Devamı okumak için tıklayınız - M. Moutari Abdou
Transkript
T.C AKDENİZ UNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İKTİSAT BÖLÜMÜ DANIŞMAN: Yrd.Doç.Dr Y. Koray DUMAN Öğrenci: Mahamane Moutari ABDOU B. 20100401110 2008 KRİZİ SONRASI TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ Final Ödevi ANTALYA 20142008 KRİZİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ SONRASI TÜRKİYE www.moutari.weebly.com WWW.MOUTARI.WEEBLY.COM ANTALYA 2013 İÇİNDEKİLER TABLOLAR, ŞEKİLLER ve GRAFİKLER……………………………………..….2 ÖZET…………………………………………………………………………………....2 I. II. 1. 2. 3. 4. III. 1. 2. 3. 4. IV. GİRİŞ………………………………………………………………………..….2 GENEL OLARAK KRİZLER……………………….……………………….3 Para Krizi……………………………………………………………………....3 Banka Krizi…………………………………………………………….…….....3 Finansal Kriz……………………………………………………………….......4 Finansal Kriz Modelleri…………………………………………………….....4 a. Birinci Nesil Modeller (Spekülatif Atak Modelleri)………………….....4 b. İkinci Nesil Modeller………………………………………………….......5 c. Üçüncü Nesil Modeller (Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli)………….…5 2008 KÜRESEL KRİZİ…………………………………………………….…5 Küresel Finansal Krizin Nedenleri…………………………………………...5 a. Likidite Bolluğu ve Özensiz Krediler…………………………………….5 b. Menkul Kıymetleştirme ve Türev Piyasası………………………….…..6 c. Saydamlık…………………………………………………………….……7 d. Kaldıraç Oranları…………………………………………………………7 e. Denetleyici Kuruluşlar ve Derecelendirme Kuruluşları…………….....8 2008 Küresel Krizinin Gelişim Süreci………………………………………..8 2008 Küresel Krizi Neden Önlenemedi?..…………………………………....9 Küresel Finansal Kriz Sonrası Türkiye Ekonomisi………………..…...…..10 a. Büyüme……………………………………………………………….…...10 b. Enflasyon……………………………………………..………….…….….12 c. İstihdam………………………………………………………………..….12 d. Cari Denge………………………………………………………………...14 e. Bütçe Dengesi……………..……………………………..…………….….16 f. Para Politikası…………………………………………………………….17 AVRUPA BORÇ KRİZİ……………………………………………………...19 1. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri.………………………...……20 a. Yunanistan Krizi …………………………………………………………20 b. İrlanda Krizi………………………………………………………………21 c. Portekiz Krizi …………………………………………………………….22 2. Borç Krizinin Sonuçları………………………………………………………22 3. Avrupa Borç Krizi ve Türkiye’ye Yansımaları……………………………..23 V. KRİZ SONRASI DÖNEMİN YENİLİĞİ : MAKRO İHTİYATLI DÜZENLEMELER…………………………………………………………...24 VI. SONUÇ VE ÖNERİLER…………………………………………………......26 VII. KAYNAKÇA………………………………………………………..…………27 www.moutari.weebly.com 1 TABLOLAR, ŞEKİLLER ve GRAFİKLER Tablo 1:Euro Bölgesi Çevre Ülkeleri için Seçilmiş Temel Göstergelere ilişkin Tahminler.…………………………….………………………………………………23 Şekil 1: 2009’da (Reel GSYH) Büyüme oranlarını gösteren Dünya haritası……....…9 Şekil 2: Enflasyon…………………………….…………..……………….….…...….12 Şekil 3: İhracat ve ithalatın serisi………………………………………………….....15 Şekil 4: Türkiye’ye Gelen Uluslararası doğrudan yatırımlar ve Büyüme oranları…………………………………………………………………………….….15 Şekil 5 :Faiz Koridorunun operasyonel yapısı (Para Politikası)……………..……..18 Grafik 1: Büyüme Oranları (%)……………………………………….……………..12 Grafik 2: İşsizlik Oranları(%)……………………………………………………..…14 ÖZET 2007 yılında, ABD konut piyasasındaki sorunlar giderek büyüyerek, küresel bir boyuta ulaşmıştır. Dünya ekonomileri (özellikle Türkiye ekonomisi) genel olarak; likidite bolluğu, özensiz krediler, aşırı menkul kıymetleştirme, saydamlık eksikliği, aşırı kaldıraç oranları, derecelendirme kuruluşlarının etkinsizliği ve düzenleyici-denetleyici kuruluşların müdahalede gecikmesinden kaynaklanan bu finansal krizden; dış ticaret, sermaye akımları, finansal piyasalar ve bankacılık sektörü ile kamu mali dengeleri üzerinden etkilendiler. Küresel etkileri olan Lehman Krizi’nden farklı olarak, Avrupa Borç Krizi daha seçici etki yapmaktadır. Krizden sonra ortaya çıkan önemli yeniliklerin başında gelen Makro ihtiyatlı düzenlemeler (macro-prudential regulation), tüm finansal sektördeki sistemik riskin izlenmesini ve değerlendirilmesini içermektedir. Türkiye’de kriz ilk etkisini finansal piyasada, negatif büyüme ve istihdam üzerinde göstermiştir. I. GİRİŞ ABD de konut kredilerindeki özensizlik ve şişkinlik ile başlayan finansal problemler derinleşerek devam etmektedir. Konut kredilerinde ikincil piyasanın gelişmesi için oluşturulan Freddie Mac ve Fannie Mae’nin devlet kontrolüne geçmesinin ardından büyük yatırım bankası Lehman Brothers ABD İflas Yasasının 11’inci maddesi kapsamında iflas başvurusunda bulunmuş, Merrill Lynch çok düşük bir bedelle Bank of Amerika ya satılmış ve dev sigorta şirketi AIG operasyonlarını devam ettirebilmek için FED’den(ABD Merkez Bankası) önemli tutarda kredi kullanmak durumunda kalmıştır. Krizin İngiltere, Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerde de hissedilmesi ve küresel bir boyut kazanmasının ardından yaklaşık 700 milyar dolarlık kurtarma paketi (bailout bill) ABD meclisinden geçerek onaylanmıştır. www.moutari.weebly.com 2 Finansal serbestleşme süreci 1970’lerin ortalarından itibaren önce gelişmiş ülkelerde (ABD, Japonya, İngiltere) daha sonra Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkede IMF önerileri doğrultusunda benimsenen “istikrar ve yapısal uyum programının” doğurduğu sonuçlara bağlı olarak derinlik kazanmıştır. Finansal serbestleşme uygulamalarının hız kazandığı 1990’lı yıllardan bu yana çok sayıda finansal kriz dünya ekonomisine damga vurmuştur. Meksika’da (1994), Güneydoğu Asya’da (1997), Rusya’da (1998), Türkiye’de (1994, 2001), Arjantin’de (2001) ve son olarak da 2008 yılında ABD’de başlayan küresel kriz gibi birçok önemli finansal kriz yaşanmıştır. 2008 küresel finans krizi bazı açılardan eskilerine benzemekte bazı açılardan ise yenilikler taşımaktadır. Örneğin krize müdahale biçimi yeni değildir. 1929 Buhranı sonrası uygulanan Keynesyen politikalardan tutunda 1998’deki hedge fon kurtarma operasyonlarına kadar devletin ekonomideki gölgesi her zaman hissedilmiştir. Bu gelişmeler ABD ve diğer gelişmiş ekonomilerin mali sistemini yeniden yapılandırılmasına, gelişmekte olan dünyanın sermaye hareketleri ile ilgili politikalarını yeniden gözden geçirmelerine ve dünya finans sisteminin başka bir mantalite ve başka gerçeklerle yeniden dizayn edilmesine yol açacaktır. Bu çalışmamızda, ilk olarak krizlerin türleri ve modelleri anlattıktan sonra, 2008 küresel krizin nedenleri, gelişimi ve Türkiye’ye genel bakışı anlatacağız. İkinci olarak ise Avrupa Borç krizi ve Türkiye’ye yansımaları üzerinde duracağız. Son olarak ise Makro ihtiyatlı düzenlemelerden bahsedeceğiz. II. GENEL OLARAK KRİZLER Ekonomik krizi, ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır şeklinde tanımlayabiliriz. Krizler genel olarak önceden öngörülememesi, kişiler ve organizasyonlar için tehdit ve fırsat oluşturması, uzun ya da kısa sürmesi, geçişgenlik etkisinin olması gibi özelliklere sahiptir. İktisat yazınında kriz modelleri çok çeşitlidir biz bunlardan para, bankacılık ve finansal kriz üzerinde duracağız. Bunlar haricinde kaynaklandıkları sektöre göre, özel-kamu ve bankacılık-şirket krizleri; dengesizliklerin yapısına göre, akım dengesizlikler (cari hesap ve bütçe dengesizlikleri) ve stok dengesizlikler (varlıklar ve yükümlülüklerin uyumsuzluğu) ve bu dengesizliklerin kaynaklandığı finansmanın kısa ve uzun vadesine göre likidite krizi ve borç ödeyememe krizi şeklinde de sınıflandırılabilmektedir. 1. Para Krizi Para krizleri genellikle dövize hücum şeklinde bir spekülatif atak sonucu döviz kurunun göğe sıçraması ve döviz kuru rejiminin çökmesi şeklinde oluşan bir kriz türüdür. Böyle bir durumda, ülke parasından kaçış başlar; ülke otoritelerinin faiz oranlarını yükselterek döviz piyasasına müdahale etmesiyle, döviz kurunun baskı altına alınması sonucu doğabilir. 2. Bankacılık Krizi www.moutari.weebly.com 3 Finansal piyasalarda bir ya da birkaç bankanın ödeme güçlüğü çekmesi veya iflası halinde, yeterli güç ve derinlikte olmayan piyasalarda, durumun tüm bankacılık sektörüne yayılması sonucu, ödemeler sisteminin olumsuz etkilenmesi hatta durması halidir.Bankacılık krizleri para krizlerinden daha uzun süreli olma eğilimi taşımakta ve ekonomik faaliyet hacmi üzerinde daha şiddetli etkilere sahip olmaktadır. Bankacılık krizi genel olarak bir para kriziyle birlikte gelişmektedir ve bu birlikteliğe ikiz kriz denilmekle birlikte etkileri daha kuvvetlidir. Bankacılık krizleri ile sermaye hareketleri arasındaki ilişkiyi Carmen Reinhart ve Ken Rogoff’un yaptığı son araştırma sayısal verilerle ortaya dökmektedir. Bu iki ekonomist 1800’den beri her bir önemli krizini belirlemek için tarihi kayıtları incelediler. Sonuçları tarihi sermaye hareketliliği rotansa eklediklerinde, neredeyse mükemmel bir şekilde aynı hizada olan iki dizi buldular.Onların sözleriyle,”Yüksek uluslararası sermaye hareketliliğinin yaşandığı dönemler, sadece bilinen 1990’lar değil, tarih boyunca uluslar arası bankacılık krizlerine neden olmuştur.” 