Madde 3. Özel eğitim gereksinimi
Transkript
Madde 3. Özel eğitim gereksinimi
Madde 3. Özel eğitim gereksinimi İşaret dilinde izlemek için tıklayınız İşitme organını kullanamayarak doğan ya da erken yaşta kaybeden her birey (işitsel yetersizlikte etkilenmiş – İYEbirey), okul öncesi dönemden başlayarak, aile eğitimini de kapsayan özel eğitim alır. Bu hizmet, ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde organize ve koordine edilmekte ve yürütülmesi özel şirket veya şahıslara ait ya da dernekler ile vakıflara bağlı özel eğitim kurumları tarafından gerçekleştirilmektedir (tek istisna Anadolu Üniversitesi’ne bağlı İşitme Engelli Çocuklar Eğitim ve Araştırma Merkezi ile Engelliler Entegre Okulu’dur; Bakınız: Girgin, 2006). Milli Eğitim Bakanlığı, bir sağlık kurulu raporuyla “özrü” belgelenmiş çocuğu Rehberlik Araştırma Merkezleri (RAM)’nde değerlendirdikten sonra “işitme ve konuşmaya yönelik özel eğitim alma” hakkını onaylamaktadır. Aile buradan aldığı RAM Raporu olarak tabir edilen belgeyle istediği bir özel eğitim kurumuna gitmekte ve orada Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygun görülmüş/onaylanmış program çerçevesinde özel eğitim gereksinimini karşılamaktadır. Bu özel eğitim kurumları, her ay verdikleri ders saatine göre İl Milli Eğitim müdürlüklerine bir fatura kesmekte ve ücretlerini Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden almaktadırlar. Bu uygulama, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için geçerlidir ve çocuğun ailesinin bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmasını gerektirmemektedir. Bu proje kapsamında gerçekleştirdiğimiz anket formlarının hiç birisinde FİTYE (farklı iletişim yöntemlerini tercih eden işitsel yetersizlikte etkilenenler) gençler bu hizmet sunumuyla ilgili ciddi bir değerlendirmede bulunmamışlardır (sadece halen özel eğitime gidenlerin bir kısmı bu dersleri “çocuksu” hatta “bebeksi” bulduğunu ifade etmektedir); aileler ile yapılan görüşmelerde bu süreç değişik şekillerde ele alınmıştır. Ancak; gerek yaptığımız araştırmanın ortaya koyduğu sonuçların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerek bu alanda yıllardan beri çalışan uzmanların görüşleri, eğer işitme organından yararlanma şansını doğuştan veya erken çocukluk döneminde kaybeden gençlerin daha fazla oranda üniversiteye girmeleri ve üniversitede daha başarılı bir performans sergilemeleri isteniyorsa, ilk adımda ele alınması gereken düzenlemenin okul öncesi dönemden başlayarak “özel eğitim ve özel destek gereksinimi”ne yönelik uygulamaların çağdaşlaştırılması olduğunu bize göstermektedir. Bu bahis bir kaç alt başlıkta ele alınacaktır. a. Çocuğun gereksinimine göre özel eğitim: Bu konuda bütün “engel” alanları için Milli Eğitim Bakanlığı’nın mevcut genel programların özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarına göre uyarlanabilir nitelikte olmadığı eleştirisi, Başbakanlık Özürlüler İdaresi tarafından hazırlanan raporda da belirtilmiştir (Özürlü Çocuklara Yönelik Rehabilitasyon ve Özel Eğitim Hizmetleri Çalışması Raporu. http://www.ozida.gov.tr/). Ülkemizde neredeyse 70 yıldır işitme organından yararlanma şansını kaybeden çocuklara işitme kaybının başlama yaşı, derecesi ve o zamana kadar ki işitsel (re)habilitasyon (işitsel rehabilitasyon ile cihazı veya koklear implant-biyonik kulak- uygulamaları kastedilmektedir) ile özel eğitim geçmişinden bağımsız olarak ve her yaştaki çocuk için sadece işitsel-sözel yöntem merkezli olarak sürdürülmektedir (Bakınız: Girgin, 2006; Melekoğlu ve ark, 2009). Halbuki, tıp bilimi işitme ve konuşma korteksinin hangi yaşa kadar gelişme şansı olduğunu, hangi yaştan sonra (en ideal işitsel rehabilitasyon