insanın kısa süreliğine hayata
dönmesi mümkündür.
“Burda açıkça adamın dirildiğini söylememiş. Kur'an-ı Kerim’de kıssalar son derece eksik olarak anlatılmıştır.
Hadisenin tamamı verilmemiştir. Anlatılmak istenen konuya delalet edecek ayrıntılar verilmiş. Bakın ‘ölüye vurun’ cümlesi
olayın can damarıdır. Buna bir sürü soru soracaksın; neden vuruyorsun, maksat ne, neresine vuracaksın… Hepsi bu cümlede
gizli. Kur'an-ı Kerim’in icaz’ı budur. Eğer bu ayrıntılar gerekli olsaydı Kur'an-ı Kerim verirdi. Burdan çıkan sonuç; hayvanın
herhangi bir parçasını alın, ölünün neresine isterseniz vurun, katili öğreneceksiniz. Belki vurulan yerden öyle bir ses çıkar ki,
katilin ismidir o. Maktül katilin kimliğini bir şekilde bildirir. İlla dirilmesi gerekmez. Bu dirildiği, kısa süre konuştuğu, tekrar
öldüğü müfessirlerin uydurması. Önemli olan katilin isminin belli olmasıdır. Dirilme birçok şekilde olabilir, illa bedenen olmak
zorunda değil. Bir tevil de, bu olay gelecek nesiller arasında kan davasını bitirdiği için, onları ihya etmiş hükmünde olur
şeklindedir. Bu tevil Kur'an-ı Kerim’in diğer ayetlerine de uygundur (kim bir insanı ihya ederse, tüm insanlığı ihya etmiş
gibidir). Bunlar sonuçta yorumdur. Bu ayeti siz ahiretin ayeti olarak bilmelisiniz. Adamda herhalde dirilmiştir.”
08.12 – Tevbe 128-129
@Kutluboğa: Tevbe Suresi 113. Suredir- elmalılı ya göre sonuncu.
Anlaşmayı bozan müşriklerle fesih bildirimi, ultimatom, ehl-i kitap ile ilişkiler vs.
128 ve 129 Ubey bin Ka'b'ın görüşüne göre bu ayet Kur'an'ın en son inen ayetleridir. Bedrettin hoca kabul etmez.
Üsluba göre mekki olabilir.
Hz. Ömer bu ayetler için 2 şahit istememiştir.
Özet; sizden bir peyg, 5 sıfat, merhametinden, allah teselli ediyor.
‫سول‬
ُ ‫لَقَ ْد َجاء ُك ْم َر‬
Andolsun size bir Peygamber geldi
Resul kavramı, yeni bir kitap ve şeriatla gelen peygamberler için, nebi ise, kitap ve şeriat getirsin ya da getirmesin bütün
peygamberler için kullanılan bir terimdir. (yahya, harun)- (razi)
“rasûl” kelimesi kur’ân’da 58 adeddir.
“er rasûl” kelimesi kur’ân’da 58 adeddir.
içinde “rasûl” kelimesi bulunan tevbe sûresinin 128. Âyeti 58 harfdir
‫ِم ْن أَنفُ ِس ُك ْم‬
Kendinizden, kendi aranızdan
Ö.N.Bilmen ‘cinsinizden’ yani insan
Minküm olmaması, daha kişisel, canınızdan (kutub)
Arapların arasından geldi – nimetin zikredilmesi (kurtubi)
12
Arapların en asilidir- sizin asıl kendinizden (razi)
Ümmeti en iyi anlayacak o dur, cin değil
Her toplum eğitimcisini kendinden seçmeli (bayraklı)
Kendi içinden peyg inanmak bağımsızlıktır, çünkü kendi kavminden çıkana inanmak kibiri yenmektir (elmalılı)
el-Mekkî rivayeti; En-fesikum okunur, Resul sizin en şereflinizdir (büyük kuran tefsiri)
peyg sıfatlarına başlıyor;
‫َع ِزيز َعلَ ْي ِه َما َعنِت ُّ ْم‬
O azizdir, sıkıntıya düşmeniz onun gücüne gider
Aziz den sonra cim var, durak
Aziz, ale ile zor gelmek manasında
Sibak; size zor gelen, ona da zor gelir; sizden biridir (besairul kuran)
Sıkıntıdan maksat hem dünya hem cehennem (besairul kuran)
Size zorluk getirecek bir şey istemez, sünneti takip edin ki kurtulasınız (razi) siyak açısından güzel
‫َح ِريص َعلَ ْي ُكم‬
size pek düşkün
Sizin kurtulmanız için kendini feda edecek kadar hırslı, düşkün
‫بِ ْال ُمؤْ ِمنِينَ َرؤُوف َّر ِحيم‬
mü’minlere şefkatli ve merhametlidir
Başka peyg 2 isim almaz
peyg mükemmel ahlakına işaret
Mumin takdim edilmesi hasr getirir
‫فَإِن ت َ َولَّ ْواْ فَقُ ْل‬
Eğer yüz çevirirlerse de ki
Teselli, emniyet
Telvin-i hitab
Tevbe suresindeki mükellefiyetler, peyg iman, itaat vazgeçerse
O kadar rahmetli bir peyg yüz çerivmenin ne kadar akılsızca olduğuna işarettir
Dua öğretiyor, sabah-akşam 7 defa herşeye yeter
‫ي اللُ ال ِإلَـهَ ِإالَّ ُه َو‬
َ ‫َح ْس ِب‬
Bana Allah yeter, O’ndan başka ilah yoktur
Tüm alem senden yüzçevirse önemli değil, Allah (c.c) yeter
ُ‫َعلَ ْي ِه ت َ َو َّك ْلت‬
Ben ancak O’na tevekkül ettim
Ben bana düşeni yaptım.
Tebliğ görevinde olanların tevekkül etmesi
13
Aleyhi takdim edilerek hasr edilmiştir
‫َو ُه َو َربُّ ْالعَ ْر ِش ْالعَ ِظ ِيم‬
ve büyük Arş’ın Rabbi O’dur
Azimi büyük arş sıfat – azimu büyük rab sıfat (ibn kesir)
Arş, en büyük yaratılmış, yaratılan tüm herşeyi kapsar
Öyle bir kimseye tevekkül ettim ki, arşın sahibidir
Arş kelime olarak that demektir
Tekrar:
Peyg bizden olduğu,
Sıkıntıya düşmemizi istemediği
Ümmetine düşkün
Merhametli ve şefkatli
Böyle bir peyg ümmet olduğumuz için şerefliyiz
Mükemmel ahlak ve sünneti takip etmek önemli
Ye’se düşmememiz gerektiği
Allah (c.c) ın rızası için çalışmak
Tevekkül’ün önemli metod olduğu
Allah (c.c)’ın bize yettiği
Bu sure, başta ultimatom olduğu gibi, sonda da müslümanlara ultimatomdur. Müminlere çok büyük sorumluluk
yüklemektedir.
13.12 – İsra 23-30
@Refik: İsra Kur'an-ı Kerim’de var, ama miraç dediğimiz gökyüzüne çıkma Kur'an-ı Kerim de yok deniyor. Halbuki o da
Kur'an-ı Kerim de var. Bu sureye isra adının verilmesi İsra olayından dolayı.Bu sure çok ahkamı muhtevidir. Göreceğimiz
ayetlerde ahkam yoğunluğu olan ayetler. Bakalım arkadaşımız ne kadar ahkam çıkaracak göreceğiz.
‫سانًا ِإ َّما يَ ْبلُغ ََّن ِعندَكَ ْال ِكبَ َر أ َ َحدُ ُه َما أ َ ْو ِكالَ ُه َما فَالَ تَقُل لَّ ُه َم أُف َوالَ ت َ ْن َه ْر ُه َما َوقُل‬
َ َ‫َوق‬
َ ْ‫ضى َربُّكَ أَالَّ ت َ ْعبُدُواْ إِالَّ ِإيَّاهُ َوبِ ْال َوا ِلدَي ِْن ِإح‬
َّ
‫(ل ُه َما قَ ْوالً َك ِري ًما‬٢٣)
Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya
her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.
