Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner
Transkript
Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner
Tefsir – Prof. Dr. Bedrettin Çetiner Ders Notları 22.11 – Lokman 6 الذين أعرضوا، عطف عليهم بذكر حال األشقياء، وانتفعوا بسماعه، الذين اهتدوا بكتاب هللا، ولما ذكر تعالى حال السعداء : وأقبلوا على استماع الغناء والمزامير فقال سبحانه، عن االنتفاع بسماع كالم هللا مما ال خير وال، ويصد عن سبيله، [ ومن الناس من يشتري لهو الحديث ] أي ومن الناس من يشتري ما يلهي عن طاعة هللا فائدة فيه Yüce Allah, Kur'an'la hidâyet bulan ve onu dinlemekten yararlanan mutlu kişilerin durumunu anlattıktan sonra, ardından, Allah'ın kelâmını dinleyip yararlanmaktan yüzçeviren, şarkı ve çalgıları dinlemeye yönelen mutsuzların durumunu anlattı. 6. Öyle kimseler vardır ki, insanlan Allah'a itaatten alıkoyacak ve O'nun yolundan çevirecek faydasız ve yararsız şeyler satın alır. “Burada neden satın alma fiili kullanılmış?” Bakara suresindeki satın almayı hatırlayın. Onlar delaleti, hidayet üzerine satın aldılar, ve ticaretleri kar olmadı. Bu ayetle tefsir edin. Aslında ortada ne satın alınan var, nede satılan var. Ortada bir ticaret yok. Dolayısıyla bu temsili bir anlatım. Insanların Kitabullah’ı bırakıp eğlenceye yönelmeleri bir ticarete benzetilmiş. Insan hayatında hep ticaret yapar; birşeyler alır, verir. Bunlar maddi de olur, manevi de. Burada alınıp satılanlar manevidir. Allah (c.c) sizi fıtrat üzere yaratmış; yani hidayete müsait olarak yaratmış. Dolayısıyla elinizde hidayete kabiliyet gibi bir varlık veya değer var. Siz bu değeri alıp çarşıya çıkıyorsunuz. Bununla ticaret yapacaksınız. Karşınızda 2 mal var; dalalet veya hidayet. Siz elinizdeki ‘hidayete kabiliyet’ parasını götürüp dalalete veriyorsunuz. Kabiliyeti satıp, delalet alıyorsunuz. Burada da benzeri var. Karşınızda 2 mal var; kitabullahı dinlemek, veya şarkı dinlemek. Birine vereceksiniz parayı, ona sahip olacaksınız. Insanlardan kimileri kitabullah yerine şarkı türkü satın almış oluyorlar. Bu temsili anlatımdır. Yoksa ortada ne bir ticaret vardır, nede alışveriş mevcuttur. Bu belağatte ‘teşbih temsili’ olarak ifade edilir. Bir den çok şey, bir den çok şeye benzetilerek yapılan temsile teşbih temsili denir. Daha sonrada belirtileceği üzere buna ‘istiare tasrihiyye’denmiş. İstiare, alakası teşbih olan bir mecazdır. Bunun açık olanına tasrihi denir. İleride müfessirimiz açıklıyacak bunu. ، وفضول الكالم، والتحدث بالخرافات المضحكة، نحو السمر باألساطير، واللهو كل باطل ألهى عن الخير: قال الزمخشري وما ال ينبغي Zemahşerî şöyle der: Lehv, iyi şeyden alıkoyan her bâtıl şeydir. Mesela, hurafeler söyleyerek gece sohbetleri yapmak, güldürücü hurafeler anlatmak, fuzûli ve gereksiz söz söylemek. Her batıl lehv’dir. Lehv=Batıl. Öyle bir batıl ki ama meşgul ederek hayırdan alıkoyacak. السمر, Türkçedeki semer kelimesi değil tabii ki. Peygamberimiz (s.a.v) yatsı namazından ‘semer’i sonra yasaklamıştır. Yani sohbet meclisi kurup laklak etmek. İranlılardan geçmiş bir adettir. Geceyi eğlenceyle, kouşmayla geçirmek. أساطيرise masaldır. Şimdilerde mitoloji deniyor. Geceleri masallar anlatarak uykusuz geçirmek gibi, insanı hayırdan alıkoyan her batıl lehvdir. Lüzumsuz, gereksiz konuşmak gibi. Bu özellikle kış gecelerinde yaygındır. Geceler uzun, özellikle karın çok yağdığı yerlerde insanların hiçbir işi yoktur. Onun için oralarda gıybet, hased daha çok olur. Demek Zemahşeri’nin köyündede çokça yapılıyormuş ki özellikle zikretmiş. Hurafeler ise daima insanların ilgisini çeker, o yüzden buraya eklemiş. Zemahşeri’nin bu sözlerinden ‘semer bil esatir’in, hurafe anlatmanın ve lüzumsuz konuşmanın haram olduğunu anlayacaksınız. Çünkü dikkat ederseniz lehv’i batıl ile tefsir ediyor. Batıl ise Hakk’ın mukabilidir. Hakk olmayan birşey müslümana, mekruh falan değil, doğrudan doğruya haramdır. 1 - يكررها ثالثا- وهللا الذى ال إله إال هو: وروى ابن جرير عن (عبد هللا بن مسعود) رضي هللا عنه أنه سئل عن اآلية فقال نزلت هذه اآلية في الغناء والمزامير: وقال الحسن البصرى، إنما هو الغناء Taberî'nin rivayetine göre; bu âyet Abdullah b. Mes'ûd'a (r.a.) sorulmuş, o da üç kere, "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, o, şarkıdır" demiştir. Hasan Basrî de şöyle der: Bu âyet, şarkı ve çalgılar hakkında indi. “Şarkının haram olduğunu söyleyenler bu ayeti delil getiriyorlar. Şarkının mahiyeti nedir? Tümü haram mıdır?” Aslında Zemahşeri onun sınırlarını çizdi: “kişiyi haktan alıkoyan”. Yani şarkının mutlak haramlığından sözetmek mümkün değil, ancak sınırlı olarak. Tabi bu ayetin nüzuluna sebeb olan kişinin yaptığı bir iş var. Ayet aslında onu işaret ediyor. Mesela müslüman şarkı söylerse, bu ayetin hükmü altına girmez. Ayeti kendi siyakı içinde değerlendirirseniz; burada lehv’i satın alan müşriktir. Müşrik ise azmak ve azdırmak için şarkı dinler. Mümin ise teskin için, kendini dinlendirmek için dinler. Ne dalal maksadı vardır, nede ıdlal maksadı vardır; ama mümin ise. İlahi ile şarkı arasında bir fark yok zaten. Musiki eşliğinde birisi Allah (c.c) der birisi Yallah der. Bir hocamızın ifadesi ile “Disko müziği ile tekke musikisi aynı şeydir”. Ikiside insanı coşturmayı hedefler. Dolayısıyla bu önemli bir kayıttır. Bu kaydı gözmezlikten gelerek müslümanları musikiden mahrum etmek müslümanlara zulümdür. Zemahşeri çok güzel tespit etmiş; Lehv’el-hadis batıldır, haktan alıkoyar, hakkı engeller. Şarkı-türkü, masal, hurafe insanı haktan alıkoyuyorsa haramdır. Sabuni burada Zemahşeri’nin kavlini naklederek kendi görüşünün o olduğunu belirtiyor. Müslümanlar da çalgı aletleri çalmayı öğrenmeli. Hasan-ı Basri, ayetin nüzul sebebinin şarkı ve türkü olduğunu söylemiyor; şarkı ve türkü okumak ayetin hükmüne girer diyor. Nüzul sebebini belirtmede kullandığı tabir bize bunu gösteriyor. نزلتkelimesi فيile kullanıldığında buradaki hadisenin, ayetin hükmüne girdiğini ifade ediyorsunuz demektir. بغير حجة وال برهان، ويبعدهم عن دينه القويم، [ ليضل عن سبيل هللا بغيرعلم ] أى ليضل الناس عن طريق الهدى وأعرق في الضالل، وهذا أدخل فى القبح، سخرية واستهزاء، [ ويتخدها هزوا ] أى ويتخذ آيات الكتاب المجيد [ أولئك لهم عذاب مهين ] أى لهم عذاب شديد مع الذلة والهوان İnsanları delilsiz ve hüccetsiz hidâyet yolundan saptırmak, Allah'ın dosdoğru dininden uzaklaştırmak ve bu yüce kitabın âyetleriyle alay etmek için böyle yaparlar. Bu hareket en çirkin ve en sapık bir davranıştır. Onlar için, zillet ve horluk dolu şiddetli azap vardır. Kur'an-ı Kerim ayetlerini hafife almak olacağından, şarkılarda ayet kullanılamaz. ويتخذها هزواayeti şiirde, şarkıda ayet kullanımını yasaklıyor; bana göre; Sabuni’ye göre değil. Şiirde kullanırken de çok dikkatli olmak lazımdır. Sizin saf niyetle yazdığınız bir şiiri insanlar eğlence amaçlı kullanabilirler. Buna sedd-i zerai kabilinden bakmak lazımdır. Eğer şiir bestelenip diskolarda insanları eğlenderebiliyorsa, son derece dikkatli olmak lazımdır. İnsan ayağı çok kolay kayar, kayınca nerede duracağını bilmez. مهين, aşağılamak fiilinden ism-i faildir. Aslında işkencenin her türlüsü aşağılamaya yöneliktir. O halde azabı neden bir de aşağılık ile sıfatladı? Kur'an-ı Kerim de azabın ‘şedid’ veya ‘elim’ ile nitelenmesi ahiret azabına işarettir. Çünkü dünyada en ağır azab bile geçici olduğu için insanın katlanamayacağı bir işkence olmaz. Dolayısıyla Sabuni burda ‘şedid’ ile tefsir yaptığına göre, ahiret azabı olduğunu belirtmektedir. لهم عذابcümlesinde haber tekaddüm edilmiştir. Bunun hikmeti; cehennem dahi onların şerrinden Allah (c.c)’a sığınır manasına gelmesidir. Onlar cehennemden bile daha azab verici, onların varlığı bile insanlara azab verici. Cehennemin yine faydaları olabilir, fakat bunların hiç faydası yok. İkincisi أولئكile onların her türlü haktan, doğrudan uzak olduklarını işaret eder. Bu ayetteki bu iki vurguya dikkat etmelisiniz. 2 24.11 – Lokman 7 [ واذا تتلى عليه آياتنا ] أى واذا قرأت عليه آيات القرآن ، شأن المتكبر الذي ال يلتفت إلى الكالم، كأنه لم يسمعها، [ ولى مستكب ار كأن لم يسمعها ] أى أعرض وأدبر متكب ار عنها ويجعل نفسه كأنها غافلة 7. Ona Kur'an'ın âyetleri okunduğunda, Kibirlenerek, onu hiç işitmemiş gibi, ondan yüzçevirip geri gider. Onun bu durumu, söze kulak vermeyen ve onu hiç işitmemiş gibi gaflet gösteren kibirli kimsenin durumu gibidir. ‘ آياتناyı müfessirler Kur'an-ı Kerim ayetleri olarak anlarlar. Halbuki Kur'an-ı Kerim eğer Kur'an-ı Kerim ayetlerini kastediyor olsa bunu açıkça zikrederdi. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim’de geçen mutlak ayatı, sadece Kur'an-ı Kerim ayetleri olarak anlamak, anlamı daraltmak olur. Belki misal olarak söylenebilir; mesela Kur'an-ı Kerim ayetleri okunduğunda diyebilirsiniz. Zira Allah (c.c)’ın varlığına delalet eden ayat sayısızdır. Insanın etrafında, gerek kendi içinde gerek çevresinde gerekse hadiselerin ışığında Allah (c.c)’ın varlığına ve birliğine delalet eden milyarlarca ayet vardır. Burada ولى مستكبراolan kişi, kendisine sadece Kur'an-ı Kerim ayetleri değil, Allah (c.c)’ın varlığına dair herhangi bir delil gösterildiğinde dahi istihfaf ile başını çevirip, söylenenleri hiç duymamış gibi davranır. Yani burada ayatı Allah (c.c)’ın varlığına ve birliğine hernagi bir delil olarak anlamak lazımdır. “Bu ayetlerin Kur'an-ı Kerim ayeti olduğuna ‘tilavet’ fiili de işaret etmiyor mu?” aslında تتلىkelimesinin kıraatle tefsiri de başka bir eksiklik. Çünkü tilavet mutlak takip etmek anlamındadır. Kıraat anlamıda tilavet fiilinin sahasını daraltmaktan ibarettir. Tilavet çeşitlerinden birisi de kıraattir, o manada doğru. Ama tilavetin nevilerinden sadece biridir bu. Fakat müfessirler genellikle doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim okuma olarak anlarlar. Halbuki umumi üzere bırakmak gerekir, daha güzeldir. Sabuni burada diğer müfessirlere tabi olmuştur. Kur'an-ı Kerim okunmasıyla ibadet yapılan bir kelamdır. Dolayısıyla manası anlaşılsın veya anlaşılmasın, mücerred okunmasıyla insanlar üzerinde etkili olan bir kitaptır. Fakat bu etki dinleyenin kabiliyetine göre arz eder. Bir mümine okunduğunda imanı artar. Kafire okunursa küfrü ziyadeleşir. “İman artar mı?” İman elbette artar. İman edilen şeyler artar. İmanın kendisi artmaz, iman edilen şeyler artar. Bu ayetlerin (Kur'an dışındaki ayetlerin) Allah (c.c)’tan olduğuna da iman eder. “İmanın sevap işleyince artması, günah işleyince azalması mümkün mudur? Sonuçta iman edilecek şeyler belli; 6 tane” İmanı o 6 şey ile sınırlandıranlar, son derece fahiş bir hata yapmışlardır. Imanın asıl ögesi gaybdır. Diğerlerine iman denmez, ama mecazen iman diyoruz. Aslında imanın ögesi tektir, oda gaybdır. Fakat gaib olanların sayısı sınırsızdır. Bugün görmediğimiz binlerce galaksi var, onların varlığına inanıyormuyuz? Inanıyoruz çünkü gayb, mesela. “Galaksiye iman etmek sorumluluk getirmiyor, fakat Allah (c.c)’a iman getiriyor” Bu konuda imanı ‘şer’i iman’ ve ‘luğavi iman’ olarak ikiye ayırmak gerekir. Bizim Kur'an-ı Kerim’de okuduğumuz ve anlamamız gereken şer’i imandır. Değilse iman mutlak olarak bir gayba yapılır, ve gayb sayısızdır. Mesela gelecek bir gaybdır, geleceğe iman ederiz. Bu gelecekten birisi ahirettir, birisi¸ tamamı değil. O halde iman deyince kastettiğimiz şer’i imandır. يمنعانه عن استماع آيات هللا، [ كأن فى أذنيه وق ار ] أى كأن في أذنيه ثقال وصمما مفرط في الشدة واإليالم، [ فبشره بعذاب أليم ] أى أنذره يا محمد بعذاب مؤلم Sanki iki kulağında, Allah'ın âyetlerini işitmeye engel olan sağırlık ve ağırlık vardır. Ey Muhammed! Onu