yapılsa bile) artık gelişemeyeceğini bilmektedir. İşitme kaybının derecesiyle ters orantılı olmakla birlikte, 2-3 yaşından sonra, o yaşa kadar hiç işitsel (re)habilitasyon almamış bir çocukta işitsel korteks gerileyerek yerini görme ve dokunma duysunun hakim olduğu bir hücresel gelişime bırakmaktadır. Beyinde işitme korteksinin gelişmeye başlaması, başta konuşma ve öğrenme kortekslerinin de gelişmeye başlamasını uyarmakta ve desteklemektedir. İşitsel korteksi belli bir yaşa (3-4 yaş) kadar hiçbir şekilde sesi uyaranı algılamamış bir çocukta doğal konuşma merkezinin gelişme şansı yoktur. İnsan beyninin mükemmel bir kompanzasyon yeteneğinin olması ve rehabilitasyonla pek çok farklı motor nöron grubunun aktive edilebilmesi, her yaştaki bireyde yeni işlevleri tanımlamaya elvermektedir. Rehabilitasyon tekniklerinin yeterli ve etkin olması, birey ve aileye yönelik faktörlerin de yardımıyla, işitme ve doğal konuşma merkezi gelişmemiş olan bir çocuğa büyük çabalarla belli sesleri çıkarma, bunları bir tür konuşma gibi kullanma olanağı yaratılabilir. Ama bu şekilde elde edilen yetiler, hiçbir zaman işitme organında sorunu olmayan ve bu sayede de daha bebeklikten itibaren (hatta bazı bilimsel kaynaklara göre ana karnında) başlayan işitsel korteks gelişimi ve buna paralel olarak da konuşma ve öğrenme kortekslerinin oluşumu ve gelişimiyle şekillenen “doğal işitme ve konuşma” seviyesinde bir iletişim yöntemi olamaz. İşitme organından faydalanamayarak doğan veya erken yaşta bunu kaybeden bir bebeğin, işitme, konuşma ve öğrenme ile ilgili kortikal alanlarının “mükemmel” gelişmesi, ancak erken tanı konularak en geç 6 aylıkken işitsel (re)habilitasyonun sağlanmasıyla mümkündür (bu amaçla bütün dünya ile paralel olarak ülkemizde uygulamaya sokulan yenidoğan işitme tarama programı mevcuttur; daha fazla bilgi için ekler başlığı altındaki ilgili bölüme bakınız). İşitme organından faydalanamayarak doğan ya da erken dönemde kaybeden bir bebek için, 6 ay ile 3-4 yaş arası kritik bir dönemdir. Bu dönemde bebek ne kadar geç işitsel (re)habilitasyon ve özel eğitim sürecine girerse o kadar az işitme-konuşma gelişimi başarılır; öğrenme yetileri de o derece geride kalır. Eğer böyle bir çocuğa 3-4 yaşına kadar işitsel (re)habilitasyon yapılmadı, ama bu yaştan sonra bu olanak ortaya çıktıysa, yapılan araştırmalar göstermiştir ki çocukların çoğu dış ortamdaki sesi, acı ya da bir başka türlü rahatsızlık hissi olarak algılamaktadırlar. Bu bağlamda işitsel rehabilitasyon, daha sonraki yıllarda da, başta çevrenin daha iyi algılanması ve güvenlik olmak üzere, değişik nedenlerle tıp camiası tarafından önerilse bile, bu çocuklarda bundan sonraki dönemde konuşma yeteneğinin gelişmesi beklenmemektedir. Ayrıca, bu yaşa kadar zaten çocuk farklı iletişim yöntemlerini, yetersiz de olsa geliştirmiş ve onlara göre çevreyi algılamaya ve öğrenmeye başlamış olmaktadır. Bu bağlamda kullanılan başlıca yöntem görsel algıdır. Bilimsel çalışmalar, doğuştan işitme kayıplıların görsel algı yeteneklerinin, üç boyutlu cisimleri izleme yetilerinin normal insanlardan daha hızlı ve detaylı olduğunu göstermiştir. Özet olarak; 3-4 yaşını geçmiş ileri derecede işitme kayıplı bir çocuk artık i) işitme korteksini kaybetmiş, ii) konuşma korteksi gelişim çağını kaçırmış, iii) öğrenme korteksi yavaş ve farklı uyaranlara göre gelişen bir çocuktur. Bu durumda işitme kayıplılara yönelik özel eğitim programları bu gerçekler üzerine inşa edilmelidir. Dünyada işitme kayıplılara yönelik özel eğitim süreçlerinde “işitsel-sözel yaklaşım” olarak ifade edilen her çocuğu bir noktaya kadar konuşturma hedefli yaklaşımlarla, “işaret dili” eğitimi, iki rakip ve farklı yol olarak görüle