3. Finansal Kriz Döviz ve hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen batık kredilerin aşırı derecede artması sonucu yaşanan ciddi ekonomik sorunlardır.Finansal krizler birkaç aşamada ortaya çıkarlar. Finansal ve finansal olmayan bilançolarda bozulmanın olduğu başlangıç aşamasını, ikinci aşamada bir para krizi takip eder. Üçüncü aşama, para krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan finansal ve finansal olmayan bilançoların daha ileri bozulmasıdır. Bu aşama ekonominin yıkıcı sonuçları olan tam bir finansal krize girme aşamasıdır. 4. Finansal Kriz Modelleri 1970 ile 2008 arasında 124 bankacılık krizi,208 para krizi ve 63 borç krizi tespit edilmiştir. 2000’li yılların başındaki sessizliğin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan subprime mortagage krizi çok güçlü artçı sarsıntılar oluşturmuştur ve yayılarak küresel bir finans krizine dönüşmüştür. Yaşanan tüm bu krizler sonucunda iktisat literatüründe reel ve finansal krizleri açıklamaya yönelik olarak geliştirilen çok sayıda teorik model vardır. Ancak bu modeler, bütün kriz türleri için açıklayıcı nitelikte değildir. Çünkü krizler arasında her ne kadar ortak noktalar olsa da, hiçbir kriz birbirinin aynısı olmamaktadır. Biz bunlardan birinci, ikinci ve üçüncü nesil kriz modellerini açıklayacağız. a. Birinci Nesil Modeller (Spekülatif Atak Modelleri) Krugman tarafından ortaya atılan (1979) ve Flood ve Garber (1984) tarafından geliştirilen birinci nesil modeller, krizi ateşleyen temel makroekonomik faktörlerin önemini vurgulamakta ve para krizlerini, makroekonomik politikaların www.moutari.weebly.com 4 yapısal uyumsuzluğu, yani sürdürülemez oluşuna bağlamaktadır. Bu modellerin temelinde kur rejimiyle uyuşmayan bir para politikası vardır. Birinci nesil model tam bir zayıf iktisadi temel modelidir. Ekonomi politikalarındakitemel dengesizlikler (bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesi gibi) ve dövizkurunu sabit tutma arasındaki tutarsızlıktan kaynaklanır. Spekülasyon döviz rezervlerinde önemli azalmalara yol açar, bu da daha sonra merkez bankasını sabit tutulan pariteyi korumaktan vazgeçmeye zorlar.1994 Türkiye krizini buna örnek verebiliriz. b. İkinci Nesil Modeller 1992-1993 Avrupa para krizi birinci nesil modelle açıklanamayınca bu model geliştirilmiştir. Kendi kendini doğrulayan bekleyişler teorisi çerçevesinde bu kriz açıklanmaya çalışılmıştır. İktisadi temellerde zayıflık nedeniyle kendini besleyen riskli bekleyişler oluyor. Mesela 2001 Türkiye krizini tetikleyenin anayasa kitapçığının fırlatılması olayıdır. Eğer o gün bu olay yaşanmasaydı kriz belki bir ay sonra yada önce çıkabilirdi. Birinci nesil krizlerden şu noktalarda ayrılmaktadır:Model krizin oluşma zamanının belirlenemeyeceğini belirtmekte ve modelin sabit döviz kurunu sürdürmek gibi bir amacı yoktur. Ayrıca ülke sabit döviz kurunu kaldırırsa bunun emek ve istihdam üzerinde olumsuz bir etkisi olmaz. Çünkü böyle bir durumda para politikası üzerindeki engeller kalkmış olur ve kısa vadede gerekli önlemler alınabilir. c. Üçüncü Nesil Modeller (Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli) 1997 Asya krizini diğer kriz modelleriyle açıklamak mümkün olmayınca üçüncü nesil kriz modeli geliştirilmiştir. Temelde şirketler kesiminin veya bankalar kesiminin (finansal kesimin) bilanço yapısındaki bozukluklara dayan bir kriz modelidir. Birinci nesil spekülatif atak modellerine dayalı olan bu modellerde farklı ülkelerde eşanlı olarak ortaya çıkan krizler açıklanırken, ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıklar taşıdıkları ve bu yüzden ortak şoklarla sarsıldıkları öne sürülmektedir. Diğer taraftan bireylerin rasyonel olmayan davranışları veya parasal fon yöneticilerinin karşılaştıkları asimetrik güdüler nedeniyle yatırımcılarda oluşan rasyonel olmayan beklentilerin de krizlerin yayılmasını etkilediği kabul edilir. III. 2008 KÜRESEL KRİZİ 1. Küresel Finansal Krizin Nedenleri a. Likidite Bolluğu ve Özensiz Krediler Amerika'da 2000’li yılların başlarından itibaren faiz oranlarının oldukça düşük seviyelerde seyretmesi özellikle dar gelir grubundaki kişiler için kredileri cazip kılmıştır. 11 Eylül sonrası dönemin FED başkanı Alan Greenspan’in ABD ekonomisinin büyümesini sürdürmek için faizleri % 1 düzeyine indirmesi ve sonucunda www.moutari.weebly.com 5 ABD’de de kurumsal yatırımcıların hazine kağıtlarından çıkarak, riskli türev enstrümanlarına yatırım yapmaları küresel krizle beraber en çok tartışılan konudur. Ayrıca ABD başkanı George W. Bush’un 2004 yılında yeniden başkan seçilmesi ile birlikte, subprime (alt gelir) grubunun konut edinebilmesi için vergi avantajları gibi birtakım kolaylıklar getirilmiştir.Subprime grubuna açılan kredilere çoğunlukla ilk 2 yılı sabit faiz ödemeli, geri kalan yıllarda ise piyasa faiz oranlarına endeksli değişken faiz uygulanmaktaydı. 2004 yılından 2006 yılına kadar geçen dönemde ABD faiz oranlarının %1,5’lardan %5’e doğru hareketlenmesi, kredi kullanan subprime grubunu sabit faiz ödediklerinden etkilememiştir. Ancak, 2006 yılı sonlarından itibaren alınan kredilerin yapısı sabitten değişkene dönünce, kişilerin gelirleri de aynı dönem içerisinde değişmeyince, kredi geri ödemelerinde zorluklar ortaya çıkmıştır. Bu süreçte bankalar herhangi bir işi geliri veya varlığı olmayan kişilere bile kredi vermeye başlamışlardır. Kamuoyunda subprime veya NINJA (No income, no job, no asset) kredileri olarak bilenen bu uygulamalar varlık fiyatlarının özelliklede konut fiyatlarının çok hızlı bir şekilde artmasına yol açmıştır. Bir kısım konut kredisinde başlayan geri ödeme problemleri sonucunda banka portföylerindeki hacizli konut sayısı artmaya başlamıştır. Bankaların bu konutları piyasaya arz etmesi konut fiyatlarında düşüşe yol açmıştır. Bu durumda halen kredisini ödemekte olan bazı konut kredisi kullanıcılarının ellerindeki evlerin değeri kalan kredi ödemelerinin net bugünkü değerinin altında kalmıştır. Asıl önemli nokta kredi geri ödemelerinin bankalar tarafından diğer mali kuruluşlara satılması ve bu evleri teminat olarak alan sermaye piyasası araçlarının yaygınlığıdır. Bu nedenle zararlar domino taşları gibi bir mali kuruluştan diğerine sirayet ederek büyümüş ve mali sistemin temel taşları niteliğindeki kuruluşların iflasına yol açmıştır. b. Menkul Kıymetleştirme ve Türev Piyasası Menkul kıymetleştirmeyi kısaca nakit akışlarının bir havuzda toplanması ve yatırımcılara satılmak üzere mali bir varlık olarak menkul kıymetler üretilmesi olarak tanımlayabiliriz. Oldukça karmaşık yapılara sahip mortagage menkul kıymetlerini anlamak için öncelikle sürece bakmalıyız. ABD de konut kredisi veren bankaların düzenlenmesi 1938 yılına kadar uzanmaktadır, Fannie Mae şirketi devlet tarafından bu dönemde kurulmuştur ve konut kredisi açan finansal kuruma yeni krediler açabilmesi için nakit girişi sağlamıştır. 1968 de Ginnie Mae kuruluyor, 1970 yılında ise ABD destekli Freddie Mac kurulmuştur. Bu dönemde ilk kez bu üç kuruluş aracılığıyla ipotekli konut kredisine dayalı menkul kıymet çıkarmaya başlanmıştır. Bu dönüşüm sonucunda konut kredisi riski, krediyi ilk açan bankada kalmıyor, hem Fannie Mae, Ginnie Mae, Freddie Mac kurumlarına hem de onların çıkardıkları menkul kıymetleri satın alanlara geçiyor. Bu dönemde subprime (üçüncü sınıf) ya da ikinci sınıf (Alt-A) krediler olmadıklarından riskleri de az oluyor. www.moutari.weebly.com 6 Zamanla birinci risk grupları için farklı konut kredisi tipleri oluşturuluyor. Bunların en bilineni 1980 yılındaFreddie Mac tarafından geliştirilen CMO (Collateralized Mortgage Obligations: Teminatlandırılmış İpotekli Konut Kredisi Yükümlülüğü) dur. Bunları satın alan yatırımcılara, farklı önceliklere göre ödeme yapılmaktadır. Bu süreçte, konut kredisi alanlar borçlarını ödedikçe herkes kazanmaktadır. Konut kredisi alan konut sahibi olmakta; krediyi ilk açan banka, bir komisyon almakta, krediyi sattığı için artık riski kalmamaktadır. Bu şirketlerin çıkardığı menkul kıymetleri alanlar da, farklı ve çok sayıda konut kredisine dayanan menkul kıymet aldıklarından ve risk dağıtılmış olduğundan karlı çıkmaktadır. Doğal olarak konut yapanlar da kar elde etmektedir. İpotekli konut kredisi piyasasının bu büyük başarısı kendi sonunu hazırlamıştır. Özellikle 2003 sonrası Wall Street Şirketlerinin de piyasaya girmesi, açılan kredilerin çoğunun subprime olması ve bu eşik altı kredileriyle birlikte CMO’lar gibi farklı risk gruplarına bölünmüş farklı yatırımcılara pazarlanmış CDO’lar (Collateralized Debt Obligation: Teminatlandırılmış Borç Yükümlülüğü) ortaya çıkmıştır. CDO’ların en önemli özelliği, organize olmayan belli bir yapı altında toplanmayan piyasalar şeklinde tanımlanan tezgah üstü piyasalarda alınıp satılmalarıdır. Küresel krizi, kredinin değil ona dayanılarak yapılan işlemlerin oluşturduğu bir çeşit kredi krizi olarak da değerlendirebiliriz. Getirisi başka bir kıymetin getirisine bağlanmış yani başka bir kıymetin getirisinden türetilmiş olan türev ürünler krizin çıkışında kilit rol oynamaktadır. Türev ürünler piyasada şirketlerin başka işlemden doğan risklerini alışverişe konu edilmesini sağlayan sözleşmeler olarak kullanılmaktadır. Bu sözleşmeler, mortagage