“Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm”, Stratejik Öngörü Dergisi, 1, 34-53

Transkript

“Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm”, Stratejik Öngörü Dergisi, 1, 34-53
.1:1
LAR DERGİSİ
Mayıs 2004
10.000.000 TL
» Uluslararası
Ekonomik Sistemde
ABD Dolan'nın Rolü
&*
» Uluslararası Finans
Üzerine Tartışmalar ve
Türkiye'nin Finansal
Serbestleştirme Deneyimi
» Avrupa Birliği'nde Kültürel
Entegrasyon ve
Türkiye'nin Durumu
,'•
» Medeniyetler Arası
Diyalog Yaklaşımı ve İran
» Yeni Büyük Oyun: Hazar
Bölgesindeki Rekabet
ve Güvenlik Arayışı
#
• 4
» Çin'in "Tek Ülke,
İki Sistem" Politikası:
Tayvan, Hong Kong ve
Macau
ISSN 13C]4-7faaX
11 K i l
9 771304 M 768002
I N LARI
*
STRATEJİK ÖNGÖRÜ DERGİSİ
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Yıl: 1 Sayı: 1
4 "Uluslararası Para Olarak ABD Doları'nın Rolü" /
Mayıs 2004
"The Role of US Dollar as an International Currency"
JOURNAL OF STRATEGIC INSIGHT
Volume: 1 Number: 1
May 2004
Sahibi / Publisher
Elnur OSMANOV
2 4 "Uluslararası Finans Üzerine Tartışmalar ve Türkiye'nin
Finansal Serbestleştirme Deneyimi" / "Discussion on the
International Finance and the Experience of Turkey on Financial
Liberalization"
TASAM Adına
Başkan Süleyman ŞENSOY
Editör ve Yazı İşleri Md. / Editor in Chief
Gn.Md.E.Kur.Alb. Atilla SANDIKLI
Editör Yardımcıları / Deputy Editors
Kenan DAĞCI
Derya ÖZVERİ
Nevra ESENTÜRK
ArifOrçun SÖYLEMEZ
3 6 "Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm" / "National Ideology and
Capitalism"
Kenan DAĞCI
5 4 "Avrupa Birliği'nde Kültürel Entegrasyon ve Türkiye'nin
Durumu" / "Cultural Integration in the European Union and
Turkey's Position"
Özkan AÇIKGÖZ
7 2 "Siyasallaşan Hizbullah" / "The Politicization of Hizballah"
Yayın Kurulu / Editorial Board
Zeynep SVTALAN
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK (Kocaeli Üniversitesi)
8 2 "Medeniyetler Arası Diyalog Yaklaşımı ve İran" / "Iran and
Prof.Dr. Vasilis FOUSKAS (Kingston University)
Dialogue Among Civilizations"
Prof.Dr. Bülent GÖKAY (Keele University)
Bilgehan ALAGÖZ
Doç.Dr. Hasan SELÇUK (Marmara Üniversitesi)
89
Doç.Dr. Bülent ARAŞ (Fatih Üniversitesi)
Bölge Politikası" /" Integration of the Central Asian Turkish
"Orta Asya Türk Cumhuriyetlerin de Bütünleşme ve İran'ın
Republics and Regional Policy of Iran"
Hakemli Dergi
Yönetim Merkezi
Halıcılar Cd. No. 100 34080 Fatih-İSTANBUL
Tel: 0 212 635 6151
İsa ÖĞDÜR
9 7 "Yeni Büyük Oyun: Hazar Bölgesindeki Rekabet ve Güvenlik
Arayışı" / "New Great Game: Rivalry and Quest for Security in the
Caspian Region"
0 212 532 60 66
Fax: 0 212 532 58 82
Ersegül ÜNÜVAR
1 1 2 "Güney Kafkasya'da Güvenliğin Sağlanmasında NATO'nun
Rolü" / "The Role of NATO in Providing Security in Southern
Web Sayfası: www.tasam.org
Caucasus"
E-Posta: [email protected]
Ramil MEMMODOV
1 2 1 "Çin'in "Tek Ülke, İki Sistem" Politikası: Tayvan, Hong Kong
Abone Ücreti
Yıllık 35.000.000 TL
ve Macau" / "China's "One Country, Two Systems" Policy: Taiwan, ^
Hong Kong and Macao"
Çağdaş ÜNGÖR
Abone İletişim
1 2 9 "SSCB Dağılışı ve Uluslararası Sistem: Bir Teorik Çözümleme
0 212 532 60 66
Denemesi" / "The Collapse of the USSR and International System:
0 212 635 61 51
Proposal for a Theoretical Solution"
Mehmet Fatih ŞEYHANOĞLU
Grafik Tasarım
1 3 7 "TASAM Tanıtımı" / "Presentation of TASRC"
Ajans A / Gülistan Ertürk
Renk Ayrımı
1 4 7 Seçilmiş Kitaplar / Book Review
Grafik A
Baskı
Bilge Matbaacılık
Kadir EFELER
1 5 2 Stratejik Öngörü Dergisi Genel Yayın İlkeleri / The Author's
Guide for Strategic Insight
€> TASAM I 1
STRATEJİK
ONGORU
I Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm
Kenan DAĞCI*
I Özet
Ana konusu kapitalizm olan bu makalede kapitalizmin öne çıkan iki farklı türü ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ko­
münizmin çökmesinden sonra kapitalizm ekonomik sistem olarak tek başına kalmıştır. Eskiden komünizm ile kapi­
talizm bu alanda yapılan araştırmaların ana konusunu oluştururken; bu aşamadan sonra "Komünal Kapitalizm" ve
"Anglo-Sakson Kapitalizmi" olmak üzere kapitalizmin iki türü, ekonomik sistem araştırmalarının temel konusu ha­
line gelmiştir. Atlantik'e kıyısı olan ABD ve İngiltere uyguladıkları Anglo-Sakson kapitalizmi ile komüncülüğe kar­
şılık bireyciliği, haklara ve ödevlere sahip olma yerine bireyin mülkiyetini, aktif planlayıcı devlet yerine sınırlı dev­
leti, grup sorumluluğu yerine bireysel sorumluluğu ön plana çıkartıtken, Komünal kapitalizm anlayışını benimse­
yen Almanya ve Japonya Anglo-Sakson bireyciliğine karşılık komüncülüğü, bireyin mülkiyeti yerine haklara ve ödev­
lere sahip olmayı, sınırlı devlet yerine aktif planlayıcı devleti, bireysel sorumluluk yerine grup sorumluluğunu ön
plana çıkarmaktadır. Yukarıda ifade edilen kapitalizmin her iki türünün temel karekteristikleri bu makalede detay­
lı olarak analiz edilmiştir.
I Abstract
National Ideology and Capitalism
The two different varieties of capitalism, which have gained importance, are the main topics that went under a
deliberate scrutiny in this article. Capitalism, as an economic system, remained alone after the collapse of commu­
nism. That's why, whereas communism and capitalism were the main topics of the research in the past, the two dif­
ferent varieties of capitalism called, "Communitarian Capitalism" and "Anglo-Saxon Capitalism" have become the
main interest of the economic systems research from now on. The USA and UK, that located on the two opposite
sides of the Atlantic, have been carrying out the basic principles of Anglo-Saxon Capitalism that are individualism,
individual property, limited state, individual responsibility; contrarily, Communitarianist approaches of Germany
and Japan have put emphasis on Communitarianism, ownership of rights and duties, active and planning state, and
group responsibility. The basic characteristics of the each varieties of capitalism, mentioned above, were explained
and analyzed in detail in this article.
* ^ 70'lerden 1870'lere kadar geçerliliğini ka/ tıksız olarak koruyan, her şeyin kendi akıJ L
|
sına bırakıldığı "serbest piyasa ekonomisi"
uygulaması, Batı Avrupa Toplumlarını iki ayrı sosyal sı­
nıfa bölmüştür. Serbest piyasa ekonomisi, endüstri top­
lumunu oluşturan bir sınıfın sistemi ve ideolojisi duru­
muna dönüşürken, buna tepki olarak karşıt sosyal sınıf
merkezden yönetimli yeni bir ideolojiye "komünizme"
meyletmiş ve komünizm serbest piyasaya alternatif ola­
rak 1917-1989 yılları arasında Sovyetler Birliğinde uy­
gulanmıştır. Aradan geçen 72 yıldan sonra, 1989 yılın­
da, komünizm başarısızlığını ilan ederek iflas etmiş ve
bir alternatif olma iddiasını yitirmiştir. Böylece kapitalizm-sosyalizm çatışması son bulmuştur.
Bundan sonra gelinen noktada, gerek iş çevrelerinde
gerekse akademi çevrelerinde aslında kapitalizmin bir
değil, kendine özgü ekonomisi, sosyal sistemleri, kültürel
değerleri ve yönetim biçimleri olan bir çok türünün oldu­
ğu tartışılmaya başlanmıştır. Bunlardan en çok kabul
gören kapitalizmin iki türü: İngiltere ve Amerika Birleşik
Devletlerinde gelişen Anglo-Sakson kapitalizmi ile Ja­
ponya ve Almanya'da gelişen Komünal kapitalizmdir.
Her iki kapitalizm türü ulusal ideolojilerin bir parçası
olarak şekillenmekte ve değişime uğramaktadır. Kapita­
lizmin bu denli değişik tarzlarının oluşmasında ulusal
ideolojilerin önemli bir rolü vardır. Bugün bu iki tür ka­
pitalizm iki farklı ideolojinin bir yansıması olarak karşı­
mıza çıkmaktadır.
Yeryüzünde gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler ar­
tık iktisat politikalarını kapitalizmin bu iki biçimine göre
şekillendirmektedirler. Bu iki kapitalizm anlayışından
Anglo-Sakson ülkeleri uyguladıkları bireyci kapitalizmle
bireyci değerleri yücelten ayrıcalıklı ücret, bireysel so­
rumluluk, işten atma ve ayrılma kolaylığı, kısa vadede
kâr artışı, şirketler arasındaki düşmanca birleşmeler ve
* TASAM Avrupa Birliği Çalışma Grubu, Araştırmacı ve İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.
devralmalar gibi politikalar takip ederken; Almanya'nın
başını çektiği Avrupa ve Japonya temelde kapitalizmin
aynı biçimini toplusal değerleri yücelten iş grupları, bir­
likte sorumluluk, ekip çalışması, işletmeye bağlılık, den­
geli ücret, uzun vadeli endüstri stratejileri takip etmek­
tedir.
me, gelir ve gelir dağılımı seviyesi, verimlilik, ticaret
dengesi, istihdam oranları ve enflasyon); dinleri (Konfüçyunizm, Hristiyanlık); coğrafya, demografi; politik parti­
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Amerika elinde bu­
lundurduğu askeri güç ve ekonomik güçle bütün dünya­
nın gözlerini kamaştırmıştır. Dolayısıyla uygulanan ikti­
sat politikalarında Anglo-Sakson tipi kapitalizm temel
araştırma konularının başında gelmiştir. Ancak AngloSakson modelinin rakibi olarak başarılı bir performans
gösteren Almanya ve Japonya'nın uyguladıkları kapita­
lizmin de Anglo-Sakson modeli kadar araştırılması ve
anlaşılması ulusal ekonomiler için önem arz etmektedir.
Anglo-Sakson kapitalizmi medyanın da desteğini ar­
kasına alarak tüm dünyaya kendini gösterirken, kapita­
lizmin öteki türü Almanya ve Japonya adeta içine kapa­
lı, kendini anlatma ihtiyacını duymadan yaşamına de­
vam etmektedir.
Bu çalışmada temel amaç, Alman ekonomi düzenini
ön plana çıkarmak olduğundan komünal kapitalizmle il­
gili yapılan değerlendirmelerde Japonya hariç tutulmuş­
tur. Anglo-Sakson kapitalizmi ile ilgili değerlendirmeler­
de de Amerikan ve İngiliz perspektifi esas alınmıştır.
11. Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm
Her milletin bir belki de birkaç tane ideolojisi vardır.
Bunlar bir milletin eylemlerini ya da kurumlarının amaç­
larını meşru hale getirmek ve haklı çıkarmak için elinde
tuttuğu değerler hakkındaki inançlar ve faraziyeler man­
zumesidir. İdeoloji dinamik bir yapıya sahiptir. Ebedi de­
ğerler farklı kültürlerde farklı noktalarda, etraftaki ger­
çeklikle irtibatlıdır. Gerçeklikle bağdaşmayan ideolojiler
ancak güçle, kaba kuvvetle ayakta durabilirler. Bu ideo­
lojiler dogma olurlar. Bu tür ideolojiye sahip olan top­
lumlar, değerli zamanlarını, paralarını ve kanlarını köhneleşmiş verimsiz ideolojilere adapte olmaya çalışmak
için harcarlar. Er geç çabaları da boşa gider'.
İdeolojilerin ayrışmasına neden olan bir çok etken
vardır. Hem iç hem de dış faktörler ideolojiyi şekillendi­
rir. İç faktörler, ekonomik performansı (durgunluk, büyü­
leri içerir. Dış faktörler ise sömürgecilik ve sömürgecilik
tehdidini, savaşları ve yabancı işgallerini, misyonerleri,
kaynak bağımlılıklarını, yabancı sermayeyi, göçü, çok
uluslu şirketleri ve uluslararası rekabeti içerir2.
Bunlar arasında en önemli etkenler coğrafya ve de­
mografidir. Kaynaklar kıt ya da çok, nüfus da seyrek ya
da yoğundur. Sonra ekonomik performans vardır; Eko­
nomi büyüyebilir ya da küçülebilir; iş gücü çoğalabilir ya
da azalabilir; fiyatlar yüksek ya da düşük olabilir. Top­
lum dünya ekonomisinde rekabetçi olabilir ya da olmayabilir-kazanan ya da kaybeden olabilir. Kaynaklardaki
ya da ekonomik performanstaki değişimler kurumsal tat­
bikatta değişimi, sırasıyla ideolojinin temelinde değişimi
zorlayabilir. İdeolojilerdeki bu değişimi sadece fiziksel
ve ekonomik etkenler sağlamaz. Ayrıca maddenin, ruhun
ve iç âlemin doğası ile ilgili kabul edilen düşünceler de
bu değişiklikte önemli bir rol oynar. Eskiden bu alanda
şairler ve papazlar etkili iken, şimdi inisiyatif bilim
adamlarının eline geçmiştir. Gerçeklik, bilim adamları­
nın çalışmaları sonucu keşfettikleri doğanın yasaların­
dan hareketle anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Isaac Newton'a göre fiziksel gerçeklik doğanın par­
çacıkları ve parçacıkları idare eden hareket yasaları za­
viyesinden yola çıkılarak anlaşılmalıydı. Einstein parça­
cıklar arası ilişkilerle ilgili daha başka bulgulara ulaştı.
Ayrıca, şimdilerde ekolojistler, mikrobiyolojisiler, gene­
tik uzmanları ve başka bilim adamları gerçekliğin bizim
daha önceki bildiklerimizden çok daha farklı olduğunu
söylüyorlar. Atom altı parçacıklardan (quark'lardan)
George C. Lodge, Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C. Lodge and Ezra F. Vogel, Boston Massachusetts, Harvard
Business School Press, 1987, s. 4.
1
a.g.e., S. 5.
O TASAM I 35
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
bahsediyorlar. Tüm bu değişen anlayışlar hüküm süren
ideolojiyi de derinden etkileyen teknolojik ve kurumsal
değişimleri zorlamaktadır.