gelmiştir. Bazı ülkelerde, bu tartışmalar “etnisite” merkezli tartışmalara benzer şekilde ve şiddette vuku bulmuştur. Muhtemelen bu tartışmaların bir sonucu olarak, bazı batı ülkelerinde işitme organını kullanamadığı yenidoğan döneminde yapılan testlerle saptanan bebeklerin ailelerine “işitsel (re)habilitasyon – işitsel/sözel özel eğitim” ile “işaret dili” arasında seçim yapma hakkı tanınmaktadır (bakınız: “Giriş” bölümü) (çalışmalarımız sırasında “ne olursa olsun çocuğum işaret dili öğrenecek, işitsel/sözel eğitime karşıyım” diyen hiçbir aile ya da FİTYE genç ile karşılaşılmamıştır). Ama bu yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumun göz ardı edilmesi anlamına gelmemektedir: Belirli bir yaştan sonra işitme organını kullanamayan çocuğun konuşmayı, taklit boyutunun ötesinde bir iletişim yöntemi olarak geliştirebilme şansı yoktur ve bu çocukların beyinlerindeki öğrenme alanları da artık işitmekonuşmaya değil, görsel algıya dayalı olarak gelişmekte ve (bu yöntemle yeterli eğitim alamadıkları için de) yetersiz gelişmektedir. Bu bağlamda, eğer ülkemizde işitsel yetersizlikten etkilenerek farklı iletişim yöntemleri kullanmak durumunda kalmış olan bir FİTYE çocuk ya da gence özel eğitim ve destek sağlanacaksa, bu onların nöro-kognitif gelişimleri için uygun bir yöntem ile olmalıdır (aksi takdirde, tıpkı anketimizin sonuçlarında görüldüğü gibi, kendilerine lise çağında hala verilemeye çalışılan “işitsel/sözel” özel eğitimi “bebeksi”, “çocuksu” olarak niteleyecek ve istemeyeceklerdir; pek çok özel eğitim kurumu da bu durumun farkında olduğu için, bu gençler için bir şeyler yapabilmek umuduyla lise çağındaki özel eğitim sürecini bir tür üniversite hazırlık kursu gibi kullandığı da bir diğer gerçektir). Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde verilen özel eğitim, okul öncesi dönemden başlayarak, “sözel/işitsel” yaklaşıma alternatif bir özel eğitim yöntemi olarak “işaret dili” merkezli tüm vücut yeteneklerini bir arada kullanan bir özel eğitimi de benimsemelidir. Bu sistem muhakkak ki çocuğun yetenekleri ölçüsünde konuşma çabasını da içermeli, ama asıl hedef çocuğu daha iyi eğitebilecek “bir iletişim yöntemi”nin geliştirilmesi olmalıdır. Bu sayede çocuk, farklı kavramları öğrenecek, sosyalleşecek, kendine güveni ve bireysel saygısını geliştirecek dolayısıyla da daha iyi eğitim düzeyiyle daha başarılı olmayı hedefler hale gelecektir. Unutulmamalıdır ki, işitme organı gelişmemiş bir çocuğun kaybettiği (ya da eksik-hatalı gelişen) tek yetisi konuşma değildir; hayatımızda konuşmadan çok daha etkin bir süreç olan “öğrenme yeteneği” de, ileri işitme kayıplılarda geri kalmaktadır. Araştırmamızın ortaya koyduğu, belki de en önemli ve çarpıcı sonuç, pek çok FİTYE gencin ve ailesinin (ailenin işitebilen-konuşabilen ya da FİTYE ebeveynlerden olmasından bağımsız olarak), hiçbir şekilde eğitimde ve hayatta başarılı olma umudunun olmamasıdır (“üniversite işitme engelli için çok zor”, “tercüman olmadan dersleri anlamak zor, kazanmak zor” gibi ifadeler anket formlarında defalarca geçmektedir). Gençlerin bir kısmı için “meslek sahibi olmak” ve bunun için üniversiteye gitmek, hiçbir şekilde hedef değildir; işitebilen-konuşabilen ebeveynlerinin dahi (istekleri olsa bile) FİTYE çocukları için beklentileri, dolayısıyla da hedefleri sınırlıdır (bu durum, esasında araştırmayı gerçekleştiren bizler için çarpıcı olmayan – beklenen bir sonuçtur; dünya işitme engelliler eğitim tarihi incelendiğinde bu durum açıkça görülecektir. Daha fazla bilgi için ekler başlığı altındaki ilgili bölüme bakınız). FİTYE gençlerin bir kısmı gelecek umutlarını “torpil bularak bir işe girmek (genelde memur olmak) ve emekli olmak” olarak