adana eczacı odası bülteni eylül 2015
Transkript
adana eczacı odası bülteni eylül 2015
Eylül 2015 “ öyle bir ağlasam, öyle bir ağlasam ki çocuklar size hiç gözyaşı kalmasa. öyle bir aç kalsam, öyle bir aç kalsam ki çocuklar size hiç açlık kalmasa. öyle bir ölsem öyle bir ölsem ki çocuklar size hiç ölüm kalmasa “ Anton Çehov bir öyküsünde der ki; “ Kimse huzurlu değil, çünkü içinde bulundukları gemi fırtınaya tutulmuş ve yalpalıyor. ” Ülkemiz ve dünyada umutsuzluğun verdiği bulantıyı hissettiren günler yaşıyoruz. İnsanlık yüzyılardır acılarla biriktirdiği sayısız duyguyu, düşünceyi, edebiyatı, sevgiyi, sanatı, estetiği, dostluğu, barışı sanki bir iki gecede unutmuş gibi. Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik? Bunun getirdiği savaş ve korku ortamının 1 Eylül Barış Günü’ne yüklediği burukluğun gölgesinde yine barışı yazıyoruz. Adana Eczacı Odası Yayın Komisyonu 3 Adana Eczacı Odası Bülteni t.FSIBCB Eylül 2015 7 Adana Eczacı Odası Yayın Organı 05 Mesleğimize Sahip Çıkalım SAHİBİ Ecz. Ersun ÖZKAN 07 TEB 4. Bölge Adana Eczacı Odası Başkanı Nükleer Enerji YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ecz. Ö. Mürsel YALBUZDAĞ 15 Barış İçin Son Çıkış 17 17 Çağın Hastalığı Hangisi? 24 Sevmek İnanmaktır 26 Barışa Kaçışın Karşılığı Var Mı? 33 Hepimizin Mesleği 26 35 Şimdi Reklamlar 37 Endorfin 40 37 Şampuanlar 46 GRAFİK TASARIM Artı Tanıtım Ltd. Şti. / Adana 49 Tel & Fax : 0 322 453 56 97 e-posta : [email protected] Faaliyetlerimiz 60 Tel : 0 322 458 10 50 Faks : 0 322 454 78 96 web : www.adanaeo.org.tr e-posta : [email protected] e-posta : [email protected] Şiir Sayfası Basında Adana Eczacı Odası YAYIN KURULU ÜYELERİ Ecz. Zühal Seher CENGİZ Ecz. Kezban TANGERLİ ATICI Ecz. Betül TAŞTEPE Ecz. Buğra ÜSGÜLOĞLU Ecz. Esra HAKÖVER Ecz. Fatma Feyza ÇETİN Ecz. Gürkan KÖSE Ecz. Hayriye GÜLTEKİN KARABULUT Ecz. Hikmet GÜNEŞ Ecz. İbrahim ŞUMNU Ecz. Mehmet Serkan KILIÇ Ecz. Nihal ŞEN Ecz. Özlem DÜNDAR Ecz. Sevilay ÇAKMAK Ecz. Zeynep BİÇER YÖNETİM YERİ ve YAZIŞMA ADRESİ Reşatbey Mah. Adalet Caddesi No : 24 Seyhan / ADANA Eczanede Hareket 43 Adana Eczacı Odası Genel Sekreteri 40 BASIM YERİ Ulusoy Matbaa / Adana Tel : 0 322 432 22 32 Ecz. Ersun ÖZKAN TEB 4. Bölge Adana Eczacı Odası Başkanı Değerli Meslektaşlarım, Maalesef 2002 yılında başlayan ve süslü söylemlerle sunulan politikalar geldiğimiz noktada yıkımla sonuçlanmış, kamu vicdanında ciddi hasarlar oluşturmuştur. Her gün biraz daha Ortadoğu bataklığına çekilmeye çalışıldığımızı konuşurken bu gün maalesef iç savaşın eşiğine getirilen bir ülke olduk. Tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün egemen olduğu bir ortamda siyasi inatlaşmalar ve yanlış tercihler sonucu içeride ve dışarda adı konmamış bir savaş yaşanıyor. Her gün gelen yeni şehit haberleri ile kutuplaşmaların nefrete dönüştüğü, toplumsal gerginliğin sürekli tırmandığı günleri yaşıyoruz. Umut ediyor ve diliyorum ki, 1 Kasım tarihinde yapılacak olan erken seçim daha fazla geç kalmadan bu yıkım sürecinin sonu ve yeni bir başlangıç olarak belki yıllarca sürmesi gerekecek bir onarım döneminin başlangıcı olur. 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi konuştuğumuz demokrasi, insan hakları, hukuk, laiklik, yolsuzluk söylemleri yerini iç savaş söylemlerine bıraktı. Siyasi inatlaşmaları uğruna halka ağır bedeller ödeterek gencecik insanların kanını akıtanların er ya da geç bunun bedelini ödeyeceklerini bilmeleri gerekiyor. Böylesi yoğun ve ağır bir gündemin gölgesinde 2015 Seçimli Olağan Genel Kurulumuzu mesleki geleceğimiz açısından karamsar ve bir o kadar umutsuz bir tabloda gerçekleştireceğiz. Çünkü 2002 yılından günümüze eczanelerimizin yaşadığı 5 Adana Eczacı Odası Bülteni t.FTMFǘJNJ[F4BIJQ±LBMN ekonomik çıkmazların aşılamadığı, binlerce eczacının yoksulluk ve hatta açlık sınırında mücadele verdiğini ve her gün daralan eczane ekonomileri ile eczacının elinden alınarak birilerinin cebine aktarılan eczane cirolarıyla eczacılık hizmeti verilemeyeceği ve buna ilave olarak Sağlık Bakanlığı verileri ile 2023 yılında yaklaşık 9000 işsiz eczacı ile yeni ve daha büyük problemler bizleri beklerken, yönetim anlayışlarımızla bir şeylerin değişmesi artık zorunluluk halini almıştır. yacak” ve TEB yönetim anlayışı değişerek yeniden şekillenecek. Çünkü Adana Eczacı Odası tarafından seslendirilen bu değişim isteği birçok eczacı odasında ve TEB yönetim kadrolarında karşılığını bularak amacına ulaşmıştır. Bu anlamda 19 - 20 Eylül tarihlerinde gerçekleştireceğimiz Seçimli Olağan Genel Kurul sonucu Adana Eczacı Odası’ nın önümüzdeki dönemde yaşanacak değişim ile birlikte yeni oluşacak yapılanmanın neresinde olacağının belirlenmesi adına anlam ifade etmektedir. Bu anlamda 19 – 20 Eylül 2015 tarihinde yapacağımız Seçimli Olağan Genel Kurulumuz da Adana Eczacı Odası yönetim kadroları belirlenirken nasıl bir TEB sorusuna da yanıt bulunacak olması gerekçesiyle tüm eczacı kamuoyu tarafından sonucu merakla beklenen bir genel kurul olacaktır. Değerli Meslektaşlarım, Bizler 2011 yılında sizlerin onayı ve yol arkadaşlığı ile bu yola çıktık. Bu yolda inançlarımız ve mesleki sorumluluğumuz doğrultusunda doğru olarak bildiklerimizi söylemekten ve bunları hayata geçirmekten çekinmedik. Bu gün yine inandığımız doğrularımızla sizlerin karşısına çıkarak geçmiş 2 yılın değerlendirmesi ile birlikte nasıl bir Eczacılık ve Türk Eczacıları Birliği sorusunun yanıtını sizlerin vermesini istiyoruz. Bizler Adana Eczacı Odası yöneticileri olarak 4 yıllık görev süremiz boyunca var olan TEB yönetim anlayışına destek vererek bir şeylerin değişerek düzelmesi için emek harcadık ve sabırla bekledik. Fakat geldiğimiz noktada tüm eczacılar olarak önce birlik ve beraberliğimizi kaybettik. Ardından yaşanan ekonomik kayıplarla birlikte mücadele gücümüzü sonrasında örgütlerimize ve örgütlülüğümüze olan inancımızı yitirdik. Şimdi sıra geleceğe dair umutlarımızın kaybolmasına geldi. İşte bu nedenlerle bizler taşıdığımız sorumluluk gereği zor gibi görünen aslında çok basit bir karar verdik. Ya duygularımızla İlaca, Eczacılığa ve Eczacılara sahip çıkan; geçmişte ve bugün yöneticilik yapan tüm meslektaşlarıma, mesleğine sahip çıkan tüm eczacılarımıza, bizlerden desteğini esirgemeyerek çıktığımız bu yolda cesur ve kararlı bir duruş sergileyen yol arkadaşlarıma şükran ve minnet duygularımla teşekkür ediyor, barışın ve demokrasinin hakim olduğu, insan hayatının hakkettiği değere kavuştuğu yarınlarda sağlık emekçileri olarak hakettiğimiz günleri yaşamak dileğiyle... davranarak ilaç ve eczacılık alanında yaşanan çöküşü seyretmeye devam edecektik. Ya da doğrularımızla hareket ederek olanlara seyirci kalmayacaktık. Bizler ikinci yolu seçerek “kral çıplak” demeyi mesleğimize ve dolayısıyla geleceğimize sahip çıkma yolunu seçtik. Biliyoruz ki tıpkı 2011 yılında söylediğimiz gibi yine “artık hiçbir şey eskisi gibi olma- 6 Adana Eczacı Odası Bülteni t.FTMFǘJNJ[F4BIJQ±LBMN Nükleer Enerji "LLVZVEBLƌƌOǵBBUWFNBSV[CSBLMEǘN[ SFLMBNCPNCBSENBOƌMFCƌSMƌLUFOàLMFFSFOFSKƌ UFLSBSHàOEFNƌNƌ[EFGBLBULPOVIBLLOEB CƌMHƌNƌ[IÉMÉÎPLLTUM Ecz. Buğra ÜSGÜLOĞLU 7 Adana Eczacı Odası Bülteni t/àLMFFS&OFSKJ Füzyon (çekirdek birleşmesi), doğada yıldızların enerji kaynağı olarak görülür, iki küçük atomun daha ağır bir atom çekirdeği meydana getirecek şekilde birleşerek enerji açığa çıkartmasıyla oluşur. Füzyon enerjisini kullanabilmek adına çalışmalar devam etse de bizim için şimdilik önemli olan nükleer reaktörlerin kullandıkları fisyon reaksiyonudur. reaktörlerde grafit, su veya ağır su kullanılır. Tek bir uranyum atomunun fisyonundan 200 MeV (milyon elektron volt) enerji elde edilir. Bir kömür atomundan ise yaklaşık 4 ev enerji elde edilir, verimlilik farkı çok büyüktür. Doğada bulunan uranyum genellikle U-238 şeklindedir, fisil U-235 izotopu doğadaki uranyumun yalnızca %0.711 kadarını teşkil eder. Çoğu nükleer santral U-235 kullandığı için öncelikle %3-5 oranında zenginleştirilir. Fisyon reaksiyonu kısaca ağır atom çekirdeklerinin nötron yakalayarak parçalanmasıdır. Örneğin bir nükleer santralde uranyumun fisil (fisyona girebilen) izotopu olan U-235 nötron bombardımanına tutulunca ağır atom çekirdeği daha hafif iki çekirdeğe bölünür, ortalama 2.5 nötron ve enerji açığa çıkar. Açığa çıkan nötronlar da diğer uranyum çe- Nükleer reaktörler nükleer yakıtın bulunduğu ve kontrollü bir şekilde nükleer zincirleme reaksiyonun sürdürüldüğü aygıtlardır. Tercih edilen yakıt genellikle U-235’tir. Silindirik yakıt çubukları halinde bulunan U-235’in fisyonu sonucu oluşan ısı soğutucu olarak görev yapan sıvıya iletilir. Soğutucu sıvı ısıyı ayrı bir su bölmesine taşır. Buradaki su yüksek basınçlı buhara dönüşerek türbini döndürür ve mekanik enerji elde edilmiş olur. Bu mekanik enerjiyle jeneratörden elektrik üretimi gerçekleşir. kirdekleriyle fisyon oluşturarak zincirleme bir reaksiyon başlatabilirler. Kontrollü enerji elde edilmesi için 2.5 nötronun 1 tanesinin yavaşlatılması gerekir. Bu sağlanamazsa zincirleme reaksiyon kesilir, 1’den fazlası yavaşlatıldığında ise zincirleme reaksiyon kontrolden çıkarak reaktör çekirdeğinin erimesine yol açar. Nötronları yavaşlatmak amacıyla nükleer 8 Adana Eczacı Odası Bülteni t/àLMFFS&OFSKJ nun 200 katı havaya, suya ve toprağa karışmıştı. 8 gün yarılanma ömrü olan iyot-131 ve 30 yıla kadar yarılanma ömrü olan sezyum-137 halkın maruz kaldığı radyasyon dozunun çoğundan sorumluydu. İlk günkü radyasyon dozu (20000 milisievert- mSv) 6’sı kazaya müdahale eden itfaiyeciler olmak üzere 28 ölüme yol açtı. Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’da kontamine olan bölgelerde yaklaşık 5.5 milyon kişi yaşıyordu. Bu bölgelerdeki insanların karşılaştıkları kanser vakalarının ne kadarının Çernobil faciasıyla doğrudan ilişkili olduğu konusunda oldukça çelişkili sayılardan bahsediliyor. Dünya Sağlık Örgütü uzun vadede toplam ölü sayısının 4000 civarına ulaşmasını beklerken Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC - The International Agency for Research on Cancer) 2065 yılına geldiğimizde Çernobil’e bağlı 16000 tiroid kanseri ve 25000 farklı kanser vakalarının görüleceğini, bunların 16000’inin ölümle sonuçlanacağını tahmin etmektedir. UCS (Union Of Nükleer Kazalar Dünyada nükleer kaza ve olayların derecelendirilmesi için 1990 yılından beri Uluslararası Radyolojik Olay Ölçeği (INES) kullanılmaktadır. 7 seviyeden oluşan ölçekte ilk 3 seviye “olay”, 4. seviyeden itibaren ise “kaza” olarak nitelendirilmektedir. Bu ölçeğe göre şu ana kadar Çernobil ve Fukuşima’da olmak üzere 2 tane 7. seviye kaza (Planlı ve uzun süreli karşı önlemlerin uygulanmasını gerektiren, sağlık ve çevre üzerinde yaygın etkileri olan büyük miktarda radyoaktif madde salımıyla sonuçlanmış kazalar) gerçekleşmiştir. Çernobil Faciası, 26 Nisan 1986 tarihinde reaktör aniden çalışmayı durdurursa türbinin acil soğutma sistemine ne kadar süreyle güç sağlayabileceği test edilirken gerçekleşen bir hatalar dizisi sonucunda gerçekleşti. Sonuç korkunçtu. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yaydığı radyasyo- 9 Adana Eczacı Odası Bülteni t/àLMFFS&OFSKJ Concerned Scientists) örgütü yaklaşık 27000 ölüm gerçekleşeceğini iddia ederken Dünya Sağlık Örgütü’nü eleştiren bir Greenpeace raporunda kayıp sayısının 200000’i bulabileceği belirtiliyordu. Çeşitli araştırmalarda bu kadar büyük farkların oluşması hem kullanılan yöntemlerin ve verinin yetersizliğini hem de siyasal yönelimlerin etkisini gösteriyor. Hesaplanamayacak dolaylı etkileri eklediğimizde ise durumun korkunçluğu artıyor; travma sonrası stres bozukluğunun yol açtığı sosyal sorunlar, %20-30 oranında artmış bebek ölüm oranı, sakat doğum korkusuyla zorlanmış düşükler, alkolizm ve madde bağımlılığında artış, genetik bozukluklar, organ deformiteleri, tiroid kanserine yakalanmış sayısız çocuk ve travmaya uğramış nesiller ödenen bedeli gerçekleşen ölüm sayısının çok daha üzerine çıkartıyor. INES ölçeğine göre 7. seviye sayılan ikinci kaza Fukuşima Nükleer Santrali kazasıydı. 