Öncelikle; Kur'an-ı Kerim’de müşriklere cevap verebilmek için bazı aşırı tevillere gidilmiş. Mesela ‫ضى‬
َ َ‫ َوق‬kelimesini
değiştirmişler vs. Ben bunlara girmeden bizim ne anlamamız gerektiğini anlatacağım.
Bu ayette Allah (c.c) ancak kendine ibadet edilmesini istedikten sonra anne babaya ‘üf’ bile dememeyi emrediyor.
Aslında ‫ أُف‬türkçe’de kullanıldığı gibi değil. Mesela tırnakların içindeki pislik ‫ أُف‬ile anlatılıyor. Dolayısıyla alçaltıcı herhangi
bir tavır olarak anlamak daha doğru olur. Ayrıca burada anne babaya itaatin Allah (c.c)’a ibadetten sonra gelmesi; bizim için
günlük hayatta mübah olan şeylerin, babanın emriyle vacip olduğuna delalet eder. Zira mesela Peygamberimiz (s.a.v)’in
hüküm koyma yetkisini verende Allah (c.c)’tır. Dolayısıyla Allah (c.c) anne babaya böyle bir yetki vermiş. İhsan kelimesini
itaat ile veya güzel davranmak ile sınırlandırmamak lazım. Cassas burada anne babanın sizinle savaşmadığı durumda onlara
ihsan yapmakta beis olmadığını belirtmiştir. Anne babayı Allah (c.c)’ın önüne geçiremezsin. Özellikle müslüman olmadığı
durumlarda bu geçerlidir. Haram bir istek olmadığı sürece yerine getirmek gerekir.
14
Lokman 15’de açıklıyor bunu. Size Allah (c.c)’a isyanı emretmesini yerine getirmeyiniz, ama bu ihsana engel değildir
manasında. Burada ayrıca ihsan kelimesi üzerine durmak lazım. Bu kelime birçok harfi cer ile kullanılan bir fiil. İleyhi, lehu,
bihi ve harfi cersiz mevcut. İyilik etmek, ila ile kullanıldığı manasındadır. Harfi cersiz kullanılırsa, ihsan hadisindeki ihsandır.
Burada ise ihsan, ana babaya davranışı, Allah (c.c)’a ubudiyet olarak telakki et demektir. Allah (c.c)’a karşı gelmiyorsan, ana
babaya karşı gelmeyeceksin. İşte Allah (c.c)’a ubudiyet ile ana babaya davranış arasında bir paralellik kuruluyor. İhsanın
esas manası burada bu olabilir, bi ile kullanılmış, ama bende bakmadım. Ayrıca ehsene bihi, ehsene ileyhi ile aynı manadadır
diyen müfessirler de var. Dolayısıyla hem benim dediğim mana, hemde iyilik yapma manası vardır. Esas hüküm budur,
Lokman suresinde ki ayet, mutlak itaati, helal olan şeylerde olarak tahsis etmikştir. İsra suresi daha önce nazil olmuş. İşte
ihsanı sadece ana babaya iyilik olarak tercüme edenler, eksik tercüme ediyorlar.
‫ضى‬
َ َ‫ َوق‬kelimesi hüküm vermiştir. Emir ile hüküm arasında da fark var. Bazı alimler işte bu kelimeyi açıklamak için, işte
vasa okumuşlar vs. Bunlar da tefsirdir, ama şaz kıraatlerde bile olmayan bir tefsirdir.
‫ إِ َّما يَ ْبلُغ ََّن عِندَكَ ْال ِكبَ َر‬Senin yanında. Şimdi, ana babaya yaşlılık nerede arız oluyor? Huzur evinde. Ana babanızı huzur
evine atmayın diyor ayet. Bunun sosyolojik yorumu nedir? Çekirdek aile, İslami bir aile yapısı değildir. Küfür aleminin İslam
alemine dayattığı bir yapıdır. Islamı yoketmek amacına hizmet eder. İslamın aile yapısı, birleşik ve büyük aile yapısıdır. O
halde çocukları ayrı eve evlendirmek, ayrı ev yapmak, bu ayete aykırı durmak olur. Çocuklarınızı yanınızda evlendiriniz,
yanında yaşlanınız; ayet bunu getiriyor. Bunu yapmayan, Allah (c.c)’ın hükmüne karşı gelmiş olur. Birleşik büyük aile olursa,
müslüman toplum başarılı olur. Adam Allah (c.c) yolunda cihada gitti, işe gitti; ailesi büyük ailenin içinde kalacak. Gitti de
oraya yerleşti, o zaman orada da başka büyük bir aile’ye girecek. Evlenecek orada. Hatunların sayısını artıracak. Kur'an-ı
Kerim literatüründe bekar yaşamak diye birşey yok. İlim tahsiline giden öğrencileri hocaları evlendirecek. Kızın ailesinin
yanına girecek, veya erkek ailesinin yanına girecek. Çocukların ve torunların büyük aile kültüründe yetişmesi gerekiyor.
Aile yapısıyla ilgili bu ayet, Allah (c.c)’a ubudiyet ile çok alakalı. Bize çekirdek ailenin yanlış olduğunu, büyük birleşik
ailenin doğru olduğunu belirtir. Peygamberimiz (s.a.v) Medine-i Münevvere’ye gittiğinde Hz.Amine’nin ailesi içinde
yaşamaya devam etti. Hz.Amine Medine-i Münevvere’li. Peygamberimiz (s.a.v)’in dayıları var Medine-i Münevvere’de. Bir
büyük aileden başka büyük bir ailenin yanına gitti. Kaldı ki Allah (c.c)’ın emri varken aileden üstündür.
ْ ‫َو‬
‫يرا‬
ْ ‫اخ ِف‬
ْ ‫ب‬
َّ َ‫ض لَ ُه َما َجنَا َح الذُّ ِل ِمن‬
ً ‫ص ِغ‬
ِ ‫الرحْ َم ِة َوقُل َّر‬
َ ‫ار َح ْم ُه َما َك َما َربَّيَانِي‬
Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse,
şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et.
Burada alçakgönüllü ve merhametli olunması gerektiğini hatırlatıyor. Bir annenin bebeğine karşı duyduğu
merhamet misali. İnsan eti insana ağırdır derler. Onları anne şefkatiyle ağırlamak lazım. Ayrıca bir dua öğretiyor. Rahmetten
kastın ne olduğunu bilemezsiniz. Hasta olduğunu düşünün, belki ölmesi hem sizin için hem onun için rahmettir. Onun için
rahmet dileniyoruz. Hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemeyiz. Belki uzun yaşamaları hayırlı, belki ölmeleri.
Neyin hayır neyin şer olduğunu biz bilemeyiz. Babalar büyük aile’yi teşvik etmelidirler. Bu bir kültür meselesidir.
Gelin kaynana arasında da bir sıkıntı yoktur. Karısı ve annesi arasında kalandan daha zavallı bir adam yoktur.
Çocukluk ve yaşlılık, zaaf zamanıdır. Çocukluk ve yaşlılık arasında ilişkiye işaret ediyor ayet. İnsan hayatında 2
dönem vardır; zaafiyet ve güçlülük dönemi. Çocuklar ve yaşlılar zaafiyet dönemini temsil ederler, gençlik de güçlülük. O
halde yaşlılalara, çocuklara davrandığınız gibi davranın diyor ayet. Sen çocuğuna kızmazsın, tehlikelerden korursun vs.
Çocukken beni nasıl koruyup kolladılarsa, rabbim sende onları kolla dedi. Bu bir bakımdan da yaşlılara bakmanın çok
zahmetli bir iştir, ancak Allah (c.c)’ın rahmeti ile altından kalkılacak bir iştir. Dolayısıyla yetişkinler, kendi hallerinde bununla
tam olarak uğraşamazlar. Bu işi yapacak özel birilerinin yetiştirilmesi ve temin edilmesi gerekir, ihtiyaç halinde. Eğer
zenginse, hemşire tutacak. Fakirse, devlet ailelere sağlayacak. Türkiye’de de buna dönülüyor yavaş yavaş. Bu doğrudur,
huzurevi değil. Büyük aileden, ev havasından koparılmaması gerekir. Yaşlıların bakımını bize terbiye olarak söylüyor ayet
çünkü. Çocuk terbiyesi bir ilimdir, aynı şekilde yaşlıları ölüme hazırlama terbiyesi de vardır. Bunu birçok kişi görmez. Mutlu
bir yaşlılık yaşayacakları şekilde terbiye edeceksiniz.