kredisi verenin bu krediyi kullanan tarafından geri ödenmemesi riskini üçüncü kişilere mesela hedge fonlara devretmeye yaramaktadır. Riski devreden kredi kuruluşları çok daha büyük risklere girebilmekte ve türev ürünler çığ gibi büyümektedir. Başlangıçta riski devretmeye yarayan bir anlamda sigorta işlevi gören türev ürünler giderek kendileri birer risk unsuru olmuşlardır. Karmaşık yapılarından ve nerdeyse dünyadaki uluslararası çapta işlem yapan bankalar birbirlerine kefil olduklarından dolayı konut piyasasındaki sorunun etkisi yıkıcı olmuştur. c. Saydamlık Gelişmiş ülkelerde ve özellikle ABD’de neredeyse birbirinden ayrı her fonksiyon için ayrı bir mali kurum ve mali araç oluşturulmuştur. Bu kurum ve araçlar birbiri ile irtibatlı ve girift ilişkilere sahiptir. Mesela faiz haddi türev piyasaları forward swap işlemlerinden dalgalı swape kadar bir çok finansal araç sunmaktadır. Finansal araçların bu karmaşık yapısının anlaşılmasında önemli bir zorluk söz konusudur. Sıradan yatırımcılar için her gün değişen yenileşen ve farklılaşan finansal araçları takip etmek mümkün değildir. Hele de özellikle anlaşılmamak istendiğinde ciddi bir şeffaflık sorunu ile karşılaşılmaktadır. Bilgi yatırımcılara, firmalara ve diğer aktörlere farklı hızlarla ve farklı biçimlerde ulaştığından asimetrik bilgi oluşmaktadır. www.moutari.weebly.com 7 d. Kaldıraç Oranları Finansal kurumun toplam varlıklarının sermayesine oranı olarak tanımlanan kaldıraç oranları arttıkça risk de artmaktadır. Kaldıraç oranları, finansal kurumun kaynak yapısını gösterir ve varlıklarının hangi kaynaklarla ne oranlarda karşılandığının görülmesini sağlar. Bu oranlar ile finansal kurumun uzun vadeli borçlarını ödeme gücü gibi mali yapısının durumu hakkında bilgi edinilebilinir. Küresel krizin en önemli sebeplerinden biri de yüksek kaldıraç oranlarıdır. Bankalar koydukları sermayeye, müşterilerden topladıkları mevduatı ekler ve kredi olarak müşterilerine dağıtırlar. Eğer verdikleri kredilerin değeri düşerse, bilanço dengesini sağlamak için, aynı tutarda sermayelerinden azaltmak zorundadırlar. Eğer borçlu taksitlerini ödemezse, banka evi satar. Evin bedeli kredi tutarını karşılamaya yetmiyorsa, kalan kısmı banka zarar yazacak ve dengeyi sağlayacaktır. e. Denetleyici Kuruluşlar ve Derecelendirme Kuruluşları Kriz sürecinde en çok tartışılan konulardan biriside denetleyici kurum olan FED’in faiz uygulamasıdır. Uzunca bir süre FED politika faizini düşük tutmaktadır ve bu dönemde bireyler ve firmalar gölge bankacılık sektörü denilen az düzenlenen ve denetlenen yada hiç denetlenmeyen finansal kurumlara yatırım yapmışlardır. Ayrıca FED’in konut fiyatlarının şişmesi kadar balonun patlamasında da rolü vardır. 30 Haziran 2004 tarihinden itibaren kademeli olarak politika faizi arttırılarak, 2006 yılının ortasında krizden önceki en yüksek değeri olan yüzde 5.25’e çıkmıştır. Faiz artırımı sonucunda değişken faizli konut kredisi alanlar ödeme güçlüğü çekmişlerdir. Ayrıca FED başkanı Bernanke Mayıs 2007’de yaptığı bir açıklamada konut piyasasındaki sıkıntıların ekonominin geri kalanına ve finansal sisteme yayılacağını beklemediklerini dile getirmiştir. Piyasa yapısına duydukları bu güven sonucunda FED gerekli önlemleri almakta gecikmiştir. Derecelendirme kuruluşları ile ilgili en önemli problem ise çıkar çatışmasıdır. Derecelendirme kuruluşları bu firmalar tarafından finanse edildiğinden objektif davranamamakta ve firmaların finansal problemlerini her zaman tespit edememektedirler. Bazen de sorunu kısmen veya çok gecikmeli olarak görebilirler. Küresel kriz öncesinde menkul kıymet sorununu fark edememişler ancak kriz sonrası menkul kıymet ihraç eden firmaların kredi notu düşürülmüştür. Bu da finansal piyasaların yaşadığı depremin şiddetini arttırmıştır. Mesela ABD’nin ikinci büyük finansal varlık şirketi olan Ambac’ın kredi notu AAA’dan AA’ya düşürülünce Ambac tarafından sigortalanan 500 milyar dolar tahvilin değeri, yarıdan fazla azalıyor. 2007’nin üçüncü çeyreğinden 2008 in ikinci çeyreğine kadar geçen bir yıllık dönemde iki büyük derecelendirme kuruluşu tarafından 1,9 trilyon dolarlık mortgage destekli menkul kıymetin notu düşürülmüştür ve birçok firma iflasın eşiğine gelmiştir. www.moutari.weebly.com 8 2. 2008 Küresel Krizin Gelişim Süreci Küresel ekonomik kriz, aslında finansal kriz olarak da anılmakta olup; Nobelli iktisat profesörleri Krugman ve Stiglitz tarafından, ABD mali piyasalarında konut kredileri ve türevlerinin geriye dönmemesi dolayısıyla yaşanan mali çöküntü olarak takdim edilmektedir. Krizin başlangıcı sayılan 28 Aralık 2006 tarihinde, Ownit Mortgage Solutions adlı ipotekli şirketi batmıştır. Genel olarak 2007 yılında Amerika’da HSBC, Donald Tommitz, New Century Financial gibi dev şirketler konut sektörü için olumsuz beklentilerini belirtmişlerdir. Ayrıca “New Century Financial” şirketi iflas başvurusu yapmıştır, General Motors Şirketinin finansman kolu 1 milyar dolar zarar açıklamıştır. İpotekli konut kredisi almış ama kredi borçlarını ödeyemedikleri için evlerine el konulan kişilerin bu sorununa çare bulmayı amaçlayan bir plan ABD Senatosu’na sunulmuştur. Bu dönemde İngiltere’de de mortagage piyasasında sorunlar baş göstermiştir; General Electric, subprime kredi veren şirketini kapatacağını açıklamıştır, İngiltere subprime konut kredisi satan beş kuruma karşı önlem almıştır. Krugman gibi bazı iktisatçılar küresel krizin çıkış tarihi olarak, bir Fransız bankası olan BNPParibas’a bağlı üç hedge fonunun ödeme güçlüğüne düşerek ödemelerini askıya aldığı 9 Ağustos 2007 tarihi olarak almaktadır. Şekil 1: 2009’da (Reel GSYH) Büyüme oranlarını gösteren Dünya haritası1 3. 2008 Küresel Krizi Neden Önlenemedi? Küresel finans krizi 2008 yılının ikinci yarısında kopmuştur. ABD’nin ilk iki çeyrekte büyümesi, finansal krizin ekonomik durgunluğa yol açmadan atlatacağı Wikipedia, www.wikipedia.org, erişim: World map showing real GDP growth rates for 2009. (Countries in brown were in recession.) 1 www.moutari.weebly.com 9 yanılgısına yol açmıştır. Ayrıca ayrışma teorisi geliştirilerek, ABD yavaşlasa bile Asya’nın hele Çin gibi ülkelerin bundan fazla etkilenmeyeceği ileri sürülmüştür. Küresel büyüme balonuyla petrol 147 doları görmüştür. Petrol 200 doları bulur bekleyişiyle gıda fiyatları yükselişe geçti, küresel enflasyon paniği yaşanmıştır. Ayrıca avro 1,60 doları aştı ve altının onsu 1000 doların üzerine çıkmıştır. Ancak ikinci yarıda rüzgar tersine dönmüştür. ABD resesyona girerek ve kriz de AB, Japonya ve Çin başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmıştır. Enflasyon paniğinin yerini deflasyon paniği almıştır. Petrol fiyatları hızla yere 40 doların altına; avro 1.30 doların, altın ise 900 doların altına inmiştir. ABD ekonomisindeki sorunların 2007 yılında oldukça hız kazandığını daha önce söylemiştik. Ancak küresel krize dönüşmesi 2008 yılı ortalarında oldu. Şimdi alınan önlemlere bakacağız. 2007 yılında eşik altı Mortage piyasasında sorunlar çıkınca ECB bankalara 61 milyar avro likidite sağlanmıştır. Avrupa, ABD ve Japonya merkez bankaları likidite sağlamaya devam etmişlerdir. 4 büyük ABD bankası FED den 2 milyar dolar borç almıştır. 2007 yılının Eylül ayında İngiliz ipotekli kredi kurumu Northen Rock önünde mevduat çekilişleri hızlanmış hatta banka önünde kuyruklar oluşmuştur. Likidite sıkışıklığının had safhaya çıktığı ve merkez bankalarının birçok kuruma kredi açmasına karşılık 2008 yılında bunalım daha da artmıştır. 2008 yılında da ekonomiyi canlandırma paketleri, IMF anlaşmaları ve birçok ülkede banka kurtarma ya da devletleştirme operasyonları olsa da küresel kriz ve yayılması engellenememiştir. Çünkü likidite bolluğu sağlanmaya çalışılması, nakit sıkışıklığını gidermek için gerekmektedir ancak krizin kökeninde yatan konut piyasasındaki sorunlara hiçbir şekilde çözüm getirememiştir. Sorunun kökenine inilememesi sonucu finansal kurumların sermayesi bu süreçte hızla erimiştir. Faiz indirimi de gerekli olmasına karşın sermaye sorununa eğilmediğinden krizi engellemede yeterli olamamıştır. Bu kötü gidişata rağmen iç talebi arttırıcı önlemler en başlarda devreye girmemiştir.2008 yılında Bush yönetimi tarafından yürürlüğe sokulan 168 milyar dolarlık mali genişleme paketi finansal kriz karşısında oldukça yetersiz kalmıştır. Bu önlemin hem geç hem de miktar olarak oldukça yetersiz kalmasını dönemin piyasa fanatiği anlayışına bağlayabiliriz. 4. Küresel Finansal Kriz sonrası Türkiye ekonomisi a. Büyüme Ekonomik büyümeyi GSYH’nin bir dönemden ötekine fiyat artışlarından arındırılmış olarak artması olarak tanımlayabiliriz. Ekonominin sermaye ve işgücü miktarından oluşan üretim faktörleri stokundaki artışlar ve teknolojideki gelişmelerin yardımıyla büyüme sağlanmaktadır. 2001 yılında krizle -5,7 oranında küçülen Türkiye ekonomisi sonraki yıllarda potansiyel büyümesi olan 4,7’nin üzerinde bir büyüme performansı göstermiştir. Dünya konjonktürünün büyüdüğü bu dönemde, Türkiye ithalata bağlı bir büyüme www.moutari.weebly.com 10 gerçekleştirmiştir. 