2011 yılında Japonya’nın Tohuku bölgesinde gerçekleşen 9.0 şiddetindeki depremin tetiklediği tsunami 10 metrelik koruma duvarını aşarak soğutma sisteminin pompasını besleyen güç birimlerinin ve yedek 10 Adana Eczacı Odası Bülteni güç birimlerinin bozulmasına yol açtı. Yakıt çubuklarının soğutulması için helikopterlerle ve karadan pompalarla reaktöre su doldurulması işe yaramadı ve santralin 6 reaktöründen 3’ünde çekirdek erimesi gerçekleşti. Bölgede yaşayan 160000 insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kısa dönemli radyasyon maruziyetinden hayatını kaybeden olmadı. Uzun vadeli sonuçların ne olacağını bilmek için henüz erken olsa da özellikle çocuklarda tiroid kanseri, lösemi, meme kanseri ve diğer kanser vakalarında artış olacağına kesin gözüyle bakılmakta. Nükleer Atık Sorunu Nükleer enerjinin risklerinden bahsederken akla ilk gelen çekirdek erimesi olsa da nükleer atık sorunu her gün büyüyen ve çözüm bekleyen ciddi bir tehdittir. Nükleer yakıt reaktörde kullanıldıktan sonra elde kalan materyal nükleer atıktır. Uranyum nötron bombardımanına tutulduğunda her zaman fisyon reaksiyonuna girmez, bazen nötronu absorbe ederek U-239 gibi daha ağır bir izotopa dönüşür. Bundan sonra daha ağır izotop da nötron absorbe ederek daha da ağır başka izotoplara dönüşebilir. Nükleer atığın kompozisyonu kullanılan yakıta, reaktörün ne kadar süredir çalıştığına ve nükleer atığın ne kadar süredir beklediğine göre değişmekle birlikte en çok kaygı yaratan bileşenler neptünyum, amerikyum, küryum gibi minör aktinidlerdir. Bunlar yarılanma ömrü çok uzun, 100000 yıldan daha uzun olabilen elementlerdir. t/àLMFFS&OFSKJ Bu süre günlük hayatta kullanmadığımız bir ölçekte olduğu için kavramak güç olabilir. Tüm yazılı tarihimizin 5000 yıl, tarımın icadının 12000 yıl kadar önce olduğunu düşünerek bu sürenin gözümüzde canlanmasını kolaylaştırabiliriz. yaratmayan bir tatsızlık olarak görülmüş olmalı... Daha mantıklı fakat pek de nihai olmayan çözüm önerilerinin arasında en çok öne çıkan yöntem derin jeolojik depolamadır. Derin jeolojik depolama kısaca atıkların birkaç yüz metre derinlikte uygun depolama alanlarında toksisitelerini kaybedene veya bunları yeniden işleyecek etkili bir yöntem bulunana kadar saklanma yöntemidir. Derin jeolojik depolamanın başlıca ögeleri nükleer atık, atığı saracak koruyucu, konteynerin etrafındaki diğer bariyerler, konteynere ev sahipliği yapacak tüneller ve bölgeyi oluşturan jeolojik yapının kendisidir. ABD’nin Nevada eyaletinin sınırları içinde yer alan Yucca Dağı’nda dizayn edilen depolama alanı karşılaştığı ciddi muhalefet nedeniyle faaliyete geçirilemedi. New Mexico eyaletindeki Waste Isolation Pilot Plant (WIPP) ise 2014 yılında yaşanan radyoaktif sızıntı nedeniyle devre dışı bırakıldı. İsveç, Kanada, Fransa, İsviçre ve İngiltere’nin derin jeolojik depolama alanları oluşturmak Şu anda dünya genelinde depolanmış 230000 ton kullanılmış yakıt bulunmakta. Bu atıkların çoğunluğu, bir kısmı on yıllardır olmak üzere, reaktörlerin yanında kurulmuş depolama havuzlarında saklanmakta. Buna her yıl 7000 ton kullanılmış yakıt daha eklenmekte. 2005 yılında, radyoaktif atıkları uygun koşullarda saklamak yerine Somali açıklarına dökmenin bazı şirketler tarafından kullanılagelen bir çözüm olarak görüldüğü ortaya çıkmıştı. UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) sözcüsüne göre bir tsunami sonucu bu atıkların sahile vurmasıyla balıkçılıkla uğraşan köylüler sağlıklarını ve başlıca geçim ve besin kaynakları olan balıkları kaybediyorlardı ama bu durum Somali’de hükümet olmamasından faydalanan şirketler açısından maliyet 11 Adana Eczacı Odası Bülteni t/àLMFFS&OFSKJ için çalışmaları olsa da henüz tamamlanmış bir proje bulunmamakta. Şimdilik nükleer atık sorununu çözebilmiş hiçbir ülke yok. Dünyada Durum Şu anda dünyada 30 ülkede, üretimde olan nükleer reaktör sayısı 391’dir. Bu sayı, 438’le zirvenin görüldüğü 2002 yılına oranla oldukça düşmüş durumda. Toplam kurulu kapasite 20 yıl öncesiyle kıyaslanabilecek bir seviye olan 337 GW, bu da 2010’daki 368 GW değerinde yaşanan düşüşü ortaya koyuyor. Dünyanın güç üretiminde nükleer enerjinin payı 1996’daki tarihi zirvesi olan %17.6’dan sabit hızla %10.8’e düşerek son 3 yıldır bu oranda stabil kalmış gözüküyor. Nükleer enerji üretiminde görülen bu düşüşün altında yatan başlıca nedenler Fukushima sonrası güvenliği arttırma çabalarının 12 Adana Eczacı Odası Bülteni yarattığı maliyet artışı ile doğalgaz ve yenilenebilir enerji maliyetlerindeki düşüştür. Avrupa Birliği’nin Fukushima sonrası Avrupa’daki nükleer santrallerin güvenliğini gözden geçirmek üzere yürüttüğü stres testi tedirgin edici bir durumu işaret ediyordu; nükleer reaktörlerin neredeyse tamamında güvenlik iyileştirmeleri gerekiyordu. Rapora göre güvenlik açısından en kötü durumdaki ülke Fransa’ydı. Raporda özellikle dizel jeneratörler ve kontrol odalarıyla ilgili alınması beklenen önlemler sıralanmıştı. Bu önlemlerin maliyetinin 2025 yılına gelmeden harcanacak 55 milyar Euro olduğu hesaplansa da bu bedelin oldukça iyimser olduğu tartışılmaktadır. Toplamda 14 ülkede, 24 tanesi Çin’de olan 62 nükleer reaktör yapım aşamasında olsa da bunların 47 tanesi durdurulmuş veya ertelenmiş durumda. 1951 yılından beri başlanan her 8 reaktör projet/àLMFFS&OFSKJ sinden 1’i, toplam 92 proje, bir kısmı inşaatın son aşamasında veya tamamen bitmiş olsa bile çeşitli sebeplerle üretime geçmeden terkedildi. Fukushima sonrası artan maliyetler ve hızla gelişen yenilenebilir enerji seçeneklerinin bu inşaatlar üzerindeki etkisini ilerleyen yıllarda görebileceğiz. Terkedilmiş reaktör projelerinin yarattığı mali kayıp hakkında ise detaylı bir çalışma bulunmamakta. Nükleer Enerji Zorunluluk Mu? Nükleer enerjiyi savunan belki en önemli argüman karbon salınımı yapmaması, fosil yakıtlardan temiz olmasıdır. Küresel ısınmanın geldiği noktanın, dünyanın insan türü için yaşanabilir halde kalması açısından fosil yakıtlardan kurtulmamızı zorunluluk haline getirdiği konusunda fikir birliği olduğuna göre geleceğin anaakım enerjisinin hangisi olacağına karbon salınımına yol açmayan enerji türleri 13 Adana Eczacı Odası Bülteni arasında karar vermemiz gerekecektir. Ülkelerin bu konuda farklı bakış açıları ve yatırımları olsa da genel gidişatı öngörmek için yenilenebilir enerji cephesinde gerçekleşen bazı gelişmeleri örneklendirebiliriz. Almanya’nın yenilenebilir enerji yatırımları karşılığını vermeye başlamış gözüküyor. 25 Temmuz 2015 tarihinde Almanya günlük enerji ihtiyacının %78’ini rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılayarak kendi rekorunu geliştirmiş oldu. Almanya bu başarısının önemli bölümünü güneş enerjisine borçlu. 9 Haziran 2014 günü Almanya’nın günlük enerji ihtiyacının %50’sini güneş enerjisinden elde ettiği bildirilmişti. Bu başarı geniş ölçekli güneş tarlalarından ziyade vatandaşların çatılarına güneş enerjisi panelleri kurmalarının teşvik edilmesiyle elde edilmişti. t/àLMFFS&OFSKJ Başta fotovoltaik güneş enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji üretim maliyetlerinde yaşanan düşüşler gittikçe daha fazla sayıda yatırımcının dikkatini çekmekte. 2014 Mart’ında ABD’de Austin Energy şirketi, Recurrent Energy şirketinden 5 cent/ kWh bedeliyle güneş enerjisiyle üretilmiş elektrik alımı anlaşması yaptı. Bu o zamana kadar görülmüş en düşük bedeldi. Fakat anlaşmanın imzalanmasının üzerinden 1 yıl bile geçmeden şirkete bu bedelin %20 altında fotovoltaik güç önerilecekti. ABD dışında da benzer fiyat düşüşleri gözleniyor. Ocak 2015’te Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılması planlanan bir güneş enerjisi santrali için kazanan teklif 5.84 cent/kWh bedelindeydi. Bu bedel son 5 yılda güneş enerjisi bedelindeki %75’lik düşüşü gösteriyordu. Ülkelerin koşulları farklı olsa da fikir vermesi açısından 2011 yılında TETAŞ’ın (Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahüt A.Ş.) enerji alım ortalama fiyatının 8.35cent/kWh olduğunu ve Akkuyu Nükleer Santrali için Rus şirketiyle yapılan anlaşmaya göre üretilen enerjinin %50’sini 15 yıl boyunca 12.35cent/kWh bedeliyle alacağını ekleyelim. Nükleer enerji elde etmek kaza riski düşük, bu risk gerçekleşmediği sürece temiz, ancak risk gerçeğe dönüştüğü zaman korkunç yıkım oluşturan bir yöntem. Doygunluğa ulaşmış bir teknoloji olarak yakın zamanda büyük ilerlemeler vadetmiyor, Fukushima’nın ardından uzun bir süre ucuzlaması da beklenmiyor. Bir süre daha enerji üretiminde önemli yere sahip olacak olsa da yerini yenilenebilir enerji kaynaklarına bırakması kaçınılmaz gözüküyor. UBS’nin (Union Des Banques Suisse) Haziran 2015’te yayınladığı raporda şu ifadeler yer alıyor: “İnanıyoruz ki güneş enerjisi nihayetinde kömür ve nükleerin yerini alacak ve elektrik üretmek ve dağıtmak için varsayılan teknoloji haline gelecek”. Tartışma konusu sadece bunun ne zaman gerçek- 14 Adana Eczacı Odası Bülteni leşeceği, son yıllarda yaşanan gelişmeler bu konuda iyimser olmayı kolaylaştırıyor. Güvenlik kültürü gelişmiş, sorumluların hesap verebildiği birçok ülkede nükleer enerji hakkında sert tartışmalar devam ederken, Soma ve Ermenek faciaları henüz hafızalarımızda tazeyken, nükleer atıkların deniz ve boğazlar yoluyla Rusya’ya geçirileceği söylenirken ve daha güvenli alternatifler üst üste verimlilik rekorları kırarken, Almanya’nın bizden daha düşük ısınım şiddeti ve 2/3’ümüz kadar güneşlenme süresiyle elde ettiği başarı ortadayken, belki de tekrar düşünmek için geç değildir. Kaynakça 1- http://www.who.int/mediacentre/news/releases/2005/pr38/en/ 2- Cardis, E., Krewski, D., Boniol, M., Drozdovitch, V., Darby, S. C., Gilbert, E. S., Akiba, S., Benichou, J., Ferlay, J., Gandini, S., Hill, C., Howe, G., Kesminiene, A., Moser, M., Sanchez, M., Storm, H., Voisin, L. and Boyle, P. (2006), Estimates of the cancer burden in Europe from radioactive fallout from the Chernobyl accident. Int. J. Cancer, 119: 1224–1235. doi: 10.1002/ijc.22037 3- http://allthingsnuclear.org/how-many-cancers-did-chernobyl-really-causeupdated/ 4- “The Chernobyl Catastrophe. Consequences on Human Health” Greenpeace. 2006. 5- http://www.theguardian.com/environment/2010/jan/10/chernobyl-nucleardeaths-cancers-dispute 6- http://www.reuters.com/article/2013/02/28/us-japan-nuclear-canceridUSBRE91R0D420130228 7- Civilian nuclear incidents: An overview of historical, medical, and scientific aspects Rojavin Yuri, Seamon Mark J, Tripathi Ravi S, Papadimos Thomas J, Galwankar Sagar, Kman Nicholas, Cipolla James, Grossman Michael D, Marchigiani Raffaele, Stawicki Stanislaw P.A Year : 2011 | Volume: 4 | Issue Number: 2 | Page: 260-272 8- http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/4312553.stm 9- http://www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-18959c.pdf 10- http://energytransition.de/2015/07/renewables-covered-78percent-ofgerman-electricity/ 11- http://www.sciencealert.com/germany-can-now-produce-half-its-energyfrom-solar 12- http://www.greentechmedia.com/articles/read/cheapest-solar-ever-austinenergy-gets-1.2-gigawatts-of-solar-bids-for-less 13- http://www.thenational.ae/business/energy/uae-beats-renewables-costhurdle-with-worlds-cheapest-price-for-solar-energy t/àLMFFS&OFSKJ barıș için son çıkıș Ecz. İbrahim ŞUMNU Doğduklarında bütün insanlar son derece masumdurlar. En temiz duyguları barındırırlar içlerinde. Ancak yaşadıkça hızla kirlenirler, o güzel duyguların yanında masumiyete yakışmayan ve başka canlılara zarar verecek kavramlar da dolaşmaya başlar beyin kıvrımlarında. İnsanlara göre kendi dışında kalan tüm canlılar aslında vahşidirler. Ancak vahşi olarak suçladığımız o dünyanın sakinleri yemek ve korunma gibi doğal dürtülerin dışında asla başka bir canlıya zarar vermezken, uygar dünyanın en mükemmel canlısı olan insanoğlu beslenme ve korunma güdülerinin dışında da başka bir canlıya zarar vermekten ya da onu öldürmekten müthiş bir haz alır. Hatta mevcut durum ile de yetinmeyip daha çok acı verecek, daha çok kişi öldürecek aletler ve yöntemler üzerine kafa yorar, daha güzel bir dünya için kullanılması gereken mali kaynakların azımsanmayacak bir bölümünü buna ayırırlar. Afrika’ da açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun tepesinde bekleyen leş kargası ile sanal düşmanlar yaratarak insanları birbirine kırdıran ve bu yöntemle aslında beslenme ve barınma için kullanılması gereken paraları cebine indiren adam arasında hiçbir fark yoktur. 15 Adana Eczacı Odası Bülteni t#BSǵƞÎJO4PO±Lǵ Savaşı o kadar içselleştirmişiz ki; tüm canlıları potansiyel düşman olarak kabul ederiz, savaş ismini gururla taşırız, ulusal bayramlarda ne gereği varsa tören alanından geçen ölüm makinelerini göğsümüz kabararak izleriz, ya ölesiye ya da öldüresiye severek sevgiye bile çeşni olarak ölümü katarız. İçlerindeki sevgiyle elele olan bir çift gördüğümüzde mahallenin namusu damarımız kabarır da kadını döven bir erkek gördüğümüzde mahallenin barışını sorgulamak aklımıza bile gelmez. duydukları bu eylemi icra etmek için sayısız bahane de yaratmışlar. İlk çağlarda mülkiyet kavramının varolması ile başlayan sahip olma isteğinin neden olduğu katliamlar zaman içinde yerini inanç çatışmalarına daha sonra ise hedef daha da büyütülerek “paraya” sahip olma boyutuna ulaşmıştır. Nispeten küçük ölçekli toprak kazanımı amaçlı yapılan katliamlara seyirci kalınırken başka bir ülkeye barış ve demokrasi gibi süslü kavramlarla savaş ilan etmek tüm dünyanın ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır. Hatta edebiyat gibi baştan sona güzelliklerin, sevginin, hoşgörünün hakim olması gereken alanda bile yer yer ölüm, silah ve savaş imgeleri hakimiyet kurmuş, camiler süngüye kubbeler miğfere dönüşmüştür. Ortadoğuya demokrasi getirme aldatmacası ile arap baharı adı altında başlatılan katliamlar artık bu coğrafyadaki tüm ülkeleri tehdit eder duruma gelmiştir. Altında sonsuz zenginlik anlamına gelen petrol olmasa kimsenin dönüp yüzüne bakmayacağı bu ülkelerde hakimiyeti ele geçirebilmek ve Ortadoğu’nun petrolünü belli ülkelerin denetiminde Akdeniz’ e akıtabilmek için milyonlarca kişi katledilmiş, şehirler harebeye dönüştürülmüştür. Bu arada biz de ülke olarak üzerimize düşeni yaptık, bazen demokrasi (!) havarisi askerlerin sağsalim ülkelerine dönmeleri için dua ettik, bazen ise Ortadoğu petrollerini ele geçirmeye çalışan insanların Ortadoğu’da daha rahat katliamlar yapması için olanaklar sunduk. İnsanların öldürme eyleminde duydukları hazzı paraya dönüştüren silah tüccarları da savaşların bitmemesi ve yeni savaşların başlaması için hiç bir çabadan kaçınmamışlardır. O nedenle silaha harcanan para 2005 yılında 1 trilyon 118 milyar iken 2008 yılında bu para 1 trilyon 460 milyara ulaşmıştır. Bu rakamın 607 milyar doları ABD’ ye aittir. Diğer taraftan ise 2025 yılında dünya nüfusunun 11 milyarı geçeceği düşünüldüğünde bu rakam dünya nimetlerini hiç kimse ile paylaşmak istemeyen elit insanları korkutmaktadır. Çünkü bu tip insanlar için paylaşıma dahil olan her insan gereksiz bir canlıdır. Bir rivayete göre son 300 yıl içinde 26 gün, başka bir rivayete göre ise son 6000 yıl içinde sadece 236 gün savaş olmamış. Görülüyor ki öldürmeye karşı bu dayanılmaz istek “vahşet” kavramı ile dahi açıklanamayacak boyutlarda, insanlar dayanılmaz haz 16 Adana Eczacı Odası Bülteni Ünlü medyumun kehanetlerinde der ki; dünyayı tutuşturacak ateş Ortadoğu’da başlayacaktır. Ve bizler de hep birlikte bu medyumu mahçup etmemek için elimizden gelen gayreti esirgemiyoruz. Artık topyekün savaşa sürüklendiğimiz bugünlerde, yapılması gereken tek şey savaş çığırkanlığı yapanları izole etmek, etkisizleştirmek ve barış için yananlarla biraraya gelmenin zeminini oluşturmak. Çünkü barış için haykırmamak savaş çığırtkanlığı yapmaktır. t#BSǵƞÎJO4PO±Lǵ Ecz. Fatma Feyza ÇETİN Çağın Hastalığı Hangisi; D Vitamini Eksikliği Mi ? Sistemin Kazanma Hırsı Mı ? 