15
15.12 – isra 23-30 devamı
َ َ‫صا ِل ِحينَ فَإِنَّهُ َكانَ ِلأل َ َّوابِين‬
‫ورا‬
ً ُ‫غف‬
َ ْ‫َّربُّ ُك ْم أ َ ْعلَ ُم بِ َما فِي نُفُو ِس ُك ْم إِن ت َ ُكونُوا‬
Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye
yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.
Allah (c.c) sizin kalplerinizde olanı en iyi bilendir. Bu ayetin Rab ile başlaması, yanında ihtiyar anası babası olanları
daha çok merhamete teşvik anlamı taşır. Rab, terbiye eden demektir, terbiyede temel duygu merhamettir. Allah (c.c) değil
de Rab ile başlanmasının manası budur. Birde anne babanın terbiye fonksiyonuna da vurgu var. Ana babanız sizi Rabbınız
gibi terbiye edip geliştirdi demektir. Ana babanızda nasıl rububiyet varsa, sizde onlara karşı bu rububiyet duygusuyla
yaklaşın demektir. Tabi bu rabbın içinizdekileri bilmesi demek, insanın içinde gizledikleri bir kısım duyguların varlığını ispat
demektir. Insanlar içlerinde duygularını gizlerler. Yani bir manada münafıkça hareket etme temayulü tüm insanlarda vardır.
Içinde sakladığı başka, ızhar ettiği başkadır. Allah (c.c)’ın nefislerde olanı en iyi bilmesi demek, insanlar içlerinde duygularını
saklarlar demektir. Buaynı zamanda insanlara, kötü duyguları saklamak konusunda tehdittir. Ayetin sibakı ile düşünecek
olursa; ana babanıza iyi davranmanız, size kalacak mirasa konmak düşüncesiyle olmasın demektir. Bundan sakındırmak için
Allah (c.c) nefislerde olanı en iyi bildiğini haber veriyor. Içinizdeki duygu başka ise, Allah (c.c) bununda cezasını verir,
demektir. Bakara suresindeki ayette mensuh falan değildir, muhkemdir. Allah (c.c) size içinizden geçirdiklerinizin hesabını
soracak. Içinizden geçenleri değil, geçirdiklerinizi, kasıtlı olarak.
Nüfus ile enfus ne fark vardır? İkiside cem-i mükesser, öyleyse mana itibariyle fark yok. Bu kelimenin seçimi,
cümlenin akışına, diğer kelimelere uygunluğu sebebiyledir. Ses uyumu, kıraat kolaylığı, dile kolay oluşu mülahazasıyla bu
cemi mükesser tercih edilmiş olmalıdır. En doğrusunu Allah (c.c) bilir.
Burada ism-i tafdil’i bazıları, sanki mukayese manasıyla meallendirmiş. Bu kullanımda ism-i tafdili, en üstünlük
manasıyla meallendirmelisiniz. “çok iyi bilir” meali yanlıştır. “En iyi bilir” diyeceksiniz. İki şey arasında min ile mukayese
dışında, mutlak olduğunda, ism-i tafdil en üstünlük bildiren sıfattır. Çok iyi bilir dediğinizde, ondan daha çok bilen vardır
manası çıkar.
Dönenlerden olun. Anne babanıza bir yanlış yaptıysanız bundan dönün. Hem Allah (c.c)’a dönün, hem yanlıştan
dönün. Çok dönmektir. Dönmede mübalağa, bir daha günaha dönmeme şeklinde de düşünebilirsiniz. İsimdir, süreklilik arz
eder. Allah (c.c)’a karşı işlediğiniz günahtan vazgeçme konusunda devamlı ve ısrarlı olunursa Allah (c.c) mağfiret eder
manasındadır. Burda dönmek, dünyada dönmektir. Allah (c.c)’ın emrine dönmektir. Çünkü herkes ölünce ister istemez Allah
(c.c)’a dönecek. Öyleyse Allah (c.c)’ın emrine, ibadete, ana babaya ihsana dönmektir. Evvab ila şeriatihi. Yoksa ilallahi değil.
Ayrıca evvabin namazı manasınınıda gözetmelisiniz. Yani hata yaptıktan sonra namaz kılın tavsiyesi vardır.
Evvab sufi ıstılahında da vardır. Değer olarak sufi tefsiri ile zahir tefsiri arasında çok fark yoktur.
@Refik: Evvabin’in orjinal manası devamlı dönen manasındadır. Ne kadar aynı hatayı yapsada, yine Allah (c.c)’a
yönelmekten vazgeçmemek lazım. Burada ayrıca anne babaya da bir ihtar vardır. Çocuklarınızın yaptığına hüsnü zan edin
demektir.
16
20.12 – İsra 23-30
‫ِيرا‬
ِ ‫َوآ‬
َّ ‫ت ذَا ْالقُ ْربَى َحقَّهُ َو ْال ِم ْسكِينَ َوابْنَ ال‬
ً ‫س ِبي ِل َوالَ تُبَذ ِْر ت َ ْبذ‬
Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.
َ ‫ش ْي‬
َّ ‫ين َو َكانَ ال‬
َّ ‫إِ َّن ْال ُمبَذ ِِرينَ كَانُواْ إِ ْخ َوانَ ال‬
‫ورا‬
ً ُ‫طا ُن ل َِربِ ِه َكف‬
ِ ِ‫شيَاط‬
Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
‫ورا‬
ُ ‫ع ْن ُه ُم ا ْبتِغَاء َرحْ َمة ِمن َّر ِبكَ ت َْر ُجوهَا فَقُل لَّ ُه ْم قَ ْوالً َّم ْي‬
ً ‫س‬
َ ‫ض َّن‬
َ ‫َو ِإ َّما ت ُ ْع ِر‬
Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa
kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.
ْ ‫س‬
‫ورا‬
ُ ‫َوالَ تَجْ عَ ْل يَدَكَ َم ْغلُولَةً ِإلَى‬
ُ ‫ط َها كُ َّل ْالبَسْطِ فَت َ ْقعُدَ َملُو ًما َّم ْح‬
ُ ‫عنُقِكَ َوالَ ت َ ْب‬
ً ‫س‬
Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.
ُ ‫س‬
‫يرا‬
ُ ‫إِ َّن َربَّكَ يَ ْب‬
ً ‫ص‬
ً ِ‫الر ْزقَ ِل َمن يَشَاء َويَ ْقد ُِر إِنَّه ُ َكانَ بِ ِعبَا ِد ِه َخب‬
ِ َ‫يرا ب‬
ِ ‫ط‬
Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.
22.12 – İsra 31-38
ْ ‫إن قَتْلَ ُه ْم َكانَ ِخ‬
َّ ‫حْن ن َْر ُزقُ ُه ْم َوإِيَّا ُكم‬
ُ َّ‫َوالَ ت َ ْقتُلُواْ أ َ ْوالدَ ُك ْم َخ ْشيَةَ إِ ْمالق ن‬
‫يرا‬
ً ِ‫ط ًءا َكب‬
Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük
bir suçtur.
@Mali: ‫ إِ ْمالق‬kelimesi, yoksulluk, fakirlik manasındadır. Burada evlat kelimesini bazı müfessirler, kız çocuklar olarak
anlamışlardır. Kız çocukları para kazanamadıkları için, diri diri toprağa gömülmemeleri gerektiğini belirtmişlerdir. Ama kız
erkek ayırmadan ikisinide içine almak daha güzeldir. Şuanda da bazı aileler geçim korkusuyla kürtaj yaptırmaktalar. Burda
parçalayarak öldürme söz konusu, bu daha büyük bir günahtır demektir.