son derece elem verici ve şiddetli bir azapla müjdele. “Burada da kulaklardan bahsedilmiş. Bu ayetlerin Kur'an-ı Kerim ayetlerin olduğuna işaret etmez mi?” Yok, mesela gök gürültüsü de bir ayet. Allah (c.c)’a delalet eden bir ayeti ona anlatmam, duymayı gerektirir. Burada son derece şiddetli bir azaptan bahsedilmesi, cehenneme işarettir. Bu azab ancak cehennem olabilir. Daha önce söylediğimiz üzere, elim, azim gibi sıfatı müşebbehe formunda sıfatlarla sıfatlanan azab, cehennem azabıdır. Fakat cehennem azabını, sadece ahiretteki cehennem ile sınırlandırmak ta yanlış. Çünkü insan dünyada cehennemi yaşayabilir. Bu cehennem yaratılmıştır, ve hala vardır anlamına gelir. Dünyada da vardır, ahirette de olacaktır anlamındadır. Ama müfessirler genellikle ahiretteki cehennemi kastederler. Yani Azab-ün elim demek, azab-ü cehennem demektir; 3 dediklerinde, ahiret cehennemini kastederler. “Dünya cehennemi derken dünyevi sıkıntılar mı hocam?” Mesela benim yaşadığım hayat, 24 senedir cehennemde yaşıyorum. … … ووضع البشارة مكان اإلنذار للتهكهم والسخرية Burada "uyarma" yerin de "müjde" kullanılması, alay ve eğlence ifade eder. Tabi sadece alay etme manası yok, bir vaka tespiti var. Burada Allah (c.c)’ın ayetlerinden etkilenmeyen ve yüzçeviren kişinin, kendisini azab-ı elim’e itecek bu davranışa, adeta müjdelenmiş birşeye koşar gibi koştuğunu tespit ediyor ayet. Yani bu inkar davranışının kendisi için bir mükafaat ve menfaat olduğuna inanarak yapıyor. Bu yüzden sanki müjdelenmiş birşeye koşuyor gibi yapıyor. Dolayısıyla burada inzar yerine bişar kullanılması, alay manası haricinde, bir durum tespitini de içinde bulunduruyor. Aynı zamanda bu ve benzeri kimseler, Allah (c.c)’ın ayetlerinden yüz çeririrken son derece memundurlar, çünkü iyi birşey yaptıklarına inanıyorlar. Aynı zamanda bişara fiili kullanılarak, inzar’da mübalağa yapılmış oluyor. Yani “Onları azapla uyar” demektense “Onları azapla müjdele” demek daha güçlü bir inzar demektir. ثم عدم االلتفات، ثم اإلستكبار عن الحق، اإلعراض عن الحكمة: تضمنت هذه اآلية ذم المشتري من وجوه: قال في البحر ، لكونه ال يلقي لها باال وال يلتفت إليها، ثم اإليغال في اإلعراض مشبها حال من لم يسمعها، إلى سماع اآليات ثم التهكم به بالبشارة بأشد العذاب Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, "boş laf" satın alanı birkaç yönden kınamayı kapsar: Hikmetten yüzçevirmek, (vella kelimesi) hakka karşı kibirli davranmak, (müstekbiran) âyetleri dinlememek, (ke en lem yesma ha) aşırı bir şekilde yüzçevirmek, bu işe dalmak. Ayet, bu kimsenin durumunu işitmeyen kimsenin durumuna benzetmektedir. Zira o şahıs âyetlere ne kulak vermekte ne de iltifat etmektedir. (Bu da bir mübalağadır) (Sonuncu olarak) Ayrıca bu âyet, en şiddetli azabı müjdelemek suretiyle onunla alay etmeyi de kapsamaktadır (Bişarat). Bahru’l-Muhit, Ebu Hayyan’ın. İki tane Ebu Hayyan var; biri müfessir, diğeri mütekellim. Mütekellim olana Ebu Hayyan Et-Tevhidi deniyor. Müfessir olana da Ebu Hayyan El-Müfessir diyorlar. 4 فقال سبحانه، ذكر ما وعد به المؤمنين من جنات النعيم، ولما ذكر ما وعد به الكفار من العذاب األليم: وبين حسن النية واخالص العمل، [ إن الذين أمنوا وعملوا الصالحات ] أى جمعوا بين اإليمان والعمل الصالح.8 ، من المآكل، جنات الخلد يتنعمون فيها بأنواع المالذ، [ لهم جنات النعيم ] أى لهم على إيمانهم واستقامتهم على شريعة هللا وال، مما ال عين رأت وال أذن سمعت، وسائر ما أكرمهم هللا به من الفضل واإلنعام، والحور العين، والمالبس، والمشارب خطر على قلب بشر وال يبغون عنها حوال، ال يخرجون منها أبدا، [ خالدين فيها ] أى دائمين في تلك الجنات.9 ألن هللا ال يخلف الميعاد، ال خوف فيه، كائنا ال محالة، [ وعد هللا حقا ] أى وعدا من هللا قاطعا الحكيم الذي ال يفعل إال ما تقتضيه، ليمنعه عن إنجاز وعده، [ وهو العزيز الحكيم ] أى هو تعالى العزيز الذي ال يغلبه شيء الحكمة والمصلحة Yüce Allah, kâfirleri tehdit ettiği elem verici azabı anlattıktan sonra, mü'minlere va'dettiği naîm cennetlerini anlatarak şöyle buyurdu: 8. İmanla güzel ameli ve iyi niyetle ihlaslı ameli birleştirenler var ya, işte, imanlarında ve Allah'ın dininde dosdoğru gitmelerinden dolayı onlar için ebedîlik cennetleri vardır. Orada yiyecek, içecek, giyecek, kadın, hûrî ve Allah'ın lütuf ve ihsanından vereceği, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklından geçmeyen diğer şeyler gibi çeşitli lezzet veren şeylerden yararlanacaklardır. 9. O cennetlerde ebedî kalacaklar, oradan asla çıkmayacaklar ve ayrılmak istemeyecekler. Bu, Allah'ın kesin bir vaadidir. Mutlaka yerine getirilecek. Bundan dönülmez. Çünkü Allah verdiği sözden dönmez. Yüce Allah güçlüdür; sözünü yerine getirmesine engel olmak için hiçbir şey O'na galip gelemez. Hikmet sahibidir; hikmet ve maslahatın gerektirdiğinden başkasını yapmaz. Aziz’in 2 manası öne çıkar; Biri Güçlü, öyle güçlü ki hiçbirşey onun gücünü kıramaz. Sabuni ve diğer müfessirler, Aziz’in bu manasına vurgu yaparlar. Aziz demek güçlü demektir, sıfatı müşebbehe formunda geldiği için en güçlü demektir. İkincisi Nadir olmak manasından ender, yegane manasındadır. Yani bu verdiği sözleri gerçekleştirecek tek varlık odur manasındadır. Aziz’i böyle anlamak lazımdır. Hakim’in bir manası hikmetli iş yapandır. Ama Hakim’in ikinci bir manası var ki, bana göre o çok daha önemli; en doğru hükmü verendir. Bu mana hikmetli iş yapan manasından daha önemli. Cehennemlikleri cehenneme, cennetlikleri cennete koyma hükmünü ancak o verir. Ve bunu yapabilecek olan yegane varlık odur. Aziz ve Hakim’in öne çıkarılması gereken manası budur. 29.11 – Lokman 10 فقال سبحانه [ خلق السموات بغير عمد، إلقامة البراهين على وحدانيته، وآثار عظمته وجالله، ثم نبه تعالى إلى دالئل قدرته واقفة، حال كونكم تشاهدونها كذلك، بدون دعائم ترتكز عليها، ترونها ] أى خلق السموات في سعتها وعظمتها فى إحكامها وال تمسكها إال قدرة هللا العلي الكبير، من غير أن تستند على شيء بأن تقلبكم عن، لئال تتحرك وتضطرب بكم فتهلككم، [ وألقى في األرض رواسى أن تميد بكم ] أى جعل فيها جباال ثوابت أو تهدم بيوتكم بتزلزلها، ظهرها Bundan sonra Yüce Allah, birliğini gösteren delilleri getirmek için, kudretinin delillerine ve büyüklüğünün eserlerine dikkat çekerek şöyle buyurdu: 10. Geniş, büyük ve sağlam gökleri, dayandığı direkler olmadan yarattı. Siz onların hiçbir şeye dayanmadan durduğunu görüyorsunuz. Onları, Yüce ve Ulu Allah'ın gücünden başkası tutmuyor. Allah yeryüzünde sabit dağlar yarattı ki, hareket edip de sizi sallamasın sizi alt üst edip yok etmesin veya sallanarak evlerinizi yıkmasın. Müfessirler ’أن تميدyi لئال تميدşeklinde okurlar, ve tefsir ederler. 5 Ayrıca dikkat ediniz, ألقىfiiline ‘yaratma’ manası verdi. Çünkü Allah (c.c)’ın her fiili yaratmadır, öyle mi? Hayır; Allah (c.c) gördüğünde, görmeyi yaratıyor mu? Bize göre hayır. Fakat siz bu ayet için yaratmadır diye kabul edin. Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında bu konuda ciddi görüş ayrılığı vardır. Mutezile’ye göre; insan nasıl kendi fiilinin yaratıcısı olduğu gibi, Allah (c.c)’da kendi fiilinin yaratıcısıdır. Bunu, taaddüd-i kudema’yı önlemek ve Allah (c.c)’ı tenzih etmek gibi bir niyetle söylerler. Onun için Kur'an-ı Kerim’e mahluktur diyorlar. Aslen, Allah (c.c)’ın zatı ile ilgili fiiller, kainatla ilgili fiiller olarak birbirinden ayırmak gerekir. Ehl-i sünnet, Allah (c.c)’ın zatı ile alakalı fiillerde yaratma kullanmaz, mutezile kullanır. Burada Sabuni, ehl-i sünnete bağlılığını, ألقىfiilini yaratma olarak tefsir ederek gösteriyor. “Yaratılmış birşey hâdis olmuyor mu? O zaman mutezile Allah (c.c)’ın sıfatlarının hâdis olduğunu mu söylüyor?” Evet, yani sıfatların kıdemi yoktur, kadim olsalar o zaman kıdemler taaddüd etmiş olur, halbuki tek kadim Allah (c.c)’tır, derler. Onlar Allah (c.c)’ı tenzihte çok ileri gidiyorlar, ve Allah (c.c) ile sıfatlar arasını ayırıyorlar. Yani hareket noktaları doğru, ama vardıkları sonuç yanlış. “Taaddüd-i kudema islam düşünce yapısında ne gibi problemler doğuruyor?” aslında fikriyat haricinde herhangi bir problem yok. Yani Allah (c.c)’ın varlıkları kadim olsa ne olur, olmasa ne olur. Allah (c.c) her halükarda Allah (c.c)’tır. ولو خلقها تعالى، واال كانت تزول عن موضعها بسبب المياه والرياح، واعلم أن األرض ثباتها بسبب ثقلها: قال اإلمام الفخر فهذه هي، ينتقل الرمل الذي فيها من موضع إلى موضع، كما نرى األراضى الرملية، لما كانت تثبت للزراعة، مثل الرمل فسبحان الكبير المتعال، حكمة إرسائها بالجبال Fahreddin er-Râzî şöyle der: Bilesin ki, yer yüzünün sabit durması, ağırlığından dolayıdır. Böyle olmasa, sular ve rüzgârlar sebebiyle yerinden kayardı. Eğer Allah yeryüzünü kum gibi yaratsaydı, ziraata elverişli, sabit bir halde kalamazdı. Nitekim kumlu arazide kumların, bir yerden başka bir yere gittiğini görmekteyiz. İşte yeryüzünün dağlarla sabit kılınmasının hikmeti budur. Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Razi Türk mü? Fars mı? Rey şehrinde yaşamış. Rey şehri Horasan’da, yani bugün’ün İran’ı. Fakat o zaman İran yok, Horasan ise Maveraü’n-nehr yakınında. Rey şehri de Türkler’in olduğu bir yer. Dolayısıyla Razi’nin türk olduğunu söyleyenler haklı olabilirler. Arapça’da Rey’den olanlara Rayyi yerine Razi derler. Yani Razi, Rey şehrinden demektir. Razi’ye o kadar kitap nispet edilimiş ki, bir kimsenin tüm kitapları yazması mümkün değildir denmiştir. Fil hakika, eskiden hocalar kitap yazmazlar, öğrenciler hocanın derslerini yazarlardı. مما ال، من كل أنواع الحيوانات والدواب " من مأكول ومركوب، [ وبث فيها من كل دابة ] أي ونشر وفرق في أرجاء األرض يعلم عدد أشكالها وألوانها إال الذي خلقها Allah yeryüzünün her tarafına, her türlü eti yenilen ve binilen hayvan ve canlıları yaydı, dağıttı. Bunlar, renklerinin ve şekillerinin sayısını onları yaratandan başkasının bilemeyeceği varlıklardır. İnsan her yerde insandır. Tüm insanların bilgileri Allah (c.c)’a dayanır. Mısır’da piramit yapan insan ile Amerika’da piramit yapan insan aynıdır. “Allah (c.c)’ın verdiği ilimin mahiyeti nedir?” Bilmem, üzerinde düşünün. Ben, insanların en bilgilisinin Hz.Adem olduğuna inanırım. Çünkü ona öğreten bizzat Allah (c.c)’tır. Diğerleri, mesela Peygamberimiz (s.a.v) vahyen almıştır. Biri vahiy, diğeri talim. Vahiy talim ve öğretmek değildir, seslenmektir. المطر من السحاب [ فأنبتنا فيها من كل زوج ] أى فأنبتنا في، [ وأنزلنا من السماء ماء ] أى وآنزلنا لحفظكم وحفظ دوابكم بديع الخلق والتكوين، ومن كل صنف من األغذية واألدوية [ كريم ] أى كثير المنافع، األرض من كل نوع من النبات Sizi ve hayvanlarınızı korumak için bulutlardan -yağmur indirdik. Böylece yeryüzünde her türlü bitki ve her çeşit gıda ve ihtiyaç maddeleri bitirdik. Âyetteki kerim, çok faydalı ve yaratılış ve oluşumu güzel manasınadır. Buraya kadar fiiller hep 3. şahıs, ‘yarattı, yaydı, koydu’ şeklindeydi fakat bir anda أنزلناdiye 1.