17 Adana Eczacı Odası Bülteni t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ D vitaminin vücut için gerekliliği ne kadar tartışılmazsa da, eksikliğinin son yıllarda neredeyse her hastalığın nedeni olarak gösterilmesi de o derece tartışılmalı… Vücut için gerekli vitaminler vücutta üretilemediği için dışarıdan sağlanır (kalın bağırsakta sentezlenen K ya da B vitamini örneği gibi bazı vitaminler hariç). Besinler içerisinde karışımlar halinde bulunan vitaminler sağlıklı bir günlük besleme programı ile yeterli miktarda alınabilir. Fakat bazı hallerde vitamin gereksimi artmaktadır. Eksiklikleri ile oluşan hastalıkların tedavisinde ameliyat sonrasında, gebelik, emzirme, menopoz dönemlerinde, diyetlerde ya da sporcu beslenmelerinde, bazı organ hasarlarında, beslenme bozukluklarında, travmalarda vs. dışarıdan besin destek ürünleri ile vitaminler kullanılmaktadır. Fakat besin destekleyicileri olarak hazırlanmış olan formları doğal yollardan alınmaları kadar yarar sağlayamazlar. D Vitamini ölçümleri kimlere yapılmalı? Doğal olarak D vitamini eksikliği kuşkusu duyulan durumlarda yapılması gerekli ve yeterlidir. Örneğin : Gelişme eksikliği, kemik hastalıkları, D vitamini eksikliği konusunda riskli durumlar (yaşlılık, hamilelik ve emzirme, obezite, koyu cilt rengi, beslenme eksiklikleri, bazı ilaçların uzun süre kullanımı gibi...) Kaldı ki kanda D vitamini düzeyinin kişinin D vitamini gereksinimini belirlemede gerçekçi bir veri olduğu da tartışmalıdır. Asıl ölçülmesi gerekenin serbest D vitamini düzeyi olması gerektiği benimsenmektedir. Ve bu iki farklı ölçüm arasında da doğrudan bir ilişki yoktur. Yani kan D vitamini düşük olması mutlaka serbest D vitamini düzeyininin de düşeceği anlamına gelmemektedir. (5) Yine de son yıllarda D vitamini eksikliği neredeyse tüm hastalıkların nedeni gibi görülmekte. Bir 18 Adana Eczacı Odası Bülteni sağlık sorunu için başvuran hastalara bir ön gereklilik gibi hemen D vitamini kan düzeyleri analizleri yapılmakta ve nedense de hep eksik çıkmakta . Güneyde yaşayanlarda güneşli iklimde de olsalar D vitamini eksik çünkü süt ve süt ürünleri beslenme listelerinde yeterince bulunmuyor deniliyor, kuzey ülkelerinde süt ve ürünlerinden zengin bir beslenme var ama bu kez de güneş ışınlarının yeterli olmayışı nedeniyle D vitamini takviyesi öneriliyor. Kısacası “D vitamini eksikliği ” tanısını yemekten kurtuluş yok gibi... Zaten öncesinde magazin dergilerinde sayfa sayfa D vitamini eksikliği hakkında yazılar kaynakları araştırılmadan yayınlanıyor, anlı şanlı tv kişilikleri- ki sağlıkçı olup olmamaları pek de önemli değil popüler olmaları yeterli - bu eksikliklerin nedenleri ve sonuçları hakkında halkı panik haline getirecek kadar bilinçlendirmiş (!) oluyor. Yayın izleme ve meslek t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ içi eğitim eksikliğinden muzdarip sağlık mensubları ise aynı yolla ya da ilaç firmalarının bilgilendirmesi (!) ile çarka dahil oluveriyor. Vitamin eksikliği hastalıklara neden olur elbette. Ama öncelikli kural vitamin ya da destek ürünleri olarak alınacaklarsa gerekli ve yeterli doz alınmaları olmalıdır. Ne yazık ki tıp dünyası bunda da “kazan, kazan, kazan ” tuzağına düştüğünden ipin ucu bir hayli kaçmış durumda ve besin destek ürünleri kullanımı neredeyse çılgınlık halini almakta... Dünyada büyük pazar haline gelmiş olan D vitamini ve kalsiyum destek ürünlerinin yıllık satışı 2013’te 6 milyar dolara ulaşmakta. Amerika ‘daki D vitamini satışları 2012’de 748 milyon dolara ulaşırken, Avustralya’da 2001 yılında 800 bin dolardan 2010’da 71 milyon doların üzerine çıkmış durumda... (2) D vitamini kullanımı, dozu, oral yada enjektabl olarak alınımı, yokluğunda ya da fazla alımında olabilecekler konuları ise tıp dünyasında hala farklı açıklamalarla gündeme gelmekte... Eksikliğinde kanser oluşabileceği konusunda araştırmalar yanında fazlalığında kanser oluşabileceği ile ilgili araştırmaların da var olması gibi... Dr Barbara Berkeley bu konuda çarpıcı bir kuşkusundan da söz etmekte ve D vitamini eksikliğinin kanser ve kalp hastalığı arasındaki ilişkinin “D vitamini eksikliğinin bu hastalıklarla yol açtığı” gibi kesin bir sonuç yerine, bu eksikliğin bu hastalıklar sürecinde oluşan yan etkiler D Vitamini Hakkında… Hem vitamin hem de hormon olan D vitamini Provitamin olarak alınıp cilt tarafından sentezlenmekte. Besinlerle alınan 7-dehidrokolesterol, cilt hücrelerinde güneşin (UVB) yardımıyla ön inaktif D vitaminine, karaciğerde yarı aktif D3 vitaminine dönüşüyor. Oradan böbreğe giderek aktif D vitamini yani kalsitriole dönüşüyor ve yağ hücrelerinde depolanıyor. Vücudun gereksinim duyduğu miktar ise karaciğer ve böbrekler yardımı ile kana veriliyor. Karaciğerdeki oranı ise, bir insanın 3-4 ay dışarıdan almasa da D vitamini gereksinimini karşılayacak miktarda. Kısacası vücutta kullanılmak üzere sürekli D vitamini bulunmakta ve gerektiğinde kullanıma geçmektedir. (5) D VİTAMİNİ KAYNAKLARI En önemli kaynak güneştir. Ayrıca karaciğer, balık, yumurta, tereyağı, peynir ve mantarda bulunur. Güneş ışınlarını, haftada iki kez,15-20 dakika kısa süreli, koruyucu sürmeden, öğle saatlerinde olmak üzere, sadece el yüz ve sırttan alınması yeterli olmakta. Uzun süre güneşte bronzlaşma halinde (esmer tenlilerde olduğu gibi ) melanin pigmentlerinin artması ile D vitamini dönüşümünün azalacağı belirtilmekte. anlamına da gelebileceğini söylemekte... Günlük D vitamini dozu : 1 mikrogram=1 ünite Prematüre : 800 ünite Bebeklerde : 400 ünite Yetişkinlerde : 1000 ünite 19 Adana Eczacı Odası Bülteni t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ Önemli besin kaynakları süt ve süt ürünleri peynir, tereyağı vs. Ama bunda da yararlı olması için market sütleri yerine gerçekten doğal beslenen ineklerden alınan (ve kesinlikle kutu sütü olmayan) sütlerin tercih edilmesi gerekiyor. EKSİKLİĞİ Ana görevi kalsiyum ve fosfor gibi minerallerin kemik dokusu tarafından emilimini düzenlemektir. Çocuğun yaşamının ilk yılında alması gereken, büyüme ve gelişim için gerekli en önemli vitaminlerden biridir. Eksikliğinde çocuklarda kemik gelişmesi problemleri, raşitizm yetişkinlerde ise osteomalazi, kemik ağrıları gelişebilir. İdrarla fosfor-kalsiyum atılımını azaltır, kan kalsiyum oranı düştüğünde parathormon ile birlikte kemikten kana kalsiyum geçişini artırmaktadır; (öyle ki dışardan alınan fosfor ve kalsiyum D vitamini eksikliğinde yararlı olmamakta), ayrıca bağışıklık sistemi fonksiyonlarında da rol oynadığı düşünülmekte, yorgunluk, halsizlik ve ayrıca depresyona neden olabileceği düşünülmektedir. Elbette bütün bu etkiler bu hastalıkların tek nedeni D vitamini eksikliğidir biçiminde bir çıkarımı gerektirmemekte ve bir çok başka etkenin bu hastalıklara neden olabileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir... FAZLALIĞI Öncelikle kabul edilen ciddi oranda eksikliklerinde çeşitli hastalıklar olacağı ama fazlasının da yarar sağlamayacağıdır... Fazla alımı halınde iştahsızlık, idrar artışı, bulantı, kusma, ishal ve kabızlık, kireçlenmeler, damar sertliği, kan kalsiyum oranı artması(10.5 mg/dl), daha ileri düzeyde ise böbrek yetmezliği görülebilir... Yağda depolanır, yarılanma ömrü 1 ay kadardır. Toksisite görülme olasılığı enderdir. Ancak böbrek ve karaciğer depoları azalmış ve her gün kalsiyum alan hastaya her ay 300.000 ünite D3 ampul verilmesi halinde 3-4 ay sonra toksisite görülebilir. Öte yandan böbrek, karaciger, kemik iliği rahatsızlıkları olanlar yüksek doz D vitamini ve kalsiyum almamalıdır. Genel cerrahi uzmanı Dr. Semih Aydıntuğ “Birçok insan 2 ayda bir, 1 ampul Devit–3 içtiğinde yeterli D vit düzeyini korur. Bu dozda alınan D vitaminine Kalsiyum eklenmesi (Özellikle Menopoz çağındaki kadınlarda) mahsurlu değildir. Daha önce söylediğim gibi ezbere D vitamini almak yerine D vit düzeyini kanda ölçmek gerekir. Verilen bilgiler erişkinler için geçerlidir” diyor ve ekliyor. Kan değerleri;15 ng/ ml altındaki değerler çok şiddetli D vitamini eksikliği olarak kabul edilir. 80 ng/ml üzerine çıktığı zaman ilaç olarak “Ek” alımı bir süre durdurulmalıdır. 20 Adana Eczacı Odası Bülteni Ancak benim tespitlerimde fazla ek D vitamini alan hastalarımda bazen 125 ng/ ml gibi değerler ölçtüğüm oluyor. Herhangi bir hastalık tablosu gelişmiyor. Ancak bunu önlemek için ek D vitamini (Devit–3 ampülun kırılarak içilmesi veya intramuskuler yoldan vücuda iğneyle zerk edilmesi) Türkiye’de Temmuz ve Ağustos aylarında uygulanmamalıdır. Tabii bazen özel gereksinmeler olabiliyor. Bunu anlamak için kanda D vit düzeyi ölçülmelidir. Ölçüm için tercih ettiğimiz yöntem pahalı olmakla beraber yüksek performanslı likid kromotografi yöntemidir (HPLC). Ek D vit alanlar yılda veya en geç 2 yılda 1 kanda D vitamini düzeylerini ölçtürmelidirler. (1) t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ İNTOKSİKASYON D vitaminin aşırı ya da uzun süre alınması ile intoksikasyon yani D vitamini zehirlenmesi çok sık görülmese de akıldan çıkarılmaması gerekli bir durumdur. 2014 yılında Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi uzman doktorları Salih Uytun, Ufuk Ertural, Veysel Nijat Baş, Yasemin Altuner Torun’un yaptıkları araştırma çarpıcıdır. Araştırmada gelişme geriliği nedeniyle kendileri başvuran 14 yaşında bir genç kızın aile hekimi tarafından D vitamini düzeyine bakılmadan bir yıl boyunca yedi gün ara ile devit-3 (1 ml- 1 ampul=300 000 IU parenteral d-3 vitamini)kullandığı ve toplam dozun 14.400.000 IU olduğu belirlenmiştir. Literatüre bakıldığında genelde çocukluk çağında D vitaminine bağlı zehirlenmeler daha küçük yaşlarda ve akut zehirlenme bulguları ile başvurmakta iken buradaki olgu daha ileri yaştadır ve kronik zehirlenme bulguları vardır. Çok yüksek dozda D vitaminini almış olmasına rağmen kalsiüri ve nefrolitiazis dışında bulguya rastlanmaması, intoksikasyonun gerek 21 Adana Eczacı Odası Bülteni uzun bir süreçte bu dozu almış olmasına gerekse de D vitamini duyarlılığının daha düşük olmasına bağlı geliştiğini düşündürmektedir. 100.000 IU üzerindeki D vitamininin aralıklı olsa da tekrarlanması sonucu klinik bulgular ortaya çıkabilirken, D vitaminine duyarlı kişilerde ise daha düşük dozlarda bile vitamin D intoksikasyon bulguları ortaya çıkabilir. Araştırmalarda 1.200 IU D vitamini kullanımı ile dahi intoksikasyon geliştiği belirtilmiştir. Dışarıdan verilen D vitamini bağırsaktan Ca emilimini ve kemiklerden Ca rezorbsiyonunu artırarak hiperkalsemi meydana getirir. D vitamini hipervitaminozunda gastrointestinal, bilateral nefrokalsinozis bulgular; iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık, karın ağrısı, pankreatit, kardiyak bulgular; hipertansiyon, QT intervalinde kısalma, aritmi, santral sinir sistemi bulguları; letarji, hipotoni, konfüzyon, depresyon, psikoz, halüsinasyon ve koma görülebilir. (3) t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ D vitamini alımı ile kemik kırılmaları gerçekten azalmakta mı? Yeni Zelanda’dan (Univercity of Aukland ) iki endokrinoloji uzmanı olan Andrew Grey and Mark Bolland’ın yaptığı araştırma sonuçları oldukça ilgi çekici. Osteoporoz da kemik kırıklarının azaltılması amaçlanarak kullanılan bu destek ürünleri ile ilgili bir çalışma yapan bu araştırmacılar calcium ya da D vitamini birlikte ya da yalnız kullanıldığı çalışma- D vitamini ile ilgili doğru sanılan yanlışları bu konuda çalışmaları bilinen Dr. Şükrü Hatun açıklıyor : * Bebeklerin fazladan D vitamini verilmesi ile dişleri daha çabuk çıkmaz, erken yürümez. * Yalnızca D vitamini düzeyi düşük/eksik (20 ng/ml altında) diye yüksek doz D vitamini vermeye/almaya, yani gelişigüzel D vitamini ampulü içmeye de gerek yoktur. * Bacak eğriliği olan çocuklara yeterli inceleme yapılmadan yüksek doz D vitamini verilmesi yanlıştır. D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm bacak eğriliğinin bir nedenidir ama tek nedeni değildir. KUŞKULARIMIZ VAR Neden birdenbire bu eksiklik bu kadar fazla sayıda insanda görülmeye başlandı? Reçete edilmeden önce ve kullanım süresince HASTALARIN serum D vitamini ve kalsiyum düzeyleri kontrol edilmekte midir? (Öte yandan sadece kandaki düzeylerine bakılması ve serbest D vitamini düzeyleri bakılmaması da gereksiz yere tüketimi artıran bir başka unsurdur.) Bu düzeydeki standartlar ve ölçüm gerekçeleri neye göre kabul edilmektedir? 