Değişimlere uymak kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü za­
manla gerçeklikle ideoloji arasında bir meşruiyet açığı
oluşmaktadır. Belirli bir aralığa kadar kurumsal uygula­
malar hakim ideolojiye uymaktadır. Ancak gerçek dün­
yadaki değişimler kurumları farklı davranmaya itmekte
ya da buna mecbur etmektedir. Bu bakımdan pratik
ideolojiden ayrılmaya başlamaktadır. Sonraki diğer ara­
lıkta, kurumsal uygulamalar önemli derecede ideolojinin
öngörülerinden ayrılmaktadır. Eski şablon belki kağıt üs­
tünde varlığını devam ettirmekte fakat tatbik edilme­
mektedir. İdeolojik manada değişim olmayınca kurumsal
tatbikat ile ideoloji arasında bir meşruiyet açığı ortaya
çıkmaktadır. Bu açık arttığından, liderler iki tür baskıyla
karşı karşıya kalmaktadırlar. Toplumda kimileri kurum­
ları yeniden geleneksel ideolojiye çekmeye çabalarken,
ötekiler ise, kurumların gerçek tatbikatlarını haklı çıka­
racak, doğrulayacak yeni bir ideolojiyi tartışmaktadır.
Batı Avrupa kurumları bu değişimlere iki yolla cevap
vermiştir3:
- Bazıları hızlı bir şekilde daha pragmatik hareket
ederek değişimlere adapte olmuşlar, tatbikatlarını haklı
çıkarmak, meşru hale getirmek için de yenilikler yapmış­
lardır.
.
- Ötekiler ise, geleneksel ideolojilerinin varsayımları
ve bunlardan kaynaklanan anlayışlar ve karar alma mo­
dellerinin zorlamaları ile böyle bir geçişi sağlamakta zor­
luklar yaşamışlardır.
İkinci yolu takip eden kurumlar belirsizliklerle, israf­
larla ve krizlerle karşılaşmışlardır. ABD'de, Batı Avru­
pa'da ve yakinen tanık olduğumuz Türkiye'de sonuç,
banka iflasları, yönetimsel etkinlik kaybı ve verimsizlik
olmaktadır. Tabi ki, bu sonuçtan en fazla sıkıntıyı da
toplum çekmektedir. Bu gün ekonomisi zor durumda
olan ne kadar ülke varsa, orada bahsi geçen meşruiyet
açığının çok fazla arttığını açıklıkla görebilirsiniz.
Çağdaş dünyada var olan ideolojiler, iki ideal tipin
3
1
birbirini etkilemesi ve farklılaşması olarak kendini gös­
termektedir. Bunlar "bireycilik (individualism)" ve "Komüncülük (communitarianism)" olarak adlandırmakta­
dır. Anglo-Sakson kapitalizmi daha çok bireyci özelliği
ile ön plana çıkarken, Komünal kapitalizm de daha çok
komüncü özelliği ile ön plana çıkmaktadır.
Bireycilik, bireyin değer ve mananın temel kaynağı
olduğunu kabul eden atomistik bir toplum kavramını ile­
ri sürmektedir. Nasıl ki kainatın en temel yapı taşı gözle
görülemeyen küçük tek tek atomlardır, öyle de bireyler
de toplumun temel yapı taşıdır4. Toplum çıkarı bir çok,
tercihen küçük mal sahibi arasında, kişisel çıkara daya­
nan rekabetle tanımlanır, elde edilir. Komüncülük, bun­
dan daha organik bir bakış açısına sahiptir. Bireyden
çok toplumun ihtiyaçlarının, önceliklerinin sarih bir şe­
kilde tanımlanması önemlidir.
Anglo-Sakson ülkelerinden Amerika ve İngiltere bi­
reyci değerleri yüceltir. Parlak iş adamları, Nobel ödülü
sahipleri, ayrıcalıklı ücretler, bireysel sorumluluk, işten
atma-işten ayrılma kolaylığı, kâr artışı, şirketler arasın­
da düşmanca birleşmeler ve devralmalar-onların kahra­
manı (yalnız) kovboylardır. Buna karşılık Almanya top­
lumcu değerleri yüceltir: iş grupları, sosyal sorumluluk,
ekip çalışması, mutlak sadakat, endüstri stratejileri ve
büyümeyi teşvik eden etkin sanayi politikaları. AngloSakson firmaları kâr artışı gözetir, tüketim ekonomisine
inanır5. Almanlar ise üretim ekonomisine inanır. Anglo
Sakson anlayışındaki "ben"e karşılık, Alman modelinde
"Das Volk (Halk)" esastır.
1
1.1. Komünal Kapitalizm
Anlayışı
Alman modelinde, bütün parçalardan önce gelir ve
parçalar daha büyük bütünün yalnızca unsurlarıdır. Kişi
anlamak için önce bütünü algılar, sonra bütün içindeki
farklı parçaların işlevini keşfeder6. Komüncülük, Ne\v
toncu mekanik düşünceden kaynaklanan atomistik bir
bakış açısına dayanmaz. Komünal kapitalizm anlayışı­
nın bir sonucu olarak Almanya'da bir piyasa düzeni oluş­
turulmuştur ve bu düzene "Sosyal Piyasa Ekonomisi (So-1
ziale Marktwirtschaft)" denmiştir. Sosyal piyasa ekono­
misi terimi daha çok Komünal kapitalizmin pratikteki ı
a.e., s. 7-8.
Toplumsal yapı kavramının tanımlanması ile ilgili olarak toplum bilimciler arasında genel bir konsensüs bulunmamakta, bu konuda farklı görüşler öne sürülmektedir. KüMı
toplum bilimcilere göre toplumsal yapı "bireylerarası ilişkilerin yapısal biçimi" olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal yapıyı oluşturan öğelerin neden-sonuç llişks
bağlamında değerlendirilmesi sonucunda, insan unsurunun temel aktör olarak ön plana çıktığı görülmektedir. Bu sonucun ışığında bireyin toplumsal yapının temel tafq
olduğu kabul edilmektedir. Konu ile İlgili detaylı bilgi için bkz. Özer Ozankaya, Toplumbilim, 7,b., İstanbul, Cem Yayınevi, 1991, s. 174-180.
3
Lester Thurow, Kıran Kırana: Japonya, Avrupa ve ABD Arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş, Çev. Ayşe Karasu, İstanbul, AFA Yayıncılık, 1992, s. 28.
' Charles Hampden Turner ve Alfons Trompenaars, Kapitalizmin Yedi Kültürü, çev. Füsun Doruker, istanbul, Sabah, 1995, s. 187.
©TASAM
STRATEJİK
ONGORU
36 |
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
kurumsal yapısını ifade etmektedir.
Komünal kapitalizm anlayışında bireycilik yerine komüncülük, mülkiyet hakları yerine haklara ve ödevlere
sahip olma, sınırlı devlet yerine aktif planlayıcı fonksiyo­
nel bir devlet, bireysel sorumluluk yerine ekip sorumlulu­
ğu anlayışı hakimdir. Komünal kapitalizmi, genel olarak,
Anglo-Sakson kapitalizminden ayıran bu dört unsurla
açıklayabiliriz,
1
1.1.1. Anglo-Sakson Bireyciliğine
Karşılık "Komüncülük"
Komüncülük, eşitlik ve konsensüse zorlayarak ya da
az çok gönüllü olarak ulaşılması olarak nitelendirilir. Ko­
müncülük, içinde bireylerin toplamından oluşan bir top­
lumdan çok daha fazla bir şeydir, organiktir, atomistik
değildir. Bir bütün olarak toplumun ihtiyaçları, bireyler­
den oluşan kendi üyelerinin ihtiyaçlarının ötesine geçmiş
özel ve öncelikli ihtiyaçlardır.
Komünal kapitalizm anlayışında atomistik bakış açı­
sının aksine kainat bir bütün olarak ele alınır. Toplum bi­
reylerin toplamından başka bir şey değildir. Ancak top­
lum dediğimiz mekaniğin parçalarından birisinde mey­
dana gelebilecek bir arıza bütünün geleceğini de tehlike­
ye atabilir. Bu nedenle toplum mekaniğinin en önemli
parçalarından birisi olarak bireyin tek başına kendi çıka­
rı için çalışmasının aynı zamanda toplum çıkarına hiz­
met edeceği düşüncesi doğru olmayabilir. Nasıl ki, bir se­
pet meyvenin içindeki meyvelerden birisi çürüdüğünde
aradan geçen belirli bir sürenin sonunda, müdahale edil­
mezse, diğer meyveler de bir bir çürüyor; öyle de toplu­
mun içindeki bireysel arızalara müdahale edilmezse top­
lumun tamamını etkileyecek bir sonuç ortaya çıkar.
Adalet, izzeti nefis ve sair değerlerin ayakta kalabil­
mesi toplumsal ihtiyaçların kabul edilmesine bağlıdır.
Bireysel performansın en iyi şekilde kullanılması, bu ne­
denle, toplumdaki mevkiye, bütünle özdeşlik kurmaya,
organik sosyal bir gelişimdeki ortaklığa bağlıdır. Eğer
toplum, fabrika, mahalle, ya da ülke iyi dizayn edilirse
üyeler sağlam bir hüviyete sahip olurlar inancı hakimdir.
Bu sayede üyeler, kendi kapasitelerini maksimum sevi­
yede kullanabilirler. Eğer toplum ya da unsurları kötü
bir şekilde dizayn edilirse, karşılık olarak halk hüsrana
7
uğrar ve soğutulur .
Komüncülüğün eşitlik ve konsensüs olmak üzere iki
önemli niteliği vardır. Komüncülüğü niteleyen birinci un­
sur eşitlik denilen şey aslında fırsat eşitliği olarak ifade
edilen, siyah, beyaz erkek ve kadınların çıkış çizgisinde
eşit bir mevkiye sahip olduklarını, bunların her birinin bu
çizgiden sonra aralarında ayrımcı engellemeler yapıl­
maksızın gidebilmelerine olanak tanınmasını savunan bi­
reyci bir kavramdır. Hem bireyci ideolojiyi savunan ülke­
ler, hem de toplumcu ideolojiyi savunanlar temelde aynı
sonuca ulaşmayı hedeflemektedirler. Aralarındaki tek
fark yöntem farkıdır. Komünal anlayışta araya devlet gi­
rer ve belli garantileri ve korumaları zorlayarak sağlar.
Komünal anlayışta, adil gelir dağılımın gerçekleşme­
si için fırsat eşitliğinin de sağlanması gerekir. Alman
toplumu sosyal sınıflar arasında sınırlı bir farkın bulun­
duğu göreceli olarak açık bir toplumdur. Aristokrasi de­
ğil "Meritokrasi (eğitimli, yetenekli elit grup)" ön planda­
dır. Bunun ön koşulu ise ülkede sosyal akışkanlığın bu­
lunmasıdır. Bunun için Almanya'da nitelik eşitliğinin
sağlanmasıyla, performans eşitliğinin de sağlanabilece­
ği düşüncesi hakimdir. Bu nedenle eğitim ücretsizdir. Bu
anlayışta, fırsat eşitliği büyük oranda eğitimde eşitliğin
olmasına bağlıdır. Almanya'da eğitim tamamen devletin
elindedir, buna bağlı olarak da hem orta eğitim hem de
üniversite eğitimi ücretsizdir. Bu durum yüksek oranda
bir sosyal akışkanlığın ortaya çıkmasına yol açmakta­
dır8. Bu anlayışa bağlı olarak, Alman iş gücü disiplinli,
iyi eğitimli ve bütünüyle iyi motive edilmiştir9.
Alman eğitim sisteminde çocukların % 95'i kamuya
ait ilkokula giderler. Rudolph Steiner okulları gibi özel
okulların sayısı çok azdır ve bu okulların felsefi idealleri
vardır. On bir yaşında Gymnasium, Realschula ve Hauptschule olarak tanımlanan ve sırasıyla akademik yete­
nekleri düşük çocuklara eğitim veren okullara gidilir. Bu
üçlü ayırım, öğrencilerin kendi düzeylerindeki sınıf arka­
daşlarıyla olmalarını sağlar. Yine de on beş yaş civarın­
daki Hauptschule öğrencileri için başarısızlık olasılığı
vardır, bu noktada çalışma yaşamı gündeme gelir ve tüm
çocuklara 260 değişik meslek için seçim yapma şansı ta­
nınarak mesleki eğitim almaları sağlanır. Özel beceri
alanlarının böylesine geniş olduğu bir sistemde asi ve
başarısız olan on beş yaş gençliği, çıraklık eğitimine baş­
layınca neredeyse tümüyle değişmekte, öz güvenleri ye­
rine gelmektedir.
' Lodge, a.g.e., s. 15-16.
" Heinz Ahrens, "The Social Element in the Social Market Economy", Social Market Economy: An Economic System for Developing Countries,
. Winfriend Jung, l.Aufl.,
Sankt Augustin, Academia Verl. Richarz, 1990, s. 84.
' Price Waterhouse (yay.haz.), Information Guide to Doing Business in Germany, Price Waterhouse, USA, 1988, s. 25.
E) TASAM I 37
STRATEJİK
ONGORU
Kenan D A Ğ C I
İngiltere'de işçilerin yalnızca % 30 mesleki eğitim al­
mışken, bu oran Almanya'da % 70'tir. Almanya'da mes­
leki eğitim almamış olan işçiler ise gerekli nitelikleri ka­
zanarak, ustabaşı, servis görevlisi ve satış görevlisi gibi
gözde pozisyonlara gelmeye çalışmaktadır. Bu nedenle
Almanya'daki işçilerin verimlilik oranları Anglo-Sakson
ülkelerinden daha yüksektir10.
Almanya'da herkese, mali durumundan bağımsız ola­
rak, yeteneği ve eğilimine uygun bir eğitim olanağının
verilmesi hedeflenmektedir. Devletin eğitim teşvikleri
bunun için mevcuttur. Eğitim teşviki, alan kişinin eğitim
durumuna göre (orta/yüksek öğrenim gibi) farklı olarak
hesaplanır. Eğitim görenlerin ve mesleğe hazırlayan eği­
tim önlemlerine katılanların teşviki "Mesleki eğitim kat­
kısı" (Berufsausbildungsbeihilfe (BAB)) yapılarak sağla­
nır. BAB her zaman ek ödenek olarak sağlandığından,
eğitimin sonunda bu katkının geri ödenmesi gerekme­
mektedir. Eğitim teşviklerinden, eğitim görenler ile mes­
leğe hazırlayan eğitim önlemlerine katılanlar faydalan­
maktadır. Eğitim görenlere niteliklerine göre değişen
oranlarda ayda 562 _'ya kadar yardım yapılmaktadır.
Bu ödemenin içine, eğitim boyunca eğitim alınan yerde
ayrı bir ev tutulmuşsa, ev kirasının belirli bir kısmı ile
okula geliş-gidiş yol parası, öğrencinin en azından ayda
bir kere ailesini ziyaret etmesine yetecek kadar yol para­
sı vb. masraflar da katılmaktadır".
Komünal anlayışın bir sonucu olarak Almanlar eği­
tim konusunda fanatiktirler. Sürekli olarak herkesi geliş­
tirmeye çabalamaktadırlar. Her yıl üç milyondan fazla
insan üç yıllık mesleki eğitim programlarına katılıp za­
manlarını çalıştıkları işyerleriyle, eğitim kurumlan ara­
sında geçirmektedirler. Almanların mesleki eğitime yak­
laşımını, Anglo-Sakson ekonomilerdeki yaklaşımdan ayı­
ran iki özellik vardır. Birincisi Almanlar başarısızlıktan
nefret ettikleri için herkesin geçerli bir beceriyi kazana­
bilmesi için eğitim almasından yanadırlar. İkincisi ise,
Alman mesleki eğitimi son derece uygulamalıdır. Bireyin
karakterinden çok beyni ve elleri eğitilir.
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışındaki fırsat eşitliği,
sözleşme yapma bakımından komünal anlayışta da ge­
çerlidir. Ancak, Anglo-Sakson anlayışta daha çok birey­
sel eksenli fırsat eşitliğine inanılır. Yani kişi bireysel ba­
şarısıyla eğitim satın alır. Eğitim karşılığında bir ücret
öder. En çok parayı veren en iyi eğitimi alır. Ancak top­
lumun en yoksul kesimi daha kötü şartlarda, nitelik ola­
rak çok daha düşük seviyede eğitim alır.