2003 sonrası dönemde artan bu ithalat oranı öncelikli olarak ülkeye sıcak paranın çekilmesiyle sağlanmış, daha sonra ise tüm dünyadaki trende de uyan ve soğuk para olarak nitelendirilen, özelleştirme ve gayrimenkul satışından elde edilen gelirlerle karşılanmıştır. Ayrıca özel sektör bu ithalatı finanse edebilmek için dünyadaki finansal genişleme, bol likidite ve ucuz kredi imkânlarından yararlanarak doğrudan borçlanmaya gitmiştir. Küresel krizin yıkıcı etkisine 2008’in son çeyreğinde giren Türkiye ekonomisi, 2009 yılının tamamını yüzde 4,8 küçülme ile kapamıştı. 2009 yılında dünya ticaret hacminin küçülmesi ve özellikle ülkemizin en önemli ticaret ortağı olan AB ülkelerinin büyüme performansındaki bozulma ve yetersiz talep koşulları, dış ticaretimizde önemli ölçüde daralmaya yol açmıştır. Bununla birlikte, harcama kalemleri içinde net ihracat 2009 yılında reel GSYH’ye önemli ve olumlu katkı sağlayan kalemlerden biri olmuştur. Ekonomideki küçülmeyle birlikte ithalatın ihracatın üzerinde azalma göstermesi, net ihracatın reel GSYH üzerinde pozitif etki oluşturmasına neden olmuştur. Dolayısıyla net ihracatın reel GSYH’ye %57,2 oranında pozitif katkı yapmış olması, ekonominin 2009 yılında daha büyük oranda daralmasını önlemiştir. Ayrıca 2009 yılında net ihracattan başka kamu kesiminin harcamaları da reel GSYH’nin düşüş hızını engelleyici bir diğer harcama kalemi olmuştur. Kamu harcamaları kriz sürecinde diğer kalemlerden farklı olarak, ekonomide toparlanmayı sağlamaya yönelik politikalar ve teşvikler neticesinde artmıştır. 2008 yılına göre kamu harcamaları %7,8 oranında büyümüştür. Bunun neticesinde kamu harcamaları 2009 yılında reel GSYH’ye yaklaşık %17 oranında katkı sağlamıştır. Belirsizliklerin azaltılması, sermaye girişinin devam etmesi, faiz oranlarının düşük seviyelerde kalması ve kredi genişlemesi sonucunda Türkiye ekonomisi 2010 ve 2011 yıllarında yüksek bir büyüme performansı yakalamıştır. GSYH büyümesi 2010 yılında yüzde 9,2; 2011 yılında yüzde 8,5 oranında gerçekleşmiş ve Türkiye, dünyada büyüme hızı en yüksek ülkeler arasında yer almıştır. Küresel finansal krizi sonrası Türkiye ekonomisinin toparlanma ve yüksek büyümeye geçiş sürecini iç talep bileşenleri belirlemiştir. Daha önceki dönemlerde büyümeye pozitif katkı yapan net ihracatın(dış talep) bu dönemde büyümeye katkısı negatif olmuştur. İç talebin temellerinden özel tüketim ve yatırım harcamaları ithalatın temel belirleyicileri olarak yüksek oranda büyümeye katkı sağlamışlardır. Büyümeye sektörler açısından bakacak olursak sanayi sektörünün GSYH içindeki payı yüzde 27 olmasına rağmen toparlanmanın temel belirleyicisi olmuştur. Yüzde 63 paya sahip hizmetler sektörü de büyümeye katkı sağlarken tarım sektörünün katkısı oldukça az olmuştur. www.moutari.weebly.com 11 Büyüme Oranları (%) Büyüme oranları 12 10 8 6 4 2 0 -2 -4 -6 -8 büyüme oranı %; 3,1 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak:TÜİK(2012 tahmini değeridir) Grafik 1 : Büyüme Oranları (%) b. Enflasyon Küresel kriz sonrası toplam talep koşullarının enflasyona düşüş yönünde yaptığı katkının devam edeceği ve emtia fiyatlarının büyük ölçüde yatay seyredeceği öngörülmektedir. Politika faizlerinin dönem boyunca tek haneli düzeylerde kalması, gıda enflasyonunun yüzde 7 seviyesinde dalgalanması ve petrol fiyatlarının 100 dolar civarında seyretmesi beklenmektedir. Bu çerçevede, TÜFE yıllık artış hızının, 20122014 yıllarında orta vadeli hedef olan yüzde 5’e yakın gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.2010 yılında TÜFE yıllık artış hızı yüzde 6,4 olarak gerçekleşmiş vehedefin 0,1 puan altında kalmıştır.Mal ve hizmet grubu fiyatları önceki yıllar ortalamalarının altında kalmış, çekirdek enflasyon ortavadeli hedeflerle uyumlu hareket etmiştir. 2011 yılının Ocak-Eylül döneminde ise ithalat fiyatlarının birikimli yansımaları, gıda fiyatlarındaki artışlar, nominal döviz kurundaki yükselme ve baz etkisiyle TÜFE yıllık artış hızı yüzde 6,15 olarak gerçekleşmiştir. Mevcut dinamiklerin TÜFE yıllık artış hızını 2011 yılı sonunda yüzde 7,8 civarına yükselteceği beklenmektedir. www.moutari.weebly.com 12 Şekil 2: Enflasyon2 c. İstihdam 2008 küresel krizinin etkileri hissedilmeye başladıkça işsizlik de hızlandı.Türkiye ekonomisinde işsizlik rakamları azaltılmaya çalışılırken küresel kriz sürecinin işsizliği önemli ölçüde artırdığı görülmektedir. Kriz sürecinin henüz başlamadığı 2007 yılının Ağustos ayında bile işsizlik oranı % 9,8’e yükselmiştir. Reel kesimdeki daralma ve yatırımların azalması özel sektörde birçok alanda özellikle otomotiv sektöründeki işsizlik seviyesini arttırmıştır. Sadece Türkiye’de değil dünya genelinde işsizlik büyük bir sorun olarak yaşanmaktadır. Türkiye ekonomisinde daha önceki dönemlerde işsizliğin durumuna bakacak olursak ekonomimiz 2001 krizi sonrasında istihdamda önemli bir daralma ve artan işsizlikle karşı karşıya gelmiştir. 2002–2007 yıllarına bakıldığında yıllık ortalama GSYH artış oranı yüzde 6,9 iken, ortalama işsizlik oranı yüzde 10,2 olarak gerçekleşmiştir. TÜİK’ in hane halkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, 2008 yılı Şubat ayında, kurumsal olmayan sivil nüfus 69 milyon 372 bin kişidir. Bu nüfusun 49 milyon 672 bini 15 yaş ve üzerinde iken, 22 milyon 804 bin kişi işgücü kapsamındadır. İşgücünün 20 milyon 162 bin kişilik kısmı istihdam edilmektedir. Dolayısıyla ülkemizde, işgücüne katılma oranı yüzde 45,9; istihdam oranı yüzde 40,6 ve işsizlik oranı yüzde 11,6’dır Kriz yılı olan 2008’de Türkiye’de ortalama işsizlik oranı yüzde 14 oldu. 2000 yılında aynı oran yüzde 6,5 idi. Aynı şekilde 2000 yılında yüzde 46,7 olan istihdam oranı da, 2009 yılında yüzde 41,2’ye geriledi. Türkiye’de işsizliğin sosyal riski de yüksektir. Çünkü genç nüfusta işsizlik oranı daha fazladır. TÜİK 2009 Ekim ayı için, kentlerde genç nüfusun işsizlik oranını yüzde 26,6 olarak ilan etmiştir. TÜİK, işsizlik hesaplamalarını AB standartlarına göre yapmaktadır. Ancak, AB’de işsizlik sigortası daha iyi çalıştığından iş aramayan ve morali bozulmuş işsiz yok denecek kadar azdır. Ayrıca iş bulma organizasyonları Türkiye’ye göre çok daha gelişmiştir. Bu nedenle fiili rakamlar ilan edilenlerden daha yüksektir.2010 yılında işsizlik oranı düşse de yüzde on ikilik işsizlik oranı, diğer ülkelere göre yüksektir. 2009 yılı ikinci çeyrekte ekonomide toparlanmanın başlaması ve Mayıs 2009’daki istihdam paketinin uygulamaya konulmasıyla, Haziran 2009’da %13’e gerileyen işsizlik, sonraki dönemlerdeki dalgalanmalara rağmen, 2011 Nisan ayında tek haneye inmiş, 2011 Eylül ayında ise hem mevsimsel düzeltilmiş hem de manşet seride en düşük oranlara ulaşılmıştır. İşsizlik oranındaki bu hızlı gerilemenin, işgücüne katılım 2 Barış ZOROĞLU(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; www.moutari.weebly.com 13 oranında azalma kaydedilmemesi itibarıyla, temel belirleyicisi istihdamda hızlı artışlar olmuştur. 2010 yılı Ekim ayından sonra tüm alt sektörlerde istihdam artışı ivme kazanmıştır. İstihdam artışında sağlanan bu yüksek hızlı tempo, inşaat sektöründe istihdam artış hızını 2011 Eylül ayında %24’ün üzerine çıkarırken, hizmetler sektöründe istihdam artış hızı aynı dönemde %6,5’i geçmiştir. Böylelikle, tarım sektörünün de katkısıyla, toplamda istihdam artış hızı yıllık olarak %7,7’ye yükselmiş ve 2011 yılı Eylül ayı işsizlikte en düşük oranın gerçekleştiği dönem olmuştur. İşsizlik Oranları(%) 16 14 12 10 8 6 4 2 0 2005 2006 2007 2008 Kaynak:TÜİK(2012 tahmini değeridir) 2009 2010 2011 2012 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Grafik 2: İşsizlik Oranları(%) d. Cari Denge Cari hesap, bir ülkenin gelir ve giderlerini ölçer.Bir ülkenin gelirlerinin üzerinde harcama yapmasının (cari açık) iki yolu vardır. Ya daha önce biriktirilen kaynaklar (yani rezervler) kullanılacaktır ya da ülke yurt dışından kaynak ödünç alacaktır (sermaye hesabı fazlası). Cari hesap; dış ticaret (mal ve hizmet ithal ve ihracı), dış yatırım gelirleri (yurt içine ve yurt dışına kar ve faiz transferleri) ve cari transferler (dış yardım ve işçi gelirleri) olmak üzere üç ana öğeden oluşur.Türkiye’de cari açığın en önemli belirleyicisi mal ticareti açığıdır. Büyüyen cari açık, Türkiye ekonomisini daha kırılgan bir hale getirmiştir. Türkiye 2000’li yıllarda yaşanan küresel likidite bolluğu nedeniyle şanslı bir dönemden geçmiş, dış borç ve sermaye akışına dayalı yüksek bir büyüme oranı yakalamıştır. Bu büyüme oranları iyimserliği arttırmış ve risk faktörünün küçümsenmesine sebep www.moutari.weebly.com 14 olmuştur. Türkiye bu dönemde hem ihracat portföyünü arttırmıştır hem de ihracatı artan oranlarda ithalata bağımlı hale gelmiştir. Türkiye yüksek faiz, düşük kur ve sermaye akımlarına bağlı olarak büyümeye çalışmıştır. Şekil 3: İhracat ve ithalatın seyri Küresel krizin Türkiye’yi en fazla etkilediği kanalların başında dış ticaret gelmektedir. Çünkü Türkiye’nin ticaret haddinin yarıdan fazlası yaşanan küresel krizin etkilendiği AB ülkeleri ile yapılmaktadır.2008 yılı Ekim ayından itibaren Türkiye’nin ihracat ve ithalat hacmi ciddi bir gerileme sürecine girmiştir. Bu süreç ihracatçıları zor durumda bırakmıştır. TÜİK verilerine göre, 2009 Haziran ayında ihracat, 2008 Haziran ayına göre % 32,8 oranında azalmıştır. Yani Türkiye’nin hızla küçülen ve talep daralması yaşayan AB pazarına mal satamaması ihracat kanalından ciddi derecede etkilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Şekil 4: Türkiye’ye Gelen Uluslararası doğrudan yatırımlar ve Büyüme oranları Uluslararası doğrudan yatırımlar krizle birlikte ciddi bir çöküşe uğramış. Türkiye 2004 yılından itibaren hızla UDY çekmeye başlamış ve 1980-2003 döneminde toplam 16 milyar dolar civarında olan doğrudan yabancı yatırım miktarı, 2004-2008 döneminde 72,8 milyar dolara yükselmiştir. 