22 Adana Eczacı Odası Bülteni ları inceledi. 2010 yılına dek yapılan 14 geniş çaplı araştırmadan 9’unda bu çalışmaların yararsız olduğu, 2’sinde kırık riskinin artmış olduğu ve sadece 3 tanesinde azalma bulunduğu saptandı. Ama bu bulguların gerçekliğine karşın ilaç endüstrisi ve akademik çevreler arasındaki karmaşık etkileşim ağı nedeniyle, bu konudaki yönlendirmeler kalsiyum ve D vitamini desteklerinin alınması şeklinde tavsiye edilmeye devam edilmesi yönünde olmakta (4) * Bacak eğriliği olan çocuklarda “ailesel/fizyolojik bacak eğriliği”, genetik kemik hastalıkları gibi nedenler de söz konusu olabilir. Gelişigüzel yüksek doz D vitamini verilmemeli, bu vakaların mutlaka bir çocuk endokrin uzmanınca muayenesi sağlanmalıdır. * Ülkemizde bazı hekimler ilk aylarda çocukların “bıngıldakları”nın küçük olduğunu söyleyerek D vitaminini kesmektedir. Bu da yanlış bir uygulamadır. D vitamini eksikliğinde bıngıldak geç kapanır ama D vitamininin normal hatta yüksek dozlarının bıngıldağın küçük olmasına veya erken kapanmasına hiç bir etkisi yoktur.(5) Ve hangi iklim koşullarında, hangi bölgede yaşarsa yaşasın aynı değerler uygulanması gerçekçi midir...? D vitamini kullanımının neredeyse ilaç bile sayılmayarak gelişigüzel kullanımı ve reçete edilmesindeki artışın yapabileceği toksik etkiler takip edilmekte midir? SONUÇ Sadece D vitamini değil, tüm vitamin-mineral desteklerinin gerekliliği konusunda kafalar epeyce karışık durumda.. Oysa yanıt gayet basit aslında bu ürünler eksik olanı yerine koyma amacı ile kullanılmalı. Bu durumda asıl soru “eksiklikten ne anlıyoruz ?” olmalı. Gerçekten gerek duyulması durumlarında- ki hastat±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ Hem beslenme kaynakları hem de iklim koşulları ile değerli topraklarda yaşıyor insanımız. Fark edilmesi gereken şey yeterli vitamin- mineral alamama değil ALMAMA durumuna gelmemiz belki de. Sorgulamayan, reklamlarla bilgilenen ve TV ile eğitilen insanımızın; geleneksel beslenme ve insana yakışır yaşam biçimi yerine kapitalist sistemin (adları değişik de olsa kâr ya da kazanca dayalı tüm yönetme biçimlerinden söz ediyoruz) dayattığı, popülaritenin benimsettiğini yaşamanın sonucunu tartışmaktadır şimdilerde. lık hali ya da ciddi yetersizlik durumlarıdır bunlar-bu ürünlerin kullanılmasına kimsenin itirazı olamaz. Bir bitkiden vitamin ya da mineralin doğal yolla alınması ile, aynı vitaminin ilaç olarak alınması arasında fark olacağı da unutulmamalıdır. Bitki, meyve ya da sebzeler birçok karışımın bir arada olduğu bir içeriğe sahiptir. İçerdikleri bileşenlerin birbirleriyle etkileşimleri ile yaptıkları etki değişmektedir ki bu konuda yeterli bilgiye de sahip değiliz. Ama aynı bitkiden herhangi bir maddeyi ayrıştırdığınızda ve tek başına yada birkaç ürün karışımı olarak kullandığınızda aynı etkiyi göstermesi (yararlı ya da zararlı olma )bu nedenle beklenemez, hatta yapacağı zararlı etkiler de öngörülemez. Ama yanlış yerlere bakarak yapmakta bunu. Başka türlüsünün mümkün olabileceği gerçeğini tamamen silmiş olarak hem de... Doğruluğu araştırılmadan hızla yutulan ve itiraz etmeden değişen yeni beslenme alışkanlıkları ile sağlığı için gerekli her şeyi bile bile eksiltip, sonra da olmazsa olmaz deyip bu ürünleri sistemin istediği yollarla kullanarak yerine koymaya çalışmakta... Böyle bakıldığında komik ama gerçekten trajik sonuçları olabilecek bir durum söz konusu olan... Vücudumuza giren her şey bizim bir parçamız haline gelebilir. Evinize girecek kişiyi bilmeden,tanımadan nasıl izin vermiyorsanız vücudunuza girecek olanı da tanımalısınız ve izni siz vermelisiniz bilinçle... Alınan besin destek ürünlerinin farklı etkiler yaratacağı konusu bu kadar belirsizken deneysel çalışmalarda işine geldiğini yayınlama konusunda sicili pek de parlak olmayan uluslararası ilaç ve tıp çevrelerinde benimsenen bu değerlere hangi kanıtlarla ulaşılmaktadır? KAYNAKLAR Olanlar tıp dünyasının hasta odaklı tedavi biçimini benimsemesi gerekirken tam aksi yönde gelişme göstermekte oluşudur... 4 http://www.bmj.com/content/351/bmj.h3170 23 Adana Eczacı Odası Bülteni 1 http://semihaydintug.com/d-vitamini-yetmezligi.phtml 2 http://health.economictimes.indiatimes.com/news/industry/ journal-says-role-of-vitamin-d-calcium-in-curing-osteoporo sis-a-fallacy/48168125 3 http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2014/11/ Tahud-2014-18-4-adolesan-bir-olguda-yuksek-doz-d-vitami ni-asemptomatik-intoksikasyon-olgu.pdf 5 http://t24.com.tr/yazarlar/sukru-hatun/d-vitamini-kullanimin da-asiri-artis-ne-kadar-ihtiyac-ne-kadar-saglik-modasi,11274 t±BǘO)BTUBMǘ)BOHJTJ Dünyayı düşünce ve hayal gücü yönetir. Einstein 4FWNFLinanmaktır %àǵàONFLEàǵàONFLEàǵàONFL(ÚLZà[àOàOQFNCFCVMVUMBSOZFǵƌMPMEVǘVOV IBZBMFEFCƌMNFL#BMǘOVÎUVǘVOVLVǵVOZà[EàǘàOàEàǵàOFCƌMNFLIBZBM FEFCƌMNFL)FSLFTUFLZÚOEFƌMFSMFSLFOUBNUFSTƌZÚOEFHƌEFCƌMNFL(ÚSàOFOƌO BSEOEBLƌHÚSàONFZFOƌGBSLFEFCƌMNFLGBSLOEBMLPMVǵUVSBCƌMNFL 24 Adana Eczacı Odası Bülteni t4FWNFLƞOBONBLUS Son zamanlarda mesleğimizin güncel konusu protokol. Herkesin üzerinde birkaç cümle olsun söz söylediği, sonucun merakla beklendiği protokol. Şurası eksik olmuşlarıyla, çok beğenilmişliğiyle, şu da şöyle olsa daha iyi olurdu denilmişliğiyle protokol... Hepimizi ilgilendiren protokol herkesce farklı yorumlanıp, farklı tepkilerle karşılandı. Kimimiz çok ütopik buldu protokolü, kimimiz beklentilerin üstünde, altında bir çalışma olarak değerlendirdi. Eksikleriyle fazlalıklarıyla protokol maddelerini tartışmak bir kenara dursun; benim için protokolün en büyük eksiği; İNANÇ oldu. Farklı farklı yapılan yorumlar pek çok kişiyi düşüncede karşı karşıya getirse de; protokol hiçbirimizi yarınların bugünden ve de dünden iyi olacağına inandıramaması ile çoğunluk düşüncede birlik oluşturdu. Üzerinde onca zaman çalışılan projenin vermesi gereken mesajın umut olması gerekirken; ‘’Kabullenilmiş Son: Eczacılık!’’ olması düşündürücü ve de üzücü doğrusu. İnancımızı nerede, ne zaman kaybettik diye düşünmekte geç kalmış olabilir miyiz? Kabullenilmiş sona; bu mesleği icra eden, tüm sıkıntılarını yaşayan bizlerin, bu sıkıntılara en derinden inanmamamız götürmüş olabilir mi? Acaba sorunlarımızın sorun olduğuna düşünce olarak, inanç olarak eksikliğimiz mi vardı ki bu proje mutlu yarın inancı oluşturmadı? Benden öte bizi düşünmemiz gerekirken, tam metin öneriyi hayata geçirme düşüncesi dururken, okyanusun varlığını bilip bir damla su alabilirsek susuzluğumuzu gideririz düşüncesi mi inançları kırdı? İleriyi görüp zirveye ulaşmalıyızın yerine küçük adım atsak edindiğimiz mesafe bize yeter dediği- 25 Adana Eczacı Odası Bülteni miz için mi inancımız bir yerlerde kayboldu? Görünen engellere gücümüzün yetmediğini düşünüp, o engeli geçmek yerine, o yoldan geri dönmeyi ya da bulunduğumuz yerde kalmayı kabul edip; amaların ardına sığındığımız için mi inancımız yok oldu? Çözüm önerilerimize kendimiz dahi inanmıyorken başkalarını inandırmak ne derece mümkündür, mümkün müdür? Belki de en büyük hatayı ikilemlerle yaptık. Sevmek inanmaktır, mesleğimizi sevdiğimizi söylerken yarınının olmadığını ifade ederken mi yok ettik inançları fark etmeden? İhtimaller uzar ve gider… Parçadan geçip bütüne baktığımızda hepimizde varolan düşünce aslı ve istek; meslek üyeleri olarak, mesleğimizi icra eden kişiler olarak, mesleğin tüm sıkıntılarını tüm gerçekliğiyle yaşayan kişiler olarak; öncelikle bu sorunları bizden birilerinin kabul etmesi, bu sorunların çözülmesi, umutlu yarın inancı ile biz olarak, bir olarak, Eczacı olarak yol katetmektir. Pek çoğumuzda hissedilen, bu süreçte verilen mesajın; eczacılığın kabullenilen bir son olmasıdır. Bir proje çözüm yolunda her ne kadar kabul edilebilecek en donanımlı, en akılcı yol dahi olsa inancı eksikse en zayıf projedir. Sorunlar bizim cesaretimizi ortaya koyar. Bunca çözüm bekleyen sorunumuz varken belki de ihtiyacımız olan tek şey inancımızı harekete geçirecek küçük bir umut ışığıdır. Belki de mesleğimizin bulunduğu bu süreci en iyi Bill Marriott özetlemiştir. Eğer heyecan üretemezseniz pek fazla şey üretemezsiniz... Umutla kalmanız dileğiyle; Ecz. Sevilay ÇAKMAK t4FWNFLƞOBONBLUS iBarışa Kaçışın ,BSǵMǘ7BS. w Suriyeli Değil, Adana’ daki Suriyeli Sığınmacıların Durumu Adnan GÜMÜŞ, Prof. Dr. Sosyolog ; M. Sezai DURGUN, Emekli Öğr. Gör., Sosyolog 26 Adana Eczacı Odası Bülteni ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Şiddetin Karşıtı Barış Barış günümüz dilinde insanlar, sosyal gruplar veya devletler arasında var olan mevcut çatışmaların hukuk temelinde saptanan normlar çerçevesinde zora şiddete başvurmadan çözümlenmesi gerektiği anlamında kullanılmaktadır. Kavram, halklar ve devletlerarasındaki ilişkiyi, şiddet ve savaş yolu ile birbirine kabul ettirilmesi dışındaki, pratikte öncelikle şiddet karşısındaki anlamları ifade etmektedir. Sözcüğü biraz daha açarsak; birinci derecede anlamamız gereken şiddetin, zorun ve savaşın yokluğu anlamına gelmesi durumudur. Bu anlamda barış, ulus devletlerin, dinlerin, halk içerisindeki grupların içerisinde yaşayan bireylerin ve bunun yanı sıra da özellikle Birleşmiş Milletler’in de temel gerekçesi ve hedefidir. Böyle bir barış ortamının tesis edilebilmesi için belli başlı yolları kısaca şöyle tanımlayabiliriz. t #ƌSƌODƌTƌ CBSǵO ZPLMVǘVOEBO EPǘBDBL [BSBSMBSdan kaçınmak, potansiyel karşıt tarafların rızasıyla mümkün olabilir. t ƞLƌODƌTƌVMVTMBSBSBTIVLVLUBÚOHÚSàMFOZBQUSNların uygulanmasıyla veya t ÃÎàODàPMBSBLVMVTMBSOLFOEƌƌÎZBTBMBSZMB savaşı men etmesiyle tesis edilebilir. 27 Adana Eczacı Odası Bülteni Bu tanımlamaların ışığında etrafımıza baktığımızda barışın mı yoksa savaşın mı var olduğunu öyle derin bilimsel kuramlara bakmadan da rahatlıkla bir fikir edinmemiz mümkün. Böyle bir sorunun varlığını TMMOB’un da görüp Adana Kent Sorunları Sempozyumunun ana konularından biri haline taşıması, görünürlüğü açıkça ortaya koymaktadır. Gelenler barışı aramaktalar. Gelenlerin barışı bulup bulmadıklarını aşağıda vereceğimiz araştırma sonuçlarından okuyucuların kendileri rahatça göreceklerdir. Artık Suriyeli Değil, “Adana’daki Suriyeli Sığınmacılar” Bu araştırma, 453 sığınmacının, eşiyle çoluk çocuğuyla birlikte, 3 binleri bulan Suriyeli sığınmacının, hatta artık Suriyeli’den öte “Adanalı sığınmacı” diyebileceğimiz sığınmacıların durumunu ortaya koymak için hazırlanmıştır. Bilgiler, Türkçe-Arapça hazırlanmış görüşme formları yoluyla 2015 Ocak ayında toplanmış olup TMMOB Adana “Kent Sorunları 3 Sempozyumu” için hazırlanmıştır ve ilk sonuçları Mayıs ayında sempozyumda sunulmuştur. ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Biz araştırmamızı Adana için yapmıştık ancak Türkiye’nin dört bir tarafına yayılan bu insanların durumunun buradan pek de farklı olmadığını, hatta pek çoğunun durumumun Adana’dan da (barınma, geçinme, iletişim açısından) daha kötü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Adana’daki veya Adanalı Suriyeli Sığınmacılar Kim? Adana’daki Suriyeli sığınmacıların t V)BMFQUFO t VƵBNEBO t à-B[LƌZFEFO t Tƌ)BTBLFEFO t VƞEMƌCUFOHFMNƌǵCVMVOVZPS Bu oranlar yaklaşık değerlerle eşleri için de geçerlidir. Yetişkin nüfus arasında sadece istihdam düzeyleri değil kadın erkek istihdam oranları da Türkiye ile benzerlik göstermektedir. Evli çiftler arasında eşlerden erkek olanların %83,7’si, eşlerden kadın olanların %27’si geçmişte Suriye’de bir işte veya tarlada çalışmış bulunmaktadır. Kimse Keyfinden Gelmiyor ; Şiddetten, Ölümden, Yıkımdan Kaçıyorlar. Türkiye’ye gelenler hiç şüphesiz barıştan kaçarak gelmediler, aksine barış aramaktadırlar. Çatışmalar başladığında, Türkçe bilenler veya az da olsa anlayanlar görece daha erken gelmiştir. 2012’de gelenlerin %30’u önceden Türkçe bilirken 2014’te bu oran %15’e düşmektedir. Örneğin gelenlerin %80’e yakını bir mülk eve sahip olup %30’u evlerinin yıkıldığını, %26’sı da artık oraya giremediklerini ifade etmektedir. Mülk evi olanların kendi arasında alındığında bu oran üçte ikiyi geçmektedir. Adana’daki sığınmacılar arasında evli (yetişkin) erkeklerin t àPLVSZB[BSEFǘƌM t TƌƌMLPLVMEà[FZƌOEF t VPSUBPLVM t ƌPSUBÚǘSFUƌN t TZàLTFLPLVMEà[FZƌOEF eğitimli bulunmaktadır. Çatışmalardan doğrudan etkilenme durumu da çok yüksektir. Adana’daki sığınmacılar arasında evli (yetişkin) kadınların ise t àPLVSZB[BSEFǘƌM t ƌƌMLPLVMEà[FZƌOEF t VPSUBPLVM t àPSUBÚǘSFUƌN t àZàLTFLPLVMEà[FZƌOEF eğitimli bulunmaktadır. Sığınmacıların t ƌÎBUǵNBMBSEBOEPǘSVEBOFULƌMFOEƌǘƌƌÎƌO t TƌEFTƌZBTƌCBTLMBSEBOLBÎNBLƌÎƌO Türkiye’ye gelmeye karar vermiş veya gelmek zorunda kalmış bulunuyor. t (FSƌZFLBMBOàƌTF4VSƌZFEFFLPOPNƌTƌ bozulduğu veya burada daha iyi sosyoekonomik olanaklar bulmak için geliyor. 