şahış çoğul’a geçti. Buna iltifat sanatı diyoruz, daha önce geçmişti. Gökyüzünden su indirdik ayetini hep yağmur olarak tefsir etmişlerdir. Fakat yerin altında depolanan, denizlerde toplanan suyun kaynağı yeryüzünde değildir. Allah (c.c) yarattığında yeryüzünde su yoktur. Dünyaya sonradan gelmiştir, indirilmiştir. Ilk dünya yaratıldığında insana uygun değildi. Allah (c.c) daha sonra değişiklikler yaptı. Ve insanın yaşamasına uygun hale getirdi. Ayetleri sırayla okursanız, yeryüzünün ilk zamanlarda yaşamaya uygun olmadığını anlarsınız. Dolayısıyla 6 suyun indirilmesini yağmur olarak düşünmek, eksik bir düşünce olur. Allah (c.c) kendi katından su indirdi, verdi. Yoksa Allah (c.c) bilmiyor mu bulut demesini? Müfessirler diyor ki sema kelimesi bulut için ‘mecaz-ı mürsel’ olarak kullanılmıştır. Yani Allah (c.c), bulutu kastederek, sema dedi; veya “zikrü el-mehal, iradetü el-hâl” alakası ile sema, mecaz-ı mürseldir. Bitki’den kasıt, herşeydir. İnsanların çocukları da bitkidir. Çünkü onlar da çift. Kur'an-ı Kerim’de inbat manasında insan içinde kullanılıyor. Hz.Meryem hakkında kullanılıyor. Demek zevc kerim’e insanlar, hayvanlar, bitkiler dahildir. Zevc’lerin kerim olarak nitelenmesi, insanın bitkilerin soylarıyla oynamasını yasaklıyor. Şerefli, asil çiftlerin kendi çiftini devam ettirmesini bozmayın; siz müdahale ederseniz kerim olmaktan çıkar diyor. Mesela bitkilerin DNA’sı değiştiriliyor, veya başka şekilde çiftleştiriliyorlar. Tabi buna aşılamak dahil değil. Değiştirmek ayrı. Mesela çekirdeksiz meyveler. Kerim, faydası ve menfaati çok değil; asaletli, asil, şerefli demektir. Sabuni ile anlaşamıyoruz burada. ، فأنظروا في السمرات واألرض، هو من مخلوقات هللا، [ هذا خلق هللا ] أى هذا الذي تشاهدونه وتعاينونه أيها المشركون ثم أخبروني، وبديع صنعته، ثم تفكروا في آثار قدرته، وسائر ما خلق هللا، والحيوان، والنبات، واإلنسان التي عبدتموها من دون هللا ؟ من األوثان واألصنام ؟ وهو، [ فأروني ماذا خلق الذين من دونه ] ؟ أى أي شيء خلقته آلهتكم وبآلهتهم المزعومة، سؤال على جهة التهكم والسخرية بهم 11. Ey Müşrikler! Sizin gördüğünüz bu şeyler, Allah'ın ya-rattıklarındandır. Göklere, yere, insanlara, bitkilere, hayvanlara ve Allah'ın diğer yarattıklarına bakın da, O'nun kudretinin alâmetlerini, eşsiz sanatını düşünün ve bana söyleyin, Allah'ı bırakarak tapmış olduğunuz ilâhlar, putlar ne yarattı? Hadi bana gösterin! Bu, onlarla ve iddia ettikleri ilanlarıyla alay yollu bir sorudur. Müfessirlere göre okunuşu halkullah, yani ‘masdar bi mana meful’. Bunlar Allah (c.c)’ın yarattıklarıdır. Ben bu manaya katılmıyorum. Bence doğrudan doğruya masdar olarak almak lazım; yani bu, Allah (c.c)’ın yaratmasıdır, Allah (c.c)’ın yaratması işte budur! manasındadır. Sondaki soru, aslında cevabı olmayan bir sorudur; muhatabı cevaptan aciz bırakacak bir sorudur. Aslında Allah (c.c) buna cevap falan istemiyor; zaten muhataplarında verecek cevapları bulunmuyor. فقال سبحانه [ بل الظالمون في ضالل مبين ] أى بل، ثم أضرب عن تبكيتهم إلى التسجيل عليهم بالضالل الواضح، وعبدوا ما ال يسمع وال، ألنهم وضعوا العبادة في غير موضعها، وضالل واضح ما بعده ضالل، المشركون في خسران ظاهر يكون أحط، وترك خالقا عظيما مدب ار، ألن من عبد صنما جامدا، فهم أضل من الحيوان األعجم، وال ينفع وال يضر، يبصر . شأنا من الحيوان Sonra Yüce Allah, onları susturmayı bırakıp, apaçık sapıklık içinde olduklarını tescil etmeye yönelerek şöyle buyurdu: Bilakis müşrikler, apaçık bir zarar ve en derin bir sapıklık içindedirler. Çünkü onlar, tapılmayacak şeylere taptılar ve işitmeyen, görmeyen, fayda veya zarar veremeyen şeylere ibadet ettiler. Onlar yabanî hayvandan daha sapıktır. Çünkü cansız puta tapan ve kâinatı yöneten Yüce Yaratıcıyı bırakan kimse, hayvandan daha aşağı olur. Allah (c.c)’ın varlığına bunca delil varken, bunu inkar edenler hem zahiren hem de batınen küfür ve delalet içindedirler, ve ancak hayvandan aşağı olabilirler. 01.12 – Lokman : البالغة : تضمنت اآليات الكريمة وجوها من البالغة والبديع نوجزها فيما يلي . ] وضع المصدر للمبالغة [ هدى ورحمة للمحسنين- 1 Edebî Sanatlar Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz: 1. Güzel davrananlar için bir hidâyet ve bir rahmet... âyetinde mastar, mübalağa için kullanılmıştır. 7 Hüda kelimesi masdardır. Fakat burada kullanıldığı mana hâdi’dir. Yani ismi fail. Ismi fail yerine masdar kullanılmış ki, sıfat yerine masdarın kullanılması bir mübalağa sanatıdır. Gerek isme gerek sıfata delalette masdar; sıfattan, ismi failden, ismi mefulden daha güçlüdür. Onun için bu ayette mübalağa yapılmıştır. Burada mübalağa, hidayetin kendisindede olabilir, hidayete erenlerin miktarında da olabilir; 2 yönde bir mübalağa söz konusu. Bu Kur'an-ı Kerim çok sayıda kişiyi hidayete erdirir; birde okadar güçlü bir hâdidir ki, onun hidayete erdiremediğini başka kimse erdiremez demektir. . اإلشارة بالبعيد [ تلك آيات ] عن القريب [ هذه ] لبيان علو الرتبة ورفعة القدر والشأن- 2 2. "Onlar âyetlerdir" cümlesinde, uzak için kullanılan işaret ismi, yakın için olan yerinde kullanılmıştır. Bu, âyetlerin mertebesinin yüceliğini, kadir ve sânının yüksekliğini ifade eder. Aslında bu ayetler insanlara çok yakındır, uzaklarında değildir. Ama buna rağmen تلكkullanılmasının sebebi, ayetlerin kadru kıymetinin yüksekliğini beyan etmek içindir. أولئك على هدى من ربهم وأولئك هم ] لزيادة الثناء، اإلطناب بتكرار الضمير واسم اإلشارة [ وهم باآلخرة هم يوقنون- 3 . كما أن الجملة تفيد الحصر أى هم المفلحون ال غيرهم، عليهم والتكريم لهم 3. "Onlar, âhirete de kesin olarak iman edenlerin ta kendileridir. İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzerinediıier. Onlar, kurtuluşa erenlerdir" âyetlerinde, zamirin ve işaret isminin tekrarlanmasıyle itnâb yapılmıştır. Bu, onlara çok değer verildiğini ve onların çokça övüldüğünü ifade eder. Bu cümle, aynı zamanda hasr ifade eder. Yani, kurtuluşa erenler, başkaları değil, onlardır. Ayette همve وأولئكçokça tekrarlanmış. Bunların ayete getirdiği ilave bir mana vardır. Burada bahsedilen kimselere övgüde bir mübalağa vardır. Biz buna icaz’ın karşılığı olarak ıtnâb deriz. İcaz kısaltmak iken, ıtnab uzatmaktır. Bu uzatmalar, adı geçenlerin yüceliğinin, değerlerinin yüksekliğinin belirtilmesi içindir. Ayrıca bu tekrarlar birde tahsis veya hasr ifade eder ki, sadece onlar hidayete erenlerdir manası taşımaktadır. ، االستعارة التصريحية [ ومن الناس من يشتري لهو الحديث ] شبه حالهم بحال من يشتري سلعة وهو خاسر فيها- 4 . )واستعار لفظ يشتري لمعنى يستبدل بطريق (االستعارة التصريحية 4. "İnsanlardan öylesi var ki, boş lafı satın alır" cümlesinde, istiâre-i tasrîhiyye vardır. Bunu yapanların durumu, mal satın alıp zarar eden kimsenin durumuna benzetilmiş ve "satın alır" lafzı istiâre-i tasrîhiyye yoluyla, "değiştirir" mânâsında müsteâr olarak kullanılmıştır. Bu ayette aslında bir satın alma yok, tebdil vardır. Allah (c.c)’ın kelamı yerine boş sözler konuşmuş. Kur'an-ı Kerim dinlenmesine mani olmak, ticaret olarak ifade edilmiş, biz buna istiare-i tasrihiyye diyoruz. Aslında bir durum, bir vaziyet, başka bir vaiyete benzetilmiş. Yani istiare-i temsiliyye demek daha doğru olurdu. Ama alakası benzetme olduğu için mecazın çeşitlerinden olarak istiare seçmiş müfessir. Fakat hatırladığım kadarıyla mecazın fiilde yapılması halinde, alaka ne olursa olsun, ona istiare demezler; mecaz-ı akli derler. Çünkü bir fiilin başka bir fiil yerine kullanılması aklen bulunacak bir kullanımdır. Dolayısıyla burda eğer bir halin; ticaret yapan ve kaybeden kimsenin hali, şarkı dinleyip Kur'an-ı Kerim dinlemeyen kimsenin hali gibidir- manasını alırsa, istiareyi temsiliyye var. Ama yok, satın almak fiili, mecazen değiştirmek manasına kullanıldı diyorsanız mecaz-ı akli vardır. Doğrusu budur. Müfessir burayı karıştırmış. . ) فهو تشبيه (مرسل مجمل، التشبيه المرسل المجمل [ كأن في أذنيه وقرا ] ذكرت أداة التشبيه وحذف وجه الشبه- 5 5. "Sanki kulaklarında ağırlık vardır" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı söylenmiş, vech-i şebeh söylenmemiştir. Böylece mürsel mücmel bir teşbih olmuştur. Burda كأنteşbih edatı getirilmiş, ama bu Kur'an-ı Kerim dinlemeyen ve geri dönüp giden kişinin bu hali, sağı bir kimseye benzetilmiş. Burada teşbih edatı mevcut olduğuna göre istiareden bahsetmiyoruz; teşbih ten bahsediyoruz. Peki hangi yönden benzetilmiş? bilinmiyor. O zaman bu mücmel teşbihtir. Bunu biz bulmaya çalışalım dersek; mesela sesler nasıl sesler sağırlara fayda vermiyorsa, bu kimselere Kur'an-ı Kerim okumak da fayda vermiyor benzetmesi olabilir. . واستعمالها في الشر سخرية وتهكم، أسلوب التهكم [ فبشره بعذاب أليم ] ألن البشارة إنما تكون في الخير- 6 6. "Onu, elem verici bir azapla müjdele" cümlesinde alay üslûbu vardır. Çünkü müjde, sadece hayırda olur. Müjdenin şerde kullanılması alay ve istihza ifade eder. Kötü birşey ile insan müjdelenmez ki? O halde tebşir kullanılmasının özel bir manası olmalı. Bu sanata uslubu’ttehekküm diyoruz. Tebşir kullanılarak muhatap ile alay edilmiş oluyor. 8 ثم التفت، وبث ] وكلها بضمير الغائب، وألفى، [ خلق: االلتفات من الغيبة إلى التكلم [ وأنزلنا من السماء ] بعد قوله- 7 . وهذا من المحسنات البديعية، وتوفية لمقام االمتنان، [ وأنزلنا ] تعظيما لشأن الرحمن: فقال 7. "yarattı, attı ve yaydı" şeklinde III. şahıs kipi fiillerden sonra, Gökten indirdik, şeklinde I. çoğul kipinin kullanılarak III. şahıstan I. şahsa dönüş (iltifat) yapılmıştır. Bu, Allah'ın şanını yüceltmeyi ve nimet elde etme makamının hakkını tam vermeyi ifade eder. Bu da edebî sanatlardandır. Bu değişikliğe belağatte iltifat derler. 3. şahıstan 1.şahısa geçmiş. Bu iltifatın kullanılmasının sebebi, Allah (c.c)’ın şanını yüceltmek, Rahmanın şanını yüceltmek. Buna muhassinat bedi’iyye denir; yani gerek ifadeyi, gerek lafzı güzelleştiren sanatlardandır. Zaten belağatte sanatları 3 kategoride inceleyeceksiniz; Beyan sanatları, Meani sanatları, Bedi sanatları. İltifat sanatına aslında hem Meani hemde Bedi çeşitlerine katabilirsiniz. Ama müfessir Bedi sanatlardan saydı. . إطالق المصدر على اسم المفعول مبالغة [ هذا خلق هللا ] أى مخلوقه- 8 8. "Bu, Allah'ın yarattığıdır" cümlesinde, mübalağa ifade etmek için, ism-i mef ûl yerine mastar kullanılmıştır. Bunu daha önce söylemiştik, ayetin tefsirinde. Bunlar Allah (c.c)’ın yaratmasıdır, diğerleri ne yaratmış? Yaratma diye birşey mi var öbürlerinde? Yaratma kudreti mi var? Müfessir burada ismi meful yerine masdar kullanılmıştır diyor, bu tefsirin yarısıdır. Masdar, mecaz olmadan kendi halinde masdar olarak kullanıldı yorumu da güzeldir. االستفهام للتوبيخ والتبكيت [ ماذا خلق الذين من دونه ] ؟- 9 9. "Allah'ın dışındakiler ne yarattı?" sorusu, kınama ve susturma ifade eder. Bu sorunun cevabı aranmıyor, istifham mecaz manada kullanılıyor. ] وللتسجيل عليهم بغاية الظلم والجهل [ بل الظالمون في ضالل مبين، وضع الظاهر موضع الضمير لزيادة التوبيخ- 10 . بل هم في ضالل مبين: وكان األصل أن يقال 10. Bilakis o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedir" cümlesinde, daha fazla kınamak ve onların son derece zâlim ve câhil kişiler olduğunu tescil etmek için, zamir yerine açık isim kullanılmıştır. Bu mânâlar kastedilmeseydi: Bilâkis onlar, apaçık sapıklık içindedir" denilirdi. Burada hüm diyebilirdi. Ama Allah (c.c) zamir yerine zahir isim kullandı. Zamir yerine açık ismi koymak bir sanattır. Böylece onları suçlamada mübalağa ediyor. Çünkü burada, ayetin akışına göre bakarsanız, zamir ile söylemek gerekirdi. الكتاب الحكيم ] ويسمى هذا النوع، زوج كريم، جنات النعيم، مراعاة الفواصل في الحرف األخير مثل [ عذاب أليم- 11 وهو كثير فى القرآن الكريم، خاليا من التكرار، وكان سليما من التكلف، في علم البديع " سجعا " وأفضله ما تساوت فقره . في نهاية اآليات الكريمة 11. gibi âyet sonlarında, fasılalara riâyet edilmiştir. Edebiyatta bu sanat türüne seci' denilir, Seci'nin en üstünü, fıkraların (birden çok harfin) birbirine eşit, tekellüf ve tekrardan uzak olmasıdır. Bu, Kur'an-ı Kerim âyetlerinin sonlarında çok bulunur. Ayet sonlarının birbirine benzemesi sanattır. Nesir de buna seci, nazımda kafiye denir. Burada buna benzer bir durum var. Bu bir nevi seci’dir. Fakat buna seci denmez, fasılaların birbirine benzemesi denir. Burda da 2 harf benzemesi var, tek harften daha güzeldir. Ama zorlamadan uzak olması lazım. : فائدة [ ألن موضوع (الحكمة) قد تكرر فيها، وصف الكتاب بالحكمة في هذه السورة [ الكتاب الحكيم ] مناسب لجو السورة الكريمة على طريقة القرآن فى التنسيق بين األلفاظ، ولقد آتينا لقمان الحكمة ] فناسب أن يختار هذا الوصف من أوصاف الكتاب المجيد . والمواضيع Faydalı Bilgiler Bu sûrede, Kitab'ın, Hikmetli kitâb denilerek, hikmet vasfıyla nitelenmesi, bu mübarek sûrenin atmosferine uygundur. Çünkü hikmet konusu, sûrede tekrarlanmıştır: "Biz Lukmân'a hikmet verdik" buyurulmuş, dolayısıyle, Kur'an'ın, lafızlarla konular arasında uygunluk sağlama üslûbuna göre, bu yüce kitabın sıfatları arasından "hikmet" vasfının seçilmesi uygun düşmüştür. Tamam, burada kalalım. 