ifade etmektedirler. İşiten-konuşan gençler arasında yapılan herhangi bir benzeri araştırmada, gelecek hedeflerinde “torpil” ve “emekli olma”nın bu derece büyük bir yer kaplaması mümkün müdür? Ya da erişkin oldukları zaman yapabilecekleri ve sahip olabilecekleri pek çok şeyin önüne geçebilmesi? İşaret dili merkezli tüm vücut yeteneklerini bir arada kullanan bir özel eğitimin hızla hayata geçirilebilmesi için, öncelikle aşağıda belirtilen hususların hedeflenmesi, önerimizdir: i. İşaret dili ile ilgili çalışmalar, biran önce Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde toplanmalı, kanunla bu konuda kendisine yetki verilmiş olan (ancak 5 yıldır hiçbir somut sonucu ortaya koyamayan) Türk Dil Kurumu (TDK), konuşulan Türkçe’de olduğu gibi, sadece bir danışma-araştırma kurumu olarak görev yapmalıdır. TDK’nın sahip olmadığı ama MEB’nın kolaylıkla başarabileceği karar verme, planlama ve uygulama olanakları bu alanda hızlı ilerlemeleri mümkün kılacak ve FİTYE’lerin daha fazla yıllar kaybetmesinin önüne geçilebilecektir. Bu çalışmalar sırasında Türk İşaret Dili (TİD)’nin asıl sahibi olan ve bugüne kadar korunmasını ve geliştirilmesini sağlayan “işitme engelli”ler sivil toplum örgütleri mutlaka sürece dâhil edilmeli ve bir çatı örgüt olarak “İşitme Engelliler Milli Federasyonu” muhatap alınmalıdır. i. ve http://www.odyoloji.gazi.edu.tr). ii. Öncelikle “İşitme Engelliler” ilköğretim okullarında olmak üzere biran önce işaret dili destekli eğitim-öğretim programlarına başlanmalıdır. Bu programlara ilkokul seviyesinde kaynaştırma sistemi içinde yer alan İYE’lerin (bunlar genel olarak işitsel rehabilitasyonu erken yaşta gerçekleştirilmiş ve konuşma gelişimlerinin kazanılması iyi düzeyde başarılmış çocuklardır) dâhil edilmesine gerek yoktur. Bu çocuklar, var olan sistem içinde korunmalıdır (ancak bu okullarda da ciddi düzeyde özel eğitimci desteğine ve bazı özel tedbirlere gereksinim vardır; bu konu proje kapsamına dâhil edilmemiştir- Bakınız: “Giriş”). Diğer taraftan, lise seviyesindeki kaynaştırma eğitimi süreci farklılık göstermektedir. Ülkemizde lise seviyesinde kaynaştırma programı alan iki farklı İYE grubu mevcuttur: Birinci grup ilkokul seviyesinden itibaren kaynaştırma sistemi içinde kalarak gelen İYE’lerden oluşmaktadır ve bu olgular genelde oldukça iyi seviyede konuşma gelişimine sahiptirler (bu çocukların özel eğitim desteği ve özel gereksinimleri bu projeye dâhil edilmemiştir). İkinci gruptaysa, “işitme engelliler” ilköğretim okullarından genel meslek liselerinde gelen FİTYE gençler vardır. Bu gençler ve “işitme engelliler” meslek liselerine devam eden FİTYE’ler, işaret dili merkezli bir eğitim programına acilen gereksinim duymaktadırlar. Bu öğrencilere, hem teorik ve pratik meslek eğitimi hem de genel dersler işaret dilinde verilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından koordine edilen ve düzenlenen fakat özel kurumlarca uygulanan özel eğitim i. kurslarında işaret diliyle özel eğitim alternatifi sağlanmalıdır. Mevcut “işitsel-sözel” programlarla eğitimini sürdüremeyeceği RAM’larda belirlenen çocuklar bu programlara yönlendirilmelidirler. b) Okuma-yazmaya yönelik özel eğitim desteği: FİTYE’lerin, her ülkede ve her dilde, okuma-yazma öğrenmeleri önemli bir sorundur. Bunun pek çok nedeni vardır: Öncelikle işaret dillerinin gramer yapısı, her dil için konuşulan dilden farklıdır. Ayrıca, okunulan ve yazılan dilin esasını oluşturan ses birimleri ve heceler, FİTYE’ler için bir anlam ifade etmez. Bu ses birimleri yoluyla okumaya başlanılmasını zorlaştırır; pek çok FİTYE’de olay ve kavram bilgisinin de yetersiz olması, bütünden aşağıya doğru okuma öğrenmeyi de imkânsız kılar. Yazma