28 Adana Eczacı Odası Bülteni ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Savaştan doğrudan etkilenme düzeyinin %70’leri bulması çatışmaların ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir ki geriye kalanlar da dolaylı etkilerine maruz kalmış bulunmaktadır. Sınırlarda, geçiş esnasında daha pek çok güçlük yaşanmış, yaşanmaktadır. Geçişte yaşananlar arasında t 6[VOZBZBZàSàZàǵMFSƌ “ Çatışmalardan etkilenme ” şekli olarak t ±BUǵNBBMBOMBSOEBONƌMƌUBOWFZB*Ƶƞ%ƌO hâkim olduğu yerlerden geçmek zorunda kalınması, t :FSMFǵƌNWFZBZBLODƌWBSMBSOCPNCBMBONBT t ½SHàUMFSƌOCBTLT*Ƶƞ%CBTLT t .BZOMBMBOMBSEBOHFÎƌMNFL[PSVOEBLBMONBT t "TLFSFWFZBƌTUƌICBSBUBBMNBLƌTUFNFMFSƌ t "ÎMLTVTV[MVLBǵSTPǘVLBǵSTDBLWC fiziki güçlükler, t ,BSEFǵWFBLSBCBMBSOOÚMEàSàMNFTƌHƌCƌ hususlar ifade edilmektedir. t 4OSWFZBHFÎƌǵOPLUBMBSOEBLƌZPǘVOMVLWF uzun beklemeler, Üçte İkisi Sıkıntılı Bir Yolculuk Yapmış t 1BSBTLOUMBS Türkiye’ye geliş ve geçişler de öyle kolay olmamıştır. Görece kolay sayılabilecek uçak, vapur, özel araçla gelenlerin toplamı %31 düzeyindedir. Kamyonlar, traktörler, toplu araçlar kullanılmış, %35’i ise tüm yolu veya bir kısmını yaya gelmiştir. 29 Adana Eczacı Odası Bülteni t :BOMBSOEBÎPDVLWFZBZBǵMLƌǵƌMFSƌOPMNBT hastalanmaları, t "TLFSƌOƌ[ƌOWFSNFNFTƌQFǵMFSƌOFEàǵNFTƌ t (FSƌHÚOEFSƌMNFLBCVMFEƌMNFNF t 1PMƌTWFBTLFSEFOLPSLV t 1BTBQPSUTLOUMBS t 3àǵWFUHƌCƌ[PSMVLMBSƌGBEFFEƌMNFLUFEƌS ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Adana’ya “Sığınmışlar”, Hayatta Kalabilmek İçin Gelmişler Isınma açısından %21’inin hiçbir ısınma aracı olmayıp soğukta idare etmektedirler. Adana’yı tercih nedenleri arasında “Burada tanıdıklarım vardı/birlikte geldiğim kişilerin akrabaları vardı” diyenlerin oranı %51,6’yı bulmaktadır. Bir başka deyişle buralarda akrabaların-tanıdıkların yanına sığınma arayışı ilk saiki oluşturmaktadır. Yevmiyelerin 30-32 lira olduğu koşullarda her tür kira meblağı da sığınmacılar için ağır bir yük oluşturmaktadır. İkinci sebep ise iş-aş umududur. %18,9’u “Tanıdığımız yoktu ama büyükşehir/iş buluruz diye buraya geldik” demektedir. %18,2’si “tamamen tesadüf/kader/kısmet” şeklinde ifade etmektedir. Kafalarını Sokacak Bir Yere Razılar TTB’nin Ocak 2014’te açıkladığı “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık hizmetleri Raporu”na göre “Barınma koşullarının oldukça sağlıksız olduğu, evlerde birkaç ailenin bir arada kaldığı, odabaşına düşen kişi sayısının oldukça yüksek olduğu, hijyen ve olanaklar açısından yoksunlukların yaygın olduğu gözlenmiştir. Sağlıksız barınma koşullarının yanında önemli bir sorun da kiraların yüksekliği olarak ifade edilmiştir. Yıkıntı binalarda, dükkânlarda ve parklarda yaşayan ailelerin sayılarının da az olmadığı belirlenmiştir.” Sağlıksız barınma koşulları, en başta da kalabalık kalma sorunları sürmektedir. Kölelik ve Çocuk İşçiliği: “Sığınmacılara Yardım Yapıldığı” Aslı Olmayan İçi Boş Bir Söylenti Sığınmacıların çok yüksek bir maliyeti olduğu aşikâr. Sadece sağlık giderleri bile önemli bir yekûn tutmaktadır (Eylül 2015 için 2 milyon sığınmacıdan söz edilmektedir). 260 bin kişinin kamp noktalarında iaşelerinin karşılanması, AFAD’ın 70 binin üzerinde çocuğa eğitim verildiğini söylemesi, bunların ekonomik maliyeti bile büyük maliyetlerdir. Örneğin İngiltere önümüzdeki 5 yılda sadece 20 bin Suriyeli sığınmacı kabul edeceğini söylemektedir. Ancak tek tek sığınmacıların durumuna bakılırsa durum feci sayılır. Sanıldığının aksine kamp noktalarının dışındaki sığınmacılar hemen hiç yardım alamamakta, alanlar da bir defaya mahsus 50-800 TL arasında bir yardım almış bulunmaktadır. Adana’daki Suriyeli sığınmacıların oturduğu konutların t ƌSVUVCFUMƌ t VIBWBT[WFMPǵEVSVNEBES Evli erkeklerin %86’sı çalışıyor. Çocuklu ailelerden kendisi, eşi veya çocuklardan birini çalışma durumu ise %94’ü buluyor (hiçbiri çalışmayan çocuklu aile oranı sadece %6’da kalıyor). t ,àÎàLCƌSLTNOOCBOZPTVZPL WFZB UVWBMFUMFCƌSMFǵƌL t LBEBSOOUVWBMFUMFSƌEǵBSEB t àOVOTVZV Dahası çocuklardan en az birinin çalışma durumu %42’leri buluyor. t ƌOƌOFMFLUSƌǘƌCVMVONBNBLUBES 30 Adana Eczacı Odası Bülteni ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Her tür işte çalıştıkları gibi 11-12 saat çalışma karşılığı 30-32 lira alabiliyorlar. Bunların bir kısmı ödenmediği gibi hiçbir iş ve sosyal güvenceleri de bulunmuyor. Çocukların çalıştığı işlerin hemen tamamı ise tamirci çıraklığı başta olmak üzere pis ve tehlikeli işlerden oluşuyor. t Hor görme, kötü bakış, t %ǵMBNBLPOVǵNBNB t -BGBUNB t ,àGàSWFIBLBSFU t ƞǵZFSƌOEFIBLT[MLMBS t 0LVMEBÎPDVLMBSOEPǘSVEBOWFZBEPMBZM dışlamaya maruz kalması gibi hususlar söylenmektedir. Önyargı ve ayrımcılıktan farklı olarak bir de t %ƌMTPSVOVBOMBǵNBHàÎMàLMFSƌ t )ST[ML t 1BIBMML t 0LVMTPSVOMBS t ±PDVLLBWHBMBSHƌCƌTLOUMBSƌGBEF edilmektedir. Yaşadıkları sıkıntılar arasında t (FÎƌNQBSBFLPOPNƌZFNFLZBLBDBL elektrik, yoksulluk, yardım, TTB’nin Ocak 2014’te açıkladığı “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık hizmetleri Raporu”na göre çeşitli tedavi sorunları, aşı sorunları, aile planlaması hizmetleri, gebe izlemleri, danışmalık hizmetleri, mineral-vitamin desteği vb. hizmetlerin oldukça yetersiz olduğu gözlenmiştir. Dil sorununun kadınlarda daha yaygın olduğu, bu nedenle kadınların eve hapsolduğu, sosyal yaşamla bağı koparılmış durumda olduğu gözlenmiştir. Türkiyeli (en çok da Şanlıurfalı) orta yaş ve yaşlı erkeklerin sığınmacı genç kızlar ile 2., 3. evliliklerini yaptıkları, başlık parasının 40 bin TL’den 5 bin TL’ye düştüğü, belirsizlik, korku ve umut beklentisi ile sığınmacıların bu işe daha çok razı olmaya başladıkları sıklıkla dile getirilmiştir. Çok eşlilik, çocuk evliliği, kadınların satılması ile ilgili yerli kadınların tepkilerinin yüksek olduğu da paylaşılmıştır. t (FOFMPMBSBLGƌZBUMBSOZàLTFLMƌǘƌ t ƞǵCVMNB t ±BMǵNBWFÚ[MàLIBLMBSàDSFUEàǵàLMàǘà ücretini alamama, t #BSOBLFWLƌSBFWLƌSBMBSOOZàLTFLMƌǘƌ kalabalık oturma, t %ƌM5àSLÎFCƌMNFBOMBǵNBHàÎMàLMFSƌ t ,PNǵVMBSMBƌMƌǵLƌMFSHFOFMPMBSBLEǵMBONB sevilmeme hissi, yadsınma, küfür, ırkçı söylemler, t ,ƌNMƌLBMBNBNBSFTNƌNBLBNMBSMBƌMƌǵLƌMFSEF güçlükler, t ±PDVLMBSOPLVMTPSVOMBS t 6MBǵNEPMNVǵ[PSMVLMBSVMBǵNHƌEFSMFSƌOƌO karşılanamaması, t 4BǘML t 6ZVNBMǵNBZBCBODMLÎFLNFZBMO[ML sorunları, t )ST[ML Adanalılarla karşılaşılan sorunların türü sorulduğunda önyargı ve ayrımcılık türü zorluklar arasında; t ½ǘSFUNFOàOƌWFSTƌUFIPDBMBSOOBOMBZǵT[ olması sayılmaktadır. 31 Adana Eczacı Odası Bülteni ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Geri Dönüş Umudu Korunmaya Çalışılıyor Ama Zor... Şu andaki algı ve umutları içinde Suriye’ye dönme isteği %65 düzeyinde bulunmaktadır. Çatışmalar bitse bile %20’si geri dönüşte kararsız bulunuyor, %13’ü Türkiye’de kalmak istiyor. %2’si de farklı bir ülkeye gitmek istiyor (faklı bir ülkeye gitmek isteyen 11 kişinin biri Çeçenistan’ı, biri S.Arabistan’ı, 9’u ise Batılı bir ülkeyi istiyor). %65’lik geridönüş isteği de, aslında karşılığı olamayacak büyük oranda boş bir umut korumu arzusundan oluşuyor. İsteseler de artık birçoğunun evi barkı iş yeri kalmamış durumda. Düşmanlıklara yönelik travmaların tamiri ise çok uzun zaman gerektirecektir. Bu koşullarda, çoluk çocuğunu yeniden eski topraklara taşımak zor olacaktır. Geride kalanlar ve geri dönecekler daha çok yaşlılarla sınırlı kalacaktır. Yüzyıllılara Yayılacak Sorun veya Yeniden Harmanlanma Savaş dışında, toplumsal yaşamın bir parçası olarak barışı düşünürsek, barış, “Uyum, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile oluşturulan ortam” (TDK) olarak tanımlanmaktadır. Sadece Suriye’de değil, şiddetten, işgalden, savaştan, yıkımdan kaçan bu insanların Adana’da da barışçıl ortamlara ihtiyaçları var. Gelen göçmenler, her insanın temel hakkı olan “onurlu bir yaşam”, barış ve mutluluk aramaktadır. Belki canlarını kurtardılar ama geriye ne kaldıysa üç aşağı beş yukarı kaybettiler. Burada da barışı buldukları, buralarda da barışın garanti olduğu söylenemez. Suriyeli sığınmacıların durumu, yüz yıllara yayılacak bir sorun veya Adana’nın, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, hatta tüm dünyanın yeniden harman- 32 Adana Eczacı Odası Bülteni lanması vakıasını oluşturmaktadır. Bu insanların çok az bir sorumluluğu olduğu ama her tür sonucunu yaşadığı bir vakıa. Adanalıların çok az bir sorumluluğu olduğu ancak her tür sonucunu yaşamak durumunda kaldığı bir vakıa. Suriyeli sığınmacıların bireysel sorunları belki bir süre sonra önemli oranda giderilebilir. Ancak toplumsal sonuçları, siyasal sonuçları çok derin ve acı bir harmanlanma olacağa, aynı zamanda kalıcı olacağa benzer. Adana’mızın ve insanlığın, yüz yıl sonra da, 2115 Eylül’ünde de yine barıştan, özellikle de toplumsal barıştan söz etmek zorunda kalmaması dileğiyle. Bu dileğin gerçekleşebilmesi için birincil şart Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de... tüm Ortadoğu ve dünyada uluslararası çatışmaların, yayılmacılıkların bitirilmesidir. İkincisi ise dünya kaynaklarının eşit, adil bir şekilde paylaşılmasıdır. Sığınmacılık sorunlarının çözülebilmesi ve uyumlarının kolaylaştırılabilmesi için yurtta barış, dünyada barış, toplumsal barış temel şartları oluşturuyor. ti#BSǵB,BÎǵO,BSǵMǘ7BS. Karanlığı Yaşamasaydık Güneşe Anlamlar Yüklemezdik... 2014 yılında Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ nden mezun oldum. Yaklaşık 10 ay süren işsizlik serüvenimin ardından Mayıs/2015 tarihinde EDAK Ecza Kooperatifi’ nde çalışmaya başladım. Çalışmaya başlamadan önce bir süre dikiş kursuna gittim:), yemek tarifi kitapları alıp inanılmaz derece de tarif denedim :). Stresten kurtulmak ve düşünmemek için kendimi yoracak işler buldum kendime sürekli... Ne kadar çabalasam da her gün uyumadan önce beynimde yine o meşhur soru; ‘‘Bundan sonra ne olacak mesleğimle ilgili?’’ Bu soruyu geceleri aklıma her gelişinde yaklaşık olarak 9 ay susturdum. Ecz. Esra ÇALIŞKAN Ne yapacağıma, ne yaparsam daha çok mutlu olacağıma bir türlü karar verememiştim. Fakülteye başlarken aklımda sadece eczane açma fikri vardı, ancak okul süresince eczacıların eczane, hastane, endüstri (İlaç ve/ veya kozmetik vb. üretim sanayi), Sağlık Bakanlığı ve bir de akademik olarak üniversitede kariyerlerine devam etmek gibi çeşitli seçenekleri olduğunu öğrendim. Bunlar azımsanacak kıymette değiller, birçok meslekte böyle seçenek neredeyse yoktur. Bu kadar çok alan varken ben ne yapmalıyım diye düşünüp durdum. Herkesin bir sabrı vardır derler ya... Sanırım benim sabrımın bittiği bir günde aileme ‘Yeter artık yer bakın!’ cümlesini kuralı bir kaç saat geçmişti ki EDAK Ecza Kooperatifi için mesul müdür aranıyor haberini duydum. Bir umut, belki de bir işaret bu bana hayattan deyip başvurumu yaptım, kabul edildim. Şimdi neredeyse 4. ayımı doldurmak üzereyim. İlk iş deneyimimin kooperatifte olması özellikle EDAK´ta olması kendimi çok şanslı hissettiriyor. Yinede çoğu zaman mesleğimize yasalarla gelen değişikliklere üzülmüyor değilim. 33 Adana Eczacı Odası Bülteni t)FQJNJ[JO.FTMFǘJ Bu genç yaşımızda bu kadar çok sorumluluk ve bu kadar çok gelecek kaygısı fazlaydı bence. Gün geçtikçe şartlar değişiyor ve ben daha yolun çok başında olduğumu düşününce geleceğim/geleceğimiz için ister istemez karamsar gözlüklerimi takınıyorum... Bundan 6 yıl önce üniversiteye kayıt yaptırırken çok farklıydı hayallerim, her şey çok güzel olacak ve ben eczane açacaktım. Gelgelelim mezun oldum, düşünceler şartlar değişti. Sonbahara hazırlanan ağaçların yorgunluğu çöktü bedenime sanki. Çoğu arkadaşım eczane açtı, bazıları kamu eczacısı oldular, az bir kısmı da özel hastane, ilaç sanayi ve ecza depolarında iş buldular. Memnunlar mı derseniz, çoğu memnun değil. Böyle nereye kadar gidecek? Mesleğimizin iyileşmesi için birşeyler değişecek mi?...Yoksa gerçekten bir çıkmaza mı girdik ?... Gelelim diğer meslektaşlarımızın ifade ettikleri 6197 sayılı yasamıza; yasamız kısa bir süre önce değişti ve bu yasaya göre çeşitli gereklilikler ve düzenlemeler eklendi. Bu yasayı okumanızı ve ciddi bir şekilde yorumlamanızı tavsiye ederim. Bu yasadan kısmen bahsedecek olursak; hali hazırda fakültede okuyan meslektaşlarımız bu yasadan bir defaya mahsus muaf tutulmaktadır, bu nedenle bu istisnaya girmiyorum. Bu yıl ve daha sonraki yıllarda eczacılık fakültesine yerleşecek arkadaşlar eczane eczacılığı yapmak istedikleri takdirde öncelikle mezuniyetten sonra 1 yıl bir eczanede yardımcı eczacılık yapmaları şartı getirildi. Daha sonra eczane açmak istediği ilçede 3500 kişiye 1 eczane açılmasına izin veriliyor. Nüfus 3500 altındaysa böyle bir kısıtlama yok. Dediğim gibi bu durum tam bir muamma ne olacağı henüz belli değil. Şu nokta da çok önemli hali hazırda fakültede okuyan arkadaşlarımız bir defaya mahsus istediği yere eczane açabilecek. Bundan sonra o da nüfus ve puanlama kriterine tabi olacak. Bu noktayı iyi düşünmenizi tavsiye ederim. 