Toplumculuğu niteleyen ikinci unsur "konsensüs"e
gelince bu bir uzlaşmaya ulaşmayı ifade eder. Uzlaşma­
ya ya otokrasi yoluyla zorla ulaşılır, ya da demokratik ve
katılımcı yollarla. Avrupa'da endüstriyel demokrasi, yö­
netime katılma (Mitbestimmung), fabrika konseyleri
(Betriebsrat) ve benzeri düzenlemeler "konsensüs" sağ­
lamaya hizmet eder. Bu tür müesseseler, yöneten ve yö­
netilen arasındaki, aşağıdan yukarı ya da yukarıdan aşa­
ğı gelişen anlaşmazlıkların yerini fikir birliğine bırakma­
sı için çalışırlar.
Alman modelinde işçi-yönetim ilişkileri Anglo-Sakson
modelinden oldukça farklıdır. Her iki model arasında
böyle bir farkın oluşmasının temel nedenini işçiye bakış
açısı oluşturmaktadır. Anglo-Sakson ülkelerinde işçi üre­
timde kullanılan faktörlerden birisidir, gerektiğinde üre­
tim süreci içersinde kiralanır, işi bittiğinde ise kolayca iş­
ten çıkarılır. Bundan doğal bir şey yoktur. İşçi firmanın
bir parçası olarak görülmez. Aksine tek başına birey ola­
rak görülür.
Alman modelinde ise işçi sosyal bir ortak gibi görü­
lür. İşçi tek başına bir birey olarak değil, aksine grubun
bir parçası olarak görülür. Bu nedenle Alman şirket yö­
netimine baktığımızda, işletme mantığının bu mentallteyle dizayn edildiği açıkça görülür. Almanya'da 1976
yılında çıkartılan bir yasaya göre, 2000'den fazla işçi ça­
lıştıran bütün işletmelerde, yarısı işçi temsilcilerinden,
yansı da şirket hissedarlarının temsilcilerinden oluşan
bir yönetim meclisi kurulması ve bu meclise soruları ya­
nıtlamak için bir personel müdürünün de katılması zo­
runlu hale getirilmiştir12. 500-2000 İşçi çalıştıran şirket­
lerde ise yönetim meclisinin üçte birini işçi temsilcileri
oluşturmaktadır. Meclis üyeleri atama yerine seçimle iş
başına gelmektedir. Hissedarların temsilcisi olan baş­
kan, alınan kararlarda oyların eşit olması durumda oy
kullanır. Meclisler şirketin günlük işlerine karışmaz,
özellikle personel işleriyle ilgili önemli kararları oylar.
Bu bir bakıma birlikte sorumluluk mantığının ürünüdür.
Aslında 1977 yılında 29 İşveren Birliği (association) bu
yasaya karşı çıkmış, hatta yasanın federal anayasa
mahkemesi önüne gelmesini sağlamışlar ancak, anayasa
'" Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 205.
" Bkz. Bundesministerium für Arbeit und Sozialordnung Information, Publlkation, Redaktion, Hukuki Durum. Bonn. Westermann Druck GmbH, 2002, s. 3-7.
12
Bkz. 4 Mayıs 1976 tarihli "Act on Co-determinatlon", ("Bundesgesetzblatt", Part I, p.1153); aynı yasada 23 Mart 2002 tarihinde bazı değişiklikler yapılmış olmasına
rağmen "Yasanın bu hükmüne göre ...normal olarak 2000 kişi ve üzerinde işçi çalıştıran şirketlerdeki işçiler birlikte yönetim (co-determination) hakkına sahiptirler" hükmü
değişmemiş, aynen muhafaza edilmiştir, bkz. 23 Mart 2002 tarihli Yasa ("Bundesgesetzblatt", Part I. p.l 130) md 1 2.
~ 1 IASAW HIMHIIK.IİH.TII1
38
|
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
mahkemesi yasanın Alman anayasasına aykırı olmadığı
kararını vererek tartışmalara son noktayı koymuştur.
Birlikte yönetim mekanizması Almanya'da hala
ayakta kalmaya devam etmektedir. Anglo-Sakson kapi­
talizminin aksini işçiler yönetimde eşit olarak söz hakkı­
na sahiptir. Uygulamada bu sistem yöneticilerle işçilerin
geniş kapsamlı olarak görüşmelerini zorunlu kılar, ancak
gerekli olduğu zaman yöneticilerin sert kararlar alması­
nı da önlemez. Almanların katılımcılığının gönlü idare
meclisinden çok, fabrika konseyi'ndedir. Sendikalı olsun
olmasın, beş üyeden fazla çalışanı bulunan tüm şirketle­
rin böyle bir konseyi kurmaları zorunludur. Bu müesse­
seler aracılığıyla şirketler, çalışanların moral durumları­
nı, verimlilik üzerindeki fikirlerini günü gününe öğrenir
ve bu müesseseler sendika yapısının dışında olduğun­
dan, işverenlerin şirketin içindeki özel konular hakkında
işçileriyle direk temas kurmasını sağlar.
Alman işçi hareketi ve SPD, savaş öncesindeki sonuç
eşitliği yönündeki eğilimlerini yansıtmayı sürdürmekte­
dirler. Bu bakış açısına sahip Almanlar ekonomik ka­
zançları, "işçilere bireysel olarak değil daha çok sınıf
olarak yararlı olmak", olarak görürler. Yani işçileri bi­
reyci değil, daha çok kollektif mantıkla ele alırlar ve po­
litikalarını buna göre şekillendirirler. Bunun için işçilerin
yönetime katılımı gibi vs. konular Anglo-Sakson ülkele­
rinden farklı olarak daha çok tartışılır. Alman demokra­
tik solu endüstriyel değişimin şekillenmesinde işçilerin
katılımının arttırılması ile satın alma güçlerinin arttırıl­
masını desteklemektedir.
Alman ekonomisinin güçlenmesinde en kritik faktörü
işçiler oluşturmaktır. Alman işverenleri ve bölgesel hü­
kümetler İngiliz ve Amerikan benzeri bir sendika mantı­
13
ğından hep uzak durmuşlardır, çünkü biliyorlar ki sendi­
kalı işçiler nitelikli işçilerdir ve Almanya'nın "dayanak
noktası sektörlerinin" uluslararası rekabete uyum sağla
mada ve rekabet edebilirliğini devam ettirmede sendika­
lara ihtiyacı vardır. Ayrıca, sendikalar Anglo-Sakson an­
layışından farklı olarak münferit şirket bazında değil en­
düstri bazında organize olmuşlardır13.
Bu nedenle, Anglo-Sakson mantıkta olduğu gibi salt
işçinin bireysel çıkarını ön planda tutan bir sendikacılık
anlayışı yerine, işveren ve işçinin ortak çıkarları ile aym
zamanda Almanya'nın sektör bazında uluslararası reka­
bet edebilme kabiliyetini de göz önünde bulunduran bir
sendikacılık anlayışı söz konusudur. Oysa, Anglo-Sakson
anlayışında önemli olan işçinin bireysel çıkarıdır. Şirke­
tin iflas etmesi ya da parçalanması çok doğal karşılanır.
Uzun vadede bir şirket için çalışmak yerine, kısa vadede
de olsa iyi bir ücretle çalışmak, şirketin iflas etmesi ya
da işçinin daha iyi ücretle çalışabileceği bir şirket bulma­
sı durumunda işten ayrılması çok doğal karşılanmakta­
dır. Kaldı ki, Anglo-Sakson anlayışında sendikalılık oranı
daha düşüktür ve sendikacılığın fonksiyonu da daha
farklıdır.
İşçilerin niteliklerinin arttırılmasında Alman sendika­
larının büyük bir payı vardır. Sendikalar özellikle işçile­
rin niteliklerinin arttırılmasıyla ilgili son yıllarda mesleki
eğitim sistemleri geliştirmişlerdir. Bu sayede Alman işçi­
leri yeniliklere daha çabuk uyum sağlama özelliğine sa­
hiptir. Bu nedenle, nitelikli işçiler Alman kimya, otomo­
bil ve makine-araçları sektörlerinde kritik bir rol oyna­
maktadır. Almanya'da işçilerin niteliklerinin arttırılma­
sına yönelik çalışmalar, Alman Ordnungspolitik'in (Dü­
zen Politikası) bir parçasını oluşturur. Alman işçilerinin
kalifiye olmaları onların esnek üretim sistemlerinde de
çalışabilmelerine olanak sağlamaktadır.
Şirketin tanımının yapılması için yapılan bir araştır­
mada: işlevler, görevler, insanlar, makinalar ve ücretler­
den oluşan bir kuruluş ya da, birbiriyle iletişim kuran in­
sanların birlikte çalıştığı bir grup şeklinde iki tanıma ula­
şılmıştır. Amerikalı yöneticilerin % 74'ü birinci tanımı
seçerken, yalnızca % 26'sı ikincisini tercih etmiştir. Al­
manların ise % 59'u ikinci, % 41'i birinci tanımı seçmiş­
tir. Almanlar ve onlardan daha büyük bir yüzde ile Ja­
ponlar bütünleyici yaklaşımı, Amerikalılara oranla daha
sık tercih etmişlerdir. Yine Amerikalılar ile kıyaslanınca
kârın, "şirketin tek gerçek amacı" olduğu kavramını Al-
Chistoplıer S. Allen, "Germany: Competing Communitarianisms", Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C. Lodge ve Azra
F. Vogel, Boston, Massachusetts, Harvard Business School Press, 1987, s. 97-98.
©TASAM I 39
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
inanların daha büyük çoğunluğunca reddedildiği görül­
müştür". Alman modelinde toplumsal boyut en az eko­
nomik boyut kadar önemli görülmektedir. Eğer toplum­
sal huzur muhafaza edilebilirse, rekabet güçlerinin de
sürebileceği inancı hakimdir.
İşte komünal kapitalist paradigmanın temel dinami­
ğini bu örneklerden daha iyi anlayabiliriz. Doğada kıt
olarak kabul edilen kaynakların optimal olarak kullanıl­
ması, başka bir ifadeyle kaynakların optimum dağılımı­
nın sağlanması, her zaman dengeli gelir dağılımına yol
açmayabilir. Piyasa güçleri optimum ekonomik perfor­
mansın oluşmasını sağlamak maksadıyla hareket eder­
ken aynı zamanda toplum için arzulanan sosyal sonuçla­
rı yaratmayabilir. Bu nedenle toplum için arzu edilen so­
nuçların elde edilebilmesi için birey eksenli bir ideolojik
mantıkla hareket etmek yerine, toplum eksenli, sosyal
boyuta önem veren bir formülasyonun kurgulanması ge­
rekir. En düşük gelir diliminde bulunanların yaşam stan­
dartlarının yükseltilmesi, hayatın risklerinden kaynakla­
nan ekonomik zorluklara ve sosyal sıkıntılara karşı top­
lumun tüm bireylerinin korunması gibi amaçları içerisin­
de bulunduran bir sosyal boyut. Bunlar, komünal kapita­
lizm anlayışının toplumsal bazda yücelttiği en önemli un­
surlardır.
Sosyal boyutun bahsedilen unsurlarının gerçekleşe­
bilmesi için, başta ekonomik büyümenin sağlanması ge­
rekir. Herkesin daha yüksek gelir düzeyine sahip olabil­
mesi için ekonomik büyüme önemli bir fırsat yaratır.
Gerçek anlamda fırsat eşitliğinin olabilmesi için gelir da­
ğılımın adil olması gerekir. Bu nedenle, komünal anlayı­
şı benimseyen ülkelerde başta Almanya olmak üzere ge­
lir dağılımı daha adildir. Almanya'da en az gelirli hane
halkının % 10'u GSYlH'nın % 3,6'sını alırken, en yüksek
gelirli % 10'u GSYİH'nın % 25,1'ini almakta; aynı oran
ABD'de sırasıyla % 1,8 ve % 30,5 olarak gerçekleşmiş­
tir15.
Komünal kapitalizm anlayışını benimseyen Alman
modelinde, iktidar yapısı ve yönetim örgütlenmesi, ser­
mayenin yapısı ve örgütlenmesi kadar farklı bir biçimde­
dir. Sorumlulukların paylaşımı, diğer modellere oranla
daha ileri düzeydedir. Hissedarları, patronları, sendika
ve çalışanlarıyla bütün ilgilileri değişik biçimlerde ortak
eden gerçek bir birlikte yönetim söz konusudur.
İkinci dünya savaşından sonra bir çok Amerikalı da­
nışman. Almanya'da Amerikan tarzı bir endüstriyel iliş­
kiler sistemi kurmak ve bu sistem çerçevesinde de Ame­
rikan tarzı bir toplu pazarlık sistemini yerleştirmek için
Almanya ya geldiler. Fakat Amerikalılar gördüler ki, bu
iki amacın gerçekleştirilmesinin zorluğu bir yana aynı
zamanda Alman dilinde bu iki amacı ifade edecek kav­
ram da yoktu. Amerikalılar o zaman bunun şaşkınlığını
yaşamışlardı16. İşçiler ile yönetim ve iş çevresi ile hükü­
met arasındaki ilişkiler, savaş sonrası bireyciliğin etki­
sinden çok kurumsal arabuluculuğa dayanan konsensüs­
ten daha fazla etkilenmiştir.
Batı Almanya o zaman bir ücret pazarlığı sistemi ge­
liştirdi, fakat devletin dayattığı, yasal olarak mecbur bı­
raktığı, fabrika konseyleri ve birlikte yönetim müessese­
si sözleşmenin tarafları arasındaki açık pazarlıktan da­
ha önemli bir rol oynadı. İşveren ve işçiler kendi arala­
rındaki ilişkilere özel sektör dahilinde bir çerçeve, bir
fonksiyon kazandırmak durumunda bırakıldılar ancak
bu bireyci anlayış perspektifinden çok, toplumcu kurum­
sal bir anlayışın ürünü oldu.
Genel olarak IG Metali, Almanya'daki örgütlenmiş iş­
çilerin kabaca üçte birini temsil eden sözü geçen bir me­
tal işçileri sendikası, ileride zayıf olan sendikalara da
yardımcı olacak ilk örneği oluşturmak için iş verenlerle
ilk toplu pazarlığı yapmıştır. Alman İşveren Birlikleri
Konfederasyonu (Bundesvereinigung der Deutschen Arbeitgeberverbande (BDA)), etkili bir işveren birliği, iler­
de tüm üyelerine diğer sendikalarla olan ilişkilerinde yol
gösterecek ince bir konsensüs sistemi geliştirdi. Her iki
kolektif örgüt, Amerikan tipi işçi-yönetim ilişkilerine he­
men hemen benzeyen yönleri olan konsensüse ulaşma
mekanizmalarına sahiptirler17. Ancak bu mekanizmala­
rın Anglo-Sakson tipi endüstriyel ilişkileri örnek alması­
nı Almanya'daki güçlü kurumsal baskılar engellemiştir.
Önceleri işçi, iş veren ve hükümet arasındaki iş birliğine,
konsensüse dayanan kurumsal yapı belli bir dönemde
firmaların uluslararası rekabet etme kabiliyetlerini art­
tırdı. Ancak, global düzeyde yaşanan değişim sonucun­
da, söz konusu kurumsal yapı daha çok ürünün girdi ma­
liyetlerini arttıran bir yapı haline geldi. Doğal olarak son
yılda Alman firmalarının, uluslararası piyasada aynı
maliyetleri daha düşük olan rakip firmalar karşısında re­
kabet edebilme yeteneğinin düşmüş olduğu görülmekle
birlikte, Alman ekonomisinde yeniden toparlanmaya ili?
4
Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 187-188.
3
Bkz. (Çevirimiçi) http://www.oclci.gov/cia/publications/factbook/rields/2047.html,12 Aralık 2003.