2009 yılının ilk çeyreğinde ise sadece 2,2 www.moutari.weebly.com 15 milyar dolar UDY çekilebilmiştir.Benzer şekilde Ocak 2008’de %80,3 seviyesinde olan imalat sanayinde kapasite kullanım oranı Şubat 2009 itibari ile %63,8’e kadar gerilemiştir. Türkiye’de büyümeyle cari açık arasında oldukça sıkı bir ilişki vardır. Çünkü büyüme hızı, ithalat artışları aracılığıyla cari açığı etkiler. İthalat üzerine odaklanma bizi doğrudan sanayi sektörüne ve bu sektörün artan ithal bağımlılığına götürecektir. İhracatı büyük ölçüde sanayi ürünlerinden oluşan bir ekonomide bu ihracatın da bağımlılığı anlamına gelmektedir. 2010 ve 2011 yıllarında göz kamaştırıcı bir büyüme performansı gösteren Türkiye ekonomisi, cari açık olarak da tarihi rekorlarını kırmıştır. 2010 ile 2011 yıllarında ortalaması yüzde 9’a yaklaşan büyümenin temelinde dış kaynak girişi vardır. Yüksek büyüme madalyonunun öteki yüzünde milli gelirin yüzde 10’una, bir dünya rekoru olarak vuran ve toplamı 77 milyar doları bulan cari açık vardır. 2012 yılında ise büyüme azalırken cari açık da azalmıştır. e. Bütçe Dengesi 2000–2001 krizine yüksek kamu açıkları ile giren Türkiye ekonomisi, kriz sonrası süreçte uyguladığı sıkı maliye politikası ve mali disiplin anlayışı ile kamu açıklarını önemli ölçüde düşürmüş kamu borçlanma gereğini azaltmış, buna bağlı olarak bütçe üzerindeki faiz yükü giderek azalmıştır. 2006 yılına gelindiğinde bütçe açığı yok denecek kadar az bir seviyeye gelmiştir. 2006 yılından itibaren, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca konsolide bütçe uygulamasından uluslararası standartlarla uyumlu ve daha geniş kapsamlı olan merkezi yönetim bütçe uygulamasına geçilmiştir. Bütçe giderlerinin gelirlerinden büyük olması durumu diye ifade edilen bütçe açığı tanımı kadar faiz dışı fazla kavramı da önemlidir. Faiz dışı fazla; bütçenin toplam gelirleriyle, bütçeden yapılan harcamalardan faiz ödemelerinin yok sayıldığında geriye kalan harcamalar arasındaki farktır. Kısaca faiz dışı fazla; Türkiye'nin hiç faiz gideri olmaması durumunda, bütçenin gelir-gider durumunun ne olacağını açıklayan bir kavramdır.Faiz dışı dengenin önemi büyüktür. Bu denge açık veriyorsa bütçe, faiz ödemeleri olmasa bile açık veriyor demektir ki o zaman ya gelirleri artırmak ya da giderleri kısmak için önlem almak gerekir. Eğer faiz dışı fazla söz konusuysa o zaman bütçe gelirleri faiz dışı giderleri karşılayabilmekte ve faiz ödemeleri için de bir miktar fazla elde edebilmektedir. Yani borçlanma ihtiyacı en azından o faiz dışı fazla miktarı kadar düşüyor demektir. Kriz öncesi 2005-2008 yılı bütçe açığı ortalaması yaklaşık 1,3 dür. Daha öncede bahsettiğimiz gibi özellikle krizin derinleştiği 2009 yılında alınan önlemler ve mali teşvik paketleriyle bütçe dengesi bozulmuştur. Kamu borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde 46’ları bulmuştur.2010 yılında hem bütçe açığı hem de kamu borç stokunda www.moutari.weebly.com 16 azalmalar olmuştur. Ancak kriz sonrasında bütçe görünümü açısından en iyi dönem 2011 yılı olmuştur. Türkiye ekonomisi 2011 yılında, dışarıda küresel ekonomideki sorunların devam etmesi, içeride ise seçim yılı olmasına rağmen maliye politikası bakımından başarılı bir yıl geçirdi. 2009 sonunda GSYH’nin %5,5’ine kadar yükselen ciddi bir acık verdikten sonra bütçe görünümü hem faiz harcamalarındaki düşüş hem de faiz dışı fazlalarla 2011 yılı boyunca iyileşmeye devam etti. Rakamlarla ifade edecek olursak, Merkezi Yönetim Bütçe açığı 2010 yılındaki 40 milyar TL’lik seviyesinden (GSYH’ ya oran olarak%3,6), 2011’de 17,4 milyar TL’ye geriledi (GSYH’ ya oran olarak %1,3). Bu değişimde faiz dışındaki iyileşme kadar faiz giderlerindeki iyileşme de rol oynadı. Örneğin faiz dışı fazla 2011 yılını yaklaşık 25 milyar TL ile kapattı ve böylece GSYH’ye oranla %0,8’den %1,9’a yükselerek hatırı sayılır bir iyileşme kaydetti. Düşük faiz ortamının bu dönemde faiz giderleri de azaldı ve 2009 yılında GSYH’ nin %5,6’sından, 2011 yılında GSYH’nin %3,3’une geriledi. 2011’deki bu güçlü performansın ardında, giderler tarafındaki disiplinden çok, gelirlerin, özellikle de dolaylı (tüketim ve ithalat) vergi gelirlerinin hızlı bir artış göstermesi yatmaktaydı. Ayrıca 2011yılında devreye sokulan vergi ve sosyal güvenlik borçlarının affı sonrasında gerçekleşen ödemeler de bütçeye GSYH’ ye oranla tahminen en az %1-%1,5 civarında bir katkı sağladı. 2012’de cari açığı düşürmek amaçlı izlenen politikalar 2011 yılında azalan bütçe açığını tekrar arttırmıştır. Cari açık arttıkça ithalat vergileriyle otomatikman azalan bütçe açığı, cari açığın azalmasıyla artmıştır. f. Para politikası Küresel finans krizi sonrasında gelişmiş ülke MB’ları krizin etkilerini sınırlamak amacıyla uyguladıkları parasal genişleme politikalarının Türkiye üzerinde de önemli etkileri oluşmuştur. Bu dönemde FED başta olmak üzere yapılan faiz indirimleriyle kısa vadeli yurt dışı finansman imkanlarının bol ve düşük maliyetli olarak sağlanabilmesi, kredi genişlemesine ve TL’nin değerlenmesine yol açmıştır. Bu süreç sonunda 2010 yılında makro finansal riskler ve dış dengesizlikler artmıştır. Ayrıca krizle beraber geleneksel MB politikası olan fiyat istikrarının artık yeterli olmayacağı, finansal istikrarında oldukça önemli olduğu anlaşılmıştır. Bu çerçevede TCMB’nin 2010 yıllarının sonlarından itibaren uyguladığı yeni politika yaklaşımında fiyat istikrarı önceliği korunurken finansal istikrar da destekleyici bir amaç olarak gözetilmiştir. Bu yeni sistemde faiz koridoru aracı önemli rol üstlenmiştir. Faiz koridoru TCMB’nin bankalardan gecelik vadede borçlanabileceği ve borç verebileceği faiz seviyeleri arasında kalan alandır. Faiz koridoru sistemiyle TCMB kısa vadeli faizleri ayda bir kez değil günlük frekanslarla ayarlayabilmektedir. www.moutari.weebly.com 17 Şekil 5 :Faiz Koridorunun operasyonel yapısı (Para Politikası) Bu yeni sistemle, grafikten de görüldüğü gibi belirsizliklere ve risk iştahındaki artışlara süratli bir şekilde yanıt verilebilmektedir. Ayrıca kredilerle döviz kuru kanalları ayrı ayrı etkilenmektedir. Zorunlu karşılık oranları ve faiz koridoru tamamlayıcı nitelikte araçlar olarak birlikte kullanılmaktadır. Mesela yoğun sermaye girişlerinin olduğu, TL’nin değerlendiği ve bunların sonucunda cari açığın arttığı Kasım 2010-Ağustos 2011 döneminde faiz koridoru aşağıya doğru genişletilmiştir. Kredi genişlemesini önlemek için ise zorunlu karşılıklar belirgin bir şekilde arttırılmıştır. TCMB ek bir araç olarak TL’nin zorunlu karşılıklarının belirli bir oranını (yüzde altmışını) döviz ya da altın cinsinden tutulmasına olanak sağlamaktadır. Rezerv Opsiyon mekanizması (ROM) denilen bu sistem bankalar için bir zorunluluk değil alternatiftir. ROM’un işlemesini sağlayan temel unsur bankaların lira cinsinden fonların maliyeti ile döviz cinsinden fonların maliyeti arasındaki farktır. Mesela lira cinsinden fonların maliyeti, döviz cinsinden fonların maliyetinden yüksekse MB’ de döviz tutmak daha avantajlıdır ve döviz cinsinden borçlanabilecekleri uygun dış koşullar varsa bu www.moutari.weebly.com 18 avantajı uygun bir şekilde değerlendirebilmektedirler. Ayrıca MB bu maliyet farkını ayarlayabileceği Rezerv Opsiyon Katsayısı (ROK) aracını da geliştirmiştir. Bu katsayı arttırıldığında bankaların MB da eskiye göre daha fazla döviz tutmaları gerekmekte yani döviz tutmanın maliyeti artmaktadır. Tamamen TCMB’ye özgü bu yeni sistemle bankalar TL likiditesini arttırarak fonlama maliyetini düşürüyorlar. TCMB de ROM sistemiyle herhangi bir riske karşılık döviz rezervlerini arttırıyor ve para ikamesinin etkilerini azaltıyor. TCMB’ye özgü bir diğer ek araç da istisnai gün uygulamasıdır. Sermaye girişlerinin aniden yavaşlaması sonucu lira ve buna bağlı olarak enflasyon üzerinde oluşan baskılara karşı geliştirilen bir politikadır.Yeni politika uygulamasına göre “normal” günlerde TCMB’nin piyasayı makul oranlardan(politika faizinden) fonlanması söz konusu iken, “istisnai” günlerde “efektif” fonlama faizinin yükseltilmesi yoluna gidilmiştir. Yani istisnai günde fonlama maliyetinin oranı TCMB tarafından değil ihale metoduyla belirlenmektedir. Bu ihale de bankalar piyasadaki sıkışıklığa göre taleplerini arttırmakta ve ihalede oran faiz koridorunun üst bandına yaklaşmaktadır. Dolaylı olarak faizlerin artmasını sağlayan TCMB bu yolla kur üzerinde baskı oluşmasını ve TL’nin değer kazanmasını hedeflemektedir. Diğer yandan politika faizini değiştirmeden geçici olarak faizleri yükseltmiştir. Tam olarak istisnai gün tanımına girmese de benzer şekilde TCMB miktar ihalelerinde piyasaya verdiği para miktarını azaltarak sıkışıklık oluşturabilmekte ve gecelik faizlerin yükselmesini sağlamaktadır. Yeni para politikalarının ne kadar etkili olduğuna bakacak olursak döviz kuru oynaklığı diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla sınırlı bir seyir izlemektedir. Yani diğer ülkelerin para birimleri ABD doları karşısında hızla değer kaybederken, TL’nin değer kaybı daha sınırlı olmuştur. 