11 ayet Sabuni’nin tefsir medtodunu anlamanıza yeterlidir. Nasıl tefsir ediyor? Önce her sureye bir giriş, mukaddime yapmış, ve suredeki konuları özetlemiş. Sonra ayetleri grup grup ayırmış. Herbir gruba, 9 kelimeleri vererek başlamış, garip kelimeleri izah etmiş. Varsa nüzul sebebini vermiş. Sonra kelime kilme izah etmiş. Bu izahlarda alakalı ayetler, hadis, sahabe-i kiram kavli varsa zikretmiş, diğer tefsirlerden tercşh ettiği bilgileri aktarmış. Sonra ayetlerdeki belağata işaret etmiş. Son olarak ayetteki nükteyi vermiş. Bu kadar. Dikkat ederseni kıraat farklılıklarına hiç girmez. Ya bilmediğinden, ya da kullanmadığından. Sabuni’nin metodu bu. Bundan sonra, mushaftaki sıraya göre sizden birisi tefsir etsin. 06.12 – Bakara 67-73 @Üsame: Şimdi anlatacağımız kıssa, son ilahi kitabın en büyük suresine adını vermiş olan kıssadır. Razi’nin tefsirinde ve diğer tefsirlerde rivayet edildiğine göre, İsrailoğulları zamanında zengin bir adam var. Bu adamın bir oğlu ve yeğenleri var. Bunlar mirasa konman istiyorlar ve yeğeni(?) öldürüyorlar. Sonra da, sanki başkası öldürmüş gibi, başına üşüşüyorlar. Olay gittikçe büyüyor, birbirlerine suç atıyorlar vs. ve Hz.Musa’ya gidiyorlar. O zaman istiyorlar ki Rabbimiz bu meseleyi bize açıklasın. Ayette acip bir durum var; cevap, sorudan önce verilmiş. Yani önce İneği öldürme meselesi olacak, daha sonra neden öldürülceğini açıklıyor. Elmalılı’ya göre böyle olmasının sebebi, olayı sınırlamamaktır. Önce soru sonra cevap verilse tek bir olaya sınırlanmış olur. Ama bu ineğin kesilmesi meselesi, pek çok hikmetler içerdiğinden ilk bölüm sona alınmıştır. İsrailoğullarında zaten ineğe tapma gibi bir inanç mevcut. Mısır toplumu, tarihi tespite göre bunlar putperest. En büyük ilahlarını temsil eden ‘apis öküzü’ dür. Mısır toplumunun bu inancından beni israil etkilenmiş. Mesela Hz.Musa Tur-i Sina’ya çıktığında Samiri altın bir buzağı yapıyor. Burdan anlaşıldığı üzere, Allah (c.c) beni israile bir ineği kestirerek şirk inancını yok etmek, tevhid inancını ikame etmek. Kesmemekte direnişleri de, tevhid inancına olan direnişleridir. ِ ُ {وِا ْذ َقال موسى لَِقو ِم ِه ِإ َّن هللا يأْمرُكم أَن تَ ْذبحوا بَقرة َقاُلوا أَتَتَّ ِخ ُذنا ه ُزوا َقال أَعوُذ ِباهلِ أَن أ ِِ ]67/2 : البَق َ ِرة ْ ًَ َ ُ َ ْ ْ ُُ َ َ َ َكو َن م َن اْل َجاهل ُ َ ً ُ َ َ ُورة َ [س ْ َ ُ ين َ ُ َ Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti. Daha önce bahsettiğimiz sebebten dolayı Allah (c.c) onlara inek kesmelerini emrediyor. Beni israil diyor ki sen bizi dalgaya mı alıyorsun? Bunun sebebi, öncelikle o toplumsal anlayışta inek kesmek çok büüyk bir olay, sen nasıl böyle bir şey emredersin manasında. Birde, biz senden katili söylemeni istedik, senin söylediğin şeye bak manası vardır. Beni israilin nübivvet makamı karşısındaki tutumu böyle saygısız.Daha asıl olayı bilmiyoruz, çünkü sonra anlatacak. “Bedrettin hoca; Daha doğrusu inek kesmenin sebebini daha sonra beyan edecek.” Hz.Musa ise, benim bulunduğum nübüvvet makamıdır, bu makamda alay olmaz diyor. ِ ِ َّك ُيَبِِّي ْن َلَنا ما ِهي َق ]68/2 : البَق َرِة َ ٌول ِإَّن َها َبَق َرة ٌ ض َوالَ ِب ْكٌر َع َو ٌ ال َف ِار َ { َقاُلوا ْادعُ َلَنا َرب َ ُورة َ [س ُ ال إَّن ُه َيُق َ َ َ ُ ان َبْي َن َذل َك َفا ْف َعُلوا َما تُ ْؤ َم ُرو َن "Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa: Allah diyor ki: "O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi. Şimdi onlar işi yokuşa sürmeye başlıyorlar. Bu süreç bir bakıma tevhide karşı direniş sürecidir. Mutasavvıflar tarafından mesela inek, aslında bizim Allah (c.c)’a yönelişimizdeki engeller manasında alınmıştır; kimisi için para, kimisi için mal, evlad-ü iyal vs. bunlar tevhide engel manasındadır. O bağları kesip Allah (c.c)’a kurban ettiğimiz zaman, maneviyat olarak bölünmüş hislerimize vurduğumuz zaman canlanacak, hislerimiz dirilip konuşan adam gibi hakikati bize söyleyecektir diye ifadeler var. “Bunlar biraz tasavvufi bir takım görüşler. Avam tarafından çoğu kere yanlış anlaşılan görüşler. Onun için Sufiler bu görüşlerini saklarlar, kendilerinden olmayanlara söylemezler. Kendilerinden olursan o zaman söylerler bunları. Yani nefsi öldürme… Sufi ve öldürme kelimesini aynı cümle içerisinde kullanmak bile yanlıştır. Sufi yaşatmak için vardır. Avamdan birinin öldürme ile Sufi’yi birlikte düşünmesi mümkün değil, onun için halka anlatırken dikkatli olmak gerekir. Anlatırsanız fitneye sebeb olursunuz.” İneğin özellikleri; kart ve kocamış olmayacak; çok tezede olmayacak- bu ikisi arası dinç bir inek olacak. Yapmanız gerekeni yapın cümlesi, tıpkı daha önceki gibi bir emir, fakat beni israil yine değişmiyor. 10 “Beni İsrail neden nasıl bir inek, nitelikleri nedir demiyorlar? Bildikleri inek onlara bir anlam ifade etmiyor. İnek öldürerek nasıl katili öğreneceklerini kafaları almıyor. Yani içinde bulundukları müşrik toplumdan etkilenmişler; inek bir tanrıdır nasıl keseriz, ne işe yarar diyorlar. Bu bize, müşriklerin içinde yaşamama emrini ihtiva ediyor. Kötülerle beraber olursan onlardan biri olursun. Kötülükleri görmemeye, aldırmamaya, yapmaya başlarsınız. Peygamberimiz (s.a.v)’in hicretinde de bu yok mu? Müslümanların asimile olmamaları için hicreti emretmiştir. Baskın olan kültür, geri olan kültürü yok eder. Beni israil aslında baskın kültüre sahip olan millettir, çünkü ehl-i tevhiddirler.” “Beni İsrail 2 sebeble ineği kesmek istemiyor; para gidecek ve katil orataya çıkacak. Dolayısıyla karşı çıkanlar katil ve çevresi. Fakat ayet ‘siz’ dediğine göre hepsi aynıdır demek istiyor. Siz para için milleti öldürecek kadar aşağı bir kavimsiz manasındadır. Kıssalarda Beni İsrail’in kullanılması, kötülük için bir prototiptir. Aslında bu tüm toplumlarda var, ama Kur'an-ı Kerim bize bunu canlı bir örnek ile anlatıyor. O zaman kötülüklerin en ideal timasli o çevrede yaşayan Yahudiler ve atalarıdır.Yani Kur'an-ı Kerim bi aynihi bir kavmi anlatmıyor, bütün kavimlerde mevcut hasleti o kavimde görmemizi sağlıyor. Tüm kavmi kötü göstermez, zaten bu vakaya aykırıdır; Kur'an-ı Kerim vakaya aykırı davranmaz.” ِ ِ { َقاُلوا ْادع َلنا ربَّك يبِين َلنا ما َلونها َقال ِإَّنه يُقول ِإَّنها بَقرةٌ صْفر ]69/2 : البَق َ ِرة َ اء َفاق ٌع َل ْوُن َها تَ ُسُّر الَّناظ ِر َ ُورة َ [س ُ ين ُ َ َ َ َ َ ُ َ ُ َ َ ُ ْ َ َ ْ َِّ ُ َ َ َ ُ Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir" dedi. Burada vasıflarını tekrar ederek, cümlenin sonunda ‘haydi yapın!’ emri var, fakat hazf edilmiş. Ve direnişleri devam ediyor. ِ َّ ِ ِ ِ َ { َقاُلوا ْادعُ َلَنا َرب ]70/2 : البَق َ ِرة َ ُورة َ [س ُ اء هللاُ َل ُم ْهتَُدو َن َ َّك ُيَبِّي ْن َلَنا َما ه َي إ َّن اْلَبَق َر َت َش َاب َه َعَلْيَنا َواِنا إ ْن َش "(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler. İnşallah demesini, bazı müfessirler tekrar dalga geçiyorlar anlamışlardır. Allah (c.c) isterse buluruz, yoksa bulamayız falan. “O mana haricinde, birde böyle bir ineği bulmak gerçektende zor olsa gerek. 40 sene aradılar deniyor- mübalağadır. Fakat onlar zorlaştırdıkça Allah (c.c)’ta onlara zorlaştırdı. Şartlar her serefinde ağırlaştırılıyor. Bu tür vasıflarda bir ineği bulmakta zor olsa gerek.” ِ ِ َّ وها َو َما َك ُادوا َ يها َقاُلوا َ اآلن ِج ْئ َت ِباْل َح ِِّق َف َذ َب ُح َ اْل َح ْر َث ُم َسل َم ٌة الَ ش َي َة ف ]71/2 : البَق َرِة َ ُورة َ [س ُ ِ ُ{َقال ِإَّنه يُقول ِإَّنها بَقرة الَ َذل ض َوالَ تَ ْس ِقي ٌَ َ َ ُ َ ُ َ َ ول تُث ُير األ َْر ٌ َيْف َعلُو َن (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi. Boyunduruk takılmamış bir inek emrediyor. Tarlaya çıkmamış, çifte koşulmamış. Genç olacak. Vahşi değil. “Öküzün ziraatte kullanılması meselesi şu şekilde oluyor; nil kenarında su dolapları vardır. Akıntının yetersiz olduğu yerlerde, o dolpaları hayvanla çevirirler. Mısır’da bu işi yapan öküzlerdir. Beni İsrail öküzlerin kullanılışını orda görmüşlerdir. Dolayısıyla bu hadise baştan sona, Beni İsaril’in mısır’da yaşadığı kültürü bizim bilgimize sunuyor. Beni İsrail eğer kendilerine َ تَ ْسقِي ا ْل َح ْرbu manadadır. Bu vaadedilmiş topraklarda kalsalar, bu kültüre yabancı kalacaklardı, fakat Mısır’dan öğrendiler. ث dolaplarda kullanılmamış olacak. Boyunduruk takılmamış olacak. Sapsarı, parlak olacak. Böyle bir inek olacak. Yaşlı değil, boğaya çekilmemiş de değil. Nereden bulacaksın bunu? Sen zorlaştırırsan bizde zorlaştırırız. Katili öğrenmek istiyorsan bul.” Böyle bir inek buluyorlar. Bunu hakkında şöyle bir rivayet var: Beni İsrail’de salih bir zat var. Onun bir çocuğu oluyor. O da ineğini çocuk adam olana kadar Allah (c.c)’a emanet ediyor ve ineği salıyor. Işte buldukları inek bu. Adam gelip ineğine sahip çıkıyor, ve çok pahalıya satıyor; bazı rivayetlerde derisi dolu altın diyorlar. “Mil’ul Meski Zeheben tabiriyle ifade ediliyor- postu dolusunca altın istiyorlar. Mirasın çokluğunu anlayın işte. Beni İsrail için paradan başka birşeyin değeri yoktur. Zaten onlara göre birkaç gün azaptan başka birşey yok. Tüm mesele para meselesi, halen de öyledir.” ِ {واِ ْذ َق َتْلتُم نْفسا َف َّاد أ ِ ]72/2 : البَق َرِة َّ يها َو َ ُورة َ [س َ َ ُ َّللاُ ُم ْخرٌج َما ُك ْنتُ ْم تَ ْكتُ ُمو َن َ ارْتُ ْم ف ً َ ْ Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. 11 Şimdi olayın başına döndü Allah (c.c). Bir insan öldürdünüz de aranızda çekiştiniz. Allah (c.c)’ın sırları ortaya çıkarması, ilm-i ilahi’nin sonsuzluğunu ortaya koyuyor. Hem geçmişe, hem geleceğe bir anda tabi oluyor. Bizim bağlı olduğumuz zaman Allah (c.c) için yok. ِ ِ ِ {َفُقْلنا ِ َّ ِ ِ ُ ضها َك َذلِك يحِيي هللا اْلموتَى وي ِر ]73/2 : البَق َرِة ْ َ ُْ َ َ ُورة َُ َْ ُ َ [س ُ يك ْم َآياته َل َعل ُك ْم تَ ْعقلُو َن َ اضرُبوهُ ب َب ْع "Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir. Kıssa’ya göre maktül kısa bir süreliğine diriliyor, maktülün adını söylüyor, ve tekrar ölüyor. Bu olay hakkında ilginç yorumlar var. Birine göre, bu inek değil yarasadır; Yarasanin hipofiz bezi hipotalamus ile insanın kısa süreliğine hayata dönmesi mümkündür. “Burda açıkça adamın dirildiğini söylememiş. Kur'an-ı Kerim’de kıssalar son derece eksik olarak anlatılmıştır. Hadisenin tamamı verilmemiştir. Anlatılmak istenen konuya delalet edecek ayrıntılar verilmiş. Bakın ‘ölüye vurun’ cümlesi olayın can damarıdır. Buna bir sürü soru soracaksın; neden vuruyorsun, maksat ne, neresine vuracaksın… Hepsi bu cümlede gizli. Kur'an-ı Kerim’in icaz’ı budur. Eğer bu ayrıntılar gerekli olsaydı Kur'an-ı Kerim verirdi. Burdan çıkan sonuç; hayvanın herhangi bir parçasını alın, ölünün neresine isterseniz vurun, katili öğreneceksiniz. Belki vurulan yerden öyle bir ses çıkar ki, katilin ismidir o. Maktül katilin kimliğini bir şekilde bildirir. İlla dirilmesi gerekmez. Bu dirildiği, kısa süre konuştuğu, tekrar öldüğü müfessirlerin uydurması. Önemli olan katilin isminin belli olmasıdır. Dirilme birçok şekilde olabilir, illa bedenen olmak zorunda değil. Bir tevil de, bu olay gelecek nesiller arasında kan davasını bitirdiği için, onları ihya etmiş hükmünde olur şeklindedir. Bu tevil Kur'an-ı Kerim’in diğer ayetlerine de uygundur (kim bir insanı ihya ederse, tüm insanlığı ihya etmiş gibidir). Bunlar sonuçta yorumdur. Bu ayeti siz ahiretin ayeti olarak bilmelisiniz. Adamda herhalde dirilmiştir.” 