34 Adana Eczacı Odası Bülteni Kötü gidişata, yeni açılan eczacılık fakülteleri ve kontenjanların artışı, sıralamada geride olan öğrencilerin eczacılık fakültelerine alınmalarının eklenmesiyle ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımız daha iyi anlaşılıyor. Üniversitelerimizde verilen eğitim teorik olarak çok yoğun ve gerçek iş hayatımızda neredeyse çoğunu kullanmayacağımız bilgilerle dolu. Kaliteli eğitim anlayışı da çoğu fakültelerde düştü zannımca. Dilerim ki bundan sonra geçen her günde mesleğimizle ilgili güzel haberler ve gelişmeler duyalım. Karamsar olmak için çok geç biliyorum... Herşeye rağmen mesleğine sahip çıkan ve yeni mezunlara umut dağıtıp, moral veren eczacılar yok mu? Var elbette. Kazandığının bir miktarını her ay bağış yapan, durumu kötü öğrencilere burs veren, yeni mezun meslektaşlarımızı yardımcı eczacı olarak işe alıp meslek deneyimi kazandıran, eczacılık fakültelerine laboratuvar gereçleri ve kitap yardımları yapan bir çok eczacımız var. Buradan sesimi duyurabildiğim duyarlı meslektaşlarıma çok çok sevgilerimi sunuyorum. Meslek sadece benim, senin, sizin değil hepimizin mesleği... Birbirimize destek olursak birçok şeyin atlatılabileceği kanaatindeyim. Ne kadar sorunumuz, sıkıntımız olursa olsun, hastalarımızın yüzündeki ufacık bir memnuniyeti, tebessümü görmek ne kadar güzel bir meslekte olduğumuzu tekrar tekrar hissettirmeli. Bu sıkıntılı günler geçecek biliyorum. Karanlığı yaşamasaydık güneşe anlamlar yüklemezdik.. Herkese güneşin bol olduğu, kıymet bilinen güzel günler diliyorum... t)FQJNJ[JO.FTMFǘJ Ecz. Hayriye GÜLTEKİN KARABULUT Șimdi Reklamlar... laklarımızı kapatsak daha sessiz olmaz mı? ‘’Kirpiklerin beyazlayınca onları da saçların gibi boyayacak mısın?’’, ‘’Daha kaç yaşına kadar domates yemem gerekiyor?’’ gibi sonsuz çeşitlilikte bir yığın soru… Adı Deniz... Benim oğlum olur. Kendisi onbuçuk yaşında olduğunu söylese de henüz beş yaşını yeni bitirdi. Büyük bir ciddiyetle on farklı konuda on farklı akıllara zarar soru sorabilen bir potansiyele sahip. Sonra geçer karşıma dikkatlice yüzüme bakar. Bilgiye aç sabrını dizginlemeye çalışan gözleriyle. Cevap veriyor olmam kesinlikle yeterli değildir. İkna etmem de gereklidir çoğu zaman. İkna edemeyen her sallantılı cevap, karşılığında kaşı kalkık üç yeni yaratıcı soru olarak geri döner. ‘’Kadın olan çocuklar hep mi küserler?’’, ‘’Beni neden babam doğurmadı?’’, ’’Tencereleri birbirine vurup gürültü yapacağımıza, ağaçları kesenlere bahçede bisiklete binmeme cezası versek anlamazlar mı?’’, ‘’Uyurken neden gözlerimizi kapatıyoruz, ku- 35 Adana Eczacı Odası Bülteni Yanlış anlaşılmasın şikâyetçi değilim, aslında bunları şu yüzden anlatıyorum. Neşeli bir çocuk korosu ‘’Brokoli var da Maret yok mu?’’ diye soruyor, ellerinde salam, sosis temalı, yeşilliklerin süs olarak kullanıldığı tabakları ekranlara doğru sunarken… Hedef, brokoli özelinde sebze tüketmeyi anneleri için ömür törpüsü haline getirmiş geniiiiiş bir çocuk kitlesi… Üstelik bunu reklamlarında çocukları kullanarak yapıyor kapitalist deha… Reklam bittince Deniz düşen pijamasını çekiştirerek; ‘’Bence de anne… Yeşil ağaçlardan yemicem artık’’ diyerek döndü ve sorgulayıcı bakışların eşlik ettiği kararlılıkla kollarını göğsünde bağladı. tƵJNEJ3FLMBNMBS Bana kalan mı? Geçmek bilmeyen çaresiz 5-10 saniye, gülümsemeye çalışan bir yenilmişlik duygusu ve ardından bamya ve pırasa için gelmesi muhtemel başkaldırının korku dolu huzursuzluğu… da gerçek dışı beklentilere neden olan veya kurgu ile gerçeklik arasındaki farkı ayırt etmeyi zorlaştıran unsurlar içeremez’’ diyor. Altında Türkiye’nin de imzası var elbette. Aslında derdim reklamlardaki görsel ve işitsel göndermelerin simgesel veriler üzerinden değil de henüz yeterince gelişmemiş gerçeklik duyguları ve muhakeme yetenekleri ile çocukların masumiyet dünyalarını hedef almaları... Bunun etik olup olmadığını tartışmak gerekli midir sorusunu öteleyip hukuki bir uygulama olup olmadığı ve hukuksal normlar dışında ise meşru cezai yaptırımlarının - günümüz Türkiye’sinde - sınırları ve denetimleri üzerine soru sormak gerekli görünüyor. Ancak reklamın içeriğinde nükleer santrali iyi ya da kötü çağrıştıran hiçbir görüntünün olmaması dikkat çekici değil mi? Birleşmiş Milletler tarafından 1989 tarihinde kabul edilen ve Türkiye’nin de imzasının bulunduğu ‘’Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’’ gereği, ‘’Her çocuk için sağlık, eğitim, eşitlik, koruma, çocuğun yüksek yararı ve insanlığın gelişimi’’ temel felsefi yaklaşımı ilke olarak belirlenmiş bulunuyor. Mersin Akkuyu Nükleer Santrali’ni inşa edip (nedense) onlarca yıl işletecek olan ve 29 yıl önce Çernobil Nükleer Santrali’ni inşa eden Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’de kurduğu Akkuyu NGS şirketinin reklamları uzunca bir süre bilboard ve televizyon kanallarında boy gösterdi. Bulutsuz, parlak, güleryüzlü bir gökyüzü; ışıl ışıl parlayan yapraklarıyla ağaçlı, masalsı çağrışımlı bir orman yolu; pürüzsüz tenli, karnı tok, güvende olduğunun farkında büyük adam gülüşlü küçük çocuklar... Bu reklamın bir pazarlama yönteminden daha çok bir propaganda amacıyla kullanılmasının kötü niyeti bir yana, çocukların reklam objesi olarak istismar edilmesi suç değil mi? Bir nükleer santral kurulum sürecinin medyada yer alma şekli; dünyadaki olumlu ya da olumsuz deneyimlerden, kamuoyunun konu hakkındaki bilinç ve farkındalık düzeyinden, güvenlik ve denetim krıterlerinden, atık yönetimi ve kaza risklerinden bağımsız düşünülebir mi? Nükleer enerji teknolojisinin nimetlerinin ‘’Yeni Türkiye’’ imajıyla ilişkilendirilerek biz luzumsuz kalabalığa anlatıldığı bu reklamda, tamamen insan gücü ve emeğiyle çalışan bisikletin kullanılması derin bir yaratıcı zekanın ürünü değil mi? Bende oğlum gibi ne çok soru sordum böyle… Son bir soru… 6UBOÎWFSƌDƌCƌSEÚOFNEFOHFÎFOCVBDMWFZBMnız ülkenin toplumsal bellekleri dumura uğramış olsa da tarih bilimi notlarını alıyordur değil mi kronolojik bir netlikle? Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği’nin 24/a bendi ‘’Hedef kitlesindeki çocukların yaş gruplarının özellikleri dikkate alınarak, çocuklar 36 Adana Eczacı Odası Bülteni tƵJNEJ3FLMBNMBS %PǘBM"OUƌEFQSFTBO Ecz. Ayşegül Sena KIRPIK Avrupa Hospital Mesul Müdür Eczacı &OEPSGƌO &OEPSGƌOWàDVUUBSBGOEBOàSFUƌMFOFOHàÎMàVZVǵUVSVDVEVS "ǘSOOǵƌEEFUƌOƌB[BMUNBLWFWàDVEBEBIBB[SBIBUT[MLWFSNFTƌOƌTBǘMBNBLƌÎƌOTƌOƌSMFSƌVZVǵUVSNBLUS 37 Adana Eczacı Odası Bülteni t%PǘBM"OUJEFQSFTBO&OEPSGJO Endorfin Nedir? Nörotransmitterler sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşımakla görevli hormonlardır. Elektrik sinyalleri formunda gelen mesajları bir sinir hücresinden diğerine kimyasal olarak aktarırlar. Nörotransmitter olarak adlandırılan bu yapılar beyOƌOƌǵMFZƌǵƌOEFIBZBUƌSPMFTBIƌQUƌSMFSƵVBOBLBEBS 200’ün üzerinde nörotransmitter tespit edilmiştir. Endorfin de bunların en önemlilerindendir. Genelde hazla ilişkilendirilse de, endorfinin birincil tetikleyicileri stres ve acıdır. Hipotalamus olarak bilinen beyin bölgesi cinsel fonksiyonlar, nefes alma, açlık ve duygular gibi birçok fonksiyondan sorumludur. Hipotalamus duygu durumları ile yakından ilişkili limbik sistemin bir parçasıdır. Eğer endorfin bu bölgeye erişirse, haz ve mutluluk hissi ortaya çıkar. Endorfin vücut tarafından üretilen en güçlü uyuşturucudur. Doğal afyondur (morfin). İşlevi ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık 30 kat daha fazladır. Daha çok mutlu bir haber alınca, çikolata veya güzel bir tatlı yendiğinde salgılanır. Umutsuz bir aşkın ilacı endorfindir. Endorfin salgısının artması için yapılabilecek en verimli ve kolay aktivite spordur. Bununla birlikte, aşırı endorfin salgısı öfkeye, çok nadir olmakla birlikte obsesif-kompulsif bozukluğa sebep olur. Uyarıya verdiğiniz tepki beynin salgıladığı endorfine bağlıdır. 38 Adana Eczacı Odası Bülteni t%PǘBM"OUJEFQSFTBO&OEPSGJO Spor Yaparak Depresyou Yenmek Ruh Sağlığı ve Fiziksel Aktivite dergisinde yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, fiziksel egzersizler depresyon semptomlarını kontrol edebiliyor. Yürüyüş depresyonun hafif ve orta derece belirtilerini azaltmaya yardımcı oluyor. Depresif belirtilerin tekrarı spor yaparak önleniyor. Son yıllarda yapılan birçok bilimsel araştırma spor yapmanın depresyon tedavisinde etkili olduğunun altını çizmektedir. Spor yaparak depresyonu tamamen tedavi etmek bile mümkün olabilmektedir. Spor yapmanın hem vücut hem de beyin üzerinde pozitif etkileri vardır. Spor yapan bireylerin kendilerine güveni gelir, bir şeyler başarmanın ve kendini geliştirmenin pozitif etkileriyle hayat bakışları daha pozitif olur. Bu konuyu araştırmak üzere ülkemizde Muğla ve Marmara Üniversitelerinin ortaklaşa yaptığı bir çalışmada kontrol grubu olarak 15 kız, 15 erkekten oluşan ve 8 hafta boyunca durağan bir yaşam süren Bilimsel kanıtlar da spor yapmanın beyin kimyası üzerindeki pozitif etkisini göz önüne sermektedir. Spor yapanlarda beta-endorfin hormonlarının daha fazla üretildiği gözlenmiştir. üniversite öğrencileri kullanılmıştır. Deney grubu olarak ise yine 15 kız, 15 erkekten oluşan ve haftada 3 kez 1’er saatlik hafif ve orta derecede egzersiz yapan üniversite öğrencileri kullanılmıştır. 8 hafta boyunca veri toplama aracı olarak ise, depresyon puanlarını belirlemek için Beck Depresyon Envanteri (BDA) ve atılganlık durumunu belirlemek için Rathuss Atılganlık Envanteri (RAE) kullanılmıştır. Sonuç olarak düzenli olarak yapılan egzersizin öğrencilerin depresyon ve atılganlık düzeylerini her iki cinsiyette de anlamlı biçimde olumlu etkilediği gösterilmiştir. Aynı şekilde, spor yaparak artan serotonin hormonu salgılanması kişinin kendini daha iyi hissetmesine sebep olmaktadır. Beynin normal çalışabilmesi için gerekli olan serotonin seviyesine ulaşmak için spor yapmanın en az antidepresan ilaçlar kadar etkili olduğu görüşü artık tıp dünyasında kabul edilmiştir. İskoçya’daki Stirling Üniversitesi’nden araştırmacılar yürümenin etkilerini test etmek için 341 hasta üzerinde 8 çalışma yaptı. Kaynaklar: tıpbaskent.edu.tr psychologytoday.com geneltip.org bilim.org sabah.com.tr blog.radikal.com.tr wikipedia.org 39 Adana Eczacı Odası Bülteni t%PǘBM"OUJEFQSFTBO&OEPSGJO Ecz. Dinçay BAHÇECİ Eczanede Hareket Çoğu meslektaşımız bilgisayar başında uzun zamanlar geçirmektedir. Bu nedenle bir tür ofis çalışanı durumundayız. Reçete işlemleri dışında TEB sayfası, oda sayfası, sağlık müdürlüğü duyuruları, sgk duyuruları, sosyal medya derken tüm günümüz bilgisayar başında geçmekte. Sokaklara çıkan bir meslek grubu da olamadığımızdan sabah 8’den akşam kapanış saatine kadar masabaşı işi yapmaktayız. Bu durumda tıpkı ofis çalışanları gibi aynı sağlık sorunları ile karşı karşıyayız. 40 Adana Eczacı Odası Bülteni t&D[BOFEF)BSFLFU İngiliz Spor Hekimliği yayınlarına (BJSM) göre ofis çalışanları bir çalışma günü içinde en az iki saat ayakta durmalıdır. Yazarlar İngiltere’de uyanık kalıOBOTBBUMFSƌOOOIBSFLFUTƌ[HFÎUƌǘƌOƌWFCVOMBSOƌOƌOV[VOWBEFEFTBǘMLSƌTLƌUBǵEǘOZB[makta. Çalışanların günlük iki saat ayakta durması ve hafif aktivitiler yapması, bu sürenin zaman içerisinde dört saate çıkarılması, gerektiğinde ayakta da çalışılabilecek modüler masalar dizayn edilebileceği gibi işverenin de personeli bu konuda uyarması, ayakta ve sağlıklı molalar için yatırım yapması gerekmektedir. Tüm bu uzun iş saatleri içinde elbette alkol ve sigaradan uzak durmak, dengeli beslenmek ve stresten kaçınmak gereklidir. Klavye ve mouse kullanılması gibi bazı tekrarlayıcı aktiviteler, yanlış postür (duruş), stres ve kötü ergonomiye bağlı olarak bir süre sonra ofis çalışanlarında kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarının ortaya çıkmasına neden olur. 41 Adana Eczacı Odası Bülteni Boyun, sırt, kol ve belde ağrı, kollarda, parmaklarda uyuşma, hareket güçlüğü gibi belirtiler ortaya çıkar. Ofis çalışanlarında en sık görülen kas-iskelet sitemi rahatsızlıkları boyunda kas zorlanması, el bileğinde sinir sıkışması, omuz, dirsek, el bileği ve başparmakta tendon hasarıdır. Bu rahatsızlıklara bağlı olarak her geçen gün yaşam kalitesi biraz daha bozulmaktadır. Oysaki bu rahatsızlıklar ergonominin desteklenmesi, çalışma sırasında kısa molalar verilmesi ve iş yerinde yapılabilecek ve vakit almayacak bazı basit egzersizlerle önlenebilir. Bilgisayar karşısında çalışanlar için ergonominin desteklenmesi gereklidir. Bunun için yapılması gerekenler kısaca şunlar olabilir: t 0UVSNB ZFSƌ NBTB LMBWZF FLSBO WF NPVTFVO ZàLTFLMƌǘƌÎBMǵBOBVZHVOPMNBMESt.POƌUÚSÎBMǵBO kişinin tam karşısında ve kol uzunluğu mesafesinde PMNBMESt&LSBOOàTUZà[FZƌLƌǵƌOƌO HÚ[ Iƌ[BTOEB PMNBMES t ,MBWZF ve mouse’un aynı hizada olmasına EƌLLBU FEƌMNFMƌEƌS t .PVTF LVMMBOlırken çok sıkmadan hafif dokunNBZMBLVMMBOMNBMESt&MCƌMFǘƌOƌO nötral (düz, 0 derecede tutulması) pozisyonda olması, el bileğinde sinir sıkışması riskini azaltır. Normalde klavyeler 6 derece eğimlidir. Bu eğimin aşağı doğru indirilmesi ile el bileğinin nötral pozisyonda ÎBMǵNBT NàNLàO PMNBLUBES t Uzun süre oturulmamalıdır. Çünkü oturma omurga üzerine fazla baskı olmasına neden olur. Ayrıca, bacak ve ayaklar için de sakıncalıdır. Kan dolaşımı zorlaşır, bacaklarda kan göllenir. t&D[BOFEF)BSFLFU Boyun egzersizleri : Nefes alıp başı yana döndürüp tekrar nefes vererek nötral (karşıya bakar pozisyona) doğal pozisyona getirin. Başı nefes alıp yukarı kaldırıp, nefes vererek çene göğüse değecekmiş gibi aşağı indirin. Başı saat yönünde ve aksi yönde, başı omuzlara değecekmiş gibi döndürün. Bu hareket sırasında normal nefes alıp verin. Her hareketi 5 kez tekrarlayın. Nefes egzersizleri : Ayakta veya rahat bir pozisyonda bir el karında diğer el göğüs üzerindeyken CVSVOEBO ZBWBǵÎB OFGFT BMO TBOƌZF CFLMFZƌO Ağızdan yavaş yavaş nefes verin. Hareketi 5 kez tekrar edin. t 0UVSVSLFO CFM EFTUFLMFONFMƌEƌS %ƌL PUVSNBZB özen gösterilmelidir. Bel-kalça açısı 90 derece, ayaklar yere değecek şekilde oturulmalıdır. Gerekirse ayakaltıOBEFTUFLLPOVMBCƌMƌSt0UVSVSLFOLBMÎBWFEƌ[MFSBZO seviyede olmalıdır. Diz arkaları sandalyeye değmemeMƌEƌS t ,PM EFTUFLMƌ TBOEBMZF LVMMBOMNBMES t #ƌMHƌTByarda yapılacak işlerin dışında da işler varsa bunlar dönüşümlü olarak yapılmalıdır. Bütün bu öneriler ve ofis egzersizlerinin yanı sıra ağrı ve diğer şikâyetler birkaç gün içinde geçmiyorsa, tekrarlayıcı ise doktora başvurulması gerektiği unutulmamalıdır. OFİS EGZERSİZLERİ Öğle yemekleri masa başında atıştırarak geçiştirilmemelidir. Göz yorgunluğunu önlemek için gözü zaman zaman ekrandan ayırıp uzakta bir noktaya odaklanmalı, 10-15 sn gözler kapatılıp dinlendirilmelidir. Saat başı 5-10 dakika mola vermeli ve basit bazı egzersizler yapılmalıdır. Ofiste yapılabilecek egzersizler için bazı örnekler aşağıdadır : 42 Adana Eczacı Odası Bülteni Omuzlar : Omuzları kulaklara yaklaştırır gibi yukarı kaldırın, 3 saniye bu şekilde bekleyin. Omuzları kendi ekseni etrafında arkaya ve aşağı doğru, daha sonra öne ve aşağı doğru döndürün. Otururken ellerinizi başın arkasında birleştirin, dirsekleri iyice geriye alın derin nefes alıp 30 saniye bekleyin. Nefes verin ve gevşeyin. Bu hareketleri 5 kez tekrarlayın. Ayak egzersizleri : Otururken ayakları ayak bileklerinden kendi ekseni etrafında çevirin. Her yöne 5 kez tekrarlayın. El bileği germe : Parmaklar yukarı bakacak şekilde kolları dümdüz öne uzatın. Bir elinizle diğer elin parmaklarını kendinize doğru çekin. 