2010 yılının son çeyreğinde yüzde 50’lere ulaşan kredilerin büyüme eğilimi, alınan tedbirlerle yüzde 15-20 düzeylerine çekilmiştir. 2011 yılında cari açık rekor düzeyde seyrederken 2012 yılının ilk çeyreğinde enerji dışı cari açık neredeyse kapanmıştır. Ancak 2011 yılında yüzde 5,5 ile hedeflenen enflasyonun, yılı yüzde 10,5 ile tamamlayarak fiyat istikrarının finansal istikrar kadar başarılı olmadığını ortaya koymaktadır. IV. AVRUPA BORÇ KRİZİ 2008 yılı Eylül ayında, ABD’nin dördüncü büyük yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın iflas etmesiyle patlak veren kriz kısa sürede tüm dünyaya yayılarak küresel çapta bir mali ve reel sektör krizine dönüşmüştür. Krizin olumsuz etkileri Avrupa Birliğinde de ciddi boyutlarda hissedilmiş ve Euro Alanı 2009 yılında % 4,1 oranında küçülerek tarihindeki en büyük daralmayı yaşamıştır. Yaşanan küresel kriz, AB ülkelerinde kamu açıkları ve borç stoklarının ciddi boyutlarda artmasına ve birçok üye ülkede kamu maliyesinin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine neden olmuştur. Nitekim 2006 yılında 7,1 trilyon Euro olan AB hükümetlerinin borç yükü; 2009 yılında ekonomik krizle birlikte daha da belirgin bir hal almış ve bu durum Euro’nun, dolayısıyla Ekonomik ve Parasal Birliğin ve nihayetinde AB’nin geleceğine dair www.moutari.weebly.com 19 endişeleri artırmıştır. Özellikle Almanya ve Fransa gibi AB’nin siyasi bir proje olduğunu savunan bazı AB ülkeleri, mevcut AB politikalarının yaşanmakta olan sorunların çözümünde yetersiz kaldığını, özellikle Euro Alanı’nda makroekonomik gözetimin ötesinde bir ekonomik koordinasyona ihtiyaç duyulduğunu ve bu çerçevede AB düzeyinde yeni mekanizmalar oluşturulması gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşım çerçevesinde, yalnızca para politikasının değil, üye ülkelerce uygulanacak maliye politikalarının da AB ölçeğinde çok daha sıkı kurallara tabi tutulması ve Euro Alanı ülkeleri arasındaki ekonomik yakınsamanın artırılması için ekonomik politikaların uyumlaştırılması büyük önem arz etmektedir. 1. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri Euro Bölgesi’ne dahil olan üye devletlerde ortak para birimi olan Euro’nun kullanılması ve bu ülkelerde para politikasının Avrupa Merkez Bankası (AMB) aracılığı ile tek bir elden yürütülüyor olması, söz konusu ülke ekonomilerinin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olmasına ve bir Euro Bölgesi ülkesinde meydana gelen olumsuz gelişmelerin diğer Euro Bölgesi ülkelerine de kısa sürede yayılmasına yol açmaktadır. Bu hususun yanı sıra, AB üyesi ülkelerin finans ve reel sektörlerinin yüksek entegrasyon düzeyi de ülkelerin birbirinden etkilenme seviyesini ve hızını artırmaktadır. Nitekim 2010 yılının ikinci çeyreğinde Yunanistan’da patlak veren borç krizi, kısa sürede diğer Euro Bölgesi ülkelerini ve hatta ekonomik ve parasal birliğin geleceğini tehdit altına sokmuştur. Başta Almanya olmak üzere bazı üye ülkelerin Yunanistan’a yardım konusunda isteksiz olması, piyasalarda panik havasının yayılmasına neden olmuş ve sonuçta kamu maliyesi ve bankacılık kesimleri sorunlu olan İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya ve Belçika da borç krizine sürüklenme tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardır. a. Yunanistan Krizi Uzun süredir gündemde olan yapısal reformların bir türlü hayata geçirilememesi ve dış borçlanmayla sağlanan mali kaynakların doğru kullanılamaması gibi hususlar küresel krizin yarattığı olumsuz etkilerle birleşmiş ve Yunan ekonomisinin ciddi ölçekli bir krize sürüklenmesine yol açmıştır. İzlenen politikalar çerçevesinde, ekonomik büyümenin temel olarak dış borç kaynaklı olması orta ve uzun vadede Yunanistan’ın kamu borçlarında çok ciddi boyutta artışa yol açmıştır. 2000 yılında 150 milyar Euro seviyesinde olan Yunanistan’ın kamu borçları, geçtiğimiz on yıl içerisinde % 100 oranında artış göstererek, 2009 sonu itibarıyla 300 milyar Euro seviyesine yükselmiştir. Kamu borçlarındaki ciddi oranlı artışa rağmen, kamu gelirlerinde aynı oranda artış sağlanamamıştır. 2001 yılında GSYH’nin % 21,8’i seviyesinde olan vergi gelirleri 2009 yılında GSYH’nin % 19’una düşmüş olup, bu oran AB ülkeleri içindeki en düşük orana tekabül etmektedir. Tüm bu sorunlara ilave olarak, uluslararası finansal kriz Yunanistan’ın gelirlerinde önemli oranda düşüşe sebep olmuştur. Ülkenin döviz kaynakları için hayati önem taşıyan ve toplam milli gelirde önemli payı bulunan turizm gelirlerinde 2009 yılında % 15’in üzerinde azalma gözlemlenmiştir. Diğer taraftan dünyadaki yük gemilerinin % 20’sine sahip olan ve deniz yolu taşımacılığında ilk sırayı www.moutari.weebly.com 20 alan Yunanistan, yine kriz sebebiyle dünya mal ticaretindeki daralmadan en fazla etkilenen ülkelerden birisi olmuş ve 2009 yılında taşımacılık gelirlerinde % 30 civarında bir düşüş gerçekleşmiştir. Yunan hükümeti, 2009 yılında % 12,7 olarak açıkladığı bütçe açığını 2012 yılında % 2,8'e indirmek için 14 Ocak 2010 tarihinde bir istikrar programı açıklamıştır. Ancak, daha sonra Yunanistan'ın 2009 yılındaki bütçe açığının GSYH’nin % 15,4’ü düzeyinde olduğu ortaya çıkmış, bu durum Yunanistan’a olan güvensizliği daha da artırmıştır. Bütçe açığına ilişkin söz konusu rakam, Euro Bölgesi ülkelerinin Maastricht Kriterleri çerçevesinde uyması gereken % 3 sınırının beş katına tekabül etmektedir. Krizin, Euro Bölgesi’nde yer alan ve ekonomilerinde bazı yapısal sorunlar barındıran ülkeleri etkilemesinden korkulması ve krizin derinleşeceğine yönelik kaygılar, bazı ülkelerde tahvil fiyatlarının düşmesine, faiz oranlarının ve dolayısıyla borçlanma maliyetlerinin yükselmesine ve neticede kamu borcunun GSYH içindeki payının artmasına ve borç sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine yol açmıştır. Nitekim Yunanistan’da sonra İrlanda ve Portekiz de yardım talebi ile AB’ye başvurmak zorunda kalmışlardır b. İrlanda Krizi İrlanda’yı krize sürükleyen nedenlerin başında, krizin ortaya çıkmasının ardından emlak piyasasında yaşanan hızlı değer kayıpları ile kamu sektöründe yoğun bir biçimde alınan tasarruf tedbirlerinin piyasalarda doğurduğu panik havası ve durmadan artan işten çıkarmalar gelmektedir. 1990’lı yıllardan küresel krizin ortaya çıktığı 2008 yılına kadar sürekli bir refah artışı yaşanan İrlanda’da ekonomik tablonun hep bu şekilde devam edeceğine olan inanç, emlak fiyatlarında astronomik artışları tetikleyerek spekülatif bir emlak piyasasının oluşmasına yol açmıştır. Nüfusu 4,5 milyon olan İrlanda’da hiç kimsenin yaşamadığı 300 bin konutun inşa edilmiş olması nedeniyle oluşan emlak sektörü balonu, krizin en önemli sebeplerinden biri olarak kabul edilmektedir. Büyümesinin büyük bölümünü konut ve finans sektöründeki patlamaya borçlu olan İrlanda’da, 2008 yılındaki küresel finansal krizden sonra konut fiyatlarının % 50-60 oranında değer kaybetmesi, konut kredilerinin büyük bölümünü yapılandıran bankaların ciddi oranda zarar etmesine yol açmıştır. Hükümetin bankaları kurtarmak için 45 milyar Euro tutarında kaynak aktarması bütçe açığının hızla büyümesine neden olmuştur. İrlanda`da 2009 yılında GSYH’nin % 14,3’ü düzeyinde olan bütçe açığı, 2010 yılında GSYH`nin % 32,4’üne ulaşmıştır. Vergi gelirlerinin de hızlı biçimde gerilediği ülkede ikinci bir resesyon riski olduğu düşünülmektedir. İrlanda’da yaşanan krizin nedenlerine bakıldığında, İrlanda ile ABD’deki yaşanan krizin benzer noktalar içerdiği görülmektedir. Her iki ülkede de, hem alıcılar hem de satıcılar, irrasyonel bir biçimde yükselmiş olan emlak fiyatlarının artmaya devam edeceğine inanmışlardır. Her iki ülkede de aşırı şekilde ucuz kaynak girişi yaşanmıştır. ABD’ye www.moutari.weebly.com 21 giren ucuz maliyetli paranın kaynağı Çin olurken, İrlanda’da ise bu kaynak başta Almanya olmak üzere Euro Alanı’nın diğer ülkelerinden sağlanmıştır. İki ülke arasındaki en önemli benzerlik ise düzenleyici ve denetleyici çerçevenin risk algılama ve önleme konusundaki yetersizliği olmuştur. İki ülkede de bankaların riskten kaçınmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınmaması ve denetim ve gözetim mekanizmalarının etkili bir şekilde işlememesi nedeniyle kriz ortaya çıkmıştır. c. Portekiz Krizi Portekiz’de kamu maliyesine ilişkin problemler, Yunanistan ve İrlanda’daki kadar ciddi boyutlarda olmamakla birlikte, uzun süredir devam etmektedir. Öyle ki Portekiz, 2001 yılında İstikrar ve Büyüme Paktı (İBP) kurallarını ihlal eden ilk Euro Bölgesi ülkesi olmuştur. Portekiz ekonomisinde uzun zamandır yaşanmakta olan durgunluk, kamu maliyesinin iyileştirilmesini daha da zor hale getirmiştir. Bütçe açıklarının azaltılması amacıyla hazırlanan istikrar programının mecliste yapılan oylamada reddedilmesinin ardından Portekiz Başbakanı Jose Socrates istifa etmiştir. 