08.12 – Tevbe 128-129 @Kutluboğa: Tevbe Suresi 113. Suredir- elmalılı ya göre sonuncu. Anlaşmayı bozan müşriklerle fesih bildirimi, ultimatom, ehl-i kitap ile ilişkiler vs. 128 ve 129 Ubey bin Ka'b'ın görüşüne göre bu ayet Kur'an'ın en son inen ayetleridir. Bedrettin hoca kabul etmez. Üsluba göre mekki olabilir. Hz. Ömer bu ayetler için 2 şahit istememiştir. Özet; sizden bir peyg, 5 sıfat, merhametinden, allah teselli ediyor. سول ُ لَقَ ْد َجاء ُك ْم َر Andolsun size bir Peygamber geldi Resul kavramı, yeni bir kitap ve şeriatla gelen peygamberler için, nebi ise, kitap ve şeriat getirsin ya da getirmesin bütün peygamberler için kullanılan bir terimdir. (yahya, harun)- (razi) “rasûl” kelimesi kur’ân’da 58 adeddir. “er rasûl” kelimesi kur’ân’da 58 adeddir. içinde “rasûl” kelimesi bulunan tevbe sûresinin 128. Âyeti 58 harfdir ِم ْن أَنفُ ِس ُك ْم Kendinizden, kendi aranızdan Ö.N.Bilmen ‘cinsinizden’ yani insan Minküm olmaması, daha kişisel, canınızdan (kutub) Arapların arasından geldi – nimetin zikredilmesi (kurtubi) 12 Arapların en asilidir- sizin asıl kendinizden (razi) Ümmeti en iyi anlayacak o dur, cin değil Her toplum eğitimcisini kendinden seçmeli (bayraklı) Kendi içinden peyg inanmak bağımsızlıktır, çünkü kendi kavminden çıkana inanmak kibiri yenmektir (elmalılı) el-Mekkî rivayeti; En-fesikum okunur, Resul sizin en şereflinizdir (büyük kuran tefsiri) peyg sıfatlarına başlıyor; َع ِزيز َعلَ ْي ِه َما َعنِت ُّ ْم O azizdir, sıkıntıya düşmeniz onun gücüne gider Aziz den sonra cim var, durak Aziz, ale ile zor gelmek manasında Sibak; size zor gelen, ona da zor gelir; sizden biridir (besairul kuran) Sıkıntıdan maksat hem dünya hem cehennem (besairul kuran) Size zorluk getirecek bir şey istemez, sünneti takip edin ki kurtulasınız (razi) siyak açısından güzel َح ِريص َعلَ ْي ُكم size pek düşkün Sizin kurtulmanız için kendini feda edecek kadar hırslı, düşkün بِ ْال ُمؤْ ِمنِينَ َرؤُوف َّر ِحيم mü’minlere şefkatli ve merhametlidir Başka peyg 2 isim almaz peyg mükemmel ahlakına işaret Mumin takdim edilmesi hasr getirir فَإِن ت َ َولَّ ْواْ فَقُ ْل Eğer yüz çevirirlerse de ki Teselli, emniyet Telvin-i hitab Tevbe suresindeki mükellefiyetler, peyg iman, itaat vazgeçerse O kadar rahmetli bir peyg yüz çerivmenin ne kadar akılsızca olduğuna işarettir Dua öğretiyor, sabah-akşam 7 defa herşeye yeter ي اللُ ال ِإلَـهَ ِإالَّ ُه َو َ َح ْس ِب Bana Allah yeter, O’ndan başka ilah yoktur Tüm alem senden yüzçevirse önemli değil, Allah (c.c) yeter َُعلَ ْي ِه ت َ َو َّك ْلت Ben ancak O’na tevekkül ettim Ben bana düşeni yaptım. Tebliğ görevinde olanların tevekkül etmesi 13 Aleyhi takdim edilerek hasr edilmiştir َو ُه َو َربُّ ْالعَ ْر ِش ْالعَ ِظ ِيم ve büyük Arş’ın Rabbi O’dur Azimi büyük arş sıfat – azimu büyük rab sıfat (ibn kesir) Arş, en büyük yaratılmış, yaratılan tüm herşeyi kapsar Öyle bir kimseye tevekkül ettim ki, arşın sahibidir Arş kelime olarak that demektir Tekrar: Peyg bizden olduğu, Sıkıntıya düşmemizi istemediği Ümmetine düşkün Merhametli ve şefkatli Böyle bir peyg ümmet olduğumuz için şerefliyiz Mükemmel ahlak ve sünneti takip etmek önemli Ye’se düşmememiz gerektiği Allah (c.c) ın rızası için çalışmak Tevekkül’ün önemli metod olduğu Allah (c.c)’ın bize yettiği Bu sure, başta ultimatom olduğu gibi, sonda da müslümanlara ultimatomdur. Müminlere çok büyük sorumluluk yüklemektedir. 13.12 – İsra 23-30 @Refik: İsra Kur'an-ı Kerim’de var, ama miraç dediğimiz gökyüzüne çıkma Kur'an-ı Kerim de yok deniyor. Halbuki o da Kur'an-ı Kerim de var. Bu sureye isra adının verilmesi İsra olayından dolayı.Bu sure çok ahkamı muhtevidir. Göreceğimiz ayetlerde ahkam yoğunluğu olan ayetler. Bakalım arkadaşımız ne kadar ahkam çıkaracak göreceğiz. سانًا ِإ َّما يَ ْبلُغ ََّن ِعندَكَ ْال ِكبَ َر أ َ َحدُ ُه َما أ َ ْو ِكالَ ُه َما فَالَ تَقُل لَّ ُه َم أُف َوالَ ت َ ْن َه ْر ُه َما َوقُل َ ََوق َ ْضى َربُّكَ أَالَّ ت َ ْعبُدُواْ إِالَّ ِإيَّاهُ َوبِ ْال َوا ِلدَي ِْن ِإح َّ (ل ُه َما قَ ْوالً َك ِري ًما٢٣) Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Öncelikle; Kur'an-ı Kerim’de müşriklere cevap verebilmek için bazı aşırı tevillere gidilmiş. Mesela ضى َ َ َوقkelimesini değiştirmişler vs. Ben bunlara girmeden bizim ne anlamamız gerektiğini anlatacağım. Bu ayette Allah (c.c) ancak kendine ibadet edilmesini istedikten sonra anne babaya ‘üf’ bile dememeyi emrediyor. Aslında أُفtürkçe’de kullanıldığı gibi değil. Mesela tırnakların içindeki pislik أُفile anlatılıyor. Dolayısıyla alçaltıcı herhangi bir tavır olarak anlamak daha doğru olur. Ayrıca burada anne babaya itaatin Allah (c.c)’a ibadetten sonra gelmesi; bizim için günlük hayatta mübah olan şeylerin, babanın emriyle vacip olduğuna delalet eder. Zira mesela Peygamberimiz (s.a.v)’in hüküm koyma yetkisini verende Allah (c.c)’tır. Dolayısıyla Allah (c.c) anne babaya böyle bir yetki vermiş. İhsan kelimesini itaat ile veya güzel davranmak ile sınırlandırmamak lazım. Cassas burada anne babanın sizinle savaşmadığı durumda onlara ihsan yapmakta beis olmadığını belirtmiştir. Anne babayı Allah (c.c)’ın önüne geçiremezsin. Özellikle müslüman olmadığı durumlarda bu geçerlidir. Haram bir istek olmadığı sürece yerine getirmek gerekir. 14 Lokman 15’de açıklıyor bunu. Size Allah (c.c)’a isyanı emretmesini yerine getirmeyiniz, ama bu ihsana engel değildir manasında. Burada ayrıca ihsan kelimesi üzerine durmak lazım. Bu kelime birçok harfi cer ile kullanılan bir fiil. İleyhi, lehu, bihi ve harfi cersiz mevcut. İyilik etmek, ila ile kullanıldığı manasındadır. Harfi cersiz kullanılırsa, ihsan hadisindeki ihsandır. Burada ise ihsan, ana babaya davranışı, Allah (c.c)’a ubudiyet olarak telakki et demektir. Allah (c.c)’a karşı gelmiyorsan, ana babaya karşı gelmeyeceksin. İşte Allah (c.c)’a ubudiyet ile ana babaya davranış arasında bir paralellik kuruluyor. İhsanın esas manası burada bu olabilir, bi ile kullanılmış, ama bende bakmadım. Ayrıca ehsene bihi, ehsene ileyhi ile aynı manadadır diyen müfessirler de var. Dolayısıyla hem benim dediğim mana, hemde iyilik yapma manası vardır. Esas hüküm budur, Lokman suresinde ki ayet, mutlak itaati, helal olan şeylerde olarak tahsis etmikştir. İsra suresi daha önce nazil olmuş. İşte ihsanı sadece ana babaya iyilik olarak tercüme edenler, eksik tercüme ediyorlar. ضى َ َ َوقkelimesi hüküm vermiştir. Emir ile hüküm arasında da fark var. Bazı alimler işte bu kelimeyi açıklamak için, işte vasa okumuşlar vs. Bunlar da tefsirdir, ama şaz kıraatlerde bile olmayan bir tefsirdir. إِ َّما يَ ْبلُغ ََّن عِندَكَ ْال ِكبَ َرSenin yanında. Şimdi, ana babaya yaşlılık nerede arız oluyor? Huzur evinde. Ana babanızı huzur evine atmayın diyor ayet. Bunun sosyolojik yorumu nedir? Çekirdek aile, İslami bir aile yapısı değildir. Küfür aleminin İslam alemine dayattığı bir yapıdır. Islamı yoketmek amacına hizmet eder. İslamın aile yapısı, birleşik ve büyük aile yapısıdır. O halde çocukları ayrı eve evlendirmek, ayrı ev yapmak, bu ayete aykırı durmak olur. Çocuklarınızı yanınızda evlendiriniz, yanında yaşlanınız; ayet bunu getiriyor. Bunu yapmayan, Allah (c.c)’ın hükmüne karşı gelmiş olur. Birleşik büyük aile olursa, müslüman toplum başarılı olur. Adam Allah (c.c) yolunda cihada gitti, işe gitti; ailesi büyük ailenin içinde kalacak. Gitti de oraya yerleşti, o zaman orada da başka büyük bir aile’ye girecek. Evlenecek orada. Hatunların sayısını artıracak. Kur'an-ı Kerim literatüründe bekar yaşamak diye birşey yok. İlim tahsiline giden öğrencileri hocaları evlendirecek. Kızın ailesinin yanına girecek, veya erkek ailesinin yanına girecek. Çocukların ve torunların büyük aile kültüründe yetişmesi gerekiyor. Aile yapısıyla ilgili bu ayet, Allah (c.c)’a ubudiyet ile çok alakalı. Bize çekirdek ailenin yanlış olduğunu, büyük birleşik ailenin doğru olduğunu belirtir. Peygamberimiz (s.a.v) Medine-i Münevvere’ye gittiğinde Hz.Amine’nin ailesi içinde yaşamaya devam etti. Hz.Amine Medine-i Münevvere’li. Peygamberimiz (s.a.v)’in dayıları var Medine-i Münevvere’de. Bir büyük aileden başka büyük bir ailenin yanına gitti. Kaldı ki Allah (c.c)’ın emri varken aileden üstündür. ْ َو يرا ْ اخ ِف ْ ب َّ َض لَ ُه َما َجنَا َح الذُّ ِل ِمن ً ص ِغ ِ الرحْ َم ِة َوقُل َّر َ ار َح ْم ُه َما َك َما َربَّيَانِي Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et. Burada alçakgönüllü ve merhametli olunması gerektiğini hatırlatıyor. Bir annenin bebeğine karşı duyduğu merhamet misali. İnsan eti insana ağırdır derler. Onları anne şefkatiyle ağırlamak lazım. Ayrıca bir dua öğretiyor. Rahmetten kastın ne olduğunu bilemezsiniz. Hasta olduğunu düşünün, belki ölmesi hem sizin için hem onun için rahmettir. Onun için rahmet dileniyoruz. Hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemeyiz. Belki uzun yaşamaları hayırlı, belki ölmeleri. Neyin hayır neyin şer olduğunu biz bilemeyiz. Babalar büyük aile’yi teşvik etmelidirler. Bu bir kültür meselesidir. Gelin kaynana arasında da bir sıkıntı yoktur. Karısı ve annesi arasında kalandan daha zavallı bir adam yoktur. Çocukluk ve yaşlılık, zaaf zamanıdır. Çocukluk ve yaşlılık arasında ilişkiye işaret ediyor ayet. İnsan hayatında 2 dönem vardır; zaafiyet ve güçlülük dönemi. Çocuklar ve yaşlılar zaafiyet dönemini temsil ederler, gençlik de güçlülük. O halde yaşlılalara, çocuklara davrandığınız gibi davranın diyor ayet. Sen çocuğuna kızmazsın, tehlikelerden korursun vs. Çocukken beni nasıl koruyup kolladılarsa, rabbim sende onları kolla dedi. Bu bir bakımdan da yaşlılara bakmanın çok zahmetli bir iştir, ancak Allah (c.c)’ın rahmeti ile altından kalkılacak bir iştir. Dolayısıyla yetişkinler, kendi hallerinde bununla tam olarak uğraşamazlar. Bu işi yapacak özel birilerinin yetiştirilmesi ve temin edilmesi gerekir, ihtiyaç halinde. Eğer zenginse, hemşire tutacak. Fakirse, devlet ailelere sağlayacak. Türkiye’de de buna dönülüyor yavaş yavaş. Bu doğrudur, huzurevi değil. Büyük aileden, ev havasından koparılmaması gerekir. Yaşlıların bakımını bize terbiye olarak söylüyor ayet çünkü. Çocuk terbiyesi bir ilimdir, aynı şekilde yaşlıları ölüme hazırlama terbiyesi de vardır. Bunu birçok kişi görmez. Mutlu bir yaşlılık yaşayacakları şekilde terbiye edeceksiniz. 