' Ailen, a.g.e., s. 90.
' a.e.
O TASAM
STRATEJİK
ONGORU
40 |
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm
kin işaretler de bulunmaktadır.
Almanya'da katı istihdam politikalarında önemli bir
değişim yaşanmaktadır. Daha önce çalışma saatlerinin
kısaltılmasına dahi karşı çıkan sendikalar esnek çalış­
mayı sağlayan yeni yasal değişikliklere karşı çıkama­
maktadırlar. 1 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe giren
"Part-Time ve Sınırlı-Süreli Çalışma Yasası (Teilzeit und
Befristungsgesetz) yasal bir çerçeve sunarak part-time
ve sınırlı süreli çalışmayı teşvik etmektedir. Yasa, işçile­
re arzu etmesi halinde tull-time'dan part-time çalışmaya
(veya tersi) geçebilme hakkı tanımakta, part-time çalı­
şanlarla full-time çalışanlar arasında ayrımcılığı da ya­
saklamaktadır. Bir bakıma çalışanlara esnek çalışma
hakkı tanımaktadır.
Toplumcu anlayışın hakim olduğu bir piyasa düzenin­
de, global değişimin etkisiyle böyle bir dönüşüme iç dina­
miklerin daha fazla kayıtsız kalması imkansızdı. Böyle
bir değişime, hangi ülkede olunursa olunsun kayıtsız ka­
lınması, aslında tatbikatta yaşananlarla, kurumsal an­
lamda direnç gösteren yönetim arasındaki meşruiyet
açığını her geçen gün arttırmaktadır. Alman yönetimi de
artan bu meşruiyet açığını meşru hale getirmek için ister
istemez bu açığı söz konusu yasayla meşru hale getir­
mek durumunda kalmıştır.
Gelişmiş ülkelere kıyasla Almanya gücünün büyük
bir kısmını üretimden almaktadır. 2001 yılı verilerine gö­
re, Almanya ulusal üretiminin % 31'ni endüstri üretimi
oluştururken, bu oran Japonya'da % 32, İngiltere'de %
29 ve Amerika'da da % 26'dır18. Buradan da anlaşılaca­
ğı gibi Almanya ve Japonya'nın endüstriyel üretimdeki
üstünlüğü açıkça görülmektedir.
Almanya komüncülük anlayışından kaynaklanan iş­
birliğine dayanan bir stratejinin sonucunda dünyada bel­
li başlı ürünleri satan yegane güç haline gelmiştir. Al­
manya'nın uluslararası alanda üstünlüğü ayrıca yatırım
malları ve özellikle üretim süreçleri için başka fabrikala­
ra sattığı makinaların imalatı ile vurgulanmaktadır. Ör­
neğin Almanya, tüm dünya ihracatında piston tulumba
satışlarının, baskı makinalarının, büküm ve masura makinalarının, paketleme ve şişeleme makinalarının, oto­
matik ölçüm ve satış makinalarının satışlarında önemli
bir pazar payına sahiptir. Netice olarak, makine imalatıyla uğraşan girişimciler, meslektaşlarının mükemmeli­
yet anlayışlarını biraz daha yoğunlaştırmaları için des­
tek olup, içinde bulundukları "grupların" standartlarını
gittikçe yükseltip, Alman kalitesinin imalat konusunda
dünya çapında en üst düzeye tırmanmasına katkı sağla­
mıştır. Alet yapan aletler'in üretimi stratejik olarak, tü­
ketici ürünlerine yönelen, örneğin Daimler-Benz, Hoechst, Zeiss, Nixdorf, Bayer, Volkswagen ve BMW gibi
şirketlerin en üstün işlem teknolojisine genelde rakiple­
rinden önce ulaşmasını sağlamaktadır. Almanya numa­
ra kontrollü takım tezgâhı üretimi ve kullanımının yol aç­
tığı dünya çapındaki "esnek üretim devrimi" konusunda
Japonya ile rekabet etmektedir. Yüzlerce farklı endüstri­
ye hareket olanağı sağlayacak, tüm üretim süreçlerini
yükseltmeyi amaçlayan labirent biçimli beynin içinde ya­
şamsal bir unsur gibi yer alacak bir teknoloji arayışı için­
de olan Almanlar "dayanak noktası endüstrilerden" bah­
setmektedirler19.
İşte toplumcu anlayışın paradigması böyle bir işbirli­
ğini organize ediyor. Anglo-Sakson modelde bu tür bir iş­
birliğini görmek mümkün değildir. Kısa vadeli kâr peşin­
de koşan birey, dayanak noktası endüstriler olarak ifade
edilen endüstrileri ayakta tutmayı stratejik bir perspek­
tifle algılamaz. Bu tür bir anlayışın sonucu olarak Ame­
rikan dayanak noktası endüstrileri bir bir çökmüştür.
1.1.2. "Bireyin Mülkiyeti" Yerine
"Haklara ve Ödevlere Sahip
Olma"
Anglo-Sakson anlayışta bireycilik temelinde ön plan­
da tutulan mülkiyet hakkının yerine, toplumcu anlayışta
gelir, emekli aylığı, sağlık ve diğer sosyal haklar ön plan­
da tutulmaktadır. Bu haklar bir cemiyet olmanın, iyi bir
toplum olmanın sonucu olarak kabul edilmekte ve birey­
ci anlayışı değil toplumculuğu referans almaktadır. Na­
sıl ki toplumsal yaşamda bireylerin hakları varsa, aynı
zamanda bu hakların karşılığında toplumculuk anlayışı­
nın ayrılmaz bir parçası olan vazifeleri de vardır. Top­
lum nasıl bireylere haklar temin ediyorsa, sonuç olarak
onlara bir takım ödevler vermesi de doğaldır. Komünal
kapitalizm anlayışında haklara bakış açısıyla, ödevlere
bakış açısı eşittir. İkisi de çok önemlidir. Ancak ödevler­
den çok haklar sağlanmaktadır. Alman sosyal politika
araçlarına baktığımız zaman ödevlerden çok hakların ol­
duğunu görmek mümkündür. Aglo-Sakson anlayışında
mülkiyet yöneticiler için otoritenin bir kaynağı iken, Ko­
münal anlayışta mülkiyetin yöneticiler için bir otorite
kaynağı olma özelliği azalmıştır. Toplum olarak bir ara­
da yaşamanın bir sonucu olarak bu hak ve ödevlerin
oluşması doğaldır.
" The Worl Economy 1950 to 2001, Dresdner Bank Statistical Survey. November 2001,
P Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 188.
) TASAM I 41
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
Ancak, her ulusun toplum düzeninde bu hak ve ödev­
lerin aynı olacağını söylemek çok doğru olmaz. Aslında
bu hak ve ödevlerin oluşması bir şekilde tarihsel olayla­
rın sonuçlarından etkilenmiştir. Her ulusun yaşadığı ta­
rihsel tecrübeler onun kendi sosyal dokusunu da şekil­
lendirmiştir. Bu sosyal dokunun farklılaşması belki de
bugünkü kapitalizm anlayışlarının ayrışmasının da en
önemli sebeplerinden birisidir.
Ren ülkelerine veya Avrupa'nın tamamına bakıldığın­
da İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar tarihte hep sa­
vaşlara, yıkımlara duçar oldukları görülmektedir. Özel­
likle 19. yüzyıldaki ekonomik gelişmenin yarattığı olum­
suz sosyal olgular, Avrupa'yı ister istemez komüncülüğe,
artan ölçüde sosyal politika oluşturmaya itmiştir. İkinci
dünya savaşından çıkan özellikle Almanya ve diğer Av­
rupalı devletler, ağır sosyal problemlerle karşı karşıya
kalmışlardır. Ellerindeki tüm fabrikalar, konutlar hemen
hemen yerle bir olmuştur. Sekiz on ailenin küçük bir ku­
lübeye yerleştirildiği günler olmuştur. Böyle bir konjonkürde devletin ekonomi politikalarını oluştururken bunu
sosyal politikalarla sentezleyerek uygulaması kaçınıl­
maz olmuştur.
Almanya'da toplum politikasına ilişkin düzenlemele­
rin en önemli sütunlarından birisinin sosyal politika ol­
duğu tartışmasız genel kabul görmektedir. Toplumun
farklı kesimleri, geçmişte gerçekleştirilen sosyal politika
önlemlerinin, sonuç, yöntem ve ağırlık noktaları üzerin­
de farklı değerlendirmeler yapmaktadır. Sosyal politika­
ların uygulanmasına rehberlik eden düzenlemelerle ilgili
yapılan tartışmalarda odaklanılan teorik ve politik so­
runlardan ikisi şunlardır20-.
- Birinci sorun: Ekonomi Politikaları ile Sosyal Politi­
ka faaliyetleri birlikte yürütülür. Bu ikisi arasında genel
bir karşüıklı etkileşim ve birliktelik vardır. Her ekonomi
politikası önleminin az ya da çok. birey ve sosyal grup­
ların toplum içindeki sosyal konumlarını doğrudan etki­
leyen sonuçları olduğu gibi. aynı şekilde her sosyal poli­
tika önlemi de ekonomik süreci etkilemektedir.
- İkinci sorun: Sosyal politikanın diğer toplumsal sis­
temlerle bütünleştirilmesi veya uyumlaştırılması sorunu­
dur. Almanya uygulanmasında olduğu gibi sosyal politi­
ka önlemleri, ekonomik ve toplumsal sistemler içine
uyumlu bir biçimde dahil edilmelidir. Sosyal politikaya
ilişkin önlem ve yöntemler, yürürlükte olan genel ekono­
mik sistemin işleyiş biçimini tehlikeye atmayacak biçim20
de düzenlenmelidir.
Sosyal amaçların gerçekleşmesi için mutlaka ekono­
mi araçlarının kullanılması gerekmektedir. Bunun için
gerek ekonomi politikasında, gerekse sosyal politikada
kullanılacak araçların doğuracağı ekonomik ve sosyal
etkilerin birlikte değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu ne­
denle Almanya'da her iki politikanın uygulanmasında bir
dengenin kurulmasına önem verilmektedir.
Komüncü anlayışın en önemli ayaklarından biri de
sosyal güvenliğin güçlü olmasıdır. Almanya sosyal gü­
venlik alanında köklü bir geleneğe sahiptir. 19. yüzyıl
sonlarına kadar uzanan bu gelenek ilk defa, o dönemler­
de Alman İmparatorluğu Şanselyösü Bismark'ın 1883'te
sağlık sigortası, 1884te kaza sigortası ve 1889'da yaş­
lılık sigortasını başlatmasıyla gündeme gelmiştir. İşsizlik
sigortasına ise 1927 yılında başlanmıştır.
İstihdam politikalarının en önemli ayaklarından biri­
si olan, işsizliğin etkilerini telafi etmek maksadıyla kulla­
nılan, işsizlik sigortası komünal anlayışı benimsemiş Av­
rupa ülkelerinde yüksek seviyede işsizlik koruması sağ­
larken, Anglo-Sakson ülkelerinde bu seviye daha düşük­
tür.
Sosyal politika uygulamalarının toplumsal sistemle
bütünleştirilmesi için bireylere sağlanan sosyal güvenlik,
bireye ilişkin rizikoları en aza indirgemeyi amaçlamakta­
dır. Ancak bunun sağlanması için mali kaynağı çoğu kez
devlet tarafından karşılanmaktadır. Devlet bu maliyeti
toplumu oluşturan vergi mükelleflerinden aldığı vergiler­
den karşılamaktadır. Bu nedenle devletin milli gelirdeki
payı uzun dönemde artmaktadır. Böyle bir durumun
oluşması arkasından bazı sorunları da beraberinde getir­
mektedir. Devlet payının genişlemesi, bireysel davranış
ve karar alanının daralması, bireysel yaratıcılığın sınır­
lanması ve insan yaşamının düzenlenmesinde bürokrasi­
nin giderek artması gibi sorunları da beraberinde getir­
mektedir.
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışının aksine, komünal
kapitalizm anlayışının en önemli ayaklarından biri/olan
sosyal politika faaliyetleri, iş gücünün istihdaniını gü­
vence altına almaya yönelik tüm önlemleri en geniş an­
lamıyla kapsamaktadır. Tam istihdamın gerçekleştiril­
mesine yönelik makro ekonomik bir amaç olan 'ekonomi
politikaları yanında; finansal teşvik ve desteklerim işgü­
cünün sektörel ve bölgesel akışkanlığını arttırarak yapı-
H. Jörg Thieme, "Piyasa Ekonomisinin Sosyal Düzenlenişi", Sosyal Piyasa Ekonomisinin Sosyal Boyutu, Çev. ve yay. haz. Hüsnü Erkan., İzmir, Tükelmat A.Ş., 1994, s. 32-
33.
DlMSM*
STRATEJİK
ONGORU
42 |
Ulusal İdeoloji ve Kapitalfem >
sal işsizliği önlemeye veya işgücünün yapısal uyumunu
arttırmaya yönelik önlemler de bu kapsam içine girmek­
tedir.
Alman Federal Çalışma Kurumu'nun hem madencilik
ve demir-çelik endüstrisinde olduğu gibi, sektör bazında
işyerinin korunmasına yönelik, hem de ağır sakatlığı
olanlara ek ödenekler sağlamak gibi sosyal gruplara yö­
nelik hizmetleri vardır. Federal Çalışma Kurumunun çok
sayıdaki yerel çalışma birimleri hem iş bulma, hem de
mesleki danışmanlık hizmetlerinde önemli bir görev üst­
lenmektedir. Ayrıca teknolojik yeniliklerle birlikte işin ve
iş yeri niteliğinin değişmesi, işyerinde yeni teknolojilerin
kullanılması gibi etkenler karşısında işçilerin vasıflarının
I
t
ı ı*
bu değişime uyumunun sağlanması için genelde bireysel
ve özelde mesleki eğitimi yenilemeye veya geliştirmeye
yönelik teşvik önlemleri de söz konusu sosyal politika fa­
aliyetlerinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Alman vergi sistemi de önemli bir sosyal unsur içer­
mektedir; çünkü artan oranlı vergi sistemi altında düşük
gelir grupları sadece mutlak anlamda değil, göreceli ola­
rak da (milli gelirdeki payları olarak) daha düşük vergi
ödemektedirler. Belli bir minimum gelir düzeyinin altın­
dakiler vergiden muaf tutulmaktadır. Dahası gelir vergi­
leri oranları çok çocuklu ailelerin de lehinedir. Aynı za­
manda, satış vergileri sisteminin toplumsal olarak isten­
meyen geri tepen etkisi oldukça zayıftır. Çünkü pek çok
diğer ülkeye nazaran Almanya'da katma değer vergisi
oranları düşüktür ve bir çok zorunlu mal için bu oran
normal oranın yarısı kadardır21.
1
1.1.3 Sınırlı Devlet Yerine Aktif
Planlayıcı Devlet
Komüncü kapitalizm anlayışının hakim olduğu bir
toplumda devlet, toplumun ihtiyaçlarının belirlenmesi ve
21
bu ihtiyaçların teminini sağlamasıyla görevlidir. Devlet
bu görevini yerine getirmek için koordinasyon, öncelikle­
rin belirlenmesi ve planlama gibi önemli görevleri üzeri­
ne alır. Bunun için devletin yetkin, güvenilir, bir şeyi diğe­
rine tercih etme gibi, örneğin, çevre temizliği, enerji sunu­
mu, ekonomik istikrar ve büyüme, üyelik hakları, ve küre­
sel rekabet gibi faktörler arasında bir tercih yapma gibi
zor kararları alabilme yeteneğine sahip olması gerekir.