Burada doğum kontrol faaliyetini de bu ayetin kapsamında değerlendirmke gerekiyor. Doğum kontrolü veya aile
planlaması denen faaliyet, bununla aynı değerdedir. Bir dişinin tabii işlevi neslini devam ettirmektir. Aslında bu ayette neslin
devamı konusu düzenleniyor. Sadece çocukları öldürme değil; çocuk öldürmek, dişinin görevini yapmasını engellerinden
sadece birisidir. Ayet birini örnek veriyor, ama tamamını kastediyor. Her dişi neslini devam ettirmek üzere yaratılmıştır. Siz
neslini devam ettirmesini, ister gebe kaldıktan sonra, ister önce engelleyin, ister eşini bulmadan engelleyin hiç farketmez;
hepsi yasaklanmıştır. Bu 3 durumda aynı hükümdedir. Dolayısıyla bir kızın ömür boyu evlenmemesi, bu ayet ile haramdır.
Aynı şey erkek içinde geçerlidir. Evlenmemek haramdır. Evlendikten sonra çocuk yapmamak için tedbir almak ta haramdır.
Ayetin özüne bakmalısınız; Çocukların öldürülmesini neden yasaklıyor? İllet ne? Bu yasağın illeti ‫ َخ ْشي َ َة إ ِ ْمالق‬dir. Evlenmemek
te bu yok mu? Doğum kontrolünde yok mu? Aynı şey. Dolayısıyla illeti iyi anlarsanız, ayetin bu evlenmeden önce,
evlendiğinde ve hamilelikten sonrasını kapsadığını anlarsınız. Bununla beraber Peygamberimiz (s.a.v)’in savaşta
gençsahabelerden bazılarına ‘azil’ ruhsatı verdiğini de biliyoruz. Savaş şartlarıyla sınırlı yanlız, dikkat edin. Dolayısıyla evliliği
zorlaştırmak, evlilik yollarını tıkamak yasak.
Geçim endişesinin içine neler girer? Mesela sayı. 9 tane çocuğu olsa bile sıkıntı yok. Her sene doğum yapacağını
bilemezsiniz ki. Sonra sağlık. Kadın sağlığını da etkilemez. Terbiye sıkıntısı falan. Bakabileceği bakamayacağı falan. Yine
dayandınız hasyeti imlag’a. Bakacaksın. Doğu’da adamın 40 çocuğu var, isimlerini bilebilmiyor. Ama yarın hepsi yarın birer
yetişkin olacak. Bunlar hep Batı’dan aktarılan düşünceler. Ben 9 çocuğu olan Prof. biliyorum. Netice şu; bir ayetten hüküm
istinbat ederken, o hükmün illetini takib etmeniz gerekiyor. Hikmetlerden mutlaka hüküm çıkaramayabilirsiniz, ama
illetlerden çıkarırsınız. Tabi sonuçta bu hükmü çıkaran insandır. Insanın hükmü zannidir. Başta bu ölçüleri koymuştuk. Siz L…
düşünceden sıyrılamadınız. Büyük aile meselesine de itiraz ettiniz. Bakın, eğer Kur'an-ı Kerim’i tefsir gibi bir niyetiniz varsa,
içinde bulunduğunuz gayrı islami zihniyeti peşin peşine reddetmeniz gerekir. Terk değil, o yetmez, reddetmelisiniz. Yoksa
Kur'an-ı Kerim tefsirine giremezsiniz. Eğer Arapların o zamanki uygulamalarına saplanır kalırsanız, 14 asır önce yaşıyorsunuz
demektir. Bu ayeti 21. Asra getirmeniz gerekiyor. Ayetteki nehyin illetini kullanarak. Zaman zaman ayetin hikmetini de
hüküm istinbatında kullanırız. Ama bunda ona bilr gerek kalmıyor, çünkü nehyin illeti var. Son derece açık. Yetişkin erkek ve
dişinin evlenmemesi haramdır. Evlendikten sonra çocuk yapmaması haramdır. Doğum kontrol yapması haramdır. Çocuk
17
yaptıktan sonra kürtaj yaptırması haramdır. Mani olmaması lazım ama; bunları da ancak doktorlar belirler. Kadının
kadınlığını yapmasına engel bir mani.
Burada önce çocukları rızıklandırmaktan bahsediyor, daha sonra sizleri diyor. Müfessirlere göre bunun manası, sizi
çocukların yüzü suyu hürmetine rızıklandırıyoruz şeklindedir. Enam 151’de de ana babanın yüzü suyu hürmetine çocuklara
ْ ِ‫ خ‬kelimesi hem suç hem günah manasındadır.
rızık verildiği ifade ediliyor. ‫ط ًءا‬
Ayetin bu şekilde bitmesi, yukarıdaki emrin, bazı insanlar tarafından ihlal edileceğini bze haber veriyor. Yani Allah
(c.c)’ın her emri ve nehyi, insanlar tarafından olduğu gibi tatbik edilmeyecektir. Ama bu tatbik etmeyenlerede cezasını verin
diyor. Bu suçu işleyenleri cezalandırın diyor. Demek bu yasağın ihlal edileceğini Allah (c.c) peşin peşin kabul ediliyor. Cezasını
veliyyül emr takdir eder. Veliyyül emr gelince tatbik edeceğiz. Zorla evlendirme olmayacak tabi, ama teşvik edilmesi gerek.
Evliliğe giden yolları tıkamamak lazım. Şu anda enflasyon ile tıkanıyor, para ile tıkanıyor. Bunun cezası tabi büyük olmalı,
çünkü ayette büyük bir günah diyor. Yani emir tam olarak serbest bırakılmamış. Bu suçun işlenmesini engelleyecek bir ceza
vermelisin diyor.
ً‫سبِيال‬
َ ‫اح‬
ِ َ‫الزنَى إِنَّهُ َكانَ ف‬
َ ‫ساء‬
َ ‫شةً َو‬
ِ ْ‫َوالَ ت َ ْق َربُوا‬
Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.
Zinaya yaklaşmayın kullanılması manidar. Zina yapmayın demiyor, bundan daha kuvvetli bir ifade kullanılmış.
Yaklaşıldığında geri dönülmesi çok zor olduğundan dolayı, günaha giden yolların kesilmesi gerekmektedir.
Bunun manası, haramlar daima var olacaktır. Haramlara giden yolları kapatındır. Allah (c.c) haramları da
yaratmıştır. Ama oraya giden yolları kapatmalısınız. Bu ayet, zina edeceklere bir nehy gibi dursada,cemi gelmesinden
topluma bir nehiy olduğunu anlayacaksınız. Yani toplu, zinaya giden yolu tıkamakla yükümlüdür. Hem tek tek her
müslümana yönelik bir emirdir. Ayrıca cemi olarak topluma yükümlülük getirir. İnsanlar tek başlarına zinaya karşı
duramayabilirler, topluca tedbir almak gerekir. Mesela evliliği kolaylaştırın. 18 yaşına gelmiş adam, 30 yaşına kadar
evlenemiyor. Şehvetinin doruğunda bir kız veya erkek evlenmezse ne yapacak?
Ayrıca bu ayete göre karma eğitim de yasaktır. Çarpık eğitimin, çarpık neticeleri olur. Hem günahsız çocuklara da
veled-i zina diyoruz. Ne suçu var onların? Ana babaların günahını çocuklara yüklemek ne kadar doğru? Aslında gayr-ı meşru
bir ilişkiden oluşan bir çocuğun kromozomlarında ne gibi değişiklikler olur bilemiyoruz.
27.12 – İsra 31-38
ْ ‫ق َو َمن قُتِ َل َم‬
َ ‫س ْل‬
‫ورا‬
ُ ‫ظلُو ًما فَقَ ْد َج َع ْلنَا ِل َو ِليِ ِه‬
ُ ‫طانًا فَالَ يُس ِْرف فِي ْالقَتْ ِل إِنَّهُ َكانَ َم ْن‬
ً ‫ص‬
َ ‫َوالَ ت َ ْقتُلُواْ النَّ ْف‬
ِ ‫س الَّتِي َح َّر َم اللُ ِإالَّ ِبال َح‬
Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını
alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır.
Buradaki nefs kelimesi marife olarak verildiği için bütün cinsi kapsamaktadır; tüm insanlar ve tüm canlılar demektir.
Allah (c.c) önceki ayette zinayı yasaklamıştır, şimdi ise öldürmeyi yasaklıyor. Bunun sebebi, zina kapısının açılmasıyla
insanların varlık alemine girmelerine engel olmuş oluyoruz. İnsanı doğmadan öldürmekte yasaklanmıştır yani. Tabi önce
doğum gerçekleştiği için önce zina ayeti, sonra katil ayeti gelmiştir.