15 15.12 – isra 23-30 devamı َ َصا ِل ِحينَ فَإِنَّهُ َكانَ ِلأل َ َّوابِين ورا ً ُغف َ َّْربُّ ُك ْم أ َ ْعلَ ُم بِ َما فِي نُفُو ِس ُك ْم إِن ت َ ُكونُوا Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır. Allah (c.c) sizin kalplerinizde olanı en iyi bilendir. Bu ayetin Rab ile başlaması, yanında ihtiyar anası babası olanları daha çok merhamete teşvik anlamı taşır. Rab, terbiye eden demektir, terbiyede temel duygu merhamettir. Allah (c.c) değil de Rab ile başlanmasının manası budur. Birde anne babanın terbiye fonksiyonuna da vurgu var. Ana babanız sizi Rabbınız gibi terbiye edip geliştirdi demektir. Ana babanızda nasıl rububiyet varsa, sizde onlara karşı bu rububiyet duygusuyla yaklaşın demektir. Tabi bu rabbın içinizdekileri bilmesi demek, insanın içinde gizledikleri bir kısım duyguların varlığını ispat demektir. Insanlar içlerinde duygularını gizlerler. Yani bir manada münafıkça hareket etme temayulü tüm insanlarda vardır. Içinde sakladığı başka, ızhar ettiği başkadır. Allah (c.c)’ın nefislerde olanı en iyi bilmesi demek, insanlar içlerinde duygularını saklarlar demektir. Buaynı zamanda insanlara, kötü duyguları saklamak konusunda tehdittir. Ayetin sibakı ile düşünecek olursa; ana babanıza iyi davranmanız, size kalacak mirasa konmak düşüncesiyle olmasın demektir. Bundan sakındırmak için Allah (c.c) nefislerde olanı en iyi bildiğini haber veriyor. Içinizdeki duygu başka ise, Allah (c.c) bununda cezasını verir, demektir. Bakara suresindeki ayette mensuh falan değildir, muhkemdir. Allah (c.c) size içinizden geçirdiklerinizin hesabını soracak. Içinizden geçenleri değil, geçirdiklerinizi, kasıtlı olarak. Nüfus ile enfus ne fark vardır? İkiside cem-i mükesser, öyleyse mana itibariyle fark yok. Bu kelimenin seçimi, cümlenin akışına, diğer kelimelere uygunluğu sebebiyledir. Ses uyumu, kıraat kolaylığı, dile kolay oluşu mülahazasıyla bu cemi mükesser tercih edilmiş olmalıdır. En doğrusunu Allah (c.c) bilir. Burada ism-i tafdil’i bazıları, sanki mukayese manasıyla meallendirmiş. Bu kullanımda ism-i tafdili, en üstünlük manasıyla meallendirmelisiniz. “çok iyi bilir” meali yanlıştır. “En iyi bilir” diyeceksiniz. İki şey arasında min ile mukayese dışında, mutlak olduğunda, ism-i tafdil en üstünlük bildiren sıfattır. Çok iyi bilir dediğinizde, ondan daha çok bilen vardır manası çıkar. Dönenlerden olun. Anne babanıza bir yanlış yaptıysanız bundan dönün. Hem Allah (c.c)’a dönün, hem yanlıştan dönün. Çok dönmektir. Dönmede mübalağa, bir daha günaha dönmeme şeklinde de düşünebilirsiniz. İsimdir, süreklilik arz eder. Allah (c.c)’a karşı işlediğiniz günahtan vazgeçme konusunda devamlı ve ısrarlı olunursa Allah (c.c) mağfiret eder manasındadır. Burda dönmek, dünyada dönmektir. Allah (c.c)’ın emrine dönmektir. Çünkü herkes ölünce ister istemez Allah (c.c)’a dönecek. Öyleyse Allah (c.c)’ın emrine, ibadete, ana babaya ihsana dönmektir. Evvab ila şeriatihi. Yoksa ilallahi değil. Ayrıca evvabin namazı manasınınıda gözetmelisiniz. Yani hata yaptıktan sonra namaz kılın tavsiyesi vardır. Evvab sufi ıstılahında da vardır. Değer olarak sufi tefsiri ile zahir tefsiri arasında çok fark yoktur. @Refik: Evvabin’in orjinal manası devamlı dönen manasındadır. Ne kadar aynı hatayı yapsada, yine Allah (c.c)’a yönelmekten vazgeçmemek lazım. Burada ayrıca anne babaya da bir ihtar vardır. Çocuklarınızın yaptığına hüsnü zan edin demektir. 16 20.12 – İsra 23-30 ِيرا ِ َوآ َّ ت ذَا ْالقُ ْربَى َحقَّهُ َو ْال ِم ْسكِينَ َوابْنَ ال ً س ِبي ِل َوالَ تُبَذ ِْر ت َ ْبذ Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. َ ش ْي َّ ين َو َكانَ ال َّ إِ َّن ْال ُمبَذ ِِرينَ كَانُواْ إِ ْخ َوانَ ال ورا ً ُطا ُن ل َِربِ ِه َكف ِ ِشيَاط Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. ورا ُ ع ْن ُه ُم ا ْبتِغَاء َرحْ َمة ِمن َّر ِبكَ ت َْر ُجوهَا فَقُل لَّ ُه ْم قَ ْوالً َّم ْي ً س َ ض َّن َ َو ِإ َّما ت ُ ْع ِر Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle. ْ س ورا ُ َوالَ تَجْ عَ ْل يَدَكَ َم ْغلُولَةً ِإلَى ُ ط َها كُ َّل ْالبَسْطِ فَت َ ْقعُدَ َملُو ًما َّم ْح ُ عنُقِكَ َوالَ ت َ ْب ً س Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun. ُ س يرا ُ إِ َّن َربَّكَ يَ ْب ً ص ً ِالر ْزقَ ِل َمن يَشَاء َويَ ْقد ُِر إِنَّه ُ َكانَ بِ ِعبَا ِد ِه َخب ِ َيرا ب ِ ط Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür. 22.12 – İsra 31-38 ْ إن قَتْلَ ُه ْم َكانَ ِخ َّ حْن ن َْر ُزقُ ُه ْم َوإِيَّا ُكم ُ ََّوالَ ت َ ْقتُلُواْ أ َ ْوالدَ ُك ْم َخ ْشيَةَ إِ ْمالق ن يرا ً ِط ًءا َكب Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur. @Mali: إِ ْمالقkelimesi, yoksulluk, fakirlik manasındadır. Burada evlat kelimesini bazı müfessirler, kız çocuklar olarak anlamışlardır. Kız çocukları para kazanamadıkları için, diri diri toprağa gömülmemeleri gerektiğini belirtmişlerdir. Ama kız erkek ayırmadan ikisinide içine almak daha güzeldir. Şuanda da bazı aileler geçim korkusuyla kürtaj yaptırmaktalar. Burda parçalayarak öldürme söz konusu, bu daha büyük bir günahtır demektir. Burada doğum kontrol faaliyetini de bu ayetin kapsamında değerlendirmke gerekiyor. Doğum kontrolü veya aile planlaması denen faaliyet, bununla aynı değerdedir. Bir dişinin tabii işlevi neslini devam ettirmektir. Aslında bu ayette neslin devamı konusu düzenleniyor. Sadece çocukları öldürme değil; çocuk öldürmek, dişinin görevini yapmasını engellerinden sadece birisidir. Ayet birini örnek veriyor, ama tamamını kastediyor. Her dişi neslini devam ettirmek üzere yaratılmıştır. Siz neslini devam ettirmesini, ister gebe kaldıktan sonra, ister önce engelleyin, ister eşini bulmadan engelleyin hiç farketmez; hepsi yasaklanmıştır. Bu 3 durumda aynı hükümdedir. Dolayısıyla bir kızın ömür boyu evlenmemesi, bu ayet ile haramdır. Aynı şey erkek içinde geçerlidir. Evlenmemek haramdır. Evlendikten sonra çocuk yapmamak için tedbir almak ta haramdır. Ayetin özüne bakmalısınız; Çocukların öldürülmesini neden yasaklıyor? İllet ne? Bu yasağın illeti َخ ْشي َ َة إ ِ ْمالقdir. Evlenmemek te bu yok mu? Doğum kontrolünde yok mu? Aynı şey. Dolayısıyla illeti iyi anlarsanız, ayetin bu evlenmeden önce, evlendiğinde ve hamilelikten sonrasını kapsadığını anlarsınız. Bununla beraber Peygamberimiz (s.a.v)’in savaşta gençsahabelerden bazılarına ‘azil’ ruhsatı verdiğini de biliyoruz. Savaş şartlarıyla sınırlı yanlız, dikkat edin. Dolayısıyla evliliği zorlaştırmak, evlilik yollarını tıkamak yasak. Geçim endişesinin içine neler girer? Mesela sayı. 9 tane çocuğu olsa bile sıkıntı yok. Her sene doğum yapacağını bilemezsiniz ki. Sonra sağlık. Kadın sağlığını da etkilemez. Terbiye sıkıntısı falan. Bakabileceği bakamayacağı falan. Yine dayandınız hasyeti imlag’a. Bakacaksın. Doğu’da adamın 40 çocuğu var, isimlerini bilebilmiyor. Ama yarın hepsi yarın birer yetişkin olacak. Bunlar hep Batı’dan aktarılan düşünceler. Ben 9 çocuğu olan Prof. biliyorum. Netice şu; bir ayetten hüküm istinbat ederken, o hükmün illetini takib etmeniz gerekiyor. Hikmetlerden mutlaka hüküm çıkaramayabilirsiniz, ama illetlerden çıkarırsınız. Tabi sonuçta bu hükmü çıkaran insandır. Insanın hükmü zannidir. Başta bu ölçüleri koymuştuk. Siz L… düşünceden sıyrılamadınız. Büyük aile meselesine de itiraz ettiniz. Bakın, eğer Kur'an-ı Kerim’i tefsir gibi bir niyetiniz varsa, içinde bulunduğunuz gayrı islami zihniyeti peşin peşine reddetmeniz gerekir. Terk değil, o yetmez, reddetmelisiniz. Yoksa Kur'an-ı Kerim tefsirine giremezsiniz. Eğer Arapların o zamanki uygulamalarına saplanır kalırsanız, 14 asır önce yaşıyorsunuz demektir. Bu ayeti 21. Asra getirmeniz gerekiyor. Ayetteki nehyin illetini kullanarak. Zaman zaman ayetin hikmetini de hüküm istinbatında kullanırız. Ama bunda ona bilr gerek kalmıyor, çünkü nehyin illeti var. Son derece açık. Yetişkin erkek ve dişinin evlenmemesi haramdır. Evlendikten sonra çocuk yapmaması haramdır. Doğum kontrol yapması haramdır. Çocuk 17 yaptıktan sonra kürtaj yaptırması haramdır. Mani olmaması lazım ama; bunları da ancak doktorlar belirler. Kadının kadınlığını yapmasına engel bir mani. Burada önce çocukları rızıklandırmaktan bahsediyor, daha sonra sizleri diyor. Müfessirlere göre bunun manası, sizi çocukların yüzü suyu hürmetine rızıklandırıyoruz şeklindedir. Enam 151’de de ana babanın yüzü suyu hürmetine çocuklara ْ ِ خkelimesi hem suç hem günah manasındadır. rızık verildiği ifade ediliyor. ط ًءا Ayetin bu şekilde bitmesi, yukarıdaki emrin, bazı insanlar tarafından ihlal edileceğini bze haber veriyor. Yani Allah (c.c)’ın her emri ve nehyi, insanlar tarafından olduğu gibi tatbik edilmeyecektir. Ama bu tatbik etmeyenlerede cezasını verin diyor. Bu suçu işleyenleri cezalandırın diyor. Demek bu yasağın ihlal edileceğini Allah (c.c) peşin peşin kabul ediliyor. Cezasını veliyyül emr takdir eder. Veliyyül emr gelince tatbik edeceğiz. Zorla evlendirme olmayacak tabi, ama teşvik edilmesi gerek. Evliliğe giden yolları tıkamamak lazım. Şu anda enflasyon ile tıkanıyor, para ile tıkanıyor. Bunun cezası tabi büyük olmalı, çünkü ayette büyük bir günah diyor. Yani emir tam olarak serbest bırakılmamış. Bu suçun işlenmesini engelleyecek bir ceza vermelisin diyor. ًسبِيال َ اح ِ َالزنَى إِنَّهُ َكانَ ف َ ساء َ شةً َو ِ َْوالَ ت َ ْق َربُوا Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur. Zinaya yaklaşmayın kullanılması manidar. Zina yapmayın demiyor, bundan daha kuvvetli bir ifade kullanılmış. Yaklaşıldığında geri dönülmesi çok zor olduğundan dolayı, günaha giden yolların kesilmesi gerekmektedir. Bunun manası, haramlar daima var olacaktır. Haramlara giden yolları kapatındır. Allah (c.c) haramları da yaratmıştır. Ama oraya giden yolları kapatmalısınız. Bu ayet, zina edeceklere bir nehy gibi dursada,cemi gelmesinden topluma bir nehiy olduğunu anlayacaksınız. Yani toplu, zinaya giden yolu tıkamakla yükümlüdür. Hem tek tek her müslümana yönelik bir emirdir. Ayrıca cemi olarak topluma yükümlülük getirir. İnsanlar tek başlarına zinaya karşı duramayabilirler, topluca tedbir almak gerekir. Mesela evliliği kolaylaştırın. 18 yaşına gelmiş adam, 30 yaşına kadar evlenemiyor. Şehvetinin doruğunda bir kız veya erkek evlenmezse ne yapacak? Ayrıca bu ayete göre karma eğitim de yasaktır. Çarpık eğitimin, çarpık neticeleri olur. Hem günahsız çocuklara da veled-i zina diyoruz. Ne suçu var onların? Ana babaların günahını çocuklara yüklemek ne kadar doğru? Aslında gayr-ı meşru bir ilişkiden oluşan bir çocuğun kromozomlarında ne gibi değişiklikler olur bilemiyoruz. 27.12 – İsra 31-38 ْ ق َو َمن قُتِ َل َم َ س ْل ورا ُ ظلُو ًما فَقَ ْد َج َع ْلنَا ِل َو ِليِ ِه ُ طانًا فَالَ يُس ِْرف فِي ْالقَتْ ِل إِنَّهُ َكانَ َم ْن ً ص َ َوالَ ت َ ْقتُلُواْ النَّ ْف ِ س الَّتِي َح َّر َم اللُ ِإالَّ ِبال َح Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır. Buradaki nefs kelimesi marife olarak verildiği için bütün cinsi kapsamaktadır; tüm insanlar ve tüm canlılar demektir. Allah (c.c) önceki ayette zinayı yasaklamıştır, şimdi ise öldürmeyi yasaklıyor. Bunun sebebi, zina kapısının açılmasıyla insanların varlık alemine girmelerine engel olmuş oluyoruz. İnsanı doğmadan öldürmekte yasaklanmıştır yani. Tabi önce doğum gerçekleştiği için önce zina ayeti, sonra katil ayeti gelmiştir. Benim elimdeki meal de “Allah (c.c)’ın muhterem kıldığı nefis” demiş. Arapça muhterem ile Türkçe muhterem aynı şey mi? Arapça bir tefsirde nefsul muhtereme görürseniz, Allah (c.c)’ın öldürülmesini haram kıldığı nefistir. Türkçe’de ‘muhterem cemaat’ şeklinde kullanılır. Yani o imama cemaat haram mı kılınmış? Bu mealleri yazanlar hep Arapça mantığıyla düşündükleri için bunu doğru zannediyorlar. Allah (c.c)’ın muhterem kıldığı can. Tabi ki Allah (c.c) insanı mükerrem kılmıştır. Fakat burdaki meal, haram kıldığı manasındadır. Haklı sebeblerden bazılarını Peygamberimiz (s.a.v) şöyle sıralamıştır; imandan sonra küfre girmesi, evlendikten sonra zina yapması ve haksız yere adam öldürmesi, yani kısas. Bunlar müslümanlar için. Bir de Allah (c.c) yolunda, Peygamberimiz (s.a.v)’e karşı savaşanlarlı öldürmek, yani cihad haklı bir sebeptir. İrtidad edenleri öldürmek ne kadar doğru? Aslen din de zorlama yoktur.Fakat sen islam dinine girenleri zorlayamazsın. Yoksa girdikten sonra yaşamayı sağlamak zorundasın. Eğer hristiyanlığı seçtiyse, kiliseye gitmek mecburiyetindedir. İslamı tercih etmişse, camiye gitmek hususunda zorlar. Fakat din seçme konusunda ikrah yok. Fakat 18 seçtikten