20 saniye bekleyin. Sonra bırakın ve gevşeyin. Aynı hareketi diğer eliniz için yapın. Her iki el için hareketi 5 kez tekrarlayın. Sağlıklı günler... *** Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Duygu Geler Külcü’nün yazısından alıntılar içermektedir. *** http://bsjm.bsjm.com/cotent/early/2015/04/23/bjsports-2015094518 t&D[BOFEF)BSFLFU Şampuanlar Ecz. Nihal ŞEN Hangi Şampuan bebeğime zarar vermez ? Doğumdan hemen sonra bebeklerimize şampuan kullanmalı mıyız? Kepek nasıl oluşur? Hangi şampuan kepek oluşumunu engeller? Şampuan ne işe yarar ? Şampuan tipleri var mıdır? Saçlarımızın yapısının bozulmasını önlemek için günümüzde bir çok kozmetik preparatlara başvururuz. Bu koruyuculardan biridir şampuanlar. Şampuanları deri temizleyicisi olarak kullanırız. Şampuanların Ph dereceleri, yapıları çok önemlidir. 43 Adana Eczacı Odası Bülteni tƵBNQVBOMBS Yeni Doğanlarda… Surfactanlar (Deterjanlar) Yeni doğan bebeklerin deri yapısı erişkinlerin deri yapısına göre farklıdır. Kornea tabakası erişkinlere göre daha incedir. Anne karnındaki bebeğin stratum corneum’un gelişimi 24. haftada başlayarak zamanla kalınlaşmaya başlar. Yeni doğan bebeklerin derideki PH derecesi 6,5-7,5 arasında olup zamanla normal düzeye erişkinlerin derecesine indiği gözlenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün klavuzuna göre yeni doğan bebeklerin ilk 6 saat boyunca yıkanmasının uygun olmadığını, bütün yaşamsal faaliyetler stabil olduktan sonra yıkanması gerektiği b e l i r t i l m i ş t i r. Yapılan bazı araştırmalar sonucunda göbek kordonu düştükten sonra birkaç hafta boyunca sadece su ile yıkanması öngörülmüştür. Şampuan kullanmak istersek de, onun Surfactanlar, iyonik ve non-iyonik olmak üzere ikiye ayrılır. İyonik Surfactanlar (Deterjanlar) - Anyonik deterjanlar; negatif yüklü olup, hidrofilik polar grubuna sahip temizleyici özelliğinden dolayı sık kullanılan, köpürme durumu diğerlerine göre yüksek temizleyicilerdir. Örneğin; lauril sulfatlar; suda çok iyi köpürdükleri için, kolay durulanırlar. Genelliklede yağlı saçlarda tercih edilerler. - Katyonik deterjanlar; pozitif yüklü olup, hidrofilik polar grubuna sahip temizleyici ve köpürme özelliği düşük olan bir moleküldür. yerine vücut için kullanılan sabunla baş bölgesinin de yıkanması gerektiği belirtilmiştir. - Amfoterik deterjanlar; hem anyonik hemde katyonik grubuna sahip surfactanlardır. Deride PH yüksekse anyonik özelliği vardır. PH düşük ise katyonik özelliğini gösterir. Örneğin bebek şampuanları... Non-iyonik Surfactanlar (Deterjanlar) Deri Temizleyici… Deri temizliğinde kullanılan temizleyiciler; su, surfactan, nemlendiriciler, köpük artırıcı maddeler, dolgu maddeleri, bağlayıcılar, koruyucular, parfümler, boya ve pigmentlerdir. 44 Adana Eczacı Odası Bülteni İyonik surfactanlarla en sık kombine edilen, iyi temizleyici ve az köpüren deterjanlardır. En sık kullanılan polioksietilen yağ alkolleri, polioksietilen sorbitol esterleri ve alkanolamidlerdir. tƵBNQVBOMBS Doğal Surfactanlar Doğal deterjanlar denildiğinde aklımıza ilk gelen bitkilerdir. Bunlar, sabun kabuğu, çöven, saparna bitkilerinden elde edilen saponinlerdir. Saponinler köpürme özelliği iyi olmasına rağmen, iyi bir temizleyici değillerdir. Bebek Şampuanları Bebeklerde sebum salgısı az olduğundan Ph hem anyonik hem katyonik olabilen, amfoterik grup hafif temizleyici şampuanlardır. Ph derecesi, göz yaşına yakın olduğundan tahriş edici özelliği azdır. İçeriğinde yardımcı maddeler olarak parfum esası bulunabilir. Bebek şampuanları hergün saçlarını yıkayan kişiler içinde oldukça idealdir. Üst derimiz (epidermis); canlı (viable epidermis) ve cansız (stratum korneum) iki tabakadan oluşmaktadır. Cansız tabaka kendini sürekli yenilerken, canlı tabaka hücre bölünmesiyle yeni hücrelerin yukarı çıkarılması sonucu, üst dermiste ölü hücrelerin atılmasıyla işlem sona erer. Hücre yenileme olayının normalden daha hızlı gerçekleşmesi sonucunda deride pulcuklar halinde kümelenmeye başlayarak kepek sorunu ortaya çıkar. Ne tür şampuanlar kullanmalıyız? Normal şampuanlar yerine antifungal şampuanları tercih etmeliyiz. Örneğin; zinc pyrithione, piroctone olamine, ketaconazole, climbazole, selenium sulfide, kükürt ve kömür katranı içeren şampuanları tercih etmeyiz. Kepek insanlar için çok sıradan görünse de önemli kafa derisi rahatsızlığıdır. KEPEK??? Kepek nedir? Nasıl Önleyebiliriz… Kepek oluşumu genellikle ergenlik çağında başlar, 50’li yaşların sonuna doğru azalmaya başlar. Kepeğe ilk olarak ‘’ Pityrosporum ovale ‘’ maya türü bir mikroorganizmanın neden olduğu bulunarak, bilim adamının isminden esinlenerek ‘’Malassezia furfur’’ olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde bazı olgularda da kepek oluşumunu arttırmaktadır. Bu faktörler stres, kimyasal maddeler, genetik, sebum bozulmaları gibi... Günümüzde iyi bir şampuan demek, çok köpüren şampuan değildir. Banyoda kullandığımız şampuan ne kadar çok köpürürse saçımızın o kadar temiz olacağına inanılır. Halbuki bir çok şampuanın içinde yardımcı madde olarak köpürtücü ajanlar yer almaktadır. Kirli saç fazla köpürmez. O yüzden banyoda fazlaca kullandığımız şampuanların sadece bizim cebimize zararı olmazken, saçımıza da zararı dokunur. Kaynaklar 1. Müştak Koçyiğit P., Yenidoğan Deri Yapısı ve Deri Bakımı, Türkiye Klinikleri J Int Med Sci, 3(17):1-6 ,Ankara 2. Yaylı S., Şampuanlar ve Deri Temizliğinde Kullanılan Diğer Maddeler, Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 3(17): 15-19, Trabzon 3. Şentürk N., Şampuanlar ve Saç Kremleri, Turkiye Klinikleri J Cosm Dermatol-Special 6(3): 39-49 ,2013 ,Samsun 4. Akyol M.,Hayta S.,Şaç Bakımında Doğal Ürünler,Türkiye Klinikleri J Cosm Dermatol –Special 6(3):32-8, 2013 5. Kundakçı N., Şaçın Anatomik ve Histolojik Yapısı,Türkiye Klinikleri J Cosm, 127-133, 1998, Ankara 45 Adana Eczacı Odası Bülteni tƵBNQVBOMBS AŞK OLSUN SANA ÇOCUK, AŞK OLSUN ! Arama motorları çıktığından bu yana şiirler kitaptan değil,internetten okunur oldu. Fakat internette o kadar çok sahte şiirler (!)dolaşıyor ki,uydurma birkaç dize yazıp altına ünlü şairlerden birinin (en çok Nazım Hikmet, Can Yücel vb) adını yazan, facebookta beğeniler alıyor, kopyala-yapıştır yöntemiyle de bu sahte ” şiir” ler yayılıyor, ayıklamak zor. Gerçek şiir okurları tarafından hemen farkedilseler de kimbilir kaç sahte “şair” bıyık altından gülerek izliyor belli değil. Birkaç yıl önce ünlü bir kadın gazeteci(Nazlı Ilıcak) köşesinde” bakın Mevlana ne yüce şeyler söylemiş” diyerek, gazeteci - yazar Can Dündara ait olan aforizmaları yayınlamıştı. Tabii bilmeyerek..! O zaman durumlar karışmıştı, mutlaka Nazlı hanım çok mahçup olmuştur ama bir daha interneti kaynak alarak yazı yazmadığını düşünüyorum. İşte bu sahte şairlerin en çok kullandığı isim Can Yücel. İnternette onun adıyla gezen ama ona ait olmayan 40 civarında şiir tespit edilmiş. Bağlanmayacaksın Aşk Boşver be yaşı başı Olmuyorsa zorlamayacaksın Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan Farkında Olmalı İnsan Bir Eşi Olmalı İnsanın bunlardan birkaçı.. Onun uslubuna, felsefesine,ince alayına, kişiliğine uymayan bu şiirimsi metinleri görseydi eminim Can Yücel kahrolurdu ve sıkı küfürler sallardı! Hatta “Pes” dedirten bir bilgi; sahte Can Yücel şiirlerinden bir tanesi (herşey sende gizli) MEB 2013-2014 ilköğretim okulları 10. sınıf ders kitabına bile girebilmiş!!! O, elbette bu kof ve kötü şiirlerin yazarı değil, çağdaş Türk şiirinin en iyi şairlerinden biridir. 46 Adana Eczacı Odası Bülteni tƵJJS4BZGBT Can Yücel’in Adana cezaevinde 3 yıla yakın bir süre kaldığını biliyor muydunuz? Ama nerede? 1971 askeri darbesinden sonra Türkçe’ye çevirdiği 3 kitap için 15 yıl ceza alır ve 1974 affına kadar Adana Cezaevi’nde yatar. İşte cezaevine getirilirken yazdığı şiir; Bir Sen Eksiktin Ayışığı “ Hayatta ben en çok babamı sevdim” şiirini adadığı Hasan Ali Yücel, cumhuriyetin aydınlanmacı en önemli, en çalışkan milli eğitim bakanıdır ve şair oğlu üzerinde çok büyük bir etki ve sevgi yaratmıştır. Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda perensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz... Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya ! Hayatta ben en çok babamı sevdim. Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çırpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin, O çapkın babamı ben öyle sevdim. Ve darbeden sonra idam edilen Deniz Gezmiş’e belki de en güzel şiiri burada, Adana Cezaevi’nde yazar ; Mare Nostrum (Latince : Bizim Deniz) En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez luverin namlusundan fırlayarak... En hızlısıydı hepimizin, En önce göğüsledi ipi... Acıyorsam sana anam avradım olsun Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun 47 Adana Eczacı Odası Bülteni Bilmezdi ki oturduğumuz semti, Geldi mi de gidici hep, hep acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi. Atlastan bakardım nereye gitti, Öyle öyle ezber ettim gurbeti. Sevinçten uçardım hasta oldum mu, 40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a, Bi helalleşmek ister elbet, diğmi, oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oyununu, Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu. En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin, Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, can evim. Hayatta ben en çok babamı sevdim. tƵJJS4BZGBT “Avuçlarındaki ter kokusunu özlediği” karısı Güler Yücel’le 1956 yılında evlenir. Bir söyleşisinde Güler Yücel’den “Pek severim karımı haa! Babam bana, ‘sen tek karıyla yaşamaya mahkumsun’ derdi. Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum canımın içini” sözleriyle bahseder. Can Yücel ölünceye kadar ömürlerinin 43 yılını birlikte geçirirler. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. ‘Maaile’ şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir : Eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. “Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum! “ diye seslendiği üç çok sevdiği çocuğu oldu.. Onlar için aşk ve mutluluk diledi. Annesi içinse; “Anneme şiir yazacak kadar şair değilim” dedi Ben ömrümce muhalif yaşadım. Devletçe de menfi bir TİP sayıldım Onun için kan grubum RH NEGATİF Hâl tercümesi sayılır bu dizeleri. Bir de ve elbette “harbi konuşmak”tan söz eder. “Küfür etme özgürlüğü”ne sahip çıkarak. “ Türkiye’deki insanların tek özgürlüğü olan küfürü ele vermemek lazım! Sahip çıkmak lazım! ” diyerek. Küfürlü yazıyor eleştirisi yapılır ama neden yaptığı anlaşılmaz, pek çok davalar açılır hakkında. En güzel şiirlerinden biriyle bitirelim; Sevgi Duvarı öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri çöpçülerin elleriyle okşardın beni yalnızlığım benim süpürge saçlım ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi dilimizde akşamdan kalma bir küfür salonlar piyasalar sanat sevicileri derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni yakanda bir amonyak çiçeği yalnızlığım benim sidikli kontesim ne kadar rezil olursak o kadar iyi baktım gökte bir kırmızı bir uçak bol çelik bol yıldız bol insan bir gece sevgi duvarını aştık düştüğüm yer öyle açık seçik ki başucumda bir sen varsın bir de evren saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi kumkapı meyhanelerine dadandık önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi aramızda görevliler ekipler hızır paşalar sabahları açıklarda bulurlardı leşimi 48 Adana Eczacı Odası Bülteni tƵJJS4BZGBT Nöbetçi eczaneler ile akılcı ilaç kullanımına yönelik görselleri içeren ekranların eczanelerimize yerleştirilmesine yönelik katkıları istenmiştir. Faaliyetlerimiz 03 Mart 2015 CHP Adana İl Başkanlığı görevine atanan Oda Eski Başkanımız Sayın Ecz. Burhanettin BULUT ve CHP Adana İl Yönetimi, Odamızı ziyaret etti. Yapılan ziyarette; yaklaşan genel seçimlerle ilgili görüş alışverişinde bulunuldu. 