Benim elimdeki meal de “Allah (c.c)’ın muhterem kıldığı nefis” demiş. Arapça muhterem ile Türkçe muhterem aynı
şey mi? Arapça bir tefsirde nefsul muhtereme görürseniz, Allah (c.c)’ın öldürülmesini haram kıldığı nefistir. Türkçe’de
‘muhterem cemaat’ şeklinde kullanılır. Yani o imama cemaat haram mı kılınmış? Bu mealleri yazanlar hep Arapça
mantığıyla düşündükleri için bunu doğru zannediyorlar. Allah (c.c)’ın muhterem kıldığı can. Tabi ki Allah (c.c) insanı
mükerrem kılmıştır. Fakat burdaki meal, haram kıldığı manasındadır.
Haklı sebeblerden bazılarını Peygamberimiz (s.a.v) şöyle sıralamıştır; imandan sonra küfre girmesi, evlendikten
sonra zina yapması ve haksız yere adam öldürmesi, yani kısas. Bunlar müslümanlar için. Bir de Allah (c.c) yolunda,
Peygamberimiz (s.a.v)’e karşı savaşanlarlı öldürmek, yani cihad haklı bir sebeptir.
İrtidad edenleri öldürmek ne kadar doğru? Aslen din de zorlama yoktur.Fakat sen islam dinine girenleri
zorlayamazsın. Yoksa girdikten sonra yaşamayı sağlamak zorundasın. Eğer hristiyanlığı seçtiyse, kiliseye gitmek
mecburiyetindedir. İslamı tercih etmişse, camiye gitmek hususunda zorlar. Fakat din seçme konusunda ikrah yok. Fakat
18
seçtikten sonra akıbetine katlanmak zorunda. Müslümanken, islam toplumunda irtidad etti, bunun cezası var ve buna
katlanır; öldürülür.
Burda ayrıca namaz kılmayan, sihir ile uğraşamn kimseler, İmam Şafi’ye göre öldürülmesi gerektiği belirtilmiş. Zekat
vermeyenlerin de, Hz.EbuBekir örneğinde oldupu gibi, öldürülmesinin konusunda ihtilaf vardır. Bunlar hem dini hem siyasi
kararlardır. Birisi zekaıt vermem deyince, başkası bende namazı kılmam diyecektir. Dolayısıyla dinin yasakları ihlal edildiği
anda sonu gelmeyecektir. Bu hususta veliyy’ül-emr’in inkar sezmesi gerekir. Yani zekat vermeyenler, zekatı inkaren vermek
istemiyorlar. Dinin herhangi bir nehyini işleyen mürted olmaz, ama inkar ederse mürted olur. Sadece mücerred ihmal ile
verilen bir karar değil, inkar mevcut.
Ayrıca bir de livata için yapan ve yapılanın öldürülmesi konusunda hadis var. Bu rivayetin sıhhati konusunda bazı
şüpheler olsada, Kur'an-ı Kerim’in Lut Kavminin helakinde bize haber verdiği gerekçe livatadır. Bundan dolayı Allah (c.c)
tarafından öldürülmüştür. Bunun bize haber verilmesi, bizim de böyle davranmamız gerektiğine işarettir. Bununla beraber
haramların istinbatında, sarihu’d-delale olan lafızlar aranır. Burada açıkça ‘öldürün’ emri yoktur. Biz lafzından değil,
delaletinden bunu çıkarıyoruz. “Hocam burada bir toplumdan bahsediliyor ama” Olsun. Küfre rıza göstermek, küfürdür.
Veli kelimesi kullanılmış. Buna göre bazı müfessirler, kadınların kısas isteme hakkı yoktur, verdiği af kararı da geçerli
değildir, demişlerdir. Diğerleri veli’yi mirasçı kıldık manasından hareketle, kişinin yakınlarıdır demişler. Yakınlarının kısas
isteme hakkı, yani sultan, olduğunu belirtmişler. Sultan kelimesinin manası kısastır. Ama bu hak günümüzde olduğu gibi
kısas olarak kullanılamadığında, velinin hakkı katilin kim olduğunu bilmesidir demişlerdir.
Devamında velinin kısasta aşırıya gitmemesi söylensede, bazı müfessirler bunu kısası yapan kişinin aşırıya gitmemesi
şeklinde anlamışlardır. Bu manayı verebildiğimiz vela yüsrif yerine vela tüsrif diye okunan kıraat mevcuttur. Taberi’de,
bunun yöneticiye hitap olduğunu savunmuş, kısasta aşırıya gitmekten maksadında katilden başkasını öldürmemek olduğunu
belirtmiştir. İşkence öldürme de bunun içine girer. Maktulun velisi dilerse kısas veya diyet arasında seçim yapabilir.
Mansur dan maksat, yardım almıştır manasındadır. Müfessire göre burada mansur olan maktuldur, zira kısas
yapılmakla ahirette üzerinden hak düşmüştür. Bunların ve tüm hadlerin uygulanabilmesi için veliyy’ül-emr, yani devlet
olması gerekir. Müslümanların başlıca görevi de devlet kurmaktır.
ً‫شدَّهُ َوأ َ ْوفُواْ بِ ْال َع ْه ِد إِ َّن ْال َع ْهدَ َكانَ َم ْسؤُوال‬
ُ َ ‫س ُن َحتَّى يَ ْبلُ َغ أ‬
َ ْ‫ِي أَح‬
َ ‫َوالَ ت َ ْق َربُواْ َما َل ْاليَتِ ِيم إِالَّ بِالَّتِي ه‬
Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen
söz, sorumluluğu gerektirir.
Bu ayetin tefsirini Nisa 6 dan anlamalıyız. Kişi yetimin malını büluğa erene kadar kendisi fakirse kullanır, ve yetimin
malına sahip çıkar. Buradaki ahitten maksat tüm söz vermek, veya Allah (c.c)’ın emirlerine ve yasaklarına uymak konusunda
ahit olarak anlamışlar. Sözün sorumluluğu, hem dünya hem ahirettir. Dünyada da sorulacak, ahirette de sorulacak
manasındadır.
ً‫س ُن ت َأ ْ ِويال‬
َ ‫َوأ َ ْوفُوا ْال َك ْي َل ِإذا ِك ْلت ُ ْم َو ِزنُواْ ِبال ِق ْس‬
ِ ‫ط‬
َ ْ‫اس ْال ُم ْست َ ِق ِيم ذَلِكَ َخيْر َوأَح‬
Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha
güzeldir.
Gist kelimesi, tam doğru, ve adil manasındadır. Enam suresindeki ayete göre de insanın elinden ne kadar geliyorsa o
kadar doğru yapmak zorundadır. Mutlak olarak adaleti sağlamak zordur.
Keyl ve vezin, farklı maddelerin ağırlığını bulmada iki farklı birimdir. Herşey tartılmaz, herşey ölçülmez. Ticarete konu
olan maddelerden bazıları ölçü ile, bazıları tartı ile belirlenir.
Bazı müfessirler ölçüden maksat ahlakta ölçülü olmak manasındadır demişlerdir. Överken, yererken ölçülü olmak
gerekir demişlerdir. Insanlara ağırlığından fazla değer vermeyin demektir. Allah (c.c) kainatta herşeyi bir löçüye göre
yaratmıştır, bu dengei bozmayın demektir.
29.12 – Muminun 1-6
َ‫قَ ْد أ َ ْفلَ َح ْال ُمؤْ ِمنُون‬
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir.
19
@Molla: Bir rivayete göre Allah (c.c), Adn cennetinde bir ağaç yaratmış, ağaç ise Allah (c.c)’a konuşarak bu ayeti
söylemiştir.