Alman sosyal piyasa ekonomisinde, 1967 yılında çı­
karılan "Ekonomik İstikrar ve Büyümeyi Teşvik Yasası'na
(Gesetz zur Förderung der Stabilitaet und des Wachstums
der VVirschaft) göre tüm merkezi bölgesel ve yerel otorite­
lere, özellikle de Federe Devlet ve Eyaletlere konjonktü­
rün farklı aşamalarında, uymaları gereken belli davranış
kuralları verilmektedir. Bu yasayla, ilke olarak parasal is­
tikrar, dış denge, yüksek bir istihdam düzeyi ve uygun bir
büyüme hızı amaçlanmıştır. Ayrıca, gelir politikası hem
işçinin hem de işverenin ortak görüşlerini içerecek şekil­
de düzenlenmektedir. Federal Cumhuriyet Anayasası
emek piyasası taraflarına koalisyon özgürlüğü tanımış ve
9 Nisan 1949 tarihli ücret-belirleme yasasına (tarifvertragsgesetz) göre işçi sendikaları ve işveren kuruluşlarına
ücret pazarlıklarında otonomi sağlanmıştır.
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışından farklı olarak,
sosyal piyasa ekonomisinde, devletin ekonomi üzerinde­
ki yönlendirmeci fonksiyonu ağır basmaktadır. Bu yön­
lendirmede özellikle, veri ekonomik durum ve belirlenen
amaçlarda tutarlılık koşuluna ve sürece katılan tüm ta­
rafların "uyumlu" davranışlarının sağlanmasına özen
gösterilmektedir. Alman ekonomisindeki olumsuz geliş­
melerin tespit edilmesi, bunların önlenmesi için alterna­
tif çözüm yollarını önerecek bir "Ekonomik Uzmanlar
Konseyi (Sachverstândigenrat zur Begutachtung der gesamtwirtschaftlichen Entwicklung)" 14 Ağustos 1963 yı­
lında kurulmuştur. Konsey uygulamalarında bağımsızdır
ve sorumlu Federal Bakanların ve Bundesbank Başkam'nın görüşlerini alma hakkına da sahiptir. Konsey Al­
man parlamentosuna her yılın 15 Kasım ında Yıllık Ra­
por sunmakla yükümlüdür. Federal Hükümet kendi yıllık
Ekonomik Raporunda, Konsey raporu hakkında değer­
lendirmelerde de bulunmakla yükümlüdür22.
Eskiden firmaların ya da endüstrilerin denetiminfie
merkezi devletin daha çok etkinliği vardı. 1945'ten son­
ra bu etki ortadan kalkmıştır. Sınırlı da olsa demir-çelik,
Ahrens, a.g.e., s. 82-83.
-' Norbert Kloten, "Makro Ekonomik Yönlendirme ve Sosyal Piyasa Ekonomisi", Sosyal Piyasa Ekonomisinde Uygulanan Politikalar, çev. Meneviş Öğüt, yay.haz. ve der.
Hüsnü Erkan, İzmir, Kongrad Adenaur Vakfı Yayını, yayın serisi: 3, TUkelmat A.Ş., 1992, s. 39: Ekonomik Uzmanlar Konseyinin yayınladığı raporlara ulaşmak için bkz.
(Çevirimiçi) http://www.sachverstaendigenrat.org, 12 Aralık 2003.
© T A S A M I 43
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
petrol, gemi yapım sanayi, otomobil ve elektronik gibi
endüstrilerde devletle bu endüstriler arasındaki ortaklık
devam etmiştir. Devletin elinde bulunan demir yolu ve
posta telefon hizmetleri gibi en önemli hizmet alanları
bile zamanla özelleştirilmiştir. Bu nedenle merkezi dev­
letin firmalar ve endüstriler üzerindeki doğrudan müda­
halesi önemli bir şekilde azaltılmıştır.
Almanya'daki düzenlemeler bazı stratejik ulusal
amaçları kapsamaktadır: İşçilerin bir endüstriden öteki­
ne akışkanlığını daha iyi bir hale getirmek için aktif bir
emek piyasası politikası; ihtiyaç olunan yeteneklere sa­
hip işçilerin mevcudiyetlerini devam ettirmek için zana­
at temelinde bir çıraklık sisteminin geliştirilmesi; endüst­
rilerin ümit verici yeni ürünleri geliştirmeleri için araştır­
ma ve teknoloji içerikli çalışmaları desteklemek gibi ben­
zeri konuları kapsamaktadır. Bu tür düzenlemelerle dev­
let uzun vadeli stratejik amaçlara yönelmektedir. Bu dü­
zenlemelerin sonucunu kısa vadede almak mümkün de­
ğildir. Zaten Alman komünal kapitalizmini, Anglo-Sakson modelden ayıran farkların en önemlilerinden birisi
de budur. Anglo-Sakson modelde olduğu gibi bu düzenle­
meler kısa vadede kâr getirecek, kısa vadede netice alı­
nabilecek nitelikte değildir. Bu düzenlemeler firma ya da
endüstrilerin uzun dönemli ekonomik yararı için uygu­
lanmaktadır.
Asıl olarak merkezi devletin rolü daha çok çerçeve ni­
teliğindedir. Devlet, aktif para ve maliye politikaları va­
sıtasıyla özel sektörün uluslararası alanda en iyi şekilde
rekabet edebilmelerine katkı sağlayacak bir ortamın
oluşturulmasına yardımcı olur23. Merkezi devletin rolü
apaçık azalmasına rağmen, toplumsal ihtiyaçların belir­
lenmesinde devletin toplumcu ideolojiden kaynaklanan
rolü hala varlığını devam ettirmektedir.
Almanya'daki ekonomik rekabet doğal kaynakların
kıt olması nedeniyle her zaman, yeterli doğal kaynaklan
elde etmek ve dünya pazarlarına girmek için yapılmış,
bu yöndeki uluslararası rekabetle de yakından ilişkili ol­
muştur. Almanya'nın en büyük firmalarının yoğun bir şe­
kilde ihracata bağımlı olması, Almanya'nın uluslararası
pozisyonun daha iyi hale getirmek için ister istemez bu
firmaları bütünüyle devletle ve bankalarla çalışmak du­
rumunda bırakmıştır. Üç büyük Alman bankası (Deutsc­
he Bank, Dresdner Bank ve Kommerz Bank) Almanya'nın
en büyük firmalarında önemli miktarlardaki hisseyi elin­
de bulundurmaya devam ettirdiğinden, sermayenin art­
masında hakim bir rol oynamaktadır.
-"' Ailen, a.g.e., s. 88.
" Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 185.
O TASAM
STRATEJİK
ONGORU
44
|
Anglo-Sakson ekonomilerdeki kamu ve özel sektörün
arasındaki kesin ayrımlara karşın, Alman modelinde ka­
mu ve özel sektörün çıkarları arasındaki uyuşmazlıkları
gidermek için kamu hukuku geleneklerine göre kurulmuş
sayısız aracı kuruluş vardır. Çoğu zaman bölgelerindeki
bankalara sahip olan ve şirketlerde azınlık hisseleri bu­
lunan parlamentolar da bu kuruluşlara dahildir. Başka
bir yarı kamusal kuruluş ise kendi sektörleri için gereken
Handesgesetzbuch'un yani "Ticaret Yasası"nın hazırlan­
masında yardımcı olan Verbaende'lerdir (çoğulu Verban24
de) . Verbaende'ler Birlik ya da Odalardır. Alman İşve­
ren Birlikleri Konfederasyonu (BDA), İşveren Birlikleri,
Alman Endüstrileri Federasyonu (Bundesverband der
Deutschen Industrie (BDI)) ve bazı özel birlikler devletin
azalan rolünün bıraktığı boşluğu doldurmaktadırlar. Ge­
nel olarak bunlar Verbaende olarak bilinirler. Bölgesel
hükümetler (the Laender), savaş sonrası Almanya'sında
büyük bir güç kaynağı haline gelmişlerdir. Land'ların kıs­
men kendi bazı firmaları vardır, kendi bölgesel kalkınma
planlarını geliştirirler, bölgesel anlamda ihtiyaç olunan
eğitim taleplerini tespit ederler ve uygularlar.
Ekonomik intibak için Alman stratejisi son derece ka­
lifiye ve esnek işçiler ile teknolojilerin kombinezonunu
kullanarak, geleneksel endüstrilerde katma değeri yük­
sek ürünlerin üretilmesine bel bağlamıştır. Bu bakımdan
Almanya kendi yüksek teknolojisini geliştirirken, seri
üretim (mass production) endüstrilerinin hakimiyeti de
zayıflamıştır.
Bölgesel devletlerin kendi coğrafyalarındaki iş ve sa­
nayi gereksinimlerini en iyi bilen taraf olması nedeniyle,
kendi doğal kaynaklarıyla ilgili politikaları daha çabuk
uygulayabilmektedir. Land'lar kendi alanlarında işsizli­
ğin önlenmesi için ayrıca işçilerin niteliklerini arttırıcı
yapısal önlemler almaktadırlar. Bununla birlikte Federal
devletten ayrı olarak vatandaşlarına ilave sosyal yar­
dımlarda bulunan Land'lar da vardır.
/
Bölgesel Hükümetlerin kendi bölgelerinde önemli yet­
kileri bulunmaktadır. Öyle ki, merkezi yönetimin politi­
kalarıyla, bölgesel yönetimin politikaları her zaman örtüşmeyebilmektedir. Bölgesel hükümetlerde CDU ve CSU
iktidarda iken başka, SPD iktidarda iken başka tür poli­
tikalar da takip edilebilmektedir.
Evrensel görüşünün federal düzeyde özgür rekabet
için bir çerçeve oluşturması ve yerel işletmelere avantaj
sağlamak için bölgesel düzeyde politika, teknoloji ve
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm
prosedür düzenlenmesi olarak algılanan iki farklı kav­
ram, Almanya'ya 1945'ten beri kalıcı bir evrim getirmiş­
tir. Eyaletler ekonomiyi geliştirmek için farklı yöntemler­
de uzmanlaşmışlardır. Örneğin Baden-Württemberg
Eyaleti Hrıstiyan Demokratik Birlik Partisi Başkanı,
Eyalet Başkanı Lothar Spâth, özellikle Stuttgart ve Ulm
Üniversitesi çerçevesinde kurduğu teknoloji ve bio-teknoloji bilgi merkezleri aracılığıyla birçok yüksek teknoloji
şirketinin kendi eyalet sınırları içinde yerleşmesini sağla­
mıştır. Ayrıca Spâth, Daimler Benz firmasının, dostça bir
yaklaşımla AEG, Dornier, MTU ve MBB şirketlerini satın
almasında etkin bir rol oynamıştır. Eyalet de bu şirket­
lerde hisse sahibidir. Yine "güneş kuşağında" yer alan
güney eyalet Bavyera, özellikle uzay çalışmaları ve robot
üreticileri için çekici gelmiştir. Nürnberg çevresinde
200.000 kişi mikro-elektronik alanında çalışmaktadır.
Berlin'de başlatılan büyük bir proje ve Rheinland-Westfalen eyaletinde kurulan on iki teknoloji enstitüsü ile ku­
25
zey eyaletleri de bu yarışa katılmıştır .
Ruhsal kökleri neo-liberal ve ordo-liberal taslaklara
dayanan, devlete klasik bakımdan düzenleyici, kaygan
ve sosyal bir fonksiyon veren Alman sosyal piyasa eko­
nomisi, devletin en yüksek makam olarak pazar güçleri­
nin bireysel düzeyinde çözüm bulunamaması halinde
müdahale etmesine olanak vermektedir. Kaynakta klasik
liberal taslak olan bu uygulamaların esas farkı, örneğin
benzeri güç konsantrasyonlarının oluşumu gibi yapısal
sorunlara karşı etkide bulunmak ve sosyal motive yaka­
lama fonksiyonlarını uygulamak için devletin düzenleme
çerçevesinin kurulup sağlanması yanında müdahale
fonksiyonunda da yatmaktadır.
1
1.1.4 Bireysel Sorumluluk
Yerine Grup Sorumluluğu
Anglo-Sakson anlayıştaki uzmanlaşma, toplumcu ka­
pitalizm anlayışında yerini her şeyin birbiriyle ilgili oldu­
ğu şuuruna (holism) bırakmaktadır. Yer-gök, uzay, büyü­
menin sınırları, hayatta kalmamızı sağlayan biyosferin
kırılganlığı bunların hepsi her şeyin başka her şeye bağ­
lı olduğu ekolojik ve felsefi gerçeğini dramatik hale getir­
mektedir. Çevrecilerin insanın çalışması ile doğanın ta­
leplerini uyumlu hale getirmek istemelerinin altında ya­
tan gerçekler de bunlardır. Temiz bir çevrenin hayatta
kalmanın mutlak kuralı olması aslında bireyciliğe bir çok
yollarla ağır bir darbe vurmaktadır26.
Toplumu ekonomik performans gibi belirli açılardan
anlamak için, kurumların kritik rollerini ve ilişkilerinihükümet, iş çevresi, işçi sendikaları, ve okul gibi- kavra­
yarak toplumu bir sistem olarak görmek gerekir.
Almanlar hangi yönde ilerlemeleri gerektiğini bildik­
leri için amaca yönelik etkinlik anlamına gelen Zweckrationalismus ile oldukça az ilgilenmiştir. Onların tercih et­
tiği ilke, Zielrationalismus "hedefe yönelik etkinlik"tir.
Bu yöntem, işbirliği içindeki kuruluşların varolan tekno­
lojik başarılarının birbirleriyle kaynaşmasına izin verir.
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışındaki bireysel so­
rumluluk yerine, toplumcu kapitalizm anlayışında işbirli­
ği, dayanışma vardır. Almanya'daki mesoekonomik (en­
düstriyel bazda) politikası Anglo-Sakson kapitalizm an­
layışında olduğundan daha farklı bir yapıya sahiptir.
Uluslararası rekabette meydana gelen değişimlere uyum
sağlayabilen bir çerçeveye sahiptir. Sadece ulusal hükü­
met tarafından değil, fakat dört özel ve/veya bölgesel ku­
rumlar grubu: bankalar, endüstri organizasyonları, Land
Hükümetleri, ve nitelikli-işçi güdümlü ticari birlikler ta­
rafından uygulanmaktadır. Bu kurumlar arasında inanıl­
maz bir işbirliği vardır. Alman bankaları bu işbirliği sü­
recinde önemli bir rol oynar.
Amerikan ve İngiliz bankalarından farklı olarak. Al­
man bankalarının kuruluş amaçları endüstriye finans­
man sağlamaktır, kamuya finansman sağlamak değil.
Bankalar sahip oldukları hisse senetleri ve bonolar ara­
cılığıyla sanayi kuruluşlarına ortaktırlar. Birbirlerinin
yönetim kurullarına katıldıklarından, işletmede de söz
sahibidirler27.
Alman bankaları, ticaretin özellikle de ihracatın ge­
lişmesinde buyiik rol oynadılar. 20. yüzyılın başında Al­
manya ihracatta dünya ikincisiydi. Alman sanayi ürünle­
ri toplam ihracatın % 63'ünü teşkil ediyordu. Almanya
bugün de ABD'den sonra ikinci durumdadır.
Alman bankacılık sisteminin yapısı dikey olarak bir­
leşmiş bu kurumların Almanya'daki en büyük şirketlerde
büyük miktarlarda hisseye sahip olmalarına müsaade et­
mektedir. Bu nedenle bu gruplar belli endüstrilerin en iyi
nasıl şekillendirilebileceğini anlayabilir ve bunun tartış­
masını yapabilir. Bunun yanı sıra, bu gruplar Alman fir-
a.e.
* Lodge, a.g.e., s. 20.
' Alev Alatlı, Tarih, Tekerrür ve Ekonomik Krizler, (Çevirimiçi) http://www.alevalatli.com/ tarih3.htm, 03 Mart 2003.
) TASAM I 45
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
malarının en büyüklerinde hisse sahibi olmaları ve yöne­
tim kurulundaki pozisyonları sayesinde de yönetimi eko­
nomik uyum konusunda yönlendirebiliyorlar. Burada
vurgulanması gereken asıl nokta, bu bankaların bir sektörel temel üzerinde çok büyük müdahale etme kapasite­
lerinin olmalarıdır.