04 Mart 2015 Adana Tabip Odası 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri ve özellikle Beyaz yürüyüşe davet için Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti. 03 Mart 2015 Yönetim Kurulumuz, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Hüseyin SÖZLÜ’yü ziyaret etti. 06 Mart 2015 · Kalkınma ajansına sunulmak üzere hazırlanacak miadı dolmuş ve kullanılmayan ilaçların evlerden ve eczanelerden toplanarak doğaya, çevreye ve insan sağlığına zarar vermeden imha edilmesine yönelik proje ile ilgili, · Akılcı ilaç kullanımı ve nöbetçi eczanelere ulaşımı kolaylaştırmaya yönelik olarak hazırladığımız akıllı telefon uygulamasının halkımıza tanıtımı için Büyükşehir Belediyesine ait reklam panolarının ve belediye otobüslerinin kullanılması, 49 Adana Eczacı Odası Bülteni Türk Eczacıları Birliği tarafından “Kamuda Görünmeyen Bilgi ve Emek: Eczacı” temasıyla gerçekleştirilen Kamu Eczacıları Kongresi 6-7 Mart 2015 tarihinde Ankara Bilkent Otel’de yapıldı. 05 Mart ve 09 Mart 2015 Adana Eczacı Odası Yönetim Kurulu olarak, 5 Mart 2015 Perşembe günü Ceyhan İlçemizdeki Meslektaşlarımızla, 9 Mart 2015 Pazartesi günü Kozan İlçemizdeki Meslektaşlarımızla, İlçe Temsilcilik Binamızda bilgilendirme toplantısı yaptık. Toplantıda; Adana İl Sağlık Müdürlüğü’nün “ Reçetesiz İlaç Satışı” konulu duyurusu ile ilgili bilgilendirme yapıldı, ayrıca 2015 Yılı SGK İlaç Alım Protokolü ve güncel konular meslektaşlarımıza aktarıldı. t'BBMJZFUMFSJNJ[ 11 Mart ve 12 Mart 2015 Ceyhan Temsilcilik; Adana İl Sağlık Müdürlüğü ile koordineli olarak düzenlenen Akılcı İlaç Kullanımı 2014/2017 Eylem Planı İçerisinde Antibiyotikler başta olmak üzere ilaçların reçetesiz satılmaması yönünde bilgilendirmelerin yapıldığı toplantılar, Adana İl Sağlık Müdürlüğü Eczacılık ve Tıbbi Cihaz Şube Müdürü Sayın Ecz. Yüksel COŞKUN, Eczacılık ve Tıbbi Cihaz Şube Müdürlüğünde görevli Ecz. Mustafa GÖKMEN ve Ecz. Hülya KAHRAMAN’ın katılımıyla Odamız Ecz. Ali Aysan Toplantı Salonunda gerçekleşti. Kozan Temsilcilik; 10 Mart 2015 Adana Eczacı Odası ev sahipliğinde düzenlenen Güney Bölgesi Eczacı Odaları Toplantısı Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş, Mersin, Hatay, Aksaray, Osmaniye, Nevşehir ve Niğde Eczacı Odalarının başkan ve yöneticilerinin katılımı ile Adana Hilton Oteli’nde gerçekleşti. 50 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 14 Mart 2015 Adana Eczacı Odası olarak, 14 Mart Tıp Haftası Etkinlikleri çerçevesinde Adana Tabip Odası tarafından düzenlenen“GELENEKSEL BEYAZ YÜRÜYÜŞ” etkinliğine katıldık. 19 Mart 2015 Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Tuba ULULAR DEVECİ Halk sağlığı Müdürlüğünde yapılan İl Tütün Kurulu Toplantısına katıldı. 20 Mart 2015 18 Mart 2015 Saymanımız Ecz. Sühendan TOKSÖZ, Ankara’da yapılan 39 uncu Dönem Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti 4 üncü Başkanlar Danışma Kurulu Toplantısına katıldı. Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Betül TAŞTEPE Adana Çimento Sanat Galerisinde Adana Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve üyelerimizden Ecz. Ayhan EĞİN’in de eserlerinin yer aldığı Resim ve Nostalji Sergisine katıldı. 01 Nisan 2015 19 Mart 2015 Ankara Eczacı Odası Başkanı Ecz. Süleyman GÜNEŞ, Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa ASLAN, Saymanı Ecz. Candan AYDOĞAN, Yönetim Kurulu Üyeleri Ecz. Necdet ŞENBABA, Ecz. Cem ÖZCİVANOĞLU, Ecz. Mehmet AYDOĞAN ve Denetleme Kurulu Başkanı Ecz. Müberra MEMİÇ odamızı ziyaret etti. Mesleğimizde yaşadığımız sıkıntıların ve çözüm yollarının konuşulduğu görüşmede; Adana Eczacı Odası ve Ankara Eczacı Odasının işbirliği içerisinde ortak projeleri hayata geçirerek, mesleğimize katkı sağlamaları yönünde görüş alışverişinde bulunuldu. Ecz. Özlem DÜNDAR Ankara’da Türk Eczacıları Birliği’nde yapılan Kamuda Çalışan ve Eczanesi Olmayan Eczacılar Komisyonu toplantısına katıldı. 03-04 Nisan 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN ve Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Erdem KIZILTEPE Ankara Plaza Otel’de yapılan TEB Merkez Heyeti, Oda Başkanları ve Yönetim Kurulu Üyelerinin bulunduğu SGK Protokolü Çalıştayı’ na katıldılar. SGK ile TEB Üyesi Eczanelerden İlaç Temin Protokolü’nün süresinin 30 Haziran 2015 tarihinde bitmesi nedeniyle, söz konusu Protokol’de yaşanan sorunlar ve yeni protokol sürecinden beklentiler değerlendirildi. 51 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 16 - 20 Nisan 2015 Adana Eczacı Odası olarak organize etmiş olduğumuz “Cosmofarma Uluslararası Sağlık Ve Sağlık Ürünleri Fuarı’na Kosgeb Destekli İş Gezisi Fuarı”na 110 Meslektaşımız katıldı. 08 Nisan 2015 Mevzuat Komisyonu Başkanımız Ecz. Yelda ERTÜRK Ankara’da Türk Eczacıları Birliği’nde düzenlenen Sosyal Güvenlik Yetkililerinin de bulunduğu SUT Komisyonu Toplantısına katıldı. 13 Nisan 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Birliğinde düzenlenen 39. Dönem Merkez Heyeti Eczacı Emekliliği Komisyonu ikinci toplantısına katıldı. 52 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 53 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 24 Nisan 2015 26 Mayıs 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Birliğinde düzenlenen SGK Protokolü Komisyonunun ilk toplantısına katıldı. Toplantıda, 30.06.2015 tarihinde sona erecek olan SGK Protokolü hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu ile gerçekleştirilecek revizyon görüşmelerinde izlenecek yol haritasından ve beklentilerden bahsedildi. Yönetim Kurulumuz, yeni mezun meslektaşlarımız ile ; Danışman Eczacı/ Koçluk Projesi tanıtım yemeğinde bir araya geldiler. 28 Nisan 2015 27 Mayıs 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Birliğinde düzenlenen SGK Protokolü Komisyonu toplantısına katıldı. VATAN PARTİSİ Adana Milletvekili adayları yaklaşan genel seçimler öncesi Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti. 27 Mayıs 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN ve Genel Sekreterimiz Ecz. Ö.Mürsel YALBUZDAĞ Çukurova Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından düzenlenen ödül törenine katıldı. Törende; Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN’a, 4-8 Mayıs 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen Çukurova Üniversitesi Öğrencilerine yönelik “Sağlık Okuryazarlığı Yarışması 2015” sosyal sorumluluk projesine proje paydaşı olarak destek vermesinden dolayı teşekkür belgesi verildi. 30 Nisan 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN, Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Betül TAŞTEPE ve Ecz. Zuhal Seher CENGİZ Çukurova Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Dr. Lutfi Altunsu’ yu ziyaret etti. 30 Nisan 2015 Adana Eczane Teknisyenleri Derneği Yönetim Kurulu Odamızı ziyaret etti. 54 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 29 Mayıs 2015 Denetleme Kurulu Üyemiz Ecz. Gülşah YILMAZ, Dünya Tütünsüz Günü nedeniyle düzenlenen, Adana Valisi Sayın Mustafa BÜYÜK’ün ve Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sayın Hüseyin ÇELİK’in katıldığı hiçbir çalışanın sigara içmediği kurum ve kuruluşların özendirilmesi için yapılan ödül törenine katıldı. 30 Mayıs 2015 Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Mersin’de yapılan Güney Ecza Kooperatifi’nin Genel Kurul Toplantısına katıldı. 12 ve 14 Mayıs 2015 Eczane teknisyenlerimize özel Metropol Sinemasında “NİYAZİGÜL DÖRTNALA” isimli film etkinliği gerçekleşti. 14 Mayıs 2015 Bilimsel Eczacılığın 176. yılında 14 Mayıs Eczacılık Günü için saat 9.30’da meslektaşlarımız ile birlikte ATATÜRK ANITI’NA ÇELENK konularak saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. 14 Mayıs Etkinlikleri 09 Mayıs 2015 Odamız Ecz.Ali AYSAN Konferans Salonunda; Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı sayın Prof.Dr.Bülent GÜMÜŞEL, sayın Prof.Dr.Rümeysa DEMİRDMAR, TEB Eczacılık Akademisi Başkanı sayın Prof.Dr.Ahmet BAŞARAN’ın katılımıyla, Çukurova Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı sayın Prof.Dr.Nuran ÖĞÜLENER’in modaratörlüğünü yaptığı “AKADEMİK BAKIŞ İLE DEĞİŞEN ECZACILIK” konulu panel düzenlendi. 55 Adana Eczacı Odası Bülteni Çelenk Koyma Töreninin ardından Odamız Ecz.Ali AYSAN Konferans Salonunda “14 MAYIS ECZACILIK GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI” yapıldı. t'BBMJZFUMFSJNJ[ 14 Mayıs 2015 16 Mayıs 2015 Odamızda Sosyal Proje kapsamında Kızılay işbirliğinde bu yıl 2.cisi düzenlenen “HER DAMLA KAN BİR CAN” sloganıyla Kızılay’a toplu halde kan bağışında bulunuldu. Adana HiltonSA Oteli’nde düzenlenen “ GELENEKSEL ECZACILIK BALOSU” nda YONCA LODİ gecemize renk katarak meslektaşlarımızı eğlendirdi. Balomuzda meslekte 30 yılını dolduran meslektaşlarımıza da plaketleri takdim edildi. 14 Mayıs 2015 Adana HiltonSA Otelinde Sunay AKIN’ın katılımıyla “TEK KİŞİLİK GÖSTERİ” düzenlendi. 21 Mayıs 2015 Seyhan Huzurevi sakinleriyle birlikte Adana Tarsus’a gezi düzenlenerek yaşlılarımızla keyifli bir gün geçirildi. 56 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 24 Mayıs 2015 Adana HiltonSA Otelinde “GELENEKSEL BAHAR KAHVALTISI” nda meslektaşlarımız ve aileleri ile bir araya gelindi. 01-02 Haziran 2015 03 Haziran 2015 Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak protokol ile ilgili çalışmalar başlamış, 3-4 Nisan tarihlerinde SGK Protokolü Çalıştayı yapılmış, ayrıca SGK Protokol Komisyonu kurulmuştur. Çalıştay ve Komisyon Toplantılarında ortaya çıkan talepler doğrultusunda Sosyal Güvenlik Kurumu ile görüşmeler başlamıştır. Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgilendirmek için Ceyhan Temsilcilik binasında toplantı yaptı. Yönetim Kurulumuz; SGK Protokolü çalışmaları ve süreç hakkında bilgilendirme yapmak amacıyla 1 Haziran 2015 Tarihinde Seyhan İlçesindeki meslektaşlarımıza, 2 Haziran 2015 tarihinde ise Yüreğir, Sarıçam, Çukurova, Aladağ, Feke, Karaisalı, Karataş, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli ve Yumurtalık ilçelerindeki meslektaşlarımız ile toplantı yaptı. 04 Haziran 2015 Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgilendirmek için Kozan Temsilcilik binasında toplantı yaptı. 57 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ 11 Haziran 2015 Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgilendirmek için İmamoğlu’nda meslektaşlarımız ile toplantı yaptı. 17 Haziran 2015 Oda başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Birliği tarafından düzenlenen SGK Protokolü Komisyonu Toplantısına katıldı. 11 Haziran 2015 Odamız ve Nobel İlaç işbirliğinde Probiyotikler ve bebeklerde Pişik konularının işlendiği, “ BÜTÜN HASTALIKLAR BAĞIRSAKTA BAŞLAR”-”BİR VARMIŞ PİŞİK YOKMUŞ” başlıklı eğitim düzenlendi. Eğitimin sunumu Nobel İlaç Sağlık Destek Grubu Medikal Uzmanı Uzm.Dr.Necip KAHRAMAN tarafından yapıldı. 25 Haziran 2015 Oda Saymanımız Ecz. Sühendan TOKSÖZ, Ankara’da Türk Eczacıları Birliği 39. Dönem VI. Başkanlar Danışma Toplantısına katıldı. Toplantıya, İlaç Teminine İlişkin Protokol ile ilgili tekrar değerlendirme yapmak üzere TEB Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu ve 54 Eczacı Odasının başkan ve yöneticileri katıldı. 30 Haziran 2015 16 Haziran 2015 Türk Eczacıları Birliği 39.Dönem Merkez Heyeti ve Denetleme Kurulu, Odamızı ziyaret etti. Adana’daki meslektaşlarımıza TEB Merkez Heyetinin çalışmaları aktarıldı. 58 Adana Eczacı Odası Bülteni Yönetim Kurulumuz Kozan İlçesindeki meslektaşlarımızla iftar yemeğinde buluştu. t'BBMJZFUMFSJNJ[ 23-24-25-26 Temmuz 2015 27-31 Temmuz 2015 Yönetim Kurulumuz ve Büyük Kongre Delegelerimiz, Samsun Eczacı Odası’nın ev sahipliğinde gerçekleşen Türk Eczacıları Birliği 39.Dönem Merkez Heyeti 3.Bölgelerarası Toplantısına katıldı. 27-31 TEMMUZ 2015 TARİHLERİ ARASI Odamız tarafından stajyer eczacı meslektaşlarımızı meslek örgütlerimizle tanıştırmak amacı ile Türkiye de ilk olan “1. STAJYER ECZACI EĞİTİM PROGRAMI” yapıldı.Bu proje ile geleceğimizin eczacılarına mesleğimizi tanıtmanın yanı sıra, stajyer eczacı meslektaşlarımızın eczacılık mesleğini kavramalarına yardımcı olabilmeyi ve stajyerlerin birbiriyle kaynaşmaları sağlanmıştır. 29 Temmuz 2015 Haysiyet Divanı Üyemiz Ecz. Fahri MERT Ankara’da düzenlenen Türk Eczacıları Birliği Deontoloji Komisyonu Toplantısına katıldı. 29 Temmuz 2015 Yönetim Kurulumuz Odamız Ecz. Ali Aysan Konferans salonunda Genişletilmiş Kurul toplantısı yaptı. Toplantıda; Mesleğimizde yaşanan güncel sorunlar ve yaklaşan eczacı odası seçimleri hakkında görüşüldü. 59 Adana Eczacı Odası Bülteni t'BBMJZFUMFSJNJ[ Basında Adana Eczacı Odası 60 Adana Eczacı Odası Bülteni t#BTOEB"EBOB&D[BD0EBT Basında Adana Eczacı Odası 61 Adana Eczacı Odası Bülteni t#BTOEB#J[ t#BTOEB"EBOB&D[BD0EBT
Benzer belgeler
adana eczacı odası bülteni kasım 2014
t4")ƞ#ƞ Ecz. Ersun ÖZKAN TEB 4. Bölge Adana Eczacı Odası Başkanı t:";*ƞƵ-&3ƞ.Ã%Ã3Ã Ecz. Ö.Mürsel YALBUZDAĞ
"EBOB&D[BD0EBT(FOFM4FLSFUFSJt:":*/,636-6Ã:&-&3ƞEcz. Zühal Seher CENGİZ, Ec...