ْ‫ قَد‬burada tahkik için gelmiştir, pekiştirme ve kesinleştirme ifade eder. ‫ أ َ ْفلَ َح‬kelimesinin mazi kullanılması ise, ifadenin
sübutunu ve tahakkukunu gösteriyor. Halbuki felah bulmamışlardır, felah bulacaklardır. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde,
bu ayettekileri uygulayan kimsenin cennete gireceğini belirtmiştir, ve buna dayanarak bu kurtuluşun ahiret kurtuluşu olduğu
ifade edilmiştir. Ancak bunun sadece ahiret anlamına gelmediği, dünya düzeni için de gerekli olduğu ifade edilir. Eğer dünya
hayatında kefere hakim olursa, dünya hayatında felah imkansızdır yani. Dünya hayatının düzenli olmasının şartı, müminlerin
çoğunlukta olmasıdır. “El hukmu lil ekser” olduğuna göre eğer dünyada inananlar çoğunlukta olursa dünya düzene girer, ve
dünyada insanlar mutlu yaşar. Ama inananlar mahkum olurlarsa, dünya hayatı mahvolur. İbn Aşur’a göre mefulun
zikredilmeyişi, ifadenin umumiliğine işarettir. Sanki tüm herşeyde felaha ererler gibidir. Efleha fiilinin taalluk ettiği meful
getirilmemiş. Niye? Tamim için diyor arkadaşınız. Yani kapsam alanını en geniş şekilde bırakmak için. Burada yine ibn Aşur
taallukun hazfedilmesinin, tam bir kurtuluşa işaret ettiğini ifade ediyor. Yani el-felahu’l-kâmil. Zira ibhamda tamim vardır, ve
mutlak kelam, kemaline masruftur. Mesela, ‘derse gir’. Hangi derse girecek? Hangi hocanın dersi? Ne zaman? İşte bu ifade,
senin üzerine terettüp eden derslerin tamamına ve gerektiği şekilde gir demektir. Belirsiz bırakmak suretiyle en mükemmel
olanı kastedebilirsiniz. Bir rivayete göre de efleha değil, üfliha şeklinde kıraat vardır. Bu daha güzel. Meçhul okunması,
makama daha uygun, ve tevhid akidesine daha uygun. Ufliha, mana itibariyle, hiç kimse kendi imkanıyla, kendi ameliyle
kurtuluşu elde edemez, ta ki Allah (c.c) ona kurtuluş verene kadar. Ufliha denince inananlar naib-i fail olurlar. Gerçek fail
Allah (c.c)’tır. Felah’ta ayrıca korktuğundan emin olmadır, hemde hedeflediğine ulaşmadır. Müslümanlara tesellidir, yeni
müslüman olan insanlara sabır ve dayanak gücü vermektedir.
َ‫ ْال ُمؤْ مِ نُون‬kelime-i şehadet getiren herkesi kapsadığı gibi, Zemahşeri’ye göre takva ile yaşayanlara da hasredilmiş
olabilir. Ellezine amenu demedi, mumin şeklinde sıfat kullandı, buna dikkat edin. El-Mumin sıfattır, isimdir. Yani iman eden
ve imanında sabit kadem olan demektir. Kelime-yi şehadeti getiren felaha eremez. Bundan sonra gereğini yerine getiren ve
sebat eden felaha erer. Bu önemli bir ayrıntı. Aynısı kafir için de geçerlidir. Kafir, küfür eden ve gereğince yaşayandır. Tabi
burada iman-amel birlikteliği meselesi tartışmalıdır. Benim bu söylediğim Mu’tezile görüşüdür. Ameller imandan bir cüzdür.
Amelsiz imanın faydası yoktur. Dolayısıyla bizde farkına varmadan Mutezile olduk.
َ‫ص َالتِ ِه ْم خَا ِشعُون‬
َ ‫الَّذِينَ ُه ْم فِي‬
Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler;
Huşu için sükun ve tuma’nine demişlerdir. Tuma’nine huzur demek. Taberi namaz kılarak Allah (c.c)’a itaat ve
sevgisini göstermesi şeklinde anlamıştır. Ayrıca itikadi bir anlam da taşımaktadır, zira Allah (c.c)’a inanmayan kimseden huşu
beklenemez. Namaz kelimesinin önce gelmesinin sebebi ise tahsis anlamındadır. Özellikle namazlarında huşu içindedirler
demektir. Aslında müminler Allah (c.c)’ın karşısında devamlı huşu içindedirler, ama namazda bu zirveye çıkar demektir. Yani
burada mefhum-u muhalife göre hareket edemezsiniz. Namazdan başka hiçbir yerde huşu içinde olamazsınız manası geçerli
değildir. Huşunun manalarından birinden hareketle namazda önüne bakılması gerektiği vurgulanmıştır. Razi’ye göre hulu
namazın farzlarından değildir, kabulunun şartıdır. Huşu namazın şartlarındandır. … …
َ‫ع ِن اللَّ ْغ ِو ُم ْع ِرضُون‬
َ ‫َوالَّذِينَ ُه ْم‬
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
Dahhak’a göre boş şeylerden kasıt şirktir, Hasan Basriye göre tüm boş şeylerdir. ‫ اللَّ ْغ ِو‬kelimesi için günümüzdeki
gazetelerdeki-sokaklardaki boş şeyleri bile dahil etmek mümkündür. En güzel tarifi, kullu malayanike lağvun dur. Seni
ilgilendirmeyen herşey. Bu bir iyilik te olabilir, bir şer de olabilir. Mutlaka günah manası yoktur. Bazen öyle iyilikler vardır ki
günahtan daha ağır yükler getirir. Dolayısıyla sadece bu ayetler inseydi, dünya hayatını tanzime yeterli olurdu. Burada ayrıca
bir önceki ayette salat kelimesini dua anlamıyla anlayarak, dua da boş şeyler istemenin yanlış olduğunu belirten alimler
mevcuttur.
20
03.01 – Muminun 1-6
َّ ‫َوالَّذِينَ ُه ْم ِل‬
َ‫لز َكاةِ فَا ِعلُون‬
Onlar ki, zekâtı verirler;
@Molla: Allah (c.c) kurtuluşa eren müminlerin vasıflarına bir yenisini ekliyor. Zekatı veya sadakayı verirler. İslamın 5
temel şartlarından biri zekattır. Fakat bu sure Mekki’dir, ve nazil olduğu sırada henüz zekat farz kılınmamıştır. Dolayısıyla
buradaki zekat kelimesi daha çok sadakayı veya nefsi temizleme anlamına gelir. Zekat kelimesinin Kur'an-ı Kerim’de değişik
anlamlarda kullanıldığını görüyoruz, özellikle temizlemek anlamında. Zemahşeri buradaki temizliği manevi temizlik yapma
şeklinde anlamıştır. Namaz nasıl küfür ile imanı ayıran alamet-i farika ise, zekat ta bunun bir beyanı ve belgesidir. Genelde
Kur'an-ı Kerim’de namaz kıl emrinden sonra zekat ver emri gelmektedir. Burada ise َ‫ع ِن اللَّ ْغ ِو ُم ْع ِرضُون‬
َ ‫ َوالَّذِينَ ُه ْم‬ayeti araya
girmiştir. Buna göre yorum, namaz bizi boş şeylerden uzaklaştırıyor, zekat ise bizi o günahlardan temizliyor şeklindedir.
Tefil babından gelen 3 fiilde istisna var. onların masdarı kıyasi değil semaidir. Biri salla, selleme ve zekka. Zekka’nın
masdarı tezkiye değil zekat olarak gelmiştir. Peki malını başkasına vermekle temizleme arasında nasıl bir ilişki olabilir?
İnsanın dünya malı hırsını, insanın ruhundan temizlemektir. Ruhu temizleme değil, insan gönlünde dünya malı hırsı pistir,
zekat böyle bir şirkten temizler. Şirk, bir pisliktir. Bu pislikten temizler. Malı karşılıksız olarak vermedikçe ruhundaki bu
duyguyu gidermen mümkün değildir. Başka izahlarda olabilir tabi. Ama esas olan ruhun dünyaya bağlılık ve kölelik
duygusundan arındırılması demektir.