Alman bankaları tarihsel olarak Almanya'nın yatırım
sermayesinin başlıca kaynağıdır. Mesela Deutsche Bank
özellikle konut alanında beş sermaye firması (venture
capital firm) kurmuştur. Bunlardan her biri yatırım ola­
naklarını araştırmak için tam özerkliğe sahiptirler, bun­
lardan birisi böyle bir olanağı bulup bankaya getirdiğin­
de bankanın pek çok kaynağı anında bu yatırım için se­
ferber edilir28. Almanya endüstri alanına Amerika ve İn­
giltere'den daha geç giren bir ülke olması nedeniyle, ku­
rumlan henüz doldurulmamış alanların bulunması sure­
tiyle bu geç kalmışlığın avantajını maksimize edecek şe­
kilde dizayn edilmiştir. Banka yetkilileri, Alman ekono­
misinde hiçbir zaman büyük bir rol oynamamış küçük fir­
maları bile kapsamlı bir şekilde beslemişlerdir. Çünkü
küçük firmalar, çok iyi tanınan büyük firmaların bazıla­
rı için tedarikçilik fonksiyonunu icra etmektedir. Dolayı­
sıyla, denilebilir ki, bankalar ile işletmeler arasında Anglo-Sakson anlayışta bulunmayan farklı bir işbirliği ve da­
yanışma duygusu vardır.
1
1.2. Anglo-Sakson Kapitalizm
Anlayışı
Newtoncu mekanik düşüncede kainatta var olan her
şey bir mekanik düzenin parçası olarak görülmekte, ev­
rendeki tüm hadiselerin mekanik bir yapısının olduğu ka­
bul edilmekteydi. Bir bakıma kainat bir bütün olarak de­
ğil, parçacıklar arasında ilişkiler bağlamında ele alın­
maktaydı. Bu nedenle her parça ayrı ayrı düşünülmekte,
ayrı ayrı araştırma konusunu teşkil etmekteydi.
Böyle bir düşüncenin etkisiyle toplumsal örgütlenme­
nin şekli de ayrışmıştır. Bir bütün olarak örgütlenme ye­
rine birey eksenli, bireyin çıkarına hizmet edecek yapı­
lanmalar ön plana çıkmıştır. Mesela, Toplumcu bir anla­
yışın ürünü olan sendikalaşmalara önem verilmemiş,
onun yerine birey bu alanda tek başına bırakılmıştır. İş­
letme yönetimi, devlet yönetimi, sosyal politikalar, top­
lumsal kurumlar bunların hepsi mekanik düşüncenin et­
kisiyle farklı olarak şekillenmiştir. İşte Anglo-Sakson ka­
pitalizminin bakış açısına rehberlik eden düşüncelerden
birisi olarak Newtoncu mekanik düşüncenin etkilerinden
'" Ailen, a.g.e., s. 95.
211
Thurow, a.g.e., s. 29.
" Lodge, a.g.e., s. 106.
f ) TASAM
STRATEJİK ONGORU
46
|
bazıları. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında bireyin ön
plana çıkmasının altında yatan temel neden bu düşünce
biçimine dayanmaktadır. Komünal kapitalizmi AngloSakson kapitalizminden ayıran dört unsuru ifade etmiş­
tik. Aynı şekilde bu dört unsura karşılık Anglo-Sakson
kapitalizmini de dört unsurla izah edebiliriz.
1
1.2.1. "Komüncülüğe" Karşılık
"Bireycilik"
Daha önce ifade edildiği gibi bireycilik atomistik bir
düşünceye dayanır: öyle ki, toplum bireylerin toplamın­
dan başka bir şey değildir. Birey ancak tek başına hayat­
ta kalmak için performansının en iyisinin gösterir. Birey­
cilik, eşitlik fikrine bağlıdır. Eşitlik derken bu fırsat eşit­
liği ve sözleşme yapma bağlamında eşitlik fikrini ifade
etmektedir.
Amerikan toplumu başından beri liberal kapitalizme
"laissez faire"e inanmış bir toplumdur. Eğitimden, emni­
yete kadar ne yapılacaksa biz kendimiz yaparız diyen bir
halk. Anglo-Sakson tarzı kapitalizm anlayışında bireyler,
kendi başarıları için kişisel stratejilere sahiptir, şirketler
ise hissedarlarının isteklerinin bir yansıması olarak e k p ^
nomik stratejiler çizerler. Hissedarların tek amacı şirke­
tinin kârını daha çok arttırarak daha çok tüketmektir. Bu
nedenle hissedarlar için müşteri ve şirket çalışanları, şir­
ket kârının arttırılması için bir araç olmaktan başka bir
şey değildir. Bu nedenle düşük ücret yüksek kâr demek­
tir. Anglo-Sakson sisteminde işçiden, herhangi bir yerde
daha fazla ücret fırsatı doğduğunda işyerini değiştirme­
si beklenir29. Bu nedenle, işten atma ya da işten ayrılma
komüncü kapitalizm anlayışında olduğu gibi katı kural­
lara tabi değildir.
Amerika Newtoncu yöntemi takip etti ve doğayı, na­
sıl kullanacağını, nasıl kontrol edeceğini öğrenmek için
parça parça ele aldı"1. Bu nedenle bireyciliğin başka bir
unsuru ortaya çıktı, o da "ayrı ayrı uzmanlaşma". Bir ba­
kıma bu mantık dikey bir hiyerarşik yapılanmayı da ar­
kasından getirdi. Bütün parçalara ayrıldı. Ayrı ayrı uz­
manlaşmalar ön plana çıktı. Elbette bu bakış açısının ek- j
seninde grup olarak değil de "birey" olarak çalışma, ba­
şarıya ulaşma temel felsefesi ön plana çıktı. Zaten Adam
Smith'in kafasındaki "bireycilik" de Newtoncu bilim fel­
sefesinden yola çıkmaktadır.
Birey eksenli mentalite ile hareket edildiği için, bizzat
devlet tarafından en düşük gelir diliminde bulunanların
yaşam standartlarının yükseltilmesi, hayatın risklerin-
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
den kaynaklanan ekonomik zorluklara ve sosyal sıkıntı­
lara karşı toplumun tüm bireylerinin korunması gibi
amaçları içeren sosyal politikalardan söz edilemez. Hat­
ta, bu politikaları takip etmek bir yana "gelir dağılımın­
daki eşitsizliklerin" piyasada kamçılayıcı bir işlevinin ol­
duğu da söylenmektedir.
Anglo-Sakson ülkelerinde daha çok kâr getirecek,
katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünlerinin üretilme­
sine ağırlık verilmesi, endüstriyel üretimin düşmesine
neden olmaktadır. Bireyciliğin temel dürtüsü olan "daha
çok kâr" amacı böyle bir değişimi de beraberinde getir­
miştir. Çünkü bu tür katma değeri yüksek ürünlerin elde
edilmesinin ve dağıtılmasının maliyeti daha düşüktür.
Endüstriyel üretimde olduğu gibi, ne büyük çapta sabit
tesislere ihtiyaç vardır, ne de büyük miktarda iş gücüne.
Daha küçük mekanlarda, beyinsel olarak gelişmiş, bilgi
donanımına sahip daha az elemanın çalıştırılması sosyal
güvenlik vb. maliyetleri de düşürmekte, aynı zamanda
çevre kirlenmesine de neden olmamaktadır.
Böyle bir durumda daha çok kâr getiren, ileri tekno­
loji ürünlerinin üretilmesine ağırlık verilmektedir. Üreti­
len bu tür ürünlerin hem iç pazara, hem de dış pazara
dağıtılması, pazarlanması da az bir maliyet gerektirmek­
tedir. Hatta bazen sıfır maliyetle pazarlanan ürünler bi­
le mevcuttur. Örneğin bilgisayar yazılımları (software)
internet üzerinde kredi kartı numarası girilmek suretiyle
download edilerek satın alınabilmektedir.
Anglo-Amerikan şirketlerinde çalışanlar, sermaye
kaynakları ve hammaddelerle eşit düzeyde "insan kay­
naklan" olarak görülmektedir. Bütün bu birimler sanki,
yaşamsal bağlantıları yokmuş gibi işe alınabilir, kovulabilir ya da elde tutulabilir. Organizasyonlar, kapsamlarındaki insanlar için hiçbir anlamı yokmuş gibi küçültülebilir, rasyonalize edilir ya da yeniden yapılanır ve bu
bölüp parçalama işleminden hiçbir sıkıntı çekilmediğine
inanılır31.
Anglo-Sakson ülkelerinin son on yılda yakaladığı eko­
nomik başarı, işin üretim ve verimlilik boyutunda takdir
edilecek düzeyde olmasına rağmen sosyal yönden: gelir
dağılımdaki uçurum ve evsizlerin oranın artması ayrıca
hesaba katılması gereken bir unsur olarak karşımıza çık­
maktadır32.
Sanayi ötesi ya da diğer bir ifade ile bilgi toplumun­
da bacalı sanayi tipi değil, daha küçük ölçekli işletmeler
ön plana çıkmıştır. Anglo-Sakson ülkelerinde istihdam
artışını sağlayan en önemli etken küçük işletmelerdir.
Yeni buluş ve teknolojilerin en önemli kaynağı da bu kü­
çük işletmeler oluşturmaktadır. Ekonomide sanayiin pa­
yı giderek azalırken ticaret ve hizmet sektörünün payı
artmaktadır.
Anglo-Sakson kapitalizminde toplumculuğa karşılık
bireyciliğin seçilmesinde, paranın tercih edilmesinin de
payı vardır. Bir ürünü ortaya çıkarabilmek için bireylerin
tek başlarına yapacakları çok az şey vardır. Üretim ça­
lışması kolektiftir ama bireyler anlaşmalar hazırlayabi­
lir, şirketler satın alabilir. Kazanç elde etmek için "yara­
tıcı" muhasebecilik yapabilir, piyasalarda oynayabilir,
vergi ödemekten kaçınabilir, menkul değerleri alıp sata­
bilir ve genel olarak kağıt üstünde girişimcilik yapabilir.
Turner ve Trompenaars "Kapitalizmin Yedi Kültürü" ad­
lı eserinde şöyle demektedir:
"Bireylerin yüzlerini pek seyrek gördüğü ve hatta ta­
nımadığı "hissedarların çıkarı için çalışması" kavramı­
nın anlamlı ya da ilham verici bir yanının olmadığı kanıt­
lanmıştır. Paraya yönelim, dünya standartlarında ürenler yaratacak kapasitede ileri teknoloji eğitimi yerine,
kuruluşların üst düzeylerindeki muhasebe ve hukuk eği­
timi almış kişiler için bir itici güç oluşturur. Kâra yönel­
mek ve bunun semeresini toplamak eğilimi İngiliz en­
düstrisini fiyatları düşürüp pazar payı için Japon'larla
rekabete girmeye heveslendirmez. Emekli fonları için en
yüksek tutarları en kısa zamanda elde etmeye çalışan
şirket hissedarlarının çıkarı bu yönde değildir. Aynı man­
tık çerçevesinde insan ve teknoloji kaynaklarına uzun
vadeli yatırım yapma eğilimi de yoktur çünkü parayla
" Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 31.
0
Thurow, a.g.e., s. 14.
© TASAM | 47
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
mek, insanların düşünce biçimlerini parçalara ayırmak,
bireyleri topluma tercih etmek ve amaçların düzenlen­
mesinde toplumun dünyasını bölmek. Bu konu öylesine
şiddetlenmiştir ki, muhafazakâr İngiliz Başbakanı Thatc­
her, toplumun hala var olup olmadığını sorgulamak ge­
rektiğini ileri sürmüş ve Sosyal Bilimsel Araştırma Komitesi'nin isminin değiştirilmesinde ısrar ederken, sosyal
bilimlerin özgür ekonomik seçenekleri harap ettiğini ve
bir sürü Marksist'in kendilerine sosyolog adını taktığını
iddia etmişti35.
uğraşanlar bu konudan uzaktır, hesaplarını daha iyi bil­
mek için endüstrinin zevksiz kargaşasında kendi istatis­
tik rakamlarını soyutlaştırmışlardır"31.
Turner ve Trompenaars bu değerlendirmeyi yapar­
ken bir noktayı gözden kaçırıyor. Toplumcu gelenekte
nispeten ücretler arasında bir denge varken, Anglo-Sakson şirketleri uyguladıkları ücret esnekliği politikaları ile
"bireysel kâr güdüsünü" de ateşliyor. Bireyci ideoloji sa­
dece şirket stratejilerini değil, bunun yanı sıra şirketler­
de çalışan işçilerin stratejilerini de etkiliyor. Toplumcu
anlayışta olduğu gibi birey bir grubun parçası olarak,
sosyal sözleşmenin bir tarafı olarak düşünmüyor. Kendi­
si de gelirini arttırma peşinden koştuğundan, kendisi için
çalışıyor. Kendi kişisel refahını arttırmak için çabalıyor.
Yoksa, mensubu olduğu şirketin hissedarlarının çıkarı
onu çok da ilgilendirmiyor. Bu nedenle kendi çıkarını
maksimize edemediği bir iş yerinden nasıl ki kolayca ayrılabiliyorsa, hissedarın çıkarına hizmet etmediğinde de
işten kolayca atılabiliyor.
Bazen bu iki anlayışın çatıştığı zamanlar da olmakta­
dır. Komüncü gelenekte kâr birincil amaç olarak görül­
mediğinden, İngiliz yöneticiler kıta Avrupası'nın şirketle­
rinin başına geçtiklerinde, yerel yöneticilerin aynı kâr
34
dürtüsüne sahip olmadıklarını görmüşlerdir .
Anglo-Sakson kapitalizmi, bireyci ideolojisinden do­
layı işçilerle yöneticileri, hükümetle endüstriyi, eğitimci­
lerle iş yaşamını bir araya getirip, parçalı bir yapı yeri­
ne insanların ve teknolojinin ilerlemesine öncelik tanıyan
bir gelişme ekonomisinin oluşturulması için işbirliğine
dönük bir yapılanmayı sağlamayı başaramamıştır. Bü­
tünleştirme yerine çözümlemeyi ve indirgemeyi tercih et:n
Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 279.
M
a.e., s. 283.
* a.e., s. 285.
)T»\S^
STRATEJİK
ONGORU
48 I
1.2.2. "Haklara ve Ödevlere
Sahip Olma" Yerine "Bireyin
Mülkiyeti
Bireyciliğe göre, bireysel hakların en iyi garantisi
mülkiyet haklarının kutsallığında yatar. Bu mefhumdan
dolayı, birey devletin yağmacı gücünden korunur ve bu
düşünceden şirket müdürü şirketi yönetme yetkisine sa­
hip olur. Yani Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında mül­
kiyet, yöneticiler için otoritenin kaynağı olma özelliğine
sahiptir. Fabrikada ve diğer işletmelerdeki yönetimde
hissedarların yönetimi söz konusudur. Toplumcu anla­
yışta olduğu gibi işçilerin yönetime katılmaları diye bir
şey söz konusu değildir.
Komüncü gelenekte bireylerin hakları ve bu haklar
karşısında da bir takım yükümlülükleri vardı. Ancak
Anglo-Sakson gelenekte bireylerin mülkiyeti vardır. Bir
toplumda haklar ve yükümlülükler ne olabilir. Komüncü
gelenekteki haklar ve yükümlülükler, Alman modeli bağ­
lamında, detaylı bir şekilde yukarıda anlatılmıştı. Bir
toplumda hak olarak genel anlamda şunlar istenebilir:
gelir elde etme hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, istih­
dam hakkı vs. Bütün bunlar insanların güvenli bir şekil­
de hayatlarını devam ettirmesi ve hayatın yıkımlarından
korunması İçin gerekli olan haklardır. Komünal gelenek­
te bu hakların temin edilmesi "sosyal sözleşme" vasıta­
sıyla sağlanıyordu. Ancak bireyci Anglo-Sakson kapita­
lizm anlayışında sosyal sözleşme diye bir şey yoktur. Bu­
nun yerine "bireysel sözleşme" vardır. Bir kimse eğer yu­
karıda sayılan hakları elde etmek istiyorsa bunu kendi
potansiyelini kullanarak yapmalıdır.