sonra akıbetine katlanmak zorunda. Müslümanken, islam toplumunda irtidad etti, bunun cezası var ve buna katlanır; öldürülür. Burda ayrıca namaz kılmayan, sihir ile uğraşamn kimseler, İmam Şafi’ye göre öldürülmesi gerektiği belirtilmiş. Zekat vermeyenlerin de, Hz.EbuBekir örneğinde oldupu gibi, öldürülmesinin konusunda ihtilaf vardır. Bunlar hem dini hem siyasi kararlardır. Birisi zekaıt vermem deyince, başkası bende namazı kılmam diyecektir. Dolayısıyla dinin yasakları ihlal edildiği anda sonu gelmeyecektir. Bu hususta veliyy’ül-emr’in inkar sezmesi gerekir. Yani zekat vermeyenler, zekatı inkaren vermek istemiyorlar. Dinin herhangi bir nehyini işleyen mürted olmaz, ama inkar ederse mürted olur. Sadece mücerred ihmal ile verilen bir karar değil, inkar mevcut. Ayrıca bir de livata için yapan ve yapılanın öldürülmesi konusunda hadis var. Bu rivayetin sıhhati konusunda bazı şüpheler olsada, Kur'an-ı Kerim’in Lut Kavminin helakinde bize haber verdiği gerekçe livatadır. Bundan dolayı Allah (c.c) tarafından öldürülmüştür. Bunun bize haber verilmesi, bizim de böyle davranmamız gerektiğine işarettir. Bununla beraber haramların istinbatında, sarihu’d-delale olan lafızlar aranır. Burada açıkça ‘öldürün’ emri yoktur. Biz lafzından değil, delaletinden bunu çıkarıyoruz. “Hocam burada bir toplumdan bahsediliyor ama” Olsun. Küfre rıza göstermek, küfürdür. Veli kelimesi kullanılmış. Buna göre bazı müfessirler, kadınların kısas isteme hakkı yoktur, verdiği af kararı da geçerli değildir, demişlerdir. Diğerleri veli’yi mirasçı kıldık manasından hareketle, kişinin yakınlarıdır demişler. Yakınlarının kısas isteme hakkı, yani sultan, olduğunu belirtmişler. Sultan kelimesinin manası kısastır. Ama bu hak günümüzde olduğu gibi kısas olarak kullanılamadığında, velinin hakkı katilin kim olduğunu bilmesidir demişlerdir. Devamında velinin kısasta aşırıya gitmemesi söylensede, bazı müfessirler bunu kısası yapan kişinin aşırıya gitmemesi şeklinde anlamışlardır. Bu manayı verebildiğimiz vela yüsrif yerine vela tüsrif diye okunan kıraat mevcuttur. Taberi’de, bunun yöneticiye hitap olduğunu savunmuş, kısasta aşırıya gitmekten maksadında katilden başkasını öldürmemek olduğunu belirtmiştir. İşkence öldürme de bunun içine girer. Maktulun velisi dilerse kısas veya diyet arasında seçim yapabilir. Mansur dan maksat, yardım almıştır manasındadır. Müfessire göre burada mansur olan maktuldur, zira kısas yapılmakla ahirette üzerinden hak düşmüştür. Bunların ve tüm hadlerin uygulanabilmesi için veliyy’ül-emr, yani devlet olması gerekir. Müslümanların başlıca görevi de devlet kurmaktır. ًشدَّهُ َوأ َ ْوفُواْ بِ ْال َع ْه ِد إِ َّن ْال َع ْهدَ َكانَ َم ْسؤُوال ُ َ س ُن َحتَّى يَ ْبلُ َغ أ َ ِْي أَح َ َوالَ ت َ ْق َربُواْ َما َل ْاليَتِ ِيم إِالَّ بِالَّتِي ه Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir. Bu ayetin tefsirini Nisa 6 dan anlamalıyız. Kişi yetimin malını büluğa erene kadar kendisi fakirse kullanır, ve yetimin malına sahip çıkar. Buradaki ahitten maksat tüm söz vermek, veya Allah (c.c)’ın emirlerine ve yasaklarına uymak konusunda ahit olarak anlamışlar. Sözün sorumluluğu, hem dünya hem ahirettir. Dünyada da sorulacak, ahirette de sorulacak manasındadır. ًس ُن ت َأ ْ ِويال َ َوأ َ ْوفُوا ْال َك ْي َل ِإذا ِك ْلت ُ ْم َو ِزنُواْ ِبال ِق ْس ِ ط َ ْاس ْال ُم ْست َ ِق ِيم ذَلِكَ َخيْر َوأَح Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir. Gist kelimesi, tam doğru, ve adil manasındadır. Enam suresindeki ayete göre de insanın elinden ne kadar geliyorsa o kadar doğru yapmak zorundadır. Mutlak olarak adaleti sağlamak zordur. Keyl ve vezin, farklı maddelerin ağırlığını bulmada iki farklı birimdir. Herşey tartılmaz, herşey ölçülmez. Ticarete konu olan maddelerden bazıları ölçü ile, bazıları tartı ile belirlenir. Bazı müfessirler ölçüden maksat ahlakta ölçülü olmak manasındadır demişlerdir. Överken, yererken ölçülü olmak gerekir demişlerdir. Insanlara ağırlığından fazla değer vermeyin demektir. Allah (c.c) kainatta herşeyi bir löçüye göre yaratmıştır, bu dengei bozmayın demektir. 29.12 – Muminun 1-6 َقَ ْد أ َ ْفلَ َح ْال ُمؤْ ِمنُون Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. 19 @Molla: Bir rivayete göre Allah (c.c), Adn cennetinde bir ağaç yaratmış, ağaç ise Allah (c.c)’a konuşarak bu ayeti söylemiştir. ْ قَدburada tahkik için gelmiştir, pekiştirme ve kesinleştirme ifade eder. أ َ ْفلَ َحkelimesinin mazi kullanılması ise, ifadenin sübutunu ve tahakkukunu gösteriyor. Halbuki felah bulmamışlardır, felah bulacaklardır. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde, bu ayettekileri uygulayan kimsenin cennete gireceğini belirtmiştir, ve buna dayanarak bu kurtuluşun ahiret kurtuluşu olduğu ifade edilmiştir. Ancak bunun sadece ahiret anlamına gelmediği, dünya düzeni için de gerekli olduğu ifade edilir. Eğer dünya hayatında kefere hakim olursa, dünya hayatında felah imkansızdır yani. Dünya hayatının düzenli olmasının şartı, müminlerin çoğunlukta olmasıdır. “El hukmu lil ekser” olduğuna göre eğer dünyada inananlar çoğunlukta olursa dünya düzene girer, ve dünyada insanlar mutlu yaşar. Ama inananlar mahkum olurlarsa, dünya hayatı mahvolur. İbn Aşur’a göre mefulun zikredilmeyişi, ifadenin umumiliğine işarettir. Sanki tüm herşeyde felaha ererler gibidir. Efleha fiilinin taalluk ettiği meful getirilmemiş. Niye? Tamim için diyor arkadaşınız. Yani kapsam alanını en geniş şekilde bırakmak için. Burada yine ibn Aşur taallukun hazfedilmesinin, tam bir kurtuluşa işaret ettiğini ifade ediyor. Yani el-felahu’l-kâmil. Zira ibhamda tamim vardır, ve mutlak kelam, kemaline masruftur. Mesela, ‘derse gir’. Hangi derse girecek? Hangi hocanın dersi? Ne zaman? İşte bu ifade, senin üzerine terettüp eden derslerin tamamına ve gerektiği şekilde gir demektir. Belirsiz bırakmak suretiyle en mükemmel olanı kastedebilirsiniz. Bir rivayete göre de efleha değil, üfliha şeklinde kıraat vardır. Bu daha güzel. Meçhul okunması, makama daha uygun, ve tevhid akidesine daha uygun. Ufliha, mana itibariyle, hiç kimse kendi imkanıyla, kendi ameliyle kurtuluşu elde edemez, ta ki Allah (c.c) ona kurtuluş verene kadar. Ufliha denince inananlar naib-i fail olurlar. Gerçek fail Allah (c.c)’tır. Felah’ta ayrıca korktuğundan emin olmadır, hemde hedeflediğine ulaşmadır. Müslümanlara tesellidir, yeni müslüman olan insanlara sabır ve dayanak gücü vermektedir. َ ْال ُمؤْ مِ نُونkelime-i şehadet getiren herkesi kapsadığı gibi, Zemahşeri’ye göre takva ile yaşayanlara da hasredilmiş olabilir. Ellezine amenu demedi, mumin şeklinde sıfat kullandı, buna dikkat edin. El-Mumin sıfattır, isimdir. Yani iman eden ve imanında sabit kadem olan demektir. Kelime-yi şehadeti getiren felaha eremez. Bundan sonra gereğini yerine getiren ve sebat eden felaha erer. Bu önemli bir ayrıntı. Aynısı kafir için de geçerlidir. Kafir, küfür eden ve gereğince yaşayandır. Tabi burada iman-amel birlikteliği meselesi tartışmalıdır. Benim bu söylediğim Mu’tezile görüşüdür. Ameller imandan bir cüzdür. Amelsiz imanın faydası yoktur. Dolayısıyla bizde farkına varmadan Mutezile olduk. َص َالتِ ِه ْم خَا ِشعُون َ الَّذِينَ ُه ْم فِي Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Huşu için sükun ve tuma’nine demişlerdir. Tuma’nine huzur demek. Taberi namaz kılarak Allah (c.c)’a itaat ve sevgisini göstermesi şeklinde anlamıştır. Ayrıca itikadi bir anlam da taşımaktadır, zira Allah (c.c)’a inanmayan kimseden huşu beklenemez. Namaz kelimesinin önce gelmesinin sebebi ise tahsis anlamındadır. Özellikle namazlarında huşu içindedirler demektir. Aslında müminler Allah (c.c)’ın karşısında devamlı huşu içindedirler, ama namazda bu zirveye çıkar demektir. Yani burada mefhum-u muhalife göre hareket edemezsiniz. Namazdan başka hiçbir yerde huşu içinde olamazsınız manası geçerli değildir. Huşunun manalarından birinden hareketle namazda önüne bakılması gerektiği vurgulanmıştır. Razi’ye göre hulu namazın farzlarından değildir, kabulunun şartıdır. Huşu namazın şartlarındandır. … … َع ِن اللَّ ْغ ِو ُم ْع ِرضُون َ َوالَّذِينَ ُه ْم Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Dahhak’a göre boş şeylerden kasıt şirktir, Hasan Basriye göre tüm boş şeylerdir. اللَّ ْغ ِوkelimesi için günümüzdeki gazetelerdeki-sokaklardaki boş şeyleri bile dahil etmek mümkündür. En güzel tarifi, kullu malayanike lağvun dur. Seni ilgilendirmeyen herşey. Bu bir iyilik te olabilir, bir şer de olabilir. Mutlaka günah manası yoktur. Bazen öyle iyilikler vardır ki günahtan daha ağır yükler getirir. Dolayısıyla sadece bu ayetler inseydi, dünya hayatını tanzime yeterli olurdu. Burada ayrıca bir önceki ayette salat kelimesini dua anlamıyla anlayarak, dua da boş şeyler istemenin yanlış olduğunu belirten alimler mevcuttur. 20 03.01 – Muminun 1-6 َّ َوالَّذِينَ ُه ْم ِل َلز َكاةِ فَا ِعلُون Onlar ki, zekâtı verirler; @Molla: Allah (c.c) kurtuluşa eren müminlerin vasıflarına bir yenisini ekliyor. Zekatı veya sadakayı verirler. İslamın 5 temel şartlarından biri zekattır. Fakat bu sure Mekki’dir, ve nazil olduğu sırada henüz zekat farz kılınmamıştır. Dolayısıyla buradaki zekat kelimesi daha çok sadakayı veya nefsi temizleme anlamına gelir. Zekat kelimesinin Kur'an-ı Kerim’de değişik anlamlarda kullanıldığını görüyoruz, özellikle temizlemek anlamında. Zemahşeri buradaki temizliği manevi temizlik yapma şeklinde anlamıştır. Namaz nasıl küfür ile imanı ayıran alamet-i farika ise, zekat ta bunun bir beyanı ve belgesidir. Genelde Kur'an-ı Kerim’de namaz kıl emrinden sonra zekat ver emri gelmektedir. Burada ise َع ِن اللَّ ْغ ِو ُم ْع ِرضُون َ َوالَّذِينَ ُه ْمayeti araya girmiştir. Buna göre yorum, namaz bizi boş şeylerden uzaklaştırıyor, zekat ise bizi o günahlardan temizliyor şeklindedir. Tefil babından gelen 3 fiilde istisna var. onların masdarı kıyasi değil semaidir. Biri salla, selleme ve zekka. Zekka’nın masdarı tezkiye değil zekat olarak gelmiştir. Peki malını başkasına vermekle temizleme arasında nasıl bir ilişki olabilir? İnsanın dünya malı hırsını, insanın ruhundan temizlemektir. Ruhu temizleme değil, insan gönlünde dünya malı hırsı pistir, zekat böyle bir şirkten temizler. Şirk, bir pisliktir. Bu pislikten temizler. Malı karşılıksız olarak vermedikçe ruhundaki bu duyguyu gidermen mümkün değildir. Başka izahlarda olabilir tabi. Ama esas olan ruhun dünyaya bağlılık ve kölelik duygusundan arındırılması demektir. Bir diğer mesele; 35 ayette “ekimu essalet ve etu ezzekat” olarak geçiyor, namaz kılın zekat verin. Bu ayette ise zekat verin emri yok. Zekat verme emri ile ilgili bir ayet değil; başka birşey emrediyor. Zira Kur'an-ı Kerim’de her haber aynı zamanda bir emirdir. Her nekadar burada haber sigası olsada, mana inşadır. Allah (c.c) brşeyi haber veriyorsa onun yapılmasını emrediyor demektir. Eğer zem makamında bir haber ise nehyediyor demektir. Burda emredilen şey; müslüman zekat verecek hale gelmeye çalışmalı. Bakın zekat verin demiyor, zekat için çalışın diyor. Onlar zekat için çalışırlar. Zekat alan değil zekat veren olmaya çabalarlar. O halde bu ayet zekatı söylerken genel bir çalışma emrini önümüze koyuyor. Müslüman hiçbir zaman dünya malına bağlanmaz. Zekat vermesi bu bağlılığı kırar. Ama bunu yanlış anlayıpta fakir kalmayı yeğlemez. Bu zekat konusunda insanların tembelliğini kırmaya yönelik, zekatı yanlış anlamayı önlemeye yönelik bir emirdir. Hocam Özdenören bir kitabında müslüman için asıl olanın