Bir diğer mesele; 35 ayette “ekimu essalet ve etu ezzekat” olarak geçiyor, namaz kılın zekat verin. Bu ayette ise
zekat verin emri yok. Zekat verme emri ile ilgili bir ayet değil; başka birşey emrediyor. Zira Kur'an-ı Kerim’de her haber aynı
zamanda bir emirdir. Her nekadar burada haber sigası olsada, mana inşadır. Allah (c.c) brşeyi haber veriyorsa onun
yapılmasını emrediyor demektir. Eğer zem makamında bir haber ise nehyediyor demektir. Burda emredilen şey; müslüman
zekat verecek hale gelmeye çalışmalı. Bakın zekat verin demiyor, zekat için çalışın diyor. Onlar zekat için çalışırlar. Zekat alan
değil zekat veren olmaya çabalarlar. O halde bu ayet zekatı söylerken genel bir çalışma emrini önümüze koyuyor. Müslüman
hiçbir zaman dünya malına bağlanmaz. Zekat vermesi bu bağlılığı kırar. Ama bunu yanlış anlayıpta fakir kalmayı yeğlemez.
Bu zekat konusunda insanların tembelliğini kırmaya yönelik, zekatı yanlış anlamayı önlemeye yönelik bir emirdir. Hocam
Özdenören bir kitabında müslüman için asıl olanın zenginlik olduğunu söyler. Zekatı veren kimse olmalıdır. Sonuçta İslam’ın
5 şartı sadece zenginler için geçerli. Fakirler için sadece 3 şart var. Dolayısıyla özellikle günümüzde bu konunun önemi
ortaya çıkmıştır. Evet, ayet genel olarak dünya malını müslümanın dışlamaması gerektiğini ve dünyayı kazanmak için
çalışmak mecburiyetinde olduğu haber veriyor bize. Kesb şarttır, ama kalben bağlanmamak şartıyla. Ayet zaten zekatı verin
َّ ‫ َفا ِع ُلونَ ل‬demek istiyor. Fail çalışırlar, zekat
dememek suretiyle zekat emri değil başka bir emir olduğunu bize hissettiriyor. ِ ‫ِلزكَاة‬
verecek hale gelebilmek için.
Birde çalışmak insan ruhunu da arındırır. Zekatı ıstılah manada değil lügat manada aldığınız zaman da insan
hakikatine işaret var. dikkat ederseniz boş insanlar, çalışmayan insanlar bol bol fitne üretir. Çalışanların fitneyle, fesatla,
dedikoduyla uğraşmaya zamanı olmaz. Dolayısıyla ancak çalışmak insanı tezkiye eder. Çalışmak insanı kötü duygulardan
arındırır. Çalışmayan tembel insan, vaktini boş şeylerle geçiren insanlar kendilerinede başkalarınada zarar verirler. Fitne
çıkarırlar. Onların gönülleri temiz değildir. Çeşitli kirlere bulanmıştır. Kendilerini müslüman sansalar bile. Bir önceki ayete de
bakarsanız, boş işlerden uzak durun diyor. Lağv’dan nasıl uzaklaşacaksınız? Çalışarak. Yani ayet lağv’dan uzak durmamızı
isterken nasıl yapacağımızıda söylüyor. Çalışmaktan maksat tezkiye olursa, kişi ondan yararlanır. Eğer daha çok dünyaya
bağlanmak ise bu işe yaramaz demektir, kişiye zarar verir.
ُ ِ‫وج ِه ْم َحاف‬
َ‫ظون‬
ِ ‫َوالَّذِينَ ُه ْم ِلفُ ُر‬
Ve onlar ki, iffetlerini korurlar;
Levm ile zem arasında ince bir dark vardır. Zem sıfatlara ait olurken, levm şahıslara ait olabilir. Kur'an-ı Kerim ve
sünnette zaman ve şartlara bağlı olarak müslümanlara kanun koyma yetkisi verilmiştir. Ancak ailevi hususlarda en ince
detaylarına kadar inilmiştir. Bunun sebebi ailenin önemine binaendir. Aile konusu insanlar tarafından çok rahat istismar
edilecek meseledir. Irz namus meseleleri insanlar arasında çabucak bozulacak konulardır. Allah (c.c) insanın tabiatına binaen
en ince ayrıntılarına kadar vermiştir. Insanların bu sahada söz hakları yoktur.
21
Ferc ve fecr, açıklık, aydınlık olmak demektir. El-ferc, korktuğundan kurtulmak ve açık olmak manası vardır ki, bu
açıklığı nesille izah edebilirsiniz. Insanın önünü, geleceğini açan, aydınlatan organa, ferc denir; erkekte olsun, kadında olsun.
Biz buna cinsiyet organı diyoruz. Dolayısıyla meşhur manasıyla kadının kadınlık organına denir. Halbuki arap dilinde hem
erkeğin hemde kadının cinsiyet organlarına işarettir. Dolayısıyla bu ayetten kadınlar ırzlarını korusun manası çıkmaz,
kadınlar ve erkekler cinsiyet organlarını korusunlar manası çıkar. Kısırlaştırma bu ayete göre haramdır. Erkeği ve kadını
hadım etme, insanların neslini ve geleceğini tehlikeye atmak yasaktır. Tabi bu lugavi manadadır. Organlarınızı her türlü
tehlikeden korumak zorundasınız. Tabi asıl anlamamız gereken, gayr-ı meşru kullanımdan muhafaza etmektir. Biz buna
haramdan koruma, ırzı koruma deinyor. Demek haramda kullanmak yasaklanıyor bir. Aşırı kullanma veya kullanmama
yasaklanıyor iki. Sağlığının korunması kullanılıyor üç.
Bu ayeti kadınlara tahsis ederek, sedd-i zerai bahane edilerek İslamın kadınlara verdiği hakları alıyorlar. Bu da
erkeklerin tabii tavrıdır. Erkekler bütün hakları toplamak isterler, hak vermek istemezler. Bencillik. Mesela kadının çalışma
hakkı vardır. Hz.Hatice ticaret yapıyordu. İnsan yaratıldığı günden bugüne kadar aynı insandır. Duygular ve teahürleri hep
aynıdır. Dolayısıyla ayet eğer iffetlerini koruyun diyorsa, Peygamberimiz (s.a.v) ile çağımızda aynı şeydir. Demek hüküm
değişmemiş, ama sedd-i zerai kullanılarak bu hakları alınmış. Bencede bu doğrudur.
ْ ‫اج ِه ْم ْأو َما َملَ َك‬
َ ‫ت أ َ ْي َمانُ ُه ْم فَإِنَّ ُه ْم‬
َ‫ومين‬
ِ ُ‫غي ُْر َمل‬
ِ ‫علَى أ َ ْز َو‬
َ ‫ِإ َّال‬
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
Ellerinin altındakilerden maksadın cariyeler olduğu konusunda icma vardır. Hem eşleriyle hemde cariyelerle ilişkide
bulunabilirler demektir. 4 hanıma ve sınırsız cariyeye izin vardır. Burada erkeklerin hitap alındığı görüşü vardır. Kadınlar
icma ile erkek köle edinemezler. ‫ ْأو‬bazen ‘ve’ anlamında kullanılır. Her zaman tahyir ifade etmeyebilir, mutlak cem ifade
edebilir.
Ellerinin altındakilerden maksadın cariye olduğu, asrı saadette belli oluyor. O zamanlar cariyeler için kullanılıyordu.
Müminler kaza-yı şehveti 2 şekilde yaparlar; Nikahlı eşleriyle, veya meşru olarak kazandıkları cariyeleriyle. Tabi
Peygamberimiz (s.a.v) zamanında cariye ile ilişkiye girmenin sonuçları gayet ağır olarak tespit edilmiştir. Girdiğin zaman
onun rahminin temizliğine veya meşguliyetine riayet edeceksin. Çocuğu olursa bir takım hakları doğar, onlara riayet
edeceksin. Bu tamamen hukuki sonuç doğurmayan bir ilişki değil. Gayet ağır mükellefiyetler getirir. Hür bir kadınla
nikahlanıp yükümlülük altına girmekle, cariye yükümlülüğü altına girmek arasında çok fark yoktur.