Birey kendi hakkını elde etmek için bir işe girer, işye­
ri ile bir sözleşme yapar, bu sözleşmenin tarafı olur. An­
cak bu sözleşme sosyal bir sözleşme değildir, bireysel bir
sözleşmedir. Anglo-Sakson gelenekte vergiler dışında ma-
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
aştan yapılacak her türlü kesintilerin, bireyin kendi tasar­
rufunda yapılması istenir. Bu nedenle Amerikan hüküme­
ti son zamanlarda emeklilik ve sağlık ile ilgili primlerinin
yönetimini de bireye bırakmaktadır. Bireyci bir perspek­
tifte bakıldığında, aslında emeklilik, sağlık vs. sosyal gü­
venlikle ilgili yapılan kesintilerin fon yönetiminin her han­
gi bir kamu kuruluşunca yapılması bireycilik anlayışıyla
da uyuşmamaktadır. Bu tür fonların yönetimini, Anglo­
sakson bakış açısıyla düşünürsek, aslında en iyi şekilde
değerlendirebilecek olan yine birey olmalıdır.
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında, Adam Smith'in
"her birey mülkünü kendi çıkarı için kullanır ve bu da iyi
bir toplumun oluşmasına yardımcı olur" görüşünü be­
nimsemektedir. Smith, bireycilik ve mülkiyetin, tüm top­
lum için avantaj sağlayacağını ispatlayarak, her ikisini
ekonomik kazançla (kârla) birleştirdi. Bunu sağlamanın
temel aracı ise rekabetti: kişisel çıkan olan mülkiyet sa­
hipleri, piyasada kişisel tüketim ihtiyaçlarını tatmin et­
mede birbirleriyle yarışırlar. İnsan davranışının doğal
kanunu olan böyle bir tutum verimli bir ekonomi ve iyi
bir toplumun oluşmasına hizmet eder™
Komünal kapitalizm anlayışını benimseyen ülkelerde­
ki sosyal güvenlik şemsiyesi, İngiltere'nin dışında, Ang­
lo-Sakson ülkelerinde çok zayıf kalmıştır. Örneğin
ABD de "yoksullukla mücadele "yi hedefleyen gerçek ulu­
sal kurumlar yoktur. Bu mücadele komünlerin ya da eya­
letlerin uhdesindedir. Bu tür sosyal aktivitelerin devlet
tarafından değil daha çok özel yardım dernekleri tarafın­
dan yürütülmesine önem verilmektedir. Ancak, tahsis
edilen kamu kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle bu tür
dernekler ne kadar çok çaba sarf etseler de, komünal ka­
pitalizm anlayışını benimseyen ülkelerin kendi vatandaş­
larına yönelik uyguladıkları "yoksullukla mücadele" ça­
lışmalarıyla eş değer bir performans göstermeleri müm­
kün olmamaktadır. Özellikle Yeni Amerikan Anglo-Sak­
son anlayışı devlet güvencesindeki toplumsal haklardan
çok, bireysel ve özel yardım anlayışını ön plana çıkaran
bir kapitalizm mantığını benimsemektedir. Bu mantığa
göre eşitsizlikler sadece meşru değil, aynı zamanda top­
lumun eninde sonunda (in fine) yararlanacağı azgın re­
kabet için bir uyarıcıdır. 1980'li yılların başında, Reagancı ekibin Beyaz Saray'a yerleşmesinden sonra yok­
sullukla ilgili ortaya koydukları yaklaşım kısaca şöyley­
di: Yoksulluk siyasal bir sorun değildir ve devleti ilgilen­
dirmez. Bu bir ahlâk ve yardım severlik duygusudur37.
Anglo-Sakson kapitalizmini benimseyen ülkelerden
İngiltere'de durum farklıdır. Nitekim, İngiltere sosyal
alanda ABD'den ayrılmaktadır ki, Atlantik ötesinde ta­
nınmayan bir sosyal güvenlik sistemine çok uzun zaman­
dır sahip olduğu için, bu alanda açıkça Amerika'nın kar­
şısında yer alır. 1980'li yıllarda Regan ile aynı dönemde
İngiltere'nin Başbakanı olan Thatcher da Reagan yöneti­
minin yoksulluk konusundaki düşüncelerine katılıyordu.
Ancak Thatcher'ın çabaları İngiliz sosyal güvenlik politi­
kasının Amerikan görüşüne bire bir yaklaşmasına yet­
medi. Sosyal güvenlik meselesi Avrupa'nın en muhafaza­
kâr olduğu konuların başında gelmektedir. Bu nedenle
İngiltere de bundan doğal olarak etkilenmiştir.
Sanayi İnkılâbından sonra özellikle 19 yüzyılda kapi­
talizmin acımasız bir boyuta gelmesiyle artan sosyal bu­
nalımların sonucunda elde edilmiş hakların İngiltere'de
geri verilmesi çok kolay değildir. Kapitalizmin üretimle,
verimlilikle ilgili yanlan Amerika'ya taşınmış ancak öyle
gözüküyor ki, Avrupa'nın en yüce değerlerinden birisi
olan "sosyal güvenlik" kültürü bu ülkeye gitmemiştir.
Yoksullukla ilgili Reagancı ve Thatchercı düşünceler,
aslında yeni bir ahlâk anlayışının ortaya çıkmasına ne­
den olmuştur. Bu yeni ahlâk anlayışı kazananlar-zenginler-yardım severler tarafından ve onlar için imal edilen
bir ahlâk anlayışıdır™. Daha 19. yüzyılın ortasında Dunover, "yoksulluk cehennemi"nin, insanları iyi davranmaya
" Lodge, a.g.e., s. 105-106.
" Michel Albert, Kapitalizme Karşı Kapitalizm, Çev. Cemil Oktay-Hüsnü Dilli, İstanbul, Ata Yayınevi, 1992, s. 215.
© TASAM I 49
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
ve gayretli çalışmaya zorlaması nedeniyle, genel uyum
için gerekli olduğunu söylemişti. George Gilder ise: "Zen­
ginleri daha fazla zorlamak, yatırımı zayıflatmak, buna
karşı yoksullara daha çok vermek de çalışmaya teşviki
kösteklemek demektir. Bu tür önlemler, olsa olsa ancak
verimliliği düşürebilir" demektedir3".
de geçimini idame ettirecek kadar işsizlik yardımı ve
sonrasında da sosyal yardım yapılmaktadır. Ancak Ang­
lo-Sakson kapitalizm anlayışında sosyal refah politikala­
rının zorunlu olmaması gerekiyor. Bu nedenle bireylerin
kendi geleceklerini güvence altına alma zorunluluğu or­
tadan kalkmıştır. Sosyal hakların finansmanı için öde­
nen yüksek vergilerin, vergi mükelleflerinin çalışma şev­
kini kıracağı ve sosyal haklardan yararlananların çalış­
maya gerek duymayacağına inanılmaktadır41.
İşte yukarıda kısaca ifade edilen düşüncelerin ışığın­
da Anglo-Sakson kapitalizm anlayışının yoksullukla mü­
cadeleye olan bakış açısı şekillenmiştir. Bu bakış açısı­
nın bir ürünü olarak, Anglo-Sakson ülkelerinde yeni yok­
sulluk cepheleri oluşmuş, aynı savlardan hareketle işlet­
melere yeni bir dinamizm kazandırmak maksadıyla,
mevzuatı hafifletici düzenlemeler yapılarak ücretlileri
koruyan sistemler tahrip edilmiştir40. İşe alma ve işten
ayrılma gibi konularda mevzuatta yapılan bu tür değişik­
liklerle istihdamın iyileşeceği savunulmuştur. İstihdamla
ilgili oranlara bakıldığında göreceli olarak Anglo-Sakson
ülkelerinde işsizliğin daha az olduğu görülmekte. Hatta
Amerika, çalışanların emekliliğinin tanımlanmış bir
sosyal yardımlar dizisi aracılığıyla şirketler tarafından
güvence altına alındığı bir ülke olmaktan yavaş yavaş
çıkmaktadır. Artık şirketler sadece tanımlanmış bir kat­
kıyı garanti ediyor ve bireyler kendi paralarını yönetiyor,
en iyi getiriyi elde etmek amacıyla bir yerden diğerine
yönlendiriyorlar. İnsanlar artık daha uzun yaşadıkların­
dan ve kendi emeklilik sıraları geldiğinde sosyal güven­
lik sistemlerinin yerinde olacağından emin olamadıkla­
rından, bu emeklilik fonlarına ve yatırım fonlarına hırsla
saldırmakla kalmıyor, aynı zamanda bunları en yüksek
geliri elde edecek şekilde hırsla yönetiyorlar.
ABD'de sendikalaşma oranı 2001 itibariyle % 13'e
düşmekte, bu düşüş aynı zamanda ticari birlikler için ya­
sal korumada da yaşanan düşüşle birleşmektedir. Ancak
önemli bir değişim yaşanmaktadır. O da işçi-yönetim
arasındaki işbirliğinin gittikçe artmasıdır. Bu değişim
sendikaların bastırmasıyla, ya da yasal bir zorunluluk­
tan kaynaklanmadığı gibi bir anlık işçi-yönetim çıkarları
arasında bir iş birliği ruhunun doğmasından da kaynak­
lanmıyor. Aksine son 25 yıldır, işçi-yönetim arasında ya­
şanan bu iş birliği tamamen ekonomik zorunluluklardan
kaynaklanıyor. Globalleşen dünyada rekabet edebilme
seviyesini arttırmak isteyen her şirket artık, bu gücünü
arttırabilmek için işçilerle işbirliğini arttırmaktadırlar.
Üretim ekonomisinden bilgi ekonomisine geçilmiştir.
Ulusal Uretimlerdeki üretimin payı azalırken, hizmetlerin
payı son derece artmıştır. Dolayısıyla, artık şirketlerin
organizasyon yapılarında, çalışma koşullarında önemli
yapısal değişimler yaşanmaktadır.
Neo-Amerikan modelinin, Alman modelinden daha iyi is­
tihdam sağladığı söylenebilir. Ancak, istihdam olunan
büyük çoğunluğa eğer daha az ücret verilirse, insanlar
da işini kaybetmemek için bu durumu kabullenmek zo­
runda kalırlarsa o zaman daha fazla istihdam sağladığı­
nı söylemek yanıltıcı da olabilir. Bir bakıma istihdam ar­
tışı sağlanmaktadır. Ancak bu artışı daha çok "hambur­
ger" satan mekanlar sağlamaktadır. İşin mizahi yanı bu
ülkeler daha çok hamburgerci vb. üretmektedir. Komünal kapitalizm anlayışında işçiye daha fazla ücret öden­
mekte, işsiz kaldığında iş bulana kadar minimum seviye­
!,
Artık şirketler, "daha iyi, daha hızlı, daha ucuz" mal
üretmek durumunda kalmışlardır. Eskiden "kol gücü" ön
plandayken, bunun yerini "beyin" almıştır. Eski gelenek­
sel "yukarıdan-aşağıya" komuta-kontrol tipi işçi-yönetici
ilişkileri işlemez hale gelmiştir. Anglo-Sakson kapitalizm
a.e„ s. 216.
" Stephen George ve lan Bach, Politics in the European Union, Oxford; New York, Oxford University Press, 2001, s, 190-191.
1
Thurow, a.g.e., s. 34.
) TASAM
STRATEJİK
ONGORU
50 I
•i
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
türünde, Newtoncu bakış açısının şekillendirdiği hiyerar­
şi yapısı "dikey" olarak örgütlenmişti. Ancak, özellikle
Japon ve Alman işletme mantığının da etkisiyle Anglo­
sakson modelde de "yatay" örgütlenme tipi kendini gös­
termektedir. Anglo-Sakson şirketleri, bilgi ekonomisinin
kurallarının işlediği bir çevrede rakipleriyle rekabet ede­
bilmek için çalışanlarıyla sürekli bilgi alışverişinde bulu­
nuyorlar, yeni stratejiler geliştirmek için beyin fırtınası
yapıyorlar. Ancak işçi-işveren arasındaki bu işbirliği, komünal anlayışın dışında bir işbirliğidir. Almanya'da ol­
duğu gibi yasal bir zorunluluktan kaynaklanmamakta­
dır. Bireyci bir anlayışla, bireysel çıkarların bir an da ol­
sa örtüşmesinden kaynaklanmaktadır
Vergi oranlarındaki ve sosyal harcamalardaki görece
düşüklük Anglo-Sakson ülkelerinin firmalarına, Komünal
kapitalizmi benimseyen ülkeler karşısında üstünlük sağ­
lamaktadır. Ancak bir taraftan böyle bir üstünlüğün ma­
liyetleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü hem sos­
yal sigorta kapsamında olan primlerin düşüklüğü, hem
de vergi oranların düşüklüğü cari açığı bir o kadar arttır­
maktadır. Ayrıca komüncü ülkelerden Almanya, bu gün
Anglo-Sakson ülkelerinin bu üstünlüklerini ortadan kal­
dırmak için artan oranlı gelir vergilerinde indirime git­
mekte, sosyal güvenlik sistemi ile ilgili olarak da reform
çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır. Almanya'nın bu
çabaları bireyselliğe doğru kaymaktan çok, 1950 ve
19601ı yıllarda yaptığı gibi kendi sistemi içerisinde bazı
iyileştirmelere gitmekten başka bir şey değildir.
1
1.2.3. Aktif Planlayıcı Devlet
Yerine Sınırlı Devlet
Anglo-Sakson kapitalizm anlayışına göre en küçük
devlet en iyidir. Bireyciliği savunanlar daha çok devletin
matematiksel büyüklüğü ile ilgilenmekle birlikte bundan
daha da önemlisi devletin rolü ile ilgilenmektedirler.
Devletin oynadığı rol daha önemlidir. Bireyciliğin savu­
nucuları, devletin geniş çapta merkezi bir yetkiye sahip
olmasından yana değildirler. Bu yüzden Anglo-Sakson
ülkelerinden özellikle ABD'de yetkinin merkezileşmesin­
den çok çözümlenmesinden yana tavır alınmaktadır. Ör­
neğin ABD'de, devletin her bir parçası birbirleriyle ayrı
tutulmakta, kontrol edilmekte ve dengelenmektedir.
Anglo-Sakson modele göre, hükümetin özel mülkiyet
haklarını koruması, sonra da kenara çekilip bireyin ken­
di yağıyla kavrulmasına izin vermesi gerekir. Anglo-Sak­
son kapitalizminde, kâr artışı kapitalizmi doğru yola
sevk edecektir mantığı hakimdir.
Anglo-Sakson modelde devletin rolü, kişilerin can gü-
venliği ve mülk güvenliğini sağlamakla sınırlıdır. Devle­
tin bu sınırın dışına çıkması, bunların doğal çalışması ile
çatışır ve özgürlükler ile serbestliği azaltır. Bu nedenle
Anglo-Sakson ülkelerinde daha çok devletin yetkilerinin
denetim altına alınması söz konusudur. Böylece, devletin
elinde bulundurduğu yetkileri kullanarak bireylerin özel
çıkarlarına zarar vermemesi sağlanmış olur.
Devletin rolü ile ilgili tartışılan iki görüş vardır. Bun­
lardan ilki, devlet kaçınılmaz bir beladır (evil). Bu yüzden
otoritesi denetlenmen, dengelenmeli ve idare, yasama ve
adalet olarak bölümlere ayrılmalıdır. Yetkisi mümkün ol­
duğunca dağıtılmalıdır ve devlet toplumsal ihtiyaçları
planlamamah, düşünmemelidir. İkincisi ise tamamen
farklı bir görüştür, buna göre devlet kriz olduğunda ya
da çıkar grupları hep birlikte talep ettiğinde müdahale
etmelidir42.