zenginlik olduğunu söyler. Zekatı veren kimse olmalıdır. Sonuçta İslam’ın 5 şartı sadece zenginler için geçerli. Fakirler için sadece 3 şart var. Dolayısıyla özellikle günümüzde bu konunun önemi ortaya çıkmıştır. Evet, ayet genel olarak dünya malını müslümanın dışlamaması gerektiğini ve dünyayı kazanmak için çalışmak mecburiyetinde olduğu haber veriyor bize. Kesb şarttır, ama kalben bağlanmamak şartıyla. Ayet zaten zekatı verin َّ َفا ِع ُلونَ لdemek istiyor. Fail çalışırlar, zekat dememek suretiyle zekat emri değil başka bir emir olduğunu bize hissettiriyor. ِ ِلزكَاة verecek hale gelebilmek için. Birde çalışmak insan ruhunu da arındırır. Zekatı ıstılah manada değil lügat manada aldığınız zaman da insan hakikatine işaret var. dikkat ederseniz boş insanlar, çalışmayan insanlar bol bol fitne üretir. Çalışanların fitneyle, fesatla, dedikoduyla uğraşmaya zamanı olmaz. Dolayısıyla ancak çalışmak insanı tezkiye eder. Çalışmak insanı kötü duygulardan arındırır. Çalışmayan tembel insan, vaktini boş şeylerle geçiren insanlar kendilerinede başkalarınada zarar verirler. Fitne çıkarırlar. Onların gönülleri temiz değildir. Çeşitli kirlere bulanmıştır. Kendilerini müslüman sansalar bile. Bir önceki ayete de bakarsanız, boş işlerden uzak durun diyor. Lağv’dan nasıl uzaklaşacaksınız? Çalışarak. Yani ayet lağv’dan uzak durmamızı isterken nasıl yapacağımızıda söylüyor. Çalışmaktan maksat tezkiye olursa, kişi ondan yararlanır. Eğer daha çok dünyaya bağlanmak ise bu işe yaramaz demektir, kişiye zarar verir. ُ ِوج ِه ْم َحاف َظون ِ َوالَّذِينَ ُه ْم ِلفُ ُر Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Levm ile zem arasında ince bir dark vardır. Zem sıfatlara ait olurken, levm şahıslara ait olabilir. Kur'an-ı Kerim ve sünnette zaman ve şartlara bağlı olarak müslümanlara kanun koyma yetkisi verilmiştir. Ancak ailevi hususlarda en ince detaylarına kadar inilmiştir. Bunun sebebi ailenin önemine binaendir. Aile konusu insanlar tarafından çok rahat istismar edilecek meseledir. Irz namus meseleleri insanlar arasında çabucak bozulacak konulardır. Allah (c.c) insanın tabiatına binaen en ince ayrıntılarına kadar vermiştir. Insanların bu sahada söz hakları yoktur. 21 Ferc ve fecr, açıklık, aydınlık olmak demektir. El-ferc, korktuğundan kurtulmak ve açık olmak manası vardır ki, bu açıklığı nesille izah edebilirsiniz. Insanın önünü, geleceğini açan, aydınlatan organa, ferc denir; erkekte olsun, kadında olsun. Biz buna cinsiyet organı diyoruz. Dolayısıyla meşhur manasıyla kadının kadınlık organına denir. Halbuki arap dilinde hem erkeğin hemde kadının cinsiyet organlarına işarettir. Dolayısıyla bu ayetten kadınlar ırzlarını korusun manası çıkmaz, kadınlar ve erkekler cinsiyet organlarını korusunlar manası çıkar. Kısırlaştırma bu ayete göre haramdır. Erkeği ve kadını hadım etme, insanların neslini ve geleceğini tehlikeye atmak yasaktır. Tabi bu lugavi manadadır. Organlarınızı her türlü tehlikeden korumak zorundasınız. Tabi asıl anlamamız gereken, gayr-ı meşru kullanımdan muhafaza etmektir. Biz buna haramdan koruma, ırzı koruma deinyor. Demek haramda kullanmak yasaklanıyor bir. Aşırı kullanma veya kullanmama yasaklanıyor iki. Sağlığının korunması kullanılıyor üç. Bu ayeti kadınlara tahsis ederek, sedd-i zerai bahane edilerek İslamın kadınlara verdiği hakları alıyorlar. Bu da erkeklerin tabii tavrıdır. Erkekler bütün hakları toplamak isterler, hak vermek istemezler. Bencillik. Mesela kadının çalışma hakkı vardır. Hz.Hatice ticaret yapıyordu. İnsan yaratıldığı günden bugüne kadar aynı insandır. Duygular ve teahürleri hep aynıdır. Dolayısıyla ayet eğer iffetlerini koruyun diyorsa, Peygamberimiz (s.a.v) ile çağımızda aynı şeydir. Demek hüküm değişmemiş, ama sedd-i zerai kullanılarak bu hakları alınmış. Bencede bu doğrudur. ْ اج ِه ْم ْأو َما َملَ َك َ ت أ َ ْي َمانُ ُه ْم فَإِنَّ ُه ْم َومين ِ ُغي ُْر َمل ِ علَى أ َ ْز َو َ ِإ َّال Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Ellerinin altındakilerden maksadın cariyeler olduğu konusunda icma vardır. Hem eşleriyle hemde cariyelerle ilişkide bulunabilirler demektir. 4 hanıma ve sınırsız cariyeye izin vardır. Burada erkeklerin hitap alındığı görüşü vardır. Kadınlar icma ile erkek köle edinemezler. ْأوbazen ‘ve’ anlamında kullanılır. Her zaman tahyir ifade etmeyebilir, mutlak cem ifade edebilir. Ellerinin altındakilerden maksadın cariye olduğu, asrı saadette belli oluyor. O zamanlar cariyeler için kullanılıyordu. Müminler kaza-yı şehveti 2 şekilde yaparlar; Nikahlı eşleriyle, veya meşru olarak kazandıkları cariyeleriyle. Tabi Peygamberimiz (s.a.v) zamanında cariye ile ilişkiye girmenin sonuçları gayet ağır olarak tespit edilmiştir. Girdiğin zaman onun rahminin temizliğine veya meşguliyetine riayet edeceksin. Çocuğu olursa bir takım hakları doğar, onlara riayet edeceksin. Bu tamamen hukuki sonuç doğurmayan bir ilişki değil. Gayet ağır mükellefiyetler getirir. Hür bir kadınla nikahlanıp yükümlülük altına girmekle, cariye yükümlülüğü altına girmek arasında çok fark yoktur. Bazı müfessirler bu ayetten mut’a nikahının caiz olmadığı sonucunu çıkarırlar. Zira mut’a nikahı ne eş sayılır, çünkü varis olmaz; ne de cariye sayılır. Budan dolayı mut’a haramdır. Ama ayetler Mekki’dir. Peygamberimiz (s.a.v) mut’a yı Hayber’de yasaklamıştır. İmam Nevevi buna göre savaş zamanlarında istisnadan bahsetmiştir. BU ayette mut’a yı direkt olarak yasaklamış olamaz, yoksa Peygamberimiz (s.a.v) ayetin hükmüyle hükmetmemiş olur. Mut’a vardır, ancak zaruretle kısıtlıdır. Kınanmama, iki taraflı olabilir. Ne bu dünyada, nede ahirette kınanırlar. Burdan mefhum-u muhalifini alırsak, zina edenlerin kınanması gerekir. Kınanma hem Allah (c.c) hemde insanlar tarafından olabilir. Yani Allah (c.c) diyor ki ben kınamıyorum, siz de kınamayın. İnsanlar kendi beşeri duygularıyla ilahi sınırların dışına çıkabilirler. Mesela namussuzların çok olduğu bir toplumda namuslular kınanır. Allah (c.c) diyor ki ölçüleri ben koyarım. Benim kınamıdığımı si kınayın, kınamadığımı siz de kınamayın. Aslında burada Allah (c.c)’ın bu ayetlerde verdiği ana ölçü o. Kuralları Ben koyarım, onları uyun demek istiyor. 05.01 – Muminun 8-11 َع ْه ِد ِه ْم َراعُون َ َوالَّذِينَ ُه ْم ِأل َ َمانَا ِت ِه ْم َو Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; @Mus’ab: Emanet; burada insanlar arasında ve Allah (c.c) ile insan arasında olur. Emanet masdardır. Kökü emn, yani emniyet. Emniyet ise güven anlamına gelen kökten türemiş. Emanete masdar dedik ama buradaki manası masdar 22 değildir. Buradaki emanetin manası “vedai’ ” dir. Yani geçici olarak birinin yanına ve korumasına bırakılan maldır. Emanet mal, eşya manasınadır, yani isimdir. Yani masdar manası verenler olsa da, meşhur mana isim olmasıdır. Kur'an-ı Kerim’in başka biryerinde emanet kelimesi kuran manasındadır. Halbuki Kur'an-ı Kerim mal değildir. Dolayısıyla kelime farklı kullanılmış. Ahd kelimesi masdar olarak gelmiş. Verilen söz, anlaşma, sözleşme anlamına gelir. Ahid’de ayrıca alışkanlık manası var. Bir insanın yapmaya, görmeye, yemeye alıştığı şey, adet. Alışmak kelimesi buraya uygun düşmüyor sanki hocam. Fi Zilal’de, Allah (c.c)’a karşı olan ahdler; müminlerin elest bezminde verdikleri söz şeklinde açıklamıştır. Buna göre de emanet te insandaki Allah (c.c)’a inanmak fıtratı dır demiştir. Rae kelime olarak çobanın koyunları gütmesidir. Burada çoğul olarak gelmiştir, faildir. Mükatil b. Süleyman’a göre, korumak ve ıslah etmek demektir; veya riayet etmek. ُ ِصلَ َواتِ ِه ْم يُ َحاف َظون َ َوالَّذِينَ ُه ْم َ علَى Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. Burada namaz takdim edilmiştir; bunun sebebi hem önemine binaen hem seci’den dolayıdır. Dikkat ederseniz, namaz meselesi zikredilmiş, müslümanların bir vasıfları tekrar edilmiştir. Zemahşeri’ye göre bunlar aynı şeyler değildir, farklıdır, tekrar değildir. Önceki ayette huşudan, ikincisinde korumasından bahsetmiştir. Daha çok vaktine ve erkanına riayet eder anlamındadır. Başka yerde emir olarak geliyor, halbuki burada haber olarak geldi. Siz buradaki haberi de inşa manasını alacaksınız. Yani burada bir emir vardır. Eğer mümin isen namazını koru. Namazı nasıl korursun? Öncelikle namazı vaktinde kılmaktır. Namazı her türlü saldırıdan koruyacaksın. Zaman içinde namaza saldıranlar olacak. Birileri namaz yerlerine saldıracak. Bak namaz yerleride taallukatıdır. Abdeste saldıracak. Namaz için gerekli olan şeylere saldıracak. Tesettür bunlardan biri değil mi? Koruyacaksın. Namaz ve mutaallakatını, dış tesirlerden ve saldırılardan korumakla görevlisin. Namazına laf ettirmeyeceksin. Mesela birisi “adama bak ya, hem namaz kılıyor hem fazi yiyor” dediği zaman o adamın… … Bütün bu emirler müslümanların bir devleti olması gerekliliğine de bir işaret. Eğer müminsen birinci hedefin, imanını yaşayabileceğin bir ortamı yaratmaktır. Eğer bunun için çalışmıyorsan mümin değilsin. Namazın korunması denince, eda kadar dış tesirlerden korunması akla gelmelidir. Namaz demek din demektir. Namaz yerlerine hücum dine hücumdur. Dikkat edin müslümanlar diğer dinlerin mabedlerine dokunmazlar. Oralarda kendi dinince tapınanlara da dokunmuzlar. Aynı şeyi mümin diğer din saliklerinden bekler. Eğer benim ezanıma dokunurlarsa ben celallenmek zorundayım. Yani bu ayet müslümanlara bir sürü görev yüklüyor. Mümin olmak o kadar da kolay, ucuz birşey değildir. Cennet ucuz değil. َأ ُ ْو َلئِكَ ُه ُم ْال َو ِارثُون İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır; Varis, ismi fail, cemi müzekker salimdir. Meryem 63 ve Enbiya 105’de söylendiği üzere “yeryüzüne iyi kullar varis olacaklardır.” Dolayısıyla hem yeryüzüne, hem firdevs cennetine varis olacaklardır. Yeryüzünün verasetini kafirlerine bırakmayın emri de vardır. Ayrıca yukarıda anılan hasletlerede varis olacaklardır. Varisun mutlak olarak gelip kendisine varis olunacak şeyler beyan edilmediğine göre bunu en geniş yeklinde almamız gerekir; yeryüzü, ahiret, ahlak, hayır şeklinde. Verasette bir sahiplik manası vardır. İsim cümlesi olarak gelmiştir; yani elde etmek yetmez, elde tutmak ta önemlidir. Mirasa konu olacak herşey müslümanlar tarafından peşine düşülecek birşeydir. Varis olmanın bir yönü, Hz.Adem’in çocukları olmamız ve Hz.Adem’den cennet miras almamızdır. Ayrıca miras, kazanılarak elde edilmez. Bu Allah (c.c)’ın vergisidir, biz kazanarak elde etmiyoruz, ama Allah (c.c) bize veriyor. Nabi adında bir şair için şöyle rivayet ederler. Adamın biri Naib hakkında, şair olduğu için zem edildiğini, ahirette makamının ne olduğunu merak etmiş. O gece rüyasına Nabi’nin divanı girmiş. Bir beyitte şöyle yazılı: Kimdir bizi men eyleyecek dârı cinandan Mevrusu pederdir gireriz hane bizimdir. Bu Hz.Adem’den miras alma meselesi güzel, Nabi’de öyle söylüyor zaten. Demek varisune’nin mutlak bırakılmasında ki hikmetin herşeyi kapsamasını unutmayacaksınız. Mesela ilim manevi bir mirastır. َس ُه ْم فِي َها خَا ِلدُون َ الَّذِينَ يَ ِرثُونَ ْال ِف ْردَ ْو (Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar. 23 Firdevs kök olarak Farsça’dır. Manası etrafı duvarla çevrili yer demektir. İslamı kaynaklarda cennetin tamamı veya en yüksek bir parçası olduğuna dair rivayetler vardır. Peygamberimiz (s.a.v) Allah (c.c)’tan istediğimiz zaman Firdevs’i istememizi tavsiye ediyor, orası Arş’ın hemen altındadır, arşın sesleri duyulur. Demek Allah (c.c) ile kavuşma ancak Firdevs’te olur. 24