2013 yılına kadar bütçe açığının GSYH’nin % 2'sine düşürülmesini öngören söz konusu program emekli maaşlarının dondurulması, 1500 Euro’dan fazla olan kamu kesimi maaşlarında % 5 ila % 10 arasında kesinti yapılması, sağlık, eğitim harcamalarının ve yerel yönetimlerin bütçelerinin kısıtlanması gibi tedbirler içermektedir. Başbakanın istifası ile siyasi istikrarın bozulması ve daha da kötüleşen ekonomik durum nedeniyle kredi derecelendirme kuruluşları da Portekiz’in kredi notunu düşürmüşlerdir. Bu gelişmeler neticesinde Portekiz için finansal bir kriz riskinin daha da belirginleşmesi üzerine AB, uluslararası yardım almayı reddeden Portekiz’e baskı yapmaya başlamıştır. Durgun bir ekonomi ve büyük bir borç stokuna sahip olan ülkede dış yardım olmadan mevcut durumun sürdürülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, Portekiz sonunda AB’ye yardım talebi ile başvurmak zorunda kalmıştır. 2. Borç Krizinin Sonuçları 2008 yılı sonunda ABD’de patlak veren finansal kriz kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına alarak küresel çapta bir krize dönüşmüştür. AB, ekonomik yönetimindeki eksiklikler ve bazı üye ülkelerin nispeten düşük rekabet gücü gibi sebeplerle krizden çok ciddi biçimde etkilenmiştir. AB üyesi ülkelerde kamu açıkları ve borç stokları ciddi boyutlarda artmış ve birçok ülkede kamu maliyesinin sürdürülebilirliği tehlikeye girmiştir. Kamu maliyesinde yaşanan bozulmanın yanı sıra AB’de toparlanma sürecinin oldukça yavaş gerçekleşmesi, borç krizinin yayılarak Euro Alanı’nın istikrarını ve geleceğini tehdit eder hale gelmesine yol açmıştır. Başlangıçta kamu maliyeleri sorunlu olan zayıf ülkelere mali yardım yapmak konusunda isteksiz davranılsa da, krizin derinleşmesinin ve yayılma riskinin arttığının anlaşılmasının ardından AB düzeyinde başlatılan girişimler vasıtasıyla borç krizi içindeki Yunanistan, İrlanda ve Portekiz için gecikmeli de olsa ardı ardına kurtarma paketleri açıklanmıştır. www.moutari.weebly.com 22 Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler, Euro sisteminin eksikliklerini gözler önüne sermiş ve AB’yi Euro Alanı’nın istikrarını ve varlığını sürdürebilmesi için mevcut politikalar, mekanizmalar ve ekonomik yönetişim sisteminin güçlendirilmesine yönelik yeni arayışlara sevk etmiştir. Euro Alanı’nın en büyük ekonomisi konumundaki Almanya, Fransa’nın da desteğini alarak bu süreçte öncü ve önemli bir rol üstlenmiştir. Bu kapsamda, 29 Eylül 2010 tarihinde AB’de bütçesel ve makroekonomik gözetim ve denetimi güçlendirmeyi amaçlayan kapsamlı bir ekonomik yönetişim paketi kabul edilmiştir. Ayrıca, bundan sonraki dönemde Euro Bölgesi ülkelerinde yaşanan borç krizlerinin Birliğin ekonomik istikrarını tehlikeye sokmasının engellenmesi amacıyla 2013 yılında işlemeye başlayacak olan Avrupa İstikrar Mekanizmasının kurulması kararlaştırılmıştır. AB düzeyinde ekonomik yönetişimin iyileştirilmesi ve üye ülkelerin karşılaşabileceği krizlerde devreye girebilecek fon mekanizmalarının oluşturulmasına yönelik çabaların yanı sıra, yaşanan krizlerde rekabet gücünün de önemli bir faktör olduğu fikrinden hareketle, 4 Şubat 2011 tarihinde Almanya ve Fransa tarafından Euro Alanı ülkelerini kapsayacak bir Rekabet Paktı oluşturulması fikri ortaya atılmıştır. Söz konusu Pakt ile üye devletlerde rekabet gücünün artırılması ve AB düzeyinde ekonomik yakınsamanın geliştirilmesi için birçok ekonomik ve sosyal reformun gerçekleştirilmesi ve maliye politikalarının temel unsurlarının da AB düzeyinde belirlenmesi önerilmiştir. Tablo1 : Euro Bölgesi Çevre Ülkeleri için Seçilmiş Temel Göstergelere ilişkin Tahminler 3 3. Avrupa Borç Krizi ve Türkiye’ye Yansımaları Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye arasındaki ekonomik bütünleşme oldukça ileri bir seviyededir. AB ve Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi 2011 yılında 110 milyar Euro’ya ulaşmıştır. AB Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı ve önde gelen ihracat pazarıdır. 2008 – 2011 döneminde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların dörtte üçü AB kaynaklı olmuştur. Türkiye, sunduğu yatırım olanakları ile pek çok AB şirketinin üretim ve lojistik zincirlerinde giderek daha fazla yer almaktadır. Türkiye’nin düşük iç tasarruf seviyesi ve ekonomik faaliyetlerin dış finansmana bağımlılığı, ekonominin AB krizi gibi dışsal şoklara kırılganlığını artırmaktadır. 3 Barış ZOROĞLU(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; www.moutari.weebly.com 23 Türkiye AB üyeliği sürecinde katılım müzakereleri yürüten bir aday ülke konumundadır. Tüm bu etmenler, Türkiye’nin AB’de yaşanan krizden kendini soyutlamasının mümkün olmadığını göstermektedir. Aksine, Türkiye krizden en fazla etkilenen ve ileride de etkilenecek ülkelerden birisi olarak ortaya çıkmaktadır. AB’nin Türkiye’nin ihracatındaki ağırlığı nedeni ile ülkenin ihracat performansı AB üyelerindeki talep koşulları ile doğrudan ilgilidir. AB üyelerinde yaşanan ekonomik yavaşlama ve durgunluk Türk ihracatçıları ve üreticilerini pazar daralması şeklinde olumsuz yönde etkilemektedir. Sonuç olarak, AB krizi Türkiye’nin ihracat performansını ciddi ölçüde ve olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye’nin ülkenin iç-dış talep koşullarını dengeleme ve dış ticaret açığını küçültme yönündeki çabaları 2012 yılında yavaş yavaş başlamıştır. Ancak üçüncü ülkelere yapılan ihracatın artmasına rağmen, AB’ye yapılan ihracatın durağan kalması ve zaman zaman azalıyor olması Türkiye’nin dış ticaret dengesizliğindeki düzeltmenin arzu edilen hızda olmasını engellemektedir. AB’de kredi sisteminin işleyişinde yaşanan sorunların Türkiye’de de hissedilmesine yol açmaktadır. Krizin etkisi ile bankaların ve banka-dışı reel sektörün özellikle uzun vadeli ve uygun koşullu yurtdışı finansmana erişimde zorluk yaşadıkları bilinmektedir. Proje finansmanına erişimde yaşanan güçlükler pek çok özelleştirme ihalesinin (elektrik, doğal gaz dağıtım) 2010-2011 döneminde başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır. AB bankalarının sermaye yeterliliğini güçlendirme yönündeki çabaları bankaların Türkiye’ye sağladıkları kredileri ve dolayısı ile Türk bankalarının kredi sağlama kapasitelerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu bağlamda, özellikle KOBİ’lerin finansmana erişimde daha dezavantajlı oldukları görülmektedir. Bu kesimin toplam banka kredilerinden aldığı pay 2007’de % 26,7 seviyesinden 2009 yılında % 21,4’e düşmüş, halen kriz öncesi seviyesine ulaşamamıştır. V. KRİZ SONRASI DÖNEMİN YENİLİĞİ: MAKRO İHTİYATLI DÜZENLEMELER Finansal kriz öncesi birçok merkez bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sürdürmekti. Ancak gelişmiş ülkelerde düşük enflasyon, olumlu makroekonomik ortam finansal istikrarı sağlamada yetersiz kaldı. Bunun yanı sıra, denetim, gözetim mekanizmasındaki yetersizlikler yaşanan krizi şiddetlendirdi. Makro ihtiyatlı düzenlemeler (macro-prudential regulation) krizden sonra ortaya çıkan önemli yeniliklerin başında geliyor: Eleştiriler, kriz öncesinde düzenleyici kuruluşların bireysel olarak kurumların denetimine çok fazla odaklandıkları (micro-prudential regulation) ancak sistemin geneline yeteri kadar dikkat etmediklerine yoğunlaşıyor. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet, her ne kadar krizin çıkmasına yol açan risklerin bir çoğunun merkez bankaları ve uluslararası resmi finansal kuruluşlar tarafından tanımlanmış olsa da bu risklerin birbirleri ile birleşerek ve birbirlerini güçlendirerek sert sistemik krize yol açmalarına yeterince dikkat edilmediğini belirtiyor. www.moutari.weebly.com 24 Makro ihtiyatlı analiz tüm finansal sektördeki sistemik riskin izlenmesini ve değerlendirilmesini içeriyor. Finansal sistemin istikrarına odaklanarak kredi ve aktif fiyatlarındaki balonun önlenmesi veya hafifletilmesi amacını taşıyor. Sistemik riske odaklanılmasının sebebi ise, her ne kadar büyük finansal kuruluşlar tek tek sıkı regülasyona tabii olsa da denetim dışı kalan hedge fonlar ve bilanço dışı finansal kuruluşların operasyonları risk oluşturuyor. Tüm bu kuruluşlar arası bağımlılık oranının yüksek olması nedeniyle bu kuruluşların toplu davranışlarının da sistemik riski artırdığı değerlendiriliyor. Makro ihtiyatlı düzenlemeler finansal sisteme yönelik potansiyel riskleri ve tehditleri (sistemdeki borçluluk oranının artması, aktif fiyatlarının seyri, finansal yeni ürünlerin takibi gibi) izleyip erken teşhis ederek finansal istikrarı sağlamayı hedefliyor. Bu bağlamda sistemdeki tüm unsurlar göz önüne alınarak birbirleri ve ekonominin geneli ile nasıl bir etkileşim içinde olduğu değerlendiriliyor. Merkez bankalarına da finansal istikrara yönelik riskleri teşhis için daha fazla sorumluluk verilmesi değerlendiriliyor. AB'de bu riskleri kontrol altına almak için Avrupa Sistemik Risk Kurulu (ESRB) oluşturuldu. 