Bundan başka devlet piyasada rekabet edilebilirliğin
arttırılması için organize olmalıdır. Devlet zaten rekabet­
ten izole edilmiş ekonomik sektörleri, konut ve emlâk gi­
bi, sübvansiyonla desteklemek ve korumaktan çok, gele­
cek için etkili bir ekonomi stratejisi oluşturarak geleceğin
önde gelen endüstrilerinde yatırım ve verimliliği teşvik et­
melidir. 1980'lerin ortalarında Amerika'da bir çok eyalet:
Michigan, Tennessee, Kentucky, North Carolina, Ohio,
Pennsylvania, ve Massachusetts, örneğin kendi bölgesel
rekabet edebilirlikleri için stratejiler geliştirmişlerdir.
Her ne kadar devletin rolüyle ilgili ifade edildiği gibi
sınırlamalar söz konusuysa da, ticareti yönetme fikri,
Anglo-Sakson geleneğin ideolojisinin tam aksine işle­
mektedir. Amerika, İngiltere ve diğer Anglo-Sakson ülke­
lerdeki uygulama ve ideolojiler de bu konuda tutarlıdır­
lar. Normal şartlarda, bireyciliğin esas alındığı böyle bir
ekonomide ticaretin yönetimine devletin müdahale etme­
mesi gerekir. Bu noktada bireyin kişisel başarısı ile piya­
sa şartlarının esas alınması gerekir. Yani bir bakıma gö­
rünmez elin sihrine güvenmemiz gerekir. Ancak uygula­
mada bunun böyle olmadığını görüyoruz. Amerika bazı
zamanlarda demir ve çelik endüstrisi örneğinde olduğu
gibi kendi endüstrilerini korumak için bir takım tedbirle­
ri alabilmektedir.
Hemen hemen tüm endüstriyel ülkeler, devasa bü­
yüklükte, politik ve ekonomik olarak çok önemli olan şir­
ketlerin piyasada zor durumda kalmalarına tanıklık et­
mişlerdir. İngiltere'nin ideolojik eğilimine rağmen, Thatc­
her hükümeti bile kendisini 1981'de İngiliz Leyland şirke-
" Lodge, a.g.e., s. 126.
0 TASAM I 51
STRATEJİK
ONGORU
Kenan DAĞCI
tine 2 Milyar Dolar yatırım yapmak için zorunlu hissetmiş
ve bu yatırıma yapmıştı. Çünkü bu büyüklükteki devasa
şirketlerin iflasının faturası İngitere'nin refah artışına 7
Milyarlık bir yük getirecekti43. Bu ne demek, eğer gerekti­
ğinde ticarete müdahale etmezseniz bunun faturası sade­
ce şirket hissedarlarına değil, aynı zamanda sizin gelece­
ğinize çıkmakta, refah artışınızı engellemekte. İşte böyle
durumlarda, Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında da
devletin kayıtsız kalması beklenmemektedir.
Anglo-Sakson bireyci kapitalizm anlayışında devlet,
sendika, birlikler ve şirketler arasında, komüncü kapita­
lizm anlayışında olduğu gibi sıkı bir işbirliği olmasa da
bazı zamanlarda Anglo-Sakson geleneğin ideolojisiyle
çatışan uygulamalara da rastlanmaktadır.
Leyland gibi zor duruma düşen işletmelerde en az za­
rarla kurtulmak için, devlet böyle şirketler hakkında her
zaman geniş ve doğru bilgiye sahip olmak durumunda­
dır. Bu sayede bu tür şirketlerin ne tür problemlerinin ol­
duğunu daha çabuk vakıf olmaktadır. Bu aşamadan son­
ra şirketin organizasyon, proses, ve ürün yapısını değiş­
tirmek için eski yönetimi ortadan kaldıracak iradeye ve
kapasiteye sahip yetkili bir otorite devreye girmektedir.
Amerikan Chrysler şirketi ilk olarak 1970'de büyük
bir kayıp yaşadı. Ciddi olarak borç batağına saplandı, bu
seferlik bankalar imdadına yetişti ancak rekabet edebi­
lirliğinde hiçbir değişme olmadı. Aradan dokuz yıl sonra
1 Milyar Dolar borçlu duruma geldi ve ayakta durabil­
mesi için daha fazla yardıma ihtiyacı vardı. Chrysler'in
dünya çapında 140.000 çalışanı vardı ve ayrıca yüz bin­
lerce de tedarikçilerinde çalışan insan vardı. 1979 Ağus­
tos ayında, Amerikan hükümeti 1,5 Milyar Dolarlık bir
ödünç garantisi vererek Chrysler'in imdadına yetişti, bu­
nun akabinde şirketin yeniden yapılanması için yeni bir
yönetim, işçilerden, alacaklılardan, satıcılardan ve et­
kinliği olan eyaletlerden 2 Milyar Dolarlık bir finansman
hibesi (concession) talep edildi. Chrysler 110.000 olan
istihdam sayısını 60.000'e düşürdü. Eğer devlet böyle
bir durumda Chrysler'in durumuna müdahale etmeseydi,
Lodge'a göre tahminen iflâsın maliyeti 15 Milyar dolar
civarında olacaktı: 11 Milyar Dolar vergi kaybı ve refah
ve işsizlik maliyeti, 1.1 Milyar Dolar Emekli Aylığı Öde­
neği Garanti Şirketi'ne gelecek primlerden kayıp ve 3
Milyar Dolara kadar çıkacak olan bir ticaret açığı44.
Görüldüğü gibi Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında
da devlet bir şekilde kendi şirketlerine el uzatmaktadır.
" a.e., s. 129.
44
a.e., S. 130.
41
a.e., S. 13.
) TASAM
STRATEJİK
ONGORU
52
|
Ancak bunu sosyal amaçlarla yapmamakta, toplumun
genelinin çıkarı için böyle bir girişimde bulunmamakta­
dır. Daha çok kendi omzuna yüklenecek yükü düşünmek­
tedir. Halbuki, Ren ülkelerinde ve dolayısıyla komüncü
bir mantıkla hareket eden ülkelerde, örneğin Alman­
ya'da devlet Anglo-Sakson ülkelerinde olduğu gibi tek
başına hareket etmez. Devletle birlikte bankalar, işve­
renler, işçiler, birlikler birlikte hareket ederler. Bu şirket­
lerdeki yönetim, üretim prosesi ve ürünler süratle değiş­
tirilir. Devlet ve bankalar daha hızlı bir şekilde zor du­
rumda olan Chrysler gibi şirketlere yardım elini uzatır­
lar. Kısacası, Anglo-Sakson ülkeleri böyle bir durumda
bireyci mantıkla hareket ederken, Ren ülkeleri, Komüncü
mantıkla hareket eder.
1
1.2.4. Grup Sorumluluğu Yerine
Bireysel Sorumluluk
Aslında bu bakış açısı, "parçalara bir mekaniğin par­
çaları olarak bakarsak, bütünün kendisine bakmış olu­
ruz" diyen Newtoncu mekanik düşüncenin yozlaştırılmasıdır. Bu düşüncenin bir sonucu olarak, bilimsel araştır­
malar artan miktarlarda disiplinlere bölündü, dil, kav­
ramlar, ve düşünce biçimlerinin biri diğerinden ayrıldı.
Her biri mekanizmanın bir parçası olarak ayrı ayrı uz­
manlaşmanın, örgütlenmenin konusunu oluşturdu.
Bireycilikte dolaylı olarak ortaya konan şey şudur45:
Her insan gücü elde etmek ister, güçlü olmak ister. Öyle
ki bu güç, dış olayları, mülkleri, doğayı, ekonomiyi, poli­
tikaları, ya da onun gibi bir şeyi kontrol etmeyi kapsar.
Bu nedenle grup çalışması yerine, bireysel çalışma esas
alınır. Grup başarısı değil bireysel başarı yüceltilir. Birey
kendi potansiyelini ortaya koyarak başarılı olur ya da ol­
maz. Anglo-Sakson ülkelerinde, grup çalışmasını özendi­
recek "kâr" güdüsü dışında araçlar da bulunmamakta­
dır. Halbuki, Komünal kapitalizmi benimseyen ülkelerde
şirket çalışanının, şirkete bağlılığını güçlendirecek istih­
dam güvencesi gibi sosyal güvenlik araçları önemli bir
rol oynamaktadır.
|Sonuç
Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte kapitalizm
alternatifsiz olarak hakimiyetini ilan etmiştir. Ancak da­
ha önce üzerinde durulmayan kapitalizmin kendi içeri­
sindeki ayrışması da gün yüzüne çıkmıştır. Yapılan ülke
analizlerinde dünyadaki gelişmiş ülkelerin kapitalizmin
aynı biçimini farklı şekilde anladıkları ve uyguladıkları
ortaya çıkmaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan da
Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm •
anlaşılacağı gibi kapitalizmin iki farklı uygulaması ol­
dukça farklı bir ideolojik mantığa sahiptir. İdeoloji, ulus­
ların kapitalizmi algılama ve tatbik etme biçimlerini de
etkilemektedir.
Bireyciliği yücelten ideolojiler Anglo-Sakson tarzı bir
kapitalizmi uygularken, komüncülüğü yücelten ideoloji­
ler Komünal kapitalizm anlayışını benimsemektedirler.
Ancak bu uygulamaların her zaman bu çerçevede devam
edeceği sonucu da çıkmaz. İdeolojilerin de konjonktürün
etkisiyle bir şekilde değişime uğradığı tartışmasız bir
gerçektir. Bu gün bu değişimleri yapan ülkeler ekonomik
performanslarını arttırabilmekte, refah seviyelerini yer­
yüzü standartlarına getirmektedirler. Bu değişime ayak
uyduramayanlar ise rekabet etme yeteneklerini kaybet­
mekte ve kendi halkının refah seviyelerini de düşürmek­
tedirler. Değişimin önünde duranlar bir şekilde içerde ve
dışarıda meşruiyet açığı ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu da toplumsal yabancılaşmalara, iç ve dış huzurun bo­
zulmasına neden olmaktadır.
maması gerekir. Alman komünal anlayışındaki "sosyal"
boyut daha insani ve taktire şayandır. Bunun kabul edil­
meyecek bir yanı yoktur. Ancak "sosyal" boyutun da bir
maliyeti vardır ve bu maliyeti karşılayabilmek için deği­
şimin önündeki tüm engellerin rasyonel bir şekilde kaldı­
rılması gerekmektedir. )
KAYNAKÇA
Ahrens, Heinz: "The Social Element in the Social Market Economy", Social
Market Economy: An Economic System for Developing Countries, ed. Winfriend Jung, l.Aufl., Sankt Augustin, Academia Verl. Richarz, 1990. s. 75-91.
Alatli,
Alev:
Tarih,
Tekerrür
http://www.alevalatli.com/tarih3.htm,
ve
Ekonomik
Krizler.
(Çevirimiçi)
3 Mart 2003.
Albert, Michel: Kapitalizme Karşı Kapitalizm. Çev. Cemil Oktay-Hiisnü Dil­
li, istanbul, Afa Yayınevi, 1992.
Ailen, Chistopher S.: "Germany: Competing Communitarianisms", Ideology
and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C
Lodge ve Azra F. Vogel, Boston, Massachusetts, Harvard Business School Press,
1987. s. 79-102.
Bundesministerium fur Arbeit und Sozialordnung Information, Publikation,
Almanya 1960-1990 yılları arasında uyguladığı ko­
münal kapitalizm ile AB'nin büyümesi için adeta motor
görevini üstlenmişti, çünkü ideolojisi ile tatbikat tam ola­
rak örtüşüyordu, dolayısıyla meşruiyet açığı yoktu. An­
cak aynı Almanya son on yılda bu açığın artmış olması
nedeniyle AB'nin hasta adamı haline gelmiştir. AB'deki
liderliğini İngiltere'ye kaptırmakla yüz yüze kalmıştır.
Alman komünal kapitalizm anlayışının dümeninde bu­
lunduğu Alman makinası yokuş aşağı doğru inmeye baş­
lamıştır.
Redaktion, Hukuki Durum, Bonn, Westermann Druck GmbH, 2002.
CIA, The World Factbook 2003, (Çevirimiçi)
http://www.odci.gov/cia/publications/factbook/fields/2047.html, 12 Aralık 2003.
Dresdner Bank: The World Economy 1950 to 2001, Dresdner Bank Statis­
tical Survey, November 2001.
George, Stephen ve Ian Bach: Politics in the European Union, Oxford: New
York, Oxford University Press, 2001.
Kloten, Norbert: "Makro Ekonomik Yönlendirme ve Sosyal Piyasa Ekonomi­
si", Sosyal Piyasa Ekonomisinde Uygulanan Politikalar, çev. Meneviş Öğüt,
yay.haz.ve der. Hüsnü Erkan, İzmir, Kongrad Adenaur Vakfı Yayını, yayın serisi:
3, Tükelmat A.Ş., 1992. s. 37-53.
Kendi çıkarının peşinden koşan birey, daha fazla kâr
sağlamak için yeni yöntemler icat etmekten geri durma­
maktadır. Anglo-Sakson ülkeleri böyle bir değişimi yaşar­
ken, Komüncü geleneğe sahip ülkelerden özellikle Alman­
ya, "sosyal" nedenlerle emek-yoğun üretim gerektiren en­
düstrilerin korunmasında tutucu davranmaktadır. Bu ne­
denle, devlet-işçi-işveren ve birlikler arasındaki "sosyal
partnerlik" bir bakıma bozulmaya devam etmektedir.
Mevcut Toplumcu ideolojik yapıdaki meşruiyet açığı art­
tığı halde Alman hükümeti bu gerçekliğe yasal düzen açı­
sından "meşruiyet" kazandırmada yavaş hareket etmek­
tedir. Bu nedenle de Alman müteşebbisleri yatırımlarını
üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu eski Doğu Avru­
pa ülkelerine, şimdilerde AB'nin yeni müstakbel üyeleri­
ne, doğru kaydırmakta kararlı gözükmektedirler.
Lodge, George C: "The United States: The Costs of Ambivalence". Ideology
and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds.George C
Lodge and Ezra F. Vogel, Boston Massachusetts, Harvard Business School Press.
1987. s. 103-139.
Ozankaya, Özer: Toplumbilim, 7.b., Istanbul, Cem Yayınevi. 1991.
Price Waterhouse (yay.haz.), Information Guide to Doing Business in Ger­
many, Price Waterhouse, USA, 1988.
Streeck, Wolfgang and Kozo Yamamura (eds.): The End of Diversity? Pros­
pects for German and Japanese Capitalism, Ithaca and London, Cornell Univer­
sity Press, 2003.
Thieme, H. Jörg: "Piyasa Ekonomisinin Sosyal Düzenlenişi", Sosyal Piyasa
Ekonomisinin Sosyal Boyutu, çev. Hüsnü Erkan, yay.haz. Hüsnü Erkan, İzmir,
Tükelmat A.Ş., 1994. s. 31-53.
Thurow, Lester: Kıran Kırana: Japonya, Avrupa ve ABD Arasında Yaklaşan
Ekonomik Savaş, çev. Ayşe Karasu, İstanbul, AFA Yayıncılık, 1992.
Turner. Charles Hampden ve Alfons Trompenaars: Kapitalizmin Yedi Kül­
Şu anda ideolojisi ile tatbikatı birbiriyle örtüşen Ang­
lo-Sakson ülkeleri daha çok istihdam üretmektedir, reka­
bet etme yetenekleri de daha yüksektir. Ancak bunun
sürdürülebilmesi için bahsettiğim meşruiyet açığının art­
türü, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Sabah, 1995.
) TASAM | 53 STRATEJİK ONGORU