Bazı müfessirler bu ayetten mut’a nikahının caiz olmadığı sonucunu çıkarırlar. Zira mut’a nikahı ne eş sayılır, çünkü
varis olmaz; ne de cariye sayılır. Budan dolayı mut’a haramdır. Ama ayetler Mekki’dir. Peygamberimiz (s.a.v) mut’a yı
Hayber’de yasaklamıştır. İmam Nevevi buna göre savaş zamanlarında istisnadan bahsetmiştir. BU ayette mut’a yı direkt
olarak yasaklamış olamaz, yoksa Peygamberimiz (s.a.v) ayetin hükmüyle hükmetmemiş olur. Mut’a vardır, ancak zaruretle
kısıtlıdır.
Kınanmama, iki taraflı olabilir. Ne bu dünyada, nede ahirette kınanırlar. Burdan mefhum-u muhalifini alırsak, zina
edenlerin kınanması gerekir. Kınanma hem Allah (c.c) hemde insanlar tarafından olabilir. Yani Allah (c.c) diyor ki ben
kınamıyorum, siz de kınamayın. İnsanlar kendi beşeri duygularıyla ilahi sınırların dışına çıkabilirler. Mesela namussuzların
çok olduğu bir toplumda namuslular kınanır. Allah (c.c) diyor ki ölçüleri ben koyarım. Benim kınamıdığımı si kınayın,
kınamadığımı siz de kınamayın. Aslında burada Allah (c.c)’ın bu ayetlerde verdiği ana ölçü o. Kuralları Ben koyarım, onları
uyun demek istiyor.
05.01 – Muminun 8-11
َ‫ع ْه ِد ِه ْم َراعُون‬
َ ‫َوالَّذِينَ ُه ْم ِأل َ َمانَا ِت ِه ْم َو‬
Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
@Mus’ab: Emanet; burada insanlar arasında ve Allah (c.c) ile insan arasında olur. Emanet masdardır. Kökü emn,
yani emniyet. Emniyet ise güven anlamına gelen kökten türemiş. Emanete masdar dedik ama buradaki manası masdar
22
değildir. Buradaki emanetin manası “vedai’ ” dir. Yani geçici olarak birinin yanına ve korumasına bırakılan maldır. Emanet
mal, eşya manasınadır, yani isimdir. Yani masdar manası verenler olsa da, meşhur mana isim olmasıdır. Kur'an-ı Kerim’in
başka biryerinde emanet kelimesi kuran manasındadır. Halbuki Kur'an-ı Kerim mal değildir. Dolayısıyla kelime farklı
kullanılmış.
Ahd kelimesi masdar olarak gelmiş. Verilen söz, anlaşma, sözleşme anlamına gelir. Ahid’de ayrıca alışkanlık manası
var. Bir insanın yapmaya, görmeye, yemeye alıştığı şey, adet. Alışmak kelimesi buraya uygun düşmüyor sanki hocam. Fi
Zilal’de, Allah (c.c)’a karşı olan ahdler; müminlerin elest bezminde verdikleri söz şeklinde açıklamıştır. Buna göre de emanet
te insandaki Allah (c.c)’a inanmak fıtratı dır demiştir.
Rae kelime olarak çobanın koyunları gütmesidir. Burada çoğul olarak gelmiştir, faildir. Mükatil b. Süleyman’a göre,
korumak ve ıslah etmek demektir; veya riayet etmek.
ُ ِ‫صلَ َواتِ ِه ْم يُ َحاف‬
َ‫ظون‬
َ ‫َوالَّذِينَ ُه ْم‬
َ ‫علَى‬
Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.
Burada namaz takdim edilmiştir; bunun sebebi hem önemine binaen hem seci’den dolayıdır. Dikkat ederseniz,
namaz meselesi zikredilmiş, müslümanların bir vasıfları tekrar edilmiştir. Zemahşeri’ye göre bunlar aynı şeyler değildir,
farklıdır, tekrar değildir. Önceki ayette huşudan, ikincisinde korumasından bahsetmiştir. Daha çok vaktine ve erkanına riayet
eder anlamındadır. Başka yerde emir olarak geliyor, halbuki burada haber olarak geldi. Siz buradaki haberi de inşa manasını
alacaksınız. Yani burada bir emir vardır. Eğer mümin isen namazını koru. Namazı nasıl korursun? Öncelikle namazı vaktinde
kılmaktır. Namazı her türlü saldırıdan koruyacaksın. Zaman içinde namaza saldıranlar olacak. Birileri namaz yerlerine
saldıracak. Bak namaz yerleride taallukatıdır. Abdeste saldıracak. Namaz için gerekli olan şeylere saldıracak. Tesettür
bunlardan biri değil mi? Koruyacaksın. Namaz ve mutaallakatını, dış tesirlerden ve saldırılardan korumakla görevlisin.
Namazına laf ettirmeyeceksin. Mesela birisi “adama bak ya, hem namaz kılıyor hem fazi yiyor” dediği zaman o adamın… …
Bütün bu emirler müslümanların bir devleti olması gerekliliğine de bir işaret. Eğer müminsen birinci hedefin, imanını
yaşayabileceğin bir ortamı yaratmaktır. Eğer bunun için çalışmıyorsan mümin değilsin. Namazın korunması denince, eda
kadar dış tesirlerden korunması akla gelmelidir. Namaz demek din demektir. Namaz yerlerine hücum dine hücumdur. Dikkat
edin müslümanlar diğer dinlerin mabedlerine dokunmazlar. Oralarda kendi dinince tapınanlara da dokunmuzlar. Aynı şeyi
mümin diğer din saliklerinden bekler. Eğer benim ezanıma dokunurlarsa ben celallenmek zorundayım. Yani bu ayet
müslümanlara bir sürü görev yüklüyor. Mümin olmak o kadar da kolay, ucuz birşey değildir. Cennet ucuz değil.
َ‫أ ُ ْو َلئِكَ ُه ُم ْال َو ِارثُون‬
İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır;
Varis, ismi fail, cemi müzekker salimdir. Meryem 63 ve Enbiya 105’de söylendiği üzere “yeryüzüne iyi kullar varis
olacaklardır.” Dolayısıyla hem yeryüzüne, hem firdevs cennetine varis olacaklardır. Yeryüzünün verasetini kafirlerine
bırakmayın emri de vardır. Ayrıca yukarıda anılan hasletlerede varis olacaklardır. Varisun mutlak olarak gelip kendisine
varis olunacak şeyler beyan edilmediğine göre bunu en geniş yeklinde almamız gerekir; yeryüzü, ahiret, ahlak, hayır şeklinde.
Verasette bir sahiplik manası vardır. İsim cümlesi olarak gelmiştir; yani elde etmek yetmez, elde tutmak ta önemlidir. Mirasa
konu olacak herşey müslümanlar tarafından peşine düşülecek birşeydir.
Varis olmanın bir yönü, Hz.Adem’in çocukları olmamız ve Hz.Adem’den cennet miras almamızdır. Ayrıca miras,
kazanılarak elde edilmez. Bu Allah (c.c)’ın vergisidir, biz kazanarak elde etmiyoruz, ama Allah (c.c) bize veriyor. Nabi adında
bir şair için şöyle rivayet ederler. Adamın biri Naib hakkında, şair olduğu için zem edildiğini, ahirette makamının ne olduğunu
merak etmiş. O gece rüyasına Nabi’nin divanı girmiş. Bir beyitte şöyle yazılı:
Kimdir bizi men eyleyecek dârı cinandan
Mevrusu pederdir gireriz hane bizimdir.
Bu Hz.Adem’den miras alma meselesi güzel, Nabi’de öyle söylüyor zaten. Demek varisune’nin mutlak bırakılmasında
ki hikmetin herşeyi kapsamasını unutmayacaksınız. Mesela ilim manevi bir mirastır.
َ‫س ُه ْم فِي َها خَا ِلدُون‬
َ ‫الَّذِينَ يَ ِرثُونَ ْال ِف ْردَ ْو‬
(Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.
23
Firdevs kök olarak Farsça’dır. Manası etrafı duvarla çevrili yer demektir. İslamı kaynaklarda cennetin tamamı veya
en yüksek bir parçası olduğuna dair rivayetler vardır. Peygamberimiz (s.a.v) Allah (c.c)’tan istediğimiz zaman Firdevs’i
istememizi tavsiye ediyor, orası Arş’ın hemen altındadır, arşın sesleri duyulur. Demek Allah (c.c) ile kavuşma ancak
Firdevs’te olur.
24