ise, işitme engelliler için en az okuma kadar zor bir süreçtir. Bu nedenle, her ülkede FİTYE’lere okuma-yazma öğretmek, özel programları gerektiren bir alan ola gelmiştir. Ülkemizde bu alanda ciddi çalışmalara gereksinim vardır (bu konudaki problemin sadece bizim ülkemizde değil diğer Avrupa ülkeleri için de sorun olduğu ve olası çalışma ve araştırma alanları konusunda lütfen ESF Bilimsel Raporunu okuyunuz; Haug ve Mann, 2006). Anket çalışmaları sırasında, pek çok lise öğrencisinin yazılı anket formlarını anlayamadığını görmüş olmamız, anketin işaret dilinde yapılmasını gerektirmiştir. Diğer taraftan üniversite öğrencisi FİTYE’ler, işaret dilinde yapılan açıklamalardan sonra, büyük ölçüde, kendi başlarına anket formlarını okuyup yazarak doldurabilmişlerdir. Bu da göstermektedir ki, FİTYE’lere okuma-yazma öğretmek ve bunu geliştirmek imkânsız değil, sadece zordur. Eğer FİTYE’lerin daha çok üniversiteyi hedeflemeleri ve üniversitelerde de daha başarılı olmaları isteniyorsa, her seviyede işaret dili destekli okuma-yazma ve Türkçe eğitim programları oluşturulmalıdır. Bu bağlamda ülkemizdeki dil bilimcilerin 1966’da Gallaudet Üniversitesi’nde Cornett tarafından geliştirilen ve dudak okumayı işaretlerle destekleme temelli bir yöntem olan “ipuçlu konuşma” olarak tercüme edebileceğimiz “cued speech” benzeri bir yöntemin Türkçe için geliştirmeyi başarmaları, bu alana yapılacak çok ciddi bir katkı olacaktır. Bu yöntemin İngilizce fonemlerin anlaşılmasını ve okuma-yazmanın gelişmesine olumlu katkısı gösterilmiştir (bakınız: “cued speech”, http://www.cuedspeech.co.uk/, http://www.cuedspeech.org/, http://en.wikipedia.org/wiki/Cued_speech ). c) İşaret dilinde üniversite hazırlık kursları: Ülkemizde var olan üniversite giriş sınavının FİTYE’ler için ne derece uygun olduğu ve buna bir alternatif yaratılıp yaratılamayacağı başka bir bölümde incelenecektir. Ancak; öncelikle FİTYE’lerin var olan sistemi tanımaları ve ondan yararlanmalarının kolaylaştırılması gerekir. İşaret dilinde veya işaret dili destekli üniversite hazırlık kursları, bu açıdan ülkemizde hali hazırda uygulanmakta olan sisteme uygun ve pratik bir çözümdür. Bir işaret dili tercümanı eşliğinde FİTYE’ler için uygun olarak hazırlanmış ortamlarda (Bakınız: “İşitme Engelli Öğrencilerin Devam Ettiği Bir Sınıf Ortamı ve Fiziksel Şartları Nasıl Olmalıdır” ve “İşitme Engelli Öğrencilerin Olduğu Bİr Sınıfta Nasıl Davranmalı”) düzenlenecek bir kurs programı, sadece onların üniversite sınavlarında başarılı olmalarını sağlamayacak, sosyalleşmeleri, kendilerine olan güvenlerinin gelişmesi ve bilgilerindeki eksiklerin tamamlaması için de iyi bir alternatif olacaktır. Başlangıçta var olan bir üniversite hazırlık kursu programı bu amaçla kullanılabilir. Ancak bu program öncelikle okuma-yazma eğitiminin geliştirilmesiyle sayısal ve sözel kavram eksiklerinin kapatılmasını amaçlamalı ve ayrıca test teknikleriyle üniversite-yükseköğretim kavramının irdelenmesini de içermelidir. Zaman içinde FİTYE’ler için özel bir sayısal-sözel üniversite hazırlık eğitim programı geliştirilmesi nihai hedef olmalıdır. Bu kurslar sivil toplumun katkı ve organizasyonuyla özel kaynaklar yaratılarak ve özel sektör kurumlarından faydalanılarak açılabileceği gibi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kabul ve onayıyla var olan liseler içinde, yine sivil toplum desteği ve katkısıyla ve özel kurumların da katılımıyla düzenlenebilir.
Benzer belgeler
Araştırma ve Rapor Hazırlama Süreci Hakkında
Muhtemelen bu projenin sadece çözüm önerileri değil, saptadığı sorunlar da pek çok
akademik ve idari makam tarafından eleştirilecek ve tartışılacaktır. Alışılmış kalıpların
dışında bir bakış sergil...