2011 başında faaliyete geçmesi beklenen kurul makro ihtiyatlı politikaların gözetiminden sorumlu olacak. Bu bağlamda görevleri: sistemik riskleri tanımlamak ve önceliklendirmek, önemli sistemik riskler çıktığında erken uyarılar yayınlamak, gerektiği takdirde belirlenmiş risklere karşı alınması gereken aksiyonları tavsiye etmek. Bu tavsiyeler kanuni olarak bağlayıcı olmayacak ancak bu tavsiyelerin muhataplarının belirlenen risklere pasif kalmaması bekleniyor. Risk kurulu diğer kuruluşların fonksiyonlarını üstlenmeyecek ancak bunlara tamamlayıcı özellikte faaliyet gösterecek ve finansal denetim ve düzenleme alanındaki kuruluşlarla etkileşim halinde olacak. Organizasyon açısından ise; Genel Kurul ESRB'nin karar verici birimini oluşturuyor; 33 kişiden oluşan kurulun 27 üyesini merkez bankası başkanları oluşturuyor. Bu yaklaşıma getirilen eleştiriler de mevcut: Sistemde fazla regülasyon riski: Halen kurumlara yönelik regülasyonlar mevcut iken, sisteme yönelik ek düzenlemelerin regülasyon fazlalığına yol açabileceği değerlendiriliyor. Bir diğer görüş ise kurulun sistemik riskleri görmekte yetersiz kalabileceği yönünde. AB'de, düzenleyici ve denetleyici politikaların sistemik riske karşı savunmada çok önemli olduğu öngörülüyor. Bu görevi de ayrı bir kurula vermiş durumda. Yeni kurulan kurul da bu önemin bir göstergesi niteliğini taşıyor. Kriz sonrası dönemde fiyat istikrarı ve finansal istikrar birlikte hedefleniyor. Finansal istikrarı tesis edebilmek için zorunlu karşılık oranları ve diğer makro ihtiyatlı düzenlemeler değerlendirilecek. Finansal istikrarın ölçümünde bakılan gösterge ise kredi büyümesi ve varlık fiyatlarındaki artışlar. TCMB, kredi büyümesi gelişmelerini de (ilk sekiz ayda %18) göz önüne alarak zorunlu karşılık oranlarını arttırdı ve önümüzdeki dönemde kredi büyümesinin istenilen düzeyin üzerine çıkması halinde zorunlu karşılık oranlarını daha etkin olarak kullanacağını belirtti. TCMB, son dönemde aldığı önlemleri yeni konjonktüre karşı bir hazırlık olarak değerlendiriyor. Bu konjonktür yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucu bu ekonomilerde aşırı ısınma ve varlık fiyatları balonlarının oluşması riskinin www.moutari.weebly.com 25 belirmesi ve cari açığın yükselerek finansal istikrarı tehdit edecek düzeye ulaşması ihtimalini içeriyor. Nobel ödüllü Paul Krugman bir keresinde Merkez Bankası Başkanlarını parti (piyasa) hareketlendikçe hiç bir şey yapması gerekmeyen ancak parti sonunda herkesi evine güvenli bir biçimde döndürmesi beklenen sürücülere benzetmiş idi. Ancak krizle birlikle bu kavramın değiştiği görülüyor. VI. SONUÇ VE ÖNERİLER 2008 krizinin diğer krizlerden farkı tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve dünyadaki tüm ülkeleri etkilemiş olmasıdır. Büyük buhran denilen 1929 kriziyle karşılaştırdığımız zaman o dönemde dünya bu kadar entegre olmadığından ve piyasa ekonomisini uygulamayan ülkeler olduğundan, 1929 krizi için küresel ifadesini kullanamayız. 2008 krizini bundan önceki krizlerden ayırıp onu küresel konumuna getiren şey sermaye hareketlerinin serbest bırakılmış olmasıdır. Dünya tarihi açısından bir dönüm noktası olan bu krizle birlikte birçok ezber bozuldu. (1929 sonrası Keynes’in fikirleriyle ezberleri bozduğu gibi)Bunu uygulanan politika değişikliklerinden görebiliyoruz. Türkiye açısından krize bakacak olursak her ne kadar krize biraz hazırlıksız yakalanmış olsa da 2001 krizi sonrası yapmış olduğu reformlar sonucu sağlam bir ekonomiyle Türkiye krizle mücadele etmiştir. Geçmiş krizlerden farklı olarak herhangi bir finansal sektör krizi yaşanmadan genelde reel kesim üzerinde etkili olmuştur. Uyguladığı politikalarla krizin etkisini azaltan Türkiye tamamen krizin etkisinden kurtulamamıştır. Özellikle Avrupa bölgesindeki bazı ülkelerin borç kriziyle karşı karşıya kalması belirsizlikleri arttırmıştır. Bu çerçevede 2012 sonrası Türkiye’nin ileriye dönük olarak ekonomideki kırılganlıkları azaltacak politikalar ve yapısal reformlar uygulaması gerekmektedir. Özellikle cari açık ve büyüme arasındaki korelasyona dikkat etmeli ve bu bağlamda uzun dönemli, arz yönlü yeni bir büyüme politikası çerçevesi çizilmelidir. Üretkenliği arttırmak, ARGE çalışmalarına kaynak ayırmak, inovasyonu teşvik etmek, beşeri sermayeyi güçlendirme , fiziki alt yapıya yatırım yapmak ve piyasa ekonomisinin etkinliğini arttıracak reformlar yapması gerekmektedir.Can alıcı nokta ise devletin vergi alırken ve gelir dağılımında adaleti sağlamasıdır.Ekonomik kalkınma ve refah artışı olmadan krizden tamamen çıkmamız mümkün değildir. Sonuç olarak bütün bu krizlerden sonra, finansal sisteme yönelik potansiyel riskleri ve tehditleri izleyip erken teşhis ederek finansal istikrarı sağlamayı hedeflenen Makro ihtiyatlı adlı yeni politika ve finansal kuruluşlar ortaya çıkıyor. www.moutari.weebly.com 26 VII. KAYNAKÇA Afşar A.(2011),Global Kriz Ve Türkiye Konut Piyasasına Etkileri,1. Baskı:Eskişehir, Eskişehir Meslek Yüksekokulu yayınları;no.13 Alantar, D. (2008), Küresel Finansal Kriz: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme, Maliye ve Finans Yazıları Sayı:81 Aralık 2011 Yayın No: TÜSİAD-T/2011-12/525 Başçı, E.(2012), TCMB Para Politikaları, İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:17,ss 4-6 Dailymarkets:http://www.dailymarkets.info/ekonomik-kriz-teorik-analiz(Erişim Tarihi:05/12/2012) Danacı M. C. ,Uluyol O. , En Son Yaşanan Küresel Krizin Türkiye Ekonomisine Etkilerinin İşletmeler Bazında Değerlendirilmesi ve Bir Örnek Olay, İnönü Üniversitesi, İİBF Delice G. Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Analiz, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 20, Ocak-Haziran 2003, ss. 57-81. Deloitte Türkiye. Member of Deloitte Touche Tohmatsu Limited 2012 Eğilmez, M.(2011), Küresel Finans Krizi: Piyasa Sisteminin Eleştirisi,8. Baskı İstanbul: Remzi Kitabevi Eser, K. A.(2012), Finansal Serbestleşme Sürecinde Artan Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri: Türkiye Ekonomisine Etkileri, Riskler ve Politika Araçları, Mesleki Yeterlilik Tezi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara International Monetary Funds (IMF): Erişim: www.imf.org www.moutari.weebly.com 27 iRRasyonel:http://globalekonomikmonitor.blogspot.com/2008/11/finansal-krizinbalamasyla-birlikte-bir.html (Erişim Tarihi:17/12/2012) Kara A. H.(2012), Küresel Kriz Sonrası Para Politikası, TCMB Çalışma Tebliği No:12/17, Haziran 2012 Korkmaz E. ,Tay A. , Küresel Kriz Türkiye’ye Etkileri ve Çözüm Önerileri, http://www.esfenderkorkmaz.com/arastirma-yazilari/kuresel-kriz-turkiye-ye-etkileri-vecozum-onerileri.html (Erişim Tarihi: 04/12/2012) Marmarakpss : http://www.marmarakpss.com/sayfa/36/finansal-krizler---3 (Erişim Tarihi: 12/12/2012) Özatay, F. (2011), Finansal Krizler ve Türkiye, Genişletilmiş 3. Baskı Ankara: Doğan kitap Özatay, F.(2011),Parasal İktisat Kuram ve Politika, 2. Baskı Ankara: Efil Yayınevi Rodrik, D.(2011), Akıllı Küreselleşme, 1. Baskı,Çeviri Efil Yayınevi Sönmez, M.(2009), 100 Soruda Küresel Kriz ve Türkiye,1. Baskı İstanbul: Alan yayınları SubaşatT. ;Yetkiner H.(2010),Küresel Kriz Çerçevesinde Türkiye’nin Cari Açık Sorunsalı,1.Baskı:Ankara,Efil Yayınevi Susam N.,Bakkal U. ,(Temmuz-Aralık 2008),Kriz Süreci Makro ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?,Maliye Dergisi Tuluy H. ,Mustafaoğlu Z.(2012), Küresel Kriz ve Krize Karşı Uygulanan Politikalar: Türkiye ve Latin Amerika Karşılaştırması, İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:17,ss 16-26 Wikipedia, www.wikipedia.org, erişim: World map showing real GDP growth rates for 2009. (Countries in brown were in recession.) Yıldırım, S.(2010), 2008 Yılı Küresel Ekonomi Krizinin Dünya ve Türkiye Ekonomisine Etkileri, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 12 (18): 47-55 ZOROĞLU B.(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; www.moutari.weebly.com 28
Benzer belgeler
CES WORKING PAPER SERIES
kuruluşların müdahalede gecikmesinden kaynaklanan bu finansal krizden; dış ticaret,
sermaye akımları, finansal piyasalar ve bankacılık sektörü ile kamu mali dengeleri
üzerinden etkilendiler. Kürese...
avrupa borç krizinin seçilmiş ülke örnekleri üzerindeki
Gelişmiş ülkelerde ve özellikle ABD’de neredeyse birbirinden ayrı her
fonksiyon için ayrı bir mali kurum ve mali araç oluşturulmuştur. Bu kurum ve araçlar
birbiri ile irtibatlı ve girift ilişkilere...
igindex.co.uk
krize girme aşamasıdır.
4. Finansal Kriz Modelleri
1970 ile 2008 arasında 124 bankacılık krizi,208 para krizi ve 63 borç krizi tespit
edilmiştir. 2000’li yılların başındaki sessizliğin ardından Ame...
2008-2011 izlanda finansal krizi - Ordu Üniversitesi Açık Arşiv Sistemi
Bu çalışmamızda, ilk olarak krizlerin türleri ve modelleri anlattıktan sonra, 2008
küresel krizin nedenleri, gelişimi ve Türkiye’ye genel bakışı anlatacağız. İkinci olarak
ise Avrupa Borç krizi ve ...